Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
BİR KİTAP BİN DOST<br />
Aylık Edebiyat Kültür & Sanat Dergisi Yıl 1 Sayı 2 Temmuz 2017<br />
Hiç Unutmadık ;<br />
Masalları...<br />
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
2017<br />
Ben insanım, insana özgü olan hiçbir şey bana yabancı değil.<br />
(TERENTIUS İ.Ö. 195?-159)<br />
Aylık Edebiyat Kültür & Sanat dergisi
KÜNYE<br />
İÇİNDEKİLER<br />
BİR KİTAP<br />
BİN DOST<br />
Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi<br />
Temmuz 2017<br />
Yıl: 1 Sayı: 2<br />
Genel Yayın Yönetmeni ve<br />
Yazı İşleri Müdürü<br />
İlhan Özdemir<br />
ilhanozdemir@birkitapbindost.com<br />
Editör<br />
İlhan Özdemir<br />
Redaksiyon ve İlistürasyon<br />
Publisher Plus<br />
Doğan Bayındır<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Yayın Kurulu<br />
Emel Üstündağ<br />
Gürcan Köftecioğlu<br />
Muzaffer Özkan<br />
Yasemin Bayındır<br />
İletişim<br />
info@birkitapbindost.com<br />
Tüm içeriğin hakları sakldır<br />
İzinsiz Kullanılamaz<br />
© TEMMUZ 2017
Editörün Gözünden<br />
Merhaba<br />
Kadife bir sesten çıkan sakin ama heyecanlı vurgular...<br />
Hoş bir masalı dinlemek, bahsettiğim. Gerçi radyodan<br />
masal dinleyen bir çocuk olmadım ben pek. Sanırım o<br />
çağ benden biraz daha sonraydı...<br />
Annem hiç başucumda bana masal okudu mu, onu da<br />
bilmiyorum. Ya da sadece hatırlamıyorum demek daha doğru. Tek bildiğim ; o kalın<br />
kapakların ardında saklı olan, üç boyutlu karton dünyaların beni büyülediğiydi. Asla<br />
yetmezdi. Sayıları ne kadar artarsa artsın hiçbir zaman kafi gelmiyordu bana.<br />
Hepsine verecek kadar sevgim, sayfalarını defalarca açıp bakmaya yetecek kadar<br />
heyecanım vardı.<br />
Genellikle taşınırken bir kez daha karşılaşır insan tüm o, içine çocukluğunu sakladığı<br />
oyuncaklar ve hatıralarla. Ben de o zaman karşılaşmıştım üç boyutlu masallarımla...<br />
Ne kadar da güzeldiler hala ve benim gözlerim nasıl da parlayabiliyordu. Bir<br />
anlamda büyümemiş olmak; Publisher sıkıcı, ciddi işlerin içinde Plus kaybolmanın ötesinde hala<br />
bunlarla gülümseyebiliyor olmak güzeldi çok...<br />
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Rapunzel, Hensel 'le Gretel, Bremen Mızıkacıları,<br />
Parmak Çocuk, Uyuyan Güzel, Fareli Köyün Kavalcısı, Kırmızı Başlıklı Kız ve daha<br />
niceleri...<br />
Masallarla büyüyen çocuklar iyiliğin gücüne inanırlar. Kötülüklerin, çirkinliklerin,<br />
haksızlıkların olmadığı bir dünya beklerler büyüdüklerinde de. Öyle bir dünya<br />
yaşamaya, öyle bir dünya yaratmaya çalışırlar ellerinden geldiğince...<br />
Masallar okuyarak, masallar dinleyerek yetişmek, hem mutluluklarının hemde<br />
mutsuzluklarının nedeni olur onların. İçlerinde yer eden inançla iyimser ve iyiliksever<br />
olsalar da herkesten çok onlar kırılırlar en ufak bir fenalıkla karşılaştıklarında.<br />
Gerçeklerin acı yüzüne masalların gerçek olabileceğine inanarak, tahammül eder,<br />
gerçeklerin masallara benzemediğini görerek hırpalanırlar...<br />
. . .<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Yaşam masallardakine benzemiyor belki de ama yine de onu bir masal kadar güzel<br />
kılmaya çalışmaktan vazgeçmemek gerek diye düşünüyorum ben...<br />
Peki ya siz ?<br />
Hoşça ve sevgiyle kalın.<br />
İlhan Özdemir
YAYIN İLKELERİ<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisi: Haziran 2017’den itibaren "birkitapbindost.com" adresinden yayın<br />
yapan bağımsız bir çevrimiçi (online) edebiyat dergisidir. Bir Kitap Bin Dost'un amacı, edebiyat<br />
dergiciliği sektöründeki tabuları sorgulamak ve bilinçli bir kamuoyuyla bunları aşmaktır.<br />
Vizyonu, okuyucularında edebi sorumluluk algısı geliştirip, hizmet ettiği sektöre (edebiyat<br />
dergiciliği) olumlu yönde katkıda bulunmaktır. Önemsediği temel ilkeleri ise; özgün, sürekli, TDK<br />
kurallarına uygun bir edebi içerik(ler) oluşturmaktır.<br />
Dergide, olması gereken düzeyi sağlamak adına ve derginin kurumsal imajını korumak koşuluyla;<br />
edebiyat, kültür, sanat ve yaşam ile ilgili ürünler yayımlanır.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisi, insandan ve insanın geleceğinden yana bir yayın politikasından<br />
yanadır.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisine gönderilen yazılar, şiirler, resimler, karikatürler, fotoğraflar, vb.<br />
ürünler yayımlansın ya da yayımlanmasın iade edilmez.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisinde yayımlanan yazılarda ve paylaşılan ürünlerde öne sürülen görüşler<br />
yazının ve eserin sahibini (yazarı) bağlamaktadır.<br />
Publisher Plus<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisinde yayınlanan yazılar, şiirler, resimler, fotoğraflar, vb. ürünler daha<br />
önce yayın veya elektronik ortamda yayınlanmış olabilir. Yazı bir kaynaktan alınmışsa yazar ya da<br />
editör tarafından kaynak belirtilmesi veya yazının sonunda (Alıntı) diye belirtilmesi gerekir.<br />
Tartışmalı yazılar ve ürünler yayından kaldırılır.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisinde yayımlanan yazı ve ürünler kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
Emeğe saygı amacıyla yazının bütünü kopyalamak yerine linklerin, Facebook ve Twitter gibi<br />
sosyal medya alanlarında paylaşılmasını veya alıntılar yapılmasını rica ediyoruz.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisine gönderilen yazılar TDK Yazım Kılavuzu’na (kısaltmalar dahil)<br />
uymalıdır. Yazı Kurulunca, yazının bütünlüğünü bozmamak kaydıyla ilgili yazıda düzeltmeler<br />
yapılabilir.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisine gönderilen/gönderilecek yazılar, bilgisayar ortamında hazırlanarak,<br />
e-posta yoluyla (birkitapbindost@gmail.com) dergiye gönderilmelidir.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisinde yayımlanması için gönderilen yazıların, şiirlerin ve diğer ürünlerin<br />
tüm yayın hakkı ilgili yazının yayınlanmasından sonra Bir Kitap Bin Dost dergisine aittir. Yazar,<br />
yayınlanan yazıyla ilgili değişiklik yapılması veya yazının kaldırılması gerektiğiyle ilgili dergiye<br />
başvuruda bulunabilir.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisine gönderilen yazılı ve görsel içerik için dergimiz içerik sahibine<br />
herhangi bir telif ödemez. Bir Kitap Bin Dost dergisi gönüllülük esasına dayanan bir edebiyat,<br />
sanat ve kültür platformudur.
