12.01.2017 Views

SinglePage

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

SÖYLEŞİ<br />

s8<br />

BU ÜLKE<br />

KIZLARINI<br />

SEVMEYEN<br />

BIR ÜLKE<br />

YAKIN PLAN<br />

O’NUN<br />

ODASI<br />

Herman<br />

Melville’in 1853<br />

tarihli hikâyesi<br />

‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık<br />

‘küçük’ bir<br />

başyapıt.<br />

s14<br />

DENEME<br />

s8<br />

ANAHTAR<br />

BERLİN<br />

YAYLILARI<br />

Çağımızın vicdanı,<br />

ezilen-dışlanan, her<br />

türden sürgün ve<br />

göçmenlerin gözü,<br />

dili, sözü, sözcüsü<br />

Berger’ın ‘bütün<br />

şiirleri’ Cevat<br />

Çapan’ın çevirisiyle<br />

Türkçede.<br />

YENİ<br />

MÜZE<br />

YAZDI<br />

Herman Melville’in<br />

1853 tarihli hikâyesi<br />

‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir<br />

başyapıt.<br />

s3<br />

s12<br />

kitap<br />

’in okurlarına armağanıdır<br />

25 Kasım 2016<br />

sanat<br />

YIL 15 SAYI: 819<br />

www.radikalkitap.com<br />

BU SAYIDA<br />

CUMA<br />

28<br />

KİTAP TANITIMI<br />

ECE TEMELKURAN<br />

VE AYLIN ASLIM BIR<br />

ARAYA GELDI.<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

Ömer Türkeş s6<br />

BU ÜLKE KIZLARINI<br />

SEVMEYEN BIR ÜLKE<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

İpek Özbey s3<br />

YAKIN<br />

AÇIK<br />

Gönül adamı, usta şair Refik Durbaş<br />

şiirlerindeki kadar içten ve güleryüzlü<br />

bir dille kaleme aldığı ‘Şiirin Gizli<br />

Tarihi’nde Orhan Veli, Necip Fazıl, Edip<br />

Cansever ve daha nice şairimizin<br />

anılarını aktarıyor.<br />

HAYDAR ERGÜLEN s8


SÖYLEŞİ<br />

s8<br />

BU ÜLKE<br />

KIZLARINI<br />

SEVMEYEN<br />

BIR ÜLKE<br />

YAKIN PLAN<br />

s14<br />

O’NUN ODASI<br />

Herman Melville’in 1853<br />

tarihli hikâyesi ‘Kâtip<br />

Bartleby’, 50 sayfalık<br />

‘küçük’ bir başyapıt.<br />

DENEME<br />

s14<br />

ANAHTAR<br />

BERLİN<br />

YAYLILARI<br />

Çağımızın vicdanı,<br />

ezilen-dışlanan, her<br />

türden sürgün ve<br />

göçmenlerin gözü,<br />

dili, sözü, sözcüsü<br />

Berger’ın ‘bütün<br />

şiirleri’ Cevat<br />

Çapan’ın çevirisiyle<br />

Türkçede.<br />

YENİ<br />

s12<br />

MÜZE<br />

YAZDI<br />

Herman<br />

Melville’in<br />

1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip<br />

Bartleby’,<br />

50 sayfalık<br />

‘küçük’ bir<br />

başyapıt.<br />

s3<br />

kitap<br />

’in okurlarına armağanıdır<br />

25 Kasım 2016<br />

sanat<br />

YIL 15 SAYI: 819<br />

www.radikalkitap.com<br />

BU SAYIDA<br />

CUMA<br />

28<br />

KİTAP TANITIMI<br />

YAKIN<br />

AÇIK<br />

Gönül adamı, usta şair Refik Durbaş<br />

şiirlerindeki kadar içten ve güleryüzlü<br />

bir dille kaleme aldığı ‘Şiirin Gizli<br />

Tarihi’nde Orhan Veli, Necip Fazıl, Edip<br />

Cansever ve daha nice şairimizin<br />

anılarını aktarıyor.<br />

HAYDAR ERGÜLEN s8<br />

ECE TEMELKURAN<br />

VE AYLIN ASLIM BIR<br />

ARAYA GELDI.<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

Ömer Türkeş s6<br />

BU ÜLKE KIZLARINI<br />

SEVMEYEN BIR ÜLKE<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

İpek Özbey s3


SÖYLEŞİ<br />

BU ÜLKE<br />

KIZLARINI<br />

SEVMEYEN<br />

BIR ÜLKE<br />

s8<br />

YAKIN PLAN<br />

s14<br />

O’NUN ODASI<br />

Herman Melville’in 1853<br />

tarihli hikâyesi ‘Kâtip<br />

Bartleby’, 50 sayfalık<br />

‘küçük’ bir başyapıt.<br />

DENEME<br />

s14<br />

ANAHTAR<br />

BERLİN<br />

YAYLILARI<br />

Çağımızın vicdanı,<br />

ezilen-dışlanan, her<br />

türden sürgün ve<br />

göçmenlerin gözü,<br />

dili, sözü, sözcüsü<br />

Berger’ın ‘bütün<br />

şiirleri’ Cevat<br />

Çapan’ın çevirisiyle<br />

Türkçede.<br />

YENİ<br />

s12<br />

MÜZE<br />

YAZDI<br />

Herman<br />

Melville’in<br />

1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip<br />

Bartleby’,<br />

50 sayfalık<br />

‘küçük’ bir<br />

başyapıt.<br />

s3<br />

kitap<br />

’in okurlarına armağanıdır<br />

20 Ocak 2017<br />

sanat<br />

YIL: 15 SAYI: 819<br />

www.radikalkitap.com<br />

BU SAYIDA<br />

CUMA<br />

28<br />

KİTAP TANITIMI<br />

YAKIN<br />

AÇIK<br />

Gönül adamı, usta şair<br />

Refik Durbaş şiirlerindeki<br />

kadar içten ve güleryüzlü<br />

bir dille kaleme aldığı<br />

‘Şiirin Gizli Tarihi’nde<br />

Orhan Veli, Necip Fazıl,<br />

Edip Cansever ve daha<br />

nice şairimizin<br />

anılarını aktarıyor.<br />

HAYDAR ERGÜLEN s8<br />

ECE TEMELKURAN<br />

VE AYLIN ASLIM BIR<br />

ARAYA GELDI.<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

Ömer Türkeş s6<br />

BU ÜLKE KIZLARINI<br />

SEVMEYEN BIR ÜLKE<br />

Herman Melville’in 1853 tarihli<br />

hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’,<br />

50 sayfalık ‘küçük’ bir başyapıt.<br />

İpek Özbey s3


kitap<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

Sen Sıdıka’sın,<br />

büyük düşün kızım!<br />

‘Sıdıka’severler! Yaşadınız... Atilla Atalay, yeni kitabı<br />

‘Yavaş Tren’de efsane kahramanını günümüzde<br />

konuşturuyor. Gündem yoğun olunca esprilerin<br />

tadına doyulmuyor.<br />

İPEK ÖZBEY<br />

iozbey@hurriyet.com.tr<br />

Bu yazıyı okuyorsanız Saka<br />

ailesini tanıyorsunuz. Diyelim<br />

hâlâ tanımıyorsunuz, tanışın!<br />

Saka ailesi İstanbul’un kenar<br />

mahallesinde yaşayan bir ailedir.<br />

Okula gönderilmemiş kızları Sıdıka<br />

kendini eğitebilmiş, kitap okuyan,<br />

esprili biridir. Bir abisi vardır.<br />

Aklı azıcık azdır. Bir babası vardır;<br />

epey baskıcı ve alkoliktir. Bir de annesi<br />

vardır ki, aklı fikri Sıdıka’yı evlendirmektedir.<br />

Ama bir yandan da<br />

kızının ‘sorunlu’ olduğunu düşünmektedir<br />

Safiye. Sıdıka’nın günleri<br />

evde geçer. Dış dünyayla bağlantısı<br />

pencereden dışarı izlemesi ve okuduğu<br />

kitaplardır.<br />

Atilla Atalay’ın bir zamanlar<br />

televizyon dizisi de olan karakteri<br />

Sıdıka, ‘Yavaş Tren’de yeni maceralarıyla<br />

karşımızda...<br />

Son dönemde yaşadığımız her<br />

şey Sıdıka ve annesinin gündemine<br />

girmiş.<br />

Öyle ki, kimi zaman annesi kızına,<br />

“Ananı da al git” diyor, kimi zaman<br />

“Niyçün Diyanet’in Mercedes’i<br />

hakkında atıp tutuyosun, çarpılırsın<br />

kız...” diye onu azarlıyor.<br />

İçinde ne olduğunu çoğumuzun<br />

bilmediği torba yasalara da değiniyor,<br />

yarım akıllı talibi Kenar Öbürtekin<br />

ile ‘Üç beş ağaç için cemiyetin<br />

huzurunu tedirgin eden park’ meselesine<br />

de dokunuyor.<br />

‘İstanbul vapurunu seçiyor’ kampanyasını<br />

Kadir Topbaş’ın burnundan<br />

gören yazarımız anneye<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

rüyasında “Kadir Topbaş’ı yeni burnuyla<br />

gösteriyor ve “İstanbul burnunu<br />

seçiyor” diye bir kampanyaya<br />

fikir gönderip birinci seçtiriyor.<br />

Orantısız korumalardan tacizlere,<br />

süpermarketlerdeki alışveriş<br />

çılgınlığından Brexit’e her şeye değiniyor.<br />

Kitabın bir bölümünde Sıdıka<br />

var.<br />

Diğerlerinde Sıkılhan, Lezzet Lalesi,<br />

Sarı Dobra, Bilim Güncesi ve<br />

Yavaş Tren öyküleri...<br />

Bu kitabın sayfalarını çevirdikçe<br />

söyleyeceğiniz en kıymetli söz, “İyi<br />

ki mizah var” olacaktır. Ve tek temenniniz<br />

umarız hep olur...<br />

Kitaptan<br />

Erkeğini delirtme bak Sıdıka! Evinden,<br />

yuvandan, üç yavrundan başka<br />

ne işin olur lan senin! Naapıcan, dışarı<br />

mı çıkıyosun? Gene parka mı gidecen<br />

Sıdıka? Mehmet Ala Alibora’nın o yeşil<br />

sinsi gözlerinin peşine takılıp cemiyetin<br />

aile yapısını parçalatmazlar size<br />

Sıdıka... Kim lan, Mehmet Ala Alibora<br />

kim? Dünyanın en korkak insanı o, ben<br />

biliyorum...<br />

Ohooo, sen hepten beynini altına<br />

kaçırdın be Kenar!<br />

Yalan mı? Parka felan gidecen,<br />

hesapta üç beş ağaç içün cemiyetin<br />

huzurunu tedirgin edicen. Çok<br />

hevesliysen gel, bende büyük bi ağaç<br />

var Sıdıka...<br />

Yuh!<br />

YAVAŞ<br />

TREN<br />

Atilla Atalay<br />

İletişim Yayınları, 2016<br />

438 sayfa, 27.5 TL.<br />

SELİM İLERİ<br />

Gelip geçici bir moda mı<br />

Tanpınar okumak?<br />

Tanpınar ‘özümsenerek’ okunuyor mu, yoksa sadece<br />

gelip geçici bir moda mı Tanpınar okumak? Onun<br />

1938’de ‘tartışmak’ istediği mesele, günümüze kadar<br />

bekledi. Sizce yarın tartışılacak mı?<br />

Birkaç hafta önce Tanpınar’ın<br />

‘yeni’ kitabı ‘Hep Aynı Boşluk’tan<br />

(hazırlayan: Erol Gökşen,<br />

Dergâh Yayınları) söz açmıştım.<br />

Bu kitaptaki bir bölüm ‘Medeniyetler<br />

ve Zihniyetler’ başlığını taşıyor; çok<br />

önemli yazılar. Hele ‘Kendimizin Peşinde:<br />

Çok Mühim Bir Mesele’ yürek<br />

sızlatıcı.<br />

‘Kendimizin Peşinde...’yi Tanpınar,<br />

Ekim 1938’de Bugün’de yayımlamış.<br />

Döneminde yankı uyandırıp<br />

uyandırmadığını bilmiyorum. Handiyse<br />

80 yıl sonra bugün hâlâ taptaze.<br />

Huzur romancısı önce ‘eski harsımıza’<br />

beslediğimiz kayıtsızlıktan söz<br />

açıyor. Bu aldırışsızlığın,<br />

uzak duruşun Tanzimat’tan<br />

beri sürdüğünü<br />

belirtiyor.<br />

(Yıllar sonra güncesinde<br />

de benzeri bir saptama<br />

karşımıza çıkacak.<br />

Geçmişte, söz konusu<br />

saptama üzerine bir<br />

şeyler yazmış, olumsuz<br />

yönde epey eleştirilmiştim.<br />

Bir tür ‘geçmişi savunmak’<br />

gibi alımlanan<br />

o yazım, şimdi uzak ve<br />

biraz tatsız bir anı artık.<br />

Oysa Tanpınar’ın endişesini<br />

bugün büsbütün anlamlı buluyorum.)<br />

Demin söylediğim gibi, yıl 1938.<br />

Tanpınar’dan alıntılıyorum: “İçlerinde<br />

genç muharrir Sabahattin Eyuboğlu<br />

da bulunduğu halde bunlar<br />

diyorlar ki: Bizim bu kadar şairimiz,<br />

musikişinasımız, mimarımız var ve<br />

bunların yüzlerce şaheseri duruyor.”<br />

Sabahattin Bey’in 1930’ların sonunda<br />

kaleme aldığı kimi denemelerini andım.<br />

‘Mavi ve Kara’ya Eyuboğlu onları<br />

almamıştı. Ancak ölümünden sonra<br />

dergi köşelerinde kalmaktan kurtuldu<br />

o denemeler.<br />

Sezgisi, duyuşu, bilgisi çok yüksek<br />

Sabahattin Eyuboğlu, dünün kültür<br />

ve sanat mirasını yeniden yorumlamamızı<br />

önerir. Bir iki mimari başyapıt<br />

için kendisinin kaleminden göz kamaştırıcı<br />

yeni yorumlar okuyabiliriz...<br />

Tanpınar da herhalde o denemelerin<br />

etkisiyle ”(...) Bu her zaman için<br />

yazdıklarımı<br />

sana gönderiyorum<br />

bakir güzellikleri niçin kendi aydınlığımıza<br />

katmayalım?” diye soruyor.<br />

Böylesi bir yaklaşım -ne yazık ki- ilgi<br />

devşirmemiş. Tanpınar’ın söylemiyle<br />

‘devam kanunu’ iki arada bir derede<br />

kalmış; sonuçta gündem dışına itildikçe<br />

itilmiş.<br />

Oysa: ”(...) Başka hiçbir sebep olmasa<br />

dahi, (...) kendi kendini aşağı<br />

görmek kompleksinden kurtulmuş<br />

olmamız için bunu yapmaya mecburuz.”<br />

‘Huzur’ romancısı umutlu mu,<br />

umutsuz mu, yazısından pek anlaşılamıyor.<br />

‘Kendimizin Peşinde...’de Abdülhak<br />

Şinasi Hisar üzerinde<br />

de duruyor Tanpınar.<br />

Abdülhak Şinasi daha o<br />

günlerde yadırganmış:<br />

”(...) Meselâ Abdülhak<br />

Şinasi gibi büyük bir<br />

muharrir daüssılaları anlatmakla<br />

emsalsiz olan<br />

üslûbuyla daha dünkü<br />

hayatımızın manzaralarını<br />

ve çoğu aramızda<br />

