13.08.2017 Views

Pharmetic Sağlık - 33

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

YIL 8 / SAYI <strong>33</strong> / YAZ 2017<br />

www.pharmetic.org<br />

Yaz<br />

Keyfi<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />

Eczacılar Derneği’nin<br />

ücretsiz yayınıdır.<br />

www.pharmetic.org<br />

BESİN ETİKETİ OKUMAK + REFLEKS TERAPİYLE<br />

OBEZİTE TEDAVİSİ + GELECEK NESİL NE İŞ YAPACAK?<br />

+ KENTLERİN ŞİZOFREN SAKİNLERİ + RÖPORTAJ:<br />

AZRA KOHEN + SEYAHAT: HALSTATT


Üstün Dermokozmetik Anlayışı<br />

HYDRAGENIST<br />

NEMLENDİRİCİ DOLGUNLAŞTIRICI ETKİ<br />

DOKU OKSİJENİZASYONUNUN NEMLENDİRİCİ<br />

ETKİSİNİ KEŞFEDİN!<br />

« HAYATIN IŞIK<br />

SAÇAN YANI, İŞTE<br />

ONU SEVİYORUM!»<br />

Eleonora Carisi<br />

Ünlü İtalyan Moda bloggerı,<br />

Joujouvilleroy blogunun yaratıcısı<br />

85 %<br />

Ciltte anında<br />

dolgunlaştırıcı etki<br />

*<br />

Cilt 48 saat ** içerisinde<br />

nem kazanır<br />

Pürüzsüzleşmiş<br />

kırışıklıklar, taze<br />

cilt görünümü<br />

* Hydragenist Cream’i günde 2 kere kullanan 51 gönül ile yapılan klinik çalışma - % memnuniyet yüzdesi<br />

** Hydragenist Cream kullanan 10 gönüllü ile uygulamadan 48 saat sonra yapılan enstrümantal ölçüm<br />

Güzelliğiniz kontrol altında<br />

#lieracgücü


Başkandan<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong><br />

YÖNETİM<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği adına<br />

Ecz.Neylan Zırhlıoğlu<br />

Yönetim Yeri<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />

İçerenköy Mah. Topçu İbrahim Sok. No:9/11<br />

Ataşehir İstanbul<br />

Tel: 0216 450 12 71<br />

www.pharmetic.org<br />

Yayın Kurulu: Ecz. Neylan Zırhlıoğlu,<br />

Ecz. Fulya Urgancıoğlu,<br />

Ezc. Fikret Apaydın<br />

Hukuk Danışmanı: Av. Ahmet Karadağ<br />

YÖNETİM KURULU<br />

Y.K. Başkanı Ecz. R. Armağan Ener<br />

Başkan Yardımcısı Ecz. F. Ayfer Denizoğlu<br />

Başkan Yardımcısı Ecz. Mücahit Birik<br />

Genel Sekreter Ecz. Özgül Karaoğlan<br />

Sayman Ecz. Kazım Aykanat<br />

Üye Ecz. Nilgün Öncebe<br />

Üye Ecz. Ümit Ferzan Özgörür<br />

YAPIM-YAYIN<br />

Group Medya ve Bilgi<br />

Teknolojileri A.Ş<br />

Halaskargazi Cad. Sait Kuran İş Merkezi<br />

No: 145, Kat: 7 / 34381, Şişli, İstanbul<br />

Tel: 0212 224 93 30 (pbx)<br />

Faks: 0212 224 86 46<br />

www.group-medya.com<br />

Yayın Koordinatörü<br />

Nevzat Çalışkan<br />

nevzat@groupmedya.com<br />

Genel Koordinatör<br />

Zekiye Yaraş Meriç<br />

zekiyem@groupmedya.com<br />

Kreatif Direktör Halil Özbayrak<br />

halilo@groupmedya.com<br />

Görsel Yönetmen Damla Kurçak<br />

damlak@groupmedya.com<br />

Katkıda bulunanlar:<br />

Betül Gökçe, Şener Uluer<br />

Hakan Aydoğan (Fotoğraf)<br />

İlknur Eşsiz<br />

Ozan Akgün<br />

Av. Gönül Apaydın<br />

Dr. Ayça Kaya<br />

Uzm. Ecz. Leyla Haykır<br />

Ecz. Banu Kuruca<br />

REKLAM<br />

Ecz.Fulya Urgancıoğlu<br />

Ecz. Neylan Zırhlıoğlu<br />

Reklam Rezervasyon Mesut Öztürk<br />

mesuto@groupmedya.com<br />

Tel: 0212 219 19 32 / 320<br />

BASKI<br />

Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş.<br />

Tel: 0216 585 90 00<br />

Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Haziran 2017<br />

Yayın Türü: Yaygın, süreli yayın<br />

Yayın Periyodu: 3 Aylık<br />

<strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> Dergisi, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />

tarafından <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği üyesi olan<br />

eczacılar için onların tüketiciye tavsiyelerini kolaylaştırmak<br />

amacıyla hazırlanmaktadır ve bu bağlamda tüketiciye ücretsiz<br />

olarak iletilmektedir. <strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> dergisi, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />

Eczacılar Derneği adına Maya İletişim ve Tasarım Hizmetleri<br />

tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır.<br />

<strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong> dergisinin isim ve yayın hakkı <strong>Pharmetic</strong><br />

Girişimci Eczacılar Derneği’ne aittir. Dergide yayımlanan yazı,<br />

fotoğraf ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. İzinsiz alıntı<br />

yapılamaz. Yazıların sorumluluğu yazarlara, yayınlanan<br />

reklamların sorumluluğu ise reklamverene aittir.<br />

Değerli <strong>Pharmetic</strong> <strong>Sağlık</strong><br />

Okuyucuları,<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği üyeleri olarak Mayıs 2017’de çok önemli<br />

bir projeye destek verme şansı bulduk. Üsküdar Belediyesi tarafından Burhan<br />

Felek Köşkü bahçesinde hizmet veren Down sendromlu gençlerle birlikte olarak,<br />

duygusal anlar yaşadık. Bu proje sayesinde gençler sosyal ilişkiler kurmayı öğreniyor,<br />

tek başlarına toplu ulaşım araçlarına binebiliyor, sosyal etkinliklere katılıp görev<br />

alabiliyorlar. Herkesin bu cafe’yi ziyaret etmesini öneriyorum.<br />

3-4 kişilik ailelerin bile kendi aralarında Whatsapp grubu kurarak iletişimlerini<br />

bu yolla sağladıkları bir dünyada yaşıyoruz. 1960-1980 yıllarıyla birlikte anılan “X<br />

Kuşağı” yeniliklere adapte olmaya çalışıyor; iş hayatlarında başarılı olabilmek için<br />

çok da gayret göstermek zorundalar. 1980-2000 nesli, yani “Y Kuşağı” ise hemen<br />

yönetici olmak hevesinde; iyi kazanmak ve rahat harcamak istiyorlar.<br />

Milenyum kuşağını oluşturan ve şu sıralar 15-25 yaş aralığındaki bu gençlerle<br />

2000’lerden sonra doğan “Z Kuşağı”nın oyuncağı iPad… Teknoloji içine<br />

doğduklarından hızlı öğreniyorlar. Soru şu: Bu iki kuşak geleceğimizi nasıl<br />

şekillendirecek? Hangi işlerde çalışacaklar?<br />

Çocuk ve Aile başlıklı yazımızı ise çok dikkatle okumak gerekiyor.<br />

“Obeziteye Karşı Refleks Terapi” üzerine değerli bilgiler aktaran Yard. Doç.<br />

Dr. Gamze Şenbursa ve Fi, Pi, Çi kitaplarının yazarı Sn. Azra Kohen ile yapılan<br />

röportajları da ilgi ile okuyacaksınız.<br />

Zihin sağlığımızı korumak için birkaç öneri… Özellikle Alzheimer’dan korunmak<br />

için beyin sağlığını korumak şart. Çünkü Alzheimer her beş yılda bir ikiye katlanarak<br />

yaygınlaşıyor. Bu konuda yapılabilecek şeyleri okuyun ve dikkate alın lütfen.<br />

Elbette yaz aylarında güneşten yararlanmak kadar korunmanın önemini bir kez daha<br />

tekrarlamak gerekiyor. Ailenizin, özellikle çocuklarınızın güneş koruyucularını<br />

seçerken lütfen özenli davranınız. Gelişi güzel bir ürün almak yerine hekim ve<br />

eczacılarınızın önerilerini dikkate alarak cilt yapınıza uygun ürünleri kullanmayı<br />

tercih ediniz.<br />

UNESCO Dünya kültür Mirası listesinde olan masallardan çıkmış gibi görünen bir<br />

kasabayı tanıtıyoruz: Avusturya’nın Hallstatt kasabası… Belki de bu yaz ziyaret<br />

fırsatınız olur.<br />

Tüm okurlarımızın aileleri, çocukları, sevdikleri ile birlikte sağlık ve mutlulukla,<br />

gönüllerine göre keyifli bir yaz geçirmelerini diliyorum.<br />

Sevgiyle kalın...<br />

Ecz. Armağan Ener<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />

Yönetim Kurulu Başkanı<br />

Ecz. Armağan Ener<br />

PGED Yönetim Kurulu Başkanı<br />

www.pharmetic.org<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 3


İÇİNDEKİLER<br />

YAZ<br />

40<br />

06<br />

YAKIN PLAN<br />

<strong>Sağlık</strong>, kişisel bakım, dijital<br />

dünyadaki gelişmeler, tedavi<br />

yöntemleri vb. ile ilgili son<br />

haberler…<br />

26<br />

52<br />

34<br />

48<br />

80<br />

40<br />

76<br />

SAĞLIK VE BESLENME<br />

ALS ile mutluluk, zor bir<br />

seçimdir!<br />

ALS nedir, ne değildir?<br />

21 Haziran Dünya ALS Günü<br />

nedeniyle hastalığa kısa bir<br />

bakış…<br />

Zihin sağlığınızı koruyun!<br />

Beyninizi ne kadar koruyup<br />

kolladığınızı, ona ne kadar<br />

özen gösterdiğinizi hiç<br />

düşündünüz mü?<br />

Etiket okumayı<br />

biliyor musunuz?<br />

Çoğumuz gıda alışverişi yaparken<br />

sadece son kullanma tarihine<br />

dikkat ediyoruz. Oysa etiketler<br />

çok şey anlatıyor.<br />

Refleks terapiyle obeziteye<br />

meydan okuyun!<br />

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa,<br />

refleks terapiyle obeziteyi nasıl<br />

yeneceğimizi anlattı.<br />

ZAYIFLAMA<br />

Fark etmeden kilo vermek için<br />

Mutfakta, sofrada hatta iş yerinde<br />

çalışırken yapacağınız birkaç<br />

değişiklikle farkına bile varmadan<br />

kilo verebilirsiniz.<br />

BAKIM VE GÜZELLİK<br />

Güneş dosyası<br />

Yaz güneşinden fazlasıyla<br />

etkilenen bebek ve küçük<br />

çocukları, saçlarınızı, yüzünüzü<br />

ve vücudunuzu koruyan ürünleri<br />

yakından tanıyın. Aradığınız<br />

mutlaka bunlardan biri…<br />

Gece bakımı<br />

Yaz aylarında günler uzun,<br />

geceler kısa… Gündüz<br />

başladığınız cilt bakımını gece<br />

sürdürmenin tek yolu ise siz<br />

uyurken bu ürünlerle cildinizi<br />

koruyup kollamak.<br />

94<br />

88<br />

22<br />

30<br />

58<br />

62<br />

84<br />

Bakımlı erkek…<br />

Kişisel bakım ürünleri her yaştan tüm<br />

erkeklerin şimdiden ilgisini çekiyor.<br />

PSİKOLOJİ<br />

Kentlerin şizofren sakinleri<br />

Kentlerde yaşayanlar çoğaldıkça, kent<br />

sakinleri akıl hastalıklarına, en çok<br />

da şizofreniye meyilli hale geliyor.<br />

Üstelik bu durum, 1930’lardan beri<br />

biliniyor!<br />

ALIŞVERİŞ<br />

Rengârenk Yaz Kampanyaları<br />

Yaz aylarında sadece güneş ve<br />

kumsalla değil, bu kampanyalarla da<br />

yüzünüz gülsün!<br />

Yeni ne var ne yok?<br />

Bu yaz sizlerle buluşacak seçkin<br />

ürünlerin biri mutlaka sizin için…<br />

Aileniz için en iyisi!<br />

Farklı ihtiyaçları olan farklı ailelere<br />

hitap eden ürünlerin tümü bu<br />

sayfalarda!<br />

ÇOCUK & AİLE<br />

Gelecek nesil ne iş yapacak?<br />

Çocuğunuzun mesleğiyle ilgili hayal<br />

kurmayı bırakın. Gelecek neslin işleri<br />

henüz bilinmiyor!<br />

Bu cümleler yasak!<br />

Çocuğunuzla iletişim kurarken<br />

kullandığınız cümleler arasında<br />

öyleleri var ki çocuğunuzun geleceğini<br />

ve kişiliğini ileriki yıllarda son derece<br />

olumsuz etkiliyor.<br />

70<br />

96<br />

KİŞİSEL GELİŞİM<br />

Dedikodu ya da sosyal kabul görme<br />

mekanizması<br />

Kime sorsanız “dedikodu yapmak<br />

kötüdür” der. Peki, insanlar neden<br />

mağara devrinden bu yana dedikodu<br />

yapıyor?<br />

RÖPORTAJ<br />

Azra Kohen<br />

Fi, Çi, Pi üçlemesinin ve Aeden’in<br />

yazarı Azra Kohen ile sohbet ettik,<br />

pek çok ayrıntıyı sorguladık.<br />

SEYAHAT<br />

102 Hallstatt denen büyülü diyar…<br />

Avusturya’da minicik bir kasaba<br />

Hallstatt ancak insanların gönlünde<br />

edindiği yer epey büyük.<br />

GÜNDEM<br />

106 <strong>Pharmetic</strong>, Down Sendromlu<br />

çocukların işlettiği Tebessüm<br />

Kahvesi’ndeydi. Eczacılık Bayramı<br />

Balosu ise yine görkemliydi<br />

HUKUK<br />

108 Avukat Gönül Apaydın, sorularla işçi<br />

haklarını anlattı.<br />

110<br />

UZMAN GÖRÜŞLERİ<br />

Doktor ve eczacıların<br />

kaleminden…<br />

Dr. Ayça Kaya<br />

Uzm. Eczacı Leyla Haykır<br />

Eczacı Banu Kuruca<br />

4 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Sağlık</strong>, güzellik ve beslenme gündeminden en son haberler...<br />

Yakın Plan<br />

Gençliğin yolu<br />

egzersizden mi<br />

geçiyor?<br />

Hareketsiz yaşamın kilo almaya sebep olduğu<br />

artık bilinen bir gerçek. Yalnız son zamanlarda<br />

yapılar araştırmalar, hareketsizliğin insan<br />

genlerini yaşlandırdığını da ortaya koydu.<br />

Örneğin her gün 10 saat oturan birinin<br />

haftada en az 150 dakikalık aerobik egzersizi<br />

yapması gerekiyor. Bu egzersizi yapmayanlar<br />

ise biyolojik olarak sekiz yıl daha yaşlanıyor.<br />

Bu arada, uzmanlar, biyolojik yaşınızı<br />

indirmenin yolları için de önerilerde<br />

bulunuyorlar: Örneğin sigara dâhil her<br />

türlü toksinden uzak durmak ve güneşte<br />

fazla kalmamak bu öneriler arasında.<br />

Stresi hayatınızdan çıkarmak, sağlıklı bir<br />

diyete yönelmek, yeterli uyku ve hayata<br />

olumlu yaklaşmak da öneriliyor. Yine de<br />

egzersiz yapmak hepsinden önemli çünkü<br />

hem bedeninizi, hem ruh halinizi hem de<br />

beyin fonksiyonlarınızı olumlu yönde etkiliyor;<br />

Alzheimer, kalp hastalıkları, şeker ve<br />

bunamayı önlüyor…<br />

Kemik erimesi ve D vitamini<br />

Tüm dünyada yaşlı nüfusunun artmasıyla birlikte kemik<br />

erimesi de en sık görülen hastalıklar arasında yerini aldı. Öyle<br />

ki 50 yaş üstü her 3 kadından birinde ve her 5 erkekten birinde<br />

kemik erimesine bağlı kırıklar yaşanıyor. Bu durumun bir<br />

numaralı sebebi ise D vitamini eksikliği... UVB ışınları yoluyla<br />

vücuda doğrudan alınan ve belirli aşamalardan sonra vücutta<br />

aktive olan D vitamininin ise çeşitleri var: D2 ve D3...<br />

Daha çok tedavilerde kullanılan, en çok yararlanılan ise D3<br />

formu. D vitamini ihtiyacının her gün karşılanması gerekiyor.<br />

Günlük alınması gereken D vitamini erişkinlerde 800 İÜ<br />

(uluslararası ünite) kadar. Çocuklar, kırık riski yüksek olanlar,<br />

emzirme ve hamilelik döneminde olanların ise 1000 İÜ D<br />

vitamini alması öneriliyor. D vitamini deri veya besin yoluyla<br />

alınmıyorsa ek gıda takviyeleri kullanmak gerekiyor.<br />

%<br />

27<br />

Haftada bir<br />

porsiyon<br />

balık yiyerek<br />

felci önleme<br />

oranı<br />

6 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Yakın Plan<br />

Çocukların<br />

dikkati daha iyi<br />

“Çocuk deyip geçme” sözüne yeni bir kanıt<br />

daha geldi. Buna göre çocuklar, kendilerine aktarılan<br />

bilgiyle ilgili hemen her ayrıntıyı hatırlarken yetişkinler<br />

sadece odaklandıkları kısmını hatırlıyor. Ohio State<br />

Üniversitesi Psikoloji Profesörü Vladimir Sloutsky konuyu<br />

şöyle açıklıyor: “Çocuklar son derece meraklı olduğu için<br />

her şeyi keşfetmeye meyilli oluyorlar. Kendilerinden konuya<br />

odaklanmalarını isteseniz bile dikkatleri birden çok nokta<br />

üzerinde yoğunlaşıyor.” Bu durumun öğrenme çağında<br />

olan çocuk yaştakiler için önemli bir avantaj olduğuna<br />

dikkat çeken Sloutsky, çocukların enerjilerini tek bir konuya<br />

odaklanmakla harcamadıklarını, onun yerine daha fazla şeyi<br />

fark edip hatırladıklarını söylüyor. Sloutsky, “Günümüzde bir<br />

konuya odaklanmak, örneğin bir konferansa katılıp iki saat<br />

konuşulanları dinlemek zannediliyor. Dikkatin<br />

dağılıp dağılmadığı önemsenmiyor. Çocuklarda ise<br />

durum farklı. Onların dikkatleri birden çok konuya<br />

dağılıyor ve sizin öğretmek isteyip<br />

istemediğinizin bir önemi olmaksızın, aynı<br />

anda pek çok şeyi algılamalarını,<br />

dolayısıyla pek çok bilgi<br />

edinmelerini sağlıyor”<br />

diyor.<br />

%<br />

50,2<br />

Türkiye’de eczaneye gidenlerden<br />

kadınların oranı<br />

Sevdiğiniz sesler<br />

sizinle olsun!<br />

Los Angeles merkezli “Soundwave Tattoos”<br />

hareketi, ‘Skin Motion’ isimli bir teknolojiyle<br />

sevdiğiniz tüm sesleri, vücudunuzda<br />

taşımanızı sağlayabiliyor. Buna göre<br />

sevdiğiniz birinin sesini veya sevdiğiniz bir<br />

sesi (örneğin kuş cıvıltısı veya dalga sesi gibi)<br />

kaydediyor ve bu kaydı da ses dalgası şekli<br />

dövme olarak vücudunuza işliyor. Bu kayıt<br />

aynı zamanda bir veri tabanına yükleniyor. Bu<br />

noktadan sonra sistem, bir barkod okuyucu<br />

gibi çalışıyor: Cep telefonunuzdan özel<br />

uygulamayı açarak dövmenizi taratıyorsunuz<br />

ve veri tabanındaki ses kaydına ulaşarak<br />

canınız ne zaman isterse dinleyebiliyorsunuz.<br />

Bisiklete binmek için artık<br />

çevreci bir sebep de var...<br />

Bisikletin insan sağlığı için ne kadar yararlı bir araç olduğunu<br />

defalarca anlattık ancak bu “yarar” listesine bir yenisi daha<br />

eklendi: Artık pedal çevirerek havayı da temizleyebileceğiz!<br />

Daha önce ‘Smog Free Project’ ile Rotterdam’daki hava kirliliğini<br />

azaltan kuleleriyle karşımıza çıkan Hollandalı tasarımcı Daan<br />

Roosegaarde, bu kez aynı amaca hizmet eden ancak çok daha<br />

bireysel olarak kullanılabilecek bir tasarım gerçekleştirdi. Bu<br />

tasarımın adı ‘Smog Free Bicycles’ ve gerçekte yenilikçi bir<br />

bisiklet tasarımı… Bu bisiklete binmek ve pedal çevirmeye<br />

başlamak demek de bir yandan yol almak bir yandan da solunan<br />

havayı temizlemek anlamına geliyor. Tasarımın ilk olarak kitleler<br />

tarafından kullanıma sokulacağı yer de manidar: Dünyanın en<br />

kalabalık ve en kirli havasına sahip metropollerinden Pekin.<br />

Hatta Çin hükümeti de bu programı destekliyor.<br />

8 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Yakın Plan<br />

Kemik dostu<br />

magnezyum!<br />

İngiltere’deki Bristol Üniversitesi<br />

ve Finlandiya Kuopia’daki Doğu<br />

Finlandiya Üniversitesi bilim<br />

insanları tarafından yapılan<br />

bir araştırmaya göre insan<br />

vücudundaki düşük magnezyum<br />

seviyesi, vücutta meydana<br />

gelen kırıkların ve engelli hale<br />

gelmenin en önemli sebepleri<br />

arasında. European Journal of<br />

Epidemiology’de yayınlanan<br />

bulgulara göre özellikle yaşlılarda<br />

kemik çatlaması ve kırılması,<br />

engelli hale gelmenin önlenebilir<br />

nedenleri arasında yer alıyor.<br />

Örneğin ABD’de her yıl yaklaşık 6<br />

milyon kişinin bir şekilde kemikleri<br />

kırılıyor ve 65 yaş üstündekilerde<br />

bu kırıkların da yüzde 75’i kalça,<br />

omurga ve ön kol kemiğinde<br />

yaşanıyor. Yapılan araştırmalara<br />

göre kalsiyum ve D vitamininin<br />

yanı sıra magnezyum da kemik<br />

sağlığı üzerinde önemli rol<br />

oynuyor. Farklı ırk ve yaşlardan<br />

seçilmiş 2245 kişi üzerinde<br />

20 yıl boyunca sürdürülen<br />

araştırmaya göre vücudundaki<br />

magnezyum seviyesi düşük<br />

olanlar, kemiklerinde kırık ve çatlak<br />

riskiyle karşı karşıya bulunuyor.<br />

%<br />

90<br />

Çocuk ve ergenlik<br />

dönemi diyabetlilerde<br />

Tip1 diyabet oranı<br />

Antibiyotik her derde deva değil!<br />

Türkiye dahil pek çok ülkede bilinçsiz antibiyotik kullanımının önüne geçmek<br />

için önlemler alınıyor. Geçtiğimiz günlerde bu nedenlere bir yenisi daha eklendi.<br />

Amerikan Toraksik Topluluğu Uluslararası Konferansı’nda yapılan bir açıklamaya göre<br />

antibiyotikler, her dört zatürree hastasından birini tedavi edemiyor ki bu da zatürree<br />

hastalarının yaklaşık yüzde 23’ü demek. Uzmanlar bunun sebebini insan vücudunun<br />

geliştirdiği antibiyotik direnci ve C. Difficile komplikasyonu olarak açıklıyor. Söz<br />

konusu antibiyotik direncinin ve C. Difficile komplikasyonunun daha çok ileri yaştaki<br />

hastalarda görüldüğünü belirten uzmanlar, özellikle 65 yaş üstü zatürree hastalarının<br />

bu sebeple hastanede iki kat daha uzun süre yattığına da dikkat çekiyor.<br />

Çocukta zekâ gelişimi<br />

hamilelikte başlıyor<br />

Yapılan araştırmalara göre çocuktaki zekâ<br />

gelişimi sadece genetik faktörlere bağlı<br />

değil; çünkü çocuğun zekâ gelişiminde anne<br />

ve babaların tutum ve davranışları da önemli<br />

rol oynuyor. Uzmanlar hamilelik sırasında bile<br />

atılması gereken adımlar olduğuna dikkat<br />

çekiyor. Örneğin hamilelik süresince annenin<br />

beslenmesi son derece önemli çünkü bu<br />

beslenme, çocuğun bedensel ve zihinsel<br />

sağlığını doğrudan etkiliyor. Bunun dışında,<br />

annelerin sadece hamilelikte değil,<br />

hamile kalmadan önce de beslenme<br />

alışkanlıklarına dikkat etmesi gerekiyor<br />

çünkü annenin dengeli ve yeterli<br />

beslenmesi bebeğin beyin, merkezi<br />

sinir sistemi gelişiminde önemli rol<br />

oynuyor. Ayrıca hamilelik süresince<br />

yapılan egzersizlerin de bebeğe giden<br />

kan akımını artırması, bunun da<br />

bebeğin zekâ gelişimini olumlu yönde<br />

etkilemesi söz konusu. Hamilelikte<br />

kontrollerin düzenli yapılması ise<br />

çocuğun zekâsını direkt etkileyebilecek<br />

sorunların tespiti kadar zamanında gerekli<br />

müdahalede bulunmak için de önemli.<br />

10 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Yakın Plan<br />

Panjurlar ve güneş enerjisi<br />

Panjurları genellikle güneşten korunmak hatta kaçınmak için kullanırız ama<br />

‘SolarGaps’ projesi ile panjurların artık yeni bir işlevi olacak: Güneş enerjisinden<br />

elektrik elde etmek! Son derece ilginç ve hemen her yere uygulanabilir<br />

nitelikteki bu projeye göre, pencere panjurlarına yerleştirilen güneş panelleri<br />

sayesinde elektrik elde ediliyor. Böylece güneş alan pencerelere yerleştirilen<br />

sistem sayesinde metrekare başına 100 watt enerji elde edilebiliyor. Bunun<br />

anlamını bir örnekle açıklayalım: İki metrekarelik standart bir pencere, bir<br />

dizüstü bilgisayarı şarj etmek için yeterli enerjiyi sağlayabilecek!<br />

Sadece karpuzu değil<br />

çekirdeğini de yiyin!<br />

Yaz aylarının mucizevi meyvesi<br />

karpuzun artık çekirdekleri de gözde.<br />

Çoğumuzun sıyırıp çöpe attığı bu<br />

küçük, siyah çekirdekler öncelikle<br />

vitamin, mineral ve magnezyum<br />

deposu olarak vücudumuzdaki 300’ü<br />

aşkın sistemi olumlu yönde etkiliyor.<br />

İçerdikleri demirle hücrelerimize,<br />

kaslarımıza ve kan basıncının<br />

düşürülmesine fayda sağlayan<br />

karpuz çekirdekleri, vücutta<br />

detoks etkisi de yaratıyor.<br />

Böbrek taşlarının tedavisinde<br />

de etkili olan bu minik siyah<br />

mucizeler, zengin folik asit<br />

içerdikleri için hamile kalma sürecini de<br />

hızlandırıyor. Peki, karpuz çekirdeğini<br />

nasıl tüketeceksiniz? Uzmanlara<br />

göre en güzeli, çekirdekleri çiğneyip<br />

yutmak ama sert yapısı yüzünden<br />

bunun herkese uygun olmayacağını<br />

düşünen uzmanların önerisi şu: İki<br />

litre suyu kaynatın ve içine bir avuç<br />

karpuz çekirdeği atın. 15 dakika<br />

daha kaynattıktan sonra bir dilim<br />

karpuzla birlikte blender’dan geçirin.<br />

Sabahları ister aç karnına isterseniz<br />

kahvaltıdan sonra, özetle güne<br />

başlarken afiyetle için...<br />

%<br />

46<br />

Üniversite<br />

öğrencisinin ilk<br />

edinmesi gereken<br />

ürün dizüstü bilgisayar<br />

diyenlerin oranı<br />

Robotlar hasat<br />

yaparsa…<br />

Evet, işsizlik tüm dünyada önemli<br />

bir sorun ve özellikle tarım işçileri<br />

de hakları en fazla suiistimal<br />

edilen çalışanlar arasında Özellikle<br />

ABD’de bu sorun yepyeni başka<br />

sorunlara davetiye çıkarıyor:<br />

Yasa dışı göçmenler ve yasa dışı<br />

çalıştırılan işçiler… Hal böyle olunca<br />

bilim dünyası işe el attı ve robotik<br />

meyve-sebze toplayıcılar geliştirdi.<br />

Bu makine işçilerin en büyük<br />

avantajı 24 saat çalışabilmeleri,<br />

açlık-susuzluk çekmemeleri, uyku<br />

ve dinlenme gibi “dertlerinin”<br />

olmaması… ABD’li çiftlik sahiplerinin<br />

robot hasat işçilerini tercih etmesi<br />

için bir sebep daha var: Eski nesil<br />

tarım işçileri artık yaşlanıyor ve yeni<br />

nesil de tarlada, bağda-bahçede<br />

çalışmak istemiyor. Oysa insan<br />

işçi çalıştırsalar bile bu pazarın<br />

büyüklüğü yıllık 7,5 milyar dolar<br />

civarında. Özetle mesele para<br />

değil. Çiftlik sahipleri yasaların<br />

yaptırımlarından, ödemek zorunda<br />

kaldıkları cezalardan ve çoğu<br />

Meksikalı olan kaçak işçilerin<br />

yarattığı sıkıntılardan bıkmış halde.<br />

Çoğu robot işçileri bu yüzden<br />

tercih ediyor. Robot işçiler de çok<br />

ucuz sayılmaz çünkü (örneğin elma<br />

hasadı için) yüzlerce robot işçi satın<br />

almak gerekiyor ve bunların her biri<br />

ancak iki yılda kendisine ödenen<br />

parayı karşılayabiliyor. Hızları ise<br />

inanılmaz: Bir robot işçi sadece bir<br />

saatte 10 bin elma toplayabiliyor!<br />

(Fotoğraf: The Engineer)<br />

12 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Yakın Plan<br />

%<br />

28<br />

Günde yenen bir<br />

porsiyon yağlı tohumun<br />

kalp hastalıklarını<br />

önleme oranı<br />

“Stres çarkı”<br />

dedikleri çılgınlık...<br />

Bir anda herkesin elinde belirdi… Küçücük<br />

çocuklardan yaşını başını almış insanlara kadar<br />

herkes türlü çeşidini elinde fır fır çevirip duruyor.<br />

Adına biz Türkler “Stres Çarkı” dedik ama<br />

yaban ellerde ona “Fidget Spinners” deniyor,<br />

yani “durmadan dönen fırıldak”. Dikkat eksikliği,<br />

hiperaktivite bozukluğu, anksiyete hatta otizme<br />

çare olarak pazarlanan bu oyuncağın aslında ne<br />

olduğunu kimse bilmiyor. YouTube’da ise yüzlerce<br />

stres çarkı döndürme videosu var. Aslında stres<br />

çarkının işlev bakımından tespihlerden farkı yok.<br />

Amerikalı otistik anneleri ise bu fırıldaklardan yana<br />

ve otistik çocuklarının sakinleşmesine yardımcı<br />

olduğunu savunuyor. Live Science’ta yer alan<br />

bir makalede ise bu tür oyuncakları özel olarak<br />

inceleyen araştırmalar olmadan otistik veya Dikkat<br />

Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklara<br />

bu oyuncakların yardımcı olacağını söylemenin<br />

mümkün olmadığını özellikle vurguluyorlar.<br />

Temiz denizler hayal değil!<br />

Şu anda dünyadaki tüm okyanuslarda<br />

beş trilyon parça plastiğin oradan oraya<br />

yüzdüğünü biliyor muydunuz? Denizlerdeki<br />

bu kirliliğe “dur” demek için bir şeyler<br />

yapmak üzere kolları sıvayan Boyan Slat,<br />

kurduğu Okyanus Temizleme Vakfı ile dur<br />

durak bilmeden çalışmalarını sürdürüyor.<br />

Slat, geçtiğimiz günlerde okyanus temizleme<br />

çalışmalarında yeni bir aşamaya geldiklerini<br />

duyurdu. Açıklamaya göre yeni bir sistem<br />

geliştiren Slat, okyanuslardaki doğal akıntıların<br />

yardımıyla çalışan bu sistemle sahil şeritlerini<br />

temizlemeyi hedefliyor. Buna göre hazırlanan<br />

kavisli ağ, yapay bir sahil şeridi görevini<br />

üstlenecek ve okyanusların plastik çöpleri de<br />

sahile değil bu yapay sahile vurarak karaya<br />

ulaşmadan toplanacak. Henüz 23 yaşındaki<br />

Hollandalı mucit Boyan Slat’a göre, bu sistem<br />

sayesinde beş yılda Büyük Okyanus’taki<br />

plastik atıkların yarısı temizlenebilecek…<br />

Dişlerimiz ile güneş<br />

arasındaki ilişki<br />

İnsanın ağzındaki dişlerin, insanlık tarihinin güneş ile<br />

yazılan tarihine tanıklık ettiğini biliyor muydunuz?<br />

Şöyle ki... Araştırmacılar, geliştirdikleri yeni bir yöntemle<br />

dişlerdeki düzensizliklerin yeterli güneş ışığı almamakla ilgili<br />

olduğunu kanıtlayan yeni bir yöntem geliştirdi. Bu yöntemin<br />

bir artısı daha var: İnsanoğlunun, Afrika kıtasından tüm<br />

dünyaya dağılırken geçirdiği ve güneş ışığı almakla ilgili<br />

evrimi de kanıtlıyor. Çünkü ilk insanlar, Afrika’dan yola<br />

çıkıp dünyadaki diğer kıtalara dağılırken güneş ışığından<br />

mahrum kaldıkları için dişlerinde meydana gelen D<br />

vitamini eksikliği kaynaklı yetersizlikler, günümüzde bir<br />

milyar insanı etkiliyor. McMaster Üniversitesi’nden bir<br />

grup araştırmacının Quebec ve France Üniversiteleri’ndeki<br />

meslektaşlarıyla ortaklaşa yürüttükleri çalışmaya göre,<br />

dişin asıl kısmını oluşturan dentinde D vitamini eksikliği<br />

ya da raşitizm gibi güneş eksikliği kaynaklı hastalıkların<br />

kayıtları gizli. Güneş eksikliğine maruz kalınan dönemlere<br />

işaret olarak da diş minesindeki dentin tabakası mineralize<br />

edilmemiş halde bulunuyor. Araştırmacılar, aynı şeyin insan<br />

tenindeki renk farklılıkları için de geçerli olduğunu ve cildin,<br />

daha fazla güneş ışığını metabolize etmek için pigmentasyon<br />

değişikliklerine uğramış olabileceğini söylüyorlar.<br />

14 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Yakın Plan<br />

Lise dostluğunun yeri çok başka!<br />

Uluslararası faaliyet gösteren bir online alışveriş sitesinin yaptığı ankete<br />

göre, üniversite öğrencilerinin ilk edinmesi gereken ürün olarak dizüstü<br />

bilgisayar belirlendi. Aynı ankete göre ikinci sırayı akıllı telefon ve üçüncü<br />

sırayı da tablet bilgisayar aldı. Anketin diğer sonuçları da son derece<br />

ilginç. Buna göre gençlerin yaklaşık yarısı yalnız yaşamayı tercih ediyor.<br />

Üniversite öğrencilerinin arkadaşlıkla ilgili bir soruya verdiği yanıt da<br />

hayli ilginç. Cevaplara göre üniversiteliler, lise arkadaşlarını unutmuyor<br />

ve onlardan vazgeçemiyor. Üniversite arkadaşları ise sevilme, hatırlanma,<br />

dostluk gibi konularda ilkokul arkadaşlarının bile gerisinde kalıyor.<br />

Yalnızlık<br />

uykusuzluğu<br />

tetikliyor<br />

Parasal sorunlar, stres, fazla kahve<br />

tüketimi gibi uykusuzluk sebeplerine<br />

bir yenisi daha eklendi: Yalnızlık…<br />

Londra’daki King’s College<br />

araştırmacılarının incelemelerine<br />

göre özellikle genç yetişkinler,<br />

yalnızlık çekiyorlarsa bu aynı zamanda<br />

uykusuzluk da çektikleri anlamına<br />

geliyor. Psychological Medicine’da<br />

sonuçları yayınlanan araştırmaya<br />

göre uykusuzluk sorunu zannedilenin<br />

aksine 55 yaş ve üstünde değil 18-34<br />

yaş aralığında daha yaygın ve bu yaş<br />

grubundakilerin çoğu da yalnızlık<br />

çekiyor. Yalnızlığın neden uykusuzluk<br />

yaptığına gelince… Bu duygu stres<br />

hormonu kortizolü tetikliyor ve<br />

uykusuzluk başlıyor.<br />

Anne-babalar dikkatli okusun!<br />

Yaz yine geldi. Bu da yine denizde ve havuzda boğulan çocuklarla<br />

ilgili haberler okuyacağız demek. Bu durum sadece Türkiye için de<br />

geçerli değil. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre anne-babaların<br />

tutumu biraz farklı. Buna göre çocuklarının bir başına havuza, göle<br />

ya da denize girmesine izin veren ebeveynlerin oranı yüzde 16. Öte<br />

yandan çocuğunun evin, otelin ya da komşunun havuzuna yanında bir<br />

yetişkin olmaksızın girmesine izin verenlerin oranı yüzde 37!.. C.S. Mott<br />

Children’s Hospital’ın yaptığı ankete göre ailelerin büyük çoğunluğu<br />

çocuklarını yanlarında bir yetişkin olmaksızın kumda oynamaya bile<br />

yollamıyor. Gözetim altında bile olsa yalnız başına havuza ya da denize<br />

girmesine izin verilen çocukların çoğu da yüzme biliyor. Boğulmalara<br />

sebep olan yerler ise genellikle “bildik” mekânlar oluyor. Aileler, evlerini<br />

ya da komşularının evini güvenli buldukları için çocukların havuzda<br />

boğulabileceğini düşünmüyor. Denizde boğulma vakalarında ise<br />

“çocuğun yüzme bilmesine” duyulan güven en önemli faktör oluyor.<br />

%<br />

50<br />

Baş parmağın,<br />

el üzerindeki<br />

hâkimiyeti<br />

16 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Advertorial<br />

Köklü, güvenilir<br />

ve sağlam!<br />

Er-Kim İlaç’ı, Er-Kim Yaşam Grubu’nu ve bir şirketin 36 yıllık sürdürülebilir başarısını<br />