Bir Kitap Bin Dost dergisinde köşe yazısı niteliğinde fikir beyan eden yazılardan Yazı İşleri<br />
Müdürü ve/veya Yayıncılar sorumlu değildir. Köşe yazılarındaki fikirler, yazarların kendi kişisel<br />
düşünceleri olduğu için yasal sorumluluk ilgili yazarlara aittir.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisi, bu internet sitesinde yer alan bütün hizmetleri, sayfaları, bilgileri,<br />
görsel unsurları önceden bildirimde bulunmadan değiştirme ve yayından kaldırma hakkını saklı<br />
tutar.<br />
Tüm soru, öneri ve şikayetleriniz için birkitapbindost@gmail.com adresini kullanabilirsiniz. Bir<br />
Kitap Bin Dost dergisi, paylaştığınız hiçbir e-postayı yasal zorunluluk gerektirmedikçe başka<br />
mercilerle paylaşmaz.<br />
Basın bültenleri için lütfen tarafımızdan onay alınız. Bu adresi lütfen ticari ve reklam amaçlı<br />
listelere eklemeyiniz.<br />
Bir Kitap Bin Dost dergisine yazı ve ürün gönderen kişiler yukarıdaki yayın ilkelerini ve içerik<br />
politikasını kabul etmiş sayılır.<br />
BİR KİTAP BİN DOST DERGİSİ<br />
YAYIN KURULU<br />
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus
DELİRSEK Mİ?<br />
Bu gece hayli muziplik var üstümde. Çoktandır<br />
kara kara düşünür olmuştuk. Ama ne kadar<br />
düşünsek de bir türlü faydası olmadı. Ölüye<br />
ağlanır, deliye gülünürmüş. Tabi ki gülende deli<br />
olur biraz, hele benim gibi durduğu yerde güleni<br />
de hangi sınıfa koyarlar bilemem.<br />
Sevgili arkadaşım Selahattin Ercan’ın<br />
Facebook’da olan paylaşımları bana neredeyse<br />
kriz geçirtecekti, kendimi zor frenledim. İşte<br />
arkadaşlar SeÆlahattin Ercan bey Kuzey<br />
Kore’nin, Güney Kore’ye saldırdığını yazmış ve<br />
eklemiş ‘’Deli ayağını taştan sakınmazmış.’’<br />
Bence de ‘’Çok doğru, taşı sünger sanıyorlar.’’<br />
Nasıl doğru değil mi arkadaşlar, akıllı hiç taşa<br />
tekme atar mı?<br />
Bizim bir fizik kimya hocamız vardı, biraz<br />
deliceydi. Bazen çok sinirli olurdu. Hele nöbetçi<br />
olduğu günler yanına hiç yaklaşamazdık. Sıra<br />
olurken en büyük düşmanı kızlardı. Çok<br />
konuşurlardı, onunda tepesinin tası atıyordu<br />
sanıyorum. Megafonla bağırırdı, ‘‘bulaşıkçılar’’<br />
diye… Tısss!.. İstersen konuş, ağzından<br />
tükürükler saçarak üzerine yürürdü.<br />
O da biliyordu biraz çatlak olduğunu ki bir<br />
gün ‘’bakın çocuklar, delilik beşe ayrılır; deli,<br />
zırdeli, zırzırdeli, eşek deli, pezevenk deli…’’ İşte<br />
seç istediğini…<br />
Arada bir delirmek iyidir bence de… Sözü<br />
delilikten açmışken size günümüze cuk oturacak<br />
bir fıkra anlatmak istiyorum.<br />
Publisher Plus<br />
“Zamanın birinde padişahlardan biri vergi üzerine<br />
vergi koyuyormuş. Lalasını da teftişe<br />
gönderiyormuş, acaba halk bunu nasıl karşılıyor<br />
diye. Lala dönünce, ’’padişahım, herkes işinde<br />
gücünde ‘’diye rapor veriyormuş. Bunu duyan<br />
padişah vergiyi arttırıyor, ahaliden de zerre ses<br />
çıkmıyormuş. En sonunda öyle vergiler koymuş<br />
ki, kendisi bile fazla olduğunu anlamış. Hani<br />
misal, zurnanın zırt dediği yer…<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
- Hadi lala, bi’git bakalım kullarım ne halde?<br />
Lala gider ki ne görsün, kullar işret aleminde.<br />
Hepsi çalıp söylüyor, oynuyor, çalışan yok.<br />
Padişahım diyor, ‘kulların iyi, gülüp söylüyorlar,<br />
oynuyorlar, asayiş berkemal…’’ Hımmm diyor<br />
padişah, bu iş buraya kadar, fazlası su kaldırmaz<br />
korkmak lazım. Halk böyle oynarsa hakkından<br />
gelemeyiz…<br />
Şimdi de sıra bizde olsun…<br />
‘’Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan<br />
Ma-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan<br />
Görelim ab-ı hayat aktığın ejderhadan<br />
Gidelim serv-i revanim yürü Sa’d-abad’a’’<br />
Dağ başını duman almış,yürüyelim arkadaşlar: lay<br />
lay, laylay lom…<br />
Aynur Karataş
KİMSİN SEN?<br />
Göğün mavisi su yüzüne çıkarmadığım tarafımı<br />
tırmalıyor, yıldızlar göz bebeklerime alaycı bir<br />
gülümseme fırlatıyordu.<br />
Kimsin sen? diyorlardı. Kimsin sen?<br />
Omzuma dokunan elin ağırlığı ile irkildim.<br />
Bakışlarımı gökyüzünden arkama çevirdim.<br />
Katmerli acıları yüz çizgilerinde toplanmış olan<br />
babam, iki cebinin astarını dışarı çıkardı.<br />
Dudaklarından kelimeler dökülmese de,<br />
gözlerindeki çaresizlik her şeyi dile getiriyordu.<br />
İşsizlik yapışmıştı iki yakasına. Dünden kalma<br />
ekmeği ortadan ikiye böldüm. Biraz domates,<br />
biraz peynirle akşamı geçirmeye yeltendim.<br />
Babamın yiyecek hali yoktu. Düşünceler gözünün<br />
ferini söndürmüştü. Uykuya sığınırdı her gece.<br />
Sabaha daha çok vardı. Sorunlar beklemeye<br />
alınırdı.<br />
Ergenlik çağlarım isteklerin tavan yapmasıyla<br />
geçerken, hayallerim ve sorulaÆrım bitmek<br />
bilmiyordu. “Kimsin sen?” sorusu saplanmıştı bir<br />
kere şah damarıma. Uykunun en tatlı yerine<br />
sığınan babamın yanına gittim. Bahtı kapalı bir<br />