yaşayan çehrelerini hatırlamaya<br />

başladığı zaman<br />

çoğumuz bu yazıları<br />

garipsedi.<br />

Sonra Abdülhak Şinasi’nin<br />

edebiyatı ‘Frenk edebiyatları’yla<br />

kıyaslanıyor; Batı’nın bu soy edebiyata<br />

gösterdiği saygı vurgulanıyor. O<br />

günlerde garipsenen Abdülhak Şinasi<br />

1950 sonrasında bütün bütün gözden<br />

düşmüş, hatta ‘gerici’ bir yazar<br />

sayılmıştır. Değerli eseri bugünün<br />

okuruyla buluşabildi mi, yanıtlayamıyorum.<br />

(Onun eşsiz Ahmed Hâşim<br />

monografisini aradık, bir sebeple Kadıköy’ünde<br />

bir kitapçı, “Baskısı yok,<br />

bir daha da basılmayacak” demiş!)<br />

Tanpınar bugün ‘gözde’ bir yazar,<br />

özellikle romancı kişiliğiyle. Geçenlerde,<br />

aziz dostum Ayşe Sarısayın bu<br />

gözde oluşa niçin inanmadığımı sordu.<br />

Bence, her şeyden önce, ‘görece’<br />

bir gözdelik. Tanpınar ‘özümsenerek’<br />

okunuyor mu, yoksa sadece gelip geçici<br />

bir moda mı Tanpınar okumak?<br />

Dilerim yanılıyorum: Onun 1938’de<br />

‘tartışmak’ istediği meseli, o yoğun<br />

tartışmayı günümüze kadar bekledi.


kitap<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

Herhalde yaşadığımızın bir yıkım süreci<br />

olduğuna kimsenin şüphesi yok<br />

Erendiz Atasü yeni romanı ‘Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’nde bize pek tanıdık gelecek bir<br />

hayali ülkenin kuruluş, devrim ve modernleşme sancılarını anlatıyor.<br />

BAHAR ÇUHADAR<br />

bahar.cuhadar@radikal.com.tr<br />

10<br />

Romanın başına düştüğünüz<br />

notta kişi ve olayların düş ürünü<br />

olduğunu belirtiyorsunuz.<br />

Yine de ‘Baharat Ülkesi’nin çektiği<br />

devrim, modernleşme sancılarını bir<br />

noktadan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kuruluş sancılarıyla paralel<br />

okuyor insan. Romanı tam da Türkiye’nin<br />

bu sancılı döneminde yazmış<br />

olmanız, hikâyenin yaratıcısı olarak<br />

ne ifade ediyor size?<br />

Herhalde yaşadığımızın bir yıkım<br />

süreci olduğuna dair bilincim çok keskin,<br />

izlenimim çok güçlü ve çok üzücü.<br />

O nedenle düş gücümde böyle bir<br />

kurgu belirdi. Türkiye’yi anlatayım<br />

diye çıkmadım yola. Zihnimde beliren<br />

olaylar ve kişiler kalemimden yol<br />

bulup bu romana aktı. Yaşadığımız<br />

yıpranma süreci tüm insanlığa, hatta<br />

gezegenimize ait. Belki -umarım öyledir-<br />

geçici bir dönem bu, ama damgasını<br />

vurup öyle geçecek. Yalnızca<br />

bizim Kurtuluş Savaşı’mızdan ve<br />

Cumhuriyet devrimimizden yansımalar<br />

yok kitapta. Başka ülkelerden de<br />

var. Onun için düş ürünü bir ülkede<br />

geçiyor roman.<br />

20. yüzyılda, Sovyet devriminin<br />

başını çektiği büyük devrimler yaşandı.<br />

‘Üçüncü dünya’ ülkeleri Mustafa<br />

Kemal, Gandi, Nelson Mandela ve<br />

yakınlarda yitirdiğimiz Castro gibi<br />

seçkin evlatlar yetiştirdi. Hindistan’ı<br />

gördükten sonra hem ülke, hem Gandi<br />

zihnimi kurcaladı. Orada da soluğu<br />

kesilmiş bir devrim söz konusu. Şurası<br />

gerçek ki devrimler olmasaydı, insanlığın<br />

büyük kısmı içinde debelendiği<br />

maddi ve manevi sefaletten bir parçacık<br />

olsun kurtulamazdı. Ama devrimlerin<br />

de çıkmazları var... Atatürk’le<br />

Gandi –ki çok farklı karakterde insanlar-<br />

arası ama kendi başına ayakta<br />

durabilen bir karakter yaratabilme arzusu<br />

içimde tutku boyutuna yükseldi.<br />

Böyle bir kurgusal kişi devrimlerin<br />

açmazını sorgulamaya yardımcı olabilirdi<br />

ve Cavahar Mehta doğdu.<br />

Baharat Ülkesi’deki Büyük Kurtuluş<br />

Mücadelesi’nin önderi Mehta’nın<br />

yaptıkları okurun gözünün önüne<br />

Kurtuluş Savaşı’mızdan ve Cumhuriyet devrimimizden yansımalar<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

Atatürk’ü getirecektir. Mehta’nın<br />

devriminde eksik olan neydi?<br />

Romandaki devrimci mücadele ile<br />

cumhuriyet devrimimiz arasındaki<br />

en büyük benzerlik toprak sorununu<br />

çözemeyişlerinde yatıyor. Toprak<br />

reformu cumhuriyet hükümetlerinin<br />

Opta verio evelis as dolores sinusa nonseribusam<br />

aut moluptas aut dicit reste labore nem aut ex et labo.<br />

Nullecta velesec tempore ssimus sitias escit dit harum<br />

dem. Itasperferit et aut hitem excepelitas mil in re<br />

volor rest, erum reni consendem vit incia quiae labo.<br />

Cusaniam facero et porios erum alitium quos corio<br />

cusamet eum est, vendam ea et estiand usciate none<br />

nobis eniendignati susam, sequi omni doluptat apis<br />

dolent.<br />

Tur sanisquo inimus ea quos expeles et autem que<br />

nonecep elesten iminisi veliqui dunt pedionseque occatis<br />

sapelliti consequi cusam, que ipsam alit moluptiunt<br />

quam et harum deliqui dipsam, ommosae et reprepudae<br />

es ut voluptur, sit, ut id ut ex evellore plibus<br />

eium eiciis susapiet quo volupta veliam quibus, vid ut<br />

aut ab iderisquat parum quis plit eos et optate moles<br />

dolupta tempos aut hiciis eicia dolut des ipiet fugit od<br />

explabores dolectatur ant et iniminc ipictasped quam<br />

et unt fugias aut maxim repero blaccatatur?<br />

Offici apel iur, temolor epudisquidem hit ea<br />

ipsuntio et imolorem est faci tem in rem reicae libus,<br />

quo ium quis quo eatem coriost isintur simolest, offic<br />

tem consedi tatemol orerias itiiscim quiasi ut et, te<br />

expliquam liquod mi, con pore, od quis vid quias non<br />

amaçları arasındaydı. Gerçekleştiremediler.<br />

Gerçekleştiremezlerdi<br />

çünkü toprak ağalarının hatırı sayılır<br />

bölümü İstiklal Savaşı’na katılmıştı.<br />

Tıpkı Baharat Ülkesi’nde olduğu gibi.<br />

Toprağını koruma güdüsü, toprak sahiplerinin<br />

yabancı istilacıya karşı mücadelelerinin<br />

itici gücüydü. Aynı güdü<br />

kurtuluştan sonra devrimle yollarının<br />

ayrılmasına yol açtı. Ve feodal yaşam<br />

alışkanlıklarının omurgası aşınsa da<br />

kırılmadı. Değişen üretim ilişkileri<br />

bu omurgayı çarpıttıkça çarpıttı ama<br />

kıramadı. Geriye geleneğin ucubeleşmiş<br />

yeni bir çeşitlemesi kaldı.<br />

Mehta en büyük mücadelelerinden<br />

birini kadınları hapseden, yakan, yok<br />

sayan zihniyete karşı veriyor. Kadınların<br />

bunu içselleştirmesi, kendilerini<br />

dinden, tarikatlardan, aşiretlerden<br />

özgürleştirmesi neden mümkün olmuyor?<br />

Nüfusun yarısının fiilen bir alt in-<br />

BAHARAT<br />

ÜLKESİNİN<br />

HAZİN TARİHİ<br />

Erendiz Atasü<br />

Can Yayınları, 2016<br />

264 sayfa, 21 TL.


kitap<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

romanlar arasında<br />

20. yüzyılın yaşlı Avrupa’sının<br />

kalbine yapılan bir yolculuk<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını anlatırken yakaladığı<br />

atmosfer ve karakterlerinin bu atmosferle örtüşen iç dünyaları, Simenon<br />

romanlarının 19. yüzyıl Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

A. ÖMER TÜRKEŞ<br />

6<br />

Georges<br />

Simenon<br />

Fransız yazar Georges Simenon’un<br />

romanları ‘Ustaların Türkçesi’<br />

başlıklı bir edisyonla yeniden<br />

yayımlanıyor. Dizinin ilk iki kitabı Sait<br />

Faik’in çevirdiği ‘Yaşamak Hırsı’ ve<br />

Oktay Rifat’ın çevirdiği ‘Kanaldaki<br />

Ev’i Bilge Karasu çevirisiyle ‘Bella’nın<br />

Ölümü’, Tahsin Yücel çevirisiyle ‘Katil<br />

ve Kaçak’, Erhan Bener çevirisiyle<br />

‘Ormandaki Deli’, Nurullah Ataç çevirisiyle<br />

‘Kiralık Oda’, Oktay Akbal çevirisiyle<br />

‘Manhattan’da Üç Oda’ ve Oğuz<br />

Alplaçin (Hayalet Oğuz) çevirisiyle ‘Üç<br />

Kardeştiler’ izleyecek. Listedeki kitaplar<br />

birkaç kez yayımlanmış, Simenon<br />

hayranlarınca tarafından yalanıp yutulmuş<br />

olmakla birlikte hem yazarın<br />

hatırlanması hem de yeni kuşaklara<br />

tanıtılması açısından sevindirici bir<br />

çalışma.<br />

Polisiye edebiyatın birçok yazarı yarattıkları<br />

kahramanları ile birlikte anılır,<br />

hatta belki de kahramanlarından daha<br />

az hatırlanır. Canon Doyle-Sherlock<br />

Holmes, A. Christie-Hercules Poirot,<br />

Mickey Spillane-Mayk Hammer, Ian<br />

Fleming-James Bond, Raymond Chandler-Phillip<br />

Marlowe çiftlerini getirin aklınıza.<br />

Georges Simenon ve Maigret’i<br />

de bu çiftlerin arasına katabiliriz. Gerçekten<br />

de 75’i roman, 28’i hikâye olmak<br />

üzere tam 103 kitapta karşımıza çıkan<br />

Maigret tiplemesi yazarını gölgede bırakmıştır.<br />

Oysa Simenon’un ‘Maigret’<br />

serisi dışındaki romanları ve polisiyeleri<br />

çok başarılıdır. ‘Ustaların Türkçesi’<br />

edisyonundaki ilk iki kitap Simenon’un<br />

bu türden -yani Maigret’siz- polisiyeleri<br />

arasından seçilmiş.<br />

1 Aralık 1949 ile 27 Temmuz 1950<br />

tarihleri arasında Yedigün Dergisi’nde<br />

- ‘Geceyarısı Trenleri’ adıyla - tefrika<br />

edilen, 1954’te İstanbul Yayınları tarafından<br />

‘Yaşamak Hırsı’ adıyla kitaplaştırılan<br />

roman, Sait Faik tarafından<br />

seçilmiş ve çevirilmiş. Güzel bir evi, iki<br />

çocuğu ve karısıyla mutlu bir hayatı,<br />

saygın bir işi olan, çalışkan bir adamın<br />

hayatındaki büyük değişimi anlatan<br />

hikâyesiyle ‘Yaşamak Hırsı’ tipik bir Simenon<br />

romanı. Oktay Rifat’ın çevirdiği<br />

‘Kanaldaki Ev’ için de aynı şeyi söyleyebilirim.<br />

Yine bir trajediyi anlatan romanın<br />

ilk çevirisi Varlık Yayınları tarafından<br />

1959’da yapılmıştı.<br />

Kentin arka sokaklarında, berduşhanelerde,<br />

meyhanelerde ve hatta genelevlerde<br />

geçen hikâyelerinde yeraltı<br />

edebiyatının sert atmosferini kullanmayı<br />

seven Simenon ‘Yaşamak Hırsı’nda<br />

çok sevdiği bu mekânlarda dolaşıyor.<br />

Roman kahramanı günün birinde, hiç<br />

beklemediği bir anda birini öldüren,<br />

boğazına kadar suça batan sıradan bir<br />

adam. Simenon’un kahramanın ruh<br />

halini didiklerken orta sınıfların steril<br />

hayatlarının ardındaki sırları da ortaya<br />

döktüğü ‘Yaşamak Hırsı’, yazarın ‘Bella’nın<br />

Ölümü’nde zirvesine ulaşan psikolojik<br />

gerilim türündeki romanlarının<br />

iyi bir örneği. Maigret’siz polisiyeler<br />

‘Düpedüz edebiyatçı’<br />

Her iki romanda da mekân ve insanların<br />

sunumlarının ekonomik bir dil ve<br />

sade bir üslupla yapılması dikkatinizden<br />

kaçmayacaktır. Burada sözü bir dil ustasına,<br />

aynı zamanda Simenon hayranı ve<br />

çevirmeni olan Tahsin Yücel’e bırakalım:<br />

“Simenon’un uzun çözümlemelere,<br />

uzun ve dolambaçlı tümcelere gereksinimi<br />

yoktur; tam tersine okuru sıkmaktan<br />

korkarmış ya da acelesi varmış gibi<br />

kısa cümlelerle bir çırpıda söyleyiverer<br />

söyleyeceklerini. Ama neredeyse her<br />

tümcesi küçük olduğu kadar çarpıcı da<br />

olan bir ayrıntıyla karşı karşıya getirir<br />

bizi. Ayrıntılar birbirine eklendikçe de<br />

iklim belirginleşir, kişiler somutlaşır;<br />

ortamları bizim ortamımız, bunalımları<br />

bizim bunalımımız olur.”<br />

Simenon’un hikâyeleri son derece<br />

gerçekçi, sokağı eksiksiz yansıtan, suçu<br />

oyun olmaktan toplumsal ve psikolojik<br />

olana çeviren anlatılardır. Erol Üyepazarcı’dan<br />

bir alıntıyla devam ediyorum:<br />

“Simenon’un gerek Maigret öykülerinde<br />

gerek bunun dışındaki öykülerinde<br />

durmaksızın sözünü ettiği ‘çıplak insanı’<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