Genel Müdür Dr. Sabri Öncel’e sorduk, içten ve inanç dolu yanıtlar aldık…<br />

ncelikle sizi tanımak isteriz.<br />

ÖKariyerinizdeki önemli<br />

aşamalar ve Er-Kim İlaç’ın<br />

profesyonel yaşamınızdaki<br />

yeri nedir?<br />

1982 yılında Eskişehir Anadolu<br />

Lisesi’nden, 1988 yılında İstanbul Tıp<br />

Fakültesi’nden mezun oldum. Mecburi<br />

hizmet nedeniyle iki yıl Şanlıurfa’da,<br />

daha sonra da iki yıl Eskişehir’de<br />

hekimlik yaptım.<br />

1992 yılında <strong>Sağlık</strong> Bakanlığı’nın<br />

açtığı bir sınavı kazanarak Bakanlık<br />

merkez teşkilatında Dünya Bankası<br />

<strong>Sağlık</strong> Reformları Projesi’nde 7 sene<br />

çalıştım. Bakanlıkta bilişim alt yapısının<br />

kurulmasında, ICD kodlarının ülkemizde<br />

uygulamaya sokulmasında, Aile Hekimliği<br />

ve Genel <strong>Sağlık</strong> Sigortası kanunlarının<br />

hazırlanmasında rol aldım. Bu süreçte<br />

Hacettepe Üniversitesi’nde Halk Sağlığı<br />

ve Dünya <strong>Sağlık</strong> Örgütü bursuyla İngiltere<br />

Keele Üniversitesi’nde İşletme Yüksek<br />

Lisans Programlarını tamamladım.<br />

<strong>Sağlık</strong> Bakanlığı’nın ve Dış İşleri<br />

Bakanlığı’nın temsilcisi olarak<br />

Türkmenistan ve Kırgızistan’da Manas<br />

ve Lukman sağlık projelerinde danışman,<br />

Devlet Planlama Teşkilatı 7. Beş Yıllık<br />

Kalkınma Programı komisyonlarında<br />

uzman olarak çalıştım. Başbakanlık<br />

Kamu-Net Platformu, Ulaştırma,<br />

Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın<br />

İnternet Üst Kurulu ve Maliye<br />

Bakanlığı’nın Elektronik Ticaret Danışma<br />

Kurulu gibi oluşumlarında görev aldım.<br />

1998 yılında kamu görevimden istifa<br />

ederek medikal danışman olarak<br />

bünyesine katıldığım Er-Kim İlaç’ta daha<br />

sonraki yıllarda sırasıyla Grup Ürün<br />

Müdürü, Satış ve Lojistik Müdürü ve<br />

Genel Müdür Yardımcısı olarak kariyerime<br />

devam ettim. Yaklaşık 19 yıldır çalışmakta<br />

olduğum ve profesyonel hayatımdaki tek<br />

özel sektör şirketi olan Er-Kim’de son 9<br />

yıldır da Genel Müdür olarak şirketimin<br />

amaçlarına hizmet etmekteyim.<br />

Bize 36 senelik geçmişiyle sektörün köklü<br />

kurumları arasında yer alan Er-Kim İlaç<br />

hakkında bilgi verir misiniz?<br />

Er-Kim İlaç, Yönetim Kurulu Başkanımız<br />

olan Ergun Seval tarafından 1981 yılında<br />

kurulmuş, tamamen yerli sermayeli bir<br />

şirkettir. Faaliyetlerine Türkiye’deki ilk<br />

onkoloji ilaçlarını ithal ederek başlayan<br />

Er-Kim, daha sonraki yıllarda da ilk<br />

radyo-opak ürünleri, ilk insan kaynaklı<br />

hormonal ürünleri, ilk lipozomal ürünü<br />

ülkemizde piyasaya sunmuştur ve sektörde<br />

“ilklerin firması” olarak anılmaktadır.<br />

Er-Kim Genel Müdürü<br />

Dr. Sabri Öncel<br />

Bugüne kadar 30 civarında uluslararası<br />

firmanın münhasır distribütörü olan<br />

Er-Kim, piyasaya sunduğu ürünlere ait<br />

çokuluslu şirketlerle paylaştığı pazarlarda<br />

önemli pazar paylarına ulaşmış ve bu<br />

başarılı satışları neticesinde şu anda AİFD<br />

üyesi olarak faaliyet gösteren 7 firmanın<br />

kendi organizasyonları ile Türkiye’ye<br />

girmelerine olanak sağlamıştır.<br />

Hematoloji ve Onkoloji alanında<br />

sunduğu ürünlerle birçok yeniliğe imza<br />

atan Er-Kim, bugün faaliyet alanlarına<br />

İmmünoloji, Nöroloji, Üroloji, Kadın-<br />

Doğum, Transplantasyon, Dermatoloji,<br />

Endokrinoloji ve Yoğun Bakım alanlarına<br />

hitap eden ürünleri de eklemiştir. Ürün<br />

portföyünün en geniş olduğu dönemlerde<br />

yıllık ciro olarak Türkiye’nin ilk 25 ilaç<br />

firması arasında yer alan Er-Kim, bugün de<br />

sektörün önemli oyuncuları arasındadır.<br />

18 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Advertorial<br />

İlaç sektörü sürekli yeni sorunlarla<br />

karşılaşırken, Er-Kim İlaç’ın 36 yıllık<br />

sürdürülebilir başarısının temel unsurları<br />

nelerdir?<br />

Er-Kim, piyasada farklılık yaratabilecek,<br />

Türk hekimlerinin ve vatandaşlarımızın<br />

ihtiyacı olan ürünlere öncelik vererek<br />

bugünlere gelmiş ve 36 yıllık süreç<br />

içerisinde tamamen kendi finans<br />

kaynaklarıyla faaliyetlerini sürdürmüştür.<br />

Ayrıca, Er-Kim genelde çalışan şirket yaşı<br />

yüksek bir firmadır. İçinde bulunduğumuz<br />

bu tablonun oluşmasında, büyük bir<br />

özveriyle ve firmalarına duydukları güvenle<br />

çalışmakta olan tüm çalışanlarımızın<br />

büyük katkısı bulunmaktadır.<br />

Er-Kim İlaç hangi değerler ışığında<br />

faaliyetlerini sürdürüyor?<br />

Er-Kim’in tüm faaliyetlerinde ön planda<br />

tuttuğu temel unsur ilgili mevzuata uygun<br />

ve etik çalışma prensipleridir. 36 yıllık<br />

geçmişinde pazara sunduğu tüm ürünlere<br />

yönelik aktivitelerinde ilgili sağlık mesleği<br />

mensupları ve dernekler ile karşılıklı saygı<br />

ve güvene dayanan, bilimsel/etik ilişkiler<br />

kuran Er-Kim bu deneyimini işe yeni<br />

başlayan tüm çalışanlarına aktarmakta ve<br />

bu değerlerini taviz vermeden uygulamaya<br />

devam etmektedir.<br />

Er-Kim’in önem verdiği bir diğer değer<br />

ise, şirket içi uyum ve güvendir. Şirket<br />

kültürümüzün en önemli unsuru tüm<br />

kadrolarının yaptığı işin bir bütünün<br />

parçası olduğunu bilmesi, her bir<br />

kadronun karşılıklı saygı ve sevgiyle<br />

hareket ediyor olmasıdır. Çalışanlarının<br />

deneyimli, eğitimli ve yetkin insanlardan<br />

oluşması, uygulamalarımızın adil, tutarlı,<br />

kurumsallaşmış olması da Er-Kim’in<br />

profesyonel bir ortamda çalışan bir aile<br />

olmasını sağlamaktadır.<br />

İletişime açık ve insani değerlere önem<br />

veren yönetim yapısıyla daha verimli ve<br />

etkin çalışmak adına planlama yapan Er-<br />

Kim, pazar dinamiklerini sürekli analiz<br />

eden ve bu kapsamda kendisini yenileyen,<br />

çalışanlarının fikirlerine değer veren şirket<br />

felsefesi ile kendisini farklılaştıran ilkelere<br />

sahiptir. Günümüzün gereklerine uygun iç<br />

ve dış müşteri yönetimi ile Er-Kim değişime<br />

ve gelişime açık kültürü benimsemiştir.<br />

Er-Kim İlaç’ın geleceğe dönük planları<br />

nelerdir?<br />

Er-Kim’in orta ve uzun vadeli stratejik<br />

planlarında deneyimli olduğumuz mevcut<br />

tedavi alanlarında yeni ithal ürünleri<br />

Türk Tıbbının hizmetine sunmaya devam<br />

etmek, sözleşmeli üretim ile jenerik<br />

ürünleri portföyüne katmak, reçetesiz<br />

ürünler ve tüketici sağlığı pazarlarına<br />

girmek ve bazı komşu ülkelerde de<br />

faaliyete geçmek yer almaktadır.<br />

Daha kısa vadede ise, mevcut<br />

ürünlerimizde satış ve pazar paylarımızı<br />

artırırken, 2017’de 3 yenilikçi ürünün<br />

lansmanını planlıyoruz. Ayrıca, yeni<br />

kurmuş olduğumuz Er-Kim Yaşam Grubu<br />

bünyesinde portföyümüze katmakta<br />

olduğumuz OTC, tıbbi cihaz ve dermokozmetik<br />

ürünlerle de sektördeki<br />

konumumuzu güçlendireceğiz.<br />

Yeni kurduğunuz “Er-Kim Yaşam” Grubu<br />

bünyesinde ne tür ürünler yer alacak?<br />

Biz Türkiye’de OTC ve geri ödemesiz<br />

sağlıklı yaşam ürünleri tüketiminin<br />

ilaç pazarından daha da hızlı bir<br />

artış göstereceğini öngörüyor ve<br />

yeni ürün bulma çabalarımızı bu<br />

alanlarda yoğunlaştırıyoruz. Ancak,<br />

deneyimlerimize dayanarak ve OTC<br />

pazarının dinamiklerini de göz önünde<br />

bulundurarak, şu anda piyasada olan<br />

ürünlerden farklı, sağlığın korunması<br />

ve geliştirilmesi için gerçekten ihtiyaç<br />

duyulabilecek, bilimsel alt yapısı olan ve<br />

kalitesinden emin olduğumuz bir ürün<br />

portföyü oluşturmaya gayret etmeye<br />

çalışıyoruz. Bu kapsamda, ilk aşamada<br />

Avrupa’da pek çok ülkede piyasada bulunan<br />

“VesalePharma - Probiotic Solutions”<br />

firmasının 5 probiyotik ürününü ve<br />

Imunoglukan firmasının doğal istiridye<br />

mantarından elde edilen Imunoglukan®<br />

etkin maddeli bağışıklık sistemi desteklerini<br />

piyasaya veriyoruz.<br />

2017 yılı sonbaharına doğru ise, henüz<br />

Türkiye’de olmayan bir konsept ile bazı<br />

kronik hastalıklarda hastanın yaşam<br />

kalitesini artırmaya yönelik 9 üründen<br />

oluşan bir ürün gamını kullanıma<br />

sunacağız.<br />

Er-Kim İlaç’ı daha yakından tanımamızı<br />

sağlayan bilgiler için teşekkür ederiz. Son<br />

olarak, eklemek istediklerinizi rica ederiz.<br />

Biz 2017 yılını Er-Kim’in “ikinci 36 yılının<br />

başlangıcı” olarak görüyoruz ve Er-Kim<br />

Yaşam Grubu’nun faaliyete geçmesiyle<br />

birlikte şirketimizin yeni bir perspektif<br />

kazanarak önemli bir atılıma imza<br />

atacağına inanıyoruz.<br />

Sektördeki tüm iş ortaklarımızla birlikte,<br />

bundan böyle sadece tedavi etmek<br />

için değil, sağlığın korunmasına ve<br />

geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla<br />

gıda takviyeleri, kişisel sağlık bakım<br />

ürünleri ve tıbbi cihaz alanlarında da aynı<br />

kalite ve yüksek teknolojili ürünler için<br />

yatırımlarımızı sürdürerek, insan hayatının<br />

iyileştirilmesi hedefini gerçekleştirmek için<br />

çalışacağız. 36 yıllık şirket kültürümüzü<br />

OTC pazarında da tüm sağlık mesleği<br />

mensubu iş ortaklarımızla beraber uyum<br />

içinde paylaşacağımıza, bütünlük algımızı<br />

ortak paydalarda buluşturup sektörü ileriye<br />

taşıyacağımıza inancımız tam.<br />

20 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


YOĞUN KEPEK İÇİN<br />

GELİŞTİRİLDİ<br />

VE KLİNİK OLARAK<br />

KANITLANDI<br />

KLİNİK OLARAK KANITLANMIŞ İÇERİĞİ OLAN SELENYUM FORMÜLÜ İLE<br />

YOĞUN KEPEKTE 7 GÜNE KADAR KORUMA SAĞLAR<br />

Yoğun kepek; kafa derisinde kaşıntı, saçlarda ve elbiseler<br />

üzerinde pul şeklinde kepek döküntüleri ile kendini gösterir.<br />

H&S CLINICALLY PROVEN SOLUTIONS, günlük kullanıma<br />

uygun yapısı, hoş kokusu ve bol köpük keyfiyle birlikte yoğun<br />

kepeğe karşı klinik olarak kanıtlanmış kalıcı çözümler sunar.<br />

SADECE<br />

ECZANELERDE<br />

SATILIR


Alışveriş<br />

rengÂrenk yaz<br />

kampanyalarI<br />

Yaz, sadece deniz kıyısına ya da kumsallara gelmiyor! Bu kampanyalar da sizin<br />

yüzünüzü güneşle birlikte ışıl ışıl yapacak, keyfinize keyif katacak...<br />

DARPHIN<br />

Darphin Soleil Plaisir SPF<br />

30, yağlı ve yapışkan his<br />

bırakmayan, cildi nemlendiren<br />

hafif kremini alanlara, 15 ml<br />

Hydraskin Light nemlendirici<br />

ve 4 ml Exquisage Eye and Lip<br />

Contour Cream hediye! 125 TL<br />

PHYTO<br />

Phytosquam<br />

Intense kepeğe<br />

karşı etkili yoğun<br />

tedavi şampuanı ile<br />

tedavide devamlılığı<br />

sağlayan kepeğe karşı<br />

nemlendirici şampuan<br />

Phytosquam şimdi bir<br />

arada ve aynı kutuda!<br />

Üstelik ikinci şişe,<br />

yüzde 50 indirimli<br />

fiyata… 112,50 TL<br />

BIODERMA<br />

Bioderma Photoderm<br />

Bronz Baume SPF<br />

30+; yani ıslak ya<br />

da kuru saça, yüze<br />

veya cilde uygulanan<br />

SPF 30 Kuru Yağ’ını<br />

alanlara, aynı kutuda<br />

Bioderma Bakım Sütü<br />

hediye! 134,50 TL<br />

CAUDALIE<br />

Resveratrol Lift, Resculpting Set, şimdi makyaj çantası<br />

hediyeli. Makyaj çantasının içindeki Caudalie ürünleri ise<br />

şöyle: Firming Serum, Eye Lifting Balm ve Night Infusion<br />

Cream. 134,50 TL<br />

22 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Alışveriş<br />

DERMALOGICA<br />

Dermalogica’nın, ileri teknolojiyle geliştirilmiş üstün<br />

güneş koruması ile birleştirilen nemlendiricilerinden<br />

Haziran ayı boyunca, biri SPF’li olmak üzere iki adet<br />

satın alana, seyahat çantası hediye…<br />

MUSTELA<br />

Daima bebeklerin yanında<br />

olan Mustela, seyahatlerinde<br />

de onları yalnız bırakmıyor.<br />

Mustela’nın Seyahat Seti<br />

içinde Vitamin Bariyer 1.2.3<br />

Pişik Kremi, sabun içermeyen<br />

saç ve vücut kullanımına uygun<br />

Yenidoğan Şampuanı ve cildi<br />

koruyan, cilde uzun süreli nem<br />

desteği sağlayan avokado<br />

özü içeren Hdyrabebe Vücut<br />

Nemlendiricisi var. 34,90 TL<br />

MAVALA<br />

Hem güzel ve bakımlı<br />

ayaklara hem de şık bir<br />

plaj çantasına sahip olun!<br />

Mavala’nın iki ayak bakım<br />

ürününü satın alana, bu plaj<br />

çantası hediye!<br />

ELANCYL<br />

Elancyl’in kalça ve<br />

basen bölgesindeki<br />

selülit oluşumuna<br />

karşı savaşan ürünü<br />

Slim Design, şimdi<br />

35 TL değerinde<br />

toksin atıcı duş jeli<br />

hediyeli… 129,90 TL<br />

VICHY<br />

Vichy’nin ter kokusuna ve terlemeye karşı etkili<br />

bir numaralı Roll-On deodorantı, herkes bu<br />

benzersiz ürünle tanışsın diye, 2017 yılı sonuna<br />

dek 44,90 yerine 34,90 TL<br />

24 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Güncel<br />

ALS<br />

İle<br />

Mutluluk Zor<br />

Bir Seçimdir!<br />

ALS ya da Amyotrofik<br />

Lateral Skleroz, dünyada her<br />

geçen gün yeni bir ünlüde<br />

rastlandığı için kamuoyunda<br />

tedirginlik yaratan, neden<br />

kaynaklandığı tam olarak<br />

bilinmeyen ve tedavisi de<br />

bulunmayan bir hastalık.<br />

21 Haziran Dünya ALS Günü<br />

olduğu için, bu hastalığı<br />

tanıtalım istedik…<br />

ALS, sık rastlanan bir hastalık<br />

değil. O yüzden de ALS’yi bu<br />

hastalığa yakalanmış hatta bu<br />

hastalık yüzünden hayatını<br />

kaybetmiş ünlülerle birlikte anmak<br />

gibi bir gelenek var. Örneğin ABD’de,<br />

sadece New York Yankees’i değil bütün<br />

ülkeyi derinden etkilemiş beyzbolcu<br />

Lou Gehrig’in hastalığı olarak biliniyor.<br />

Ünlü İngiliz fizikçi ve evrenbilimci<br />

Stephen Hawking hastalığa hâlâ direnen<br />

isimlerden. Doktorların teşhis koyduktan<br />

sonra “3-5 yıl daha yaşar” dediği ve<br />

hastalığa yaklaşık 30 yıldır direnen rock<br />

gitaristi Jason Becker ise ALS’nin müzik<br />

âleminde bilinmesini sağlayan isim. İngiliz<br />

oyuncu David Niven ve Çin’in 1973’te<br />

ölen lideri, Çin Halk Cumhuriyeti’nin<br />

kurucusu Mao Zedong da ALS’ye<br />

teslim olmuş isimlerden. Bizde daha<br />

çok “Fenerbahçeli Milli Futbolcu Sedat<br />

Balkanlı’nın hastalığı” olarak tanınan<br />

ALS, gerçekte bir sinir sistemi hastalığı<br />

ve açılımı da Amyotrofik Lateral Skleroz.<br />

Omurilikte kasları besleyen sinirlerin<br />

bulunduğu bölgeyi etkileyen hastalık, bu<br />

bölgede sağlıklı sinirler yerine sertleşmiş<br />

veya hasarlı doku gelişimine sebep oluyor.<br />

Bunun sonucunda da kaslar beslenemiyor<br />

ve git gide zayıflayıp küçülüyor. Hastalığın<br />

beyindeki ve omurilikteki motor nöronlara<br />

zarar vermesiyle nefes almak, yürümek<br />

ve su içmek için bir bardağa uzanmak<br />

gibi gündelik hareketler bile zorlaşıyor.<br />

Hastalık yüzünden hasta günden güne<br />

ilerleyen bir felçle karşı karşıya kalıyor.<br />

Hastalık motor nöronları yok ederek<br />

beynin kaslarla iletişimini bozuyor<br />

ve kaslar da çalışamaz hale geliyor.<br />

Hastalığın ileri evrelerinde bile ALS<br />

hastası görme, işitme, duyma, koku<br />

alma ve dokunma hislerini kaybetmiyor.<br />

Hastalık, duyuları ileten sinirleri de<br />

etkilemiyor ancak hastalarda nadiren<br />

beynin düşünme, anımsama ve öğrenme<br />

ile ilgili bölümleri de etkilenebiliyor.<br />

ALS’ye genellikle 40-70 yaşlar arasında<br />

rastlanıyor ve hastalık çocukluk çağında<br />

ortaya çıkmıyor. Her yıl 100 bin kişiden<br />

2’sinde ortaya çıkan ALS bulaşıcı bir<br />

hastalık da değil.<br />

26 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


ALS’ye nelerin sebep<br />

olduğu çoğunlukla<br />

bilinmiyor; uzmanlar<br />

ise gen mutasyonu<br />

ve bağışıklık sistemi<br />

sorunları üzerinde<br />

duruyor.<br />

ALS Nasıl Teşhis Edilir?<br />

ALS her hastada aynı şekilde başlayıp<br />

ilerlemez ve belirtiler de hastalığın<br />

seyri de hastadan hastaya farklılık<br />

gösterebilir. Genellikle ilk belirtiler kol<br />

ve bacak kaslarında güçsüzlüktür. Sık<br />

sık düşmek, ayağı takılmak, eşyaları<br />

elinden düşürmek, konuşma güçlüğü,<br />

kaslara kramp girmesi de diğer belirtiler<br />

arasındadır. Hastalık ilerledikçe yemek<br />

yemek, yutkunmak ve hatta nefes almak<br />

da zorlaşmaya başlar. Hastalığın teşhisi<br />

için kas ya da sinir biyopsisi gerekebilir.<br />

Ve kötü haber: ALS’nin şu an için<br />

bilinen bir önleyici ya da iyileştirici<br />

tedavisi yok! Belirtileri kontrol altına<br />

almak ve yavaşlatmak için çeşitli ilaç<br />

tedavileri ve fizik tedaviler uygulansa da<br />

“hastalanmadan önceki haline dönen”<br />

bir ALS hastasına rastlamak mümkün<br />

değil. ALS hastalarına genellikle 3-5 yıl<br />

arasında ömür biçiliyor ama hastaların<br />

% 10’unun 10 yıldan fazla bir süre hayatta<br />

kaldığı da bilinen bir gerçek. Örneğin<br />

İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Stephen<br />

Hawking 21 yaşında ALS hastalığına<br />

yakalanmış ve 50 yılı aşkın bir süredir de<br />

bu hastalıkla birlikte yaşıyor!<br />

ALS Hastalığının Nedenleri<br />

ALS’ye yakalanmış kişilerin çoğunda<br />

hastalığın nedeni bilinmiyor. Bazı<br />

hastalarda genetik faktörler ön planda<br />

olsa da genetik sebeplerden ALS’ye<br />

yakalanmış hasta sayısının hayli<br />

düşük olduğunu da belirtmek gerekir.<br />

Öte yandan gen mutasyonu, beyinde<br />

meydana gelen kimyasal dengesizlik ya<br />

da bağışıklık sistemindeki sorunların da<br />

ALS’ye yol açtığı tahmin ediliyor. Sigara<br />

kullananlar, tarım ilaçlarına ve<br />

iş yerinde kurşun, civa gibi ağır metallere<br />

maruz kalanlar ise ALS ile ilgili yüksek<br />

risk grubunda bulunuyor. Yine çevresel<br />

toksinlerin, travma, viral enfeksiyonlar,<br />

otoimmünite, vitamin eksikliği ve<br />

hormonal bozuklukların da ALS’ye sebep<br />

olabileceği belirtiliyor.<br />

ALS, erkeklerde daha sık görülüyor.<br />

Başlangıç belirtileri hafif olduğu için de<br />

çoğu zaman fark edilmiyor ya da başka<br />

hastalıklarla karıştırılıyor. Özellikle<br />

kol ve bacaklarda kas güçsüzlüğüyle<br />

kendini gösteren hastalık zamanla<br />

konuşma, çiğneme ve nefes almayı<br />

zorlaştırıyor; yutma bozuluyor ve<br />

ağızda biriken tükürük de konuşmayı<br />

güçleştiriyor. Kaslar sinirler tarafından<br />

uyarılmadığı için yapısı bozuluyor ve iş<br />

görmez hale geliyorlar. Kol ve bacaklar<br />

da zaman içinde incelmeye başlıyor. El ve<br />

ayak kaslarında seğirmeler ve bu kaslara<br />

giren kramplar hastanın normali haline<br />

geliyor. Dolayısıyla kişi kol ve bacaklarını<br />

gerektiği gibi kullanamıyor, kontrol dışı<br />

gülme ve ağlama krizlerine tutuluyor.<br />

Hastadan hastaya görülen farklılıklar ise<br />

şöyle özetlenebilir: Kimi hasta halının<br />

saçaklarına takılmaya, tökezlemeye<br />

başlıyor, kimi de eşyaları kaldırmakta<br />

zorlanıyor. Bazı hastalar konuşurken<br />

kelimeleri yuvarlamaya başlıyor. Tıpkı<br />

duyular gibi boşaltım işlevleri ve cinsel<br />

işlevler de hastalıktan etkilenmiyor.<br />

Kalp kası zarar görmüyor, göz kası ise<br />

genellikle ya en son etkileniyor ya da hiç<br />

etkilenmiyor. Hastalık zihin becerilerini<br />

etkilemiyor. Hastalığın ortalama<br />

başlangıç yaşı 55 ancak çok genç yaşta da<br />

çok ileri yaşta da ortaya çıktığı görülüyor.<br />

Bu Belirtiler<br />

Önemli<br />

ALS tanısı klinik belirti ve bulgulara<br />

dayanarak konur ancak pek çok kas ve sinir<br />

hastalığı ile karışabildiği için bazı tetkiklerin<br />

de yapılması gerekir. Tanıya yardım eden<br />

yöntem ise Elektromiyogram (EMG)<br />

tetkikidir. Beyin ve omurilik manyetik<br />

rezonans görüntüleme (MRG), bazı kan ve<br />

idrar tetkikleri, lomber ponksiyon (bel sıvısı<br />

incelemesi) ve kas biyopsisi gerekebilir.<br />

Eğer hastada…<br />

• Kas atrofisi (kas hacim kaybı)<br />

• Kas zayıflığı<br />

• Seğirme<br />

• Kas tonusunda artma<br />

• Normal kas reflekslerinde değişimler<br />

varsa ve…<br />

• Hastanın vücudunun en az üç yerinde<br />

motor nöron işaretleri bulunursa, kesin bir<br />

ALS teşhisi konabilir.<br />

Tüm dünyada ALS (Amyotrofik Lateral<br />

Skleroz) ve Motor Nöron Hastalığı<br />

genellikle aynı anlamda kullanılıyor.<br />

Hastalar iyi bir tıbbi ve sosyal destekle 20<br />

yıldan fazla yaşayabiliyor. Bunun dışında<br />

hastalığındaki ilerleme duran, şikâyetleri<br />

tamamen geçen ALS hastaları da var.<br />

Hastaların yaklaşık yüzde 10’unda ALS ve<br />

demans bir arada görülebiliyor. ALS’nin<br />

henüz kesin bir tedavisi olmadığını<br />

söylemiştik. Buna karşın yeni ilaçlar<br />

üzerine yoğun çalışmalar da sürüyor.<br />

Rehabilitasyon aşamasının olmazsa<br />

olmazı ise hastanın mümkün olduğunca<br />

rahat ettirilmesi, normal yaşamını<br />

sürdürmesini sağlayacak tedbirlerin<br />

alınması… Ayrıca rehabilitasyon<br />

imkânları da hasta ihtiyaçları<br />

doğrultusunda farklılık gösterebiliyor.<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 27


Alışveriş<br />

YENİ NE VAR NE YOK?<br />

Tüketiciyle bu yaz buluşacak ürünlerin ortak<br />

özelliği, tümünün seçkin markalara ait ve<br />

tüketicinin beklediği ürünler olması. Biri sizin için!<br />

1<br />

4<br />

2<br />

8<br />

3<br />

5<br />

6<br />

7<br />

9<br />

1- INCIA<br />

Incia, Ar-Ge çalışmalarını üç yıldır BioArge Laboratuvarları ile<br />

birlikte yürüten Glohe’nin Tuzla’daki fabrikasında ürettiği % 100<br />

doğal ürünlerden oluşan ilk markası. Incia’nın Zeytinyağlı Doğal<br />

Köpük Sabun’u ise doğal bitkilerden elde edilen yağlarla ve BioArge<br />

Laboratuvarları’nın patent korumalı buluşları ile üretildi. Cildi,<br />

doğal florasına zarar vermeden temizleyen, içeriğindeki doğal<br />

bileşenlerle cildi nemlendiren Zeytinyağlı Doğal Köpük Sabun,<br />

badem yağı ile de tam koruma sağlıyor. 28 TL<br />

2- DERMALOGICA<br />

Stress Positive Eye Lift, maske ve göz bakımı özelliğiyle<br />

torbalanmaya, koyu renk halkaları azaltmaya, göz çevresini<br />

aydınlatmaya, gerginleştirmeye ve cilt bariyerini güçlendirmeye<br />

yardımcı olur. Serinletici masaj aplikatörü ile kolayca uygulanır.<br />

Devamında Dermalogica Göz Masaj’ı ve Dermalogica göz kremi<br />

kullanılması tamamlayıcı etki yapacaktır. Ani toparlanmaya<br />

ve yorgun gözleri dinlendirmeye her ihtiyaç duyulduğunda<br />

kullanılabilir. 25 ml: 515 TL<br />

3- BACILAC INSTANT<br />

Bacilac Instant, her kutuda 16 saşe bulunan ve 5 gramlık her bir<br />

saşede 5 x109 KOB Lactobacillus rhamnosus canlı probiyotik<br />

mikroorganizma içeren diyareyi önlemeye yönelik ilaçtır.<br />

İnfeksiyöz diyare ve turist diyaresinde etkinliği kanıtlanmıştır. Suya<br />

ihtiyaç duyulmadan kullanılması, taşıma rahatlığı ve vanilya tadıyla<br />

çocuklar dâhil tüm aile tarafından kolayca kullanılabilir. 56,20 TL<br />

4- ABC DERM<br />

Firming Cream, ABCDerm Serisi’nin annelere özel formüle ettiği,<br />

cildin esnekliğini ve sıkılığını geri kazandıran bir krem. %10 daha<br />

sıkı, %17 daha esnek ve 8 saat sonunda bile %43 daha nemli bir<br />

cilt sağlayan ürün, doğum sonrası ciltte meydana gelen elastikiyet<br />

kaybının giderilmesine ve cildin yeniden şekillendirilmesine<br />

destek oluyor. Bel, karın, kalça ve basen bölgesine günde 2 defa<br />

uygulanıyor. 200 ml: 119,90 TL<br />

5-6- VICHY<br />

Vichy Slow Âge serisinde ilk defa, probiyotikler ve antioksidanlar<br />

krem teknolojisi ile birleştirilerek bir araya geldi. Slow Âge serisinde<br />

UV ışınları, hava kirliliği, stres, düzensiz beslenme, sigara gibi<br />

çevresel faktörler ve yaşam tarzından kaynaklanan yaşlanma<br />

belirtilerini yavaşlatan 3 özel aktif içerik bulunuyor: Probiyotik<br />

türevi bifidus, antioksidan bitki kökü Baicalin ve Vichy 15 mineralli<br />

Termal Suyu. Slow Âge serisi, 20’li yaşlardan başlayarak yaşlanmayı<br />

geciktirmeyi ve cildi korumayı hedefliyor. 129,90 TL - 109,90 TL<br />

7- iHEALTH<br />

iHealth’in Kidsbiotic Balls’u, özel çiğneme formuyla hem anneleri<br />

hem de çocukları sevindirecek yeni ürünü… Akut ishal ve<br />

antibiyotik kullanımına bağlı probiyotik eksikliğinin yanı sıra<br />

bağışıklık sistemini desteklemek için de geliştirilen Kidsbiotic Balls,<br />

2 milyar faydalı bakteri içeriyor. Üründe 30 adet yoğurtlu çilekli<br />

probiyotik top bir arada bulunuyor. 49 TL<br />

8- MAVALA<br />

Özel bakım gerektiren ve hassas ciltler için 16 üründen oluşan<br />

Mavala Swiss Skin Solution Cilt Bakım Serisi, tüm dünya ile<br />

birlikte Türkiye’de... İsviçre’nin Alp Dağları’ndaki bitkisel<br />

zenginliğin gücünü ileri düzey dermatolojik aktif bileşenlerle<br />

bir araya getiren ve hassas ciltler için formüle edilmiş bu yeni seri<br />

Alpler’in saf suyunu da içeriyor. Ürünlerin hiç birinde mineral<br />

yağ, fitalat ve sodyum laureth sülfat bulunmuyor.<br />

78 TL - 59,50 TL - 169 TL - 129 TL<br />

9- WHITE GLO<br />

Power Brush Paste ya da dünyanın, elektrikli diş fırçaları için<br />

formüle edilmiş ilk diş macunu! High Gloss Wax içeren jel<br />

kıvamındaki macun yüksek hızla hareket eden fırça başlığına<br />

uygulanır ve fırçanın hızlı hareketiyle birlikte dişlerin parlak ve<br />

ışıltılı şekilde beyazlamasını sağlar. Maksimum sonuç için günde<br />

en az 2 kez kullanılmalıdır.29,90 TL<br />

30 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Alışveriş<br />

10<br />

17<br />

11<br />

13<br />

14<br />

16<br />

18<br />

20<br />

15<br />

12<br />

19<br />

10- SOLGAR<br />

Full Spectrum Curcumin, emilimi ve biyoyararlanımı artırılmış,<br />

miçellerle kaplanmış kurkumin içerir. Patentli özel teknoloji sayesinde<br />

kurkumin, hem yağda hem de suda çözünebilme özelliğine sahiptir. Mide<br />

asidinden ve sindirim enzimlerinden etkilenmeden kolayca emilir. Full<br />

Spectrum Curcumin, standart toz kurkumine göre daha hızlı emilir ve<br />

185 kat daha yüksek biyoyararlanım sağlar. 159,95 TL<br />

11-12- LIERAC<br />

Lierac’ın yenilenen Hydragenist ailesine üç yeni ürün daha katıldı:<br />

Cildi göz açıp kapayıncaya kadar pürüzsüz bir görünüme kavuşturan<br />

Hydragenist Morning Mist; cildin su ihtiyacını anında karşılayan<br />

Hydragenist Moisturizing Rescue Mask; nemlendirici ve dolgunlaştırıcı<br />

etkiye sahip Hydragenist Nutri-Plumping Lip Balm. Fiyatları ise sırasıyla;<br />

Morning Mist: 145 TL / Moisturizing Rescue Mask: 145 TL /<br />

Nutri-Plumping Lip Balm: 59 TL<br />

13- SAFRANRELAX<br />

Neptün’ün Belçika’dan ithal ettiği safran, zerdeçal ekstraktı, B 12, B 6<br />

ve D vitamini içeren; çinko ve folik asit ile zenginleştirilmiş takviye edici<br />

