01.10.2016 Views

TIPTA UZMANLIK ÖĞRENCİSİ UYUM EĞİTİMİ KİTABI

%C4%B0%C3%9C-CTF-T%C4%B1pta-Uzmanl%C4%B1k-%C3%96%C4%9Frencisi-Uyum-E%C4%9Fitimi-Kitab%C4%B1-2016

%C4%B0%C3%9C-CTF-T%C4%B1pta-Uzmanl%C4%B1k-%C3%96%C4%9Frencisi-Uyum-E%C4%9Fitimi-Kitab%C4%B1-2016

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Uzmanlık Öğrencisi<br />

Eğitim Komisyonu<br />

<strong>TIPTA</strong> <strong>UZMANLIK</strong> <strong>ÖĞRENCİSİ</strong><br />

<strong>UYUM</strong> <strong>EĞİTİMİ</strong> <strong>KİTABI</strong><br />

Editörler<br />

Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK<br />

Prof. Dr. Hakkı Oktay SEYMEN<br />

Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU<br />

(27 Yazarın Katkısıyla)<br />

2016


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık Öğrencisi Eğitim<br />

Komisyonu Etkinlikleri<br />

<strong>TIPTA</strong> <strong>UZMANLIK</strong> <strong>ÖĞRENCİSİ</strong> <strong>UYUM</strong> <strong>EĞİTİMİ</strong> <strong>KİTABI</strong><br />

ISBN· 978-605-83150<br />

Fakülte Yayın No: 299<br />

1. Baskı Eylül 2016<br />

2016© Bu kitabın bütün hakları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık<br />

Öğrencisi Eğitim Komisyonuna, içeriğinde yer alan bilgi ve görsel materyal ile ilgili her türlü sorumluluk<br />

yazarlara aittir. Kitabın tamamı ya da bir bölümü yazılı izin alınmaksızın elektronik ya da mekanik<br />

yöntemlerle kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz. Kaynak olarak belirtilmesi koşuluyla alıntı<br />

yapılabilir.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık Öğrencisi Eğitim Komisyonu Üyeleri<br />

Prof.Dr. Kerim Sönmezoğlu(Başkan)<br />

Prof.Dr. Recep Öztürk<br />

Prof.Dr. Hakkı Oktay Seymen<br />

Doç.Dr. Özlem Serpil Çakmakkaya<br />

Doç.Dr. Serkan Teksöz<br />

Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Fizyoloji Anabilim Dalı<br />

Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />

Genel Cerrahi Anabilim Dalı<br />

Dr. Sina Ferahman (Asistan temsilcisi) Genel Cerrahi Anabilim Dalı<br />

Dilek Matbaacılık, İstanbul<br />

500 adet basılmıştır


Dekanın Önsözü<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi; misyon ve vizyonun gereği olarak eğitim, araştırma ve<br />

nitelikli sağlık hizmetlerinde ülkemizde öncü bir tıp fakültesi olmanın gayreti ile çalışmalarına<br />

aralıksız devam etmektedir.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi; sağlık hizmetlerinde olduğu gibi, mezuniyet öncesi ve tıpta<br />

uzmanlık eğitiminde ülke genelinde en çok tercih edilen bir kaç tıp fakültesinden biridir.<br />

Fakültemizin öncelikle tercih edilmesinin ana nedeni güçlü ve tecrübeli öğretim üyesi kadrosu<br />

ile birlikte köklü bir geçmişe ve güçlü geleneklere sahip olmasıdır.<br />

Tıpta uzmanlık eğitiminde günümüzde ülkemiz ve dünyada önemli gelişmeler<br />

yaşanmaktadır. 88 anadal ve yan dala ulaşan tıpta uzmanlık alanları arasında gerekli<br />

ilişkinin sağlanıp devam ettirilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />

Tıpta uzmanlık eğitimi için ülkemizin değişik tıp fakültelerinden mezun<br />

meslektaşlarımızın tercih ettiği fakültemizin değişik birimlerinde eğitime başlayan tıpta ana<br />

dal ve yan dal uzmanlık öğrencilerinin öncelikle başladığı birim, ardından kurumu için bir<br />

uyum eğitimi alması önemlidir ve "Tıpta Ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi<br />

Yönetmeliği"nin de gereğidir.<br />

Bu kapsamda fakültemizde yeni başlayan uzmanlık öğrencileri için genelde yılda iki<br />

kez olmak üzere uyum eğitimi verilmekte, gerekli temel eğitimler de ilgili programda ele<br />

alınmaktadır. Bu eğitimlerde uzmanlık öğrencileri her hekim için gerekli bilimsel ve idari<br />

bilgilerini güncellemekte ve uzmanlık dalları arasında ilişkilerin güçlenmektedir.<br />

Yetiştirdiğimiz hekim ve uzmanların "insanadeğer veren, insan odaklı çalışan,<br />

kendisini, ailesini ve tüm insanlığı seven, mesleki açıdan tam donanımlı bireyler olarak<br />

yetişen kişiler" olmasını sağlama hedefimize uyum eğitimleri önemli katkı sağlamaktadır.<br />

Yoğun bir sağlık hizmeti yanında,eğitim ve araştırma hizmetlerine de katkı veren tıpta<br />

uzmanlık öğrencileri için uyum eğitim programının uzun bir süreye yayılması imkansızdır. Bu<br />

nedenle, kısa bir eğitim sürecinde programda ele alınan konuları daha ayrıntılı bir şekilde<br />

kitap olarak hazırlayıp fakültemizde eğitime başlayan hekimlerimize sunmayı hedefledik. İlgili<br />

kitap bölümlerine web sitemizden de ulaşılabilecektir.<br />

Uyum eğitiminde anlatacağı konuyu kısa sürede kitap bölümü olarak hazırlayan<br />

öğretim üyelerimize, Tıpta uzmanlık eğitim komisyonu üyelerine ve kitap editörlerine katkıları<br />

için çok teşekkür ederim.<br />

Uyum eğitimi kursunun ve ilgili konuları ayrıntılı şekilde ele alan kitabın tıpta uzmanlık<br />

öğrencilerimize yararlı olmasını dilerim.<br />

Prof. Dr. Alaattin DURAN<br />

Dekan


Editörlerin ön sözü<br />

Tıpta uzmanlık eğitimi, mezuniyet sonrası değişik alanlarda uzmanlaşmayı<br />

hedefleyen ve mezuniyet öncesi tıp eğitiminin ardından yapılan bir eğitimdir.<br />

Tıpta uzmanlık öğrencilerinin, yedi temel alanda bilgi, beceri, tutum ve<br />

davranışların toplamı olan yetkinliklere sahip olması istenmektedir. TUKMOS<br />

tarafından her uzmanlık alanı için belirlenmiş olan yedi temek yetkinlik alanı;<br />

"Yönetici, Ekip Üyesi, Sağlık Koruyucusu, İletişim Kuran, Değer ve Sorumluluk<br />

Sahibi, Öğrenen ve Öğreten, Hizmet Sunucusu (klinik yetkinlikler ve girişimsel<br />

yetkinlikler)" olarak belirlenmiştir.<br />

Günümüzde 88 ana dal ve yan dala ulaşan tıpta uzmanlık alanları arasında<br />

güçlü bir ilişkinin olması, iyi bir entegrasyonun sağlanması çok önemlidir.<br />

Yukarıda belirtilen konulara katkı vermek amacıyla fakültemizde yılda iki kez<br />

tıpta uzmanlık öğrencisi uyum eğitimi programı yapılmaktadır.<br />

İlgili eğitim programlarına katılan meslektaşlarımıza her zaman ulaşacakları bir<br />

kaynak olması arzusuyla ele alınan konuların kitap haline getirilmesini Tıpta<br />

Uzmanlık Öğrencisi Eğitim Komisyonu olarak Dekanlığımıza arz ettik. Dekanlığımızın<br />

desteği, öğretim üyelerimizin fedakarlığı sayesinde elinizdeki kitabı hazırladık.<br />

Tıpta uzmanlık öğrencilerinin genelde ve Cerrahpaşa özelinde ihtiyacı olan ve<br />

eğitim programındaki ele alınan 24 konu 27 yazar tarafından kaleme alınmıştır. Kitap<br />

içeriğine aynı zamanda www.ctf.edu.tr adresinden ulaşılabilecektir.<br />

Yapacağınız eleştirileri dikkate alarak, eğitim programlarının içeriğini ve kitabın<br />

gelecek baskılarını zenginleştirmeyi hedefliyoruz.<br />

Çalışmalarımıza verdiği destek için Sayın Dekan Prof Dr Alaattin DURAN’a,<br />

kitaba bölüm yazarak katkı veren öğretim üyelerimize, Tıpta Uzmanlık Öğrencisi<br />

Eğitim Komisyonu'ndaki arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.<br />

Kitabın, tıpta uzmanlık öğrencisi meslektaşlarımıza yararlı olmasını dileriz.<br />

Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK<br />

Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN<br />

Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU


Yazarlar<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Prof. Dr. İbrahim Adaletli<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. A. Gökhan Akkan<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />

Farmakoloji Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Ayten Altıntaş<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp<br />

Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Emekli<br />

ÖğretimÜyesi<br />

Prof. Dr. Gökhan Aygün<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi<br />

Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Zafer Başlar<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç<br />

Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

Hematoloji Bilim Dalı, Kan Merkezi<br />

Sorumlu Hekimi<br />

Prof. Dr. Murat Bolayırlı<br />

Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya<br />

Laboratuvarı<br />

Prof. Dr. Gürsel Çetin<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli<br />

Tıp Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />

Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Sergülen Dervişoğlu<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi<br />

Patoloji Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Ahmet Erözenci<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji<br />

Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç<br />

Hastalıkları Anbailim Dalı Emekli<br />

Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. İbrahim İkizceli<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil<br />

Tıp Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Özgür Kasapçopur<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları<br />

Anabilim Dalı, Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesi, Klinik Araştırmalar Etik<br />

Kurulu Başkanı<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Prof. Dr. Dildar Konukoğlu<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />

Biyokimya Anabilim Dalı, Fikret<br />

Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı<br />

Yöneticisi<br />

Prof. Dr. Mine Kucur<br />

Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya<br />

Laboratuvarı<br />

Prof. Dr. Abdi Özaslan<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli<br />

Tıp Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Recep Öztürk<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Enfeksiyon hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Prof .Dr. Neşe Saltoğlu<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. H. Oktay Seymen<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />

Fizyoloji Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Abdullah Sonsuz<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç<br />

Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />

Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />

Prof. Dr. Yusuf Tunalı<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />

Anabilim Dalı<br />

Doç. Dr. Özlem Serpil<br />

Cakmakkaya<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />

Uzm. Dr. Yonca Senem Akdeniz<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil<br />

Tıp Anabilim Dalı<br />

Uzm. Dr. Ayşe Kalyoncu Uçar<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />

Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />

Dr. Yılmaz Keskindemirci<br />

İ.Ü Hastaneleri Bilgi İşlem<br />

Direktörü, Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesi Başhekim Yardımcısı<br />

Dr. Ahmet Murt<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç<br />

Hastalıkları Anabilim Dalı


İçindekiler<br />

1 Cerrahpaşa’lı Olmak 1-4<br />

Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi<br />

2<br />

3<br />

Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />

ve Diğer İlgili Mevzuat<br />

Prof. Dr. Recep Öztürk<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Asistanlarının Bakış Açısı ile<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Uzmanlık Eğitimi<br />

Dr. Ahmet Murt<br />

5-17<br />

18-21<br />

4 Hekimin Sorunlarına Etik Yaklaşım 22-26<br />

Prof. Dr. Ayten Altıntaş<br />

5 Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği 27-34<br />

Prof. Dr. Özgür Kasapçopur<br />

6 Bilimsel Veri Tabanları ve Literatür Tarama 35-40<br />

Doç. Dr. Özlem Serpil Cakmakkaya<br />

7 İletişim 41-52<br />

Prof. Dr. Ahmet Erözenci<br />

8<br />

Temel Yaşam Desteği ve Otomatik Eksternal<br />

Defibrilasyon<br />

Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />

53-60<br />

9 İleri Yaşam Desteği 61-73<br />

Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />

10 Hastane Bilgi Yönetim Sistemi ve E-Reçete Uygulamaları 74-100<br />

Dr. Yılmaz Keskindemirci<br />

11 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi 101-109<br />

Prof. Dr. H Oktay Seymen<br />

12 Akılcı İlaç Kullanımı 110-114<br />

Prof. Dr. A. Gökhan Akkan


13 Sıvı ve Elektrolit Tedavisi 115-144<br />

Prof. Dr. Yusuf Tunalı<br />

14 Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi ve Kontrolü 145-155<br />

Prof. Dr. Neşe Saltoğlu<br />

15 Tıbbi Uygulamalarda Hekimin Hukuki Sorumluluğu ve<br />

Hasta Hakları<br />

Prof. Dr. Abdi Özaslan<br />

156-165<br />

16 Tıbbi Malpraktis, Adli Olguya Yaklaşım 166-178<br />

Prof. Dr. Gürsel Çetin<br />

17 Doğru ve Etkili Konsültasyon 179-185<br />

Prof. Dr. Abdullah Sonsuz<br />

18 Acil Durum ve Afet Yönetimi 186-195<br />

Prof. Dr. İbrahim İkizceli, Uzm. Dr. Yonca Senem Akdeniz<br />

19 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Biyokimya<br />

Laboratuvar Süreçleri<br />

Prof. Dr. Dildar Konukoğlu, Prof. Dr. Murat Bolayırlı,<br />

Prof. Dr. Mine Kucur,<br />

196-205<br />

20 Mikrobiyoloji Laboratuvarının İşleyişi 206-211<br />

Prof. Dr. Gökhan AYGÜN<br />

21 Patoloji Laboratuvarlarının İşleyişi 212-222<br />

Prof. Dr. Sergülen Dervişoğlu<br />

22 Kan Bankası İşleyişi - Kan Bankacılığı ve Transfüzyon<br />

Tıbbı<br />

Prof. Dr. Zafer Başlar<br />

223-231<br />

23 Radyoloji İşleyişi 232-244<br />

Uzm. Dr. Ayşe Kalyoncu Uçar, Prof. Dr. İbrahim Adaletli<br />

24 Nükleer Tıp İşleyişi 245-266<br />

Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu


Cerrahpaşa’lı Olmak<br />

Prof. Dr. H. Hüsrev HATEMİ<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi<br />

Cümleler, çocukluğumuzda başlayarak kalıplar hâlinde beynimize yerleşir. Her<br />

kalıp çözümlenebilir, analiz edilebilir. Fakat çok defa bu gereksizdir. Çünkü nasıl olsa<br />

o cümlenin, o bildirinin analizi de bilincimizde kayıtlıdır. Ancak, bir toplumu ortak<br />

olarak ilgilendiren bildirimlerde analiz gereklidir.<br />

İnsan olmak, Türkiye’li olmak, Ortadoğu’lu olmak ve daha birçok kavram,<br />

söylem veyâ bildirim, ara sıra da olsa, analiz gerektirirler. Bu gereklidir. Çünkü bir<br />

toplum, bir millet, bir okul, bir dernek üyeleri gibi bir başlık altında toplanmış<br />

bireylerin, ara sıra da olsa aralarındaki bağları analiz etmeleri, yanlış anlamalar ve<br />

dağılmalar olmaması için başvurulan bir yöntemdir.<br />

Cerrahpaşa’lı olmak: a) insanlığın bir üyesi olmak b) yüksek öğrenimli veyâ<br />

yüksek öğrenimli olmaya aday olmak c) sağlık bilimleri mensubu veyâ adayı olmak d)<br />

Bu eğitimi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapmak veyâ bu mesleği Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesinde icra etmek şeklinde çözümlenebilir. Bu analizi bir de aksi yönden<br />

deneyerek doğrulayalım.<br />

Cerrahpaşa’lı olmak,<br />

a) İstanbul Üniversitesi mensubu veyâ öğrencisi olmak<br />

b) Türkiye’li olmak veyâ Türkiye Cumhuriyeti’nin misafiri olmak<br />

c) İnsanlığın bir üyesi olmak<br />

Bu çözümlemelerden amacımız şudur; Cerrahpaşa’lı olma mutluluğunu<br />

duyduğumuz kadar, ülkemizin ve bütün insanlığın bireyi olduğumuzu da<br />

unutmamalıyız.<br />

Türkiye’de Tıp Bilimi (Mesleği)<br />

Türkiye’de Eski Çağ, Ortaçağ ve bütün çağlarda hekimlik var olmuştur. Eski<br />

Çağ Tıp Mesleği Mezopotamya’da komşu olan Anadolu bölgelerinde, Urfa’da ve Hitit<br />

uygarlığında başlamıştı. Eskiçağın daha sonraki yıllarında Batı Anadolu ve Ege<br />

Adalarında daha yeni bir medeniyet ortaya çıktı. Hippokrat İstanköy adasında İsa’dan<br />

beşyüzyıl önce doğarak, Tıp mesleğinin en büyüklerinden oldu. Ortaçağ’da<br />

Anadolu’ya Doğu Roma İmparatorluğu hâkim oldu ve Doğu Roma hekimleri de<br />

Hippokrat ve Galenos’un yolunu izlediler. Oğuz Türklerinden olan Selçuklular,<br />

1071’de Anadolu’ya girdiler. Fakat felsefe geometri ve Tıp Bilimi (Mesleği) ile<br />

tanışmış olarak girdiler. Çünkü Malazgirt’ten iki yüz yıl kadar önce Türkler de<br />

Müslüman olmuş, Şamanizm ve Budizm’den İslâm Medeniyetine geçmekle, daha<br />

Asya içlerinde iken İranlılar gibi Akdeniz Medeniyeti üyesi olmuşlardı. Doğu Roma’nın<br />

Tıp, Felsefe, Geometri veyâ tek kelime ile “Medeniyeti” Selçuklular tarafından da<br />

devam ettirilmiş oldu. Mevlâna ve bütün İslâm düşünürleri ister Anadolu’da, ister<br />

Mısır’da, ister İran’da yaşasınlar Yunan filozoflarından ve eski Yunan Tıbbından<br />

haberliydi, aynı tıp mesleğini uyguluyorlardı.<br />

1


Batı için de durum aynı idi. Onlar da Farabi’ye “Alfarabi” İbn Sinâ’ya<br />

“Avicenna” Razi’ye “Rhazes” diyorlar, hem saygıyla anıyor hem de kitaplarını<br />

Arapçadan Latinceye çeviriyorlardı.<br />

Bu durum, 16 cı yüzyıl başlarına kadar sürdü. 15 ve 16 cı yüzyıllarda İslâm<br />

düşünce ve Tıp Mesleği, durağan bir görünüm almıştı. Hep eski ve klasikler<br />

okunuyor, gözlem ve incelemeye önem verilmiyordu. Bizim duraklama devrine<br />

girdiğimiz yıllarda Avrupa, Rönesans yaşamış ayrıca mikroskopun keşfedilmesi de<br />

insan dokularının daha iyi tanınmasına yol açmıştı. Böylece bizdeki Tıp uygulaması<br />

üç yüz yıl kadar, gerilerde kaldı. Harvey’in sirkülasyonu bulması, Osmanlıcada ancak<br />

yüz yıl sonra, yani 18 ci yüzyılda, Hekimbaşı Suphizade Abdülaziz’in sirkülasyon (kan<br />

dolaşımı) hakkında bir kitapçık hazırlayarak Saraya sunması ile duyulmuş oldu.<br />

19 cu yüzyıl başlarında Şânizâde Ataullah Efendi kendi çabasıyla ve ders<br />

alarak öğrendiği Fransızca ile Batı Tıp Kitaplarını getirterek okuyan, bir Anatomi<br />

kitabı yazan , hatta İstanbul Ayazağa köyünde, inekler üzerinde çiçek aşısı üretmeye<br />

çalışan çok dikkat çekici bir bilim adamıdır.<br />

Onun bu saydığımız gayretleri , İkinci Mahmut tarafından Tıp Mektebi<br />

açılmasından önce başlamış, Şânizâde, ülkesindeki bu yenilikler başlamadan<br />

ölmüştür. Türkiye’de birçok hastaneye Köroğlu dahil birçok şahsın adı verilirken bir<br />

seminer odasına bile Şânizâde adının verilmemiş olması, teessüf edilecek bir<br />

durumdur.<br />

1827’de İstanbul’da, öğretim dili Osmanlı Türkçesi olmak üzere bir Mekteb-i<br />

Tıbbiye açıldı. 1838’de daha ileri bir adım atılarak Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne (Royal<br />

School of Medicine) kuruldu. Bu bir askeri okuldu. Öğretim dili Fransızcaydı. Osmanlı<br />

Türkçesinde tıp öğrenimi için kitaplar yok gibiydi. 1870 yılında askeri tıp okuluna ek<br />

olarak Mekteb-i Tıbbiye-yi Mülkiye kuruldu. Öğretim dili Osmanlı Türkçesi idi. Bir yıl<br />

sonra Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhânenin öğretim dili de Türkçeleştirildi.<br />

İkinci Meşrutiyet devrinde, 1909 yılında Mülki ve Askeri Tıp Okulları<br />

birleştirilerek adına “Dârülfünun Tıp Fakültesi” dendi. 1933 Üniversite Reformundan<br />

sonra Haydarpaşa binasından İstanbul yakasına taşınan fakülte, İstanbul Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi adını aldı. 1967’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />

Cihat Abaoğlu, Başbakan Süleyman Demirel ile görüşerek fakültenin İstanbul ve<br />

Cerrahpaşa olmak üzere iki ayrı Tıp Fakültesine bölünmesini sağladı.<br />

O yıl, başasistan olan ben, aradan geçen 49 yılda da bu bölünmeyi uygun<br />

bulmadım. “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi” tarihi bir isimdi, Cerrahpaşa<br />

kampüsünde çalışanlar bir hafta içinde kendilerini 140 yıllık bir okul yanında yeni<br />

kurulmuş bir haftalık okulda buldular. 1967’den 20 yıl geçtikten sonra 1987’de 20 yıl<br />

kutlamaları yapılırken, o devirde Rektör olan Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu’nu birkaç defa<br />

ziyarete gitmiş ve kutlama töreni kitapçıklarına “140+20” yıl yazılmasını ricâ ederek,<br />

kabul ettirebilmiştim. Sonraki yıllarda da bu böyle devam etti. Temennim bu<br />

geleneğin ilerde de devam etmesi veyâ daha iyisi, İstanbul ve Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültelerinin tekrar tek fakülte hâlinde birleştirilmesidir.<br />

Cerrahpaşa Hastahanesi ve Adı<br />

Cerrahpaşa adı, Sadrazam Cerrah Mehmet Paşa’nın, 16 cı yüzyılda bu semte<br />

Cerrahpaşa Camii’ni yaptırmasından gelmektedir. 1913 yılına kadar Cerrahpaşa<br />

adını taşıyan bir hastane yok iken, 1911’de İstanbul Şehremaneti, Takiyüddin Paşa<br />

2


Konağını satın alarak sadece erkek hastalara hizmet veren bir hastane açmıştır.<br />

1912 yılında konak yıkılarak, 150 yataklı ve şimdi “eski dekanlık” veyâ “müze” olarak<br />

anılan 150 yataklı kargir bina yapılmıştır. Şimdi Ortopedi binası olan eski Cerrahi<br />

Binası, 1933 Reformundan sonra başlanarak 1943’de bitirilmiştir.<br />

Cerrahi Anabilim Dalı<br />

Reformdan sonra Rudolph Nissen burada çalışmış. İkinci Dünyâ savaşının<br />

bitiminden sonra ayrılmıştır.<br />

Türkiye’de Cerrahi ve Ortopedi dallarında hizmet vermiş Prof. Dr. Burhanettin<br />

Toker, Cerrahpaşa’da çalışmıştır. Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan, Ord. Prof. Dr.<br />

Fahri Arel burada çalışmıştır. Cerrahpaşa’da ayrı bir Ortopedi Kliniği yok iken,<br />

Ortopedi Kliniğinin Cerrahpaşa’da kurucusu olan Prof. Dr. Derviş Manizade burada<br />

çalışmıştır.<br />

1950’li yıllar bitinceye kadar Cerrahpaşa adını en çok duyuran, Cerrahi Kliniği<br />

ve Kâzım İsmail Gürkan’dır.<br />

Kadın Hastalıkları ve Doğum<br />

Çok uzun yıllar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi kurulmadan önce Haseki<br />

Hastahanesinde Üniversite Kadın Doğum Kliniği vardı. Kürsü Başkanı Ord. Prof. Dr.<br />

Tevfik Remzi Kazancıgil vardı. O da Kâzım İsmail Bey gibi, hem Üniversitede hem<br />

halk arasında çok tanınmış bir isimdi. 1969’da vefat etti. Prof. Dr. Tahsin Artunkal,<br />

Prof. Dr. Rüknettin Tözüm, Prof. Dr. Rıza Onarır, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil onun<br />

döneminde yetişmiş olarak onun eserini devam ettirdiler.<br />

Temel Bilimler<br />

Kültür tarihimizde iz bırakmış, 1986 da kaybettiğimiz Ord. Prof. Dr. Süheyl<br />

Ünver, Tıp Tarihi Anabilim Dalımızın ilk yöneticisi oldu. İstanbul Tıp Fakültesinin<br />

Patolojik Anatomi Profesörü Talia Bali Aykan, Mikrobiyoloji Profesörü Ekrem Kadri<br />

Unat, Fizyoloji Profesörü Meliha Terzioğlu da Fakülte ikiye ayrılınca Cerrahpaşa’yı<br />

seçtiler. Cerrahpaşa’nın adının duyurulmasına katkı yaptılar.<br />

İç Hastalıkları Kliniğimiz iki kliniğin birleşmesiyle oluştu. 1933-1967 arasında<br />

Haseki Hastahanesinde, ilk yöneticisi Prof. Dr. Âkil Muhtar Özden olan Tedâvi Kliniği<br />

vardı. Cerrahpaşa Hastahanesinde ise, ilk yöneticisi Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp olan<br />

I ci Dahiliye Kliniği bulunuyordu.<br />

1967’de, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Tıp Fakültesinden ayrıldığında,<br />

Tedâvi Kliniğini Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, 1 ci Dahiliye Kliniğini Prof. Dr. Osman<br />

Barlas yönetiyordu.<br />

1971’de Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat emekli olduktan sonra yerine Prof. Dr.<br />

Reşat Garan getirildi. 1972’de Cerrahpaşa İç Hastalıkları binası tamamlanmamıştı.<br />

Bu sebeple iki klinikten Tedâvi Kliniği hâlâ Haseki’deydi.<br />

Aynı yıl iki klinik “Cerrahpaşa İç Hastalıkları Kliniği” olarak birleştirildi. Klinik<br />

direktörü Prof. Dr. Osman Barlas, onun Haseki’deki yardımcısı da Prof. Dr. Reşat<br />

Garan oldu. 1978’de iki klinik Cerrahpaşa’da şimdiki İç Hastalıkları binasında<br />

birleştiler.<br />

3


Bana, bugünkü toplantımız için verilen konu “Cerrahpaşa’lı olmak” Bu sebeple<br />

bütün bir Cerrahpaşa tarihinden bahsetmem mümkün de doğru da olmayacak.<br />

Cerrahpaşa’lı olmak, Cerrahpaşa'nın dününden haberli olmak, bugününde<br />

gayretli ve hem mesleksever hem vatansever olmak, Cerrahpaşa’nın geleceği için de<br />

hem ümitli hem iyi niyetli, hem vizyon sahibi olmaktır. Bir hocayı değerlendirirken<br />

onun spor kulübüne veyâ tanıdıklarına veyâ arabasının değerine mümkün olduğu<br />

kadar az önem vermeliyiz.<br />

1967’de Cerrahpaşa kurulduğunda, doçent veyâ profesör olanlardan çok<br />

azının özel arabası vardı. Ben asistan olarak kliniğe gelişlerimde, Aksaray Valide<br />

Camii önünden kalkan dolmuşlara binerek, Haseki’ye giderdim. Sıklıkla dolmuşun<br />

arka koltuğunda, benimle dirsek teması halinde bir hoca olurdu. En çok birlikte<br />

dolmuş yolculuğu yaptığım Hoca da Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat idi.<br />

<br />

<br />

<br />

Şu halde<br />

Niye Londra veyâ Paris klinikleri gibi değiliz diye düşünmeyi bir kenara<br />

bırakarak onlarla bizim farkımız varsa çalışmakla düzeltmeye bakmalıyız.<br />

Tabii ki, böyle farklılıklar sâdece çalışma eksikliğinden kaynaklanmıyor. Şu<br />

halde, içinde yaşadığımız toplumun şartlarını daha iyi hâle nasıl getirebiliriz<br />

konusunda da düşünmemiz gerekir.<br />

Hiçbir tarihsel dönemimize hakaret etmemeliyiz. Bunun aksi olarak da, hiçbir<br />

tarihsel dönemimizi putlaştırmamalıyız.<br />

Son Söz<br />

1- Cerrahpaşa’lı olmaktan gurur duymalıyız. Ama bir Marmara Tıp Fakültesi<br />

mensubu da kendi fakültesi ile gurur duyarsa memnun olmalıyız. Biz tıp mensubuyuz,<br />

onlar da Tıp mensubu. Biz Türkiye vatandaşıyız onlar da öyle. Ayrıca hepimiz<br />

insanlık ailesinin bireyleriyiz.<br />

2- Yalnız gururla bir yere varılmayacağı için, güncel durumu düzeltmeye en<br />

büyük çabayı harcayacağız.<br />

3- Her insanda olması gereken insan sevgisi, cansız ve canlı doğa varlıklarına<br />

sevgi ve yardımlaşma gibi kavramlara bağlılığımızı kaybetmemeğe büyük özen<br />

göstereceğiz.<br />

4


Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği ve Diğer<br />

İlgili Mevzuat<br />

Prof Dr Recep ÖZTÜRK<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Enfeksiyon hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Tıpta uzmanlık eğitimi, mezuniyet sonrası değişik alanlarda uzmanlaşmayı<br />

hedefleyen ve mezuniyet öncesi tıp eğitiminin ardından yapılan bir eğitimdir.<br />

Tıpta uzmanlık eğitimi, sadece kinik bilgi ve beceri değil, aynı zamanda<br />

memuriyet ve hekimlikle ilgili değişik mevzuat bilgilerinin öğrenildiği ve bizzat<br />

uygulandığı bir dönemdir. Tıpta uzmanlık öğrencileri, memuriyetle ilgili konular<br />

bakımından üniversitelerde 2547 sayılı yasa, Eğitim ve Araştırma hastanelerinde<br />

(ilgili hastaneler artık Sağlık Bilimleri Üniversitesi çatısı altında toplanmıştır) 657 sayılı<br />

Devlet Memurları kanununa bağlıdır; bu kapsamda sorumluluk, temel ve özlük hakları<br />

aynıdır. Bu nedenle her tıpta uzmanlık öğrencisinin ilgili yasalarda ve Türk Ceza<br />

Kanunu'nda kendilerini ilgilendiren hususlarda (aday memurluk, temel görevler, istifa,<br />

disiplin cezaları (uyarma, kınama, aylıktan kesme..; disiplin cezaları üniversitelerde<br />

Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı Ve Memurları Disiplin<br />

Yönetmeliği ile düzenlenmiştir) vd) ve bu kitapta başka bölümlerde ele alınan<br />

konularda (etik, deontoloji, hasta hakları, malpraktis vd) yeterli bilgi edinmesi şarttır.<br />

Bu yazıda Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, uzmanlık<br />

öğrencilerine bakan yönüyle ayrıntılı olarak ele alınacak, diğer ilgili mevzuata özetle<br />

değinilecektir.<br />

Ülkemizde, tıpta uzmanlık hakkında ilk yasal düzenleme 1219 sayılı Tababet<br />

ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un (yıl:1928) 9. maddesi ile bu<br />

yasaya istinaden hazırlanan Tababet ve İhtisas Vesikaları Hakkında Nizamnamedir<br />

(8 Mayıs 1929 ). Ardından değişik tarihlerde tüzükler hazırlanmıştır.<br />

Günümüzde, tıpta uzmanlık mevzuatı değişik yasa, yönetmelik ve TUK<br />

kararları çerçevesinde şekillenmektedir (Tablo 1)<br />

1. Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında<br />

663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname<br />

Tıpta Uzmanlık Kurulu'nun (TUK) kuruluşu görev ve yetkileri bu kanunla<br />

düzenlemiştir (madde 22). İlgili kanun tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili iş ve işlemleri<br />

yürütmek görevini Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne vermiştir (madde 8k)<br />

2. 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu<br />

Tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitiminde görev alabileceklerle ilgili<br />

hususlar bu kanunda ek madde 1 'de düzenlenmiştir.<br />

İş birliği ve ortak kullanım konusu bu kanunun ek 9. maddesi ile<br />

düzenlenmiştir:<br />

"Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ait kurum ve kuruluşlar ile üniversitelerin ilgili<br />

birimleri, karşılıklı olarak işbirliği çerçevesinde birlikte kullanılabilir "<br />

5


Tablo 1. Tıpta uzmanlık eğitimiyle ilişkili mevzuat (6 nolu kaynaktan)<br />

663<br />

Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve Görevleri<br />

Hakkında 663 sayılı KHK, 02 Kasım 2011<br />

3359 Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 15 Mayıs 1987<br />

1219<br />

TUEY-2014<br />

1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair<br />

Kanun , 11 Nisan 1928<br />

Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği - 26 Nisan<br />

2014 (9 Nisan 2015'te değişiklik)<br />

YTKİY Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği - 13.1.1983<br />

181<br />

Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında KHK -<br />

13/12/1983<br />

2547 Yükseköğretim Kanunu - 04.11.1981<br />

Mevzuat<br />

Hazırlama<br />

Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik<br />

17.Şubat.2006<br />

Afiliasyon Birlikte Kullanım ve İşbirliği Yönetmeliği - 04.11.1981<br />

Sertifika Sertifikalı Eğitim Yönetmeliği - 04.02.2014<br />

926<br />

TUK Kararları<br />

926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu<br />

(GATA'da SBA sivil tabiplerin özlük haklarıyla ilgili)<br />

Akademik kurullar - Eğitim Planlama Kurulu (EPK)<br />

Uzmanlık eğitim rotasyonları<br />

Eğitici kimdir<br />

3. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun<br />

Tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar diğer tabipler ve diş<br />

hekimlerinin meslek icra edebileceği sağlık kurum ve kuruluşları ilgili olarak kanunda<br />

madde 12 de düzenleme yapılmıştır.<br />

Tıpta uzmanlık ana ve yan dalları ve diş hekimliği ana dalları ile ilgili hususlar<br />

madde 14'de ve kanun ekinde ekli listelerde (Ek 1,2,3) düzenlenmiştir (ana ve yan<br />

dallar, eğitim süreleri, müfredatlar, uzmanlıklara giriş sınavları ve diğer uzmanlıkla<br />

ilgili hususlara atıf yapılmıştır)<br />

6


4. Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun<br />

Hükmünde Kararname<br />

Bu KHK ile Sağlık Bakanlığı kadrolarında üniversitelerde tıpta uzmanlık yapma<br />

ile ilgili hususlar (ek madde 4) ve yan dal uzmanlık sınavları ile ilgili hususlar (ek<br />

madde 5) düzenlenmiştir.<br />

5. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu<br />

Bu kanunda tıpta uzmanlık, "Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından<br />

düzenlenen esaslara göre yürütülen ve tıp doktorlarına belirli alanlarda özel yetenek<br />

ve yetki sağlamayı amaçlayan bir yüksek öğretimdir" şeklinde tanımlanmaktadır.<br />

Akademik yükseltme gerektiren durumlarda tıpta uzmanlık doktora muadili olarak<br />

kabul edilmektedir.<br />

6. Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği (Resmi Gazete, 13.1.1983,<br />

No: 17927 Mükerrer)<br />

Yataklı Tedavi Kurumlarında çeşitli hizmetlerin uygulama esaslarını,<br />

personelin görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Bu<br />

yönetmelik pratik uygulamalardaki usul ve esasları içerdiğinden bilinmesi ve<br />

uygulanması önemlidir. Bu yönetmelikten bir madde alıntılamakla yetinelim:<br />

72. Madde: "Hasta yatağına yatırıldıktan sonra en kısa süre içinde ilgili tabibler<br />

tarafından muayenesi ve gerekli laboratuvar tetkikleri yapılarak bulguları dosyasına<br />

işlenir. Gerekli tedavi şekli tesbit edilerek tabelasına kaydedilir. Müşahadesi ilgili<br />

tabibler tarafından 24 saat içinde tamamlanır. Tabiblerden başka kimse müşahade<br />

alamaz. Müşahadeler okunaklı ayrıntılı olarak yazılır. Müşahadelerin vaktinde<br />

usulüne uygun alınıp alınmadığını hastane baştabibleri kontrol eder."<br />

Tıpta uzmanlık öğrencileri uzmanlıklarını belirtilen programlarda yaparlar.<br />

Programlar bir birimde veya birden fazla birimin (aynı veya ayrı kurumda) ortaklığıyla<br />

olmaktadır. "Programlardaki eğitim, Kurul (TUK) tarafından ilan edilen ve eğitim<br />

standartlarını da içeren çekirdek müfredatı karşılayacak şekilde olmak<br />

7<br />

<br />

<br />

7. Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />

"Tıp ve diş hekimliği alanlarında uzmanlık eğitimi, uzmanlık belgelerinin<br />

verilmesi ve Tıpta Uzmanlık Kurulunun çalışma usul ve esaslarını düzenlemek<br />

amacıyla" hazırlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />

(TUEY), alanında en ayrıntılı mevzuat düzenlemesidir.<br />

Altı bölümde, 30 madde ve geçici beş maddeden oluşan TUEY'in son<br />

düzenlenmesi 26 04 2014 tarihli Resmi Gazetenin 28983 sayısında yayımlanmış,<br />

yönetmelikte 9.4.2015'te (RG:29321) değişiklik yapılmıştır.<br />

TUEY, 1) amaç, kapsam, dayanak, tanımlar ve kısaltmalar, 2)Tıpta Uzmanlık<br />

Kurulu, 3) programlar, eğiticiler ve uzmanlık öğrencileri, 4) uzmanlık eğitimi, 5) yurt<br />

dışında yapılan uzmanlık eğitiminin denklik işlemleri, 6) çeşitli ve son hükümler<br />

bölümlerinden oluşmaktadır.<br />

TUEY'in tıpta uzmanlık öğrencileriyle ilgili hususlarına aşağıda değinilecektir.


zorundadır(madde 8/1)". Program yöneticisi ile ilgili düzenlemeler TUEY 8. maddede<br />

yapılmıştır.<br />

Tıpta uzmanlık öğrencisi talep edilen program için, "eğitici, donanım ve portföy<br />

bakımından bilgi, mevcut uzmanlık öğrencisi sayısı, program yöneticisi ve<br />

uygulanmakta olan müfredat Tıpta Uzmanlık Kuruluna (TUK) bildirilir".<br />

TUEY'e göre "programlar çekirdek eğitim müfredatları ve standartlarına<br />

uygunlukları yönünden en az beş yılda bir denetlenmelidir(madde 9). Kurumların<br />

yıllık özdeğerlendirmelerini Uzmanlık Eğitimi Takip Sistemi (UETS) üzerinden TUK'a<br />

sunmaları" planlanmıştır.<br />

Bazı çalışmalar yapılmakla birlikte, UETS, planlandığı şekilde zamanında<br />

henüz faaliyete geçirilememiştir (TUEY geçici madde 2'de üç yıl içerisinde<br />

uygulamaya sokulması hedeflenmiştir). Ayrıca, TUK, henüz düzenli denetlemelere<br />

başlayamamış, ancak sorun bildirilen veya bu hususta duyum alınan bazı programlar<br />

için denetim ve değerlendirmeler başlatılmıştır.<br />

Denetimler sonucu yetersiz bulunan programların kapatılma süreci bu<br />

maddede (md 9) ele alınmıştır.<br />

TUEY, 10 maddede eğitimciler ile ilgili hususlar düzenlenmiştir.<br />

TUEY, 11. maddede uzmanlık öğrencisi ile ilgili hususlar düzenlenmiş olup<br />

maddenin tamamı aşağıda alıntılanmıştır.<br />

"(1) Uzmanlık öğrencisi; kurumlarındaki kadro unvanı ne olursa olsun, bu<br />

Yönetmelik ve ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde programlarda uzmanlık eğitimi<br />

gören, araştırma ve uygulama yapan kişilerdir.<br />

(2) Programlara yerleştirilen uzmanlık öğrencilerinin istihdam şekli,<br />

kurumlarının özel mevzuat hükümlerine tabidir.<br />

(3) Uzmanlık öğrencisi muayenehane açamaz, uzmanlık eğitiminin gerektirdiği<br />

durumlar dışında aylıklı veya aylıksız hiçbir işte çalışamaz, bu şekilde çalıştığı tespit<br />

edilen uzmanlık öğrencisinin ilgili eğitim kurumunca ilişiği kesilir.<br />

(4) Uzmanlık öğrencileri, uzmanlık eğitimi uygulamasından sayılmayan işlerde<br />

görevlendirilemez.<br />

(5) Uzmanlık öğrencilerinin nöbet uygulaması üç günde birden daha sık<br />

olmayacak şekilde düzenlenir.<br />

(6) Uzmanlık öğrencisinin programlarda, kurul tarafından belirlenmiş müfredat<br />

ve standartlarda (Ek ibare: RG-9/4/2015-29321) eğitim verilmesinin sağlanmasını<br />

isteme hakkı vardır. Nöbet, çalışma ve eğitim odaları gibi eğitsel ve sosyal<br />

gereksinimleri karşılayan altyapı ve diğer standartlar kurumca sağlanır.<br />

(7) Uzmanlık öğrencisi, programda bulunan bütün eğiticilerin gözetim ve<br />

denetiminde araştırma ve eğitim çalışmalarında ve sağlık hizmeti sunumunda görev<br />

alır, deontolojik ve etik kurallara uyar."<br />

8


TUEY 12. madde uzmanlık eğitimine giriş sınavları (TUS, DUS ve YDUS ) ile<br />

yabancı dil sınavı konusundaki düzenlemeleri kapsamaktadır. " Yabancı dil sınav<br />

sonuçları sınav tarihinden itibaren beş yıl süre ile geçerlidir."<br />

Uzmanlık eğitimine giriş sınavlarının sonuçları, yerleştirme ve uzmanlık<br />

eğitimine başlama konuları madde 13'de ele alınmıştır.<br />

"Tıpta uzmanlık eğitimi yapabilmek için tabip ya da tıp dışı meslek mensubu<br />

olarak eczacı, kimyager veya veteriner olmak (tıbbi biyokimya veya tıbbi mikrobiyoloji<br />

ana dallarında) ; .... yan dal uzmanlık eğitimi yapabilmek için yan dalın bağlı olduğu<br />

ana dalda uzman olmak şarttır." maddenin 1. fıkrasında belirtilmektedir.<br />

Sınavlarda yerleştirmeye esas mesleki bilgi puanının bazı hallerde % 2<br />

oranında düşürülmesi, mesleki bilgi sınav puanı eşit olanların yerleştirme usulü bu<br />

maddede düzenlenmiştir.<br />

Madde 13'de ÖSYM yerleştirmesi ile ilgili hususlar düzenlenmektedir.<br />

Yabancı uyrukluların ana dal veya yan dallarda uzmanlık eğitimi kuralları<br />

madde 14'te ele alınmıştır.<br />

Madde 15'te Bakanlıkça görevlendirme yoluyla uzmanlık eğitiminin diğer kamu<br />

kurum ve kuruluşlarında yaptırılması ele alınmıştır.<br />

Madde 16'da uzmanlık eğitiminde devamlılık, kurum ve dal değiştirme konusu<br />

ele alınmıştır. Bu maddedeki fıkraların hepsi güncel hayatla yakın ilişkili olduğun<br />

tamamı aşağıda alıntılanmıştır:<br />

"MADDE 16 – (1) Bu maddede belirtilen haller dışında uzmanlık eğitiminin<br />

kesintisiz sürdürülmesi şarttır.<br />

(2) Askerlik hizmeti, doğum sonrası ücretsiz izin ve diğer mücbir sebepler<br />

haricinde herhangi bir sebeple eğitime ara verenler veya kendi isteği veya fiiline bağlı<br />

olarak uzmanlık eğitimi sona erenler aynı programa devam edemez.<br />

(3) Uzmanlık eğitimine devam ederken yeniden girdikleri uzmanlık eğitimine<br />

giriş sınavında başarılı olanlar ile uzmanlık eğitimini bitirmeden ayrıldıktan sonra en<br />

geç bir yıl içinde yeniden sınava girerek başarılı olan uzmanlık öğrencilerinden;<br />

a) Uzmanlık eğitim dalı değişenlerin önceki uzmanlık eğitiminde geçen eğitim<br />

süreleri, yeni başlayacakları uzmanlık eğitimi süresinden sayılmaz. Ancak dalları<br />

değişen uzmanlık öğrencilerinin, önceki uzmanlık eğitimine ait süreleri ve rotasyonları<br />

yeni uzmanlık eğitimi dalındaki eğitim müfredatında da yer alıyor ise, yeni başladıkları<br />

kurumdaki program yöneticisi ve akademik kurulca kabul edildiği takdirde ve şekilde<br />

uzmanlık eğitiminin süre ve rotasyonlarından sayılır.<br />

b) Uzmanlık eğitim dalını değiştirmeksizin program değiştirenlerin yeni<br />

başlayacakları kurumdaki program yöneticisi ve akademik kurulca kabul edildiği<br />

9


takdirde ve şekilde, önceki uzmanlık eğitiminde geçen süreler, uzmanlık eğitiminin<br />

süre ve rotasyonlarından sayılır.<br />

(4) Uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık eğitimlerini yerleştirildikleri programda<br />

tamamlamaları esastır. Ancak;<br />

a) Programda hastalık, vefat, istifa, emeklilik veya tayin gibi sebeplerle eğitici<br />

kalmadığı veya programın sahip olması gereken asgari nitelik ve standartları<br />

kaybettiği hallerde, programdaki uzmanlık öğrencileri uygun bir programda eğitim<br />

almak veya rotasyon yapmak üzere kurumları tarafından altı aya kadar<br />

görevlendirilirler. Bu görevlendirmenin yapılmadığı hallerde Kurul tarafından altı aya<br />

kadar re'sen görevlendirme yapılabilir. Bu görevlendirme süresi içerisinde ilgili<br />

programda eğitici istihdam edilemediği veya eğitime engel olan durumun ortadan<br />

kaldırılamadığı hallerde programlardaki uzmanlık öğrencisi Kurulun tespit edeceği<br />

programa, programın bağlı olduğu kurumun mevzuatına uygun olarak nakledilir.<br />

b) Uzmanlık eğitimine başlandıktan sonra ortaya çıkan (1) numaralı alt bentte<br />

açıklanan eş durumu ve (2) numaralı alt bentte açıklanan sağlık durumu<br />

mazeretlerinden dolayı eğitimlerine başka bir ilde devam etmek isteyenler,<br />

mazeretlerini bildirir belgeleri kurumları aracılığı ile Kurula gönderir. Kurul doğrudan<br />

doğruya veya 5 inci maddenin birinci fıkrasının (l) bendi uyarınca oluşturulan<br />

komisyonlar marifetiyle mazeretleri geçerli görülenleri tespit eder. Mazereti kabul<br />

edilenlerin uzmanlık eğitimine giriş sınavında almış olduğu puanın, geçiş yapılmak<br />

istenen programın aynı dönemindeki sınav taban puanına eşit veya bu puandan fazla<br />

olması şarttır. O dönemde ilgili program için kontenjan açılmamışsa ilgili programın<br />

uzmanlık öğrencisi aldığı son üç sınav taban puan ortalaması, bu yoksa son iki sınav<br />

taban puan ortalaması, bu da yoksa son sınav taban puanı esas alınır. Geçiş<br />

yapılmak istenen programa daha önce hiç uzmanlık öğrencisi alınmamış ise puan<br />

kriteri aranmaz. Bu şartları taşıyanların nakilleri ilgili mevzuatına göre yapılır.<br />

1) Eş durumu nedeniyle nakil talebinde bulunan uzmanlık öğrencileri; eşinin<br />

8/6/1984 tarihli ve 217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri<br />

Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamına giren bir kurum veya kuruluşta,<br />

14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B)<br />

ve (C) fıkraları ile geçici pozisyonlar hariç olmak üzere memur kadrosunda veya diğer<br />

personel kanunlarına tabi olarak çalıştığını ve eğitim aldığı ilde eşinin kurumunun<br />

veya durumuna uygun bir kadronun bulunmadığını belgelemesi halinde, eşinin<br />

görevli olduğu ildeki uzmanlık eğitimini alabileceği kuruma, böyle bir kurum yoksa en<br />

yakın ile nakledilebilir. Eşlerden ikisinin de uzmanlık öğrencisi olması halinde<br />

kurumların kadro ve eğitim kapasitesi ve eşlerin tercihleri göz önüne alınarak uygun<br />

yerde aile birliği sağlanır.<br />

2) Sağlık durumu nedeniyle nakil talebinde bulunan uzmanlık öğrencileri;<br />

kendisinin veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu eş, anne, baba veya<br />

çocuklarından birinin ortaya çıkan hastalığının o ilde tedavisinin mümkün olmadığını<br />

veya görev yerinin değişmemesi halinde bu kişilerin hayatının tehlikeye gireceğini<br />

sağlık kurulu raporuyla belgelemesi halinde, tedavinin yapılabileceği bir sağlık<br />

kurumunun bulunduğu veya kişinin sağlığının olumsuz etkilenmeyeceği bir ildeki ilgili<br />

uzmanlık eğitiminin verildiği kuruma nakledilebilir. İlgili kişilerin sağlık kurulu<br />

10


aporlarını Bakanlığın eğitim ve araştırma hastaneleri ya da Devlet üniversitelerinin<br />

uygulama ve araştırma merkezlerinden almaları zorunludur. Kurul, sağlık raporlarını<br />

gerekli gördüğü hallerde teyit için hakem hastaneye gönderebilir.<br />

c) 17 nci maddede tarif edilen UETS’de üst üste iki kez olumsuz kanaat notu<br />

alan uzmanlık öğrencisinin programı Kurulca değiştirilir. Yeni eğitim programında da<br />

üst üste iki kez olumsuz kanaat notu alan uzmanlık öğrencisinin hizmet süresi ne<br />

olursa olsun uzmanlık öğrenciliğiyle ilişkisi kesilir. Tekrar uzmanlık eğitimine giriş<br />

sınavına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında üçüncü fıkra hükümlerine<br />

göre işlem yapılır.<br />

ç) Uzmanlık eğitimine başlandıktan sonra herhangi bir mazeret gözetmeksizin<br />

eğitimlerine başka bir ilde veya kurumda devam etmek isteyenlerin, aşağıdaki şartları<br />

haiz ve bir defaya mahsus olmak kaydıyla ilgili mevzuat çerçevesinde atamaya yetkili<br />

makam tarafından geçişleri yapılır:<br />

<br />

1) Geçiş yapılmak istenen kurumun kabulünü gösterir belge alınmış olması.<br />

2) Halen eğitim görülen kurumun onayının alınmış olması.<br />

3) Geçiş yapılmak istenilen kurumun kadro durumunun uygun olması.<br />

4) İlgili uzmanlık öğrencisinin uzmanlık eğitimine giriş sınavında almış olduğu<br />

puanın, geçiş yapmak istediği programın aynı dönemindeki sınav taban puanına eşit<br />

veya bu puandan fazla olması. O dönemde ilgili program için kadro açılmamışsa ilgili<br />

programın uzmanlık öğrencisi aldığı son üç sınav puan ortalaması, bu yoksa son iki<br />

sınav puan ortalaması bu da yoksa son sınav taban puanı esas alınır. Geçiş<br />

yapılmak istenen programa daha önce hiç uzmanlık öğrencisi alınmamış ise geçiş<br />

işlemi yapılmaz"<br />

Uzmanlık eğitiminin takibi ve değerlendirilmesi 17.maddede ele alınmıştır. Bu<br />

madde de tıpta uzmanlık öğrencilerinin günlük pratikte en sık karşılaşacakları<br />

konuları (yapmakta olduğumuz uyum eğitimi programı bu maddenin birinci fıkrası<br />

gereği yapılmaktadır. ayrıca, çekirdek ve genişletilmiş eğitim müfredatı,uzmanlık<br />

eğitimi karnesi, tez takibi, kanaat notu gibi hususlar bu maddede yer almıştır)<br />

içerdiğinden tamamı alıntılanmıştır.:<br />

"MADDE 17 – (1) Eğitim kurumları, program yöneticisi koordinasyonunda yeni<br />

başlayan uzmanlık öğrencisine, kuruma adaptasyon için kurumu tanıtıcı bilgiler verir,<br />

kanuni sorumlulukları, mesleki gelişimi, iletişim ve deontoloji ile ilgili uyum<br />

programları düzenler.<br />

(2) Uzmanlık eğitiminin takibi ve değerlendirilmesi Bakanlık tarafından<br />

elektronik ağ ortamı kullanılarak kurulan UETS çerçevesinde yapılır. UETS aşağıdaki<br />

unsurlardan oluşur:<br />

a) Çekirdek eğitim müfredatı: Uzmanlık eğitimi ihtiyaçlarının değerlendirme<br />

sonuçlarına dayanır. Belirlenen ihtiyaçları karşılayacak amaç ve hedefler ile bunları<br />

gerçekleştirecek asgari bilgi, beceri ve tutum kazandırmaya yönelik eğitim<br />

11


etkinliklerini içerir. Kurul tarafından hazırlanır ya da hazırlattırılır ve ihtiyaç<br />

duyulduğunda güncellenerek UETS’de ilan edilir.<br />

b) Genişletilmiş eğitim müfredatı: Programlar tarafından çekirdek eğitim<br />

müfredatını da kapsayacak şekilde hazırlanır, yıllık olarak güncellenir, Kurula bildirilir<br />

ve UETS’de ilan edilir.<br />

c) Uzmanlık eğitimi karnesi: Program, eğitime başlayan her uzmanlık öğrencisi<br />

için UETS içinde genişletilmiş eğitim müfredatına uygun bir karne oluşturur. Karne<br />

içeriğindeki eğitim ve uygulamaların çekirdek eğitim müfredatına ait olan kısmının<br />

uzmanlık eğitimi süresi içerisinde tamamlanması zorunludur. Bu karneye uzmanlık<br />

öğrencisinin eğitim sürecinde ulaştığı yetkinlik düzeyleri eğiticiler tarafından işlenir.<br />

Eğitim karnesi program yöneticisi tarafından altı ayda bir kontrol edilir varsa<br />

eksiklikler süresi içinde tamamlattırılır. Uzmanlık eğitimini tamamlayanlara kurum<br />

tarafından eğitim karnesinin onaylı bir örneği verilir. Karneler UETS içinde uzmanlık<br />

eğitimini tamamlayanlara ayrılan arşiv kısmında saklanmaya devam edilir.<br />

ç) Program yöneticisi kanaati: Program yöneticisi altı aylık dönemler halinde<br />

uzmanlık öğrencisinin göreve bağlılık, çalışma, araştırma ve yönetme yeteneği ile<br />

meslek ahlakı hakkındaki görüş ve kanaatini UETS’ye kaydeder ve kurum yöneticisi<br />

tarafından onaylanır. Uzmanlık eğitiminin altı aylık değerlendirme döneminin birden<br />

fazla program yöneticisi yanında geçmesi halinde, bu kaydı yanında en fazla süre<br />

geçirilen programın yöneticisi yapar. Bu değerlendirme sonucunda olumsuz görüş ve<br />

kanaat notu alanlar kurum yöneticisi tarafından yazılı olarak uyarılır. Üst üste iki kez<br />

olumsuz kanaat notu alan uzmanlık öğrencisinin bu durumu Kurula bildirilir. (Ek<br />

cümle: RG-9/4/2015-29321) Altı aylık dönemlerin hesaplanmasında uzmanlık<br />

eğitimine başlanılan tarih esas alınır.<br />

d) Tez çalışmasının takibi: Tez çalışması, tez danışmanı tarafından üç ayda<br />

bir değerlendirilir ve UETS’de ilgili kısma işlenir.<br />

e) Uzmanlık öğrencisi kanaati: Uzmanlık öğrencileri verilen eğitimi ve eğiticileri<br />

yıllık olarak nitelik ve nicelik açısından değerlendirir ve UETS’ye kaydeder. Bu<br />

değerlendirme, eğitimin niteliğini ve eğiticilerin bilgi, beceri ve davranışlarını kapsar.<br />

Kurum yöneticileri, bu değerlendirmelerin akademik kurulda görüşülmesini sağlar.<br />

f) Uzmanlık eğitimi süre takibi: Uzmanlık eğitiminden sayılmayan sürelerin<br />

takip edilebilmesi amacıyla kurum yöneticisi uzmanlık öğrencisinin bu sürelerinin<br />

UETS’deki ilgili alana işlenmesini sağlar.<br />

g) Denetim formu: Kurum ve programların denetiminde kullanılan formlar Kurul<br />

tarafından hazırlanır ve uzmanlık eğitimi takip sistemi içinde ayrılmış yerde<br />

yayımlanır.<br />

ğ) Uzmanlık eğitimi yeterlilik sistemi: Eğitim yeterliliği ve kapasitesinin<br />

hesaplanabilmesi için her kurum programlarının eğitici ve portföy ile ilgili bilgilerinin<br />

girilmesini ve her program için uzmanlık öğrencisi kontenjan talebinin oluşturulmasını<br />

sağlar."<br />

12


Madde 18'de "Uzmanlık ana ve yan dalları ile eğitim süreleri ve rotasyonlar"<br />

konusu ele alınmış olup tamamı alıntılanmıştır.<br />

"MADDE 18 – (1) Uzmanlık ana ve yan dalları ile eğitim süreleri 1219 sayılı<br />

Kanunun ekinde yer alan tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık dalları ve eğitim<br />

sürelerine dair ek-1, ek-2 ve ek-3 sayılı çizelgelerde belirtildiği şekildedir. Eğitim<br />

süreleri Bakanlıkça Kurul kararı üzerine üçte bir oranına kadar arttırılabilir.<br />

(2) Senelik izin ve bilimsel içerikli toplantılar için verilen izin süreleri hariç<br />

olmak üzere, uzmanlık eğitiminde fiilen geçmeyen süreler uzmanlık eğitimi<br />

süresinden sayılmaz.<br />

(3) Eğitim süreleri ve rotasyonların uzmanlık öğrencisinin yerleştirildiği<br />

programın bulunduğu kurumda tamamlattırılması esastır. Eğitime kabul belgesi<br />

sağlayan uzmanlık öğrencilerine program yöneticisinin ve yetkili kılınan akademik<br />

kurulların uygun görüşü alınarak yurt içinde veya yurt dışında başka kurumlarda<br />

uzmanlık eğitimi alması için tabi oldukları mevzuata göre bir yıla kadar izin verilebilir.<br />

Kurum içerisinde yapılamayan rotasyonlar bu süreden sayılmaz. Eğitimin yurt dışında<br />

yapılması sebebiyle müfredatın ve rotasyonların tamamlanamadığı durumlarda<br />

akademik kurullarca yurt dışında geçen süreyi aşmamak üzere uygun görülen süre<br />

uzmanlık eğitimi süresine eklenir.<br />

(4) Kurul tarafından belirlenip ilan edilen tamamlanması zorunlu rotasyon<br />

eğitimleri süreleri tamamlandığında o rotasyon ile ulaşılması istenilen hedeflere<br />

ulaşılıp ulaşılmadığı yönünden rotasyon eğitimini veren eğiticiler tarafından UETS<br />

üzerinden değerlendirilir. İstenilen hedeflere ulaşıldığı hallerde rotasyon eğitiminde<br />

yeterlilik elde edilmiş olur; aksi durumda yetersizlik nedeniyle rotasyon eğitimi<br />

tekrarlanır ve bu süre uzmanlık eğitimi süresine eklenir. Tekrarlanan rotasyon<br />

eğitiminde de yetersizlik durumunda ilk iki kurum dışında bir kurumda rotasyon<br />

eğitimi son kez tekrarlanır ve süresi uzmanlık eğitimi süresine eklenir. Bunda da<br />

yetersizlik alan uzmanlık öğrencisinin uzmanlık öğrenciliği ile ilişiği kesilir. Bunlardan<br />

tekrar uzmanlık eğitimine giriş sınavına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında<br />

16 ncı madde hükümlerine göre işlem yapılır.<br />

(5) 16 ncı maddenin dördüncü fıkrası hükümleri çerçevesinde olumsuz kanaat<br />

notu aldığı için programı Kurulca değiştirilen uzmanlık öğrencisinin eğitim süresine bir<br />

yıl eklenir.<br />

(6) Uzmanlık öğrencileri, uzmanlık eğitimlerinde yapmak zorunda oldukları<br />

rotasyon alanlarının uzmanı iseler o rotasyonları yapmış sayılırlar.<br />

Madde 19'da uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık tezi ve değerlendirilmesi<br />

konusu ele alınmış olup tamamı alıntılanmıştır:<br />

"MADDE 19 – (1) Uzmanlık öğrencisinin ana dalda uzmanlık eğitimi bitirme<br />

sınavına girebilmesi için tez hazırlaması zorunludur.<br />

(2) Uzmanlık eğitimi süresinin ilk yarısı içinde uzmanlık öğrencisine bir tez<br />

konusu ve tez danışmanı belirlenir.<br />

<br />

13


(3) Tez, en geç uzmanlık eğitimi süresinin bitiminden üç ay öncesinde asıl<br />

üyelerinden en az biri kurum dışından belirlenen ve en az üç asıl iki yedek üyeden<br />

oluşan jüriye sunulmak üzere program yöneticisine teslim edilir.<br />

(4) Jüri en geç bir ay içerisinde uzmanlık öğrencisinin tez savunmasını da<br />

alarak tezi inceler ve sonucunu yazılı ve gerekçeli olarak uzmanlık öğrencisi ile<br />

program yöneticisine bildirir.<br />

(5) Jüri tez çalışmasını yeterli bulmazsa, eksikliklerin tamamlanması ve gerekli<br />

düzeltmelerin yapılması için uzmanlık öğrencisine altı aylık ek bir süre verir. Bu<br />

sürenin uzmanlık eğitimini aşan kısmı uzmanlık eğitimi süresine eklenir.<br />

(6) Tezin ikinci defa kabul edilmemesi halinde, uzmanlık öğrencisinin uzmanlık<br />

öğrenciliği ile ilişiği kesilir. İlişiği kesilen uzmanlık öğrencisi iki yıl içinde uzman adayı<br />

olarak aynı kurumda tezini ya da uygun görülen yeni bir tezi tamamlayabilir. Bu süre<br />

içinde de tezini sunmayan veya tezi kabul edilmeyen uzman adayının uzmanlık<br />

eğitimi ile ilişiği kesilir. Bu şekilde ilişiği kesilenlerden daha sonra girdikleri uzmanlık<br />

eğitimi giriş sınavına göre uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında 16 ncı madde<br />

hükümlerine göre işlem yapılır.<br />

(7) Tez jürisinin teşkili, danışman tayini, tez sürecinin izlenmesi ve tezin<br />

değerlendirmesine yönelik prensipler Kurulca karara bağlanır."<br />

Uzmanlık eğitimini bitirme sınavı madde 20'de ele alınmış olup, madde<br />

aşağıda alıntılanmıştır<br />

"MADDE 20 – (1) Tezi kabul edilen, uzmanlık eğitimi süresini ve rotasyonlarını<br />

başarıyla tamamlayan, uzmanlık eğitimi karnesinin çekirdek eğitim müfredatını<br />

belirleyen kısmının tamamlandığı ilgili program yöneticisi tarafından onaylanan<br />

uzmanlık öğrencisi, uzmanlık eğitimini bitirme sınavına girmeye hak kazanır. Bu<br />

durum onbeş gün içerisinde sınav jürileri, sınav yeri ve tarihi belirlenmek üzere<br />

fakültelerde ve Bakanlığa bağlı sağlık tesisleri ve üniversitelere ait ilgili birimlerin<br />

birlikte kullanıldığı durumlarda dekanlığa, Adli Tıp Kurumunda kurum başkanlığına,<br />

eğitim ve araştırma hastanelerinde Bakanlığa veya Bakanlığın yetki devri yaptığı<br />

birime, UETS’ye kaydedilmek suretiyle bildirilir ve işlemleri tamam olanlar sınava<br />

alınır. Uzmanlık eğitimini bitirme sınavları UETS’de ilan edilen yer ve tarihte sınav<br />

jürilerince yapılır.<br />

(2) Jüriler, en az üç üyesi sınav yapılan daldan olmak üzere, uzmanlık dalının<br />

rotasyon alanlarının veya Kurulun uygun gördüğü dalların eğiticilerinden oluşmak<br />

üzere beş kişiden oluşur. Jürinin tamamı sınav yapılan dalın eğiticilerinden<br />

oluşturulabilir. Ayrıca iki kişi yedek üye olarak seçilir. Jüri üyeleri kendi aralarından bir<br />

başkan ve kâtip üye seçer.<br />

(3) Uzmanlık sınavı, aşağıda belirtilen biri mesleki bilgi, diğeri uygulama ve<br />

beceri sınavı olmak üzere iki aşamada yapılır.<br />

a) Mesleki bilgi sınavında aday, jüri tarafından seçilen vakanın anamnezini<br />

alarak muayenesini yapar, teşhis ve tedavisi hakkında yorumlarını sunar.<br />

<br />

14


Laboratuvar dallarında jürinin seçtiği konular üzerinde adayın yorumları alınır.<br />

Gerektiğinde materyal verilerek uygulamalar izlenir. Mesleki bilgi sınavı tek oturum<br />

halinde yapılır. Her üye adaya sorular sormakla yükümlüdür. Sorular içerik açısından<br />

adayın uzmanlık dalındaki bilgisini değerlendirmek amacıyla ilgili dalın çekirdek<br />

eğitim müfredatı çerçevesinde yöneltilir.<br />

b) Uygulama ve beceri sınavı, uzmanlık dalının özelliğine göre teşhis ve tedavi<br />

için gerekli olan müdahale ve ameliyatlar, laboratuvar, görüntüleme ve teknik<br />

uygulama ve becerileri ölçmeyi amaçlar.<br />

(4) Her bir jüri üyesi mesleki bilgi ile uygulama ve beceri sınavında ayrı ayrı<br />

yüz üzerinden puan verir. Sorulan sorular ve alınan cevaplar kâtip üye tarafından<br />

kaydedilerek jüri üyeleri tarafından imzalanır ve ek-1’de yer alan sınav tutanağına<br />

eklenir.<br />

(5) Mesleki bilgi sınavı ile uygulama ve beceri sınavında jüri üyelerinin verdiği<br />

puanların ortalamaları alınır ve ek-1’de yer alan sınav tutanağında belirtilerek<br />

üyelerce imzalanır. Ortalamaları her iki sınav için de ayrı ayrı altmış ve üzeri ise aday<br />

başarılı kabul edilir. Sınav sonucu jüri başkanı tarafından ilgili kurum vasıtasıyla<br />

Bakanlığa iletilir.<br />

(6) Girdikleri uzmanlık eğitimini bitirme sınavında başarı gösteremeyenler veya<br />

sınava girmeyenler altı ay içerisinde tekrar sınava alınır. Bu süre içerisinde uzmanlık<br />

öğrencilerinin kadrolarıyla ilişikleri kesilmez. Girdikleri ikinci sınavda da başarılı<br />

olamayanların veya bu sınava girmeyenlerin, uzmanlık öğrenciliği ile ilişikleri kesilir.<br />

Bu suretle uzmanlık öğrenciliği ile ilişiği kesilenlere, takip eden altı ay içerisinde jüri<br />

üyelerini ve yapılacağı kurumu Kurulun belirleyeceği iki sınav için başvuru hakkı<br />

verilir. Bu sınavlarda da başarılı olamayanlar veya sınavlara girmeyenlerin bu<br />

eğitimlerine bağlı hakları sona erer. Bunlardan tekrar uzmanlık eğitimine giriş<br />

sınavlarına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında 16 ncı madde hükümlerine<br />

göre işlem yapılır."<br />

Uzmanlık eğitiminin tamamlanması madde 21'de uzmanlık belgelerinin<br />

düzenlenmesi ve tescili madde 22'de ele alınmıştır. İlgili maddeler aşağıda<br />

alıntılanmıştır.<br />

"MADDE 21 – (1) Uzmanlık eğitiminin tamamlanması için;<br />

a) Ana dal uzmanlık öğrencileri için tezin kabul edilmiş olması,<br />

b) Çizelgelerde belirtilen uzmanlık dalı ile ilgili uzmanlık eğitimi süresinin ve<br />

rotasyonların tamamlanmış bulunması,<br />

c) Uzmanlık eğitimi karnesinin çekirdek eğitim müfredatını belirleyen kısmının<br />

ilgili program yöneticisi tarafından onaylanmış bulunması,<br />

ç) Uzmanlık eğitimini bitirme sınavında başarılı olunması, şarttır."<br />

15


MADDE 22 – (1) Uzmanlık eğitimini bitirme sınavı sonuçları, uzmanlığın tescili<br />

için gerekli olan belgelerle birlikte en geç onbeş gün içinde, programın bağlı olduğu<br />

kurum yöneticisi tarafından Bakanlığa gönderilir.<br />

(2) Uzmanlık eğitimini başarıyla tamamlayanların uzmanlık belgeleri<br />

Bakanlıkça düzenlenir ve tescil edilir.<br />

(3) Uzmanlık eğitiminin bu Yönetmeliğe uygun olarak yapılmadığının tespiti<br />

halinde Bakanlıkça tescil işlemi yapılmaz, yapılmış ise iptal edilir.<br />

(4) Bu Yönetmelik hükümlerine göre verilen uzmanlık belgesinin şekli ve içeriği<br />

Bakanlıkça tespit edilir."<br />

Yurt Dışında Yapılan Uzmanlık Eğitiminin Denklik İşlemleri madde 23-26'da<br />

ele alınmıştır.<br />

27 madde'de uzmanlık yetkisinin kullanılmasına ilişkin olarak " Bu Yönetmelik<br />

hükümlerine göre uzmanlık belgesi almayanlar, hiçbir yerde ve şekilde uzmanlık<br />

unvan ve yetkisini kullanamazlar. Bu Yönetmelikten önceki mevzuata göre<br />

kazanılmış bulunan uzmanlık yetkisi ile ilgili haklar saklıdır." hükmü TUEY'de yer<br />

almıştır.<br />

Yönetmelik geçici maddeler ve değişik ve son hükümlerle birlikte sona<br />

ermektedir.<br />

Tıpta uzmanlık öğrencisini ağırlıklı olarak ilgilendiren mevzuat yukarıda<br />

özetlenmiştir. Ayrıca, mevzuatta olmayan hususlarda TUK kararları da mevcuttur.<br />

Her tıpta uzmanlık öğrencisinin TUEY ve diğer ilgili mevzuatı eğitime<br />

başlarken ayrıntılı şekilde okuması, bu yönetmelikteki hususlara uyum sağlamaları<br />

eğitimleri ve gelecekleri için çok yararlı olacaktır. TUKMOS çekirdek müfredatlarında<br />

yedi temel yetkinlikten birinin yöneticilik olarak belirlenmiş olduğuna dikkat edilmelidir.<br />

Bilindiği gibi kuralları bilmemek kişileri sorumluluktan kurtarmamaktadır.<br />

Haliyle uzmanlık programları ve ilgili kurum ve kuruluşlar sorumluluklarını<br />

üstlendikleri tıpta uzmanlık öğrencilerini ilgili mevzuat ve müfredat çerçevesinde<br />

yetiştirmekle sorumludur.<br />

16


Kaynaklar<br />

1. Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının teşkilat görevleri hakkında kanun hükmünde kararname<br />

(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/4.5.663.pdf, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />

2. Sağlık hizmetleri temel kanunu (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3359.pdf, erişim tarihi,<br />

28.08.2016)<br />

3. Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (<br />

http://www.tuk.saglik.gov.tr/pdfdosyalar/mevzuat/181khk.html, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />

4.Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun<br />

(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.1219.pdf, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />

5.Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />

(http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.19629&MevzuatIliski=0&sourceXmlS<br />

earch=t%C4%B1pta%20ve%20di%C5%9F%20hekimli%C4%9Findetuey-2014.pdf , erişim tarihi,<br />

28.08.2016 )<br />

6.Tıpta uzmanlıkla ilişkili mevzuat (http://www.tuk.saglik.gov.tr/mevzuat.html; erişim tarihi, 28.08.2016)<br />

7.Uzmanlık Eğitimi Çekirdek Müfredatları (http://www.tuk.saglik.gov.tr/mufredatlar.html; erişim tarihi:<br />

02.09.2016)<br />

8.Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği<br />

(http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=3.5.85319&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=<br />

YATAKLI%20TEDAV%C4%B0%20KURUMLARI%20%C4%B0%C5%9ELETME%20Y%C3%96NETM<br />

EL%C4%B0%C4%9E%C4%B0, erişim tarihi: 30.08.2016)<br />

9.Yükseköğretim Kanunu<br />

(http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2547&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=,<br />

erişim tarihi, 28.08.2016)<br />

17


Asistanların Bakış Açısı ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Uzmanlık<br />

Eğitimi<br />

Dr. Ahmet MURT<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

Her bir uzmanlık alanında eğitim programlarının uyması gereken asgari<br />

standartlar ile öğrenim hedefleri ve eğitim sürecinin farklı senelerine göre<br />

seviyelendirilmiş çekirdek eğitim müfredatları Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK) tarafından<br />

belirlenmiş durumdadır. Her uzmanlık alanının çekirdek eğitim müfredatı, o alandaki<br />

akademisyenlerce oluşturulmuş kurullarca düzenli olarak güncellenmeli ve<br />

geliştirilmelidir ki, TUK’a bağlı Müfredat Oluşturma ve Standartları Geliştirme Sistemi<br />

(TUKMOS) bu amaca hizmet etmektedir. Her çekirdek müfredat, TUK web<br />

sayfasından kontrol edilebilir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde her bir anabilim dalı<br />

asistan karnelerini oluştururken bu çekirdek müfredatlar çerçevesinde bir kapsam<br />

belirlemeye çalışmakta olup, olası eksikler ve uyumsuzluklar açısından asistanların<br />

çekirdek müfredatları takip etmeleri yerinde olur. Bu sayede değerli öneriler<br />

geliştirilebilecektir.<br />

Asistanların görüşlerini uygun olarak bölümlerine ve fakülte kurullarına<br />

iletebilmeleri önem taşımakta olup, fakültemizin ilgili kurulları bu yönde olumlu<br />

örnekler geliştirmiş durumdadır. Her bir asistan arkadaşımızın kendi bölümü için<br />

önerilerini, eleştirilerini ve değerlendirmelerini uygun yöntemlerle kendi bölümü ile<br />

paylaşması faydalı olacaktır. Buna ek olarak fakülte asistan temsilciliği mekanizması<br />

ile öneriler fakülte kurullarına da iletilebilir. Birçok deneyim göstermiştir ki, bölüm içi<br />

ve fakülte geneli önerilerin birbirleri ile koordineli ve uygun sırada olmaları kabul<br />

görürlüklerini arttırmaktadır.<br />

Anabilim dallarının hemen hepsinde uzun yılların birikimi olarak uluslararası da<br />

kabul gören akademik kadro ve vaka çeşitliliği mevcuttur. Bu yönden bakıldığında<br />

fakültemiz, gerek hasta bakımı, gerekse eğitim ve araştırmalar açısından genel<br />

olarak avantajlı bir konumdadır. Yine de, asistanlar güncel değişiklikleri yakından<br />

izleyip geliştirme önerilerini bölümleri ile paylaşabilmelidirler.<br />

Asistan karnesi, asistanların süreç içerisinde kazanacakları bilgi, beceri ve<br />

tutumların hem bizzat kendilerince hem de eğiticiler tarafından takip edilmesini<br />

sağlayabilecek araçlardan bir tanesidir ve bölümlerimizde son birkaç yıldır<br />

uygulanagelmektedir. Asistan karnesi ile eğitim süreçlerinin takibi açısından<br />

asistanların da istekli olmaları önem taşıyan bir diğer husustur.<br />

Uzmanlık eğitimi veren kurumlarımızda asistanlar tarafından üstlenilmiş olan<br />

sağlık hizmeti sunumu yükü, eğitim süreçlerini engellemeyecek şekilde<br />

düzenlenmelidir. Sağlık hizmeti sunumu, asistan eğitiminin bir parçası olarak<br />

planlanmalı, eğitim sorumlularının asistanlara iş başında yapıcı geribildirim vermesi<br />

sağlanmalıdır. Tıbbi pratiğin kanıta dayalı uygulanması prensibi yol gösterici olmalı,<br />

eğitim sorumluları bu konuda asistanlara etkin danışmanlık sunabilmelidir.<br />

Bahsettiğimiz bu mekanizmanın etkili yöntemlerle hayata geçirildiği bir çok<br />

bölümümüz olmakla birlikte bu konuda da sürekli gelişim ilkesinden ödün vermeden<br />

iyileştirmeler yapılabilmelidir.<br />

18


Uluslararası birçok mülakat ve anketlerde gösterilmiştir ki; uzmanlık<br />

öğrencilerinin fiziksel ortam ile ilgili öneri ve temennilerinin dikkate alınması eğitimin<br />

daha verimli olmasını sağlamaktadır. Tıpta uzmanlık eğitimi veren kurum, eğitim<br />

alanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek ortamı sağlamalı ve gerekli düzenlemeleri<br />

uzmanlık öğrencilerinden alınan geri bildirimler doğrultusunda yapmalıdır. Ayrıca,<br />

yeterli işlevsel kapasiteye sahip yardımcı sağlık ve destek personeli sayısı ve<br />

dağılımı sağlanmalıdır. Tıpta uzmanlık eğitimi alanlara hekimlik dışı (tıbbi sekreterlik,<br />

malzeme temini, …) işler yüklenerek eğitimlerine ait zamanın verimsiz kullanılmasına<br />

sebebiyet verilmemelidir.<br />

Uzmanlık eğitimi veren kurumlardaki norm kadro (asistan, yan dal asistanı,<br />

uzman, akademisyen) planlaması, asistanların eğitim ile ilgili ihtiyaçlarının iş yükü<br />

karşısında geri planda kalmasını engelleyecek şekilde yapılmalıdır. Buna ek olarak<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin tarihi görevlerinden biri de ülkemize belirli kalitede<br />

akademisyen kazandıran bir kurum olmasıdır. Bu bilinç ile, asistanlarımızın temel<br />

bilimsel yeterliklerinin gelişmesi de geri planda bırakılmamalıdır.<br />

Asistanlar, tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili tüm kurumlarda ve kurullarda etkin ve<br />

aktif olarak temsil edilmelidirler. Asistanlar arasında etkin ve aktif bir paylaşımı<br />

oluşturacak iletişim ve temsiliyet ağı oluşturulmalıdır ve bu oluşumlar (anabilim<br />

dallarında ve fakülte genelinde) desteklenmelidir. Tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili her<br />

kademede (bölüm içi, kurumsal ve ülke genelinde) karar alma süreçlerine asistanların<br />

katılımının ve temsiliyetinin sağlanması önemlidir. Asistanlar kendi eğitim süreçleri ile<br />

ilgili inisiyatif alabilmeli, kendi kurumlarına ve merkezi düzenleyicilere görüş<br />

iletebilmelidir. İletilen bu görüşler mutlaka değerlendirilmeli ve asistanlara planlamalar<br />

ile ilgili şeffaf bilgiler sunulmalıdır.<br />

Eğitim kurumlarımız kapsamında, birimlerde ve kurum genelinde gerek<br />

bireysel gerekse bütünsel asistan temsiliyetinin sağlanması önemli bir gereksinimdir.<br />

Birimler, eğitim programlanması ve geliştirilmesi süreçlerinin uygun bileşenlerine<br />

asistanları dahil edebilmelidirler. Kurum genelindeki akademik ve yönetimle ilgili<br />

kurullarda asistan temsiliyeti geliştirilmeli, birim/bölüm temsilcileri ile genel temsilciler<br />

arasında iletişim kanalları ve eş güdüm içerisinde çalışma imkanları artırılmalıdır. Bu<br />

alandaki çalışmaların günlük rutin işleyiş arasında sıkışması, verimliliğin her açıdan<br />

düşmesine sebebiyet verebilir. Ülkemiz için geliştirdiğimiz önerilerden biri de,<br />

asistanların bütününün görüşlerinin temsilciler aracılığıyla ilgili kurullarda temsil<br />

edilmesinin yanında her asistanın bireysel olarak da görüş ve önerilerini<br />

yansıtabileceği kanalların arttırılmasıdır. Bu yönden bakıldığında da Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesi’nin değerli bir birikimi ve tecrübesi vardır.<br />

Ülkemiz genelinde haftalık azami çalışma süresinin hekimler için<br />

belirlenmemiş olması önemli bir eksiklik olarak en fazla asistanları etkilemektedir.<br />

Yetkiyi elinde bulunduran kurul ve kurumlar bu konuda yapılmış uyku fizyolojisi<br />

çalışmalarını ve uluslararası standartları da göz önüne alarak bir çalışma<br />

yapmalıdırlar. Örneğin Avrupa Birliği’nin çalışma süreleri ile ilgili son düzenlemesi<br />

haftalık en fazla 48 saat çalışılabileceğine işaret etmektedir.Gerçekçi ve uygulanabilir<br />

çalışma saatleri asistan hekimler için ülkemiz şartları özelinde belirlenmelidir. 2014<br />

yılında yaptığımız geniş bir saha çalışmasında; ideal azami çalışma saatinin haftalık<br />

56 saat olmakla birlikte bu üst sınırın 72 saati aşmamasının uygun olacağı önerisini<br />

geliştirmiştik. Asistanların eğitim oturumlarında, bilimsel toplantılarda, kendi bilimsel<br />

19


araştırmalarında ve üstlendikleri idari görevlerde geçirdikleri zaman bu asgari toplam<br />

süreye dahil olmalıdır.<br />

Asistanlar nöbet tuttukları günlerde toplamda 32-36 saat kesintisiz çalışmak<br />

zorunda kalmaktadırlar. Hasta güvenliğinin güvenceye alınabilmesi için böyle bir<br />

durumda 16. saatin ardından en az 5 saatlik izole uyku zamanı ayrılması gerektiği,<br />

uyumaya elverişli rahat bir yerde 5 saat kesintisiz dinlenildikten sonra en fazla 30.<br />

saate kadar çalışmaya devam edilebileceği gösterilmiştir. Tabi ki çalışma koşulları ve<br />

asistan sayıları bazı bölümlerde bu düzenlemelerin yapılmasına imkan<br />

tanımayabilmektedir. Yine de düzenlemelerde bu unsur da göz önünde<br />

bulundurularak en uygun adımlar atılmaya çalışılmalıdır.<br />

Yabancı uyruklu asistanlar birincil olarak eğitim görmek amacı ile ülkemizde<br />

yer almakla birlikte sağlık hizmeti sunumunda ve nöbetlerde Türkiye Cumhuriyeti<br />

vatandaşları ile aynı çalışma koşullarına sahiptirler. Üretilen sağlık hizmeti<br />

karşılığında kurumlarımıza yapılan katkılarla dönmekte olan ek ödeme sisteminden<br />

ve tuttukları nöbetlerden mali katkı alabilmeleri durumu ne mutlu ki son birkaç yıl<br />

içerisinde güvenceye alınabildi. Bu grubun kendilerine özgü ihtiyaçları olabileceği de<br />

sürekli olarak göz önünde bulundurmamız gereken unsurlardandır.<br />

Uzmanlık eğitimi sürecinde asistanların bilimsel çalışmalarının teşvik edilmesi<br />

gerekir. Yapılması zorunlu tezler, bu amaca az ya da çok hizmet ediyor olmaları<br />

anlamında önemli bir öğretim metodu olarak da kabul edilebilirler. Tez, bir öğretim<br />

metodu olarak görüldüğünde uygun bir konu vakitlice belirlenerek asistanın kendi<br />

gelişim süreci ile uygun olarak kademeli olarak ortaya kaliteli bir ürün ortaya koyması<br />

sağlanabilir. Bu sayede asistan hem istatistiksel beceriler hem de bir bilimsel<br />

çalışmanın takibi açısından yetkinliklerini geliştirme fırsatını yakalayacaktır.<br />

Fakültemizde bu yönde de birçok olumlu örnek mevcuttur.<br />

Mevcut uygulama ile uzmanlık eğitimi programı sonunda yapılan tek bir<br />

sınavla eğitim çıktılarının değerlendirilmeye çalışılması kimi zaman yetersiz<br />

olabilmekle birlikte genel olarak fakültemizde eğitimini tamamlamış uzman<br />

adaylarının sınav başarıları gayet yeterli bir seviyededir. Bunu girilen ulusal ve<br />

uluslararası board sınavlarındaki başarı ile de görebilmekteyiz. Her bir asistan<br />

arkadaşın kendi uzmanlık alanındaki ulusal ve uluslararası board sınavlarını takip<br />

etmesi hem kendi eğitim süreçlerinin uygun şekilde tamamlanmasını sağlayacak hem<br />

de fakültemizi geliştirici ek bir adım daha olacaktır.<br />

Asistan karneleri ve asistan izlem portföyleri asistanların eğitim sürecindeki<br />

gelişimlerini takip edebilmek açısından değerli birer aracıdırlar. Çevirim içi karneler<br />

oluşturularak öğretim üyeleri ve asistanlar arasında akıcı bir iletişim sağlanabilir. Bu<br />

sayede becerilerin takibi ve değerlendirilmesi daha etkili olabilecektir. Bu konuda bazı<br />

aşamalar kaydedildiğinde gündeme gelebilecek bir diğer düşünce hastane<br />

otomasyon programı ile asistan karnesi arasında eş güdüm sağlanarak asistanların<br />

uyguladığı işlemlerin direkt olarak karneye kaydının sağlanması ve bu şekilde bir<br />

takibin oluşturulmasıdır.<br />

Resmi müfredatlara yön verecek olan çekirdek eğitim müfredatlarının çok fazla<br />

ayrıntıya yer verecek şekilde yapılandırılmaya çalışılması, bunlara uyulamamasına<br />

sebebiyet vererek genel olarak uygulanabilirliklerini olumsuz yönde<br />

etkileyebilmektedir. Bu nedenle bölümlere özgü müfredatların esas çekirdeği<br />

güvenceye alarak etkin şekilde oluşturulmasına yönelik bilinç oluşturulmalıdır.<br />

20


Asistanların kendi uzmanlık alanlarındaki bilgi ve becerilerinin gelişmesinin<br />

yanında tüm uzman hekimler için eş bir seviyeyi nitelendirecek genel yeterliklerin<br />

oluşturulmaya çalışılması da gereklilikler arasındadır. Bu yeterlikler kurumsal eğitim<br />

mekanizmaları ile kazandırılabileceği gibi, farklı anabilim dalları tarafından bir arada<br />

geliştirilmiş ortak eğitim oturumları da bu amaca hizmet edebilir. Yine, fakültemizdeki<br />

asistanların farklı bölümlerdeki zengin birikimin farkında olarak gerek bölümler arası<br />

konsültasyonlarla gerekse diğer bölümlerin ilan edilmiş eğitim programlarını takip<br />

ederek eksik kaldıklarını düşündükleri alanları geliştirebilecekleri aşikardır.<br />

Öğretim üyeleri ve eğitim sorumluları uzmanlık öğrencilere bilgi ve beceri<br />

aktarımının yanında iyi birer rol-model olabilmelidir. İyi bir rol model; bunlarla sınırlı<br />

olmamak üzere, iletişime açık, öğrenmeye / öğretmeye meraklı ve değerleri olan,<br />

düşündüklerini öğrencisi ile uygun şekilde paylaşan, öğrenen merkezli eğitimi<br />

hedefleyen, vakaları öğrencisi ile tartışmak için zaman ayıran, kendi kişisel ve<br />

profesyonel gelişimini sürekli devam ettiren, beraber çalıştıklarına saygı gösteren,<br />

çalışma kültürünün ve değerler sisteminin gelişmesi için mücadele eden öğretim<br />

üyesidir. Fakültemiz uzmanlık eğitiminin güçlü yanlarından belki de en öncelikli olanı<br />

örnek alınabilecek çok sayıda hocalarımız olduğu gerçeğidir.<br />

Kaynaklar:<br />

1.European Working Time Directive<br />

[http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=706&langId=en&intPageId=205] (erişim: 25 Ağustos 2016)<br />

2.Rethans J, Norcini J, Baron-Maldonado M, Blackmore D, Jolly B, LaDuca T, Lew S, Page G,<br />

Southgate LH. The Relationship between competence and performance: implications for assessing<br />

practice performance. Medical Education 2002; 36: 901 - 909<br />

3.Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />

(http://www.tuk.saglik.gov.tr/mevzuat.html),<br />

4.Uzmanlık Eğitimi’nde Standardizasyon Çalıştayı Sonuç Bildirgesi. Genç Hekim Platformu, 2013,<br />

İstanbul<br />

5.Uzmanlık Eğitimi’nde Sorunlar ve Çözüm Önerileri Çalıştayı Sonuç Bildirgesi. Genç Hekim<br />

Platformu, 2013, Konya<br />

6.Uzmanlık Eğitimi Programları ve Asistanların Çalışma Şartları Çalıştayı Sonuç Bildirgesi, Genç<br />

Hekim Platformu, 2013, Ankara<br />

7.Uzmanlık Eğitimi Programları, Tezler, Çalışma Şartları ve Asistan Temsiliyeti Çalıştayı Sonuç<br />

Bildirgesi, Genç Hekim Platformu, 2013, İzmir<br />

21


Hekimin Sorunlarına Etik Yaklaşım<br />

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi<br />

Tıbbi Etiğin durdurulamaz yükselişi, her geçen gün bir başka etik sorunun<br />

gündeme oturması, tıp etiği tartışmalarının yapıldığı toplantıların artması bir tek şeyi<br />

göstermektedir; Tıbbi suiistimallerin artmasını. Tıbbi suiistimallerin en basit<br />

açıklaması; Hekimin mesleğini uygulaması sırasında hastanın menfaatini esas ve en<br />

ön planda ele alması gerektiği halde kendi menfaatini ön planda tutmasıdır. Bu<br />

menfaat çok önemsiz bir hediyeden başlayıp hekimin hedeflediği maddi olanakların<br />

veya yükselme potansiyelinin basamaklarına kadar pek çok seviyede olabilir.<br />

Hekimin menfaatlerinin çeşitliliği o derece arttı ki ideal bir hekimin asla<br />

düşünemeyeceği kadar çok ve farklı bağlara sahip. Bu durumu özellikle ve sık olarak<br />

tıp dergilerine yansıyan suiistimallerde daha çok görüyoruz. Tıp eğitimi yapmak ve<br />

hasta olan insana yardım etmek amacı ile işe başlayan masum aday neden ve nasıl<br />

oluyor da kendini bu menfaat odağının içinde buluyor, çözüm nedir.<br />

Tıp etiği, hekimin –tıbbi kötüye kullanma sorunlarını Sağlık Hukuku’na<br />

bırakmış ve tıp uygulamaları sırasında ortaya çıkan değer sorunlarını tartışır hale<br />

gelmiştir. Bu değer sorunları etik tartışmaların esası kabul edilir. Tıp etiğinin amacı;<br />

biyoloji ve tıbbın uygulanışında ortaya çıkan etik sorunları tanıtmak, bu sorunların<br />

çözülmesi için gereken etik duyarlılığı kazandırmak, etik yaklaşım ve akıl yürütmeyi<br />

sistematik olarak öğretmek ve metodunu vermektir. Klinikte hekimin uygulaması<br />

gereken, pratik uygulama sahası olan bir disiplindir.<br />

Tıp etiğinin kavranması için öncelikle hekimin etik sorunları tanıması gerekir.<br />

Hekim tıp uygulamaları sırasında ortaya çıkan etik sorunları tanımaz veya göz ardı<br />

ederse çözüm çıkmazdadır. Etik sorunları bilmek, etiğin kavranması için en önemli<br />

adımdır. İkinci önemli adım ise hekimin mesleğini uyguladığı toplumun ve insanının<br />

değerlerini bilmesidir. Etik, amaç ve hedefi olan toplumsal değerler sistemidir. Bu<br />

değerler sistemi toplumu ve bireyi bağlayan, bir arada tutan ahlaki değerlerdir.<br />

Hekimin uygulamaları sırasında içinde yaşadığı toplumun değerlerini bilmesi ve bunu<br />

kavranması etik çözümde çok önemlidir ve hekimi korur.<br />

Etik Sorunlar<br />

Günümüzde hızla artan bilgi birikimi akıl almaz hızla büyüdü. Tıp bilgisi hem<br />

büyümüş, hem karmaşıklaşmış hem de bireylerden uzaklaşmıştır. Herhangi bir tıbbi<br />

bilgi artık o konuda ihtisası olandan başkasının anlayamayacağı şekilde detaylara<br />

inmiştir. Bu karmaşıklaşan bilgi ve uygulamaların her biri teknik, bilimsel ve etik<br />

sorunları beraberinde getiriyor. Yeni teknolojilerin tıbba uygulanması o kadar hızlı<br />

oluyor ki yan etkileri ortaya çıkıncaya kadar etik açıdan da kabul edilemez ciddi<br />

suçlar işlenmiş oluyor.<br />

Hızla gelişen yeni teknoloji tıbbı etkilediği gibi, tıp için yeni teknolojiler de<br />

üretilmekte. Bunun sonucunda büyük ölçüde teknoloji ve tetkik bağımlılığa<br />

sürüklenmiş gündelik tıp uygulamaları ön plana geçiyor. Her bir yeni uygulama pek<br />

22


çok etik sorunu da beraberinde getiriyor. Yeni bir teknoloji ve uygulaması için ortaya<br />

konan etik kurallar anında yetersiz oluyor. Hekimlerin de hastaların da kafası karışık.<br />

Giderek karmaşıklaşan ve ayrıntılara giden tıbbi bilgi yükü, uç dallardaki<br />

uzmanlıklar, tercihlerini, sistemlerden organlara, organlardan dokulara, hatta hücre<br />

çekirdeğine dek inebilen alt uzmanlık dallarından yana kullanan hastalar. Yüksek<br />

teknoloji ile ileri tetkik ve tedavi yöntemlerinin büyüsüne kendini kaptırmış hastalar,<br />

hekimin klasik tedavisinden mutlu değil. Parçalanmış, bütünsellik ve sürekliliğini<br />

yitirmiş hasta-hekim ilişkilerinin etik çözümlenmesinde çıkmazlar var. "Yanılsama" ve<br />

"sanallık" makasına sıkışma, "yanlış yönlendirilmeye açıklık", "kötüye kullanım" gibi<br />

sorunlar ortada. Hastane polikliniklerinin bekleme salonları, hastane çevresindeki her<br />

sokakta bulunan pek çok görüntüleme merkezi, ticarî yoğunluklu tıp ilişkileri içinde<br />

hastanın durumu etik sorunların başta gidenlerinden.<br />

Güven Duymanın Tılsımı<br />

Tarihin ilk devirlerinden beri hastanın hekimine güven duyması hekimin en<br />

önemli kuvvetidir. Hekimine güven duyan hastanın tedavisinde hekim daha<br />

başarılıdır. Güven duymanın etkisi plasebo deneyleriyle ispat edildi. İlaçların<br />

denenmesi sırasında plasebo etkili yani hiçbir ilaç olmadan verilen sıvının etkili ilaçla<br />

kıyası bize bu tılsımı ispat etti. İlaçsız ilaç %40 etkiliydi. Bu inanılmaz bir orandı ve<br />

eğer hekime güvenilir ve az da olsa etkili bir ilaç verse tedavi başarılı olacaktır.<br />

Hekimin tedavi edeceğine inanmak başarının yarısıydı. Bu bilimsel bilgi hastanın<br />

hekimine güven duyması ve onu tedavi edeceğine inanmasının önemini ortaya<br />

koyuyor. Hekimler bu çok önemli tılsımı kaybediyorlar. Hekime güven gittikçe<br />

azalıyor. Hekime güvenin azalması hekimlerin ön plana aldıkları kazanç ve çıkarlar,<br />

diğer hekimleri küçümseyen tutumlar ve bunun hastalara aktarılması, hastası ile çok<br />

kısa süre bir araya gelen hekimin bir robot gibi ilaç yazması olabilir. Devamlı değişen<br />

hekimler ve onları anlamadığını düşünen hastalar hastaneleri doldurmaya devam<br />

ediyor.<br />

Mesleki Sır’da yeni Sorunlar<br />

Hekimin hastanın sırrını tutacağı ve bu özel durumun sadece ikisinin arasında<br />

kalacağı konusu çok iyi uygulanan bir etik kural iken şimdi sorunlar yaşanıyor. Hasta<br />

ile ilgili bütün kayıtların elektronik ortamda tutulması ve bu kayıtların saklanması pek<br />

çok kolaylıklar getirmişken bu bilgiler yeterince gizli değil. Hastanın takip edilmesi<br />

sırasında bu bilgilerin diğer hekimler tarafından kullanılması, bilgilerin hastane<br />

bazında birleştirilmesi, ilişkili diğer hastaneler, Sağlık Bakanlığı hatta Dünyadaki diğer<br />

merkezlerin bu bilgilere ulaşması gündemde. Hastanın verilerinin kullanılması<br />

sorunları çok önemli etik sorunlar yaratıyor. Her geçen gün bunlar için önlemler<br />

alınsa da elektronik ortamdaki sağlık bilgilerine bir şekilde ulaşılıyor. Bu sebeple; Bilgi<br />

Teknolojileri Etiği, Sağlık Verileri Bilgi Etiği gibi sadece bu işle uğraşan etik<br />

uzmanlıklar var.<br />

Bir hekimin bir sigorta planına katılmasıyla, hastasının tıbbi kayıtlarını sigorta<br />

şirketinin değişik amaçları doğrultusunda kullanıma açma sorunları, halk sağlığı<br />

çıkarlarının, bireylerin gizlilik ve mahremiyet hakları ile dengelenmesindeki güçlük,<br />

“Veri pazarlaması” ve “Ticari uygulamalar” konusu ilk dikkati çeken etik sorunlardan.<br />

Hastanın tıbbi bilgilerinin ister kimlik bilgileri taşısın, ister taşımasın, piyasada bir mal<br />

olması meselesi, bu verilerin birey ya da kuruluşların alım satımına sunulması,<br />

23


hastanın mahremiyet ve gizliliğinin korunması konusunda özellikle hassas olduğu<br />

“duyarlı bilgi” meselesi önemli etik sorun getiriyor.<br />

Yaşam endüstrisi! İlaç Şirketleri<br />

Tıp uygulamalarında ilaç şirketlerinin yeri çok önemlidir. Hastaya sunulan<br />

güvenilir ilaçlar olmadan hekim bir şey yapamaz. Bu sebeple ilaç şirketleri hem<br />

ilaçlarını en iyi şekilde insanlara sunuyor, hem de yeni ilaçlar için araştırmalar<br />

yapıyor. Bu araştırmalar öylesine çoğaldı ve çeşitlendi ki hekimler bunları izlemeğe<br />

yetişemiyorlar ve ilaç şirketlerinin verilerini kullanıyorlar. Burada karşımıza o kadar<br />

etik sorun çıkıyor ki çözüm için çok çalışmak gerekiyor. İnsanlar üzerinde denemeler,<br />

çocuklar, yaşlılar, tutuklular, akli dengesi yerinde olmayanlar üzerinde yapılan<br />

denemelerin her biri etik sorunlarla dolu. Önemsiz gibi görülen çok önemli nokta da<br />

ilaç şirketlerinin klinik deneylerin tüm sonuçlarını yayınlamamalarıdır; yani<br />

denemelerdeki kötü neticeleri bildirmemeleri. Etik uzmanlarının tüm çalışmalarına<br />

rağmen araştırmalardaki tüm bilgileri öğrenemiyoruz. Sadece o firmanın sonucunu<br />

görebiliyoruz. İnanılması güç ama kanunlara göre şirketler, lisansı alınmış ilaçlarla<br />

ilgili araştırma bulgularını açıklamak zorunda değiller.<br />

Yeni yapılan ilaç araştırmalarının varlığını sorgulamak, niteliğini tartışmak,<br />

kısıtlanmasına dair imada bulunmak bile bağnazlık olarak algılanmaya başladı. Etik<br />

tartışmalarda hangi tarafın haklı olduğuna karar verebilmek için gerçek verilere<br />

ulaşamıyoruz. Bu bilgilere bilim adamlarının, sivil örgütlerin hatta bu ilaçlara lisans<br />

veren kurumların bile ulaşmaya hakları yok. Kalp krizi geçiren hastalara yıllarca<br />

verilen bazı ritim bozukluğu önleyici ilaçların 1990-2000 yılları arasında Vietnam<br />

savaşında ölenlerden daha çok insanın ölümüne sebep olduğu rapor ediliyor. Eğer<br />

ilaçların ölümcül olabileceğine dair kanıtlar daha önceden açıklanmış olsaydı facia<br />

önlenebilirdi. Bir İsveçli araştırıcı anti depresanlar hakkında hem yayımlanan hem de<br />

şirketin ilaç düzenleyici kurumlara sundukları raporları inceledi. Şirketlerin ilacı<br />

olduğundan daha iyi göstermeye çalıştıklarını gördü ve rapor etti. Oxford<br />

Üniversitesi’nden bir araştırıcının da hormon replasman tedavisinin etkilerinin aynı<br />

şekilde abartıldığını gösterdi. Araştırmaların şeffaf olmaması hekimin büyük bir<br />

handikapı. Kısa vadeli pazarlanabilirlik, uzun vadeli temel araştırmalardan daha<br />

önemli hale gelmiştir.<br />

Toplum mu? Birey mi? önde<br />

Bugün devam eden yeni tıbbın odak noktası “hasta” dır. Hastalanmamak<br />

üzerine yapılan çalışmalar arka planda kalmıştır. Genel Tıp ve Toplum Sağlığı ön<br />

planda tutulmayan uğraşlardan oldu. Kamunun sağlığı, bireysel tedavinin gerisinde<br />

kaldı. Günümüzde hâlâ, yeni ve yeniden baş gösteren bulaşıcı hastalıklar konusunda<br />

zayıf bir konumdayız. Toplumsal kaynakların adaletli olmayan bir biçimde tüketilmesi,<br />

temel sağlık göstergeleri toplum sağlığının ikinci plana atıldığını gösteriyor. Buradaki<br />

temel etik sorun toplumsal çıkarlarla bireyin çıkarının dengelenmesindeki güçlüktür.<br />

Birçok hastalıkta toplum mu, birey mi ön plana alınacak meselesi çok tartışmalıdır.<br />

Geçmişten günümüze gelişen tıbbın toplum sağlığında önemli aşamalar yarattığı<br />

söyleniyor ise de bunların doğru olmadığını istatistik bilgileri önümüze seriyor.<br />

Toplum sağlığı konusunda alınacak önlemler ise bireyin özerkliği, onamı ve<br />

mahremiyeti konusunda takılıp kalıyor.<br />

24


Sınırları bilmek, sınırları zorlamak<br />

Hekimin sorunlara etik yaklaşabilmesi sorunların bir çoğunu fark etmesi lazım.<br />

Toplumsal, bilimsel, kültürel boyutlarıyla hayatın kendisi de pazar yerine dönüştü.<br />

Bilim adamları piyasa şirketleri için çalışıyor. Yapay döllenmenin ticari bir işe<br />

dönüşmesi, üreme sağlığına ilişkin bilgiler, gebelik, kendiliğinden ya da istemli<br />

düşükler, yardımlı üreme tekniklerinin kullanımında pek çok etik sorun var. Akıl<br />

sağlığı, aile içi şiddet gibi davranışlar, alkol ve madde bağımlılıkları, toplumsal<br />

düzeyde bazı utandırıcı sorunlar, cinsel tercih, cinsel tutum ve davranışlar, HIV-AIDS,<br />

genetik hastalıklar, diyabet, astım, epilepsi, siroz, kanser teşhis ve tedavisinde<br />

piyasa ve piyasa-dışı alanların sınırları birbirine karıştı. Bu da ciddi etik sorunları<br />

getiriyor.<br />

İnsanın genlerine, fiziğine, dokularına, organlarına müdahale, mükemmel<br />

insanı yaratmaya yöneliyor. İnsanı mükemmelleştirmek, hayatı uzatmak konusunda<br />

büyük bir yarış var. İnsanlar bu konuda ümitlendiriliyor. Hekimlerin hastayı genetik<br />

olarak ayıklayarak mükemmelleştirmek için ortaya sürdükleri teklifler insanın<br />

karmaşık ruhi yapısını etkiliyor. Bu konuda felsefi ve genetik tartışmalar hiç bitmiyor.<br />

İnsanlara ölümsüzlük kavramı tohumları ekiliyor, büyük paralar bu konudaki<br />

araştırmalara yönlendiriliyor. Bu da tıp etiğinin yeni sorunları demektir.<br />

Çözüme Yönelmek<br />

Tıp etiği ile uğraşanlar ortaya çıkan sorunlarda tartışmalar açıyor, olaya her<br />

yönden bakıyor, çözüm için önerilerde bulunuyor ve kurallar meydana getiriyorlar. Bu<br />

kuralların uygulanmasında faydalar bulunduğu zaman sağlık kuralları haline geliyor<br />

ve hukuki yaptırımlara dönüşüyor. Etik kurallar uluslar arası kongrelerde ilan ediliyor<br />

ve sözleşmeler imzaya açılıyor. Tam bazı sorunları çözdük derken yeni etik sorunlar<br />

çıkıyor ve gene tartışmalar başlıyor. Hekimler bu karmaşık durumda nasıl hareket<br />

edecekler.<br />

Tıp uygulamalarında ortaya çıkan etik sorunlar genelde uluslar arası<br />

platformlarda karara bağlanan kurallar haline geldi ve her geçen gün bunlara yeni<br />

kurallar ekleniyor. Bu kurallara uyulmaması durumunda devreye o ülkenin hukuk<br />

müessesesi giriyor. Her şeye rağmen bu kuralların uygulanmasında da kuralları<br />

olmayan etik sorunlarda da hekim sorumluluğu var.<br />

Düzmece Değerler<br />

Tıp etiği değerler üzerine kurulur, yapı taşı o toplumun değer yargılarıdır.<br />

Bireyi ve toplumu bağlayan bir arada tutan, ahlakî ve etik değerlerdir. Her toplumun,<br />

milletin kendine has değer yargıları olsa da evrensel değerler her zaman insanı<br />

yönlendirmiştir. Hekimin sadakat, yararlılık, zarar vermeme, dürüst olma, yalan<br />

söylememe ve verdiği sözü tutma gibi geleneksel değerleri ortak ve değişmez etik<br />

değerler olarak evrensel doğrular olarak kullanılır. Geçtiğimiz yüzyılda akıl almaz bir<br />

