Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
YIL 8 / SAYI <strong>33</strong> / YAZ 2017<br />
www.pharmetic.org<br />
Yaz<br />
Keyfi<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />
Eczacılar Derneği’nin<br />
ücretsiz yayınıdır.<br />
www.pharmetic.org<br />
BESİN ETİKETİ OKUMAK + REFLEKS TERAPİYLE<br />
OBEZİTE TEDAVİSİ + GELECEK NESİL NE İŞ YAPACAK?<br />
+ KENTLERİN ŞİZOFREN SAKİNLERİ + RÖPORTAJ:<br />
AZRA KOHEN + SEYAHAT: HALSTATT
Üstün Dermokozmetik Anlayışı<br />
HYDRAGENIST<br />
NEMLENDİRİCİ DOLGUNLAŞTIRICI ETKİ<br />
DOKU OKSİJENİZASYONUNUN NEMLENDİRİCİ<br />
ETKİSİNİ KEŞFEDİN!<br />
« HAYATIN IŞIK<br />
SAÇAN YANI, İŞTE<br />
ONU SEVİYORUM!»<br />
Eleonora Carisi<br />
Ünlü İtalyan Moda bloggerı,<br />
Joujouvilleroy blogunun yaratıcısı<br />
85 %<br />
Ciltte anında<br />
dolgunlaştırıcı etki<br />
*<br />
Cilt 48 saat ** içerisinde<br />
nem kazanır<br />
Pürüzsüzleşmiş<br />
kırışıklıklar, taze<br />
cilt görünümü<br />
* Hydragenist Cream’i günde 2 kere kullanan 51 gönül ile yapılan klinik çalışma - % memnuniyet yüzdesi<br />
** Hydragenist Cream kullanan 10 gönüllü ile uygulamadan 48 saat sonra yapılan enstrümantal ölçüm<br />
Güzelliğiniz kontrol altında<br />
#lieracgücü
Başkandan<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong><br />
YÖNETİM<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği adına<br />
Ecz.Neylan Zırhlıoğlu<br />
Yönetim Yeri<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />
İçerenköy Mah. Topçu İbrahim Sok. No:9/11<br />
Ataşehir İstanbul<br />
Tel: 0216 450 12 71<br />
www.pharmetic.org<br />
Yayın Kurulu: Ecz. Neylan Zırhlıoğlu,<br />
Ecz. Fulya Urgancıoğlu,<br />
Ezc. Fikret Apaydın<br />
Hukuk Danışmanı: Av. Ahmet Karadağ<br />
YÖNETİM KURULU<br />
Y.K. Başkanı Ecz. R. Armağan Ener<br />
Başkan Yardımcısı Ecz. F. Ayfer Denizoğlu<br />
Başkan Yardımcısı Ecz. Mücahit Birik<br />
Genel Sekreter Ecz. Özgül Karaoğlan<br />
Sayman Ecz. Kazım Aykanat<br />
Üye Ecz. Nilgün Öncebe<br />
Üye Ecz. Ümit Ferzan Özgörür<br />
YAPIM-YAYIN<br />
Group Medya ve Bilgi<br />
Teknolojileri A.Ş<br />
Halaskargazi Cad. Sait Kuran İş Merkezi<br />
No: 145, Kat: 7 / 34381, Şişli, İstanbul<br />
Tel: 0212 224 93 30 (pbx)<br />
Faks: 0212 224 86 46<br />
www.group-medya.com<br />
Yayın Koordinatörü<br />
Nevzat Çalışkan<br />
nevzat@groupmedya.com<br />
Genel Koordinatör<br />
Zekiye Yaraş Meriç<br />
zekiyem@groupmedya.com<br />
Kreatif Direktör Halil Özbayrak<br />
halilo@groupmedya.com<br />
Görsel Yönetmen Damla Kurçak<br />
damlak@groupmedya.com<br />
Katkıda bulunanlar:<br />
Betül Gökçe, Şener Uluer<br />
Hakan Aydoğan (Fotoğraf)<br />
İlknur Eşsiz<br />
Ozan Akgün<br />
Av. Gönül Apaydın<br />
Dr. Ayça Kaya<br />
Uzm. Ecz. Leyla Haykır<br />
Ecz. Banu Kuruca<br />
REKLAM<br />
Ecz.Fulya Urgancıoğlu<br />
Ecz. Neylan Zırhlıoğlu<br />
Reklam Rezervasyon Mesut Öztürk<br />
mesuto@groupmedya.com<br />
Tel: 0212 219 19 32 / 320<br />
BASKI<br />
Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş.<br />
Tel: 0216 585 90 00<br />
Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Haziran 2017<br />
Yayın Türü: Yaygın, süreli yayın<br />
Yayın Periyodu: 3 Aylık<br />
<strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> Dergisi, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />
tarafından <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği üyesi olan<br />
eczacılar için onların tüketiciye tavsiyelerini kolaylaştırmak<br />
amacıyla hazırlanmaktadır ve bu bağlamda tüketiciye ücretsiz<br />
olarak iletilmektedir. <strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> dergisi, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />
Eczacılar Derneği adına Maya İletişim ve Tasarım Hizmetleri<br />
tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır.<br />
<strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> dergisinin isim ve yayın hakkı <strong>Pharmetic</strong><br />
Girişimci Eczacılar Derneği’ne aittir. Dergide yayımlanan yazı,<br />
fotoğraf ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. İzinsiz alıntı<br />
yapılamaz. Yazıların sorumluluğu yazarlara, yayınlanan<br />
reklamların sorumluluğu ise reklamverene aittir.<br />
Değerli <strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong><br />
Okuyucuları,<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği üyeleri olarak Mayıs 2017’de çok önemli<br />
bir projeye destek verme şansı bulduk. Üsküdar Belediyesi tarafından Burhan<br />
Felek Köşkü bahçesinde hizmet veren Down sendromlu gençlerle birlikte olarak,<br />
duygusal anlar yaşadık. Bu proje sayesinde gençler sosyal ilişkiler kurmayı öğreniyor,<br />
tek başlarına toplu ulaşım araçlarına binebiliyor, sosyal etkinliklere katılıp görev<br />
alabiliyorlar. Herkesin bu cafe’yi ziyaret etmesini öneriyorum.<br />
3-4 kişilik ailelerin bile kendi aralarında Whatsapp grubu kurarak iletişimlerini<br />
bu yolla sağladıkları bir dünyada yaşıyoruz. 1960-1980 yıllarıyla birlikte anılan “X<br />
Kuşağı” yeniliklere adapte olmaya çalışıyor; iş hayatlarında başarılı olabilmek için<br />
çok da gayret göstermek zorundalar. 1980-2000 nesli, yani “Y Kuşağı” ise hemen<br />
yönetici olmak hevesinde; iyi kazanmak ve rahat harcamak istiyorlar.<br />
Milenyum kuşağını oluşturan ve şu sıralar 15-25 yaş aralığındaki bu gençlerle<br />
2000’lerden sonra doğan “Z Kuşağı”nın oyuncağı iPad… Teknoloji içine<br />
doğduklarından hızlı öğreniyorlar. Soru şu: Bu iki kuşak geleceğimizi nasıl<br />
şekillendirecek? Hangi işlerde çalışacaklar?<br />
Çocuk ve Aile başlıklı yazımızı ise çok dikkatle okumak gerekiyor.<br />
“Obeziteye Karşı Refleks Terapi” üzerine değerli bilgiler aktaran Yard. Doç.<br />
Dr. Gamze Şenbursa ve Fi, Pi, Çi kitaplarının yazarı Sn. Azra Kohen ile yapılan<br />
röportajları da ilgi ile okuyacaksınız.<br />
Zihin sağlığımızı korumak için birkaç öneri… Özellikle Alzheimer’dan korunmak<br />
için beyin sağlığını korumak şart. Çünkü Alzheimer her beş yılda bir ikiye katlanarak<br />
yaygınlaşıyor. Bu konuda yapılabilecek şeyleri okuyun ve dikkate alın lütfen.<br />
Elbette yaz aylarında güneşten yararlanmak kadar korunmanın önemini bir kez daha<br />
tekrarlamak gerekiyor. Ailenizin, özellikle çocuklarınızın güneş koruyucularını<br />
seçerken lütfen özenli davranınız. Gelişi güzel bir ürün almak yerine hekim ve<br />
eczacılarınızın önerilerini dikkate alarak cilt yapınıza uygun ürünleri kullanmayı<br />
tercih ediniz.<br />
UNESCO Dünya kültür Mirası listesinde olan masallardan çıkmış gibi görünen bir<br />
kasabayı tanıtıyoruz: Avusturya’nın Hallstatt kasabası… Belki de bu yaz ziyaret<br />
fırsatınız olur.<br />
Tüm okurlarımızın aileleri, çocukları, sevdikleri ile birlikte sağlık ve mutlulukla,<br />
gönüllerine göre keyifli bir yaz geçirmelerini diliyorum.<br />
Sevgiyle kalın...<br />
Ecz. Armağan Ener<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />
Yönetim Kurulu Başkanı<br />
Ecz. Armağan Ener<br />
PGED Yönetim Kurulu Başkanı<br />
www.pharmetic.org<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 3
İÇİNDEKİLER<br />
YAZ<br />
40<br />
06<br />
YAKIN PLAN<br />
<strong>Sağlık</strong>, kişisel bakım, dijital<br />
dünyadaki gelişmeler, tedavi<br />
yöntemleri vb. ile ilgili son<br />
haberler…<br />
26<br />
52<br />
34<br />
48<br />
80<br />
40<br />
76<br />
SAĞLIK VE BESLENME<br />
ALS ile mutluluk, zor bir<br />
seçimdir!<br />
ALS nedir, ne değildir?<br />
21 Haziran Dünya ALS Günü<br />
nedeniyle hastalığa kısa bir<br />
bakış…<br />
Zihin sağlığınızı koruyun!<br />
Beyninizi ne kadar koruyup<br />
kolladığınızı, ona ne kadar<br />
özen gösterdiğinizi hiç<br />
düşündünüz mü?<br />
Etiket okumayı<br />
biliyor musunuz?<br />
Çoğumuz gıda alışverişi yaparken<br />
sadece son kullanma tarihine<br />
dikkat ediyoruz. Oysa etiketler<br />
çok şey anlatıyor.<br />
Refleks terapiyle obeziteye<br />
meydan okuyun!<br />
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa,<br />
refleks terapiyle obeziteyi nasıl<br />
yeneceğimizi anlattı.<br />
ZAYIFLAMA<br />
Fark etmeden kilo vermek için<br />
Mutfakta, sofrada hatta iş yerinde<br />
çalışırken yapacağınız birkaç<br />
değişiklikle farkına bile varmadan<br />
kilo verebilirsiniz.<br />
BAKIM VE GÜZELLİK<br />
Güneş dosyası<br />
Yaz güneşinden fazlasıyla<br />
etkilenen bebek ve küçük<br />
çocukları, saçlarınızı, yüzünüzü<br />
ve vücudunuzu koruyan ürünleri<br />
yakından tanıyın. Aradığınız<br />
mutlaka bunlardan biri…<br />
Gece bakımı<br />
Yaz aylarında günler uzun,<br />
geceler kısa… Gündüz<br />
başladığınız cilt bakımını gece<br />
sürdürmenin tek yolu ise siz<br />
uyurken bu ürünlerle cildinizi<br />
koruyup kollamak.<br />
94<br />
88<br />
22<br />
30<br />
58<br />
62<br />
84<br />
Bakımlı erkek…<br />
Kişisel bakım ürünleri her yaştan tüm<br />
erkeklerin şimdiden ilgisini çekiyor.<br />
PSİKOLOJİ<br />
Kentlerin şizofren sakinleri<br />
Kentlerde yaşayanlar çoğaldıkça, kent<br />
sakinleri akıl hastalıklarına, en çok<br />
da şizofreniye meyilli hale geliyor.<br />
Üstelik bu durum, 1930’lardan beri<br />
biliniyor!<br />
ALIŞVERİŞ<br />
Rengârenk Yaz Kampanyaları<br />
Yaz aylarında sadece güneş ve<br />
kumsalla değil, bu kampanyalarla da<br />
yüzünüz gülsün!<br />
Yeni ne var ne yok?<br />
Bu yaz sizlerle buluşacak seçkin<br />
ürünlerin biri mutlaka sizin için…<br />
Aileniz için en iyisi!<br />
Farklı ihtiyaçları olan farklı ailelere<br />
hitap eden ürünlerin tümü bu<br />
sayfalarda!<br />
ÇOCUK & AİLE<br />
Gelecek nesil ne iş yapacak?<br />
Çocuğunuzun mesleğiyle ilgili hayal<br />
kurmayı bırakın. Gelecek neslin işleri<br />
henüz bilinmiyor!<br />
Bu cümleler yasak!<br />
Çocuğunuzla iletişim kurarken<br />
kullandığınız cümleler arasında<br />
öyleleri var ki çocuğunuzun geleceğini<br />
ve kişiliğini ileriki yıllarda son derece<br />
olumsuz etkiliyor.<br />
70<br />
96<br />
KİŞİSEL GELİŞİM<br />
Dedikodu ya da sosyal kabul görme<br />
mekanizması<br />
Kime sorsanız “dedikodu yapmak<br />
kötüdür” der. Peki, insanlar neden<br />
mağara devrinden bu yana dedikodu<br />
yapıyor?<br />
RÖPORTAJ<br />
Azra Kohen<br />
Fi, Çi, Pi üçlemesinin ve Aeden’in<br />
yazarı Azra Kohen ile sohbet ettik,<br />
pek çok ayrıntıyı sorguladık.<br />
SEYAHAT<br />
102 Hallstatt denen büyülü diyar…<br />
Avusturya’da minicik bir kasaba<br />
Hallstatt ancak insanların gönlünde<br />
edindiği yer epey büyük.<br />
GÜNDEM<br />
106 <strong>Pharmetic</strong>, Down Sendromlu<br />
çocukların işlettiği Tebessüm<br />
Kahvesi’ndeydi. Eczacılık Bayramı<br />
Balosu ise yine görkemliydi<br />
HUKUK<br />
108 Avukat Gönül Apaydın, sorularla işçi<br />
haklarını anlattı.<br />
110<br />
UZMAN GÖRÜŞLERİ<br />
Doktor ve eczacıların<br />
kaleminden…<br />
Dr. Ayça Kaya<br />
Uzm. Eczacı Leyla Haykır<br />
Eczacı Banu Kuruca<br />
4 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Sağlık</strong>, güzellik ve beslenme gündeminden en son haberler...<br />
Yakın Plan<br />
Gençliğin yolu<br />
egzersizden mi<br />
geçiyor?<br />
Hareketsiz yaşamın kilo almaya sebep olduğu<br />
artık bilinen bir gerçek. Yalnız son zamanlarda<br />
yapılar araştırmalar, hareketsizliğin insan<br />
genlerini yaşlandırdığını da ortaya koydu.<br />
Örneğin her gün 10 saat oturan birinin<br />
haftada en az 150 dakikalık aerobik egzersizi<br />
yapması gerekiyor. Bu egzersizi yapmayanlar<br />
ise biyolojik olarak sekiz yıl daha yaşlanıyor.<br />
Bu arada, uzmanlar, biyolojik yaşınızı<br />
indirmenin yolları için de önerilerde<br />
bulunuyorlar: Örneğin sigara dâhil her<br />
türlü toksinden uzak durmak ve güneşte<br />
fazla kalmamak bu öneriler arasında.<br />
Stresi hayatınızdan çıkarmak, sağlıklı bir<br />
diyete yönelmek, yeterli uyku ve hayata<br />
olumlu yaklaşmak da öneriliyor. Yine de<br />
egzersiz yapmak hepsinden önemli çünkü<br />
hem bedeninizi, hem ruh halinizi hem de<br />
beyin fonksiyonlarınızı olumlu yönde etkiliyor;<br />
Alzheimer, kalp hastalıkları, şeker ve<br />
bunamayı önlüyor…<br />
Kemik erimesi ve D vitamini<br />
Tüm dünyada yaşlı nüfusunun artmasıyla birlikte kemik<br />
erimesi de en sık görülen hastalıklar arasında yerini aldı. Öyle<br />
ki 50 yaş üstü her 3 kadından birinde ve her 5 erkekten birinde<br />
kemik erimesine bağlı kırıklar yaşanıyor. Bu durumun bir<br />
numaralı sebebi ise D vitamini eksikliği... UVB ışınları yoluyla<br />
vücuda doğrudan alınan ve belirli aşamalardan sonra vücutta<br />
aktive olan D vitamininin ise çeşitleri var: D2 ve D3...<br />
Daha çok tedavilerde kullanılan, en çok yararlanılan ise D3<br />
formu. D vitamini ihtiyacının her gün karşılanması gerekiyor.<br />
Günlük alınması gereken D vitamini erişkinlerde 800 İÜ<br />
(uluslararası ünite) kadar. Çocuklar, kırık riski yüksek olanlar,<br />
emzirme ve hamilelik döneminde olanların ise 1000 İÜ D<br />
vitamini alması öneriliyor. D vitamini deri veya besin yoluyla<br />
alınmıyorsa ek gıda takviyeleri kullanmak gerekiyor.<br />
%<br />
27<br />
Haftada bir<br />
porsiyon<br />
balık yiyerek<br />
felci önleme<br />
oranı<br />
6 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Yakın Plan<br />
Çocukların<br />
dikkati daha iyi<br />
“Çocuk deyip geçme” sözüne yeni bir kanıt<br />
daha geldi. Buna göre çocuklar, kendilerine aktarılan<br />
bilgiyle ilgili hemen her ayrıntıyı hatırlarken yetişkinler<br />
sadece odaklandıkları kısmını hatırlıyor. Ohio State<br />
Üniversitesi Psikoloji Profesörü Vladimir Sloutsky konuyu<br />
şöyle açıklıyor: “Çocuklar son derece meraklı olduğu için<br />
her şeyi keşfetmeye meyilli oluyorlar. Kendilerinden konuya<br />
odaklanmalarını isteseniz bile dikkatleri birden çok nokta<br />
üzerinde yoğunlaşıyor.” Bu durumun öğrenme çağında<br />
olan çocuk yaştakiler için önemli bir avantaj olduğuna<br />
dikkat çeken Sloutsky, çocukların enerjilerini tek bir konuya<br />
odaklanmakla harcamadıklarını, onun yerine daha fazla şeyi<br />
fark edip hatırladıklarını söylüyor. Sloutsky, “Günümüzde bir<br />
konuya odaklanmak, örneğin bir konferansa katılıp iki saat<br />
konuşulanları dinlemek zannediliyor. Dikkatin<br />
dağılıp dağılmadığı önemsenmiyor. Çocuklarda ise<br />
durum farklı. Onların dikkatleri birden çok konuya<br />
dağılıyor ve sizin öğretmek isteyip<br />
istemediğinizin bir önemi olmaksızın, aynı<br />
anda pek çok şeyi algılamalarını,<br />
dolayısıyla pek çok bilgi<br />
edinmelerini sağlıyor”<br />
diyor.<br />
%<br />
50,2<br />
Türkiye’de eczaneye gidenlerden<br />
kadınların oranı<br />
Sevdiğiniz sesler<br />
sizinle olsun!<br />
Los Angeles merkezli “Soundwave Tattoos”<br />
hareketi, ‘Skin Motion’ isimli bir teknolojiyle<br />
sevdiğiniz tüm sesleri, vücudunuzda<br />
taşımanızı sağlayabiliyor. Buna göre<br />
sevdiğiniz birinin sesini veya sevdiğiniz bir<br />
sesi (örneğin kuş cıvıltısı veya dalga sesi gibi)<br />
kaydediyor ve bu kaydı da ses dalgası şekli<br />
dövme olarak vücudunuza işliyor. Bu kayıt<br />
aynı zamanda bir veri tabanına yükleniyor. Bu<br />
noktadan sonra sistem, bir barkod okuyucu<br />
gibi çalışıyor: Cep telefonunuzdan özel<br />
uygulamayı açarak dövmenizi taratıyorsunuz<br />
ve veri tabanındaki ses kaydına ulaşarak<br />
canınız ne zaman isterse dinleyebiliyorsunuz.<br />
Bisiklete binmek için artık<br />
çevreci bir sebep de var...<br />
Bisikletin insan sağlığı için ne kadar yararlı bir araç olduğunu<br />
defalarca anlattık ancak bu “yarar” listesine bir yenisi daha<br />
eklendi: Artık pedal çevirerek havayı da temizleyebileceğiz!<br />
Daha önce ‘Smog Free Project’ ile Rotterdam’daki hava kirliliğini<br />
azaltan kuleleriyle karşımıza çıkan Hollandalı tasarımcı Daan<br />
Roosegaarde, bu kez aynı amaca hizmet eden ancak çok daha<br />
bireysel olarak kullanılabilecek bir tasarım gerçekleştirdi. Bu<br />
tasarımın adı ‘Smog Free Bicycles’ ve gerçekte yenilikçi bir<br />
bisiklet tasarımı… Bu bisiklete binmek ve pedal çevirmeye<br />
başlamak demek de bir yandan yol almak bir yandan da solunan<br />
havayı temizlemek anlamına geliyor. Tasarımın ilk olarak kitleler<br />
tarafından kullanıma sokulacağı yer de manidar: Dünyanın en<br />
kalabalık ve en kirli havasına sahip metropollerinden Pekin.<br />
Hatta Çin hükümeti de bu programı destekliyor.<br />
8 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Yakın Plan<br />
Kemik dostu<br />
magnezyum!<br />
İngiltere’deki Bristol Üniversitesi<br />
ve Finlandiya Kuopia’daki Doğu<br />
Finlandiya Üniversitesi bilim<br />
insanları tarafından yapılan<br />
bir araştırmaya göre insan<br />
vücudundaki düşük magnezyum<br />
seviyesi, vücutta meydana<br />
gelen kırıkların ve engelli hale<br />
gelmenin en önemli sebepleri<br />
arasında. European Journal of<br />
Epidemiology’de yayınlanan<br />
bulgulara göre özellikle yaşlılarda<br />
kemik çatlaması ve kırılması,<br />
engelli hale gelmenin önlenebilir<br />
nedenleri arasında yer alıyor.<br />
Örneğin ABD’de her yıl yaklaşık 6<br />
milyon kişinin bir şekilde kemikleri<br />
kırılıyor ve 65 yaş üstündekilerde<br />
bu kırıkların da yüzde 75’i kalça,<br />
omurga ve ön kol kemiğinde<br />
yaşanıyor. Yapılan araştırmalara<br />
göre kalsiyum ve D vitamininin<br />
yanı sıra magnezyum da kemik<br />
sağlığı üzerinde önemli rol<br />
oynuyor. Farklı ırk ve yaşlardan<br />
seçilmiş 2245 kişi üzerinde<br />
20 yıl boyunca sürdürülen<br />
araştırmaya göre vücudundaki<br />
magnezyum seviyesi düşük<br />
olanlar, kemiklerinde kırık ve çatlak<br />
riskiyle karşı karşıya bulunuyor.<br />
%<br />
90<br />
Çocuk ve ergenlik<br />
dönemi diyabetlilerde<br />
Tip1 diyabet oranı<br />
Antibiyotik her derde deva değil!<br />
Türkiye dahil pek çok ülkede bilinçsiz antibiyotik kullanımının önüne geçmek<br />
için önlemler alınıyor. Geçtiğimiz günlerde bu nedenlere bir yenisi daha eklendi.<br />
Amerikan Toraksik Topluluğu Uluslararası Konferansı’nda yapılan bir açıklamaya göre<br />
antibiyotikler, her dört zatürree hastasından birini tedavi edemiyor ki bu da zatürree<br />
hastalarının yaklaşık yüzde 23’ü demek. Uzmanlar bunun sebebini insan vücudunun<br />
geliştirdiği antibiyotik direnci ve C. Difficile komplikasyonu olarak açıklıyor. Söz<br />
konusu antibiyotik direncinin ve C. Difficile komplikasyonunun daha çok ileri yaştaki<br />
hastalarda görüldüğünü belirten uzmanlar, özellikle 65 yaş üstü zatürree hastalarının<br />
bu sebeple hastanede iki kat daha uzun süre yattığına da dikkat çekiyor.<br />
Çocukta zekâ gelişimi<br />
hamilelikte başlıyor<br />
Yapılan araştırmalara göre çocuktaki zekâ<br />
gelişimi sadece genetik faktörlere bağlı<br />
değil; çünkü çocuğun zekâ gelişiminde anne<br />
ve babaların tutum ve davranışları da önemli<br />
rol oynuyor. Uzmanlar hamilelik sırasında bile<br />
atılması gereken adımlar olduğuna dikkat<br />
çekiyor. Örneğin hamilelik süresince annenin<br />
beslenmesi son derece önemli çünkü bu<br />
beslenme, çocuğun bedensel ve zihinsel<br />
sağlığını doğrudan etkiliyor. Bunun dışında,<br />
annelerin sadece hamilelikte değil,<br />
hamile kalmadan önce de beslenme<br />
alışkanlıklarına dikkat etmesi gerekiyor<br />
çünkü annenin dengeli ve yeterli<br />
beslenmesi bebeğin beyin, merkezi<br />
sinir sistemi gelişiminde önemli rol<br />
oynuyor. Ayrıca hamilelik süresince<br />
yapılan egzersizlerin de bebeğe giden<br />
kan akımını artırması, bunun da<br />
bebeğin zekâ gelişimini olumlu yönde<br />
etkilemesi söz konusu. Hamilelikte<br />
kontrollerin düzenli yapılması ise<br />
çocuğun zekâsını direkt etkileyebilecek<br />
sorunların tespiti kadar zamanında gerekli<br />
müdahalede bulunmak için de önemli.<br />
10 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Yakın Plan<br />
Panjurlar ve güneş enerjisi<br />
Panjurları genellikle güneşten korunmak hatta kaçınmak için kullanırız ama<br />
‘SolarGaps’ projesi ile panjurların artık yeni bir işlevi olacak: Güneş enerjisinden<br />
elektrik elde etmek! Son derece ilginç ve hemen her yere uygulanabilir<br />
nitelikteki bu projeye göre, pencere panjurlarına yerleştirilen güneş panelleri<br />
sayesinde elektrik elde ediliyor. Böylece güneş alan pencerelere yerleştirilen<br />
sistem sayesinde metrekare başına 100 watt enerji elde edilebiliyor. Bunun<br />
anlamını bir örnekle açıklayalım: İki metrekarelik standart bir pencere, bir<br />
dizüstü bilgisayarı şarj etmek için yeterli enerjiyi sağlayabilecek!<br />
Sadece karpuzu değil<br />
çekirdeğini de yiyin!<br />
Yaz aylarının mucizevi meyvesi<br />
karpuzun artık çekirdekleri de gözde.<br />
Çoğumuzun sıyırıp çöpe attığı bu<br />
küçük, siyah çekirdekler öncelikle<br />
vitamin, mineral ve magnezyum<br />
deposu olarak vücudumuzdaki 300’ü<br />
aşkın sistemi olumlu yönde etkiliyor.<br />
İçerdikleri demirle hücrelerimize,<br />
kaslarımıza ve kan basıncının<br />
düşürülmesine fayda sağlayan<br />
karpuz çekirdekleri, vücutta<br />
detoks etkisi de yaratıyor.<br />
Böbrek taşlarının tedavisinde<br />
de etkili olan bu minik siyah<br />
mucizeler, zengin folik asit<br />
içerdikleri için hamile kalma sürecini de<br />
hızlandırıyor. Peki, karpuz çekirdeğini<br />
nasıl tüketeceksiniz? Uzmanlara<br />
göre en güzeli, çekirdekleri çiğneyip<br />
yutmak ama sert yapısı yüzünden<br />
bunun herkese uygun olmayacağını<br />
düşünen uzmanların önerisi şu: İki<br />
litre suyu kaynatın ve içine bir avuç<br />
karpuz çekirdeği atın. 15 dakika<br />
daha kaynattıktan sonra bir dilim<br />
karpuzla birlikte blender’dan geçirin.<br />
Sabahları ister aç karnına isterseniz<br />
kahvaltıdan sonra, özetle güne<br />
başlarken afiyetle için...<br />
%<br />
46<br />
Üniversite<br />
öğrencisinin ilk<br />
edinmesi gereken<br />
ürün dizüstü bilgisayar<br />
diyenlerin oranı<br />
Robotlar hasat<br />
yaparsa…<br />
Evet, işsizlik tüm dünyada önemli<br />
bir sorun ve özellikle tarım işçileri<br />
de hakları en fazla suiistimal<br />
edilen çalışanlar arasında Özellikle<br />
ABD’de bu sorun yepyeni başka<br />
sorunlara davetiye çıkarıyor:<br />
Yasa dışı göçmenler ve yasa dışı<br />
çalıştırılan işçiler… Hal böyle olunca<br />
bilim dünyası işe el attı ve robotik<br />
meyve-sebze toplayıcılar geliştirdi.<br />
Bu makine işçilerin en büyük<br />
avantajı 24 saat çalışabilmeleri,<br />
açlık-susuzluk çekmemeleri, uyku<br />
ve dinlenme gibi “dertlerinin”<br />
olmaması… ABD’li çiftlik sahiplerinin<br />
robot hasat işçilerini tercih etmesi<br />
için bir sebep daha var: Eski nesil<br />
tarım işçileri artık yaşlanıyor ve yeni<br />
nesil de tarlada, bağda-bahçede<br />
çalışmak istemiyor. Oysa insan<br />
işçi çalıştırsalar bile bu pazarın<br />
büyüklüğü yıllık 7,5 milyar dolar<br />
civarında. Özetle mesele para<br />
değil. Çiftlik sahipleri yasaların<br />
yaptırımlarından, ödemek zorunda<br />
kaldıkları cezalardan ve çoğu<br />
Meksikalı olan kaçak işçilerin<br />
yarattığı sıkıntılardan bıkmış halde.<br />
Çoğu robot işçileri bu yüzden<br />
tercih ediyor. Robot işçiler de çok<br />
ucuz sayılmaz çünkü (örneğin elma<br />
hasadı için) yüzlerce robot işçi satın<br />
almak gerekiyor ve bunların her biri<br />
ancak iki yılda kendisine ödenen<br />
parayı karşılayabiliyor. Hızları ise<br />
inanılmaz: Bir robot işçi sadece bir<br />
saatte 10 bin elma toplayabiliyor!<br />
(Fotoğraf: The Engineer)<br />
12 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Yakın Plan<br />
%<br />
28<br />
Günde yenen bir<br />
porsiyon yağlı tohumun<br />
kalp hastalıklarını<br />
önleme oranı<br />
“Stres çarkı”<br />
dedikleri çılgınlık...<br />
Bir anda herkesin elinde belirdi… Küçücük<br />
çocuklardan yaşını başını almış insanlara kadar<br />
herkes türlü çeşidini elinde fır fır çevirip duruyor.<br />
Adına biz Türkler “Stres Çarkı” dedik ama<br />
yaban ellerde ona “Fidget Spinners” deniyor,<br />
yani “durmadan dönen fırıldak”. Dikkat eksikliği,<br />
hiperaktivite bozukluğu, anksiyete hatta otizme<br />
çare olarak pazarlanan bu oyuncağın aslında ne<br />
olduğunu kimse bilmiyor. YouTube’da ise yüzlerce<br />
stres çarkı döndürme videosu var. Aslında stres<br />
çarkının işlev bakımından tespihlerden farkı yok.<br />
Amerikalı otistik anneleri ise bu fırıldaklardan yana<br />
ve otistik çocuklarının sakinleşmesine yardımcı<br />
olduğunu savunuyor. Live Science’ta yer alan<br />
bir makalede ise bu tür oyuncakları özel olarak<br />
inceleyen araştırmalar olmadan otistik veya Dikkat<br />
Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklara<br />
bu oyuncakların yardımcı olacağını söylemenin<br />
mümkün olmadığını özellikle vurguluyorlar.<br />
Temiz denizler hayal değil!<br />
Şu anda dünyadaki tüm okyanuslarda<br />
beş trilyon parça plastiğin oradan oraya<br />
yüzdüğünü biliyor muydunuz? Denizlerdeki<br />
bu kirliliğe “dur” demek için bir şeyler<br />
yapmak üzere kolları sıvayan Boyan Slat,<br />
kurduğu Okyanus Temizleme Vakfı ile dur<br />
durak bilmeden çalışmalarını sürdürüyor.<br />
Slat, geçtiğimiz günlerde okyanus temizleme<br />
çalışmalarında yeni bir aşamaya geldiklerini<br />
duyurdu. Açıklamaya göre yeni bir sistem<br />
geliştiren Slat, okyanuslardaki doğal akıntıların<br />
yardımıyla çalışan bu sistemle sahil şeritlerini<br />
temizlemeyi hedefliyor. Buna göre hazırlanan<br />
kavisli ağ, yapay bir sahil şeridi görevini<br />
üstlenecek ve okyanusların plastik çöpleri de<br />
sahile değil bu yapay sahile vurarak karaya<br />
ulaşmadan toplanacak. Henüz 23 yaşındaki<br />
Hollandalı mucit Boyan Slat’a göre, bu sistem<br />
sayesinde beş yılda Büyük Okyanus’taki<br />
plastik atıkların yarısı temizlenebilecek…<br />
Dişlerimiz ile güneş<br />
arasındaki ilişki<br />
İnsanın ağzındaki dişlerin, insanlık tarihinin güneş ile<br />
yazılan tarihine tanıklık ettiğini biliyor muydunuz?<br />
Şöyle ki... Araştırmacılar, geliştirdikleri yeni bir yöntemle<br />
dişlerdeki düzensizliklerin yeterli güneş ışığı almamakla ilgili<br />
olduğunu kanıtlayan yeni bir yöntem geliştirdi. Bu yöntemin<br />
bir artısı daha var: İnsanoğlunun, Afrika kıtasından tüm<br />
dünyaya dağılırken geçirdiği ve güneş ışığı almakla ilgili<br />
evrimi de kanıtlıyor. Çünkü ilk insanlar, Afrika’dan yola<br />
çıkıp dünyadaki diğer kıtalara dağılırken güneş ışığından<br />
mahrum kaldıkları için dişlerinde meydana gelen D<br />
vitamini eksikliği kaynaklı yetersizlikler, günümüzde bir<br />
milyar insanı etkiliyor. McMaster Üniversitesi’nden bir<br />
grup araştırmacının Quebec ve France Üniversiteleri’ndeki<br />
meslektaşlarıyla ortaklaşa yürüttükleri çalışmaya göre,<br />
dişin asıl kısmını oluşturan dentinde D vitamini eksikliği<br />
ya da raşitizm gibi güneş eksikliği kaynaklı hastalıkların<br />
kayıtları gizli. Güneş eksikliğine maruz kalınan dönemlere<br />
işaret olarak da diş minesindeki dentin tabakası mineralize<br />
edilmemiş halde bulunuyor. Araştırmacılar, aynı şeyin insan<br />
tenindeki renk farklılıkları için de geçerli olduğunu ve cildin,<br />
daha fazla güneş ışığını metabolize etmek için pigmentasyon<br />
değişikliklerine uğramış olabileceğini söylüyorlar.<br />
14 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Yakın Plan<br />
Lise dostluğunun yeri çok başka!<br />
Uluslararası faaliyet gösteren bir online alışveriş sitesinin yaptığı ankete<br />
göre, üniversite öğrencilerinin ilk edinmesi gereken ürün olarak dizüstü<br />
bilgisayar belirlendi. Aynı ankete göre ikinci sırayı akıllı telefon ve üçüncü<br />
sırayı da tablet bilgisayar aldı. Anketin diğer sonuçları da son derece<br />
ilginç. Buna göre gençlerin yaklaşık yarısı yalnız yaşamayı tercih ediyor.<br />
Üniversite öğrencilerinin arkadaşlıkla ilgili bir soruya verdiği yanıt da<br />
hayli ilginç. Cevaplara göre üniversiteliler, lise arkadaşlarını unutmuyor<br />
ve onlardan vazgeçemiyor. Üniversite arkadaşları ise sevilme, hatırlanma,<br />
dostluk gibi konularda ilkokul arkadaşlarının bile gerisinde kalıyor.<br />
Yalnızlık<br />
uykusuzluğu<br />
tetikliyor<br />
Parasal sorunlar, stres, fazla kahve<br />
tüketimi gibi uykusuzluk sebeplerine<br />
bir yenisi daha eklendi: Yalnızlık…<br />
Londra’daki King’s College<br />
araştırmacılarının incelemelerine<br />
göre özellikle genç yetişkinler,<br />
yalnızlık çekiyorlarsa bu aynı zamanda<br />
uykusuzluk da çektikleri anlamına<br />
geliyor. Psychological Medicine’da<br />
sonuçları yayınlanan araştırmaya<br />
göre uykusuzluk sorunu zannedilenin<br />
aksine 55 yaş ve üstünde değil 18-34<br />
yaş aralığında daha yaygın ve bu yaş<br />
grubundakilerin çoğu da yalnızlık<br />
çekiyor. Yalnızlığın neden uykusuzluk<br />
yaptığına gelince… Bu duygu stres<br />
hormonu kortizolü tetikliyor ve<br />
uykusuzluk başlıyor.<br />
Anne-babalar dikkatli okusun!<br />
Yaz yine geldi. Bu da yine denizde ve havuzda boğulan çocuklarla<br />