adam olsa da, has adamdı babam. “Allah yürü ya<br />
kulum demezdi ya” bazen. Alın yazısını böyle<br />
tanımlardı. Sığınmıştı bir kere. İnanmıştı.<br />
İte kaka uyandırdım onu. Hanemin bilirkişisi<br />
oydu. Sıcak sıcak cevabını vermeliydi. Sigaradan<br />
çatallaşmış sesi ile bir hırıltı çıkardı. “Yarı uyanık,<br />
yarı uyur vaziyette bir tavşan uykusu” dedim<br />
kendi kendime. Sırtını dönmesine gerek yoktu.<br />
Duysun ve dinlesindi. Gerekli olan buydu.<br />
Kimdim ben? Kimdin sen?<br />
İsim ve soy isimden oluşmuş bir kimlik bilgisi<br />
Publisher Plus<br />
d e ğ i l d i i s t e d i ğ i m . S a k l a d ı k l a r ı m ı z ,<br />
beslediklerimiz, göz ardı ettiklerimiz, dile<br />
getirdiklerimiz ve getiremediklerimizdi. Göğe<br />
başımı kaldırdığımda, gözümü kamaştıran maviye<br />
hafif meşrep bir cümle sıralayabilirdim oysa ki.<br />
Göçmen kuşlar sıcak ülkelere göçerken aralarına<br />
sıkışabilirdim belki.<br />
Ya sen baba? Sen kimdin? Senden doğma ben<br />
kimdim?<br />
Ses yoktu. Zor bir soru olduğunu bilmeme rağmen<br />
bir şeyler söylenmeliydi. O, benim bildiğim ve<br />
tanıdığım tek bilgi hazinemdi. Elimle iteledim.<br />
Kır saçlarını okşadım. Ses yoktu. Bu nasıl bir<br />
uykuydu. Kurduğum cümleler havaya karışmıştı.<br />
Ardında ise fiyakalı bir bilinmezlik kalmıştı.<br />
İki cep astarında paranın barınmadığı babam, tüm<br />
çaresizliğiyle kalbine yenik düştü. Cevabını<br />
bulamadığım sorularla toprak altına uğurladım.<br />
Hangi yıldızın ardına sığındığını bilemesem de,<br />
öte taraftan için için gülümsediğini anımsadım.<br />
Gökyüzü babamdı. Hayalimdeki mavinin arasına<br />
karışmıştı. Soruların ve olmayan cevaplarının bir<br />
önemi yoktu artık. En korunaklı gölgenizin bir<br />
somun ekmeğe muhtaç kalsanız dahi bedeninizi<br />
sarıp sarmalaması, baş ucunuzda durmasıydı<br />
önemli olan.<br />
Dört mevsimin beşinci turunda yer beyaza teslim<br />
olmuşken, tekrar döndüm baba ocağına. Tipiden<br />
göz gözü görmüyor, bata çıka yürüdüğüm lastik<br />
çizmelerim su alıyordu. Ayaklarım ıslanmış,<br />
ellerim buz kesmişti. Çatısı ve pencere kenarları<br />
beyaza bulanan evimiz öylece duruyordu<br />
karşımda. Paspasında bir çift ayakkabı vardı.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus
Hangi yıldızın ardına sığındığını bilemesem de,<br />
öte taraftan için için gülümsediğini anımsadım.<br />
Gökyüzü babamdı. Hayalimdeki mavinin arasına<br />
karışmıştı. Soruların ve olmayan cevaplarının bir<br />
önemi yoktu artık. En korunaklı gölgenizin bir<br />
somun ekmeğe muhtaç kalsanız dahi bedeninizi<br />
sarıp sarmalaması, baş ucunuzda durmasıydı<br />
önemli olan.<br />
Dört mevsimin beşinci turunda yer beyaza teslim<br />
olmuşken, tekrar döndüm baba ocağına. Tipiden<br />
göz gözü görmüyor, bata çıka yürüdüğüm lastik<br />
çizmelerim su alıyordu. Ayaklarım ıslanmış,<br />
ellerim buz kesmişti. Çatısı ve pencere kenarları<br />
beyaza bulanan evimiz öylece duruyordu<br />
karşımda. Paspasında bir çift ayakkabı vardı.<br />
Işıklar sonuna kadar açıktı. Ne buz tutmuştum. Ne<br />
de soğuk zihnimi bulandırmıştı. Öylece<br />
kalakalmıştım.<br />
İmkansızlık dahilindeki sorular ardı sıra geliyordu<br />
ve sıfırlanan belleğime çarpıp geri kaçıyordu.<br />
Kimdi o? Kim olabilirdi?<br />
Cevapsız sorular dünden bugüne ruhumu hiç ama<br />
hiç terketmedi.<br />
Ebru Dişiaçık<br />
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus
UNUTTUM<br />
unuttum yazlık evleri<br />
sabahları<br />
yaz akşamlarını unuttum<br />
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
günebakan çiçeklerini<br />
yeşile kesen maviyi de unuttum<br />
unuttum derken kirpiklerini<br />
ölüm geldi aklıma<br />
küsüp gitmeyi de unuttum<br />
Hüseyin Kekiç
HERKESİN BİR HİKAYESİ VAR;DAVULCU İBO'DAN,CİLALI İBO'YA<br />
Türkiye’de kış, Antalya’da bir sonbahar günü<br />
rastladım ona. Arkadaşlarımla buluşmadan önce,<br />
ayakkabılarımın tozunu aldırmak için boyacı<br />
bakınıyordum. Uzaktan yeni alındığı belli olan<br />
boya sandığı pırıl pırıl parlıyordu.<br />
“Kolay gelsin, kaça parlatıyorsun?“ dedim.<br />
Kafasını kaldırıp baktı:<br />
“Dört lira“ dedi... Allah allah, neden beş lira<br />
demediğini merak ettim!<br />
Publisher Plus<br />
“Ben o şekilde boyayamam abi, bağcık aralarına<br />
giremem, benim içim rahat etmez“ dedi.<br />
Anlaşıldı, bir toz aldırıp iki fırça attırma işi, detay<br />
temizliğe dönüşmüştü. Fena yakalanmıştım.<br />
Arkadaşlar biraz bekleyeceklerdi. Adı<br />
İbrahim’miş. Arkadaşları “Davulcu İbo“ diye<br />
çağırırlarmış. Öyle deyince aklıma hemen<br />
Yeşilçam’ın meşhur tiplemesi “Cilalı İbo”‘ geldi.<br />
Ufak, tefek kavruk yapısı ve gülümseyen yüzü ile<br />
çağrışım yaptırıyordu.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
“Üç lira olamaz mı?“ dedim, gülerek .<br />
‘‘Olsun abi, gel“ dedi.<br />
Kanaatkarlığı hoşuma gitmişti. Sağ ayağımı boya<br />