şekilde bu değerlerin değiştiğini, doğru ve yanlışların inanılmaz şekilde yer<br />

değiştirdiğine şahit olduk.<br />

Kurallar üzerinde “hastanın sağlığı” en önde gelen değer olsa da uygulamada<br />

böyle değil. Hastanın müşteri gözüyle bakıldığı, şan, şöhret, paranın asıl geçer akçe<br />

olduğu bir gerçek. Hekim bu amansız yarışta yerini alabilmesi için değişen ve doğru<br />

gibi gösterilen değerlerin peşinde koşması gerektiğine inanıyor. Doğruların yerini<br />

25


düzmece ve piyasa doğruları! aldı. İyi hekimin ödüllendirilmesi, yanlış yapanın<br />

cezalandırılması mekanizması iyi işlemiyor. Uzun emeklerle ortaya konulan etik<br />

kurallara uymak hep ötekinden bekleniyor. Dünyada değişen “ iyi ve doğru” değerler<br />

yerini doğruymuş gibi görünen ve tam tersi olan değerlere bıraktı. Hekim de farkında<br />

olarak veya olmayarak bu değerlerin peşinde koşuyor.<br />

Hastaya Tarafsız Yaklaşmak<br />

Hekimin bütün bu etik yanlışlardan korunabilmesi gerekiyor. Önce sorunları<br />

fark edecek ve bu hızla akan suda kendini akıntıya kaptırmayacak. Bu çok zor olan<br />

ahlak yarışında ne kazanacak? Hekim kısa dönemdeki çıkarlarını bir kenara<br />

bırakacak olursa uzun vadede çok şey kazanacak. Bunun pek çok örneğini<br />

görüyoruz. Ufak hesaplar peşinde koşmayan ve hastanın sağlığını ön plana alan<br />

hekimler uzun vadede her zaman kazanıyorlar. Güvenilir hekim, çıkarını ikinci plana<br />

atan hekim, hastaya onun değerlerini kabul ederek yaklaşan hekim çevresinde<br />

hemen fark ediliyor. Etik değerleri bilmek ve bu değerleri kendi değerleri yapan<br />

hekimler her zaman tanınır ve aranır. Hekimin akıl ve iradesi ile etik değerlere önem<br />

vermesi gerekir. Böyle olduğu takdirde uymaları gereken etik kurallar onun için<br />

kolaydır. Hekim sorunlara etik yaklaşmak isterse önce o konuda yazılan sağlık<br />

mevzuatı sonra etik kurallara bakmalıdır. Bunlar şekillenmiş doğru yollardır. Bunların<br />

dışındaki durumlar için hastanın sağlığını ön plana alan “Bilinçli iyi niyet” çözüme<br />

götürecektir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Altıntaş A. “Aile Hekimlerinin Etik Yaklaşımı” İstanbul. Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi<br />

Güncellemesi. 2012:113-119<br />

2. Altıntaş A.”Metabolik Hastalıkların Etik Yönü (Tıp Araştırmaları Açısından)”. Medikal Etik, 2013;11:<br />

83-89.<br />

3. Engelhardt DV. Tıbbin Gündelik Yaşamında Etik (Türkçesi Arın Namal). Nobel Tıp Kitabevleri,<br />

2000.<br />

4. Çobanoğlu N. Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği. Eflatun yayınevi Ankara 2009.<br />

5. Dünya Hekimler Birliği Tıp Etiği El kitabıTürk tabipler Birliği Yayınları. Çeviri Murat Civaner.<br />

İstanbul 2006.Universal Declaration on Bioethics and Human Rights. Bioethics Commitee Turkish<br />

National Commission for Unesco. İstanbul 2011.<br />

26


Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği<br />

Prof Dr Özgür KASAPÇOPUR<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD;<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu Başkanı<br />

İnsanoğlunun tarih sahnesine çıkışından bu yana, insanın doğa ile olan<br />

savaşımı, doğanın insanlaşması ve sırlarının çözülmesi süreci ile birlikte<br />

ortaya çıkan eylemler bilim başlığı altında incelenmektedir. Bilimle uğraşan<br />

bilim insanlarının çabaları ile ortaya çıkan bilimsel öğretilerin sonunda<br />

varılmak istenen nokta ise gerçeğe ulaşma, gerçeği bulma ve yaşanan<br />

hayatın değiştirilmesi ve insanileştirilmesidir. Bilimsel gerçeğin aranmasında<br />

ise çıkış noktası ortaya konulan varsayım ve bu varsayımda bulunan ve<br />

gizlenen özgünlüktür. Bilim insanı önce araştırma konusu ile ilgili özgün bir<br />

varsayım üretir, ondan sonra da olanca güç ve dürüstlükle bu ürettiği<br />

varsayımı kanıtlamaya ve bunun yanı sıra çürütmeye çalışır. Bunda gerçekten<br />

başarılı olduğunda ya da olamadığında ancak o zaman bilimsel gerçeğe<br />

ulaşabilir. Kendi verilerini ve düşüncelerini çürütmeye çalışmak olağanüstü bir<br />

dürüstlük gerektirir. Bu dürüstlük aynı zamanda yıllar içinde insanlığın<br />

deneyimleri ile oluşmuş olan etik kurallara da olağanüstü bir bağlılık<br />

gerektirir. Etik sözcüğü Yunanca karakter anlamına gelen “ethos”<br />

sözcüğünden kaynaklanır ve bireylerin birbirleri ile yaşam içinde nasıl iletişim<br />

kurabileceğini ortaya koyar. O nedenle de etik ve bilim tümüyle birbirlerinden<br />

ayrılmaz bir bütündür. Bilim yaparken ayrıca etik beklenmez. Etik olmazsa<br />

bilim de olmaz.<br />

Bilim insanının hiç kimseye borcu yoktur. Gelişmiş, insanileşmiş,<br />

kültürleşmiş ve dönüşmüş insanın yalnızca insanlığa karşı borcu vardır.<br />

Bundan ötürü de yapılan her işin insani bir anlamı olmalı ve bilimsel<br />

araştırmalar gerçekleştirilirken de bu kural asla unutulmamalıdır. Ayrıca,<br />

pozitif bilimlerde yapılan tüm çalışmalarda olgusallık, iç ve dış tutarlılık, eleştiri<br />

ve özeleştiri, genellik, öngörü, toplumsal gereklilik ve ütopyaya inanma<br />

mutlaka yer almalı ve esin kaynağı yaratmalıdır. Bunların tümünü düzenleyen<br />

de yüzyıllar boyunca oluşmuş olan etik kurallardır.<br />

Bilimsel bir tasarının hazırlanma aşamaları oldukça uzun bir süreçtir.<br />

Bu süreçte yer alan araştırıcı birçok farklı soruyu ardı ardına kendine sormalı<br />

ve birçok aşamadan geçirmelidir. Bu aşamaların tümünde de önceden<br />

insanlığın deneyimlerine dayanılarak belirlenmiş etik kurallar araştırmacının<br />

en önemli dayanağı olmalıdır. Bu aşamalar ardı ardına şu şekilde sıralanabilir:<br />

Öncelikle bilimsel ve mantıklı olan özgün bir sorunun sorulması zorunludur.<br />

Bunun ardından konu ile ilgili olan ön araştırmalar yapılmalı ve ilgili tıp<br />

kaynakçası taranmalıdır. Bu taramanın tamamlanmasının ardından ise konu<br />

ile ilgili hipotezler ve öngörüler belirlenmelidir. Hipotez ve öngörülerin<br />

belirlenmesinden önce konu ile ilgili var olan ve ulaşılabilmiş tüm kaynaklar ve<br />

belgeler dikkatlice okunmalıdır. Bunun ardından ise, gerekli parasal<br />

kaynakların bulunması ve izinlerin alınması, deneylerin yapılması, verilerin<br />

toplanması, verilerin değerlendirilip, sonuca varılması ve yaşam içinde<br />

geçerliliğinin ortaya konulması aşamaları da sırası ile gerçekleştirilmelidir. Bir<br />

27


ilimsel çalışmada, önemli olan gerçeği arama, kanıt sağlama, doğruluğu<br />

kanıtlama, önyargısız olma ve tarafsızlıktır.<br />

Tıp ise insanla ilgilenen bilimler içinde etiğe ve etik kurallara en çok<br />

uyulması gereken bilimdir. İnsanlığın ilk dönemlerinden beri hem insan<br />

vücudunun sırlarının çözülmesi hem de hastalıkların tedavisi insanların ve<br />

hekimlerin gündemini sürekli işgal etmiştir. Bu konu ile ve de ölümsüzlüğün<br />

bulunması ile ilgili çeşitli çalışmalar hep gündemde kalmıştır. Fakat ilk<br />

dönemlerde bu araştırmaları düzenleyen etik kurallar tam olarak ortaya<br />

konulamamıştır. Özellikle II. Dünya savaşı sırasında Nazi Almanya’sında<br />

yapılan araştırmalar Nuremberg mahkemelerinde savaş sonrasında mahkûm<br />

edilmiş ve bunu izleyerek yapılacak bilimsel tıp araştırmalarında uyulması<br />

gerekli kurallar Tıp Etiği başlığı altında toplanmış ve Nuremberg kodu<br />

oluşturulmuştur.<br />

Nuremberg Kodu<br />

— Kişinin gönüllü onayı kesinlikle gereklidir.<br />

— Deney toplumun iyiliği için olmalıdır.<br />

—Deney, hayvan çalışmaları ve hastalığın doğal seyrinin bilinmesine<br />

dayandırılmalıdır.<br />

—Deney, gereksiz hiçbir fizik, mental sorun ya da hasara yol<br />

açmamalıdır.<br />

— Deneyi yapan doktorun denek olduğu koşullar hariç, ölüm veya<br />

kalıcı sakatlığa yol açan deneyler yapılmamalıdır.<br />

—Deneyle karşılaşılan risk, deneyin sonuçlarının insanlara sağlayacağı<br />

yarardan fazla olmamalıdır.<br />

— Yaralanma, sakatlık ve ölüm olasılığına karşı gerekli hazırlıklar<br />

yapılmalı ve altyapı sağlanmalıdır.<br />

— Deney sadece bilimsel deneyimli kişiler tarafından yapılmalıdır.<br />

— Deney süresince denek çalışmayı istediği an sonlandırabilmelidir.<br />

— Eğer araştırmacı deneyin devamının yaralanma, sakatlık ve ölüm<br />

olasılığına sahip olduğuna kanaat getirirse deneyi durdurmaya hazır<br />

olmalıdır.<br />

Bu konuda en çok üzerinde durulan bir diğer çalışma ise 1932 ve 1972<br />

yılları arasında ABD’de sifilisli hastalar üzerinde yürütülen Tuskegee<br />

çalışmasıdır. Bu çalışmada yer alan sifilisli hastalar kendilerine hiç haber<br />

verilmeden tedavisiz bırakılmışlar ve hastalığın doğal gidişinin nasıl olduğu<br />

öğrenilmeye çalışılmıştır. Özellikle bu iki deneyim ve benzerlerinin ardından<br />

tıp alanında yapılacak araştırmalarda uyulacak kurallar 1964 Helsinki<br />

bildirgesi ile ortaya konulmuş ve İyi Klinik uygulamalar (GCP=Good Clinical<br />

practice) kılavuzu ile de koruma altına alınmıştır. Daha sonraki yıllarda tüm<br />

dünyada ve ülkemizde bu konu üzerindeki çalışmalar artmış ülkemizde ilk kez<br />

1993 yılında İlaç araştırmaları hakkında yönetmelik yayınlanmıştır. Bu<br />

yönetmeliğe göre hem tıp fakültesi hem de eğitim hastanelerinde yerel etik<br />

kurullar ve Sağlık bakanlığı bünyesinde Merkezi Etik kurul oluşturulmuştur.<br />

28


Daha sonra ise 2005 yılında yenilenen Türk Ceza yasasında 90. madde ile<br />

insan üzerindeki araştırmaların hiç birisinin etik kurul kararı alınmaksızın<br />

yapılamayacağı ve yapılır ise 1 ila 3 yıl arasında hapis ile cezalandırılacağı<br />

belirtilmiştir.<br />

İnsan üzerinde deney<br />

MADDE 90.<br />

(1) İnsan üzerinde bilimsel bir deney yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar<br />

hapis cezası ile cezalandırılır.<br />

(2) İnsan üzerinde yapılan rızaya dayalı bilimsel deneyin ceza<br />

sorumluluğunu gerektirmemesi için;<br />

a) Deneyle ilgili olarak yetkili kurul veya makamlardan gerekli iznin alınmış<br />

olması,<br />

b) Deneyin öncelikle insan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda<br />

hayvan üzerinde yapılmış olması,<br />

c) İnsan dışı deney ortamında veya hayvanlar üzerinde yapılan deneyler<br />

sonucunda ulaşılan bilimsel verilerin, varılmak istenen hedefe ulaşmak<br />

açısından bunların insan üzerinde de yapılmasını gerekli kılması,<br />

d) Deneyin, insan sağlığı üzerinde öngörülebilir zararlı ve kalıcı bir etki<br />

bırakmaması,<br />

e) Deney sırasında kişiye insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde acı verici<br />

yöntemlerin uygulanmaması,<br />

f) Deneyle varılmak istenen amacın, bunun kişiye yüklediği külfete ve<br />

kişinin sağlığı üzerindeki tehlikeye göre daha ağır basması,<br />

g) Deneyin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı<br />

olarak açıklanan rızanın yazılı olması ve herhangi bir menfaat teminine bağlı<br />

bulunmaması, gerekir.<br />

İnsan üzerinde yapılan araştırmalar iki ana başlık altında incelenmektedir:<br />

a- İnsanlar üzerinde yürütülen ilaç araştırmaları<br />

b- İnsanlar üzerinde yürütülen ilaç dışı araştırmalar<br />

Tüm bu araştırmalarda uyulması gereken en önemli ana kural hastadan<br />

elde edilen bilgilerin gizliliği ve çalışmada yer alan kişiye zarar verilmemesidir.<br />

Araştırma etiğinde uyulması gereken ana ilkeler aşağıda sıralanmıştır:<br />

1- Kişiye saygı<br />

2- Yararlılık (Öncelikle kişinin yararı, bunu izleyerek ise toplumun ve<br />

insanlığın yararı)<br />

3- Kötü davranmama<br />

4- Adalet<br />

29


5- Dürüstlük ve bütünlük<br />

Bunların ön planda tutulması ile birlikte çalışmadan elde edilecek<br />

verilerin gizliliği ön planda tutularak çalışmada yer alan kişilerden mutlaka<br />

aydınlatılmış ve bilgilendirilmiş onam alınmalıdır. Onam alınırken, çalışmaya<br />

katılan kişi, araştırmacı ve bir tanık onam sırasında bir arada bulunmalı ve<br />

belge ortak imzalanmalıdır. Eğer çalışmaya katılan kişi çocuk ya da zekâ<br />

açısından kısıtlı ise onam imzası vasisi tarafından da imzalanmalıdır. Onam<br />

belgesinde çalışmanın içeriği ve gidişi ile ilgili bilgiler ayrıntılı olarak<br />

verilmelidir. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir; Onam belgesinde:<br />

1- Araştırmanın amacı, yapısı ve süresi,<br />

2- Araştırma kapsamında yapılacak işlemlerin doğru bir şekilde<br />

açıklanması<br />

3- Çalışmadan beklenen bilimsel yararlar,<br />

4- Araştırmanın verebileceği sıkıntı ve kısıtlamalar,<br />

5- Çalışmada oluşabilecek olası riskler,<br />

6- Deneğe zarar verebilecek işlemlerin alternatifi,<br />

7- Çalışmaya alınacak kişinin çalışmaya katılmada, katılmamada ve<br />

araştırmanın herhangi bir aşamasında onamını geri çekmede özgür<br />

olduğu,<br />

8- Araştırmaya katılmamanın ya da çekilmenin hekim açısından bir<br />

önyargı oluşturmayacağı açıkça belirtilmelidir.<br />

Araştırmalarda özellikle Helsinki Bildirgesi ile koruma altına alınan<br />

bilimsel zorunluluklar ise aşağıda sıralanmıştır (Ek 1):<br />

1- Araştırma, bilimsel kurallara uygun olarak insanlarda denenmeden<br />

önce laboratuar ve hayvan deneyleri ile sınanmış olmalıdır.<br />

2- Araştırma konu ile ilgili uzmanlığı olan kişilerce yürütülmelidir.<br />

3- Hedeflenen amaç ile deneğin karşılaşacağı risk dengelenmiş olmalı ve<br />

deneğe gösterilecek özen bilime ve topluma gösterilecek özenden<br />

büyük olmalıdır.<br />

4- Araştırma, deneğin gizliğine saygı gösterilmesini ve bütünlüğünün<br />

korunması hakkını korumalıdır.<br />

5- Araştırmacı, araştırmanın zararlarının yararlarından fazla olduğunu<br />

fark ettiği anda araştırmayı sonlandırmalıdır.<br />

6- Araştırmanın yayınlanmasında doğru sonuçlar verilmelidir.<br />

7- İnsanlar üzerinde yapılacak her araştırma bağımsız bir kurulun<br />

onayına sunulmalıdır.<br />

Yapılacak olan ilaç dışı klinik araştırmalarda hazırlanan başvuru<br />

dosyalarında mutlaka sorumlu yürütücü tarafından hazırlanmış ve çalışmanın<br />

özetini ve esinlenilen kaynakları içeren yapılandırılmış öngörücü özet<br />

30


ulunmalıdır. Ayrıca, araştırıcıların hasta hakları yönetmeliği’ne ve iyi klinik<br />

uygulamaları ve iyi Laboratuar Uygulamaları Kılavuzlarına uyacaklarını belirtir<br />

imzaladıkları taahhüt belgeleri, Hasta ya da sağlıklı deneklerde planlanan<br />

araştırma sırasında deneklerde doğabilecek hukuki ve mali riskleri araştırmayı<br />

yürüten araştırıcının yüklendiğini belirtir imzalanmış belge de bulunmalıdır.<br />

Araştırmanın Bütçesi<br />

Araştırmanın bütçe formunda, giderler ayrı ayrı belirtilmeli ve kaynakları<br />

açık şekilde gösterilmeli ve araştırmayı destekleyen kaynak veya kuruluş<br />

bulunuyorsa bu desteği sağladığını belirtir yükümlülük belgesi bütçe formuna<br />

eklenmelidir. Üniversite Araştırma Fonunca desteklenen ya da belli<br />

kuruluşlarca karşılıksız olarak giderlerine katkıda bulanan araştırma<br />

projelerinin bütçe formunda bu durum açıkça belirtilmelidir. Bu projelerin<br />

bütçelerinden proje yürütücüsü ve yardımcılarına herhangi bir biçimde ödeme<br />

yapılamaz. Araştırma giderleri her hangi bir biçimde hastaya, ailesine,<br />

Fakülteye ya da Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı gibi sağlık güvenlik<br />

kuruluşlarından birine yüklenemez. Araştırmanın gerçekleşmesi için belli bir<br />

bütçe gerekmiyorsa, ‘araştırmanın bütçesi yoktur” ifadesi bütçe formunda<br />

açıkça belirtilmelidir.<br />

Araştırmanın bitimi durumunda çalışma tam makale şeklinde yazılırken, gereç<br />

ve yöntemler bölümünde çalışma için gerekli iznin yerel etik kuruldan alındığı<br />

mutlaka belirtilmelidir.<br />

İlaç araştırmaları<br />

İnsanlarda görülen birçok hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların<br />

bulunması, elde edilmesi ve güvenli bir kullanım şekline dönüşmesi uzun bir<br />

süreci almaktadır. Doğal ya da sentetik yollar ile edilen kimyasal maddelerin<br />

ilaç şeklini almadan önce preklinik değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu<br />

değerlendirmeler başlangıçta deney hayvanları üzerinde yürütülmektedir.<br />

Daha sonra organ modellerinde de denenen ilaç adayı kimyasal maddelerin<br />

hayvanlar üzerinde akut ve kronik toksisite deneyleri yapılmakta ve bu süreç<br />

çoğunlukla 3–4 yıllık uzun bir süreyi almaktadır. Deney hayvanları üzerinde<br />

gerekli kullanımı tamamlanan kimyasal madde ilaç halini almış olup toplam 4<br />

faz halinde ilacın güvenilirlik, biyoyararlanımı ve tedavi edici dozları bulunup<br />

kullanıma ruhsatlı ilaç olarak sokulur. İlaç araştırmalarındaki değerlendirme<br />

fazları aşağıda özetlenmiştir:<br />

— Faz I: Sağlıklı gönüllüler üzerinde güvenlik ve toksisite<br />

yönünden uygun doz aralığının bulunduğu, ana amacın<br />

güvenilirlik olduğu ilaç çalışma fazıdır. İlaç hiçbir zaman hasta<br />

kişiler üzerinde kullanılmaz. İnsanlarda ortaya çıkacak etkileri<br />

görmek amacı ile doz aşamalı olarak arttırılır. Bu dönemde<br />

özellikle Faz II çalışmalar için ortalama doz hesaplanır.<br />

Ortalama 20–80 kişide bu çalışmanın yapılması yeterlidir.<br />

Nadiren, özellikle de onkolojik ilaçlarda hasta gönüllüler<br />

üzerinde Faz I çalışma yürütülebilir.<br />

31


— Faz II: Hedef hasta grubunda ilacın tedavi edici etkinliğini,<br />

güvenilir doz aralığını, yan etki profilini ve güvenliğini belirlemek<br />

için erken Faz IIa çalışmalar yapılır. Bu fazdaki ana amaç ilacın<br />

etkinlik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesidir. Faz II<br />

çalışmaların kontrollü, çift kör ve randomize çalışmaya<br />

dönüşmesi ile geç Faz IIb çalışmalar ortaya çıkar. Faz II<br />

çalışmalarda çalışmaya mutlaka bir klinik farmakologda<br />

katılmalıdır. Faz II çalışmalar ortalama 100–300 hastada<br />

yürütülür.<br />

— Faz III: Faz I ve II’ de olumlu bulunan ilacın, ruhsatı alınana<br />

kadar olabildiğince geniş hasta grubunda ilacın etkinliğinin ve<br />

yan etkilerinin değerlendirilmesidir. Faz III çalışmalar ortalama<br />

2000–3000 hasta üzerinde çok merkezli ve çok uluslu<br />

çalışmalar şeklinde yürütülür. Ana amaç etkinliğin kanıtlanması<br />

ve ilaç yan etkilerinin gösterilmesidir. Bu aşamada ilaç etkinlik<br />

ve güvenilirlik açısından diğer tedavi edici ilaçlarla da<br />

karşılaştırılabilir. Faz 3b aşama ise ilacın ruhsat başvurusundan<br />

sonra ama onaydan önceki dönemde yapılan ilaç etkinlik<br />

değerlendirmeleridir.<br />

— Faz IV: Ruhsat almış ve kullanıma girmiş bir ilaçla yapılan geniş<br />

çaplı pazarlama ve gözetim çalışmalarıdır. Burada ilacın etkinliği<br />

geniş çaplı hasta gruplarında sınanır. Aynı zamanda burada ilaç<br />

yan etkilerinin belirlenmesi de amaçlanır. Bu çalışmalar ile farklı<br />

endikasyonlardaki ilaç kullanımları da belirlenir. Ama belirtilen<br />

endikasyon dışı ilaç kullanımları Faz III çalışma olarak<br />

değerlendirilir. Faz IV çalışmalardaki en önemli sorun ise gerçek<br />

çalışmalardan tohumlama çalışmalarının ayırt edilmesidir.<br />

İlaç araştırmalarının tümünde de hastalardan ayrıntılı ve günlük dilde<br />

yazılmış olan bir bilgilendirilmiş onam alınmalıdır. Onam ile birlikte ilaç<br />

çalışmalarında yer alan tüm hastalar sigorta şirketlerince oluşabilecek ilaç yan<br />

etkilerine karşı sigortalanmalıdır.<br />

İlaç araştırmalarındaki en büyük sorunu çalışmanın bütçesi<br />

oluşturmaktadır. Çalışmada kullanılan tüm ilaçlar çalışmayı destekleyen<br />

kurum tarafından hastalara sağlanmalıdır. Hastaların izleminde gerekli olan<br />

klinik ve laboratuar incelemeler yine destekleyici tarafından karşılanmalı fakat<br />

hastalara ek bir ödeme yapılmamalıdır. Araştırıcılara yapılacak olan<br />

destekleyici ödemeleri ise yine hastane döner sermayeleri aracılığı ile<br />

yapılmalıdır. Bu yolla ortaya çıkabilecek olan tüm olumsuz spekülasyonların<br />

önüne geçmekte olasıdır.<br />

Yayın etiği<br />

32


Bilimsel araştırmasını yukarıdaki etik kurallara bağlılıkla gerçekleştiren<br />

bilim insanı verilerin yorumlanması ve yazıya dökülmesi sırasında da etik<br />

kurallara bağlılığını sürdürmelidir. Çalışma sırasında saptanan veriler<br />

araştırıcıların öngördükleri ile uyuşmasa bile araştırıcı bulunan tüm bulguları<br />

tam bir dürüstlükle ortaya koymalıdır. Yazının yazılması sırasında çalışmaya<br />

katkı sunmayan kişilerin yazar listesine konulması öncelikle önlenmeli ve<br />

yazar listesine yalnızca katkı sunan kişiler eklenmelidir. Bilimsel<br />

araştırmalarda ve yazım aşamasında yapılabilecek olan etik dışı davranışların<br />

tümü Türkiye Bilimler Akademisi tarafından 2002 yılında yayınlan bir çalışma<br />

ile ortaya konulmuştur:<br />

— Disiplinsiz (Dikkatsiz veya özensiz) araştırma: Gerekli özen ve<br />

dikkat gösterilmeden düzenlenen, yürütülen ya da kaleme<br />

alınan çalışma<br />

— Yinelenen yayın (Duplication): Aynı bilimsel araştırmanın birden<br />

çok dergiye gönderilmesi durumu<br />

— Sahtecilik, saptırma veya aldatmaca (Falsification): Bilimsel<br />

verilerin istemli olarak her aşamada değiştirilmesi durumu.<br />

— Uydurmacılık (Fabrication): Yapılmayan bir araştırmayı masa<br />

başında yapılmış gibi göstermek ve/veya yapılmayan bir<br />

araştırmaya dayandırarak sahte bulgular ortaya koymak<br />

durumu.<br />

— Aşırmacılık (Plagiarism): Başkalarına ait olan araştırma<br />

verilerinin ve eserlerin kaynak bildirilmeden kendi araştırma<br />

verileri imiş gibi yayınlanma durumu.<br />

— Dilimleme (Salami slicing): Bir araştırmanın sonuçlarını,<br />

araştırmanın bütünlüğünü ve niteliğini bozmadan tek bir makale<br />

olarak yayınlamak olanaklı iken parçalara ayırarak iki veya daha<br />

çok sayıda yayın haline getirmek durumu.<br />

— Çıkar çatışması (conflict of interest): Mesleki sorumluluk ile<br />

resmi görevlerin ya da yazarlar ile editör ya da herhangi bir<br />

endüstriyel kuruluş arasında oluşan çıkar çatışmalarının<br />

belirtilmesi zorunludur.<br />

Bilim insanı araştırmasını yayınlarken oluşabilecek tüm bu etik<br />

ihlallerden özenle kaçınmalıdır.<br />

Sonuç olarak, etik kurallara şaşmaz bağlılıkla gerçekleştirilen tıp<br />

araştırmaları ile yüzyıllardan beri süregelen insanlığın gerçeğe ulaşma ve<br />

doğru bilgiyi bulma çabası artan bir ivme ile sürecek ve belki de doğanın yok<br />

olması değil insanlaşması süreci tamamlanabilecektir.<br />

33


Kaynaklar<br />

1- Çobanoğlu N. Tıp Etiği. İlke Yayınevi, 2007<br />

2- Ertekin C, Berker N, Tolun A, Ülkü D. Bilimsel araştırmada etik ve sorunları. TÜBA<br />

yayınları, 2002<br />

3- Hemminki E. Research ethic committees: Agents of research policy? Health Research<br />

Policy and Systems 2005, 3:6<br />

4- Kasapçopur Ö. Bilimsel araştırma ve yayın etiği. Cerrahpaşa Tıp Dergisi, 2007, 38:161-165<br />

5- Kasapçopur Ö. Araştırmalar ve etik. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi. Sürekli Tıp Eğitimi Kitapları,<br />

2005<br />

6- Medical research council. MRC Ethics Guide: Medical research involving children, 2004, 1-<br />

27<br />

7- Medical research council. Medical Research Council position statement on research<br />

regulation and ethics, 2004, 1-12<br />

8- Sweet DG, Halliday HL. Applications to a research ethics committee. Current Paediatrics,<br />

2004, 14:495–500<br />

9- Ülman YI. Bilimsel yayın etiği (Örneklerle bilimsel yanıltma türleri). Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi etkinlikleri Araştırmalar ve etik dizisi, 2006, 49–62<br />

10- Yazıcı H: Üniversitede özgün bilim üretimi, “Dünya’da ve Türkiye’de Bilim, Etik ve<br />

Üniversite” kitabında s.85, TÜBA Yayınları No.1, Ankara (1994) ve ANKEM Derg., 1994,<br />

8:352–4<br />

34


Bilimsel Veri Tabanları ve Literatür Tarama<br />

Doç. Dr. Özlem Serpil ÇAKMAKKAYA<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />

Bilişim teknolojilerindeki ilerlemeler ve internet aracılığıyla ulaşılan bilgininin<br />

her geçen gün artması akademisyenleri bilgisayar teknolojilerini ve güncel veri<br />

tabanlarını yakından takip etmeye zorlamaktadır. İnternet üzerinden ulaşılan bilginin<br />

çok hızlı ve belki de kontrolsüz artışı tüm bilim dalları için güvenilir bilgi kaynaklarının<br />

seçilmesini gerektirmektedir. Bu seçicilik özellikle kanıta dayalı tıp uygulamalarında<br />

ve genç akademisyenlere kanıta dayalı tıbbın (Şekil 1) öğretilmesinde güvenilirliği<br />

kanıtlanmış bilgiye ve veri tabanlarına ulaşmak açısından önem taşımaktadır.<br />

Sacett ve arkadaşları kanıta dayalı tıp kavramını hekimlerin, hastalarla ilgili<br />

tıbbi kararlar verirken klinik tecrübelerinin yanı sıra bilimsel kanıtı da dürüst, açık ve<br />

mantıklı şekilde kullanmaları olarak tanımlamışlardır (Sackett ve ark., 1996). Bu<br />

durumda hekimlerin yıllar içinde kazandıkları klinik bilgi ve tecrübelerine ek olarak<br />

bilimsel kanıta ulaşma, eleştirel olarak değerlendirme ve sağlam bilimsel kanıtları<br />

kendi pratiklerine aktarabilme yeteneklerine de sahip olmaları gerekir (Akobeng,<br />

2005).<br />

Şekil 1. Kanıta Dayalı Tıp<br />

Ancak güvenilir bilimsel kanıta ulaşmak her gün tıp literatürüne onlarca yeni<br />

makalenin girdiği günümüzde çok da kolay olmamaktadır. Biyomedikal veri<br />

tabanlarının çokluğu kullanıcıları şaşırtmakta ve hangisinin daha güvenilir olduğunu<br />

bilememek ya da etkin arama yapma yöntemleri konusundaki tecrübe eksikliği zaman<br />

kayıplarına neden olabilmektedir. Hekimlerin uluslararası alanda kabul görmüş belli<br />

35


aşlı veri tabanlarını tanımaları ve bu veri tabanlarında etkin arama yöntemlerini<br />

kullanmalarıbu zaman kayıplarını engelleyecektir.<br />

Şekil 2. Veri tabanlarının hiyerarşik organizasyonu<br />

Şekil 2 de veri tabanlarının hiyerarşik olarak organizasyonu görülmektedir. Bu<br />

piramitte yukarıya doğru çıktıkça bilgiler daha çok eleştirel olarak değerlendirilip ve<br />

hazır hale getirilmektedir. En alt basamakta yer alan orijinal çalışma makalelerini<br />

PubMed, Embase gibi veri tabanlarında bulmak mümkünken, daha üst basamaklarda<br />

yer alan sentezler basamağı Cochrane gibi sistematik derleme ve meta-analizleri<br />

yayımlayan veri tabanlarını içermektedir. Bu sentezlerin özetlerine ise The Database<br />

of Abstracts of Reviews of Effects (DARE) gibi veri tabanlarından ulaşılabilir. En<br />

üstbasamağın bir altında özetler kısmı yer almaktadır. Bu basamak için verilecek en<br />

uygun örnek Up to Date veri tabanıdır. Tıp dünyasında kullanımı her geçen gün artan<br />

bu veri tabanı hekimlere teşhis ve tedavi konularında pratik bilgiler sunmaktadır. En<br />

üst basamak ise hastanın verilerinden yola çıkarak bilgisayar destekli olarak karar<br />

verilmesine olanak sağlayan sistemler bölümüdür. Sistemler henüz istenilen seviyeye<br />

erişmemiş ancak geliştirme çalışmaları devam etmektedir.<br />

Günümüzde Cochrane Birliği ve Cochrane kütüphanesi kanıta dayalı tıbbın en<br />

önemli kalelerinden birisi olarak görüldüğü için tıbbi veri tabanlarının tanıtımına<br />

Cochrane Kütüphanesi ile başlamak istiyorum.<br />

Cochrane Birliği (“Collaboration”) ve Cochrane Kütüphanesi<br />

Cochrane Birliği 1993 yılında ünlü epidemiyolog Archie Cochrane önderliğinde<br />

kurulan ve kar amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluştur. Cochrane birliği<br />

kuruluşundan iki yıl sonra Cochrane Kütüphanesi olarak isimlendirilen ana veri<br />

tabanlarını oluşturmuştur (www.cochrane.org). Cochrane Kütüphanesi günümüzde<br />

kanıta dayalı tıbbın en önemli kaynaklarından biri olarak gösterilmektedir. Bu veri<br />

tabanı temel olarak 3 alt bölüme ayr›lmaktadır:<br />

“The Cochrane Database of Systematic Reviews”<br />

“The Cochrane Central Register of Controlled Trials (CENTRAL)”<br />

“The Cochrane Methodology Register (Methodology Register)”<br />

Bunlar içerisinde özellikle “The Cochrane Database of Systematic Reviews”<br />

isimli veri tabanı, yayımladığı tıbbi tedavi ve müdahalelerin etkinliğini inceleyen<br />

36


sistematik derlemeler aracılığı ile kanıta dayalı tıbba hizmet etmektedir. Günümüzde<br />

randomize kontrollü çalışmaların sentezleri yapılan sistematik derleme ve metaanalizler<br />

kanıt değeri en yüksek olan bilimsel çalışmalar olarak kabul edilmekte ve<br />

kanıta dayalı tıp piramidinin en üst basamağında yer almaktadır (Şekil 3). Cochrane<br />

Kütüphanesi kanıt değeri bu kadar yüksek olan çalışmaları desteklemesi ve<br />

yayımlaması bu veri tabanının neden önemli bir kaynak haline geldiğini<br />

açıklamaktadır.<br />

Cochrane Kütüphanesi önderliğinde sistematik derlemelerin hazırlanması çok<br />

titiz bir süreci gerektirir. Herhangi bir konu hakkında derleme hazırlamak isteyen<br />

yazarlar öncelikle akıllarındaki araştırma sorusunu Cochrane Birliğine iletirler, eğer<br />

daha önce benzeri bir soru sorulmadı ise bu soru Cochrane’in ilgili bölümlerinde<br />

çalışan araştırmacıların da yardımıyla geliştirilir ve derleme hazırlanmadan önce<br />

konuyla ilgili protokol yayımlanır. Bu protokol metodolojik olarak en ince ayrıntısına<br />

kadar incelenir ve sonrasında yazarlara geliştirdikleri araştırma sorusunun cevabını<br />

veren sistematik derlemeyi hazırlamak için 2 yıl süre tanınır. Sistematik derlemeler<br />

Cochrane Kütüphanesinde yayımlandıktan sonra belirli aralıklarla güncellenmektedir<br />

ve bir derleme güncellendiğinde eski versiyonu yayından kaldırılmaktadır.<br />

Şekil 3. Kanıta Dayalı Tıp Piramidi<br />

Web of Knowledge<br />

Web of Knowledge veri tabanı Bilimsel Bilgi Enstitüsünün (Institute for<br />

Scientific Information, ISI) temel veri tabanıdır (http://wokinfo.com). ISI 1958 yılında<br />

Dr. Eugene Garfield tarafından kurulmuştur ve 1963 yılında “Science Citation Index”<br />

(SCI) yayımlanmıştır.<br />

37


Tıp alanı ilgili olan en önemli indekslerden ikisi olan SCI ve SCI-expanded<br />

indeksleri Web of Knowledge kapsamında yer almaktadır. SCI’de SCI-expanded<br />

indeksine göre daha yüksek etki faktörlü dergiler bulunmaktadır.<br />

SCI'de bulunan dergi sayısı 2016 yılı itibariyle 3.746’dır. SCI-e indeksinde ise<br />

8859 dergi yer almaktadır. ISI’in temel veri tabanı olan Web of Knowledge 3 alt veri<br />

tabanına ayrılır. Bunlar sırası ile: “Web of Science”, “Biosis Citation Index” ve<br />

“Chinese Citation Index”dir. “Web of Science” uluslararası bilimsel atıf veri tabanıdır.<br />

Bu veri tabanı akademisyenlere atıf raporunun çıkarılması, h-indeksinin<br />

hesaplanması ve dergilere ait etki faktörlerinin gösterilmesi gibi kolaylıklar<br />

sağlamaktadır. Yıllık olarak açıklanan dergi atıf raporlarında Web of Science’da yer<br />

alan dergilerin etki faktörleri açıklanır. Etki faktörü; bir dergide iki yılda yayımlanan<br />

makalelere bu iki yılı takip eden yılda yapılan atıf sayısının iki yıllık toplam makale<br />

sayısına bölünmesi ile hesaplanır. İki bin on beş yılı verilerine göre SCI’de en yüksek<br />

etki faktörüne sahip olan dergi 144.8 puan ile “Cancer Journal for Clinicians” dir. Bu<br />

dergiyi ikinci sırada 55.8 etki faktörü ile “New England Journal of Medicine” izler.<br />

Medline ve PubMed<br />

Medline Birleşik Devletler Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından oluşturulan<br />

dünyanın en geniş kapsamlı ve en sık başvurulan biyomedikal veri tabanıdır<br />

(www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed). Medline kapsamında 5.500 adet dergi ve 18<br />

milyonun üstünde makale bulunmaktadır. Medline’a ulaşım PubMed arama motoru<br />

aracılığı ile çevrimiçi olarak gerçekleşmektedir. PubMed arama motoru ile Medline’da<br />

mevcut olan tüm dergi ve makalelere ulaşmak mümkündür. Bu kadar geniş kapsamlı<br />

bir veri tabanında arama yapmak bazı arama tekniklerinin bilinmesini<br />

gerektirmektedir. Aksi taktirde, sadece anahtar kelimeler sıralanarak yapılan<br />

aramalarda aranılan konuyla çok da ilgili olmayan uzun makale listeleri elde<br />

edilecektir. Birçok ülkede internet ulaşımının kolaylıkla sağlandığı hastanelerde bile<br />

sağlık personelinin biyomedikal veri tabanlarında etkin arama yapamadıkları, konu ile<br />

ilgili olarak gereğinden çok fazla ya da çok az sayıda makaleye ulaştıkları<br />

görülmüştür (Rosenberg ve ark., 1998). Bu nedenle dünyanın çeşitli üniversite ve tıp<br />

fakültelerinde, sağlık çalışlanları ve araştırmacılar için veri tabanlarında etkin arama<br />

tekniklerinin öğretildiği kurslar düzenlenmektedir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde de<br />

Tıp Eğitimi Anabilim Dalı’nın düzenlediği kurslarla tıp fakültesi öğrencilerine bu<br />

eğitimler verilmektedir.<br />

PubMed’de etkin literatür taraması yapmak isteyen bir kullanıcının Boolean<br />

mantığı ve operatörleri hakkında bilgi sahibi olması ve bunları kullanarak arama<br />

stratejileri geliştirmesi gerekir. Boolean mantığı 19. yüzyılda ünlü matematikçi George<br />

Boole tarafından geliştirilmiştir ve günümüzde arama motorları bu mantık sistemini<br />

kullanarak arama yapmaktadırlar (Bundy, 2010). Boolean operatörleri AND, OR ve<br />

NOT bağlaçlarından oluşur. Bu bağlaçlar arama için kullandığımız anahtar kelimeleri<br />

birbirleri ile ilişkilendirmemizi sağlarlar. PubMed’de yapılan aramalarda anahtar<br />

kelimeler küçük harflerle, AND, OR ve NOT bağlaçları büyük harflerle yazılmalıdır.<br />

PubMed’de etkin arama yapabilmek için karşılaşılan klinik durumun PICO<br />

formatına göre soru haline getirilmesi ve anahtar kelimelerin bu soruya uygun olarak<br />

seçilmesi gerekir. PICO İngilizce olarak: Patient (Hasta/popülasyon), Intervention<br />

(Müdahale/tedavi) , Comparison (Karşılaştırma) ve Outcome (Sonuç) kelimelerinin<br />

baş harflerinin bir araya gelmesi ile oluşur. PubMed’de tarama stratejisi geliştirirken<br />

38


her 4 bileşenden de anahtar kelime seçilip Boolean operatörleri ile bağlanırsa<br />

aranılan soru ile en yakından alakalı makalelere ulaşılabilir.<br />

PubMed’in önemli özelliklerinden birisi de “Medical Subject Headings” ya da<br />

kısaca MeSH veri tabanı olarak isimlendirilen, makaleleri tıbbi ana konu başlıklarına<br />

göre dizinleyen bir indeks sistemine ulaşımı sağlamasıdır. MeSH veri tabanında<br />

yapılan taramalarda anahtar kelimelerin ana konu olarak geçtiği makalelere<br />

dolayısıyla konu ile daha yakından ilişkili makalelere ulaşılacaktır.<br />

NCBI hesabı PubMed veri tabanının kullanıcılara sunduğu diğer bir kullanım<br />

kolaylığıdır. Bu hesap yapılan aramalara ait stratejilerin kayıt edilmesini, arama<br />

sonuçlarına saklanmasını ve arama sonuçlarına eklenen yeni makalelerden<br />

kullanıcıların e-mail alarmı ile belirli aralıklarla haberdar edilmesini sağlar.<br />

Scopus<br />

Scopus 2004 yılında kullanıma açılan geniş kapsamlı bir veri tabanıdır<br />

(www.scopus.com). Avrupa kaynaklıdır. Arama, arama stratejilerinin kaydedilmesi,<br />

arama sonuçlarına yeni eklenen makalelerden kullanıcının e-mail alarmı ile haberdar<br />

edilmesi özelliklerine sahiptir. Scopus araştırmacılara atıflarını takip etme ve h-<br />

indekslerini hesaplama olanağı sunmaktadır.<br />

Embase<br />

Embase (ExcerptaMedica) veri tabanı çok geniş bir veri tabanıdır<br />

(www.embase.com). İngilizce dilinde olmayan fazla sayıda dergi içermektedir (Peh ve<br />

Ng, 2010). Bu nedenle özellikle sistematik derleme çalışmalarında İngilizce olmayan<br />

literatüre ulaşmak açısından taranması önemlidir. Ulaşım kurumsal ya da bireysel<br />

üyelik gerektirmektedir.<br />

Sonuç<br />

Uzun yıllardır tıbbi bilgiye ulaşmada temel kaynaklar kitaplar ve alanında<br />

geçerliliği kanıtlanmış tıbbi dergiler olmuştur. Bilgisayar ve internet teknolojilerindeki<br />

ilerlemeler sonucunda birçok biyomedikal veri tabanı kullanıma girmiş ve çoğu zaman<br />

araştırmacılar tarafından bilgiye hızlı ulaşmak amacıyla tercih edilir olmuşlardır.<br />

Ancak bu veri tabanlarının çokluğu ve içeriklerinin genişliği nedeniyle ulaşılmak<br />

istenen bilginin diğerleri arasından seçilmesi ciddi zaman kayıplarına neden<br />

olmaktadır. Araştırmacıların güvenirliği kanıtlanmış veri tabanlarını yakından<br />

tanımaları ve bu veri tabanlarında etkin arama yapabilmek için gereken bazı teknikleri<br />

bilmeleri zaman kazandırıcı olacaktır.<br />

39


Kaynaklar<br />

1. Akobeng, A. K.: Principles of evidence based medicine. Archives of Disease in Childhood, 2005,<br />

90(8):837-840.<br />

2. Bundy, A.: Arguments about propositions. In: Budy, A (Ed). The computer modelling of<br />

mathematical reasoning (Digital edition, pp 13-52). Edinburgh: The University of Edinburgh,<br />

Informatics Forum, 2010<br />

3. Peh, WCG., and Ng, KH.: Effective medical writing. Singapore Medical Journal, 2010, 51(1):10-14<br />

4. Rosenberg, W. M., Deeks, J., Lusher, A., Snowball, R., Dooley, G., and Sackett, D.: Improving<br />

searching skills and evidence retrieval. Journal of the Royal College of Physicians of London, 1998,<br />

32(6):557<br />

5. Sackett, D. L., Rosenberg, W., Gray, J., Haynes, R. B., and Richardson,W. S. Evidence based<br />

medicine: what it is and what it isn't. British Medical Journal, 1996, 312(7023):71-72<br />

40


İletişim<br />

Prof. Dr. Ahmet ERÖZENCİ<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı<br />

Bir senaryoyla başlayalım:<br />

Yıllardan beri varlığını demirbaş olarak gördüğümüz arkadaşımızın,<br />

aileden birinin, bir yakın dostun veya sadece adını bildiğimiz komşunun, iş<br />

yerindeki meslektaşımızın hasta olduğunu öğreniriz günün birinde. O kişi<br />

daha evvelden de hasta olmuştur: nezle olmuştur, grip olmuştur, akciğer<br />

enfeksiyonu geçirmiştir – ama bu kez hastalığı bize bildiren kişi, onun “hasta”<br />

olduğunu kısık sesle söylüyordur, sesinde gizemli bir tonlama vardır. O kadar<br />

gizemlidir ki bu tonlama, elimizde olmadan hastalığın ne olduğunu sorarız,<br />

korku ve merakla. Yanıt daha kısık bir sesle gelir: “Kanser.”<br />

İşte bunu öğrendiğimiz anda elindeki değerli tası kırmış ve içindekileri<br />

yere düşürmüş rolü yapması gereken kişinin kimliğine bürünürüz. Bu, ne<br />

yapılması gerektiğini bilmeme konumudur. Söylenen sözler klasik ve bir o<br />

kadar da yapaydır:<br />

“Nasıl yani?”<br />

Mantıklı düşünüldüğünde yanıtı olmayan bir sorudur bu. Sorulan, nasıl<br />

kanser olunduğu mudur, o kişinin nasıl kanser olduğu mudur, kanserin neden<br />

olduğu mudur, o kişinin neden kanser olduğu mudur, yoksa, “Hayır, o kanser<br />

olamaz, doğru değil söylediğin,” yargısının kısaltılmış hali midir?<br />

Veya, “Yapma yahu, ciddi misin?” sorusu. Burada yine o kişinin kanser<br />

olduğuna inanmazlık vardır. Ama sorunun yapısına gramer kuralları açısından<br />

bakıldığında, haberi veren kişiye inanmazlık olduğu ortaya çıkar. Yine mantıklı<br />

düşünülürse, tabii ki ciddi olacaktır, konuşulan dalga geçilecek veya yalan<br />

söylenecek bir konu değildir ki.<br />

Belki de bu durumda sorulacak en akılcı soru, “Kendisinin haberi var<br />

mı?” sorusudur. Yine ve bir kez daha mantıklı düşünüldüğünde, kişinin<br />

hastalığından ilk olarak kendisinin haberdar olması beklenir. Ama ülkemizde<br />

maalesef – çoğu konuda olduğu gibi- kanser konusunda da o denli yapaylık,<br />

rol yapma ve ileride göreceğimiz gibi, bunlar nedeniyle paylaşmaktan kaçma<br />

vardır ki, haberi alan kişinin, hastanın hastalığından haberi olduğunu<br />

doğrulamak istemesi doğal karşılanmalıdır.<br />

Aslında hastanın hastalığını bilmesinin, haberi alan kişiyi nasıl<br />

etkileyeceğini de öngörmek bir yerde çok güçtür. Dostum dediğiniz birinin<br />

kanser olduğu ama kendisinin bunu bilmediği haberini aldığınızı düşünün.<br />

Karşılaştığınızda, onun “kanser” olduğu bilgisi altında ezilecek, doğal<br />

davranmakta güçlük çekeceksiniz. Aksi olursa, yani haberi varsa, bu sefer<br />

41


klasik “Geçmiş olsun, nasılsın?” veya “Nasıl oldu?” veya “Çok üzüldüm,”<br />

dışında ne denebilir ki? Hasta, “İyiyim,” derse ne diyebiliriz, çok kötü olduğunu<br />

söylerse ne dememiz gerekir?<br />

Kaldı ki, iyilik veya kötülük hallerinin tanımı nedir? İyi olmak, kişinin<br />

gücünün yerinde olması, bankaya yürüyerek gidebilmesi, hoşlandığı fiziksel<br />

aktiviteleri yapabilmesi midir, yoksa kafa ve ruh sağlığının yerinde olması mı?<br />

Kötü olmak çok ağrısı olmak mıdır; kanserin adı, bilinmezliği, geleceği<br />

öngörememek kaygılarıyla kendini iyi hissetmemek mi? Hasta muhakkak<br />

üzülmüştür, ama bizim üzüntümüzle onun üzüntüsü aynı içerikte midir?<br />

Hastayla hastalığını, şikayetlerini, tanı konana kadar gittiği doktorlarda<br />

olanları, yapılan tetkikleri ve nihayet olayın adının nasıl konduğunu mu<br />

konuşmak gerekir yoksa hiçbir şey yokmuş gibi davranarak havadan sudan<br />

mı konu açmalı?<br />

“Nasıl oldu?” sorusuyla öğrenmeyi hedeflediğimiz, kişisel merakımızı<br />

gidermek, detayları öğrenmek ve olayı başkalarına naklederken salt, “O<br />

kanser,” demek yerine ayrıcalıklı bilgiye sahip olduğumuzu, dolayısıyla<br />

naklettiğimiz kişiden daha üstün olduğumuzu ortaya çıkartacak bir bilinçaltı<br />

suali midir, yoksa söyleyecek söz bulamadığımız için sorduğumuz ve yanıtını<br />

dinlemediğimiz bir basit soru mu?<br />

Görüldüğü gibi, hastalık denilen bir bilinmez sadece hastayı değil, onun<br />

çevresinde olan kişileri de etkiler. Etkileşim, hastaya olan yakınlığımıza göre<br />

değişir. Hasta uzaktan tanıdığımız biriyse, ilgi ve etkilenmemiz sadece sözel<br />

bazda kalır. Aileden biriyse tanının öğrenildiği gün itibariyle gündemi tümüyle<br />

işgal eden, çaresizliğin, bilinmezliğin, üzüntünün dışa vurumu olan<br />

gözyaşlarıyla devam eder. Aslında yakınlarımızın hastalığında değişik<br />

dışavurumlarla ortaya çıkan reaksiyonların ortak bir paydası vardır: hasta olan<br />

kişiye ulaşamamak. O ayrı bir boyuttadır artık, hastadır. Daha da ötesi<br />

“kanserdir.”<br />

Şimdiye kadar kimseye kötülük etmemiş bu kişinin nasıl olup da kanser<br />

olduğunu düşünmeye, kendimizle tartışmaya başlarız. Konunun uzmanı<br />

olmamamız nedeniyle hiçbir zaman bilmediğimiz ama kulaktan duyduğumuz,<br />

saçların dökülmesine, bulantılara, kusmalara, kilo kaybına, kimi zaman organ<br />

kaybına yol açacak o “vahşi” kanser tedavilerini nasıl kaldırabileceğini<br />

öngörmeye çalışırız. Hiç telaffuz edilmese de ölüm fikri de bir yerlerde vardır,<br />

belli bir gelecekte o kişi hastalığından ölecektir. Ölecek olmasına üzülme,<br />

kimin için ne zaman olacağı bilinmeyen bu olaydan çok önce başlar.<br />

Melodramatik bir yaklaşımla o bunları yaşarken, kendi “normal” yaşamımızı<br />

nasıl sürdüreceğimizi düşünürüz. “Keşke onun yerine ben kanser olsaydım,”<br />

cümlesine kadar varır bu yaklaşımlar.<br />

Belli bir noktada tedavi başlar, olasıdır ki ilk başlarda hasta kendini<br />

giderek daha iyi hissediyordur, ameliyatı atlatmıştır, tedavilerin yan etkileri<br />

beklendiği kadar fazla değildir. Bu noktada konuşmalar yön değiştirir, diğer<br />

akrabalarla konuşulurken, “Ah bilseniz ne kadar etkilendim, üzüntüden<br />

geceler boyu uyuyamadım, ağzıma lokma koymadım,” gibi cümlelerle herkes<br />

kendisinin ne kadar daha çok etkilendiğini kanıtlamaya çalışır.<br />

Yaşanan ikilem nedir? Yanıtı kimsenin tam olarak bilmemesine karşın<br />

şu söylenebilir: kesin doğruları olmayan bir yolda hastaya yakınlığımızla,<br />

42


kültürümüzle, birikimimizle en doğruyu bulmaya çalışmak. Peki bu nasıl<br />

gerçekleşebilir?<br />

Bu bölümde bahsettiğim “en doğru”nun iletişim üzerinden nasıl<br />

gerçekleşebileceğini anlatmaya çalışacağım.<br />

İletişim Türk Dil Kurumu sözlüğünde, ‘Duygu düşünce ve bilgilerin akla<br />

gelebilecek her yolla başkalarına aktarılması’, olarak tanımlanıyor. Aynı<br />

sözlükte iletişimle ilgili birleşik sözler de var: iletişim ağı, iletişim araçları,<br />

iletişim merkezi, iletişim ortamı, iletişim uzmanı gibi...<br />

Bunlardan iletişim araçlarına baktığımızda akla ilk gelenleri şu şekilde<br />

sıralayabiliriz:<br />

1. Bilişsel iletişim araçları: Sanal ortamda bilgi teknolojilerinin kullanımıyla<br />

yapılan iletişim (örnek: e-posta)<br />

2. Görsel-işitsel iletişim araçları: Göz ve kulağımıza hitap eden<br />

multimedya teknolojileriyle yapılan iletişim (örnek: televizyon, sinema)<br />

3. Telekomünikasyon iletişim araçları: Göz ve kulağımıza hitap eden<br />

elektromanyetik teknolojilerle yapılan iletişim (örnek: cep telefonları)<br />

4. Grafik iletişim araçları: Yazı ve çizgi ile yapılan iletişim ( örnek:<br />

gazeteler, mektuplar)<br />

5. Organizasyon iletişim araçları: Ekipler aracılığıyla gerçekleştirilen<br />

iletişim (örnek: fuarlar, konferanslar)<br />

6. Sanatsal iletişim araçları: Her türlü sanat faaliyeti ile yapılan iletişim<br />

(örnek: konser, tiyatro, animasyon)<br />

Dikkat edilirse, yukarıda sıraladığım iletişim araçlarının hemen hepsi,<br />

günümüz dünyasına uygun olarak teknik yollardan bahsediyor. Ancak biz<br />

doktorlar “insan”la ilgileniyoruz; hemen her gün onlarca hasta yaşam<br />

kalitelerini bozan bir takım şikayetlerle bize geliyor, dertlerine umar olmamızı<br />

istiyor ve biz bu hastalarla, doğaçlama tiyatro yapan oyuncular gibi, önceden<br />

hazırlık yapma olanağımız olmayan bir senaryo içinde konuşmak zorundayız.<br />

Dolayısıyla, bizlerin iletişim araçlarımız yukarıdakiler değil. Doktor olarak<br />

algılara, duygulara, belleğe hitap etme durumundayız; bunu yaparken de<br />

sadece kelimelerimizi ve vücut dilimizi kullanabiliriz.<br />

Yapılan çalışmalarda kişiler (aile, arkadaş, eş veya burada konumuz<br />

olan meslektaş, hasta, hasta yakını, yardımcı sağlık personeli) arası iletişimi<br />

kolaylaştıran veya zorlaştıran bazı faktörlerin olduğunu ortaya koyulmuştur:<br />

Geçmiş deneyimler: Geçmiş deneyimlerin yaşadığımız güne ışık<br />

tuttuğu bir gerçek. Deneyimlere sadece yaşadığımız olaylar olarak<br />

bakılmamalı; büyüdüğümüz aile ortamı, gerginlik olan veya sevgi dolu bir<br />

ortamda büyüyüp büyümediğimiz, aldığımız eğitim, kurduğumuz arkadaşlıklar,<br />

dostluklar ve nihayet başımızdan geçenler...<br />

Hastalıklar açısından bakarsak, kanser tanısı konan birinin bir yakını<br />

aynı hastalıktan ölmüşse, hele ölüm uzun ve sancılı bir süreç sonunda<br />

olmuşsa, günün birinde aynı tanıyla karşılaştığında doğal olarak kendisini<br />

onunla özdeşleştirir. Bu da korku ve paniğe yol açar. Dolayısıyla doktor olarak<br />

görevlerimizden biri, anamnez esnasında hastanın geçmiş deneyimlerini<br />

öğrenip böyle bir durum varsa, her hastanın tedaviye farklı yanıt verdiğini,<br />

43


olumsuz bir örneğin genellenemeyeceğini vurgulamak, hastayı geçmişten<br />

bugüne çekmek olmalıdır.<br />

Yaş: Erik Erikson’a göre insan gelişiminde sekiz değişik psikososyal<br />

dönem vardır:<br />

Bebeklik dönemi (0-18 ay): Bu dönemde bebek beslenme, giydirilme,<br />

altının temizlenmesi gibi eylemler nedeniyle anne babasına bağımlıdır. Şefkat<br />

ve sevgi görür. Ağladığı zaman kendisiyle hemen ilgilenilmesi, acıktığı zaman<br />

beslenmesi bebekte çevresine yönelik güven duygusunun gelişmesini sağlar.<br />

Erken çocukluk (2-3 yaş): Çocuk tuvaletini söylemek gibi bazı fiziksel<br />

eylemlerde beceri kazanır, bu da bir ölçüde kendine güvenmesini, kendini<br />

bağımsız hissetmesini sağlar.<br />

Okul öncesi (3-5 yaş): Çocuk oyunlar kurarak çevresini kontrol ettiğini<br />

hissetmeye başlar. Hayal gücünü olabildiğince kullanmaya başlamıştır. Bu<br />

dönemde ebeveyn çocuğu olabildiğince cesaretlendirmeli, örneğin tahta<br />

blokları üst üste koymayı beceremediğinde, “Bu kadar basit bir şeyi bile<br />

yapamıyorsun,” veya oyuncak askerini uçuran çocuklarına, “Saçmalama,<br />

insan hiç uçar mı?” gibi olumsuz cümleler kullanmak yerine destekleyici<br />

olmalıdırlar. Okul öncesi dönemde gereğinden fazla eleştirilen çocuklarda<br />

ileride suçluluk duygusu gelişebilir.<br />

Okul dönemi (6-11 yaş): Çocuğun sosyal çevresi genişler, beceri artar.<br />

Okuma yazmayı öğrenmesi, problem çözebiliyor olması kendine olan<br />

güveninin gelişmesine yol açar. Becerileri aileleri tarafından desteklenen<br />

çocukların kendilerine olan güvenleri artar; aksi şekilde davranılanlarda ise<br />

aşağılık duygusu, bir şey yapamama kaygısı ortaya çıkabilir.<br />

Ergenlik dönemi (12-18 yaş): Bireyin kişiliğini kazandığını,<br />

özgürlüğünün sınırlarını araştırdığı dönemdir. Erginliğe geçiş döneminde<br />

karakter değişiklikleri olabilir; artık çocukluktan çıkmakta olan birey ebeveyni<br />

tarafından kontrol edilmek istemeyebilir. Kişisel gelişimin en güç evrelerinden<br />

biri olan bu dönemde yumuşak ve anlayışlı yaklaşım, bireyin ileride kendine<br />

güvenen biri olmasına katkıda bulunacaktır.<br />

Gençlik dönemi (19-40 yaş): Burada kişinin odaklandığı, sosyal<br />

çevresinin de genişlemesiyle, yakın ve sevgi içeren ilişkiler kurmaktır.<br />

Kurduğu ilişkilerdeki sağlamlık, bireyin iş yaşamında da başarılı olmasına<br />

katkıda bulunan etmenlerden biridir. Dilediği yakınlıkta ilişki kuramayan kişi<br />

kaçınılmaz bir şekilde yalnızlığa itilir, sosyal olmayan, yalnız yaşayan bir<br />

karaktere bürünür.<br />

Erişkin dönemi (40-65 yaş): Bireyin kalıcı olmaya çalıştığı dönemdir.<br />

Bunu çocuk sahibi olarak (neslinin sürmesini sağlayarak) veya yaşadığı<br />

çevreye yararlı işler yaparak gerçekleştirebilir. Geride anımsanacak bir şey<br />

bırakmadıkları hissine kapılan kişilerde ise bu dönemde, yaşın da<br />

ilerlemesiyle birlikte, başarısızlık, geçen yılların boşa harcandığı duygusu<br />

vardır.<br />

Olgunluk dönemi (65 yaş – ölüm): Kişinin yaşamını sorguladığı,<br />

hesaplaşmasını yaptığı dönemdir. Bu hesaplaşmadan olumlu sonuçla çıkan<br />

kişilerde tatmin duygusu vardır, ölüm ve hastalıkları bile sakin bir şekilde<br />

karşılarlar.<br />

44


Bir hastanın seyir defterini de benzer bir şekilde ele alabiliriz:<br />

Tanının öğrenildiği dönem<br />

Hiç kimse kendini hastalığa hazırlayamaz. Yaşamdaki diğer olayların<br />

aksine hastalık öngörülemeyen bir olgudur; hastalarda doktorlarından<br />

şikayetlerinin önemsiz olduğunu duyma umudu vardır. Dolayısıyla tanı<br />

konulduğu zaman çoğu kişi beslenmek, giydirilmek için başkasına gereksinimi<br />

olan bebek gibidir, bir anlamda boşluğa düşer. Yalnız olmadığını hissetmek<br />

için, doktordan hastalık sonlanana kadar güvencesini duyumsamak ister.<br />

Tedavi başlamadan önceki dönem<br />

Tanı konmasıyla tedaviye başlanması arasındaki süreci erken<br />

çocukluk, okul öncesi ve okul çağı dönemlerinin bir bileşimi olarak görebiliriz:<br />

kafa karışıklığı dönemi. Tuvalet becerisini kazanması büyümekte olan çocukta<br />

nasıl güven artmasına neden oluyor, öte yandan giderek yaşının ilerlemesiyle,<br />

“Derslerine yeteri kadar çalışmıyorsun”, “Yemeğini bitirmezsen büyümezsin,”<br />

gibi söylemlerle bu güven nasıl sarsılıyor, ikilemde kalıyorsa; kanser hastası<br />

da, kendisine sunulan doktorun kendine sunduğu tedavi seçenekleri, aile<br />

bireylerinin, komşularının veya tanıdıklarının önerdiği bir başka doktora gitme,<br />

ikinci görüş alma, günümüzde çok moda olan alternatif tıp yaklaşımı,<br />

tamamlayıcı tedaviler, kanseri iyi ettiği söylenen besinlerin yenmesi gibi<br />

verilerle tam bir kafa karışıklığına sürükleniyordur. Burada hasta yakınları tabii<br />

ki iyi niyetle, yaşadıkları bilinmezlik ve çaresizlik içinde bir şeyler yapabilme<br />

güdüsüyle hareket etmektedirler, ancak hastanın ihtiyacı daha fazla kafa<br />

karışıklığı değil dinginliktir. Tabii ki herkes ikinci bir görüş alabilir, tabii ki<br />

değişik tedavi seçenekleri araştırılabilir ancak hasta doktoruna güveniyorsa,<br />

yapılması gereken tedavi sürecini başlatmak ve bu süreçte de hastanın<br />

yanında olunacağını vurgulanmaktır.<br />

Tedavi süreci<br />

Bu dönemi, ergenlik, gençlik ve erişkin dönemlerinin bileşimi, yani<br />

olgunluğa hazırlanma dönemi olarak ele alabiliriz. Sadece ameliyat olarak<br />

iyileşen hastalarda olgunluk dönemine geçiş daha kısa sürer, daha uzun<br />

süreli (örneğin kemoterapi) görenlerde ise, bu tedavilerin uzun olması<br />

nedeniyle geçiş de zaman alır. Ama ortak payda, ameliyat sonrasında veya<br />

ilaç tedavisine ara verildiği dönemlerde hastanın kendini iyi hissetmesi,<br />

olayların kendi kontrolünde olduğunu algılamasıdır. Yan etkiler veya<br />

enfeksiyon riski nedeniyle yaşam hareketliliği sınırlanmış olan hasta evinden<br />

çıkmaya, sosyal çevresiyle yeniden görüşmeye başlar. Bu süreç aynı<br />

zamanda çoğu hasta tarafından kendisiyle hesaplaşma, yaşamda neler<br />

yaptım, nerden nereye geldim ve geriye anımsanacak ne bıraktım<br />

sorgulamasının yapıldığı dönemdir. Doktorun ve yakınlarının desteğiyle bu<br />

sorgulama sürecinden, pişmanlık duyguları yerine, o ana dek yaptığı<br />

muhasebeden memnun olmasa bile, önümde daha yaşanacak yıllar var<br />

düşüncesiyle çıkan hasta, kendisine yeni hedefler koyabilir veya olduğu<br />

konumdan daha ileri nasıl gidebileceğini belirler. Bu açıdan bakıldığında her<br />

hastalık bilene yaşam felsefesi olarak çok şey öğretebilen bir hastalıktır.<br />

45


Kültür düzeyi ve sosyoekonomik durum: Hastanın kültür-eğitim<br />

düzeyi, sosyoekonomik durumu tanı konduğu zaman ortaya çıkan tepkilerde<br />

belirleyici bir rol oynar. Burada, iki ana grup ve tümüyle farklı davranış-tepki<br />

türü çıkıyor karşımıza: yukarıdakiler ve aşağıdakiler.<br />

a. Yukarıdakiler: Her ne kadar kültür düzeyi yüksek birinin doktoruyla<br />

daha kolay iletişime gireceği, kendisine anlatılanları daha kolay<br />

kavrayacağı ve dolayısıyla kanseri kabullenmesinin daha kolay olacağı<br />

beklenirse de, burada bir tezat söz konusudur. Kültürlü biri organlarının<br />

işlevini daha iyi bildiği için sonuçları öngörebildiğinden, hastalığın<br />

yaşamının nasıl etkileneceği yönünde olumsuz senaryolar yazacak ve<br />

bu da panikleme, korkma, depresyona girme, reddetme aşamalarının<br />

daha uzun süre yaşanmasına yol açacaktır. Bu durumda, doktor<br />

kendilerini ne kadar sabırla dinler, söyledikleri hakkında görüş belirtir,<br />

önerdiği tedaviyi sanki hastanın kendisi öneriyormuş gibi bir hava<br />

yaratırsa, o oranda aradaki iletişim artar ve hastanın gerek hastalığını<br />

gerekse tedaviyi kabullenmesi kolaylaşır. Oynanan ikili oyunda aslında<br />

hasta da artık kontrolün kendisinde olmadığını biliyordur, ama önemli<br />

olan şekilsel de olsa idareci konumunu korumasıdır.<br />

b. Aşağıdakiler: Kültür düzeyi düşük kişiler ise hastalıklarını daha rahat<br />

kabullenirler. Bu grup hastaların büyük bölümünün alt gelir grubundan<br />

olduğu da göze alınırsa, bir anlamda zaten yaşamları boyunca tek<br />

başlarına savaş vermişler, başlarına geleni kabullenmeyi<br />

öğrenmişlerdir. Hastalık halinde kendileriyle birlikte savaşacak<br />

doktorun olmasını memnuniyetle karşılarlar. Bu hastalarda doktorun<br />

çektiği zorluk, dediklerinin neredeyse sorgusuz kabullenmesi<br />

karşısında hastadan veri alamamasıdır. Hasta yaşamını, vücut<br />

bütünlüğünü doktora emanet etmiş durumdadır, kendisiyle ilgili<br />

kararların karşısındaki tarafından verilmesini bekler. Doktor bu<br />

durumda salt tedavi edici değil, öğretici bir kimlik de kazanmak<br />

durumundadır. Hastaya hastalığını, kendisinin iyi olmak için neler<br />

yapması gerektiğini anlatması gerekir. Bu sayede hasta da tedavisinin<br />

bir parçası olur, kendisi için bir şeyler yapması gerektiğini algılar.<br />

Cinsiyet-kişilik: Cinsiyetin de gösterilen tepkilerde belirleyici etmenler<br />

arasında olduğu söylense de gerçekte tepkileri belirleyen kişilik özellikleridir.<br />

“Erkek güçlüdür, yıkılmaz, ağlamaz,” klişesinin geçerli olmadığını hepimizin<br />

gerek yaşadıkları, gerekse bilimsel çalışmalar ortaya çıkardı. Kadın veya<br />

erkek, tüm insanlarda ortak payda duyguların ve bencillik, umursamazlık,<br />

özveri vs gibi karakter özelliklerinin olmasıdır. Fark, kimisinde bir özellik daha<br />

fazla ortaya çıkarken bir başkasında farklı bir yönün belirgin olmasındadır.<br />

Kimi duygularını kelimelerle ifade eder, kimi davranışlarıyla; kimisi de<br />

dışavurum özürlüdür, olumlu olumsuz her türlü duyguyu içine atar, kendi<br />

içinde yaşar. Bu bağlamda, doktorun hastayla konuşmalarında hastanın<br />

cinsiyetine bağlı olmaksızın vereceği tepki, toplumsal rollerini ne kadar<br />

benimsedikleri ve duygularını ne kadar ifade edebildiklerini anlayıp, ona göre<br />

konuşmaktır.<br />

46


Hastaların Korkularını Gidermek<br />

Türk Dil Kurumunun sözlüğünde korku dört ayrı şekilde tanımlanıyor:<br />

1. Bir tehlike veya bir tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygı duygusu;<br />

2 . Kaygı, üzüntü;<br />

3 . Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara;<br />

4 .(psikoloji) Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında<br />

uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp ve solunum<br />

hızlanması gibi belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle<br />

kendini gösteren duygu.<br />

İlk üç tanıma bakıldığında ortak paydanın tehlike/kaygı/kötülük/üzüntü<br />

olduğu ortaya çıkıyor ama korkuyu açıklayan anahtar kelimeler dördüncü<br />

tanımda yer alıyor: “gerçek ya da beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı...” Yani<br />

korku tehlikeli bir olay karşısında ortaya çıkabiliyor, üzüntüyle birlikte olabiliyor<br />

veya üzülmeye yol açabiliyor, gerçekler korkutucu olabiliyor ve nihayet<br />

beklenen bir tehlike de korku ve ona bağlı tepkileri doğurabiliyor.<br />

Bu durumda sormamız gereken bir soru var: Hasta<br />

hastalık“gerçeğinden mi,” yoksa, “bilinmezinden mi” korkuyor?<br />

Sağlıklı olma duygusunun kaybedilmesinden doğan korku: Burada<br />

yaşanan ikilem, insanın sağlığını demirbaş olarak görmesinden<br />

kaynaklanmaktadır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde sağlık, bireyin fiziksel ve<br />

ruhsal yönden tam bir iyilik durumunda olması olarak tanımlanırken, sağlıklı<br />

kelimesinin karşısında, benzer açıklamaların yanı sıra, bir başka betimleme<br />

de var: doğru, güvenilir, gerçek... Yani sağlıklılık hali gerçekse, sağlıksızlık,<br />

sağlığın kaybedilmesi durumunu da metaforik olarak gerçek olmayan, hakiki<br />

olmayan (durum, hal) olarak tanımlayabiliriz. Ve aslında herhangi bir hastanın<br />

korktuğu da tam olarak budur: kendi gerçeğini yitirme olasılığı...<br />

Bir insanın sağlıklı konumdan sağlıksız konuma gelme serüvenini hiç<br />

düşündünüz mü? Zaman içinde hepimizin öksürük gibi veya nedensiz bir ağrı<br />

gibi şikayetlerimiz olmuştur. Çoğu kez de geçer diye beklemiş veya evde<br />

bulunan ilaçlarla durumumuzu düzeltmeye çalışmışızdır, hatta bu saydıklarımı<br />

şikayet olarak dile bile getirmemişizdir. Kendisinde normal zamanlardan farklı<br />

olarak gözlemlediği rahatsızlık yaşam kalitesini etkilemeye başladığında, kişi<br />

bunun nedenini öğrenme isteğiyle doktora diğer ve o an itibariyle bambaşka<br />

bir süreç başlar.<br />

Öncelikle, kişi doktorun kendisini dinleyeceğini umuyordur. Ancak<br />

yapılan bir çalışmada, hastaların yüzde ellisinin doktorların sorunlarını ciddiye<br />

almadıkları kanısında olduğu ortaya çıkmıştır. Bir başka çalışmada yüzde elli<br />

durumda da doktor ve hastanın sorunun ne olduğu üzerinde anlaşamadıkları<br />

belirlenmiştir. Daha şaşırtıcı bir bulgu, konuşmaya başlamalarından ortalama<br />

on sekiz saniye sonra doktorların hastanın sözünü kestikleri yönündedir.<br />

Hastanın korkusunu gidermek için doktorların öncelikle hastayı<br />

dinlemeleri, söylemeye çekindiklerini ortaya çıkartacak şekilde soru sormaları<br />

gerekir.<br />

47


Dinlemek ve duymak<br />

Dinlemek bir sanattır. Herkeste, ama bilhassa doktorlarda olması<br />

gereken bir özelliktir ve beraberinde söylenenleri duyabilme yeteneğinin de<br />

olması gerekir. Her ne kadar dinlemek ve duymak koşut algılanan iki<br />

kavramsa da birbirlerinden farklıdırlar. İnsan karşısındakini dinlediğinde,<br />

konuşan kişinin söylediği soyut kavramları, kendi deneyimlerine göre yorumlar<br />

ve sonuca varır.<br />

Bir örnekle belirtmek gerekirse, birisi bir nedenden ötürü çok kızdığını<br />

söylediğinde, dinleyici olarak yaptığımız, kendimiz çok kızdığımızda neler<br />

hissettiğimizi anımsamak ve refleks olarak onun da aynı duyguları yaşadığını<br />

varsaymaktır. Bundan da öte, yine refleks olarak aynı durumda ben de kızar<br />

mıydım sorusunu kendimize sorar ve yanıt olumsuz gelirse, “Bunda da<br />

kızılacak ne var?” diye onun duygularını paylaşmama yönüne gideriz.<br />

Duyma yeteneği olan doktor ise, hasta duygulardan bahsettiği zaman,<br />

kendi deneyimlerinden sıyrılır ve kendini karşısındakiyle özdeşleştirmeye<br />

çalışır; yani karşısındakini dinlerken yargılayıcı değildir. Önyargılarından<br />

sıyrılmış ve bir anlamda beynini boşaltmış olarak dinliyor ve duyuyordur.<br />

Doktor, tanı aşamasında hastasıyla, gereğinde onun iç dünyasına<br />

girmeyi, kimi zaman yakınlarına bile söylemediği endişeleri, kuşkuları<br />

kendisine açmasına sağlayacak bir güven ilişkisi kurmalıdır. Bu açıdan da<br />

hastaya, kendisinin bir dizi hastası içinde altı haneli bir protokol numarasından<br />

ibaret biri olarak görülmediği güvencesini vermek, onun özel biri olduğunu<br />

hissettirmek önemlidir. Hasta zaten kendini özel biri olarak görüyordur.<br />

Yakalanma olasılığı milyarda bir olan bir hastalığa yakalanmış olduğunda<br />

hasta için bu oran artık bir anlam taşımaz, hasta olan kendisidir, dolayısıyla<br />

oran onun için yüzde yüzdür.<br />

Ağrı çeken bir hastaya, “Ama kan tetkikleriniz çok iyi durumda olmanız<br />

gerektiğini gösteriyor,” demenin anlamı yoktur. Hastayı ilgilendiren tetkik<br />

sonuçları olduğu kadar yaşam kalitesidir. Doktor, laboratuar ve röntgen<br />

sonuçları gibi nesnel veriler kadar, hatta onlardan da öte, hastanın<br />

yakınmalarına kulak vermeli, ruhsal durumuyla ilgilenmelidir; ilgi gördükçe<br />

hasta yaşadıklarını onunla paylaşmaya açık olur.<br />

Doktor, salt mesleği itibariyle bile olsa farklıdır. Hasta açısından<br />

bakıldığında hastalığa çözüm bulacak olan kişidir ve hasta –farkında olmasa<br />

da- doktordan hastalığının sadece fiziksel yönüne değil, yaşamakta olduğu<br />

sürecin her yönüne çözüm bulmasını beklemektedir. Dolayısıyla korkusunu<br />

söylediğinde, bunun nedenlerinin doktor tarafından açıklanmasını bekler.<br />

Hastalıklar nasıl reçeteye yazılan birkaç ilaçla tedavi ediliyorsa, duygusal<br />

çalkantısına doktorun birkaç maddelik öneriyle çare bulmasını bekler.<br />

“Endişelenmeye gerek yok,” cümlesini duymak istemez, tam tersine<br />

endişelerinde haklı olduğunu, geçerli nedenlerinin bulunduğunu ancak<br />

endişesinin tedavi edilebileceğini işitmek ister.<br />

Doktorun bu durumda hastasına vereceği en büyük güvence,<br />

yaşamakta olduğu duygusal karmaşada yalnız olmadığıdır. Hemen her<br />

hastasın benzer deneyimlerden geçtiğinin, bu deneyimlerin olayın doğal<br />

seyrinin bir parçası olduğunun, yaşamını korku, endişe, yanıtını kimsenin<br />

bilmediği sorulara endeksli sürdürmesinin tedaviye katkıda bulunmayacağının,<br />

48


olumsuz duygulardan kurtulmanın bir yerde zamana bağlı olduğunun,<br />

duygusal karmaşanın basit birkaç öneriyle bugünden yarına geçmeyeceğinin,<br />

ancak tedavi sürecindeki her aşamanın birlikte yaşanacağının, deneyimiyle<br />

kendisine yol göstereceğinin anlatılması hastayı bir ölçüde rahatlatabilir.<br />

Beden dilinin önemi<br />

Toplumumuzda hasta yakınları doktorun, hasta da hem doktorun hem<br />

de yakınlarının kendisinden bir şeyler sakladığı konusunda hâlâ ön yargılıdır.<br />

Her şey açıkça söylense bile bu düşünceden kurtulmak güçtür. Tanının<br />

öğrenilmesiyle birlikte zaten yaşanmakta olan duygu karmaşasına şüphecilik,<br />

kendine söylenenlere inanmama eklendiği takdirde yaşam hasta için daha<br />

çekilmez hale gelir.<br />

Doktorun ilk görevlerinden biri hastadaki olası şüpheciliği daha ortaya<br />

çıkmadan yok etmektir. Bunun için de yapması gereken şey çok basittir:<br />

konuşurken gözlerine bakmak. Söylenen ne olursa olsun –ister tedavinin yan<br />

etkileri, ister hastalığın ne kadar yaygın olduğu- göz teması kurularak yapılan<br />

konuşma sonucunda hasta kendisinden bir şeyin gizlenmediğinden emin olur.<br />

Daha da önemlisi, doktorun açık biri olduğunu, ona güvenebileceğini algılar.<br />

Bu algılama hastada, doktoruna soracağı sorulara doğru ve dürüst yanıtlar<br />

alacağı güvencesini oluşturur ki, karşılıklı güven zaten bir iletişimin temel<br />

öğesidir.<br />

Kullanılan dil<br />

İnsanlar arasındaki iletişimin temel öğelerinden biri kişilerin aynı dili<br />

kullanmasıdır. Bilinen bir fıkradır: Temel ve Dursun bankta otururken<br />

yanlarına bir yabancı yaklaşmış. İngilizce olarak gitmek istediği yere nasıl<br />

gidebileceğini sormuş. İkisi de İngilizce bilmediklerinden yanıtlayamamışlar.<br />

Yabancı aynı soruyu Almanca, Fransızca, İspanyolca tekrarlamış. Temel ve<br />

Dursun’dan yine yanıt alamamış ve söylenerek yanlarından ayrılmış. Temel<br />

Dursun’a dönmüş, “Bak,” demiş, “bir de dil bilmek önemli derlerdi. Adam onca<br />

dil biliyor ama derdini bir türlü anlatamıyor.”<br />

Hastayla konuşurken kullanılan dilin anlaşılır olması çok önemlidir ve<br />

burada görev doktora düşmektedir. Doktor mutlak surette açıklayıcı ve<br />

karşısındakinin anlayabileceği, yoruma yer bırakmayacak kelimelerle<br />

konuşmalıdır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, tetkikleri inceledikten sonra<br />

hasta ve yakınlarına dönüp, “Mediastendeki genişleme vena cava superiora<br />

baskı yapıyor bu da vena cava superior sendromuna neden oluyor. Ayrıca<br />

konstitüsyonel semptomlarınızın olması, AST ve ALT’nizin elave olması<br />

ekploratris laparotomi yapılmasını gerektiriyor, sonrasında da büyük bir<br />

olasılıkla sitotoksik tedavi gerekir,” diye konuşulduğunda, doktor haricinde<br />

kimsenin bir şey anlamayacağı kesindir.<br />

Doktor öncelikle, şayet biliniyorsa ve tedavide etkisi varsa, hastalığın<br />

nedenlerini açıklamalıdır. Bu şekilde neden-sonuç ilişkisini irdeleyen bir<br />

yaklaşım, yaşamakta olduğu bilinmezlik içinde hastanın kanseri bir ölçüde<br />

anlamasına yardımcı olur.<br />

Doktor konuşmasında tedavi süresini, tedavinin yan etkilerini de<br />

olabildiğince açık olarak anlatmalıdır. Hasta yakınları genellikle kanser<br />

tanısıyla sarsılmış olan hastalarına daha fazla olumsuz haber verilmesini<br />

istemezler. Fiziksel açıdan zorluklara yol açacak yan etkilerin<br />

49


ahsedilmesinden hoşlanmazlar. Ama unutulmamalı ki, zaten hastalık<br />

bilinmezliğinin içine çekilmiş olan hastanın, tedaviyle ilgili olarak da bir<br />

bilinmezlik yaşaması halinde toparlaması daha güç olacaktır.<br />

Doktorun en önemli görevlerinden biri hastayı rahatlatmaktır. Bunun<br />

için de ilk adım hastaya destekleyici bir tutumla yaklaşmaktır. Destekleyici<br />

konuşmada doktor zaman ayıran, hastanın söylemek istediği her şeyi<br />

dinleyen kişidir. Hastalığı ayrıntılı olarak anlatır. Hastasını anlamaya çalışır.<br />

Empati duyduğunu hissettirir. Konusunda otorite olduğunu kesin bir şekilde<br />

ortaya koyar. Ama otoritesini hastayı sınırlama, soruları dinlememe yönünde<br />

kullanmaz. İyi, kötü, doğru, yanlış gibi sıfatlar kullanmayan, yargılayıcı<br />

olmayan, esnek bir yapıdadır. Böyle bir yaklaşım hastayı olduğu kadar hasta<br />

yakınlarını da rahatlatır. Daha da önemlisi doktorun onlardan kişilikleri<br />

hakkında veri almasını ve tedavi süreci uzadıkça nasıl davranacaklarını<br />

öngörmesini sağlar.<br />

Kelimelerin yorumlanması<br />

İletişimi belirleyen diğer bir önemli öğe kelimelere yüklenen<br />

anlamlardır. Kimi zaman aynı kelime iki kişi tarafından farklı yorumlanabilir.<br />

Söz konusu farklılık kişinin kültürü, deneyimleri, Türkçe bilgisi, ruh hali gibi<br />

etmenlere bağlıdır.<br />

Hastalar hastalık tanısını öğrendikleri aşamada inanmama, şaşkınlık,<br />

sorgulama benzeri duygu karmaşaları yaşarlar. Doktor hasta ve yakınları ile<br />

konuşurken, hastalığı ve tedaviyi anlatırken, ne kadar açık olsa da,<br />

söyledikleri karşısındakiler tarafından tam olarak duyulmayabilir. Bu nedenle,<br />

bilhassa tedaviden beklediği sonuçlardan bahsederken kesin konuşmaktan,<br />

“Bu tedaviyi olan hastaların yüzde sekseni iyileşti,” gibi bir cümle<br />

kullanmaktan kaçınmalıdır. Hasta doğal olarak kendisinin de iyileşen gruba<br />

dahil olacağını umar, ama, “Ya ben iyileşmeyen yüzde yirmiye girersem?” gibi<br />

bir soru sorduğunda, yanıt vermek çok güçtür. Bu soruyu dile getirmese de,<br />

kafasında düşünüyor olması bile ruh halini olumsuz etkiler.<br />

Yanlış anlamaya yol açan nedenlerden birisi de, hastayı hastalığı ve<br />

tedavi seçenekleri hakkında bilgilendirirken verilerin tümünü ortaya koymadan<br />

ondan karar vermesini beklemektir. Hastalığının tedavisinde ameliyat veya<br />

ilaç tedavisi seçenekleri olduğu söylenen bir hastadan, bu tedavilerden elde<br />

edilen sonuçlar arasında fark olup olmadığı, uzun dönemde hangisinin daha<br />

etkin olduğu belirtilmeden bir seçim yapması istendiğinde hasta tamamıyla<br />

ameliyat-ilaç kelimeleri üzerine odaklanacağı için göreceği fayda ikinci planda<br />

kalacaktır.<br />

Ameliyat kelimesi anestezi, bıçak, vücut bütünlüğünün bozulmasıyla<br />

özdeşleştirildiğinden tercih çoğu zaman ilaç tedavisinden yana olacaktır. Öte<br />

yandan belki doktor ilaç tedavisini sadece hastasını bilgilendirmek amacıyla<br />

söylemiştir. Hasta bir kez tercihini yaptıktan sonra değiştirmesini sağlamak<br />

çok güçtür. İkna olsa bile bu kez, “Acaba ilaçla iyi olamayacak kadar kötü<br />

müyüm?” ikilemini yaşamaya başlar.<br />

Yanlış anlaşılmayı önlemenin en etkin yolu, tekrarlamak ve verilen<br />

mesajın yerine ulaştığını, hastaya soru sorarak doğrulatmaktır. Konuşmanın<br />

belli yerlerinde söylenenleri hastaya tekrarlattıracak sorular yöneltmek,<br />

söylenenleri değişik kelimelerle yinelemek her zaman etkili ve yararlıdır.<br />

50


Gerektiğinde hastanın ilgilendiği olaylardan, günlük yaşamdan örneklemelerle<br />

yapılan konuşmalar, en açık tıbbi konuşmadan daha yararlı olabilir. Görüşme<br />

bittiğinde doktor mutlak surette hastaya ve yakınlarına öğrenmek istedikleri<br />

başka bir şey olup olmadığını sormalı, onları konuşmaya teşvik etmelidir. Bu,<br />

hem hastanın aklındakileri dile getirmesine yardımcı olur hem de doktorun<br />

karşısındakini dinlemeye hazır olduğunu hissettirir.<br />

Zaman ayırmak<br />

Zaman, doğru kullanıldığı takdirde, bedenimizle birlikte kontrolü<br />

elimizde olan tek tük yaşam öğesinden biri olmanın yanı sıra, aynı zamanda<br />

bir kimsenin karşısındakine verebileceği en kıymetli hediyedir. Rakamlarla<br />

tanımlanmasına karşın ölçülemeyen bir değerdir. Hal böyleyse, doktorun<br />

hastasına, yakınlarının sevdiklerine kaliteli zaman ayırmasını beklemekten<br />

doğal bir şey olamaz.<br />

Kaliteli zamandan kastım, senelerdir takip ediyor, kontrollerde sadece<br />

kan tahlillerinin sonucuna bakıyor, bu da beş dakika sürüyor olsa bile<br />

doktorun hastasına yaşamını soracağı, kendisini nasıl hissettiğini öğreneceği<br />

sohbet süresini ayırması. Böyle bir yaklaşım hastaya özel olduğunu<br />

hissettireceği gibi, örneğin kanser durumlarında, hastalığın materyal<br />

boyutunu, salt doktor-hasta bazındaki ilişkiyi geri plana atıp insancıl plandaki<br />

ilişkiyi ön plana çıkartacağından, uzun dönemde nüks veya metastaz<br />

nedeniyle ilave tedavi gerektiği durumlarda daha önceki bölümlerde söylenen<br />

duygusal çalkantıların en alt düzeyde olmasını, hastanın yeni koşullara<br />

kendini daha kolay uyumlamasını sağlayacaktır.<br />

Ortamın önemi<br />

Hastayla olan iletişimi engelleyen başka bir etmen de konuşmanın<br />

yapıldığı ortamdır. Gürültülü, telefonun çaldığı, sürekli olarak birilerinin girip<br />

çıktığı ortamda, her iki taraf –doktor ve hasta- istedikleri kadar iyi niyetli<br />

olsunlar, konuşma kesintilere uğrayacaktır. Bu durumda iletişimin istenen<br />

düzeyde gerçekleşmesi olanaksızdır. Nitelikli ve etkin iletişim için mekânsal<br />

özellikleri sağlamak doktorun yükümlülüğündedir. Ancak hasta ve yakınları da<br />

kendi açılarından verilen mesajların alınmasını engelleyen etmenleri ortadan<br />

kaldırma sorumluluğundadırlar.<br />

Burada kast ettiğim, olmadığı zamanlarda nasıl yaşadığımızı artık<br />

hatırlayamadığımız cep telefonlarının hem doktor hem de hasta yakınları<br />

tarafından kapalı tutulması veya görüşme esnasında çaldığında açılmaması<br />

gerektiği ve ayrıca doktorla görüşmeye güruh halinde gidilmemesinde,<br />

hastaya en fazla iki yakınının eşlik etmesinde yarar olduğu. Odada üç kişi de<br />

olsa, altı kişi de olsa doktorun söyleyecekleri farklı değildir. Altı kişinin<br />

söylenenleri anlama ve algılama yeteneğinin, üç kişininkinden daha fazla<br />

olduğu yönünde bir veri bulunmadığı gibi, kalabalık ortamlarda hasta doktor<br />

iletişiminin istenen düzeyde olmayacağı da kesindir. Doktor her ne kadar<br />

odadaki herkesle konuşsa da, esas ulaşmak istediği hastanın kendisidir. Daha<br />

da ötesi, fazla insan olduğunda hasta da kafasındaki –kimi zaman mahrem<br />

olabilecek- soruları doktora yöneltemediği gibi, nasıl olsa diğerleri dinliyor<br />

mantığıyla, doktorun söylediklerini tam anlamıyla duymayacaktır.<br />

51


Sonuç<br />

İletişim çok katmanlı bir edimdir ve sürekli, düzenli, sorunsuz bir iletişim<br />

için hiçbir zaman tek bir reçete yoktur. Hastayla olan iletişim zaman içinde,<br />

deneyim sonucu oluşur. Bu bölümde çok genel hatlarıyla özetlemeye<br />

çalıştığım konuyla daha derin ve detaylı bilgi almak isteyenler, doktor, hasta,<br />

hasta yakını arasındaki iletişimi konu edindiğimi Bir Türk Filmi Olarak Kanser<br />

(Ayrıntı yayınları, 2014) isimli kitabıma başvurabilecekleri gibi, aşağıda listesi<br />

bulunan kaynaklardan da yararlanabilirler.<br />

Kaynaklar<br />

1. Barraclough J.: Cancer and Emotions, Wiley press, 1994<br />

2.Berne E.: Games People Play, Harper Collins, 1968<br />

3. Dinççağ A.: Sevgili Doktorum, Anla Beni, 2003<br />

4. Tabak RS.: Sağlık İletişimi, 2003<br />

5. Siegel B.: Love, medicine and Miracles, Harper Collins, 1968<br />

52


Temel Yaşam Desteği ve Otomatik Eksternal Defibrilasyon<br />

Prof. Dr. Oktay DEMİRKIRAN<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anezteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />

Resüsitasyon Nedir?<br />

• Avrupa’ da her yıl binlerce kadın ve erkek kalp durmasından ölmektedir. Eğer<br />

Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) derhal başlarsa ölüm sık olarak<br />

önlenebilir. KPR’ ın iki önemli bileşeni vardır: göğüs basısı (kan akışı için) ve<br />

kurtarıcı soluk (akciğerlere oksijen göndermek için).<br />

• KPR beyin ve kalp gibi yaşamsal organlara hasarı önleyebilir.<br />

• Birçok olguda tek başına KPR kalbi tekrar çalıştırmaz. İyi uygulanmış KPR<br />

(özellikle göğüs basısı) defibrilasyon uygulamalarını etkin kılar.<br />

OED nedir?<br />

• Kalp aniden durduğunda (kardiyak arrest) bunun nedeni “ventriküler<br />

fibrilasyon” olarak bilinen karmaşık bir ritmdir. Otomatik eksternal defibrilatör<br />

(OED) ventriküler fibrilasyonu geri çevirmek ve kalp fonksiyonunun tekrar<br />

düzenlemek üzere kontrollü elektrik şokları verir.<br />

• OED ile ritmin kesin dönüşümü ve takiben şokun verilebilmesi için OED<br />

pedlerinin pozisyonları önemlidir.<br />

Yaşam Zinciri<br />

Yaşamın kurtarılması bir dizi ardışık adımları içerir. Her bir adım sağ kalımı<br />

etkiler. Birbirine bağlı olan bu adımlar “Yaşam Zinciri” olarak bilinir.<br />

Erken haberleşme ve yardım çağrısı<br />

Dinlenmekle geçmeyen santral göğüs ağrısında kalp krizinden<br />

şüphelenmelidir. Ağrı kol, çene ve boğaza yayılabilir. Kişi kendini hasta, zayıf, halsiz<br />

hisseder ve bolca terler. Kalp krizi ya da kalp durmasından şüphe edildiğinde acilen<br />

ambulans çağırılmalıdır. Avrupa Birliği ülkelerinde aranması gereken numara 112 dir.<br />

Erken KPR<br />

Kardiyak arrest (kalp durması) söz konusu olduğunda göğüs basısı ve<br />

kurtarıcı solunuma derhal başlamak kazazedenin yaşam olasılığını iki kat artırır.<br />

Erken defibrilasyon<br />

Birçok olguda kalp durması, ventriküler fibrilasyon (VF) denen elektriksel<br />

düzensizliğe bağlı olarak gelişir. VF de tek etkin tedavi yöntemi elektrik şoku<br />

verilmesidir (defibrilasyon). Başarılı defibrilasyon olasılığı etkin KPR uygulaması<br />

dışında her dakikada %10 oranında azalır. Otomatik eksternal defibrilatör (OED)<br />

53


kullanımı ile sağlık çalışanları dışındakilerin de defibrilasyon girişiminde<br />

bulunabilmesi olası olmaktadır.<br />

Resüsitasyon sonrası bakım<br />

Başarılı resüsitasyonu izleyerek kurtarıcılar geri dönme şansını artırabilirler.<br />

Sağlık çalışanları dışındakiler için bilinci olmayan kazazedenin “recovery”<br />

pozisyonuna alınmasını içerir. Sağlık çalışanları içinse geri dönüşü sağlayacak ileri<br />

tekniklerin kullanılmasını içerir.<br />

Temel Yaşam Desteği<br />

Temel yaşam desteğinin iki temel bileşeni vardır:<br />

• Göğüs basısı<br />

• Kurtarıcı soluk<br />

Temel Yaşam Desteği<br />

Güvenli yaklaşım<br />

Kendimiz, kazazede ve diğer kurtarıcılar için herhangi bir tehlike olmadığından<br />

emin olunmalıdır. Elektrik, gaz, trafik gibi zararlardan korunmalıdır.<br />

<br />

Yanıt kontrolü<br />

Kazazedeyi omuzlarından dikkatlice sarsarak, yüksek sesle “Nasılsın?” diye<br />

sorunuz<br />

<br />

<br />

<br />

o Eğer yanıt veriyorsa<br />

Kazazedeyi bulduğunuz pozisyonda bırakınız.<br />

Sorunu bulmaya çalışınız.<br />

Düzenli aralıklarla kazazedenin durumunu yeniden değerlendiriniz.<br />

o Yanıt vermiyorsa yardım için bağırınız.<br />

Yardım için bağır<br />

• Eğer yakınınızda biri varsa yardımına ihtiyacınız olabileceğinden beklemesini<br />

isteyin.<br />

• Yalnızsanız yüksek sesle bağırmayı deneyin ve dikkat çekin, ancak<br />

kazazedeyi terk etmeyin.<br />

Hava yolu açıklığını sağla<br />

Şuuru kapalı hastada dil geriye düşer ve hava yolunu tıkar. Başın geriye itilip,<br />

alt çenenin öne doğru çekilmesi ile dilin soluk borusunun arka tarafından ayrılarak<br />

öne gelmesi sağlanarak hava yolu açılabilir.<br />

• Hastayı sırt üstü yatırınız. Bir elinizi kazazedenin alnına yerleştiriniz ve<br />

başını hafifçe geriye doğru itiniz.<br />

54


• Diğer elin iki parmağının uçlarını çenenin alt noktasına yerleştirerek<br />

çenesini kaldırınız.<br />

• Bu işlemlerin birlikte yapılması ile hava yolu açıklığı sağlanır.<br />

Solunum kontrolü<br />

Hava yolunu açık tutarak normal solunumun olup olmadığını kontrol ediniz.<br />

Bak: Göğüs hareketlerini izleyiniz.<br />

Dinle: Solunum seslerini duyabilmek için kazazedenin ağzını dinleyiniz.<br />

Hisset: Yanağınızda hava giriş-çıkışını hissediniz.<br />

BAK, DİNLE, HİSSET<br />

10 saniyeden daha uzun olmayan kontrol süresinde düzenli solunumun olup<br />

olmadığı kararını ver.<br />

Agonal solunum<br />

Kardiyak arrestten sonraki ilk birkaç dakikada, kazazede zorlukla veya sık olmayan,<br />

gürültülü bir “gasping” şeklinde soluyabilir. Bunu normal solunumlar ile<br />

karıştırmayınız.<br />

112’ yi ara<br />

Eğer kazazede yanıtsız ve normal solumuyor ise:<br />

Yalnız iseniz:<br />

• Ambulans için 112’ yi arayın ( eğer gerekli ise kazazedeyi bırakarak) ve<br />

• Olabildiğince çabuk OED’ yi getirin(varsa)<br />

Birisi ile birlikte iseniz:<br />

• Yanınızdakini ambulans için 112’ yi aramaya gönderin<br />

• Derhal OED’ yi getirmesini söyleyin (eğer varsa), siz bu arada CPR<br />

uygulamaya başlayın<br />

Arayan kişi, kendi adını, kazanın olduğu yeri ve kardiyak arrest<br />

kazazedeyi açıkça belirtmelidir.<br />

olan<br />

Eğer OED yoksa KPR uygulayın<br />

Eğer OED varsa, aktif edin ve kullanın<br />

TYD<br />

OED<br />

55


Göğüs kompresyonu uygulaması<br />

Göğüs kompresyonunu kazazede sırt üstü düz bir zeminde yatarken<br />

uygulayınız. Göğüs kemiğini ritmik olarak omurgaya doğru bastırınız. Bu işlem kan<br />

akımının kalpten vücuda doğru gidişini sağlar.<br />

• Bir elinizin topuk kısmını kazazedenin göğsünün ortasına yerleştiriniz<br />

• Diğer elinizin topuk kısmını ilk elinizin üzerine yerleştiriniz ve parmaklarınızı<br />

kilitleyiniz<br />

• Kazazedenin göğsü üzerinde dik olarak durunuz ve kollarınızı dirsek<br />

ekleminizden bükmeden tutunuz.<br />

• Göğüs kemiğini 4-5cm bastırınız. Ardından göğüs üzerindeki basıyı, eller ile<br />

hastanın göğüs arasındaki teması kesmeden tümüyle serbest bırakınız.<br />

Göğüs basısı için önerilen hız yaklaşık olarak 100/dk dır (saniyede 2 basıdan<br />

biraz daha az sıklıkta ). 30 göğüs basısı uygulayınız.<br />

• Yüksek sesle “bir ve, iki ve, üç ve------onbir,…” şeklinde sayınız.<br />

Kurtarıcı soluk verilmesi<br />

Göğüs basısı kurtarıcı soluklarla birleştirilmelidir. 30 göğüs basısından sonra 2<br />

kurtarıcı soluk veriniz.<br />

• Havayolunu açık tutunuz (baş geriye, çene yukarıya), başı geriye doğru iten<br />

elin parmakları ile burun deliklerini kapatınız. Diğer el ile çeneyi yukarıda<br />

tutarak ağzın açıklığını sağlayınız.<br />

• Normal bir nefes alınız ve dudaklarınızı kazazedenin ağız çevresine<br />

yerleştiriniz. Hava kaçağı olmadığından emin olunuz. Kazazedenin ağzına<br />

normal solunumda olduğu gibi 1 saniye süreyle üfleyiniz. Eğer olası ise<br />

hastanın göğsüne bakarak göğsünün her bir kurtarıcı soluk sırasında<br />

yükseldiğini gözleyiniz.<br />

Her soluk normal solunumdaki gibi kazazedenin göğsünün yeterince<br />

yükselmesini sağlamalıdır.<br />

• Başı geriye doğru itip, çeneyi öne doğru çekme manevrasını uygulamayı<br />

sürdürerek ağzınızı kazazededen uzaklaştırınız ve içindeki hava dışarıya<br />

çıkarken, göğüs kafesinin inişini gözleyiniz.<br />

Yeniden normal bir nefes alınız ve toplam iki solunumu tamamlamak için bir<br />

kez daha kazazedenin ağzından soluk veriniz.<br />

Eğer başlangıçtaki kurtarıcı soluğunuz normal solunumdaki gibi göğsün<br />

yükselmesini sağlayamazsa sonraki denemenizden önce:<br />

• kazazedenin ağzını kontrol ediniz ve görünür tıkanıklık varsa dışarı alınız.<br />

56


• başı geriye doğru itme ve çeneyi öne kaldırma manevrasının yeterli<br />

uyguladığınızı tekrar kontrol ediniz<br />

30 göğüs basısı ve 2 kurtarıcı soluk uygulamasını profesyonel yardım gelene<br />

ya da fiziksel olarak yorgunluktan tükenene dek uygulayınız.<br />

• Eğer solunum uygulayamayacak durumdaysanız veya isteksizseniz, sadece<br />

göğüs basısı uygulayınız. Eğer sadece göğüs basısı uygulanıyorsa, göğüs<br />

basıları sürekli ve 100/dk hızında olmalıdır.<br />

• Sadece kazazede normal solunuma başlarsa, bu durumu kontrol etmek için<br />

durunuz, aksi takdirde resüsitasyona ara vermeyiniz.<br />

Otomatik eksternal defibrilatör (OED) kullanımı<br />

OED yi aktive ediniz<br />

• Bazı OED ler kapağını açınca otomatik olarak aktive olurlar. Diğerleri için<br />

AÇMA (ON) düğmesine basmanız gerekmektedir.<br />

• Başka bir kurtarıcı varsa, siz OED yi aktive ederken diğeri kişinin göğüs basısı<br />

ve kurtarıcı soluk uygulamasını sağlayınız.<br />

• Hastanın göğsündeki elbiselerini çıkarınız.<br />

Pedleri çıkarınız<br />

<br />

• Pedleri paketinden çıkarınız<br />

• Pedlerin göğüs üzerindeki yerleri paketin üzerinde gösterilmektedir. Bir<br />

çoğunda yerleşim yerleri pedlerin üzerinde de gösterilmektedir.<br />

İlk pedi uygulayınız<br />

• Defibrilasyon pedlerinden biri sol kol altındaki boşluğa yerleştirilmelidir.<br />

İkinci pedi uygulayınız<br />

• Diğer ped, köprücük kemiği altında göğüs kemiğinin yanına yapıştırılmalıdır.<br />

Uzak durun<br />

• Analiz sırasında uzak durunuz<br />

• OED kalp ritmini analiz ederken hiç kimsenin dokunmadığından emin olunuz.<br />

Şok uygulayınız<br />

Şok gerekli ise:<br />

• Herkesin kazazeden uzak olduğundan emin olunuz<br />

• Şok düğmesine basınız.<br />

KPR başlayınız<br />

OED nin sesli komutlarını izleyiniz:<br />

57


• Eğer OED KPR başlamanızı öneriyorsa, derhal göğüs basısı ve kurtarıcı<br />

soluk uygulamasına başlayınız<br />

• Herhangi bir zamanda hasta normal solursa, KPR DURDURUNUZ, fakat<br />

pedleri kazazedenin göğsünde bırakınız. Eğer kazazede halen bilinçsiz ise<br />

“recovery” pozisyonuna çeviriniz.<br />

OED Kullanımında Önemli Noktalar<br />

Islak göğüs<br />

Aşırı terleme ya da suda kurtarma sonucunda bazı kazazedelerde göğüs ıslak<br />

olabilir. OED pedlerini uygulamadan önce göğüs hızla kurulanmalıdır.<br />

Kıllı göğüs<br />

Kıllı göğüs olduğunda OED pedlerinin iletisinde nadiren de olsa sorun olabilir.<br />

Böyle durumlarda yeterli temas için kılların bir kısmının tıraş edilmesi ya da kesilmesi<br />

gerekmektedir. Rutin olarak tıraş etmeyiniz, bu zaman kaybettirir.<br />

Flasterler<br />

İyi bir OED iletisi sağlamak için kazazedenin cildindeki flaster ya da diğer<br />

yapışık durumdaki materyalleri kaldırınız. Kazazedelerin bazıların göğsünde tedavi<br />

amaçlı peçler olabilir. Bunlar defibrilasyon sırasında yanık ya da kıvılcıma neden<br />

olabileceğinden çıkarılmalıdırlar.<br />

Pacemaker<br />

Bazı kazazedelerde kalp için “pacemaker” yerleştirilmiştir. Bunlar çoğunlukla<br />

göğüs duvarında, köprücük kemiğinin hemen altında cilt altında kolaylıkla<br />

görülebilmektedir. OED’ nin “pacemaker” üzerine değil yanına ya da altına<br />

yerleştirildiğinden emin olunuz.<br />

Mücevher<br />

OED pedleri ile kontak yapabilecek olan metal mücevherleri çıkarınız.<br />

Vücuttaki “piercing” gibi çıkarılamayan mücevherlerin olduğu durumlarda pedleri<br />

bunlardan uzak yerleştiriniz.<br />

OED ile birlikte bulundurulacaklar<br />

• Küçük havlu, örtüler<br />

• Tıraş bıçağı<br />

• Yüz maskesi (aşağıya bakınız)<br />

• Koruyucu eldivenler<br />

OED kullanırken güvenlik önerileri<br />

Kurtarıcının güvenliği<br />

Analiz sırasında, şarj sırasında ya da şok verirken kazazedeye dokunmayınız. Analiz<br />

sırasında kazazedeye dokunulması hareketlere yol açıp kazazedenin ritminin<br />

tanınmasını etkiler ve şok verilmesini geciktirir.<br />

58


Çevredekilerin güvenliği<br />

Çevrenin güvenliğinden emin olunuz. Analiz, şarj ya da şok verilmesi<br />

aşamasında hiç kimsenin kazazedeye dokunmadığından ya da yakınlarında<br />

olmadığından (örneğin yatağında) emin olunuz. “Uzak durun diye sesleniniz ve hiç<br />

kimsenin kazazedeye dokunmadığından emin olmak için bakarak kontrol ediniz.<br />