gıda tableti Safranrelax artık Türkiye’de. Enerji oluşum metabolizmasına<br />

katkıda bulunan, bağışıklık sisteminin fonksiyonlarını destekleyen<br />

Safranrelax, kemik sağlığını da destekler. Cildi, tırnakları ve görme<br />

yetisini de korur. 119 TL<br />

14- STERIMAR<br />

Sterimar Stop & Protect Alerji, alerjik rinite karşı üretilmiş, belirtileri<br />

durduran, yeni saldırılardan koruyan ikili etkisi ve % 100 doğal deniz<br />

suyu içeriğiyle yenilik yaratan bir ürün. 3 yaşından itibaren tüm çocuklar<br />

ve yetişkinler kullanabilir. İçeriğinde doğal kökenli hyalüronik asit,<br />

manganez ve kalsiyum bulunur. Uyku hali yapmaz. 39 TL<br />

15- NEW LIFE<br />

New Life’ın ihtiyaca yönelik olarak kullanıcıya sunduğu balık yağlarından<br />

Efa One, sağlığı güçlendirmek, kronik rahatsızlıklardan korunmak ve tek<br />

kapsülde maksimum düzeyde Omega-3 almak için yüksek doz Omega-3<br />

ihtiyacını karşılar. Her kutuda 45 kapsül ve her kapsülde 1020 mg<br />

Omega-3 bulunur. 119 TL<br />

16- LADY VIGOR<br />

Kadınlarda gözlemlenen cinsel isteksizliğin giderilmesi için önerilen<br />

ve cinsel isteğin artırılmasına yarayan gıda takviyesi… Tavsiye edilen<br />

miktar günde iki kapsüldür ve etkisini gösterebilmesi için en az 2 ay<br />

kullanmak gerekir. Sonrasında aynı şikâyetler görüldükçe kullanılabilir.<br />

Çemen otu, Ginkgo ve B6 vitamini kombinasyonudur. 99,30 TL<br />

17- BIODERMA<br />

Photoderm Nude Touch SPF 50+, karma ve yağlı ciltlerin yaşadığı<br />

sorunlardan ilham alınarak geliştirilmiştir. Sadece bu üründe bulunan<br />

sıvıdan pudraya dönüşüm teknolojisi ile parlama sorunu ve ton eşitsizliği<br />

ortadan kalkar, cilt mat ve kadifemsi bir görünüm alır. Cilde günlük<br />

koruma sağlarken cildi Bioprotection patenti ile derinlemesine korur.<br />

Ciltte 8 saate kadar yağ kontrolü sağlar, 21 günde de mevcut cilt<br />

kusurlarını azaltır. 40 ml: 99,50 TL<br />

18-WEE BABY<br />

Temassız Ateş Ölçer, bebekleri ateşlenen anne ve babaların en büyük<br />

yardımcısı olmaya aday. Bebeklerin ateşinin güvenle ölçen cihaz, kolay<br />

kullanımıyla alından 3-5 cm uzaklıktan vücut sıcaklığını hızla ve rahatça<br />

ölçüyor. Renkli ve geniş LCD dijital ekranında, ışığa gerek olmadan ateş<br />

birimini Celcius ve Fahrenheit cinsinden görüntüleyebiliyor. Cihaz, son<br />

32 sıcaklık ölçümünü de hafızada tutuyor. 139 TL<br />

19- ARKOPHARMA<br />

Arkofluids Shape Up ürünleri arasında yer alan Shape Up, içeriğindeki su,<br />

ananas suyu konsantresi, yeşil çay yaprağı, java çayı yaprağı barındıran<br />

takviye edici gıdadır. Vücuttaki yağların yakılmasına ve kilo vermeye<br />

yardımcıdır. Metabolizmayı hızlandırır. Açlık krizlerini ve atıştırma<br />

isteğini bastırır. İçeriğindeki tüm bitkiler organik tarımla elde edilmiştir.<br />

Sadece yetişkinlerin kullanımı içindir. 199,90 TL<br />

20- ARKOPHARMA<br />

Lipofeine Slim Expert, detoks ve kilo vermeye yardımcı olmak için<br />

Arkopharma tarafından geliştirilmiştir. 10 günlük detoks, 10 günlük<br />

yağ takımını artırma ve 10 günlük yağ depolanmasını önlemek üzere<br />

30 günlük programdan oluşan Lipofeine Slim Expert; Detox, Burner<br />

ve Block olmak üzere birbirini izleyen 10’ar günlük 3 kürden oluşur.<br />

Program, ihtiyaca göre istenen periyotta tekrarlanabilir. 189 TL<br />

32 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Küçük kazalarda<br />

yara bakımı desteği<br />

yazın da<br />

yanınızda!<br />

SADECE<br />

ECZANELERDE<br />

Betadine antiseptik pudra sprey %2,5 povidon iyot içerir. Bakterisidal, Antifungal,<br />

Antiviral. CAS 25655-41-8. Ürün tipi 1. İnsan Hijyeni ile ilgili Biyosidal Ürün. Güvenli<br />

kullanınız. Kullanmadan önce her zaman ürün etiketi ve kullanım talimatını okuyunuz.<br />

Ruhsat tarih ve no: 27.06.2016, 2016/119 Ruhsat sahibi: Mundipharma Ecza Ürünleri<br />

San. ve Tic. Ltd. Şti. Levent Yapı Kredi Plaza C-Blok No:40-41 K-17 Beşiktaş, İstanbul Tel:<br />

02123174757 e-posta: info@mundipharma.com.tr Daha geniş bilgi için firmamıza<br />

başvurunuz.<br />

60<br />

YIL<br />

ULUSLARARASI MARKA GÜVENCESİ<br />

BET_MP_13_Q217


ETİKET OKUMAYI BİLİYOR MUSUNUZ?<br />

Beslenme<br />

Bugün herhangi bir markete<br />

girip de paketli bir gıdayla<br />

karşılaşmamak neredeyse<br />

imkânsız. Tabii bir de o<br />

paketlerin üzerindeki etiketler<br />

var. Çoğumuz “Son Tüketim<br />

Tarihi” dışında o etikette<br />

yazanlarla ilgilenmiyoruz belki<br />

ama sağlığımız için etiket<br />

okumayı öğrenme zamanı<br />

çoktan geldi!<br />

Yemeklerde kullandığımız<br />

salçadan margarine, soslara<br />

hatta pişirmeye hazır gıdalara<br />

kadar her şey artık paketlenmiş,<br />

ambalajlı gıda başlığı altında yer alıyor.<br />

Farklı bir ifadeyle yemekleri evde yapsanız<br />

da, dışarıdan hazır hiçbir şeyi mutfağınıza<br />

sokmadığınızı zannetseniz de gerçek<br />

biraz farklı. Çünkü salçalar, soslar,<br />

baharat karışımları hatta sadece üzerine<br />

şerbet döküp hazırlayacağınız tatlıların<br />

hammaddesi bile “paketli gıda” olarak<br />

ele alınıyor. Bu durumda hepimizin gıda<br />

paketlerinin üzerindeki etiketleri doğru<br />

okuması zorunluluk haline geliyor çünkü<br />

bu etiketler, sağlıklı beslenmek açısından<br />

son derece önemli ipuçları içeriyor.<br />

Öncelikle etiketleri doğru okuyup gıdaları<br />

ona göre tüketmenin iki önemli faydası<br />

var: Bunlardan ilki, ileride oluşabilecek<br />

hipertansiyon, diyabet, obezite gibi<br />

sağlık sorunlarından korunmak...<br />

İkincisi, zaten sağlık sorununuz varsa,<br />

bu hastalıkların olumsuz etkileneceği<br />

beslenme şeklinden uzaklaşmak. Gıda<br />

etiketi okumayı alışkanlık, alışverişimizin<br />

olmazsa olmazı haline getirmek artık şart<br />

çünkü pek çoğumuz yiyecek içeceklerle<br />

vücudumuza neleri soktuğumuzu bile<br />

bilmiyor, beslenme adına kendi ellerimizle<br />

kendimize tuzaklar kurduğumuzu<br />

anlamıyoruz.<br />

Yalnız şu da var: Gıda etiketleri nedense<br />

ambalajların en gizli saklı köşelerinde<br />

yer alıyor. Etiketi bulduk diyelim…<br />

Okumak ne mümkün! Minicik puntolarla<br />

hazırlanmış bir etiket karşımıza çıkıyor.<br />

Aslında sağlığınızı korumak için şu<br />

tavsiyemize uymanızda fayda var: Her<br />

alışveriş öncesi çantanıza pratik, açılırkapanır<br />

bir büyüteç atın; ya da daha iyisi<br />

bu büyüteç hep çantanızda dursun. Sebebi<br />

açık: Yapılan araştırmalara göre gıda<br />

etiketlerini okumayanlar, okuyanlara göre<br />

iki kat daha fazla kaloriyi (hem de yağ<br />

olarak) vücuduna alıyor! “Etiketi Okuyun”<br />

adında bir kitap da yazarak durumu<br />

açıklayan psikolog, beslenme uzmanı<br />

ve sağlıklı gıda koçu Judie Davie, “Gıda<br />

paketlerinin üzerindeki besin değerleriyle<br />

ilgili bilgilendirme, paketlenmiş sağlıklı<br />

bir gıda ile yenebilir olan arasındaki<br />

farkı anlamaya yardımcı olur” diyor.<br />

Aslında mesele bu kadar basit: Her gıda<br />

ürünü yenebilir ama hangisi sağlıklıdır?<br />

İşte gıda paketlerinin etiketleri bunu<br />

anlamanızı sağlar… Bunu anlamak<br />

için de etiket okumayı bilmek şarttır!<br />

Küçük bir not daha: Gıda paketlerinin<br />

üzerindeki etiketler sizi hedeflerinize de<br />

ulaştıracaktır. Öyle ya, herkes ince bir<br />

vücut peşinde olmayabilir… Kimi keskin<br />

bir zekâyı, kimi güçlü bir hafızayı tercih<br />

edecektir. Neyse ki etiketlerde herkesin<br />

aradığını bulmasına yardımcı olan<br />

uyarıları bulacaksınız ve okudukça, hiçbir<br />

şeyi değilse bile, uzak durmanız gıdaları<br />

tanıyacaksınız…<br />

34 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Trans yağ oranına bakın:<br />

<strong>Sağlık</strong>lı bir gıda maddesinde trans yağ<br />

oranı sıfır olmalı… Gıda etiketinde<br />

de “hidrojenize” şeklinde tanımlanan<br />

herhangi bir madde yer almamalı.<br />

Yalnız burada sakıncalı bir durum var:<br />

Gıda üreticileri, ürünlerinde trans<br />

yağ var mı, yok mu, genellikle etikette<br />

belirtmiyor. Bunun anlamı şu: Üretici<br />

belirtmiyorsa, paketteki toplam yağın<br />

ne kadarı trans yağ, bilmenin imkânı<br />

yok! Yapılması gereken en mantıklı<br />

şey ise fast food ve kızartmalardan<br />

uzak durmak ve etiketinde “Trans Yağ<br />

İçermez” bilgisi olmayan hiçbir işlenmiş<br />

gıdayı almamak… Yine de anlamanın<br />

bir kolayı var: Eğer paketli gıda, kraker,<br />

hamur işi vs. çıtır çıtırsa, büyük ihtimalle<br />

trans yağ içeriyor demektir! Trans yağın<br />

günlük tüketim miktarı diye bir şey yok,<br />

mümkünse sıfır gr. olmalı…<br />

Toplam yağ oranına bakın:<br />

Pratik hesap şu: Her ana öğünde 10, her<br />

ara öğünde ise 5 gramdan daha az yağ<br />

tüketmeye dikkat edin. Çünkü bir<br />

gıda maddesinin her 100 gramında<br />

3 gramdan daha az yağ varsa, o gıda<br />

maddesi “düşük yağ oranına sahip” olarak<br />

kabul ediliyor. Bu arada yemeklerdeki<br />

yağın çoklu doymamış yağ, tekli<br />

doymamış yağ ya da bu ikisinin bileşimi<br />

olması da önemli. Elinizde tuttuğunuz<br />

gıda paketinin etiketinde sağlıklı yağları<br />

gösteren bir liste de varsa, sağlıklı bir<br />

ürünü satın almak üzeresiniz demektir.<br />

KALBİNİZ İÇİN…<br />

Doymuş yağ oranını inceleyin:<br />

Öncelikle toplam yağ miktarının üçte<br />

birinden fazlası doymamış yağ olan<br />

yiyecekleri tercih edin. Eğer elinizdeki<br />

pakette, 6 gr yağ varsa bunun 2 gramdan<br />

fazlası doymuş yağ olmasın. Şunu<br />

unutmayın: Kandaki kolesterolün çoğu,<br />

yüksek kolesterollü gıdalardan gelmez.<br />

Kolesterolü beden üretir ve bunun temel<br />

yapı taşı da sizin tükettiğiniz doymuş<br />

yağlardır. Dünya <strong>Sağlık</strong> Örgütü, çok<br />

fazla doymuş ve trans yağ tüketimini<br />

kalp hastalıklarıyla ilişkilendiriyor. Bu<br />

yağlar, kandaki LDL (kötü) kolesterol<br />

seviyesini yükselterek damarların içinde<br />

yağ birikimi ya da plak oluşmasına sebep<br />

oluyor. Kısaca ne kadar az doymuş yağ,<br />

o kadar düşük seviyede LDL (kötü)<br />

kolesterol. Günlük hedefiniz ise 20 gr.<br />

ya da daha az yağ olsun…<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 35


Beslenme<br />

Peki, yağ tüketimiyle ilgili günlük<br />

hedef ne olmalı? Uzmanlara göre<br />

yağdan alınan toplam kalori, günlük<br />

kalori ihtiyacının yaklaşık yüzde 20 ila<br />

35’i kadar olmalı. Örneğin hedefiniz<br />

günlük 1800 kaloriyse, bunun 360<br />

kalorisinin yağdan gelmesi yeterli<br />

olacaktır. Yağdan alınan 360 kalori de<br />

40 gr. yağa denktir. Ve küçük bir not:<br />

Tükettiğiniz yağların üçte ikisinin<br />

doymamış yağ olması gerekir.<br />

ENERJİ İÇİN…<br />

Tam tahıllar var mı, bakın:<br />

Gıda etiketindeki listede buğday, çavdar,<br />

darı, kinoa ve yulaf gibi tahılların önünde<br />

“tam” ifadesi olmasına dikkat edin. Tam<br />

tahıllı besinlerin çoğu enerjinizi devam<br />

ettirmenizi sağlar çünkü bedeniniz tam<br />

tahılları yavaşça ayrıştırır. Böylece kan<br />

şekerinizde dalgalanmalar meydana<br />

gelmez. Tam tahıllar aynı zamanda<br />

işlenmiş tahıllara göre hem enerji veren<br />

B vitaminlerini hem diğer vitaminleri<br />

daha fazla içerir. Bu arada paketlenmiş<br />

karbonhidratların glisemik indeks<br />

değerlerini de öğrenin ve “Düşük GI”<br />

ifadesine etiketinde yer veren ürünleri<br />

tercih edin.<br />

çoğu yiyecek uzun zincirli yerine kısa<br />

zincirli yağ asitleriyle üretiliyor. Bunlar,<br />

insan bedeninin uzun zincirli asitlere<br />

dönüştürmeye ihtiyaç duyduğu, Omega-<br />

3’ün bitkisel kaynaklarından olan alfa<br />

linoleik asitlerden (ALA) elde ediliyor.<br />

İnsan bedeni ise bunu etkili bir şekilde<br />

yapamıyor. Yeterli miktarda uzun zincirli<br />

Omega-3 almak, olayları daha kolay<br />

hatırlamanızı ve zihninizin daha iyi<br />

çalışmasını sağlar. En iyi çözüm ise uzun<br />

zincirli Omega-3’ü kendi kaynağından,<br />

yani deniz ürünlerinden almak…<br />

Günlük 800 mg’lık tüketim, bedeniniz ve<br />

özellikle zihniniz için yeterli olacaktır.<br />

Demir oranına bakın:<br />

Tükettiğimiz gıdanın her porsiyonunda<br />

en az 1,8 mg demir bulunması zihin<br />

sağlığınız için gereklidir. Gıdalar<br />

içinde bir numaralı demir kaynağı<br />

ise kırmızı ettir. Fazla kırmızı et<br />

yemiyorsanız, beslenme düzenine<br />

Gıda etiketleri genellikle ambalajların en dip bucak<br />

köşelerinde ve minicik puntolarla yazılmış halde...<br />

Belki de bu yüzden, gıda etiketi okumayanlar<br />

iki kat fazla yağ ve karbonhidrat tüketiyor.<br />

Protein oranına bakın:<br />

Günlük protein ihtiyacınıza göre almanız<br />

gereken miktarı tamamlayacak gıdaları<br />

tercih edin. Çünkü proteinden gelen<br />

kalori de tıpkı karbonhidratlardan<br />

gelenler gibi yakıt olarak kullanılır ve<br />

enerji seviyenizi devam ettirmenize<br />

yardımcı olur. Protein aynı zamanda<br />

mineral ve enerji dönüşümü için diğer<br />

hayati besin öğelerini de içerir. Protein<br />

bakımından zengin gıdaları süt ürünleri<br />

reyonunda, şarküteri bölümünde (kırmızı<br />

et, tavuk, balık, yumurta) ve soğutulmuş<br />

gıda dolabında bulabilirsiniz.<br />

BEYNİNİZ İÇİN…<br />

Omega-3 yağ asitlerini arayın:<br />

Elinizde tuttuğunuz gıdanın etiketinde<br />

olmayabilir ama paket üzerinde herhangi<br />

bir yerde bulunması gerekir zira tahıl<br />

gevreği, yumurta, ekmek ya da meyve<br />

suyu da dâhil olmak üzere, günümüzde<br />

pek çok ürüne Omega-3 yağ asitleri<br />

takviye ediliyor. Öte yandan paketli<br />

bir gıda, tercih edilebilecek en sağlıklı<br />

seçim değilse, sırf Omega-3 eklenmiş<br />

olması sizi yanıltmasın. Bunun nedenine<br />

gelince… Omega-3 ile zenginleştirilmiş<br />

36 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Beslenme<br />

demirle zenginleştirilmiş paketli gıda<br />

eklemelisiniz çünkü kanınızda yeterli<br />

demir olmadan, hücreleriniz ihtiyaç<br />

duydukları oksijeni alamaz ve<br />

bu da kendinizi yorgun ve bitkin<br />

hissetmenize sebep olur.<br />

Et yemiyorsanız, market arabasına<br />

yumurta, yeşil yapraklı sebzeler ve<br />

baklagiller eklemeyi unutmayın. Demir<br />

için yaklaşık miktar vermek gerekirse,<br />

50 yaşında ya da daha genç olanlar için<br />

18 mg; 51 ve üstü olanlar için 8 mg<br />

diyebiliriz…<br />

KEMİKLERİNİZ İÇİN…<br />

Kalsiyum oranını inceleyin:<br />

Her porsiyonda 200-300 mg kalsiyum<br />

almanız gerekir. Çünkü insan<br />

vücudundaki kemiklerin güçlenebilmesi<br />

için bünyeye bir günde yaklaşık 1000<br />

mg kalsiyum girmelidir. Günde iki ya<br />

da üç porsiyon süt ürünü tüketmek bu<br />

miktarı karşılayacaktır. Kalsiyumun<br />

en iyi alınabileceği besinler ise az yağlı<br />

süt, yoğurt, peynir ve lifli yeşil sebzeler<br />

(brokoli gibi) olarak sıralanabilir.<br />

Özellikle 51 yaş ve üstündeki kişilerin<br />

günde ortalama 1300-1500 mg kalsiyum<br />

alması tavsiye edilir.<br />

D vitaminlerini inceleyin:<br />

D vitamini yetersizliği, Türk kadınlarında<br />

genetik bir sorun olarak karşımıza<br />

çıkabiliyor. Bu dengeyi kurabilmek için<br />

her porsiyonda en az 40 IU D vitamini<br />

almanız şart. Az güneş ışığı görenlerin,<br />

ileri yaştakilerin ya da sistemik bağırsak<br />

hastalığı olanların da D vitamini emilimi<br />

geç gerçekleşebiliyor. D vitamini,<br />

kalsiyumu sindirim sisteminden kana<br />

naklediyor ve D vitamini olmadan,<br />

insan bedeni sahip olduğu kalsiyumun<br />

yalnızca yüzde 10’unu kullanabiliyor.<br />

Dahası, kişide D vitamini eksikliği varsa<br />

tüberküloz enfeksiyonuna daha açık<br />

hale geliyor. Gıda içeriklerinin dışında<br />

market raflarında da D vitamini takviyeli<br />

yiyecekler bulabilirsiniz ancak en doğrusu<br />

somon ya da sardalye gibi doğal D vitamini<br />

kaynaklarından yararlanmak olacaktır.<br />

ZAYIFLAMAK İÇİN…<br />

Kalori miktarını inceleyin:<br />

Öncelikle kalorisi düşük ama miktarı<br />

(porsiyonu) büyük gıdaları tercih edin.<br />

Bunun için de marketlerdeki benzer<br />

yiyecekleri karşılaştırmanız ve sık sık<br />

tükettiğiniz besinlerin kalori ve porsiyon<br />

değerlerini yaklaşık olarak öğrenmeniz<br />

gerekir. Şu genel kurala da uymalısınız:<br />

Günde iki ara öğün yapıyorsanız, bu iki ara<br />

öğünün toplamı, 300 kaloriyi geçmemelidir.<br />

Geri kalan kalori hakkını ise üç ana öğüne<br />

paylaştırın. Ya da farklı bir yol izleyin:<br />

Örneğin kahvaltıda aldığınız kalori miktarı<br />

fazlaysa, bunu akşam yemeğinde kısarak<br />

dengeyi kurun.<br />

Lif oranına bakın:<br />

Gıdanın paket etiketinde, her bir porsiyon<br />

için 3-6 gram ya da daha fazla lif yazmasına<br />

dikkat edin. Yüksek lif içeren gıdalar hem<br />

sizi formda tutar hem de daha az kalori<br />

almanıza yarar. Böylece kendinizi daha<br />

uzun süre tok hissedersiniz. Araştırmalara<br />

göre, beslenme düzenine haftada iki<br />

günden fazla ekstra 14 gram lif ekleyenler<br />

her ay yarım kilo veriyor! Bir ipucu daha:<br />

Bir yiyeceğin yüksek lif içerdiğini söylemek<br />

için her porsiyonunda üç gram lif olması<br />

gerektiğini unutmayın. Bir yiyeceğin her<br />

porsiyonunda altı gram lif bulunuyorsa, o<br />

yiyeceğin “çok yüksek oranda lifli” kabul<br />

edildiğini de hatırlayın. Günlük 25-30 gr<br />

lifli gıda tüketmeye özen gösterin.<br />

Karbonhidrat oranına bakın:<br />

Seçeceğiniz karbonhidratlar mutlaka<br />

düşük glisemik indeksli olsun! Çünkü<br />

karbonhidratlardan gelen glikoz beyinin<br />

öncelikli yakıtıdır. O olmadan başınız<br />

döner, başınız ağrır ve konsantrasyonununuz<br />

azalır. Karbonhidratların hepsi birbirine<br />

eşit değildir. Bu yüzden sebze, tam tahıllı<br />

ekmek, şeker eklenmemiş doğal müsli<br />

gibi düşük glisemik indeksli seçenekleri<br />

tercih edin. Bedeniniz düşük glisemik<br />

indeksli gıdaları yavaşça sindirir ve emer.<br />

Bu da kan şekerinde ve insülin seviyenizde<br />

istikrarlı, yavaş bir artış sağlar. Bu yüzden<br />

yediklerinizin üçte birinin düşük glisemik<br />

indeksli olması gerekir.<br />

38 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Güneş Dosyası<br />

Onun nazİk<br />

tenİ özen İster!<br />

Bebekler ve çocuklar, gelişimleri için güneş ışığına fazlasıyla muhtaçtır. Ama<br />

aynı güneş ışıklarının fazlası, narin tenlerine geri dönülmez hasarlar verebilir.<br />

İyisi mi, onların tenini güneşten önce siz sarıp sarmalayın.<br />

01<br />

40 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


02<br />

04<br />

06<br />

Bu ürünler sadece<br />

bebekler ve çocuklar için<br />

değil. Teniniz nazikse aynı<br />

zamanda sizin için...<br />

05<br />

07<br />

03<br />

08<br />

1- VICHY<br />

Idéal Soleil Super Foam For Kids,<br />

çocukların narin cildi için ideal güneş<br />

koruması sağlar. Hassas ciltler için de<br />

uygundur. Yüzme, terleme, kurulama<br />

sonrasında sık sık ve yoğun şekilde<br />

uygulamak gerekir. 76 TL<br />

2- URIAGE<br />

Uriage Bariesun Spray SPF 50+ yüz<br />

ve vücut losyonu, çocuk cildini UV<br />

ışınlarının verdiği hasara karşı korur,<br />

filtreleme sistemiyle alerji riskine karşı<br />

da savunur. Suya dayanıklıdır. Çocuk<br />

ve bebeklere uygundur. 154,50 TL<br />

3- MUSTELA<br />

Bebek cildine özel olarak geliştirilen<br />

Mustela’nın yeni nesil güneş serisi;<br />

zengin avokado yağı, lipid içeriği,<br />

aktif hücre koruma özellikleriyle<br />

bebek ve çocukların ciltlerine<br />

uygundur. Ürünler; “filtre” olarak<br />

bilinen hiçbir alerjen içermez.<br />

94,90 TL – 74,90 TL – 44,90 TL<br />

4- ABC DERM<br />

Mineral Sun Cream, bebeklerin hassas<br />

cildine özel kimyasal filtre içermeyen<br />

çok yüksek mineral filtreli güneş<br />

koruması sağlar. Bioderma tarafından<br />

miniklerin hassas ciltleri için %100<br />

mineral filtrelerle ve patentli<br />

Hücresel Bioprotection formülüyle<br />

geliştirilmiştir. 74,50 TL<br />

5- LA ROCHE-POSAY<br />

Anthelios Baby Milk SPF 50+, hassas<br />

ve atopiye eğilimli bebek cildi için<br />

yüksek faktörlü güneş bakım kremidir.<br />

Hem yüz hem vücut için kullanılır.<br />

UVB-UVA ışınlarına karşı patentli<br />

filtre sistemine sahiptir. 69,90 TL<br />

6- AVENE<br />

Spray Enfant 50+, UVB-UVA ışınlarına<br />

karşı etkilidir ve başta çocuklar<br />

hassas ciltli yetişkinler için de yüksek<br />

koruma sağlar. İçeriğindeki Avène<br />

termal suyu ile doğal yatıştırıcı ve<br />

anti enflamatuar özelliklere sahiptir.<br />

Parfüm ve paraben içermez. 85 TL<br />

7- DAYLONG<br />

Daylong Kids SPF 50, güneşe karşı<br />

aşırı hassas çocuk cildini UVA,<br />

UVB ve IR ışınlarına karşı SPF 50+<br />

düzeyinde etkili yüksek korumayla<br />

savunur. Doz ayarlı pompalı şişesi ve<br />

uygulama tablosu doğru miktarda<br />

kullanılmasını sağlar. 150 ml: 94 TL<br />

Daylong Baby SPF 30 ise güvenilir<br />

fiziksel filtreler içerdiği için<br />

doğumdan itibaren tüm bebeklerde<br />

kullanmaya uygundur. 50 ml: 56 TL<br />

8- BIODERMA<br />

Photoderm Kid Lait, yüksek koruma<br />

sağlayan güneş koruyucudur. Anti<br />

UVB ve UVA filtreleme sistemi ve<br />

Peptit C ile güçlendirilmiş özel<br />

patentli Hücresel BioProtection®<br />

formülüyle optimum koruma sağlar,<br />

Fotostabildir. 100 ml: 74,50 TL<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 41


Güneş Dosyası<br />

Güneş<br />

saçınızla<br />

dost kalsın!<br />

Saç bakımını en fazla zorlayan mevsim yazdır. Çünkü güneşin ışınları,<br />

saçların üzerinde ışıl ışıl parlarken, her bir teli aynı zamanda yıpratır.<br />

Neyse ki buna engel olmak artık çok kolay!<br />

02<br />

04<br />

06<br />

03<br />

05<br />

01<br />

Yaz mevsiminin tadı da keyfi de deniz<br />

kenarında, havuz başında ve güneşin<br />

kollarında çıkar. Bronzlaşır, dinçleşir<br />

ve bünyenizi güçlendirirsiniz ama saçlarınız<br />

denizin tuzu, havuzun kloru; en çok da güneşin<br />

ışınları karşısında savunmasız kalır!<br />

42 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


1- KLORANE<br />

Mango Sprey Bakım Yağı, saçları tehlikeli<br />

UV ışınlarından korur ve bakımını yapar,<br />

dış etkenler yüzünden yıpranmasını önler.<br />

Saç uçlarını güçlendirir. 125 ml 49 TL<br />

2- TABİA<br />

Susam Yağı içeriğindeki doğal lesitin<br />

sayesinde, saçları beslerken güçlendirir.<br />

Antioksidan maddelerle güneş ışığındaki<br />

UVA ve UVB’den koruma sağlar. İçeriği<br />

SPF 45’e eşdeğerdir. 27 TL<br />

3- DARPHIN<br />

Soleil Plaisir Sultry Shimmering Oil<br />

içeriğindeki aydınlatıcı minerallerle hem<br />

saça hem cilde ışıltılı görünüm verir.<br />

Besleyici karanja ve inca inchi yağlarıyla<br />

saçın gün boyu parlamasını sağlar. 129 TL<br />

4- DUCRAY<br />

Nutricerat, zengin içeriğiyle saç derisini<br />

her türlü yıpratıcı etkiye karşı korur ve<br />

güçlendirir. Yağsız görünüm sunar ve<br />

kolay taranmasını sağlar. 75 ml: 64,90 TL<br />

5- PHYTO<br />

Phytoplage, saçlarınızı direkt güneş<br />

ışığı, tuz ve klordan korurken aynı<br />

zamanda sağlıkla parlamalarını da sağlar.<br />

Formülündeki güneş filtresiyle saça<br />

hem bakım yapar hem de dış etkenlerin<br />

yıpratmalarına karşı korur. 75 TL<br />

6- INSTITUT ESTHEDERM<br />

Sun Care Oil, Bronzlaştırıcı ve Besleyici<br />

Güneş Bakım Yağı, sadece cilt için değil<br />

saç için de etkili güneş koruması sağlar.<br />

Anti-komedojeniktir. Güneş filtreleri<br />

eklenerek hazırlandığı için yağlı his<br />

bırakmaz. Pratiktir... 150 ml: 269 TL<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 43


Güneş Dosyası<br />

VÜCUDUNUZA<br />

TAM KORUMA<br />

Yaz aylarında güneş altında keyifli saatler geçirirken,<br />

en önemli ihtiyaçlarımızdan biri, bizi güneşin olumsuz<br />

etkilerinden koruyacak, güvenilir ürünlerdir.<br />

01<br />

02<br />

Yaz aylarının ve güneşin<br />

tadını çıkarmanın pek çok<br />

yolu var. Sizin hayaliniz<br />

bronz ya da altın rengi<br />

bir tene kavuşmaksa,<br />

yapmanız gereken<br />

seçeceğiniz ürünün<br />

içeriğini ve özelliklerini<br />

bilmek; dolayısıyla<br />

teninize en uygun ürünü<br />

seçmek olmalı...<br />

44 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


08<br />

03<br />

05<br />

06<br />

09<br />

04<br />

10<br />

07<br />

1- DERMALOGICA<br />

Dermalogica Ultra Sensitive Tint SPF30,<br />

hassas ciltler için özel geliştirilmiştir. Güneşin<br />

zararlı etkilerine karşı maksimum koruma<br />

sağlarken aynı zamanda cildin nem dengesini<br />

de düzenler. Doğal renklendiriciler ile hafif<br />

renkli bir yapıya sahiptir. 50 ml: 303 TL<br />

2- LA ROCHE-POSAY<br />

Anthelios Ultra Legere Spray SPF 50+,<br />

güneşe toleranssız ciltler için mist dokuda<br />

yüksek faktörlü güneş koruyucudur. Güneşe<br />

duyarlı, hassas ve yoğun güneş ışınlarına<br />

maruz kalan ciltler için uygundur. Yüksek<br />

faktörlü koruma sağlar. 200 ml: 66,90 TL<br />

3- LIERAC<br />

Sunissime serisi %100 tüm güneş ışınlarını<br />

hedeflerken cilde enerji veren ve bronzluğu<br />

aktifleştiren yaşlanma karşıtı koruma sağlar.<br />

Özel formülüyle cilde enerji depolar ve etkili<br />

bronzluk sunar. Ciltte yaşlanmanın önüne<br />

geçer ve cildi nemlendirir. 169-199 TL<br />

4- DARPHIN<br />

Soleil Plaisir SPF 30/50, sahip olduğu beyaz<br />

çiçek kokusu ile duyulara da hitap eder.<br />

Yağlı ve yapışkan his bırakmayan hafif krem<br />

formundadır. Cildi ince çizgi, kırışıklık ve koyu<br />

lekelere karşı korur. 125 TL<br />

5- BEPANTHOL<br />

Bepanthol Body Lotion F, ekstra bakıma<br />

ihtiyaç duyan ciltleri nemlendirip korur.<br />

Güneş ışınları nedeniyle zarar görmüş cildi<br />

yoğun olarak nemlendirip onarır. Bepanthol<br />

Body Lotion F özellikle kuru ve hassas ciltler<br />

üzerinde etkilidir. 35,90 TL<br />

6- VICHY<br />

Ideal Soleil Invisible Hydrating Mist Spf<br />

50, UVA ve UVB korumalı ve hassas ciltler<br />

için uygun güneş koruyucudur. Sprey<br />

formundadır ve uygulandığında iz bırakmaz.<br />

Güçlendirici ve yatıştırıcı Vichy Termal Suyu<br />

içerir. Etil alkol ve paraben içermez. 76 TL<br />

7- AVENE<br />

Eau Thermale Avène Spray 50+, en hassas<br />

ciltlerde bile UVA ve UVB’ye karşı geniş<br />

spektrumlu koruma sağlar. Avène termal<br />

suyu ile de doğal olarak yatıştırıcı ve anti<br />

enflamatuar özelliklere sahiptir. Paraben ve<br />

silikon içermez. 200 ml 74,90 TL<br />

8- INSTITUT ESTHEDERM<br />

Tan Enhancing Body Lotion, cildi yatıştırır,<br />

ferahlatır ve kırışıklık karşıtı gece kremi olarak<br />

görev alır. Yıpranan cildi onarırken hassasiyeti<br />

ve kızarıklığı giderir. Tüm vücut için ideal<br />

gece bakımı sunar. 200 ml: 179 TL<br />

9- BIODERMA<br />

Photoderm Leb SPF 30, Bioderma’nın alerjiye<br />

eğilimli ve hassas ciltler için özel olarak<br />

geliştirdiği bir üründür. Güneş kaynaklı cilt<br />

yaşlanmasını önler. Cildi UV ışınlarına alıştırır<br />

ve güneş alerjisine karşı korur. 99,50 TL<br />

10- DAYLONG<br />

Daylong Ultra Spray SPF 30, yazı güneş ışığı<br />

altında yaşayan kent insanı için geliştirilmiştir.<br />

Ofiste, araba kullanırken, yürüyüşte vb. sizi<br />

güneşin zararlı ışınlarından korur. Sprey<br />

formuyla daima çantanızda! 150 ml: 84 TL<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 45