ilgili haberler okuyacağız demek. Bu durum sadece Türkiye için de<br />
geçerli değil. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre anne-babaların<br />
tutumu biraz farklı. Buna göre çocuklarının bir başına havuza, göle<br />
ya da denize girmesine izin veren ebeveynlerin oranı yüzde 16. Öte<br />
yandan çocuğunun evin, otelin ya da komşunun havuzuna yanında bir<br />
yetişkin olmaksızın girmesine izin verenlerin oranı yüzde 37!.. C.S. Mott<br />
Children’s Hospital’ın yaptığı ankete göre ailelerin büyük çoğunluğu<br />
çocuklarını yanlarında bir yetişkin olmaksızın kumda oynamaya bile<br />
yollamıyor. Gözetim altında bile olsa yalnız başına havuza ya da denize<br />
girmesine izin verilen çocukların çoğu da yüzme biliyor. Boğulmalara<br />
sebep olan yerler ise genellikle “bildik” mekânlar oluyor. Aileler, evlerini<br />
ya da komşularının evini güvenli buldukları için çocukların havuzda<br />
boğulabileceğini düşünmüyor. Denizde boğulma vakalarında ise<br />
“çocuğun yüzme bilmesine” duyulan güven en önemli faktör oluyor.<br />
%<br />
50<br />
Baş parmağın,<br />
el üzerindeki<br />
hâkimiyeti<br />
16 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Advertorial<br />
Köklü, güvenilir<br />
ve sağlam!<br />
Er-Kim İlaç’ı, Er-Kim Yaşam Grubu’nu ve bir şirketin 36 yıllık sürdürülebilir başarısını<br />
Genel Müdür Dr. Sabri Öncel’e sorduk, içten ve inanç dolu yanıtlar aldık…<br />
ncelikle sizi tanımak isteriz.<br />
ÖKariyerinizdeki önemli<br />
aşamalar ve Er-Kim İlaç’ın<br />
profesyonel yaşamınızdaki<br />
yeri nedir?<br />
1982 yılında Eskişehir Anadolu<br />
Lisesi’nden, 1988 yılında İstanbul Tıp<br />
Fakültesi’nden mezun oldum. Mecburi<br />
hizmet nedeniyle iki yıl Şanlıurfa’da,<br />
daha sonra da iki yıl Eskişehir’de<br />
hekimlik yaptım.<br />
1992 yılında <strong>Sağlık</strong> Bakanlığı’nın<br />
açtığı bir sınavı kazanarak Bakanlık<br />
merkez teşkilatında Dünya Bankası<br />
<strong>Sağlık</strong> Reformları Projesi’nde 7 sene<br />
çalıştım. Bakanlıkta bilişim alt yapısının<br />
kurulmasında, ICD kodlarının ülkemizde<br />
uygulamaya sokulmasında, Aile Hekimliği<br />
ve Genel <strong>Sağlık</strong> Sigortası kanunlarının<br />
hazırlanmasında rol aldım. Bu süreçte<br />
Hacettepe Üniversitesi’nde Halk Sağlığı<br />
ve Dünya <strong>Sağlık</strong> Örgütü bursuyla İngiltere<br />
Keele Üniversitesi’nde İşletme Yüksek<br />
Lisans Programlarını tamamladım.<br />
<strong>Sağlık</strong> Bakanlığı’nın ve Dış İşleri<br />
Bakanlığı’nın temsilcisi olarak<br />
Türkmenistan ve Kırgızistan’da Manas<br />
ve Lukman sağlık projelerinde danışman,<br />
Devlet Planlama Teşkilatı 7. Beş Yıllık<br />
Kalkınma Programı komisyonlarında<br />
uzman olarak çalıştım. Başbakanlık<br />
Kamu-Net Platformu, Ulaştırma,<br />
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın<br />
İnternet Üst Kurulu ve Maliye<br />
Bakanlığı’nın Elektronik Ticaret Danışma<br />
Kurulu gibi oluşumlarında görev aldım.<br />
1998 yılında kamu görevimden istifa<br />
ederek medikal danışman olarak<br />
bünyesine katıldığım Er-Kim İlaç’ta daha<br />
sonraki yıllarda sırasıyla Grup Ürün<br />
Müdürü, Satış ve Lojistik Müdürü ve<br />
Genel Müdür Yardımcısı olarak kariyerime<br />
devam ettim. Yaklaşık 19 yıldır çalışmakta<br />
olduğum ve profesyonel hayatımdaki tek<br />
özel sektör şirketi olan Er-Kim’de son 9<br />
yıldır da Genel Müdür olarak şirketimin<br />
amaçlarına hizmet etmekteyim.<br />
Bize 36 senelik geçmişiyle sektörün köklü<br />
kurumları arasında yer alan Er-Kim İlaç<br />
hakkında bilgi verir misiniz?<br />
Er-Kim İlaç, Yönetim Kurulu Başkanımız<br />
olan Ergun Seval tarafından 1981 yılında<br />
kurulmuş, tamamen yerli sermayeli bir<br />
şirkettir. Faaliyetlerine Türkiye’deki ilk<br />
onkoloji ilaçlarını ithal ederek başlayan<br />
Er-Kim, daha sonraki yıllarda da ilk<br />
radyo-opak ürünleri, ilk insan kaynaklı<br />
hormonal ürünleri, ilk lipozomal ürünü<br />
ülkemizde piyasaya sunmuştur ve sektörde<br />
“ilklerin firması” olarak anılmaktadır.<br />
Er-Kim Genel Müdürü<br />
Dr. Sabri Öncel<br />
Bugüne kadar 30 civarında uluslararası<br />
firmanın münhasır distribütörü olan<br />
Er-Kim, piyasaya sunduğu ürünlere ait<br />
çokuluslu şirketlerle paylaştığı pazarlarda<br />
önemli pazar paylarına ulaşmış ve bu<br />
başarılı satışları neticesinde şu anda AİFD<br />
üyesi olarak faaliyet gösteren 7 firmanın<br />
kendi organizasyonları ile Türkiye’ye<br />
girmelerine olanak sağlamıştır.<br />
Hematoloji ve Onkoloji alanında<br />
sunduğu ürünlerle birçok yeniliğe imza<br />
atan Er-Kim, bugün faaliyet alanlarına<br />
İmmünoloji, Nöroloji, Üroloji, Kadın-<br />
Doğum, Transplantasyon, Dermatoloji,<br />
Endokrinoloji ve Yoğun Bakım alanlarına<br />
hitap eden ürünleri de eklemiştir. Ürün<br />
portföyünün en geniş olduğu dönemlerde<br />
yıllık ciro olarak Türkiye’nin ilk 25 ilaç<br />
firması arasında yer alan Er-Kim, bugün de<br />
sektörün önemli oyuncuları arasındadır.<br />
18 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Advertorial<br />
İlaç sektörü sürekli yeni sorunlarla<br />
karşılaşırken, Er-Kim İlaç’ın 36 yıllık<br />
sürdürülebilir başarısının temel unsurları<br />
nelerdir?<br />
Er-Kim, piyasada farklılık yaratabilecek,<br />
Türk hekimlerinin ve vatandaşlarımızın<br />
ihtiyacı olan ürünlere öncelik vererek<br />
bugünlere gelmiş ve 36 yıllık süreç<br />
içerisinde tamamen kendi finans<br />
kaynaklarıyla faaliyetlerini sürdürmüştür.<br />
Ayrıca, Er-Kim genelde çalışan şirket yaşı<br />
yüksek bir firmadır. İçinde bulunduğumuz<br />
bu tablonun oluşmasında, büyük bir<br />
özveriyle ve firmalarına duydukları güvenle<br />
çalışmakta olan tüm çalışanlarımızın<br />
büyük katkısı bulunmaktadır.<br />
Er-Kim İlaç hangi değerler ışığında<br />
faaliyetlerini sürdürüyor?<br />
Er-Kim’in tüm faaliyetlerinde ön planda<br />
tuttuğu temel unsur ilgili mevzuata uygun<br />
ve etik çalışma prensipleridir. 36 yıllık<br />
geçmişinde pazara sunduğu tüm ürünlere<br />
yönelik aktivitelerinde ilgili sağlık mesleği<br />
mensupları ve dernekler ile karşılıklı saygı<br />
ve güvene dayanan, bilimsel/etik ilişkiler<br />
kuran Er-Kim bu deneyimini işe yeni<br />
başlayan tüm çalışanlarına aktarmakta ve<br />
bu değerlerini taviz vermeden uygulamaya<br />
devam etmektedir.<br />
Er-Kim’in önem verdiği bir diğer değer<br />
ise, şirket içi uyum ve güvendir. Şirket<br />
kültürümüzün en önemli unsuru tüm<br />
kadrolarının yaptığı işin bir bütünün<br />
parçası olduğunu bilmesi, her bir<br />
kadronun karşılıklı saygı ve sevgiyle<br />
hareket ediyor olmasıdır. Çalışanlarının<br />
deneyimli, eğitimli ve yetkin insanlardan<br />
oluşması, uygulamalarımızın adil, tutarlı,<br />
kurumsallaşmış olması da Er-Kim’in<br />
profesyonel bir ortamda çalışan bir aile<br />
olmasını sağlamaktadır.<br />
İletişime açık ve insani değerlere önem<br />
veren yönetim yapısıyla daha verimli ve<br />
etkin çalışmak adına planlama yapan Er-<br />
Kim, pazar dinamiklerini sürekli analiz<br />
eden ve bu kapsamda kendisini yenileyen,<br />
çalışanlarının fikirlerine değer veren şirket<br />
felsefesi ile kendisini farklılaştıran ilkelere<br />
sahiptir. Günümüzün gereklerine uygun iç<br />
ve dış müşteri yönetimi ile Er-Kim değişime<br />
ve gelişime açık kültürü benimsemiştir.<br />
Er-Kim İlaç’ın geleceğe dönük planları<br />
nelerdir?<br />
Er-Kim’in orta ve uzun vadeli stratejik<br />
planlarında deneyimli olduğumuz mevcut<br />
tedavi alanlarında yeni ithal ürünleri<br />
Türk Tıbbının hizmetine sunmaya devam<br />
etmek, sözleşmeli üretim ile jenerik<br />
ürünleri portföyüne katmak, reçetesiz<br />
ürünler ve tüketici sağlığı pazarlarına<br />
girmek ve bazı komşu ülkelerde de<br />
faaliyete geçmek yer almaktadır.<br />
Daha kısa vadede ise, mevcut<br />
ürünlerimizde satış ve pazar paylarımızı<br />
artırırken, 2017’de 3 yenilikçi ürünün<br />
lansmanını planlıyoruz. Ayrıca, yeni<br />
kurmuş olduğumuz Er-Kim Yaşam Grubu<br />
bünyesinde portföyümüze katmakta<br />
olduğumuz OTC, tıbbi cihaz ve dermokozmetik<br />
ürünlerle de sektördeki<br />
konumumuzu güçlendireceğiz.<br />
Yeni kurduğunuz “Er-Kim Yaşam” Grubu<br />
bünyesinde ne tür ürünler yer alacak?<br />
Biz Türkiye’de OTC ve geri ödemesiz<br />
sağlıklı yaşam ürünleri tüketiminin<br />
ilaç pazarından daha da hızlı bir<br />
artış göstereceğini öngörüyor ve<br />
yeni ürün bulma çabalarımızı bu<br />
alanlarda yoğunlaştırıyoruz. Ancak,<br />
deneyimlerimize dayanarak ve OTC<br />
pazarının dinamiklerini de göz önünde<br />
bulundurarak, şu anda piyasada olan<br />
ürünlerden farklı, sağlığın korunması<br />
ve geliştirilmesi için gerçekten ihtiyaç<br />
duyulabilecek, bilimsel alt yapısı olan ve<br />
kalitesinden emin olduğumuz bir ürün<br />
portföyü oluşturmaya gayret etmeye<br />
çalışıyoruz. Bu kapsamda, ilk aşamada<br />
Avrupa’da pek çok ülkede piyasada bulunan<br />
“VesalePharma - Probiotic Solutions”<br />
firmasının 5 probiyotik ürününü ve<br />
Imunoglukan firmasının doğal istiridye<br />
mantarından elde edilen Imunoglukan®<br />
etkin maddeli bağışıklık sistemi desteklerini<br />
piyasaya veriyoruz.<br />
2017 yılı sonbaharına doğru ise, henüz<br />
Türkiye’de olmayan bir konsept ile bazı<br />
kronik hastalıklarda hastanın yaşam<br />
kalitesini artırmaya yönelik 9 üründen<br />
oluşan bir ürün gamını kullanıma<br />
sunacağız.<br />
Er-Kim İlaç’ı daha yakından tanımamızı<br />
sağlayan bilgiler için teşekkür ederiz. Son<br />
olarak, eklemek istediklerinizi rica ederiz.<br />
Biz 2017 yılını Er-Kim’in “ikinci 36 yılının<br />
başlangıcı” olarak görüyoruz ve Er-Kim<br />
Yaşam Grubu’nun faaliyete geçmesiyle<br />
birlikte şirketimizin yeni bir perspektif<br />
kazanarak önemli bir atılıma imza<br />
atacağına inanıyoruz.<br />
Sektördeki tüm iş ortaklarımızla birlikte,<br />
bundan böyle sadece tedavi etmek<br />
için değil, sağlığın korunmasına ve<br />
geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla<br />
gıda takviyeleri, kişisel sağlık bakım<br />
ürünleri ve tıbbi cihaz alanlarında da aynı<br />
kalite ve yüksek teknolojili ürünler için<br />
yatırımlarımızı sürdürerek, insan hayatının<br />
iyileştirilmesi hedefini gerçekleştirmek için<br />
çalışacağız. 36 yıllık şirket kültürümüzü<br />
OTC pazarında da tüm sağlık mesleği<br />
mensubu iş ortaklarımızla beraber uyum<br />
içinde paylaşacağımıza, bütünlük algımızı<br />
ortak paydalarda buluşturup sektörü ileriye<br />
taşıyacağımıza inancımız tam.<br />
20 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
YOĞUN KEPEK İÇİN<br />
GELİŞTİRİLDİ<br />
VE KLİNİK OLARAK<br />
KANITLANDI<br />
KLİNİK OLARAK KANITLANMIŞ İÇERİĞİ OLAN SELENYUM FORMÜLÜ İLE<br />
YOĞUN KEPEKTE 7 GÜNE KADAR KORUMA SAĞLAR<br />
Yoğun kepek; kafa derisinde kaşıntı, saçlarda ve elbiseler<br />
üzerinde pul şeklinde kepek döküntüleri ile kendini gösterir.<br />
H&S CLINICALLY PROVEN SOLUTIONS, günlük kullanıma<br />
uygun yapısı, hoş kokusu ve bol köpük keyfiyle birlikte yoğun<br />
kepeğe karşı klinik olarak kanıtlanmış kalıcı çözümler sunar.<br />
SADECE<br />
ECZANELERDE<br />
SATILIR
Alışveriş<br />
rengÂrenk yaz<br />
kampanyalarI<br />
Yaz, sadece deniz kıyısına ya da kumsallara gelmiyor! Bu kampanyalar da sizin<br />
yüzünüzü güneşle birlikte ışıl ışıl yapacak, keyfinize keyif katacak...<br />
DARPHIN<br />
Darphin Soleil Plaisir SPF<br />
30, yağlı ve yapışkan his<br />
bırakmayan, cildi nemlendiren<br />
hafif kremini alanlara, 15 ml<br />
Hydraskin Light nemlendirici<br />
ve 4 ml Exquisage Eye and Lip<br />
Contour Cream hediye! 125 TL<br />
PHYTO<br />
Phytosquam<br />
Intense kepeğe<br />
karşı etkili yoğun<br />
tedavi şampuanı ile<br />
tedavide devamlılığı<br />
sağlayan kepeğe karşı<br />
nemlendirici şampuan<br />
Phytosquam şimdi bir<br />
arada ve aynı kutuda!<br />
Üstelik ikinci şişe,<br />
yüzde 50 indirimli<br />
fiyata… 112,50 TL<br />
BIODERMA<br />
Bioderma Photoderm<br />
Bronz Baume SPF<br />
30+; yani ıslak ya<br />
da kuru saça, yüze<br />
veya cilde uygulanan<br />
SPF 30 Kuru Yağ’ını<br />
alanlara, aynı kutuda<br />
Bioderma Bakım Sütü<br />
hediye! 134,50 TL<br />
CAUDALIE<br />
Resveratrol Lift, Resculpting Set, şimdi makyaj çantası<br />
hediyeli. Makyaj çantasının içindeki Caudalie ürünleri ise<br />
şöyle: Firming Serum, Eye Lifting Balm ve Night Infusion<br />
Cream. 134,50 TL<br />
22 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Alışveriş<br />
DERMALOGICA<br />
Dermalogica’nın, ileri teknolojiyle geliştirilmiş üstün<br />
güneş koruması ile birleştirilen nemlendiricilerinden<br />
Haziran ayı boyunca, biri SPF’li olmak üzere iki adet<br />
satın alana, seyahat çantası hediye…<br />
MUSTELA<br />
Daima bebeklerin yanında<br />
olan Mustela, seyahatlerinde<br />
de onları yalnız bırakmıyor.<br />
Mustela’nın Seyahat Seti<br />
içinde Vitamin Bariyer 1.2.3<br />
Pişik Kremi, sabun içermeyen<br />
saç ve vücut kullanımına uygun<br />
Yenidoğan Şampuanı ve cildi<br />
koruyan, cilde uzun süreli nem<br />
desteği sağlayan avokado<br />
özü içeren Hdyrabebe Vücut<br />
Nemlendiricisi var. 34,90 TL<br />
MAVALA<br />
Hem güzel ve bakımlı<br />
ayaklara hem de şık bir<br />
plaj çantasına sahip olun!<br />
Mavala’nın iki ayak bakım<br />
ürününü satın alana, bu plaj<br />
çantası hediye!<br />
ELANCYL<br />
Elancyl’in kalça ve<br />
basen bölgesindeki<br />
selülit oluşumuna<br />
karşı savaşan ürünü<br />
Slim Design, şimdi<br />
35 TL değerinde<br />
toksin atıcı duş jeli<br />
hediyeli… 129,90 TL<br />
VICHY<br />
Vichy’nin ter kokusuna ve terlemeye karşı etkili<br />
bir numaralı Roll-On deodorantı, herkes bu<br />
benzersiz ürünle tanışsın diye, 2017 yılı sonuna<br />
dek 44,90 yerine 34,90 TL<br />
24 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Güncel<br />
ALS<br />
İle<br />
Mutluluk Zor<br />
Bir Seçimdir!<br />
ALS ya da Amyotrofik<br />
Lateral Skleroz, dünyada her<br />
geçen gün yeni bir ünlüde<br />
rastlandığı için kamuoyunda<br />
tedirginlik yaratan, neden<br />
kaynaklandığı tam olarak<br />
bilinmeyen ve tedavisi de<br />
bulunmayan bir hastalık.<br />
21 Haziran Dünya ALS Günü<br />
olduğu için, bu hastalığı<br />
tanıtalım istedik…<br />
ALS, sık rastlanan bir hastalık<br />
değil. O yüzden de ALS’yi bu<br />
hastalığa yakalanmış hatta bu<br />
hastalık yüzünden hayatını<br />
kaybetmiş ünlülerle birlikte anmak<br />
gibi bir gelenek var. Örneğin ABD’de,<br />
sadece New York Yankees’i değil bütün<br />
ülkeyi derinden etkilemiş beyzbolcu<br />
Lou Gehrig’in hastalığı olarak biliniyor.<br />
Ünlü İngiliz fizikçi ve evrenbilimci<br />
Stephen Hawking hastalığa hâlâ direnen<br />
isimlerden. Doktorların teşhis koyduktan<br />
sonra “3-5 yıl daha yaşar” dediği ve<br />
hastalığa yaklaşık 30 yıldır direnen rock<br />
gitaristi Jason Becker ise ALS’nin müzik<br />
âleminde bilinmesini sağlayan isim. İngiliz<br />
oyuncu David Niven ve Çin’in 1973’te<br />
ölen lideri, Çin Halk Cumhuriyeti’nin<br />
kurucusu Mao Zedong da ALS’ye<br />
teslim olmuş isimlerden. Bizde daha<br />
çok “Fenerbahçeli Milli Futbolcu Sedat<br />
Balkanlı’nın hastalığı” olarak tanınan<br />
ALS, gerçekte bir sinir sistemi hastalığı<br />
ve açılımı da Amyotrofik Lateral Skleroz.<br />
Omurilikte kasları besleyen sinirlerin<br />
bulunduğu bölgeyi etkileyen hastalık, bu<br />
bölgede sağlıklı sinirler yerine sertleşmiş<br />
veya hasarlı doku gelişimine sebep oluyor.<br />
Bunun sonucunda da kaslar beslenemiyor<br />
ve git gide zayıflayıp küçülüyor. Hastalığın<br />
beyindeki ve omurilikteki motor nöronlara<br />
zarar vermesiyle nefes almak, yürümek<br />
ve su içmek için bir bardağa uzanmak<br />
gibi gündelik hareketler bile zorlaşıyor.<br />
Hastalık yüzünden hasta günden güne<br />
ilerleyen bir felçle karşı karşıya kalıyor.<br />
Hastalık motor nöronları yok ederek<br />
beynin kaslarla iletişimini bozuyor<br />
ve kaslar da çalışamaz hale geliyor.<br />
Hastalığın ileri evrelerinde bile ALS<br />
hastası görme, işitme, duyma, koku<br />
alma ve dokunma hislerini kaybetmiyor.<br />
Hastalık, duyuları ileten sinirleri de<br />
etkilemiyor ancak hastalarda nadiren<br />
beynin düşünme, anımsama ve öğrenme<br />
ile ilgili bölümleri de etkilenebiliyor.<br />
ALS’ye genellikle 40-70 yaşlar arasında<br />
rastlanıyor ve hastalık çocukluk çağında<br />
ortaya çıkmıyor. Her yıl 100 bin kişiden<br />
2’sinde ortaya çıkan ALS bulaşıcı bir<br />
hastalık da değil.<br />
26 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
ALS’ye nelerin sebep<br />
olduğu çoğunlukla<br />
bilinmiyor; uzmanlar<br />
ise gen mutasyonu<br />
ve bağışıklık sistemi<br />
sorunları üzerinde<br />
duruyor.<br />
ALS Nasıl Teşhis Edilir?<br />
ALS her hastada aynı şekilde başlayıp<br />
ilerlemez ve belirtiler de hastalığın<br />
seyri de hastadan hastaya farklılık<br />
gösterebilir. Genellikle ilk belirtiler kol<br />
ve bacak kaslarında güçsüzlüktür. Sık<br />
sık düşmek, ayağı takılmak, eşyaları<br />
elinden düşürmek, konuşma güçlüğü,<br />
kaslara kramp girmesi de diğer belirtiler<br />
arasındadır. Hastalık ilerledikçe yemek<br />
yemek, yutkunmak ve hatta nefes almak<br />
da zorlaşmaya başlar. Hastalığın teşhisi<br />
için kas ya da sinir biyopsisi gerekebilir.<br />
Ve kötü haber: ALS’nin şu an için<br />
bilinen bir önleyici ya da iyileştirici<br />
tedavisi yok! Belirtileri kontrol altına<br />
almak ve yavaşlatmak için çeşitli ilaç<br />
tedavileri ve fizik tedaviler uygulansa da<br />
“hastalanmadan önceki haline dönen”<br />
bir ALS hastasına rastlamak mümkün<br />
değil. ALS hastalarına genellikle 3-5 yıl<br />
arasında ömür biçiliyor ama hastaların<br />
% 10’unun 10 yıldan fazla bir süre hayatta<br />
kaldığı da bilinen bir gerçek. Örneğin<br />
İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Stephen<br />
Hawking 21 yaşında ALS hastalığına<br />
yakalanmış ve 50 yılı aşkın bir süredir de<br />
bu hastalıkla birlikte yaşıyor!<br />
ALS Hastalığının Nedenleri<br />
ALS’ye yakalanmış kişilerin çoğunda<br />
hastalığın nedeni bilinmiyor. Bazı<br />
hastalarda genetik faktörler ön planda<br />
olsa da genetik sebeplerden ALS’ye<br />
yakalanmış hasta sayısının hayli<br />
düşük olduğunu da belirtmek gerekir.<br />
Öte yandan gen mutasyonu, beyinde<br />
meydana gelen kimyasal dengesizlik ya<br />
da bağışıklık sistemindeki sorunların da<br />
ALS’ye yol açtığı tahmin ediliyor. Sigara<br />
kullananlar, tarım ilaçlarına ve<br />
iş yerinde kurşun, civa gibi ağır metallere<br />
maruz kalanlar ise ALS ile ilgili yüksek<br />
risk grubunda bulunuyor. Yine çevresel<br />
toksinlerin, travma, viral enfeksiyonlar,<br />
otoimmünite, vitamin eksikliği ve<br />
hormonal bozuklukların da ALS’ye sebep<br />
olabileceği belirtiliyor.<br />
ALS, erkeklerde daha sık görülüyor.<br />
Başlangıç belirtileri hafif olduğu için de<br />
çoğu zaman fark edilmiyor ya da başka<br />
hastalıklarla karıştırılıyor. Özellikle<br />
kol ve bacaklarda kas güçsüzlüğüyle<br />
kendini gösteren hastalık zamanla<br />
konuşma, çiğneme ve nefes almayı<br />
zorlaştırıyor; yutma bozuluyor ve<br />
ağızda biriken tükürük de konuşmayı<br />
güçleştiriyor. Kaslar sinirler tarafından<br />
uyarılmadığı için yapısı bozuluyor ve iş<br />
görmez hale geliyorlar. Kol ve bacaklar<br />
da zaman içinde incelmeye başlıyor. El ve<br />
ayak kaslarında seğirmeler ve bu kaslara<br />
giren kramplar hastanın normali haline<br />
geliyor. Dolayısıyla kişi kol ve bacaklarını<br />
gerektiği gibi kullanamıyor, kontrol dışı<br />
gülme ve ağlama krizlerine tutuluyor.<br />
Hastadan hastaya görülen farklılıklar ise<br />
şöyle özetlenebilir: Kimi hasta halının<br />
saçaklarına takılmaya, tökezlemeye<br />
başlıyor, kimi de eşyaları kaldırmakta<br />
zorlanıyor. Bazı hastalar konuşurken<br />
kelimeleri yuvarlamaya başlıyor. Tıpkı<br />
duyular gibi boşaltım işlevleri ve cinsel<br />
işlevler de hastalıktan etkilenmiyor.<br />
Kalp kası zarar görmüyor, göz kası ise<br />
genellikle ya en son etkileniyor ya da hiç<br />
etkilenmiyor. Hastalık zihin becerilerini<br />
etkilemiyor. Hastalığın ortalama<br />
başlangıç yaşı 55 ancak çok genç yaşta da<br />
çok ileri yaşta da ortaya çıktığı görülüyor.<br />
Bu Belirtiler<br />
Önemli<br />
ALS tanısı klinik belirti ve bulgulara<br />
dayanarak konur ancak pek çok kas ve sinir<br />
hastalığı ile karışabildiği için bazı tetkiklerin<br />
de yapılması gerekir. Tanıya yardım eden<br />
yöntem ise Elektromiyogram (EMG)<br />
tetkikidir. Beyin ve omurilik manyetik<br />
rezonans görüntüleme (MRG), bazı kan ve<br />
idrar tetkikleri, lomber ponksiyon (bel sıvısı<br />
incelemesi) ve kas biyopsisi gerekebilir.<br />
Eğer hastada…<br />
• Kas atrofisi (kas hacim kaybı)<br />
• Kas zayıflığı<br />
• Seğirme<br />
• Kas tonusunda artma<br />
• Normal kas reflekslerinde değişimler<br />
varsa ve…<br />
• Hastanın vücudunun en az üç yerinde<br />
motor nöron işaretleri bulunursa, kesin bir<br />
ALS teşhisi konabilir.<br />
Tüm dünyada ALS (Amyotrofik Lateral<br />
Skleroz) ve Motor Nöron Hastalığı<br />
genellikle aynı anlamda kullanılıyor.<br />
Hastalar iyi bir tıbbi ve sosyal destekle 20<br />
yıldan fazla yaşayabiliyor. Bunun dışında<br />
hastalığındaki ilerleme duran, şikâyetleri<br />
tamamen geçen ALS hastaları da var.<br />
Hastaların yaklaşık yüzde 10’unda ALS ve<br />
demans bir arada görülebiliyor. ALS’nin<br />
henüz kesin bir tedavisi olmadığını<br />
söylemiştik. Buna karşın yeni ilaçlar<br />
üzerine yoğun çalışmalar da sürüyor.<br />
Rehabilitasyon aşamasının olmazsa<br />
olmazı ise hastanın mümkün olduğunca<br />
rahat ettirilmesi, normal yaşamını<br />
sürdürmesini sağlayacak tedbirlerin<br />
alınması… Ayrıca rehabilitasyon<br />
imkânları da hasta ihtiyaçları<br />
doğrultusunda farklılık gösterebiliyor.<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 27
Alışveriş<br />
YENİ NE VAR NE YOK?<br />
Tüketiciyle bu yaz buluşacak ürünlerin ortak<br />
özelliği, tümünün seçkin markalara ait ve<br />
tüketicinin beklediği ürünler olması. Biri sizin için!<br />
1<br />
4<br />
2<br />
8<br />
3<br />
5<br />
6<br />
7<br />
9<br />
1- INCIA<br />
Incia, Ar-Ge çalışmalarını üç yıldır BioArge Laboratuvarları ile<br />
birlikte yürüten Glohe’nin Tuzla’daki fabrikasında ürettiği % 100<br />
doğal ürünlerden oluşan ilk markası. Incia’nın Zeytinyağlı Doğal<br />
Köpük Sabun’u ise doğal bitkilerden elde edilen yağlarla ve BioArge<br />
Laboratuvarları’nın patent korumalı buluşları ile üretildi. Cildi,<br />
doğal florasına zarar vermeden temizleyen, içeriğindeki doğal<br />
bileşenlerle cildi nemlendiren Zeytinyağlı Doğal Köpük Sabun,<br />
badem yağı ile de tam koruma sağlıyor. 28 TL<br />
2- DERMALOGICA<br />
Stress Positive Eye Lift, maske ve göz bakımı özelliğiyle<br />
torbalanmaya, koyu renk halkaları azaltmaya, göz çevresini<br />
aydınlatmaya, gerginleştirmeye ve cilt bariyerini güçlendirmeye<br />
yardımcı olur. Serinletici masaj aplikatörü ile kolayca uygulanır.<br />
Devamında Dermalogica Göz Masaj’ı ve Dermalogica göz kremi<br />
kullanılması tamamlayıcı etki yapacaktır. Ani toparlanmaya<br />
ve yorgun gözleri dinlendirmeye her ihtiyaç duyulduğunda<br />
kullanılabilir. 25 ml: 515 TL<br />
3- BACILAC INSTANT<br />
Bacilac Instant, her kutuda 16 saşe bulunan ve 5 gramlık her bir<br />
saşede 5 x109 KOB Lactobacillus rhamnosus canlı probiyotik<br />
mikroorganizma içeren diyareyi önlemeye yönelik ilaçtır.<br />
İnfeksiyöz diyare ve turist diyaresinde etkinliği kanıtlanmıştır. Suya<br />
ihtiyaç duyulmadan kullanılması, taşıma rahatlığı ve vanilya tadıyla<br />
çocuklar dâhil tüm aile tarafından kolayca kullanılabilir. 56,20 TL<br />
4- ABC DERM<br />
Firming Cream, ABCDerm Serisi’nin annelere özel formüle ettiği,<br />
cildin esnekliğini ve sıkılığını geri kazandıran bir krem. %10 daha<br />
sıkı, %17 daha esnek ve 8 saat sonunda bile %43 daha nemli bir<br />
cilt sağlayan ürün, doğum sonrası ciltte meydana gelen elastikiyet<br />
kaybının giderilmesine ve cildin yeniden şekillendirilmesine<br />
destek oluyor. Bel, karın, kalça ve basen bölgesine günde 2 defa<br />
uygulanıyor. 200 ml: 119,90 TL<br />
5-6- VICHY<br />
Vichy Slow Âge serisinde ilk defa, probiyotikler ve antioksidanlar<br />
krem teknolojisi ile birleştirilerek bir araya geldi. Slow Âge serisinde<br />
UV ışınları, hava kirliliği, stres, düzensiz beslenme, sigara gibi<br />
çevresel faktörler ve yaşam tarzından kaynaklanan yaşlanma<br />
belirtilerini yavaşlatan 3 özel aktif içerik bulunuyor: Probiyotik<br />
türevi bifidus, antioksidan bitki kökü Baicalin ve Vichy 15 mineralli<br />
Termal Suyu. Slow Âge serisi, 20’li yaşlardan başlayarak yaşlanmayı<br />
geciktirmeyi ve cildi korumayı hedefliyor. 129,90 TL - 109,90 TL<br />
7- iHEALTH<br />
iHealth’in Kidsbiotic Balls’u, özel çiğneme formuyla hem anneleri<br />
hem de çocukları sevindirecek yeni ürünü… Akut ishal ve<br />
antibiyotik kullanımına bağlı probiyotik eksikliğinin yanı sıra<br />
bağışıklık sistemini desteklemek için de geliştirilen Kidsbiotic Balls,<br />
2 milyar faydalı bakteri içeriyor. Üründe 30 adet yoğurtlu çilekli<br />
probiyotik top bir arada bulunuyor. 49 TL<br />
8- MAVALA<br />
Özel bakım gerektiren ve hassas ciltler için 16 üründen oluşan<br />
Mavala Swiss Skin Solution Cilt Bakım Serisi, tüm dünya ile<br />
birlikte Türkiye’de... İsviçre’nin Alp Dağları’ndaki bitkisel<br />
zenginliğin gücünü ileri düzey dermatolojik aktif bileşenlerle<br />
bir araya getiren ve hassas ciltler için formüle edilmiş bu yeni seri<br />
Alpler’in saf suyunu da içeriyor. Ürünlerin hiç birinde mineral<br />
yağ, fitalat ve sodyum laureth sülfat bulunmuyor.<br />
78 TL - 59,50 TL - 169 TL - 129 TL<br />
9- WHITE GLO<br />
Power Brush Paste ya da dünyanın, elektrikli diş fırçaları için<br />
formüle edilmiş ilk diş macunu! High Gloss Wax içeren jel<br />
kıvamındaki macun yüksek hızla hareket eden fırça başlığına<br />
uygulanır ve fırçanın hızlı hareketiyle birlikte dişlerin parlak ve<br />
ışıltılı şekilde beyazlamasını sağlar. Maksimum sonuç için günde<br />
en az 2 kez kullanılmalıdır.29,90 TL<br />
30 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Alışveriş<br />
10<br />
17<br />
11<br />
13<br />
14<br />
16<br />
18<br />
20<br />
15<br />
12<br />
19<br />
10- SOLGAR<br />
Full Spectrum Curcumin, emilimi ve biyoyararlanımı artırılmış,<br />
miçellerle kaplanmış kurkumin içerir. Patentli özel teknoloji sayesinde<br />
kurkumin, hem yağda hem de suda çözünebilme özelliğine sahiptir. Mide<br />
asidinden ve sindirim enzimlerinden etkilenmeden kolayca emilir. Full<br />
Spectrum Curcumin, standart toz kurkumine göre daha hızlı emilir ve<br />
185 kat daha yüksek biyoyararlanım sağlar. 159,95 TL<br />
11-12- LIERAC<br />
Lierac’ın yenilenen Hydragenist ailesine üç yeni ürün daha katıldı:<br />
Cildi göz açıp kapayıncaya kadar pürüzsüz bir görünüme kavuşturan<br />
Hydragenist Morning Mist; cildin su ihtiyacını anında karşılayan<br />
Hydragenist Moisturizing Rescue Mask; nemlendirici ve dolgunlaştırıcı<br />
etkiye sahip Hydragenist Nutri-Plumping Lip Balm. Fiyatları ise sırasıyla;<br />
Morning Mist: 145 TL / Moisturizing Rescue Mask: 145 TL /<br />
Nutri-Plumping Lip Balm: 59 TL<br />
13- SAFRANRELAX<br />
Neptün’ün Belçika’dan ithal ettiği safran, zerdeçal ekstraktı, B 12, B 6<br />
ve D vitamini içeren; çinko ve folik asit ile zenginleştirilmiş takviye edici<br />
gıda tableti Safranrelax artık Türkiye’de. Enerji oluşum metabolizmasına<br />
katkıda bulunan, bağışıklık sisteminin fonksiyonlarını destekleyen<br />
Safranrelax, kemik sağlığını da destekler. Cildi, tırnakları ve görme<br />
yetisini de korur. 119 TL<br />
14- STERIMAR<br />
Sterimar Stop & Protect Alerji, alerjik rinite karşı üretilmiş, belirtileri<br />
durduran, yeni saldırılardan koruyan ikili etkisi ve % 100 doğal deniz<br />
suyu içeriğiyle yenilik yaratan bir ürün. 3 yaşından itibaren tüm çocuklar<br />
ve yetişkinler kullanabilir. İçeriğinde doğal kökenli hyalüronik asit,<br />
manganez ve kalsiyum bulunur. Uyku hali yapmaz. 39 TL<br />
15- NEW LIFE<br />
New Life’ın ihtiyaca yönelik olarak kullanıcıya sunduğu balık yağlarından<br />
Efa One, sağlığı güçlendirmek, kronik rahatsızlıklardan korunmak ve tek<br />
kapsülde maksimum düzeyde Omega-3 almak için yüksek doz Omega-3<br />
ihtiyacını karşılar. Her kutuda 45 kapsül ve her kapsülde 1020 mg<br />
Omega-3 bulunur. 119 TL<br />
16- LADY VIGOR<br />
Kadınlarda gözlemlenen cinsel isteksizliğin giderilmesi için önerilen<br />
ve cinsel isteğin artırılmasına yarayan gıda takviyesi… Tavsiye edilen<br />
miktar günde iki kapsüldür ve etkisini gösterebilmesi için en az 2 ay<br />
kullanmak gerekir. Sonrasında aynı şikâyetler görüldükçe kullanılabilir.<br />