Defibrilasyon sırasında kıvılcım yaratacağından yüksek akımlı oksijen<br />

tehlikelidir. Oksijen kaynaklarını (oksijen eklenmiş yüz maskesi) defibrilasyon<br />

sırasında kazazededen uzaklaştırınız.<br />

“Recovery” pozisyon<br />

“Recovery” pozisyonu bilinci olmayan ancak normal soluyan hastada hava yolu<br />

açıklığını korumaya yarar. Dilin hava yolunu tıkamasını önler ve sıvıların ağızdan<br />

akmasını sağlar.<br />

• Kazazedenin gözlüklerini çıkarınız<br />

• Kazazedenin yanına diz çökünüz ve her iki bacağın düz olmasından emin<br />

olunuz<br />

• Size yakın olan kolu vücudu ile dik açı yapacak şekilde, dirsekten bükerek<br />

avuç içi yukarı bakacak şekilde yerleştiriniz<br />

• Uzaktaki kolu göğsü çaprazlayacak şekilde getirerek, el sırtı size yakın olan<br />

yanağa bakacak şekilde yerleştiriniz<br />

• Diğer elinizle, uzaktaki bacağı diz ekleminin üst bölümünden kavrayınız ve<br />

çekiniz. Ayak tabanını yere basacak şekilde yerleştiriniz<br />

• Kazazedenin yanağının yanında duran elini tutarak, kazazedeyi uzaktaki<br />

bacağını çekerek çeviriniz<br />

• Üsteki bacağı hem kalça hem de diz ekleminde dik açı oluşturacak şekilde<br />

ayarlayınız<br />

• Başı hava yolunun açık kalmasını sağlayacak şekilde geriye itiniz<br />

• Gerekirse, yanak altındaki eli başı eğik tutacak şekilde ayarlayınız<br />

• Solunumu düzenli olarak kontrol ediniz<br />

Hastalık geçişi<br />

Bazı kişiler resüsitasyon girişimi sırasında hastalık geçmesi olasılığından<br />

çekinirler. KPR uygulama sıklığına karşın, tek olgularda kurtarıcı soluk uygulaması ile<br />

hepatit B ya da HIV geçişi kaydedilmemiştir.<br />

Enfekte kanın hasarlanmış cilt ile teması sonucunda hastalık geçişi riski artar.<br />

Resüsitasyon sırasında kan, tükürük, burun sekresyonları, ter, göz yaşı ya da<br />

kusmuk ile temastan kaçınınız. Bunun için en çok kullanılan gereç yüz maskesidir.<br />

Alternatif olarak yüz örtüsü de kullanılabilir. Mendil etkin olmaz ve enfekte materyalin<br />

geçişini artırabilir.<br />

59


Hava yolu gereçleri<br />

Yüz maskesi<br />

• Transparan yüz maskesi ağız maske solunumunda kullanılır.<br />

• Tek yönlü valvi olup, kazazedenin ekspirasyon havası ile kurtarıcının teması<br />

önlenir<br />

• Maskenin transparan olması sayesinde kazazededen gelen kusmuk ya da kan<br />

görülebilir. Bazı maskelerde oksijen verebilmek için bir uç vardır.<br />

• Maske ile kazazedenin yüzü arasında hava akımını sağlamak için iki el tekniği<br />

önerilmektedir.<br />

Yüz örtüsü<br />

Yüz örtüleri silikon ya da plastik olup, kurtarıcı ile kazazedenin temasını<br />

engeller.<br />

Çocuklar<br />

Çocuklar erişkinlerde uygulanan yöntemle başarı ile resüsite edilebilirler.<br />

Ancak tek bir fark vardır ki, çocuklarda göğüs, genişliğinin üçte biri kadar<br />

bastırılmalıdır.<br />

Standart OEDler 8 yaş üzeri çocuklarda uygundur. 1-8 yaş arası çocuklarda,<br />

varsa özel (pediyatrik) pedler ya da pediyatrik uyumlu olanlar kullanılmalıdır. Eğer<br />

yoksa, OED olduğu gibi kullanılır. 1 yaş altı çocuklarda üretici firma tarafından güvenli<br />

olduğu belirtildi ise OED kullanılmalıdır. Üretici firma talimatlarına uyulmalı, özel<br />

çocuk pedleri kullanılmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Koenraad G. Monsieurs KG, Nolan JP,. Bossaer LL, - Greif R, Maconochie lan K, Nikolaou NI,<br />

Perkins GD, Soar J, Truhlár A, Wyllie J,. Zideman DA,on behalf of the ERC Guidelines 2015 Writing<br />

Group. European Resuscitation Council Guidelines for Resuscitation 2015 Section 1. Executive<br />

summary . Resuscitation 2015; 95: 1-80.<br />

2. Soar J, Nolan JP, Böttiger BW, Perkins GD, Lott C, Carli P, Pellis T, Sandroni C, Skrifvars MB,<br />

Smith GB, Sunde K, Deakin CD, on behalf of the Adult advanced life support section collaborators .<br />

Adult advanced life support Resuscitation 2015;95:100-147.<br />

60


İleri Yaşam Desteği<br />

Prof. Dr. Oktay DEMİRKIRAN<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anezteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />

Temel yaşam desteğini izleyerek ileri yaşam desteğinin uygulanması gerekir. Bu<br />

aşamada bir ekip çalışmasına gerek vardır ve tedavi sırasında ilaçlar da kullanılır.<br />

Hastane içi kardiyak arrestlerin tümünde şunlardan emin olunmalıdır:<br />

- kardiyopulmoner arrest hızla tanınmalıdır,<br />

- standart bir numarası ile yardım çağrılmalıdır,<br />

- Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) derhal başlatılmlı ve eğer endike ise derhal<br />

(çoğunlukla 3 dakika içerisinde) defibrilasyon uygulanmalıdır.<br />

Hastane içi resüsitasyon neden farklıdır?<br />

Hastane içi kardiyak arest sonrasında kesin hareket planı birçok faktöre bağlıdır:<br />

- ortam (klinik / klinik dışı bir ortam, monitör olan/ olmayan bir ortam)<br />

- ilk uygulayıcının deneyimi,<br />

- uygulayıcı sayısı,<br />

- araç-gereç varlığı,<br />

- kardiyak arest ve tıbbi acillerde hastane yanıt sistemi, örneğin tıbbi acil ekibi,<br />

resüsitasyon ekibi gibi.<br />

Ortam<br />

Yoğun bakımda monitörize edilmiş ya da yakından izlenen hastalarda kardiyak arest<br />

hızla saptanır ve tedavi edilir. İdeal olarak, kardiyak arrest riski yüksek olan hastalar hızla<br />

resüsitasyon uygulamanın olası olduğu monitörlü bir ortamda izlenmelidirler. Hastalar,<br />

ziyaretçiler ya da çalışan ekip klinik dışı ortamlarda (örneğin araba parkı, koridorlarda)<br />

kardiyak arest ile karşılaşabilirler.<br />

61


İlk kurtarıcıların eğitimi:<br />

Tüm sağlık çalışanları kardiyak arresti tanıyabilmeli, yardım çağırabilmeli ve<br />

resüsitasyona başlayabilmelidirler. Personel ne konuda eğitim aldı ise bunu uygulamalıdır.<br />

Örneğin, yoğun bakım ve acil serviste çalışanlar nadiren resüsitasyon uygulayanlara göre<br />

daha deneyimlidirler. Kardiyak arreste yanıttan sorumlu olan hastane ekibi havayolu,<br />

solunum ve dolaşımın yönetimi konusunda değişik düzeylerde becerilere sahip olabilirler.<br />

Kurtarıcı sayısı:<br />

Eğer yalnız iseniz yardımın geleceğinden daima emin olunuz. Genellikle, diğer ekip<br />

yakın bir yerde olabilir ve aynı anda birkaç olayı üstlenmiş olabilirler. Hastane kadroları hafta<br />

sonları ve gece boyunca en düşük sayıda tutulma eğilimindedir. Bu durum hastaların<br />

monitörizasyonu, tedavisi ve sonuçlarını etkiler. Çalışmalar göstermiştir ki, hastane içi<br />

kardiyak arrestlerde sağ kalım oranları daha düşüktür.<br />

Ekipman bulunması:<br />

Tüm klinik alanlardaki personel, kardiyak arrest durumlarında hızlı resüsitasyonu<br />

sağlamak üzere resüsitasyon donanımı ve ilaçlara derhal ulaşabilmelidir. İdeal olanı<br />

kardiyopulmoner resüsitasyon için kullanılan donanım (defibrilatörler dahil) ve ilaçların düzeni<br />

hastanenin her tarafında standardize edilmelidir.<br />

Resüsistasyon donanımlarının kullanıma hazır olduğundan emin olmak için düzenli<br />

olarak kontrol edilmelidirler.Otomatik eksternal defibrilatörler (OED) kliniklerde, ekibin ritm<br />

tanıma becerisinin olmadığı klinik dışı alanlarda ya da nadiren defibrilatör kullanılan yerlerde<br />

bulundurulmalıdırlar.<br />

<br />

Resüsitasyon ekibi:<br />

Resüsitasyon ekibi sadece kardiyak arrest varlığında çağrılan geleneksel kardiyak<br />

arrest ekibi biçiminde olabilir. Bazı hastanelerde resüsitasyon ekibi (örneğin tıbbi acil ekip)<br />

hastalarda kardiyak arrest oluşmadan önce oluşan kötüleşmelerde çağrılır.<br />

Resüsitasyon ekibi üyeleri gerçek bir olaya gitmeden önce tanışma ve planlama için<br />

toplantı yapmalıdırlar. Birbirlerinin isimlerini öğrenmeli, resüsitasyon sırasında ekip<br />

çalışmasının nasıl artırılacağını tartışmalıdırlar. Ekip üyeleri her olay sonrasında resüsitasyon<br />

sırasında yaptıkları hakkında geri bildirimde bulunmalıdırlar. Bu ideal olarak olay sırasında<br />

veri toplanması için de yapılmalıdır.<br />

Kardiyak arrest sırasında monitörize edilen hastada belirlenen ritme göre ileri yaşam<br />

desteği uygulamaları farklılılar gösterir. Mönitörde gözlenen ritmlerin tanınması bu aşamanın<br />

önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.<br />

İleri yaşam desteği (İYD) algoritması kardiyak arrest tedavisi için standardize edilmiş<br />

bir yaklaşımdır (şekil 1). Bu tedavi International Liaison Committee on Resuscitation (ILCOR)<br />

önerisi tüm dünyada aynı şekilde uygulanmaktadır. Resüsitasyon ekibi elemanlarının tedavi<br />

sırasında bir sonraki adımı bilmesine ve hazırlanmasına olanak verir ve ekibinin etkinliğini<br />

arttırır.<br />

62


Kardiyak arrestle ilgili kalp ritimleri iki gruba ayrılır:<br />

1. Şok uygulanabilenler (ventriküler fibrilasyon/nabızsız ventriküler taşikardi<br />

(VF/VT) (şekil 2, şekil 3)<br />

2. Şok uygulanmayan ritimler (asistoli ve nabızsız elektriksel aktivite (NEA)<br />

(şekil 4)<br />

Bu iki grup aritminin tedavisindeki temel fark VF/VT hastalarındaki defibrilasyon<br />

gereksinimidir. Bunun dışındaki göğüs kompresyonları, hava yolu ve ventilasyon, venöz<br />

girişimler, adrenalin enjeksiyonu ve geri döndürülebilen nedenlerin belirlenmesi açısından<br />

her iki grup birbiriyle aynıdır.<br />

Kardiyak arrest sonrası sağkalımı belirgin olarak arttıran girişimler zamanında ve<br />

etkin KPR, kesintisiz ve etkin göğüs kompresyonları ve VT/VT’de erken<br />

defibrilasyondur.İlaçlar ve ileri hava yolu yöntemleri halen İYD algoritmasında bulunmalarına<br />

rağmen kesintisiz ve etkin göğüs kompresyonları ve erken defibrilasyonun yanında ikincil<br />

öneme sahiptir.<br />

Hastane içi hastane dışı kardiyak arrestlerin ortalama %25’inde ilk monitörize edilen<br />

ritim VF/VF’dir.<br />

Şok uygulanan ritimlerin tedavisi (VF/VT)<br />

1. Kardiyak arresti teyit edin- yaşam belirtilerini veya deneyimli iseniz solunum ve<br />

nabzı aynı anda kontrol edin.<br />

2. Resüsitasyon ekibini çağırın<br />

3. Kendinden yapışkanlı defibrilasyon/ monitörizasyon pedleri yerleştirilirken (biri<br />

sağ klavikula altına, diğeri orta aksiller çizgide V6 pozisyonuna) kesintisiz<br />

göğüs kompresyonları uygulayın.<br />

4. Ritim analizi için KPR’a ara verildiğinde yapılacakları planlayın ve ekiple<br />

paylaşın.<br />

5. Göğüs kompresyonlarına ara verin, EKG’de VF/VT’yi teyit edin.<br />

6. Görevli bir kişi defibrilatörün uygun enerji seviyesini seçip (ilk şok için 150-200<br />

j bifazik, takip eden şoklarda 150-360 j bifazik) şarj düğmesine basarken aynı<br />

anda göğüs kompresyonlarına kesintisiz olarak devam edin<br />

7. Defibrilatör şarj olurken göğüs kompresyonlarını yapan kişi dışındakileri ve<br />

oksijen kaynağını uygun şekilde uzaklaştırın. Hastaya sadece kompresyon<br />

uygulayan kişinin dokunduğundan emin olun.<br />

8. Defibrilatör şarj olur olmaz kompresyonları uygulayan kişiyi uzaklaştırın ve<br />

şoku uygulayın<br />

9. Ritmi yeniden değerlendirmeden ve nabzı kontrol etmeden 30:2 oranında KPR<br />

uygulamasına başlayın.<br />

10. İki dakika KPR sürerken ekip lideri ekibi KPR’a ara verilince yapılacaklar için<br />

hazırlar.<br />

11. Monitörden ritmi kontrol etmek için KPR’a kısa bir süre ara verin.<br />

12. VF/VT devam ediyorsa 6-11. adımlara göre ikinci şoku uygulayın.<br />

63


13. VF/VT devam ediyorsa 6-8. adımları tekrar edin ve üçüncü şoku uygulayın.<br />

Göğüs kompresyonlarına hemen devam edin ve 2 dakika KPR uygularken 1<br />

mg adrenalin IV ve 300 mg amiodaron IV verin.<br />

14. VF/VT devam ederse, 2 dakikalık KPR-ritim/nabız kontrolü-defibrilasyon<br />

döngüsünü tekrar edin.<br />

15. Birbirini izleyen şoktan sonra, IV olarak 1 mg adrenalini tekrar edin (ortalama<br />

3-5 dakikada bir)<br />

Şekil1. İleri yaşam desteği algoritması<br />

64


Şekil 2. Ventriküler fibrilasyon<br />

Şekil 3. Monomorfik ventriküler taşikardi<br />

Şekil 4. Polimorfik ventriküler taşikardi<br />

Ritm kontrolü sırasında kalp debisi oluşturacak organize bir ritm<br />

gözlenirse SDGD bulguları aranır:<br />

• Santral nabız ve mevcutsa end- tidal (ETCO 2 ) trasesi kontrol edilir.<br />

• SDGD bulguları varsa resüsitasyon sonrası bakıma başlanır.<br />

• SDGD bulguları yoksa (örneğin NEA) KPR’a devam edilir ve şok verilmeyen<br />

ritimler algoritmasına geçilir.<br />

Asistoli varlığında KPR’a devam edilir, şok uygulanmayan ritimler<br />

algoritmasına geçilir.<br />

Göğüs kompresyonlarına ara verilmesiyle şok uygulanması arasında geçen<br />

zaman en aza indirilmeli ve ideal olarak 5 sn’yi geçmemelidir. Uzun süreli<br />

duraklamalar spontan dolaşımın geri dönme şansını azaltır.<br />

Ritim kontrolü yapılmaksızın veya nabız palpe edilmeden göğüs kompresyonlarına<br />

devam edilir. Defibrilasyondan sonra, perfüzyon sağlayabilecek bir ritim oluşsa da<br />

nabzı hemen palpe edebilmek nadiren mümkün olabilir. Nabız kontrolü sırasında<br />

<br />

65


kaybedilen zaman, miyokard perfüzyonunu daha da bozar. Perfüzyon oluşturan bir<br />

ritim varlığında göğüs kompresyonu uygulamak, VF oluşma riskini arttırmaz.<br />

Adrenalin ilk dozu üçüncü şoku izleyerek uygulanır. 300 mg amiodaron da bu<br />

dönemde verilir. Spontan dolaşım geri dönüş (SDGD) bulguları olmadığını sürece ilaç<br />

vermeden önce nabız kontrolü için KPR’a ara verilmez.<br />

Kardiyak arrest devam ettiği sürece 2 siklusda bir (3-5 dakikada bir) adrenalin<br />

dozu tekrarlanır. Israrcı veya tekrarlayan VF/VT varlığında beş şoktan sonra 150 mg<br />

amiodaron daha verilir. Amiodaron bulunmadığı durumlarda alternatif olarak 1mg/kg<br />

lidokain kullanılabilir. Önceden amiodaronun verildiği durumlarda ise lidokain<br />

kullanılmaz.<br />

Şok verildikten iki dakika sonraki ritm kontrolünde ise (düzenli ve dar<br />

kompleksler) santral nabız palpe edilmeye çalışılır ve SDGD bulguları aranır. Ritim<br />

kontrolü kısa sürmeli ve yalnızca organize bir ritmin varlığında nabıza bakılmalıdır. İki<br />

dakikalık KPR periyodunda organize bir ritim de görülürse, hastanın SDGD<br />

düşündüren yaşam belirtileri göstermediği taktirde nabız palpe etmek için göğüs<br />

kompresyonlarına ara verilmez. Organize bir ritmin bulunmasına rağmen, nabzın<br />

hissedilip hissedilmediği konusunda şüphe duyuluyorsa KPR’ a devam edilmelidir.<br />

SDGD durumunda resüsitasyon sonrası bakıma geçilir. Hastanın ritmi asistoli veya<br />

NEA olara değişirse, aşağıdaki şok uygulanmayan ritimler algoritması<br />

uygulanmalıdır.<br />

Şoka dirençli VF/VT durumlarında, defibrilatör elektrodlarının yeri ve teması kontrol<br />

edilmelidir. Resüsitasyona başlama kararı alınan durumlarda yaygın olarak hasta<br />

VF/VT’de olduğu sürece resüsitasyona devam edilir.<br />

Asistoli ve ince VF arasında ayrım yapılamıyorsa defibrilasyon yerine<br />

kompresyon ve ventilasyon uygulanır. Asistoliden ayırt edilmesi güç olan ince VF’nin<br />

defibrilasyon ile perfüzyon sağlayan bir ritim oluşturması çok zordur. Kaliteli KPR<br />

uygulanması VF’nin frekans ve amplitüdünü arttırmak, defibrile edildiğinde perfüzyon<br />

sağlayabilen bir ritme dönmesini kolaylaştırır. İnce VF’den uygulan şoklar hem<br />

elektriksel etkiyle hem de koroner kan akımını kesintiye uğramasıyla miyokard<br />

hasarını arttırır. Ritim belirgin olarak VF ise defibrilasyon uygulanır.<br />

Şok uygulanmayan ritimler (NEA ve asistoli)<br />

Organize kardiyak elektriksel aktiviteye rağmen nabız palpe edilemediği<br />

durumlara nabızsız elektriksel aktivite (NEA) denir. Bu hastalarda çoğunlukla<br />

miyokardiyal kontraksiyonlar bulunmasına rağmen, bunlar palpe edilebilen nabız<br />

veya kan basıncı oluşturamayacak kadar zayıftır. NEA’nın tedavi edilebilecek geri<br />

döndürülebilen bir nedeni olabilir Altta yatan neden bulunup hızla tedavi edilmediği<br />

taktirde NEA ve asistolide sağkalım seyrektir.<br />

Asistoli, EKG’de elektriksel aktivitenin bulunmamasıdır. KPR sırasında EKG<br />

elektrodlarının bağlı bulunduğuna ve uygun monitör modunun seçili olduğuna dikkat<br />

edilmelidir. Kazanç (Gain) ayarı kontrol edilmelidir. EKG’de P dalgalarının olduğu<br />

asistolide kardiyak pacemaker ile tedavide başarı sağlanabilir. Gerçek asistolide ise<br />

bu şekilde başarı sağlanamaz.<br />

66


NEA ve asistoli tedavisi<br />

30:2 oranında KPR’a başlayın.<br />

İntravasküler yol açılır açılmaz 1 mg adrenalin IV verin.<br />

Güvenli hava yolu (trakeal entübasyon) sağlanıncaya kadar 30.2 KPR uygulayındaha<br />

sonra göğüs kompresyonlarına ventilasyon için ara verin.<br />

İki dakika sonra ritmi kontrole edin.<br />

Organize elektriksel aktivite varlığında nabzı ve/veya yaşam belirtilerini<br />

kontrol edin.<br />

Nabız ve/ veya yaşam belirtisi varsa resüsitasyon sonrası bakıma geçin.<br />

Nabız ve/veya yaşam belirtisi yoksa (NEA):<br />

• KPR’a devam edin.<br />

• 2 dakikada bir ritmi kontrol edin.<br />

• 3-5 dakikada bir (birbirini izleyen 2 dakikalık döngülerde) 1 mg IV<br />

adrenalin uygulayın.<br />

VF/VT varlığında algoritmanın şok uygulanabilen ritimler tarafına geçiş<br />

yapın.<br />

Asistoli veya agonal ritim varlığında:<br />

• KPR’ a devam edein<br />

• 2 dakikada bir ritmi kontrol ederek devam edin.<br />

• 3-5 dakikada bir (2 döngüde bir) 1 mg IV adrenalin uygulayın.<br />

KPR sırasında<br />

İnatçı VF/VT veya NEA/asistoli tedavisi sırasında kaliteli göğüs<br />

kompresyonlarının uygulanması, geri döndürülebilen nedenlerin (4H ve 4T)<br />

tanınması ve tedavisi, güvenli hava yolu ve vasküler yolun sağlanması önemlidir.<br />

30:2 oranında uygulanan KPR sırasında ventilasyon için kompresyona ara<br />

verildiğinde monitörde ritim görülür. Bu sırada ritim (algoritmanın şok verilebilen veya<br />

verilmeyen tarafında olmasına bakılmaksızın) VF ise defibrilasyon uygulanmaz, 2<br />

dakikalık uygulama bitinceye kadar KPR’ a devam edilir. Ritim VF olduğu<br />

bilindiğinden 2 dakika KPR sonrasında gecikmeden defibrilasyon uygulanması için<br />

ekip hazır duruma getirilir.<br />

Hava yolu güvence altına alınır alınmaz (trakeal entübasyon) göğüs<br />

kompresyonlarına ventilasyon için ara verilmeden devam edilir. Aşırı yorgunluktan<br />

kaçınmak için kompresyon uygulayıcıları her 2 dakikada bir veya gerekirse daha<br />

çabuk değiştirilmelidir. Elde varsa, KPR uygulaması ile ilgili geribildirim veren cihazlar<br />

kullanılır. Bazı cihazların, geribildirim verirken, yatak içinde uygulanan KPR’da altta<br />

kalan yatağın kompresyonların etkisini azalttığını dikkate almadığı unutulmamalıdır.<br />

Kardiyak arrest sonrasında sağkalımı kesin olarak artıran uygulamalar arreste şahit<br />

olanların uyguladığı hızlı ve etkin temel yaşam desteği (TYD), kesintisiz, yüksek kalitede<br />

göğüs kompresyonları ve VF/nVT için erken defibrilasyondur.<br />

67


Hava yolu ve ventilasyon<br />

Trakeal entübasyon konusunda deneyimli personelin bulunmadığı durumda<br />

balon-valf-maske veya tercihen supraglottik bir hava yolu cihazı (laringeal maske,<br />

laringeal tüp, i gel vb.) kullanılmalıdır. Supraglottik bir hava yolu cihazı<br />

yerleştirildiğinde ventilasyon sırasında kompresyonlara ara verilmez. Akciğerler 10<br />

dk. da 1 frekansla ventile edilir, hiperventilasyondan kaçınılır.<br />

Laringoskopi ve entübasyon sırasında göğüs kompresyonlarına ara<br />

verilmekten kaçınılmalıdır. Gerekli durumlarda tüp vokal kordu geçerken 10 saniyeyi<br />

geçmeyecek şekilde göğüs kompresyonlarına ara verilir. Göğüs kompresyonlarında<br />

kesintiye yol açmamak için entübasyon spontan dolaşım geri dönüş (SDGD)<br />

sonrasına kadar ertelenebilir. Entübasyondan sonra tüpün yeri ideal olarak<br />

kapnogramla doğrulanmalı ve tüp tespit edilmelidir. Hasta entübe edilir edilmez<br />

ventilasyon sırasında ara verilmeden 100-120/dak frekansla kompresyonlara devam<br />

edilir.<br />

<br />

İleri yaşam desteği sırasında dalga kapnografisi<br />

Dalga kapnografisi KPR sırasında end-tidal CO 2 ’in devamlı ve gerçek zamanlı<br />

izlemini sağlar.KPR sırasında end-tidal CO 2 değerleri düşüktür ve göğüs kompresyonları<br />

sırasındaki düşük kalp debisini yansıtır.Fark edilmeyen özefagus entübasyonunun önlenmesi<br />

ile ilgili açık yararına rağmen KPR sırasında dalga kapnografisinin izleminin sağkalımı<br />

iyileştirdiğine dair kanıt yoktur. KPR sırasında dalga kapnografisinin rolü:<br />

• Trakeal tüpün trakeadaki yerinin doğrulanması<br />

• KPR sırasında ventilasyon hızının izlemi ve hiperventilasyondan kaçınılmasının<br />

sağlanması.<br />

• KPR sırasında göğüs kompresyonlarının kalitesinin izlemi. End-tidal CO 2 değerleri<br />

kompresyon derinliği ve ventilasyon hızıyla ilişkilidir ve daha derin göğüs<br />

kompresyonları değeri yükseltecektir. Bu izlemin yönlendirici olup olamayacağı ve<br />

sağkalım üzerindeki etkisinin belirlenmesi daha fazla çalışma gerektirmektedir.<br />

• KPR sırasında SDGD sağlandığının belirlenmesi. KPR sırasında end-tidal CO 2<br />

değerinde artış SDGD sağlandığını gösterebilir ve SDGD sağlanan bir hastada<br />

gereksiz ve potansiyel olarak tehlike yaratacak olan adrenalin dozlarının<br />

verilmesini önleyebilir. Eğer KPR sırasında SDGD sağlandığı düşünülürse<br />

adrenalin uygulanmamalıdır. Adrenalin bir sonraki ritim kontrolü sırasında<br />

kardiyak arrest teyit edilirse verilmelidir.<br />

• KPR sırasında prognozun belirlenmesi. Düşük end-tidal CO 2 değerleri kötü<br />

prognoz ve düşük SDGD şansı belirtisi olabilir; ancak KPR sırasında herhangibir<br />

aşamada belirli bir end-tidal CO 2 değerinin tek başına KPR’ı sonlandırmak için<br />

kullanılmasını önermemekteyiz. End-tidal CO 2 değerleri yalnız KPR sırasında<br />

prognoz belirlenmesinde karar verme aşamasında çok yönlü yaklaşımın parçası<br />

olarak kullanılmalıdır.<br />

Vasküler girişim<br />

Henüz yapılmadıysa vasküler yol açılır. Periferik kanülle karşılaştırıldığında<br />

santral venöz kateterden verilen ilaçların dolaşıma geçiş zamanı daha kısa ve ilacın<br />

ulaştığı en yüksek konsantrasyon daha fazla olmasına rağmen santral venöz<br />

68


kateterin takılması için KPR’ a ara vermek gereklidir ve takılma sırasında bazı ciddi<br />

komplikasyonlar gelişebilir. Periferik venöz kanülasyon daha hızlı, güvenli ve kolay bir<br />

yöntemdir.<br />

Periferik ilaç enjeksiyonundan sonra ilacın santral dolaşıma katılmasını<br />

kolaylaştırmak için en az 20 ml serum fizyolojik verilmeli ve ekstremite 10-20 saniye<br />

süre ile yükseltilmelidir. Resüsitasyonun ilk 2 dakikasında vasküler yol açılmasza<br />

intraosseöz (IO) yol sağlanması düşünülmelidir Bu yöntem için tibia ve humerus<br />

kullanır ve her ikisi de sıvılar için eşit akım hızına sahiptirler. Resüsitasyon ilaçları<br />

intraosseöz yolla verildiklerinde yeterli plazma konsantrasyonlarına ulaşırlar. IO yolun<br />

güvenli ve sıvı replasmanı için uygun bir yoldur.<br />

Geri döndürülebilir nedenler<br />

KPR devam ederken bir yandan da bu kardiyak arreste yol açan nedenle<br />

düşünülmeli ve tedavi edilecebilecek olanlar edilmelidir. Akılda kolay kalabilmesi için<br />

bu nedenler ilk harflerin göre (H veya T) ikiye ayrılmıştır.<br />

4H:<br />

• Hipoksi<br />

• Hipovolemi<br />

• Hiperkalemi, hipokalemi, hipoglisemi, hipokalsemi, asidemi ve diğer metabolik<br />

bozukluklar<br />

• Hipotermi<br />

• Tansiyon pnömotoraks<br />

• Tamponad<br />

• Toksinler<br />

• Tromboz (pulmoner emboli veye koroner tromboz )<br />

Dört H’ler<br />

Hipoksi riski akciğerler %100 oranda oksijenle ventile edilerek azaltılır.<br />

Göğüsün yeterince kalmasına ve solunum seslerinin bilateral eşit olmasına dikkat<br />

edilir. Trakeal tüpün bronşta veya özefagusta olup olmadığı kontrol edildir.<br />

Hipovoleminin neden olduğu nabızsız elektriksel aktivite çoğunlukla ciddi<br />

kanamaya bağlıdır. Kanamanın nedeni travmada olduğu gibi belirgin veya<br />

gastrointestinal kanama veya aort anevrizması rüptüründeki gibi gizli olabilir.<br />

İntravasküler volüm sıvı ve kanla düzeltilmeli ve kanamayı durdurmak için cerrahi<br />

yardım alınmalıdır.<br />

Hiperkalemi hipokalemi, hipoglisemi, hipokalsemi, asidemi ve diğer metabolik<br />

bozukların tanısı biyokimyasal testler veya böbrek yetersizliği gibi hastanın tıbbi<br />

öyküsüne dayanak konur.<br />

12 derivasyonlu EKG tanıya yardımcıdır. Hiperkalemi, hipokalesemi ve kalsiyum<br />

kanal blokerlerinin aşırı dozlarda kullanılması durumda intravenöz kalsiyum klorür<br />

uygulanır. Hipoglisemiyi önlemek için kan şekeri daima ölçülmelidir.<br />

69


Hipotermi, düşük sıcaklık ölçümlerinde düşünülmelidir. Özellikle kış aylarında<br />

evsizlerdeki kardiyak arrestlerde akla gelmelidir.<br />

Dört T’ler<br />

Tansiyon pnömotoraks, NEA’ye neden olabilir. Santral venöz kateter<br />

deneyimleri sonrasında oluşabilir ve tanı klinik olarak konur. Pnömotoraks bulguları,<br />

hava girişinde azalma, genişlemede azalma ve etkilenen bölgenin perküsyonunda<br />

hiperrezonans, etlkilenen bölgeden trakeal deviasyondur. Torakostomi veya iğne<br />

torakosentez ile dekompresyonu takiben hastaya göğüs tüpü takılır.<br />

Kardiyak arrest sırasında kardiyak tamponadın tipik bulguları olan genişlemiş<br />

boyun venleri ve hipotansiyon değerlendirilemediği için tanı koymak zordur. Penetran<br />

göğüs travması veya kardiyak cerrahiden sonra görülen arrestlerde tamponattan<br />

süphelenilmelidir. Bu durumda iğne perikardiyosentez veya resüsitatif torakotomi<br />

düşünülmelidir.<br />

Hastanın hikayesinin alınamadığı durumlarda, istemli veya istemsiz terapötik<br />

veya toksik madde kullanılmasının tespiti oldukça zordur. Ancak, bazı vakalarda<br />

laboratuvar yöntemleriyle tespit edilir. Uygun hallerde antidotlar kullanılabilir, fakat<br />

çoğunlukla destek tedavisi uygulanmaktadır.<br />

Tromboembolik veya mekanik dolaşım obstrüksiyonun en sık görülen nedeni<br />

masif pulmoner embolidir. Kardiyak arrest nedeninin pulmoner emboli olduğu<br />

düşünülüyorsa vakit kaybedilmeden trombolitik ilaçlar kullanılması düşünülmelidir.<br />

içerir:<br />

Defibrilasyon<br />

2015 ERC Kılavuzundaki defibrilasyon stratejisi önceki kılavuzdan biraz değişiklik<br />

• Erken, kesintisiz göğüs kompresyonlarının, şok öncesi ve sonrası verilen araların en aza<br />

indirilmesinin önemi bu kılavuzda ısrarla vurgulanmıştır.<br />

• Defibrilatör şarj olurken göğüs kompresyonlarına devam ediniz, göğüs kompresyonlarına<br />

5 sn’den fazla ara vermeden defibrilasyon uygulayınız ve defibrilasyondan hemen sonra<br />

göğüs kompresyonlarına tekrar başlayınız.<br />

• Kendinden yapışkanlı defibrilasyon pedleri manuel kaşıklara göre bazı avantajlara<br />

sahiptir ve mümkünse her zaman tercih edilmelidirler.<br />

• Defibrilatör veya otomatik eksternal defibrilatör (OED) temin edilip uygulanana kadar<br />

KPR’a devam edilmelidir, fakat defibrilasyon yalnız defibrilasyon gereksiniminin<br />

saptanması ve şarj edilme süresi kadar geciktirilmelidir.<br />

• Eğer başlangıçtaki VF/nVT ritmi şahit olunmuş ve monitörize arrest ise ve defibrilatör<br />

hızla temin edilebilirse (örn. kardiyak kateterizasyon) peşpeşe üç şok uygulaması<br />

düşünülebilir.<br />

• Defibrilasyon şok enerji düzeyleri 2010 kılavuzu ile aynıdır. Bifazik dalga formları için ilk<br />

şok düzeyi en az 150 J olmalı, ikinci ve takip eden şoklar 150-360 J düzeyinde<br />

uygulanmalıdır. Her defibrilatörde uygulanan şok enerji düzeyi için üreticinin önerileri<br />

dikkate alınmalıdır. Başarısız şok sonrasında ve tekrar fibrilasyon geliştiğinde şok<br />

enerjisinin artırılması uygun olacaktır.<br />

70


Şok öncesinde verilen aranın en aza indirilmesi için stratejiler:<br />

Göğüs kompresyonlarının durmasından şok verilene kadar olan gecikme (şok öncesi<br />

ara) en kısa tutulmalıdır; 5-10 sn gecikme bile başarılı şok şansını azaltacaktır. Şok<br />

öncesinde verilen ara, defibrilatör şarj edilirken göğüs kompresyonlarına devam edilerek ve<br />

iyi iletişim kuran ekip liderine sahip etkin bir ekiple 5 sn’nin altına indirilebilir.Defibrilasyon<br />

sırasında kurtarıcının hastayla temasını engelleyen güvenlik kontrolü hızla ama güvenle<br />

yapılmalıdır. Şok uygulandıktan sonra hemen göğüs kompresyonlarına başlanarak şok<br />

sonrası ara minimuma indirilebilir. Tüm manuel defibrilasyon sürecinin göğüs<br />

kompresyonlarına 5 sn’den az ara verilerek gerçekleştirilmesi mümkündür.<br />

Mekanik göğüs komresyon cihazları :<br />

2010 Kılavuzundan günümüze kadar geçen sürede yayınlanan ve 7582 hastayı<br />

içeren üç büyük RKÇ’da hastane dışı kardiyak arrestte rutin olarak otomatik mekanik göğüs<br />

kompresyon cihazlarının kullanılmasının belirgin avantajı gösterilmemiştir.Manuel göğüs<br />

kompresyonları yerine otomatik mekanik göğüs kompresyon cihazlarının rutin olarak<br />

kullanılmasını önermiyoruz. Hareket halindeki ambulansta uygulanan KPR, uzamış KPR<br />

(örn. hipotermik arrest) ve bazı özel durumlarda KPR (örn. koroner anjiyografi veya<br />

ekstrakorporeal KPR) sırasında olduğu gibi uzun süreli yüksek kalitede göğüs<br />

kompresyonları uygulanamıyorsa veya kurtarıcı risk altındaysa otomatik mekanik göğüs<br />

kompresyon cihazlarımanuel göğüs kompresyonlarına mantıklı bir alternatif olabilir.Cihazın<br />

yerleştirilmesi sırasında KPR’a ara verilmesinden kaçınılmalıdır. Mekanik KPR cihazlarını<br />

kullanan sağlık personeli kapsamlı beceri eğitimi ve düzenli eğitim tekrarlarından oluşan iyi<br />

yapılanmış, monitörize bir program dahilinde hareket etmelidir.<br />

Yaşam belirtileri<br />

KPR sırasında yaşam belirtileri (solunum eforu, hareket vb.) veya hasta<br />

monitöründe SDGD düşündüren bulguların varlığında (arteriyal kan basıncı veya<br />

ekspiratuar karbondioksit trasesinde ani yükseliş vb.) KPR’a kısa süre ara verilir ve<br />

monitör kontrol edilir. Organize ritim var ise nabız kontrol edilir. Nabız varsa<br />

resüsitasyon sonrası bakım ve/veya gerekli ise uygun periarrest aritmi tedavisine<br />

geçilir. Eğer nabız yok ise KPR’ a devam edilir. Kapnografi kullanılması ile göğüs<br />

kompresyonlarına ara verilmeden SDGD tanınabilir. SDGD halinde, ETCO2’de<br />

belirgin artış meydana gelir.<br />

<br />

Resüsitasyonun sonlandırılması ve ölüm tanısı<br />

Eğer resüsitasyon başarısız ise ekip lideri resüsitasyon ekibiyle KPR’u<br />

durdurmayı tartışmalıdır. KPR’u durdurma kararı klinik değerlendirme ve SDGD<br />

sağlama şansının dikkatlice değerlendirilmesine bağlıdır. KPR sonlandırıldıktan sonra<br />

ölüm tanısı onaylanmadan hasta 5 dakika boyunca gözlenir.<br />

Palpasyonla santral nabzın yokluğu<br />

71


• Oskültasyonla kalp seslerinin yokluğu<br />

Aşağıdaki kriterlerin bir veya daha fazlasının varlığı destekleyicidir:<br />

• EKG’de asistoli<br />

• İntraarteriyel basınç monitöründe pulsatil akımın yokluğu<br />

• Ekokardiyografide kontraktil aktivitenin yokluğu<br />

Bu süre içerinden kardiyak veya solunumsal aktivite gözlenirse, bir sonraki<br />

kardiyak arrest sonrasında 5 dakikalık süre yeniden başlatılır. Beş dakika süren<br />

kardiyorespiratuar arrest sonrasında; pupiller ışık refleksi, kornea refleksi kaybı ve<br />

supraorbital basınç uygulamasına yanıtın bulunmaması kontrol edilmelidir. Ölüm<br />

zamanı bu kriterlerin tespit edildiği an olarak kaydedilir.<br />

Özet<br />

Kardiyopulmoner resüsitasyona karşı farkındalık giderek artmaktadır. Avrupa’<br />

da ERC’ nin öncülüğünde bir kardiyas arrest farkındalık günü düzenlenmiş ve<br />

sokaklarda ücretsiz halk eğitimleri yapılmıştır.<br />

Gelecek 16 Ekim 2014’ te düzenlenecek olan bu kampanya ile ilgili olarak<br />

ülkemizde Resüsitasyon Derneği bazı faaliyetler gerçekleştirecektir.<br />

Kaynaklar<br />

1. European Resuscitation Council Guidelines for Resuscitation 2015 Section 1. Executive summary<br />

.Koenraad G. Monsieurs, Jerry P. Nolan, Leo L. Bossaer, Robert Greif, Ian K. Maconochie, Nikolaos I.<br />

Nikolaou, Gavin D. Perkins, Jasmeet Soar, Anatolij Truhlár, Jonathan Wyllie, David A. Zideman,on<br />

behalf of the ERC Guidelines 2015 Writing Group. Resuscitation 2015; 95: 1-80.<br />

2. Adult advanced life support. Jasmeet Soar, Jerry P. NolanBernd W. Böttiger, Gavin D. Perkins,<br />

Carsten Lott, Pierre Carli, Tommaso Pellis, Claudio Sandroni, Markus B. Skrifvars, Gary B. Smith,<br />

Kjetil Sunde, Charles D. Deakin, on behalf of the Adult advanced life support section collaborators.<br />

Resuscitation 2015;95:100-147.<br />

3.Cardiopulmonary Resuscitation with Automated External Defibrillator Provider Course Manual- ERc<br />

Guidelines 2010 Edition. ERC Editorial Belgium 2010.<br />

4. European Resuscitation Council Advanced Life Support Course Manual. 5th Edition. Belgium.<br />

5. International Liaison Committee on Resuscitation. 2005 International consensus on<br />

cardiopulmonary resuscitation and emergency cardiovascular care science with treatment<br />

recommendations. Resuscitation 2005; 67(2-3): 157-342.<br />

72


6. European Resuscitation Council. European Resuscitation Council guidelines for resuscitation<br />

2005. Resuscitation 2005; 67 (Suppl 1): S1-S190.<br />

7. First Aid, CPR and AED. Emergency Care and Safety Institute, Jones and Bartlett Publishers, 2007<br />

73


Hastane Bilgi Yönetim Sistemi ve E-Reçete Uygulamaları<br />

Dr. Yılmaz KESKİNDEMİRCİ<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Başhekim Yardımcısı<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yürütülmekte olan Hastane Bilgi Yönetim Sistemi<br />

dönüşüm çalışmaları 13.08.2016 tarihinde tamamlanmış olup ilgili tarihten itibaren<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde tüm fonksiyonları ile İSHOP (İstanbul Üniversitesi<br />

Hastaneleri Otomasyon Projesi) kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Aşağıda İSHOP Hastane Bilgi Yönetim Sisteminin kullanımıyla ilgili olarak<br />

kullanıcıların adaptasyonunu artırmak amacıyla ilgili fonksiyonların anlatımına yer<br />

verilmiş olup e-reçete uygulamaları hakkında da bilgi verilmektedir.<br />

1. POLİKLİNİK HASTA MUAYENE EKRANI<br />

1.1. HEKİM HASTA LİSTESİ<br />

Doktor sayfası üstünde hasta bilgilerine ulaşabilir. Hekim hasta listesi<br />

butonuna tıklayarak (1) Hasta arama listesi açılır. Veya kısayol F6 kullanılıp<br />

hasta listesine ulaşabilir.<br />

Şekil 1; Hekim hasta listesi<br />

Doktor İSHOP’ u açtıktan sonra F6 ( hekime gelen işler ) tuşuna Kısayol F6 ile<br />

açılan ekran aşağıda ki gibi gün içinde gelen hastalar listelenir. Seçtiğimiz<br />

hasta ile beraber gün içinde hastaların muayenesine başlanabilir<br />

74


Şekil 2; Hekim hasta listesi<br />

Açılan ekranda hasta kimlik no ve protokol no hasta adı ve soyadı birim ismi<br />

gibi üç farklı şekilde listeleme işlemi yapılabilir. Hasta dosyasına girdikten<br />

sonra ilk önce Muayene butonu tıklanır ve altında bulunan Medikal Özgeçmiş<br />

– Genel Muayene – Hasta Geçmişi – Konsültasyon – E Reçete –<br />

Görüntüler – Ölçümler – Ek Epikriz – Kan Ürünleri İstekleri – Bulaşıcı<br />

Hastalıklar – Allerjiler ikonları kullanılarak hasta muayene bilgileri<br />

doldurulmaya başlanacaktır.<br />

Şekil 3; Muayene<br />

75


1.1.1. MEDİKAL ÖZGEÇMİŞ: Hastanın geçmişteki öyküleri hikayesi ve geçirdiği<br />

hastalıklarının girildiği ekranıdır.<br />

Şekil 4; Medikal özgeçmiş<br />

1.1.2. GENEL MUAYENE: Hastanın tanısının gelişiyle ilgili şikayeti ve bulgularının<br />

girildiği ekrandır. Hastanın geçmiş muayeneleri hastaya işlenmiş eski tanıları ayrıca<br />

Doktorun kendisine özel hastaları için özel not alabileceği özel bölüm bu ekranda<br />

bulunmaktadır.<br />

Şekil 5; Genel muayene<br />

76


Şekil 6; Genel muayene<br />

1.1.3. HASTA GEÇMİŞİ: Hastanın hastanedeki gelişlerinin özetini görülebildiği<br />

ekrandır.<br />

Şekil 7; Hasta geçmişi<br />

77


1.1.4. KONSÜLTASYON: Diğer ilgili birimlere danışmak için konsültasyon isteklerinin<br />

yapıldığı ekrandır.<br />

Şekil 8; Konsültasyon<br />

1.1.5. E-REÇETE: Hastaya yazılacak olan reçetenin SGK Medulaya bildirildiği<br />

ekrandır.<br />

Şekil 9; E Reçete<br />

78


1.1.6. GÖRÜNTÜLER: Hastanın çekilmiş filmlerin görüntülerinin olduğu ekrandır.<br />

Şekil 10; Görüntüler<br />

1.1.7. ÖLÇÜMLER: Hastanın boy kilo bilgilerinin girildiği ekrandır.<br />

Şekil 11; Ölçümler<br />

79


1.1.8. EK-EPİKRİZ: Hastaya ek epikriz düzenlemek istediğimizde kullandığımız<br />

alandır.<br />

Şekil 12; Ek epikriz<br />

1.1.9. KAN ÜRÜNÜ İSTEKLERİ: Hastaya kan isteminin yapıldığı ekrandır.<br />

Şekil 13; kan ürünü istekleri<br />

80


1.1.10. BULAŞICI HASTALIKLAR: Hastanın varsa bulaşıcı hastalığının girildiği<br />

ekrandır.<br />

Şekil 14; Bulaşıcı hastalıklar<br />

1.1.11. ALLERJİLER ; Hastanın varsa Allerjisi girildiği ekrandır.<br />

Şekil 15; Allerjiler<br />

1.1.12. İŞLENEN HİZMETLER – Hastaya kısa yol hizmet arama butonu dahil hizmet<br />

ekleme - hizmet iptal - malzeme ekleme - malzeme iptal - paket ekleme ekranları<br />

bulunmaktadır<br />

Muayene butonunun altındaki bilgiler doldurulduktan sonra İşlenen Hizmetler<br />

kısmındaki bölüme geçilir.<br />

HİZMET EKLE: Eklenmesi gereken hizmetlerin bulunduğu (sut) listedir<br />

HİZMET İPTAL: Eklenen hizmeti iptal etmek için kullanılır<br />

81


MALZEME EKLE: Kullanılan malzemelerin eklenebilmesi için kullanılması<br />

gereken butondur<br />

MALZEME İPTAL: Eklenen fazla veya hatalı malzemeyi silmek için kullanılır<br />

PAKET EKLE: Paket hizmet ve muayeneleri toplu paket halinde eklemek için<br />

kullanılır<br />

<br />

PAKET İPTAL: eklenen hatalı veya fazla paketi silmek için kullanılır<br />

Şekil 16; İşlenen Tetkikler<br />

TETKİKLER ; Hastanın muayene ve hizmetleri girildikten sonra hastaya tetkik<br />

ve tahlil istemek için Tetkikler kısmı kullanılmalıdır.<br />

ilgili bölümden Laboratuvar – Radyoloji – Nükleer tıp – Patoloji – Genetik –<br />

Diğer Raporlar butonları hastalarımız üstüne işlenmek üzere ilgili<br />

ekranlarımızı kullanabiliriz.<br />

3a:LABORATUVAR: Labaratuar test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />

görülebildiği ekrandır<br />

3b:RADYOLOJİ: Radyoloji test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />

görülebildiği ekrandır<br />

3c:NÜKLEER TIP: Nükleer tıp test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />

görülebildiği ekrandır<br />

3d:PATOLOJİ: Patoloji test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının görülebildiği<br />

ekrandır<br />

3e:GENETİK: Genetik test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının görülebildiği<br />

ekrandır<br />

3f:DİĞER RAPORLAR: Hastanın eko –efor- eeg- emg vs. tetkiklerin rapor<br />

örneklerinin bulunduğu ekrandır<br />

82


Şekil 17; Tetkikler<br />

Hastanın tetkik işlemleri bittikten sonra gerek duyulursa Raporlar (4) kısmı na<br />

girerek ekle butonundan ilaç raporu, sağlık kurulu, iş görememezlik, istirahat<br />

vs. gibi medikal raporlar eklenebilir<br />

Şekil 18 ; Raporlar<br />

83


1.1.13. YENİ AKTİVİTE – ilgili ikondan hastaya EKG – EKO istekleri<br />

yapılabilmektedir.<br />

Şekil 19; Yeni aktivite<br />

FORMLAR – ilgili ikondan alt kırılımlarından ANAMNAZ FORMU – İLAÇ<br />

KULLANIM RAPORU – HİZMET DETAY BİLGİSİ – HASTA YÖNLENDİRME<br />

FORMU – EPİKRİZ YAZDIR bilgilerine ulaşılabilir ihtiyaca göre ilgili işlemler<br />

yapılabilir.<br />

Şekil 20; Formlar<br />

Son olarak Hasta üstünde tüm işlemler bittikten sonrası gerekirse hastaya<br />

yatış işlerini YATIŞ ikonu ile başlatabiliriz<br />

84


B.YATAKLI TEDAVİ SÜRECİ<br />

İSHOP MEDİKAL menüsü altında Yataklı Tedavi işlemlerinin gerçekleştirildiği<br />

modüldür.<br />

Şekil 21: MEDİKAL<br />

85


i. SERVİS<br />

Şekil 22: SERVİS<br />

1. İŞLEMLER<br />

Şekil 23: İŞLEMLER<br />

ii. YATAN HASTA LİSTESİ<br />

Yatan hasta listesinden (Medikal/Servis/Yatan Hasta Listesi) hasta listesine<br />

ulaşılabilir.<br />

Yatan hasta listesi Yatan hastaların listelendiği bölümdür. Yatan hastalar durum ve<br />

servisleri seçilerek listelenebilir. Adı, Soyadı, Protokol No, Tarih Aralığı, Servis,<br />

Durumu sorgulama seçeneklerinden biri ya da bir kaçına göre arama yapılabilir.<br />

86


Şekil 11: YATAN HASTA LİSTESİ<br />

<br />

Yatan Hasta Durum Bilgisi<br />

Yatan hastalarımızın aşağıdaki durum seçenekleri ile anlık olarak izlenebilmesi<br />

sağlanmıştır.<br />

Yatış Bekliyor:<br />

Servis Bekliyor:<br />

Yatıyor:<br />

Kurum İçi Sevk:<br />

Taburcu:<br />

Reddedildi:<br />

Yatış bekleyen hastalarımızı gösterir<br />

Servis bekleyen hastalarımızı gösterir<br />

Yatan hastalarımızı gösterir<br />

Kurum içerisinde bir başka servise sevk yapılan hastaları gösterir.<br />

Taburcu olan hastalarımızı gösterir.<br />

Yatış isteği reddedilen hastalarımızı gösterir.<br />

Ayrılmayı Bekliyor: Ayrılmayı bekleyen hastalarımızı gösterir.<br />

İzinli:<br />

İzin verilen hastaları gösterir.<br />

b. YATAN HASTA MUAYENESİ HASTA YATIŞ DOSYASI<br />

Doktorun hastanın kişisel bilgilerini görebileceği, medikal özgeçmişini girebileceği,<br />

muayenesini kaydetmek ve takip etmek için kullanacağı bölümdür. İlgili ekrandan<br />

epikriz alma, muayene detayları görme/değiştirme, reçete verme, konsültasyon<br />

talebinde bulunma ve sonuçlarını görme, tetkik isteme ve sonuçlarını görme poliklinik<br />

ve muayene raporlarını oluşturma ve görüntüleme işlemleri yapılabilir.<br />

i. MUAYENE<br />

Medikal özgeçmiş, Genel muayene, Konsültasyon, E-Reçete, Klinik Seyir,<br />

Konsültasyon, Ölçümler Enfeksiyon-Kolonizasyon, Alerjiler gibi alt bölümlerinden<br />

oluşur.<br />

Muayene İçerisindeki alt bölümler;<br />

87


1. MEDİKAL ÖZGEÇMİŞ<br />

Hastaların Soygeçmiş, Özgeçmiş, Alışkanlıkları, Alerjileri, Geçirdiği operasyonlar,<br />

Sürekli kullandığı ilaçlar, Kronik hastalıkları gibi bilgilerin girilebileceği yazı alanlardır.<br />

Doktor veya sekreteri veya sorumlu olduğu asistan doktor tarafından hastaya sorulan<br />

(daha önceden sorulmuş kaydedilmiş) bilgilerin alınıp kullanıldığı kısımdır. Eğer daha<br />

önceki muayenelerde alınıp kaydedilmiş veriler varsa doktor bu muayene için bu<br />

verilerden faydalanır. Gerektiğinde yeniden sorulur ve güncellenir.<br />

Medikal özgeçmişin alt bölümleri:<br />

Soy geçmiş: Hastanın ailesinde var olan hastalıkları özet olarak belirtiriz.<br />

Alışkanlıklar: Hastanın sağlığını etkileyebilecek alışkanlıkları. Bunlar<br />

güncellendiğinde örneğin sigara içen bir hastanın sigarayı bırakmasıyla x yılından y<br />

yılına kadar z yıl günde 2 paket sigara içiyordu şeklinde güncellenmesi gerekir.<br />

Alerjileri: Vücudun, aslında zararlı olmayan bazı maddelerden veya hava şartlarından<br />

etkilenmesi ya da psikolojik etkenler sonucu bazı maddelere aşırı reaksiyon<br />

göstermesidir.<br />

Örnek: Yiyecek, içecek, ilaç, vb. şeylere karşı olan reaksiyonları.<br />

Geçirdiği operasyonlar: Hastanın daha önceden geçirdiği ameliyatlar ve bunların<br />

sonuçları ile ilgili notlar.<br />

Sürekli kullandığı ilaçlar: Hastanın daha önceki doktorların tavsiyesi ya da kendi<br />

isteği ile sürekli olarak aldığı ilaçlar veya etken maddeler.<br />

Kronik hastalıklar: Hastanın belli bir tedavi ile sonlandıramadığı Kalp rahatsızlıkları,<br />

AİDS, Hepatit gibi hastalıklarıdır. Yazılım içinde başka bir yöntemle alınmadığı<br />

müddetçe bu bilgi ancak buradan kaydedilecektir.<br />

Şekil 12: GENEL MUAYENE<br />

88


2. GENEL MUAYENE<br />

Tanı ekle, Tanı kodları, Olay yeri, Hikayesi, Şikayeti, Bulgular, Öneriler, Notlar, Özel<br />

doktor notlarının girilebileceği bölümlerden oluşur. Genele muayene verisinin<br />

toplandığı bölümdür. Doktor muayenesini yaparken hastadan aldığı şikayeti bu<br />

bölüme yazar, hikayesini kaydeder ve değerlendirmesinden elde edilen bulguları bu<br />

bölüme yazar. Belirlediği ön tanıları girer, kesinleşen tanıları kesin tanı kaydıyla<br />

tekrar girer. Eğer tedavi süresince tedaviye ilişkin bir yorum oluşursa bunu notlar<br />

kısmına kaydeder. Hastanın tedavi sonrası uygulamasını istediği (bol sıvı tüketmesi,<br />

sık sık duş alma, kırmızı etten sakınma vb.) şeyler varsa öneriler kısmına bunları<br />

yazar. Bu bilgiler epikrizi (dosya özeti) raporunun temelini oluşturur.<br />

Şekil 13: GENEL MUAYENE<br />

3. TANI EKLE:<br />

Şekil 14: TANI<br />

sembolüne tıklayarak tanı listesini açabiliriz. Açılan listede tanı kodu ve ismine<br />

göre arama yapılır.<br />

% sembolü girilerek arama yapılabilir. %nezle ...vb<br />

89


Şekil 15: TANI<br />

Listeden seçilen tanının kodu tanı ekle kısmına getirilir. Sembolüne ya da<br />

klavyeden Enter tuşuna basılarak tanı kodları bölümüne ekleme yapılabilir.<br />

sembolü ICD kodları ekranını açar. ICD listesi üzerinde daha detaylı arama ile<br />

seçim yapmamız sağlanmaktadır.<br />

4. E-REÇETE:<br />

Yatan hastaya yatan ve taburcu reçetesi verildiği bölümdür. (Poliklinik tarafında<br />

detaylı anlatımı mevcuttur.)<br />

Şekil 16: E-REÇETE<br />

90


Şekil 17: E-REÇETE<br />

5. KLİNİK SEYİR:<br />

Hekimlerin Yeni butonundan hastayla ilgili gün gün görüşlerini yazdıkları bölümdür.<br />

Şekil 18: KLİNİK SEYİR<br />

6. KONSÜLTASYON<br />

İki farklı konsültasyon talebi vardır. Eğer kurumsal zaman planlaması yapılmış ise<br />

doktor ilgili birimde konsültasyona uygun olan doktordan konsültasyon çalışma<br />

zamanı talep iletilir. Detaylar için bkz.: kurumsal zaman planlaması .<br />

Konsültasyon: Konsültasyon ekranını açar.<br />

91


Seçilen birim altındaki kaynağa ait olan çalışma takviminden konsültasyon isteği<br />

yapılması sağlanır.<br />

Yapılan istek randevu modülü ile entegre çalışır.<br />

Şekil 19: KONSÜLTASYON<br />

*Yapılan konsültasyonlar aşağıda anlatılan Konsültasyon listesine düşmektedir.<br />

Konsültasyon listesi<br />

Birimlerden yapılan konsültasyonun listelendiği alandır.<br />

92


Şekil 22: KONSÜLTASYON LİSTESİ<br />

7. ÖLÇÜMLER<br />

Boy, ağırlık bilgisinin girilebileceği, iptal edilebileceği bölümdür. Girilen bilgiler<br />

değişim grafiğinden takip edilebilir.<br />

Şekil 23: ÖLÇÜMLER<br />

93


8. ENFEKSİYON / KOLONİZASYON<br />

Hastaya ait herhangi bir enfeksiyon bilgisi var ise Ekle bölümünden seçim yapılarak<br />

kayıt altına alınması sağlanır.<br />

Şekil 24: ENFEKSIYON / KOLONIZASYON<br />

ii. DOKTOR ORDER-TEDAVİ TABELASI<br />

1. DOKTOR İSTEKLERİ<br />

Ekle fonksiyon butonuna tıklanır. Açılan Hastaya yapılacak istekler penceresinden<br />

kullanılacak tedavi şekli seçilerek tamam butonuna tıklanır.<br />

Şekil 25: HASTAYA YAPILACAK İSTEK EKRANI<br />

94


Oluşan istek satırındaki Malzeme hücresinde<br />

sembolüne tıklanır.<br />

Malzeme seç fonksiyon butonuna tıklanarak kullanılacak tek kalem malzeme seçilir.<br />

Periyot, kullanım şekli, notlar vs. bilgileri girilir.<br />

*Birden fazla orderı ekleyebilmemiz için Toplu Ekleme modülüne tıklamamız<br />

gerekmektedir. Buradan ilgili ambarı seçip diğer bilgileri girdikten sonra kaydet<br />

dememiz yeterlidir.<br />

Şekil 26: DOKTOR İSTEK<br />

Yapılan orderları örneğin hafta sonları ve resmi tatillere kopyalayabilmemiz için<br />

Kopyala modülüne tıklayıp kopyalanacak günün orderlarını seçip belirtilen tarih<br />

aralığına kopyalama işlemini gerçekleştirebiliriz.<br />

Şekil 27: ORDER KOPYALAMA<br />

95


iii. KAN İSTEĞİ<br />

Ünite kan isteklerinin yapıldığı bölümdür.<br />

Şekil 34: KAN İSTEĞİ<br />

iv. SERVİS KAN İSTEKLERİ<br />

Servislerde yatan hastalara istenen kanları takip etmek için kullanılan ekrandır.<br />

Şekil 35: SERVİS KAN İSTEKLERİ<br />

96


v. SERVİS HİZMETLERİ<br />

Hastaya işlenen hizmetlerin ve malzemelerin takip edildiği bölümdür. Servis<br />

hizmetlerinde Hizmet Ekle ve Malzeme Ekle butonlarından hastaya Hizmet ve<br />

Malzeme ekleme işlemleri yapılır.<br />

Şekil 36: SERVİS HİZMETLERİ<br />

vi. TETKİKLER<br />

Laboratuvar, Radyoloji, Patoloji ’den yeni butonu ile tetkik istenebilir, istenmiş<br />

tetkikler onaylandıktan sonra aynı ekranda sonuçları görünür. Test sonucu girilmiş<br />

tetkikler iptal edilemez.<br />

Şekil 37: TETKİKLER<br />

97


Şekil 38: TETKİKLER<br />

Radyoloji ve Patoloji bölümlerinden de istekler aynı aşamalarla istenir.<br />

vii. AMELİYAT<br />

Yapılacak ameliyatların girilebileceği bölümdür.<br />

Şekil 39: AMELİYAT<br />

98


Ameliyatlar alanında sağ tıklayarak ilgili ameliyat seçimi yapılan bölümdür.<br />

Şekil 40: AMELİYAT<br />

viii. RAPORLAR<br />

Medikal Raporların eklenebileceği bölümdür.<br />

Şekil 41: RAPORLAR<br />

99


Şekil 42: MEDİKAL RAPORLAR<br />

100


İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi<br />

Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı<br />

Cerrahpaşa yerleşkesini üç düzlemi birbirine bağlayan üç yokuş olarak<br />

düşünebiliriz. Düzlemleri üst, orta ve alt olarak, yokuşları da A, B ve C biçiminde<br />

sıraladığımızda yerleşkenin üzerindeki binalara ve birimlere kolayca ulaşabiliriz (Şekil<br />

1, Tablo 1).<br />

Şekil 1: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi krokisi<br />

101


Tablo 1: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yerleşkesi krokisindeki bina numaraları ile<br />

kullanan birim bilgileri<br />

1-Dekanlık<br />

2- Oditoryum<br />

3- Kız öğrenci yurtları<br />

4- Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

5- Tıp Kültür Birimi<br />

7- Radyasyon Onkolojisi<br />

8- Psikiyatri<br />

9- İngilizce Tıp Bölümü<br />

10- Nöroloji<br />

11- Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon<br />

12- Jinekolojik Onkoloji<br />

13- Kadın Hastalıkları ve Doğum<br />

14- Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları<br />

15- Acil Birimi (Giriş Katı- 1.Kat), Ortopedi (Kat 2)<br />

16- Ortopedi polikliniği<br />

17- Acil Hasta kabul<br />

18- Kütüphane (Giriş ve Kat 1, Öğrenci İşleri (Kat 1), Yeni Kurul Salonu, Öğrenci<br />

Kulüpleri, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı.<br />

19- Otopark / Helikopter pisti<br />

20- Spor Salonu<br />

21- Yemekhane<br />

22- Halı Saha<br />

23- Amfiler (Giriş Katı ve Bodrum Kat), Deney Hayvanları Araştırma Laboratuvarı<br />

(Bodrum Kat)<br />

24- Deontoloji (Zemin), Farmakoloji (Kat 1), Halk Sağlığı (Kat 2), Histoloji ve<br />

Embriyoloji (Kat 3)<br />

25- Anatomi (Bodrum 3 ve 2), Biyokimya (Bodrum 1), Fizyoloji (Zemin), Mikrobiyoloji<br />

(Kat1), Tıbbi Biyoloji (Kat 2), Tıbbi Fizik (Kat 3), İstatistik (Kat 4), Öğrenci Kantini (Kat<br />

4)<br />

26- Patoloji (Bodrum 3 ve 2), Biyokimya (Bodrum 1), Biyofizik (Zemin), Mikrobiyoloji<br />

(Kat 1), Genetik (Kat 2)<br />

27- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji (Kat 1), Geriatri (Kat 2), Nefroloji<br />

(Kat 3), Kardiyoloji (Kat 4), Gastroenteroloji – Hematoloji (Kat 5), Hepatoloji –<br />

Romatoloji (Kat 6)<br />

102


28- Hepatobilier Poliklinikleri (Zemin A), Gastroenteroloji – Endoskopi (Zemin),<br />

Nükleer Tıp (Kat 1), Endokrin – Diyabet (Kat 2), Genel Dahiliye (Kat 3), Kardiyoloji –<br />

Koroner YBÜ (Kat 4), Gastroenteroloji (Kat 5), Özel Servis (Kat 6)<br />

29- Hemostaz Laboratuvarı (Zemin), Nükleer Tıp (Kat 1), Onkoloji (Kat 2), Genel<br />

Dahiliye (Kat 3), Kardiyoloji (Kat 4), Hematoloji (Kat 5), Endokrin (Kat 6)<br />

30-32- Dermatoloji (Kat 1), Üroloji (Kat 2), Kulak Burun Boğaz Hastalıkları (Kat 3),<br />

Göz Hastalıkları (Kat 4, 5 ve 6)<br />

33- Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Göğüs Cerrahisi (Kat 2), Endokrin Cerrahi (Kat 3),<br />

Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4), Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5),<br />

Meme Cerrahisi (Kat 6), Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi (Kat 7)<br />

34- Transplantasyon (Zemin), Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Kalp-Damar Cerrahisi (Kat 2),<br />

Hepatopankreatikobiliyer Cerrahisi (Kat3), Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4),<br />

Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5), Meme Cerrahisi (Kat 6), Özel Cerrahi<br />

Servisi (Kat 6), Apeks Restaurant (Kat 7)<br />

35- Transplantasyon (Zemin), Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Kalp-Damar Cerrahisi (Kat 2),<br />

Hepatopankreatikobiliyer Cerrahisi (Kat3), Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4),<br />

Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5), Özel Cerrahi Servisi (Kat 6), Plastik ve<br />

Rekonstrüktif Cerrahi (Kat 7)<br />

36- Cerrahi Binası Giriş, Kan Merkezi, Ağrı Bilim Dalı (Kat 1), Ameliyathane (Kat 2),<br />

Cerrahi Yoğun Bakım (Kat 2), MESEM Salonu (Kat 3), Cerrahi Poliklinikler (Kat 4),<br />

Cerrahi Endoskopi (Kat 4), Cerrahi Röntgen (Kat 4), Cerrahi Biyopsi (Kat 4), Öğretim<br />

Üyeleri (Kat 5-6)<br />

37-40- Radyoloji (Bodrum Kat), Göz Polikliniği (Giriş Kat), Üroloji Polikliniği,<br />

Dermatoloji Polikliniği, İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Poliklinikleri<br />

42- Monoblok Giriş – Danışma<br />

43- Eczane<br />

44- Aile Hekimliği<br />

45- Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Nöroşirürji, Nöroradyoloji<br />

46- Boşaltılmış Bina<br />

47- Çocuk Yuvası<br />

48-50- Cami<br />

51- Gasilhane<br />

53- Başhekimlik ve Bilgi İşlem<br />

54- Fikret Biyal Klinik Biyokimya Laboratuvarı<br />

55- PET Ünitesi ve Radyonüklid Tedavi Kliniği<br />

56- Hastane Müdürlüğü<br />

Üst Düzlem<br />

Üst düzlemde iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Yayaların giriş-çıkış yaptığı<br />

Ana giriş kapısı ve araçların giriş-çıkış yaptığı araçlı giriş kapısı. Üst düzlem bu<br />

103


kapılardan başlar. Üst düzlemin üzerindeki ana yapılar 1-22, 49, 50, 56 numaralı<br />

binaları içermektedir (Şekil 1, Tablo 1).<br />

Fakültemizin Dekan ve Yardımcılarının odaları, Fakülte Sekreteri, Personel<br />

İşleri Müdürü ve Büro elemanları ile Maaş Bürosu Şefliği ve ilgili Memurların<br />

bürolarının bulunduğu Dekanlık binası, Göğüs Hastalıkları binası, Kız öğrenci yurtları,<br />

Cem’i Demiroğlu Oditoryumu, Atatürk Anıtı, Hastane Müdürlüğü ve ilgili birimler,<br />

Yemekhane, Kütüphane, Acil Birimi, Hemşirelik Müdürlüğü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,<br />

Halk Bankası, Yanık Ünitesi, Yoğun Bakım, Ortopedi, İş Bankası, Burhanettin Toker<br />

Amfisi, Başhekimlik ve bağlı birimleri, Kadın Doğum Kliniği ve Jinekolojik Onkoloji,<br />

Nöroloji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, İngilizce Tıp Bölümü, Radyasyon Onkolojisi,<br />

Psikiyatri, Çocuk psikiyatrisi bu düzlemde yer alırlar.<br />

Resim 1: Araç giriş kapısı sonrası (A yokuşu) ilk kavşak<br />

104


Resim 2: A yokuşu araç giriş kapısı sonrası ilk kavşak<br />

Orta Düzlem<br />

İş Bankasının olduğu köşeden aşağı inen B yokuşunun bitiminde Orta<br />

Düzleme ulaşırsınız. Yokuş boyunca Çocuk Kliniğini, Garanti Bankası ve<br />

Başhekimliğin giriş kapısını göreceğiz. Çocuk kliniğinin altında Camii bulunmaktadır.<br />

Orta Düzlemin üzerindeki ana yapılar 23-42, ile 51 numaralı binaları içermektedir<br />

(Şekil 1, Tablo 1).<br />

105


Resim 3: B yokuşu orta düzlem kesişim yeri.<br />

Orta düzlemde Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Dahili Tıp Bilimleri Bölümü ve<br />

Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümünün ana giriş kapıları bulunmaktadır.<br />

Temel Tıp Bilimlerinin içinde Temel Tıp Bilimlerine ait Anabilim Dallarıyla,<br />

Patoloji, Farmakoloji, Halk Sağlığı gibi Cerrahi ve Dahili Bilimlere ait bölümler de<br />

bulunmaktadır (23-26). Öğrenci Eğitiminde çok önemli yeri olan Meliha Terzioğlu,<br />

Talia Bali Aykan ve Ekrem Kadri Unat Amfileri bulunmaktadır.<br />

Resim 4: Orta Düzlem – Dahili ve Cerrahi Anabilim Dallarının Polikliniklerin girişi<br />

Dahili Tıp Bilimleri Bloğunda Çeşitli bilim dallarına ait poliklinikler ve hastaların<br />

yattığı servisler bulunmaktadır (Nükleer Tıp Poliklinikleri, Gastroenteroloji, Genel<br />

Dahiliye, Gerontoloji, Hematoloji, Kardiyoloji, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji , Endokrinoloji Anabilim /Bilim Dalları... vb gibi). Yine öğrenci eğitiminde<br />

çok önemli yeri olan Celal Öker ve Reşat Garan Amfileri bu binanın giriş katında<br />

bulunmaktadır. 1. Kat koridorunun yola yakın tarafında tüm Dahili ve Cerrahi<br />

poliklinikler bulunmaktadır. Polikliniklerin altında Radyoloji Anabilim Dalının<br />

Ultrasonografi, MR, Tomografi çekimlerinin yapıldığı poliklinikler bulunmaktadır. Acil<br />

MR da bu bölümde çekilmektedir.<br />

Polikliniklerin alt düzlem tarafındaki binaları Cerrahi Bilimler Bölümünün<br />

kullanımındaki binalardır. Dahiliye binasına yakın olan binada sırasıyla; en altta<br />

Dermatoloji, Üroloji, KBB, Göz bölümlerinin servisleri bulunmaktadır. Son blok ise<br />

Genel cerrahi, Göğüs Cerrahisi, Kalp -Damar cerrahisi, Plastik ve Rekonstrüktif<br />

Cerrahi, Çocuk Cerrahisinin yataklı servislerini, Öğretim Üyeleri Odalarını, 2 öğrenci<br />

amfisini, MESEM salonunu, bodrum katta Ameliyathaneyi, üstünde Anestezi ve<br />

Yoğun Bakım Bölümlerini içermektedir. Kan Merkezi de bu binanın girişindedir.<br />

106


Alt Düzlem<br />

Alt Düzlemin üzerindeki ana yapılar 45-48 ile 54-55 numaralı binaları<br />

içermektedir (Şekil 1, Tablo 1). Ana blokların arka alt kapılarının açıldığı düzlemdir.<br />

Ayrıca, Nükleer Tıp (PET Laboratuvarı), Nöroşirürji Anabilim Dallarıyla, Nöro-radyoloji<br />

Bilim Dalının ve Merkez Laboratuvarlarının bulunduğu düzlemdir.<br />

Resim 5: Alt Düzlemde bulunan en önemli yapılardan biri olan Beyin Cerrahisi Binası<br />

Yokuşların Özellikleri<br />

A yokuşu, araç girişinden başlar alt düzleme kadar iner. B yokuşu ana<br />

binalarla kesilir. Alt düzleme ulaşmak için Dahiliye ile Temel Bilimler Binaları<br />

arasındaki parktan geçerek merdivenlerden inmek gerekir. C Yokuşu, Psikiyatri<br />

Anabilim Dalının yanından başlar, Kadın-Doğum ve Çocuk Klinikleri ile Nöroloji<br />

Kliniğinin arasından geçer, kot farkından dolayı merdivenlerle devam eder.<br />

Radyolojinin önünden Cerrahi Bloğunun girişinin önünden geçerek alt düzleme iner.<br />

Resim 6: C yokuşunun başlangıcı; Psikiyatri Binasının yanı<br />

107


Resim 7: C yokuşunun başlangıcı<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Asistanının TUS Sonrası Aklına Gelen Bazı Sorular<br />

- Kazandım başvurumu nereye yapacağım? (1, 18)<br />

- Acilin yeri neresidir? (15, 17)<br />

- Dekanlık binası neresidir?, Personel dairesine nasıl gidilir? (1 )<br />

- Temel Tıp Bilimleri Bölümü nerededir? (25, 26)<br />

- ……… Anabilim dalı neresidir? (Şekil 1, Tablo 1)<br />

- Kan Merkezi nerededir? (37)<br />

- Ultrason veya tomografiyi nerede çektirebilirim? (37-40)<br />

- Akciğer filmini nerede çektirebilirim. Acil Biyokimya ve Merkez biyokimya tetkiklerini<br />

nerede yaptırabilirim (17, 54)<br />

- Mikrobiyolojik tetkikleri nereye verebilirim? (17)<br />

- Hastane enfeksiyon kontrol komitesi nerededir?(9)<br />

- Hemodiyaliz nerede yapılmaktadır? (43)<br />

- Kan gazı için alınan kanı nereye verebilirim? (18 acil biyokimya)<br />

- Maaşımı çekeceğim para çekebileceğim otomatlar nerede bulunur? (B yokuşunda))<br />

- Büfe nerededir? (51’in önündeki parkta)<br />

- Yemekhane nerededir? (21)<br />

- Taksiyi nereden bulabilirim? (18’in A yokuşuyla kesiştiği köşenin altındaki taksi<br />

durağından)<br />

- PET Ünitesi nerededir? (55)<br />

- Hastane içi Ambulansı nereden isteyebilirim? (56)<br />

108


Kaynaklar<br />

1- Altıntaş A. Hastahaneden, Fakülteye Cerrahpaşa 44.yıl anısına. Müka Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul,<br />

Türkiye, Sayfa 262-263, Ekim 2011.<br />

2- http://yenicapacerrahpasa.org/fotograf_arsivi/detay/genel-fotograflar/11<br />

109


Akılcı İlaç Kullanımı<br />

Prof. Dr. A. Gökhan AKKAN<br />

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı<br />

“Akılcı İlaç Kullanımı” tanımı ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü (WHO= DSÖ)<br />

tarafından 1985 yılında Kenya’nın Nairobi şehrinde yapılan konferansta yapılmıştır<br />

(1). Akılcı İlaç Kullanımı, hastanın kendisine hekim tarafından etkililik, güvenlik,<br />

uygunluk ve maliyet gözetilerek verdiği / reçetelediği ilacı önerilen dozda ve<br />

uygun sürede kullanması olarak da tanımlanabilir.<br />

Genel olarak kabul görmüş Akılcı İlaç Kullanımının ilkelerini 8 DOĞRU (8D) ile<br />

sıralayabiliriz:<br />

1. Doğru Hasta<br />

2. Doğru İlaç<br />

3. Doğru İlaç Şekli/Farmasötik Şekil<br />

4. Doğru Doz<br />

5. Doğru Zaman<br />

6. Doğru Yol<br />

7. Doğru Kayıt<br />

8. Doğru Yanıt<br />

O halde Akılcı İlaç Kullanımı kavramını yukarıda sayılan 8D’ye göre tekrar<br />

tanımlarsak: Akılcı İlaç Kullanımı, doğru hastada, doğru ilacı, doğru farmasötik<br />

şekil içinde, doğru dozda, doğru yoldan, doğru sürede uygulanmasıdır.<br />

Akılcı İlaç Kullanımının paydaşı sadece hekim ve hasta değil, ayrıca eczacı,<br />

hemşire ve diğer sağlık çalışanları, hasta yakınları, ilaç endüstrisi, ilaç depoları, resmi<br />

otorite, akademi ve geri ödeme kurumu ile diğer sağlık kuruluşları da paydaşlar<br />

arasında sayılabilir.<br />

Türkiye’de Akılcı İlaç Kullanımı ile ilgili ilk çalışmalar 1992 yılında Sağlık<br />

Bakanlığı tarafından başlatılmış ve bu konu ile ilgili gerekli insan gücünün<br />

yetiştirilmesi amacıyla 1997 yılında Hollanda’ya “Akılcı İlaç Kullanımı Eğitici Eğitimi”<br />

programına 6 uzman gönderilmiştir. Sağlık Bakanlığı ayrıca konu ile ilgili danışma<br />

kitap ve kaynak boşluğunu doldurmak amacı ile “Birinci Basamağa Yönelik Tanı ve<br />

Tedavi Rehberleri”(2) hazırlanmış ve ayrıca “Reçete Yazma Rehberi” (3) ve<br />

“Eğiticilere Yönelik Reçete Yazma Rehberi” (4) kitaplarının çevirilerini yaptırmıştır.<br />

Fakültemiz Tıbbi Farmakoloji (o zamanki ismi ile: Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji)<br />

Anabilim Dalı da 1996 yılında Türkiye’de ilk olarak “Akılcı İlaç Kullanımı” başlıklı bir<br />

sempozyum düzenlemiş ve bir kitapçık bastırmıştır (5). Sosyal Güvenlik Kurumunun<br />

(SGK) en büyük gideri ilaç olduğundan, bu kurum da Birinci Basamakta Akılcı İlaç<br />

Kullanımı, Hekimlerin Akılcı İlaç Kullanımına Bakışı ve Toplumun Akılcı İlaç<br />

Kullanımına Bakışı(6) adlı kitaplarla kaynak oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.<br />

Günümüze kadar çok sayıda yapılan “Akılcı ilaç Kullanımı Eğitici Eğitimi”‘nde<br />

110


eğitici olanlar binlerce hekim, eczacı ve diğer sağlık personeline Akılcı İlaç Kullanımı<br />

ile ilgili eğitimler vermiştir. Sağlık Bakanlığının talebi üzerine bugün tüm Tıp<br />

Fakültelerinin lisans ve lisansüstü programlarında mecburi olarak ayrı konu veya ders<br />

olarak yer almaktadır. Bakanlık sağlık personellerinin eğitimi dışında Akılcı İlaç<br />

Kullanımı farkındalığını arttırmak için anaokullarından, hapishanelere ve diğer kamu<br />

ve sivil toplum kuruluşlarına kadar çok sayıda sempozyumlar yapmaktadır.<br />

<br />

Refik Saydam Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından yapılan alan çalışmalarda (7);<br />

İlaç kutu sayısı açısından bakıldığında tanıya uygunluk bakımından<br />

yaklaşık % 50’sinin akılcı olmadığı,<br />

İlaç maliyetlerine bakıldığında ise yine % 50’sinin akılcı olmadığı ortaya<br />

çıkmıştır.<br />

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (EKİÖ /OECD) 2009 (8) raporuna göre<br />

Toplam sağlık harcamaları içinde ilacın payı gelişmiş ülkelerde %10’lar civarında<br />

iken Türkiye’de bu oran %46’dır. Görüldüğü gibi ilaca Ülkemizde gelişmiş ülkelere<br />

göre yaklaşık 4 kat daha fazla kaynak ayrılmaktadır. 2007 verilerine göre Türkiye’de<br />

yıllık kişi başı kullanılan 20 ilacın 3.5’u antibiyotiktir. Antibiyotiklerin dünyada da<br />

suistimal düzeylerinde reçetelendiği bilinmektedir. 2016 yılında ülkemiz 40 Avrupa<br />

ülkesi arasında antibiyotik kullanımında maalesef 1. sıraya yükselmiştir (9). Bu kabul<br />

edilebilir bir durum değildir. Dünyanın birçok ülkesinde antibiyotiklere karşı direncin<br />

bazı bakterilerde %90’lara ulaştığı rapor edilmiştir (10). İlaç advers etkilerinin ABD’de<br />

ölüm nedenleri arasında 4. sırada yer aldığı ve 2000 yılı itibariyle de ekonomiye<br />

maliyetinin yaklaşık 130 milyar dolar, günümüzde de 200 milyar dolardan daha fazla<br />

olduğu tahmin edilmektedir (11). En sıklıkla ve en masraflı advers olaylar;<br />

kanama, aritmi, hipotansiyon, ateş, diyare, kaşıntı, kusma, böbrek yetmezliği<br />

olarak bildirilmiştir. İlaç yan etkilerinin izlendiği ve Akılcı İlaç Kullanımının ayrılmaz bir<br />

parçası olan Farmakovijilans, ülkemizce Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK),<br />

İlaç Güvenliği İzleme ve Değerlendirme Şube Müdürlüğü, TÜFAM tarafından<br />

yürütülmektedir. Ancak ne yazık ki bu uygulama ülkemizce diğer gelişmiş ülkeler<br />

düzeyinde olmadığı da bir gerçektir. Örneğin, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />

Farmakoloji Anabilim Dalı Farmakovijilans Merkezlerinden biri olmasına rağmen son<br />

10 yılda tek bir advers olay bildirilmiştir.<br />

2010 yılında “Akılcı İlaç Kullanımına ilişkin çalışmaların derlenmesi,<br />

toplanması ve ülkenin ihtiyaçlarına, önceliklerine ve kaynaklarına uygun stratejik<br />

planlar haline getirilmesi için geniş kapsamlı ulusal politikalar belirlemek ve hayata<br />

geçirebilmek amacıyla” Akılcı İlaç Kullanımı Birimi, 2012 yılında da Türkiye İlaç ve<br />

Tıbbi Cihaz Kurumu Bünyesinde Akılcı İlaç Kullanımı, İlaç Tedarik Yönetimi ve<br />

Tanıtım Dairesi kurulmuştur. Başına da Anabilim Dalımızdan uzmanlığını alan bir<br />

meslektaşımız getirilmiştir. Halen de yine Anabilim Dalımızdan uzmanlığını almış<br />

başka bir meslektaşımız bu görevi yürütmektedir. Ayrıca İllerde koordinasyonu<br />

sağlamak amacıyla 81 ilde İl Sağlık Müdürlüklerinde Akılcı İlaç Kullanımı İl<br />

Temsilcisi bulunmaktadır. Hastane Hizmet Kalite Standartları gereğince,<br />

hastanelerde planlama yapmak ve faaliyetlerde bulunmak amacıyla Akılcı İlaç<br />

Kullanımı Ekipleri oluşturulmuştur (12).<br />

Akılcı olmayan ilaç kullanımları farklı şekillerde olabilir:<br />

• Çoklu ilaç kullanımı<br />

• İlaçların gereksiz ve aşırı kullanımı<br />

111


• Klinik rehberlere uyumsuz tedavi seçimi<br />

• Piyasaya yeni çıkan ilaçların uygunsuz tercihi<br />

• Uygunsuz kişisel tedavilere başvurulması<br />

• İlaç kullanımında özensiz davranılması (uygulama yolu, süre, doz..)<br />

• Gereksiz yere antibiyotik tüketimi<br />

• Gereksiz yere enjeksiyon önerilmesi<br />

• Gereksiz ve uygunsuz vitamin kullanımı<br />

• Bilinçsiz gıda takviyesi ve bitkisel ürünlerin kullanımı<br />

• İlaç-ilaç etkileşimleri ve besin-ilaç etkileşimlerinin ihmal edilmesi<br />

Akılcı ilaç kullanımı tanımında yer alan maddelerden herhangi birinin veya<br />

birkaçının karşılanamaması durumu,<br />

• Hastaların tedaviye uyuncunun azalmasına,<br />

• İlaç etkileşimlerine,<br />

• Bazı ilaçlara karşı direnç gelişmesine,<br />

• Hastalıkların tekrarlamasına ya da uzamasına,<br />

• Advers olay görülme sıklığının artmasına,<br />

• Tedavi maliyetlerinin artmasına neden olur.<br />

Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiçbir ilaç;<br />

• Çiğneme<br />

• Kırma<br />

• Bölme<br />

• Suda veya başka sıvıda çözmeye uygun olarak üretilmemiştir.<br />

Araştırmalar (13) hekimi akılcı olmayan reçetelemeye iten en önemli nedenlerin;<br />

• Hasta Baskısı<br />

• Zaman yetersizliği<br />

• Firma Tanıtım Elemanlarının Baskısı<br />

• Çok sayıda preparat ve jenerik varlığı olduğunu ortaya koymaktadır.<br />

Tanı ve Tedavi sürecinde Akılcı İlaç Kullanımı için:<br />

• Hastanın sorununun tanımlanması,<br />

• Hekim tarafından doğru tanının konulması,<br />

• İlaçlı veya ilaçsız, etkili ve güvenilir tedavinin tanımlanması,<br />

• Tedavinin gerçekleşebilirliğinin ve maliyetinin değerlendirilmesi,<br />

• Tedavinin başarısı ve hastanın uyuncunun değerlendirilmesi,<br />

• Eğer ilaçla tedavi uygulanacaksa uygun ilaçların seçimi,<br />

• Çoklu ilaç kullanımlarında etkileşimlerin öngörülmesi,<br />

112


• Her bir ilaç için uygun dozun ve uygulama süresinin belirlenmesi ve uygun<br />

reçetenin yazılması,<br />

• Bu aşamada güncel tanı ve tedavi kılavuzları esas alınması,<br />

• Hasta ve hasta yakını tedavi hakkında bilgilendirilmesi esastır.<br />

Normal olanın hiç kimsenin hekime danışmadan ilaç almamasıdır, ancak<br />

özellikle ;<br />

• Hamilelik ve emzirme dönemindeki kadınlar<br />

• Çocuklar<br />

• Yaşlılar<br />

• Böbrek ve karaciğer yetmezliği olan hastalar<br />

• Kronik hastalığı olanlar<br />

• İlaç ve besin alerjisi öyküsü olanların KESİNLİKLE ALMAMASIDIR.<br />

Akılcı İlaç Kullanımı, ilaçların üretiminden itibaren kullanımı sonrası atığının<br />

imhasına kadar her aşamada uyulması gereken “doğru”ları içerir. Her zaman<br />

önemsiz gibi görülen ilacın gerek eczane, depolarda ve gerekse evlerde saklama<br />

koşulları ile ilaçların dağıtımı sırasındaki uygun olmayan sevk zinciri (özellikle soğuk<br />

sevk zincirinin kırılması) Akılcı İlaç Kullanımının 8D’i doğru olsa bile yeterli tedaviyi<br />

önlemektedir.<br />

Dünya Sağlık Örgütü Akılcı İlaç Kullanımını teşvik etmek için 12 temel müdahale<br />

önermektedir (14):<br />

1. İlaç kullanım politikalarını koordine edecek ve bunların etkilerini izleyecek<br />

kurum (TİTCK)<br />

2. Eğitim denetim ve karar alma süreçlerinin desteklenmesine yönelik Klinik<br />

Tanı ve Tedavi Rehberlerinden yararlanma<br />

3. İlk seçenek tedavileri esas alan temel ilaçlar listesi oluşturma<br />

4. Bölgelerde ve hastanelerde ilaç ve tedavi kurulları kurma<br />

5. Mezuniyet öncesi müfredat programında probleme dayalı farmakoterapi<br />

eğitimi vermeyi sağlama<br />

6. Bir gereklilik olarak hizmet içi sürekli tıp eğitimleri düzenlenmesi<br />

7. Kurumsal çerçevede izleme, denetim ve geri bildirim sistemlerinin<br />

geliştirilmesi<br />

8. İlaçlar konusunda bağımsız (tarafsız bilgi) bilgi kaynaklarını kullanma<br />

9. Kamuoyunun ilaçlar hakkında eğitilmesi<br />

10. Etik olmayan mali girişimlerden sakınılması<br />

11. Uygun ve zorunlu düzenlemeleri hayata geçirme<br />

12. İlaçların ve personellerin mevcudiyetini güvence altına almaya yönelik yeterli<br />

devlet harcamalarının sağlanması<br />

113


NOT:Bu derleme esas olarak TİTCK, Akılcı İlaç Kullanımı, İlaç Tedarik<br />

Yönetimi ve Tanıtım Daire Başkanlığı Sunumlarından yararlanılarak<br />

hazırlanmıştır.<br />

Kaynaklar<br />

1. file:///C:/Users/GA/Downloads/s17054e.pdf (Therationaluse of drugs Report of the Conference of<br />

Experts Nairobi, 25- 29 November 1985)<br />

2. http://www.akilciilac.gov.tr/?p=436 (Birinci Basamağa Yönelik Tanı ve Tedavi Rehberleri)<br />

3. http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/receteyazma.pdf<br />

4. http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/egiticilereyonelik.pdf<br />

5. http://www.ctf.edu.tr/stek/bb11.htm (Akılcı İlaç Kullanımı, 1999)<br />

6. http://www.akilciilac.gov.tr/?cat=33<br />

7. http://www.akilciilac.gov.tr/wpcontent/uploads/2013/05/toplumun_akilci_ilac_kullanimina_bakisii.pdf<br />

8. http://www.oecd-ilibrary.org/social-issues-migration-health/health-at-a-glance-2009_health_glance-<br />

2009-en;jsessionid=1x3rj2v50x6m4.x-oecd-live-02 (Health at a Glance 2009 OECD Indicators)<br />

9. http://www.hurriyet.com.tr/antibiyotik-kullaniminda-avrupa-birincisiyiz-25145654<br />

10. file:///C:/Users/GA/Downloads/9789241509817_eng.pdf (ANTIBIOTIC RESISTANCE: MULTI-<br />

COUNTRY PUBLIC AWARENESS SURVEY. 2015)<br />

11. White et al, Counting the Costs of Drug-Related Adverse Events , Pharmacoeconomics, 1999,<br />

15(5):445-458 (file:///C:/Users/GA/Downloads/art%253A10.2165%252F00019053-199915050-<br />

00003.pdf)<br />

12. www.akilciilac.gov.tr<br />

13. Problems of Irrational DrugUse (file:///C:/Users/GA/Downloads/3_IrrationalSG.pdf)<br />

14. WHO Policy Perspectives on Medicines; September 2002<br />

114


Sıvı ve Elektrolit Tedavisi<br />

Prof. Dr. Yusuf TUNALI<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />

Giriş<br />

Yaşamın kaynağı sudur. İnsanlarda, metabolik olaylar, elektrolit dengesi,<br />

asit/baz dengesi, koagülasyon, madde transportu su ortamı sayesinde gerçekleşir.<br />

Normal erişkin günde yaklaşık 1600 mL su alır ve çıkarır. Alınan suyun, 500 mL si<br />

içilen su, 800 mL yiyeceklerdeki su ve 300 mL’si oksidasyon sonucu oluşan sudur.<br />

Çıkarılan su dağılımı ise; idrar 500 mL, Cilt 500 mL, solunum yolu 400 mL ve dışkı<br />

200 mL şeklindedir. İdrar 1200 mosm/L kadar konsantre edilir. Yani 500 mL idrar ile<br />

600 mosm solüt (Na-K tuzları ve üre) atılır. Meyve ve sebzenin nerdeyse<br />

ağırlıklarının %100’ü sudur ve karbonhidrat içerikleri ayrıca oksidasyon ile su<br />

oluştururlar. Karbonhidrat ve yağların oksidayonu ile su ve karbonhidrat metabolik<br />

oluşum oranı yaklaşık 1:1 dir.<br />

Günlük su, elektrolit ve kalori gereksinimi<br />

Su 100 mL/100 cal (mL)<br />

Sodyum 3- 4 mEq/100 cal (mL)<br />

Potasyum 2 mEq/100 cal (mL)<br />

Klor 2 mEq/100 cal (mL)<br />

Glukoz 5 g/100 cal (mL)<br />

Sıvı-elektrolit denge bozuklukları çok yaygın olmasına karşın, tedavi sırasında<br />

altta yatan patofizyolojik mekanizmalar çoğunlukla dikkate alınmaz. Örneğin, plazma<br />

sodyum konsantrasyonu, sodyum balansı değişimleri ile değil, su alımı ve atılımı<br />

değişimleri ile düzenlenir. Özellikle hiponatremi primer olarak alınan suyun<br />

atılamaması, hipernatremi kaybedilen suyun yerine konulamaması, ödem ise<br />

sodyum ve su retansiyonu ile olmaktadır. Sıvı elektrolit dengesi aslında SU ve<br />

SODYUM dengesi ile ilişkilidir.<br />

Genel Prensipler<br />

Toplam Vücut Suyu (TVS)<br />

Yağsız vücut ağırlığına göre yüzdesi, yaşa (ve biraz da olsa cinsiyete, aslında<br />

kas ve yağ oranına) göre değişmektedir. Su yüzdesi, prematür yenidoğanda %80,<br />

terminde yenidoğanda %70-75, bebekte %65-70, puberte sonrası ise %60<br />

değerlerindedir. Yağ dokusu, kasa göre daha az su içerir. Örneğin TVS erişkin<br />

dönemde daha az kas dokusu olan kadında %50 iken erkekte %60’tır. Yağ dokusu<br />

artışı veya kas kaybı ile, TVS progressif olarak azalır.<br />

115


1) TVS, hücre membranı ile sınırlanmış şekilde,<br />

a) ekstrasellüler (ES) (%20xVA=14 L)<br />

1-interstisyel (İT) (%16xVA=11 L)<br />

2-intravasküler (İV) (4xVA= 3 L ve<br />

b) intrasellüler (İS) (%40xVA=26 L) olarak temel iki bölüme ayrılır.<br />

Bu iki bölümün birbirine göre büyüklükleri yine yaş ile değişim gösterir.<br />

Gençlerde TVS yaşlılardan fazla olduğu gibi ES bölüm, yenidoğan ve çocuklarda,<br />

erişkinlerden daha fazladır. Hücre membranı su için serbest geçirgen olmasına<br />

karşın elektrolitlere değildir. Böylece iki bölüm arasındaki solüt içeriği farkı devam<br />

ettirilir. Sodyum tuzları ve anyon olarak klor ve bikarbonat ES alanda, potasyum<br />

tuzları ve esas anyon olarak büyük moleküllü organik fosfatlar İS alanda yaygındır<br />

(Tablo-1).<br />

Tablo-1 Vücut Sıvı İçerikleri<br />

Ekstrasellüler Sıvı Volümü<br />

Normal erişkinde ES sıvı bölümü TVS’nın yaklaşık %33-40’dır. Büyük<br />

bölümünü sodyum ve su oluşturur. ES sıvı volümü, renin-anjiotensin-aldosteron<br />

aktivitesi ve sempatik sinir sistemi değişimleri ile idrar sodyum atılımı değiştirilerek<br />

düzenlenir. Bu sistem sodyum retansiyonunu artırırken, natriüretik peptid sekresyonu<br />

ise sodyum atılımını artırır. ES sıvı efektif arter kan volümünün sağlanması için çok<br />

önemlidir.<br />

116


Efektif Arter Kan Volümü<br />

ES sıvı hormonal olarak, volüme değil basınç değişimlerine duyarlı olan, renal<br />

afferent glomerüler arterioller (renin ile), karotid sinüs (sempatik aktivite ile), atrium<br />

ve ventriküler (natriüretik peptid ile) sensorlar aracılığıyla düzenlenir. Aslında çoğu<br />

durumda basınç ve volüm değişimleri, sodyum alımı veya sodyum kaybı<br />

(gastrointestinal veya renal) ile paraleldir (ör: diyare veya diüretik tedavi).<br />

ES sıvı volümü kaybı, doku perfüzyonunun azalmasına yol açar. Yine de ES<br />

sıvı volümü ve doku perfüzyonu değişimleri hep aynı yönde olmayabilir. Bunun en<br />

bilinen örnekleri kalp yetersizliğindeki ödem ve siroz sırasında oluşan assittir. Her iki<br />

hastalıkta da ES sıvı volümü artarken doku perfüzyonu (düşük kardiyak debi ya da<br />

vazodilatasyon nedeniyle) azalır.<br />

Azalmış efektif arter kan hacmi veya azalmış dolaşım volümü terimleri, kalp<br />

yetersizliği ve siroz durumundaki hipoperfüzyon ve artmış ES volüm arasındaki<br />

tutarsızlığı düzeltmek için kullanılmaktadır. Her iki hastalıkta da azalan doku<br />

perfüzyonu sodyum tutucu hormonları aktive edip ES sıvı volümünü artırırken, altta<br />

yatan hastalığa bağlı olarak doku perfüzyonu normale dönmez.<br />

İntrasellüler Sıvı Volümü<br />

İS sıvı volümü, normal erişkinde, TV suyunun %60-67’sidir. İS solütlerin en<br />

önemlisi potasyum tuzlarıdır. İS Potasyum tuzlarının miktarı, ES soyum tuzlarının<br />

miktarından daha fazla olduğu için, İS sıvı volümü, ES sıvı volümünden daha<br />

fazladır. İS sıvı volümündeki değişimler primer olarak, plasma tonisitesinde olan<br />

değişimler sonucu hücre içine ya da dışına olan su hareketleri ile gerçekleşir.<br />

Örneğin, serebral intrasellüler volüm, hiponatremi sonucu artarken, hipernatremi ile<br />

azalır. Akut plasma sodyum değişiklikleriyle olan, suyun bu hücre içi-dışı hareketliliği,<br />

nörolojik bulgulara neden olur.<br />

Osmotik, Onkotik ve Hidrostatik Basınçlar<br />

Vücut kompartımanlarında sıvı hareketlerini yöneten iki basınç vardır. Bunlar;<br />

osmotik ve hidrostatik basınçlardır.<br />

Osmoz: Yarı geçirgen bir membranın iki tarafı arasında, su moleküllerinin,<br />

yoğunluğu fazla olan tarafa her iki taraftaki katı konsantrasyonu eşit olana kadar<br />

yaptığı hareketidir.<br />

Osmotik Basınç: Su moleküllerinin hareketini sağlayan güçtür.<br />

Onkotik Basınç: Molekül ağırlığı 30.000 daltondan büyük katıların<br />

oluşturduğu basınçtır. Özellikle intravasküler ve intersisyel alanlar arası dengede<br />

önemlidir.<br />

Osmolarite: 1 L sıvıdaki solüt partiküller (mOsm/L)<br />

Osmolalite:<br />

kullanılmaktadır.<br />

1 kg sıvıdaki solüt partiküller (mOsm/kg) Pratikte bu değer<br />

Plasma Osmolalitesi (Posm)<br />

Posm, plazma suyunun, plazma solütlerine oranıdır. Plazma solütleri, sodyum<br />

tuzları, glikoz, üre ve daha az miktardaki diğer (potasyum, kalsiyum vb) iyonlardır.<br />

Posm normal değerleri 275-290 mOsm/kg dır.<br />

117


Posm: 2 x (Na) + (glukoz) / 18 + kan üre nitrojeni / 2.8<br />

Bu formüldeki 18 ve 2,8 rakamları, glikoz ve kan üre nitrojeni değerlerini<br />

mg/dL den mmol/L ye çevirmek için kullanılmaktadır. Yani bu değerlerin mmol/L<br />

olduğu ölçümlerde formüle bu rakamları yazmaya gerek yoktur. Aslında diabetes<br />

mellitus ve renal yetersizlik durumları haricinde glikoz ve üre değerleri oldukça küçük<br />

miktarlardadır ve asıl etki sodyum tuzlarına aittir. Hücre membranlarının çoğu su için<br />

geçirgen olduğundan, plazma ve ES osmolalitesi, İS osmolalite ile aynıdır.<br />

Tonisite: Bir sıvının osmotik basıncını plazmanınki ile karşılaştırmak için<br />

kullanılır. Hipotonik: Hücrelerin hacmini arttırır, İzotonik: Hücre hacmini etkilemez,<br />

Hipertonik: Hücre suyunun intravasküler alana çekilmesine ve hücrenin volüm<br />

kaybına neden olurlar.<br />

Plazma Tonisitesi<br />

Plazma tonisitesi, sıklıkla “efektif plazma osmolalitesi” olarak da adlandırılır.<br />

Osmoreseptörlerin kontrolündedir ve transsellüler su dağılımını belirler. Su, vücutta,<br />

nerdeyse tüm hücre membranlarını geçerek, düşük tonisiteli (fazla su içerikli) yerden,<br />

yüksek tonisiteli (düşük su içerikli) yere doğru hareket eder. Plazma tonisitesiyle,<br />

plazma osmolalitesi arasındaki en önemli fark, tonisitenin, suyun İS ve ES sıvı<br />

arasında dağılımını etkileyen, hücre membranlarını kolayca geçemeyen solüt<br />

konsantrasyonlarını yansıtmasıdır. Plazma osmolalitesi denklemi ise hücre<br />

membranlarından su geçişinde çok az etkisi olan üreyi de içerir. Diğer bir inefektif<br />

osmol de hızla hücre içine giren ve tonisite oluşturmayan etanoldür.<br />

Plazma Tonisitesi: 2 x (Na) + (glukoz)/18 (glikoz mg/dL ise) ya da<br />

Plazma Tonisitesi: 2 x (Na) + (glukoz) (glikoz mmol/L ise)<br />

Üre biriken patolojilerde, osmolalite artarken, üre inefektif osmol olduğu için<br />

tonisite değişmez. Böylece bu durum çok az transsellüler su hareketine neden olur.<br />

Oysa hiponatremi-hipernatremi ciddi transsellüler su hareketine neden olur. Üre<br />

artışı olan hiponatremik durumda, osmolalite artarken, tonisite düşecektir.<br />

Üre, kan beyin bariyerini sudan daha yavaş geçer. Böylece üre beyin için<br />

efektif osmol özellik kazanır. Bu durumun en yaygın örneği, üremik hastada yapılan<br />

hemodiyaliz sonrası plazma üre konsantrasyonunun hızla düşmesidir. Bu durumda<br />

ES üre, hücredeki üreden daha hızlı düşer. Plazma osmolalitesi, hücre içi<br />

osmolaliteden daha hızlı azalır ve suyun hücre içine hareketi görülür. Böylece beyin<br />

ödemi ve nörolojik bulguları izlenir. Buna “Diyaliz Disequlibrium Sendromu” denir.<br />

Üre ayrıca önceleri beyin ödemi ve göz içi basınç artışının tedavisinde de<br />

kullanılıyordu. Hala seyrekte olsa hiponatremi için bir seçenek olarak düşünülebilir.<br />

Ürenin hızla verilmesi sonucu, plazma ile beyin arasında osmotik gradient oluşur bu<br />

durumda su beyin dışına doğru hareket eder. Birkaç saat sonra üre elektrolit<br />

içermeyen su ile idrarda atılınca serum sodyum konsantrasyonu artmış olur.<br />

ES sıvıdaki elektrolit konsantrasyonu ve onkotik basınç birlikte İntravasküler<br />

Sıvı'nın (IVS) ve bir miktar da İnterstisyel Sıvı'nın (ITS) dengesinin sürdürülmesini<br />

etkileyecektir. İki kompartıman arasında protein konsantrasyonunda farklılık oluştuğu<br />

zaman bir onkotik basınç farkı oluşur ve bu durum membrandan sıvı ve küçük<br />

moleküllerin geçişiyle sonuçlanır. Total ozmotik basınçla kıyaslandığında onkotik<br />

basınç daha küçüktür, ancak bu IVS ile ITS arasındaki boyut farkının sürdürülmesine<br />

katkıda bulunan en önemli faktördür. ITS ve IVS kapillerlerle ayrılmıştır. Kapillerler su<br />

118


ve elektrolitler gibi küçük moleküllerin çoğuna geçirgendir, ancak plazma proteinleri<br />

gibi birçok makro moleküle karşı geçirgen değildir. Bu nedenle ITS kompartımanının<br />

elektrolit kompozisyonu, IVS ile aynıdır. Ancak protein kombinasyonu farklıdır,<br />

proteinler birincil olarak IVS'de daha yoğun olarak bulunur. Yüksek<br />

konsantrasyondaki plazma albuminleri ve proteinleri IVS'de daha fazla bulundukları<br />

için bir onkotik basınç farkı oluşturur ve sıvıyı ITS'den IVS'ye çeker.<br />

Osmotik basınca ek olarak, hidrostatik basınç da vücut sıvı kompartmanlarını<br />

etkiler. Hidrostatik kuvvet, damarlardaki kan sütunları tarafından uygulanan kuvvettir.<br />