sandığının pirinç mahmuzlarına basınca kibarca<br />
itiraz etti. Yanında duran tabure ve iki çift mavi<br />
terliği göstererek, ayakkabılarımı çıkarmamı ve<br />
tabureye oturmamı istedi. Vaktimin olmadığını<br />
söyleyip bu şekilde boyamasında direndiysem de,<br />
o galip geldi. İsteksizce yaya trafiğinde insanların<br />
umursamaz bakışları altında pabuçlarımı<br />
çıkardım, mavi lastik terlikleri giydim ve tabureye<br />
oturdum.<br />
Biraz sonra ayakkabılarımın bağcıklarını çözüp<br />
çıkarırken, “eyvah, bir mükemmeliyetçiye daha<br />
yakalandım“ diyerek gülümsedim. Evdeki<br />
yağmurdan kaçarken sokakta doluya tutulmuştum.<br />
“Asıl mesleğim müzisyenlik. Davul ve Bas gitar<br />
çalarım. Ancak para ödemedikleri için boyacılığa<br />
başladım“ dedi. Müzik deyince kendisine biraz<br />
daha dikkatli baktım. Davulcu İbo, bizim<br />
Antalya’nın en gönül vatandaşları, romanlardan<br />
birisiydi. Hemen kendisine tanıdığım bir iki<br />
arkadaşın ismini verdim. Tanıdı.<br />
Yaşar abi de benim gibi davulcudur, ama emekli<br />
oldu, dedi. Tahmin ettiğim gibi kendisi henüz<br />
emekli olamamış. Primlerini yatırmaya devam<br />
ettiğini söylese de bu bana pek inandırıcı gelmedi.<br />
Emekli olamamanın mahcubiyetini yaşıyordu.<br />
Boya sandığını iki ay önce beş yüz liraya almış.<br />
Borcunu ödeyip ödemediğini sorduğumda<br />
“neredeee“ abi dedi. Eskilerden beri bu parlak<br />
boya sandıklarına çok meraklıyımdır. Bazı<br />
boyacılar bunları bayraklarla süsleyip millilik<br />
havası da vermişlerdir. Meraklı turistler onlarla<br />
resim çektirirken ödedikleri ücret dolar ve avro
üzerinden olduğundan ekonominin döviz<br />
paritesine katkı bile yapmışlardır. Bu konuda en<br />
güzel enstantaneleri ise, mini eteği ile ayakkabı<br />
boyatan kızlar vermiştir. Değişik bir şey yaptığı<br />
için mutlu olan turist kız aldığı kültürün verdiği<br />
masumiyet ile gülümserken, bizim milli delikanlı<br />
feleğinden geçtiği hayat üniversitesinden aldığı<br />
dereceye göre kızın gülümsemesine karşı<br />
ifadelerde bulunur.<br />
Parasına göre bu boya sandıklarının çok<br />
azametlileri vardır. Demek onlar çok pahalı olmalı<br />
ki, yurdumun bir devlet adamı belediyenin böyle<br />
bir boya sandığı hediye ettiği bir garibanın iş<br />
açılışını yapmıştı da yurdumun tüm medya<br />
temsilcileri bu açılışı bizlere kadar duyurmuştu.<br />
Ülke adına büyük bir yatırım yapılmış, işsizlik<br />
ordusunun bir neferi kazanılmıştı.<br />
ikaz eder“<br />
Bende çok anlıyorum ya, “yaa, rahmetli Zeki<br />
Müren’de öyleymiş. Müzisyenler akor yaparken<br />
onlara nota verirmiş rahmetli. Notaları çok doğru<br />
basarmış. Bir zamanlar bir başbakanımızın kızı<br />
bile davulcu ile evlenmişti. Davulcu Asım. Adam<br />
iyi nota basıyormuş, öyle rivayet olunur.“<br />
Müzik sohbetinin geldiği bu derin noktada<br />
ikimizde çok duygulanıp kafalarımızı sallarken<br />
birbirimize “ yaaa“ çekiyorduk. “Düşünebiliyor<br />
musun?“ diyerek devam ettim. “Sözüm ona onca<br />
senedir müzikle ilgilenirim hala gitarımı akor<br />
ederken, internetten indirdiğim akor cetvelini<br />
kullanırım.“ diyerek, müzisyenlerimizin nasıl<br />
güçlü bir kulağa ve nota bilgisine sahip olduğuna<br />
tekrar güçlü bir vurgu yaptım.<br />
Sohbet müziğe gelince “dur orada, ben de biraz<br />
gitar çalarım, ancak bateri ve bas gitara karşı<br />
büyük bir merakım var“ dedim ve böylece büyük<br />
bir ortak payda ile sohbet iyice koyulaştı, tatlı bir<br />
kıvama dönüştü.<br />
Askeri okulda trampetçi olduğumdan, bir gece<br />
Topçu Okulu Gazinosunda arkadaşlarla müzik<br />
yapmış ve ben bir iki denemeden sonra bayağı<br />
bayağı bateri çalmıştım... Gitarın son dört teli ile<br />
zaten zaman zaman bas gitar denemelerim<br />
olmuştu. Bunları anlatınca hemen atıldı “Gitar<br />
çalan, bas da çalar.“ Arkasından devam etti:<br />
“Seni Hande ile tanıştıracağım abi“ dedi.<br />
“Hande kim, benim tanıdığım bir Hande var, o da<br />
Hande Yener“ dedim afallayarak.<br />
“Hande Yener Antalya’dan çıkmıştır. Bizleri tanır.<br />
Her geldiğinde görüşürüz. Benim bahsettiğim<br />
Hande şantözlük yapar, Parlak Bar’da çıkar“<br />
Tanıdığım her müzisyenin mutlaka tanıdık bir<br />
ünlü sanatçısı vardır. Bunlar hep birbirini tanır.<br />
Aile gibidirler. Biraz geçimsiz bir aile.<br />
“Barlar sokağında mı?“<br />
“Evet, bizim Hande, Haner Yener’e çok şarkı<br />
yapmıştır. Hande o kadar iyi bir müzisyendir ki,<br />
arkasındaki gitarcı ‘Re‘ yi yanlış bassın, hemen<br />
Publisher Plus<br />
Bu arada bizim, öncenin Davulcu şimdinin Cilalı<br />
İbo’su sohbetin verdiği dayanılmaz coşku ile<br />
ayakkabı dilinin en ulaşılmaz noktalarına boya ve<br />
cila ile ulaşıyor, oraları yuvarlak dokunuşlarla<br />
adeta okşuyordu. Eminim ayakkabı fabrikadan<br />
çıkışta bile böyle bir bakım ve ihtimam<br />
görmemiştir.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
“İşini iyi yapıyorsun“ dedim. Titizliğin verdiği<br />