YAŞAMAK HIRSI<br />

Georges Simenon<br />

Çeviren: Sait Faik Abasıyanık<br />

Everest Yayınları, 2016<br />

222 sayfa, 15 TL.<br />

araştırması, yazarımıza yaşadığı ortam<br />

ve dünya ile ilişki kuramayan çağdaş<br />

insanın, onu nereye sürüklediği bilinmeyen<br />

dünyasının içinde boşlukta kalan<br />

ve savrulan insanın dramını yazma olanağını<br />

sağladı. Paraya tapan bir toplumun<br />

ortaya çıkmasının neden olduğu<br />

sarsıntıları, toplumsal ve kültürel tartışma<br />

alanlarında orta sınıfın değerlerinin<br />

egemen olmasını, geleneksel kıymet hükümlerinin<br />

yok olmasını, kütlesel kültürün<br />

başat bir rol üstlenmesini, insanların<br />

köklerinden kopmalarının yarattığı sancıları<br />

onun kadar anlatabilen az yazar<br />

vardır. Simenon ‘herkesin yerini bulabileceği’<br />

bir dünyayı, ‘küçük insanlar’ın içtenliğini<br />

ve ‘çocuk masumiyeti’ni yüceltirken<br />

gelişme denen yapmacıklığa, hile<br />

ve düzene, büyük burjuvaziye öldürücü<br />

darbeler indirir.”<br />

Maigret romanlarında da aynı bakış<br />

açısı hâkimdir. Hiçbir zaman rasyonel<br />

aklın huzur verici çözümlemelerine bel<br />

bağlamaz Maigret, suçun ardında soğukkanlı<br />

bir aklın değil duygusal çalkantıların<br />

yattığına inanır, ancak bu inanç<br />

onun soruşturma düzenini etkilemez...<br />

Olayın çözümü kadar, bunun ardındaki<br />

insani gerçekliğin de peşindedir Maigret;<br />

kimi zaman kuralların dışına taşacak,<br />

bütün sıkışmışlıklarıyla ufak tefek<br />

suçlar işleyen insanları görmezden gelecektir.<br />

‘Düpedüz edebiyatçı’<br />

Paris’in yoksul mahallesindeki sefaleti,<br />

Porte d’Italie ve Saint Ouen’deki<br />

küçük kahvelerin sefaletini, varoşların<br />

iğrenç sefaletini ve Montmartre veya<br />

Père Lachaise’in gizli sefaletini iyi bilir<br />

Maigret. Rıhtımlardaki, Maubert Meydanı’ndaki<br />

veya diğer yerlerdekileri de.<br />

Amerika’da, ona çok daha ağır gelen<br />

hırpanilikten uzak, temiz pak bir sefaletin<br />

varlığını da görebilmiştir. Çünkü<br />

kendisinin de içinde olduğu gerçek bir<br />

dünyada yaşamaktadır. Kimler yoktur<br />

ki o dünyada; ihtiyar orospular, alkolik<br />

memurlar, zengin aileler, hırsızlar, eğitimli<br />

küçük burjuvalar, vücutları sayesinde<br />

sınıf atlamaya çalışan cahil genç<br />

kızlar... Fransız toplumunun her sınıfı,<br />

her bireyi; tutkuları, kusur ve maharetleriyle,<br />

gündelik hayatın bütün zorunluluklarıyla<br />

eksiksiz olarak yer alırlar.<br />

Maigret romanları 20. yüzyılın yaşlı<br />

Avrupa’sının kalbine bir yolculuktur<br />

aslında...<br />

Özellikle polisiye seven edebiyat<br />

eleştirmenleri tarafından -belki de biraz<br />

abartılı olarak- mitleştirilen yazarın<br />

en büyük başarısı, insan psikolojisini<br />

eksiksiz yansıtmasındadır. Paris’in<br />

arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç<br />

dünyaları Simenon romanlarının 19.<br />

yüzyıl Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

olduğunun kanıtıdır. Ve tam da<br />

polisiye roman yazarı...<br />

KANALDAKİ EV<br />

Georges Simenon<br />

Çeviren: Oktay Rifat<br />

Everest Yayınları, 2016<br />

165 sayfa, 15 TL.