Bu kuvvet arteriyoler tarafta daha yüksek, venüllerde ise daha düşüktür. Hidrostatik<br />

basınç, sıvının intravasküler alandan çıkarak, interstisyel alana girmesine neden<br />

olur.<br />

Starling hipotezine göre, kapiller filtrasyon hidrostatik ve onkotik güçler<br />

arasındaki fark olarak tanımlanır.<br />

Net sıvı filtrasyonu = K (Net hidrostatik kuvvetler-Net onkotik kuvvetler)<br />

K: Doku geçirgenlik katsayısı.<br />

Starling hipotezine göre, arteryel tarafta hidrostatik basınç en yüksek olduğu<br />

için onkotik basınçtan daha büyük olur ve net sıvı hareketi doku içerisine olur. Diğer<br />

yandan ise venüler alanda onkotik basınç baskındır ve sıvı hareketi damar içine<br />

doğru olur. Net hareket interstisyuma doğrudur ve sıvı fazlası lenfatikler yoluyla<br />

direne edilir. Hidrostatik basınç sıvıyı kapiller dışına iterken, onkotik basınç ise<br />

intravasküler alanda tutar; bundan dolayı IVS'nin idamesinde kapiller geçirgenlik<br />

önemlidir. Doku geçirgenlik katsayısı vücutta değişkendir. Histamin ve inflamasyon<br />

mediatörleri doku geçirgenlik katsayısını artırır. Damar membranı katı maddeler için<br />

daha geçirgen hale gelir ve onkotik ve hidrostatik basınçların net etkisi sıvıyı<br />

damardan interstisyel alana hareket ettirir.<br />

Starling yasasına göre, vasküler bariyer işlevinden sadece endotelyal hücre<br />

hattı sorumludur. Sıçan mikrodamar modelinde ödem olmaksızın interstisyel kolloid<br />

osmotik basıncın intravasküler osmotik basıncın %70 kadarı olduğu gösterilmiştir. Bu<br />

bilgi Starling yasasına uygun değildir. Her sağlıklı endotelyum transmembran<br />

sindekanlar ve heparan sülfat ve kondroitin sülfat yan zinciri içeren membrana bağlı<br />

glipikanlarla çevrilidir; tüm bunlar endotelyal glikokaliksi oluşturur. Bağlı plazma<br />

proteinleri, çözülmüş glikozaminoglikanlar ve hiyalüronan endotelyal yüzey<br />

tabakasını oluşturmak üzere glikokalikse yüklenir. Bu maddeler periyodik olarak<br />

yıkılır ve yapılır. Normal fizyolojik koşullarda endotelyal yüzey tabakasının kalınlığı<br />

yaklaşık 1 µm'dir ve kan plazmasının yaklaşık 800 mL'sini bağlar. Bu nedenle de<br />

plazma volümü dolaşan ve dolaşıma katılmayan olarak iki kısma ayrılır. Glikokaliks,<br />

bir moleküler filtre gibi rol oynar, proteinleri tutar ve endotelyal yüzey tabakasındaki<br />

onkotik basıncı artırır. Damar duvarı ve endotelyal yüzey tabakası arasında anatomik<br />

küçük bir boşluk vardır, burası hemen hemen proteinsizdir. Böylece vasküler engeli<br />

geçen sıvı kaybı endotelyal yüzey tabakasındaki onkotik basınç farkıyla<br />

sınırlandırılır. Starling'in klasik kuralı çift engel kuralı olarak modifiye edilir.<br />

Vasküler bariyeri sadece endotelyal hücre hattı değil, primer olarak endotelyal<br />

yüzey tabakası oluşturur. Endotelyal yüzey tabakası, kan ve doku arasındaki ilk<br />

temas yüzeyini oluşturur ve inflamasyon, koagülasyon gibi birçok olaydan etkilenir.<br />

Değişik ajanlar ve patolojik durumların glikokaliks yapıyı bozduğu ve endotelyal<br />

yüzey tabakasını incelttiği bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Postiskemik<br />

119


eperfüzyonda heparan sülfatın döküntülerinin normalin 30 katına çıktığı<br />

gösterilmiştir. Çalışmalarda majör vasküler cerrahi geçiren hastalarda syndecan-1 ve<br />

heparan sülfat düzeylerinde artışlar olduğu gösterilmiştir. Tümör nekroz faktörü-alfa,<br />

sitokinler, proteazlar ve heparanaz gibi sistemik inflamatuvar yanıtın aktörlerinin<br />

endotelyal yüzey tabakasının kalınlığını azalttığı, lökosit adezyonunu ve<br />

transendotelyal geçirgenliği artırdığı bilinmektedir. İlginç olarak hipervolemi de<br />

glikokalikste yetersizliğe yol açabilir. Yetersizleşmiş glikokaliksin etkileri dramatiktir.<br />

İkincil bariyer etkisi ortadan kalkar ve transendotelyal geçirgenlik şiddetli şekilde artar<br />

ve ardından interstisyel ödem ortaya çıkar. Nelson ve arkadaşları, septik hastalarda<br />

glukozaminoglikan ve syndecan-1 düzeylerinin yükseldiğini ve ortalama<br />

glukozaminoglikan düzeylerinin daha yüksek olduğu hastaların yaşamadığını<br />

göstermişlerdir.<br />

Vücut Su ve Sodyum Dengesinin Regülasyonu<br />

Böbrekler, su ve sodyum dengesini, alınan tuzsuz su veya susuz tuzdan<br />

bağımsız olarak düzenler. Plazma tonisitesi ve efektif arter kan volümü, örneğin<br />

hipovolemik uyarının antidiüretik hormon salgılatması gibi çeşitli hormonlar<br />

yardımıyla sağlanır.<br />

Plazma Tonisitesinin Regülasyonu<br />

Plazma tonisitesi (efektif plazma osmolalitesi), osmoregülasyonda birincil<br />

öneme sahiptir. Plazma osmolalitesi ölçümü tonisiteyi etkilemeyen (hücre dışı-içi<br />

arasında su hareketine neden olmayan) yüksek konsantrasyonda solütleri (üre,<br />

etanol vb) de içerir.<br />

Plazma tonisitesine duyarlı osmoreseptörler hipotalamusta yerleşmiştir. Bu<br />

reseptörler, susama durumunda su alımını, su atılımı gerektiğinde ADH salınımını<br />

etkiler.<br />

ADH, serbest sıvı atılım hızını belirleyen primer fizyolojik etkendir. Böbrekler<br />

üzerine olan temel etkisi, meduller toplayıcı kanallar ve kortikal esas hücrelerin<br />

luminal membranlarından su geçişini sağlamaktır. Böylece, hipertonik intersitisyum<br />

ile oluşan yeni osmotik durum, eşitlik sağlanana kadar su geri emilimini artırır.<br />

ADH sinyali vazopressin 2 ile reseptörlere iletilir ve su geçirgenliği artışı ile<br />

sonuçlanan hücre içi süreç başlar. ADH’nun etkisi altında özgün su kanalları<br />

“aquaporin 2” içeren sitoplazmik veziküller hareketlenip luminal membran ile<br />

birleşirler ve uygun osmotik fark oluşana kadar su geri emilimine izin verirler. Bu<br />

durumda geri emilen su, ADH yokluğunda bile su geçirgen olan ve luminal<br />

membrandan daha fazla yüzey alanına sahip olan basolateral membranı geçerek<br />

hızla sistemik dolaşıma döner. ADH etkisi geçince, su kanalları, klatrin kaplı<br />

çukurlarda kümeleşir, endositozis ile luminal membrandan alınıp sitoplazmaya<br />

dönerler. Böylece su dengesindeki değişimler ile plazma tonisitesi ayarlanmış olur.<br />

Su retansiyonu ve hiponatremi durumunda primer koruyucu mekanizma ADH<br />

salınımının engellenmesidir. Hipernatremi ve su kaybı olan durumlarda ise esas<br />

koruyucu mekanizma susama uyarısıdır. Osmoreseptgörler plazma tonisitesinde<br />

%1’den bile az olan değişikliklere duyarlıdır. İnsanlarda, ADH salınımı için osmotik<br />

tetik değer yaklaşık 280-290 mosml/kg’dır. Bu düzeyin altında, dolaşan ADH miktarı<br />

çok azdır. 100 mosml/kg altındaki osmolalite değerlerinde idrar maksimum dilüe<br />

haldedir. Osmotik tetik değerin üstünde, progresif ve relatif olarak doğrusal ADH<br />

120


sekresyonu olur. Bu sistem, genellikle su alımındaki geniş dalgalanmalara rağmen,<br />

plazma osmolalitesinde en fazla %1 ila 2 oranında değişikliğe izin verir.<br />

Tablo-2 Vücut Su ve Sodyum Dengesinin Regülasyonu<br />

VOLÜM<br />

REGÜLASYONU<br />

OSMOREGÜLASYON<br />

Amaç ESS volüm kontrolü ESS volüm kontrolü<br />

Mekanizma<br />

Reseptörler<br />

Etki şekli<br />

Renal sodyum<br />

atılımının değişmesi<br />

Afferent renal arteriol<br />

Karotid baroreseptör<br />

Atrial gerilme resp.<br />

Renin-anjiotensin-ald.<br />

Sempatik sinir sist.<br />

ANP<br />

ADH<br />

Renal su atılımının değişmesi<br />

Susama<br />

Hipotalamik osmoreseptörler<br />

Susama<br />

ADH<br />

İnatçı su retansiyonunun neden olduğu hipoosmolalite ve hiponatremi, ADH<br />

salınımının baskılanmasındaki yetersizlik sonucu renal su atılımının bozulması<br />

(efektif arter kan volümünün azalması, kalp yetersizliği, siroz veya uygunguz ADH<br />

salınımı sendromu (SIADH) gibi) durumlarında veya ADH’dan bağımsız olarak su<br />

retansiyonuna neden olan ileri renal yetersizliklerde görülebilir.<br />

Diğer yandan, aşırı terleme gibi durumlarda ortaya çıkan su açığı dışardan su<br />

alımı ve retansiyonu ile sonuçlanır. Plazma tonisitesinin artması, ADH salınımı artışı<br />

ve susama artışı ile düzeltilir. Susama hissi, santral olarak (esansiyel olmayan ve<br />

sosyal içiciliği etkileyen kortikal alanlarda) düzenlense de dil kuruması gibi periferik<br />

duyarlı yapılarda vardır. Susuzluğun giderilmesi, aynı zamanda büyük volümlerde su<br />

yutulması ile uyarılan periferik orofarengeal mekanoreseptörler aracılığıyla da<br />

olmaktadır.<br />

Tersine, hipotonisiteye yanıtta primer mekanizma renal su atılımıdır. Susuzluk<br />

hipertonosite ve hipernatremi için esas savunma mekanizmasıdır. Genel olarak,<br />

hipernatremi susama hissi sağlam olan ve su alabilen hastalarda görülmez.<br />

Hipernatremi primer olarak, mental durumu etkilenmiş (yaşlı veya kritik durumdaki)<br />

hastalarda, susamada ne yapacağını öğrenmemiş yeni doğanlarda ve susaması<br />

olan ancak su alımına engel patolojisi olanlarda görülür.<br />

121


Efektif Arter Kan Volümünün Düzenlenmesi<br />

Vücut sodyum içeriğindeki değişimler, ES sıvı volümü ve efektif arter kan<br />

volümünü de etkiler. Efektif arterial kan volümü değişimleri 3 major basınç<br />

reseptörüne duyarlıdır. Bunlar, sistemik vasküler rezistans ve sodyum atılımını<br />

düzenleyen özel bir sistem ile aktive olurlar.<br />

Afferent glomerüler arteriolde (juxtaglomeruler hücreler) bulunan özelleşmiş<br />

hücreler renal perfüzyon basıncına duyarlıdırlar. Renal hipoperfüzyon durumunda<br />

aktive olan renin-angiotensin-aldosteron sistemi en önemli belirleyicidir.<br />

Karotid sinus ve aortada bulunan reseptörlerce düzenlenen sempatik sinir<br />

sisteminin aktivasyonu. Sempatik sinir sistemi aktivasyonu ayrıca renin salınımını da<br />

artırır.<br />

Kardiyak reseptörler, atrial (atriumda-ANP)) ve beyin (ventriküllerde)<br />

tarafından salınan natriüretik peptidlerin salınımını düzenler.<br />

Angiotensin II, norepinefrin, vazokonstrüktördürler ve aldosteron gibi sodyum<br />

rearbsorpsiyonunu artırırlar. Natriüretik peptidler vazodilatatörlerdir ve sodyum<br />

atılımını da artırırlar.<br />

Fazla sodyum alımına bağlı volüm artışında, natriüretik peptid salınımı<br />

artarken, renin-angiotensin-aldosteron sistemi baskılanır. Böylece idrarla sodyum<br />

çıkışı artar.<br />

Efektif arter kan volümünün azalması (hipervolemik hastalarda bile) reninangiotensin-aldosteron<br />

ve sempatik sinir sistemini aktive eder. Böylece, sodyum<br />

tutulumu artar, vazokonstrüksiyon olur, ES sıvı volümü ve sistemik arter basıncı<br />

devamlılığı sağlanır. Bu durumda ayrıca vazodilatatör, natriüretik peptidler ve<br />

prostoglandin gibi diğer hormonlarda artar. Bu karşı düzenleyici mekanizma ile<br />

vazokonstrüksiyon ve tuz tutulumu ılımlı düzeylere çekilmiş olur. Non-steroidal<br />

antienflamatuar ilaçlar gibi prostoglandin inhibitörü verilen siroz veya kalp<br />

yetersizliğindeki hastalarda tuz tutulumu ve renal yetersizlik görülebilir.<br />

Efektif arter volüm azalmasının tanısı, öykü, fizik muayene (postural<br />

hipotansiyon, deri turgor tonus azalması, ödem, assit vb) ve laboratuvar (laktat<br />

düzeyi, arter kan gazında baz açığı, idrar Na konsantrasyonunun renal Na kaybı<br />

olmaksızın 25meq/L altında olması-)-monitorizasyon (USG, doppler, Arter basıncı,<br />

kalp atım hızı, CO vb) ile konulabilir. Örneğin, ayakta ölçülen tansiyonda oturura<br />

göre 20 mmHg azalma ortostatik hipotansiyonu düşündürür. Bu durumda vücut<br />

ağırlığının %6-8’i kadar sıvı kaybı söz konusudur. Otonomik disfonksiyon yoksa veya<br />

antihipertansif ilaç kullanmıyorsa yanıt olarak kalp atım hızı artışı olur.<br />

ADH’nun Geç Etkisi<br />

Primer volüm düzenleyici hormonların rolüne ek olarak, non-osmolal volüm<br />

duyarlı reseptörler tarafından ADH salınımı da yapılır. Volüm reseptörleri,<br />

osmoreseptörlerden farklıdır. Az miktarda olan akut kayıplarda genellikle renin ve<br />

norepinefrin yanıtı yeterli olur ve ADH salınımının çok az etkisi vardır. Efektif arter<br />

kan volümü sağlanmasında akut değişimler yeterli olmazsa, nonosmotik olarak ADH<br />

salgısı artar. Distal nefronlardan vazopressin (V2) reseptör etkisi artan su emilimine<br />

ek olarak ADH V1 (vazopressin) reseptörler yoluyla vasküler rezistansı da artırır.<br />

ADH’nun bu ES sıvı volüm artışı ve arter basıncı yükseltici etkisi geçicidir ve suyun<br />

122


2/3 oranında osmotik olarak hücre içine geçmesiyle dengelenir. Su tutulumu ile<br />

ayrıca plazma sodyum değerlerinde de düşüş olur.<br />

Siroz ve kalp yetersizliği olan hastalarda hiponatreminin şiddeti, altta yatan<br />

hastalığın şiddetiyle orantılıdır. Hiponatremi olumsuz prognoz için bağımsız bir risk<br />

faktörüdür.<br />

Aslında pek çok patolojik durumda volüm ve tonositenin (osmolalite) birlikte<br />

düzenlenmesi gerekmektedir.<br />

Sıvı Tedavisinde Seçenekler<br />

Sıvı tedavisi seçenekleri, kristalloidler, kolloidler, hipertonik solüsyonlar ve O 2<br />

taşınma kapasitesi-koagülasyon bozukluğu durumlarında ise kan ve kan ürünleridir.<br />

Kristalloid ve Kolloidler<br />

Thomas Graham, 1861 de, sıvıları membran (parşömen=dm) içinden geçme<br />

yeteneklerine göre kristalloid-kolloid olarak ikiye ayırmıştır. Kolay geçenlere<br />

“kristalloid”, zor geçen (geçemeyen)lere ise “kolloid” (Yunanca kola: zamk) ismini<br />

vermiştir. Hücre içeren sıvılarla (kan ürünleri) viskozite artar, kalp debisi düşer, kan<br />

akımı azalır, doku O 2 açığı artar. Bu sıvılar volüm tamamlamada kullanılmamalıdır.<br />

Kristalloidler, elektrolit tuzlarının ve/veya glikozun suda çözünmüş halleridir.<br />

Çoğunlukla NaCl içerirler. Na ESS da yaygın olduğu için, kristalloidlerde ESS<br />

özellikle hücreler arası bölümde dağılır. ESS’nın %20’si plazmadır. Yani<br />

kristalloidlerin %20 si damar içi, %80’i hücreler arası kompartmanda dağılacaktır.<br />

Örneğin 1000 mL %0,9 NaCl verdiğimizde 275 (Plazma) + 825 (HA) = 1100 mL<br />

(Hipertonik olduğu için, Hİ’den su çeker) katkı sağlayacaktır. CO aynı düzeyde<br />

yükseltmek için kolloidlerin 3 katı kristalloid verilmelidir.<br />

Şeker solüsyonları belli bir volüm suda çözülen belli bir miktar D-glukoz<br />

(dekstroz) içerir. Bu solüsyonlar çoğunlukla %5 veya %10'luk olarak sunulur.<br />

İntravenöz olarak uygulandıkları zaman osmolalitelerinin yüksek olmasına karşın<br />

(%5DRL: 525, %5Dİzot:560 mOsm) hızla metabolize olurlar ve serbest su kadar<br />

etkindirler. Geçmişte, özellikle cerrahi hastalarda erken postop dönemde protein dışı<br />

kalori gereksinimini karşılayarak protein yıkımını azaltmak için kullanılmıştır.<br />

Günümüzde bu amaçla kullanımı gereksizdir. Klinikte idame sıvısı olarak kullanılırlar<br />

ancak vasküler alanda ozmotik basıncı sağlayacak iyonik maddeler içermedikleri için<br />

sıvıyı alanda tutamazlar ve intravasküler volüm replasmanında etkin değildirler. Bu<br />

nedenlerden dolayı resüsitasyon sıvısı olarak kullanılmamalıdırlar. Dekstroz<br />

solüsyonları tuz solüsyonlarıyla kombine olabilir. Kritik hastalarda glikoz kullanımı<br />

azalır, glikoz birikir, osmotik yük artar, hücre dehidratasyonu olur. Artmış CO 2 ve<br />

laktat üretimi (glikoz normalde %5, kritik hastada %85 laktat üretir), hipotonisite<br />

nedeniyle iskemik beyin hasarı artar. Kanıtlanmış yararı yoktur. Tek kullanım alanı<br />

hipertonisite tedavisi olabilir. Kristalloidlerin avantajları, ucuz olmaları, az yan etkileri<br />

olması ve fizyolojiye daha yakın olmaları olarak belirtilebilir. Ancak içeriklerine göre<br />

özellikle asit/baz dengesi ve tonisite üzerine olumsuz etkileri de vardır.<br />

%0.9 NaCl’ün Serum fizyolojik olarak alışılmış tanımlaması aslında doğru<br />

değildir. Plazma osm 285-295 ve pH:7.40 iken bu solusyonun osm: 308, pH:6.35 tir.<br />

Fazla miktarda verildiğinde, klor içeriğinin (154 meq/L) plazmadan fazla olması<br />

nedeniyle hiperkloremik metabolik asidoza neden olabilir. Bu durum Stewart'ın asitbaz<br />

denge hipoteziyle açıklanabilir. Bu teoriye göre plazma pH'sının ana belirleyicisi<br />

güçlü iyon (SID) farkıdır.<br />

123


SID= (Na + K + Ca + Mg) - (Cl + laktat)<br />

SID, yukarıdaki formüle göre katyonlar toplamından anyonlar toplamının<br />

çıkarılmasıyla hesaplanır. SID'ın plazmadaki sudan H+ ve OH- iyonlarının<br />

disosiasyonu üzerine güçlü elektrokimyasal etkisi vardır. Eğer SID azalırsa (örn.<br />

%0,9 serum fizyolojikteki klor yükü nedeniyle) daha sonra elektrokimyasal nötralite<br />

H 2 O'nun ayrışmasıyla ortaya çıkan H + iyonlarıyla sağlanır. Bu da sonuç olarak H +<br />

iyon konsantrasyonunun artmasına ve asidoz gelişmesine neden olur. Bu nedenle<br />

resüsitasyon sıvısı olarak %0,9 NaCl yerine dengeli tuz solüsyonları önerilmektedir.<br />

Ancak risk olasılığı açık olmasına karşın NaCl solüsyonunun mortalite ve morbidite<br />

üzerine etkisi gösterilememiştir. Bu durum gelişen ılımlı asidozun renal klor atılımıyla<br />

kompanse edilmesi ile açıklanabilir. Fazla klor ayrıca GİS ve renal fonksiyonları<br />

bozabilir.<br />

Tablo-3 Sık Kullanılan Kristalloid Solusyonların Özellikleri<br />

Dengeli tuz solüsyonları sodyum ve klor iyon konsantrasyonlarını azaltmak<br />

için başka elektrolitlerin eklenmesi ile kullanılır. %0,9 NaCl solüsyonlarından daha<br />

fizyolojiktir. En yaygın kullanılanları sodyum laktat (Hartmann'ın solüsyonu) ve laktatlı<br />

ringerdir. Her iki solüsyonun kullanımında da klorun yerini laktat alır, böylece<br />

hiperkloremik metabolik asidoz riski azalır. Bu solüsyonların içerdiği laktatın %70'i<br />

glukoneogenezisle glukoza ve %30'u da oksidasyon yoluyla bikarbonata metabolize<br />

olur. Diabetes mellituslu hastalarda laktatlı solüsyonlardan kaçınmak gerekir, ancak<br />

bu risk pek de kanıtlanmış değildir. Bikarbonat üretimi plazmanın hafif<br />

alkalinizasyonuyla sonuçlanır. Alkalinizasyon asidozun tamponlanması veya ek<br />

bikarbonatın böbreklerden atılımı yoluyla çözülür. Özellikle zorunlu asidik idrar<br />

üreten ve aşırı bikarbonatı atamayan kritik hastalarda yakın takip yapılmalıdır. Bu<br />

hastalar renal potasyum kaybının artmasıyla alkalotik olur. RL (275 mosm/L), %5<br />

124


DRL (525mosm/L), hücre içi sıvı artar. Beyin su içeriği ve KİB artar. Miyokard ödemi<br />

ve yapısal değişim izlenebilir. Karaciğer yetersizliğinde Laktik asidoz oluşabilir.<br />

İlaçları bağlayarak biyoyararlanımı azaltır. Kan ürünleri kullanımında sitrat Ca ile<br />

birleşerek pıhtılaşma oluşabilir. Dengeli Elektrolit Solusyonları (İsolyte vb): Plazmaya<br />

eşdeğer pH kazandıran tamponlama özellikleri vardır. Mg içerirler. Mg renal<br />

yetersizlikte birikip vazokonstrüksiyonu etkisiz hale getirip hipotansiyon yapar.<br />

Aşağıda sık kullanılan bazı örnekleri verilmiştir.<br />

İsolyte (320 mosm/L) ES kaybı yerine koyar.<br />

İso S (295 mosm/L) Asetat, glukonat içerir. ES alanda dağılır.<br />

İso M (400 mosm/L) ES +min kalori+K+Fosfat<br />

İso P (350 mosm/L) çocuk ES+min kalori<br />

Daha yüksek tuz konsantrasyonları (hipertonik tuz) intravenöz olarak<br />

kullanılabilir. %1.8 , 3, 5, 7.5, 10 yoğunlukta kullanılabilir. %3 (1026 mosm/L) ve %5<br />

(1710 mosm/L) hipovolemik şok için en yaygın kullanılanlardır. Bu konsantrasyonlar<br />

fizyolojik oranların çok üstünde sodyum ve klor içerir. İntravenöz uygulandığı zaman,<br />

hipertonisitesi interstisyel kompartımanlardan sıvının intravasküler alana çekilmesine<br />

ve verilen sıvıdan daha yüksek volümde sıvının kazanılmasına neden olur.<br />

Hipertonik tuzun hem travma hem de kritik hastalarda geleneksel kristalloidlerden<br />

daha yararlı olduğu gösterilememiştir. Kafa içi basıncı yükselmiş hastaların acil<br />

tedavisinde hipertonik tuz solüsyonu mannitol gibi büyük moleküllü solüsyonlardan<br />

daha yararlı olabilir. Hiponatremi tedavisinde de kullanılır. Her durumda hızlı<br />

iyatrojenik hipernatremiye karşı dikkatli olunmalıdır, bu durum ozmotik kan beyin<br />

bariyerinin bozulmasını da artırabilir.<br />

Bir Litre %7,5 solusyon, 1235 mL hacim artışı sağlar. 4 mL/kg veya 250 mL<br />

sabit hacim verilebilir; bu yaklaşık 1 L %5 albumine denk gelir. Hipovoleminin erken<br />

tedavisinde güvenli ve etkilidir. Kristalloid veya kolloidten üstünlük kanıtı yoktur.<br />

Travma olgularının hastaneye ulaşana dek geçen dönemlerinde kullanılabilir.<br />

Yeni bir sıvı olarak Hipertonik Salin belirtilebilir. HiperHES %7,5 NaCl + 2. Kuşak<br />

nişasta içerir. Acil volüm tamamlayıcıdır. Geçici etkiye sahiptir.<br />

Kolloidler<br />

Diffüzyon engelini kolay geçemeyen büyük molekülleri vardır. Böylece İV<br />

alanda daha uzun süre kalırlar ve plazma hacmini daha fazla artırırlar (%75-80<br />

plazmada dağılırlar). Kolloidlerin kan akımını (CO) artırmakta kan ürünleri ve<br />

kristalloidlerden daha üstün olduğu belirtilmiştir. Herbirinin plazma hacmine etkileri<br />

değişiktir. Etkinlikleri oluşturdukları kolloid osmotik basınca (COP) bağlıdır.<br />

COP=Onkotik basınç=suyu kendi tarafında tutma etkisidir. COP arttıkça, hacimde<br />

artar. Verilen sıvının COP’ı Plazma Onkotik basıncından fazla ise, plazma hacim<br />

artışı verilen sıvı hacminden fazla olur. Enfeksiyon riskleri yoktur. Hemodilüsyon<br />

(normovolemik) ve reolojik (vasküler fleplerin açıklığının devamı için) amaçlarla da<br />

kullanılmaktadırlar. Kolloidler doğal ve yapay kolloidler olarak 2’ye ayrılabilir. Buna<br />

göre çeşitleri;<br />

Doğal, Plazma protein bileşkesi %4-5, Albumin %5 - %20-25, TDP<br />

Yapay, Jelatin (Gelofusine), Dekstran (Rheomakrodeks, Makrodeks) ve<br />

Nişasta (450/0,7, 70/0,5-200/0,5-200/0,62 %6-10 HES ve 130/0,4 Volüven) En sık<br />

kullanılanları albumin ve nişasta grubudur.<br />

125


Albumin<br />

Normal koşullarda albumin intravasküler onkotik basınçtan sorumlu (%75’ni<br />

sağlar) temel moleküldür ve vasküler alanda ortaya çıkan protein kayıplarını<br />

düzenlemek için idealdir. İnsan plazması ya da plasentasından elde edilir. Doğal bir<br />

kolloid olarak albumin şiddetli allerjik reaksiyonlara ve immünolojik komplikasyonlara<br />

neden olabilir. Aynı zamanda taşıyıcı bir proteindir. Onkotik etkisi 12-18 saat sürer,<br />

yarılanma ömrü 10-15 gündür. Hipoproteinemi durumunda sıvının hücreler arası<br />

alandan İV alana çekilmesi amacıyla kullanılır. Dilüsyonel koagülopati yapabilir. Hızlı<br />

verilerse ani volüm artışıyla pulmoner ödem riski taşır. Albuminin kritik hastalıktan<br />

kaynaklanan hipovolemi tedavisinde uygun bir ajan olduğunu belirtilse de<br />

kristalloidlere göre bir üstünlüğü kanıtlanamamıştır. İzoonkotik albuminin tersine<br />

hiperonkotik albumin mortalitede artışa neden olmuştur. Bunlardan dolayı albumin<br />

hipovolemide rutin bir strateji olarak önerilmemektedir. Kafa travmalı hastalarda ise<br />

mortalitede artışa neden olabileceği iddia edilmektedir.<br />

Tablo-4 Sık Kullanılan Kolloid Solusyonların Özellikleri<br />

Jelatinler<br />

Sığır kollajeninden elde edilen polipeptidlerden üretilir. Jelatinin viskozitesini<br />

azaltmak için iki yöntem kullanılır.<br />

1. Hidroksilasyon ve süksinasyon (Gelofusine/Geloplasma/Isoplex/Volplex).<br />

2. Degradasyon ve azotla polijeline modifikasyon (Heamaccel).<br />

Jelatinler yaklaşık 35.000 Dalton boyutundadır. HES'den daha küçük bu<br />

moleküller kapiller porlardan da daha kolayca geçer. Sağladıkları plazma<br />

genişlemesi 1-2 saat kadardır. Allerjik reaksiyonlar 1/6000 oranındadır ve şiddetli<br />

126


anafilaksiye kadar varabilir. Trombosit fonksiyonlarını bozarak koagülopatiye neden<br />

olabilir, bu durumdan da Haemaccel içinde yüksek oranda bulunan kalsiyum iyonu<br />

sorumlu tutulur. Kardiyak cerrahi sırasında uygulanmasına bağlı olarak böbrek<br />

yetersizliği görülebilir ancak bunu gösteren geniş olguları içeren çalışmalar yoktur.<br />

Dekstranlar<br />

Dekstranlar yüksek molekül ağırlıklı laktik asit üreten bakterilerin<br />

şekillendirdiği dallı polisakkaridleri içerir. %0,9 veya %7,5 tuz solüsyonları içinde<br />

ortalama molekül ağırlıkları 40.000-70.000 Da arasındadır. Volüm genişletici<br />

özellikleri yanında antikoagülan olarak da kullanılırlar. Uygulanmaları plazma<br />

viskozitesini azaltır, trombosit agregasyonunda yetersizliğe yol açar ve Willebrand<br />

faktör düzeyinde azalmaya neden olur. Kullanılmaları renal yetersizlik sıklığında<br />

artışa, koagülopatilere ve allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Kan grubu tayininde<br />

yanıltıcı olabilir. Klinik kullanımları çok azalmıştır. Yükselmiş kafa içi basınçta ve akut<br />

kan kayıplarında kullanılmalarında mannitol ve hipertonik tuzdan daha farklı sonuçlar<br />

göstermemişlerdir.<br />

Starç'lar<br />

Hidroksietil starç (HES= Hydroxyethyl starch) solüsyonları amilopektinden<br />

formüle edilmiştir, glukozun lineer bir polimeridir. Preparatları; Hetastarch<br />

(Amilopektin) (%6HES) (Haes-steril 200/0.5), Pentastarch (%10 Pentaspan),<br />

Voluven %6 (HES 130/0.4). Bunlar arasında en çok araştırma yapılanı Voluven’dir.<br />

130 kD moleküler ağırlık (Kolloid osmotik güç, farmakokinetik, doku ve plazma<br />

birikimi, periferik etki) 0,4 molar substitüsyon derecesi (hidroksietil molekül sayısı,<br />

yıkılma derecesi ve hızı) C2/C6 substitüsyon oranı 8’den büyük (farmakokinetik ve<br />

dinamik) özelliklerine sahiptir. Plazma ve doku birikimi daha az, eliminasyonu hızlı,<br />

koagülasyonu daha az etkiler.<br />

Üç karakteristiğiyle tanımlanır:<br />

Molekül ağırlığı (MW): Starç molekülleri değişik molekül ağırlığına sahiptir.<br />

HES solüsyonları ortalama molekül ağırlıklarıyla tanımlanır. Molekül ağırlığı 450<br />

kDa'dan daha büyükse yüksek molekül ağırlıklı, 200-260 kDa ise orta, 70-130 kDa<br />

arasında ise düşük molekül ağırlıklı olarak sınıflandırılır. Serum amilazlarıyla daha<br />

küçük (50 kDa) moleküllere metabolize edilerek, idrarla atılır. Kanda amilaz artar<br />

(N’in 2-3 katı). Daha büyük molekül ağırlıklı solüsyonların parçalanması daha uzun<br />

zaman alır ve plazmada daha uzun süre kalır.<br />

Substitüsyon (ikame) oranı (SR): Hidroksietil grupları, polimerdeki glukoz<br />

moleküllerinin C2, C3 ve C6 pozisyonlarında bulunur. Yüksek substitüsyonlu (0,6-<br />

0,7) moleküller düşük substitüsyonlu (0,4-0,5) olanlardan daha uzun sürede<br />

metabolize edilir.<br />

C2/C6 oranı: Eğer hidroksietil grubu C2 pozisyonunda ikame ediyorsa<br />

metabolizması C6'ya göre daha yavaş olur. C2/C6 oranı yüksek (> 8) olan moleküller<br />

düşük olanlardan daha yavaş metabolize olur.<br />

Başlangıçta kullanılan HES solüsyonları büyük molekül ağırlıklı ve büyük<br />

substitüsyon oranlıydı (450/0,6). Bu solüsyonların plazma genişletici özellikleri 24-36<br />

saate kadar uzuyordu. Yeni nesil ürünler ise küçük molekül ağırlıklı ve küçük<br />

substitüsyon katsayılı (130/0,4) ve bu solüsyonların plazma genişletici özellikleri ise<br />

4-6 saat kadardır. Kristalloidlerin aksine, kolloid ajanlar daha fazla fizyolojik<br />

etkileşime giren sentetik moleküller içerir. Yüksek ve orta molekül ağırlıklı<br />

127


solüsyonların faktör VIII ve von Willebrand faktörü düşürerek koagülopatilere yol<br />

açtığı gösterilmiştir. Düşük molekül ağırlıklı solüsyonlar asla bu etkiyi göstermez.<br />

Orta molekül ağırlıklı solüsyonların şiddetli sepsis veya septik şokta kullanılmasıyla<br />

renal yetersizlik görüldüğü öne sürülmüştür. Bu ürünler ayrıca kardiyak cerrahi ve<br />

renal transplant olgularında renal işlevlerin kötüleşmesine de yol açabilir. Erişkin<br />

cerrahi hastalar için intravenöz sıvı tedavisi rehberi (Guidelines on Intravenous Fluid<br />

Therapy for Adult Surgical Patients= GIFTASUP) molekül ağırlığı 200 kDa'dan küçük<br />

HES solüsyonlarını kritik hastalarda önermektedir. Sentetik kolloidlerin, nötrofillerin<br />

endotele ve akciğere adezyonunu inhibe ederek, inflamasyonu modüle ettikleri iddia<br />

edilmektedir.<br />

Kolloidlerin Yan Etkileri<br />

Anaflaksi: Bu etki için solusyonlar çoktan aza doğru, Jelatin, Dekstran,<br />

Albumin, HES şeklinde sıralanırlar. Ancak çalışmaların oldukça geçmiş yıllara ait<br />

olduğu ve yenilenen ürün içerikleriyle bu olasılığın azaldığı söylenebilir.<br />

Renal fonksiyon bozulması: Kolloidler kristalloidsiz verilirlerse artan osmotik<br />

yük nedeniyle renal yetersizlik olasılığı artar. Bu durum nişasta ve jelatinler ile daha<br />

az görülür. Dekstran, yüksek kolloid osmotik basınca neden olur ve hiperonkotik akut<br />

renal yetersizlik ile idrar çıkışı azalır.<br />

Tedavi İçin Kullanılan Sıvıların Fizyolojik Dağılımı<br />

Kristalloidler, katı durumdaki kristallerin suda çözülmüş şekilleridir. Bu<br />

moleküller küçük boyutlarından dolayı membranlardaki kanallar ve porlar yoluyla<br />

serbestçe geçer. Bu tür kanalları içeren membranlar yarı geçirgen membranlar<br />

olarak bilinir. Kapiller yatak yarı geçirgen bir membran olarak rol oynar. Küçük<br />

molekülleri içeren bir solüsyon hızla metabolize olur ve tüm vücut kompartımanları<br />

arasında kolayca hareket eder. Bu moleküller hızla metabolize olur ve serbest su<br />

haline gelir. Bu da sıvı kompartımanlarının osmotik basınçlarıyla uyumludur. Sıvının<br />

en büyük kısmı intrasellüler alana geçer ve intravasküler genişlemeye katkısı çok<br />

azdır. Kristalloid içeren bir sıvı başlangıçta intravasküler ve ekstravasküler<br />

kompartımanlara dağılır. Bu önce osmotik basıncı yükseltir ve hücre dışına sıvının<br />

çekilmesine yol açar. Ancak kısa sürede bu durum tersine döner ve sıvının bu<br />

dağılımı hızına bağımlı olarak hücre zarını geçerek içeri girer ve orada metabolize<br />

edilir. Transfer hızı hücre zarının kristalloid molekülüne karşı geçirgenliğine bağlıdır<br />

ve aktif süreçlerle molekülün hücreye alınımı artar. Bu osmotik basınç değişikliği<br />

başlangıçtaki intrasellüler kompartımandan suyun çekilmesini tersine çevirir. Bu<br />

nedenle bu solüsyonlar başlangıçta intravasküler kompartımanda etkin bir<br />

genişlemeye yol açar ancak bu etki hızla kaybolur.<br />

Kolloid solüsyonlar ise proteinler ve büyük şeker molekülleri gibi erimeyen<br />

daha büyük molekülleri içerdiği için intravasküler kompartmanda kalır. Bu moleküller,<br />

kapiller membranını geçemeyecek kadar büyük oldukları için kapiller alanda kalır.<br />

Kolloid onkotik basınç, sıvının ekstrasellüler kompartımanda dağılımına neden olan<br />

osmotiklerin aksine sıvıyı intravasküler alanda tutar. Sonuçta kolloid sıvıyı oluşturan<br />

moleküller metabolize edilebilir veya geniş kapiller porlardan kaçar ve üç<br />

kompartımana dağılabilir. Bu durum metabolizma hızına ve kapiller kaçak hızına<br />

bağlı olarak ortaya çıkar.<br />

128


Sıvı Kaybı Nereye Olur?<br />

1- İdrar üretimi ve terlemeyle ortaya çıkan kayıp aşırı derecede artmadığı sürece<br />

ince bağırsaklardan suyun geri emilimiyle karşılanır ve ekstravasküler sıvı<br />

volümünü etkiler.<br />

2- Cerrahi, travma ve şok esnasında kanama ya da vasküler kaçak gibi<br />

nedenlerle ortaya çıkan ek kayıplar ise intravasküler sıvı volümünü etkiler.<br />

Sonuçta sıvı kaybının birinci tipi intraselüler, interstisyel ve intravasküler alan<br />

arasındaki yavaş dağılım ile kompanse edilir ve sadece dehidratasyona neden olur.<br />

Sıvı kaybının ikinci tipi ise akut hipovolemiye yol açar.<br />

Sıvı tedavisinde, kullanılabiliniyorsa Gastrointestinal sistem (GİS) yolu, yani<br />

doğal yol kullanmalıdır.<br />

Sıvı Tedavisi<br />

Cerrahi ve YB Hastasının Mortalite-Morbidite ve Maliyetini Etkiler.<br />

Amaç<br />

İzoosmol intravasküler volüm, asid-baz dengesi, kan glikozu regülasyonu,<br />

koagülasyon faktörlerinin normal etkinliği, yeterli kardiyak debi, yeterli doku O 2<br />

sunumu-normal hücre fonksiyonu sağlanmasıdır. Özetle, en az yan etki ile ucuz<br />

yoldan YETERLİ DOLAŞIM BASINÇLARI (AKIMLARI!) ELDE ETMEKTİR.<br />

Sıvı resusitasyonu ile aerobik metabolizma ve yaşamsal organların O 2 kullanımı<br />

(VO 2 ) devam ettirilir. Öncelikle kalp debisi ve kan akımı korunmalıdır. Eritrosit<br />

açığının düzeltilmesi sekonder amaçtır.<br />

VO 2 : Q x Hb x 1,34 x (SaO 2 - SVO 2 )<br />

Hipovolemi ve şok durumunda aşağıdaki olaylar bir domino taşı dizisi gibi birbirini<br />

izler<br />

Azalmış kan hacmi<br />

Azalmış CO<br />

Azalmış O 2 desteği<br />

Yetersiz dolaşım<br />

Yetersiz perfüzyon<br />

Yetersiz kapiller dolaşım<br />

Doku iskemisi-Organ (böbrek-intestinal) yetersizliği<br />

Endotoksin salınımı, Sistemik İnflamatuar Yanıt Sendromu.<br />

Dehidratasyon:<br />

Dehidratasyon, sodyum ve potasyumda orantısal olarak azalma olmadan TV<br />

suyunda azalma olması ve böylece sodyum konsantrasyonunun artışıyla<br />

sonuçlanmasıdır.<br />

Burada asıl kayıp serbest sıvıda (hissedilmeyen kaybın yerine konulmaması veya<br />

diabetes insipidus ile su kaybı) olmakta ve biyokimyasal bulgu olarak da sodyum<br />

miktarında artış saptanmaktadır. Su dengesinin yeniden sağlanması için kayıp suyun<br />

129


2/3' ü hücre içinden, 1/3'ü ise ES sıvıdan sağlanır. Böylece, 3L serbest su kaybı<br />

olduğunda, ES alanda 1L sıvı kaybı olur.<br />

Su kaybında en önemli regülasyon mekanizması susama hissidir. Su kaybı<br />

durumunda eğer susama hissi sağlamsa (şuur açık vb) hipernatremi sıklıkla<br />

görülmez.<br />

Tablo-5 Vücut Ağırlığının Yüzdesi Olarak Sıvı Kaybının Bulguları<br />

Hipovolemi Belirtileri (Vücut ağırlığı yüzdesi olarak kayıplarda)<br />

Belirtiler %5 %10 %15<br />

Mukozalar Kuru Çok Kuru Parşömen Gibi<br />

Bilinç Normal Letarjik Künt<br />

Kan Basıncı<br />

Değişikliliği<br />

(ortostatik)<br />

Hafif Var Belirgin<br />

İdrar çıkışı Hafif Az Az Belirgin Az<br />

Kalp hızı Normal/Artmış Artmış Belirgin Artmış<br />

Kan Basıncı Normal Hafif Azalmış Azalmış<br />

Tablo-6 Sıvı Kaybında Laboratuvar Bulguları<br />

Hipovolemide Laboratuvar Belirtileri<br />

Laboratuvar<br />

Hct<br />

Metabolik Durum<br />

Değişim<br />

Artar<br />

Artan Asidoz<br />

İdrar Özgül Ağırlığı >1,010<br />

İdrar Sodyum Kons. 450mOsmL -1<br />

BUN / Kreatinin Oranı >10:1<br />

130


Hipovoleminin değerlendirilmesinde tüm bu bulguların sınırlı değeri vardır.<br />

Örneğin, Arter Kan Basıncı, Non-invaziv yöntem ile ölçüldüğünde olduğundan düşük<br />

gösterir. Hacim kaybının miktarı ve şiddeti ile Kalp Dolum Basınçları (SVB, PKUB)<br />

arasında zayıf korelasyon vardır. Kan kaybında plazma ve eritrosit beraber<br />

kaybedillir. Bir oran olan hemotokrit başlangıçta değişmez. Hemotokrit azalması<br />

olaydan yaklaşık 8-12 saat sonra böbreklerden kompenzasyon için Na tutulumu ile<br />

başlar. Soluk Sonu CO 2 değerleri sıvı tedavisinden sonra artmaya başlar, CO artışını<br />

ve tedavinin işe yaradığını gösterir. Laktat değeri şokta 4 mmol/L üzerine çıkar. Mide<br />

mukoza pH sı 7,2’nin altına düşer. O 2 taşınma (DO 2 ) azalırken, O 2 alınma hızı<br />

(O 2 ER) artar.<br />

Tablo-7 Sıvı Kaybında Oksijenasyon Bulguları<br />

SaO 2 SVO 2 SaO 2 -SVO 2<br />

Normal %95↑ %65↑ %20-30<br />

Hipovolemi %95↑ %50-60 %30-50<br />

Hipovolemik Şok %95↑ %50↓ %50↑<br />

Sıvı Tedavisi:<br />

Sıvı tedavisinin 2 temel komponenti vardır; İdame sıvı ve replasman sıvısı.<br />

İdame sıvı tedavisi, normal fizyolojik koşullar altında, idrar, terleme, solunum<br />

ve dışkı ile kaybedilen su ve elektrolitlerin yerine konulmasıdır.<br />

Replasman sıvı tedavisi ise, gastrointestinal, üriner, ciltten, kanama ve<br />

3.boşluk sıvısı gibi ekstra su ve elektrolit kayıplarını içerir.<br />

Burada, fonksiyonu (konsantrasyon ve dilüsyon yeteneği) normal olan böbrek,<br />

şiddetli kalp ve karaciğer yeteresizliği olmayan hastada sıvı tedavisi belirtilecektir.<br />

Sıvı tedavisinde trend zaman içinde değişiklikler göstermiştir.<br />

1960 öncesi – Sıvı kısıtlaması (Moore)<br />

1960 sonrası – Sıvı cömertliği (Shires)<br />

1970’ler – İnvaziv monitorizasyon<br />

1970’ler – Dopamin<br />

1970’ler – Kristalloid/Kolloid tartışmaları<br />

1980’ler – Glukoz riski (Lanier), Tonisitenin serebral etkileri (Todd) öncelikli<br />

tartışılan konular olmuşlardır. Özellikle verilecek sıvı miktarı ve kristalloid/kolloid<br />

tartışmaları en yaygın sorunları oluşturmuştur. Günümüzde ağırlıklı önem ise daha<br />

çok sıvı içeriklerine verilmektedir.<br />

Yetersiz veya fazla sıvı verilmesinin ölümcül sonuçları olabilir. Yetersiz sıvıda,<br />

susama, uyuklama, başdönmesi, bulantı ile başlayan sorunlar, laktik asidoz, akut<br />

131


öbrek yetersizliği ve çoklu organ yetersizliği ile sonuçlanabilir. Öte yandan fazla sıvı<br />

verilmesinde ise, periferik-periorbital ödem, GİS fonksiyonlarının bozulması, yara<br />

iyileşmesinin gecikmesi, pulmoner ödem, kalp yetersizliği ve koagülopati görülebilir.<br />

Tahmini günlük sıvı gereksinimin karşılanması için çeşitli formüller hazırlanmıştır.<br />

Aşağıdaki tabloda Holiday-Segar yaklaşımı yer almaktadır.<br />

Tablo-8 Holiday Segar (1957) Formülü<br />

Tablo-9 Cerrahi Girişim Sırasında Sıvı Tedavisi<br />

Cerrahi hastalarında yapılan çalışmalarda, sıvı kısıtlaması sonucu daha az<br />

komplikasyon, daha iyi GİS fonksiyonu ve daha kısa süre hastane yatışı elde<br />

edilmiştir (Bandstrup B Ann.Surg.2003). Kısıtlı Kristalloid+Kolloid önerilebilir.<br />

132


İdame Sıvı Tedavisi<br />

Bu durum, operasyon öncesi aç bırakılan, ya da bazı kritik hastalarda (şuuru<br />

kapalı, mekanik ventilasyonda vb) gerekli olacaktır. Hedef su ve elektrolit dengesini<br />

korumak ve beslenme gereksinimlerini sağlamaktır. 1-2 haftadan fazla süre ile<br />

yetersiz enerji-sıvı alımı olabileceği öngörülen hastalarda parenteral veya enteral<br />

beslenme planlanmalıdır.<br />

Serum Na konsantrasyonu, solüt ve su dengesini tahmin için en önemli<br />

veridir. Ancak volüm durumuyla ilgili bilgi vermez. Aslında hastanın günlük olarak<br />

tartılması, sıvı kazanç ve kaybı hakkında yeterli bilgi verir ama bu da her hastada<br />

uygulanamaz. Ayrıca hastada ödem oluşması volüm fazlalığının, deri turgor tonus<br />

azalması ise sıvı yetersizliğinin klinik bulgularıdır.<br />

SU: Hastanede yatan ateşi olmayan, yemeyen, fiziksel olarak inaktif olan her<br />

hastanın 1 L den az serbest (Elektrolitsiz) suya gereksinimi vardır. Çeşitli faktörler bu<br />

gereksinimi artırıp azaltabilir.<br />

Artıranlar: Ateş, terleme, yanık, taşipne, cerrahi direnler, poliüri,<br />

gastrointestinal anlamlı kayıplardır. Örneğin, vücut sıcaklığının 37 °C den her 1 °C<br />

artışı su gereksinimini 100-150 mL/gün artırır.<br />

Azaltanlar: Renal yetersizliğe bağlı oligüri, nemli hava kullanımı, ödemli<br />

durumlar, hipotiroidizm. Kritik hastalarda ADH artışı ile fazla suyun atılımı da<br />

bozulmuş olabilir.<br />

Elektrolitler: Elektrolit kayıplarının (esas olarak Na, K) çoğu idrar, az bir kısmı<br />

da cilt ve Gİ yol ile olur. Denge, alım ve idrarla elektrolit atılımı arasındaki değişimler<br />

ile devam ettirilir. Örneğin aşırı tuz alımında, renin-angiotensin-aldosteron aktivitesi<br />

azalıp ES sıvı artırılırken, natriüretik peptid salınımı ile de Na atılımı artırılır.<br />

Günlük, 1L civarında serbest su ihtiyacı olan bir erişkinde, 2 L/gün her<br />

litresinde 1/2 normal salin (3,4g), %5 dekstroz ve 20 mEq potasyum klorid içeren sıvı<br />

idame için yeterli olacaktır. Dekstroz solusyonun tonisitesini değiştirmez, 2 L yaklaşık<br />

olarak 400 kcal enerji verir. Özel durumlarda bu içerik değiştirilebilir.<br />

Örneğin sodyum azalması durumunda NaCl 9 gr/L ye çıkarılabilir. Ateş<br />

yükselmesi gibi durumlarda artan Na değeri için daha dilüe (Ör: 1/4 izotonik salin %5<br />

D) sıvı verilebilir. Potasyum azalması durumunda daha fazla K eklenebilir. Normalin<br />

üzerine çıkması normal renal fonksiyon varsa çok sık görülmez.<br />

Replasman Sıvısı Tedavisi<br />

Hedef, volüm ve/veya elektrolitlerde olan dengesizliğin düzeltilmesidir.<br />

Volüm açığı<br />

Total vücut açığını tahmin etmek için herhangi bir formül yoktur. Hastanın olay<br />

öncesi ve sonrasındaki kilosu biliniyorsa sıvı kaybı hakkında bir tahminde<br />

bulunulabilir. Arter kan basıncı, santral ven basıncı, idrar Na konsantrasyonu, idrar<br />

miktarı, bazal hemotokrit değeri gibi klinik ve laboratuvar bulguları volüm kaybını<br />

tahmin etmek için kullanılabilir. Bunların yanında, Arter kan gazı ölçümlerinden laktat<br />

değerleri ve baz açığı, ultrason ile değerlendirilen santral ven çapları önemli bilgiler<br />

verecektir. Ayrıca bunlarla yapılan sıvı tedavisinin sonuçlarını değerlendirmek de<br />

olanaklıdır.<br />

133


Replasman Hızı<br />

Sıvı replasman hızı, olayın şiddetine, süresine ve hastanın tolerasyonuna<br />

göre (kalp yetersizliği vb) ayarlanabilir. Örneğin, hipovolemik şok durumunda 1-2 L<br />

izotonik bir sıvı hızlı bir şekilde verilerek perfüzyon düzeltilmeye çalışılır. Daha<br />

sonrasında replasman hızı yukarda belirtilen örneğin arter basıncı düşüklüğü, idrar<br />

çıkışı, mental durum gibi klinik ve laboratuvar bulguları değerlendirilerek<br />

değiştirilebilir.<br />

Hafif ve ılımlı hipovolemi durumunda replasmanın çok hızlı olmasına gerek<br />

yoktur. Kayıp miktarının biraz üzerinde olacak şekilde açığa izin vermeyecek bir<br />

hızda replasman yapılmalıdır. Örneğin saatlik idrar miktarı, hissedilmeyen kayıp (30-<br />

50 mL/saat) ve diğer sıvı kayıpları (GİS vb) hesaplanıp hız saatlik olarak<br />

belirlenebilir. Başka bir yöntemde tahmin edilen kaybın 50-100 mL/saat üzerinde bir<br />

hızla verilmesidir.<br />

Replasman Sıvısının Seçimi<br />

Kayıp olan sıvının elektrolit içeriği, tonisitesi gibi özelliklerine göre replasman<br />

sıvısı da seçilmelidir. Örneğin, hipernatremi durumunda hipotonik solusyonlar,<br />

hiponatremi durumunda %0,9 NaCl veya %3 NaCl seçilebilir. Kullanılan sıvıların<br />

tonisitesini ve içeriğini bilmek tedavi yapan biri için zorunluluktur. Örneğin izotonik<br />

diye bilinen %0,9 NaCl aslında hipertoniktir ve fazla miktarda kullanımı ile<br />

hiperkloremik asidoza neden olabilir.<br />

Total Vücut Sıvı kaybının yüzdelerine göre önerilen replasman sıvıları<br />

aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.<br />

Tablo-10 Total Vücut Sıvı Kaybının Yüzdelerine Göre Replasman Sıvıları<br />

Volüm kaybı % 30 40 70 80<br />

Kristalloid + + + +<br />

Kolloid + + + +<br />

Eritrosit Süspansiyonu + + +<br />

Taze Donmuş Plazma + +<br />

Trombosit +<br />

Kanın viskozitesini eritrosit hacmi belirler, yani kristalloidler ile kolloidler hücre<br />

içermediğinden benzer akım hızı özelliklerine sahiptirler. Kristalloidler; hücreler arası<br />

boşluğa daha çok girerler ve İV alanı doldurmak için uygun değildirler. Kırk yıl kadar<br />

önce, kanamanın en önemli sonucunun HA sıvı kaybı olduğu ve bunu kristalloidlerin<br />

daha iyi karşıladığı iddia edilmişti. Kolloidler, fazla kanamada İV volüm tamamlamak<br />

134


için daha uygundur. Kristolloidleri daha fazla hacimde kullanmak gerekir. Kolloidler<br />

hipovolemik şoklu hastalarda sağkalımı artırmaz. Kollloidler kristalloidlerden yaklaşık<br />

3 kat daha pahalıdır. Her ikisi de ödem yapar, kristalloidlerde bu beklenen sonuçtur.<br />

Albuminin yarısı hücreler arası alana geçer. Bu geçiş, damar geçirgenliği arttığı için<br />

kritik hastada daha fazladır. Yine de hidrostatik basınç artmadıkça, ödem nadir<br />

oluşur. Plazma hacmini artırmak için kolloid kullanmak daha akılcıdır (Tablo-11).<br />

Tablo-11 Çeşitli İV Sıvıların Vücut Kompartmanlarında Dağılımı<br />

Kompartman %5D %0,9NaCl Kolloid<br />

İntravasküler + + +++<br />

İnterstisyel ++ ++ Ø<br />

İntrasellüler +++ Ø<br />

Sıvı tercihlerinde uzun yıllar kristalloid mi?, kolloid mi? verelim tartışması<br />

sürmüştür. Günümüzde kolloidlerin özellikle renal yan etkilerinden dolayı<br />

kristalloidlerle beraber kullanımı ve kolloidin bileşimi günceldir.<br />

Sıvı tedavisinin değerlendirilmesi<br />

Kilo<br />

İdrar çıkışı 1ml/kg/st<br />

AKB ve KAH normal<br />

Cilt ve muköz membranlar kuru değil, hastada susuzluk hissi yok<br />

Hb, Hct, elektrolitler, KŞ, koagülasyon faktörleri normal<br />

Gastrik pHi<br />

Santral Ven Basıncı (SVB) = 15 mmHg<br />

Pulmoner Arter Kapiller Uç Basıncı (PAKUB) = 10-12 mmHg<br />

Kardiyak İndeks (CI) > 3 L/dk/m 2<br />

Oksijen Kullanımı (VO 2 ) > 100L/dk/m 2<br />

Kan Laktat değeri < 4 mmol/L<br />

Baz açığı: -3, +3<br />

Transtorasik veya transözefageal eko<br />

Hedefe yönelik sıvı tedavisi: Üç Hedef<br />

1. Santral ven oksihemoglobin satürasyonu (> %70)<br />

2. Oksijen Taşınması İndeksi (DO 2 i) (D O 2 i = Ca O 2 X CI X 10) (>600<br />

mL/min/m2)<br />

135


3. FTc (Düzeltilmiş akım zamanı) (< 0.35 sn.) olacak şekilde tedavi<br />

yönlendirilmelidir.<br />

Özet<br />

Ne kadar vermeliyiz?<br />

Yeteri kadar, fazlası zararlı<br />

Hangi sıvıyı kullanmalıyız?<br />

İdame sıvısı dışında, kaybedilen sıvının özelliğindeki sıvılar replasman için<br />

kullanılmalıdır. Daha az kristalloid, tedavinin bir kısmının kolloid olması olumlu<br />

etki yapıyor. Kan ürünleri verilmesine artık çok olumsuz bakılmamaktadır.<br />

Sıvı tedavimizi nasıl izlemeliyiz?<br />

Yeni monitörler daha iyi ve daha az zararlı ama susama ve idrar çıkışı altın<br />

standarttır.<br />

Su ve Sodyum Balans Bozuklukları<br />

Temel olarak 4 başlık altında toplanabilir.<br />

1- Hiponatremi (çok fazla su)<br />

2- Hipernatremi (çok az su)<br />

3- Hipovolemi (çok az sodyum)<br />

4- Ödem (su retansiyonu ile beraber çok fazla sodyum)<br />

Sodyum ve ona eşlik eden anyonlar (sıklıkla klor ve bikarbonat) plazmanın ve<br />

ES sıvının osmolalitesini belirleyen esas etkenlerdir. İS sıvının osmolalitesini<br />

belirleyenler ise potasyum ve ona eşlik eden anyonlardır.<br />

Su hücreler arasında serbestçe dolaşabildiği için ES ve İS sıvıların<br />

osmolalitesi benzerdir. Böylece plazma sodyum konsantrasyonu her iki bölüm<br />

arasındaki osmolaliteyi yansıtır.<br />

Plazma sodyumu = Na e + K e / Toplam vücut suyu , e: Değiştirilebilir. Toplam<br />

vücut sodyumunun yaklaşık %30’dur. Toplam vücut potasyumunun küçük bir bölümü<br />

kemik dokuda bağlı haldedir, değiştirilemez ve osmotik olarak inaktiftir.<br />

Hiponatremi<br />

Hiponatremi relatif olarak serbest suyun solütlere göre artığını gösterir ve<br />

sıklıkla plazma osmolalitesinde düşüşle beraberdir. Osmolalitenin 240 mosm/kg<br />

değerinin altına düşmesi nedenine bakılmaksızın yaşamsaldır. Sodyumun miktarı<br />

kadar düşüş hızı da bulguları belirler. Klinik ağırlıklı olarak nörolojik bulgulardan<br />

oluşur.<br />

Özellikle fazla miktarda hipotonik sıvılarla irrigasyon uygulanan transuretral<br />

prostat rezeksiyonu, histeroskopi gibi cerrahilerde de hiponatremi izlenebilir. Burada,<br />

uzayan cerrahi süresi, çok yüksekte tutulan irrigasyon solusyonu (basınç artışı),<br />

büyük kitle çıkarılması risk faktörleridir.<br />

Stupor, konvülsiyon, hipotansiyon gibi bulgulara neden olan acil hiponatremi<br />

durumlarında öncelik, hava yolu güvenliğidir.<br />

136


Başlangıç süresine göre hiponatremi akut (24 saat içinde gelişen, su<br />

entoksikasyonu), subakut (24-48 saat) ve kronik (48 saatten uzun sürede gelişen)<br />

olarak ayrılabilir.<br />

Ciddiyetine göre hiponatremi ise, hafif (Na: 135-130 meq/L), orta (Na: 129-121<br />

meq/L), ağır (Na: 120 meq/L altında) olarak bölümlenebilir.<br />

Tanı<br />

Plazma osmolalitesi<br />

İdrar osmolalitesi. Su atılımı mı bozuk (yüksek idrar osm)? Su alınımı mı fazla<br />

(düşük idrar osm)?<br />

Plazma osmolar gap = Hesaplanan - ölçülen osmolalite, değeri 10 mmol’den<br />

fazla ise plazmada ölçülemeyen osmol (mannitol, alkol vb) olduğunu gösterir.<br />

Plazma ürik asit düzeyi. Uygunsuz ADH salınımı sendromunda (SIADH), su<br />

retansiyonu ve volüm artışı sonucu hipoürisemi görülür. Tersine volüm kaybı olursa<br />

serum ürik asit düzeyi artarken, ürik asit atılımı da artar. Bunun tek istisnası,<br />

intravasküler volüm azalmasına karşın, serum ürik asit seviyesinin düşük kaldığı<br />

Serebral Tuz Kaybı Sendromudur.<br />

Renal, adrenal ve tiroid disfonksiyonları araştırılmalıdır. Hastanın kullandığı<br />

ilaçlar gözden geçirilmelidir. Hiponatremide etyoloji için anahtar noktalar plazma<br />

osmolalitesi ölçümü ve efektif total vücut su volümünün değerlendirilmesidir.<br />

En yaygın görülen hiponatremi Hipotonik Hiponatremidir. Hastada<br />

intravasküler volüm azalmış (ödemli veya ödemsiz) veya normal olabilir. Konjestif<br />

kalp yetersizliği, siroz, nefrotik sendrom, azalmış İV volüm ve ödemli durumlara<br />

örnektir. Övolemik hiponatreminin en önemli iki nedeni SIADH ve primer psikojenik<br />

polidipsidir. Bu durumlar idrar osmolalitesi ölçümüyle ayrılabilir.<br />

İzotonik Hiponatremi (Pseudo Hiponatremi): Şiddetli hiperlipidemi veya<br />

hiperproteinemi durumlarında görülür. Böylece plazmanın su olmayan<br />

komponentlerinde artış olursa, Plazma Na‘u düşer.<br />

Hipertonik Hiponatremi: Hiperglisemi veya mannitol verilmesi sonrası, hücre<br />

içi su osmotik farkla hücre dışına çıkar ve dilüsyon ile plazma Na azalır.<br />

Her 100 mg/dL glukoz artışı, Na da 1,6 mEq/L azalma (ya da her 62,5 mg/dL<br />

glukoz artışı, 1 mEq/L Na azalması) yapar.<br />

Düzeltilmiş PNa= Ölçülen PNa + plazma glukoz değişimi (mmol/L)/3 veya<br />

Düzeltilmiş PNa= Ölçülen PNa + plazma glukoz değişimi (mg/dL)/62<br />

Akut hipotonik hiponatremide ortaya çıkan nörolojik bulgular, hücre içine olan<br />

su kayması nedeniyle gelişen beyin ödemi nedeniyledir. Kronik hiponatremide<br />

nörolojik bulgular daha az görülür ve silik olabilir. Burada etken, Beyin dışına BOS<br />

içine olan ES sıvı hareketi ve hücrelerde oluşan solüt kaybı (Na, K) ile suyun tekrar<br />

hücre içine dönmesidir. Daha sonraki günlerde organik solüt kaybı da olur ve beyin<br />

boyutu değişir. Şiddetli hiponatreminin hızla düzeltilmesi (>12 mmol/L/gün) osmotik<br />

demiyelinizasyona (santral pontin miyelininozis) neden olur.<br />

Tedavi<br />

Şiddetli, akut, semptomatik hiponatremi acil bir durumdur. Tedavide İV<br />

hipertonik salin kullanılır. Hedefler Na’un, ilk 6 saatte


mmol/L/gün) hızla düzeltilmeye başlanması, plazma elektrolitlerinin sık izlenmesi ve<br />

hipertonik salin verilmesinin hasta bulguları düzelince kesilmesidir.<br />

Asemptomatik hiponatremide, Na daha yavaş (0.5mmol/L/saat) hızla<br />

düzeltilmelidir. Övolemik olan hiponatremide dikkatli yapılan su kısıtlaması da tedavi<br />

seçeneğidir. SIADH nedeni olabilecek ilaçlar kesilmelidir.<br />

Hipovolemik olan hiponatremik hastalarda, öncelik hiponatreminin normal<br />

salin ile düzeltilmesidir. İV volüm ve plazma osmolalitesi zaten ADH ile<br />

düzeltilecektir.<br />

Hiponatremi tedavisinde özellikle, akut başlangıç, düşme hızı, semptomların<br />

varlığı ve şiddeti önemlidir.<br />

Sağkalım<br />

Elektrolit balansının sağlanması ve altta yatan etkenin tedavisi yanında<br />

hiponatremi başlı başına bir bağımsız prognostik faktördür. Hiponatremik<br />

ensefalopatiye bağlı solunum aresti, beyin hasarı olabilir. Tedavi sırasında,<br />

hipertonik salin ile oluşabilecek kalp yetersizliği ve serebellar pontin<br />

demiyelinizasyon kötü prognoz gösterir (Tablo-12).<br />

Tablo-12 Hiponatremi Tedavi Algoritması<br />

138


Hipernatremi<br />

Plazma Na değerinin 145 mmol/L den fazla olmasıdır. Özellikle serbest su<br />

kaybettiren durumlarda izlenir. Hiperrefleksi, koma, nöbet aktivitesi görülebilir. Acil<br />

durumda tedavi, hiponatremide olduğu gibi, hava yolu güvenliği ve hemodinamik<br />

yönetimi içerir.<br />

Tanı: Plasma ve idrar osmolalitesi ölçümü yoluyla Hipotalamus (ADH)- renal<br />

aksın ilişkisi ortaya konulmalıdır. ADH sekresyonu bozulduğunda (santral diabetes<br />

insipidus (DI) ya da ADH’a yanıtsızlık (nefrojenik DI) olduğunda) plazma<br />

hipertonisitesine karşın idrar uygunsuz olarak hipotoniktir.<br />

Hipernatremide, azalmış, normal ya da artmış total vücut Na’una karşın relatif<br />

olarak azalmış su kaybı söz konusudur.<br />

Su defisiti= (Ölçülen Na-140)/140 X 0,6 X kg ya da, Su defisiti: TV suyuX<br />

serum (Na/140-1)<br />

Total Vücut Na (TVNa) azalması ile birlikte hipernatremi: Su+Na kaybı olur<br />

ancak su kaybı daha fazladır. Renal (loop diüretik kullanımı veya DI), ekstrarenal<br />

(diare ve kusma)<br />

Artmış TVNa ile birlikte hipernatremi: Daha seyrektir. Aşırı miktarda normalhipertonik<br />

salin veya NaHCO 3 verilmesi ile görülebilir.<br />

Normal TVNa ile birlikte hipernatremi: Relatif olarak serbest su kaybı daha<br />

fazladır. Ancak TVNa normal kalır. Etiyolojide, santral veya nefrojenik DI,<br />

hiperkalsemi, hipokalemi, lityum, demosiklin, amfoterisin B kullanımı olabilir.<br />

Akut hipernatremide sıvı hücre içinden ES alana alana geçer ve beyin<br />

büzülmesi görülür. Kronik hipernatremi, beyin hücrelerinde idiojenik osmollerin<br />

sentezi ile, sıvı tekrar hücre içine döner ve büzülme azalır.<br />

Tedavi<br />

Aslında temel prensipleri hiponatremi tedavisine benzerdir. Akut başlangıç,<br />

hızlı değişen, bulguların varlığı veya yokluğu ve şiddeti önemlidir. Elektrolit ve su<br />

denge bozukluklarını düzeltirken mutlaka bozulma süresi (hızı) dikkate alınmalı ve<br />

benzer sürelerde (hızda) düzeltilmelidir.<br />

Hedef, plazma volüm ve tonositesini düzeltmektir.<br />

Hipovolemik ve hemodinamisi bozulmuş hastalarda, ilk olarak izotonik sıvılarla<br />

volüm durumu düzeltilmelidir. Hemodinami stabil olduktan sonra, tonisiteyi düzeltmek<br />

için, enteral su verilmesi veya İV hipotonik sıvıların (%0,45 salin veya dekstroz<br />

sudaki) kullanılması gerekir.<br />

Düzeltme hızı sıklıkla 1 mmol/L/saattir ve ilk 24 saatte hesaplanan su<br />

açığının yarısından fazlası verilmemelidir. DI durumunda altta yatan nedenler<br />

düzeltildikten sonra, santral DI devamlılığında desmopressin verilmelidir.<br />

Sağkalım<br />

Hipernatremik ensefalopatisi olan hastalarda tedaviye yanıt genellikle<br />

yavaştır. Beyin ödemi riski taşıdığı için hipernatreminin hızlı düzeltilmesinden<br />

kaçınılmalıdır (Tablo-14).<br />

139


Tablo-13 Hipernatremide Tedavi Algoritması<br />

Tablo-14 : Sık Görülen Sodyum Denge Bozukluklarında Özellikler<br />

SIADH CSWS DI<br />

Serum Na ↓ ↓ ↑<br />

İdrar Na ↑ ↑↑ ↑<br />

Serum Osm ↓ ↓ ↓<br />

İdrar Osm ↑ ↑ ↓<br />

İdrar Oligüri Poliüri Poliüri<br />

SVB Normal/yüksek Düşük Normal/düşük<br />

Plasma ADH Yüksek Normal Düşük<br />

Mekanizma<br />

Tedavi<br />

Fazla ADH ile<br />

su retansiyonu<br />

Su kısıtlaması,<br />

Na verilmesi,<br />

Conivaptan,<br />

Demoklosiklin<br />

Na ve suyun<br />

aşırı<br />

sekresyonu<br />

Volüm<br />

verilmesi, Na<br />

verilmesi,<br />

Fludrokortizon<br />

Azalan ADH ile serbest su<br />

kaybı<br />

Susama varsa Su,<br />

%5 D-0.45 salin<br />

DDAVP (santral Dİ),<br />

Hidroklorotiazid (Nefrojenik Dİ)<br />

140


Potasyum Homeostazis Bozuklukları<br />

Hipokalemi:<br />

Hipokalemiye ait bulgular sıklıkla serum K düzeyi 3 mmol/L (3 mEq/L) nin<br />

altına düşünce görülür.<br />

Özellikle postop dönemde herhangi bir aritmi<br />

Asidozun hızlı bir şekilde düzeltilmesi (NaHCO 3 ile)<br />

Diüretik kullanımı ile<br />

Kusma, nazogastrik aspirasyonu, diyare<br />

Hipoventilasyon ile birlikte veya hipoventilasyonsuz kas güçsüzlüğü, miyalji<br />

Son dönem Karaciğer yetersizliği ve hepatik ensefalopati<br />

Beta stimulan inhaler/nebul (Ör: salbutamol) kullanımı<br />

Acil durumda hipokalemi ile hava yolu sorunu az görülür. Aritmi ve<br />

hipotansiyon gibi hemodinamik sorunlar ön plandadır.<br />

Tanı<br />

Öykü:<br />

Renal kayıp (Diüretik, hipomagnesemi, amfoterisin B, tikarsilin)<br />

Ekstrarenal kayıp (laksatif kullanımı, kusma, fistül, NG aspirasyon, K’un<br />

intraselllüler tutulumuna bağlı psödohipokalemi olan aşırı lökositozis (lösemi)<br />

Metabolik alkoloz varlığına bakılır (orta veya uzun süreli hipokalemi),<br />

EKG’de şiddetli hipokalemide düz veya ters T dalgası, ST segment<br />

depresyonu ve QT uzaması gibi bulgular izlenir. Voltaj azalması, QRS genişlemesi,<br />

PR uzaması ve ventriküler aritmi daha şiddetli hipokalemide görülebilir.<br />

Plazma Mg seviyeleri ölçülür. Hipomagnesemi renal K kaybına yol açar.<br />

Hipomagnezemi düzeltilmeden hipokalemi düzeltilemez.<br />

olur.<br />

Tip I ve II renal tübüler asidozis ekstrem hipokalemi nedenidir.<br />

24 saatlik idrarda K ölçümü renal ve ekstrarenal K kaybını ayırmada yardımcı<br />

Etyoloji<br />

Alımın azalması<br />

Hücre içine dağılım artışı (alkoloz, insulin, beta-2 adrenerjik agonist,<br />

hipotermi)<br />

Kaybın artışı (renal-ekstrarenal)<br />

Klinik Yaklaşım<br />

Tüm vücut K kaybı, plazma K konsantrasyonu ile korele değildir. Acil<br />

müdahale ciddi aritmi durumlarında gereklidir.<br />

Olanaklı ise gastrointestinal yoldan K tuzları ile replasman yapılabilir. Şiddetli<br />

hipokalemi ya da GİS’in kullanılamadığı durumlarda, İV yol tercih edilmelidir.<br />

141


Periferden 10 mmol/saat, santral yoldan ise 20 mmol/saat hız önerilebilir. EKG<br />

monitorizasyonu yapılmalıdır. Sık K ölçümü gerekir<br />

Dekstrozlu solusyonlar yerine salin içeren sıvılar tercih edilmelidir. Dekstroz<br />

insulin salgısını stimüle edip plazma K azalmasına neden olabilir.<br />

Alkalozda olan hastalarda KCl tuzu tercih edilmelidir. Asidotik ve/veya<br />

hipofosfatemik (diabetik ketoasidoz) hastalarda fosfat içeren K tuzları kullanılmalıdır.<br />

Etken olabilecek tüm ilaçlar durdurulmalıdır.<br />

Hipokalemi tedavisi yapılırken, hipomagnezemi de varsa düzeltilmelidir.<br />

Hastada K kaybettiren bir hastalık varsa uzun süreli oral K replasmanı<br />

yapılmalıdır.<br />

Sağkalım<br />

Hipokaleminin etkileri geçici ve geri döenüşlüdür. Kardiyak etki oluşan, şiddetli<br />

olgularda kötü sağ kalım olabilir.<br />

Hiperkalemi<br />

Hiperkaleminin klinik bulguları sıklıkla serum K düzeyi 6 mmol/L (6mEq/L) nin<br />

üzerine çıktığında görülür. Ancak 5 mmol/L değeri görüldüğünde de uyanık<br />

olunmalıdır. Etken, akut oligürik renal yetersizlik, şiddetli asidoz, politravma gibi<br />

rabdomiyoliz görülen hastalar, tümor lizis sendromu, digital entoksikasyonu, akut<br />

kardiyak bozulma ve asistolik kardiyak arrest, azalmış reflekslerle beraber olan<br />

generalize simetrik güçsüzlük olabilir.<br />

Hiperkalemiye ait bulguların görülme hızı ve şiddeti altta yatan nedene bağlı<br />

olarak değişir. Hızlı hücre nekrozu yapan (rabdomiyoliz, tümör hücre yıkımı)<br />

durumlar, ekstrasellüler şifte neden olan (metabolik asidoz, digital toksisitesi ve<br />

şiddetli insulin yetersizliği) durumlarda sıklıkla saatler içinde beliren akut hiperkalemi<br />

görülür.. Rabdomiyoliz durumunda renal fonksiyonlar değerlendirilmelidir, ayrıca<br />

serum Ca düşük fakat fosfat değerleri yüksektir. Potasyumun renal atılımını azaltan,<br />

akut renal yetersizlik, hipoaldestronizm, NSAİ ilaçlar gibi durumlarda K artışı daha<br />

yavaş (günler içinde) olur.<br />

Resüsitasyon<br />

Kardiyak aritmi görülen hiperkalemik hastalarda hemodinamik stabilite ve<br />

hava yolu güvenliği ön plandadır.<br />

Tanı<br />

Sıklıkla görülen Psödohiperkalemi diyebileceğimiz durum, kan alırken oluşan<br />

ven travması, hemoliz, uzamış ven turnikesi, kanın uzun süre bekletilmesi, lökositoz<br />

ve trombositoz gibi mekanik sorunlarda olabilir. Öyküsünde steroid kullanımı olan<br />

hastalarda, adrenal yetersizlik (hipotansiyon, hipoglisemi, hiponatremi) sonucu<br />

hiperkalemi görülebilir. Akut renal yetersizlik en sık görülen hiperkalemi<br />

nedenlerindendir. Serum kreatinin kinaz, kortizol düzeyleri, ACTH stimulasyon testi<br />

yapılabilir. EKG değişiklikleri hiperpotasemiye özgü olsa da, potasyum seviyesinden<br />

bağımsızdır. EKG’de erken bulgu sivri T dalgalarıdır. Uzamış PR aralığı, QRS süresi,<br />

AV iletim geçikmesi, ventriküler fibrilasyon veya asistoli görülebilir.<br />

142


Etyoloji<br />

Ekstrasellüler K şifti: Metabolik asidoz, insülin yetersizliği, ekzersiz, betaadrenerjik<br />

blokaj, digital toksisitesi.<br />

Atılım azalması: akut oligürik renal yetersizlik, ACE inhibitörleri, NSAİİ,<br />

trimetoprim/sulfametoksazol, heparin gibi ilaçlar, Tip IV renal tübüler asidoz, Na geri<br />

emilim bozuklukları (primer-sekonder hipoaldosteronizm).<br />

Klinik Yönetim<br />

Eğer hiperkalemi, kardiyak aritmi gibi bulgularla beraberse, hemen İV<br />

kalsiyum yapılmalıdır. Sıklıkla kullanılan doz, 10 mL %10 kalsiyum glukonattır. Bu<br />

doz toplam 30 mL’ye tamamlanabilir. Ancak, kalsiyumun, potasyumun fizyolojik<br />

antagonisti olduğu ve hiperkalemiyi anlamlı düzeltmeyeceği bilinmelidir.<br />

İV insülin, potasyum konsantrasyonunu yaklaşık 0,6-1 mmol/L (mEq/L) azaltır.<br />

Ancak insülinin K’u hücre içine alması mekanizması, glikozun hücre içine alınması<br />

mekanizmasından farklıdır ve sonuçta hipoglisemi olabilir. Sıklıkla kullanılan yötem,<br />

%50 dekstrozdan 50-100 mL ve hemen arkasından 10 Ü regüler insülin İV bolus<br />

verilmesidir. Ayrıca insülin/dekstroz (1 Ü / 5 gram ) karışımı şeklinde 20-30 dk da da<br />

verilebilir.<br />

İV yol sorun oluyorsa beta-2 agonist nebulize şekilde verilebilir. Kullanılan<br />

erişkin dozu, 10-20 mg/10dk şeklindedir. Salbutamol hiperkalemide,<br />

bronkodilatasyon için kullanılan dozdan 3-4 kat fazla uygulanabilir. Beta bloker<br />

kullanan hastalarda, hiperpotasemi için hücre içine kaydırıcı salbutamolol etkisi<br />

azalmış olabilir.<br />

Genellikle kritik hastalarda, insülin/dekstroz ve salbutamol tedavisinin birlikte<br />

uygulanması önerilir.<br />

Sodyum bikarbonat veya hiperventilasyon ile yapılan alkalinizasyon<br />

hiperkaleminin olumsuz etkilerini hızlı bir şekilde düzeltir. Son çalışmalarda<br />

bikarbonat tedavisi ile K düşüşü çok güvenli bulunmamış ve bu tedavinin ilk seçenek<br />

olarak değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Asidotik olmayan hastalarda<br />

bikarbonat kullanımının serum K düzeyleri üzerine etkisi çok azdır.<br />

Tüm bu başlangıç tedavilerinin yanında eğer kullanılabiliyorsa Gİ yolla,<br />

katyonik değiştirici reçineler veya lavman uygulamaları K düzeylerini düşürecektir.<br />

Renal fonksiyonları normal olan hastalarda, loop diüretikleri kullanılarak K<br />

atılımı artırılabilir. Renal yetersizliği olan hastalarda hemodiyaliz veya hemofiltrasyon<br />

uygulanabilir. Rabdomiyoliz olan travma hastalarında, miyoglobinin tübüller içinde<br />

çökmesine neden olan asit idrar oluşturduğu için furasemidden kaçınılmalıdır.<br />

Hiperkaleminin altta yatan nedenini değerlendirmek gereklidir. Örneğin,<br />

Spironolakton, amilorid, ACE inhibitörü ilaçlar kesilmelidir. Adrenal yetersizlik<br />

şüphesi olan hastalarda, tanı kesinleşene kadar steroid başlanması uygun olacaktır.<br />

Sağkalım: Hiperkalemi tanısı konulamaz ya da tedavi edilmezse fatal<br />

aritmilere neden olabilir. Hiperkalemi tedavi edildikten sonra prognoz altta yatan<br />

nedene bağlıdır.<br />

143


Kaynaklar<br />

1- Strens R.H.,, Emmett M., Forman JP. Maintenance and replacement fluid therapy in adults.<br />

www.uptodate.com Jul 2016<br />

2- Özcengiz D. Yoğun Bakımda Sıvı Tedavisi, Yoğun Bakım Dergisi 2012;10(1):29-39<br />

3- Venkataraman R. Critical Care Medicine, Apollo Hospitals, Chennai, India, Michael PINSKY<br />

Critical Care Medicine, University of Pittsburgh, Pittsburgh, USA Electrolytes and homeostasis. 2011<br />

Patient-Centered Acute Care Training (PACT)<br />

144


Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi ve Kontrolü<br />

Prof. Dr. Neşe SALTOĞLU<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD<br />

Hastane enfeksiyonları (HE); hastanede edinilmiş/ sağlık bakımı ile ilişkili<br />

enfeksiyonlar olarak bilinmektedir. Hastanın hastaneye yatışında var<br />

olmayan/inkübasyon döneminde olmayan; hastaneye yattıktan en az 48 saatten<br />

sonra ortaya çıkan enfeksiyonlar hastane enfeksiyonları olarak kabul edilirler. Bu<br />

enfeksiyonlar cerrahi alan enfeksiyonlarında olduğu gibi taburcu sonrasında da<br />

görülebilir.<br />

HE morbiditeye, mortaliteye, antibiyotik kullanımının artmasına, direnç<br />

sorununa, hastanede yatış süresinin uzamasına ve hastanede ek maliyete neden<br />

olmaktadır. HE ları sıklıkla endemiktir, epidemik enfeksiyonlar salgınlar sırasında<br />

görülür.<br />

HE oranları ülkeden ülkeye, hatta hastaneden hastaneye göre farklık gösterir.<br />

Dünya Sağlık Örgütü tarafından ( WHO) HE larının Amerika ve Avrupada %5-10<br />

arasında olduğu, Sahra altı Afrika, Asya, Latin Amerikada ise %40 lara kadar çıktığı<br />

bildirilmiştir (1, 2).<br />

HE ları yaşlı, altta yatan hastalıkları olan, bağışıklığı baskılanmış ya da bu<br />

nedenle tedavi alan hastalarda ve yoğun bakım ünitelerinde izlenen hastalarda daha<br />

sık görülür.<br />

Amerika Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) her yıl yaklaşık 2 milyon hastada HE<br />

geliştiğini ve tahminen 100.000 kadarının yaşamını kaybettiğini bildirmiştir. Bunların<br />

çoğunluğunun önlenebilir enfeksiyonlar olduğu ileri sürülmüştür. HE ABD'de yıllık<br />

ilave doğrudan 4.5 milyar dolar yük getirmektedir.<br />

HE infekte bir hastadan diğerine, sağlık personelinden, hastane<br />

ziyaretçilerinden çapraz kontaminasyonla; kontamine aletlerle, kontamine yüzeylere<br />

temasla çevreden, kontamine su ve yiyecekler ile de bulaşabilir.<br />

CDC tarafından HE'nın 13 tipi tanımlanmış ve 50 enfeksiyon alanına<br />

ayrılmıştır. Bu alanların en bilinenleri üriner kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu (<br />

KİÜSE), ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), intravenöz kateter ilişkili kan dolaşımı<br />

enfeksiyonu (KİKDE), cerrahi alan enfeksiyonu (CAE) ve yumuşak doku<br />

enfeksiyonları, gastroenterit, menenjittir.<br />

HE birçok mikroorganizma ile meydana gelebilir, bununla birlikte bazı<br />

etkenlere daha sık rastlanmaktadır. Son yıllarda çok ilaca dirençli mikroorganizmalar<br />

(MDRO); metisilin dirençli S. aureus, vankomisin dirençli enterokok, ESBL pozitif E.<br />

coli ve K. pneumoniae , karbapenemaz yapan Gram negatif bakteriler, MDR P.<br />

aeruginosa, MDR Acinetobacter oranları özellikle gelişmekte olan ülkelerde olmak<br />

üzere tüm dünyada giderek artmaktadır. C. difficile ise özellikle gelişmiş ülkelerde<br />

145


önemli bir sorundur.<br />

HE larını önlemek için enfeksiyon kontrol stratejilerinin uygulanması esastır.<br />

HE ları sürveyans, enfeksiyon kontrol önlemlerinin alınması, uygulamaların<br />

kontrolü gibi yöntemler ile önlenebilir. Son yıllarda sıfır enfeksiyon kavramı<br />

tartışılmaya başlanmıştır (3, 4). HE oranlarının düşük olması hastane kalite<br />

göstergesidir. Hastane yöneticileri bu enfeksiyonları önlemek için çaba sarf etmelidir.<br />

HE sorununun çözülmesi ancak yönetimsel farkındalık ve toplumsal farkındalık ile<br />

mümkündür. Günümüzde HE nın komplikasyon mu malpraktis mi olduğu<br />

tartışmasına gelinmiştir. Bu nedenle HE ları gelişmesi hastane yönetime de<br />

sorumluluk yüklemektedir.<br />

CDC tarafından 2007 yılında yayınlanan raporda yılda 1.7 milyon hastada,<br />

her 100 yatışın 4,5inde enfeksiyon geliştiği ve 100.000 kişinin yaşamını kaybettiği<br />

bildirilmiştir. Hastanelerde bu konuda çalışmalar yapılması istenmiştir. 2005 yılında<br />

başlayan 100.000 yaşamı kurtar kampanyası, şimdilerde 5 milyon yaşamı kurtar<br />

kampanyası ile devam etmektedir. HE ile ilişkili ölümlerin tahmini %50sini oluşturan<br />

VİP, KİÜSE, ve KİKDE ve CEA 'na yönelik çaba gösterilmesi, bu amaçla kanıta<br />

dayalı uygulamaların bundle (demet, paket) uygulanması CDC tarafından önerilmiştir.<br />

Bu öneriler HE düşürmekle kalmayıp bazı aylarda sıfıra yaklaştırmıştır. Aslında,<br />

bunun gerçek anlamı HE önleyici önlemlere uyumsuzluğa sıfır tolerans noktasına<br />

gelinmesidir. Eğer önleyici önlemler hassas olarak, her zaman takip edilirse,<br />

enfeksiyonu önlemek için gerekli protokoller biliniyorsa ancak o zaman sıfır<br />

enfeksiyonlar mümkündür. Bununla birlikte, immun sistemi baskılanmış hasta gibi<br />

özel hasta gruplarında önlemlere rağmen enfeksiyon gelişebilir (5-7).<br />

HE sorununu çözmek için aşağıdaki öneriler sunulmuştur:<br />

• Temiz ve güvenli sağlık bakımı herkesin sorumluluğundadır.<br />

• Kamu bilinci ve sağlık bakım uygulayıcıları için eğitim HE önlemek için<br />

gereklidir.<br />

• Sağlık bakımında uygun el yıkama ve hastane ortamında hijyen uygulamaları<br />

HE önlemede gereklidir.<br />

• Ortaya çıkan sorunları değerlendirmek ve çözmek için ulusal bazda ve hedefe<br />

yönelik kılavuzlar ve çözüm önerileri geliştirilmelidir.<br />

• Antibiyotik yönetim programları olmalıdır.<br />

• Epidemik enfeksiyonlar hızlıca rapor edilmelidir.<br />

• Enfeksiyon oranlarının açıklanması konusunda şeffaf olunmalı; böylece<br />

hastalar hastaneye gelmeden önce bu konuda fikir sahibi olmalıdır.<br />

HE larının önlenmesinde tüm sağlık çalışanları ve hastane servisleri öncelikle<br />

bu enfeksiyonların oluşmaması ve kontrolu konusunda çaba göstermelidir. Ulusal<br />

düzeyde çaba ve kontrol devam etmelidir. Sağlık otoritesi HElarını önlemek amacı ile<br />

bir kontrol programı oluşturmalıdır. Bu amaçla T.C. Sağlık Bakanlığı 11 Ağustos 2005<br />

tarihinde “Yataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği”(8) ile HE ları<br />

riskini azaltmak için her hastanede HEKK nin kurulması zorunlu kılmıştır.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi HEKK 1993 yılında kurulmuş, HE yönetmeliğine göre 2005<br />

yılında revize edilmiştir. Günümüzde CTF Hastane Enfeksiyonları Kontrol Ana<br />

Komitesi; Enfeksiyon Hastalıkları ABD başkanı başkanlığında; CTF Başhekimi ve<br />

146


aşhekim yardımcısı, enfeksiyon kontrol uzmanı 2 öğretim üyesi, cerrahi birimlerden<br />

5 öğretim üyesi, dahili birimlerden 4 öğretim üyesi, YBÜ'lerinden 1 öğretim üyesi, baş<br />

eczacı, hemşirelik hizmetleri müdürü, enfeksiyon kontrol komitesinden 2 hemşireden<br />

oluşan 18 üyeden oluşmaktadır. Enfeksiyon Hastalıkları Kontrol Ekibi Alt Komitesi,<br />

Hastane Epidemiyoloji Alt Komitesi, Dezenfeksiyon ve Sterilizasyon ve Hastane<br />

Destek Hizmetleri Alt Komitesi, Enfeksiyon Kontrol Hemşireliği Alt Komitesi,<br />

Antimikrobiyal Yönetim Alt Komitesi olarak 5 alt gruba ayrılmıştır. Bu gruplarda farklı<br />

anabilim dallarından uzmanlar ayrıca görev yapmaktadır (9).<br />

Sağlık Bakanlığı yönetmeliği gereği yılda 3 kez ana komite toplantısı<br />

yapılmakta ve yıl sonunda faaliyet raporu yönetime sunulmaktadır.<br />

CTF HEKK nin faaliyetleri aşağıda yer almıştır:<br />

1. Sürveyans faaliyetleri<br />

Aktif sürveyans yapılan birimler; Tüm yoğun bakım üniteleri, cerrahi AD<br />

servisleri, hemato-onkoloji, tüm ameliyathaneler, tüm endoskopi üniteleri<br />

Tüm riskli ünitelerde çoğul dirençli bakteri sürveyansı (rektal, nazal taramalar) ile<br />

sorun belirlenen birimlerde de hedefe yönelik sürveyans (salgın vs) yapılmaktadır.<br />

Ayrıca sürveyans verileri ilgili birimlere geri bildirim toplantıları ile sunulmaktadır<br />

2. Eğitim faaliyetleri<br />

1. Sağlık Bakanlığı Enfeksiyon Kontrol Hemşireliği Sertifika Programı” Eğitimi;<br />

yılda 3 kez<br />

2. CTF 2. sınıf öğrencileri “Beceri Geliştirme Kursu” Eğitimi; her yıl 1 ay<br />

süresince haftada en az 3 defa<br />

3. Tüm hemşirelere yönelik eğitimler (sayıları her yıl değişmektedir.)<br />

4. Diğer sağlık çalışanlarına yönelik eğitimler (hastabakıcı, temizlik personeli,<br />

laboratuvarçalışanı vb) (sayıları her yıl değişmektedir.)<br />

HEKK tarafından 26 Enfeksiyon Kontrol Talimatı, sağlık çalışanları için 5<br />

farklı konuda kılavuz ve broşür, hasta-hasta yakını ve ziyaretçiler için de 4 farklı<br />

onuda kılavuz/broşür hazırlanmıştır. 5 adet izolasyon kartı ve Cerrahi antimikrobik<br />

profilaksi kılavuzu oluşturulmuş ve birimlere dağıtılmıştır.<br />

Ayrıca hazırlanan talimat ve kılavuzlar http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/hastane/hekk/<br />

adresindeyayınlanmıştır.<br />

3. Danışmanlık faaliyetleri; Kurum içi ve kurum dışı gelen tüm sorulara yanıt<br />

verilmektedir.<br />

4. Sterilizasyon/dezenfeksiyon ile ilgili faaliyetler<br />

Hastaneye enfeksiyon kontrolüne ilişkin malzemelerin (Dezenfektan, antiseptik vs)<br />

muayene ve kabulü, takibi, kullanımına ilişkin bilgilendirme vd çalışmalar<br />

yapılmaktadır.<br />

Enfeksiyon Kontrolü ve Önlenmesi<br />

Enfeksiyon kontrol programları HE oranlarını azaltmayı ve önlemeyi hedefler.<br />

Enfeksiyon kontrolü ve önlenmesine bir bütün olarak bakılmalıdır. HE önlenmesi ve<br />

147


kontrolüne yönelik çok sayıda rehber geliştirilmiştir (10-16). Bu rehberler ışığında<br />

hastaneler HE ile ilgili tüm verilerini tartışmalı ve sorunlara çözüm için enfeksiyon<br />

kontrol stratejisi hazırlamalıdır .<br />

HE önleme programının önemli bileşenleri: (17-19)<br />

1. Aktif sürveyans (veri toplama, analiz ve geri bildirim, salgın analizi),<br />

2. HE'nın önlenmesi; el yıkama, uygun kateter ve ventilatör uygulamaları ve<br />

bakımı, izolasyon önlemleri, uygun antibiyotik kullanımının gözden geçirilmesi ve<br />

lokal antibiyotik direnç paternleri ile ilişkisini izleme,<br />

3. HEnın önlenmesi konusunda sağlık personeli ve hasta-hasta yakını<br />

eğitimleri,<br />

4. Sağlık çalışanı sağlığı özellikle kan yolu ya da solunum yolu ile<br />

bulaşabilecek etkenler açısından, takip ve immunizasyonu<br />

5. Enfeksiyon kontrol politikaları ve prosedürler geliştirmektir.<br />

1. Aktif Sürveyans<br />

HE larının önlenmesinde ve kontrolünda önemli bir yere sahiptir, bu<br />

programların mihenk taşıdır. Sürveyans hastanenin özelliklerine göre hedefe yönelik<br />

ya da hastane bazında geniş yapılabilir. Hastane bazında ve klinikler içerisinde<br />

oraya çıkan değişiklikler izlenmekte, buna yönelik olarak çözüm önerileri<br />

oluştrulmasına çaba gösterilmektedir.<br />

Sürveyans sisteminden beklenenler aşağıda sıralanmıştır (20):<br />

Güncel, basit, esnek olmalı,<br />

Veri kalitesi kabul edilebilir, maliyeti uygun olmalı,<br />

İş yükü en az ve zamanında geri bildirim sağlanmalı,<br />

Temsiliyeti olmalı, birim katılımını teşvik etmelidir.<br />

2. Hastane enfeksiyonunun önlenmesi<br />

Öncelikle HE açısından yüksek riski olan hastaları belirlemek gerekir. Bunlar;<br />

ileri yaş ( >70), YBÜnde 3 günden uzun kalış, şok, mekanik ventilasyon, immun<br />

sistemi etkileyen ilaç kullanımı, major travma, akut böbrek yetmezliği, koma, önceki<br />

antibiyotik kullanımı, kalıcı kateterleri içerir.<br />

Standart önlemler tüm yatan hastalar için gereklidir. İzolasyon önlemleri<br />

dirençli mikroorganizma ile enfekte ya da kolonize hastaya uygulanır.<br />

Bununla birlikte bunlara uyumda ve uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Bu<br />

programların başarısı için deneyimli sağlık bakım personeli, özellikle de hastaya 24<br />

saat bakım hizmeti veren deneyimli ve yeterli sayıda personele, özellikle de<br />

hemşireye ihtiyaç vardır (21).<br />

148


HE önlemede uygun el hijyeni uygulaması HE prevalansını azaltmada ve<br />

mikroorganizmanın yayılımını önlemede en önemli, basit, en az pahalı ve de yararı<br />

kanıtlanmış uygulamadır. Bununla birlikte yapılan gözlem çalışmalarında sağlık<br />

çalışanlarınca ihmal edildiği belirlenmiştir (22-24).<br />

El hijyeni; hastaya temastan önce, hastaya temas sonrası, aseptik işlem<br />

öncesi, vücut sıvılarına temastan sonra, hastanın çevresindeki eşyalara dokunduktan<br />

sonra sağlanmalıdır. Klorhekzidin-alkol karışımı el dezenfektanı idealdir.<br />

Steril prosedürlerde ve bütünlüğü bozulmuş deriye, muköz membranlara temasta<br />

steril eldiven giyilmelidir.<br />

İzolasyon.<br />

önemlidir.<br />

Kolonize/ infekte olan hastayı izole etmek bulaşı önlemede<br />

İnfekte/kolonize hasta için temas izolasyonu önlemleri alınmalıdır, solunum<br />

yolu için risk durumunda damlacık ve hava yolu izolasyon önlemleri de alınır (25).<br />

3. Eğitim: Hastane enfeksiyonlarını önlemek, kontrol etmek ve hastanın<br />

güvenliğini arttırmak için enfeksiyon kontrolü ve hastane hijyeni konusunda sağlık<br />

çalışanlarının eğitimi tüm programların merkezinde yer alır (26, 27).<br />

4.Sağlık çalışanını mesleki temas sonrası görülebilecek enfeksiyonlardan<br />

korumak. Hepatit A, B aşıları, influenza aşılaması, Su çiçeği, KKK aşıları gibi. Kazai<br />

temas sonrası danışmanlık hizmeti verilmesi ve temas sonrası en kısa zamanda<br />

profilaksi uygulama bunların bazılarıdır.<br />

5. Enfeksiyon kontrol programı ve prosedürler geliştirmek<br />

HE konusunda sağlık uygulamaları hasta güvenliği ve maliyet üzerine<br />

odaklanmalıdır. ABD'de 1980 yılında yapılan SENIC (Study of Efficacy Nosocomial<br />

Infection) programında enfeksiyonların %32sinin iyi planlanmış sürveyans ve kontrol<br />

programı olmaması dolayısı ile görüldüğü bildirilmiştir. Maliyet konusunda ülkeler<br />

arasında farklılıklar olmakla birlikte 2001-2004 yılları arasında HE'na atfedilen maliyet<br />

KİÜSE için 1006 (650-1361) dolar, vasküler KİKDE 36.441 (1882-107.156) dolar, VİP<br />

için 9.669 (7904-12.034) dolar, CAE için 25.000 (1783-134.602) dolar olarak<br />

bildirilmiştir (24).<br />

ABD gibi gelişmiş ülkelerde vasküler kateter ilişkili enfeksiyonlar, üriner kateter<br />

sonrası gelişen ÜSE, koroner cerrahi sonrası gelişen mediastinit gibi bazı HE larında<br />

ödemenin hastane tarafından yapılması önerilmiştir. Bu şekilde hastane<br />

yönetimlerinin HE kontrolüne daha fazla odaklanacağı düşünülmüştür.<br />

HE'unu önleme için genel öneriler (27)<br />

1. Hastadan hastaya geçişi önleme; uygun el yıkama, uygun eldiven kullanımı,<br />

uygun aseptik teknik, izolasyon stratejileri, uygun dezenfeksiyon, sterilizasyon,<br />

çamaşır yıkama<br />

2. Enfeksiyon için uygun çevresel risk faktörlerinin kontrolü,<br />

3. Hastaya özel immunizasyon, uygun beslenme gibi koruyucu yöntemler,<br />

4. İnvazif prosedürleri mümkün olduğunca azaltma,<br />

149


5. Optimum antibiyotik kullanımı,<br />

6. Enfeksiyon sürveyansı, salgınları saptama ve kontrol etme,<br />

7. Sağlık çalışanlarının hasta bakım pratiklerini arttırmak ve sürekli eğitim<br />

8. Sağlık çalışanlarında enfeksiyonu önleme<br />

Enfeksiyon kontrol ölçümleri; HE için risk altında olan hastaları belirlemek, el<br />

hijyenini gözlemek, bulaşı engelleyen standart önlemleri izlemek, VAP, KİKDE,<br />

KİÜSEnu azaltmaya yönelik stratejileri içermektedir (28).<br />

Son yılların güncel konusu bütünleşik önlem (paket/demet"(bundle")<br />

uygulamalarıdır. Bu uygulamalar HEnundan korunmada kanıt değeri yüksek birkaç<br />

uygulamanın bir demet şeklinde birlikte yapılmasını sağlamak esasına dayanır.<br />

A. Vasküler kateter ilişkili enfeksiyonları önleme demetleri ( paket/<br />

bundle)<br />

1. İyi el hijyeni uygulamaları<br />

2. Kateter takılması sırasında maksimum bariyer önlemleri (kep, maske, steril<br />

eldiven, steril önlük) (IA)<br />

3. Kateter takılması ve bakımı sırasında kateter uygulanan alanın<br />

%0.5klorhekzidin+%70 alkolle cilt antisepsisi (IA)<br />

4. Kateter için en uygun alanın seçilmesi; (tünelsiz kateterler için subklavian<br />

tercih edilmeli)<br />

Kateter yerleşimi için üst ekstremiteyi tercih edilmeli (IA)<br />

5. Kateter alanını örten steril gaz veya steril, transparan, yarı geçirgen örtü<br />

kullan (IA)<br />

6. Gereksinimi sorgulayıp en erken sürede kateteri çıkarmak (29)<br />

Bu konudaki diğer öneriler aşağıda yer almıştır.<br />

Kateter yerleşimi üst ekstremite değilse en kısa zamanda değiştirilmelidir.<br />

SVK beş günden fazla kalacak ve ünitede KİKDE oranları yüksek ise sadece<br />

Klorhekzidin/gümüş sülfadiazin veya minosiklin/rifampisin kaplı kateterler<br />

kullanılabilir (2A)<br />

Kateter deneyimli bir ekip tarafından takılmalı, ultrason eşliğinde yerleşim<br />

olabilir. (IB)<br />

Kateter takılma tarihini not edilmeli, kateter alanı her gün kontrol edilmeli,<br />

kapalı sistem kullanılmalıdır. SVK rutin değişimi önerilmez, periferik kateterler 72-96<br />

saatten sık değiştirilmez (2A). ( Kan, kan ürünleri, yağlı emülsiyonlar hariç)<br />

(30).<br />

B. Üriner kateter ilişkili enfeksiyonu önleme demetleri (paket /bundle)<br />

150


1. İyi el hijyeni<br />

2. Kateterin takılması sırasında aseptik teknik kullanmak<br />

3. İyi perine bakımı, kateterin takılması sırasında ve sonrasında alanın rutin<br />

bakımı<br />

4.İrritasyonu ve biyofilm oluşumunu önlemek<br />

5.Sadece uygun endikasyonda kateter takılması ve hastada kateter İhtiyacını<br />

sorgulayıp, en erken dönemde kateteri çıkarmak<br />

Kapalı drenaj sistemi olmalı, idrar torbası mesane seviyesinin altında tutulmalı,<br />

ancak hiçbir zaman yere temas etmemeli, kateterler ancak bir tıkanıklık ya da<br />

enfeksiyon şüphesi varsa veya kapalı sistem drenaj bozulmuş ise değiştirilir.<br />

C. Ventilatör ilişkili pnömoniyi önleme demetleri ( paket/ /bundle) (31)<br />

1. Hastanın başını 30°C ile 45°C arasında tutmak,<br />

2. Peptik ülser profilaksisi, DVT profilaksisi<br />

3. 0.12% lik klorhekzidin solüsyonla günlük ağız bakımı<br />

4. Sedatifleri aralıklı uygulamak, mümkün olan en kısa sürede ekstübe etmek<br />

5. Seçilmiş hastalarda non-invazif pozitif basınçlı ventilasyon sağlama<br />

Diğer öneriler:<br />

Öncelikle intübasyon ihtiyacı değerlendirilmeli, kontrendikasyon yoksa oral<br />

intübasyon tercih edilmeli. "Kuff" basıncı >20 cm H 2 O üzerinde tutulmalı, kapalı<br />

endotrakeal sistem tercih edilmeli, MV tübünde biriken sekresyonlar periyodik olarak<br />

temizlenmelidir.<br />

D. Cerrahi ilişkili enfeksiyonları önleme demetleri ( paket/ bundle) (32)<br />

1. İnsizyon öncesi etkili profilaktik antibiyotiği bir saat içerisinde kullanmak<br />

2. Antibiyotiği en geç 24 saat içerisinde kesmek<br />

3. Cerrahi yapılacak alanda deri bütünlüğünün bozulmamasına dikkat etmek<br />

(kılların kesilmesi)<br />

4. Kardiyotorasik cerrahi sonrası ilk 48 saatte kan şekerinin 200mg/dL altında<br />

tutulması<br />

Hastalar önceden dirençli bakterilerle MRSA, VRE gibi ameliyat/işlem öncesi<br />

korunma için özel önlemler alınmalıdır.<br />

Son zamanlarda yapılan bir çalışmada cerrahi alan infeksiyonlarını önlemek<br />

adına "7 S bundle" olarak aşağıdaki öneriler sunulmuştur: (33)<br />

1. Güvenli ameliyat odaları; ameliyat sırasında çalışanların sayısını kontrol,<br />

havalandırma sistemi, odanın günlük ve her ameliyat bitiminde temizliğini sağlamak,<br />

oksijenizasyon, cerrahi profilaksi, foley sondasını ilk 48 saat içerisinde çıkarmak,<br />

etkin ameliyat tekniği, yara koruyucu ve yaranın kontaminasyonu engelleyici<br />

önlemler, temizlik-sterilizasyonun kontrolü, biyolojik indikatörler, aletlerin uygun<br />

151


saklanması<br />

2. MRSA ve MSSA için inceleme, (burun içinden örnek alınması, S. aureus<br />

ürer ise ameliyat öncesi 5 gün intranasal mupirosin (burun içine kullanıma uygun<br />

olmalı) ve cerrahi hemen öncesi klor hekzidinle banyo uygulamak)<br />

3. Ameliyat öncesi yıkanma; ameliyat öncesi gece ve ameliyat sabahı<br />

klorhekzidinle duş<br />

4. Cildin hazırlanması; Klorhekzidin+ alkol ya da iodofor+alkol<br />

5. Antimikrobiyal sütürler kulanılması, biyofilmi önleme<br />

6. Çevre kontaminasyonunu önleme; kirliliği azaltma<br />

7. Yara kapatma prosedürü; antimikrobiyal örtü<br />

Antimikrobiyal yönetim ekibinin rolü<br />

Antimikrobiyallere dirençli mikroorganizmalarla meydana gelen enfeksiyonların<br />

önlenmesi, gelişen enfeksiyonunun etkin antimikrobiyal ajanla tedavisi özellikle<br />

YBÜnlerinde izlenen hastalar için başta olmak üzere hayati önem taşımaktadır. HE<br />

kontrolü ve önlenmesinde antimikrobiyal yönetim için bir ekip oluşturulmalıdır.<br />