Güneş Dosyası<br />

Yüzünüzü<br />

güneşe dönün!<br />

Güneşin olumsuz etkilerinden koruyan ve üstün teknolojiyle geliştirilen<br />

bu ürünler sayesinde, yüzünüzü gülümseyerek güneşe çevirin!<br />

02<br />

01<br />

46 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


03<br />

05<br />

06<br />

04<br />

Günümüzde herkese uygun bronzlaştırıcı bir<br />

ürün var. Ancak asıl önemli olan vücuttan çok<br />

daha hassas olan yüz dokusunu korumak...<br />

07<br />

08<br />

09<br />

10<br />

1- AVENE<br />

Eau Thermale Avène Anti-Age Solaire Spf<br />

50+, UVA ve UVB ışınlarına karşı yüksek<br />

koruma sağlarken, E vitamininin antioksidan<br />

etkisiyle serbest radikallere karşı da savaşır.<br />

Avène Termal Suyu ile yatıştırıcı ve antienflamatuar<br />

özelliktedir. 50 ml: 75 TL<br />

2- LIERAC<br />

Sunifiç Solaire güneş sonrası onarıcı serum<br />

cildi yeniler, onarır ve yeniden yapılandırır.<br />

Bitkisel içeriğiyle güneş sonrasında cildi<br />

ferahlatır ve besler. Parabensiz formülüyle<br />

kırışıklık karşıtıdır ve yaşlanma karşıtı krem<br />

kullanmak istemeyenler için idealdir. 119 TL<br />

3- DERMALOGICA<br />

Hassas ciltler için özel olarak geliştirilen Ultra<br />

Sensitive Tint SPF 30, hem güneşin zararlı<br />

etkilerine karşı maksimum koruma sağlar,<br />

hem de cildin nem dengesini düzenler. Hassas<br />

ciltleri güneşin zararlı etkilerinden korur, nem<br />

dengesini kurar. 303 TL<br />

4- LA ROCHE-POSAY<br />

Anthelios SPF 50+ Ultra Light, ince dokusuyla<br />

tende fark edilmez, yapışkanlık hissi yaratmaz<br />

ve beyaz iz bırakmaz. Suya, kuma ve tere<br />

dayanıklıdır. Güneşe karşı toleranssızlıkları,<br />

ışığa karşı duyarlılığı, pigment beneklerini<br />

önler 50 ml: 55,90 TL<br />

5- DARPHIN<br />

Intral Environmental Lightweight Shield SPF<br />

50 cildi ve göz çevresini çevresel faktörlerden<br />

korur. %100 mineral UVA/UVB filtrelerine<br />

sahiptir. Renkli yapısıyla kusursuz bir makyaj<br />

bazı işlevi görür. Bileşimindeki buğday<br />

proteiniyle cildin nefes almasını sağlar. 169 TL<br />

6- VICHY<br />

Ideal Soleil Anti-Dark Spots SPF 50+, Çok<br />

Yüksek Korumalı Leke Karşıtı Yüz Kremi cilt<br />

tonunu eşitler, koyu lekeleri azaltır, yüksek<br />

güneş koruması sağlar. Günlük kullanıma ve<br />

hassas ciltlere uygundur. 74,90 TL<br />

7- BIODERMA<br />

Photoderm Nude Touch SPF 50+, karma ve<br />

yağlı ciltlerde kusursuz bir görünüm için çok<br />

yüksek güneş koruması sağlar. Sahip olduğu<br />

sıvıdan pudraya dönüşüm teknolojisiyle mat<br />

bir görünüm, kadifemsi bir his sunar. Cildi<br />

derinlemesine korur. 40 ml: 99,50 TL<br />

8- DAYLONG<br />

Daylong Ultra Face SPF 30 içerdiği geniş<br />

spektrumlu filtrelerle UVA, UVB ve IR’ye karşı<br />

yüksek seviyede koruma sağlar. Yenilikçi<br />

formülüyle serinletici etkiye sahiptir. Hassas,<br />

yağlı ve akneye eğilimli ciltlere uygundur. 69 TL<br />

9- INSTITUT ESTHEDERM<br />

Adaptasun Face Cream-Hassas Ciltler için<br />

Bronzlaştırıcı Güneş Bakım Kremi, cildi besler,<br />

hassasiyetini giderir, hücrelerini yeniler. Cildi<br />

hassas herkes kullanabilir. 150 ml: 269 TL<br />

10- SKINCEUTICALS<br />

Ultra Facial Defense SPF 50, içerdiği Mexoryl<br />

SX ve XL ile cildi UVA/UVB ışınlarının zararlı<br />

etkilerine ve UV ışınlarının sebep olduğu hücre<br />

zedelenmesine karşı korur. Tüm cilt tiplerine<br />

uygundur. Özellikle güneş altında yapılan<br />

aktiviteler için önerilir. 30 ml: 149 TL<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 47


Beslenme<br />

Refleks Terapiyle<br />

Obeziteye<br />

Meydan Okuyun!<br />

İnsan sağlığını tehdit eden<br />

hastalıkların belki de en<br />

başında obezite geliyor.<br />

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa<br />

ise eğitimini aldığı Refleks<br />

Terapi ile hem fazla kilolara<br />

karşı mücadele ediyor hem de<br />

obeziteye karşı tam donanımlı<br />

bir tedavi uyguluyor. Kendisine<br />

birkaç soru yönelttik ve bu<br />

yeni tedavi yöntemini daha<br />

yakından tanıyalım istedik…<br />

ncelikle Yrd. Doç. Dr. Gamze<br />

ÖŞenbursa’yı tanıyabilir miyiz?<br />

Bize kendinizden söz eder<br />

misiniz?<br />

2002 yılında Hacettepe Üniversitesi<br />

Fizyoterapi ve Rehabilitasyon bölümünden<br />

mezun olduktan sonra 2002-2003 yılları<br />

arasında İmece Tıp Merkezi’nde çalıştım.<br />

Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi<br />

ve Rehabilitasyon Bölümü Sporcu Sağlığı<br />

alanında yüksek lisans yapmaya başladım.<br />

2004 yılında Methodist Sports Medicine<br />

Center Thomas A. Brady Clinic<br />

Indianapolis - USA’de ‘gözlemci’<br />

olarak çalıştım. 2005 yılında ‘’Omuz<br />

İmpingement Sendromunda Manuel<br />

Terapinin Etkileri’’ konulu yüksek lisans<br />

tezini tamamlayarak bilim uzmanlığı<br />

derecesini aldım. 2005-2006 yılları<br />

arasında Bayındır Hastanesi’nde<br />

çalışmalarıma devam ettim. 2006-2011<br />

yılları arasında Hacettepe Üniversitesi<br />

Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />

Sporcu Sağlığı ünitesinde yarı zamanlı<br />

fizyoterapist olarak görev yaparken,<br />

2011 yılında ‘’Nörolojik defisiti olmayan<br />

lumbal bölge patolojilerinde farklı tedavi<br />

yöntemlerinin karşılaştırılması’’ konulu<br />

48 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


tezimi tamamlayarak ‘doktora’ derecesini<br />

aldım. 2009 yılında Anima Rapha Manuel<br />

Terapi ve Refleksoloji Merkezi’ni kurdum.<br />

2010-2012 yılları arasında İspanya’da “The<br />

International Foot and Facial Reflexology<br />

Institute”de eğitimimi tamamlayıp,<br />

Refleks Terapist unvanını aldım. Devam<br />

eden süreçte Enstitü’nün ileri aşama<br />

kurlarını ve sınavlarını tamamladım.<br />

Enstitü’nün Türkiye temsilcisi ve<br />

eğitmeni olarak profesyonellere ve ailelere<br />

kurslar vermeye başladım. Halen “The<br />

International Foot and Facial Reflexology<br />

Institute” eğitmeni, Anima Rapha Manuel<br />

Terapi ve Refleksoloji Merkezi’nde yönetici<br />

ve Okan Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent<br />

olarak görevime devam etmekteyim.<br />

Fizik tedavi eğitimi sonrasında eğilecek,<br />

üzerinde uzmanlaşacak pek çok alan<br />

vardı kuşkusuz. Siz neden obeziteyle<br />

mücadeleyi seçtiniz?<br />

Obezite şişmanlığın daha ileri aşamasıdır<br />

ve yaşamımızı ciddi anlamda tehlikeye<br />

sokar. Benim obezite gerçeği ile ilk<br />

yüzleşmem aslında bundan 10 sene önce<br />

Amerika’da bir kongredeki sunumda<br />

gördüğüm dünya haritası ile olmuştu.<br />

Çoğumuz tehditleri görürüz fakat<br />

bizim başımıza geleceğini düşünmeyiz.<br />

Amerika’da obez insanları gördüğümde<br />

yeme alışkanlıkları kaynaklı bu kadar obez<br />

olduğunu sanıyordum. Türkiye’de asla bu<br />

seviyeye ulaşamayız diye düşünüyordum.<br />

Ta ki bu harita karşıma çıkana kadar…<br />

Dünya nüfusunun yüzde yetmişinin<br />

önümüzdeki 50 sene içerisinde obez<br />

olacağını gösteren haritada Türkiye de<br />

kırmızı ile işaretlenmişti. O günden<br />

sonra, benim farkındalığımın da<br />

yükselmesi ile beraber, bu konuya daha<br />

fazla dikkat etmeye başladım ve ne yazık<br />

ki zaman içinde ivmenin hızla arttığını<br />

fark ettim. Ailemizde, sokakta, ileri<br />

yaşta ve çocuklarda obez kişi sayısı hızla<br />

artıyordu. Özellikle çocuklarda “can<br />

boğazdan gelir” veya “kilo da çok yakışıyor<br />

benim oğluma” bakış açısını acilen<br />

bırakmamız gerektiği açıkça ortadaydı.<br />

Unutmayalım ki “can boğazdan GİDER”<br />

aynı zamanda…<br />

Obezite ve aşırı kilolu olma hali,<br />

WHO tarafından da en ciddi sağlık<br />

sorunlarından biri olarak tanımlanıyor.<br />

Yine WHO verilerine göre 1980’den bu<br />

yana dünyadaki obezite hastalarının<br />

sayısı ikiye katlanmış ve şu anda dünyada<br />

2 milyarı aşkın 18 yaş üstü, yetişkin, aşırı<br />

kilolu insan var ve bunların 800 milyona<br />

yakını da obez! Dünyaya ne oluyor?<br />

Bütün dünya belli bir refah seviyesine de<br />

erişmediğine göre bu yeme tutkusunun<br />

sebebi ne? Belki daha da önemlisi ne<br />

yiyoruz da doymuyoruz? Neden yiyoruz?<br />

Tabii ki bunun birçok nedeni var<br />

fakat bence en önemli nedeni yeme<br />

alışkanlığının bozulması. Özellikle<br />

hepimizin yaptığı fast food ürünlere<br />

yönelim ve insanların televizyon, internet,<br />

cep telefonları yüzünden hareketsiz bir<br />

“Neden yiyoruz?”<br />

sorusunun cevabı kişiye<br />

göre değişiyor ancak Doç.<br />

Dr. Gamze Şenbursa’ya<br />

göre en önemli neden,<br />

yeme alışkanlığımızın<br />

giderek bozulması.<br />

yaşam sürdürmeleri. Evet, tabii ki fast<br />

food yiyeceğiz, televizyonun karşısında<br />

oturup film izleyeceğiz fakat dozunu<br />

tutturamazsak obeziteye kapı aralamış<br />

oluruz. Bununla birlikte maalesef bağırsak<br />

ile ilgili rahatsızlıklar özellikle emilim<br />

problemleri, seratonin gibi çok önemli bir<br />

nörotransmitterin (ki %95’i bağırsaktan<br />

salınır) salınımındaki yetersizlik de<br />

obeziteye zemin hazırlıyor. “İkinci beyin”<br />

olarak adlandırılan bağırsaklarımızın<br />

sağlığı da yeme alışkanlıklarımız ile ilgili<br />

bize sinyal veriyor.<br />

Yapılan bağımsız bir araştırmaya göre<br />

Türk kadınlarının yüzde 30’a yakını,<br />

Türk erkeklerininse yaklaşık yüzde<br />

15’i obez! Türk kadını neden obez?<br />

Kadınların ‘limbik sistemi’ erkeklere<br />

göre daha büyüktür. Yani duygularını<br />

her açıdan daha fazla ve farklı yaşarlar.<br />

Hal böyle olunca da olumsuz duygularda<br />

yeme davranışının değişmesi kadınlarda<br />

daha fazla görülür. Yemek yeme atağına<br />

giren kişi kontrolünü kaybeder ve<br />

tükettiği yiyecek miktarı artar. Bunun<br />

yanısıra hamilelik ve doğum vücutta<br />

hormonal sistemi çok fazla etkilemektedir.<br />

Doğumdan sonra hormon salınımı tekrar<br />

eski sistemine dönemediğinde hamilelikle<br />

birlikte alınan kiloları verememe durumu<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 49


Beslenme<br />

görülür. Ayrıca Türk kadınının çok fazla<br />

sorumluluğu var. Bu nedenle spor ya da<br />

herhangi bir fiziksel aktiviteye zaman<br />

ayıramaması da obezite riskini artırıyor.<br />

Bir de unutmadan altın, gümüş günleri<br />

adı altında özellikle küçük illerde yapılan<br />

gezmeler ve orada hazırlanan ikramlar<br />

ciddi anlamda tehdit oluşturmaktadır.<br />

Karbonhidrat ve şeker içeren pastaların<br />

yerine salata ve sebze tercih edilmelidir.<br />

Siz, obeziteye karşı Refleks Terapi<br />

uygulamasıyla son birkaç yıldır<br />

gündemdesiniz. Refleks Terapi nedir,<br />

bunu öğrenebilir miyiz?<br />

Refleks Terapi; yüzdeki, ellerdeki<br />

ve ayaklardaki beyinle ilişkili sinir<br />

noktalarının elle uyarılarak beyni yeniden<br />

eğitmeye, merkezi sinir sistemini ve<br />

hormonal sistemi düzenlemeye yardımcı<br />

olan bir tedavi yöntemidir. Yüzdeki,<br />

eldeki ve ayaktaki özel noktalar uyarılarak<br />

kimyasal reaksiyonlar, hormonal sistem,<br />

kan dolaşımı, organlar, kaslar ve beyin<br />

fonksiyonları uyarılır. Bu noktalar merkezi<br />

sinir sistemi aracılığıyla organlarla<br />

bağlantılıdır. Fiziksel, zihinsel, duygusal<br />

ve beyinde bozulan dengeyi yeniden<br />

kurmayı amaçlar. Refleks Terapi yüz, el ve<br />

ayak uygulamalarını içerir.<br />

Diyet, spor ve düzenli bir yaşamın<br />

bile yardımcı olamadığı kilo sorununa<br />

Refleks Terapi çözüm olabiliyor mu?<br />

Nasıl?<br />

Diyet, spor ve düzenli bir yaşam şekline<br />

rağmen halen obezite ile mücadele<br />

veriyorsanız hormonlarınıza bir<br />

baktırmanızda fayda var. Hormonlar<br />

aslında duygularımızı yönettiği kadar<br />

yeme alışkanlıklarımız üzerinde de<br />

sandığımızdan çok daha etkili. Örneğin<br />

vücutta seratonin (mutluluk hormonu)<br />

eksikliği sizin daha fazla karbonhidrat<br />

almanıza neden olmaktadır. Yetersiz<br />

seratonini en hızlı bir şekilde çikolata,<br />

fast food alımı ile takviye etmeye<br />

çalışan bir vücutta yağ birikimi olması<br />

kaçınılmaz sondur.<br />

İştahınızı bir türlü kontrol altına alamıyor,<br />

gerektiğinden fazla yediğinizi düşünüyor,<br />

sonra pişmanlık duyuyorsanız, duygusal<br />

modunuz devamlı değişkenlik gösteriyor<br />

ve kaliteli uyku sorunu yaşıyorsanız<br />

hormonal bir dengesizlik söz konusudur<br />

vücutta… Ve bu dengesizlik kilo<br />

alınmasına veya kilonun verilememesine<br />

neden olmaktadır. Bu dengesizliği ortadan<br />

kaldırmanın en iyi yolu ise “Refleks<br />

Terapi”den geçiyor.<br />

Refleks Terapi için bir tür hormonal<br />

tedavi de diyebilir miyiz? İkisinin<br />

farkı nedir?<br />

Evet, aslında Refleks Terapi ile yapılan<br />

obezite tedavisi bir tür hormonal tedavi…<br />

Diğer hormon tedavilerinden farkı ağızdan<br />

bir takviye yapılmaması ve vücudun kendi<br />

iyileştirme gücünden faydalanılarak<br />

>Doç. Dr. Şenbursa,<br />

Refleks Terapi ile<br />

obezite tedavisini<br />

bir tür “hormonal<br />

tedavi” olarak<br />

niteliyor.<br />

Yrd. Doç. Dr.<br />

Gamze Şenbursa<br />

hormon salınımını dengelemek. Refleks<br />

Terapi ile yüzden hormon dengeleme<br />

ve bağırsak çalışması ile iştah merkezi<br />

uyarılarak ihtiyaç olduğu kadar yemek<br />

yeme sağlanır. Tedaviye başlanan ilk<br />

günden itibaren porsiyonlarınızın<br />

küçüldüğünü yemek isteseniz bile<br />

yiyemediğinizi fark edersiniz.<br />

Her obez ya da aşırı kilolu kişi Refleks<br />

Terapi’den yararlanabilir mi? Ya da<br />

kimlere Refleks Terapi uygulanabilir?<br />

Bana sıkça sorulan sorulardan biri de bu.<br />

Kliniğe gelen hastalarıma uyguladığım,<br />

hormonlarını ve yeme alışkanlıklarını<br />

sorguladığım bir değerlendirme sistemim<br />

var. Bu değerlendirmenin sonucuna göre<br />

tedaviye uygun olup olmadığınıza karar<br />

veriyorum. Yeme alışkanlığınızın altında<br />

hormonal bir sebep varsa ona göre bir<br />

tedavi planmlaması yapıyorum. Yalnız<br />

şunu da belirtmek isterim ki bu tedavi<br />

kozmetik amaçlı bir zayıflama programı<br />

değil. Altta yatan mutlaka sistemik bir<br />

problem olması gerek bu tedaviden fayda<br />

sağlamak için.<br />

Bu tedavi ne kadar sürer? Maliyeti nedir<br />

ve en önemlisi: Sonuç kalıcı mıdır?<br />

Kişiye özel planlanan bir tedavi olduğu<br />

için kilonun ne kadar fazla olduğu,<br />

metabolizma hızınız, yaş, cinsiyet, vücudun<br />

tedaviye reaksiyonu gibi birçok faktör<br />

tedavi süresini etkilemektedir. Bu nedenle<br />

net bir süre vermek yanıltıcı olabilir. Ama<br />

şunu kesin söyleyebilirim: Sonuç, doğal<br />

sürecinde kilo verildiği için, kalıcı!<br />

50 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Sağlık</strong><br />

ZİHİN SAĞLIĞINIZI<br />

KORUYUN!<br />

Kafatasımızın içindeki boz renkli organ,<br />

vücudumuzun kaptan köşküdür. Ya da pilot<br />

kabini… Belki de tanrı mucizesiyle en iyi<br />

korunan organ da beyindir. Sadece<br />

bej-pembe renkte bir organ da değildir.<br />

Şimdi, soru şu: Beynimize ne kadar<br />

bakıyoruz, zihnimizi ne kadar kolluyoruz?<br />

Hastalanıp sağlığımızı kaybettiğimiz ve doktora<br />

koştuğumuz zamanlar, aslında iyileşeceğimizi<br />

bilir, en azından umut ederiz. Çoğunlukla da öyle<br />

olur. Yalnız beynimizle ilgili hastalıklarda ya da<br />

zihinsel problemlerle karşılaştığımızda panik yaşarız. Çünkü<br />

beyin önemlidir ve oradan emir çıkmazsa, parmağımızı<br />

bile kıpırdatamayız. Dolayısıyla bedenimizde belki de en iyi<br />

bakılması, korunması gereken organ, beynimizdir.<br />

Son yıllarda sıkça duyduğumuz Alzheimer hastalığı bu kadar<br />

gündeme gelmeseydi belki kafatasımızın içindeki o organa da<br />

bu kadar ilgi duymayacaktık. İtiraf etmek gerekirse, hepimiz<br />

bunamaktan korktuk. Bizim korkumuz da bilim dünyasına<br />

araştırmalar olarak yansıdı.<br />

52 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Sağlık</strong><br />

Her geçen gün daha çok nörobilim, psikiyatri doktoru, beyin<br />

cerrahı hatta beslenme uzmanı bu hastalığı araştırıyor.<br />

Haklılar çünkü bir tarafta Alzheimer’lılar, diğer tarafta<br />

Alzheimer’dan korkanlar ve eldeki verilere göre her beş yılda<br />

bir hasta sayısı ikiye katlanan bir hastalıkla karşı karşıyayız!<br />

Şimdilik hastalığı önleyecek ya da tedavi edecek bir yöntem<br />

bulunmuş değil. Uzmanlar, beynimizi uyararak canlı<br />

tutmamızın en iyi korunma yolu olduğunu söylüyor. Bunun<br />

anlamı da şu: Yaş ilerledikçe, karşımıza çıkacak bilişsel<br />

hastalıklardan korunmak için bugünden önlem almaya ve<br />

çalışmaya başlamamız şart!<br />

Yeni şeyler öğrenin<br />

Atılması gereken ilk adım, öğrenme becerilerimizi aktif<br />

tutmak. Siz de tanık olmuşsunuzdur, her geçen gün daha<br />

fazla yaşlı çapraz bulmaca çözüyor ya da ellerindeki sudokuya<br />

odaklanıyor. İyi de yapıyorlar zira bu gibi egzersizler hem<br />

eğlendiriyor hem de beyindeki nöronlar arası bağları<br />

güçlendiriyor. Her türlü öğrenme fırsatını da iyi kullanmak<br />

gerek çünkü yeni edinilen uğraşılar hafızayı keskinleştiriyor.<br />

Beyin, sürekli yeni şeyler öğrenmeye koşullanınca aktifliğini<br />

koruyor. “Öğrenin” derken şunları denemek iyi sonuçlar<br />

verebilir: Örneğin bir dernekte gönüllü olarak çalışmak, bir<br />

sivil toplum örgütüne dâhil olmak… “Bunlar bana uygun<br />

değil” diyorsanız, yabancı dil öğrenebilirsiniz. Ya da spora<br />

yönelebilirsiniz. Bir müzik aleti çalabilmek için kursa gitmek<br />

de etkili olacaktır. Özetle seçeceğiniz alan hem öğrenmeyi<br />

hem de uygulamayı içermelidir. Bunun diğer yararı ise<br />

eğildiğiniz alanın size hem keyif vermesi hem de beyninizi<br />

aktif tutmasıdır.<br />

Beyin, vücudumuzun tamamıyla etkileşim halinde bulunduğu<br />

bir ağdır. İç ve dış çevresiyle kurduğu ilişki ve iletişime göre de<br />

kendini sürekli yeniler. Yaşlanınca da bu durum devam eder ve<br />

beyin sinirsel ağlarını yeniden şekillendirebilir. Yaratıcılık ve<br />

yeni bir şeyler öğrenmek işte bu noktada son derece önemlidir<br />

çünkü kişi yaşlılık psikolojisinden sıyrılıp kendisini motive<br />

ederken beyni de beklenmedik durumlara uyum sağlamak<br />

üzere çabalamaya başlar.<br />

bilgiler beyinde, burun boşluğu üzerinde ve gerisinde yer<br />

alan, iki yanlı olarak yerleşmiş olfaktör bulbus’lara iletildiği<br />

için bu bölge koku hafızasıyla ilgilidir. Koku duyusu ön lob<br />

aracılığıyla sağlanır ve beynin ilkel bölgelerinden biridir.<br />

Hafızayı güçlendirmek için bu iki bölgeyi çalıştırmak, zihni<br />

aktif tutmak gerekir.<br />

Beş duyunuzu da çalıştırın<br />

Beyin sağlığını korumanın belki de en pratik ve en eğlenceli<br />

yanı, beş duyunun tamamını da çalıştırmak. Duyular,<br />

koşullara uyum sağlayabilir ve bu uyum da beynimizi olumlu<br />

yönde etkiler. Bunu açıklamak için bir deneyde gönüllülerin<br />

beş gün boyunca karanlık bir ortamda bırakıldığını, beş<br />

günün sonunda deneklerde beyinlerinin dokunmayla<br />

ilgili bölgesinin geliştiğini örnek olarak verebiliriz. Bunun<br />

anlamı ise şu: Beynin görme nöronları görevlerini yapamaz<br />

olunca yerlerini dokunmaya bırakıyor. Beş duyunuzu<br />

da güçlendirmek için işte birkaç öneri: İşitme duyusunu<br />

güçlendirmek için aynı anda birkaç konuşmayı birden takip<br />

edin. Ya da dinlediğiniz müzik eserindeki enstrümanları ayırt<br />

etmeye çalışın. Koku duyunuz için baharatları tatmadan önce<br />

tatlarını tahmin edin. Dokunma duyusu için de hem masaj<br />

yapmayı hem yaptırmayı önerebiliriz.<br />

Hafızanızı güçlendirin<br />

Hayatın ileri dönemlerinde bile beynin her iki yarı küresindeki<br />

nöronlar faaldir ve çoğalmaya devam eder. Hafızayla ilgili<br />

beynimizde iki önemli alan bulunur. Bunlardan ilki hafızanın<br />

anahtar bölgesi kabul edilen hipokampus içinde yer alan<br />

“dentat girus”tur. Dentat girus, 30 yaş civarı başlayan yaşla<br />

alakalı hafıza kayıplarından sorumlu bölgedir. Yapılan düzenli<br />

egzersizler, bu bölgede yeni nöron oluşumunu tetikler ve<br />

hafıza ile ilgili sorunlarda gerileme gözlenir. İkincisi, olfaktör<br />

bulbus ya da koku soğancığıdır. Burundan gelen duyusal<br />

Beyin önemlidir ve oradan emir<br />

çıkmazsa, parmağımızı bile<br />

kıpırdatamayız. Bunun anlamı açık:<br />

Bedenimizin en iyi korunması<br />

gereken organı, beynimiz!<br />

54 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Sağlık</strong><br />

Yeni nöronları güçlendirin<br />

Nöral kök hücrelerin aktif nöronlara dönüşmesi için<br />

çalıştırılmaları, faal hale getirilmeleri gerekir. Yani yeni sinir<br />

hücrelerinin hayatta kalabilmesi için uyarılmaları gerekir. Yeni<br />

bir hobi edinmek, konsantrasyon gerektiren yeni bir etkinliğe<br />

yönelmek söz konusu yeni hücrelerin sinirsel ağlara sıkıca<br />

bağlanmasını sağlar. Böylece yeni bağlantılar meydana gelir. Bu<br />

yeni bağlantılar da zekâ için son derece gereklidir.<br />

Emeklilik, belki de hevesle<br />

beklediğimiz bir dönem ancak yapılan<br />

araştırmalara göre emeklilikle birlikte<br />

can sıkıntısına bağlı olarak zihinsel<br />

performansta gerilemeler başlıyor.<br />

Yürüyüş yapın<br />

Araştırmalara göre haftada üç kez yapılan 45 dakikalık hızlı<br />

yürüyüş, hipokampus hacminin genişlemesini sağlıyor.<br />

Haftada üç kez sadece 45 dakika için tempolu yürüyüş, koşu,<br />

bisiklet, yüzme gibi sporlar 3-6 ay arasında beyni olumlu yönde<br />

etkilemeye başlıyor. Çünkü kan dolaşımı hızlanıyor ve kan<br />

akışıyla birlikte beyin de besleniyor. Hele ki spor yapılan ortam<br />

doğanın içindeyse vücuda ve beyne daha fazla oksijen gidiyor.<br />

Spor, ruh hali üzerinde de olumlu etkiye sahip olduğu için<br />

dopamin salgısı da artıyor. Bunların tümü de beynin sağlıklı<br />

çalışmasına katkıda bulunuyor.<br />

Başkalarına kulak verin<br />

Empati kurmak yani kendimizi başkalarının yerine koymak,<br />

onları dinlemek, kardeşlik ve dayanışma duygularımızı<br />

geliştirmek, beynimizdeki ayna nöronların yoğunlaşmasını<br />

sağlar. Ön beyin bölgesinde bulunan ayna nöronlar, taklit<br />

ederek öğrenmeye ve başkalarıyla paylaşmaya yarar.<br />

Karşınızdakini daha iyi tanımak ve anlamak için önemli olan<br />

bu nöronlar, sosyal iletişim ve öz farkındalık açısından da<br />

önemli göreve sahiptir.<br />

“Düşmanlar”ı uzak tutun<br />

Gelelim uzak durmanız gereken en önemli “beyin ve zihin<br />

düşmanları”na… Stres, serbest radikalleri harekete geçirip<br />

bağışıklık sistemine saldırdığı ve beynin merkezindeki gri<br />

maddeye zarar verdiği için zihnin en önemli düşmanıdır.<br />

Çarpıcı bir örnekle açıklamak gerekirse: Alzheimer hastalarının<br />

yüzde 73’ünün, teşhisten önceki üç yıl içinde ciddi bir stres<br />

yaşadığı tespit edilmiş!<br />

Televizyon izleme alışkanlığı, özellikle ilerleyen yaşla birlikte<br />

tehlikeli hale geliyor. Örneğin 40’lı yaşlardan itibaren ekran<br />

karşısında geçirilen her bir saat, nörodejeneratif bir hastalık<br />

riskini yaklaşık 1,5 kat artırıyor. Eğlence temelli aktiviteler ise<br />

bu riski yarı yarıya azaltıyor.<br />

Sıkıntı, ya da can sıkıntısı, depresif ruh hali de beyin düşmanı.<br />

13 Avrupa ülkesinde yaklaşık 37 bin kişi üzerinde yapılan bir<br />

araştırmaya göre emeklilik sonrasında zihinsel performans<br />

geriliyor. Bu gerileme de zihinsel ve bedensel faaliyetlerin<br />

eksikliğiyle birlikte can sıkıntısının ortaya çıkmasına sebep<br />

oluyor. Her sabah amaçsızca yataktan çıkan emekliler de adım<br />

adım Alzheimer’ın pençesine düşüyor.<br />

56 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


HER BEBEK-ÇOCUK<br />

CİLT TİPİNE ÖZEL<br />

YENİ BİR CİLT BAKIMI<br />

ANLAYIŞI<br />

Expanscience ® Laboratuvarları’ndaki Mustela ® araştırmacıları, bebek cildinin fizyolojisini daha iyi anlamak için, 60 yılı aşkın bir süredir<br />

araştırma programları yürütmektedir.<br />

Bu çalışmanın sonucunda bebeklerin özel ihtiyaçlara sahip, farklı türde ciltlerle doğduklarını keşfettiler. Bu sebeple çocukların narin<br />

cildi için özel olarak tasarlanmış olan ve doğumdan itibaren (1) kullanıma uygun yeni nesil Mustela cilt bakım serisini geliştirdiler.<br />

Her Gün Nemlendirilmeye<br />

İhtiyaç Duyan Normal Cilt<br />

Nemlendirilmesi ve Desteklenmesi<br />

Gereken Kuru Cilt<br />

Aşırı Kuruluğa Maruz Kalan, Günlük<br />

Olarak Nemlendirilmesi, Beslenmesi ve<br />

Rahatlatılması Gereken Çok Kuru Cilt<br />

Bu çalışmanın ışığında, her cilt tipi için etkin olan (dermatolojik ve/veya pediatrik gözetim altında) klinik olarak kanıtlanmış özel içerik maddeleri<br />

geliştirdiler ve bu patentli doğal kökenli aktif içerikler tüm hijyen ve cilt bakım ürünleri serisinin içinde yer almaktadır.<br />

(1) Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi’nden çıkan yeni doğanlar dâhil olmak üzere