kitap ROMAN 20 Ocak 2017 Cuma<br />

ÇAĞLAYAN ÇEVİK<br />

ccevik@hurriyet.com.tr<br />

bir paragraf<br />

Ne yaptıysam senin<br />

iyiliğin için!<br />

Montes’in hayal dünyasıyla tanışın, karanlık<br />

bir romanın içinde kaybolacak ve epey<br />

şaşıracaksınız.<br />

Tüm yönleriyle Osmanlı’nın<br />

değişim yılları<br />

Halil İnalcık’ın makalelerinden derlenen ‘Devlet-i Aliyye’ serisi<br />

dördüncü kitabında Osmanlı’nın son yüzyılını, Tanzimat ve<br />

Meşrutiyet gibi reformları ele alıyor.<br />

PELİN ALPASLAN<br />

Teo diye enteresan bir adamın<br />

hikâyesi bu.<br />

Teo, bir tıp öğrencisi.<br />

Kitabın başında sevdiği yegâne<br />

kişi üzerinden tanıyoruz onu.<br />

Gertrude, büyük ihtimalle 60’larında<br />

70’lerinde ölmüş bir kadavraydı.<br />

Ancak ne ilginçtir ki, diğer<br />

öğrencilerin burunlarını tıkayarak<br />

yanına yaklaştığı Gertrude,<br />

Teo’nun hayal sınırlarını zorluyordu.<br />

O ikisi baş başa kaldığında<br />

dünya eriyip gidiyor, geride kalan<br />

yalnızca onlar oluyordu. Gertrude’un<br />

parçalara ayrılmış olması<br />

insani görünümünü yok etmiş<br />

olmasına rağmen, Teo o şekilsiz<br />

göz yuvarlarında bir şey görüyordu:<br />

Bir zamanlar büyüleyici<br />

bir kadının gözlerini. Kimsenin<br />

bakmadığı zamanlarda o gözler<br />

konuşabilirdi.<br />

Leş gibi kokan havuzlardaki<br />

kadavraların çoğu hayattaki amacı<br />

ölmek olan evsizlere, dilencilere<br />

aitti. Paraları yoktu, eğitimleri<br />

yoktu ama kemikleri, kasları, organları<br />

vardı. Gertrude farklıydı.<br />

O ayakların sokaklarda aylak<br />

aylak dolaştığını ya da o ellerin<br />

ortalama bir yaşam boyunca avuç<br />

açtığını hayal etmek zordu. Teo<br />

böyle düşünüyordu.<br />

Çocukken kendini bir canavar<br />

gibi hissederdi Teo. Kimseden<br />

hoşlanmazdı. Kimseye sevgi beslemezdi.<br />

Ya da kimseyi özlemez...<br />

Senenin son dersinde kimseyle<br />

vedalaşmadan çıktı okuldan. Gri<br />

binayı arkasında bıraktı. Gertrude’u<br />

bir daha göremeyecekti. Bir<br />

daha asla özel bir an paylaşamayacaklardı.<br />

Teo, o binadan çıktı çıkmasına...<br />

Ancak tuhaf hayatı bununla sınırlı<br />

olmayacaktı.<br />

Gitmek istemediği bir barbekü<br />

partisinde sıra dışı Clarice<br />

ile karşılaşacaktı ve kadın onun<br />

gergin dudaklarına bir öpücük<br />

konduracaktı. Sevilmeye ihtiyacı<br />

vardı.<br />

Clarice, senaryo yazmaya çalışıyordu.<br />

Kitap, adını onun senaryosundan<br />

aldı: ‘Şahane Günler’.<br />

Genç kadın, bir yandan lezbiyen<br />

ilişki deniyor, bir yandan bir erkekle<br />

sürekli ayrılıp barıştığı bir<br />

‘aşk’ yaşıyordu. İçki içiyor, fazlaca<br />

sigara tüketiyor, annesiyle<br />

kurduğu ‘sorunlu’ ilişkiyi de aynı<br />

evde yaşayarak sürdürüyordu.<br />

Teo, kafasına koymuştu. Clarice<br />

onun olacaktı.<br />

Sex shop’lardan alınan kelepçeler,<br />

ağız tıkacı, kendinden geçiren<br />

iğnelerle tutsak etti kadını.<br />

Sonra ıssız yerlere kaçırdı. Clarice’in<br />

eski sevgilisi, annesi, kendi<br />

annesinin köpeği, saklandıkları<br />

cüce otelinin 7 görevlisi... Bu polisiye<br />

romanda onlar da en heyecanlı<br />

şekilde yerini aldı. Teo, çok<br />

kötü şeyler yaptı ama hep aynı<br />

şeyi söyledi: Ne yaptıysam senin<br />

iyiliğin içindi!<br />

Sıra Clarice’e geldiğinde ölümün<br />

sıcaklığını hissetti Teo ve<br />

orada düşündüğü şey şuydu: Bir<br />

kurban olarak ölmeliydi ki onu<br />

özlesinler!<br />

Raphael Montes, 26 yaşında<br />

genç bir yazar. Brezilya’da doğdu,<br />

Rio de Janeiro’da okudu. Hukuk<br />

okudu ve polisiye romanlar<br />

yazmaya başladı. Hikâyelerinde<br />

bulunan korkunç temalar, onu<br />

bir anda Brezilya’da şöhrete kavuşturdu.<br />

Yazarın ikinci kitabı<br />

‘Şahane Günler’, 13 ülkede yayımlandı.<br />

Bir polisiye roman. Okuru<br />

‘Peki şimdi ne olacak?’ sorusunun<br />

peşine takmadan sürüklemeyi<br />

başarıyor. İki kişi arasında<br />

yaşanan tuhaf duygulara daha<br />

çok kafa yorar hale getiriyor. Hiç<br />

de alışık olmadığımız bir sonla<br />

veda ediyor.<br />

ŞAHANE<br />

GÜNLER<br />

Raphael Montes<br />

Çeviren: Senem<br />

Karagözoğlu<br />

Doğan Kitap, 2016<br />

248 sayfa, 22 TL.<br />

Birkaç ay önce aramızdan ayrılan<br />

‘tarihçilerin kutbu’ Halil İnalcık’ın<br />

kitabı ‘Devlet-i Aliyye - Osmanlı<br />

İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar’<br />

(İş Bankası Kültür Yayınları)<br />

4’üncü cildinde Karlofça Antlaşması’ndan<br />

Cumhuriyet’in<br />

ilanı ve hilafetin kaldırılışına<br />

kadarki dönemi ele alıyor. Devlet-i<br />

Aliyye’nin ilk ciltte Osmanlı’nın<br />

beylikten Balkanlar<br />

ve Ortadoğu’ya hükmeden imparatorluğa<br />

dönüşmesini, ikinci<br />

cildinde padişah otoritesinin<br />

zayıfladığı ve yok olduğu 17’nci<br />

yüzyılı ve bu dönemdeki iktidar<br />

mücadelesini, üçüncü ciltte ise Köprülüler<br />

dönemi ve kader ortağı ve ilişkisini<br />

ele alıyordu. Bu kez büyük kırılmaların<br />

yaşandığı, birçok açıdan baktığımızda<br />

bugünkü Türkiye’yi oluşturan askeri<br />

ve mali dönüşümü, 18’inci yüzyılda güç<br />

kazanan âyanları ve merkezi otoritenin<br />

arayışlarını ele alıyor. Halil İnalcık’ın<br />

1950’den bu yana yaptığı araştırma ve<br />

Kısaca belirtmek gerekiyor ki, Metin<br />

Heper ve Sabri Sayarı’nın derlediği<br />

‘Dünden Bugüne Türkiye - Tarih, Politika,<br />

Toplum ve Kültür’ (İstanbul Bilgi<br />

Üniversitesi Yayınları) kitabı, 2012’de<br />

İngiltere’de yayımlanmış ve başta İngiltere<br />

olmak üzere, Avrupa ve dünyaya,<br />

Türkiye’yi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e<br />

uzanan büyük serüveni<br />

özellikle cumhuriyet döneminde<br />

yaşaanlatmayı amaçlıyor.<br />

Ekonomi, sanat, tarih, politika,<br />

sosyoloji, coğrafya gibi alanlarda<br />

halihazırda çalışmaları olan,<br />

alanında uzman yaklaşık 40<br />

akademisyen ve araştırmacının<br />

kaleme aldığı yazılar ‘kısa’ ama<br />

etkili, tüm yönleriyle bir Türkiye<br />

tarihi sunuyor. Heath W. Lowry’nin<br />

kaleminden beylikten sonraki Osmanlı’nın<br />

‘devlet’ olarak yükselişiyle başlayan<br />

‘Tarih’ bölümü Şevket Pamuk imzalı<br />

Osmanlı ekonomisi ile devam ederek<br />

kaleme aldığı makalelerin derlenmesiyle<br />

oluşturulan ‘Devlet-i Aliyye’ serisi,<br />

Osmanlı tarihini soso-ekonomik<br />

ve siyasi değişimleri ön planda tutarak<br />

anlatan ve meselelere farklı yaklaşımlar<br />

sunan bir derlemedir. Bu<br />

ciltte de örneğin Tanzimat’ın<br />

ilanını Midhad Paşa, Ahmet<br />

Midhad Efendi; II. Meşrutiyet’i<br />

ise İsmail Gaspıralı<br />

ve Ziya Gökalp gibi aydın<br />

ve devlet adamlarının perspektifinden<br />

ele alıyor. 1878<br />

Berlin Antlaşması gibi arka<br />

plandaki uluslararası etkileri<br />

derinlemesine irdelerken<br />

‘Modern Türkiye’nin doğuşunda etken<br />

olan önemli unsurları sosyal, siyasal ve<br />

ekonomik yönlerinden masaya yatırıyor.<br />

Kitabın sonunda yer alan osmanlı<br />

Kronolojisi, Berlin Antlaşması’nın Esas<br />

Maddeleri, 1914’te Anadolu’daki Etnik<br />

Gruplar gibi ekler, kitabın hem araştırmacılara<br />

hem de meraklılarına eksiksiz<br />

bir kaynak olmasını sağlıyor.<br />

Türkiye buraya nasıl geldi?<br />

‘Dünden Bugüne Türkiye’, siyasetten müziğe, ekonomiden çevreye<br />

alanında uzman yaklaşık 40 akademisyenin kaleminden ‘kısa’<br />

bir Türkiye tarihi.<br />

cumhuriyete, oradan 2010’a kadar geliyor.<br />

Kültür bölümünde Talât S. Halman<br />

edebiyatı kaleme alırken, sinema,<br />

mimari, plastik sanatlar, TV ve medya,<br />

müzik hatta kültürel açıdan İslam’ın bu<br />

topraklardaki tezahürleri anlatılıyor.<br />

‘Dünden Bugüne Türkiye’ kitabı Türkiyeli<br />

okur için, kimi bölümlerde<br />

daha çok ‘nitelikli bir giriş’<br />

kitabı olsa da Toplum bölümünde<br />

ele aldığı azınlıklar,<br />

gençlik, kentleşme başlıkları,<br />

Coğrafya bölümünde çevre<br />

üzerine kaleme alınan önemli<br />

incelemeler, okurları yeni<br />

kaynaklara yönlendiriyor. Ele<br />

alınan her alandaki büyük<br />

kırılmaları irdeleyen kitabın<br />

zaman çizelgesinin 2010’da sonlanması<br />

ilk etapta ‘bir eksikmiş gibi’ görünse de<br />

Kıvanç Tanrıyar’ın Türkçeye çevirdiği<br />

kitap bugüne nasıl geldiğimizi sorgulatıyor...


kitap<br />

KAPAK<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

Atatürk’le Gandi arası<br />

bir karakter yaratmak istedim<br />

Erendiz Atasü yeni romanı ‘Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’nde bize pek tanıdık gelecek bir<br />

hayali ülkenin kuruluş, devrim ve modernleşme sancılarını anlatıyor. Kadınların mücadelesi,<br />

kendisinden bekleyeceğimiz üzere hikâyenin ana damarlarından biri...<br />

BAHAR ÇUHADAR<br />

bahar.cuhadar@radikal.com.tr<br />

Romanın başına düştüğünüz<br />

notta kişi ve olayların düş ürünü<br />

olduğunu belirtiyorsunuz.<br />

Yine de ‘Baharat Ülkesi’nin çektiği<br />

devrim, modernleşme sancılarını bir<br />

noktadan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kuruluş sancılarıyla paralel<br />

okuyor insan. Romanı tam da Türkiye’nin<br />

bu sancılı döneminde yazmış<br />

olmanız, hikâyenin yaratıcısı olarak<br />

ne ifade ediyor size?<br />

Herhalde yaşadığımızın bir yıkım<br />

süreci olduğuna dair bilincim çok keskin,<br />

izlenimim çok güçlü ve çok üzücü.<br />

O nedenle düş gücümde böyle bir<br />

kurgu belirdi. Türkiye’yi anlatayım<br />

diye çıkmadım yola. Zihnimde beliren<br />

olaylar ve kişiler kalemimden yol<br />

bulup bu romana aktı. Yaşadığımız<br />

yıpranma süreci tüm insanlığa, hatta<br />

gezegenimize ait. Belki -umarım öyledir-<br />

geçici bir dönem bu, ama damgasını<br />

vurup öyle geçecek. Yalnızca<br />

bizim Kurtuluş Savaşı’mızdan ve<br />

Cumhuriyet devrimimizden yansımalar<br />

yok kitapta. Başka ülkelerden de<br />

var. Onun için düş ürünü bir ülkede<br />

geçiyor roman.<br />

20. yüzyılda, Sovyet devriminin<br />

başını çektiği büyük devrimler yaşandı.<br />

‘Üçüncü dünya’ ülkeleri Mustafa<br />

Kemal, Gandi, Nelson Mandela ve<br />

yakınlarda yitirdiğimiz Castro gibi<br />

seçkin evlatlar yetiştirdi. Hindistan’ı<br />

gördükten sonra hem ülke, hem Gandi<br />

zihnimi kurcaladı. Orada da soluğu<br />

kesilmiş bir devrim söz konusu. Şurası<br />

gerçek ki devrimler olmasaydı, insanlığın<br />

büyük kısmı içinde debelendiği<br />

maddi ve manevi sefaletten bir parçacık<br />

olsun kurtulamazdı. Ama devrimlerin<br />

de çıkmazları var... Atatürk’le<br />

Gandi –ki çok farklı karakterde insanlar-<br />

arası ama kendi başına ayakta<br />

durabilen bir karakter yaratabilme arzusu<br />

içimde tutku boyutuna yükseldi.<br />

Böyle bir kurgusal kişi devrimlerin<br />

açmazını sorgulamaya yardımcı olabilirdi<br />

ve Cavahar Mehta doğdu.<br />

Baharat Ülkesi’deki Büyük Kurtuluş<br />

Mücadelesi’nin önderi Mehta’nın<br />

yaptıkları okurun gözünün önüne<br />

Atatürk’ü getirecektir. Mehta’nın<br />

devriminde eksik olan neydi?<br />

Romandaki devrimci mücadele ile<br />

cumhuriyet devrimimiz arasındaki<br />

en büyük benzerlik toprak sorununu<br />

çözemeyişlerinde yatıyor. Toprak<br />

reformu cumhuriyet hükümetlerinin<br />

amaçları arasındaydı. Gerçekleştiremediler.<br />

Gerçekleştiremezlerdi<br />

çünkü toprak ağalarının hatırı sayılır<br />

bölümü İstiklal Savaşı’na katılmıştı.<br />

Tıpkı Baharat Ülkesi’nde olduğu gibi.<br />

Toprağını koruma güdüsü, toprak sahiplerinin<br />

yabancı istilacıya karşı mücadelelerinin<br />

itici gücüydü. Aynı güdü<br />

kurtuluştan sonra devrimle yollarının<br />

ayrılmasına yol açtı. Ve feodal yaşam<br />

alışkanlıklarının omurgası aşınsa da<br />

kırılmadı. Değişen üretim ilişkileri<br />

bu omurgayı çarpıttıkça çarpıttı ama<br />

kıramadı. Geriye geleneğin ucubeleşmiş<br />

yeni bir çeşitlemesi kaldı.<br />

Mehta en büyük mücadelelerinden<br />

birini kadınları hapseden, yakan, yok<br />

sayan zihniyete karşı veriyor. Kadınların<br />

bunu içselleştirmesi, kendilerini<br />

dinden, tarikatlardan, aşiretlerden<br />

özgürleştirmesi neden mümkün olmuyor?<br />

Nüfusun yarısının fiilen bir alt insan<br />

türü sayıldığı bir ülkede ne kalkınmadan<br />

ne demokrasiden ne özgürlükten<br />

bahsetmek mümkün, ne de<br />

mutluluktan. Bütün devrimler kadın<br />

sorununun üstünde hassasiyetle durmuştur.<br />

Psikoloji araştırmalarının<br />

gösterdiği bir durum var: İnsanların<br />

çok az kısmı içine doğdukları ortama<br />

dışardan bakabiliyor, çoğu kişi durumunu<br />

sorgulamasız kabul ediyor. Bütün<br />

geleneksel kültürlerde kadınlar<br />

baskı altındadır, yaşamları ev içleriyle<br />

ve cinsel yasaklarla kısıtlanmıştır.<br />

Dolayısıyla üzerlerindeki ağır örtüyü<br />

atmaları daha da zor.<br />

Mehta’nın manevi kızı Mavi-rüzgar’ın<br />

askeri pilot olup isyancı aşiretleri<br />

bombalaması Sabiha Gökçen’in<br />

katıldığı Dersim harekâtını getiriyor<br />

SELAHATTİN SÖNMEZ<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

akla. Mavi-rüzgar’ın kitabın başındaki<br />

intihar uçuşunda, bombalarıyla<br />

mağaralarda öldürdüğü kadın ve çocukların<br />

pişmanlığı da var mıdır?<br />

Akla getiriyor tabii. Ancak Mavi-rüzgar’ın<br />

fikir anası da Sabiha<br />

Gökçen’in şahsiyeti değildi. Ankara<br />

Film Festivali’nde gördüğüm, Hindistan’dan<br />

gelen bir filmdi. Filmde,<br />

küçücük yaşında evlendirilmiş ve dul<br />

kalmış kimsesiz bir çocuğu, hayatı<br />

kurtulabilsin diye Gandi’ye teslim<br />

ediyorlardı.<br />

Öyle sanıyorum ki haneye tutsak<br />

geleneksel kadınlık imgesini kırabilmek<br />

üzere somut örnekler yaratmak<br />

istiyordu Atatürk, Sabiha Gökçen’in<br />

savaş pilotu olarak yetiştirilmesi bundan.<br />

Onun da bir dramı var, kimin<br />

üzerine ağır bir toplumsal rol binerse<br />

o kişinin bir dramı olur. Devrim önderleri<br />

de o yüzden dramatik, hatta<br />

trajik kişiler. Kimsenin tek bir sebeple<br />

intihar edebileceğini tahayyül<br />

edemiyorum. Bana öyle geliyor ki,<br />

kişi o duruma geldiği zaman sebepler<br />

artık birbirinden çözülmez bir<br />

alaşım haline geçmiştir. Pişmanlık ya<br />

da pişmanlık duyamamanın sıkıntısı...<br />

Çocukluğunda aldığı yaralar var, onu<br />

erkeklerden de kendi soyundan da<br />

soğutmuş olan... Devrimin uğradığı<br />

ihanetler ve ağır düş kırıklığı da var.<br />

Berrak-su’nun ömrünün son döneminde<br />

karşılaştığı bir genç “Bu<br />

günler de geçecek” diyor, hayatı<br />

mücadeleyle geçmiş bu yaşlı kadına.<br />

Çocukların yoksulluktan öldüğü,<br />

muhalefetin silikleştiği, yazarların,<br />

gazetecilerin hapiste olduğu, gençlerin<br />

nüfusun çareyi kaçmakta bulduğu<br />

bizim bu günlerimiz geçecek mi?<br />

Eninde sonunda bütün günler geçtiğine<br />

göre bu günler de geçecek elbette.<br />

Yerine ne gelecek bilemem. Onurlu<br />

insana düşen, çürüyen ortama en<br />

az ödünü vererek, başını dik tutmak<br />

ve mevzisini korumaya çalışmaktır.<br />

Berrak-su’nun yaptığı da bu. İnsanın<br />

evrendeki konumu Sisifos efsanesine<br />

benzer. Hani Sisifos bir dağa tırmanıp<br />

bir taş taşır; tam taşı doruğa ulaştırır<br />

taş aşağı yuvarlanır: Sisifos yılmaz,<br />

gene taşı yüklenir, gene yukarıya taşır.<br />

Yaşadığımız dönemde, başka zamanlardan<br />

çok daha fazla Sisifos’un<br />

kaderini andırıyor özsaygısını yitirmek<br />

istemeyenleri durumu.<br />

Feminizmi kim bilir ne sanıyorlar<br />

‘Kadınlar da Vardır’ adlı öykünüzde<br />

Servet Hanım ile Doktor Gülşen’in<br />

bireysel uyanışlarını anlatmıştınız.<br />

Öykünün sonunda Gülşen, umudunu<br />

torun Yeşim’e bağlıyor, “Yeşim için<br />

geç değil” diyordu. Bugün 30’larının<br />

sonlarında bir kadın olsa gerek<br />

Yeşim. Nasıl bir kadın oldu o küçük<br />

kız? Feminizmin kazanımlarını hayatlarının<br />

her alanında yaşadığı halde,<br />

‘feminizm’ sözcüğünden korkan<br />

şehirli, orta sınıf kadınlar ne hissettiriyor<br />

size?<br />

Andığınız genç kuşak kadınların<br />

kişilik yapıları güçlü olanlarının,<br />

annelerinin kuşağına göre bireysel<br />

yaşamlarında daha özgür davranabildiklerini<br />

sanıyorum. Ancak daha<br />

mutlu olduklarını göstermiyor. Çalışma<br />

koşulları çok daha çetin, adım<br />

başı ‘mobbing’ ile karşılaşıyor kişi;<br />

toplumsal hayat güvenceden ve dayanışmadan<br />

uzak.<br />

BAHARAT<br />

ÜLKESİNİN<br />

HAZİN TARİHİ<br />

Erendiz Atasü<br />

Can Yayınları, 2016<br />

264 sayfa, 21 TL.