Kılavuzlar ve kanıt bazında öneriler ile lokal mikrobiyoloji ve direnç paternleri<br />

antibiyotik kullanımını iyileştirebilir. Antimikrobiyal kullanımı prospektif olarak<br />

izlenmeli, uygunsuz antibiyotik kullanımı hakkında ekip tarafından verilen geri<br />

bildirimle sorunun çözümüne katkıda bulunmalıdır.<br />

HE'nun önlemede yapılan hatalar aşağıda yer almıştır:<br />

1. El yıkamada ve alkol bazlı el dezenfektanlarının kullanımında sorunlar<br />

El yıkamada sıvı sabunun kuru ele alınması, uygun yıkama süresine ve<br />

yıkama talimatına uyulmaması,<br />

El antiseptiğinin ele yeterli miktarda alınmaması, yeterli sürede ovuşturmanın<br />

yapılmaması ve kurumasının beklenmemesi,<br />

Hastaya temas öncesi ve sonrası el hijyeni yapılmaması,<br />

2. Eldiven kullanımında yaşanan sorunlar<br />

Aynı eldivenle başka işlerin yapılması,<br />

Eldiven giymeden önce ve sonra el hijyeninin sağlanmaması,<br />

Gereksiz eldiven kullanılması,<br />

3. Hasta bakımı ile ilgili sorunlar<br />

Kullanılan ven valflerinin işlem öncesi silinmeden kullanılması,<br />

Flakonların ağzı açıldığında %70'lik alkolle silinmeden ilaç hazırlanması,<br />

Cilt antiseptiği kullanılırken cildin kurumasının beklenmemesi ve palpasyonla<br />

tekrar kontamine edilmesi,<br />

Üriner kateterizasyonda kapalı drenaj sisteminin sağlanamaması,<br />

İnvaziv gereçlerin varlığının her gün sorgulanmaması,<br />

4. İzolasyon ile ilgili sorunlar<br />

152


İzolasyon önlemlerinin bilinmemesi veya doğru uygulanmaması<br />

5. Çevresel kontaminasyon ile ilgili sorunlar<br />

Hastane temizliğinde kullanılan solüsyonların kullanım talimatına uyulmaması,<br />

Kullanılan aletlerin sterilizasyonu ve dezenfeksiyonundan önce ön temizliğinin<br />

etkin yapılmaması.<br />

Dezenfektanların kullanımının doğru yapılmaması (sulandırma, dezenfeksiyon<br />

düzeyine göre yapılmaması, değiştirme sıklığına uymamak, doğru<br />

dezenfektan olmaması)<br />

Hasta refakatçileri ve hasta ziyaretçilerinin HE kurallarına uyum sorunu,<br />

HE önlemek için neler yapılabilir?<br />

Hastane yöneticilerinin konuya ilgisi arttırılmalıdır. Hastane enfeksiyonları<br />

sonuçta yatış süresini uzatan, antimikrobiyal maliyeti ve direnci arttıran durumlardır.<br />

Önlemeye yönelik önlemler alınırken elbette bir maliyeti olacaktır. Ancak HE önleme<br />

sonucunda ortaya çıkan ekonomik kazancın hesaplanması, HE önlemenin getireceği<br />

karlılık ve daha önemlisi yaşam kalitesinde artış gündemde tutulmalıdır (34).<br />

HEKK si kliniklere geri bildirim vermekte, sorunlara çözüm önerileri getirmek<br />

için kliniklerle işbirliği yapmaktadır. Bununla birlikte kliniklerin de bu konularda<br />

maksimum uyum ve çaba göstermeleri ile bu sorunların ortadan kalkabileceği<br />

söylenebilir.<br />

Sadece belli alanlardaki personelle HE kontrolünün yürütülmesi olanaksızdır.<br />

Hastanede göreve başlayan her bir sağlık personeli HE nu önlemeye gönül<br />

vermelidir. Performans sistemi HE nundan koruma üzerinden değerlendirilmelidir.<br />

HE dan korunmada konunun öneminin herkes tarafından anlaşılması şarttır.<br />

El yıkama ile ilgili bir kampanya başlatılmalıdır, bu kampanyaya herkes destek<br />

vermelidir.<br />

Bulaş zincirinde yer alan yatan hasta, hasta refakatçisi, hasta ziyaretçisinin de<br />

HE ları hakkında bilgi sahibi olması, bilinçli hareket etmesi, hem sağlık personeline<br />

güç verecek, hem de HE önlemeyi iyileştirebilecektir.<br />

153


Kaynaklar<br />

1. World Health Organization. Prevention of hospital-acquired infections: a practical guide. Geneva:<br />

World Health Organization; 2002. http://www.who.int/csr/resources/<br />

publications/whocdscsreph200212.pdf<br />

2. Menegueti MG, Canini SRMS, Bellissimo-Rodrigues F, Laus AM. Evaluation of Nosocomial Infection<br />

Control Programs in health services. Latino-Am. Enfermagem 2015;23(1):98-105.<br />

3. Carlet J, Fabry J, Amalberti R, Degos L. . The "zero risk" concept for hospital-acquired infections: a<br />

risky business! Clin Infect Dis 2009 Sep 1;49(5):747-9..<br />

4. Denham CR, Angood P, Berwick D, Binder L, Clancy CM, Corrigan JM, et. al. Chasing zero: can<br />

reality meet the rhetoric? J Patient Saf. 2009;5(4):216-22.<br />

5. Mathur P. Hand Hygiene: Back to the Basics of Infection Control. Indian J Med Res 2011; 134.5: 611-<br />

620.<br />

6. Gould D. Skin Flora: Implications for Nursing. Nursing Standard. 2012 : 26(33) 48-56.<br />

7. The Chief Public Health Officer’s Report on the State of Public Health in Canada, 2013. Infectious<br />

Disease—The Never-ending Threat http://www.phac-aspc.gc.ca/cphorsphcrespcacsp/2013/infections-eng.php<br />

8. Sağlık BakanlığıYataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği -<br />

www.resmigazete.gov.tr//2005/08/20050811-6.htm.<br />

9. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, yönergeler.<br />

http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/hastane/hekk/<br />

10. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues DA. Healthcare Infection Control Practices<br />

Advisory Committee. Guideline for prevention of catheter-associated urinary tract infections 2009.<br />

Infect Control Hosp Epidemiol. 2010 ;31(4):319-26.<br />

11. Klompas M, Branson R, Eichenwald EC, Greene LR, Howell MD, Lee G, et al. Strategies to Prevent<br />

Ventilator-Associated Pneumonia in Acute Care Hospitals: 2014 Update. Infect Control Hosp<br />

Epidemiol 2014;35(8):915-93.<br />

12. Rutala WA, Weber DJ, Society for Healthcare Epidemiology of America. Guideline for disinfection and<br />

sterilization of prion-contaminated medical instruments. Infect Control Hosp Epidemiol 2010; 31:107-<br />

17.<br />

13. Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee. General guidelines.<br />

http://www.cdc.gov/Hicpac/pubs.html<br />

14. Asia Pacific Society of Infection Control. Guidelines. July 2012. http://apsic.info/guidelines.php<br />

15. Australian commision on safety and quality in health care. http://www.safetyandquality.gov.au/ourwork/healthcare-associated-infection/<br />

(.<br />

16. Türkiye Ulusal Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Ağı (UHESA). uhes.saglik.gov.tr<br />

17. Dancer SJ. Hospital cleaning in the 21st century. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2011; 30:1473-.81.<br />

18. Carling PC, Parry MF, Bruno-Murtha LA, Dick B. Improving environmental hygiene in 27 intensive care<br />

units to decrease multidrug-resistant bacterial transmission. Crit Care Med 2010; 38:1054-59.<br />

19. Centers for Disease Control and Prevention. Morbidity and mortality weekly report, CDC's vision for<br />

public health surveillance in the 21st century, vol. 61. Atlanta: Centers for Disease Control and<br />

Prevention; 2012. [Online] http://www.cdc.gov/ mmwr/pdf/other/su6103.pdf Stevenson KB, Moore J,<br />

Colwell H, Sleeper B. Standardized infection surveillance in long-term care: interfacility comparisons<br />

from a regional cohort of facilities. Infect Control Hosp Epidemiol 2005; 26:231-8.<br />

20. Khan HA , Ahmad A, Mehboob R. Nosocomial infections and their control strategies. Asian Pacific J<br />

Tropical Biomedicine. 2015 ; 5 (7): 509–514.<br />

21. Boyce JM, Pittet D, Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee,<br />

HICPAC/SHEA/APIC/IDSA Hand Hygiene Task Force. Guideline for Hand Hygiene in Health-Care<br />

Settings. Recommendations of the Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee and the<br />

HICPAC/SHEA/APIC/IDSA Hand Hygiene Task Force. Society for Healthcare Epidemiology of<br />

America/Association for Professionals in Infection Control/Infectious Diseases Society of America.<br />

MMWR Recomm Rep 2002; 51:1.<br />

22. World Health Organization. SAVE LIVES: Clean Your Hands: WHO's global annual campaign<br />

http://www.who.int/gpsc/5may/en/<br />

154


23. Ellingson K, Haas JP, Aiello AE, Kusek L, Maragakis LL, Olmsted RN, ,et al. Strategies to prevent<br />

healthcare-associated infections through hand hygiene. Infect Control Hosp Epidemiol 2014; 35:937-<br />

60.<br />

24. Reed D, Kemmerly SA. Infection control and prevention: A review of hospital-acquired infections and<br />

the economic implications. The Ochsner J 2009; 9: 27-31.<br />

25. Brusaferro S, Arnoldo L, Cattani G, Fabbro E, Cookson B, Gallagher R, et al. Harmonizing and<br />

supporting infection control training in Europe . Journal of Hospital Infection 2015; 89 : 351-356.<br />

26. Prevention of hospital acquired infection. A practical guide, 2. edition. WHO, CDC. CSR/EPH:2002.12<br />

( http://www.who.int/emc).<br />

27. Mehta Y, Gupta A, Todi S, Myatra S, Samaddar DP, Patil V, et al. Guidelines for prevention of hospital<br />

acquired infections. Indian J Crit Care 2014; 18 (3): 149-63.<br />

28. Marschall J, Mermel LA, Fakih M, Hadaway L, Kallen A, O'Grady NP, et al. Strategies to prevent<br />

central line-associated bloodstream infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control<br />

Hosp Epidemiol 2014; 35:Suppl 2: S89-107. 753.<br />

29. Lo E, Nicolle LE, Coffin SE, Gould C, Maragakis LL, Meddings J ,et al. Strategies to prevent catheterassociated<br />

urinary tract infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2014; 35:464-79.<br />

30. Klompas M, Branson R, Eichenwald EC, Greene LR, Howell MD, Lee G, ,et al. Strategies to prevent<br />

ventilator-associated pneumonia in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2014; 35:915-36.<br />

31. Anderson DJ, Podgorny K, Berríos-Torres SI, Bratzler DW, Dellinger EP, Greene L, et al. Strategies to<br />

prevent surgical site infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2014; 35: 605-27.<br />

32. Spencer M. 7S Bundle/SSI/Surgical Site İnfection Prevention/HAIs/Working toward zero.<br />

www.7sbundle.com.<br />

33. Shannon RP. Eliminating Hospital Acquired Infections: Is It Possible? Is It Sustainable? Is It Worth It?<br />

Trans Am Clin Climatol Assoc. 2011; 122: 103–11.<br />

155


Tıbbi Uygulamalarda Hekimin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta<br />

Hakları<br />

Prof. Dr. Abdi ÖZASLAN<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı<br />

Hekimin hukuki sorumluluğunu ve hasta haklarını anlamak için konuya hekimlik<br />

mesleğinin tarihsel sürecini değerlendirerek başlamak doğru bir yaklaşım olur.<br />

Hekimliğin tarihsel sürecini üç döneme ayırabiliriz.<br />

1. Hipokrat öncesi (MÖ 460-370): Hekimliğin henüz bir meslek olmadığı<br />

dönemdir. Hekimlik; büyücüler, din adamları ve toplumun önde gelen kişileri<br />

tarafından yürütülmektedir.<br />

2. Hipokrat’tan 20. yy’a kadar: Hekimlik bir meslek olmuştur. Paternalist<br />

(Babacan) hekimdir. Hastasına gerekli gördüğü tedaviyi uygular.<br />

3. 20.yy. sonrası: Hekimlik mesleği bir ekip şeklinde yürütülebilecek boyutlara<br />

ulaştı. Tanı ve tedavide teknolojinin kullanımı, farklı tedavi seçeneklerinin olması,<br />

uzmanlaşma ve üst uzmanlık alanlarının oluşması, sosyal güvenlik ve sigorta<br />

şemsiyesi, medyanın konuya ilgisi sonucunda sağlık hizmeti oldukça karmaşık hale<br />

geldi. İnsan haklarındaki gelişmelerin de etkisi ile hasta hakları kabul edildi. Sağlık<br />

alanındaki bu gelişmeler sonucunda kişilerin bedenleri üzerinde karar verme hakları<br />

ön plana çıktı. Dolayısıyla babacan hekim anlayışının yerine hasta ile birlikte hasta<br />

için en iyisine ve doğrusuna karar veren hekim anlayışı oluştu.<br />

Hekimlerin hukuki sorumluluğunu anlamak için hasta hekim arasındaki ilişkinin<br />

yasal dayanağını ve bu ilişkideki tarafların yetki ve sorumluluklarını iyi bilmek gerekir.<br />

Hukuki anlamda, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin “Vekâlet Sözleşmesi” olduğu<br />

kabul edilmektedir. Ancak kozmetik amaçlı bir tıbbi müdahale söz konusu ise “Eser<br />

Sözleşmesi”kapsamında bir ilişki kurulmuştur.<br />

Bu sözleşmelerin hukuken geçerli olabilmesi için;<br />

- Hekimlik yapma hak ve yetkisi,<br />

- Hastanın fiil ehliyeti,<br />

- Hastanın onamı olmalıdır.<br />

Hekimlik Yapma Hak ve Yetkisi<br />

Hekimlik yapma hak ve yetkisi tıp fakültesinden mezun olarak diploma almaya<br />

hak kazandığı andan itibaren başlar. Bu yetkinin yasal dayanağı Türk Ceza<br />

Kanunu’nun 26. md.sinin 1. fıkrasıdır. Başka bir ülkede tıp fakültesinden mezun<br />

olmuş bir kişinin ülkemizde hekimlik yapması için Yükseköğretim Kurulu’na<br />

başvurarak denklik belgesi alması gerekir. Denklik belgesi aldıktan sonra kişi hekimlik<br />

yapma hakkını elde edecektir. (Yurt dışında uzmanlık alanlar da aynı şekilde denklik<br />

almak zorundadır).<br />

Eğitim kurumu niteliğindeki sağlık kuruluşlarında hekimlerin yetki ve<br />

sorumlulukları alandaki uzmanlık ve akademik niteliği ile ilintilidir. Bir uzman<br />

hastasına karşı sorumlu iken, bir öğretim üyesi ekibinde çalışanların hizmet verdiği<br />

tüm hastalara karşı sorumludur. Uzmanlık alanında eğitim alan bir asistanın<br />

156


sorumluluğu ise kıdemi ile doğru orantılı olarak artmakla birlikte pratisyen hekim<br />

kadardır.<br />

Hastanın Fiil Ehliyeti<br />

Hukuksal anlamda bir kişinin kendisi ile ilgili karar verme yetkisi 18 yaşını<br />

doldurması ile başlar. Bunun yanında kişide akıl hastalığı ve zekâ geriliği gibi sağlık<br />

sorunları da olmamalıdır. Eğer kişi 18 yaşını doldurmamış ise ya da akıl hastalığı ve<br />

zekâ geriliği gibi bir durum söz konusu olduğunda kendisi hakkında kararı, velisi<br />

(anne, baba) ya da kendisine bakmakla yükümlü olan, velayetini taşıyan kişi verir. Fiil<br />

ehliyeti bulunan kişilerin izni doğrultusunda yapılan tıbbi müdahale sebebi ile vücut<br />

dokunulmazlığını ihlal eden kimseye ceza verilmez.<br />

İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Hasta<br />

Hakları Yönetmeliği kapsamında hem çocukların, hem de akıl hastalığı ve zekâ<br />

geriliği bulunan kişilerin de karara katılımının sağlanması gerekir. Bu katılım çocuğun<br />

yaşı, akıl hastalığının etkisi ve zekâ geriliğinin düzeyi ile orantılı şekilde olmalıdır. Kişi<br />

sağlığına kavuşmak için fiil ehliyetini kullanırken baskı (tehdit ve zorlama)ve tesir<br />

(yönlendirme) altında olmamalıdır.<br />

Hastanın Onamı<br />

Bir hastaya tıbbi müdahalede bulunabilmek için sadece hasta olması yeterli<br />

değildir. Tıbbi müdahalenin hukuken geçerli olabilmesi için hasta onamına ihtiyaç<br />

vardır. Ancak hastanın hukuki ehliyetinde vurgulandığı üzere onamın geçerliliğinde<br />

etkili faktörler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi yaş faktörüdür. Bir kişinin kendi<br />

bedeni üzerinde karar verme hak ve yetisi 18 yaşını doldurması ile başlar. Bu<br />

durumda 18 yaş öncesindeki hastalara tıbbi müdahalede bulunabilmek için yapılması<br />

gereken velisi ya da yasal temsilcisinin onamının alınmasıdır. Akıl hastalığı ve zekâ<br />

geriliğinde de veli ya da yasal temsilcinin iznine ihtiyaç vardır. Gerek yaş<br />

küçüklüğünde, gerek ise akıl hastalığı ve zekâ geriliğinde veli ya da yasal temsilcinin<br />

yanında hastanın da onamının alınması tedaviye uyum açısından ciddi katkı<br />

sağlayacaktır.<br />

Geçerli bir onamın olmadığı durumlarda yapılacak her işlem vücut<br />

dokunulmazlığının ihlali niteliğinde olduğundan suçtur. Hastanın onamını iki<br />

kategoriye ayırabiliriz. Birincisi anamnez alma, fizik muayene, invazif olmayan basit<br />

tetkikler ve yine invazif olmayan tedavilerde; hastanın hekime müracaatı onamının<br />

varlığı olarak kabul edilir. Dolayısı ile yapılacak müdahale hekim açısından hukuki<br />

sorun oluşturmaz. İkinci kategori ise, hastanın tanı ve tedavisinde invazif işlemlere<br />

gerek duyulmasıdır. Bu durumda hastanın müracaatındaki onam yeterli kabul<br />

edilmemektedir. Yapılacak invazif işlem veya işlemler ile ilgili olarak hastanın<br />

aydınlatılarak onamının alınması gerektiği hasta hakları açısından bu işin olmazsa<br />

olmazıdır (Hasta hakları yönetmeliği).<br />

Aydınlatılmış onamın alınması yükümlülüğü vekâlet sözleşmesi gereği hastanın<br />

tanı ve tedavisini gerçekleştirecek hekimdedir. Hastane klinikleri (cerrahi, üroloji, göz<br />

vb.) gibi birçok hekimin birlikte çalıştığı durumlarda yetkilendirilen bir hekimin hastayı<br />

aydınlatarak onam alması yasal anlamda sorun oluşturmayacaktır. Ancak birden<br />

fazla kliniğin (örneğin cerrahi + ortopedi vb.) aynı hastaya müdahalesi söz konusu ise<br />

her klinik kendi müdahalesi açısından aydınlatarak onam almak zorundadır.<br />

157


Aydınlatılmış Onamın İçeriği<br />

1. Hastanın tanısı: Hastanın başvuru şikâyetleri, muayene bulguları, tetkiklerde<br />

tespit edilen patolojiler vb. veriler doğrultusunda hekimin tanısı,<br />

2. Hastalığın tedavi seçenekleri: Tanı konulan hastalığın tedavisindeki<br />

seçenekler, bu tedavinin nerede kim ya da kimler tarafından yapılabileceği,<br />

3. Tedavi önerisi: Hekim kendi bilgi ve tecrübesi doğrultusunda hangi tedaviyi,<br />

nerede, nasıl, ne zaman uygulayacağı,<br />

4. Tedavi sırasında çıkabilecek riskler: Her tedavinin bir ya da birden çok riski<br />

olabilir. Hekim bu risklerin neler olduğunu, bu riskleri önlemek amacıyla aldığı ve<br />

alacağı önlemleri,<br />

5. Hekimin önerdiği tedavinin amacı ve bu tedavinin sağlayacağı yarar: Hekim<br />

tedaviye başlamadan önce tedaviyi ne amaçla yapacağı ve bu tedavinin sağlayacağı<br />

yarar,<br />

6. Hekimin önerdiği tedaviyi hastanın kabul etmemesi durumunda hastalığın<br />

yaratacağı sonuçlar konusunda hastanın istediği kadar aydınlatılması gerekir.<br />

Aydınlatılmış onamın invazif girişimler öncesi alınması gerektiği açıktır. Ancak<br />

acil bir müdahale söz konusu olduğunda ya da hastada şuur ve hareket serbestisi<br />

bulunmadığında hekimin aydınlatma yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. Hekim, bu<br />

olgularda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre kişinin yaşama hakkını gözeterek<br />

gerekli invazif girişimi yapmak zorunda olduğunu unutmamalıdır. Zaten böyle<br />

durumlarda aydınlatılmış onam olmadığı için müdahalede bulunmayan hekime<br />

yönelik kişinin yaşama hakkını korumadığı için yasal işlem yapılacaktır. Hastanın<br />

onamının alınamadığı bu gibi durumlarda hasta kendine geldikten sonra hekim<br />

tarafından bilgilendirilmelidir.<br />

Aydınlatılmış onamın yazılı ya da sözlü olması hususunda net bilgi yoktur. 1219<br />

sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesi“…<br />

Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması …” yazılı olması<br />

vurgulanır. Bunun dışında 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması,<br />

Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun, 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun<br />

ile Tıbbi araştırmalarda yazılı olması gerektiği vurgulanır. Yasal bir zorunluluk olmasa<br />

da invazif tıbbi müdahale amacı ile alınan onamların yazılı olması hekimin kendisini<br />

savunması açısından önemlidir. Biz de bu nedenle yazılı olmasını öneriyoruz.<br />

Hastanın aydınlatılmış olması, aydınlatan hekime tedavi olmak zorunda<br />

olduğunu göstermez. Hasta, hekimin aydınlatması doğrultusunda sağlık açısında en<br />

iyi tedaviyi almak için istediği hekime ve sağlık kuruluşuna başvurabilir. Ancak bu<br />

başvurunun o sağlık kurumunun çalışma prensipleri çerçevesinde olması gerektiği<br />

açıktır. Aksi takdirde sistemde ciddi sorunlar yaratma ihtimali yüksektir.<br />

Hastaya tanı ve tedavisi ile ilgili gerekli aydınlatmayı yaptıktan sonra düşünerek,<br />

tartışarak ve sorarak karar vermesi hususunda hastaya ya da hasta adına karar<br />

verecek kişi ve kişilere zaman tanınması önemlidir.<br />

Kozmetik Amaçlı Tıbbi Müdahaleler<br />

Vekâlet sözleşmesi kapsamı dışında kabul edilmektedir. Nedeni ise insan<br />

sağlığı açısından bir zorunluluk olmamasıdır. Bu yaklaşım içerisinde kozmetik amaçlı<br />

müdahaleler vekâlet sözleşmesi kapsamındaki sorumlulukların üzerine daha ağır bir<br />

158


tür olan eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmektedir. Eser sözleşmesi<br />

kapsamındaki tıbbi müdahalelerde hasta ve hekim karşılıklı olarak oturup tartışarak<br />

karar verirler. Yapılacak işlemin niteliği, yeri, zamanı, ücreti vb. hususlarda tam bir<br />

anlaşma olmalıdır. Herhangi bir konuda anlaşmazlık sözkonusu olduğunda hekim<br />

kozmetik amaçlı tıbbi müdahaleyi yapmayabilir. Kozmetik müdahaleyi yapmayan<br />

hekimin bu davranışından dolayı herhangi bir hukuki sorumluluğu yoktur. Ancak tıbbi<br />

müdahalede bulunmayı kabul etmesi durumunda da hastanın isteğine birebir uymak<br />

ve sonucu garanti etmek zorundadır. Hastanın istediği sonucun gerçekleşmediği<br />

durumlarda ise hekime maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.<br />

Sözleşmeler arasındaki farklılıklar<br />

Vekâlet Sözleşmesi Eser Sözleşmesi<br />

Sözleşmeyi yapan Doktor Doktor<br />

Başlangıç Hekimin karşısına geldiği an Hekimle anlaştığı an<br />

Tedavi başarı Garanti yok Garanti var<br />

Hastayı reddetme Yok* Var<br />

Sözleşmenin bitmesi Hastalığın tedavi sonu Sözleşme süreci**<br />

*Güven duygusu ortadan kalktığında hekimlik yapmamalı. (Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi)<br />

**Müdahalenin başlangıcında hangi şartlarda ne kadar süre belirtilmiş ise.<br />

Hekim Hasta İlişkisi<br />

Herhangi bir sağlık sorunu olan kişi bir sağlık kurumuna ya da bir hekime<br />

müracaat eder. Sağlık kurumundan içeri girdiği andan itibaren sağlık kuruluşu ile<br />

arasında, hekimin karşısına geldiği andan itibaren de hekim ile arasında vekâlet<br />

sözleşmesi gerçekleşmiştir. Hasta ile karşı karşıya gelen hekim o andan itibaren<br />

tıbbın ülkedeki gelişimi ve aldığı eğitim çerçevesinde ve çalıştığı kurumun olanakları<br />

ölçüsünde; bilgisini, becerisini, büyük bir özenle hastasını sağlığına kavuşturmak için<br />

kullanır.<br />

Hastanın tanı ve tedavisi sürecinde esas sorumlu hekimdir. Yardımcı sağlık<br />

personellerinin görev, yetki ve sorumluluklarını gereği gibi yapmasından da ilgili<br />

hekim sorumludur. Bu yaklaşımın mantığı da tıbbi müdahalenin esas sorumlusunun<br />

(Vekâlet sözleşmesinin tarafı) hekim olmasından kaynaklanmaktadır.<br />

Hekim kendisine müracaat eden hastayı kabul etmekle yükümlüdür. Görev,<br />

yetki ve sorumluluğu çerçevesinde hastasına sağlık hizmeti sunar. Ancak çalıştığı<br />

kurumun olanakları ya da bilgi, beceri ve uzmanlık alanı dışında kalan olgular da<br />

olabilir. Bu durumda, hekim hastasını uygun şekilde, tedavinin yapılabileceği bir<br />

merkeze sevk etmekle yükümlüdür.<br />

Hekim kendi bilgi ve becerisini aşan durumlarda başka hekimlerden<br />

konsültasyon isteyebilir. Konsültasyon ihtiyacı olduğunda bu durum öncelikle hastaya<br />

açıklanarak bilgilendirme yapılmalıdır. Konsültasyon isteyen hekim uzman veya<br />

pratisyen olabilir. Konsültasyonu yapan hekim konunun uzmanı olmak zorundadır. O<br />

alanda ihtisas yapan bir asistanın konsültasyon yapma yetkisi olmadığı gibi<br />

159


konsültasyon isteyen hekim de bunu kabul etmemelidir. Aksi takdirde her ikisi için de<br />

hukuki sorumluluk doğacaktır.<br />

Hekimin hastasını reddetme hakkı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde<br />

vurgulanmaktadır. Hasta ile hekim arasında ilişkinin temelinde güven duygusu vardır.<br />

Eğer güven duygusunu ortadan kaldıracak bir durum varsa hekim hastasına tedavi<br />

vermeyebilir. Ancak tedavi vermeme hakkı hastayı terk etmek değildir. Hekim güven<br />

duygusu ortadan kalktığında, sağlık kuruluşu yönetiminin bilgisi ve onayı<br />

doğrultusunda hastanın tedavisini bir başka hekime devrederek çekilebilir. Fakat acil<br />

yardım, resmî veya insani vazifenin ifası söz konusu ise güven duygusu kalksa bile<br />

yaşama hakkını korumak için çekilemez.<br />

Özen Yükümlülüğü<br />

Hekimin hastasına karşı özen yükümlülüğü vekâlet sözleşmesinden<br />

kaynaklanmaktadır. Özenin iki boyutu vardır. Birincisi hastasının tanı ve tedavisinde<br />

özenli davranmak zorundadır. İkincisi hasta ile iletişimde özen göstermesi gerekir.<br />

Hastanın tanı ve tedavi sürecindeki özenin anlamı şudur. Çalıştığı yerin<br />

olanakları ölçüsünde bilgi ve becerisini kullanarak yapılması gerekenleri belirli bir<br />

dikkat ve titizlik içerisinde yapmasıdır.<br />

Hasta hekim iletişiminde özen, hastanın insan olmasından kaynaklanmaktadır.<br />

Buradaki özen eşe, aileye, arkadaşa vs. özenlerle karıştırılmamalıdır. Hekim hastaları<br />

arasında sosyal, ekonomik, siyasi, etnik köken vb. nedenlerle ayrım yapmıyorsa<br />

herkese eşit ve insani muamele yapıyorsa iletişim açısından gerekli özeni gösteriyor<br />

demektir.<br />

Özen yükümlülüğü sadece hekimde yoktur. Hastanın sağlık hizmetinde<br />

sorumluluk üstlenen tüm çalışanların da yükümlülüğüdür.<br />

Sadakat Yükümlülüğü<br />

Hekim hastasına karşı sadakat göstermelidir. Burada kastedilen sadakat kişinin<br />

eşine, ailesine, arkadaşına ya da ülkesine karşı olan sadakati ile karıştırılmamalıdır.<br />

Hekim bilgisini, becerisini ve deneyimini hastasının sağlığına bir an önce kavuşması<br />

için kullanıyorsa sadakat yükümlülüğünü yerine getirmektedir.<br />

Hasta Kayıtlarının Tutulması ve Saklanması<br />

Hekim hastasının sağlığı ile ilgili verileri yerinde ve zamanında kaydetmek ile<br />

yükümlüdür. Hastasına ait bu verileri hasta ya da ilgili kişiler usulüne uygun bir<br />

şekilde istediğinde orijinalini arşivinde tutmak şartı ile vermekle yükümlüdür. Yani<br />

böyle bir istem karşısında epikriz ya da dosya isteniyorsa onaylı bir fotokopisini<br />

vermelidir. Zaman zaman hasta dosyasının hastaya verilmesi gibi olgular ile<br />

karşılaşılmaktadır. Bu durum hekim açısından hukuki sorumluluk doğuracaktır.<br />

Çünkü yasa koyucu her hastanın aynı düzeyde eğitim, bilgi ve beceriye sahip<br />

olamayacağı öngörüsü ile hastayı korumak için veya hukuki bir değerlendirme<br />

sözkonusu olduğunda sağlıklı bir yargılama için bu yükümlülüğü hekime ve sağlık<br />

kuruluşuna vermiştir. Burada tersine bir yükümlülük vardır. Bu tersine yükümlülük<br />

hastanın hekime ya da sağlık kuruluşu aleyhine bir iddiası söz konusu olduğunda,<br />

iddianın doğruluğu veya yanlışlığının ispat sorumluğu hekimindir. Bu mantık<br />

çerçevesinde hasta dosyasının doldurulması ve saklanması ileride çıkabilecek<br />

iddialar karşısında hekimin kendini ve sağlık kuruluşunu kurtarabilecek tek<br />

dayanaktır.<br />

160


Sır Saklama Yükümlülüğü<br />

Hekimin ve sağlık kuruluşunun hasta ile ilgili bilgileri saklama yükümlülüğü<br />

hastanın kişilik haklarını korumak açısından çok önemlidir. Nedeni ise hastanın en<br />

yakınlarına (annesine, babasına, eşine, kardeşine, arkadaşına vs.) söylemediği özel<br />

hayatı ile ilgili bazı bilgileri hekimiyle paylaşmak zorunda olmasından<br />

kaynaklanmaktadır. Hekimin hastasının sırrını saklama yükümlülüğü ile ilgili çok ciddi<br />

yasal yaptırımlar bulunmaktadır. Bu yasal yaptırımlar doğrultusunda hekim ya da<br />

sağlık personeli her sorana hastası hakkında bilgi veremez. Hasta dosyasındaki<br />

bilgilere herkes ulaşamaz. Hasta ve hastalığı ile ilgili, ilgisiz kişilerle konuşamaz.<br />

Hastanın izni olmadan basın açıklaması vs. yapamaz. Hastanın izni olmadan<br />

verilerini, özellikle kimliğini ortaya koyacak şekilde bilimsel olarak kullanamaz.<br />

Özellikle son dönemde uygulamaya konulan dijital kayıtlar dolayısı ile verilerin<br />

mahremiyeti açısından ciddi sorunlar olduğu açıktır. Bu duruma karşı hekim ve sağlık<br />

kuruluşu gerekli önlemleri almalı ve her isteyenin kafasına göre hastaların verilerine<br />

ulaşmasını engellemesi gerektiği unutulmamalıdır.<br />

Tedaviyi Yürütme Güvencesi<br />

Vekâlet sözleşmesi kapsamında hekimin bir sorumluluğu da hastanın tedavisini<br />

yürüterek tamamlamaktır. Bu çerçevede hekim bilgi, beceri ve çalıştığı kurumun<br />

olanakları doğrultusunda hastasının kendisine başvurduğu sağlık şikayeti ile ilgili<br />

olarak tedavisini tamamlar. Hekim bilgi, beceri ve deneyimini aşan durumlar söz<br />

konusu olduğunda;<br />

1. Diğer doktorlardan ve uzmanlardan konsültasyon desteği alabilir.<br />

2. Uzmanlık alanı dışında bir sorun varsa ilgili uzmanlık alanındaki uzmana hastayı<br />

devredebilir.<br />

3. Çalıştığı kurumun olanaklarını aşan durumlarda ise hastanın durumuna uygun<br />

hizmet verebilecek bir sağlık kuruluşuna uygun şekilde transfer yapabilir. Bunlar<br />

hekimin hastasına karşı tedaviyi yürütme güvencesi kapsamında yükümlülüğüdür.<br />

Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete Sayısı: 23420<br />

HASTA HAKLARI YÖNETMELİĞİ<br />

BİRİNCİ BÖLÜM<br />

Amaç, Kapsam, Dayanak, Tanımlar ve İlkeler (1-5. maddeler)<br />

İKİNCİ BÖLÜM<br />

Sağlık Hizmetlerinden Faydalanma Hakkı (6-14. maddeler)<br />

6- Adalet ve Hakkaniyete Uygun Olarak Faydalanma<br />

7-Bilgi İsteme<br />

8- Sağlık Kuruluşunu Seçme ve Değiştirme<br />

9- Personeli Tanıma, Seçme ve Değiştirme<br />

161


10- Öncelik Sırasının Belirlenmesini İsteme<br />

11- Tıbbi Gereklere Uygun Teşhis, Tedavi ve Bakım<br />

12- Tıbbi Gereklilikler Dışında Müdahale Yasağı<br />

13- Ötenazi Yasağı<br />

14- Tıbbi Özen Gösterilmesi<br />

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

Sağlık Durumu İle İlgili Bilgi Alma Hakkı (15-20. maddeler)<br />

15- Bilgilendirmenin Kapsamı (Başlığı ile birlikte değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />

16- Kayıtları İnceleme<br />

17- Kayıtların Düzeltilmesini İsteme<br />

18- Bilgi Vermenin Usulü (Değişik:RG-8/5/2014-28994)<br />

19- Bilgi Verilmesi Caiz Olmayan ve Tedbir Alınması Gereken haller<br />

20- Bilgi Verilmesini Yasaklama (Değişik:RG-8/5/2014-28994)<br />

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />

Hasta Haklarının Korunması (15-20. maddeler)<br />

21- Mahremiyete Saygı Gösterilmesi<br />

22- Rıza Olmaksızın Tıbbi Ameliyeye Tabi Tutulmama<br />

23- Bilgilerin Gizli Tutulması<br />

BEŞİNCİ BÖLÜM<br />

Tıbbi Müdahalede Hastanın Rızası (24-31. maddeler)<br />

24-Hastanın Rızası ve İzin (Değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />

25- Tedaviyi Reddetme ve Durdurma<br />

26-Rıza Formu (Başlığı ile birlikte değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />

27- Alışılmış Olmayan Tedavi Usullerinin Uygulanması<br />

28- Rızanın Şekli ve Geçerliliği<br />

29- Organ ve Doku Alınmasında Rıza<br />

30- Aile Planlanması Hizmetleri ve Gebeliğin Sona Erdirilmesi<br />

31- Rızanın Kapsamı ve Aranmayacağı Haller (Başlığı ile birlikte değişik: RG-<br />

8/5/2014-28994)<br />

ALTINCI BÖLÜM<br />

Tıbbi Araştırmalar (32-36. Maddeler)<br />

32- Tıbbi Araştırmalarda Rıza<br />

162


33- Gönüllünün Korunması ve Bilgilendirilmesi<br />

34- Rıza Alınmasının Usulü ve Şekli<br />

35- Küçüklerin ve Mümeyyiz Olmayanların Durumu<br />

36- İlaç ve Terkiplerin Araştırma Amacıyla Kullanımı<br />

YEDİNCİ BÖLÜM<br />

Diğer Haklar (37-41. Maddeler)<br />

37- Güvenliğin Sağlanması<br />

38- Dini Vecibeleri Yerine Getirebilme ve Dini Hizmetlerden Faydalanma<br />

39- İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi ve Ziyaret<br />

40- Refakatçi Bulundurma<br />

41- Hizmetin Sağlık Kurum ve Kuruluşu Dışında Verilmesi<br />

SEKİZİNCİ BÖLÜM<br />

Sorumluluk ve Hukuki Korunma Yolları (42-47. Maddeler)<br />

42- Müracaat, Şikayet ve Dava Hakkı<br />

42/A – Hastanın Uyması Gereken Kurallar (Ek:RG-8/5/2014-28994)<br />

42/B – Hasta İletişim Birimleri, Hasta Hakları Kurulları, Sertifikalı Eğitim (Ek:RG-<br />

8/5/2014-28994)<br />

42/C – Kurulun Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları (Ek:RG-8/5/2014-28994)<br />

43- Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Sorumluluğu<br />

44- Devlet Memuru veya Diğer Kamu Görevlisi Personelin Sorumluluğu<br />

45- Kamu Personelinin Sorumluluğunu Tespit Usulü<br />

46- Kamu Personeli Hakkındaki Müeyyideler<br />

47- Kamu Görevlisi Olmayan Personelin Sorumluluğu<br />

DOKUZUNCU BÖLÜM<br />

Son Hükümler<br />

48- Kurum ve Kuruluş Yetkililerinin Görevi<br />

49- Saklı Olan Hükümler<br />

Geçiş Hükmü<br />

GEÇİÇİ MADDE 1 – (Ek: RG-8/5/2014-28994)<br />

50- Yürürlük<br />

51- Yürütme<br />

163


Hasta Hakları İhlalini Önleme<br />

İnsan hakları ve bu doğrultuda oluşturulan hasta haklarını korumak ve<br />

geliştirmek devletin görevidir. Hasta hakları uygulamalarındaki eksiklikleri ve<br />

yanlışları tespit ederek sorumlulara gerekli eğitimi ve gereğinde cezayı vermek için<br />

yapılanma oluşturulmuştur.<br />

1. Hasta hakları iletişim birimleri: Hasta hakları birimi kurulmayan yerlerde<br />

bulunmalıdır.<br />

2. Hastane hasta hakları birimi: Kamu veya özel bütün hastanelerde kurulmak<br />

zorunda olan bir birim. Hastane içindeki hasta hakları ihlali başvurularını alıp<br />

dosya hazırlar.<br />

3. Hastane hasta hakları kurulu: Hasta hakları biriminden gelen raporları<br />

değerlendiren, sonuçlandıran ve hasta hakları uygulamalarının geliştirilmesine<br />

yönelik önerilerde bulunan ve söz konususınırlar içinde çalışır.<br />

4. Hasta hakları il koordinatörlüğü: İl sağlık müdürlüklerinde kurulur.<br />

5. Hasta hakları şubesi: Ülkedeki sağlık hizmetlerinin planlanması,<br />

değerlendirilmesi, uygulanması ve denetlenmesinin sağlandığı Sağlık Bakanlığı<br />

Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Hasta Hakları Şubesinin sorumluluğundadır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Özaslan A, Kolusayın Ö. (2011) Hekimin Yasal Zorunlulukları. Adli Tıp Ders Kitabı (içinde),<br />

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları Rektörlük No:4898, İstanbul Üniversitesi<br />

Basım ve Yayınevi Müdürlüğü, İstanbul, s.13-37.<br />

2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’un. 502, 503, 505, 506, 508, 511. md.si<br />

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/02/20110204-1.htm.(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

3. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’un. 470, 471, 474, 475, 476, 511. md.si<br />

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/02/20110204-1.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

4. 27751 sayılı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın. Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik<br />

Yönetmeliği. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/11/20101106-11.htm(Erişim tarihi.<br />

15.08.2016)<br />

5. 8049 sayılı Türk Medenî Kanun’un 9-13. md.si<br />

https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k4721.html(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

6. 5013 sayılı Biyoloji Ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları Veİnsan Haysiyetinin<br />

Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları Ve Biyotıp Sözleşmesinin Dair Kanun.<br />

https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5013.html.(Erişim tarihi. 15.08.2016).<br />

7. Çocuk Hakları Dair Sözleşme.http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23c.html(Erişim tarihi.<br />

15.08.2016).<br />

8. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5395.pdf (Erişim<br />

tarihi: 15.08.2016).<br />

9. 28994 Sayılı Hasta hakları Yönetmeliği.http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/05/20140508-<br />

3.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

10. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17.<br />

md.si.https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa82.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

11. Tuğcu H. (2011) Acil Olgularda Hekim Sorumluluğu. (Koç S, Can M. editörler), Birinci Basamakta<br />

Adli Tıp, 2. Baskı, İstanbul Tabip Odası, İstanbul. S: 175.<br />

12. Hekimlik Meslek Etiği<br />

Kuralları.http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&id=65&Itemid=31(Erişim<br />

tarihi. 15.08.2016).<br />

13. Aydın E. Hekimin Sır Saklama Ve İhbar Yükümlülüğü. Katkı Pediatri Dergisi 2002; 22(3): 302-311.<br />

164


14. 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un.<br />

http://www.mevzuat.gov.tr/Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.3.1219&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearc<br />

h=&Tur=1&Tertip=3&No=1219(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

15. 2238 sayılı Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkında Kanun’un.<br />

http://www.mevzuat.gov.tr/Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.5.2238&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearc<br />

h=&Tur=1&Tertip=5&No=2238(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />

16. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü.<br />

https://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&view=article&id=52:tibbdeontolojt&<br />

catid=4:t&Itemid=31&1534-<br />

D83A_1933715A=7ad265df229daa4a05ea5abc5cdeebc2112dc819(Erişim tarihi. 15.08.2016).<br />

165


Tıbbi Malpraktis<br />

Prof. Dr. Gürsel ÇETİN<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı<br />

Tıbbi Malpraktis Kavramı<br />

Bu kavram, tıp mesleği mensuplarının mesleğini uyguladığı esnada ortaya<br />

çıkan hatalı, kusurlu, istenmeyen hareketleri için kullanılır. Dünya Tabipleri Birliği, bu<br />

kavramı “Hekimin tedavi sırasında standart güncel uygulamayı yapmaması, beceri<br />

eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” olarak tanımlamaktadır.<br />

Tıbbi malpraktis, nadiren tek bir nedene bağlı olarak meydana gelebilirse de<br />

tıbbi bakım genellikle bir ekip işi olduğu için hata oluşumunda birden fazla faktör içe<br />

içe geçebilmektedir. Böyle bir durumda kişiden kaynaklanan hatalar ve eksiklikler<br />

yanında ekipten, sağlık kuruluşundan hatta sistemden kaynaklanan hata ve<br />

eksiklikler ortaya çıkabilmektedir.<br />

Minimum Standart Kavramı<br />

Tıbbi hizmetin sunumu esnasında hekimden, diğer sağlık personelinden ve<br />

sağlık kuruluşundan istenen, minimum bakım standartlarının altına düşmemesidir. Bu<br />

standartların ne olduğu, hizmeti veren hekimin kim olduğu ve hizmetin verildiği sağlık<br />

kuruluşunun neresi olduğuna, hastanın ve içinde bulunulan şartların durumuna göre<br />

belirlenecektir.<br />

Bu belirlemede genellikle “ortalama” hekim, sağlık personeli veya sağlık<br />

kuruluşundan bahsedilmekte ve sağlık hizmetini sunan hekim, sağlık personeli veya<br />

kuruluşun, aynı şartlarda hizmet sunan eşdeğerleri ile kıyaslama yapılmaktadır.<br />

Kimseden “en iyi” hekim, sağlık personeli veya kuruluş olması beklenmemekte ancak<br />

aynı seviye ve olanaklara sahip eşdeğerlerinin yaptığı ortalama uygulamalardan<br />

aşağı kalması da istenmemektedir. Şüphesiz böyle bir durumda ortalamanın<br />

aşağısında kalan bir uygulamada hastada bir zararın ortaya çıkması durumunda<br />

hukuki ve cezai sorumluluk ortaya çıkmaktadır.<br />

Minimum standartlar, her disiplin için hatta her sağlık kuruluşu için ayrı ayrı<br />

olarak belirlenebilir. Ancak bu standartlar uzun süre kalıcı olmayacak ve değişiklik<br />

gösterecektir. Özellikle ülkenin sağlık sisteminde meydana gelecek değişim, gelişim<br />

ve yenilikler, ulaşılan yeni olanaklar, bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu standartların<br />

yükselmesine neden olacaktır. Bu standartların her uzmanlık alanı için ayrı ayrı<br />

olmak üzere uzmanlık derneklerince düzenlenmesi ve alanda kaydedilen ilerleme ve<br />

gelişmelere göre yenilenmesi en uygun olandır.<br />

Sözleşmeden Doğan Sorumluluk<br />

Hekim, hastasını karşısına alıp onun şikâyetlerini dinlemeye başladığında,<br />

hukuksal olarak aralarında varsayımsal bir sözleşme imzalanmış olur. Bu<br />

sözleşmeye göre hekim bütün bilgi ve becerisini hastası lehinde kullanacağını, ona<br />

gerekli özeni göstereceğini, sağlığına kavuşması için elinden geleni yapacağını ve bu<br />

esnada sırlarını saklayacağını taahhüt etmiş olur. Ancak hastasının kesinlikle iyi<br />

166


olacağını taahhüt etmez. Dolayısıyla hekim açısından hukuksal sorumluluk ortaya<br />

çıkabilmesi için bir zararın ortaya çıkması örneğin ölüm meydana gelmesi yeterli<br />

değildir. Taahhüt edilmiş olan şeylerin ortalama düzeyde yerine getirilmemiş olması<br />

gereklidir. Bu sözleşme, hukuksal olarak “vekâlet sözleşmesi” tarzında bir<br />

sözleşmedir.<br />

Buradaki özenin derecesi önemlidir. Tıbbi malpraktis davalarının önemli bir<br />

bölümünde özen eksikliğinden bahsedilmektedir. Elbette ki gösterilecek özenin<br />

derecesinin maksimum olması, hekimin hastaya en sevdiği birine örneğin çocuğuna<br />

göstereceği derecede özen göstermesi arzulanır. Ancak uygulamada sorumluluk<br />

ortaya çıkabilmesi için yukarıda belirtildiği gibi aynı şartlardaki ortalama bir hekimin<br />

göstereceği özenin gösterilip gösterilmediği araştırılır.<br />

Hekimlik uygulamalarında tamamen estetik amaçlı yapılan uygulamalarda ise<br />

farklı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu uygulamalarda “eser sözleşmesi” söz konusu<br />

olup sonucun iyi olacağı taahhüt edilmiş olabilir. Bu durumda sonucun taahhüt<br />

edildiği gibi sonuçlanmaması durumunda hukuksal sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />

Örneğin güzelleştirmeye yönelik bir meme operasyonu sonucu hastanın beklediği ve<br />

kendisine taahhüt edilen sonuç ortaya çıkmadığında farklı boyutta bir sorumluluk söz<br />

konusu olacaktır.<br />

Komplikasyon ve Kabul Edilebilir Risk Kavramları<br />

Hekimlik riskli bir meslektir. Sıklıkla uygulama esnasında hasta açısından<br />

ölüme kadar varabilen zararlı sonuçlar ortaya çıkabilir. Ancak hekim hukuksal olarak<br />

her zararlı sonuçtan sorumlu tutulmaz. Bu noktada hastanın hukuksal yola<br />

başvurması ile hukuksal sonucu farklı değerlendirmek gerekir. Dava açılmış olması,<br />

davanın yaptırımla sonuçlanacağı anlamına gelmez. Açılmış olan davaların önemli<br />

bir bölümünün cezai ve hukuksal açıdan yaptırımla sonuçlanmadığı görülmektedir.<br />

Tıbbi olarak komplikasyon ile hukuksal olarak kabul edilebilir risk kavramları aynı<br />

şeylerdir.<br />

Komplikasyon olarak ortaya çıkan zararlı bir sonuçtan dolayı hekim ve sağlık<br />

personeli sorumlu tutulamaz. Ancak bu noktada bir kavram karmaşasına düşmemek<br />

gereklidir. Hastanın bakımı esnasında ortaya çıkan zararlı bir sonucun komplikasyon<br />

olarak değerlendirilebilmesi için eksik ve hatalı bir tıbbi uygulamanın olmaması<br />

gerekir. Başka bir anlatımla komplikasyon, her şey doğru yapıldığı halde ortaya çıkan<br />

zararlı sonuçtur.<br />

Komplikasyonlar öngörülebilir veya öngörülemeyebilir. Öngörülebiliyorsa<br />

önceden gerekli önlemlerin alınmış olması gerekir. Aksi halde sorumluluk ortaya<br />

çıkacaktır. İster önceden öngörülebilsin isterse öngörülemesin ortaya çıkmış olan bir<br />

komplikasyonun zamanında tanınıp gerekli müdahalenin yapılması da önemlidir. Aksi<br />

halde yine sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />

Öngörülebilir komplikasyona yol açan bir tıbbi uygulamanın endikasyonu da<br />

önem taşır. Baştan tahmin edilebilen bir risk alındığına göre bu riskin alınmasına yol<br />

açan önemli bir gereklilik olmalıdır. Örneğin mide kanamasına yol açabileceği bilinen<br />

bir ilaç olan aspirin hastada yüksek dozda ve uzun süre kullanılacaksa, mide<br />

kanaması ortaya çıktığında sorumluluğun olmaması için kullanım endikasyonunun<br />

sağlam ve herkes tarafından kabul edilebilir olması, kullanılmadığında hastanın daha<br />

büyük riskler alacağının şüphesiz olması gerekir. Elbette ki kullanım esnasında<br />

kanama riskinin arttığını ortaya koyacak tetkik ve muayenelerin yapılması ve ortaya<br />

çıkan kanamanın erken tanınarak gerekli müdahalenin yapılmış olması şarttır.<br />

167


Kusur Kavramı<br />

Tıbbi kusur, ülkede tıbbın erişmiş olduğu seviye ve güncel kabul görmüş tıbbi<br />

uygulama standartları çerçevesinde ortalama bilgi düzeyi, bilgi, beceri, dikkat ve<br />

özene sahip bir hekimin göstereceği davranış şeklinin gösterilememesidir. Aslında<br />

kusur hukuki bir kavramdır ve kusurluluğu hukukçu tespit eder. Daha doğru olarak<br />

buna “tıbbi hata” denebilir. Böyle bir durum karşısında hekim, kusurlu veya hatalı<br />

tıbbi davranış sonucu hastada ortaya çıkan zararın ağırlığı oranında sorumlu<br />

olacaktır.<br />

Burada akla gelen ilk soru hekimin kusurlu veya hatalı bir tıbbi davranışının<br />

olup olmadığının kim tarafından ve nasıl tespit edileceğidir. Gayet açıktır ki bu tıbbi<br />

bir konudur. Dolayısı ile yine o alanda çalışan ve konunun uzmanı hekimlerce tespit<br />

edilmelidir. Nitekim uygulama da böyledir. Mahkeme, hekimin herhangi bir tıbbi<br />

hatasının olup olmadığı konusunda ilgili mevzuat çerçevesinde “bilirkişi” sıfatı ile yine<br />

hekimleri görevlendirmekte ve bu hekimlerin vereceği görüş doğrultusunda hareket<br />

etmektedir. Bu durumda tıbbi malpraktis davalarında önemli bir unsur olan bilirkişilik<br />

sisteminin iyi çalışması ve bu kişilerce doğru sonuçlara varılması büyük önem<br />

taşımaktadır.<br />

Değişen Şartlar Karşısında Kusurluluk<br />

Tıbbi malpraktis iddiaları karşısında hekimin sorumluluğu değerlendirilirken<br />

tüm olgularda aynı minimum standardın dikkate alınması mümkün değildir. Değişen<br />

şartlar, hekimin değerlendirilmesinde kullanılacak kriterleri de değiştirecektir. Bazen<br />

içinde bulunulan şartlar, hekimin ve sağlık kuruluşunun minimum standardın altına<br />

düşmesine yol açabilir.<br />

Bunun en tipik örneği; hekimin muayene etmesi gereken hasta sayısının fazla<br />

oluşudur. Kendi inisiyatifi dışında normalin üzerinde sayıda hasta bakmak zorunda<br />

olan bir hekimin hastasına göstereceği özen zorunlu olarak azalacaktır. Burada<br />

önemli olan bu tür bir olumsuzluğa yönelik önlemlerin alınmış olup olmaması veya<br />

girişimlerin yapılmış olup olmamasıdır. Böyle bir durumda ortaya çıkacak olan<br />

sorumluluğun sadece hekimle sınırlı kalmayacağı ve idarenin de sorumluluk altına<br />

gireceği açıktır.<br />

Ateşli silah yaralanması sonucu yapılan bir batın ameliyatında bağırsaklardaki<br />

deliklerden birinin atlanmasında operatörün kusuru değerlendirilirken delik sayısının<br />

göz önüne alınması gerekir. İki delikten birinin atlanması ile çok sayıda delikten<br />

birinin atlanması aynı kefeye konulmamalıdır.<br />

Kusurluluk değerlendirilirken hekimin ve sağlık kuruluşunun olanakları,<br />

tecrübesi, ünü ve unvanları dahi önemlidir. Aynı müdahale yapılırken ortaya çıkan bir<br />

olumsuzluk karşısında müdahaleyi devlet hastanesinde yapan bir uzmanın<br />

sorumluluğu ile müdahaleyi tıp fakültesinde yapan bir profesörün sorumluluğu aynı<br />

olmayacaktır.<br />

Paramedikal Kusurlar<br />

Hekimler, sadece yaptıkları tıbbi girişimlerdeki kusurlu davranışlarından ötürü<br />

sorumluluk altında kalmazlar. Tıbbi girişimde herhangi bir hata olmasa da mevzuata<br />

uygunsuzluk nedeniyle de kusurlu davranış söz konusu olabilir ve hukuksal<br />

sorumluluk ortaya çıkabilir. Örneğin on haftalıktan büyük bir gebeliğe tıbbi zorunluluk<br />

168


dışında kürtaj yapılması mevzuata göre yasaktır. Yapılan kürtaj tıbbi olarak bir hata<br />

içermediği hatta annede zarar bile ortaya çıkmadığı halde kusurlu bir davranış söz<br />

konusu olacaktır.<br />

Hiyerarşik Sorumluluk<br />

Tıbbi bakım, genellikle bir ekip halinde ve multidisipliner biçimde sunulduğu<br />

için özellikle eğitim ve araştırma hastaneleri ile tıp fakültelerinde hiyerarşik<br />

sorumluluk büyük önem arz etmektedir. Bu noktada standart bir hasta bakımında<br />

yetki ve sorumlulukların çok iyi belirlenmiş olması şarttır.<br />

Birçok tıbbi malpraktis davasında eğitim ve araştırma hastanesi veya tıp<br />

fakültelerinde, uzmanlık öğrencisi hekim veya hekimlerin tek başlarına sanık veya<br />

davalı konumunda oldukları görülmektedir. Böyle bir şey çoğu kez mümkün değildir.<br />

Asistan bir hekimin tek başına sorumluluğu, hastaya uzmanına haber vermeden yetki<br />

sınırları dışında tıbbi bakım vermesi durumunda söz konusu olabilir. Bu tür sağlık<br />

kuruluşlarında mevzuata göre tıbbi bakım uzman düzeyinde yapılmalıdır. Asistan<br />

veya uzmanlık öğrencilerinin sorumluluğu, kıdemi ne olursa olsun pratisyen hekim<br />

kadardır.<br />

Bir örnek verilecek olursa; bir tıp fakültesi hastanesinde acile göğüs ağrısı<br />

şikâyeti ile başvuran bir hastanın sadece asistan tarafından muayene edilmesi,<br />

tetkiklerinin istenmesi ve çıkan tetkiklerin normal olarak değerlendirilip hastanın<br />

önerilerle evine gönderilmesi, birkaç saat sonra da başka bir hastaneye kaldırılıp<br />

miyokart enfarktüsü teşhisi konması olayında; hem asistanın hem de idarenin<br />

hukuksal sorumluluğu olacaktır. Eğer işleyiş olarak asistan hastayı orada bulunan<br />

uzmanına danışması gerekirken danışmamışsa, tek başına sorumlu olacaktır. Ancak<br />

uzman olmayıp hastanın sorumluluğu sadece asistana bırakılmış veya uzman olsa<br />

bile asistana gerekli görmüyorsa uzmana danışmadan da bu tür bir hastayı evine<br />

gönderme yetkisi verilmiş ise idarenin de sorumluluğu olacaktır.<br />

Eğitim hastanelerinde asistan yetki ve sorumluluğunun en fazla hatalı<br />

kullanıldığı alanlardan biri konsültasyonlardır. Sıklıkla bir disiplin tarafından istenen<br />

konsültasyona başka disiplinin asistanının icabet ettiği görülmektedir. Bu durum, bir<br />

tıbbi malpraktis iddiası karşısında büyük sıkıntılara yol açmaktadır. İşin mantığı<br />

gereği konsültasyon hizmetinin uzman düzeyinde verilmesi gerekir.<br />

Örnek olarak acil gelen bir hastaya genel cerrahi uzmanının göğüs<br />

cerrahisinden konsültasyon istemesi verilebilir. Böyle bir durumda göğüs<br />

cerrahisinden konsültasyon veren hekimin asistan olması halinde yetki ve<br />

sorumluluğu pratisyen hekim kadar olacağı için konsültasyon isteyen hekimin yetki ve<br />

sorumluluğu daha fazla olacak ve bir hukuksal problem doğduğunda adeta ikinci bir<br />

hukuksal problem ortaya çıkacaktır.<br />

Kusursuz Sorumluluk<br />

Hukuksal olarak cezanın şahsiliği ilkesi olup herkes yaptığı kusurlu hareketten<br />

ötürü cezai olarak kendisi sorumlu olacaktır. Ancak hukuksal olarak veya tazminat<br />

yönünden, gerçek ve tüzel kişiler sorumlulukları altındaki kişilerin kusurlu<br />

hareketlerinden de sorumlu tutulabilir. Hiyerarşik düzen burada önemli olup dikkat<br />

edilmesi gereken bir noktadır.<br />

Örneğin bir hekimin kusurlu davranışı sonucu ortaya çıkan bir tazminat<br />

davasında hekimin görev yaptığı hastanenin klinik şefi, başhekimi veya yönetimi veya<br />

sağlık bakanlığı sorumlu tutulabilir. Böyle bir durumda kusursuz sorumlu gerçek veya<br />

169


tüzel kişi, tazminat ödemek zorunda kalırsa, gerçek kusurlu kişiye rücu davası<br />

açabilir.<br />

Aydınlatılmış Onam<br />

Hekimin yaptığı tıbbi müdahale ve girişimleri hukuka uygun hale getiren iki<br />

unsur vardır. Bunlardan birincisi hekimin tıp sanatını uygulama hak ve yetkisinin<br />

olması, ikincisi ise hastanın muayene için onamının, yapılacak tüm invaziv girişimler<br />

için ise aydınlatılmış onamının alınmasıdır.<br />

Aydınlatılmış onam alınmadan yapılan bir müdahale hukuken haksız fiil<br />

sayılacağı için yapılan müdahalenin hatasız olması hatta hastanın yararına olması<br />

durumunda bile hukuki sorumluluk söz konusu olacaktır. Aydınlatılmış onam konusu,<br />

hekimlerin çok dikkat etmesi gereken bir husustur. Ancak unutulmamalıdır ki yapılan<br />

müdahalenin hatalı olduğu bir durumda aydınlatılmış onam alınmış olması, hukuksal<br />

sorumluluğu ortadan kaldırmayacaktır.<br />

Aydınlatılmış onam alınması, çoğu kez hekimlerce ihmal edilmekte ve ya hiç<br />

alınmamakta veya usulüne uygun biçimde bir uygulama yapılmamaktadır. Bu çok<br />

yanlış bir harekettir. Hukuksal açıdan hekimin tartışmasız biçimde yenilgisine yol<br />

açan bir durumdur. Yapılan işin ayrılmaz bir parçası gibi kabul edilmeli ve asla ihmal<br />

edilmemelidir.<br />

Aydınlatılmış onamın tüm invaziv girişimlerde yazılı olması şartı aranmamakla<br />

birlikte alındığının ispat yükü hekime ait olduğu için yazılı olmasında büyük yarar<br />

vardır. Günlük iş yoğunluğunda kolaylık sağlaması bakımından her kliniğin yaptığı<br />

uygulamalar için ayrı ayrı aydınlatılmış onam formları hazırlaması ve hastaya hekim<br />

tarafından bu formlar üzerinden açıklama yapılması doğru bir davranış olacaktır.<br />

Aydınlatılmış onam genel olarak alınan bir olur değildir. Sadece bir müdahale<br />

için ve sınırlı olarak alınır. Hasta anestezi altında olacaksa ve müdahaleyi genişletme<br />

ihtimali söz konusuysa bu durum hakkında da aydınlatılabilir ve onamı alınabilir. Aksi<br />

halde hastanın bilinci kapalıyken müdahale esnasında yapılacak ek işlemler için<br />

tamamen kendi yararına olsa bile evliyse eşinden veya birinci derecedeki<br />

akrabalarından ek onam alınması gerekir.<br />

Onam konusunda uygulamada en fazla yapılan hata onamın kapsamının<br />

genişletilmesidir. Bu durumda fazladan yapılan işlemler haksız fiil sayılacaktır. Mide<br />

ameliyatı için aydınlatılmış onam alınmış bir hastada operatörün açmışken kısa<br />

sürede apandisite dönüşeceğini düşündüğü apandisi de alması doğru bir davranış<br />

değildir.<br />

Aydınlatılmış onam konusunda en çok yapılan hatalardan biri de genelde<br />

asistanlar veya hemşireler tarafından yazılı onam formlarının hastaya adeta ayaküstü<br />

bir şekilde imzalatılmasıdır. Buradaki amaç bu değildir. Yazılı form sadece ispat<br />

açısından önemlidir. Yapılması gereken, müdahaleyi yapacak olan hekimin<br />

müdahalenin sebeplerini, gerekliliğini, ortaya çıkabilecek olan komplikasyonları ve<br />

alternatifleri hastaya onun anlayacağı biçimde sözlü olarak anlatmasıdır.<br />

170


ADLİ OLGUYA YAKLAŞIM<br />

Giriş<br />

Öncelikle belirtmek gerekir ki her hekimin aynı zamanda bir “adli hekimlik”<br />

görevi vardır. Bu görev “adli tıp uzmanlığı” görevinden farklıdır ve “angarya” değil<br />

“asli” bir görevdir.(Bknz. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel<br />

Müdürlüğü’nün 22.09.2005 tarih, 13292 sayılı Genelgesi).<br />

Adli Olgu Kavramı<br />

Bir hekim için üç tür adli olgu söz konusu olabilir.<br />

1. Adli mercilerce (savcılık, kolluk, mahkeme) muayene için gönderilen olgular.<br />

2. Direkt olarak hekime veya sağlık kuruluşuna başvuran ancak bildirimi<br />

gereken olgular.<br />

3. Adli ölüm olguları.<br />

1. Adli Mercilerce Muayene İçin Gönderilen Olgular<br />

Adli mercilerce; kişinin vücudunda herhangi bir yaralanma olup olmadığının<br />

tespiti, yaralanma mevcutsa ağırlığının belirlenmesi, zorunlu gözaltı muayenesi,<br />

kişinin cinsel saldırıya veya cinsel istismara uğrayıp uğramadığının tespiti, kişinin akıl<br />

ve ruh sağlığının yerinde olup olmadığının tespiti, çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam<br />

ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin<br />

olup olmadığının tespiti, yaş tayini tespiti gibi çok farklı muayene talepleri olabilir. Bu<br />

taleplere gecikmeye mahal verilmeden ve ivedilikle cevap verilmesi zorunludur.<br />

Muayene Ortamı ve Kişiye Yaklaşım<br />

Şüpheli, sanık, tutuklu ve hükümlü konumundakiler dışında adli olguların<br />

muayene ortamı ve usulü normal hastalardan farklı değildir. Şüpheli sanık, gözaltı,<br />

tutuklu ve hükümlü olanların muayene usullerinde de bir farklılık yoktur. Ancak bu<br />

olguların muayenesi için sağlık kuruluşunda özel olarak dizayn edilmiş, kaçışın<br />

sadece kapı güvenliği ile sağlanacağı muayene odalarına ihtiyaç vardır.<br />

Muayene edilen kişi kim olursa olsun hekimin hastası konumundadır.<br />

Dolayısıyla hekimlik meslek etiği kuralları geçerlidir ve hekim temel olarak bu<br />

kurallara göre hareket etmelidir. Hekim, adli olguları potansiyel bir tehlike olarak<br />

görmemeli ve kesinlikle bir taraf olmadığını akıldan çıkarmamalıdır. Muayene edilen<br />

kişi kabullenilmesi güç, vicdanı yaralayan, ağır suçlar işlemiş bir kişi olabilir. Hekim<br />

bu noktada profesyonelce davranmalı, kişiyi yargılamamalı, hekimlik sanatının<br />

gerektirdiği duruşu göstererek sadece görevini yapmalıdır.<br />

Adli Olguda Anamnez ve Onam<br />

Adli olguların muayenesinde anamnez çok önemlidir. Ancak diğer olgulardan<br />

farklılık gösterir. Hastanın bazı şeyleri saklaması, bazı bilgileri çarpıtması veya yalan<br />

söylemesi, adli olmayan hastalara göre daha büyük ihtimal dahilindedir. Anamnez,<br />

kendi anlatımına göre değiştirilmeden not edilmelidir. Ancak muayene sadece<br />

anamneze göre yönlendirilmemeli, söylenen her şeyin veya verilen her cevabın<br />

doğru olmayabileceği göz önüne alınmalıdır.<br />

171


Adli olguya en baştan muayene ediliş amacı belirtilmeli ve muayene yöntemi<br />

ile ilgili bilgi verilmelidir. En baştan kendisinin söyleyeceklerinin ve/veya muayenede<br />

elde edilecek bulguların gizli kalmayacağı, bunların hazırlanacak raporda<br />

açıklanacağı ve en azından kendisini gönderen adli mercilerce görüleceği açıkça<br />

belirtilmeli ve aydınlatılmış onamı alınmalıdır. Adli rapor formlarında bu onamla ilgili<br />

ayrı bir bölüm vardır.<br />

Adli Olguda Rapor Tanzimi<br />

Adli olgular ile ilgili olarak rapor tanziminde, olgunun türüne göre farklı<br />

hazırlanmış rapor formlarının kullanılması esastır. Bu formlar elektronik ortamda<br />

doldurulabileceği gibi matbu formlar el yazısı ile de doldurulabilir. El yazısı ile<br />

doldurulacaksa yazının okunaklı olması gerekir. Formların tüm bölümleri eksiksiz<br />

olarak doldurulmalı, herkesin anlayamayacağı tıbbi terimler kullanılmamalı,<br />

kullanılması zorunlu ise parantez açılarak açıklaması yapılmalıdır. Kısaltmalardan<br />

kaçınılmalı, her kelime açık olarak yazılmalıdır. Gerek kişinin kendi sağlığı açısından,<br />

gerekse adli açıdan önem taşıyacak tüm konsültasyonlar istenmeli ve sonuçları rapor<br />

formundaki ilgili bölümlere kaydedilmelidir.<br />

Yaralanma Muayeneleri ve Raporları<br />

Mevzuatta vücutta meydana gelebilecek fiziksel, kimyasal ve ruhsal travmaya<br />

bağlı her türlü hasar “yaralanma” kavramına girmektedir. Zehirlenmeler ve sağlığın<br />

bozulmasına yol açan her türlü durum da bu kapsamdadır.<br />

Bu tür raporlarda lezyonlar tanımlanırken, boyutlar tahmini değil ölçülerek<br />

verilmeli, lokalizasyon topografik olarak belirtilmeli, ayrıntılı tanımlama yapılmalıdır.<br />

Yaralanmalarda düzenlenecek adli rapor formları mevcuttur. Bu formlar<br />

kullanılmalı ve raporların düzenlenmesinde;<br />

1) Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik<br />

Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik,<br />

2) Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 22.09.2005<br />

tarih, 13292 sayılı Genelgesi,<br />

3) Yaraların Ağırlığının Değerlendirilmesi İle İlgili Kılavuz dikkate alınmalıdır.<br />

Gözaltı Muayeneleri ve Raporları<br />

Gözaltı muayeneleri, insan haklarının korunması, gözaltında kötü muamele ve<br />

işkencenin önlenmesine yönelik olduğu için bu muayenelerin mevzuata uygun ve<br />

uluslararası standartlarda yapılması şarttır. Aksi halde hem hekim hem de sağlık<br />

kuruluşu bakımından ağır hukuksal sorumluluklar ortaya çıkabilir. Bu muayeneler için<br />

düzenlenecek adli rapor formları mevcuttur. Bu formlar kullanılmalı ve raporların<br />

düzenlenmesinde;<br />

1) Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği,<br />

2) İstanbul Protokolü<br />

3) Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik<br />

Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik dikkate alınmalıdır.<br />

Cinsel Saldırı-İstismar Muayenesi ve Raporları<br />

Bu muayeneler için düzenlenmiş muayene ve rapor formları mevcut olup bu<br />

formların kullanılması, bazı şeylerin eksik bırakılmaması ve unutulmaması açısından<br />

172


önemlidir. Bu tür muayenelerin multidisipliner biçimde yapılması, gerekli<br />

konsültasyonların istenmesi ve örneklerin toplanması çok önemlidir. Ruhsal<br />

muayenenin de eklenmesi şarttır.<br />

2. Direkt olarak hekime veya sağlık kuruluşuna başvuran ancak bildirimi<br />

gereken olgular:<br />

Bir kişi, hekime veya sağlık kuruluşuna hiçbir şeyden ve/veya kişiden şikâyetçi<br />

olmadan sadece “hasta” olarak başvurabilir ancak hekim ve/veya sağlık kuruluşu<br />

tarafından, kendisi istemese bile adli mercilere ihbarının yapılması gerekebilir. Türk<br />

Ceza Kanunu’nun 280. Maddesi, hekimler ve sağlık personeline bildirim yükümlülüğü<br />

getirmiştir.<br />

MADDE 280.– (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti<br />

ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta<br />

gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile<br />

cezalandırılır.<br />

(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire<br />

ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.<br />

Hangi Hastalar Bildirilmeli?<br />

Yukarıdaki maddeye göre hangi hastaların bildirilmesi gerektiği her zaman<br />

tartışma konusu olmuştur. Öncelikle belirtelim ki şikâyete bağlı olmadan savcılıkça<br />

re’sen soruşturmayı gerektirecek derecedeki ağır yaralanmalar, orijini ne olursa<br />

olsun, yani kasten yaralama, intihar girişimi ve tüm kazalar tereddütsüz bildirilmelidir.<br />

Bir yaralanma ilk aşamada 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 86/2. Maddesi<br />

kapsamında “Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte hafif” değilse bildirimi<br />

gerekir.<br />

Bir görüşe göre şikâyete bağlı derecedeki yaralanmalarda bildirime gerek<br />

yoktur. Yani bir yaralanma eğer (TCK) 86/2. Maddesi kapsamında “Basit bir tıbbi<br />

müdahale ile giderilebilir nitelikte hafifse” bildirim gerekmez. Çünkü bu derecedeki bir<br />

yaralanmada savcılığın soruşturma başlatması için kişinin şikâyeti gereklidir. Ancak<br />

burada çok dikkat edilmesi gereken bir durum vardır. TCK 86/3. Maddesinde şikâyete<br />

bağlı olmadan re’sen soruşturma başlatılacak durumlar sayılmıştır. Hekimin bu<br />

durumlardan bazılarını kesin olarak bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla<br />

yaralanmanın hafif olması bir “bildirmeme” kriteri olamaz.<br />

MADDE 86– (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da<br />

algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis<br />

cezası ile cezalandırılır.<br />

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle<br />

giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir<br />

yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.<br />

(3) Kasten yaralama suçunun;<br />

a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,<br />

b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan<br />

kişiye karşı,<br />

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,<br />

173


d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,<br />

e) Silâhla,<br />

İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.<br />

Yukarıdaki maddeye göre hekim, niteliğine göre yaralanmanın “silahla”<br />

meydana gelip gelmediğine karar verebilir. Ancak diğer hususları belirleyebilmesi<br />

ancak hastanın vereceği bilgilere bağlıdır. Hastanın yalan söylemesi veya bazı<br />

şeyleri gizlemesi durumunda ve bunların sonradan ortaya çıkması halinde sağlık<br />

personeli bakımından bir sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />

Örneğin kafasındaki basit yaralanmanın “banyoda ayağı kayarak düşme”<br />

sonucu meydana geldiğini ifade eden bir kadın hasta ihbar edilmeyip olaydan bir ay<br />

sonra kocası tarafından dövüldüğü ortaya çıktığında ve savcılıkça soruşturma<br />

başlatıldığında, anamneze göre ihbarda bulunmayan hekim sorumluluk altında<br />

kalabilir. Bu nedenle tüm yaralanmaların ihbar edilmesi gibi bir zorunluluk ortaya<br />

çıkmaktadır.<br />

Aynı duruma intihar girişimlerine bağlı basit zehirlenmelerde de sıklıkla<br />

rastlanabilir. Hekimler, genellikle bu tür hastaları anamneze göre eylemi kendi<br />

gerçekleştirdiği ve klinik durumu da çok ağır olmadığı için bildirmeme yolunu<br />

seçmektedir. Oysa “intihara teşvik, ikna ve yardım” gibi bir suç vardır ve bu suçun<br />

soruşturulması gerekir.<br />

Bildirim Nereye Yapılacak?<br />

Bildirimin yapılacağı yer sağlık kuruluşunun bölge olarak bağlı olduğu<br />

savcılıktır. Ancak bildirim polis merkezlerine de yapılabilir. Sağlık kuruluşunda<br />

hastane polisi sistemi varsa, bu konuda yaşanacak sıkıntı da azalacaktır. Bu<br />

durumda yukarıda belirtildiği gibi tüm yaralanmaların hastane polisi kayıt defterine<br />

kaydının yaptırılması, ihbar yükümlülüğünün tereddütsüz biçimde yerine getirilmesini<br />

sağlayacaktır. Burada yaralanmadan kastedilenin kişinin fiziksel ve kimyasal<br />

etkenlerle, bedensel ve ruhsal olarak uğradığı her türlü zarar olduğu unutulmamalıdır.<br />

Hasta Bildirim Yapılmasını İstemiyorsa<br />

Adli nitelik taşıyan ancak sağlık kuruluşuna tedavi için başvuran ve bildirim<br />

yapılmasını da istemeyen bir hasta karşısında hekim ve diğer personelinin ne<br />

yapması gerektiği her zaman adli-tıbbi bir tartışma konusu olmuştur.<br />

Tıbbi açıdan hekimin bir muhbir olmadığı, temel görevinin kim olursa olsun<br />

hastaya şifa vermek olduğu, hastanın sırlarını saklamak gibi bir hukuksal<br />

yükümlülüğünün de olduğu, dolayısıyla TCK 280. Maddenin bunlarla çeliştiği<br />

belirtilmektedir.<br />

Adli açıdan ise kamu yararının korunması gerektiği, birçok suçta kişilerin<br />

bedensel zarar gördüğü, bunların tedavi için sağlık kuruluşlarına başvurduğu, adli<br />

mercilere başvurmamaları halinde kamu adına soruşturulması gereken birçok suçun<br />

gizli kaldığı, dolayısı ile sağlık personelinin suçu bildirme yükümlülüğünün sır<br />

saklama yükümlülüğünden daha üstün bir değer olduğu söylenmektedir.<br />

Bu tartışmalarda elbette ki her hekim ve sağlık personeli bir fikri benimseyebilir<br />

ve herkes bu fikre saygı duymak zorundadır. Ancak mevcut uygulamada geçerli olan<br />

TCK 280. Maddeye göre benimsenmiş olan görüş ne olursa olsun bir bildirim<br />

174


yükümlülüğü ve yükümlülük yerine getirilmediği durumda bir cezai yaptırım olduğu<br />

göz ardı edilmemelidir.<br />

Ortaya çıkabilecek en sıkıntılı durum, başvuran hastanın hayati tehlike ortaya<br />

çıkabilecek derecede bir yaralanmasının mevcut olup ihbar edilmesi halinde tedaviyi<br />

reddedip sağlık kuruluşunu terk edeceğini bildirmesi olabilir. Böyle bir durumda<br />

hekimin takınması gereken durum hakkında ceza maddesinde bir açıklama mevcut<br />

değildir. Kanaatimizce bu durumda etik ve deontolojik kurallar çerçevesinde hekimin<br />

birinci görevi hastaya müdahale etmek olmalıdır.<br />

Çocuk İstismarı Şüphesi Olan Olgulara Yaklaşım<br />

Hekimlerin çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri de hastalık veya başka<br />

bir nedenle tıbbi bakımını yaptıkları çocuklarda rastlamaları muhtemel istismar<br />

olayıdır. Genellikle ebeveyni tarafından fiziksel, cinsel, ruhsal istismara uğrayan veya<br />

ihmal edilen çocuklar, başka sebep ve/veya şikâyetler ile sağlık kuruluşuna getirilirler.<br />

Bu çocukların tespit ve teşhis edilmesi çok önemlidir. Herhangi bir istismar türünden<br />

şüphe edildiğinde yapılması gereken; multidisipliner bir yaklaşımla tanıya gidilmesi ve<br />

gerekli bildirimlerin yapılmasıdır.<br />

3. Adli Ölüm Olguları<br />

Kendinde mevcut olan ve tanısı konmuş bir hastalık sonucu ölen, ölümü<br />

beklenen bir sonuç olan kişilerin dışında, yaşı ne olursa olsun ölümü beklenen bir<br />

sonuç olmayan, dıştan bir etki ile ölen veya kendi hastalığı sonucu ölmüş olsa bile<br />

ölümün ani olarak ortaya çıktığı veya ölüm anında son dönemin nasıl geliştiği<br />

bilinmeyen ölüm olguları adli nitelik taşımaktadır. Bunu şöyle sınıflandırabiliriz:<br />

Doğal Ölümler<br />

Ölüm beklenir bir durumdur. Kendinde mevcut ve tanısı konmuş bir hastalık<br />

veya yaşlılık sonucu ölüm gerçekleşmiştir. Herhangi bir şüphe, iddia veya şikâyet söz<br />

konusu değildir. Bu ölümlerde hekim tarafından defin ruhsatı düzenlenir.<br />

Zorlamalı Ölümler<br />

Ölümde direkt veya indirekt olarak bir dış etki rol oynamıştır. Bu ölümler<br />

cinayet, intihar veya kaza orijini ile meydana gelen ölümlerdir. Bu tür ölümler adli<br />

olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli merciler haberdar edilir.<br />

Ani Ölümler<br />

Aslında ölüm kişinin kendinde mevcut bir hastalık sonucu meydana gelmiştir.<br />

Herhangi bir dış etki söz konusu mevcut değildir. Kişinin bilinen veya bilinmeyen bazı<br />

hastalıkları da olabilir. Ancak ölüm beklenmeyen bir zamanda ve ani olarak meydana<br />

gelmiştir. Dünya Sağlık Teşkilatı, kesin tanısı konmamış ve belirtiler ortaya çıktıktan<br />

sonra 24 saat içerisinde meydana gelmiş ölümleri ani ölüm olarak kabul eder. Bu tür<br />

ölümler adli olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli merciler haberdar<br />

edilir.<br />

Şüpheli Ölümler<br />

Aslında ölüm kişinin kendinde mevcut bir hastalık sonucu meydana gelmiştir.<br />

Herhangi bir dış etki söz konusu mevcut değildir. Kişinin bilinen veya bilinmeyen bazı<br />

hastalıkları da olabilir. Ancak ölüm beklenmeyen bir zamanda meydana gelmiş ve o<br />

esnada yanında kimse yoktur. Dolayısıyla ölümden hemen önceki dönem hakkında<br />

175


ilgi yoktur. Bu tür ölümler adli olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli<br />

merciler haberdar edilir.<br />

Defin Ruhsatı Düzenlenmesi<br />

Hekimlerin en fazla hatalı uygulama yaptıkları konulardan biridir. Öncelikle<br />

kesinlikle ceset görülmeden ve muayenesi yapılmadan defin ruhsatı<br />

düzenlenmemelidir. Ölüm olgularında defin ruhsatı düzenlenirken formlar<br />

kullanılmalıdır. Özellikle ölüm nedeni yazılırken “kardiak arrest” “akciğer ödemi” gibi<br />

ölümün nedeni değil sonucu olan tanılar yazılmamalı ve ilgili mevzuata uygun bir<br />

işlem yapılmalıdır (Bknz. Mezarlık Yerlerinin İnşaası İle Cenaze Nakil Ve Defin<br />

İşlemleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik)<br />

Adli Ölü Muayenesi<br />

Adli mercilere yukarıda belirtilen ölüm türlerinden herhangi biri ile ilgili olarak<br />

bir ihbar yapıldığında; kolluk gerekli önlemleri aldıktan sonra olay yerine veya ceset<br />

bir hastanede ise oraya görevli Cumhuriyet Savcısı yanında bir hekim ile gelerek<br />

cesedin dış muayenesi yapılır. Ceset bir hastanede ise bazen bu işlem için o<br />

hastanede çalışan bir hekim de görevlendirilebilir. Bu aşamada görevli hekim bilirkişi<br />

sıfatı ile cesedi muayene eder, gerekli bilgileri alır ve kişinin kesin ölüm nedeninin<br />

belli olup olmadığı ve/veya otopsiye gerek olup olmadığı konusunda bir görüş beyan<br />

eder. Ceza Muhakemesi Kanununda bu husus açık olarak belirtilmiştir.<br />

Madde 86 - (1) Engelleyici sebepler olmadıkça ölü muayenesinden veya<br />

otopsiden önce ölünün kimliği her suretle ve özellikle kendisini tanıyanlara<br />

gösterilerek belirlenir ve elde edilmiş bir şüpheli veya sanık varsa, teşhis edilmek<br />

üzere ölü ona da gösterilebilir.<br />

(2) Ölünün adlî muayenesinde tıbbî belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini<br />

belirlemek için tüm bulgular saptanır.<br />

(3) Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim<br />

görevlendirilerek yapılır.<br />

Burada en önemli nokta, otopsi yapılmasının gerekli olup olmadığına karar<br />

vermektir. Prensip olarak o anda ortada olmayan bazı iddia, şikâyet ve benzeri<br />

sorunların sonradan ortaya çıkabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Genel olarak<br />

doğal ölümler dışındaki ölüm türlerinin hepsinde otopsi yapılması gerekecektir. Eğer<br />

otopsi yapılacaksa bunun için cesedin bu konuda deneyimli ve gerekli teknik<br />

donanıma sahip bir merkeze nakli önerilir.<br />

176


ADLİ OLGUYA YAKLAŞIM AKIŞ ŞEMASI<br />

ADLİ OLGU<br />

ADLİ MERCİ GÖNDERMİŞ<br />

ÖLÜM<br />

KENDİSİ BAŞVURMUŞ<br />

Uygun Resmi Yazı<br />

Doğal Ölüm<br />

İhbar<br />

Uygun Muayene Ortamı<br />

Ölü Muayenesi<br />

Uygun muayene ortamı<br />

Uygun Anamnez ve Onam<br />

Defin Ruhsatı<br />

Uygun Anamnez ve Onam<br />

Uygun Muayene<br />

Uygun Muayene<br />

Gerekli Konsültasyonlar<br />

Gerekli Tetkikler<br />

Zorlamalı Ölüm<br />

Ani Ölüm<br />

Şüpheli Ölüm<br />

Gerekli Konsültasyonlar<br />

Gerekli Tetkikler<br />

Rapor<br />

Rapor<br />

Uygun Rapor Teslimi<br />

Savcılığa İhbar<br />

Uygun Rapor Teslimi<br />

Savcı + Hekim<br />

Defin Kararı<br />

Ölü Muayenesi<br />

Otopsi Kararı<br />

Defin Ruhsatı<br />

Elbiselerin İncelenmesi<br />

Kimlik Tespiti<br />

Fotoğraf ve Video<br />

Uygun Bir Merkeze<br />

Sevk<br />

177


Kaynaklar<br />

1) Çetin G. Tıbbi Malpraktis(Yeni Yasalar Çerçevesinde Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu,<br />

Tıbbi Malpraktis ve Adli Raporların Düzenlenmesi, Ed: Gürsel Çetin, Coşkun Yorulmaz), İ. Ü.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi-48, Yelken Matbaası,<br />

İstanbul, 2006, 31-42.<br />

2) Yorulmaz C, Kaya A. Tıbbi Malpraktisin Uzmanlık Alanlarına Dağılımı ve Karşılaşılan Nedenler<br />

(Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi Güncellemesi, Ed: Gürsel Çetin, Ahsen Kaya), İ. Ü.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi-78, Doyuran Matbaası,<br />

İstanbul, 2012, 9-21.<br />

3) Sağlık Bakanlığı Mezarlık Yerlerinin İnşası İle Cenaze Nakil Ve Defin İşlemleri Hakkında<br />

Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmî Gazete 19 Ocak 2013, Sayı : 28533,<br />

41.<br />

4) Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık<br />

Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 22.09.2005 tarih, 13292 sayılı Genelgesi,<br />

5) Türk Ceza Kanunu’nda Tanımlanan Yaralama Suçlarının Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi, Ed:<br />

Sadullah Güzel, Yasemin Balcı, Gürsel Çetin (2005) Ed: Ümit Naci Gündoğmuş, Yasemin Balcı, H.<br />

Mehmet Akın (2013), Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu, İstanbul,2013.<br />

6) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde<br />

Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu (İstanbul Protokolü)<br />

https://www.ttb.org.tr/eweb/istanbulprot/istprotokolu.html(Erişim tarihi 19.08.2016).<br />

7) Fincancı K. Ş. Adli Olguya Yaklaşım, (Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi Güncellemesi, Ed:<br />

Gürsel Çetin, Ahsen Kaya), İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri<br />

Sempozyum Dizisi-78, Doyuran Matbaası, İstanbul, 2012, s. 92-103.<br />

8) Adalet Bakanlığı Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, Yayımlandığı Resmi<br />

Gazete: 01.10.1998, No: 23480, http://www.resmigazete.gov.tr/(Erişim tarihi 18.08.2016)<br />

9) Adalet Bakanlığı Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin<br />

Tespiti Hakkında Yönetmelik Resmi Gazete Tarihi: 01.06.2005 Resmi Gazete Sayısı: 25832,<br />

http://www.resmigazete.gov.tr/ (Erişim tarihi 18.08.2016)<br />

10) Çetin G. Türk Ceza Kanunu Açısından Yaralar, Adli Tıp Ders Kitabı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültesi Yayını-281, İstanbul, 2011, 241-54.<br />

11) Yorulmaz C. Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet, Adli Tıp Ders Kitabı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />

Yayını-281, İstanbul, 2011, 389-98.<br />

178


Doğru ve Etkili Konsültasyon<br />

Prof. Dr. Abdullah SONSUZ<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

Konsültasyon Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı ile “Bir hastalığa tanı<br />

koymak veya hastalığı tedavi etmek amacıyla birden fazla hekimin görüş<br />

alışverişinde bulunması” şeklinde tanımlanmaktadır. Daha genel bir ifadeyle<br />

konsültasyon bir hastalık sürecinin yönetimindeki herhangi bir aşamanın aynı veya<br />

farklı uzmanlık ve çalışma sahalarındaki birden fazla doktor tarafından birlikte<br />

değerlendirilmesi ve görüş alışverişinde bulunulması şeklinde ifade edilebilir. Geçmiş<br />

yıllarda hekimlik pratiğinde çok büyük özen gösterilen ve kendine ilişkin kuralları<br />

bulunan bu uygulama günümüzde yazılı notlar üzerinden yapılan rutin bir<br />

değerlendirmeye hatta bazen elektronik hasta kayıtları üzerinden yürütülen sıradan<br />

bir işleme dönüşmüş görünmektedir.<br />

Bu değişiminin temelinde yatan en önemli faktör giderek artan ileri düzeyde<br />

uzmanlaşma ile birlikte doktorların ilgi ve üst düzey deneyim alanının daha dar bir<br />

konuyla sınırlanması, bunun yarattığı özgüven artışı çalışma koşullarından<br />

kaynaklanan sorunlardır. Bunun neticesi olarak konsültasyon bazen yasal bir<br />

zorunluluğu yerine getirmeye, ileride karşılaşılması olası medikolegal sorunlara karşı<br />

tebdir almaya, bazen ise aslında kendi yapması gereken bazı iş veya işlemleri başka<br />

bölüm veya uzmanlık alanlarından istemeye doğru, yanlış bir istikamete doğru<br />

yönelmiştir.<br />

Konsültasyonlarla İlgili Yasal Mevzuat<br />

Konsültasyon geleneğinin çok da olumlu yönde olmayan bu değişiminde etkili<br />

olan önemli bir neden konuya ilişkin yasal ve idari mevzuatın çok eski ve yetersiz<br />

olmasından kaynaklanan problemlerdir. Konsültasyonların düzenlenmesine ilişkin<br />

tüm kurum ve kuruluşları düzenleyen bütüncül bir üst düzey yasal mevzuat mevcut<br />

değildir. Var olan yasal düzenlemelere bakacak olursak:<br />

Tıbbi Deontoloji Tüzüğü: (Yürürlüğe Koyan Bakanlar Kurulu Kararnamesi:<br />

No.4/12578 - 13 Ocak 1960; Resmi Gazete ile neşir ve ilânı: 19 Şubat 1960 - Sayı:<br />

10436).<br />

Bu tüzüğün 24-30. maddeleri konsültasyonlarda uyulması gereken kuralları<br />

düzenlemektedir. Eski (55 yıl öncesine aitbir düzenleme olmasına rağmen halen<br />

geçerlidir. Bu tüzük “Tabip ve diş tabiplerinin, deontoloji bakımından riayetle mükellef<br />

oldukları kaide ve esaslar” içermektedir ve geçerlilik metninde belirtildiği gibi 6023<br />

sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 7 nci maddesi mucibince tabip odalarına<br />

kayıtlı bulunan tabip ve diştabipleri, bu nizamname hükümlerine tabidirler.<br />

Madde 24 – Hasta, konsültasyon yapılmasını arzu ederse, müdavi tabip veya<br />

diş tabibi bu talebi kabul eder. Müdavi tabip veya diş tabibi, konsültasyon<br />

yapılmasına lüzum gördüğü takdirde, keyfiyeti hastaya bildirir. Bu teklifin kabul<br />

edilmemesi halinde, müdavi tabip veya diş tabibi, hastasını bırakabilir.<br />

179


Bu Nizamnamenin yirmi birinci maddesinde yazılı sağlık tesislerinde,<br />

konsültasyonun hangi hallerde ve ne suretleyapılacağı, hastahaneler<br />

talimatnamelerinde gösterilir.<br />

Madde 25 – Konsültasyonlarda münakaşa ve müşavereler hasta ile<br />

etrafındakilerin duyup anlıyamıyacakları şekildeyapılır. Münakaşa ve müşavere<br />

esnasında, meslek vekarının muhafaza edilmesine dikkat olunur. Konsültasyona<br />

iştirak eden tabip veya diş tabibinin, bir meslektaşı himaye maksadı ile veya başka bir<br />

hissi sebeple, lüzumsuz metihlerden kaçınarak, kanaatini açıkça söylemesi lazımdır.<br />

Madde 26 – Konsültasyonda varılan neticeler, bir konsültasyon zaptı ile tesbit<br />

ve bu zabıt müştereken imza olunur. Konsültasyon neticesi, ayrıca, en yaşlı tabip<br />

veya diş tabibi tarafından hastaya bildirilir. Netice bildirilirken, hastanın veya<br />

yakınlarının maneviyatını bozacak veya kendilerini tereddüt ve şüpheye düşürecek<br />

müphem ve imalı sözler sarf edilmesi caiz değildir.<br />

Madde 27 – Konsültan tabip veya diş tabibi, yapılan tedaviyi uygun görmediği<br />

takdirde, kanaatını konsültasyon zaptına yazmakla iktifa eder. Yapılan tedaviye<br />

müdahalede bulunamaz.<br />

Madde 28 – Konsültan tabip veya diş tabibi ile müdavi tabibin kanaatları<br />

arasında aykırılık hasıl olur ve hasta, konsültan tabip veya diş tabibinin kanaatını<br />

tercih eder ise, müdavi tabip kendi görüşünde israr ettiği takdirde hastayı terk<br />

edebilir.<br />

Madde 29 – Konsültan tabip veya diş tabibi, hastanın israrlı talebi olmadıkça,<br />

hastayı tedavi edemez.<br />

Konsültan tabip veya diş tabibinin, konsültasyonu icab ettirmiş olan hastalığın<br />

devamı müddetince, müdavi tabibin muvafakati olmadan, hastanın yanına, aynı<br />

hastalık için, mesleki bir maksatla sonradan girmesi caiz değildir.<br />

Madde 30 – Yapılan konsültasyonda her tabip veya diş tabibi, ücretini ayrı ayrı<br />

alır. Ücretin, bir elden alınarak taksimi caiz değildir. Konsültasyon, müdavi tabibe,<br />

konsültan tabip veya diş tabibi gibi, ücret almak hakkını verir.<br />

Kamuda çalışan doktorların tabip odalarına üye olmalarını zorunlu olmaktan<br />

çıkaran yasal düzenlemelerden sonra tüzüğün hükümlerinin uygulanabilirliği<br />

konusunda bir belirsizlik doğduğu görülmektedir. Diğer taraftan bu günkü koşullarda<br />

uygulanabilirliği son derece güç olan biçimsel unsurlar taşıdığı da dikkate alınmalıdır.<br />

Ülkemizde yasal mevzuatın günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde<br />

düzenlenmesine ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunun örneği olarak dikkate<br />

alınmalıdır.<br />

Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği (Bakanlar Kurulu Kararının<br />

Tarihi: 10.9.1982, No: 8/5319<br />

Dayandığı Kanunun Tarihi: Yayımlandığı R. Gazetenin Tarihi: 13.1.1983, No:<br />

17927 Mük.)<br />

Madde 65 – Yataklı tedavi kurumunda yatan ve tedavi gören hasta veya ailesinden<br />

birisi, bir veya birkaç uzmanla konsültasyon yapılmasını istediği takdirde, müdavi<br />

konsültasyon tabibin muvafakatı, baştabibin müsaadesiyle ücretleri hasta veya<br />

sahipleri tarafından ödenmek şartıyla, istenen uzmanların hastayı görmesine<br />

müsaade edilir. Müdavi tabibin konsültasyona muhalefeti halinde, gereğine baştabib<br />

karar verir. Yapılan konsültasyonun neticesi müşahade kağıdına etraflıca yazılarak<br />

180


altı muayene eden tabibler tarafından imza edilir. Kurumun görevli tabibi,<br />

konsültasyon kararı çoğunluk ile de olsa, kendi özel görüş ve fenni kanaatine aykırı<br />

tedavi ve ameliyata zorlanamaz. Bu takdirde tedavi ve müdahale hasta veya<br />

sahibinin muvafakatı ile konsültasyona katılan uzman tabib tarafından yapılır.<br />

Madde 114 – Servis şef ve uzmanları... Herhangi bir hasta hakkında<br />

konsültasyon için diğer şubelerden gelen davetleri kabul ve görüşlerini bildirmek<br />

zorundadırlar. Aynı şubeden birçok uzman bulunan kurumlarda bu çeşit hizmetler<br />

baştabibin düzenleyeceği sıraya göre nöbetleşe yapılır.<br />

Madde 116 – Kendisine bir gün önceden verilecek ameliyat listelerine göre<br />

vak'aların niteliklerini ve ameliyat sürelerini göz önüne alarak günlük ameliyathane<br />

çalışma listelerini düzenler. Ameliyat olacak hastaların ameliyata hazırlanması için<br />

gerekli incelemeler ile konsültasyonların yapılmasını ve bu hastaların<br />

premedikasyonunu sağlar.<br />

Hasta Hakları Yönetmeliği: (Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete<br />

Sayısı: 23420)<br />

Madde 9- Hastaya talebi halinde, kendisine sağlık hizmeti verecek veya<br />

vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimlikleri, görev ve unvanları hakkında<br />

bilgi verilir.<br />

Mevzuat ile belirlenmiş usullere uyulmak şartı ile hastanın, kendisine sağlık<br />

hizmeti verecek olan personeli serbestçe seçme, tedavisi ile ilgilenen tabibi<br />

değiştirme ve başka tabiplerin konsültasyonunu istemek hakkı vardır. Personeli<br />

seçme, tabibi değiştirme ve konsültasyon isteme hakları kullanıldığında, mevzuat ile<br />

belirlenen ücret farkı, bu hakları kullanan hasta tarafından karşılanır.<br />

Özel Hastaneler Yönetmeliği: (Resmi Gazete Tarihi: 27.03.2002 Resmi<br />

Gazete Sayısı: 24708)<br />

Konumuzla doğrudan ilgili olmasa da özel hastanelerin konsültasyon<br />

işlemlerine ilişkin yasal mevzuat da aşağıda sunulmuştur.<br />

(Değişik:RG-23/9/2010-27708) Sağlık durumu aciliyet arz eden ve/veya başka<br />

kuruma sevki tıbben riskli olan hastalar için, tedavisini üstlenen tabibin talebi üzerine<br />

tıbbi görüş, destekleyici ve tamamlayıcı hizmet veya yardım alınması için<br />

konsültasyon hizmetine ihtiyaç duyulan dalda o ildeki öncelikle özel sağlık<br />

kurum/kuruluşlarındaki kadrolu hekimlerden olmak üzere konsültan hekim davet<br />

edilebilir. Konsültan hizmet bedeli hastane tarafından hizmet sunan kuruma ödenir.<br />

Bu şekilde hastaneye davet edilen konsültan hekimlerin isimleri ve uzmanlık dalları<br />

hakkında mesul müdür tarafından en geç beş iş günü içinde müdürlüğe bilgi verilir.<br />

Üniversite Hastaneleri / Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezlerindeki<br />

durum:<br />

Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğive<br />

Hasta Hakları Yönetmeliği, kapsamı bakımından Üniversite Hastaneleri / Sağlık<br />

Araştırma ve Uygulama Merkezleri için de bağlayıcı hükümler taşımaktadır. Bununla<br />

birlikte bu hastanelerin kuruluş ve çalışma esasları çoğu zaman daha özel<br />

181


düzenlemeleri gerekli kılmaktadır ve bu ihtiyaç yayınlanan hizmet yönergeleri veya<br />

daha alt birimlerin (Anabilim Dalı, Bilim Dalı) yaptığı iç düzenlemeler ile karşılanmaya<br />

çalışılmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi için daha çok 2. seçeneğin geçerli<br />

olduğunu söyleyebiliriz.<br />

Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları (Yayın Tarihi:<br />

01.02.1999)<br />

Danışım (Konsültasyon) ve Ekip Çalışması<br />

Madde 19-Danışım ve ekip çalışması sürecinin düzenli işleyebilmesi ve bir<br />

hekim hakkı olarak yaşama geçirilebilmesi için;<br />

a. Hasta izlemi sırasında, değişik uzmanlık alanlarının görüş ve uygulamalarına<br />

gereksinim doğduğunda, tedaviyi yürüten hekim durumu hasta ve/veya yakınlarına<br />

bildirmelidir. Konsültasyonu hastanın tedaviyi yürüten hekimi yazılı olarak ister. Yazılı<br />

istemde hastanın özellikleri, konsültasyon isteğinin nedenleri açık ve anlaşılır biçimde<br />

belirtilir.<br />

b. Konsültasyon sürecinde konsültan hekim de, hastanın sürekli hekimi gibi hastadan<br />

sorumludur.<br />

c. Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip olmalıdır.<br />

d. Konsültasyon sonucunda, konsültasyonun gerekçesi ve sonuçları, açık ve anlaşılır<br />

biçimde bir tutanak ile belgelenir.<br />

e. Konsültasyonun sonuçlarından hastalar da yeterli ölçüde bilgilendirilir.<br />

f. Konsültasyonun sonucunda hastanın tedaviyi yürüten hekimi ile konsültan hekimin<br />

görüş ve kanaatleri arasında fark olur ve hasta konsültan hekimin önerilerini kabul<br />

ederse, hastanın tedaviyi yürüten hekimi tedaviyi bırakabilir.<br />

g. Konsültasyon istenen hekim davete uymak zorundadır.<br />

Değişik Koşullarda Konsültasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi<br />

Burada her kurumun kendi imkan ve ihtiyaçlarına göre bazı düzenlemeler<br />

yapması en doğru olan yaklaşımdır. Tek bir modelin bütün koşullarda ihtiyaçları<br />

karşılaması beklenmemelidir. Bununla birlikte bir üniversite hastanesinde standart<br />

konsültasyon hizmetlerinin yerini tutacak veya bu sistemi destekleyecek başka<br />

mekanizmaların varlığı da bir gerçektir. Bu mekanizmalar arasında multidispliner<br />

hasta takip / tedavi poliklinikleri, hasta konseyleri, özel bazı hastalıklar veya hastalık<br />

grupları için oluşturulan sürekli poliklinikler, öğretim üyelerinin özel ilgi alanları ile ilgili<br />

olarak doğrudan hasta kabülleri sayılabilir ve bu alanda büyük bir imkan çeşitliliğini<br />

ortaya koyar. Ancak özellikle büyük ve eski kurumların sahip olduğu bu imkanların<br />

her yerde bulunamayacağı unutulmamalı ve standart konsültasyon hizmetlerinin<br />

belirli bir düzeyde devam ettirilmesinin önemi gözardı edilmemelidir. Standart<br />

konsültasyonların işleyişi ile ilgili temel prensiplere dönecek olursak bir kural<br />

olmamakla beraber bu tür konsültasyonlar 4 farklı başlıkta toplanabilir ve her birinin<br />

kendine göre kuralları ve öncelikleri mevcuttur.<br />

1. Günlük rutin konsültasyon hizmetleri<br />

2. Preoperatif konsültasyonlar<br />

3. İleri düzeyli konsültasyonlar<br />

4. Acil konsültasyonlar<br />

Günlük rutin konsültasyon hizmetleri yatan hastalar ve poliklinik hastaları<br />

için belirli kural ve prensiplere tabii olarak düzenlenmesi yürütülmesi önem<br />

182


taşımaktadır. Günümüzde hastanın talebi üzerine aynı uzmanlık sahasından başka<br />

hekimlerce yapılan konsültasyonlar yasal mevzuat içerisinde yer alıyor olsa bile<br />

özellikle kamu hastanelerindeki uygulamalar bakımından hemen hiç karşılaşılan bir<br />

durum değildir ve her tür konsültasyon genelde hastayı izleyen hekimin istek ve<br />

kararı ile talep edilmektedir. Görev yapılan kurumun konsültasyon için belirlediği özel<br />

prensipler bulunmadığı durumlarda bunun aşağıdaki kurallar içerisinde yürütülmesi<br />

yararlı olacaktır.<br />

Konsültasyon hastanın yatış nedeni ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgili<br />

olabilecek konuları kapsamalıdır. Bazı durumlarda hastaların yattığı bölümlerde<br />

başka hastalıklarının tanı ve tedavisi için yapabileceği talepler konsültasyon olarak<br />

görülmemelidir. Örnek olarak kolesistektomi için yatırılmış bir hastada var olan<br />

hipertansiyon için operasyon ve operasyon sonrası sorunlar bakımından bir<br />

konsültasyon istenilmesi gerekli görülebilir. Ancak aynı hastanın hastaneye<br />

yatmışken bir de görme bozuklukları için muayene olma isteği ise konsültasyon<br />

kapsamında değerlendirilmemelidir.<br />

Konsültasyon genel muayene talebi değildir. Hasta hakkında gerekli bilgiler<br />

verilmeli ve neyin sorulmak istendiği açık olarak belirtilmelidir.<br />

Konsültan hekimin isteyebileceği bazı incelemeler için zaman tanınmalıdır, bu<br />

tetkikleri yaptırmak hastayı izleyen ve konsültasyon talep eden hekimin<br />

sorumluluğundadır.<br />

Hastada mevcut bir tıbbi problemin niteliği hakkında ayrıntılı bilgi sahibi<br />

olunmadığı veya hangi bulgu veya semptomun daha öncelikli olduğunun<br />

değerlendirilemediğidurumlarda spesifik konsültasyonların değil, anabilim dalları<br />

düzeyindeki daha kapsayıcı genel konsültasyonların istenilmesi doğru olacaktır.<br />

Örnek olarak dispne ve karaciğer enzim yüksekliği ile gelmiş bulunan bir hastada<br />

istenilecek konsültasyon sırası önce İç hastalıkları/Göğüs hastalıkları/Kardiyoloji,<br />

ardından gerekirse gastroenteroloji şeklinde olmalıdır. Buradaki sıralama bir yandan<br />

hastalık önem ve ağırlığına, diğer yandan ise hangi hastalığın hangi problemin<br />

nedeni olabileceğine göre belirlenmelidir. Yukarıdaki örneğe dönecek olursak bir<br />

karaciğer hastalığının solunum zorluğuna neden olması beklenilen bir durum<br />

değilken, konjestif kalp yetersizliğinin karaciğer fonksiyon bozukluğu oluşturmasının<br />

çok daha muhtemel olduğu gerçeğine dayanır.<br />

Bazı konsültasyonlarda uzun ve zaman alıcı incelemelere ihtiyaç duyulabilir. Böyle<br />

durumlarda hastanın konsültan hekimin kliniğine transferi için ısrarcı olunmamalıdır,<br />

bir hasta taburcu olana kadar kendisini yatıran hekimin sorumluluğu altındadır.<br />