Alışveriş<br />

AİLENİZ İÇİN en İyİsİ...<br />

Her ailenin farklı dönemlerde farklı ihtiyaçları olur.<br />

Bu sayfadaki ürünlerin hepsi de en iyisi ve tümü<br />

de sizin ailenizin ihtiyaçlarına yönelik...<br />

7<br />

1<br />

2<br />

4<br />

5<br />

8<br />

3<br />

6<br />

9<br />

1- BEE’O<br />

Bee’O’nun geliştirdiği Propolisli Ballı Boğaz Spreyi Bee’O Up,<br />

ferahlığı ve sağlığı bir arada sunuyor. Ürün hem boğazdaki<br />

tahriş ve kuruluğu önlüyor hem de ferah bir nefes için %100<br />

doğal çözüm sunuyor. Diş ve diş eti sağlığını koruyarak sigara<br />

kaynaklı ağız kokusunu da önlüyor. 29,90 TL<br />

2- AQUA PLUS<br />

Mavala’nın multi-nemlendirici, yatıştırıcı cilt bakımı<br />

serisi Aqua Plus ürünlerinin tamamı, özellikle yaz<br />

aylarında nemini ve esnekliğini kaybeden cilt dokusu için<br />

üretilmiştir. Aqua Plus cildin kalbine nüfuz ederek yoğun<br />

şekilde ve uzun süre nemlendirir. Cildin rahatlamasını sağlar<br />

ve nem kaybı kaynaklı cilt kırışıklarının, çatlaklarının ve<br />

kızarıklarının önüne geçer. Cilt bariyeri dış etkilere karşı<br />

daha dayanıklı hale gelir. 158 - 179 TL<br />

3- BETADINE<br />

Çocuklarda küçük yaraların enfeksiyona karşı korunması<br />

için geliştirilen antiseptik ürün Betadine Pudra Sprey;<br />

yaraya temas etmeden, kolay ve etkili ilk müdahale imkânı<br />

sunar. Soğuk etki özelliğiyle ağrıyı azaltmaya da yardımcı<br />

olur. Hasarlı deriye 15-25 cm’den sıkmak, yara bölgesini<br />

zararlı tüm mikroorganizmalardan temizlemek için<br />

yeterlidir. 18,50 TL<br />

4- WHITE AND GLO<br />

White Glo Çay ve Kahve Tüketenlere Özel Beyazlatıcı Diş<br />

Macunu, Mikro-Wax koruyucu kalkanı ile yeni lekelerin<br />

oluşmasını önler, dişlerin beyaz ve parlak kalmasını sağlar.<br />

İçeriğinde diş çürümelerine karşı yüksek kalite florür<br />

bulunur. İçinde yer alan beyazlatıcı diş fırçası ve esnek diş<br />

temizleyici kürdan ile komple ağız bakımı sunar. 24,90 TL<br />

5-OMEPA-Q10<br />

Hücresel enerjiyi artırır, güçlü antioksidan özelliklere<br />

sahiptir. Kalp ve damar hastalıklarında koruyucu, sporcu<br />

sağlığını destekleyici, kısırlıkta sperm kalitesini artırıcı ve<br />

migren tedavisini destekleyici etki sağlar. Anti-aging etkiye<br />

sahiptir. Yaşlanmayı geciktirir. Kronik stres ve yorgunluğa<br />

karşı koruyucudur. 119 TL<br />

6- LA ROCHE-POSAY<br />

Cicaplast Baume B5, içeriğindeki Panthenol 5% ve<br />

Madecassoside ile zarar görmüş hassas ciltleri onarır,<br />

bakım yapar. Formülündeki La Roche-Posay Termal Suyu<br />

ile tahriş olmuş ciltleri yatıştırır ve uzun süreli rahatlama<br />

sağlar. Kızarıklık, tahriş olmuş cilt, pişik vb. durumlarda<br />

kullanılabilir. Bebek, çocuk ve yetişkinler için uygundur.<br />

40 ml: 19,90 TL / 100 ml: 21,90 TL<br />

7- SOLGAR<br />

Solgar’ın ödüllü multi-vitamini ve besin takviyesi Solgar VM<br />

2000, günümüzün yaşam koşullarında ihtiyaç duyulan tüm<br />

vitamin, mineral ve yüksek emilime sahip aminoasitlere<br />

bağlı mineralleri barındırır. Günde bir ya da iki tablet<br />

alınması halinde vücut direncini artırır. Özellikle düzenli<br />

olarak spor yapanlara tavsiye edilir. 107,50 TL<br />

8- BACTOBLIS<br />

Dünyanın ilk ağız ve solunum yolu probiyotiği olan Bactoblis;<br />

Streptococcus salivarius K12 patentli bakterisini içeren<br />

emme tablettir. Düzenli kullanıldığında, ağız ve boğaz<br />

florasının dengesini sağlar, bağışıklık sistemini düzenlemeye<br />

yardımcı olur. Bactoblis tüm bu özellikleri sayesinde 2015<br />

yılında Avrupa’da “Yılın Ürünü” ödülü kazanmıştır. 59 TL<br />

9- CETAPHIL<br />

Cetaphil’in Restoraderm Serisi Cilt Yenileyici Vücut<br />

Nemlendiricisi, bebeğin cildindeki kuruma, kaşıntı ve<br />

tahrişi dindirerek ihtiyacı olan nemi sunar. Hızlı emilir,<br />

kolay dağılır. 3 aylıktan itibaren bebeklere ve her yaştan aile<br />

bireylerine uygundur. 295 ml 92,40 TL<br />

58 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Alışveriş<br />

10<br />

16<br />

11<br />

19<br />

13<br />

17<br />

14<br />

12<br />

15<br />

18<br />

20<br />

10- COLD-MIX INHALER<br />

Burun tıkandığında ve solunum yolu enfeksiyonlarından korunmada<br />

etkili bir çözüm sunan Cold-Mix damla, okaliptüs ve ladin uçucu yağından<br />

oluşan içeriği ile solunum yolu enfeksiyonlarında kullanılır. Antiviral ve<br />

antibakteriyeldir. Alerjenlere veya enfeksiyona bağlı burun tıkanıklığını<br />

gidermede çocuklarda ve yetişkinlerde etkilidir. Okulda, serviste, iş<br />

yerinde, toplu taşıma araçlarında, yakaya veya yastığa damlatılan<br />

iki damla Cold-Mix, grip, solunum yolu enfeksiyonlarından korur.<br />

5ml: 22,50 TL / 10ml: 28,50TL<br />

11- CETAPHIL<br />

Cetaphil Hassas Cilt Temizleyicisi, yağ, sabun ve parfüm içermez ve bu<br />

nedenle tahrişe neden olmaz. Nazik ve tam temizlik sağlar. Suyla ya<br />

da susuz kullanılabilir. Kiri, makyajı ve diğer yabancı maddeleri cildi<br />

kurutmadan temizler, cildin yumuşak ve pürüzsüz kalmasına yardımcı<br />

olur. 3 aylıktan itibaren bebeklerden yaşlılara kadar herkes için uygundur.<br />

Hipoalerjeniktir, parfüm ve koruyucu içermez. 200 ml: 53,35 TL<br />

12- ENTEROGERMINA<br />

Enterogermina, içerdiği probiyotikler ile sindirim sistemini dengelemeye<br />

yardımcı olur. Flakon formu ve özel bir saklama koşulu gerektirmediği için<br />

taşıma kolaylığı sağlar. 2 yaş üstü çocuklar dâhil tüm aile için uygundur.<br />

10 flakon: 29,90 TL / 20 flakon: 39,90 TL<br />

13- HUMER<br />

Monodoz Ampul, yenidoğanlar için 5 ml’lik 18 adet ampul halinde<br />

sunulur. Yenidoğanlarda nazal hijyen sağlar. Burun boşluğunun günlük<br />

temizliğini sağlarken burun tıkanıklığından korur. Bebeklerin nefes<br />

almasını kolaylaştırır. Sülfür, bakır, manganez gibi eser elementlerce<br />

zenginleştirilmiştir. 29,90 TL<br />

14- ARKOPHARMA<br />

Fenugreek iştah hormonu (Grelin) ve büyüme hormonunu (GH-Growth<br />

Hormone) uyararak iştahın açılmasına katkı sağlar. Emzirenlerde süt<br />

artırıcı özelliği vardır. İnsülin salınımını stimüle eder, şekerin hücrelere<br />

penetrasyonunu ve glikozun daha yavaş emilimini sağlayarak, kandaki<br />

şeker düzeylerini düşürmeye yardımcı olur. 79,90 TL<br />

15- VICHY<br />

Vichy Eau Thermale, hassas ciltlerde oluşan kızarıklığı, tahrişi gidermeye<br />

ve tekrar oluşumunu azaltmaya yardımcıdır. Kuruluktan ve başka<br />

sebeplerden oluşan kaşıntıları gidermeye çalışır. Makyaj bazı olarak<br />

her gün ve günün her saati kullanılabilir. Hassas ciltlerin kullanımına<br />

uygundur. Cildi nemlendirmeye, korumaya ve beslemeye yardımcıdır.<br />

Yaz sıcaklarında oluşan kızarıklıkları serinletirken kış soğuğunda oluşan<br />

kuruluk ve çatlaklar için de bakım ve yumuşaklık sağlar. 39,90 TL<br />

16- BUZZY BEE<br />

Bir Bella B ürünü olan Buzzy Bee doğal böcek ve sinek kovucu spreydir.<br />

Çocuklar ve tüm aile için ferahlatıcı sprey özelliği taşır. DEET gibi sinek ve<br />

böcek kovucular barındırmaz, paraben ve kimyasallar içermez. Doğal ve<br />

organik içeriklerle Amerika’da üretilmiştir. 98 ml: 95 TL<br />

17- CONSTIPASS<br />

Kabızlığın tedavisinde Macrogol <strong>33</strong>50 içeren tek ürün olan Constipass;<br />

hem yetişkinlerde hem de çocuklarda etkin ve güvenli bir tedavi seçeneği<br />

sunar. Bölünebilir saşe formu sayesinde de kullanım kolaylığı sağlar.<br />

<strong>Sağlık</strong> Bakanlığı onaylıdır. 36 TL<br />

18- DARPHIN<br />

Darphin’in Haziran’da eczanelerde yerini alan yeni ürünü All-Day<br />

Hydrating Hand and Nail Cream, hoş kokusu ve çantada taşınabilme<br />

özelliğiyle gün boyu yanınızda… İhtiyaç duydukça ellerinizi<br />

nemlendirmek için kullanabileceğiniz krem, içindeki murumuru yağı,<br />

E Vitamini ve gül suyu ile ellerinizi ve tırnaklarınızı yağlı his bırakmadan<br />

derinlemesine besliyor ve nemlendiriyor. 69 TL<br />

19- DERMALOGICA<br />

Sülfatsız, besleyici günlük şampuan Daily Cleansing Shampoo,<br />

her kullanımda sağlıklı, parlak saçlar yaratır. Saçı kurutmayan,<br />

her gün kullanılabilen formülü ve güçlü köpüğü ile nazikçe temizler,<br />

saça yumuşaklık, parlaklık ve kolay şekillendirme sağlar. Saçı<br />

kuvvetlendirir ve saç derisini arındırır. Antioksidan bakımından içeriği<br />

zengindir. 250 ml: 164 TL<br />

20- HEMOPROPIN<br />

Ağrı, yanma, kaşınma ve kanama gibi hemoroit kaynaklı etkilerin<br />

yanında rektal mukoza tahrişini de azaltır. Ağrı ve zorlanma olmaksızın<br />

dışkılamayı sağlar. Kortikosteroid ve paraben içermez. Her yaştan tüm<br />

kullanıcılar için uygun doğal tıbbi cihaz niteliğindedir. 49 TL<br />

60 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Çocuk & Aile<br />

Z KUŞAĞI’NI<br />

GELECEĞE<br />

HAZIRLAMAK DİYE<br />

BİR ŞEY PEK MÜMKÜN<br />

DEĞİL; BİZLERİN Z KUŞAĞI’NIN<br />

HÜKÜM SÜRECEĞİ GELECEĞE<br />

HAZIRLIKLI OLMASI GEREKİYOR.<br />

Gelecek Nesil<br />

Ne İş Yapacak?<br />

“Benim oğlum doktor olacak”, “Benim kızım mimar olacak” diyorsanız biraz sabır!<br />

Çünkü Z Kuşağı’nın sahip olacağı mesleklerin %65’i günümüz dünyasında henüz bilinmiyor!<br />

ZKuşağı ya da şu sıralar ilkokuldan lise sona kadar,<br />

yelpazeyi biraz daha açarsak üniversitelerin ilk<br />

iki senesinde eğitim gören 7-20 yaş arası çocuklar,<br />

gençler… Farklı bir ifadeyle 1997-2010 yılları<br />

arasında doğanlar… İş dünyası dijitalleşme ile sıkı bir iletişim<br />

yaşarken bu yeni neslin gelecekte hangi işlerde çalışacağı da<br />

gündem konusu haline gelmeye başladı. Çünkü şöyle ilginç<br />

bir ikilem söz konusu: Bir yandan teknolojik gelişmeler yeni iş<br />

imkânları yaratıyor ancak diğer yandan da bu yeni mesleklerde<br />

var olabilmek için yeni beceriler gerekiyor. Dijitalleşmenin<br />

günümüz çalışanlarını korkuttuğu da bir gerçek çünkü<br />

yapılan araştırmalar, bugün bizzat insanlar tarafından yapılan<br />

işlerin yüzde 45’inin yakın bir gelecekte sadece makineler<br />

tarafından yapılacağını gösteriyor. Örnek mi? Bir zamanlar<br />

belediye otobüslerinde biletçiler vardı, biliyorsunuz. Bugün<br />

önümüzdeki makineye kartımızı okutup ilerleyebiliyoruz. Ya da<br />

yayınevlerinde çalışan dizgiciler vardı. Daha önceden dökümü<br />

yapılmış ve hurufat kasalarında yerlerini almış kurşun harfleri<br />

tek tek el ile alıp bir araya getirirlerdi. Şimdi yayınevlerinde<br />

“dizgici” çalışıyor mu tartışılır çünkü herkes bilgisayarını<br />

daktilo olarak kullanıp aynı zamanda dizgi işini de kendisi<br />

yapıyor! Dolayısıyla Z Kuşağı’nın çalışacağı işler derken, böylesi<br />

bir değişimden, dönüşümden söz etmiyoruz. Sözünü ettiğimiz,<br />

bugün var olmayan meslekler!<br />

62 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Çocuk & Aile<br />

Patron figürü çok önemli!<br />

Bundan önce, yetişen bu genç kuşağın iş âleminden neler<br />

beklediğine de bir göz atmak gerek. Çünkü bu yeni neslin annebabalarından<br />

farklı olarak çalıştıkları işe ömürlerini verme gibi<br />

bir beklentileri yok! Beklentilerin başında uzun öğle yemeği<br />

molaları, spor salonu olan ofisler filan da yok. Çalışacakları<br />

ofisten üç şey bekliyorlar: <strong>Sağlık</strong> sigortası, tatminkâr bir maaş<br />

ve (buraya dikkat) işinin ehli, saygı duyacakları bir patron!<br />

“Hafta sonları çalışmam”, “Gece vardiyasına kalmam” gibi<br />

saplantıları da yok. Tam tersine, farklı shift’lerde çalışmayı, iyi<br />

para kazanma yollarından biri olarak görüyorlar.<br />

İkinci beklenti başlığı biraz şaşırtıcı: Yapacakları işin bir anlamı<br />

olmasını istiyorlar. Yani sabah 9 akşam 18 saatleri arasında<br />

günü öldürüp, ay sonunda maaşı cebe indirmek onlara göre<br />

değil. Şunu kabul etmek gerek: Henüz hiç biri ailenin geçimini<br />

sağlamak nedir ya da çocuk okutmak nedir bilmiyorlar ve rahat<br />

konuşmalarının nedeni bu da olabilir ancak yine de bakış açıları<br />

farklı: Onlar “ekmeğini kazanmanın” derdinde değiller. Ya da<br />

emekliliklerinde rahat bir hayat sürmek için çalışırken yatırım<br />

yapmaları gerektiğine inanmıyorlar. Z Kuşağı’nın neredeyse<br />

% 75’i şuna inanıyor: “Kimse aç kalmaz. Hayatım ise belki de<br />

göremeyeceğim emekliliğimden daha değerli. Yaptığım iş bu<br />

yüzden anlamlı olmalı çünkü o iş benim yaşadığım hayatın<br />

özeti olacak!”<br />

Küçük yatırımcı nesli<br />

Z Kuşağı’nın yukarıda aktardığımız gibi “farklı” düşünmesinin<br />

de somut bir nedeni var bu arada. Bu kuşak, kendi kendini<br />

motive eden, hayata hazırlayan gençlerden oluşuyor. Yüzde<br />

76’sı “kendi kaderimi de kariyerimi de kendim çizeceğim, kendi<br />

patronum olacağım” diyor. Aslında bu konuda hayli iddialılar<br />

çünkü yapılan araştırmalara göre önceki nesillerin sadece<br />

Z Kuşağı’nın yüzde 75’i şuna inanıyor:<br />

Kimse aç kalmaz! Hayatım da, belki<br />

hiç göremeyeceğim emekliliğimden<br />

daha değerli! İşte bu yüzden yapacağım<br />

işin bir anlamı olmalı çünkü o iş,<br />

yaşadığım hayatın özeti olacak.<br />

yüzde 32’si kendi işini kurmayı planlamış. Yüzde 76’ya yüzde<br />

32 ise sadece geçtiğimiz 25 yılda neredeyse iki katı gencin<br />

hayatını kendi çizmek ve kendi işini kurmak istediği anlamına<br />

geliyor. Yeni nesli özellikle bu isteğinden dolayı ciddiye almak<br />

gerekiyor zira şöyle bir gerçek de var: Z Kuşağı, tahminen<br />

kendilerinden önceki Milenyum Kuşağı’nın hayalini kurup da<br />

erişemediği her ne varsa onun üzerine geleceğini inşa edecek.<br />

Neden mi? Çünkü Milenyum Kuşağı dijital olan her ne varsa<br />

hepsiyle birlikte aşama aşama tanışan ilk kuşaktı. Z Kuşağı<br />

ise direkt bilgisayarların ve dijital dünyanın içine doğdu. Şöyle<br />

diyelim: Milenyum Kuşağı internet üzerinden para kazanıp cep<br />

harçlığını çıkarmaya başladığında 13-15 yaşındaysa Z Kuşağı<br />

aynı yaşta neden yatırımcı olmasın! Öte yandan kaçınılmaz<br />

bir gerçeği de hatırlatmak gerek: Türkiye dâhil tüm dünyada<br />

X Kuşağı yavaş yavaş “emekli” oluyor. Y Kuşağı aktif olarak iş<br />

yaşamının içinde. Ama gün gelecek, dünyanın aktif iş gücünü Z<br />

Kuşağı oluşturacak. Bu çocuklar da şu anda ilk ya da ortaokulda<br />

ama şimdiden kariyer planlamaya başladılar denebilir. Yalnız<br />

bunun alışılmışın dışında bir çalışan kitlesi olacağı da ortada<br />

zira çalışacakları pek çok iş sahası ve yol alacakları pek çok<br />

kariyer alanı şu anda mevcut bile değil. Uzmanlara göre henüz<br />

ortada olmayan iş alanlarının genele oranı yüzde 65! Bu da<br />

şu anlama geliyor: Dünyada yine doktor, mühendis, mimar<br />

64 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Çocuk & Aile<br />

gibi bilinen meslek dalları olacak ama (mesela) çiçekçilerin<br />

yanında sadece kokulu çiçeklerin genetiğiyle ilgilenen botanik<br />

birimlerinin ürettiği alerjiye sebep olmayan kokulu çiçeklerle<br />

tanışacağız. Veya itfaiye kimyasal yangınlar bölümü, drone<br />

pilotluğu… Ya da diyelim “beyin cerrahisi kimyasalları<br />

uzmanı” vesaire…<br />

Olmayan işlerin ilk işçileri<br />

Daha önce Milenyum Kuşağı’nı anlattığımız yazımızda<br />

değinmiş ve bu neslin kurumsallaşmış firmaları tercih<br />

ettiğini, gelişme aşamasında olan işyerlerine itibar<br />

etmediklerini anlatmıştık. Z Kuşağı ise tam tersi…<br />

Görünen o ki onlar küçük ya da orta büyüklükteki işletmeleri<br />

tercih edecekler, hatta çoğu yeni iş sahalarının kurucuları,<br />

ilk çalışanları olacak. Sebep? Dünya genelinde ne gibi işler<br />

icat olunacak, hangi sektörler ortaya çıkıp hangileri yükselecek<br />

şu an bilmiyoruz! Daha da ilginci, bu neslin hangi işlerin<br />

evrim geçirmesini sağlayacaklarını da bilmiyoruz. Öte yandan<br />

bildiğimiz bazı gerçekler de var. Örneğin tıpkı Milenyum<br />

Kuşağı gibi, Z Kuşağı da 2008 kriziyle darmadağın olan şirket<br />

sadakatinden uzak duracak ve bir işe girip emekli olana dek<br />

aynı şirkette çalışmayacaklar. Kariyerlerinde ilerlemek için<br />

sık sık iş değiştirecekleri de ortada. İşyerine ya da patrona<br />

sadakatleri ise farklı olacak ve bu nesil, “lider” niteliği taşıyan,<br />

yanlarında çalışarak kendilerini geliştirebilecekleri patronlara<br />

sadık olacaklar. İşyerlerinde dedikodu, yalan dolan da onlara<br />

göre değil. Çünkü hepsi dürüstlük ve açık fikirlilik arayışında<br />

olacaklar. Bir de, bu çocuklar teknolojiye fazlasıyla hâkim<br />

olacaklar ve iletişimi eski nesillerden daha aktif yürütecekler<br />

ama birinci tercihleri daima yüz yüze iletişim olacak.<br />

Gelelim Z Kuşağı’nın çalışacağı ve en azından şimdiden belli<br />

olan iş alanlarına… Örneğin çevre mühendisliği bunlardan<br />

biri çünkü çevre ile ilgili sorunların giderek büyüyeceğini<br />

söylemeye gerek yok. Yine sağlık ve tıbbı ilgilendiren<br />

her alanda da Z Kuşağı görev alacak. Teknolojiyle ilgili<br />

pek çok alan da bu kuşağın ilgi alanına girecek ki siber<br />

güvenlik, bilgi sistemleri yönetimi ve web tasarımı<br />

bunlardan sadece birkaçı. Hatta web tasarımı gibi<br />

alanlarda varlık gösterebilmek için şimdilik “alaylı”<br />

olmak yeterliyken bu gibi mesleklere eğilenlerin resmi<br />

eğitimden geçeceğini bile söyleyebiliriz. Öyle ya, artık<br />

web tasarımının bile okutulacak bir “tarihi” ve o tarih<br />

içinde kaydettiği bir gelişimi var!<br />

Şu anda okullarda ilk<br />

eğitimlerini alan çocuklara<br />

geleceğimizi teslim<br />

edeceğiz. Ancak hiçbirinin<br />

ne iş yapacağını tam olarak<br />

bilmiyoruz. İşin tuhafı,<br />

bunu uzmanlar dahil kimse<br />

bilmiyor çünkü çalışacakları<br />

işlerin yüzde 65’i günümüz<br />

dünyasında henüz yok!<br />

Eğitim sorgulanmaya<br />

başlandı<br />

Geleceğin makineleşmiş ve dijitalleşmiş iş dünyasında “insan”<br />

gücüne ihtiyaç olmayabileceği epeydir tartışılıyor. 2016 tarihli bir<br />

araştırmaya göre günümüzde insanların belli bir ücret karşılığında<br />

yaptığı işlerin yüzde 45’i çok değil, 15 yıl içinde makineler<br />

tarafından otomatik yapılacak. Bu, bir anda yüzde<br />

45 işsizlik patlaması yaşanacak anlamına gelmiyor zira iş alanları<br />

gibi insanlar da hız, algı, yetenek ve risk yönetimi gibi konularda<br />

“evrim geçirecek”.<br />

Z Kuşağı’nı bekleyen en önemli sorun ise eğitim! Malûm,<br />

şu anda var olmayan işin eğitimini veremez ve bu işle ilgili<br />

planlama yapamazsınız. Yine de uzmanlar kişilerin adaptasyon<br />

yeteneklerinin ve öğrenme yetilerinin geliştirilebileceğini, eğitimin<br />

de bu yönde planlanabileceğini belirtiyor. Gereken ise basit:<br />

Ezbere dayalı olmayan, araştırmayı ve öğrenmeyi teşvik eden bir<br />

sistem ile bu sisteme uyum sağlayabilecek bireyler… Türkiye’de<br />

henüz böylesi bir geleceğe yatırım yapıldığını söylemek mümkün<br />

değil ama 15 yıl sonrasına şimdiden hazırlananlar da var. Örneğin<br />

bütün İskandinav ülkeleri ama özellikle Finlandiya… Geçen yıl<br />

radikal bir kararla eğitim sistemini kökten değiştiren Finliler,<br />

klasik müfredatı aşama aşama okullardan çıkaracak. Dolayısıyla<br />

öğrenciler artık matematik, tarih, coğrafya, edebiyat gibi dersleri<br />

okumayacak. Kısacası yetkililer, 200 yıl öncesinin koşullarında ve o<br />

günün ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmış bir sistemi tamamen<br />

rafa kaldırıyorlar. Klasik dersler yerine olaylar ve olgular disiplinler<br />

arası bir biçimde ele alınacak. Örneğin İkinci Dünya Savaşı tarih,<br />

coğrafya ve matematik açısından incelenecek. Hayatın içindeki<br />

mekânlar da derslik olarak kullanılacak. Diyelim Sultanahmet’te bir<br />

kafeteryada girilecek ders hem ekonomi hem de İngilizce pratik<br />

eğitimi yerine geçecek. Zoraki verilen dersler de yok. Öğrenciler<br />

ilgi alanlarına ve meraklarına hitap eden dersleri seçecek!<br />

66 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Ç<br />

i<br />

easyVit ®<br />

Doğal Limon ve doğal Portakal aromalı Balık Yağı<br />

• Tadı mükemmel<br />

• Kolayca çiğnenebilir ve kokusuz<br />

• Şeker ilavesiz<br />

• Tazeliğini ilk günkü gibi koruyan özel ambalajlı<br />

• Reflü ve gaz şikayetlerini ortadan kaldıran patentli özel formunda<br />

• Standart balık yağlarına göre %44 daha fazla emilir<br />

n e n e b<br />

eker ilavesiz<br />

30<br />

i<br />

l<br />

ir<br />

T a b<br />

l<br />

Je<br />

let<br />

Norwegian<br />

Produce<br />

Telefon: 0 216 540 1281<br />

www.easyfishoil.com


Advertorial<br />

TÜRKİYE’NİN İLK PROPOLİSİ<br />

BEE’O UP İLE TANIŞIN!<br />

Gıda Mühendisi Aslı Elif Tanuğur’un girişimleri, Taylan Samancı ve Prof. Dr. Dilek<br />

Boyacıoğlu’nun desteğiyle bir araya geldi ve Türkiye’nin ödüllü propolis markası doğdu!<br />

Kendinizi tanıtır mısınız?<br />

Ben, Aslı Elif Tanuğur, İstanbul<br />

Teknik Üniversitesi Gıda<br />

Mühendisliği Bölümü’nden<br />

mezun oldum ve yine aynı üniversitede<br />

Yüksek Mühendis unvanını kazanarak<br />

uzun yıllar bal sektöründeki firmalardan<br />

birinde Ar-Ge ve kalite direktörü olarak<br />

görev yaptım. Oğlumun antibiyotik<br />

alerjisine çare aradığım dönemde propolis<br />

ve arı sütü ile tanıştım. Arı ürünlerinin<br />

şifasını herkese ulaştırmak ve Türkiye’de<br />

daha önce üretilmeyen propolisi yine<br />

Türkiye’de ilk kez “Sözleşmeli Arıcılık”<br />

modeliyle üretmek adına Taylan Samancı<br />

ve Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu ile 2013<br />

yılında KOSGEB destekli propolis projesi<br />

ile yola çıktık ve BEE’O markası böylece<br />

doğmuş oldu. Yüksek propolis ve arı sütü<br />

içeriğine sahip ürünlerimiz de BEE’O UP<br />

markasıyla sadece eczanelerden satışa<br />

sunulmaya başlandı. Firmamız bugüne<br />

kadar altı farklı ödüle layık görüldü. 2016<br />

yılında KAGİDER, Garanti Bankası ve<br />

Ekonomist Dergisi tarafından Türkiye’nin<br />

Kadın Girişimcisi ödülüne layık görüldüm,<br />

ayrıca Avrupa Birliği tarafından Eco<br />

Aslı Elif Tanuğur, Taylan Samancı,<br />

Dilek Boyacıoğlu<br />

Efficiency ödülünü kazandık. Son olarak,<br />

Amerika’da pazara sunduğumuz Kakao-<br />

Fındık-Ham Bal-Propolis ürünüyle Gıdanın<br />

Oscar’ları olarak bilinen Gurme Özel<br />

Ürünler İnovasyon Ödülleri’nde yeni ürün<br />

kategorisinde birinci olduk.<br />

Türkiye’nin ilk ve tek TÜBİTAK<br />

inovasyon ödüllü yerli propolisini<br />

ürettiniz. Peki, propolis nedir?<br />

Faydaları nelerdir?<br />

Propolis, arıların bitkilerin yaprak, sap ve<br />

tomurcuklarından topladıkları çok güçlü<br />

antioksidan ve antimikrobiyal etkilere<br />

sahip tamamen doğal bir arı ürünüdür.<br />

Arılar tarafından, kovandaki mikropları<br />

yok etmek için kullanılır. Bileşiminde<br />

antioksidan özelliğe sahip flavonoidleri<br />

ve fenolik bileşenleri içermektedir.<br />

Propolisin kulak-burun-boğaz hastalıkları,<br />

mevsimsel alerjiler, diyabet, ağızda çıkan<br />

yaralar, aftlar, uçuklarda; mide bağırsak<br />

rahatsızlıklarında kullanım alanının<br />

bulunduğu ve kansere karşı etkilerinin<br />

olduğu yapılan bilimsel çalışmalarla<br />

kanıtlanmıştır.<br />

Propolis ham halde tüketilebilir<br />

özellikte değildir. Ham halde vücudumuz<br />

propolisten yalnızca %2 oranında<br />

yararlanıyor. Propolisi vücudumuzun<br />

sindirebilmesi için mutlaka ekstrakte<br />

edilmesi yani özütlenmesi gerekiyor.<br />

Biz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde<br />

gerçekleştirdiğimiz Ar-Ge projesiyle<br />

propolisi insan tüketimine uygun<br />

hale getirecek ve içerisindeki yararlı<br />

bileşenlerden maksimum oranda<br />

faydalanmanızı sağlayacak özütleme<br />

yöntemini geliştirdik. Geliştirdiğimiz<br />

bu Ar-Ge yöntemiyle TÜBİTAK-TTGV-<br />

TÜSİAD tarafından inovasyon ödülüne<br />

layık görüldük. Firmamız İTÜ Arı<br />

Teknokent’e bağlı. Bu işlemi uzman<br />

gıda mühendisleri kontrolünde<br />

gerçekleştiriyoruz. Şu anda BEE’O<br />

UP propolis piyasadaki en yakın<br />

benzer üründen en az beş<br />

kat daha yüksek antioksidan<br />

aktiviteye sahip...<br />

BEE’O UP Propolis Damla’nın<br />

yetişkinlerde en az günde 20 damla,<br />

çocuklarda günde 10 damla tüketilmesini<br />

tavsiye ediyoruz. Suda çözünür olanı su,<br />

süt, meyve suyu vb. içeceklere damlatarak,<br />

suda çözünmeyen propolis damlayı<br />

da bal, yoğurt, pekmez vb. gıdalara<br />

damlatarak tüketebilirsiniz. BEE’O<br />

UP Propolis Arı Sütü Ham Bal karışım<br />

ürünlerini de sabahları aç karnına bir<br />

tatlı kaşığı doğrudan veya ılık süt, yoğurt<br />

vb. gıdalarla karıştırarak tüketebilirsiniz.<br />

Arı sütü, işçi arıların yavru arıları<br />

ve kraliçe arıyı beslemek için kendi<br />

vücutlarından salgıladıkları değerli bir arı<br />

ürünüdür. Düzenli arı sütü tüketiminin<br />

çocuklarda bedensel ve zihinsel gelişmeyi<br />

desteklediği, beyin aktivitesini geliştirici<br />

etkilerinin bulunduğu; ayrıca, ciltte<br />

kolajen sentezini artırdığı, bunun yanı<br />

sıra kadınlarda yumurta sayısı, erkeklerde<br />

de sperm kalitesini artırarak doğurganlık<br />

üzerine etkilerinin bulunduğu yapılan<br />

bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmıştır.<br />

BEE’O UP ürünleri nerelerde satılıyor?<br />

BEE’O UP ürünlerimiz tüm Türkiye’deki<br />

eczanelerde satılmaktadır. Şu an<br />

dağıtımımız Alliance Healthcare<br />

kanalıyla yapılmaktadır. Tüm illerde<br />

yer alan ilgili bölge müdürlüklerinin<br />

depolarından ulaşabilirsiniz.<br />

Ayrıca, ballar ve propolisli ballı<br />

çerezli gıda ürünlerimiz BEE’O<br />

markasıyla marketlerde ve<br />

www.beeo.com.tr web sitemiz<br />

üzerinden satıştadır.<br />

68 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Psikoloji<br />

Dedikodu<br />

ya da<br />

Sosyal<br />

Kabul Görme<br />

Mekanizması<br />

Kime sorsanız, “dedikodu yapmak kötüdür”<br />

der ama bir grubu farkına bile varmasa da,<br />

herkes illa ki dedikodu yapar! Psikoloji bilimi<br />

ise son araştırmalar sayesinde artık konuya<br />

farklı bir açıdan bakıyor.<br />

Sıradan bir sabah… Komşunuz sıcak ekmek almak için koşa koşa<br />

fırına gidiyor. Öğleden sonra mahalleden arkadaşlarınızla çay için<br />

toplanıyorsunuz ve aralarından biri sabahki sıradan olayı şöyle<br />

anlatıyor: “Şekerim o ne pasaklılıktır, anlamak mümkün değil.<br />

Sokağa çıkıyorsun ayol. İnsan üzerine şöyle düzgün bir şeyler giymez mi hiç.<br />

Altında çiçekli pijama, üstünde ekose yelek. Alttakinin rengi pembeli üstteki<br />

kahverengili. Saçını bari tarar insan. Yataktan kalktığı gibi kapıdan çıkmış. Ay<br />

baktım baktım, üzüldüm haline ne yalan söyleyeyim…”<br />

Oysa yaşanan olay gerçekte neydi? Komşunuzun kahvaltı sofrasını bir an<br />

önce kurma telaşıyla alelacele fırına gitmesi… Komşunuzun kıyafeti, saçı,<br />

üstündekilerin rengi sizin dikkatinizi çekmiş miydi? Hayır! Peki, bütün bunları<br />

“sorun”, ya da en basitinden “anlatılması, paylaşılması gereken bir konu” haline<br />

getiren kim? Arkadaşlarınızdan biri. O zaman tanıştıralım: O arkadaşınız,<br />

bir dedikoducu! Üstelik anlattıklarının hiç birinin abarttığı gibi olmadığını<br />

da biliyorsunuz. Peki, bu dedikoduyu dinlerken bir şey dikkatinizi çekti mi?<br />

Farkındaysanız, çay partinizin dedikoducusu hem eleştirdi hem de neyin nasıl<br />

olması gerektiğine dair ders verdi. Aynı anda görgü kuralları eğitmeni, modacı,<br />

saç stilisti, renk uzmanıydı üstelik. Ama vurucu cümleyi en sonda kullandı:<br />