Çemen otu, Ginkgo ve B6 vitamini kombinasyonudur. 99,30 TL<br />
17- BIODERMA<br />
Photoderm Nude Touch SPF 50+, karma ve yağlı ciltlerin yaşadığı<br />
sorunlardan ilham alınarak geliştirilmiştir. Sadece bu üründe bulunan<br />
sıvıdan pudraya dönüşüm teknolojisi ile parlama sorunu ve ton eşitsizliği<br />
ortadan kalkar, cilt mat ve kadifemsi bir görünüm alır. Cilde günlük<br />
koruma sağlarken cildi Bioprotection patenti ile derinlemesine korur.<br />
Ciltte 8 saate kadar yağ kontrolü sağlar, 21 günde de mevcut cilt<br />
kusurlarını azaltır. 40 ml: 99,50 TL<br />
18-WEE BABY<br />
Temassız Ateş Ölçer, bebekleri ateşlenen anne ve babaların en büyük<br />
yardımcısı olmaya aday. Bebeklerin ateşinin güvenle ölçen cihaz, kolay<br />
kullanımıyla alından 3-5 cm uzaklıktan vücut sıcaklığını hızla ve rahatça<br />
ölçüyor. Renkli ve geniş LCD dijital ekranında, ışığa gerek olmadan ateş<br />
birimini Celcius ve Fahrenheit cinsinden görüntüleyebiliyor. Cihaz, son<br />
32 sıcaklık ölçümünü de hafızada tutuyor. 139 TL<br />
19- ARKOPHARMA<br />
Arkofluids Shape Up ürünleri arasında yer alan Shape Up, içeriğindeki su,<br />
ananas suyu konsantresi, yeşil çay yaprağı, java çayı yaprağı barındıran<br />
takviye edici gıdadır. Vücuttaki yağların yakılmasına ve kilo vermeye<br />
yardımcıdır. Metabolizmayı hızlandırır. Açlık krizlerini ve atıştırma<br />
isteğini bastırır. İçeriğindeki tüm bitkiler organik tarımla elde edilmiştir.<br />
Sadece yetişkinlerin kullanımı içindir. 199,90 TL<br />
20- ARKOPHARMA<br />
Lipofeine Slim Expert, detoks ve kilo vermeye yardımcı olmak için<br />
Arkopharma tarafından geliştirilmiştir. 10 günlük detoks, 10 günlük<br />
yağ takımını artırma ve 10 günlük yağ depolanmasını önlemek üzere<br />
30 günlük programdan oluşan Lipofeine Slim Expert; Detox, Burner<br />
ve Block olmak üzere birbirini izleyen 10’ar günlük 3 kürden oluşur.<br />
Program, ihtiyaca göre istenen periyotta tekrarlanabilir. 189 TL<br />
32 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Küçük kazalarda<br />
yara bakımı desteği<br />
yazın da<br />
yanınızda!<br />
SADECE<br />
ECZANELERDE<br />
Betadine antiseptik pudra sprey %2,5 povidon iyot içerir. Bakterisidal, Antifungal,<br />
Antiviral. CAS 25655-41-8. Ürün tipi 1. İnsan Hijyeni ile ilgili Biyosidal Ürün. Güvenli<br />
kullanınız. Kullanmadan önce her zaman ürün etiketi ve kullanım talimatını okuyunuz.<br />
Ruhsat tarih ve no: 27.06.2016, 2016/119 Ruhsat sahibi: Mundipharma Ecza Ürünleri<br />
San. ve Tic. Ltd. Şti. Levent Yapı Kredi Plaza C-Blok No:40-41 K-17 Beşiktaş, İstanbul Tel:<br />
02123174757 e-posta: info@mundipharma.com.tr Daha geniş bilgi için firmamıza<br />
başvurunuz.<br />
60<br />
YIL<br />
ULUSLARARASI MARKA GÜVENCESİ<br />
BET_MP_13_Q217
ETİKET OKUMAYI BİLİYOR MUSUNUZ?<br />
Beslenme<br />
Bugün herhangi bir markete<br />
girip de paketli bir gıdayla<br />
karşılaşmamak neredeyse<br />
imkânsız. Tabii bir de o<br />
paketlerin üzerindeki etiketler<br />
var. Çoğumuz “Son Tüketim<br />
Tarihi” dışında o etikette<br />
yazanlarla ilgilenmiyoruz belki<br />
ama sağlığımız için etiket<br />
okumayı öğrenme zamanı<br />
çoktan geldi!<br />
Yemeklerde kullandığımız<br />
salçadan margarine, soslara<br />
hatta pişirmeye hazır gıdalara<br />
kadar her şey artık paketlenmiş,<br />
ambalajlı gıda başlığı altında yer alıyor.<br />
Farklı bir ifadeyle yemekleri evde yapsanız<br />
da, dışarıdan hazır hiçbir şeyi mutfağınıza<br />
sokmadığınızı zannetseniz de gerçek<br />
biraz farklı. Çünkü salçalar, soslar,<br />
baharat karışımları hatta sadece üzerine<br />
şerbet döküp hazırlayacağınız tatlıların<br />
hammaddesi bile “paketli gıda” olarak<br />
ele alınıyor. Bu durumda hepimizin gıda<br />
paketlerinin üzerindeki etiketleri doğru<br />
okuması zorunluluk haline geliyor çünkü<br />
bu etiketler, sağlıklı beslenmek açısından<br />
son derece önemli ipuçları içeriyor.<br />
Öncelikle etiketleri doğru okuyup gıdaları<br />
ona göre tüketmenin iki önemli faydası<br />
var: Bunlardan ilki, ileride oluşabilecek<br />
hipertansiyon, diyabet, obezite gibi<br />
sağlık sorunlarından korunmak...<br />
İkincisi, zaten sağlık sorununuz varsa,<br />
bu hastalıkların olumsuz etkileneceği<br />
beslenme şeklinden uzaklaşmak. Gıda<br />
etiketi okumayı alışkanlık, alışverişimizin<br />
olmazsa olmazı haline getirmek artık şart<br />
çünkü pek çoğumuz yiyecek içeceklerle<br />
vücudumuza neleri soktuğumuzu bile<br />
bilmiyor, beslenme adına kendi ellerimizle<br />
kendimize tuzaklar kurduğumuzu<br />
anlamıyoruz.<br />
Yalnız şu da var: Gıda etiketleri nedense<br />
ambalajların en gizli saklı köşelerinde<br />
yer alıyor. Etiketi bulduk diyelim…<br />
Okumak ne mümkün! Minicik puntolarla<br />
hazırlanmış bir etiket karşımıza çıkıyor.<br />
Aslında sağlığınızı korumak için şu<br />
tavsiyemize uymanızda fayda var: Her<br />
alışveriş öncesi çantanıza pratik, açılırkapanır<br />
bir büyüteç atın; ya da daha iyisi<br />
bu büyüteç hep çantanızda dursun. Sebebi<br />
açık: Yapılan araştırmalara göre gıda<br />
etiketlerini okumayanlar, okuyanlara göre<br />
iki kat daha fazla kaloriyi (hem de yağ<br />
olarak) vücuduna alıyor! “Etiketi Okuyun”<br />
adında bir kitap da yazarak durumu<br />
açıklayan psikolog, beslenme uzmanı<br />
ve sağlıklı gıda koçu Judie Davie, “Gıda<br />
paketlerinin üzerindeki besin değerleriyle<br />
ilgili bilgilendirme, paketlenmiş sağlıklı<br />
bir gıda ile yenebilir olan arasındaki<br />
farkı anlamaya yardımcı olur” diyor.<br />
Aslında mesele bu kadar basit: Her gıda<br />
ürünü yenebilir ama hangisi sağlıklıdır?<br />
İşte gıda paketlerinin etiketleri bunu<br />
anlamanızı sağlar… Bunu anlamak<br />
için de etiket okumayı bilmek şarttır!<br />
Küçük bir not daha: Gıda paketlerinin<br />
üzerindeki etiketler sizi hedeflerinize de<br />
ulaştıracaktır. Öyle ya, herkes ince bir<br />
vücut peşinde olmayabilir… Kimi keskin<br />
bir zekâyı, kimi güçlü bir hafızayı tercih<br />
edecektir. Neyse ki etiketlerde herkesin<br />
aradığını bulmasına yardımcı olan<br />
uyarıları bulacaksınız ve okudukça, hiçbir<br />
şeyi değilse bile, uzak durmanız gıdaları<br />
tanıyacaksınız…<br />
34 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Trans yağ oranına bakın:<br />
<strong>Sağlık</strong>lı bir gıda maddesinde trans yağ<br />
oranı sıfır olmalı… Gıda etiketinde<br />
de “hidrojenize” şeklinde tanımlanan<br />
herhangi bir madde yer almamalı.<br />
Yalnız burada sakıncalı bir durum var:<br />
Gıda üreticileri, ürünlerinde trans<br />
yağ var mı, yok mu, genellikle etikette<br />
belirtmiyor. Bunun anlamı şu: Üretici<br />
belirtmiyorsa, paketteki toplam yağın<br />
ne kadarı trans yağ, bilmenin imkânı<br />
yok! Yapılması gereken en mantıklı<br />
şey ise fast food ve kızartmalardan<br />
uzak durmak ve etiketinde “Trans Yağ<br />
İçermez” bilgisi olmayan hiçbir işlenmiş<br />
gıdayı almamak… Yine de anlamanın<br />
bir kolayı var: Eğer paketli gıda, kraker,<br />
hamur işi vs. çıtır çıtırsa, büyük ihtimalle<br />
trans yağ içeriyor demektir! Trans yağın<br />
günlük tüketim miktarı diye bir şey yok,<br />
mümkünse sıfır gr. olmalı…<br />
Toplam yağ oranına bakın:<br />
Pratik hesap şu: Her ana öğünde 10, her<br />
ara öğünde ise 5 gramdan daha az yağ<br />
tüketmeye dikkat edin. Çünkü bir<br />
gıda maddesinin her 100 gramında<br />
3 gramdan daha az yağ varsa, o gıda<br />
maddesi “düşük yağ oranına sahip” olarak<br />
kabul ediliyor. Bu arada yemeklerdeki<br />
yağın çoklu doymamış yağ, tekli<br />
doymamış yağ ya da bu ikisinin bileşimi<br />
olması da önemli. Elinizde tuttuğunuz<br />
gıda paketinin etiketinde sağlıklı yağları<br />
gösteren bir liste de varsa, sağlıklı bir<br />
ürünü satın almak üzeresiniz demektir.<br />
KALBİNİZ İÇİN…<br />
Doymuş yağ oranını inceleyin:<br />
Öncelikle toplam yağ miktarının üçte<br />
birinden fazlası doymamış yağ olan<br />
yiyecekleri tercih edin. Eğer elinizdeki<br />
pakette, 6 gr yağ varsa bunun 2 gramdan<br />
fazlası doymuş yağ olmasın. Şunu<br />
unutmayın: Kandaki kolesterolün çoğu,<br />
yüksek kolesterollü gıdalardan gelmez.<br />
Kolesterolü beden üretir ve bunun temel<br />
yapı taşı da sizin tükettiğiniz doymuş<br />
yağlardır. Dünya <strong>Sağlık</strong> Örgütü, çok<br />
fazla doymuş ve trans yağ tüketimini<br />
kalp hastalıklarıyla ilişkilendiriyor. Bu<br />
yağlar, kandaki LDL (kötü) kolesterol<br />
seviyesini yükselterek damarların içinde<br />
yağ birikimi ya da plak oluşmasına sebep<br />
oluyor. Kısaca ne kadar az doymuş yağ,<br />
o kadar düşük seviyede LDL (kötü)<br />
kolesterol. Günlük hedefiniz ise 20 gr.<br />
ya da daha az yağ olsun…<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 35
Beslenme<br />
Peki, yağ tüketimiyle ilgili günlük<br />
hedef ne olmalı? Uzmanlara göre<br />
yağdan alınan toplam kalori, günlük<br />
kalori ihtiyacının yaklaşık yüzde 20 ila<br />
35’i kadar olmalı. Örneğin hedefiniz<br />
günlük 1800 kaloriyse, bunun 360<br />
kalorisinin yağdan gelmesi yeterli<br />
olacaktır. Yağdan alınan 360 kalori de<br />
40 gr. yağa denktir. Ve küçük bir not:<br />
Tükettiğiniz yağların üçte ikisinin<br />
doymamış yağ olması gerekir.<br />
ENERJİ İÇİN…<br />
Tam tahıllar var mı, bakın:<br />
Gıda etiketindeki listede buğday, çavdar,<br />
darı, kinoa ve yulaf gibi tahılların önünde<br />
“tam” ifadesi olmasına dikkat edin. Tam<br />
tahıllı besinlerin çoğu enerjinizi devam<br />
ettirmenizi sağlar çünkü bedeniniz tam<br />
tahılları yavaşça ayrıştırır. Böylece kan<br />
şekerinizde dalgalanmalar meydana<br />
gelmez. Tam tahıllar aynı zamanda<br />
işlenmiş tahıllara göre hem enerji veren<br />
B vitaminlerini hem diğer vitaminleri<br />
daha fazla içerir. Bu arada paketlenmiş<br />
karbonhidratların glisemik indeks<br />
değerlerini de öğrenin ve “Düşük GI”<br />
ifadesine etiketinde yer veren ürünleri<br />
tercih edin.<br />
çoğu yiyecek uzun zincirli yerine kısa<br />
zincirli yağ asitleriyle üretiliyor. Bunlar,<br />
insan bedeninin uzun zincirli asitlere<br />
dönüştürmeye ihtiyaç duyduğu, Omega-<br />
3’ün bitkisel kaynaklarından olan alfa<br />
linoleik asitlerden (ALA) elde ediliyor.<br />
İnsan bedeni ise bunu etkili bir şekilde<br />
yapamıyor. Yeterli miktarda uzun zincirli<br />
Omega-3 almak, olayları daha kolay<br />
hatırlamanızı ve zihninizin daha iyi<br />
çalışmasını sağlar. En iyi çözüm ise uzun<br />
zincirli Omega-3’ü kendi kaynağından,<br />
yani deniz ürünlerinden almak…<br />
Günlük 800 mg’lık tüketim, bedeniniz ve<br />
özellikle zihniniz için yeterli olacaktır.<br />
Demir oranına bakın:<br />
Tükettiğimiz gıdanın her porsiyonunda<br />
en az 1,8 mg demir bulunması zihin<br />
sağlığınız için gereklidir. Gıdalar<br />
içinde bir numaralı demir kaynağı<br />
ise kırmızı ettir. Fazla kırmızı et<br />
yemiyorsanız, beslenme düzenine<br />
Gıda etiketleri genellikle ambalajların en dip bucak<br />
köşelerinde ve minicik puntolarla yazılmış halde...<br />
Belki de bu yüzden, gıda etiketi okumayanlar<br />
iki kat fazla yağ ve karbonhidrat tüketiyor.<br />
Protein oranına bakın:<br />
Günlük protein ihtiyacınıza göre almanız<br />
gereken miktarı tamamlayacak gıdaları<br />
tercih edin. Çünkü proteinden gelen<br />
kalori de tıpkı karbonhidratlardan<br />
gelenler gibi yakıt olarak kullanılır ve<br />
enerji seviyenizi devam ettirmenize<br />
yardımcı olur. Protein aynı zamanda<br />
mineral ve enerji dönüşümü için diğer<br />
hayati besin öğelerini de içerir. Protein<br />
bakımından zengin gıdaları süt ürünleri<br />
reyonunda, şarküteri bölümünde (kırmızı<br />
et, tavuk, balık, yumurta) ve soğutulmuş<br />
gıda dolabında bulabilirsiniz.<br />
BEYNİNİZ İÇİN…<br />
Omega-3 yağ asitlerini arayın:<br />
Elinizde tuttuğunuz gıdanın etiketinde<br />
olmayabilir ama paket üzerinde herhangi<br />
bir yerde bulunması gerekir zira tahıl<br />
gevreği, yumurta, ekmek ya da meyve<br />
suyu da dâhil olmak üzere, günümüzde<br />
pek çok ürüne Omega-3 yağ asitleri<br />
takviye ediliyor. Öte yandan paketli<br />
bir gıda, tercih edilebilecek en sağlıklı<br />
seçim değilse, sırf Omega-3 eklenmiş<br />
olması sizi yanıltmasın. Bunun nedenine<br />
gelince… Omega-3 ile zenginleştirilmiş<br />
36 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Beslenme<br />
demirle zenginleştirilmiş paketli gıda<br />
eklemelisiniz çünkü kanınızda yeterli<br />
demir olmadan, hücreleriniz ihtiyaç<br />
duydukları oksijeni alamaz ve<br />
bu da kendinizi yorgun ve bitkin<br />
hissetmenize sebep olur.<br />
Et yemiyorsanız, market arabasına<br />
yumurta, yeşil yapraklı sebzeler ve<br />
baklagiller eklemeyi unutmayın. Demir<br />
için yaklaşık miktar vermek gerekirse,<br />
50 yaşında ya da daha genç olanlar için<br />
18 mg; 51 ve üstü olanlar için 8 mg<br />
diyebiliriz…<br />
KEMİKLERİNİZ İÇİN…<br />
Kalsiyum oranını inceleyin:<br />
Her porsiyonda 200-300 mg kalsiyum<br />
almanız gerekir. Çünkü insan<br />
vücudundaki kemiklerin güçlenebilmesi<br />
için bünyeye bir günde yaklaşık 1000<br />
mg kalsiyum girmelidir. Günde iki ya<br />
da üç porsiyon süt ürünü tüketmek bu<br />
miktarı karşılayacaktır. Kalsiyumun<br />
en iyi alınabileceği besinler ise az yağlı<br />
süt, yoğurt, peynir ve lifli yeşil sebzeler<br />
(brokoli gibi) olarak sıralanabilir.<br />
Özellikle 51 yaş ve üstündeki kişilerin<br />
günde ortalama 1300-1500 mg kalsiyum<br />
alması tavsiye edilir.<br />
D vitaminlerini inceleyin:<br />
D vitamini yetersizliği, Türk kadınlarında<br />
genetik bir sorun olarak karşımıza<br />
çıkabiliyor. Bu dengeyi kurabilmek için<br />
her porsiyonda en az 40 IU D vitamini<br />
almanız şart. Az güneş ışığı görenlerin,<br />
ileri yaştakilerin ya da sistemik bağırsak<br />
hastalığı olanların da D vitamini emilimi<br />
geç gerçekleşebiliyor. D vitamini,<br />
kalsiyumu sindirim sisteminden kana<br />
naklediyor ve D vitamini olmadan,<br />
insan bedeni sahip olduğu kalsiyumun<br />
yalnızca yüzde 10’unu kullanabiliyor.<br />
Dahası, kişide D vitamini eksikliği varsa<br />
tüberküloz enfeksiyonuna daha açık<br />
hale geliyor. Gıda içeriklerinin dışında<br />
market raflarında da D vitamini takviyeli<br />
yiyecekler bulabilirsiniz ancak en doğrusu<br />
somon ya da sardalye gibi doğal D vitamini<br />
kaynaklarından yararlanmak olacaktır.<br />
ZAYIFLAMAK İÇİN…<br />
Kalori miktarını inceleyin:<br />
Öncelikle kalorisi düşük ama miktarı<br />
(porsiyonu) büyük gıdaları tercih edin.<br />
Bunun için de marketlerdeki benzer<br />
yiyecekleri karşılaştırmanız ve sık sık<br />
tükettiğiniz besinlerin kalori ve porsiyon<br />
değerlerini yaklaşık olarak öğrenmeniz<br />
gerekir. Şu genel kurala da uymalısınız:<br />
Günde iki ara öğün yapıyorsanız, bu iki ara<br />
öğünün toplamı, 300 kaloriyi geçmemelidir.<br />
Geri kalan kalori hakkını ise üç ana öğüne<br />
paylaştırın. Ya da farklı bir yol izleyin:<br />
Örneğin kahvaltıda aldığınız kalori miktarı<br />
fazlaysa, bunu akşam yemeğinde kısarak<br />
dengeyi kurun.<br />
Lif oranına bakın:<br />
Gıdanın paket etiketinde, her bir porsiyon<br />
için 3-6 gram ya da daha fazla lif yazmasına<br />
dikkat edin. Yüksek lif içeren gıdalar hem<br />
sizi formda tutar hem de daha az kalori<br />
almanıza yarar. Böylece kendinizi daha<br />
uzun süre tok hissedersiniz. Araştırmalara<br />
göre, beslenme düzenine haftada iki<br />
günden fazla ekstra 14 gram lif ekleyenler<br />
her ay yarım kilo veriyor! Bir ipucu daha:<br />
Bir yiyeceğin yüksek lif içerdiğini söylemek<br />
için her porsiyonunda üç gram lif olması<br />
gerektiğini unutmayın. Bir yiyeceğin her<br />
porsiyonunda altı gram lif bulunuyorsa, o<br />
yiyeceğin “çok yüksek oranda lifli” kabul<br />
edildiğini de hatırlayın. Günlük 25-30 gr<br />
lifli gıda tüketmeye özen gösterin.<br />
Karbonhidrat oranına bakın:<br />
Seçeceğiniz karbonhidratlar mutlaka<br />
düşük glisemik indeksli olsun! Çünkü<br />
karbonhidratlardan gelen glikoz beyinin<br />
öncelikli yakıtıdır. O olmadan başınız<br />
döner, başınız ağrır ve konsantrasyonununuz<br />
azalır. Karbonhidratların hepsi birbirine<br />
eşit değildir. Bu yüzden sebze, tam tahıllı<br />
ekmek, şeker eklenmemiş doğal müsli<br />
gibi düşük glisemik indeksli seçenekleri<br />
tercih edin. Bedeniniz düşük glisemik<br />
indeksli gıdaları yavaşça sindirir ve emer.<br />
Bu da kan şekerinde ve insülin seviyenizde<br />
istikrarlı, yavaş bir artış sağlar. Bu yüzden<br />
yediklerinizin üçte birinin düşük glisemik<br />
indeksli olması gerekir.<br />
38 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Güneş Dosyası<br />
Onun nazİk<br />
tenİ özen İster!<br />
Bebekler ve çocuklar, gelişimleri için güneş ışığına fazlasıyla muhtaçtır. Ama<br />
aynı güneş ışıklarının fazlası, narin tenlerine geri dönülmez hasarlar verebilir.<br />
İyisi mi, onların tenini güneşten önce siz sarıp sarmalayın.<br />
01<br />
40 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
02<br />
04<br />
06<br />
Bu ürünler sadece<br />
bebekler ve çocuklar için<br />
değil. Teniniz nazikse aynı<br />
zamanda sizin için...<br />
05<br />
07<br />
03<br />
08<br />
1- VICHY<br />
Idéal Soleil Super Foam For Kids,<br />
çocukların narin cildi için ideal güneş<br />
koruması sağlar. Hassas ciltler için de<br />
uygundur. Yüzme, terleme, kurulama<br />
sonrasında sık sık ve yoğun şekilde<br />
uygulamak gerekir. 76 TL<br />
2- URIAGE<br />
Uriage Bariesun Spray SPF 50+ yüz<br />
ve vücut losyonu, çocuk cildini UV<br />
ışınlarının verdiği hasara karşı korur,<br />
filtreleme sistemiyle alerji riskine karşı<br />
da savunur. Suya dayanıklıdır. Çocuk<br />
ve bebeklere uygundur. 154,50 TL<br />
3- MUSTELA<br />
Bebek cildine özel olarak geliştirilen<br />
Mustela’nın yeni nesil güneş serisi;<br />
zengin avokado yağı, lipid içeriği,<br />
aktif hücre koruma özellikleriyle<br />
bebek ve çocukların ciltlerine<br />
uygundur. Ürünler; “filtre” olarak<br />
bilinen hiçbir alerjen içermez.<br />
94,90 TL – 74,90 TL – 44,90 TL<br />
4- ABC DERM<br />
Mineral Sun Cream, bebeklerin hassas<br />
cildine özel kimyasal filtre içermeyen<br />
çok yüksek mineral filtreli güneş<br />
koruması sağlar. Bioderma tarafından<br />
miniklerin hassas ciltleri için %100<br />
mineral filtrelerle ve patentli<br />
Hücresel Bioprotection formülüyle<br />
geliştirilmiştir. 74,50 TL<br />
5- LA ROCHE-POSAY<br />
Anthelios Baby Milk SPF 50+, hassas<br />
ve atopiye eğilimli bebek cildi için<br />
yüksek faktörlü güneş bakım kremidir.<br />
Hem yüz hem vücut için kullanılır.<br />
UVB-UVA ışınlarına karşı patentli<br />
filtre sistemine sahiptir. 69,90 TL<br />
6- AVENE<br />
Spray Enfant 50+, UVB-UVA ışınlarına<br />
karşı etkilidir ve başta çocuklar<br />
hassas ciltli yetişkinler için de yüksek<br />
koruma sağlar. İçeriğindeki Avène<br />
termal suyu ile doğal yatıştırıcı ve<br />
anti enflamatuar özelliklere sahiptir.<br />
Parfüm ve paraben içermez. 85 TL<br />
7- DAYLONG<br />
Daylong Kids SPF 50, güneşe karşı<br />
aşırı hassas çocuk cildini UVA,<br />
UVB ve IR ışınlarına karşı SPF 50+<br />
düzeyinde etkili yüksek korumayla<br />
savunur. Doz ayarlı pompalı şişesi ve<br />
uygulama tablosu doğru miktarda<br />
kullanılmasını sağlar. 150 ml: 94 TL<br />
Daylong Baby SPF 30 ise güvenilir<br />
fiziksel filtreler içerdiği için<br />
doğumdan itibaren tüm bebeklerde<br />
kullanmaya uygundur. 50 ml: 56 TL<br />
8- BIODERMA<br />
Photoderm Kid Lait, yüksek koruma<br />
sağlayan güneş koruyucudur. Anti<br />
UVB ve UVA filtreleme sistemi ve<br />
Peptit C ile güçlendirilmiş özel<br />
patentli Hücresel BioProtection®<br />
formülüyle optimum koruma sağlar,<br />
Fotostabildir. 100 ml: 74,50 TL<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 41
Güneş Dosyası<br />
Güneş<br />
saçınızla<br />
dost kalsın!<br />
Saç bakımını en fazla zorlayan mevsim yazdır. Çünkü güneşin ışınları,<br />
saçların üzerinde ışıl ışıl parlarken, her bir teli aynı zamanda yıpratır.<br />
Neyse ki buna engel olmak artık çok kolay!<br />
02<br />
04<br />
06<br />
03<br />
05<br />
01<br />
Yaz mevsiminin tadı da keyfi de deniz<br />
kenarında, havuz başında ve güneşin<br />
kollarında çıkar. Bronzlaşır, dinçleşir<br />
ve bünyenizi güçlendirirsiniz ama saçlarınız<br />
denizin tuzu, havuzun kloru; en çok da güneşin<br />
ışınları karşısında savunmasız kalır!<br />
42 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
1- KLORANE<br />
Mango Sprey Bakım Yağı, saçları tehlikeli<br />
UV ışınlarından korur ve bakımını yapar,<br />
dış etkenler yüzünden yıpranmasını önler.<br />
Saç uçlarını güçlendirir. 125 ml 49 TL<br />
2- TABİA<br />
Susam Yağı içeriğindeki doğal lesitin<br />
sayesinde, saçları beslerken güçlendirir.<br />
Antioksidan maddelerle güneş ışığındaki<br />
UVA ve UVB’den koruma sağlar. İçeriği<br />
SPF 45’e eşdeğerdir. 27 TL<br />
3- DARPHIN<br />
Soleil Plaisir Sultry Shimmering Oil<br />
içeriğindeki aydınlatıcı minerallerle hem<br />
saça hem cilde ışıltılı görünüm verir.<br />
Besleyici karanja ve inca inchi yağlarıyla<br />
saçın gün boyu parlamasını sağlar. 129 TL<br />
4- DUCRAY<br />
Nutricerat, zengin içeriğiyle saç derisini<br />
her türlü yıpratıcı etkiye karşı korur ve<br />
güçlendirir. Yağsız görünüm sunar ve<br />
kolay taranmasını sağlar. 75 ml: 64,90 TL<br />
5- PHYTO<br />
Phytoplage, saçlarınızı direkt güneş<br />
ışığı, tuz ve klordan korurken aynı<br />
zamanda sağlıkla parlamalarını da sağlar.<br />
Formülündeki güneş filtresiyle saça<br />
hem bakım yapar hem de dış etkenlerin<br />
yıpratmalarına karşı korur. 75 TL<br />
6- INSTITUT ESTHEDERM<br />
Sun Care Oil, Bronzlaştırıcı ve Besleyici<br />
Güneş Bakım Yağı, sadece cilt için değil<br />
saç için de etkili güneş koruması sağlar.<br />
Anti-komedojeniktir. Güneş filtreleri<br />
eklenerek hazırlandığı için yağlı his<br />
bırakmaz. Pratiktir... 150 ml: 269 TL<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 43
Güneş Dosyası<br />
VÜCUDUNUZA<br />
TAM KORUMA<br />
Yaz aylarında güneş altında keyifli saatler geçirirken,<br />
en önemli ihtiyaçlarımızdan biri, bizi güneşin olumsuz<br />
etkilerinden koruyacak, güvenilir ürünlerdir.<br />
01<br />
02<br />
Yaz aylarının ve güneşin<br />
tadını çıkarmanın pek çok<br />
yolu var. Sizin hayaliniz<br />
bronz ya da altın rengi<br />
bir tene kavuşmaksa,<br />
yapmanız gereken<br />
seçeceğiniz ürünün<br />
içeriğini ve özelliklerini<br />
bilmek; dolayısıyla<br />
teninize en uygun ürünü<br />
seçmek olmalı...<br />
44 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
08<br />
03<br />
05<br />
06<br />
09<br />
04<br />
10<br />
07<br />
1- DERMALOGICA<br />
Dermalogica Ultra Sensitive Tint SPF30,<br />
hassas ciltler için özel geliştirilmiştir. Güneşin<br />
zararlı etkilerine karşı maksimum koruma<br />
sağlarken aynı zamanda cildin nem dengesini<br />
de düzenler. Doğal renklendiriciler ile hafif<br />
renkli bir yapıya sahiptir. 50 ml: 303 TL<br />
2- LA ROCHE-POSAY<br />
Anthelios Ultra Legere Spray SPF 50+,<br />
güneşe toleranssız ciltler için mist dokuda<br />
yüksek faktörlü güneş koruyucudur. Güneşe<br />
duyarlı, hassas ve yoğun güneş ışınlarına<br />
maruz kalan ciltler için uygundur. Yüksek<br />
faktörlü koruma sağlar. 200 ml: 66,90 TL<br />
3- LIERAC<br />
Sunissime serisi %100 tüm güneş ışınlarını<br />
hedeflerken cilde enerji veren ve bronzluğu<br />
aktifleştiren yaşlanma karşıtı koruma sağlar.<br />
Özel formülüyle cilde enerji depolar ve etkili<br />
bronzluk sunar. Ciltte yaşlanmanın önüne<br />
geçer ve cildi nemlendirir. 169-199 TL<br />
4- DARPHIN<br />
Soleil Plaisir SPF 30/50, sahip olduğu beyaz<br />
çiçek kokusu ile duyulara da hitap eder.<br />
Yağlı ve yapışkan his bırakmayan hafif krem<br />
formundadır. Cildi ince çizgi, kırışıklık ve koyu<br />
lekelere karşı korur. 125 TL<br />
5- BEPANTHOL<br />
Bepanthol Body Lotion F, ekstra bakıma<br />
ihtiyaç duyan ciltleri nemlendirip korur.<br />
Güneş ışınları nedeniyle zarar görmüş cildi<br />
yoğun olarak nemlendirip onarır. Bepanthol<br />
Body Lotion F özellikle kuru ve hassas ciltler<br />
üzerinde etkilidir. 35,90 TL<br />
6- VICHY<br />
Ideal Soleil Invisible Hydrating Mist Spf<br />
50, UVA ve UVB korumalı ve hassas ciltler<br />
için uygun güneş koruyucudur. Sprey<br />
formundadır ve uygulandığında iz bırakmaz.<br />
Güçlendirici ve yatıştırıcı Vichy Termal Suyu<br />
içerir. Etil alkol ve paraben içermez. 76 TL<br />
7- AVENE<br />
Eau Thermale Avène Spray 50+, en hassas<br />
ciltlerde bile UVA ve UVB’ye karşı geniş<br />
spektrumlu koruma sağlar. Avène termal<br />
suyu ile de doğal olarak yatıştırıcı ve anti<br />
enflamatuar özelliklere sahiptir. Paraben ve<br />
silikon içermez. 200 ml 74,90 TL<br />
8- INSTITUT ESTHEDERM<br />
Tan Enhancing Body Lotion, cildi yatıştırır,<br />
ferahlatır ve kırışıklık karşıtı gece kremi olarak<br />
görev alır. Yıpranan cildi onarırken hassasiyeti<br />
ve kızarıklığı giderir. Tüm vücut için ideal<br />
gece bakımı sunar. 200 ml: 179 TL<br />
9- BIODERMA<br />
Photoderm Leb SPF 30, Bioderma’nın alerjiye<br />
eğilimli ve hassas ciltler için özel olarak<br />
geliştirdiği bir üründür. Güneş kaynaklı cilt<br />
yaşlanmasını önler. Cildi UV ışınlarına alıştırır<br />
ve güneş alerjisine karşı korur. 99,50 TL<br />
10- DAYLONG<br />
Daylong Ultra Spray SPF 30, yazı güneş ışığı<br />
altında yaşayan kent insanı için geliştirilmiştir.<br />
Ofiste, araba kullanırken, yürüyüşte vb. sizi<br />
güneşin zararlı ışınlarından korur. Sprey<br />
formuyla daima çantanızda! 150 ml: 84 TL<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 45
Güneş Dosyası<br />
Yüzünüzü<br />
güneşe dönün!<br />
Güneşin olumsuz etkilerinden koruyan ve üstün teknolojiyle geliştirilen<br />
bu ürünler sayesinde, yüzünüzü gülümseyerek güneşe çevirin!<br />
02<br />
01<br />
46 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
03<br />
05<br />
06<br />
04<br />
Günümüzde herkese uygun bronzlaştırıcı bir<br />
ürün var. Ancak asıl önemli olan vücuttan çok<br />
daha hassas olan yüz dokusunu korumak...<br />
07<br />
08<br />
09<br />
10<br />
1- AVENE<br />
Eau Thermale Avène Anti-Age Solaire Spf<br />
50+, UVA ve UVB ışınlarına karşı yüksek<br />
koruma sağlarken, E vitamininin antioksidan<br />
etkisiyle serbest radikallere karşı da savaşır.<br />
Avène Termal Suyu ile yatıştırıcı ve antienflamatuar<br />
özelliktedir. 50 ml: 75 TL<br />
2- LIERAC<br />
Sunifiç Solaire güneş sonrası onarıcı serum<br />
cildi yeniler, onarır ve yeniden yapılandırır.<br />
Bitkisel içeriğiyle güneş sonrasında cildi<br />
ferahlatır ve besler. Parabensiz formülüyle<br />
kırışıklık karşıtıdır ve yaşlanma karşıtı krem<br />
kullanmak istemeyenler için idealdir. 119 TL<br />
3- DERMALOGICA<br />
Hassas ciltler için özel olarak geliştirilen Ultra<br />
Sensitive Tint SPF 30, hem güneşin zararlı<br />
etkilerine karşı maksimum koruma sağlar,<br />
hem de cildin nem dengesini düzenler. Hassas<br />
ciltleri güneşin zararlı etkilerinden korur, nem<br />
dengesini kurar. 303 TL<br />
4- LA ROCHE-POSAY<br />
Anthelios SPF 50+ Ultra Light, ince dokusuyla<br />
tende fark edilmez, yapışkanlık hissi yaratmaz<br />
ve beyaz iz bırakmaz. Suya, kuma ve tere<br />
dayanıklıdır. Güneşe karşı toleranssızlıkları,<br />
ışığa karşı duyarlılığı, pigment beneklerini<br />
önler 50 ml: 55,90 TL<br />
5- DARPHIN<br />
Intral Environmental Lightweight Shield SPF<br />
50 cildi ve göz çevresini çevresel faktörlerden<br />
korur. %100 mineral UVA/UVB filtrelerine<br />
sahiptir. Renkli yapısıyla kusursuz bir makyaj<br />
bazı işlevi görür. Bileşimindeki buğday<br />
proteiniyle cildin nefes almasını sağlar. 169 TL<br />
6- VICHY<br />
Ideal Soleil Anti-Dark Spots SPF 50+, Çok<br />
Yüksek Korumalı Leke Karşıtı Yüz Kremi cilt<br />
tonunu eşitler, koyu lekeleri azaltır, yüksek<br />
güneş koruması sağlar. Günlük kullanıma ve<br />
hassas ciltlere uygundur. 74,90 TL<br />
7- BIODERMA<br />
Photoderm Nude Touch SPF 50+, karma ve<br />
yağlı ciltlerde kusursuz bir görünüm için çok<br />
yüksek güneş koruması sağlar. Sahip olduğu<br />
sıvıdan pudraya dönüşüm teknolojisiyle mat<br />
bir görünüm, kadifemsi bir his sunar. Cildi<br />
derinlemesine korur. 40 ml: 99,50 TL<br />
8- DAYLONG<br />
Daylong Ultra Face SPF 30 içerdiği geniş<br />
spektrumlu filtrelerle UVA, UVB ve IR’ye karşı<br />
yüksek seviyede koruma sağlar. Yenilikçi<br />
formülüyle serinletici etkiye sahiptir. Hassas,<br />
yağlı ve akneye eğilimli ciltlere uygundur. 69 TL<br />
9- INSTITUT ESTHEDERM<br />
Adaptasun Face Cream-Hassas Ciltler için<br />
Bronzlaştırıcı Güneş Bakım Kremi, cildi besler,<br />
hassasiyetini giderir, hücrelerini yeniler. Cildi<br />
hassas herkes kullanabilir. 150 ml: 269 TL<br />
10- SKINCEUTICALS<br />