Preoperatif konsültasyonlar önemli, ancak günlük uygulamalarda oldukça<br />

sorunlu bir konu durumundadır. Bu tür konsültasyonlar yatan veya ayaktan ameliyata<br />

hazırlanan hastalar için istenilebilir. Çeşitli zorunluluklar nedeniyle hastaların<br />

planlanan operasyonlardan çok kısa bir süre önce yatırılması veya polikliniklere<br />

gönderilmesi durumunda istenilen incelmeler için yeterli zaman kalmakta ve bazen<br />

operasyonların ertelenmesine neden olan sorunlar yaşanabilmektedir. Bu hastalarda<br />

konsültasyon istenilen bölümlerin ihtiyaç duyacağı incelemeler için mutlaka zaman<br />

tanınmalıdır.<br />

Preoperatif dönemde istenilen konsültasyonlarda talebin hangi birimden<br />

geldiği ayrıca önem taşımaktadır. Ameliyatı planlanan bir hastada mevcut tıbbi durum<br />

veya cerrahi tedavi ihtiyacı için değerlendirilme istenmiş olması muhtemel olabileceği<br />

gibi bu konuda bir talep olmaksızın doğrudan ameliyat süreci ve post op döneme<br />

183


ilişkin bir risk değerlendirmesi ve yönetimini de istemiş olabilir. Birinci türden bir istek<br />

çoğu defa operasyonu yapacak olan birimlerden gelirken ikinci tür değerlendirmeler<br />

ise daha çok anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanlarınca istenilmektedir.<br />

Konsültasyonda her iki tarafın beklentisinin ve öğrenmek istediklerinin farklı<br />

olacağıdikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır.<br />

Bu tür konsültasyonlardaki sorunlardan birisi de dış merkezlerde ameliyat<br />

olacak olan hastaların talepleridir. Bu talebin yazılı isteğe dayanmadan doğrudan<br />

hastalar tarafından iletilen “doktorunuzdan ameliyat olmasında sakınca yoktur diye<br />

yazı getirin” şeklindeki bir ifade ile istenildiği örneklere dahi rastlanılmaktadır. Bu<br />

taleplerde mutlaka konsültasyon isteğinin yazılı olarak alınması konusuna özen<br />

gösterilmeli, cevabı da yazılı olarak sunulmalıdır. Hastalar aracılığı ile iletilebilecek<br />

bilgilerin çok büyük yanlış anlaşılmalara ve bu zeminde doğacak medikolegal<br />

problemlere zemin hazırlayacağı unutulmamalıdır.<br />

Preoperatif konsültasyonlarda yapılması planlanan cerrahi girişim açık ve net<br />

olarak anlaşılmalı ve medikal boyutu ile irdelenmelidir. Kendi sahanız ile sınırlı olmak<br />

üzere kesin kontrendikasyon oluşturan bir durum veya özel bir risk saptamış iseniz,<br />

bunu açık olarak belirtmiş olmanız doğrudur. Buna karşılık size özel olarak<br />

sorulmamış ise planlanan tedavi ile alternatif tedavi seçenekleri arasında bir<br />

değerlendirme yapmanız doğru olmayabilir, bu konu bir preoperatif konsültasyonun<br />

kapsamı dışında kalmaktadır.<br />

Bu konsültasyonlarda başka uzmanlıkların yetki ve karar sahası içinde kalan<br />

ifadelerden kaçınılmalıdır. Sizden bu şekilde istenmiş olsa bile bir preop<br />

değerlendirmede “......anestezi alması sakıncalıdır veya sakınca yoktur... “ şeklinde<br />

bir ifade kullanılması doğru değildir. Bu ancak anesteziyoloji ve reanimasyon<br />

uzmanının vereceği bir karardır ve sizden istenilen bu kararı vermeniz değil, ilgili<br />

uzmanın bu kararı vermekte ihtiyaç duyacağı tıbbi değerlendirmeleri yapmaktır. Bu<br />

kapsamda hastalığın tanımı, ağırlığı, karşılaşılması olası komplikasyonlar ve bunun<br />

altta yatan hastalıkta oluşturabileceği sorunlar, uygulanmakta olan tedavide bir<br />

değişiklik yapılması gerekip gerekmediği belirtilmelidir.<br />

İleri düzeyli konsültasyonlar bu tür konsültasyonlar büyük ölçüde belirli<br />

konularda spesifik hasta poliklinikleri, multidisipliner poliklinik çalışmaları veya bazı<br />

hastalık gruplarını özel olarak izleyen kişiler ile yürütülen konsültasyonlardır. Günlük<br />

klinik pratikte uzmanlık eğitimi görenlerin bu kapsamdaki görev ve sorumlulukları<br />

oldukça sınırlıdır ancak eğitimleri açısından bu faaliyetlerin bütünüyle dışında<br />

kalmaları doğru değildir. Bu tür hastalar ile ileride yakınlarda size yardımcı olabilecek<br />

eğiticileriniz olmaksızın karşılaşacağınızı unutmayınız.<br />

Acil konsültasyonlar günlük konsültasyonların bir alt türü olarak da<br />

düşünülebilir. Buradaki temel farklılık mesai saatleri dışında ve nöbet koşullarında da<br />

istenilebilmesi ve çoğu zaman daha kısa zamanda ve daha sınırlı bir inceleme ile<br />

karar verme mecburiyetinin varlığıdır. Acil konsültasyonlar normal yataklı<br />

servislerdeki hastalar için de istenmiş olabilir, ancak büyük çoğunluğunu acil<br />

servislerde yatan hastalar için istenilen konsültasyonlar oluşturur.<br />

Bu bölümlerde istenilen konsültasyonlarda zaman zaman sözel iletişimle<br />

gerçekleştirilmek zorunda kalınabilir. Bu gibi durumlarda yapılan görüşmeler ve<br />

alınan önerilerin mutlaka hasta dosyalarına işlenilmesi, önem taşımaktadır.<br />

184


Bütün konsültasyonlar için de kullanılabilirse de daha çok acil servislerdeki<br />

konsültasyon hizmetlerinin değerlendirilmesi için kullanılmış olan konsültasyonların<br />

5C’si (5 Cs of Consultation) yaklaşımı çoğu durumda geçerli olan temel ilkeleri<br />

barındırmaktadır.<br />

Contact<br />

Konsültasyon talebini başlatma<br />

Communicate<br />

Klinik probleme ve sorulara odaklanmış özlü bilgi aktarımı<br />

Core Question<br />

Cevaplanması gereken özel bir soru veya yapılması<br />

istenilen işlem için bilgi ve görüş sorulması<br />

Collaboration<br />

Konsültasyon isteyen doktor ile konsültan doktor veya<br />

doktorlar arasında hastalık sürecinin yönetimi veya spesifik<br />

bir sorunun çözümü için görüşmeler<br />

Closing the Loop Değerlendirmenin tamamlanıp konsültasyon sürecinin<br />

sonlandırılması<br />

Konsültasyon istemek de, konsültasyon yapmak da günlük hekimlik pratiğinde<br />

alıştığımızın dışında bir bakış açısı ve farklı bir hasta yaklaşımı gerektirir. Mezuniyet<br />

sonrası tıp eğitimi programlarında henüz yeterince yer almayan bu konu, doktorların<br />

hızla uzamanlaşması ve ileri uzmanlık alanlarına yönelmesi ile ileride daha da<br />

problemli bir hale gelmeye adaydır.<br />

Her şeyden önce, konsültasyonun uzmanlık eğitiminin önemli araçlarından<br />

birisi olduğunu ve hizmeti eğitime dönüştürmek için faydalanabileceğiniz eşsiz bir<br />

fırsat olarak kullanabileceğinizi unutmamalısınız. Eğitiminiz süresince bu konuda<br />

göstereceğiniz çabalar konsültasyonlardaki yetkinliğinizi artıracak ve bu durum<br />

ilerideki meslek yaşamınızda sizlere saygınlık ve güven kazandıran bir özelliğiniz<br />

olacaktır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Kessler CS, Tadisina KK, Saks M, etal. The 5Cs of Consultation: Training Medical Students to<br />

Communicate Effectively in the Emergency Department. J EmergMed. 2015;49(5):713-21<br />

2. Goldman L, Lee T, Rudd P. Ten commandments for effective consultations. Arch Intern Med.<br />

1983;143(9):1753-5.<br />

3. Salerno SM, Hurst FP, Halvorson S et al: Principles of Effective Consultation: An Update for the<br />

21st-Century Consultant. Arch Intern Med. 2007;167(3):271-5.<br />

185


Acil Durum ve Afet Yönetimi<br />

Prof Dr İbrahim İKİZCELİ<br />

Uzm Dr Yonca Senem AKDENİZ<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı<br />

Ülkemiz gerek coğrafi özellikleri bakımından gerek stratejik konumu açısından<br />

afet oluşma potansiyeli yüksek bir ülkedir.Özellikle geçtiğimiz günlerde yaşadığımız<br />

kanlı darbe girişimi ve öncesinde yoğunlaşan terör olayları ciddi can kaybı ve maddi<br />

zarara mal olmuştur. Bunların dışında deprem ve sel gibi doğa olayları geçtiğimiz<br />

yıllarda ülkemize çok ciddi zarar vermiştir. Bu yüzden afetlere hazırlık ve<br />

planlamaüzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Özellikle Acil Tıp<br />

hekimlerine hastane içi ve dışında afetlere müdahale, önleme, hazırlık, planlama ve<br />

organizasyon aşamalarında büyük sorumluluk düşer.<br />

Acil Durum ve Afet Tanımı<br />

Doğal veya insan faaliyetleri sonucu oluşan olağanüstü bir olayın acil durum<br />

olabilmesi için insanların yaşam alanlarını, vücut bütünlüklerini tehdit etmesi veya<br />

faaliyetlerini kesintiye uğratıyor olması gerekir. Sağlık Bakanlığı hastane afet planı<br />

hazırlama kılavuzuna göre acil durum büyük, fakat genellikle yerel imkânlarla baş<br />

edilebilen çapta, ivedilik gerektiren tüm durum ve hallerdir. 5902 sayılı kanunda,<br />

“Toplumun tamamının veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran<br />

veya kesintiye uğratan ve acil müdahaleyi gerektiren olaylar ve bu olayların<br />

oluşturduğu kriz hali”olarak tanımlanmıştır. Özetle acil durum, toplumun tamamının<br />

veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan<br />

ve acil müdahaleyi gerektiren olayları ve bu olayların oluşturduğu kriz halini ifade eder.<br />

Acil durum beklenmeyen olay ve olaylar silsilesidir. Salgın hastalıklar, kitlesel<br />

yemek zehirlenmeleri, bomba ihbarı, endüstriyel kazalar, doğal olaylar ve afetler acil<br />

durum kapsamındadır. Acil durumlarda zaman en önemli unsurlardan biridir. Hızlı bir<br />

organizasyon yapılarak müdahaleye geçilmelidir ve her aşamada zamanla yarış<br />

halinde olmak gereklidir. Bunun için önceden hazırlanmış planlar çok önemlidir. Acil<br />

durum yönetimi, afetlerin önlenmesine veya ortaya çıkması durumunda etkilerinin<br />

azaltılması amacı ile önceden hazırlıklı olunmasına ve afet anında zararların<br />

azaltılmasına yönelik düzenleme ve önlemleri içerir. Eğer acil durumun niteliği bu<br />

amaç için örgütlenmiş olan mevcut organizasyon tarafından yönetilecek ve kontrol<br />

altına alacak mahiyeti aşarsa, kriz veya afet yönetimi aşamasına geçilecektir.<br />

Afet denildiği zaman aklımıza çoğu zaman deprem, sel, su baskınları, yangın<br />

gibi durumlar gelse de bunların dışında beklenmedik ve kaynakların kapasitesini aşan<br />

her türlü durum afet kapsamına girmektedir. Daha basit olarak bir sistemin müdahale<br />

ve yanıt kapasitesini aşan her türlü olay olarak tanımlanabilir. Bu müdahale ve yanıt<br />

kapasitesi farklı bölgelere göre, hatta aynı bölge içinde günün farklı saatleri ya da<br />

haftanın farklı günlerine göre de değişiklik gösterebilir. Büyük bir il merkezinde 3-4<br />

aracın karıştığı 4-5 ciddi durumda yaralının ve 7-8 hafif yaralının olduğu bir trafik<br />

kazası afet olarak kabul edilmez, ancak aynı kaza küçük bir ilçe merkezinde<br />

olduğunda afet olarak kabul edilebilir veya diyaliz ünitesi sadece gündüz çalışan bir<br />

186


hastane için gecenin geç saatlerinde acil servise başvuran ve acil diyaliz ihtiyacı olan<br />

bir hastanın başvurması da bu kapsama girer. Burada önemli olan mevcut kaynakların<br />

yeterliliğidir. Bu gibi olayların dışında üst düzey bir yöneticinin veya ünlü birinin acil<br />

servise gelmesi de kaynakların çoğunun buraya aktarılmasından dolayı afet olarak<br />

değerlendirilebilir. Düzgün bir tanım yapmamız gerekirse afet, toplumun tamamı veya<br />

belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve<br />

insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan, etkilenen toplumun baş etme<br />

kapasitesinin yeterli olmadığı doğa, teknoloji veya insan kaynaklı olaydır. Afet bir<br />

olayın kendisinden çok, doğurduğu sonuçtur.<br />

Afet Sınıflandırmaları<br />

Afetler dış ve iç olarak ikiye ayrılmışlardır. İç afetler hastane sınırları içinde<br />

gerçekleşirler, örnek olarak güç kesintisi, yangın, laboratuvar kazası, patlama, silahlı<br />

saldırı, sistem arızası, potansiyel bir saldırgan veya suçlunun hastaneye getirilmesi vb.<br />

sayılabilir. Dış afetler hastane dışında meydana gelir. Bunlara örnek olarak trafik<br />

kazaları, bombalama gibi terör olayları, endüstriyel kazalar, toplu zehirlenmeler vb.<br />

sayılabilir. Deprem, savaş gibi bazı afetler ise her iki tipi kapsayabilir. Afetler ayrıca<br />

doğal ve insan kaynaklı olarak da ikiye ayrılmışlardır. Bazı kaynaklarda etkilenen insan<br />

sayısına göre ayırım yapılmıştır. Bunların dışında da oluş şekilleri, büyüklükleri, tipleri,<br />

uyarı düzeyleri gibi birçok özelliğe göre sınıflandırmalar yapılmıştır. Ama daha önce de<br />

belirttiğimiz gibi önemli olan olağandışı duruma verilen cevabın yeterliliğidir.<br />

Verilen cevaba göreafetler üç seviyeye ayrılmıştır. Yerel olanaklar sorunu<br />

çözmede yeterli gelmişse I. Seviye, bölgesel yardım gerekmiş ise II. Seviye, devlet ve<br />

dış ülkelerin yardımı gerekmiş ise III. Seviye olarak tanımlanmıştır.<br />

Diğer bir model ise, "potansiyel hasara neden olan olay" (potential injury<br />

creating event - PICE) olarak tanımlanmıştır (Tablo 1). A kolonunda (birinci önek), ek<br />

yaralanmalar için risk varlığı olup olmadığı, B kolonunda (ikinci önek), yerel<br />

kaynakların durumu, yetersiz ise artırılması gerektiği (sistemi bozucu bir olay) ya da<br />

yeni baştan oluşturulması gerektiği (paralitik bir olay) belirtilir. C kolonu (üçüncü önek),<br />

olayın coğrafi yayılımını gösterir. Dış yardım gereksinimini Evrelendirme gösterir. Evre<br />

0, çok az ya da hiç gerekli olmadığı; Evre I, az oranda bir dış yardımın gerekli<br />

olabileceği ve yardımın alarmda beklemesini; Evre II, orta oranda dış yardım ihtiyacı<br />

olabileceği ve yardımın yedekte bekletilmesi gerektiği ve Evre III, yerel kaynakların<br />

tamamen yetersiz olduğu ve dışardan kaynak ve personel yardımının çağrılması<br />

gerektiğini gösterir. Örn. birkaç ölü ve bir düzine yaralının olduğu çoklu bir araç kazası<br />

büyük bir şehir için Evre 0 iken, küçük bir yerleşim yeri için Evre III olacaktır. Olayın<br />

dinamik ya da statik olmasını belirleyen asıl etmen, mevcut olan durumun çok yeni<br />

olması ve yaralı sayısının ve hastanelere etkisinin henüz belirlenememiş olmasıdır.<br />

187


Tablo 1. Potansiyel hasara neden olan olay (PICE)<br />

Önek PICE evresi Planlanan<br />

dış yardım<br />

ihtiyacı<br />

A B C<br />

Statik<br />

Kontrol<br />

altında<br />

Dış yardım<br />

durumu<br />

Yerel 0 Yok Aktif değil<br />

Dinamik<br />

Sistemi<br />

bozan<br />

Bölgesel I Az Alarmda<br />

Paralitik Ulusal II Orta Yedekte<br />

Uluslararası III Çok Gönderilmiş<br />

Afet Yönetimi<br />

Afet yönetimi, afetlerin önlenmesi, risk ve zararlarının azaltılması, afet sonucunu<br />

doğuran olaylara zamanında, hızlı ve etkili olarak müdahale edilmesi ve afetten<br />

etkilenen topluluklar için daha güvenli ve gelişmiş yeni bir yaşam çevresi<br />

oluşturulabilmesi için toplumca yapılması gereken topyekûn bir mücadele sürecidir.<br />

Bütünleşik afet yönetimi, mevcut ve muhtemel tüm afet tehlike ve risklerini, afet<br />

yönetiminin tüm temel evrelerini (önleme/zarar azaltma, hazırlık, müdahale,<br />

rehabilitasyon/iyileştirme) kapsayan, tüm sektörlerden (kamu, özel, sivil, akademik)<br />

kurum ve kuruluşların, toplumunafet yönetimi süreçlerine katılımını ve tüm kaynakların<br />

seferber edilmesini ifade eden bir yaklaşımdır.<br />

Başka bir ifade ile “Afet Yönetimi” kavramı her türlü tehlikeye karşı hazırlıklı<br />

olma, zarar azaltma, müdahale etme ve iyileştirme amacıyla mevcut kaynakları<br />

organize eden analiz, planlama, karar alma ve değerlendirme süreçlerinin tümünü<br />

kapsar. Bu nedenle, afet yönetimi çalışmaları bir bütündür ve birçok disiplinin bir arada<br />

uyumlu çalışmasını gerektirir.<br />

Modern Afet Yönetimi Sistemi’nde, Risk ve Zarar Azaltma, hazırlık, tahmin ve<br />

erken uyarı, afetler konusunda bilgi ve bilinç sahibi olmak gibi afet öncesi önleme ve<br />

korumaya yönelik olan çalışmalara “risk yönetimi” denilirken; etki analizi, müdahale,<br />

iyileştirme, yeniden yapılanma gibi afet sonrası hayatı ve işleyişi düzeltmeye yönelik<br />

olarak yapılan çalışmalara ise “kriz yönetimi” adı verilir (Şekil 1). Öncelikle şehir, bölge<br />

ve ülke genelinde bir bütün olarak olası zarar azaltma ve hazırlık gibi risk yönetimine<br />

yönelik çalışmalar yapılmazsa afet sonrası kriz yönetimi hızlı, ucuz ve etkin yani<br />

başarılı olamaz.<br />

Günümüzde afet yönetimi, risk ve zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve<br />

iyileştirme gibi 4 ana evreden oluşur. Ancak bu evreler, tahmin ve erken uyarı, afetlerin<br />

anlaşılması, etki ve ihtiyaç analizi ile birlikte yeniden yapılanma gibi alt evreleri de<br />

kapsar (Şekil 1). Risk yönetimi afet öncesi, kriz yönetimi de afet sonrası faaliyetlerin<br />

çalışma sistemini belirler.<br />

188


Şekil 1.Afet yönetimi döngüsü<br />

Hem afet, hem de kriz yönetimi zarar azaltmayla başlar.<br />

Afet yönetiminin her aşamasında da planlama, risk azaltma, vb. çalışmalar<br />

vardır ve bu aşamalar her zaman birbirini takip etmek zorunda olmadığı gibi, genellikle<br />

birbirinin içine girerler. Özellikle de risk yönetimi, afet yönetim sisteminin her evresinde<br />

ortaya çıkabilecek yeni riskleri de dikkate alabilmelidir. Yeniden inşa faaliyetleri ise<br />

mutlaka gelecekteki tehlike ve riskleri önlemeyi veya etkilerini en aza indirmeyi<br />

amaçlamalıdır.<br />

Afet yönetiminin tüm evreleri, bir bütünlük içerisinde ele alınıp, afet öncesi,<br />

sırası ve sonrasında etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Bu evrelerin, doğrusal olarak<br />

ilişkili değil, döngüsel bir ilişki yapısı gösterdiği unutulmamalıdır. Afet olmadan hazırlıklı<br />

olma ve zarar azaltma çalışmaları etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Afet sırasında<br />

yapılan müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının ardından, elde edilen<br />

tecrübelere dayanarak, tekrar başa dönülerek hazırlıklı olma ve zarar (risk) azaltma<br />

evrelerine geçilmelidir. Şekil 1’de verilen dört evreli afet yönetimi döngüsü, her<br />

aşamada yapılan faaliyetlerin, bir sonraki aşamada yapılması gereken faaliyetlerin<br />

başarısını etkileyeceğini de anlatır. Bu nedenle de afet yönetimi sistemi, kapsamlı,<br />

entegre veya bütünleşik afet yönetimi olarak adlandırılır.<br />

Sonuç olarak afet yönetim sistemini, afet öncesi (afet risk yönetimi), afet sonrası<br />

(afet kriz yönetimi) şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Risk yönetimini de risk azaltma<br />

189


ve hazırlık; kriz yönetimi de müdahale ve iyileştirme aşamaları ile tanımlayabiliriz. Bu<br />

durumda afet yönetiminin dört ana evresi şu şekilde tanımlanabilir:<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Risk azaltma: Tehlikelerin oluşturacağı riskleri ve afetlerin ortaya çıkacak<br />

zararları azaltma ve/veya yok etmek için atılan stratejik adımlar, projeler<br />

Hazırlık: Planlama, standart talimatnamelerin (prosedürler) oluşturulması,<br />

eğitim, tatbikat, koordinasyon çalışmaları<br />

Müdahale: Can ve mal kurtarma çalışmaları<br />

İyileştirme: Afet öncesinden daha iyi bir duruma dönmek için atılan adımlar.<br />

Süreklilik göstermesi gereken bu faaliyetler, afetler halkası veya zinciri denilen<br />

aşağıdaki şekilde daha kolay incelenebilir (Şekil 2)<br />

Şekil 2. Afet Yönetiminin dört ana evresi<br />

Hastane Öncesi Acil Tıbbi Sistemlerin Protokolleri<br />

Her hastane bulunduğu bölgenin afet planları içinde yer almalı ve geliştirilen bu<br />

planları mutlaka bilmelidir. Hastane öncesi hizmet veren merkezler de hastanelerin<br />

hizmet kapasitesini bilmelidir. Örneğin, hastane öncesi hizmet veren merkez, hangi<br />

hastanenin ne sayıda ve ciddiyette hasta ve yaralılara bakabileceğini önceden<br />

bilmelidir. Hastaneler ve bölgeler arası anlaşmalar da, ortaya çıkabilecek daha büyük<br />

afetler öncesinde destek amacı ile kesinlikle yapılmalıdır.<br />

Hastane Öncesi Afet Alanının Organizasyonu<br />

Afet alanı birkaç farklı alana bölünerek organize edilir. Komuta noktası hareket<br />

alanının merkezidir ve komuta eden kişi bu alanda bulunur. Ambulans, personel ve<br />

malzemelerin olay yerinin dışındaki bir destek alanında yerleştirilmelidir. Eğer<br />

helikopter gibi bir hava taşıma yöntemi kullanılacaksa, hızla güvenli bir alan (H işareti<br />

190


ile) belirlenmelidir. Yaralıların toplanacağı alanlar ve ölülerin toplanacağı morglar tespit<br />

edilmelidir.<br />

Afet Yanıtının Evreleri<br />

Aktivasyon, uygulama, hafifleme ve düzelmedir. Aktivasyon fazı, olayın ilk fark<br />

edildiği ya da bildirildiği zamanı gösterir. Uygun kişi ve birimler olaydan haberdar edilir<br />

ve ilk yanıt oluşturulur. Uygulama döneminde, olay yerinin değerlendirilmesi ve<br />

komutanın organizasyonu yapılır. Ek olarak arama ve kurtarma işine başlanılır. Bu<br />

dönemin ikinci evresi triaj, stabilizasyon ve hastaların taşınmasıdır. Hafifleme<br />

döneminde, olay yerindeki tehlikenin ve yaralıların son müdahalelerinde bulunulur.<br />

Düzelme fazı olay yerinden ayrılma ile başlar. Daha sonra normal işlevlere dönülür, ve<br />

son olarak, verilen hizmet yorumlanır ve kurtarıcıların psikolojik desteği sağlanır.<br />

Hastane Afet Planı<br />

Bir hastanenin acil durum ve afet karşısında yapması gerekenleri planlama ve<br />

uygulama sorumluluğu hastane afet yönetim birimine aittir. Bu birim hastane<br />

yöneticileri ve çalışanlarından oluşmalıdır. Birimin görevi afet öncesinde, afet sırasında<br />

ve afet sonrasında hastanenin ve alt birimlerinin sürece hazırlanmasını düzenlemek ve<br />

izlemektir. Ayrıca kurum içindeki tüm birimler ve dış kurumlar arası haberleşmeyi<br />

sağlar, düzenler ve kontrol eder. Hastane Afet Planı Aktivasyonu yönetim birimi<br />

başkanı tarafından yapılır ve sonlandırılır.<br />

Hastane afet yönetim birimi alt birimleri şunlardır;<br />

Hastane afet yönetim kurulu<br />

Kurumlar Arası Afet Koordinasyon Kurulu Başkanı<br />

Hizmet Birimi Başkanı<br />

Destek Birimi Başkanı<br />

Hastane Müdürü<br />

Hemşirelik Hizmetleri Müdürü<br />

Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı<br />

Çevre Yönetim Birimi Başkan<br />

Kurumlararası Afet Koordinasyon Kurulu<br />

Destek Birimi<br />

İnsan Kaynakları<br />

Eğitim ve Tatbikat Birimi<br />

Taşınır Mal<br />

Finans-Satın Alma<br />

‣ Genel İdari Hizmetler<br />

‣ Alt Yapı Teknik Hizmetler<br />

‣ Haberleşme Hizmetleri<br />

‣ Ulaşım Hizmetleri<br />

‣ Yemekhane Hizmetleri<br />

‣ Güvenlik Hizmetleri<br />

‣ Biyomedikal Hizmetler<br />

‣ Halkla İlişkiler<br />

Sanitasyon<br />

191


Bilgi İşlem ve Dokümantasyon hizmetleri<br />

Hizmet Birimi<br />

Acil Tedavi Hizmetleri<br />

Yataklı Tedavi Hizmetleri<br />

Poliklinik Hizmetler<br />

Laboratuvar Hizmetleri<br />

Kan Merkezi Hizmetleri<br />

Diyaliz Hizmetleri<br />

Teşhis ve Görüntüleme Hizmetleri<br />

Psikososyal Destek Hizmetleri<br />

Afet öncesinde afet yönetim birimi alt birimlerin görev tanımlaması yapılır ve<br />

çalışacak kişiler belirlenir. Görevleri doğrultusunda eğitim almaları sağlanır ve saha<br />

tatbikatları yapılarak eğitim pekiştirilir. Afet eylem planı doğrultusunda iş akışı<br />

oluşturulur ve duyurulur. Gerekli malzeme, donanım ve cihazlar belirlenir ve temin<br />

edilir. Acil durumlarda alt birimlerin güvenli ve etkin çalışabilmesi için alternatif görev<br />

yerleri belirlenir. Toplanma yerleri belirlenir, haberleşme sistemi oluşturulur ve görevli<br />

kişilerin iletişim bilgilerinin güncel tutulması sağlanır. Aktif kullanılmayan cihazların<br />

bakımı ve kalibrasyonu rutin olarak yaptırılır. Gerekli doküman ve formlar hazırlanır ve<br />

tüm bunların denetlenmesi sağlanır.<br />

Birim olası tehlikeleri değerlendirmek, afet planlarını güncellemek, eğitimleri<br />

planlamak, tatbikat yapmak, ülkede yaşanan olaylara göre afet planını düzenlemek<br />

için rutin olarak toplanmalıdır.<br />

Afet sırasında ilk 2 saatte (I. Aşama) birim başkan yönetiminde toplanır,<br />

görevlendirmeler alınır, görev tanımları okunur, alt birim sorumluları görevlendirilir. Afet<br />

eylem planı uygulamaya konur. Durum bildirir raporlar ve kayıtlar toplanır. Destek<br />

hizmetlerinden araç-gereç, ilaç, su, gıda vs. hakkında son durum bilgileri alınır ve<br />

başkana rapor edilir. Sonrasında ikinci aşamada (2-12 saat) birimler arası<br />

bilgilendirmeye devam edilirken hastanenin güvenlik durumu, tıbbi kapasitesi ve iş<br />

gücü akış planı gözden geçirilir. Sorumlular tarafından belirlenen ihtiyaçlar karşılanır. İl<br />

Afet Koordinasyon kurulundan güncel bilgiler alınır ve son duruma göre afet eylem<br />

planı gözden geçirilir. Tüm bunlar başkana rapor edilir. Son aşama olan üçüncü<br />

aşamada (12 saat sonrası) birimler arası bilgilendirmeler, emniyet ve güvenlik analizi<br />

devam eder. Gelen raporlar değerlendirilir, bunların doğrultusunda yeni raporlar<br />

hazırlanır. Gelinen aşamalar değerlendirilir ve kritik sorunlar için çözüm arayışına<br />

gidilir. Sağlık kurumunun hasar görmesi veya kapasitesinin yetersiz hale gelmesi<br />

durumunda başkan ile birlikte gerekli girişimlerde bulunulur ve son duruma göre afet<br />

eylem planı yeniden düzenlenir. Kurum içi ve dışı iletişim koordine ve kontrol edilir.<br />

Görev devri durumunda yeni yetkiliye bilgi verilmelidir. Olağanüstü durumu<br />

sonlandırma aşamasında ise; normal işleyişe dönüş sağlanır. Donanım ve<br />

malzemelerin toplanır, kontrol edilir ve varsa eksikler tamamlanır. Müdahale sonrası<br />

faaliyetler planlanır. Kayıtlı belgeler toplanır. Değerlendirme toplantıları yapılarak<br />

gerekli revizyonlar belirlenir. Faaliyet Raporu ve Gelişim Planı yazılır. Müdahale<br />

sonrası toplantı ve faaliyetlere katılım sağlanır. Stres yönetimi gerçekleştirilir. Basın<br />

yayın organları aracılığı ile halk bilgilendirilir. Etkilenenlere psikososyal destek<br />

sağlanır. Bağlı bulunan üst yönetici son durum hakkında bilgilendirilir.<br />

192


Triaj<br />

Afet sırasında alandaki karışıklığı önlemek için triaj yapmamız gereklidir. Triaj<br />

Fransızca’da seçmek, ayıklamak, sınıflandırmak anlamına gelen “trier” fiilinden köken<br />

alır. Önceleri kahve tanelerinin kalite ve boyutlarına göre ayrılması için kullanılmıştır.<br />

Triaj, acımasız gibi görünen ancak akla dayalı kuralları olan, zor bir sistemdir; tıp<br />

alanında ilk kez Napolyon savaşlarında, yetersiz sayıdaki sağlık kaynakları nedeni ile<br />

ciddi şekilde yaralanmış askerleri ölüme bırakarak ve daha hafif yaralı olanlara<br />

müdahale ederek yeniden savaş alanlarına geri dönmelerini sağlamak için<br />

uygulanmıştır. II. Dünya Savaşından sonra triaj, tıbbi girişim sonrası savaş alanına geri<br />

dönme olasılığı yüksek olanları belirlemek için kullanılan “süreç” anlamına kavuşmuş;<br />

bu gelişme, savaşa geri dönecek askerler için tıbbi kaynakların arttırılmasına neden<br />

olmuştur. Öncelik daha kurtarılabilir hastalara verilmiştir. Son olarak, Kore ve Vietnam<br />

Savaşlarında bu kavram, yaralı asker ya da bireyler arasında “öncelikli olanların<br />

belirlenmesi” olarak kullanılmıştır.<br />

Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğine göre triaj; çok sayıda hasta ve yaralının<br />

bulunduğu durumlarda, bunlardan öncelikli tedavi ve nakil edilmesi gerekenlerin tespiti<br />

amacıyla, olay yerinde ve bunların ulaştırıldığı her sağlık kuruluşunda yapılan hızlı<br />

seçme ve kodlama işlemidir. Günümüzde acil servislerde kullanılan triaj sistemlerinin<br />

amacı hastaları şikayetlerive başvuru şekillerine göre hızlı bir ön değerlendirme ile<br />

müdahale önceliklerine göre sınıflandırmaktır. Bu sistem gerçekten acil durumda olan<br />

hastaların acil serviste daha çabuk değerlendirilebilmesini sağlar.<br />

Triaj, acil servislere başvuran hastaların aciliyetinin belirlenmesi amacıyla<br />

kullanılabildiği gibi; çok fazla kişinin etkilendiği ve afet olarak adlandırılan durumlarda<br />

daha etkili bakım vermek amacıyla, etkilenenlerin sınıflandırılması için de<br />

kullanılmaktadır. Afet triajındaki yaklaşım acil servistekinden farklıdır. Tıbbi olanaklar<br />

kısıtlı olduğu için tedaviden fayda görme olasılığı yüksek olan hastalara öncelik verilir.<br />

Amaç daha çok sayıda insan için daha çok şey yapmaktır. Kurtulma şansı düşük<br />

hastalara müdahale yapılmaz. Gerçek afet durumlarında, kardiyopulmoner<br />

resusitasyon uygulanmamalıdır.<br />

Az sayıda yaralının olduğu ve tıbbi olanakların kısıtlı olmadığı durumlarda, triaj<br />

sırasında CRAMS skorlaması kullanılabilir. Bu skorlamada: dolaşım; solunum; batın;<br />

motor; ve konuşma değerlendirilir. Altı ve daha düşükskorlu yaralılar ciddi olarak kabul<br />

edilir.<br />

Fazla sayıda yaralının olduğu durumlarda daha basit ve hızlı bir triaj tekniği olan<br />

START (Simple Triaj and Rapid Treatment) yöntemi daha uygundur. Bu teknikte<br />

hastanın solunum, dolaşım ve bilinç durumunun hızlı bir şekilde değerlendirilir. "Basit<br />

Triaj ve Hızlı Tedavi" yönteminde önce yürüyebilen tüm yaralılar çağırılır ve olay<br />

yerinden uzaklaşmaları sağlanır. Bu hastalar “yeşil” olarak kabul edilir diğer hastalara<br />

bakıldıktan sonra tekrar değerlendirilmek üzere ayrı bir alanda bekletilirler. Sonrasında<br />

kalan hastaların solunum, dolaşım ve bilinç durumu hızla değerlendirilerek Kırmızı<br />

(acil), Sarı (bekleyebilir), Siyah (ölü) olarak üç gruba ayrılırlar. Bu tip durumlarda<br />

girişim olarak sadece ciddi dış kanamalara direkt bası ve hava yolunun açılması<br />

yapılabilir ve genelde yaralıların hastanelere transferi yapılır. Genellikle hastaneye<br />

renk-kodlu triaj etiketleri ile ulaştırılan hastaların hastane personeli tarafından yeniden<br />

değerlendirilip, yeniden triajları yapılır. Alandaki triyajı yapılan hastalar sık aralarla<br />

tekrar değerlendirilmelidir.<br />

193


Çok fazla ölü ve yaralının olduğu ve tıbbi imkanların çok kısıtlı veya hiç olmadığı<br />

büyük afetlerde SAVE (Secondar Assessment of Victim Endpoint) triaj sistemi<br />

uygulanmalıdır. Bu sistem, son derece yetersiz kaynakların bulunduğu ortamda hangi<br />

hastanın verilecek olan tedaviden daha çok yarar görebileceğinibelirlemek için<br />

tasarlanmıştır. START metodu ilebirleştirildiği zaman, kesin tedavinin gecikeceğiçok<br />

sayıda hastanın olduğu her türdeki olaydayararlı bir yöntemdir. Bu metot, özellikle afet<br />

alanında hızlatedavinin başlandığı ancak birkaç gün içindeuygun tedavi merkezlerine<br />

gönderilemeyecekolan hastaları değerlendiren sağlık ekiplerininkullanması için<br />

planlanmış bir yöntemdir. Bu yöntemde hastalar üç ayrı kategoriyeayrılmaktadır:1- Ne<br />

yaparsan yap ölecek olanlar2- Tedavi edilse de edilmese de iyileşecekolanlar3-<br />

Yetersiz saha tedavisinden bile faydagörecek olanlarBu yöntem ile yalnızca tedaviden<br />

faydagöreceğine inanılan yaralılara temel bakım ve destek tedavisi verilmelidir. SAVE<br />

metodunu kullanarak, hastalar bu üç kategoriye ayrılırlar ve kaynaklar uygun bir<br />

şekilde kullanılır. Hastayı hangi gruba koyacağımızın kararı, bugüne kadar mevcut<br />

olan hayatta kalma ve morbiditeistatistiklerinden çıkartılmaktadır. Örneğin, üç<br />

kazazedenin göğüs tüpü ihtiyacı olduğu, ancak yalnızca iki tüpün kaldığı bir durum<br />

düşünelim. İkisinin tek taraflı, üçüncü kazazedenin ise bilateral pnömotoraksı var.<br />

Böyle bir durumda SAVE triaj yöntemine göre, agresif girişimler bilateral göğüs<br />

yaralanması olan yaralıya yapılmamalı, diğer iki hasta kurtarılmalıdır. Triaj sırasında,<br />

acil transporttan daha fazla yarar görecek olan hastalar "öncelikli" olarak işaretlenirler<br />

ve ilk önce bu hastalar sevkedilirler. Bu hastalar, tıbbi sorunları olup hastanede<br />

kolayca tedavi edilebilecek ancak sahada ölüm riski olan yaralılardır. Buna en iyi<br />

örnek, intrabdominal kanaması nedeni ile ameliyat olması gereken bir hasta olabilir.<br />

Bunların dışında yaralının çok küçük veya çok yaşlı olması, altta yatan hastalık<br />

varlığı, çoklu yaralanma olup olmaması prognozu kötü etkileyeceğinden dolayı triaj<br />

sırasında dikkat edilmelidir.<br />

Travma dışı meydana gelen astım krizi, kalp yetmezliği gibi acil hastalıklar çoğu<br />

zaman ciddi derecede olmamaları durumunda alanda bile tedavi edilebilirler. Üst<br />

solunum yolu enfeksiyonu, alt üriner sistem enfeksiyonu ve gut gibi diğer daha az acil<br />

problemler tedavi gerektirmeyebilir; bu hastalar ilk olarak gözlemalanına<br />

yönlendirilebilirler. Bu kişiler kaynaklar yeterli olursa daha sonradan tedavi edilebilirler.<br />

Personel kaynaklarını en yüksek seviyeye çıkarmak için, sağlık ekibine yararlı<br />

olabilecek özel becerileri olan kişiler, gözlem alanına yönlendirilmek yerine tedavi<br />

alanına yönlendirilmelidirler. Bu kişilerin tedavisi sonrasıekibe katılması verilen hizmeti<br />

güçlendirecektir. Önkol kırığı olan bir hekimin kolunun atellenmesi buna bir örnektir.<br />

Etkin personel sayısının artırılması, verilen yanıtın bütününü de etkileyecektir. Triajda<br />

asıl amaç, daha çok kişiye en yüksek düzeyde yarar sağlamaktır.<br />

Kaynaklar<br />

1- Eryılmaz M, Dizer U. Afet Tıbbı. Ünsal Yay. Ankara, 2005<br />

2- Tintinalli Acil Tıp, kapsamlı bir çalışma kılavuzu. Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 2013; 27-61<br />

3- Erkal T, Değerliyurt M. Türkiye’de Afet Yönetimi. Doğu Coğrafya Dergisi, 2009; 22:147-164<br />

4- Kadıoğu M. Afet ve Acil Durum Yönetimine Giriş. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi<br />

Yayınları, 2014; 1-22<br />

5- Oktay C. Afetlerde Hastane Öncesi Müdahale ve Triaj. Std 2002,11(4); 136-139<br />

6- Işık Ö, Aydınlıoğlu HM, Koç S, Gündoğdu O. Afet Yönetimi ve Afet odaklı Sağlık Hizmetleri<br />

Okmeydanı Tıp Dergisi, 2012;28(ek sayı 2) :82-123<br />

194


7- Öztürk N, Türkiye’de Afet Yönetimi: Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Çağdaş<br />

Yerel Yönetimler, Cilt 12, sayı 4, 2003;12(4): 42-64<br />

8- Vatan F, Salur D. Yönetici Hemşirelerin Hastanelerdeki Deprem Afet Planları Konusundaki<br />

Görüşlerinin İncelenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, , 2010;<br />

3(1):32-44<br />

9- Lök U, Yıldırım C, Al B, Zengin S, Çavdar M. Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi<br />

Hastane Afet Planı. Akademik Acil Tıp dergisi, 2009;3(8): 38-46<br />

10-Sağlık Bakanlığı Hastane Afet Planı Hazırlama Kılavuzu<br />

11-Kocaeli İli 112 Acil Yardım Birimlerinde Çalışan Personelin Marmara<br />

12-Çakmak H, Er AR, Öz YC, Aker AT. Depreminden Etkilenme ve Olası Afetlere Hazırlık<br />

Durumlarının Saptanması. Akademik Acil Tıp dergisi 2010;2;83-8<br />

195


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuvar<br />

Süreçleri<br />

Prof. Dr. Dildar Konukoğlu* 1,2 , Prof.Dr. Murat Bolayırlı* 1 , Prof. Dr. Mine Kucur* 1<br />

*İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

1 Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı<br />

1.2 Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı Yöneticisi<br />

Giriş: Son yıllarda tıp teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, farklı cihaz ve test<br />

panellerini laboratuvarların yaygın kullanıma sunmuş olup, tıp uygulamalarında yeni<br />

yaklaşımlar gündeme gelmiştir. Kanıta dayalı tıp uygulamaları bunlar arasında en<br />

güncel olanlardan birisidir. Günümüz hekimlik uygulamalarında hekimin kanaatine<br />

bağımlı klasik yöntem yerine, kanıta dayalı yöntemler tercih edilmektedir.<br />

Laboratuvar testlerinin; tıbbi kararın verilmesinde, tedavi planının devamında veya<br />

değiştirilmesinde, tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde, tedavi sonrasında hastanın<br />

izleminde en az %60-70 oranında katkısı bulunmaktadır. Bu yüksek etki oranı<br />

laboratuvar tarafından sunulan hizmetlerin devamlı göz önünde olmasına neden<br />

olmaktadır. Klinik karar vermenin ve hasta bakımının laboratuvar hizmetine kuvvetli<br />

olarak bağımlı olması, laboratuvar tıbbının kalite standartları oluşturmasına neden<br />

olmuştur. Bu bölümde fakültemiz laboratuvarımızın tarihçesi ve biyokimya<br />

laboratuvar süreçleri ve işleyişleri ele alınmıştır.<br />

Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarının Tarihçesi: 27 Temmuz 1967<br />

‘de üniversite senatosu kararı ile resmen kurulan Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde<br />

laboratuvar hizmetlerinin güncel teknoloji ile tek merkezden verilmesi ilk kez 1971<br />

tarihinde gündeme getirilmiştir. Laboratuvarın kurulması 1973 yılının ocak ayında<br />

gerçekleşmiş ve yönetici olarak Prof. Dr. Fikret Biyal seçilmiştir. Türkiye’nin ilk<br />

biyokimya analizörleri İstanbul Tıp Fakültesi ile birlikte Merkez Araştırma<br />

Laboratuvarımız da bu yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. 1980 yılı Eylül ayında<br />

dahiliye monobloktaki yerine taşınan laboratuvarın, 2002 yılında fakültenin farklı<br />

birimlerinde bulunan laboratuvarların tek bir yönetim altında toplanması kararı ile<br />

hizmet ve yetki alanı genişletilmiştir. Günde 2000-2500 hastaya 365 gün 24 saat<br />

hizmet veren Laboratuvar modern donanımına 2003 yılında ulaşmıştır. Kaliteden<br />

ödün vermeden çağdaş teknolojiler kullanarak hizmet veren Fikret Biyal Merkez<br />

Araştırma Laboratuvarı’nın, kurulduğu günden günümüze kadar görev alan<br />

yöneticileri sırası ile; Prof.Dr.Fikret Biyal (1973-1987), Prof.Dr.Vecdet Tezcan (1988-<br />

1994), Prof. Dr. Birsen Ülkü (1994-1996), Prof. Dr. Gülten Aktuğlu (1996-2000),<br />

Prof. Dr. Münire Hacıbekiroğlu (2000-2007), Prof. Dr. Emel Zengin Ulakoğlu (2007-<br />

2009) ve Prof. Dr. Dildar Konukoğlu (2009- devam ediyor) olmuştur. Laboratuvarımız<br />

2011 yılından itibaren zorunluluk nedeni ile monobloktaki yerinden ayrılmış olup özel<br />

olarak yapılmış laboratuvar binasında hizmet vermektedir. Vizyonumuz,<br />

laboratuvarımızın insan ve hasta haklarına saygılı, çağdaş ve teknolojik donanıma<br />

sahip, dinamik, yenilikçi ve araştırmacı yapısı ile ulusal ve uluslararası düzeyde<br />

referans laboratuvar olarak kabul edilmesi ve yüksek kalite standartlarına<br />

ulaşmasıdır. Misyonumuz, sağlık ve eğitim sektöründe en üst düzeyde klinik<br />

laboratuvar hizmeti sunmak, sağlık kalitesini artırmak, çalışanların değişimlere,<br />

gelişmelere ve yeni teknolojilere uyumunu sağlamak, bilgi ve becerileri artırarak<br />

196


sürekli iyileşme ve kalitenin yükseltilmesi çalışmalarında bulunmak, referans<br />

laboratuvar olarak hizmet etmek, bilimsel çalışmalara destek olmak ve klinisyenlere<br />

laboratuvar sonuçlarının yorumlanmasında konsültasyon hizmeti vermektir. Vizyon<br />

ve misyonlarımız çerçevesinde laboratuvar süreçlerimiz şekillendirilmekte ve sürekli<br />

geliştirilmektedir.<br />

Laboratuvar Süreçleri: Sağlık hizmetlerinin sunumunda önemli bileşenlerden<br />

olan klinik laboratuvarların temel amacı klinisyenlere hastalıkların tanı, tedavi ve<br />

takipleri için test sonuçlarını doğru, güvenilir ve zamanında vermektir. Bu nedenle<br />

test isteminden başlayarak sonuçların raporlanıp klinisyene ulaşmasına kadar geçen<br />

süreçteki değişkenlerin ve etkilerin bilinmesi, laboratuvar uzmanları ve klinisyen<br />

açısından gerekli olup disiplinler arası işbirliğini gerektirmektedir.<br />

Laboratuvarda süreçleri temel olarak 3 aşamada incelenir:<br />

1- Preanalitik evre: Testin klinisyen tarafından istenmesiyle laboratuvarda<br />

analiz edilmesine kadar geçen süreçtir.<br />

2- Analitik evre: Laboratuvarda analizin yapıldığı evredir.<br />

3- Post analitik evre: Testin sonuçlanmasından klinisyene ulaşmasına kadar<br />

geçen süreçtir. Bu aşamalara bağlı olarak klinik laboratuvardaki hata kaynakları<br />

preanalitik, analitik ve postanalitikolmak üzere sınıflandırılır. Laboratuvar hatalarının<br />

yaklaşık %68’inin preanalitik, %20’sinin post analitik ve sadece %12’sinin analitik<br />

evrede olduğu tespit edilmiştir. Laboratuvar test değerlerine etki eden değiştirilebilir<br />

ve değiştirilemez birçok faktör bulunmaktadır.<br />

Şekil 1.Laborauvar süreçleri<br />

Preanalitik süreç<br />

Örnek kabulü ve örnek alımı: Laboratuvarlarımızda resmi tatiller dışında rutin<br />

testler için örnek kayıt ve örnek kabulü, poliklinik ve yatan hastaları için; 08.00 -<br />

15.30 saatleri arasındadır. Yarım günlük resmi tatil günlerinde ise bu saatler 08.00-<br />

197


10.30 olarak belirlenmiştir. Cerrahi ve çocuk acil biyokimya laboratuvarında ise<br />

test numuneleri 365 gün, 24 saat boyunca kabul edilmektedir. Servisler, Acil ve<br />

Yoğun bakım birimlerinde yatan bebek, çocuk ve erişkin hastaların numuneleri<br />

kendi birimlerinde alınır. Test istekleri hastane bilgi sistemine girildikten sonra testlere<br />

göre uygun tüp/numune kaplarına örnekler alınır ve pnömatik sistem/personel ile<br />

laboratuvara gönderilir. Poliklinik hastalarından kan alma işlemi merkezi kan alma<br />

ünitemizde saat 08.00- 15.00 arası yapılmaktadır. Saat 12.30’dan sonraki<br />

müracaatlarda testin özelliğine göre kan alma işlemi yapılmaktadır.<br />

Laboratuvarımıza, hastane bilgi işlemine kaydı yapılmış (İSHOP) ve ilgili hekim<br />

tarafından test girişleri yapılmış hastalar ve barkodlu numuneleri kabul edilmektedir.<br />

Oral glukoz tolerans testi ve ter testi gibi bazı özel testler için laboratuvarımızdan<br />

randevu alınması gereklidir. Preanalitik süreçte test örneklerinin doğru zaman ve<br />

doğru şekilde alınması gereklidir. Biyokimya testlerinin bir çoğu için 10-12 saatlik<br />

gece açlığı gereklidir. Kan gazları analizleri ilk yarım saat içinde yapılmalıdır. İdrarın<br />

biyokimyasal analizleri 24 saatlik idrar toplamayı gerektirir ve klirens testleri için 24<br />

saatlik idrar toplamasının bitiminde kan örneklerinin alınması gereklidir. Tam idrar<br />

analizi için tercih edilen aç karnına sabah erken saatlerde verilen örneklerdir. İdrarda<br />

VMA (vanilmandelik asit), HVA (homovanilik asit) ve 5-HIAA (5-hidroksi indol asetik<br />

asit), metanefrinler testleri için özel diyet uygulanmalıdır. Örnek red kriterleri istenen<br />

testlere bağlı olarak değişir. Uygun koşullarda gelmeyen yada yetersiz numune<br />

gelmesi durumunda hastanın hekimi/gönderen merkez bilgilendirilir ve numunenin<br />

tekrarı istenir, gelen numuneler tekrarı mümkün değilse veya beyin omurilik yada<br />

perikart, plevra eklem içi sıvı gibi alınması zor olan ve miktarı yetersiz olan örnekler<br />

ise çalışmaya alınır ve sonuç kısmında bu durum belirtilir. Örnekler aşağıdaki<br />

nedenlerden dolayı red edilir;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Hastane otomasyon sistemine istenen test girişi yapılmamış örnekler,<br />

Ad ve soyad gibi kimlik bilgilerinin bulunmadığı, örnek tanımının yapılmadığı,<br />

hatalı yapıldığı örnekler, hatalı etiketlenmiş örnekler,<br />

Hemolizli kan/ pıhtılı kan içeren örnekleri,<br />

Uygun olmayan koruyucu (antikoagulan) kullanılan örnekler veya antikoagülanlı<br />

tüplere belirtilen miktardan eksik veya fazla alınan örnekler (hemogram<br />

koagulasyon testleri için),<br />

Uygun tüplere veya örnek kaplarına alınmayan örnekler,<br />

Kırık, çatlak kap ile gönderilen örnekler; örneğin kap veya enjektörün dışına<br />

sızmış olması<br />

Steril kapla gönderilmesi gereken örneklerin steril olmayan kapla gönderilmesi,<br />

Laboratuvara uygun transfer koşullarında gelmeyen örnekler; Örneklerin<br />

laboratuvara uygun ısı koşullarında ulaşmamış olması, örneklerin önerilen<br />

sürelerin dışında bekletilmiş olması,<br />

Özellikle ilaç düzeyi ve gün-içi sirkadiyen ritm gösteren parametreler için,<br />

gereken uygun zamanda alınmamış örnekler,<br />

<br />

Uygun biçimde toplanmamış (eksik yada fazla) 24 saatlik idrar örnekleri veya kirli<br />

örnek kabına alınmış veya adet döneminde toplanmış idrar,<br />

198


Uzun süre beklemiş veya örnek kabının dışına taşmış ve ağzı kapatılmamış<br />

kapta gönderilen veya incelemeye yetmeyecek miktarda az olan gaita örneği,<br />

Hastalar 24 saatlik idrar toplamaya başlamadan önce aşağıdaki konularda<br />

bilgilendirilmelidir<br />

• Normalden biraz daha az sıvı içip , alkol içmemesi (normal: 1,5-2 Litre/24saat),<br />

• Toplama süresince idrar kabı soğuk ve karanlık ortamda saklaması,<br />

• Toplama kabına idrar eklediğinizde koruyucu madde kullanılacaksa bu madde ile<br />

karışması için iyice çalkalaması,<br />

• Toplama zamanının bitişinin not edilmesi,<br />

• İdrarın bekletilmeden laboratuvara getirilmesi,<br />

• İdrarda ölçülecek test için koruyucu madde gerekiyorsa laboratuvara danışılmak<br />

üzere yönlendirilmesi (Bazı testler için; okzalat, sitrat, VMA, HVA, 5-HIAA,<br />

katekolaminler, metanefrinler, serotonin, idrara koruyucu bir madde eklenmesi<br />

gerekmektedir. Laboratuvardan temin edilen bu koruyucu madde idrar kabının<br />

dibine boşaltılır, daha sonra idrar tarif edildiği şekilde toplanır)<br />

İdrarda VMA (vanilmandelik asit), HVA (homovanilik asit) ve 5-HIAA (5-<br />

hidroksi indol asetik asit), metanefrinler testlerini etkileyen faktörler; Akut stres<br />

ve ağır egzersiz, 24 saat idrar toplama kurallarına uyulmaması, 3 gün öncesinden<br />

itibaren ve örnek toplanma süresince aşağıda belirtilen gıdalar ve ilaçlar kullanılması<br />

(Yasaklanan yiyecek ve içecekler: Muz, kolalı içecekler, kahve, çay, çikolata, vanilya<br />

(dondurma vs.), domates, portakal, ananas, alkollü içecekler, erik, patlıcan ve ceviz)<br />

ve ilaçlar (asetaminofen, aspirin, MAO inhibitörleri, metildopa, levodopa,<br />

fenotiyazinler, promazine, reserpine, kafein, lityum, eritromisin, tetrasiklinler,<br />

aminofilin ve diğer birçok ilaç) dır.<br />

Laboratuvar sonuçlarını etkileyen tanısal ve tedaviye dair işlemler;<br />

Operasyonlar, infüzyonlar ve transfüzyonlar, delme, enjeksiyon, biyopsi, palpasyon,<br />

tam vücut masajı, endoskopi, diyaliz, fiziksel ve mental stres, uygulanan fonksiyon<br />

testleri (OGTT, TRH uyarı testler…), immunosintigrafi, kontrast maddeler, ilaçlar,<br />

iyonize radyasyon maruziyetidir. Hastaların tetkik öncesi önce ağır ve zorlayıcı<br />

egzersizden kaçınması, kan vermeden önce yarım saat kadar dinlenmesi, düzenli<br />

kullandığı ilaçları var ise kesilmeden önce doktora danışması gereklidir. Tanısal ve<br />

tedaviye yönelik herhangi bir girişim mutlak laboratuvara bildirilmelidir.<br />

Kan örneklerinin alım işlemi<br />

Kan örnekleri; arteryal, venöz ve kapiller olabilir. En sık venöz kan örnekleri tercih<br />

edilmektedir. Antekubital fossadaki medial kubital ven sıklıkla tercih edilir. Kan<br />

alınacak bölgenin palpe edildikten sonra, mikroorganizmalardan arındırılması için<br />

antiseptik kullanılmalıdır. Antiseptik olarak %70 isopropil ya da etil alkol<br />

kullanılmalıdır. Bu esnada yapılan el hareketleri yukarıdan aşağı ya da merkezden<br />

dışarı olacak şekilde olmalıdır. Aynı bölgeler tekrar tekrar silinmemelidir. Alkol<br />

ölçümü için numune alınırken alkol bazlı olmayan (klorhekzidin gibi) dezenfektanlar<br />

kullanılmalıdır. Damar içindeki basıncı artırmak için venöz girişim öncesi turnike<br />

uygulanmalıdır. Damar içindeki basıncın artması venin palpe edilmesini (elle<br />

hissedilmesini) kolaylaştırır. Turnike, damara girilecek olan yerden 10-15 cm. (4-6<br />

parmak) yukarıdan uygulanmalıdır. Damara girildikten sonra turnike çözülmelidir. İlk<br />

numune tüpüne kan akışı başlar başlamaz turnike hemen çözülmeli ve hasta<br />

199


yumruğunu açmalıdır. Turnikenin uzun süre bağlı tutulması hemokonsantrasyona ve<br />

numunede hemolize neden olur. Hemoliz ve hemokonsantrasyon bazı analizler için<br />

hatalı sonuçların alınmasına neden olur. Turnike bir dakikadan kısa bir sürede<br />

çözülmelidir.<br />

Kan alımında günümüzde yaygın olarak vakumlu kan alma sistemleri ve vakumlu<br />

kan alma tüpleri kullanılmaktadır. İğneler ölçü numaralarına (G; gauge) göre 19G-<br />

23G arası sınıflandırılmakta ve farklı renklerde kodlandırılmaktadırlar. Genellikle 19-<br />

22 G, iğne uçları tercih edilmektedir. Erişkinlerde 20 G iğne ucu kullanılmaktadır.<br />

Çocuklarda kelebek set uygulamaları da yaygındır. Uygun kan tüplerine kan örnekleri<br />

alınmalıdır. Katkı maddesi içeren tüpler (EDTA, sitrat, heparin v.b.) üretici firma<br />

tarafından belirtilen hacimlere kadar ve kan/katkı maddesi oranının doğruluğundan<br />

emin olunana kadar doldurulmalıdır. Tüplerin üzerinde alınması gereken hacimden<br />

az ya da fazla örnek alınması test sonuçlarında hatalara yol açmaktadır. Vakumlu tüp<br />

eğer karıştırılmaz ise gözle görülebilen ya da görülmeyen pıhtı oluşup, analizin yanlış<br />

sonuçlanmasına neden olacaktır. Tüpler, numunelerde hemolize neden olacağından<br />

şiddetle çalkalanmamalıdır. Servislerde genellikle enjektör sistemleri kullanılarak kan<br />

alınmaya devam edilmektedir. Enjektör ile kan alma işlemi sırasında ve enjektör<br />

ucundaki iğne çıkartılmaksızın kan örneğinin tüplere transfer edilmesi durumunda<br />

numune hemoliz olabilmekte ve antikoagülanlı tüplere eksik ya da fazla örnek<br />

konulabilmektedir. Özellikle intravenöz sıvı giden damarlardan kan alınması<br />

hemokonsantarasyon veya hemodilüsyona neden olabilmektedir. Hastanın klinik<br />

durumu ile uyumsuz düşük ya da yüksek sonuçlar elde edilebilmektedir. Mastektomi<br />

geçirmiş hastalarda, kollarında hematom vs. olan hastalarda el sırtından, ayak<br />

sırtından kan alınabilir. Tablo 1 de kan alma tüpleri ve sıralamaları gösterilmiştir<br />

Tablo 1. Kan alma tüpleri ve kan alma sırası<br />

Kapak rengi Tüp /Katkı maddesi Altüst çevirme<br />

sayısı<br />

Sarı Kan kültürü Hafifçe altüst<br />

edilir<br />

Değişken/kırmızı Katkısız cam veya plastik serum Gerek yok<br />

tüpü<br />

Eser element, ilaç düzeyi<br />

Açık mavi Sodyum sitrat (Koagülasyon 3-4<br />

testleri)<br />

Siyah Sodyum sitrat (Sedimentasyon) 3-4<br />

Sarı/kırmızı Serum tüpü/ Jelsiz<br />

5 kez<br />

Rutin biyokimya, hormon,<br />

seroloji, ilaç düzeyi<br />

Sarı/kırmızı Serum tüpü/ Jelli<br />

5 kez<br />

Rutin biyokimya, hormon,<br />

seroloji<br />

Yeşil Heparin (kan gazı analizi) 8-10<br />

Pembe/mor EDTA (kan sayımı, tam kan 8-10<br />

analizleri, HbA 1 c, bazı ilaç<br />

düzeyleri analizi)<br />

Gri Sodyum florür (glukoz analizi) 8-10<br />

200


Analitik süreç (testlerin analizi ve sonuçlandırılması)<br />

Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı 200’e yakın farklı testin çalışıldığı<br />

geniş bir test menüsüne sahiptir. Laboratuvarımız bu test menüsünü sağlayabilecek<br />

gelişmiş, tüm dünyada referans olarak değerlendirilen sistemlerle çalışmaktadır.<br />

Klinik laboratuvarlara gelen örnekler yapılacak analizlerden önce cihazların güvenilir<br />

sonuçlar verebilmesi için gerekli bakım işlemleri düzenli olarak yapılır ve laboratuvar<br />

uzmanı tarafından takip edilir. Günlük bakım işlemleri sorumlu laboratuvar elamanları<br />

tarafından yapılmakla birlikte daha büyük bakım işlemleri ilgili firma teknik<br />

elemanlarınca sağlanmaktadır. Günlük rutin hasta çalışmasına geçilmeden önce<br />

test sonuçlarında olası sistemik veya rastlantısal hataları yakalayabilmek için “iç<br />

kalite kontrol” çalışmaları yapılır. Her sabah, analiz oncesi cihazların kontrolü ve en<br />

az iki seviyeli kontrol serumları verilerek "internal kalite kontrol" calısmaları yapılır.<br />

Sonuclar kabul edilebilir degerlerde ise hasta numuneleri calısılmaya baslanır.<br />

Sonuclar kabul edilebilir degerlerin dısında ise calısma baslatılmaz ve gerekli<br />

kalibrasyon veya baska teknik girisimler yapılarak cihaz calısmaya uygun hale<br />

getirilir. Laboratuvar, iç kalite kontrollerine ek olarak, dış kalite kontrol (EQAS)<br />

programına da üye olup, uluslararası düzeyde de analitik değerlendirmeye<br />

katılmaktadır.<br />

Laboratuvarımız da bulunan analitik sistemlerin laboratuvar bilgi sistemi (LIS)<br />

ile bağlantısı sağlanmış olup, cihazlar hastalar ile ilgili bilgileri ve çalışacakları testleri<br />

ISHOP sisteminden otomatik olarak alırlar. Cihazlar tamamladığı analizlerin<br />

sonuçlarını otomatik olarak LİS’e gönderir. LİS’ de hastaların tüm sonuçları toplanır,<br />

bu sonuçlar önce ilgili laboratuvar ekibi tarafından değerlendirilir, uygun bulunan<br />

sonuçlar onaylanır. Çalışan onayı almış sonuçlar ikinci basamak onayı için ilgili<br />

uzmanın onayına sunulur. Uygunsuz sonuçlarla ilgili olarak, özellikle yatan hastalar<br />

için ilgili servisle temasa geçilir. Preanalitik ve analitik hata kaynakları ya da fizyolojik<br />

test sonuçlarını etkileyebilecek interferanslar değerlendirilerek doğru sonuca<br />

ulaşılmaya çalışılır. Panik değer listesine ait bir test sonucu bulunursa, analiz süreci<br />

gözden geçirilip, gerekiyor ise test tekrarlanır. İlgili klinikle temasa geçilerek bu<br />

sonucun hasta için beklenen bir değer olup olmadığı sorgulanır ve kayıt altına alınır.<br />

Postanalitik süreç- Raporlama<br />

Test sonuçları LİS’te teknisyen ve biyokimya uzmanı tarafından onaylanır.<br />

Uzman onayından sonra test sonuçları otomatik olarak ISHOP’a aktarılır. Bundan<br />

sonra sonuçlar, ilgili klinik/poliklinik birimler tarafından hastane otomasyon sisteminde<br />

görülebilir. Test sonuçları, laboratuvar sonuç alma biriminde, tüm klinik ve<br />

servislerden, ve internet ortamından (sonuc.ctf@edu.tr adresinden) takip edilebilir ve<br />

raporlanabilir. Yatan hastaların rutin test raporları aynı gün içinde (saat 15.00 den<br />

sonra), poliklinik hastalarının ise ertesi gün saat 13.00 den sonra alınabilir. Acil<br />

laboratuvarlarında sonuçlar testin özelliğine göre 1-2 saat içinde raporlanmaktadır.<br />

Özel testler için laboratuvar ile görüşülmesi gereklidir. Geç çıkan testler hakkında<br />

hastalara numune kabulü veya alımı sırasında bilgi verilir ve sonuç alma kağıdı<br />

üzerine not edilir.<br />

Analiz öncesi değişkenlerin test sonuçlarına etkisi: Laboratuvarımızın<br />

kalite politikasının temel hedefi; hasta ve klinisyenlere doğru, güvenilir, zamanında<br />

sonuçları ulaştırabilmemizdir. Bunu sağlayabilmek sadece laboratuvar ekibinin uygun<br />

201


koşullarda numune alması, hızlı transportu ve doğru analizi yeterli olmayacaktır.<br />

Hekimler ve diğer sağlık personelimizin laboratuvar sonuçlarını etkileyebilecek çok<br />

sayıda analiz öncesi faktörün olabileceği konusunda bilgilendirilmesi gerekmektedir.<br />

Bu faktörlerin etkilerinin hastadan test istemi aşamasında, uygulamada ve sonuçların<br />

değerlendirilmesi aşamasında göz önünde bulundurulması laboratuvarda hata<br />

oranlarında azalma ortaya çıkaracaktır (Tablo 2 ve 3).<br />

Tablo 2. Analiz öncesi değişkenlikler<br />

Değiştirilemez faktörler<br />

• Irk<br />

• Yaş<br />

• Cinsiyet<br />

Değiştirilebilir faktörler<br />

• Yükseklik<br />

Stres<br />

• Mevsim<br />

Sigara kullanımı<br />

• Sıcaklık<br />

Açlık<br />

• Beslenme<br />

Seyahat<br />

• Vücut ağırlığı Alkol<br />

• Kas dokusu<br />

İnfüzyon<br />

• Aktivite<br />

Pozisyon<br />

• Günlük ritim<br />

İlaçlar<br />

• Gebelik<br />

Yerleşim Bölgesi<br />

Tablo 3. Hasta ile ilişkili test sonuçlarını etkileyen faktörler<br />

Yaş<br />

Cinsiyet<br />

Gebelik<br />

Postür<br />

Egzersiz<br />

Stres<br />

Beslenme<br />

Yüksek proteinli beslenme<br />

Sigara<br />

Alkol<br />

Yüksek Ateş<br />

Menstruel periyot<br />

Etkilenen test<br />

Alkalen fosfataz<br />

Gonadal steroidler<br />

Tiroksin (total)<br />

Proteinler, enzimler<br />

AST, LDH, Kreatin kinaz ,üre, kreatinin, glukoz<br />

Lökosit , hemoglobin, hematokrit ,albumin, protein,<br />

Sodyum, potasyum , kalsiyum<br />

Prolaktin, kortizol, ACTH<br />

Glukoz, trigliserit, üre, amonyak, ürik asit, alkali<br />

fosfataz<br />

Üre, amonyak, ürik asit<br />

Lipitler,proteinler, B 12 vitamini, CEA<br />

Laktat, ürik asit, trigliserid, HDL, GGT, MCV<br />

Lipidler, kalsiyum, ürik asit<br />

CA-125, FSH, LH<br />

Hemoliz, lipemi ve ikter: Anlamlı derecede hemoliz yada lipemi görünen<br />

numuneler belli parametrelerin analizi için uygun değildir. İkterik numuneler<br />

çoğunlukla özel bir hastalığın sonucu olarak ortaya çıkar (hepatit gibi). Eğer<br />

numuneyi analiz etmek kaçınılmazsa ve yeniden numune alınması imkansızsa,<br />

sonuçlar “hemolizli yada lipemik örnek’’ dikkat notu ile birlikte verildiği gibi hemolik<br />

indeks değerleri ile de verilebilmektedir (Tablo 4).<br />

202


Hemoliz: Hemoliz, eritrositlerin parçalanmasıdır. Hafif, orta veya ileri derecede<br />

olabilir. Serumda hemoglobin konsantrasyonu 20 mg/dL'nin üzerinde olursa hemoliz<br />

gözle tespit edilebilir (Şekil 2). Hemoliz olması durumunda hücre içindeki<br />

konsantrasyonları hücre dışındakinden yüksek olan maddelerin serumdaki<br />

konsantrasyonları anormal yüksek bulunur (Özellikle potasyum ve magnezyum<br />

olmak üzere aldolaz, asit fosfataz, LDH enzimleri ile fosfor). Hemoliz, aynı zamanda<br />

400-500 nm dalga boyunda okunan test ölçümlerini etkileyebilir.<br />

Tablo 4. Bazı testlerde sık karşılaşılan interferanslar<br />

Test Adı Hemoliz Lipemi Bilirubinemi<br />

(ikter)<br />

Albumin ++<br />

Alkali fosfataz + ++<br />

Alanin amino transferaz ++<br />

Aspartat aminotransferaz ++<br />

Bilirubin ++ ++<br />

BUN ++<br />

Demir ++<br />

Ferritin +<br />

Fibrinojen +<br />

Folik asit ++<br />

Fosfor ++<br />

Klor ++<br />

Kolesterol + + +<br />

Kortizol ++<br />

Kreatinin + ++<br />

LDH ++<br />

Potasyum ++ ++<br />

Protrombin zamanı + +<br />

Paratiroid hormon +<br />

T3 +<br />

T4 +<br />

TSH +<br />

Trigliserid ++<br />

Ürik asit ++<br />

Şekil 2. Hemolizli serum örneği<br />

Hemolize sebep olan durumlar<br />

Uzun süreli turnike uygulanması<br />

Tüpü aşırı sallama/çalkalama<br />

203


Enjektöre hızlı çekiş, karıştırma ve enjektörden tüpe hızlı bir şekilde<br />

boşaltma<br />

Soğutma yada ısıtma<br />

Tamamlanmamış santrifüj<br />

Serum ayrılması için tam kan olarak uzun süre bekletme (2 saatten fazla )<br />

Hematomlu bölgeden kan alınması<br />

Kan alma bölgesinin kuru olmaması<br />

Parmak ucundan kan alınırken parmağı sıkmak<br />

Lipemi : Kanda anormal miktarda yağ bulunmasıdır. Sonuçları etkileyen en<br />

önemli neden hastanın aç olmamasıdır, bu durumda özellikle glukoz, trigliserid, alkali<br />

fosfataz, üre, amonyak ve ürik asit etkilenir.<br />

Testlerin tekrar istem/tekrarlama periyotları: Biyokimyasal parametrelerin<br />

belirli yarı ömürleri vardır. Bu süreden önce testin tekrarlanması hastalığın takibi<br />

açısından fayda sağlamayacağı gibi ülke ekonomisine de ek yük getirecektir. Bu<br />

nedenle klinisyenler tarafından her testin minimum tekrarlanma süresinin bilinmesi<br />

oldukça önemlidir (Tablo 5).<br />

Tablo 5. Testler ve tekrar aralıkları<br />

Üre, Kreatinin<br />

Test<br />

Karaciğer fonksiyon testleri (parasetamol intoksikasyonu, akut<br />

hepatit ve akut kolestaz için geçerli değildir)<br />

Lipit Profili; Kolesterol, trigliserid, HDL-Kolesterol<br />

FSH, LH, prolaktin, testosteron, östradiol, seks hormon<br />

bağlayıcı globulin TSH, serbest T 4 , serbest T 3<br />

Demir , Ferritin<br />

Protein Elektroforezi, immunoglobulinler, kriyoglobulin<br />

Tümör belirteçleri (-feto protein, CA 125, CA 19.9, CA 15.3,<br />

CEA, PSA) Progesteron, renin, aldosteron, paratiroid hormon,<br />

IGF-1, büyüme hormonu<br />

B 12 vitamini, folik Asit, HbA1c<br />

D 3 vitamini<br />

Tekrar<br />

Periyodu<br />

1 Gün<br />

3 Gün<br />

13 Gün<br />

14 Gün<br />

28 Gün<br />

28 Gün<br />

60 Gün<br />

90 Gün<br />

Referans değerler: Uzun yıllar boyunca kullanılan normal değerler<br />

tanımlaması, normal tanımının toplumdan topluma değişebilmesi üzerine artık<br />

kullanılmamaktadır. Günümüzde kullanılan referans değerler; herhangi bir sağlık<br />

problemi olmayan bireylerden elde değerlerin %95’ ini içeren grubu temsil eder. Bu<br />

değerlerin sayesinde hasta sonuçlarının değerlendirilmesi, tanı ve uygun tedavinin<br />

oluşturulması sağlanır. Çeşitli faktörlere bağlı olarak bu değerler hastadan hastaya<br />

204


varyasyonlar gösterebilir. Laboratuvarın artan test sayısını karşılamak için yöntem<br />

değiştirdiği durumlarda metoda veya hazırlanan kitlerin solüsyon içeriklerindeki<br />

değişikliklere bağlı olarak referans aralığı da değişebilir.<br />

Panik değerler: Örneklerin çalışılması esnasında normal değerlerin dışında<br />

sonuçlar ile karşılaşılabilir ve bu sonuçlar vakit kaybedilmeden ilgili kliniğe bildirilir<br />

(Tablo 6). Bazı testler için uluslararası kabul edilebilir referans aralığı dışında kalan,<br />

hasta için kritik öneme sahip panik değerler belirlenmiştir. Bildirim kayıt altına alınır.<br />

Tablo 6. Panik değer tablosu<br />

Test Adı Birim Düşük Panik<br />

Değer<br />

Yüksek Panik<br />

Değer<br />

ALT / AST U/L > 1000<br />

Anyon gap mmol/L > 30<br />

APTT Saniye >150<br />

Bikarbonat (CO 2 ) mmol/L < 10 > 40<br />

Bilirubin, yetişkin/yeni doğan mg/dL > 15/13<br />

D-dimer mg/dL >2<br />

Fosfor mg/dL < 1 > 8,9<br />

Fibrinojen mg/dL 700<br />

Glukoz -BOS mg/dL < 40 > 200<br />

Glukoz mg/dL < 40 > 450<br />

Glukoz, yenidoğan mg/dL < 30 > 325<br />

Hematokrit-yetişkin/ yeni doğan % < 20/33 > 60/70<br />

Hemoglobin-yeni doğan % < 9.5 > 22<br />

Hemoglobin-yetişkin % < 7 > 20<br />

Kalsiyum mg/dL < 6 > 13<br />

Kalsiyum, iyonize mmol/L < 0,75 >1,6<br />

Klor mmol/L < 80 > 120<br />

Kreatin kinaz U/L > 1000<br />

Kreatinin mg/dL > 7.4<br />

Laktat dehidrojenaz U/L > 1000<br />

Lökosit /mm 3 < 2000 >30000<br />

Magnezyum mg/dL < 1 > 3.5<br />

Miyoglobin, serum mg/dL > 110<br />

Üre mg/dL < 5 > 160<br />

Potasyum mmol/L < 2.8 > 6,5<br />

Protein g/dl < 3,4 > 9,5<br />

Protrombin zamanı saniye >35<br />

INR > 5,5<br />

Sodyum mmol/L 160<br />

Tam idrar tahlili<br />

+3 pozitif glukoz<br />

+3 pozitif keton<br />

Serbest T 4 ng/dL > 3.5<br />

Troponin ng/mL > 0,1<br />

Trombosit sayısı /mm 3 < 40000 > 1 000 0000<br />

Ürik asit mg/dL > 13<br />

205


Mikrobiyoloji Laboratuvarının İşleyişi<br />

Prof. Dr. Gökhan AYGÜN<br />

İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Günümüzde tıp; laboratuvar uygulamalarından çok daha fazla faydalanan bir<br />

yapıya doğru ilerlemektedir. Laboratuvar uygulamaları ise teknolojik gelişmeler<br />

ışığında daha hızlı, daha güvenilir, daha karmaşık ve bazen yorumu daha zor bir<br />

yapıya doğru evrilmektedir. Tüm bu gelişmeler ışığında öncelikle ideal sonuca<br />

ulaşabilmek açısından “iletişim” en önemli parametre olmaya devam etmektedir.<br />

Özellikle Mikrobiyoloji Laboratuvarları ile klinisyenler arasında en önemli sorunlar<br />

“iletişim eksikliği” nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Burada önceliklerin farklılığı, iş<br />

yoğunluğu, laboratuvarlarda farklı eğitim ve disiplinden insanlar olması başlıca<br />

faktörlerdir. Özellikle laboratuvarlar, ideal iletişim ortamı yaratabilmek için çaba<br />

göstermelidirler. Fakat unutulmaması gereken nokta; “ iletişim”in karşılıklı bir süreç<br />

olduğudur. Bu noktada önce laboratuvarda yapılan işlemlerden bahsedilerek sonuca<br />

ulaşmak için klinisyenden beklentiler anlatılacaktır.<br />

I- Mikrobiyoloji Laboratuvarında Yapılan İşlemler:<br />

a- Mikroskopik incelemeler: Örnekler boyalı ya da boyasız olarak mikroskop<br />

altında incelenebilir. Dışkıda parazit, sıvılarda lökosit, deri kazıntısında<br />

mantar elemanları en sık uygulanan boyasız incelemelerdir.<br />

Bakteriyolojide Gram boyama ise temel mikrobiyolojik test konumundadır.<br />

Hızlı ve son derece faydalı bilgiler vermesi nedeniyle etkeni belirlemek<br />

mümkün olabilir. Hastanedeki ciddi enfeksiyonlarda Gram boyası çok<br />

önemli bir yol gösterici olacaktır. Laboratuvar rutin uygulamasında<br />

gecikmeler yaşanabileceği için olgunun önemini iletmek klinisyenin<br />

sorumluluğudur.<br />

Mikobakteri tanısı için aside dirençli boyama (ARB, EZN) , parazitler için<br />

Giemsa boyası, bağırsak protozoonları için iyot, trikrom boya sık<br />

kullanılan diğer incelemelerdir. Karanlık alan mikroskopisinde spiroketleri<br />

araştırmak, floresans mikroskobu ile hem özel etkenleri araştırmak ve<br />

hem serolojik incelemeler yapılması mümkün olmaktadır.<br />

b- Mikroorganizmaların üretilmesi (Kültür): Bakteriyolojik incelemelerde<br />

temel yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu şekilde etken bakteri üretilmesi<br />

dışında örnekteki yoğunluğu da araştırılmış olur. Ayrıca elde edilen<br />

bakteriden tanımlama, antibiyotik direnci gibi ileri incelemeler<br />

yapılabilmektedir. Kültür, tanımlama ve antifungal direnç tayini mantarlar<br />

içinde yapılabilmektedir. Virusların üretilmesi için hücre kültürleri ve<br />

deney hayvanları gerekmekte şu an birimlerimizde bu konuda çalışma<br />

yapılamamaktadır.<br />

c- Antijen ve antikor deneyleri: Serolojik incelemeler adıyla da anılan bu<br />

testlerde genelde etkene karşı gelişen antikorların tayini amaçlanır. Bu<br />

antikorların varlığı için kullanılan metotlar çeşitlilik gösterir. Lam<br />

aglütinasyon, lateks aglütinasyon, tüpte aglütinasyon, floresans kullanan<br />

yöntemler vardır; ancak en sık kullanılan yöntem ise enzimle işaretli<br />

kitlerin kullanıldığı ELISA yöntemidir. Bu yöntem ile birçok etkene yönelik<br />

206


antijen ve antikor tayinleri standart bir tanı haline gelmiştir. Serolojik<br />

tanımda etkene özel IgM sınıfı antikorlar aranabildiği gibi antikor artışı da<br />

tanısal olabilmektedir. Bazen kronik olguları akut olgulardan ayırabilmek,<br />

nüksleri tanımlayabilmek için avidite yöntemleri de geliştirilmiştir. Teknik<br />

yönü önemli olabilen bu testlerin yorumunda laboratuvarla iletişim<br />

sağlamak önerilen bir yaklaşımdır.<br />

Son dönemde hızlı antijen testleri de giderek artan bir öneme sahip<br />

olmuştur. Özellikle boğazda S.pyogenes antijen testi, idrarda Legionella,<br />

pnömokok antijen tayini, Helicobacter pylori tanı kitleri en sık kullanılanlar<br />

olmuştur. Antijen testlerinin çok önemli kullanım bulduğu bir alan fırsatçı<br />

mantarlar konusu olmuştur. Bugün invaziv aspergillozis tanısında<br />

galaktomannan, invaziv kandidiyaz tanısında mannan, invaziv fırsatçı<br />

mantarlar için beta-D-glukan ve kriptokok için kapsül antijenleri en sık<br />

kullanılan antijenler haline gelmiştir.<br />

d- Moleküler mikrobiyoloji: Son yılların en hızla gelişen konusudur. Çok<br />

çeşitli yöntemler, yeni hızlı cihazlar büyük bir hızla artış göstermektedir.<br />

Özellikle viroloji konusunda temel yaklaşım konumuna gelmiştir. Viruslar<br />

dışında güç ve geç üreyen bakteriler (Mycobacterium vd), hızlı tanı ve<br />

hızlı direnç tanısında ve elbette salgın araştırmalarında standart yöntem<br />

olarak tanımlanır hale gelmiştir. Rutin inceleme dışı bir etken<br />

düşünüldüğünde bu bölümden bilgi ve öneri alınması çok faydalı<br />

olacaktır.<br />

II-<br />

Klinisyenden Beklentiler:<br />

a. İdeal bir mikrobiyolojik istekte; hastanın kimlik bilgileri, örneğin alındığı<br />

alan, hastaya ait özel durum, tarih-saat ve sonucu etkileyecek<br />

uygulamalar var ise (antibiyotik vb) laboratuvara ulaştırılmalıdır. Ayrıca<br />

klinisyen-laboratuvar iletişimini sağlayacak bilgiler (istek yapan doktor,<br />

telefon numarası, klinik) de mutlaka yer almalıdır. Bu işlem standart istek<br />

kağıtları kullanılarak yapılabilirken günümüzde bilgisayar ekranları ile<br />

yapılmaktadır.<br />

b. Örnekler ancak doğru zaman ve yerden alınır ve ideal zamanda<br />

laboratuvara ulaştırılırsa sonuç verebilir. Genel kural hastalığın aktif<br />

olduğu bölgeden tercihen doku, apse örneğinin ve özellikle tedavi<br />

başlamadan alınması önerilir. Özel bir kaç durum dışında sürüntü<br />

örnekleri uygun olmayacaktır. Unutulmaması gereken bir diğer temel<br />

nokta; mikrobiyolojik testlerin canlılar üzerinde uygulandığıdır. Uygun<br />

zaman diliminde işleme alınmaz ise canlılar ölürler ya da yapılarını<br />

değiştirirler. Bu yüzden alınan uygun örnekler uygun şartlarda saklanır ve<br />

laboratuvara ulaşır ise uygun sonuç alınabilir.<br />

Genel olarak bakteriyolojik tetkikler en geç iki saat içinde çalışmaya<br />

alınmalıdır. Viral incelemelerde 24 saate yakın sürelerde gecikme tolere<br />

edilebilir. Anaerobik incelemeler ise 15-30 dakikada yapılmalı ya da özel<br />

transport ortamlarına örnek alınmalıdır. Düz kan örnekleri serolojik<br />

inceleme için hemolize meydan vermeden ayrılan serumlarla yapılır. Bu<br />

şekilde ayrılan serum buzdolabında güvenle saklanabilir. (Uygun<br />

örnekler ve özel şartlar tabloda özetlenmiştir)<br />

c. Tüm örneklerin bulaşıcı olduğu gerçeğini unutmadan örnekler alınmalı ve<br />

gönderilmelidir. İdeal olan örneklerin profesyonel ekip tarafından alınması<br />

207


ve laboratuvara ulaştırılmasıdır. Servislerde alınan örneklerin<br />

laboratuvara ulaştırılmasında sorunlar devam etmektedir. İdeal şartlarda<br />

olmayan, dışarı bulaşan, sterilitesi bozulmuş, delici-kesici özelliği bulunan<br />

kaplarda örnekler gönderilmemelidir.<br />

d. Özel örnekler alınırken bilgi hatta onam alınması gerekebilir. Örnek alımı<br />

konusunda bilgilendirilen hatta alınan örneklerin takibi yapıldığında çok<br />

daha başarılı sonuçlar alındığı belirlenmiştir. Örneğin balgam örneği<br />

yerine tükürük örneği gönderilmesi, orta akım idrarın tam olarak<br />

anlatılamaması önemli zaman kaybı, tanıda yanlışlık ve gecikmelere yol<br />

açmaktadır.<br />

e. Örnekler tedavi başlamadan önce alınıp laboratuvara ulaştırılmalıdır. Bu<br />

konuda ideal bir yaklaşımın gelişmesi etkenlerin tanımlanmasını ve<br />

tedavinin çok daha uygun olmasını sağlayacaktır. Tedavi altında örnek<br />

alınıyor ise laboratuvara uygulanan tedavi konusunda bilgi verilmelidir.<br />

f. Rutin dışı bir etken konusunda çalışma yapılacaksa ya da örnek alımı<br />

konusunda bazı kısıtlılıklar yaşanıyorsa mutlaka laboratuvar ile iletişim<br />

kurulmalıdır. “ Hangi örnek, hangi kap, hangi yöntemler kullanılabilir gibi”<br />

soruların yanıtları laboratuvardan alınmalıdır.<br />

g. Steril bir örnek alınması sırasında asepsi kurallarına uyum kilit öneme<br />

sahiptir. Derinin antiseptiklerle temizlenerek örneğin flora ile kontamine<br />

olmadan alınması çok önemlidir. Çünkü çok az sayıda bakteri bile<br />

bulaşsa üreme olacak ve test sonuçları yanlış çıkacaktır. Bu konuda en<br />

sık yaşanan sorun kan kültürlerinin kontaminasyonudur. Bu yüzden kültür<br />

için kan örneği alınması çok titiz bir çalışma gerekir. İyot-alkol<br />

kullanılmasında sıklıkla iyot kurumadan hemen işlem yapılarak ya da<br />

antisepsi sonrası yeniden palpe edilip kontamine edilerek kontaminasyon<br />

yaşanmaktadır. Bu yüzden mümkünse prematüre bebekler dışında kan<br />

kültürü alırken cilt antisepsisinde alkol-klorheksidin kullanılması<br />

önerilmektedir.<br />

h. Uygun şekilde alınmayan ve ya laboratuvara uygun şartlarda ulaşmayan,<br />

gereğinden çok bekleyen, barkod ve kimlik bilgilerinde sorun olan<br />

örnekler çalışılmazlar. Ayrıca sonuçlarının yorumu yanıltıcı olacağından<br />

dolayı; Foley sonda ucu, kusma örneği, kolostomi içeriği, loşia örneği,<br />

sonda torbası idrarı, 24 saat biriktirilmiş idrar ya da balgam örneği kültürü<br />

yapılmaz. Florası olan bölgelerden anaerop kültür rutin olarak yapılmaz.<br />

Ayrıca aynı gün içinde tekrarlanan idrar, balgam kültürü gibi örnekler de<br />

çalışılmazlar.<br />

Sonuç olarak mikrobiyoloji laboratuarları ancak laboratuar ve klinisyen işbirliği<br />

ve iletişiminin en üst seviyede sağlandığında faydalı olacaktır.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Merkez Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuarı bünyesinde,<br />

Bakteriyoloji, Mikoloji, Parazitoloji, Viroloji ve Moleküler Mikrobiyoloji, Mikobakteri<br />

Laboratuarı bulunan kapsamlı hizmet ve eğitim laboratuarı bünyesinde bir<br />

laboratuardır. Ayrıca Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi Laboratuarı olarak hizmet<br />

veren, finansmanı başhekimlik/dekanlık tarafından karşılanan bir laboratuarı da<br />

bünyesinde barındırmaktadır. Tıbbi Mikrobiyoloji Merkez Laboratuvarı bulunduğu<br />

birimde 7/24 hizmet sunmaktadır.<br />

208


Tablo- Mikrobiyoloji laboratuvarında yapılan testler<br />

ÖRNEK ALINMA ve ULAŞTIRMA SAKLANMA ÖZEL UYARILAR<br />

Apseler Mümkünse enjektörle aseptik<br />

olarak alınmalıdır.<br />

Mümkünse<br />

enjektörle<br />

gönderilmemelidir. En ideal yol<br />

özel transfer sişeleridir fakat her<br />

zaman sağlanması mümkün<br />

değildir. Anaerop isteniyorsa<br />

ucu lastik tıpayla kapanarak<br />

gönderilebilir.<br />

Eküvyonla alınıyorsa en az iki<br />

eküvyona alınmalı ve taşıma<br />

besiyeriyle ulaştırılmalıdır<br />

En kısa sürede<br />

laboratuvara ulaştırmalı<br />

ve çalışılmalıdır.<br />

Apsenin yeri ve bekleniyorsa özel<br />

etkenler (F.tularensis, Brucella spp,<br />

Bartonella henselae (kedi tırmığı<br />

hastalığı etkeni))mutlaka bildirilmeli<br />

Kan<br />

(Hemokültür)<br />

Steril vücut sıvıları<br />

(Plevra, eklem sıvısı,<br />

perikard sıvısı assit<br />

sıvısı)<br />

Kateterler<br />

Beyin omurilik sıvısı<br />

(BOS)<br />

Göz, kulak, burun<br />

sürüntüsü<br />

En az iki şişe örnek alınmalıdır.<br />

Son yıllarda en az iki set (dört<br />

şişe) önerilmektedir<br />

Kateter varsa bir örneğin<br />

kateterden alınması gerekir ve<br />

bu tüp üzerinde belirtilmelidir.<br />

Çok lümenli kateterlerde her<br />

lümenden örnek alınmalıdır.<br />

Steril enjektörle alınabilir.<br />

(Otomatize kan kültürü şişesine<br />

hasta başı ekim yapılabilir)<br />

Steril olarak çıkarılıp uç kısımları<br />

steril makasla kesilip gönderilir<br />

Hücre sayımı,ekim ve diğer<br />

testler için steril<br />

2-3 kaba ayrı ayrı alınmalıdır.<br />

İdeal mikrobiyolojik inceleme için<br />

en az 10 mL örnek alınması<br />

önerilir<br />

Eküvyonla alınmalı , en az iki<br />

örnek alınmalıdır. En az bir<br />

örnek transport besiyerine<br />

alınmalıdır.<br />

Kornea, vitröz sıvı gibi örneklerin<br />

hasta başında sıvı besiyerine<br />

alınması uygun olur.<br />

Sinüzit, otitis media Aspirasyon örnekleri almak<br />

gerekir<br />

Boğaz sürüntüsü Uygun bölgelere sürülen bir<br />

eküvyon yeterli.<br />

Antijen tayin edilecekse iki<br />

eküvyona örnek alınmalıdır<br />

En kısa zamanda<br />

laboratuvara<br />

ulaştırılmalıdır<br />

Otomatize kan kültürü<br />

şişeleri eğer hemen<br />

ulaştırılamıyor ise oda<br />

ısısında bekletilmelidir.<br />

Asla buzdolabı ya da<br />

etüvde tutulmamalıdır<br />

En kısa zamanda<br />

laboratuvara<br />

ulaştırılmalıdır<br />

En geç 2 saat içinde<br />

çalışılmalı<br />

En kısa sürede<br />

çalışılmalıdır.<br />

En geç 2 saat içinde<br />

incelenmelidir.<br />

Apse gibi davranmak<br />

gerekir<br />

Grup A streptokok<br />

kültürü için oda ısısında<br />

bekletmek fayda<br />

sağlayabilir<br />

Deri antisepsisinde tercihen alkolklorheksidin<br />

kullanmalı<br />

Eğer iyot /alkol kullanılıyorsa iyotun<br />

kuruması beklenmeli (1-2 dakika)<br />

Şişeye ekilmeden önce<br />

dezenfekte edilmelidir<br />

şişenin ağzı<br />

Otomatize kan kültürü şişelerine alınış<br />

saatleri yazılmalıdır<br />

Önerilen miktar:<br />

Erişkin : 10 mL<br />

Çocuk: 2-5 mL<br />

Bir miktar örnek (+4 o C’de)<br />

saklanmalıdır.<br />

Foley sonda ucunun kültürü önerilmez<br />

İntravasküler kateterler dışı kateterlerde<br />

standart öneriler yoktur<br />

Ponksiyonla alınır . Öncesinde KİBAS ,<br />

göz dibinde ödem yönünden<br />

değerlendirme unutulmamalıdır. Bir<br />

kısım örnek (+4 o Cde) saklanmalıdır.<br />

Burun kültürü MRSA taşıyıcılığı dışında<br />

çok fayda sağlamaz<br />

Sinüzit ve otitis media tanısında sürüntü<br />

kültürleri önerilmez. Otitis eksterna için<br />

kulak sürüntü örneği kullanılabilir.<br />

Dil,diş ve yanaklara dokunmamaya<br />

özen gösterilmelidir<br />

209


İdrar Orta akım idrarı alınmalı ve 2<br />

saat içinde çalışılmalı.<br />

Balgam Öksürük ile gelen pürülan<br />

balgam değerlendirilebilir.<br />

Kaliteli olmayan örnekler<br />

çalışılmayacağı için mutlaka<br />

laboratuara gönderilmeden önce<br />

klinikte görülmelidir.<br />

Gecikecekse 24 saat<br />

buzdolabında<br />

saklanabilir.<br />

En kısa sürede<br />

değerlendirilmeli<br />

Kısa süreler için (4 o C’de<br />

) bekletilebilir.<br />

Sondalı hasta ise laboratuvara<br />

bildirilmeli ve örnek sondadan asepsi<br />

kurallarına uyularak enjektörle<br />

alınmalıdır.<br />

Bebeklere torba bağlanarak alınan<br />

idrarlar kontaminasyon riski nedeniyle<br />

önerilmez.<br />

Endotrakeal aspirat ve bronkoalveolar<br />

lavaj örnekleri mutlaka laboratuara<br />

bildirilmeli, seyreltildi ise üzerinde<br />

yazılmalıdır.<br />

Bu örnekler kantitatif olarak<br />

çalışılacaktır.<br />

Vaginal akıntı Klinikte alınmalı, en az iki<br />

eküvyonla örnek alınmalı ve en<br />

kısa zamanda laboratuvara<br />

ulaştırılmalıdır.<br />

Üretral akıntı En az iki eküvyonla örnek<br />

alınmalı ve en kısa zamanda<br />

laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />

Dışkı<br />

Serolojik İnceleme<br />

için kan örneği<br />

Moleküler/<br />

Virolojik incelemeler<br />

için örnekler<br />

Prostatit şüphesinde prostat<br />

mayii incelenmelidir.<br />

Temiz, ağzı kapaklı bir kapta<br />

laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />

Transport besiyerleri faydalıdır.<br />

Ekim en kısa sürede<br />

yapılmalıdır.<br />

Sarı kapaklı düz tüplerde kan<br />

gönderilmelidir.<br />

Mutlaka laboratuardan bilgi<br />

alınmalıdır. Her kit için özel<br />

yöntem hatta özel kaplar ile<br />

alınan örnek gerekebilir.<br />

Hızlı değerlendirme çok<br />

önemlidir.<br />

Hızlı değerlendirme<br />

çabuk ekim çok<br />

önemlidir. Gonokok<br />

kurumaya çok duyarlıdır.<br />

(hasta başı ekim önerilir)<br />

Buzdolabında<br />

saklanabilir.<br />

Clostridium difficile toksin<br />

testleri için bazı kitler buz<br />

üzerinde transportu<br />

önermektedir. Hastanede<br />

gelişen ya da antibiyotik<br />

kullanımı ile ortaya çıkan<br />

ishal olgularında ilk<br />

inceleme toksin<br />

araştırma olmalıdır.<br />

Eğer beklemesi<br />

gerekiyorsa kanın<br />

hemoliz olmasını<br />

önleyerek serum<br />

ayrılmalı<br />

ve<br />

buzdolabında<br />

bekletilmelidir.<br />

Boyama yöntemleri tanısal yaklaşımda<br />

daha değerlidir.<br />

Hızlı incelenemezse Trichomonas<br />

vaginalis infeksiyonları atlanabilir<br />

Akıntı yoksa üretral sürüntü ya da ilk<br />

akım idrar faydalı olabilir. Sperm<br />

önerilmez.<br />

Chlamydia infeksiyonu için özel<br />

eküvyonlarla örnek alınıp transport<br />

sisteminde laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />

Salmonella, Shigella cinsi özel bir etken<br />

düşünülüyorsa mutlaka laboratuar<br />

bilgilendirilmeli ona yönelik özel kayıtlar<br />

yapılmalıdır.<br />

Hasta izlenecekse laboratuara<br />

bilgilendirilmesi ve bir miktar serumun<br />

saklanması sağlanmalıdır<br />

Rutin dışı bir etkene ait inceleme<br />

planlanıyor fakat sonuç alınamıyor ile<br />

bu birim ile iletişim kurulması önerilir!<br />

Mantar incelemeleri<br />

için örnekler<br />

Parazitolojik<br />

İncelemeler<br />

örnekler<br />

için<br />

Deri, saç tırnak, örneklerinin<br />

mümkünse mikrobiyoloji<br />

laboratuarlarında deneyimli<br />

personel tarafından alınması<br />

önerilir.<br />

Fırsatçı mantar için alınacak<br />

örnekler diğer örneklerdeki<br />

önerilere uygun olarak<br />

laboratuara ulaştırılmalıdır<br />

Rutin dışkıda parazit tetkiki için<br />

en az üç ayrı örnekte inceleme<br />

gerekir<br />

Amip aranacaksa hemen<br />

incelenmelidir.<br />

Selofanlı lam ile inceleme için<br />

laboratuardan özel lam ve bilgi<br />

alınmalıdır<br />

Evde ya da klinikte<br />

alınan örnekler<br />

buzdolabında<br />

bekletilebilir<br />

Dışkı<br />

buzdolabında<br />

bekletilmelidir.<br />

210<br />

örnekleri<br />

Fırsatçı mantarlar için serolojik testler<br />

için laboratuardan bilgi alınarak uygun<br />

örnekler gönderilmelidir.<br />

Parazit olduğu düşünülen yapılar,<br />

artropodlar (kene, bit,…) temiz ve ağzı<br />

kapalı bir kap ile laboratuara<br />

ulaştırıldığında işlem yapılmaktadır.