“Üzüldüm haline!”<br />

70 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 71


Psikoloji<br />

Dedikodu yapmayıp dedikodu<br />

dinlememek diye bir şey yok.<br />

Herkes illa ki bu dedikodu işine<br />

kıyısından köşesinden bulaşıyor.<br />

Dedikodu aslında kime yarar?<br />

Psikologlara göre dedikodu, bireylerin başkalarını aşağılarken,<br />

eleştirirken, yargılarken kendilerini yüceltmek için<br />

kullandıkları bir strateji. Böyle yaparak toplumdaki yerlerini<br />

yukarılara çıkarmayı ve kendilerini bilirkişi olarak kabul<br />

ettirmeyi amaçlıyorlar. Yani dedikoducu asıl olarak bencil<br />

amaçları uğruna başkalarını kullanıyor. Belki yukarıdaki<br />

basit hatta istenmeyen türde bir dedikodu ama şunu da<br />

kendimize sormamız lâzım: Müthiş gizli bir haberi tesadüfen<br />

öğrenen ve bu haberin çok kişiyi etkileyeceğini bilen biri<br />

bunu kendine saklayabilir mi? Zor olsa gerek, öyle değil mi?<br />

Haber herkesten şu ya da bu sebeple saklanıyor ama siz dâhil<br />

herkesi etkileyeceği de gün gibi ortada. Örneğin bir bankada<br />

çalışıyorsunuz ve bankanın, altı ay sonra başka bir bankayla<br />

birleşeceğini tesadüfen öğrendiniz. Bu kesinlikle başkalarının<br />

sırrı hatta iş sırrı ama sizin de içinde bulunduğunuz kalabalık<br />

bir kitleyi de etkileyecek. Ne yaparsınız? Kuşkusuz hemen<br />

hepimizin benzer sırlar öğrendiği ve önce bunları saklayıp<br />

saklamamakla, sonra da kime açılacağına karar verememekle<br />

ilgili sıkıntıları olmuştur. Dedikodunun aşağılayan bir yanı<br />

olduğu gibi toplumsal iletişimde etkili bir mekanizma olduğu<br />

da reddedilemez. İşte dedikodu, tam da bu noktada bir kişilik<br />

zaafı değil iletişim şeklidir. Psikologlar, dedikodu yapamayan<br />

kişilerin, dedikoduculardaki toplumsal iletişim becerisinden<br />

yoksun olduğunu belirtiyor ve (tartışmaya açık olsa da) şu<br />

tespitte bulunuyor: Dedikodu yapamayanlar, genellikle<br />

başkalarıyla kolay iletişim kuramazlar, topluluklara kolay kolay<br />

dâhil olamazlar. Bir süre sonra da kendilerini, o topluluklara<br />

dışarıdan bakarken bulurlar…<br />

için kime, mağaradakilerden hangisine güveneceklerdi?..<br />

Uzmanlara göre dedikodu hayatımıza tam da bu noktada girdi.<br />

İnsanların içinde bulundukları toplulukla / toplumla ilgili bilgi<br />

sahibi olmaya ihtiyaçları sürdüğü için de ardı arkası kesilmedi.<br />

Ancak evrim geçirdi! Ya da fonksiyonu değişti demek daha<br />

doğru… Artık elde ettikleri bilgiyi kendi lehine kullanan,<br />

kendini öne çıkaracak şekilde yayan hatta söz konusu bilgiyi<br />

“ilişkilerim sağlam”, “ben önceden öğrenebilirim”, hepinizden<br />

bir adım öndeyim” havası yaratanlar var ve içinde bulundukları<br />

topluluğu asıl etkileyenler de bunlar.<br />

Dedikodudan kaçmak mümkün mü?<br />

Siz dedikodu yapmıyor olabilirsiniz ama ya size anlatılanlar?..<br />

Yani bir başkasının yaptığı dedikoduya da kulak misafiri<br />

oluyorsunuz ister istemez. Ancak şurası kesin ki dedikodu<br />

yapmayıp dedikodu dinlememek diye bir şey yok. Herkes illa ki<br />

bu dedikodu işine kıyısından köşesinden bulaşıyor. Çünkü aksi<br />

halde toplumsal bir soyutlanma gündeme geliyor. Yalnız bu<br />

dedikodunun da sınıfları var. Meselâ aldığınız bir haberi<br />

tek bir kişiyle paylaşmanız, arada derin bir güven ilişkisi<br />

olduğunu gösteriyor. Geniş bir insan iletişimi ağına sahip<br />

olmanız ise aynı oranda geniş bir istihbarat ağını<br />

yönetiyorsunuz, dolayısıyla grupta ne olup bittiğini anında<br />

öğrenebiliyorsunuz anlamına geliyor. Şimdi bu iletişim ağı<br />

içinde yer almayan, ne dedikodu yapan ne de kendisine<br />

dedikodu anlatılan birini düşünün… Bu kişi ya grupta<br />

yenidir, ya dışlanmıştır ya da güvenilmez ilan edilmiştir…<br />

Mağara kardeşliğinden günümüze<br />

Hoşumuza gitse de gitmese de bizler ilk çağlardan beri<br />

başkalarının işine burnunu sokan varlıklarız. Evrim<br />

psikologlarına göre prehistorik çağdaki beyin yapımızın<br />

bir mirası olarak başkalarının aklından geçenlerle<br />

fazlasıyla alakalıyız. Bilim insanları da gerçekte bu<br />

iddiayı doğruluyor. Tarih öncesi dönemlerde küçük<br />

gruplar halinde yaşadığımız için, bu gruplardaki tüm<br />

bireylerin birbirinin aklından ne geçtiğini içgüdüsel<br />

olarak bildiğini öne sürüyorlar. Buna gerekçe olarak da<br />

düşmanlardan korunmak için ya da zorlu doğa<br />

koşullarında hayatta kalabilmek için grup olarak ortak<br />

hareket etmeye mecbur olmamızı gösteriyorlar.<br />

Bir konuya daha açıklık getiriyorlar: Sınırlı yiyecek içecek,<br />

kürk, barınma gibi zorluklar karşısında “mağara kardeşliği”nde<br />

herkes aynı zamanda birbirinin rakibiydi ve herkesin, aynı<br />

grup içinden, arkasını kollayacak birilerine ihtiyacı vardı! İşte<br />

bu noktada atalarımızın çözmesi gereken ve en az dışarıdaki<br />

vahşi hayat kadar zorlu olan bir sorun vardı: Kim dürüsttü?<br />

Kim yalancıydı? Kim ikiyüzlüydü? Kim sırttan bıçaklardı?<br />

Dostluk, arkadaşlık, iş birliği, güç birliği ve aile kurmak<br />

72 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Psikoloji<br />

En çok da işyerlerinde karşılaşılan bu tür dedikodu grupları<br />

gerçekte zararsızdır. Bu gruplarda yapılan meslektaşlar arası<br />

küçük dedikodular çalışanlar arası bağı sıkılaştırır ve moralleri<br />

yükseltir. Özellikle işe yeni başlayanlar, bu tür dedikodu<br />

gruplarına dahil olduklarında, içinde bulundukları gruptakilerin<br />

başkaları hakkında bulundukları yargıları dinleyerek ne<br />

yapmaları gerektiğine dair fikir sahibi olur. Gruptakiler de<br />

anlattıklarıyla, yeni gelene onayladıkları ve onaylamadıkları<br />

davranışlar, tutumlar hakkında alttan alta resmi olmayan bir<br />

brifing vermiş olur.<br />

Bu gibi küçük gruplardaki dedikoduların bir işlevi daha<br />

vardır: Nasıl ki içinde bulunduğumuz grup başkaları ile ilgili<br />

dedikodu yapıyorsa, başkalarının da bizimle; ait olduğumuz<br />

grupla ve kendimizle ilgili dedikodu yaptığını biliriz. Bu da<br />

bizi “aidiyet” konusunda hizaya sokar. Örneğin ABD’deki<br />

büyükbaş yetiştiricileri, karides avcıları ve üniversitelerin kürek<br />

takımları gibi birbiriyle alakasız üç grup üzerinde yapılan<br />

dedikodu merkezli araştırmanın sonuçları hayli ilginç olmuş.<br />

Bu grupların her üçünde de bireyler, aldıkları bilgiyi paylaşmaya<br />

zorlanmışlar. Aksi takdirde dedikoduların hedefi haline gelerek<br />

dışlanacakları kendilerine hatırlatılmış. Sonuç olarak tehdit<br />

gören her birey, grup içinde daha iyi eleman olabilmek için çaba<br />

göstermeye başlamış. Örneğin karides avcıları, grubun oturmuş<br />

kurallarını hiçe sayan ve nasıl hızlı karides avlanacağına dair<br />

grup eğilimlerini önemsemeyen üyeleri dışlayıp onlarla birlikte<br />

ava çıkmayı reddetmiş.<br />

Ünlüler ve dedikodu mekanizması<br />

Gerçekte hepimiz öyle ya da böyle bir dedikodu ağının içinde<br />

yaşıyoruz. Bunun en basit delili de ünlülere dair haberlere olan<br />

ilgimiz. Sonuçta o insanların ne yaptığı, kiminle nerede<br />

görüldüğü, kaç para kazandığı vs. bizi hiç ilgilendirmiyor ama<br />

yine de bu tür haberleri takip ediyoruz. Belçikalı psikolog<br />

Charlotte de Backer’a göre bu tür dedikodular da aslında bize<br />

“bir şeyler” öğretiyor. Yalnız şöyle bir durum da var: Genellikle<br />

bildiğimiz kişi hakkında anlatılanlara kulak kabartıyoruz;<br />

kişiyi tanımadığımız halde anlatılanla ilgileniyorsak bunun tek<br />

nedeni, dedikodunun ilginç olması ve duyduğumuz haberle ilgili<br />

kendi hayatımıza dair stratejiler geliştirmek. Aslında de Becker,<br />

ünlülerin hayatlarına da sırf bu yüzden ilgi duyduğumuzu,<br />

bu haberlerin bizim hayatımız için uç olan noktalarla ilgili<br />

mevzilenme arzumuzu tatmin ettiğini söylüyor. Bunun nedenini<br />

de şöyle açıklıyor: “Nasıl ki kabileler halinde yaşarken, kendi<br />

kabilemizin ileri gelenlerinin davranışlarına bakıp neyi nasıl<br />

yapacağımıza karar verdiysek, bugün de bu medyatik tiplerle<br />

ilgili haberleri izleyerek olumlu ya da olumsuz davranışlara<br />

dair fikir sahibi oluyoruz.” Bunun açıklaması, onlar gibi<br />

yaşamakla ilgili değil ama ne yaptıklarında kabul gördükleri ve<br />

ne yaptıklarında dışlandıklarıyla ilgili… Elbette bir de şu var:<br />

Mağara günlerinde kimsenin “özel” hayatı diye bir şey yoktu<br />

ve biz, bir anlamda magazin haberleriyle ta o günlerden<br />

kalan “her şeyi bilme” açlığımızı gideriyoruz. Antropolog<br />

Jerome Barkow, geçirdiğimiz onca gelişimin, evrimin, bizleri<br />

toplumdaki diğer fertlerden soyutlamaya yetmediğini,<br />

toplumdaki her bireyin bizim üzerimizde öyle ya da böyle<br />

etkisi olduğunu hatırlattıktan sonra “fotoğraflardaki,<br />

filmlerdeki, müzik kliplerindeki bu insanlar yani ünlüler de<br />

hayatımızı farklı bir yoldan istila ediyor; bir süre sonra iş<br />

arkadaşımız, komşumuz kadar bizden biri haline geliyor” diyor.<br />

Ve sonuç? Bu kadar çok gördüğümüz, hakkında bu kadar çok<br />

şey öğrendiğimiz ünlüler de (suni yoldan dayatılmış da olsa) bir<br />

noktadan sonra içinde bulunduğumuz ve hakkında bilgi sahibi<br />

olmak istediğimiz küçük topluluğumuzun bir parçası haline<br />

geliyor. Ünlülerin bir etkisi daha var: Onlar, hiç tanımadığımız<br />

insanlarla ortak noktamız. Sırf bu yüzden tamamıyla yabancısı<br />

olduğumuz bir toplulukta ilk kez yer alıyorsak o oyuncudan,<br />

o sporcudan, o yazardan, o politikacıdan söz ederek ortama<br />

girebiliyoruz. Yani; yine bir başkasının dedikodusunu yaparak<br />

içinde bulunduğumuz topluluğun nabzını tutuyoruz ve kısa bir<br />

sürede “yabancı” olmaktan çıkıp kabul görüyoruz.<br />

Son olarak, “dedikodu” adıyla kodlanan bu toplumsal<br />

kabul görme / kendini topluma kabul ettirme mekanizmasının<br />

da elbette bir takım yaptırımları var ve birinci kural daima<br />

“ne zaman konuşacağını ne zaman susacağını bilmek”<br />

şeklinde özetlenebilir.<br />

>Gerçekte hepimiz<br />

farkında olmadan<br />

öyle ya da böyle<br />

bir dedikodu<br />

ağının içinde<br />

yaşıyoruz.<br />

.. .. . . . . . . . . - .<br />

- . .<br />

. .<br />

. .<br />

UNLULERLE ILGILI HABERLER BIZI<br />

HIC ILGILENDIRMEDIGI HALDE<br />

TAKIP EDIYORUZ.<br />

AMA BUNUN DA BIR NEDENI VAR!<br />

74 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Bakım & Güzellik<br />

GECE<br />

BAKIMI<br />

Gündüzlerin uzun, gecelerin kısa olduğu yaz mevsiminde<br />

cilt bakımı özen ister. Gece yapılacak bakım ise cilde<br />

gereken özeni göstermek anlamına gelir.<br />

BIODERMA<br />

Sebium Serum, karma ve yağlı<br />

ciltler için cildi arındırmaya ve<br />

yenilemeye yardımcı serumdur.<br />

Patentli Fluidactiv® kompleksi<br />

yağlı cildin dengesini korumayı<br />

hedefler. Cilt yüzeyini arındırır ve<br />

pürüzsüzleşmesine destek olur. Etkili<br />

bir sonuç alabilmek için Sébium<br />

H 2<br />

O veya Sébium Foaming Gel<br />

ile temizlenmiş cilde gün aşırı ve<br />

akşamları 4 haftalık kür şeklinde<br />

uygulanır. 89,50 TL<br />

INSTITUT ESTHEDERM<br />

Intensive Retinol Serum, derin<br />

olanlar dâhil kırışık oluşumunu<br />

önler, cildin sıkılaşmasına<br />

yardım eder. Cilt yüzeyinin<br />

düzeltilmesine destek olurken<br />

hücre yenilenmesini tetikler<br />

ve epidermisin yapısının<br />

güçlenmesine yardımcı olur.<br />

Yaşlanma ve elastikiyet<br />

kaybına karşı savaşır.<br />

15 ml: 399 TL<br />

VICHY<br />

Neovidol gece bakım<br />

kremi, sarkmalara ve<br />

yoğunluk kaybına karşı<br />

yeniden şekillendirici<br />

içeriğiyle, özellikle menopoz<br />

dönemindeki ve 50 yaş üstü<br />

kadınlara önerilir. Cildin doğal<br />

bariyerini nemlendirerek<br />

dolgunlaştırır ve yoğunluğunu<br />

geri kazandırmaya yardımcı<br />

olur. 139,90 TL<br />

SKINCEUTICALS<br />

Resvetratrol B E, cildin<br />

gençleşmesine yardımcı gece<br />

antioksidanıdır. Resveratrol,<br />

baicalin ve vitamin E’nin<br />

eşsiz uyumuyla yaşlanmayı<br />

hızlandıran hücre içi serbest<br />

radikalleri nötralize eder, cilt<br />

kusurlarının izlerini azaltır, yeni<br />

kusur oluşumunu önler. Gece<br />

cilt onarımını en üst seviyeye<br />

ulaştırır. 30 ml: 590 TL<br />

AVENE<br />

Eau Thermale Avène Physiolift<br />

Baume Nuit Anti-Aging Gece<br />

Bakım Balsamı, siz gece<br />

uyurken kırışıklıkların içine<br />

eklenerek, “yama etkisi” ile<br />

derin çizgileri pürüzsüzleştirir,<br />

cildi sıkılaştırır, cilt tonunu<br />

düzenleyerek aydınlık verir.<br />

İçerdiği Ascofilline ile cildin<br />

sıkılaşmasını ve zamana karşı<br />

durmasını sağlar. 129,90 TL<br />

76 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Bakım & Güzellik<br />

SKINCEUTICALS<br />

Retinol 0.5; maksimum etkinlik için<br />

saf retinol içeren onarıcı gece bakım<br />

kremidir. İçerdiği saf retinol oranı %<br />

0,5’tir. Cilt tarafından hızla emilir ve<br />

hem hücre yenilenmesini hem kolajen<br />

yapımını hızlandırır. İnce çizgilerin,<br />

kırışıklıkların ve güneş lekelerinin<br />

görünümünü azaltır; gözeneklerin<br />

küçülmesine yardımcı olur. Cildin<br />

dokusunu, tonunu ve rengini<br />

iyileştirir. 30 ml: 399 TL<br />

DARPHIN<br />

Ideal Resource Night Cream, her cilt<br />

tipine uygun olarak geliştirilmiştir.<br />

Tek gecelik kullanımın ardından bile<br />

sabah cilt üzerindeki ışıltıdan yarattığı<br />

fark gözlemlenebilir. Kırışık karşıtı,<br />

cildi pürüzsüzleştiren, yüze aydınlık<br />

kazandıran Ideal Resource Night<br />

Cream, aynı zamanda cildi tazeler<br />

ve canlandırır. Temiz cilde her gece<br />

uygulanmalıdır. Kremin hijyenini<br />

sağlamak için, kutu içindeki spatulanın<br />

kullanılması önerilir. 295 TL<br />

VICHY<br />

Normaderm Detoks Gece, yağlı<br />

cilt problemlerine karşı detoks<br />

etkili gece bakımı sunar. Geceleri<br />

en üst seviyeye çıkan sebum<br />

salgısı ve kalıntılarının bıraktığı<br />

kirlilik hissiyle savaşır: Önce yeni<br />

formülüyle gece oluşan aşırı sebum<br />

üretimini dengeler. İkinci olarak<br />

kirli görünümü ve cilt kusurlarını en<br />

aza indirir, gözenek görünümünü<br />

belirgin şekilde azaltır, cildin<br />

temiz hissedilmesini ve aydınlık<br />

görünmesini sağlar. 74,90 TL<br />

AVENE<br />

Physiolift Yeux Anti-Aging<br />

Göz Çevresi Gece Bakım<br />

Kremi; göz çevresi çizgilerini<br />

giderir, cildi sıkılaştırır. Hücre<br />

aktivitesini canlandırır. Gözaltı<br />

şişliğini ve koyu renk halkaları<br />

önlemeye yardımcı olur.<br />

Avène termal su açısından<br />

zengindir. Yatıştırıcı ve tahriş<br />

giderici özelliklere sahiptir.<br />

15 ml: 109 TL<br />

LIERAC<br />

Lierac’ın üç boyutlu sıkılaştırıcı<br />

etkiye sahip kremi Liftissime<br />

Nuit Redensifying Sculpting<br />

Cream, yüz ovalini yeniden<br />

yapılandırmaya ve derin<br />

kırışıklıkların görünümünü<br />

azaltmaya yardımcı olur.<br />

Reçine, argan ve ebegümeci<br />

yağları ile zenginleştirilmiş<br />

formülüyle daha dolgun ve<br />

pürüzsüz bir cilt sağlar. 389 TL<br />

DUCRAY<br />

Melascreen Photo-Aging<br />

Night Cream, geceye özel<br />

formülüyle güneş kaynaklı<br />

yaşlanma belirtileri ve<br />

lekelere karşı savaşır. Cildin<br />

dolgunluğunu yeniden<br />

kazanmasına yardımcı olur.<br />

1 aylık kullanım sonunda<br />

kırışıklık ve lekeler azalır, cilt<br />

tekrar ışıldamaya başlar.<br />

50 ml: 120 TL<br />

DERMALOGICA<br />

Phyto Replenish Oil, tüy<br />

hafifliğinde bir yüz bakım<br />

yağıdır. Gün boyu canlı<br />

ve ışıltılı bir cilt için cildi<br />

güçlendirir, nemlendirir ve<br />

korur! Cildin doğal koruyucu<br />

bariyerini yeniden yapılandırır,<br />

çevresel faktörlere karşı cildi<br />

korur, ince çizgileri yumuşatır;<br />

gün boyu nemli kalmasını<br />

sağlar. 30 ml: 566 TL<br />

78 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Zayıflama<br />

FARK ETMEDEN<br />

KİLO VERMEK İÇİN<br />

Belki sizin de kilolarınızla başınız dertte ve o fazlalıklardan kurtulmak için durmadan çabalıyorsunuz.<br />

O zaman size değişik ve tahminen daha önce duymadığınız birkaç önerimiz olacak…<br />

Temelde yemek yediğimiz iki yer var: Evimiz ve<br />

işyerimiz. Öte yandan, bu iki mekânda yapacağımız<br />

bazı ufak tefek değişikliklerin kilo vermemize<br />

yardımcı olduğunu söyleyen güvenilir bir kaynak<br />

da var: Cornell Üniversitesi Gıda ve Marka Laboratuvarı’ndan<br />

Dr. Brian Wansink. Dr. Wansink, mutfağınızda ve işyerindeki<br />

masanızda yapacağınız bazı ufak tefek düzenlemelerle hem kilo<br />

vereceğinizi hem de daha sağlıklı besleneceğinizi savunuyor.<br />

Önerilerine kulak vermekte fayda var…<br />

MUTFAKTA…<br />

Notalardan yardım alın: Müzik ruhun gıdası, bu tartışmasız<br />

bir gerçek… Ancak müzik, mutfakta ve özellikle hazırlaması<br />

uzun süren yemeklerle uğraşırken de sağlam bir eşlikçi.<br />

Bu da nereden çıktı diyorsanız, açıklayalım: Pek çok<br />

insan, hazırlaması uzun sürdüğü için sebze yemekleriyle<br />

uğraşmadığını dile getiriyor. Sebzeleri yıka, temizle, doğra,<br />

belli oranda pişmesini bekle derken gerçekten mutfakta<br />

saatler harcanıyor. Bunun için yapacağınız şey basit:<br />

Sebzelerle uğraştığınız evye ve seti ortalayarak sağınıza ve<br />

solunuza hoparlör yerleştirmeniz ve bu hoparlörleri de bir<br />

müzik kaynağına, örneğin radyoya ya da taşınabilir başka<br />

bir müzik aletine bağlamanız. Çok mu zahmetli? O zaman<br />

cep telefonunuzu ya da MP3 çalarınızı mutfak önlüğünün<br />

cebine koyup, kulaklıkları takmanız. Müziğin, size mutfakta<br />

geçirdiğiniz saatleri unutturan bir yardımcı olduğunu kısa<br />

sürede fark edeceksiniz. Bu da hem sıkılmanızı önleyecek hem<br />

de sağlıklı yemekler hazırlamanızı sağlayacak.<br />

<strong>Sağlık</strong>lı olan, görünür olsun: Evde her pişen, hemen o öğünde<br />

yenip tükenmiyordur tahminen. Öğünden kalanlar için<br />

hayata geçireceğiniz basit bir taktik, sonraki günlerde<br />

sağlıklı beslenmeniz için de iyi bir ipucu verecektir. Bunun<br />

için öğünden artan sebze ağırlıklı yemeklere farklı muamele<br />

yapmanız gerekecek. Aslında çok basit, sağlıklı yemekleri streç<br />

filme sarın ya da şeffaf kaplarda saklayın. <strong>Sağlık</strong>sız olanları<br />

da alüminyum folyoya sarın. Böylece buzdolabının kapağını<br />

açtığınızda görünür olanlara, dolayısıyla daha sağlıklı olanlara<br />

elinizin uzanma ihtimali daha yüksek olacaktır. Yalnız,<br />

alüminyum folyoya sardıklarınızı da dolabın bir köşesinde<br />

unutmayın tabii…<br />

80 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Geniş tezgâh iyidir: Sebzelerle uğraşmanın pek de sevilen<br />

bir iş olmadığını söylemiştik. Bu süreci katlanılır kılmanın<br />

yollarından biri de geniş tezgâha sahip bir mutfak! Ne alakası<br />

var demeyin, araştırmalara göre buzdolabına ve evyeye<br />

yakın, aynı zamanda geniş tezgâhlarda yemek hazırlamak son<br />

derece kolay oluyor. Çünkü her şey elinizin altında oluyor.<br />

Sebzeleri çıkarıp tezgâha koymak, ardından evyede yıkamak,<br />

tezgâhın diğer ucunu doğrama işi için kullanmak vs. derken<br />

televizyondaki yemek programlarındaki gibi işinizi seri<br />

biçimde hallediyorsunuz ve çok da zaman harcamıyorsunuz.<br />

Sonuç? Sebzeyle uğraşmak sorun olmaktan çıktığı için sağlıklı<br />

besleniyorsunuz. Bu arada çift bölmeli evyenin de zamandan<br />

kazandıran önemli bir tercih olduğunu ekleyelim.<br />

Dondurucu altta olsun: Dikkatinizi çekmiştir: Bir süredir<br />

buzdolaplarında dondurucu bölmesi altta yer alıyor. Bu<br />

aslında çok iyi bir seçim çünkü dondurucu bölmesinin altta<br />

olması, paketli ve donmuş gıdaların ulaşması nispeten zor bir<br />

noktada, sağlıklı olan sebze ve meyvelerin ise dolabı açar açmaz<br />

karşınıza çıkacak göz hizasında, dolayısıyla elinizin altında<br />

olması anlamına gelir. Böylece beslenme düzeninizde sebze ve<br />

meyvelere daha çok yer verirsiniz.<br />

Paketli yiyecekleri görmeyin!: Atıştırmalık niyetine aldığınız ya<br />

da “maç seyrederken yeriz” diye bir köşeye stokladığınız paketli<br />

her türlü gıdayı göz önünden uzak tutun. Cipsler, kuruyemiş<br />

paketleri, mısır gevreği kutuları, hazır kurabiyeler gibi her ne<br />

varsa, öncelikle ihtiyacınız kadar alın ve sonra da gözünüzün<br />

önünden uzak bir noktaya, mümkünse dolap ya da çekmecelere<br />

koyun. Bu tavsiyenin ne kadar işe yarar olduğunu şöyle<br />

anlatalım: Yapılan bir araştırmaya göre, sadece mısır gevreğini<br />

tezgâh üstünde bırakmanın bile yılda yaklaşık üç kilo almanıza<br />

sebep olduğu kanıtlanmış! Bu arada paketli ürünlerle ilgili bir<br />

tavsiye daha var: Marketlerdeki kampanyalı ve paketli ürünler<br />

de kilo alma sebebi. Çünkü yapılan araştırmaya göre kampanyalı<br />

olduğu için satın aldığımız bu dev paketli ürünlerin yarısını<br />

farkına bile varmadan hafta içi yiyip bitiriyoruz. Yapılacak şey<br />

basit: Üşenmeyin ve ürünün paketini açıp küçük porsiyonlara<br />

bölerek saklayın. Örneğin 20’lik bir bisküvi paketini dörde,<br />

büyük boy cips paketini ikişer avuç halinde parçalara bölün.<br />

Kilo vermek için<br />

paketli gıdalardan<br />

uzak durmakta<br />

fayda var. Cips,<br />

kuruyemiş gibi<br />

atıştırmalıklardan<br />

uzak kalmak sizin<br />

için zorsa, önce<br />

az az alın, sonra da<br />

göz önünden<br />

uzakta tutun.<br />

SOFRADA…<br />

Servis seti küçük olsun: Sofranız için servis takımı ve çatalbıçak-kaşık<br />

üçlüsü setleri alıyorsanız dikkat! Öncelikle yemek<br />

servisinde kullandığınız takım küçük olsun ve daha az yemek<br />

alsın. Lokanta işi dev gibi kepçe ve kaşıklardan uzak durun.<br />

Yapılan incelemelere göre büyük kepçe ve kaşıklarla yemek<br />

servis etmek, tabaklara daha fazla yemek konmasına ve %14<br />

daha fazla kalori almanıza sebep oluyor.<br />

Tabakların çapına dikkat: Kullandığınız tabakların çapına<br />

da dikkat edin ve olabildiğince küçük olanları tercih edin.<br />

Büyük tabaklar, içine makul miktarda yemek koysanız bile<br />

sanki azmış gibi bir izlenim uyandırır. Küçük tabaklar ise tam<br />

tersine, tepeleme doldurmuşsunuz gibi bir izlenim bırakır.<br />

Örneğin 30 cm yerine 25 cm çapında bir tabaktan yemek,<br />

öğün başına 60 kalori daha az almanızı sağlar ki bu da sadece<br />

akşam yemeklerinden yılda 22 bin kalori tasarruf edeceksiniz<br />

anlamına gelir. Bunun dışında küçük tabakta sunulan yemek,<br />

siz daha ilk çatalı bile almadan göz doyurur, hatta bu kadar<br />

çok yemeği nasıl bitireceğinizi düşünmenizi sağlar.<br />

Tencereler mutfakta kalsın: Mutfakla yemek masası arasında<br />

sefer yapmaktan kimse hoşlanmadığı için genellikle içi<br />

yemek dolu tencereleri yemek masasına getirmek gibi bir<br />

alışkanlığınız olabilir. Bundan hemen vazgeçin çünkü<br />

yapılan bir araştırmaya göre, masaya getirilmiş tencereden<br />

yemeğini alanlar, mutfaktaki tencereden yemeğini alanlardan<br />

% 19 daha fazla yiyor! Bunun nedenleri üzerine kafa yoran<br />

uzmanlara göre üşendiğimiz için mutfağa gidip yemek almıyor<br />

ve yediğimizle yetiniyoruz. Oysa tencere masanın üzerinde<br />

olunca kendimize hâkim olmamız zorlaşıyor.<br />

Bardakların ebatları da önemli: Yemek yerken bir şeyler<br />

içmekten hoşlanıyorsanız, su için masaya getirdikleriniz<br />

hariç, tüm bardaklarınız küçük olsun. Araştırmalara göre<br />

küçük bardaklar sayesinde yemek yerken %12 daha az<br />

içiyoruz ve ister meşrubat olsun ister alkol olsun, %12 daha<br />

az kalori alıyoruz. Bir ipucu daha: Koyu renk meşrubat ve<br />

meyve suları bardağı daha dolu gösterir. O yüzden “yeter”<br />

demeniz de kolaylaşır.<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 81


Zayıflama<br />

Televizyon ve müziğin etkisi: Yüksek sesle televizyon seyretmenin<br />

ya da müzik dinlemenin de fazla yemenize sebep olduğunu<br />

biliyor muydunuz? Yapılan araştırmalara göre insanlar<br />

ekranda seyrettiklerine konsantre olunca ne yediklerini, ne<br />

kadar yediklerini fark etmiyor. Müzik ise başlı başına yeme<br />

sebebi çünkü yine araştırmalara göre fonda müzik çalıyorsa<br />

daha fazla yiyip içiyoruz. Haliyle yapılacak en akıllıca şey,<br />

sofraya oturduğunuz anda televizyonu ya da müziği kapatmak.<br />

Bu arada… Maç ya da sevdiğiniz dizinin yeni bölümünü<br />

seyrediyorsanız masada ve yemek başında olmamaya özen<br />

gösterin. Sehpanızın üzerinde de sadece meyve bulunsun.<br />

İŞ YERİNDE…<br />

Çevrenizi gözden geçirin: Araştırmalara göre bir çalışanın iş<br />

yerindeki masasının etrafında ve kolunun uzanabileceği mesafede<br />

ortalama 476 kalori değerinde yiyecek bulunuyor. Masa üstünde<br />

veya yakınlarında tatlı bulunduranların durumu daha vahim<br />

çünkü bu kişilerin, etrafında tatlı olmayanlarla kıyaslandığında<br />

12 kilo fazlası oluyor. Şekerlemeleri masasının çekmecesine<br />

koyanlar ise günde 74 kalori daha az alıyor. Hesaplandığında bu<br />

da yılda yaklaşık üç kilo almaktan kurtulmak anlamına geliyor.<br />

Sözün özü, masanızın etrafını abur cuburdan arındırmak,<br />

zayıflamanız için küçük ama önemli bir adım olacaktır.<br />

Ertesi gün ofiste yiyeceğiniz yemeği,<br />

mümkünse karnınız tokken planlayın.<br />

Bu sayede hem daha sağlıklı seçim<br />

yaparsınız hem de kalorisi yüksek<br />

yiyecek sipariş etmezsiniz.<br />

Tepsinin önemi: Öğle yemeklerinizi yemekhanede yiyorsanız<br />

mutlaka tepsi kullanın çünkü tepsi kullanmayanların<br />

%62’si daha az salata yiyor! Zira tepsi kullanmayanlar, salata<br />

yerine sandviç gibi taşıması kolay yiyeceklere yöneliyor.<br />

Bu da insanları salata yemekten alıkoyuyor ve sağlıksız<br />

beslenmelerine sebep oluyor.<br />

“Ödemeniz nasıl olacaktı?”: Öğle yemeğinizi satın alıyorsanız<br />

küçük bir öneri: Kredi kartıyla değil nakitle ödeme yapın.<br />

Araştırmaya göre öğle yemeğini nakit parayla yapanlar, ödemeyi<br />

kredi kartıyla yapanlara göre daha az içecek ve tatlı alıyor. Bu<br />

da daha az kalori ve daha az kilo demek haliyle…<br />

Yarının yemeğini planlayın: Akşam yemeğini yediniz ve sofradan<br />

kalktınız. İlk işiniz, ertesi gün öğle yemeğinde ofiste yiyeceğiniz<br />

yemek için hazırlıklara başlamak olsun. Bunun iki faydası var:<br />

Öncelikle akşam yemeği sonrası karnınız tok olduğu için daha<br />

sağlıklı seçimler yaparsınız. İkinci olarak öğle yemeğinde ne<br />

yiyeceğinize iş yerindeyken ve karnınız açken karar vermek,<br />

sağlıksız ve yüksek kalorili ürünler sipariş etmenize sebep olacağı<br />

için, bundan kaçınmış olursunuz. Ve elbette öğle yemeğine<br />

harcayacağınız para da cebinize kalır.<br />

82 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Çocuk & Aile<br />

Bu Cümleler<br />

YASAK!<br />

Çocuğunuzla iletişim kurarken farkına bile varmadan kullandığınız öyle cümleler<br />

var ki çocuğun önce psikolojisini, sonra kişiliğini olumsuz yönde etkiliyor.<br />

Bu cümleler, kullanma sıklığına bağlı olarak, üzerine titreseniz bile, çocuğun<br />

geleceğini ve kişiliğini olumsuz yönde etkiliyor!<br />

Anne-baba olmak gerçekten yoğun emek isteyen<br />

bir iş, adeta başlı başına bir uzmanlık alanı...<br />

Çünkü bir insanı ileride olacağı kişi haline<br />

getirirken gereken tüm yapı taşları sizin elinizden<br />

geçiyor ve bugün sizin çocuğunuz olan ufaklık, gelecekte<br />

her kim ve her ne oluyorsa, anne-baba olarak bunda büyük<br />

payınız bulunuyor. Çocuğun bakımı, temizliği, beslenmesi<br />

gibi fiziksel ihtiyaçlar bile başlı başına bir görevken, aynı<br />

çocuğu duygusal açıdan da besleyip geliştirebilmek kuşkusuz<br />

daha önemli ve daha ağır bir sorumluluk gerektiriyor.<br />

Yazıya başlamadan önce ilk sorumuz siz anne-babalara<br />

gelsin: Çocukken anne-babanızın size karşı davranışlarında,<br />

takındıkları tutumda, kullandıkları sözlerde bugünkü<br />

aklınızla onaylamadığınız bir şeyler mutlaka olmuştur. Hatta<br />

hayatta geldiğiniz nokta ile ilgili olarak anne-babalarınızı<br />

suçladığınız da olmuştur. İşte burada asıl tartışacağımız<br />

konu bu: Siz, çocuğunuza “doğru olduğunu düşündüğünüz”<br />

davranışları aşılamaya çalışırken belki de hatalar<br />

yapıyorsunuz. Belki farkına bile varmadan yanlış ifadeler<br />

kullanıyorsunuz hatta çocuğunuzu teşvik edeyim derken,<br />

konu her ne ise, büsbütün soğumasına neden oluyorsunuz…<br />

Hele bazı ifadeler var ki, siz farkına bile varmıyorsunuz ama<br />

çocuğunuzun kişiliğini olumsuz yönde etkiliyorsunuz…<br />

84 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Önce diyalog kurmanız şart<br />