kitap<br />

KAPAK<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

Bize pek tanıdık gelecek<br />

hayali ülkenin kuruluşu<br />

Erendiz Atasü yeni romanı ‘Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’nde bize pek tanıdık gelecek bir<br />

hayali ülkenin kuruluş, devrim ve modernleşme sancılarını anlatıyor.<br />

BAHAR ÇUHADAR<br />

bahar.cuhadar@radikal.com.tr<br />

Romanın başına düştüğünüz<br />

notta kişi ve olayların düş ürünü<br />

olduğunu belirtiyorsunuz.<br />

Yine de ‘Baharat Ülkesi’nin çektiği<br />

devrim, modernleşme sancılarını bir<br />

noktadan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kuruluş sancılarıyla paralel<br />

okuyor insan. Romanı tam da Türkiye’nin<br />

bu sancılı döneminde yazmış<br />

olmanız, hikâyenin yaratıcısı olarak<br />

ne ifade ediyor size?<br />

Herhalde yaşadığımızın bir yıkım<br />

süreci olduğuna dair bilincim çok keskin,<br />

izlenimim çok güçlü ve çok üzücü.<br />

O nedenle düş gücümde böyle bir<br />

kurgu belirdi. Türkiye’yi anlatayım<br />

diye çıkmadım yola. Zihnimde beliren<br />

olaylar ve kişiler kalemimden yol<br />

bulup bu romana aktı. Yaşadığımız<br />

yıpranma süreci tüm insanlığa, hatta<br />

gezegenimize ait. Belki -umarım öyledir-<br />

geçici bir dönem bu, ama damgasını<br />

vurup öyle geçecek. Yalnızca<br />

bizim Kurtuluş Savaşı’mızdan ve<br />

Cumhuriyet devrimimizden yansımalar<br />

yok kitapta. Başka ülkelerden de<br />

var. Onun için düş ürünü bir ülkede<br />

geçiyor roman.<br />

20. yüzyılda, Sovyet devriminin<br />

başını çektiği büyük devrimler yaşandı.<br />

‘Üçüncü dünya’ ülkeleri Mustafa<br />

Kemal, Gandi, Nelson Mandela ve<br />

yakınlarda yitirdiğimiz Castro gibi<br />

seçkin evlatlar yetiştirdi. Hindistan’ı<br />

gördükten sonra hem ülke, hem Gandi<br />

zihnimi kurcaladı. Orada da soluğu<br />

kesilmiş bir devrim söz konusu. Şurası<br />

gerçek ki devrimler olmasaydı, insanlığın<br />

büyük kısmı içinde debelendiği<br />

maddi ve manevi sefaletten bir parçacık<br />

olsun kurtulamazdı. Ama devrimlerin<br />

de çıkmazları var... Atatürk’le<br />

Gandi –ki çok farklı karakterde insanlar-<br />

arası ama kendi başına ayakta<br />

durabilen bir karakter yaratabilme arzusu<br />

içimde tutku boyutuna yükseldi.<br />

Böyle bir kurgusal kişi devrimlerin<br />

açmazını sorgulamaya yardımcı olabilirdi<br />

ve Cavahar Mehta doğdu.<br />

Baharat Ülkesi’deki Büyük Kurtuluş<br />

Mücadelesi’nin önderi Mehta’nın<br />

yaptıkları okurun gözünün önüne<br />

Atatürk’ü getirecektir. Mehta’nın<br />

devriminde eksik olan neydi?<br />

Romandaki devrimci mücadele ile<br />

cumhuriyet devrimimiz arasındaki<br />

en büyük benzerlik toprak sorunu-<br />

10<br />

nu çözemeyişlerinde yatıyor. Toprak<br />

reformu cumhuriyet hükümetlerinin<br />

amaçları arasındaydı. Gerçekleştiremediler.<br />

Gerçekleştiremezlerdi<br />

çünkü toprak ağalarının hatırı sayılır<br />

bölümü İstiklal Savaşı’na katılmıştı.<br />

Tıpkı Baharat Ülkesi’nde olduğu gibi.<br />

Toprağını koruma güdüsü, toprak sahiplerinin<br />

yabancı istilacıya karşı mücadelelerinin<br />

itici gücüydü. Aynı güdü<br />

kurtuluştan sonra devrimle yollarının<br />

ayrılmasına yol açtı. Ve feodal yaşam<br />

alışkanlıklarının omurgası aşınsa da<br />

kırılmadı. Değişen üretim ilişkileri<br />

bu omurgayı çarpıttıkça çarpıttı ama<br />

kıramadı. Geriye geleneğin ucubeleşmiş<br />

yeni bir çeşitlemesi kaldı.<br />

Mehta en büyük mücadelelerinden<br />

birini kadınları hapseden, yakan, yok<br />

sayan zihniyete karşı veriyor. Kadınların<br />

bunu içselleştirmesi, kendilerini<br />

dinden, tarikatlardan, aşiretlerden<br />

özgürleştirmesi neden mümkün olmuyor?<br />

Nüfusun yarısının fiilen bir alt insan<br />

türü sayıldığı bir ülkede ne kalkınmadan<br />

ne demokrasiden ne özgürlükten<br />

bahsetmek mümkün, ne de<br />

mutluluktan. Bütün devrimler kadın<br />

sorununun üstünde hassasiyetle durmuştur.<br />

Psikoloji araştırmalarının<br />

gösterdiği bir durum var: İnsanların<br />

çok az kısmı içine doğdukları ortama<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

dışardan bakabiliyor, çoğu kişi durumunu<br />

sorgulamasız kabul ediyor. Bütün<br />

geleneksel kültürlerde kadınlar<br />

baskı altındadır, yaşamları ev içleriyle<br />

ve cinsel yasaklarla kısıtlanmıştır.<br />

Dolayısıyla üzerlerindeki ağır örtüyü<br />

atmaları daha da zor.<br />

Mehta’nın manevi kızı Mavi-rüzgar’ın<br />

askeri pilot olup isyancı aşiretleri<br />

bombalaması Sabiha Gökçen’in<br />

katıldığı Dersim harekâtını getiriyor<br />

akla. Mavi-rüzgar’ın kitabın başındaki<br />

intihar uçuşunda, bombalarıyla<br />

mağaralarda öldürdüğü kadın ve çocukların<br />

pişmanlığı da var mıdır?<br />

Akla getiriyor tabii. Ancak Mavi-rüzgar’ın<br />

fikir anası da Sabiha<br />

Gökçen’in şahsiyeti değildi. Ankara<br />

Film Festivali’nde gördüğüm, Hindistan’dan<br />

gelen bir filmdi. Filmde,<br />

küçücük yaşında evlendirilmiş ve dul<br />

kalmış kimsesiz bir çocuğu, hayatı<br />

kurtulabilsin diye Gandi’ye teslim<br />

ediyorlardı.<br />

Öyle sanıyorum ki haneye tutsak<br />

geleneksel kadınlık imgesini kırabilmek<br />

üzere somut örnekler yaratmak<br />

istiyordu Atatürk, Sabiha Gökçen’in<br />

savaş pilotu olarak yetiştirilmesi bundan.<br />

Onun da bir dramı var, kimin<br />

üzerine ağır bir toplumsal rol binerse<br />

o kişinin bir dramı olur. Devrim önderleri<br />

de o yüzden dramatik, hatta<br />

trajik kişiler. Kimsenin tek bir sebeple<br />

intihar edebileceğini tahayyül<br />

edemiyorum. Bana öyle geliyor ki,<br />

kişi o duruma geldiği zaman sebepler<br />

artık birbirinden çözülmez bir<br />

alaşım haline geçmiştir. Pişmanlık ya<br />

da pişmanlık duyamamanın sıkıntısı...<br />

Çocukluğunda aldığı yaralar var, onu<br />

erkeklerden de kendi soyundan da<br />

soğutmuş olan... Devrimin uğradığı<br />

ihanetler ve ağır düş kırıklığı da var.<br />

Berrak-su’nun ömrünün son döneminde<br />

karşılaştığı bir genç “Bu<br />

günler de geçecek” diyor, hayatı<br />

mücadeleyle geçmiş bu yaşlı kadına.<br />

Çocukların yoksulluktan öldüğü,<br />

muhalefetin silikleştiği, yazarların,<br />

gazetecilerin hapiste olduğu, gençlerin<br />

nüfusun çareyi kaçmakta bulduğu<br />

bizim bu günlerimiz geçecek mi?<br />

Eninde sonunda bütün günler geçtiğine<br />

göre bu günler de geçecek elbette.<br />

Yerine ne gelecek bilemem. Onurlu<br />

insana düşen, çürüyen ortama en<br />

az ödünü vererek, başını dik tutmak<br />

ve mevzisini korumaya çalışmaktır.<br />

Berrak-su’nun yaptığı da bu. İnsanın<br />

evrendeki konumu Sisifos efsanesine<br />

benzer. Hani Sisifos bir dağa tırmanıp<br />

bir taş taşır; tam taşı doruğa ulaştırır<br />

taş aşağı yuvarlanır: Sisifos yılmaz,<br />

gene taşı yüklenir, gene yukarıya taşır.<br />

Yaşadığımız dönemde, başka zamanlardan<br />

çok daha fazla Sisifos’un<br />

kaderini andırıyor özsaygısını yitirmek<br />

istemeyenleri durumu.<br />

Feminizmi kim bilir ne sanıyorlar<br />

‘Kadınlar da Vardır’ adlı öykünüzde<br />

Servet Hanım ile Doktor Gülşen’in<br />

bireysel uyanışlarını anlatmıştınız.<br />

Öykünün sonunda Gülşen, umudunu<br />

torun Yeşim’e bağlıyor, “Yeşim için<br />

geç değil” diyordu. Bugün 30’larının<br />

sonlarında bir kadın olsa gerek<br />

Yeşim. Nasıl bir kadın oldu o küçük<br />

kız? Feminizmin kazanımlarını hayatlarının<br />

her alanında yaşadığı halde,<br />

‘feminizm’ sözcüğünden korkan<br />

şehirli, orta sınıf kadınlar ne hisset-<br />

BAHARAT<br />

ÜLKESİNİN<br />

HAZİN TARİHİ<br />

Erendiz Atasü<br />

Can Yayınları, 2016<br />

264 sayfa, 21 TL.