takıntı ve kendinden emin bir ses tonuyla “Önce<br />
kendim beğenmeliyim“ dedi. Şimdi buna ne cevap<br />
verilebilir ki? Ayakkabı adeta benim<br />
mülkiyetimden çıkmış gerçek sahibinin elinde<br />
yeniden vücut buluyordu. Arkadaşlarımla<br />
buluşmak için sabırsızlanan ben, bağcıklarına<br />
kadar ayrışan ayakkabı ve ayağıma metazori<br />
giydirilen mavi lastik terlikler yüzünden İbo’ya<br />
esir düşmüştüm. O boyadıkça boyuyor cilalıyor,<br />
ben ise oturduğum tabureden kımıldayamıyordum.<br />
Sonradan öğrendim ki, meğer arkadaşlar benden<br />
ümidi kesmiş ve eve gitmek üzereyken son anda<br />
randevuya yetişmişim…<br />
Bu arada bir genç geldi. Pasajda yaşlı bir dayı<br />
ayakkabılarını boyatacakmış. Etrafımızda bir iki<br />
dolandı. Sonra bizim yoğun sohbetin arasına<br />
giremeyince vazgeçti. “Tamam, ayakkabıları ben<br />
getiririm“ dedi ve gitti. Biraz sonra bir torba ile<br />
geldi. Bizim Cilalı İbo, yeni gelen bu iş için<br />
elindeki işin aceleciliğine gitmedi. Aynı sakinlik
ve ciddiyet ile eski işine yani benim pabuçların<br />
üzerinde çalışmaya devam etti.<br />
“Esnaf olmak böyle bir şey“ diye devam ettim.<br />
“Bak uyanık insanlar şurada yanılıyorlar. Alem<br />
enayi değil. Mesela bir dükkanda kazıklandım mı<br />
belki sesimi çıkarmam ama bir daha oraya<br />
uğramam.” dedim. İşini güzel yaptığı için tekrar<br />
müşterileri olmuş. Şimdiden epey müşterisi<br />
varmış. “Ne iş yaparsan yap, en iyisini yapmaya<br />
çalış“ sözü böylece bir kere daha yerini<br />
buluyordu.<br />
Bazen de kötü niyetliler çıkıyormuş. Mesela bir<br />
keresinde adamın biri gelmiş. Boyadan sonra iki<br />
yüz lira uzatmış. Bozuk olmayınca üzerini sonra<br />
getireceğini söyleyerek iki lirayı bırakıp, gitmiş.<br />
Arkasından sivil polisler gelmiş ve parayı alıp<br />
almadığını sormuşlar. Meğer adam piyasaya sahte<br />
para sürüyormuş ve polisler adamı takip<br />
ediyormuş. “Bu ara piyasada çok sahte para<br />
dolaşıyor, dikkat et abi “ demeyi de ihmal etmedi.<br />
Aslında biliyordum ancak bir de ondan öğrenmek<br />
istedim.<br />
“Müzisyenlikten neden para kazanamadın?“<br />
“Anlaştığını ödemiyorlar... Akşam on sabah beş<br />
çalıyorsun, yüz liraya anlaşmışsın. Patron, müşteri<br />
gelmedi deyip yirmi lira ile uğurluyor... Birde<br />
gençler girdi işin içine”<br />
Bir çok genç sokak müzisyenin artık kafelerde<br />
çaldığını hatırlatıyorum. Bunların çoğu üniversite<br />
okuyan gençler. Müzik okullarında ders, kurs alan<br />
gençlerde var. Antalya meydanlarında takip<br />
ettiğim bir grup genç vardı. Bunlar bir ara bayağı<br />
tutuldu. Dinleyicilerin sayısı her geçen gün<br />
gittikçe arttı. İnsanlar gelip geçtikçe para<br />
bıraktılar. Gençler, yani sokak müzisyenleri önce<br />
kıyafetlerini düzelttiler. Saçlarına başlarına tarz<br />
yaptılar. Kazanılan para arttıkça müzik aletleri<br />
elektroniğe, ses düzenleri amfilere dönüştü...<br />
Sözde sahne kenarlarına hayranı kızlar oturmaya<br />
başladı. Sonra yanlarında çok güzel kızlarla<br />
gezmeye başladılar ve nihayet grup dağıldı. Müzik<br />
gruplarının pek çoğunun kaderi budur. Şöhret<br />
kaldırılamaz, kıskançlıklar başlar, egolar kavga<br />
eder, solo çalışmalar başlar, kimi yola devam eder,<br />
Publisher Plus<br />
kimi kaybolur gider. “Neden böyle olur İbrahim?“<br />
diye birde onun fikrini sordum. Omuzlarını<br />
silkerek ve düşürerek “parayı paylaşamazlar,<br />
kızları paylaşamazlar abi “ dedi. Parasızken<br />
paylaşılan ortak kader araya paranın girmesi ile<br />
ayrışıyordu.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Işıkların hemen yanı başında çok eski bir roman<br />
mahallesi vardır. Çok eski yerleşim birimi<br />
olduğundan şehrin ortasında kalmıştır. Merkeze<br />
inerken bazen oradan geçerim. O mahallede<br />
hüzünle karışık bir mutluluk vardır. Her camın<br />
arkasından bir enstrümanın çıkardığı müzik sesi<br />
gelir. “Hımmm, gençler çalışıyor“ derim içimden.<br />
Müzisyenlik, bu en sevimli vatandaş<br />
topluluğumuzda babadan oğula geçer. Okul veya<br />
kurs yoktur. Her ev kendi içinde bir müzik<br />
okuludur. Müzik onlar için bir yaşam tarzıdır, bir<br />
geçim kaynağıdır. Gerçi İbo ile konuştuktan ve bu<br />
ekonomik kriz geldikten sonra eğlence yerleri,<br />
oteller bir bir kapanırken müziğin geçim kaynağı<br />
olduğu hususunda şüphelerim arttı. Bu mahallede<br />
insanlar yazın sokaklarda oturur. Evlerinin<br />
cumbalarında, varendalarında saksılar içinde<br />
çiçekler vardır. Düğünleri pek bir neşeli olur. Tüm<br />
mahallenin oluşturduğu düğün alayı önde klarnet,<br />
keman ve darbuka eşliğinde dans ederek sokakları<br />
gezer. Bu mütevazi düğün alayı, sokak düğünü<br />
şeklinde gecenin geç saatlerine kadar sürer. Bu<br />
düğünde silah atılmaz. Bu güzel insanların silahla<br />
işleri olmaz. Bu güzel insanlar özgürlüklerini<br />
sonuna kadar mutlu bir şekilde yaşarlar.