Öncelikle şu konuda hemfikir olmamız gerekiyor: Annebabalarla<br />

çocuklar arasında sağlıklı bir iletişim kurmanın ilk<br />

adımı, çocuklarla konuşmak, onlarla diyalog kurmaktır! Bu<br />

noktada çocuklar büyüme ve öğrenme süreçlerindeki bilgi<br />

açlığını anne-babaları sayesinde giderirken anne-babalar da bu<br />

iletişim sayesinde çocuklarını tanır ve onları bir birey olarak<br />

algılamaya başlar. Çocuklar bitmek bilmeyen sorularıyla<br />

zaman zaman sizi bunaltsa bile sorularına aldıkları yanıtları<br />

dinlediklerini ve belki de en önemlisi, kendince önemli bir<br />

şeyleri “anlatarak” sizinle paylaştıklarını da unutmamanız<br />

gerekir. Bu noktada sizin onu gerçekten dinlemeniz ne kadar<br />

önemliyse, sizin söylediklerinizi, anlattıklarınızı dinlediğini ve<br />

kendince yorumladığını da unutmamanız gerekir. Çocuğunuza<br />

söylediğiniz her kelime, onun zihninde farklı bir yolculuğa<br />

çıkıp farklı bir anlama bürünebilir. Bunun sonucunda da sizin<br />

belki de öylesine kurduğunuz cümleler, öylesine kullandığınız<br />

kelimeler, onun psikolojisini olumsuz yönde etkileyebilir.<br />

Çocuğunuz siz hiç de öyle istemeseniz bile kendini güvensiz,<br />

yetersiz, başarısız, başkalarına muhtaç hissedebilir. Daha da<br />

önemlisi, çocuğunuzla aranızdaki güven duygusu zedelenebilir<br />

ve bu da ileriki yaşlarında çocuğun asi, içine kapanık, çevresiyle<br />

iletişim kurmayan, öfkeli, saldırgan ve bunalımlı bir kişiliğe<br />

bürünmesine yol açabilir.<br />

Peki, çocuğunuza karşı hangi kelimeleri kullanmayacaksınız?<br />

Uzmanlar, öncelikle çocuğun dış görünümüyle ilgili kelimelere<br />

dikkat etmeniz gerektiğine dikkat çekiyor. Saçları dümdüzse<br />

şaka amaçlı bile olsa “pırasa saçlı” demeyin örneğin. Ona<br />

lakaplar takmayın, dış görünümüyle ilgili espriler, şakalar<br />

yapmayın… Bunlar dışında çocuk üzerinde gerilime sebep<br />

olabilecek cümleler kurmayın ve özellikle tehditkâr bir ses tonu<br />

kullanmayın.<br />

Baba, disiplin figürü olmasın<br />

Çocuğunuz büyüme aşamasındaysa, belki de kendisiyle ilgili hiç<br />

duymaması gerekenler, bir takım olumsuz sıfatlardır. “İnatçı,<br />

sakar, şımarık, geveze, tembel... vb.” kelimeleri siz davranışlarını<br />

düzeltsin diye söyleseniz bile tam tersi olabilir. Çocuk, bu gibi<br />

sıfatları duya duya bir süre sonra bu kelimeler çocuğun kabul<br />

alanına girer. Çocuk bu sıfatları kanıksar. Örneğin inatçı<br />

olmadığı halde, sırf siz onu inatçı kabul ediyorsunuz diye<br />

inatçılığı tercih eder.<br />

Annelerin yaptığı en büyük hatalardan biri de disiplin koyucu<br />

olarak babayı belirlemek ve bunu çocuğa da kabul ettirmektir.<br />

Anneler, güçlerinin yetmediği, sözlerinin dinlenmediği anda<br />

baba figürüne sarılır ve onu bir tehdit aracı olarak kullanır:<br />

“Babana bu yaptıklarını olduğu gibi anlatacağım” veya “Baban<br />

gelsin, bakalım ona ne hesap vereceksin” gibi cümleler çocuğun<br />

babadan uzaklaşmasına, babayı korku figürü olarak görmesine<br />

ve zamanla baba ile kurduğu iletişimi sonlandırmasına neden<br />

olur. Oysa baba figürü çocuğun gelişiminde çok ama çok<br />

önemlidir. Çocuklar baba ile sosyalleşir, toplumsal kuralları<br />

baba ile öğrenir. Ergenlik dönemiyle birlikte özellikle erkek<br />

çocukların cinsel gelişimi ve cinsellik ile ilgili başvuru kaynağı<br />

baba haline gelir. Kız çocuklar içinse, hayatlarındaki ilk<br />

erkek baba olduğu için ileriki yaşlarında mutlu birlikteliklerin<br />

anahtarı, babalarıyla kuracağı sağlıklı ilişkiye bağlıdır.<br />

Çocukların gözünde babalar daha güçlü ve daha akıllı oldukları<br />

için de babaya içten içe saygı duyarlar. Dolayısıyla asıl bu saygıyı<br />

zedelememek, “babam gibi olacağım” isteğiyle birlikte gelişen<br />

özgüvene zarar vermemek gerekir.<br />

Çocuğu kendinizle tehdit etmeyin<br />

Annelerin genel olarak düştüğü hatalardan biri de çocuğu<br />

yönlendirmek isterken kendilerini ortaya koymalarıdır. “Sen<br />

böyle davrandığın için üzülüp hasta oluyorum”, “Şimdi düşüp<br />

bayılacağım” gibi cümleler, olası bir hastalık söz konusu<br />

olduğunda çocuğun tek bir şey düşünmesine sebep olur:<br />

“Annem, benim yüzümden hasta oldu!” Bu, çocuğun ömrü<br />

boyunca sırtında taşıyacağı suçluluk duygusunu ve vicdan<br />

azabını da beraberinde getirir ve uzmanların da doğrulayacağı<br />

üzere, ileriki yaşlarda ancak psikoterapi ile düzeltilebilen<br />

sorunlar oluşmasına sebep olur.<br />

Anne-babaların çocukları olumlu davranışlara yöneltmek için<br />

seçtiği tutumlardan biri de ne yazık ki tehdit ve şantajdır.<br />

Söz konusu tehdit ve şantaj da “Akşam sana tatlı yok!” gibi<br />

nispeten masum cümlelerden “Beni dinlemeyen çocuğun<br />

annesi olmayacağım, beni üzmeye devam edersen seni bırakıp<br />

gideceğim” gibi travmatik sonuçlara sebep olan cümlelere kadar<br />

geniş bir skalada incelenebilir. Bu tür cümleler ise çocukta<br />

gerilime, endişeye, annesiz bir hayatın ağır kaygılarını daha o<br />

yaşta düşünmeye sebep olabilir. Anne-babasına adeta bağımlı<br />

yaşayan çocukların kayda değer bir bölümünün bu tür kaygılar<br />

nedeniyle kendi yatağında uyumak istemediğine dikkat çeken<br />

uzmanlar, ilerleyen yaşla birlikte bu çocukların okula da gitmek<br />

istemediklerini belirtiyorlar.<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 85


Çocuk & Aile<br />

Anne babaların, çocuklarını olumlu<br />

davranışlara yöneltmek için yaptığı en<br />

büyük yanlışlardan biri, ya çocukları<br />

tehdit etmek ya da onlara “şantaj”<br />

yapmak olarak şekilleniyor.<br />

Toplum olarak yanlışımız<br />

Türk toplumunun çocuklar üzerindeki belki de en olumsuz<br />

dayatması “yaşça büyük” kişileri, çocuğun karşısına otoritesi<br />

tartışılmaz kişi olarak sürmesi… “Büyüklerin konuşurken<br />

söze girme”, “Büyüklerine karşı çıkma”, “Anne-babaya cevap<br />

verilmez” ve daha onlarca cümle günümüz çocuklarına<br />

saygıyı öğretmekten çok çocukları kısıtlayan sınırlar koyuyor.<br />

Büyüklere karşı saygıyı öğretmek elbette önemli ancak<br />

çocukların çevresinde yaşça büyük her kim varsa, o kişilerden<br />

ayrı kişilik özelliklerine sahip olduğunu da kabullenmek<br />

gerekiyor. Çocuğu öncelikle kendi düşünceleri olan, kendi<br />

zevkleri bulunan ve en önemlisi kendi dünyaya bakış açısı olan<br />

bir kişilik olarak kabullenmek gerekiyor. Bu yönde desteklenen<br />

ve yetiştirilen çocuğun gelişimi de son derece önemli ve kendi<br />

çağının gerekliliklerine göre şekillenmiş oluyor.<br />

Bir diğer hata daha: Genellikle çocuklarımızı teşvik etme<br />

amacıyla başkalarıyla, özellikle de sınıf arkadaşlarıyla<br />

kıyaslıyoruz. Çocuğumuz yazılıdan aldığı notu söyler söylemez,<br />

ilk sorumuz “Filanca kaç aldı?” olabiliyor. Oysa çocuğu<br />

arkadaşlarıyla ya da kardeşleriyle kıyaslamanın açıklaması<br />

şu: “Sen, yetersizsin! Şu kişi yeterli. Onun gibi olsan keşke!”<br />

Bunun sonucu ise çocuğun kendini yetersiz hissetmesi,<br />

özgüvenini yitirmesi ve ileriki hayatında atabileceği çok basit<br />

adımları atmaktan bile korktuğu için hayatta yaşayacağı<br />

başarısızlıklar…<br />

O diyalog kesilmesin!<br />

Anne-babaların çocuklarına söylememesi gereken iki cümle<br />

daha var: “Sen yapamazsın” ve “Dur, ben yapayım!” İlk cümle<br />

çocuğun özgüvenini kırabiliyor ve ileride hırs küpü birer<br />

yetişkin olmalarına yol açabiliyor. Aynı şekilde çocuğun bir<br />

şeyi yaparken hata yapmasına katlanamamak ve bu yüzden<br />

elindekini çekip almak da çocuğun sürekli başkalarının<br />

yardımına ihtiyaç duymasına zemin hazırlıyor. Tam tersine<br />

“Benim çocuğum yapar!” deyip olmadık işleri çocuğum<br />

omzuna yıkmak ve yaptığı yanlışlarda “Beceremedin değil<br />

mi?” diye durumu basitleştirmek de hata… Bu noktada<br />

yapılması gereken tek şey var: Çocuğun gösterdiği çabayı,<br />

sabrı ve azmi taktir etmek; çocuğu yüreklendirmek ancak<br />

hangi işin üstesinden gelebilir, hangi işte yardıma ihtiyaç<br />

duyar bunun da farkında olmak…<br />

Çocuğun büyümesi, gelişimi uzun bir süreç olduğu için hangi<br />

yaşta neyi, nasıl söylemek gerektiğini de iyi bilmek gerekiyor.<br />

Örneğin çocukken işe yarayan bir cümlenin ergenlikle birlikte<br />

sizi sadece “yalancı” konumuna düşürebileceğini unutmamak<br />

gerekiyor. Yine de yapılması gereken en önemli şey çocuklara<br />

karşı yaşına uygun olacak şekilde içten ve güven verici şekilde<br />

yaklaşmak olsa gerek. Ve aranızda kurduğunuz o diyaloğu da<br />

sonuna kadar sürdürmek…<br />

86 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Psikoloji<br />

KENTLERİN<br />

ŞİZOFREN<br />

Gürültü, hava kirliliği,<br />

kalabalıklar, trafik ve kentlere<br />

özel benzer sorunlar, artık<br />

belli bir nüfusun normali<br />

halinde… Gerçekte hiç de<br />

normal olmayan bu arka<br />

planda acaba “normal” birileri<br />

bulunabilir mi? Yoksa kent<br />

merkezleri, giderek deliliğin<br />

merkezleri haline mi geliyor?<br />

Herkesin bildiği gerçek şu:<br />

Kent merkezlerinde yaşam<br />

zor! Çünkü kentler giderek<br />

yaşamak için daha cazip<br />

hale geliyor ve herhangi bir kentin<br />

sakini diye bir şey kalmıyor. Örneğin<br />

İstanbul gibi bir şehirde artık sadece<br />

İstanbul’da doğmuş olmak İstanbullu<br />

sayılmak için yeterli ancak babası,<br />

dedesi İstanbullu olan birilerini bulmak<br />

gerçekten zor. Dolayısıyla birbiriyle aynı<br />

köklerden gelmeyen, aynı geleneklerden<br />

beslenmeyen milyonlarca insan aynı<br />

SAKİNLERİ<br />

kenti paylaşıyor. Kimi sadece yaşıyor, yıllarda, iki Avrupa ülkesinde, İsveç<br />

kimi okuyor, kimi çalışıyor. Birbiriyle ve Danimarka’da gözlemlenmiş. Hatta<br />

minimum düzeyde ortak paydaya sahip şehirlerde sürdürülen yaşamın, hayatın<br />

bu milyonlarca insan için hayat gerçekten ileri evrelerinde karşılaşılan psikozlara<br />

zor. En basitinden, kentlerde yaşayanlar zemin oluşturduğu ve yer yer ikiye<br />

çok daha yüksek oranlarda suçla, şiddetle, katlanmasına sebep olduğu tespit<br />

tehditle karşı karşıya kalıyor. Şizofreninin edilmiş. Araştırmalar ayrıca anksiyete<br />

kent merkezlerinde daha yoğun olarak ve depresyon gibi akıl sağlığı problemleri<br />

ortaya çıktığını kanıtlama amaçlı<br />

ile kent yaşantısının da doğrudan ilişkisi<br />

araştırmalar da bunu doğruluyor.<br />

olduğunu kanıtlamış.<br />

Birleşmiş Milletler’den yayınlanan bir Uzmanlara göre bunların pek çok farklı<br />

rapora göre durum zannedildiğinden sebebi var. Öncelikle eşitsizlik, gelir<br />

de vahim. Öyle ki 2050 yılında tüm düzeyindeki dengesizlik gibi toplumsal<br />

dünyadaki tüm insanların yüzde 66’sı gerekçelerin birey üzerinde baskı<br />

kentlerde yaşamaya başlayacak. Bu oran şu oluşturduğunu belirten uzmanlar, bütün<br />

sıralarda yüzde 56 civarında...<br />

bunların içe kapanıklık, toplumdan<br />

Peki, bir akıl hastalığı olan şizofreniyle uzaklaşma, asosyal yaşama yönelme gibi<br />

kent yaşamının ne ilgisi var? Aslında ikincil sorunlara zemin hazırladığını<br />

bilim insanları bu durumu ilk olarak belirtiyor. Bunlara hava kirliliği,<br />

1930’larda tespit etmiş ve kent yaşamıyla gürültü ve trafik gibi fiziksel baskılar<br />

şizofreni arasındaki ilişki de yine aynı da eklenince; bir zamanlar büyük<br />

88 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


umutlarla yerleşilen kentler insanlarda<br />

akıl ve ruh sağlığında gözlemlenen<br />

erozyonun baş sorumlusu haline<br />

geliyor. Bütün bunlara ilaveten, kentten<br />

kırsal bölgelere göç eden insanlarda<br />

ise tam tersi gözlemleniyor. Huzur,<br />

dinginlik, sorunları büyümesine bile<br />

izin vermeden çözme eğilimi...<br />

Kentte büyüyenin hali<br />

Uzmanların konuyu netleştirme<br />

amaçlı yaptığı araştırmalardan ilki<br />

yetişkinlere yönelik ve hayatının erken<br />

dönemlerinden itibaren kentlerde<br />

bulunmuş, buralarda doğmuş, büyümüş<br />

insanlar mercek altına alınıyor. Elde<br />

edilen sonuçlara göre bu kitle, aynı<br />

zamanda kent kaynaklı sorunlara en<br />

fazla maruz kalan kitle! Londra’daki<br />

King’s College psikologlarından<br />

Helen Fisher ile Duke Üniversitesi<br />

psikologlarından Candice Odgers’in<br />

2232 ikiz İngiliz çocuğu üzerinde<br />

yaptığı uzun süreli araştırma da söz<br />

konusu tezi doğruluyor. Uzmanlar<br />

önce ikizlerin 5 yaşına kadar, sonra<br />

da 12 yaş sonrası kentte mi kırsalda<br />

mı yaşadığını tespit ediyor. (Bu sırada<br />

çocukların yaklaşık yarısının hem 5<br />

yaşına kadar hem de 12 yaşından sonra<br />

şehirlerde ikamet ettiğini belirliyorlar.)<br />

Komşularının ve annelerinin<br />

de rehberliğiyle, bu çocukların<br />

hangilerinde 12 yaş civarında<br />

halüsinasyon ve delirme belirtileri<br />

gözlemlendiğini tespit ediyorlar. Sonuç<br />

çarpıcı: 12 yaşına dek daimi olarak<br />

kentlerde ikamet eden çocuklarda<br />

gözlemlenen psikotik bozukluklar,<br />

kırsalda yaşamış çocukların neredeyse<br />

iki katı olarak tespit ediliyor. Araştırma<br />

sonuçlarına göre bu çocuklar kent<br />

yaşamının güvensiz ortamı yüzünden,<br />

özellikle komşularından hiç ilgi, sevgi<br />

ve destek görmüyor, şehrin karmaşık<br />

ortamı nedeniyle pek çok riskle karşı<br />

karşıya kalıyor ancak pek çoğu, tüm<br />

belirtileri göstermelerine rağmen<br />

şizofreniye yakalanmıyor. Buna<br />

karşılık, aynı çocuklar, ileriki yaşlarda<br />

bazı başka akıl hastalıklarına tutuluyor.<br />

Bazıları depresyondan kurtulamıyor,<br />

bazıları travma sonrası stres bozukluğu<br />

geliştiriyor ve bir kısmı da madde<br />

bağımlısı haline geliyor.<br />

Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi<br />

Akıl Sağlığı Merkez Enstitüsü yöneticisi<br />

Andreas Meyer-Lindenberg’in söz<br />

konusu araştırmaya dair açıklaması<br />

şöyle: “Bu araştırma da gösteriyor<br />

ki, kentlerde yaşamak, beyin çeperi<br />

üzerinde bir baskıya sebep oluyor ve bu<br />

da kent sakinlerinin toplumsal stresle<br />

baş edebilme becerisine darbe vuruyor!”<br />

Bu arada, Meyer-Lindenberg’in yaptığı<br />

bir başka araştırmanın sonucunda,<br />

kentlerde doğup büyüyen insanların<br />

beyinlerinde bulunan ve duyguları idare<br />

eden bölümlerin faaliyetleri, kırsalda<br />

doğup büyüyenlerinkine kıyasla daha<br />

yoğun ve güçlü oluyor. Ve bir ilginç bilgi<br />

daha: Kente göç gibi şizofreniye zemin<br />

oluşturduğu bilinen bazı risk faktörleri<br />

de beyin üzerinde benzer etkilere sebep<br />

oluyor…<br />

Kim bu kent sakini<br />

denenler?<br />

Hastalıkların ortaya çıkış sebeplerini<br />

araştıran çalışmalar, kentleşmedeki<br />

artışa karşılık güçsüz hale gelen zihin<br />

sağlığı arasında güçlü ilişki olduğunu<br />

ortaya koymuş bulunuyor. Her ne kadar<br />

şizofrenide kalıtsal faktörler de etkiliyse<br />

de zaten kent sakini olduğu için zayıf<br />

akıl sağlığına sahip insanların, bu<br />

olumsuz durumu kendilerinden sonraki<br />

nesillere miras bıraktıkları da bir gerçek.<br />

Kent sakinleri ile akıl hastalıkları<br />

arasındaki bağlantıyı inceleyebilecek<br />

en iyi yerin ise Londra’nın güneyindeki<br />

Southwyke Blokları olduğuna dair bir<br />

iddia var. Zira yapılan araştırmalara göre<br />

Kentleşme ile akıl<br />

hastalıkları arasındaki<br />

ilişki ilk olarak 20’nci<br />

yüzyılın başlarında ve<br />

ABD’de kanıtlandı.<br />

Southwyke Blokları, akıl hastalarının<br />

yığınlar halinde yaşadığı belki de<br />

tek mimli yerleşim yeri. Buradaki<br />

insanların ise ağırlıklı olarak şizofreni<br />

ve paranoyadan mustarip olduğu<br />

biliniyor. Bir zamanlar sosyal konut<br />

olarak inşa edilen hatta etrafında<br />

yükselen şehrin gürültüsünden uzak<br />

olsun diye ses yalıtımı uygulanacağı<br />

söylenen (ancak asla uygulanmayan)<br />

bu bölge, günümüzde şehrin ortasında<br />

yapayalnız kalmış ve yukarıda da<br />

değindiğimiz üzere, dünya üzerindeki<br />

herhangi bir kentte akıl hastalığına<br />

en yoğun rastlanan yer! Epidemiyolog<br />

James Kirkbride, uzun süre kentleri ele<br />

geçiren akıl hastalıkları ile kent dışına<br />

sürülen akıl hastaları arasındaki tarihi<br />

gelişimi inceleyen bir isim ve hangisinin<br />

işe yarar bir uygulama olduğunu<br />

bugün de söyleyemiyor. Emin olduğu<br />

ise şu: Kentleşme ile akıl hastalıkları<br />

arasındaki bağlantı 20’nci yüzyılın<br />

başında ABD’de kanıtlanmış çünkü akıl<br />

hastalıkları hastanelerine yatırılanların<br />

çoğu ya kentlerde ya da kentleşmekte<br />

olan bölgelerde yaşamaktaymış.<br />

90 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Psikoloji<br />

Beyindeki ipuçları<br />

Beyin üzerine araştırmalar yapan bilim<br />

insanlarının da bu konuda söyleyecekleri<br />

var. Buna göre kent insanın beyninde<br />

özellikle iki bölüm inceleniyor. Bunlardan<br />

biri kişinin zihinsel ve duygusal durumu<br />

ile ilgili olan amigdala ve diğeri de beyinde<br />

coşkunun, mutluluğun ve enerjinin<br />

merkezi olan; öğrenme, duygu kontrolü,<br />

bilinç gibi son derece önemli fonksiyonları<br />

dışında en belirgin işlevi hata tespiti<br />

ve çelişki gözlemleme olan anterior<br />

singulat korteks… Stres altındaki kent<br />

sakinlerinde amigdala tarayıcılarda daha<br />

aktif görünürken kasaba sakinlerinde<br />

daha az, köylerde yaşayanlarda daha da<br />

az aktif… Anterior singulat kortekste<br />

olup bitenler ise daha şaşırtıcı: Beynin<br />

bu bölgesinde yaşanan her ne ise onunla<br />

eş zamanlı bir değişim gerçekleşmiyor.<br />

Değişim, zaman içinde ve büyüdükleri yere<br />

bağlı olarak ortaya çıkıyor. Çocukluğunu<br />

kırsalda geçirenlerin anterior singulat<br />

korteksindeki faaliyet en alt düzeyde<br />

gerçekleşirken, kentte geçirenlerin<br />

anterior singulat korteksindeki faaliyet<br />

ise en üst düzeyde gerçekleşiyor. Kırsal<br />

bölgede yaşayanların amigdalaları ile<br />

anterior singulat korteksleri arasındaki<br />

bağlantı pürüzsüzken, kentsel bölgelerde<br />

yaşayanların beynindeki aynı bağlantı ise<br />

son derece pürüzlü yaşanıyor ve uzmanlar,<br />

bu pürüzlü bağlantının ve sağlıksız<br />

iletişimin, başta şizofreni ve paranoya<br />

gibi, diğer akıl hastalıklarına da sebep<br />

olabileceği üzerinde duruyor.<br />

Kalabalıklar içindeki<br />

yalnızlık<br />

Sonuçta yumurta mı tavuktan-tavuk mu<br />

yumurtadan ikilemi burada da var: Daha<br />

iyi imkânlar için gelinen ve içinde yaşarken<br />

akıl sağlığından olunan şehirler… Henüz<br />

kesin yanıtı bulunmayan soru ise şu:<br />

İçinde yaşanan şehir büyüdükçe, içinde<br />

yaşayanlar neden deliliğe bir adım daha<br />

yaklaşıyor? Bir diğer Alman uzman Dr.<br />

Mazda Adli’nin bu konudaki tezi hem<br />

farklı hem iddialı: Sebep, kalabalıklar<br />

içinde yaşanan yalnızlık! “İnsanoğlunun<br />

beyni, şehir ortamında var olmaya uygun<br />

değil. Benim tezime göre, toplumsal<br />

yoğunluk ve toplumsal soyutlanma aynı<br />

anda yaşanmaya başlanırsa, en olumsuz<br />

etkisi bireyler üzerinde gerçekleşir. Şehrin<br />

stresine bağlı akıl hastalıkları, ancak<br />

bunun ardından söz konusu olabilir!”<br />

Londra’daki Hammersmith Hastanesi<br />

araştırmacıları ise cevabın “dopamin”<br />

olabileceğini savunuyor. Dopamin, pek<br />

çok fonksiyona sahip bir sinir iletkeni.<br />

Temel olarak heyecanla ilgili bir kimyasal.<br />

Dolayısıyla insan, iyi ya da kötü bir sebeple<br />

heyecanlandığı zaman salgılanıyor.<br />

Örneğin dondurma yemenin verdiği<br />

keyif yüzünden de, deprem sırasında<br />

otomobilinizin anahtarlarını ararken de<br />

salgılanabiliyor. Şizofreni hastalarının<br />

beyninde ise dopamin seviyesi çok yüksek<br />

oluyor. Teori ise şu: Bir kent sakininin<br />

beynindeki dopamin üretimi, daha en başta<br />

yanlış gerçekleşmeye başlıyor. Örneğin<br />

bazı insanlarda, sürekli tekrarlanan stres<br />

bu duruma yol açıyor. Yoğun dopamin<br />

de sonunda şizofreni de dâhil, akıl<br />

hastalıklarına davetiye çıkarıyor.<br />

Öte yandan kent yaşamının insan beyni<br />

üzerindeki diğer etkileri de araştırılıyor.<br />

Örneğin Londra’daki Queen Mary<br />

Üniversitesi’nde, uçak gürültüsünün<br />

çocukların öğrenme becerilerini<br />

olumsuz etkilediği, trafik gürültüsünün<br />

de bu olumsuzluğa tuz-biber ektiği<br />

tezi araştırılıyor. Dr. Mazda Adli ise<br />

şehirleşmeyi en az iklim değişikliği kadar<br />

tehlikeli buluyor. Hatta meseleye bambaşka<br />

bir açıdan bakıyor ve “Kentleşmenin<br />

aslında pek çok avantajı var. Biz kentlerde<br />

yaşamaya devam ettikçe kırsalın doğası<br />

daha da zenginleşecek. Oranın sunduğu<br />

sağlık, eğitim hatta bir bütün olarak yaşam<br />

imkânları daha iyi olacak” diyor.<br />

Kentleşerek şizofren haline geldiğimizi<br />

belki de artık kabullenmemiz<br />

gerekiyor. Peki, bunu bir tercih olarak,<br />

kendi kendimize yaptığımızı nasıl<br />

kabulleneceğiz?..<br />

92 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Alışveriş<br />

BAKIMLI ERKEK<br />

Erkeklerin sadece saç-sakal tıraşı olup, after shave’le yetindiği günler sona erdi!<br />

Günümüzün erkekleri, bakımlarına en az kadınlar kadar ilgi gösteriyor.<br />

LAB SERIES<br />

PRO LS All-In-One Shower Gel;<br />

şampuan, yüz temizleme jeli,<br />

tıraş köpüğü ve duş jeli görevini<br />

tek tüpte birleştiren pratik bir<br />

üründür. Cildi anında kir, ter, yağ<br />

ve hava kirliliğinden arındırarak<br />

ferah, temiz bir koku ile sarar.<br />

Saçı derinlemesine temizler ve<br />

ferahlatır. Sakalı yumuşatır ve<br />

koruyucu bir bariyer oluşturarak<br />

tıraşa hazırlar. 79 TL.<br />

LAB Series Densifying Shampoo,<br />

3D RENOPLEX teknolojisiyle<br />

saçtaki kuruluk, matlık ve hacim<br />

kaybına karşı savaşır. Saçı korur,<br />

temizleyici formülüyle yağ ve<br />

ölü deriden arındırır. Saçı anında<br />

canlandırıp ferahlatır. 99 TL<br />

Kişisel bakım<br />

konusunda artık<br />

erkekler de kadınlar<br />

kadar şanslı!<br />

REBUL<br />

Aqua Eau de Cologne, mavi<br />

suların canlandırıcı etkisiyle<br />

erkekleri buluşturan en<br />

ayrıcalıklı Rebul ürünlerinden<br />

biridir. Taze aromatik<br />

kokularla sıcak odunsu<br />

kokuları bir araya getirerek<br />

serin ve büyüleyici bir<br />

dünyanın kapılarını açar.<br />

Yeşil yaprakların ve taze<br />

limonun ferahlatıcı etkisiyle<br />

su tonları sizi canlandırır.<br />

Geride kalan koku akılda<br />

kalıcı ve erkesidir. 16,90 TL<br />

DAYLONG<br />

Daylong, Ultra SPF<br />

30 Spray, özellikle yaz<br />

aylarında açık hava<br />

sporlarıyla ilgilenen<br />

erkekler için, erkek cildinin<br />

ihtiyaçları göz önüne<br />

alınarak geliştirilmiştir.<br />

Düşük yoğunluğuyla<br />

sakallı yüz ya da tüylü<br />

deride rahatlıkla kullanılan<br />

Ultra SPF 30 Spray, erkek<br />

cildini UVA, UVB ve IR’ye<br />

karşı yüksek seviyede<br />

korur, içerdiği aloe vera<br />

ve E vitaminiyle ekstra<br />

koruma sağlar. 84 TL<br />

SUPRADYN<br />

Supradyn All Day<br />

Efervesan Tablet,<br />

multivitamin, mineral<br />

ve Koenzim Q10 içeren,<br />

portakal aromalı gıda<br />

takviyesidir. Vücut<br />

enerjisinin düzenlenmesi,<br />

vitamin ya da mineral<br />

eksiğinin takviye<br />

edilmesine ihtiyaç duyan<br />

erkekler için idealdir. Stres,<br />

yorgunluk, uykusuzluk ve<br />

soğuk algınlığında ihtiyaç<br />

duyulan takviyeyi ve C<br />

vitaminini sağlar.<br />

30 Tablet: 45 TL<br />

94 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


DERMALOGICA<br />

Daily Superfoliant<br />

Yeni Nesil Toz<br />

Eksfoliant, hava<br />

kirliliği ile oluşan<br />

cilt yaşlanmasına<br />

karşı koruma sağlar,<br />

gözeneklerdeki<br />

toksinleri temizler.<br />

Hava kirliliğine<br />

karşı cildi korur.<br />

Şehirli erkekler için<br />

idealdir. 402 TL<br />

INSTITUT<br />

ESTHEDERM<br />

City Protect Hücresel<br />

Koruma Spreyi, şehir<br />

hayatının stresine karşı<br />

cildi koruyarak güneş ışığı<br />

ve hava kirliliğine karşı bir<br />

bariyer oluşturur. Serbest<br />

radikallere, ışığın ve güneşin<br />

yarattığı foto-yaşlanma<br />

hasarlarına karşı hücre<br />

ve DNA koruması sağlar.<br />

Şehirdeki erkekler için<br />

uygundur. 100ml: 219 TL<br />

BIODERMA<br />

Photoderm Max Sun Mist<br />

SPF 50+, özel patentiyle<br />

tüm cilt tiplerine uygundur.<br />

Kuru yağ dokusu sayesinde<br />

hızla kurur. Islak cilde ve saçlı<br />

deriye uygulanabildiği için<br />

özellikle sporcu ve açık hava<br />

aktivitelerinden hoşlanan<br />

erkeklere önerilir. Ayrıca<br />

hem sakallar hem de vücut<br />

kılları Photoderm Max Sun<br />

Mist’in cilde uygulanmasını<br />

engellemez. 150 ml: 99,50 TL<br />

TABİA<br />

Buğday Ruşeym Yağı, doğal<br />

E vitamini ve antioksidan<br />

kaynağıdır. Alpha, Beta ve<br />

Gama Tokoferaol, omega 9,<br />

omega 6 ve omega 3 içerir.<br />

Vücut savunma sistemini<br />

güçlendirir. Yoğun tempoda<br />

çalışan erkeklerin daha<br />

dinç, sporcu erkeklerin<br />

daha zinde olmasını sağlar.<br />

Fiziksel performansı artırır.<br />

Mevsim geçişlerinde ve genel<br />

yorgunluk halinde etkilidir.<br />

80 kapsül: 37,50 TL<br />

DUCRAY<br />

Ducray Anaphase+ Şampuan,<br />

dökülen saçlarıyla başı dertte<br />

olan erkekler için geliştirilmiştir.<br />

İçeriğindeki B5, B6, B8 vitamin<br />

kompleksi ile saçların daha canlı<br />

ve gür çıkmasını sağlar, uzamasını<br />

tetikler. Saç derisindeki kan<br />

akımını harekete geçirip, saç<br />

köklerini besler. Saç hücrelerinin<br />

ömrünü uzatarak, gelişimini<br />

hızlandırır. Günlük kullanıma<br />

uygundur. 200 ml: 52 TL<br />

VICHY<br />

Vichy Homme Sensi Baume,<br />

tıraş sonrası tahriş olmuş, ciltler<br />

için geliştirilmiştir. Tıraş kaynaklı<br />

rahatsızlık hissini anında giderir ve<br />

kızarıklığı % 60 azaltır. Hassas ciltler<br />

için uygundur. 59,90 TL<br />

Tahriş karşıtı köpük ise tahrişe<br />

ve kızarıklığa eğilimli ciltler için<br />

uygundur. Formülündeki bileşenler<br />

cildi rahatlatır, yatıştırır. Cildi<br />

dinlendirip canlandırır. 34,90 TL<br />

PHYTO<br />

Phytologist 15, Phyto’nun saç dökülmesinden şikâyetçi erkekler için<br />

geliştirdiği serumdur. Daha fazla ve kalın saç teli oluşmasını sağlar. Dış<br />

faktörler, stres, genetik gibi nedenlerle gerçekleşen saç dökülmesini<br />

önler, erkeklerin daha güzel saçlara kavuşmasını sağlar. 395 TL<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 95


Röportaj<br />

AZRA KOHEN:<br />

“BU DÖNGÜYE DAİR<br />

BİR PLANIM VAR”<br />

‘Fi’, ‘Çi’, ‘Pi’ üçlemesi ve son kitabı ‘Aeden’le çok konuşulan Azra Kohen, şu sıralar seyirciyle<br />

de buluşan ‘Fi’ dizisiyle yeniden gündemde. Kitaplarında temiz enerjiye vurgu yapan Azra<br />

