TIPTA UZMANLIK ÖĞRENCİSİ UYUM EĞİTİMİ KİTABI
%C4%B0%C3%9C-CTF-T%C4%B1pta-Uzmanl%C4%B1k-%C3%96%C4%9Frencisi-Uyum-E%C4%9Fitimi-Kitab%C4%B1-2016
%C4%B0%C3%9C-CTF-T%C4%B1pta-Uzmanl%C4%B1k-%C3%96%C4%9Frencisi-Uyum-E%C4%9Fitimi-Kitab%C4%B1-2016
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Uzmanlık Öğrencisi<br />
Eğitim Komisyonu<br />
<strong>TIPTA</strong> <strong>UZMANLIK</strong> <strong>ÖĞRENCİSİ</strong><br />
<strong>UYUM</strong> <strong>EĞİTİMİ</strong> <strong>KİTABI</strong><br />
Editörler<br />
Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK<br />
Prof. Dr. Hakkı Oktay SEYMEN<br />
Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU<br />
(27 Yazarın Katkısıyla)<br />
2016
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık Öğrencisi Eğitim<br />
Komisyonu Etkinlikleri<br />
<strong>TIPTA</strong> <strong>UZMANLIK</strong> <strong>ÖĞRENCİSİ</strong> <strong>UYUM</strong> <strong>EĞİTİMİ</strong> <strong>KİTABI</strong><br />
ISBN· 978-605-83150<br />
Fakülte Yayın No: 299<br />
1. Baskı Eylül 2016<br />
2016© Bu kitabın bütün hakları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık<br />
Öğrencisi Eğitim Komisyonuna, içeriğinde yer alan bilgi ve görsel materyal ile ilgili her türlü sorumluluk<br />
yazarlara aittir. Kitabın tamamı ya da bir bölümü yazılı izin alınmaksızın elektronik ya da mekanik<br />
yöntemlerle kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz. Kaynak olarak belirtilmesi koşuluyla alıntı<br />
yapılabilir.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıpta Uzmanlık Öğrencisi Eğitim Komisyonu Üyeleri<br />
Prof.Dr. Kerim Sönmezoğlu(Başkan)<br />
Prof.Dr. Recep Öztürk<br />
Prof.Dr. Hakkı Oktay Seymen<br />
Doç.Dr. Özlem Serpil Çakmakkaya<br />
Doç.Dr. Serkan Teksöz<br />
Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Fizyoloji Anabilim Dalı<br />
Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />
Genel Cerrahi Anabilim Dalı<br />
Dr. Sina Ferahman (Asistan temsilcisi) Genel Cerrahi Anabilim Dalı<br />
Dilek Matbaacılık, İstanbul<br />
500 adet basılmıştır
Dekanın Önsözü<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi; misyon ve vizyonun gereği olarak eğitim, araştırma ve<br />
nitelikli sağlık hizmetlerinde ülkemizde öncü bir tıp fakültesi olmanın gayreti ile çalışmalarına<br />
aralıksız devam etmektedir.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi; sağlık hizmetlerinde olduğu gibi, mezuniyet öncesi ve tıpta<br />
uzmanlık eğitiminde ülke genelinde en çok tercih edilen bir kaç tıp fakültesinden biridir.<br />
Fakültemizin öncelikle tercih edilmesinin ana nedeni güçlü ve tecrübeli öğretim üyesi kadrosu<br />
ile birlikte köklü bir geçmişe ve güçlü geleneklere sahip olmasıdır.<br />
Tıpta uzmanlık eğitiminde günümüzde ülkemiz ve dünyada önemli gelişmeler<br />
yaşanmaktadır. 88 anadal ve yan dala ulaşan tıpta uzmanlık alanları arasında gerekli<br />
ilişkinin sağlanıp devam ettirilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />
Tıpta uzmanlık eğitimi için ülkemizin değişik tıp fakültelerinden mezun<br />
meslektaşlarımızın tercih ettiği fakültemizin değişik birimlerinde eğitime başlayan tıpta ana<br />
dal ve yan dal uzmanlık öğrencilerinin öncelikle başladığı birim, ardından kurumu için bir<br />
uyum eğitimi alması önemlidir ve "Tıpta Ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi<br />
Yönetmeliği"nin de gereğidir.<br />
Bu kapsamda fakültemizde yeni başlayan uzmanlık öğrencileri için genelde yılda iki<br />
kez olmak üzere uyum eğitimi verilmekte, gerekli temel eğitimler de ilgili programda ele<br />
alınmaktadır. Bu eğitimlerde uzmanlık öğrencileri her hekim için gerekli bilimsel ve idari<br />
bilgilerini güncellemekte ve uzmanlık dalları arasında ilişkilerin güçlenmektedir.<br />
Yetiştirdiğimiz hekim ve uzmanların "insanadeğer veren, insan odaklı çalışan,<br />
kendisini, ailesini ve tüm insanlığı seven, mesleki açıdan tam donanımlı bireyler olarak<br />
yetişen kişiler" olmasını sağlama hedefimize uyum eğitimleri önemli katkı sağlamaktadır.<br />
Yoğun bir sağlık hizmeti yanında,eğitim ve araştırma hizmetlerine de katkı veren tıpta<br />
uzmanlık öğrencileri için uyum eğitim programının uzun bir süreye yayılması imkansızdır. Bu<br />
nedenle, kısa bir eğitim sürecinde programda ele alınan konuları daha ayrıntılı bir şekilde<br />
kitap olarak hazırlayıp fakültemizde eğitime başlayan hekimlerimize sunmayı hedefledik. İlgili<br />
kitap bölümlerine web sitemizden de ulaşılabilecektir.<br />
Uyum eğitiminde anlatacağı konuyu kısa sürede kitap bölümü olarak hazırlayan<br />
öğretim üyelerimize, Tıpta uzmanlık eğitim komisyonu üyelerine ve kitap editörlerine katkıları<br />
için çok teşekkür ederim.<br />
Uyum eğitimi kursunun ve ilgili konuları ayrıntılı şekilde ele alan kitabın tıpta uzmanlık<br />
öğrencilerimize yararlı olmasını dilerim.<br />
Prof. Dr. Alaattin DURAN<br />
Dekan
Editörlerin ön sözü<br />
Tıpta uzmanlık eğitimi, mezuniyet sonrası değişik alanlarda uzmanlaşmayı<br />
hedefleyen ve mezuniyet öncesi tıp eğitiminin ardından yapılan bir eğitimdir.<br />
Tıpta uzmanlık öğrencilerinin, yedi temel alanda bilgi, beceri, tutum ve<br />
davranışların toplamı olan yetkinliklere sahip olması istenmektedir. TUKMOS<br />
tarafından her uzmanlık alanı için belirlenmiş olan yedi temek yetkinlik alanı;<br />
"Yönetici, Ekip Üyesi, Sağlık Koruyucusu, İletişim Kuran, Değer ve Sorumluluk<br />
Sahibi, Öğrenen ve Öğreten, Hizmet Sunucusu (klinik yetkinlikler ve girişimsel<br />
yetkinlikler)" olarak belirlenmiştir.<br />
Günümüzde 88 ana dal ve yan dala ulaşan tıpta uzmanlık alanları arasında<br />
güçlü bir ilişkinin olması, iyi bir entegrasyonun sağlanması çok önemlidir.<br />
Yukarıda belirtilen konulara katkı vermek amacıyla fakültemizde yılda iki kez<br />
tıpta uzmanlık öğrencisi uyum eğitimi programı yapılmaktadır.<br />
İlgili eğitim programlarına katılan meslektaşlarımıza her zaman ulaşacakları bir<br />
kaynak olması arzusuyla ele alınan konuların kitap haline getirilmesini Tıpta<br />
Uzmanlık Öğrencisi Eğitim Komisyonu olarak Dekanlığımıza arz ettik. Dekanlığımızın<br />
desteği, öğretim üyelerimizin fedakarlığı sayesinde elinizdeki kitabı hazırladık.<br />
Tıpta uzmanlık öğrencilerinin genelde ve Cerrahpaşa özelinde ihtiyacı olan ve<br />
eğitim programındaki ele alınan 24 konu 27 yazar tarafından kaleme alınmıştır. Kitap<br />
içeriğine aynı zamanda www.ctf.edu.tr adresinden ulaşılabilecektir.<br />
Yapacağınız eleştirileri dikkate alarak, eğitim programlarının içeriğini ve kitabın<br />
gelecek baskılarını zenginleştirmeyi hedefliyoruz.<br />
Çalışmalarımıza verdiği destek için Sayın Dekan Prof Dr Alaattin DURAN’a,<br />
kitaba bölüm yazarak katkı veren öğretim üyelerimize, Tıpta Uzmanlık Öğrencisi<br />
Eğitim Komisyonu'ndaki arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.<br />
Kitabın, tıpta uzmanlık öğrencisi meslektaşlarımıza yararlı olmasını dileriz.<br />
Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK<br />
Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN<br />
Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
Yazarlar<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Prof. Dr. İbrahim Adaletli<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. A. Gökhan Akkan<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />
Farmakoloji Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Ayten Altıntaş<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp<br />
Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Emekli<br />
ÖğretimÜyesi<br />
Prof. Dr. Gökhan Aygün<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi<br />
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Zafer Başlar<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç<br />
Hastalıkları Anabilim Dalı<br />
Hematoloji Bilim Dalı, Kan Merkezi<br />
Sorumlu Hekimi<br />
Prof. Dr. Murat Bolayırlı<br />
Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya<br />
Laboratuvarı<br />
Prof. Dr. Gürsel Çetin<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli<br />
Tıp Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />
Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Sergülen Dervişoğlu<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi<br />
Patoloji Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Ahmet Erözenci<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji<br />
Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç<br />
Hastalıkları Anbailim Dalı Emekli<br />
Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. İbrahim İkizceli<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil<br />
Tıp Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Özgür Kasapçopur<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları<br />
Anabilim Dalı, Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesi, Klinik Araştırmalar Etik<br />
Kurulu Başkanı<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Prof. Dr. Dildar Konukoğlu<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />
Biyokimya Anabilim Dalı, Fikret<br />
Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı<br />
Yöneticisi<br />
Prof. Dr. Mine Kucur<br />
Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya<br />
Laboratuvarı<br />
Prof. Dr. Abdi Özaslan<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli<br />
Tıp Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Recep Öztürk<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Enfeksiyon hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Prof .Dr. Neşe Saltoğlu<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. H. Oktay Seymen<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />
Fizyoloji Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Abdullah Sonsuz<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç<br />
Hastalıkları Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />
Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />
Prof. Dr. Yusuf Tunalı<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />
Anabilim Dalı<br />
Doç. Dr. Özlem Serpil<br />
Cakmakkaya<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />
Uzm. Dr. Yonca Senem Akdeniz<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil<br />
Tıp Anabilim Dalı<br />
Uzm. Dr. Ayşe Kalyoncu Uçar<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,<br />
Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />
Dr. Yılmaz Keskindemirci<br />
İ.Ü Hastaneleri Bilgi İşlem<br />
Direktörü, Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesi Başhekim Yardımcısı<br />
Dr. Ahmet Murt<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç<br />
Hastalıkları Anabilim Dalı
İçindekiler<br />
1 Cerrahpaşa’lı Olmak 1-4<br />
Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi<br />
2<br />
3<br />
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />
ve Diğer İlgili Mevzuat<br />
Prof. Dr. Recep Öztürk<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Asistanlarının Bakış Açısı ile<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Uzmanlık Eğitimi<br />
Dr. Ahmet Murt<br />
5-17<br />
18-21<br />
4 Hekimin Sorunlarına Etik Yaklaşım 22-26<br />
Prof. Dr. Ayten Altıntaş<br />
5 Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği 27-34<br />
Prof. Dr. Özgür Kasapçopur<br />
6 Bilimsel Veri Tabanları ve Literatür Tarama 35-40<br />
Doç. Dr. Özlem Serpil Cakmakkaya<br />
7 İletişim 41-52<br />
Prof. Dr. Ahmet Erözenci<br />
8<br />
Temel Yaşam Desteği ve Otomatik Eksternal<br />
Defibrilasyon<br />
Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />
53-60<br />
9 İleri Yaşam Desteği 61-73<br />
Prof. Dr. Oktay Demirkıran<br />
10 Hastane Bilgi Yönetim Sistemi ve E-Reçete Uygulamaları 74-100<br />
Dr. Yılmaz Keskindemirci<br />
11 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi 101-109<br />
Prof. Dr. H Oktay Seymen<br />
12 Akılcı İlaç Kullanımı 110-114<br />
Prof. Dr. A. Gökhan Akkan
13 Sıvı ve Elektrolit Tedavisi 115-144<br />
Prof. Dr. Yusuf Tunalı<br />
14 Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi ve Kontrolü 145-155<br />
Prof. Dr. Neşe Saltoğlu<br />
15 Tıbbi Uygulamalarda Hekimin Hukuki Sorumluluğu ve<br />
Hasta Hakları<br />
Prof. Dr. Abdi Özaslan<br />
156-165<br />
16 Tıbbi Malpraktis, Adli Olguya Yaklaşım 166-178<br />
Prof. Dr. Gürsel Çetin<br />
17 Doğru ve Etkili Konsültasyon 179-185<br />
Prof. Dr. Abdullah Sonsuz<br />
18 Acil Durum ve Afet Yönetimi 186-195<br />
Prof. Dr. İbrahim İkizceli, Uzm. Dr. Yonca Senem Akdeniz<br />
19 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Biyokimya<br />
Laboratuvar Süreçleri<br />
Prof. Dr. Dildar Konukoğlu, Prof. Dr. Murat Bolayırlı,<br />
Prof. Dr. Mine Kucur,<br />
196-205<br />
20 Mikrobiyoloji Laboratuvarının İşleyişi 206-211<br />
Prof. Dr. Gökhan AYGÜN<br />
21 Patoloji Laboratuvarlarının İşleyişi 212-222<br />
Prof. Dr. Sergülen Dervişoğlu<br />
22 Kan Bankası İşleyişi - Kan Bankacılığı ve Transfüzyon<br />
Tıbbı<br />
Prof. Dr. Zafer Başlar<br />
223-231<br />
23 Radyoloji İşleyişi 232-244<br />
Uzm. Dr. Ayşe Kalyoncu Uçar, Prof. Dr. İbrahim Adaletli<br />
24 Nükleer Tıp İşleyişi 245-266<br />
Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu
Cerrahpaşa’lı Olmak<br />
Prof. Dr. H. Hüsrev HATEMİ<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi<br />
Cümleler, çocukluğumuzda başlayarak kalıplar hâlinde beynimize yerleşir. Her<br />
kalıp çözümlenebilir, analiz edilebilir. Fakat çok defa bu gereksizdir. Çünkü nasıl olsa<br />
o cümlenin, o bildirinin analizi de bilincimizde kayıtlıdır. Ancak, bir toplumu ortak<br />
olarak ilgilendiren bildirimlerde analiz gereklidir.<br />
İnsan olmak, Türkiye’li olmak, Ortadoğu’lu olmak ve daha birçok kavram,<br />
söylem veyâ bildirim, ara sıra da olsa, analiz gerektirirler. Bu gereklidir. Çünkü bir<br />
toplum, bir millet, bir okul, bir dernek üyeleri gibi bir başlık altında toplanmış<br />
bireylerin, ara sıra da olsa aralarındaki bağları analiz etmeleri, yanlış anlamalar ve<br />
dağılmalar olmaması için başvurulan bir yöntemdir.<br />
Cerrahpaşa’lı olmak: a) insanlığın bir üyesi olmak b) yüksek öğrenimli veyâ<br />
yüksek öğrenimli olmaya aday olmak c) sağlık bilimleri mensubu veyâ adayı olmak d)<br />
Bu eğitimi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapmak veyâ bu mesleği Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesinde icra etmek şeklinde çözümlenebilir. Bu analizi bir de aksi yönden<br />
deneyerek doğrulayalım.<br />
Cerrahpaşa’lı olmak,<br />
a) İstanbul Üniversitesi mensubu veyâ öğrencisi olmak<br />
b) Türkiye’li olmak veyâ Türkiye Cumhuriyeti’nin misafiri olmak<br />
c) İnsanlığın bir üyesi olmak<br />
Bu çözümlemelerden amacımız şudur; Cerrahpaşa’lı olma mutluluğunu<br />
duyduğumuz kadar, ülkemizin ve bütün insanlığın bireyi olduğumuzu da<br />
unutmamalıyız.<br />
Türkiye’de Tıp Bilimi (Mesleği)<br />
Türkiye’de Eski Çağ, Ortaçağ ve bütün çağlarda hekimlik var olmuştur. Eski<br />
Çağ Tıp Mesleği Mezopotamya’da komşu olan Anadolu bölgelerinde, Urfa’da ve Hitit<br />
uygarlığında başlamıştı. Eskiçağın daha sonraki yıllarında Batı Anadolu ve Ege<br />
Adalarında daha yeni bir medeniyet ortaya çıktı. Hippokrat İstanköy adasında İsa’dan<br />
beşyüzyıl önce doğarak, Tıp mesleğinin en büyüklerinden oldu. Ortaçağ’da<br />
Anadolu’ya Doğu Roma İmparatorluğu hâkim oldu ve Doğu Roma hekimleri de<br />
Hippokrat ve Galenos’un yolunu izlediler. Oğuz Türklerinden olan Selçuklular,<br />
1071’de Anadolu’ya girdiler. Fakat felsefe geometri ve Tıp Bilimi (Mesleği) ile<br />
tanışmış olarak girdiler. Çünkü Malazgirt’ten iki yüz yıl kadar önce Türkler de<br />
Müslüman olmuş, Şamanizm ve Budizm’den İslâm Medeniyetine geçmekle, daha<br />
Asya içlerinde iken İranlılar gibi Akdeniz Medeniyeti üyesi olmuşlardı. Doğu Roma’nın<br />
Tıp, Felsefe, Geometri veyâ tek kelime ile “Medeniyeti” Selçuklular tarafından da<br />
devam ettirilmiş oldu. Mevlâna ve bütün İslâm düşünürleri ister Anadolu’da, ister<br />
Mısır’da, ister İran’da yaşasınlar Yunan filozoflarından ve eski Yunan Tıbbından<br />
haberliydi, aynı tıp mesleğini uyguluyorlardı.<br />
1
Batı için de durum aynı idi. Onlar da Farabi’ye “Alfarabi” İbn Sinâ’ya<br />
“Avicenna” Razi’ye “Rhazes” diyorlar, hem saygıyla anıyor hem de kitaplarını<br />
Arapçadan Latinceye çeviriyorlardı.<br />
Bu durum, 16 cı yüzyıl başlarına kadar sürdü. 15 ve 16 cı yüzyıllarda İslâm<br />
düşünce ve Tıp Mesleği, durağan bir görünüm almıştı. Hep eski ve klasikler<br />
okunuyor, gözlem ve incelemeye önem verilmiyordu. Bizim duraklama devrine<br />
girdiğimiz yıllarda Avrupa, Rönesans yaşamış ayrıca mikroskopun keşfedilmesi de<br />
insan dokularının daha iyi tanınmasına yol açmıştı. Böylece bizdeki Tıp uygulaması<br />
üç yüz yıl kadar, gerilerde kaldı. Harvey’in sirkülasyonu bulması, Osmanlıcada ancak<br />
yüz yıl sonra, yani 18 ci yüzyılda, Hekimbaşı Suphizade Abdülaziz’in sirkülasyon (kan<br />
dolaşımı) hakkında bir kitapçık hazırlayarak Saraya sunması ile duyulmuş oldu.<br />
19 cu yüzyıl başlarında Şânizâde Ataullah Efendi kendi çabasıyla ve ders<br />
alarak öğrendiği Fransızca ile Batı Tıp Kitaplarını getirterek okuyan, bir Anatomi<br />
kitabı yazan , hatta İstanbul Ayazağa köyünde, inekler üzerinde çiçek aşısı üretmeye<br />
çalışan çok dikkat çekici bir bilim adamıdır.<br />
Onun bu saydığımız gayretleri , İkinci Mahmut tarafından Tıp Mektebi<br />
açılmasından önce başlamış, Şânizâde, ülkesindeki bu yenilikler başlamadan<br />
ölmüştür. Türkiye’de birçok hastaneye Köroğlu dahil birçok şahsın adı verilirken bir<br />
seminer odasına bile Şânizâde adının verilmemiş olması, teessüf edilecek bir<br />
durumdur.<br />
1827’de İstanbul’da, öğretim dili Osmanlı Türkçesi olmak üzere bir Mekteb-i<br />
Tıbbiye açıldı. 1838’de daha ileri bir adım atılarak Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne (Royal<br />
School of Medicine) kuruldu. Bu bir askeri okuldu. Öğretim dili Fransızcaydı. Osmanlı<br />
Türkçesinde tıp öğrenimi için kitaplar yok gibiydi. 1870 yılında askeri tıp okuluna ek<br />
olarak Mekteb-i Tıbbiye-yi Mülkiye kuruldu. Öğretim dili Osmanlı Türkçesi idi. Bir yıl<br />
sonra Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhânenin öğretim dili de Türkçeleştirildi.<br />
İkinci Meşrutiyet devrinde, 1909 yılında Mülki ve Askeri Tıp Okulları<br />
birleştirilerek adına “Dârülfünun Tıp Fakültesi” dendi. 1933 Üniversite Reformundan<br />
sonra Haydarpaşa binasından İstanbul yakasına taşınan fakülte, İstanbul Üniversitesi<br />
Tıp Fakültesi adını aldı. 1967’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />
Cihat Abaoğlu, Başbakan Süleyman Demirel ile görüşerek fakültenin İstanbul ve<br />
Cerrahpaşa olmak üzere iki ayrı Tıp Fakültesine bölünmesini sağladı.<br />
O yıl, başasistan olan ben, aradan geçen 49 yılda da bu bölünmeyi uygun<br />
bulmadım. “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi” tarihi bir isimdi, Cerrahpaşa<br />
kampüsünde çalışanlar bir hafta içinde kendilerini 140 yıllık bir okul yanında yeni<br />
kurulmuş bir haftalık okulda buldular. 1967’den 20 yıl geçtikten sonra 1987’de 20 yıl<br />
kutlamaları yapılırken, o devirde Rektör olan Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu’nu birkaç defa<br />
ziyarete gitmiş ve kutlama töreni kitapçıklarına “140+20” yıl yazılmasını ricâ ederek,<br />
kabul ettirebilmiştim. Sonraki yıllarda da bu böyle devam etti. Temennim bu<br />
geleneğin ilerde de devam etmesi veyâ daha iyisi, İstanbul ve Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültelerinin tekrar tek fakülte hâlinde birleştirilmesidir.<br />
Cerrahpaşa Hastahanesi ve Adı<br />
Cerrahpaşa adı, Sadrazam Cerrah Mehmet Paşa’nın, 16 cı yüzyılda bu semte<br />
Cerrahpaşa Camii’ni yaptırmasından gelmektedir. 1913 yılına kadar Cerrahpaşa<br />
adını taşıyan bir hastane yok iken, 1911’de İstanbul Şehremaneti, Takiyüddin Paşa<br />
2
Konağını satın alarak sadece erkek hastalara hizmet veren bir hastane açmıştır.<br />
1912 yılında konak yıkılarak, 150 yataklı ve şimdi “eski dekanlık” veyâ “müze” olarak<br />
anılan 150 yataklı kargir bina yapılmıştır. Şimdi Ortopedi binası olan eski Cerrahi<br />
Binası, 1933 Reformundan sonra başlanarak 1943’de bitirilmiştir.<br />
Cerrahi Anabilim Dalı<br />
Reformdan sonra Rudolph Nissen burada çalışmış. İkinci Dünyâ savaşının<br />
bitiminden sonra ayrılmıştır.<br />
Türkiye’de Cerrahi ve Ortopedi dallarında hizmet vermiş Prof. Dr. Burhanettin<br />
Toker, Cerrahpaşa’da çalışmıştır. Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan, Ord. Prof. Dr.<br />
Fahri Arel burada çalışmıştır. Cerrahpaşa’da ayrı bir Ortopedi Kliniği yok iken,<br />
Ortopedi Kliniğinin Cerrahpaşa’da kurucusu olan Prof. Dr. Derviş Manizade burada<br />
çalışmıştır.<br />
1950’li yıllar bitinceye kadar Cerrahpaşa adını en çok duyuran, Cerrahi Kliniği<br />
ve Kâzım İsmail Gürkan’dır.<br />
Kadın Hastalıkları ve Doğum<br />
Çok uzun yıllar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi kurulmadan önce Haseki<br />
Hastahanesinde Üniversite Kadın Doğum Kliniği vardı. Kürsü Başkanı Ord. Prof. Dr.<br />
Tevfik Remzi Kazancıgil vardı. O da Kâzım İsmail Bey gibi, hem Üniversitede hem<br />
halk arasında çok tanınmış bir isimdi. 1969’da vefat etti. Prof. Dr. Tahsin Artunkal,<br />
Prof. Dr. Rüknettin Tözüm, Prof. Dr. Rıza Onarır, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil onun<br />
döneminde yetişmiş olarak onun eserini devam ettirdiler.<br />
Temel Bilimler<br />
Kültür tarihimizde iz bırakmış, 1986 da kaybettiğimiz Ord. Prof. Dr. Süheyl<br />
Ünver, Tıp Tarihi Anabilim Dalımızın ilk yöneticisi oldu. İstanbul Tıp Fakültesinin<br />
Patolojik Anatomi Profesörü Talia Bali Aykan, Mikrobiyoloji Profesörü Ekrem Kadri<br />
Unat, Fizyoloji Profesörü Meliha Terzioğlu da Fakülte ikiye ayrılınca Cerrahpaşa’yı<br />
seçtiler. Cerrahpaşa’nın adının duyurulmasına katkı yaptılar.<br />
İç Hastalıkları Kliniğimiz iki kliniğin birleşmesiyle oluştu. 1933-1967 arasında<br />
Haseki Hastahanesinde, ilk yöneticisi Prof. Dr. Âkil Muhtar Özden olan Tedâvi Kliniği<br />
vardı. Cerrahpaşa Hastahanesinde ise, ilk yöneticisi Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp olan<br />
I ci Dahiliye Kliniği bulunuyordu.<br />
1967’de, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Tıp Fakültesinden ayrıldığında,<br />
Tedâvi Kliniğini Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, 1 ci Dahiliye Kliniğini Prof. Dr. Osman<br />
Barlas yönetiyordu.<br />
1971’de Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat emekli olduktan sonra yerine Prof. Dr.<br />
Reşat Garan getirildi. 1972’de Cerrahpaşa İç Hastalıkları binası tamamlanmamıştı.<br />
Bu sebeple iki klinikten Tedâvi Kliniği hâlâ Haseki’deydi.<br />
Aynı yıl iki klinik “Cerrahpaşa İç Hastalıkları Kliniği” olarak birleştirildi. Klinik<br />
direktörü Prof. Dr. Osman Barlas, onun Haseki’deki yardımcısı da Prof. Dr. Reşat<br />
Garan oldu. 1978’de iki klinik Cerrahpaşa’da şimdiki İç Hastalıkları binasında<br />
birleştiler.<br />
3
Bana, bugünkü toplantımız için verilen konu “Cerrahpaşa’lı olmak” Bu sebeple<br />
bütün bir Cerrahpaşa tarihinden bahsetmem mümkün de doğru da olmayacak.<br />
Cerrahpaşa’lı olmak, Cerrahpaşa'nın dününden haberli olmak, bugününde<br />
gayretli ve hem mesleksever hem vatansever olmak, Cerrahpaşa’nın geleceği için de<br />
hem ümitli hem iyi niyetli, hem vizyon sahibi olmaktır. Bir hocayı değerlendirirken<br />
onun spor kulübüne veyâ tanıdıklarına veyâ arabasının değerine mümkün olduğu<br />
kadar az önem vermeliyiz.<br />
1967’de Cerrahpaşa kurulduğunda, doçent veyâ profesör olanlardan çok<br />
azının özel arabası vardı. Ben asistan olarak kliniğe gelişlerimde, Aksaray Valide<br />
Camii önünden kalkan dolmuşlara binerek, Haseki’ye giderdim. Sıklıkla dolmuşun<br />
arka koltuğunda, benimle dirsek teması halinde bir hoca olurdu. En çok birlikte<br />
dolmuş yolculuğu yaptığım Hoca da Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat idi.<br />
<br />
<br />
<br />
Şu halde<br />
Niye Londra veyâ Paris klinikleri gibi değiliz diye düşünmeyi bir kenara<br />
bırakarak onlarla bizim farkımız varsa çalışmakla düzeltmeye bakmalıyız.<br />
Tabii ki, böyle farklılıklar sâdece çalışma eksikliğinden kaynaklanmıyor. Şu<br />
halde, içinde yaşadığımız toplumun şartlarını daha iyi hâle nasıl getirebiliriz<br />
konusunda da düşünmemiz gerekir.<br />
Hiçbir tarihsel dönemimize hakaret etmemeliyiz. Bunun aksi olarak da, hiçbir<br />
tarihsel dönemimizi putlaştırmamalıyız.<br />
Son Söz<br />
1- Cerrahpaşa’lı olmaktan gurur duymalıyız. Ama bir Marmara Tıp Fakültesi<br />
mensubu da kendi fakültesi ile gurur duyarsa memnun olmalıyız. Biz tıp mensubuyuz,<br />
onlar da Tıp mensubu. Biz Türkiye vatandaşıyız onlar da öyle. Ayrıca hepimiz<br />
insanlık ailesinin bireyleriyiz.<br />
2- Yalnız gururla bir yere varılmayacağı için, güncel durumu düzeltmeye en<br />
büyük çabayı harcayacağız.<br />
3- Her insanda olması gereken insan sevgisi, cansız ve canlı doğa varlıklarına<br />
sevgi ve yardımlaşma gibi kavramlara bağlılığımızı kaybetmemeğe büyük özen<br />
göstereceğiz.<br />
4
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği ve Diğer<br />
İlgili Mevzuat<br />
Prof Dr Recep ÖZTÜRK<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Enfeksiyon hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Tıpta uzmanlık eğitimi, mezuniyet sonrası değişik alanlarda uzmanlaşmayı<br />
hedefleyen ve mezuniyet öncesi tıp eğitiminin ardından yapılan bir eğitimdir.<br />
Tıpta uzmanlık eğitimi, sadece kinik bilgi ve beceri değil, aynı zamanda<br />
memuriyet ve hekimlikle ilgili değişik mevzuat bilgilerinin öğrenildiği ve bizzat<br />
uygulandığı bir dönemdir. Tıpta uzmanlık öğrencileri, memuriyetle ilgili konular<br />
bakımından üniversitelerde 2547 sayılı yasa, Eğitim ve Araştırma hastanelerinde<br />
(ilgili hastaneler artık Sağlık Bilimleri Üniversitesi çatısı altında toplanmıştır) 657 sayılı<br />
Devlet Memurları kanununa bağlıdır; bu kapsamda sorumluluk, temel ve özlük hakları<br />
aynıdır. Bu nedenle her tıpta uzmanlık öğrencisinin ilgili yasalarda ve Türk Ceza<br />
Kanunu'nda kendilerini ilgilendiren hususlarda (aday memurluk, temel görevler, istifa,<br />
disiplin cezaları (uyarma, kınama, aylıktan kesme..; disiplin cezaları üniversitelerde<br />
Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı Ve Memurları Disiplin<br />
Yönetmeliği ile düzenlenmiştir) vd) ve bu kitapta başka bölümlerde ele alınan<br />
konularda (etik, deontoloji, hasta hakları, malpraktis vd) yeterli bilgi edinmesi şarttır.<br />
Bu yazıda Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, uzmanlık<br />
öğrencilerine bakan yönüyle ayrıntılı olarak ele alınacak, diğer ilgili mevzuata özetle<br />
değinilecektir.<br />
Ülkemizde, tıpta uzmanlık hakkında ilk yasal düzenleme 1219 sayılı Tababet<br />
ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un (yıl:1928) 9. maddesi ile bu<br />
yasaya istinaden hazırlanan Tababet ve İhtisas Vesikaları Hakkında Nizamnamedir<br />
(8 Mayıs 1929 ). Ardından değişik tarihlerde tüzükler hazırlanmıştır.<br />
Günümüzde, tıpta uzmanlık mevzuatı değişik yasa, yönetmelik ve TUK<br />
kararları çerçevesinde şekillenmektedir (Tablo 1)<br />
1. Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında<br />
663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname<br />
Tıpta Uzmanlık Kurulu'nun (TUK) kuruluşu görev ve yetkileri bu kanunla<br />
düzenlemiştir (madde 22). İlgili kanun tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili iş ve işlemleri<br />
yürütmek görevini Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne vermiştir (madde 8k)<br />
2. 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu<br />
Tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitiminde görev alabileceklerle ilgili<br />
hususlar bu kanunda ek madde 1 'de düzenlenmiştir.<br />
İş birliği ve ortak kullanım konusu bu kanunun ek 9. maddesi ile<br />
düzenlenmiştir:<br />
"Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ait kurum ve kuruluşlar ile üniversitelerin ilgili<br />
birimleri, karşılıklı olarak işbirliği çerçevesinde birlikte kullanılabilir "<br />
5
Tablo 1. Tıpta uzmanlık eğitimiyle ilişkili mevzuat (6 nolu kaynaktan)<br />
663<br />
Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve Görevleri<br />
Hakkında 663 sayılı KHK, 02 Kasım 2011<br />
3359 Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 15 Mayıs 1987<br />
1219<br />
TUEY-2014<br />
1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair<br />
Kanun , 11 Nisan 1928<br />
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği - 26 Nisan<br />
2014 (9 Nisan 2015'te değişiklik)<br />
YTKİY Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği - 13.1.1983<br />
181<br />
Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında KHK -<br />
13/12/1983<br />
2547 Yükseköğretim Kanunu - 04.11.1981<br />
Mevzuat<br />
Hazırlama<br />
Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik<br />
17.Şubat.2006<br />
Afiliasyon Birlikte Kullanım ve İşbirliği Yönetmeliği - 04.11.1981<br />
Sertifika Sertifikalı Eğitim Yönetmeliği - 04.02.2014<br />
926<br />
TUK Kararları<br />
926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu<br />
(GATA'da SBA sivil tabiplerin özlük haklarıyla ilgili)<br />
Akademik kurullar - Eğitim Planlama Kurulu (EPK)<br />
Uzmanlık eğitim rotasyonları<br />
Eğitici kimdir<br />
3. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun<br />
Tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar diğer tabipler ve diş<br />
hekimlerinin meslek icra edebileceği sağlık kurum ve kuruluşları ilgili olarak kanunda<br />
madde 12 de düzenleme yapılmıştır.<br />
Tıpta uzmanlık ana ve yan dalları ve diş hekimliği ana dalları ile ilgili hususlar<br />
madde 14'de ve kanun ekinde ekli listelerde (Ek 1,2,3) düzenlenmiştir (ana ve yan<br />
dallar, eğitim süreleri, müfredatlar, uzmanlıklara giriş sınavları ve diğer uzmanlıkla<br />
ilgili hususlara atıf yapılmıştır)<br />
6
4. Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun<br />
Hükmünde Kararname<br />
Bu KHK ile Sağlık Bakanlığı kadrolarında üniversitelerde tıpta uzmanlık yapma<br />
ile ilgili hususlar (ek madde 4) ve yan dal uzmanlık sınavları ile ilgili hususlar (ek<br />
madde 5) düzenlenmiştir.<br />
5. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu<br />
Bu kanunda tıpta uzmanlık, "Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından<br />
düzenlenen esaslara göre yürütülen ve tıp doktorlarına belirli alanlarda özel yetenek<br />
ve yetki sağlamayı amaçlayan bir yüksek öğretimdir" şeklinde tanımlanmaktadır.<br />
Akademik yükseltme gerektiren durumlarda tıpta uzmanlık doktora muadili olarak<br />
kabul edilmektedir.<br />
6. Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği (Resmi Gazete, 13.1.1983,<br />
No: 17927 Mükerrer)<br />
Yataklı Tedavi Kurumlarında çeşitli hizmetlerin uygulama esaslarını,<br />
personelin görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Bu<br />
yönetmelik pratik uygulamalardaki usul ve esasları içerdiğinden bilinmesi ve<br />
uygulanması önemlidir. Bu yönetmelikten bir madde alıntılamakla yetinelim:<br />
72. Madde: "Hasta yatağına yatırıldıktan sonra en kısa süre içinde ilgili tabibler<br />
tarafından muayenesi ve gerekli laboratuvar tetkikleri yapılarak bulguları dosyasına<br />
işlenir. Gerekli tedavi şekli tesbit edilerek tabelasına kaydedilir. Müşahadesi ilgili<br />
tabibler tarafından 24 saat içinde tamamlanır. Tabiblerden başka kimse müşahade<br />
alamaz. Müşahadeler okunaklı ayrıntılı olarak yazılır. Müşahadelerin vaktinde<br />
usulüne uygun alınıp alınmadığını hastane baştabibleri kontrol eder."<br />
Tıpta uzmanlık öğrencileri uzmanlıklarını belirtilen programlarda yaparlar.<br />
Programlar bir birimde veya birden fazla birimin (aynı veya ayrı kurumda) ortaklığıyla<br />
olmaktadır. "Programlardaki eğitim, Kurul (TUK) tarafından ilan edilen ve eğitim<br />
standartlarını da içeren çekirdek müfredatı karşılayacak şekilde olmak<br />
7<br />
<br />
<br />
7. Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />
"Tıp ve diş hekimliği alanlarında uzmanlık eğitimi, uzmanlık belgelerinin<br />
verilmesi ve Tıpta Uzmanlık Kurulunun çalışma usul ve esaslarını düzenlemek<br />
amacıyla" hazırlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />
(TUEY), alanında en ayrıntılı mevzuat düzenlemesidir.<br />
Altı bölümde, 30 madde ve geçici beş maddeden oluşan TUEY'in son<br />
düzenlenmesi 26 04 2014 tarihli Resmi Gazetenin 28983 sayısında yayımlanmış,<br />
yönetmelikte 9.4.2015'te (RG:29321) değişiklik yapılmıştır.<br />
TUEY, 1) amaç, kapsam, dayanak, tanımlar ve kısaltmalar, 2)Tıpta Uzmanlık<br />
Kurulu, 3) programlar, eğiticiler ve uzmanlık öğrencileri, 4) uzmanlık eğitimi, 5) yurt<br />
dışında yapılan uzmanlık eğitiminin denklik işlemleri, 6) çeşitli ve son hükümler<br />
bölümlerinden oluşmaktadır.<br />
TUEY'in tıpta uzmanlık öğrencileriyle ilgili hususlarına aşağıda değinilecektir.
zorundadır(madde 8/1)". Program yöneticisi ile ilgili düzenlemeler TUEY 8. maddede<br />
yapılmıştır.<br />
Tıpta uzmanlık öğrencisi talep edilen program için, "eğitici, donanım ve portföy<br />
bakımından bilgi, mevcut uzmanlık öğrencisi sayısı, program yöneticisi ve<br />
uygulanmakta olan müfredat Tıpta Uzmanlık Kuruluna (TUK) bildirilir".<br />
TUEY'e göre "programlar çekirdek eğitim müfredatları ve standartlarına<br />
uygunlukları yönünden en az beş yılda bir denetlenmelidir(madde 9). Kurumların<br />
yıllık özdeğerlendirmelerini Uzmanlık Eğitimi Takip Sistemi (UETS) üzerinden TUK'a<br />
sunmaları" planlanmıştır.<br />
Bazı çalışmalar yapılmakla birlikte, UETS, planlandığı şekilde zamanında<br />
henüz faaliyete geçirilememiştir (TUEY geçici madde 2'de üç yıl içerisinde<br />
uygulamaya sokulması hedeflenmiştir). Ayrıca, TUK, henüz düzenli denetlemelere<br />
başlayamamış, ancak sorun bildirilen veya bu hususta duyum alınan bazı programlar<br />
için denetim ve değerlendirmeler başlatılmıştır.<br />
Denetimler sonucu yetersiz bulunan programların kapatılma süreci bu<br />
maddede (md 9) ele alınmıştır.<br />
TUEY, 10 maddede eğitimciler ile ilgili hususlar düzenlenmiştir.<br />
TUEY, 11. maddede uzmanlık öğrencisi ile ilgili hususlar düzenlenmiş olup<br />
maddenin tamamı aşağıda alıntılanmıştır.<br />
"(1) Uzmanlık öğrencisi; kurumlarındaki kadro unvanı ne olursa olsun, bu<br />
Yönetmelik ve ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde programlarda uzmanlık eğitimi<br />
gören, araştırma ve uygulama yapan kişilerdir.<br />
(2) Programlara yerleştirilen uzmanlık öğrencilerinin istihdam şekli,<br />
kurumlarının özel mevzuat hükümlerine tabidir.<br />
(3) Uzmanlık öğrencisi muayenehane açamaz, uzmanlık eğitiminin gerektirdiği<br />
durumlar dışında aylıklı veya aylıksız hiçbir işte çalışamaz, bu şekilde çalıştığı tespit<br />
edilen uzmanlık öğrencisinin ilgili eğitim kurumunca ilişiği kesilir.<br />
(4) Uzmanlık öğrencileri, uzmanlık eğitimi uygulamasından sayılmayan işlerde<br />
görevlendirilemez.<br />
(5) Uzmanlık öğrencilerinin nöbet uygulaması üç günde birden daha sık<br />
olmayacak şekilde düzenlenir.<br />
(6) Uzmanlık öğrencisinin programlarda, kurul tarafından belirlenmiş müfredat<br />
ve standartlarda (Ek ibare: RG-9/4/2015-29321) eğitim verilmesinin sağlanmasını<br />
isteme hakkı vardır. Nöbet, çalışma ve eğitim odaları gibi eğitsel ve sosyal<br />
gereksinimleri karşılayan altyapı ve diğer standartlar kurumca sağlanır.<br />
(7) Uzmanlık öğrencisi, programda bulunan bütün eğiticilerin gözetim ve<br />
denetiminde araştırma ve eğitim çalışmalarında ve sağlık hizmeti sunumunda görev<br />
alır, deontolojik ve etik kurallara uyar."<br />
8
TUEY 12. madde uzmanlık eğitimine giriş sınavları (TUS, DUS ve YDUS ) ile<br />
yabancı dil sınavı konusundaki düzenlemeleri kapsamaktadır. " Yabancı dil sınav<br />
sonuçları sınav tarihinden itibaren beş yıl süre ile geçerlidir."<br />
Uzmanlık eğitimine giriş sınavlarının sonuçları, yerleştirme ve uzmanlık<br />
eğitimine başlama konuları madde 13'de ele alınmıştır.<br />
"Tıpta uzmanlık eğitimi yapabilmek için tabip ya da tıp dışı meslek mensubu<br />
olarak eczacı, kimyager veya veteriner olmak (tıbbi biyokimya veya tıbbi mikrobiyoloji<br />
ana dallarında) ; .... yan dal uzmanlık eğitimi yapabilmek için yan dalın bağlı olduğu<br />
ana dalda uzman olmak şarttır." maddenin 1. fıkrasında belirtilmektedir.<br />
Sınavlarda yerleştirmeye esas mesleki bilgi puanının bazı hallerde % 2<br />
oranında düşürülmesi, mesleki bilgi sınav puanı eşit olanların yerleştirme usulü bu<br />
maddede düzenlenmiştir.<br />
Madde 13'de ÖSYM yerleştirmesi ile ilgili hususlar düzenlenmektedir.<br />
Yabancı uyrukluların ana dal veya yan dallarda uzmanlık eğitimi kuralları<br />
madde 14'te ele alınmıştır.<br />
Madde 15'te Bakanlıkça görevlendirme yoluyla uzmanlık eğitiminin diğer kamu<br />
kurum ve kuruluşlarında yaptırılması ele alınmıştır.<br />
Madde 16'da uzmanlık eğitiminde devamlılık, kurum ve dal değiştirme konusu<br />
ele alınmıştır. Bu maddedeki fıkraların hepsi güncel hayatla yakın ilişkili olduğun<br />
tamamı aşağıda alıntılanmıştır:<br />
"MADDE 16 – (1) Bu maddede belirtilen haller dışında uzmanlık eğitiminin<br />
kesintisiz sürdürülmesi şarttır.<br />
(2) Askerlik hizmeti, doğum sonrası ücretsiz izin ve diğer mücbir sebepler<br />
haricinde herhangi bir sebeple eğitime ara verenler veya kendi isteği veya fiiline bağlı<br />
olarak uzmanlık eğitimi sona erenler aynı programa devam edemez.<br />
(3) Uzmanlık eğitimine devam ederken yeniden girdikleri uzmanlık eğitimine<br />
giriş sınavında başarılı olanlar ile uzmanlık eğitimini bitirmeden ayrıldıktan sonra en<br />
geç bir yıl içinde yeniden sınava girerek başarılı olan uzmanlık öğrencilerinden;<br />
a) Uzmanlık eğitim dalı değişenlerin önceki uzmanlık eğitiminde geçen eğitim<br />
süreleri, yeni başlayacakları uzmanlık eğitimi süresinden sayılmaz. Ancak dalları<br />
değişen uzmanlık öğrencilerinin, önceki uzmanlık eğitimine ait süreleri ve rotasyonları<br />
yeni uzmanlık eğitimi dalındaki eğitim müfredatında da yer alıyor ise, yeni başladıkları<br />
kurumdaki program yöneticisi ve akademik kurulca kabul edildiği takdirde ve şekilde<br />
uzmanlık eğitiminin süre ve rotasyonlarından sayılır.<br />
b) Uzmanlık eğitim dalını değiştirmeksizin program değiştirenlerin yeni<br />
başlayacakları kurumdaki program yöneticisi ve akademik kurulca kabul edildiği<br />
9
takdirde ve şekilde, önceki uzmanlık eğitiminde geçen süreler, uzmanlık eğitiminin<br />
süre ve rotasyonlarından sayılır.<br />
(4) Uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık eğitimlerini yerleştirildikleri programda<br />
tamamlamaları esastır. Ancak;<br />
a) Programda hastalık, vefat, istifa, emeklilik veya tayin gibi sebeplerle eğitici<br />
kalmadığı veya programın sahip olması gereken asgari nitelik ve standartları<br />
kaybettiği hallerde, programdaki uzmanlık öğrencileri uygun bir programda eğitim<br />
almak veya rotasyon yapmak üzere kurumları tarafından altı aya kadar<br />
görevlendirilirler. Bu görevlendirmenin yapılmadığı hallerde Kurul tarafından altı aya<br />
kadar re'sen görevlendirme yapılabilir. Bu görevlendirme süresi içerisinde ilgili<br />
programda eğitici istihdam edilemediği veya eğitime engel olan durumun ortadan<br />
kaldırılamadığı hallerde programlardaki uzmanlık öğrencisi Kurulun tespit edeceği<br />
programa, programın bağlı olduğu kurumun mevzuatına uygun olarak nakledilir.<br />
b) Uzmanlık eğitimine başlandıktan sonra ortaya çıkan (1) numaralı alt bentte<br />
açıklanan eş durumu ve (2) numaralı alt bentte açıklanan sağlık durumu<br />
mazeretlerinden dolayı eğitimlerine başka bir ilde devam etmek isteyenler,<br />
mazeretlerini bildirir belgeleri kurumları aracılığı ile Kurula gönderir. Kurul doğrudan<br />
doğruya veya 5 inci maddenin birinci fıkrasının (l) bendi uyarınca oluşturulan<br />
komisyonlar marifetiyle mazeretleri geçerli görülenleri tespit eder. Mazereti kabul<br />
edilenlerin uzmanlık eğitimine giriş sınavında almış olduğu puanın, geçiş yapılmak<br />
istenen programın aynı dönemindeki sınav taban puanına eşit veya bu puandan fazla<br />
olması şarttır. O dönemde ilgili program için kontenjan açılmamışsa ilgili programın<br />
uzmanlık öğrencisi aldığı son üç sınav taban puan ortalaması, bu yoksa son iki sınav<br />
taban puan ortalaması, bu da yoksa son sınav taban puanı esas alınır. Geçiş<br />
yapılmak istenen programa daha önce hiç uzmanlık öğrencisi alınmamış ise puan<br />
kriteri aranmaz. Bu şartları taşıyanların nakilleri ilgili mevzuatına göre yapılır.<br />
1) Eş durumu nedeniyle nakil talebinde bulunan uzmanlık öğrencileri; eşinin<br />
8/6/1984 tarihli ve 217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri<br />
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamına giren bir kurum veya kuruluşta,<br />
14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B)<br />
ve (C) fıkraları ile geçici pozisyonlar hariç olmak üzere memur kadrosunda veya diğer<br />
personel kanunlarına tabi olarak çalıştığını ve eğitim aldığı ilde eşinin kurumunun<br />
veya durumuna uygun bir kadronun bulunmadığını belgelemesi halinde, eşinin<br />
görevli olduğu ildeki uzmanlık eğitimini alabileceği kuruma, böyle bir kurum yoksa en<br />
yakın ile nakledilebilir. Eşlerden ikisinin de uzmanlık öğrencisi olması halinde<br />
kurumların kadro ve eğitim kapasitesi ve eşlerin tercihleri göz önüne alınarak uygun<br />
yerde aile birliği sağlanır.<br />
2) Sağlık durumu nedeniyle nakil talebinde bulunan uzmanlık öğrencileri;<br />
kendisinin veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu eş, anne, baba veya<br />
çocuklarından birinin ortaya çıkan hastalığının o ilde tedavisinin mümkün olmadığını<br />
veya görev yerinin değişmemesi halinde bu kişilerin hayatının tehlikeye gireceğini<br />
sağlık kurulu raporuyla belgelemesi halinde, tedavinin yapılabileceği bir sağlık<br />
kurumunun bulunduğu veya kişinin sağlığının olumsuz etkilenmeyeceği bir ildeki ilgili<br />
uzmanlık eğitiminin verildiği kuruma nakledilebilir. İlgili kişilerin sağlık kurulu<br />
10
aporlarını Bakanlığın eğitim ve araştırma hastaneleri ya da Devlet üniversitelerinin<br />
uygulama ve araştırma merkezlerinden almaları zorunludur. Kurul, sağlık raporlarını<br />
gerekli gördüğü hallerde teyit için hakem hastaneye gönderebilir.<br />
c) 17 nci maddede tarif edilen UETS’de üst üste iki kez olumsuz kanaat notu<br />
alan uzmanlık öğrencisinin programı Kurulca değiştirilir. Yeni eğitim programında da<br />
üst üste iki kez olumsuz kanaat notu alan uzmanlık öğrencisinin hizmet süresi ne<br />
olursa olsun uzmanlık öğrenciliğiyle ilişkisi kesilir. Tekrar uzmanlık eğitimine giriş<br />
sınavına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında üçüncü fıkra hükümlerine<br />
göre işlem yapılır.<br />
ç) Uzmanlık eğitimine başlandıktan sonra herhangi bir mazeret gözetmeksizin<br />
eğitimlerine başka bir ilde veya kurumda devam etmek isteyenlerin, aşağıdaki şartları<br />
haiz ve bir defaya mahsus olmak kaydıyla ilgili mevzuat çerçevesinde atamaya yetkili<br />
makam tarafından geçişleri yapılır:<br />
<br />
1) Geçiş yapılmak istenen kurumun kabulünü gösterir belge alınmış olması.<br />
2) Halen eğitim görülen kurumun onayının alınmış olması.<br />
3) Geçiş yapılmak istenilen kurumun kadro durumunun uygun olması.<br />
4) İlgili uzmanlık öğrencisinin uzmanlık eğitimine giriş sınavında almış olduğu<br />
puanın, geçiş yapmak istediği programın aynı dönemindeki sınav taban puanına eşit<br />
veya bu puandan fazla olması. O dönemde ilgili program için kadro açılmamışsa ilgili<br />
programın uzmanlık öğrencisi aldığı son üç sınav puan ortalaması, bu yoksa son iki<br />
sınav puan ortalaması bu da yoksa son sınav taban puanı esas alınır. Geçiş<br />
yapılmak istenen programa daha önce hiç uzmanlık öğrencisi alınmamış ise geçiş<br />
işlemi yapılmaz"<br />
Uzmanlık eğitiminin takibi ve değerlendirilmesi 17.maddede ele alınmıştır. Bu<br />
madde de tıpta uzmanlık öğrencilerinin günlük pratikte en sık karşılaşacakları<br />
konuları (yapmakta olduğumuz uyum eğitimi programı bu maddenin birinci fıkrası<br />
gereği yapılmaktadır. ayrıca, çekirdek ve genişletilmiş eğitim müfredatı,uzmanlık<br />
eğitimi karnesi, tez takibi, kanaat notu gibi hususlar bu maddede yer almıştır)<br />
içerdiğinden tamamı alıntılanmıştır.:<br />
"MADDE 17 – (1) Eğitim kurumları, program yöneticisi koordinasyonunda yeni<br />
başlayan uzmanlık öğrencisine, kuruma adaptasyon için kurumu tanıtıcı bilgiler verir,<br />
kanuni sorumlulukları, mesleki gelişimi, iletişim ve deontoloji ile ilgili uyum<br />
programları düzenler.<br />
(2) Uzmanlık eğitiminin takibi ve değerlendirilmesi Bakanlık tarafından<br />
elektronik ağ ortamı kullanılarak kurulan UETS çerçevesinde yapılır. UETS aşağıdaki<br />
unsurlardan oluşur:<br />
a) Çekirdek eğitim müfredatı: Uzmanlık eğitimi ihtiyaçlarının değerlendirme<br />
sonuçlarına dayanır. Belirlenen ihtiyaçları karşılayacak amaç ve hedefler ile bunları<br />
gerçekleştirecek asgari bilgi, beceri ve tutum kazandırmaya yönelik eğitim<br />
11
etkinliklerini içerir. Kurul tarafından hazırlanır ya da hazırlattırılır ve ihtiyaç<br />
duyulduğunda güncellenerek UETS’de ilan edilir.<br />
b) Genişletilmiş eğitim müfredatı: Programlar tarafından çekirdek eğitim<br />
müfredatını da kapsayacak şekilde hazırlanır, yıllık olarak güncellenir, Kurula bildirilir<br />
ve UETS’de ilan edilir.<br />
c) Uzmanlık eğitimi karnesi: Program, eğitime başlayan her uzmanlık öğrencisi<br />
için UETS içinde genişletilmiş eğitim müfredatına uygun bir karne oluşturur. Karne<br />
içeriğindeki eğitim ve uygulamaların çekirdek eğitim müfredatına ait olan kısmının<br />
uzmanlık eğitimi süresi içerisinde tamamlanması zorunludur. Bu karneye uzmanlık<br />
öğrencisinin eğitim sürecinde ulaştığı yetkinlik düzeyleri eğiticiler tarafından işlenir.<br />
Eğitim karnesi program yöneticisi tarafından altı ayda bir kontrol edilir varsa<br />
eksiklikler süresi içinde tamamlattırılır. Uzmanlık eğitimini tamamlayanlara kurum<br />
tarafından eğitim karnesinin onaylı bir örneği verilir. Karneler UETS içinde uzmanlık<br />
eğitimini tamamlayanlara ayrılan arşiv kısmında saklanmaya devam edilir.<br />
ç) Program yöneticisi kanaati: Program yöneticisi altı aylık dönemler halinde<br />
uzmanlık öğrencisinin göreve bağlılık, çalışma, araştırma ve yönetme yeteneği ile<br />
meslek ahlakı hakkındaki görüş ve kanaatini UETS’ye kaydeder ve kurum yöneticisi<br />
tarafından onaylanır. Uzmanlık eğitiminin altı aylık değerlendirme döneminin birden<br />
fazla program yöneticisi yanında geçmesi halinde, bu kaydı yanında en fazla süre<br />
geçirilen programın yöneticisi yapar. Bu değerlendirme sonucunda olumsuz görüş ve<br />
kanaat notu alanlar kurum yöneticisi tarafından yazılı olarak uyarılır. Üst üste iki kez<br />
olumsuz kanaat notu alan uzmanlık öğrencisinin bu durumu Kurula bildirilir. (Ek<br />
cümle: RG-9/4/2015-29321) Altı aylık dönemlerin hesaplanmasında uzmanlık<br />
eğitimine başlanılan tarih esas alınır.<br />
d) Tez çalışmasının takibi: Tez çalışması, tez danışmanı tarafından üç ayda<br />
bir değerlendirilir ve UETS’de ilgili kısma işlenir.<br />
e) Uzmanlık öğrencisi kanaati: Uzmanlık öğrencileri verilen eğitimi ve eğiticileri<br />
yıllık olarak nitelik ve nicelik açısından değerlendirir ve UETS’ye kaydeder. Bu<br />
değerlendirme, eğitimin niteliğini ve eğiticilerin bilgi, beceri ve davranışlarını kapsar.<br />
Kurum yöneticileri, bu değerlendirmelerin akademik kurulda görüşülmesini sağlar.<br />
f) Uzmanlık eğitimi süre takibi: Uzmanlık eğitiminden sayılmayan sürelerin<br />
takip edilebilmesi amacıyla kurum yöneticisi uzmanlık öğrencisinin bu sürelerinin<br />
UETS’deki ilgili alana işlenmesini sağlar.<br />
g) Denetim formu: Kurum ve programların denetiminde kullanılan formlar Kurul<br />
tarafından hazırlanır ve uzmanlık eğitimi takip sistemi içinde ayrılmış yerde<br />
yayımlanır.<br />
ğ) Uzmanlık eğitimi yeterlilik sistemi: Eğitim yeterliliği ve kapasitesinin<br />
hesaplanabilmesi için her kurum programlarının eğitici ve portföy ile ilgili bilgilerinin<br />
girilmesini ve her program için uzmanlık öğrencisi kontenjan talebinin oluşturulmasını<br />
sağlar."<br />
12
Madde 18'de "Uzmanlık ana ve yan dalları ile eğitim süreleri ve rotasyonlar"<br />
konusu ele alınmış olup tamamı alıntılanmıştır.<br />
"MADDE 18 – (1) Uzmanlık ana ve yan dalları ile eğitim süreleri 1219 sayılı<br />
Kanunun ekinde yer alan tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık dalları ve eğitim<br />
sürelerine dair ek-1, ek-2 ve ek-3 sayılı çizelgelerde belirtildiği şekildedir. Eğitim<br />
süreleri Bakanlıkça Kurul kararı üzerine üçte bir oranına kadar arttırılabilir.<br />
(2) Senelik izin ve bilimsel içerikli toplantılar için verilen izin süreleri hariç<br />
olmak üzere, uzmanlık eğitiminde fiilen geçmeyen süreler uzmanlık eğitimi<br />
süresinden sayılmaz.<br />
(3) Eğitim süreleri ve rotasyonların uzmanlık öğrencisinin yerleştirildiği<br />
programın bulunduğu kurumda tamamlattırılması esastır. Eğitime kabul belgesi<br />
sağlayan uzmanlık öğrencilerine program yöneticisinin ve yetkili kılınan akademik<br />
kurulların uygun görüşü alınarak yurt içinde veya yurt dışında başka kurumlarda<br />
uzmanlık eğitimi alması için tabi oldukları mevzuata göre bir yıla kadar izin verilebilir.<br />
Kurum içerisinde yapılamayan rotasyonlar bu süreden sayılmaz. Eğitimin yurt dışında<br />
yapılması sebebiyle müfredatın ve rotasyonların tamamlanamadığı durumlarda<br />
akademik kurullarca yurt dışında geçen süreyi aşmamak üzere uygun görülen süre<br />
uzmanlık eğitimi süresine eklenir.<br />
(4) Kurul tarafından belirlenip ilan edilen tamamlanması zorunlu rotasyon<br />
eğitimleri süreleri tamamlandığında o rotasyon ile ulaşılması istenilen hedeflere<br />
ulaşılıp ulaşılmadığı yönünden rotasyon eğitimini veren eğiticiler tarafından UETS<br />
üzerinden değerlendirilir. İstenilen hedeflere ulaşıldığı hallerde rotasyon eğitiminde<br />
yeterlilik elde edilmiş olur; aksi durumda yetersizlik nedeniyle rotasyon eğitimi<br />
tekrarlanır ve bu süre uzmanlık eğitimi süresine eklenir. Tekrarlanan rotasyon<br />
eğitiminde de yetersizlik durumunda ilk iki kurum dışında bir kurumda rotasyon<br />
eğitimi son kez tekrarlanır ve süresi uzmanlık eğitimi süresine eklenir. Bunda da<br />
yetersizlik alan uzmanlık öğrencisinin uzmanlık öğrenciliği ile ilişiği kesilir. Bunlardan<br />
tekrar uzmanlık eğitimine giriş sınavına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında<br />
16 ncı madde hükümlerine göre işlem yapılır.<br />
(5) 16 ncı maddenin dördüncü fıkrası hükümleri çerçevesinde olumsuz kanaat<br />
notu aldığı için programı Kurulca değiştirilen uzmanlık öğrencisinin eğitim süresine bir<br />
yıl eklenir.<br />
(6) Uzmanlık öğrencileri, uzmanlık eğitimlerinde yapmak zorunda oldukları<br />
rotasyon alanlarının uzmanı iseler o rotasyonları yapmış sayılırlar.<br />
Madde 19'da uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık tezi ve değerlendirilmesi<br />
konusu ele alınmış olup tamamı alıntılanmıştır:<br />
"MADDE 19 – (1) Uzmanlık öğrencisinin ana dalda uzmanlık eğitimi bitirme<br />
sınavına girebilmesi için tez hazırlaması zorunludur.<br />
(2) Uzmanlık eğitimi süresinin ilk yarısı içinde uzmanlık öğrencisine bir tez<br />
konusu ve tez danışmanı belirlenir.<br />
<br />
13
(3) Tez, en geç uzmanlık eğitimi süresinin bitiminden üç ay öncesinde asıl<br />
üyelerinden en az biri kurum dışından belirlenen ve en az üç asıl iki yedek üyeden<br />
oluşan jüriye sunulmak üzere program yöneticisine teslim edilir.<br />
(4) Jüri en geç bir ay içerisinde uzmanlık öğrencisinin tez savunmasını da<br />
alarak tezi inceler ve sonucunu yazılı ve gerekçeli olarak uzmanlık öğrencisi ile<br />
program yöneticisine bildirir.<br />
(5) Jüri tez çalışmasını yeterli bulmazsa, eksikliklerin tamamlanması ve gerekli<br />
düzeltmelerin yapılması için uzmanlık öğrencisine altı aylık ek bir süre verir. Bu<br />
sürenin uzmanlık eğitimini aşan kısmı uzmanlık eğitimi süresine eklenir.<br />
(6) Tezin ikinci defa kabul edilmemesi halinde, uzmanlık öğrencisinin uzmanlık<br />
öğrenciliği ile ilişiği kesilir. İlişiği kesilen uzmanlık öğrencisi iki yıl içinde uzman adayı<br />
olarak aynı kurumda tezini ya da uygun görülen yeni bir tezi tamamlayabilir. Bu süre<br />
içinde de tezini sunmayan veya tezi kabul edilmeyen uzman adayının uzmanlık<br />
eğitimi ile ilişiği kesilir. Bu şekilde ilişiği kesilenlerden daha sonra girdikleri uzmanlık<br />
eğitimi giriş sınavına göre uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında 16 ncı madde<br />
hükümlerine göre işlem yapılır.<br />
(7) Tez jürisinin teşkili, danışman tayini, tez sürecinin izlenmesi ve tezin<br />
değerlendirmesine yönelik prensipler Kurulca karara bağlanır."<br />
Uzmanlık eğitimini bitirme sınavı madde 20'de ele alınmış olup, madde<br />
aşağıda alıntılanmıştır<br />
"MADDE 20 – (1) Tezi kabul edilen, uzmanlık eğitimi süresini ve rotasyonlarını<br />
başarıyla tamamlayan, uzmanlık eğitimi karnesinin çekirdek eğitim müfredatını<br />
belirleyen kısmının tamamlandığı ilgili program yöneticisi tarafından onaylanan<br />
uzmanlık öğrencisi, uzmanlık eğitimini bitirme sınavına girmeye hak kazanır. Bu<br />
durum onbeş gün içerisinde sınav jürileri, sınav yeri ve tarihi belirlenmek üzere<br />
fakültelerde ve Bakanlığa bağlı sağlık tesisleri ve üniversitelere ait ilgili birimlerin<br />
birlikte kullanıldığı durumlarda dekanlığa, Adli Tıp Kurumunda kurum başkanlığına,<br />
eğitim ve araştırma hastanelerinde Bakanlığa veya Bakanlığın yetki devri yaptığı<br />
birime, UETS’ye kaydedilmek suretiyle bildirilir ve işlemleri tamam olanlar sınava<br />
alınır. Uzmanlık eğitimini bitirme sınavları UETS’de ilan edilen yer ve tarihte sınav<br />
jürilerince yapılır.<br />
(2) Jüriler, en az üç üyesi sınav yapılan daldan olmak üzere, uzmanlık dalının<br />
rotasyon alanlarının veya Kurulun uygun gördüğü dalların eğiticilerinden oluşmak<br />
üzere beş kişiden oluşur. Jürinin tamamı sınav yapılan dalın eğiticilerinden<br />
oluşturulabilir. Ayrıca iki kişi yedek üye olarak seçilir. Jüri üyeleri kendi aralarından bir<br />
başkan ve kâtip üye seçer.<br />
(3) Uzmanlık sınavı, aşağıda belirtilen biri mesleki bilgi, diğeri uygulama ve<br />
beceri sınavı olmak üzere iki aşamada yapılır.<br />
a) Mesleki bilgi sınavında aday, jüri tarafından seçilen vakanın anamnezini<br />
alarak muayenesini yapar, teşhis ve tedavisi hakkında yorumlarını sunar.<br />
<br />
14
Laboratuvar dallarında jürinin seçtiği konular üzerinde adayın yorumları alınır.<br />
Gerektiğinde materyal verilerek uygulamalar izlenir. Mesleki bilgi sınavı tek oturum<br />
halinde yapılır. Her üye adaya sorular sormakla yükümlüdür. Sorular içerik açısından<br />
adayın uzmanlık dalındaki bilgisini değerlendirmek amacıyla ilgili dalın çekirdek<br />
eğitim müfredatı çerçevesinde yöneltilir.<br />
b) Uygulama ve beceri sınavı, uzmanlık dalının özelliğine göre teşhis ve tedavi<br />
için gerekli olan müdahale ve ameliyatlar, laboratuvar, görüntüleme ve teknik<br />
uygulama ve becerileri ölçmeyi amaçlar.<br />
(4) Her bir jüri üyesi mesleki bilgi ile uygulama ve beceri sınavında ayrı ayrı<br />
yüz üzerinden puan verir. Sorulan sorular ve alınan cevaplar kâtip üye tarafından<br />
kaydedilerek jüri üyeleri tarafından imzalanır ve ek-1’de yer alan sınav tutanağına<br />
eklenir.<br />
(5) Mesleki bilgi sınavı ile uygulama ve beceri sınavında jüri üyelerinin verdiği<br />
puanların ortalamaları alınır ve ek-1’de yer alan sınav tutanağında belirtilerek<br />
üyelerce imzalanır. Ortalamaları her iki sınav için de ayrı ayrı altmış ve üzeri ise aday<br />
başarılı kabul edilir. Sınav sonucu jüri başkanı tarafından ilgili kurum vasıtasıyla<br />
Bakanlığa iletilir.<br />
(6) Girdikleri uzmanlık eğitimini bitirme sınavında başarı gösteremeyenler veya<br />
sınava girmeyenler altı ay içerisinde tekrar sınava alınır. Bu süre içerisinde uzmanlık<br />
öğrencilerinin kadrolarıyla ilişikleri kesilmez. Girdikleri ikinci sınavda da başarılı<br />
olamayanların veya bu sınava girmeyenlerin, uzmanlık öğrenciliği ile ilişikleri kesilir.<br />
Bu suretle uzmanlık öğrenciliği ile ilişiği kesilenlere, takip eden altı ay içerisinde jüri<br />
üyelerini ve yapılacağı kurumu Kurulun belirleyeceği iki sınav için başvuru hakkı<br />
verilir. Bu sınavlarda da başarılı olamayanlar veya sınavlara girmeyenlerin bu<br />
eğitimlerine bağlı hakları sona erer. Bunlardan tekrar uzmanlık eğitimine giriş<br />
sınavlarına girip uzmanlık eğitimine başlayanlar hakkında 16 ncı madde hükümlerine<br />
göre işlem yapılır."<br />
Uzmanlık eğitiminin tamamlanması madde 21'de uzmanlık belgelerinin<br />
düzenlenmesi ve tescili madde 22'de ele alınmıştır. İlgili maddeler aşağıda<br />
alıntılanmıştır.<br />
"MADDE 21 – (1) Uzmanlık eğitiminin tamamlanması için;<br />
a) Ana dal uzmanlık öğrencileri için tezin kabul edilmiş olması,<br />
b) Çizelgelerde belirtilen uzmanlık dalı ile ilgili uzmanlık eğitimi süresinin ve<br />
rotasyonların tamamlanmış bulunması,<br />
c) Uzmanlık eğitimi karnesinin çekirdek eğitim müfredatını belirleyen kısmının<br />
ilgili program yöneticisi tarafından onaylanmış bulunması,<br />
ç) Uzmanlık eğitimini bitirme sınavında başarılı olunması, şarttır."<br />
15
MADDE 22 – (1) Uzmanlık eğitimini bitirme sınavı sonuçları, uzmanlığın tescili<br />
için gerekli olan belgelerle birlikte en geç onbeş gün içinde, programın bağlı olduğu<br />
kurum yöneticisi tarafından Bakanlığa gönderilir.<br />
(2) Uzmanlık eğitimini başarıyla tamamlayanların uzmanlık belgeleri<br />
Bakanlıkça düzenlenir ve tescil edilir.<br />
(3) Uzmanlık eğitiminin bu Yönetmeliğe uygun olarak yapılmadığının tespiti<br />
halinde Bakanlıkça tescil işlemi yapılmaz, yapılmış ise iptal edilir.<br />
(4) Bu Yönetmelik hükümlerine göre verilen uzmanlık belgesinin şekli ve içeriği<br />
Bakanlıkça tespit edilir."<br />
Yurt Dışında Yapılan Uzmanlık Eğitiminin Denklik İşlemleri madde 23-26'da<br />
ele alınmıştır.<br />
27 madde'de uzmanlık yetkisinin kullanılmasına ilişkin olarak " Bu Yönetmelik<br />
hükümlerine göre uzmanlık belgesi almayanlar, hiçbir yerde ve şekilde uzmanlık<br />
unvan ve yetkisini kullanamazlar. Bu Yönetmelikten önceki mevzuata göre<br />
kazanılmış bulunan uzmanlık yetkisi ile ilgili haklar saklıdır." hükmü TUEY'de yer<br />
almıştır.<br />
Yönetmelik geçici maddeler ve değişik ve son hükümlerle birlikte sona<br />
ermektedir.<br />
Tıpta uzmanlık öğrencisini ağırlıklı olarak ilgilendiren mevzuat yukarıda<br />
özetlenmiştir. Ayrıca, mevzuatta olmayan hususlarda TUK kararları da mevcuttur.<br />
Her tıpta uzmanlık öğrencisinin TUEY ve diğer ilgili mevzuatı eğitime<br />
başlarken ayrıntılı şekilde okuması, bu yönetmelikteki hususlara uyum sağlamaları<br />
eğitimleri ve gelecekleri için çok yararlı olacaktır. TUKMOS çekirdek müfredatlarında<br />
yedi temel yetkinlikten birinin yöneticilik olarak belirlenmiş olduğuna dikkat edilmelidir.<br />
Bilindiği gibi kuralları bilmemek kişileri sorumluluktan kurtarmamaktadır.<br />
Haliyle uzmanlık programları ve ilgili kurum ve kuruluşlar sorumluluklarını<br />
üstlendikleri tıpta uzmanlık öğrencilerini ilgili mevzuat ve müfredat çerçevesinde<br />
yetiştirmekle sorumludur.<br />
16
Kaynaklar<br />
1. Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının teşkilat görevleri hakkında kanun hükmünde kararname<br />
(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/4.5.663.pdf, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />
2. Sağlık hizmetleri temel kanunu (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3359.pdf, erişim tarihi,<br />
28.08.2016)<br />
3. Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (<br />
http://www.tuk.saglik.gov.tr/pdfdosyalar/mevzuat/181khk.html, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />
4.Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun<br />
(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.1219.pdf, erişim tarihi, 28.08.2016)<br />
5.Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />
(http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.19629&MevzuatIliski=0&sourceXmlS<br />
earch=t%C4%B1pta%20ve%20di%C5%9F%20hekimli%C4%9Findetuey-2014.pdf , erişim tarihi,<br />
28.08.2016 )<br />
6.Tıpta uzmanlıkla ilişkili mevzuat (http://www.tuk.saglik.gov.tr/mevzuat.html; erişim tarihi, 28.08.2016)<br />
7.Uzmanlık Eğitimi Çekirdek Müfredatları (http://www.tuk.saglik.gov.tr/mufredatlar.html; erişim tarihi:<br />
02.09.2016)<br />
8.Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği<br />
(http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=3.5.85319&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=<br />
YATAKLI%20TEDAV%C4%B0%20KURUMLARI%20%C4%B0%C5%9ELETME%20Y%C3%96NETM<br />
EL%C4%B0%C4%9E%C4%B0, erişim tarihi: 30.08.2016)<br />
9.Yükseköğretim Kanunu<br />
(http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2547&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=,<br />
erişim tarihi, 28.08.2016)<br />
17
Asistanların Bakış Açısı ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Uzmanlık<br />
Eğitimi<br />
Dr. Ahmet MURT<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı<br />
Her bir uzmanlık alanında eğitim programlarının uyması gereken asgari<br />
standartlar ile öğrenim hedefleri ve eğitim sürecinin farklı senelerine göre<br />
seviyelendirilmiş çekirdek eğitim müfredatları Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK) tarafından<br />
belirlenmiş durumdadır. Her uzmanlık alanının çekirdek eğitim müfredatı, o alandaki<br />
akademisyenlerce oluşturulmuş kurullarca düzenli olarak güncellenmeli ve<br />
geliştirilmelidir ki, TUK’a bağlı Müfredat Oluşturma ve Standartları Geliştirme Sistemi<br />
(TUKMOS) bu amaca hizmet etmektedir. Her çekirdek müfredat, TUK web<br />
sayfasından kontrol edilebilir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde her bir anabilim dalı<br />
asistan karnelerini oluştururken bu çekirdek müfredatlar çerçevesinde bir kapsam<br />
belirlemeye çalışmakta olup, olası eksikler ve uyumsuzluklar açısından asistanların<br />
çekirdek müfredatları takip etmeleri yerinde olur. Bu sayede değerli öneriler<br />
geliştirilebilecektir.<br />
Asistanların görüşlerini uygun olarak bölümlerine ve fakülte kurullarına<br />
iletebilmeleri önem taşımakta olup, fakültemizin ilgili kurulları bu yönde olumlu<br />
örnekler geliştirmiş durumdadır. Her bir asistan arkadaşımızın kendi bölümü için<br />
önerilerini, eleştirilerini ve değerlendirmelerini uygun yöntemlerle kendi bölümü ile<br />
paylaşması faydalı olacaktır. Buna ek olarak fakülte asistan temsilciliği mekanizması<br />
ile öneriler fakülte kurullarına da iletilebilir. Birçok deneyim göstermiştir ki, bölüm içi<br />
ve fakülte geneli önerilerin birbirleri ile koordineli ve uygun sırada olmaları kabul<br />
görürlüklerini arttırmaktadır.<br />
Anabilim dallarının hemen hepsinde uzun yılların birikimi olarak uluslararası da<br />
kabul gören akademik kadro ve vaka çeşitliliği mevcuttur. Bu yönden bakıldığında<br />
fakültemiz, gerek hasta bakımı, gerekse eğitim ve araştırmalar açısından genel<br />
olarak avantajlı bir konumdadır. Yine de, asistanlar güncel değişiklikleri yakından<br />
izleyip geliştirme önerilerini bölümleri ile paylaşabilmelidirler.<br />
Asistan karnesi, asistanların süreç içerisinde kazanacakları bilgi, beceri ve<br />
tutumların hem bizzat kendilerince hem de eğiticiler tarafından takip edilmesini<br />
sağlayabilecek araçlardan bir tanesidir ve bölümlerimizde son birkaç yıldır<br />
uygulanagelmektedir. Asistan karnesi ile eğitim süreçlerinin takibi açısından<br />
asistanların da istekli olmaları önem taşıyan bir diğer husustur.<br />
Uzmanlık eğitimi veren kurumlarımızda asistanlar tarafından üstlenilmiş olan<br />
sağlık hizmeti sunumu yükü, eğitim süreçlerini engellemeyecek şekilde<br />
düzenlenmelidir. Sağlık hizmeti sunumu, asistan eğitiminin bir parçası olarak<br />
planlanmalı, eğitim sorumlularının asistanlara iş başında yapıcı geribildirim vermesi<br />
sağlanmalıdır. Tıbbi pratiğin kanıta dayalı uygulanması prensibi yol gösterici olmalı,<br />
eğitim sorumluları bu konuda asistanlara etkin danışmanlık sunabilmelidir.<br />
Bahsettiğimiz bu mekanizmanın etkili yöntemlerle hayata geçirildiği bir çok<br />
bölümümüz olmakla birlikte bu konuda da sürekli gelişim ilkesinden ödün vermeden<br />
iyileştirmeler yapılabilmelidir.<br />
18
Uluslararası birçok mülakat ve anketlerde gösterilmiştir ki; uzmanlık<br />
öğrencilerinin fiziksel ortam ile ilgili öneri ve temennilerinin dikkate alınması eğitimin<br />
daha verimli olmasını sağlamaktadır. Tıpta uzmanlık eğitimi veren kurum, eğitim<br />
alanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek ortamı sağlamalı ve gerekli düzenlemeleri<br />
uzmanlık öğrencilerinden alınan geri bildirimler doğrultusunda yapmalıdır. Ayrıca,<br />
yeterli işlevsel kapasiteye sahip yardımcı sağlık ve destek personeli sayısı ve<br />
dağılımı sağlanmalıdır. Tıpta uzmanlık eğitimi alanlara hekimlik dışı (tıbbi sekreterlik,<br />
malzeme temini, …) işler yüklenerek eğitimlerine ait zamanın verimsiz kullanılmasına<br />
sebebiyet verilmemelidir.<br />
Uzmanlık eğitimi veren kurumlardaki norm kadro (asistan, yan dal asistanı,<br />
uzman, akademisyen) planlaması, asistanların eğitim ile ilgili ihtiyaçlarının iş yükü<br />
karşısında geri planda kalmasını engelleyecek şekilde yapılmalıdır. Buna ek olarak<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin tarihi görevlerinden biri de ülkemize belirli kalitede<br />
akademisyen kazandıran bir kurum olmasıdır. Bu bilinç ile, asistanlarımızın temel<br />
bilimsel yeterliklerinin gelişmesi de geri planda bırakılmamalıdır.<br />
Asistanlar, tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili tüm kurumlarda ve kurullarda etkin ve<br />
aktif olarak temsil edilmelidirler. Asistanlar arasında etkin ve aktif bir paylaşımı<br />
oluşturacak iletişim ve temsiliyet ağı oluşturulmalıdır ve bu oluşumlar (anabilim<br />
dallarında ve fakülte genelinde) desteklenmelidir. Tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili her<br />
kademede (bölüm içi, kurumsal ve ülke genelinde) karar alma süreçlerine asistanların<br />
katılımının ve temsiliyetinin sağlanması önemlidir. Asistanlar kendi eğitim süreçleri ile<br />
ilgili inisiyatif alabilmeli, kendi kurumlarına ve merkezi düzenleyicilere görüş<br />
iletebilmelidir. İletilen bu görüşler mutlaka değerlendirilmeli ve asistanlara planlamalar<br />
ile ilgili şeffaf bilgiler sunulmalıdır.<br />
Eğitim kurumlarımız kapsamında, birimlerde ve kurum genelinde gerek<br />
bireysel gerekse bütünsel asistan temsiliyetinin sağlanması önemli bir gereksinimdir.<br />
Birimler, eğitim programlanması ve geliştirilmesi süreçlerinin uygun bileşenlerine<br />
asistanları dahil edebilmelidirler. Kurum genelindeki akademik ve yönetimle ilgili<br />
kurullarda asistan temsiliyeti geliştirilmeli, birim/bölüm temsilcileri ile genel temsilciler<br />
arasında iletişim kanalları ve eş güdüm içerisinde çalışma imkanları artırılmalıdır. Bu<br />
alandaki çalışmaların günlük rutin işleyiş arasında sıkışması, verimliliğin her açıdan<br />
düşmesine sebebiyet verebilir. Ülkemiz için geliştirdiğimiz önerilerden biri de,<br />
asistanların bütününün görüşlerinin temsilciler aracılığıyla ilgili kurullarda temsil<br />
edilmesinin yanında her asistanın bireysel olarak da görüş ve önerilerini<br />
yansıtabileceği kanalların arttırılmasıdır. Bu yönden bakıldığında da Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesi’nin değerli bir birikimi ve tecrübesi vardır.<br />
Ülkemiz genelinde haftalık azami çalışma süresinin hekimler için<br />
belirlenmemiş olması önemli bir eksiklik olarak en fazla asistanları etkilemektedir.<br />
Yetkiyi elinde bulunduran kurul ve kurumlar bu konuda yapılmış uyku fizyolojisi<br />
çalışmalarını ve uluslararası standartları da göz önüne alarak bir çalışma<br />
yapmalıdırlar. Örneğin Avrupa Birliği’nin çalışma süreleri ile ilgili son düzenlemesi<br />
haftalık en fazla 48 saat çalışılabileceğine işaret etmektedir.Gerçekçi ve uygulanabilir<br />
çalışma saatleri asistan hekimler için ülkemiz şartları özelinde belirlenmelidir. 2014<br />
yılında yaptığımız geniş bir saha çalışmasında; ideal azami çalışma saatinin haftalık<br />
56 saat olmakla birlikte bu üst sınırın 72 saati aşmamasının uygun olacağı önerisini<br />
geliştirmiştik. Asistanların eğitim oturumlarında, bilimsel toplantılarda, kendi bilimsel<br />
19
araştırmalarında ve üstlendikleri idari görevlerde geçirdikleri zaman bu asgari toplam<br />
süreye dahil olmalıdır.<br />
Asistanlar nöbet tuttukları günlerde toplamda 32-36 saat kesintisiz çalışmak<br />
zorunda kalmaktadırlar. Hasta güvenliğinin güvenceye alınabilmesi için böyle bir<br />
durumda 16. saatin ardından en az 5 saatlik izole uyku zamanı ayrılması gerektiği,<br />
uyumaya elverişli rahat bir yerde 5 saat kesintisiz dinlenildikten sonra en fazla 30.<br />
saate kadar çalışmaya devam edilebileceği gösterilmiştir. Tabi ki çalışma koşulları ve<br />
asistan sayıları bazı bölümlerde bu düzenlemelerin yapılmasına imkan<br />
tanımayabilmektedir. Yine de düzenlemelerde bu unsur da göz önünde<br />
bulundurularak en uygun adımlar atılmaya çalışılmalıdır.<br />
Yabancı uyruklu asistanlar birincil olarak eğitim görmek amacı ile ülkemizde<br />
yer almakla birlikte sağlık hizmeti sunumunda ve nöbetlerde Türkiye Cumhuriyeti<br />
vatandaşları ile aynı çalışma koşullarına sahiptirler. Üretilen sağlık hizmeti<br />
karşılığında kurumlarımıza yapılan katkılarla dönmekte olan ek ödeme sisteminden<br />
ve tuttukları nöbetlerden mali katkı alabilmeleri durumu ne mutlu ki son birkaç yıl<br />
içerisinde güvenceye alınabildi. Bu grubun kendilerine özgü ihtiyaçları olabileceği de<br />
sürekli olarak göz önünde bulundurmamız gereken unsurlardandır.<br />
Uzmanlık eğitimi sürecinde asistanların bilimsel çalışmalarının teşvik edilmesi<br />
gerekir. Yapılması zorunlu tezler, bu amaca az ya da çok hizmet ediyor olmaları<br />
anlamında önemli bir öğretim metodu olarak da kabul edilebilirler. Tez, bir öğretim<br />
metodu olarak görüldüğünde uygun bir konu vakitlice belirlenerek asistanın kendi<br />
gelişim süreci ile uygun olarak kademeli olarak ortaya kaliteli bir ürün ortaya koyması<br />
sağlanabilir. Bu sayede asistan hem istatistiksel beceriler hem de bir bilimsel<br />
çalışmanın takibi açısından yetkinliklerini geliştirme fırsatını yakalayacaktır.<br />
Fakültemizde bu yönde de birçok olumlu örnek mevcuttur.<br />
Mevcut uygulama ile uzmanlık eğitimi programı sonunda yapılan tek bir<br />
sınavla eğitim çıktılarının değerlendirilmeye çalışılması kimi zaman yetersiz<br />
olabilmekle birlikte genel olarak fakültemizde eğitimini tamamlamış uzman<br />
adaylarının sınav başarıları gayet yeterli bir seviyededir. Bunu girilen ulusal ve<br />
uluslararası board sınavlarındaki başarı ile de görebilmekteyiz. Her bir asistan<br />
arkadaşın kendi uzmanlık alanındaki ulusal ve uluslararası board sınavlarını takip<br />
etmesi hem kendi eğitim süreçlerinin uygun şekilde tamamlanmasını sağlayacak hem<br />
de fakültemizi geliştirici ek bir adım daha olacaktır.<br />
Asistan karneleri ve asistan izlem portföyleri asistanların eğitim sürecindeki<br />
gelişimlerini takip edebilmek açısından değerli birer aracıdırlar. Çevirim içi karneler<br />
oluşturularak öğretim üyeleri ve asistanlar arasında akıcı bir iletişim sağlanabilir. Bu<br />
sayede becerilerin takibi ve değerlendirilmesi daha etkili olabilecektir. Bu konuda bazı<br />
aşamalar kaydedildiğinde gündeme gelebilecek bir diğer düşünce hastane<br />
otomasyon programı ile asistan karnesi arasında eş güdüm sağlanarak asistanların<br />
uyguladığı işlemlerin direkt olarak karneye kaydının sağlanması ve bu şekilde bir<br />
takibin oluşturulmasıdır.<br />
Resmi müfredatlara yön verecek olan çekirdek eğitim müfredatlarının çok fazla<br />
ayrıntıya yer verecek şekilde yapılandırılmaya çalışılması, bunlara uyulamamasına<br />
sebebiyet vererek genel olarak uygulanabilirliklerini olumsuz yönde<br />
etkileyebilmektedir. Bu nedenle bölümlere özgü müfredatların esas çekirdeği<br />
güvenceye alarak etkin şekilde oluşturulmasına yönelik bilinç oluşturulmalıdır.<br />
20
Asistanların kendi uzmanlık alanlarındaki bilgi ve becerilerinin gelişmesinin<br />
yanında tüm uzman hekimler için eş bir seviyeyi nitelendirecek genel yeterliklerin<br />
oluşturulmaya çalışılması da gereklilikler arasındadır. Bu yeterlikler kurumsal eğitim<br />
mekanizmaları ile kazandırılabileceği gibi, farklı anabilim dalları tarafından bir arada<br />
geliştirilmiş ortak eğitim oturumları da bu amaca hizmet edebilir. Yine, fakültemizdeki<br />
asistanların farklı bölümlerdeki zengin birikimin farkında olarak gerek bölümler arası<br />
konsültasyonlarla gerekse diğer bölümlerin ilan edilmiş eğitim programlarını takip<br />
ederek eksik kaldıklarını düşündükleri alanları geliştirebilecekleri aşikardır.<br />
Öğretim üyeleri ve eğitim sorumluları uzmanlık öğrencilere bilgi ve beceri<br />
aktarımının yanında iyi birer rol-model olabilmelidir. İyi bir rol model; bunlarla sınırlı<br />
olmamak üzere, iletişime açık, öğrenmeye / öğretmeye meraklı ve değerleri olan,<br />
düşündüklerini öğrencisi ile uygun şekilde paylaşan, öğrenen merkezli eğitimi<br />
hedefleyen, vakaları öğrencisi ile tartışmak için zaman ayıran, kendi kişisel ve<br />
profesyonel gelişimini sürekli devam ettiren, beraber çalıştıklarına saygı gösteren,<br />
çalışma kültürünün ve değerler sisteminin gelişmesi için mücadele eden öğretim<br />
üyesidir. Fakültemiz uzmanlık eğitiminin güçlü yanlarından belki de en öncelikli olanı<br />
örnek alınabilecek çok sayıda hocalarımız olduğu gerçeğidir.<br />
Kaynaklar:<br />
1.European Working Time Directive<br />
[http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=706&langId=en&intPageId=205] (erişim: 25 Ağustos 2016)<br />
2.Rethans J, Norcini J, Baron-Maldonado M, Blackmore D, Jolly B, LaDuca T, Lew S, Page G,<br />
Southgate LH. The Relationship between competence and performance: implications for assessing<br />
practice performance. Medical Education 2002; 36: 901 - 909<br />
3.Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği<br />
(http://www.tuk.saglik.gov.tr/mevzuat.html),<br />
4.Uzmanlık Eğitimi’nde Standardizasyon Çalıştayı Sonuç Bildirgesi. Genç Hekim Platformu, 2013,<br />
İstanbul<br />
5.Uzmanlık Eğitimi’nde Sorunlar ve Çözüm Önerileri Çalıştayı Sonuç Bildirgesi. Genç Hekim<br />
Platformu, 2013, Konya<br />
6.Uzmanlık Eğitimi Programları ve Asistanların Çalışma Şartları Çalıştayı Sonuç Bildirgesi, Genç<br />
Hekim Platformu, 2013, Ankara<br />
7.Uzmanlık Eğitimi Programları, Tezler, Çalışma Şartları ve Asistan Temsiliyeti Çalıştayı Sonuç<br />
Bildirgesi, Genç Hekim Platformu, 2013, İzmir<br />
21
Hekimin Sorunlarına Etik Yaklaşım<br />
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi<br />
Tıbbi Etiğin durdurulamaz yükselişi, her geçen gün bir başka etik sorunun<br />
gündeme oturması, tıp etiği tartışmalarının yapıldığı toplantıların artması bir tek şeyi<br />
göstermektedir; Tıbbi suiistimallerin artmasını. Tıbbi suiistimallerin en basit<br />
açıklaması; Hekimin mesleğini uygulaması sırasında hastanın menfaatini esas ve en<br />
ön planda ele alması gerektiği halde kendi menfaatini ön planda tutmasıdır. Bu<br />
menfaat çok önemsiz bir hediyeden başlayıp hekimin hedeflediği maddi olanakların<br />
veya yükselme potansiyelinin basamaklarına kadar pek çok seviyede olabilir.<br />
Hekimin menfaatlerinin çeşitliliği o derece arttı ki ideal bir hekimin asla<br />
düşünemeyeceği kadar çok ve farklı bağlara sahip. Bu durumu özellikle ve sık olarak<br />
tıp dergilerine yansıyan suiistimallerde daha çok görüyoruz. Tıp eğitimi yapmak ve<br />
hasta olan insana yardım etmek amacı ile işe başlayan masum aday neden ve nasıl<br />
oluyor da kendini bu menfaat odağının içinde buluyor, çözüm nedir.<br />
Tıp etiği, hekimin –tıbbi kötüye kullanma sorunlarını Sağlık Hukuku’na<br />
bırakmış ve tıp uygulamaları sırasında ortaya çıkan değer sorunlarını tartışır hale<br />
gelmiştir. Bu değer sorunları etik tartışmaların esası kabul edilir. Tıp etiğinin amacı;<br />
biyoloji ve tıbbın uygulanışında ortaya çıkan etik sorunları tanıtmak, bu sorunların<br />
çözülmesi için gereken etik duyarlılığı kazandırmak, etik yaklaşım ve akıl yürütmeyi<br />
sistematik olarak öğretmek ve metodunu vermektir. Klinikte hekimin uygulaması<br />
gereken, pratik uygulama sahası olan bir disiplindir.<br />
Tıp etiğinin kavranması için öncelikle hekimin etik sorunları tanıması gerekir.<br />
Hekim tıp uygulamaları sırasında ortaya çıkan etik sorunları tanımaz veya göz ardı<br />
ederse çözüm çıkmazdadır. Etik sorunları bilmek, etiğin kavranması için en önemli<br />
adımdır. İkinci önemli adım ise hekimin mesleğini uyguladığı toplumun ve insanının<br />
değerlerini bilmesidir. Etik, amaç ve hedefi olan toplumsal değerler sistemidir. Bu<br />
değerler sistemi toplumu ve bireyi bağlayan, bir arada tutan ahlaki değerlerdir.<br />
Hekimin uygulamaları sırasında içinde yaşadığı toplumun değerlerini bilmesi ve bunu<br />
kavranması etik çözümde çok önemlidir ve hekimi korur.<br />
Etik Sorunlar<br />
Günümüzde hızla artan bilgi birikimi akıl almaz hızla büyüdü. Tıp bilgisi hem<br />
büyümüş, hem karmaşıklaşmış hem de bireylerden uzaklaşmıştır. Herhangi bir tıbbi<br />
bilgi artık o konuda ihtisası olandan başkasının anlayamayacağı şekilde detaylara<br />
inmiştir. Bu karmaşıklaşan bilgi ve uygulamaların her biri teknik, bilimsel ve etik<br />
sorunları beraberinde getiriyor. Yeni teknolojilerin tıbba uygulanması o kadar hızlı<br />
oluyor ki yan etkileri ortaya çıkıncaya kadar etik açıdan da kabul edilemez ciddi<br />
suçlar işlenmiş oluyor.<br />
Hızla gelişen yeni teknoloji tıbbı etkilediği gibi, tıp için yeni teknolojiler de<br />
üretilmekte. Bunun sonucunda büyük ölçüde teknoloji ve tetkik bağımlılığa<br />
sürüklenmiş gündelik tıp uygulamaları ön plana geçiyor. Her bir yeni uygulama pek<br />
22
çok etik sorunu da beraberinde getiriyor. Yeni bir teknoloji ve uygulaması için ortaya<br />
konan etik kurallar anında yetersiz oluyor. Hekimlerin de hastaların da kafası karışık.<br />
Giderek karmaşıklaşan ve ayrıntılara giden tıbbi bilgi yükü, uç dallardaki<br />
uzmanlıklar, tercihlerini, sistemlerden organlara, organlardan dokulara, hatta hücre<br />
çekirdeğine dek inebilen alt uzmanlık dallarından yana kullanan hastalar. Yüksek<br />
teknoloji ile ileri tetkik ve tedavi yöntemlerinin büyüsüne kendini kaptırmış hastalar,<br />
hekimin klasik tedavisinden mutlu değil. Parçalanmış, bütünsellik ve sürekliliğini<br />
yitirmiş hasta-hekim ilişkilerinin etik çözümlenmesinde çıkmazlar var. "Yanılsama" ve<br />
"sanallık" makasına sıkışma, "yanlış yönlendirilmeye açıklık", "kötüye kullanım" gibi<br />
sorunlar ortada. Hastane polikliniklerinin bekleme salonları, hastane çevresindeki her<br />
sokakta bulunan pek çok görüntüleme merkezi, ticarî yoğunluklu tıp ilişkileri içinde<br />
hastanın durumu etik sorunların başta gidenlerinden.<br />
Güven Duymanın Tılsımı<br />
Tarihin ilk devirlerinden beri hastanın hekimine güven duyması hekimin en<br />
önemli kuvvetidir. Hekimine güven duyan hastanın tedavisinde hekim daha<br />
başarılıdır. Güven duymanın etkisi plasebo deneyleriyle ispat edildi. İlaçların<br />
denenmesi sırasında plasebo etkili yani hiçbir ilaç olmadan verilen sıvının etkili ilaçla<br />
kıyası bize bu tılsımı ispat etti. İlaçsız ilaç %40 etkiliydi. Bu inanılmaz bir orandı ve<br />
eğer hekime güvenilir ve az da olsa etkili bir ilaç verse tedavi başarılı olacaktır.<br />
Hekimin tedavi edeceğine inanmak başarının yarısıydı. Bu bilimsel bilgi hastanın<br />
hekimine güven duyması ve onu tedavi edeceğine inanmasının önemini ortaya<br />
koyuyor. Hekimler bu çok önemli tılsımı kaybediyorlar. Hekime güven gittikçe<br />
azalıyor. Hekime güvenin azalması hekimlerin ön plana aldıkları kazanç ve çıkarlar,<br />
diğer hekimleri küçümseyen tutumlar ve bunun hastalara aktarılması, hastası ile çok<br />
kısa süre bir araya gelen hekimin bir robot gibi ilaç yazması olabilir. Devamlı değişen<br />
hekimler ve onları anlamadığını düşünen hastalar hastaneleri doldurmaya devam<br />
ediyor.<br />
Mesleki Sır’da yeni Sorunlar<br />
Hekimin hastanın sırrını tutacağı ve bu özel durumun sadece ikisinin arasında<br />
kalacağı konusu çok iyi uygulanan bir etik kural iken şimdi sorunlar yaşanıyor. Hasta<br />
ile ilgili bütün kayıtların elektronik ortamda tutulması ve bu kayıtların saklanması pek<br />
çok kolaylıklar getirmişken bu bilgiler yeterince gizli değil. Hastanın takip edilmesi<br />
sırasında bu bilgilerin diğer hekimler tarafından kullanılması, bilgilerin hastane<br />
bazında birleştirilmesi, ilişkili diğer hastaneler, Sağlık Bakanlığı hatta Dünyadaki diğer<br />
merkezlerin bu bilgilere ulaşması gündemde. Hastanın verilerinin kullanılması<br />
sorunları çok önemli etik sorunlar yaratıyor. Her geçen gün bunlar için önlemler<br />
alınsa da elektronik ortamdaki sağlık bilgilerine bir şekilde ulaşılıyor. Bu sebeple; Bilgi<br />
Teknolojileri Etiği, Sağlık Verileri Bilgi Etiği gibi sadece bu işle uğraşan etik<br />
uzmanlıklar var.<br />
Bir hekimin bir sigorta planına katılmasıyla, hastasının tıbbi kayıtlarını sigorta<br />
şirketinin değişik amaçları doğrultusunda kullanıma açma sorunları, halk sağlığı<br />
çıkarlarının, bireylerin gizlilik ve mahremiyet hakları ile dengelenmesindeki güçlük,<br />
“Veri pazarlaması” ve “Ticari uygulamalar” konusu ilk dikkati çeken etik sorunlardan.<br />
Hastanın tıbbi bilgilerinin ister kimlik bilgileri taşısın, ister taşımasın, piyasada bir mal<br />
olması meselesi, bu verilerin birey ya da kuruluşların alım satımına sunulması,<br />
23
hastanın mahremiyet ve gizliliğinin korunması konusunda özellikle hassas olduğu<br />
“duyarlı bilgi” meselesi önemli etik sorun getiriyor.<br />
Yaşam endüstrisi! İlaç Şirketleri<br />
Tıp uygulamalarında ilaç şirketlerinin yeri çok önemlidir. Hastaya sunulan<br />
güvenilir ilaçlar olmadan hekim bir şey yapamaz. Bu sebeple ilaç şirketleri hem<br />
ilaçlarını en iyi şekilde insanlara sunuyor, hem de yeni ilaçlar için araştırmalar<br />
yapıyor. Bu araştırmalar öylesine çoğaldı ve çeşitlendi ki hekimler bunları izlemeğe<br />
yetişemiyorlar ve ilaç şirketlerinin verilerini kullanıyorlar. Burada karşımıza o kadar<br />
etik sorun çıkıyor ki çözüm için çok çalışmak gerekiyor. İnsanlar üzerinde denemeler,<br />
çocuklar, yaşlılar, tutuklular, akli dengesi yerinde olmayanlar üzerinde yapılan<br />
denemelerin her biri etik sorunlarla dolu. Önemsiz gibi görülen çok önemli nokta da<br />
ilaç şirketlerinin klinik deneylerin tüm sonuçlarını yayınlamamalarıdır; yani<br />
denemelerdeki kötü neticeleri bildirmemeleri. Etik uzmanlarının tüm çalışmalarına<br />
rağmen araştırmalardaki tüm bilgileri öğrenemiyoruz. Sadece o firmanın sonucunu<br />
görebiliyoruz. İnanılması güç ama kanunlara göre şirketler, lisansı alınmış ilaçlarla<br />
ilgili araştırma bulgularını açıklamak zorunda değiller.<br />
Yeni yapılan ilaç araştırmalarının varlığını sorgulamak, niteliğini tartışmak,<br />
kısıtlanmasına dair imada bulunmak bile bağnazlık olarak algılanmaya başladı. Etik<br />
tartışmalarda hangi tarafın haklı olduğuna karar verebilmek için gerçek verilere<br />
ulaşamıyoruz. Bu bilgilere bilim adamlarının, sivil örgütlerin hatta bu ilaçlara lisans<br />
veren kurumların bile ulaşmaya hakları yok. Kalp krizi geçiren hastalara yıllarca<br />
verilen bazı ritim bozukluğu önleyici ilaçların 1990-2000 yılları arasında Vietnam<br />
savaşında ölenlerden daha çok insanın ölümüne sebep olduğu rapor ediliyor. Eğer<br />
ilaçların ölümcül olabileceğine dair kanıtlar daha önceden açıklanmış olsaydı facia<br />
önlenebilirdi. Bir İsveçli araştırıcı anti depresanlar hakkında hem yayımlanan hem de<br />
şirketin ilaç düzenleyici kurumlara sundukları raporları inceledi. Şirketlerin ilacı<br />
olduğundan daha iyi göstermeye çalıştıklarını gördü ve rapor etti. Oxford<br />
Üniversitesi’nden bir araştırıcının da hormon replasman tedavisinin etkilerinin aynı<br />
şekilde abartıldığını gösterdi. Araştırmaların şeffaf olmaması hekimin büyük bir<br />
handikapı. Kısa vadeli pazarlanabilirlik, uzun vadeli temel araştırmalardan daha<br />
önemli hale gelmiştir.<br />
Toplum mu? Birey mi? önde<br />
Bugün devam eden yeni tıbbın odak noktası “hasta” dır. Hastalanmamak<br />
üzerine yapılan çalışmalar arka planda kalmıştır. Genel Tıp ve Toplum Sağlığı ön<br />