Ultra Facial Defense SPF 50, içerdiği Mexoryl<br />
SX ve XL ile cildi UVA/UVB ışınlarının zararlı<br />
etkilerine ve UV ışınlarının sebep olduğu hücre<br />
zedelenmesine karşı korur. Tüm cilt tiplerine<br />
uygundur. Özellikle güneş altında yapılan<br />
aktiviteler için önerilir. 30 ml: 149 TL<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 47
Beslenme<br />
Refleks Terapiyle<br />
Obeziteye<br />
Meydan Okuyun!<br />
İnsan sağlığını tehdit eden<br />
hastalıkların belki de en<br />
başında obezite geliyor.<br />
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa<br />
ise eğitimini aldığı Refleks<br />
Terapi ile hem fazla kilolara<br />
karşı mücadele ediyor hem de<br />
obeziteye karşı tam donanımlı<br />
bir tedavi uyguluyor. Kendisine<br />
birkaç soru yönelttik ve bu<br />
yeni tedavi yöntemini daha<br />
yakından tanıyalım istedik…<br />
ncelikle Yrd. Doç. Dr. Gamze<br />
ÖŞenbursa’yı tanıyabilir miyiz?<br />
Bize kendinizden söz eder<br />
misiniz?<br />
2002 yılında Hacettepe Üniversitesi<br />
Fizyoterapi ve Rehabilitasyon bölümünden<br />
mezun olduktan sonra 2002-2003 yılları<br />
arasında İmece Tıp Merkezi’nde çalıştım.<br />
Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi<br />
ve Rehabilitasyon Bölümü Sporcu Sağlığı<br />
alanında yüksek lisans yapmaya başladım.<br />
2004 yılında Methodist Sports Medicine<br />
Center Thomas A. Brady Clinic<br />
Indianapolis - USA’de ‘gözlemci’<br />
olarak çalıştım. 2005 yılında ‘’Omuz<br />
İmpingement Sendromunda Manuel<br />
Terapinin Etkileri’’ konulu yüksek lisans<br />
tezini tamamlayarak bilim uzmanlığı<br />
derecesini aldım. 2005-2006 yılları<br />
arasında Bayındır Hastanesi’nde<br />
çalışmalarıma devam ettim. 2006-2011<br />
yılları arasında Hacettepe Üniversitesi<br />
Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />
Sporcu Sağlığı ünitesinde yarı zamanlı<br />
fizyoterapist olarak görev yaparken,<br />
2011 yılında ‘’Nörolojik defisiti olmayan<br />
lumbal bölge patolojilerinde farklı tedavi<br />
yöntemlerinin karşılaştırılması’’ konulu<br />
48 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
tezimi tamamlayarak ‘doktora’ derecesini<br />
aldım. 2009 yılında Anima Rapha Manuel<br />
Terapi ve Refleksoloji Merkezi’ni kurdum.<br />
2010-2012 yılları arasında İspanya’da “The<br />
International Foot and Facial Reflexology<br />
Institute”de eğitimimi tamamlayıp,<br />
Refleks Terapist unvanını aldım. Devam<br />
eden süreçte Enstitü’nün ileri aşama<br />
kurlarını ve sınavlarını tamamladım.<br />
Enstitü’nün Türkiye temsilcisi ve<br />
eğitmeni olarak profesyonellere ve ailelere<br />
kurslar vermeye başladım. Halen “The<br />
International Foot and Facial Reflexology<br />
Institute” eğitmeni, Anima Rapha Manuel<br />
Terapi ve Refleksoloji Merkezi’nde yönetici<br />
ve Okan Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent<br />
olarak görevime devam etmekteyim.<br />
Fizik tedavi eğitimi sonrasında eğilecek,<br />
üzerinde uzmanlaşacak pek çok alan<br />
vardı kuşkusuz. Siz neden obeziteyle<br />
mücadeleyi seçtiniz?<br />
Obezite şişmanlığın daha ileri aşamasıdır<br />
ve yaşamımızı ciddi anlamda tehlikeye<br />
sokar. Benim obezite gerçeği ile ilk<br />
yüzleşmem aslında bundan 10 sene önce<br />
Amerika’da bir kongredeki sunumda<br />
gördüğüm dünya haritası ile olmuştu.<br />
Çoğumuz tehditleri görürüz fakat<br />
bizim başımıza geleceğini düşünmeyiz.<br />
Amerika’da obez insanları gördüğümde<br />
yeme alışkanlıkları kaynaklı bu kadar obez<br />
olduğunu sanıyordum. Türkiye’de asla bu<br />
seviyeye ulaşamayız diye düşünüyordum.<br />
Ta ki bu harita karşıma çıkana kadar…<br />
Dünya nüfusunun yüzde yetmişinin<br />
önümüzdeki 50 sene içerisinde obez<br />
olacağını gösteren haritada Türkiye de<br />
kırmızı ile işaretlenmişti. O günden<br />
sonra, benim farkındalığımın da<br />
yükselmesi ile beraber, bu konuya daha<br />
fazla dikkat etmeye başladım ve ne yazık<br />
ki zaman içinde ivmenin hızla arttığını<br />
fark ettim. Ailemizde, sokakta, ileri<br />
yaşta ve çocuklarda obez kişi sayısı hızla<br />
artıyordu. Özellikle çocuklarda “can<br />
boğazdan gelir” veya “kilo da çok yakışıyor<br />
benim oğluma” bakış açısını acilen<br />
bırakmamız gerektiği açıkça ortadaydı.<br />
Unutmayalım ki “can boğazdan GİDER”<br />
aynı zamanda…<br />
Obezite ve aşırı kilolu olma hali,<br />
WHO tarafından da en ciddi sağlık<br />
sorunlarından biri olarak tanımlanıyor.<br />
Yine WHO verilerine göre 1980’den bu<br />
yana dünyadaki obezite hastalarının<br />
sayısı ikiye katlanmış ve şu anda dünyada<br />
2 milyarı aşkın 18 yaş üstü, yetişkin, aşırı<br />
kilolu insan var ve bunların 800 milyona<br />
yakını da obez! Dünyaya ne oluyor?<br />
Bütün dünya belli bir refah seviyesine de<br />
erişmediğine göre bu yeme tutkusunun<br />
sebebi ne? Belki daha da önemlisi ne<br />
yiyoruz da doymuyoruz? Neden yiyoruz?<br />
Tabii ki bunun birçok nedeni var<br />
fakat bence en önemli nedeni yeme<br />
alışkanlığının bozulması. Özellikle<br />
hepimizin yaptığı fast food ürünlere<br />
yönelim ve insanların televizyon, internet,<br />
cep telefonları yüzünden hareketsiz bir<br />
“Neden yiyoruz?”<br />
sorusunun cevabı kişiye<br />
göre değişiyor ancak Doç.<br />
Dr. Gamze Şenbursa’ya<br />
göre en önemli neden,<br />
yeme alışkanlığımızın<br />
giderek bozulması.<br />
yaşam sürdürmeleri. Evet, tabii ki fast<br />
food yiyeceğiz, televizyonun karşısında<br />
oturup film izleyeceğiz fakat dozunu<br />
tutturamazsak obeziteye kapı aralamış<br />
oluruz. Bununla birlikte maalesef bağırsak<br />
ile ilgili rahatsızlıklar özellikle emilim<br />
problemleri, seratonin gibi çok önemli bir<br />
nörotransmitterin (ki %95’i bağırsaktan<br />
salınır) salınımındaki yetersizlik de<br />
obeziteye zemin hazırlıyor. “İkinci beyin”<br />
olarak adlandırılan bağırsaklarımızın<br />
sağlığı da yeme alışkanlıklarımız ile ilgili<br />
bize sinyal veriyor.<br />
Yapılan bağımsız bir araştırmaya göre<br />
Türk kadınlarının yüzde 30’a yakını,<br />
Türk erkeklerininse yaklaşık yüzde<br />
15’i obez! Türk kadını neden obez?<br />
Kadınların ‘limbik sistemi’ erkeklere<br />
göre daha büyüktür. Yani duygularını<br />
her açıdan daha fazla ve farklı yaşarlar.<br />
Hal böyle olunca da olumsuz duygularda<br />
yeme davranışının değişmesi kadınlarda<br />
daha fazla görülür. Yemek yeme atağına<br />
giren kişi kontrolünü kaybeder ve<br />
tükettiği yiyecek miktarı artar. Bunun<br />
yanısıra hamilelik ve doğum vücutta<br />
hormonal sistemi çok fazla etkilemektedir.<br />
Doğumdan sonra hormon salınımı tekrar<br />
eski sistemine dönemediğinde hamilelikle<br />
birlikte alınan kiloları verememe durumu<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 49
Beslenme<br />
görülür. Ayrıca Türk kadınının çok fazla<br />
sorumluluğu var. Bu nedenle spor ya da<br />
herhangi bir fiziksel aktiviteye zaman<br />
ayıramaması da obezite riskini artırıyor.<br />
Bir de unutmadan altın, gümüş günleri<br />
adı altında özellikle küçük illerde yapılan<br />
gezmeler ve orada hazırlanan ikramlar<br />
ciddi anlamda tehdit oluşturmaktadır.<br />
Karbonhidrat ve şeker içeren pastaların<br />
yerine salata ve sebze tercih edilmelidir.<br />
Siz, obeziteye karşı Refleks Terapi<br />
uygulamasıyla son birkaç yıldır<br />
gündemdesiniz. Refleks Terapi nedir,<br />
bunu öğrenebilir miyiz?<br />
Refleks Terapi; yüzdeki, ellerdeki<br />
ve ayaklardaki beyinle ilişkili sinir<br />
noktalarının elle uyarılarak beyni yeniden<br />
eğitmeye, merkezi sinir sistemini ve<br />
hormonal sistemi düzenlemeye yardımcı<br />
olan bir tedavi yöntemidir. Yüzdeki,<br />
eldeki ve ayaktaki özel noktalar uyarılarak<br />
kimyasal reaksiyonlar, hormonal sistem,<br />
kan dolaşımı, organlar, kaslar ve beyin<br />
fonksiyonları uyarılır. Bu noktalar merkezi<br />
sinir sistemi aracılığıyla organlarla<br />
bağlantılıdır. Fiziksel, zihinsel, duygusal<br />
ve beyinde bozulan dengeyi yeniden<br />
kurmayı amaçlar. Refleks Terapi yüz, el ve<br />
ayak uygulamalarını içerir.<br />
Diyet, spor ve düzenli bir yaşamın<br />
bile yardımcı olamadığı kilo sorununa<br />
Refleks Terapi çözüm olabiliyor mu?<br />
Nasıl?<br />
Diyet, spor ve düzenli bir yaşam şekline<br />
rağmen halen obezite ile mücadele<br />
veriyorsanız hormonlarınıza bir<br />
baktırmanızda fayda var. Hormonlar<br />
aslında duygularımızı yönettiği kadar<br />
yeme alışkanlıklarımız üzerinde de<br />
sandığımızdan çok daha etkili. Örneğin<br />
vücutta seratonin (mutluluk hormonu)<br />
eksikliği sizin daha fazla karbonhidrat<br />
almanıza neden olmaktadır. Yetersiz<br />
seratonini en hızlı bir şekilde çikolata,<br />
fast food alımı ile takviye etmeye<br />
çalışan bir vücutta yağ birikimi olması<br />
kaçınılmaz sondur.<br />
İştahınızı bir türlü kontrol altına alamıyor,<br />
gerektiğinden fazla yediğinizi düşünüyor,<br />
sonra pişmanlık duyuyorsanız, duygusal<br />
modunuz devamlı değişkenlik gösteriyor<br />
ve kaliteli uyku sorunu yaşıyorsanız<br />
hormonal bir dengesizlik söz konusudur<br />
vücutta… Ve bu dengesizlik kilo<br />
alınmasına veya kilonun verilememesine<br />
neden olmaktadır. Bu dengesizliği ortadan<br />
kaldırmanın en iyi yolu ise “Refleks<br />
Terapi”den geçiyor.<br />
Refleks Terapi için bir tür hormonal<br />
tedavi de diyebilir miyiz? İkisinin<br />
farkı nedir?<br />
Evet, aslında Refleks Terapi ile yapılan<br />
obezite tedavisi bir tür hormonal tedavi…<br />
Diğer hormon tedavilerinden farkı ağızdan<br />
bir takviye yapılmaması ve vücudun kendi<br />
iyileştirme gücünden faydalanılarak<br />
>Doç. Dr. Şenbursa,<br />
Refleks Terapi ile<br />
obezite tedavisini<br />
bir tür “hormonal<br />
tedavi” olarak<br />
niteliyor.<br />
Yrd. Doç. Dr.<br />
Gamze Şenbursa<br />
hormon salınımını dengelemek. Refleks<br />
Terapi ile yüzden hormon dengeleme<br />
ve bağırsak çalışması ile iştah merkezi<br />
uyarılarak ihtiyaç olduğu kadar yemek<br />
yeme sağlanır. Tedaviye başlanan ilk<br />
günden itibaren porsiyonlarınızın<br />
küçüldüğünü yemek isteseniz bile<br />
yiyemediğinizi fark edersiniz.<br />
Her obez ya da aşırı kilolu kişi Refleks<br />
Terapi’den yararlanabilir mi? Ya da<br />
kimlere Refleks Terapi uygulanabilir?<br />
Bana sıkça sorulan sorulardan biri de bu.<br />
Kliniğe gelen hastalarıma uyguladığım,<br />
hormonlarını ve yeme alışkanlıklarını<br />
sorguladığım bir değerlendirme sistemim<br />
var. Bu değerlendirmenin sonucuna göre<br />
tedaviye uygun olup olmadığınıza karar<br />
veriyorum. Yeme alışkanlığınızın altında<br />
hormonal bir sebep varsa ona göre bir<br />
tedavi planmlaması yapıyorum. Yalnız<br />
şunu da belirtmek isterim ki bu tedavi<br />
kozmetik amaçlı bir zayıflama programı<br />
değil. Altta yatan mutlaka sistemik bir<br />
problem olması gerek bu tedaviden fayda<br />
sağlamak için.<br />
Bu tedavi ne kadar sürer? Maliyeti nedir<br />
ve en önemlisi: Sonuç kalıcı mıdır?<br />
Kişiye özel planlanan bir tedavi olduğu<br />
için kilonun ne kadar fazla olduğu,<br />
metabolizma hızınız, yaş, cinsiyet, vücudun<br />
tedaviye reaksiyonu gibi birçok faktör<br />
tedavi süresini etkilemektedir. Bu nedenle<br />
net bir süre vermek yanıltıcı olabilir. Ama<br />
şunu kesin söyleyebilirim: Sonuç, doğal<br />
sürecinde kilo verildiği için, kalıcı!<br />
50 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Sağlık</strong><br />
ZİHİN SAĞLIĞINIZI<br />
KORUYUN!<br />
Kafatasımızın içindeki boz renkli organ,<br />
vücudumuzun kaptan köşküdür. Ya da pilot<br />
kabini… Belki de tanrı mucizesiyle en iyi<br />
korunan organ da beyindir. Sadece<br />
bej-pembe renkte bir organ da değildir.<br />
Şimdi, soru şu: Beynimize ne kadar<br />
bakıyoruz, zihnimizi ne kadar kolluyoruz?<br />
Hastalanıp sağlığımızı kaybettiğimiz ve doktora<br />
koştuğumuz zamanlar, aslında iyileşeceğimizi<br />
bilir, en azından umut ederiz. Çoğunlukla da öyle<br />
olur. Yalnız beynimizle ilgili hastalıklarda ya da<br />
zihinsel problemlerle karşılaştığımızda panik yaşarız. Çünkü<br />
beyin önemlidir ve oradan emir çıkmazsa, parmağımızı<br />
bile kıpırdatamayız. Dolayısıyla bedenimizde belki de en iyi<br />
bakılması, korunması gereken organ, beynimizdir.<br />
Son yıllarda sıkça duyduğumuz Alzheimer hastalığı bu kadar<br />
gündeme gelmeseydi belki kafatasımızın içindeki o organa da<br />
bu kadar ilgi duymayacaktık. İtiraf etmek gerekirse, hepimiz<br />
bunamaktan korktuk. Bizim korkumuz da bilim dünyasına<br />
araştırmalar olarak yansıdı.<br />
52 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Sağlık</strong><br />
Her geçen gün daha çok nörobilim, psikiyatri doktoru, beyin<br />
cerrahı hatta beslenme uzmanı bu hastalığı araştırıyor.<br />
Haklılar çünkü bir tarafta Alzheimer’lılar, diğer tarafta<br />
Alzheimer’dan korkanlar ve eldeki verilere göre her beş yılda<br />
bir hasta sayısı ikiye katlanan bir hastalıkla karşı karşıyayız!<br />
Şimdilik hastalığı önleyecek ya da tedavi edecek bir yöntem<br />
bulunmuş değil. Uzmanlar, beynimizi uyararak canlı<br />
tutmamızın en iyi korunma yolu olduğunu söylüyor. Bunun<br />
anlamı da şu: Yaş ilerledikçe, karşımıza çıkacak bilişsel<br />
hastalıklardan korunmak için bugünden önlem almaya ve<br />
çalışmaya başlamamız şart!<br />
Yeni şeyler öğrenin<br />
Atılması gereken ilk adım, öğrenme becerilerimizi aktif<br />
tutmak. Siz de tanık olmuşsunuzdur, her geçen gün daha<br />
fazla yaşlı çapraz bulmaca çözüyor ya da ellerindeki sudokuya<br />
odaklanıyor. İyi de yapıyorlar zira bu gibi egzersizler hem<br />
eğlendiriyor hem de beyindeki nöronlar arası bağları<br />
güçlendiriyor. Her türlü öğrenme fırsatını da iyi kullanmak<br />
gerek çünkü yeni edinilen uğraşılar hafızayı keskinleştiriyor.<br />
Beyin, sürekli yeni şeyler öğrenmeye koşullanınca aktifliğini<br />
koruyor. “Öğrenin” derken şunları denemek iyi sonuçlar<br />
verebilir: Örneğin bir dernekte gönüllü olarak çalışmak, bir<br />
sivil toplum örgütüne dâhil olmak… “Bunlar bana uygun<br />
değil” diyorsanız, yabancı dil öğrenebilirsiniz. Ya da spora<br />
yönelebilirsiniz. Bir müzik aleti çalabilmek için kursa gitmek<br />
de etkili olacaktır. Özetle seçeceğiniz alan hem öğrenmeyi<br />
hem de uygulamayı içermelidir. Bunun diğer yararı ise<br />
eğildiğiniz alanın size hem keyif vermesi hem de beyninizi<br />
aktif tutmasıdır.<br />
Beyin, vücudumuzun tamamıyla etkileşim halinde bulunduğu<br />
bir ağdır. İç ve dış çevresiyle kurduğu ilişki ve iletişime göre de<br />
kendini sürekli yeniler. Yaşlanınca da bu durum devam eder ve<br />
beyin sinirsel ağlarını yeniden şekillendirebilir. Yaratıcılık ve<br />
yeni bir şeyler öğrenmek işte bu noktada son derece önemlidir<br />
çünkü kişi yaşlılık psikolojisinden sıyrılıp kendisini motive<br />
ederken beyni de beklenmedik durumlara uyum sağlamak<br />
üzere çabalamaya başlar.<br />
bilgiler beyinde, burun boşluğu üzerinde ve gerisinde yer<br />
alan, iki yanlı olarak yerleşmiş olfaktör bulbus’lara iletildiği<br />
için bu bölge koku hafızasıyla ilgilidir. Koku duyusu ön lob<br />
aracılığıyla sağlanır ve beynin ilkel bölgelerinden biridir.<br />
Hafızayı güçlendirmek için bu iki bölgeyi çalıştırmak, zihni<br />
aktif tutmak gerekir.<br />
Beş duyunuzu da çalıştırın<br />
Beyin sağlığını korumanın belki de en pratik ve en eğlenceli<br />
yanı, beş duyunun tamamını da çalıştırmak. Duyular,<br />
koşullara uyum sağlayabilir ve bu uyum da beynimizi olumlu<br />
yönde etkiler. Bunu açıklamak için bir deneyde gönüllülerin<br />
beş gün boyunca karanlık bir ortamda bırakıldığını, beş<br />
günün sonunda deneklerde beyinlerinin dokunmayla<br />
ilgili bölgesinin geliştiğini örnek olarak verebiliriz. Bunun<br />
anlamı ise şu: Beynin görme nöronları görevlerini yapamaz<br />
olunca yerlerini dokunmaya bırakıyor. Beş duyunuzu<br />
da güçlendirmek için işte birkaç öneri: İşitme duyusunu<br />
güçlendirmek için aynı anda birkaç konuşmayı birden takip<br />
edin. Ya da dinlediğiniz müzik eserindeki enstrümanları ayırt<br />
etmeye çalışın. Koku duyunuz için baharatları tatmadan önce<br />
tatlarını tahmin edin. Dokunma duyusu için de hem masaj<br />
yapmayı hem yaptırmayı önerebiliriz.<br />
Hafızanızı güçlendirin<br />
Hayatın ileri dönemlerinde bile beynin her iki yarı küresindeki<br />
nöronlar faaldir ve çoğalmaya devam eder. Hafızayla ilgili<br />
beynimizde iki önemli alan bulunur. Bunlardan ilki hafızanın<br />
anahtar bölgesi kabul edilen hipokampus içinde yer alan<br />
“dentat girus”tur. Dentat girus, 30 yaş civarı başlayan yaşla<br />
alakalı hafıza kayıplarından sorumlu bölgedir. Yapılan düzenli<br />
egzersizler, bu bölgede yeni nöron oluşumunu tetikler ve<br />
hafıza ile ilgili sorunlarda gerileme gözlenir. İkincisi, olfaktör<br />
bulbus ya da koku soğancığıdır. Burundan gelen duyusal<br />
Beyin önemlidir ve oradan emir<br />
çıkmazsa, parmağımızı bile<br />
kıpırdatamayız. Bunun anlamı açık:<br />
Bedenimizin en iyi korunması<br />
gereken organı, beynimiz!<br />
54 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Sağlık</strong><br />
Yeni nöronları güçlendirin<br />
Nöral kök hücrelerin aktif nöronlara dönüşmesi için<br />
çalıştırılmaları, faal hale getirilmeleri gerekir. Yani yeni sinir<br />
hücrelerinin hayatta kalabilmesi için uyarılmaları gerekir. Yeni<br />
bir hobi edinmek, konsantrasyon gerektiren yeni bir etkinliğe<br />
yönelmek söz konusu yeni hücrelerin sinirsel ağlara sıkıca<br />
bağlanmasını sağlar. Böylece yeni bağlantılar meydana gelir. Bu<br />
yeni bağlantılar da zekâ için son derece gereklidir.<br />
Emeklilik, belki de hevesle<br />
beklediğimiz bir dönem ancak yapılan<br />
araştırmalara göre emeklilikle birlikte<br />
can sıkıntısına bağlı olarak zihinsel<br />
performansta gerilemeler başlıyor.<br />
Yürüyüş yapın<br />
Araştırmalara göre haftada üç kez yapılan 45 dakikalık hızlı<br />
yürüyüş, hipokampus hacminin genişlemesini sağlıyor.<br />
Haftada üç kez sadece 45 dakika için tempolu yürüyüş, koşu,<br />
bisiklet, yüzme gibi sporlar 3-6 ay arasında beyni olumlu yönde<br />
etkilemeye başlıyor. Çünkü kan dolaşımı hızlanıyor ve kan<br />
akışıyla birlikte beyin de besleniyor. Hele ki spor yapılan ortam<br />
doğanın içindeyse vücuda ve beyne daha fazla oksijen gidiyor.<br />
Spor, ruh hali üzerinde de olumlu etkiye sahip olduğu için<br />
dopamin salgısı da artıyor. Bunların tümü de beynin sağlıklı<br />
çalışmasına katkıda bulunuyor.<br />
Başkalarına kulak verin<br />
Empati kurmak yani kendimizi başkalarının yerine koymak,<br />
onları dinlemek, kardeşlik ve dayanışma duygularımızı<br />
geliştirmek, beynimizdeki ayna nöronların yoğunlaşmasını<br />
sağlar. Ön beyin bölgesinde bulunan ayna nöronlar, taklit<br />
ederek öğrenmeye ve başkalarıyla paylaşmaya yarar.<br />
Karşınızdakini daha iyi tanımak ve anlamak için önemli olan<br />
bu nöronlar, sosyal iletişim ve öz farkındalık açısından da<br />
önemli göreve sahiptir.<br />
“Düşmanlar”ı uzak tutun<br />
Gelelim uzak durmanız gereken en önemli “beyin ve zihin<br />
düşmanları”na… Stres, serbest radikalleri harekete geçirip<br />
bağışıklık sistemine saldırdığı ve beynin merkezindeki gri<br />
maddeye zarar verdiği için zihnin en önemli düşmanıdır.<br />
Çarpıcı bir örnekle açıklamak gerekirse: Alzheimer hastalarının<br />
yüzde 73’ünün, teşhisten önceki üç yıl içinde ciddi bir stres<br />
yaşadığı tespit edilmiş!<br />
Televizyon izleme alışkanlığı, özellikle ilerleyen yaşla birlikte<br />
tehlikeli hale geliyor. Örneğin 40’lı yaşlardan itibaren ekran<br />
karşısında geçirilen her bir saat, nörodejeneratif bir hastalık<br />
riskini yaklaşık 1,5 kat artırıyor. Eğlence temelli aktiviteler ise<br />
bu riski yarı yarıya azaltıyor.<br />
Sıkıntı, ya da can sıkıntısı, depresif ruh hali de beyin düşmanı.<br />
13 Avrupa ülkesinde yaklaşık 37 bin kişi üzerinde yapılan bir<br />
araştırmaya göre emeklilik sonrasında zihinsel performans<br />
geriliyor. Bu gerileme de zihinsel ve bedensel faaliyetlerin<br />
eksikliğiyle birlikte can sıkıntısının ortaya çıkmasına sebep<br />
oluyor. Her sabah amaçsızca yataktan çıkan emekliler de adım<br />
adım Alzheimer’ın pençesine düşüyor.<br />
56 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
HER BEBEK-ÇOCUK<br />
CİLT TİPİNE ÖZEL<br />
YENİ BİR CİLT BAKIMI<br />
ANLAYIŞI<br />
Expanscience ® Laboratuvarları’ndaki Mustela ® araştırmacıları, bebek cildinin fizyolojisini daha iyi anlamak için, 60 yılı aşkın bir süredir<br />
araştırma programları yürütmektedir.<br />
Bu çalışmanın sonucunda bebeklerin özel ihtiyaçlara sahip, farklı türde ciltlerle doğduklarını keşfettiler. Bu sebeple çocukların narin<br />
cildi için özel olarak tasarlanmış olan ve doğumdan itibaren (1) kullanıma uygun yeni nesil Mustela cilt bakım serisini geliştirdiler.<br />
Her Gün Nemlendirilmeye<br />
İhtiyaç Duyan Normal Cilt<br />
Nemlendirilmesi ve Desteklenmesi<br />
Gereken Kuru Cilt<br />
Aşırı Kuruluğa Maruz Kalan, Günlük<br />
Olarak Nemlendirilmesi, Beslenmesi ve<br />
Rahatlatılması Gereken Çok Kuru Cilt<br />
Bu çalışmanın ışığında, her cilt tipi için etkin olan (dermatolojik ve/veya pediatrik gözetim altında) klinik olarak kanıtlanmış özel içerik maddeleri<br />
geliştirdiler ve bu patentli doğal kökenli aktif içerikler tüm hijyen ve cilt bakım ürünleri serisinin içinde yer almaktadır.<br />
(1) Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi’nden çıkan yeni doğanlar dâhil olmak üzere
Alışveriş<br />
AİLENİZ İÇİN en İyİsİ...<br />
Her ailenin farklı dönemlerde farklı ihtiyaçları olur.<br />
Bu sayfadaki ürünlerin hepsi de en iyisi ve tümü<br />
de sizin ailenizin ihtiyaçlarına yönelik...<br />
7<br />
1<br />
2<br />
4<br />
5<br />
8<br />
3<br />
6<br />
9<br />
1- BEE’O<br />
Bee’O’nun geliştirdiği Propolisli Ballı Boğaz Spreyi Bee’O Up,<br />
ferahlığı ve sağlığı bir arada sunuyor. Ürün hem boğazdaki<br />
tahriş ve kuruluğu önlüyor hem de ferah bir nefes için %100<br />
doğal çözüm sunuyor. Diş ve diş eti sağlığını koruyarak sigara<br />
kaynaklı ağız kokusunu da önlüyor. 29,90 TL<br />
2- AQUA PLUS<br />
Mavala’nın multi-nemlendirici, yatıştırıcı cilt bakımı<br />
serisi Aqua Plus ürünlerinin tamamı, özellikle yaz<br />
aylarında nemini ve esnekliğini kaybeden cilt dokusu için<br />
üretilmiştir. Aqua Plus cildin kalbine nüfuz ederek yoğun<br />
şekilde ve uzun süre nemlendirir. Cildin rahatlamasını sağlar<br />
ve nem kaybı kaynaklı cilt kırışıklarının, çatlaklarının ve<br />
kızarıklarının önüne geçer. Cilt bariyeri dış etkilere karşı<br />
daha dayanıklı hale gelir. 158 - 179 TL<br />
3- BETADINE<br />
Çocuklarda küçük yaraların enfeksiyona karşı korunması<br />
için geliştirilen antiseptik ürün Betadine Pudra Sprey;<br />
yaraya temas etmeden, kolay ve etkili ilk müdahale imkânı<br />
sunar. Soğuk etki özelliğiyle ağrıyı azaltmaya da yardımcı<br />
olur. Hasarlı deriye 15-25 cm’den sıkmak, yara bölgesini<br />
zararlı tüm mikroorganizmalardan temizlemek için<br />
yeterlidir. 18,50 TL<br />
4- WHITE AND GLO<br />
White Glo Çay ve Kahve Tüketenlere Özel Beyazlatıcı Diş<br />
Macunu, Mikro-Wax koruyucu kalkanı ile yeni lekelerin<br />
oluşmasını önler, dişlerin beyaz ve parlak kalmasını sağlar.<br />
İçeriğinde diş çürümelerine karşı yüksek kalite florür<br />
bulunur. İçinde yer alan beyazlatıcı diş fırçası ve esnek diş<br />
temizleyici kürdan ile komple ağız bakımı sunar. 24,90 TL<br />
5-OMEPA-Q10<br />
Hücresel enerjiyi artırır, güçlü antioksidan özelliklere<br />
sahiptir. Kalp ve damar hastalıklarında koruyucu, sporcu<br />
sağlığını destekleyici, kısırlıkta sperm kalitesini artırıcı ve<br />
migren tedavisini destekleyici etki sağlar. Anti-aging etkiye<br />
sahiptir. Yaşlanmayı geciktirir. Kronik stres ve yorgunluğa<br />
karşı koruyucudur. 119 TL<br />
6- LA ROCHE-POSAY<br />
Cicaplast Baume B5, içeriğindeki Panthenol 5% ve<br />
Madecassoside ile zarar görmüş hassas ciltleri onarır,<br />
bakım yapar. Formülündeki La Roche-Posay Termal Suyu<br />
ile tahriş olmuş ciltleri yatıştırır ve uzun süreli rahatlama<br />
sağlar. Kızarıklık, tahriş olmuş cilt, pişik vb. durumlarda<br />
kullanılabilir. Bebek, çocuk ve yetişkinler için uygundur.<br />
40 ml: 19,90 TL / 100 ml: 21,90 TL<br />
7- SOLGAR<br />
Solgar’ın ödüllü multi-vitamini ve besin takviyesi Solgar VM<br />
2000, günümüzün yaşam koşullarında ihtiyaç duyulan tüm<br />
vitamin, mineral ve yüksek emilime sahip aminoasitlere<br />
bağlı mineralleri barındırır. Günde bir ya da iki tablet<br />
alınması halinde vücut direncini artırır. Özellikle düzenli<br />
olarak spor yapanlara tavsiye edilir. 107,50 TL<br />
8- BACTOBLIS<br />
Dünyanın ilk ağız ve solunum yolu probiyotiği olan Bactoblis;<br />
Streptococcus salivarius K12 patentli bakterisini içeren<br />
emme tablettir. Düzenli kullanıldığında, ağız ve boğaz<br />
florasının dengesini sağlar, bağışıklık sistemini düzenlemeye<br />
yardımcı olur. Bactoblis tüm bu özellikleri sayesinde 2015<br />
yılında Avrupa’da “Yılın Ürünü” ödülü kazanmıştır. 59 TL<br />
9- CETAPHIL<br />
Cetaphil’in Restoraderm Serisi Cilt Yenileyici Vücut<br />
Nemlendiricisi, bebeğin cildindeki kuruma, kaşıntı ve<br />
tahrişi dindirerek ihtiyacı olan nemi sunar. Hızlı emilir,<br />
kolay dağılır. 3 aylıktan itibaren bebeklere ve her yaştan aile<br />
bireylerine uygundur. 295 ml 92,40 TL<br />
58 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Alışveriş<br />
10<br />
16<br />
11<br />
19<br />
13<br />
17<br />
14<br />
12<br />
15<br />
18<br />
20<br />
10- COLD-MIX INHALER<br />
Burun tıkandığında ve solunum yolu enfeksiyonlarından korunmada<br />
etkili bir çözüm sunan Cold-Mix damla, okaliptüs ve ladin uçucu yağından<br />
oluşan içeriği ile solunum yolu enfeksiyonlarında kullanılır. Antiviral ve<br />
antibakteriyeldir. Alerjenlere veya enfeksiyona bağlı burun tıkanıklığını<br />
gidermede çocuklarda ve yetişkinlerde etkilidir. Okulda, serviste, iş<br />
yerinde, toplu taşıma araçlarında, yakaya veya yastığa damlatılan<br />
iki damla Cold-Mix, grip, solunum yolu enfeksiyonlarından korur.<br />
5ml: 22,50 TL / 10ml: 28,50TL<br />
11- CETAPHIL<br />
Cetaphil Hassas Cilt Temizleyicisi, yağ, sabun ve parfüm içermez ve bu<br />
nedenle tahrişe neden olmaz. Nazik ve tam temizlik sağlar. Suyla ya<br />
da susuz kullanılabilir. Kiri, makyajı ve diğer yabancı maddeleri cildi<br />
kurutmadan temizler, cildin yumuşak ve pürüzsüz kalmasına yardımcı<br />
olur. 3 aylıktan itibaren bebeklerden yaşlılara kadar herkes için uygundur.<br />
Hipoalerjeniktir, parfüm ve koruyucu içermez. 200 ml: 53,35 TL<br />
12- ENTEROGERMINA<br />
Enterogermina, içerdiği probiyotikler ile sindirim sistemini dengelemeye<br />
yardımcı olur. Flakon formu ve özel bir saklama koşulu gerektirmediği için<br />
taşıma kolaylığı sağlar. 2 yaş üstü çocuklar dâhil tüm aile için uygundur.<br />
10 flakon: 29,90 TL / 20 flakon: 39,90 TL<br />
13- HUMER<br />
Monodoz Ampul, yenidoğanlar için 5 ml’lik 18 adet ampul halinde<br />
sunulur. Yenidoğanlarda nazal hijyen sağlar. Burun boşluğunun günlük<br />
temizliğini sağlarken burun tıkanıklığından korur. Bebeklerin nefes<br />
almasını kolaylaştırır. Sülfür, bakır, manganez gibi eser elementlerce<br />
zenginleştirilmiştir. 29,90 TL<br />
14- ARKOPHARMA<br />
Fenugreek iştah hormonu (Grelin) ve büyüme hormonunu (GH-Growth<br />
Hormone) uyararak iştahın açılmasına katkı sağlar. Emzirenlerde süt<br />
artırıcı özelliği vardır. İnsülin salınımını stimüle eder, şekerin hücrelere<br />
penetrasyonunu ve glikozun daha yavaş emilimini sağlayarak, kandaki<br />
şeker düzeylerini düşürmeye yardımcı olur. 79,90 TL<br />
15- VICHY<br />
Vichy Eau Thermale, hassas ciltlerde oluşan kızarıklığı, tahrişi gidermeye<br />
ve tekrar oluşumunu azaltmaya yardımcıdır. Kuruluktan ve başka<br />
sebeplerden oluşan kaşıntıları gidermeye çalışır. Makyaj bazı olarak<br />
her gün ve günün her saati kullanılabilir. Hassas ciltlerin kullanımına<br />
uygundur. Cildi nemlendirmeye, korumaya ve beslemeye yardımcıdır.<br />
Yaz sıcaklarında oluşan kızarıklıkları serinletirken kış soğuğunda oluşan<br />
kuruluk ve çatlaklar için de bakım ve yumuşaklık sağlar. 39,90 TL<br />
16- BUZZY BEE<br />
Bir Bella B ürünü olan Buzzy Bee doğal böcek ve sinek kovucu spreydir.<br />
Çocuklar ve tüm aile için ferahlatıcı sprey özelliği taşır. DEET gibi sinek ve<br />
böcek kovucular barındırmaz, paraben ve kimyasallar içermez. Doğal ve<br />
organik içeriklerle Amerika’da üretilmiştir. 98 ml: 95 TL<br />
17- CONSTIPASS<br />
Kabızlığın tedavisinde Macrogol <strong>33</strong>50 içeren tek ürün olan Constipass;<br />
hem yetişkinlerde hem de çocuklarda etkin ve güvenli bir tedavi seçeneği<br />
sunar. Bölünebilir saşe formu sayesinde de kullanım kolaylığı sağlar.<br />