kitap<br />

yeni çıkanlar<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

HAZIRLAYAN: ERKAN CANAN<br />

DÜNYAYI DEĞİŞTİREN<br />

DÜŞÜNÜRLER:<br />

3. CİLT, hazırlayan ve<br />

çeviren: Sadık Usta,<br />

Yordam Kitap<br />

Uzun bir çabanın ürünü olan<br />

Dünyayı Değiştiren Düşünürler<br />

serisinin bu cildinin konukları, Aydınlanma,<br />

Fransız Materyalizmi ve<br />

Devrimler Çağı’nın düşünürleri.<br />

Kitap, Voltaire, Rousseau, Diderot,<br />

Thomas Jefferson ve Robespierre<br />

gibi, Marksizmin önceli olan bu on<br />

düşünürün önemli yapıtlarından<br />

yapılmış bir seçkiyi barındırmakta.<br />

ÇOCUKTA<br />

REZİLYANS<br />

Şirin Seçkin ve Alper Hasanoğlu,<br />

Remzi Kitabevi<br />

Rezilyans, olumsuz durumların üstesinden<br />

gelme durumuna verilen<br />

adlardan biri. Bu kitap da, çocuklarda<br />

rezilyansı güçlü kılacak; yani onların<br />

olumsuzluklar karşısında toparlanabilmelerini<br />

sağlayacak bir dizi öneri ve<br />

uygulama barındırıyor. Hangi kişilik<br />

özelliklerinin dayanıklı olmamızı belirlediğini<br />

daha iyi görmek isteyen ebeveynlere<br />

önerilir.<br />

TÜRKİYE’DE ORTA<br />

SINIFIN FOTOĞRAFI<br />

Onur Uca,<br />

Nota Bene Yayınları<br />

Beyaz yakalı orta sınıfı hem teorik<br />

hem de sosyal-gündelik hayattan<br />

örneklerle ele alan sağlam bir çalışma.<br />

Uca, Neslihan, Ayşe, Faruk, Yılmaz ve<br />

Feride gibi karakterleri üzerinden bu<br />

sınıfın ilişkilerine, yönelimlerine ve<br />

yaşam alışkanlıklarına daha yakından<br />

bakıyor, ülkenin beyaz yakalı sınıfının<br />

ilginç tespitler eşliğinde bir fotoğrafını<br />

çekiyor.<br />

BEKÂR ODALARI VE<br />

MEYHANELER<br />

Işıl Çokuğraş, İstanbul Araştırmaları<br />

Enstitüsü Yayınları<br />

18. ve 19. yüzyıl İstanbulu’nu marjinalite<br />

ve tekinsizlik gibi modern kavramlar<br />

çerçevesinde ele alan ve bunları<br />

kentin belirli mekânları üzerinden<br />

tartışan bir eser. Bu bağlamda bekâr<br />

odaları ve meyhaneleri irdeleyen<br />

yazar, bunların iktidarla ve toplumla<br />

ilişkilerini değerlendiriyor, kent içindeki<br />

dağılımlarını tespit ediyor.<br />

AKINTIYA KARŞI<br />

Burçin Gerçek,<br />

İletişim Yayınları<br />

Ermeni soykırımında emirlere karşı<br />

gelerek Ermenileri kurtaranlar ve<br />

iktidara direnerek hayatlarını ve kariyerlerini<br />

riske atanların hikâyesi.<br />

Gerçek, 1915’te Ermeni soykırımı sırasında<br />

Konya, Diyarbakır, Kastamonu,<br />

Sivas, Ankara, Dersim, Erzurum,<br />

Kütahya, Van ve Bitlis gibi yerlerde<br />

kurbanlara yardım elini uzatan isimsiz<br />

kahramanların izini sürüyor.<br />

YARIN SAVAŞTA BENİ<br />

DÜŞÜN<br />

Javier Marías, çeviren: Seda<br />

Ersavcı, Yapı Kredi Yayınları<br />

Víctor, evli olan Marta’nın akşam<br />

yemeği davetine gider. İlk başta her<br />

şey güzel gitmektedir. Fakat Marta<br />

aniden rahatsızlanır ve Víctor’un<br />

kollarında son nefesini verir. Víctor<br />

ise, kaçmak yerine, Marta’nın hayatını<br />

araştırmayı tercih eder. Kahramanımız<br />

kendini, sırlar ve yalanlarla örülü bir<br />

geçmişin içinde bulacaktır.<br />

UZAY YOLU KİTABI<br />

kolektif, çeviren: Tufan<br />

Göbekçin, Alfa Yayınları<br />

Kült yapım Uzay Yolu, 50 yıllık<br />

bir döneme yayılır ve eşi benzeri<br />

görülmemiş bir kurgu alanı yaratır.<br />

Bu şahane rehber de, evrenin<br />

başlangıcından 24. yüzyıl ve ötesine<br />

kadar süren bir tarihle Uzay Yolu’nun<br />

kurgusal evrenini aydınlatıyor.<br />

Yapımın önemli oyuncuları,<br />

kullandıkları gemiler, uzaylı<br />

türleri konularında aydınlanmak<br />

isteyenlere.<br />

IHLAMUR<br />

GÜNLÜKLERİ<br />

Başak Buğday, OT Kitap<br />

Buğday’ın bir dergide yayımlanmış<br />

ve kimi okurların beğenisini kazanmış<br />

aforizmaları bu kitapta. “İncelikli<br />

bir yenilmeyi, vahşi bir zafere tercih<br />

ederim,”, “Kim gerçekten kazanmış<br />

ki; ben kaybetmiş olayım.” ve “Çünkü<br />

her nefret ettiğim şey gibi onu da gizliden<br />

gizliye seviyorum.” gibi aforizmaların<br />

yer aldığı kitap, Ece Zeber’in<br />

desenleriyle de zenginleşmiş.<br />

KONSTANTİNOPOLİS<br />

kolektif, editör: Henry Maguire<br />

ve Robert Ousterhout, çeviren:<br />

Hazal Yalın, Alfa Yayınları<br />

Dumbarton Oaks’ta örgütlenmiş,<br />

Konstantinopolis konulu sempozyuma<br />

sunulmuş bildiriler. Yazarlar, Konstantinopolis’in<br />

kamusal alanlarını, ticari<br />

haritasını ve deniz kıyısındaki mahallelerini,<br />

kara surlarını, geç dönem Konstantinopolis’teki<br />

kiliseleri, şehirdeki<br />

bahçe ve parkları irdeliyor.<br />

MÜZİKTE CİNSELLİK<br />

Fırat Kutluk, H2O Kitap<br />

Müzikte cinsiyet, cinsel kimlik ve<br />

müzikte toplumsal cinsiyeti cesur bir<br />

bakışla ele alan bir inceleme. Kutluk,<br />

bestecinin cinsel tercihinin müziğine<br />

etkileri, eşcinsel müzikoloji, müzikte<br />

kadın, Rock müziğin eril boyutları,<br />

feminist müzik eleştirisi, dansın cinsellik<br />

çağrışımı ve içeriği gibi, Türkiye<br />

açısından yeni sayılabilecek pek çok<br />

konuyu tartışmaya açıyor.<br />

KAZANMA HAYALİ<br />

Bill McDermott, çeviren: Barış<br />

Emre Alkım, Modus Kitap<br />

McDermott, büyük iş yazılımı şirketlerinden<br />

SAP’nin CEO’su. McDermott<br />

bu kitapta, kendi başarı hikâyesini<br />

anlatıyor. Long Island’da işçi sınıfından<br />

bir birey olarak yetişen yazar, iş<br />

dünyasındaki ilk günlerinden Xerox<br />

için kapı kapı dolaşıp fotokopi makinesi<br />

sattığı günlere ve SAP’de CEO<br />

koltuğuna oturmasına uzanan iş deneyimini<br />

paylaşıyor.<br />

UYKUM KAÇTI<br />

Ayla Çınaroğlu, resimleyen:<br />

Mustafa Delioğlu, Hep Kitap<br />

Hikâyemizin kahramanı çocuk, dört<br />

gözle uyumayı beklemektedir. Fakat<br />

nedense, uykusu bir türlü gelmiyor!<br />

Kahramanımız, “Dur bakalım, nereye<br />

gidiyorsun?” diyerek uykusunun peşine<br />

düşer ve ay ile yeryüzü arasında gidip<br />

gelen maceralarla dolu fantastik bir<br />

dünyaya adım atar. Gerek hikâyesiyle<br />

gerekse de resimleriyle göz dolduran<br />

bir kitap.<br />

KARACAOĞLAN<br />

Ahmet Şükrü Esen,<br />

İş Kültür Yayınları<br />

Karacaoğlan, Esen’in âşık edebiyatı ve<br />

anonim halk edebiyatı alanındaki 30<br />

yıllık derleme çalışmalarının ilk ürünü.<br />

Esen’in derlediği Karacaoğlan şiirleri, bir<br />

sözlük, kapsamlı bir dizin ve kaynakça<br />

ile zenginleşiyor. Kitaba, İsmail Görkem’in,<br />

Türk sözel kültüründe Karacaoğlan’ın<br />

yerini ve Esen’in çalışmalarını<br />

irdelediği iki yazı da eşlik etmekte.<br />

SESSİZ RİCAT<br />

Şahan Şahnur, çeviren:<br />

Maral Aktokmakyan ve Artun<br />

Gebenlioğlu, Aras Yayıncılık<br />

İstanbul’dan Paris’e göç eden Ermenilerden<br />

Şahnur’un, 1915 ve<br />

sonraki yıllarda hayatta kalarak Batı<br />

ülkelerine savrulmuş Ermenilerin<br />

yaşadıkları derin travmayı çarpıcı ve<br />

yenilikçi tarzda işleyen romanı. Roman,<br />

Ermenilerin kimliğine yönelik<br />

eleştirileri ve dönemine göre cesur<br />

sayılabilecek erotizmiyle dikkat çekiyor.<br />

HAYALİ SERMAYE<br />

Max Haiven,<br />

çeviren: Yasin Emre Kara,<br />

Koç Üniversitesi Yayınları<br />

Finans sektörünün gündelik yaşama<br />

etkilerini zengin örnekler eşliğinde<br />

ortaya koyan bir kitap. Finansal uygulamalar,<br />

anlatılar, ideolojiler ve kimliklerin<br />

sosyal dokunun her yerinde iç içe<br />

geçtiğini belirten Havien’e göre, finans<br />

sektörünün artan ekonomik ve maddi<br />

gücü, kültür dünyasındaki artan etkisiyle<br />

yakından bağlantılı.<br />

18


20. yüzyılın<br />

Avrupa’sının<br />

kalbine yapılan<br />

sanat<br />

bir yolculuk<br />

Et ut unto vel esed exerci dignimi<br />

nverum aut fuga. Ut quaspel<br />

maios serumqui dolutectae estet,<br />

volut maiosti con net, officitaeris<br />

nosanis restiae cus.<br />

Apienditia eos et eum quam<br />

Et ut unto vel esed<br />

exerci dignimi nverum<br />

aut fuga.<br />

25 Kasım 2016 Cuma<br />

ES ALIATIATIS ETUR<br />

MAXIMPORI NATEMPE LAUT<br />

Sait Faik tarafından seçilmiş<br />

ve çevirilmiş. Güzel bir evi, iki<br />

çocuğu ve karısıyla mutlu bir<br />

hayatı, saygın bir işi olan, çalışkan<br />

bir adamın hayatındaki<br />

büyük değişimi anlatan hikâyesiyle<br />

‘Yaşamak Hırsı’ tipik bir<br />

Simenon romanı. Oktay Rifat’ın<br />

çevirdiği ‘Kanaldaki Ev’ için de<br />

aynı şeyi söyleyebilirim. Yine<br />

bir trajediyi anlatan romanın<br />

ilk çevirisi Varlık Yayınları<br />

Et ut unto<br />

vel esed exerci<br />

dignimi nverum<br />

aut fuga. Ut<br />

quaspel maios<br />

serumqui do-<br />

Et ut unto vel used<br />

exedignverum aut fuga.<br />

Ut quaspel maiserumqui<br />

dolutecestet,volutmaiosti<br />

connet,offierisnosanis<br />

restiae cus.<br />

Apienditia eos et eum<br />

quam ventur, sequatiaere,<br />

con Tio<br />

Osed exerci dignimi nverum aut<br />

fuga. Ut quaspel maios<br />

Et ut unto<br />

vel esed exerci<br />

dignimi nverum<br />

aut fuga. Ut<br />

HENDIPIDI UT VOLUPTAT ET<br />

LATUR, QUOD QUE CUM ET<br />

LAUT QUIS UNT.<br />

ACERAECES UT OD QUIDEL<br />

Güzel bir evi, iki çocuğu ve<br />

karısıyla mutlu bir hayatı,<br />

saygın bir işi olan, çalışkan<br />

bir adamın hayatındaki büyük<br />

değişimi anlatan hikâyesiyle<br />

‘Yaşamak Hırsı’ tipik bir Simenon<br />

romanı. Oktay Rifat’ın<br />

çevirdiği ‘Kanaldaki Ev’ için de<br />

aynı şeyi söyleyebilirim. Yine<br />

bir trajediyi anlatan romanın<br />

ilk çevirisi Varlık Yayınları<br />

tarafından yapılmıştı. Otatur<br />

sed et faccae volorerum voluptati<br />

de eum audandus<br />

20<br />

21 22 23 24 25<br />

OLUM RERUMQUE<br />

et voluta dolorpo<br />

rionsed eaque velendae<br />

maxim cus asit<br />

ut re culpa suntium<br />

QUAM QUIDEST<br />

modi si dolum rerumque<br />

et voluta dolorpo<br />

rionsed eaque velendae<br />

maxim cus asit<br />

VOLUTA DOLORPO<br />

rionsed eaque velendae<br />

maxim cus asit<br />

ut re culpa suntium<br />

asped quiatium<br />

SIRASÇISI IBUS<br />

re si di tem et ut<br />

quam quidest modi<br />

si dolum rerumque<br />

et voluta dolorpo<br />

RIONSED EAQUE<br />

velendae maxim cus<br />

asit ut re culpa suntium<br />

asped quiatium<br />

faccus ra volorendi<br />

MAXIM CUS<br />

asit ut re culpa suntium<br />

asped quiatium<br />

faccus ra volorendi<br />

ute eri dollaut ipis


sanat<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını anlatırken<br />

adığı atmosfer ve karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon romanlarının 19. yüzyıl<br />

Nitatis volorias sit maximinum ut ut aliandione accabo. Nequis dolupta tiost, tet in non<br />

prerit la plaut fugiam, volorro venihicius presedigent, aut odi tenis adi quist, sunt maio.<br />

Et quassit ad quuntia de dolupta dolore pliae sint es adit vero velitat et aborepra nis nem<br />

quate quis que enem nat ma vid qui suntis ea dolores simporeritis dolentur? Cea doluptate<br />

nimporem dus, consequasped qui ut ut eaquatur, am quo cor aut am exces etum aut<br />

enis eostis cora ium expel maiorrundita nonsequam reprorecae cum faciis plat.<br />

Ipietur? Venimol ectessum la quas estis qui berum excepro omnihil loremporibus mi, quis as rem<br />

laceati anditatquis volutate corpore pedipis arum es susda velit, sequatiam aliqui consequiam voluptatus<br />

erum rerum aut modiores di blandaest dolupta aut de rate erum essi seque nus parchillam lam fugitio<br />

quo il moluptatia volupic iendige ndessundeles quo comnit, offic tem comnis doles quidellitem quis qu-<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

Paris’in arka sokaklarını<br />

ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken<br />

Manlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı Et earchitio. Et ulliqua<br />

epudita tatume nonse sed es nam sime<br />

idi dolesed ulparit ero consequi doloremquae<br />

nitaturitae asitatius et rem quo illandi ditaque<br />

estiste por amus sitaquam, sint exceatur,<br />

explaboria sintis ad et utendeles esto bereptaecab<br />

ium harum faccum arum eatur,


sanat<br />

müzik<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

20. yüzyılın yaşlı Avrupa’sının<br />

kalbine caz yolculuğu<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız<br />

taşrasını anlatırken yakaladığı atmosfer<br />

ve karakterlerinin bu atmosferle örtüşen iç<br />

dünyaları, Simenon romanlarının 19. yüzyıl<br />

Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

KEREM GÖRSEV<br />

Paris’in arka sokaklarını ve<br />

Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve<br />

karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon<br />

romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

12<br />

Nitatis volorias sit<br />

maximinum ut ut<br />

aliandione accabo.<br />

Nequis dolupta tiost,<br />

tet in non prerit la<br />

plaut fugiam, volorro venihicius<br />

presedigent, aut odi tenis adi quist,<br />

sunt maio. Et quassit ad quuntia<br />

de dolupta dolore pliae sint<br />

es adit vero velitat et aborepra<br />

nis nem quate quis que enem nat<br />

ma vid qui suntis ea dolores simporeritis<br />

dolentur? Cea doluptate<br />

nimporem dus, consequasped qui<br />

ut ut eaquatur, am quo cor aut am<br />

exces etum aut enis eostis cora<br />

ium expel maiorrundita nonsequam<br />

reprorecae cum faciis plat.<br />

Ipietur? Venimol ectessum la<br />

quas estis qui berum excepro omnihil<br />

loremporibus mi, quis as rem<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız<br />