planda tutulmayan uğraşlardan oldu. Kamunun sağlığı, bireysel tedavinin gerisinde<br />
kaldı. Günümüzde hâlâ, yeni ve yeniden baş gösteren bulaşıcı hastalıklar konusunda<br />
zayıf bir konumdayız. Toplumsal kaynakların adaletli olmayan bir biçimde tüketilmesi,<br />
temel sağlık göstergeleri toplum sağlığının ikinci plana atıldığını gösteriyor. Buradaki<br />
temel etik sorun toplumsal çıkarlarla bireyin çıkarının dengelenmesindeki güçlüktür.<br />
Birçok hastalıkta toplum mu, birey mi ön plana alınacak meselesi çok tartışmalıdır.<br />
Geçmişten günümüze gelişen tıbbın toplum sağlığında önemli aşamalar yarattığı<br />
söyleniyor ise de bunların doğru olmadığını istatistik bilgileri önümüze seriyor.<br />
Toplum sağlığı konusunda alınacak önlemler ise bireyin özerkliği, onamı ve<br />
mahremiyeti konusunda takılıp kalıyor.<br />
24
Sınırları bilmek, sınırları zorlamak<br />
Hekimin sorunlara etik yaklaşabilmesi sorunların bir çoğunu fark etmesi lazım.<br />
Toplumsal, bilimsel, kültürel boyutlarıyla hayatın kendisi de pazar yerine dönüştü.<br />
Bilim adamları piyasa şirketleri için çalışıyor. Yapay döllenmenin ticari bir işe<br />
dönüşmesi, üreme sağlığına ilişkin bilgiler, gebelik, kendiliğinden ya da istemli<br />
düşükler, yardımlı üreme tekniklerinin kullanımında pek çok etik sorun var. Akıl<br />
sağlığı, aile içi şiddet gibi davranışlar, alkol ve madde bağımlılıkları, toplumsal<br />
düzeyde bazı utandırıcı sorunlar, cinsel tercih, cinsel tutum ve davranışlar, HIV-AIDS,<br />
genetik hastalıklar, diyabet, astım, epilepsi, siroz, kanser teşhis ve tedavisinde<br />
piyasa ve piyasa-dışı alanların sınırları birbirine karıştı. Bu da ciddi etik sorunları<br />
getiriyor.<br />
İnsanın genlerine, fiziğine, dokularına, organlarına müdahale, mükemmel<br />
insanı yaratmaya yöneliyor. İnsanı mükemmelleştirmek, hayatı uzatmak konusunda<br />
büyük bir yarış var. İnsanlar bu konuda ümitlendiriliyor. Hekimlerin hastayı genetik<br />
olarak ayıklayarak mükemmelleştirmek için ortaya sürdükleri teklifler insanın<br />
karmaşık ruhi yapısını etkiliyor. Bu konuda felsefi ve genetik tartışmalar hiç bitmiyor.<br />
İnsanlara ölümsüzlük kavramı tohumları ekiliyor, büyük paralar bu konudaki<br />
araştırmalara yönlendiriliyor. Bu da tıp etiğinin yeni sorunları demektir.<br />
Çözüme Yönelmek<br />
Tıp etiği ile uğraşanlar ortaya çıkan sorunlarda tartışmalar açıyor, olaya her<br />
yönden bakıyor, çözüm için önerilerde bulunuyor ve kurallar meydana getiriyorlar. Bu<br />
kuralların uygulanmasında faydalar bulunduğu zaman sağlık kuralları haline geliyor<br />
ve hukuki yaptırımlara dönüşüyor. Etik kurallar uluslar arası kongrelerde ilan ediliyor<br />
ve sözleşmeler imzaya açılıyor. Tam bazı sorunları çözdük derken yeni etik sorunlar<br />
çıkıyor ve gene tartışmalar başlıyor. Hekimler bu karmaşık durumda nasıl hareket<br />
edecekler.<br />
Tıp uygulamalarında ortaya çıkan etik sorunlar genelde uluslar arası<br />
platformlarda karara bağlanan kurallar haline geldi ve her geçen gün bunlara yeni<br />
kurallar ekleniyor. Bu kurallara uyulmaması durumunda devreye o ülkenin hukuk<br />
müessesesi giriyor. Her şeye rağmen bu kuralların uygulanmasında da kuralları<br />
olmayan etik sorunlarda da hekim sorumluluğu var.<br />
Düzmece Değerler<br />
Tıp etiği değerler üzerine kurulur, yapı taşı o toplumun değer yargılarıdır.<br />
Bireyi ve toplumu bağlayan bir arada tutan, ahlakî ve etik değerlerdir. Her toplumun,<br />
milletin kendine has değer yargıları olsa da evrensel değerler her zaman insanı<br />
yönlendirmiştir. Hekimin sadakat, yararlılık, zarar vermeme, dürüst olma, yalan<br />
söylememe ve verdiği sözü tutma gibi geleneksel değerleri ortak ve değişmez etik<br />
değerler olarak evrensel doğrular olarak kullanılır. Geçtiğimiz yüzyılda akıl almaz bir<br />
şekilde bu değerlerin değiştiğini, doğru ve yanlışların inanılmaz şekilde yer<br />
değiştirdiğine şahit olduk.<br />
Kurallar üzerinde “hastanın sağlığı” en önde gelen değer olsa da uygulamada<br />
böyle değil. Hastanın müşteri gözüyle bakıldığı, şan, şöhret, paranın asıl geçer akçe<br />
olduğu bir gerçek. Hekim bu amansız yarışta yerini alabilmesi için değişen ve doğru<br />
gibi gösterilen değerlerin peşinde koşması gerektiğine inanıyor. Doğruların yerini<br />
25
düzmece ve piyasa doğruları! aldı. İyi hekimin ödüllendirilmesi, yanlış yapanın<br />
cezalandırılması mekanizması iyi işlemiyor. Uzun emeklerle ortaya konulan etik<br />
kurallara uymak hep ötekinden bekleniyor. Dünyada değişen “ iyi ve doğru” değerler<br />
yerini doğruymuş gibi görünen ve tam tersi olan değerlere bıraktı. Hekim de farkında<br />
olarak veya olmayarak bu değerlerin peşinde koşuyor.<br />
Hastaya Tarafsız Yaklaşmak<br />
Hekimin bütün bu etik yanlışlardan korunabilmesi gerekiyor. Önce sorunları<br />
fark edecek ve bu hızla akan suda kendini akıntıya kaptırmayacak. Bu çok zor olan<br />
ahlak yarışında ne kazanacak? Hekim kısa dönemdeki çıkarlarını bir kenara<br />
bırakacak olursa uzun vadede çok şey kazanacak. Bunun pek çok örneğini<br />
görüyoruz. Ufak hesaplar peşinde koşmayan ve hastanın sağlığını ön plana alan<br />
hekimler uzun vadede her zaman kazanıyorlar. Güvenilir hekim, çıkarını ikinci plana<br />
atan hekim, hastaya onun değerlerini kabul ederek yaklaşan hekim çevresinde<br />
hemen fark ediliyor. Etik değerleri bilmek ve bu değerleri kendi değerleri yapan<br />
hekimler her zaman tanınır ve aranır. Hekimin akıl ve iradesi ile etik değerlere önem<br />
vermesi gerekir. Böyle olduğu takdirde uymaları gereken etik kurallar onun için<br />
kolaydır. Hekim sorunlara etik yaklaşmak isterse önce o konuda yazılan sağlık<br />
mevzuatı sonra etik kurallara bakmalıdır. Bunlar şekillenmiş doğru yollardır. Bunların<br />
dışındaki durumlar için hastanın sağlığını ön plana alan “Bilinçli iyi niyet” çözüme<br />
götürecektir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Altıntaş A. “Aile Hekimlerinin Etik Yaklaşımı” İstanbul. Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi<br />
Güncellemesi. 2012:113-119<br />
2. Altıntaş A.”Metabolik Hastalıkların Etik Yönü (Tıp Araştırmaları Açısından)”. Medikal Etik, 2013;11:<br />
83-89.<br />
3. Engelhardt DV. Tıbbin Gündelik Yaşamında Etik (Türkçesi Arın Namal). Nobel Tıp Kitabevleri,<br />
2000.<br />
4. Çobanoğlu N. Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği. Eflatun yayınevi Ankara 2009.<br />
5. Dünya Hekimler Birliği Tıp Etiği El kitabıTürk tabipler Birliği Yayınları. Çeviri Murat Civaner.<br />
İstanbul 2006.Universal Declaration on Bioethics and Human Rights. Bioethics Commitee Turkish<br />
National Commission for Unesco. İstanbul 2011.<br />
26
Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği<br />
Prof Dr Özgür KASAPÇOPUR<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD;<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu Başkanı<br />
İnsanoğlunun tarih sahnesine çıkışından bu yana, insanın doğa ile olan<br />
savaşımı, doğanın insanlaşması ve sırlarının çözülmesi süreci ile birlikte<br />
ortaya çıkan eylemler bilim başlığı altında incelenmektedir. Bilimle uğraşan<br />
bilim insanlarının çabaları ile ortaya çıkan bilimsel öğretilerin sonunda<br />
varılmak istenen nokta ise gerçeğe ulaşma, gerçeği bulma ve yaşanan<br />
hayatın değiştirilmesi ve insanileştirilmesidir. Bilimsel gerçeğin aranmasında<br />
ise çıkış noktası ortaya konulan varsayım ve bu varsayımda bulunan ve<br />
gizlenen özgünlüktür. Bilim insanı önce araştırma konusu ile ilgili özgün bir<br />
varsayım üretir, ondan sonra da olanca güç ve dürüstlükle bu ürettiği<br />
varsayımı kanıtlamaya ve bunun yanı sıra çürütmeye çalışır. Bunda gerçekten<br />
başarılı olduğunda ya da olamadığında ancak o zaman bilimsel gerçeğe<br />
ulaşabilir. Kendi verilerini ve düşüncelerini çürütmeye çalışmak olağanüstü bir<br />
dürüstlük gerektirir. Bu dürüstlük aynı zamanda yıllar içinde insanlığın<br />
deneyimleri ile oluşmuş olan etik kurallara da olağanüstü bir bağlılık<br />
gerektirir. Etik sözcüğü Yunanca karakter anlamına gelen “ethos”<br />
sözcüğünden kaynaklanır ve bireylerin birbirleri ile yaşam içinde nasıl iletişim<br />
kurabileceğini ortaya koyar. O nedenle de etik ve bilim tümüyle birbirlerinden<br />
ayrılmaz bir bütündür. Bilim yaparken ayrıca etik beklenmez. Etik olmazsa<br />
bilim de olmaz.<br />
Bilim insanının hiç kimseye borcu yoktur. Gelişmiş, insanileşmiş,<br />
kültürleşmiş ve dönüşmüş insanın yalnızca insanlığa karşı borcu vardır.<br />
Bundan ötürü de yapılan her işin insani bir anlamı olmalı ve bilimsel<br />
araştırmalar gerçekleştirilirken de bu kural asla unutulmamalıdır. Ayrıca,<br />
pozitif bilimlerde yapılan tüm çalışmalarda olgusallık, iç ve dış tutarlılık, eleştiri<br />
ve özeleştiri, genellik, öngörü, toplumsal gereklilik ve ütopyaya inanma<br />
mutlaka yer almalı ve esin kaynağı yaratmalıdır. Bunların tümünü düzenleyen<br />
de yüzyıllar boyunca oluşmuş olan etik kurallardır.<br />
Bilimsel bir tasarının hazırlanma aşamaları oldukça uzun bir süreçtir.<br />
Bu süreçte yer alan araştırıcı birçok farklı soruyu ardı ardına kendine sormalı<br />
ve birçok aşamadan geçirmelidir. Bu aşamaların tümünde de önceden<br />
insanlığın deneyimlerine dayanılarak belirlenmiş etik kurallar araştırmacının<br />
en önemli dayanağı olmalıdır. Bu aşamalar ardı ardına şu şekilde sıralanabilir:<br />
Öncelikle bilimsel ve mantıklı olan özgün bir sorunun sorulması zorunludur.<br />
Bunun ardından konu ile ilgili olan ön araştırmalar yapılmalı ve ilgili tıp<br />
kaynakçası taranmalıdır. Bu taramanın tamamlanmasının ardından ise konu<br />
ile ilgili hipotezler ve öngörüler belirlenmelidir. Hipotez ve öngörülerin<br />
belirlenmesinden önce konu ile ilgili var olan ve ulaşılabilmiş tüm kaynaklar ve<br />
belgeler dikkatlice okunmalıdır. Bunun ardından ise, gerekli parasal<br />
kaynakların bulunması ve izinlerin alınması, deneylerin yapılması, verilerin<br />
toplanması, verilerin değerlendirilip, sonuca varılması ve yaşam içinde<br />
geçerliliğinin ortaya konulması aşamaları da sırası ile gerçekleştirilmelidir. Bir<br />
27
ilimsel çalışmada, önemli olan gerçeği arama, kanıt sağlama, doğruluğu<br />
kanıtlama, önyargısız olma ve tarafsızlıktır.<br />
Tıp ise insanla ilgilenen bilimler içinde etiğe ve etik kurallara en çok<br />
uyulması gereken bilimdir. İnsanlığın ilk dönemlerinden beri hem insan<br />
vücudunun sırlarının çözülmesi hem de hastalıkların tedavisi insanların ve<br />
hekimlerin gündemini sürekli işgal etmiştir. Bu konu ile ve de ölümsüzlüğün<br />
bulunması ile ilgili çeşitli çalışmalar hep gündemde kalmıştır. Fakat ilk<br />
dönemlerde bu araştırmaları düzenleyen etik kurallar tam olarak ortaya<br />
konulamamıştır. Özellikle II. Dünya savaşı sırasında Nazi Almanya’sında<br />
yapılan araştırmalar Nuremberg mahkemelerinde savaş sonrasında mahkûm<br />
edilmiş ve bunu izleyerek yapılacak bilimsel tıp araştırmalarında uyulması<br />
gerekli kurallar Tıp Etiği başlığı altında toplanmış ve Nuremberg kodu<br />
oluşturulmuştur.<br />
Nuremberg Kodu<br />
— Kişinin gönüllü onayı kesinlikle gereklidir.<br />
— Deney toplumun iyiliği için olmalıdır.<br />
—Deney, hayvan çalışmaları ve hastalığın doğal seyrinin bilinmesine<br />
dayandırılmalıdır.<br />
—Deney, gereksiz hiçbir fizik, mental sorun ya da hasara yol<br />
açmamalıdır.<br />
— Deneyi yapan doktorun denek olduğu koşullar hariç, ölüm veya<br />
kalıcı sakatlığa yol açan deneyler yapılmamalıdır.<br />
—Deneyle karşılaşılan risk, deneyin sonuçlarının insanlara sağlayacağı<br />
yarardan fazla olmamalıdır.<br />
— Yaralanma, sakatlık ve ölüm olasılığına karşı gerekli hazırlıklar<br />
yapılmalı ve altyapı sağlanmalıdır.<br />
— Deney sadece bilimsel deneyimli kişiler tarafından yapılmalıdır.<br />
— Deney süresince denek çalışmayı istediği an sonlandırabilmelidir.<br />
— Eğer araştırmacı deneyin devamının yaralanma, sakatlık ve ölüm<br />
olasılığına sahip olduğuna kanaat getirirse deneyi durdurmaya hazır<br />
olmalıdır.<br />
Bu konuda en çok üzerinde durulan bir diğer çalışma ise 1932 ve 1972<br />
yılları arasında ABD’de sifilisli hastalar üzerinde yürütülen Tuskegee<br />
çalışmasıdır. Bu çalışmada yer alan sifilisli hastalar kendilerine hiç haber<br />
verilmeden tedavisiz bırakılmışlar ve hastalığın doğal gidişinin nasıl olduğu<br />
öğrenilmeye çalışılmıştır. Özellikle bu iki deneyim ve benzerlerinin ardından<br />
tıp alanında yapılacak araştırmalarda uyulacak kurallar 1964 Helsinki<br />
bildirgesi ile ortaya konulmuş ve İyi Klinik uygulamalar (GCP=Good Clinical<br />
practice) kılavuzu ile de koruma altına alınmıştır. Daha sonraki yıllarda tüm<br />
dünyada ve ülkemizde bu konu üzerindeki çalışmalar artmış ülkemizde ilk kez<br />
1993 yılında İlaç araştırmaları hakkında yönetmelik yayınlanmıştır. Bu<br />
yönetmeliğe göre hem tıp fakültesi hem de eğitim hastanelerinde yerel etik<br />
kurullar ve Sağlık bakanlığı bünyesinde Merkezi Etik kurul oluşturulmuştur.<br />
28
Daha sonra ise 2005 yılında yenilenen Türk Ceza yasasında 90. madde ile<br />
insan üzerindeki araştırmaların hiç birisinin etik kurul kararı alınmaksızın<br />
yapılamayacağı ve yapılır ise 1 ila 3 yıl arasında hapis ile cezalandırılacağı<br />
belirtilmiştir.<br />
İnsan üzerinde deney<br />
MADDE 90.<br />
(1) İnsan üzerinde bilimsel bir deney yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar<br />
hapis cezası ile cezalandırılır.<br />
(2) İnsan üzerinde yapılan rızaya dayalı bilimsel deneyin ceza<br />
sorumluluğunu gerektirmemesi için;<br />
a) Deneyle ilgili olarak yetkili kurul veya makamlardan gerekli iznin alınmış<br />
olması,<br />
b) Deneyin öncelikle insan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda<br />
hayvan üzerinde yapılmış olması,<br />
c) İnsan dışı deney ortamında veya hayvanlar üzerinde yapılan deneyler<br />
sonucunda ulaşılan bilimsel verilerin, varılmak istenen hedefe ulaşmak<br />
açısından bunların insan üzerinde de yapılmasını gerekli kılması,<br />
d) Deneyin, insan sağlığı üzerinde öngörülebilir zararlı ve kalıcı bir etki<br />
bırakmaması,<br />
e) Deney sırasında kişiye insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde acı verici<br />
yöntemlerin uygulanmaması,<br />
f) Deneyle varılmak istenen amacın, bunun kişiye yüklediği külfete ve<br />
kişinin sağlığı üzerindeki tehlikeye göre daha ağır basması,<br />
g) Deneyin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı<br />
olarak açıklanan rızanın yazılı olması ve herhangi bir menfaat teminine bağlı<br />
bulunmaması, gerekir.<br />
İnsan üzerinde yapılan araştırmalar iki ana başlık altında incelenmektedir:<br />
a- İnsanlar üzerinde yürütülen ilaç araştırmaları<br />
b- İnsanlar üzerinde yürütülen ilaç dışı araştırmalar<br />
Tüm bu araştırmalarda uyulması gereken en önemli ana kural hastadan<br />
elde edilen bilgilerin gizliliği ve çalışmada yer alan kişiye zarar verilmemesidir.<br />
Araştırma etiğinde uyulması gereken ana ilkeler aşağıda sıralanmıştır:<br />
1- Kişiye saygı<br />
2- Yararlılık (Öncelikle kişinin yararı, bunu izleyerek ise toplumun ve<br />
insanlığın yararı)<br />
3- Kötü davranmama<br />
4- Adalet<br />
29
5- Dürüstlük ve bütünlük<br />
Bunların ön planda tutulması ile birlikte çalışmadan elde edilecek<br />
verilerin gizliliği ön planda tutularak çalışmada yer alan kişilerden mutlaka<br />
aydınlatılmış ve bilgilendirilmiş onam alınmalıdır. Onam alınırken, çalışmaya<br />
katılan kişi, araştırmacı ve bir tanık onam sırasında bir arada bulunmalı ve<br />
belge ortak imzalanmalıdır. Eğer çalışmaya katılan kişi çocuk ya da zekâ<br />
açısından kısıtlı ise onam imzası vasisi tarafından da imzalanmalıdır. Onam<br />
belgesinde çalışmanın içeriği ve gidişi ile ilgili bilgiler ayrıntılı olarak<br />
verilmelidir. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir; Onam belgesinde:<br />
1- Araştırmanın amacı, yapısı ve süresi,<br />
2- Araştırma kapsamında yapılacak işlemlerin doğru bir şekilde<br />
açıklanması<br />
3- Çalışmadan beklenen bilimsel yararlar,<br />
4- Araştırmanın verebileceği sıkıntı ve kısıtlamalar,<br />
5- Çalışmada oluşabilecek olası riskler,<br />
6- Deneğe zarar verebilecek işlemlerin alternatifi,<br />
7- Çalışmaya alınacak kişinin çalışmaya katılmada, katılmamada ve<br />
araştırmanın herhangi bir aşamasında onamını geri çekmede özgür<br />
olduğu,<br />
8- Araştırmaya katılmamanın ya da çekilmenin hekim açısından bir<br />
önyargı oluşturmayacağı açıkça belirtilmelidir.<br />
Araştırmalarda özellikle Helsinki Bildirgesi ile koruma altına alınan<br />
bilimsel zorunluluklar ise aşağıda sıralanmıştır (Ek 1):<br />
1- Araştırma, bilimsel kurallara uygun olarak insanlarda denenmeden<br />
önce laboratuar ve hayvan deneyleri ile sınanmış olmalıdır.<br />
2- Araştırma konu ile ilgili uzmanlığı olan kişilerce yürütülmelidir.<br />
3- Hedeflenen amaç ile deneğin karşılaşacağı risk dengelenmiş olmalı ve<br />
deneğe gösterilecek özen bilime ve topluma gösterilecek özenden<br />
büyük olmalıdır.<br />
4- Araştırma, deneğin gizliğine saygı gösterilmesini ve bütünlüğünün<br />
korunması hakkını korumalıdır.<br />
5- Araştırmacı, araştırmanın zararlarının yararlarından fazla olduğunu<br />
fark ettiği anda araştırmayı sonlandırmalıdır.<br />
6- Araştırmanın yayınlanmasında doğru sonuçlar verilmelidir.<br />
7- İnsanlar üzerinde yapılacak her araştırma bağımsız bir kurulun<br />
onayına sunulmalıdır.<br />
Yapılacak olan ilaç dışı klinik araştırmalarda hazırlanan başvuru<br />
dosyalarında mutlaka sorumlu yürütücü tarafından hazırlanmış ve çalışmanın<br />
özetini ve esinlenilen kaynakları içeren yapılandırılmış öngörücü özet<br />
30
ulunmalıdır. Ayrıca, araştırıcıların hasta hakları yönetmeliği’ne ve iyi klinik<br />
uygulamaları ve iyi Laboratuar Uygulamaları Kılavuzlarına uyacaklarını belirtir<br />
imzaladıkları taahhüt belgeleri, Hasta ya da sağlıklı deneklerde planlanan<br />
araştırma sırasında deneklerde doğabilecek hukuki ve mali riskleri araştırmayı<br />
yürüten araştırıcının yüklendiğini belirtir imzalanmış belge de bulunmalıdır.<br />
Araştırmanın Bütçesi<br />
Araştırmanın bütçe formunda, giderler ayrı ayrı belirtilmeli ve kaynakları<br />
açık şekilde gösterilmeli ve araştırmayı destekleyen kaynak veya kuruluş<br />
bulunuyorsa bu desteği sağladığını belirtir yükümlülük belgesi bütçe formuna<br />
eklenmelidir. Üniversite Araştırma Fonunca desteklenen ya da belli<br />
kuruluşlarca karşılıksız olarak giderlerine katkıda bulanan araştırma<br />
projelerinin bütçe formunda bu durum açıkça belirtilmelidir. Bu projelerin<br />
bütçelerinden proje yürütücüsü ve yardımcılarına herhangi bir biçimde ödeme<br />
yapılamaz. Araştırma giderleri her hangi bir biçimde hastaya, ailesine,<br />
Fakülteye ya da Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı gibi sağlık güvenlik<br />
kuruluşlarından birine yüklenemez. Araştırmanın gerçekleşmesi için belli bir<br />
bütçe gerekmiyorsa, ‘araştırmanın bütçesi yoktur” ifadesi bütçe formunda<br />
açıkça belirtilmelidir.<br />
Araştırmanın bitimi durumunda çalışma tam makale şeklinde yazılırken, gereç<br />
ve yöntemler bölümünde çalışma için gerekli iznin yerel etik kuruldan alındığı<br />
mutlaka belirtilmelidir.<br />
İlaç araştırmaları<br />
İnsanlarda görülen birçok hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların<br />
bulunması, elde edilmesi ve güvenli bir kullanım şekline dönüşmesi uzun bir<br />
süreci almaktadır. Doğal ya da sentetik yollar ile edilen kimyasal maddelerin<br />
ilaç şeklini almadan önce preklinik değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu<br />
değerlendirmeler başlangıçta deney hayvanları üzerinde yürütülmektedir.<br />
Daha sonra organ modellerinde de denenen ilaç adayı kimyasal maddelerin<br />
hayvanlar üzerinde akut ve kronik toksisite deneyleri yapılmakta ve bu süreç<br />
çoğunlukla 3–4 yıllık uzun bir süreyi almaktadır. Deney hayvanları üzerinde<br />
gerekli kullanımı tamamlanan kimyasal madde ilaç halini almış olup toplam 4<br />
faz halinde ilacın güvenilirlik, biyoyararlanımı ve tedavi edici dozları bulunup<br />
kullanıma ruhsatlı ilaç olarak sokulur. İlaç araştırmalarındaki değerlendirme<br />
fazları aşağıda özetlenmiştir:<br />
— Faz I: Sağlıklı gönüllüler üzerinde güvenlik ve toksisite<br />
yönünden uygun doz aralığının bulunduğu, ana amacın<br />
güvenilirlik olduğu ilaç çalışma fazıdır. İlaç hiçbir zaman hasta<br />
kişiler üzerinde kullanılmaz. İnsanlarda ortaya çıkacak etkileri<br />
görmek amacı ile doz aşamalı olarak arttırılır. Bu dönemde<br />
özellikle Faz II çalışmalar için ortalama doz hesaplanır.<br />
Ortalama 20–80 kişide bu çalışmanın yapılması yeterlidir.<br />
Nadiren, özellikle de onkolojik ilaçlarda hasta gönüllüler<br />
üzerinde Faz I çalışma yürütülebilir.<br />
31
— Faz II: Hedef hasta grubunda ilacın tedavi edici etkinliğini,<br />
güvenilir doz aralığını, yan etki profilini ve güvenliğini belirlemek<br />
için erken Faz IIa çalışmalar yapılır. Bu fazdaki ana amaç ilacın<br />
etkinlik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesidir. Faz II<br />
çalışmaların kontrollü, çift kör ve randomize çalışmaya<br />
dönüşmesi ile geç Faz IIb çalışmalar ortaya çıkar. Faz II<br />
çalışmalarda çalışmaya mutlaka bir klinik farmakologda<br />
katılmalıdır. Faz II çalışmalar ortalama 100–300 hastada<br />
yürütülür.<br />
— Faz III: Faz I ve II’ de olumlu bulunan ilacın, ruhsatı alınana<br />
kadar olabildiğince geniş hasta grubunda ilacın etkinliğinin ve<br />
yan etkilerinin değerlendirilmesidir. Faz III çalışmalar ortalama<br />
2000–3000 hasta üzerinde çok merkezli ve çok uluslu<br />
çalışmalar şeklinde yürütülür. Ana amaç etkinliğin kanıtlanması<br />
ve ilaç yan etkilerinin gösterilmesidir. Bu aşamada ilaç etkinlik<br />
ve güvenilirlik açısından diğer tedavi edici ilaçlarla da<br />
karşılaştırılabilir. Faz 3b aşama ise ilacın ruhsat başvurusundan<br />
sonra ama onaydan önceki dönemde yapılan ilaç etkinlik<br />
değerlendirmeleridir.<br />
— Faz IV: Ruhsat almış ve kullanıma girmiş bir ilaçla yapılan geniş<br />
çaplı pazarlama ve gözetim çalışmalarıdır. Burada ilacın etkinliği<br />
geniş çaplı hasta gruplarında sınanır. Aynı zamanda burada ilaç<br />
yan etkilerinin belirlenmesi de amaçlanır. Bu çalışmalar ile farklı<br />
endikasyonlardaki ilaç kullanımları da belirlenir. Ama belirtilen<br />
endikasyon dışı ilaç kullanımları Faz III çalışma olarak<br />
değerlendirilir. Faz IV çalışmalardaki en önemli sorun ise gerçek<br />
çalışmalardan tohumlama çalışmalarının ayırt edilmesidir.<br />
İlaç araştırmalarının tümünde de hastalardan ayrıntılı ve günlük dilde<br />
yazılmış olan bir bilgilendirilmiş onam alınmalıdır. Onam ile birlikte ilaç<br />
çalışmalarında yer alan tüm hastalar sigorta şirketlerince oluşabilecek ilaç yan<br />
etkilerine karşı sigortalanmalıdır.<br />
İlaç araştırmalarındaki en büyük sorunu çalışmanın bütçesi<br />
oluşturmaktadır. Çalışmada kullanılan tüm ilaçlar çalışmayı destekleyen<br />
kurum tarafından hastalara sağlanmalıdır. Hastaların izleminde gerekli olan<br />
klinik ve laboratuar incelemeler yine destekleyici tarafından karşılanmalı fakat<br />
hastalara ek bir ödeme yapılmamalıdır. Araştırıcılara yapılacak olan<br />
destekleyici ödemeleri ise yine hastane döner sermayeleri aracılığı ile<br />
yapılmalıdır. Bu yolla ortaya çıkabilecek olan tüm olumsuz spekülasyonların<br />
önüne geçmekte olasıdır.<br />
Yayın etiği<br />
32
Bilimsel araştırmasını yukarıdaki etik kurallara bağlılıkla gerçekleştiren<br />
bilim insanı verilerin yorumlanması ve yazıya dökülmesi sırasında da etik<br />
kurallara bağlılığını sürdürmelidir. Çalışma sırasında saptanan veriler<br />
araştırıcıların öngördükleri ile uyuşmasa bile araştırıcı bulunan tüm bulguları<br />
tam bir dürüstlükle ortaya koymalıdır. Yazının yazılması sırasında çalışmaya<br />
katkı sunmayan kişilerin yazar listesine konulması öncelikle önlenmeli ve<br />
yazar listesine yalnızca katkı sunan kişiler eklenmelidir. Bilimsel<br />
araştırmalarda ve yazım aşamasında yapılabilecek olan etik dışı davranışların<br />
tümü Türkiye Bilimler Akademisi tarafından 2002 yılında yayınlan bir çalışma<br />
ile ortaya konulmuştur:<br />
— Disiplinsiz (Dikkatsiz veya özensiz) araştırma: Gerekli özen ve<br />
dikkat gösterilmeden düzenlenen, yürütülen ya da kaleme<br />
alınan çalışma<br />
— Yinelenen yayın (Duplication): Aynı bilimsel araştırmanın birden<br />
çok dergiye gönderilmesi durumu<br />
— Sahtecilik, saptırma veya aldatmaca (Falsification): Bilimsel<br />
verilerin istemli olarak her aşamada değiştirilmesi durumu.<br />
— Uydurmacılık (Fabrication): Yapılmayan bir araştırmayı masa<br />
başında yapılmış gibi göstermek ve/veya yapılmayan bir<br />
araştırmaya dayandırarak sahte bulgular ortaya koymak<br />
durumu.<br />
— Aşırmacılık (Plagiarism): Başkalarına ait olan araştırma<br />
verilerinin ve eserlerin kaynak bildirilmeden kendi araştırma<br />
verileri imiş gibi yayınlanma durumu.<br />
— Dilimleme (Salami slicing): Bir araştırmanın sonuçlarını,<br />
araştırmanın bütünlüğünü ve niteliğini bozmadan tek bir makale<br />
olarak yayınlamak olanaklı iken parçalara ayırarak iki veya daha<br />
çok sayıda yayın haline getirmek durumu.<br />
— Çıkar çatışması (conflict of interest): Mesleki sorumluluk ile<br />
resmi görevlerin ya da yazarlar ile editör ya da herhangi bir<br />
endüstriyel kuruluş arasında oluşan çıkar çatışmalarının<br />
belirtilmesi zorunludur.<br />
Bilim insanı araştırmasını yayınlarken oluşabilecek tüm bu etik<br />
ihlallerden özenle kaçınmalıdır.<br />
Sonuç olarak, etik kurallara şaşmaz bağlılıkla gerçekleştirilen tıp<br />
araştırmaları ile yüzyıllardan beri süregelen insanlığın gerçeğe ulaşma ve<br />
doğru bilgiyi bulma çabası artan bir ivme ile sürecek ve belki de doğanın yok<br />
olması değil insanlaşması süreci tamamlanabilecektir.<br />
33
Kaynaklar<br />
1- Çobanoğlu N. Tıp Etiği. İlke Yayınevi, 2007<br />
2- Ertekin C, Berker N, Tolun A, Ülkü D. Bilimsel araştırmada etik ve sorunları. TÜBA<br />
yayınları, 2002<br />
3- Hemminki E. Research ethic committees: Agents of research policy? Health Research<br />
Policy and Systems 2005, 3:6<br />
4- Kasapçopur Ö. Bilimsel araştırma ve yayın etiği. Cerrahpaşa Tıp Dergisi, 2007, 38:161-165<br />
5- Kasapçopur Ö. Araştırmalar ve etik. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi. Sürekli Tıp Eğitimi Kitapları,<br />
2005<br />
6- Medical research council. MRC Ethics Guide: Medical research involving children, 2004, 1-<br />
27<br />
7- Medical research council. Medical Research Council position statement on research<br />
regulation and ethics, 2004, 1-12<br />
8- Sweet DG, Halliday HL. Applications to a research ethics committee. Current Paediatrics,<br />
2004, 14:495–500<br />
9- Ülman YI. Bilimsel yayın etiği (Örneklerle bilimsel yanıltma türleri). Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi etkinlikleri Araştırmalar ve etik dizisi, 2006, 49–62<br />
10- Yazıcı H: Üniversitede özgün bilim üretimi, “Dünya’da ve Türkiye’de Bilim, Etik ve<br />
Üniversite” kitabında s.85, TÜBA Yayınları No.1, Ankara (1994) ve ANKEM Derg., 1994,<br />
8:352–4<br />
34
Bilimsel Veri Tabanları ve Literatür Tarama<br />
Doç. Dr. Özlem Serpil ÇAKMAKKAYA<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı<br />
Bilişim teknolojilerindeki ilerlemeler ve internet aracılığıyla ulaşılan bilgininin<br />
her geçen gün artması akademisyenleri bilgisayar teknolojilerini ve güncel veri<br />
tabanlarını yakından takip etmeye zorlamaktadır. İnternet üzerinden ulaşılan bilginin<br />
çok hızlı ve belki de kontrolsüz artışı tüm bilim dalları için güvenilir bilgi kaynaklarının<br />
seçilmesini gerektirmektedir. Bu seçicilik özellikle kanıta dayalı tıp uygulamalarında<br />
ve genç akademisyenlere kanıta dayalı tıbbın (Şekil 1) öğretilmesinde güvenilirliği<br />
kanıtlanmış bilgiye ve veri tabanlarına ulaşmak açısından önem taşımaktadır.<br />
Sacett ve arkadaşları kanıta dayalı tıp kavramını hekimlerin, hastalarla ilgili<br />
tıbbi kararlar verirken klinik tecrübelerinin yanı sıra bilimsel kanıtı da dürüst, açık ve<br />
mantıklı şekilde kullanmaları olarak tanımlamışlardır (Sackett ve ark., 1996). Bu<br />
durumda hekimlerin yıllar içinde kazandıkları klinik bilgi ve tecrübelerine ek olarak<br />
bilimsel kanıta ulaşma, eleştirel olarak değerlendirme ve sağlam bilimsel kanıtları<br />
kendi pratiklerine aktarabilme yeteneklerine de sahip olmaları gerekir (Akobeng,<br />
2005).<br />
Şekil 1. Kanıta Dayalı Tıp<br />
Ancak güvenilir bilimsel kanıta ulaşmak her gün tıp literatürüne onlarca yeni<br />
makalenin girdiği günümüzde çok da kolay olmamaktadır. Biyomedikal veri<br />
tabanlarının çokluğu kullanıcıları şaşırtmakta ve hangisinin daha güvenilir olduğunu<br />
bilememek ya da etkin arama yapma yöntemleri konusundaki tecrübe eksikliği zaman<br />
kayıplarına neden olabilmektedir. Hekimlerin uluslararası alanda kabul görmüş belli<br />
35
aşlı veri tabanlarını tanımaları ve bu veri tabanlarında etkin arama yöntemlerini<br />
kullanmalarıbu zaman kayıplarını engelleyecektir.<br />
Şekil 2. Veri tabanlarının hiyerarşik organizasyonu<br />
Şekil 2 de veri tabanlarının hiyerarşik olarak organizasyonu görülmektedir. Bu<br />
piramitte yukarıya doğru çıktıkça bilgiler daha çok eleştirel olarak değerlendirilip ve<br />
hazır hale getirilmektedir. En alt basamakta yer alan orijinal çalışma makalelerini<br />
PubMed, Embase gibi veri tabanlarında bulmak mümkünken, daha üst basamaklarda<br />
yer alan sentezler basamağı Cochrane gibi sistematik derleme ve meta-analizleri<br />
yayımlayan veri tabanlarını içermektedir. Bu sentezlerin özetlerine ise The Database<br />
of Abstracts of Reviews of Effects (DARE) gibi veri tabanlarından ulaşılabilir. En<br />
üstbasamağın bir altında özetler kısmı yer almaktadır. Bu basamak için verilecek en<br />
uygun örnek Up to Date veri tabanıdır. Tıp dünyasında kullanımı her geçen gün artan<br />
bu veri tabanı hekimlere teşhis ve tedavi konularında pratik bilgiler sunmaktadır. En<br />
üst basamak ise hastanın verilerinden yola çıkarak bilgisayar destekli olarak karar<br />
verilmesine olanak sağlayan sistemler bölümüdür. Sistemler henüz istenilen seviyeye<br />
erişmemiş ancak geliştirme çalışmaları devam etmektedir.<br />
Günümüzde Cochrane Birliği ve Cochrane kütüphanesi kanıta dayalı tıbbın en<br />
önemli kalelerinden birisi olarak görüldüğü için tıbbi veri tabanlarının tanıtımına<br />
Cochrane Kütüphanesi ile başlamak istiyorum.<br />
Cochrane Birliği (“Collaboration”) ve Cochrane Kütüphanesi<br />
Cochrane Birliği 1993 yılında ünlü epidemiyolog Archie Cochrane önderliğinde<br />
kurulan ve kar amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluştur. Cochrane birliği<br />
kuruluşundan iki yıl sonra Cochrane Kütüphanesi olarak isimlendirilen ana veri<br />
tabanlarını oluşturmuştur (www.cochrane.org). Cochrane Kütüphanesi günümüzde<br />
kanıta dayalı tıbbın en önemli kaynaklarından biri olarak gösterilmektedir. Bu veri<br />
tabanı temel olarak 3 alt bölüme ayr›lmaktadır:<br />
“The Cochrane Database of Systematic Reviews”<br />
“The Cochrane Central Register of Controlled Trials (CENTRAL)”<br />
“The Cochrane Methodology Register (Methodology Register)”<br />
Bunlar içerisinde özellikle “The Cochrane Database of Systematic Reviews”<br />
isimli veri tabanı, yayımladığı tıbbi tedavi ve müdahalelerin etkinliğini inceleyen<br />
36
sistematik derlemeler aracılığı ile kanıta dayalı tıbba hizmet etmektedir. Günümüzde<br />
randomize kontrollü çalışmaların sentezleri yapılan sistematik derleme ve metaanalizler<br />
kanıt değeri en yüksek olan bilimsel çalışmalar olarak kabul edilmekte ve<br />
kanıta dayalı tıp piramidinin en üst basamağında yer almaktadır (Şekil 3). Cochrane<br />
Kütüphanesi kanıt değeri bu kadar yüksek olan çalışmaları desteklemesi ve<br />
yayımlaması bu veri tabanının neden önemli bir kaynak haline geldiğini<br />
açıklamaktadır.<br />
Cochrane Kütüphanesi önderliğinde sistematik derlemelerin hazırlanması çok<br />
titiz bir süreci gerektirir. Herhangi bir konu hakkında derleme hazırlamak isteyen<br />
yazarlar öncelikle akıllarındaki araştırma sorusunu Cochrane Birliğine iletirler, eğer<br />
daha önce benzeri bir soru sorulmadı ise bu soru Cochrane’in ilgili bölümlerinde<br />
çalışan araştırmacıların da yardımıyla geliştirilir ve derleme hazırlanmadan önce<br />
konuyla ilgili protokol yayımlanır. Bu protokol metodolojik olarak en ince ayrıntısına<br />
kadar incelenir ve sonrasında yazarlara geliştirdikleri araştırma sorusunun cevabını<br />
veren sistematik derlemeyi hazırlamak için 2 yıl süre tanınır. Sistematik derlemeler<br />
Cochrane Kütüphanesinde yayımlandıktan sonra belirli aralıklarla güncellenmektedir<br />
ve bir derleme güncellendiğinde eski versiyonu yayından kaldırılmaktadır.<br />
Şekil 3. Kanıta Dayalı Tıp Piramidi<br />
Web of Knowledge<br />
Web of Knowledge veri tabanı Bilimsel Bilgi Enstitüsünün (Institute for<br />
Scientific Information, ISI) temel veri tabanıdır (http://wokinfo.com). ISI 1958 yılında<br />
Dr. Eugene Garfield tarafından kurulmuştur ve 1963 yılında “Science Citation Index”<br />
(SCI) yayımlanmıştır.<br />
37
Tıp alanı ilgili olan en önemli indekslerden ikisi olan SCI ve SCI-expanded<br />
indeksleri Web of Knowledge kapsamında yer almaktadır. SCI’de SCI-expanded<br />
indeksine göre daha yüksek etki faktörlü dergiler bulunmaktadır.<br />
SCI'de bulunan dergi sayısı 2016 yılı itibariyle 3.746’dır. SCI-e indeksinde ise<br />
8859 dergi yer almaktadır. ISI’in temel veri tabanı olan Web of Knowledge 3 alt veri<br />
tabanına ayrılır. Bunlar sırası ile: “Web of Science”, “Biosis Citation Index” ve<br />
“Chinese Citation Index”dir. “Web of Science” uluslararası bilimsel atıf veri tabanıdır.<br />
Bu veri tabanı akademisyenlere atıf raporunun çıkarılması, h-indeksinin<br />
hesaplanması ve dergilere ait etki faktörlerinin gösterilmesi gibi kolaylıklar<br />
sağlamaktadır. Yıllık olarak açıklanan dergi atıf raporlarında Web of Science’da yer<br />
alan dergilerin etki faktörleri açıklanır. Etki faktörü; bir dergide iki yılda yayımlanan<br />
makalelere bu iki yılı takip eden yılda yapılan atıf sayısının iki yıllık toplam makale<br />
sayısına bölünmesi ile hesaplanır. İki bin on beş yılı verilerine göre SCI’de en yüksek<br />
etki faktörüne sahip olan dergi 144.8 puan ile “Cancer Journal for Clinicians” dir. Bu<br />
dergiyi ikinci sırada 55.8 etki faktörü ile “New England Journal of Medicine” izler.<br />
Medline ve PubMed<br />
Medline Birleşik Devletler Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından oluşturulan<br />
dünyanın en geniş kapsamlı ve en sık başvurulan biyomedikal veri tabanıdır<br />
(www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed). Medline kapsamında 5.500 adet dergi ve 18<br />
milyonun üstünde makale bulunmaktadır. Medline’a ulaşım PubMed arama motoru<br />
aracılığı ile çevrimiçi olarak gerçekleşmektedir. PubMed arama motoru ile Medline’da<br />
mevcut olan tüm dergi ve makalelere ulaşmak mümkündür. Bu kadar geniş kapsamlı<br />
bir veri tabanında arama yapmak bazı arama tekniklerinin bilinmesini<br />
gerektirmektedir. Aksi taktirde, sadece anahtar kelimeler sıralanarak yapılan<br />
aramalarda aranılan konuyla çok da ilgili olmayan uzun makale listeleri elde<br />
edilecektir. Birçok ülkede internet ulaşımının kolaylıkla sağlandığı hastanelerde bile<br />
sağlık personelinin biyomedikal veri tabanlarında etkin arama yapamadıkları, konu ile<br />
ilgili olarak gereğinden çok fazla ya da çok az sayıda makaleye ulaştıkları<br />
görülmüştür (Rosenberg ve ark., 1998). Bu nedenle dünyanın çeşitli üniversite ve tıp<br />
fakültelerinde, sağlık çalışlanları ve araştırmacılar için veri tabanlarında etkin arama<br />
tekniklerinin öğretildiği kurslar düzenlenmektedir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde de<br />
Tıp Eğitimi Anabilim Dalı’nın düzenlediği kurslarla tıp fakültesi öğrencilerine bu<br />
eğitimler verilmektedir.<br />
PubMed’de etkin literatür taraması yapmak isteyen bir kullanıcının Boolean<br />
mantığı ve operatörleri hakkında bilgi sahibi olması ve bunları kullanarak arama<br />
stratejileri geliştirmesi gerekir. Boolean mantığı 19. yüzyılda ünlü matematikçi George<br />
Boole tarafından geliştirilmiştir ve günümüzde arama motorları bu mantık sistemini<br />
kullanarak arama yapmaktadırlar (Bundy, 2010). Boolean operatörleri AND, OR ve<br />
NOT bağlaçlarından oluşur. Bu bağlaçlar arama için kullandığımız anahtar kelimeleri<br />
birbirleri ile ilişkilendirmemizi sağlarlar. PubMed’de yapılan aramalarda anahtar<br />
kelimeler küçük harflerle, AND, OR ve NOT bağlaçları büyük harflerle yazılmalıdır.<br />
PubMed’de etkin arama yapabilmek için karşılaşılan klinik durumun PICO<br />
formatına göre soru haline getirilmesi ve anahtar kelimelerin bu soruya uygun olarak<br />
seçilmesi gerekir. PICO İngilizce olarak: Patient (Hasta/popülasyon), Intervention<br />
(Müdahale/tedavi) , Comparison (Karşılaştırma) ve Outcome (Sonuç) kelimelerinin<br />
baş harflerinin bir araya gelmesi ile oluşur. PubMed’de tarama stratejisi geliştirirken<br />
38
her 4 bileşenden de anahtar kelime seçilip Boolean operatörleri ile bağlanırsa<br />
aranılan soru ile en yakından alakalı makalelere ulaşılabilir.<br />
PubMed’in önemli özelliklerinden birisi de “Medical Subject Headings” ya da<br />
kısaca MeSH veri tabanı olarak isimlendirilen, makaleleri tıbbi ana konu başlıklarına<br />
göre dizinleyen bir indeks sistemine ulaşımı sağlamasıdır. MeSH veri tabanında<br />
yapılan taramalarda anahtar kelimelerin ana konu olarak geçtiği makalelere<br />
dolayısıyla konu ile daha yakından ilişkili makalelere ulaşılacaktır.<br />
NCBI hesabı PubMed veri tabanının kullanıcılara sunduğu diğer bir kullanım<br />
kolaylığıdır. Bu hesap yapılan aramalara ait stratejilerin kayıt edilmesini, arama<br />
sonuçlarına saklanmasını ve arama sonuçlarına eklenen yeni makalelerden<br />
kullanıcıların e-mail alarmı ile belirli aralıklarla haberdar edilmesini sağlar.<br />
Scopus<br />
Scopus 2004 yılında kullanıma açılan geniş kapsamlı bir veri tabanıdır<br />
(www.scopus.com). Avrupa kaynaklıdır. Arama, arama stratejilerinin kaydedilmesi,<br />
arama sonuçlarına yeni eklenen makalelerden kullanıcının e-mail alarmı ile haberdar<br />
edilmesi özelliklerine sahiptir. Scopus araştırmacılara atıflarını takip etme ve h-<br />
indekslerini hesaplama olanağı sunmaktadır.<br />
Embase<br />
Embase (ExcerptaMedica) veri tabanı çok geniş bir veri tabanıdır<br />
(www.embase.com). İngilizce dilinde olmayan fazla sayıda dergi içermektedir (Peh ve<br />
Ng, 2010). Bu nedenle özellikle sistematik derleme çalışmalarında İngilizce olmayan<br />
literatüre ulaşmak açısından taranması önemlidir. Ulaşım kurumsal ya da bireysel<br />
üyelik gerektirmektedir.<br />
Sonuç<br />
Uzun yıllardır tıbbi bilgiye ulaşmada temel kaynaklar kitaplar ve alanında<br />
geçerliliği kanıtlanmış tıbbi dergiler olmuştur. Bilgisayar ve internet teknolojilerindeki<br />
ilerlemeler sonucunda birçok biyomedikal veri tabanı kullanıma girmiş ve çoğu zaman<br />
araştırmacılar tarafından bilgiye hızlı ulaşmak amacıyla tercih edilir olmuşlardır.<br />
Ancak bu veri tabanlarının çokluğu ve içeriklerinin genişliği nedeniyle ulaşılmak<br />
istenen bilginin diğerleri arasından seçilmesi ciddi zaman kayıplarına neden<br />
olmaktadır. Araştırmacıların güvenirliği kanıtlanmış veri tabanlarını yakından<br />
tanımaları ve bu veri tabanlarında etkin arama yapabilmek için gereken bazı teknikleri<br />
bilmeleri zaman kazandırıcı olacaktır.<br />
39
Kaynaklar<br />
1. Akobeng, A. K.: Principles of evidence based medicine. Archives of Disease in Childhood, 2005,<br />
90(8):837-840.<br />
2. Bundy, A.: Arguments about propositions. In: Budy, A (Ed). The computer modelling of<br />
mathematical reasoning (Digital edition, pp 13-52). Edinburgh: The University of Edinburgh,<br />
Informatics Forum, 2010<br />
3. Peh, WCG., and Ng, KH.: Effective medical writing. Singapore Medical Journal, 2010, 51(1):10-14<br />
4. Rosenberg, W. M., Deeks, J., Lusher, A., Snowball, R., Dooley, G., and Sackett, D.: Improving<br />
searching skills and evidence retrieval. Journal of the Royal College of Physicians of London, 1998,<br />
32(6):557<br />
5. Sackett, D. L., Rosenberg, W., Gray, J., Haynes, R. B., and Richardson,W. S. Evidence based<br />
medicine: what it is and what it isn't. British Medical Journal, 1996, 312(7023):71-72<br />
40
İletişim<br />
Prof. Dr. Ahmet ERÖZENCİ<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı<br />
Bir senaryoyla başlayalım:<br />
Yıllardan beri varlığını demirbaş olarak gördüğümüz arkadaşımızın,<br />
aileden birinin, bir yakın dostun veya sadece adını bildiğimiz komşunun, iş<br />
yerindeki meslektaşımızın hasta olduğunu öğreniriz günün birinde. O kişi<br />
daha evvelden de hasta olmuştur: nezle olmuştur, grip olmuştur, akciğer<br />
enfeksiyonu geçirmiştir – ama bu kez hastalığı bize bildiren kişi, onun “hasta”<br />
olduğunu kısık sesle söylüyordur, sesinde gizemli bir tonlama vardır. O kadar<br />
gizemlidir ki bu tonlama, elimizde olmadan hastalığın ne olduğunu sorarız,<br />
korku ve merakla. Yanıt daha kısık bir sesle gelir: “Kanser.”<br />
İşte bunu öğrendiğimiz anda elindeki değerli tası kırmış ve içindekileri<br />
yere düşürmüş rolü yapması gereken kişinin kimliğine bürünürüz. Bu, ne<br />
yapılması gerektiğini bilmeme konumudur. Söylenen sözler klasik ve bir o<br />
kadar da yapaydır:<br />
“Nasıl yani?”<br />
Mantıklı düşünüldüğünde yanıtı olmayan bir sorudur bu. Sorulan, nasıl<br />
kanser olunduğu mudur, o kişinin nasıl kanser olduğu mudur, kanserin neden<br />
olduğu mudur, o kişinin neden kanser olduğu mudur, yoksa, “Hayır, o kanser<br />
olamaz, doğru değil söylediğin,” yargısının kısaltılmış hali midir?<br />
Veya, “Yapma yahu, ciddi misin?” sorusu. Burada yine o kişinin kanser<br />
olduğuna inanmazlık vardır. Ama sorunun yapısına gramer kuralları açısından<br />
bakıldığında, haberi veren kişiye inanmazlık olduğu ortaya çıkar. Yine mantıklı<br />
düşünülürse, tabii ki ciddi olacaktır, konuşulan dalga geçilecek veya yalan<br />
söylenecek bir konu değildir ki.<br />
Belki de bu durumda sorulacak en akılcı soru, “Kendisinin haberi var<br />
mı?” sorusudur. Yine ve bir kez daha mantıklı düşünüldüğünde, kişinin<br />
hastalığından ilk olarak kendisinin haberdar olması beklenir. Ama ülkemizde<br />
maalesef – çoğu konuda olduğu gibi- kanser konusunda da o denli yapaylık,<br />
rol yapma ve ileride göreceğimiz gibi, bunlar nedeniyle paylaşmaktan kaçma<br />
vardır ki, haberi alan kişinin, hastanın hastalığından haberi olduğunu<br />
doğrulamak istemesi doğal karşılanmalıdır.<br />
Aslında hastanın hastalığını bilmesinin, haberi alan kişiyi nasıl<br />
etkileyeceğini de öngörmek bir yerde çok güçtür. Dostum dediğiniz birinin<br />
kanser olduğu ama kendisinin bunu bilmediği haberini aldığınızı düşünün.<br />
Karşılaştığınızda, onun “kanser” olduğu bilgisi altında ezilecek, doğal<br />
davranmakta güçlük çekeceksiniz. Aksi olursa, yani haberi varsa, bu sefer<br />
41
klasik “Geçmiş olsun, nasılsın?” veya “Nasıl oldu?” veya “Çok üzüldüm,”<br />
dışında ne denebilir ki? Hasta, “İyiyim,” derse ne diyebiliriz, çok kötü olduğunu<br />
söylerse ne dememiz gerekir?<br />
Kaldı ki, iyilik veya kötülük hallerinin tanımı nedir? İyi olmak, kişinin<br />
gücünün yerinde olması, bankaya yürüyerek gidebilmesi, hoşlandığı fiziksel<br />
aktiviteleri yapabilmesi midir, yoksa kafa ve ruh sağlığının yerinde olması mı?<br />
Kötü olmak çok ağrısı olmak mıdır; kanserin adı, bilinmezliği, geleceği<br />
öngörememek kaygılarıyla kendini iyi hissetmemek mi? Hasta muhakkak<br />
üzülmüştür, ama bizim üzüntümüzle onun üzüntüsü aynı içerikte midir?<br />
Hastayla hastalığını, şikayetlerini, tanı konana kadar gittiği doktorlarda<br />
olanları, yapılan tetkikleri ve nihayet olayın adının nasıl konduğunu mu<br />
konuşmak gerekir yoksa hiçbir şey yokmuş gibi davranarak havadan sudan<br />
mı konu açmalı?<br />
“Nasıl oldu?” sorusuyla öğrenmeyi hedeflediğimiz, kişisel merakımızı<br />
gidermek, detayları öğrenmek ve olayı başkalarına naklederken salt, “O<br />
kanser,” demek yerine ayrıcalıklı bilgiye sahip olduğumuzu, dolayısıyla<br />
naklettiğimiz kişiden daha üstün olduğumuzu ortaya çıkartacak bir bilinçaltı<br />
suali midir, yoksa söyleyecek söz bulamadığımız için sorduğumuz ve yanıtını<br />
dinlemediğimiz bir basit soru mu?<br />
Görüldüğü gibi, hastalık denilen bir bilinmez sadece hastayı değil, onun<br />
çevresinde olan kişileri de etkiler. Etkileşim, hastaya olan yakınlığımıza göre<br />
değişir. Hasta uzaktan tanıdığımız biriyse, ilgi ve etkilenmemiz sadece sözel<br />
bazda kalır. Aileden biriyse tanının öğrenildiği gün itibariyle gündemi tümüyle<br />
işgal eden, çaresizliğin, bilinmezliğin, üzüntünün dışa vurumu olan<br />
gözyaşlarıyla devam eder. Aslında yakınlarımızın hastalığında değişik<br />
dışavurumlarla ortaya çıkan reaksiyonların ortak bir paydası vardır: hasta olan<br />
kişiye ulaşamamak. O ayrı bir boyuttadır artık, hastadır. Daha da ötesi<br />
“kanserdir.”<br />
Şimdiye kadar kimseye kötülük etmemiş bu kişinin nasıl olup da kanser<br />
olduğunu düşünmeye, kendimizle tartışmaya başlarız. Konunun uzmanı<br />
olmamamız nedeniyle hiçbir zaman bilmediğimiz ama kulaktan duyduğumuz,<br />
saçların dökülmesine, bulantılara, kusmalara, kilo kaybına, kimi zaman organ<br />
kaybına yol açacak o “vahşi” kanser tedavilerini nasıl kaldırabileceğini<br />
öngörmeye çalışırız. Hiç telaffuz edilmese de ölüm fikri de bir yerlerde vardır,<br />
belli bir gelecekte o kişi hastalığından ölecektir. Ölecek olmasına üzülme,<br />
kimin için ne zaman olacağı bilinmeyen bu olaydan çok önce başlar.<br />
Melodramatik bir yaklaşımla o bunları yaşarken, kendi “normal” yaşamımızı<br />
nasıl sürdüreceğimizi düşünürüz. “Keşke onun yerine ben kanser olsaydım,”<br />
cümlesine kadar varır bu yaklaşımlar.<br />
Belli bir noktada tedavi başlar, olasıdır ki ilk başlarda hasta kendini<br />
giderek daha iyi hissediyordur, ameliyatı atlatmıştır, tedavilerin yan etkileri<br />
beklendiği kadar fazla değildir. Bu noktada konuşmalar yön değiştirir, diğer<br />
akrabalarla konuşulurken, “Ah bilseniz ne kadar etkilendim, üzüntüden<br />
geceler boyu uyuyamadım, ağzıma lokma koymadım,” gibi cümlelerle herkes<br />
kendisinin ne kadar daha çok etkilendiğini kanıtlamaya çalışır.<br />
Yaşanan ikilem nedir? Yanıtı kimsenin tam olarak bilmemesine karşın<br />
şu söylenebilir: kesin doğruları olmayan bir yolda hastaya yakınlığımızla,<br />
42
kültürümüzle, birikimimizle en doğruyu bulmaya çalışmak. Peki bu nasıl<br />
gerçekleşebilir?<br />
Bu bölümde bahsettiğim “en doğru”nun iletişim üzerinden nasıl<br />
gerçekleşebileceğini anlatmaya çalışacağım.<br />
İletişim Türk Dil Kurumu sözlüğünde, ‘Duygu düşünce ve bilgilerin akla<br />
gelebilecek her yolla başkalarına aktarılması’, olarak tanımlanıyor. Aynı<br />
sözlükte iletişimle ilgili birleşik sözler de var: iletişim ağı, iletişim araçları,<br />
iletişim merkezi, iletişim ortamı, iletişim uzmanı gibi...<br />
Bunlardan iletişim araçlarına baktığımızda akla ilk gelenleri şu şekilde<br />
sıralayabiliriz:<br />
1. Bilişsel iletişim araçları: Sanal ortamda bilgi teknolojilerinin kullanımıyla<br />
yapılan iletişim (örnek: e-posta)<br />
2. Görsel-işitsel iletişim araçları: Göz ve kulağımıza hitap eden<br />
multimedya teknolojileriyle yapılan iletişim (örnek: televizyon, sinema)<br />
3. Telekomünikasyon iletişim araçları: Göz ve kulağımıza hitap eden<br />
elektromanyetik teknolojilerle yapılan iletişim (örnek: cep telefonları)<br />
4. Grafik iletişim araçları: Yazı ve çizgi ile yapılan iletişim ( örnek:<br />
gazeteler, mektuplar)<br />
5. Organizasyon iletişim araçları: Ekipler aracılığıyla gerçekleştirilen<br />
iletişim (örnek: fuarlar, konferanslar)<br />
6. Sanatsal iletişim araçları: Her türlü sanat faaliyeti ile yapılan iletişim<br />
(örnek: konser, tiyatro, animasyon)<br />
Dikkat edilirse, yukarıda sıraladığım iletişim araçlarının hemen hepsi,<br />
günümüz dünyasına uygun olarak teknik yollardan bahsediyor. Ancak biz<br />
doktorlar “insan”la ilgileniyoruz; hemen her gün onlarca hasta yaşam<br />
kalitelerini bozan bir takım şikayetlerle bize geliyor, dertlerine umar olmamızı<br />
istiyor ve biz bu hastalarla, doğaçlama tiyatro yapan oyuncular gibi, önceden<br />
hazırlık yapma olanağımız olmayan bir senaryo içinde konuşmak zorundayız.<br />
Dolayısıyla, bizlerin iletişim araçlarımız yukarıdakiler değil. Doktor olarak<br />
algılara, duygulara, belleğe hitap etme durumundayız; bunu yaparken de<br />
sadece kelimelerimizi ve vücut dilimizi kullanabiliriz.<br />
Yapılan çalışmalarda kişiler (aile, arkadaş, eş veya burada konumuz<br />
olan meslektaş, hasta, hasta yakını, yardımcı sağlık personeli) arası iletişimi<br />
kolaylaştıran veya zorlaştıran bazı faktörlerin olduğunu ortaya koyulmuştur:<br />
Geçmiş deneyimler: Geçmiş deneyimlerin yaşadığımız güne ışık<br />
tuttuğu bir gerçek. Deneyimlere sadece yaşadığımız olaylar olarak<br />
bakılmamalı; büyüdüğümüz aile ortamı, gerginlik olan veya sevgi dolu bir<br />
ortamda büyüyüp büyümediğimiz, aldığımız eğitim, kurduğumuz arkadaşlıklar,<br />
dostluklar ve nihayet başımızdan geçenler...<br />
Hastalıklar açısından bakarsak, kanser tanısı konan birinin bir yakını<br />
aynı hastalıktan ölmüşse, hele ölüm uzun ve sancılı bir süreç sonunda<br />
olmuşsa, günün birinde aynı tanıyla karşılaştığında doğal olarak kendisini<br />
onunla özdeşleştirir. Bu da korku ve paniğe yol açar. Dolayısıyla doktor olarak<br />
görevlerimizden biri, anamnez esnasında hastanın geçmiş deneyimlerini<br />
öğrenip böyle bir durum varsa, her hastanın tedaviye farklı yanıt verdiğini,<br />
43
olumsuz bir örneğin genellenemeyeceğini vurgulamak, hastayı geçmişten<br />
bugüne çekmek olmalıdır.<br />
Yaş: Erik Erikson’a göre insan gelişiminde sekiz değişik psikososyal<br />
dönem vardır:<br />
Bebeklik dönemi (0-18 ay): Bu dönemde bebek beslenme, giydirilme,<br />
altının temizlenmesi gibi eylemler nedeniyle anne babasına bağımlıdır. Şefkat<br />
ve sevgi görür. Ağladığı zaman kendisiyle hemen ilgilenilmesi, acıktığı zaman<br />
beslenmesi bebekte çevresine yönelik güven duygusunun gelişmesini sağlar.<br />
Erken çocukluk (2-3 yaş): Çocuk tuvaletini söylemek gibi bazı fiziksel<br />
eylemlerde beceri kazanır, bu da bir ölçüde kendine güvenmesini, kendini<br />
bağımsız hissetmesini sağlar.<br />
Okul öncesi (3-5 yaş): Çocuk oyunlar kurarak çevresini kontrol ettiğini<br />
hissetmeye başlar. Hayal gücünü olabildiğince kullanmaya başlamıştır. Bu<br />
dönemde ebeveyn çocuğu olabildiğince cesaretlendirmeli, örneğin tahta<br />
blokları üst üste koymayı beceremediğinde, “Bu kadar basit bir şeyi bile<br />
yapamıyorsun,” veya oyuncak askerini uçuran çocuklarına, “Saçmalama,<br />
insan hiç uçar mı?” gibi olumsuz cümleler kullanmak yerine destekleyici<br />
olmalıdırlar. Okul öncesi dönemde gereğinden fazla eleştirilen çocuklarda<br />
ileride suçluluk duygusu gelişebilir.<br />
Okul dönemi (6-11 yaş): Çocuğun sosyal çevresi genişler, beceri artar.<br />
Okuma yazmayı öğrenmesi, problem çözebiliyor olması kendine olan<br />
güveninin gelişmesine yol açar. Becerileri aileleri tarafından desteklenen<br />
çocukların kendilerine olan güvenleri artar; aksi şekilde davranılanlarda ise<br />
aşağılık duygusu, bir şey yapamama kaygısı ortaya çıkabilir.<br />
Ergenlik dönemi (12-18 yaş): Bireyin kişiliğini kazandığını,<br />
özgürlüğünün sınırlarını araştırdığı dönemdir. Erginliğe geçiş döneminde<br />
karakter değişiklikleri olabilir; artık çocukluktan çıkmakta olan birey ebeveyni<br />
tarafından kontrol edilmek istemeyebilir. Kişisel gelişimin en güç evrelerinden<br />
biri olan bu dönemde yumuşak ve anlayışlı yaklaşım, bireyin ileride kendine<br />
güvenen biri olmasına katkıda bulunacaktır.<br />
Gençlik dönemi (19-40 yaş): Burada kişinin odaklandığı, sosyal<br />
çevresinin de genişlemesiyle, yakın ve sevgi içeren ilişkiler kurmaktır.<br />
Kurduğu ilişkilerdeki sağlamlık, bireyin iş yaşamında da başarılı olmasına<br />
katkıda bulunan etmenlerden biridir. Dilediği yakınlıkta ilişki kuramayan kişi<br />
kaçınılmaz bir şekilde yalnızlığa itilir, sosyal olmayan, yalnız yaşayan bir<br />
karaktere bürünür.<br />
Erişkin dönemi (40-65 yaş): Bireyin kalıcı olmaya çalıştığı dönemdir.<br />
Bunu çocuk sahibi olarak (neslinin sürmesini sağlayarak) veya yaşadığı<br />
çevreye yararlı işler yaparak gerçekleştirebilir. Geride anımsanacak bir şey<br />
bırakmadıkları hissine kapılan kişilerde ise bu dönemde, yaşın da<br />
ilerlemesiyle birlikte, başarısızlık, geçen yılların boşa harcandığı duygusu<br />
vardır.<br />
Olgunluk dönemi (65 yaş – ölüm): Kişinin yaşamını sorguladığı,<br />
hesaplaşmasını yaptığı dönemdir. Bu hesaplaşmadan olumlu sonuçla çıkan<br />
kişilerde tatmin duygusu vardır, ölüm ve hastalıkları bile sakin bir şekilde<br />
karşılarlar.<br />
44
Bir hastanın seyir defterini de benzer bir şekilde ele alabiliriz:<br />
Tanının öğrenildiği dönem<br />
Hiç kimse kendini hastalığa hazırlayamaz. Yaşamdaki diğer olayların<br />
aksine hastalık öngörülemeyen bir olgudur; hastalarda doktorlarından<br />
şikayetlerinin önemsiz olduğunu duyma umudu vardır. Dolayısıyla tanı<br />
konulduğu zaman çoğu kişi beslenmek, giydirilmek için başkasına gereksinimi<br />
olan bebek gibidir, bir anlamda boşluğa düşer. Yalnız olmadığını hissetmek<br />
için, doktordan hastalık sonlanana kadar güvencesini duyumsamak ister.<br />
Tedavi başlamadan önceki dönem<br />
Tanı konmasıyla tedaviye başlanması arasındaki süreci erken<br />
çocukluk, okul öncesi ve okul çağı dönemlerinin bir bileşimi olarak görebiliriz:<br />
kafa karışıklığı dönemi. Tuvalet becerisini kazanması büyümekte olan çocukta<br />
nasıl güven artmasına neden oluyor, öte yandan giderek yaşının ilerlemesiyle,<br />
“Derslerine yeteri kadar çalışmıyorsun”, “Yemeğini bitirmezsen büyümezsin,”<br />
gibi söylemlerle bu güven nasıl sarsılıyor, ikilemde kalıyorsa; kanser hastası<br />
da, kendisine sunulan doktorun kendine sunduğu tedavi seçenekleri, aile<br />
bireylerinin, komşularının veya tanıdıklarının önerdiği bir başka doktora gitme,<br />
ikinci görüş alma, günümüzde çok moda olan alternatif tıp yaklaşımı,<br />
tamamlayıcı tedaviler, kanseri iyi ettiği söylenen besinlerin yenmesi gibi<br />
verilerle tam bir kafa karışıklığına sürükleniyordur. Burada hasta yakınları tabii<br />
ki iyi niyetle, yaşadıkları bilinmezlik ve çaresizlik içinde bir şeyler yapabilme<br />
güdüsüyle hareket etmektedirler, ancak hastanın ihtiyacı daha fazla kafa<br />
karışıklığı değil dinginliktir. Tabii ki herkes ikinci bir görüş alabilir, tabii ki<br />
değişik tedavi seçenekleri araştırılabilir ancak hasta doktoruna güveniyorsa,<br />
yapılması gereken tedavi sürecini başlatmak ve bu süreçte de hastanın<br />
yanında olunacağını vurgulanmaktır.<br />
Tedavi süreci<br />
Bu dönemi, ergenlik, gençlik ve erişkin dönemlerinin bileşimi, yani<br />
olgunluğa hazırlanma dönemi olarak ele alabiliriz. Sadece ameliyat olarak<br />
iyileşen hastalarda olgunluk dönemine geçiş daha kısa sürer, daha uzun<br />
süreli (örneğin kemoterapi) görenlerde ise, bu tedavilerin uzun olması<br />
nedeniyle geçiş de zaman alır. Ama ortak payda, ameliyat sonrasında veya<br />
ilaç tedavisine ara verildiği dönemlerde hastanın kendini iyi hissetmesi,<br />
olayların kendi kontrolünde olduğunu algılamasıdır. Yan etkiler veya<br />
enfeksiyon riski nedeniyle yaşam hareketliliği sınırlanmış olan hasta evinden<br />
çıkmaya, sosyal çevresiyle yeniden görüşmeye başlar. Bu süreç aynı<br />
zamanda çoğu hasta tarafından kendisiyle hesaplaşma, yaşamda neler<br />
yaptım, nerden nereye geldim ve geriye anımsanacak ne bıraktım<br />
sorgulamasının yapıldığı dönemdir. Doktorun ve yakınlarının desteğiyle bu<br />
sorgulama sürecinden, pişmanlık duyguları yerine, o ana dek yaptığı<br />
muhasebeden memnun olmasa bile, önümde daha yaşanacak yıllar var<br />
düşüncesiyle çıkan hasta, kendisine yeni hedefler koyabilir veya olduğu<br />
konumdan daha ileri nasıl gidebileceğini belirler. Bu açıdan bakıldığında her<br />
hastalık bilene yaşam felsefesi olarak çok şey öğretebilen bir hastalıktır.<br />
45
Kültür düzeyi ve sosyoekonomik durum: Hastanın kültür-eğitim<br />
düzeyi, sosyoekonomik durumu tanı konduğu zaman ortaya çıkan tepkilerde<br />
belirleyici bir rol oynar. Burada, iki ana grup ve tümüyle farklı davranış-tepki<br />
türü çıkıyor karşımıza: yukarıdakiler ve aşağıdakiler.<br />
a. Yukarıdakiler: Her ne kadar kültür düzeyi yüksek birinin doktoruyla<br />
daha kolay iletişime gireceği, kendisine anlatılanları daha kolay<br />
kavrayacağı ve dolayısıyla kanseri kabullenmesinin daha kolay olacağı<br />
beklenirse de, burada bir tezat söz konusudur. Kültürlü biri organlarının<br />
işlevini daha iyi bildiği için sonuçları öngörebildiğinden, hastalığın<br />
yaşamının nasıl etkileneceği yönünde olumsuz senaryolar yazacak ve<br />
bu da panikleme, korkma, depresyona girme, reddetme aşamalarının<br />
daha uzun süre yaşanmasına yol açacaktır. Bu durumda, doktor<br />
kendilerini ne kadar sabırla dinler, söyledikleri hakkında görüş belirtir,<br />
önerdiği tedaviyi sanki hastanın kendisi öneriyormuş gibi bir hava<br />
yaratırsa, o oranda aradaki iletişim artar ve hastanın gerek hastalığını<br />
gerekse tedaviyi kabullenmesi kolaylaşır. Oynanan ikili oyunda aslında<br />
hasta da artık kontrolün kendisinde olmadığını biliyordur, ama önemli<br />
olan şekilsel de olsa idareci konumunu korumasıdır.<br />
b. Aşağıdakiler: Kültür düzeyi düşük kişiler ise hastalıklarını daha rahat<br />
kabullenirler. Bu grup hastaların büyük bölümünün alt gelir grubundan<br />
olduğu da göze alınırsa, bir anlamda zaten yaşamları boyunca tek<br />
başlarına savaş vermişler, başlarına geleni kabullenmeyi<br />
öğrenmişlerdir. Hastalık halinde kendileriyle birlikte savaşacak<br />
doktorun olmasını memnuniyetle karşılarlar. Bu hastalarda doktorun<br />
çektiği zorluk, dediklerinin neredeyse sorgusuz kabullenmesi<br />
karşısında hastadan veri alamamasıdır. Hasta yaşamını, vücut<br />
bütünlüğünü doktora emanet etmiş durumdadır, kendisiyle ilgili<br />
kararların karşısındaki tarafından verilmesini bekler. Doktor bu<br />
durumda salt tedavi edici değil, öğretici bir kimlik de kazanmak<br />
durumundadır. Hastaya hastalığını, kendisinin iyi olmak için neler<br />
yapması gerektiğini anlatması gerekir. Bu sayede hasta da tedavisinin<br />
bir parçası olur, kendisi için bir şeyler yapması gerektiğini algılar.<br />
Cinsiyet-kişilik: Cinsiyetin de gösterilen tepkilerde belirleyici etmenler<br />
arasında olduğu söylense de gerçekte tepkileri belirleyen kişilik özellikleridir.<br />
“Erkek güçlüdür, yıkılmaz, ağlamaz,” klişesinin geçerli olmadığını hepimizin<br />
gerek yaşadıkları, gerekse bilimsel çalışmalar ortaya çıkardı. Kadın veya<br />
erkek, tüm insanlarda ortak payda duyguların ve bencillik, umursamazlık,<br />
özveri vs gibi karakter özelliklerinin olmasıdır. Fark, kimisinde bir özellik daha<br />
fazla ortaya çıkarken bir başkasında farklı bir yönün belirgin olmasındadır.<br />
Kimi duygularını kelimelerle ifade eder, kimi davranışlarıyla; kimisi de<br />
dışavurum özürlüdür, olumlu olumsuz her türlü duyguyu içine atar, kendi<br />
içinde yaşar. Bu bağlamda, doktorun hastayla konuşmalarında hastanın<br />
cinsiyetine bağlı olmaksızın vereceği tepki, toplumsal rollerini ne kadar<br />
benimsedikleri ve duygularını ne kadar ifade edebildiklerini anlayıp, ona göre<br />
konuşmaktır.<br />
46
Hastaların Korkularını Gidermek<br />
Türk Dil Kurumunun sözlüğünde korku dört ayrı şekilde tanımlanıyor:<br />
1. Bir tehlike veya bir tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygı duygusu;<br />
2 . Kaygı, üzüntü;<br />
3 . Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara;<br />
4 .(psikoloji) Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında<br />
uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp ve solunum<br />
hızlanması gibi belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle<br />
kendini gösteren duygu.<br />
İlk üç tanıma bakıldığında ortak paydanın tehlike/kaygı/kötülük/üzüntü<br />
olduğu ortaya çıkıyor ama korkuyu açıklayan anahtar kelimeler dördüncü<br />
tanımda yer alıyor: “gerçek ya da beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı...” Yani<br />
korku tehlikeli bir olay karşısında ortaya çıkabiliyor, üzüntüyle birlikte olabiliyor<br />
veya üzülmeye yol açabiliyor, gerçekler korkutucu olabiliyor ve nihayet<br />
beklenen bir tehlike de korku ve ona bağlı tepkileri doğurabiliyor.<br />
Bu durumda sormamız gereken bir soru var: Hasta<br />
hastalık“gerçeğinden mi,” yoksa, “bilinmezinden mi” korkuyor?<br />
Sağlıklı olma duygusunun kaybedilmesinden doğan korku: Burada<br />
yaşanan ikilem, insanın sağlığını demirbaş olarak görmesinden<br />
kaynaklanmaktadır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde sağlık, bireyin fiziksel ve<br />
ruhsal yönden tam bir iyilik durumunda olması olarak tanımlanırken, sağlıklı<br />
kelimesinin karşısında, benzer açıklamaların yanı sıra, bir başka betimleme<br />
de var: doğru, güvenilir, gerçek... Yani sağlıklılık hali gerçekse, sağlıksızlık,<br />
sağlığın kaybedilmesi durumunu da metaforik olarak gerçek olmayan, hakiki<br />
olmayan (durum, hal) olarak tanımlayabiliriz. Ve aslında herhangi bir hastanın<br />
korktuğu da tam olarak budur: kendi gerçeğini yitirme olasılığı...<br />
Bir insanın sağlıklı konumdan sağlıksız konuma gelme serüvenini hiç<br />
düşündünüz mü? Zaman içinde hepimizin öksürük gibi veya nedensiz bir ağrı<br />
gibi şikayetlerimiz olmuştur. Çoğu kez de geçer diye beklemiş veya evde<br />
bulunan ilaçlarla durumumuzu düzeltmeye çalışmışızdır, hatta bu saydıklarımı<br />
şikayet olarak dile bile getirmemişizdir. Kendisinde normal zamanlardan farklı<br />
olarak gözlemlediği rahatsızlık yaşam kalitesini etkilemeye başladığında, kişi<br />
bunun nedenini öğrenme isteğiyle doktora diğer ve o an itibariyle bambaşka<br />
bir süreç başlar.<br />
Öncelikle, kişi doktorun kendisini dinleyeceğini umuyordur. Ancak<br />
yapılan bir çalışmada, hastaların yüzde ellisinin doktorların sorunlarını ciddiye<br />
almadıkları kanısında olduğu ortaya çıkmıştır. Bir başka çalışmada yüzde elli<br />
durumda da doktor ve hastanın sorunun ne olduğu üzerinde anlaşamadıkları<br />
belirlenmiştir. Daha şaşırtıcı bir bulgu, konuşmaya başlamalarından ortalama<br />
on sekiz saniye sonra doktorların hastanın sözünü kestikleri yönündedir.<br />
Hastanın korkusunu gidermek için doktorların öncelikle hastayı<br />
dinlemeleri, söylemeye çekindiklerini ortaya çıkartacak şekilde soru sormaları<br />
gerekir.<br />
47
Dinlemek ve duymak<br />
Dinlemek bir sanattır. Herkeste, ama bilhassa doktorlarda olması<br />
gereken bir özelliktir ve beraberinde söylenenleri duyabilme yeteneğinin de<br />
olması gerekir. Her ne kadar dinlemek ve duymak koşut algılanan iki<br />
kavramsa da birbirlerinden farklıdırlar. İnsan karşısındakini dinlediğinde,<br />
konuşan kişinin söylediği soyut kavramları, kendi deneyimlerine göre yorumlar<br />
ve sonuca varır.<br />
Bir örnekle belirtmek gerekirse, birisi bir nedenden ötürü çok kızdığını<br />
söylediğinde, dinleyici olarak yaptığımız, kendimiz çok kızdığımızda neler<br />
hissettiğimizi anımsamak ve refleks olarak onun da aynı duyguları yaşadığını<br />
varsaymaktır. Bundan da öte, yine refleks olarak aynı durumda ben de kızar<br />
mıydım sorusunu kendimize sorar ve yanıt olumsuz gelirse, “Bunda da<br />
kızılacak ne var?” diye onun duygularını paylaşmama yönüne gideriz.<br />
Duyma yeteneği olan doktor ise, hasta duygulardan bahsettiği zaman,<br />
kendi deneyimlerinden sıyrılır ve kendini karşısındakiyle özdeşleştirmeye<br />
çalışır; yani karşısındakini dinlerken yargılayıcı değildir. Önyargılarından<br />
sıyrılmış ve bir anlamda beynini boşaltmış olarak dinliyor ve duyuyordur.<br />
Doktor, tanı aşamasında hastasıyla, gereğinde onun iç dünyasına<br />
girmeyi, kimi zaman yakınlarına bile söylemediği endişeleri, kuşkuları<br />
kendisine açmasına sağlayacak bir güven ilişkisi kurmalıdır. Bu açıdan da<br />
hastaya, kendisinin bir dizi hastası içinde altı haneli bir protokol numarasından<br />
ibaret biri olarak görülmediği güvencesini vermek, onun özel biri olduğunu<br />
hissettirmek önemlidir. Hasta zaten kendini özel biri olarak görüyordur.<br />
Yakalanma olasılığı milyarda bir olan bir hastalığa yakalanmış olduğunda<br />
hasta için bu oran artık bir anlam taşımaz, hasta olan kendisidir, dolayısıyla<br />
oran onun için yüzde yüzdür.<br />
Ağrı çeken bir hastaya, “Ama kan tetkikleriniz çok iyi durumda olmanız<br />
gerektiğini gösteriyor,” demenin anlamı yoktur. Hastayı ilgilendiren tetkik<br />
sonuçları olduğu kadar yaşam kalitesidir. Doktor, laboratuar ve röntgen<br />
sonuçları gibi nesnel veriler kadar, hatta onlardan da öte, hastanın<br />
yakınmalarına kulak vermeli, ruhsal durumuyla ilgilenmelidir; ilgi gördükçe<br />
hasta yaşadıklarını onunla paylaşmaya açık olur.<br />
Doktor, salt mesleği itibariyle bile olsa farklıdır. Hasta açısından<br />
bakıldığında hastalığa çözüm bulacak olan kişidir ve hasta –farkında olmasa<br />
da- doktordan hastalığının sadece fiziksel yönüne değil, yaşamakta olduğu<br />
sürecin her yönüne çözüm bulmasını beklemektedir. Dolayısıyla korkusunu<br />
söylediğinde, bunun nedenlerinin doktor tarafından açıklanmasını bekler.<br />
Hastalıklar nasıl reçeteye yazılan birkaç ilaçla tedavi ediliyorsa, duygusal<br />
çalkantısına doktorun birkaç maddelik öneriyle çare bulmasını bekler.<br />
“Endişelenmeye gerek yok,” cümlesini duymak istemez, tam tersine<br />
endişelerinde haklı olduğunu, geçerli nedenlerinin bulunduğunu ancak<br />
endişesinin tedavi edilebileceğini işitmek ister.<br />
Doktorun bu durumda hastasına vereceği en büyük güvence,<br />
yaşamakta olduğu duygusal karmaşada yalnız olmadığıdır. Hemen her<br />
hastasın benzer deneyimlerden geçtiğinin, bu deneyimlerin olayın doğal<br />
seyrinin bir parçası olduğunun, yaşamını korku, endişe, yanıtını kimsenin<br />
bilmediği sorulara endeksli sürdürmesinin tedaviye katkıda bulunmayacağının,<br />
48
olumsuz duygulardan kurtulmanın bir yerde zamana bağlı olduğunun,<br />
duygusal karmaşanın basit birkaç öneriyle bugünden yarına geçmeyeceğinin,<br />
ancak tedavi sürecindeki her aşamanın birlikte yaşanacağının, deneyimiyle<br />
kendisine yol göstereceğinin anlatılması hastayı bir ölçüde rahatlatabilir.<br />
Beden dilinin önemi<br />
Toplumumuzda hasta yakınları doktorun, hasta da hem doktorun hem<br />
de yakınlarının kendisinden bir şeyler sakladığı konusunda hâlâ ön yargılıdır.<br />
Her şey açıkça söylense bile bu düşünceden kurtulmak güçtür. Tanının<br />
öğrenilmesiyle birlikte zaten yaşanmakta olan duygu karmaşasına şüphecilik,<br />
kendine söylenenlere inanmama eklendiği takdirde yaşam hasta için daha<br />
çekilmez hale gelir.<br />
Doktorun ilk görevlerinden biri hastadaki olası şüpheciliği daha ortaya<br />
çıkmadan yok etmektir. Bunun için de yapması gereken şey çok basittir:<br />
konuşurken gözlerine bakmak. Söylenen ne olursa olsun –ister tedavinin yan<br />
etkileri, ister hastalığın ne kadar yaygın olduğu- göz teması kurularak yapılan<br />
konuşma sonucunda hasta kendisinden bir şeyin gizlenmediğinden emin olur.<br />
Daha da önemlisi, doktorun açık biri olduğunu, ona güvenebileceğini algılar.<br />
Bu algılama hastada, doktoruna soracağı sorulara doğru ve dürüst yanıtlar<br />
alacağı güvencesini oluşturur ki, karşılıklı güven zaten bir iletişimin temel<br />
öğesidir.<br />
Kullanılan dil<br />
İnsanlar arasındaki iletişimin temel öğelerinden biri kişilerin aynı dili<br />
kullanmasıdır. Bilinen bir fıkradır: Temel ve Dursun bankta otururken<br />
yanlarına bir yabancı yaklaşmış. İngilizce olarak gitmek istediği yere nasıl<br />
gidebileceğini sormuş. İkisi de İngilizce bilmediklerinden yanıtlayamamışlar.<br />
Yabancı aynı soruyu Almanca, Fransızca, İspanyolca tekrarlamış. Temel ve<br />
Dursun’dan yine yanıt alamamış ve söylenerek yanlarından ayrılmış. Temel<br />
Dursun’a dönmüş, “Bak,” demiş, “bir de dil bilmek önemli derlerdi. Adam onca<br />
dil biliyor ama derdini bir türlü anlatamıyor.”<br />
Hastayla konuşurken kullanılan dilin anlaşılır olması çok önemlidir ve<br />
burada görev doktora düşmektedir. Doktor mutlak surette açıklayıcı ve<br />
karşısındakinin anlayabileceği, yoruma yer bırakmayacak kelimelerle<br />
konuşmalıdır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, tetkikleri inceledikten sonra<br />
hasta ve yakınlarına dönüp, “Mediastendeki genişleme vena cava superiora<br />
baskı yapıyor bu da vena cava superior sendromuna neden oluyor. Ayrıca<br />
konstitüsyonel semptomlarınızın olması, AST ve ALT’nizin elave olması<br />
ekploratris laparotomi yapılmasını gerektiriyor, sonrasında da büyük bir<br />
olasılıkla sitotoksik tedavi gerekir,” diye konuşulduğunda, doktor haricinde<br />
kimsenin bir şey anlamayacağı kesindir.<br />
Doktor öncelikle, şayet biliniyorsa ve tedavide etkisi varsa, hastalığın<br />
nedenlerini açıklamalıdır. Bu şekilde neden-sonuç ilişkisini irdeleyen bir<br />
yaklaşım, yaşamakta olduğu bilinmezlik içinde hastanın kanseri bir ölçüde<br />
anlamasına yardımcı olur.<br />
Doktor konuşmasında tedavi süresini, tedavinin yan etkilerini de<br />
olabildiğince açık olarak anlatmalıdır. Hasta yakınları genellikle kanser<br />
tanısıyla sarsılmış olan hastalarına daha fazla olumsuz haber verilmesini<br />
istemezler. Fiziksel açıdan zorluklara yol açacak yan etkilerin<br />
49
ahsedilmesinden hoşlanmazlar. Ama unutulmamalı ki, zaten hastalık<br />
bilinmezliğinin içine çekilmiş olan hastanın, tedaviyle ilgili olarak da bir<br />
bilinmezlik yaşaması halinde toparlaması daha güç olacaktır.<br />
Doktorun en önemli görevlerinden biri hastayı rahatlatmaktır. Bunun<br />
için de ilk adım hastaya destekleyici bir tutumla yaklaşmaktır. Destekleyici<br />
konuşmada doktor zaman ayıran, hastanın söylemek istediği her şeyi<br />
dinleyen kişidir. Hastalığı ayrıntılı olarak anlatır. Hastasını anlamaya çalışır.<br />
Empati duyduğunu hissettirir. Konusunda otorite olduğunu kesin bir şekilde<br />
ortaya koyar. Ama otoritesini hastayı sınırlama, soruları dinlememe yönünde<br />
kullanmaz. İyi, kötü, doğru, yanlış gibi sıfatlar kullanmayan, yargılayıcı<br />
olmayan, esnek bir yapıdadır. Böyle bir yaklaşım hastayı olduğu kadar hasta<br />
yakınlarını da rahatlatır. Daha da önemlisi doktorun onlardan kişilikleri<br />
hakkında veri almasını ve tedavi süreci uzadıkça nasıl davranacaklarını<br />
öngörmesini sağlar.<br />
Kelimelerin yorumlanması<br />
İletişimi belirleyen diğer bir önemli öğe kelimelere yüklenen<br />
anlamlardır. Kimi zaman aynı kelime iki kişi tarafından farklı yorumlanabilir.<br />
Söz konusu farklılık kişinin kültürü, deneyimleri, Türkçe bilgisi, ruh hali gibi<br />
etmenlere bağlıdır.<br />
Hastalar hastalık tanısını öğrendikleri aşamada inanmama, şaşkınlık,<br />
sorgulama benzeri duygu karmaşaları yaşarlar. Doktor hasta ve yakınları ile<br />
konuşurken, hastalığı ve tedaviyi anlatırken, ne kadar açık olsa da,<br />
söyledikleri karşısındakiler tarafından tam olarak duyulmayabilir. Bu nedenle,<br />
bilhassa tedaviden beklediği sonuçlardan bahsederken kesin konuşmaktan,<br />
“Bu tedaviyi olan hastaların yüzde sekseni iyileşti,” gibi bir cümle<br />
kullanmaktan kaçınmalıdır. Hasta doğal olarak kendisinin de iyileşen gruba<br />
dahil olacağını umar, ama, “Ya ben iyileşmeyen yüzde yirmiye girersem?” gibi<br />
bir soru sorduğunda, yanıt vermek çok güçtür. Bu soruyu dile getirmese de,<br />
kafasında düşünüyor olması bile ruh halini olumsuz etkiler.<br />
Yanlış anlamaya yol açan nedenlerden birisi de, hastayı hastalığı ve<br />
tedavi seçenekleri hakkında bilgilendirirken verilerin tümünü ortaya koymadan<br />
ondan karar vermesini beklemektir. Hastalığının tedavisinde ameliyat veya<br />
ilaç tedavisi seçenekleri olduğu söylenen bir hastadan, bu tedavilerden elde<br />
edilen sonuçlar arasında fark olup olmadığı, uzun dönemde hangisinin daha<br />
etkin olduğu belirtilmeden bir seçim yapması istendiğinde hasta tamamıyla<br />
ameliyat-ilaç kelimeleri üzerine odaklanacağı için göreceği fayda ikinci planda<br />
kalacaktır.<br />
Ameliyat kelimesi anestezi, bıçak, vücut bütünlüğünün bozulmasıyla<br />
özdeşleştirildiğinden tercih çoğu zaman ilaç tedavisinden yana olacaktır. Öte<br />
yandan belki doktor ilaç tedavisini sadece hastasını bilgilendirmek amacıyla<br />
söylemiştir. Hasta bir kez tercihini yaptıktan sonra değiştirmesini sağlamak<br />
çok güçtür. İkna olsa bile bu kez, “Acaba ilaçla iyi olamayacak kadar kötü<br />
müyüm?” ikilemini yaşamaya başlar.<br />
Yanlış anlaşılmayı önlemenin en etkin yolu, tekrarlamak ve verilen<br />
mesajın yerine ulaştığını, hastaya soru sorarak doğrulatmaktır. Konuşmanın<br />
belli yerlerinde söylenenleri hastaya tekrarlattıracak sorular yöneltmek,<br />
söylenenleri değişik kelimelerle yinelemek her zaman etkili ve yararlıdır.<br />
50
Gerektiğinde hastanın ilgilendiği olaylardan, günlük yaşamdan örneklemelerle<br />
yapılan konuşmalar, en açık tıbbi konuşmadan daha yararlı olabilir. Görüşme<br />
bittiğinde doktor mutlak surette hastaya ve yakınlarına öğrenmek istedikleri<br />
başka bir şey olup olmadığını sormalı, onları konuşmaya teşvik etmelidir. Bu,<br />
hem hastanın aklındakileri dile getirmesine yardımcı olur hem de doktorun<br />
karşısındakini dinlemeye hazır olduğunu hissettirir.<br />
Zaman ayırmak<br />
Zaman, doğru kullanıldığı takdirde, bedenimizle birlikte kontrolü<br />
elimizde olan tek tük yaşam öğesinden biri olmanın yanı sıra, aynı zamanda<br />
bir kimsenin karşısındakine verebileceği en kıymetli hediyedir. Rakamlarla<br />
tanımlanmasına karşın ölçülemeyen bir değerdir. Hal böyleyse, doktorun<br />
hastasına, yakınlarının sevdiklerine kaliteli zaman ayırmasını beklemekten<br />
doğal bir şey olamaz.<br />
Kaliteli zamandan kastım, senelerdir takip ediyor, kontrollerde sadece<br />
kan tahlillerinin sonucuna bakıyor, bu da beş dakika sürüyor olsa bile<br />
doktorun hastasına yaşamını soracağı, kendisini nasıl hissettiğini öğreneceği<br />
sohbet süresini ayırması. Böyle bir yaklaşım hastaya özel olduğunu<br />
hissettireceği gibi, örneğin kanser durumlarında, hastalığın materyal<br />
boyutunu, salt doktor-hasta bazındaki ilişkiyi geri plana atıp insancıl plandaki<br />
ilişkiyi ön plana çıkartacağından, uzun dönemde nüks veya metastaz<br />
nedeniyle ilave tedavi gerektiği durumlarda daha önceki bölümlerde söylenen<br />
duygusal çalkantıların en alt düzeyde olmasını, hastanın yeni koşullara<br />
kendini daha kolay uyumlamasını sağlayacaktır.<br />
Ortamın önemi<br />
Hastayla olan iletişimi engelleyen başka bir etmen de konuşmanın<br />
yapıldığı ortamdır. Gürültülü, telefonun çaldığı, sürekli olarak birilerinin girip<br />
çıktığı ortamda, her iki taraf –doktor ve hasta- istedikleri kadar iyi niyetli<br />
olsunlar, konuşma kesintilere uğrayacaktır. Bu durumda iletişimin istenen<br />
düzeyde gerçekleşmesi olanaksızdır. Nitelikli ve etkin iletişim için mekânsal<br />
özellikleri sağlamak doktorun yükümlülüğündedir. Ancak hasta ve yakınları da<br />
kendi açılarından verilen mesajların alınmasını engelleyen etmenleri ortadan<br />
kaldırma sorumluluğundadırlar.<br />
Burada kast ettiğim, olmadığı zamanlarda nasıl yaşadığımızı artık<br />
hatırlayamadığımız cep telefonlarının hem doktor hem de hasta yakınları<br />
tarafından kapalı tutulması veya görüşme esnasında çaldığında açılmaması<br />
gerektiği ve ayrıca doktorla görüşmeye güruh halinde gidilmemesinde,<br />
hastaya en fazla iki yakınının eşlik etmesinde yarar olduğu. Odada üç kişi de<br />
olsa, altı kişi de olsa doktorun söyleyecekleri farklı değildir. Altı kişinin<br />
söylenenleri anlama ve algılama yeteneğinin, üç kişininkinden daha fazla<br />
olduğu yönünde bir veri bulunmadığı gibi, kalabalık ortamlarda hasta doktor<br />
iletişiminin istenen düzeyde olmayacağı da kesindir. Doktor her ne kadar<br />
odadaki herkesle konuşsa da, esas ulaşmak istediği hastanın kendisidir. Daha<br />
da ötesi, fazla insan olduğunda hasta da kafasındaki –kimi zaman mahrem<br />
olabilecek- soruları doktora yöneltemediği gibi, nasıl olsa diğerleri dinliyor<br />
mantığıyla, doktorun söylediklerini tam anlamıyla duymayacaktır.<br />
51
Sonuç<br />
İletişim çok katmanlı bir edimdir ve sürekli, düzenli, sorunsuz bir iletişim<br />
için hiçbir zaman tek bir reçete yoktur. Hastayla olan iletişim zaman içinde,<br />
deneyim sonucu oluşur. Bu bölümde çok genel hatlarıyla özetlemeye<br />
çalıştığım konuyla daha derin ve detaylı bilgi almak isteyenler, doktor, hasta,<br />
hasta yakını arasındaki iletişimi konu edindiğimi Bir Türk Filmi Olarak Kanser<br />
(Ayrıntı yayınları, 2014) isimli kitabıma başvurabilecekleri gibi, aşağıda listesi<br />
bulunan kaynaklardan da yararlanabilirler.<br />
Kaynaklar<br />
1. Barraclough J.: Cancer and Emotions, Wiley press, 1994<br />
2.Berne E.: Games People Play, Harper Collins, 1968<br />
3. Dinççağ A.: Sevgili Doktorum, Anla Beni, 2003<br />
4. Tabak RS.: Sağlık İletişimi, 2003<br />
5. Siegel B.: Love, medicine and Miracles, Harper Collins, 1968<br />
52
Temel Yaşam Desteği ve Otomatik Eksternal Defibrilasyon<br />
Prof. Dr. Oktay DEMİRKIRAN<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anezteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />
Resüsitasyon Nedir?<br />
• Avrupa’ da her yıl binlerce kadın ve erkek kalp durmasından ölmektedir. Eğer<br />
Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) derhal başlarsa ölüm sık olarak<br />
önlenebilir. KPR’ ın iki önemli bileşeni vardır: göğüs basısı (kan akışı için) ve<br />
kurtarıcı soluk (akciğerlere oksijen göndermek için).<br />
• KPR beyin ve kalp gibi yaşamsal organlara hasarı önleyebilir.<br />
• Birçok olguda tek başına KPR kalbi tekrar çalıştırmaz. İyi uygulanmış KPR<br />
(özellikle göğüs basısı) defibrilasyon uygulamalarını etkin kılar.<br />
OED nedir?<br />
• Kalp aniden durduğunda (kardiyak arrest) bunun nedeni “ventriküler<br />
fibrilasyon” olarak bilinen karmaşık bir ritmdir. Otomatik eksternal defibrilatör<br />
(OED) ventriküler fibrilasyonu geri çevirmek ve kalp fonksiyonunun tekrar<br />
düzenlemek üzere kontrollü elektrik şokları verir.<br />
• OED ile ritmin kesin dönüşümü ve takiben şokun verilebilmesi için OED<br />
pedlerinin pozisyonları önemlidir.<br />
Yaşam Zinciri<br />
Yaşamın kurtarılması bir dizi ardışık adımları içerir. Her bir adım sağ kalımı<br />
etkiler. Birbirine bağlı olan bu adımlar “Yaşam Zinciri” olarak bilinir.<br />
Erken haberleşme ve yardım çağrısı<br />
Dinlenmekle geçmeyen santral göğüs ağrısında kalp krizinden<br />
şüphelenmelidir. Ağrı kol, çene ve boğaza yayılabilir. Kişi kendini hasta, zayıf, halsiz<br />
hisseder ve bolca terler. Kalp krizi ya da kalp durmasından şüphe edildiğinde acilen<br />
ambulans çağırılmalıdır. Avrupa Birliği ülkelerinde aranması gereken numara 112 dir.<br />
Erken KPR<br />
Kardiyak arrest (kalp durması) söz konusu olduğunda göğüs basısı ve<br />
kurtarıcı solunuma derhal başlamak kazazedenin yaşam olasılığını iki kat artırır.<br />
Erken defibrilasyon<br />
Birçok olguda kalp durması, ventriküler fibrilasyon (VF) denen elektriksel<br />
düzensizliğe bağlı olarak gelişir. VF de tek etkin tedavi yöntemi elektrik şoku<br />
verilmesidir (defibrilasyon). Başarılı defibrilasyon olasılığı etkin KPR uygulaması<br />
dışında her dakikada %10 oranında azalır. Otomatik eksternal defibrilatör (OED)<br />
53
kullanımı ile sağlık çalışanları dışındakilerin de defibrilasyon girişiminde<br />
bulunabilmesi olası olmaktadır.<br />
Resüsitasyon sonrası bakım<br />
Başarılı resüsitasyonu izleyerek kurtarıcılar geri dönme şansını artırabilirler.<br />
Sağlık çalışanları dışındakiler için bilinci olmayan kazazedenin “recovery”<br />
pozisyonuna alınmasını içerir. Sağlık çalışanları içinse geri dönüşü sağlayacak ileri<br />
tekniklerin kullanılmasını içerir.<br />
Temel Yaşam Desteği<br />
Temel yaşam desteğinin iki temel bileşeni vardır:<br />
• Göğüs basısı<br />
• Kurtarıcı soluk<br />
Temel Yaşam Desteği<br />
Güvenli yaklaşım<br />
Kendimiz, kazazede ve diğer kurtarıcılar için herhangi bir tehlike olmadığından<br />
emin olunmalıdır. Elektrik, gaz, trafik gibi zararlardan korunmalıdır.<br />
<br />
Yanıt kontrolü<br />
Kazazedeyi omuzlarından dikkatlice sarsarak, yüksek sesle “Nasılsın?” diye<br />
sorunuz<br />
<br />
<br />
<br />
o Eğer yanıt veriyorsa<br />
Kazazedeyi bulduğunuz pozisyonda bırakınız.<br />
Sorunu bulmaya çalışınız.<br />
Düzenli aralıklarla kazazedenin durumunu yeniden değerlendiriniz.<br />
o Yanıt vermiyorsa yardım için bağırınız.<br />
Yardım için bağır<br />
• Eğer yakınınızda biri varsa yardımına ihtiyacınız olabileceğinden beklemesini<br />
isteyin.<br />
• Yalnızsanız yüksek sesle bağırmayı deneyin ve dikkat çekin, ancak<br />
kazazedeyi terk etmeyin.<br />
Hava yolu açıklığını sağla<br />
Şuuru kapalı hastada dil geriye düşer ve hava yolunu tıkar. Başın geriye itilip,<br />
alt çenenin öne doğru çekilmesi ile dilin soluk borusunun arka tarafından ayrılarak<br />
öne gelmesi sağlanarak hava yolu açılabilir.<br />
• Hastayı sırt üstü yatırınız. Bir elinizi kazazedenin alnına yerleştiriniz ve<br />
başını hafifçe geriye doğru itiniz.<br />
54
• Diğer elin iki parmağının uçlarını çenenin alt noktasına yerleştirerek<br />
çenesini kaldırınız.<br />
• Bu işlemlerin birlikte yapılması ile hava yolu açıklığı sağlanır.<br />
Solunum kontrolü<br />
Hava yolunu açık tutarak normal solunumun olup olmadığını kontrol ediniz.<br />
Bak: Göğüs hareketlerini izleyiniz.<br />
Dinle: Solunum seslerini duyabilmek için kazazedenin ağzını dinleyiniz.<br />
Hisset: Yanağınızda hava giriş-çıkışını hissediniz.<br />
BAK, DİNLE, HİSSET<br />
10 saniyeden daha uzun olmayan kontrol süresinde düzenli solunumun olup<br />
olmadığı kararını ver.<br />
Agonal solunum<br />
Kardiyak arrestten sonraki ilk birkaç dakikada, kazazede zorlukla veya sık olmayan,<br />
gürültülü bir “gasping” şeklinde soluyabilir. Bunu normal solunumlar ile<br />
karıştırmayınız.<br />
112’ yi ara<br />
Eğer kazazede yanıtsız ve normal solumuyor ise:<br />
Yalnız iseniz:<br />
• Ambulans için 112’ yi arayın ( eğer gerekli ise kazazedeyi bırakarak) ve<br />
• Olabildiğince çabuk OED’ yi getirin(varsa)<br />
Birisi ile birlikte iseniz:<br />
• Yanınızdakini ambulans için 112’ yi aramaya gönderin<br />
• Derhal OED’ yi getirmesini söyleyin (eğer varsa), siz bu arada CPR<br />
uygulamaya başlayın<br />
Arayan kişi, kendi adını, kazanın olduğu yeri ve kardiyak arrest<br />
kazazedeyi açıkça belirtmelidir.<br />
olan<br />
Eğer OED yoksa KPR uygulayın<br />
Eğer OED varsa, aktif edin ve kullanın<br />
TYD<br />
OED<br />
55
Göğüs kompresyonu uygulaması<br />
Göğüs kompresyonunu kazazede sırt üstü düz bir zeminde yatarken<br />
uygulayınız. Göğüs kemiğini ritmik olarak omurgaya doğru bastırınız. Bu işlem kan<br />
akımının kalpten vücuda doğru gidişini sağlar.<br />
• Bir elinizin topuk kısmını kazazedenin göğsünün ortasına yerleştiriniz<br />
• Diğer elinizin topuk kısmını ilk elinizin üzerine yerleştiriniz ve parmaklarınızı<br />
kilitleyiniz<br />
• Kazazedenin göğsü üzerinde dik olarak durunuz ve kollarınızı dirsek<br />
ekleminizden bükmeden tutunuz.<br />
• Göğüs kemiğini 4-5cm bastırınız. Ardından göğüs üzerindeki basıyı, eller ile<br />
hastanın göğüs arasındaki teması kesmeden tümüyle serbest bırakınız.<br />
Göğüs basısı için önerilen hız yaklaşık olarak 100/dk dır (saniyede 2 basıdan<br />
biraz daha az sıklıkta ). 30 göğüs basısı uygulayınız.<br />
• Yüksek sesle “bir ve, iki ve, üç ve------onbir,…” şeklinde sayınız.<br />
Kurtarıcı soluk verilmesi<br />
Göğüs basısı kurtarıcı soluklarla birleştirilmelidir. 30 göğüs basısından sonra 2<br />
kurtarıcı soluk veriniz.<br />
• Havayolunu açık tutunuz (baş geriye, çene yukarıya), başı geriye doğru iten<br />
elin parmakları ile burun deliklerini kapatınız. Diğer el ile çeneyi yukarıda<br />
tutarak ağzın açıklığını sağlayınız.<br />
• Normal bir nefes alınız ve dudaklarınızı kazazedenin ağız çevresine<br />
yerleştiriniz. Hava kaçağı olmadığından emin olunuz. Kazazedenin ağzına<br />
normal solunumda olduğu gibi 1 saniye süreyle üfleyiniz. Eğer olası ise<br />
hastanın göğsüne bakarak göğsünün her bir kurtarıcı soluk sırasında<br />
yükseldiğini gözleyiniz.<br />
Her soluk normal solunumdaki gibi kazazedenin göğsünün yeterince<br />
yükselmesini sağlamalıdır.<br />