Bu mahalleye kentsel dönüşüm giremez. Etraf<br />
değişirken, dikeylemesine betonlaşırken, bu<br />
mahalle hep eski hali ile kalır. Bu insanlar tek<br />
katlı ve küçük bahçeli evlerindeki yaşam<br />
tarzlarından memnun yaşar giderler.<br />
Bu arada İbo, ayakkabılarımı pırıl pırıl yaptı. Her<br />
asker ayakkabı boyacılığını çok iyi bilir. Daha<br />
Kuleli Askeri Lisesi’ne başlar başlamaz, Mercan<br />
Yokuşundan Nuri Leflef boya ve cilasını alır.<br />
Özellikle merasimlerden önce koğuş ranzalarının<br />
alt yataklarına oturup bir yandan yarenlik<br />
yaparken diğer yandan ayakkabılarını boyar. Bu<br />
konuda yöntem geliştirirler. Bunlardan birisi de<br />
cila atarken ayakkabıya tükürmektir... İyi bir traş<br />
ve parlak bir boya işlediğin pek çok kusuru<br />
örtebilir. En meşhur traş stili ise, Serdar Kerman<br />
usulüdür ki, askeri yaşamda marka olmuştur... (Bu<br />
espriyi anlamadıkları için sivil okuyucularımdan<br />
özür diliyorum. Bir fırsat olursa izah ederim.) O<br />
yüzden boyacılık geçmiş ve tecrübem ile, İbo’nun<br />
boya malzemesine dikkatle baktım. Titizliği<br />
malzeme seçimine de yansımıştı. Şafak boyası ve<br />
Nuri Leflef cila kullanıyordu. İbo, ucuz boya ve<br />
cilaların ayakkabı derisini nasıl çatlattığı<br />
konusunda bir müşterisinin başına gelenleri<br />
anekdot şeklinde anlattı.<br />
İbrahim’ in müzik bilgisini biraz daha denemek<br />
için son bir soru sormak istedim:<br />
“ İbrahim, bir elektro gitar almak istiyorum. Daha<br />
önce ‘İbanez‘ denedim. Ne dersin?“<br />
Yakın gözlüklerinin üstünden tamda adamına<br />
sordun der gibi bakarken, “Ben yerinde olsam<br />
‘fender‘ den şaşmazdım“ dedi. Vayyy, İbrahim<br />
hiç de alçak kasnaktan yem yemiyormuş.<br />
Dediğine göre evindeki baterinin değeri on bin<br />
liraymış.<br />
Boya bittikten sonra ayakkabı bağcıklarını özenle<br />
bağladı. Fermuarlı botlar çıkana kadar bot<br />
bağcıkları bizler için çok zor ve üşendirici bir işti.<br />
İşte bu yüzden bağcıklarımı hiç çözmem, çekecek<br />
kullanırım ve mümkünse bağcıksız ayakkabı<br />
kullanırım. En son bağcık bağlama işini de<br />
bitirdikten sonra İbo yaptığı işin gururuyla<br />
ayakkabılarımı bana uzattı. Tabiri caizse<br />
ayakkabıya bak ve saçlarını tara…<br />
Publisher Plus<br />
“Ne yaptın be sen İbrahim? Şimdi sana çok para<br />
vermem gerekecek“ dedim ve güldüm.<br />
“Gönülden“ dedi. “Ne veriyorsan gönülden ver“<br />
Gönlümü kazandı İbrahim. Diğer ayakkabılarımı<br />
da getireceğime söz vererek ayrıldım yanından.<br />
Biraz uzaklaşınca Hande geldi aklıma. Geriye<br />
dönüp “Hande’yle tanışalım bir gün“ diye<br />
seslendim. Kim bilir bize yazacak başka bir<br />
hikaye çıkardı. Çünkü herkesin bir hikayesi var…<br />
Arkadaşlarıma doğru yürürken kendimi biraz daha<br />
hafiflemiş ve mutlu hissettim. Ayakkabılarıma<br />
baktım çok güzellerdi. Adeta hafiflemişler ve kuş<br />
gibi uçurmaya başlamışlardı beni. Meğer ne çok<br />
toz toprak, ağırlık birikmiş üzerlerinde. İbo<br />
hepsini temizlemişti, ağırlıklardan kurtarmıştı<br />
bizi. Artık o’nun mutluluğu ayakkabılarımdan<br />
yükselip bana kadar geliyordu.<br />
Hayat işte böyledir. Bir insanla karşılaşırsınız<br />
hayatınızı karartır. Bir insanla karşılaşırsınız sizi<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
göklere uçurur.<br />
Önemli olan, içinizdeki güzelliği ve mutluluğu<br />
ortaya çıkaracak insanlarla karşılaşmak…<br />
Selahattin Ercan
BİR FOTOĞRAF BİR ÖYKÜ<br />
Gölyazı Balıkçısı Hüseyin Amca<br />
Sabah ezanıyla uyanmış, bir iki bardak çayını da<br />
içmişti Hüseyin amca.<br />
Uzandığı kanepede içi geçip, uyuyup kalmasa,<br />
akşamdan göle attığı ağı çoktan toplamış ve<br />
tuttuğu balıkları, av dönüşü müzayede alanında,<br />
satmış olurdu şimdiye kadar.<br />
Kapıdan çıkmadan gökyüzündeki bulutlara baktı<br />
önce.<br />
Kendi kendine kızıp, söylendi, çizmelerini ve<br />
yağmurluğunu giyinirken.<br />
Hızlı adımlarla indi ve elindeki sepetleri tam içine<br />
atıyordu ki, kayığının önünde oturmuş, uzaklara<br />
bakan genç kadını gördü.<br />
Gezi için gelen misafirlere alışıktı Gölyazı'lı<br />
Hüseyin amca.<br />
Ancak, erken saatte ve yalnız başına bir kadını<br />
kayığında görünce şaşırdı biraz.<br />
“Günaydın, hanım kızım” diye seslenip, elindeki<br />
sepetleri kayığına bıraktı.<br />
Genç kadın, hiç oralı olmadan, uzaklara bakmaya<br />
devam ediyordu.<br />
Gecikmiş olmanın telaşıyla,<br />
“Hanım kızım, ben çok geciktim bu sabah. Gidip<br />
ağımı toplamalıyım.” diye seslenirken, kayığı da<br />
suya doğru itmeye başladı yavaş yavaş.<br />
Kayığın hareketlenmesiyle, birden sıçrayıp,<br />
korkarak arkaya döndü kadın.<br />
Publisher Plus<br />
“Dikkat et kızım. Suya düşmeden iner misin<br />
lütfen kayıktan?”<br />
“...”<br />
Korkuyla arkaya dönen genç kadının, yüzünü<br />