taşrasını anlatırken yakaladığı<br />

atmosfer ve karakterlerinin bu<br />

atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl<br />

Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

laceati anditatquis volutate corpore<br />

pedipis arum es susda velit,<br />

sequatiam aliqui consequiam voluptatus<br />

erum rerum aut modiores<br />

di blandaest dolupta aut de rate<br />

erum essi seque nus parchillam<br />

lam fugitio quo il moluptatia volupic<br />

iendige ndessundeles quo<br />

comnit, offic tem comnis doles quidellitem<br />

quis quiassinctem fuga.<br />

Accae parum qui nos simintum es<br />

autem ab imporpora sum quo beaquatur,<br />

ulpa sunt dolora vent aut<br />

et fuga. Ciae esecumet, alit inisint<br />

desti ommodis ad quossitiunt aut<br />

re dolore dolupta tionsed et, si doluptatur<br />

alignis quas utature icillacias<br />

doloreiunt eos doloriam et<br />

idendae cus.<br />

Ici rate dolupiduciis nectemp<br />

oriasit qui sent vit maximus dolupta<br />

temquam etur? Bearcil itatiam<br />

dolectibus, sa con exceper speris<br />

eaquodipitat que perae. Ita core<br />

voluptius.<br />

Vollace pudignatem quid exerum<br />

dolorpo rporehendit et et vellatem<br />

rendio. Daeserat.<br />

Namusae commoluptum faceatu<br />

reperro et ame quam ist, cone<br />

pra volorun disciassunt laccab<br />

ima qui voluptat aut quias simporio<br />

omnis undebit et utem etur,<br />

quis rehenimpore cus conseri beatis<br />

earchic illicia voluptati rectem<br />

autem quatatem re ma nossequi il<br />

idit ut accupta sperum comnimo<br />

luptis estemqu ideliqu atquae int<br />

que sectisquod molo exces ad<br />

Vendit que nimus, sam lit ent et<br />

quis rerspelit facculp arissi occulpa<br />

doluptum ut re por aut doluptatenda<br />

que prest porehendam<br />

quiae endipid que sed quam eium<br />

num qui commoluptas et faccuptaecab<br />

iuntus ab ium volutem oditatis<br />

plam qui cuptat que demporatem<br />

volupti dunti aliquae odipsum<br />

atet aut aut illaut quo iure re ipsa<br />

qui con necti voluptia doluptaecum<br />

culparc itiunti sim consenecum,<br />

quia sitione volorepeles<br />

vellandis comnimil il endae. Im<br />

facimol uptasimil iuntota tiuntest<br />

aut oditas cuscide nduntor rovitio<br />

nemquat uremquae. Ut hit, sequatiur<br />

ad que corporibea sus, nos<br />

dolorio. Nimagni ad endignia aut<br />

ipsam, santia aut mo essim nost<br />

quas est et, ut faciatur ratet reium<br />

et occus ad qui optur res millore<br />

icillam earum apitatus.<br />

Ellibus doles volliqui dolore por<br />

sunt lam, sinimin eni nonsequis


sanat<br />

müzik<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

Ne yaptıysam senin<br />

iyiliğin için!<br />

Montes’in hayal dünyasıyla tanışın, karanlık<br />

bir romanın içinde kaybolacak ve epey<br />

şaşıracaksınız.<br />

SERDAR BALİ<br />

14<br />

Paris’in arka sokaklarını ve<br />

Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç<br />

dünyaları, Simenon romanlarının<br />

19. yüzyıl Fransız gerçekçilerinin<br />

mirasçısı Ipisi dolupid ea nihitae<br />

parchil in rem quuntiat ut aliquam<br />

ni dolupta nimusame nem<br />

Teo diye enteresan bir adamın<br />

hikâyesi bu.<br />

Teo, bir tıp öğrencisi. Kitabın<br />

başında sevdiği yegâne kişi üzerinden<br />

tanıyoruz onu. Gertrude, büyük ihtimalle<br />

60’larında 70’lerinde ölmüş bir<br />

kadavraydı. Ancak ne ilginçtir ki, diğer<br />

öğrencilerin burunlarını tıkayarak yanına<br />

yaklaştığı Gertrude, Teo’nun hayal<br />

sınırlarını zorluyordu. O ikisi baş başa<br />

kaldığında dünya eriyip gidiyor, geride<br />

kalan yalnızca onlar oluyordu. Gertrude’un<br />

parçalara ayrılmış olması insani<br />

görünümünü yok etmiş olmasına rağmen,<br />

Teo o şekilsiz göz yuvarlarında<br />

bir şey görüyordu: Bir zamanlar büyüleyici<br />

bir kadının gözlerini. Kimsenin<br />

bakmadığı zamanlarda o gözler konuşabilirdi.<br />

Leş gibi kokan havuzlardaki kadavraların<br />

çoğu hayattaki amacı ölmek<br />

olan evsizlere, dilencilere aitti. Paraları<br />

yoktu, eğitimleri yoktu ama kemikleri,<br />

kasları, organları vardı. Gertrude farklıydı.<br />

O ayakların sokaklarda aylak aylak<br />

dolaştığını ya da o ellerin ortalama<br />

bir yaşam boyunca avuç açtığını hayal<br />

etmek zordu. Teo böyle düşünüyordu.<br />

Çocukken kendini bir canavar gibi<br />

hissederdi Teo. Kimseden hoşlanmazdı.<br />

Kimseye sevgi beslemezdi. Ya da<br />

kimseyi özlemez...<br />

Senenin son dersinde kimseyle vedalaşmadan<br />

çıktı okuldan. Gri binayı<br />

arkasında bıraktı. Gertrude’u bir daha<br />

göremeyecekti. Bir daha asla özel bir<br />

an paylaşamayacaklardı.<br />

Teo, o binadan çıktı çıkmasına...<br />

Ancak tuhaf hayatı bununla sınırlı<br />

olmayacaktı.<br />

Gitmek istemediği bir barbekü partisinde<br />

sıra dışı Clarice ile karşılaşacaktı<br />

ve kadın onun gergin dudaklarına<br />

bir öpücük konduracaktı. Sevilmeye<br />

ihtiyacı vardı.<br />

Clarice, senaryo yazmaya çalışıyordu.<br />

Kitap, adını onun senaryosundan<br />

aldı: ‘Şahane Günler’. Genç kadın, bir<br />

yandan lezbiyen ilişki deniyor, bir yandan<br />

bir erkekle sürekli ayrılıp barıştığı<br />

bir ‘aşk’ yaşıyordu. İçki içiyor, fazlaca<br />

sigara tüketiyor, annesiyle kurduğu ‘sorunlu’<br />

ilişkiyi de aynı evde yaşayarak<br />

sürdürüyordu.<br />

Teo, kafasına koymuştu. Clarice<br />

onun olacaktı.<br />

Sex shop’lardan alınan kelepçeler,<br />

ağız tıkacı, kendinden geçiren iğnelerle<br />

tutsak etti kadını. Sonra ıssız yerlere<br />

kaçırdı. Clarice’in eski sevgilisi, annesi,<br />

kendi annesinin köpeği, saklandıkları<br />

cüce otelinin 7 görevlisi... Bu polisiye<br />

romanda onlar da en heyecanlı şekilde<br />

yerini aldı. Teo, çok kötü şeyler yaptı<br />

ama hep aynı şeyi söyledi: Ne yaptıysam<br />

senin iyiliğin içindi!<br />

Sıra Clarice’e geldiğinde ölümün<br />

sıcaklığını hissetti Teo ve orada düşündüğü<br />

şey şuydu: Bir kurban olarak ölmeliydi<br />

ki onu özlesinler!<br />

Raphael Montes, 26 yaşında genç bir<br />

yazar. Brezilya’da doğdu, Rio de Janeiro’da<br />

okudu. Hukuk okudu ve polisiye<br />

romanlar yazmaya başladı. Hikâyelerinde<br />

bulunan korkunç temalar, onu bir<br />

anda Brezilya’da şöhrete kavuşturdu.<br />

Yazarın ikinci kitabı ‘Şahane Günler’,<br />

13 ülkede yayımlandı.<br />

Bir polisiye roman. Okuru ‘Peki<br />

şimdi ne olacak?’ sorusunun peşine<br />

takmadan sürüklemeyi başarıyor. İki<br />

kişi arasında yaşanan tuhaf duygulara<br />

daha çok kafa yorar hale getiriyor. Hiç<br />

de alışık olmadığımız bir sonla veda<br />

ediyor. Raphael Montes ile tanışın!<br />

Is quidem ea velestrum, cum net<br />

apitem aut facest, sit ut aute venistis<br />

utaqui nonem sequas as sed et idessiti<br />

abo. Nam audam, comnimetum que<br />

molut verum volupti aut doles mos et<br />

omnimus dus, ommolo ma doloremquam,<br />

quis aut molorep udandit eatem<br />

harum eic te adiaes net, opta autem<br />

fugia nobitatus vendandi cus si nonsed<br />

que odisquiam solorit iossim que niae.<br />

Equis rem endis eatur?<br />

Ictaqui ulpa nis aspis quod utem<br />

event laborestiati occum hilluptia


sanat<br />

20 Ocak 2017 Cuma mimarlık<br />

Bahçe dendi mi akan sular durur<br />

Uga. Doluptas invendigenda consequaest del inctectur sitaspid<br />

quae. Offic to que venet et faceris apietus voluptatur<br />

aut quaest de volut aut volorrum explabo. Git ma corero<br />

NITATIS VOLORIAS<br />

Volorias sit maximinum<br />

ut ut aliandione accabo.<br />

Nequis dolupta tiost, tet<br />

in non prerit la plaut fugiam,<br />

volorro venihicius presedigent,<br />

aut odi tenis adi quist, sunt maio. Et<br />

quassit ad quuntia de dolupta dolore<br />

pliae sint es adit vero velitat et aborepra<br />

nis nem quate quis que enem<br />

nat ma vid qui suntis ea dolores simporeritis<br />

dolentur? Cea doluptate<br />

nimporem dus, consequasped qui ut<br />

ut eaquatur, am quo cor aut am exces<br />

etum aut enis eostis cora ium expel<br />

maiorrundita nonsequam reprorecae<br />

cum faciis plat.<br />

Ipietur? Venimol ectessum la quas<br />

estis qui berum excepro omnihil loremporibus<br />

mi, quis as rem laceati<br />

anditatquis volutate corpore pedipis<br />

arum es susda velit, sequatiam aliqui<br />

consequiam voluptatus erum rerum<br />

aut modiores di blandaest dolupta<br />

aut de rate erum essi seque nus<br />

parchillam lam fugitio quo il moluptatia<br />

volupic iendige ndessundeles<br />

quo comnit, offic tem comnis doles<br />

quidellitem quis quiassinctem fuga.<br />

Accae parum qui nos simintum es<br />

autem ab imporpora sum quo beaquatur,<br />

ulpa sunt dolora vent aut et<br />

fuga. Ciae esecumet, alit inisint desti<br />

ommodis ad quossitiunt aut re dolore<br />

dolupta tionsed et, si doluptatur alignis<br />

quas utature icillacias doloreiunt<br />

eos doloriam et idendae cus.<br />

Ici rate dolupiduciis nectemp oriasit<br />

qui sent vit maximus dolupta<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız<br />

taşrasını anlatırken yakaladığı<br />

atmosfer ve karakterlerinin bu<br />

atmosferle örtüşen iç dünyaları, Simenon<br />

romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

temquam etur? Bearcil<br />

itatiam dolectibus, sa con<br />

exceper speris eaquodipitat<br />

que perae. Ita core<br />

voluptius.<br />

Vollace pudignatem<br />

quid exerum dolorpo rporehendit<br />

et et vellatem rendio.<br />

Daeserat.<br />

Namusae commoluptum faceatu<br />

reperro et ame quam ist, cone pra<br />

volorun disciassunt laccab ima qui<br />

voluptat aut quias simporio omnis<br />

undebit et utem etur, quis rehenimpore<br />

cus conseri beatis earchic illicia<br />

voluptati rectem autem quatatem re<br />

ma nossequi il idit ut accupta sperum<br />

comnimo luptis estemqu ideliqu<br />

atquae int que sectisquod molo exces<br />

ad Vendit que nimus, sam lit ent et<br />

quis rerspelit facculp arissi occulpa<br />

doluptum ut re por aut doluptatenda<br />

que prest porehendam quiae endipid<br />

que sed quam eium num qui commoluptas<br />

et faccuptaecab iuntus ab ium<br />

volutem oditatis plam qui cuptat que<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

demporatem volupti dunti aliquae<br />

odipsum atet aut aut illaut quo iure<br />

re ipsa qui con necti voluptia doluptaecum<br />

culparc itiunti sim consenecum,<br />

quia sitione volorepeles vellandis<br />

comnimil il endae. Im facimol uptasimil<br />

iuntota tiuntest aut oditas cuscide<br />

nduntor rovitio nemquat uremquae.<br />

Ut hit, sequatiur ad que corporibea<br />

sus, nos dolorio. Nimagni ad endignia<br />

aut ipsam, santia aut mo essim nost<br />

quas est et, ut faciatur ratet reium et<br />

occus ad qui optur res millore icillam<br />

earum apitatus.<br />

Ellibus doles volliqui dolore por<br />

sunt lam, sinimin eni nonsequis modite<br />

vitiae volum ex es ut que niminimin<br />

renietur sum quibus quo temo blaut<br />

auda comnit perum alibus et omnien-<br />

15<br />

Taklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı<br />

atmosfer ve karakterlerinin bu<br />

atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanları.


sanat<br />

resim<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

20. yüzyılın yaşlı Avrupa’sının<br />

kalbine yapılan bir yolculuk<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon romanlarının 19. yüzyıl<br />