Bakteriyoloji laboratuarı rutin bakteriyolojik incelemeler dışında mikoplazma,<br />

ureaplazma kültürleri, gereğinde spiroket kültürlerinin de yapılabildiği bir alt yapıya<br />

sahiptir. Ayrıca anaerobik bakteriyolojinin bulunduğu önemli merkezlerden birisi<br />

konumundadır. Rutin dışkı kültürü dışında Vibrio, Campylobacter, Yersinia, gibi özel<br />

etkenler de çalışılabilmektedir. Rutin çalışmada bu etkenler olmadığından laboratuar<br />

ile iletişim sağlanması önerilir. Mikobakteri laboratuarında rutin kültür metotları<br />

dışında, otomatize kültür sistemi (MGIT) ve moleküler hızlı tanı testleri de<br />

yapılabilmektedir. Seroloji bölümünde rutin serolojik testler dışında ELISA yöntemi<br />

ağırlıklı hemen tüm etkenlere ait testler çalışılabilmektedir. Ayrıca floresans antikor<br />

yöntemi ile yapılan testler de bu birimde uygulanabilmektedir. Kitlerin sağlanması ile<br />

ilgili yaşanabilen sorunlar nedeniyle rutin dışı bir istek yapmadan önce birime<br />

ulaşmak faydalı olacaktır. Parazitoloji ve mikoloji birimlerinde tüm etkenlere özgü<br />

direkt inceleme ve kültür çalışmaları yapılabilmektedir. Serolojik incelemeler (hidatik<br />

kist, amip antikorları, galaktomannan, kriptokok antijeni,…) yapılabilen diğer<br />

incelemelerdir. Moleküler Mikrobiyoloji ve Viroloji bölümünde PCR, real-time PCR,<br />

otomatize moleküler sistemler, sekans cihazları bulunmaktadır. Bu birim rutin<br />

hizmetler dışında (CMV, HIV, HBV, HCV,…) bu etkenlere ait direnç testlerinin<br />

çalışılabildiği önemli merkezlerden birisi konumundadır. Ayrıca Herpes viruslar,<br />

Solunum yolu virusları gibi multipleks kitler ile birçok etkeni aynı anda saptayan<br />

testler de bulunmaktadır. Bu arada bu laboratuar parazitoloji, mikoloji, bakteriyoloji<br />

birimlerine etken tanımlama, epidemiyolojik ilişkileri saptama, komite laboratuarında<br />

saptanan etkenleri ileri inceleme konularında da ciddi destekler sağlayabilmektedir.<br />

Hücre kültürü ve virus üretimi birimi şu an bulunmamaktadır.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları<br />

Anabilim Dalı bünyesinde de bir hizmet/eğitim laboratuarı yer almaktadır. Bu<br />

laboratuar hastanede yatan hastaların kültürlerini çalışan gelişmiş bir bakteriyoloji<br />

laboratuarıdır. Ayrıca temel mikoloji, parazitoloji ve seroloji testleri de<br />

yapılabilmektedir. Özellikle Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları<br />

asistanlarının eğitiminde çok önemli yeri olan hematoloji, immunsupresif tedavi gören<br />

ve yoğun bakım birimi hastalarına ait kültürlerin çalışıldığı 7/24 hizmet veren ve<br />

konsültasyonların etkinliğini arttırmak amacıyla dizayn edilmiş bir laboratuar olarak<br />

hizmet vermektedir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Aygün G. Klinik mikrobiyoloji laboratuarında klinik ve laboratuar iletişiminin önemi. Klinik Gelişim<br />

2007; 20(4): 48-52.<br />

2. Miller JM. A guide to specimen management in Clinical Microbiology. ASM Press Washington<br />

D.C.1999.<br />

3. Öztürk R. İnfeksiyon hastalıklarında laboratuar tanı. Klinik Gelişim 2007; 20(4): 19-35.<br />

4. Rappuoli R. From Pasteur to genomics : progress and chalenges in infectious diseases. Nature<br />

Medicine 2004; 10: 1177-85.<br />

211


Patoloji Laboratuvarlarının İşleyişi<br />

Prof. Dr. Sergülen DERVİŞOĞLU<br />

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı<br />

Tarihi açıdan bakıldığında cerrahi patoloji 1870 yılında Berlin Üniversitesi'nden<br />

Carl Ruge tarafından biyopsilerin değerlendirilmesi ile mutlak gerekli bir tanı aracı<br />

olarak ortaya atılmış bir branştır. 1889'da Alman Cerrahi Kongresi'ndeki malign tümör<br />

şüpheli olgularda mikroskopik tanının gerekliliği vurgulanmış, kısa süre sonra da<br />

dondurucu mikrotom (kriyostat) keşfedilerek operasyon sırasında acil tanıya olanak<br />

veren frozen section (taze dokudan dondurularak kesit alma işlemi) uygulanmaya<br />

başlanmıştır.<br />

Bu tarihi gelişimini sürdüren patoloji, cerrahi patolojinin dışında pek çok alt<br />

dala ayrılarak, günümüze klinikle sıkı işbirliğini sürdürmek zorunda olan, aynı<br />

zamanda tıp eğitiminde temel tıp dersi olarak da işlevini koruyan çok önemli bir temel<br />

bilim-klinik bilim ara geçiş bilimi olmuştur. Eğitim işlevi nedeniyle temel bilimler<br />

binasında yer almakla beraber cerrahi bilimlere bağlı bir anabilim dalıdır ve artık Tıbbi<br />

Patoloji Anabilim Dalı olarak adlandırılmaktadır.<br />

Kelime olarak tam tercüme edildiğinde patoloji; hastalık bilimi (Yunanca'dan<br />

pathos: rahatsızlık, hastalık, logos: bilim) anlamını taşır.<br />

Patoloji; hücreler, dokular, organlar ve sonuçta bir bütün olarak tüm<br />

organizmada zarar verici uyarıların yapısal ve işlevsel sonuçları üzerine eğilir.<br />

Geleneksel bir yaklaşımla genel ve sistemik/spesifik (organlara/sitemlere özgü)<br />

patoloji temel gruplarına ayrılır ki bu eğitim kısmını kapsar. Rutinde ise öncelikle<br />

cerrahi patoloji, sitopatoloji, hematopatoloji, fötal/neonatal patoloji, otopsi patolojisi,<br />

moleküler patoloji gibi alt grupları vardır. Cerrahi patoloji de günümüzün ilerleyen<br />

koşullarında organ ve sistemlere özgü alt gruplara (nöropatoloji, pediatrik patoloji,<br />

jinekopatoloji, endokrin patoloji, dermatopatoloji, üropatoloji vb) ayrılarak daha detaylı<br />

inceleme ve gelişime olanak vermiştir.<br />

Hastalıkların dört ana konusu patolojinin inceleme alanı içine girer. Bunlar 1-<br />

Neden (etiyoloji), 2-Gelişim mekanizması (patogenez), 3-Hücre ve organlardaki<br />

yapısal değişiklikler (morfoloji) ve 4-Morfolojik değişikliklerin fonksiyonel önemi (klinik<br />

anlamlılık) dir.<br />

19. yüzyılda modern patolojinin babası olarak anılan Rudolf Virchow'un<br />

belirttiği gibi doku zararının hemen hepsi, öncelikle hücrede moleküler düzeyde<br />

yapısal değişiklikler oluşturur. Patolog zaman içinde dokudaki zararla oluşan<br />

normalden sapmaların tüm sonuçlarını biyopsinin alındığı andaki doku örneğine, ışık<br />

mikroskopu ile bakarak saptar ve yukarıda belirtilen dört ana konuyu süzgeçten<br />

geçirerek elde ettiği maksimum bilgiyi bir rapor halinde klinik hekime sunar. Bu<br />

bilginin hasta adına sağlıklı bir biçimde elde edilebilmesi için, hastayı takip eden,<br />

biyopsiyi uygulayan klinik hekim ve incelemeyi yapan patoloğun karşılıklı iletişim<br />

içinde çalışmaları gerekmektedir.<br />

Günlük rutini bir laboratuvar işleyişine dayalı olan patolojide teknik işlemler<br />

laboratuvarda değişik makineler ve patoloji teknisyenleri tarafından yürütülür.<br />

Materyalin incelenmesinde belli aşamalarda uzmanlık öğrencisi doktor ve uzman<br />

patologlar ile öğretim üyeleri devreye girer. Tüm aşamalar tamamlandıktan sonra<br />

212


patolojik değerlendirme ve nihai patoloji raporunun yazılması en azından uzman<br />

patolog tarafından yapılır. Uzmanlık öğrencisi ya da asistanın patoloji raporunda<br />

karar imza yetkisi yoktur. Sadece parçanın ilk makroskopik incelemesini ve<br />

örneklemesini yapan sorumlu hekim olarak patoloji raporunda imzası vardır. Bir<br />

patoloji laboratuvarının ürünü patoloji raporudur ve ana hedef: eksiksiz, doğru ve<br />

zamanında patoloji raporu çıkarmaktır.<br />

Dokuların mikroskopta incelenebilir hale gelmesi için birtakım işlemler<br />

gereklidir. Mikroskop başındaki incelemeden önceki basamaklar çok önemlidir.<br />

Bunlar patoloji teknisyenleri tarafından yapılır. Patologların en büyük yardımcıları<br />

teknisyenleridir ve işin mutfağını oluştururlar. Bu adımlardaki titizlik direk tanıyı<br />

etkiler. Bu işlemler en azından bir gece süren işlemlerdir. PATOLOJİ SONUÇLARI<br />

BİLGİSAYARDAN ÇIKMAZ!!!!!<br />

Patoloji bölümüne gelen materyallerin geçirdiği aşamalar; tespit/fiksasyon,<br />

makroskopik inceleme-örnekleme, doku takibi, doku gömme, kesit alma ve boyamakapamadır.<br />

Doku tespiti/fiksasyon dokuların o andaki görünümünün ısı, nem ve enzimlerin<br />

etkisiyle değişmesini, bozulmasını önlemek amacıyla yapılır. Tespitsiz dokulardaki<br />

hücreler bir süre sonra bakterilerin ve içerdikleri sindirici enzimlerin etkisiyle otolize<br />

uğrar, morfolojik özelliklerini yitirir ve tanısal amaçlı incelemelerde kullanılamayacak<br />

duruma gelir. Tespit / fiksasyonun amacı otolizi ve bakteriyel kolonizasyonu önlemek,<br />

dokuların şekil ve boyutlarının değişmemesini sağlamak, doku takibi ve boyanma<br />

işlemleri için dokunun uygun pozisyona getirilmesi ve dokuların, komponentleri<br />

değişmeden, canlıdaki özelliklerine en yakın biçimde kalmasını sağlamaktır. Tespit<br />

işlemi biyopsi alımı ile poliklinik ya da ameliyathanede başlamalıdır. Bu işlemi<br />

yapacak kişi klinisyendir.<br />

Fiksasyon için özel sıvılar kullanılır. Doku ve organlar kendi hacimlerinin 10-20<br />

katı kadar tespit sıvısı içinde bırakılır. En yaygın kullanılan formalin, seyreltik<br />

formaldehit solüsyonudur. Tespit süresi dokunun türü ve kalınlığına göre birkaç saat<br />

(karaciğer iğne biyopsisi) yada birkaç hafta (beyin) değişir. Alkol dokuyu çok<br />

sertleştirip kesit artefaktına yol açacağından tercih edilen bir tespit solüsyonu değildir.<br />

Rutin histopatolojide olguların çoğunda yaygın olarak kullanılan fiksatif nötral<br />

tamponlu formaldehittir. Ancak elektron mikroskopi, histokimya ve immunohistokimya<br />

gibi özel incelemelerde özel fiksatifler gerekebilir.<br />

Materyali patolojiye gönderirken klinik hekime düşen görev materyalle birlikte<br />

patolojiye parça gönderme istek kağıdında hasta hakkındaki maksimum bilgiyi<br />

vermektir. Bunlar; yaş, cins, hastalığa ait anamnez, klinik şikayetler, laboratuvar<br />

bulguları ve klinik ön tanı gibi ana bilgilerdir. Müsküloskeletal sistemle ilişkili<br />

hastalıklarda patolojik tanı için gerekli olduğundan lezyonlu bölgenin radyolojik filmleri<br />

(direk grafi, BT, MR ve PET raporları ile birlikte) gönderilmelidir.<br />

Bir diğer önemli nokta, cerrahi yöntemle çıkarılan her materyalin atlanmadan<br />

makroskopik olarak ne kadar selim ya da nonspesifik görünse de incelenmek üzere<br />

patoloji laboratuvarına gönderilmesi gereğidir. Günümüzde hala önceden eksize<br />

edilip patolojik incelemesi yapılmamış bir nevus hikayesini sorarak saptadığımız<br />

malign melanom metastazlı hastalarımız olabilmektedir.<br />

Cerrahi yöntemle çıkarılan materyalin patoloğa gönderilme biçimi de önem<br />

taşır. Özellikle küçük biyopsi materyalleri gazlı beze sarılarak gönderildiğinde,<br />

213


üzerinden bir kaç saatlik süre de geçmişse, doku sıvısı gazlı bez tarafından<br />

emildiğinden doku kısmen ya da tümüyle kurumuş halde patolojiye ulaşmaktadır. Bu<br />

durum kuruma nedeni ile doku takibinde güçlükler ve sonuçta teknik artefaktlar<br />

oluşturarak doğru tanıya ulaşılmasında sorun yaratmaktadır. Küçük biyopsi materyali<br />

eğer zaman kaybetmeden yakın laboratuvara gönderilecekse serum fizyolojikle dolu<br />

ağzı geniş bir şişe içinde (serum fizyolojik parçanın tamamını kaplamalı)<br />

gönderilebilir. Süre uzunsa formalin fiksatifine konmalıdır. İdeal olan her parçanın<br />

formalin solüsyonu içinde ve boyutu parçanın boyutuna uygun, ağzı geniş cam ya da<br />

plastik kaplarda gönderilmesidir. Dar ağızlı şişeye taze iken sıkıştırılan parça formol<br />

ile sertleşince şişeden çıkarılmada zorluk oluşturmaktadır. Burada da parçanın<br />

büyüklüğü ile orantılı şekilde sıvı parçanın tamamını örtmeli hava ile temas<br />

kesilmelidir. Gazlı bez gibi plastik eldiven içinde de parça gönderilmesi uygun<br />

değildir. Aynı gün laboratuvara ulaştırılamayacak ekstremite amputasyonu gibi,<br />

büyük parçaların iyi çalışan bir buzdolabında (buzluk kısmında değil!) ağzı sıkıca<br />

kapalı bir naylon torba içinde bir gece beklemesinde büyük bir sakınca olmasa da<br />

tercih edilmemeli ve piyes derhal patoloji laboratuvarına ulaştırılmaya çalışılmalıdır.<br />

Uzun süren ameliyatlarda önceden patoloji bölümü ile konuşularak parçaya özgü<br />

gerekli nakil koşulları saptanmalıdır. Öte yandan mide, kolon akciğer gibi mukoza<br />

içeren organlar için buzdolabında saklanması ile gelişecek soğuk iskemi<br />

sonraki immunhistokimya, FISH işlemlerinde yalancı pozitif yada negatif<br />

sonuçlara neden olduğundan buzdolabında bekletme sakıncalıdır. Temel hedef<br />

parçanın en kısa zamanda patoloji laboratuvarına ulaştırılması olmalıdır. Parça<br />

gönderilirken istek kağıdı ile birlikte materyallerin alındığı yerler materyal üstüne ve<br />

istek kağıdına kodlanmalıdır. Materyal üzerine flastere hasta adı ve kod yazılırken<br />

tercihen kurşun kalem kullanılmalıdır. Tükenmez kalem formol temasında<br />

silinebileceğinden karışıklıklara yol açabilmektedir. Rezeksiyon/amputasyon<br />

materyalleri fiksatife konmadan hızlı bir şekilde ulaştırılmalıdır. Gerekirse özellikli<br />

yerler işaretlenmeli (cerrahi sınırlar vb) ve örnekleme sırasında patologla birlikte<br />

olunabilmelidir. Daha önce de belirtildiği üzere patoloji laboratuvarına biyopsiler<br />

uygun miktarda formol içinde, ağzı geniş ve kapaklı kaplarda, ayrı dokular, ayrı kaplar<br />

içinde kapların üzerinde hasta bilgileri yazılı olarak gönderilir.<br />

Patoloji laboratuvarına ulaşan parça patolog ya da patoloji asistanı tarafından<br />

makroskopik özellikleri ile tarif edilip, usulüne uygun diseke edildikten sonra, lezyonlu<br />

ve lezyonsuz bölgelerinden örnekleme yapılır. Kritik cerrahi sınırlar takip solüsyonları<br />

ile silinmeyen özel boyalarla işaretlenerek boyanır. Alınan örnekler biyopsi numaraları<br />

ile birlikte özel kasetlere konularak gece boyunca değişik çözeltilerden geçecekleri<br />

otomatik doku takip makinelerine takılır. Bu aşama öncesindeki disseksiyon önemli<br />

olup, her organda ve lezyonda ayrı özellikler taşıdığından, diseksiyonun patolog<br />

tarafından yapılması gerekmektedir. Cerrahi operasyon sonrasında parçanın<br />

klinisyen tarafından kesilmesi, cerrahi sınırların saptanmasında ve özgün<br />

diseksiyonun uygulanmasında güçlük oluşturmaktadır.<br />

Dokuların, bir takım kimyasallar içinde bekletilerek, bozulmadan işlem<br />

yapılmasını ve saklanmasını sağlayan takip işleminden geçirilmesi gerekmektedir. Bu<br />

süre minumum 24 saat olup, kemik içeren materyallerde örneğin testere/bıçak ve<br />

mikrotomla kesilebilmesi için parçanın büyüklüğüne göre nitrik ya da formik asitle<br />

işlem gerekmektedir. Asit takip süresi parça büyüklüğüne ve sklerotik olup<br />

olmamasına bağlı olarak değişkendir. Bazen bir haftaya kadar çıkabilir. Takip<br />

sonrasında dokular, parafin içine gömülür. Bu gömülmede dokunun mikroskopta<br />

214


görülmek istenen açıya göre yatırılması dokudan dokuya farklılık gösterir ve özellik<br />

taşır.<br />

Parafine gömülmüş doku mikrotom dediğimiz aletle, 2-4 mikronluk kesitler<br />

yapılacak şekilde kesilir.Bu kesitler lamlar üzerine alındıktan sonra boyama işlemi<br />

yapılır. Rutin kullanılan boya hematoksilen-eozindir. Boyanan lamlar lamel ile<br />

kapandıktan sonra mikroskopta incelenecek hale gelir.<br />

Tüm bu işlemler için geçen süre parçadan parçaya değişmekle birlikte,<br />

ortalama 24 saattir. Kemikli dokularda ise parçanın boyutuna göre asit ile işlem bu<br />

süreyi spesimenin boyutuna göre bir haftaya kadar uzatabilir.<br />

Patoloji laboratuvarındaki temel incelemeler ;<br />

1-Tüm ameliyat materyallerinin histopatolojik incelemesi,<br />

2-Ameliyat olmaksızın, biyopsi örnekleme materyallerinin incelenmesi,<br />

3-Özellikle meme, tiroid gibi organlarda uygulanan ince iğne aspirasyon<br />

biyopsisi (İİAB) materyallerinin sitopatolojik incelemesi,<br />

4-PAP SMEAR (Serviksin örneklenmesi ve serviks kanserlerinin erken<br />

teşhisini sağlayan sitopatolojik inceleme,<br />

5-Otopsidir.<br />

Biyopsi türleri; organ (iğne biyopsileri), insizyonel biyopsi(lezyonun bir kısmı),<br />

eksizyonel biyopsi (lezyonun tamamı (tamamı), punch biyopsi, shave biyopsi, açık<br />

cerrahi biyopsi, organ rezeksiyonları ve amputasyonlardır. Giderek gelişen non<br />

invaziv tekniklerin de artışı ile biyopsi sayıları yıllar içinde çarpıcı bir şekilde yükselişe<br />

geçmiştir.<br />

Otopsi sayısı biyopsinin aksine geçen yıllarla görüntüleme tekniklerindeki<br />

ilerlemelerle giderek azalmıştır. Şu anda büyük kısmını fötal otopsiler<br />

oluşturmaktadır.<br />

215


Patolojik incelemesi yapılan tüm biyopsi örnekleri ve otopsiye ait lam ve<br />

bloklar raporları ile birlikte arşivlenerek saklanır. Bunun bir amacı geriye dönük<br />

medikal araştırmaların yapılabilmesidir. Diğer önemli bir gerekçe de hastaların ya da<br />

hekimlerin bu materyalle ilgili geriye dönük taleplerinin olabilmesidir (Örneğin askerlik<br />

216


muafiyeti için hastalığın ispatı ya da diğer adli durumlarda) . Tanının kesine yakın bir<br />

şekilde raporlanarak hastaya verilen bir branş olması nedeniyle de farklı bir özelliğe<br />

sahip olan patoloji belki de günlük rutini sırasında en çok kaynak kitap ve literatüre<br />

başvurulmasını gerektiren bir branştır.<br />

Günümüzde diagnostik sitolojik teknikler patolojinin önemli işlevleri arasına<br />

girmiştir. Sitopatoloji artık bir alt bilim dalı haline gelmiştir. Hastaya minimum düzeyde<br />

zarar vererek elde edilebilen sıvılarda, hücre düzeyinde incelemeler yapılarak tanıya<br />

ulaşılabilir.<br />

Sitolojik materyal, dışarı açılan vücut sıvılarından (balgam, vajinal yayma,<br />

idrar, mide sıvısı, lavaj, yıkantı suyu vb) elde edilebileceği gibi yüzeye yakın<br />

kitlelerden (meme, yumuşak doku, tiroid vb) ve doğal vücut boşluklarından (plevra,<br />

periton, batın sıvısı vb. ) iğne aspirasyonları ile sağlanabilir. Ayrıca artık radyolojik<br />

girişimsel tekniklerin yardımı ile, ultrason ve bilgisayarlı tomografi eşliğinde daha<br />

derin yerleşimli lezyonlardan da sitolojik materyal elde edilebilmektedir.<br />

Patoloji laboratuvarına gönderilen sıvılar alındığı enjektörün ağzı kapatılarak,<br />

ağzı kapalı bir santrifüj tüpüne konur. Flaster ya da etiket ile hastanın adı soyadı,<br />

tarih yazılarak hızla, direkt laboratuvara gönderilir. Beklemek zorunda ise (1-2 saat)<br />

buzdolabı kapağında saklanabilir. Daha uzun süre beklemesi gerekiyorsa yarı yarıya<br />

alkolle karıştırılıp dışarıda tutulabilir (1 gün).<br />

Patoloji laboratuvarlarına smearler / yaymalar lama yayıldıktan sonra üzerine<br />

saç spreyi sıkılarak (konvansiyonel yöntem) ya da 5-10 dk alkol içinde bekletilerek<br />

(sıvı bazlı) fikse edilir. Lamın üzerine ya da yapıştırıldığı kağıda (yayılan yüz üstte<br />

kalacak şekilde) hasta ismi yazılarak gönderilir.<br />

Aspirasyon materyalleri lam üzerine püskürtülerek gerekirse bir lamel yardımı<br />

ile ince yayılmalı ve %95'lik alkolle fikse edilmelidir. Yayma işlemi yapılırken lamel<br />

lam üzerine 45 derece eğimle tutulup, bir yöne çekilerek sıvının yayılması<br />

sağlanmalıdır. Lamel yok ise, püskürtülen sıvı iki lam arasında, lamlar geniş yüzeyleri<br />

ile birbiri üzerinden fazla bastırmadan kaydırılarak da yayılabilir.<br />

Hem patolojik, hem sitolojik materyalin gönderilmesi sırasında klinik hekimce<br />

atlanılmaması gereken bir diğer önemli nokta materyalin konulduğu şişe ya da kabın<br />

üzerine hastaya ait isim, yaş gibi bilgilerin yazılmasıdır. Bu işlem günlük rutini yoğun<br />

olan laboratuvarlarda doğabilecek karışıklıkları önlemek açısından basit, ancak kimi<br />

zaman yaşamsal bir önlemdir. Ayrıca bir kaç ayrı bölgeden örnekleme yapıldı ise bu<br />

parçalar kendi aralarında numaralandırılıp, numaraların karşılığında alındığı yerlerin<br />

istek formunda belirtilmesi de gerekmektedir.<br />

Biyopsi ve sitoloji materyallerinin değerlendirmesi patoloğun en önemli<br />

görevlerinden biridir. İnsizyonel biyopsi ya da iğne biyopsisinde lezyonun bir kısmı<br />

çıkarıldığından yöntem tanı amaçlı yapılsa da gönderilen örnek tanı için yeterli<br />

olmayabilir. Eksizyonel biyopside lezyonun tamamı bir miktar normal doku ile birlikte<br />

çıkarıldığından burada tanı ile birlikte tedavi de amaçlanmıştır. Boyutu küçük ve<br />

yerleşim yeri kolay ulaşılabilir bölgelerde eksizyonel biyopsi tercih edilir. Derin<br />

yerleşimli, büyük boyutlu lezyonlarda ise insizyonel ya da iğne biyopsisi almak, tedavi<br />

planlamasını lezyonun ya da tümörün tipine göre yapmak daha doğru bir yaklaşımdır.<br />

Biyopsi alımı sırasında soğuk bıçak, koter, iğne veya endoskopik yöntem<br />

kullanılmaktadır. Bu sayılanlar içinde oluşturacağı mikroskopik artefaktlar, boyanma<br />

güçlüğü ve dokudaki zarar açısından tanıyı en çok zorlaştıran yöntem koterdir.<br />

217


Biyopsi işlemi sırasında dikkat edilmesi gereken ve doğru tanıya ulaşmada<br />

patoloğun işini kolaylaştırıp, dolayısı ile en kısa zamanda hastaya faydalı olmasını<br />

sağlayan kurallar aşağıdaki gibidir;<br />

1-Lezyon büyükse, bir kaç ayrı alandan örnek alınarak lezyondaki değişik<br />

paternlerin değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Bazen tanı koydurucu elemanların fokal<br />

olabileceği unutulmamalıdır.<br />

2-Ülserli lezyonda merkezden alınacak biyopsi sadece nekroz ve iltihabi yanıt<br />

içereceğinden tanıya yardımcı olmayacaktır. Bu durumda, en iyi bilgi verecek olan<br />

ülserin periferindeki hem normal, hem lezyonlu alanı kaplayan bir biyopsi örneğidir.<br />

Ancak burada aşırı perifere gidip tamamen normal doku örneklemesinden<br />

kaçınılmalıdır.<br />

3-Biyopsi, tümör ve stroma ilişkisini gösterecek kadar derin olmalıdır.<br />

Karsinomlu epitelin altındaki stroma ayrılma eğiliminde olduğundan, dokunun<br />

manipülasyonu sırasında dikkatli olunmalıdır.<br />

4-Derin yerleşimli lezyonlar bazen kronik iltihap, hiperemi, fibrozis,<br />

kalsifikasyon, metaplastik kemik yapımı gibi belirgin periferik doku reaksiyonu<br />

içerebileceğinden biyopis tamamen periferden alındığında tanının verifikasyonu<br />

sağlanamayabilir. Benzer şekilde derin yerleşimli bir lenf düğümü malign tümör ile<br />

invaze iken komşu yüzeyel yerleşimli bir lenf düğümü sadece reaktif nonspesifik<br />

hiperplazi gösterebilir. Burada klinik bulgular ön plana geçtiğinden, patoloji raporu<br />

selim bile olsa, klinik şüphe kuvvetli ise biyopsi tekrar edilmelidir. Bu tür öneriler<br />

genellikle patoloji raporunda epikriz olarak belirtilmektedir.<br />

5-Biyopsi birkaç parça halinde alındı ise bunların hepsi ihmal edilemden proloji<br />

laboratuvarına gönderilmelidir. Bazen makroskopik olarak önemsiz gibi görülen küçük<br />

bir doku parçası mikroskopik tanıda çok önemli olabilir.<br />

6-Çıkarılan biyopsi materyali bir bütün hainde patoloğa gönderilmelidir.<br />

Patolojide her parçanın kendine özgü makroskopik inceleme ve disseksiyon şekilleri<br />

olduğundan parçanın bütünlüğü bozulmamalıdır. Özellikle bir kaç ayrı merkezde<br />

incelenmesi amacı ile bölünerek gönderilen materyal tanı güçlükleri yaratmakta,<br />

değişik alanları farklı merkezlere giden biyopsi parçaları, heterojen yapıları nedeni ile<br />

farklı tanılar alabilmekte, bu da hasta adına zaman kaybı oluştururken tanıyı koyan<br />

patologları da ayrı ayrı zorlamaktadır. Bunun çözümü, tek bir merkeze bütün halinde<br />

gönderilen biyopsi materyalinin, gerektiğinde lam ve bloklar üzerinden<br />

konsültasyonunun yapılmasıdır.<br />

7-Özellikle endoskopik forsepslerle alınan biyopsilerde sonradan artefakta yol<br />

açabileceği için dokunun ezilme ve sıkışmasından mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.<br />

Patolojinin günlük rutininde bir önemli işlev de frozen/ dondurma kesitidir.<br />

Ameliyat sırasında ameliyathanede bir uzman, bir asistan patologla tutulan bir nöbet<br />

sırasında gelen tüm materyallere uygulanır ve gereğinde masa başında cerrahla<br />

karşılıklı fikir alış verişini gerektirir. Frozen kesit inceleme rutin takip işlemi yerine<br />

dokuyu dondurarak çok kısa sürede inceleme yöntemidir. Ameliyathanede, istendiği<br />

takdirde, frozen inceleme dediğimiz, dokuyu anında dondurarak tanı vermek<br />

suretiyle, ameliyatı yönlendirir. Kriyostat denilen özel mikrotomlarda doku kuru buz<br />

(karbondiokist gazı ile dondurularak yapılır ve ortalama 15-20 dakika sürer. Frozen<br />

işleminde patolog zamana karşı yarışır. Burada klinisyene düşen patoloğun<br />

üzerindeki baskıyı azaltmaktır. Gerekli klinik bilgiyi eksiksiz vermek sorunu çözebilir.<br />

218


Ayrıca ne çıktı diye sürekli sormak zaten durumun aciliyetinin farkında olan patoloğu<br />

sıkıntıya sokup sadece zamanın uzamasına katkı sağlamaktan başka işe yaramaz.<br />

Frozen işleminin bazı limitasyonları vardır. Bunlar:<br />

Limitli özel boya ve teknikler<br />

Konsültasyon yokluğu<br />

Donma artefaktları<br />

Kuruma artefaktları<br />

Örnekleme hatası (cerrahtan ve bizden kaynaklanan)<br />

Yağ dokusunun donmasının zor olmasından kaynaklanan kesilme güçlüğü<br />

Kesitin kalitesiz oluşu<br />

Öte yandan deneyimli el ve iyi cihaz kesit kalitesinin optimal olduğu koşullarda<br />

parafin kesitlere yakın bir kesit elde edilebilir.<br />

Patolog makroskopik inceleme ve örnekleme ile gönderilen doku ve sıvı<br />

materyalleri değerlendirerek laboratuvardaki teknik işlemlerden sonra ışık mikrokobu<br />

ile inceler ve koyduğu tanı ve gereğinde hastalıkla ilgili detayları içeren bilgileri<br />

patoloji raporu haline getirir.<br />

Patolojide tedaviyi yönlendirmede ek tetkikler de vardır. Kanserli hastaların<br />

tedavilerini belirleyecek bir takım tetkikler yapabilir. Kanserli hastaların tedavileri<br />

sırasında, tedaviye verilen cevabı belirlemek amacıyla bir takım incelemeler yapabilir.<br />

Örneğin meme kanseri için yapılanlar tabloda özetlenmiştir.<br />

Bu tür immünohistokimyasal ve moleküler patolojik ileri ek incelemeler akciğer<br />

karsinomları, kolon karsinomları, melanom, tiroid karsinomları ve sarkomlar gibi diğer<br />

malign tümör gruplarında da uygulanmaktadır.<br />

219


Patoloji raporu yalnızca bir tanı içerebileceği gibi, bir ayırıcı tanı veya öneriler<br />

listesi biçiminde de olabilir. Patolog, tıbbi konsültasyon ve danışma mekanizmasının<br />

bir parçasıdır; bu nedenle hasta ile ilgili bütün klinik bulgular ve değerlendirmeler<br />

hakkında bilgilendirilmelidir.<br />

Patoloji raporunun bölümleri: kimlik, klinik bilgi, makroskopik bulgu,<br />

mikroskopik bulgu, patolojik tanı, ek incelemeler, istenirse resimler, epikriz ve Dr.<br />

ismi-imzasından oluşur.<br />

Patoloji raporu neleri içermeli? (içerebilir?)<br />

Biyopsi yeterli mi?<br />

Hastanın hastalığı ne?<br />

Ön tanılar ile uyumlu mu?<br />

Tümör mü?<br />

Malign mi?<br />

Grade (derece)’i ne?<br />

Evre’si ne?<br />

İnvazyonu ne aşamada?<br />

Prognozu nasıl?<br />

Ne tedavi verelim?<br />

Verdiğimiz tedaviye cevabı ne?<br />

Mikroskopik tanı subjektif bir incelemedir. Patolog tüm klinik bilgiler ve cerrahi<br />

bulgular ışığında mikroskopiyi yorumlarsa tam anlamını bulur.<br />

Cerrahi patolojide kullanılan özel teknikler<br />

Özel boyalar, enzim histokimya, doku kültürü, histometri, elektron mikroskopi,<br />

immunohistokimya, akım sitometrisi, moleküler patoloji, onkogenler, mikrodiseksiyon,<br />

insitu hibridizasyon, sitogenetik, polimeraz zincir reaksiyonu, DNA sıralama<br />

(sequencing) ve DNA mikroarray'dir.<br />

Rutin hematoksilen eozin boyası dışında kullanılan başlıca histokimyasal<br />

boyalar PAS (glikojen, mantar, parazit, bazal membran), mikroorganizmalar için;<br />

Gram, Zielh-Neelsen, grocot-hekzamin gümüş argentafin, argirofilik boyalar<br />

(nöroendokrin hücreler, retikülin lifler, melanin, kalsiyum, masson, fontana), amiloid<br />

boyaları (kongo kırmızısı, krezil viyole), Oil red O, sudan siyahı (Yağ), Musikarmin,<br />

alsian mavisi, kolloidal demir (müsin boyaları), Verhoeff-van Gieson (elastik lif) dur.<br />

Histometri yönteminin kullanıldığı alanlar proliferasyon indeksi, nükleer grade,<br />

displazi derecelendirmesi ve hormon reseptör analizidir.<br />

İmmunohistokimya-immunfloresan; hücre ve dokudaki antijenleri göstermek<br />

amacıyla immünolojik prensiplerin kullanılmasıdır. Tavşanda/farede üretilen bir<br />

antikoru floresan ile işaretleyip dokudaki antijen ile birleşmesini sağlamak başlıca<br />

amaçtır. Antijenik bölgeleri (epitop) ortaya çıkarmak için çeşitli adımlar kullanılır<br />

(proteolitik enzimler, mikrodalgada ısıtma, basınçlı ısıtıcı...)<br />

Başlıca tanısal immünohistokimyasal belirteçler Keratin (epitel), Vimentin<br />

(mezenkim), LCA, CD3,20,23... (lenfoid), Desmin, aktin, myoglobin (kas),CD34<br />

(endotel), S100 (periferik sinir), GFAP (astrosit),HMB 45, Melan A (melanosit),<br />

Kromogranin, sinaptofizin, CD56 (nöroendokrin) dır. Tedaviyi yönlendirici olanlar ise<br />

ER, PR, Her2/neu (meme ca), C-kit (GIST) ve Ki-67 (proliferasyon belirteci) dir.<br />

220


Son yıllarda patolojinin işlevi haline gelen sitogenetik inceleme tümörlerde alt<br />

tipleme yapar, histolojik olarak farklı tümörlerdeki bağlantıları ortaya çıkarır, alt<br />

tiplerdeki özel histolojik değişikliklere ışık tutar, metastatik bir tümörde primeri<br />

bulmaya yardımcı olur ve tümör sınıflaması, nedenleri ve kanser-ilişkili genler için<br />

ipucu sağlar. Sitogenetik olarak delesyon, amplifikasyon, inversiyon, translokasyon<br />

ve nokta mutasyonlar araştırılır. Bunun için 0,5 gr doku steril transport sıvısı içinde bir<br />

hafta doku kültüründe tutulup lam üstüne yerleştirilir ve kromozomlar ayrılıarak<br />

Giemsa ile boyanır (floresan teknikler de kullanılabilir- FISH). Başlıca özgün<br />

translokasyon gösteren sarkomlar tabloda gösterilmiştir.<br />

Moleküler patolojide ise onkogen ve tümör baskılayıcı genler,<br />

mikrodiseksiyon,filtre hibridizasyon, in situ hibridizasyon, interfaz sitogenetik ve<br />

polimeraz zincir reaksiyonu (PZR, PCR) yöntemleri ile araştırılır. Bizim bölümümüzde<br />

rutinde interfaz sitogenetik uygulamaktayız. Elimizdeki FISH probları dokuya<br />

uygulanabilmektedir. Bölümde metafaz FISH çalışılmamaktadır.<br />

Günümüzde en sık uygulanan örnekler: Akciğer Karsinomu: EGFR mutasyon<br />

analizi, ALK-EML-4 translokasyonu, ROS-1 translokasyonu, MET1 mutasyon analizi;<br />

Kolon-Rektum Karsinomu: KRAS/NRAS mutasyonu, BRAF mutasyonu, MikroSatellit<br />

instabilite testi, MLH-1 Metilasyon testi; Malign Melanom: BRAF mutasyonu, CKiT<br />

mutasyonu; Mide Karsinomu: HER2 testi (İHK/FİSH-SISH)<br />

Günümüzde tıbbın ilerlemesi ile patoloji de hızla ilerlemekte, her geçen gün<br />

yeni teknikler geliştirilmektedir. Ama hasta hizmetinde en önemli adım klinikopatolojik<br />

sıkı işbirliği ile çözülmektedir. Ancak bu işbirliği parça alımı, gönderimi sırasındaki<br />

tüm önlemlere rağmen histolojik tanıdaki limitasyonlar göz ardı edilmemelidir. Alınan<br />

materyaller değerlendirme için çeşitli nedenlerle yetersiz ya da elverişsiz olabileceği<br />

gibi, patolog tarafından ayırıcı tanıya alınan antitelerin morfolojisinde çarpıcı<br />

örtüşmeler olabilir. Patologların kesin son sözü söyleyeceği dogması doğru olmayıp,<br />

klinisyen de patologdan her zaman tek bir yanıt beklememelidir. Tanıda çoğu kez<br />

siyah beyazlar yanında gri zonlar da vardır. Pek çok tanı epikrizle ve deskriptif olarak<br />

221


çıkabilmektedir. Burada amaç hastaya en az zararı vererek, mümkün olan en kısa<br />

zamanda, en olası tanıya ulaşmak olmalı, sıkı bir klinikopatolojik işbirliği ve<br />

gerektiğinde karşılıklı konsültasyonlar ile bu güçlükler aşılmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1- Barış YS. Biyopsinin Patolojik Değerlendirmesi. Multidisipliner Yaklaşımla Kemik ve Yumuşak Doku<br />

Tümörleri. Ed. Dabak N. Bayt Ltd. 2013: 75-81.<br />

2- Dervişoğlu S. Patolojinin işlevi, işleyişi, sorunların aşılmasında klinikopatolojik işbirliği. Aile Hek<br />

Derg 1997; 1(4): 201-3.<br />

3-Dervişoğlu S, Uygun N, İlvan Ş. ve ark. Tanı güçlüğüne yol açan 133 mezenkimal tümörde<br />

retrospektif olarak tip tayini çalışması. Türk Onkoloji Dergisi 1995; 10 (39): 52-4.<br />

4-Dervişoğlu S, İstanbul Üni. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji tanıtım dersi notları, 2015<br />

5- Keebler CM. Cytopreparatory Techniques. Comprehensşve Cytopathology: Ed. Bibbo M. 1.baskı,<br />

Philadelphia, WB Saunders, 1991: 881-906.<br />

6- Mackay B, Ordonez NG. Techniques in surgical pathology. Practical Surgical Patholoy. Ed.<br />

Karcıoğlu ZA, Someren A. Massachuttes, The Collamore Press. 1985; 1-7.<br />

7-Nezelof C, Seemayer JA. The history of pathology: an overview. Anderson's Pathology. Ed.<br />

Damjanow I, Linder J. 10. baskı. St. Louis, Mosby, 1996: 1-11<br />

8- Robbins & Cotran Pathologic Basis of Disease, Cellular injury and adaptation, 9. baskı, 2015<br />

9- Rosai J. Introduction. Rosai and Ackerman's Surgical Pathology. Ed. Rosai J. 10. baskı. St Louis,<br />

Elseiver, Mosby, 2011<br />

10-Türkmen İ. İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi patolojiye giriş dersi notları, 2015<br />

11-Wick MR, Mills SE. Surgical Pathology. Anderson's Pathology. Ed. Damjanow I, Linder J. 10.<br />

baskı, St. Louis, Mosby, 2011<br />

222


“Kan Bankası İşleyişi”- Kan Bankacılığı ve Transfüzyon Tıbbı<br />

Prof. Dr. Zafer BAŞLAR<br />

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Kan Merkezi<br />

Sorumlu Hekimi<br />

Transfüzyon, ya bizzat uygulanması ya da komplikasyonlarının tanınması /<br />

giderilmeye çalışılması nedenleriyle tıbbın hemen her dalında bir şekilde karşılaşılan<br />

bir tedavi yöntemidir. Kan ya da kan bileşenlerinin transfüzyonu ile pek çok hayat<br />

kurtarıldığı gibi kimi zaman da yapılan transfüzyonlar dolayısıyla bazı hayatlar<br />

kaybedilebilmekte ya da ciddi sorunlar oluşabilmektedir. Bu nedenle, bu tedavi<br />

yönteminin endikasyonları, uygulama özellikleri ve yan etkileri çok iyi bilinmeli ve<br />

transfüzyon kararı alınırken tüm bu yönler iyi değerlendirilmiş olmalıdır.<br />

Kan, tek kaynağı insan olan bir tedavi aracı olmaya devam etmektedir. Kanın<br />

elde edilmesi sadece ülkemizde değil tüm dünyada önemli bir sorundur; karşılıksız,<br />

gönüllü bağış esas olarak kabul edilmekte olup, amaç, güvenli ve yeterli kan<br />

teminidir. Bunu bağışçının sağlığını koruyup alıcının da sağlığını ek tehlikeye<br />

sokmadan yapabilmek hedefinde Dünya Sağlık Örgütü’nün genel amaçlı belgeleri ile<br />

paralel olarak (bizim de parçası olmaya çalıştığımız) Avrupa Birliği’nin konu ile ilgili<br />

direktiflerine göre üye ülkeler, insan kanı ve plazması için yeterliliği sağlamak adına<br />

gerekli tedbirleri almalıdır. Bu amaçla gönüllü kan ve plazma bağışını teşvik etmek ve<br />

gönüllü bağışlardan gelen insan kanı ve plazma ürünlerinin kullanımı ve üretimini<br />

gerçekleştirebilecek önlemleri almak zorundadır. Bu kapsamdaki ulusal mevzuat<br />

içinde kan bankacılığı ve transfüzyon tıbbı ile ilgili en önemli olanlar 11/4/2007’de<br />

kabul edilen 5624 sayılı “Kan ve Kan Ürünleri Kanunu”, 04.12.2008 tarihli ve 27074<br />

sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Kan ve Kan Ürünleri Yönetmeliği” ile bunların<br />

öngördüğü ve değişen aralıklarla güncellenmekte olan “Ulusal Kan ve Kan Ürünleri<br />

Rehberi” ve 07.05.2004/7456 sayılı “Transfüzyon Komitesi Çalışma Esasları ve<br />

Görevleri Hakkındaki Bakanlık Genelgesi” olarak sayılabilir.<br />

Yürürlükteki mevzuata göre, ayaktan ve yataklı tüm sağlık kuruluşlarının bir<br />

kan merkezi (resmi adıyla “transfüzyon merkezi”) olması ve belirli bir bölgedeki tüm<br />

sağlık kuruluşlarının tüm kan ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir “bölge kan merkezi”<br />

olması gerekmektedir. İlgili mevzuatın öngördüğünden farklı olarak kurumumuz kan<br />

merkezi, resmi adıyla “süreli bölge kan merkezi” statüsünde olup çalışma şekli bir<br />

transfüzyon merkezinden tamamen farklıdır. Statümüzde değişiklik olup transfüzyon<br />

merkezi olarak çalışmaya başlayana kadar kan vericilerini kendimiz temin edip kan<br />

almak ve elde edilen kan ve ürünlerle ilişkili tüm testleri kendimiz yapmak<br />

durumundayız.<br />

Kısıtlı bir kaynaktan sağlanmış olan bu değerli ürünün sağlıklı vericiden uygun<br />

şekilde elde edilmesi ve değerlendirilmesi ile hedefi olan hastaya transfüze edilene<br />

kadar iyi koşullarda saklanılıp kullanılacağı noktaya uygun şekilde ulaştırılması ve<br />

amaca uygun şekilde kullanılması, transfüzyonun erken dönem ve uzun vadeli<br />

sonuçlarının izlenmesi süreci bir çok tıp disiplininin kesişim noktalarını içeren ve<br />

giderek daha fazla bağımsız ve özelleşmiş bilgi barındıran, ülkemizde (henüz) kabul<br />

edilmemiş olmakla birlikte pek çok ülkede ayrı bir uzmanlık dalı olan “kan bankacılığı<br />

ve transfüzyon tıbbı” adıyla anılmaktadır. Kan bankası (kan merkezi) işleyişi, verici<br />

(bağışçı, donör) seçimi (+ kazanılması), flebotomi ve aferez, kan bileşenlerinin eldesi,<br />

kan ve bileşenlerine uygulanan testler, kan ve kan bileşenlerinin saklanması,<br />

223


transfüzyon öncesi uygunluk testleri, transfüzyon reaksiyonu sonrası testler ile kalite<br />

kontrol çalışmaları gibi parçaları içermektedir.<br />

Kan merkezinde vericiden alınmış olan kan, ya tam kan veya tam kandan elde<br />

edilen bileşenler / ürünler olarak kullanılır (Tablo 1). Bir ünite kandan, bir dizi santrifüj<br />

etme basamağı ve/veya dondurma süreci sonrasında (gerekirse her biri ayrı kişiler<br />

için farklı amaçlarla kullanılabilecek) çeşitli bileşenler elde edilebilmektedir. Bazı kan<br />

bileşenleri, torba kanının değil de, aferez cihazları sayesinde, vericinin kanının<br />

işlenerek ayrıştırılması yoluyla da elde edilebilmektedir. Uygun olduğunda, tam kan<br />

yerine kan bileşenleri ile tedavinin, hastaya ihtiyacının olmadığı bileşenlerin<br />

sunulmaması, transfüzyon reaksiyonu riski ile hastalık etkeni bulaşması riskinin<br />

azalması, daha az ünite kan ile daha çok hastanın ihtiyacının giderilebilmesi gibi pek<br />

çok üstünlükleri mevcuttur; ayrıca, tam kanın içindeki trombositler ve pıhtılaşma<br />

faktörleri giderek etkinliklerini yitirdiklerinden hemostazı sağlama açısından tam kan<br />

çoğunlukla iyi bir kaynak olamamaktadır.<br />

TABLO 1- Tam kan ve kan bileşenleri<br />

Ürün Özellikleri Saklama-Raf ömrü<br />

Tam kan 1 ünite = 480-550 ml 1-6°C de 21-35 gün*<br />

(ort. 450 ml kan + 63 ml solüsyon)<br />

Htc % 35-45<br />

Eritrosit 1 ünite = 250-300 ml, 1-6°C de 21-42 gün*<br />

süspansiyonları Htc % 65-80<br />

Trombosit Basit süspansiyon: 1 Ü = 40-70 ml, Oda ısısında 3-5 gün<br />

süspansiyonları > 5 x 10 10 / ml trombosit<br />

Aferez ürünü: 1 Ü = 200-300 ml, Oda ısısında 5-7 gün**<br />

> 3 x 10 11 / ml trombosit<br />

Taze dondurulmuş 1 ünite = 180-300 ml, < -25°C de 3 yıl<br />

plazma<br />

1 Ü/ml faktör ve 200-400 mg fibrinojen<br />

* Koruyucu-antikoagülan solüsyona göre değişir<br />

** Torbanın plastiğine göre değişir<br />

Transfüzyonda ilkeler<br />

Bu yazıda güvenli ve etkili bir transfüzyon uygulaması ile ilgili bazı önemli<br />

noktalar özetlenmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte, en etkili önlemin, gereksiz<br />

transfüzyonlardan kaçınmak olduğu unutulmamalıdır.<br />

Aynı ABO-Rh grubundan transfüzyon yapılmalıdır. Ancak, transfüzyon ihtiyacı<br />

kesin ve uygun gruptan kan temin edilemiyorsa ya da grup tayini, çapraz<br />

karşılaştırma için bile beklenemeyecekse O grubu kan kullanılabilir. O grubu kanın,<br />

kız çocukları ile menopoza girmemiş kadın hastalar için Rh negatif olması tercih<br />

edilirken diğer kadın ve erkek hastalar için Rh faktörü önemli olmayabilir (Tablo 2).<br />

224


TABLO 2 - Transfüzyon öncesi uygunluk için rehber<br />

Eritrosit Plazmadaki Uygun kan grupları<br />

antijeni antikor Alıcı plazma Alıcı hücreler<br />

Alıcının kan grubu<br />

A A Anti-B A, O A, AB<br />

B B Anti-A B, O B, AB<br />

O O Anti-A, Anti-B O O, A, B, AB<br />

AB A, B - AB, A, B, O AB<br />

Rh-pozitif D - Rh +, Rh - Rh dikkate alınmaz<br />

Rh-negatif - - / Anti-D Rh - Rh dikkate alınmaz<br />

(immünize ise)<br />

Tam kan<br />

Alıcının kan grubundan olmalı<br />

Eritrosit süspansiyonu Alıcının plazması ile uyumlu olmalı<br />

Plazma<br />

Alıcının hücreleri ile uyumlu olması istenir<br />

Trombosit süspansiyonu Alıcının hücreleri ile uyumlu olması istenir, ancak, uyumlu gruptan<br />

bulunamıyorsa herhangi bir gruptan olabilir<br />

Hayati risk olan acil durumlar dışında, transfüzyon öncesi, çapraz karşılaştırma<br />

(cross-match) yapılmalıdır. Alıcının plazmasında verilecek eritrositlere karşı antikor<br />

varsa (en önemlisi ABO uyuşmazlığı) aglütinasyon görülecektir. Aglütinasyon gerçek<br />

bir uyuşmazlık dışında, hiperglobülinemi durumlarında görülen psödoaglütinasyon,<br />

soğuk aglütininlerden ileri gelen otoaglütinasyon, ürünün bakterilerle kontamine<br />

olması sonucunda her türlü serumla aglütinasyon (panaglütinasyon) gibi nedenlerle<br />

de oluşabilir.<br />

Transfüzyon öncesi yapılması gerekli olan kontroller (hastanın kimliği,<br />

hastanın ve vericinin kan grupları, kan ürününün serolojik testlerinin yapılıp<br />

yapılmadığı, çapraz karşılaştırma yapılıp yapılmadığı ve sonucu, son kullanma tarihi,<br />

kan ürününün görünüşü) bir kez daha gözden geçirilerek uygun kan ürününün<br />

doğru hastaya verileceğinden emin olunmalıdır.<br />

Transfüzyon tekniği<br />

Kullanılacak olan damar yolu amaca uygun özellikte olmalıdır: akışın rahat<br />

olduğu bir periferik ven en uygunu olmakla birlikte kateter yerleştirilmiş bir santral ven<br />

de kullanılabilir; damar yolunda daha önce giden bir başka tedavi olmuşsa yol<br />

fizyolojik serum ile yıkanmalı / açık tutulmalıdır. Transfüzyon yapılacak torbada<br />

eritrosit var ise 18 G veya daha geniş iğne kullanılmalıdır; daha küçük iğnelerle<br />

eritrositler mekanik olarak zedelenebilirler. Tüm transfüzyonlarda her zaman duruma<br />

uygun bir filtre kullanılarak torba içindeki olası agregatların dolaşıma geçmeleri<br />

önlenmelidir. Torbanın içine veya setine yalnızca fizyolojik serum veya % 5’lik<br />

albümin güvenle katılabilir; % 5 dekstroz gibi solüsyonlar hipotonik olduklarından<br />

eritrositlerde hemolize yol açarlar, kalsiyum içeren solüsyonlar da pıhtılaşmaya<br />

neden olurlar, bu koşulda kullanımlarının güvenli ve etkili olduğu bilinmediği sürece<br />

torba içine ilaç katılmamalıdır (farklı pH değerleri hemolize neden olabilir ya da ilaç<br />

etkinliğini yitirebilir). Yoğun transfüzyonlar, kan değişimi, soğuk aglütinin hastalığı,<br />

225


infüzyon bölgesinde ısıtılmamış ürün ile vazospazm gelişmesi gibi özel durumlar<br />

dışında kanın ısıtılması gerekmez. Isıtma, oda ısısında veya 37°C su banyosunda<br />

yapılmalı; kontrolsüz, ısısı bilinmeyen ısı kaynakları kullanılmamalıdır. Başlangıçta<br />

kan çok yavaş verilmelidir; ilk 5-10 dakikada yan etki gözlenmezse hız biraz arttırılır,<br />

ilk 30 dakikada sorun gelişmemişse hız 200-400 ml/saate çıkarılabilir. Eritrosit<br />

süspansiyonu ve tam kan transfüzyonunun süresi mümkünse 4 saatten uzun<br />

olmamalıdır, daha uzun sürelerde bakteri kontaminasyonu riski artmaktadır.<br />

Transfüzyon süresince hasta yakın gözlem altında tutulmalı ve vital bulgular (nabız,<br />

soluk sayısı, arter kan basıncı) ve vücut sıcaklığı düzenli aralıklarla ölçülerek<br />

kaydedilmelidir.<br />

Transfüzyon endikasyonları<br />

Transfüzyon kararı verirken durumun değerlendirilmesi iyi yapılmalı ve<br />

transfüzyonun beklenen yararının olası zararlarından daha çok olacağından emin<br />

olunmadan transfüzyon yapılmamalıdır. Endikasyonlar, 1) akut kanamalarda kan<br />

kaybının ( = eritrosit + hacim kaybının ) yerine konulması, 2) eksik kan<br />

bileşenlerinin ( eritrosit, trombosit, lökosit, plazma proteinleri, pıhtılaşma faktörleri<br />

gibi) yerine konulması ve 3) kan değişimi ve vücut dışı dolaşım uygulanması olarak<br />

üç ana grupta toplanabilir.<br />

Kanama<br />

Akut kanama durumlarında kanama miktarı ve transfüzyon ihtiyacı açısından<br />

kan sayımı yerine hastanın klinik olarak değerlendirilmesi daha anlamlıdır. Tahmin<br />

edilen ya da ölçülen kayıp total kan hacminin % 20-30’una kadar ise muhtemelen<br />

yalnız kristalloid veya kristalloid ve kolloid solüsyonlar ile damar içi hacim<br />

tamamlanabilecektir. Daha büyük kayıplarda ise eksiğin bu şekilde giderilmesi yeterli<br />

olmayacak ve doku oksijenlenmesini sürdürebilmek için eritrositlerin de yerine<br />

konması gerekecektir. Bu amaçla tam kan ya da eritrosit süspansiyonu (konsantresi)<br />

kullanılabilir; ancak, tam kan kullanımı ciddi kanamalar, kan değişimi, vücut dışı<br />

dolaşım ile sınırlandırılmalı, uygun isteklerle kan merkezleri kan bileşenlerinin elde<br />

edilmesine yönlendirilmeli ve böylelikle kaynaklar ve mevcut rezervler daha çok<br />

hastanın faydalanacağı biçimde kullanılabilmelidir.<br />

Anemi<br />

Anemili bir hastanın değerlendirilmesinde aktif, devam eden bir kanama olup<br />

olmadığı (ve varsa) hayatı tehdit edici özellikte olup olmadığı, acilen transfüzyona<br />

gerek olup olmadığı, aneminin akut ya da kronik olup olmadığının açıklanmaya<br />

çalışılması gereklidir. Etyolojisi aydınlanmamış anemili bir hastaya transfüzyon<br />

yapılması gerekli görülecekse (aneminin transfüzyon sonrası açıklanabilmesi için)<br />

transfüzyon öncesine ait kan örnekleri ve çevresel kan yaymaları alınarak<br />

değerlendirilmeli ve tetkikler hemen yapılamayacaksa uygun şekilde saklanmalıdır.<br />

Oksijen taşıma kapasitesini arttırmak amacıyla transfüzyon kararı verilirken<br />

eritroid değerler (hemoglobin, hematokrit, eritrosit sayısı) yanı sıra hipoksi<br />

semptomları, intravasküler hacim ile hastanın kardiyovasküler ve pulmoner<br />

durumunun da dikkate alınması gerekmektedir. Bir ölçü olarak Hb düzeyi 10 g/dl’ nin<br />

üstünde ise transfüzyonun nadiren endike olabileceği, 7 g/dl’ nin altında ise genellikle<br />

endike olduğu, 7-10 g/dl arasındaki değerlerde diğer verilere göre karar verilmesinin<br />

uygun olacağı düşünülebilir. Bu amaç için tam kan değil de eritrosit konsantresi<br />

kullanılması uygundur. Bir ünite tam kan veya bir ünite eritrosit süspansiyonu (70<br />

kg’lık ortalama bir erişkinde) Hb’i 1 g/dl, Htc’i % 3 arttırır.<br />

226


Trombositopeni-Trombosit işlev bozukluğu<br />

Trombosit sayısı 5.000-20.000/ mm 3 ise kanama belirtisine bakılmaksızın, <<br />

50.000/mm 3 ise kanama varsa veya invazif bir girişim söz konusu olacaksa trombosit<br />

konsantresi verilebilir. > 20.000/mm 3 ise profilaktik olarak verilmemeli, > 50.000/mm 3<br />

ve aktif kanama varsa büyük olasılıkla faydalanmayacağı düşünülerek verilmemeli ve<br />

başka neden aranmalıdır. Trombosit sayısını, bir ünite basit trombosit süspansiyonu<br />

4-5.000/mm 3 , bir aferez ünitesi trombosit ise 20-50.000/mm 3 arttırabilmektedir<br />

Koagülasyon faktör eksikliği<br />

Taze dondurulmuş plazma (TDP), K vitamini eksikliği, oral antikoagülan doz<br />

aşımında hayatı tehdit eden kanamalarda, ağır karaciğer hastalığı, yaygın damariçi<br />

koagülopati (YDK) gibi çok etkenli koagülopatinin hızlı düzeltimi, koagülasyon<br />

faktörleri veya doğal inhibitörlerin eksikliklerinde (spesifik konsantrelerin olmadığı<br />

durumlarda) yerine koyma tedavisi için, plazmaferez / plazma infüzyonu yapılan TTP-<br />

HÜS vb. özel durumlarda, kardiyopulmoner bypass cerrahisinde, yoğun<br />

transfüzyonlarda dilüsyonel koagülopatiye bağlı kanamaların tedavisi / profilaksisinde<br />

ya da acilen operasyon yapılacaksa, PZ / aPTZ’nın uzadığı (>1.5xN) durumlarda<br />

mikrovasküler kanamalarda kullanılabilir.<br />

Transfüzyonla ilişkili ve önlenebilir riskin büyük kısmının tam olarak uygun<br />

olmayan ya da klinik olarak onaylanmamış endikasyonlarda TDP kullanımından ileri<br />

geldiği düşünülmektedir. Sıvı hacmini arttırmak, albümin düzeyini yükseltmek, immün<br />

yetersizliği düzeltmek, total parenteral nütrisyon yerine alternatif tedavi olarak,<br />

formüle bağlı refleks replasman için plazma kullanımı uygun değildir.<br />

Standart TDP hazırlandığı şekilde ya da mikrobiyolojik arınma amacıyla<br />

muamele edildikten sonra kullanıma sunulur. Normalde plazmada bulunan tüm<br />

hemostaz proteinleri (koagülasyon faktörleri ve doğal inhibitörler) mevcut olup, 0.7-<br />

1.0 Ü / ml faktör içerir. Plazmanın, alıcının eritrositleri ile ABO uyumlu olması gerekir.<br />

Ancak, normal şartlarda içerdiği eritrosit miktarı çok az olduğundan çapraz<br />

karşılaştırma gerekmez. Rh uyumu kız çocuklarında ve menopoz öncesi kadınlarda<br />

önemlidir. Rh uyumsuz TDP transfüzyonu sonrası torba başına 50 Ü anti-D Ig<br />

verilebilir. Uygulanmadan önce, 37 o C’de 30 dakika içinde eritilmeli ve tercihen hemen<br />

ya da en geç 4 – 24 saat içinde hastaya verilmelidir. Eritildikten sonra geçen süre<br />

uzadıkça bakteri bulaşması olasılığı artmakta ve labil koagülasyon faktörlerinin (FV<br />

ve FVIII) aktivitesi azalmaktadır.<br />

Uygulanacak doz hastanın kinik durumuna göre değişebilmekle birlikte 10-15<br />

ml / kg uygun bir başlangıç önerisi olabilir. Sonraki dozların miktarı ve zamanlaması<br />

için endikasyona, hastanın klinik yanıtına ve laboratuar göstergelerine göre karar<br />

verilmelidir. Uygulanacak hızı da gereksinim ve hastanın kardiyovasküler durumu<br />

belirleyecektir. Bir ünite plazmanın faktör düzeylerini % 2-3 civarında arttıracağı kabul<br />

edilebilir.<br />

Transfüzyonun yan etkileri<br />

Transfüzyon tedavisinin kimi kaçınılabilir, kimi önceden kestirilemeyen birtakım<br />

yan etkileri olabilmektedir (Tablo 3). Bunlar değişik ağırlıkta ve zamanlarda ortaya<br />

çıktıklarından gerçek oranları bilinmemekle birlikte yaklaşık olarak transfüzyonların %<br />

20 sinde yan etki ortaya çıktığı ve 100.000 transfüzyondan birinde de ölüme neden<br />

olduğu düşünülmektedir.<br />

227


Transfüzyon yan etkilerinin bir kısmı immünolojik bir kısmı da başka yollarla<br />

oluşmaktadır. İmmünolojik temeli olan yan etkiler transfüzyon reaksiyonları olarak<br />

bilinirler. Bu reaksiyonların bir kısmı transfüzyon sırasında veya bittikten sonraki<br />

birkaç saat içinde gelişen erken tip, bir kısmı ise izleyen gün ve haftalarda ortaya<br />

çıkan geç/gecikmiş tip reaksiyonlar şeklinde olmaktadırlar.<br />

TABLO 3- Transfüzyon yan etkileri<br />

Komplikasyon<br />

Nedeni / Etkisi<br />

İmmünolojik mekanizmalarla oluşanlar<br />

A- Erken tip reaksiyonlar :<br />

Hemolitik reaksiyon<br />

Anafilaktik reaksiyon<br />

Pulmoner reaksiyon<br />

Ürtikeryal reaksiyon<br />

Febril reaksiyon<br />

B- Geç tip reaksiyonlar :<br />

Hemolitik reaksiyon<br />

Postransfüzyon purpura<br />

Graft versus host hastalığı<br />

Alloimmünizasyon<br />

İmmünmodülasyon<br />

Alıcıdaki/üründeki eritrosit antikorlarından ileri gelir<br />

Üründeki Ig A ya karşı oluşur (IgA eksikliği olanlarda)<br />

Alıcıdaki/üründeki lökosit antikorlarından ileri gelir<br />

Üründeki plazma proteinlerinden ileri gelir<br />

Üründeki lökositlerden ileri gelir<br />

Alıcıdaki eritrosit antikorlarından ileri gelir<br />

Alıcıdaki trombosit antikorlarından ileri gelir<br />

Üründeki aktif lenfositlerden ileri gelir (İmmünitesi zayıf<br />

alıcılarda)<br />

Daha sonra sorun oluşturabilir (Hemolitik reaksiyonlar,<br />

febril reaksiyonlar, kan/organ uygunluğunu saptamada<br />

güçlük, yenidoğanın hemolitik hastalığı, akut akciğer<br />

hasarı, allerjik reaksiyon, posttransfüzyon purpura,<br />

trombosit/granülosit transfüzyonlarına verimin azalması,<br />

alloimmün neonatal trombositopeni/nötropeni)<br />

İmmünsupresyon oluşabilir<br />

İmmünolojik temeli olmayanlar<br />

Bakteriyel sepsis<br />

Ürünün kontamine olmasından kaynaklanır<br />

Dolaşım yüklenmesi Tam kan ile, özellikle yaşlılarda gelişebilir<br />

Transfüzyonla geçen Vericiden gelen enfeksiyon etkenlerinden ileri gelir<br />

hastalıklar<br />

Demir birikimi Kronik transfüzyonlarla oluşur<br />

Yoğun transfüzyon Isı, pH ve metabolik değişikliler ile dilüsyondan<br />

sorunları kaynaklanır<br />

Farklı transfüzyon reaksiyonlarının belirtilerinin değişkenliği dolayısıyla hangi<br />

tip reaksiyonunun söz konusu olduğunu kesin olarak anlamak zor olsa da mevcut<br />

228


sorunların giderilmesi gerekmektedir (Tablo 4). Transfüzyon reaksiyonlarında en çok<br />

rastlanılan belirtiler titreme, ateş ve ürtikerdir. Bunlara bakılarak reaksiyonun nedeni<br />

veya ağırlığının kestirilebilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı transfüzyon<br />

sırasında ve bitiminden sonraki birkaç saat içinde gelişen belirti ve bulgular varlığında<br />

bunların en önemli transfüzyon reaksiyonundan ileri geldiği kabul edilmelidir.<br />

TABLO 4 - Bazı transfüzyon reaksiyonlarında görülebilen belirti ve bulgular<br />

Akut hemolitik reaksiyon<br />

Huzursuzluk, anksiyete, şiddetli titreme, vücut ısısının hızla<br />

yükselmesi, baş ağrısı, bel ağrısı, bulantı, kusma, taşikardi*,<br />

kan basıncında düşme*, yaralardan ve ponksiyon yerlerinden<br />

kan sızması*, hemoglobinüri, oligüri(* işaretli belirti ve<br />

bulgular, özellikle anestezi altındaki hastalarda anlamlı<br />

olabilir)<br />

Febril reaksiyon<br />

Allerjik reaksiyon<br />

Üşüme, vücut ısısının yavaşça artışı, bulantı, kas ağrıları<br />

Kaşıntı, döküntü, kabarıklıklar, yüzün şişmesi, solunum<br />

sıkıntısı<br />

Akut transfüzyon reaksiyonundan şüphelenildiğinde:<br />

1-Transfüzyon hemen durdurulur.<br />

2- Kateter / iğne yerinde bırakılarak fizyolojik serum infüzyonuna başlanılır.<br />

3- Hızlı bir fizik muayene yapılarak vücut sıcaklığı, nabız, arter kan basıncı ve<br />

soluk sayısı kaydedilir; kalp ve akciğer oskültasyonu yapılır; deride kabarıklıklar<br />

aranır; anormal kanama belirtileri araştırılır.<br />

4- Hastadan yeni kan örnekleri alınır. 5- İdrar örneği alınır, alınamıyorsa idrar<br />

sondası yerleştirilebilir.<br />

6- Pulmoner semptomlar belirginse yatakta akciğer grafisi çekilir.<br />

7- Durumun ilk değerlendirmesi yapılmaya çalışılır.<br />

7- Transfüzyon bitmemişse çapraz karşılaştırma ile hasta ve torba kanının kan<br />

grubu tayinleri tekrarlanır.<br />

8- idrar örneğinde hemoglobin aranır.<br />

9- Reaksiyon sonrası hastadan alınan yeni kan örneklerinde; biyokimyasal<br />

incelemeler (özellikle bilirubin, LDH, haptoglobin), kan sayımı (özellikle trombosit ve<br />

retikülosit sayıları), hemostaz çalışması ( fibrin-fibrinojen yıkım ürünleri, fibrinojen<br />

düzeyi, trombin-protrombin-aktive parsiyel tromboplastin zamanları), antiglobülin<br />

testleri yapılır.<br />

10- Plazma/serum hemoliz açısından değerlendirilir; intravasküler hemoliz<br />

oluşmuş ise, plazma ilk saatlerde serbest hemoglobin varlığından pembe, daha sonra<br />

ise methemalbüminemi nedeniyle kahverengi görünecektir.<br />

229


Ancak, hemolizin, ABO uyuşmazlığı dışında, verilen ürünün plazmasında<br />

bulunan antikorlar, üründe çok miktarda yaşlanmış eritrosit olması, ürüne eklenen ilaç<br />

ya da intravenöz sıvılar, ürüne bulaşan bakteriler, vericide eritrosit enzim eksikliği<br />

olması, ürünün fazla ısıtılması, ürünün donması, ekstrakorporeal dolaşımda<br />

eritrositlerin mekanik travmayla karşılaşması gibi başka nedenlerinin de olabileceği<br />

unutulmamalıdır.<br />

Transfüzyonu durdurarak hasta yakın gözlem ve izleme alındığında, oluşan<br />

yan etki(ler)in gidişi de komplikasyonun tipi hakkında fikir verebilir. Yeni belirti ve<br />

bulgu eklenmiyor ve hasta klinik olarak daha kötü olmuyorsa hafif bir reaksiyon (febril<br />

reaksiyon, hafif allerji gibi) olasılığı artacaktır.<br />

Hemolitik olduğu düşünülen bir transfüzyon reaksiyonunun tedavisinde neler<br />

yapılabilir? Sıvı infüzyonu ile hipovolemi, hipotansiyon ve akut böbrek yetersizliği<br />

önlenmeye çalışılır. Yeterli idrar çıkışı sağlanamazsa furosemid veya mannitol<br />

uygulanabilir; bunlarla da başarılı olunamazsa diyaliz gündeme gelecektir. Diğer<br />

yandan YDK tablosu açısından izlenen hastada erken dönemde heparin, kanama<br />

eğilimi belirlenirse taze dondurulmuş plazma ve trombosit verilmesi düşünülebilir.<br />

Reaksiyonun anafilaksi olduğu düşünülüyorsa adrenalin, kortikosteroid ve<br />

antihistaminik uygulanmalı ve genel destekleyici tedaviler sürdürülmelidir. Reaksiyon<br />

daha küçük ölçekli bir allerjik reaksiyon ise antihistaminik ve kortikosteroid tedavi<br />

yapılması yeterli olacaktır.<br />

Söz konusu tablo febril reaksiyon olarak değerlendirilebiliyorsa antipiretik ve<br />

antihistaminik ile kontrol altına alınabilecek ve gerekiyorsa transfüzyona devam<br />

edilebilecektir.<br />

Bakteri kontaminasyonu (diğer yan etkilerden farklı bir tabloya neden olarak<br />

ayırt edilebilecek) ve hızla gram negatif etken kökenli septik şok yönetimi yapılması<br />

gerekecektir.<br />

Transfüzyonun diğer erken tip yan etkilerinden olan dolaşım yüklenmesi<br />

tablosu genel olarak akut sol kalp yetersizliği gibi tedavi edilmelidir (Daha çok<br />

kardiyak ya da pulmoner rezervi azalmışlarda, yaşlı hastalarda, derin kronik anemisi<br />

olanların ilk transfüzyonlarında, kısa sürede yoğun transfüzyon yapılanlarda özellikle<br />

de transfüzyon hızlı yapıldığında görüldüğünden bu hasta gruplarında transfüzyonun<br />

hızı ve yoğunluğuna biraz daha dikkat edilmelidir.)<br />

Yoğun transfüzyonlarda sorunlar<br />

Hastaya 24 saat içinde en azından total kan hacmi kadar veya üç saat içinde<br />

total kan hacminin % 50’den fazlasının veya dakikada 150 ml’den çok veya 10<br />

üniteden çok tam kan ya da 20 üniteden çok eritrosit şeklinde sık transfüzyon<br />

yapılması gibi, farklı biçimlerde tanımlananabilen massif / yoğun transfüzyonlarda<br />

birtakım özel sorunlar gelişebilmektedir.<br />

Kanın beklemiş kan olmasından dolayı hiperpotasemi, asidoz, hiperamonyemi<br />

gelişebilmekte, özellikle bu tür değişikliklere uyarlanması zor olan renal / hepatik<br />

rezervi azalmış hastalarda önem kazanmaktadırlar. Çok miktarda beklemiş soğuk<br />

kanın ısıtılmadan verilmesi sonucu hipotermi ve buna bağlı olarak aritmiler<br />

gelişebilmektedir. Kan ürününün pıhtılaşmasını önleyen sitratın yoğun olarak verilmiş<br />

olması özellikle hepatik rezervi azalmış hastalarda toksisite yaratabilmektedir. Yoğun<br />

transfüzyon dolayısıyla dilüsyona uğrayan trombositler ve koagülasyon faktörleri<br />

nedeniyle de hemorajik diyatez gelişebilmektedir.<br />

230


Bu sorunları karşılamak üzere yoğun transfüzyon yapılacak olan ya da<br />

yapılmış olanlarda kan ürünlerinin en azından bir kısmının uygun şekilde ısıtılması,<br />

her 2-2.5 L transfüzyon başına 40-50 mEq sodyum bikarbonat verilmesi, ilk 2 L’den<br />

sonra her litre başına 10 ml %10 kalsiyum glukonat verilmesi uygun olabilir. Kanama<br />

eğilimi açısından hastanın ve mümkünse trombosit sayısı ile koagülasyon profilinin<br />

izlenmesi, kanama eğilimi gözlendiğinde ya da sayı düşük / testler bozulmuş<br />

olduğunda eksik olan bileşenin yerine konması düşünülmelidir. Genel bir ölçü olarak<br />

trombosit sayısı: 50.000 / mm 3 altında ve kanama varsa, trombosit sayısı: 30.000 /<br />

mm 3 altında kanama yok ama cerrahi girişim sürecekse, trombosit sayısı: 20.000 /<br />

mm 3 altında kanama olmasa da => trombosit süspansiyonu protrombin / aktive<br />

parsiyel tromboplastin zamanı uzamış, fibrinojen düzeyi 100 mg/dl altında ve kanama<br />

varsa => taze dondurulmuş plazma verilebilir.<br />

Kurumumuzda çalışan / çalışmaya başlayacak olan ve transfüzyon isteğinde<br />

bulunabilecek her hekim, transfüzyon tıbbı hakkındaki temel bilgilerini güncellemeli;<br />

kurumunun kan merkezinin işleyişi ve yapılan çalışmalar hakkında asgari bilgiyi<br />

edinmeli; uzmanlık dalı ile ilgili transfüzyon özelliklerini ve izlediği gelişmeleri kan<br />

merkezi / transfüzyon komitesi ile paylaşmalı; hastası için isteyeceği kan<br />

bileşen(ler)inin uygun zamanda ve miktarda temin edilebilmesi için kan merkezi ile<br />

işbirliği yapmalı ve hemovijilans açısından (transfüzyonun erken ve geç izlemi, yan<br />

etkilerin gereğinin ve geri bildirimlerinin yapılması gibi) üstüne düşenleri yapmalıdır.<br />

Transfüzyonun, gerçekten gerekli olduğu zaman yaşama döndürebilen ama<br />

önemli oranda morbidite daha az olarak ta mortalite nedeni olabilen bir tedavi olduğu<br />

hep akılda tutularak, transfüzyon yapılması kararında kolaya kaçılmaması (iyi) tıbbi<br />

uygulamanın bir gereği olmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1.McCullough J . Transfusion Medicine, 3rd Edition, Wiley-Blackwell, 2012.<br />

2.Murphy MF, Pamphilon DH. Practical Transfusion Medicine, 4th Edition, Wiley-Blackwell, 2013.<br />

3.Ülkü B, Soysal T. Herkes İçin Transfüzyon Tıbbı, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi<br />

Etkinlikleri, Sempozyum Dizisi Yayın No:44, 2005. (http://www.ctf.edu.tr/stek/bb44.htm)<br />

231


Radyoloji İşleyişi<br />

Uzm. Dr. Ayşe KALYONCU UÇAR<br />

Prof. Dr. İbrahim ADALETLİ<br />

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />

Radyoloji: İyonizan radyasyon içeren ya da diğer enerji kaynaklarıyla çalışan<br />

görüntüleme yöntemleri(konvansiyonel radyografi, floroskopi, anjiyografi, mamografi,<br />

ultrasonografi, Doppler ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans<br />

görüntüleme, kemik dansitometri) kullanılarak temelde hastalık tanısına yönelik<br />

çalışmalarda bulunan uzmanlık disiplinidir. Ayrıca radyoloji bu görüntüleme<br />

yöntemleri eşliğinde tanıya yönelik ve tedavi amaçlı işlemleri de kapsar (Girişimsel<br />

Radyoloji). Yani radyoloji iki ana bölümde ele alınır. Birincisi teşhis radyolojisi,<br />

ikincisi tedavi radyolojisidir. Bu alanda uğraşan uzmanlaşan kişilere radyolog denir.<br />

Radyolojinin tarihine bakıldığında; 1895 yılında X ışınlarının W. Conrad<br />

Röntgen tarafından keşfinden hemen sonra 1896 yılında Pierre ve Marie Curie’nin<br />

Radyumu bulması ile gelişmeler birbirini takip etmiştir. A Henry Becquerel doğal<br />

radyoaktivite ve Uranyum’u; 1898 ‘de Villart Radyum’dan çıkan ışınların X ışınları ile<br />

aynı özellikleri taşıyan foton ışınları olduğunu göstermiş, 1919 yılında ise Rutherford<br />

yapay radyoaktiviteyi bulmuştur. Bu gelişmeler gerek fizik gerekse tıp dünyasında<br />

büyük devrim yaratmış ve bugünkü atom çağının temelini atmıştır. Bu ışınların film<br />

üzerinde iz bırakması ve fluoroskopik ekranlarda görüntü meydana getirmesi sağlık<br />

alanında da kullanılmasına yol açmıştır. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında bu<br />

gelişmelere paralel olarak hekimler ve fizikçiler X ve Gama ışınlarını gerek tanı<br />

gerekse tedavide kullanmaya başlamışlardır. Almanya’da keşfedilen X ışını kısa<br />

sürede Dünya’da yankı bulmuştur. Yirminci yüzyılın hemen başlarında tıbbi pratiğin<br />

içinde yer bulan bu radyolojik tanı yöntemleri, giderek artan bir ivme ile gelişmiş ve<br />

artık modern tıp ve sağlık hizmetinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Önceleri<br />

sadece X ışını tekniklerinden oluşan radyolojik görüntüleme yöntemleri, 20. yüzyılda<br />

yaşanan ve günümüzde de artan bir hızla süren inanılmaz teknolojik gelişmeler<br />

paralelinde ultrasonografi, manyetik rezonans görüntüleme ve diğer ileri görüntüleme<br />

yöntemlerini de içine alarak dev bir kapsama kavuşmuştur. Söz konusu teknolojik<br />

çeşitlenmenin yanı sıra, modern tıpta yaşanan baş döndürücü buluşlar ve üst<br />

uzmanlaşmalar, doğal olarak radyoloji alanını da etkilemiştir. Giderek gelişen bu<br />

bilim dalında hızla artan gelişmeleri takip edebilmek ve tüm vücuda ait normal<br />

anatomi, patolojilerin görüntüleme özellikleri, ayırıcı tanı, tanı ve tedavi yöntemleri<br />

gibi geniş ölçüde bilgi gereksinimi radyolojide spesifik uzmanlaşma ihtiyacını<br />

doğurmuş ve bu nedenle alt bilim dalları geliştirilmiştir. Bu alt bilim dalları hakkında<br />

aşağıda bilgi verilmiştir:<br />

Girişimsel Radyoloji Bilim Dalı: 1970’li yıllarda, ultrason ve tomografinin<br />

kullanıma girmesiyle giderek yaygınlaşmaya başlayan girişimsel radyolojik<br />

yöntemlerin spektrumu, son yıllarda çok genişlemiştir. İğne-kateter ve stent<br />

sistemleri (yani vücut içine teşhis ve tedavi amacıyla ilerletilen ve gereğinde<br />

yerleştirilen çeşitli ince borucuklar), sadece teşhiste değil tedavide de önemli,<br />

devrimsel nitelikte gelişmeler sağlamıştır. Günümüzde, tüm tedavilerde ve tüm<br />

232


cerrahi işlemlerde giderek artan oranda “minimal invazif” yöntemler kullanılmaktadır.<br />

Bu yöntemlerin anafikri, hastalara, mümkün olduğunca daha az zarar veren,<br />

hastanede daha az kalmasını-yatmasını sağlayacak, daha kısa sürede iyileşebilen<br />

daha küçük delik veya kesiklerle teşhis veya tedavinin yapılabilmesidir. Girişimsel<br />

radyolojik yöntemlerin çoğu, eski cerrahi yöntemlere kıyasla çok daha hızlı-güvenlietkin<br />

niteliktedir. Maliyet olarak da genellikle klasik cerrahi yöntemlerden daha<br />

avantajlıdır. Çoğu ameliyat için gerekli olan narkoz alımı, genellikle girişimsel<br />

radyolojik işlemlerde söz konusu değildir. Hasta çok daha hızlı sürelerde taburcu<br />

olup, gündelik yaşamına dönebilir. Bu işlemlerin ortak özelliği, görüntüleme<br />

yöntemleri eşliğinde yapılmasıdır, yani işlem sırasında röntgen ışınları, ultrason veya<br />

tomografi kılavuzluğu kullanılır.<br />

Girişimsel işlemler, damarla ilgili olanlar (vasküler) ve damar dışındaki<br />

girişimler (non-vasküler) olarak başlıca ikiye ayrılır. Damarla ilgili olarak, kalp<br />

dışındaki tüm damar sorunlarında (tıkanma, daralma, baloncuk oluşumu-anevrizma,<br />

doğumsal veya kaza sonucu oluşan damar hasarları, varisler, vb.) hem teşhis, hem<br />

de tedaviye yönelik işlemler yapılır.Damar dışı girişimler ise başlıca şu başlıklar<br />

altında incelenebilir: Biyopsiler , drenajlar (Abse ve benzeri sıvıların vücut dışına<br />

boşaltılması), skleroterapiler (kist büzüştürme), tümör ablasyonu (tümör yakma<br />

tedavisi) gibi.<br />

Nöroradyoloji ve Baş-Boyun Radyolojisi Bilim Dalı: Nörolojik ve Başboyun<br />

bölgesi hastalıklarında görüntüleme çok temel tanı ve tedavi yönlendiricisi<br />

haline gelmiştir. Bu bilim dalında çalışan radyologlar, nörolojik ve baş-boyun bölgesi<br />

hastalıklarına özgü görüntüleme seçenekleri, bulguları ve ayırıcı tanı özellikleri<br />

konusunda uzmanlaşmışlardır.<br />

Pediatrik Radyoloji Bilim Dalı: Çocuk hastalıkları gibi çocukların<br />

görüntülenmesi de özel bilgi ve tecrübe gerektirir. Bu bilim dalı da bu gereksinime<br />

cevap verir.<br />

Abdomen Radyolojisi: Bu dalda uzmanlaşanlar karaciğer, dalak, böbrekler,<br />

safra kesesi, pankreas, sindirim yolları, ve genital organlarla ilgili hastalıklardaki<br />

görüntüleme konusuna odaklanmışlardır.<br />

Toraks Radyolojisi: Bu konuda özel bilgisi olan radyologlar, özellikle akciğer<br />

ve kalp hastalıklarındaki görüntüleme ile ilgilenirler.<br />

Muskulo-skeletal Radyoloji: Kemik ve kaslarla ilgili hastalık durumlarında<br />

gerekli radyolojik tetkikleri yönlendiren ve yorumlayan bölümdür.<br />

Meme Radyolojisi:Meme ilgili hastalık durumlarında gerekli radyolojik<br />

tetkikleri yönlendiren ve yorumlayan bölümdür.<br />

Kardiyovasküler Radyoloji: Kalp ve ana vasküler yapılarda kesitsel<br />

görüntüleme gerektiren hastalık durumlarında gerekli radyolojik tetkikleri yönlendiren<br />

ve yorumlayan bölümdür.<br />

Acil Radyoloji: Aciliyet gerektiren durumlarda acil servise yakın lokasyonda<br />

hizmet veren, gereken radyolojik tetkiklerin ivedilikle elde olunmasını ve<br />

yorumlanmasını sağlayan bölümdür.<br />

233


Radyolojide Modaliteler<br />

1.Konvansiyonel Röntgen- Direk grafiler<br />

2.Floroskopi ve skopi (Baryumlu grafiler) ;<br />

3.Anjiyografi (DSA)<br />

4.Mammografi ya da Dijital Mammografi<br />

5.Ultrasonografi<br />

6.Renkli Doppler Ultrasonografi (Color Doppler)<br />

7.Bilgisayarlı Tomografi (BT)<br />

8.Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR)<br />

Radyolojik İncelemeler: Oldukça geniş bir listeye sahip olup hepsi için<br />

ayrıca belirtilen standardize edilmiş kodlamalarla belirtilmektedir.<br />

Radyografik Tetkikler<br />

Normal Tek-İki- Üç- Dört Yönlü Film (İlgili anatomik bölge için)<br />

Caldwell Grafi: Özellikle ethmoid ve frontal sinüsleri göstermek için çekilir.<br />

Schüller Grafi: Mastoid hücrelerin havalanmasını gösteren grafidir.<br />

Atlantoaksiyel eklemi en iyi göstermek için ağız açık pozisyonda ön arka grafi<br />

çekilir.<br />

Rhese grafisi: Optik forameni en iyi gösteren standart grafidir.<br />

Karpal tünel için el-bilek bölgesinin grafisi.<br />

Yan dekübitis grafiler: Küçük pnömotoraks kavitelerini gösterebilmek için<br />

çekilir<br />

Kontrastlı Floroskopik Tetkikler<br />

Floroskopi radyolojinin en eski ve en temel bölümlerinden biridir. Günümüzde<br />

de, oldukça yaygın olarak sindirim sistemi, idrar yolları, kadın üreme organları ve<br />

vücudun daha birçok bölümünün incelenmesinde kullanılmaktadır.<br />

Floroskopi, X ışını kullanılarak çekilir. Normal filmlerde görülemeyen yapılar<br />

kontrast madde denilen ilaçlarla boyanarak görünür hale getirilir. Kontrast maddeler,<br />

baryum ve iyot gibi radyoopak maddeler içeren ilaçlardır. Kontrast maddeler,<br />

uygulanacak incelemenin türüne göre, hastaya içirilerek, lavman yapılarak, idrar<br />

sondası yoluyla veya enjeksiyonla verilir. Kontrast madde verilmesini takiben,<br />

incelenen organdoktor tarafından ekranda izlenerek çeşitli pozisyonlarda filmler<br />

çekilir.<br />

Hasta, inceleme sırasında az miktarda radyasyon alır. Ancak bu tetkiklerin<br />

faydası, az miktardaki radyasyonun zararlarının yanında çok fazladır. Çekimi yapan<br />

doktor ve teknisyenler, radyasyona her gün maruz kalmamak için koruyucu bir<br />

bölmenin arkasında oturarak veya kurşun önlük giyerek kendilerini korurlar.<br />

234


Gastrointestinal Sistem Kontrastlı İncelemeleri<br />

Defekografi<br />

Fistülografi<br />

Faringografi<br />

Faringo-Ösofagografi<br />

Ösofagografi<br />

Ösofagus-Mide-Duodenum(ÖMD)<br />

Ösofagus-Mide-Duodenum(ÖMD)Çift Kontrast<br />

Mide-Duodenum<br />

Mide-Duodenum Çift Kontrast<br />

İnce-Barsak Pasaj<br />

Enteroklizisle İnce Barsak Tetkiki<br />

Mide Duodenum + İnce Barsak Tetkiki<br />

ÖMD + İnce Barsak Tetkiki<br />

Kolon<br />

Kolon Çift Kontrast<br />

Oral Kolesistografi<br />

IV Kolesisto-Kolanjiografi<br />

T-Tüp Kolanjiografi<br />

Sialografi<br />

PoşGrafisi<br />

Üro-Genital Sistem Kontrastlı İncelemeler<br />

IV Pyelografi(IVP)<br />

IV Pyelografi(IVP) + Post voiding<br />

IV Pyelografi(IVP) (Kısa Zamanlı) Dakikalık İVP özellikle hipertansiyon için<br />

çekilir.<br />

Retrograd, Assendan Pyelografi<br />

SistografiRetrograd<br />

Sistografi (Dolu, Miksiyonda, Boş)<br />

Voiding Sisto-Üretrografi<br />

Retrograd Üretrografi<br />

Üretro-Sistografi, Retrograd-Assendan<br />

Histero-Salpingografi<br />

Radyolojik Girişimler<br />

Perkütan Vasküler Embolizasyon Girişimleri<br />

İnce İğne Aspirasyon Biopsisi (Herhangi Bir Görüntüleme Yöntemi Eşliğinde)<br />

Ösefagus Dilatasyonu<br />

Perkütan Abse Drenajı<br />

Perkütan Bilier Drenaj<br />

Perkütan Biler Stent Konması<br />

Perkütan Gastrostomi<br />

Perkütan Nefrostomi (Tek Taraf)<br />

Perkütan Kist Ponksiyonu<br />

Perkütan Safra Kesesi Drenajı<br />

Perkütan Sistostomi<br />

Perkütan Sisto-Üretrografi<br />

235


Perkütan Transhepatik Kolanjiografi<br />

Perkütan Transluminal Anjioplasti<br />

Perkütan İntravasküler Stent Konması<br />

Periferik Aterektomi<br />

Periferik Laser Anjioplasti<br />

Perkütan Üreteral Stent Konması<br />

Perkütan Üreter Stenoz Dilatasyonu<br />

Dakriyosistografi<br />

Floroskopik Muayene<br />

Artrografi<br />

Mammografi<br />

Mammografi meme yumuşak dokusunun röntgen ışınlarıyla<br />

görüntülenmesidir. Genel amaçlı radyoloji tüplerinde değişiklikler yapılarak hastanın<br />

daha az radyasyon alması sağlanmıştır. Mammografi tüplerinde kullanılan ortalama<br />

voltaj 20-35 KV olup, klasik röntgen tüplerinden düşüktür. Kullanılan cihaza bağlı<br />

olarak otururken veya yatarken memenin değişik yönlerden görüntüleri alınır. Çekim<br />

esnasında memenin komprese edilmesine bağlı rahatsızlık hissi oluşabilir.<br />

Mamografi belli yaştan sonra tarama testi olarak, memede bir kitle ele geldiğinde,<br />

meme başında akıntı görüldüğünde, meme başının çekintiye uğramasında, meme<br />

derisindeki değişikliklerde, meme biopsisinde lokalizasyon amacıyla kullanılabilir.<br />

Mamografinin meme kanserinin erken teşhisinde bir tarama testi olarak önemi<br />

büyüktür. Amerikan Kanser Derneği 40-49 yaşları arasında 2 yılda bir, 50 yaşın<br />

üzerinde her yıl mamografi çekilmesini önermektedir.<br />

Anjiyografi (Dijital Substraksion Anjiografi)<br />

Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine röntgen<br />

ışınlarını diğer dokulara göre daha fazla emen ve kontrast madde olarak tanımlanan<br />

ilaç verilerek, DSA denilen röntgen cihazları yardımıyla gerçekleştirilir. Anjiografi<br />

işlemleri için hızlı film değiştiricileri kullanılır. Anjiyografi sayesinde organları<br />

besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen<br />

organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Teşhis amaçlarının yanında tedavi<br />

amaçlı da kullanılabilir. Anjiyoplasti bunun klasik bir örneğidir. Bu sayede cerrahi<br />

tedavi gerektiren birçok hastalık, cerrahi ve genel anestezinin riskleri olmaksızın<br />

tedavi imkanı bulmaktadır.<br />

Anjiografik Tetkikler:<br />

Aortografi Arkus<br />

Aortografi Torakal<br />

Aortografi Abdominal<br />

Aortografi Pelvik(Bilateral İliak)<br />

Çolyak Arteriografi ve Arteriel Portografi<br />

Selektif Renal Arteriografi (Tek Taraf)<br />

İnferior Mesenterik Arteriografi<br />

Superior Mesenterik Arteriografi<br />

Pelvik Arteriografi<br />

Üst Ekstremite Arteriografi(Tek Taraflı Brankial)<br />

236


Alt Ekstremite arteriografi(Tek Taraflı Femoro-Popliteal)<br />

Bilateral Alt Ekstremite Arteriografisi<br />

Transplant Renal Arteriografi<br />

Pulmoner Arteriografi<br />

Nonselektif Serebral Arteriografi<br />

Selektif Serebral Arteriografi(4 Sistem)<br />

Selektif Karotid Arteriografi(Tek Taraf)<br />

Selektif Karotid Arteriografi Bilateral<br />

Selektif Vertebral Arteriografi<br />

Spinal Arteriografi<br />

Orbital Venografi<br />

Intraarterial D.S.A.(Herbiri)<br />

Alt Ekstremite Venografi(Tek Taraf)<br />

Bilateral Alt Ekstremite Venografisi<br />

Üst Ekstremite Venografi (Tek Taraf)<br />

Bilateral Üst Ekstremite Venografi<br />

Hepatik Venografi<br />

Sürrenal Venografi<br />

İnferior Vena Kavografi<br />

Süperior Vena Kavografi<br />

RenalVenografi ve Renal Ven Kan Örneklemesi<br />

Splenoportografi<br />

Bilgisayarlı Tomografi İncelemeleri<br />

Bilgisayarlı tomografi x-ışını kullanılarak vücudun incelenen bölgesinin<br />

kesitsel görüntüsünü oluşturmaya yönelik radyolojik teşhis yöntemidir. İnceleme<br />

sırasında hasta bilgisayarlı tomografi cihazının masasında hareket etmeksizin yatar.<br />

Masa manuel ya da uzaktan kumanda ile cihazın ''gantry'' adı verilen açıklığına<br />

sokulur. Cihaz bir bilgisayara bağlıdır. X-ışını kaynağı incelenecek hasta etrafında<br />

360 derecelik bir dönüş hareketi gerçekleştirirken oyuk ya da ''gantry'' boyunca<br />

dizilmiş dedektörler tarafından x-ışını demetinin vücudu geçen kısmı saptanarak elde<br />

edilen veriler bir bilgisayar tarafından işlenir. Sonuçta dokuların birbiri ardısıra<br />

kesitsel görüntüleri oluşturulur. Bigisayarlı tomografi cihazlarında kolimasyon ile<br />

radyasyon demeti istenilen boyut ya da kesit kalınlıklarında sınırlanır. Oluşturulan<br />

görüntüler bilgisayar ekranından izlenebilir. Bilgisayarlı tomografi diğer x-ışın<br />

incelemelerine göre bazı avantajlara sahiptir. Özellikle organların, yumuşak doku ve<br />

kemiklerin şekil ve yerleşimini oldukça net gösterir.Günümüzde giderek yaygınlaşan<br />

çok kesitli BT cihazları ile reformat görüntüler elde edilerek daha fazla bilgi<br />

sağlanabilmektedir.<br />

Yapılacak incelemenin türüne bağlı olarak hastaya kol damarlarından kontrast<br />

madde enjekte edilebileceği gibi kontrast madde içmesi de istenebilir.Hastadan,<br />

bağırsakları daha net göstererek radyoloğun filmleri daha iyi değerlendirmesini<br />

sağlayacak bir sıvı olan oral kontrast madde içmesi ya da rektal yoldan kontrast<br />

uygulanması gerekebilir.<br />

İncelemeler hastalarının klinik bulguları göz önüne alınarak her bir hasta için<br />

ayrı ayrı planlanır. Bundan dolayı yapılan BT incelemesi daha önce yaptırmış<br />

olduğunuz bir BT incelemesinden farklıysa ya da inceleme sonunda ek görüntüler<br />

237


alma ihtiyacı duyulmuşsa endişelenmemek gerekir. Başlangıcından bitimine kadar<br />

çekim süresi ortalama 15 dakikadır.<br />

Bilgisayarlı Tomografide Tetkikler:<br />

Üst Abdomen BT<br />

Pelvis BT<br />

Tüm Abdomen BT<br />

Dinamik BT (Herhangi Bir Bölge)<br />

Boyun BT<br />

Nazofarinks BT<br />

Larinks BT<br />

Temporomandibuler Eklem BT<br />

Servikal– Torakal- Lumbosakral BT<br />

Ekstremite BT<br />

Sakro-iliak Eklem BT<br />

Kalça Eklemi BT<br />

BT Eşliğinde Girişimsel Tetkik<br />

Beyin BT(Aksiyel veya Koronal veya Sagital)<br />

Hipofiz BT<br />

Orbita BT<br />

Temporal Kemik BT<br />

Paranasal Sinusler BT(Aksiyal ve Koronal)<br />

Sisterno BT<br />

Toraks BT<br />

Myelo-BT<br />

Manyetik Rezonans Görüntüleme İncelemeleri<br />

Yeni görüntüleme teknolojileri arasında en etkileyici olanlardan biri manyetik<br />

rezonans görüntüleme ya da kısaca MRG veya MR'dir. MRG ağrısız, allerjiye yol<br />

açacak ilaç verilme zorunluluğu olmayan ve x-ışını gibi zararlı olabilecek araçlar<br />

kullanmayan bir tanı tekniğidir. Hasta güçlü bir elektromanyet içeren bir silindirin<br />

içinde yatarken, vücuttaki hidrojen atomlarının enerji salmasına yol açan radyo<br />

dalgaları gönderilerek işlem gerçekleştirilir. Mıknatıs etkisi ile hareket eden binlerce<br />

atoma ait bilgi bir bilgisayara gönderilir ve incelenen alanın oldukça kaliteli bir resmi<br />

elde edilir. Manyetik rezonans görüntüleme yönteminde hasta iyonizan radyasyon<br />

almaz. MRG incelemeni sürenin değişkenliği incelenecek olan alanın yerine ve<br />

hastalık hakkında toplanması gereken bilgi miktarına bağlıdır.<br />

İyonizan ışın olmaması ve yumuşak dokuları en ayrıntılı görüntüleyen yöntem<br />

olması yannda fonksiyonel bilgi sağlaması ve birçok ileri MR uygulaması ile birçok<br />

alanda temel tanı yöntemi konumuna gelmiştir.<br />

Bu üstün görüntüleme teknolojisinin kullanılamayacağı hastalar da vardır ki<br />

bunların başında vücudunda metal protez bulunanlar gelir çünkü magnet bu metalleri<br />

yerinden oynatabilir. Bu gibi hastalar arasında kalp pili olanlar, beyin ameliyatı ile<br />

beyin damarlarına klips takılmış kişiler, metal kalp kapakçıkları olanlar ve iç kulak<br />

protezi olanlar yer alır.<br />

238


MR’nin harekete çok duyarlı olması nedeniyle küçük çocuklarda anestezi<br />

verilmesi gerekir.<br />

Klostrofobili kişilerde sedasyon, bazen de anestezi gerekebilir. Ancak bu<br />

sorun kapalı tüneli olmayan açık ("open") MR ile de çözülebilir.<br />

MR Tetkikleri:<br />

Üst Abdomen MR<br />

Pelvis MR<br />

Tüm Abdomen MR<br />

Boyun MR<br />

Nazofarinks MR<br />

Larinks MR<br />

Temporo-Mandibuler Eklem MR<br />

Meme MR(<br />

Prostat MR(Transrektal Coil ile)(Coil Hariç)<br />

MR-Angiografi(Her hangi bir bölge)<br />

Kalp MR(Kardiyak Sine-MR)<br />

Sakro-İliak Eklem MR<br />

Kalça Eklemi MR<br />

EkstermiteMR<br />

Beyin MR<br />

Hipofiz MR<br />

Orbita MR<br />

Paranasal Sinüsler MR<br />

Toraks MR<br />

Servikal- Torakal-Lumbo-Sakral Vertebral Kolon MR<br />

Ultrasonografi<br />

Ultrason, insan kulağının işitemeyeceği kadar yüksek frekanslı ses dalgalarını<br />

kullanarak iç organları görüntüleyen bir tanı yöntemidir. Ultrasonda radyasyon<br />

kullanılmaz. Bu nedenle gebelerde ve bebeklerde rahatlıkla kullanılabilir. Cihazdan<br />

gönderilen ses dalgaları, hasta vücudundan yansıdıktan sonra gene aynı cihaz<br />

tarafından algılanır. Yansıma farklılıkları organdan organa değişir. Bu nedenle farklı<br />

yansımaların olduğu yapılar, farklı görüntüler verirler. Normal yapılar içindeki bir ur<br />

ya da kist, ses demetlerini farklı yansıttığı için farklı yapıda gözlenir ve tanı konulur.<br />

Görüntü oluşturulması sırasında "prob" hasta vücudunda gezdirilirken, altında kalan<br />

bölümün kesit görüntüleri, hareketli organlar gibi ekranda kayar. Bu esnada radyolog<br />

tanı koyar.<br />

ULTRASONOGRAFİ TETKİKLERİ<br />

Üst Abdomen US<br />

Pelvik US<br />

Tüm Abdomen US<br />

Parotis Bezi US<br />

239


Submandibuler Bez US<br />

Omuz Eklemi US<br />

Kalça Eklemi US<br />

Meme US<br />

Tiroid US<br />

Toraks US<br />

Skrotal US<br />

Transrektal US<br />

Transvaginal US<br />

Transfontanel US<br />

Obstetrik US<br />

Renkli Doppler İncelemeleri<br />

Doppler Ultrasonografi yöntemi ile bir organın veya damarının kan akımını<br />

incelenebilir. Kan akımının miktarı, akımı engelleyen yapı varlığı, akımın normal<br />

yönde olup olmadığı değerlendirilebilir. Akan kanın miktarı ile ilgili ölçümler<br />

yapılabilir. Cihazın çalışma prensibi, sesin hareket eden yapılardan yansırken<br />

frekans değişikliği göstermesidir. Doppler incelemeleri, normal ultrasonografi<br />

cihazları ile yapılır. Ancak bunlarda farklı bilgisayar donanımı mevcuttur.<br />

RENKLİ DOPPLER TETKİKLERİ:<br />

Renkli-Doppler US Karotis<br />

Renkli-Doppler US Meme<br />

Renkli-Doppler US Abdominal<br />

Renkli-Doppler US Pelvik<br />

Renkli-Doppler US Skrotal<br />

Renkli-Doppler US Penis<br />

Renkli-Doppler US Ekstremite (Tek Taraf)<br />

BilateralVertebral Arter Renkli Doppler İncelemesi<br />

Alt Extremite arter-venleri Renkli Doppler İncelemesi<br />

Üst Extremite arter-venleri Renkli Doppler İncelemesi<br />

Portal Ven Sistemi Renkli Doppler İncelemesi<br />

Renal Renkli Doppler İnceleme<br />

Obstetrik Renkli Doppler İnceleme<br />

Dinamik Ultrasonografi<br />

Abdominal Aorta Renkli Doppler İncelemesi<br />

Troid Renkli Doppler İncelemesi<br />

Kitle Lezyonu Renkli Doppler İncelemesi<br />

Bütün görüntüleme yöntemlerinin birbirlerine göre avantaj ve dezavantajları<br />

vardır. İncelenecek bölgeye, tetkikin istenme sebebi olan hastalığa göre en uygun<br />

tetkik farklılık gösterebilir. Bazen en klasik yöntem olan röntgen problemi anlamaya<br />

yeter iken bazen ultrasonografi-doppler ultrasonografi, kesitsel, skopik ya da<br />

angiografik incelemelere gereksinim duyulabilir. Kimi patolojilerde ileri incelemeler<br />

gerekmekte ya da bazen de birkaç modalitenin birlikte kullanımı problem çözücü<br />

240


olabilmektedir. Bu durum, tetkiki isteyen hekim tarafından çoğu zaman bilinir,<br />

gerektiğinde radyoloğun önerisine başvurulabilir ve tetkik istemi amaca göre yapılır.<br />

Elde olunan görüntüler eski yöntemlerle film baskısı şeklinde<br />

değerlendirilebileceği gibi günümüzde oldukça yaygınlaşan görüntülerin saklanması,<br />

geri çağrılması, dağıtımı ve sunumuna olanak veren Görüntü Arşivleme ve İletişim<br />

Sistemleri (PACS- Picture Archiving Communication Systems) ile de depolanabilir.<br />

PACS sistemlerinin iki temel kullanım alanı vardır:<br />

Baskıyı ortadan kaldırmak: PACS sistemleri, film arşivleri gibi kâğıt tabanlı<br />

medikal görüntüleri ortadan kaldırmaktadır. Dijital yedekleme birimlerinin<br />

ucuzlamasıyla, PACS hem maliyet açısından hem de saklama alanı açısından film<br />

arşivlerinden daha avantajlı hale gelmiştir. Aynı sağlık merkezinde çekilen<br />

görüntülere anında erişim sağlanabiliyor olması PACS'ın film arşivlerine olan bir<br />

diğer üstünlüğüdür.<br />

Uzaktan erişim: PACS, geleneksel yöntemlerle mümkün olmayacak sağlık<br />

merkezi dışından görüntülere erişebilmeyi ve raporlayabilmeyi mümkün hale<br />

getirmiştir. Teleradyoloji sistemleri sayesinde farklı lokasyonlarda bulunan hekimler<br />

aynı görüntülere ve aynı bilgilere aynı anda ulaşabilmektedirler.<br />

Hastadan radyolojik tetkik isterken klinik hekime düşen görev istediği tetkiki<br />

net belirtip istek kağıdında hasta hakkındaki maksimum bilgiyi vermektir. Bunlar; yaş,<br />

cins, hastalığa ait anamnez, klinik şikayetler, laboratuar bulguları ve klinik ön tanı<br />

gibi ana bilgilerdir. Bir diğer önemli nokta karşılaştırma ya da tanıya yardımcı olarak<br />

kullanılabilecek yapılmış eski ya da yeni tarihli tetkiklerin de hasta ile birlikte<br />

gönderilmesidir. Bazen klinisyen tarafından net belirtilmemiş bir tetkik istemi günlük<br />

yoğun işleyişte sıkıntı oluşturmakta ve eksik ya da gereksiz çekimlere neden<br />

olmaktadır. Bazen de karşılaştırma gereken tetkiklerde başta bu gereklilik<br />

bildirilmeyip, ayrıca eski tetkikin değerlendiren radyoloğa ulaşmaması durumunda<br />

hasta sonuç almaya geldiğinde mağduriyet yaşamakta ve raporu hazır olan film<br />

karşılaştırma için radyolojiye ikinci kez iş yükü oluşmaktadır.<br />

Radyoloji departmanı gerek iş yoğunluğu nedeniyle, gerekse hastaların tetkik<br />

öncesi hazırlığı gerektiğinden randevu ile çalışmaktadır. Randevu süreleri istenen<br />

tetkike göre ve istenen modalitedeki yoğunluğa göre değişmektedir. Raporlama<br />

süresi ortalama 5 iş günüdür. Bu süre ek çekim ya da hasta hakkında ek bilgi<br />

gerektiren durumlarda uzayabilir. Ancak aciliyet arzeden ve yatan hastalara<br />

tetkiklerin hem çekiminde hem de raporlamada öncelik verilmektedir<br />

Radyologların en büyük yardımcıları teknisyenleridir ve işin mutfağını<br />

oluştururlar. Teknisyenler hasta çekimlerini gerçekleştirirler. Bu adımlardaki titizlik<br />

direkt olarak tanıyı etkiler.<br />

Radyolojide ihtiyaca göre teknisyen ya da radyolog tarafından servisler, yoğun<br />

bakım, ameliyathane ve acil serviste de hasta başı hizmet verilmekte, bu gibi<br />

durumlarda tetkik isteyen hekimin planlama açısından radyolog ya da teknisyenle<br />

iletişim içinde olması gerekmektedir.<br />

Radyolojik tetkiklerin çekiminde önemli bir problem iyonizan radyasyon<br />

kullanımıdır. Ultrasonografi/ renkli Doppler Ultrasonografi ve Manyetik Rezonans<br />

Görüntüleme dışında tetkikler iyonizan radyasyon kullanarak elde edilir. Radyasyon,<br />

canlı organizmalar üzerinde olumsuz biyolojik etkilere neden olmaktadır. Bu zararlı<br />

241


iyolojik etkiler radyasyon miktarı ve maruziyet süresi ile ilişkilidir. Tanısal radyolojide<br />

maruz kalınan iyonizan radyasyon sitokastik etkiler oluşturur. Bu etki son derece<br />

nadirde olsa kanser riski düşük dozlarda bile ortaya çıkabilir. Ancak bunun<br />

kanıtlanması güçtür. Tedavide kullanılan yüksek doz iyonizan radyasyon ise<br />

deterministik etki gösterir. İnsanda belli doz seviyeleri için kan ve kromozom hasarı<br />

oluşumundan ani ölüme kadar oluşabilecek etkiler net olarak ortaya konabilir. Ancak<br />

insanlarda kanser veya genetik hasar oluşturacak eşik radyasyon dozunun ne<br />

olduğu bilinmemektedir. Bu nedenle tıbbi uygulamalarda iyonizan radyasyon içeren<br />

tetkiklerin bilinçli kullanımı önemlidir. Bazı deneysel ve epidemiyolojik çalışmalarda<br />

eşik doz tahmin edilmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalarda radyasyon güvenliği<br />

konusunda hastaların ve hekimlerin bilgilerinin yetersiz olduğu ve her yıl yüzlerce<br />

gereksiz tetkik gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Bu nedenle iyonizan radyasyon içeren<br />

bir tetkik istendiğinde hasta iyi sorgulanmalı, daha önce aynı ya da başka bir<br />

merkezde benzer bir çekim yapılıp yapılmadığı öğrenilmeli ve gereksiz tetkik istemi<br />

ve tekrarından kaçınılmalıdır. Ayrıca gebe hastalarda ilk üç ay, bebeğin x-ışınına en<br />

hassas olduğu dönemdir. Çünkü, x-ışınının hızlı büyüyen dokulara zararlı etkileri<br />

daha fazladır. Bu nedenle, gebelik olasılığı bulunan hastaların x-ışını kullanılarak<br />

yapılan incelemelerden uzak durması gerekir.<br />

Radyolojik tetkiklerin çekimlerinde diğer önemli bir sorun kontrast madde<br />

kullanımı gerekliliği ve hastada bunun için endikasyon ve / veya kontrendikasyon<br />

olup olmadığının bilinmesidir. Günlük pratikte çok fazla kontrastlı tetkikin istendiği<br />

ancak tetkik isteyen hekimlerin bu konudaki bilgilerinin yetersiz olduğu<br />

görülmektedir.<br />

Kontrast madde; Organ ve dokuların içine ya da çevresine verilerek,<br />

karşıtlık-zıtlık oluşturup bu organ ve dokuların görünür hale gelmesi için, dokuların<br />

morfolojisi ve fonksiyonları hakkında bilgi elde etmek için kullanılan kimyasal<br />

bileşiklerdir. Radyolojide kontrastı belirleyen asıl olay, x-ışınına maruz kalan<br />

maddenin x-ışınını absorbsiyon derecesidir. (atom numarası-konsantrasyon-kalınlık)<br />

Kontrast maddeler yüksek absorbsiyona yol açarak işlev görür ve oluşan görüntüde<br />

dansite farklılığı yaratır. Kullanılan kontrast maddeler elde olunacak tetkike göre<br />

farklı türlerdedir:<br />

Baryum türü kontrast maddeler; genellikle ağız veya makattan verilerek mide<br />

barsak sisteminin incelenmesinde kullanılır. Bu kontrast maddeler, sindirim borusu<br />

tarafından emilmeden doğrudan makat yoluyla atılırlar.<br />

İyotlu kontrast maddeler; anjiyografide olduğu gibi atar damar veya ilaçlı<br />

böbrek filmi (ekskretuar ürografi) veya bilgisayarlı tomografide (BT) olduğu gibi toplar<br />

damar yoluyla uygulanabilir. Bu kontrast maddeler, böbrekler yoluyla atılır. Noniyonik<br />

tipte olanların kullanımı daha iyi tolere edilir. Hastada İyotlu Kontrast madde<br />

uygulamasına engel oluşturabilecek durumlar bilinmeli ve klinisyen fayda/zarar<br />

gözeterek radyolog ile iletişimde olmalıdır. Risk oluşturan durumlar: Örneğin hastanın<br />

böbrek fonksiyonu, normal olmalıdır. Kan kreatinin düzeyi, böbrek fonksiyonunu<br />

gösteren genel bir göstergedir. Kreatinin düzeyi 1.5 mg/dl’ye kadar olan hastalarda<br />

kontrast madde kullanımı böbrek fonksiyonu üzerine olumsuz bir etki oluşturmaz.<br />

Renal fonksiyon bozukluğu olan hastalarda endikasyon kontrast nefropatisi açısından<br />

gözden geçirilmeli ve ille de gereklilik söz konusuysa sonrasında diyaliz gereksinimi<br />

göz önünde bulundurulmalıdır. Yaşlı hastalarda gerekmedikçe iyotlu kontrast madde<br />

kullanılmamalı ve kullanılacaksa yeterli hidrasyon sağlanmalıdır. Ayrıca Multiple<br />

242


Myelom tanılı hastalar renal fonksiyonları nedeniyle benzer risk altındadır. Bazen<br />

inceleme öncesinde aşırı sıvı alınması yapılarak kontrast maddenin atılımı<br />

kolaylaştırılabilir. Metformin türü antidiyabetik ilaç kullanan şeker hastalarının bu<br />

ilaçlarını tetkikten en az 24 saat önce bırakmaları istenir. Diğer ilaçların kullanımında<br />

bilinen herhangi bir sorun yoktur. Feokromasitoma olarak bilinen böbrek üstü bezinde<br />

yerleşerek salgıladıkları hormon ile klinik bulgu veren tümörü olan hastalarda iyotlu<br />

kontrast madde enjeksiyonu ani tansiyon yükselmesi ve çarpıntı ile seyreden kriz<br />

tablosuna neden olabilir. Bu hastalarda, çok gerekli olmadıkça iyotlu kontrast madde<br />

verilmez. Klinik olarak kontrast madde uygulamasının gerekli olduğu durumlarda bu<br />

hastaların özel tedavi ile kontrast madde uygulamasına hazırlanması gerekir. İyot<br />

eksikliği söz konusu olduğunda veya hipertroidi durumlarında iyotlu kontrast madde<br />

uygulamalarına dikkat edilmelidir. İyotlu kontrast maddelerde bulunan iyot molekülü,<br />

genellikle bağlı durumda olduğu için bir sorun yaratmasa da, uzun süre beklediği için<br />

kısmen bozulan kontrast maddelerde iyot atomları serbestleşerek vücut tarafından<br />

kullanılacak hale gelebilir. Böyle bir durumda hastanın bir endokrinolog kontrolüne<br />

girerek klinik olarak izlenmesi gerekir. Alerjik durumlar; iyotlu kontrast maddeler<br />

genellikle emniyetli olarak bilinmekle birlikte allerjik bünyeye sahip hastalarda yan<br />

etkiler oluşturabilirler. Allerjik yan etkiler, bulantı-kusma, kaşıntı ve ürtiker gibi hafifi<br />

tipte olabileceği gibi bazen anaflaktik şok gibi şiddetli kinik tablo da oluşturabilir.<br />