• Başı geriye doğru itip, çeneyi öne doğru çekme manevrasını uygulamayı<br />
sürdürerek ağzınızı kazazededen uzaklaştırınız ve içindeki hava dışarıya<br />
çıkarken, göğüs kafesinin inişini gözleyiniz.<br />
Yeniden normal bir nefes alınız ve toplam iki solunumu tamamlamak için bir<br />
kez daha kazazedenin ağzından soluk veriniz.<br />
Eğer başlangıçtaki kurtarıcı soluğunuz normal solunumdaki gibi göğsün<br />
yükselmesini sağlayamazsa sonraki denemenizden önce:<br />
• kazazedenin ağzını kontrol ediniz ve görünür tıkanıklık varsa dışarı alınız.<br />
56
• başı geriye doğru itme ve çeneyi öne kaldırma manevrasının yeterli<br />
uyguladığınızı tekrar kontrol ediniz<br />
30 göğüs basısı ve 2 kurtarıcı soluk uygulamasını profesyonel yardım gelene<br />
ya da fiziksel olarak yorgunluktan tükenene dek uygulayınız.<br />
• Eğer solunum uygulayamayacak durumdaysanız veya isteksizseniz, sadece<br />
göğüs basısı uygulayınız. Eğer sadece göğüs basısı uygulanıyorsa, göğüs<br />
basıları sürekli ve 100/dk hızında olmalıdır.<br />
• Sadece kazazede normal solunuma başlarsa, bu durumu kontrol etmek için<br />
durunuz, aksi takdirde resüsitasyona ara vermeyiniz.<br />
Otomatik eksternal defibrilatör (OED) kullanımı<br />
OED yi aktive ediniz<br />
• Bazı OED ler kapağını açınca otomatik olarak aktive olurlar. Diğerleri için<br />
AÇMA (ON) düğmesine basmanız gerekmektedir.<br />
• Başka bir kurtarıcı varsa, siz OED yi aktive ederken diğeri kişinin göğüs basısı<br />
ve kurtarıcı soluk uygulamasını sağlayınız.<br />
• Hastanın göğsündeki elbiselerini çıkarınız.<br />
Pedleri çıkarınız<br />
<br />
• Pedleri paketinden çıkarınız<br />
• Pedlerin göğüs üzerindeki yerleri paketin üzerinde gösterilmektedir. Bir<br />
çoğunda yerleşim yerleri pedlerin üzerinde de gösterilmektedir.<br />
İlk pedi uygulayınız<br />
• Defibrilasyon pedlerinden biri sol kol altındaki boşluğa yerleştirilmelidir.<br />
İkinci pedi uygulayınız<br />
• Diğer ped, köprücük kemiği altında göğüs kemiğinin yanına yapıştırılmalıdır.<br />
Uzak durun<br />
• Analiz sırasında uzak durunuz<br />
• OED kalp ritmini analiz ederken hiç kimsenin dokunmadığından emin olunuz.<br />
Şok uygulayınız<br />
Şok gerekli ise:<br />
• Herkesin kazazeden uzak olduğundan emin olunuz<br />
• Şok düğmesine basınız.<br />
KPR başlayınız<br />
OED nin sesli komutlarını izleyiniz:<br />
57
• Eğer OED KPR başlamanızı öneriyorsa, derhal göğüs basısı ve kurtarıcı<br />
soluk uygulamasına başlayınız<br />
• Herhangi bir zamanda hasta normal solursa, KPR DURDURUNUZ, fakat<br />
pedleri kazazedenin göğsünde bırakınız. Eğer kazazede halen bilinçsiz ise<br />
“recovery” pozisyonuna çeviriniz.<br />
OED Kullanımında Önemli Noktalar<br />
Islak göğüs<br />
Aşırı terleme ya da suda kurtarma sonucunda bazı kazazedelerde göğüs ıslak<br />
olabilir. OED pedlerini uygulamadan önce göğüs hızla kurulanmalıdır.<br />
Kıllı göğüs<br />
Kıllı göğüs olduğunda OED pedlerinin iletisinde nadiren de olsa sorun olabilir.<br />
Böyle durumlarda yeterli temas için kılların bir kısmının tıraş edilmesi ya da kesilmesi<br />
gerekmektedir. Rutin olarak tıraş etmeyiniz, bu zaman kaybettirir.<br />
Flasterler<br />
İyi bir OED iletisi sağlamak için kazazedenin cildindeki flaster ya da diğer<br />
yapışık durumdaki materyalleri kaldırınız. Kazazedelerin bazıların göğsünde tedavi<br />
amaçlı peçler olabilir. Bunlar defibrilasyon sırasında yanık ya da kıvılcıma neden<br />
olabileceğinden çıkarılmalıdırlar.<br />
Pacemaker<br />
Bazı kazazedelerde kalp için “pacemaker” yerleştirilmiştir. Bunlar çoğunlukla<br />
göğüs duvarında, köprücük kemiğinin hemen altında cilt altında kolaylıkla<br />
görülebilmektedir. OED’ nin “pacemaker” üzerine değil yanına ya da altına<br />
yerleştirildiğinden emin olunuz.<br />
Mücevher<br />
OED pedleri ile kontak yapabilecek olan metal mücevherleri çıkarınız.<br />
Vücuttaki “piercing” gibi çıkarılamayan mücevherlerin olduğu durumlarda pedleri<br />
bunlardan uzak yerleştiriniz.<br />
OED ile birlikte bulundurulacaklar<br />
• Küçük havlu, örtüler<br />
• Tıraş bıçağı<br />
• Yüz maskesi (aşağıya bakınız)<br />
• Koruyucu eldivenler<br />
OED kullanırken güvenlik önerileri<br />
Kurtarıcının güvenliği<br />
Analiz sırasında, şarj sırasında ya da şok verirken kazazedeye dokunmayınız. Analiz<br />
sırasında kazazedeye dokunulması hareketlere yol açıp kazazedenin ritminin<br />
tanınmasını etkiler ve şok verilmesini geciktirir.<br />
58
Çevredekilerin güvenliği<br />
Çevrenin güvenliğinden emin olunuz. Analiz, şarj ya da şok verilmesi<br />
aşamasında hiç kimsenin kazazedeye dokunmadığından ya da yakınlarında<br />
olmadığından (örneğin yatağında) emin olunuz. “Uzak durun diye sesleniniz ve hiç<br />
kimsenin kazazedeye dokunmadığından emin olmak için bakarak kontrol ediniz.<br />
Defibrilasyon sırasında kıvılcım yaratacağından yüksek akımlı oksijen<br />
tehlikelidir. Oksijen kaynaklarını (oksijen eklenmiş yüz maskesi) defibrilasyon<br />
sırasında kazazededen uzaklaştırınız.<br />
“Recovery” pozisyon<br />
“Recovery” pozisyonu bilinci olmayan ancak normal soluyan hastada hava yolu<br />
açıklığını korumaya yarar. Dilin hava yolunu tıkamasını önler ve sıvıların ağızdan<br />
akmasını sağlar.<br />
• Kazazedenin gözlüklerini çıkarınız<br />
• Kazazedenin yanına diz çökünüz ve her iki bacağın düz olmasından emin<br />
olunuz<br />
• Size yakın olan kolu vücudu ile dik açı yapacak şekilde, dirsekten bükerek<br />
avuç içi yukarı bakacak şekilde yerleştiriniz<br />
• Uzaktaki kolu göğsü çaprazlayacak şekilde getirerek, el sırtı size yakın olan<br />
yanağa bakacak şekilde yerleştiriniz<br />
• Diğer elinizle, uzaktaki bacağı diz ekleminin üst bölümünden kavrayınız ve<br />
çekiniz. Ayak tabanını yere basacak şekilde yerleştiriniz<br />
• Kazazedenin yanağının yanında duran elini tutarak, kazazedeyi uzaktaki<br />
bacağını çekerek çeviriniz<br />
• Üsteki bacağı hem kalça hem de diz ekleminde dik açı oluşturacak şekilde<br />
ayarlayınız<br />
• Başı hava yolunun açık kalmasını sağlayacak şekilde geriye itiniz<br />
• Gerekirse, yanak altındaki eli başı eğik tutacak şekilde ayarlayınız<br />
• Solunumu düzenli olarak kontrol ediniz<br />
Hastalık geçişi<br />
Bazı kişiler resüsitasyon girişimi sırasında hastalık geçmesi olasılığından<br />
çekinirler. KPR uygulama sıklığına karşın, tek olgularda kurtarıcı soluk uygulaması ile<br />
hepatit B ya da HIV geçişi kaydedilmemiştir.<br />
Enfekte kanın hasarlanmış cilt ile teması sonucunda hastalık geçişi riski artar.<br />
Resüsitasyon sırasında kan, tükürük, burun sekresyonları, ter, göz yaşı ya da<br />
kusmuk ile temastan kaçınınız. Bunun için en çok kullanılan gereç yüz maskesidir.<br />
Alternatif olarak yüz örtüsü de kullanılabilir. Mendil etkin olmaz ve enfekte materyalin<br />
geçişini artırabilir.<br />
59
Hava yolu gereçleri<br />
Yüz maskesi<br />
• Transparan yüz maskesi ağız maske solunumunda kullanılır.<br />
• Tek yönlü valvi olup, kazazedenin ekspirasyon havası ile kurtarıcının teması<br />
önlenir<br />
• Maskenin transparan olması sayesinde kazazededen gelen kusmuk ya da kan<br />
görülebilir. Bazı maskelerde oksijen verebilmek için bir uç vardır.<br />
• Maske ile kazazedenin yüzü arasında hava akımını sağlamak için iki el tekniği<br />
önerilmektedir.<br />
Yüz örtüsü<br />
Yüz örtüleri silikon ya da plastik olup, kurtarıcı ile kazazedenin temasını<br />
engeller.<br />
Çocuklar<br />
Çocuklar erişkinlerde uygulanan yöntemle başarı ile resüsite edilebilirler.<br />
Ancak tek bir fark vardır ki, çocuklarda göğüs, genişliğinin üçte biri kadar<br />
bastırılmalıdır.<br />
Standart OEDler 8 yaş üzeri çocuklarda uygundur. 1-8 yaş arası çocuklarda,<br />
varsa özel (pediyatrik) pedler ya da pediyatrik uyumlu olanlar kullanılmalıdır. Eğer<br />
yoksa, OED olduğu gibi kullanılır. 1 yaş altı çocuklarda üretici firma tarafından güvenli<br />
olduğu belirtildi ise OED kullanılmalıdır. Üretici firma talimatlarına uyulmalı, özel<br />
çocuk pedleri kullanılmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Koenraad G. Monsieurs KG, Nolan JP,. Bossaer LL, - Greif R, Maconochie lan K, Nikolaou NI,<br />
Perkins GD, Soar J, Truhlár A, Wyllie J,. Zideman DA,on behalf of the ERC Guidelines 2015 Writing<br />
Group. European Resuscitation Council Guidelines for Resuscitation 2015 Section 1. Executive<br />
summary . Resuscitation 2015; 95: 1-80.<br />
2. Soar J, Nolan JP, Böttiger BW, Perkins GD, Lott C, Carli P, Pellis T, Sandroni C, Skrifvars MB,<br />
Smith GB, Sunde K, Deakin CD, on behalf of the Adult advanced life support section collaborators .<br />
Adult advanced life support Resuscitation 2015;95:100-147.<br />
60
İleri Yaşam Desteği<br />
Prof. Dr. Oktay DEMİRKIRAN<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anezteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />
Temel yaşam desteğini izleyerek ileri yaşam desteğinin uygulanması gerekir. Bu<br />
aşamada bir ekip çalışmasına gerek vardır ve tedavi sırasında ilaçlar da kullanılır.<br />
Hastane içi kardiyak arrestlerin tümünde şunlardan emin olunmalıdır:<br />
- kardiyopulmoner arrest hızla tanınmalıdır,<br />
- standart bir numarası ile yardım çağrılmalıdır,<br />
- Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) derhal başlatılmlı ve eğer endike ise derhal<br />
(çoğunlukla 3 dakika içerisinde) defibrilasyon uygulanmalıdır.<br />
Hastane içi resüsitasyon neden farklıdır?<br />
Hastane içi kardiyak arest sonrasında kesin hareket planı birçok faktöre bağlıdır:<br />
- ortam (klinik / klinik dışı bir ortam, monitör olan/ olmayan bir ortam)<br />
- ilk uygulayıcının deneyimi,<br />
- uygulayıcı sayısı,<br />
- araç-gereç varlığı,<br />
- kardiyak arest ve tıbbi acillerde hastane yanıt sistemi, örneğin tıbbi acil ekibi,<br />
resüsitasyon ekibi gibi.<br />
Ortam<br />
Yoğun bakımda monitörize edilmiş ya da yakından izlenen hastalarda kardiyak arest<br />
hızla saptanır ve tedavi edilir. İdeal olarak, kardiyak arrest riski yüksek olan hastalar hızla<br />
resüsitasyon uygulamanın olası olduğu monitörlü bir ortamda izlenmelidirler. Hastalar,<br />
ziyaretçiler ya da çalışan ekip klinik dışı ortamlarda (örneğin araba parkı, koridorlarda)<br />
kardiyak arest ile karşılaşabilirler.<br />
61
İlk kurtarıcıların eğitimi:<br />
Tüm sağlık çalışanları kardiyak arresti tanıyabilmeli, yardım çağırabilmeli ve<br />
resüsitasyona başlayabilmelidirler. Personel ne konuda eğitim aldı ise bunu uygulamalıdır.<br />
Örneğin, yoğun bakım ve acil serviste çalışanlar nadiren resüsitasyon uygulayanlara göre<br />
daha deneyimlidirler. Kardiyak arreste yanıttan sorumlu olan hastane ekibi havayolu,<br />
solunum ve dolaşımın yönetimi konusunda değişik düzeylerde becerilere sahip olabilirler.<br />
Kurtarıcı sayısı:<br />
Eğer yalnız iseniz yardımın geleceğinden daima emin olunuz. Genellikle, diğer ekip<br />
yakın bir yerde olabilir ve aynı anda birkaç olayı üstlenmiş olabilirler. Hastane kadroları hafta<br />
sonları ve gece boyunca en düşük sayıda tutulma eğilimindedir. Bu durum hastaların<br />
monitörizasyonu, tedavisi ve sonuçlarını etkiler. Çalışmalar göstermiştir ki, hastane içi<br />
kardiyak arrestlerde sağ kalım oranları daha düşüktür.<br />
Ekipman bulunması:<br />
Tüm klinik alanlardaki personel, kardiyak arrest durumlarında hızlı resüsitasyonu<br />
sağlamak üzere resüsitasyon donanımı ve ilaçlara derhal ulaşabilmelidir. İdeal olanı<br />
kardiyopulmoner resüsitasyon için kullanılan donanım (defibrilatörler dahil) ve ilaçların düzeni<br />
hastanenin her tarafında standardize edilmelidir.<br />
Resüsistasyon donanımlarının kullanıma hazır olduğundan emin olmak için düzenli<br />
olarak kontrol edilmelidirler.Otomatik eksternal defibrilatörler (OED) kliniklerde, ekibin ritm<br />
tanıma becerisinin olmadığı klinik dışı alanlarda ya da nadiren defibrilatör kullanılan yerlerde<br />
bulundurulmalıdırlar.<br />
<br />
Resüsitasyon ekibi:<br />
Resüsitasyon ekibi sadece kardiyak arrest varlığında çağrılan geleneksel kardiyak<br />
arrest ekibi biçiminde olabilir. Bazı hastanelerde resüsitasyon ekibi (örneğin tıbbi acil ekip)<br />
hastalarda kardiyak arrest oluşmadan önce oluşan kötüleşmelerde çağrılır.<br />
Resüsitasyon ekibi üyeleri gerçek bir olaya gitmeden önce tanışma ve planlama için<br />
toplantı yapmalıdırlar. Birbirlerinin isimlerini öğrenmeli, resüsitasyon sırasında ekip<br />
çalışmasının nasıl artırılacağını tartışmalıdırlar. Ekip üyeleri her olay sonrasında resüsitasyon<br />
sırasında yaptıkları hakkında geri bildirimde bulunmalıdırlar. Bu ideal olarak olay sırasında<br />
veri toplanması için de yapılmalıdır.<br />
Kardiyak arrest sırasında monitörize edilen hastada belirlenen ritme göre ileri yaşam<br />
desteği uygulamaları farklılılar gösterir. Mönitörde gözlenen ritmlerin tanınması bu aşamanın<br />
önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.<br />
İleri yaşam desteği (İYD) algoritması kardiyak arrest tedavisi için standardize edilmiş<br />
bir yaklaşımdır (şekil 1). Bu tedavi International Liaison Committee on Resuscitation (ILCOR)<br />
önerisi tüm dünyada aynı şekilde uygulanmaktadır. Resüsitasyon ekibi elemanlarının tedavi<br />
sırasında bir sonraki adımı bilmesine ve hazırlanmasına olanak verir ve ekibinin etkinliğini<br />
arttırır.<br />
62
Kardiyak arrestle ilgili kalp ritimleri iki gruba ayrılır:<br />
1. Şok uygulanabilenler (ventriküler fibrilasyon/nabızsız ventriküler taşikardi<br />
(VF/VT) (şekil 2, şekil 3)<br />
2. Şok uygulanmayan ritimler (asistoli ve nabızsız elektriksel aktivite (NEA)<br />
(şekil 4)<br />
Bu iki grup aritminin tedavisindeki temel fark VF/VT hastalarındaki defibrilasyon<br />
gereksinimidir. Bunun dışındaki göğüs kompresyonları, hava yolu ve ventilasyon, venöz<br />
girişimler, adrenalin enjeksiyonu ve geri döndürülebilen nedenlerin belirlenmesi açısından<br />
her iki grup birbiriyle aynıdır.<br />
Kardiyak arrest sonrası sağkalımı belirgin olarak arttıran girişimler zamanında ve<br />
etkin KPR, kesintisiz ve etkin göğüs kompresyonları ve VT/VT’de erken<br />
defibrilasyondur.İlaçlar ve ileri hava yolu yöntemleri halen İYD algoritmasında bulunmalarına<br />
rağmen kesintisiz ve etkin göğüs kompresyonları ve erken defibrilasyonun yanında ikincil<br />
öneme sahiptir.<br />
Hastane içi hastane dışı kardiyak arrestlerin ortalama %25’inde ilk monitörize edilen<br />
ritim VF/VF’dir.<br />
Şok uygulanan ritimlerin tedavisi (VF/VT)<br />
1. Kardiyak arresti teyit edin- yaşam belirtilerini veya deneyimli iseniz solunum ve<br />
nabzı aynı anda kontrol edin.<br />
2. Resüsitasyon ekibini çağırın<br />
3. Kendinden yapışkanlı defibrilasyon/ monitörizasyon pedleri yerleştirilirken (biri<br />
sağ klavikula altına, diğeri orta aksiller çizgide V6 pozisyonuna) kesintisiz<br />
göğüs kompresyonları uygulayın.<br />
4. Ritim analizi için KPR’a ara verildiğinde yapılacakları planlayın ve ekiple<br />
paylaşın.<br />
5. Göğüs kompresyonlarına ara verin, EKG’de VF/VT’yi teyit edin.<br />
6. Görevli bir kişi defibrilatörün uygun enerji seviyesini seçip (ilk şok için 150-200<br />
j bifazik, takip eden şoklarda 150-360 j bifazik) şarj düğmesine basarken aynı<br />
anda göğüs kompresyonlarına kesintisiz olarak devam edin<br />
7. Defibrilatör şarj olurken göğüs kompresyonlarını yapan kişi dışındakileri ve<br />
oksijen kaynağını uygun şekilde uzaklaştırın. Hastaya sadece kompresyon<br />
uygulayan kişinin dokunduğundan emin olun.<br />
8. Defibrilatör şarj olur olmaz kompresyonları uygulayan kişiyi uzaklaştırın ve<br />
şoku uygulayın<br />
9. Ritmi yeniden değerlendirmeden ve nabzı kontrol etmeden 30:2 oranında KPR<br />
uygulamasına başlayın.<br />
10. İki dakika KPR sürerken ekip lideri ekibi KPR’a ara verilince yapılacaklar için<br />
hazırlar.<br />
11. Monitörden ritmi kontrol etmek için KPR’a kısa bir süre ara verin.<br />
12. VF/VT devam ediyorsa 6-11. adımlara göre ikinci şoku uygulayın.<br />
63
13. VF/VT devam ediyorsa 6-8. adımları tekrar edin ve üçüncü şoku uygulayın.<br />
Göğüs kompresyonlarına hemen devam edin ve 2 dakika KPR uygularken 1<br />
mg adrenalin IV ve 300 mg amiodaron IV verin.<br />
14. VF/VT devam ederse, 2 dakikalık KPR-ritim/nabız kontrolü-defibrilasyon<br />
döngüsünü tekrar edin.<br />
15. Birbirini izleyen şoktan sonra, IV olarak 1 mg adrenalini tekrar edin (ortalama<br />
3-5 dakikada bir)<br />
Şekil1. İleri yaşam desteği algoritması<br />
64
Şekil 2. Ventriküler fibrilasyon<br />
Şekil 3. Monomorfik ventriküler taşikardi<br />
Şekil 4. Polimorfik ventriküler taşikardi<br />
Ritm kontrolü sırasında kalp debisi oluşturacak organize bir ritm<br />
gözlenirse SDGD bulguları aranır:<br />
• Santral nabız ve mevcutsa end- tidal (ETCO 2 ) trasesi kontrol edilir.<br />
• SDGD bulguları varsa resüsitasyon sonrası bakıma başlanır.<br />
• SDGD bulguları yoksa (örneğin NEA) KPR’a devam edilir ve şok verilmeyen<br />
ritimler algoritmasına geçilir.<br />
Asistoli varlığında KPR’a devam edilir, şok uygulanmayan ritimler<br />
algoritmasına geçilir.<br />
Göğüs kompresyonlarına ara verilmesiyle şok uygulanması arasında geçen<br />
zaman en aza indirilmeli ve ideal olarak 5 sn’yi geçmemelidir. Uzun süreli<br />
duraklamalar spontan dolaşımın geri dönme şansını azaltır.<br />
Ritim kontrolü yapılmaksızın veya nabız palpe edilmeden göğüs kompresyonlarına<br />
devam edilir. Defibrilasyondan sonra, perfüzyon sağlayabilecek bir ritim oluşsa da<br />
nabzı hemen palpe edebilmek nadiren mümkün olabilir. Nabız kontrolü sırasında<br />
<br />
65
kaybedilen zaman, miyokard perfüzyonunu daha da bozar. Perfüzyon oluşturan bir<br />
ritim varlığında göğüs kompresyonu uygulamak, VF oluşma riskini arttırmaz.<br />
Adrenalin ilk dozu üçüncü şoku izleyerek uygulanır. 300 mg amiodaron da bu<br />
dönemde verilir. Spontan dolaşım geri dönüş (SDGD) bulguları olmadığını sürece ilaç<br />
vermeden önce nabız kontrolü için KPR’a ara verilmez.<br />
Kardiyak arrest devam ettiği sürece 2 siklusda bir (3-5 dakikada bir) adrenalin<br />
dozu tekrarlanır. Israrcı veya tekrarlayan VF/VT varlığında beş şoktan sonra 150 mg<br />
amiodaron daha verilir. Amiodaron bulunmadığı durumlarda alternatif olarak 1mg/kg<br />
lidokain kullanılabilir. Önceden amiodaronun verildiği durumlarda ise lidokain<br />
kullanılmaz.<br />
Şok verildikten iki dakika sonraki ritm kontrolünde ise (düzenli ve dar<br />
kompleksler) santral nabız palpe edilmeye çalışılır ve SDGD bulguları aranır. Ritim<br />
kontrolü kısa sürmeli ve yalnızca organize bir ritmin varlığında nabıza bakılmalıdır. İki<br />
dakikalık KPR periyodunda organize bir ritim de görülürse, hastanın SDGD<br />
düşündüren yaşam belirtileri göstermediği taktirde nabız palpe etmek için göğüs<br />
kompresyonlarına ara verilmez. Organize bir ritmin bulunmasına rağmen, nabzın<br />
hissedilip hissedilmediği konusunda şüphe duyuluyorsa KPR’ a devam edilmelidir.<br />
SDGD durumunda resüsitasyon sonrası bakıma geçilir. Hastanın ritmi asistoli veya<br />
NEA olara değişirse, aşağıdaki şok uygulanmayan ritimler algoritması<br />
uygulanmalıdır.<br />
Şoka dirençli VF/VT durumlarında, defibrilatör elektrodlarının yeri ve teması kontrol<br />
edilmelidir. Resüsitasyona başlama kararı alınan durumlarda yaygın olarak hasta<br />
VF/VT’de olduğu sürece resüsitasyona devam edilir.<br />
Asistoli ve ince VF arasında ayrım yapılamıyorsa defibrilasyon yerine<br />
kompresyon ve ventilasyon uygulanır. Asistoliden ayırt edilmesi güç olan ince VF’nin<br />
defibrilasyon ile perfüzyon sağlayan bir ritim oluşturması çok zordur. Kaliteli KPR<br />
uygulanması VF’nin frekans ve amplitüdünü arttırmak, defibrile edildiğinde perfüzyon<br />
sağlayabilen bir ritme dönmesini kolaylaştırır. İnce VF’den uygulan şoklar hem<br />
elektriksel etkiyle hem de koroner kan akımını kesintiye uğramasıyla miyokard<br />
hasarını arttırır. Ritim belirgin olarak VF ise defibrilasyon uygulanır.<br />
Şok uygulanmayan ritimler (NEA ve asistoli)<br />
Organize kardiyak elektriksel aktiviteye rağmen nabız palpe edilemediği<br />
durumlara nabızsız elektriksel aktivite (NEA) denir. Bu hastalarda çoğunlukla<br />
miyokardiyal kontraksiyonlar bulunmasına rağmen, bunlar palpe edilebilen nabız<br />
veya kan basıncı oluşturamayacak kadar zayıftır. NEA’nın tedavi edilebilecek geri<br />
döndürülebilen bir nedeni olabilir Altta yatan neden bulunup hızla tedavi edilmediği<br />
taktirde NEA ve asistolide sağkalım seyrektir.<br />
Asistoli, EKG’de elektriksel aktivitenin bulunmamasıdır. KPR sırasında EKG<br />
elektrodlarının bağlı bulunduğuna ve uygun monitör modunun seçili olduğuna dikkat<br />
edilmelidir. Kazanç (Gain) ayarı kontrol edilmelidir. EKG’de P dalgalarının olduğu<br />
asistolide kardiyak pacemaker ile tedavide başarı sağlanabilir. Gerçek asistolide ise<br />
bu şekilde başarı sağlanamaz.<br />
66
NEA ve asistoli tedavisi<br />
30:2 oranında KPR’a başlayın.<br />
İntravasküler yol açılır açılmaz 1 mg adrenalin IV verin.<br />
Güvenli hava yolu (trakeal entübasyon) sağlanıncaya kadar 30.2 KPR uygulayındaha<br />
sonra göğüs kompresyonlarına ventilasyon için ara verin.<br />
İki dakika sonra ritmi kontrole edin.<br />
Organize elektriksel aktivite varlığında nabzı ve/veya yaşam belirtilerini<br />
kontrol edin.<br />
Nabız ve/ veya yaşam belirtisi varsa resüsitasyon sonrası bakıma geçin.<br />
Nabız ve/veya yaşam belirtisi yoksa (NEA):<br />
• KPR’a devam edin.<br />
• 2 dakikada bir ritmi kontrol edin.<br />
• 3-5 dakikada bir (birbirini izleyen 2 dakikalık döngülerde) 1 mg IV<br />
adrenalin uygulayın.<br />
VF/VT varlığında algoritmanın şok uygulanabilen ritimler tarafına geçiş<br />
yapın.<br />
Asistoli veya agonal ritim varlığında:<br />
• KPR’ a devam edein<br />
• 2 dakikada bir ritmi kontrol ederek devam edin.<br />
• 3-5 dakikada bir (2 döngüde bir) 1 mg IV adrenalin uygulayın.<br />
KPR sırasında<br />
İnatçı VF/VT veya NEA/asistoli tedavisi sırasında kaliteli göğüs<br />
kompresyonlarının uygulanması, geri döndürülebilen nedenlerin (4H ve 4T)<br />
tanınması ve tedavisi, güvenli hava yolu ve vasküler yolun sağlanması önemlidir.<br />
30:2 oranında uygulanan KPR sırasında ventilasyon için kompresyona ara<br />
verildiğinde monitörde ritim görülür. Bu sırada ritim (algoritmanın şok verilebilen veya<br />
verilmeyen tarafında olmasına bakılmaksızın) VF ise defibrilasyon uygulanmaz, 2<br />
dakikalık uygulama bitinceye kadar KPR’ a devam edilir. Ritim VF olduğu<br />
bilindiğinden 2 dakika KPR sonrasında gecikmeden defibrilasyon uygulanması için<br />
ekip hazır duruma getirilir.<br />
Hava yolu güvence altına alınır alınmaz (trakeal entübasyon) göğüs<br />
kompresyonlarına ventilasyon için ara verilmeden devam edilir. Aşırı yorgunluktan<br />
kaçınmak için kompresyon uygulayıcıları her 2 dakikada bir veya gerekirse daha<br />
çabuk değiştirilmelidir. Elde varsa, KPR uygulaması ile ilgili geribildirim veren cihazlar<br />
kullanılır. Bazı cihazların, geribildirim verirken, yatak içinde uygulanan KPR’da altta<br />
kalan yatağın kompresyonların etkisini azalttığını dikkate almadığı unutulmamalıdır.<br />
Kardiyak arrest sonrasında sağkalımı kesin olarak artıran uygulamalar arreste şahit<br />
olanların uyguladığı hızlı ve etkin temel yaşam desteği (TYD), kesintisiz, yüksek kalitede<br />
göğüs kompresyonları ve VF/nVT için erken defibrilasyondur.<br />
67
Hava yolu ve ventilasyon<br />
Trakeal entübasyon konusunda deneyimli personelin bulunmadığı durumda<br />
balon-valf-maske veya tercihen supraglottik bir hava yolu cihazı (laringeal maske,<br />
laringeal tüp, i gel vb.) kullanılmalıdır. Supraglottik bir hava yolu cihazı<br />
yerleştirildiğinde ventilasyon sırasında kompresyonlara ara verilmez. Akciğerler 10<br />
dk. da 1 frekansla ventile edilir, hiperventilasyondan kaçınılır.<br />
Laringoskopi ve entübasyon sırasında göğüs kompresyonlarına ara<br />
verilmekten kaçınılmalıdır. Gerekli durumlarda tüp vokal kordu geçerken 10 saniyeyi<br />
geçmeyecek şekilde göğüs kompresyonlarına ara verilir. Göğüs kompresyonlarında<br />
kesintiye yol açmamak için entübasyon spontan dolaşım geri dönüş (SDGD)<br />
sonrasına kadar ertelenebilir. Entübasyondan sonra tüpün yeri ideal olarak<br />
kapnogramla doğrulanmalı ve tüp tespit edilmelidir. Hasta entübe edilir edilmez<br />
ventilasyon sırasında ara verilmeden 100-120/dak frekansla kompresyonlara devam<br />
edilir.<br />
<br />
İleri yaşam desteği sırasında dalga kapnografisi<br />
Dalga kapnografisi KPR sırasında end-tidal CO 2 ’in devamlı ve gerçek zamanlı<br />
izlemini sağlar.KPR sırasında end-tidal CO 2 değerleri düşüktür ve göğüs kompresyonları<br />
sırasındaki düşük kalp debisini yansıtır.Fark edilmeyen özefagus entübasyonunun önlenmesi<br />
ile ilgili açık yararına rağmen KPR sırasında dalga kapnografisinin izleminin sağkalımı<br />
iyileştirdiğine dair kanıt yoktur. KPR sırasında dalga kapnografisinin rolü:<br />
• Trakeal tüpün trakeadaki yerinin doğrulanması<br />
• KPR sırasında ventilasyon hızının izlemi ve hiperventilasyondan kaçınılmasının<br />
sağlanması.<br />
• KPR sırasında göğüs kompresyonlarının kalitesinin izlemi. End-tidal CO 2 değerleri<br />
kompresyon derinliği ve ventilasyon hızıyla ilişkilidir ve daha derin göğüs<br />
kompresyonları değeri yükseltecektir. Bu izlemin yönlendirici olup olamayacağı ve<br />
sağkalım üzerindeki etkisinin belirlenmesi daha fazla çalışma gerektirmektedir.<br />
• KPR sırasında SDGD sağlandığının belirlenmesi. KPR sırasında end-tidal CO 2<br />
değerinde artış SDGD sağlandığını gösterebilir ve SDGD sağlanan bir hastada<br />
gereksiz ve potansiyel olarak tehlike yaratacak olan adrenalin dozlarının<br />
verilmesini önleyebilir. Eğer KPR sırasında SDGD sağlandığı düşünülürse<br />
adrenalin uygulanmamalıdır. Adrenalin bir sonraki ritim kontrolü sırasında<br />
kardiyak arrest teyit edilirse verilmelidir.<br />
• KPR sırasında prognozun belirlenmesi. Düşük end-tidal CO 2 değerleri kötü<br />
prognoz ve düşük SDGD şansı belirtisi olabilir; ancak KPR sırasında herhangibir<br />
aşamada belirli bir end-tidal CO 2 değerinin tek başına KPR’ı sonlandırmak için<br />
kullanılmasını önermemekteyiz. End-tidal CO 2 değerleri yalnız KPR sırasında<br />
prognoz belirlenmesinde karar verme aşamasında çok yönlü yaklaşımın parçası<br />
olarak kullanılmalıdır.<br />
Vasküler girişim<br />
Henüz yapılmadıysa vasküler yol açılır. Periferik kanülle karşılaştırıldığında<br />
santral venöz kateterden verilen ilaçların dolaşıma geçiş zamanı daha kısa ve ilacın<br />
ulaştığı en yüksek konsantrasyon daha fazla olmasına rağmen santral venöz<br />
68
kateterin takılması için KPR’ a ara vermek gereklidir ve takılma sırasında bazı ciddi<br />
komplikasyonlar gelişebilir. Periferik venöz kanülasyon daha hızlı, güvenli ve kolay bir<br />
yöntemdir.<br />
Periferik ilaç enjeksiyonundan sonra ilacın santral dolaşıma katılmasını<br />
kolaylaştırmak için en az 20 ml serum fizyolojik verilmeli ve ekstremite 10-20 saniye<br />
süre ile yükseltilmelidir. Resüsitasyonun ilk 2 dakikasında vasküler yol açılmasza<br />
intraosseöz (IO) yol sağlanması düşünülmelidir Bu yöntem için tibia ve humerus<br />
kullanır ve her ikisi de sıvılar için eşit akım hızına sahiptirler. Resüsitasyon ilaçları<br />
intraosseöz yolla verildiklerinde yeterli plazma konsantrasyonlarına ulaşırlar. IO yolun<br />
güvenli ve sıvı replasmanı için uygun bir yoldur.<br />
Geri döndürülebilir nedenler<br />
KPR devam ederken bir yandan da bu kardiyak arreste yol açan nedenle<br />
düşünülmeli ve tedavi edilecebilecek olanlar edilmelidir. Akılda kolay kalabilmesi için<br />
bu nedenler ilk harflerin göre (H veya T) ikiye ayrılmıştır.<br />
4H:<br />
• Hipoksi<br />
• Hipovolemi<br />
• Hiperkalemi, hipokalemi, hipoglisemi, hipokalsemi, asidemi ve diğer metabolik<br />
bozukluklar<br />
• Hipotermi<br />
• Tansiyon pnömotoraks<br />
• Tamponad<br />
• Toksinler<br />
• Tromboz (pulmoner emboli veye koroner tromboz )<br />
Dört H’ler<br />
Hipoksi riski akciğerler %100 oranda oksijenle ventile edilerek azaltılır.<br />
Göğüsün yeterince kalmasına ve solunum seslerinin bilateral eşit olmasına dikkat<br />
edilir. Trakeal tüpün bronşta veya özefagusta olup olmadığı kontrol edildir.<br />
Hipovoleminin neden olduğu nabızsız elektriksel aktivite çoğunlukla ciddi<br />
kanamaya bağlıdır. Kanamanın nedeni travmada olduğu gibi belirgin veya<br />
gastrointestinal kanama veya aort anevrizması rüptüründeki gibi gizli olabilir.<br />
İntravasküler volüm sıvı ve kanla düzeltilmeli ve kanamayı durdurmak için cerrahi<br />
yardım alınmalıdır.<br />
Hiperkalemi hipokalemi, hipoglisemi, hipokalsemi, asidemi ve diğer metabolik<br />
bozukların tanısı biyokimyasal testler veya böbrek yetersizliği gibi hastanın tıbbi<br />
öyküsüne dayanak konur.<br />
12 derivasyonlu EKG tanıya yardımcıdır. Hiperkalemi, hipokalesemi ve kalsiyum<br />
kanal blokerlerinin aşırı dozlarda kullanılması durumda intravenöz kalsiyum klorür<br />
uygulanır. Hipoglisemiyi önlemek için kan şekeri daima ölçülmelidir.<br />
69
Hipotermi, düşük sıcaklık ölçümlerinde düşünülmelidir. Özellikle kış aylarında<br />
evsizlerdeki kardiyak arrestlerde akla gelmelidir.<br />
Dört T’ler<br />
Tansiyon pnömotoraks, NEA’ye neden olabilir. Santral venöz kateter<br />
deneyimleri sonrasında oluşabilir ve tanı klinik olarak konur. Pnömotoraks bulguları,<br />
hava girişinde azalma, genişlemede azalma ve etkilenen bölgenin perküsyonunda<br />
hiperrezonans, etlkilenen bölgeden trakeal deviasyondur. Torakostomi veya iğne<br />
torakosentez ile dekompresyonu takiben hastaya göğüs tüpü takılır.<br />
Kardiyak arrest sırasında kardiyak tamponadın tipik bulguları olan genişlemiş<br />
boyun venleri ve hipotansiyon değerlendirilemediği için tanı koymak zordur. Penetran<br />
göğüs travması veya kardiyak cerrahiden sonra görülen arrestlerde tamponattan<br />
süphelenilmelidir. Bu durumda iğne perikardiyosentez veya resüsitatif torakotomi<br />
düşünülmelidir.<br />
Hastanın hikayesinin alınamadığı durumlarda, istemli veya istemsiz terapötik<br />
veya toksik madde kullanılmasının tespiti oldukça zordur. Ancak, bazı vakalarda<br />
laboratuvar yöntemleriyle tespit edilir. Uygun hallerde antidotlar kullanılabilir, fakat<br />
çoğunlukla destek tedavisi uygulanmaktadır.<br />
Tromboembolik veya mekanik dolaşım obstrüksiyonun en sık görülen nedeni<br />
masif pulmoner embolidir. Kardiyak arrest nedeninin pulmoner emboli olduğu<br />
düşünülüyorsa vakit kaybedilmeden trombolitik ilaçlar kullanılması düşünülmelidir.<br />
içerir:<br />
Defibrilasyon<br />
2015 ERC Kılavuzundaki defibrilasyon stratejisi önceki kılavuzdan biraz değişiklik<br />
• Erken, kesintisiz göğüs kompresyonlarının, şok öncesi ve sonrası verilen araların en aza<br />
indirilmesinin önemi bu kılavuzda ısrarla vurgulanmıştır.<br />
• Defibrilatör şarj olurken göğüs kompresyonlarına devam ediniz, göğüs kompresyonlarına<br />
5 sn’den fazla ara vermeden defibrilasyon uygulayınız ve defibrilasyondan hemen sonra<br />
göğüs kompresyonlarına tekrar başlayınız.<br />
• Kendinden yapışkanlı defibrilasyon pedleri manuel kaşıklara göre bazı avantajlara<br />
sahiptir ve mümkünse her zaman tercih edilmelidirler.<br />
• Defibrilatör veya otomatik eksternal defibrilatör (OED) temin edilip uygulanana kadar<br />
KPR’a devam edilmelidir, fakat defibrilasyon yalnız defibrilasyon gereksiniminin<br />
saptanması ve şarj edilme süresi kadar geciktirilmelidir.<br />
• Eğer başlangıçtaki VF/nVT ritmi şahit olunmuş ve monitörize arrest ise ve defibrilatör<br />
hızla temin edilebilirse (örn. kardiyak kateterizasyon) peşpeşe üç şok uygulaması<br />
düşünülebilir.<br />
• Defibrilasyon şok enerji düzeyleri 2010 kılavuzu ile aynıdır. Bifazik dalga formları için ilk<br />
şok düzeyi en az 150 J olmalı, ikinci ve takip eden şoklar 150-360 J düzeyinde<br />
uygulanmalıdır. Her defibrilatörde uygulanan şok enerji düzeyi için üreticinin önerileri<br />
dikkate alınmalıdır. Başarısız şok sonrasında ve tekrar fibrilasyon geliştiğinde şok<br />
enerjisinin artırılması uygun olacaktır.<br />
70
Şok öncesinde verilen aranın en aza indirilmesi için stratejiler:<br />
Göğüs kompresyonlarının durmasından şok verilene kadar olan gecikme (şok öncesi<br />
ara) en kısa tutulmalıdır; 5-10 sn gecikme bile başarılı şok şansını azaltacaktır. Şok<br />
öncesinde verilen ara, defibrilatör şarj edilirken göğüs kompresyonlarına devam edilerek ve<br />
iyi iletişim kuran ekip liderine sahip etkin bir ekiple 5 sn’nin altına indirilebilir.Defibrilasyon<br />
sırasında kurtarıcının hastayla temasını engelleyen güvenlik kontrolü hızla ama güvenle<br />
yapılmalıdır. Şok uygulandıktan sonra hemen göğüs kompresyonlarına başlanarak şok<br />
sonrası ara minimuma indirilebilir. Tüm manuel defibrilasyon sürecinin göğüs<br />
kompresyonlarına 5 sn’den az ara verilerek gerçekleştirilmesi mümkündür.<br />
Mekanik göğüs komresyon cihazları :<br />
2010 Kılavuzundan günümüze kadar geçen sürede yayınlanan ve 7582 hastayı<br />
içeren üç büyük RKÇ’da hastane dışı kardiyak arrestte rutin olarak otomatik mekanik göğüs<br />
kompresyon cihazlarının kullanılmasının belirgin avantajı gösterilmemiştir.Manuel göğüs<br />
kompresyonları yerine otomatik mekanik göğüs kompresyon cihazlarının rutin olarak<br />
kullanılmasını önermiyoruz. Hareket halindeki ambulansta uygulanan KPR, uzamış KPR<br />
(örn. hipotermik arrest) ve bazı özel durumlarda KPR (örn. koroner anjiyografi veya<br />
ekstrakorporeal KPR) sırasında olduğu gibi uzun süreli yüksek kalitede göğüs<br />
kompresyonları uygulanamıyorsa veya kurtarıcı risk altındaysa otomatik mekanik göğüs<br />
kompresyon cihazlarımanuel göğüs kompresyonlarına mantıklı bir alternatif olabilir.Cihazın<br />
yerleştirilmesi sırasında KPR’a ara verilmesinden kaçınılmalıdır. Mekanik KPR cihazlarını<br />
kullanan sağlık personeli kapsamlı beceri eğitimi ve düzenli eğitim tekrarlarından oluşan iyi<br />
yapılanmış, monitörize bir program dahilinde hareket etmelidir.<br />
Yaşam belirtileri<br />
KPR sırasında yaşam belirtileri (solunum eforu, hareket vb.) veya hasta<br />
monitöründe SDGD düşündüren bulguların varlığında (arteriyal kan basıncı veya<br />
ekspiratuar karbondioksit trasesinde ani yükseliş vb.) KPR’a kısa süre ara verilir ve<br />
monitör kontrol edilir. Organize ritim var ise nabız kontrol edilir. Nabız varsa<br />
resüsitasyon sonrası bakım ve/veya gerekli ise uygun periarrest aritmi tedavisine<br />
geçilir. Eğer nabız yok ise KPR’ a devam edilir. Kapnografi kullanılması ile göğüs<br />
kompresyonlarına ara verilmeden SDGD tanınabilir. SDGD halinde, ETCO2’de<br />
belirgin artış meydana gelir.<br />
<br />
Resüsitasyonun sonlandırılması ve ölüm tanısı<br />
Eğer resüsitasyon başarısız ise ekip lideri resüsitasyon ekibiyle KPR’u<br />
durdurmayı tartışmalıdır. KPR’u durdurma kararı klinik değerlendirme ve SDGD<br />
sağlama şansının dikkatlice değerlendirilmesine bağlıdır. KPR sonlandırıldıktan sonra<br />
ölüm tanısı onaylanmadan hasta 5 dakika boyunca gözlenir.<br />
Palpasyonla santral nabzın yokluğu<br />
71
• Oskültasyonla kalp seslerinin yokluğu<br />
Aşağıdaki kriterlerin bir veya daha fazlasının varlığı destekleyicidir:<br />
• EKG’de asistoli<br />
• İntraarteriyel basınç monitöründe pulsatil akımın yokluğu<br />
• Ekokardiyografide kontraktil aktivitenin yokluğu<br />
Bu süre içerinden kardiyak veya solunumsal aktivite gözlenirse, bir sonraki<br />
kardiyak arrest sonrasında 5 dakikalık süre yeniden başlatılır. Beş dakika süren<br />
kardiyorespiratuar arrest sonrasında; pupiller ışık refleksi, kornea refleksi kaybı ve<br />
supraorbital basınç uygulamasına yanıtın bulunmaması kontrol edilmelidir. Ölüm<br />
zamanı bu kriterlerin tespit edildiği an olarak kaydedilir.<br />
Özet<br />
Kardiyopulmoner resüsitasyona karşı farkındalık giderek artmaktadır. Avrupa’<br />
da ERC’ nin öncülüğünde bir kardiyas arrest farkındalık günü düzenlenmiş ve<br />
sokaklarda ücretsiz halk eğitimleri yapılmıştır.<br />
Gelecek 16 Ekim 2014’ te düzenlenecek olan bu kampanya ile ilgili olarak<br />
ülkemizde Resüsitasyon Derneği bazı faaliyetler gerçekleştirecektir.<br />
Kaynaklar<br />
1. European Resuscitation Council Guidelines for Resuscitation 2015 Section 1. Executive summary<br />
.Koenraad G. Monsieurs, Jerry P. Nolan, Leo L. Bossaer, Robert Greif, Ian K. Maconochie, Nikolaos I.<br />
Nikolaou, Gavin D. Perkins, Jasmeet Soar, Anatolij Truhlár, Jonathan Wyllie, David A. Zideman,on<br />
behalf of the ERC Guidelines 2015 Writing Group. Resuscitation 2015; 95: 1-80.<br />
2. Adult advanced life support. Jasmeet Soar, Jerry P. NolanBernd W. Böttiger, Gavin D. Perkins,<br />
Carsten Lott, Pierre Carli, Tommaso Pellis, Claudio Sandroni, Markus B. Skrifvars, Gary B. Smith,<br />
Kjetil Sunde, Charles D. Deakin, on behalf of the Adult advanced life support section collaborators.<br />
Resuscitation 2015;95:100-147.<br />
3.Cardiopulmonary Resuscitation with Automated External Defibrillator Provider Course Manual- ERc<br />
Guidelines 2010 Edition. ERC Editorial Belgium 2010.<br />
4. European Resuscitation Council Advanced Life Support Course Manual. 5th Edition. Belgium.<br />
5. International Liaison Committee on Resuscitation. 2005 International consensus on<br />
cardiopulmonary resuscitation and emergency cardiovascular care science with treatment<br />
recommendations. Resuscitation 2005; 67(2-3): 157-342.<br />
72
6. European Resuscitation Council. European Resuscitation Council guidelines for resuscitation<br />
2005. Resuscitation 2005; 67 (Suppl 1): S1-S190.<br />
7. First Aid, CPR and AED. Emergency Care and Safety Institute, Jones and Bartlett Publishers, 2007<br />
73
Hastane Bilgi Yönetim Sistemi ve E-Reçete Uygulamaları<br />
Dr. Yılmaz KESKİNDEMİRCİ<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Başhekim Yardımcısı<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yürütülmekte olan Hastane Bilgi Yönetim Sistemi<br />
dönüşüm çalışmaları 13.08.2016 tarihinde tamamlanmış olup ilgili tarihten itibaren<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde tüm fonksiyonları ile İSHOP (İstanbul Üniversitesi<br />
Hastaneleri Otomasyon Projesi) kullanılmaya başlanmıştır.<br />
Aşağıda İSHOP Hastane Bilgi Yönetim Sisteminin kullanımıyla ilgili olarak<br />
kullanıcıların adaptasyonunu artırmak amacıyla ilgili fonksiyonların anlatımına yer<br />
verilmiş olup e-reçete uygulamaları hakkında da bilgi verilmektedir.<br />
1. POLİKLİNİK HASTA MUAYENE EKRANI<br />
1.1. HEKİM HASTA LİSTESİ<br />
Doktor sayfası üstünde hasta bilgilerine ulaşabilir. Hekim hasta listesi<br />
butonuna tıklayarak (1) Hasta arama listesi açılır. Veya kısayol F6 kullanılıp<br />
hasta listesine ulaşabilir.<br />
Şekil 1; Hekim hasta listesi<br />
Doktor İSHOP’ u açtıktan sonra F6 ( hekime gelen işler ) tuşuna Kısayol F6 ile<br />
açılan ekran aşağıda ki gibi gün içinde gelen hastalar listelenir. Seçtiğimiz<br />
hasta ile beraber gün içinde hastaların muayenesine başlanabilir<br />
74
Şekil 2; Hekim hasta listesi<br />
Açılan ekranda hasta kimlik no ve protokol no hasta adı ve soyadı birim ismi<br />
gibi üç farklı şekilde listeleme işlemi yapılabilir. Hasta dosyasına girdikten<br />
sonra ilk önce Muayene butonu tıklanır ve altında bulunan Medikal Özgeçmiş<br />
– Genel Muayene – Hasta Geçmişi – Konsültasyon – E Reçete –<br />
Görüntüler – Ölçümler – Ek Epikriz – Kan Ürünleri İstekleri – Bulaşıcı<br />
Hastalıklar – Allerjiler ikonları kullanılarak hasta muayene bilgileri<br />
doldurulmaya başlanacaktır.<br />
Şekil 3; Muayene<br />
75
1.1.1. MEDİKAL ÖZGEÇMİŞ: Hastanın geçmişteki öyküleri hikayesi ve geçirdiği<br />
hastalıklarının girildiği ekranıdır.<br />
Şekil 4; Medikal özgeçmiş<br />
1.1.2. GENEL MUAYENE: Hastanın tanısının gelişiyle ilgili şikayeti ve bulgularının<br />
girildiği ekrandır. Hastanın geçmiş muayeneleri hastaya işlenmiş eski tanıları ayrıca<br />
Doktorun kendisine özel hastaları için özel not alabileceği özel bölüm bu ekranda<br />
bulunmaktadır.<br />
Şekil 5; Genel muayene<br />
76
Şekil 6; Genel muayene<br />
1.1.3. HASTA GEÇMİŞİ: Hastanın hastanedeki gelişlerinin özetini görülebildiği<br />
ekrandır.<br />
Şekil 7; Hasta geçmişi<br />
77
1.1.4. KONSÜLTASYON: Diğer ilgili birimlere danışmak için konsültasyon isteklerinin<br />
yapıldığı ekrandır.<br />
Şekil 8; Konsültasyon<br />
1.1.5. E-REÇETE: Hastaya yazılacak olan reçetenin SGK Medulaya bildirildiği<br />
ekrandır.<br />
Şekil 9; E Reçete<br />
78
1.1.6. GÖRÜNTÜLER: Hastanın çekilmiş filmlerin görüntülerinin olduğu ekrandır.<br />
Şekil 10; Görüntüler<br />
1.1.7. ÖLÇÜMLER: Hastanın boy kilo bilgilerinin girildiği ekrandır.<br />
Şekil 11; Ölçümler<br />
79
1.1.8. EK-EPİKRİZ: Hastaya ek epikriz düzenlemek istediğimizde kullandığımız<br />
alandır.<br />
Şekil 12; Ek epikriz<br />
1.1.9. KAN ÜRÜNÜ İSTEKLERİ: Hastaya kan isteminin yapıldığı ekrandır.<br />
Şekil 13; kan ürünü istekleri<br />
80
1.1.10. BULAŞICI HASTALIKLAR: Hastanın varsa bulaşıcı hastalığının girildiği<br />
ekrandır.<br />
Şekil 14; Bulaşıcı hastalıklar<br />
1.1.11. ALLERJİLER ; Hastanın varsa Allerjisi girildiği ekrandır.<br />
Şekil 15; Allerjiler<br />
1.1.12. İŞLENEN HİZMETLER – Hastaya kısa yol hizmet arama butonu dahil hizmet<br />
ekleme - hizmet iptal - malzeme ekleme - malzeme iptal - paket ekleme ekranları<br />
bulunmaktadır<br />
Muayene butonunun altındaki bilgiler doldurulduktan sonra İşlenen Hizmetler<br />
kısmındaki bölüme geçilir.<br />
HİZMET EKLE: Eklenmesi gereken hizmetlerin bulunduğu (sut) listedir<br />
HİZMET İPTAL: Eklenen hizmeti iptal etmek için kullanılır<br />
81
MALZEME EKLE: Kullanılan malzemelerin eklenebilmesi için kullanılması<br />
gereken butondur<br />
MALZEME İPTAL: Eklenen fazla veya hatalı malzemeyi silmek için kullanılır<br />
PAKET EKLE: Paket hizmet ve muayeneleri toplu paket halinde eklemek için<br />
kullanılır<br />
<br />
PAKET İPTAL: eklenen hatalı veya fazla paketi silmek için kullanılır<br />
Şekil 16; İşlenen Tetkikler<br />
TETKİKLER ; Hastanın muayene ve hizmetleri girildikten sonra hastaya tetkik<br />
ve tahlil istemek için Tetkikler kısmı kullanılmalıdır.<br />
ilgili bölümden Laboratuvar – Radyoloji – Nükleer tıp – Patoloji – Genetik –<br />
Diğer Raporlar butonları hastalarımız üstüne işlenmek üzere ilgili<br />
ekranlarımızı kullanabiliriz.<br />
3a:LABORATUVAR: Labaratuar test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />
görülebildiği ekrandır<br />
3b:RADYOLOJİ: Radyoloji test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />
görülebildiği ekrandır<br />
3c:NÜKLEER TIP: Nükleer tıp test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının<br />
görülebildiği ekrandır<br />
3d:PATOLOJİ: Patoloji test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının görülebildiği<br />
ekrandır<br />
3e:GENETİK: Genetik test isteklerinin yapıldığı ve sonuçlarının görülebildiği<br />
ekrandır<br />
3f:DİĞER RAPORLAR: Hastanın eko –efor- eeg- emg vs. tetkiklerin rapor<br />
örneklerinin bulunduğu ekrandır<br />
82
Şekil 17; Tetkikler<br />
Hastanın tetkik işlemleri bittikten sonra gerek duyulursa Raporlar (4) kısmı na<br />
girerek ekle butonundan ilaç raporu, sağlık kurulu, iş görememezlik, istirahat<br />
vs. gibi medikal raporlar eklenebilir<br />
Şekil 18 ; Raporlar<br />
83
1.1.13. YENİ AKTİVİTE – ilgili ikondan hastaya EKG – EKO istekleri<br />
yapılabilmektedir.<br />
Şekil 19; Yeni aktivite<br />
FORMLAR – ilgili ikondan alt kırılımlarından ANAMNAZ FORMU – İLAÇ<br />
KULLANIM RAPORU – HİZMET DETAY BİLGİSİ – HASTA YÖNLENDİRME<br />
FORMU – EPİKRİZ YAZDIR bilgilerine ulaşılabilir ihtiyaca göre ilgili işlemler<br />
yapılabilir.<br />
Şekil 20; Formlar<br />
Son olarak Hasta üstünde tüm işlemler bittikten sonrası gerekirse hastaya<br />
yatış işlerini YATIŞ ikonu ile başlatabiliriz<br />
84
B.YATAKLI TEDAVİ SÜRECİ<br />
İSHOP MEDİKAL menüsü altında Yataklı Tedavi işlemlerinin gerçekleştirildiği<br />
modüldür.<br />
Şekil 21: MEDİKAL<br />
85
i. SERVİS<br />
Şekil 22: SERVİS<br />
1. İŞLEMLER<br />
Şekil 23: İŞLEMLER<br />
ii. YATAN HASTA LİSTESİ<br />
Yatan hasta listesinden (Medikal/Servis/Yatan Hasta Listesi) hasta listesine<br />
ulaşılabilir.<br />
Yatan hasta listesi Yatan hastaların listelendiği bölümdür. Yatan hastalar durum ve<br />
servisleri seçilerek listelenebilir. Adı, Soyadı, Protokol No, Tarih Aralığı, Servis,<br />
Durumu sorgulama seçeneklerinden biri ya da bir kaçına göre arama yapılabilir.<br />
86
Şekil 11: YATAN HASTA LİSTESİ<br />
<br />
Yatan Hasta Durum Bilgisi<br />
Yatan hastalarımızın aşağıdaki durum seçenekleri ile anlık olarak izlenebilmesi<br />
sağlanmıştır.<br />
Yatış Bekliyor:<br />
Servis Bekliyor:<br />
Yatıyor:<br />
Kurum İçi Sevk:<br />
Taburcu:<br />
Reddedildi:<br />
Yatış bekleyen hastalarımızı gösterir<br />
Servis bekleyen hastalarımızı gösterir<br />
Yatan hastalarımızı gösterir<br />
Kurum içerisinde bir başka servise sevk yapılan hastaları gösterir.<br />
Taburcu olan hastalarımızı gösterir.<br />
Yatış isteği reddedilen hastalarımızı gösterir.<br />
Ayrılmayı Bekliyor: Ayrılmayı bekleyen hastalarımızı gösterir.<br />
İzinli:<br />
İzin verilen hastaları gösterir.<br />
b. YATAN HASTA MUAYENESİ HASTA YATIŞ DOSYASI<br />
Doktorun hastanın kişisel bilgilerini görebileceği, medikal özgeçmişini girebileceği,<br />
muayenesini kaydetmek ve takip etmek için kullanacağı bölümdür. İlgili ekrandan<br />
epikriz alma, muayene detayları görme/değiştirme, reçete verme, konsültasyon<br />
talebinde bulunma ve sonuçlarını görme, tetkik isteme ve sonuçlarını görme poliklinik<br />
ve muayene raporlarını oluşturma ve görüntüleme işlemleri yapılabilir.<br />
i. MUAYENE<br />
Medikal özgeçmiş, Genel muayene, Konsültasyon, E-Reçete, Klinik Seyir,<br />
Konsültasyon, Ölçümler Enfeksiyon-Kolonizasyon, Alerjiler gibi alt bölümlerinden<br />
oluşur.<br />
Muayene İçerisindeki alt bölümler;<br />
87
1. MEDİKAL ÖZGEÇMİŞ<br />
Hastaların Soygeçmiş, Özgeçmiş, Alışkanlıkları, Alerjileri, Geçirdiği operasyonlar,<br />
Sürekli kullandığı ilaçlar, Kronik hastalıkları gibi bilgilerin girilebileceği yazı alanlardır.<br />
Doktor veya sekreteri veya sorumlu olduğu asistan doktor tarafından hastaya sorulan<br />
(daha önceden sorulmuş kaydedilmiş) bilgilerin alınıp kullanıldığı kısımdır. Eğer daha<br />
önceki muayenelerde alınıp kaydedilmiş veriler varsa doktor bu muayene için bu<br />
verilerden faydalanır. Gerektiğinde yeniden sorulur ve güncellenir.<br />
Medikal özgeçmişin alt bölümleri:<br />
Soy geçmiş: Hastanın ailesinde var olan hastalıkları özet olarak belirtiriz.<br />
Alışkanlıklar: Hastanın sağlığını etkileyebilecek alışkanlıkları. Bunlar<br />
güncellendiğinde örneğin sigara içen bir hastanın sigarayı bırakmasıyla x yılından y<br />
yılına kadar z yıl günde 2 paket sigara içiyordu şeklinde güncellenmesi gerekir.<br />
Alerjileri: Vücudun, aslında zararlı olmayan bazı maddelerden veya hava şartlarından<br />
etkilenmesi ya da psikolojik etkenler sonucu bazı maddelere aşırı reaksiyon<br />
göstermesidir.<br />
Örnek: Yiyecek, içecek, ilaç, vb. şeylere karşı olan reaksiyonları.<br />
Geçirdiği operasyonlar: Hastanın daha önceden geçirdiği ameliyatlar ve bunların<br />
sonuçları ile ilgili notlar.<br />
Sürekli kullandığı ilaçlar: Hastanın daha önceki doktorların tavsiyesi ya da kendi<br />
isteği ile sürekli olarak aldığı ilaçlar veya etken maddeler.<br />
Kronik hastalıklar: Hastanın belli bir tedavi ile sonlandıramadığı Kalp rahatsızlıkları,<br />
AİDS, Hepatit gibi hastalıklarıdır. Yazılım içinde başka bir yöntemle alınmadığı<br />
müddetçe bu bilgi ancak buradan kaydedilecektir.<br />
Şekil 12: GENEL MUAYENE<br />
88
2. GENEL MUAYENE<br />
Tanı ekle, Tanı kodları, Olay yeri, Hikayesi, Şikayeti, Bulgular, Öneriler, Notlar, Özel<br />
doktor notlarının girilebileceği bölümlerden oluşur. Genele muayene verisinin<br />
toplandığı bölümdür. Doktor muayenesini yaparken hastadan aldığı şikayeti bu<br />
bölüme yazar, hikayesini kaydeder ve değerlendirmesinden elde edilen bulguları bu<br />
bölüme yazar. Belirlediği ön tanıları girer, kesinleşen tanıları kesin tanı kaydıyla<br />
tekrar girer. Eğer tedavi süresince tedaviye ilişkin bir yorum oluşursa bunu notlar<br />
kısmına kaydeder. Hastanın tedavi sonrası uygulamasını istediği (bol sıvı tüketmesi,<br />
sık sık duş alma, kırmızı etten sakınma vb.) şeyler varsa öneriler kısmına bunları<br />
yazar. Bu bilgiler epikrizi (dosya özeti) raporunun temelini oluşturur.<br />
Şekil 13: GENEL MUAYENE<br />
3. TANI EKLE:<br />
Şekil 14: TANI<br />
sembolüne tıklayarak tanı listesini açabiliriz. Açılan listede tanı kodu ve ismine<br />
göre arama yapılır.<br />
% sembolü girilerek arama yapılabilir. %nezle ...vb<br />
89
Şekil 15: TANI<br />
Listeden seçilen tanının kodu tanı ekle kısmına getirilir. Sembolüne ya da<br />
klavyeden Enter tuşuna basılarak tanı kodları bölümüne ekleme yapılabilir.<br />
sembolü ICD kodları ekranını açar. ICD listesi üzerinde daha detaylı arama ile<br />
seçim yapmamız sağlanmaktadır.<br />
4. E-REÇETE:<br />
Yatan hastaya yatan ve taburcu reçetesi verildiği bölümdür. (Poliklinik tarafında<br />
detaylı anlatımı mevcuttur.)<br />
Şekil 16: E-REÇETE<br />
90
Şekil 17: E-REÇETE<br />
5. KLİNİK SEYİR:<br />
Hekimlerin Yeni butonundan hastayla ilgili gün gün görüşlerini yazdıkları bölümdür.<br />
Şekil 18: KLİNİK SEYİR<br />
6. KONSÜLTASYON<br />
İki farklı konsültasyon talebi vardır. Eğer kurumsal zaman planlaması yapılmış ise<br />
doktor ilgili birimde konsültasyona uygun olan doktordan konsültasyon çalışma<br />
zamanı talep iletilir. Detaylar için bkz.: kurumsal zaman planlaması .<br />
Konsültasyon: Konsültasyon ekranını açar.<br />
91
Seçilen birim altındaki kaynağa ait olan çalışma takviminden konsültasyon isteği<br />
yapılması sağlanır.<br />
Yapılan istek randevu modülü ile entegre çalışır.<br />
Şekil 19: KONSÜLTASYON<br />
*Yapılan konsültasyonlar aşağıda anlatılan Konsültasyon listesine düşmektedir.<br />
Konsültasyon listesi<br />
Birimlerden yapılan konsültasyonun listelendiği alandır.<br />
92
Şekil 22: KONSÜLTASYON LİSTESİ<br />
7. ÖLÇÜMLER<br />
Boy, ağırlık bilgisinin girilebileceği, iptal edilebileceği bölümdür. Girilen bilgiler<br />
değişim grafiğinden takip edilebilir.<br />
Şekil 23: ÖLÇÜMLER<br />
93
8. ENFEKSİYON / KOLONİZASYON<br />
Hastaya ait herhangi bir enfeksiyon bilgisi var ise Ekle bölümünden seçim yapılarak<br />
kayıt altına alınması sağlanır.<br />
Şekil 24: ENFEKSIYON / KOLONIZASYON<br />
ii. DOKTOR ORDER-TEDAVİ TABELASI<br />
1. DOKTOR İSTEKLERİ<br />
Ekle fonksiyon butonuna tıklanır. Açılan Hastaya yapılacak istekler penceresinden<br />
kullanılacak tedavi şekli seçilerek tamam butonuna tıklanır.<br />
Şekil 25: HASTAYA YAPILACAK İSTEK EKRANI<br />
94
Oluşan istek satırındaki Malzeme hücresinde<br />
sembolüne tıklanır.<br />
Malzeme seç fonksiyon butonuna tıklanarak kullanılacak tek kalem malzeme seçilir.<br />
Periyot, kullanım şekli, notlar vs. bilgileri girilir.<br />
*Birden fazla orderı ekleyebilmemiz için Toplu Ekleme modülüne tıklamamız<br />
gerekmektedir. Buradan ilgili ambarı seçip diğer bilgileri girdikten sonra kaydet<br />
dememiz yeterlidir.<br />
Şekil 26: DOKTOR İSTEK<br />
Yapılan orderları örneğin hafta sonları ve resmi tatillere kopyalayabilmemiz için<br />
Kopyala modülüne tıklayıp kopyalanacak günün orderlarını seçip belirtilen tarih<br />
aralığına kopyalama işlemini gerçekleştirebiliriz.<br />
Şekil 27: ORDER KOPYALAMA<br />
95
iii. KAN İSTEĞİ<br />
Ünite kan isteklerinin yapıldığı bölümdür.<br />
Şekil 34: KAN İSTEĞİ<br />
iv. SERVİS KAN İSTEKLERİ<br />
Servislerde yatan hastalara istenen kanları takip etmek için kullanılan ekrandır.<br />
Şekil 35: SERVİS KAN İSTEKLERİ<br />
96
v. SERVİS HİZMETLERİ<br />
Hastaya işlenen hizmetlerin ve malzemelerin takip edildiği bölümdür. Servis<br />
hizmetlerinde Hizmet Ekle ve Malzeme Ekle butonlarından hastaya Hizmet ve<br />
Malzeme ekleme işlemleri yapılır.<br />
Şekil 36: SERVİS HİZMETLERİ<br />
vi. TETKİKLER<br />
Laboratuvar, Radyoloji, Patoloji ’den yeni butonu ile tetkik istenebilir, istenmiş<br />
tetkikler onaylandıktan sonra aynı ekranda sonuçları görünür. Test sonucu girilmiş<br />
tetkikler iptal edilemez.<br />
Şekil 37: TETKİKLER<br />
97
Şekil 38: TETKİKLER<br />
Radyoloji ve Patoloji bölümlerinden de istekler aynı aşamalarla istenir.<br />
vii. AMELİYAT<br />
Yapılacak ameliyatların girilebileceği bölümdür.<br />
Şekil 39: AMELİYAT<br />
98
Ameliyatlar alanında sağ tıklayarak ilgili ameliyat seçimi yapılan bölümdür.<br />
Şekil 40: AMELİYAT<br />
viii. RAPORLAR<br />
Medikal Raporların eklenebileceği bölümdür.<br />
Şekil 41: RAPORLAR<br />
99
Şekil 42: MEDİKAL RAPORLAR<br />
100
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi<br />
Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı<br />
Cerrahpaşa yerleşkesini üç düzlemi birbirine bağlayan üç yokuş olarak<br />
düşünebiliriz. Düzlemleri üst, orta ve alt olarak, yokuşları da A, B ve C biçiminde<br />
sıraladığımızda yerleşkenin üzerindeki binalara ve birimlere kolayca ulaşabiliriz (Şekil<br />
1, Tablo 1).<br />
Şekil 1: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yerleşkesi krokisi<br />
101
Tablo 1: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yerleşkesi krokisindeki bina numaraları ile<br />
kullanan birim bilgileri<br />
1-Dekanlık<br />
2- Oditoryum<br />
3- Kız öğrenci yurtları<br />
4- Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı<br />
5- Tıp Kültür Birimi<br />
7- Radyasyon Onkolojisi<br />
8- Psikiyatri<br />
9- İngilizce Tıp Bölümü<br />
10- Nöroloji<br />
11- Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon<br />
12- Jinekolojik Onkoloji<br />
13- Kadın Hastalıkları ve Doğum<br />
14- Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları<br />
15- Acil Birimi (Giriş Katı- 1.Kat), Ortopedi (Kat 2)<br />
16- Ortopedi polikliniği<br />
17- Acil Hasta kabul<br />
18- Kütüphane (Giriş ve Kat 1, Öğrenci İşleri (Kat 1), Yeni Kurul Salonu, Öğrenci<br />
Kulüpleri, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı.<br />
19- Otopark / Helikopter pisti<br />
20- Spor Salonu<br />
21- Yemekhane<br />
22- Halı Saha<br />
23- Amfiler (Giriş Katı ve Bodrum Kat), Deney Hayvanları Araştırma Laboratuvarı<br />
(Bodrum Kat)<br />
24- Deontoloji (Zemin), Farmakoloji (Kat 1), Halk Sağlığı (Kat 2), Histoloji ve<br />
Embriyoloji (Kat 3)<br />
25- Anatomi (Bodrum 3 ve 2), Biyokimya (Bodrum 1), Fizyoloji (Zemin), Mikrobiyoloji<br />
(Kat1), Tıbbi Biyoloji (Kat 2), Tıbbi Fizik (Kat 3), İstatistik (Kat 4), Öğrenci Kantini (Kat<br />
4)<br />
26- Patoloji (Bodrum 3 ve 2), Biyokimya (Bodrum 1), Biyofizik (Zemin), Mikrobiyoloji<br />
(Kat 1), Genetik (Kat 2)<br />
27- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji (Kat 1), Geriatri (Kat 2), Nefroloji<br />
(Kat 3), Kardiyoloji (Kat 4), Gastroenteroloji – Hematoloji (Kat 5), Hepatoloji –<br />
Romatoloji (Kat 6)<br />
102
28- Hepatobilier Poliklinikleri (Zemin A), Gastroenteroloji – Endoskopi (Zemin),<br />
Nükleer Tıp (Kat 1), Endokrin – Diyabet (Kat 2), Genel Dahiliye (Kat 3), Kardiyoloji –<br />
Koroner YBÜ (Kat 4), Gastroenteroloji (Kat 5), Özel Servis (Kat 6)<br />
29- Hemostaz Laboratuvarı (Zemin), Nükleer Tıp (Kat 1), Onkoloji (Kat 2), Genel<br />
Dahiliye (Kat 3), Kardiyoloji (Kat 4), Hematoloji (Kat 5), Endokrin (Kat 6)<br />
30-32- Dermatoloji (Kat 1), Üroloji (Kat 2), Kulak Burun Boğaz Hastalıkları (Kat 3),<br />
Göz Hastalıkları (Kat 4, 5 ve 6)<br />
33- Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Göğüs Cerrahisi (Kat 2), Endokrin Cerrahi (Kat 3),<br />
Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4), Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5),<br />
Meme Cerrahisi (Kat 6), Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi (Kat 7)<br />
34- Transplantasyon (Zemin), Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Kalp-Damar Cerrahisi (Kat 2),<br />
Hepatopankreatikobiliyer Cerrahisi (Kat3), Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4),<br />
Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5), Meme Cerrahisi (Kat 6), Özel Cerrahi<br />
Servisi (Kat 6), Apeks Restaurant (Kat 7)<br />
35- Transplantasyon (Zemin), Çocuk Cerrahisi (Kat 1), Kalp-Damar Cerrahisi (Kat 2),<br />
Hepatopankreatikobiliyer Cerrahisi (Kat3), Gastrointestinal Cerrahi- Gorbon (Kat 4),<br />
Gastrointestinal – Gürkan Cerrahi (Kat 5), Özel Cerrahi Servisi (Kat 6), Plastik ve<br />
Rekonstrüktif Cerrahi (Kat 7)<br />
36- Cerrahi Binası Giriş, Kan Merkezi, Ağrı Bilim Dalı (Kat 1), Ameliyathane (Kat 2),<br />
Cerrahi Yoğun Bakım (Kat 2), MESEM Salonu (Kat 3), Cerrahi Poliklinikler (Kat 4),<br />
Cerrahi Endoskopi (Kat 4), Cerrahi Röntgen (Kat 4), Cerrahi Biyopsi (Kat 4), Öğretim<br />
Üyeleri (Kat 5-6)<br />
37-40- Radyoloji (Bodrum Kat), Göz Polikliniği (Giriş Kat), Üroloji Polikliniği,<br />
Dermatoloji Polikliniği, İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Poliklinikleri<br />
42- Monoblok Giriş – Danışma<br />
43- Eczane<br />
44- Aile Hekimliği<br />
45- Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Nöroşirürji, Nöroradyoloji<br />
46- Boşaltılmış Bina<br />
47- Çocuk Yuvası<br />
48-50- Cami<br />
51- Gasilhane<br />
53- Başhekimlik ve Bilgi İşlem<br />
54- Fikret Biyal Klinik Biyokimya Laboratuvarı<br />
55- PET Ünitesi ve Radyonüklid Tedavi Kliniği<br />
56- Hastane Müdürlüğü<br />
Üst Düzlem<br />
Üst düzlemde iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Yayaların giriş-çıkış yaptığı<br />
Ana giriş kapısı ve araçların giriş-çıkış yaptığı araçlı giriş kapısı. Üst düzlem bu<br />
103
kapılardan başlar. Üst düzlemin üzerindeki ana yapılar 1-22, 49, 50, 56 numaralı<br />
binaları içermektedir (Şekil 1, Tablo 1).<br />
Fakültemizin Dekan ve Yardımcılarının odaları, Fakülte Sekreteri, Personel<br />
İşleri Müdürü ve Büro elemanları ile Maaş Bürosu Şefliği ve ilgili Memurların<br />
bürolarının bulunduğu Dekanlık binası, Göğüs Hastalıkları binası, Kız öğrenci yurtları,<br />
Cem’i Demiroğlu Oditoryumu, Atatürk Anıtı, Hastane Müdürlüğü ve ilgili birimler,<br />
Yemekhane, Kütüphane, Acil Birimi, Hemşirelik Müdürlüğü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,<br />
Halk Bankası, Yanık Ünitesi, Yoğun Bakım, Ortopedi, İş Bankası, Burhanettin Toker<br />
Amfisi, Başhekimlik ve bağlı birimleri, Kadın Doğum Kliniği ve Jinekolojik Onkoloji,<br />
Nöroloji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, İngilizce Tıp Bölümü, Radyasyon Onkolojisi,<br />
Psikiyatri, Çocuk psikiyatrisi bu düzlemde yer alırlar.<br />
Resim 1: Araç giriş kapısı sonrası (A yokuşu) ilk kavşak<br />
104
Resim 2: A yokuşu araç giriş kapısı sonrası ilk kavşak<br />
Orta Düzlem<br />
İş Bankasının olduğu köşeden aşağı inen B yokuşunun bitiminde Orta<br />
Düzleme ulaşırsınız. Yokuş boyunca Çocuk Kliniğini, Garanti Bankası ve<br />
Başhekimliğin giriş kapısını göreceğiz. Çocuk kliniğinin altında Camii bulunmaktadır.<br />
Orta Düzlemin üzerindeki ana yapılar 23-42, ile 51 numaralı binaları içermektedir<br />
(Şekil 1, Tablo 1).<br />
105
Resim 3: B yokuşu orta düzlem kesişim yeri.<br />
Orta düzlemde Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Dahili Tıp Bilimleri Bölümü ve<br />
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümünün ana giriş kapıları bulunmaktadır.<br />
Temel Tıp Bilimlerinin içinde Temel Tıp Bilimlerine ait Anabilim Dallarıyla,<br />
Patoloji, Farmakoloji, Halk Sağlığı gibi Cerrahi ve Dahili Bilimlere ait bölümler de<br />
bulunmaktadır (23-26). Öğrenci Eğitiminde çok önemli yeri olan Meliha Terzioğlu,<br />
Talia Bali Aykan ve Ekrem Kadri Unat Amfileri bulunmaktadır.<br />
Resim 4: Orta Düzlem – Dahili ve Cerrahi Anabilim Dallarının Polikliniklerin girişi<br />
Dahili Tıp Bilimleri Bloğunda Çeşitli bilim dallarına ait poliklinikler ve hastaların<br />
yattığı servisler bulunmaktadır (Nükleer Tıp Poliklinikleri, Gastroenteroloji, Genel<br />
Dahiliye, Gerontoloji, Hematoloji, Kardiyoloji, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji , Endokrinoloji Anabilim /Bilim Dalları... vb gibi). Yine öğrenci eğitiminde<br />
çok önemli yeri olan Celal Öker ve Reşat Garan Amfileri bu binanın giriş katında<br />
bulunmaktadır. 1. Kat koridorunun yola yakın tarafında tüm Dahili ve Cerrahi<br />
poliklinikler bulunmaktadır. Polikliniklerin altında Radyoloji Anabilim Dalının<br />
Ultrasonografi, MR, Tomografi çekimlerinin yapıldığı poliklinikler bulunmaktadır. Acil<br />
MR da bu bölümde çekilmektedir.<br />
Polikliniklerin alt düzlem tarafındaki binaları Cerrahi Bilimler Bölümünün<br />
kullanımındaki binalardır. Dahiliye binasına yakın olan binada sırasıyla; en altta<br />
Dermatoloji, Üroloji, KBB, Göz bölümlerinin servisleri bulunmaktadır. Son blok ise<br />
Genel cerrahi, Göğüs Cerrahisi, Kalp -Damar cerrahisi, Plastik ve Rekonstrüktif<br />
Cerrahi, Çocuk Cerrahisinin yataklı servislerini, Öğretim Üyeleri Odalarını, 2 öğrenci<br />
amfisini, MESEM salonunu, bodrum katta Ameliyathaneyi, üstünde Anestezi ve<br />
Yoğun Bakım Bölümlerini içermektedir. Kan Merkezi de bu binanın girişindedir.<br />
106
Alt Düzlem<br />
Alt Düzlemin üzerindeki ana yapılar 45-48 ile 54-55 numaralı binaları<br />
içermektedir (Şekil 1, Tablo 1). Ana blokların arka alt kapılarının açıldığı düzlemdir.<br />
Ayrıca, Nükleer Tıp (PET Laboratuvarı), Nöroşirürji Anabilim Dallarıyla, Nöro-radyoloji<br />
Bilim Dalının ve Merkez Laboratuvarlarının bulunduğu düzlemdir.<br />
Resim 5: Alt Düzlemde bulunan en önemli yapılardan biri olan Beyin Cerrahisi Binası<br />
Yokuşların Özellikleri<br />
A yokuşu, araç girişinden başlar alt düzleme kadar iner. B yokuşu ana<br />
binalarla kesilir. Alt düzleme ulaşmak için Dahiliye ile Temel Bilimler Binaları<br />
arasındaki parktan geçerek merdivenlerden inmek gerekir. C Yokuşu, Psikiyatri<br />
Anabilim Dalının yanından başlar, Kadın-Doğum ve Çocuk Klinikleri ile Nöroloji<br />
Kliniğinin arasından geçer, kot farkından dolayı merdivenlerle devam eder.<br />
Radyolojinin önünden Cerrahi Bloğunun girişinin önünden geçerek alt düzleme iner.<br />
Resim 6: C yokuşunun başlangıcı; Psikiyatri Binasının yanı<br />
107
Resim 7: C yokuşunun başlangıcı<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Asistanının TUS Sonrası Aklına Gelen Bazı Sorular<br />
- Kazandım başvurumu nereye yapacağım? (1, 18)<br />
- Acilin yeri neresidir? (15, 17)<br />
- Dekanlık binası neresidir?, Personel dairesine nasıl gidilir? (1 )<br />
- Temel Tıp Bilimleri Bölümü nerededir? (25, 26)<br />
- ……… Anabilim dalı neresidir? (Şekil 1, Tablo 1)<br />
- Kan Merkezi nerededir? (37)<br />
- Ultrason veya tomografiyi nerede çektirebilirim? (37-40)<br />
- Akciğer filmini nerede çektirebilirim. Acil Biyokimya ve Merkez biyokimya tetkiklerini<br />
nerede yaptırabilirim (17, 54)<br />
- Mikrobiyolojik tetkikleri nereye verebilirim? (17)<br />
- Hastane enfeksiyon kontrol komitesi nerededir?(9)<br />
- Hemodiyaliz nerede yapılmaktadır? (43)<br />
- Kan gazı için alınan kanı nereye verebilirim? (18 acil biyokimya)<br />
- Maaşımı çekeceğim para çekebileceğim otomatlar nerede bulunur? (B yokuşunda))<br />
- Büfe nerededir? (51’in önündeki parkta)<br />
- Yemekhane nerededir? (21)<br />
- Taksiyi nereden bulabilirim? (18’in A yokuşuyla kesiştiği köşenin altındaki taksi<br />
durağından)<br />
- PET Ünitesi nerededir? (55)<br />
- Hastane içi Ambulansı nereden isteyebilirim? (56)<br />
108
Kaynaklar<br />
1- Altıntaş A. Hastahaneden, Fakülteye Cerrahpaşa 44.yıl anısına. Müka Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul,<br />
Türkiye, Sayfa 262-263, Ekim 2011.<br />
2- http://yenicapacerrahpasa.org/fotograf_arsivi/detay/genel-fotograflar/11<br />
109
Akılcı İlaç Kullanımı<br />
Prof. Dr. A. Gökhan AKKAN<br />
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı<br />
“Akılcı İlaç Kullanımı” tanımı ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü (WHO= DSÖ)<br />
tarafından 1985 yılında Kenya’nın Nairobi şehrinde yapılan konferansta yapılmıştır<br />
(1). Akılcı İlaç Kullanımı, hastanın kendisine hekim tarafından etkililik, güvenlik,<br />
uygunluk ve maliyet gözetilerek verdiği / reçetelediği ilacı önerilen dozda ve<br />
uygun sürede kullanması olarak da tanımlanabilir.<br />
Genel olarak kabul görmüş Akılcı İlaç Kullanımının ilkelerini 8 DOĞRU (8D) ile<br />
sıralayabiliriz:<br />
1. Doğru Hasta<br />
2. Doğru İlaç<br />
3. Doğru İlaç Şekli/Farmasötik Şekil<br />
4. Doğru Doz<br />
5. Doğru Zaman<br />
6. Doğru Yol<br />
7. Doğru Kayıt<br />
8. Doğru Yanıt<br />
O halde Akılcı İlaç Kullanımı kavramını yukarıda sayılan 8D’ye göre tekrar<br />
tanımlarsak: Akılcı İlaç Kullanımı, doğru hastada, doğru ilacı, doğru farmasötik<br />
şekil içinde, doğru dozda, doğru yoldan, doğru sürede uygulanmasıdır.<br />
Akılcı İlaç Kullanımının paydaşı sadece hekim ve hasta değil, ayrıca eczacı,<br />
hemşire ve diğer sağlık çalışanları, hasta yakınları, ilaç endüstrisi, ilaç depoları, resmi<br />
otorite, akademi ve geri ödeme kurumu ile diğer sağlık kuruluşları da paydaşlar<br />
arasında sayılabilir.<br />
Türkiye’de Akılcı İlaç Kullanımı ile ilgili ilk çalışmalar 1992 yılında Sağlık<br />
Bakanlığı tarafından başlatılmış ve bu konu ile ilgili gerekli insan gücünün<br />
yetiştirilmesi amacıyla 1997 yılında Hollanda’ya “Akılcı İlaç Kullanımı Eğitici Eğitimi”<br />
programına 6 uzman gönderilmiştir. Sağlık Bakanlığı ayrıca konu ile ilgili danışma<br />
kitap ve kaynak boşluğunu doldurmak amacı ile “Birinci Basamağa Yönelik Tanı ve<br />
Tedavi Rehberleri”(2) hazırlanmış ve ayrıca “Reçete Yazma Rehberi” (3) ve<br />
“Eğiticilere Yönelik Reçete Yazma Rehberi” (4) kitaplarının çevirilerini yaptırmıştır.<br />
Fakültemiz Tıbbi Farmakoloji (o zamanki ismi ile: Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji)<br />
Anabilim Dalı da 1996 yılında Türkiye’de ilk olarak “Akılcı İlaç Kullanımı” başlıklı bir<br />
sempozyum düzenlemiş ve bir kitapçık bastırmıştır (5). Sosyal Güvenlik Kurumunun<br />
(SGK) en büyük gideri ilaç olduğundan, bu kurum da Birinci Basamakta Akılcı İlaç<br />
Kullanımı, Hekimlerin Akılcı İlaç Kullanımına Bakışı ve Toplumun Akılcı İlaç<br />
Kullanımına Bakışı(6) adlı kitaplarla kaynak oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.<br />
Günümüze kadar çok sayıda yapılan “Akılcı ilaç Kullanımı Eğitici Eğitimi”‘nde<br />
110
eğitici olanlar binlerce hekim, eczacı ve diğer sağlık personeline Akılcı İlaç Kullanımı<br />
ile ilgili eğitimler vermiştir. Sağlık Bakanlığının talebi üzerine bugün tüm Tıp<br />
Fakültelerinin lisans ve lisansüstü programlarında mecburi olarak ayrı konu veya ders<br />
olarak yer almaktadır. Bakanlık sağlık personellerinin eğitimi dışında Akılcı İlaç<br />
Kullanımı farkındalığını arttırmak için anaokullarından, hapishanelere ve diğer kamu<br />
ve sivil toplum kuruluşlarına kadar çok sayıda sempozyumlar yapmaktadır.<br />
<br />
Refik Saydam Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından yapılan alan çalışmalarda (7);<br />
İlaç kutu sayısı açısından bakıldığında tanıya uygunluk bakımından<br />
yaklaşık % 50’sinin akılcı olmadığı,<br />
İlaç maliyetlerine bakıldığında ise yine % 50’sinin akılcı olmadığı ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (EKİÖ /OECD) 2009 (8) raporuna göre<br />
Toplam sağlık harcamaları içinde ilacın payı gelişmiş ülkelerde %10’lar civarında<br />
iken Türkiye’de bu oran %46’dır. Görüldüğü gibi ilaca Ülkemizde gelişmiş ülkelere<br />
göre yaklaşık 4 kat daha fazla kaynak ayrılmaktadır. 2007 verilerine göre Türkiye’de<br />
yıllık kişi başı kullanılan 20 ilacın 3.5’u antibiyotiktir. Antibiyotiklerin dünyada da<br />
suistimal düzeylerinde reçetelendiği bilinmektedir. 2016 yılında ülkemiz 40 Avrupa<br />
ülkesi arasında antibiyotik kullanımında maalesef 1. sıraya yükselmiştir (9). Bu kabul<br />
edilebilir bir durum değildir. Dünyanın birçok ülkesinde antibiyotiklere karşı direncin<br />
bazı bakterilerde %90’lara ulaştığı rapor edilmiştir (10). İlaç advers etkilerinin ABD’de<br />
ölüm nedenleri arasında 4. sırada yer aldığı ve 2000 yılı itibariyle de ekonomiye<br />
maliyetinin yaklaşık 130 milyar dolar, günümüzde de 200 milyar dolardan daha fazla<br />
olduğu tahmin edilmektedir (11). En sıklıkla ve en masraflı advers olaylar;<br />
kanama, aritmi, hipotansiyon, ateş, diyare, kaşıntı, kusma, böbrek yetmezliği<br />
olarak bildirilmiştir. İlaç yan etkilerinin izlendiği ve Akılcı İlaç Kullanımının ayrılmaz bir<br />
parçası olan Farmakovijilans, ülkemizce Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK),<br />
İlaç Güvenliği İzleme ve Değerlendirme Şube Müdürlüğü, TÜFAM tarafından<br />
yürütülmektedir. Ancak ne yazık ki bu uygulama ülkemizce diğer gelişmiş ülkeler<br />
düzeyinde olmadığı da bir gerçektir. Örneğin, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi<br />
Farmakoloji Anabilim Dalı Farmakovijilans Merkezlerinden biri olmasına rağmen son<br />
10 yılda tek bir advers olay bildirilmiştir.<br />
2010 yılında “Akılcı İlaç Kullanımına ilişkin çalışmaların derlenmesi,<br />
toplanması ve ülkenin ihtiyaçlarına, önceliklerine ve kaynaklarına uygun stratejik<br />
planlar haline getirilmesi için geniş kapsamlı ulusal politikalar belirlemek ve hayata<br />
geçirebilmek amacıyla” Akılcı İlaç Kullanımı Birimi, 2012 yılında da Türkiye İlaç ve<br />
Tıbbi Cihaz Kurumu Bünyesinde Akılcı İlaç Kullanımı, İlaç Tedarik Yönetimi ve<br />
Tanıtım Dairesi kurulmuştur. Başına da Anabilim Dalımızdan uzmanlığını alan bir<br />
meslektaşımız getirilmiştir. Halen de yine Anabilim Dalımızdan uzmanlığını almış<br />
başka bir meslektaşımız bu görevi yürütmektedir. Ayrıca İllerde koordinasyonu<br />
sağlamak amacıyla 81 ilde İl Sağlık Müdürlüklerinde Akılcı İlaç Kullanımı İl<br />
Temsilcisi bulunmaktadır. Hastane Hizmet Kalite Standartları gereğince,<br />
hastanelerde planlama yapmak ve faaliyetlerde bulunmak amacıyla Akılcı İlaç<br />
Kullanımı Ekipleri oluşturulmuştur (12).<br />
Akılcı olmayan ilaç kullanımları farklı şekillerde olabilir:<br />
• Çoklu ilaç kullanımı<br />
• İlaçların gereksiz ve aşırı kullanımı<br />
111
• Klinik rehberlere uyumsuz tedavi seçimi<br />
• Piyasaya yeni çıkan ilaçların uygunsuz tercihi<br />
• Uygunsuz kişisel tedavilere başvurulması<br />
• İlaç kullanımında özensiz davranılması (uygulama yolu, süre, doz..)<br />
• Gereksiz yere antibiyotik tüketimi<br />
• Gereksiz yere enjeksiyon önerilmesi<br />
• Gereksiz ve uygunsuz vitamin kullanımı<br />
• Bilinçsiz gıda takviyesi ve bitkisel ürünlerin kullanımı<br />
• İlaç-ilaç etkileşimleri ve besin-ilaç etkileşimlerinin ihmal edilmesi<br />
Akılcı ilaç kullanımı tanımında yer alan maddelerden herhangi birinin veya<br />
birkaçının karşılanamaması durumu,<br />
• Hastaların tedaviye uyuncunun azalmasına,<br />
• İlaç etkileşimlerine,<br />
• Bazı ilaçlara karşı direnç gelişmesine,<br />
• Hastalıkların tekrarlamasına ya da uzamasına,<br />
• Advers olay görülme sıklığının artmasına,<br />
• Tedavi maliyetlerinin artmasına neden olur.<br />
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiçbir ilaç;<br />
• Çiğneme<br />
• Kırma<br />
• Bölme<br />
• Suda veya başka sıvıda çözmeye uygun olarak üretilmemiştir.<br />
Araştırmalar (13) hekimi akılcı olmayan reçetelemeye iten en önemli nedenlerin;<br />
• Hasta Baskısı<br />
• Zaman yetersizliği<br />
• Firma Tanıtım Elemanlarının Baskısı<br />
• Çok sayıda preparat ve jenerik varlığı olduğunu ortaya koymaktadır.<br />
Tanı ve Tedavi sürecinde Akılcı İlaç Kullanımı için:<br />
• Hastanın sorununun tanımlanması,<br />
• Hekim tarafından doğru tanının konulması,<br />
• İlaçlı veya ilaçsız, etkili ve güvenilir tedavinin tanımlanması,<br />
• Tedavinin gerçekleşebilirliğinin ve maliyetinin değerlendirilmesi,<br />
• Tedavinin başarısı ve hastanın uyuncunun değerlendirilmesi,<br />
• Eğer ilaçla tedavi uygulanacaksa uygun ilaçların seçimi,<br />
• Çoklu ilaç kullanımlarında etkileşimlerin öngörülmesi,<br />
112
• Her bir ilaç için uygun dozun ve uygulama süresinin belirlenmesi ve uygun<br />
reçetenin yazılması,<br />
• Bu aşamada güncel tanı ve tedavi kılavuzları esas alınması,<br />
• Hasta ve hasta yakını tedavi hakkında bilgilendirilmesi esastır.<br />
Normal olanın hiç kimsenin hekime danışmadan ilaç almamasıdır, ancak<br />
özellikle ;<br />
• Hamilelik ve emzirme dönemindeki kadınlar<br />
• Çocuklar<br />
• Yaşlılar<br />
• Böbrek ve karaciğer yetmezliği olan hastalar<br />
• Kronik hastalığı olanlar<br />
• İlaç ve besin alerjisi öyküsü olanların KESİNLİKLE ALMAMASIDIR.<br />
Akılcı İlaç Kullanımı, ilaçların üretiminden itibaren kullanımı sonrası atığının<br />
imhasına kadar her aşamada uyulması gereken “doğru”ları içerir. Her zaman<br />
önemsiz gibi görülen ilacın gerek eczane, depolarda ve gerekse evlerde saklama<br />
koşulları ile ilaçların dağıtımı sırasındaki uygun olmayan sevk zinciri (özellikle soğuk<br />
sevk zincirinin kırılması) Akılcı İlaç Kullanımının 8D’i doğru olsa bile yeterli tedaviyi<br />
önlemektedir.<br />
Dünya Sağlık Örgütü Akılcı İlaç Kullanımını teşvik etmek için 12 temel müdahale<br />
önermektedir (14):<br />
1. İlaç kullanım politikalarını koordine edecek ve bunların etkilerini izleyecek<br />
kurum (TİTCK)<br />
2. Eğitim denetim ve karar alma süreçlerinin desteklenmesine yönelik Klinik<br />
Tanı ve Tedavi Rehberlerinden yararlanma<br />
3. İlk seçenek tedavileri esas alan temel ilaçlar listesi oluşturma<br />
4. Bölgelerde ve hastanelerde ilaç ve tedavi kurulları kurma<br />
5. Mezuniyet öncesi müfredat programında probleme dayalı farmakoterapi<br />
eğitimi vermeyi sağlama<br />
6. Bir gereklilik olarak hizmet içi sürekli tıp eğitimleri düzenlenmesi<br />
7. Kurumsal çerçevede izleme, denetim ve geri bildirim sistemlerinin<br />
geliştirilmesi<br />
8. İlaçlar konusunda bağımsız (tarafsız bilgi) bilgi kaynaklarını kullanma<br />
9. Kamuoyunun ilaçlar hakkında eğitilmesi<br />
10. Etik olmayan mali girişimlerden sakınılması<br />
11. Uygun ve zorunlu düzenlemeleri hayata geçirme<br />
12. İlaçların ve personellerin mevcudiyetini güvence altına almaya yönelik yeterli<br />
devlet harcamalarının sağlanması<br />
113
NOT:Bu derleme esas olarak TİTCK, Akılcı İlaç Kullanımı, İlaç Tedarik<br />
Yönetimi ve Tanıtım Daire Başkanlığı Sunumlarından yararlanılarak<br />
hazırlanmıştır.<br />
Kaynaklar<br />
1. file:///C:/Users/GA/Downloads/s17054e.pdf (Therationaluse of drugs Report of the Conference of<br />
Experts Nairobi, 25- 29 November 1985)<br />
2. http://www.akilciilac.gov.tr/?p=436 (Birinci Basamağa Yönelik Tanı ve Tedavi Rehberleri)<br />
3. http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/receteyazma.pdf<br />
4. http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/egiticilereyonelik.pdf<br />
5. http://www.ctf.edu.tr/stek/bb11.htm (Akılcı İlaç Kullanımı, 1999)<br />
6. http://www.akilciilac.gov.tr/?cat=33<br />
7. http://www.akilciilac.gov.tr/wpcontent/uploads/2013/05/toplumun_akilci_ilac_kullanimina_bakisii.pdf<br />
8. http://www.oecd-ilibrary.org/social-issues-migration-health/health-at-a-glance-2009_health_glance-<br />
2009-en;jsessionid=1x3rj2v50x6m4.x-oecd-live-02 (Health at a Glance 2009 OECD Indicators)<br />
9. http://www.hurriyet.com.tr/antibiyotik-kullaniminda-avrupa-birincisiyiz-25145654<br />
10. file:///C:/Users/GA/Downloads/9789241509817_eng.pdf (ANTIBIOTIC RESISTANCE: MULTI-<br />
COUNTRY PUBLIC AWARENESS SURVEY. 2015)<br />
11. White et al, Counting the Costs of Drug-Related Adverse Events , Pharmacoeconomics, 1999,<br />
15(5):445-458 (file:///C:/Users/GA/Downloads/art%253A10.2165%252F00019053-199915050-<br />
00003.pdf)<br />
12. www.akilciilac.gov.tr<br />
13. Problems of Irrational DrugUse (file:///C:/Users/GA/Downloads/3_IrrationalSG.pdf)<br />
14. WHO Policy Perspectives on Medicines; September 2002<br />
114
Sıvı ve Elektrolit Tedavisi<br />
Prof. Dr. Yusuf TUNALI<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı<br />
Giriş<br />
Yaşamın kaynağı sudur. İnsanlarda, metabolik olaylar, elektrolit dengesi,<br />
asit/baz dengesi, koagülasyon, madde transportu su ortamı sayesinde gerçekleşir.<br />
Normal erişkin günde yaklaşık 1600 mL su alır ve çıkarır. Alınan suyun, 500 mL si<br />
içilen su, 800 mL yiyeceklerdeki su ve 300 mL’si oksidasyon sonucu oluşan sudur.<br />
Çıkarılan su dağılımı ise; idrar 500 mL, Cilt 500 mL, solunum yolu 400 mL ve dışkı<br />
200 mL şeklindedir. İdrar 1200 mosm/L kadar konsantre edilir. Yani 500 mL idrar ile<br />
600 mosm solüt (Na-K tuzları ve üre) atılır. Meyve ve sebzenin nerdeyse<br />
ağırlıklarının %100’ü sudur ve karbonhidrat içerikleri ayrıca oksidasyon ile su<br />
oluştururlar. Karbonhidrat ve yağların oksidayonu ile su ve karbonhidrat metabolik<br />
oluşum oranı yaklaşık 1:1 dir.<br />
Günlük su, elektrolit ve kalori gereksinimi<br />
Su 100 mL/100 cal (mL)<br />
Sodyum 3- 4 mEq/100 cal (mL)<br />
Potasyum 2 mEq/100 cal (mL)<br />
Klor 2 mEq/100 cal (mL)<br />
Glukoz 5 g/100 cal (mL)<br />
Sıvı-elektrolit denge bozuklukları çok yaygın olmasına karşın, tedavi sırasında<br />
altta yatan patofizyolojik mekanizmalar çoğunlukla dikkate alınmaz. Örneğin, plazma<br />
sodyum konsantrasyonu, sodyum balansı değişimleri ile değil, su alımı ve atılımı<br />
değişimleri ile düzenlenir. Özellikle hiponatremi primer olarak alınan suyun<br />
atılamaması, hipernatremi kaybedilen suyun yerine konulamaması, ödem ise<br />
sodyum ve su retansiyonu ile olmaktadır. Sıvı elektrolit dengesi aslında SU ve<br />
SODYUM dengesi ile ilişkilidir.<br />
Genel Prensipler<br />
Toplam Vücut Suyu (TVS)<br />
Yağsız vücut ağırlığına göre yüzdesi, yaşa (ve biraz da olsa cinsiyete, aslında<br />
kas ve yağ oranına) göre değişmektedir. Su yüzdesi, prematür yenidoğanda %80,<br />
terminde yenidoğanda %70-75, bebekte %65-70, puberte sonrası ise %60<br />
değerlerindedir. Yağ dokusu, kasa göre daha az su içerir. Örneğin TVS erişkin<br />
dönemde daha az kas dokusu olan kadında %50 iken erkekte %60’tır. Yağ dokusu<br />
artışı veya kas kaybı ile, TVS progressif olarak azalır.<br />
115
1) TVS, hücre membranı ile sınırlanmış şekilde,<br />
a) ekstrasellüler (ES) (%20xVA=14 L)<br />
1-interstisyel (İT) (%16xVA=11 L)<br />
2-intravasküler (İV) (4xVA= 3 L ve<br />
b) intrasellüler (İS) (%40xVA=26 L) olarak temel iki bölüme ayrılır.<br />
Bu iki bölümün birbirine göre büyüklükleri yine yaş ile değişim gösterir.<br />
Gençlerde TVS yaşlılardan fazla olduğu gibi ES bölüm, yenidoğan ve çocuklarda,<br />
erişkinlerden daha fazladır. Hücre membranı su için serbest geçirgen olmasına<br />
karşın elektrolitlere değildir. Böylece iki bölüm arasındaki solüt içeriği farkı devam<br />
ettirilir. Sodyum tuzları ve anyon olarak klor ve bikarbonat ES alanda, potasyum<br />
tuzları ve esas anyon olarak büyük moleküllü organik fosfatlar İS alanda yaygındır<br />
(Tablo-1).<br />
Tablo-1 Vücut Sıvı İçerikleri<br />
Ekstrasellüler Sıvı Volümü<br />
Normal erişkinde ES sıvı bölümü TVS’nın yaklaşık %33-40’dır. Büyük<br />
bölümünü sodyum ve su oluşturur. ES sıvı volümü, renin-anjiotensin-aldosteron<br />
aktivitesi ve sempatik sinir sistemi değişimleri ile idrar sodyum atılımı değiştirilerek<br />
düzenlenir. Bu sistem sodyum retansiyonunu artırırken, natriüretik peptid sekresyonu<br />
ise sodyum atılımını artırır. ES sıvı efektif arter kan volümünün sağlanması için çok<br />
önemlidir.<br />
116
Efektif Arter Kan Volümü<br />
ES sıvı hormonal olarak, volüme değil basınç değişimlerine duyarlı olan, renal<br />
afferent glomerüler arterioller (renin ile), karotid sinüs (sempatik aktivite ile), atrium<br />
ve ventriküler (natriüretik peptid ile) sensorlar aracılığıyla düzenlenir. Aslında çoğu<br />
durumda basınç ve volüm değişimleri, sodyum alımı veya sodyum kaybı<br />
(gastrointestinal veya renal) ile paraleldir (ör: diyare veya diüretik tedavi).<br />
ES sıvı volümü kaybı, doku perfüzyonunun azalmasına yol açar. Yine de ES<br />
sıvı volümü ve doku perfüzyonu değişimleri hep aynı yönde olmayabilir. Bunun en<br />
bilinen örnekleri kalp yetersizliğindeki ödem ve siroz sırasında oluşan assittir. Her iki<br />
hastalıkta da ES sıvı volümü artarken doku perfüzyonu (düşük kardiyak debi ya da<br />
vazodilatasyon nedeniyle) azalır.<br />
Azalmış efektif arter kan hacmi veya azalmış dolaşım volümü terimleri, kalp<br />
yetersizliği ve siroz durumundaki hipoperfüzyon ve artmış ES volüm arasındaki<br />
tutarsızlığı düzeltmek için kullanılmaktadır. Her iki hastalıkta da azalan doku<br />
perfüzyonu sodyum tutucu hormonları aktive edip ES sıvı volümünü artırırken, altta<br />
yatan hastalığa bağlı olarak doku perfüzyonu normale dönmez.<br />
İntrasellüler Sıvı Volümü<br />
İS sıvı volümü, normal erişkinde, TV suyunun %60-67’sidir. İS solütlerin en<br />
önemlisi potasyum tuzlarıdır. İS Potasyum tuzlarının miktarı, ES soyum tuzlarının<br />
miktarından daha fazla olduğu için, İS sıvı volümü, ES sıvı volümünden daha<br />
fazladır. İS sıvı volümündeki değişimler primer olarak, plasma tonisitesinde olan<br />
değişimler sonucu hücre içine ya da dışına olan su hareketleri ile gerçekleşir.<br />
Örneğin, serebral intrasellüler volüm, hiponatremi sonucu artarken, hipernatremi ile<br />
azalır. Akut plasma sodyum değişiklikleriyle olan, suyun bu hücre içi-dışı hareketliliği,<br />
nörolojik bulgulara neden olur.<br />
Osmotik, Onkotik ve Hidrostatik Basınçlar<br />
Vücut kompartımanlarında sıvı hareketlerini yöneten iki basınç vardır. Bunlar;<br />
osmotik ve hidrostatik basınçlardır.<br />
Osmoz: Yarı geçirgen bir membranın iki tarafı arasında, su moleküllerinin,<br />
yoğunluğu fazla olan tarafa her iki taraftaki katı konsantrasyonu eşit olana kadar<br />
yaptığı hareketidir.<br />
Osmotik Basınç: Su moleküllerinin hareketini sağlayan güçtür.<br />
Onkotik Basınç: Molekül ağırlığı 30.000 daltondan büyük katıların<br />
oluşturduğu basınçtır. Özellikle intravasküler ve intersisyel alanlar arası dengede<br />
önemlidir.<br />
Osmolarite: 1 L sıvıdaki solüt partiküller (mOsm/L)<br />
Osmolalite:<br />
kullanılmaktadır.<br />
1 kg sıvıdaki solüt partiküller (mOsm/kg) Pratikte bu değer<br />
Plasma Osmolalitesi (Posm)<br />
Posm, plazma suyunun, plazma solütlerine oranıdır. Plazma solütleri, sodyum<br />
tuzları, glikoz, üre ve daha az miktardaki diğer (potasyum, kalsiyum vb) iyonlardır.<br />
Posm normal değerleri 275-290 mOsm/kg dır.<br />
117
Posm: 2 x (Na) + (glukoz) / 18 + kan üre nitrojeni / 2.8<br />
Bu formüldeki 18 ve 2,8 rakamları, glikoz ve kan üre nitrojeni değerlerini<br />
mg/dL den mmol/L ye çevirmek için kullanılmaktadır. Yani bu değerlerin mmol/L<br />
olduğu ölçümlerde formüle bu rakamları yazmaya gerek yoktur. Aslında diabetes<br />
mellitus ve renal yetersizlik durumları haricinde glikoz ve üre değerleri oldukça küçük<br />
miktarlardadır ve asıl etki sodyum tuzlarına aittir. Hücre membranlarının çoğu su için<br />
geçirgen olduğundan, plazma ve ES osmolalitesi, İS osmolalite ile aynıdır.<br />
Tonisite: Bir sıvının osmotik basıncını plazmanınki ile karşılaştırmak için<br />
kullanılır. Hipotonik: Hücrelerin hacmini arttırır, İzotonik: Hücre hacmini etkilemez,<br />
Hipertonik: Hücre suyunun intravasküler alana çekilmesine ve hücrenin volüm<br />
kaybına neden olurlar.<br />
Plazma Tonisitesi<br />
Plazma tonisitesi, sıklıkla “efektif plazma osmolalitesi” olarak da adlandırılır.<br />
Osmoreseptörlerin kontrolündedir ve transsellüler su dağılımını belirler. Su, vücutta,<br />
nerdeyse tüm hücre membranlarını geçerek, düşük tonisiteli (fazla su içerikli) yerden,<br />
yüksek tonisiteli (düşük su içerikli) yere doğru hareket eder. Plazma tonisitesiyle,<br />
plazma osmolalitesi arasındaki en önemli fark, tonisitenin, suyun İS ve ES sıvı<br />
arasında dağılımını etkileyen, hücre membranlarını kolayca geçemeyen solüt<br />
konsantrasyonlarını yansıtmasıdır. Plazma osmolalitesi denklemi ise hücre<br />
membranlarından su geçişinde çok az etkisi olan üreyi de içerir. Diğer bir inefektif<br />
osmol de hızla hücre içine giren ve tonisite oluşturmayan etanoldür.<br />
Plazma Tonisitesi: 2 x (Na) + (glukoz)/18 (glikoz mg/dL ise) ya da<br />
Plazma Tonisitesi: 2 x (Na) + (glukoz) (glikoz mmol/L ise)<br />
Üre biriken patolojilerde, osmolalite artarken, üre inefektif osmol olduğu için<br />
tonisite değişmez. Böylece bu durum çok az transsellüler su hareketine neden olur.<br />
Oysa hiponatremi-hipernatremi ciddi transsellüler su hareketine neden olur. Üre<br />
artışı olan hiponatremik durumda, osmolalite artarken, tonisite düşecektir.<br />
Üre, kan beyin bariyerini sudan daha yavaş geçer. Böylece üre beyin için<br />
efektif osmol özellik kazanır. Bu durumun en yaygın örneği, üremik hastada yapılan<br />
hemodiyaliz sonrası plazma üre konsantrasyonunun hızla düşmesidir. Bu durumda<br />
ES üre, hücredeki üreden daha hızlı düşer. Plazma osmolalitesi, hücre içi<br />
osmolaliteden daha hızlı azalır ve suyun hücre içine hareketi görülür. Böylece beyin<br />
ödemi ve nörolojik bulguları izlenir. Buna “Diyaliz Disequlibrium Sendromu” denir.<br />