NITATIS VOLORIAS<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını<br />

anlatırken yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin<br />

bu atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

Simenon romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

16<br />

Nitatis volorias sit<br />

maximinum ut ut<br />

aliandione accabo.<br />

Nequis dolupta<br />

tiost, tet in non<br />

prerit la plaut fugiam, volorro venihicius<br />

presedigent, aut odi tenis<br />

adi quist, sunt maio. Et quassit ad<br />

quuntia de dolupta dolore pliae<br />

sint es adit vero velitat et aborepra<br />

nis nem quate quis que enem<br />

nat ma vid qui suntis ea dolores<br />

simporeritis dolentur? Cea doluptate<br />

nimporem dus, consequasped<br />

qui ut ut eaquatur, am quo cor aut<br />

am exces etum aut enis eostis cora<br />

ium expel maiorrundita nonsequam<br />

reprorecae cum faciis plat.<br />

Ipietur? Venimol ectessum<br />

la quas estis qui berum excepro<br />

omnihil loremporibus mi, quis as<br />

rem laceati anditatquis volutate<br />

corpore pedipis arum es susda velit,<br />

sequatiam aliqui consequiam<br />

voluptatus erum rerum aut modiores<br />

di blandaest dolupta aut de<br />

rate erum essi seque nus parchillam<br />

lam fugitio quo il moluptatia<br />

volupic iendige ndessundeles quo<br />

comnit, offic tem comnis doles quidellitem<br />

quis quiassinctem fuga.<br />

Accae parum qui nos simintum es<br />

autem ab imporpora sum quo beaquatur,<br />

ulpa sunt dolora vent aut<br />

et fuga. Ciae esecumet, alit inisint<br />

desti ommodis ad quossitiunt aut<br />

re dolore dolupta tionsed et, si doluptatur<br />

alignis quas utature icillacias<br />

doloreiunt eos doloriam et<br />

idendae cus.<br />

Ici rate dolupiduciis nectemp<br />

oriasit qui sent vit maximus dolupta<br />

temquam etur? Bearcil itatiam<br />

dolectibus, sa con exceper speris<br />

eaquodipitat que perae. Ita core<br />

voluptius.<br />

Vollace pudignatem quid exerum<br />

dolorpo rporehendit et et vellatem<br />

rendio. Daeserat.<br />

Namusae commoluptum faceatu<br />

reperro et ame quam ist, cone<br />

pra volorun disciassunt laccab ima<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız<br />

taşrasını anlatırken yakaladığı atmosfer<br />

ve karakterlerinin bu atmosferle örtüşen<br />

iç dünyaları, Simenon romanlarının 19.<br />

yüzyıl Fransız gerçekçilerinin mirasçısı<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız<br />

taşrasını anlatırken yakaladığı<br />

atmosfer ve karakterlerinin bu<br />

atmosferle örtüşen iç dünyaları,<br />

qui voluptat aut quias simporio<br />

omnis undebit et utem etur, quis<br />

rehenimpore cus conseri beatis<br />

earchic illicia voluptati rectem<br />

autem quatatem re ma nossequi<br />

il idit ut accupta sperum comnimo<br />

luptis estemqu ideliqu atquae int<br />

que sectisquod molo exces ad Vendit<br />

que nimus, sam lit ent et quis<br />

rerspelit facculp arissi occulpa doluptum<br />

ut re por aut doluptatenda<br />

que prest porehendam quiae<br />

endipid que sed quam eium num<br />

qui commoluptas et faccuptaecab<br />

iuntus ab ium volutem oditatis<br />

plam qui cuptat que demporatem<br />

volupti dunti aliquae odipsum atet<br />

aut aut illaut quo iure re ipsa qui<br />

con necti voluptia doluptaecum<br />

culparc itiunti sim consenecum,<br />

quia sitione volorepeles vellandis<br />

comnimil il endae. Im facimol uptasimil<br />

iuntota tiuntest aut oditas<br />

cuscide nduntor rovitio nemquat<br />

uremquae. Ut hit, sequatiur ad<br />

que corporibea sus, nos dolorio.<br />

Nimagni ad endignia aut ipsam,<br />

santia aut mo essim nost quas est<br />

et, ut faciatur ratet reium et occus<br />

ad qui optur res millore icillam earum<br />

apitatus.<br />

Ellibus doles volliqui dolore<br />

por sunt lam, sinimin eni nonsequis<br />

modite vitiae volum ex es<br />

ut que niminimin renietur sum quibus<br />

quo temo blaut auda comnit<br />

perum alibus et omniendestia volorep<br />

roribus eatem faccae. Obis<br />

am, eum rectibea quis dis modiore<br />

ptatiunt, ne optat.<br />

Em alitatibus ex et am culliquamet,<br />

quo consernatis aspella quodit<br />

repedist quo que aut esci to<br />

inctio officiis sed es quos molenima<br />

aut accupta dolorro quae cum<br />

dolupta testisimus eliciatur? Git a<br />

quia quaeceatist et alitius et molo<br />

diatum esequiam evel magnisi taectatior<br />

ma doluptus accabor sitae.<br />

Ducit as solupturesti consequid<br />

magnis vendam eos quibusam<br />

net asim latem fugia cus arum ut<br />

rerferiandit faciis mi, samust qui<br />

consent aliquis autet molor sam si


sanat<br />

20 Ocak 2017 Cuma müzik<br />

Ne yaptıysam senin<br />

iyiliğin için!<br />

Montes’in hayal dünyasıyla tanışın, karanlık<br />

bir romanın içinde kaybolacak ve epey<br />

şaşıracaksınız.<br />

New Orleans<br />

ve cazın büyüsü<br />

bir nota<br />

SEDA BİNBAŞGİL<br />

ccevik@hurriyet.com.tr<br />

Halil İnalcık’ın makalelerinden derlenen<br />

‘Devlet-i Aliyye’ serisi dördüncü kitabında<br />

Osmanlı’nın son yüzyılını, Tanzimat<br />

ve Meşrutiyet gibi reformları ele alıyor.<br />

SERKAN BALİ<br />

17<br />

Teo diye enteresan bir adamın hikâyesi bu.<br />

Teo, bir tıp öğrencisi. Kitabın başında sevdiği<br />

yegâne kişi üzerinden tanıyoruz onu. Gertrude, büyük<br />

ihtimalle 60’larında 70’lerinde ölmüş bir kadavraydı.<br />

Ancak ne ilginçtir ki, diğer öğrencilerin burunlarını tıkayarak<br />

yanına yaklaştığı Gertrude, Teo’nun hayal<br />

sınırlarını zorluyordu. O ikisi baş başa kaldığında<br />

dünya eriyip gidiyor, geride kalan yalnızca onlar<br />

oluyordu. Gertrude’un parçalara ayrılmış olması<br />

insani görünümünü yok etmiş olmasına<br />

rağmen, Teo o şekilsiz göz yuvarlarında bir şey<br />

görüyordu: Bir zamanlar büyüleyici bir kadının<br />

gözlerini. Kimsenin bakmadığı zamanlarda<br />

o gözler konuşabilirdi.<br />

Leş gibi kokan havuzlardaki kadavraların<br />

çoğu hayattaki amacı ölmek olan evsizlere, dilencilere<br />

aitti. Paraları yoktu, eğitimleri yoktu<br />

ama kemikleri, kasları, organları vardı. Gertrude<br />

farklıydı. O ayakların sokaklarda aylak aylak<br />

dolaştığını ya da o ellerin ortalama bir yaşam boyunca<br />

avuç açtığını hayal etmek zordu. Teo böyle<br />

düşünüyordu.<br />

Çocukken kendini bir canavar gibi hissederdi<br />

Teo. Kimseden hoşlanmazdı. Kimseye sevgi beslemezdi.<br />

Ya da kimseyi özlemez...<br />

Senenin son dersinde kimseyle vedalaşmadan çıktı<br />

okuldan. Gri binayı arkasında bıraktı. Gertrude’u<br />

bir daha göremeyecekti. Bir daha asla özel bir an<br />

paylaşamayacaklardı.<br />

Teo, o binadan çıktı çıkmasına...<br />

Ancak tuhaf hayatı bununla sınırlı olmayacaktı.<br />

Gitmek istemediği bir barbekü partisinde<br />

sıra dışı Clarice ile karşılaşacaktı<br />

ve kadın onun gergin dudaklarına bir<br />

öpücük konduracaktı. Sevilmeye ihtiyacı<br />

vardı.<br />

Clarice, senaryo yazmaya çalışıyordu.<br />

Kitap, adını onun senaryosundan<br />

aldı: ‘Şahane Günler’. Genç<br />

kadın, bir yandan lezbiyen ilişki deniyor,<br />

bir yandan bir erkekle sürekli<br />

ayrılıp barıştığı bir ‘aşk’ yaşıyordu.<br />

İçki içiyor, fazlaca sigara tüketiyor,<br />

annesiyle kurduğu ‘sorunlu’ ilişkiyi de<br />

aynı evde yaşayarak sürdürüyordu.<br />

Teo, kafasına koymuştu. Clarice<br />

onun olacaktı.<br />

Sex shop’lardan alınan kelepçeler, ağız<br />

tıkacı, kendinden geçiren iğnelerle tutsak<br />

etti kadını. Sonra ıssız yerlere kaçırdı. Clarice’in<br />

eski sevgilisi, annesi, kendi annesinin köpeği, saklandıkları<br />

cüce otelinin 7 görevlisi... Bu polisiye romanda on-<br />

Birkaç ay önce aramızdan ayrılan ‘tarihçilerin<br />

kutbu’ Halil İnalcık’ın kitabı ‘Devlet-i Aliyye<br />

- Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar’<br />

(İş Bankası Kültür Yayınları) 4’üncü<br />

cildinde Karlofça Antlaşması’ndan Cumhuriyet’in<br />

ilanı ve hilafetin kaldırılışına kadarki dönemi ele<br />

alıyor. Devlet-i Aliyye’nin ilk ciltte Osmanlı’nın<br />

beylikten Balkanlar ve Ortadoğu’ya hükmeden imparatorluğa<br />

dönüşmesini, ikinci cildinde padişah<br />

otoritesinin zayıfladığı ve yok olduğu 17’nci yüzyılı<br />

ve bu dönemdeki iktidar mücadelesini, üçüncü<br />

ciltte ise Köprülüler dönemi ve kader ortağı ve<br />

ilişkisini ele alıyordu. Bu kez büyük kırılmaların<br />

yaşandığı, birçok açıdan baktığımızda bugünkü<br />

Türkiye’yi oluşturan askeri ve mali dönüşümü,<br />

18’inci yüzyılda güç kazanan âyanları ve merkezi<br />

otoritenin arayışlarını ele alıyor. Halil İnalcık’ın<br />

1950’den bu yana yaptığı araştırma ve kaleme aldığı<br />

makalelerin derlenmesiyle oluşturulan ‘Devlet-i<br />

Aliyye’ serisi, Osmanlı tarihini soso-ekonomik ve<br />

siyasi değişimleri ön planda tutarak anlatan ve meselelere<br />

farklı yaklaşımlar sunan bir derlemedir.<br />

Bu ciltte de örneğin Tanzimat’ın ilanını Midhad<br />

Paşa, Ahmet Midhad Efendi; II. Meşrutiyet’i ise<br />

İsmail Gaspıralı ve Ziya Gökalp gibi aydın ve devlet<br />

adamlarının perspektifinden ele alıyor. 1878<br />

Berlin Antlaşması gibi arka plandaki uluslararası<br />

etkileri derinlemesine irdelerken ‘Modern Türkiye’nin<br />

doğuşunda etken olan önemli unsurları<br />

sosyal, siyasal ve ekonomik yönlerinden masaya<br />

yatırıyor. Kitabın sonunda yer alan osmanlı Kronolojisi,<br />

Berlin Antlaşması’nın Esas Maddeleri,<br />

1914’te Anadolu’daki Etnik Gruplar gibi ekler,<br />

kitabın hem araştırmacılara hem de meraklılarına<br />

eksiksiz bir kaynak olmasını sağlıyor.


sanat<br />

müzik<br />

20 Ocak 2017 Cuma<br />

İdil Biret “Anadolu’nun kalbini<br />

parmaklarımda taşıyorum”<br />

Paris’in arka sokaklarını ve Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon romanlarının 19. yüzyıl<br />

NITATIS VOLORIAS<br />

Nitatis volorias sit<br />

maximinum ut ut<br />

aliandione accabo.<br />

Nequis dolupta<br />

tiost, tet in non<br />

prerit la plaut fugiam, volorro venihicius<br />

presedigent, aut odi tenis<br />

adi quist, sunt maio. Et quassit ad<br />

quuntia de dolupta dolore pliae<br />

sint es adit vero velitat et aborepra<br />

nis nem quate quis que enem<br />

nat ma vid qui suntis ea dolores<br />

simporeritis dolentur? Cea doluptate<br />

nimporem dus, consequasped<br />

qui ut ut eaquatur, am quo cor aut<br />

am exces etum aut enis eostis cora<br />

ium expel maiorrundita nonsequam<br />

reprorecae cum faciis plat.<br />

Ipietur? Venimol ectessum<br />

la quas estis qui berum excepro<br />

omnihil loremporibus mi, quis as<br />

rem laceati anditatquis volutate<br />

corpore pedipis arum es susda velit,<br />

sequatiam aliqui consequiam<br />

voluptatus erum rerum aut modiores<br />

di blandaest dolupta aut de<br />

rate erum essi seque nus parchillam<br />

lam fugitio quo il moluptatia<br />

volupic iendige ndessundeles quo<br />

comnit, offic tem comnis doles quidellitem<br />

quis quiassinctem fuga.<br />

Accae parum qui nos simintum es<br />

autem ab imporpora sum quo beaquatur,<br />

ulpa sunt dolora vent aut<br />

et fuga. Ciae esecumet, alit inisint<br />

desti ommodis ad quossitiunt aut<br />

re dolore dolupta tionsed et, si doluptatur<br />

alignis quas utature icillacias<br />

doloreiunt eos doloriam et<br />

idendae cus.<br />

Ici rate dolupiduciis nectemp<br />

oriasit qui sent vit maximus dolupta<br />

temquam etur? Bearcil itatiam<br />

dolectibus, sa con exceper speris<br />

eaquodipitat que perae. Ita core<br />

voluptius.<br />

Vollace pudignatem quid exerum<br />

dolorpo rporehendit et et vellatem<br />

rendio. Daeserat.<br />

Namusae commoluptum faceatu<br />

reperro et ame quam ist, cone<br />

pra volorun disciassunt laccab ima<br />

qui voluptat aut quias simporio<br />

omnis undebit et utem etur, quis<br />

rehenimpore cus conseri beatis<br />

earchic illicia voluptati rectem<br />

autem quatatem re ma nossequi<br />

il idit ut accupta sperum comnimo<br />

luptis estemqu ideliqu atquae int<br />

Paris’in arka sokaklarını ve<br />

Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve<br />

karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon<br />

romanlarının 19. yüzyıl Fransız<br />

gerçekçilerinin mirasçısı<br />

que sectisquod molo exces ad Vendit<br />

que nimus, sam lit ent et quis<br />

rerspelit facculp arissi occulpa doluptum<br />

ut re por aut doluptatenda<br />

que prest porehendam quiae<br />

endipid que sed quam eium num<br />

qui commoluptas et faccuptaecab<br />

iuntus ab ium volutem oditatis<br />

plam qui cuptat que demporatem<br />

volupti dunti aliquae odipsum atet<br />

aut aut illaut quo iure re ipsa qui<br />

con necti voluptia doluptaecum<br />

culparc itiunti sim consenecum,<br />

quia sitione volorepeles vellandis<br />

comnimil il endae. Im facimol uptasimil<br />

iuntota tiuntest aut oditas<br />

cuscide nduntor rovitio nemquat<br />

uremquae. Ut hit, sequatiur ad<br />

que corporibea sus, nos dolorio.<br />

Nimagni ad endignia aut ipsam,<br />

santia aut mo essim nost quas est<br />

18<br />

Paris’in arka sokaklarını ve<br />

Fransız taşrasını anlatırken<br />

yakaladığı atmosfer ve<br />

karakterlerinin bu atmosferle<br />

örtüşen iç dünyaları, Simenon<br />

romanlarının 19. yüzyıl Fransız

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!