Hastanın allerjik bünyeye sahip olup olamadığı inceleme öncesinde sorgulanmalı ve<br />

çekimi yapacak teknisyen ve ilgili radyoloji uzmanı bu durumdan haberdar edilmelidir.<br />

İşlem sırasında veya enjeksiyon sonrasında hasta bir rahatsızlık hissederse dikkatli<br />

olunmalı ve bir süre gözetlenmelidir. Gebelerde ve emzirenlerde de<br />

kullanılmamalıdır.<br />

Gadolinium içeren kontrast maddeler: Manyetik Rezonans incelemesinde<br />

kontrast etkisi oluşturması amacıyla kullanılır. İyotlu kontrast maddelere kıyasla<br />

allerjik yan etkileri daha azdır. Eskiden böbrek fonksiyonu bozuk olan hastalarda BT’<br />

ye alternatif olarak bilinmekte iken glomeruler filtrasyon oranı düşük hastalarda<br />

nefrojenik sistemik fibrosis riski nedeniyle kullanılması istenmez. Gebelerde de<br />

kullanılmamalıdır.<br />

Radyolojide bütün bu incelemeler sonunda amaç eksiksiz, doğru ve<br />

zamanında patoloji raporu çıkarmaktır.<br />

Radyoloji raporunun bölümleri<br />

Radyolojide raporlama işlemi, radyolog ile klinisyen arasındaki en önemli<br />

iletişim aracıdır. İncelemenin tümünü özetleyen ve bir belge niteliği taşıyan radyoloji<br />

raporu inceleme amacını en üst düzeyde karşılayacak şekilde hazırlanmalıdır.<br />

Radyoloji raporu, aynı zamanda, karar süreçlerinde bir dayanak olarak<br />

kullanıldığından, yazan kişi ve o bilgilere göre hareket edecek olan klinisyen için<br />

yasal açıdan bağlayıcı bir belge niteliğindedir. Bu nedenlerle radyoloji raporu belirli<br />

kurallara uyularak hazırlanmakta ve standardize edilmektedir. Hastanın ADI-<br />

SOYADI, KİMLİK ve/veya PROTOKOL NUMARASI, TETKİK İSTEM VE RAPOR<br />

YAZIM TARİHİ belirtildikten sonraTETKİK ADI, Hemen sonrasında, tetkikin yapılış<br />

nedenini belirten klinik bulgular ile aranan patolojinin tanımlandığı “KLİNİK<br />

BULGULAR VE ÖN TANI” , uygulanan teknik, yani’ TEKNİK PROTOKOL’, tetkik<br />

konsültasyonu amacıyla değerlendiriliyor ise, “TETKİKİN YAPILDIĞI MERKEZİN<br />

ADI”, “TETKİKİN YAPILDIĞI ve değerlendirildiği TARİH” ve “RAPORLANDIRMA<br />

243


GEREKÇESİNİN VURGULANMASI”nı içerir. Tetkik sırasında protokol belli bir<br />

nedenden dolayı değiştirilmiş, bir nedenden dolayı tetkik kalitesi olumsuz<br />

etkilenmişse durumun gerekçesi bu bölümde belirtilir. Örneğin, kronik böbrek<br />

yetersizliğine bağlı kreatinin seviyesi yüksek olan bir hastadaki IV yolla iyotlu<br />

kontrast madde verilememesi burada açıklanabilir. “BULGULAR” kısmında belirli bir<br />

sıra ile tanımlanma önemlidir. Bu sıra, tetkik türüne veya kişinin tercihine göre<br />

değişebilir. Ancak, lezyonlar tanımlanırken metrik ölçümlerle sayısal olarak, eski<br />

incelemeler varsa kıyaslanarak yapılır. İzlenen bulgular kısa ve net cümlelerle uygun<br />

bir terminoloji ve yalın bir dil kullanılarak anlaşılır şekilde tanımlanır. Gözlenen her<br />

bulgu önem düzeyine bakılmaksızın raporda tanımlanır. Tetkikte izlenen bulgular,<br />

acil tedavi gerektiren bir tabloyu işaret ediyorsa, incelemeyi isteyen hekim, telefon<br />

veya başka bir hızlı iletişim aracı ile durumdan haberdar edilir.<br />

Bir lezyona ait bulguların tanımlanmasında akılda kolay kalması nedeniyle 10<br />

önemli başlık oluşturulabilir. Buna göre bir lezyonun tanımlamasında onun bölgesel<br />

yerleşim yeri, boyutları, kenar özellikleri, iç yapısı, içeriği ve dağılımı, tanı aracına<br />

göre ekojenitesi, dansitesi ya da intensitesi, vasküler özelliği, komşuluk ilişkileri,<br />

neden olduğu ikincil sorunlar belirtilir. Tüm tanımlamalarda uluslararası kabul<br />

görmüş ortak terminoloji kullanılmaya özen gösterilir. Bulgular kısmının sonunda,<br />

izlenen bulguların radyolojik anlamını gösteren “SONUÇ/YORUM” kısmında<br />

bulgular, azalan önem sırasında göre özetlenerek tanısal karşılıkları ve varsa ayırıcı<br />

tanı/ları belirtilir. Varsa çözüme yönelik ileri tetkik veya algoritmik yaklaşımla ilgili<br />

öneriler uygun bir dille vurgulanır.<br />

Yukarıda tanımlanan aşamalar tamamlandıktan sonra raporun altına en<br />

azından raporu yazan radyologun “ADI” ve “SOYADI” bilgilerinin bulunduğu kısım<br />

yer alır. Raporlama işlemi, raporu yazan kişinin raporu kendisinin yazdığı,<br />

değerlendirdiği ve geçerli olduğunu gösteren “İMZASI” ile sonlandırılır.<br />

Uzmanlık öğrencisi ya da asistanın radyoloji raporunda karar imza yetkisi<br />

yoktur. Sadece tetkikin ilk incelemesini ve değerlendirmesini yapan hekim olarak<br />

raporda imzası vardır.<br />

Günümüzde tıbbın ilerlemesi ile radyoloji de hızla ilerlemekte, her geçen gün<br />

yeni teknikler geliştirilmektedir. Günlük işleyişte hastada tetkik isteminden, tetkikin<br />

doğru elde edilmesi ve en doğru raporun yazılabilmesine ve bunların eldesi<br />

sırasında hastanın maksimum faydası ve gereksiz radyasyon ve kontrast maddenin<br />

kullanılmamasına kadar her aşamada klinik ile radyoloji iletişimi büyük önem arz<br />

etmektedir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Ceydli N. Radyolojik Görüntüleme Tekniği, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı, İzmir,<br />

2000<br />

2. Kaya T, Adapınar B, Özkan Y, Temel Radyoloji Tekniği, Nobel Kitabevi, İstanbul, 1997<br />

3. Kumaş A. Radyasyon Fiziği ve Tıbbi Uygulamaları, Palme Dağıtım Ankara, 2006<br />

4.Tuncel E. Diagnostik Radyoloji, Ders Kitabı, U.Ü.T.F. Yay. Nu:2 U.Ü. Basımevi, 1983<br />

244


Nükleer Tıp İşleyişi<br />

Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU<br />

İÜ Cerrahpşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />

Nükleer tıp, canlı vücudu içerisine tek başına veya hedefe taşıyıcı moleküller<br />

ile işaretlenmiş (radyofarmasötik) şekilde verilen radyonüklidlerin bozunması<br />

esnasında yaydıkları ışınları kullanarak tanı ve tedavi yapabilen bir bilim dalıdır.<br />

Dolayısıyla nükleer tıp hem klinik hem de laboratuar uygulamaları içeren bir branştır.<br />

Diagnostik uygulamalarda canlı vücudundan gelen gama ışınlarının eksternal<br />

aygıtlarla (gama kamera, gama prob, PET tarayıcı vb gibi) sayılması ve/veya<br />

görüntülenmesi esas iken, terapötik işlemlerde beta ve alfa ışınlarının hedef canlı<br />

dokuda oluşturduğu yıkıcı etkiden (DNA harabiyeti) yararlanılmaktadır. Günümüzde<br />

nükleer tıp uygulamaları daha çok tanı ve sintigrafik görüntüleme amaçlı olsa da<br />

özellikle son on yıl içerisinde çeşitli kanserlerdeki terapötik uygulamaların payı önemli<br />

ölçüde artmıştır ve yakın gelecekte daha çok artmaya devam edecek gibi<br />

görünmektedir.<br />

Kısa tarihçe<br />

1896 yılında Fransız araştırmacı Henri Becquerel Uranyum tuzlarından gizemli<br />

ışınların yayıldığını fark etmiştir. Yaklaşık iki yıl sonra Polonya’lı bilim adamları Marie<br />

Curie ve eşi Pierre Curie Uranyum ile yaptıkları deneyler sırasında Becquerel’in<br />

tanımladığı görünmez ışınları doğrulamışlar ve deneylerin sonucunda Polonyum ve<br />

Radyum elementlerinin oluştuğunu keşfederek radyoaktivite kavramını<br />

tariflemişlerdir. Takip eden yıllarda radyoaktivitenin insan sağlığında kullanımı ile ilgili<br />

ilk çalışmalar yapılsa da nükleer tıp biliminin doğmasına neden olan esas gelişme II.<br />

dünya savaşındaki atom bombası ile ilgili çalışmalar sırasında İyot (I)-131 izotopunun<br />

keşfedilmesi olmuştur. Hem beta hem de gama ışıması yapan I-131’in kısa zaman<br />

içerisinde hipertiroidi ve iyi diferansiye tiroit kanserindeki tedavi edici etkisinin<br />

anlaşılması nükleer tıp biliminin gelişmesine ivme kazandırmıştır. Öte yandan gama<br />

ışıması yapan radyonüklidlerden gelen radyasyonun eksternal deteksiyon cihazlarıyla<br />

sayılabilmesi ve böylece radyonüklidi içeren molekülün vücuttaki farmakokinetiğinin<br />

izlenebilir olması, değişik patofizyolojik olayların tanısında “radyoaktif izleyici”<br />

konseptini doğurarak tanısal nükleer tıp uygulamalarının yaygınlaşmasına neden<br />

olmuştur. 1950 yılında gama ışınlarının hedef organdaki dağılımını kağıt üzerine<br />

haritalayabilen “Rektilineer Tarayıcı”ların geliştirilmesi ile görüntülü tanısal nükleer tıp<br />

uygulamaları “sintigrafi” mümkün olmuştur. 1960 yılında Hal Anger adlı araştırmacı<br />

tarafından günümüzde kullanılan geniş görüş alanlı kameraların protipini (Anger<br />

kamera) geliştirmiş ve daha geniş alanı görüntüleyebilen modern sintigrafik<br />

görüntülemeye geçişi sağlamıştır.1980’li yıllarda hastanın etrafında dönerek<br />

volümetrik veri toplayabilen gama kameraların geliştirilmesi ile tomografik<br />

rekonstrüksiyon yapabilen ve derin dokularda daha iyi lezyon kontrastı sağlayan<br />

“SPECT” (Single-Tek Foton Emisyon Kompüterize Tomografi) teknolojisi devreye<br />

girmiştir.<br />

Diagnostik nükleer tıp uygulamaları içerinde Pozitron Emisyon Tomografi<br />

(PET) görüntüleme özel bir yer tutmaktadır. Fiziksel prensipleri 1970’li yılların<br />

başında ortaya konan ve ilk insan uygulaması 1976 yılında yapılan PET<br />

görüntüleme, başlarda bir beyin görüntüleme modalitesi olarak dizayn edildiği için,<br />

uzun seneler boyunca tüm dünyada sayılı araştırma merkezlerinde sınırlı kalmış bir<br />

245


yöntem olarak tanınmıştır. PET’in pahalı bir teknoloji olmasının yanı sıra, aynı yıllarda<br />

Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve daha sonra Manyetik Rezonans (MR) görüntülemenin<br />

geliştirilmesi ile beyin görüntülemedeki klinik gereksinimin tümüyle karşılanması bu<br />

duruma neden olmuştur. Ancak 1990’lı yılların sonundan itibaren PET<br />

görüntülemenin kanser tespitinde etkili olduğunun anlaşılması ile birlikte, son yirmi<br />

yıldır rutin klinik PET görüntüleme uygulamalarında halen devam eden çok önemli<br />

oranlarda artış olmuştur. Aslında tipik bir sintigrafik görüntüleme yöntemi olan PET,<br />

kullanılan radyonüklidlerin farklı fiziksel özelliklere haiz olması ve bu nedenle<br />

görüntüleme aygıtlarının da farklı olması ile konvansiyonel uygulamalardan<br />

farklılaşmaktadır.<br />

Türkiye’de ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Nükleer Tıp Biliminin<br />

gelişmesi<br />

Türkiye’de nükleer tıp tarihi merhum hocamız Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın 1952<br />

yılında Haseki Tedavi Kliniği’nde kurduğu ülkemizdeki ilk “Radyoizotop Laboratuarı”<br />

ile başlar. Ülkemizde ilk kez radyoiyot tedavisi uygulanmaya başlanan bu<br />

laboratuvarda o dönemin koşullarında yapılan bazal metabolizma ölçümü, tiroid iyot<br />

tutma testi ve yağ absorpsiyonu gibi testlere, 1965 yılında “rektilineer tarayıcı”<br />

cihazının kurulmasını takiben karaciğer, böbrek, beyin ve tiroid’e yönelik çeşitli<br />

sintigrafik görüntülemeler eklenmiştir. Haseki Tedavi Kliniği Radyoizotop Laboratuarı,<br />

1971 yılında Cerrahpaşa Nükleer Tıp Enstitüsü’ne dönüştürülmüş ve Prof. Dr. Suphi<br />

Artunkal, Prof. Dr. İrfan Urgancıoğlu ve Prof. Dr. Vensan Seyahi bu kurumda<br />

görevlendirilmişlerdir. Daha sonra sırasıyla Prof. Dr. Tarık Kapıcıoğlu, Doç. Dr.<br />

Gündoğdu İlter ve 1976 yılında Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Radioimmunoassay<br />

Laboratuvarı sorumlusu olarak enstitünün akademik kadrosuna katılmışlardır. Kurucu<br />

hocamız Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın 1977 yılında yaş haddinden emekli olması ile<br />

birlikte enstitü müdürlüğünü üstlenen Prof. Dr. İrfan Urgancıoğlu ülkemizdeki nükleer<br />

tıp biliminin ve Cerrahpaşa Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nın gelişmesine önemli<br />

katkılarda bulunmuştur. 1952 senesinden itibaren 26 yıl Haseki Tedavi Kliniğinde<br />

hizmet veren Radyoizotop Laboratuarı ve Nükleer Tıp Enstitüsü 1978 yılında<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsünde şimdiki yerine taşınmış ve<br />

1982’de çıkarılan “Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği” ile birlikte Nükleer<br />

Tıp Anabilim Dalı olmuştur. Anabilim dalımızda, aynı zamanda Prof. Urgancıoğlu<br />

döneminde 1985 yılında Radyofarmasi Bilim Dalı da kurulmuştur. Prof. Dr.<br />

Urgancıoğlu’nun 1993 yılında emekli olmasından sonra sırasıyla Prof. Dr. Tarık<br />

Kapıcıoğlu (1993), Prof. Dr. Çetin Önsel (1994-1997), Prof. Dr. İlhami Uslu (1997-<br />

2011), Prof. Dr. Bedii Kanmaz (2011-2014) ve Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu (Haziran<br />

2014-halen) Anabilim Dalı Başkanlığı yapmıştır.<br />

1997 yılından itibaren başta Prof. Dr. Uslu olmak üzere tüm öğretim<br />

üyelerimizin katkıları ve sağlanan bağışlarla anabilim dalımızın fiziki alt yapısı ciddi<br />

anlamda modernize edilmiş, alt katı PET görüntüleme, üst katı 15 tek kişilik odalı<br />

servis olan iki katlı ek binamız inşa ettirilmiş ve temin edilen yeni cihazlarla iş<br />

kapasitesi önemli ölçüde arttırılmıştır (Resim 1). İlaveten aynı dönemde Avrupa<br />

Birliği, TÜBİTAK ve üniversitemizin araştırma fonu kaynakları ve hayırseverlerden<br />

sağlanan özel bağışlarla radyofarmasi laboratuvarımız büyük çapta modernize<br />

edilmiş ve özel ekip yetiştirilerek, ülkemizde ilk kez başta radyopeptidler olmak üzere<br />

majistral (in-house) radyofarmasötikleri üretebilen bir laboratuar alt yapısı kurulmuş<br />

olup, TC Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü’nden alınan özel izinle<br />

2010 yılından itibaren bu laboratuarda kendi ekibimiz tarafından üretilen hem tanı<br />

hem de tedavi amaçlı majistral radyofarmasötikler başarıyla hastalarımıza<br />

246


uygulanmaktadır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda anabilim dalımız, uzun yıllardır<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin en çok gelir getiren bölümü konumuna gelmiştir.<br />

Resim 1. Nükleer Tıp Ek Bina (PET Ünitesi ve Radyonüklid Tedavi Kliniği)<br />

Cerrahpaşa dışında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de Türkiye’deki<br />

nükleer tıbbın gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Bu kurumda Prof. Dr. Fevzi<br />

Renda ve arkadaşları 1955 yılında radyoizotop laboratuarı kurmuşlar ve ilk “rektilineer<br />

tarayıcı” yı alarak sintigrafik çalışmalara başlamışlardır. Bu kurumun Kalkınma<br />

Bakanlığı Projesi ile 2016 yılında kurduğu ve kamu sektöründe bir ilk olan “Siklotron<br />

ve Radyokimya Laboratuvarı Kompleksi” ulusal nükleer tıp tarihimiz için diğer bir<br />

önemli adım olmuştur.<br />

Türkiye’de ilk PET cihazı 2000 yılı sonlarında İstanbul-Yeşilköy International<br />

Hospital’de kurulmuştur. Yine aynı dönemde ilk siklotron cihazı özel sektör tarafından<br />

TUBİTAK Gebze Teknoparkında hizmete açılmıştır. Hemen akabindeki dönemde<br />

İzmir Şifa Hastanesi’nde kendi siklotronunu ve PET cihazını devreye sokmuştur.<br />

Kamu’da ilk PET (PET/BT) cihazı 2004 yılında Gazi ve Cerrahpaşa Tıp<br />

Fakültelerinde kurulmuştur. İlk PET/MR cihazı ise 2016 yılında Gazi Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesinde kurulmuştur.<br />

Radyonüklid ve Radyofarmasötikler<br />

Çekirdeklerinde nötron/proton oranının fazlalığı nedeniyle kararsız olan ve<br />

dışarıya enerji vererek kararlı hale gelen elementlere radyonüklid (radyoizotop)<br />

denmektedir. Radyonüklidler kararlı hale geçerken (bozunma) çeşitli radyoaktif ışınlar<br />

(gama, Auger, X) ve/veya enerji yüklü subatomik partiküller (beta, alfa) yayarlar.<br />

Radyoaktif ışınlar ve partiküller iyonlaştırıcı radyasyonu oluşturur. Radyonüklidler<br />

doğada bulunabildikleri gibi yapay yollarla da üretilebilirler. Günümüze dek 1000’in<br />

üzerinde radyoaktif element tanımlanmıştır.<br />

247


Yarı ömrü, yaydığı enerji seviyesi ve/veya partikül tipi, bir radyonüklidin temel<br />

fiziksel özelliklerini temsil eder. Medikal uygulamalarda tanı amacıyla düşük (100-300<br />

keV) enerjili gama ışını yayan radyonüklidler kullanılırken, tedavi amacıyla ortayüksek<br />

enerjili (tercihen > 1 MeV) beta veya alfa partikülü yayan radyonüklidler tercih<br />

edilmektedir. Gama ışınları (ve X ışınları) yüksek frekanslı elektromanyetik dalga<br />

karakterindedir ve ışık hızında hareket ederler. Bu ışınların dokudaki penetrasyonları<br />

ve erişim mesafeleri yüksektir; genelde çok düşük (< 50 keV) enerjili olmadıkça veya<br />

çok yoğun bir doku ile karşılaşmadıkça, vücutta lineer olarak hareket ederler ve<br />

geçtiği ortamda eksitasyon veya iyonizasyon yaparak, önemli oranda bir enerji<br />

transferi yapmadan çok büyük oranda vücuttan kaçarlar ve böylece çeşitli deteksiyon<br />

cihazları ile tespit edilebilirler. Beta ve alfa ışınları ise yüksek enerjili partiküler<br />

karakterdedirler ve ağır kütleleri nedeniyle doku içerisinde çok kısa mesafe (betalar<br />

1-5 mm; alfalar < 1 mm) katederek tüm enerjilerini ortama transfer ederek hücrelerde<br />

öldürücü etki gösterirler.<br />

Diagnostik anlamda ilk insan çalışmaları Polonyum, Radium gibi radyonüklidler<br />

ile yapılmış olsa da, bu amaçla gerçek manada yaygın kullanım alanı bulan ilk<br />

radyonüklid I-131 olmuştur. Ancak I-131’in fiziksel özellikleri (8 gün yarı-ömür, 364<br />

keV gama enerjisi) diagnostik kullanım için suboptimaldir. Bu nedenle fiziksel<br />

özellikleri daha iyi olan ve beta emisyonu yapmayan I-125, I-123, In-111, Ga-67, Tl-<br />

201 ve Tc-99m gibi radyonüklidler klinik nükleer tıp uygulamaları için kullanılmıştır.<br />

Bunların içerisinde I-123 ve Tc-99m sintigrafik görüntüleme açısından en iyi fiziksel<br />

özelliklere sahip radyonüklidler olarak ön plandadır. 13 saatlik yarı-ömrü ve 159 keV<br />

gama enerjisi ile sintigrafik görüntüleme için ideal fiziksel özellikler taşıyan I-123’ün<br />

üretiminin yüksek teknoloji gerektirmesi ve pahalı olması nedeniyle özellikle<br />

gelişmekte olan ülkelerdeki kullanımı sınırlı kalmıştır. Buna karşılık, 6 saatlik yarıömrü<br />

ve 140 keV saf gama emisyonu yapan Tc-99m’un keşfedilmesi sintigrafik<br />

görüntüleme için çok önemli bir adım olmuştur. Bir metal grubu element olan Tc-99m,<br />

biyolojik girginliği açısından nispeten dezavantajlı olmakla birlikte muhtelif bağlaç<br />

moleküllerle çeşitli taşıyıcı moleküllere işaretlenebilmektedir. Üstelik Mo-99m’den<br />

gelen bir ara ürün olduğu için bu radyonüklid jeneratör biçiminde de dizayn<br />

edilebilmektedir. Böylece bir kez alındığında 10-15 gün süre ile Tc-99m sağılabilen<br />

bu jeneratörler Türkiye gibi kendi nükleer reaktörü olmayan ülkeler için çok önemli bir<br />

lojistik avantaj sunmaktadır. Bu nedenlerden dolayı sintigrafik görüntülemede tüm<br />

dünyada Tc-99m ana radyonüklid olarak yerini almıştır.<br />

PET görüntülemede ise konvansiyonel sintigrafiden farklı olarak, pozitron<br />

ışıması yapan radyonüklidler kullanılmaktadır. İnsanda en sık kullanılan pozitron<br />

yayıcı radyonüklidler olarak Flor (F)-18, Karbon (C)-11, Nitrojen (N)-13, Rubidium<br />

(Rb)-82, Oksijen (O)-15 ve Galyum (Ga)-68 söylenebilir. Genel olarak dairesel<br />

partikül hızlandırıcı (siklotron) sistemlerde yapay olarak üretilen ve çok kısa yarıömürlü<br />

olan bu radyonüklidler içerisinde F-18, diğerlerine göre daha uzun yarı ömürlü<br />

(110 dakika) olması ve nispeten kolay ve bol miktarda üretilebilmesi nedeniyle en<br />

yaygın kullanılan ve deneyim kazanılmış radyonüklid olarak söylenebilir. Pozitron<br />

yayıcılar çekirdekten pozitif yüklü bir elektron (pozitron) fırlatarak radyoaktif<br />

bozunmaya uğrarlar. Bahsi geçen bu pozitron partikülü çok kısa zaman içerisinde<br />

ortamdaki gerçek negatif bir elektron ile çarpışarak iki kütlenin yok olması sonucu<br />

birbirine 180 derece zıt hareket eden herbiri 511 kEV enerjide bir çift gama ışını<br />

oluşur. Bu reaksiyona “pozitron yokolması” veya “pozitron annihilasyonu” olayı denir<br />

ve tüm pozitron yayıcı radyonüklidlerde elementer için orijine bağlı olmaksızın bu<br />

gerçekleşir. PET’de esas olan çekirdekten çıkan pozitron partikülünün deteksiyonu<br />

248


değil, pozitron annihilasyonu sonucu oluşan gama ışın çiftinin detekte edilmesidir. Bu<br />

amaçla konvansiyonel gama kameralardan daha farklı dizayn ve deteksiyon<br />

materyaline sahip PET tarayıcılar kullanılmaktadır.<br />

Tedavi amaçlı en önemli radyonüklidler arasında I-131, Yitrium(Y)-90,<br />

Lutesyum (Lu)-177, Samaryum (Sm)-153, Radyum (Ra)-223 ilk sırada yer<br />

almaktadır. Fosfor (P)-32 ve Stronsiyum (Sr)-89 tarihsel süreçte yerini almış ancak<br />

artık terkedilmiş tedavi edici radyonüklid elementlere örnek oluşturur. Bir<br />

radyonüklidin tedavi edici olabilmesi için beta veya alfa emisyonu yapması gereklidir.<br />

Bir önceki cümlede belirtilen radyonüklidlerin büyük çoğunluğu beta yayıcısı iken<br />

sadece Ra-223 alfa emisyonu ile radyonüklid tedavilerde kullanılmaktadır. Aynı anda<br />

hem beta hem de gama ışıması yapan I-131, Lu-177 ve Sm-153 hem tanıda (düşük<br />

dozda) hem de tedavide (yüksek dozda) kullanılabilmekte ve bu özellikleri ile hedefe<br />

yönelik tedavi planlama açısından açısından önemli bir avantaj göstermektedirler.<br />

Medikal kullanımdaki radyonüklidler genellikle nükleer reaktörlerde veya<br />

siklotron sistemlerinde üretilirler. Bu tarz ileri nükleer teknoloji ancak gelişmiş bazı<br />

ülkelerde mevcuttur. Bu nedenle genel anlamda ülkemizde olduğu gibi çoğu nükleer<br />

tıp merkezleri özellikle tedavi amaçlı radyonüklidleri ithal etmek durumundadır. Çok<br />

kısa yarı ömürlü olan pozitron yayıcı radyonüklidlerin ise nakli mümkün olmadığından<br />

bunların üretimi için gerekli olan medikal amaçlı küçük (bebek) siklotronların PET<br />

görüntüleme merkezlerinin içerisinde veya en azından yakın bir konumda<br />

konuçlandırılmış olması gerekmektedir. Ülkemizde, İstanbul, Ankara, İzmir ve<br />

Adana’da hemen tamamı özel sektöre ait ticari siklotron merkezleri bulunmaktadır.<br />

Yakın bir zamanda Ankara Üniversitesi ve Hacettepe üniversiteleri kendi siklotron<br />

birimlerini kurmayı başarmışlardır. Radyoaktif bozunma silsilesinde ara (kız) ürün<br />

olarak ortaya çıkan bazı (metastabl haldeki) radyonüklidlerin “Radyonüklid jeneratör”<br />

olarak hazırlanması mümkün olabilmektedir. Bir radyonüklid jeneratör içerisindeki<br />

ana üründen oluşan kız ürün, ana ürün belli bir miktarın altına düşene kadar, düzenli<br />

aralıklarla fiziksel veya kimyasal metodlarla ayrıştırılarak sağılabilmektedir. Mo99-<br />

Tc99 jeneratörü bu alandaki en iyi örnektir ve nükleer tıbbın gelişmesi ve sintigrafik<br />

tetkiklerin yaygınlaşmasında çok önemli rolü olmuştur. Yine son dönemlerde<br />

geliştirlen Ge68-Ga68 jeneratörü de siklotron sistemine bağımlı olmaksızın pozitron<br />

yayıcı bir ürün olan Ga-68’in elde edilebilmesi açısından çok önemli bir mihenk taşı<br />

olmuştur.<br />

Gerek tanı gerekse tedavi amacıyla kullanılan radyonüklidler, genellikle<br />

kendilerini istenen hedefe taşıyabilen uygun moleküller (organik veya inorganik) ile<br />

bağlandıktan sonra radyofarmasötik haline getirilerek kullanılırlar. Buna karşın<br />

hedefe gidebilecek özellikte kimyasal yapıya sahip bazı radyonüklidler (örneğin<br />

sodyum iyodür formundaki radyoiyotlar veya F-18 içeren sodyum florid) herhangi bir<br />

ek molekülle işaretleme yapılmadan da kullanılabilmektedir. Radyofarmasötikler ve<br />

radyonüklidler eser miktarda kimyasal etken içerdiklerinden vücut içerisinde hiçbir<br />

fizyolojik değişiklik oluşturmadan hareket ederler. Bir radyonüklidin başka bir<br />

molekülle birleştirilmesi için her iki tarafın da kimyasal yapısının bu bağlanmaya izin<br />

vermesi gereklidir. Bağlanmanın etkin olması ve invivo ortamda ayrışmaya<br />

uğramaması radyofarmasötik üretiminde en temel parametre olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır. Dolayısıyla her radyonüklid her moleküle istenen etkinlikte bağlanamaz.<br />

Bu nedenle çeşitli klinik uygulamalarda farklı radyonüklidlerle işaretli<br />

radyofarmasötikler kullanılır. Bazen özellikle Tc-99m, In-111 ve Ga-68 gibi metal<br />

grubu radyonüklidlerin çeşitli moleküllere bağlanmaları için bağlaç moleküllerin<br />

(DTPA, EDTA, DOTA vb gibi) kullanılması gerekmektedir. Radyofarmasötik<br />

249


geliştirilmesi ilaç üretim kategorisinde kabul edilir ve genellikle Eczacılık biliminin<br />

içinde kabul edilen “Radyofarmasi” bilim dalının işidir.<br />

Sintigrafik görüntüleme biçimleri ve kullanılan ekipmanlar<br />

Hemen her organ sisteminde tanısal nükleer tıp uygulamaları mevcuttur.<br />

Tanısal nükleer tıp uygulamaları a) İn-vitro testler; b) Görüntülemesiz in-vivo tanı<br />

testleri, c) Sintigrafik görüntülemeler olarak üç grupta irdelenebilir.<br />

İn-vitro testler<br />

Bu uygulama daha çok “radioimmunoassay” tekniği ile yapılan laboratuvar<br />

analizlerini kapsamaktadır. Başta hormon düzeyleri olmak üzere çok çeşitli<br />

analizlerde çığır açan ve uzun yıllar çok yaygın olarak kullanılan bu yöntem<br />

şimdilerde yerini önemli oranda ELISA tekniğine bırakmış olsa da halen çeşitli testler<br />

için kullanılmaktadır. Radioimmunoassay tekniğinde düşük enerjili gama ışını yayan<br />

I-125, yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />

Görüntülemesiz in-vivo tanı testleri<br />

Sintigrafik görüntülemeye gerek kalmadan sadece radyoaktivite miktarı<br />

sayılarak yapılan tanı testlerini kapsamaktadır. En sık kullanılan örnek Tiroit Uptake<br />

Testi’dir. Burada hastaya ağız yoluyla verilen eser miktarda radyoiyot’un farklı zaman<br />

dilimlerinde tiroit bezinde yüzde yakalanma oranları hesap edilir ve bu durum hastaya<br />

verilecek tedavi dozu miktarını tayin etmede kullanılır. C-14 üre nefes testi, renal<br />

GFR hesaplama, dalak sekestrasyon çalışması, eritrosit yaşam süresinin saptanması<br />

ve kan volümü tayini uygulamaları görüntülemesiz yapılan diğer nükleer tıp tanı<br />

testleri olarak sayılabilir. Diğer bir örnek de ameliyathanede kullanılan “Gama Prob”<br />

uygulamalarıdır. Gama prob uygulamalarında, lenf akımı araştırılan bir tümör<br />

içerisine yada bilinen bir lezyonun içerisine direkt injeksiyon ile eser miktarda<br />

radyofarmasötik verilerek ameliyat esnasında hedefin daha kolay bulunması<br />

amaçlanır. Bu yöntem en sık meme kanserlerinde ve malign melanomlarda sentinel<br />

lenf nodu bulmada ya da normal şartlarda ameliyatta lokalizasyonu zor olabilecek<br />

lezyonların kolayca çıkarılması için kullanılmaktadır.<br />

Sintigrafik Görüntülemeler<br />

Hastadan yayılan gama ışınlarının dış aygıtlarla detekte edilerek vücut - hedef<br />

doku içerisindeki dağılımlarının haritalarak görüntüye dönüştürülmesini kapsayan<br />

işlemlerdir. Herhangi bir uzaysal açıdan hastadan gelen gama ışınları iki-boyutlu<br />

olarak toplanması planar sintigrafik görüntüleme olarak isimlendirilirken, veriler üçboyutlu<br />

(hacimsel) toplanıp matematiksel rekonstrüksiyon yöntemleri ile üç-boyutlu<br />

(kesitsel) görüntüler elde edildiğinde SPECT görüntüleme söz konusu olmaktadır.<br />

Pozitron yayıcı radyonüklidlerle yapılan sintigrafi işlemi ise PET adını alır ve bu<br />

durumda da mutlaka hacimsel veri toplanarak matematiksel rekonstrüksiyon ile<br />

kesitsel görüntüler elde edilir. PET tarayıcılarda, pozitron annihilasyonu sonucu<br />

oluşan gama foton çiftinin koinsidens deteksiyon teknolojisi ile elektronik olarak tespit<br />

edilebilmesi nedeniyle foton toplama etkinliği konvansiyonel gama kameralardan<br />

daha yüksek olur ve bu durum PET görüntülerinin uzaysal rezolusyonunun daha<br />

yüksek olması ile sonuçlanır. Uzaysal rezolusyonun iyi olması kliniğe daha küçük<br />

lezyonların detekte edilebilir olması şeklinde yansır. Uzaysal rezolusyon pratik olarak,<br />

normal şartlarda bir görüntüleme sisteminin görebileceği en küçük lezyon boyutu<br />

250


olarak da tanımlanabilir. Yeni nesil bir SPECT kamerada uzaysal rezolusyon ~ 10<br />

mm iken, bir PET sisteminin rezolusyonu ~ 5 mm civarındadır.<br />

Gerek planar gerekse SPECT ve PET görüntülemeler ya belirli bir vücut<br />

bölgesine yönelik olarak yada tüm vücut görüntülemeleri şeklinde yapılabilir. Aslında<br />

hem gama kameraların hem de PET tarayıcıların görüş alanı kısıtlıdır (15-25 cm<br />

arası). Tüm vücut görüntüleme yapılırken çoklu vücut bölümlerinden toplanan<br />

verilerin yazılımlar ile birleştirilerek ekrana / filme tüm vücut görüntüleri olarak<br />

yansıtılması söz konusudur. Planar sintigrafilerde ayrıca dinamik ve statik<br />

görüntüleme biçimleri söz konusudur. Statik görüntüleme herhangi bir uzaysal<br />

düzlemden (anterior, posterior, lateral veya oblik) belirli bir sayım toplanana kadar<br />

veya belirli bir zaman dilimi dolana kadar yapılan veri toplanmasını ifade etmektedir.<br />

Dinamik görüntülemede ise kinetik bir olayın (kan akımı, renal klirens, safra akımı vb<br />

gibi) takibi söz konusudur ve bu durumda izlenen reaksiyonun hızına uygun kısa<br />

zamanlı ardışık planar görüntüler ile belirli bir zaman süresince veri toplama söz<br />

konusudur. Önce dinamik çalışma yapılması koşulu ile izlenen patofizyolojik<br />

reaksiyonun özelliğine göre dinamik ve statik görüntülemeler kombine<br />

edilebilmektedir. Ayrıca bu kombinasyonlara gerektiğinde belirli bir bölgenin veya<br />

bölgelerin SPECT görüntülemeleri de eklenebilir. Örneğin üç fazlı kemik<br />

sintigrafisinde önce dinamik çekimlerle şüpheli alanın perfüzyonuna-kanlanmasına,<br />

sonra statik görüntüleme ile osteoblastik aktivitenin şiddetine bakılır. İlaveten pelvis,<br />

lomber omurga ve diz gibi derin ve anatomisi komplike alanlarda SPECT<br />

görüntüleme de eklenerek daha detaylı morfolojik bilgi alınması amaçlanabilir. Diğer<br />

bir özel sintigrafik görüntüleme modu da “gated” (tetiklenmiş) çalışmalardır. Bu durum<br />

en yaygın kardiyak çalışmalarda kullanılır. Burada sintigrafik veri toplama işi<br />

EKG’deki R-R aralığı ile eşlenir ve R-R aralığının değişik dilimlerinde toplanan veriler<br />

birbirinden ayrı işlemlendiğinde sistol ve diastol fazlarına özgü farklı görüntüler elde<br />

edilebilir. Hangi durumda ne tür görüntüler alınacağı ulusal ve uluslararası nükleer tıp<br />

kılavuzlarında detaylı olarak belirlenmiştir.<br />

Nükleer tıpta kullanılan cihazlardaki önemli bir güncel gelişme de BT<br />

entegrasyonudur. Bu hibrid sistemler, gama kameralara BT entegre edilince<br />

SPECT/BT; PET kameralara BT entegre edildiğinde ise PET/BT adını almaktadır.<br />

Günümüzde SPECT/BT entegrasyonu opsiyonel iken, tüm PET sistemleri BT entegre<br />

edilmiş durumdadır. Ayrıca 2012 yılından itibaren MR entegre edilmiş PET sistemleri<br />

(PET/MR) ticari olarak satılmaktadır.<br />

Entegre PET/BT veya SPECT/BT sistemlerinde BT’nin iki temel işlevi<br />

bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi hasta vücudundan gelen gama<br />

ışınlarının farklı doku katmanlarından geçerken kaybettiği enerji miktarının<br />

(atenüasyon sorunu) tahmin edilmesi ve toplanan verilerin buna göre düzeltilmesidir.<br />

X-ışınları ve gama ışınları benzer karakterde (ancak enerjileri farklı) elektromanyetik<br />

dalga oldukları ve doku içerisinde aynı kinetiğe sahip oldukları için BT’de yapılan x-<br />

ışın transmisyon verilerinden hesaplanabilen attenüasyon oranları, hasta tıpatıp aynı<br />

pozisyonda olduğu sürece gama ışınlarının atenüasyonunu tahmin etmede ve<br />

böylece atenüasyon problemi düzeltilmiş sintigrafik görüntü elde etmede<br />

kullanılabilmektedir. Atenüasyon düzeltilmesi yapıldığında birim doku içerisindeki<br />

radyoaktivite konsantrasyonunun kantifikasyonu yapılabilmekte ve buna bağlı<br />

kantitatif-semikantitatif indeksler (Standart Uptake Değeri-SUV, Total lezyon glikolizis<br />

oranı-TLG ve Metabolik tümör volümü-MTV vb gibi) hesaplanabilmektedir. Bu tür<br />

indeksler ise hastalık şiddetinin takibinde ve tedaviye yanıt belirlenmesinde sintigrafik<br />

görüntüleme için önem taşımaktadır. BT’nin sintigrafiye ikinci katkısı ise sağladığı<br />

251


morfolojik detay haritası ile farklı renk kodlarında eşdeğer sintigrafi kesitleri ile<br />

çakıştırıldığında (füzyon görüntü), sintigrafik lezyonların yerini daha doğru olarak<br />

belirlemeye yardımcı olmasıdır. Böylece sintigrafik görüntülemenin temel<br />

eksikliklerinden birisi olan anatomik enformasyon kısıtlılığı aşılabilmektedir.<br />

SPECT/BT ve PET/BT görüntülemede BT verilerinin düşük ışınlama dozunda ve<br />

intravenöz kontrast kullanılmadan (non-diagnostik BT) yapılması gerek atenüasyon<br />

düzeltme gerekse morfolojik detay sağlayan füzyon görüntü oluşturma açısından<br />

yeterlidir. Böylece hastaya göreceli olarak daha düşük radyasyon dozu verilmesi<br />

mümkün olmaktadır. Ancak bu tarz (non-diagnostik) elde edilen BT görüntülerinden,<br />

detaylı ve klinik etkinliği yüksek bir BT raporu elde edilemez. Öte yandan günümüzde<br />

kullanılan klinik kılavuzların hemen tamamında çeşitli hastalıklara olan tanısal<br />

yaklaşımında başta diagnostik BT olmak üzere radyolojik görüntüleme yöntemleri<br />

sintigrafik (SPECT veya PET) görüntülemeden önce yer almaktadır. Dolayısıyla çoğu<br />

durumda sintigrafiye yollanan hastalarda gerekli olabilecek diagnostik BT verisi elde<br />

edilmiş durumdadır. Bu durumda istisnai durumlar haricinde SPECT/BT veya PET/BT<br />

yapılan hastalarda diagnostik BT parametreleri ile çalışmak hastaya daha fazla<br />

radyasyon vermekten öteye gidemeyecektir. Üstelik ülkemizde ve Avrupa’nın büyük<br />

kısmında olduğu gibi nükleer tıp ve radyolojinin tamamen bağımsız bilim dalları<br />

olması durumunda aynı veriden birlikte ve/veya çift raporlama yapmak sonuç verme<br />

süresini uzatacağından pratik bir uygulama olmayacaktır.Dolayısıyla gerek PET/BT<br />

gerekse SPECT/BT sistemlerinde BT’nin esas rolü sintigrafik görüntülemeye<br />

yardımcılık-kılavuzluk yapmaktır. Bu yöntemlerden elde edilen verilerden ayrı bir BT<br />

raporu istemenin endoskopik ultrasonografide veya endobronşial ultrasonografide<br />

ayrıca bir ultrason raporu ya da radyoterapide hedef alan belirlemek için yapılan BT<br />

simülasyonlarından ayrı bir BT raporu istemekten bir farkı yoktur. PET/MR’da ise<br />

durum biraz daha farklıdır. Bu yöntemde MR, yine PET’e morfolojik kılavuzluk ve<br />

atenüasyon düzeltme yardımı yapmaktadır. Ancak ilaveten yumuşak dokularda<br />

sağladığı eşsiz lezyon kontrastı ve beraberinde getirdiği önemli fonksiyonel<br />

parametreleri nedeniyle özellikle belirli endikasyonlar için tanısal doğruluğa yapacağı<br />

katkı göz ardı edilemeyeceği için ayrıca raporlanmayı (radyolog tarafından)<br />

gerektirmektedir.<br />

Sintigrafik görüntülemenin klinik kullanımı<br />

Hemen her organ sistemi için kullanılan sintigrafik tanı testleri mevcuttur. Tüm<br />

bu testler hakkında detaylı bilgi vermek bu kitabın amacını aşmaktadır. Yine de<br />

kabaca özetlemek gerekirse son 20 yıl içerisinde onkolojik amaçlı sintigrafik<br />

uygulamaların belirgin olarak yaygınlaştığı söylenebilir. Özellikle PET görüntülemenin<br />

sağladığı yüksek rezolusyonlu metabolik görüntülemenin BT entegre sistemlerde<br />

(PET/BT) daha keskin lokalize edilebilmesi ve tanımlanabilmesi nedeniyle onkolojik<br />

PET/BT uygulamaları ciddi anlamda artmıştır. Bu alanda rutin radyofarmasötik olan<br />

FDG’nin yanı sıra, FDG’nin başarısız olduğu tümörlerde işe yarayan Ga-68 DOTA-<br />

TATE (nöroendokrin tümörler), Ga-68 PSMA (prostat kanseri), F-18 DOPA (meduller<br />

tiroit kanseri ve diğer nöroektodermal tümörler), F-18 Kolin (prostat kanseri, paratiroid<br />

adenomu), F-18 FLT (tümör proliferasyonu), F-18 NAF (osteoblastik kemik<br />

metastazları) ve F-18 MISO (tümör hipoksisi) gibi radyofarmasötiklerin geliştirilmesi<br />

ile birlikte onkolojik PET/BT görüntülemelerin daha da artacağını tahmin etmek zor<br />

değildir. FLT, NAF ve F-MISO haricindeki bahsedilen bu radyofarmasötiklerin tümü<br />

anabilim dalımızda majistral ilaç olarak üretilebilme ve hastalarımıza<br />

uygulanmaktadır.<br />

252


Bu bölümün sonunda rutin klinik uygulamada kullanılan başlıca sintigrafik<br />

görüntülemelerin listesini ve uygulama kurallarını içeren ve TC Maliye Bakanlığı<br />

tarafından yayınlanan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’un Ek 8 tablosunun nükleer tıp<br />

uygulamaları içeriği ve PET uygulamaları ile ilgili açıklamaları içeren Ek2/D-1<br />

bölümleri verilmiştir. Bu bölümlerde sintigrafik testlerin geri ödemesi ile ilgili kısıtlama<br />

ve ek koşullar klinik pratiğinizde nükleer tıp testlerini isterken işinize yarayacak<br />

önemli ip uçlarını vermektedir<br />

Radyonüklid tedaviler<br />

Radyonüklid tedavi servisimizde (PET binası üst katı) tiroit kanserlerinde<br />

yüksek doz I-131 tedavisi, nöroektodermal tümörlerde (nöroblastoma, malign<br />

feokromositoma gibi) I-131 MIBG tedavisi, karaciğer metastazlarında invaziv radyoloji<br />

ekibi ile birlite hepatik arterden Y-90 mikroküre tedavisi, metastatik nöroendokrin<br />

tümörlerde Lu-177 DOTA-TATE tedavisi, prostat kanserlerinde Lu-177 PSMA<br />

(prostat spesifik membran antijen) tedavisi ve Ra-223 tedavisi, kemik metastazlarının<br />

palyasyonunda kullanılan Sm-153 tedavisi ve Y-90 kolloidlerle radyosinovektomi<br />

tedavileri uygulanmaktadır. Bu tedavilerin büyük bir kısmı hastaların çevreye<br />

radyasyon vermesini önlemek için genellikle bir veya bazen iki gece yatış gerektirir.<br />

Hastanın bir metre mesafeden yaydığı radyasyon dozu 5 röntgen/saat’in altına<br />

düştüğünde birkaç gün için bazı basit koruma önlemleri tavsiye edilerek hasta<br />

taburcu edilir.<br />

Tedavi için belirlenen doz belirli bir limitin altında ise (örneğin I-131 tedavisinde<br />

16,5 mCi) hastanın tedavisi ayaktan uygulanabilir ve yine birkaç gün süre ile bazı<br />

korunma tedbirleri tavsiye edilerek yatış yapılmadan evine gönderilir. Örneğin<br />

hipertiroidide I-131 tedavisi, prostat kanserinin kemik metastazlarına yönelik Ra-223<br />

tedavisi ve radyosinovektomi tedavisi yatış olmadan ayaktan uygulanabilmektedir.<br />

Radyasyon korunması<br />

Bağımsız bir kurum olan “Uluslar arası Radyasyon Korunması Komisyonu<br />

(ICRP), insan sağlığına zararlı olabilen radyasyon korunması için çeşitli kuralları<br />

tanımlanmıştır ve zaman zaman güncellemektedir. Şu an itibarıyla ICRP’nin 1965<br />

yılında yayınladığı tavsiye kuralları geçerlidir. Buna göre radyasyon çalışanları için<br />

yıllık müsaade edilen radyasyon dozu 5 yılda toplam 100 mSv (10 rem) (yıllık<br />

ortalama 20 mSv) geçmemesi tavsiye edilmektedir. Halk için ise bu sınır 1/10 olarak<br />

belirlenir. Genetik mutasyon olasılığını asgariye indirmek için belirlenen bu dozlar<br />

aslında insan sağlığı için maksimum müsaade edilebilen limitlerin çok altındadır.<br />

Radyasyondan korunmada temel paremetreler mesafe, zırhlama ve süredir.<br />

Mesafe en etkin ve en ucuz yoldur. Radyasyonun şiddeti mesafenin karesi ile ters<br />

orantılı olarak azalır. Zırhlama, radyasyon kaynağı (hasta) ile araya bariyer<br />

konulmasını ifade eder. Bariyerin hangi materyalden oluşacağı radyasyonun tipine ve<br />

enerjisine göre değişir. Alfa ve beta ışınları ince bir plastik veya tahta ile kolayca<br />

durdururken, gama ışınları ancak kurşun ve tungsten gibi yüksek yoğunluklu<br />

materyaller ile durdurulabilir. Gelen radyasyonun şiddetine göre zırhlama<br />

materyalinin kalınlığı belirlenir. Radyasyon ile çalışılırken önceden planlama<br />

yapılması ve mümkün olduğunca hızlı çalışılması maruziyet süresini azaltacağı için<br />

radyasyon korunması için diğer önemli bir parametredir.<br />

253


Radyasyon çalışanları çalışırken belirli kurallara uymak ve özel materyaller<br />

kullanmak zorundadır. Bunların başında koruyucu kurşun, önlük ve eldiven kullanımı<br />

gelmektedir. Bu materyaller sadece radyasyon alanlarında kullanılmalı, radyasyonsuz<br />

ortamlara geçerken çıkarılmalıdır. Her radyasyon işçisinin maruz kaldığı radyasyonu<br />

ölçmek için Türkiye Atom Enerji Kurumu (TAEK)’ten kendi adına tescillenmiş yaka<br />

dozimetrisini takması zorunludur. Radyoaktif maddeler koruyucu zırhların olduğu,<br />

havası sürekli temizlenen özel ortamlarda tutulmalı ve taşınması gerekiyorsa kurşun<br />

veya tungsten materyalden yapılmış kutu / çanta içerisinde bu konuda eğitimli kişiler<br />

tarafından taşınmalıdır. Hastanın kullanmış olduğu radyoaktif bulaşan materyaller<br />

özel atık alanlarında radyonüklidin yarı ömrüne uygun süre bekletildikten sonra<br />

normal tıbbi atıklara eklenmelidir.<br />

Radyonüklid işlem yapılan bir hasta, üzerindeki radyasyon düzeyi toplum<br />

sağlığına tehdit oluşturmayan düzeye indikten sonra nükleer tıp kliniğinden<br />

çıkmasına izin verilir. Dolayısıyla başka bir serviste yatan ve sintigrafik işlem yapılan<br />

bir hastanın yatağına döndükten sonra radyasyon korunması için özel bir tedbir<br />

alınmasına veya hastanın izole edilmesine gerek yoktur. Ancak ilk birkaç saat için<br />

(örneğin Tc-99m radyonüklidi kullanılan işlemlerde 6 saat) bazı basit kuralları<br />

uygulamak çevrenin aldığı radyasyon dozunu asgariye indirmek için faydalı olabilir.<br />

Örneğin bu süre içerisinde hasta tuvaleti kullandığı zaman iki kez sifon çekmeli veya<br />

bol su dökmelidir. Yakınları ile çok yakın temastan (örneğin aynı yatakta yatma)<br />

kaçınmalıdır. Hasta diğer hastalarla birlikte aynı koğuşta kalabilir, ancak arada 2<br />

metrelik bir mesafe olması faydalıdır. Hastanın hekimi, hemşiresi veya hasta bakıcısı<br />

hastaya gerekli olan tüm tıbbi işlemleri uygulayabilir, ancak mümkün olan en kısa<br />

sürede bu işlemler tamamlanmalı ve hasta ile çok yakın mesafede fazladan zaman<br />

geçirilmemelidir. Tüm işlemler eldiven kullanılarak yapılmalı, hasta vücut salgı ve<br />

sıvılarının bulaşmasından kaçınılmalı; herhangi bir bulaş varsa bulaş olan giysi ve<br />

materyaller hemen değiştirilmeli; cilt veya mukozaya bulaş olmuşsa o bölge bol su ile<br />

yıkanmalıdır.<br />

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı ile ilgili temel bilgiler<br />

Yerleşim<br />

Anabilim dalımız İç Hastalıkları Monoblok1. kat A ve B blokları (yaklaşık 1800<br />

m 2 ); ayrıca Samatya giriş kapısı karşısında (Gasilhane’nin önü) tamamen<br />

hayırseverlerin yardımlarıyla anabilim dalımıza kazandırılan ek binada (1700 m 2 )<br />

hizmet vermektedir (Resim-1).<br />

Akademik kadromuz<br />

Anabilim dalımızda 5 adet profesör (4’ü hekim, biri fizik uzmanı), 1 adet doçent<br />

ve 1 adet uzman hekim bulunmaktadır. Kıdem sırasına göre öğretim üyelerimiz: Prof.<br />

Dr. İlhami Uslu, Prof. Dr. Haluk B. Sayman, Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu, Prof. Dr.<br />

Levent Kabasakal, Prof. Dr. Mustafa Demir (Sağlık Fizikçisi) ve Doç. Dr. M. Sait<br />

Sağer’dir. Ayrıca şu an itibarıyla toplam 3 adet uzmanlık öğrencimiz bulunmaktadır.<br />

Nükleer tıp, hekim dışı nitelikli yardımcı sağlık personelin istihdam edilmesi gereken<br />

bir branştır. Hizmetin yürütülebilmesi için hekimlerin yanı sıra sağlık fizikçileri,<br />

radyofarmasistler ve radyokimyacılar, sağlık teknikerleri (Sağlık Meslek Yüksek<br />

Okulu Radyoloji ve Nükleer Tıp Programlarından mezun), hemşireler ve laborantların<br />

ekipte bulunması gereklidir. Anabilim dalımızda 3 sağlık fizikçisi, 3 radyofarmasistradyokimyacı’nın<br />

da içinde olduğu toplamda 76 personel çalışmaktadır.<br />

254


Ekipmanlarımız<br />

Anabilim dalımız her türlü nükleer tıp tetkikini yapabilecek kapasitede, birçoğu<br />

bağış yoluyla alınmış, çağdaş cihaz donanımına sahiptir. Bunlar:<br />

• 3 adet çift detektörlü, 1 adet tek dedektörlü gama kamera<br />

• 2 adet SPECT/BT kamera<br />

• 2 adet PET/BT<br />

• 2 adet kemik dansitometresi<br />

• 1 adet konvansiyonel intraoperatif gama prob ve 1 adet intraoperatif PET-gama<br />

prob<br />

• 2 adet tiroit ultrasonografisi<br />

Radyofarmasi Laboratuvarlarımız<br />

Ülkemizde ilk örnek olan ve 2010 yılında cihazları Avrupa Birliği COST projesi<br />

ile fiziki alt yapısı tamamen modernize edilen, özel koşullara haiz (D sınıfı temiz oda)<br />

hastane içi (in-house) radyoaktif ilaçların sentezlendiği laboratuvardır. Bu<br />

laboratuarda Ga-68 izotopu ile işaretli octreotide türevleri (örneğin Ga-68<br />

DOTATATE) ve Ga-68 PSMA sentezlenerek ve gerekli kalite kontrol testleri yapılarak<br />

nöroendokrin tümörlü ve prostat kanserli hastaların tanısında kullanılmaktadır. Ayrıca<br />

aynı ilaçlar beta emisyonu yapan Lu-177 ile işaretlenerek diğer tedavilerin yararsız<br />

olduğu hastalarda tedavi amacıyla da kullanılmaktadır. Ana radyofarmasi laboratuvarı<br />

haricinde ek binamızda ülkemizde ticari ürün olarak temin edilemeyen F-18 ile işaretli<br />

radyofarmasötiklerin sentezlenebilmesi için BAP projesi ile C sınıfı temiz oda<br />

koşullarına ve kalite kontrol birimine sahip diğer bir radyofarmasi laboratuarı son<br />

dönemde kurulmuştur. Bu laboratuarda şu aşamada araştırma amaçlı F-18 kolin ve<br />

F-18 DOPA radyofarmasötikleri üretilmekte ve proje kapsamındaki hastalara<br />

uygulanmaktadır<br />

Radyofarmasi laboratuvarı içerisinde ayrı bir kan ürünü işaretleme birimimiz<br />

bulunmaktadır. Bu bölümde steril şartlarda hastadan alınan kan örneğinden ihtiyaca<br />

göre eritrositler veya lökositler ayrıştırarak uygun radyonüklidlerle işaretlendikten<br />

sonra infeksiyon görüntüleme amaçlı (işaretli lökosit sintigrafisi) veya gastrointestinal<br />

kanama yerini belirlemede (işaretli eritrosit sintigrafisi) ya da kan havuzu<br />

görüntülemede kullanılmaktadır.<br />

Radyonüklid tedavi servisimiz<br />

Ek binamızın ikinci katında yüksek doz radyonüklid tedavilerin uygulanması<br />

için oluşturulmuş, tüm yüzeylerine radyasyon sızdırmazlığı sağlayan kurşun plakalar<br />

döşenmiş, özel atık depolama sistemine sahip, TAEK’ten tüm radyonüklid tedaviler<br />

için lisans belgesine haiz olan ve Avrupa’da bile nadir rastlanabilen,15 (tek kişilik)<br />

odalı örnek bir servistir. Servisimizde uygulabilir tüm radyonüklid tedaviler<br />

yapılabilmektedir.<br />

Poliklinik ve multidispliner konseylerimiz<br />

Endokrinoloji kökenli hocalarımız tarafından kurulmuş olan anabilim dalımız,<br />

tarihi gelişimi süresince ülkemizdeki diğer nükleer tıp bölümlerinden kısmen<br />

farklılaşarak aynı zamanda etkin bir Tiroidoloji Kliniği olarak da hizmet vermektedir.<br />

Haftanın üç günü hastane otomasyon sistemine açık tiroit polikliniğimizde sorumlu<br />

öğretim üyesinin gözleminde uzmanlarımız ve asistanlarımız tarafından hasta<br />

bakılmaktadır. Bu poliklinikte başta tiroit kanserleri ve hipertiroidiler olmak üzere<br />

çeşitli tiroit hastalarının ilk muayenesinden tüm sintigrafik görüntülemelerine;<br />

255


eraberinde ultrasonografi incelemesine, ilaveten şüpheli tiroit nodüllerinden ve<br />

boyun lenf bezlerinden ince iğne aspirasyon biyopsisinin yapılmasına kadar tanıda<br />

gerekli olan tüm işlemler ardışık olarak uygulamaktadırlar. Böylece tiroit<br />

polikliniğimize başvuran bir hasta en geç iki gün içerisinde tüm muayenesi ve<br />

tetkikleri yapılmış, tanısı konmuş ve tedavisi düzenlenmiş olarak evine<br />

gönderilebilmektedir. Ayrıca hipertiroidili hastaların tedavisi için kullanılan yaygın bir<br />

yöntem olan ayaktan düşük doz I-131 tedavisi de bölümümüzde hekimlerimiz ve<br />

fizikçilerimiz tarafından poliklinik şartlarında çok yaygın olarak uygulanmaktadır.<br />

Geçmişi 30 yılı aşan diğer bir poliklinik hizmetimiz de RIP (Radyoiyot<br />

Polikliniği)’dir. Her Çarşamba günü yapılan bu aktivitede, radyoiyot tedavisi<br />

planlanan yeni hastalar ve daha önce radyoiyot tedavisi uygulanmış hastalar tüm<br />

öğretim üyeleri ve uzmanlarımız tarafından bizzat değerlendirilmektedir. Endokrinoloji<br />

Bilim Dalı ve Endokrin Cerrahisi birimi haricinde dış randevuya kapalı olan bir<br />

uygulamadır.<br />

2015 yılında açtığımız diğer bir poliklinik uygulamamız TRT (Targeted<br />

radyonüklid terapi) konseyidir. Her Salı saat 11:00’de bölümümüzdeki tüm öğretim<br />

üyelerinin ve beraberinde isteyen klinisyenlerin katıldığı, randevuya açık bu konseyde<br />

Lu-177 DOTA-TATE, intrahepatik Y-90 mikroküre, Lu-177 PSMA, ve<br />

radyosinovektomi yapılacak hastalar değerlendirilmekte ve takip edilmektedir. Bu<br />

konseye ilaveten ayrıca iki haftada bir Cuma günleri sabah 8:00’de daha komplike<br />

durumdaki aynı grup hastaların görüşüldüğü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı ile birlikte<br />

yürüttüğümüz ortak bir konseyimiz de bulunmaktadır.<br />

Diğer bir tarihi aktivitemiz ise her Cuma saat 11:00’de yapılan Cerrahi<br />

Konseyi toplantımızdır. Nükleer Tıp, Endokrin Cerrahisi, Endokrin Bilim Dalı, Çocuk<br />

Endokrinolojisi ve Patoloji Anabilim dalı öğretim üyelerinin katıldığı, randevuya açık<br />

bu konseyde cerrahi tedaviye aday gösterilen veya cerrahi uygun olmadığı için yada<br />

cerrahi tedaviden yarar görmeyeceği düşünülen veya cerrahi tedaviden sonra<br />

tamamlayıcı tedavi için nükleer tıp RIP polikliniğine devredilmesi planlanan hastalar<br />

değerlendirilmektedir.<br />

PET / MR projemiz<br />

2000 yılında geliştirilen PET/BT’nin onkolojide standart görüntüleme olması<br />

sonrasında 2010 yılında yüksek yumuşak doku kontrastı gösteren bazı<br />

endikasyonlarda (baş-boyun tümörleri, beyin tümörleri, karaciğer tümörleri, jinekolojik<br />

kanserler ve prostat kanserleri gibi) daha iyi sonuç verebileceği öngörülen MR ile<br />

entegre edilmiş PET cihazları (PET/MR) üretilmeye başlanmıştır. Bu sistemin diğer<br />

bir avantajı da hastaya verdiği radyasyon dozunun PET/BT’ye göre daha az<br />

olmasıdır. Bu nedenle özellikle pediatrik hastalarda daha çok kullanılacağı tahmin<br />

edilmektedir.<br />

2012 yılında PET görüntüleme biriminin mevcut olduğu ek binamızın<br />

büyütülmesi esnasında bu alanda dünyadaki gelişmeler göz önüne alınarak PET/MR<br />

için gerekli olan yaklaşık 100 m 2 büyüklüğünde alan her şeyi hazır durumda rezerve<br />

edilmiştir. Ancak üniversitemizin bütçesinin çok pahalı olan bu cihazı finanse<br />

edemeyecek durumda olması nedeniyle başka finans kaynakları araştırılmış ve<br />

neticede TC Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğünün mali gücünün<br />

bu cihazı almaya yeterli olduğunun anlaşılması üzerine proje bu kurumun ve Sağlık<br />

Bakanlığının yetkililerine aktarılmış ve bu cihazın Marmara Bölgesine hizmet sunması<br />

için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı seçilmiştir. Nitekim söz<br />

256


konusu kurum 5 Eylül 2016 itibarıyla ihale sürecini tamamlamıştır. Cihazın 3 ay<br />

içerisinde birimimize kurulması planlanmaktadır.<br />

İletişim numaralarımız<br />

Nükleer tıp danışma : 21009<br />

Bilgi-işlem : 21879<br />

Nükleer tıp randevu : 21010<br />

Asistan odası : 22983<br />

Rapor değerlendirme : 22982<br />

Sorumlu teknisyen : 21187<br />

Gama Prob sorumlusu : 21010<br />

Rapor sekreterliği : 22974<br />

Rapor-Sonuç dağıtım : 21010<br />

Başhemşire : 22707<br />

Anabilim Dalı Sekreterliği : 21938<br />

Öğretim Üyeleri Sekreterliği : 21938<br />

PET danışma (Ek bina) : 22705<br />

PET randevu-rapor dağıtım : 22706<br />

PPET sorumlu asistan (Ek bina) : 22702<br />

PET sorumlu teknisyen(Ek bina) : 22704<br />

SPECT/BT sorumlu teknisyen : 22985<br />

Radyonüklid tedavi servisi : 22708<br />

Nükleer Tıp Anabilim Dalı’na hasta gönderen hekimlere mesajlar<br />

Sintigrafik tetkikler esas olarak vücut içerisindeki patofizyolojik değişiklikleri<br />

takip ettikleri için hasta ile ilişkili çoklu faktörlerden etkilenebilir. Hastadaki diğer aktif<br />

veya geçirilmiş majorhastalıklar, vücudundaki protezler, geçirdiği ameliyatlar–kazalarmajor<br />

travmalar, bazen kullandığı ilaçlar, görmekte olduğu tedaviler veya yakın<br />

geçmişte yapılan diğer tedaviler sintigrafik görüntülemelerde farklı varyasyonlara<br />

neden olabildiklerinden sintigrafi yorumlanırken bilinmesi gerekli faktörlerdir. Bu<br />

nedenle hasta gönderen klinisyenin istem oluşturulurken bu gibi faktörleri belirtmesi<br />

sintigrafinin sağlıklı yorumlanabilmesi için elzemdir. Ayrıca sintigrafiden istenen asıl<br />

hedefin ve tanısal yaklaşıma katkı isteniyorsa pretest hastalık olasılığının mümkün<br />

olduğunca net olarak bildirilmesi önem taşımaktadır. Örneğin kanser nedeniyle takip<br />

edilen bir hastada nüks/metastaz araştırma amaçlı FDG-PET istendiğinde isteyen<br />

hekimin elindeki kanıtları ve pretest olasılığını nükleer tıp hekimine sunması gerekir:<br />

“tümör belirteçleri mi yükseldi”, “diğer görüntülemelerde nüks/metastaz şüpheli bir<br />

bulgu mu var”, “muayenede şüpheli bir bulgu mu var”, “hastada açıklanamayan bir<br />

semptom mu gelişti”, “sadece sosyal endikasyon mu (hasta talebi gibi) söz konusu”<br />

gibi detaylar; ya da hastanın son dönemde geçirdiği başka bir hastalığın bu<br />

faktörlerinden biri veya birkaç tanesine etki etme olasılığının belirtilmesi ve eldeki<br />

delillerin bize sunulması gibi faktörler sintigrafi sonucunun doğru olarak<br />

yorumlanmasını sağlamak açısından bizim için önem taşımaktadır. Örneğin, pretest<br />

hastalık olasılığı düşük (


myokard perfüzyon sintigrafisi daha iyi sintigrafik görüntüleme kalitesi ve daha<br />

yüksek doğruluk sağladığı için Tc-99m MIBI radyofarmasötiği ile gerçekleştirilir (istek<br />

kağıdında Talyum testi yazılsa bile). Halbuki aynı hastada esas endikasyon “canlı<br />

doku araştırması” ise durum tersine döner ve bu hastalarda Tl-201 klorid (dokuda<br />

redistribüsyon göstermesi nedeniyle) ile yapılan myokard perfüzyon sintigrafisi daha<br />

iyi bilgi verir. Ne yazık ki ülkemizin şartlarında hasta çoğu zaman tetkiklerin bir<br />

kısmını dış merkezlerde yaptırdığından, bizlerin bu bilgilere hastane otomasyon<br />

sisteminden ulaşabilme şansı da olmamaktadır. “Lütfen unutmayınız ki bizler de en<br />

az sizler kadar yoğunuz ve siz ne istediğinize gereken önemi vermezseniz bazen<br />

istemiyerek de olsa size sunacağımız rapor ve yorumlar yüzeysel ve/veya yetersiz<br />

olabilecektir”<br />

Nükleer tıp işlemleri için önemli olan diğer bir konu da hasta hazırlığıdır ve bu<br />

konuda hastayı gönderen klinisyenlerin desteğine ihtiyacımız bulunmaktadır. Her ne<br />

kadar randevu verilirken hastaya veya yakınına anlatılsa ya da randevu formunun<br />

içerisine yazılsa da hastalarımızın önemli bir kısmının, işlem için gerekli olan hazırlığı<br />

yapmadığı veya eksik yaptığı gözlenmekte ve bu da bazen işlemin yetersiz<br />

yapılmasına ya da ertelenerek zaman kaybına yol açmaktadır. Bu nedenle sintigrafik<br />

tetkiki ve/veya radyonüklid tedaviyi talep eden hekimin de bu konuda hastayı ve<br />

hasta yakınlarını ikaz etmesi yararlı olacaktır. Yatan hastalarda da hazırlık sürecinin<br />

takip edilen hemşirelerin gözetiminde tutulması yararlı olabilecektir. Bu konuda en sık<br />

karşılaştığımız örnekler olarak; aç olunması gerekli işlemlere tok olarak veya şekerli<br />

içecekler içilerek gelinmesi, ilaç kesilmesi gereken işlemlerde ilaçların yeterli süre<br />

kesilmemiş olması, tetkik için önerilen kontrast maddenin yeterince içilmemiş olması,<br />

yapılması gereken diyetin yapılmaması vb gibi sayılabilir. Yine bilinen veya<br />

bilinmeyen diabetik hastaların kontrolsüz glukoz düzeyleri ile FDG-PET tetkikine<br />

yollanması, aşırı klostrofobisi olan hastaların veya pediatrik hastaların sedasyon<br />

planlanmadan tetkike gönderilmesi diğer sık karşılaştığımız örneklerdir. Bizi zorlayan<br />

diğer durum da diğer branşlardan destek almamız gereken işlemlerdir. Örneğin<br />

sedasyon gereken durumlarda anestezinin ayarlanması, lomber ponksiyon ve eklem<br />

içi enjeksiyon gibi durumlarda ya da genel durumu (yakın izlenmesi gereken) kötü<br />

hastalarda ilgili hekimin veya sağlık personelinin randevu saatinde hasta başında<br />

bulunmasının sağlanması bazen oldukça sıkıntılı olabilmektedir. Bu gibi durumlarda<br />

da ilgili klinisyenin desteği işimize kolaylaştıracaktır.<br />

Bilindiği gibi ülkemizdeki sağlık hizmetleri çok büyük oranda SGK kurumu<br />

üzerinden halkımıza sağlanmakta ve bu durumda yaptığımız tüm tıbbi işlemlerin<br />

parasal karşılığı bu kurum tarafından sağlanmaktadır. Haliyle ödeme yükü çok ağır<br />

olan SGK kurumumuz kapsamına aldığı sağlık hizmetlerini disipline etmek ve bazı<br />

suistimalleri engellemek adına, bazen tıbbi görüşlerimize ters olsa da hepimizin<br />

uymakla yükümlü SUT’da belirtilen kurallar silsilesini ortaya koymaktadır. Bu nedenle<br />

hepimiz branşımız veya yakın ilişkide olduğumuz diğer branşların işlemleri ile ilgili<br />

SGK kurallarını bilmek ve uygulamak durumundayız. Aksi taktirde yetersiz<br />

endikasyon, gereksiz uygulama vb gibi bazı nedenlerden ötürü verdiğimiz hizmetlerin<br />

bir kısmının karşılığını alamama, bazen de kurumu zarar uğratmaktan dolayı hesap<br />

verme gibi hoş olmayan durumlarla karşılaşmamız mümkün olabilmektedir. Nitekim<br />

örneğin nükleer tıp geri ödeme işlemleri her dönem yaklaşık %5-10 oranında<br />

kesintiye uğramaktadır. Bu bağlamda nükleer tıp için basit örnekler vermek gerekirse;<br />

haklı gerekçe ortaya konulmadan önce asgari üç ay geçmeden PET görüntüleme<br />

tekrarı istenmesi, yine yetersiz gerekçe ile kısa sürede aynı hastaya farklı<br />

radyofarmasötiklerle çoklu sayıda PET görüntüleme istenmesi, SUT tebliğinde izin<br />

verilen endikasyonlar haricinde işlem yaptırılması, gerekçe açıklanmadan aynı amacı<br />

258


taşıyan tetkiklerin (örneğin kemik metastazı araştırmak için kemik sintigrafisi ve NAF<br />

ile PET) kısa zaman aralığı içinde yapılması, yeterli endikasyon oluşmadan<br />

radyonüklid tedavilerin uygulanması vb gibi örnekler sayılabilir.<br />

Yukarıdaki paragraflardan da anlaşılacağı üzere ilişkili olan medikal branşlar<br />

arasında dialog ve iletişim etkin sağlık hizmeti sunmanın temel şartlarından birisi<br />

olarak gözükmektedir. Bu bağlamda tüm nükleer tıp çalışanları tüm meslektaşlarımız<br />

ile iletişime açıktır. Tüm hekimlerimiz hastanemiz içerisinde düzenlenen multidispliner<br />

konseylere elde geldiğinde katkıda bulunmaktadır. Ayrıca istediği sintigrafik tetkik<br />

veya tedaviyi yerinde birebir değerlendirmek ve tartışmak isteyen hekimlerimize<br />

kapımız ardına kadar açıktır ve açık olacaktır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Sorenson JA, Phelps ME . Physics in nuclear medicine. Second edition.. Grune&Stratton, Inc.<br />

Orlando, 1987<br />

2. Mettler FA, Guiberteau MJ. Essentials of Nuclear Medicine Imaging. Fourth Edition. WB Saunders<br />

Company, Philedelphia, 1998.<br />

3. Önsel Ç.Nükleer Tıp Ders Kitabı. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 40. Yılda 40 Kitap Serisi. İstanbul<br />

Üniversitesi Yayın No:273., 2009<br />

4. Demir M. Nükleer Tıp Fiziği ve Klinik Uygulamaları, 2014, Bayrak Matbaası, Ankara.<br />

Tablo 1. SUT Ek 8’deki Nükleer Tıp Uygulamalarını içeren tablo<br />

Kod Solunum Sistemi Açıklamalar<br />

800.620 Akciğer perfüzyon sintigrafisi, planar<br />

800.640 Akciğer Perfüzyon Sintigrafisi, SPECT Akciğer perfüzyon sintigrafisi, planar’a eklenir.<br />

800.641 Akciğer Perfüzyon Sintigrafisi, Kantitatif<br />

800.660 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar (Aerosol) Ventilasyon seti ayrıca fatura edilir.<br />

800.661 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, SPECT (Aerosol) Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar’a (Aerosol) eklenir.<br />

800.670 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar (Technegas)<br />

800.671 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, SPECT (Technegas) Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar’a (Technegas) eklenir.<br />

Santral Sinir Sistemi<br />

800.680 Beyin Perfüzyon SPECT (Tc-99m HMPAO)<br />

800.681 Beyin Perfüzyon SPECT (Tc-99m ECD)<br />

800.682 Beyin Perfüzyon SPECT, iktal çalışma (Tc-99m ECD)<br />

800.690 Beyin PET BT ayrıca fatura edilemez<br />

800.710 Konvansiyonel Beyin Sintigrafisi Dinamik ve/veya statik<br />

800.720 Sisternografi (In-111 DTPA) Lomber ponksiyon ayrıca fatura edilir<br />

800.730 Sisternografi (Tc-99m DTPA) Lomber ponksiyon ayrıca fatura edilir<br />

800.735 Beyin Reseptör Çalışması, SPECT (I-123 IBZM) Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç imzalı rapor ile<br />

800.740 VentrikülerŞant Açıklığının Araştırılması<br />

Kardiyovasküler Sistem<br />

800.750 Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)<br />

800.755 Miyokard Sempatik İnervasyon Sintigrafisi (I-123 MIBG) Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç imzalı rapor ile<br />

800.760 Radyonükli dVentrikülografi (MUGA), istirahat<br />

800.770 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), SPECT RadyonüklidVentrikülografi (MUGA), istirahat’e eklenir.<br />

800.781 Miyokard Perfüzyon SPECT, reinjeksiyon (Tl-201) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)'e eklenir<br />

800.800 Miyokard Perfüzyon SPECT, GATED (Tc-99m kompleksleri) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tc-99m kompleksleri)’ne eklenir.<br />

800.810 Miyokard Perfüzyon SPECT, GATED (Tl-201) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)'e eklenir.<br />

800.830 Miyokard Perfüzyon SPECT (Tc-99m kompleksleri)<br />

800.840 Miyokard PET, viabilite çalışması BT ayrıca faturalanamaz<br />

800.841 Miyokard PET, perfüzyon çalışması BT ayrıca faturalanamaz. N-13, Rb-82 veya O-15 ile. Ek-8B'ye bakınız.<br />

800.851 Radyonüklid Venografi<br />

800.860 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres<br />

800.861 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres SPECT Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres’e eklenir.<br />

800.862 Farmakolojik STRES Dobutamin, adenozin ve dipiridamol kullanılarak yapılan farmakolojik stres için<br />

800.863 Miyokard Attenüasyon düzeltme geçerlidir. Miyokard perfüzyon Miyokard perfüzyon sintigrafisine sintigrafisine eklenir. eklenir.<br />

259


İskeket Sistemi<br />

800.870 Artrosintigrafi<br />

800.880 Kemik Sintigrafisi, Üç Fazlı<br />

800.890 Kemik Sintigrafisi, Tüm Vücut<br />

800.900 Kemik Sintigrafisi, SPECT Tüm Vücut veya Üç Fazlı Kemik Sintigrafisine eklenir.<br />

800.901 Kemik PET Ek-8/B'ye bakınız.<br />

800.902 Anatomik korelasyon iskelet sistemi uygulamaları için SPECT-BT cihazları için geçerlidir. Kemik SPECT'e eklenir.<br />

Endokrin Sistem<br />

800.920 Perklorat kovma testi<br />

800.930 Adrenal Korteks Sintigrafisi (I-131 Norkolesterol)<br />

800.940 Paratiroid Sintigrafisi, Dual Faz (Tc-99m MIBI)<br />

800.942 Paratiroid Sintigrafisi, SPECT (Tc-99m MIBI) Paratiroid Sintigrafisi, Dual Faz’a (Tc-99m MIBI) eklenir.<br />

800.950 Tiroid Sintigrafisi<br />

800.951 Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi, görüntüleme yöntemleri eşliğinde<br />

800.960 Tiroid Uptake Çalışması (Tc-99m Perteknetat)<br />

800.970 Tiroid Uptake Çalışması (I-131)<br />

800.971 Anatomik korelasyontiroid ve paratiroid sintigrafileri için Tiroid ve paratiroid sintigrafisi ile birlikte yapılan korelatif USG uygulamaları için<br />

Gastrointestinal Sistem<br />

geçerlidir.<br />

800.990 Gastrointestinal Kanama Çalışması (Tc-99m Kolloid)<br />

800.991 Gastrointestinal Kanama Çalışması (Tc-99m RBC)<br />

800.995 Gastrointestinal Protein Kaybı Çalışması<br />

801.010 GastroösefajialReflü Çalışması<br />

801.020 Hepatobiliyer Sintigrafi<br />

801.030 Karaciğer Dalak Sintigrafisi, Planar<br />

801.031 Karaciğer Dalak Sintigrafisi, SPECT Karaciğer Dalak Sintigrafisi, Planar’a eklenir.<br />

801.040 MekkelDivertikülü Araştırması<br />

801.050 Mide Boşalma Çalışması<br />

801.060 Ösefagus Transit Çalışması<br />

801.070 Tükrük Bezi Sintigrafisi<br />

801.080 Üre Nefes Testi, C-14<br />

Genitoüriner Sistem<br />

801.090 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m DTPA)<br />

801.091 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m MAG-3)<br />

801.092 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m EC)<br />

801.110 Böbrek Parankim Sintigrafisi, SPECT (Tc-99m DMSA) Böbrek Parankim Sintigrafisi, Planar’a (Tc-99m DMSA) eklenir.<br />

801.120 GFR Ölçümü, İn vitro (Tc-99m kompleksleri)<br />

801.121 GFR Ölçümü, Kamera Metodu (Tc-99m kompleksleri) Dinamik Böbrek sintigrafisine eklenir.<br />

801.122 GFR Ölçümü, İn vitro (Cr-51 EDTA)<br />

801.140 Böbrek Sintigrafisi, ACE İnhibitörlü (Tc-99m MAG-3) Çift çalışma.<br />

801.141 Böbrek Sintigrafisi, ACE İnhibitörlü (Tc-99m DTPA) Çift çalışma.<br />

801.150 VezikoüreteralReflü Sintigrafisi, Direk<br />

801.160 VezikoüreteralReflü Sintigrafisi, İndirek Dinamik Böbrek sintigrafisine eklenir.<br />

801.170 Böbrek Parankim Sintigrafisi, Planar (Tc-99m DMSA)<br />

801.180 Testis Sintigrafisi<br />

Enfeksiyon Görüntüleme<br />

801.190 Enfeksiyon Odağı Araştırması, İşaretli Lökosit<br />

801.191 Enfeksiyon Odağı Araştırması, SPECT Tüm vücut enfeksiyon odağı çalışmalarına eklenir.<br />

801.200 Enfeksiyon Odağı Araştırması (Tc-99m HIG)<br />

801.210 Enfeksiyon Odağı Araştırması (Tc-99m Nanokolloid)<br />

801.211 Lökosit İşaretlemesi İşaretli Lökosit ile yapılan enfeksiyon odağı araştırmasına eklenir.<br />

Nükleer Hematoloji<br />

801.220 Dalak Sekestrasyon Çalışması<br />

801.230 Eritrosit Yaşam Süresi Saptanması<br />

801.240 Eritrosit/Plazma/Total Kan Volümü Tayini<br />

801.260 Hepatik Arter Perfüzyon Çalışması<br />

801.271 Hemanjiom görüntüleme, SPECT, işaretli eritrosit ile<br />

801.280 Kemik iliği sintigrafisi<br />

801.290 Lenfosintigrafi<br />

801.310 Selektif Dalak Sintigrafisi (Tc-99m işaretli denatüre eritrosit)<br />

Nükleer Onkoloji<br />

801.330 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m V-DMSA)<br />

801.331 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m V-DMSA) Tc-99m V DMSA tümör görüntülemesine eklenir.<br />

260


801.340 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Ga-67)<br />

801.341 Tümör Görüntüleme, SPECT (Ga-67) Ga-67 tüm vücut taramasına eklenir.<br />

801.350 İyot-131 Tüm Vücut Tarama, Tanısal<br />

801.351 İyot-131 Tüm Vücut Tarama, Tedavi Sonrası<br />

801.360 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (In-111 Oktreotid)<br />

801.361 Tümör Görüntüleme, SPECT (In-111 Oktreotid) In-111 Oktreotid ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />

801.362 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m işaretli peptid)<br />

801.363 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m işaretli peptid) Tc-99m işaretli peptid ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />

801.364 Onkolojik PET (Ga-68 peptid) Ek-8/B'ye bakınız. BT ayrıca fatura edilemez.<br />

801.370 İntraoperatif Gama Prop Uygulaması<br />

801.380 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (I-131 MIBG)<br />

801.381 Tümör Görüntüleme, SPECT (I-131 MIBG) I-131 MIBG sintigrafisine eklenir.<br />

801.382 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (I-123 MIBG)<br />

801.383 Tümör Görüntüleme, SPECT (I-123 MIBG) I-123 MIBG sintigrafisine eklenir.<br />

801.390 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m Kompleksleri ile)<br />

801.391 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m Kompleksleri ile) Tc-99m MIBI veya Tc-99m tetrofosmin ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />

801.400 Radyoimmünosintigrafi, Tüm Vücut Bir ve/veya daha fazla görüntüleme dahil. Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç<br />

801.401 Radyoimmünosintigrafi, SPECT imzalı Bir ve/veya rapor daha ile fazla görüntüleme dahil. Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç<br />

801.410 Sentinel Lenf Nodu Çalışması<br />

imzalı rapor ile. Radyoimmun sintigrafiye eklenir.<br />

801.420 Meme Sintigrafisi Bölgesel ve /veya SPECT<br />

801.430 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tl-201)<br />

801.431 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tl-201) Tl-201 tümör görüntülemeye eklenir.<br />

801.440 Onkolojik PET (F-18 FDG) Ek-8/B'ye bakınız. BT ayrıca fatura edilemez<br />

261


SUT EK-2/D-1<br />

POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ (PET) GÖRÜNTÜLEME KLİNİK UYGULAMALARI<br />

A) ONKOLOJİK TÜM VÜCUT F-18 FDG PET (SUT KODU 801.440)<br />

Bu bölüm pozitron yayıcı radyoizotoplar kullanılarak PET kamera (tarayıcı), kombine PET/BT tarayıcı veya koinsidens gama<br />

kameralarda yapılan tanısal görüntüleme işlemlerini kapsar.<br />

801.440 kodlu “Tüm vücut F–18 FDG-PET” inTablo 1’de belirtilen”Onkolojik amaçlı tüm vücutF–18FDG-PET<br />

endikasyonları”kapsamındabedelinin ödenebilmesi için aşağıdaki tanım ve şartlara uygun biçimde istenilmesi ve yapılması gereklidir.<br />

1. Klinik endikasyonlar ile ilgili şartlar:<br />

a) Tanı amaçlı F–18 FDG PET(PET) çalışmalarıgenellikle diğer yöntemlerle tespit edilen malignite şüpheli kitlelerde<br />

(soliterpulmonernodül gibi) metabolikkarakterizasyon amacıyla kullanılır. Bu tür endikasyonlarda PET sonuçlarının invaziv bir<br />

tanısal işlemin yapılmasını önlemeye yardımcı olması esası aranır. Ya da PET sonuçlarının invaziv tanısal bir işlem için yol<br />

gösterici olması (örneğin heterojen ve büyük kitlelerde ya da yeri belirlenemeyen tümörlerde biyopsi yerinin belirlenmesi) tanı<br />

amaçlı PET kullanımı için gereklidir. Bunların dışındaki tanısal uygulamalarda ve özellikle kanser tarama amaçlı PET kullanımı<br />

halinde bedelleri ödenmez. Kanser şüpheli kitlelerde metabolik karakterizasyon amaçlı PET çalışması yapılabilmesi için kitle<br />

boyutunun (en uzun çap) asgari 1(bir) cm olması gereklidir.<br />

b) Evreleme, kanser tanısı almış hastalarda hastalığın yaygınlığının belirlenmesini ifade eder. PET sadece fluorodeoksiglukoz<br />

(FDG) afinitesi yüksek kanserlerde (Tablo 1) evreleme amacıyla kullanılabilir. Evreleme amaçlı PET yapılması için hastada<br />

kemoterapi(KT) ve/veyaradyoterapi (RT) tedavilerine başlanmamış olması şartı aranır. Evreleme amaçlı PET endikasyonu olan<br />

ve RT uygulanması düşünülen tüm tümörlerde aynı zamanda RT planlama endikasyonu ile de PET uygulanabilir. Ancak RT<br />

planlama amaçlı PET uygulamalarının kombine PET/BT tarayıcılarda yapılması şartı aranır.<br />

c) Yeniden evreleme, kanserin ilk tedaviden sonraki takip aşamasında herhangi bir nüks (rekürrens) saptanması veya rekürrens<br />

lehine bulgular olması durumunda başka metastazların olup olmadığını araştırmaya ya da hastalığın yaygınlığını göstermeye<br />

yönelik bir ifadedir. Histolojik olarak kanıtlanmış rekürrens tanısı olmadan PET ile yeniden evreleme yapmak için ya diğer<br />

görüntüleme yöntemleri ile rekürrens veya rezidüel kitle gösterilmesi, ya da tümör belirteçlerinde rezidüel veya rekürrens<br />

hastalık düşündürecek ölçütlerde yükselme tespit edilmesi şartları aranır. Bunların haricinde rekürrens ve/veya metastaz<br />

potansiyeli yüksek olan orta-yüksek dereceli malign melanomlarda ilk 3 (üç) yıl ve yüksek grade’linon-Hodgkinlenfomalardailk 2<br />

(iki) yıl takipte yukarıda belirtilen şartlar aranmaksızın yılda bir kez olmak üzere rekürrens/metastaz kontrol amaçlı rutin PET<br />

endikasyonu konabilir.<br />

d) Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi, KT veya RT’nin tamamlanmasından sonra tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir<br />

ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için kemoterapi tamamlandıktan sonra en erken 2 (iki) hafta, radyoterapi<br />

tamamlandıktan sonra ise en erken 3 (üç) ay geçmiş olması gereklidir.<br />

e) Kemosensitivitenin belirlenmesi, sadece KT ile tedavi edilen ve alternatif KT protokolleri uygulanabilecek kanserlerde, tümörün<br />

uygulanan KT protokolüne erken dönemde (1-3. kür sonrası) verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir uygulamadır. Bu amaçla PET<br />

uygulanabilmesi için tedaviye başlanmadan önce PET ile evreleme çalışmasının da yapılmış olması gereklidir.<br />

2. Diğer şartlar:<br />

a) PET çalışmasının tekrar yapılabilmesi için bir önceki PET çalışmasından sonra asgari 3 (üç) ay süre geçmiş olma şartı<br />

aranır.Ancak kanser tedavisi yanıtının belirlenmesi amacıyla ve nüks şüphesi nedeniyle erken dönemde yapılacak PET<br />

çalışmaları için bu şart aranmaz.<br />

b) Onkolojik amaçlı PET çalışmalarında tüm vücut tarama yapılır. Tüm vücut PET görüntüleme, kafa tabanı ile uyluk üst<br />

kısımlarına kadar olan mesafeyi kapsar. Beyin metastazlarının gösterilmesinde PET’in duyarlılığı düşük olduğu için standart<br />

onkolojik amaçlı PET çalışmasında kraniyal bölgenin görüntülemeye dahil edilmesi şart değildir. Metastaz potansiyeli çok<br />

yüksek olan malign melanom,nöroblastom ve multipl myelom gibi malignitelerde tüm vücut görüntülemesine kraniyal bölge ve<br />

alt ekstremiteler dahil edilmelidir. Ayrıca klinik muayene veya diğer görüntüleme yöntemlerinde kraniyal veya periferik alt<br />

ekstremite tümörü veya metastaz şüphesi olan olgularda da kraniyal bölge ve periferik ekstremiteler görüntülenmelidir.<br />

c) Tüm vücut PET çalışmalarında aynı seansta beyine veya myokarda yönelik görüntülemeler yapılsa dahi ayrıca fatura<br />

edilemezler.<br />

d) PET raporlaması nükleer tıp uzmanlarınca yapılır.<br />

e) PET sonuç raporunda tetkik endikasyonununaçık olarak (ICD 10 kodu ile) belirtilmesi gereklidir.<br />

B) BEYİN PET (SUT KODU 800.690)<br />

Tablo 2’de ifade edilen klinik durumlarla 800.690 kodlu “Beyin PET” işleminin bedelinin ödenebilmesi için gerekli endikasyonlarını,<br />

açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />

C) MYOKARD PET, viabilite çalışması (SUT KODU 800.840)<br />

Tablo 3’te ifade edilen klinik durumla ilgili 800.840 kodlu “Miyokard PET, viabilite çalışması” işleminin bedelinin ödenebilmesi için<br />

gerekli klinik endikasyonlarını, açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />

262


D) ONKOLOJİK PET (Ga-68 ile işaretli bileşikler)<br />

Bu bölüm pozitron yayıcı radyoizotoplar kullanılarak PET kamera (tarayıcı), kombine PET/BT tarayıcı veya koinsidens gama<br />

kameralarda yapılan görüntüleme işlemlerini kapsar.<br />

801.364 kodlu “Ga-68 ile işaretli bileşikler” kapsamında bedelinin ödenebilmesi için Tablo 4’te ifade edilen klinik durumlar ve<br />

aşağıdaki tanım ve şartlara uygun biçimde istenilmesi ve yapılması gereklidir.<br />

3. Klinik endikasyonlar ile ilgili şartlar:<br />

a) Tanı amaçlı Ga-68-peptid PET (PET) çalışmaları hastalıklara spesifik görüntüleme yöntemidir. Ga-68-peptidler günümüzde<br />

somatostatin reseptörü içeren tümörlerde (Ga-68 ile işaretli octreotidpeptidleri) ve prostat spesifik antijen içeren tümörlerde (Ga-<br />

68-PSMA) kullanılmaktadır. Bu nedenle histopatolojik tanısının konmuş olması veya hastalığın varlığının kuvvetli şüphesi<br />

olması gerekir (karsinoidsendrom tanısı, kalsitonin yüksekliği, insülinoma tanısı, PSA yüksekliği gibi). Bu tür endikasyonlarda<br />

PET sonuçlarının invaziv bir tanısal işlemin yapılmasını önlemeye yardımcı olması esası aranır. Ya da PET sonuçlarının invaziv<br />

tanısal bir işlem için yol gösterici olması (örneğin heterojen ve büyük kitlelerde ya da yeri belirlenemeyen tümörlerde biyopsi<br />

yerinin belirlenmesi) tanı amaçlı PET kullanımı için gereklidir. Bunların dışındaki tanısal uygulamalarda ve özellikle kanser<br />

tarama amaçlı PET kullanımı halinde bedelleri ödenmez..<br />

b) Evreleme, kanser tanısı almış hastalarda hastalığın yaygınlığının belirlenmesini ifade eder. Ga-68-peptid PET sadece<br />

somatostatin reseptörü veya PSMA antijeni içeren tümörlerde (Tablo 4) evreleme amacıyla kullanılabilir. Evreleme amaçlı PET<br />

endikasyonu olan ve RT uygulanması düşünülen tüm tümörlerde aynı zamanda RT planlama endikasyonu ile de PET<br />

uygulanabilir. Ancak RT planlama amaçlı PET uygulamalarının kombine PET/BT tarayıcılarda yapılması şartı aranır.<br />

c) Yeniden evreleme, kanserin ilk tedaviden sonraki takip aşamasında herhangi bir nüks (rekürrens) saptanması veya rekürrens<br />

lehine bulgular olması durumunda başka metastazların olup olmadığını araştırmaya ya da hastalığın yaygınlığını göstermeye<br />

yönelik bir ifadedir.<br />

d) Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi, KT veya RT’nin tamamlanmasından sonra tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir<br />

ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için kemoterapi tamamlandıktan sonra en erken 2 (iki) hafta, radyoterapi<br />

tamamlandıktan sonra ise en erken 6 hafta geçmiş olması gereklidir.<br />

4. Diğer şartlar:<br />

a) PET çalışmasının tekrar yapılabilmesi için bir önceki PET çalışmasından sonra asgari 3 (üç) ay süre geçmiş olma şartı aranır.<br />

Ancak kanser tedavisi yanıtının belirlenmesi amacıyla ve nüks şüphesi nedeniyle erken dönemde yapılacak PET çalışmaları<br />

için bu şart aranmaz.<br />

b) Onkolojik amaçlı yapılan Ga-68 PET çalışmalarında tüm vücut tarama yapılır. Tüm vücut PET görüntüleme, kafa tabanı ile<br />

uyluk üst kısımlarına kadar olan mesafeyi kapsar. Prostat kanserinde tüm vücut görüntülemesine kraniyal bölge ve alt<br />

ekstremitelerdahil edilmelidir. Ayrıca klinik muayene veya diğer görüntüleme yöntemlerinde kraniyal veya periferik alt ekstremite<br />

tümörü veya metastaz şüphesi olan olgularda da kraniyal bölge ve periferikekstremiteler görüntülenmelidir.<br />

c) PET raporlaması nükleer tıp uzmanlarınca yapılır. PET ile birlikte tanısal BT yapılması halinde BT raporlaması radyoloji uzman<br />

hekimince yapılır.<br />

d) PET sonuç raporunda tetkik endikasyonunun açık olarak (ICD 10 kodu ile) belirtilmesi gereklidir. Nöroendokrin tümörler vücutta<br />

herhangi bir organdan köken alabileceği için primer tümörün lokalizasyonuna göre ICD-10 kodunun raporlanması<br />

gerekmektedir.<br />

e) Somatostatin reseptör durumunun belirlenmesi ve/veya radyonüklid tedavi için hasta seçimi, somatostatin pozitif-tümörlere<br />

yönelik tedavilerde ve hedefe yönelik Y-90, Lu-177 gibi terapötik işaretli bileşikler ile tedavisi planlanan hastalarda, Ga-68 ile<br />

işaretli bileşikler kullanılarak tedaviye uygun hasta seçilmesini sağlamak amacıyla kullanılır.<br />

Radyonüklid tedavi sonrası yanıt değerlendirme, hedefe yönelik Y-90, Lu-177 gibi terapötik işaretli bileşikler ile tedavi gören<br />

hastalarda tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için radyonüklid tedavi<br />

tamamlandıktan sonra asgari 3 (üç) ay geçmiş olması gereklidir.<br />

E) Kemik PET (F-18 NaF)<br />

Tablo 5’te ifade edilen klinik durumlarla ilgili 800.901 kodlu “Kemik PET (F-18 NaF)” işleminin bedelinin ödenebilmesi için gerekli<br />

klinik endikasyonlarını açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />

263


TABLO 2- ONKOLOJİK TÜM VÜCUT F-18 FDG-PET ENDİKASYONLARI “801.440 Tüm vücut F-18 FDG-PET” kodu için geçerlidir”<br />

Klinik Durum ICD-10 kodu PET endikasyonları Açıklama ve sınırlamalar<br />

Lenfoma (Hodgkin hastalığı ve non-Hodgkinlenfoma-NHL) C81 – C85<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />

Tedaviye yanıt<br />

FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />

Kemosensitivite FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />

Evreleme<br />

Breslow kalınlığı ≥0.76 mm ve/veya Clarklevel ≥ III olgularda geçerlidir<br />

Malign melanom<br />

C43<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Beyin tümörleri<br />

C71<br />

Tanı<br />

Diğer yöntemlerle netice elde edilemeyen 1 cm’den büyük kitle lezyonların metabolikkarakterizasyonu<br />

Yeniden evreleme Radyasyon nekrozu-rekürren/rezidiv tümör ayırımı<br />

Tanı (primer odak Metastatik servikal lenf nodu varsa geçerlidir<br />

Baş-boyun kanserleri (tiroid tümörleri hariç)<br />

C00 – C14-C32 arama) Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

- İyi differansiyetiroid tümörlerinde tiroidektomi ve radyoiyotablasyon tedavisi sonrası takipte tüm vücut iyot-<br />

Tiroid kanserleri C73 Yeniden evreleme<br />

Meme Kanseri<br />

Akciğer (Küçük hücreli dışı ve küçük hücreli)<br />

Plevralmalignite (Mezotelyoma)<br />

Mediasten-timus-kalp tümörleri<br />

C50<br />

C34<br />

C45<br />

Özefagus kanseri C-15<br />

Mide kanseri C-16<br />

Kolorektal kanser<br />

İnce barsak tümörleri<br />

Gastrointestinalstromal tümör<br />

Karaciğer ve safra yolları tümörleri<br />

Pankreas<br />

Over kanseri<br />

Serviks kanseri<br />

Endometrium kanseri<br />

Vulva-vagen kanserleri<br />

Böbrek kanserleri<br />

Böbreküstü bezi kanserleri<br />

Mesane-üreter kanserleri<br />

Penis ve diğer erkek genital kanserleri<br />

C37 – C38<br />

C18 – C21<br />

C17<br />

C26<br />

C22 – C24<br />

C25<br />

C56<br />

C53<br />

C54 – C55<br />

C51 – C52<br />

C64 – C65<br />

C74<br />

C66 – C67<br />

C60<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

264<br />

131 tarama tetkiki negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi artması durumunda uygulanır<br />

- Meduller kanserde tiroidektomi sonrası takipte diğer görüntüleme yöntemlerinin açıklayamadığı kalsitonin<br />

ve/veya CEA düzeyleri yükselmelerinde uygulanır.<br />

Soliter pulmoner nodül değerlendirme (≥1cm)<br />

Kalsifiye olmayan plevral kalınlaşmalar ve/veya açıklanamayan efüzyonların değerlendirilmesi<br />

Şüpheli kitlelerde metabolik karakterizasyon<br />

Şüpheli kitle gösterilmesi durumunda uygulanır<br />

Karaciğer metastazlarında primer odak aramada geçerli<br />

BT veya MR’da pankreasta kitle varsa uygulanır<br />

CA 125 yükselmiş ise uygulanır<br />

BT veya MR’da 1 cm’den büyük kitle varsa


Testis kanserleri<br />

C62<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Primer kemik tümörleri<br />

C40 – C41<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Multiplmyelom veya plasmasitom<br />

C90<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Tanı<br />

Biyopsi alınması zor kitlelerde metabolik karakterizasyon<br />

Yumuşak doku sarkomları<br />

C49<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Nöroblastom<br />

M9500<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Primeri bilinmeyen metastatik tümörler C80 Tanı Primer tümör aranması<br />

Paraneoplastik sendrom D48.9 Tanı Malign etyoloji aranması<br />

TABLO 3. BEYİN F-18 FDG-PET ENDİKASYONLARI “800.690 beyin F-18 FDG-PET kodu için geçerlidir”<br />

Klinik durum ICD kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />

Dirençli (Refrakter) Epilepsi Nöbetleri<br />

Alzheimer Hastalığı<br />

Bunama<br />

Parkinson hastalığı<br />

Sekonder parkinsonizm<br />

Parkinsonizm, başka yerde sınıflanmış<br />

hastalıklarda<br />

Bazal ganglionların diğer dejeneratif<br />

hastalıkları<br />

Ekstrapiramidal bozukluklar ve hareket<br />

bozuklukları, başka yerde sınıflanmış<br />

hastalıklarda<br />

G40<br />

G30<br />

F02<br />

G20<br />

G21<br />

G22<br />

G23<br />

G26<br />

Epilepsi<br />

belirlenmesi<br />

odağının<br />

Cerrahi yapılması planlanan hastalar<br />

Tanı Tüm yaş grupları için 3. basamak sağlık hizmet<br />

sunucusundan sağlık kurulu raporu alınması şartı aranır<br />

TABLO 4. MİYOKARDFDG-PET ENDİKASYONLARI“800.840 miyokard PET (F-18 FDG ile) kodu için geçerlidir”<br />

Klinik durum ICD 10 Kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />

Miyokard Canlılığı (Viabilite)<br />

I20 - I25<br />

Enfarkt dokusunda miyokard<br />

canlılığının belirlenmesi<br />

Revaskülarizasyon ya da<br />

transplant öncesi miyokard<br />

canlılığının tayini<br />

Miyokard perfüzyon SPECT ile tanı<br />

koyulamayan veya şüpheli sonuç<br />

alınanhastalarda<br />

265


TABLO 5. ONKOLOJİK PET (Ga-68 ile işaretli bileşikler) ENDİKASYONLARI “801.364 Onkolojik PET(Ga-68 ile işaretli bileşikler) kodu<br />

için geçerlidir”<br />

Klinik Durum ICD-10 kodu PET endikasyonları Açıklama ve sınırlamalar<br />

Nöroendokrin tümörler (Herhangi bir<br />

organdan köken alan veya primeri<br />

bilinmeyen nöroendokrin tümörler,<br />

karsinoid tümörler, paratiroid kanseri)<br />

Medüller tiroit kanseri<br />

Papiller ve folliküler tiroit kanseri<br />

Paraganglioma, ganglionöroma<br />

feokromasitoma, ganglionöroma<br />

Nöroblastoma<br />

Prostat Kanseri<br />

Primer<br />

tümörün<br />

köken aldığı<br />

organa göre<br />

(C00-C75,<br />

C80)<br />

C73<br />

C73<br />

C74-C75<br />

C74.9<br />

C61<br />

Tanı (Primer Odak Arama)<br />

Evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Lu-177 Y-90 oktreotid<br />

tedavi planlaması<br />

- Klinik - biyokimyasal olarak karsinoid<br />

sendrom tanısı olan ve diğer görüntüleme<br />

yöntemleri ile odak saptanamayan hastalar<br />

- Klinik - biyokimyasal olarak insulinoma tanısı<br />

olan ve diğer görüntüleme yöntemleri ile odak<br />

saptanamayan hastalar<br />

- Primer tümör aranması<br />

- Nöroendokrin tümör (grade 1-2) tanısının<br />

histopatolojik olarak konulduğu hastalar<br />

- Histopatolojik tanı ile uyumlu olarak tümör<br />

belirteçlerinde tedrici yükselme olan hastalar<br />

Evreleme<br />

Kalsitonin yüksekliği gereklidir<br />

Tedaviye Yanıt<br />

Lu-177 / Y-90 oktreotid<br />

tedavi planlaması<br />

Kalsitonin yüksekliği gereklidir<br />

I-131 tarama tetkiki negatif olan, F-18 FDG<br />

Evreleme<br />

PET negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi<br />

artması durumunda uygulanır<br />

I-131 tarama tetkiki negatif olan, F-18 FDG<br />

Tedaviye yanıt<br />

PET negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi<br />

artması durumunda uygulanır<br />

Lu-177 oktreotid tedavi<br />

planlaması<br />

Tiroglobulin yüksekliği olmalıdır<br />

Tanı<br />

Primer odak arama için<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Histopatolojik olarak tanı konulan hastalar<br />

Tedaviye yanıt<br />

Lu-177 tedavi planlaması<br />

Evreleme<br />

Yeniden evreleme<br />

Tedaviye yanıt<br />

Histopatolojik olarak tanı konulan hastalar<br />

Lu-177 / Y-90 tedavi<br />

planlaması<br />

Evreleme<br />

Gleason skor 7 veya üstü olan ve diğer<br />

Yeniden evreleme<br />

görüntüleme yöntemlerinde (Kemik<br />

Sintigrafisi, BT, MR vb.) şüpheli lezyon<br />

Tedaviye yanıt<br />

bulunmalıdır. Sadece 3. Basamak resmi<br />

sağlık hizmet sunucularında yapılması<br />

halinde ödenir.<br />

TABLO 6. Kemik PET (F-18 NaF) ENDİKASYONLARI “800.901 Kemik PET (F-18 NaF) kodu için geçerlidir”<br />

Klinik durum ICD 10 Kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />

Kesin Tanı almış Onkolojik Hastalar C00-D48 Tanı<br />

Kemik Sintigrafisi ile kemik metastazı<br />

açısından karar verilemeyen, klinik ve<br />

radyolojik olarak şüphenin devam ettiği<br />

durumlarda, en az biri nükleer tıp uzmanı<br />

ve ilgili klinisyen olmak üzere en az 3 hekim<br />

tarafından hazırlanan sağlık raporu olması<br />

şartı aranır<br />

DİĞER<br />

Aşağıda belirtilen çalışmaların geri ödeme kapsamında olması için, bir üniversite veya eğitim hastanesinden alınan, biri nükleer tip uzmanı,<br />

biri ilgili klinisyen hekim olmak üzere en az 3 hekim tarafından hazırlanan gerekçeli raporun olması şartı aranır.<br />

1) Klinik olarak hastaya yapılmasının faydalı olacağı düşünülen, ancak Tablo 1, 2, 3 ve 4’te belirtilmeyen onkoloji veya onkoloji dışı<br />

endikasyonlarla yapılan tüm vücut F-18 FDG veya Ga-68 işaretli bileşikler ile yapılan PET çalışmaları [Tüm vücut F-18 FDG-PET<br />

(801,440), Onkolojik PET(Ga-68 ile işaretli bileşikler) (801.364)]<br />

2) Miyokard perfüzyon PET (O–15, Rb-82 veya N-13 amonia ile) (800.841)<br />

266

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!