Üre ayrıca önceleri beyin ödemi ve göz içi basınç artışının tedavisinde de<br />
kullanılıyordu. Hala seyrekte olsa hiponatremi için bir seçenek olarak düşünülebilir.<br />
Ürenin hızla verilmesi sonucu, plazma ile beyin arasında osmotik gradient oluşur bu<br />
durumda su beyin dışına doğru hareket eder. Birkaç saat sonra üre elektrolit<br />
içermeyen su ile idrarda atılınca serum sodyum konsantrasyonu artmış olur.<br />
ES sıvıdaki elektrolit konsantrasyonu ve onkotik basınç birlikte İntravasküler<br />
Sıvı'nın (IVS) ve bir miktar da İnterstisyel Sıvı'nın (ITS) dengesinin sürdürülmesini<br />
etkileyecektir. İki kompartıman arasında protein konsantrasyonunda farklılık oluştuğu<br />
zaman bir onkotik basınç farkı oluşur ve bu durum membrandan sıvı ve küçük<br />
moleküllerin geçişiyle sonuçlanır. Total ozmotik basınçla kıyaslandığında onkotik<br />
basınç daha küçüktür, ancak bu IVS ile ITS arasındaki boyut farkının sürdürülmesine<br />
katkıda bulunan en önemli faktördür. ITS ve IVS kapillerlerle ayrılmıştır. Kapillerler su<br />
118
ve elektrolitler gibi küçük moleküllerin çoğuna geçirgendir, ancak plazma proteinleri<br />
gibi birçok makro moleküle karşı geçirgen değildir. Bu nedenle ITS kompartımanının<br />
elektrolit kompozisyonu, IVS ile aynıdır. Ancak protein kombinasyonu farklıdır,<br />
proteinler birincil olarak IVS'de daha yoğun olarak bulunur. Yüksek<br />
konsantrasyondaki plazma albuminleri ve proteinleri IVS'de daha fazla bulundukları<br />
için bir onkotik basınç farkı oluşturur ve sıvıyı ITS'den IVS'ye çeker.<br />
Osmotik basınca ek olarak, hidrostatik basınç da vücut sıvı kompartmanlarını<br />
etkiler. Hidrostatik kuvvet, damarlardaki kan sütunları tarafından uygulanan kuvvettir.<br />
Bu kuvvet arteriyoler tarafta daha yüksek, venüllerde ise daha düşüktür. Hidrostatik<br />
basınç, sıvının intravasküler alandan çıkarak, interstisyel alana girmesine neden<br />
olur.<br />
Starling hipotezine göre, kapiller filtrasyon hidrostatik ve onkotik güçler<br />
arasındaki fark olarak tanımlanır.<br />
Net sıvı filtrasyonu = K (Net hidrostatik kuvvetler-Net onkotik kuvvetler)<br />
K: Doku geçirgenlik katsayısı.<br />
Starling hipotezine göre, arteryel tarafta hidrostatik basınç en yüksek olduğu<br />
için onkotik basınçtan daha büyük olur ve net sıvı hareketi doku içerisine olur. Diğer<br />
yandan ise venüler alanda onkotik basınç baskındır ve sıvı hareketi damar içine<br />
doğru olur. Net hareket interstisyuma doğrudur ve sıvı fazlası lenfatikler yoluyla<br />
direne edilir. Hidrostatik basınç sıvıyı kapiller dışına iterken, onkotik basınç ise<br />
intravasküler alanda tutar; bundan dolayı IVS'nin idamesinde kapiller geçirgenlik<br />
önemlidir. Doku geçirgenlik katsayısı vücutta değişkendir. Histamin ve inflamasyon<br />
mediatörleri doku geçirgenlik katsayısını artırır. Damar membranı katı maddeler için<br />
daha geçirgen hale gelir ve onkotik ve hidrostatik basınçların net etkisi sıvıyı<br />
damardan interstisyel alana hareket ettirir.<br />
Starling yasasına göre, vasküler bariyer işlevinden sadece endotelyal hücre<br />
hattı sorumludur. Sıçan mikrodamar modelinde ödem olmaksızın interstisyel kolloid<br />
osmotik basıncın intravasküler osmotik basıncın %70 kadarı olduğu gösterilmiştir. Bu<br />
bilgi Starling yasasına uygun değildir. Her sağlıklı endotelyum transmembran<br />
sindekanlar ve heparan sülfat ve kondroitin sülfat yan zinciri içeren membrana bağlı<br />
glipikanlarla çevrilidir; tüm bunlar endotelyal glikokaliksi oluşturur. Bağlı plazma<br />
proteinleri, çözülmüş glikozaminoglikanlar ve hiyalüronan endotelyal yüzey<br />
tabakasını oluşturmak üzere glikokalikse yüklenir. Bu maddeler periyodik olarak<br />
yıkılır ve yapılır. Normal fizyolojik koşullarda endotelyal yüzey tabakasının kalınlığı<br />
yaklaşık 1 µm'dir ve kan plazmasının yaklaşık 800 mL'sini bağlar. Bu nedenle de<br />
plazma volümü dolaşan ve dolaşıma katılmayan olarak iki kısma ayrılır. Glikokaliks,<br />
bir moleküler filtre gibi rol oynar, proteinleri tutar ve endotelyal yüzey tabakasındaki<br />
onkotik basıncı artırır. Damar duvarı ve endotelyal yüzey tabakası arasında anatomik<br />
küçük bir boşluk vardır, burası hemen hemen proteinsizdir. Böylece vasküler engeli<br />
geçen sıvı kaybı endotelyal yüzey tabakasındaki onkotik basınç farkıyla<br />
sınırlandırılır. Starling'in klasik kuralı çift engel kuralı olarak modifiye edilir.<br />
Vasküler bariyeri sadece endotelyal hücre hattı değil, primer olarak endotelyal<br />
yüzey tabakası oluşturur. Endotelyal yüzey tabakası, kan ve doku arasındaki ilk<br />
temas yüzeyini oluşturur ve inflamasyon, koagülasyon gibi birçok olaydan etkilenir.<br />
Değişik ajanlar ve patolojik durumların glikokaliks yapıyı bozduğu ve endotelyal<br />
yüzey tabakasını incelttiği bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Postiskemik<br />
119
eperfüzyonda heparan sülfatın döküntülerinin normalin 30 katına çıktığı<br />
gösterilmiştir. Çalışmalarda majör vasküler cerrahi geçiren hastalarda syndecan-1 ve<br />
heparan sülfat düzeylerinde artışlar olduğu gösterilmiştir. Tümör nekroz faktörü-alfa,<br />
sitokinler, proteazlar ve heparanaz gibi sistemik inflamatuvar yanıtın aktörlerinin<br />
endotelyal yüzey tabakasının kalınlığını azalttığı, lökosit adezyonunu ve<br />
transendotelyal geçirgenliği artırdığı bilinmektedir. İlginç olarak hipervolemi de<br />
glikokalikste yetersizliğe yol açabilir. Yetersizleşmiş glikokaliksin etkileri dramatiktir.<br />
İkincil bariyer etkisi ortadan kalkar ve transendotelyal geçirgenlik şiddetli şekilde artar<br />
ve ardından interstisyel ödem ortaya çıkar. Nelson ve arkadaşları, septik hastalarda<br />
glukozaminoglikan ve syndecan-1 düzeylerinin yükseldiğini ve ortalama<br />
glukozaminoglikan düzeylerinin daha yüksek olduğu hastaların yaşamadığını<br />
göstermişlerdir.<br />
Vücut Su ve Sodyum Dengesinin Regülasyonu<br />
Böbrekler, su ve sodyum dengesini, alınan tuzsuz su veya susuz tuzdan<br />
bağımsız olarak düzenler. Plazma tonisitesi ve efektif arter kan volümü, örneğin<br />
hipovolemik uyarının antidiüretik hormon salgılatması gibi çeşitli hormonlar<br />
yardımıyla sağlanır.<br />
Plazma Tonisitesinin Regülasyonu<br />
Plazma tonisitesi (efektif plazma osmolalitesi), osmoregülasyonda birincil<br />
öneme sahiptir. Plazma osmolalitesi ölçümü tonisiteyi etkilemeyen (hücre dışı-içi<br />
arasında su hareketine neden olmayan) yüksek konsantrasyonda solütleri (üre,<br />
etanol vb) de içerir.<br />
Plazma tonisitesine duyarlı osmoreseptörler hipotalamusta yerleşmiştir. Bu<br />
reseptörler, susama durumunda su alımını, su atılımı gerektiğinde ADH salınımını<br />
etkiler.<br />
ADH, serbest sıvı atılım hızını belirleyen primer fizyolojik etkendir. Böbrekler<br />
üzerine olan temel etkisi, meduller toplayıcı kanallar ve kortikal esas hücrelerin<br />
luminal membranlarından su geçişini sağlamaktır. Böylece, hipertonik intersitisyum<br />
ile oluşan yeni osmotik durum, eşitlik sağlanana kadar su geri emilimini artırır.<br />
ADH sinyali vazopressin 2 ile reseptörlere iletilir ve su geçirgenliği artışı ile<br />
sonuçlanan hücre içi süreç başlar. ADH’nun etkisi altında özgün su kanalları<br />
“aquaporin 2” içeren sitoplazmik veziküller hareketlenip luminal membran ile<br />
birleşirler ve uygun osmotik fark oluşana kadar su geri emilimine izin verirler. Bu<br />
durumda geri emilen su, ADH yokluğunda bile su geçirgen olan ve luminal<br />
membrandan daha fazla yüzey alanına sahip olan basolateral membranı geçerek<br />
hızla sistemik dolaşıma döner. ADH etkisi geçince, su kanalları, klatrin kaplı<br />
çukurlarda kümeleşir, endositozis ile luminal membrandan alınıp sitoplazmaya<br />
dönerler. Böylece su dengesindeki değişimler ile plazma tonisitesi ayarlanmış olur.<br />
Su retansiyonu ve hiponatremi durumunda primer koruyucu mekanizma ADH<br />
salınımının engellenmesidir. Hipernatremi ve su kaybı olan durumlarda ise esas<br />
koruyucu mekanizma susama uyarısıdır. Osmoreseptgörler plazma tonisitesinde<br />
%1’den bile az olan değişikliklere duyarlıdır. İnsanlarda, ADH salınımı için osmotik<br />
tetik değer yaklaşık 280-290 mosml/kg’dır. Bu düzeyin altında, dolaşan ADH miktarı<br />
çok azdır. 100 mosml/kg altındaki osmolalite değerlerinde idrar maksimum dilüe<br />
haldedir. Osmotik tetik değerin üstünde, progresif ve relatif olarak doğrusal ADH<br />
120
sekresyonu olur. Bu sistem, genellikle su alımındaki geniş dalgalanmalara rağmen,<br />
plazma osmolalitesinde en fazla %1 ila 2 oranında değişikliğe izin verir.<br />
Tablo-2 Vücut Su ve Sodyum Dengesinin Regülasyonu<br />
VOLÜM<br />
REGÜLASYONU<br />
OSMOREGÜLASYON<br />
Amaç ESS volüm kontrolü ESS volüm kontrolü<br />
Mekanizma<br />
Reseptörler<br />
Etki şekli<br />
Renal sodyum<br />
atılımının değişmesi<br />
Afferent renal arteriol<br />
Karotid baroreseptör<br />
Atrial gerilme resp.<br />
Renin-anjiotensin-ald.<br />
Sempatik sinir sist.<br />
ANP<br />
ADH<br />
Renal su atılımının değişmesi<br />
Susama<br />
Hipotalamik osmoreseptörler<br />
Susama<br />
ADH<br />
İnatçı su retansiyonunun neden olduğu hipoosmolalite ve hiponatremi, ADH<br />
salınımının baskılanmasındaki yetersizlik sonucu renal su atılımının bozulması<br />
(efektif arter kan volümünün azalması, kalp yetersizliği, siroz veya uygunguz ADH<br />
salınımı sendromu (SIADH) gibi) durumlarında veya ADH’dan bağımsız olarak su<br />
retansiyonuna neden olan ileri renal yetersizliklerde görülebilir.<br />
Diğer yandan, aşırı terleme gibi durumlarda ortaya çıkan su açığı dışardan su<br />
alımı ve retansiyonu ile sonuçlanır. Plazma tonisitesinin artması, ADH salınımı artışı<br />
ve susama artışı ile düzeltilir. Susama hissi, santral olarak (esansiyel olmayan ve<br />
sosyal içiciliği etkileyen kortikal alanlarda) düzenlense de dil kuruması gibi periferik<br />
duyarlı yapılarda vardır. Susuzluğun giderilmesi, aynı zamanda büyük volümlerde su<br />
yutulması ile uyarılan periferik orofarengeal mekanoreseptörler aracılığıyla da<br />
olmaktadır.<br />
Tersine, hipotonisiteye yanıtta primer mekanizma renal su atılımıdır. Susuzluk<br />
hipertonosite ve hipernatremi için esas savunma mekanizmasıdır. Genel olarak,<br />
hipernatremi susama hissi sağlam olan ve su alabilen hastalarda görülmez.<br />
Hipernatremi primer olarak, mental durumu etkilenmiş (yaşlı veya kritik durumdaki)<br />
hastalarda, susamada ne yapacağını öğrenmemiş yeni doğanlarda ve susaması<br />
olan ancak su alımına engel patolojisi olanlarda görülür.<br />
121
Efektif Arter Kan Volümünün Düzenlenmesi<br />
Vücut sodyum içeriğindeki değişimler, ES sıvı volümü ve efektif arter kan<br />
volümünü de etkiler. Efektif arterial kan volümü değişimleri 3 major basınç<br />
reseptörüne duyarlıdır. Bunlar, sistemik vasküler rezistans ve sodyum atılımını<br />
düzenleyen özel bir sistem ile aktive olurlar.<br />
Afferent glomerüler arteriolde (juxtaglomeruler hücreler) bulunan özelleşmiş<br />
hücreler renal perfüzyon basıncına duyarlıdırlar. Renal hipoperfüzyon durumunda<br />
aktive olan renin-angiotensin-aldosteron sistemi en önemli belirleyicidir.<br />
Karotid sinus ve aortada bulunan reseptörlerce düzenlenen sempatik sinir<br />
sisteminin aktivasyonu. Sempatik sinir sistemi aktivasyonu ayrıca renin salınımını da<br />
artırır.<br />
Kardiyak reseptörler, atrial (atriumda-ANP)) ve beyin (ventriküllerde)<br />
tarafından salınan natriüretik peptidlerin salınımını düzenler.<br />
Angiotensin II, norepinefrin, vazokonstrüktördürler ve aldosteron gibi sodyum<br />
rearbsorpsiyonunu artırırlar. Natriüretik peptidler vazodilatatörlerdir ve sodyum<br />
atılımını da artırırlar.<br />
Fazla sodyum alımına bağlı volüm artışında, natriüretik peptid salınımı<br />
artarken, renin-angiotensin-aldosteron sistemi baskılanır. Böylece idrarla sodyum<br />
çıkışı artar.<br />
Efektif arter kan volümünün azalması (hipervolemik hastalarda bile) reninangiotensin-aldosteron<br />
ve sempatik sinir sistemini aktive eder. Böylece, sodyum<br />
tutulumu artar, vazokonstrüksiyon olur, ES sıvı volümü ve sistemik arter basıncı<br />
devamlılığı sağlanır. Bu durumda ayrıca vazodilatatör, natriüretik peptidler ve<br />
prostoglandin gibi diğer hormonlarda artar. Bu karşı düzenleyici mekanizma ile<br />
vazokonstrüksiyon ve tuz tutulumu ılımlı düzeylere çekilmiş olur. Non-steroidal<br />
antienflamatuar ilaçlar gibi prostoglandin inhibitörü verilen siroz veya kalp<br />
yetersizliğindeki hastalarda tuz tutulumu ve renal yetersizlik görülebilir.<br />
Efektif arter volüm azalmasının tanısı, öykü, fizik muayene (postural<br />
hipotansiyon, deri turgor tonus azalması, ödem, assit vb) ve laboratuvar (laktat<br />
düzeyi, arter kan gazında baz açığı, idrar Na konsantrasyonunun renal Na kaybı<br />
olmaksızın 25meq/L altında olması-)-monitorizasyon (USG, doppler, Arter basıncı,<br />
kalp atım hızı, CO vb) ile konulabilir. Örneğin, ayakta ölçülen tansiyonda oturura<br />
göre 20 mmHg azalma ortostatik hipotansiyonu düşündürür. Bu durumda vücut<br />
ağırlığının %6-8’i kadar sıvı kaybı söz konusudur. Otonomik disfonksiyon yoksa veya<br />
antihipertansif ilaç kullanmıyorsa yanıt olarak kalp atım hızı artışı olur.<br />
ADH’nun Geç Etkisi<br />
Primer volüm düzenleyici hormonların rolüne ek olarak, non-osmolal volüm<br />
duyarlı reseptörler tarafından ADH salınımı da yapılır. Volüm reseptörleri,<br />
osmoreseptörlerden farklıdır. Az miktarda olan akut kayıplarda genellikle renin ve<br />
norepinefrin yanıtı yeterli olur ve ADH salınımının çok az etkisi vardır. Efektif arter<br />
kan volümü sağlanmasında akut değişimler yeterli olmazsa, nonosmotik olarak ADH<br />
salgısı artar. Distal nefronlardan vazopressin (V2) reseptör etkisi artan su emilimine<br />
ek olarak ADH V1 (vazopressin) reseptörler yoluyla vasküler rezistansı da artırır.<br />
ADH’nun bu ES sıvı volüm artışı ve arter basıncı yükseltici etkisi geçicidir ve suyun<br />
122
2/3 oranında osmotik olarak hücre içine geçmesiyle dengelenir. Su tutulumu ile<br />
ayrıca plazma sodyum değerlerinde de düşüş olur.<br />
Siroz ve kalp yetersizliği olan hastalarda hiponatreminin şiddeti, altta yatan<br />
hastalığın şiddetiyle orantılıdır. Hiponatremi olumsuz prognoz için bağımsız bir risk<br />
faktörüdür.<br />
Aslında pek çok patolojik durumda volüm ve tonositenin (osmolalite) birlikte<br />
düzenlenmesi gerekmektedir.<br />
Sıvı Tedavisinde Seçenekler<br />
Sıvı tedavisi seçenekleri, kristalloidler, kolloidler, hipertonik solüsyonlar ve O 2<br />
taşınma kapasitesi-koagülasyon bozukluğu durumlarında ise kan ve kan ürünleridir.<br />
Kristalloid ve Kolloidler<br />
Thomas Graham, 1861 de, sıvıları membran (parşömen=dm) içinden geçme<br />
yeteneklerine göre kristalloid-kolloid olarak ikiye ayırmıştır. Kolay geçenlere<br />
“kristalloid”, zor geçen (geçemeyen)lere ise “kolloid” (Yunanca kola: zamk) ismini<br />
vermiştir. Hücre içeren sıvılarla (kan ürünleri) viskozite artar, kalp debisi düşer, kan<br />
akımı azalır, doku O 2 açığı artar. Bu sıvılar volüm tamamlamada kullanılmamalıdır.<br />
Kristalloidler, elektrolit tuzlarının ve/veya glikozun suda çözünmüş halleridir.<br />
Çoğunlukla NaCl içerirler. Na ESS da yaygın olduğu için, kristalloidlerde ESS<br />
özellikle hücreler arası bölümde dağılır. ESS’nın %20’si plazmadır. Yani<br />
kristalloidlerin %20 si damar içi, %80’i hücreler arası kompartmanda dağılacaktır.<br />
Örneğin 1000 mL %0,9 NaCl verdiğimizde 275 (Plazma) + 825 (HA) = 1100 mL<br />
(Hipertonik olduğu için, Hİ’den su çeker) katkı sağlayacaktır. CO aynı düzeyde<br />
yükseltmek için kolloidlerin 3 katı kristalloid verilmelidir.<br />
Şeker solüsyonları belli bir volüm suda çözülen belli bir miktar D-glukoz<br />
(dekstroz) içerir. Bu solüsyonlar çoğunlukla %5 veya %10'luk olarak sunulur.<br />
İntravenöz olarak uygulandıkları zaman osmolalitelerinin yüksek olmasına karşın<br />
(%5DRL: 525, %5Dİzot:560 mOsm) hızla metabolize olurlar ve serbest su kadar<br />
etkindirler. Geçmişte, özellikle cerrahi hastalarda erken postop dönemde protein dışı<br />
kalori gereksinimini karşılayarak protein yıkımını azaltmak için kullanılmıştır.<br />
Günümüzde bu amaçla kullanımı gereksizdir. Klinikte idame sıvısı olarak kullanılırlar<br />
ancak vasküler alanda ozmotik basıncı sağlayacak iyonik maddeler içermedikleri için<br />
sıvıyı alanda tutamazlar ve intravasküler volüm replasmanında etkin değildirler. Bu<br />
nedenlerden dolayı resüsitasyon sıvısı olarak kullanılmamalıdırlar. Dekstroz<br />
solüsyonları tuz solüsyonlarıyla kombine olabilir. Kritik hastalarda glikoz kullanımı<br />
azalır, glikoz birikir, osmotik yük artar, hücre dehidratasyonu olur. Artmış CO 2 ve<br />
laktat üretimi (glikoz normalde %5, kritik hastada %85 laktat üretir), hipotonisite<br />
nedeniyle iskemik beyin hasarı artar. Kanıtlanmış yararı yoktur. Tek kullanım alanı<br />
hipertonisite tedavisi olabilir. Kristalloidlerin avantajları, ucuz olmaları, az yan etkileri<br />
olması ve fizyolojiye daha yakın olmaları olarak belirtilebilir. Ancak içeriklerine göre<br />
özellikle asit/baz dengesi ve tonisite üzerine olumsuz etkileri de vardır.<br />
%0.9 NaCl’ün Serum fizyolojik olarak alışılmış tanımlaması aslında doğru<br />
değildir. Plazma osm 285-295 ve pH:7.40 iken bu solusyonun osm: 308, pH:6.35 tir.<br />
Fazla miktarda verildiğinde, klor içeriğinin (154 meq/L) plazmadan fazla olması<br />
nedeniyle hiperkloremik metabolik asidoza neden olabilir. Bu durum Stewart'ın asitbaz<br />
denge hipoteziyle açıklanabilir. Bu teoriye göre plazma pH'sının ana belirleyicisi<br />
güçlü iyon (SID) farkıdır.<br />
123
SID= (Na + K + Ca + Mg) - (Cl + laktat)<br />
SID, yukarıdaki formüle göre katyonlar toplamından anyonlar toplamının<br />
çıkarılmasıyla hesaplanır. SID'ın plazmadaki sudan H+ ve OH- iyonlarının<br />
disosiasyonu üzerine güçlü elektrokimyasal etkisi vardır. Eğer SID azalırsa (örn.<br />
%0,9 serum fizyolojikteki klor yükü nedeniyle) daha sonra elektrokimyasal nötralite<br />
H 2 O'nun ayrışmasıyla ortaya çıkan H + iyonlarıyla sağlanır. Bu da sonuç olarak H +<br />
iyon konsantrasyonunun artmasına ve asidoz gelişmesine neden olur. Bu nedenle<br />
resüsitasyon sıvısı olarak %0,9 NaCl yerine dengeli tuz solüsyonları önerilmektedir.<br />
Ancak risk olasılığı açık olmasına karşın NaCl solüsyonunun mortalite ve morbidite<br />
üzerine etkisi gösterilememiştir. Bu durum gelişen ılımlı asidozun renal klor atılımıyla<br />
kompanse edilmesi ile açıklanabilir. Fazla klor ayrıca GİS ve renal fonksiyonları<br />
bozabilir.<br />
Tablo-3 Sık Kullanılan Kristalloid Solusyonların Özellikleri<br />
Dengeli tuz solüsyonları sodyum ve klor iyon konsantrasyonlarını azaltmak<br />
için başka elektrolitlerin eklenmesi ile kullanılır. %0,9 NaCl solüsyonlarından daha<br />
fizyolojiktir. En yaygın kullanılanları sodyum laktat (Hartmann'ın solüsyonu) ve laktatlı<br />
ringerdir. Her iki solüsyonun kullanımında da klorun yerini laktat alır, böylece<br />
hiperkloremik metabolik asidoz riski azalır. Bu solüsyonların içerdiği laktatın %70'i<br />
glukoneogenezisle glukoza ve %30'u da oksidasyon yoluyla bikarbonata metabolize<br />
olur. Diabetes mellituslu hastalarda laktatlı solüsyonlardan kaçınmak gerekir, ancak<br />
bu risk pek de kanıtlanmış değildir. Bikarbonat üretimi plazmanın hafif<br />
alkalinizasyonuyla sonuçlanır. Alkalinizasyon asidozun tamponlanması veya ek<br />
bikarbonatın böbreklerden atılımı yoluyla çözülür. Özellikle zorunlu asidik idrar<br />
üreten ve aşırı bikarbonatı atamayan kritik hastalarda yakın takip yapılmalıdır. Bu<br />
hastalar renal potasyum kaybının artmasıyla alkalotik olur. RL (275 mosm/L), %5<br />
124
DRL (525mosm/L), hücre içi sıvı artar. Beyin su içeriği ve KİB artar. Miyokard ödemi<br />
ve yapısal değişim izlenebilir. Karaciğer yetersizliğinde Laktik asidoz oluşabilir.<br />
İlaçları bağlayarak biyoyararlanımı azaltır. Kan ürünleri kullanımında sitrat Ca ile<br />
birleşerek pıhtılaşma oluşabilir. Dengeli Elektrolit Solusyonları (İsolyte vb): Plazmaya<br />
eşdeğer pH kazandıran tamponlama özellikleri vardır. Mg içerirler. Mg renal<br />
yetersizlikte birikip vazokonstrüksiyonu etkisiz hale getirip hipotansiyon yapar.<br />
Aşağıda sık kullanılan bazı örnekleri verilmiştir.<br />
İsolyte (320 mosm/L) ES kaybı yerine koyar.<br />
İso S (295 mosm/L) Asetat, glukonat içerir. ES alanda dağılır.<br />
İso M (400 mosm/L) ES +min kalori+K+Fosfat<br />
İso P (350 mosm/L) çocuk ES+min kalori<br />
Daha yüksek tuz konsantrasyonları (hipertonik tuz) intravenöz olarak<br />
kullanılabilir. %1.8 , 3, 5, 7.5, 10 yoğunlukta kullanılabilir. %3 (1026 mosm/L) ve %5<br />
(1710 mosm/L) hipovolemik şok için en yaygın kullanılanlardır. Bu konsantrasyonlar<br />
fizyolojik oranların çok üstünde sodyum ve klor içerir. İntravenöz uygulandığı zaman,<br />
hipertonisitesi interstisyel kompartımanlardan sıvının intravasküler alana çekilmesine<br />
ve verilen sıvıdan daha yüksek volümde sıvının kazanılmasına neden olur.<br />
Hipertonik tuzun hem travma hem de kritik hastalarda geleneksel kristalloidlerden<br />
daha yararlı olduğu gösterilememiştir. Kafa içi basıncı yükselmiş hastaların acil<br />
tedavisinde hipertonik tuz solüsyonu mannitol gibi büyük moleküllü solüsyonlardan<br />
daha yararlı olabilir. Hiponatremi tedavisinde de kullanılır. Her durumda hızlı<br />
iyatrojenik hipernatremiye karşı dikkatli olunmalıdır, bu durum ozmotik kan beyin<br />
bariyerinin bozulmasını da artırabilir.<br />
Bir Litre %7,5 solusyon, 1235 mL hacim artışı sağlar. 4 mL/kg veya 250 mL<br />
sabit hacim verilebilir; bu yaklaşık 1 L %5 albumine denk gelir. Hipovoleminin erken<br />
tedavisinde güvenli ve etkilidir. Kristalloid veya kolloidten üstünlük kanıtı yoktur.<br />
Travma olgularının hastaneye ulaşana dek geçen dönemlerinde kullanılabilir.<br />
Yeni bir sıvı olarak Hipertonik Salin belirtilebilir. HiperHES %7,5 NaCl + 2. Kuşak<br />
nişasta içerir. Acil volüm tamamlayıcıdır. Geçici etkiye sahiptir.<br />
Kolloidler<br />
Diffüzyon engelini kolay geçemeyen büyük molekülleri vardır. Böylece İV<br />
alanda daha uzun süre kalırlar ve plazma hacmini daha fazla artırırlar (%75-80<br />
plazmada dağılırlar). Kolloidlerin kan akımını (CO) artırmakta kan ürünleri ve<br />
kristalloidlerden daha üstün olduğu belirtilmiştir. Herbirinin plazma hacmine etkileri<br />
değişiktir. Etkinlikleri oluşturdukları kolloid osmotik basınca (COP) bağlıdır.<br />
COP=Onkotik basınç=suyu kendi tarafında tutma etkisidir. COP arttıkça, hacimde<br />
artar. Verilen sıvının COP’ı Plazma Onkotik basıncından fazla ise, plazma hacim<br />
artışı verilen sıvı hacminden fazla olur. Enfeksiyon riskleri yoktur. Hemodilüsyon<br />
(normovolemik) ve reolojik (vasküler fleplerin açıklığının devamı için) amaçlarla da<br />
kullanılmaktadırlar. Kolloidler doğal ve yapay kolloidler olarak 2’ye ayrılabilir. Buna<br />
göre çeşitleri;<br />
Doğal, Plazma protein bileşkesi %4-5, Albumin %5 - %20-25, TDP<br />
Yapay, Jelatin (Gelofusine), Dekstran (Rheomakrodeks, Makrodeks) ve<br />
Nişasta (450/0,7, 70/0,5-200/0,5-200/0,62 %6-10 HES ve 130/0,4 Volüven) En sık<br />
kullanılanları albumin ve nişasta grubudur.<br />
125
Albumin<br />
Normal koşullarda albumin intravasküler onkotik basınçtan sorumlu (%75’ni<br />
sağlar) temel moleküldür ve vasküler alanda ortaya çıkan protein kayıplarını<br />
düzenlemek için idealdir. İnsan plazması ya da plasentasından elde edilir. Doğal bir<br />
kolloid olarak albumin şiddetli allerjik reaksiyonlara ve immünolojik komplikasyonlara<br />
neden olabilir. Aynı zamanda taşıyıcı bir proteindir. Onkotik etkisi 12-18 saat sürer,<br />
yarılanma ömrü 10-15 gündür. Hipoproteinemi durumunda sıvının hücreler arası<br />
alandan İV alana çekilmesi amacıyla kullanılır. Dilüsyonel koagülopati yapabilir. Hızlı<br />
verilerse ani volüm artışıyla pulmoner ödem riski taşır. Albuminin kritik hastalıktan<br />
kaynaklanan hipovolemi tedavisinde uygun bir ajan olduğunu belirtilse de<br />
kristalloidlere göre bir üstünlüğü kanıtlanamamıştır. İzoonkotik albuminin tersine<br />
hiperonkotik albumin mortalitede artışa neden olmuştur. Bunlardan dolayı albumin<br />
hipovolemide rutin bir strateji olarak önerilmemektedir. Kafa travmalı hastalarda ise<br />
mortalitede artışa neden olabileceği iddia edilmektedir.<br />
Tablo-4 Sık Kullanılan Kolloid Solusyonların Özellikleri<br />
Jelatinler<br />
Sığır kollajeninden elde edilen polipeptidlerden üretilir. Jelatinin viskozitesini<br />
azaltmak için iki yöntem kullanılır.<br />
1. Hidroksilasyon ve süksinasyon (Gelofusine/Geloplasma/Isoplex/Volplex).<br />
2. Degradasyon ve azotla polijeline modifikasyon (Heamaccel).<br />
Jelatinler yaklaşık 35.000 Dalton boyutundadır. HES'den daha küçük bu<br />
moleküller kapiller porlardan da daha kolayca geçer. Sağladıkları plazma<br />
genişlemesi 1-2 saat kadardır. Allerjik reaksiyonlar 1/6000 oranındadır ve şiddetli<br />
126
anafilaksiye kadar varabilir. Trombosit fonksiyonlarını bozarak koagülopatiye neden<br />
olabilir, bu durumdan da Haemaccel içinde yüksek oranda bulunan kalsiyum iyonu<br />
sorumlu tutulur. Kardiyak cerrahi sırasında uygulanmasına bağlı olarak böbrek<br />
yetersizliği görülebilir ancak bunu gösteren geniş olguları içeren çalışmalar yoktur.<br />
Dekstranlar<br />
Dekstranlar yüksek molekül ağırlıklı laktik asit üreten bakterilerin<br />
şekillendirdiği dallı polisakkaridleri içerir. %0,9 veya %7,5 tuz solüsyonları içinde<br />
ortalama molekül ağırlıkları 40.000-70.000 Da arasındadır. Volüm genişletici<br />
özellikleri yanında antikoagülan olarak da kullanılırlar. Uygulanmaları plazma<br />
viskozitesini azaltır, trombosit agregasyonunda yetersizliğe yol açar ve Willebrand<br />
faktör düzeyinde azalmaya neden olur. Kullanılmaları renal yetersizlik sıklığında<br />
artışa, koagülopatilere ve allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Kan grubu tayininde<br />
yanıltıcı olabilir. Klinik kullanımları çok azalmıştır. Yükselmiş kafa içi basınçta ve akut<br />
kan kayıplarında kullanılmalarında mannitol ve hipertonik tuzdan daha farklı sonuçlar<br />
göstermemişlerdir.<br />
Starç'lar<br />
Hidroksietil starç (HES= Hydroxyethyl starch) solüsyonları amilopektinden<br />
formüle edilmiştir, glukozun lineer bir polimeridir. Preparatları; Hetastarch<br />
(Amilopektin) (%6HES) (Haes-steril 200/0.5), Pentastarch (%10 Pentaspan),<br />
Voluven %6 (HES 130/0.4). Bunlar arasında en çok araştırma yapılanı Voluven’dir.<br />
130 kD moleküler ağırlık (Kolloid osmotik güç, farmakokinetik, doku ve plazma<br />
birikimi, periferik etki) 0,4 molar substitüsyon derecesi (hidroksietil molekül sayısı,<br />
yıkılma derecesi ve hızı) C2/C6 substitüsyon oranı 8’den büyük (farmakokinetik ve<br />
dinamik) özelliklerine sahiptir. Plazma ve doku birikimi daha az, eliminasyonu hızlı,<br />
koagülasyonu daha az etkiler.<br />
Üç karakteristiğiyle tanımlanır:<br />
Molekül ağırlığı (MW): Starç molekülleri değişik molekül ağırlığına sahiptir.<br />
HES solüsyonları ortalama molekül ağırlıklarıyla tanımlanır. Molekül ağırlığı 450<br />
kDa'dan daha büyükse yüksek molekül ağırlıklı, 200-260 kDa ise orta, 70-130 kDa<br />
arasında ise düşük molekül ağırlıklı olarak sınıflandırılır. Serum amilazlarıyla daha<br />
küçük (50 kDa) moleküllere metabolize edilerek, idrarla atılır. Kanda amilaz artar<br />
(N’in 2-3 katı). Daha büyük molekül ağırlıklı solüsyonların parçalanması daha uzun<br />
zaman alır ve plazmada daha uzun süre kalır.<br />
Substitüsyon (ikame) oranı (SR): Hidroksietil grupları, polimerdeki glukoz<br />
moleküllerinin C2, C3 ve C6 pozisyonlarında bulunur. Yüksek substitüsyonlu (0,6-<br />
0,7) moleküller düşük substitüsyonlu (0,4-0,5) olanlardan daha uzun sürede<br />
metabolize edilir.<br />
C2/C6 oranı: Eğer hidroksietil grubu C2 pozisyonunda ikame ediyorsa<br />
metabolizması C6'ya göre daha yavaş olur. C2/C6 oranı yüksek (> 8) olan moleküller<br />
düşük olanlardan daha yavaş metabolize olur.<br />
Başlangıçta kullanılan HES solüsyonları büyük molekül ağırlıklı ve büyük<br />
substitüsyon oranlıydı (450/0,6). Bu solüsyonların plazma genişletici özellikleri 24-36<br />
saate kadar uzuyordu. Yeni nesil ürünler ise küçük molekül ağırlıklı ve küçük<br />
substitüsyon katsayılı (130/0,4) ve bu solüsyonların plazma genişletici özellikleri ise<br />
4-6 saat kadardır. Kristalloidlerin aksine, kolloid ajanlar daha fazla fizyolojik<br />
etkileşime giren sentetik moleküller içerir. Yüksek ve orta molekül ağırlıklı<br />
127
solüsyonların faktör VIII ve von Willebrand faktörü düşürerek koagülopatilere yol<br />
açtığı gösterilmiştir. Düşük molekül ağırlıklı solüsyonlar asla bu etkiyi göstermez.<br />
Orta molekül ağırlıklı solüsyonların şiddetli sepsis veya septik şokta kullanılmasıyla<br />
renal yetersizlik görüldüğü öne sürülmüştür. Bu ürünler ayrıca kardiyak cerrahi ve<br />
renal transplant olgularında renal işlevlerin kötüleşmesine de yol açabilir. Erişkin<br />
cerrahi hastalar için intravenöz sıvı tedavisi rehberi (Guidelines on Intravenous Fluid<br />
Therapy for Adult Surgical Patients= GIFTASUP) molekül ağırlığı 200 kDa'dan küçük<br />
HES solüsyonlarını kritik hastalarda önermektedir. Sentetik kolloidlerin, nötrofillerin<br />
endotele ve akciğere adezyonunu inhibe ederek, inflamasyonu modüle ettikleri iddia<br />
edilmektedir.<br />
Kolloidlerin Yan Etkileri<br />
Anaflaksi: Bu etki için solusyonlar çoktan aza doğru, Jelatin, Dekstran,<br />
Albumin, HES şeklinde sıralanırlar. Ancak çalışmaların oldukça geçmiş yıllara ait<br />
olduğu ve yenilenen ürün içerikleriyle bu olasılığın azaldığı söylenebilir.<br />
Renal fonksiyon bozulması: Kolloidler kristalloidsiz verilirlerse artan osmotik<br />
yük nedeniyle renal yetersizlik olasılığı artar. Bu durum nişasta ve jelatinler ile daha<br />
az görülür. Dekstran, yüksek kolloid osmotik basınca neden olur ve hiperonkotik akut<br />
renal yetersizlik ile idrar çıkışı azalır.<br />
Tedavi İçin Kullanılan Sıvıların Fizyolojik Dağılımı<br />
Kristalloidler, katı durumdaki kristallerin suda çözülmüş şekilleridir. Bu<br />
moleküller küçük boyutlarından dolayı membranlardaki kanallar ve porlar yoluyla<br />
serbestçe geçer. Bu tür kanalları içeren membranlar yarı geçirgen membranlar<br />
olarak bilinir. Kapiller yatak yarı geçirgen bir membran olarak rol oynar. Küçük<br />
molekülleri içeren bir solüsyon hızla metabolize olur ve tüm vücut kompartımanları<br />
arasında kolayca hareket eder. Bu moleküller hızla metabolize olur ve serbest su<br />
haline gelir. Bu da sıvı kompartımanlarının osmotik basınçlarıyla uyumludur. Sıvının<br />
en büyük kısmı intrasellüler alana geçer ve intravasküler genişlemeye katkısı çok<br />
azdır. Kristalloid içeren bir sıvı başlangıçta intravasküler ve ekstravasküler<br />
kompartımanlara dağılır. Bu önce osmotik basıncı yükseltir ve hücre dışına sıvının<br />
çekilmesine yol açar. Ancak kısa sürede bu durum tersine döner ve sıvının bu<br />
dağılımı hızına bağımlı olarak hücre zarını geçerek içeri girer ve orada metabolize<br />
edilir. Transfer hızı hücre zarının kristalloid molekülüne karşı geçirgenliğine bağlıdır<br />
ve aktif süreçlerle molekülün hücreye alınımı artar. Bu osmotik basınç değişikliği<br />
başlangıçtaki intrasellüler kompartımandan suyun çekilmesini tersine çevirir. Bu<br />
nedenle bu solüsyonlar başlangıçta intravasküler kompartımanda etkin bir<br />
genişlemeye yol açar ancak bu etki hızla kaybolur.<br />
Kolloid solüsyonlar ise proteinler ve büyük şeker molekülleri gibi erimeyen<br />
daha büyük molekülleri içerdiği için intravasküler kompartmanda kalır. Bu moleküller,<br />
kapiller membranını geçemeyecek kadar büyük oldukları için kapiller alanda kalır.<br />
Kolloid onkotik basınç, sıvının ekstrasellüler kompartımanda dağılımına neden olan<br />
osmotiklerin aksine sıvıyı intravasküler alanda tutar. Sonuçta kolloid sıvıyı oluşturan<br />
moleküller metabolize edilebilir veya geniş kapiller porlardan kaçar ve üç<br />
kompartımana dağılabilir. Bu durum metabolizma hızına ve kapiller kaçak hızına<br />
bağlı olarak ortaya çıkar.<br />
128
Sıvı Kaybı Nereye Olur?<br />
1- İdrar üretimi ve terlemeyle ortaya çıkan kayıp aşırı derecede artmadığı sürece<br />
ince bağırsaklardan suyun geri emilimiyle karşılanır ve ekstravasküler sıvı<br />
volümünü etkiler.<br />
2- Cerrahi, travma ve şok esnasında kanama ya da vasküler kaçak gibi<br />
nedenlerle ortaya çıkan ek kayıplar ise intravasküler sıvı volümünü etkiler.<br />
Sonuçta sıvı kaybının birinci tipi intraselüler, interstisyel ve intravasküler alan<br />
arasındaki yavaş dağılım ile kompanse edilir ve sadece dehidratasyona neden olur.<br />
Sıvı kaybının ikinci tipi ise akut hipovolemiye yol açar.<br />
Sıvı tedavisinde, kullanılabiliniyorsa Gastrointestinal sistem (GİS) yolu, yani<br />
doğal yol kullanmalıdır.<br />
Sıvı Tedavisi<br />
Cerrahi ve YB Hastasının Mortalite-Morbidite ve Maliyetini Etkiler.<br />
Amaç<br />
İzoosmol intravasküler volüm, asid-baz dengesi, kan glikozu regülasyonu,<br />
koagülasyon faktörlerinin normal etkinliği, yeterli kardiyak debi, yeterli doku O 2<br />
sunumu-normal hücre fonksiyonu sağlanmasıdır. Özetle, en az yan etki ile ucuz<br />
yoldan YETERLİ DOLAŞIM BASINÇLARI (AKIMLARI!) ELDE ETMEKTİR.<br />
Sıvı resusitasyonu ile aerobik metabolizma ve yaşamsal organların O 2 kullanımı<br />
(VO 2 ) devam ettirilir. Öncelikle kalp debisi ve kan akımı korunmalıdır. Eritrosit<br />
açığının düzeltilmesi sekonder amaçtır.<br />
VO 2 : Q x Hb x 1,34 x (SaO 2 - SVO 2 )<br />
Hipovolemi ve şok durumunda aşağıdaki olaylar bir domino taşı dizisi gibi birbirini<br />
izler<br />
Azalmış kan hacmi<br />
Azalmış CO<br />
Azalmış O 2 desteği<br />
Yetersiz dolaşım<br />
Yetersiz perfüzyon<br />
Yetersiz kapiller dolaşım<br />
Doku iskemisi-Organ (böbrek-intestinal) yetersizliği<br />
Endotoksin salınımı, Sistemik İnflamatuar Yanıt Sendromu.<br />
Dehidratasyon:<br />
Dehidratasyon, sodyum ve potasyumda orantısal olarak azalma olmadan TV<br />
suyunda azalma olması ve böylece sodyum konsantrasyonunun artışıyla<br />
sonuçlanmasıdır.<br />
Burada asıl kayıp serbest sıvıda (hissedilmeyen kaybın yerine konulmaması veya<br />
diabetes insipidus ile su kaybı) olmakta ve biyokimyasal bulgu olarak da sodyum<br />
miktarında artış saptanmaktadır. Su dengesinin yeniden sağlanması için kayıp suyun<br />
129
2/3' ü hücre içinden, 1/3'ü ise ES sıvıdan sağlanır. Böylece, 3L serbest su kaybı<br />
olduğunda, ES alanda 1L sıvı kaybı olur.<br />
Su kaybında en önemli regülasyon mekanizması susama hissidir. Su kaybı<br />
durumunda eğer susama hissi sağlamsa (şuur açık vb) hipernatremi sıklıkla<br />
görülmez.<br />
Tablo-5 Vücut Ağırlığının Yüzdesi Olarak Sıvı Kaybının Bulguları<br />
Hipovolemi Belirtileri (Vücut ağırlığı yüzdesi olarak kayıplarda)<br />
Belirtiler %5 %10 %15<br />
Mukozalar Kuru Çok Kuru Parşömen Gibi<br />
Bilinç Normal Letarjik Künt<br />
Kan Basıncı<br />
Değişikliliği<br />
(ortostatik)<br />
Hafif Var Belirgin<br />
İdrar çıkışı Hafif Az Az Belirgin Az<br />
Kalp hızı Normal/Artmış Artmış Belirgin Artmış<br />
Kan Basıncı Normal Hafif Azalmış Azalmış<br />
Tablo-6 Sıvı Kaybında Laboratuvar Bulguları<br />
Hipovolemide Laboratuvar Belirtileri<br />
Laboratuvar<br />
Hct<br />
Metabolik Durum<br />
Değişim<br />
Artar<br />
Artan Asidoz<br />
İdrar Özgül Ağırlığı >1,010<br />
İdrar Sodyum Kons. 450mOsmL -1<br />
BUN / Kreatinin Oranı >10:1<br />
130
Hipovoleminin değerlendirilmesinde tüm bu bulguların sınırlı değeri vardır.<br />
Örneğin, Arter Kan Basıncı, Non-invaziv yöntem ile ölçüldüğünde olduğundan düşük<br />
gösterir. Hacim kaybının miktarı ve şiddeti ile Kalp Dolum Basınçları (SVB, PKUB)<br />
arasında zayıf korelasyon vardır. Kan kaybında plazma ve eritrosit beraber<br />
kaybedillir. Bir oran olan hemotokrit başlangıçta değişmez. Hemotokrit azalması<br />
olaydan yaklaşık 8-12 saat sonra böbreklerden kompenzasyon için Na tutulumu ile<br />
başlar. Soluk Sonu CO 2 değerleri sıvı tedavisinden sonra artmaya başlar, CO artışını<br />
ve tedavinin işe yaradığını gösterir. Laktat değeri şokta 4 mmol/L üzerine çıkar. Mide<br />
mukoza pH sı 7,2’nin altına düşer. O 2 taşınma (DO 2 ) azalırken, O 2 alınma hızı<br />
(O 2 ER) artar.<br />
Tablo-7 Sıvı Kaybında Oksijenasyon Bulguları<br />
SaO 2 SVO 2 SaO 2 -SVO 2<br />
Normal %95↑ %65↑ %20-30<br />
Hipovolemi %95↑ %50-60 %30-50<br />
Hipovolemik Şok %95↑ %50↓ %50↑<br />
Sıvı Tedavisi:<br />
Sıvı tedavisinin 2 temel komponenti vardır; İdame sıvı ve replasman sıvısı.<br />
İdame sıvı tedavisi, normal fizyolojik koşullar altında, idrar, terleme, solunum<br />
ve dışkı ile kaybedilen su ve elektrolitlerin yerine konulmasıdır.<br />
Replasman sıvı tedavisi ise, gastrointestinal, üriner, ciltten, kanama ve<br />
3.boşluk sıvısı gibi ekstra su ve elektrolit kayıplarını içerir.<br />
Burada, fonksiyonu (konsantrasyon ve dilüsyon yeteneği) normal olan böbrek,<br />
şiddetli kalp ve karaciğer yeteresizliği olmayan hastada sıvı tedavisi belirtilecektir.<br />
Sıvı tedavisinde trend zaman içinde değişiklikler göstermiştir.<br />
1960 öncesi – Sıvı kısıtlaması (Moore)<br />
1960 sonrası – Sıvı cömertliği (Shires)<br />
1970’ler – İnvaziv monitorizasyon<br />
1970’ler – Dopamin<br />
1970’ler – Kristalloid/Kolloid tartışmaları<br />
1980’ler – Glukoz riski (Lanier), Tonisitenin serebral etkileri (Todd) öncelikli<br />
tartışılan konular olmuşlardır. Özellikle verilecek sıvı miktarı ve kristalloid/kolloid<br />
tartışmaları en yaygın sorunları oluşturmuştur. Günümüzde ağırlıklı önem ise daha<br />
çok sıvı içeriklerine verilmektedir.<br />
Yetersiz veya fazla sıvı verilmesinin ölümcül sonuçları olabilir. Yetersiz sıvıda,<br />
susama, uyuklama, başdönmesi, bulantı ile başlayan sorunlar, laktik asidoz, akut<br />
131
öbrek yetersizliği ve çoklu organ yetersizliği ile sonuçlanabilir. Öte yandan fazla sıvı<br />
verilmesinde ise, periferik-periorbital ödem, GİS fonksiyonlarının bozulması, yara<br />
iyileşmesinin gecikmesi, pulmoner ödem, kalp yetersizliği ve koagülopati görülebilir.<br />
Tahmini günlük sıvı gereksinimin karşılanması için çeşitli formüller hazırlanmıştır.<br />
Aşağıdaki tabloda Holiday-Segar yaklaşımı yer almaktadır.<br />
Tablo-8 Holiday Segar (1957) Formülü<br />
Tablo-9 Cerrahi Girişim Sırasında Sıvı Tedavisi<br />
Cerrahi hastalarında yapılan çalışmalarda, sıvı kısıtlaması sonucu daha az<br />
komplikasyon, daha iyi GİS fonksiyonu ve daha kısa süre hastane yatışı elde<br />
edilmiştir (Bandstrup B Ann.Surg.2003). Kısıtlı Kristalloid+Kolloid önerilebilir.<br />
132
İdame Sıvı Tedavisi<br />
Bu durum, operasyon öncesi aç bırakılan, ya da bazı kritik hastalarda (şuuru<br />
kapalı, mekanik ventilasyonda vb) gerekli olacaktır. Hedef su ve elektrolit dengesini<br />
korumak ve beslenme gereksinimlerini sağlamaktır. 1-2 haftadan fazla süre ile<br />
yetersiz enerji-sıvı alımı olabileceği öngörülen hastalarda parenteral veya enteral<br />
beslenme planlanmalıdır.<br />
Serum Na konsantrasyonu, solüt ve su dengesini tahmin için en önemli<br />
veridir. Ancak volüm durumuyla ilgili bilgi vermez. Aslında hastanın günlük olarak<br />
tartılması, sıvı kazanç ve kaybı hakkında yeterli bilgi verir ama bu da her hastada<br />
uygulanamaz. Ayrıca hastada ödem oluşması volüm fazlalığının, deri turgor tonus<br />
azalması ise sıvı yetersizliğinin klinik bulgularıdır.<br />
SU: Hastanede yatan ateşi olmayan, yemeyen, fiziksel olarak inaktif olan her<br />
hastanın 1 L den az serbest (Elektrolitsiz) suya gereksinimi vardır. Çeşitli faktörler bu<br />
gereksinimi artırıp azaltabilir.<br />
Artıranlar: Ateş, terleme, yanık, taşipne, cerrahi direnler, poliüri,<br />
gastrointestinal anlamlı kayıplardır. Örneğin, vücut sıcaklığının 37 °C den her 1 °C<br />
artışı su gereksinimini 100-150 mL/gün artırır.<br />
Azaltanlar: Renal yetersizliğe bağlı oligüri, nemli hava kullanımı, ödemli<br />
durumlar, hipotiroidizm. Kritik hastalarda ADH artışı ile fazla suyun atılımı da<br />
bozulmuş olabilir.<br />
Elektrolitler: Elektrolit kayıplarının (esas olarak Na, K) çoğu idrar, az bir kısmı<br />
da cilt ve Gİ yol ile olur. Denge, alım ve idrarla elektrolit atılımı arasındaki değişimler<br />
ile devam ettirilir. Örneğin aşırı tuz alımında, renin-angiotensin-aldosteron aktivitesi<br />
azalıp ES sıvı artırılırken, natriüretik peptid salınımı ile de Na atılımı artırılır.<br />
Günlük, 1L civarında serbest su ihtiyacı olan bir erişkinde, 2 L/gün her<br />
litresinde 1/2 normal salin (3,4g), %5 dekstroz ve 20 mEq potasyum klorid içeren sıvı<br />
idame için yeterli olacaktır. Dekstroz solusyonun tonisitesini değiştirmez, 2 L yaklaşık<br />
olarak 400 kcal enerji verir. Özel durumlarda bu içerik değiştirilebilir.<br />
Örneğin sodyum azalması durumunda NaCl 9 gr/L ye çıkarılabilir. Ateş<br />
yükselmesi gibi durumlarda artan Na değeri için daha dilüe (Ör: 1/4 izotonik salin %5<br />
D) sıvı verilebilir. Potasyum azalması durumunda daha fazla K eklenebilir. Normalin<br />
üzerine çıkması normal renal fonksiyon varsa çok sık görülmez.<br />
Replasman Sıvısı Tedavisi<br />
Hedef, volüm ve/veya elektrolitlerde olan dengesizliğin düzeltilmesidir.<br />
Volüm açığı<br />
Total vücut açığını tahmin etmek için herhangi bir formül yoktur. Hastanın olay<br />
öncesi ve sonrasındaki kilosu biliniyorsa sıvı kaybı hakkında bir tahminde<br />
bulunulabilir. Arter kan basıncı, santral ven basıncı, idrar Na konsantrasyonu, idrar<br />
miktarı, bazal hemotokrit değeri gibi klinik ve laboratuvar bulguları volüm kaybını<br />
tahmin etmek için kullanılabilir. Bunların yanında, Arter kan gazı ölçümlerinden laktat<br />
değerleri ve baz açığı, ultrason ile değerlendirilen santral ven çapları önemli bilgiler<br />
verecektir. Ayrıca bunlarla yapılan sıvı tedavisinin sonuçlarını değerlendirmek de<br />
olanaklıdır.<br />
133
Replasman Hızı<br />
Sıvı replasman hızı, olayın şiddetine, süresine ve hastanın tolerasyonuna<br />
göre (kalp yetersizliği vb) ayarlanabilir. Örneğin, hipovolemik şok durumunda 1-2 L<br />
izotonik bir sıvı hızlı bir şekilde verilerek perfüzyon düzeltilmeye çalışılır. Daha<br />
sonrasında replasman hızı yukarda belirtilen örneğin arter basıncı düşüklüğü, idrar<br />
çıkışı, mental durum gibi klinik ve laboratuvar bulguları değerlendirilerek<br />
değiştirilebilir.<br />
Hafif ve ılımlı hipovolemi durumunda replasmanın çok hızlı olmasına gerek<br />
yoktur. Kayıp miktarının biraz üzerinde olacak şekilde açığa izin vermeyecek bir<br />
hızda replasman yapılmalıdır. Örneğin saatlik idrar miktarı, hissedilmeyen kayıp (30-<br />
50 mL/saat) ve diğer sıvı kayıpları (GİS vb) hesaplanıp hız saatlik olarak<br />
belirlenebilir. Başka bir yöntemde tahmin edilen kaybın 50-100 mL/saat üzerinde bir<br />
hızla verilmesidir.<br />
Replasman Sıvısının Seçimi<br />
Kayıp olan sıvının elektrolit içeriği, tonisitesi gibi özelliklerine göre replasman<br />
sıvısı da seçilmelidir. Örneğin, hipernatremi durumunda hipotonik solusyonlar,<br />
hiponatremi durumunda %0,9 NaCl veya %3 NaCl seçilebilir. Kullanılan sıvıların<br />
tonisitesini ve içeriğini bilmek tedavi yapan biri için zorunluluktur. Örneğin izotonik<br />
diye bilinen %0,9 NaCl aslında hipertoniktir ve fazla miktarda kullanımı ile<br />
hiperkloremik asidoza neden olabilir.<br />
Total Vücut Sıvı kaybının yüzdelerine göre önerilen replasman sıvıları<br />
aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.<br />
Tablo-10 Total Vücut Sıvı Kaybının Yüzdelerine Göre Replasman Sıvıları<br />
Volüm kaybı % 30 40 70 80<br />
Kristalloid + + + +<br />
Kolloid + + + +<br />
Eritrosit Süspansiyonu + + +<br />
Taze Donmuş Plazma + +<br />
Trombosit +<br />
Kanın viskozitesini eritrosit hacmi belirler, yani kristalloidler ile kolloidler hücre<br />
içermediğinden benzer akım hızı özelliklerine sahiptirler. Kristalloidler; hücreler arası<br />
boşluğa daha çok girerler ve İV alanı doldurmak için uygun değildirler. Kırk yıl kadar<br />
önce, kanamanın en önemli sonucunun HA sıvı kaybı olduğu ve bunu kristalloidlerin<br />
daha iyi karşıladığı iddia edilmişti. Kolloidler, fazla kanamada İV volüm tamamlamak<br />
134
için daha uygundur. Kristolloidleri daha fazla hacimde kullanmak gerekir. Kolloidler<br />
hipovolemik şoklu hastalarda sağkalımı artırmaz. Kollloidler kristalloidlerden yaklaşık<br />
3 kat daha pahalıdır. Her ikisi de ödem yapar, kristalloidlerde bu beklenen sonuçtur.<br />
Albuminin yarısı hücreler arası alana geçer. Bu geçiş, damar geçirgenliği arttığı için<br />
kritik hastada daha fazladır. Yine de hidrostatik basınç artmadıkça, ödem nadir<br />
oluşur. Plazma hacmini artırmak için kolloid kullanmak daha akılcıdır (Tablo-11).<br />
Tablo-11 Çeşitli İV Sıvıların Vücut Kompartmanlarında Dağılımı<br />
Kompartman %5D %0,9NaCl Kolloid<br />
İntravasküler + + +++<br />
İnterstisyel ++ ++ Ø<br />
İntrasellüler +++ Ø<br />
Sıvı tercihlerinde uzun yıllar kristalloid mi?, kolloid mi? verelim tartışması<br />
sürmüştür. Günümüzde kolloidlerin özellikle renal yan etkilerinden dolayı<br />
kristalloidlerle beraber kullanımı ve kolloidin bileşimi günceldir.<br />
Sıvı tedavisinin değerlendirilmesi<br />
Kilo<br />
İdrar çıkışı 1ml/kg/st<br />
AKB ve KAH normal<br />
Cilt ve muköz membranlar kuru değil, hastada susuzluk hissi yok<br />
Hb, Hct, elektrolitler, KŞ, koagülasyon faktörleri normal<br />
Gastrik pHi<br />
Santral Ven Basıncı (SVB) = 15 mmHg<br />
Pulmoner Arter Kapiller Uç Basıncı (PAKUB) = 10-12 mmHg<br />
Kardiyak İndeks (CI) > 3 L/dk/m 2<br />
Oksijen Kullanımı (VO 2 ) > 100L/dk/m 2<br />
Kan Laktat değeri < 4 mmol/L<br />
Baz açığı: -3, +3<br />
Transtorasik veya transözefageal eko<br />
Hedefe yönelik sıvı tedavisi: Üç Hedef<br />
1. Santral ven oksihemoglobin satürasyonu (> %70)<br />
2. Oksijen Taşınması İndeksi (DO 2 i) (D O 2 i = Ca O 2 X CI X 10) (>600<br />
mL/min/m2)<br />
135
3. FTc (Düzeltilmiş akım zamanı) (< 0.35 sn.) olacak şekilde tedavi<br />
yönlendirilmelidir.<br />
Özet<br />
Ne kadar vermeliyiz?<br />
Yeteri kadar, fazlası zararlı<br />
Hangi sıvıyı kullanmalıyız?<br />
İdame sıvısı dışında, kaybedilen sıvının özelliğindeki sıvılar replasman için<br />
kullanılmalıdır. Daha az kristalloid, tedavinin bir kısmının kolloid olması olumlu<br />
etki yapıyor. Kan ürünleri verilmesine artık çok olumsuz bakılmamaktadır.<br />
Sıvı tedavimizi nasıl izlemeliyiz?<br />
Yeni monitörler daha iyi ve daha az zararlı ama susama ve idrar çıkışı altın<br />
standarttır.<br />
Su ve Sodyum Balans Bozuklukları<br />
Temel olarak 4 başlık altında toplanabilir.<br />
1- Hiponatremi (çok fazla su)<br />
2- Hipernatremi (çok az su)<br />
3- Hipovolemi (çok az sodyum)<br />
4- Ödem (su retansiyonu ile beraber çok fazla sodyum)<br />
Sodyum ve ona eşlik eden anyonlar (sıklıkla klor ve bikarbonat) plazmanın ve<br />
ES sıvının osmolalitesini belirleyen esas etkenlerdir. İS sıvının osmolalitesini<br />
belirleyenler ise potasyum ve ona eşlik eden anyonlardır.<br />
Su hücreler arasında serbestçe dolaşabildiği için ES ve İS sıvıların<br />
osmolalitesi benzerdir. Böylece plazma sodyum konsantrasyonu her iki bölüm<br />
arasındaki osmolaliteyi yansıtır.<br />
Plazma sodyumu = Na e + K e / Toplam vücut suyu , e: Değiştirilebilir. Toplam<br />
vücut sodyumunun yaklaşık %30’dur. Toplam vücut potasyumunun küçük bir bölümü<br />
kemik dokuda bağlı haldedir, değiştirilemez ve osmotik olarak inaktiftir.<br />
Hiponatremi<br />
Hiponatremi relatif olarak serbest suyun solütlere göre artığını gösterir ve<br />
sıklıkla plazma osmolalitesinde düşüşle beraberdir. Osmolalitenin 240 mosm/kg<br />
değerinin altına düşmesi nedenine bakılmaksızın yaşamsaldır. Sodyumun miktarı<br />
kadar düşüş hızı da bulguları belirler. Klinik ağırlıklı olarak nörolojik bulgulardan<br />
oluşur.<br />
Özellikle fazla miktarda hipotonik sıvılarla irrigasyon uygulanan transuretral<br />
prostat rezeksiyonu, histeroskopi gibi cerrahilerde de hiponatremi izlenebilir. Burada,<br />
uzayan cerrahi süresi, çok yüksekte tutulan irrigasyon solusyonu (basınç artışı),<br />
büyük kitle çıkarılması risk faktörleridir.<br />
Stupor, konvülsiyon, hipotansiyon gibi bulgulara neden olan acil hiponatremi<br />
durumlarında öncelik, hava yolu güvenliğidir.<br />
136
Başlangıç süresine göre hiponatremi akut (24 saat içinde gelişen, su<br />
entoksikasyonu), subakut (24-48 saat) ve kronik (48 saatten uzun sürede gelişen)<br />
olarak ayrılabilir.<br />
Ciddiyetine göre hiponatremi ise, hafif (Na: 135-130 meq/L), orta (Na: 129-121<br />
meq/L), ağır (Na: 120 meq/L altında) olarak bölümlenebilir.<br />
Tanı<br />
Plazma osmolalitesi<br />
İdrar osmolalitesi. Su atılımı mı bozuk (yüksek idrar osm)? Su alınımı mı fazla<br />
(düşük idrar osm)?<br />
Plazma osmolar gap = Hesaplanan - ölçülen osmolalite, değeri 10 mmol’den<br />
fazla ise plazmada ölçülemeyen osmol (mannitol, alkol vb) olduğunu gösterir.<br />
Plazma ürik asit düzeyi. Uygunsuz ADH salınımı sendromunda (SIADH), su<br />
retansiyonu ve volüm artışı sonucu hipoürisemi görülür. Tersine volüm kaybı olursa<br />
serum ürik asit düzeyi artarken, ürik asit atılımı da artar. Bunun tek istisnası,<br />
intravasküler volüm azalmasına karşın, serum ürik asit seviyesinin düşük kaldığı<br />
Serebral Tuz Kaybı Sendromudur.<br />
Renal, adrenal ve tiroid disfonksiyonları araştırılmalıdır. Hastanın kullandığı<br />
ilaçlar gözden geçirilmelidir. Hiponatremide etyoloji için anahtar noktalar plazma<br />
osmolalitesi ölçümü ve efektif total vücut su volümünün değerlendirilmesidir.<br />
En yaygın görülen hiponatremi Hipotonik Hiponatremidir. Hastada<br />
intravasküler volüm azalmış (ödemli veya ödemsiz) veya normal olabilir. Konjestif<br />
kalp yetersizliği, siroz, nefrotik sendrom, azalmış İV volüm ve ödemli durumlara<br />
örnektir. Övolemik hiponatreminin en önemli iki nedeni SIADH ve primer psikojenik<br />
polidipsidir. Bu durumlar idrar osmolalitesi ölçümüyle ayrılabilir.<br />
İzotonik Hiponatremi (Pseudo Hiponatremi): Şiddetli hiperlipidemi veya<br />
hiperproteinemi durumlarında görülür. Böylece plazmanın su olmayan<br />
komponentlerinde artış olursa, Plazma Na‘u düşer.<br />
Hipertonik Hiponatremi: Hiperglisemi veya mannitol verilmesi sonrası, hücre<br />
içi su osmotik farkla hücre dışına çıkar ve dilüsyon ile plazma Na azalır.<br />
Her 100 mg/dL glukoz artışı, Na da 1,6 mEq/L azalma (ya da her 62,5 mg/dL<br />
glukoz artışı, 1 mEq/L Na azalması) yapar.<br />
Düzeltilmiş PNa= Ölçülen PNa + plazma glukoz değişimi (mmol/L)/3 veya<br />
Düzeltilmiş PNa= Ölçülen PNa + plazma glukoz değişimi (mg/dL)/62<br />
Akut hipotonik hiponatremide ortaya çıkan nörolojik bulgular, hücre içine olan<br />
su kayması nedeniyle gelişen beyin ödemi nedeniyledir. Kronik hiponatremide<br />
nörolojik bulgular daha az görülür ve silik olabilir. Burada etken, Beyin dışına BOS<br />
içine olan ES sıvı hareketi ve hücrelerde oluşan solüt kaybı (Na, K) ile suyun tekrar<br />
hücre içine dönmesidir. Daha sonraki günlerde organik solüt kaybı da olur ve beyin<br />
boyutu değişir. Şiddetli hiponatreminin hızla düzeltilmesi (>12 mmol/L/gün) osmotik<br />
demiyelinizasyona (santral pontin miyelininozis) neden olur.<br />
Tedavi<br />
Şiddetli, akut, semptomatik hiponatremi acil bir durumdur. Tedavide İV<br />
hipertonik salin kullanılır. Hedefler Na’un, ilk 6 saatte
mmol/L/gün) hızla düzeltilmeye başlanması, plazma elektrolitlerinin sık izlenmesi ve<br />
hipertonik salin verilmesinin hasta bulguları düzelince kesilmesidir.<br />
Asemptomatik hiponatremide, Na daha yavaş (0.5mmol/L/saat) hızla<br />
düzeltilmelidir. Övolemik olan hiponatremide dikkatli yapılan su kısıtlaması da tedavi<br />
seçeneğidir. SIADH nedeni olabilecek ilaçlar kesilmelidir.<br />
Hipovolemik olan hiponatremik hastalarda, öncelik hiponatreminin normal<br />
salin ile düzeltilmesidir. İV volüm ve plazma osmolalitesi zaten ADH ile<br />
düzeltilecektir.<br />
Hiponatremi tedavisinde özellikle, akut başlangıç, düşme hızı, semptomların<br />
varlığı ve şiddeti önemlidir.<br />
Sağkalım<br />
Elektrolit balansının sağlanması ve altta yatan etkenin tedavisi yanında<br />
hiponatremi başlı başına bir bağımsız prognostik faktördür. Hiponatremik<br />
ensefalopatiye bağlı solunum aresti, beyin hasarı olabilir. Tedavi sırasında,<br />
hipertonik salin ile oluşabilecek kalp yetersizliği ve serebellar pontin<br />
demiyelinizasyon kötü prognoz gösterir (Tablo-12).<br />
Tablo-12 Hiponatremi Tedavi Algoritması<br />
138
Hipernatremi<br />
Plazma Na değerinin 145 mmol/L den fazla olmasıdır. Özellikle serbest su<br />
kaybettiren durumlarda izlenir. Hiperrefleksi, koma, nöbet aktivitesi görülebilir. Acil<br />
durumda tedavi, hiponatremide olduğu gibi, hava yolu güvenliği ve hemodinamik<br />
yönetimi içerir.<br />
Tanı: Plasma ve idrar osmolalitesi ölçümü yoluyla Hipotalamus (ADH)- renal<br />
aksın ilişkisi ortaya konulmalıdır. ADH sekresyonu bozulduğunda (santral diabetes<br />
insipidus (DI) ya da ADH’a yanıtsızlık (nefrojenik DI) olduğunda) plazma<br />
hipertonisitesine karşın idrar uygunsuz olarak hipotoniktir.<br />
Hipernatremide, azalmış, normal ya da artmış total vücut Na’una karşın relatif<br />
olarak azalmış su kaybı söz konusudur.<br />
Su defisiti= (Ölçülen Na-140)/140 X 0,6 X kg ya da, Su defisiti: TV suyuX<br />
serum (Na/140-1)<br />
Total Vücut Na (TVNa) azalması ile birlikte hipernatremi: Su+Na kaybı olur<br />
ancak su kaybı daha fazladır. Renal (loop diüretik kullanımı veya DI), ekstrarenal<br />
(diare ve kusma)<br />
Artmış TVNa ile birlikte hipernatremi: Daha seyrektir. Aşırı miktarda normalhipertonik<br />
salin veya NaHCO 3 verilmesi ile görülebilir.<br />
Normal TVNa ile birlikte hipernatremi: Relatif olarak serbest su kaybı daha<br />
fazladır. Ancak TVNa normal kalır. Etiyolojide, santral veya nefrojenik DI,<br />
hiperkalsemi, hipokalemi, lityum, demosiklin, amfoterisin B kullanımı olabilir.<br />
Akut hipernatremide sıvı hücre içinden ES alana alana geçer ve beyin<br />
büzülmesi görülür. Kronik hipernatremi, beyin hücrelerinde idiojenik osmollerin<br />
sentezi ile, sıvı tekrar hücre içine döner ve büzülme azalır.<br />
Tedavi<br />
Aslında temel prensipleri hiponatremi tedavisine benzerdir. Akut başlangıç,<br />
hızlı değişen, bulguların varlığı veya yokluğu ve şiddeti önemlidir. Elektrolit ve su<br />
denge bozukluklarını düzeltirken mutlaka bozulma süresi (hızı) dikkate alınmalı ve<br />
benzer sürelerde (hızda) düzeltilmelidir.<br />
Hedef, plazma volüm ve tonositesini düzeltmektir.<br />
Hipovolemik ve hemodinamisi bozulmuş hastalarda, ilk olarak izotonik sıvılarla<br />
volüm durumu düzeltilmelidir. Hemodinami stabil olduktan sonra, tonisiteyi düzeltmek<br />
için, enteral su verilmesi veya İV hipotonik sıvıların (%0,45 salin veya dekstroz<br />
sudaki) kullanılması gerekir.<br />
Düzeltme hızı sıklıkla 1 mmol/L/saattir ve ilk 24 saatte hesaplanan su<br />
açığının yarısından fazlası verilmemelidir. DI durumunda altta yatan nedenler<br />
düzeltildikten sonra, santral DI devamlılığında desmopressin verilmelidir.<br />
Sağkalım<br />
Hipernatremik ensefalopatisi olan hastalarda tedaviye yanıt genellikle<br />
yavaştır. Beyin ödemi riski taşıdığı için hipernatreminin hızlı düzeltilmesinden<br />
kaçınılmalıdır (Tablo-14).<br />
139
Tablo-13 Hipernatremide Tedavi Algoritması<br />
Tablo-14 : Sık Görülen Sodyum Denge Bozukluklarında Özellikler<br />
SIADH CSWS DI<br />
Serum Na ↓ ↓ ↑<br />
İdrar Na ↑ ↑↑ ↑<br />
Serum Osm ↓ ↓ ↓<br />
İdrar Osm ↑ ↑ ↓<br />
İdrar Oligüri Poliüri Poliüri<br />
SVB Normal/yüksek Düşük Normal/düşük<br />
Plasma ADH Yüksek Normal Düşük<br />
Mekanizma<br />
Tedavi<br />
Fazla ADH ile<br />
su retansiyonu<br />
Su kısıtlaması,<br />
Na verilmesi,<br />
Conivaptan,<br />
Demoklosiklin<br />
Na ve suyun<br />
aşırı<br />
sekresyonu<br />
Volüm<br />
verilmesi, Na<br />
verilmesi,<br />
Fludrokortizon<br />
Azalan ADH ile serbest su<br />
kaybı<br />
Susama varsa Su,<br />
%5 D-0.45 salin<br />
DDAVP (santral Dİ),<br />
Hidroklorotiazid (Nefrojenik Dİ)<br />
140
Potasyum Homeostazis Bozuklukları<br />
Hipokalemi:<br />
Hipokalemiye ait bulgular sıklıkla serum K düzeyi 3 mmol/L (3 mEq/L) nin<br />
altına düşünce görülür.<br />
Özellikle postop dönemde herhangi bir aritmi<br />
Asidozun hızlı bir şekilde düzeltilmesi (NaHCO 3 ile)<br />
Diüretik kullanımı ile<br />
Kusma, nazogastrik aspirasyonu, diyare<br />
Hipoventilasyon ile birlikte veya hipoventilasyonsuz kas güçsüzlüğü, miyalji<br />
Son dönem Karaciğer yetersizliği ve hepatik ensefalopati<br />
Beta stimulan inhaler/nebul (Ör: salbutamol) kullanımı<br />
Acil durumda hipokalemi ile hava yolu sorunu az görülür. Aritmi ve<br />
hipotansiyon gibi hemodinamik sorunlar ön plandadır.<br />
Tanı<br />
Öykü:<br />
Renal kayıp (Diüretik, hipomagnesemi, amfoterisin B, tikarsilin)<br />
Ekstrarenal kayıp (laksatif kullanımı, kusma, fistül, NG aspirasyon, K’un<br />
intraselllüler tutulumuna bağlı psödohipokalemi olan aşırı lökositozis (lösemi)<br />
Metabolik alkoloz varlığına bakılır (orta veya uzun süreli hipokalemi),<br />
EKG’de şiddetli hipokalemide düz veya ters T dalgası, ST segment<br />
depresyonu ve QT uzaması gibi bulgular izlenir. Voltaj azalması, QRS genişlemesi,<br />
PR uzaması ve ventriküler aritmi daha şiddetli hipokalemide görülebilir.<br />
Plazma Mg seviyeleri ölçülür. Hipomagnesemi renal K kaybına yol açar.<br />
Hipomagnezemi düzeltilmeden hipokalemi düzeltilemez.<br />
olur.<br />
Tip I ve II renal tübüler asidozis ekstrem hipokalemi nedenidir.<br />
24 saatlik idrarda K ölçümü renal ve ekstrarenal K kaybını ayırmada yardımcı<br />
Etyoloji<br />
Alımın azalması<br />
Hücre içine dağılım artışı (alkoloz, insulin, beta-2 adrenerjik agonist,<br />
hipotermi)<br />
Kaybın artışı (renal-ekstrarenal)<br />
Klinik Yaklaşım<br />
Tüm vücut K kaybı, plazma K konsantrasyonu ile korele değildir. Acil<br />
müdahale ciddi aritmi durumlarında gereklidir.<br />
Olanaklı ise gastrointestinal yoldan K tuzları ile replasman yapılabilir. Şiddetli<br />
hipokalemi ya da GİS’in kullanılamadığı durumlarda, İV yol tercih edilmelidir.<br />
141
Periferden 10 mmol/saat, santral yoldan ise 20 mmol/saat hız önerilebilir. EKG<br />
monitorizasyonu yapılmalıdır. Sık K ölçümü gerekir<br />
Dekstrozlu solusyonlar yerine salin içeren sıvılar tercih edilmelidir. Dekstroz<br />
insulin salgısını stimüle edip plazma K azalmasına neden olabilir.<br />
Alkalozda olan hastalarda KCl tuzu tercih edilmelidir. Asidotik ve/veya<br />
hipofosfatemik (diabetik ketoasidoz) hastalarda fosfat içeren K tuzları kullanılmalıdır.<br />
Etken olabilecek tüm ilaçlar durdurulmalıdır.<br />
Hipokalemi tedavisi yapılırken, hipomagnezemi de varsa düzeltilmelidir.<br />
Hastada K kaybettiren bir hastalık varsa uzun süreli oral K replasmanı<br />
yapılmalıdır.<br />
Sağkalım<br />
Hipokaleminin etkileri geçici ve geri döenüşlüdür. Kardiyak etki oluşan, şiddetli<br />
olgularda kötü sağ kalım olabilir.<br />
Hiperkalemi<br />
Hiperkaleminin klinik bulguları sıklıkla serum K düzeyi 6 mmol/L (6mEq/L) nin<br />
üzerine çıktığında görülür. Ancak 5 mmol/L değeri görüldüğünde de uyanık<br />
olunmalıdır. Etken, akut oligürik renal yetersizlik, şiddetli asidoz, politravma gibi<br />
rabdomiyoliz görülen hastalar, tümor lizis sendromu, digital entoksikasyonu, akut<br />
kardiyak bozulma ve asistolik kardiyak arrest, azalmış reflekslerle beraber olan<br />
generalize simetrik güçsüzlük olabilir.<br />
Hiperkalemiye ait bulguların görülme hızı ve şiddeti altta yatan nedene bağlı<br />
olarak değişir. Hızlı hücre nekrozu yapan (rabdomiyoliz, tümör hücre yıkımı)<br />
durumlar, ekstrasellüler şifte neden olan (metabolik asidoz, digital toksisitesi ve<br />
şiddetli insulin yetersizliği) durumlarda sıklıkla saatler içinde beliren akut hiperkalemi<br />
görülür.. Rabdomiyoliz durumunda renal fonksiyonlar değerlendirilmelidir, ayrıca<br />
serum Ca düşük fakat fosfat değerleri yüksektir. Potasyumun renal atılımını azaltan,<br />
akut renal yetersizlik, hipoaldestronizm, NSAİ ilaçlar gibi durumlarda K artışı daha<br />
yavaş (günler içinde) olur.<br />
Resüsitasyon<br />
Kardiyak aritmi görülen hiperkalemik hastalarda hemodinamik stabilite ve<br />
hava yolu güvenliği ön plandadır.<br />
Tanı<br />
Sıklıkla görülen Psödohiperkalemi diyebileceğimiz durum, kan alırken oluşan<br />
ven travması, hemoliz, uzamış ven turnikesi, kanın uzun süre bekletilmesi, lökositoz<br />
ve trombositoz gibi mekanik sorunlarda olabilir. Öyküsünde steroid kullanımı olan<br />
hastalarda, adrenal yetersizlik (hipotansiyon, hipoglisemi, hiponatremi) sonucu<br />
hiperkalemi görülebilir. Akut renal yetersizlik en sık görülen hiperkalemi<br />
nedenlerindendir. Serum kreatinin kinaz, kortizol düzeyleri, ACTH stimulasyon testi<br />
yapılabilir. EKG değişiklikleri hiperpotasemiye özgü olsa da, potasyum seviyesinden<br />
bağımsızdır. EKG’de erken bulgu sivri T dalgalarıdır. Uzamış PR aralığı, QRS süresi,<br />
AV iletim geçikmesi, ventriküler fibrilasyon veya asistoli görülebilir.<br />
142
Etyoloji<br />
Ekstrasellüler K şifti: Metabolik asidoz, insülin yetersizliği, ekzersiz, betaadrenerjik<br />
blokaj, digital toksisitesi.<br />
Atılım azalması: akut oligürik renal yetersizlik, ACE inhibitörleri, NSAİİ,<br />
trimetoprim/sulfametoksazol, heparin gibi ilaçlar, Tip IV renal tübüler asidoz, Na geri<br />
emilim bozuklukları (primer-sekonder hipoaldosteronizm).<br />
Klinik Yönetim<br />
Eğer hiperkalemi, kardiyak aritmi gibi bulgularla beraberse, hemen İV<br />
kalsiyum yapılmalıdır. Sıklıkla kullanılan doz, 10 mL %10 kalsiyum glukonattır. Bu<br />
doz toplam 30 mL’ye tamamlanabilir. Ancak, kalsiyumun, potasyumun fizyolojik<br />
antagonisti olduğu ve hiperkalemiyi anlamlı düzeltmeyeceği bilinmelidir.<br />
İV insülin, potasyum konsantrasyonunu yaklaşık 0,6-1 mmol/L (mEq/L) azaltır.<br />
Ancak insülinin K’u hücre içine alması mekanizması, glikozun hücre içine alınması<br />
mekanizmasından farklıdır ve sonuçta hipoglisemi olabilir. Sıklıkla kullanılan yötem,<br />
%50 dekstrozdan 50-100 mL ve hemen arkasından 10 Ü regüler insülin İV bolus<br />
verilmesidir. Ayrıca insülin/dekstroz (1 Ü / 5 gram ) karışımı şeklinde 20-30 dk da da<br />
verilebilir.<br />
İV yol sorun oluyorsa beta-2 agonist nebulize şekilde verilebilir. Kullanılan<br />
erişkin dozu, 10-20 mg/10dk şeklindedir. Salbutamol hiperkalemide,<br />
bronkodilatasyon için kullanılan dozdan 3-4 kat fazla uygulanabilir. Beta bloker<br />
kullanan hastalarda, hiperpotasemi için hücre içine kaydırıcı salbutamolol etkisi<br />
azalmış olabilir.<br />
Genellikle kritik hastalarda, insülin/dekstroz ve salbutamol tedavisinin birlikte<br />
uygulanması önerilir.<br />
Sodyum bikarbonat veya hiperventilasyon ile yapılan alkalinizasyon<br />
hiperkaleminin olumsuz etkilerini hızlı bir şekilde düzeltir. Son çalışmalarda<br />
bikarbonat tedavisi ile K düşüşü çok güvenli bulunmamış ve bu tedavinin ilk seçenek<br />
olarak değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Asidotik olmayan hastalarda<br />
bikarbonat kullanımının serum K düzeyleri üzerine etkisi çok azdır.<br />
Tüm bu başlangıç tedavilerinin yanında eğer kullanılabiliyorsa Gİ yolla,<br />
katyonik değiştirici reçineler veya lavman uygulamaları K düzeylerini düşürecektir.<br />
Renal fonksiyonları normal olan hastalarda, loop diüretikleri kullanılarak K<br />
atılımı artırılabilir. Renal yetersizliği olan hastalarda hemodiyaliz veya hemofiltrasyon<br />
uygulanabilir. Rabdomiyoliz olan travma hastalarında, miyoglobinin tübüller içinde<br />
çökmesine neden olan asit idrar oluşturduğu için furasemidden kaçınılmalıdır.<br />
Hiperkaleminin altta yatan nedenini değerlendirmek gereklidir. Örneğin,<br />
Spironolakton, amilorid, ACE inhibitörü ilaçlar kesilmelidir. Adrenal yetersizlik<br />
şüphesi olan hastalarda, tanı kesinleşene kadar steroid başlanması uygun olacaktır.<br />
Sağkalım: Hiperkalemi tanısı konulamaz ya da tedavi edilmezse fatal<br />
aritmilere neden olabilir. Hiperkalemi tedavi edildikten sonra prognoz altta yatan<br />
nedene bağlıdır.<br />
143
Kaynaklar<br />
1- Strens R.H.,, Emmett M., Forman JP. Maintenance and replacement fluid therapy in adults.<br />
www.uptodate.com Jul 2016<br />
2- Özcengiz D. Yoğun Bakımda Sıvı Tedavisi, Yoğun Bakım Dergisi 2012;10(1):29-39<br />
3- Venkataraman R. Critical Care Medicine, Apollo Hospitals, Chennai, India, Michael PINSKY<br />
Critical Care Medicine, University of Pittsburgh, Pittsburgh, USA Electrolytes and homeostasis. 2011<br />
Patient-Centered Acute Care Training (PACT)<br />
144
Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi ve Kontrolü<br />
Prof. Dr. Neşe SALTOĞLU<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD<br />
Hastane enfeksiyonları (HE); hastanede edinilmiş/ sağlık bakımı ile ilişkili<br />
enfeksiyonlar olarak bilinmektedir. Hastanın hastaneye yatışında var<br />
olmayan/inkübasyon döneminde olmayan; hastaneye yattıktan en az 48 saatten<br />
sonra ortaya çıkan enfeksiyonlar hastane enfeksiyonları olarak kabul edilirler. Bu<br />
enfeksiyonlar cerrahi alan enfeksiyonlarında olduğu gibi taburcu sonrasında da<br />
görülebilir.<br />
HE morbiditeye, mortaliteye, antibiyotik kullanımının artmasına, direnç<br />
sorununa, hastanede yatış süresinin uzamasına ve hastanede ek maliyete neden<br />
olmaktadır. HE ları sıklıkla endemiktir, epidemik enfeksiyonlar salgınlar sırasında<br />
görülür.<br />
HE oranları ülkeden ülkeye, hatta hastaneden hastaneye göre farklık gösterir.<br />
Dünya Sağlık Örgütü tarafından ( WHO) HE larının Amerika ve Avrupada %5-10<br />
arasında olduğu, Sahra altı Afrika, Asya, Latin Amerikada ise %40 lara kadar çıktığı<br />
bildirilmiştir (1, 2).<br />
HE ları yaşlı, altta yatan hastalıkları olan, bağışıklığı baskılanmış ya da bu<br />
nedenle tedavi alan hastalarda ve yoğun bakım ünitelerinde izlenen hastalarda daha<br />
sık görülür.<br />
Amerika Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) her yıl yaklaşık 2 milyon hastada HE<br />
geliştiğini ve tahminen 100.000 kadarının yaşamını kaybettiğini bildirmiştir. Bunların<br />
çoğunluğunun önlenebilir enfeksiyonlar olduğu ileri sürülmüştür. HE ABD'de yıllık<br />
ilave doğrudan 4.5 milyar dolar yük getirmektedir.<br />
HE infekte bir hastadan diğerine, sağlık personelinden, hastane<br />
ziyaretçilerinden çapraz kontaminasyonla; kontamine aletlerle, kontamine yüzeylere<br />
temasla çevreden, kontamine su ve yiyecekler ile de bulaşabilir.<br />
CDC tarafından HE'nın 13 tipi tanımlanmış ve 50 enfeksiyon alanına<br />
ayrılmıştır. Bu alanların en bilinenleri üriner kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu (<br />
KİÜSE), ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), intravenöz kateter ilişkili kan dolaşımı<br />
enfeksiyonu (KİKDE), cerrahi alan enfeksiyonu (CAE) ve yumuşak doku<br />
enfeksiyonları, gastroenterit, menenjittir.<br />
HE birçok mikroorganizma ile meydana gelebilir, bununla birlikte bazı<br />
etkenlere daha sık rastlanmaktadır. Son yıllarda çok ilaca dirençli mikroorganizmalar<br />
(MDRO); metisilin dirençli S. aureus, vankomisin dirençli enterokok, ESBL pozitif E.<br />
coli ve K. pneumoniae , karbapenemaz yapan Gram negatif bakteriler, MDR P.<br />
aeruginosa, MDR Acinetobacter oranları özellikle gelişmekte olan ülkelerde olmak<br />
üzere tüm dünyada giderek artmaktadır. C. difficile ise özellikle gelişmiş ülkelerde<br />
145
önemli bir sorundur.<br />
HE larını önlemek için enfeksiyon kontrol stratejilerinin uygulanması esastır.<br />
HE ları sürveyans, enfeksiyon kontrol önlemlerinin alınması, uygulamaların<br />
kontrolü gibi yöntemler ile önlenebilir. Son yıllarda sıfır enfeksiyon kavramı<br />
tartışılmaya başlanmıştır (3, 4). HE oranlarının düşük olması hastane kalite<br />
göstergesidir. Hastane yöneticileri bu enfeksiyonları önlemek için çaba sarf etmelidir.<br />
HE sorununun çözülmesi ancak yönetimsel farkındalık ve toplumsal farkındalık ile<br />
mümkündür. Günümüzde HE nın komplikasyon mu malpraktis mi olduğu<br />
tartışmasına gelinmiştir. Bu nedenle HE ları gelişmesi hastane yönetime de<br />
sorumluluk yüklemektedir.<br />
CDC tarafından 2007 yılında yayınlanan raporda yılda 1.7 milyon hastada,<br />
her 100 yatışın 4,5inde enfeksiyon geliştiği ve 100.000 kişinin yaşamını kaybettiği<br />
bildirilmiştir. Hastanelerde bu konuda çalışmalar yapılması istenmiştir. 2005 yılında<br />
başlayan 100.000 yaşamı kurtar kampanyası, şimdilerde 5 milyon yaşamı kurtar<br />
kampanyası ile devam etmektedir. HE ile ilişkili ölümlerin tahmini %50sini oluşturan<br />
VİP, KİÜSE, ve KİKDE ve CEA 'na yönelik çaba gösterilmesi, bu amaçla kanıta<br />
dayalı uygulamaların bundle (demet, paket) uygulanması CDC tarafından önerilmiştir.<br />
Bu öneriler HE düşürmekle kalmayıp bazı aylarda sıfıra yaklaştırmıştır. Aslında,<br />
bunun gerçek anlamı HE önleyici önlemlere uyumsuzluğa sıfır tolerans noktasına<br />
gelinmesidir. Eğer önleyici önlemler hassas olarak, her zaman takip edilirse,<br />
enfeksiyonu önlemek için gerekli protokoller biliniyorsa ancak o zaman sıfır<br />
enfeksiyonlar mümkündür. Bununla birlikte, immun sistemi baskılanmış hasta gibi<br />
özel hasta gruplarında önlemlere rağmen enfeksiyon gelişebilir (5-7).<br />
HE sorununu çözmek için aşağıdaki öneriler sunulmuştur:<br />
• Temiz ve güvenli sağlık bakımı herkesin sorumluluğundadır.<br />
• Kamu bilinci ve sağlık bakım uygulayıcıları için eğitim HE önlemek için<br />
gereklidir.<br />
• Sağlık bakımında uygun el yıkama ve hastane ortamında hijyen uygulamaları<br />
HE önlemede gereklidir.<br />
• Ortaya çıkan sorunları değerlendirmek ve çözmek için ulusal bazda ve hedefe<br />
yönelik kılavuzlar ve çözüm önerileri geliştirilmelidir.<br />
• Antibiyotik yönetim programları olmalıdır.<br />
• Epidemik enfeksiyonlar hızlıca rapor edilmelidir.<br />
• Enfeksiyon oranlarının açıklanması konusunda şeffaf olunmalı; böylece<br />
hastalar hastaneye gelmeden önce bu konuda fikir sahibi olmalıdır.<br />
HE larının önlenmesinde tüm sağlık çalışanları ve hastane servisleri öncelikle<br />
bu enfeksiyonların oluşmaması ve kontrolu konusunda çaba göstermelidir. Ulusal<br />
düzeyde çaba ve kontrol devam etmelidir. Sağlık otoritesi HElarını önlemek amacı ile<br />
bir kontrol programı oluşturmalıdır. Bu amaçla T.C. Sağlık Bakanlığı 11 Ağustos 2005<br />
tarihinde “Yataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği”(8) ile HE ları<br />
riskini azaltmak için her hastanede HEKK nin kurulması zorunlu kılmıştır.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi HEKK 1993 yılında kurulmuş, HE yönetmeliğine göre 2005<br />
yılında revize edilmiştir. Günümüzde CTF Hastane Enfeksiyonları Kontrol Ana<br />
Komitesi; Enfeksiyon Hastalıkları ABD başkanı başkanlığında; CTF Başhekimi ve<br />
146
aşhekim yardımcısı, enfeksiyon kontrol uzmanı 2 öğretim üyesi, cerrahi birimlerden<br />
5 öğretim üyesi, dahili birimlerden 4 öğretim üyesi, YBÜ'lerinden 1 öğretim üyesi, baş<br />
eczacı, hemşirelik hizmetleri müdürü, enfeksiyon kontrol komitesinden 2 hemşireden<br />
oluşan 18 üyeden oluşmaktadır. Enfeksiyon Hastalıkları Kontrol Ekibi Alt Komitesi,<br />
Hastane Epidemiyoloji Alt Komitesi, Dezenfeksiyon ve Sterilizasyon ve Hastane<br />
Destek Hizmetleri Alt Komitesi, Enfeksiyon Kontrol Hemşireliği Alt Komitesi,<br />
Antimikrobiyal Yönetim Alt Komitesi olarak 5 alt gruba ayrılmıştır. Bu gruplarda farklı<br />
anabilim dallarından uzmanlar ayrıca görev yapmaktadır (9).<br />
Sağlık Bakanlığı yönetmeliği gereği yılda 3 kez ana komite toplantısı<br />
yapılmakta ve yıl sonunda faaliyet raporu yönetime sunulmaktadır.<br />
CTF HEKK nin faaliyetleri aşağıda yer almıştır:<br />
1. Sürveyans faaliyetleri<br />
Aktif sürveyans yapılan birimler; Tüm yoğun bakım üniteleri, cerrahi AD<br />
servisleri, hemato-onkoloji, tüm ameliyathaneler, tüm endoskopi üniteleri<br />
Tüm riskli ünitelerde çoğul dirençli bakteri sürveyansı (rektal, nazal taramalar) ile<br />
sorun belirlenen birimlerde de hedefe yönelik sürveyans (salgın vs) yapılmaktadır.<br />
Ayrıca sürveyans verileri ilgili birimlere geri bildirim toplantıları ile sunulmaktadır<br />
2. Eğitim faaliyetleri<br />
1. Sağlık Bakanlığı Enfeksiyon Kontrol Hemşireliği Sertifika Programı” Eğitimi;<br />
yılda 3 kez<br />
2. CTF 2. sınıf öğrencileri “Beceri Geliştirme Kursu” Eğitimi; her yıl 1 ay<br />
süresince haftada en az 3 defa<br />
3. Tüm hemşirelere yönelik eğitimler (sayıları her yıl değişmektedir.)<br />
4. Diğer sağlık çalışanlarına yönelik eğitimler (hastabakıcı, temizlik personeli,<br />
laboratuvarçalışanı vb) (sayıları her yıl değişmektedir.)<br />
HEKK tarafından 26 Enfeksiyon Kontrol Talimatı, sağlık çalışanları için 5<br />
farklı konuda kılavuz ve broşür, hasta-hasta yakını ve ziyaretçiler için de 4 farklı<br />
onuda kılavuz/broşür hazırlanmıştır. 5 adet izolasyon kartı ve Cerrahi antimikrobik<br />
profilaksi kılavuzu oluşturulmuş ve birimlere dağıtılmıştır.<br />
Ayrıca hazırlanan talimat ve kılavuzlar http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/hastane/hekk/<br />
adresindeyayınlanmıştır.<br />
3. Danışmanlık faaliyetleri; Kurum içi ve kurum dışı gelen tüm sorulara yanıt<br />
verilmektedir.<br />
4. Sterilizasyon/dezenfeksiyon ile ilgili faaliyetler<br />
Hastaneye enfeksiyon kontrolüne ilişkin malzemelerin (Dezenfektan, antiseptik vs)<br />
muayene ve kabulü, takibi, kullanımına ilişkin bilgilendirme vd çalışmalar<br />
yapılmaktadır.<br />
Enfeksiyon Kontrolü ve Önlenmesi<br />
Enfeksiyon kontrol programları HE oranlarını azaltmayı ve önlemeyi hedefler.<br />
Enfeksiyon kontrolü ve önlenmesine bir bütün olarak bakılmalıdır. HE önlenmesi ve<br />
147
kontrolüne yönelik çok sayıda rehber geliştirilmiştir (10-16). Bu rehberler ışığında<br />
hastaneler HE ile ilgili tüm verilerini tartışmalı ve sorunlara çözüm için enfeksiyon<br />
kontrol stratejisi hazırlamalıdır .<br />
HE önleme programının önemli bileşenleri: (17-19)<br />
1. Aktif sürveyans (veri toplama, analiz ve geri bildirim, salgın analizi),<br />
2. HE'nın önlenmesi; el yıkama, uygun kateter ve ventilatör uygulamaları ve<br />
bakımı, izolasyon önlemleri, uygun antibiyotik kullanımının gözden geçirilmesi ve<br />
lokal antibiyotik direnç paternleri ile ilişkisini izleme,<br />
3. HEnın önlenmesi konusunda sağlık personeli ve hasta-hasta yakını<br />
eğitimleri,<br />
4. Sağlık çalışanı sağlığı özellikle kan yolu ya da solunum yolu ile<br />
bulaşabilecek etkenler açısından, takip ve immunizasyonu<br />
5. Enfeksiyon kontrol politikaları ve prosedürler geliştirmektir.<br />
1. Aktif Sürveyans<br />
HE larının önlenmesinde ve kontrolünda önemli bir yere sahiptir, bu<br />
programların mihenk taşıdır. Sürveyans hastanenin özelliklerine göre hedefe yönelik<br />
ya da hastane bazında geniş yapılabilir. Hastane bazında ve klinikler içerisinde<br />
oraya çıkan değişiklikler izlenmekte, buna yönelik olarak çözüm önerileri<br />
oluştrulmasına çaba gösterilmektedir.<br />
Sürveyans sisteminden beklenenler aşağıda sıralanmıştır (20):<br />
Güncel, basit, esnek olmalı,<br />
Veri kalitesi kabul edilebilir, maliyeti uygun olmalı,<br />
İş yükü en az ve zamanında geri bildirim sağlanmalı,<br />
Temsiliyeti olmalı, birim katılımını teşvik etmelidir.<br />
2. Hastane enfeksiyonunun önlenmesi<br />
Öncelikle HE açısından yüksek riski olan hastaları belirlemek gerekir. Bunlar;<br />
ileri yaş ( >70), YBÜnde 3 günden uzun kalış, şok, mekanik ventilasyon, immun<br />
sistemi etkileyen ilaç kullanımı, major travma, akut böbrek yetmezliği, koma, önceki<br />
antibiyotik kullanımı, kalıcı kateterleri içerir.<br />
Standart önlemler tüm yatan hastalar için gereklidir. İzolasyon önlemleri<br />
dirençli mikroorganizma ile enfekte ya da kolonize hastaya uygulanır.<br />
Bununla birlikte bunlara uyumda ve uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Bu<br />
programların başarısı için deneyimli sağlık bakım personeli, özellikle de hastaya 24<br />
saat bakım hizmeti veren deneyimli ve yeterli sayıda personele, özellikle de<br />
hemşireye ihtiyaç vardır (21).<br />
148
HE önlemede uygun el hijyeni uygulaması HE prevalansını azaltmada ve<br />
mikroorganizmanın yayılımını önlemede en önemli, basit, en az pahalı ve de yararı<br />
kanıtlanmış uygulamadır. Bununla birlikte yapılan gözlem çalışmalarında sağlık<br />
çalışanlarınca ihmal edildiği belirlenmiştir (22-24).<br />
El hijyeni; hastaya temastan önce, hastaya temas sonrası, aseptik işlem<br />
öncesi, vücut sıvılarına temastan sonra, hastanın çevresindeki eşyalara dokunduktan<br />
sonra sağlanmalıdır. Klorhekzidin-alkol karışımı el dezenfektanı idealdir.<br />
Steril prosedürlerde ve bütünlüğü bozulmuş deriye, muköz membranlara temasta<br />
steril eldiven giyilmelidir.<br />
İzolasyon.<br />
önemlidir.<br />
Kolonize/ infekte olan hastayı izole etmek bulaşı önlemede<br />
İnfekte/kolonize hasta için temas izolasyonu önlemleri alınmalıdır, solunum<br />
yolu için risk durumunda damlacık ve hava yolu izolasyon önlemleri de alınır (25).<br />
3. Eğitim: Hastane enfeksiyonlarını önlemek, kontrol etmek ve hastanın<br />
güvenliğini arttırmak için enfeksiyon kontrolü ve hastane hijyeni konusunda sağlık<br />
çalışanlarının eğitimi tüm programların merkezinde yer alır (26, 27).<br />
4.Sağlık çalışanını mesleki temas sonrası görülebilecek enfeksiyonlardan<br />
korumak. Hepatit A, B aşıları, influenza aşılaması, Su çiçeği, KKK aşıları gibi. Kazai<br />
temas sonrası danışmanlık hizmeti verilmesi ve temas sonrası en kısa zamanda<br />
profilaksi uygulama bunların bazılarıdır.<br />
5. Enfeksiyon kontrol programı ve prosedürler geliştirmek<br />
HE konusunda sağlık uygulamaları hasta güvenliği ve maliyet üzerine<br />
odaklanmalıdır. ABD'de 1980 yılında yapılan SENIC (Study of Efficacy Nosocomial<br />
Infection) programında enfeksiyonların %32sinin iyi planlanmış sürveyans ve kontrol<br />
programı olmaması dolayısı ile görüldüğü bildirilmiştir. Maliyet konusunda ülkeler<br />
arasında farklılıklar olmakla birlikte 2001-2004 yılları arasında HE'na atfedilen maliyet<br />
KİÜSE için 1006 (650-1361) dolar, vasküler KİKDE 36.441 (1882-107.156) dolar, VİP<br />
için 9.669 (7904-12.034) dolar, CAE için 25.000 (1783-134.602) dolar olarak<br />
bildirilmiştir (24).<br />
ABD gibi gelişmiş ülkelerde vasküler kateter ilişkili enfeksiyonlar, üriner kateter<br />
sonrası gelişen ÜSE, koroner cerrahi sonrası gelişen mediastinit gibi bazı HE larında<br />
ödemenin hastane tarafından yapılması önerilmiştir. Bu şekilde hastane<br />
yönetimlerinin HE kontrolüne daha fazla odaklanacağı düşünülmüştür.<br />
HE'unu önleme için genel öneriler (27)<br />
1. Hastadan hastaya geçişi önleme; uygun el yıkama, uygun eldiven kullanımı,<br />
uygun aseptik teknik, izolasyon stratejileri, uygun dezenfeksiyon, sterilizasyon,<br />
çamaşır yıkama<br />
2. Enfeksiyon için uygun çevresel risk faktörlerinin kontrolü,<br />
3. Hastaya özel immunizasyon, uygun beslenme gibi koruyucu yöntemler,<br />
4. İnvazif prosedürleri mümkün olduğunca azaltma,<br />
149
5. Optimum antibiyotik kullanımı,<br />
6. Enfeksiyon sürveyansı, salgınları saptama ve kontrol etme,<br />
7. Sağlık çalışanlarının hasta bakım pratiklerini arttırmak ve sürekli eğitim<br />
8. Sağlık çalışanlarında enfeksiyonu önleme<br />
Enfeksiyon kontrol ölçümleri; HE için risk altında olan hastaları belirlemek, el<br />
hijyenini gözlemek, bulaşı engelleyen standart önlemleri izlemek, VAP, KİKDE,<br />
KİÜSEnu azaltmaya yönelik stratejileri içermektedir (28).<br />
Son yılların güncel konusu bütünleşik önlem (paket/demet"(bundle")<br />
uygulamalarıdır. Bu uygulamalar HEnundan korunmada kanıt değeri yüksek birkaç<br />
uygulamanın bir demet şeklinde birlikte yapılmasını sağlamak esasına dayanır.<br />
A. Vasküler kateter ilişkili enfeksiyonları önleme demetleri ( paket/<br />
bundle)<br />
1. İyi el hijyeni uygulamaları<br />
2. Kateter takılması sırasında maksimum bariyer önlemleri (kep, maske, steril<br />
eldiven, steril önlük) (IA)<br />
3. Kateter takılması ve bakımı sırasında kateter uygulanan alanın<br />
%0.5klorhekzidin+%70 alkolle cilt antisepsisi (IA)<br />
4. Kateter için en uygun alanın seçilmesi; (tünelsiz kateterler için subklavian<br />
tercih edilmeli)<br />
Kateter yerleşimi için üst ekstremiteyi tercih edilmeli (IA)<br />
5. Kateter alanını örten steril gaz veya steril, transparan, yarı geçirgen örtü<br />
kullan (IA)<br />
6. Gereksinimi sorgulayıp en erken sürede kateteri çıkarmak (29)<br />
Bu konudaki diğer öneriler aşağıda yer almıştır.<br />
Kateter yerleşimi üst ekstremite değilse en kısa zamanda değiştirilmelidir.<br />
SVK beş günden fazla kalacak ve ünitede KİKDE oranları yüksek ise sadece<br />
Klorhekzidin/gümüş sülfadiazin veya minosiklin/rifampisin kaplı kateterler<br />
kullanılabilir (2A)<br />
Kateter deneyimli bir ekip tarafından takılmalı, ultrason eşliğinde yerleşim<br />
olabilir. (IB)<br />
Kateter takılma tarihini not edilmeli, kateter alanı her gün kontrol edilmeli,<br />
kapalı sistem kullanılmalıdır. SVK rutin değişimi önerilmez, periferik kateterler 72-96<br />
saatten sık değiştirilmez (2A). ( Kan, kan ürünleri, yağlı emülsiyonlar hariç)<br />
(30).<br />
B. Üriner kateter ilişkili enfeksiyonu önleme demetleri (paket /bundle)<br />
150
1. İyi el hijyeni<br />
2. Kateterin takılması sırasında aseptik teknik kullanmak<br />
3. İyi perine bakımı, kateterin takılması sırasında ve sonrasında alanın rutin<br />
bakımı<br />
4.İrritasyonu ve biyofilm oluşumunu önlemek<br />
5.Sadece uygun endikasyonda kateter takılması ve hastada kateter İhtiyacını<br />
sorgulayıp, en erken dönemde kateteri çıkarmak<br />
Kapalı drenaj sistemi olmalı, idrar torbası mesane seviyesinin altında tutulmalı,<br />
ancak hiçbir zaman yere temas etmemeli, kateterler ancak bir tıkanıklık ya da<br />
enfeksiyon şüphesi varsa veya kapalı sistem drenaj bozulmuş ise değiştirilir.<br />
C. Ventilatör ilişkili pnömoniyi önleme demetleri ( paket/ /bundle) (31)<br />
1. Hastanın başını 30°C ile 45°C arasında tutmak,<br />
2. Peptik ülser profilaksisi, DVT profilaksisi<br />
3. 0.12% lik klorhekzidin solüsyonla günlük ağız bakımı<br />
4. Sedatifleri aralıklı uygulamak, mümkün olan en kısa sürede ekstübe etmek<br />
5. Seçilmiş hastalarda non-invazif pozitif basınçlı ventilasyon sağlama<br />
Diğer öneriler:<br />
Öncelikle intübasyon ihtiyacı değerlendirilmeli, kontrendikasyon yoksa oral<br />
intübasyon tercih edilmeli. "Kuff" basıncı >20 cm H 2 O üzerinde tutulmalı, kapalı<br />
endotrakeal sistem tercih edilmeli, MV tübünde biriken sekresyonlar periyodik olarak<br />
temizlenmelidir.<br />
D. Cerrahi ilişkili enfeksiyonları önleme demetleri ( paket/ bundle) (32)<br />
1. İnsizyon öncesi etkili profilaktik antibiyotiği bir saat içerisinde kullanmak<br />
2. Antibiyotiği en geç 24 saat içerisinde kesmek<br />
3. Cerrahi yapılacak alanda deri bütünlüğünün bozulmamasına dikkat etmek<br />
(kılların kesilmesi)<br />
4. Kardiyotorasik cerrahi sonrası ilk 48 saatte kan şekerinin 200mg/dL altında<br />
tutulması<br />
Hastalar önceden dirençli bakterilerle MRSA, VRE gibi ameliyat/işlem öncesi<br />
korunma için özel önlemler alınmalıdır.<br />
Son zamanlarda yapılan bir çalışmada cerrahi alan infeksiyonlarını önlemek<br />
adına "7 S bundle" olarak aşağıdaki öneriler sunulmuştur: (33)<br />
1. Güvenli ameliyat odaları; ameliyat sırasında çalışanların sayısını kontrol,<br />
havalandırma sistemi, odanın günlük ve her ameliyat bitiminde temizliğini sağlamak,<br />
oksijenizasyon, cerrahi profilaksi, foley sondasını ilk 48 saat içerisinde çıkarmak,<br />
etkin ameliyat tekniği, yara koruyucu ve yaranın kontaminasyonu engelleyici<br />
önlemler, temizlik-sterilizasyonun kontrolü, biyolojik indikatörler, aletlerin uygun<br />
151
saklanması<br />
2. MRSA ve MSSA için inceleme, (burun içinden örnek alınması, S. aureus<br />
ürer ise ameliyat öncesi 5 gün intranasal mupirosin (burun içine kullanıma uygun<br />
olmalı) ve cerrahi hemen öncesi klor hekzidinle banyo uygulamak)<br />
3. Ameliyat öncesi yıkanma; ameliyat öncesi gece ve ameliyat sabahı<br />
klorhekzidinle duş<br />
4. Cildin hazırlanması; Klorhekzidin+ alkol ya da iodofor+alkol<br />
5. Antimikrobiyal sütürler kulanılması, biyofilmi önleme<br />
6. Çevre kontaminasyonunu önleme; kirliliği azaltma<br />
7. Yara kapatma prosedürü; antimikrobiyal örtü<br />
Antimikrobiyal yönetim ekibinin rolü<br />
Antimikrobiyallere dirençli mikroorganizmalarla meydana gelen enfeksiyonların<br />
önlenmesi, gelişen enfeksiyonunun etkin antimikrobiyal ajanla tedavisi özellikle<br />
YBÜnlerinde izlenen hastalar için başta olmak üzere hayati önem taşımaktadır. HE<br />
kontrolü ve önlenmesinde antimikrobiyal yönetim için bir ekip oluşturulmalıdır.<br />