<strong>Sağlık</strong> Bakanlığı onaylıdır. 36 TL<br />
18- DARPHIN<br />
Darphin’in Haziran’da eczanelerde yerini alan yeni ürünü All-Day<br />
Hydrating Hand and Nail Cream, hoş kokusu ve çantada taşınabilme<br />
özelliğiyle gün boyu yanınızda… İhtiyaç duydukça ellerinizi<br />
nemlendirmek için kullanabileceğiniz krem, içindeki murumuru yağı,<br />
E Vitamini ve gül suyu ile ellerinizi ve tırnaklarınızı yağlı his bırakmadan<br />
derinlemesine besliyor ve nemlendiriyor. 69 TL<br />
19- DERMALOGICA<br />
Sülfatsız, besleyici günlük şampuan Daily Cleansing Shampoo,<br />
her kullanımda sağlıklı, parlak saçlar yaratır. Saçı kurutmayan,<br />
her gün kullanılabilen formülü ve güçlü köpüğü ile nazikçe temizler,<br />
saça yumuşaklık, parlaklık ve kolay şekillendirme sağlar. Saçı<br />
kuvvetlendirir ve saç derisini arındırır. Antioksidan bakımından içeriği<br />
zengindir. 250 ml: 164 TL<br />
20- HEMOPROPIN<br />
Ağrı, yanma, kaşınma ve kanama gibi hemoroit kaynaklı etkilerin<br />
yanında rektal mukoza tahrişini de azaltır. Ağrı ve zorlanma olmaksızın<br />
dışkılamayı sağlar. Kortikosteroid ve paraben içermez. Her yaştan tüm<br />
kullanıcılar için uygun doğal tıbbi cihaz niteliğindedir. 49 TL<br />
60 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Çocuk & Aile<br />
Z KUŞAĞI’NI<br />
GELECEĞE<br />
HAZIRLAMAK DİYE<br />
BİR ŞEY PEK MÜMKÜN<br />
DEĞİL; BİZLERİN Z KUŞAĞI’NIN<br />
HÜKÜM SÜRECEĞİ GELECEĞE<br />
HAZIRLIKLI OLMASI GEREKİYOR.<br />
Gelecek Nesil<br />
Ne İş Yapacak?<br />
“Benim oğlum doktor olacak”, “Benim kızım mimar olacak” diyorsanız biraz sabır!<br />
Çünkü Z Kuşağı’nın sahip olacağı mesleklerin %65’i günümüz dünyasında henüz bilinmiyor!<br />
ZKuşağı ya da şu sıralar ilkokuldan lise sona kadar,<br />
yelpazeyi biraz daha açarsak üniversitelerin ilk<br />
iki senesinde eğitim gören 7-20 yaş arası çocuklar,<br />
gençler… Farklı bir ifadeyle 1997-2010 yılları<br />
arasında doğanlar… İş dünyası dijitalleşme ile sıkı bir iletişim<br />
yaşarken bu yeni neslin gelecekte hangi işlerde çalışacağı da<br />
gündem konusu haline gelmeye başladı. Çünkü şöyle ilginç<br />
bir ikilem söz konusu: Bir yandan teknolojik gelişmeler yeni iş<br />
imkânları yaratıyor ancak diğer yandan da bu yeni mesleklerde<br />
var olabilmek için yeni beceriler gerekiyor. Dijitalleşmenin<br />
günümüz çalışanlarını korkuttuğu da bir gerçek çünkü<br />
yapılan araştırmalar, bugün bizzat insanlar tarafından yapılan<br />
işlerin yüzde 45’inin yakın bir gelecekte sadece makineler<br />
tarafından yapılacağını gösteriyor. Örnek mi? Bir zamanlar<br />
belediye otobüslerinde biletçiler vardı, biliyorsunuz. Bugün<br />
önümüzdeki makineye kartımızı okutup ilerleyebiliyoruz. Ya da<br />
yayınevlerinde çalışan dizgiciler vardı. Daha önceden dökümü<br />
yapılmış ve hurufat kasalarında yerlerini almış kurşun harfleri<br />
tek tek el ile alıp bir araya getirirlerdi. Şimdi yayınevlerinde<br />
“dizgici” çalışıyor mu tartışılır çünkü herkes bilgisayarını<br />
daktilo olarak kullanıp aynı zamanda dizgi işini de kendisi<br />
yapıyor! Dolayısıyla Z Kuşağı’nın çalışacağı işler derken, böylesi<br />
bir değişimden, dönüşümden söz etmiyoruz. Sözünü ettiğimiz,<br />
bugün var olmayan meslekler!<br />
62 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Çocuk & Aile<br />
Patron figürü çok önemli!<br />
Bundan önce, yetişen bu genç kuşağın iş âleminden neler<br />
beklediğine de bir göz atmak gerek. Çünkü bu yeni neslin annebabalarından<br />
farklı olarak çalıştıkları işe ömürlerini verme gibi<br />
bir beklentileri yok! Beklentilerin başında uzun öğle yemeği<br />
molaları, spor salonu olan ofisler filan da yok. Çalışacakları<br />
ofisten üç şey bekliyorlar: <strong>Sağlık</strong> sigortası, tatminkâr bir maaş<br />
ve (buraya dikkat) işinin ehli, saygı duyacakları bir patron!<br />
“Hafta sonları çalışmam”, “Gece vardiyasına kalmam” gibi<br />
saplantıları da yok. Tam tersine, farklı shift’lerde çalışmayı, iyi<br />
para kazanma yollarından biri olarak görüyorlar.<br />
İkinci beklenti başlığı biraz şaşırtıcı: Yapacakları işin bir anlamı<br />
olmasını istiyorlar. Yani sabah 9 akşam 18 saatleri arasında<br />
günü öldürüp, ay sonunda maaşı cebe indirmek onlara göre<br />
değil. Şunu kabul etmek gerek: Henüz hiç biri ailenin geçimini<br />
sağlamak nedir ya da çocuk okutmak nedir bilmiyorlar ve rahat<br />
konuşmalarının nedeni bu da olabilir ancak yine de bakış açıları<br />
farklı: Onlar “ekmeğini kazanmanın” derdinde değiller. Ya da<br />
emekliliklerinde rahat bir hayat sürmek için çalışırken yatırım<br />
yapmaları gerektiğine inanmıyorlar. Z Kuşağı’nın neredeyse<br />
% 75’i şuna inanıyor: “Kimse aç kalmaz. Hayatım ise belki de<br />
göremeyeceğim emekliliğimden daha değerli. Yaptığım iş bu<br />
yüzden anlamlı olmalı çünkü o iş benim yaşadığım hayatın<br />
özeti olacak!”<br />
Küçük yatırımcı nesli<br />
Z Kuşağı’nın yukarıda aktardığımız gibi “farklı” düşünmesinin<br />
de somut bir nedeni var bu arada. Bu kuşak, kendi kendini<br />
motive eden, hayata hazırlayan gençlerden oluşuyor. Yüzde<br />
76’sı “kendi kaderimi de kariyerimi de kendim çizeceğim, kendi<br />
patronum olacağım” diyor. Aslında bu konuda hayli iddialılar<br />
çünkü yapılan araştırmalara göre önceki nesillerin sadece<br />
Z Kuşağı’nın yüzde 75’i şuna inanıyor:<br />
Kimse aç kalmaz! Hayatım da, belki<br />
hiç göremeyeceğim emekliliğimden<br />
daha değerli! İşte bu yüzden yapacağım<br />
işin bir anlamı olmalı çünkü o iş,<br />
yaşadığım hayatın özeti olacak.<br />
yüzde 32’si kendi işini kurmayı planlamış. Yüzde 76’ya yüzde<br />
32 ise sadece geçtiğimiz 25 yılda neredeyse iki katı gencin<br />
hayatını kendi çizmek ve kendi işini kurmak istediği anlamına<br />
geliyor. Yeni nesli özellikle bu isteğinden dolayı ciddiye almak<br />
gerekiyor zira şöyle bir gerçek de var: Z Kuşağı, tahminen<br />
kendilerinden önceki Milenyum Kuşağı’nın hayalini kurup da<br />
erişemediği her ne varsa onun üzerine geleceğini inşa edecek.<br />
Neden mi? Çünkü Milenyum Kuşağı dijital olan her ne varsa<br />
hepsiyle birlikte aşama aşama tanışan ilk kuşaktı. Z Kuşağı<br />
ise direkt bilgisayarların ve dijital dünyanın içine doğdu. Şöyle<br />
diyelim: Milenyum Kuşağı internet üzerinden para kazanıp cep<br />
harçlığını çıkarmaya başladığında 13-15 yaşındaysa Z Kuşağı<br />
aynı yaşta neden yatırımcı olmasın! Öte yandan kaçınılmaz<br />
bir gerçeği de hatırlatmak gerek: Türkiye dâhil tüm dünyada<br />
X Kuşağı yavaş yavaş “emekli” oluyor. Y Kuşağı aktif olarak iş<br />
yaşamının içinde. Ama gün gelecek, dünyanın aktif iş gücünü Z<br />
Kuşağı oluşturacak. Bu çocuklar da şu anda ilk ya da ortaokulda<br />
ama şimdiden kariyer planlamaya başladılar denebilir. Yalnız<br />
bunun alışılmışın dışında bir çalışan kitlesi olacağı da ortada<br />
zira çalışacakları pek çok iş sahası ve yol alacakları pek çok<br />
kariyer alanı şu anda mevcut bile değil. Uzmanlara göre henüz<br />
ortada olmayan iş alanlarının genele oranı yüzde 65! Bu da<br />
şu anlama geliyor: Dünyada yine doktor, mühendis, mimar<br />
64 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Çocuk & Aile<br />
gibi bilinen meslek dalları olacak ama (mesela) çiçekçilerin<br />
yanında sadece kokulu çiçeklerin genetiğiyle ilgilenen botanik<br />
birimlerinin ürettiği alerjiye sebep olmayan kokulu çiçeklerle<br />
tanışacağız. Veya itfaiye kimyasal yangınlar bölümü, drone<br />
pilotluğu… Ya da diyelim “beyin cerrahisi kimyasalları<br />
uzmanı” vesaire…<br />
Olmayan işlerin ilk işçileri<br />
Daha önce Milenyum Kuşağı’nı anlattığımız yazımızda<br />
değinmiş ve bu neslin kurumsallaşmış firmaları tercih<br />
ettiğini, gelişme aşamasında olan işyerlerine itibar<br />
etmediklerini anlatmıştık. Z Kuşağı ise tam tersi…<br />
Görünen o ki onlar küçük ya da orta büyüklükteki işletmeleri<br />
tercih edecekler, hatta çoğu yeni iş sahalarının kurucuları,<br />
ilk çalışanları olacak. Sebep? Dünya genelinde ne gibi işler<br />
icat olunacak, hangi sektörler ortaya çıkıp hangileri yükselecek<br />
şu an bilmiyoruz! Daha da ilginci, bu neslin hangi işlerin<br />
evrim geçirmesini sağlayacaklarını da bilmiyoruz. Öte yandan<br />
bildiğimiz bazı gerçekler de var. Örneğin tıpkı Milenyum<br />
Kuşağı gibi, Z Kuşağı da 2008 kriziyle darmadağın olan şirket<br />
sadakatinden uzak duracak ve bir işe girip emekli olana dek<br />
aynı şirkette çalışmayacaklar. Kariyerlerinde ilerlemek için<br />
sık sık iş değiştirecekleri de ortada. İşyerine ya da patrona<br />
sadakatleri ise farklı olacak ve bu nesil, “lider” niteliği taşıyan,<br />
yanlarında çalışarak kendilerini geliştirebilecekleri patronlara<br />
sadık olacaklar. İşyerlerinde dedikodu, yalan dolan da onlara<br />
göre değil. Çünkü hepsi dürüstlük ve açık fikirlilik arayışında<br />
olacaklar. Bir de, bu çocuklar teknolojiye fazlasıyla hâkim<br />
olacaklar ve iletişimi eski nesillerden daha aktif yürütecekler<br />
ama birinci tercihleri daima yüz yüze iletişim olacak.<br />
Gelelim Z Kuşağı’nın çalışacağı ve en azından şimdiden belli<br />
olan iş alanlarına… Örneğin çevre mühendisliği bunlardan<br />
biri çünkü çevre ile ilgili sorunların giderek büyüyeceğini<br />
söylemeye gerek yok. Yine sağlık ve tıbbı ilgilendiren<br />
her alanda da Z Kuşağı görev alacak. Teknolojiyle ilgili<br />
pek çok alan da bu kuşağın ilgi alanına girecek ki siber<br />
güvenlik, bilgi sistemleri yönetimi ve web tasarımı<br />
bunlardan sadece birkaçı. Hatta web tasarımı gibi<br />
alanlarda varlık gösterebilmek için şimdilik “alaylı”<br />
olmak yeterliyken bu gibi mesleklere eğilenlerin resmi<br />
eğitimden geçeceğini bile söyleyebiliriz. Öyle ya, artık<br />
web tasarımının bile okutulacak bir “tarihi” ve o tarih<br />
içinde kaydettiği bir gelişimi var!<br />
Şu anda okullarda ilk<br />
eğitimlerini alan çocuklara<br />
geleceğimizi teslim<br />
edeceğiz. Ancak hiçbirinin<br />
ne iş yapacağını tam olarak<br />
bilmiyoruz. İşin tuhafı,<br />
bunu uzmanlar dahil kimse<br />
bilmiyor çünkü çalışacakları<br />
işlerin yüzde 65’i günümüz<br />
dünyasında henüz yok!<br />
Eğitim sorgulanmaya<br />
başlandı<br />
Geleceğin makineleşmiş ve dijitalleşmiş iş dünyasında “insan”<br />
gücüne ihtiyaç olmayabileceği epeydir tartışılıyor. 2016 tarihli bir<br />
araştırmaya göre günümüzde insanların belli bir ücret karşılığında<br />
yaptığı işlerin yüzde 45’i çok değil, 15 yıl içinde makineler<br />
tarafından otomatik yapılacak. Bu, bir anda yüzde<br />
45 işsizlik patlaması yaşanacak anlamına gelmiyor zira iş alanları<br />
gibi insanlar da hız, algı, yetenek ve risk yönetimi gibi konularda<br />
“evrim geçirecek”.<br />
Z Kuşağı’nı bekleyen en önemli sorun ise eğitim! Malûm,<br />
şu anda var olmayan işin eğitimini veremez ve bu işle ilgili<br />
planlama yapamazsınız. Yine de uzmanlar kişilerin adaptasyon<br />
yeteneklerinin ve öğrenme yetilerinin geliştirilebileceğini, eğitimin<br />
de bu yönde planlanabileceğini belirtiyor. Gereken ise basit:<br />
Ezbere dayalı olmayan, araştırmayı ve öğrenmeyi teşvik eden bir<br />
sistem ile bu sisteme uyum sağlayabilecek bireyler… Türkiye’de<br />
henüz böylesi bir geleceğe yatırım yapıldığını söylemek mümkün<br />
değil ama 15 yıl sonrasına şimdiden hazırlananlar da var. Örneğin<br />
bütün İskandinav ülkeleri ama özellikle Finlandiya… Geçen yıl<br />
radikal bir kararla eğitim sistemini kökten değiştiren Finliler,<br />
klasik müfredatı aşama aşama okullardan çıkaracak. Dolayısıyla<br />
öğrenciler artık matematik, tarih, coğrafya, edebiyat gibi dersleri<br />
okumayacak. Kısacası yetkililer, 200 yıl öncesinin koşullarında ve o<br />
günün ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmış bir sistemi tamamen<br />
rafa kaldırıyorlar. Klasik dersler yerine olaylar ve olgular disiplinler<br />
arası bir biçimde ele alınacak. Örneğin İkinci Dünya Savaşı tarih,<br />
coğrafya ve matematik açısından incelenecek. Hayatın içindeki<br />
mekânlar da derslik olarak kullanılacak. Diyelim Sultanahmet’te bir<br />
kafeteryada girilecek ders hem ekonomi hem de İngilizce pratik<br />
eğitimi yerine geçecek. Zoraki verilen dersler de yok. Öğrenciler<br />
ilgi alanlarına ve meraklarına hitap eden dersleri seçecek!<br />
66 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Ç<br />
i<br />
easyVit ®<br />
Doğal Limon ve doğal Portakal aromalı Balık Yağı<br />
• Tadı mükemmel<br />
• Kolayca çiğnenebilir ve kokusuz<br />
• Şeker ilavesiz<br />
• Tazeliğini ilk günkü gibi koruyan özel ambalajlı<br />
• Reflü ve gaz şikayetlerini ortadan kaldıran patentli özel formunda<br />
• Standart balık yağlarına göre %44 daha fazla emilir<br />
n e n e b<br />
eker ilavesiz<br />
30<br />
i<br />
l<br />
ir<br />
T a b<br />
l<br />
Je<br />
let<br />
Norwegian<br />
Produce<br />
Telefon: 0 216 540 1281<br />
www.easyfishoil.com
Advertorial<br />
TÜRKİYE’NİN İLK PROPOLİSİ<br />
BEE’O UP İLE TANIŞIN!<br />
Gıda Mühendisi Aslı Elif Tanuğur’un girişimleri, Taylan Samancı ve Prof. Dr. Dilek<br />
Boyacıoğlu’nun desteğiyle bir araya geldi ve Türkiye’nin ödüllü propolis markası doğdu!<br />
Kendinizi tanıtır mısınız?<br />
Ben, Aslı Elif Tanuğur, İstanbul<br />
Teknik Üniversitesi Gıda<br />
Mühendisliği Bölümü’nden<br />
mezun oldum ve yine aynı üniversitede<br />
Yüksek Mühendis unvanını kazanarak<br />
uzun yıllar bal sektöründeki firmalardan<br />
birinde Ar-Ge ve kalite direktörü olarak<br />
görev yaptım. Oğlumun antibiyotik<br />
alerjisine çare aradığım dönemde propolis<br />
ve arı sütü ile tanıştım. Arı ürünlerinin<br />
şifasını herkese ulaştırmak ve Türkiye’de<br />
daha önce üretilmeyen propolisi yine<br />
Türkiye’de ilk kez “Sözleşmeli Arıcılık”<br />
modeliyle üretmek adına Taylan Samancı<br />
ve Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu ile 2013<br />
yılında KOSGEB destekli propolis projesi<br />
ile yola çıktık ve BEE’O markası böylece<br />
doğmuş oldu. Yüksek propolis ve arı sütü<br />
içeriğine sahip ürünlerimiz de BEE’O UP<br />
markasıyla sadece eczanelerden satışa<br />
sunulmaya başlandı. Firmamız bugüne<br />
kadar altı farklı ödüle layık görüldü. 2016<br />
yılında KAGİDER, Garanti Bankası ve<br />
Ekonomist Dergisi tarafından Türkiye’nin<br />
Kadın Girişimcisi ödülüne layık görüldüm,<br />
ayrıca Avrupa Birliği tarafından Eco<br />
Aslı Elif Tanuğur, Taylan Samancı,<br />
Dilek Boyacıoğlu<br />
Efficiency ödülünü kazandık. Son olarak,<br />
Amerika’da pazara sunduğumuz Kakao-<br />
Fındık-Ham Bal-Propolis ürünüyle Gıdanın<br />
Oscar’ları olarak bilinen Gurme Özel<br />
Ürünler İnovasyon Ödülleri’nde yeni ürün<br />
kategorisinde birinci olduk.<br />
Türkiye’nin ilk ve tek TÜBİTAK<br />
inovasyon ödüllü yerli propolisini<br />
ürettiniz. Peki, propolis nedir?<br />
Faydaları nelerdir?<br />
Propolis, arıların bitkilerin yaprak, sap ve<br />
tomurcuklarından topladıkları çok güçlü<br />
antioksidan ve antimikrobiyal etkilere<br />
sahip tamamen doğal bir arı ürünüdür.<br />
Arılar tarafından, kovandaki mikropları<br />
yok etmek için kullanılır. Bileşiminde<br />
antioksidan özelliğe sahip flavonoidleri<br />
ve fenolik bileşenleri içermektedir.<br />
Propolisin kulak-burun-boğaz hastalıkları,<br />
mevsimsel alerjiler, diyabet, ağızda çıkan<br />
yaralar, aftlar, uçuklarda; mide bağırsak<br />
rahatsızlıklarında kullanım alanının<br />
bulunduğu ve kansere karşı etkilerinin<br />
olduğu yapılan bilimsel çalışmalarla<br />
kanıtlanmıştır.<br />
Propolis ham halde tüketilebilir<br />
özellikte değildir. Ham halde vücudumuz<br />
propolisten yalnızca %2 oranında<br />
yararlanıyor. Propolisi vücudumuzun<br />
sindirebilmesi için mutlaka ekstrakte<br />
edilmesi yani özütlenmesi gerekiyor.<br />
Biz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde<br />
gerçekleştirdiğimiz Ar-Ge projesiyle<br />
propolisi insan tüketimine uygun<br />
hale getirecek ve içerisindeki yararlı<br />
bileşenlerden maksimum oranda<br />
faydalanmanızı sağlayacak özütleme<br />
yöntemini geliştirdik. Geliştirdiğimiz<br />
bu Ar-Ge yöntemiyle TÜBİTAK-TTGV-<br />
TÜSİAD tarafından inovasyon ödülüne<br />
layık görüldük. Firmamız İTÜ Arı<br />
Teknokent’e bağlı. Bu işlemi uzman<br />
gıda mühendisleri kontrolünde<br />
gerçekleştiriyoruz. Şu anda BEE’O<br />
UP propolis piyasadaki en yakın<br />
benzer üründen en az beş<br />
kat daha yüksek antioksidan<br />
aktiviteye sahip...<br />
BEE’O UP Propolis Damla’nın<br />
yetişkinlerde en az günde 20 damla,<br />
çocuklarda günde 10 damla tüketilmesini<br />
tavsiye ediyoruz. Suda çözünür olanı su,<br />
süt, meyve suyu vb. içeceklere damlatarak,<br />
suda çözünmeyen propolis damlayı<br />
da bal, yoğurt, pekmez vb. gıdalara<br />
damlatarak tüketebilirsiniz. BEE’O<br />
UP Propolis Arı Sütü Ham Bal karışım<br />
ürünlerini de sabahları aç karnına bir<br />
tatlı kaşığı doğrudan veya ılık süt, yoğurt<br />
vb. gıdalarla karıştırarak tüketebilirsiniz.<br />
Arı sütü, işçi arıların yavru arıları<br />
ve kraliçe arıyı beslemek için kendi<br />
vücutlarından salgıladıkları değerli bir arı<br />
ürünüdür. Düzenli arı sütü tüketiminin<br />
çocuklarda bedensel ve zihinsel gelişmeyi<br />
desteklediği, beyin aktivitesini geliştirici<br />
etkilerinin bulunduğu; ayrıca, ciltte<br />
kolajen sentezini artırdığı, bunun yanı<br />
sıra kadınlarda yumurta sayısı, erkeklerde<br />
de sperm kalitesini artırarak doğurganlık<br />
üzerine etkilerinin bulunduğu yapılan<br />
bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmıştır.<br />
BEE’O UP ürünleri nerelerde satılıyor?<br />
BEE’O UP ürünlerimiz tüm Türkiye’deki<br />
eczanelerde satılmaktadır. Şu an<br />
dağıtımımız Alliance Healthcare<br />
kanalıyla yapılmaktadır. Tüm illerde<br />
yer alan ilgili bölge müdürlüklerinin<br />
depolarından ulaşabilirsiniz.<br />
Ayrıca, ballar ve propolisli ballı<br />
çerezli gıda ürünlerimiz BEE’O<br />
markasıyla marketlerde ve<br />
www.beeo.com.tr web sitemiz<br />
üzerinden satıştadır.<br />
68 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Psikoloji<br />
Dedikodu<br />
ya da<br />
Sosyal<br />
Kabul Görme<br />
Mekanizması<br />
Kime sorsanız, “dedikodu yapmak kötüdür”<br />
der ama bir grubu farkına bile varmasa da,<br />
herkes illa ki dedikodu yapar! Psikoloji bilimi<br />
ise son araştırmalar sayesinde artık konuya<br />
farklı bir açıdan bakıyor.<br />
Sıradan bir sabah… Komşunuz sıcak ekmek almak için koşa koşa<br />
fırına gidiyor. Öğleden sonra mahalleden arkadaşlarınızla çay için<br />
toplanıyorsunuz ve aralarından biri sabahki sıradan olayı şöyle<br />
anlatıyor: “Şekerim o ne pasaklılıktır, anlamak mümkün değil.<br />
Sokağa çıkıyorsun ayol. İnsan üzerine şöyle düzgün bir şeyler giymez mi hiç.<br />
Altında çiçekli pijama, üstünde ekose yelek. Alttakinin rengi pembeli üstteki<br />
kahverengili. Saçını bari tarar insan. Yataktan kalktığı gibi kapıdan çıkmış. Ay<br />
baktım baktım, üzüldüm haline ne yalan söyleyeyim…”<br />
Oysa yaşanan olay gerçekte neydi? Komşunuzun kahvaltı sofrasını bir an<br />
önce kurma telaşıyla alelacele fırına gitmesi… Komşunuzun kıyafeti, saçı,<br />
üstündekilerin rengi sizin dikkatinizi çekmiş miydi? Hayır! Peki, bütün bunları<br />
“sorun”, ya da en basitinden “anlatılması, paylaşılması gereken bir konu” haline<br />
getiren kim? Arkadaşlarınızdan biri. O zaman tanıştıralım: O arkadaşınız,<br />
bir dedikoducu! Üstelik anlattıklarının hiç birinin abarttığı gibi olmadığını<br />
da biliyorsunuz. Peki, bu dedikoduyu dinlerken bir şey dikkatinizi çekti mi?<br />
Farkındaysanız, çay partinizin dedikoducusu hem eleştirdi hem de neyin nasıl<br />
olması gerektiğine dair ders verdi. Aynı anda görgü kuralları eğitmeni, modacı,<br />
saç stilisti, renk uzmanıydı üstelik. Ama vurucu cümleyi en sonda kullandı:<br />
“Üzüldüm haline!”<br />
70 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 71
Psikoloji<br />
Dedikodu yapmayıp dedikodu<br />
dinlememek diye bir şey yok.<br />
Herkes illa ki bu dedikodu işine<br />
kıyısından köşesinden bulaşıyor.<br />
Dedikodu aslında kime yarar?<br />
Psikologlara göre dedikodu, bireylerin başkalarını aşağılarken,<br />
eleştirirken, yargılarken kendilerini yüceltmek için<br />
kullandıkları bir strateji. Böyle yaparak toplumdaki yerlerini<br />
yukarılara çıkarmayı ve kendilerini bilirkişi olarak kabul<br />
ettirmeyi amaçlıyorlar. Yani dedikoducu asıl olarak bencil<br />
amaçları uğruna başkalarını kullanıyor. Belki yukarıdaki<br />
basit hatta istenmeyen türde bir dedikodu ama şunu da<br />
kendimize sormamız lâzım: Müthiş gizli bir haberi tesadüfen<br />
öğrenen ve bu haberin çok kişiyi etkileyeceğini bilen biri<br />
bunu kendine saklayabilir mi? Zor olsa gerek, öyle değil mi?<br />
Haber herkesten şu ya da bu sebeple saklanıyor ama siz dâhil<br />
herkesi etkileyeceği de gün gibi ortada. Örneğin bir bankada<br />
çalışıyorsunuz ve bankanın, altı ay sonra başka bir bankayla<br />
birleşeceğini tesadüfen öğrendiniz. Bu kesinlikle başkalarının<br />
sırrı hatta iş sırrı ama sizin de içinde bulunduğunuz kalabalık<br />
bir kitleyi de etkileyecek. Ne yaparsınız? Kuşkusuz hemen<br />
hepimizin benzer sırlar öğrendiği ve önce bunları saklayıp<br />
saklamamakla, sonra da kime açılacağına karar verememekle<br />
ilgili sıkıntıları olmuştur. Dedikodunun aşağılayan bir yanı<br />
olduğu gibi toplumsal iletişimde etkili bir mekanizma olduğu<br />
da reddedilemez. İşte dedikodu, tam da bu noktada bir kişilik<br />
zaafı değil iletişim şeklidir. Psikologlar, dedikodu yapamayan<br />
kişilerin, dedikoduculardaki toplumsal iletişim becerisinden<br />
yoksun olduğunu belirtiyor ve (tartışmaya açık olsa da) şu<br />
tespitte bulunuyor: Dedikodu yapamayanlar, genellikle<br />
başkalarıyla kolay iletişim kuramazlar, topluluklara kolay kolay<br />
dâhil olamazlar. Bir süre sonra da kendilerini, o topluluklara<br />
dışarıdan bakarken bulurlar…<br />
için kime, mağaradakilerden hangisine güveneceklerdi?..<br />
Uzmanlara göre dedikodu hayatımıza tam da bu noktada girdi.<br />
İnsanların içinde bulundukları toplulukla / toplumla ilgili bilgi<br />
sahibi olmaya ihtiyaçları sürdüğü için de ardı arkası kesilmedi.<br />
Ancak evrim geçirdi! Ya da fonksiyonu değişti demek daha<br />
doğru… Artık elde ettikleri bilgiyi kendi lehine kullanan,<br />
kendini öne çıkaracak şekilde yayan hatta söz konusu bilgiyi<br />
“ilişkilerim sağlam”, “ben önceden öğrenebilirim”, hepinizden<br />
bir adım öndeyim” havası yaratanlar var ve içinde bulundukları<br />
topluluğu asıl etkileyenler de bunlar.<br />
Dedikodudan kaçmak mümkün mü?<br />
Siz dedikodu yapmıyor olabilirsiniz ama ya size anlatılanlar?..<br />
Yani bir başkasının yaptığı dedikoduya da kulak misafiri<br />
oluyorsunuz ister istemez. Ancak şurası kesin ki dedikodu<br />
yapmayıp dedikodu dinlememek diye bir şey yok. Herkes illa ki<br />
bu dedikodu işine kıyısından köşesinden bulaşıyor. Çünkü aksi<br />
halde toplumsal bir soyutlanma gündeme geliyor. Yalnız bu<br />
dedikodunun da sınıfları var. Meselâ aldığınız bir haberi<br />
tek bir kişiyle paylaşmanız, arada derin bir güven ilişkisi<br />
olduğunu gösteriyor. Geniş bir insan iletişimi ağına sahip<br />
olmanız ise aynı oranda geniş bir istihbarat ağını<br />
yönetiyorsunuz, dolayısıyla grupta ne olup bittiğini anında<br />
öğrenebiliyorsunuz anlamına geliyor. Şimdi bu iletişim ağı<br />
içinde yer almayan, ne dedikodu yapan ne de kendisine<br />
dedikodu anlatılan birini düşünün… Bu kişi ya grupta<br />
yenidir, ya dışlanmıştır ya da güvenilmez ilan edilmiştir…<br />
Mağara kardeşliğinden günümüze<br />
Hoşumuza gitse de gitmese de bizler ilk çağlardan beri<br />
başkalarının işine burnunu sokan varlıklarız. Evrim<br />
psikologlarına göre prehistorik çağdaki beyin yapımızın<br />
bir mirası olarak başkalarının aklından geçenlerle<br />
fazlasıyla alakalıyız. Bilim insanları da gerçekte bu<br />
iddiayı doğruluyor. Tarih öncesi dönemlerde küçük<br />
gruplar halinde yaşadığımız için, bu gruplardaki tüm<br />
bireylerin birbirinin aklından ne geçtiğini içgüdüsel<br />
olarak bildiğini öne sürüyorlar. Buna gerekçe olarak da<br />
düşmanlardan korunmak için ya da zorlu doğa<br />
koşullarında hayatta kalabilmek için grup olarak ortak<br />
hareket etmeye mecbur olmamızı gösteriyorlar.<br />
Bir konuya daha açıklık getiriyorlar: Sınırlı yiyecek içecek,<br />
kürk, barınma gibi zorluklar karşısında “mağara kardeşliği”nde<br />
herkes aynı zamanda birbirinin rakibiydi ve herkesin, aynı<br />
grup içinden, arkasını kollayacak birilerine ihtiyacı vardı! İşte<br />
bu noktada atalarımızın çözmesi gereken ve en az dışarıdaki<br />
vahşi hayat kadar zorlu olan bir sorun vardı: Kim dürüsttü?<br />
Kim yalancıydı? Kim ikiyüzlüydü? Kim sırttan bıçaklardı?<br />
Dostluk, arkadaşlık, iş birliği, güç birliği ve aile kurmak<br />
72 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Psikoloji<br />
En çok da işyerlerinde karşılaşılan bu tür dedikodu grupları<br />
gerçekte zararsızdır. Bu gruplarda yapılan meslektaşlar arası<br />
küçük dedikodular çalışanlar arası bağı sıkılaştırır ve moralleri<br />
yükseltir. Özellikle işe yeni başlayanlar, bu tür dedikodu<br />
gruplarına dahil olduklarında, içinde bulundukları gruptakilerin<br />
başkaları hakkında bulundukları yargıları dinleyerek ne<br />
yapmaları gerektiğine dair fikir sahibi olur. Gruptakiler de<br />
anlattıklarıyla, yeni gelene onayladıkları ve onaylamadıkları<br />
davranışlar, tutumlar hakkında alttan alta resmi olmayan bir<br />
brifing vermiş olur.<br />
Bu gibi küçük gruplardaki dedikoduların bir işlevi daha<br />
vardır: Nasıl ki içinde bulunduğumuz grup başkaları ile ilgili<br />
dedikodu yapıyorsa, başkalarının da bizimle; ait olduğumuz<br />
grupla ve kendimizle ilgili dedikodu yaptığını biliriz. Bu da<br />
bizi “aidiyet” konusunda hizaya sokar. Örneğin ABD’deki<br />
büyükbaş yetiştiricileri, karides avcıları ve üniversitelerin kürek<br />
takımları gibi birbiriyle alakasız üç grup üzerinde yapılan<br />
dedikodu merkezli araştırmanın sonuçları hayli ilginç olmuş.<br />
Bu grupların her üçünde de bireyler, aldıkları bilgiyi paylaşmaya<br />
zorlanmışlar. Aksi takdirde dedikoduların hedefi haline gelerek<br />
dışlanacakları kendilerine hatırlatılmış. Sonuç olarak tehdit<br />
gören her birey, grup içinde daha iyi eleman olabilmek için çaba<br />
göstermeye başlamış. Örneğin karides avcıları, grubun oturmuş<br />
kurallarını hiçe sayan ve nasıl hızlı karides avlanacağına dair<br />
grup eğilimlerini önemsemeyen üyeleri dışlayıp onlarla birlikte<br />
ava çıkmayı reddetmiş.<br />
Ünlüler ve dedikodu mekanizması<br />
Gerçekte hepimiz öyle ya da böyle bir dedikodu ağının içinde<br />
yaşıyoruz. Bunun en basit delili de ünlülere dair haberlere olan<br />
ilgimiz. Sonuçta o insanların ne yaptığı, kiminle nerede<br />
görüldüğü, kaç para kazandığı vs. bizi hiç ilgilendirmiyor ama<br />
yine de bu tür haberleri takip ediyoruz. Belçikalı psikolog<br />
Charlotte de Backer’a göre bu tür dedikodular da aslında bize<br />
“bir şeyler” öğretiyor. Yalnız şöyle bir durum da var: Genellikle<br />
bildiğimiz kişi hakkında anlatılanlara kulak kabartıyoruz;<br />
kişiyi tanımadığımız halde anlatılanla ilgileniyorsak bunun tek<br />
nedeni, dedikodunun ilginç olması ve duyduğumuz haberle ilgili<br />
kendi hayatımıza dair stratejiler geliştirmek. Aslında de Becker,<br />
ünlülerin hayatlarına da sırf bu yüzden ilgi duyduğumuzu,<br />
bu haberlerin bizim hayatımız için uç olan noktalarla ilgili<br />
mevzilenme arzumuzu tatmin ettiğini söylüyor. Bunun nedenini<br />
de şöyle açıklıyor: “Nasıl ki kabileler halinde yaşarken, kendi<br />
kabilemizin ileri gelenlerinin davranışlarına bakıp neyi nasıl<br />
yapacağımıza karar verdiysek, bugün de bu medyatik tiplerle<br />
ilgili haberleri izleyerek olumlu ya da olumsuz davranışlara<br />
dair fikir sahibi oluyoruz.” Bunun açıklaması, onlar gibi<br />
yaşamakla ilgili değil ama ne yaptıklarında kabul gördükleri ve<br />
ne yaptıklarında dışlandıklarıyla ilgili… Elbette bir de şu var:<br />
Mağara günlerinde kimsenin “özel” hayatı diye bir şey yoktu<br />
ve biz, bir anlamda magazin haberleriyle ta o günlerden<br />
kalan “her şeyi bilme” açlığımızı gideriyoruz. Antropolog<br />
Jerome Barkow, geçirdiğimiz onca gelişimin, evrimin, bizleri<br />
toplumdaki diğer fertlerden soyutlamaya yetmediğini,<br />
toplumdaki her bireyin bizim üzerimizde öyle ya da böyle<br />
etkisi olduğunu hatırlattıktan sonra “fotoğraflardaki,<br />
filmlerdeki, müzik kliplerindeki bu insanlar yani ünlüler de<br />
hayatımızı farklı bir yoldan istila ediyor; bir süre sonra iş<br />
arkadaşımız, komşumuz kadar bizden biri haline geliyor” diyor.<br />
Ve sonuç? Bu kadar çok gördüğümüz, hakkında bu kadar çok<br />