kapatan sarı saçları ile boynunu ve omzunu açıkta<br />
bırakan ince, beyaz gömleği rüzgarda uçuşuyordu.<br />
Kayığı iterken,<br />
“Haydi kızım, oyalama beni...”<br />
“...”<br />
Bir “La Havle” çekip, genç kadının yanına gitti<br />
ve,<br />
“Kızım, sana söylüyorum. İn artık şu kayıktan...”<br />
Genç kadın, bir eliyle uçuşan saçlarını, diğer<br />
eliyle de dağılan gömleğinin yakasını toplayınca,<br />
yüzünde kurumuş gözyaşlarını ve çaresiz<br />
bakışlarını gördü Hüseyin amca.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Vakit öğlen olmuş, güneş iyice ısıtmıştı, sokakları<br />
kalabalıklaşan Gölyazı'yı.<br />
Ağını toplayıp, kayığıyla gölden dönen Hüseyin<br />
amcanın evinde, sundurmanın gölgesindeki<br />
sedirin üzerine, kıvrılmış, ter içinde, uyuyordu<br />
genç kadın...<br />
Hüseyin Kekiç
Gecede Sessizliği Dinledim<br />
Gecede sessizliği dinledim<br />
Karanlıktan korkan bir çocuk<br />
Gözleri kocaman<br />
Gecede sessizliği dinledim<br />
Bir telaş gün ışığına çıkmak için<br />
Bir telaş gözlerinde güneşi arayan<br />
Publisher Plus<br />
Yaşlı bir hicaz şarkıdan geçiyor yolu<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Umuda yazılmış notalar<br />
Gözlerinde piyano tuşları<br />
Tek tek bir yalnızlık ritmi<br />
Gecede sessizliği dinledim<br />
Karanlıktan korkan bir çocuk<br />
Gülten Kaplan
KARNE HEYECANI<br />
Karne kimin?<br />
Çocuk ve gençlerimiz 1.dönem boyunca<br />
uğraştılar, bu eğitim-öğretim yılını rahatça<br />
atlatanlar olduğu gibi, çok zorlanan çocuklarımız<br />
da oldu. Niçin zorlanıyor çocuklar? Neden bazı<br />
karneler çok iyi, neden diğerleri başarısız, neden<br />
ders notları yüksekken çocuğun uyum sorunları<br />
oluyor, okula ilk başlayan çocuklar, TEOG , YGS,<br />
ergenlik dönemi vs…ele alınması gereken<br />
konular?<br />
Çocuk neden zorlanır?<br />
Ç O C U Ğ U N K E N D İ S İ K A Y N A K L I<br />
SORUNLAR:<br />
Çocuğun gelişim düzeyi yaşıtlarına oranla zayıfsa<br />
çocuk öğrenme ve uyumda sorunlar yaşıyor. Bu<br />
sorunlar; zeka engeli, öğrenme güçlükleri, dikkat<br />
eksikliği, gelişim geriliği, konuşma bozukluğu<br />
gibi, çoğu kez genetik geçişle olan çocukta var<br />
olan eksiklikleri ifade ediyor. Bu çocuklar,<br />
bireysel boyutta özel eğitimle desteklenmesi<br />
gereken çocuklar.<br />
AİLE KAYNAKLI SORUNLAR:<br />
Aile içi iletişim sorunları, ailede süreğen<br />
hastalıklar, kardeş doğumu, aile bireylerinin<br />
psikiyatrik rahatsızlıkları, boşanma, kalabalık aile<br />
gibi sorunlar var ise, çocuk var olan potansiyelini<br />
kullanamaya biliyor. Oda yokluğu, ders çalışması<br />
için uygun koşulların olmayışı, stres gibi etkenler,<br />
öğrenmeyi ketliyor. Çocukta da depresyon, kaygı,<br />
alt ıslatma, kekemelik, tırnak yeme gibi<br />
psikiyatrik ve davranış sorunları ortaya<br />
çıkabiliyor.<br />
Publisher Plus<br />
durumlarda birebir özelleştirilmiş program<br />
uygulanmalıdır.<br />
Karne tüm 1 yıl boyunca çocuğun bilişsel –bilgi<br />
ile ilgili başarısını, uyumunu, tüm alanlardaki<br />
gelişimini değerlendiren bir gösterge. Aynı<br />
zamanda ailenin ve okulun desteğini de<br />
unutmamak lazım... Karne hem çocuğun, hem<br />
ailenin, hem de okulun!..<br />
Sadece çocuğun gencin değerlendirmesi değil. O<br />
nedenle onları yalnız bırakmamak, tüm<br />
sorumluluğu onlara yüklememek gerekli. İyi<br />
karne getiren çocuğa teşekkür etmeli, dilersek<br />
ödüllendirmeli, tatilini de aktif bir şekilde<br />
dinlenebileceği şekilde kendisiyle birlikte<br />
organize etmeli… Zayıf karne getiren çocuğu<br />
suçlamamalı, eleştirmemeli, nerde sorun olduğunu<br />
bulmak için tüm bu bilgileri gözden geçirerek<br />
sorunu birlikte çözeceğimizi hissettirmeliyiz.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
OKUL KAYNAKLI SORUNLAR:<br />
Çocuğun okulda yaşadığı bir sorun örneğin; alay<br />
edilme, akran zorbalığı, öğretmenin etkili öğretim<br />
tekniklerini yeterince kullanmaması, sınıfın<br />
düzeyinde farklılıklar olması vs. gibi nedenler de<br />
başarıda güçlüğe neden olabilmektedir.<br />
Tüm bu durumlar zamanında fark edilmeli ve<br />
çocuk/genç için yardım alınmalıdır. Gereken<br />
Ona onu koşulsuz her durumda sevdiğimizi<br />
hissettirmeliyiz!..<br />
Tüm bu yazının ana mesajı bu cümle aslında!..<br />
Sorunların çözümünü biz ebeveynler bulmak<br />
zorundayız, bütün sene beklemeden üstelik…<br />
Aynur Sayım
LİVA PASTANESİ<br />
Ankara’ya geleli üç yıl olmuştu. İlk başlarda bu<br />
şehri biraz yadırgasa da artık alışmıştı.<br />
Derslerinden arta kalan zamanlarda şehri<br />
tanımaya, öğrenmeye çalışmış, zamanla<br />
benimsemiş, hatta sevmeye başlamıştı. İlk yıl artık<br />
dayanamıyorum dediği sert kış koşullarına bile<br />
alışmış, birkaç defa gitme imkânı bulduğu<br />
Elmadağ kayak tesislerinde unutulmaz zaman<br />