Kılavuzlar ve kanıt bazında öneriler ile lokal mikrobiyoloji ve direnç paternleri<br />
antibiyotik kullanımını iyileştirebilir. Antimikrobiyal kullanımı prospektif olarak<br />
izlenmeli, uygunsuz antibiyotik kullanımı hakkında ekip tarafından verilen geri<br />
bildirimle sorunun çözümüne katkıda bulunmalıdır.<br />
HE'nun önlemede yapılan hatalar aşağıda yer almıştır:<br />
1. El yıkamada ve alkol bazlı el dezenfektanlarının kullanımında sorunlar<br />
El yıkamada sıvı sabunun kuru ele alınması, uygun yıkama süresine ve<br />
yıkama talimatına uyulmaması,<br />
El antiseptiğinin ele yeterli miktarda alınmaması, yeterli sürede ovuşturmanın<br />
yapılmaması ve kurumasının beklenmemesi,<br />
Hastaya temas öncesi ve sonrası el hijyeni yapılmaması,<br />
2. Eldiven kullanımında yaşanan sorunlar<br />
Aynı eldivenle başka işlerin yapılması,<br />
Eldiven giymeden önce ve sonra el hijyeninin sağlanmaması,<br />
Gereksiz eldiven kullanılması,<br />
3. Hasta bakımı ile ilgili sorunlar<br />
Kullanılan ven valflerinin işlem öncesi silinmeden kullanılması,<br />
Flakonların ağzı açıldığında %70'lik alkolle silinmeden ilaç hazırlanması,<br />
Cilt antiseptiği kullanılırken cildin kurumasının beklenmemesi ve palpasyonla<br />
tekrar kontamine edilmesi,<br />
Üriner kateterizasyonda kapalı drenaj sisteminin sağlanamaması,<br />
İnvaziv gereçlerin varlığının her gün sorgulanmaması,<br />
4. İzolasyon ile ilgili sorunlar<br />
152
İzolasyon önlemlerinin bilinmemesi veya doğru uygulanmaması<br />
5. Çevresel kontaminasyon ile ilgili sorunlar<br />
Hastane temizliğinde kullanılan solüsyonların kullanım talimatına uyulmaması,<br />
Kullanılan aletlerin sterilizasyonu ve dezenfeksiyonundan önce ön temizliğinin<br />
etkin yapılmaması.<br />
Dezenfektanların kullanımının doğru yapılmaması (sulandırma, dezenfeksiyon<br />
düzeyine göre yapılmaması, değiştirme sıklığına uymamak, doğru<br />
dezenfektan olmaması)<br />
Hasta refakatçileri ve hasta ziyaretçilerinin HE kurallarına uyum sorunu,<br />
HE önlemek için neler yapılabilir?<br />
Hastane yöneticilerinin konuya ilgisi arttırılmalıdır. Hastane enfeksiyonları<br />
sonuçta yatış süresini uzatan, antimikrobiyal maliyeti ve direnci arttıran durumlardır.<br />
Önlemeye yönelik önlemler alınırken elbette bir maliyeti olacaktır. Ancak HE önleme<br />
sonucunda ortaya çıkan ekonomik kazancın hesaplanması, HE önlemenin getireceği<br />
karlılık ve daha önemlisi yaşam kalitesinde artış gündemde tutulmalıdır (34).<br />
HEKK si kliniklere geri bildirim vermekte, sorunlara çözüm önerileri getirmek<br />
için kliniklerle işbirliği yapmaktadır. Bununla birlikte kliniklerin de bu konularda<br />
maksimum uyum ve çaba göstermeleri ile bu sorunların ortadan kalkabileceği<br />
söylenebilir.<br />
Sadece belli alanlardaki personelle HE kontrolünün yürütülmesi olanaksızdır.<br />
Hastanede göreve başlayan her bir sağlık personeli HE nu önlemeye gönül<br />
vermelidir. Performans sistemi HE nundan koruma üzerinden değerlendirilmelidir.<br />
HE dan korunmada konunun öneminin herkes tarafından anlaşılması şarttır.<br />
El yıkama ile ilgili bir kampanya başlatılmalıdır, bu kampanyaya herkes destek<br />
vermelidir.<br />
Bulaş zincirinde yer alan yatan hasta, hasta refakatçisi, hasta ziyaretçisinin de<br />
HE ları hakkında bilgi sahibi olması, bilinçli hareket etmesi, hem sağlık personeline<br />
güç verecek, hem de HE önlemeyi iyileştirebilecektir.<br />
153
Kaynaklar<br />
1. World Health Organization. Prevention of hospital-acquired infections: a practical guide. Geneva:<br />
World Health Organization; 2002. http://www.who.int/csr/resources/<br />
publications/whocdscsreph200212.pdf<br />
2. Menegueti MG, Canini SRMS, Bellissimo-Rodrigues F, Laus AM. Evaluation of Nosocomial Infection<br />
Control Programs in health services. Latino-Am. Enfermagem 2015;23(1):98-105.<br />
3. Carlet J, Fabry J, Amalberti R, Degos L. . The "zero risk" concept for hospital-acquired infections: a<br />
risky business! Clin Infect Dis 2009 Sep 1;49(5):747-9..<br />
4. Denham CR, Angood P, Berwick D, Binder L, Clancy CM, Corrigan JM, et. al. Chasing zero: can<br />
reality meet the rhetoric? J Patient Saf. 2009;5(4):216-22.<br />
5. Mathur P. Hand Hygiene: Back to the Basics of Infection Control. Indian J Med Res 2011; 134.5: 611-<br />
620.<br />
6. Gould D. Skin Flora: Implications for Nursing. Nursing Standard. 2012 : 26(33) 48-56.<br />
7. The Chief Public Health Officer’s Report on the State of Public Health in Canada, 2013. Infectious<br />
Disease—The Never-ending Threat http://www.phac-aspc.gc.ca/cphorsphcrespcacsp/2013/infections-eng.php<br />
8. Sağlık BakanlığıYataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği -<br />
www.resmigazete.gov.tr//2005/08/20050811-6.htm.<br />
9. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, yönergeler.<br />
http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/hastane/hekk/<br />
10. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues DA. Healthcare Infection Control Practices<br />
Advisory Committee. Guideline for prevention of catheter-associated urinary tract infections 2009.<br />
Infect Control Hosp Epidemiol. 2010 ;31(4):319-26.<br />
11. Klompas M, Branson R, Eichenwald EC, Greene LR, Howell MD, Lee G, et al. Strategies to Prevent<br />
Ventilator-Associated Pneumonia in Acute Care Hospitals: 2014 Update. Infect Control Hosp<br />
Epidemiol 2014;35(8):915-93.<br />
12. Rutala WA, Weber DJ, Society for Healthcare Epidemiology of America. Guideline for disinfection and<br />
sterilization of prion-contaminated medical instruments. Infect Control Hosp Epidemiol 2010; 31:107-<br />
17.<br />
13. Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee. General guidelines.<br />
http://www.cdc.gov/Hicpac/pubs.html<br />
14. Asia Pacific Society of Infection Control. Guidelines. July 2012. http://apsic.info/guidelines.php<br />
15. Australian commision on safety and quality in health care. http://www.safetyandquality.gov.au/ourwork/healthcare-associated-infection/<br />
(.<br />
16. Türkiye Ulusal Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Ağı (UHESA). uhes.saglik.gov.tr<br />
17. Dancer SJ. Hospital cleaning in the 21st century. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2011; 30:1473-.81.<br />
18. Carling PC, Parry MF, Bruno-Murtha LA, Dick B. Improving environmental hygiene in 27 intensive care<br />
units to decrease multidrug-resistant bacterial transmission. Crit Care Med 2010; 38:1054-59.<br />
19. Centers for Disease Control and Prevention. Morbidity and mortality weekly report, CDC's vision for<br />
public health surveillance in the 21st century, vol. 61. Atlanta: Centers for Disease Control and<br />
Prevention; 2012. [Online] http://www.cdc.gov/ mmwr/pdf/other/su6103.pdf Stevenson KB, Moore J,<br />
Colwell H, Sleeper B. Standardized infection surveillance in long-term care: interfacility comparisons<br />
from a regional cohort of facilities. Infect Control Hosp Epidemiol 2005; 26:231-8.<br />
20. Khan HA , Ahmad A, Mehboob R. Nosocomial infections and their control strategies. Asian Pacific J<br />
Tropical Biomedicine. 2015 ; 5 (7): 509–514.<br />
21. Boyce JM, Pittet D, Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee,<br />
HICPAC/SHEA/APIC/IDSA Hand Hygiene Task Force. Guideline for Hand Hygiene in Health-Care<br />
Settings. Recommendations of the Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee and the<br />
HICPAC/SHEA/APIC/IDSA Hand Hygiene Task Force. Society for Healthcare Epidemiology of<br />
America/Association for Professionals in Infection Control/Infectious Diseases Society of America.<br />
MMWR Recomm Rep 2002; 51:1.<br />
22. World Health Organization. SAVE LIVES: Clean Your Hands: WHO's global annual campaign<br />
http://www.who.int/gpsc/5may/en/<br />
154
23. Ellingson K, Haas JP, Aiello AE, Kusek L, Maragakis LL, Olmsted RN, ,et al. Strategies to prevent<br />
healthcare-associated infections through hand hygiene. Infect Control Hosp Epidemiol 2014; 35:937-<br />
60.<br />
24. Reed D, Kemmerly SA. Infection control and prevention: A review of hospital-acquired infections and<br />
the economic implications. The Ochsner J 2009; 9: 27-31.<br />
25. Brusaferro S, Arnoldo L, Cattani G, Fabbro E, Cookson B, Gallagher R, et al. Harmonizing and<br />
supporting infection control training in Europe . Journal of Hospital Infection 2015; 89 : 351-356.<br />
26. Prevention of hospital acquired infection. A practical guide, 2. edition. WHO, CDC. CSR/EPH:2002.12<br />
( http://www.who.int/emc).<br />
27. Mehta Y, Gupta A, Todi S, Myatra S, Samaddar DP, Patil V, et al. Guidelines for prevention of hospital<br />
acquired infections. Indian J Crit Care 2014; 18 (3): 149-63.<br />
28. Marschall J, Mermel LA, Fakih M, Hadaway L, Kallen A, O'Grady NP, et al. Strategies to prevent<br />
central line-associated bloodstream infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control<br />
Hosp Epidemiol 2014; 35:Suppl 2: S89-107. 753.<br />
29. Lo E, Nicolle LE, Coffin SE, Gould C, Maragakis LL, Meddings J ,et al. Strategies to prevent catheterassociated<br />
urinary tract infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2014; 35:464-79.<br />
30. Klompas M, Branson R, Eichenwald EC, Greene LR, Howell MD, Lee G, ,et al. Strategies to prevent<br />
ventilator-associated pneumonia in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2014; 35:915-36.<br />
31. Anderson DJ, Podgorny K, Berríos-Torres SI, Bratzler DW, Dellinger EP, Greene L, et al. Strategies to<br />
prevent surgical site infections in acute care hospitals: 2014 update. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2014; 35: 605-27.<br />
32. Spencer M. 7S Bundle/SSI/Surgical Site İnfection Prevention/HAIs/Working toward zero.<br />
www.7sbundle.com.<br />
33. Shannon RP. Eliminating Hospital Acquired Infections: Is It Possible? Is It Sustainable? Is It Worth It?<br />
Trans Am Clin Climatol Assoc. 2011; 122: 103–11.<br />
155
Tıbbi Uygulamalarda Hekimin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta<br />
Hakları<br />
Prof. Dr. Abdi ÖZASLAN<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı<br />
Hekimin hukuki sorumluluğunu ve hasta haklarını anlamak için konuya hekimlik<br />
mesleğinin tarihsel sürecini değerlendirerek başlamak doğru bir yaklaşım olur.<br />
Hekimliğin tarihsel sürecini üç döneme ayırabiliriz.<br />
1. Hipokrat öncesi (MÖ 460-370): Hekimliğin henüz bir meslek olmadığı<br />
dönemdir. Hekimlik; büyücüler, din adamları ve toplumun önde gelen kişileri<br />
tarafından yürütülmektedir.<br />
2. Hipokrat’tan 20. yy’a kadar: Hekimlik bir meslek olmuştur. Paternalist<br />
(Babacan) hekimdir. Hastasına gerekli gördüğü tedaviyi uygular.<br />
3. 20.yy. sonrası: Hekimlik mesleği bir ekip şeklinde yürütülebilecek boyutlara<br />
ulaştı. Tanı ve tedavide teknolojinin kullanımı, farklı tedavi seçeneklerinin olması,<br />
uzmanlaşma ve üst uzmanlık alanlarının oluşması, sosyal güvenlik ve sigorta<br />
şemsiyesi, medyanın konuya ilgisi sonucunda sağlık hizmeti oldukça karmaşık hale<br />
geldi. İnsan haklarındaki gelişmelerin de etkisi ile hasta hakları kabul edildi. Sağlık<br />
alanındaki bu gelişmeler sonucunda kişilerin bedenleri üzerinde karar verme hakları<br />
ön plana çıktı. Dolayısıyla babacan hekim anlayışının yerine hasta ile birlikte hasta<br />
için en iyisine ve doğrusuna karar veren hekim anlayışı oluştu.<br />
Hekimlerin hukuki sorumluluğunu anlamak için hasta hekim arasındaki ilişkinin<br />
yasal dayanağını ve bu ilişkideki tarafların yetki ve sorumluluklarını iyi bilmek gerekir.<br />
Hukuki anlamda, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin “Vekâlet Sözleşmesi” olduğu<br />
kabul edilmektedir. Ancak kozmetik amaçlı bir tıbbi müdahale söz konusu ise “Eser<br />
Sözleşmesi”kapsamında bir ilişki kurulmuştur.<br />
Bu sözleşmelerin hukuken geçerli olabilmesi için;<br />
- Hekimlik yapma hak ve yetkisi,<br />
- Hastanın fiil ehliyeti,<br />
- Hastanın onamı olmalıdır.<br />
Hekimlik Yapma Hak ve Yetkisi<br />
Hekimlik yapma hak ve yetkisi tıp fakültesinden mezun olarak diploma almaya<br />
hak kazandığı andan itibaren başlar. Bu yetkinin yasal dayanağı Türk Ceza<br />
Kanunu’nun 26. md.sinin 1. fıkrasıdır. Başka bir ülkede tıp fakültesinden mezun<br />
olmuş bir kişinin ülkemizde hekimlik yapması için Yükseköğretim Kurulu’na<br />
başvurarak denklik belgesi alması gerekir. Denklik belgesi aldıktan sonra kişi hekimlik<br />
yapma hakkını elde edecektir. (Yurt dışında uzmanlık alanlar da aynı şekilde denklik<br />
almak zorundadır).<br />
Eğitim kurumu niteliğindeki sağlık kuruluşlarında hekimlerin yetki ve<br />
sorumlulukları alandaki uzmanlık ve akademik niteliği ile ilintilidir. Bir uzman<br />
hastasına karşı sorumlu iken, bir öğretim üyesi ekibinde çalışanların hizmet verdiği<br />
tüm hastalara karşı sorumludur. Uzmanlık alanında eğitim alan bir asistanın<br />
156
sorumluluğu ise kıdemi ile doğru orantılı olarak artmakla birlikte pratisyen hekim<br />
kadardır.<br />
Hastanın Fiil Ehliyeti<br />
Hukuksal anlamda bir kişinin kendisi ile ilgili karar verme yetkisi 18 yaşını<br />
doldurması ile başlar. Bunun yanında kişide akıl hastalığı ve zekâ geriliği gibi sağlık<br />
sorunları da olmamalıdır. Eğer kişi 18 yaşını doldurmamış ise ya da akıl hastalığı ve<br />
zekâ geriliği gibi bir durum söz konusu olduğunda kendisi hakkında kararı, velisi<br />
(anne, baba) ya da kendisine bakmakla yükümlü olan, velayetini taşıyan kişi verir. Fiil<br />
ehliyeti bulunan kişilerin izni doğrultusunda yapılan tıbbi müdahale sebebi ile vücut<br />
dokunulmazlığını ihlal eden kimseye ceza verilmez.<br />
İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Hasta<br />
Hakları Yönetmeliği kapsamında hem çocukların, hem de akıl hastalığı ve zekâ<br />
geriliği bulunan kişilerin de karara katılımının sağlanması gerekir. Bu katılım çocuğun<br />
yaşı, akıl hastalığının etkisi ve zekâ geriliğinin düzeyi ile orantılı şekilde olmalıdır. Kişi<br />
sağlığına kavuşmak için fiil ehliyetini kullanırken baskı (tehdit ve zorlama)ve tesir<br />
(yönlendirme) altında olmamalıdır.<br />
Hastanın Onamı<br />
Bir hastaya tıbbi müdahalede bulunabilmek için sadece hasta olması yeterli<br />
değildir. Tıbbi müdahalenin hukuken geçerli olabilmesi için hasta onamına ihtiyaç<br />
vardır. Ancak hastanın hukuki ehliyetinde vurgulandığı üzere onamın geçerliliğinde<br />
etkili faktörler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi yaş faktörüdür. Bir kişinin kendi<br />
bedeni üzerinde karar verme hak ve yetisi 18 yaşını doldurması ile başlar. Bu<br />
durumda 18 yaş öncesindeki hastalara tıbbi müdahalede bulunabilmek için yapılması<br />
gereken velisi ya da yasal temsilcisinin onamının alınmasıdır. Akıl hastalığı ve zekâ<br />
geriliğinde de veli ya da yasal temsilcinin iznine ihtiyaç vardır. Gerek yaş<br />
küçüklüğünde, gerek ise akıl hastalığı ve zekâ geriliğinde veli ya da yasal temsilcinin<br />
yanında hastanın da onamının alınması tedaviye uyum açısından ciddi katkı<br />
sağlayacaktır.<br />
Geçerli bir onamın olmadığı durumlarda yapılacak her işlem vücut<br />
dokunulmazlığının ihlali niteliğinde olduğundan suçtur. Hastanın onamını iki<br />
kategoriye ayırabiliriz. Birincisi anamnez alma, fizik muayene, invazif olmayan basit<br />
tetkikler ve yine invazif olmayan tedavilerde; hastanın hekime müracaatı onamının<br />
varlığı olarak kabul edilir. Dolayısı ile yapılacak müdahale hekim açısından hukuki<br />
sorun oluşturmaz. İkinci kategori ise, hastanın tanı ve tedavisinde invazif işlemlere<br />
gerek duyulmasıdır. Bu durumda hastanın müracaatındaki onam yeterli kabul<br />
edilmemektedir. Yapılacak invazif işlem veya işlemler ile ilgili olarak hastanın<br />
aydınlatılarak onamının alınması gerektiği hasta hakları açısından bu işin olmazsa<br />
olmazıdır (Hasta hakları yönetmeliği).<br />
Aydınlatılmış onamın alınması yükümlülüğü vekâlet sözleşmesi gereği hastanın<br />
tanı ve tedavisini gerçekleştirecek hekimdedir. Hastane klinikleri (cerrahi, üroloji, göz<br />
vb.) gibi birçok hekimin birlikte çalıştığı durumlarda yetkilendirilen bir hekimin hastayı<br />
aydınlatarak onam alması yasal anlamda sorun oluşturmayacaktır. Ancak birden<br />
fazla kliniğin (örneğin cerrahi + ortopedi vb.) aynı hastaya müdahalesi söz konusu ise<br />
her klinik kendi müdahalesi açısından aydınlatarak onam almak zorundadır.<br />
157
Aydınlatılmış Onamın İçeriği<br />
1. Hastanın tanısı: Hastanın başvuru şikâyetleri, muayene bulguları, tetkiklerde<br />
tespit edilen patolojiler vb. veriler doğrultusunda hekimin tanısı,<br />
2. Hastalığın tedavi seçenekleri: Tanı konulan hastalığın tedavisindeki<br />
seçenekler, bu tedavinin nerede kim ya da kimler tarafından yapılabileceği,<br />
3. Tedavi önerisi: Hekim kendi bilgi ve tecrübesi doğrultusunda hangi tedaviyi,<br />
nerede, nasıl, ne zaman uygulayacağı,<br />
4. Tedavi sırasında çıkabilecek riskler: Her tedavinin bir ya da birden çok riski<br />
olabilir. Hekim bu risklerin neler olduğunu, bu riskleri önlemek amacıyla aldığı ve<br />
alacağı önlemleri,<br />
5. Hekimin önerdiği tedavinin amacı ve bu tedavinin sağlayacağı yarar: Hekim<br />
tedaviye başlamadan önce tedaviyi ne amaçla yapacağı ve bu tedavinin sağlayacağı<br />
yarar,<br />
6. Hekimin önerdiği tedaviyi hastanın kabul etmemesi durumunda hastalığın<br />
yaratacağı sonuçlar konusunda hastanın istediği kadar aydınlatılması gerekir.<br />
Aydınlatılmış onamın invazif girişimler öncesi alınması gerektiği açıktır. Ancak<br />
acil bir müdahale söz konusu olduğunda ya da hastada şuur ve hareket serbestisi<br />
bulunmadığında hekimin aydınlatma yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. Hekim, bu<br />
olgularda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre kişinin yaşama hakkını gözeterek<br />
gerekli invazif girişimi yapmak zorunda olduğunu unutmamalıdır. Zaten böyle<br />
durumlarda aydınlatılmış onam olmadığı için müdahalede bulunmayan hekime<br />
yönelik kişinin yaşama hakkını korumadığı için yasal işlem yapılacaktır. Hastanın<br />
onamının alınamadığı bu gibi durumlarda hasta kendine geldikten sonra hekim<br />
tarafından bilgilendirilmelidir.<br />
Aydınlatılmış onamın yazılı ya da sözlü olması hususunda net bilgi yoktur. 1219<br />
sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesi“…<br />
Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması …” yazılı olması<br />
vurgulanır. Bunun dışında 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması,<br />
Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun, 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun<br />
ile Tıbbi araştırmalarda yazılı olması gerektiği vurgulanır. Yasal bir zorunluluk olmasa<br />
da invazif tıbbi müdahale amacı ile alınan onamların yazılı olması hekimin kendisini<br />
savunması açısından önemlidir. Biz de bu nedenle yazılı olmasını öneriyoruz.<br />
Hastanın aydınlatılmış olması, aydınlatan hekime tedavi olmak zorunda<br />
olduğunu göstermez. Hasta, hekimin aydınlatması doğrultusunda sağlık açısında en<br />
iyi tedaviyi almak için istediği hekime ve sağlık kuruluşuna başvurabilir. Ancak bu<br />
başvurunun o sağlık kurumunun çalışma prensipleri çerçevesinde olması gerektiği<br />
açıktır. Aksi takdirde sistemde ciddi sorunlar yaratma ihtimali yüksektir.<br />
Hastaya tanı ve tedavisi ile ilgili gerekli aydınlatmayı yaptıktan sonra düşünerek,<br />
tartışarak ve sorarak karar vermesi hususunda hastaya ya da hasta adına karar<br />
verecek kişi ve kişilere zaman tanınması önemlidir.<br />
Kozmetik Amaçlı Tıbbi Müdahaleler<br />
Vekâlet sözleşmesi kapsamı dışında kabul edilmektedir. Nedeni ise insan<br />
sağlığı açısından bir zorunluluk olmamasıdır. Bu yaklaşım içerisinde kozmetik amaçlı<br />
müdahaleler vekâlet sözleşmesi kapsamındaki sorumlulukların üzerine daha ağır bir<br />
158
tür olan eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmektedir. Eser sözleşmesi<br />
kapsamındaki tıbbi müdahalelerde hasta ve hekim karşılıklı olarak oturup tartışarak<br />
karar verirler. Yapılacak işlemin niteliği, yeri, zamanı, ücreti vb. hususlarda tam bir<br />
anlaşma olmalıdır. Herhangi bir konuda anlaşmazlık sözkonusu olduğunda hekim<br />
kozmetik amaçlı tıbbi müdahaleyi yapmayabilir. Kozmetik müdahaleyi yapmayan<br />
hekimin bu davranışından dolayı herhangi bir hukuki sorumluluğu yoktur. Ancak tıbbi<br />
müdahalede bulunmayı kabul etmesi durumunda da hastanın isteğine birebir uymak<br />
ve sonucu garanti etmek zorundadır. Hastanın istediği sonucun gerçekleşmediği<br />
durumlarda ise hekime maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.<br />
Sözleşmeler arasındaki farklılıklar<br />
Vekâlet Sözleşmesi Eser Sözleşmesi<br />
Sözleşmeyi yapan Doktor Doktor<br />
Başlangıç Hekimin karşısına geldiği an Hekimle anlaştığı an<br />
Tedavi başarı Garanti yok Garanti var<br />
Hastayı reddetme Yok* Var<br />
Sözleşmenin bitmesi Hastalığın tedavi sonu Sözleşme süreci**<br />
*Güven duygusu ortadan kalktığında hekimlik yapmamalı. (Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi)<br />
**Müdahalenin başlangıcında hangi şartlarda ne kadar süre belirtilmiş ise.<br />
Hekim Hasta İlişkisi<br />
Herhangi bir sağlık sorunu olan kişi bir sağlık kurumuna ya da bir hekime<br />
müracaat eder. Sağlık kurumundan içeri girdiği andan itibaren sağlık kuruluşu ile<br />
arasında, hekimin karşısına geldiği andan itibaren de hekim ile arasında vekâlet<br />
sözleşmesi gerçekleşmiştir. Hasta ile karşı karşıya gelen hekim o andan itibaren<br />
tıbbın ülkedeki gelişimi ve aldığı eğitim çerçevesinde ve çalıştığı kurumun olanakları<br />
ölçüsünde; bilgisini, becerisini, büyük bir özenle hastasını sağlığına kavuşturmak için<br />
kullanır.<br />
Hastanın tanı ve tedavisi sürecinde esas sorumlu hekimdir. Yardımcı sağlık<br />
personellerinin görev, yetki ve sorumluluklarını gereği gibi yapmasından da ilgili<br />
hekim sorumludur. Bu yaklaşımın mantığı da tıbbi müdahalenin esas sorumlusunun<br />
(Vekâlet sözleşmesinin tarafı) hekim olmasından kaynaklanmaktadır.<br />
Hekim kendisine müracaat eden hastayı kabul etmekle yükümlüdür. Görev,<br />
yetki ve sorumluluğu çerçevesinde hastasına sağlık hizmeti sunar. Ancak çalıştığı<br />
kurumun olanakları ya da bilgi, beceri ve uzmanlık alanı dışında kalan olgular da<br />
olabilir. Bu durumda, hekim hastasını uygun şekilde, tedavinin yapılabileceği bir<br />
merkeze sevk etmekle yükümlüdür.<br />
Hekim kendi bilgi ve becerisini aşan durumlarda başka hekimlerden<br />
konsültasyon isteyebilir. Konsültasyon ihtiyacı olduğunda bu durum öncelikle hastaya<br />
açıklanarak bilgilendirme yapılmalıdır. Konsültasyon isteyen hekim uzman veya<br />
pratisyen olabilir. Konsültasyonu yapan hekim konunun uzmanı olmak zorundadır. O<br />
alanda ihtisas yapan bir asistanın konsültasyon yapma yetkisi olmadığı gibi<br />
159
konsültasyon isteyen hekim de bunu kabul etmemelidir. Aksi takdirde her ikisi için de<br />
hukuki sorumluluk doğacaktır.<br />
Hekimin hastasını reddetme hakkı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde<br />
vurgulanmaktadır. Hasta ile hekim arasında ilişkinin temelinde güven duygusu vardır.<br />
Eğer güven duygusunu ortadan kaldıracak bir durum varsa hekim hastasına tedavi<br />
vermeyebilir. Ancak tedavi vermeme hakkı hastayı terk etmek değildir. Hekim güven<br />
duygusu ortadan kalktığında, sağlık kuruluşu yönetiminin bilgisi ve onayı<br />
doğrultusunda hastanın tedavisini bir başka hekime devrederek çekilebilir. Fakat acil<br />
yardım, resmî veya insani vazifenin ifası söz konusu ise güven duygusu kalksa bile<br />
yaşama hakkını korumak için çekilemez.<br />
Özen Yükümlülüğü<br />
Hekimin hastasına karşı özen yükümlülüğü vekâlet sözleşmesinden<br />
kaynaklanmaktadır. Özenin iki boyutu vardır. Birincisi hastasının tanı ve tedavisinde<br />
özenli davranmak zorundadır. İkincisi hasta ile iletişimde özen göstermesi gerekir.<br />
Hastanın tanı ve tedavi sürecindeki özenin anlamı şudur. Çalıştığı yerin<br />
olanakları ölçüsünde bilgi ve becerisini kullanarak yapılması gerekenleri belirli bir<br />
dikkat ve titizlik içerisinde yapmasıdır.<br />
Hasta hekim iletişiminde özen, hastanın insan olmasından kaynaklanmaktadır.<br />
Buradaki özen eşe, aileye, arkadaşa vs. özenlerle karıştırılmamalıdır. Hekim hastaları<br />
arasında sosyal, ekonomik, siyasi, etnik köken vb. nedenlerle ayrım yapmıyorsa<br />
herkese eşit ve insani muamele yapıyorsa iletişim açısından gerekli özeni gösteriyor<br />
demektir.<br />
Özen yükümlülüğü sadece hekimde yoktur. Hastanın sağlık hizmetinde<br />
sorumluluk üstlenen tüm çalışanların da yükümlülüğüdür.<br />
Sadakat Yükümlülüğü<br />
Hekim hastasına karşı sadakat göstermelidir. Burada kastedilen sadakat kişinin<br />
eşine, ailesine, arkadaşına ya da ülkesine karşı olan sadakati ile karıştırılmamalıdır.<br />
Hekim bilgisini, becerisini ve deneyimini hastasının sağlığına bir an önce kavuşması<br />
için kullanıyorsa sadakat yükümlülüğünü yerine getirmektedir.<br />
Hasta Kayıtlarının Tutulması ve Saklanması<br />
Hekim hastasının sağlığı ile ilgili verileri yerinde ve zamanında kaydetmek ile<br />
yükümlüdür. Hastasına ait bu verileri hasta ya da ilgili kişiler usulüne uygun bir<br />
şekilde istediğinde orijinalini arşivinde tutmak şartı ile vermekle yükümlüdür. Yani<br />
böyle bir istem karşısında epikriz ya da dosya isteniyorsa onaylı bir fotokopisini<br />
vermelidir. Zaman zaman hasta dosyasının hastaya verilmesi gibi olgular ile<br />
karşılaşılmaktadır. Bu durum hekim açısından hukuki sorumluluk doğuracaktır.<br />
Çünkü yasa koyucu her hastanın aynı düzeyde eğitim, bilgi ve beceriye sahip<br />
olamayacağı öngörüsü ile hastayı korumak için veya hukuki bir değerlendirme<br />
sözkonusu olduğunda sağlıklı bir yargılama için bu yükümlülüğü hekime ve sağlık<br />
kuruluşuna vermiştir. Burada tersine bir yükümlülük vardır. Bu tersine yükümlülük<br />
hastanın hekime ya da sağlık kuruluşu aleyhine bir iddiası söz konusu olduğunda,<br />
iddianın doğruluğu veya yanlışlığının ispat sorumluğu hekimindir. Bu mantık<br />
çerçevesinde hasta dosyasının doldurulması ve saklanması ileride çıkabilecek<br />
iddialar karşısında hekimin kendini ve sağlık kuruluşunu kurtarabilecek tek<br />
dayanaktır.<br />
160
Sır Saklama Yükümlülüğü<br />
Hekimin ve sağlık kuruluşunun hasta ile ilgili bilgileri saklama yükümlülüğü<br />
hastanın kişilik haklarını korumak açısından çok önemlidir. Nedeni ise hastanın en<br />
yakınlarına (annesine, babasına, eşine, kardeşine, arkadaşına vs.) söylemediği özel<br />
hayatı ile ilgili bazı bilgileri hekimiyle paylaşmak zorunda olmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Hekimin hastasının sırrını saklama yükümlülüğü ile ilgili çok ciddi<br />
yasal yaptırımlar bulunmaktadır. Bu yasal yaptırımlar doğrultusunda hekim ya da<br />
sağlık personeli her sorana hastası hakkında bilgi veremez. Hasta dosyasındaki<br />
bilgilere herkes ulaşamaz. Hasta ve hastalığı ile ilgili, ilgisiz kişilerle konuşamaz.<br />
Hastanın izni olmadan basın açıklaması vs. yapamaz. Hastanın izni olmadan<br />
verilerini, özellikle kimliğini ortaya koyacak şekilde bilimsel olarak kullanamaz.<br />
Özellikle son dönemde uygulamaya konulan dijital kayıtlar dolayısı ile verilerin<br />
mahremiyeti açısından ciddi sorunlar olduğu açıktır. Bu duruma karşı hekim ve sağlık<br />
kuruluşu gerekli önlemleri almalı ve her isteyenin kafasına göre hastaların verilerine<br />
ulaşmasını engellemesi gerektiği unutulmamalıdır.<br />
Tedaviyi Yürütme Güvencesi<br />
Vekâlet sözleşmesi kapsamında hekimin bir sorumluluğu da hastanın tedavisini<br />
yürüterek tamamlamaktır. Bu çerçevede hekim bilgi, beceri ve çalıştığı kurumun<br />
olanakları doğrultusunda hastasının kendisine başvurduğu sağlık şikayeti ile ilgili<br />
olarak tedavisini tamamlar. Hekim bilgi, beceri ve deneyimini aşan durumlar söz<br />
konusu olduğunda;<br />
1. Diğer doktorlardan ve uzmanlardan konsültasyon desteği alabilir.<br />
2. Uzmanlık alanı dışında bir sorun varsa ilgili uzmanlık alanındaki uzmana hastayı<br />
devredebilir.<br />
3. Çalıştığı kurumun olanaklarını aşan durumlarda ise hastanın durumuna uygun<br />
hizmet verebilecek bir sağlık kuruluşuna uygun şekilde transfer yapabilir. Bunlar<br />
hekimin hastasına karşı tedaviyi yürütme güvencesi kapsamında yükümlülüğüdür.<br />
Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete Sayısı: 23420<br />
HASTA HAKLARI YÖNETMELİĞİ<br />
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
Amaç, Kapsam, Dayanak, Tanımlar ve İlkeler (1-5. maddeler)<br />
İKİNCİ BÖLÜM<br />
Sağlık Hizmetlerinden Faydalanma Hakkı (6-14. maddeler)<br />
6- Adalet ve Hakkaniyete Uygun Olarak Faydalanma<br />
7-Bilgi İsteme<br />
8- Sağlık Kuruluşunu Seçme ve Değiştirme<br />
9- Personeli Tanıma, Seçme ve Değiştirme<br />
161
10- Öncelik Sırasının Belirlenmesini İsteme<br />
11- Tıbbi Gereklere Uygun Teşhis, Tedavi ve Bakım<br />
12- Tıbbi Gereklilikler Dışında Müdahale Yasağı<br />
13- Ötenazi Yasağı<br />
14- Tıbbi Özen Gösterilmesi<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
Sağlık Durumu İle İlgili Bilgi Alma Hakkı (15-20. maddeler)<br />
15- Bilgilendirmenin Kapsamı (Başlığı ile birlikte değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />
16- Kayıtları İnceleme<br />
17- Kayıtların Düzeltilmesini İsteme<br />
18- Bilgi Vermenin Usulü (Değişik:RG-8/5/2014-28994)<br />
19- Bilgi Verilmesi Caiz Olmayan ve Tedbir Alınması Gereken haller<br />
20- Bilgi Verilmesini Yasaklama (Değişik:RG-8/5/2014-28994)<br />
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
Hasta Haklarının Korunması (15-20. maddeler)<br />
21- Mahremiyete Saygı Gösterilmesi<br />
22- Rıza Olmaksızın Tıbbi Ameliyeye Tabi Tutulmama<br />
23- Bilgilerin Gizli Tutulması<br />
BEŞİNCİ BÖLÜM<br />
Tıbbi Müdahalede Hastanın Rızası (24-31. maddeler)<br />
24-Hastanın Rızası ve İzin (Değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />
25- Tedaviyi Reddetme ve Durdurma<br />
26-Rıza Formu (Başlığı ile birlikte değişik: RG-8/5/2014-28994)<br />
27- Alışılmış Olmayan Tedavi Usullerinin Uygulanması<br />
28- Rızanın Şekli ve Geçerliliği<br />
29- Organ ve Doku Alınmasında Rıza<br />
30- Aile Planlanması Hizmetleri ve Gebeliğin Sona Erdirilmesi<br />
31- Rızanın Kapsamı ve Aranmayacağı Haller (Başlığı ile birlikte değişik: RG-<br />
8/5/2014-28994)<br />
ALTINCI BÖLÜM<br />
Tıbbi Araştırmalar (32-36. Maddeler)<br />
32- Tıbbi Araştırmalarda Rıza<br />
162
33- Gönüllünün Korunması ve Bilgilendirilmesi<br />
34- Rıza Alınmasının Usulü ve Şekli<br />
35- Küçüklerin ve Mümeyyiz Olmayanların Durumu<br />
36- İlaç ve Terkiplerin Araştırma Amacıyla Kullanımı<br />
YEDİNCİ BÖLÜM<br />
Diğer Haklar (37-41. Maddeler)<br />
37- Güvenliğin Sağlanması<br />
38- Dini Vecibeleri Yerine Getirebilme ve Dini Hizmetlerden Faydalanma<br />
39- İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi ve Ziyaret<br />
40- Refakatçi Bulundurma<br />
41- Hizmetin Sağlık Kurum ve Kuruluşu Dışında Verilmesi<br />
SEKİZİNCİ BÖLÜM<br />
Sorumluluk ve Hukuki Korunma Yolları (42-47. Maddeler)<br />
42- Müracaat, Şikayet ve Dava Hakkı<br />
42/A – Hastanın Uyması Gereken Kurallar (Ek:RG-8/5/2014-28994)<br />
42/B – Hasta İletişim Birimleri, Hasta Hakları Kurulları, Sertifikalı Eğitim (Ek:RG-<br />
8/5/2014-28994)<br />
42/C – Kurulun Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları (Ek:RG-8/5/2014-28994)<br />
43- Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Sorumluluğu<br />
44- Devlet Memuru veya Diğer Kamu Görevlisi Personelin Sorumluluğu<br />
45- Kamu Personelinin Sorumluluğunu Tespit Usulü<br />
46- Kamu Personeli Hakkındaki Müeyyideler<br />
47- Kamu Görevlisi Olmayan Personelin Sorumluluğu<br />
DOKUZUNCU BÖLÜM<br />
Son Hükümler<br />
48- Kurum ve Kuruluş Yetkililerinin Görevi<br />
49- Saklı Olan Hükümler<br />
Geçiş Hükmü<br />
GEÇİÇİ MADDE 1 – (Ek: RG-8/5/2014-28994)<br />
50- Yürürlük<br />
51- Yürütme<br />
163
Hasta Hakları İhlalini Önleme<br />
İnsan hakları ve bu doğrultuda oluşturulan hasta haklarını korumak ve<br />
geliştirmek devletin görevidir. Hasta hakları uygulamalarındaki eksiklikleri ve<br />
yanlışları tespit ederek sorumlulara gerekli eğitimi ve gereğinde cezayı vermek için<br />
yapılanma oluşturulmuştur.<br />
1. Hasta hakları iletişim birimleri: Hasta hakları birimi kurulmayan yerlerde<br />
bulunmalıdır.<br />
2. Hastane hasta hakları birimi: Kamu veya özel bütün hastanelerde kurulmak<br />
zorunda olan bir birim. Hastane içindeki hasta hakları ihlali başvurularını alıp<br />
dosya hazırlar.<br />
3. Hastane hasta hakları kurulu: Hasta hakları biriminden gelen raporları<br />
değerlendiren, sonuçlandıran ve hasta hakları uygulamalarının geliştirilmesine<br />
yönelik önerilerde bulunan ve söz konususınırlar içinde çalışır.<br />
4. Hasta hakları il koordinatörlüğü: İl sağlık müdürlüklerinde kurulur.<br />
5. Hasta hakları şubesi: Ülkedeki sağlık hizmetlerinin planlanması,<br />
değerlendirilmesi, uygulanması ve denetlenmesinin sağlandığı Sağlık Bakanlığı<br />
Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Hasta Hakları Şubesinin sorumluluğundadır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Özaslan A, Kolusayın Ö. (2011) Hekimin Yasal Zorunlulukları. Adli Tıp Ders Kitabı (içinde),<br />
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları Rektörlük No:4898, İstanbul Üniversitesi<br />
Basım ve Yayınevi Müdürlüğü, İstanbul, s.13-37.<br />
2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’un. 502, 503, 505, 506, 508, 511. md.si<br />
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/02/20110204-1.htm.(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
3. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’un. 470, 471, 474, 475, 476, 511. md.si<br />
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/02/20110204-1.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
4. 27751 sayılı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın. Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik<br />
Yönetmeliği. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/11/20101106-11.htm(Erişim tarihi.<br />
15.08.2016)<br />
5. 8049 sayılı Türk Medenî Kanun’un 9-13. md.si<br />
https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k4721.html(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
6. 5013 sayılı Biyoloji Ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları Veİnsan Haysiyetinin<br />
Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları Ve Biyotıp Sözleşmesinin Dair Kanun.<br />
https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5013.html.(Erişim tarihi. 15.08.2016).<br />
7. Çocuk Hakları Dair Sözleşme.http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23c.html(Erişim tarihi.<br />
15.08.2016).<br />
8. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5395.pdf (Erişim<br />
tarihi: 15.08.2016).<br />
9. 28994 Sayılı Hasta hakları Yönetmeliği.http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/05/20140508-<br />
3.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
10. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17.<br />
md.si.https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa82.htm(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
11. Tuğcu H. (2011) Acil Olgularda Hekim Sorumluluğu. (Koç S, Can M. editörler), Birinci Basamakta<br />
Adli Tıp, 2. Baskı, İstanbul Tabip Odası, İstanbul. S: 175.<br />
12. Hekimlik Meslek Etiği<br />
Kuralları.http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&id=65&Itemid=31(Erişim<br />
tarihi. 15.08.2016).<br />
13. Aydın E. Hekimin Sır Saklama Ve İhbar Yükümlülüğü. Katkı Pediatri Dergisi 2002; 22(3): 302-311.<br />
164
14. 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un.<br />
http://www.mevzuat.gov.tr/Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.3.1219&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearc<br />
h=&Tur=1&Tertip=3&No=1219(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
15. 2238 sayılı Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkında Kanun’un.<br />
http://www.mevzuat.gov.tr/Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.5.2238&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearc<br />
h=&Tur=1&Tertip=5&No=2238(Erişim tarihi. 15.08.2016)<br />
16. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü.<br />
https://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&view=article&id=52:tibbdeontolojt&<br />
catid=4:t&Itemid=31&1534-<br />
D83A_1933715A=7ad265df229daa4a05ea5abc5cdeebc2112dc819(Erişim tarihi. 15.08.2016).<br />
165
Tıbbi Malpraktis<br />
Prof. Dr. Gürsel ÇETİN<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı<br />
Tıbbi Malpraktis Kavramı<br />
Bu kavram, tıp mesleği mensuplarının mesleğini uyguladığı esnada ortaya<br />
çıkan hatalı, kusurlu, istenmeyen hareketleri için kullanılır. Dünya Tabipleri Birliği, bu<br />
kavramı “Hekimin tedavi sırasında standart güncel uygulamayı yapmaması, beceri<br />
eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” olarak tanımlamaktadır.<br />
Tıbbi malpraktis, nadiren tek bir nedene bağlı olarak meydana gelebilirse de<br />
tıbbi bakım genellikle bir ekip işi olduğu için hata oluşumunda birden fazla faktör içe<br />
içe geçebilmektedir. Böyle bir durumda kişiden kaynaklanan hatalar ve eksiklikler<br />
yanında ekipten, sağlık kuruluşundan hatta sistemden kaynaklanan hata ve<br />
eksiklikler ortaya çıkabilmektedir.<br />
Minimum Standart Kavramı<br />
Tıbbi hizmetin sunumu esnasında hekimden, diğer sağlık personelinden ve<br />
sağlık kuruluşundan istenen, minimum bakım standartlarının altına düşmemesidir. Bu<br />
standartların ne olduğu, hizmeti veren hekimin kim olduğu ve hizmetin verildiği sağlık<br />
kuruluşunun neresi olduğuna, hastanın ve içinde bulunulan şartların durumuna göre<br />
belirlenecektir.<br />
Bu belirlemede genellikle “ortalama” hekim, sağlık personeli veya sağlık<br />
kuruluşundan bahsedilmekte ve sağlık hizmetini sunan hekim, sağlık personeli veya<br />
kuruluşun, aynı şartlarda hizmet sunan eşdeğerleri ile kıyaslama yapılmaktadır.<br />
Kimseden “en iyi” hekim, sağlık personeli veya kuruluş olması beklenmemekte ancak<br />
aynı seviye ve olanaklara sahip eşdeğerlerinin yaptığı ortalama uygulamalardan<br />
aşağı kalması da istenmemektedir. Şüphesiz böyle bir durumda ortalamanın<br />
aşağısında kalan bir uygulamada hastada bir zararın ortaya çıkması durumunda<br />
hukuki ve cezai sorumluluk ortaya çıkmaktadır.<br />
Minimum standartlar, her disiplin için hatta her sağlık kuruluşu için ayrı ayrı<br />
olarak belirlenebilir. Ancak bu standartlar uzun süre kalıcı olmayacak ve değişiklik<br />
gösterecektir. Özellikle ülkenin sağlık sisteminde meydana gelecek değişim, gelişim<br />
ve yenilikler, ulaşılan yeni olanaklar, bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu standartların<br />
yükselmesine neden olacaktır. Bu standartların her uzmanlık alanı için ayrı ayrı<br />
olmak üzere uzmanlık derneklerince düzenlenmesi ve alanda kaydedilen ilerleme ve<br />
gelişmelere göre yenilenmesi en uygun olandır.<br />
Sözleşmeden Doğan Sorumluluk<br />
Hekim, hastasını karşısına alıp onun şikâyetlerini dinlemeye başladığında,<br />
hukuksal olarak aralarında varsayımsal bir sözleşme imzalanmış olur. Bu<br />
sözleşmeye göre hekim bütün bilgi ve becerisini hastası lehinde kullanacağını, ona<br />
gerekli özeni göstereceğini, sağlığına kavuşması için elinden geleni yapacağını ve bu<br />
esnada sırlarını saklayacağını taahhüt etmiş olur. Ancak hastasının kesinlikle iyi<br />
166
olacağını taahhüt etmez. Dolayısıyla hekim açısından hukuksal sorumluluk ortaya<br />
çıkabilmesi için bir zararın ortaya çıkması örneğin ölüm meydana gelmesi yeterli<br />
değildir. Taahhüt edilmiş olan şeylerin ortalama düzeyde yerine getirilmemiş olması<br />
gereklidir. Bu sözleşme, hukuksal olarak “vekâlet sözleşmesi” tarzında bir<br />
sözleşmedir.<br />
Buradaki özenin derecesi önemlidir. Tıbbi malpraktis davalarının önemli bir<br />
bölümünde özen eksikliğinden bahsedilmektedir. Elbette ki gösterilecek özenin<br />
derecesinin maksimum olması, hekimin hastaya en sevdiği birine örneğin çocuğuna<br />
göstereceği derecede özen göstermesi arzulanır. Ancak uygulamada sorumluluk<br />
ortaya çıkabilmesi için yukarıda belirtildiği gibi aynı şartlardaki ortalama bir hekimin<br />
göstereceği özenin gösterilip gösterilmediği araştırılır.<br />
Hekimlik uygulamalarında tamamen estetik amaçlı yapılan uygulamalarda ise<br />
farklı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu uygulamalarda “eser sözleşmesi” söz konusu<br />
olup sonucun iyi olacağı taahhüt edilmiş olabilir. Bu durumda sonucun taahhüt<br />
edildiği gibi sonuçlanmaması durumunda hukuksal sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />
Örneğin güzelleştirmeye yönelik bir meme operasyonu sonucu hastanın beklediği ve<br />
kendisine taahhüt edilen sonuç ortaya çıkmadığında farklı boyutta bir sorumluluk söz<br />
konusu olacaktır.<br />
Komplikasyon ve Kabul Edilebilir Risk Kavramları<br />
Hekimlik riskli bir meslektir. Sıklıkla uygulama esnasında hasta açısından<br />
ölüme kadar varabilen zararlı sonuçlar ortaya çıkabilir. Ancak hekim hukuksal olarak<br />
her zararlı sonuçtan sorumlu tutulmaz. Bu noktada hastanın hukuksal yola<br />
başvurması ile hukuksal sonucu farklı değerlendirmek gerekir. Dava açılmış olması,<br />
davanın yaptırımla sonuçlanacağı anlamına gelmez. Açılmış olan davaların önemli<br />
bir bölümünün cezai ve hukuksal açıdan yaptırımla sonuçlanmadığı görülmektedir.<br />
Tıbbi olarak komplikasyon ile hukuksal olarak kabul edilebilir risk kavramları aynı<br />
şeylerdir.<br />
Komplikasyon olarak ortaya çıkan zararlı bir sonuçtan dolayı hekim ve sağlık<br />
personeli sorumlu tutulamaz. Ancak bu noktada bir kavram karmaşasına düşmemek<br />
gereklidir. Hastanın bakımı esnasında ortaya çıkan zararlı bir sonucun komplikasyon<br />
olarak değerlendirilebilmesi için eksik ve hatalı bir tıbbi uygulamanın olmaması<br />
gerekir. Başka bir anlatımla komplikasyon, her şey doğru yapıldığı halde ortaya çıkan<br />
zararlı sonuçtur.<br />
Komplikasyonlar öngörülebilir veya öngörülemeyebilir. Öngörülebiliyorsa<br />
önceden gerekli önlemlerin alınmış olması gerekir. Aksi halde sorumluluk ortaya<br />
çıkacaktır. İster önceden öngörülebilsin isterse öngörülemesin ortaya çıkmış olan bir<br />
komplikasyonun zamanında tanınıp gerekli müdahalenin yapılması da önemlidir. Aksi<br />
halde yine sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />
Öngörülebilir komplikasyona yol açan bir tıbbi uygulamanın endikasyonu da<br />
önem taşır. Baştan tahmin edilebilen bir risk alındığına göre bu riskin alınmasına yol<br />
açan önemli bir gereklilik olmalıdır. Örneğin mide kanamasına yol açabileceği bilinen<br />
bir ilaç olan aspirin hastada yüksek dozda ve uzun süre kullanılacaksa, mide<br />
kanaması ortaya çıktığında sorumluluğun olmaması için kullanım endikasyonunun<br />
sağlam ve herkes tarafından kabul edilebilir olması, kullanılmadığında hastanın daha<br />
büyük riskler alacağının şüphesiz olması gerekir. Elbette ki kullanım esnasında<br />
kanama riskinin arttığını ortaya koyacak tetkik ve muayenelerin yapılması ve ortaya<br />
çıkan kanamanın erken tanınarak gerekli müdahalenin yapılmış olması şarttır.<br />
167
Kusur Kavramı<br />
Tıbbi kusur, ülkede tıbbın erişmiş olduğu seviye ve güncel kabul görmüş tıbbi<br />
uygulama standartları çerçevesinde ortalama bilgi düzeyi, bilgi, beceri, dikkat ve<br />
özene sahip bir hekimin göstereceği davranış şeklinin gösterilememesidir. Aslında<br />
kusur hukuki bir kavramdır ve kusurluluğu hukukçu tespit eder. Daha doğru olarak<br />
buna “tıbbi hata” denebilir. Böyle bir durum karşısında hekim, kusurlu veya hatalı<br />
tıbbi davranış sonucu hastada ortaya çıkan zararın ağırlığı oranında sorumlu<br />
olacaktır.<br />
Burada akla gelen ilk soru hekimin kusurlu veya hatalı bir tıbbi davranışının<br />
olup olmadığının kim tarafından ve nasıl tespit edileceğidir. Gayet açıktır ki bu tıbbi<br />
bir konudur. Dolayısı ile yine o alanda çalışan ve konunun uzmanı hekimlerce tespit<br />
edilmelidir. Nitekim uygulama da böyledir. Mahkeme, hekimin herhangi bir tıbbi<br />
hatasının olup olmadığı konusunda ilgili mevzuat çerçevesinde “bilirkişi” sıfatı ile yine<br />
hekimleri görevlendirmekte ve bu hekimlerin vereceği görüş doğrultusunda hareket<br />
etmektedir. Bu durumda tıbbi malpraktis davalarında önemli bir unsur olan bilirkişilik<br />
sisteminin iyi çalışması ve bu kişilerce doğru sonuçlara varılması büyük önem<br />
taşımaktadır.<br />
Değişen Şartlar Karşısında Kusurluluk<br />
Tıbbi malpraktis iddiaları karşısında hekimin sorumluluğu değerlendirilirken<br />
tüm olgularda aynı minimum standardın dikkate alınması mümkün değildir. Değişen<br />
şartlar, hekimin değerlendirilmesinde kullanılacak kriterleri de değiştirecektir. Bazen<br />
içinde bulunulan şartlar, hekimin ve sağlık kuruluşunun minimum standardın altına<br />
düşmesine yol açabilir.<br />
Bunun en tipik örneği; hekimin muayene etmesi gereken hasta sayısının fazla<br />
oluşudur. Kendi inisiyatifi dışında normalin üzerinde sayıda hasta bakmak zorunda<br />
olan bir hekimin hastasına göstereceği özen zorunlu olarak azalacaktır. Burada<br />
önemli olan bu tür bir olumsuzluğa yönelik önlemlerin alınmış olup olmaması veya<br />
girişimlerin yapılmış olup olmamasıdır. Böyle bir durumda ortaya çıkacak olan<br />
sorumluluğun sadece hekimle sınırlı kalmayacağı ve idarenin de sorumluluk altına<br />
gireceği açıktır.<br />
Ateşli silah yaralanması sonucu yapılan bir batın ameliyatında bağırsaklardaki<br />
deliklerden birinin atlanmasında operatörün kusuru değerlendirilirken delik sayısının<br />
göz önüne alınması gerekir. İki delikten birinin atlanması ile çok sayıda delikten<br />
birinin atlanması aynı kefeye konulmamalıdır.<br />
Kusurluluk değerlendirilirken hekimin ve sağlık kuruluşunun olanakları,<br />
tecrübesi, ünü ve unvanları dahi önemlidir. Aynı müdahale yapılırken ortaya çıkan bir<br />
olumsuzluk karşısında müdahaleyi devlet hastanesinde yapan bir uzmanın<br />
sorumluluğu ile müdahaleyi tıp fakültesinde yapan bir profesörün sorumluluğu aynı<br />
olmayacaktır.<br />
Paramedikal Kusurlar<br />
Hekimler, sadece yaptıkları tıbbi girişimlerdeki kusurlu davranışlarından ötürü<br />
sorumluluk altında kalmazlar. Tıbbi girişimde herhangi bir hata olmasa da mevzuata<br />
uygunsuzluk nedeniyle de kusurlu davranış söz konusu olabilir ve hukuksal<br />
sorumluluk ortaya çıkabilir. Örneğin on haftalıktan büyük bir gebeliğe tıbbi zorunluluk<br />
168
dışında kürtaj yapılması mevzuata göre yasaktır. Yapılan kürtaj tıbbi olarak bir hata<br />
içermediği hatta annede zarar bile ortaya çıkmadığı halde kusurlu bir davranış söz<br />
konusu olacaktır.<br />
Hiyerarşik Sorumluluk<br />
Tıbbi bakım, genellikle bir ekip halinde ve multidisipliner biçimde sunulduğu<br />
için özellikle eğitim ve araştırma hastaneleri ile tıp fakültelerinde hiyerarşik<br />
sorumluluk büyük önem arz etmektedir. Bu noktada standart bir hasta bakımında<br />
yetki ve sorumlulukların çok iyi belirlenmiş olması şarttır.<br />
Birçok tıbbi malpraktis davasında eğitim ve araştırma hastanesi veya tıp<br />
fakültelerinde, uzmanlık öğrencisi hekim veya hekimlerin tek başlarına sanık veya<br />
davalı konumunda oldukları görülmektedir. Böyle bir şey çoğu kez mümkün değildir.<br />
Asistan bir hekimin tek başına sorumluluğu, hastaya uzmanına haber vermeden yetki<br />
sınırları dışında tıbbi bakım vermesi durumunda söz konusu olabilir. Bu tür sağlık<br />
kuruluşlarında mevzuata göre tıbbi bakım uzman düzeyinde yapılmalıdır. Asistan<br />
veya uzmanlık öğrencilerinin sorumluluğu, kıdemi ne olursa olsun pratisyen hekim<br />
kadardır.<br />
Bir örnek verilecek olursa; bir tıp fakültesi hastanesinde acile göğüs ağrısı<br />
şikâyeti ile başvuran bir hastanın sadece asistan tarafından muayene edilmesi,<br />
tetkiklerinin istenmesi ve çıkan tetkiklerin normal olarak değerlendirilip hastanın<br />
önerilerle evine gönderilmesi, birkaç saat sonra da başka bir hastaneye kaldırılıp<br />
miyokart enfarktüsü teşhisi konması olayında; hem asistanın hem de idarenin<br />
hukuksal sorumluluğu olacaktır. Eğer işleyiş olarak asistan hastayı orada bulunan<br />
uzmanına danışması gerekirken danışmamışsa, tek başına sorumlu olacaktır. Ancak<br />
uzman olmayıp hastanın sorumluluğu sadece asistana bırakılmış veya uzman olsa<br />
bile asistana gerekli görmüyorsa uzmana danışmadan da bu tür bir hastayı evine<br />
gönderme yetkisi verilmiş ise idarenin de sorumluluğu olacaktır.<br />
Eğitim hastanelerinde asistan yetki ve sorumluluğunun en fazla hatalı<br />
kullanıldığı alanlardan biri konsültasyonlardır. Sıklıkla bir disiplin tarafından istenen<br />
konsültasyona başka disiplinin asistanının icabet ettiği görülmektedir. Bu durum, bir<br />
tıbbi malpraktis iddiası karşısında büyük sıkıntılara yol açmaktadır. İşin mantığı<br />
gereği konsültasyon hizmetinin uzman düzeyinde verilmesi gerekir.<br />
Örnek olarak acil gelen bir hastaya genel cerrahi uzmanının göğüs<br />
cerrahisinden konsültasyon istemesi verilebilir. Böyle bir durumda göğüs<br />
cerrahisinden konsültasyon veren hekimin asistan olması halinde yetki ve<br />
sorumluluğu pratisyen hekim kadar olacağı için konsültasyon isteyen hekimin yetki ve<br />
sorumluluğu daha fazla olacak ve bir hukuksal problem doğduğunda adeta ikinci bir<br />
hukuksal problem ortaya çıkacaktır.<br />
Kusursuz Sorumluluk<br />
Hukuksal olarak cezanın şahsiliği ilkesi olup herkes yaptığı kusurlu hareketten<br />
ötürü cezai olarak kendisi sorumlu olacaktır. Ancak hukuksal olarak veya tazminat<br />
yönünden, gerçek ve tüzel kişiler sorumlulukları altındaki kişilerin kusurlu<br />
hareketlerinden de sorumlu tutulabilir. Hiyerarşik düzen burada önemli olup dikkat<br />
edilmesi gereken bir noktadır.<br />
Örneğin bir hekimin kusurlu davranışı sonucu ortaya çıkan bir tazminat<br />
davasında hekimin görev yaptığı hastanenin klinik şefi, başhekimi veya yönetimi veya<br />
sağlık bakanlığı sorumlu tutulabilir. Böyle bir durumda kusursuz sorumlu gerçek veya<br />
169
tüzel kişi, tazminat ödemek zorunda kalırsa, gerçek kusurlu kişiye rücu davası<br />
açabilir.<br />
Aydınlatılmış Onam<br />
Hekimin yaptığı tıbbi müdahale ve girişimleri hukuka uygun hale getiren iki<br />
unsur vardır. Bunlardan birincisi hekimin tıp sanatını uygulama hak ve yetkisinin<br />
olması, ikincisi ise hastanın muayene için onamının, yapılacak tüm invaziv girişimler<br />
için ise aydınlatılmış onamının alınmasıdır.<br />
Aydınlatılmış onam alınmadan yapılan bir müdahale hukuken haksız fiil<br />
sayılacağı için yapılan müdahalenin hatasız olması hatta hastanın yararına olması<br />
durumunda bile hukuki sorumluluk söz konusu olacaktır. Aydınlatılmış onam konusu,<br />
hekimlerin çok dikkat etmesi gereken bir husustur. Ancak unutulmamalıdır ki yapılan<br />
müdahalenin hatalı olduğu bir durumda aydınlatılmış onam alınmış olması, hukuksal<br />
sorumluluğu ortadan kaldırmayacaktır.<br />
Aydınlatılmış onam alınması, çoğu kez hekimlerce ihmal edilmekte ve ya hiç<br />
alınmamakta veya usulüne uygun biçimde bir uygulama yapılmamaktadır. Bu çok<br />
yanlış bir harekettir. Hukuksal açıdan hekimin tartışmasız biçimde yenilgisine yol<br />
açan bir durumdur. Yapılan işin ayrılmaz bir parçası gibi kabul edilmeli ve asla ihmal<br />
edilmemelidir.<br />
Aydınlatılmış onamın tüm invaziv girişimlerde yazılı olması şartı aranmamakla<br />
birlikte alındığının ispat yükü hekime ait olduğu için yazılı olmasında büyük yarar<br />
vardır. Günlük iş yoğunluğunda kolaylık sağlaması bakımından her kliniğin yaptığı<br />
uygulamalar için ayrı ayrı aydınlatılmış onam formları hazırlaması ve hastaya hekim<br />
tarafından bu formlar üzerinden açıklama yapılması doğru bir davranış olacaktır.<br />
Aydınlatılmış onam genel olarak alınan bir olur değildir. Sadece bir müdahale<br />
için ve sınırlı olarak alınır. Hasta anestezi altında olacaksa ve müdahaleyi genişletme<br />
ihtimali söz konusuysa bu durum hakkında da aydınlatılabilir ve onamı alınabilir. Aksi<br />
halde hastanın bilinci kapalıyken müdahale esnasında yapılacak ek işlemler için<br />
tamamen kendi yararına olsa bile evliyse eşinden veya birinci derecedeki<br />
akrabalarından ek onam alınması gerekir.<br />
Onam konusunda uygulamada en fazla yapılan hata onamın kapsamının<br />
genişletilmesidir. Bu durumda fazladan yapılan işlemler haksız fiil sayılacaktır. Mide<br />
ameliyatı için aydınlatılmış onam alınmış bir hastada operatörün açmışken kısa<br />
sürede apandisite dönüşeceğini düşündüğü apandisi de alması doğru bir davranış<br />
değildir.<br />
Aydınlatılmış onam konusunda en çok yapılan hatalardan biri de genelde<br />
asistanlar veya hemşireler tarafından yazılı onam formlarının hastaya adeta ayaküstü<br />
bir şekilde imzalatılmasıdır. Buradaki amaç bu değildir. Yazılı form sadece ispat<br />
açısından önemlidir. Yapılması gereken, müdahaleyi yapacak olan hekimin<br />
müdahalenin sebeplerini, gerekliliğini, ortaya çıkabilecek olan komplikasyonları ve<br />
alternatifleri hastaya onun anlayacağı biçimde sözlü olarak anlatmasıdır.<br />
170
ADLİ OLGUYA YAKLAŞIM<br />
Giriş<br />
Öncelikle belirtmek gerekir ki her hekimin aynı zamanda bir “adli hekimlik”<br />
görevi vardır. Bu görev “adli tıp uzmanlığı” görevinden farklıdır ve “angarya” değil<br />
“asli” bir görevdir.(Bknz. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel<br />
Müdürlüğü’nün 22.09.2005 tarih, 13292 sayılı Genelgesi).<br />
Adli Olgu Kavramı<br />
Bir hekim için üç tür adli olgu söz konusu olabilir.<br />
1. Adli mercilerce (savcılık, kolluk, mahkeme) muayene için gönderilen olgular.<br />
2. Direkt olarak hekime veya sağlık kuruluşuna başvuran ancak bildirimi<br />
gereken olgular.<br />
3. Adli ölüm olguları.<br />
1. Adli Mercilerce Muayene İçin Gönderilen Olgular<br />
Adli mercilerce; kişinin vücudunda herhangi bir yaralanma olup olmadığının<br />
tespiti, yaralanma mevcutsa ağırlığının belirlenmesi, zorunlu gözaltı muayenesi,<br />
kişinin cinsel saldırıya veya cinsel istismara uğrayıp uğramadığının tespiti, kişinin akıl<br />
ve ruh sağlığının yerinde olup olmadığının tespiti, çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam<br />
ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin<br />
olup olmadığının tespiti, yaş tayini tespiti gibi çok farklı muayene talepleri olabilir. Bu<br />
taleplere gecikmeye mahal verilmeden ve ivedilikle cevap verilmesi zorunludur.<br />
Muayene Ortamı ve Kişiye Yaklaşım<br />
Şüpheli, sanık, tutuklu ve hükümlü konumundakiler dışında adli olguların<br />
muayene ortamı ve usulü normal hastalardan farklı değildir. Şüpheli sanık, gözaltı,<br />
tutuklu ve hükümlü olanların muayene usullerinde de bir farklılık yoktur. Ancak bu<br />
olguların muayenesi için sağlık kuruluşunda özel olarak dizayn edilmiş, kaçışın<br />
sadece kapı güvenliği ile sağlanacağı muayene odalarına ihtiyaç vardır.<br />
Muayene edilen kişi kim olursa olsun hekimin hastası konumundadır.<br />
Dolayısıyla hekimlik meslek etiği kuralları geçerlidir ve hekim temel olarak bu<br />
kurallara göre hareket etmelidir. Hekim, adli olguları potansiyel bir tehlike olarak<br />
görmemeli ve kesinlikle bir taraf olmadığını akıldan çıkarmamalıdır. Muayene edilen<br />
kişi kabullenilmesi güç, vicdanı yaralayan, ağır suçlar işlemiş bir kişi olabilir. Hekim<br />
bu noktada profesyonelce davranmalı, kişiyi yargılamamalı, hekimlik sanatının<br />
gerektirdiği duruşu göstererek sadece görevini yapmalıdır.<br />
Adli Olguda Anamnez ve Onam<br />
Adli olguların muayenesinde anamnez çok önemlidir. Ancak diğer olgulardan<br />
farklılık gösterir. Hastanın bazı şeyleri saklaması, bazı bilgileri çarpıtması veya yalan<br />
söylemesi, adli olmayan hastalara göre daha büyük ihtimal dahilindedir. Anamnez,<br />
kendi anlatımına göre değiştirilmeden not edilmelidir. Ancak muayene sadece<br />
anamneze göre yönlendirilmemeli, söylenen her şeyin veya verilen her cevabın<br />
doğru olmayabileceği göz önüne alınmalıdır.<br />
171
Adli olguya en baştan muayene ediliş amacı belirtilmeli ve muayene yöntemi<br />
ile ilgili bilgi verilmelidir. En baştan kendisinin söyleyeceklerinin ve/veya muayenede<br />
elde edilecek bulguların gizli kalmayacağı, bunların hazırlanacak raporda<br />
açıklanacağı ve en azından kendisini gönderen adli mercilerce görüleceği açıkça<br />
belirtilmeli ve aydınlatılmış onamı alınmalıdır. Adli rapor formlarında bu onamla ilgili<br />
ayrı bir bölüm vardır.<br />
Adli Olguda Rapor Tanzimi<br />
Adli olgular ile ilgili olarak rapor tanziminde, olgunun türüne göre farklı<br />
hazırlanmış rapor formlarının kullanılması esastır. Bu formlar elektronik ortamda<br />
doldurulabileceği gibi matbu formlar el yazısı ile de doldurulabilir. El yazısı ile<br />
doldurulacaksa yazının okunaklı olması gerekir. Formların tüm bölümleri eksiksiz<br />
olarak doldurulmalı, herkesin anlayamayacağı tıbbi terimler kullanılmamalı,<br />
kullanılması zorunlu ise parantez açılarak açıklaması yapılmalıdır. Kısaltmalardan<br />
kaçınılmalı, her kelime açık olarak yazılmalıdır. Gerek kişinin kendi sağlığı açısından,<br />
gerekse adli açıdan önem taşıyacak tüm konsültasyonlar istenmeli ve sonuçları rapor<br />
formundaki ilgili bölümlere kaydedilmelidir.<br />
Yaralanma Muayeneleri ve Raporları<br />
Mevzuatta vücutta meydana gelebilecek fiziksel, kimyasal ve ruhsal travmaya<br />
bağlı her türlü hasar “yaralanma” kavramına girmektedir. Zehirlenmeler ve sağlığın<br />
bozulmasına yol açan her türlü durum da bu kapsamdadır.<br />
Bu tür raporlarda lezyonlar tanımlanırken, boyutlar tahmini değil ölçülerek<br />
verilmeli, lokalizasyon topografik olarak belirtilmeli, ayrıntılı tanımlama yapılmalıdır.<br />
Yaralanmalarda düzenlenecek adli rapor formları mevcuttur. Bu formlar<br />
kullanılmalı ve raporların düzenlenmesinde;<br />
1) Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik<br />
Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik,<br />
2) Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 22.09.2005<br />
tarih, 13292 sayılı Genelgesi,<br />
3) Yaraların Ağırlığının Değerlendirilmesi İle İlgili Kılavuz dikkate alınmalıdır.<br />
Gözaltı Muayeneleri ve Raporları<br />
Gözaltı muayeneleri, insan haklarının korunması, gözaltında kötü muamele ve<br />
işkencenin önlenmesine yönelik olduğu için bu muayenelerin mevzuata uygun ve<br />
uluslararası standartlarda yapılması şarttır. Aksi halde hem hekim hem de sağlık<br />
kuruluşu bakımından ağır hukuksal sorumluluklar ortaya çıkabilir. Bu muayeneler için<br />
düzenlenecek adli rapor formları mevcuttur. Bu formlar kullanılmalı ve raporların<br />
düzenlenmesinde;<br />
1) Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği,<br />
2) İstanbul Protokolü<br />
3) Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik<br />
Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik dikkate alınmalıdır.<br />
Cinsel Saldırı-İstismar Muayenesi ve Raporları<br />
Bu muayeneler için düzenlenmiş muayene ve rapor formları mevcut olup bu<br />
formların kullanılması, bazı şeylerin eksik bırakılmaması ve unutulmaması açısından<br />
172
önemlidir. Bu tür muayenelerin multidisipliner biçimde yapılması, gerekli<br />
konsültasyonların istenmesi ve örneklerin toplanması çok önemlidir. Ruhsal<br />
muayenenin de eklenmesi şarttır.<br />
2. Direkt olarak hekime veya sağlık kuruluşuna başvuran ancak bildirimi<br />
gereken olgular:<br />
Bir kişi, hekime veya sağlık kuruluşuna hiçbir şeyden ve/veya kişiden şikâyetçi<br />
olmadan sadece “hasta” olarak başvurabilir ancak hekim ve/veya sağlık kuruluşu<br />
tarafından, kendisi istemese bile adli mercilere ihbarının yapılması gerekebilir. Türk<br />
Ceza Kanunu’nun 280. Maddesi, hekimler ve sağlık personeline bildirim yükümlülüğü<br />
getirmiştir.<br />
MADDE 280.– (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti<br />
ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta<br />
gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile<br />
cezalandırılır.<br />
(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire<br />
ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.<br />
Hangi Hastalar Bildirilmeli?<br />
Yukarıdaki maddeye göre hangi hastaların bildirilmesi gerektiği her zaman<br />
tartışma konusu olmuştur. Öncelikle belirtelim ki şikâyete bağlı olmadan savcılıkça<br />
re’sen soruşturmayı gerektirecek derecedeki ağır yaralanmalar, orijini ne olursa<br />
olsun, yani kasten yaralama, intihar girişimi ve tüm kazalar tereddütsüz bildirilmelidir.<br />
Bir yaralanma ilk aşamada 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 86/2. Maddesi<br />
kapsamında “Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte hafif” değilse bildirimi<br />
gerekir.<br />
Bir görüşe göre şikâyete bağlı derecedeki yaralanmalarda bildirime gerek<br />
yoktur. Yani bir yaralanma eğer (TCK) 86/2. Maddesi kapsamında “Basit bir tıbbi<br />
müdahale ile giderilebilir nitelikte hafifse” bildirim gerekmez. Çünkü bu derecedeki bir<br />
yaralanmada savcılığın soruşturma başlatması için kişinin şikâyeti gereklidir. Ancak<br />
burada çok dikkat edilmesi gereken bir durum vardır. TCK 86/3. Maddesinde şikâyete<br />
bağlı olmadan re’sen soruşturma başlatılacak durumlar sayılmıştır. Hekimin bu<br />
durumlardan bazılarını kesin olarak bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla<br />
yaralanmanın hafif olması bir “bildirmeme” kriteri olamaz.<br />
MADDE 86– (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da<br />
algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis<br />
cezası ile cezalandırılır.<br />
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle<br />
giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir<br />
yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.<br />
(3) Kasten yaralama suçunun;<br />
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,<br />
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan<br />
kişiye karşı,<br />
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,<br />
173
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,<br />
e) Silâhla,<br />
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.<br />
Yukarıdaki maddeye göre hekim, niteliğine göre yaralanmanın “silahla”<br />
meydana gelip gelmediğine karar verebilir. Ancak diğer hususları belirleyebilmesi<br />
ancak hastanın vereceği bilgilere bağlıdır. Hastanın yalan söylemesi veya bazı<br />
şeyleri gizlemesi durumunda ve bunların sonradan ortaya çıkması halinde sağlık<br />
personeli bakımından bir sorumluluk ortaya çıkacaktır.<br />
Örneğin kafasındaki basit yaralanmanın “banyoda ayağı kayarak düşme”<br />
sonucu meydana geldiğini ifade eden bir kadın hasta ihbar edilmeyip olaydan bir ay<br />
sonra kocası tarafından dövüldüğü ortaya çıktığında ve savcılıkça soruşturma<br />
başlatıldığında, anamneze göre ihbarda bulunmayan hekim sorumluluk altında<br />
kalabilir. Bu nedenle tüm yaralanmaların ihbar edilmesi gibi bir zorunluluk ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
Aynı duruma intihar girişimlerine bağlı basit zehirlenmelerde de sıklıkla<br />
rastlanabilir. Hekimler, genellikle bu tür hastaları anamneze göre eylemi kendi<br />
gerçekleştirdiği ve klinik durumu da çok ağır olmadığı için bildirmeme yolunu<br />
seçmektedir. Oysa “intihara teşvik, ikna ve yardım” gibi bir suç vardır ve bu suçun<br />
soruşturulması gerekir.<br />
Bildirim Nereye Yapılacak?<br />
Bildirimin yapılacağı yer sağlık kuruluşunun bölge olarak bağlı olduğu<br />
savcılıktır. Ancak bildirim polis merkezlerine de yapılabilir. Sağlık kuruluşunda<br />
hastane polisi sistemi varsa, bu konuda yaşanacak sıkıntı da azalacaktır. Bu<br />
durumda yukarıda belirtildiği gibi tüm yaralanmaların hastane polisi kayıt defterine<br />
kaydının yaptırılması, ihbar yükümlülüğünün tereddütsüz biçimde yerine getirilmesini<br />
sağlayacaktır. Burada yaralanmadan kastedilenin kişinin fiziksel ve kimyasal<br />
etkenlerle, bedensel ve ruhsal olarak uğradığı her türlü zarar olduğu unutulmamalıdır.<br />
Hasta Bildirim Yapılmasını İstemiyorsa<br />
Adli nitelik taşıyan ancak sağlık kuruluşuna tedavi için başvuran ve bildirim<br />
yapılmasını da istemeyen bir hasta karşısında hekim ve diğer personelinin ne<br />
yapması gerektiği her zaman adli-tıbbi bir tartışma konusu olmuştur.<br />
Tıbbi açıdan hekimin bir muhbir olmadığı, temel görevinin kim olursa olsun<br />
hastaya şifa vermek olduğu, hastanın sırlarını saklamak gibi bir hukuksal<br />
yükümlülüğünün de olduğu, dolayısıyla TCK 280. Maddenin bunlarla çeliştiği<br />
belirtilmektedir.<br />
Adli açıdan ise kamu yararının korunması gerektiği, birçok suçta kişilerin<br />
bedensel zarar gördüğü, bunların tedavi için sağlık kuruluşlarına başvurduğu, adli<br />
mercilere başvurmamaları halinde kamu adına soruşturulması gereken birçok suçun<br />
gizli kaldığı, dolayısı ile sağlık personelinin suçu bildirme yükümlülüğünün sır<br />
saklama yükümlülüğünden daha üstün bir değer olduğu söylenmektedir.<br />
Bu tartışmalarda elbette ki her hekim ve sağlık personeli bir fikri benimseyebilir<br />
ve herkes bu fikre saygı duymak zorundadır. Ancak mevcut uygulamada geçerli olan<br />
TCK 280. Maddeye göre benimsenmiş olan görüş ne olursa olsun bir bildirim<br />
174
yükümlülüğü ve yükümlülük yerine getirilmediği durumda bir cezai yaptırım olduğu<br />
göz ardı edilmemelidir.<br />
Ortaya çıkabilecek en sıkıntılı durum, başvuran hastanın hayati tehlike ortaya<br />
çıkabilecek derecede bir yaralanmasının mevcut olup ihbar edilmesi halinde tedaviyi<br />
reddedip sağlık kuruluşunu terk edeceğini bildirmesi olabilir. Böyle bir durumda<br />
hekimin takınması gereken durum hakkında ceza maddesinde bir açıklama mevcut<br />
değildir. Kanaatimizce bu durumda etik ve deontolojik kurallar çerçevesinde hekimin<br />
birinci görevi hastaya müdahale etmek olmalıdır.<br />
Çocuk İstismarı Şüphesi Olan Olgulara Yaklaşım<br />
Hekimlerin çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri de hastalık veya başka<br />
bir nedenle tıbbi bakımını yaptıkları çocuklarda rastlamaları muhtemel istismar<br />
olayıdır. Genellikle ebeveyni tarafından fiziksel, cinsel, ruhsal istismara uğrayan veya<br />
ihmal edilen çocuklar, başka sebep ve/veya şikâyetler ile sağlık kuruluşuna getirilirler.<br />
Bu çocukların tespit ve teşhis edilmesi çok önemlidir. Herhangi bir istismar türünden<br />
şüphe edildiğinde yapılması gereken; multidisipliner bir yaklaşımla tanıya gidilmesi ve<br />
gerekli bildirimlerin yapılmasıdır.<br />
3. Adli Ölüm Olguları<br />
Kendinde mevcut olan ve tanısı konmuş bir hastalık sonucu ölen, ölümü<br />
beklenen bir sonuç olan kişilerin dışında, yaşı ne olursa olsun ölümü beklenen bir<br />
sonuç olmayan, dıştan bir etki ile ölen veya kendi hastalığı sonucu ölmüş olsa bile<br />
ölümün ani olarak ortaya çıktığı veya ölüm anında son dönemin nasıl geliştiği<br />
bilinmeyen ölüm olguları adli nitelik taşımaktadır. Bunu şöyle sınıflandırabiliriz:<br />
Doğal Ölümler<br />
Ölüm beklenir bir durumdur. Kendinde mevcut ve tanısı konmuş bir hastalık<br />
veya yaşlılık sonucu ölüm gerçekleşmiştir. Herhangi bir şüphe, iddia veya şikâyet söz<br />
konusu değildir. Bu ölümlerde hekim tarafından defin ruhsatı düzenlenir.<br />
Zorlamalı Ölümler<br />
Ölümde direkt veya indirekt olarak bir dış etki rol oynamıştır. Bu ölümler<br />
cinayet, intihar veya kaza orijini ile meydana gelen ölümlerdir. Bu tür ölümler adli<br />
olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli merciler haberdar edilir.<br />
Ani Ölümler<br />
Aslında ölüm kişinin kendinde mevcut bir hastalık sonucu meydana gelmiştir.<br />
Herhangi bir dış etki söz konusu mevcut değildir. Kişinin bilinen veya bilinmeyen bazı<br />
hastalıkları da olabilir. Ancak ölüm beklenmeyen bir zamanda ve ani olarak meydana<br />
gelmiştir. Dünya Sağlık Teşkilatı, kesin tanısı konmamış ve belirtiler ortaya çıktıktan<br />
sonra 24 saat içerisinde meydana gelmiş ölümleri ani ölüm olarak kabul eder. Bu tür<br />
ölümler adli olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli merciler haberdar<br />
edilir.<br />
Şüpheli Ölümler<br />
Aslında ölüm kişinin kendinde mevcut bir hastalık sonucu meydana gelmiştir.<br />
Herhangi bir dış etki söz konusu mevcut değildir. Kişinin bilinen veya bilinmeyen bazı<br />
hastalıkları da olabilir. Ancak ölüm beklenmeyen bir zamanda meydana gelmiş ve o<br />
esnada yanında kimse yoktur. Dolayısıyla ölümden hemen önceki dönem hakkında<br />
175
ilgi yoktur. Bu tür ölümler adli olgudur. Kesinlikle defin ruhsatı düzenlenemez. Adli<br />
merciler haberdar edilir.<br />
Defin Ruhsatı Düzenlenmesi<br />
Hekimlerin en fazla hatalı uygulama yaptıkları konulardan biridir. Öncelikle<br />
kesinlikle ceset görülmeden ve muayenesi yapılmadan defin ruhsatı<br />
düzenlenmemelidir. Ölüm olgularında defin ruhsatı düzenlenirken formlar<br />
kullanılmalıdır. Özellikle ölüm nedeni yazılırken “kardiak arrest” “akciğer ödemi” gibi<br />
ölümün nedeni değil sonucu olan tanılar yazılmamalı ve ilgili mevzuata uygun bir<br />
işlem yapılmalıdır (Bknz. Mezarlık Yerlerinin İnşaası İle Cenaze Nakil Ve Defin<br />
İşlemleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik)<br />
Adli Ölü Muayenesi<br />
Adli mercilere yukarıda belirtilen ölüm türlerinden herhangi biri ile ilgili olarak<br />
bir ihbar yapıldığında; kolluk gerekli önlemleri aldıktan sonra olay yerine veya ceset<br />
bir hastanede ise oraya görevli Cumhuriyet Savcısı yanında bir hekim ile gelerek<br />
cesedin dış muayenesi yapılır. Ceset bir hastanede ise bazen bu işlem için o<br />
hastanede çalışan bir hekim de görevlendirilebilir. Bu aşamada görevli hekim bilirkişi<br />
sıfatı ile cesedi muayene eder, gerekli bilgileri alır ve kişinin kesin ölüm nedeninin<br />
belli olup olmadığı ve/veya otopsiye gerek olup olmadığı konusunda bir görüş beyan<br />
eder. Ceza Muhakemesi Kanununda bu husus açık olarak belirtilmiştir.<br />
Madde 86 - (1) Engelleyici sebepler olmadıkça ölü muayenesinden veya<br />
otopsiden önce ölünün kimliği her suretle ve özellikle kendisini tanıyanlara<br />
gösterilerek belirlenir ve elde edilmiş bir şüpheli veya sanık varsa, teşhis edilmek<br />
üzere ölü ona da gösterilebilir.<br />
(2) Ölünün adlî muayenesinde tıbbî belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini<br />
belirlemek için tüm bulgular saptanır.<br />
(3) Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim<br />
görevlendirilerek yapılır.<br />
Burada en önemli nokta, otopsi yapılmasının gerekli olup olmadığına karar<br />
vermektir. Prensip olarak o anda ortada olmayan bazı iddia, şikâyet ve benzeri<br />
sorunların sonradan ortaya çıkabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Genel olarak<br />
doğal ölümler dışındaki ölüm türlerinin hepsinde otopsi yapılması gerekecektir. Eğer<br />
otopsi yapılacaksa bunun için cesedin bu konuda deneyimli ve gerekli teknik<br />
donanıma sahip bir merkeze nakli önerilir.<br />
176
ADLİ OLGUYA YAKLAŞIM AKIŞ ŞEMASI<br />
ADLİ OLGU<br />
ADLİ MERCİ GÖNDERMİŞ<br />
ÖLÜM<br />
KENDİSİ BAŞVURMUŞ<br />
Uygun Resmi Yazı<br />
Doğal Ölüm<br />
İhbar<br />
Uygun Muayene Ortamı<br />
Ölü Muayenesi<br />
Uygun muayene ortamı<br />
Uygun Anamnez ve Onam<br />
Defin Ruhsatı<br />
Uygun Anamnez ve Onam<br />
Uygun Muayene<br />
Uygun Muayene<br />
Gerekli Konsültasyonlar<br />
Gerekli Tetkikler<br />
Zorlamalı Ölüm<br />
Ani Ölüm<br />
Şüpheli Ölüm<br />
Gerekli Konsültasyonlar<br />
Gerekli Tetkikler<br />
Rapor<br />
Rapor<br />
Uygun Rapor Teslimi<br />
Savcılığa İhbar<br />
Uygun Rapor Teslimi<br />
Savcı + Hekim<br />
Defin Kararı<br />
Ölü Muayenesi<br />
Otopsi Kararı<br />
Defin Ruhsatı<br />
Elbiselerin İncelenmesi<br />
Kimlik Tespiti<br />
Fotoğraf ve Video<br />
Uygun Bir Merkeze<br />
Sevk<br />
177
Kaynaklar<br />
1) Çetin G. Tıbbi Malpraktis(Yeni Yasalar Çerçevesinde Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu,<br />
Tıbbi Malpraktis ve Adli Raporların Düzenlenmesi, Ed: Gürsel Çetin, Coşkun Yorulmaz), İ. Ü.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi-48, Yelken Matbaası,<br />
İstanbul, 2006, 31-42.<br />
2) Yorulmaz C, Kaya A. Tıbbi Malpraktisin Uzmanlık Alanlarına Dağılımı ve Karşılaşılan Nedenler<br />
(Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi Güncellemesi, Ed: Gürsel Çetin, Ahsen Kaya), İ. Ü.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi-78, Doyuran Matbaası,<br />
İstanbul, 2012, 9-21.<br />
3) Sağlık Bakanlığı Mezarlık Yerlerinin İnşası İle Cenaze Nakil Ve Defin İşlemleri Hakkında<br />
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmî Gazete 19 Ocak 2013, Sayı : 28533,<br />
41.<br />
4) Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık<br />
Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 22.09.2005 tarih, 13292 sayılı Genelgesi,<br />
5) Türk Ceza Kanunu’nda Tanımlanan Yaralama Suçlarının Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi, Ed:<br />
Sadullah Güzel, Yasemin Balcı, Gürsel Çetin (2005) Ed: Ümit Naci Gündoğmuş, Yasemin Balcı, H.<br />
Mehmet Akın (2013), Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu, İstanbul,2013.<br />
6) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde<br />
Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu (İstanbul Protokolü)<br />
https://www.ttb.org.tr/eweb/istanbulprot/istprotokolu.html(Erişim tarihi 19.08.2016).<br />
7) Fincancı K. Ş. Adli Olguya Yaklaşım, (Hekimlik Uygulamalarının Adli Tıbbi Güncellemesi, Ed:<br />
Gürsel Çetin, Ahsen Kaya), İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri<br />
Sempozyum Dizisi-78, Doyuran Matbaası, İstanbul, 2012, s. 92-103.<br />
8) Adalet Bakanlığı Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, Yayımlandığı Resmi<br />
Gazete: 01.10.1998, No: 23480, http://www.resmigazete.gov.tr/(Erişim tarihi 18.08.2016)<br />
9) Adalet Bakanlığı Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin<br />
Tespiti Hakkında Yönetmelik Resmi Gazete Tarihi: 01.06.2005 Resmi Gazete Sayısı: 25832,<br />
http://www.resmigazete.gov.tr/ (Erişim tarihi 18.08.2016)<br />
10) Çetin G. Türk Ceza Kanunu Açısından Yaralar, Adli Tıp Ders Kitabı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültesi Yayını-281, İstanbul, 2011, 241-54.<br />
11) Yorulmaz C. Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet, Adli Tıp Ders Kitabı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi<br />
Yayını-281, İstanbul, 2011, 389-98.<br />
178
Doğru ve Etkili Konsültasyon<br />
Prof. Dr. Abdullah SONSUZ<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı<br />
Konsültasyon Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı ile “Bir hastalığa tanı<br />
koymak veya hastalığı tedavi etmek amacıyla birden fazla hekimin görüş<br />
alışverişinde bulunması” şeklinde tanımlanmaktadır. Daha genel bir ifadeyle<br />
konsültasyon bir hastalık sürecinin yönetimindeki herhangi bir aşamanın aynı veya<br />
farklı uzmanlık ve çalışma sahalarındaki birden fazla doktor tarafından birlikte<br />
değerlendirilmesi ve görüş alışverişinde bulunulması şeklinde ifade edilebilir. Geçmiş<br />
yıllarda hekimlik pratiğinde çok büyük özen gösterilen ve kendine ilişkin kuralları<br />
bulunan bu uygulama günümüzde yazılı notlar üzerinden yapılan rutin bir<br />
değerlendirmeye hatta bazen elektronik hasta kayıtları üzerinden yürütülen sıradan<br />
bir işleme dönüşmüş görünmektedir.<br />
Bu değişiminin temelinde yatan en önemli faktör giderek artan ileri düzeyde<br />
uzmanlaşma ile birlikte doktorların ilgi ve üst düzey deneyim alanının daha dar bir<br />
konuyla sınırlanması, bunun yarattığı özgüven artışı çalışma koşullarından<br />
kaynaklanan sorunlardır. Bunun neticesi olarak konsültasyon bazen yasal bir<br />
zorunluluğu yerine getirmeye, ileride karşılaşılması olası medikolegal sorunlara karşı<br />
tebdir almaya, bazen ise aslında kendi yapması gereken bazı iş veya işlemleri başka<br />
bölüm veya uzmanlık alanlarından istemeye doğru, yanlış bir istikamete doğru<br />
yönelmiştir.<br />
Konsültasyonlarla İlgili Yasal Mevzuat<br />
Konsültasyon geleneğinin çok da olumlu yönde olmayan bu değişiminde etkili<br />
olan önemli bir neden konuya ilişkin yasal ve idari mevzuatın çok eski ve yetersiz<br />
olmasından kaynaklanan problemlerdir. Konsültasyonların düzenlenmesine ilişkin<br />
tüm kurum ve kuruluşları düzenleyen bütüncül bir üst düzey yasal mevzuat mevcut<br />
değildir. Var olan yasal düzenlemelere bakacak olursak:<br />
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü: (Yürürlüğe Koyan Bakanlar Kurulu Kararnamesi:<br />
No.4/12578 - 13 Ocak 1960; Resmi Gazete ile neşir ve ilânı: 19 Şubat 1960 - Sayı:<br />
10436).<br />
Bu tüzüğün 24-30. maddeleri konsültasyonlarda uyulması gereken kuralları<br />
düzenlemektedir. Eski (55 yıl öncesine aitbir düzenleme olmasına rağmen halen<br />
geçerlidir. Bu tüzük “Tabip ve diş tabiplerinin, deontoloji bakımından riayetle mükellef<br />
oldukları kaide ve esaslar” içermektedir ve geçerlilik metninde belirtildiği gibi 6023<br />
sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 7 nci maddesi mucibince tabip odalarına<br />
kayıtlı bulunan tabip ve diştabipleri, bu nizamname hükümlerine tabidirler.<br />
Madde 24 – Hasta, konsültasyon yapılmasını arzu ederse, müdavi tabip veya<br />
diş tabibi bu talebi kabul eder. Müdavi tabip veya diş tabibi, konsültasyon<br />
yapılmasına lüzum gördüğü takdirde, keyfiyeti hastaya bildirir. Bu teklifin kabul<br />
edilmemesi halinde, müdavi tabip veya diş tabibi, hastasını bırakabilir.<br />
179
Bu Nizamnamenin yirmi birinci maddesinde yazılı sağlık tesislerinde,<br />
konsültasyonun hangi hallerde ve ne suretleyapılacağı, hastahaneler<br />
talimatnamelerinde gösterilir.<br />
Madde 25 – Konsültasyonlarda münakaşa ve müşavereler hasta ile<br />
etrafındakilerin duyup anlıyamıyacakları şekildeyapılır. Münakaşa ve müşavere<br />
esnasında, meslek vekarının muhafaza edilmesine dikkat olunur. Konsültasyona<br />
iştirak eden tabip veya diş tabibinin, bir meslektaşı himaye maksadı ile veya başka bir<br />
hissi sebeple, lüzumsuz metihlerden kaçınarak, kanaatini açıkça söylemesi lazımdır.<br />
Madde 26 – Konsültasyonda varılan neticeler, bir konsültasyon zaptı ile tesbit<br />
ve bu zabıt müştereken imza olunur. Konsültasyon neticesi, ayrıca, en yaşlı tabip<br />
veya diş tabibi tarafından hastaya bildirilir. Netice bildirilirken, hastanın veya<br />
yakınlarının maneviyatını bozacak veya kendilerini tereddüt ve şüpheye düşürecek<br />
müphem ve imalı sözler sarf edilmesi caiz değildir.<br />
Madde 27 – Konsültan tabip veya diş tabibi, yapılan tedaviyi uygun görmediği<br />
takdirde, kanaatını konsültasyon zaptına yazmakla iktifa eder. Yapılan tedaviye<br />
müdahalede bulunamaz.<br />
Madde 28 – Konsültan tabip veya diş tabibi ile müdavi tabibin kanaatları<br />
arasında aykırılık hasıl olur ve hasta, konsültan tabip veya diş tabibinin kanaatını<br />
tercih eder ise, müdavi tabip kendi görüşünde israr ettiği takdirde hastayı terk<br />
edebilir.<br />
Madde 29 – Konsültan tabip veya diş tabibi, hastanın israrlı talebi olmadıkça,<br />
hastayı tedavi edemez.<br />
Konsültan tabip veya diş tabibinin, konsültasyonu icab ettirmiş olan hastalığın<br />
devamı müddetince, müdavi tabibin muvafakati olmadan, hastanın yanına, aynı<br />
hastalık için, mesleki bir maksatla sonradan girmesi caiz değildir.<br />
Madde 30 – Yapılan konsültasyonda her tabip veya diş tabibi, ücretini ayrı ayrı<br />
alır. Ücretin, bir elden alınarak taksimi caiz değildir. Konsültasyon, müdavi tabibe,<br />
konsültan tabip veya diş tabibi gibi, ücret almak hakkını verir.<br />
Kamuda çalışan doktorların tabip odalarına üye olmalarını zorunlu olmaktan<br />
çıkaran yasal düzenlemelerden sonra tüzüğün hükümlerinin uygulanabilirliği<br />
konusunda bir belirsizlik doğduğu görülmektedir. Diğer taraftan bu günkü koşullarda<br />
uygulanabilirliği son derece güç olan biçimsel unsurlar taşıdığı da dikkate alınmalıdır.<br />
Ülkemizde yasal mevzuatın günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde<br />
düzenlenmesine ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunun örneği olarak dikkate<br />
alınmalıdır.<br />
Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği (Bakanlar Kurulu Kararının<br />
Tarihi: 10.9.1982, No: 8/5319<br />
Dayandığı Kanunun Tarihi: Yayımlandığı R. Gazetenin Tarihi: 13.1.1983, No:<br />
17927 Mük.)<br />
Madde 65 – Yataklı tedavi kurumunda yatan ve tedavi gören hasta veya ailesinden<br />
birisi, bir veya birkaç uzmanla konsültasyon yapılmasını istediği takdirde, müdavi<br />
konsültasyon tabibin muvafakatı, baştabibin müsaadesiyle ücretleri hasta veya<br />
sahipleri tarafından ödenmek şartıyla, istenen uzmanların hastayı görmesine<br />
müsaade edilir. Müdavi tabibin konsültasyona muhalefeti halinde, gereğine baştabib<br />
karar verir. Yapılan konsültasyonun neticesi müşahade kağıdına etraflıca yazılarak<br />
180
altı muayene eden tabibler tarafından imza edilir. Kurumun görevli tabibi,<br />
konsültasyon kararı çoğunluk ile de olsa, kendi özel görüş ve fenni kanaatine aykırı<br />
tedavi ve ameliyata zorlanamaz. Bu takdirde tedavi ve müdahale hasta veya<br />
sahibinin muvafakatı ile konsültasyona katılan uzman tabib tarafından yapılır.<br />
Madde 114 – Servis şef ve uzmanları... Herhangi bir hasta hakkında<br />
konsültasyon için diğer şubelerden gelen davetleri kabul ve görüşlerini bildirmek<br />
zorundadırlar. Aynı şubeden birçok uzman bulunan kurumlarda bu çeşit hizmetler<br />
baştabibin düzenleyeceği sıraya göre nöbetleşe yapılır.<br />
Madde 116 – Kendisine bir gün önceden verilecek ameliyat listelerine göre<br />
vak'aların niteliklerini ve ameliyat sürelerini göz önüne alarak günlük ameliyathane<br />
çalışma listelerini düzenler. Ameliyat olacak hastaların ameliyata hazırlanması için<br />
gerekli incelemeler ile konsültasyonların yapılmasını ve bu hastaların<br />
premedikasyonunu sağlar.<br />
Hasta Hakları Yönetmeliği: (Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete<br />
Sayısı: 23420)<br />
Madde 9- Hastaya talebi halinde, kendisine sağlık hizmeti verecek veya<br />
vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimlikleri, görev ve unvanları hakkında<br />
bilgi verilir.<br />
Mevzuat ile belirlenmiş usullere uyulmak şartı ile hastanın, kendisine sağlık<br />
hizmeti verecek olan personeli serbestçe seçme, tedavisi ile ilgilenen tabibi<br />
değiştirme ve başka tabiplerin konsültasyonunu istemek hakkı vardır. Personeli<br />
seçme, tabibi değiştirme ve konsültasyon isteme hakları kullanıldığında, mevzuat ile<br />
belirlenen ücret farkı, bu hakları kullanan hasta tarafından karşılanır.<br />
Özel Hastaneler Yönetmeliği: (Resmi Gazete Tarihi: 27.03.2002 Resmi<br />
Gazete Sayısı: 24708)<br />
Konumuzla doğrudan ilgili olmasa da özel hastanelerin konsültasyon<br />
işlemlerine ilişkin yasal mevzuat da aşağıda sunulmuştur.<br />
(Değişik:RG-23/9/2010-27708) Sağlık durumu aciliyet arz eden ve/veya başka<br />
kuruma sevki tıbben riskli olan hastalar için, tedavisini üstlenen tabibin talebi üzerine<br />
tıbbi görüş, destekleyici ve tamamlayıcı hizmet veya yardım alınması için<br />
konsültasyon hizmetine ihtiyaç duyulan dalda o ildeki öncelikle özel sağlık<br />
kurum/kuruluşlarındaki kadrolu hekimlerden olmak üzere konsültan hekim davet<br />
edilebilir. Konsültan hizmet bedeli hastane tarafından hizmet sunan kuruma ödenir.<br />
Bu şekilde hastaneye davet edilen konsültan hekimlerin isimleri ve uzmanlık dalları<br />
hakkında mesul müdür tarafından en geç beş iş günü içinde müdürlüğe bilgi verilir.<br />
Üniversite Hastaneleri / Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezlerindeki<br />
durum:<br />
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğive<br />
Hasta Hakları Yönetmeliği, kapsamı bakımından Üniversite Hastaneleri / Sağlık<br />
Araştırma ve Uygulama Merkezleri için de bağlayıcı hükümler taşımaktadır. Bununla<br />
birlikte bu hastanelerin kuruluş ve çalışma esasları çoğu zaman daha özel<br />
181
düzenlemeleri gerekli kılmaktadır ve bu ihtiyaç yayınlanan hizmet yönergeleri veya<br />
daha alt birimlerin (Anabilim Dalı, Bilim Dalı) yaptığı iç düzenlemeler ile karşılanmaya<br />
çalışılmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi için daha çok 2. seçeneğin geçerli<br />
olduğunu söyleyebiliriz.<br />
Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları (Yayın Tarihi:<br />
01.02.1999)<br />
Danışım (Konsültasyon) ve Ekip Çalışması<br />
Madde 19-Danışım ve ekip çalışması sürecinin düzenli işleyebilmesi ve bir<br />