şey öğrendiğimiz ünlüler de (suni yoldan dayatılmış da olsa) bir<br />
noktadan sonra içinde bulunduğumuz ve hakkında bilgi sahibi<br />
olmak istediğimiz küçük topluluğumuzun bir parçası haline<br />
geliyor. Ünlülerin bir etkisi daha var: Onlar, hiç tanımadığımız<br />
insanlarla ortak noktamız. Sırf bu yüzden tamamıyla yabancısı<br />
olduğumuz bir toplulukta ilk kez yer alıyorsak o oyuncudan,<br />
o sporcudan, o yazardan, o politikacıdan söz ederek ortama<br />
girebiliyoruz. Yani; yine bir başkasının dedikodusunu yaparak<br />
içinde bulunduğumuz topluluğun nabzını tutuyoruz ve kısa bir<br />
sürede “yabancı” olmaktan çıkıp kabul görüyoruz.<br />
Son olarak, “dedikodu” adıyla kodlanan bu toplumsal<br />
kabul görme / kendini topluma kabul ettirme mekanizmasının<br />
da elbette bir takım yaptırımları var ve birinci kural daima<br />
“ne zaman konuşacağını ne zaman susacağını bilmek”<br />
şeklinde özetlenebilir.<br />
>Gerçekte hepimiz<br />
farkında olmadan<br />
öyle ya da böyle<br />
bir dedikodu<br />
ağının içinde<br />
yaşıyoruz.<br />
.. .. . . . . . . . . - .<br />
- . .<br />
. .<br />
. .<br />
UNLULERLE ILGILI HABERLER BIZI<br />
HIC ILGILENDIRMEDIGI HALDE<br />
TAKIP EDIYORUZ.<br />
AMA BUNUN DA BIR NEDENI VAR!<br />
74 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Bakım & Güzellik<br />
GECE<br />
BAKIMI<br />
Gündüzlerin uzun, gecelerin kısa olduğu yaz mevsiminde<br />
cilt bakımı özen ister. Gece yapılacak bakım ise cilde<br />
gereken özeni göstermek anlamına gelir.<br />
BIODERMA<br />
Sebium Serum, karma ve yağlı<br />
ciltler için cildi arındırmaya ve<br />
yenilemeye yardımcı serumdur.<br />
Patentli Fluidactiv® kompleksi<br />
yağlı cildin dengesini korumayı<br />
hedefler. Cilt yüzeyini arındırır ve<br />
pürüzsüzleşmesine destek olur. Etkili<br />
bir sonuç alabilmek için Sébium<br />
H 2<br />
O veya Sébium Foaming Gel<br />
ile temizlenmiş cilde gün aşırı ve<br />
akşamları 4 haftalık kür şeklinde<br />
uygulanır. 89,50 TL<br />
INSTITUT ESTHEDERM<br />
Intensive Retinol Serum, derin<br />
olanlar dâhil kırışık oluşumunu<br />
önler, cildin sıkılaşmasına<br />
yardım eder. Cilt yüzeyinin<br />
düzeltilmesine destek olurken<br />
hücre yenilenmesini tetikler<br />
ve epidermisin yapısının<br />
güçlenmesine yardımcı olur.<br />
Yaşlanma ve elastikiyet<br />
kaybına karşı savaşır.<br />
15 ml: 399 TL<br />
VICHY<br />
Neovidol gece bakım<br />
kremi, sarkmalara ve<br />
yoğunluk kaybına karşı<br />
yeniden şekillendirici<br />
içeriğiyle, özellikle menopoz<br />
dönemindeki ve 50 yaş üstü<br />
kadınlara önerilir. Cildin doğal<br />
bariyerini nemlendirerek<br />
dolgunlaştırır ve yoğunluğunu<br />
geri kazandırmaya yardımcı<br />
olur. 139,90 TL<br />
SKINCEUTICALS<br />
Resvetratrol B E, cildin<br />
gençleşmesine yardımcı gece<br />
antioksidanıdır. Resveratrol,<br />
baicalin ve vitamin E’nin<br />
eşsiz uyumuyla yaşlanmayı<br />
hızlandıran hücre içi serbest<br />
radikalleri nötralize eder, cilt<br />
kusurlarının izlerini azaltır, yeni<br />
kusur oluşumunu önler. Gece<br />
cilt onarımını en üst seviyeye<br />
ulaştırır. 30 ml: 590 TL<br />
AVENE<br />
Eau Thermale Avène Physiolift<br />
Baume Nuit Anti-Aging Gece<br />
Bakım Balsamı, siz gece<br />
uyurken kırışıklıkların içine<br />
eklenerek, “yama etkisi” ile<br />
derin çizgileri pürüzsüzleştirir,<br />
cildi sıkılaştırır, cilt tonunu<br />
düzenleyerek aydınlık verir.<br />
İçerdiği Ascofilline ile cildin<br />
sıkılaşmasını ve zamana karşı<br />
durmasını sağlar. 129,90 TL<br />
76 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Bakım & Güzellik<br />
SKINCEUTICALS<br />
Retinol 0.5; maksimum etkinlik için<br />
saf retinol içeren onarıcı gece bakım<br />
kremidir. İçerdiği saf retinol oranı %<br />
0,5’tir. Cilt tarafından hızla emilir ve<br />
hem hücre yenilenmesini hem kolajen<br />
yapımını hızlandırır. İnce çizgilerin,<br />
kırışıklıkların ve güneş lekelerinin<br />
görünümünü azaltır; gözeneklerin<br />
küçülmesine yardımcı olur. Cildin<br />
dokusunu, tonunu ve rengini<br />
iyileştirir. 30 ml: 399 TL<br />
DARPHIN<br />
Ideal Resource Night Cream, her cilt<br />
tipine uygun olarak geliştirilmiştir.<br />
Tek gecelik kullanımın ardından bile<br />
sabah cilt üzerindeki ışıltıdan yarattığı<br />
fark gözlemlenebilir. Kırışık karşıtı,<br />
cildi pürüzsüzleştiren, yüze aydınlık<br />
kazandıran Ideal Resource Night<br />
Cream, aynı zamanda cildi tazeler<br />
ve canlandırır. Temiz cilde her gece<br />
uygulanmalıdır. Kremin hijyenini<br />
sağlamak için, kutu içindeki spatulanın<br />
kullanılması önerilir. 295 TL<br />
VICHY<br />
Normaderm Detoks Gece, yağlı<br />
cilt problemlerine karşı detoks<br />
etkili gece bakımı sunar. Geceleri<br />
en üst seviyeye çıkan sebum<br />
salgısı ve kalıntılarının bıraktığı<br />
kirlilik hissiyle savaşır: Önce yeni<br />
formülüyle gece oluşan aşırı sebum<br />
üretimini dengeler. İkinci olarak<br />
kirli görünümü ve cilt kusurlarını en<br />
aza indirir, gözenek görünümünü<br />
belirgin şekilde azaltır, cildin<br />
temiz hissedilmesini ve aydınlık<br />
görünmesini sağlar. 74,90 TL<br />
AVENE<br />
Physiolift Yeux Anti-Aging<br />
Göz Çevresi Gece Bakım<br />
Kremi; göz çevresi çizgilerini<br />
giderir, cildi sıkılaştırır. Hücre<br />
aktivitesini canlandırır. Gözaltı<br />
şişliğini ve koyu renk halkaları<br />
önlemeye yardımcı olur.<br />
Avène termal su açısından<br />
zengindir. Yatıştırıcı ve tahriş<br />
giderici özelliklere sahiptir.<br />
15 ml: 109 TL<br />
LIERAC<br />
Lierac’ın üç boyutlu sıkılaştırıcı<br />
etkiye sahip kremi Liftissime<br />
Nuit Redensifying Sculpting<br />
Cream, yüz ovalini yeniden<br />
yapılandırmaya ve derin<br />
kırışıklıkların görünümünü<br />
azaltmaya yardımcı olur.<br />
Reçine, argan ve ebegümeci<br />
yağları ile zenginleştirilmiş<br />
formülüyle daha dolgun ve<br />
pürüzsüz bir cilt sağlar. 389 TL<br />
DUCRAY<br />
Melascreen Photo-Aging<br />
Night Cream, geceye özel<br />
formülüyle güneş kaynaklı<br />
yaşlanma belirtileri ve<br />
lekelere karşı savaşır. Cildin<br />
dolgunluğunu yeniden<br />
kazanmasına yardımcı olur.<br />
1 aylık kullanım sonunda<br />
kırışıklık ve lekeler azalır, cilt<br />
tekrar ışıldamaya başlar.<br />
50 ml: 120 TL<br />
DERMALOGICA<br />
Phyto Replenish Oil, tüy<br />
hafifliğinde bir yüz bakım<br />
yağıdır. Gün boyu canlı<br />
ve ışıltılı bir cilt için cildi<br />
güçlendirir, nemlendirir ve<br />
korur! Cildin doğal koruyucu<br />
bariyerini yeniden yapılandırır,<br />
çevresel faktörlere karşı cildi<br />
korur, ince çizgileri yumuşatır;<br />
gün boyu nemli kalmasını<br />
sağlar. 30 ml: 566 TL<br />
78 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Zayıflama<br />
FARK ETMEDEN<br />
KİLO VERMEK İÇİN<br />
Belki sizin de kilolarınızla başınız dertte ve o fazlalıklardan kurtulmak için durmadan çabalıyorsunuz.<br />
O zaman size değişik ve tahminen daha önce duymadığınız birkaç önerimiz olacak…<br />
Temelde yemek yediğimiz iki yer var: Evimiz ve<br />
işyerimiz. Öte yandan, bu iki mekânda yapacağımız<br />
bazı ufak tefek değişikliklerin kilo vermemize<br />
yardımcı olduğunu söyleyen güvenilir bir kaynak<br />
da var: Cornell Üniversitesi Gıda ve Marka Laboratuvarı’ndan<br />
Dr. Brian Wansink. Dr. Wansink, mutfağınızda ve işyerindeki<br />
masanızda yapacağınız bazı ufak tefek düzenlemelerle hem kilo<br />
vereceğinizi hem de daha sağlıklı besleneceğinizi savunuyor.<br />
Önerilerine kulak vermekte fayda var…<br />
MUTFAKTA…<br />
Notalardan yardım alın: Müzik ruhun gıdası, bu tartışmasız<br />
bir gerçek… Ancak müzik, mutfakta ve özellikle hazırlaması<br />
uzun süren yemeklerle uğraşırken de sağlam bir eşlikçi.<br />
Bu da nereden çıktı diyorsanız, açıklayalım: Pek çok<br />
insan, hazırlaması uzun sürdüğü için sebze yemekleriyle<br />
uğraşmadığını dile getiriyor. Sebzeleri yıka, temizle, doğra,<br />
belli oranda pişmesini bekle derken gerçekten mutfakta<br />
saatler harcanıyor. Bunun için yapacağınız şey basit:<br />
Sebzelerle uğraştığınız evye ve seti ortalayarak sağınıza ve<br />
solunuza hoparlör yerleştirmeniz ve bu hoparlörleri de bir<br />
müzik kaynağına, örneğin radyoya ya da taşınabilir başka<br />
bir müzik aletine bağlamanız. Çok mu zahmetli? O zaman<br />
cep telefonunuzu ya da MP3 çalarınızı mutfak önlüğünün<br />
cebine koyup, kulaklıkları takmanız. Müziğin, size mutfakta<br />
geçirdiğiniz saatleri unutturan bir yardımcı olduğunu kısa<br />
sürede fark edeceksiniz. Bu da hem sıkılmanızı önleyecek hem<br />
de sağlıklı yemekler hazırlamanızı sağlayacak.<br />
<strong>Sağlık</strong>lı olan, görünür olsun: Evde her pişen, hemen o öğünde<br />
yenip tükenmiyordur tahminen. Öğünden kalanlar için<br />
hayata geçireceğiniz basit bir taktik, sonraki günlerde<br />
sağlıklı beslenmeniz için de iyi bir ipucu verecektir. Bunun<br />
için öğünden artan sebze ağırlıklı yemeklere farklı muamele<br />
yapmanız gerekecek. Aslında çok basit, sağlıklı yemekleri streç<br />
filme sarın ya da şeffaf kaplarda saklayın. <strong>Sağlık</strong>sız olanları<br />
da alüminyum folyoya sarın. Böylece buzdolabının kapağını<br />
açtığınızda görünür olanlara, dolayısıyla daha sağlıklı olanlara<br />
elinizin uzanma ihtimali daha yüksek olacaktır. Yalnız,<br />
alüminyum folyoya sardıklarınızı da dolabın bir köşesinde<br />
unutmayın tabii…<br />
80 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Geniş tezgâh iyidir: Sebzelerle uğraşmanın pek de sevilen<br />
bir iş olmadığını söylemiştik. Bu süreci katlanılır kılmanın<br />
yollarından biri de geniş tezgâha sahip bir mutfak! Ne alakası<br />
var demeyin, araştırmalara göre buzdolabına ve evyeye<br />
yakın, aynı zamanda geniş tezgâhlarda yemek hazırlamak son<br />
derece kolay oluyor. Çünkü her şey elinizin altında oluyor.<br />
Sebzeleri çıkarıp tezgâha koymak, ardından evyede yıkamak,<br />
tezgâhın diğer ucunu doğrama işi için kullanmak vs. derken<br />
televizyondaki yemek programlarındaki gibi işinizi seri<br />
biçimde hallediyorsunuz ve çok da zaman harcamıyorsunuz.<br />
Sonuç? Sebzeyle uğraşmak sorun olmaktan çıktığı için sağlıklı<br />
besleniyorsunuz. Bu arada çift bölmeli evyenin de zamandan<br />
kazandıran önemli bir tercih olduğunu ekleyelim.<br />
Dondurucu altta olsun: Dikkatinizi çekmiştir: Bir süredir<br />
buzdolaplarında dondurucu bölmesi altta yer alıyor. Bu<br />
aslında çok iyi bir seçim çünkü dondurucu bölmesinin altta<br />
olması, paketli ve donmuş gıdaların ulaşması nispeten zor bir<br />
noktada, sağlıklı olan sebze ve meyvelerin ise dolabı açar açmaz<br />
karşınıza çıkacak göz hizasında, dolayısıyla elinizin altında<br />
olması anlamına gelir. Böylece beslenme düzeninizde sebze ve<br />
meyvelere daha çok yer verirsiniz.<br />
Paketli yiyecekleri görmeyin!: Atıştırmalık niyetine aldığınız ya<br />
da “maç seyrederken yeriz” diye bir köşeye stokladığınız paketli<br />
her türlü gıdayı göz önünden uzak tutun. Cipsler, kuruyemiş<br />
paketleri, mısır gevreği kutuları, hazır kurabiyeler gibi her ne<br />
varsa, öncelikle ihtiyacınız kadar alın ve sonra da gözünüzün<br />
önünden uzak bir noktaya, mümkünse dolap ya da çekmecelere<br />
koyun. Bu tavsiyenin ne kadar işe yarar olduğunu şöyle<br />
anlatalım: Yapılan bir araştırmaya göre, sadece mısır gevreğini<br />
tezgâh üstünde bırakmanın bile yılda yaklaşık üç kilo almanıza<br />
sebep olduğu kanıtlanmış! Bu arada paketli ürünlerle ilgili bir<br />
tavsiye daha var: Marketlerdeki kampanyalı ve paketli ürünler<br />
de kilo alma sebebi. Çünkü yapılan araştırmaya göre kampanyalı<br />
olduğu için satın aldığımız bu dev paketli ürünlerin yarısını<br />
farkına bile varmadan hafta içi yiyip bitiriyoruz. Yapılacak şey<br />
basit: Üşenmeyin ve ürünün paketini açıp küçük porsiyonlara<br />
bölerek saklayın. Örneğin 20’lik bir bisküvi paketini dörde,<br />
büyük boy cips paketini ikişer avuç halinde parçalara bölün.<br />
Kilo vermek için<br />
paketli gıdalardan<br />
uzak durmakta<br />
fayda var. Cips,<br />
kuruyemiş gibi<br />
atıştırmalıklardan<br />
uzak kalmak sizin<br />
için zorsa, önce<br />
az az alın, sonra da<br />
göz önünden<br />
uzakta tutun.<br />
SOFRADA…<br />
Servis seti küçük olsun: Sofranız için servis takımı ve çatalbıçak-kaşık<br />
üçlüsü setleri alıyorsanız dikkat! Öncelikle yemek<br />
servisinde kullandığınız takım küçük olsun ve daha az yemek<br />
alsın. Lokanta işi dev gibi kepçe ve kaşıklardan uzak durun.<br />
Yapılan incelemelere göre büyük kepçe ve kaşıklarla yemek<br />
servis etmek, tabaklara daha fazla yemek konmasına ve %14<br />
daha fazla kalori almanıza sebep oluyor.<br />
Tabakların çapına dikkat: Kullandığınız tabakların çapına<br />
da dikkat edin ve olabildiğince küçük olanları tercih edin.<br />
Büyük tabaklar, içine makul miktarda yemek koysanız bile<br />
sanki azmış gibi bir izlenim uyandırır. Küçük tabaklar ise tam<br />
tersine, tepeleme doldurmuşsunuz gibi bir izlenim bırakır.<br />
Örneğin 30 cm yerine 25 cm çapında bir tabaktan yemek,<br />
öğün başına 60 kalori daha az almanızı sağlar ki bu da sadece<br />
akşam yemeklerinden yılda 22 bin kalori tasarruf edeceksiniz<br />
anlamına gelir. Bunun dışında küçük tabakta sunulan yemek,<br />
siz daha ilk çatalı bile almadan göz doyurur, hatta bu kadar<br />
çok yemeği nasıl bitireceğinizi düşünmenizi sağlar.<br />
Tencereler mutfakta kalsın: Mutfakla yemek masası arasında<br />
sefer yapmaktan kimse hoşlanmadığı için genellikle içi<br />
yemek dolu tencereleri yemek masasına getirmek gibi bir<br />
alışkanlığınız olabilir. Bundan hemen vazgeçin çünkü<br />
yapılan bir araştırmaya göre, masaya getirilmiş tencereden<br />
yemeğini alanlar, mutfaktaki tencereden yemeğini alanlardan<br />
% 19 daha fazla yiyor! Bunun nedenleri üzerine kafa yoran<br />
uzmanlara göre üşendiğimiz için mutfağa gidip yemek almıyor<br />
ve yediğimizle yetiniyoruz. Oysa tencere masanın üzerinde<br />
olunca kendimize hâkim olmamız zorlaşıyor.<br />
Bardakların ebatları da önemli: Yemek yerken bir şeyler<br />
içmekten hoşlanıyorsanız, su için masaya getirdikleriniz<br />
hariç, tüm bardaklarınız küçük olsun. Araştırmalara göre<br />
küçük bardaklar sayesinde yemek yerken %12 daha az<br />
içiyoruz ve ister meşrubat olsun ister alkol olsun, %12 daha<br />
az kalori alıyoruz. Bir ipucu daha: Koyu renk meşrubat ve<br />
meyve suları bardağı daha dolu gösterir. O yüzden “yeter”<br />
demeniz de kolaylaşır.<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 81
Zayıflama<br />
Televizyon ve müziğin etkisi: Yüksek sesle televizyon seyretmenin<br />
ya da müzik dinlemenin de fazla yemenize sebep olduğunu<br />
biliyor muydunuz? Yapılan araştırmalara göre insanlar<br />
ekranda seyrettiklerine konsantre olunca ne yediklerini, ne<br />
kadar yediklerini fark etmiyor. Müzik ise başlı başına yeme<br />
sebebi çünkü yine araştırmalara göre fonda müzik çalıyorsa<br />
daha fazla yiyip içiyoruz. Haliyle yapılacak en akıllıca şey,<br />
sofraya oturduğunuz anda televizyonu ya da müziği kapatmak.<br />
Bu arada… Maç ya da sevdiğiniz dizinin yeni bölümünü<br />
seyrediyorsanız masada ve yemek başında olmamaya özen<br />
gösterin. Sehpanızın üzerinde de sadece meyve bulunsun.<br />
İŞ YERİNDE…<br />
Çevrenizi gözden geçirin: Araştırmalara göre bir çalışanın iş<br />
yerindeki masasının etrafında ve kolunun uzanabileceği mesafede<br />
ortalama 476 kalori değerinde yiyecek bulunuyor. Masa üstünde<br />
veya yakınlarında tatlı bulunduranların durumu daha vahim<br />
çünkü bu kişilerin, etrafında tatlı olmayanlarla kıyaslandığında<br />
12 kilo fazlası oluyor. Şekerlemeleri masasının çekmecesine<br />
koyanlar ise günde 74 kalori daha az alıyor. Hesaplandığında bu<br />
da yılda yaklaşık üç kilo almaktan kurtulmak anlamına geliyor.<br />
Sözün özü, masanızın etrafını abur cuburdan arındırmak,<br />
zayıflamanız için küçük ama önemli bir adım olacaktır.<br />
Ertesi gün ofiste yiyeceğiniz yemeği,<br />
mümkünse karnınız tokken planlayın.<br />
Bu sayede hem daha sağlıklı seçim<br />
yaparsınız hem de kalorisi yüksek<br />
yiyecek sipariş etmezsiniz.<br />
Tepsinin önemi: Öğle yemeklerinizi yemekhanede yiyorsanız<br />
mutlaka tepsi kullanın çünkü tepsi kullanmayanların<br />
%62’si daha az salata yiyor! Zira tepsi kullanmayanlar, salata<br />
yerine sandviç gibi taşıması kolay yiyeceklere yöneliyor.<br />
Bu da insanları salata yemekten alıkoyuyor ve sağlıksız<br />
beslenmelerine sebep oluyor.<br />
“Ödemeniz nasıl olacaktı?”: Öğle yemeğinizi satın alıyorsanız<br />
küçük bir öneri: Kredi kartıyla değil nakitle ödeme yapın.<br />
Araştırmaya göre öğle yemeğini nakit parayla yapanlar, ödemeyi<br />
kredi kartıyla yapanlara göre daha az içecek ve tatlı alıyor. Bu<br />
da daha az kalori ve daha az kilo demek haliyle…<br />
Yarının yemeğini planlayın: Akşam yemeğini yediniz ve sofradan<br />
kalktınız. İlk işiniz, ertesi gün öğle yemeğinde ofiste yiyeceğiniz<br />
yemek için hazırlıklara başlamak olsun. Bunun iki faydası var:<br />
Öncelikle akşam yemeği sonrası karnınız tok olduğu için daha<br />
sağlıklı seçimler yaparsınız. İkinci olarak öğle yemeğinde ne<br />
yiyeceğinize iş yerindeyken ve karnınız açken karar vermek,<br />
sağlıksız ve yüksek kalorili ürünler sipariş etmenize sebep olacağı<br />
için, bundan kaçınmış olursunuz. Ve elbette öğle yemeğine<br />
harcayacağınız para da cebinize kalır.<br />
82 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Çocuk & Aile<br />
Bu Cümleler<br />
YASAK!<br />
Çocuğunuzla iletişim kurarken farkına bile varmadan kullandığınız öyle cümleler<br />
var ki çocuğun önce psikolojisini, sonra kişiliğini olumsuz yönde etkiliyor.<br />
Bu cümleler, kullanma sıklığına bağlı olarak, üzerine titreseniz bile, çocuğun<br />
geleceğini ve kişiliğini olumsuz yönde etkiliyor!<br />
Anne-baba olmak gerçekten yoğun emek isteyen<br />
bir iş, adeta başlı başına bir uzmanlık alanı...<br />
Çünkü bir insanı ileride olacağı kişi haline<br />
getirirken gereken tüm yapı taşları sizin elinizden<br />
geçiyor ve bugün sizin çocuğunuz olan ufaklık, gelecekte<br />
her kim ve her ne oluyorsa, anne-baba olarak bunda büyük<br />
payınız bulunuyor. Çocuğun bakımı, temizliği, beslenmesi<br />
gibi fiziksel ihtiyaçlar bile başlı başına bir görevken, aynı<br />
çocuğu duygusal açıdan da besleyip geliştirebilmek kuşkusuz<br />
daha önemli ve daha ağır bir sorumluluk gerektiriyor.<br />
Yazıya başlamadan önce ilk sorumuz siz anne-babalara<br />
gelsin: Çocukken anne-babanızın size karşı davranışlarında,<br />
takındıkları tutumda, kullandıkları sözlerde bugünkü<br />
aklınızla onaylamadığınız bir şeyler mutlaka olmuştur. Hatta<br />
hayatta geldiğiniz nokta ile ilgili olarak anne-babalarınızı<br />
suçladığınız da olmuştur. İşte burada asıl tartışacağımız<br />
konu bu: Siz, çocuğunuza “doğru olduğunu düşündüğünüz”<br />
davranışları aşılamaya çalışırken belki de hatalar<br />
yapıyorsunuz. Belki farkına bile varmadan yanlış ifadeler<br />
kullanıyorsunuz hatta çocuğunuzu teşvik edeyim derken,<br />
konu her ne ise, büsbütün soğumasına neden oluyorsunuz…<br />
Hele bazı ifadeler var ki, siz farkına bile varmıyorsunuz ama<br />
çocuğunuzun kişiliğini olumsuz yönde etkiliyorsunuz…<br />
84 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Önce diyalog kurmanız şart<br />
Öncelikle şu konuda hemfikir olmamız gerekiyor: Annebabalarla<br />
çocuklar arasında sağlıklı bir iletişim kurmanın ilk<br />
adımı, çocuklarla konuşmak, onlarla diyalog kurmaktır! Bu<br />
noktada çocuklar büyüme ve öğrenme süreçlerindeki bilgi<br />
açlığını anne-babaları sayesinde giderirken anne-babalar da bu<br />
iletişim sayesinde çocuklarını tanır ve onları bir birey olarak<br />
algılamaya başlar. Çocuklar bitmek bilmeyen sorularıyla<br />
zaman zaman sizi bunaltsa bile sorularına aldıkları yanıtları<br />
dinlediklerini ve belki de en önemlisi, kendince önemli bir<br />
şeyleri “anlatarak” sizinle paylaştıklarını da unutmamanız<br />
gerekir. Bu noktada sizin onu gerçekten dinlemeniz ne kadar<br />
önemliyse, sizin söylediklerinizi, anlattıklarınızı dinlediğini ve<br />
kendince yorumladığını da unutmamanız gerekir. Çocuğunuza<br />
söylediğiniz her kelime, onun zihninde farklı bir yolculuğa<br />
çıkıp farklı bir anlama bürünebilir. Bunun sonucunda da sizin<br />
belki de öylesine kurduğunuz cümleler, öylesine kullandığınız<br />
kelimeler, onun psikolojisini olumsuz yönde etkileyebilir.<br />
Çocuğunuz siz hiç de öyle istemeseniz bile kendini güvensiz,<br />
yetersiz, başarısız, başkalarına muhtaç hissedebilir. Daha da<br />
önemlisi, çocuğunuzla aranızdaki güven duygusu zedelenebilir<br />
ve bu da ileriki yaşlarında çocuğun asi, içine kapanık, çevresiyle<br />
iletişim kurmayan, öfkeli, saldırgan ve bunalımlı bir kişiliğe<br />
bürünmesine yol açabilir.<br />
Peki, çocuğunuza karşı hangi kelimeleri kullanmayacaksınız?<br />
Uzmanlar, öncelikle çocuğun dış görünümüyle ilgili kelimelere<br />
dikkat etmeniz gerektiğine dikkat çekiyor. Saçları dümdüzse<br />
şaka amaçlı bile olsa “pırasa saçlı” demeyin örneğin. Ona<br />
lakaplar takmayın, dış görünümüyle ilgili espriler, şakalar<br />
yapmayın… Bunlar dışında çocuk üzerinde gerilime sebep<br />
olabilecek cümleler kurmayın ve özellikle tehditkâr bir ses tonu<br />
kullanmayın.<br />
Baba, disiplin figürü olmasın<br />
Çocuğunuz büyüme aşamasındaysa, belki de kendisiyle ilgili hiç<br />
duymaması gerekenler, bir takım olumsuz sıfatlardır. “İnatçı,<br />
sakar, şımarık, geveze, tembel... vb.” kelimeleri siz davranışlarını<br />
düzeltsin diye söyleseniz bile tam tersi olabilir. Çocuk, bu gibi<br />
sıfatları duya duya bir süre sonra bu kelimeler çocuğun kabul<br />
alanına girer. Çocuk bu sıfatları kanıksar. Örneğin inatçı<br />
olmadığı halde, sırf siz onu inatçı kabul ediyorsunuz diye<br />
inatçılığı tercih eder.<br />
Annelerin yaptığı en büyük hatalardan biri de disiplin koyucu<br />
olarak babayı belirlemek ve bunu çocuğa da kabul ettirmektir.<br />
Anneler, güçlerinin yetmediği, sözlerinin dinlenmediği anda<br />
baba figürüne sarılır ve onu bir tehdit aracı olarak kullanır:<br />
“Babana bu yaptıklarını olduğu gibi anlatacağım” veya “Baban<br />
gelsin, bakalım ona ne hesap vereceksin” gibi cümleler çocuğun<br />
babadan uzaklaşmasına, babayı korku figürü olarak görmesine<br />
ve zamanla baba ile kurduğu iletişimi sonlandırmasına neden<br />
olur. Oysa baba figürü çocuğun gelişiminde çok ama çok<br />
önemlidir. Çocuklar baba ile sosyalleşir, toplumsal kuralları<br />
baba ile öğrenir. Ergenlik dönemiyle birlikte özellikle erkek<br />
çocukların cinsel gelişimi ve cinsellik ile ilgili başvuru kaynağı<br />
baba haline gelir. Kız çocuklar içinse, hayatlarındaki ilk<br />
erkek baba olduğu için ileriki yaşlarında mutlu birlikteliklerin<br />
anahtarı, babalarıyla kuracağı sağlıklı ilişkiye bağlıdır.<br />
Çocukların gözünde babalar daha güçlü ve daha akıllı oldukları<br />
için de babaya içten içe saygı duyarlar. Dolayısıyla asıl bu saygıyı<br />
zedelememek, “babam gibi olacağım” isteğiyle birlikte gelişen<br />
özgüvene zarar vermemek gerekir.<br />
Çocuğu kendinizle tehdit etmeyin<br />
Annelerin genel olarak düştüğü hatalardan biri de çocuğu<br />
yönlendirmek isterken kendilerini ortaya koymalarıdır. “Sen<br />
böyle davrandığın için üzülüp hasta oluyorum”, “Şimdi düşüp<br />
bayılacağım” gibi cümleler, olası bir hastalık söz konusu<br />
olduğunda çocuğun tek bir şey düşünmesine sebep olur:<br />
“Annem, benim yüzümden hasta oldu!” Bu, çocuğun ömrü<br />
boyunca sırtında taşıyacağı suçluluk duygusunu ve vicdan<br />
azabını da beraberinde getirir ve uzmanların da doğrulayacağı<br />
üzere, ileriki yaşlarda ancak psikoterapi ile düzeltilebilen<br />
sorunlar oluşmasına sebep olur.<br />
Anne-babaların çocukları olumlu davranışlara yöneltmek için<br />
seçtiği tutumlardan biri de ne yazık ki tehdit ve şantajdır.<br />
Söz konusu tehdit ve şantaj da “Akşam sana tatlı yok!” gibi<br />
nispeten masum cümlelerden “Beni dinlemeyen çocuğun<br />
annesi olmayacağım, beni üzmeye devam edersen seni bırakıp<br />
gideceğim” gibi travmatik sonuçlara sebep olan cümlelere kadar<br />
geniş bir skalada incelenebilir. Bu tür cümleler ise çocukta<br />
gerilime, endişeye, annesiz bir hayatın ağır kaygılarını daha o<br />
yaşta düşünmeye sebep olabilir. Anne-babasına adeta bağımlı<br />
yaşayan çocukların kayda değer bir bölümünün bu tür kaygılar<br />
nedeniyle kendi yatağında uyumak istemediğine dikkat çeken<br />
uzmanlar, ilerleyen yaşla birlikte bu çocukların okula da gitmek<br />
istemediklerini belirtiyorlar.<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 85
Çocuk & Aile<br />
Anne babaların, çocuklarını olumlu<br />
davranışlara yöneltmek için yaptığı en<br />
büyük yanlışlardan biri, ya çocukları<br />
tehdit etmek ya da onlara “şantaj”<br />
yapmak olarak şekilleniyor.<br />
Toplum olarak yanlışımız<br />
Türk toplumunun çocuklar üzerindeki belki de en olumsuz<br />
dayatması “yaşça büyük” kişileri, çocuğun karşısına otoritesi<br />
tartışılmaz kişi olarak sürmesi… “Büyüklerin konuşurken<br />
söze girme”, “Büyüklerine karşı çıkma”, “Anne-babaya cevap<br />
verilmez” ve daha onlarca cümle günümüz çocuklarına<br />
saygıyı öğretmekten çok çocukları kısıtlayan sınırlar koyuyor.<br />
Büyüklere karşı saygıyı öğretmek elbette önemli ancak<br />
çocukların çevresinde yaşça büyük her kim varsa, o kişilerden<br />
ayrı kişilik özelliklerine sahip olduğunu da kabullenmek<br />
gerekiyor. Çocuğu öncelikle kendi düşünceleri olan, kendi<br />
zevkleri bulunan ve en önemlisi kendi dünyaya bakış açısı olan<br />
bir kişilik olarak kabullenmek gerekiyor. Bu yönde desteklenen<br />
ve yetiştirilen çocuğun gelişimi de son derece önemli ve kendi<br />
çağının gerekliliklerine göre şekillenmiş oluyor.<br />
Bir diğer hata daha: Genellikle çocuklarımızı teşvik etme<br />
amacıyla başkalarıyla, özellikle de sınıf arkadaşlarıyla<br />
kıyaslıyoruz. Çocuğumuz yazılıdan aldığı notu söyler söylemez,<br />
ilk sorumuz “Filanca kaç aldı?” olabiliyor. Oysa çocuğu<br />
arkadaşlarıyla ya da kardeşleriyle kıyaslamanın açıklaması<br />
şu: “Sen, yetersizsin! Şu kişi yeterli. Onun gibi olsan keşke!”<br />
Bunun sonucu ise çocuğun kendini yetersiz hissetmesi,<br />
özgüvenini yitirmesi ve ileriki hayatında atabileceği çok basit<br />
adımları atmaktan bile korktuğu için hayatta yaşayacağı<br />
başarısızlıklar…<br />
O diyalog kesilmesin!<br />
Anne-babaların çocuklarına söylememesi gereken iki cümle<br />
daha var: “Sen yapamazsın” ve “Dur, ben yapayım!” İlk cümle<br />
çocuğun özgüvenini kırabiliyor ve ileride hırs küpü birer<br />
yetişkin olmalarına yol açabiliyor. Aynı şekilde çocuğun bir<br />
şeyi yaparken hata yapmasına katlanamamak ve bu yüzden<br />
elindekini çekip almak da çocuğun sürekli başkalarının<br />
yardımına ihtiyaç duymasına zemin hazırlıyor. Tam tersine<br />
“Benim çocuğum yapar!” deyip olmadık işleri çocuğum<br />
omzuna yıkmak ve yaptığı yanlışlarda “Beceremedin değil<br />
mi?” diye durumu basitleştirmek de hata… Bu noktada<br />
yapılması gereken tek şey var: Çocuğun gösterdiği çabayı,<br />
sabrı ve azmi taktir etmek; çocuğu yüreklendirmek ancak<br />
hangi işin üstesinden gelebilir, hangi işte yardıma ihtiyaç<br />
duyar bunun da farkında olmak…<br />
Çocuğun büyümesi, gelişimi uzun bir süreç olduğu için hangi<br />
yaşta neyi, nasıl söylemek gerektiğini de iyi bilmek gerekiyor.<br />
Örneğin çocukken işe yarayan bir cümlenin ergenlikle birlikte<br />
sizi sadece “yalancı” konumuna düşürebileceğini unutmamak<br />
gerekiyor. Yine de yapılması gereken en önemli şey çocuklara<br />
karşı yaşına uygun olacak şekilde içten ve güven verici şekilde<br />
yaklaşmak olsa gerek. Ve aranızda kurduğunuz o diyaloğu da<br />
sonuna kadar sürdürmek…<br />
86 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Psikoloji<br />
KENTLERİN<br />
ŞİZOFREN<br />
Gürültü, hava kirliliği,<br />
kalabalıklar, trafik ve kentlere<br />
özel benzer sorunlar, artık<br />
belli bir nüfusun normali<br />
halinde… Gerçekte hiç de<br />
normal olmayan bu arka<br />
planda acaba “normal” birileri<br />
bulunabilir mi? Yoksa kent<br />
merkezleri, giderek deliliğin<br />
merkezleri haline mi geliyor?<br />
Herkesin bildiği gerçek şu:<br />
Kent merkezlerinde yaşam<br />
zor! Çünkü kentler giderek<br />
yaşamak için daha cazip<br />
hale geliyor ve herhangi bir kentin<br />
sakini diye bir şey kalmıyor. Örneğin<br />
İstanbul gibi bir şehirde artık sadece<br />
İstanbul’da doğmuş olmak İstanbullu<br />
sayılmak için yeterli ancak babası,<br />
dedesi İstanbullu olan birilerini bulmak<br />
gerçekten zor. Dolayısıyla birbiriyle aynı<br />
köklerden gelmeyen, aynı geleneklerden<br />
beslenmeyen milyonlarca insan aynı<br />
SAKİNLERİ<br />