geçirmişti. İlk kar yağışını bu şehirde yaşamış, el<br />
ve ayakları buz kesmesine rağmen bu büyüleyici<br />
beyazlığın üzerinde saatlerce dolaşmıştı.<br />
Doğup büyüdüğü ve lise son sınıfa kadar yaşamını<br />
sürdürdüğü Mersin’in sıcak iklimine alışkındı.<br />
Çukurova’nın boğucu sıcağı onu hiç rahatsız<br />
etmezdi. Palto ve kaban nedir bilmez, Mersin’de<br />
bütün bir kışı süveter ve biraz kalın kazaklarla<br />
rahatlıkla geçirirdi. Çok uzaklarda seçilebilen<br />
Torosların tepelerindeki beyazlığın kar olduğunu<br />
söylemişlerdi ama oralara gitmemişti. O<br />
sıradağların arkasında nerelerin olduğunu<br />
biliyordu ama görmemişti. Yaşadığı ilçenin dışına<br />
sadece Mersin’e gitmişti.<br />
İlkokulu bitirdiğinde ‘kızlar okumaz’ düsturuna<br />
inanan babası onu ortaokula göndermeyi<br />
düşünmemişti. Oysa dersleri çok iyiydi ve kendisi<br />
de okumak, bulunduğu çevrenin kabuğunu<br />
kırmak, dünyayı tanımak ve görmek istiyordu.<br />
Günlerce annesine yalvarmıştı. Sonra da annesiyle<br />
birlikte zor da olsa babasını ikna ettiklerinde ne<br />
kadar çok sevinmiş ve dünyalar onun olmuştu.<br />
Ortaokul ve lisedeki okul dönemi başarılarla<br />
doluydu. Her zaman sıralamada ilk üçe dâhil<br />
Publisher Plus<br />
olmasa da dereceye giriyor her sömestrde<br />
mutlaka teşekkür ve takdirname ile eve<br />
dönüyordu. Artık babasının direnci kırıldığı gibi<br />
en büyük destekçisi de o olmuştu. Söylemleri<br />
değişmiş, sen okumaya devam et, ben sonuna<br />
kadar arkandayım demeye başlamıştı.<br />
Üniversite sınavlarında hep Torosların arkasındaki<br />
büyük şehirleri hayal etmişti. İlk önce İstanbul’u<br />
düşünmüş, ancak o devasa şehrin kendisini<br />
yutacağından ürkmüş, biraz da uzaklığından<br />
dolayı tercihini Ankara’dan yana kullanmıştı.<br />
Çalışmasının karşılığını görmüş Ankara’da<br />
istediği bölümü kazanmıştı.<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
YURTKUR’un Beşevlerdeki kız yurdunda<br />
kalıyor, okula da daha çok metro ile gidip<br />
geliyordu. Büyük şehir yaşamına hemen adapte<br />
olmuş, şehrin tadını çıkarmaya başlamıştı. Işıltılı<br />
cafeler ve sinemalar ile burada ilk defa izleme<br />
imkânı bulduğu tiyatrolar gitmekten zevk aldığı<br />
mekânlardı. Memleketinde ulaşamadığı kültür ve<br />
sanat etkinliklerini burada görmüş ve fırsat<br />
buldukça katılmaktan geri durmamıştı. Yurttan ve<br />
okuldan edindiği arkadaşlarıyla çok güzel günler<br />
geçiriyordu. Çok sevdiği Haluk Levent’i,<br />
Kavaklıdere’deki Jolly Joker adlı müzik<br />
salonunda canlı olarak izlemiş mutlu olmuştu. En<br />
çok uğradığı mekânlardan biriside Zafer<br />
Çarşısındaki kitapçılardı.<br />
Tahir bir üst sınıftandı. Onunla nasıl tanıştığını<br />
tam olarak hatırlamıyordu. Belki kantinden, belki<br />
de bazı ortak amfi derslerinden bir göz aşinalığı<br />
olmalıydı. Sevimli ve hoş bir çocuktu. Güzel
konuşur, esprileri ile herkesi güldürürdü. Kendisi<br />
ile barışıktı ve çok rahat dalga geçerdi. Bir süre<br />
sonra Tahir’in kendisinin arkadaş gurubuna dâhil<br />
olduğunu fark etti. Aslında bundan memnun da<br />
oldu. Birçok etkinlikte artık birlikte oluyorlardı.<br />
Arkadaşlarının, ‘bu çocuk senden hoşlanıyor’<br />
sözlerine ise gülüp geçiyordu. Gerçekten de<br />
Tahir’in ona karşı özel bir ilgisi vardı ve bu da hiç<br />
kimsenin gözünden kaçmıyordu.<br />
Tahir; onu Çukurambar’daki Liva pastanesinde<br />
görüşmek üzere davet ettiğinde ne diyeceğini<br />
bilememişti. Eli ayağına dolaşmış, yanakları al al<br />
olmuştu. Aslında yadırgamamıştı. Bu davet onu<br />
mutlu etmiş, gururunu okşamıştı. Sıkılarak kabul<br />
etmişti. Liva pastanesi Çukurambar’da üst seviye<br />
bürokratların ve siyasilerin uğrak yeri ve buluşma<br />
noktasıydı. Daha önce hiç gitmemişti ama yerini<br />
biliyordu. Randevu gün ve saati yaklaştıkça<br />
yerinde duramıyor, içini bir sevinç kaplıyordu.<br />
İtiraf etmek gerekirse Tahir’den hoşlanıyordu.<br />
Etekleri zil çalarak randevu yerine gittiğinde dip<br />
köşedeki iki kişilik masada Tahir’i kendisini<br />
beklerken buldu. Selamlayarak yumuşak bir<br />
reveransla elini sıktı ve karşısına oturdu. Biraz<br />
sonra sipariş için garson geldiğinde gayri ihtiyari<br />
dilinden ‘limonata’ kelimesi döküldü. Tahir o tatlı<br />
gülüşünü dudaklarına kondurarak ‘çok klasiksiniz<br />
ben de bir limonata istiyorum’ dedi ve hep birlikte<br />
gülmeye başladılar.<br />
Sonsöz; yıllar sonra iki çocuğuyla birlikte evde<br />
misafirlerini kabul eden Tahir, Liva Pastanesi<br />
hikâyesini anlattığında onun yine yüzü kızarıyor<br />
ve yanakları al al bir şekilde ‘ne yapalım ben hala<br />
klasik bir kişiyim’ diye mırıldanıyordu.<br />
Publisher Plus<br />
http://www.pearlmountainsoft.com/publisherplus<br />
Tekrar görüşmek üzere, kalın sağlıcakla…<br />
Muzaffer Özkan