hekim hakkı olarak yaşama geçirilebilmesi için;<br />
a. Hasta izlemi sırasında, değişik uzmanlık alanlarının görüş ve uygulamalarına<br />
gereksinim doğduğunda, tedaviyi yürüten hekim durumu hasta ve/veya yakınlarına<br />
bildirmelidir. Konsültasyonu hastanın tedaviyi yürüten hekimi yazılı olarak ister. Yazılı<br />
istemde hastanın özellikleri, konsültasyon isteğinin nedenleri açık ve anlaşılır biçimde<br />
belirtilir.<br />
b. Konsültasyon sürecinde konsültan hekim de, hastanın sürekli hekimi gibi hastadan<br />
sorumludur.<br />
c. Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip olmalıdır.<br />
d. Konsültasyon sonucunda, konsültasyonun gerekçesi ve sonuçları, açık ve anlaşılır<br />
biçimde bir tutanak ile belgelenir.<br />
e. Konsültasyonun sonuçlarından hastalar da yeterli ölçüde bilgilendirilir.<br />
f. Konsültasyonun sonucunda hastanın tedaviyi yürüten hekimi ile konsültan hekimin<br />
görüş ve kanaatleri arasında fark olur ve hasta konsültan hekimin önerilerini kabul<br />
ederse, hastanın tedaviyi yürüten hekimi tedaviyi bırakabilir.<br />
g. Konsültasyon istenen hekim davete uymak zorundadır.<br />
Değişik Koşullarda Konsültasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi<br />
Burada her kurumun kendi imkan ve ihtiyaçlarına göre bazı düzenlemeler<br />
yapması en doğru olan yaklaşımdır. Tek bir modelin bütün koşullarda ihtiyaçları<br />
karşılaması beklenmemelidir. Bununla birlikte bir üniversite hastanesinde standart<br />
konsültasyon hizmetlerinin yerini tutacak veya bu sistemi destekleyecek başka<br />
mekanizmaların varlığı da bir gerçektir. Bu mekanizmalar arasında multidispliner<br />
hasta takip / tedavi poliklinikleri, hasta konseyleri, özel bazı hastalıklar veya hastalık<br />
grupları için oluşturulan sürekli poliklinikler, öğretim üyelerinin özel ilgi alanları ile ilgili<br />
olarak doğrudan hasta kabülleri sayılabilir ve bu alanda büyük bir imkan çeşitliliğini<br />
ortaya koyar. Ancak özellikle büyük ve eski kurumların sahip olduğu bu imkanların<br />
her yerde bulunamayacağı unutulmamalı ve standart konsültasyon hizmetlerinin<br />
belirli bir düzeyde devam ettirilmesinin önemi gözardı edilmemelidir. Standart<br />
konsültasyonların işleyişi ile ilgili temel prensiplere dönecek olursak bir kural<br />
olmamakla beraber bu tür konsültasyonlar 4 farklı başlıkta toplanabilir ve her birinin<br />
kendine göre kuralları ve öncelikleri mevcuttur.<br />
1. Günlük rutin konsültasyon hizmetleri<br />
2. Preoperatif konsültasyonlar<br />
3. İleri düzeyli konsültasyonlar<br />
4. Acil konsültasyonlar<br />
Günlük rutin konsültasyon hizmetleri yatan hastalar ve poliklinik hastaları<br />
için belirli kural ve prensiplere tabii olarak düzenlenmesi yürütülmesi önem<br />
182
taşımaktadır. Günümüzde hastanın talebi üzerine aynı uzmanlık sahasından başka<br />
hekimlerce yapılan konsültasyonlar yasal mevzuat içerisinde yer alıyor olsa bile<br />
özellikle kamu hastanelerindeki uygulamalar bakımından hemen hiç karşılaşılan bir<br />
durum değildir ve her tür konsültasyon genelde hastayı izleyen hekimin istek ve<br />
kararı ile talep edilmektedir. Görev yapılan kurumun konsültasyon için belirlediği özel<br />
prensipler bulunmadığı durumlarda bunun aşağıdaki kurallar içerisinde yürütülmesi<br />
yararlı olacaktır.<br />
Konsültasyon hastanın yatış nedeni ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgili<br />
olabilecek konuları kapsamalıdır. Bazı durumlarda hastaların yattığı bölümlerde<br />
başka hastalıklarının tanı ve tedavisi için yapabileceği talepler konsültasyon olarak<br />
görülmemelidir. Örnek olarak kolesistektomi için yatırılmış bir hastada var olan<br />
hipertansiyon için operasyon ve operasyon sonrası sorunlar bakımından bir<br />
konsültasyon istenilmesi gerekli görülebilir. Ancak aynı hastanın hastaneye<br />
yatmışken bir de görme bozuklukları için muayene olma isteği ise konsültasyon<br />
kapsamında değerlendirilmemelidir.<br />
Konsültasyon genel muayene talebi değildir. Hasta hakkında gerekli bilgiler<br />
verilmeli ve neyin sorulmak istendiği açık olarak belirtilmelidir.<br />
Konsültan hekimin isteyebileceği bazı incelemeler için zaman tanınmalıdır, bu<br />
tetkikleri yaptırmak hastayı izleyen ve konsültasyon talep eden hekimin<br />
sorumluluğundadır.<br />
Hastada mevcut bir tıbbi problemin niteliği hakkında ayrıntılı bilgi sahibi<br />
olunmadığı veya hangi bulgu veya semptomun daha öncelikli olduğunun<br />
değerlendirilemediğidurumlarda spesifik konsültasyonların değil, anabilim dalları<br />
düzeyindeki daha kapsayıcı genel konsültasyonların istenilmesi doğru olacaktır.<br />
Örnek olarak dispne ve karaciğer enzim yüksekliği ile gelmiş bulunan bir hastada<br />
istenilecek konsültasyon sırası önce İç hastalıkları/Göğüs hastalıkları/Kardiyoloji,<br />
ardından gerekirse gastroenteroloji şeklinde olmalıdır. Buradaki sıralama bir yandan<br />
hastalık önem ve ağırlığına, diğer yandan ise hangi hastalığın hangi problemin<br />
nedeni olabileceğine göre belirlenmelidir. Yukarıdaki örneğe dönecek olursak bir<br />
karaciğer hastalığının solunum zorluğuna neden olması beklenilen bir durum<br />
değilken, konjestif kalp yetersizliğinin karaciğer fonksiyon bozukluğu oluşturmasının<br />
çok daha muhtemel olduğu gerçeğine dayanır.<br />
Bazı konsültasyonlarda uzun ve zaman alıcı incelemelere ihtiyaç duyulabilir. Böyle<br />
durumlarda hastanın konsültan hekimin kliniğine transferi için ısrarcı olunmamalıdır,<br />
bir hasta taburcu olana kadar kendisini yatıran hekimin sorumluluğu altındadır.<br />
Preoperatif konsültasyonlar önemli, ancak günlük uygulamalarda oldukça<br />
sorunlu bir konu durumundadır. Bu tür konsültasyonlar yatan veya ayaktan ameliyata<br />
hazırlanan hastalar için istenilebilir. Çeşitli zorunluluklar nedeniyle hastaların<br />
planlanan operasyonlardan çok kısa bir süre önce yatırılması veya polikliniklere<br />
gönderilmesi durumunda istenilen incelmeler için yeterli zaman kalmakta ve bazen<br />
operasyonların ertelenmesine neden olan sorunlar yaşanabilmektedir. Bu hastalarda<br />
konsültasyon istenilen bölümlerin ihtiyaç duyacağı incelemeler için mutlaka zaman<br />
tanınmalıdır.<br />
Preoperatif dönemde istenilen konsültasyonlarda talebin hangi birimden<br />
geldiği ayrıca önem taşımaktadır. Ameliyatı planlanan bir hastada mevcut tıbbi durum<br />
veya cerrahi tedavi ihtiyacı için değerlendirilme istenmiş olması muhtemel olabileceği<br />
gibi bu konuda bir talep olmaksızın doğrudan ameliyat süreci ve post op döneme<br />
183
ilişkin bir risk değerlendirmesi ve yönetimini de istemiş olabilir. Birinci türden bir istek<br />
çoğu defa operasyonu yapacak olan birimlerden gelirken ikinci tür değerlendirmeler<br />
ise daha çok anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanlarınca istenilmektedir.<br />
Konsültasyonda her iki tarafın beklentisinin ve öğrenmek istediklerinin farklı<br />
olacağıdikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır.<br />
Bu tür konsültasyonlardaki sorunlardan birisi de dış merkezlerde ameliyat<br />
olacak olan hastaların talepleridir. Bu talebin yazılı isteğe dayanmadan doğrudan<br />
hastalar tarafından iletilen “doktorunuzdan ameliyat olmasında sakınca yoktur diye<br />
yazı getirin” şeklindeki bir ifade ile istenildiği örneklere dahi rastlanılmaktadır. Bu<br />
taleplerde mutlaka konsültasyon isteğinin yazılı olarak alınması konusuna özen<br />
gösterilmeli, cevabı da yazılı olarak sunulmalıdır. Hastalar aracılığı ile iletilebilecek<br />
bilgilerin çok büyük yanlış anlaşılmalara ve bu zeminde doğacak medikolegal<br />
problemlere zemin hazırlayacağı unutulmamalıdır.<br />
Preoperatif konsültasyonlarda yapılması planlanan cerrahi girişim açık ve net<br />
olarak anlaşılmalı ve medikal boyutu ile irdelenmelidir. Kendi sahanız ile sınırlı olmak<br />
üzere kesin kontrendikasyon oluşturan bir durum veya özel bir risk saptamış iseniz,<br />
bunu açık olarak belirtmiş olmanız doğrudur. Buna karşılık size özel olarak<br />
sorulmamış ise planlanan tedavi ile alternatif tedavi seçenekleri arasında bir<br />
değerlendirme yapmanız doğru olmayabilir, bu konu bir preoperatif konsültasyonun<br />
kapsamı dışında kalmaktadır.<br />
Bu konsültasyonlarda başka uzmanlıkların yetki ve karar sahası içinde kalan<br />
ifadelerden kaçınılmalıdır. Sizden bu şekilde istenmiş olsa bile bir preop<br />
değerlendirmede “......anestezi alması sakıncalıdır veya sakınca yoktur... “ şeklinde<br />
bir ifade kullanılması doğru değildir. Bu ancak anesteziyoloji ve reanimasyon<br />
uzmanının vereceği bir karardır ve sizden istenilen bu kararı vermeniz değil, ilgili<br />
uzmanın bu kararı vermekte ihtiyaç duyacağı tıbbi değerlendirmeleri yapmaktır. Bu<br />
kapsamda hastalığın tanımı, ağırlığı, karşılaşılması olası komplikasyonlar ve bunun<br />
altta yatan hastalıkta oluşturabileceği sorunlar, uygulanmakta olan tedavide bir<br />
değişiklik yapılması gerekip gerekmediği belirtilmelidir.<br />
İleri düzeyli konsültasyonlar bu tür konsültasyonlar büyük ölçüde belirli<br />
konularda spesifik hasta poliklinikleri, multidisipliner poliklinik çalışmaları veya bazı<br />
hastalık gruplarını özel olarak izleyen kişiler ile yürütülen konsültasyonlardır. Günlük<br />
klinik pratikte uzmanlık eğitimi görenlerin bu kapsamdaki görev ve sorumlulukları<br />
oldukça sınırlıdır ancak eğitimleri açısından bu faaliyetlerin bütünüyle dışında<br />
kalmaları doğru değildir. Bu tür hastalar ile ileride yakınlarda size yardımcı olabilecek<br />
eğiticileriniz olmaksızın karşılaşacağınızı unutmayınız.<br />
Acil konsültasyonlar günlük konsültasyonların bir alt türü olarak da<br />
düşünülebilir. Buradaki temel farklılık mesai saatleri dışında ve nöbet koşullarında da<br />
istenilebilmesi ve çoğu zaman daha kısa zamanda ve daha sınırlı bir inceleme ile<br />
karar verme mecburiyetinin varlığıdır. Acil konsültasyonlar normal yataklı<br />
servislerdeki hastalar için de istenmiş olabilir, ancak büyük çoğunluğunu acil<br />
servislerde yatan hastalar için istenilen konsültasyonlar oluşturur.<br />
Bu bölümlerde istenilen konsültasyonlarda zaman zaman sözel iletişimle<br />
gerçekleştirilmek zorunda kalınabilir. Bu gibi durumlarda yapılan görüşmeler ve<br />
alınan önerilerin mutlaka hasta dosyalarına işlenilmesi, önem taşımaktadır.<br />
184
Bütün konsültasyonlar için de kullanılabilirse de daha çok acil servislerdeki<br />
konsültasyon hizmetlerinin değerlendirilmesi için kullanılmış olan konsültasyonların<br />
5C’si (5 Cs of Consultation) yaklaşımı çoğu durumda geçerli olan temel ilkeleri<br />
barındırmaktadır.<br />
Contact<br />
Konsültasyon talebini başlatma<br />
Communicate<br />
Klinik probleme ve sorulara odaklanmış özlü bilgi aktarımı<br />
Core Question<br />
Cevaplanması gereken özel bir soru veya yapılması<br />
istenilen işlem için bilgi ve görüş sorulması<br />
Collaboration<br />
Konsültasyon isteyen doktor ile konsültan doktor veya<br />
doktorlar arasında hastalık sürecinin yönetimi veya spesifik<br />
bir sorunun çözümü için görüşmeler<br />
Closing the Loop Değerlendirmenin tamamlanıp konsültasyon sürecinin<br />
sonlandırılması<br />
Konsültasyon istemek de, konsültasyon yapmak da günlük hekimlik pratiğinde<br />
alıştığımızın dışında bir bakış açısı ve farklı bir hasta yaklaşımı gerektirir. Mezuniyet<br />
sonrası tıp eğitimi programlarında henüz yeterince yer almayan bu konu, doktorların<br />
hızla uzamanlaşması ve ileri uzmanlık alanlarına yönelmesi ile ileride daha da<br />
problemli bir hale gelmeye adaydır.<br />
Her şeyden önce, konsültasyonun uzmanlık eğitiminin önemli araçlarından<br />
birisi olduğunu ve hizmeti eğitime dönüştürmek için faydalanabileceğiniz eşsiz bir<br />
fırsat olarak kullanabileceğinizi unutmamalısınız. Eğitiminiz süresince bu konuda<br />
göstereceğiniz çabalar konsültasyonlardaki yetkinliğinizi artıracak ve bu durum<br />
ilerideki meslek yaşamınızda sizlere saygınlık ve güven kazandıran bir özelliğiniz<br />
olacaktır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Kessler CS, Tadisina KK, Saks M, etal. The 5Cs of Consultation: Training Medical Students to<br />
Communicate Effectively in the Emergency Department. J EmergMed. 2015;49(5):713-21<br />
2. Goldman L, Lee T, Rudd P. Ten commandments for effective consultations. Arch Intern Med.<br />
1983;143(9):1753-5.<br />
3. Salerno SM, Hurst FP, Halvorson S et al: Principles of Effective Consultation: An Update for the<br />
21st-Century Consultant. Arch Intern Med. 2007;167(3):271-5.<br />
185
Acil Durum ve Afet Yönetimi<br />
Prof Dr İbrahim İKİZCELİ<br />
Uzm Dr Yonca Senem AKDENİZ<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı<br />
Ülkemiz gerek coğrafi özellikleri bakımından gerek stratejik konumu açısından<br />
afet oluşma potansiyeli yüksek bir ülkedir.Özellikle geçtiğimiz günlerde yaşadığımız<br />
kanlı darbe girişimi ve öncesinde yoğunlaşan terör olayları ciddi can kaybı ve maddi<br />
zarara mal olmuştur. Bunların dışında deprem ve sel gibi doğa olayları geçtiğimiz<br />
yıllarda ülkemize çok ciddi zarar vermiştir. Bu yüzden afetlere hazırlık ve<br />
planlamaüzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Özellikle Acil Tıp<br />
hekimlerine hastane içi ve dışında afetlere müdahale, önleme, hazırlık, planlama ve<br />
organizasyon aşamalarında büyük sorumluluk düşer.<br />
Acil Durum ve Afet Tanımı<br />
Doğal veya insan faaliyetleri sonucu oluşan olağanüstü bir olayın acil durum<br />
olabilmesi için insanların yaşam alanlarını, vücut bütünlüklerini tehdit etmesi veya<br />
faaliyetlerini kesintiye uğratıyor olması gerekir. Sağlık Bakanlığı hastane afet planı<br />
hazırlama kılavuzuna göre acil durum büyük, fakat genellikle yerel imkânlarla baş<br />
edilebilen çapta, ivedilik gerektiren tüm durum ve hallerdir. 5902 sayılı kanunda,<br />
“Toplumun tamamının veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran<br />
veya kesintiye uğratan ve acil müdahaleyi gerektiren olaylar ve bu olayların<br />
oluşturduğu kriz hali”olarak tanımlanmıştır. Özetle acil durum, toplumun tamamının<br />
veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan<br />
ve acil müdahaleyi gerektiren olayları ve bu olayların oluşturduğu kriz halini ifade eder.<br />
Acil durum beklenmeyen olay ve olaylar silsilesidir. Salgın hastalıklar, kitlesel<br />
yemek zehirlenmeleri, bomba ihbarı, endüstriyel kazalar, doğal olaylar ve afetler acil<br />
durum kapsamındadır. Acil durumlarda zaman en önemli unsurlardan biridir. Hızlı bir<br />
organizasyon yapılarak müdahaleye geçilmelidir ve her aşamada zamanla yarış<br />
halinde olmak gereklidir. Bunun için önceden hazırlanmış planlar çok önemlidir. Acil<br />
durum yönetimi, afetlerin önlenmesine veya ortaya çıkması durumunda etkilerinin<br />
azaltılması amacı ile önceden hazırlıklı olunmasına ve afet anında zararların<br />
azaltılmasına yönelik düzenleme ve önlemleri içerir. Eğer acil durumun niteliği bu<br />
amaç için örgütlenmiş olan mevcut organizasyon tarafından yönetilecek ve kontrol<br />
altına alacak mahiyeti aşarsa, kriz veya afet yönetimi aşamasına geçilecektir.<br />
Afet denildiği zaman aklımıza çoğu zaman deprem, sel, su baskınları, yangın<br />
gibi durumlar gelse de bunların dışında beklenmedik ve kaynakların kapasitesini aşan<br />
her türlü durum afet kapsamına girmektedir. Daha basit olarak bir sistemin müdahale<br />
ve yanıt kapasitesini aşan her türlü olay olarak tanımlanabilir. Bu müdahale ve yanıt<br />
kapasitesi farklı bölgelere göre, hatta aynı bölge içinde günün farklı saatleri ya da<br />
haftanın farklı günlerine göre de değişiklik gösterebilir. Büyük bir il merkezinde 3-4<br />
aracın karıştığı 4-5 ciddi durumda yaralının ve 7-8 hafif yaralının olduğu bir trafik<br />
kazası afet olarak kabul edilmez, ancak aynı kaza küçük bir ilçe merkezinde<br />
olduğunda afet olarak kabul edilebilir veya diyaliz ünitesi sadece gündüz çalışan bir<br />
186
hastane için gecenin geç saatlerinde acil servise başvuran ve acil diyaliz ihtiyacı olan<br />
bir hastanın başvurması da bu kapsama girer. Burada önemli olan mevcut kaynakların<br />
yeterliliğidir. Bu gibi olayların dışında üst düzey bir yöneticinin veya ünlü birinin acil<br />
servise gelmesi de kaynakların çoğunun buraya aktarılmasından dolayı afet olarak<br />
değerlendirilebilir. Düzgün bir tanım yapmamız gerekirse afet, toplumun tamamı veya<br />
belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve<br />
insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan, etkilenen toplumun baş etme<br />
kapasitesinin yeterli olmadığı doğa, teknoloji veya insan kaynaklı olaydır. Afet bir<br />
olayın kendisinden çok, doğurduğu sonuçtur.<br />
Afet Sınıflandırmaları<br />
Afetler dış ve iç olarak ikiye ayrılmışlardır. İç afetler hastane sınırları içinde<br />
gerçekleşirler, örnek olarak güç kesintisi, yangın, laboratuvar kazası, patlama, silahlı<br />
saldırı, sistem arızası, potansiyel bir saldırgan veya suçlunun hastaneye getirilmesi vb.<br />
sayılabilir. Dış afetler hastane dışında meydana gelir. Bunlara örnek olarak trafik<br />
kazaları, bombalama gibi terör olayları, endüstriyel kazalar, toplu zehirlenmeler vb.<br />
sayılabilir. Deprem, savaş gibi bazı afetler ise her iki tipi kapsayabilir. Afetler ayrıca<br />
doğal ve insan kaynaklı olarak da ikiye ayrılmışlardır. Bazı kaynaklarda etkilenen insan<br />
sayısına göre ayırım yapılmıştır. Bunların dışında da oluş şekilleri, büyüklükleri, tipleri,<br />
uyarı düzeyleri gibi birçok özelliğe göre sınıflandırmalar yapılmıştır. Ama daha önce de<br />
belirttiğimiz gibi önemli olan olağandışı duruma verilen cevabın yeterliliğidir.<br />
Verilen cevaba göreafetler üç seviyeye ayrılmıştır. Yerel olanaklar sorunu<br />
çözmede yeterli gelmişse I. Seviye, bölgesel yardım gerekmiş ise II. Seviye, devlet ve<br />
dış ülkelerin yardımı gerekmiş ise III. Seviye olarak tanımlanmıştır.<br />
Diğer bir model ise, "potansiyel hasara neden olan olay" (potential injury<br />
creating event - PICE) olarak tanımlanmıştır (Tablo 1). A kolonunda (birinci önek), ek<br />
yaralanmalar için risk varlığı olup olmadığı, B kolonunda (ikinci önek), yerel<br />
kaynakların durumu, yetersiz ise artırılması gerektiği (sistemi bozucu bir olay) ya da<br />
yeni baştan oluşturulması gerektiği (paralitik bir olay) belirtilir. C kolonu (üçüncü önek),<br />
olayın coğrafi yayılımını gösterir. Dış yardım gereksinimini Evrelendirme gösterir. Evre<br />
0, çok az ya da hiç gerekli olmadığı; Evre I, az oranda bir dış yardımın gerekli<br />
olabileceği ve yardımın alarmda beklemesini; Evre II, orta oranda dış yardım ihtiyacı<br />
olabileceği ve yardımın yedekte bekletilmesi gerektiği ve Evre III, yerel kaynakların<br />
tamamen yetersiz olduğu ve dışardan kaynak ve personel yardımının çağrılması<br />
gerektiğini gösterir. Örn. birkaç ölü ve bir düzine yaralının olduğu çoklu bir araç kazası<br />
büyük bir şehir için Evre 0 iken, küçük bir yerleşim yeri için Evre III olacaktır. Olayın<br />
dinamik ya da statik olmasını belirleyen asıl etmen, mevcut olan durumun çok yeni<br />
olması ve yaralı sayısının ve hastanelere etkisinin henüz belirlenememiş olmasıdır.<br />
187
Tablo 1. Potansiyel hasara neden olan olay (PICE)<br />
Önek PICE evresi Planlanan<br />
dış yardım<br />
ihtiyacı<br />
A B C<br />
Statik<br />
Kontrol<br />
altında<br />
Dış yardım<br />
durumu<br />
Yerel 0 Yok Aktif değil<br />
Dinamik<br />
Sistemi<br />
bozan<br />
Bölgesel I Az Alarmda<br />
Paralitik Ulusal II Orta Yedekte<br />
Uluslararası III Çok Gönderilmiş<br />
Afet Yönetimi<br />
Afet yönetimi, afetlerin önlenmesi, risk ve zararlarının azaltılması, afet sonucunu<br />
doğuran olaylara zamanında, hızlı ve etkili olarak müdahale edilmesi ve afetten<br />
etkilenen topluluklar için daha güvenli ve gelişmiş yeni bir yaşam çevresi<br />
oluşturulabilmesi için toplumca yapılması gereken topyekûn bir mücadele sürecidir.<br />
Bütünleşik afet yönetimi, mevcut ve muhtemel tüm afet tehlike ve risklerini, afet<br />
yönetiminin tüm temel evrelerini (önleme/zarar azaltma, hazırlık, müdahale,<br />
rehabilitasyon/iyileştirme) kapsayan, tüm sektörlerden (kamu, özel, sivil, akademik)<br />
kurum ve kuruluşların, toplumunafet yönetimi süreçlerine katılımını ve tüm kaynakların<br />
seferber edilmesini ifade eden bir yaklaşımdır.<br />
Başka bir ifade ile “Afet Yönetimi” kavramı her türlü tehlikeye karşı hazırlıklı<br />
olma, zarar azaltma, müdahale etme ve iyileştirme amacıyla mevcut kaynakları<br />
organize eden analiz, planlama, karar alma ve değerlendirme süreçlerinin tümünü<br />
kapsar. Bu nedenle, afet yönetimi çalışmaları bir bütündür ve birçok disiplinin bir arada<br />
uyumlu çalışmasını gerektirir.<br />
Modern Afet Yönetimi Sistemi’nde, Risk ve Zarar Azaltma, hazırlık, tahmin ve<br />
erken uyarı, afetler konusunda bilgi ve bilinç sahibi olmak gibi afet öncesi önleme ve<br />
korumaya yönelik olan çalışmalara “risk yönetimi” denilirken; etki analizi, müdahale,<br />
iyileştirme, yeniden yapılanma gibi afet sonrası hayatı ve işleyişi düzeltmeye yönelik<br />
olarak yapılan çalışmalara ise “kriz yönetimi” adı verilir (Şekil 1). Öncelikle şehir, bölge<br />
ve ülke genelinde bir bütün olarak olası zarar azaltma ve hazırlık gibi risk yönetimine<br />
yönelik çalışmalar yapılmazsa afet sonrası kriz yönetimi hızlı, ucuz ve etkin yani<br />
başarılı olamaz.<br />
Günümüzde afet yönetimi, risk ve zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve<br />
iyileştirme gibi 4 ana evreden oluşur. Ancak bu evreler, tahmin ve erken uyarı, afetlerin<br />
anlaşılması, etki ve ihtiyaç analizi ile birlikte yeniden yapılanma gibi alt evreleri de<br />
kapsar (Şekil 1). Risk yönetimi afet öncesi, kriz yönetimi de afet sonrası faaliyetlerin<br />
çalışma sistemini belirler.<br />
188
Şekil 1.Afet yönetimi döngüsü<br />
Hem afet, hem de kriz yönetimi zarar azaltmayla başlar.<br />
Afet yönetiminin her aşamasında da planlama, risk azaltma, vb. çalışmalar<br />
vardır ve bu aşamalar her zaman birbirini takip etmek zorunda olmadığı gibi, genellikle<br />
birbirinin içine girerler. Özellikle de risk yönetimi, afet yönetim sisteminin her evresinde<br />
ortaya çıkabilecek yeni riskleri de dikkate alabilmelidir. Yeniden inşa faaliyetleri ise<br />
mutlaka gelecekteki tehlike ve riskleri önlemeyi veya etkilerini en aza indirmeyi<br />
amaçlamalıdır.<br />
Afet yönetiminin tüm evreleri, bir bütünlük içerisinde ele alınıp, afet öncesi,<br />
sırası ve sonrasında etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Bu evrelerin, doğrusal olarak<br />
ilişkili değil, döngüsel bir ilişki yapısı gösterdiği unutulmamalıdır. Afet olmadan hazırlıklı<br />
olma ve zarar azaltma çalışmaları etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Afet sırasında<br />
yapılan müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının ardından, elde edilen<br />
tecrübelere dayanarak, tekrar başa dönülerek hazırlıklı olma ve zarar (risk) azaltma<br />
evrelerine geçilmelidir. Şekil 1’de verilen dört evreli afet yönetimi döngüsü, her<br />
aşamada yapılan faaliyetlerin, bir sonraki aşamada yapılması gereken faaliyetlerin<br />
başarısını etkileyeceğini de anlatır. Bu nedenle de afet yönetimi sistemi, kapsamlı,<br />
entegre veya bütünleşik afet yönetimi olarak adlandırılır.<br />
Sonuç olarak afet yönetim sistemini, afet öncesi (afet risk yönetimi), afet sonrası<br />
(afet kriz yönetimi) şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Risk yönetimini de risk azaltma<br />
189
ve hazırlık; kriz yönetimi de müdahale ve iyileştirme aşamaları ile tanımlayabiliriz. Bu<br />
durumda afet yönetiminin dört ana evresi şu şekilde tanımlanabilir:<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Risk azaltma: Tehlikelerin oluşturacağı riskleri ve afetlerin ortaya çıkacak<br />
zararları azaltma ve/veya yok etmek için atılan stratejik adımlar, projeler<br />
Hazırlık: Planlama, standart talimatnamelerin (prosedürler) oluşturulması,<br />
eğitim, tatbikat, koordinasyon çalışmaları<br />
Müdahale: Can ve mal kurtarma çalışmaları<br />
İyileştirme: Afet öncesinden daha iyi bir duruma dönmek için atılan adımlar.<br />
Süreklilik göstermesi gereken bu faaliyetler, afetler halkası veya zinciri denilen<br />
aşağıdaki şekilde daha kolay incelenebilir (Şekil 2)<br />
Şekil 2. Afet Yönetiminin dört ana evresi<br />
Hastane Öncesi Acil Tıbbi Sistemlerin Protokolleri<br />
Her hastane bulunduğu bölgenin afet planları içinde yer almalı ve geliştirilen bu<br />
planları mutlaka bilmelidir. Hastane öncesi hizmet veren merkezler de hastanelerin<br />
hizmet kapasitesini bilmelidir. Örneğin, hastane öncesi hizmet veren merkez, hangi<br />
hastanenin ne sayıda ve ciddiyette hasta ve yaralılara bakabileceğini önceden<br />
bilmelidir. Hastaneler ve bölgeler arası anlaşmalar da, ortaya çıkabilecek daha büyük<br />
afetler öncesinde destek amacı ile kesinlikle yapılmalıdır.<br />
Hastane Öncesi Afet Alanının Organizasyonu<br />
Afet alanı birkaç farklı alana bölünerek organize edilir. Komuta noktası hareket<br />
alanının merkezidir ve komuta eden kişi bu alanda bulunur. Ambulans, personel ve<br />
malzemelerin olay yerinin dışındaki bir destek alanında yerleştirilmelidir. Eğer<br />
helikopter gibi bir hava taşıma yöntemi kullanılacaksa, hızla güvenli bir alan (H işareti<br />
190
ile) belirlenmelidir. Yaralıların toplanacağı alanlar ve ölülerin toplanacağı morglar tespit<br />
edilmelidir.<br />
Afet Yanıtının Evreleri<br />
Aktivasyon, uygulama, hafifleme ve düzelmedir. Aktivasyon fazı, olayın ilk fark<br />
edildiği ya da bildirildiği zamanı gösterir. Uygun kişi ve birimler olaydan haberdar edilir<br />
ve ilk yanıt oluşturulur. Uygulama döneminde, olay yerinin değerlendirilmesi ve<br />
komutanın organizasyonu yapılır. Ek olarak arama ve kurtarma işine başlanılır. Bu<br />
dönemin ikinci evresi triaj, stabilizasyon ve hastaların taşınmasıdır. Hafifleme<br />
döneminde, olay yerindeki tehlikenin ve yaralıların son müdahalelerinde bulunulur.<br />
Düzelme fazı olay yerinden ayrılma ile başlar. Daha sonra normal işlevlere dönülür, ve<br />
son olarak, verilen hizmet yorumlanır ve kurtarıcıların psikolojik desteği sağlanır.<br />
Hastane Afet Planı<br />
Bir hastanenin acil durum ve afet karşısında yapması gerekenleri planlama ve<br />
uygulama sorumluluğu hastane afet yönetim birimine aittir. Bu birim hastane<br />
yöneticileri ve çalışanlarından oluşmalıdır. Birimin görevi afet öncesinde, afet sırasında<br />
ve afet sonrasında hastanenin ve alt birimlerinin sürece hazırlanmasını düzenlemek ve<br />
izlemektir. Ayrıca kurum içindeki tüm birimler ve dış kurumlar arası haberleşmeyi<br />
sağlar, düzenler ve kontrol eder. Hastane Afet Planı Aktivasyonu yönetim birimi<br />
başkanı tarafından yapılır ve sonlandırılır.<br />
Hastane afet yönetim birimi alt birimleri şunlardır;<br />
Hastane afet yönetim kurulu<br />
Kurumlar Arası Afet Koordinasyon Kurulu Başkanı<br />
Hizmet Birimi Başkanı<br />
Destek Birimi Başkanı<br />
Hastane Müdürü<br />
Hemşirelik Hizmetleri Müdürü<br />
Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı<br />
Çevre Yönetim Birimi Başkan<br />
Kurumlararası Afet Koordinasyon Kurulu<br />
Destek Birimi<br />
İnsan Kaynakları<br />
Eğitim ve Tatbikat Birimi<br />
Taşınır Mal<br />
Finans-Satın Alma<br />
‣ Genel İdari Hizmetler<br />
‣ Alt Yapı Teknik Hizmetler<br />
‣ Haberleşme Hizmetleri<br />
‣ Ulaşım Hizmetleri<br />
‣ Yemekhane Hizmetleri<br />
‣ Güvenlik Hizmetleri<br />
‣ Biyomedikal Hizmetler<br />
‣ Halkla İlişkiler<br />
Sanitasyon<br />
191
Bilgi İşlem ve Dokümantasyon hizmetleri<br />
Hizmet Birimi<br />
Acil Tedavi Hizmetleri<br />
Yataklı Tedavi Hizmetleri<br />
Poliklinik Hizmetler<br />
Laboratuvar Hizmetleri<br />
Kan Merkezi Hizmetleri<br />
Diyaliz Hizmetleri<br />
Teşhis ve Görüntüleme Hizmetleri<br />
Psikososyal Destek Hizmetleri<br />
Afet öncesinde afet yönetim birimi alt birimlerin görev tanımlaması yapılır ve<br />
çalışacak kişiler belirlenir. Görevleri doğrultusunda eğitim almaları sağlanır ve saha<br />
tatbikatları yapılarak eğitim pekiştirilir. Afet eylem planı doğrultusunda iş akışı<br />
oluşturulur ve duyurulur. Gerekli malzeme, donanım ve cihazlar belirlenir ve temin<br />
edilir. Acil durumlarda alt birimlerin güvenli ve etkin çalışabilmesi için alternatif görev<br />
yerleri belirlenir. Toplanma yerleri belirlenir, haberleşme sistemi oluşturulur ve görevli<br />
kişilerin iletişim bilgilerinin güncel tutulması sağlanır. Aktif kullanılmayan cihazların<br />
bakımı ve kalibrasyonu rutin olarak yaptırılır. Gerekli doküman ve formlar hazırlanır ve<br />
tüm bunların denetlenmesi sağlanır.<br />
Birim olası tehlikeleri değerlendirmek, afet planlarını güncellemek, eğitimleri<br />
planlamak, tatbikat yapmak, ülkede yaşanan olaylara göre afet planını düzenlemek<br />
için rutin olarak toplanmalıdır.<br />
Afet sırasında ilk 2 saatte (I. Aşama) birim başkan yönetiminde toplanır,<br />
görevlendirmeler alınır, görev tanımları okunur, alt birim sorumluları görevlendirilir. Afet<br />
eylem planı uygulamaya konur. Durum bildirir raporlar ve kayıtlar toplanır. Destek<br />
hizmetlerinden araç-gereç, ilaç, su, gıda vs. hakkında son durum bilgileri alınır ve<br />
başkana rapor edilir. Sonrasında ikinci aşamada (2-12 saat) birimler arası<br />
bilgilendirmeye devam edilirken hastanenin güvenlik durumu, tıbbi kapasitesi ve iş<br />
gücü akış planı gözden geçirilir. Sorumlular tarafından belirlenen ihtiyaçlar karşılanır. İl<br />
Afet Koordinasyon kurulundan güncel bilgiler alınır ve son duruma göre afet eylem<br />
planı gözden geçirilir. Tüm bunlar başkana rapor edilir. Son aşama olan üçüncü<br />
aşamada (12 saat sonrası) birimler arası bilgilendirmeler, emniyet ve güvenlik analizi<br />
devam eder. Gelen raporlar değerlendirilir, bunların doğrultusunda yeni raporlar<br />
hazırlanır. Gelinen aşamalar değerlendirilir ve kritik sorunlar için çözüm arayışına<br />
gidilir. Sağlık kurumunun hasar görmesi veya kapasitesinin yetersiz hale gelmesi<br />
durumunda başkan ile birlikte gerekli girişimlerde bulunulur ve son duruma göre afet<br />
eylem planı yeniden düzenlenir. Kurum içi ve dışı iletişim koordine ve kontrol edilir.<br />
Görev devri durumunda yeni yetkiliye bilgi verilmelidir. Olağanüstü durumu<br />
sonlandırma aşamasında ise; normal işleyişe dönüş sağlanır. Donanım ve<br />
malzemelerin toplanır, kontrol edilir ve varsa eksikler tamamlanır. Müdahale sonrası<br />
faaliyetler planlanır. Kayıtlı belgeler toplanır. Değerlendirme toplantıları yapılarak<br />
gerekli revizyonlar belirlenir. Faaliyet Raporu ve Gelişim Planı yazılır. Müdahale<br />
sonrası toplantı ve faaliyetlere katılım sağlanır. Stres yönetimi gerçekleştirilir. Basın<br />
yayın organları aracılığı ile halk bilgilendirilir. Etkilenenlere psikososyal destek<br />
sağlanır. Bağlı bulunan üst yönetici son durum hakkında bilgilendirilir.<br />
192
Triaj<br />
Afet sırasında alandaki karışıklığı önlemek için triaj yapmamız gereklidir. Triaj<br />
Fransızca’da seçmek, ayıklamak, sınıflandırmak anlamına gelen “trier” fiilinden köken<br />
alır. Önceleri kahve tanelerinin kalite ve boyutlarına göre ayrılması için kullanılmıştır.<br />
Triaj, acımasız gibi görünen ancak akla dayalı kuralları olan, zor bir sistemdir; tıp<br />
alanında ilk kez Napolyon savaşlarında, yetersiz sayıdaki sağlık kaynakları nedeni ile<br />
ciddi şekilde yaralanmış askerleri ölüme bırakarak ve daha hafif yaralı olanlara<br />
müdahale ederek yeniden savaş alanlarına geri dönmelerini sağlamak için<br />
uygulanmıştır. II. Dünya Savaşından sonra triaj, tıbbi girişim sonrası savaş alanına geri<br />
dönme olasılığı yüksek olanları belirlemek için kullanılan “süreç” anlamına kavuşmuş;<br />
bu gelişme, savaşa geri dönecek askerler için tıbbi kaynakların arttırılmasına neden<br />
olmuştur. Öncelik daha kurtarılabilir hastalara verilmiştir. Son olarak, Kore ve Vietnam<br />
Savaşlarında bu kavram, yaralı asker ya da bireyler arasında “öncelikli olanların<br />
belirlenmesi” olarak kullanılmıştır.<br />
Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğine göre triaj; çok sayıda hasta ve yaralının<br />
bulunduğu durumlarda, bunlardan öncelikli tedavi ve nakil edilmesi gerekenlerin tespiti<br />
amacıyla, olay yerinde ve bunların ulaştırıldığı her sağlık kuruluşunda yapılan hızlı<br />
seçme ve kodlama işlemidir. Günümüzde acil servislerde kullanılan triaj sistemlerinin<br />
amacı hastaları şikayetlerive başvuru şekillerine göre hızlı bir ön değerlendirme ile<br />
müdahale önceliklerine göre sınıflandırmaktır. Bu sistem gerçekten acil durumda olan<br />
hastaların acil serviste daha çabuk değerlendirilebilmesini sağlar.<br />
Triaj, acil servislere başvuran hastaların aciliyetinin belirlenmesi amacıyla<br />
kullanılabildiği gibi; çok fazla kişinin etkilendiği ve afet olarak adlandırılan durumlarda<br />
daha etkili bakım vermek amacıyla, etkilenenlerin sınıflandırılması için de<br />
kullanılmaktadır. Afet triajındaki yaklaşım acil servistekinden farklıdır. Tıbbi olanaklar<br />
kısıtlı olduğu için tedaviden fayda görme olasılığı yüksek olan hastalara öncelik verilir.<br />
Amaç daha çok sayıda insan için daha çok şey yapmaktır. Kurtulma şansı düşük<br />
hastalara müdahale yapılmaz. Gerçek afet durumlarında, kardiyopulmoner<br />
resusitasyon uygulanmamalıdır.<br />
Az sayıda yaralının olduğu ve tıbbi olanakların kısıtlı olmadığı durumlarda, triaj<br />
sırasında CRAMS skorlaması kullanılabilir. Bu skorlamada: dolaşım; solunum; batın;<br />
motor; ve konuşma değerlendirilir. Altı ve daha düşükskorlu yaralılar ciddi olarak kabul<br />
edilir.<br />
Fazla sayıda yaralının olduğu durumlarda daha basit ve hızlı bir triaj tekniği olan<br />
START (Simple Triaj and Rapid Treatment) yöntemi daha uygundur. Bu teknikte<br />
hastanın solunum, dolaşım ve bilinç durumunun hızlı bir şekilde değerlendirilir. "Basit<br />
Triaj ve Hızlı Tedavi" yönteminde önce yürüyebilen tüm yaralılar çağırılır ve olay<br />
yerinden uzaklaşmaları sağlanır. Bu hastalar “yeşil” olarak kabul edilir diğer hastalara<br />
bakıldıktan sonra tekrar değerlendirilmek üzere ayrı bir alanda bekletilirler. Sonrasında<br />
kalan hastaların solunum, dolaşım ve bilinç durumu hızla değerlendirilerek Kırmızı<br />
(acil), Sarı (bekleyebilir), Siyah (ölü) olarak üç gruba ayrılırlar. Bu tip durumlarda<br />
girişim olarak sadece ciddi dış kanamalara direkt bası ve hava yolunun açılması<br />
yapılabilir ve genelde yaralıların hastanelere transferi yapılır. Genellikle hastaneye<br />
renk-kodlu triaj etiketleri ile ulaştırılan hastaların hastane personeli tarafından yeniden<br />
değerlendirilip, yeniden triajları yapılır. Alandaki triyajı yapılan hastalar sık aralarla<br />
tekrar değerlendirilmelidir.<br />
193
Çok fazla ölü ve yaralının olduğu ve tıbbi imkanların çok kısıtlı veya hiç olmadığı<br />
büyük afetlerde SAVE (Secondar Assessment of Victim Endpoint) triaj sistemi<br />
uygulanmalıdır. Bu sistem, son derece yetersiz kaynakların bulunduğu ortamda hangi<br />
hastanın verilecek olan tedaviden daha çok yarar görebileceğinibelirlemek için<br />
tasarlanmıştır. START metodu ilebirleştirildiği zaman, kesin tedavinin gecikeceğiçok<br />
sayıda hastanın olduğu her türdeki olaydayararlı bir yöntemdir. Bu metot, özellikle afet<br />
alanında hızlatedavinin başlandığı ancak birkaç gün içindeuygun tedavi merkezlerine<br />
gönderilemeyecekolan hastaları değerlendiren sağlık ekiplerininkullanması için<br />
planlanmış bir yöntemdir. Bu yöntemde hastalar üç ayrı kategoriyeayrılmaktadır:1- Ne<br />
yaparsan yap ölecek olanlar2- Tedavi edilse de edilmese de iyileşecekolanlar3-<br />
Yetersiz saha tedavisinden bile faydagörecek olanlarBu yöntem ile yalnızca tedaviden<br />
faydagöreceğine inanılan yaralılara temel bakım ve destek tedavisi verilmelidir. SAVE<br />
metodunu kullanarak, hastalar bu üç kategoriye ayrılırlar ve kaynaklar uygun bir<br />
şekilde kullanılır. Hastayı hangi gruba koyacağımızın kararı, bugüne kadar mevcut<br />
olan hayatta kalma ve morbiditeistatistiklerinden çıkartılmaktadır. Örneğin, üç<br />
kazazedenin göğüs tüpü ihtiyacı olduğu, ancak yalnızca iki tüpün kaldığı bir durum<br />
düşünelim. İkisinin tek taraflı, üçüncü kazazedenin ise bilateral pnömotoraksı var.<br />
Böyle bir durumda SAVE triaj yöntemine göre, agresif girişimler bilateral göğüs<br />
yaralanması olan yaralıya yapılmamalı, diğer iki hasta kurtarılmalıdır. Triaj sırasında,<br />
acil transporttan daha fazla yarar görecek olan hastalar "öncelikli" olarak işaretlenirler<br />
ve ilk önce bu hastalar sevkedilirler. Bu hastalar, tıbbi sorunları olup hastanede<br />
kolayca tedavi edilebilecek ancak sahada ölüm riski olan yaralılardır. Buna en iyi<br />
örnek, intrabdominal kanaması nedeni ile ameliyat olması gereken bir hasta olabilir.<br />
Bunların dışında yaralının çok küçük veya çok yaşlı olması, altta yatan hastalık<br />
varlığı, çoklu yaralanma olup olmaması prognozu kötü etkileyeceğinden dolayı triaj<br />
sırasında dikkat edilmelidir.<br />
Travma dışı meydana gelen astım krizi, kalp yetmezliği gibi acil hastalıklar çoğu<br />
zaman ciddi derecede olmamaları durumunda alanda bile tedavi edilebilirler. Üst<br />
solunum yolu enfeksiyonu, alt üriner sistem enfeksiyonu ve gut gibi diğer daha az acil<br />
problemler tedavi gerektirmeyebilir; bu hastalar ilk olarak gözlemalanına<br />
yönlendirilebilirler. Bu kişiler kaynaklar yeterli olursa daha sonradan tedavi edilebilirler.<br />
Personel kaynaklarını en yüksek seviyeye çıkarmak için, sağlık ekibine yararlı<br />
olabilecek özel becerileri olan kişiler, gözlem alanına yönlendirilmek yerine tedavi<br />
alanına yönlendirilmelidirler. Bu kişilerin tedavisi sonrasıekibe katılması verilen hizmeti<br />
güçlendirecektir. Önkol kırığı olan bir hekimin kolunun atellenmesi buna bir örnektir.<br />
Etkin personel sayısının artırılması, verilen yanıtın bütününü de etkileyecektir. Triajda<br />
asıl amaç, daha çok kişiye en yüksek düzeyde yarar sağlamaktır.<br />
Kaynaklar<br />
1- Eryılmaz M, Dizer U. Afet Tıbbı. Ünsal Yay. Ankara, 2005<br />
2- Tintinalli Acil Tıp, kapsamlı bir çalışma kılavuzu. Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 2013; 27-61<br />
3- Erkal T, Değerliyurt M. Türkiye’de Afet Yönetimi. Doğu Coğrafya Dergisi, 2009; 22:147-164<br />
4- Kadıoğu M. Afet ve Acil Durum Yönetimine Giriş. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi<br />
Yayınları, 2014; 1-22<br />
5- Oktay C. Afetlerde Hastane Öncesi Müdahale ve Triaj. Std 2002,11(4); 136-139<br />
6- Işık Ö, Aydınlıoğlu HM, Koç S, Gündoğdu O. Afet Yönetimi ve Afet odaklı Sağlık Hizmetleri<br />
Okmeydanı Tıp Dergisi, 2012;28(ek sayı 2) :82-123<br />
194
7- Öztürk N, Türkiye’de Afet Yönetimi: Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Çağdaş<br />
Yerel Yönetimler, Cilt 12, sayı 4, 2003;12(4): 42-64<br />
8- Vatan F, Salur D. Yönetici Hemşirelerin Hastanelerdeki Deprem Afet Planları Konusundaki<br />
Görüşlerinin İncelenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, , 2010;<br />
3(1):32-44<br />
9- Lök U, Yıldırım C, Al B, Zengin S, Çavdar M. Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi<br />
Hastane Afet Planı. Akademik Acil Tıp dergisi, 2009;3(8): 38-46<br />
10-Sağlık Bakanlığı Hastane Afet Planı Hazırlama Kılavuzu<br />
11-Kocaeli İli 112 Acil Yardım Birimlerinde Çalışan Personelin Marmara<br />
12-Çakmak H, Er AR, Öz YC, Aker AT. Depreminden Etkilenme ve Olası Afetlere Hazırlık<br />
Durumlarının Saptanması. Akademik Acil Tıp dergisi 2010;2;83-8<br />
195
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuvar<br />
Süreçleri<br />
Prof. Dr. Dildar Konukoğlu* 1,2 , Prof.Dr. Murat Bolayırlı* 1 , Prof. Dr. Mine Kucur* 1<br />
*İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />
1 Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı<br />
1.2 Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı Yöneticisi<br />
Giriş: Son yıllarda tıp teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, farklı cihaz ve test<br />
panellerini laboratuvarların yaygın kullanıma sunmuş olup, tıp uygulamalarında yeni<br />
yaklaşımlar gündeme gelmiştir. Kanıta dayalı tıp uygulamaları bunlar arasında en<br />
güncel olanlardan birisidir. Günümüz hekimlik uygulamalarında hekimin kanaatine<br />
bağımlı klasik yöntem yerine, kanıta dayalı yöntemler tercih edilmektedir.<br />
Laboratuvar testlerinin; tıbbi kararın verilmesinde, tedavi planının devamında veya<br />
değiştirilmesinde, tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde, tedavi sonrasında hastanın<br />
izleminde en az %60-70 oranında katkısı bulunmaktadır. Bu yüksek etki oranı<br />
laboratuvar tarafından sunulan hizmetlerin devamlı göz önünde olmasına neden<br />
olmaktadır. Klinik karar vermenin ve hasta bakımının laboratuvar hizmetine kuvvetli<br />
olarak bağımlı olması, laboratuvar tıbbının kalite standartları oluşturmasına neden<br />
olmuştur. Bu bölümde fakültemiz laboratuvarımızın tarihçesi ve biyokimya<br />
laboratuvar süreçleri ve işleyişleri ele alınmıştır.<br />
Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarının Tarihçesi: 27 Temmuz 1967<br />
‘de üniversite senatosu kararı ile resmen kurulan Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde<br />
laboratuvar hizmetlerinin güncel teknoloji ile tek merkezden verilmesi ilk kez 1971<br />
tarihinde gündeme getirilmiştir. Laboratuvarın kurulması 1973 yılının ocak ayında<br />
gerçekleşmiş ve yönetici olarak Prof. Dr. Fikret Biyal seçilmiştir. Türkiye’nin ilk<br />
biyokimya analizörleri İstanbul Tıp Fakültesi ile birlikte Merkez Araştırma<br />
Laboratuvarımız da bu yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. 1980 yılı Eylül ayında<br />
dahiliye monobloktaki yerine taşınan laboratuvarın, 2002 yılında fakültenin farklı<br />
birimlerinde bulunan laboratuvarların tek bir yönetim altında toplanması kararı ile<br />
hizmet ve yetki alanı genişletilmiştir. Günde 2000-2500 hastaya 365 gün 24 saat<br />
hizmet veren Laboratuvar modern donanımına 2003 yılında ulaşmıştır. Kaliteden<br />
ödün vermeden çağdaş teknolojiler kullanarak hizmet veren Fikret Biyal Merkez<br />
Araştırma Laboratuvarı’nın, kurulduğu günden günümüze kadar görev alan<br />
yöneticileri sırası ile; Prof.Dr.Fikret Biyal (1973-1987), Prof.Dr.Vecdet Tezcan (1988-<br />
1994), Prof. Dr. Birsen Ülkü (1994-1996), Prof. Dr. Gülten Aktuğlu (1996-2000),<br />
Prof. Dr. Münire Hacıbekiroğlu (2000-2007), Prof. Dr. Emel Zengin Ulakoğlu (2007-<br />
2009) ve Prof. Dr. Dildar Konukoğlu (2009- devam ediyor) olmuştur. Laboratuvarımız<br />
2011 yılından itibaren zorunluluk nedeni ile monobloktaki yerinden ayrılmış olup özel<br />
olarak yapılmış laboratuvar binasında hizmet vermektedir. Vizyonumuz,<br />
laboratuvarımızın insan ve hasta haklarına saygılı, çağdaş ve teknolojik donanıma<br />
sahip, dinamik, yenilikçi ve araştırmacı yapısı ile ulusal ve uluslararası düzeyde<br />
referans laboratuvar olarak kabul edilmesi ve yüksek kalite standartlarına<br />
ulaşmasıdır. Misyonumuz, sağlık ve eğitim sektöründe en üst düzeyde klinik<br />
laboratuvar hizmeti sunmak, sağlık kalitesini artırmak, çalışanların değişimlere,<br />
gelişmelere ve yeni teknolojilere uyumunu sağlamak, bilgi ve becerileri artırarak<br />
196
sürekli iyileşme ve kalitenin yükseltilmesi çalışmalarında bulunmak, referans<br />
laboratuvar olarak hizmet etmek, bilimsel çalışmalara destek olmak ve klinisyenlere<br />
laboratuvar sonuçlarının yorumlanmasında konsültasyon hizmeti vermektir. Vizyon<br />
ve misyonlarımız çerçevesinde laboratuvar süreçlerimiz şekillendirilmekte ve sürekli<br />
geliştirilmektedir.<br />
Laboratuvar Süreçleri: Sağlık hizmetlerinin sunumunda önemli bileşenlerden<br />
olan klinik laboratuvarların temel amacı klinisyenlere hastalıkların tanı, tedavi ve<br />
takipleri için test sonuçlarını doğru, güvenilir ve zamanında vermektir. Bu nedenle<br />
test isteminden başlayarak sonuçların raporlanıp klinisyene ulaşmasına kadar geçen<br />
süreçteki değişkenlerin ve etkilerin bilinmesi, laboratuvar uzmanları ve klinisyen<br />
açısından gerekli olup disiplinler arası işbirliğini gerektirmektedir.<br />
Laboratuvarda süreçleri temel olarak 3 aşamada incelenir:<br />
1- Preanalitik evre: Testin klinisyen tarafından istenmesiyle laboratuvarda<br />
analiz edilmesine kadar geçen süreçtir.<br />
2- Analitik evre: Laboratuvarda analizin yapıldığı evredir.<br />
3- Post analitik evre: Testin sonuçlanmasından klinisyene ulaşmasına kadar<br />
geçen süreçtir. Bu aşamalara bağlı olarak klinik laboratuvardaki hata kaynakları<br />
preanalitik, analitik ve postanalitikolmak üzere sınıflandırılır. Laboratuvar hatalarının<br />
yaklaşık %68’inin preanalitik, %20’sinin post analitik ve sadece %12’sinin analitik<br />
evrede olduğu tespit edilmiştir. Laboratuvar test değerlerine etki eden değiştirilebilir<br />
ve değiştirilemez birçok faktör bulunmaktadır.<br />
Şekil 1.Laborauvar süreçleri<br />
Preanalitik süreç<br />
Örnek kabulü ve örnek alımı: Laboratuvarlarımızda resmi tatiller dışında rutin<br />
testler için örnek kayıt ve örnek kabulü, poliklinik ve yatan hastaları için; 08.00 -<br />
15.30 saatleri arasındadır. Yarım günlük resmi tatil günlerinde ise bu saatler 08.00-<br />
197
10.30 olarak belirlenmiştir. Cerrahi ve çocuk acil biyokimya laboratuvarında ise<br />
test numuneleri 365 gün, 24 saat boyunca kabul edilmektedir. Servisler, Acil ve<br />
Yoğun bakım birimlerinde yatan bebek, çocuk ve erişkin hastaların numuneleri<br />
kendi birimlerinde alınır. Test istekleri hastane bilgi sistemine girildikten sonra testlere<br />
göre uygun tüp/numune kaplarına örnekler alınır ve pnömatik sistem/personel ile<br />
laboratuvara gönderilir. Poliklinik hastalarından kan alma işlemi merkezi kan alma<br />
ünitemizde saat 08.00- 15.00 arası yapılmaktadır. Saat 12.30’dan sonraki<br />
müracaatlarda testin özelliğine göre kan alma işlemi yapılmaktadır.<br />
Laboratuvarımıza, hastane bilgi işlemine kaydı yapılmış (İSHOP) ve ilgili hekim<br />
tarafından test girişleri yapılmış hastalar ve barkodlu numuneleri kabul edilmektedir.<br />
Oral glukoz tolerans testi ve ter testi gibi bazı özel testler için laboratuvarımızdan<br />
randevu alınması gereklidir. Preanalitik süreçte test örneklerinin doğru zaman ve<br />
doğru şekilde alınması gereklidir. Biyokimya testlerinin bir çoğu için 10-12 saatlik<br />
gece açlığı gereklidir. Kan gazları analizleri ilk yarım saat içinde yapılmalıdır. İdrarın<br />
biyokimyasal analizleri 24 saatlik idrar toplamayı gerektirir ve klirens testleri için 24<br />
saatlik idrar toplamasının bitiminde kan örneklerinin alınması gereklidir. Tam idrar<br />
analizi için tercih edilen aç karnına sabah erken saatlerde verilen örneklerdir. İdrarda<br />
VMA (vanilmandelik asit), HVA (homovanilik asit) ve 5-HIAA (5-hidroksi indol asetik<br />
asit), metanefrinler testleri için özel diyet uygulanmalıdır. Örnek red kriterleri istenen<br />
testlere bağlı olarak değişir. Uygun koşullarda gelmeyen yada yetersiz numune<br />
gelmesi durumunda hastanın hekimi/gönderen merkez bilgilendirilir ve numunenin<br />
tekrarı istenir, gelen numuneler tekrarı mümkün değilse veya beyin omurilik yada<br />
perikart, plevra eklem içi sıvı gibi alınması zor olan ve miktarı yetersiz olan örnekler<br />
ise çalışmaya alınır ve sonuç kısmında bu durum belirtilir. Örnekler aşağıdaki<br />
nedenlerden dolayı red edilir;<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Hastane otomasyon sistemine istenen test girişi yapılmamış örnekler,<br />
Ad ve soyad gibi kimlik bilgilerinin bulunmadığı, örnek tanımının yapılmadığı,<br />
hatalı yapıldığı örnekler, hatalı etiketlenmiş örnekler,<br />
Hemolizli kan/ pıhtılı kan içeren örnekleri,<br />
Uygun olmayan koruyucu (antikoagulan) kullanılan örnekler veya antikoagülanlı<br />
tüplere belirtilen miktardan eksik veya fazla alınan örnekler (hemogram<br />
koagulasyon testleri için),<br />
Uygun tüplere veya örnek kaplarına alınmayan örnekler,<br />
Kırık, çatlak kap ile gönderilen örnekler; örneğin kap veya enjektörün dışına<br />
sızmış olması<br />
Steril kapla gönderilmesi gereken örneklerin steril olmayan kapla gönderilmesi,<br />
Laboratuvara uygun transfer koşullarında gelmeyen örnekler; Örneklerin<br />
laboratuvara uygun ısı koşullarında ulaşmamış olması, örneklerin önerilen<br />
sürelerin dışında bekletilmiş olması,<br />
Özellikle ilaç düzeyi ve gün-içi sirkadiyen ritm gösteren parametreler için,<br />
gereken uygun zamanda alınmamış örnekler,<br />
<br />
Uygun biçimde toplanmamış (eksik yada fazla) 24 saatlik idrar örnekleri veya kirli<br />
örnek kabına alınmış veya adet döneminde toplanmış idrar,<br />
198
Uzun süre beklemiş veya örnek kabının dışına taşmış ve ağzı kapatılmamış<br />
kapta gönderilen veya incelemeye yetmeyecek miktarda az olan gaita örneği,<br />
Hastalar 24 saatlik idrar toplamaya başlamadan önce aşağıdaki konularda<br />
bilgilendirilmelidir<br />
• Normalden biraz daha az sıvı içip , alkol içmemesi (normal: 1,5-2 Litre/24saat),<br />
• Toplama süresince idrar kabı soğuk ve karanlık ortamda saklaması,<br />
• Toplama kabına idrar eklediğinizde koruyucu madde kullanılacaksa bu madde ile<br />
karışması için iyice çalkalaması,<br />
• Toplama zamanının bitişinin not edilmesi,<br />
• İdrarın bekletilmeden laboratuvara getirilmesi,<br />
• İdrarda ölçülecek test için koruyucu madde gerekiyorsa laboratuvara danışılmak<br />
üzere yönlendirilmesi (Bazı testler için; okzalat, sitrat, VMA, HVA, 5-HIAA,<br />
katekolaminler, metanefrinler, serotonin, idrara koruyucu bir madde eklenmesi<br />
gerekmektedir. Laboratuvardan temin edilen bu koruyucu madde idrar kabının<br />
dibine boşaltılır, daha sonra idrar tarif edildiği şekilde toplanır)<br />
İdrarda VMA (vanilmandelik asit), HVA (homovanilik asit) ve 5-HIAA (5-<br />
hidroksi indol asetik asit), metanefrinler testlerini etkileyen faktörler; Akut stres<br />
ve ağır egzersiz, 24 saat idrar toplama kurallarına uyulmaması, 3 gün öncesinden<br />
itibaren ve örnek toplanma süresince aşağıda belirtilen gıdalar ve ilaçlar kullanılması<br />
(Yasaklanan yiyecek ve içecekler: Muz, kolalı içecekler, kahve, çay, çikolata, vanilya<br />
(dondurma vs.), domates, portakal, ananas, alkollü içecekler, erik, patlıcan ve ceviz)<br />
ve ilaçlar (asetaminofen, aspirin, MAO inhibitörleri, metildopa, levodopa,<br />
fenotiyazinler, promazine, reserpine, kafein, lityum, eritromisin, tetrasiklinler,<br />
aminofilin ve diğer birçok ilaç) dır.<br />
Laboratuvar sonuçlarını etkileyen tanısal ve tedaviye dair işlemler;<br />
Operasyonlar, infüzyonlar ve transfüzyonlar, delme, enjeksiyon, biyopsi, palpasyon,<br />
tam vücut masajı, endoskopi, diyaliz, fiziksel ve mental stres, uygulanan fonksiyon<br />
testleri (OGTT, TRH uyarı testler…), immunosintigrafi, kontrast maddeler, ilaçlar,<br />
iyonize radyasyon maruziyetidir. Hastaların tetkik öncesi önce ağır ve zorlayıcı<br />
egzersizden kaçınması, kan vermeden önce yarım saat kadar dinlenmesi, düzenli<br />
kullandığı ilaçları var ise kesilmeden önce doktora danışması gereklidir. Tanısal ve<br />
tedaviye yönelik herhangi bir girişim mutlak laboratuvara bildirilmelidir.<br />
Kan örneklerinin alım işlemi<br />
Kan örnekleri; arteryal, venöz ve kapiller olabilir. En sık venöz kan örnekleri tercih<br />
edilmektedir. Antekubital fossadaki medial kubital ven sıklıkla tercih edilir. Kan<br />
alınacak bölgenin palpe edildikten sonra, mikroorganizmalardan arındırılması için<br />
antiseptik kullanılmalıdır. Antiseptik olarak %70 isopropil ya da etil alkol<br />
kullanılmalıdır. Bu esnada yapılan el hareketleri yukarıdan aşağı ya da merkezden<br />
dışarı olacak şekilde olmalıdır. Aynı bölgeler tekrar tekrar silinmemelidir. Alkol<br />
ölçümü için numune alınırken alkol bazlı olmayan (klorhekzidin gibi) dezenfektanlar<br />
kullanılmalıdır. Damar içindeki basıncı artırmak için venöz girişim öncesi turnike<br />
uygulanmalıdır. Damar içindeki basıncın artması venin palpe edilmesini (elle<br />
hissedilmesini) kolaylaştırır. Turnike, damara girilecek olan yerden 10-15 cm. (4-6<br />
parmak) yukarıdan uygulanmalıdır. Damara girildikten sonra turnike çözülmelidir. İlk<br />
numune tüpüne kan akışı başlar başlamaz turnike hemen çözülmeli ve hasta<br />
199
yumruğunu açmalıdır. Turnikenin uzun süre bağlı tutulması hemokonsantrasyona ve<br />
numunede hemolize neden olur. Hemoliz ve hemokonsantrasyon bazı analizler için<br />
hatalı sonuçların alınmasına neden olur. Turnike bir dakikadan kısa bir sürede<br />
çözülmelidir.<br />
Kan alımında günümüzde yaygın olarak vakumlu kan alma sistemleri ve vakumlu<br />
kan alma tüpleri kullanılmaktadır. İğneler ölçü numaralarına (G; gauge) göre 19G-<br />
23G arası sınıflandırılmakta ve farklı renklerde kodlandırılmaktadırlar. Genellikle 19-<br />
22 G, iğne uçları tercih edilmektedir. Erişkinlerde 20 G iğne ucu kullanılmaktadır.<br />
Çocuklarda kelebek set uygulamaları da yaygındır. Uygun kan tüplerine kan örnekleri<br />
alınmalıdır. Katkı maddesi içeren tüpler (EDTA, sitrat, heparin v.b.) üretici firma<br />
tarafından belirtilen hacimlere kadar ve kan/katkı maddesi oranının doğruluğundan<br />
emin olunana kadar doldurulmalıdır. Tüplerin üzerinde alınması gereken hacimden<br />
az ya da fazla örnek alınması test sonuçlarında hatalara yol açmaktadır. Vakumlu tüp<br />
eğer karıştırılmaz ise gözle görülebilen ya da görülmeyen pıhtı oluşup, analizin yanlış<br />
sonuçlanmasına neden olacaktır. Tüpler, numunelerde hemolize neden olacağından<br />
şiddetle çalkalanmamalıdır. Servislerde genellikle enjektör sistemleri kullanılarak kan<br />
alınmaya devam edilmektedir. Enjektör ile kan alma işlemi sırasında ve enjektör<br />
ucundaki iğne çıkartılmaksızın kan örneğinin tüplere transfer edilmesi durumunda<br />
numune hemoliz olabilmekte ve antikoagülanlı tüplere eksik ya da fazla örnek<br />
konulabilmektedir. Özellikle intravenöz sıvı giden damarlardan kan alınması<br />
hemokonsantarasyon veya hemodilüsyona neden olabilmektedir. Hastanın klinik<br />
durumu ile uyumsuz düşük ya da yüksek sonuçlar elde edilebilmektedir. Mastektomi<br />
geçirmiş hastalarda, kollarında hematom vs. olan hastalarda el sırtından, ayak<br />
sırtından kan alınabilir. Tablo 1 de kan alma tüpleri ve sıralamaları gösterilmiştir<br />
Tablo 1. Kan alma tüpleri ve kan alma sırası<br />
Kapak rengi Tüp /Katkı maddesi Altüst çevirme<br />
sayısı<br />
Sarı Kan kültürü Hafifçe altüst<br />
edilir<br />
Değişken/kırmızı Katkısız cam veya plastik serum Gerek yok<br />
tüpü<br />
Eser element, ilaç düzeyi<br />
Açık mavi Sodyum sitrat (Koagülasyon 3-4<br />
testleri)<br />
Siyah Sodyum sitrat (Sedimentasyon) 3-4<br />
Sarı/kırmızı Serum tüpü/ Jelsiz<br />
5 kez<br />
Rutin biyokimya, hormon,<br />
seroloji, ilaç düzeyi<br />
Sarı/kırmızı Serum tüpü/ Jelli<br />
5 kez<br />
Rutin biyokimya, hormon,<br />
seroloji<br />
Yeşil Heparin (kan gazı analizi) 8-10<br />
Pembe/mor EDTA (kan sayımı, tam kan 8-10<br />
analizleri, HbA 1 c, bazı ilaç<br />
düzeyleri analizi)<br />
Gri Sodyum florür (glukoz analizi) 8-10<br />
200
Analitik süreç (testlerin analizi ve sonuçlandırılması)<br />
Fikret Biyal Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı 200’e yakın farklı testin çalışıldığı<br />
geniş bir test menüsüne sahiptir. Laboratuvarımız bu test menüsünü sağlayabilecek<br />
gelişmiş, tüm dünyada referans olarak değerlendirilen sistemlerle çalışmaktadır.<br />
Klinik laboratuvarlara gelen örnekler yapılacak analizlerden önce cihazların güvenilir<br />
sonuçlar verebilmesi için gerekli bakım işlemleri düzenli olarak yapılır ve laboratuvar<br />
uzmanı tarafından takip edilir. Günlük bakım işlemleri sorumlu laboratuvar elamanları<br />
tarafından yapılmakla birlikte daha büyük bakım işlemleri ilgili firma teknik<br />
elemanlarınca sağlanmaktadır. Günlük rutin hasta çalışmasına geçilmeden önce<br />
test sonuçlarında olası sistemik veya rastlantısal hataları yakalayabilmek için “iç<br />
kalite kontrol” çalışmaları yapılır. Her sabah, analiz oncesi cihazların kontrolü ve en<br />
az iki seviyeli kontrol serumları verilerek "internal kalite kontrol" calısmaları yapılır.<br />
Sonuclar kabul edilebilir degerlerde ise hasta numuneleri calısılmaya baslanır.<br />
Sonuclar kabul edilebilir degerlerin dısında ise calısma baslatılmaz ve gerekli<br />
kalibrasyon veya baska teknik girisimler yapılarak cihaz calısmaya uygun hale<br />
getirilir. Laboratuvar, iç kalite kontrollerine ek olarak, dış kalite kontrol (EQAS)<br />
programına da üye olup, uluslararası düzeyde de analitik değerlendirmeye<br />
katılmaktadır.<br />
Laboratuvarımız da bulunan analitik sistemlerin laboratuvar bilgi sistemi (LIS)<br />
ile bağlantısı sağlanmış olup, cihazlar hastalar ile ilgili bilgileri ve çalışacakları testleri<br />
ISHOP sisteminden otomatik olarak alırlar. Cihazlar tamamladığı analizlerin<br />
sonuçlarını otomatik olarak LİS’e gönderir. LİS’ de hastaların tüm sonuçları toplanır,<br />
bu sonuçlar önce ilgili laboratuvar ekibi tarafından değerlendirilir, uygun bulunan<br />
sonuçlar onaylanır. Çalışan onayı almış sonuçlar ikinci basamak onayı için ilgili<br />
uzmanın onayına sunulur. Uygunsuz sonuçlarla ilgili olarak, özellikle yatan hastalar<br />
için ilgili servisle temasa geçilir. Preanalitik ve analitik hata kaynakları ya da fizyolojik<br />
test sonuçlarını etkileyebilecek interferanslar değerlendirilerek doğru sonuca<br />
ulaşılmaya çalışılır. Panik değer listesine ait bir test sonucu bulunursa, analiz süreci<br />
gözden geçirilip, gerekiyor ise test tekrarlanır. İlgili klinikle temasa geçilerek bu<br />
sonucun hasta için beklenen bir değer olup olmadığı sorgulanır ve kayıt altına alınır.<br />
Postanalitik süreç- Raporlama<br />
Test sonuçları LİS’te teknisyen ve biyokimya uzmanı tarafından onaylanır.<br />
Uzman onayından sonra test sonuçları otomatik olarak ISHOP’a aktarılır. Bundan<br />
sonra sonuçlar, ilgili klinik/poliklinik birimler tarafından hastane otomasyon sisteminde<br />
görülebilir. Test sonuçları, laboratuvar sonuç alma biriminde, tüm klinik ve<br />
servislerden, ve internet ortamından (sonuc.ctf@edu.tr adresinden) takip edilebilir ve<br />
raporlanabilir. Yatan hastaların rutin test raporları aynı gün içinde (saat 15.00 den<br />
sonra), poliklinik hastalarının ise ertesi gün saat 13.00 den sonra alınabilir. Acil<br />
laboratuvarlarında sonuçlar testin özelliğine göre 1-2 saat içinde raporlanmaktadır.<br />
Özel testler için laboratuvar ile görüşülmesi gereklidir. Geç çıkan testler hakkında<br />
hastalara numune kabulü veya alımı sırasında bilgi verilir ve sonuç alma kağıdı<br />
üzerine not edilir.<br />
Analiz öncesi değişkenlerin test sonuçlarına etkisi: Laboratuvarımızın<br />
kalite politikasının temel hedefi; hasta ve klinisyenlere doğru, güvenilir, zamanında<br />
sonuçları ulaştırabilmemizdir. Bunu sağlayabilmek sadece laboratuvar ekibinin uygun<br />
201
koşullarda numune alması, hızlı transportu ve doğru analizi yeterli olmayacaktır.<br />
Hekimler ve diğer sağlık personelimizin laboratuvar sonuçlarını etkileyebilecek çok<br />
sayıda analiz öncesi faktörün olabileceği konusunda bilgilendirilmesi gerekmektedir.<br />
Bu faktörlerin etkilerinin hastadan test istemi aşamasında, uygulamada ve sonuçların<br />
değerlendirilmesi aşamasında göz önünde bulundurulması laboratuvarda hata<br />
oranlarında azalma ortaya çıkaracaktır (Tablo 2 ve 3).<br />
Tablo 2. Analiz öncesi değişkenlikler<br />
Değiştirilemez faktörler<br />
• Irk<br />
• Yaş<br />
• Cinsiyet<br />
Değiştirilebilir faktörler<br />
• Yükseklik<br />
Stres<br />
• Mevsim<br />
Sigara kullanımı<br />
• Sıcaklık<br />
Açlık<br />
• Beslenme<br />
Seyahat<br />
• Vücut ağırlığı Alkol<br />
• Kas dokusu<br />
İnfüzyon<br />
• Aktivite<br />
Pozisyon<br />
• Günlük ritim<br />
İlaçlar<br />
• Gebelik<br />
Yerleşim Bölgesi<br />
Tablo 3. Hasta ile ilişkili test sonuçlarını etkileyen faktörler<br />
Yaş<br />
Cinsiyet<br />
Gebelik<br />
Postür<br />
Egzersiz<br />
Stres<br />
Beslenme<br />
Yüksek proteinli beslenme<br />
Sigara<br />
Alkol<br />
Yüksek Ateş<br />
Menstruel periyot<br />
Etkilenen test<br />
Alkalen fosfataz<br />
Gonadal steroidler<br />
Tiroksin (total)<br />
Proteinler, enzimler<br />
AST, LDH, Kreatin kinaz ,üre, kreatinin, glukoz<br />
Lökosit , hemoglobin, hematokrit ,albumin, protein,<br />
Sodyum, potasyum , kalsiyum<br />
Prolaktin, kortizol, ACTH<br />
Glukoz, trigliserit, üre, amonyak, ürik asit, alkali<br />
fosfataz<br />
Üre, amonyak, ürik asit<br />
Lipitler,proteinler, B 12 vitamini, CEA<br />
Laktat, ürik asit, trigliserid, HDL, GGT, MCV<br />
Lipidler, kalsiyum, ürik asit<br />
CA-125, FSH, LH<br />
Hemoliz, lipemi ve ikter: Anlamlı derecede hemoliz yada lipemi görünen<br />
numuneler belli parametrelerin analizi için uygun değildir. İkterik numuneler<br />
çoğunlukla özel bir hastalığın sonucu olarak ortaya çıkar (hepatit gibi). Eğer<br />
numuneyi analiz etmek kaçınılmazsa ve yeniden numune alınması imkansızsa,<br />
sonuçlar “hemolizli yada lipemik örnek’’ dikkat notu ile birlikte verildiği gibi hemolik<br />
indeks değerleri ile de verilebilmektedir (Tablo 4).<br />
202
Hemoliz: Hemoliz, eritrositlerin parçalanmasıdır. Hafif, orta veya ileri derecede<br />
olabilir. Serumda hemoglobin konsantrasyonu 20 mg/dL'nin üzerinde olursa hemoliz<br />
gözle tespit edilebilir (Şekil 2). Hemoliz olması durumunda hücre içindeki<br />
konsantrasyonları hücre dışındakinden yüksek olan maddelerin serumdaki<br />
konsantrasyonları anormal yüksek bulunur (Özellikle potasyum ve magnezyum<br />
olmak üzere aldolaz, asit fosfataz, LDH enzimleri ile fosfor). Hemoliz, aynı zamanda<br />
400-500 nm dalga boyunda okunan test ölçümlerini etkileyebilir.<br />
Tablo 4. Bazı testlerde sık karşılaşılan interferanslar<br />
Test Adı Hemoliz Lipemi Bilirubinemi<br />
(ikter)<br />
Albumin ++<br />
Alkali fosfataz + ++<br />
Alanin amino transferaz ++<br />
Aspartat aminotransferaz ++<br />
Bilirubin ++ ++<br />
BUN ++<br />
Demir ++<br />
Ferritin +<br />
Fibrinojen +<br />
Folik asit ++<br />
Fosfor ++<br />
Klor ++<br />
Kolesterol + + +<br />
Kortizol ++<br />
Kreatinin + ++<br />
LDH ++<br />
Potasyum ++ ++<br />
Protrombin zamanı + +<br />
Paratiroid hormon +<br />
T3 +<br />
T4 +<br />
TSH +<br />
Trigliserid ++<br />
Ürik asit ++<br />
Şekil 2. Hemolizli serum örneği<br />
Hemolize sebep olan durumlar<br />
Uzun süreli turnike uygulanması<br />
Tüpü aşırı sallama/çalkalama<br />
203
Enjektöre hızlı çekiş, karıştırma ve enjektörden tüpe hızlı bir şekilde<br />
boşaltma<br />
Soğutma yada ısıtma<br />
Tamamlanmamış santrifüj<br />
Serum ayrılması için tam kan olarak uzun süre bekletme (2 saatten fazla )<br />
Hematomlu bölgeden kan alınması<br />
Kan alma bölgesinin kuru olmaması<br />
Parmak ucundan kan alınırken parmağı sıkmak<br />
Lipemi : Kanda anormal miktarda yağ bulunmasıdır. Sonuçları etkileyen en<br />
önemli neden hastanın aç olmamasıdır, bu durumda özellikle glukoz, trigliserid, alkali<br />
fosfataz, üre, amonyak ve ürik asit etkilenir.<br />
Testlerin tekrar istem/tekrarlama periyotları: Biyokimyasal parametrelerin<br />
belirli yarı ömürleri vardır. Bu süreden önce testin tekrarlanması hastalığın takibi<br />
açısından fayda sağlamayacağı gibi ülke ekonomisine de ek yük getirecektir. Bu<br />
nedenle klinisyenler tarafından her testin minimum tekrarlanma süresinin bilinmesi<br />
oldukça önemlidir (Tablo 5).<br />
Tablo 5. Testler ve tekrar aralıkları<br />
Üre, Kreatinin<br />
Test<br />
Karaciğer fonksiyon testleri (parasetamol intoksikasyonu, akut<br />
hepatit ve akut kolestaz için geçerli değildir)<br />
Lipit Profili; Kolesterol, trigliserid, HDL-Kolesterol<br />
FSH, LH, prolaktin, testosteron, östradiol, seks hormon<br />
bağlayıcı globulin TSH, serbest T 4 , serbest T 3<br />
Demir , Ferritin<br />
Protein Elektroforezi, immunoglobulinler, kriyoglobulin<br />
Tümör belirteçleri (-feto protein, CA 125, CA 19.9, CA 15.3,<br />
CEA, PSA) Progesteron, renin, aldosteron, paratiroid hormon,<br />
IGF-1, büyüme hormonu<br />
B 12 vitamini, folik Asit, HbA1c<br />
D 3 vitamini<br />
Tekrar<br />
Periyodu<br />
1 Gün<br />
3 Gün<br />
13 Gün<br />
14 Gün<br />
28 Gün<br />
28 Gün<br />
60 Gün<br />
90 Gün<br />
Referans değerler: Uzun yıllar boyunca kullanılan normal değerler<br />
tanımlaması, normal tanımının toplumdan topluma değişebilmesi üzerine artık<br />
kullanılmamaktadır. Günümüzde kullanılan referans değerler; herhangi bir sağlık<br />
problemi olmayan bireylerden elde değerlerin %95’ ini içeren grubu temsil eder. Bu<br />
değerlerin sayesinde hasta sonuçlarının değerlendirilmesi, tanı ve uygun tedavinin<br />
oluşturulması sağlanır. Çeşitli faktörlere bağlı olarak bu değerler hastadan hastaya<br />
204
varyasyonlar gösterebilir. Laboratuvarın artan test sayısını karşılamak için yöntem<br />
değiştirdiği durumlarda metoda veya hazırlanan kitlerin solüsyon içeriklerindeki<br />
değişikliklere bağlı olarak referans aralığı da değişebilir.<br />
Panik değerler: Örneklerin çalışılması esnasında normal değerlerin dışında<br />
sonuçlar ile karşılaşılabilir ve bu sonuçlar vakit kaybedilmeden ilgili kliniğe bildirilir<br />
(Tablo 6). Bazı testler için uluslararası kabul edilebilir referans aralığı dışında kalan,<br />
hasta için kritik öneme sahip panik değerler belirlenmiştir. Bildirim kayıt altına alınır.<br />
Tablo 6. Panik değer tablosu<br />
Test Adı Birim Düşük Panik<br />
Değer<br />
Yüksek Panik<br />
Değer<br />
ALT / AST U/L > 1000<br />
Anyon gap mmol/L > 30<br />
APTT Saniye >150<br />
Bikarbonat (CO 2 ) mmol/L < 10 > 40<br />
Bilirubin, yetişkin/yeni doğan mg/dL > 15/13<br />
D-dimer mg/dL >2<br />
Fosfor mg/dL < 1 > 8,9<br />
Fibrinojen mg/dL 700<br />
Glukoz -BOS mg/dL < 40 > 200<br />
Glukoz mg/dL < 40 > 450<br />
Glukoz, yenidoğan mg/dL < 30 > 325<br />
Hematokrit-yetişkin/ yeni doğan % < 20/33 > 60/70<br />
Hemoglobin-yeni doğan % < 9.5 > 22<br />
Hemoglobin-yetişkin % < 7 > 20<br />
Kalsiyum mg/dL < 6 > 13<br />
Kalsiyum, iyonize mmol/L < 0,75 >1,6<br />
Klor mmol/L < 80 > 120<br />
Kreatin kinaz U/L > 1000<br />
Kreatinin mg/dL > 7.4<br />
Laktat dehidrojenaz U/L > 1000<br />
Lökosit /mm 3 < 2000 >30000<br />
Magnezyum mg/dL < 1 > 3.5<br />
Miyoglobin, serum mg/dL > 110<br />
Üre mg/dL < 5 > 160<br />
Potasyum mmol/L < 2.8 > 6,5<br />
Protein g/dl < 3,4 > 9,5<br />
Protrombin zamanı saniye >35<br />
INR > 5,5<br />
Sodyum mmol/L 160<br />
Tam idrar tahlili<br />
+3 pozitif glukoz<br />
+3 pozitif keton<br />
Serbest T 4 ng/dL > 3.5<br />
Troponin ng/mL > 0,1<br />
Trombosit sayısı /mm 3 < 40000 > 1 000 0000<br />
Ürik asit mg/dL > 13<br />
205
Mikrobiyoloji Laboratuvarının İşleyişi<br />
Prof. Dr. Gökhan AYGÜN<br />
İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Günümüzde tıp; laboratuvar uygulamalarından çok daha fazla faydalanan bir<br />
yapıya doğru ilerlemektedir. Laboratuvar uygulamaları ise teknolojik gelişmeler<br />
ışığında daha hızlı, daha güvenilir, daha karmaşık ve bazen yorumu daha zor bir<br />
yapıya doğru evrilmektedir. Tüm bu gelişmeler ışığında öncelikle ideal sonuca<br />
ulaşabilmek açısından “iletişim” en önemli parametre olmaya devam etmektedir.<br />
Özellikle Mikrobiyoloji Laboratuvarları ile klinisyenler arasında en önemli sorunlar<br />
“iletişim eksikliği” nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Burada önceliklerin farklılığı, iş<br />
yoğunluğu, laboratuvarlarda farklı eğitim ve disiplinden insanlar olması başlıca<br />
faktörlerdir. Özellikle laboratuvarlar, ideal iletişim ortamı yaratabilmek için çaba<br />
göstermelidirler. Fakat unutulmaması gereken nokta; “ iletişim”in karşılıklı bir süreç<br />
olduğudur. Bu noktada önce laboratuvarda yapılan işlemlerden bahsedilerek sonuca<br />
ulaşmak için klinisyenden beklentiler anlatılacaktır.<br />
I- Mikrobiyoloji Laboratuvarında Yapılan İşlemler:<br />
a- Mikroskopik incelemeler: Örnekler boyalı ya da boyasız olarak mikroskop<br />
altında incelenebilir. Dışkıda parazit, sıvılarda lökosit, deri kazıntısında<br />
mantar elemanları en sık uygulanan boyasız incelemelerdir.<br />
Bakteriyolojide Gram boyama ise temel mikrobiyolojik test konumundadır.<br />
Hızlı ve son derece faydalı bilgiler vermesi nedeniyle etkeni belirlemek<br />
mümkün olabilir. Hastanedeki ciddi enfeksiyonlarda Gram boyası çok<br />
önemli bir yol gösterici olacaktır. Laboratuvar rutin uygulamasında<br />
gecikmeler yaşanabileceği için olgunun önemini iletmek klinisyenin<br />
sorumluluğudur.<br />
Mikobakteri tanısı için aside dirençli boyama (ARB, EZN) , parazitler için<br />
Giemsa boyası, bağırsak protozoonları için iyot, trikrom boya sık<br />
kullanılan diğer incelemelerdir. Karanlık alan mikroskopisinde spiroketleri<br />
araştırmak, floresans mikroskobu ile hem özel etkenleri araştırmak ve<br />
hem serolojik incelemeler yapılması mümkün olmaktadır.<br />
b- Mikroorganizmaların üretilmesi (Kültür): Bakteriyolojik incelemelerde<br />
temel yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu şekilde etken bakteri üretilmesi<br />
dışında örnekteki yoğunluğu da araştırılmış olur. Ayrıca elde edilen<br />
bakteriden tanımlama, antibiyotik direnci gibi ileri incelemeler<br />
yapılabilmektedir. Kültür, tanımlama ve antifungal direnç tayini mantarlar<br />
içinde yapılabilmektedir. Virusların üretilmesi için hücre kültürleri ve<br />
deney hayvanları gerekmekte şu an birimlerimizde bu konuda çalışma<br />
yapılamamaktadır.<br />
c- Antijen ve antikor deneyleri: Serolojik incelemeler adıyla da anılan bu<br />
testlerde genelde etkene karşı gelişen antikorların tayini amaçlanır. Bu<br />
antikorların varlığı için kullanılan metotlar çeşitlilik gösterir. Lam<br />
aglütinasyon, lateks aglütinasyon, tüpte aglütinasyon, floresans kullanan<br />
yöntemler vardır; ancak en sık kullanılan yöntem ise enzimle işaretli<br />
kitlerin kullanıldığı ELISA yöntemidir. Bu yöntem ile birçok etkene yönelik<br />
206
antijen ve antikor tayinleri standart bir tanı haline gelmiştir. Serolojik<br />
tanımda etkene özel IgM sınıfı antikorlar aranabildiği gibi antikor artışı da<br />
tanısal olabilmektedir. Bazen kronik olguları akut olgulardan ayırabilmek,<br />
nüksleri tanımlayabilmek için avidite yöntemleri de geliştirilmiştir. Teknik<br />
yönü önemli olabilen bu testlerin yorumunda laboratuvarla iletişim<br />
sağlamak önerilen bir yaklaşımdır.<br />
Son dönemde hızlı antijen testleri de giderek artan bir öneme sahip<br />
olmuştur. Özellikle boğazda S.pyogenes antijen testi, idrarda Legionella,<br />
pnömokok antijen tayini, Helicobacter pylori tanı kitleri en sık kullanılanlar<br />
olmuştur. Antijen testlerinin çok önemli kullanım bulduğu bir alan fırsatçı<br />
mantarlar konusu olmuştur. Bugün invaziv aspergillozis tanısında<br />
galaktomannan, invaziv kandidiyaz tanısında mannan, invaziv fırsatçı<br />
mantarlar için beta-D-glukan ve kriptokok için kapsül antijenleri en sık<br />
kullanılan antijenler haline gelmiştir.<br />
d- Moleküler mikrobiyoloji: Son yılların en hızla gelişen konusudur. Çok<br />
çeşitli yöntemler, yeni hızlı cihazlar büyük bir hızla artış göstermektedir.<br />
Özellikle viroloji konusunda temel yaklaşım konumuna gelmiştir. Viruslar<br />
dışında güç ve geç üreyen bakteriler (Mycobacterium vd), hızlı tanı ve<br />
hızlı direnç tanısında ve elbette salgın araştırmalarında standart yöntem<br />
olarak tanımlanır hale gelmiştir. Rutin inceleme dışı bir etken<br />
düşünüldüğünde bu bölümden bilgi ve öneri alınması çok faydalı<br />
olacaktır.<br />
II-<br />
Klinisyenden Beklentiler:<br />
a. İdeal bir mikrobiyolojik istekte; hastanın kimlik bilgileri, örneğin alındığı<br />
alan, hastaya ait özel durum, tarih-saat ve sonucu etkileyecek<br />
uygulamalar var ise (antibiyotik vb) laboratuvara ulaştırılmalıdır. Ayrıca<br />
klinisyen-laboratuvar iletişimini sağlayacak bilgiler (istek yapan doktor,<br />
telefon numarası, klinik) de mutlaka yer almalıdır. Bu işlem standart istek<br />
kağıtları kullanılarak yapılabilirken günümüzde bilgisayar ekranları ile<br />
yapılmaktadır.<br />
b. Örnekler ancak doğru zaman ve yerden alınır ve ideal zamanda<br />
laboratuvara ulaştırılırsa sonuç verebilir. Genel kural hastalığın aktif<br />
olduğu bölgeden tercihen doku, apse örneğinin ve özellikle tedavi<br />
başlamadan alınması önerilir. Özel bir kaç durum dışında sürüntü<br />
örnekleri uygun olmayacaktır. Unutulmaması gereken bir diğer temel<br />
nokta; mikrobiyolojik testlerin canlılar üzerinde uygulandığıdır. Uygun<br />
zaman diliminde işleme alınmaz ise canlılar ölürler ya da yapılarını<br />
değiştirirler. Bu yüzden alınan uygun örnekler uygun şartlarda saklanır ve<br />
laboratuvara ulaşır ise uygun sonuç alınabilir.<br />
Genel olarak bakteriyolojik tetkikler en geç iki saat içinde çalışmaya<br />
alınmalıdır. Viral incelemelerde 24 saate yakın sürelerde gecikme tolere<br />
edilebilir. Anaerobik incelemeler ise 15-30 dakikada yapılmalı ya da özel<br />
transport ortamlarına örnek alınmalıdır. Düz kan örnekleri serolojik<br />
inceleme için hemolize meydan vermeden ayrılan serumlarla yapılır. Bu<br />
şekilde ayrılan serum buzdolabında güvenle saklanabilir. (Uygun<br />
örnekler ve özel şartlar tabloda özetlenmiştir)<br />
c. Tüm örneklerin bulaşıcı olduğu gerçeğini unutmadan örnekler alınmalı ve<br />
gönderilmelidir. İdeal olan örneklerin profesyonel ekip tarafından alınması<br />
207
ve laboratuvara ulaştırılmasıdır. Servislerde alınan örneklerin<br />
laboratuvara ulaştırılmasında sorunlar devam etmektedir. İdeal şartlarda<br />
olmayan, dışarı bulaşan, sterilitesi bozulmuş, delici-kesici özelliği bulunan<br />
kaplarda örnekler gönderilmemelidir.<br />
d. Özel örnekler alınırken bilgi hatta onam alınması gerekebilir. Örnek alımı<br />
konusunda bilgilendirilen hatta alınan örneklerin takibi yapıldığında çok<br />
daha başarılı sonuçlar alındığı belirlenmiştir. Örneğin balgam örneği<br />
yerine tükürük örneği gönderilmesi, orta akım idrarın tam olarak<br />
anlatılamaması önemli zaman kaybı, tanıda yanlışlık ve gecikmelere yol<br />
açmaktadır.<br />
e. Örnekler tedavi başlamadan önce alınıp laboratuvara ulaştırılmalıdır. Bu<br />
konuda ideal bir yaklaşımın gelişmesi etkenlerin tanımlanmasını ve<br />
tedavinin çok daha uygun olmasını sağlayacaktır. Tedavi altında örnek<br />
alınıyor ise laboratuvara uygulanan tedavi konusunda bilgi verilmelidir.<br />
f. Rutin dışı bir etken konusunda çalışma yapılacaksa ya da örnek alımı<br />
konusunda bazı kısıtlılıklar yaşanıyorsa mutlaka laboratuvar ile iletişim<br />
kurulmalıdır. “ Hangi örnek, hangi kap, hangi yöntemler kullanılabilir gibi”<br />
soruların yanıtları laboratuvardan alınmalıdır.<br />
g. Steril bir örnek alınması sırasında asepsi kurallarına uyum kilit öneme<br />
sahiptir. Derinin antiseptiklerle temizlenerek örneğin flora ile kontamine<br />
olmadan alınması çok önemlidir. Çünkü çok az sayıda bakteri bile<br />
bulaşsa üreme olacak ve test sonuçları yanlış çıkacaktır. Bu konuda en<br />
sık yaşanan sorun kan kültürlerinin kontaminasyonudur. Bu yüzden kültür<br />
için kan örneği alınması çok titiz bir çalışma gerekir. İyot-alkol<br />
kullanılmasında sıklıkla iyot kurumadan hemen işlem yapılarak ya da<br />
antisepsi sonrası yeniden palpe edilip kontamine edilerek kontaminasyon<br />
yaşanmaktadır. Bu yüzden mümkünse prematüre bebekler dışında kan<br />
kültürü alırken cilt antisepsisinde alkol-klorheksidin kullanılması<br />
önerilmektedir.<br />
h. Uygun şekilde alınmayan ve ya laboratuvara uygun şartlarda ulaşmayan,<br />
gereğinden çok bekleyen, barkod ve kimlik bilgilerinde sorun olan<br />
örnekler çalışılmazlar. Ayrıca sonuçlarının yorumu yanıltıcı olacağından<br />
dolayı; Foley sonda ucu, kusma örneği, kolostomi içeriği, loşia örneği,<br />
sonda torbası idrarı, 24 saat biriktirilmiş idrar ya da balgam örneği kültürü<br />
yapılmaz. Florası olan bölgelerden anaerop kültür rutin olarak yapılmaz.<br />
Ayrıca aynı gün içinde tekrarlanan idrar, balgam kültürü gibi örnekler de<br />
çalışılmazlar.<br />
Sonuç olarak mikrobiyoloji laboratuarları ancak laboratuar ve klinisyen işbirliği<br />
ve iletişiminin en üst seviyede sağlandığında faydalı olacaktır.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Merkez Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuarı bünyesinde,<br />
Bakteriyoloji, Mikoloji, Parazitoloji, Viroloji ve Moleküler Mikrobiyoloji, Mikobakteri<br />
Laboratuarı bulunan kapsamlı hizmet ve eğitim laboratuarı bünyesinde bir<br />
laboratuardır. Ayrıca Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi Laboratuarı olarak hizmet<br />
veren, finansmanı başhekimlik/dekanlık tarafından karşılanan bir laboratuarı da<br />
bünyesinde barındırmaktadır. Tıbbi Mikrobiyoloji Merkez Laboratuvarı bulunduğu<br />
birimde 7/24 hizmet sunmaktadır.<br />
208
Tablo- Mikrobiyoloji laboratuvarında yapılan testler<br />
ÖRNEK ALINMA ve ULAŞTIRMA SAKLANMA ÖZEL UYARILAR<br />
Apseler Mümkünse enjektörle aseptik<br />
olarak alınmalıdır.<br />
Mümkünse<br />
enjektörle<br />
gönderilmemelidir. En ideal yol<br />
özel transfer sişeleridir fakat her<br />
zaman sağlanması mümkün<br />
değildir. Anaerop isteniyorsa<br />
ucu lastik tıpayla kapanarak<br />
gönderilebilir.<br />
Eküvyonla alınıyorsa en az iki<br />
eküvyona alınmalı ve taşıma<br />
besiyeriyle ulaştırılmalıdır<br />
En kısa sürede<br />
laboratuvara ulaştırmalı<br />
ve çalışılmalıdır.<br />
Apsenin yeri ve bekleniyorsa özel<br />
etkenler (F.tularensis, Brucella spp,<br />
Bartonella henselae (kedi tırmığı<br />
hastalığı etkeni))mutlaka bildirilmeli<br />
Kan<br />
(Hemokültür)<br />
Steril vücut sıvıları<br />
(Plevra, eklem sıvısı,<br />
perikard sıvısı assit<br />
sıvısı)<br />
Kateterler<br />
Beyin omurilik sıvısı<br />
(BOS)<br />
Göz, kulak, burun<br />
sürüntüsü<br />
En az iki şişe örnek alınmalıdır.<br />
Son yıllarda en az iki set (dört<br />
şişe) önerilmektedir<br />
Kateter varsa bir örneğin<br />
kateterden alınması gerekir ve<br />
bu tüp üzerinde belirtilmelidir.<br />
Çok lümenli kateterlerde her<br />
lümenden örnek alınmalıdır.<br />
Steril enjektörle alınabilir.<br />
(Otomatize kan kültürü şişesine<br />
hasta başı ekim yapılabilir)<br />
Steril olarak çıkarılıp uç kısımları<br />
steril makasla kesilip gönderilir<br />
Hücre sayımı,ekim ve diğer<br />
testler için steril<br />
2-3 kaba ayrı ayrı alınmalıdır.<br />
İdeal mikrobiyolojik inceleme için<br />
en az 10 mL örnek alınması<br />
önerilir<br />
Eküvyonla alınmalı , en az iki<br />
örnek alınmalıdır. En az bir<br />
örnek transport besiyerine<br />
alınmalıdır.<br />
Kornea, vitröz sıvı gibi örneklerin<br />
hasta başında sıvı besiyerine<br />
alınması uygun olur.<br />
Sinüzit, otitis media Aspirasyon örnekleri almak<br />
gerekir<br />
Boğaz sürüntüsü Uygun bölgelere sürülen bir<br />
eküvyon yeterli.<br />
Antijen tayin edilecekse iki<br />
eküvyona örnek alınmalıdır<br />
En kısa zamanda<br />
laboratuvara<br />
ulaştırılmalıdır<br />
Otomatize kan kültürü<br />
şişeleri eğer hemen<br />
ulaştırılamıyor ise oda<br />
ısısında bekletilmelidir.<br />
Asla buzdolabı ya da<br />
etüvde tutulmamalıdır<br />
En kısa zamanda<br />
laboratuvara<br />
ulaştırılmalıdır<br />
En geç 2 saat içinde<br />
çalışılmalı<br />
En kısa sürede<br />
çalışılmalıdır.<br />
En geç 2 saat içinde<br />
incelenmelidir.<br />
Apse gibi davranmak<br />
gerekir<br />
Grup A streptokok<br />
kültürü için oda ısısında<br />
bekletmek fayda<br />
sağlayabilir<br />
Deri antisepsisinde tercihen alkolklorheksidin<br />
kullanmalı<br />
Eğer iyot /alkol kullanılıyorsa iyotun<br />
kuruması beklenmeli (1-2 dakika)<br />
Şişeye ekilmeden önce<br />
dezenfekte edilmelidir<br />
şişenin ağzı<br />
Otomatize kan kültürü şişelerine alınış<br />
saatleri yazılmalıdır<br />
Önerilen miktar:<br />
Erişkin : 10 mL<br />
Çocuk: 2-5 mL<br />
Bir miktar örnek (+4 o C’de)<br />
saklanmalıdır.<br />
Foley sonda ucunun kültürü önerilmez<br />
İntravasküler kateterler dışı kateterlerde<br />
standart öneriler yoktur<br />
Ponksiyonla alınır . Öncesinde KİBAS ,<br />
göz dibinde ödem yönünden<br />
değerlendirme unutulmamalıdır. Bir<br />
kısım örnek (+4 o Cde) saklanmalıdır.<br />
Burun kültürü MRSA taşıyıcılığı dışında<br />
çok fayda sağlamaz<br />
Sinüzit ve otitis media tanısında sürüntü<br />
kültürleri önerilmez. Otitis eksterna için<br />
kulak sürüntü örneği kullanılabilir.<br />
Dil,diş ve yanaklara dokunmamaya<br />
özen gösterilmelidir<br />
209
İdrar Orta akım idrarı alınmalı ve 2<br />
saat içinde çalışılmalı.<br />
Balgam Öksürük ile gelen pürülan<br />
balgam değerlendirilebilir.<br />
Kaliteli olmayan örnekler<br />
çalışılmayacağı için mutlaka<br />
laboratuara gönderilmeden önce<br />
klinikte görülmelidir.<br />
Gecikecekse 24 saat<br />
buzdolabında<br />
saklanabilir.<br />
En kısa sürede<br />
değerlendirilmeli<br />
Kısa süreler için (4 o C’de<br />
) bekletilebilir.<br />
Sondalı hasta ise laboratuvara<br />
bildirilmeli ve örnek sondadan asepsi<br />
kurallarına uyularak enjektörle<br />
alınmalıdır.<br />
Bebeklere torba bağlanarak alınan<br />
idrarlar kontaminasyon riski nedeniyle<br />
önerilmez.<br />
Endotrakeal aspirat ve bronkoalveolar<br />
lavaj örnekleri mutlaka laboratuara<br />
bildirilmeli, seyreltildi ise üzerinde<br />
yazılmalıdır.<br />
Bu örnekler kantitatif olarak<br />
çalışılacaktır.<br />
Vaginal akıntı Klinikte alınmalı, en az iki<br />
eküvyonla örnek alınmalı ve en<br />
kısa zamanda laboratuvara<br />
ulaştırılmalıdır.<br />
Üretral akıntı En az iki eküvyonla örnek<br />
alınmalı ve en kısa zamanda<br />
laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />
Dışkı<br />
Serolojik İnceleme<br />
için kan örneği<br />
Moleküler/<br />
Virolojik incelemeler<br />
için örnekler<br />
Prostatit şüphesinde prostat<br />
mayii incelenmelidir.<br />
Temiz, ağzı kapaklı bir kapta<br />
laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />
Transport besiyerleri faydalıdır.<br />
Ekim en kısa sürede<br />
yapılmalıdır.<br />
Sarı kapaklı düz tüplerde kan<br />
gönderilmelidir.<br />
Mutlaka laboratuardan bilgi<br />
alınmalıdır. Her kit için özel<br />
yöntem hatta özel kaplar ile<br />
alınan örnek gerekebilir.<br />
Hızlı değerlendirme çok<br />
önemlidir.<br />
Hızlı değerlendirme<br />
çabuk ekim çok<br />
önemlidir. Gonokok<br />
kurumaya çok duyarlıdır.<br />
(hasta başı ekim önerilir)<br />
Buzdolabında<br />
saklanabilir.<br />
Clostridium difficile toksin<br />
testleri için bazı kitler buz<br />
üzerinde transportu<br />
önermektedir. Hastanede<br />
gelişen ya da antibiyotik<br />
kullanımı ile ortaya çıkan<br />
ishal olgularında ilk<br />
inceleme toksin<br />
araştırma olmalıdır.<br />
Eğer beklemesi<br />
gerekiyorsa kanın<br />
hemoliz olmasını<br />
önleyerek serum<br />
ayrılmalı<br />
ve<br />
buzdolabında<br />
bekletilmelidir.<br />
Boyama yöntemleri tanısal yaklaşımda<br />
daha değerlidir.<br />
Hızlı incelenemezse Trichomonas<br />
vaginalis infeksiyonları atlanabilir<br />
Akıntı yoksa üretral sürüntü ya da ilk<br />
akım idrar faydalı olabilir. Sperm<br />
önerilmez.<br />
Chlamydia infeksiyonu için özel<br />
eküvyonlarla örnek alınıp transport<br />
sisteminde laboratuvara ulaştırılmalıdır.<br />
Salmonella, Shigella cinsi özel bir etken<br />
düşünülüyorsa mutlaka laboratuar<br />
bilgilendirilmeli ona yönelik özel kayıtlar<br />
yapılmalıdır.<br />
Hasta izlenecekse laboratuara<br />
bilgilendirilmesi ve bir miktar serumun<br />
saklanması sağlanmalıdır<br />
Rutin dışı bir etkene ait inceleme<br />
planlanıyor fakat sonuç alınamıyor ile<br />
bu birim ile iletişim kurulması önerilir!<br />
Mantar incelemeleri<br />
için örnekler<br />
Parazitolojik<br />
İncelemeler<br />
örnekler<br />
için<br />
Deri, saç tırnak, örneklerinin<br />
mümkünse mikrobiyoloji<br />
laboratuarlarında deneyimli<br />
personel tarafından alınması<br />
önerilir.<br />
Fırsatçı mantar için alınacak<br />
örnekler diğer örneklerdeki<br />
önerilere uygun olarak<br />
laboratuara ulaştırılmalıdır<br />
Rutin dışkıda parazit tetkiki için<br />
en az üç ayrı örnekte inceleme<br />
gerekir<br />
Amip aranacaksa hemen<br />
incelenmelidir.<br />
Selofanlı lam ile inceleme için<br />
laboratuardan özel lam ve bilgi<br />
alınmalıdır<br />
Evde ya da klinikte<br />
alınan örnekler<br />
buzdolabında<br />
bekletilebilir<br />
Dışkı<br />
buzdolabında<br />
bekletilmelidir.<br />
210<br />
örnekleri<br />
Fırsatçı mantarlar için serolojik testler<br />
için laboratuardan bilgi alınarak uygun<br />
örnekler gönderilmelidir.<br />
Parazit olduğu düşünülen yapılar,<br />
artropodlar (kene, bit,…) temiz ve ağzı<br />
kapalı bir kap ile laboratuara<br />
ulaştırıldığında işlem yapılmaktadır.