kenti paylaşıyor. Kimi sadece yaşıyor, yıllarda, iki Avrupa ülkesinde, İsveç<br />
kimi okuyor, kimi çalışıyor. Birbiriyle ve Danimarka’da gözlemlenmiş. Hatta<br />
minimum düzeyde ortak paydaya sahip şehirlerde sürdürülen yaşamın, hayatın<br />
bu milyonlarca insan için hayat gerçekten ileri evrelerinde karşılaşılan psikozlara<br />
zor. En basitinden, kentlerde yaşayanlar zemin oluşturduğu ve yer yer ikiye<br />
çok daha yüksek oranlarda suçla, şiddetle, katlanmasına sebep olduğu tespit<br />
tehditle karşı karşıya kalıyor. Şizofreninin edilmiş. Araştırmalar ayrıca anksiyete<br />
kent merkezlerinde daha yoğun olarak ve depresyon gibi akıl sağlığı problemleri<br />
ortaya çıktığını kanıtlama amaçlı<br />
ile kent yaşantısının da doğrudan ilişkisi<br />
araştırmalar da bunu doğruluyor.<br />
olduğunu kanıtlamış.<br />
Birleşmiş Milletler’den yayınlanan bir Uzmanlara göre bunların pek çok farklı<br />
rapora göre durum zannedildiğinden sebebi var. Öncelikle eşitsizlik, gelir<br />
de vahim. Öyle ki 2050 yılında tüm düzeyindeki dengesizlik gibi toplumsal<br />
dünyadaki tüm insanların yüzde 66’sı gerekçelerin birey üzerinde baskı<br />
kentlerde yaşamaya başlayacak. Bu oran şu oluşturduğunu belirten uzmanlar, bütün<br />
sıralarda yüzde 56 civarında...<br />
bunların içe kapanıklık, toplumdan<br />
Peki, bir akıl hastalığı olan şizofreniyle uzaklaşma, asosyal yaşama yönelme gibi<br />
kent yaşamının ne ilgisi var? Aslında ikincil sorunlara zemin hazırladığını<br />
bilim insanları bu durumu ilk olarak belirtiyor. Bunlara hava kirliliği,<br />
1930’larda tespit etmiş ve kent yaşamıyla gürültü ve trafik gibi fiziksel baskılar<br />
şizofreni arasındaki ilişki de yine aynı da eklenince; bir zamanlar büyük<br />
88 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
umutlarla yerleşilen kentler insanlarda<br />
akıl ve ruh sağlığında gözlemlenen<br />
erozyonun baş sorumlusu haline<br />
geliyor. Bütün bunlara ilaveten, kentten<br />
kırsal bölgelere göç eden insanlarda<br />
ise tam tersi gözlemleniyor. Huzur,<br />
dinginlik, sorunları büyümesine bile<br />
izin vermeden çözme eğilimi...<br />
Kentte büyüyenin hali<br />
Uzmanların konuyu netleştirme<br />
amaçlı yaptığı araştırmalardan ilki<br />
yetişkinlere yönelik ve hayatının erken<br />
dönemlerinden itibaren kentlerde<br />
bulunmuş, buralarda doğmuş, büyümüş<br />
insanlar mercek altına alınıyor. Elde<br />
edilen sonuçlara göre bu kitle, aynı<br />
zamanda kent kaynaklı sorunlara en<br />
fazla maruz kalan kitle! Londra’daki<br />
King’s College psikologlarından<br />
Helen Fisher ile Duke Üniversitesi<br />
psikologlarından Candice Odgers’in<br />
2232 ikiz İngiliz çocuğu üzerinde<br />
yaptığı uzun süreli araştırma da söz<br />
konusu tezi doğruluyor. Uzmanlar<br />
önce ikizlerin 5 yaşına kadar, sonra<br />
da 12 yaş sonrası kentte mi kırsalda<br />
mı yaşadığını tespit ediyor. (Bu sırada<br />
çocukların yaklaşık yarısının hem 5<br />
yaşına kadar hem de 12 yaşından sonra<br />
şehirlerde ikamet ettiğini belirliyorlar.)<br />
Komşularının ve annelerinin<br />
de rehberliğiyle, bu çocukların<br />
hangilerinde 12 yaş civarında<br />
halüsinasyon ve delirme belirtileri<br />
gözlemlendiğini tespit ediyorlar. Sonuç<br />
çarpıcı: 12 yaşına dek daimi olarak<br />
kentlerde ikamet eden çocuklarda<br />
gözlemlenen psikotik bozukluklar,<br />
kırsalda yaşamış çocukların neredeyse<br />
iki katı olarak tespit ediliyor. Araştırma<br />
sonuçlarına göre bu çocuklar kent<br />
yaşamının güvensiz ortamı yüzünden,<br />
özellikle komşularından hiç ilgi, sevgi<br />
ve destek görmüyor, şehrin karmaşık<br />
ortamı nedeniyle pek çok riskle karşı<br />
karşıya kalıyor ancak pek çoğu, tüm<br />
belirtileri göstermelerine rağmen<br />
şizofreniye yakalanmıyor. Buna<br />
karşılık, aynı çocuklar, ileriki yaşlarda<br />
bazı başka akıl hastalıklarına tutuluyor.<br />
Bazıları depresyondan kurtulamıyor,<br />
bazıları travma sonrası stres bozukluğu<br />
geliştiriyor ve bir kısmı da madde<br />
bağımlısı haline geliyor.<br />
Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi<br />
Akıl Sağlığı Merkez Enstitüsü yöneticisi<br />
Andreas Meyer-Lindenberg’in söz<br />
konusu araştırmaya dair açıklaması<br />
şöyle: “Bu araştırma da gösteriyor<br />
ki, kentlerde yaşamak, beyin çeperi<br />
üzerinde bir baskıya sebep oluyor ve bu<br />
da kent sakinlerinin toplumsal stresle<br />
baş edebilme becerisine darbe vuruyor!”<br />
Bu arada, Meyer-Lindenberg’in yaptığı<br />
bir başka araştırmanın sonucunda,<br />
kentlerde doğup büyüyen insanların<br />
beyinlerinde bulunan ve duyguları idare<br />
eden bölümlerin faaliyetleri, kırsalda<br />
doğup büyüyenlerinkine kıyasla daha<br />
yoğun ve güçlü oluyor. Ve bir ilginç bilgi<br />
daha: Kente göç gibi şizofreniye zemin<br />
oluşturduğu bilinen bazı risk faktörleri<br />
de beyin üzerinde benzer etkilere sebep<br />
oluyor…<br />
Kim bu kent sakini<br />
denenler?<br />
Hastalıkların ortaya çıkış sebeplerini<br />
araştıran çalışmalar, kentleşmedeki<br />
artışa karşılık güçsüz hale gelen zihin<br />
sağlığı arasında güçlü ilişki olduğunu<br />
ortaya koymuş bulunuyor. Her ne kadar<br />
şizofrenide kalıtsal faktörler de etkiliyse<br />
de zaten kent sakini olduğu için zayıf<br />
akıl sağlığına sahip insanların, bu<br />
olumsuz durumu kendilerinden sonraki<br />
nesillere miras bıraktıkları da bir gerçek.<br />
Kent sakinleri ile akıl hastalıkları<br />
arasındaki bağlantıyı inceleyebilecek<br />
en iyi yerin ise Londra’nın güneyindeki<br />
Southwyke Blokları olduğuna dair bir<br />
iddia var. Zira yapılan araştırmalara göre<br />
Kentleşme ile akıl<br />
hastalıkları arasındaki<br />
ilişki ilk olarak 20’nci<br />
yüzyılın başlarında ve<br />
ABD’de kanıtlandı.<br />
Southwyke Blokları, akıl hastalarının<br />
yığınlar halinde yaşadığı belki de<br />
tek mimli yerleşim yeri. Buradaki<br />
insanların ise ağırlıklı olarak şizofreni<br />
ve paranoyadan mustarip olduğu<br />
biliniyor. Bir zamanlar sosyal konut<br />
olarak inşa edilen hatta etrafında<br />
yükselen şehrin gürültüsünden uzak<br />
olsun diye ses yalıtımı uygulanacağı<br />
söylenen (ancak asla uygulanmayan)<br />
bu bölge, günümüzde şehrin ortasında<br />
yapayalnız kalmış ve yukarıda da<br />
değindiğimiz üzere, dünya üzerindeki<br />
herhangi bir kentte akıl hastalığına<br />
en yoğun rastlanan yer! Epidemiyolog<br />
James Kirkbride, uzun süre kentleri ele<br />
geçiren akıl hastalıkları ile kent dışına<br />
sürülen akıl hastaları arasındaki tarihi<br />
gelişimi inceleyen bir isim ve hangisinin<br />
işe yarar bir uygulama olduğunu<br />
bugün de söyleyemiyor. Emin olduğu<br />
ise şu: Kentleşme ile akıl hastalıkları<br />
arasındaki bağlantı 20’nci yüzyılın<br />
başında ABD’de kanıtlanmış çünkü akıl<br />
hastalıkları hastanelerine yatırılanların<br />
çoğu ya kentlerde ya da kentleşmekte<br />
olan bölgelerde yaşamaktaymış.<br />
90 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Psikoloji<br />
Beyindeki ipuçları<br />
Beyin üzerine araştırmalar yapan bilim<br />
insanlarının da bu konuda söyleyecekleri<br />
var. Buna göre kent insanın beyninde<br />
özellikle iki bölüm inceleniyor. Bunlardan<br />
biri kişinin zihinsel ve duygusal durumu<br />
ile ilgili olan amigdala ve diğeri de beyinde<br />
coşkunun, mutluluğun ve enerjinin<br />
merkezi olan; öğrenme, duygu kontrolü,<br />
bilinç gibi son derece önemli fonksiyonları<br />
dışında en belirgin işlevi hata tespiti<br />
ve çelişki gözlemleme olan anterior<br />
singulat korteks… Stres altındaki kent<br />
sakinlerinde amigdala tarayıcılarda daha<br />
aktif görünürken kasaba sakinlerinde<br />
daha az, köylerde yaşayanlarda daha da<br />
az aktif… Anterior singulat kortekste<br />
olup bitenler ise daha şaşırtıcı: Beynin<br />
bu bölgesinde yaşanan her ne ise onunla<br />
eş zamanlı bir değişim gerçekleşmiyor.<br />
Değişim, zaman içinde ve büyüdükleri yere<br />
bağlı olarak ortaya çıkıyor. Çocukluğunu<br />
kırsalda geçirenlerin anterior singulat<br />
korteksindeki faaliyet en alt düzeyde<br />
gerçekleşirken, kentte geçirenlerin<br />
anterior singulat korteksindeki faaliyet<br />
ise en üst düzeyde gerçekleşiyor. Kırsal<br />
bölgede yaşayanların amigdalaları ile<br />
anterior singulat korteksleri arasındaki<br />
bağlantı pürüzsüzken, kentsel bölgelerde<br />
yaşayanların beynindeki aynı bağlantı ise<br />
son derece pürüzlü yaşanıyor ve uzmanlar,<br />
bu pürüzlü bağlantının ve sağlıksız<br />
iletişimin, başta şizofreni ve paranoya<br />
gibi, diğer akıl hastalıklarına da sebep<br />
olabileceği üzerinde duruyor.<br />
Kalabalıklar içindeki<br />
yalnızlık<br />
Sonuçta yumurta mı tavuktan-tavuk mu<br />
yumurtadan ikilemi burada da var: Daha<br />
iyi imkânlar için gelinen ve içinde yaşarken<br />
akıl sağlığından olunan şehirler… Henüz<br />
kesin yanıtı bulunmayan soru ise şu:<br />
İçinde yaşanan şehir büyüdükçe, içinde<br />
yaşayanlar neden deliliğe bir adım daha<br />
yaklaşıyor? Bir diğer Alman uzman Dr.<br />
Mazda Adli’nin bu konudaki tezi hem<br />
farklı hem iddialı: Sebep, kalabalıklar<br />
içinde yaşanan yalnızlık! “İnsanoğlunun<br />
beyni, şehir ortamında var olmaya uygun<br />
değil. Benim tezime göre, toplumsal<br />
yoğunluk ve toplumsal soyutlanma aynı<br />
anda yaşanmaya başlanırsa, en olumsuz<br />
etkisi bireyler üzerinde gerçekleşir. Şehrin<br />
stresine bağlı akıl hastalıkları, ancak<br />
bunun ardından söz konusu olabilir!”<br />
Londra’daki Hammersmith Hastanesi<br />
araştırmacıları ise cevabın “dopamin”<br />
olabileceğini savunuyor. Dopamin, pek<br />
çok fonksiyona sahip bir sinir iletkeni.<br />
Temel olarak heyecanla ilgili bir kimyasal.<br />
Dolayısıyla insan, iyi ya da kötü bir sebeple<br />
heyecanlandığı zaman salgılanıyor.<br />
Örneğin dondurma yemenin verdiği<br />
keyif yüzünden de, deprem sırasında<br />
otomobilinizin anahtarlarını ararken de<br />
salgılanabiliyor. Şizofreni hastalarının<br />
beyninde ise dopamin seviyesi çok yüksek<br />
oluyor. Teori ise şu: Bir kent sakininin<br />
beynindeki dopamin üretimi, daha en başta<br />
yanlış gerçekleşmeye başlıyor. Örneğin<br />
bazı insanlarda, sürekli tekrarlanan stres<br />
bu duruma yol açıyor. Yoğun dopamin<br />
de sonunda şizofreni de dâhil, akıl<br />
hastalıklarına davetiye çıkarıyor.<br />
Öte yandan kent yaşamının insan beyni<br />
üzerindeki diğer etkileri de araştırılıyor.<br />
Örneğin Londra’daki Queen Mary<br />
Üniversitesi’nde, uçak gürültüsünün<br />
çocukların öğrenme becerilerini<br />
olumsuz etkilediği, trafik gürültüsünün<br />
de bu olumsuzluğa tuz-biber ektiği<br />
tezi araştırılıyor. Dr. Mazda Adli ise<br />
şehirleşmeyi en az iklim değişikliği kadar<br />
tehlikeli buluyor. Hatta meseleye bambaşka<br />
bir açıdan bakıyor ve “Kentleşmenin<br />
aslında pek çok avantajı var. Biz kentlerde<br />
yaşamaya devam ettikçe kırsalın doğası<br />
daha da zenginleşecek. Oranın sunduğu<br />
sağlık, eğitim hatta bir bütün olarak yaşam<br />
imkânları daha iyi olacak” diyor.<br />
Kentleşerek şizofren haline geldiğimizi<br />
belki de artık kabullenmemiz<br />
gerekiyor. Peki, bunu bir tercih olarak,<br />
kendi kendimize yaptığımızı nasıl<br />
kabulleneceğiz?..<br />
92 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Alışveriş<br />
BAKIMLI ERKEK<br />
Erkeklerin sadece saç-sakal tıraşı olup, after shave’le yetindiği günler sona erdi!<br />
Günümüzün erkekleri, bakımlarına en az kadınlar kadar ilgi gösteriyor.<br />
LAB SERIES<br />
PRO LS All-In-One Shower Gel;<br />
şampuan, yüz temizleme jeli,<br />
tıraş köpüğü ve duş jeli görevini<br />
tek tüpte birleştiren pratik bir<br />
üründür. Cildi anında kir, ter, yağ<br />
ve hava kirliliğinden arındırarak<br />
ferah, temiz bir koku ile sarar.<br />
Saçı derinlemesine temizler ve<br />
ferahlatır. Sakalı yumuşatır ve<br />
koruyucu bir bariyer oluşturarak<br />
tıraşa hazırlar. 79 TL.<br />
LAB Series Densifying Shampoo,<br />
3D RENOPLEX teknolojisiyle<br />
saçtaki kuruluk, matlık ve hacim<br />
kaybına karşı savaşır. Saçı korur,<br />
temizleyici formülüyle yağ ve<br />
ölü deriden arındırır. Saçı anında<br />
canlandırıp ferahlatır. 99 TL<br />
Kişisel bakım<br />
konusunda artık<br />
erkekler de kadınlar<br />
kadar şanslı!<br />
REBUL<br />
Aqua Eau de Cologne, mavi<br />
suların canlandırıcı etkisiyle<br />
erkekleri buluşturan en<br />
ayrıcalıklı Rebul ürünlerinden<br />
biridir. Taze aromatik<br />
kokularla sıcak odunsu<br />
kokuları bir araya getirerek<br />
serin ve büyüleyici bir<br />
dünyanın kapılarını açar.<br />
Yeşil yaprakların ve taze<br />
limonun ferahlatıcı etkisiyle<br />
su tonları sizi canlandırır.<br />
Geride kalan koku akılda<br />
kalıcı ve erkesidir. 16,90 TL<br />
DAYLONG<br />
Daylong, Ultra SPF<br />
30 Spray, özellikle yaz<br />
aylarında açık hava<br />
sporlarıyla ilgilenen<br />
erkekler için, erkek cildinin<br />
ihtiyaçları göz önüne<br />
alınarak geliştirilmiştir.<br />
Düşük yoğunluğuyla<br />
sakallı yüz ya da tüylü<br />
deride rahatlıkla kullanılan<br />
Ultra SPF 30 Spray, erkek<br />
cildini UVA, UVB ve IR’ye<br />
karşı yüksek seviyede<br />
korur, içerdiği aloe vera<br />
ve E vitaminiyle ekstra<br />
koruma sağlar. 84 TL<br />
SUPRADYN<br />
Supradyn All Day<br />
Efervesan Tablet,<br />
multivitamin, mineral<br />
ve Koenzim Q10 içeren,<br />
portakal aromalı gıda<br />
takviyesidir. Vücut<br />
enerjisinin düzenlenmesi,<br />
vitamin ya da mineral<br />
eksiğinin takviye<br />
edilmesine ihtiyaç duyan<br />
erkekler için idealdir. Stres,<br />
yorgunluk, uykusuzluk ve<br />
soğuk algınlığında ihtiyaç<br />
duyulan takviyeyi ve C<br />
vitaminini sağlar.<br />
30 Tablet: 45 TL<br />
94 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
DERMALOGICA<br />
Daily Superfoliant<br />
Yeni Nesil Toz<br />
Eksfoliant, hava<br />
kirliliği ile oluşan<br />
cilt yaşlanmasına<br />
karşı koruma sağlar,<br />
gözeneklerdeki<br />
toksinleri temizler.<br />
Hava kirliliğine<br />
karşı cildi korur.<br />
Şehirli erkekler için<br />
idealdir. 402 TL<br />
INSTITUT<br />
ESTHEDERM<br />
City Protect Hücresel<br />
Koruma Spreyi, şehir<br />
hayatının stresine karşı<br />
cildi koruyarak güneş ışığı<br />
ve hava kirliliğine karşı bir<br />
bariyer oluşturur. Serbest<br />
radikallere, ışığın ve güneşin<br />
yarattığı foto-yaşlanma<br />
hasarlarına karşı hücre<br />
ve DNA koruması sağlar.<br />
Şehirdeki erkekler için<br />
uygundur. 100ml: 219 TL<br />
BIODERMA<br />
Photoderm Max Sun Mist<br />
SPF 50+, özel patentiyle<br />
tüm cilt tiplerine uygundur.<br />
Kuru yağ dokusu sayesinde<br />
hızla kurur. Islak cilde ve saçlı<br />
deriye uygulanabildiği için<br />
özellikle sporcu ve açık hava<br />
aktivitelerinden hoşlanan<br />
erkeklere önerilir. Ayrıca<br />
hem sakallar hem de vücut<br />
kılları Photoderm Max Sun<br />
Mist’in cilde uygulanmasını<br />
engellemez. 150 ml: 99,50 TL<br />
TABİA<br />
Buğday Ruşeym Yağı, doğal<br />
E vitamini ve antioksidan<br />
kaynağıdır. Alpha, Beta ve<br />
Gama Tokoferaol, omega 9,<br />
omega 6 ve omega 3 içerir.<br />
Vücut savunma sistemini<br />
güçlendirir. Yoğun tempoda<br />
çalışan erkeklerin daha<br />
dinç, sporcu erkeklerin<br />
daha zinde olmasını sağlar.<br />
Fiziksel performansı artırır.<br />
Mevsim geçişlerinde ve genel<br />
yorgunluk halinde etkilidir.<br />
80 kapsül: 37,50 TL<br />
DUCRAY<br />
Ducray Anaphase+ Şampuan,<br />
dökülen saçlarıyla başı dertte<br />
olan erkekler için geliştirilmiştir.<br />
İçeriğindeki B5, B6, B8 vitamin<br />
kompleksi ile saçların daha canlı<br />
ve gür çıkmasını sağlar, uzamasını<br />
tetikler. Saç derisindeki kan<br />
akımını harekete geçirip, saç<br />
köklerini besler. Saç hücrelerinin<br />
ömrünü uzatarak, gelişimini<br />
hızlandırır. Günlük kullanıma<br />
uygundur. 200 ml: 52 TL<br />
VICHY<br />
Vichy Homme Sensi Baume,<br />
tıraş sonrası tahriş olmuş, ciltler<br />
için geliştirilmiştir. Tıraş kaynaklı<br />
rahatsızlık hissini anında giderir ve<br />
kızarıklığı % 60 azaltır. Hassas ciltler<br />
için uygundur. 59,90 TL<br />
Tahriş karşıtı köpük ise tahrişe<br />
ve kızarıklığa eğilimli ciltler için<br />
uygundur. Formülündeki bileşenler<br />
cildi rahatlatır, yatıştırır. Cildi<br />
dinlendirip canlandırır. 34,90 TL<br />
PHYTO<br />
Phytologist 15, Phyto’nun saç dökülmesinden şikâyetçi erkekler için<br />
geliştirdiği serumdur. Daha fazla ve kalın saç teli oluşmasını sağlar. Dış<br />
faktörler, stres, genetik gibi nedenlerle gerçekleşen saç dökülmesini<br />
önler, erkeklerin daha güzel saçlara kavuşmasını sağlar. 395 TL<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 95
Röportaj<br />
AZRA KOHEN:<br />
“BU DÖNGÜYE DAİR<br />
BİR PLANIM VAR”<br />
‘Fi’, ‘Çi’, ‘Pi’ üçlemesi ve son kitabı ‘Aeden’le çok konuşulan Azra Kohen, şu sıralar seyirciyle<br />
de buluşan ‘Fi’ dizisiyle yeniden gündemde. Kitaplarında temiz enerjiye vurgu yapan Azra<br />
Kohen, “Sistemi dönüştürmek için emek verdiğim sürece, hissettiğim suçluluk duygusuyla<br />
baş edebildiğimi fark ettim” diyor.<br />
2013 yılında bir kitap çıktı ve kısa<br />
sürede çok okunur, her yerde<br />
görünür ve konuşulur oldu. Bu<br />
kitap ‘Fi’ydi ve yazarının adı da<br />
tek kelimelik bir mahlastı: Akilah. “Bu<br />
hikâyenin sadece inanılamaz tarafları<br />
Röportaj: İlknur EŞSİZ Fotoğraflar: Ozan AKGÜN/Azra Kohen Arşivi<br />
gerçektir” sloganıyla kitabı özetleyen<br />
Akilah, öykünün devamını getirdiği ve<br />
“İyi bir hikâye asıl bittiğinde başlar”<br />
dediği 2014 doğumlu ‘Çi’de, yayıncısının<br />
da ısrarıyla adını, kendisini merak eden<br />
okurlarına duyurmuş oldu: Azra Kohen.<br />
Bu serinin 2015’te çıkan son kitabı<br />
‘Pi’de bir projesi olduğunu açıklayan<br />
Azra Kohen, “Bu hikâye burada bitecek<br />
ve sen başlayacaksın” sloganıyla okuru<br />
da değişime davet ediyordu. Son kitabı<br />
Aeden’i geçen yıl çıkaran Kohen’in şu<br />
96 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Röportaj<br />
sıralar gündemde olmasının asıl nedeni,<br />
yapımcılığını Ay Yapım’ın üstlendiği,<br />
ünlü oyuncuların oluşturduğu<br />
kadrosuyla internet üzerinden yayın<br />
yapan bir kanalda gösterilen ‘Fi’ dizisi.<br />
Kitabın fanatiklerinin bir bölümünün<br />
çok beğendiği, bir bölümünün de<br />
eleştirel yaklaştığı diziyi, bu eleştirilere<br />
kendisinin yaklaşımını ve 2013’ten bu<br />
yana kitaplarıyla verdiği mesajların<br />
arkasındaki kadına dair merak<br />
ettiklerimizi Azra (Sarızeybek) Kohen’e<br />
soruyoruz.<br />
Kitaplarınızın yazarı olmak,<br />
davranış bilimi üzerine eğitim<br />
almak, anne ve eş olmak, bir<br />
süredir epey popüler olmak<br />
dışında kalan ‘Azra’ kimdir?<br />
Popülerlik en büyük tuzak. İlgiyi,<br />
önemle karıştırmaya çok müsait<br />
bir durum. Hangimiz biliyoruz<br />
kim olduğumuzu? “Yaşam” denen<br />
deneyimin bir yönü de bizlere kim<br />
olduğumuzu yaşatarak anlatabilmek<br />
değil mi? Belki sizi hayal kırıklığına<br />
uğratacağım ancak kim olduğumla<br />
ilgili öyle çok da karar vermiş değilim.<br />
Yaşamın yanında olmaya çalışan,<br />
sorular soran biriyim. Öğrenciyim.<br />
Bu bilinç seviyesine nasıl<br />
ulaştınız? Ayrıca sistemle ilgili<br />
sizin gibi düşünen birçok insan<br />
var ama herkes bu döngüden<br />
çıkamıyor. Siz nasıl uyandınız?<br />
“Uyanmak” pek iddialı bir söylem<br />
olurdu. Bir bedenin içinde, etrafındaki<br />
dünyayı sadece beş duyunla<br />
ölçmeye devam ediyorsan ne kadar<br />
uyanabilirsin? Ben döngüden çıkmış<br />
değilim ama en azından bir planım<br />
var. Döngüyü dönüştürmeye ve<br />
seçimlerimizin yaşamın yanında<br />
olmasına aracı olacak bir plan bu<br />
sadece. Sistemi dönüştürmek için emek<br />
verdiğim sürece, hissettiğim suçluluk<br />
duygusuyla baş edebildiğimi fark ettim.<br />
Emek vermek lazım, çünkü emek her<br />
problemin anahtarıdır.<br />
kısır döngülerden çıkabildiği için var<br />
olabildi. Bu kısır döngülere girmek ve<br />
çıkmak bizim doğamızda var. Keyif<br />
içinde olduğumuzda kayboluyoruz,<br />
gelişmek için acılara ihtiyaç duyacak<br />
kadar ilkeliz. O yüzden bu ‘sistem’i<br />
insandan ayrı bir mekanizma gibi<br />
algılamak doğru olmaz. Bizim<br />
savaşımız kendimizle, ilkelliğimizle,<br />
hedonizme olan bağımlılığımızla.<br />
İnsan kendiyle savaşını nasıl<br />
kazanabilir?<br />
İsmimiz bile durumumuzu açıklıyor<br />
aslında, ‘insan’ kelimesi ‘nisyan’<br />
kelimesinden türemiştir. Nisyan<br />
‘unutan’ demek. Yaşamın yanında var<br />
olmayı öğrenememiş bir organizmanın<br />
uzun vadede varoluş katmanlarında<br />
ilerleyemeyeceğini düşünüyorum.<br />
Neden mi? Çünkü bilimin tüm dalları,<br />
sanat, tüm din öğretileri ve tekerrür<br />
eden tarih deneyimleri net bir şekilde<br />
ortaya koyuyor ki parazitler tarafından<br />
kurulmuş bir yaşam sürdürülemez. Tek<br />
başına var olabilmeyi öğrenemiyorsan<br />
kendini imhaya gidiyorsun. Ben<br />
diyorum ki konakçılığı bırakalım<br />
ve bedenin kendisi olalım çünkü<br />
biyolojik olarak buna yeterliyiz.<br />
Pi’de, anlatıyorum bunu. Ve bu<br />
bir rüya değil aslında. Çok zeki bir<br />
şekilde geliştirilmiş daha sürdürebilir<br />
teknolojiler, ekonomik sistemler var. Asıl<br />
soru: “İnsan kendinden kurtulabilir mi?”<br />
Ütopik bir dünya yarattığınız<br />
Aeden’de “Özgür iradeye<br />
müdahale edemeyiz. Çünkü<br />
bir varlığı asla kendisinden<br />
koruyamazsın” diyorsunuz. Özgür<br />
iradenin gerçekten var olduğuna<br />
inanıyor musunuz?<br />
Özgür irade, ancak özgür bırakıldığında<br />
gelişecek bir bilinç hali. Var olabilmesi<br />
için desteklenmeye ihtiyacı var,<br />
fikrimce. İradesi hiçbir zaman özgür<br />
olmamış birini aniden özgür bırakıp<br />
“Hadi bakalım özgür iradenle seçim<br />
yap” dediğimizde, tabii ki geçmiş<br />
kodlamalarının onda bıraktığı<br />
etkilerle seçim yapacaktır. Şayet,<br />
iradesi özgürlüğünü korumaya devam<br />
ederse, belirli bir zaman sonra, en<br />
kodlanmış kişi bile fabrika ayarına<br />
geri dönebilir. Nedir fabrika ayarı?<br />
Varoluşun özüdür. Ve varoluşun özü,<br />
iyidir. Yaşamı yaşamla desteklemek<br />
için tasarlanmıştır hayat. Bunu sadece<br />
ben söylemiyorum. Örneğin, Harvard<br />
Üniversitesi’nde insan doğasıyla ilgili<br />
yapılan uzun dönem akademik bir<br />
çalışma da bunu ortaya koyuyor. İnsan<br />
özünde iyidir, kötülüğe maruz kalana<br />
kadar. Bizler, maruz kaldığımız şeye<br />
dönüşüyoruz.<br />
Azra Kohen’in kaleme aldığı Fi, Çi, Pi<br />
üçlemesindeki karakterlerle ilgili en çok merak<br />
edilenlerden biri de bu karakterlerin hayatta bir<br />
karşılıkları olup olmadığı. Azra Kohen, bu soruya<br />
çok kısa ve net bir yanıt veriyor: “Evet.”<br />
Siz tüm insanlığın kurtuluşu için<br />
bir çözüm öneriyorsunuz. Ancak<br />
bu da yine bir süre sistemde<br />
kalmakla mümkün gibi? Bu bir<br />
kısır döngü değil mi?<br />
İnsanlık binlerce yıldır önce kendi<br />
yarattığı, sonra yine kendi yıktığı<br />
98 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Röportaj<br />
>Mert Baykal’ın yönettiği Fi’de<br />
Serenay Sarıkaya, Ozan Güven,<br />
Mehmet Günsur, Büşra Develi ve<br />
Berrak Tüzünataç ile birlikte çok<br />
sayıda ünlü isim rol alıyor.<br />
Fi’nin dizi olmasının ardından<br />
olumlu ve olumsuz çok sayıda<br />
dönüş aldığınızı biliyoruz.<br />
Olumsuz dönüşlerle ilgili<br />
okurlarınıza bir şeyler söylemek<br />
ister misiniz?<br />
Sadece kendilerine şu iki soruyu<br />
sormalarını isterdim: “Türkiye’de kaç<br />
kişi kitap okuyor?” “Türkiye’de kaç kişi<br />
dizi seyrediyor?” Diziden sonra kitabı<br />
alacakları sürprizler beklesin diye,<br />
kitaptaki sahnelerden daha farklı bir<br />
anlatımla geliştirildi dizinin hikâyesi.<br />
Azıcık güven ve zerre kadar da anlayışa<br />
ihtiyacım var.<br />
‘Aeden’ de sinemaya<br />
uyarlanabilecek özellikte, görsel<br />
anlatımı güçlü bir kitap. Böyle bir<br />
proje var mı?<br />
Aeden, sinemaya uyarlama hususunda,<br />
İngilizceye çevirisi bitmeden dahi<br />
bir sürü teklif aldı. Bunlardan biri<br />
Hollywood’daki yapım şirketi Tristar’dı,<br />
diğeri ise Netflix. Ancak, bunun için<br />
henüz erken olduğunu düşünüyorum.<br />
Bu kadar işe ve uğraşa nasıl<br />
yetişiyorsunuz? İşleriniz,<br />
çocuğunuz ve eşinize nasıl vakit<br />
ayırıyorsunuz?<br />
Sağlam kafa, sağlam vücuttadır.<br />
Dengeli besleniyorsan, güzel uyuyorsan,<br />
seviyor ve seviliyorsan hayata borçlu<br />
hissediyorsun. Bu borç ödenir mi<br />
bilmiyorum ama ölene kadar çalışmaya<br />
kararlıyım.<br />
“Teknoloji,<br />
sistemin<br />
parçası değil!”<br />
Teknolojiyi asla ‘sistem’in parçası olarak<br />
görmediğinin altını çizen Azra Kohen,<br />
şunları söylüyor: “İnsan zekâsının nimetleri<br />
nasıl inkâr edilebilir? Ben diyorum ki, bugün<br />
enerjiye muhtaç her teknoloji için, evrende<br />
bilinen en büyük nükleer reaktörlerden biri<br />
olan ve dünya gezegenindeki tüm yaşamı<br />
destekleyebilen güneşin enerjisinden<br />
yararlanacak zekâyı kullanmaya ne zaman<br />
başlayacağız? Bu zekâ, bugün var ancak<br />
hali hazırda köşeleri kapmış kartel ve<br />
tröstler tarafından baskılanıyor. Büyük<br />
bölümü suyla çalışan, yine sonrasında<br />
güneş enerjisinden yararlanılarak çalıştırılan<br />
otomobillerin 1970’lerde dünyaya ilan<br />
edilmesinin üzerinden epey zaman geçti.<br />
Bu teknoloji masal değil, bu teknolojiye<br />
ısrarla sahip çıkmak lazım.”<br />
100 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Seyahat<br />
Hallstatt<br />
Denen<br />
Büyülü Diyar<br />
“Yukarı Avusturya”nın Salzkammergut<br />
bölgesindeki minicik, şöyle bir tur<br />
atması bile birkaç saatte biten Hallstatt,<br />
masallardan, çizgi filmlerden fırlamış gibi<br />
duran büyülü bir diyara benziyor.<br />
102 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 103
Seyahat<br />
Hallstatt 1997’de UNESCO’nun<br />
Dünya Kültür Miras Listesi’ne<br />
girmiş. Düne gelince sadece<br />
bilenlerin ziyaret ettiği, yeni<br />
keşfedenlerin anlata anlata bitiremediği<br />
bu şirin diyar, işte o tarihten beri de<br />
insanların ilgi odağı haline gelmiş.<br />
Neden derseniz, cevabı biraz karışık.<br />
Öncelikle Hallstatt gerçekten sevimli<br />
ve küçücük bir köy. Bir ucundan<br />
diğerine yürüyerek iki saatte ulaşmak<br />
mümkün. İkincisi bunca küçük bir<br />
yer ama silme basma mucizelerle<br />
dolu. Yolda ilerlerken herhangi bir şey<br />
karşısında durup saatlerinizi harcamanız<br />
mümkün. Kat ettiğiniz yolun bir<br />
tarafında uzanan ve masallardan çıkmış<br />
gibi duran evler mi istersiniz, diğer<br />
yanınızda uzanan Hallstatt Gölü’nü<br />
mü istersiniz; bembeyaz kuğuların<br />
salındığı göl suları mı yoksa bir anda<br />
tepelere doğru yükselen Alpler’i mi…<br />
Hani “köyü iki saatte bir uçtan diğerine<br />
gidersiniz” dedik ama yarısına bile<br />
gelemeyebilirsiniz. Çünkü bu kısacık yol<br />
üzerinde birbirinden keyifli masallar,<br />
efsaneler, çocuk kalbine sızmaya aday<br />
yaşanmışlıklar ve hepsinin birkaç katı<br />
birden güzellikler yer alıyor, bizden<br />
uyarması…<br />
Yapma değil, orijinal!<br />
Hallstatt, Avrupa’nın en eski yerleşim<br />
yerlerinden biri olarak da biliniyor.<br />
Geçmişi yedi bin yıl önceye uzanan bu<br />
minik köy, geceleri oldukça sessiz ve<br />
hatta kasvetli. O kadar ki, ünlü korku<br />
romanları klasiği “Frankenstein”ın<br />
filme aktarıldığı yer olarak da biliniyor.<br />
Bu ayrıcalığı bile Hallstatt’ı “ölmeden<br />
görmeniz gereken yerler” listesine<br />
sokmaya değer! Hani demek istediğimiz o<br />
ki Hallstatt, bir Hollywood prodüksiyonu<br />
değil. İhtiyaç üzerine inşa edilmiş,<br />
sonra da turizme açılmış Hobbit köyü<br />
Shire’ı onda bulamazsınız. Sonradan<br />
tasarlanan değil hep böyle olan bir köy<br />
burası. Hatta iddia o ki, Çinliler bu köyü<br />
o kadar beğenmiş ki, aynısını Guangdong<br />
eyaletinin Huizhou şehrinde inşa etmiş.<br />
Ve bu iş için, yani kendi topraklarında<br />
yepyeni bir Hallstatt kurabilmek için<br />
980 milyon dolar harcamışlar! Çin nere,<br />
Avusturya nere… Meraklıları ya iki köyü<br />
de geziyor ya da internet üzerinden iki<br />
köyü kıyaslıyor çoğunlukla…<br />
Hallstatt’ta havaalanı bulunmuyor.<br />
Aslına bakarsanız iyi ki de havaalanı yok<br />
çünkü bu doğal ortamı tek bir havaalanı<br />
bile mahvetmeye yeterdi. Yolcular<br />
bu sevimli köye varabilmek için ya<br />
demiryolunu ya da karayolunu kullanıyor.<br />
Viyana’dan trenle yol dört saat sürüyor.<br />
Yalnız bu tuhaf bir yolculuk. Çünkü trenin<br />
penceresinden bakıp da gördüğünüz her<br />
yerde ya gözleriniz ya gönlünüz kalıyor.<br />
Yol üzerindeki Fuschlsee ve Wolfgangsee<br />