Bakteriyoloji laboratuarı rutin bakteriyolojik incelemeler dışında mikoplazma,<br />
ureaplazma kültürleri, gereğinde spiroket kültürlerinin de yapılabildiği bir alt yapıya<br />
sahiptir. Ayrıca anaerobik bakteriyolojinin bulunduğu önemli merkezlerden birisi<br />
konumundadır. Rutin dışkı kültürü dışında Vibrio, Campylobacter, Yersinia, gibi özel<br />
etkenler de çalışılabilmektedir. Rutin çalışmada bu etkenler olmadığından laboratuar<br />
ile iletişim sağlanması önerilir. Mikobakteri laboratuarında rutin kültür metotları<br />
dışında, otomatize kültür sistemi (MGIT) ve moleküler hızlı tanı testleri de<br />
yapılabilmektedir. Seroloji bölümünde rutin serolojik testler dışında ELISA yöntemi<br />
ağırlıklı hemen tüm etkenlere ait testler çalışılabilmektedir. Ayrıca floresans antikor<br />
yöntemi ile yapılan testler de bu birimde uygulanabilmektedir. Kitlerin sağlanması ile<br />
ilgili yaşanabilen sorunlar nedeniyle rutin dışı bir istek yapmadan önce birime<br />
ulaşmak faydalı olacaktır. Parazitoloji ve mikoloji birimlerinde tüm etkenlere özgü<br />
direkt inceleme ve kültür çalışmaları yapılabilmektedir. Serolojik incelemeler (hidatik<br />
kist, amip antikorları, galaktomannan, kriptokok antijeni,…) yapılabilen diğer<br />
incelemelerdir. Moleküler Mikrobiyoloji ve Viroloji bölümünde PCR, real-time PCR,<br />
otomatize moleküler sistemler, sekans cihazları bulunmaktadır. Bu birim rutin<br />
hizmetler dışında (CMV, HIV, HBV, HCV,…) bu etkenlere ait direnç testlerinin<br />
çalışılabildiği önemli merkezlerden birisi konumundadır. Ayrıca Herpes viruslar,<br />
Solunum yolu virusları gibi multipleks kitler ile birçok etkeni aynı anda saptayan<br />
testler de bulunmaktadır. Bu arada bu laboratuar parazitoloji, mikoloji, bakteriyoloji<br />
birimlerine etken tanımlama, epidemiyolojik ilişkileri saptama, komite laboratuarında<br />
saptanan etkenleri ileri inceleme konularında da ciddi destekler sağlayabilmektedir.<br />
Hücre kültürü ve virus üretimi birimi şu an bulunmamaktadır.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları<br />
Anabilim Dalı bünyesinde de bir hizmet/eğitim laboratuarı yer almaktadır. Bu<br />
laboratuar hastanede yatan hastaların kültürlerini çalışan gelişmiş bir bakteriyoloji<br />
laboratuarıdır. Ayrıca temel mikoloji, parazitoloji ve seroloji testleri de<br />
yapılabilmektedir. Özellikle Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları<br />
asistanlarının eğitiminde çok önemli yeri olan hematoloji, immunsupresif tedavi gören<br />
ve yoğun bakım birimi hastalarına ait kültürlerin çalışıldığı 7/24 hizmet veren ve<br />
konsültasyonların etkinliğini arttırmak amacıyla dizayn edilmiş bir laboratuar olarak<br />
hizmet vermektedir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Aygün G. Klinik mikrobiyoloji laboratuarında klinik ve laboratuar iletişiminin önemi. Klinik Gelişim<br />
2007; 20(4): 48-52.<br />
2. Miller JM. A guide to specimen management in Clinical Microbiology. ASM Press Washington<br />
D.C.1999.<br />
3. Öztürk R. İnfeksiyon hastalıklarında laboratuar tanı. Klinik Gelişim 2007; 20(4): 19-35.<br />
4. Rappuoli R. From Pasteur to genomics : progress and chalenges in infectious diseases. Nature<br />
Medicine 2004; 10: 1177-85.<br />
211
Patoloji Laboratuvarlarının İşleyişi<br />
Prof. Dr. Sergülen DERVİŞOĞLU<br />
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı<br />
Tarihi açıdan bakıldığında cerrahi patoloji 1870 yılında Berlin Üniversitesi'nden<br />
Carl Ruge tarafından biyopsilerin değerlendirilmesi ile mutlak gerekli bir tanı aracı<br />
olarak ortaya atılmış bir branştır. 1889'da Alman Cerrahi Kongresi'ndeki malign tümör<br />
şüpheli olgularda mikroskopik tanının gerekliliği vurgulanmış, kısa süre sonra da<br />
dondurucu mikrotom (kriyostat) keşfedilerek operasyon sırasında acil tanıya olanak<br />
veren frozen section (taze dokudan dondurularak kesit alma işlemi) uygulanmaya<br />
başlanmıştır.<br />
Bu tarihi gelişimini sürdüren patoloji, cerrahi patolojinin dışında pek çok alt<br />
dala ayrılarak, günümüze klinikle sıkı işbirliğini sürdürmek zorunda olan, aynı<br />
zamanda tıp eğitiminde temel tıp dersi olarak da işlevini koruyan çok önemli bir temel<br />
bilim-klinik bilim ara geçiş bilimi olmuştur. Eğitim işlevi nedeniyle temel bilimler<br />
binasında yer almakla beraber cerrahi bilimlere bağlı bir anabilim dalıdır ve artık Tıbbi<br />
Patoloji Anabilim Dalı olarak adlandırılmaktadır.<br />
Kelime olarak tam tercüme edildiğinde patoloji; hastalık bilimi (Yunanca'dan<br />
pathos: rahatsızlık, hastalık, logos: bilim) anlamını taşır.<br />
Patoloji; hücreler, dokular, organlar ve sonuçta bir bütün olarak tüm<br />
organizmada zarar verici uyarıların yapısal ve işlevsel sonuçları üzerine eğilir.<br />
Geleneksel bir yaklaşımla genel ve sistemik/spesifik (organlara/sitemlere özgü)<br />
patoloji temel gruplarına ayrılır ki bu eğitim kısmını kapsar. Rutinde ise öncelikle<br />
cerrahi patoloji, sitopatoloji, hematopatoloji, fötal/neonatal patoloji, otopsi patolojisi,<br />
moleküler patoloji gibi alt grupları vardır. Cerrahi patoloji de günümüzün ilerleyen<br />
koşullarında organ ve sistemlere özgü alt gruplara (nöropatoloji, pediatrik patoloji,<br />
jinekopatoloji, endokrin patoloji, dermatopatoloji, üropatoloji vb) ayrılarak daha detaylı<br />
inceleme ve gelişime olanak vermiştir.<br />
Hastalıkların dört ana konusu patolojinin inceleme alanı içine girer. Bunlar 1-<br />
Neden (etiyoloji), 2-Gelişim mekanizması (patogenez), 3-Hücre ve organlardaki<br />
yapısal değişiklikler (morfoloji) ve 4-Morfolojik değişikliklerin fonksiyonel önemi (klinik<br />
anlamlılık) dir.<br />
19. yüzyılda modern patolojinin babası olarak anılan Rudolf Virchow'un<br />
belirttiği gibi doku zararının hemen hepsi, öncelikle hücrede moleküler düzeyde<br />
yapısal değişiklikler oluşturur. Patolog zaman içinde dokudaki zararla oluşan<br />
normalden sapmaların tüm sonuçlarını biyopsinin alındığı andaki doku örneğine, ışık<br />
mikroskopu ile bakarak saptar ve yukarıda belirtilen dört ana konuyu süzgeçten<br />
geçirerek elde ettiği maksimum bilgiyi bir rapor halinde klinik hekime sunar. Bu<br />
bilginin hasta adına sağlıklı bir biçimde elde edilebilmesi için, hastayı takip eden,<br />
biyopsiyi uygulayan klinik hekim ve incelemeyi yapan patoloğun karşılıklı iletişim<br />
içinde çalışmaları gerekmektedir.<br />
Günlük rutini bir laboratuvar işleyişine dayalı olan patolojide teknik işlemler<br />
laboratuvarda değişik makineler ve patoloji teknisyenleri tarafından yürütülür.<br />
Materyalin incelenmesinde belli aşamalarda uzmanlık öğrencisi doktor ve uzman<br />
patologlar ile öğretim üyeleri devreye girer. Tüm aşamalar tamamlandıktan sonra<br />
212
patolojik değerlendirme ve nihai patoloji raporunun yazılması en azından uzman<br />
patolog tarafından yapılır. Uzmanlık öğrencisi ya da asistanın patoloji raporunda<br />
karar imza yetkisi yoktur. Sadece parçanın ilk makroskopik incelemesini ve<br />
örneklemesini yapan sorumlu hekim olarak patoloji raporunda imzası vardır. Bir<br />
patoloji laboratuvarının ürünü patoloji raporudur ve ana hedef: eksiksiz, doğru ve<br />
zamanında patoloji raporu çıkarmaktır.<br />
Dokuların mikroskopta incelenebilir hale gelmesi için birtakım işlemler<br />
gereklidir. Mikroskop başındaki incelemeden önceki basamaklar çok önemlidir.<br />
Bunlar patoloji teknisyenleri tarafından yapılır. Patologların en büyük yardımcıları<br />
teknisyenleridir ve işin mutfağını oluştururlar. Bu adımlardaki titizlik direk tanıyı<br />
etkiler. Bu işlemler en azından bir gece süren işlemlerdir. PATOLOJİ SONUÇLARI<br />
BİLGİSAYARDAN ÇIKMAZ!!!!!<br />
Patoloji bölümüne gelen materyallerin geçirdiği aşamalar; tespit/fiksasyon,<br />
makroskopik inceleme-örnekleme, doku takibi, doku gömme, kesit alma ve boyamakapamadır.<br />
Doku tespiti/fiksasyon dokuların o andaki görünümünün ısı, nem ve enzimlerin<br />
etkisiyle değişmesini, bozulmasını önlemek amacıyla yapılır. Tespitsiz dokulardaki<br />
hücreler bir süre sonra bakterilerin ve içerdikleri sindirici enzimlerin etkisiyle otolize<br />
uğrar, morfolojik özelliklerini yitirir ve tanısal amaçlı incelemelerde kullanılamayacak<br />
duruma gelir. Tespit / fiksasyonun amacı otolizi ve bakteriyel kolonizasyonu önlemek,<br />
dokuların şekil ve boyutlarının değişmemesini sağlamak, doku takibi ve boyanma<br />
işlemleri için dokunun uygun pozisyona getirilmesi ve dokuların, komponentleri<br />
değişmeden, canlıdaki özelliklerine en yakın biçimde kalmasını sağlamaktır. Tespit<br />
işlemi biyopsi alımı ile poliklinik ya da ameliyathanede başlamalıdır. Bu işlemi<br />
yapacak kişi klinisyendir.<br />
Fiksasyon için özel sıvılar kullanılır. Doku ve organlar kendi hacimlerinin 10-20<br />
katı kadar tespit sıvısı içinde bırakılır. En yaygın kullanılan formalin, seyreltik<br />
formaldehit solüsyonudur. Tespit süresi dokunun türü ve kalınlığına göre birkaç saat<br />
(karaciğer iğne biyopsisi) yada birkaç hafta (beyin) değişir. Alkol dokuyu çok<br />
sertleştirip kesit artefaktına yol açacağından tercih edilen bir tespit solüsyonu değildir.<br />
Rutin histopatolojide olguların çoğunda yaygın olarak kullanılan fiksatif nötral<br />
tamponlu formaldehittir. Ancak elektron mikroskopi, histokimya ve immunohistokimya<br />
gibi özel incelemelerde özel fiksatifler gerekebilir.<br />
Materyali patolojiye gönderirken klinik hekime düşen görev materyalle birlikte<br />
patolojiye parça gönderme istek kağıdında hasta hakkındaki maksimum bilgiyi<br />
vermektir. Bunlar; yaş, cins, hastalığa ait anamnez, klinik şikayetler, laboratuvar<br />
bulguları ve klinik ön tanı gibi ana bilgilerdir. Müsküloskeletal sistemle ilişkili<br />
hastalıklarda patolojik tanı için gerekli olduğundan lezyonlu bölgenin radyolojik filmleri<br />
(direk grafi, BT, MR ve PET raporları ile birlikte) gönderilmelidir.<br />
Bir diğer önemli nokta, cerrahi yöntemle çıkarılan her materyalin atlanmadan<br />
makroskopik olarak ne kadar selim ya da nonspesifik görünse de incelenmek üzere<br />
patoloji laboratuvarına gönderilmesi gereğidir. Günümüzde hala önceden eksize<br />
edilip patolojik incelemesi yapılmamış bir nevus hikayesini sorarak saptadığımız<br />
malign melanom metastazlı hastalarımız olabilmektedir.<br />
Cerrahi yöntemle çıkarılan materyalin patoloğa gönderilme biçimi de önem<br />
taşır. Özellikle küçük biyopsi materyalleri gazlı beze sarılarak gönderildiğinde,<br />
213
üzerinden bir kaç saatlik süre de geçmişse, doku sıvısı gazlı bez tarafından<br />
emildiğinden doku kısmen ya da tümüyle kurumuş halde patolojiye ulaşmaktadır. Bu<br />
durum kuruma nedeni ile doku takibinde güçlükler ve sonuçta teknik artefaktlar<br />
oluşturarak doğru tanıya ulaşılmasında sorun yaratmaktadır. Küçük biyopsi materyali<br />
eğer zaman kaybetmeden yakın laboratuvara gönderilecekse serum fizyolojikle dolu<br />
ağzı geniş bir şişe içinde (serum fizyolojik parçanın tamamını kaplamalı)<br />
gönderilebilir. Süre uzunsa formalin fiksatifine konmalıdır. İdeal olan her parçanın<br />
formalin solüsyonu içinde ve boyutu parçanın boyutuna uygun, ağzı geniş cam ya da<br />
plastik kaplarda gönderilmesidir. Dar ağızlı şişeye taze iken sıkıştırılan parça formol<br />
ile sertleşince şişeden çıkarılmada zorluk oluşturmaktadır. Burada da parçanın<br />
büyüklüğü ile orantılı şekilde sıvı parçanın tamamını örtmeli hava ile temas<br />
kesilmelidir. Gazlı bez gibi plastik eldiven içinde de parça gönderilmesi uygun<br />
değildir. Aynı gün laboratuvara ulaştırılamayacak ekstremite amputasyonu gibi,<br />
büyük parçaların iyi çalışan bir buzdolabında (buzluk kısmında değil!) ağzı sıkıca<br />
kapalı bir naylon torba içinde bir gece beklemesinde büyük bir sakınca olmasa da<br />
tercih edilmemeli ve piyes derhal patoloji laboratuvarına ulaştırılmaya çalışılmalıdır.<br />
Uzun süren ameliyatlarda önceden patoloji bölümü ile konuşularak parçaya özgü<br />
gerekli nakil koşulları saptanmalıdır. Öte yandan mide, kolon akciğer gibi mukoza<br />
içeren organlar için buzdolabında saklanması ile gelişecek soğuk iskemi<br />
sonraki immunhistokimya, FISH işlemlerinde yalancı pozitif yada negatif<br />
sonuçlara neden olduğundan buzdolabında bekletme sakıncalıdır. Temel hedef<br />
parçanın en kısa zamanda patoloji laboratuvarına ulaştırılması olmalıdır. Parça<br />
gönderilirken istek kağıdı ile birlikte materyallerin alındığı yerler materyal üstüne ve<br />
istek kağıdına kodlanmalıdır. Materyal üzerine flastere hasta adı ve kod yazılırken<br />
tercihen kurşun kalem kullanılmalıdır. Tükenmez kalem formol temasında<br />
silinebileceğinden karışıklıklara yol açabilmektedir. Rezeksiyon/amputasyon<br />
materyalleri fiksatife konmadan hızlı bir şekilde ulaştırılmalıdır. Gerekirse özellikli<br />
yerler işaretlenmeli (cerrahi sınırlar vb) ve örnekleme sırasında patologla birlikte<br />
olunabilmelidir. Daha önce de belirtildiği üzere patoloji laboratuvarına biyopsiler<br />
uygun miktarda formol içinde, ağzı geniş ve kapaklı kaplarda, ayrı dokular, ayrı kaplar<br />
içinde kapların üzerinde hasta bilgileri yazılı olarak gönderilir.<br />
Patoloji laboratuvarına ulaşan parça patolog ya da patoloji asistanı tarafından<br />
makroskopik özellikleri ile tarif edilip, usulüne uygun diseke edildikten sonra, lezyonlu<br />
ve lezyonsuz bölgelerinden örnekleme yapılır. Kritik cerrahi sınırlar takip solüsyonları<br />
ile silinmeyen özel boyalarla işaretlenerek boyanır. Alınan örnekler biyopsi numaraları<br />
ile birlikte özel kasetlere konularak gece boyunca değişik çözeltilerden geçecekleri<br />
otomatik doku takip makinelerine takılır. Bu aşama öncesindeki disseksiyon önemli<br />
olup, her organda ve lezyonda ayrı özellikler taşıdığından, diseksiyonun patolog<br />
tarafından yapılması gerekmektedir. Cerrahi operasyon sonrasında parçanın<br />
klinisyen tarafından kesilmesi, cerrahi sınırların saptanmasında ve özgün<br />
diseksiyonun uygulanmasında güçlük oluşturmaktadır.<br />
Dokuların, bir takım kimyasallar içinde bekletilerek, bozulmadan işlem<br />
yapılmasını ve saklanmasını sağlayan takip işleminden geçirilmesi gerekmektedir. Bu<br />
süre minumum 24 saat olup, kemik içeren materyallerde örneğin testere/bıçak ve<br />
mikrotomla kesilebilmesi için parçanın büyüklüğüne göre nitrik ya da formik asitle<br />
işlem gerekmektedir. Asit takip süresi parça büyüklüğüne ve sklerotik olup<br />
olmamasına bağlı olarak değişkendir. Bazen bir haftaya kadar çıkabilir. Takip<br />
sonrasında dokular, parafin içine gömülür. Bu gömülmede dokunun mikroskopta<br />
214
görülmek istenen açıya göre yatırılması dokudan dokuya farklılık gösterir ve özellik<br />
taşır.<br />
Parafine gömülmüş doku mikrotom dediğimiz aletle, 2-4 mikronluk kesitler<br />
yapılacak şekilde kesilir.Bu kesitler lamlar üzerine alındıktan sonra boyama işlemi<br />
yapılır. Rutin kullanılan boya hematoksilen-eozindir. Boyanan lamlar lamel ile<br />
kapandıktan sonra mikroskopta incelenecek hale gelir.<br />
Tüm bu işlemler için geçen süre parçadan parçaya değişmekle birlikte,<br />
ortalama 24 saattir. Kemikli dokularda ise parçanın boyutuna göre asit ile işlem bu<br />
süreyi spesimenin boyutuna göre bir haftaya kadar uzatabilir.<br />
Patoloji laboratuvarındaki temel incelemeler ;<br />
1-Tüm ameliyat materyallerinin histopatolojik incelemesi,<br />
2-Ameliyat olmaksızın, biyopsi örnekleme materyallerinin incelenmesi,<br />
3-Özellikle meme, tiroid gibi organlarda uygulanan ince iğne aspirasyon<br />
biyopsisi (İİAB) materyallerinin sitopatolojik incelemesi,<br />
4-PAP SMEAR (Serviksin örneklenmesi ve serviks kanserlerinin erken<br />
teşhisini sağlayan sitopatolojik inceleme,<br />
5-Otopsidir.<br />
Biyopsi türleri; organ (iğne biyopsileri), insizyonel biyopsi(lezyonun bir kısmı),<br />
eksizyonel biyopsi (lezyonun tamamı (tamamı), punch biyopsi, shave biyopsi, açık<br />
cerrahi biyopsi, organ rezeksiyonları ve amputasyonlardır. Giderek gelişen non<br />
invaziv tekniklerin de artışı ile biyopsi sayıları yıllar içinde çarpıcı bir şekilde yükselişe<br />
geçmiştir.<br />
Otopsi sayısı biyopsinin aksine geçen yıllarla görüntüleme tekniklerindeki<br />
ilerlemelerle giderek azalmıştır. Şu anda büyük kısmını fötal otopsiler<br />
oluşturmaktadır.<br />
215
Patolojik incelemesi yapılan tüm biyopsi örnekleri ve otopsiye ait lam ve<br />
bloklar raporları ile birlikte arşivlenerek saklanır. Bunun bir amacı geriye dönük<br />
medikal araştırmaların yapılabilmesidir. Diğer önemli bir gerekçe de hastaların ya da<br />
hekimlerin bu materyalle ilgili geriye dönük taleplerinin olabilmesidir (Örneğin askerlik<br />
216
muafiyeti için hastalığın ispatı ya da diğer adli durumlarda) . Tanının kesine yakın bir<br />
şekilde raporlanarak hastaya verilen bir branş olması nedeniyle de farklı bir özelliğe<br />
sahip olan patoloji belki de günlük rutini sırasında en çok kaynak kitap ve literatüre<br />
başvurulmasını gerektiren bir branştır.<br />
Günümüzde diagnostik sitolojik teknikler patolojinin önemli işlevleri arasına<br />
girmiştir. Sitopatoloji artık bir alt bilim dalı haline gelmiştir. Hastaya minimum düzeyde<br />
zarar vererek elde edilebilen sıvılarda, hücre düzeyinde incelemeler yapılarak tanıya<br />
ulaşılabilir.<br />
Sitolojik materyal, dışarı açılan vücut sıvılarından (balgam, vajinal yayma,<br />
idrar, mide sıvısı, lavaj, yıkantı suyu vb) elde edilebileceği gibi yüzeye yakın<br />
kitlelerden (meme, yumuşak doku, tiroid vb) ve doğal vücut boşluklarından (plevra,<br />
periton, batın sıvısı vb. ) iğne aspirasyonları ile sağlanabilir. Ayrıca artık radyolojik<br />
girişimsel tekniklerin yardımı ile, ultrason ve bilgisayarlı tomografi eşliğinde daha<br />
derin yerleşimli lezyonlardan da sitolojik materyal elde edilebilmektedir.<br />
Patoloji laboratuvarına gönderilen sıvılar alındığı enjektörün ağzı kapatılarak,<br />
ağzı kapalı bir santrifüj tüpüne konur. Flaster ya da etiket ile hastanın adı soyadı,<br />
tarih yazılarak hızla, direkt laboratuvara gönderilir. Beklemek zorunda ise (1-2 saat)<br />
buzdolabı kapağında saklanabilir. Daha uzun süre beklemesi gerekiyorsa yarı yarıya<br />
alkolle karıştırılıp dışarıda tutulabilir (1 gün).<br />
Patoloji laboratuvarlarına smearler / yaymalar lama yayıldıktan sonra üzerine<br />
saç spreyi sıkılarak (konvansiyonel yöntem) ya da 5-10 dk alkol içinde bekletilerek<br />
(sıvı bazlı) fikse edilir. Lamın üzerine ya da yapıştırıldığı kağıda (yayılan yüz üstte<br />
kalacak şekilde) hasta ismi yazılarak gönderilir.<br />
Aspirasyon materyalleri lam üzerine püskürtülerek gerekirse bir lamel yardımı<br />
ile ince yayılmalı ve %95'lik alkolle fikse edilmelidir. Yayma işlemi yapılırken lamel<br />
lam üzerine 45 derece eğimle tutulup, bir yöne çekilerek sıvının yayılması<br />
sağlanmalıdır. Lamel yok ise, püskürtülen sıvı iki lam arasında, lamlar geniş yüzeyleri<br />
ile birbiri üzerinden fazla bastırmadan kaydırılarak da yayılabilir.<br />
Hem patolojik, hem sitolojik materyalin gönderilmesi sırasında klinik hekimce<br />
atlanılmaması gereken bir diğer önemli nokta materyalin konulduğu şişe ya da kabın<br />
üzerine hastaya ait isim, yaş gibi bilgilerin yazılmasıdır. Bu işlem günlük rutini yoğun<br />
olan laboratuvarlarda doğabilecek karışıklıkları önlemek açısından basit, ancak kimi<br />
zaman yaşamsal bir önlemdir. Ayrıca bir kaç ayrı bölgeden örnekleme yapıldı ise bu<br />
parçalar kendi aralarında numaralandırılıp, numaraların karşılığında alındığı yerlerin<br />
istek formunda belirtilmesi de gerekmektedir.<br />
Biyopsi ve sitoloji materyallerinin değerlendirmesi patoloğun en önemli<br />
görevlerinden biridir. İnsizyonel biyopsi ya da iğne biyopsisinde lezyonun bir kısmı<br />
çıkarıldığından yöntem tanı amaçlı yapılsa da gönderilen örnek tanı için yeterli<br />
olmayabilir. Eksizyonel biyopside lezyonun tamamı bir miktar normal doku ile birlikte<br />
çıkarıldığından burada tanı ile birlikte tedavi de amaçlanmıştır. Boyutu küçük ve<br />
yerleşim yeri kolay ulaşılabilir bölgelerde eksizyonel biyopsi tercih edilir. Derin<br />
yerleşimli, büyük boyutlu lezyonlarda ise insizyonel ya da iğne biyopsisi almak, tedavi<br />
planlamasını lezyonun ya da tümörün tipine göre yapmak daha doğru bir yaklaşımdır.<br />
Biyopsi alımı sırasında soğuk bıçak, koter, iğne veya endoskopik yöntem<br />
kullanılmaktadır. Bu sayılanlar içinde oluşturacağı mikroskopik artefaktlar, boyanma<br />
güçlüğü ve dokudaki zarar açısından tanıyı en çok zorlaştıran yöntem koterdir.<br />
217
Biyopsi işlemi sırasında dikkat edilmesi gereken ve doğru tanıya ulaşmada<br />
patoloğun işini kolaylaştırıp, dolayısı ile en kısa zamanda hastaya faydalı olmasını<br />
sağlayan kurallar aşağıdaki gibidir;<br />
1-Lezyon büyükse, bir kaç ayrı alandan örnek alınarak lezyondaki değişik<br />
paternlerin değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Bazen tanı koydurucu elemanların fokal<br />
olabileceği unutulmamalıdır.<br />
2-Ülserli lezyonda merkezden alınacak biyopsi sadece nekroz ve iltihabi yanıt<br />
içereceğinden tanıya yardımcı olmayacaktır. Bu durumda, en iyi bilgi verecek olan<br />
ülserin periferindeki hem normal, hem lezyonlu alanı kaplayan bir biyopsi örneğidir.<br />
Ancak burada aşırı perifere gidip tamamen normal doku örneklemesinden<br />
kaçınılmalıdır.<br />
3-Biyopsi, tümör ve stroma ilişkisini gösterecek kadar derin olmalıdır.<br />
Karsinomlu epitelin altındaki stroma ayrılma eğiliminde olduğundan, dokunun<br />
manipülasyonu sırasında dikkatli olunmalıdır.<br />
4-Derin yerleşimli lezyonlar bazen kronik iltihap, hiperemi, fibrozis,<br />
kalsifikasyon, metaplastik kemik yapımı gibi belirgin periferik doku reaksiyonu<br />
içerebileceğinden biyopis tamamen periferden alındığında tanının verifikasyonu<br />
sağlanamayabilir. Benzer şekilde derin yerleşimli bir lenf düğümü malign tümör ile<br />
invaze iken komşu yüzeyel yerleşimli bir lenf düğümü sadece reaktif nonspesifik<br />
hiperplazi gösterebilir. Burada klinik bulgular ön plana geçtiğinden, patoloji raporu<br />
selim bile olsa, klinik şüphe kuvvetli ise biyopsi tekrar edilmelidir. Bu tür öneriler<br />
genellikle patoloji raporunda epikriz olarak belirtilmektedir.<br />
5-Biyopsi birkaç parça halinde alındı ise bunların hepsi ihmal edilemden proloji<br />
laboratuvarına gönderilmelidir. Bazen makroskopik olarak önemsiz gibi görülen küçük<br />
bir doku parçası mikroskopik tanıda çok önemli olabilir.<br />
6-Çıkarılan biyopsi materyali bir bütün hainde patoloğa gönderilmelidir.<br />
Patolojide her parçanın kendine özgü makroskopik inceleme ve disseksiyon şekilleri<br />
olduğundan parçanın bütünlüğü bozulmamalıdır. Özellikle bir kaç ayrı merkezde<br />
incelenmesi amacı ile bölünerek gönderilen materyal tanı güçlükleri yaratmakta,<br />
değişik alanları farklı merkezlere giden biyopsi parçaları, heterojen yapıları nedeni ile<br />
farklı tanılar alabilmekte, bu da hasta adına zaman kaybı oluştururken tanıyı koyan<br />
patologları da ayrı ayrı zorlamaktadır. Bunun çözümü, tek bir merkeze bütün halinde<br />
gönderilen biyopsi materyalinin, gerektiğinde lam ve bloklar üzerinden<br />
konsültasyonunun yapılmasıdır.<br />
7-Özellikle endoskopik forsepslerle alınan biyopsilerde sonradan artefakta yol<br />
açabileceği için dokunun ezilme ve sıkışmasından mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.<br />
Patolojinin günlük rutininde bir önemli işlev de frozen/ dondurma kesitidir.<br />
Ameliyat sırasında ameliyathanede bir uzman, bir asistan patologla tutulan bir nöbet<br />
sırasında gelen tüm materyallere uygulanır ve gereğinde masa başında cerrahla<br />
karşılıklı fikir alış verişini gerektirir. Frozen kesit inceleme rutin takip işlemi yerine<br />
dokuyu dondurarak çok kısa sürede inceleme yöntemidir. Ameliyathanede, istendiği<br />
takdirde, frozen inceleme dediğimiz, dokuyu anında dondurarak tanı vermek<br />
suretiyle, ameliyatı yönlendirir. Kriyostat denilen özel mikrotomlarda doku kuru buz<br />
(karbondiokist gazı ile dondurularak yapılır ve ortalama 15-20 dakika sürer. Frozen<br />
işleminde patolog zamana karşı yarışır. Burada klinisyene düşen patoloğun<br />
üzerindeki baskıyı azaltmaktır. Gerekli klinik bilgiyi eksiksiz vermek sorunu çözebilir.<br />
218
Ayrıca ne çıktı diye sürekli sormak zaten durumun aciliyetinin farkında olan patoloğu<br />
sıkıntıya sokup sadece zamanın uzamasına katkı sağlamaktan başka işe yaramaz.<br />
Frozen işleminin bazı limitasyonları vardır. Bunlar:<br />
Limitli özel boya ve teknikler<br />
Konsültasyon yokluğu<br />
Donma artefaktları<br />
Kuruma artefaktları<br />
Örnekleme hatası (cerrahtan ve bizden kaynaklanan)<br />
Yağ dokusunun donmasının zor olmasından kaynaklanan kesilme güçlüğü<br />
Kesitin kalitesiz oluşu<br />
Öte yandan deneyimli el ve iyi cihaz kesit kalitesinin optimal olduğu koşullarda<br />
parafin kesitlere yakın bir kesit elde edilebilir.<br />
Patolog makroskopik inceleme ve örnekleme ile gönderilen doku ve sıvı<br />
materyalleri değerlendirerek laboratuvardaki teknik işlemlerden sonra ışık mikrokobu<br />
ile inceler ve koyduğu tanı ve gereğinde hastalıkla ilgili detayları içeren bilgileri<br />
patoloji raporu haline getirir.<br />
Patolojide tedaviyi yönlendirmede ek tetkikler de vardır. Kanserli hastaların<br />
tedavilerini belirleyecek bir takım tetkikler yapabilir. Kanserli hastaların tedavileri<br />
sırasında, tedaviye verilen cevabı belirlemek amacıyla bir takım incelemeler yapabilir.<br />
Örneğin meme kanseri için yapılanlar tabloda özetlenmiştir.<br />
Bu tür immünohistokimyasal ve moleküler patolojik ileri ek incelemeler akciğer<br />
karsinomları, kolon karsinomları, melanom, tiroid karsinomları ve sarkomlar gibi diğer<br />
malign tümör gruplarında da uygulanmaktadır.<br />
219
Patoloji raporu yalnızca bir tanı içerebileceği gibi, bir ayırıcı tanı veya öneriler<br />
listesi biçiminde de olabilir. Patolog, tıbbi konsültasyon ve danışma mekanizmasının<br />
bir parçasıdır; bu nedenle hasta ile ilgili bütün klinik bulgular ve değerlendirmeler<br />
hakkında bilgilendirilmelidir.<br />
Patoloji raporunun bölümleri: kimlik, klinik bilgi, makroskopik bulgu,<br />
mikroskopik bulgu, patolojik tanı, ek incelemeler, istenirse resimler, epikriz ve Dr.<br />
ismi-imzasından oluşur.<br />
Patoloji raporu neleri içermeli? (içerebilir?)<br />
Biyopsi yeterli mi?<br />
Hastanın hastalığı ne?<br />
Ön tanılar ile uyumlu mu?<br />
Tümör mü?<br />
Malign mi?<br />
Grade (derece)’i ne?<br />
Evre’si ne?<br />
İnvazyonu ne aşamada?<br />
Prognozu nasıl?<br />
Ne tedavi verelim?<br />
Verdiğimiz tedaviye cevabı ne?<br />
Mikroskopik tanı subjektif bir incelemedir. Patolog tüm klinik bilgiler ve cerrahi<br />
bulgular ışığında mikroskopiyi yorumlarsa tam anlamını bulur.<br />
Cerrahi patolojide kullanılan özel teknikler<br />
Özel boyalar, enzim histokimya, doku kültürü, histometri, elektron mikroskopi,<br />
immunohistokimya, akım sitometrisi, moleküler patoloji, onkogenler, mikrodiseksiyon,<br />
insitu hibridizasyon, sitogenetik, polimeraz zincir reaksiyonu, DNA sıralama<br />
(sequencing) ve DNA mikroarray'dir.<br />
Rutin hematoksilen eozin boyası dışında kullanılan başlıca histokimyasal<br />
boyalar PAS (glikojen, mantar, parazit, bazal membran), mikroorganizmalar için;<br />
Gram, Zielh-Neelsen, grocot-hekzamin gümüş argentafin, argirofilik boyalar<br />
(nöroendokrin hücreler, retikülin lifler, melanin, kalsiyum, masson, fontana), amiloid<br />
boyaları (kongo kırmızısı, krezil viyole), Oil red O, sudan siyahı (Yağ), Musikarmin,<br />
alsian mavisi, kolloidal demir (müsin boyaları), Verhoeff-van Gieson (elastik lif) dur.<br />
Histometri yönteminin kullanıldığı alanlar proliferasyon indeksi, nükleer grade,<br />
displazi derecelendirmesi ve hormon reseptör analizidir.<br />
İmmunohistokimya-immunfloresan; hücre ve dokudaki antijenleri göstermek<br />
amacıyla immünolojik prensiplerin kullanılmasıdır. Tavşanda/farede üretilen bir<br />
antikoru floresan ile işaretleyip dokudaki antijen ile birleşmesini sağlamak başlıca<br />
amaçtır. Antijenik bölgeleri (epitop) ortaya çıkarmak için çeşitli adımlar kullanılır<br />
(proteolitik enzimler, mikrodalgada ısıtma, basınçlı ısıtıcı...)<br />
Başlıca tanısal immünohistokimyasal belirteçler Keratin (epitel), Vimentin<br />
(mezenkim), LCA, CD3,20,23... (lenfoid), Desmin, aktin, myoglobin (kas),CD34<br />
(endotel), S100 (periferik sinir), GFAP (astrosit),HMB 45, Melan A (melanosit),<br />
Kromogranin, sinaptofizin, CD56 (nöroendokrin) dır. Tedaviyi yönlendirici olanlar ise<br />
ER, PR, Her2/neu (meme ca), C-kit (GIST) ve Ki-67 (proliferasyon belirteci) dir.<br />
220
Son yıllarda patolojinin işlevi haline gelen sitogenetik inceleme tümörlerde alt<br />
tipleme yapar, histolojik olarak farklı tümörlerdeki bağlantıları ortaya çıkarır, alt<br />
tiplerdeki özel histolojik değişikliklere ışık tutar, metastatik bir tümörde primeri<br />
bulmaya yardımcı olur ve tümör sınıflaması, nedenleri ve kanser-ilişkili genler için<br />
ipucu sağlar. Sitogenetik olarak delesyon, amplifikasyon, inversiyon, translokasyon<br />
ve nokta mutasyonlar araştırılır. Bunun için 0,5 gr doku steril transport sıvısı içinde bir<br />
hafta doku kültüründe tutulup lam üstüne yerleştirilir ve kromozomlar ayrılıarak<br />
Giemsa ile boyanır (floresan teknikler de kullanılabilir- FISH). Başlıca özgün<br />
translokasyon gösteren sarkomlar tabloda gösterilmiştir.<br />
Moleküler patolojide ise onkogen ve tümör baskılayıcı genler,<br />
mikrodiseksiyon,filtre hibridizasyon, in situ hibridizasyon, interfaz sitogenetik ve<br />
polimeraz zincir reaksiyonu (PZR, PCR) yöntemleri ile araştırılır. Bizim bölümümüzde<br />
rutinde interfaz sitogenetik uygulamaktayız. Elimizdeki FISH probları dokuya<br />
uygulanabilmektedir. Bölümde metafaz FISH çalışılmamaktadır.<br />
Günümüzde en sık uygulanan örnekler: Akciğer Karsinomu: EGFR mutasyon<br />
analizi, ALK-EML-4 translokasyonu, ROS-1 translokasyonu, MET1 mutasyon analizi;<br />
Kolon-Rektum Karsinomu: KRAS/NRAS mutasyonu, BRAF mutasyonu, MikroSatellit<br />
instabilite testi, MLH-1 Metilasyon testi; Malign Melanom: BRAF mutasyonu, CKiT<br />
mutasyonu; Mide Karsinomu: HER2 testi (İHK/FİSH-SISH)<br />
Günümüzde tıbbın ilerlemesi ile patoloji de hızla ilerlemekte, her geçen gün<br />
yeni teknikler geliştirilmektedir. Ama hasta hizmetinde en önemli adım klinikopatolojik<br />
sıkı işbirliği ile çözülmektedir. Ancak bu işbirliği parça alımı, gönderimi sırasındaki<br />
tüm önlemlere rağmen histolojik tanıdaki limitasyonlar göz ardı edilmemelidir. Alınan<br />
materyaller değerlendirme için çeşitli nedenlerle yetersiz ya da elverişsiz olabileceği<br />
gibi, patolog tarafından ayırıcı tanıya alınan antitelerin morfolojisinde çarpıcı<br />
örtüşmeler olabilir. Patologların kesin son sözü söyleyeceği dogması doğru olmayıp,<br />
klinisyen de patologdan her zaman tek bir yanıt beklememelidir. Tanıda çoğu kez<br />
siyah beyazlar yanında gri zonlar da vardır. Pek çok tanı epikrizle ve deskriptif olarak<br />
221
çıkabilmektedir. Burada amaç hastaya en az zararı vererek, mümkün olan en kısa<br />
zamanda, en olası tanıya ulaşmak olmalı, sıkı bir klinikopatolojik işbirliği ve<br />
gerektiğinde karşılıklı konsültasyonlar ile bu güçlükler aşılmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1- Barış YS. Biyopsinin Patolojik Değerlendirmesi. Multidisipliner Yaklaşımla Kemik ve Yumuşak Doku<br />
Tümörleri. Ed. Dabak N. Bayt Ltd. 2013: 75-81.<br />
2- Dervişoğlu S. Patolojinin işlevi, işleyişi, sorunların aşılmasında klinikopatolojik işbirliği. Aile Hek<br />
Derg 1997; 1(4): 201-3.<br />
3-Dervişoğlu S, Uygun N, İlvan Ş. ve ark. Tanı güçlüğüne yol açan 133 mezenkimal tümörde<br />
retrospektif olarak tip tayini çalışması. Türk Onkoloji Dergisi 1995; 10 (39): 52-4.<br />
4-Dervişoğlu S, İstanbul Üni. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji tanıtım dersi notları, 2015<br />
5- Keebler CM. Cytopreparatory Techniques. Comprehensşve Cytopathology: Ed. Bibbo M. 1.baskı,<br />
Philadelphia, WB Saunders, 1991: 881-906.<br />
6- Mackay B, Ordonez NG. Techniques in surgical pathology. Practical Surgical Patholoy. Ed.<br />
Karcıoğlu ZA, Someren A. Massachuttes, The Collamore Press. 1985; 1-7.<br />
7-Nezelof C, Seemayer JA. The history of pathology: an overview. Anderson's Pathology. Ed.<br />
Damjanow I, Linder J. 10. baskı. St. Louis, Mosby, 1996: 1-11<br />
8- Robbins & Cotran Pathologic Basis of Disease, Cellular injury and adaptation, 9. baskı, 2015<br />
9- Rosai J. Introduction. Rosai and Ackerman's Surgical Pathology. Ed. Rosai J. 10. baskı. St Louis,<br />
Elseiver, Mosby, 2011<br />
10-Türkmen İ. İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi patolojiye giriş dersi notları, 2015<br />
11-Wick MR, Mills SE. Surgical Pathology. Anderson's Pathology. Ed. Damjanow I, Linder J. 10.<br />
baskı, St. Louis, Mosby, 2011<br />
222
“Kan Bankası İşleyişi”- Kan Bankacılığı ve Transfüzyon Tıbbı<br />
Prof. Dr. Zafer BAŞLAR<br />
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Kan Merkezi<br />
Sorumlu Hekimi<br />
Transfüzyon, ya bizzat uygulanması ya da komplikasyonlarının tanınması /<br />
giderilmeye çalışılması nedenleriyle tıbbın hemen her dalında bir şekilde karşılaşılan<br />
bir tedavi yöntemidir. Kan ya da kan bileşenlerinin transfüzyonu ile pek çok hayat<br />
kurtarıldığı gibi kimi zaman da yapılan transfüzyonlar dolayısıyla bazı hayatlar<br />
kaybedilebilmekte ya da ciddi sorunlar oluşabilmektedir. Bu nedenle, bu tedavi<br />
yönteminin endikasyonları, uygulama özellikleri ve yan etkileri çok iyi bilinmeli ve<br />
transfüzyon kararı alınırken tüm bu yönler iyi değerlendirilmiş olmalıdır.<br />
Kan, tek kaynağı insan olan bir tedavi aracı olmaya devam etmektedir. Kanın<br />
elde edilmesi sadece ülkemizde değil tüm dünyada önemli bir sorundur; karşılıksız,<br />
gönüllü bağış esas olarak kabul edilmekte olup, amaç, güvenli ve yeterli kan<br />
teminidir. Bunu bağışçının sağlığını koruyup alıcının da sağlığını ek tehlikeye<br />
sokmadan yapabilmek hedefinde Dünya Sağlık Örgütü’nün genel amaçlı belgeleri ile<br />
paralel olarak (bizim de parçası olmaya çalıştığımız) Avrupa Birliği’nin konu ile ilgili<br />
direktiflerine göre üye ülkeler, insan kanı ve plazması için yeterliliği sağlamak adına<br />
gerekli tedbirleri almalıdır. Bu amaçla gönüllü kan ve plazma bağışını teşvik etmek ve<br />
gönüllü bağışlardan gelen insan kanı ve plazma ürünlerinin kullanımı ve üretimini<br />
gerçekleştirebilecek önlemleri almak zorundadır. Bu kapsamdaki ulusal mevzuat<br />
içinde kan bankacılığı ve transfüzyon tıbbı ile ilgili en önemli olanlar 11/4/2007’de<br />
kabul edilen 5624 sayılı “Kan ve Kan Ürünleri Kanunu”, 04.12.2008 tarihli ve 27074<br />
sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Kan ve Kan Ürünleri Yönetmeliği” ile bunların<br />
öngördüğü ve değişen aralıklarla güncellenmekte olan “Ulusal Kan ve Kan Ürünleri<br />
Rehberi” ve 07.05.2004/7456 sayılı “Transfüzyon Komitesi Çalışma Esasları ve<br />
Görevleri Hakkındaki Bakanlık Genelgesi” olarak sayılabilir.<br />
Yürürlükteki mevzuata göre, ayaktan ve yataklı tüm sağlık kuruluşlarının bir<br />
kan merkezi (resmi adıyla “transfüzyon merkezi”) olması ve belirli bir bölgedeki tüm<br />
sağlık kuruluşlarının tüm kan ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir “bölge kan merkezi”<br />
olması gerekmektedir. İlgili mevzuatın öngördüğünden farklı olarak kurumumuz kan<br />
merkezi, resmi adıyla “süreli bölge kan merkezi” statüsünde olup çalışma şekli bir<br />
transfüzyon merkezinden tamamen farklıdır. Statümüzde değişiklik olup transfüzyon<br />
merkezi olarak çalışmaya başlayana kadar kan vericilerini kendimiz temin edip kan<br />
almak ve elde edilen kan ve ürünlerle ilişkili tüm testleri kendimiz yapmak<br />
durumundayız.<br />
Kısıtlı bir kaynaktan sağlanmış olan bu değerli ürünün sağlıklı vericiden uygun<br />
şekilde elde edilmesi ve değerlendirilmesi ile hedefi olan hastaya transfüze edilene<br />
kadar iyi koşullarda saklanılıp kullanılacağı noktaya uygun şekilde ulaştırılması ve<br />
amaca uygun şekilde kullanılması, transfüzyonun erken dönem ve uzun vadeli<br />
sonuçlarının izlenmesi süreci bir çok tıp disiplininin kesişim noktalarını içeren ve<br />
giderek daha fazla bağımsız ve özelleşmiş bilgi barındıran, ülkemizde (henüz) kabul<br />
edilmemiş olmakla birlikte pek çok ülkede ayrı bir uzmanlık dalı olan “kan bankacılığı<br />
ve transfüzyon tıbbı” adıyla anılmaktadır. Kan bankası (kan merkezi) işleyişi, verici<br />
(bağışçı, donör) seçimi (+ kazanılması), flebotomi ve aferez, kan bileşenlerinin eldesi,<br />
kan ve bileşenlerine uygulanan testler, kan ve kan bileşenlerinin saklanması,<br />
223
transfüzyon öncesi uygunluk testleri, transfüzyon reaksiyonu sonrası testler ile kalite<br />
kontrol çalışmaları gibi parçaları içermektedir.<br />
Kan merkezinde vericiden alınmış olan kan, ya tam kan veya tam kandan elde<br />
edilen bileşenler / ürünler olarak kullanılır (Tablo 1). Bir ünite kandan, bir dizi santrifüj<br />
etme basamağı ve/veya dondurma süreci sonrasında (gerekirse her biri ayrı kişiler<br />
için farklı amaçlarla kullanılabilecek) çeşitli bileşenler elde edilebilmektedir. Bazı kan<br />
bileşenleri, torba kanının değil de, aferez cihazları sayesinde, vericinin kanının<br />
işlenerek ayrıştırılması yoluyla da elde edilebilmektedir. Uygun olduğunda, tam kan<br />
yerine kan bileşenleri ile tedavinin, hastaya ihtiyacının olmadığı bileşenlerin<br />
sunulmaması, transfüzyon reaksiyonu riski ile hastalık etkeni bulaşması riskinin<br />
azalması, daha az ünite kan ile daha çok hastanın ihtiyacının giderilebilmesi gibi pek<br />
çok üstünlükleri mevcuttur; ayrıca, tam kanın içindeki trombositler ve pıhtılaşma<br />
faktörleri giderek etkinliklerini yitirdiklerinden hemostazı sağlama açısından tam kan<br />
çoğunlukla iyi bir kaynak olamamaktadır.<br />
TABLO 1- Tam kan ve kan bileşenleri<br />
Ürün Özellikleri Saklama-Raf ömrü<br />
Tam kan 1 ünite = 480-550 ml 1-6°C de 21-35 gün*<br />
(ort. 450 ml kan + 63 ml solüsyon)<br />
Htc % 35-45<br />
Eritrosit 1 ünite = 250-300 ml, 1-6°C de 21-42 gün*<br />
süspansiyonları Htc % 65-80<br />
Trombosit Basit süspansiyon: 1 Ü = 40-70 ml, Oda ısısında 3-5 gün<br />
süspansiyonları > 5 x 10 10 / ml trombosit<br />
Aferez ürünü: 1 Ü = 200-300 ml, Oda ısısında 5-7 gün**<br />
> 3 x 10 11 / ml trombosit<br />
Taze dondurulmuş 1 ünite = 180-300 ml, < -25°C de 3 yıl<br />
plazma<br />
1 Ü/ml faktör ve 200-400 mg fibrinojen<br />
* Koruyucu-antikoagülan solüsyona göre değişir<br />
** Torbanın plastiğine göre değişir<br />
Transfüzyonda ilkeler<br />
Bu yazıda güvenli ve etkili bir transfüzyon uygulaması ile ilgili bazı önemli<br />
noktalar özetlenmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte, en etkili önlemin, gereksiz<br />
transfüzyonlardan kaçınmak olduğu unutulmamalıdır.<br />
Aynı ABO-Rh grubundan transfüzyon yapılmalıdır. Ancak, transfüzyon ihtiyacı<br />
kesin ve uygun gruptan kan temin edilemiyorsa ya da grup tayini, çapraz<br />
karşılaştırma için bile beklenemeyecekse O grubu kan kullanılabilir. O grubu kanın,<br />
kız çocukları ile menopoza girmemiş kadın hastalar için Rh negatif olması tercih<br />
edilirken diğer kadın ve erkek hastalar için Rh faktörü önemli olmayabilir (Tablo 2).<br />
224
TABLO 2 - Transfüzyon öncesi uygunluk için rehber<br />
Eritrosit Plazmadaki Uygun kan grupları<br />
antijeni antikor Alıcı plazma Alıcı hücreler<br />
Alıcının kan grubu<br />
A A Anti-B A, O A, AB<br />
B B Anti-A B, O B, AB<br />
O O Anti-A, Anti-B O O, A, B, AB<br />
AB A, B - AB, A, B, O AB<br />
Rh-pozitif D - Rh +, Rh - Rh dikkate alınmaz<br />
Rh-negatif - - / Anti-D Rh - Rh dikkate alınmaz<br />
(immünize ise)<br />
Tam kan<br />
Alıcının kan grubundan olmalı<br />
Eritrosit süspansiyonu Alıcının plazması ile uyumlu olmalı<br />
Plazma<br />
Alıcının hücreleri ile uyumlu olması istenir<br />
Trombosit süspansiyonu Alıcının hücreleri ile uyumlu olması istenir, ancak, uyumlu gruptan<br />
bulunamıyorsa herhangi bir gruptan olabilir<br />
Hayati risk olan acil durumlar dışında, transfüzyon öncesi, çapraz karşılaştırma<br />
(cross-match) yapılmalıdır. Alıcının plazmasında verilecek eritrositlere karşı antikor<br />
varsa (en önemlisi ABO uyuşmazlığı) aglütinasyon görülecektir. Aglütinasyon gerçek<br />
bir uyuşmazlık dışında, hiperglobülinemi durumlarında görülen psödoaglütinasyon,<br />
soğuk aglütininlerden ileri gelen otoaglütinasyon, ürünün bakterilerle kontamine<br />
olması sonucunda her türlü serumla aglütinasyon (panaglütinasyon) gibi nedenlerle<br />
de oluşabilir.<br />
Transfüzyon öncesi yapılması gerekli olan kontroller (hastanın kimliği,<br />
hastanın ve vericinin kan grupları, kan ürününün serolojik testlerinin yapılıp<br />
yapılmadığı, çapraz karşılaştırma yapılıp yapılmadığı ve sonucu, son kullanma tarihi,<br />
kan ürününün görünüşü) bir kez daha gözden geçirilerek uygun kan ürününün<br />
doğru hastaya verileceğinden emin olunmalıdır.<br />
Transfüzyon tekniği<br />
Kullanılacak olan damar yolu amaca uygun özellikte olmalıdır: akışın rahat<br />
olduğu bir periferik ven en uygunu olmakla birlikte kateter yerleştirilmiş bir santral ven<br />
de kullanılabilir; damar yolunda daha önce giden bir başka tedavi olmuşsa yol<br />
fizyolojik serum ile yıkanmalı / açık tutulmalıdır. Transfüzyon yapılacak torbada<br />
eritrosit var ise 18 G veya daha geniş iğne kullanılmalıdır; daha küçük iğnelerle<br />
eritrositler mekanik olarak zedelenebilirler. Tüm transfüzyonlarda her zaman duruma<br />
uygun bir filtre kullanılarak torba içindeki olası agregatların dolaşıma geçmeleri<br />
önlenmelidir. Torbanın içine veya setine yalnızca fizyolojik serum veya % 5’lik<br />
albümin güvenle katılabilir; % 5 dekstroz gibi solüsyonlar hipotonik olduklarından<br />
eritrositlerde hemolize yol açarlar, kalsiyum içeren solüsyonlar da pıhtılaşmaya<br />
neden olurlar, bu koşulda kullanımlarının güvenli ve etkili olduğu bilinmediği sürece<br />
torba içine ilaç katılmamalıdır (farklı pH değerleri hemolize neden olabilir ya da ilaç<br />
etkinliğini yitirebilir). Yoğun transfüzyonlar, kan değişimi, soğuk aglütinin hastalığı,<br />
225
infüzyon bölgesinde ısıtılmamış ürün ile vazospazm gelişmesi gibi özel durumlar<br />
dışında kanın ısıtılması gerekmez. Isıtma, oda ısısında veya 37°C su banyosunda<br />
yapılmalı; kontrolsüz, ısısı bilinmeyen ısı kaynakları kullanılmamalıdır. Başlangıçta<br />
kan çok yavaş verilmelidir; ilk 5-10 dakikada yan etki gözlenmezse hız biraz arttırılır,<br />
ilk 30 dakikada sorun gelişmemişse hız 200-400 ml/saate çıkarılabilir. Eritrosit<br />
süspansiyonu ve tam kan transfüzyonunun süresi mümkünse 4 saatten uzun<br />
olmamalıdır, daha uzun sürelerde bakteri kontaminasyonu riski artmaktadır.<br />
Transfüzyon süresince hasta yakın gözlem altında tutulmalı ve vital bulgular (nabız,<br />
soluk sayısı, arter kan basıncı) ve vücut sıcaklığı düzenli aralıklarla ölçülerek<br />
kaydedilmelidir.<br />
Transfüzyon endikasyonları<br />
Transfüzyon kararı verirken durumun değerlendirilmesi iyi yapılmalı ve<br />
transfüzyonun beklenen yararının olası zararlarından daha çok olacağından emin<br />
olunmadan transfüzyon yapılmamalıdır. Endikasyonlar, 1) akut kanamalarda kan<br />
kaybının ( = eritrosit + hacim kaybının ) yerine konulması, 2) eksik kan<br />
bileşenlerinin ( eritrosit, trombosit, lökosit, plazma proteinleri, pıhtılaşma faktörleri<br />
gibi) yerine konulması ve 3) kan değişimi ve vücut dışı dolaşım uygulanması olarak<br />
üç ana grupta toplanabilir.<br />
Kanama<br />
Akut kanama durumlarında kanama miktarı ve transfüzyon ihtiyacı açısından<br />
kan sayımı yerine hastanın klinik olarak değerlendirilmesi daha anlamlıdır. Tahmin<br />
edilen ya da ölçülen kayıp total kan hacminin % 20-30’una kadar ise muhtemelen<br />
yalnız kristalloid veya kristalloid ve kolloid solüsyonlar ile damar içi hacim<br />
tamamlanabilecektir. Daha büyük kayıplarda ise eksiğin bu şekilde giderilmesi yeterli<br />
olmayacak ve doku oksijenlenmesini sürdürebilmek için eritrositlerin de yerine<br />
konması gerekecektir. Bu amaçla tam kan ya da eritrosit süspansiyonu (konsantresi)<br />
kullanılabilir; ancak, tam kan kullanımı ciddi kanamalar, kan değişimi, vücut dışı<br />
dolaşım ile sınırlandırılmalı, uygun isteklerle kan merkezleri kan bileşenlerinin elde<br />
edilmesine yönlendirilmeli ve böylelikle kaynaklar ve mevcut rezervler daha çok<br />
hastanın faydalanacağı biçimde kullanılabilmelidir.<br />
Anemi<br />
Anemili bir hastanın değerlendirilmesinde aktif, devam eden bir kanama olup<br />
olmadığı (ve varsa) hayatı tehdit edici özellikte olup olmadığı, acilen transfüzyona<br />
gerek olup olmadığı, aneminin akut ya da kronik olup olmadığının açıklanmaya<br />
çalışılması gereklidir. Etyolojisi aydınlanmamış anemili bir hastaya transfüzyon<br />
yapılması gerekli görülecekse (aneminin transfüzyon sonrası açıklanabilmesi için)<br />
transfüzyon öncesine ait kan örnekleri ve çevresel kan yaymaları alınarak<br />
değerlendirilmeli ve tetkikler hemen yapılamayacaksa uygun şekilde saklanmalıdır.<br />
Oksijen taşıma kapasitesini arttırmak amacıyla transfüzyon kararı verilirken<br />
eritroid değerler (hemoglobin, hematokrit, eritrosit sayısı) yanı sıra hipoksi<br />
semptomları, intravasküler hacim ile hastanın kardiyovasküler ve pulmoner<br />
durumunun da dikkate alınması gerekmektedir. Bir ölçü olarak Hb düzeyi 10 g/dl’ nin<br />
üstünde ise transfüzyonun nadiren endike olabileceği, 7 g/dl’ nin altında ise genellikle<br />
endike olduğu, 7-10 g/dl arasındaki değerlerde diğer verilere göre karar verilmesinin<br />
uygun olacağı düşünülebilir. Bu amaç için tam kan değil de eritrosit konsantresi<br />
kullanılması uygundur. Bir ünite tam kan veya bir ünite eritrosit süspansiyonu (70<br />
kg’lık ortalama bir erişkinde) Hb’i 1 g/dl, Htc’i % 3 arttırır.<br />
226
Trombositopeni-Trombosit işlev bozukluğu<br />
Trombosit sayısı 5.000-20.000/ mm 3 ise kanama belirtisine bakılmaksızın, <<br />
50.000/mm 3 ise kanama varsa veya invazif bir girişim söz konusu olacaksa trombosit<br />
konsantresi verilebilir. > 20.000/mm 3 ise profilaktik olarak verilmemeli, > 50.000/mm 3<br />
ve aktif kanama varsa büyük olasılıkla faydalanmayacağı düşünülerek verilmemeli ve<br />
başka neden aranmalıdır. Trombosit sayısını, bir ünite basit trombosit süspansiyonu<br />
4-5.000/mm 3 , bir aferez ünitesi trombosit ise 20-50.000/mm 3 arttırabilmektedir<br />
Koagülasyon faktör eksikliği<br />
Taze dondurulmuş plazma (TDP), K vitamini eksikliği, oral antikoagülan doz<br />
aşımında hayatı tehdit eden kanamalarda, ağır karaciğer hastalığı, yaygın damariçi<br />
koagülopati (YDK) gibi çok etkenli koagülopatinin hızlı düzeltimi, koagülasyon<br />
faktörleri veya doğal inhibitörlerin eksikliklerinde (spesifik konsantrelerin olmadığı<br />
durumlarda) yerine koyma tedavisi için, plazmaferez / plazma infüzyonu yapılan TTP-<br />
HÜS vb. özel durumlarda, kardiyopulmoner bypass cerrahisinde, yoğun<br />
transfüzyonlarda dilüsyonel koagülopatiye bağlı kanamaların tedavisi / profilaksisinde<br />
ya da acilen operasyon yapılacaksa, PZ / aPTZ’nın uzadığı (>1.5xN) durumlarda<br />
mikrovasküler kanamalarda kullanılabilir.<br />
Transfüzyonla ilişkili ve önlenebilir riskin büyük kısmının tam olarak uygun<br />
olmayan ya da klinik olarak onaylanmamış endikasyonlarda TDP kullanımından ileri<br />
geldiği düşünülmektedir. Sıvı hacmini arttırmak, albümin düzeyini yükseltmek, immün<br />
yetersizliği düzeltmek, total parenteral nütrisyon yerine alternatif tedavi olarak,<br />
formüle bağlı refleks replasman için plazma kullanımı uygun değildir.<br />
Standart TDP hazırlandığı şekilde ya da mikrobiyolojik arınma amacıyla<br />
muamele edildikten sonra kullanıma sunulur. Normalde plazmada bulunan tüm<br />
hemostaz proteinleri (koagülasyon faktörleri ve doğal inhibitörler) mevcut olup, 0.7-<br />
1.0 Ü / ml faktör içerir. Plazmanın, alıcının eritrositleri ile ABO uyumlu olması gerekir.<br />
Ancak, normal şartlarda içerdiği eritrosit miktarı çok az olduğundan çapraz<br />
karşılaştırma gerekmez. Rh uyumu kız çocuklarında ve menopoz öncesi kadınlarda<br />
önemlidir. Rh uyumsuz TDP transfüzyonu sonrası torba başına 50 Ü anti-D Ig<br />
verilebilir. Uygulanmadan önce, 37 o C’de 30 dakika içinde eritilmeli ve tercihen hemen<br />
ya da en geç 4 – 24 saat içinde hastaya verilmelidir. Eritildikten sonra geçen süre<br />
uzadıkça bakteri bulaşması olasılığı artmakta ve labil koagülasyon faktörlerinin (FV<br />
ve FVIII) aktivitesi azalmaktadır.<br />
Uygulanacak doz hastanın kinik durumuna göre değişebilmekle birlikte 10-15<br />
ml / kg uygun bir başlangıç önerisi olabilir. Sonraki dozların miktarı ve zamanlaması<br />
için endikasyona, hastanın klinik yanıtına ve laboratuar göstergelerine göre karar<br />
verilmelidir. Uygulanacak hızı da gereksinim ve hastanın kardiyovasküler durumu<br />
belirleyecektir. Bir ünite plazmanın faktör düzeylerini % 2-3 civarında arttıracağı kabul<br />
edilebilir.<br />
Transfüzyonun yan etkileri<br />
Transfüzyon tedavisinin kimi kaçınılabilir, kimi önceden kestirilemeyen birtakım<br />
yan etkileri olabilmektedir (Tablo 3). Bunlar değişik ağırlıkta ve zamanlarda ortaya<br />
çıktıklarından gerçek oranları bilinmemekle birlikte yaklaşık olarak transfüzyonların %<br />
20 sinde yan etki ortaya çıktığı ve 100.000 transfüzyondan birinde de ölüme neden<br />
olduğu düşünülmektedir.<br />
227
Transfüzyon yan etkilerinin bir kısmı immünolojik bir kısmı da başka yollarla<br />
oluşmaktadır. İmmünolojik temeli olan yan etkiler transfüzyon reaksiyonları olarak<br />
bilinirler. Bu reaksiyonların bir kısmı transfüzyon sırasında veya bittikten sonraki<br />
birkaç saat içinde gelişen erken tip, bir kısmı ise izleyen gün ve haftalarda ortaya<br />
çıkan geç/gecikmiş tip reaksiyonlar şeklinde olmaktadırlar.<br />
TABLO 3- Transfüzyon yan etkileri<br />
Komplikasyon<br />
Nedeni / Etkisi<br />
İmmünolojik mekanizmalarla oluşanlar<br />
A- Erken tip reaksiyonlar :<br />
Hemolitik reaksiyon<br />
Anafilaktik reaksiyon<br />
Pulmoner reaksiyon<br />
Ürtikeryal reaksiyon<br />
Febril reaksiyon<br />
B- Geç tip reaksiyonlar :<br />
Hemolitik reaksiyon<br />
Postransfüzyon purpura<br />
Graft versus host hastalığı<br />
Alloimmünizasyon<br />
İmmünmodülasyon<br />
Alıcıdaki/üründeki eritrosit antikorlarından ileri gelir<br />
Üründeki Ig A ya karşı oluşur (IgA eksikliği olanlarda)<br />
Alıcıdaki/üründeki lökosit antikorlarından ileri gelir<br />
Üründeki plazma proteinlerinden ileri gelir<br />
Üründeki lökositlerden ileri gelir<br />
Alıcıdaki eritrosit antikorlarından ileri gelir<br />
Alıcıdaki trombosit antikorlarından ileri gelir<br />
Üründeki aktif lenfositlerden ileri gelir (İmmünitesi zayıf<br />
alıcılarda)<br />
Daha sonra sorun oluşturabilir (Hemolitik reaksiyonlar,<br />
febril reaksiyonlar, kan/organ uygunluğunu saptamada<br />
güçlük, yenidoğanın hemolitik hastalığı, akut akciğer<br />
hasarı, allerjik reaksiyon, posttransfüzyon purpura,<br />
trombosit/granülosit transfüzyonlarına verimin azalması,<br />
alloimmün neonatal trombositopeni/nötropeni)<br />
İmmünsupresyon oluşabilir<br />
İmmünolojik temeli olmayanlar<br />
Bakteriyel sepsis<br />
Ürünün kontamine olmasından kaynaklanır<br />
Dolaşım yüklenmesi Tam kan ile, özellikle yaşlılarda gelişebilir<br />
Transfüzyonla geçen Vericiden gelen enfeksiyon etkenlerinden ileri gelir<br />
hastalıklar<br />
Demir birikimi Kronik transfüzyonlarla oluşur<br />
Yoğun transfüzyon Isı, pH ve metabolik değişikliler ile dilüsyondan<br />
sorunları kaynaklanır<br />
Farklı transfüzyon reaksiyonlarının belirtilerinin değişkenliği dolayısıyla hangi<br />
tip reaksiyonunun söz konusu olduğunu kesin olarak anlamak zor olsa da mevcut<br />
228
sorunların giderilmesi gerekmektedir (Tablo 4). Transfüzyon reaksiyonlarında en çok<br />
rastlanılan belirtiler titreme, ateş ve ürtikerdir. Bunlara bakılarak reaksiyonun nedeni<br />
veya ağırlığının kestirilebilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı transfüzyon<br />
sırasında ve bitiminden sonraki birkaç saat içinde gelişen belirti ve bulgular varlığında<br />
bunların en önemli transfüzyon reaksiyonundan ileri geldiği kabul edilmelidir.<br />
TABLO 4 - Bazı transfüzyon reaksiyonlarında görülebilen belirti ve bulgular<br />
Akut hemolitik reaksiyon<br />
Huzursuzluk, anksiyete, şiddetli titreme, vücut ısısının hızla<br />
yükselmesi, baş ağrısı, bel ağrısı, bulantı, kusma, taşikardi*,<br />
kan basıncında düşme*, yaralardan ve ponksiyon yerlerinden<br />
kan sızması*, hemoglobinüri, oligüri(* işaretli belirti ve<br />
bulgular, özellikle anestezi altındaki hastalarda anlamlı<br />
olabilir)<br />
Febril reaksiyon<br />
Allerjik reaksiyon<br />
Üşüme, vücut ısısının yavaşça artışı, bulantı, kas ağrıları<br />
Kaşıntı, döküntü, kabarıklıklar, yüzün şişmesi, solunum<br />
sıkıntısı<br />
Akut transfüzyon reaksiyonundan şüphelenildiğinde:<br />
1-Transfüzyon hemen durdurulur.<br />
2- Kateter / iğne yerinde bırakılarak fizyolojik serum infüzyonuna başlanılır.<br />
3- Hızlı bir fizik muayene yapılarak vücut sıcaklığı, nabız, arter kan basıncı ve<br />
soluk sayısı kaydedilir; kalp ve akciğer oskültasyonu yapılır; deride kabarıklıklar<br />
aranır; anormal kanama belirtileri araştırılır.<br />
4- Hastadan yeni kan örnekleri alınır. 5- İdrar örneği alınır, alınamıyorsa idrar<br />
sondası yerleştirilebilir.<br />
6- Pulmoner semptomlar belirginse yatakta akciğer grafisi çekilir.<br />
7- Durumun ilk değerlendirmesi yapılmaya çalışılır.<br />
7- Transfüzyon bitmemişse çapraz karşılaştırma ile hasta ve torba kanının kan<br />
grubu tayinleri tekrarlanır.<br />
8- idrar örneğinde hemoglobin aranır.<br />
9- Reaksiyon sonrası hastadan alınan yeni kan örneklerinde; biyokimyasal<br />
incelemeler (özellikle bilirubin, LDH, haptoglobin), kan sayımı (özellikle trombosit ve<br />
retikülosit sayıları), hemostaz çalışması ( fibrin-fibrinojen yıkım ürünleri, fibrinojen<br />
düzeyi, trombin-protrombin-aktive parsiyel tromboplastin zamanları), antiglobülin<br />
testleri yapılır.<br />
10- Plazma/serum hemoliz açısından değerlendirilir; intravasküler hemoliz<br />
oluşmuş ise, plazma ilk saatlerde serbest hemoglobin varlığından pembe, daha sonra<br />
ise methemalbüminemi nedeniyle kahverengi görünecektir.<br />
229
Ancak, hemolizin, ABO uyuşmazlığı dışında, verilen ürünün plazmasında<br />
bulunan antikorlar, üründe çok miktarda yaşlanmış eritrosit olması, ürüne eklenen ilaç<br />
ya da intravenöz sıvılar, ürüne bulaşan bakteriler, vericide eritrosit enzim eksikliği<br />
olması, ürünün fazla ısıtılması, ürünün donması, ekstrakorporeal dolaşımda<br />
eritrositlerin mekanik travmayla karşılaşması gibi başka nedenlerinin de olabileceği<br />
unutulmamalıdır.<br />
Transfüzyonu durdurarak hasta yakın gözlem ve izleme alındığında, oluşan<br />
yan etki(ler)in gidişi de komplikasyonun tipi hakkında fikir verebilir. Yeni belirti ve<br />
bulgu eklenmiyor ve hasta klinik olarak daha kötü olmuyorsa hafif bir reaksiyon (febril<br />
reaksiyon, hafif allerji gibi) olasılığı artacaktır.<br />
Hemolitik olduğu düşünülen bir transfüzyon reaksiyonunun tedavisinde neler<br />
yapılabilir? Sıvı infüzyonu ile hipovolemi, hipotansiyon ve akut böbrek yetersizliği<br />
önlenmeye çalışılır. Yeterli idrar çıkışı sağlanamazsa furosemid veya mannitol<br />
uygulanabilir; bunlarla da başarılı olunamazsa diyaliz gündeme gelecektir. Diğer<br />
yandan YDK tablosu açısından izlenen hastada erken dönemde heparin, kanama<br />
eğilimi belirlenirse taze dondurulmuş plazma ve trombosit verilmesi düşünülebilir.<br />
Reaksiyonun anafilaksi olduğu düşünülüyorsa adrenalin, kortikosteroid ve<br />
antihistaminik uygulanmalı ve genel destekleyici tedaviler sürdürülmelidir. Reaksiyon<br />
daha küçük ölçekli bir allerjik reaksiyon ise antihistaminik ve kortikosteroid tedavi<br />
yapılması yeterli olacaktır.<br />
Söz konusu tablo febril reaksiyon olarak değerlendirilebiliyorsa antipiretik ve<br />
antihistaminik ile kontrol altına alınabilecek ve gerekiyorsa transfüzyona devam<br />
edilebilecektir.<br />
Bakteri kontaminasyonu (diğer yan etkilerden farklı bir tabloya neden olarak<br />
ayırt edilebilecek) ve hızla gram negatif etken kökenli septik şok yönetimi yapılması<br />
gerekecektir.<br />
Transfüzyonun diğer erken tip yan etkilerinden olan dolaşım yüklenmesi<br />
tablosu genel olarak akut sol kalp yetersizliği gibi tedavi edilmelidir (Daha çok<br />
kardiyak ya da pulmoner rezervi azalmışlarda, yaşlı hastalarda, derin kronik anemisi<br />
olanların ilk transfüzyonlarında, kısa sürede yoğun transfüzyon yapılanlarda özellikle<br />
de transfüzyon hızlı yapıldığında görüldüğünden bu hasta gruplarında transfüzyonun<br />
hızı ve yoğunluğuna biraz daha dikkat edilmelidir.)<br />
Yoğun transfüzyonlarda sorunlar<br />
Hastaya 24 saat içinde en azından total kan hacmi kadar veya üç saat içinde<br />
total kan hacminin % 50’den fazlasının veya dakikada 150 ml’den çok veya 10<br />
üniteden çok tam kan ya da 20 üniteden çok eritrosit şeklinde sık transfüzyon<br />
yapılması gibi, farklı biçimlerde tanımlananabilen massif / yoğun transfüzyonlarda<br />
birtakım özel sorunlar gelişebilmektedir.<br />
Kanın beklemiş kan olmasından dolayı hiperpotasemi, asidoz, hiperamonyemi<br />
gelişebilmekte, özellikle bu tür değişikliklere uyarlanması zor olan renal / hepatik<br />
rezervi azalmış hastalarda önem kazanmaktadırlar. Çok miktarda beklemiş soğuk<br />
kanın ısıtılmadan verilmesi sonucu hipotermi ve buna bağlı olarak aritmiler<br />
gelişebilmektedir. Kan ürününün pıhtılaşmasını önleyen sitratın yoğun olarak verilmiş<br />
olması özellikle hepatik rezervi azalmış hastalarda toksisite yaratabilmektedir. Yoğun<br />
transfüzyon dolayısıyla dilüsyona uğrayan trombositler ve koagülasyon faktörleri<br />
nedeniyle de hemorajik diyatez gelişebilmektedir.<br />
230
Bu sorunları karşılamak üzere yoğun transfüzyon yapılacak olan ya da<br />
yapılmış olanlarda kan ürünlerinin en azından bir kısmının uygun şekilde ısıtılması,<br />
her 2-2.5 L transfüzyon başına 40-50 mEq sodyum bikarbonat verilmesi, ilk 2 L’den<br />
sonra her litre başına 10 ml %10 kalsiyum glukonat verilmesi uygun olabilir. Kanama<br />
eğilimi açısından hastanın ve mümkünse trombosit sayısı ile koagülasyon profilinin<br />
izlenmesi, kanama eğilimi gözlendiğinde ya da sayı düşük / testler bozulmuş<br />
olduğunda eksik olan bileşenin yerine konması düşünülmelidir. Genel bir ölçü olarak<br />
trombosit sayısı: 50.000 / mm 3 altında ve kanama varsa, trombosit sayısı: 30.000 /<br />
mm 3 altında kanama yok ama cerrahi girişim sürecekse, trombosit sayısı: 20.000 /<br />
mm 3 altında kanama olmasa da => trombosit süspansiyonu protrombin / aktive<br />
parsiyel tromboplastin zamanı uzamış, fibrinojen düzeyi 100 mg/dl altında ve kanama<br />
varsa => taze dondurulmuş plazma verilebilir.<br />
Kurumumuzda çalışan / çalışmaya başlayacak olan ve transfüzyon isteğinde<br />
bulunabilecek her hekim, transfüzyon tıbbı hakkındaki temel bilgilerini güncellemeli;<br />
kurumunun kan merkezinin işleyişi ve yapılan çalışmalar hakkında asgari bilgiyi<br />
edinmeli; uzmanlık dalı ile ilgili transfüzyon özelliklerini ve izlediği gelişmeleri kan<br />
merkezi / transfüzyon komitesi ile paylaşmalı; hastası için isteyeceği kan<br />
bileşen(ler)inin uygun zamanda ve miktarda temin edilebilmesi için kan merkezi ile<br />
işbirliği yapmalı ve hemovijilans açısından (transfüzyonun erken ve geç izlemi, yan<br />
etkilerin gereğinin ve geri bildirimlerinin yapılması gibi) üstüne düşenleri yapmalıdır.<br />
Transfüzyonun, gerçekten gerekli olduğu zaman yaşama döndürebilen ama<br />
önemli oranda morbidite daha az olarak ta mortalite nedeni olabilen bir tedavi olduğu<br />
hep akılda tutularak, transfüzyon yapılması kararında kolaya kaçılmaması (iyi) tıbbi<br />
uygulamanın bir gereği olmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1.McCullough J . Transfusion Medicine, 3rd Edition, Wiley-Blackwell, 2012.<br />
2.Murphy MF, Pamphilon DH. Practical Transfusion Medicine, 4th Edition, Wiley-Blackwell, 2013.<br />
3.Ülkü B, Soysal T. Herkes İçin Transfüzyon Tıbbı, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi<br />
Etkinlikleri, Sempozyum Dizisi Yayın No:44, 2005. (http://www.ctf.edu.tr/stek/bb44.htm)<br />
231
Radyoloji İşleyişi<br />
Uzm. Dr. Ayşe KALYONCU UÇAR<br />
Prof. Dr. İbrahim ADALETLİ<br />
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı<br />
Radyoloji: İyonizan radyasyon içeren ya da diğer enerji kaynaklarıyla çalışan<br />
görüntüleme yöntemleri(konvansiyonel radyografi, floroskopi, anjiyografi, mamografi,<br />
ultrasonografi, Doppler ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans<br />
görüntüleme, kemik dansitometri) kullanılarak temelde hastalık tanısına yönelik<br />
çalışmalarda bulunan uzmanlık disiplinidir. Ayrıca radyoloji bu görüntüleme<br />
yöntemleri eşliğinde tanıya yönelik ve tedavi amaçlı işlemleri de kapsar (Girişimsel<br />
Radyoloji). Yani radyoloji iki ana bölümde ele alınır. Birincisi teşhis radyolojisi,<br />
ikincisi tedavi radyolojisidir. Bu alanda uğraşan uzmanlaşan kişilere radyolog denir.<br />
Radyolojinin tarihine bakıldığında; 1895 yılında X ışınlarının W. Conrad<br />
Röntgen tarafından keşfinden hemen sonra 1896 yılında Pierre ve Marie Curie’nin<br />
Radyumu bulması ile gelişmeler birbirini takip etmiştir. A Henry Becquerel doğal<br />
radyoaktivite ve Uranyum’u; 1898 ‘de Villart Radyum’dan çıkan ışınların X ışınları ile<br />
aynı özellikleri taşıyan foton ışınları olduğunu göstermiş, 1919 yılında ise Rutherford<br />
yapay radyoaktiviteyi bulmuştur. Bu gelişmeler gerek fizik gerekse tıp dünyasında<br />
büyük devrim yaratmış ve bugünkü atom çağının temelini atmıştır. Bu ışınların film<br />
üzerinde iz bırakması ve fluoroskopik ekranlarda görüntü meydana getirmesi sağlık<br />
alanında da kullanılmasına yol açmıştır. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında bu<br />
gelişmelere paralel olarak hekimler ve fizikçiler X ve Gama ışınlarını gerek tanı<br />
gerekse tedavide kullanmaya başlamışlardır. Almanya’da keşfedilen X ışını kısa<br />
sürede Dünya’da yankı bulmuştur. Yirminci yüzyılın hemen başlarında tıbbi pratiğin<br />
içinde yer bulan bu radyolojik tanı yöntemleri, giderek artan bir ivme ile gelişmiş ve<br />
artık modern tıp ve sağlık hizmetinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Önceleri<br />
sadece X ışını tekniklerinden oluşan radyolojik görüntüleme yöntemleri, 20. yüzyılda<br />
yaşanan ve günümüzde de artan bir hızla süren inanılmaz teknolojik gelişmeler<br />
paralelinde ultrasonografi, manyetik rezonans görüntüleme ve diğer ileri görüntüleme<br />
yöntemlerini de içine alarak dev bir kapsama kavuşmuştur. Söz konusu teknolojik<br />
çeşitlenmenin yanı sıra, modern tıpta yaşanan baş döndürücü buluşlar ve üst<br />
uzmanlaşmalar, doğal olarak radyoloji alanını da etkilemiştir. Giderek gelişen bu<br />
bilim dalında hızla artan gelişmeleri takip edebilmek ve tüm vücuda ait normal<br />
anatomi, patolojilerin görüntüleme özellikleri, ayırıcı tanı, tanı ve tedavi yöntemleri<br />
gibi geniş ölçüde bilgi gereksinimi radyolojide spesifik uzmanlaşma ihtiyacını<br />
doğurmuş ve bu nedenle alt bilim dalları geliştirilmiştir. Bu alt bilim dalları hakkında<br />
aşağıda bilgi verilmiştir:<br />
Girişimsel Radyoloji Bilim Dalı: 1970’li yıllarda, ultrason ve tomografinin<br />
kullanıma girmesiyle giderek yaygınlaşmaya başlayan girişimsel radyolojik<br />
yöntemlerin spektrumu, son yıllarda çok genişlemiştir. İğne-kateter ve stent<br />
sistemleri (yani vücut içine teşhis ve tedavi amacıyla ilerletilen ve gereğinde<br />
yerleştirilen çeşitli ince borucuklar), sadece teşhiste değil tedavide de önemli,<br />
devrimsel nitelikte gelişmeler sağlamıştır. Günümüzde, tüm tedavilerde ve tüm<br />
232
cerrahi işlemlerde giderek artan oranda “minimal invazif” yöntemler kullanılmaktadır.<br />
Bu yöntemlerin anafikri, hastalara, mümkün olduğunca daha az zarar veren,<br />
hastanede daha az kalmasını-yatmasını sağlayacak, daha kısa sürede iyileşebilen<br />
daha küçük delik veya kesiklerle teşhis veya tedavinin yapılabilmesidir. Girişimsel<br />
radyolojik yöntemlerin çoğu, eski cerrahi yöntemlere kıyasla çok daha hızlı-güvenlietkin<br />
niteliktedir. Maliyet olarak da genellikle klasik cerrahi yöntemlerden daha<br />
avantajlıdır. Çoğu ameliyat için gerekli olan narkoz alımı, genellikle girişimsel<br />
radyolojik işlemlerde söz konusu değildir. Hasta çok daha hızlı sürelerde taburcu<br />
olup, gündelik yaşamına dönebilir. Bu işlemlerin ortak özelliği, görüntüleme<br />
yöntemleri eşliğinde yapılmasıdır, yani işlem sırasında röntgen ışınları, ultrason veya<br />
tomografi kılavuzluğu kullanılır.<br />
Girişimsel işlemler, damarla ilgili olanlar (vasküler) ve damar dışındaki<br />
girişimler (non-vasküler) olarak başlıca ikiye ayrılır. Damarla ilgili olarak, kalp<br />
dışındaki tüm damar sorunlarında (tıkanma, daralma, baloncuk oluşumu-anevrizma,<br />
doğumsal veya kaza sonucu oluşan damar hasarları, varisler, vb.) hem teşhis, hem<br />
de tedaviye yönelik işlemler yapılır.Damar dışı girişimler ise başlıca şu başlıklar<br />
altında incelenebilir: Biyopsiler , drenajlar (Abse ve benzeri sıvıların vücut dışına<br />
boşaltılması), skleroterapiler (kist büzüştürme), tümör ablasyonu (tümör yakma<br />
tedavisi) gibi.<br />
Nöroradyoloji ve Baş-Boyun Radyolojisi Bilim Dalı: Nörolojik ve Başboyun<br />
bölgesi hastalıklarında görüntüleme çok temel tanı ve tedavi yönlendiricisi<br />
haline gelmiştir. Bu bilim dalında çalışan radyologlar, nörolojik ve baş-boyun bölgesi<br />
hastalıklarına özgü görüntüleme seçenekleri, bulguları ve ayırıcı tanı özellikleri<br />
konusunda uzmanlaşmışlardır.<br />
Pediatrik Radyoloji Bilim Dalı: Çocuk hastalıkları gibi çocukların<br />
görüntülenmesi de özel bilgi ve tecrübe gerektirir. Bu bilim dalı da bu gereksinime<br />
cevap verir.<br />
Abdomen Radyolojisi: Bu dalda uzmanlaşanlar karaciğer, dalak, böbrekler,<br />
safra kesesi, pankreas, sindirim yolları, ve genital organlarla ilgili hastalıklardaki<br />
görüntüleme konusuna odaklanmışlardır.<br />
Toraks Radyolojisi: Bu konuda özel bilgisi olan radyologlar, özellikle akciğer<br />
ve kalp hastalıklarındaki görüntüleme ile ilgilenirler.<br />
Muskulo-skeletal Radyoloji: Kemik ve kaslarla ilgili hastalık durumlarında<br />
gerekli radyolojik tetkikleri yönlendiren ve yorumlayan bölümdür.<br />
Meme Radyolojisi:Meme ilgili hastalık durumlarında gerekli radyolojik<br />
tetkikleri yönlendiren ve yorumlayan bölümdür.<br />
Kardiyovasküler Radyoloji: Kalp ve ana vasküler yapılarda kesitsel<br />
görüntüleme gerektiren hastalık durumlarında gerekli radyolojik tetkikleri yönlendiren<br />
ve yorumlayan bölümdür.<br />
Acil Radyoloji: Aciliyet gerektiren durumlarda acil servise yakın lokasyonda<br />
hizmet veren, gereken radyolojik tetkiklerin ivedilikle elde olunmasını ve<br />
yorumlanmasını sağlayan bölümdür.<br />
233
Radyolojide Modaliteler<br />
1.Konvansiyonel Röntgen- Direk grafiler<br />
2.Floroskopi ve skopi (Baryumlu grafiler) ;<br />
3.Anjiyografi (DSA)<br />
4.Mammografi ya da Dijital Mammografi<br />
5.Ultrasonografi<br />
6.Renkli Doppler Ultrasonografi (Color Doppler)<br />
7.Bilgisayarlı Tomografi (BT)<br />
8.Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR)<br />
Radyolojik İncelemeler: Oldukça geniş bir listeye sahip olup hepsi için<br />
ayrıca belirtilen standardize edilmiş kodlamalarla belirtilmektedir.<br />
Radyografik Tetkikler<br />
Normal Tek-İki- Üç- Dört Yönlü Film (İlgili anatomik bölge için)<br />
Caldwell Grafi: Özellikle ethmoid ve frontal sinüsleri göstermek için çekilir.<br />
Schüller Grafi: Mastoid hücrelerin havalanmasını gösteren grafidir.<br />
Atlantoaksiyel eklemi en iyi göstermek için ağız açık pozisyonda ön arka grafi<br />
çekilir.<br />
Rhese grafisi: Optik forameni en iyi gösteren standart grafidir.<br />
Karpal tünel için el-bilek bölgesinin grafisi.<br />
Yan dekübitis grafiler: Küçük pnömotoraks kavitelerini gösterebilmek için<br />
çekilir<br />
Kontrastlı Floroskopik Tetkikler<br />
Floroskopi radyolojinin en eski ve en temel bölümlerinden biridir. Günümüzde<br />
de, oldukça yaygın olarak sindirim sistemi, idrar yolları, kadın üreme organları ve<br />
vücudun daha birçok bölümünün incelenmesinde kullanılmaktadır.<br />
Floroskopi, X ışını kullanılarak çekilir. Normal filmlerde görülemeyen yapılar<br />
kontrast madde denilen ilaçlarla boyanarak görünür hale getirilir. Kontrast maddeler,<br />
baryum ve iyot gibi radyoopak maddeler içeren ilaçlardır. Kontrast maddeler,<br />
uygulanacak incelemenin türüne göre, hastaya içirilerek, lavman yapılarak, idrar<br />
sondası yoluyla veya enjeksiyonla verilir. Kontrast madde verilmesini takiben,<br />
incelenen organdoktor tarafından ekranda izlenerek çeşitli pozisyonlarda filmler<br />
çekilir.<br />
Hasta, inceleme sırasında az miktarda radyasyon alır. Ancak bu tetkiklerin<br />
faydası, az miktardaki radyasyonun zararlarının yanında çok fazladır. Çekimi yapan<br />
doktor ve teknisyenler, radyasyona her gün maruz kalmamak için koruyucu bir<br />
bölmenin arkasında oturarak veya kurşun önlük giyerek kendilerini korurlar.<br />
234
Gastrointestinal Sistem Kontrastlı İncelemeleri<br />
Defekografi<br />
Fistülografi<br />
Faringografi<br />
Faringo-Ösofagografi<br />
Ösofagografi<br />
Ösofagus-Mide-Duodenum(ÖMD)<br />
Ösofagus-Mide-Duodenum(ÖMD)Çift Kontrast<br />
Mide-Duodenum<br />
Mide-Duodenum Çift Kontrast<br />
İnce-Barsak Pasaj<br />
Enteroklizisle İnce Barsak Tetkiki<br />
Mide Duodenum + İnce Barsak Tetkiki<br />
ÖMD + İnce Barsak Tetkiki<br />
Kolon<br />
Kolon Çift Kontrast<br />
Oral Kolesistografi<br />
IV Kolesisto-Kolanjiografi<br />
T-Tüp Kolanjiografi<br />
Sialografi<br />
PoşGrafisi<br />
Üro-Genital Sistem Kontrastlı İncelemeler<br />
IV Pyelografi(IVP)<br />
IV Pyelografi(IVP) + Post voiding<br />
IV Pyelografi(IVP) (Kısa Zamanlı) Dakikalık İVP özellikle hipertansiyon için<br />
çekilir.<br />
Retrograd, Assendan Pyelografi<br />
SistografiRetrograd<br />
Sistografi (Dolu, Miksiyonda, Boş)<br />
Voiding Sisto-Üretrografi<br />
Retrograd Üretrografi<br />
Üretro-Sistografi, Retrograd-Assendan<br />
Histero-Salpingografi<br />
Radyolojik Girişimler<br />
Perkütan Vasküler Embolizasyon Girişimleri<br />
İnce İğne Aspirasyon Biopsisi (Herhangi Bir Görüntüleme Yöntemi Eşliğinde)<br />
Ösefagus Dilatasyonu<br />
Perkütan Abse Drenajı<br />
Perkütan Bilier Drenaj<br />
Perkütan Biler Stent Konması<br />
Perkütan Gastrostomi<br />
Perkütan Nefrostomi (Tek Taraf)<br />
Perkütan Kist Ponksiyonu<br />
Perkütan Safra Kesesi Drenajı<br />
Perkütan Sistostomi<br />
Perkütan Sisto-Üretrografi<br />
235
Perkütan Transhepatik Kolanjiografi<br />
Perkütan Transluminal Anjioplasti<br />
Perkütan İntravasküler Stent Konması<br />
Periferik Aterektomi<br />
Periferik Laser Anjioplasti<br />
Perkütan Üreteral Stent Konması<br />
Perkütan Üreter Stenoz Dilatasyonu<br />
Dakriyosistografi<br />
Floroskopik Muayene<br />
Artrografi<br />
Mammografi<br />
Mammografi meme yumuşak dokusunun röntgen ışınlarıyla<br />
görüntülenmesidir. Genel amaçlı radyoloji tüplerinde değişiklikler yapılarak hastanın<br />
daha az radyasyon alması sağlanmıştır. Mammografi tüplerinde kullanılan ortalama<br />
voltaj 20-35 KV olup, klasik röntgen tüplerinden düşüktür. Kullanılan cihaza bağlı<br />
olarak otururken veya yatarken memenin değişik yönlerden görüntüleri alınır. Çekim<br />
esnasında memenin komprese edilmesine bağlı rahatsızlık hissi oluşabilir.<br />
Mamografi belli yaştan sonra tarama testi olarak, memede bir kitle ele geldiğinde,<br />
meme başında akıntı görüldüğünde, meme başının çekintiye uğramasında, meme<br />
derisindeki değişikliklerde, meme biopsisinde lokalizasyon amacıyla kullanılabilir.<br />
Mamografinin meme kanserinin erken teşhisinde bir tarama testi olarak önemi<br />
büyüktür. Amerikan Kanser Derneği 40-49 yaşları arasında 2 yılda bir, 50 yaşın<br />
üzerinde her yıl mamografi çekilmesini önermektedir.<br />
Anjiyografi (Dijital Substraksion Anjiografi)<br />
Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine röntgen<br />
ışınlarını diğer dokulara göre daha fazla emen ve kontrast madde olarak tanımlanan<br />
ilaç verilerek, DSA denilen röntgen cihazları yardımıyla gerçekleştirilir. Anjiografi<br />
işlemleri için hızlı film değiştiricileri kullanılır. Anjiyografi sayesinde organları<br />
besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen<br />
organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Teşhis amaçlarının yanında tedavi<br />
amaçlı da kullanılabilir. Anjiyoplasti bunun klasik bir örneğidir. Bu sayede cerrahi<br />
tedavi gerektiren birçok hastalık, cerrahi ve genel anestezinin riskleri olmaksızın<br />
tedavi imkanı bulmaktadır.<br />
Anjiografik Tetkikler:<br />
Aortografi Arkus<br />
Aortografi Torakal<br />
Aortografi Abdominal<br />
Aortografi Pelvik(Bilateral İliak)<br />
Çolyak Arteriografi ve Arteriel Portografi<br />
Selektif Renal Arteriografi (Tek Taraf)<br />
İnferior Mesenterik Arteriografi<br />
Superior Mesenterik Arteriografi<br />
Pelvik Arteriografi<br />
Üst Ekstremite Arteriografi(Tek Taraflı Brankial)<br />
236
Alt Ekstremite arteriografi(Tek Taraflı Femoro-Popliteal)<br />
Bilateral Alt Ekstremite Arteriografisi<br />
Transplant Renal Arteriografi<br />
Pulmoner Arteriografi<br />
Nonselektif Serebral Arteriografi<br />
Selektif Serebral Arteriografi(4 Sistem)<br />
Selektif Karotid Arteriografi(Tek Taraf)<br />
Selektif Karotid Arteriografi Bilateral<br />
Selektif Vertebral Arteriografi<br />
Spinal Arteriografi<br />
Orbital Venografi<br />
Intraarterial D.S.A.(Herbiri)<br />
Alt Ekstremite Venografi(Tek Taraf)<br />
Bilateral Alt Ekstremite Venografisi<br />
Üst Ekstremite Venografi (Tek Taraf)<br />
Bilateral Üst Ekstremite Venografi<br />
Hepatik Venografi<br />
Sürrenal Venografi<br />
İnferior Vena Kavografi<br />
Süperior Vena Kavografi<br />
RenalVenografi ve Renal Ven Kan Örneklemesi<br />
Splenoportografi<br />
Bilgisayarlı Tomografi İncelemeleri<br />
Bilgisayarlı tomografi x-ışını kullanılarak vücudun incelenen bölgesinin<br />
kesitsel görüntüsünü oluşturmaya yönelik radyolojik teşhis yöntemidir. İnceleme<br />
sırasında hasta bilgisayarlı tomografi cihazının masasında hareket etmeksizin yatar.<br />
Masa manuel ya da uzaktan kumanda ile cihazın ''gantry'' adı verilen açıklığına<br />
sokulur. Cihaz bir bilgisayara bağlıdır. X-ışını kaynağı incelenecek hasta etrafında<br />
360 derecelik bir dönüş hareketi gerçekleştirirken oyuk ya da ''gantry'' boyunca<br />
dizilmiş dedektörler tarafından x-ışını demetinin vücudu geçen kısmı saptanarak elde<br />
edilen veriler bir bilgisayar tarafından işlenir. Sonuçta dokuların birbiri ardısıra<br />
kesitsel görüntüleri oluşturulur. Bigisayarlı tomografi cihazlarında kolimasyon ile<br />
radyasyon demeti istenilen boyut ya da kesit kalınlıklarında sınırlanır. Oluşturulan<br />
görüntüler bilgisayar ekranından izlenebilir. Bilgisayarlı tomografi diğer x-ışın<br />
incelemelerine göre bazı avantajlara sahiptir. Özellikle organların, yumuşak doku ve<br />
kemiklerin şekil ve yerleşimini oldukça net gösterir.Günümüzde giderek yaygınlaşan<br />
çok kesitli BT cihazları ile reformat görüntüler elde edilerek daha fazla bilgi<br />
sağlanabilmektedir.<br />
Yapılacak incelemenin türüne bağlı olarak hastaya kol damarlarından kontrast<br />
madde enjekte edilebileceği gibi kontrast madde içmesi de istenebilir.Hastadan,<br />
bağırsakları daha net göstererek radyoloğun filmleri daha iyi değerlendirmesini<br />
sağlayacak bir sıvı olan oral kontrast madde içmesi ya da rektal yoldan kontrast<br />
uygulanması gerekebilir.<br />
İncelemeler hastalarının klinik bulguları göz önüne alınarak her bir hasta için<br />
ayrı ayrı planlanır. Bundan dolayı yapılan BT incelemesi daha önce yaptırmış<br />
olduğunuz bir BT incelemesinden farklıysa ya da inceleme sonunda ek görüntüler<br />
237
alma ihtiyacı duyulmuşsa endişelenmemek gerekir. Başlangıcından bitimine kadar<br />
çekim süresi ortalama 15 dakikadır.<br />
Bilgisayarlı Tomografide Tetkikler:<br />
Üst Abdomen BT<br />
Pelvis BT<br />
Tüm Abdomen BT<br />
Dinamik BT (Herhangi Bir Bölge)<br />
Boyun BT<br />
Nazofarinks BT<br />
Larinks BT<br />
Temporomandibuler Eklem BT<br />
Servikal– Torakal- Lumbosakral BT<br />
Ekstremite BT<br />
Sakro-iliak Eklem BT<br />
Kalça Eklemi BT<br />
BT Eşliğinde Girişimsel Tetkik<br />
Beyin BT(Aksiyel veya Koronal veya Sagital)<br />
Hipofiz BT<br />
Orbita BT<br />
Temporal Kemik BT<br />
Paranasal Sinusler BT(Aksiyal ve Koronal)<br />
Sisterno BT<br />
Toraks BT<br />
Myelo-BT<br />
Manyetik Rezonans Görüntüleme İncelemeleri<br />
Yeni görüntüleme teknolojileri arasında en etkileyici olanlardan biri manyetik<br />
rezonans görüntüleme ya da kısaca MRG veya MR'dir. MRG ağrısız, allerjiye yol<br />
açacak ilaç verilme zorunluluğu olmayan ve x-ışını gibi zararlı olabilecek araçlar<br />
kullanmayan bir tanı tekniğidir. Hasta güçlü bir elektromanyet içeren bir silindirin<br />
içinde yatarken, vücuttaki hidrojen atomlarının enerji salmasına yol açan radyo<br />
dalgaları gönderilerek işlem gerçekleştirilir. Mıknatıs etkisi ile hareket eden binlerce<br />
atoma ait bilgi bir bilgisayara gönderilir ve incelenen alanın oldukça kaliteli bir resmi<br />
elde edilir. Manyetik rezonans görüntüleme yönteminde hasta iyonizan radyasyon<br />
almaz. MRG incelemeni sürenin değişkenliği incelenecek olan alanın yerine ve<br />
hastalık hakkında toplanması gereken bilgi miktarına bağlıdır.<br />
İyonizan ışın olmaması ve yumuşak dokuları en ayrıntılı görüntüleyen yöntem<br />
olması yannda fonksiyonel bilgi sağlaması ve birçok ileri MR uygulaması ile birçok<br />
alanda temel tanı yöntemi konumuna gelmiştir.<br />
Bu üstün görüntüleme teknolojisinin kullanılamayacağı hastalar da vardır ki<br />
bunların başında vücudunda metal protez bulunanlar gelir çünkü magnet bu metalleri<br />
yerinden oynatabilir. Bu gibi hastalar arasında kalp pili olanlar, beyin ameliyatı ile<br />
beyin damarlarına klips takılmış kişiler, metal kalp kapakçıkları olanlar ve iç kulak<br />
protezi olanlar yer alır.<br />
238
MR’nin harekete çok duyarlı olması nedeniyle küçük çocuklarda anestezi<br />
verilmesi gerekir.<br />
Klostrofobili kişilerde sedasyon, bazen de anestezi gerekebilir. Ancak bu<br />
sorun kapalı tüneli olmayan açık ("open") MR ile de çözülebilir.<br />
MR Tetkikleri:<br />
Üst Abdomen MR<br />
Pelvis MR<br />
Tüm Abdomen MR<br />
Boyun MR<br />
Nazofarinks MR<br />
Larinks MR<br />
Temporo-Mandibuler Eklem MR<br />
Meme MR(<br />
Prostat MR(Transrektal Coil ile)(Coil Hariç)<br />
MR-Angiografi(Her hangi bir bölge)<br />
Kalp MR(Kardiyak Sine-MR)<br />
Sakro-İliak Eklem MR<br />
Kalça Eklemi MR<br />
EkstermiteMR<br />
Beyin MR<br />
Hipofiz MR<br />
Orbita MR<br />
Paranasal Sinüsler MR<br />
Toraks MR<br />
Servikal- Torakal-Lumbo-Sakral Vertebral Kolon MR<br />
Ultrasonografi<br />
Ultrason, insan kulağının işitemeyeceği kadar yüksek frekanslı ses dalgalarını<br />
kullanarak iç organları görüntüleyen bir tanı yöntemidir. Ultrasonda radyasyon<br />
kullanılmaz. Bu nedenle gebelerde ve bebeklerde rahatlıkla kullanılabilir. Cihazdan<br />
gönderilen ses dalgaları, hasta vücudundan yansıdıktan sonra gene aynı cihaz<br />
tarafından algılanır. Yansıma farklılıkları organdan organa değişir. Bu nedenle farklı<br />
yansımaların olduğu yapılar, farklı görüntüler verirler. Normal yapılar içindeki bir ur<br />
ya da kist, ses demetlerini farklı yansıttığı için farklı yapıda gözlenir ve tanı konulur.<br />
Görüntü oluşturulması sırasında "prob" hasta vücudunda gezdirilirken, altında kalan<br />
bölümün kesit görüntüleri, hareketli organlar gibi ekranda kayar. Bu esnada radyolog<br />
tanı koyar.<br />
ULTRASONOGRAFİ TETKİKLERİ<br />
Üst Abdomen US<br />
Pelvik US<br />
Tüm Abdomen US<br />
Parotis Bezi US<br />
239
Submandibuler Bez US<br />
Omuz Eklemi US<br />
Kalça Eklemi US<br />
Meme US<br />
Tiroid US<br />
Toraks US<br />
Skrotal US<br />
Transrektal US<br />
Transvaginal US<br />
Transfontanel US<br />
Obstetrik US<br />
Renkli Doppler İncelemeleri<br />
Doppler Ultrasonografi yöntemi ile bir organın veya damarının kan akımını<br />
incelenebilir. Kan akımının miktarı, akımı engelleyen yapı varlığı, akımın normal<br />
yönde olup olmadığı değerlendirilebilir. Akan kanın miktarı ile ilgili ölçümler<br />
yapılabilir. Cihazın çalışma prensibi, sesin hareket eden yapılardan yansırken<br />
frekans değişikliği göstermesidir. Doppler incelemeleri, normal ultrasonografi<br />
cihazları ile yapılır. Ancak bunlarda farklı bilgisayar donanımı mevcuttur.<br />
RENKLİ DOPPLER TETKİKLERİ:<br />
Renkli-Doppler US Karotis<br />
Renkli-Doppler US Meme<br />
Renkli-Doppler US Abdominal<br />
Renkli-Doppler US Pelvik<br />
Renkli-Doppler US Skrotal<br />
Renkli-Doppler US Penis<br />
Renkli-Doppler US Ekstremite (Tek Taraf)<br />
BilateralVertebral Arter Renkli Doppler İncelemesi<br />
Alt Extremite arter-venleri Renkli Doppler İncelemesi<br />
Üst Extremite arter-venleri Renkli Doppler İncelemesi<br />
Portal Ven Sistemi Renkli Doppler İncelemesi<br />
Renal Renkli Doppler İnceleme<br />
Obstetrik Renkli Doppler İnceleme<br />
Dinamik Ultrasonografi<br />
Abdominal Aorta Renkli Doppler İncelemesi<br />
Troid Renkli Doppler İncelemesi<br />
Kitle Lezyonu Renkli Doppler İncelemesi<br />
Bütün görüntüleme yöntemlerinin birbirlerine göre avantaj ve dezavantajları<br />
vardır. İncelenecek bölgeye, tetkikin istenme sebebi olan hastalığa göre en uygun<br />
tetkik farklılık gösterebilir. Bazen en klasik yöntem olan röntgen problemi anlamaya<br />
yeter iken bazen ultrasonografi-doppler ultrasonografi, kesitsel, skopik ya da<br />
angiografik incelemelere gereksinim duyulabilir. Kimi patolojilerde ileri incelemeler<br />
gerekmekte ya da bazen de birkaç modalitenin birlikte kullanımı problem çözücü<br />
240
olabilmektedir. Bu durum, tetkiki isteyen hekim tarafından çoğu zaman bilinir,<br />
gerektiğinde radyoloğun önerisine başvurulabilir ve tetkik istemi amaca göre yapılır.<br />
Elde olunan görüntüler eski yöntemlerle film baskısı şeklinde<br />
değerlendirilebileceği gibi günümüzde oldukça yaygınlaşan görüntülerin saklanması,<br />
geri çağrılması, dağıtımı ve sunumuna olanak veren Görüntü Arşivleme ve İletişim<br />
Sistemleri (PACS- Picture Archiving Communication Systems) ile de depolanabilir.<br />
PACS sistemlerinin iki temel kullanım alanı vardır:<br />
Baskıyı ortadan kaldırmak: PACS sistemleri, film arşivleri gibi kâğıt tabanlı<br />
medikal görüntüleri ortadan kaldırmaktadır. Dijital yedekleme birimlerinin<br />
ucuzlamasıyla, PACS hem maliyet açısından hem de saklama alanı açısından film<br />
arşivlerinden daha avantajlı hale gelmiştir. Aynı sağlık merkezinde çekilen<br />
görüntülere anında erişim sağlanabiliyor olması PACS'ın film arşivlerine olan bir<br />
diğer üstünlüğüdür.<br />
Uzaktan erişim: PACS, geleneksel yöntemlerle mümkün olmayacak sağlık<br />
merkezi dışından görüntülere erişebilmeyi ve raporlayabilmeyi mümkün hale<br />
getirmiştir. Teleradyoloji sistemleri sayesinde farklı lokasyonlarda bulunan hekimler<br />
aynı görüntülere ve aynı bilgilere aynı anda ulaşabilmektedirler.<br />
Hastadan radyolojik tetkik isterken klinik hekime düşen görev istediği tetkiki<br />
net belirtip istek kağıdında hasta hakkındaki maksimum bilgiyi vermektir. Bunlar; yaş,<br />
cins, hastalığa ait anamnez, klinik şikayetler, laboratuar bulguları ve klinik ön tanı<br />
gibi ana bilgilerdir. Bir diğer önemli nokta karşılaştırma ya da tanıya yardımcı olarak<br />
kullanılabilecek yapılmış eski ya da yeni tarihli tetkiklerin de hasta ile birlikte<br />
gönderilmesidir. Bazen klinisyen tarafından net belirtilmemiş bir tetkik istemi günlük<br />
yoğun işleyişte sıkıntı oluşturmakta ve eksik ya da gereksiz çekimlere neden<br />
olmaktadır. Bazen de karşılaştırma gereken tetkiklerde başta bu gereklilik<br />
bildirilmeyip, ayrıca eski tetkikin değerlendiren radyoloğa ulaşmaması durumunda<br />
hasta sonuç almaya geldiğinde mağduriyet yaşamakta ve raporu hazır olan film<br />
karşılaştırma için radyolojiye ikinci kez iş yükü oluşmaktadır.<br />
Radyoloji departmanı gerek iş yoğunluğu nedeniyle, gerekse hastaların tetkik<br />
öncesi hazırlığı gerektiğinden randevu ile çalışmaktadır. Randevu süreleri istenen<br />
tetkike göre ve istenen modalitedeki yoğunluğa göre değişmektedir. Raporlama<br />
süresi ortalama 5 iş günüdür. Bu süre ek çekim ya da hasta hakkında ek bilgi<br />
gerektiren durumlarda uzayabilir. Ancak aciliyet arzeden ve yatan hastalara<br />
tetkiklerin hem çekiminde hem de raporlamada öncelik verilmektedir<br />
Radyologların en büyük yardımcıları teknisyenleridir ve işin mutfağını<br />
oluştururlar. Teknisyenler hasta çekimlerini gerçekleştirirler. Bu adımlardaki titizlik<br />
direkt olarak tanıyı etkiler.<br />
Radyolojide ihtiyaca göre teknisyen ya da radyolog tarafından servisler, yoğun<br />
bakım, ameliyathane ve acil serviste de hasta başı hizmet verilmekte, bu gibi<br />
durumlarda tetkik isteyen hekimin planlama açısından radyolog ya da teknisyenle<br />
iletişim içinde olması gerekmektedir.<br />
Radyolojik tetkiklerin çekiminde önemli bir problem iyonizan radyasyon<br />
kullanımıdır. Ultrasonografi/ renkli Doppler Ultrasonografi ve Manyetik Rezonans<br />
Görüntüleme dışında tetkikler iyonizan radyasyon kullanarak elde edilir. Radyasyon,<br />
canlı organizmalar üzerinde olumsuz biyolojik etkilere neden olmaktadır. Bu zararlı<br />
241
iyolojik etkiler radyasyon miktarı ve maruziyet süresi ile ilişkilidir. Tanısal radyolojide<br />
maruz kalınan iyonizan radyasyon sitokastik etkiler oluşturur. Bu etki son derece<br />
nadirde olsa kanser riski düşük dozlarda bile ortaya çıkabilir. Ancak bunun<br />
kanıtlanması güçtür. Tedavide kullanılan yüksek doz iyonizan radyasyon ise<br />
deterministik etki gösterir. İnsanda belli doz seviyeleri için kan ve kromozom hasarı<br />
oluşumundan ani ölüme kadar oluşabilecek etkiler net olarak ortaya konabilir. Ancak<br />
insanlarda kanser veya genetik hasar oluşturacak eşik radyasyon dozunun ne<br />
olduğu bilinmemektedir. Bu nedenle tıbbi uygulamalarda iyonizan radyasyon içeren<br />
tetkiklerin bilinçli kullanımı önemlidir. Bazı deneysel ve epidemiyolojik çalışmalarda<br />
eşik doz tahmin edilmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalarda radyasyon güvenliği<br />
konusunda hastaların ve hekimlerin bilgilerinin yetersiz olduğu ve her yıl yüzlerce<br />
gereksiz tetkik gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Bu nedenle iyonizan radyasyon içeren<br />
bir tetkik istendiğinde hasta iyi sorgulanmalı, daha önce aynı ya da başka bir<br />
merkezde benzer bir çekim yapılıp yapılmadığı öğrenilmeli ve gereksiz tetkik istemi<br />
ve tekrarından kaçınılmalıdır. Ayrıca gebe hastalarda ilk üç ay, bebeğin x-ışınına en<br />
hassas olduğu dönemdir. Çünkü, x-ışınının hızlı büyüyen dokulara zararlı etkileri<br />
daha fazladır. Bu nedenle, gebelik olasılığı bulunan hastaların x-ışını kullanılarak<br />
yapılan incelemelerden uzak durması gerekir.<br />
Radyolojik tetkiklerin çekimlerinde diğer önemli bir sorun kontrast madde<br />
kullanımı gerekliliği ve hastada bunun için endikasyon ve / veya kontrendikasyon<br />
olup olmadığının bilinmesidir. Günlük pratikte çok fazla kontrastlı tetkikin istendiği<br />
ancak tetkik isteyen hekimlerin bu konudaki bilgilerinin yetersiz olduğu<br />
görülmektedir.<br />
Kontrast madde; Organ ve dokuların içine ya da çevresine verilerek,<br />
karşıtlık-zıtlık oluşturup bu organ ve dokuların görünür hale gelmesi için, dokuların<br />
morfolojisi ve fonksiyonları hakkında bilgi elde etmek için kullanılan kimyasal<br />
bileşiklerdir. Radyolojide kontrastı belirleyen asıl olay, x-ışınına maruz kalan<br />
maddenin x-ışınını absorbsiyon derecesidir. (atom numarası-konsantrasyon-kalınlık)<br />
Kontrast maddeler yüksek absorbsiyona yol açarak işlev görür ve oluşan görüntüde<br />
dansite farklılığı yaratır. Kullanılan kontrast maddeler elde olunacak tetkike göre<br />
farklı türlerdedir:<br />
Baryum türü kontrast maddeler; genellikle ağız veya makattan verilerek mide<br />
barsak sisteminin incelenmesinde kullanılır. Bu kontrast maddeler, sindirim borusu<br />
tarafından emilmeden doğrudan makat yoluyla atılırlar.<br />
İyotlu kontrast maddeler; anjiyografide olduğu gibi atar damar veya ilaçlı<br />
böbrek filmi (ekskretuar ürografi) veya bilgisayarlı tomografide (BT) olduğu gibi toplar<br />
damar yoluyla uygulanabilir. Bu kontrast maddeler, böbrekler yoluyla atılır. Noniyonik<br />
tipte olanların kullanımı daha iyi tolere edilir. Hastada İyotlu Kontrast madde<br />
uygulamasına engel oluşturabilecek durumlar bilinmeli ve klinisyen fayda/zarar<br />
gözeterek radyolog ile iletişimde olmalıdır. Risk oluşturan durumlar: Örneğin hastanın<br />
böbrek fonksiyonu, normal olmalıdır. Kan kreatinin düzeyi, böbrek fonksiyonunu<br />
gösteren genel bir göstergedir. Kreatinin düzeyi 1.5 mg/dl’ye kadar olan hastalarda<br />
kontrast madde kullanımı böbrek fonksiyonu üzerine olumsuz bir etki oluşturmaz.<br />
Renal fonksiyon bozukluğu olan hastalarda endikasyon kontrast nefropatisi açısından<br />
gözden geçirilmeli ve ille de gereklilik söz konusuysa sonrasında diyaliz gereksinimi<br />
göz önünde bulundurulmalıdır. Yaşlı hastalarda gerekmedikçe iyotlu kontrast madde<br />
kullanılmamalı ve kullanılacaksa yeterli hidrasyon sağlanmalıdır. Ayrıca Multiple<br />
242
Myelom tanılı hastalar renal fonksiyonları nedeniyle benzer risk altındadır. Bazen<br />
inceleme öncesinde aşırı sıvı alınması yapılarak kontrast maddenin atılımı<br />
kolaylaştırılabilir. Metformin türü antidiyabetik ilaç kullanan şeker hastalarının bu<br />
ilaçlarını tetkikten en az 24 saat önce bırakmaları istenir. Diğer ilaçların kullanımında<br />
bilinen herhangi bir sorun yoktur. Feokromasitoma olarak bilinen böbrek üstü bezinde<br />
yerleşerek salgıladıkları hormon ile klinik bulgu veren tümörü olan hastalarda iyotlu<br />
kontrast madde enjeksiyonu ani tansiyon yükselmesi ve çarpıntı ile seyreden kriz<br />
tablosuna neden olabilir. Bu hastalarda, çok gerekli olmadıkça iyotlu kontrast madde<br />
verilmez. Klinik olarak kontrast madde uygulamasının gerekli olduğu durumlarda bu<br />
hastaların özel tedavi ile kontrast madde uygulamasına hazırlanması gerekir. İyot<br />
eksikliği söz konusu olduğunda veya hipertroidi durumlarında iyotlu kontrast madde<br />
uygulamalarına dikkat edilmelidir. İyotlu kontrast maddelerde bulunan iyot molekülü,<br />
genellikle bağlı durumda olduğu için bir sorun yaratmasa da, uzun süre beklediği için<br />
kısmen bozulan kontrast maddelerde iyot atomları serbestleşerek vücut tarafından<br />
kullanılacak hale gelebilir. Böyle bir durumda hastanın bir endokrinolog kontrolüne<br />
girerek klinik olarak izlenmesi gerekir. Alerjik durumlar; iyotlu kontrast maddeler<br />
genellikle emniyetli olarak bilinmekle birlikte allerjik bünyeye sahip hastalarda yan<br />
etkiler oluşturabilirler. Allerjik yan etkiler, bulantı-kusma, kaşıntı ve ürtiker gibi hafifi<br />
tipte olabileceği gibi bazen anaflaktik şok gibi şiddetli kinik tablo da oluşturabilir.<br />
Hastanın allerjik bünyeye sahip olup olamadığı inceleme öncesinde sorgulanmalı ve<br />
çekimi yapacak teknisyen ve ilgili radyoloji uzmanı bu durumdan haberdar edilmelidir.<br />
İşlem sırasında veya enjeksiyon sonrasında hasta bir rahatsızlık hissederse dikkatli<br />
olunmalı ve bir süre gözetlenmelidir. Gebelerde ve emzirenlerde de<br />
kullanılmamalıdır.<br />
Gadolinium içeren kontrast maddeler: Manyetik Rezonans incelemesinde<br />
kontrast etkisi oluşturması amacıyla kullanılır. İyotlu kontrast maddelere kıyasla<br />
allerjik yan etkileri daha azdır. Eskiden böbrek fonksiyonu bozuk olan hastalarda BT’<br />
ye alternatif olarak bilinmekte iken glomeruler filtrasyon oranı düşük hastalarda<br />
nefrojenik sistemik fibrosis riski nedeniyle kullanılması istenmez. Gebelerde de<br />
kullanılmamalıdır.<br />
Radyolojide bütün bu incelemeler sonunda amaç eksiksiz, doğru ve<br />
zamanında patoloji raporu çıkarmaktır.<br />
Radyoloji raporunun bölümleri<br />
Radyolojide raporlama işlemi, radyolog ile klinisyen arasındaki en önemli<br />
iletişim aracıdır. İncelemenin tümünü özetleyen ve bir belge niteliği taşıyan radyoloji<br />
raporu inceleme amacını en üst düzeyde karşılayacak şekilde hazırlanmalıdır.<br />
Radyoloji raporu, aynı zamanda, karar süreçlerinde bir dayanak olarak<br />
kullanıldığından, yazan kişi ve o bilgilere göre hareket edecek olan klinisyen için<br />
yasal açıdan bağlayıcı bir belge niteliğindedir. Bu nedenlerle radyoloji raporu belirli<br />
kurallara uyularak hazırlanmakta ve standardize edilmektedir. Hastanın ADI-<br />
SOYADI, KİMLİK ve/veya PROTOKOL NUMARASI, TETKİK İSTEM VE RAPOR<br />
YAZIM TARİHİ belirtildikten sonraTETKİK ADI, Hemen sonrasında, tetkikin yapılış<br />
nedenini belirten klinik bulgular ile aranan patolojinin tanımlandığı “KLİNİK<br />
BULGULAR VE ÖN TANI” , uygulanan teknik, yani’ TEKNİK PROTOKOL’, tetkik<br />
konsültasyonu amacıyla değerlendiriliyor ise, “TETKİKİN YAPILDIĞI MERKEZİN<br />
ADI”, “TETKİKİN YAPILDIĞI ve değerlendirildiği TARİH” ve “RAPORLANDIRMA<br />
243
GEREKÇESİNİN VURGULANMASI”nı içerir. Tetkik sırasında protokol belli bir<br />
nedenden dolayı değiştirilmiş, bir nedenden dolayı tetkik kalitesi olumsuz<br />
etkilenmişse durumun gerekçesi bu bölümde belirtilir. Örneğin, kronik böbrek<br />
yetersizliğine bağlı kreatinin seviyesi yüksek olan bir hastadaki IV yolla iyotlu<br />
kontrast madde verilememesi burada açıklanabilir. “BULGULAR” kısmında belirli bir<br />
sıra ile tanımlanma önemlidir. Bu sıra, tetkik türüne veya kişinin tercihine göre<br />
değişebilir. Ancak, lezyonlar tanımlanırken metrik ölçümlerle sayısal olarak, eski<br />
incelemeler varsa kıyaslanarak yapılır. İzlenen bulgular kısa ve net cümlelerle uygun<br />
bir terminoloji ve yalın bir dil kullanılarak anlaşılır şekilde tanımlanır. Gözlenen her<br />
bulgu önem düzeyine bakılmaksızın raporda tanımlanır. Tetkikte izlenen bulgular,<br />
acil tedavi gerektiren bir tabloyu işaret ediyorsa, incelemeyi isteyen hekim, telefon<br />
veya başka bir hızlı iletişim aracı ile durumdan haberdar edilir.<br />
Bir lezyona ait bulguların tanımlanmasında akılda kolay kalması nedeniyle 10<br />
önemli başlık oluşturulabilir. Buna göre bir lezyonun tanımlamasında onun bölgesel<br />
yerleşim yeri, boyutları, kenar özellikleri, iç yapısı, içeriği ve dağılımı, tanı aracına<br />
göre ekojenitesi, dansitesi ya da intensitesi, vasküler özelliği, komşuluk ilişkileri,<br />
neden olduğu ikincil sorunlar belirtilir. Tüm tanımlamalarda uluslararası kabul<br />
görmüş ortak terminoloji kullanılmaya özen gösterilir. Bulgular kısmının sonunda,<br />
izlenen bulguların radyolojik anlamını gösteren “SONUÇ/YORUM” kısmında<br />
bulgular, azalan önem sırasında göre özetlenerek tanısal karşılıkları ve varsa ayırıcı<br />
tanı/ları belirtilir. Varsa çözüme yönelik ileri tetkik veya algoritmik yaklaşımla ilgili<br />
öneriler uygun bir dille vurgulanır.<br />
Yukarıda tanımlanan aşamalar tamamlandıktan sonra raporun altına en<br />
azından raporu yazan radyologun “ADI” ve “SOYADI” bilgilerinin bulunduğu kısım<br />
yer alır. Raporlama işlemi, raporu yazan kişinin raporu kendisinin yazdığı,<br />
değerlendirdiği ve geçerli olduğunu gösteren “İMZASI” ile sonlandırılır.<br />
Uzmanlık öğrencisi ya da asistanın radyoloji raporunda karar imza yetkisi<br />
yoktur. Sadece tetkikin ilk incelemesini ve değerlendirmesini yapan hekim olarak<br />
raporda imzası vardır.<br />
Günümüzde tıbbın ilerlemesi ile radyoloji de hızla ilerlemekte, her geçen gün<br />
yeni teknikler geliştirilmektedir. Günlük işleyişte hastada tetkik isteminden, tetkikin<br />
doğru elde edilmesi ve en doğru raporun yazılabilmesine ve bunların eldesi<br />
sırasında hastanın maksimum faydası ve gereksiz radyasyon ve kontrast maddenin<br />
kullanılmamasına kadar her aşamada klinik ile radyoloji iletişimi büyük önem arz<br />
etmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Ceydli N. Radyolojik Görüntüleme Tekniği, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı, İzmir,<br />
2000<br />
2. Kaya T, Adapınar B, Özkan Y, Temel Radyoloji Tekniği, Nobel Kitabevi, İstanbul, 1997<br />
3. Kumaş A. Radyasyon Fiziği ve Tıbbi Uygulamaları, Palme Dağıtım Ankara, 2006<br />
4.Tuncel E. Diagnostik Radyoloji, Ders Kitabı, U.Ü.T.F. Yay. Nu:2 U.Ü. Basımevi, 1983<br />
244
Nükleer Tıp İşleyişi<br />
Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU<br />
İÜ Cerrahpşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı<br />
Nükleer tıp, canlı vücudu içerisine tek başına veya hedefe taşıyıcı moleküller<br />
ile işaretlenmiş (radyofarmasötik) şekilde verilen radyonüklidlerin bozunması<br />
esnasında yaydıkları ışınları kullanarak tanı ve tedavi yapabilen bir bilim dalıdır.<br />
Dolayısıyla nükleer tıp hem klinik hem de laboratuar uygulamaları içeren bir branştır.<br />
Diagnostik uygulamalarda canlı vücudundan gelen gama ışınlarının eksternal<br />
aygıtlarla (gama kamera, gama prob, PET tarayıcı vb gibi) sayılması ve/veya<br />
görüntülenmesi esas iken, terapötik işlemlerde beta ve alfa ışınlarının hedef canlı<br />
dokuda oluşturduğu yıkıcı etkiden (DNA harabiyeti) yararlanılmaktadır. Günümüzde<br />
nükleer tıp uygulamaları daha çok tanı ve sintigrafik görüntüleme amaçlı olsa da<br />
özellikle son on yıl içerisinde çeşitli kanserlerdeki terapötik uygulamaların payı önemli<br />
ölçüde artmıştır ve yakın gelecekte daha çok artmaya devam edecek gibi<br />
görünmektedir.<br />
Kısa tarihçe<br />
1896 yılında Fransız araştırmacı Henri Becquerel Uranyum tuzlarından gizemli<br />
ışınların yayıldığını fark etmiştir. Yaklaşık iki yıl sonra Polonya’lı bilim adamları Marie<br />
Curie ve eşi Pierre Curie Uranyum ile yaptıkları deneyler sırasında Becquerel’in<br />
tanımladığı görünmez ışınları doğrulamışlar ve deneylerin sonucunda Polonyum ve<br />
Radyum elementlerinin oluştuğunu keşfederek radyoaktivite kavramını<br />
tariflemişlerdir. Takip eden yıllarda radyoaktivitenin insan sağlığında kullanımı ile ilgili<br />
ilk çalışmalar yapılsa da nükleer tıp biliminin doğmasına neden olan esas gelişme II.<br />
dünya savaşındaki atom bombası ile ilgili çalışmalar sırasında İyot (I)-131 izotopunun<br />
keşfedilmesi olmuştur. Hem beta hem de gama ışıması yapan I-131’in kısa zaman<br />
içerisinde hipertiroidi ve iyi diferansiye tiroit kanserindeki tedavi edici etkisinin<br />
anlaşılması nükleer tıp biliminin gelişmesine ivme kazandırmıştır. Öte yandan gama<br />
ışıması yapan radyonüklidlerden gelen radyasyonun eksternal deteksiyon cihazlarıyla<br />
sayılabilmesi ve böylece radyonüklidi içeren molekülün vücuttaki farmakokinetiğinin<br />
izlenebilir olması, değişik patofizyolojik olayların tanısında “radyoaktif izleyici”<br />
konseptini doğurarak tanısal nükleer tıp uygulamalarının yaygınlaşmasına neden<br />
olmuştur. 1950 yılında gama ışınlarının hedef organdaki dağılımını kağıt üzerine<br />
haritalayabilen “Rektilineer Tarayıcı”ların geliştirilmesi ile görüntülü tanısal nükleer tıp<br />
uygulamaları “sintigrafi” mümkün olmuştur. 1960 yılında Hal Anger adlı araştırmacı<br />
tarafından günümüzde kullanılan geniş görüş alanlı kameraların protipini (Anger<br />
kamera) geliştirmiş ve daha geniş alanı görüntüleyebilen modern sintigrafik<br />
görüntülemeye geçişi sağlamıştır.1980’li yıllarda hastanın etrafında dönerek<br />
volümetrik veri toplayabilen gama kameraların geliştirilmesi ile tomografik<br />
rekonstrüksiyon yapabilen ve derin dokularda daha iyi lezyon kontrastı sağlayan<br />
“SPECT” (Single-Tek Foton Emisyon Kompüterize Tomografi) teknolojisi devreye<br />
girmiştir.<br />
Diagnostik nükleer tıp uygulamaları içerinde Pozitron Emisyon Tomografi<br />
(PET) görüntüleme özel bir yer tutmaktadır. Fiziksel prensipleri 1970’li yılların<br />
başında ortaya konan ve ilk insan uygulaması 1976 yılında yapılan PET<br />
görüntüleme, başlarda bir beyin görüntüleme modalitesi olarak dizayn edildiği için,<br />
uzun seneler boyunca tüm dünyada sayılı araştırma merkezlerinde sınırlı kalmış bir<br />
245
yöntem olarak tanınmıştır. PET’in pahalı bir teknoloji olmasının yanı sıra, aynı yıllarda<br />
Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve daha sonra Manyetik Rezonans (MR) görüntülemenin<br />
geliştirilmesi ile beyin görüntülemedeki klinik gereksinimin tümüyle karşılanması bu<br />
duruma neden olmuştur. Ancak 1990’lı yılların sonundan itibaren PET<br />
görüntülemenin kanser tespitinde etkili olduğunun anlaşılması ile birlikte, son yirmi<br />
yıldır rutin klinik PET görüntüleme uygulamalarında halen devam eden çok önemli<br />
oranlarda artış olmuştur. Aslında tipik bir sintigrafik görüntüleme yöntemi olan PET,<br />
kullanılan radyonüklidlerin farklı fiziksel özelliklere haiz olması ve bu nedenle<br />
görüntüleme aygıtlarının da farklı olması ile konvansiyonel uygulamalardan<br />
farklılaşmaktadır.<br />
Türkiye’de ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Nükleer Tıp Biliminin<br />
gelişmesi<br />
Türkiye’de nükleer tıp tarihi merhum hocamız Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın 1952<br />
yılında Haseki Tedavi Kliniği’nde kurduğu ülkemizdeki ilk “Radyoizotop Laboratuarı”<br />
ile başlar. Ülkemizde ilk kez radyoiyot tedavisi uygulanmaya başlanan bu<br />
laboratuvarda o dönemin koşullarında yapılan bazal metabolizma ölçümü, tiroid iyot<br />
tutma testi ve yağ absorpsiyonu gibi testlere, 1965 yılında “rektilineer tarayıcı”<br />
cihazının kurulmasını takiben karaciğer, böbrek, beyin ve tiroid’e yönelik çeşitli<br />
sintigrafik görüntülemeler eklenmiştir. Haseki Tedavi Kliniği Radyoizotop Laboratuarı,<br />
1971 yılında Cerrahpaşa Nükleer Tıp Enstitüsü’ne dönüştürülmüş ve Prof. Dr. Suphi<br />
Artunkal, Prof. Dr. İrfan Urgancıoğlu ve Prof. Dr. Vensan Seyahi bu kurumda<br />
görevlendirilmişlerdir. Daha sonra sırasıyla Prof. Dr. Tarık Kapıcıoğlu, Doç. Dr.<br />
Gündoğdu İlter ve 1976 yılında Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Radioimmunoassay<br />
Laboratuvarı sorumlusu olarak enstitünün akademik kadrosuna katılmışlardır. Kurucu<br />
hocamız Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın 1977 yılında yaş haddinden emekli olması ile<br />
birlikte enstitü müdürlüğünü üstlenen Prof. Dr. İrfan Urgancıoğlu ülkemizdeki nükleer<br />
tıp biliminin ve Cerrahpaşa Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nın gelişmesine önemli<br />
katkılarda bulunmuştur. 1952 senesinden itibaren 26 yıl Haseki Tedavi Kliniğinde<br />
hizmet veren Radyoizotop Laboratuarı ve Nükleer Tıp Enstitüsü 1978 yılında<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsünde şimdiki yerine taşınmış ve<br />
1982’de çıkarılan “Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği” ile birlikte Nükleer<br />
Tıp Anabilim Dalı olmuştur. Anabilim dalımızda, aynı zamanda Prof. Urgancıoğlu<br />
döneminde 1985 yılında Radyofarmasi Bilim Dalı da kurulmuştur. Prof. Dr.<br />
Urgancıoğlu’nun 1993 yılında emekli olmasından sonra sırasıyla Prof. Dr. Tarık<br />
Kapıcıoğlu (1993), Prof. Dr. Çetin Önsel (1994-1997), Prof. Dr. İlhami Uslu (1997-<br />
2011), Prof. Dr. Bedii Kanmaz (2011-2014) ve Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu (Haziran<br />
2014-halen) Anabilim Dalı Başkanlığı yapmıştır.<br />
1997 yılından itibaren başta Prof. Dr. Uslu olmak üzere tüm öğretim<br />
üyelerimizin katkıları ve sağlanan bağışlarla anabilim dalımızın fiziki alt yapısı ciddi<br />
anlamda modernize edilmiş, alt katı PET görüntüleme, üst katı 15 tek kişilik odalı<br />
servis olan iki katlı ek binamız inşa ettirilmiş ve temin edilen yeni cihazlarla iş<br />
kapasitesi önemli ölçüde arttırılmıştır (Resim 1). İlaveten aynı dönemde Avrupa<br />
Birliği, TÜBİTAK ve üniversitemizin araştırma fonu kaynakları ve hayırseverlerden<br />
sağlanan özel bağışlarla radyofarmasi laboratuvarımız büyük çapta modernize<br />
edilmiş ve özel ekip yetiştirilerek, ülkemizde ilk kez başta radyopeptidler olmak üzere<br />
majistral (in-house) radyofarmasötikleri üretebilen bir laboratuar alt yapısı kurulmuş<br />
olup, TC Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü’nden alınan özel izinle<br />
2010 yılından itibaren bu laboratuarda kendi ekibimiz tarafından üretilen hem tanı<br />
hem de tedavi amaçlı majistral radyofarmasötikler başarıyla hastalarımıza<br />
246
uygulanmaktadır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda anabilim dalımız, uzun yıllardır<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin en çok gelir getiren bölümü konumuna gelmiştir.<br />
Resim 1. Nükleer Tıp Ek Bina (PET Ünitesi ve Radyonüklid Tedavi Kliniği)<br />
Cerrahpaşa dışında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de Türkiye’deki<br />
nükleer tıbbın gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Bu kurumda Prof. Dr. Fevzi<br />
Renda ve arkadaşları 1955 yılında radyoizotop laboratuarı kurmuşlar ve ilk “rektilineer<br />
tarayıcı” yı alarak sintigrafik çalışmalara başlamışlardır. Bu kurumun Kalkınma<br />
Bakanlığı Projesi ile 2016 yılında kurduğu ve kamu sektöründe bir ilk olan “Siklotron<br />
ve Radyokimya Laboratuvarı Kompleksi” ulusal nükleer tıp tarihimiz için diğer bir<br />
önemli adım olmuştur.<br />
Türkiye’de ilk PET cihazı 2000 yılı sonlarında İstanbul-Yeşilköy International<br />
Hospital’de kurulmuştur. Yine aynı dönemde ilk siklotron cihazı özel sektör tarafından<br />
TUBİTAK Gebze Teknoparkında hizmete açılmıştır. Hemen akabindeki dönemde<br />
İzmir Şifa Hastanesi’nde kendi siklotronunu ve PET cihazını devreye sokmuştur.<br />
Kamu’da ilk PET (PET/BT) cihazı 2004 yılında Gazi ve Cerrahpaşa Tıp<br />
Fakültelerinde kurulmuştur. İlk PET/MR cihazı ise 2016 yılında Gazi Üniversitesi Tıp<br />
Fakültesinde kurulmuştur.<br />
Radyonüklid ve Radyofarmasötikler<br />
Çekirdeklerinde nötron/proton oranının fazlalığı nedeniyle kararsız olan ve<br />
dışarıya enerji vererek kararlı hale gelen elementlere radyonüklid (radyoizotop)<br />
denmektedir. Radyonüklidler kararlı hale geçerken (bozunma) çeşitli radyoaktif ışınlar<br />
(gama, Auger, X) ve/veya enerji yüklü subatomik partiküller (beta, alfa) yayarlar.<br />
Radyoaktif ışınlar ve partiküller iyonlaştırıcı radyasyonu oluşturur. Radyonüklidler<br />
doğada bulunabildikleri gibi yapay yollarla da üretilebilirler. Günümüze dek 1000’in<br />
üzerinde radyoaktif element tanımlanmıştır.<br />
247
Yarı ömrü, yaydığı enerji seviyesi ve/veya partikül tipi, bir radyonüklidin temel<br />
fiziksel özelliklerini temsil eder. Medikal uygulamalarda tanı amacıyla düşük (100-300<br />
keV) enerjili gama ışını yayan radyonüklidler kullanılırken, tedavi amacıyla ortayüksek<br />
enerjili (tercihen > 1 MeV) beta veya alfa partikülü yayan radyonüklidler tercih<br />
edilmektedir. Gama ışınları (ve X ışınları) yüksek frekanslı elektromanyetik dalga<br />
karakterindedir ve ışık hızında hareket ederler. Bu ışınların dokudaki penetrasyonları<br />
ve erişim mesafeleri yüksektir; genelde çok düşük (< 50 keV) enerjili olmadıkça veya<br />
çok yoğun bir doku ile karşılaşmadıkça, vücutta lineer olarak hareket ederler ve<br />
geçtiği ortamda eksitasyon veya iyonizasyon yaparak, önemli oranda bir enerji<br />
transferi yapmadan çok büyük oranda vücuttan kaçarlar ve böylece çeşitli deteksiyon<br />
cihazları ile tespit edilebilirler. Beta ve alfa ışınları ise yüksek enerjili partiküler<br />
karakterdedirler ve ağır kütleleri nedeniyle doku içerisinde çok kısa mesafe (betalar<br />
1-5 mm; alfalar < 1 mm) katederek tüm enerjilerini ortama transfer ederek hücrelerde<br />
öldürücü etki gösterirler.<br />
Diagnostik anlamda ilk insan çalışmaları Polonyum, Radium gibi radyonüklidler<br />
ile yapılmış olsa da, bu amaçla gerçek manada yaygın kullanım alanı bulan ilk<br />
radyonüklid I-131 olmuştur. Ancak I-131’in fiziksel özellikleri (8 gün yarı-ömür, 364<br />
keV gama enerjisi) diagnostik kullanım için suboptimaldir. Bu nedenle fiziksel<br />
özellikleri daha iyi olan ve beta emisyonu yapmayan I-125, I-123, In-111, Ga-67, Tl-<br />
201 ve Tc-99m gibi radyonüklidler klinik nükleer tıp uygulamaları için kullanılmıştır.<br />
Bunların içerisinde I-123 ve Tc-99m sintigrafik görüntüleme açısından en iyi fiziksel<br />
özelliklere sahip radyonüklidler olarak ön plandadır. 13 saatlik yarı-ömrü ve 159 keV<br />
gama enerjisi ile sintigrafik görüntüleme için ideal fiziksel özellikler taşıyan I-123’ün<br />
üretiminin yüksek teknoloji gerektirmesi ve pahalı olması nedeniyle özellikle<br />
gelişmekte olan ülkelerdeki kullanımı sınırlı kalmıştır. Buna karşılık, 6 saatlik yarıömrü<br />
ve 140 keV saf gama emisyonu yapan Tc-99m’un keşfedilmesi sintigrafik<br />
görüntüleme için çok önemli bir adım olmuştur. Bir metal grubu element olan Tc-99m,<br />
biyolojik girginliği açısından nispeten dezavantajlı olmakla birlikte muhtelif bağlaç<br />
moleküllerle çeşitli taşıyıcı moleküllere işaretlenebilmektedir. Üstelik Mo-99m’den<br />
gelen bir ara ürün olduğu için bu radyonüklid jeneratör biçiminde de dizayn<br />
edilebilmektedir. Böylece bir kez alındığında 10-15 gün süre ile Tc-99m sağılabilen<br />
bu jeneratörler Türkiye gibi kendi nükleer reaktörü olmayan ülkeler için çok önemli bir<br />
lojistik avantaj sunmaktadır. Bu nedenlerden dolayı sintigrafik görüntülemede tüm<br />
dünyada Tc-99m ana radyonüklid olarak yerini almıştır.<br />
PET görüntülemede ise konvansiyonel sintigrafiden farklı olarak, pozitron<br />
ışıması yapan radyonüklidler kullanılmaktadır. İnsanda en sık kullanılan pozitron<br />
yayıcı radyonüklidler olarak Flor (F)-18, Karbon (C)-11, Nitrojen (N)-13, Rubidium<br />
(Rb)-82, Oksijen (O)-15 ve Galyum (Ga)-68 söylenebilir. Genel olarak dairesel<br />
partikül hızlandırıcı (siklotron) sistemlerde yapay olarak üretilen ve çok kısa yarıömürlü<br />
olan bu radyonüklidler içerisinde F-18, diğerlerine göre daha uzun yarı ömürlü<br />
(110 dakika) olması ve nispeten kolay ve bol miktarda üretilebilmesi nedeniyle en<br />
yaygın kullanılan ve deneyim kazanılmış radyonüklid olarak söylenebilir. Pozitron<br />
yayıcılar çekirdekten pozitif yüklü bir elektron (pozitron) fırlatarak radyoaktif<br />
bozunmaya uğrarlar. Bahsi geçen bu pozitron partikülü çok kısa zaman içerisinde<br />
ortamdaki gerçek negatif bir elektron ile çarpışarak iki kütlenin yok olması sonucu<br />
birbirine 180 derece zıt hareket eden herbiri 511 kEV enerjide bir çift gama ışını<br />
oluşur. Bu reaksiyona “pozitron yokolması” veya “pozitron annihilasyonu” olayı denir<br />
ve tüm pozitron yayıcı radyonüklidlerde elementer için orijine bağlı olmaksızın bu<br />
gerçekleşir. PET’de esas olan çekirdekten çıkan pozitron partikülünün deteksiyonu<br />
248
değil, pozitron annihilasyonu sonucu oluşan gama ışın çiftinin detekte edilmesidir. Bu<br />
amaçla konvansiyonel gama kameralardan daha farklı dizayn ve deteksiyon<br />
materyaline sahip PET tarayıcılar kullanılmaktadır.<br />
Tedavi amaçlı en önemli radyonüklidler arasında I-131, Yitrium(Y)-90,<br />
Lutesyum (Lu)-177, Samaryum (Sm)-153, Radyum (Ra)-223 ilk sırada yer<br />
almaktadır. Fosfor (P)-32 ve Stronsiyum (Sr)-89 tarihsel süreçte yerini almış ancak<br />
artık terkedilmiş tedavi edici radyonüklid elementlere örnek oluşturur. Bir<br />
radyonüklidin tedavi edici olabilmesi için beta veya alfa emisyonu yapması gereklidir.<br />
Bir önceki cümlede belirtilen radyonüklidlerin büyük çoğunluğu beta yayıcısı iken<br />
sadece Ra-223 alfa emisyonu ile radyonüklid tedavilerde kullanılmaktadır. Aynı anda<br />
hem beta hem de gama ışıması yapan I-131, Lu-177 ve Sm-153 hem tanıda (düşük<br />
dozda) hem de tedavide (yüksek dozda) kullanılabilmekte ve bu özellikleri ile hedefe<br />
yönelik tedavi planlama açısından açısından önemli bir avantaj göstermektedirler.<br />
Medikal kullanımdaki radyonüklidler genellikle nükleer reaktörlerde veya<br />
siklotron sistemlerinde üretilirler. Bu tarz ileri nükleer teknoloji ancak gelişmiş bazı<br />
ülkelerde mevcuttur. Bu nedenle genel anlamda ülkemizde olduğu gibi çoğu nükleer<br />
tıp merkezleri özellikle tedavi amaçlı radyonüklidleri ithal etmek durumundadır. Çok<br />
kısa yarı ömürlü olan pozitron yayıcı radyonüklidlerin ise nakli mümkün olmadığından<br />
bunların üretimi için gerekli olan medikal amaçlı küçük (bebek) siklotronların PET<br />
görüntüleme merkezlerinin içerisinde veya en azından yakın bir konumda<br />
konuçlandırılmış olması gerekmektedir. Ülkemizde, İstanbul, Ankara, İzmir ve<br />
Adana’da hemen tamamı özel sektöre ait ticari siklotron merkezleri bulunmaktadır.<br />
Yakın bir zamanda Ankara Üniversitesi ve Hacettepe üniversiteleri kendi siklotron<br />
birimlerini kurmayı başarmışlardır. Radyoaktif bozunma silsilesinde ara (kız) ürün<br />
olarak ortaya çıkan bazı (metastabl haldeki) radyonüklidlerin “Radyonüklid jeneratör”<br />
olarak hazırlanması mümkün olabilmektedir. Bir radyonüklid jeneratör içerisindeki<br />
ana üründen oluşan kız ürün, ana ürün belli bir miktarın altına düşene kadar, düzenli<br />
aralıklarla fiziksel veya kimyasal metodlarla ayrıştırılarak sağılabilmektedir. Mo99-<br />
Tc99 jeneratörü bu alandaki en iyi örnektir ve nükleer tıbbın gelişmesi ve sintigrafik<br />
tetkiklerin yaygınlaşmasında çok önemli rolü olmuştur. Yine son dönemlerde<br />
geliştirlen Ge68-Ga68 jeneratörü de siklotron sistemine bağımlı olmaksızın pozitron<br />
yayıcı bir ürün olan Ga-68’in elde edilebilmesi açısından çok önemli bir mihenk taşı<br />
olmuştur.<br />
Gerek tanı gerekse tedavi amacıyla kullanılan radyonüklidler, genellikle<br />
kendilerini istenen hedefe taşıyabilen uygun moleküller (organik veya inorganik) ile<br />
bağlandıktan sonra radyofarmasötik haline getirilerek kullanılırlar. Buna karşın<br />
hedefe gidebilecek özellikte kimyasal yapıya sahip bazı radyonüklidler (örneğin<br />
sodyum iyodür formundaki radyoiyotlar veya F-18 içeren sodyum florid) herhangi bir<br />
ek molekülle işaretleme yapılmadan da kullanılabilmektedir. Radyofarmasötikler ve<br />
radyonüklidler eser miktarda kimyasal etken içerdiklerinden vücut içerisinde hiçbir<br />
fizyolojik değişiklik oluşturmadan hareket ederler. Bir radyonüklidin başka bir<br />
molekülle birleştirilmesi için her iki tarafın da kimyasal yapısının bu bağlanmaya izin<br />
vermesi gereklidir. Bağlanmanın etkin olması ve invivo ortamda ayrışmaya<br />
uğramaması radyofarmasötik üretiminde en temel parametre olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır. Dolayısıyla her radyonüklid her moleküle istenen etkinlikte bağlanamaz.<br />
Bu nedenle çeşitli klinik uygulamalarda farklı radyonüklidlerle işaretli<br />
radyofarmasötikler kullanılır. Bazen özellikle Tc-99m, In-111 ve Ga-68 gibi metal<br />
grubu radyonüklidlerin çeşitli moleküllere bağlanmaları için bağlaç moleküllerin<br />
(DTPA, EDTA, DOTA vb gibi) kullanılması gerekmektedir. Radyofarmasötik<br />
249
geliştirilmesi ilaç üretim kategorisinde kabul edilir ve genellikle Eczacılık biliminin<br />
içinde kabul edilen “Radyofarmasi” bilim dalının işidir.<br />
Sintigrafik görüntüleme biçimleri ve kullanılan ekipmanlar<br />
Hemen her organ sisteminde tanısal nükleer tıp uygulamaları mevcuttur.<br />
Tanısal nükleer tıp uygulamaları a) İn-vitro testler; b) Görüntülemesiz in-vivo tanı<br />
testleri, c) Sintigrafik görüntülemeler olarak üç grupta irdelenebilir.<br />
İn-vitro testler<br />
Bu uygulama daha çok “radioimmunoassay” tekniği ile yapılan laboratuvar<br />
analizlerini kapsamaktadır. Başta hormon düzeyleri olmak üzere çok çeşitli<br />
analizlerde çığır açan ve uzun yıllar çok yaygın olarak kullanılan bu yöntem<br />
şimdilerde yerini önemli oranda ELISA tekniğine bırakmış olsa da halen çeşitli testler<br />
için kullanılmaktadır. Radioimmunoassay tekniğinde düşük enerjili gama ışını yayan<br />
I-125, yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />
Görüntülemesiz in-vivo tanı testleri<br />
Sintigrafik görüntülemeye gerek kalmadan sadece radyoaktivite miktarı<br />
sayılarak yapılan tanı testlerini kapsamaktadır. En sık kullanılan örnek Tiroit Uptake<br />
Testi’dir. Burada hastaya ağız yoluyla verilen eser miktarda radyoiyot’un farklı zaman<br />
dilimlerinde tiroit bezinde yüzde yakalanma oranları hesap edilir ve bu durum hastaya<br />
verilecek tedavi dozu miktarını tayin etmede kullanılır. C-14 üre nefes testi, renal<br />
GFR hesaplama, dalak sekestrasyon çalışması, eritrosit yaşam süresinin saptanması<br />
ve kan volümü tayini uygulamaları görüntülemesiz yapılan diğer nükleer tıp tanı<br />
testleri olarak sayılabilir. Diğer bir örnek de ameliyathanede kullanılan “Gama Prob”<br />
uygulamalarıdır. Gama prob uygulamalarında, lenf akımı araştırılan bir tümör<br />
içerisine yada bilinen bir lezyonun içerisine direkt injeksiyon ile eser miktarda<br />
radyofarmasötik verilerek ameliyat esnasında hedefin daha kolay bulunması<br />
amaçlanır. Bu yöntem en sık meme kanserlerinde ve malign melanomlarda sentinel<br />
lenf nodu bulmada ya da normal şartlarda ameliyatta lokalizasyonu zor olabilecek<br />
lezyonların kolayca çıkarılması için kullanılmaktadır.<br />
Sintigrafik Görüntülemeler<br />
Hastadan yayılan gama ışınlarının dış aygıtlarla detekte edilerek vücut - hedef<br />
doku içerisindeki dağılımlarının haritalarak görüntüye dönüştürülmesini kapsayan<br />
işlemlerdir. Herhangi bir uzaysal açıdan hastadan gelen gama ışınları iki-boyutlu<br />
olarak toplanması planar sintigrafik görüntüleme olarak isimlendirilirken, veriler üçboyutlu<br />
(hacimsel) toplanıp matematiksel rekonstrüksiyon yöntemleri ile üç-boyutlu<br />
(kesitsel) görüntüler elde edildiğinde SPECT görüntüleme söz konusu olmaktadır.<br />
Pozitron yayıcı radyonüklidlerle yapılan sintigrafi işlemi ise PET adını alır ve bu<br />
durumda da mutlaka hacimsel veri toplanarak matematiksel rekonstrüksiyon ile<br />
kesitsel görüntüler elde edilir. PET tarayıcılarda, pozitron annihilasyonu sonucu<br />
oluşan gama foton çiftinin koinsidens deteksiyon teknolojisi ile elektronik olarak tespit<br />
edilebilmesi nedeniyle foton toplama etkinliği konvansiyonel gama kameralardan<br />
daha yüksek olur ve bu durum PET görüntülerinin uzaysal rezolusyonunun daha<br />
yüksek olması ile sonuçlanır. Uzaysal rezolusyonun iyi olması kliniğe daha küçük<br />
lezyonların detekte edilebilir olması şeklinde yansır. Uzaysal rezolusyon pratik olarak,<br />
normal şartlarda bir görüntüleme sisteminin görebileceği en küçük lezyon boyutu<br />
250
olarak da tanımlanabilir. Yeni nesil bir SPECT kamerada uzaysal rezolusyon ~ 10<br />
mm iken, bir PET sisteminin rezolusyonu ~ 5 mm civarındadır.<br />
Gerek planar gerekse SPECT ve PET görüntülemeler ya belirli bir vücut<br />
bölgesine yönelik olarak yada tüm vücut görüntülemeleri şeklinde yapılabilir. Aslında<br />
hem gama kameraların hem de PET tarayıcıların görüş alanı kısıtlıdır (15-25 cm<br />
arası). Tüm vücut görüntüleme yapılırken çoklu vücut bölümlerinden toplanan<br />
verilerin yazılımlar ile birleştirilerek ekrana / filme tüm vücut görüntüleri olarak<br />
yansıtılması söz konusudur. Planar sintigrafilerde ayrıca dinamik ve statik<br />
görüntüleme biçimleri söz konusudur. Statik görüntüleme herhangi bir uzaysal<br />
düzlemden (anterior, posterior, lateral veya oblik) belirli bir sayım toplanana kadar<br />
veya belirli bir zaman dilimi dolana kadar yapılan veri toplanmasını ifade etmektedir.<br />
Dinamik görüntülemede ise kinetik bir olayın (kan akımı, renal klirens, safra akımı vb<br />
gibi) takibi söz konusudur ve bu durumda izlenen reaksiyonun hızına uygun kısa<br />
zamanlı ardışık planar görüntüler ile belirli bir zaman süresince veri toplama söz<br />
konusudur. Önce dinamik çalışma yapılması koşulu ile izlenen patofizyolojik<br />
reaksiyonun özelliğine göre dinamik ve statik görüntülemeler kombine<br />
edilebilmektedir. Ayrıca bu kombinasyonlara gerektiğinde belirli bir bölgenin veya<br />
bölgelerin SPECT görüntülemeleri de eklenebilir. Örneğin üç fazlı kemik<br />
sintigrafisinde önce dinamik çekimlerle şüpheli alanın perfüzyonuna-kanlanmasına,<br />
sonra statik görüntüleme ile osteoblastik aktivitenin şiddetine bakılır. İlaveten pelvis,<br />
lomber omurga ve diz gibi derin ve anatomisi komplike alanlarda SPECT<br />
görüntüleme de eklenerek daha detaylı morfolojik bilgi alınması amaçlanabilir. Diğer<br />
bir özel sintigrafik görüntüleme modu da “gated” (tetiklenmiş) çalışmalardır. Bu durum<br />
en yaygın kardiyak çalışmalarda kullanılır. Burada sintigrafik veri toplama işi<br />
EKG’deki R-R aralığı ile eşlenir ve R-R aralığının değişik dilimlerinde toplanan veriler<br />
birbirinden ayrı işlemlendiğinde sistol ve diastol fazlarına özgü farklı görüntüler elde<br />
edilebilir. Hangi durumda ne tür görüntüler alınacağı ulusal ve uluslararası nükleer tıp<br />
kılavuzlarında detaylı olarak belirlenmiştir.<br />
Nükleer tıpta kullanılan cihazlardaki önemli bir güncel gelişme de BT<br />
entegrasyonudur. Bu hibrid sistemler, gama kameralara BT entegre edilince<br />
SPECT/BT; PET kameralara BT entegre edildiğinde ise PET/BT adını almaktadır.<br />
Günümüzde SPECT/BT entegrasyonu opsiyonel iken, tüm PET sistemleri BT entegre<br />
edilmiş durumdadır. Ayrıca 2012 yılından itibaren MR entegre edilmiş PET sistemleri<br />
(PET/MR) ticari olarak satılmaktadır.<br />
Entegre PET/BT veya SPECT/BT sistemlerinde BT’nin iki temel işlevi<br />
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi hasta vücudundan gelen gama<br />
ışınlarının farklı doku katmanlarından geçerken kaybettiği enerji miktarının<br />
(atenüasyon sorunu) tahmin edilmesi ve toplanan verilerin buna göre düzeltilmesidir.<br />
X-ışınları ve gama ışınları benzer karakterde (ancak enerjileri farklı) elektromanyetik<br />
dalga oldukları ve doku içerisinde aynı kinetiğe sahip oldukları için BT’de yapılan x-<br />
ışın transmisyon verilerinden hesaplanabilen attenüasyon oranları, hasta tıpatıp aynı<br />
pozisyonda olduğu sürece gama ışınlarının atenüasyonunu tahmin etmede ve<br />
böylece atenüasyon problemi düzeltilmiş sintigrafik görüntü elde etmede<br />
kullanılabilmektedir. Atenüasyon düzeltilmesi yapıldığında birim doku içerisindeki<br />
radyoaktivite konsantrasyonunun kantifikasyonu yapılabilmekte ve buna bağlı<br />
kantitatif-semikantitatif indeksler (Standart Uptake Değeri-SUV, Total lezyon glikolizis<br />
oranı-TLG ve Metabolik tümör volümü-MTV vb gibi) hesaplanabilmektedir. Bu tür<br />
indeksler ise hastalık şiddetinin takibinde ve tedaviye yanıt belirlenmesinde sintigrafik<br />
görüntüleme için önem taşımaktadır. BT’nin sintigrafiye ikinci katkısı ise sağladığı<br />
251
morfolojik detay haritası ile farklı renk kodlarında eşdeğer sintigrafi kesitleri ile<br />
çakıştırıldığında (füzyon görüntü), sintigrafik lezyonların yerini daha doğru olarak<br />
belirlemeye yardımcı olmasıdır. Böylece sintigrafik görüntülemenin temel<br />
eksikliklerinden birisi olan anatomik enformasyon kısıtlılığı aşılabilmektedir.<br />
SPECT/BT ve PET/BT görüntülemede BT verilerinin düşük ışınlama dozunda ve<br />
intravenöz kontrast kullanılmadan (non-diagnostik BT) yapılması gerek atenüasyon<br />
düzeltme gerekse morfolojik detay sağlayan füzyon görüntü oluşturma açısından<br />
yeterlidir. Böylece hastaya göreceli olarak daha düşük radyasyon dozu verilmesi<br />
mümkün olmaktadır. Ancak bu tarz (non-diagnostik) elde edilen BT görüntülerinden,<br />
detaylı ve klinik etkinliği yüksek bir BT raporu elde edilemez. Öte yandan günümüzde<br />
kullanılan klinik kılavuzların hemen tamamında çeşitli hastalıklara olan tanısal<br />
yaklaşımında başta diagnostik BT olmak üzere radyolojik görüntüleme yöntemleri<br />
sintigrafik (SPECT veya PET) görüntülemeden önce yer almaktadır. Dolayısıyla çoğu<br />
durumda sintigrafiye yollanan hastalarda gerekli olabilecek diagnostik BT verisi elde<br />
edilmiş durumdadır. Bu durumda istisnai durumlar haricinde SPECT/BT veya PET/BT<br />
yapılan hastalarda diagnostik BT parametreleri ile çalışmak hastaya daha fazla<br />
radyasyon vermekten öteye gidemeyecektir. Üstelik ülkemizde ve Avrupa’nın büyük<br />
kısmında olduğu gibi nükleer tıp ve radyolojinin tamamen bağımsız bilim dalları<br />
olması durumunda aynı veriden birlikte ve/veya çift raporlama yapmak sonuç verme<br />
süresini uzatacağından pratik bir uygulama olmayacaktır.Dolayısıyla gerek PET/BT<br />
gerekse SPECT/BT sistemlerinde BT’nin esas rolü sintigrafik görüntülemeye<br />
yardımcılık-kılavuzluk yapmaktır. Bu yöntemlerden elde edilen verilerden ayrı bir BT<br />
raporu istemenin endoskopik ultrasonografide veya endobronşial ultrasonografide<br />
ayrıca bir ultrason raporu ya da radyoterapide hedef alan belirlemek için yapılan BT<br />
simülasyonlarından ayrı bir BT raporu istemekten bir farkı yoktur. PET/MR’da ise<br />
durum biraz daha farklıdır. Bu yöntemde MR, yine PET’e morfolojik kılavuzluk ve<br />
atenüasyon düzeltme yardımı yapmaktadır. Ancak ilaveten yumuşak dokularda<br />
sağladığı eşsiz lezyon kontrastı ve beraberinde getirdiği önemli fonksiyonel<br />
parametreleri nedeniyle özellikle belirli endikasyonlar için tanısal doğruluğa yapacağı<br />
katkı göz ardı edilemeyeceği için ayrıca raporlanmayı (radyolog tarafından)<br />
gerektirmektedir.<br />
Sintigrafik görüntülemenin klinik kullanımı<br />
Hemen her organ sistemi için kullanılan sintigrafik tanı testleri mevcuttur. Tüm<br />
bu testler hakkında detaylı bilgi vermek bu kitabın amacını aşmaktadır. Yine de<br />
kabaca özetlemek gerekirse son 20 yıl içerisinde onkolojik amaçlı sintigrafik<br />
uygulamaların belirgin olarak yaygınlaştığı söylenebilir. Özellikle PET görüntülemenin<br />
sağladığı yüksek rezolusyonlu metabolik görüntülemenin BT entegre sistemlerde<br />
(PET/BT) daha keskin lokalize edilebilmesi ve tanımlanabilmesi nedeniyle onkolojik<br />
PET/BT uygulamaları ciddi anlamda artmıştır. Bu alanda rutin radyofarmasötik olan<br />
FDG’nin yanı sıra, FDG’nin başarısız olduğu tümörlerde işe yarayan Ga-68 DOTA-<br />
TATE (nöroendokrin tümörler), Ga-68 PSMA (prostat kanseri), F-18 DOPA (meduller<br />
tiroit kanseri ve diğer nöroektodermal tümörler), F-18 Kolin (prostat kanseri, paratiroid<br />
adenomu), F-18 FLT (tümör proliferasyonu), F-18 NAF (osteoblastik kemik<br />
metastazları) ve F-18 MISO (tümör hipoksisi) gibi radyofarmasötiklerin geliştirilmesi<br />
ile birlikte onkolojik PET/BT görüntülemelerin daha da artacağını tahmin etmek zor<br />
değildir. FLT, NAF ve F-MISO haricindeki bahsedilen bu radyofarmasötiklerin tümü<br />
anabilim dalımızda majistral ilaç olarak üretilebilme ve hastalarımıza<br />
uygulanmaktadır.<br />
252
Bu bölümün sonunda rutin klinik uygulamada kullanılan başlıca sintigrafik<br />
görüntülemelerin listesini ve uygulama kurallarını içeren ve TC Maliye Bakanlığı<br />
tarafından yayınlanan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’un Ek 8 tablosunun nükleer tıp<br />
uygulamaları içeriği ve PET uygulamaları ile ilgili açıklamaları içeren Ek2/D-1<br />
bölümleri verilmiştir. Bu bölümlerde sintigrafik testlerin geri ödemesi ile ilgili kısıtlama<br />
ve ek koşullar klinik pratiğinizde nükleer tıp testlerini isterken işinize yarayacak<br />
önemli ip uçlarını vermektedir<br />
Radyonüklid tedaviler<br />
Radyonüklid tedavi servisimizde (PET binası üst katı) tiroit kanserlerinde<br />
yüksek doz I-131 tedavisi, nöroektodermal tümörlerde (nöroblastoma, malign<br />
feokromositoma gibi) I-131 MIBG tedavisi, karaciğer metastazlarında invaziv radyoloji<br />
ekibi ile birlite hepatik arterden Y-90 mikroküre tedavisi, metastatik nöroendokrin<br />
tümörlerde Lu-177 DOTA-TATE tedavisi, prostat kanserlerinde Lu-177 PSMA<br />
(prostat spesifik membran antijen) tedavisi ve Ra-223 tedavisi, kemik metastazlarının<br />
palyasyonunda kullanılan Sm-153 tedavisi ve Y-90 kolloidlerle radyosinovektomi<br />
tedavileri uygulanmaktadır. Bu tedavilerin büyük bir kısmı hastaların çevreye<br />
radyasyon vermesini önlemek için genellikle bir veya bazen iki gece yatış gerektirir.<br />
Hastanın bir metre mesafeden yaydığı radyasyon dozu 5 röntgen/saat’in altına<br />
düştüğünde birkaç gün için bazı basit koruma önlemleri tavsiye edilerek hasta<br />
taburcu edilir.<br />
Tedavi için belirlenen doz belirli bir limitin altında ise (örneğin I-131 tedavisinde<br />
16,5 mCi) hastanın tedavisi ayaktan uygulanabilir ve yine birkaç gün süre ile bazı<br />
korunma tedbirleri tavsiye edilerek yatış yapılmadan evine gönderilir. Örneğin<br />
hipertiroidide I-131 tedavisi, prostat kanserinin kemik metastazlarına yönelik Ra-223<br />
tedavisi ve radyosinovektomi tedavisi yatış olmadan ayaktan uygulanabilmektedir.<br />
Radyasyon korunması<br />
Bağımsız bir kurum olan “Uluslar arası Radyasyon Korunması Komisyonu<br />
(ICRP), insan sağlığına zararlı olabilen radyasyon korunması için çeşitli kuralları<br />
tanımlanmıştır ve zaman zaman güncellemektedir. Şu an itibarıyla ICRP’nin 1965<br />
yılında yayınladığı tavsiye kuralları geçerlidir. Buna göre radyasyon çalışanları için<br />
yıllık müsaade edilen radyasyon dozu 5 yılda toplam 100 mSv (10 rem) (yıllık<br />
ortalama 20 mSv) geçmemesi tavsiye edilmektedir. Halk için ise bu sınır 1/10 olarak<br />
belirlenir. Genetik mutasyon olasılığını asgariye indirmek için belirlenen bu dozlar<br />
aslında insan sağlığı için maksimum müsaade edilebilen limitlerin çok altındadır.<br />
Radyasyondan korunmada temel paremetreler mesafe, zırhlama ve süredir.<br />
Mesafe en etkin ve en ucuz yoldur. Radyasyonun şiddeti mesafenin karesi ile ters<br />
orantılı olarak azalır. Zırhlama, radyasyon kaynağı (hasta) ile araya bariyer<br />
konulmasını ifade eder. Bariyerin hangi materyalden oluşacağı radyasyonun tipine ve<br />
enerjisine göre değişir. Alfa ve beta ışınları ince bir plastik veya tahta ile kolayca<br />
durdururken, gama ışınları ancak kurşun ve tungsten gibi yüksek yoğunluklu<br />
materyaller ile durdurulabilir. Gelen radyasyonun şiddetine göre zırhlama<br />
materyalinin kalınlığı belirlenir. Radyasyon ile çalışılırken önceden planlama<br />
yapılması ve mümkün olduğunca hızlı çalışılması maruziyet süresini azaltacağı için<br />
radyasyon korunması için diğer önemli bir parametredir.<br />
253
Radyasyon çalışanları çalışırken belirli kurallara uymak ve özel materyaller<br />
kullanmak zorundadır. Bunların başında koruyucu kurşun, önlük ve eldiven kullanımı<br />
gelmektedir. Bu materyaller sadece radyasyon alanlarında kullanılmalı, radyasyonsuz<br />
ortamlara geçerken çıkarılmalıdır. Her radyasyon işçisinin maruz kaldığı radyasyonu<br />
ölçmek için Türkiye Atom Enerji Kurumu (TAEK)’ten kendi adına tescillenmiş yaka<br />
dozimetrisini takması zorunludur. Radyoaktif maddeler koruyucu zırhların olduğu,<br />
havası sürekli temizlenen özel ortamlarda tutulmalı ve taşınması gerekiyorsa kurşun<br />
veya tungsten materyalden yapılmış kutu / çanta içerisinde bu konuda eğitimli kişiler<br />
tarafından taşınmalıdır. Hastanın kullanmış olduğu radyoaktif bulaşan materyaller<br />
özel atık alanlarında radyonüklidin yarı ömrüne uygun süre bekletildikten sonra<br />
normal tıbbi atıklara eklenmelidir.<br />
Radyonüklid işlem yapılan bir hasta, üzerindeki radyasyon düzeyi toplum<br />
sağlığına tehdit oluşturmayan düzeye indikten sonra nükleer tıp kliniğinden<br />
çıkmasına izin verilir. Dolayısıyla başka bir serviste yatan ve sintigrafik işlem yapılan<br />
bir hastanın yatağına döndükten sonra radyasyon korunması için özel bir tedbir<br />
alınmasına veya hastanın izole edilmesine gerek yoktur. Ancak ilk birkaç saat için<br />
(örneğin Tc-99m radyonüklidi kullanılan işlemlerde 6 saat) bazı basit kuralları<br />
uygulamak çevrenin aldığı radyasyon dozunu asgariye indirmek için faydalı olabilir.<br />
Örneğin bu süre içerisinde hasta tuvaleti kullandığı zaman iki kez sifon çekmeli veya<br />
bol su dökmelidir. Yakınları ile çok yakın temastan (örneğin aynı yatakta yatma)<br />
kaçınmalıdır. Hasta diğer hastalarla birlikte aynı koğuşta kalabilir, ancak arada 2<br />
metrelik bir mesafe olması faydalıdır. Hastanın hekimi, hemşiresi veya hasta bakıcısı<br />
hastaya gerekli olan tüm tıbbi işlemleri uygulayabilir, ancak mümkün olan en kısa<br />
sürede bu işlemler tamamlanmalı ve hasta ile çok yakın mesafede fazladan zaman<br />
geçirilmemelidir. Tüm işlemler eldiven kullanılarak yapılmalı, hasta vücut salgı ve<br />
sıvılarının bulaşmasından kaçınılmalı; herhangi bir bulaş varsa bulaş olan giysi ve<br />
materyaller hemen değiştirilmeli; cilt veya mukozaya bulaş olmuşsa o bölge bol su ile<br />
yıkanmalıdır.<br />
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı ile ilgili temel bilgiler<br />
Yerleşim<br />
Anabilim dalımız İç Hastalıkları Monoblok1. kat A ve B blokları (yaklaşık 1800<br />
m 2 ); ayrıca Samatya giriş kapısı karşısında (Gasilhane’nin önü) tamamen<br />
hayırseverlerin yardımlarıyla anabilim dalımıza kazandırılan ek binada (1700 m 2 )<br />
hizmet vermektedir (Resim-1).<br />
Akademik kadromuz<br />
Anabilim dalımızda 5 adet profesör (4’ü hekim, biri fizik uzmanı), 1 adet doçent<br />
ve 1 adet uzman hekim bulunmaktadır. Kıdem sırasına göre öğretim üyelerimiz: Prof.<br />
Dr. İlhami Uslu, Prof. Dr. Haluk B. Sayman, Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu, Prof. Dr.<br />
Levent Kabasakal, Prof. Dr. Mustafa Demir (Sağlık Fizikçisi) ve Doç. Dr. M. Sait<br />
Sağer’dir. Ayrıca şu an itibarıyla toplam 3 adet uzmanlık öğrencimiz bulunmaktadır.<br />
Nükleer tıp, hekim dışı nitelikli yardımcı sağlık personelin istihdam edilmesi gereken<br />
bir branştır. Hizmetin yürütülebilmesi için hekimlerin yanı sıra sağlık fizikçileri,<br />
radyofarmasistler ve radyokimyacılar, sağlık teknikerleri (Sağlık Meslek Yüksek<br />
Okulu Radyoloji ve Nükleer Tıp Programlarından mezun), hemşireler ve laborantların<br />
ekipte bulunması gereklidir. Anabilim dalımızda 3 sağlık fizikçisi, 3 radyofarmasistradyokimyacı’nın<br />
da içinde olduğu toplamda 76 personel çalışmaktadır.<br />
254
Ekipmanlarımız<br />
Anabilim dalımız her türlü nükleer tıp tetkikini yapabilecek kapasitede, birçoğu<br />
bağış yoluyla alınmış, çağdaş cihaz donanımına sahiptir. Bunlar:<br />
• 3 adet çift detektörlü, 1 adet tek dedektörlü gama kamera<br />
• 2 adet SPECT/BT kamera<br />
• 2 adet PET/BT<br />
• 2 adet kemik dansitometresi<br />
• 1 adet konvansiyonel intraoperatif gama prob ve 1 adet intraoperatif PET-gama<br />
prob<br />
• 2 adet tiroit ultrasonografisi<br />
Radyofarmasi Laboratuvarlarımız<br />
Ülkemizde ilk örnek olan ve 2010 yılında cihazları Avrupa Birliği COST projesi<br />
ile fiziki alt yapısı tamamen modernize edilen, özel koşullara haiz (D sınıfı temiz oda)<br />
hastane içi (in-house) radyoaktif ilaçların sentezlendiği laboratuvardır. Bu<br />
laboratuarda Ga-68 izotopu ile işaretli octreotide türevleri (örneğin Ga-68<br />
DOTATATE) ve Ga-68 PSMA sentezlenerek ve gerekli kalite kontrol testleri yapılarak<br />
nöroendokrin tümörlü ve prostat kanserli hastaların tanısında kullanılmaktadır. Ayrıca<br />
aynı ilaçlar beta emisyonu yapan Lu-177 ile işaretlenerek diğer tedavilerin yararsız<br />
olduğu hastalarda tedavi amacıyla da kullanılmaktadır. Ana radyofarmasi laboratuvarı<br />
haricinde ek binamızda ülkemizde ticari ürün olarak temin edilemeyen F-18 ile işaretli<br />
radyofarmasötiklerin sentezlenebilmesi için BAP projesi ile C sınıfı temiz oda<br />
koşullarına ve kalite kontrol birimine sahip diğer bir radyofarmasi laboratuarı son<br />
dönemde kurulmuştur. Bu laboratuarda şu aşamada araştırma amaçlı F-18 kolin ve<br />
F-18 DOPA radyofarmasötikleri üretilmekte ve proje kapsamındaki hastalara<br />
uygulanmaktadır<br />
Radyofarmasi laboratuvarı içerisinde ayrı bir kan ürünü işaretleme birimimiz<br />
bulunmaktadır. Bu bölümde steril şartlarda hastadan alınan kan örneğinden ihtiyaca<br />
göre eritrositler veya lökositler ayrıştırarak uygun radyonüklidlerle işaretlendikten<br />
sonra infeksiyon görüntüleme amaçlı (işaretli lökosit sintigrafisi) veya gastrointestinal<br />
kanama yerini belirlemede (işaretli eritrosit sintigrafisi) ya da kan havuzu<br />
görüntülemede kullanılmaktadır.<br />
Radyonüklid tedavi servisimiz<br />
Ek binamızın ikinci katında yüksek doz radyonüklid tedavilerin uygulanması<br />
için oluşturulmuş, tüm yüzeylerine radyasyon sızdırmazlığı sağlayan kurşun plakalar<br />
döşenmiş, özel atık depolama sistemine sahip, TAEK’ten tüm radyonüklid tedaviler<br />
için lisans belgesine haiz olan ve Avrupa’da bile nadir rastlanabilen,15 (tek kişilik)<br />
odalı örnek bir servistir. Servisimizde uygulabilir tüm radyonüklid tedaviler<br />
yapılabilmektedir.<br />
Poliklinik ve multidispliner konseylerimiz<br />
Endokrinoloji kökenli hocalarımız tarafından kurulmuş olan anabilim dalımız,<br />
tarihi gelişimi süresince ülkemizdeki diğer nükleer tıp bölümlerinden kısmen<br />
farklılaşarak aynı zamanda etkin bir Tiroidoloji Kliniği olarak da hizmet vermektedir.<br />
Haftanın üç günü hastane otomasyon sistemine açık tiroit polikliniğimizde sorumlu<br />
öğretim üyesinin gözleminde uzmanlarımız ve asistanlarımız tarafından hasta<br />
bakılmaktadır. Bu poliklinikte başta tiroit kanserleri ve hipertiroidiler olmak üzere<br />
çeşitli tiroit hastalarının ilk muayenesinden tüm sintigrafik görüntülemelerine;<br />
255
eraberinde ultrasonografi incelemesine, ilaveten şüpheli tiroit nodüllerinden ve<br />
boyun lenf bezlerinden ince iğne aspirasyon biyopsisinin yapılmasına kadar tanıda<br />
gerekli olan tüm işlemler ardışık olarak uygulamaktadırlar. Böylece tiroit<br />
polikliniğimize başvuran bir hasta en geç iki gün içerisinde tüm muayenesi ve<br />
tetkikleri yapılmış, tanısı konmuş ve tedavisi düzenlenmiş olarak evine<br />
gönderilebilmektedir. Ayrıca hipertiroidili hastaların tedavisi için kullanılan yaygın bir<br />
yöntem olan ayaktan düşük doz I-131 tedavisi de bölümümüzde hekimlerimiz ve<br />
fizikçilerimiz tarafından poliklinik şartlarında çok yaygın olarak uygulanmaktadır.<br />
Geçmişi 30 yılı aşan diğer bir poliklinik hizmetimiz de RIP (Radyoiyot<br />
Polikliniği)’dir. Her Çarşamba günü yapılan bu aktivitede, radyoiyot tedavisi<br />
planlanan yeni hastalar ve daha önce radyoiyot tedavisi uygulanmış hastalar tüm<br />
öğretim üyeleri ve uzmanlarımız tarafından bizzat değerlendirilmektedir. Endokrinoloji<br />
Bilim Dalı ve Endokrin Cerrahisi birimi haricinde dış randevuya kapalı olan bir<br />
uygulamadır.<br />
2015 yılında açtığımız diğer bir poliklinik uygulamamız TRT (Targeted<br />
radyonüklid terapi) konseyidir. Her Salı saat 11:00’de bölümümüzdeki tüm öğretim<br />
üyelerinin ve beraberinde isteyen klinisyenlerin katıldığı, randevuya açık bu konseyde<br />
Lu-177 DOTA-TATE, intrahepatik Y-90 mikroküre, Lu-177 PSMA, ve<br />
radyosinovektomi yapılacak hastalar değerlendirilmekte ve takip edilmektedir. Bu<br />
konseye ilaveten ayrıca iki haftada bir Cuma günleri sabah 8:00’de daha komplike<br />
durumdaki aynı grup hastaların görüşüldüğü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı ile birlikte<br />
yürüttüğümüz ortak bir konseyimiz de bulunmaktadır.<br />
Diğer bir tarihi aktivitemiz ise her Cuma saat 11:00’de yapılan Cerrahi<br />
Konseyi toplantımızdır. Nükleer Tıp, Endokrin Cerrahisi, Endokrin Bilim Dalı, Çocuk<br />
Endokrinolojisi ve Patoloji Anabilim dalı öğretim üyelerinin katıldığı, randevuya açık<br />
bu konseyde cerrahi tedaviye aday gösterilen veya cerrahi uygun olmadığı için yada<br />
cerrahi tedaviden yarar görmeyeceği düşünülen veya cerrahi tedaviden sonra<br />
tamamlayıcı tedavi için nükleer tıp RIP polikliniğine devredilmesi planlanan hastalar<br />
değerlendirilmektedir.<br />
PET / MR projemiz<br />
2000 yılında geliştirilen PET/BT’nin onkolojide standart görüntüleme olması<br />
sonrasında 2010 yılında yüksek yumuşak doku kontrastı gösteren bazı<br />
endikasyonlarda (baş-boyun tümörleri, beyin tümörleri, karaciğer tümörleri, jinekolojik<br />
kanserler ve prostat kanserleri gibi) daha iyi sonuç verebileceği öngörülen MR ile<br />
entegre edilmiş PET cihazları (PET/MR) üretilmeye başlanmıştır. Bu sistemin diğer<br />
bir avantajı da hastaya verdiği radyasyon dozunun PET/BT’ye göre daha az<br />
olmasıdır. Bu nedenle özellikle pediatrik hastalarda daha çok kullanılacağı tahmin<br />
edilmektedir.<br />
2012 yılında PET görüntüleme biriminin mevcut olduğu ek binamızın<br />
büyütülmesi esnasında bu alanda dünyadaki gelişmeler göz önüne alınarak PET/MR<br />
için gerekli olan yaklaşık 100 m 2 büyüklüğünde alan her şeyi hazır durumda rezerve<br />
edilmiştir. Ancak üniversitemizin bütçesinin çok pahalı olan bu cihazı finanse<br />
edemeyecek durumda olması nedeniyle başka finans kaynakları araştırılmış ve<br />
neticede TC Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğünün mali gücünün<br />
bu cihazı almaya yeterli olduğunun anlaşılması üzerine proje bu kurumun ve Sağlık<br />
Bakanlığının yetkililerine aktarılmış ve bu cihazın Marmara Bölgesine hizmet sunması<br />
için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı seçilmiştir. Nitekim söz<br />
256
konusu kurum 5 Eylül 2016 itibarıyla ihale sürecini tamamlamıştır. Cihazın 3 ay<br />
içerisinde birimimize kurulması planlanmaktadır.<br />
İletişim numaralarımız<br />
Nükleer tıp danışma : 21009<br />
Bilgi-işlem : 21879<br />
Nükleer tıp randevu : 21010<br />
Asistan odası : 22983<br />
Rapor değerlendirme : 22982<br />
Sorumlu teknisyen : 21187<br />
Gama Prob sorumlusu : 21010<br />
Rapor sekreterliği : 22974<br />
Rapor-Sonuç dağıtım : 21010<br />
Başhemşire : 22707<br />
Anabilim Dalı Sekreterliği : 21938<br />
Öğretim Üyeleri Sekreterliği : 21938<br />
PET danışma (Ek bina) : 22705<br />
PET randevu-rapor dağıtım : 22706<br />
PPET sorumlu asistan (Ek bina) : 22702<br />
PET sorumlu teknisyen(Ek bina) : 22704<br />
SPECT/BT sorumlu teknisyen : 22985<br />
Radyonüklid tedavi servisi : 22708<br />
Nükleer Tıp Anabilim Dalı’na hasta gönderen hekimlere mesajlar<br />
Sintigrafik tetkikler esas olarak vücut içerisindeki patofizyolojik değişiklikleri<br />
takip ettikleri için hasta ile ilişkili çoklu faktörlerden etkilenebilir. Hastadaki diğer aktif<br />
veya geçirilmiş majorhastalıklar, vücudundaki protezler, geçirdiği ameliyatlar–kazalarmajor<br />
travmalar, bazen kullandığı ilaçlar, görmekte olduğu tedaviler veya yakın<br />
geçmişte yapılan diğer tedaviler sintigrafik görüntülemelerde farklı varyasyonlara<br />
neden olabildiklerinden sintigrafi yorumlanırken bilinmesi gerekli faktörlerdir. Bu<br />
nedenle hasta gönderen klinisyenin istem oluşturulurken bu gibi faktörleri belirtmesi<br />
sintigrafinin sağlıklı yorumlanabilmesi için elzemdir. Ayrıca sintigrafiden istenen asıl<br />
hedefin ve tanısal yaklaşıma katkı isteniyorsa pretest hastalık olasılığının mümkün<br />
olduğunca net olarak bildirilmesi önem taşımaktadır. Örneğin kanser nedeniyle takip<br />
edilen bir hastada nüks/metastaz araştırma amaçlı FDG-PET istendiğinde isteyen<br />
hekimin elindeki kanıtları ve pretest olasılığını nükleer tıp hekimine sunması gerekir:<br />
“tümör belirteçleri mi yükseldi”, “diğer görüntülemelerde nüks/metastaz şüpheli bir<br />
bulgu mu var”, “muayenede şüpheli bir bulgu mu var”, “hastada açıklanamayan bir<br />
semptom mu gelişti”, “sadece sosyal endikasyon mu (hasta talebi gibi) söz konusu”<br />
gibi detaylar; ya da hastanın son dönemde geçirdiği başka bir hastalığın bu<br />
faktörlerinden biri veya birkaç tanesine etki etme olasılığının belirtilmesi ve eldeki<br />
delillerin bize sunulması gibi faktörler sintigrafi sonucunun doğru olarak<br />
yorumlanmasını sağlamak açısından bizim için önem taşımaktadır. Örneğin, pretest<br />
hastalık olasılığı düşük (
myokard perfüzyon sintigrafisi daha iyi sintigrafik görüntüleme kalitesi ve daha<br />
yüksek doğruluk sağladığı için Tc-99m MIBI radyofarmasötiği ile gerçekleştirilir (istek<br />
kağıdında Talyum testi yazılsa bile). Halbuki aynı hastada esas endikasyon “canlı<br />
doku araştırması” ise durum tersine döner ve bu hastalarda Tl-201 klorid (dokuda<br />
redistribüsyon göstermesi nedeniyle) ile yapılan myokard perfüzyon sintigrafisi daha<br />
iyi bilgi verir. Ne yazık ki ülkemizin şartlarında hasta çoğu zaman tetkiklerin bir<br />
kısmını dış merkezlerde yaptırdığından, bizlerin bu bilgilere hastane otomasyon<br />
sisteminden ulaşabilme şansı da olmamaktadır. “Lütfen unutmayınız ki bizler de en<br />
az sizler kadar yoğunuz ve siz ne istediğinize gereken önemi vermezseniz bazen<br />
istemiyerek de olsa size sunacağımız rapor ve yorumlar yüzeysel ve/veya yetersiz<br />
olabilecektir”<br />
Nükleer tıp işlemleri için önemli olan diğer bir konu da hasta hazırlığıdır ve bu<br />
konuda hastayı gönderen klinisyenlerin desteğine ihtiyacımız bulunmaktadır. Her ne<br />
kadar randevu verilirken hastaya veya yakınına anlatılsa ya da randevu formunun<br />
içerisine yazılsa da hastalarımızın önemli bir kısmının, işlem için gerekli olan hazırlığı<br />
yapmadığı veya eksik yaptığı gözlenmekte ve bu da bazen işlemin yetersiz<br />
yapılmasına ya da ertelenerek zaman kaybına yol açmaktadır. Bu nedenle sintigrafik<br />
tetkiki ve/veya radyonüklid tedaviyi talep eden hekimin de bu konuda hastayı ve<br />
hasta yakınlarını ikaz etmesi yararlı olacaktır. Yatan hastalarda da hazırlık sürecinin<br />
takip edilen hemşirelerin gözetiminde tutulması yararlı olabilecektir. Bu konuda en sık<br />
karşılaştığımız örnekler olarak; aç olunması gerekli işlemlere tok olarak veya şekerli<br />
içecekler içilerek gelinmesi, ilaç kesilmesi gereken işlemlerde ilaçların yeterli süre<br />
kesilmemiş olması, tetkik için önerilen kontrast maddenin yeterince içilmemiş olması,<br />
yapılması gereken diyetin yapılmaması vb gibi sayılabilir. Yine bilinen veya<br />
bilinmeyen diabetik hastaların kontrolsüz glukoz düzeyleri ile FDG-PET tetkikine<br />
yollanması, aşırı klostrofobisi olan hastaların veya pediatrik hastaların sedasyon<br />
planlanmadan tetkike gönderilmesi diğer sık karşılaştığımız örneklerdir. Bizi zorlayan<br />
diğer durum da diğer branşlardan destek almamız gereken işlemlerdir. Örneğin<br />
sedasyon gereken durumlarda anestezinin ayarlanması, lomber ponksiyon ve eklem<br />
içi enjeksiyon gibi durumlarda ya da genel durumu (yakın izlenmesi gereken) kötü<br />
hastalarda ilgili hekimin veya sağlık personelinin randevu saatinde hasta başında<br />
bulunmasının sağlanması bazen oldukça sıkıntılı olabilmektedir. Bu gibi durumlarda<br />
da ilgili klinisyenin desteği işimize kolaylaştıracaktır.<br />
Bilindiği gibi ülkemizdeki sağlık hizmetleri çok büyük oranda SGK kurumu<br />
üzerinden halkımıza sağlanmakta ve bu durumda yaptığımız tüm tıbbi işlemlerin<br />
parasal karşılığı bu kurum tarafından sağlanmaktadır. Haliyle ödeme yükü çok ağır<br />
olan SGK kurumumuz kapsamına aldığı sağlık hizmetlerini disipline etmek ve bazı<br />
suistimalleri engellemek adına, bazen tıbbi görüşlerimize ters olsa da hepimizin<br />
uymakla yükümlü SUT’da belirtilen kurallar silsilesini ortaya koymaktadır. Bu nedenle<br />
hepimiz branşımız veya yakın ilişkide olduğumuz diğer branşların işlemleri ile ilgili<br />
SGK kurallarını bilmek ve uygulamak durumundayız. Aksi taktirde yetersiz<br />
endikasyon, gereksiz uygulama vb gibi bazı nedenlerden ötürü verdiğimiz hizmetlerin<br />
bir kısmının karşılığını alamama, bazen de kurumu zarar uğratmaktan dolayı hesap<br />
verme gibi hoş olmayan durumlarla karşılaşmamız mümkün olabilmektedir. Nitekim<br />
örneğin nükleer tıp geri ödeme işlemleri her dönem yaklaşık %5-10 oranında<br />
kesintiye uğramaktadır. Bu bağlamda nükleer tıp için basit örnekler vermek gerekirse;<br />
haklı gerekçe ortaya konulmadan önce asgari üç ay geçmeden PET görüntüleme<br />
tekrarı istenmesi, yine yetersiz gerekçe ile kısa sürede aynı hastaya farklı<br />
radyofarmasötiklerle çoklu sayıda PET görüntüleme istenmesi, SUT tebliğinde izin<br />
verilen endikasyonlar haricinde işlem yaptırılması, gerekçe açıklanmadan aynı amacı<br />
258
taşıyan tetkiklerin (örneğin kemik metastazı araştırmak için kemik sintigrafisi ve NAF<br />
ile PET) kısa zaman aralığı içinde yapılması, yeterli endikasyon oluşmadan<br />
radyonüklid tedavilerin uygulanması vb gibi örnekler sayılabilir.<br />
Yukarıdaki paragraflardan da anlaşılacağı üzere ilişkili olan medikal branşlar<br />
arasında dialog ve iletişim etkin sağlık hizmeti sunmanın temel şartlarından birisi<br />
olarak gözükmektedir. Bu bağlamda tüm nükleer tıp çalışanları tüm meslektaşlarımız<br />
ile iletişime açıktır. Tüm hekimlerimiz hastanemiz içerisinde düzenlenen multidispliner<br />
konseylere elde geldiğinde katkıda bulunmaktadır. Ayrıca istediği sintigrafik tetkik<br />
veya tedaviyi yerinde birebir değerlendirmek ve tartışmak isteyen hekimlerimize<br />
kapımız ardına kadar açıktır ve açık olacaktır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Sorenson JA, Phelps ME . Physics in nuclear medicine. Second edition.. Grune&Stratton, Inc.<br />
Orlando, 1987<br />
2. Mettler FA, Guiberteau MJ. Essentials of Nuclear Medicine Imaging. Fourth Edition. WB Saunders<br />
Company, Philedelphia, 1998.<br />
3. Önsel Ç.Nükleer Tıp Ders Kitabı. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 40. Yılda 40 Kitap Serisi. İstanbul<br />
Üniversitesi Yayın No:273., 2009<br />
4. Demir M. Nükleer Tıp Fiziği ve Klinik Uygulamaları, 2014, Bayrak Matbaası, Ankara.<br />
Tablo 1. SUT Ek 8’deki Nükleer Tıp Uygulamalarını içeren tablo<br />
Kod Solunum Sistemi Açıklamalar<br />
800.620 Akciğer perfüzyon sintigrafisi, planar<br />
800.640 Akciğer Perfüzyon Sintigrafisi, SPECT Akciğer perfüzyon sintigrafisi, planar’a eklenir.<br />
800.641 Akciğer Perfüzyon Sintigrafisi, Kantitatif<br />
800.660 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar (Aerosol) Ventilasyon seti ayrıca fatura edilir.<br />
800.661 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, SPECT (Aerosol) Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar’a (Aerosol) eklenir.<br />
800.670 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar (Technegas)<br />
800.671 Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, SPECT (Technegas) Akciğer Ventilasyon Sintigrafisi, Planar’a (Technegas) eklenir.<br />
Santral Sinir Sistemi<br />
800.680 Beyin Perfüzyon SPECT (Tc-99m HMPAO)<br />
800.681 Beyin Perfüzyon SPECT (Tc-99m ECD)<br />
800.682 Beyin Perfüzyon SPECT, iktal çalışma (Tc-99m ECD)<br />
800.690 Beyin PET BT ayrıca fatura edilemez<br />
800.710 Konvansiyonel Beyin Sintigrafisi Dinamik ve/veya statik<br />
800.720 Sisternografi (In-111 DTPA) Lomber ponksiyon ayrıca fatura edilir<br />
800.730 Sisternografi (Tc-99m DTPA) Lomber ponksiyon ayrıca fatura edilir<br />
800.735 Beyin Reseptör Çalışması, SPECT (I-123 IBZM) Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç imzalı rapor ile<br />
800.740 VentrikülerŞant Açıklığının Araştırılması<br />
Kardiyovasküler Sistem<br />
800.750 Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)<br />
800.755 Miyokard Sempatik İnervasyon Sintigrafisi (I-123 MIBG) Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç imzalı rapor ile<br />
800.760 Radyonükli dVentrikülografi (MUGA), istirahat<br />
800.770 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), SPECT RadyonüklidVentrikülografi (MUGA), istirahat’e eklenir.<br />
800.781 Miyokard Perfüzyon SPECT, reinjeksiyon (Tl-201) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)'e eklenir<br />
800.800 Miyokard Perfüzyon SPECT, GATED (Tc-99m kompleksleri) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tc-99m kompleksleri)’ne eklenir.<br />
800.810 Miyokard Perfüzyon SPECT, GATED (Tl-201) Miyokard Perfüzyon SPECT (Tl-201)'e eklenir.<br />
800.830 Miyokard Perfüzyon SPECT (Tc-99m kompleksleri)<br />
800.840 Miyokard PET, viabilite çalışması BT ayrıca faturalanamaz<br />
800.841 Miyokard PET, perfüzyon çalışması BT ayrıca faturalanamaz. N-13, Rb-82 veya O-15 ile. Ek-8B'ye bakınız.<br />
800.851 Radyonüklid Venografi<br />
800.860 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres<br />
800.861 Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres SPECT Radyonüklid Ventrikülografi (MUGA), Stres’e eklenir.<br />
800.862 Farmakolojik STRES Dobutamin, adenozin ve dipiridamol kullanılarak yapılan farmakolojik stres için<br />
800.863 Miyokard Attenüasyon düzeltme geçerlidir. Miyokard perfüzyon Miyokard perfüzyon sintigrafisine sintigrafisine eklenir. eklenir.<br />
259
İskeket Sistemi<br />
800.870 Artrosintigrafi<br />
800.880 Kemik Sintigrafisi, Üç Fazlı<br />
800.890 Kemik Sintigrafisi, Tüm Vücut<br />
800.900 Kemik Sintigrafisi, SPECT Tüm Vücut veya Üç Fazlı Kemik Sintigrafisine eklenir.<br />
800.901 Kemik PET Ek-8/B'ye bakınız.<br />
800.902 Anatomik korelasyon iskelet sistemi uygulamaları için SPECT-BT cihazları için geçerlidir. Kemik SPECT'e eklenir.<br />
Endokrin Sistem<br />
800.920 Perklorat kovma testi<br />
800.930 Adrenal Korteks Sintigrafisi (I-131 Norkolesterol)<br />
800.940 Paratiroid Sintigrafisi, Dual Faz (Tc-99m MIBI)<br />
800.942 Paratiroid Sintigrafisi, SPECT (Tc-99m MIBI) Paratiroid Sintigrafisi, Dual Faz’a (Tc-99m MIBI) eklenir.<br />
800.950 Tiroid Sintigrafisi<br />
800.951 Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi, görüntüleme yöntemleri eşliğinde<br />
800.960 Tiroid Uptake Çalışması (Tc-99m Perteknetat)<br />
800.970 Tiroid Uptake Çalışması (I-131)<br />
800.971 Anatomik korelasyontiroid ve paratiroid sintigrafileri için Tiroid ve paratiroid sintigrafisi ile birlikte yapılan korelatif USG uygulamaları için<br />
Gastrointestinal Sistem<br />
geçerlidir.<br />
800.990 Gastrointestinal Kanama Çalışması (Tc-99m Kolloid)<br />
800.991 Gastrointestinal Kanama Çalışması (Tc-99m RBC)<br />
800.995 Gastrointestinal Protein Kaybı Çalışması<br />
801.010 GastroösefajialReflü Çalışması<br />
801.020 Hepatobiliyer Sintigrafi<br />
801.030 Karaciğer Dalak Sintigrafisi, Planar<br />
801.031 Karaciğer Dalak Sintigrafisi, SPECT Karaciğer Dalak Sintigrafisi, Planar’a eklenir.<br />
801.040 MekkelDivertikülü Araştırması<br />
801.050 Mide Boşalma Çalışması<br />
801.060 Ösefagus Transit Çalışması<br />
801.070 Tükrük Bezi Sintigrafisi<br />
801.080 Üre Nefes Testi, C-14<br />
Genitoüriner Sistem<br />
801.090 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m DTPA)<br />
801.091 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m MAG-3)<br />
801.092 Böbrek Sintigrafisi, Dinamik (Tc-99m EC)<br />
801.110 Böbrek Parankim Sintigrafisi, SPECT (Tc-99m DMSA) Böbrek Parankim Sintigrafisi, Planar’a (Tc-99m DMSA) eklenir.<br />
801.120 GFR Ölçümü, İn vitro (Tc-99m kompleksleri)<br />
801.121 GFR Ölçümü, Kamera Metodu (Tc-99m kompleksleri) Dinamik Böbrek sintigrafisine eklenir.<br />
801.122 GFR Ölçümü, İn vitro (Cr-51 EDTA)<br />
801.140 Böbrek Sintigrafisi, ACE İnhibitörlü (Tc-99m MAG-3) Çift çalışma.<br />
801.141 Böbrek Sintigrafisi, ACE İnhibitörlü (Tc-99m DTPA) Çift çalışma.<br />
801.150 VezikoüreteralReflü Sintigrafisi, Direk<br />
801.160 VezikoüreteralReflü Sintigrafisi, İndirek Dinamik Böbrek sintigrafisine eklenir.<br />
801.170 Böbrek Parankim Sintigrafisi, Planar (Tc-99m DMSA)<br />
801.180 Testis Sintigrafisi<br />
Enfeksiyon Görüntüleme<br />
801.190 Enfeksiyon Odağı Araştırması, İşaretli Lökosit<br />
801.191 Enfeksiyon Odağı Araştırması, SPECT Tüm vücut enfeksiyon odağı çalışmalarına eklenir.<br />
801.200 Enfeksiyon Odağı Araştırması (Tc-99m HIG)<br />
801.210 Enfeksiyon Odağı Araştırması (Tc-99m Nanokolloid)<br />
801.211 Lökosit İşaretlemesi İşaretli Lökosit ile yapılan enfeksiyon odağı araştırmasına eklenir.<br />
Nükleer Hematoloji<br />
801.220 Dalak Sekestrasyon Çalışması<br />
801.230 Eritrosit Yaşam Süresi Saptanması<br />
801.240 Eritrosit/Plazma/Total Kan Volümü Tayini<br />
801.260 Hepatik Arter Perfüzyon Çalışması<br />
801.271 Hemanjiom görüntüleme, SPECT, işaretli eritrosit ile<br />
801.280 Kemik iliği sintigrafisi<br />
801.290 Lenfosintigrafi<br />
801.310 Selektif Dalak Sintigrafisi (Tc-99m işaretli denatüre eritrosit)<br />
Nükleer Onkoloji<br />
801.330 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m V-DMSA)<br />
801.331 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m V-DMSA) Tc-99m V DMSA tümör görüntülemesine eklenir.<br />
260
801.340 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Ga-67)<br />
801.341 Tümör Görüntüleme, SPECT (Ga-67) Ga-67 tüm vücut taramasına eklenir.<br />
801.350 İyot-131 Tüm Vücut Tarama, Tanısal<br />
801.351 İyot-131 Tüm Vücut Tarama, Tedavi Sonrası<br />
801.360 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (In-111 Oktreotid)<br />
801.361 Tümör Görüntüleme, SPECT (In-111 Oktreotid) In-111 Oktreotid ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />
801.362 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m işaretli peptid)<br />
801.363 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m işaretli peptid) Tc-99m işaretli peptid ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />
801.364 Onkolojik PET (Ga-68 peptid) Ek-8/B'ye bakınız. BT ayrıca fatura edilemez.<br />
801.370 İntraoperatif Gama Prop Uygulaması<br />
801.380 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (I-131 MIBG)<br />
801.381 Tümör Görüntüleme, SPECT (I-131 MIBG) I-131 MIBG sintigrafisine eklenir.<br />
801.382 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (I-123 MIBG)<br />
801.383 Tümör Görüntüleme, SPECT (I-123 MIBG) I-123 MIBG sintigrafisine eklenir.<br />
801.390 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tc-99m Kompleksleri ile)<br />
801.391 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tc-99m Kompleksleri ile) Tc-99m MIBI veya Tc-99m tetrofosmin ile tümör görüntülemesine eklenir.<br />
801.400 Radyoimmünosintigrafi, Tüm Vücut Bir ve/veya daha fazla görüntüleme dahil. Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç<br />
801.401 Radyoimmünosintigrafi, SPECT imzalı Bir ve/veya rapor daha ile fazla görüntüleme dahil. Nükleer Tıp Uzman hekiminin yer aldığı üç<br />
801.410 Sentinel Lenf Nodu Çalışması<br />
imzalı rapor ile. Radyoimmun sintigrafiye eklenir.<br />
801.420 Meme Sintigrafisi Bölgesel ve /veya SPECT<br />
801.430 Tümör Görüntüleme, Tüm Vücut (Tl-201)<br />
801.431 Tümör Görüntüleme, SPECT (Tl-201) Tl-201 tümör görüntülemeye eklenir.<br />
801.440 Onkolojik PET (F-18 FDG) Ek-8/B'ye bakınız. BT ayrıca fatura edilemez<br />
261
SUT EK-2/D-1<br />
POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ (PET) GÖRÜNTÜLEME KLİNİK UYGULAMALARI<br />
A) ONKOLOJİK TÜM VÜCUT F-18 FDG PET (SUT KODU 801.440)<br />
Bu bölüm pozitron yayıcı radyoizotoplar kullanılarak PET kamera (tarayıcı), kombine PET/BT tarayıcı veya koinsidens gama<br />
kameralarda yapılan tanısal görüntüleme işlemlerini kapsar.<br />
801.440 kodlu “Tüm vücut F–18 FDG-PET” inTablo 1’de belirtilen”Onkolojik amaçlı tüm vücutF–18FDG-PET<br />
endikasyonları”kapsamındabedelinin ödenebilmesi için aşağıdaki tanım ve şartlara uygun biçimde istenilmesi ve yapılması gereklidir.<br />
1. Klinik endikasyonlar ile ilgili şartlar:<br />
a) Tanı amaçlı F–18 FDG PET(PET) çalışmalarıgenellikle diğer yöntemlerle tespit edilen malignite şüpheli kitlelerde<br />
(soliterpulmonernodül gibi) metabolikkarakterizasyon amacıyla kullanılır. Bu tür endikasyonlarda PET sonuçlarının invaziv bir<br />
tanısal işlemin yapılmasını önlemeye yardımcı olması esası aranır. Ya da PET sonuçlarının invaziv tanısal bir işlem için yol<br />
gösterici olması (örneğin heterojen ve büyük kitlelerde ya da yeri belirlenemeyen tümörlerde biyopsi yerinin belirlenmesi) tanı<br />
amaçlı PET kullanımı için gereklidir. Bunların dışındaki tanısal uygulamalarda ve özellikle kanser tarama amaçlı PET kullanımı<br />
halinde bedelleri ödenmez. Kanser şüpheli kitlelerde metabolik karakterizasyon amaçlı PET çalışması yapılabilmesi için kitle<br />
boyutunun (en uzun çap) asgari 1(bir) cm olması gereklidir.<br />
b) Evreleme, kanser tanısı almış hastalarda hastalığın yaygınlığının belirlenmesini ifade eder. PET sadece fluorodeoksiglukoz<br />
(FDG) afinitesi yüksek kanserlerde (Tablo 1) evreleme amacıyla kullanılabilir. Evreleme amaçlı PET yapılması için hastada<br />
kemoterapi(KT) ve/veyaradyoterapi (RT) tedavilerine başlanmamış olması şartı aranır. Evreleme amaçlı PET endikasyonu olan<br />
ve RT uygulanması düşünülen tüm tümörlerde aynı zamanda RT planlama endikasyonu ile de PET uygulanabilir. Ancak RT<br />
planlama amaçlı PET uygulamalarının kombine PET/BT tarayıcılarda yapılması şartı aranır.<br />
c) Yeniden evreleme, kanserin ilk tedaviden sonraki takip aşamasında herhangi bir nüks (rekürrens) saptanması veya rekürrens<br />
lehine bulgular olması durumunda başka metastazların olup olmadığını araştırmaya ya da hastalığın yaygınlığını göstermeye<br />
yönelik bir ifadedir. Histolojik olarak kanıtlanmış rekürrens tanısı olmadan PET ile yeniden evreleme yapmak için ya diğer<br />
görüntüleme yöntemleri ile rekürrens veya rezidüel kitle gösterilmesi, ya da tümör belirteçlerinde rezidüel veya rekürrens<br />
hastalık düşündürecek ölçütlerde yükselme tespit edilmesi şartları aranır. Bunların haricinde rekürrens ve/veya metastaz<br />
potansiyeli yüksek olan orta-yüksek dereceli malign melanomlarda ilk 3 (üç) yıl ve yüksek grade’linon-Hodgkinlenfomalardailk 2<br />
(iki) yıl takipte yukarıda belirtilen şartlar aranmaksızın yılda bir kez olmak üzere rekürrens/metastaz kontrol amaçlı rutin PET<br />
endikasyonu konabilir.<br />
d) Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi, KT veya RT’nin tamamlanmasından sonra tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir<br />
ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için kemoterapi tamamlandıktan sonra en erken 2 (iki) hafta, radyoterapi<br />
tamamlandıktan sonra ise en erken 3 (üç) ay geçmiş olması gereklidir.<br />
e) Kemosensitivitenin belirlenmesi, sadece KT ile tedavi edilen ve alternatif KT protokolleri uygulanabilecek kanserlerde, tümörün<br />
uygulanan KT protokolüne erken dönemde (1-3. kür sonrası) verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir uygulamadır. Bu amaçla PET<br />
uygulanabilmesi için tedaviye başlanmadan önce PET ile evreleme çalışmasının da yapılmış olması gereklidir.<br />
2. Diğer şartlar:<br />
a) PET çalışmasının tekrar yapılabilmesi için bir önceki PET çalışmasından sonra asgari 3 (üç) ay süre geçmiş olma şartı<br />
aranır.Ancak kanser tedavisi yanıtının belirlenmesi amacıyla ve nüks şüphesi nedeniyle erken dönemde yapılacak PET<br />
çalışmaları için bu şart aranmaz.<br />
b) Onkolojik amaçlı PET çalışmalarında tüm vücut tarama yapılır. Tüm vücut PET görüntüleme, kafa tabanı ile uyluk üst<br />
kısımlarına kadar olan mesafeyi kapsar. Beyin metastazlarının gösterilmesinde PET’in duyarlılığı düşük olduğu için standart<br />
onkolojik amaçlı PET çalışmasında kraniyal bölgenin görüntülemeye dahil edilmesi şart değildir. Metastaz potansiyeli çok<br />
yüksek olan malign melanom,nöroblastom ve multipl myelom gibi malignitelerde tüm vücut görüntülemesine kraniyal bölge ve<br />
alt ekstremiteler dahil edilmelidir. Ayrıca klinik muayene veya diğer görüntüleme yöntemlerinde kraniyal veya periferik alt<br />
ekstremite tümörü veya metastaz şüphesi olan olgularda da kraniyal bölge ve periferik ekstremiteler görüntülenmelidir.<br />
c) Tüm vücut PET çalışmalarında aynı seansta beyine veya myokarda yönelik görüntülemeler yapılsa dahi ayrıca fatura<br />
edilemezler.<br />
d) PET raporlaması nükleer tıp uzmanlarınca yapılır.<br />
e) PET sonuç raporunda tetkik endikasyonununaçık olarak (ICD 10 kodu ile) belirtilmesi gereklidir.<br />
B) BEYİN PET (SUT KODU 800.690)<br />
Tablo 2’de ifade edilen klinik durumlarla 800.690 kodlu “Beyin PET” işleminin bedelinin ödenebilmesi için gerekli endikasyonlarını,<br />
açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />
C) MYOKARD PET, viabilite çalışması (SUT KODU 800.840)<br />
Tablo 3’te ifade edilen klinik durumla ilgili 800.840 kodlu “Miyokard PET, viabilite çalışması” işleminin bedelinin ödenebilmesi için<br />
gerekli klinik endikasyonlarını, açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />
262
D) ONKOLOJİK PET (Ga-68 ile işaretli bileşikler)<br />
Bu bölüm pozitron yayıcı radyoizotoplar kullanılarak PET kamera (tarayıcı), kombine PET/BT tarayıcı veya koinsidens gama<br />
kameralarda yapılan görüntüleme işlemlerini kapsar.<br />
801.364 kodlu “Ga-68 ile işaretli bileşikler” kapsamında bedelinin ödenebilmesi için Tablo 4’te ifade edilen klinik durumlar ve<br />
aşağıdaki tanım ve şartlara uygun biçimde istenilmesi ve yapılması gereklidir.<br />
3. Klinik endikasyonlar ile ilgili şartlar:<br />
a) Tanı amaçlı Ga-68-peptid PET (PET) çalışmaları hastalıklara spesifik görüntüleme yöntemidir. Ga-68-peptidler günümüzde<br />
somatostatin reseptörü içeren tümörlerde (Ga-68 ile işaretli octreotidpeptidleri) ve prostat spesifik antijen içeren tümörlerde (Ga-<br />
68-PSMA) kullanılmaktadır. Bu nedenle histopatolojik tanısının konmuş olması veya hastalığın varlığının kuvvetli şüphesi<br />
olması gerekir (karsinoidsendrom tanısı, kalsitonin yüksekliği, insülinoma tanısı, PSA yüksekliği gibi). Bu tür endikasyonlarda<br />
PET sonuçlarının invaziv bir tanısal işlemin yapılmasını önlemeye yardımcı olması esası aranır. Ya da PET sonuçlarının invaziv<br />
tanısal bir işlem için yol gösterici olması (örneğin heterojen ve büyük kitlelerde ya da yeri belirlenemeyen tümörlerde biyopsi<br />
yerinin belirlenmesi) tanı amaçlı PET kullanımı için gereklidir. Bunların dışındaki tanısal uygulamalarda ve özellikle kanser<br />
tarama amaçlı PET kullanımı halinde bedelleri ödenmez..<br />
b) Evreleme, kanser tanısı almış hastalarda hastalığın yaygınlığının belirlenmesini ifade eder. Ga-68-peptid PET sadece<br />
somatostatin reseptörü veya PSMA antijeni içeren tümörlerde (Tablo 4) evreleme amacıyla kullanılabilir. Evreleme amaçlı PET<br />
endikasyonu olan ve RT uygulanması düşünülen tüm tümörlerde aynı zamanda RT planlama endikasyonu ile de PET<br />
uygulanabilir. Ancak RT planlama amaçlı PET uygulamalarının kombine PET/BT tarayıcılarda yapılması şartı aranır.<br />
c) Yeniden evreleme, kanserin ilk tedaviden sonraki takip aşamasında herhangi bir nüks (rekürrens) saptanması veya rekürrens<br />
lehine bulgular olması durumunda başka metastazların olup olmadığını araştırmaya ya da hastalığın yaygınlığını göstermeye<br />
yönelik bir ifadedir.<br />
d) Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi, KT veya RT’nin tamamlanmasından sonra tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir<br />
ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için kemoterapi tamamlandıktan sonra en erken 2 (iki) hafta, radyoterapi<br />
tamamlandıktan sonra ise en erken 6 hafta geçmiş olması gereklidir.<br />
4. Diğer şartlar:<br />
a) PET çalışmasının tekrar yapılabilmesi için bir önceki PET çalışmasından sonra asgari 3 (üç) ay süre geçmiş olma şartı aranır.<br />
Ancak kanser tedavisi yanıtının belirlenmesi amacıyla ve nüks şüphesi nedeniyle erken dönemde yapılacak PET çalışmaları<br />
için bu şart aranmaz.<br />
b) Onkolojik amaçlı yapılan Ga-68 PET çalışmalarında tüm vücut tarama yapılır. Tüm vücut PET görüntüleme, kafa tabanı ile<br />
uyluk üst kısımlarına kadar olan mesafeyi kapsar. Prostat kanserinde tüm vücut görüntülemesine kraniyal bölge ve alt<br />
ekstremitelerdahil edilmelidir. Ayrıca klinik muayene veya diğer görüntüleme yöntemlerinde kraniyal veya periferik alt ekstremite<br />
tümörü veya metastaz şüphesi olan olgularda da kraniyal bölge ve periferikekstremiteler görüntülenmelidir.<br />
c) PET raporlaması nükleer tıp uzmanlarınca yapılır. PET ile birlikte tanısal BT yapılması halinde BT raporlaması radyoloji uzman<br />
hekimince yapılır.<br />
d) PET sonuç raporunda tetkik endikasyonunun açık olarak (ICD 10 kodu ile) belirtilmesi gereklidir. Nöroendokrin tümörler vücutta<br />
herhangi bir organdan köken alabileceği için primer tümörün lokalizasyonuna göre ICD-10 kodunun raporlanması<br />
gerekmektedir.<br />
e) Somatostatin reseptör durumunun belirlenmesi ve/veya radyonüklid tedavi için hasta seçimi, somatostatin pozitif-tümörlere<br />
yönelik tedavilerde ve hedefe yönelik Y-90, Lu-177 gibi terapötik işaretli bileşikler ile tedavisi planlanan hastalarda, Ga-68 ile<br />
işaretli bileşikler kullanılarak tedaviye uygun hasta seçilmesini sağlamak amacıyla kullanılır.<br />
Radyonüklid tedavi sonrası yanıt değerlendirme, hedefe yönelik Y-90, Lu-177 gibi terapötik işaretli bileşikler ile tedavi gören<br />
hastalarda tümörün verdiği yanıtı araştırmaya yönelik bir ifadedir. Bu amaçla PET endikasyonu konması için radyonüklid tedavi<br />
tamamlandıktan sonra asgari 3 (üç) ay geçmiş olması gereklidir.<br />
E) Kemik PET (F-18 NaF)<br />
Tablo 5’te ifade edilen klinik durumlarla ilgili 800.901 kodlu “Kemik PET (F-18 NaF)” işleminin bedelinin ödenebilmesi için gerekli<br />
klinik endikasyonlarını açıklamaları ve sınırlamaları kapsamaktadır.<br />
263
TABLO 2- ONKOLOJİK TÜM VÜCUT F-18 FDG-PET ENDİKASYONLARI “801.440 Tüm vücut F-18 FDG-PET” kodu için geçerlidir”<br />
Klinik Durum ICD-10 kodu PET endikasyonları Açıklama ve sınırlamalar<br />
Lenfoma (Hodgkin hastalığı ve non-Hodgkinlenfoma-NHL) C81 – C85<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />
Tedaviye yanıt<br />
FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />
Kemosensitivite FDG tutmayan düşük grade’li NHL olguları hariç<br />
Evreleme<br />
Breslow kalınlığı ≥0.76 mm ve/veya Clarklevel ≥ III olgularda geçerlidir<br />
Malign melanom<br />
C43<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Beyin tümörleri<br />
C71<br />
Tanı<br />
Diğer yöntemlerle netice elde edilemeyen 1 cm’den büyük kitle lezyonların metabolikkarakterizasyonu<br />
Yeniden evreleme Radyasyon nekrozu-rekürren/rezidiv tümör ayırımı<br />
Tanı (primer odak Metastatik servikal lenf nodu varsa geçerlidir<br />
Baş-boyun kanserleri (tiroid tümörleri hariç)<br />
C00 – C14-C32 arama) Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
- İyi differansiyetiroid tümörlerinde tiroidektomi ve radyoiyotablasyon tedavisi sonrası takipte tüm vücut iyot-<br />
Tiroid kanserleri C73 Yeniden evreleme<br />
Meme Kanseri<br />
Akciğer (Küçük hücreli dışı ve küçük hücreli)<br />
Plevralmalignite (Mezotelyoma)<br />
Mediasten-timus-kalp tümörleri<br />
C50<br />
C34<br />
C45<br />
Özefagus kanseri C-15<br />
Mide kanseri C-16<br />
Kolorektal kanser<br />
İnce barsak tümörleri<br />
Gastrointestinalstromal tümör<br />
Karaciğer ve safra yolları tümörleri<br />
Pankreas<br />
Over kanseri<br />
Serviks kanseri<br />
Endometrium kanseri<br />
Vulva-vagen kanserleri<br />
Böbrek kanserleri<br />
Böbreküstü bezi kanserleri<br />
Mesane-üreter kanserleri<br />
Penis ve diğer erkek genital kanserleri<br />
C37 – C38<br />
C18 – C21<br />
C17<br />
C26<br />
C22 – C24<br />
C25<br />
C56<br />
C53<br />
C54 – C55<br />
C51 – C52<br />
C64 – C65<br />
C74<br />
C66 – C67<br />
C60<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
264<br />
131 tarama tetkiki negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi artması durumunda uygulanır<br />
- Meduller kanserde tiroidektomi sonrası takipte diğer görüntüleme yöntemlerinin açıklayamadığı kalsitonin<br />
ve/veya CEA düzeyleri yükselmelerinde uygulanır.<br />
Soliter pulmoner nodül değerlendirme (≥1cm)<br />
Kalsifiye olmayan plevral kalınlaşmalar ve/veya açıklanamayan efüzyonların değerlendirilmesi<br />
Şüpheli kitlelerde metabolik karakterizasyon<br />
Şüpheli kitle gösterilmesi durumunda uygulanır<br />
Karaciğer metastazlarında primer odak aramada geçerli<br />
BT veya MR’da pankreasta kitle varsa uygulanır<br />
CA 125 yükselmiş ise uygulanır<br />
BT veya MR’da 1 cm’den büyük kitle varsa
Testis kanserleri<br />
C62<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Primer kemik tümörleri<br />
C40 – C41<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Multiplmyelom veya plasmasitom<br />
C90<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Tanı<br />
Biyopsi alınması zor kitlelerde metabolik karakterizasyon<br />
Yumuşak doku sarkomları<br />
C49<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Nöroblastom<br />
M9500<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Primeri bilinmeyen metastatik tümörler C80 Tanı Primer tümör aranması<br />
Paraneoplastik sendrom D48.9 Tanı Malign etyoloji aranması<br />
TABLO 3. BEYİN F-18 FDG-PET ENDİKASYONLARI “800.690 beyin F-18 FDG-PET kodu için geçerlidir”<br />
Klinik durum ICD kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />
Dirençli (Refrakter) Epilepsi Nöbetleri<br />
Alzheimer Hastalığı<br />
Bunama<br />
Parkinson hastalığı<br />
Sekonder parkinsonizm<br />
Parkinsonizm, başka yerde sınıflanmış<br />
hastalıklarda<br />
Bazal ganglionların diğer dejeneratif<br />
hastalıkları<br />
Ekstrapiramidal bozukluklar ve hareket<br />
bozuklukları, başka yerde sınıflanmış<br />
hastalıklarda<br />
G40<br />
G30<br />
F02<br />
G20<br />
G21<br />
G22<br />
G23<br />
G26<br />
Epilepsi<br />
belirlenmesi<br />
odağının<br />
Cerrahi yapılması planlanan hastalar<br />
Tanı Tüm yaş grupları için 3. basamak sağlık hizmet<br />
sunucusundan sağlık kurulu raporu alınması şartı aranır<br />
TABLO 4. MİYOKARDFDG-PET ENDİKASYONLARI“800.840 miyokard PET (F-18 FDG ile) kodu için geçerlidir”<br />
Klinik durum ICD 10 Kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />
Miyokard Canlılığı (Viabilite)<br />
I20 - I25<br />
Enfarkt dokusunda miyokard<br />
canlılığının belirlenmesi<br />
Revaskülarizasyon ya da<br />
transplant öncesi miyokard<br />
canlılığının tayini<br />
Miyokard perfüzyon SPECT ile tanı<br />
koyulamayan veya şüpheli sonuç<br />
alınanhastalarda<br />
265
TABLO 5. ONKOLOJİK PET (Ga-68 ile işaretli bileşikler) ENDİKASYONLARI “801.364 Onkolojik PET(Ga-68 ile işaretli bileşikler) kodu<br />
için geçerlidir”<br />
Klinik Durum ICD-10 kodu PET endikasyonları Açıklama ve sınırlamalar<br />
Nöroendokrin tümörler (Herhangi bir<br />
organdan köken alan veya primeri<br />
bilinmeyen nöroendokrin tümörler,<br />
karsinoid tümörler, paratiroid kanseri)<br />
Medüller tiroit kanseri<br />
Papiller ve folliküler tiroit kanseri<br />
Paraganglioma, ganglionöroma<br />
feokromasitoma, ganglionöroma<br />
Nöroblastoma<br />
Prostat Kanseri<br />
Primer<br />
tümörün<br />
köken aldığı<br />
organa göre<br />
(C00-C75,<br />
C80)<br />
C73<br />
C73<br />
C74-C75<br />
C74.9<br />
C61<br />
Tanı (Primer Odak Arama)<br />
Evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Lu-177 Y-90 oktreotid<br />
tedavi planlaması<br />
- Klinik - biyokimyasal olarak karsinoid<br />
sendrom tanısı olan ve diğer görüntüleme<br />
yöntemleri ile odak saptanamayan hastalar<br />
- Klinik - biyokimyasal olarak insulinoma tanısı<br />
olan ve diğer görüntüleme yöntemleri ile odak<br />
saptanamayan hastalar<br />
- Primer tümör aranması<br />
- Nöroendokrin tümör (grade 1-2) tanısının<br />
histopatolojik olarak konulduğu hastalar<br />
- Histopatolojik tanı ile uyumlu olarak tümör<br />
belirteçlerinde tedrici yükselme olan hastalar<br />
Evreleme<br />
Kalsitonin yüksekliği gereklidir<br />
Tedaviye Yanıt<br />
Lu-177 / Y-90 oktreotid<br />
tedavi planlaması<br />
Kalsitonin yüksekliği gereklidir<br />
I-131 tarama tetkiki negatif olan, F-18 FDG<br />
Evreleme<br />
PET negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi<br />
artması durumunda uygulanır<br />
I-131 tarama tetkiki negatif olan, F-18 FDG<br />
Tedaviye yanıt<br />
PET negatif olan ve serum tiroglobulin düzeyi<br />
artması durumunda uygulanır<br />
Lu-177 oktreotid tedavi<br />
planlaması<br />
Tiroglobulin yüksekliği olmalıdır<br />
Tanı<br />
Primer odak arama için<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Histopatolojik olarak tanı konulan hastalar<br />
Tedaviye yanıt<br />
Lu-177 tedavi planlaması<br />
Evreleme<br />
Yeniden evreleme<br />
Tedaviye yanıt<br />
Histopatolojik olarak tanı konulan hastalar<br />
Lu-177 / Y-90 tedavi<br />
planlaması<br />
Evreleme<br />
Gleason skor 7 veya üstü olan ve diğer<br />
Yeniden evreleme<br />
görüntüleme yöntemlerinde (Kemik<br />
Sintigrafisi, BT, MR vb.) şüpheli lezyon<br />
Tedaviye yanıt<br />
bulunmalıdır. Sadece 3. Basamak resmi<br />
sağlık hizmet sunucularında yapılması<br />
halinde ödenir.<br />
TABLO 6. Kemik PET (F-18 NaF) ENDİKASYONLARI “800.901 Kemik PET (F-18 NaF) kodu için geçerlidir”<br />
Klinik durum ICD 10 Kodu PET endikasyonu Açıklama ve sınırlamalar<br />
Kesin Tanı almış Onkolojik Hastalar C00-D48 Tanı<br />
Kemik Sintigrafisi ile kemik metastazı<br />
açısından karar verilemeyen, klinik ve<br />
radyolojik olarak şüphenin devam ettiği<br />
durumlarda, en az biri nükleer tıp uzmanı<br />
ve ilgili klinisyen olmak üzere en az 3 hekim<br />
tarafından hazırlanan sağlık raporu olması<br />
şartı aranır<br />
DİĞER<br />
Aşağıda belirtilen çalışmaların geri ödeme kapsamında olması için, bir üniversite veya eğitim hastanesinden alınan, biri nükleer tip uzmanı,<br />
biri ilgili klinisyen hekim olmak üzere en az 3 hekim tarafından hazırlanan gerekçeli raporun olması şartı aranır.<br />
1) Klinik olarak hastaya yapılmasının faydalı olacağı düşünülen, ancak Tablo 1, 2, 3 ve 4’te belirtilmeyen onkoloji veya onkoloji dışı<br />
endikasyonlarla yapılan tüm vücut F-18 FDG veya Ga-68 işaretli bileşikler ile yapılan PET çalışmaları [Tüm vücut F-18 FDG-PET<br />
(801,440), Onkolojik PET(Ga-68 ile işaretli bileşikler) (801.364)]<br />
2) Miyokard perfüzyon PET (O–15, Rb-82 veya N-13 amonia ile) (800.841)<br />
266