göllerini kare kare fotoğraflayıp<br />
gönlünüzün altın varaklı çerçevelerinde<br />
sonsuza dek saklamak istiyorsunuz.<br />
Küçük bir tekneyle Hallstätter Gölü’nü<br />
geçmek ve 7-8 dakikalık bu tekne keyfi<br />
de bu yolculuğun bir parçası oluyor.<br />
Göl üzerinde bazı günler öyle yoğun<br />
bir sis tabakası var ki, elinizle adeta<br />
dokunabiliyorsunuz.<br />
Hallstatt demişken…<br />
Dünyanın en eski tuz madeni olarak<br />
bilinen Salzwelten de Hallstatt’ta… Arzu<br />
edenler, bu tarihi tuz madenini de ziyaret<br />
edebiliyor. Okyanusun, bundan 250<br />
milyon yıl önce dağın içine taşıdığı tuza<br />
parmaklarınızla dokunmak bile mucize<br />
gibi bir şey… Bu küçük köy, evlenmek<br />
isteyenlerin de gözdesi çünkü her yıl<br />
yüzlerce çift bu masalsı köyde evlenmeyi<br />
tercih ediyor. Siz belki misafir olduğunuz<br />
için saygı görüyorsunuz ama burada eski<br />
ne varsa rağbette… Meselâ Rudolfstrum<br />
adlı restoranları (dile kolay) 700 yıllık!<br />
Ziyaretçilerin izlediği rota genellikle şu<br />
oluyor: Önce Salzwelten gezilip görülüyor,<br />
sonra Alpler ve Hallstätter Gölü’nden<br />
oluşan Welterbeblick Dünya Kültür Mirası<br />
Manzarası doyasıya izleniyor ve 700 yıllık<br />
Rudolfsturm’da sıcak bir şeyler, tercihen<br />
mis kokulu bir kahve yudumlanıyor. Sonra<br />
restoranın önündeki uçuruma sıra geliyor.<br />
Oracıktaki bir platformdan manzara<br />
doyasıya izleniyor. Dikkatinizi asma<br />
kilitler çekerse hemen açıklayalım: Bir<br />
zamanlar bir şeyler dileyip tam da<br />
bu platforma kilitleyen insanların<br />
istekleri onlar…<br />
İsterseniz tüm Hallstatt ziyaretinizi<br />
bu manzaralar içinde kaybolarak<br />
geçirebilirsiniz ama sanki köyün<br />
“Eski Şehir” ya da “Pazar Yeri” denen<br />
meydanına inmekte de fayda var. Öyle<br />
ya, bu masalsı diyarı gerçekten ziyaret<br />
ettiğinizi kanıtlamak için sevdiklerinize<br />
birkaç hediyelik hatıra eşya almanız<br />
gerekecek.<br />
Civarı başka güzel<br />
Hallstatt’ın civarı da böyle, tıpkı kendisi<br />
gibi büyüleyici… 15 km batısındaki<br />
Gosau Gölü ve gölün tepesindeki<br />
Dachstein Buzulu örneğin… Çevresini<br />
1,5 saatte turlayabileceğiniz bu gölü<br />
adım adım görmenin tek yolu bu, yani<br />
yürümek. Yine Hallstatt’a 15 dakika<br />
uzaklıktaki Obertraun bölgesi de<br />
görülecek yerler arasında. 20 dakika<br />
boyunca tırmandığınız bir yokuşun<br />
ardından Dachstein Buzul Mağarası’na<br />
ulaşıyorsunuz. Burası, Nisan-Ekim<br />
sonu arası gezmenize izin verilen 2,7<br />
km’lik bir mağara ve içinde de boyu 9<br />
metreyi bulan buzullar var. Füniküler<br />
vagonlarını kullanarak daha yukarılara<br />
tırmandığınızda ise kendinizi Alpler’in<br />
bağrında buluyorsunuz. Soğuk hava, kar,<br />
buzullar, buz mavisi rengiyle göl ve sizi<br />
belirsizliğe davet eden uçurum işte şimdi<br />
bir arada! Kanınız donuyor mu içiniz kıpır<br />
kıpır mı bilemiyoruz ama bildiğimiz bir<br />
şey var: Manzara gerçekten soluk kesici…<br />
104 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
%100 DOĞAL KİŞİSEL BAKIM VE EV BAKIM ÜRÜNLERİ<br />
INCIA %100 DOĞAL<br />
TEMİZLİK ÜRÜNLERİ<br />
ŞİMDİ ECZANELERDE
Gündem<br />
PharmetIc,<br />
“Tebessüm Kahvesİ”nde…<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği, dünyanın birçok yerinde sosyal sorumluluk projesi<br />
olarak saygı gören “Down Kafe” konseptiyle hazırlanmış Tebessüm Kahvesi’nde anlamlı<br />
ve güzel bir etkinliğe imza attı, Down sendromlu gençlerimizle kaynaştı.<br />
D<br />
own sendromlu gençlerin sabah 08.00’dan itibaren<br />
başladığı çalışma hazırlıkları, gelen konuklarla<br />
ilgilenmeleri, kahvaltı servislerini yapmaları<br />
etkinliğin en güzel anlarını oluşturdu. Grup halinde<br />
yaptıkları sunumda tek başlarına toplu taşıma araçlarına<br />
binmeyi, sosyal etkinliklere katılarak görev almayı, sosyal<br />
ilişkiler kurmayı öğrendiklerini anlattılar. <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />
Eczacılar Derneği Başkanı Ecz. Armağan Ener, Yönetim Kurulu<br />
ve Dernek üyeleri bu güzel proje için Üsküdar Belediyesi’ne,<br />
Tebessüm Kahvesi’nde görev alan tüm personele teşekkür<br />
ederken duygusal anlar yaşadılar.<br />
Başarılı Bir Sosyal Proje<br />
Proje ile ilgili bilgi veren işletme müdürü; Down’lu gençlere<br />
çalışmalarında rehberlik etmek, desteklemek, takiplerini<br />
yapmak ve organizasyonun yürütülmesi için özel eğitim<br />
öğretmeni, işletme müdürü, 4 yardımcı personel ve 1 kasiyer<br />
görevlendirildiğini belirtti. Görevli meslek elemanlarının<br />
sabah 8.00 akşam 20.00 saatleri arasında haftanın 7 günü<br />
ihtiyaca göre çalışma süresini planlayarak görevlerini<br />
sürdürdüklerini ve kafenin gelir gider, malzeme giriş çıkışı,<br />
ihtiyaçların tespiti ile temini ve benzeri işlerin yine bu ekip<br />
tarafından koordineli olarak yürütüldüğünü dile getirdi.<br />
“Herkesi Tebessüm Kahvesi’ne<br />
Davet Ediyoruz”<br />
Tebessüm Kahvesi’nde çalışan Down sendromlu gençlerle<br />
personeline ve <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />
üyelerine kısa bir konuşma yapan Dernek Başkanı Ecz.<br />
Armağan Ener herkesi bu güzel, anlamlı ve başarılı projeye<br />
destek vermeye, Tebessüm Kahvesi’nde zaman geçirmeye<br />
davet etti. Bahçeye girer girmez güzel enerjinin ve sevginin<br />
hissedildiğini belirten Ecz. Armağan Ener “Tebessüm<br />
Kahvesi iyi düşünülmüş, doğru planlanmış ve uygulaması<br />
gerçekleştirilmiş çok başarılı bir proje. Burada çocuklarımızla<br />
bir arada olmaktan dolayı büyük mutluluk duyduk. <strong>Pharmetic</strong><br />
olarak her zaman sizinleyiz” dedi.<br />
106 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
PGED’İN ECZACILIK BAYRAMI<br />
BALOSU BU YIL DA COŞKULU GEÇTİ<br />
<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği, geleneksel 14 Mayıs balosunu yine yoğun bir katılım<br />
ve coşkuyla gerçekleştirdi. Baloda sektörün ileri gelenleri de PGED’i yalnız bırakmadı.<br />
P<br />
harmetic Girişimci Eczacılar Derneği; 14 Mayıs<br />
Eczacılık Bayramı’nı geleneksel hale gelen <strong>Pharmetic</strong><br />
Balosu ile kutladı. İstanbul Moda Deniz Kulübü’nde<br />
gerçekleşen balo, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar<br />
Derneği üyeleri, TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak, İstanbul<br />
Ecza Odası Başkanı Ecz. Cenap Sarıalioğlu, Bursa Ecz. Odası<br />
Başkanı Ecz. Yalın Ökmen, Prof. Dr. Erdem Yeşilada, Prof.<br />
Dr.Turgay Çelik, Selçuk Holding CEO’su Sn. Sonay Gürgen,<br />
Alliance Healthcare Genel Müdürü ve Grup CFO’su Sn. Selim<br />
Taşo; sağlık sektörünün yayın kuruluşları, ilaç, dermokozmetik,<br />
OTC firma yöneticileri ve çalışanları olmak üzere 300’den fazla<br />
katılımcıyla gerçekleşti.<br />
Büyük emeklerle ve titizlikle hazırlanan ve <strong>Pharmetic</strong> üyeleri<br />
ile sektör temsilcilerinin yoğun ilgi gösterdiği balo, açılış<br />
kokteyli ile başladı. Açılışta söz alan <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />
Eczacılar Derneği Başkanı Ecz. Armağan Ener, yoğun alkış<br />
alan konuşmasında; öncelikle değerli konuklarını ağırlamaktan<br />
duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Yine Mayıs ayındaki<br />
Anneler Günü’nü de kutlayan Ecz. Armağan Ener, 19 Mayıs<br />
Atatürk’ü Anma Gençlik ve spor Bayramı’nı da başta Gazi<br />
Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye’ye emek verenleri<br />
saygı ve minnetle anarak kutladı.<br />
Konuşmasının devamında <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar<br />
Derneği’nden söz eden Ener, dernekle ilgili olarak “Hedeflerini<br />
geleceği şekillendirmek üzerine kurarak, tüm sektör<br />
bileşenlerini içine almıştır. Eczacı danışmanlığının önemini<br />
kavrayarak paylaşabilen etkinlikleri, organizasyonları, eğitimleri<br />
ile bir dernekten ötesi olmayı başarmış, günün ekonomik,<br />
sosyal sağlık anlayışlarını yakalamış ve büyük bir kültür<br />
oluşturmuştur” ifadelerini kullandı. Düşüncesiyle, felsefesiyle,<br />
davranışlarıyla, sağlık adına yaptıklarıyla bir “PGED kültürü”<br />
oluştuğunu da vurgulayan Ecz. Armağan Ener, “Bu kültürü<br />
paylaşarak her zaman taş ütüne taş koyan, varlığı ile bizlere<br />
değer katan sizleri yürekten kutluyor ve alkışlıyorum” dedi.<br />
PGED’e yeni katılan üyelere <strong>Pharmetic</strong> rozetlerinin<br />
takılmasının ardından, 14 Mayıs Eczacılık Bayramı kutlama<br />
programına geçildi ve gece hem coşku hem de heyecan<br />
uyandıran birbirinden güzel etkinliklerle tamamlandı.<br />
<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 107
Hukuk<br />
SORULARLA İŞÇİ HAKLARI -I-<br />
Ankara Barosu Avukatlarından Gönül Apaydın, işçilerin haklarını anlatıyor. Özellikle işten<br />
ayrılma halinde işçinin hangi haklara sahip olduğunu onun kaleminden öğreniyoruz.<br />
Av. Gönül Apaydın<br />
Ankara Barosu Avukatı<br />
İşveren, işçinin çalışma şartlarını ve görev<br />
yerini değiştirebilir mi?<br />
İşveren, yönetim hakkı kapsamında işçinin<br />
çalışma şartlarını değiştirebilir. Ancak İş<br />
Kanunu’nda işverenin, -işçi aleyhine- çalışma<br />
koşullarında esaslı değişiklik yapabilmesi iki<br />
şarta bağlanmıştır. Bunlardan ilki değişikliğin<br />
işçiye yazılı olarak bildirilmesi, ikincisi ise işçinin<br />
işverenin bildiriminden itibaren altı (6) işgünü<br />
içinde bu değişikliği yazılı olarak kabul etmesidir.<br />
Yani işveren yazılı bildirimde bulunmadan ve altı<br />
iş günü içinde işçinin yazılı kabulünü almadan<br />
çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik<br />
yapamaz. Esaslı değişiklik kabul edilecek haller<br />
şunlardır:<br />
• İşçinin ücretinin azaltılması,<br />
• İşçinin çalışma saatlerinin değiştirilmesi ve<br />
bu değişikliğin, işçinin yaşamında zorluklar<br />
yaratması veya çalışma şartlarını ağırlaştırması,<br />
• İşçinin niteliği ile bağdaşmayan veya önceki<br />
işine nazaran daha ağır, zor veya tehlikeli yeni bir<br />
işte görevlendirilmesi,<br />
• İşçinin, işverene ait başka şehirdeki işyerinde<br />
görevlendirilmesi veya aynı il sınırları içinde<br />
olmakla birlikte, işçinin yeni işyerine gitmesinin<br />
işçi için daha masraflı olması veya yolunun<br />
daha uzun sürmesi nedeniyle işçinin dinlenme<br />
saatlerinin azalması.<br />
İşçinin çalışma şartlarında esaslı değişikliği kabul<br />
etmemesi durumunda, işverenin değişiklikleri<br />
kabul etmeyen işçiye bu değişikliği dayatması<br />
sıkça rastlanan bir durumdur. Bu dayatma<br />
başka işyerine nakil kararı alınan ve bunu kabul<br />
etmeyen işçinin, eski işyerine alınmaması veya<br />
maaş eksiltmesini kabul etmeyen işçiye maaşının<br />
eksik ödenmekte direnilmesi vb. şekillerde<br />
vuku bulabilir. Şayet çalışma şartlarında esaslı<br />
değişiklik yapılan ve bu değişikliği kabul etmeyen<br />
işçiye, işveren aldığı değişiklik kararlarını<br />
zorla dayatıyorsa, Yargıtay bu durumda, iş<br />
sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak<br />
feshedildiğini kabul etmektedir. Bu haksız<br />
fesih karşısında işçi, kıdem tazminatını talep<br />
edebileceği gibi şartların varlığı halinde İş<br />
Kanunu m.17-21 uyarınca işe iade davası da<br />
açabilir. (İşe iade davası: İşçinin iş sözleşmesinin<br />
haksız ve geçersiz feshedilmesi nedeniyle, eski<br />
şartlarıyla işe iade edilmesi; aylık ücretinin 4<br />
katı tutarında boşta geçen süreye ilişkin tazminat<br />
ödenmesi; işverenin işe iade talebini kabul<br />
etmemesi halinde ayrıca 4 ila 8 ücret tutarında<br />
işe başlatmama tazminatının ödenmesi talebiyle<br />
açılan davadır.) İşveren, işçinin ücretini eksik<br />
ödemekte direniyorsa, bu takdirde işçi eksik<br />
ödenen kısımlar için alacak davası açabilir.<br />
İşçilik alacakları geçmişe yönelik 5 yıl için<br />
talep edilebilir. İşverenin çalışma şartlarında<br />
esaslı değişikliği diretmesi durumunda işçi de<br />
iş sözleşmesini kıdem tazminatını talep etmek<br />
suretiyle haklı olarak feshedebilir.<br />
İşçi, evlenmesi nedeniyle işten ayrılması<br />
durumunda kıdem tazminatı talep edebilir mi?<br />
İş Kanunu, evlenen kadın işçinin, bir yıl içinde iş<br />
sözleşmesini feshetmesi halinde kıdem tazminatı<br />
alabileceğini kabul etmiştir. Burada dikkat<br />
edilmesi gereken, evlenme tarihinden itibaren en<br />
geç bir yıl içinde işçinin evlenme sebebiyle işten<br />
ayrılmak istediğini işverene bildirmesidir. İlgili<br />
kanun hükmü sadece kadın için öngörülmüş olup<br />
erkek işçinin böyle bir hakkı bulunmamaktadır.<br />
Yargıtay, evliliğini gerekçe göstererek işten ayrılan<br />
kadın işçinin, ayrılmasından hemen sonra aynı<br />
şehirde başka bir işe başlaması durumunda dahi<br />
ayrıldığı eski işyerinden kıdem tazminatı talep<br />
edebileceği yönünde kararlar vermektedir.<br />
İşçi, askere giderken ayrıldığı işyerinden kıdem<br />
tazminatı talep edebilir mi?<br />
İş Kanunu uyarınca muvazzaf askerlik nedeniyle<br />
işten ayrılacağını bildiren işçi, kıdem tazminatını<br />
almaya hak kazanır. Ancak Yargıtay; işçinin işten<br />
ayrılmasıyla askere gitmesi arasında makul<br />
bir süre olması gerektiği<br />
görüşündedir. Makul<br />
süre kavramının ne<br />
kadar olduğu Yargıtay<br />
kararlarında<br />
açıkça belirtilmemiştir. Yargı kararlarında 3,5<br />
ve 5 ay makul süre olarak kabul edilirken işten<br />
ayrıldıktan 14 ay sonra askere giden işçinin ise (14<br />
ay makul bir süre olmadığından) kıdem tazminatı<br />
talep edemeyeceği yönünde karar verilmiştir.<br />
Yargıtay kararlarında, kısa süreli askerliğin<br />
de muvazzaf askerlik sayılacağı ancak bedelli<br />
askerlik nedeniyle işten ayrılma durumunda<br />
kıdem tazminatı istenemeyeceği kabul edilmiştir.<br />
Askerlik nedeniyle işten ayrılan işçi,<br />
döndüğünde işverenden eski işini talep<br />
edebilir mi?<br />
Askerlik hizmeti biten işçi, askerlik ödevinin son<br />
bulduğu tarihten itibaren iki ay içerisinde eski<br />
işyerine başvurursa, işveren işçinin eski işinde<br />
veya benzer bir işte boş yer varsa derhal, o tarihte<br />
boş yer yok ise eleman ihtiyacının ortaya çıkması<br />
halinde öncelikle başvuran işçiyi işe almalıdır.<br />
İşveren boş yer olduğu halde eski işçisini almaz<br />
veya eleman ihtiyacı olması durumunda önceliği<br />
eski işçisine tanımaz ise işçisine üç (3) aylık ücret<br />
tutarında tazminat ödemekle yükümlüdür.<br />
İşçi emekliliğe hak kazandığında, işten<br />
ayrılmak isterse kıdem tazminatı talep<br />
edebilir mi?<br />
Sosyal Sigortalar Kanunu’nda (madde 60)<br />
işçinin emekli maaşına hak kazanması için<br />
belirli bir yaşa gelmesi, belirli bir sigortalılık<br />
süresini ve prim ödeme gün sayısını doldurması<br />
gerekmektedir. Çalışmakta olan işçi, yaş şartı<br />
gerçekleşmediği halde sigortalılık süresi ve<br />
prim ödeme gün sayısı itibariyle emeklilik<br />
şartlarını gerçekleştirmiş ve artık çalışmak<br />
istemiyorsa, kıdem tazminatı talep ederek işten<br />
ayrılma hakkına sahiptir. Sigortalılık süresi ve<br />
prim ödeme gün sayısı bakımından emeklilik<br />
şartlarını kazandığını SGK’dan aldığı bir yazı<br />
ile belgeleyen işçi, bu yazıyı işverene sunarak<br />
emeklilik gerekçesiyle kıdem tazminatını alarak<br />
işten ayrılabilir. Burada tartışmalı olan konu,<br />
emeklilik nedeniyle işten ayrılan işçinin, sonra<br />
başka bir işte çalışmaya başlaması durumunda<br />
ne olacağıdır. Yargıtay, emekliliğini gerekçe<br />
göstererek işten ayrılan işçinin bir süre<br />
sonra başka bir işe girmesi halinde, bu<br />
durumu Anayasa tarafından güvence<br />
altına alınan çalışma özgürlüğü<br />
kapsamında değerlendirerek,<br />
işçinin ayrıldığı işyerinden kıdem<br />
tazminatı talep etmesini haklı<br />
bulmaktadır.<br />
108 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Uzman Görüşü<br />
Dr. Ayça Kaya<br />
<strong>Sağlık</strong>lı Yaşam Merkezi<br />
Çiftehavuzlar / İstanbul<br />
Bayramda tansiyon,<br />
şeker, kolesterol ve kalp<br />
hastalarının dikkatli<br />
olmasında fayda<br />
var. Çünkü yüksek<br />
karbonhidratlı ve yağlı<br />
yiyeceklerde porsiyon<br />
kontrolü yapılmaz ve<br />
çok fazla miktarda<br />
tüketilirse sağlık<br />
sorunları ortaya çıkabilir.<br />
Şeker gibi bayramınız olsun<br />
ama şekeri az olsun!<br />
Bir aylık oruçlu günlerimizden<br />
sonra gelen bayram günlerinde,<br />
birden ve çok lezzetli yemeklerle<br />
karşı karşıya kalırız. İkramlar,<br />
ziyaretler, davetler derken eğer dikkat<br />
etmezsek yediğimiz yiyecekler bünyemize<br />
ağır gelebilir ve çeşitli sağlık sorunları<br />
yaşayabiliriz.<br />
İşte size daha sağlıklı bayram geçirmeniz<br />
için öneriler;<br />
• Genellikle adı da kendi gibi şeker<br />
yüklü bu bayramda ilk yapacağınız<br />
değişiklik: Bayram tatlısı olarak artık<br />
baklava yapmaktan vazgeçin ya da çok<br />
az yapmaya çalışın. Çünkü baklava<br />
tatlısını incelediğimizde şeker, un ve<br />
yağdan oluşan tam bir kalori bombası<br />
olduğunu görürüz. Bir adet baklava<br />
bir dilim ekmeğe eşittir. Tek bir<br />
baklavayı eritebilmek için de en az 10<br />
dakika tempolu yürümeniz gerekir.<br />
Üç baklava için ise yaklaşık 30 dakika<br />
yürümeniz gerekir. Bu kalori bombası<br />
tatlı evlerimizde yapılırken de tepsi tepsi<br />
yapılır ve bayram günleri geçtikten sonra<br />
da yenmeye devam edilir.<br />
O nedenle evinizde yapıyorsanız<br />
ve baklava yapmaktan vazgeçmek<br />
istemiyorsanız bir tepsiden fazla<br />
yapmayın. Gittiğiniz yerlerde de bir<br />
gün içinde toplamda üç dilimden fazla<br />
yemeyin. Baklava yerine de daha hafif<br />
olan sütlü veya meyveli tatlıları tercih<br />
edin. Hatta daha da iyisi taze meyve ikram<br />
etmek ve yemek olacaktır.<br />
• Evlerimize paket paket çikolatalar ve<br />
şekerlemeler almaktan vazgeçelim. Kapıyı<br />
çalan çocuklara da bu şekerlemeler yerine<br />
taze meyve, mendil ya da cep harçlığı<br />
vermek daha uygun olacaktır. Böylelikle<br />
hem çocukların daha sağlıklı beslenmesine<br />
katkıda bulunursunuz hem de bayramdan<br />
sonra kalan çikolataları ve şekerlemeleri<br />
kendiniz yememiş olursunuz.<br />
• Bu bayramda su böreği yapmak ve ikram<br />
etmek de en yerleşik adetlerimizden<br />
biridir. Hamuru ve yağı bol böyle bir börek<br />
yapmaktansa sebzesi bol, hamuru ve yağı<br />
daha az olacak şekilde sebzeli börekler<br />
yapmaya gayret edelim. Bir dilim su<br />
böreği yediğinizde dört dilim ekmek ve bir<br />
yemek kaşığı yağ yediğinizi unutmayın.<br />
Bu böreği yakmak için de yine en az yarım<br />
saat yürümek gerektiğini göz önünde<br />
bulundurun.<br />
• Tansiyon, şeker, kolesterol ve kalp<br />
hastalarının da dikkatli olmasında fayda<br />
var! Yüksek karbonhidratlı ve yağlı<br />
yiyeceklerin porsiyon kontrolü yapılmaz ve<br />
çok fazla miktarda tüketilirse tansiyon ve<br />
şekerin çok yükselmesi, bayılmalar, kalpte<br />
ritim bozuklukları ortaya çıkabilir. Hatta<br />
bayram, hastanelerin acil servislerinde<br />
geçirilebilir. O nedenle daha az yağlı, daha<br />
az tuzlu ve daha az karbonhidratlı yemeye<br />
özen göstermek gerekir.<br />
• Bayramı spor için de bir fırsat olarak<br />
görmek ve güneşin az etkin olduğu sabah<br />
erken saatlerde veya akşamüstü, en az<br />
yarım saat, mümkünse bir saat olacak<br />
şekilde hareket etmek gerekir.<br />
110 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Pharmetic</strong> Akademi<br />
Uzm. Ecz. Leyla Haykır<br />
Yeni Burak Eczanesi<br />
Kozyatağı – İstanbul<br />
Alerjik hastalıklara<br />
tanı koymak için<br />
uygulanan laboratuvar<br />
testleri, hasta üzerinde<br />
uygulanan testler ve<br />
kan testleri olmak üzere<br />
ikiye ayrılır.<br />
Alerji deyip geçmeyin<br />
Alerjik hastalıklar genetik<br />
yatkınlığı olan bireylerde<br />
“alerjen” olarak adlandırılan<br />
maddelerin, vücuda girdikten<br />
sonra bağışıklık sistemini uyarması ve abartılı<br />
bir yanıt oluşturması ile ortaya çıkar. Alerji<br />
belirtileri, etkilenen doku ve organa göre<br />
değişir. Burun etkilendiğinde “alerjik rinit”, göz<br />
etkilendiğinde “alerjik konjuktivit”, solunum<br />
sistemi etkilendiğinde “alerjik astım”, deri<br />
etkilendiğinde ürtiker ya da egzama olarak<br />
adlandırılır. Birden fazla sistemin etkilenmesi<br />
durumunda ise “anafilaktik şok” denen ve<br />
derhal müdahale edilmesi gereken bir tablo<br />
ortaya çıkar.<br />
Alerjik hastalıklar farklı mekanizmalarla<br />
oluşabilir. Öte yandan farklı yollardan alınan<br />
farklı alerjenler de aynı tabloyu oluşturabilir.<br />
Mesela ilaçlar, böcek zehirleri ve besinler<br />
birbirinden farklı alerjenler olmalarına<br />
rağmen; sistemik anafilaksi, ürtiker ve<br />
anjiyoödem yapabilirler. İnhalasyonla alınan<br />
alerjenler; genellikle atopik hastalıklara<br />
(alerjik rinit, alerjik astım, alerjik<br />
gastroenteropati, atopik dermatit); oral<br />
alınan alerjenler astım, anafilaksi, ürtiker ve<br />
anjiyoödeme; temasla alınan alerjenler kontakt<br />
dermatite ve nadiren ürtikere; enjeksiyon yolu<br />
ile alınan alerjenler ise anafilaksi, ürtiker ve<br />
anjiyoödeme yol açarlar.<br />
Kapalı ortamlardaki alerjenler; mantar küfleri,<br />
temizlik ürünleri, ev tozları, evcil hayvan<br />
tüyleri gibi alerjenlerdir.<br />
Alerjik rinitli hastalarda başlıca belirtiler<br />
arka arkaya hapşırma, su gibi burun-boğaz<br />
akıntısı ve kaşıntısıdır. Hastaların bir kısmında<br />
gözlerde konjuktivit gelişebilir. Önlem<br />
alınmazsa astıma çevirebilir.<br />
Deride kaşıntı ve kabarıklık şeklinde kendini<br />
gösteren ürtiker; çoğunlukla gıda ve ilaç<br />
alerjilerinde ve böcek ısırmalarında gelişir.<br />
Ancak ürtikere neden olabilen parazit<br />
hastalıkları, tiroid hastalıkları gibi durumlar<br />
ihmal edilmemelidir.<br />
Atopik dermatit daha çok çocuklarda görülür.<br />
Derinin belirli bölgelerinde kızarıklık,<br />
pullanma kaşıntı vs. gibi belirtiler verir.<br />
Ilık su ile banyo yapmak, pamuklu giysileri<br />
tercih etmek, deterjandan kaçınıp doğal<br />
sabun kullanmak alınabilecek tedbirlerden<br />
bazılarıdır.<br />
Gıda ve ilaç alerjileri farklı karakterlerde<br />
deri döküntülerine neden olur. Bazen tablo<br />
anafilaktik şoka kadar gidebilir. Arı sokması<br />
alerjileri bu tablonun gelişmesinde etkendir.<br />
Gelişmiş ülkelerde yaklaşık her 3 kişiden 1’inde<br />
alerjik rinit, her 10 kişiden 1’inde bronşial<br />
astım, her 20 kişiden 1’inde atopik egzama<br />
olduğu bildirilmektedir. İnsanların yaklaşık<br />
%30-40’ının bir alerjik sorunu olduğu tahmin<br />
edilmektedir.<br />
Bazı Önemli Alerjik Hastalıklar<br />
Atopik hastalıklar: Atopik dermatit, alerjik<br />
kontakt dermatit, alerjik rinit, mesleki astım,<br />
ürtiker ve anjiyoödem...<br />
Besin alerjileri: İnek sütü alerjisi, ilaç alerjileri,<br />
alerjik astım...<br />
Alerjik Hastalıklarda Tanı<br />
Alerjik hastalıklarda tanı; iyi bir öykü, fizik<br />
muayene, laboratuvar ve alerji testlerine<br />
dayanır. Dikkatle alınan anemnez %70-80<br />
vakada tanıya yardımcı olduğu gibi hastalığın<br />
önemi ve izlenecek laboratuvar araştırmalarına<br />
ışık tutar. Laboratuvar testleri ise hasta<br />
üzerinde uygulananlar ve kan testleri olmak<br />
üzere ikiye ayrılır: Deri, Yama, Solunum<br />
fonksiyon, Kan ve Provokasyon testleri...<br />
Tedavi<br />
Tedavi çoğunlukla semptomatiktir. Öncelikle<br />
sorumlu alerjenden uzaklaşmak gerekir.<br />
Etkilenen organa ve hastalığa göre farklı<br />
özelliklerde ilaçlar ve yöntemler kullanılır.<br />
Antihistaminikler, sempatomimetikler,<br />
kortikosteroidler uygun dozlarda bu amaçla<br />
kullanılan ilaçlardır. Bu tür tedaviler kısa<br />
vadede belirtileri hafifletirken, uzun vadede<br />
kısmen iyileştirici etki gösterir.<br />
Geleneksel tedavilerle sonuç alınamayan<br />
hastalarda ‘immünoterapi’ olarak adlandırılan<br />
aşı tedavisi uygulanır. Bu amaçla standart alerji<br />
özütleri kullanılır. Belli zaman aralıklarında<br />
deri altına enjekte edilir. Başlangıç ve devam<br />
tedavisi olarak iki aşamada yapılır. Diğer bir<br />
immünoterapi yöntemi de alerjenlerin damla<br />
veya tablet şeklinde dilaltından verilmesidir.<br />
Ancak aşı tedavisine alternatif bir yöntem<br />
değildir.<br />
Korunma<br />
En etkili yol, bilinen alerjenlerden kaçınmaktır.<br />
Bunun için diyet, mesleği veya yaşanan<br />
yeri değiştirmek, bir ilacın kullanımına son<br />
vermek gerekebilir. Alerjen tümüyle ortadan<br />
kaldırılamıyorsa, alerjene maruziyeti azaltıcı<br />
önlemler alınmalıdır. Bu amaçla alerjenle<br />
teması azaltıcı kişisel koruyucular; eldiven,<br />
maske, gözlük vb. kullanılabilir.<br />
112 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
<strong>Pharmetic</strong> Akademi<br />
Ecz. Banu Kuruca<br />
Büyük Eczane<br />
Tarabya - İstanbul<br />
Detoks uygulamasıyla<br />
beyin, böbrek, karaciğer<br />
gibi organların,<br />
kardiyovasküler sistem<br />
ve bağışıklık sistemi<br />
fonksiyonlarının tam<br />
kapasite ile çalışması<br />
ve performanslarının<br />
artırılması sağlanır.<br />
Detoks nedir, ne değildir?<br />
Detoks denince aklımıza ilk<br />
gelen şey zayıflamak olur.<br />
Oysa ki detoks, vücudumuzun<br />
toksinlerden (zehirlerden)<br />
arınmasıdır. Detoks aslında vücudumuza<br />
solunum yolu ve besinler aracılığıyla<br />
giren ve atık madde olarak dışarı<br />
atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden<br />
kurtulmaktır. Uzun süre yağlı, şekerli<br />
ve zararlı yiyeceklerle beslenme, fazla<br />
miktarda sigara, alkol ve ilaç kullanımı,<br />
stres, hava kirliliği, iklim değişiklikleri,<br />
hareketsiz yaşam, kronik kabızlık, grip,<br />
nezle, soğuk algınlığı gibi hastalıklar<br />
vücudumuzda biriken toksinlerin<br />
atılmasını sağlayan enzimlerin çalışma<br />
kapasitelerini azaltır. Böylece toksinler<br />
vücudumuzda birikmeye başlar.<br />
Vücudumuzdan atılamayan toksinler<br />
nasıl bir bozulmaya neden olur?<br />
Toksinlerin zararlı etkileri vücudumuzda<br />
genellikle yorgunluk, bitkinlik, kendini iyi<br />
hissetmeme, aşırı uyku ya da uykusuzluk,<br />
kas ve eklemlerde gerginlik, sinirlilik,<br />
yorgunluk, asabiyet, baş ağrısı, net<br />
görememe sorunu, kabızlık, boyun<br />
tutulmaları, gribal enfeksiyonu sık sık<br />
yaşamak, uykusuzluk, göğüs ağrıları ve<br />
hırıltısı, öksürük, deri döküntüsü, ağız<br />
kokusu, bağışıklık sisteminin zayıflaması,<br />
baş dönmesi, hazımsızlık, bağırsaklarda<br />
problem, bulantı, kusma ve bayılma gibi<br />
ruhsal veya fiziksel sağlık sorunlarına yol<br />
açar. Kişinin arınma mekanizması zayıf<br />
ise daha hızlı yaşlanma eğilimindedir<br />
ve kalp hastalıkları, kanser ve kronik<br />
dejeneratif hastalıklara yakalanma<br />
riski daha fazla demektir. Kişi bu tür<br />
reaksiyonları sıklıkla yaşıyorsa mutlaka<br />
detoks yöntemi uygulamalıdır. Bu gibi<br />
durumlarda vücudun temizlenmeye ve<br />
zararlı atıklardan arınmaya ihtiyacı vardır.<br />
Detoksun vücudumuza yararları<br />
nelerdir?<br />
Detoks sayesinde organlarımızın; örneğin<br />
beyin, böbrek, karaciğer, kardiyovasküler<br />
sistem ve bağışıklık sistemi<br />
fonksiyonlarının tam kapasite ile çalışması<br />
ve performanslarının artırılması sağlanır.<br />
Kısaca sağlığımızın devamı sağlanır.<br />
Detoks nasıl yapılır?<br />
Karaciğeri en çok destekleyen gıdalar<br />
zerdeçal, enginar ve hindibadır. Enginarı<br />
pişmiş veya çiğden salataya ekleyerek en az<br />
haftada dört adet tüketmek gerekir. Lifli<br />
yapıda olduğu için bağırsakların düzenli<br />
olarak çalışmasına yardımcı olur. Bir<br />
tatlı kaşığı zerdeçal yemeklere bölünerek<br />
tüketilince karaciğeri temizleyici etkisine<br />
ek olarak sindirimi rahatlatır ve eklem<br />
ağrılarını azaltır. Ananas, yeşil çay,<br />
karahindiba ve turp diüretik özellikte olup<br />
vücuttan ödem ve toksinlerin atılmasına<br />
yardımcı olur. Detoks döneminde<br />
karaciğeri yoran kızartmalar ve kimyasal<br />
katkılı gıdalardan uzak durmak gerekir.<br />
Detoks yönteminin yapılma aşamaları ve<br />
bu yöntemin çeşitleri vardır ve süre ise bu<br />
çeşitlere göre değişiklik göstermektedir.<br />
Asıl yapılması gereken, kişinin hayat<br />
şartlarına, beslenme yöntemine,<br />
bulunduğu ortama; kısacası kişiye özel<br />
bir detoks programının oluşturulmasıdır.<br />
<strong>Sağlık</strong>lı beslenme, egzersiz, bol sıvı<br />
tüketimi ve eczacılarınızın önerdiği<br />
gerekli besin takviyeleriyle kişiye özel<br />
detoks sağlanabilir.<br />
114 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>
Güneş altında leke bakımı!<br />
Lekeli ciltler için maksimum güneş koruması!<br />
Institut Esthederm Türkiye<br />
EsthedermTr<br />
Esthederm_Tr<br />
Institut Esthederm Türkiye<br />
SADECE ECZANELERDE