Kohen, “Sistemi dönüştürmek için emek verdiğim sürece, hissettiğim suçluluk duygusuyla<br />

baş edebildiğimi fark ettim” diyor.<br />

2013 yılında bir kitap çıktı ve kısa<br />

sürede çok okunur, her yerde<br />

görünür ve konuşulur oldu. Bu<br />

kitap ‘Fi’ydi ve yazarının adı da<br />

tek kelimelik bir mahlastı: Akilah. “Bu<br />

hikâyenin sadece inanılamaz tarafları<br />

Röportaj: İlknur EŞSİZ Fotoğraflar: Ozan AKGÜN/Azra Kohen Arşivi<br />

gerçektir” sloganıyla kitabı özetleyen<br />

Akilah, öykünün devamını getirdiği ve<br />

“İyi bir hikâye asıl bittiğinde başlar”<br />

dediği 2014 doğumlu ‘Çi’de, yayıncısının<br />

da ısrarıyla adını, kendisini merak eden<br />

okurlarına duyurmuş oldu: Azra Kohen.<br />

Bu serinin 2015’te çıkan son kitabı<br />

‘Pi’de bir projesi olduğunu açıklayan<br />

Azra Kohen, “Bu hikâye burada bitecek<br />

ve sen başlayacaksın” sloganıyla okuru<br />

da değişime davet ediyordu. Son kitabı<br />

Aeden’i geçen yıl çıkaran Kohen’in şu<br />

96 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Röportaj<br />

sıralar gündemde olmasının asıl nedeni,<br />

yapımcılığını Ay Yapım’ın üstlendiği,<br />

ünlü oyuncuların oluşturduğu<br />

kadrosuyla internet üzerinden yayın<br />

yapan bir kanalda gösterilen ‘Fi’ dizisi.<br />

Kitabın fanatiklerinin bir bölümünün<br />

çok beğendiği, bir bölümünün de<br />

eleştirel yaklaştığı diziyi, bu eleştirilere<br />

kendisinin yaklaşımını ve 2013’ten bu<br />

yana kitaplarıyla verdiği mesajların<br />

arkasındaki kadına dair merak<br />

ettiklerimizi Azra (Sarızeybek) Kohen’e<br />

soruyoruz.<br />

Kitaplarınızın yazarı olmak,<br />

davranış bilimi üzerine eğitim<br />

almak, anne ve eş olmak, bir<br />

süredir epey popüler olmak<br />

dışında kalan ‘Azra’ kimdir?<br />

Popülerlik en büyük tuzak. İlgiyi,<br />

önemle karıştırmaya çok müsait<br />

bir durum. Hangimiz biliyoruz<br />

kim olduğumuzu? “Yaşam” denen<br />

deneyimin bir yönü de bizlere kim<br />

olduğumuzu yaşatarak anlatabilmek<br />

değil mi? Belki sizi hayal kırıklığına<br />

uğratacağım ancak kim olduğumla<br />

ilgili öyle çok da karar vermiş değilim.<br />

Yaşamın yanında olmaya çalışan,<br />

sorular soran biriyim. Öğrenciyim.<br />

Bu bilinç seviyesine nasıl<br />

ulaştınız? Ayrıca sistemle ilgili<br />

sizin gibi düşünen birçok insan<br />

var ama herkes bu döngüden<br />

çıkamıyor. Siz nasıl uyandınız?<br />

“Uyanmak” pek iddialı bir söylem<br />

olurdu. Bir bedenin içinde, etrafındaki<br />

dünyayı sadece beş duyunla<br />

ölçmeye devam ediyorsan ne kadar<br />

uyanabilirsin? Ben döngüden çıkmış<br />

değilim ama en azından bir planım<br />

var. Döngüyü dönüştürmeye ve<br />

seçimlerimizin yaşamın yanında<br />

olmasına aracı olacak bir plan bu<br />

sadece. Sistemi dönüştürmek için emek<br />

verdiğim sürece, hissettiğim suçluluk<br />

duygusuyla baş edebildiğimi fark ettim.<br />

Emek vermek lazım, çünkü emek her<br />

problemin anahtarıdır.<br />

kısır döngülerden çıkabildiği için var<br />

olabildi. Bu kısır döngülere girmek ve<br />

çıkmak bizim doğamızda var. Keyif<br />

içinde olduğumuzda kayboluyoruz,<br />

gelişmek için acılara ihtiyaç duyacak<br />

kadar ilkeliz. O yüzden bu ‘sistem’i<br />

insandan ayrı bir mekanizma gibi<br />

algılamak doğru olmaz. Bizim<br />

savaşımız kendimizle, ilkelliğimizle,<br />

hedonizme olan bağımlılığımızla.<br />

İnsan kendiyle savaşını nasıl<br />

kazanabilir?<br />

İsmimiz bile durumumuzu açıklıyor<br />

aslında, ‘insan’ kelimesi ‘nisyan’<br />

kelimesinden türemiştir. Nisyan<br />

‘unutan’ demek. Yaşamın yanında var<br />

olmayı öğrenememiş bir organizmanın<br />

uzun vadede varoluş katmanlarında<br />

ilerleyemeyeceğini düşünüyorum.<br />

Neden mi? Çünkü bilimin tüm dalları,<br />

sanat, tüm din öğretileri ve tekerrür<br />

eden tarih deneyimleri net bir şekilde<br />

ortaya koyuyor ki parazitler tarafından<br />

kurulmuş bir yaşam sürdürülemez. Tek<br />

başına var olabilmeyi öğrenemiyorsan<br />

kendini imhaya gidiyorsun. Ben<br />

diyorum ki konakçılığı bırakalım<br />

ve bedenin kendisi olalım çünkü<br />

biyolojik olarak buna yeterliyiz.<br />

Pi’de, anlatıyorum bunu. Ve bu<br />

bir rüya değil aslında. Çok zeki bir<br />

şekilde geliştirilmiş daha sürdürebilir<br />

teknolojiler, ekonomik sistemler var. Asıl<br />

soru: “İnsan kendinden kurtulabilir mi?”<br />

Ütopik bir dünya yarattığınız<br />

Aeden’de “Özgür iradeye<br />

müdahale edemeyiz. Çünkü<br />

bir varlığı asla kendisinden<br />

koruyamazsın” diyorsunuz. Özgür<br />

iradenin gerçekten var olduğuna<br />

inanıyor musunuz?<br />

Özgür irade, ancak özgür bırakıldığında<br />

gelişecek bir bilinç hali. Var olabilmesi<br />

için desteklenmeye ihtiyacı var,<br />

fikrimce. İradesi hiçbir zaman özgür<br />

olmamış birini aniden özgür bırakıp<br />

“Hadi bakalım özgür iradenle seçim<br />

yap” dediğimizde, tabii ki geçmiş<br />

kodlamalarının onda bıraktığı<br />

etkilerle seçim yapacaktır. Şayet,<br />

iradesi özgürlüğünü korumaya devam<br />

ederse, belirli bir zaman sonra, en<br />

kodlanmış kişi bile fabrika ayarına<br />

geri dönebilir. Nedir fabrika ayarı?<br />

Varoluşun özüdür. Ve varoluşun özü,<br />

iyidir. Yaşamı yaşamla desteklemek<br />

için tasarlanmıştır hayat. Bunu sadece<br />

ben söylemiyorum. Örneğin, Harvard<br />

Üniversitesi’nde insan doğasıyla ilgili<br />

yapılan uzun dönem akademik bir<br />

çalışma da bunu ortaya koyuyor. İnsan<br />

özünde iyidir, kötülüğe maruz kalana<br />

kadar. Bizler, maruz kaldığımız şeye<br />

dönüşüyoruz.<br />

Azra Kohen’in kaleme aldığı Fi, Çi, Pi<br />

üçlemesindeki karakterlerle ilgili en çok merak<br />

edilenlerden biri de bu karakterlerin hayatta bir<br />

karşılıkları olup olmadığı. Azra Kohen, bu soruya<br />

çok kısa ve net bir yanıt veriyor: “Evet.”<br />

Siz tüm insanlığın kurtuluşu için<br />

bir çözüm öneriyorsunuz. Ancak<br />

bu da yine bir süre sistemde<br />

kalmakla mümkün gibi? Bu bir<br />

kısır döngü değil mi?<br />

İnsanlık binlerce yıldır önce kendi<br />

yarattığı, sonra yine kendi yıktığı<br />

98 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Röportaj<br />

>Mert Baykal’ın yönettiği Fi’de<br />

Serenay Sarıkaya, Ozan Güven,<br />

Mehmet Günsur, Büşra Develi ve<br />

Berrak Tüzünataç ile birlikte çok<br />

sayıda ünlü isim rol alıyor.<br />

Fi’nin dizi olmasının ardından<br />

olumlu ve olumsuz çok sayıda<br />

dönüş aldığınızı biliyoruz.<br />

Olumsuz dönüşlerle ilgili<br />

okurlarınıza bir şeyler söylemek<br />

ister misiniz?<br />

Sadece kendilerine şu iki soruyu<br />

sormalarını isterdim: “Türkiye’de kaç<br />

kişi kitap okuyor?” “Türkiye’de kaç kişi<br />

dizi seyrediyor?” Diziden sonra kitabı<br />

alacakları sürprizler beklesin diye,<br />

kitaptaki sahnelerden daha farklı bir<br />

anlatımla geliştirildi dizinin hikâyesi.<br />

Azıcık güven ve zerre kadar da anlayışa<br />

ihtiyacım var.<br />

‘Aeden’ de sinemaya<br />

uyarlanabilecek özellikte, görsel<br />

anlatımı güçlü bir kitap. Böyle bir<br />

proje var mı?<br />

Aeden, sinemaya uyarlama hususunda,<br />

İngilizceye çevirisi bitmeden dahi<br />

bir sürü teklif aldı. Bunlardan biri<br />

Hollywood’daki yapım şirketi Tristar’dı,<br />

diğeri ise Netflix. Ancak, bunun için<br />

henüz erken olduğunu düşünüyorum.<br />

Bu kadar işe ve uğraşa nasıl<br />

yetişiyorsunuz? İşleriniz,<br />

çocuğunuz ve eşinize nasıl vakit<br />

ayırıyorsunuz?<br />

Sağlam kafa, sağlam vücuttadır.<br />

Dengeli besleniyorsan, güzel uyuyorsan,<br />

seviyor ve seviliyorsan hayata borçlu<br />

hissediyorsun. Bu borç ödenir mi<br />

bilmiyorum ama ölene kadar çalışmaya<br />

kararlıyım.<br />

“Teknoloji,<br />

sistemin<br />

parçası değil!”<br />

Teknolojiyi asla ‘sistem’in parçası olarak<br />

görmediğinin altını çizen Azra Kohen,<br />

şunları söylüyor: “İnsan zekâsının nimetleri<br />

nasıl inkâr edilebilir? Ben diyorum ki, bugün<br />

enerjiye muhtaç her teknoloji için, evrende<br />

bilinen en büyük nükleer reaktörlerden biri<br />

olan ve dünya gezegenindeki tüm yaşamı<br />

destekleyebilen güneşin enerjisinden<br />

yararlanacak zekâyı kullanmaya ne zaman<br />

başlayacağız? Bu zekâ, bugün var ancak<br />

hali hazırda köşeleri kapmış kartel ve<br />

tröstler tarafından baskılanıyor. Büyük<br />

bölümü suyla çalışan, yine sonrasında<br />

güneş enerjisinden yararlanılarak çalıştırılan<br />

otomobillerin 1970’lerde dünyaya ilan<br />

edilmesinin üzerinden epey zaman geçti.<br />

Bu teknoloji masal değil, bu teknolojiye<br />

ısrarla sahip çıkmak lazım.”<br />

100 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Seyahat<br />

Hallstatt<br />

Denen<br />

Büyülü Diyar<br />

“Yukarı Avusturya”nın Salzkammergut<br />

bölgesindeki minicik, şöyle bir tur<br />

atması bile birkaç saatte biten Hallstatt,<br />

masallardan, çizgi filmlerden fırlamış gibi<br />

duran büyülü bir diyara benziyor.<br />

102 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 103


Seyahat<br />

Hallstatt 1997’de UNESCO’nun<br />

Dünya Kültür Miras Listesi’ne<br />

girmiş. Düne gelince sadece<br />

bilenlerin ziyaret ettiği, yeni<br />

keşfedenlerin anlata anlata bitiremediği<br />

bu şirin diyar, işte o tarihten beri de<br />

insanların ilgi odağı haline gelmiş.<br />

Neden derseniz, cevabı biraz karışık.<br />

Öncelikle Hallstatt gerçekten sevimli<br />

ve küçücük bir köy. Bir ucundan<br />

diğerine yürüyerek iki saatte ulaşmak<br />

mümkün. İkincisi bunca küçük bir<br />

yer ama silme basma mucizelerle<br />

dolu. Yolda ilerlerken herhangi bir şey<br />

karşısında durup saatlerinizi harcamanız<br />

mümkün. Kat ettiğiniz yolun bir<br />

tarafında uzanan ve masallardan çıkmış<br />

gibi duran evler mi istersiniz, diğer<br />

yanınızda uzanan Hallstatt Gölü’nü<br />

mü istersiniz; bembeyaz kuğuların<br />

salındığı göl suları mı yoksa bir anda<br />

tepelere doğru yükselen Alpler’i mi…<br />

Hani “köyü iki saatte bir uçtan diğerine<br />

gidersiniz” dedik ama yarısına bile<br />

gelemeyebilirsiniz. Çünkü bu kısacık yol<br />

üzerinde birbirinden keyifli masallar,<br />

efsaneler, çocuk kalbine sızmaya aday<br />

yaşanmışlıklar ve hepsinin birkaç katı<br />

birden güzellikler yer alıyor, bizden<br />

uyarması…<br />

Yapma değil, orijinal!<br />

Hallstatt, Avrupa’nın en eski yerleşim<br />

yerlerinden biri olarak da biliniyor.<br />

Geçmişi yedi bin yıl önceye uzanan bu<br />

minik köy, geceleri oldukça sessiz ve<br />

hatta kasvetli. O kadar ki, ünlü korku<br />

romanları klasiği “Frankenstein”ın<br />

filme aktarıldığı yer olarak da biliniyor.<br />

Bu ayrıcalığı bile Hallstatt’ı “ölmeden<br />

görmeniz gereken yerler” listesine<br />

sokmaya değer! Hani demek istediğimiz o<br />

ki Hallstatt, bir Hollywood prodüksiyonu<br />

değil. İhtiyaç üzerine inşa edilmiş,<br />

sonra da turizme açılmış Hobbit köyü<br />

Shire’ı onda bulamazsınız. Sonradan<br />

tasarlanan değil hep böyle olan bir köy<br />

burası. Hatta iddia o ki, Çinliler bu köyü<br />

o kadar beğenmiş ki, aynısını Guangdong<br />

eyaletinin Huizhou şehrinde inşa etmiş.<br />

Ve bu iş için, yani kendi topraklarında<br />

yepyeni bir Hallstatt kurabilmek için<br />

980 milyon dolar harcamışlar! Çin nere,<br />

Avusturya nere… Meraklıları ya iki köyü<br />

de geziyor ya da internet üzerinden iki<br />

köyü kıyaslıyor çoğunlukla…<br />

Hallstatt’ta havaalanı bulunmuyor.<br />

Aslına bakarsanız iyi ki de havaalanı yok<br />

çünkü bu doğal ortamı tek bir havaalanı<br />

bile mahvetmeye yeterdi. Yolcular<br />

bu sevimli köye varabilmek için ya<br />

demiryolunu ya da karayolunu kullanıyor.<br />

Viyana’dan trenle yol dört saat sürüyor.<br />

Yalnız bu tuhaf bir yolculuk. Çünkü trenin<br />

penceresinden bakıp da gördüğünüz her<br />

yerde ya gözleriniz ya gönlünüz kalıyor.<br />

Yol üzerindeki Fuschlsee ve Wolfgangsee<br />

göllerini kare kare fotoğraflayıp<br />

gönlünüzün altın varaklı çerçevelerinde<br />

sonsuza dek saklamak istiyorsunuz.<br />

Küçük bir tekneyle Hallstätter Gölü’nü<br />

geçmek ve 7-8 dakikalık bu tekne keyfi<br />

de bu yolculuğun bir parçası oluyor.<br />

Göl üzerinde bazı günler öyle yoğun<br />

bir sis tabakası var ki, elinizle adeta<br />

dokunabiliyorsunuz.<br />

Hallstatt demişken…<br />

Dünyanın en eski tuz madeni olarak<br />

bilinen Salzwelten de Hallstatt’ta… Arzu<br />

edenler, bu tarihi tuz madenini de ziyaret<br />

edebiliyor. Okyanusun, bundan 250<br />

milyon yıl önce dağın içine taşıdığı tuza<br />

parmaklarınızla dokunmak bile mucize<br />

gibi bir şey… Bu küçük köy, evlenmek<br />

isteyenlerin de gözdesi çünkü her yıl<br />

yüzlerce çift bu masalsı köyde evlenmeyi<br />

tercih ediyor. Siz belki misafir olduğunuz<br />

için saygı görüyorsunuz ama burada eski<br />

ne varsa rağbette… Meselâ Rudolfstrum<br />

adlı restoranları (dile kolay) 700 yıllık!<br />

Ziyaretçilerin izlediği rota genellikle şu<br />

oluyor: Önce Salzwelten gezilip görülüyor,<br />

sonra Alpler ve Hallstätter Gölü’nden<br />

oluşan Welterbeblick Dünya Kültür Mirası<br />

Manzarası doyasıya izleniyor ve 700 yıllık<br />

Rudolfsturm’da sıcak bir şeyler, tercihen<br />

mis kokulu bir kahve yudumlanıyor. Sonra<br />

restoranın önündeki uçuruma sıra geliyor.<br />

Oracıktaki bir platformdan manzara<br />

doyasıya izleniyor. Dikkatinizi asma<br />

kilitler çekerse hemen açıklayalım: Bir<br />

zamanlar bir şeyler dileyip tam da<br />

bu platforma kilitleyen insanların<br />

istekleri onlar…<br />

İsterseniz tüm Hallstatt ziyaretinizi<br />

bu manzaralar içinde kaybolarak<br />

geçirebilirsiniz ama sanki köyün<br />

“Eski Şehir” ya da “Pazar Yeri” denen<br />

meydanına inmekte de fayda var. Öyle<br />

ya, bu masalsı diyarı gerçekten ziyaret<br />

ettiğinizi kanıtlamak için sevdiklerinize<br />

birkaç hediyelik hatıra eşya almanız<br />

gerekecek.<br />

Civarı başka güzel<br />

Hallstatt’ın civarı da böyle, tıpkı kendisi<br />

gibi büyüleyici… 15 km batısındaki<br />

Gosau Gölü ve gölün tepesindeki<br />

Dachstein Buzulu örneğin… Çevresini<br />

1,5 saatte turlayabileceğiniz bu gölü<br />

adım adım görmenin tek yolu bu, yani<br />

yürümek. Yine Hallstatt’a 15 dakika<br />

uzaklıktaki Obertraun bölgesi de<br />

görülecek yerler arasında. 20 dakika<br />

boyunca tırmandığınız bir yokuşun<br />

ardından Dachstein Buzul Mağarası’na<br />

ulaşıyorsunuz. Burası, Nisan-Ekim<br />

sonu arası gezmenize izin verilen 2,7<br />

km’lik bir mağara ve içinde de boyu 9<br />

metreyi bulan buzullar var. Füniküler<br />

vagonlarını kullanarak daha yukarılara<br />

tırmandığınızda ise kendinizi Alpler’in<br />

bağrında buluyorsunuz. Soğuk hava, kar,<br />

buzullar, buz mavisi rengiyle göl ve sizi<br />

belirsizliğe davet eden uçurum işte şimdi<br />

bir arada! Kanınız donuyor mu içiniz kıpır<br />

kıpır mı bilemiyoruz ama bildiğimiz bir<br />

şey var: Manzara gerçekten soluk kesici…<br />

104 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


%100 DOĞAL KİŞİSEL BAKIM VE EV BAKIM ÜRÜNLERİ<br />

INCIA %100 DOĞAL<br />

TEMİZLİK ÜRÜNLERİ<br />

ŞİMDİ ECZANELERDE


Gündem<br />

PharmetIc,<br />

“Tebessüm Kahvesİ”nde…<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği, dünyanın birçok yerinde sosyal sorumluluk projesi<br />

olarak saygı gören “Down Kafe” konseptiyle hazırlanmış Tebessüm Kahvesi’nde anlamlı<br />

ve güzel bir etkinliğe imza attı, Down sendromlu gençlerimizle kaynaştı.<br />

D<br />

own sendromlu gençlerin sabah 08.00’dan itibaren<br />

başladığı çalışma hazırlıkları, gelen konuklarla<br />

ilgilenmeleri, kahvaltı servislerini yapmaları<br />

etkinliğin en güzel anlarını oluşturdu. Grup halinde<br />

yaptıkları sunumda tek başlarına toplu taşıma araçlarına<br />

binmeyi, sosyal etkinliklere katılarak görev almayı, sosyal<br />

ilişkiler kurmayı öğrendiklerini anlattılar. <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />

Eczacılar Derneği Başkanı Ecz. Armağan Ener, Yönetim Kurulu<br />

ve Dernek üyeleri bu güzel proje için Üsküdar Belediyesi’ne,<br />

Tebessüm Kahvesi’nde görev alan tüm personele teşekkür<br />

ederken duygusal anlar yaşadılar.<br />

Başarılı Bir Sosyal Proje<br />

Proje ile ilgili bilgi veren işletme müdürü; Down’lu gençlere<br />

çalışmalarında rehberlik etmek, desteklemek, takiplerini<br />

yapmak ve organizasyonun yürütülmesi için özel eğitim<br />

öğretmeni, işletme müdürü, 4 yardımcı personel ve 1 kasiyer<br />

görevlendirildiğini belirtti. Görevli meslek elemanlarının<br />

sabah 8.00 akşam 20.00 saatleri arasında haftanın 7 günü<br />

ihtiyaca göre çalışma süresini planlayarak görevlerini<br />

sürdürdüklerini ve kafenin gelir gider, malzeme giriş çıkışı,<br />

ihtiyaçların tespiti ile temini ve benzeri işlerin yine bu ekip<br />

tarafından koordineli olarak yürütüldüğünü dile getirdi.<br />

“Herkesi Tebessüm Kahvesi’ne<br />

Davet Ediyoruz”<br />

Tebessüm Kahvesi’nde çalışan Down sendromlu gençlerle<br />

personeline ve <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği<br />

üyelerine kısa bir konuşma yapan Dernek Başkanı Ecz.<br />

Armağan Ener herkesi bu güzel, anlamlı ve başarılı projeye<br />

destek vermeye, Tebessüm Kahvesi’nde zaman geçirmeye<br />

davet etti. Bahçeye girer girmez güzel enerjinin ve sevginin<br />

hissedildiğini belirten Ecz. Armağan Ener “Tebessüm<br />

Kahvesi iyi düşünülmüş, doğru planlanmış ve uygulaması<br />

gerçekleştirilmiş çok başarılı bir proje. Burada çocuklarımızla<br />

bir arada olmaktan dolayı büyük mutluluk duyduk. <strong>Pharmetic</strong><br />

olarak her zaman sizinleyiz” dedi.<br />

106 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


PGED’İN ECZACILIK BAYRAMI<br />

BALOSU BU YIL DA COŞKULU GEÇTİ<br />

<strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar Derneği, geleneksel 14 Mayıs balosunu yine yoğun bir katılım<br />

ve coşkuyla gerçekleştirdi. Baloda sektörün ileri gelenleri de PGED’i yalnız bırakmadı.<br />

P<br />

harmetic Girişimci Eczacılar Derneği; 14 Mayıs<br />

Eczacılık Bayramı’nı geleneksel hale gelen <strong>Pharmetic</strong><br />

Balosu ile kutladı. İstanbul Moda Deniz Kulübü’nde<br />

gerçekleşen balo, <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar<br />

Derneği üyeleri, TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak, İstanbul<br />

Ecza Odası Başkanı Ecz. Cenap Sarıalioğlu, Bursa Ecz. Odası<br />

Başkanı Ecz. Yalın Ökmen, Prof. Dr. Erdem Yeşilada, Prof.<br />

Dr.Turgay Çelik, Selçuk Holding CEO’su Sn. Sonay Gürgen,<br />

Alliance Healthcare Genel Müdürü ve Grup CFO’su Sn. Selim<br />

Taşo; sağlık sektörünün yayın kuruluşları, ilaç, dermokozmetik,<br />

OTC firma yöneticileri ve çalışanları olmak üzere 300’den fazla<br />

katılımcıyla gerçekleşti.<br />

Büyük emeklerle ve titizlikle hazırlanan ve <strong>Pharmetic</strong> üyeleri<br />

ile sektör temsilcilerinin yoğun ilgi gösterdiği balo, açılış<br />

kokteyli ile başladı. Açılışta söz alan <strong>Pharmetic</strong> Girişimci<br />

Eczacılar Derneği Başkanı Ecz. Armağan Ener, yoğun alkış<br />

alan konuşmasında; öncelikle değerli konuklarını ağırlamaktan<br />

duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Yine Mayıs ayındaki<br />

Anneler Günü’nü de kutlayan Ecz. Armağan Ener, 19 Mayıs<br />

Atatürk’ü Anma Gençlik ve spor Bayramı’nı da başta Gazi<br />

Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye’ye emek verenleri<br />

saygı ve minnetle anarak kutladı.<br />

Konuşmasının devamında <strong>Pharmetic</strong> Girişimci Eczacılar<br />

Derneği’nden söz eden Ener, dernekle ilgili olarak “Hedeflerini<br />

geleceği şekillendirmek üzerine kurarak, tüm sektör<br />

bileşenlerini içine almıştır. Eczacı danışmanlığının önemini<br />

kavrayarak paylaşabilen etkinlikleri, organizasyonları, eğitimleri<br />

ile bir dernekten ötesi olmayı başarmış, günün ekonomik,<br />

sosyal sağlık anlayışlarını yakalamış ve büyük bir kültür<br />

oluşturmuştur” ifadelerini kullandı. Düşüncesiyle, felsefesiyle,<br />

davranışlarıyla, sağlık adına yaptıklarıyla bir “PGED kültürü”<br />

oluştuğunu da vurgulayan Ecz. Armağan Ener, “Bu kültürü<br />

paylaşarak her zaman taş ütüne taş koyan, varlığı ile bizlere<br />

değer katan sizleri yürekten kutluyor ve alkışlıyorum” dedi.<br />

PGED’e yeni katılan üyelere <strong>Pharmetic</strong> rozetlerinin<br />

takılmasının ardından, 14 Mayıs Eczacılık Bayramı kutlama<br />

programına geçildi ve gece hem coşku hem de heyecan<br />

uyandıran birbirinden güzel etkinliklerle tamamlandı.<br />

<strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong> / Yaz 2017 / 107


Hukuk<br />

SORULARLA İŞÇİ HAKLARI -I-<br />

Ankara Barosu Avukatlarından Gönül Apaydın, işçilerin haklarını anlatıyor. Özellikle işten<br />

ayrılma halinde işçinin hangi haklara sahip olduğunu onun kaleminden öğreniyoruz.<br />

Av. Gönül Apaydın<br />

Ankara Barosu Avukatı<br />

İşveren, işçinin çalışma şartlarını ve görev<br />

yerini değiştirebilir mi?<br />

İşveren, yönetim hakkı kapsamında işçinin<br />

çalışma şartlarını değiştirebilir. Ancak İş<br />

Kanunu’nda işverenin, -işçi aleyhine- çalışma<br />

koşullarında esaslı değişiklik yapabilmesi iki<br />

şarta bağlanmıştır. Bunlardan ilki değişikliğin<br />

işçiye yazılı olarak bildirilmesi, ikincisi ise işçinin<br />

işverenin bildiriminden itibaren altı (6) işgünü<br />

içinde bu değişikliği yazılı olarak kabul etmesidir.<br />

Yani işveren yazılı bildirimde bulunmadan ve altı<br />

iş günü içinde işçinin yazılı kabulünü almadan<br />

çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik<br />

yapamaz. Esaslı değişiklik kabul edilecek haller<br />

şunlardır:<br />

• İşçinin ücretinin azaltılması,<br />

• İşçinin çalışma saatlerinin değiştirilmesi ve<br />

bu değişikliğin, işçinin yaşamında zorluklar<br />

yaratması veya çalışma şartlarını ağırlaştırması,<br />

• İşçinin niteliği ile bağdaşmayan veya önceki<br />

işine nazaran daha ağır, zor veya tehlikeli yeni bir<br />

işte görevlendirilmesi,<br />

• İşçinin, işverene ait başka şehirdeki işyerinde<br />

görevlendirilmesi veya aynı il sınırları içinde<br />

olmakla birlikte, işçinin yeni işyerine gitmesinin<br />

işçi için daha masraflı olması veya yolunun<br />

daha uzun sürmesi nedeniyle işçinin dinlenme<br />

saatlerinin azalması.<br />

İşçinin çalışma şartlarında esaslı değişikliği kabul<br />

etmemesi durumunda, işverenin değişiklikleri<br />

kabul etmeyen işçiye bu değişikliği dayatması<br />

sıkça rastlanan bir durumdur. Bu dayatma<br />

başka işyerine nakil kararı alınan ve bunu kabul<br />

etmeyen işçinin, eski işyerine alınmaması veya<br />

maaş eksiltmesini kabul etmeyen işçiye maaşının<br />

eksik ödenmekte direnilmesi vb. şekillerde<br />

vuku bulabilir. Şayet çalışma şartlarında esaslı<br />

değişiklik yapılan ve bu değişikliği kabul etmeyen<br />

işçiye, işveren aldığı değişiklik kararlarını<br />

zorla dayatıyorsa, Yargıtay bu durumda, iş<br />

sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak<br />

feshedildiğini kabul etmektedir. Bu haksız<br />

fesih karşısında işçi, kıdem tazminatını talep<br />

edebileceği gibi şartların varlığı halinde İş<br />

Kanunu m.17-21 uyarınca işe iade davası da<br />

açabilir. (İşe iade davası: İşçinin iş sözleşmesinin<br />

haksız ve geçersiz feshedilmesi nedeniyle, eski<br />

şartlarıyla işe iade edilmesi; aylık ücretinin 4<br />

katı tutarında boşta geçen süreye ilişkin tazminat<br />

ödenmesi; işverenin işe iade talebini kabul<br />

etmemesi halinde ayrıca 4 ila 8 ücret tutarında<br />

işe başlatmama tazminatının ödenmesi talebiyle<br />

açılan davadır.) İşveren, işçinin ücretini eksik<br />

ödemekte direniyorsa, bu takdirde işçi eksik<br />

ödenen kısımlar için alacak davası açabilir.<br />

İşçilik alacakları geçmişe yönelik 5 yıl için<br />

talep edilebilir. İşverenin çalışma şartlarında<br />

esaslı değişikliği diretmesi durumunda işçi de<br />

iş sözleşmesini kıdem tazminatını talep etmek<br />

suretiyle haklı olarak feshedebilir.<br />

İşçi, evlenmesi nedeniyle işten ayrılması<br />

durumunda kıdem tazminatı talep edebilir mi?<br />

İş Kanunu, evlenen kadın işçinin, bir yıl içinde iş<br />

sözleşmesini feshetmesi halinde kıdem tazminatı<br />

alabileceğini kabul etmiştir. Burada dikkat<br />

edilmesi gereken, evlenme tarihinden itibaren en<br />

geç bir yıl içinde işçinin evlenme sebebiyle işten<br />

ayrılmak istediğini işverene bildirmesidir. İlgili<br />

kanun hükmü sadece kadın için öngörülmüş olup<br />

erkek işçinin böyle bir hakkı bulunmamaktadır.<br />

Yargıtay, evliliğini gerekçe göstererek işten ayrılan<br />

kadın işçinin, ayrılmasından hemen sonra aynı<br />

şehirde başka bir işe başlaması durumunda dahi<br />

ayrıldığı eski işyerinden kıdem tazminatı talep<br />

edebileceği yönünde kararlar vermektedir.<br />

İşçi, askere giderken ayrıldığı işyerinden kıdem<br />

tazminatı talep edebilir mi?<br />

İş Kanunu uyarınca muvazzaf askerlik nedeniyle<br />

işten ayrılacağını bildiren işçi, kıdem tazminatını<br />

almaya hak kazanır. Ancak Yargıtay; işçinin işten<br />

ayrılmasıyla askere gitmesi arasında makul<br />

bir süre olması gerektiği<br />

görüşündedir. Makul<br />

süre kavramının ne<br />

kadar olduğu Yargıtay<br />

kararlarında<br />

açıkça belirtilmemiştir. Yargı kararlarında 3,5<br />

ve 5 ay makul süre olarak kabul edilirken işten<br />

ayrıldıktan 14 ay sonra askere giden işçinin ise (14<br />

ay makul bir süre olmadığından) kıdem tazminatı<br />

talep edemeyeceği yönünde karar verilmiştir.<br />

Yargıtay kararlarında, kısa süreli askerliğin<br />

de muvazzaf askerlik sayılacağı ancak bedelli<br />

askerlik nedeniyle işten ayrılma durumunda<br />

kıdem tazminatı istenemeyeceği kabul edilmiştir.<br />

Askerlik nedeniyle işten ayrılan işçi,<br />

döndüğünde işverenden eski işini talep<br />

edebilir mi?<br />

Askerlik hizmeti biten işçi, askerlik ödevinin son<br />

bulduğu tarihten itibaren iki ay içerisinde eski<br />

işyerine başvurursa, işveren işçinin eski işinde<br />

veya benzer bir işte boş yer varsa derhal, o tarihte<br />

boş yer yok ise eleman ihtiyacının ortaya çıkması<br />

halinde öncelikle başvuran işçiyi işe almalıdır.<br />

İşveren boş yer olduğu halde eski işçisini almaz<br />

veya eleman ihtiyacı olması durumunda önceliği<br />

eski işçisine tanımaz ise işçisine üç (3) aylık ücret<br />

tutarında tazminat ödemekle yükümlüdür.<br />

İşçi emekliliğe hak kazandığında, işten<br />

ayrılmak isterse kıdem tazminatı talep<br />

edebilir mi?<br />

Sosyal Sigortalar Kanunu’nda (madde 60)<br />

işçinin emekli maaşına hak kazanması için<br />

belirli bir yaşa gelmesi, belirli bir sigortalılık<br />

süresini ve prim ödeme gün sayısını doldurması<br />

gerekmektedir. Çalışmakta olan işçi, yaş şartı<br />

gerçekleşmediği halde sigortalılık süresi ve<br />

prim ödeme gün sayısı itibariyle emeklilik<br />

şartlarını gerçekleştirmiş ve artık çalışmak<br />

istemiyorsa, kıdem tazminatı talep ederek işten<br />

ayrılma hakkına sahiptir. Sigortalılık süresi ve<br />

prim ödeme gün sayısı bakımından emeklilik<br />

şartlarını kazandığını SGK’dan aldığı bir yazı<br />

ile belgeleyen işçi, bu yazıyı işverene sunarak<br />

emeklilik gerekçesiyle kıdem tazminatını alarak<br />

işten ayrılabilir. Burada tartışmalı olan konu,<br />

emeklilik nedeniyle işten ayrılan işçinin, sonra<br />

başka bir işte çalışmaya başlaması durumunda<br />

ne olacağıdır. Yargıtay, emekliliğini gerekçe<br />

göstererek işten ayrılan işçinin bir süre<br />

sonra başka bir işe girmesi halinde, bu<br />

durumu Anayasa tarafından güvence<br />

altına alınan çalışma özgürlüğü<br />

kapsamında değerlendirerek,<br />

işçinin ayrıldığı işyerinden kıdem<br />

tazminatı talep etmesini haklı<br />

bulmaktadır.<br />

108 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Uzman Görüşü<br />

Dr. Ayça Kaya<br />

<strong>Sağlık</strong>lı Yaşam Merkezi<br />

Çiftehavuzlar / İstanbul<br />

Bayramda tansiyon,<br />

şeker, kolesterol ve kalp<br />

hastalarının dikkatli<br />

olmasında fayda<br />

var. Çünkü yüksek<br />

karbonhidratlı ve yağlı<br />

yiyeceklerde porsiyon<br />

kontrolü yapılmaz ve<br />

çok fazla miktarda<br />

tüketilirse sağlık<br />

sorunları ortaya çıkabilir.<br />

Şeker gibi bayramınız olsun<br />

ama şekeri az olsun!<br />

Bir aylık oruçlu günlerimizden<br />

sonra gelen bayram günlerinde,<br />

birden ve çok lezzetli yemeklerle<br />

karşı karşıya kalırız. İkramlar,<br />

ziyaretler, davetler derken eğer dikkat<br />

etmezsek yediğimiz yiyecekler bünyemize<br />

ağır gelebilir ve çeşitli sağlık sorunları<br />

yaşayabiliriz.<br />

İşte size daha sağlıklı bayram geçirmeniz<br />

için öneriler;<br />

• Genellikle adı da kendi gibi şeker<br />

yüklü bu bayramda ilk yapacağınız<br />

değişiklik: Bayram tatlısı olarak artık<br />

baklava yapmaktan vazgeçin ya da çok<br />

az yapmaya çalışın. Çünkü baklava<br />

tatlısını incelediğimizde şeker, un ve<br />

yağdan oluşan tam bir kalori bombası<br />

olduğunu görürüz. Bir adet baklava<br />

bir dilim ekmeğe eşittir. Tek bir<br />

baklavayı eritebilmek için de en az 10<br />

dakika tempolu yürümeniz gerekir.<br />

Üç baklava için ise yaklaşık 30 dakika<br />

yürümeniz gerekir. Bu kalori bombası<br />

tatlı evlerimizde yapılırken de tepsi tepsi<br />

yapılır ve bayram günleri geçtikten sonra<br />

da yenmeye devam edilir.<br />

O nedenle evinizde yapıyorsanız<br />

ve baklava yapmaktan vazgeçmek<br />

istemiyorsanız bir tepsiden fazla<br />

yapmayın. Gittiğiniz yerlerde de bir<br />

gün içinde toplamda üç dilimden fazla<br />

yemeyin. Baklava yerine de daha hafif<br />

olan sütlü veya meyveli tatlıları tercih<br />

edin. Hatta daha da iyisi taze meyve ikram<br />

etmek ve yemek olacaktır.<br />

• Evlerimize paket paket çikolatalar ve<br />

şekerlemeler almaktan vazgeçelim. Kapıyı<br />

çalan çocuklara da bu şekerlemeler yerine<br />

taze meyve, mendil ya da cep harçlığı<br />

vermek daha uygun olacaktır. Böylelikle<br />

hem çocukların daha sağlıklı beslenmesine<br />

katkıda bulunursunuz hem de bayramdan<br />

sonra kalan çikolataları ve şekerlemeleri<br />

kendiniz yememiş olursunuz.<br />

• Bu bayramda su böreği yapmak ve ikram<br />

etmek de en yerleşik adetlerimizden<br />

biridir. Hamuru ve yağı bol böyle bir börek<br />

yapmaktansa sebzesi bol, hamuru ve yağı<br />

daha az olacak şekilde sebzeli börekler<br />

yapmaya gayret edelim. Bir dilim su<br />

böreği yediğinizde dört dilim ekmek ve bir<br />

yemek kaşığı yağ yediğinizi unutmayın.<br />

Bu böreği yakmak için de yine en az yarım<br />

saat yürümek gerektiğini göz önünde<br />

bulundurun.<br />

• Tansiyon, şeker, kolesterol ve kalp<br />

hastalarının da dikkatli olmasında fayda<br />

var! Yüksek karbonhidratlı ve yağlı<br />

yiyeceklerin porsiyon kontrolü yapılmaz ve<br />

çok fazla miktarda tüketilirse tansiyon ve<br />

şekerin çok yükselmesi, bayılmalar, kalpte<br />

ritim bozuklukları ortaya çıkabilir. Hatta<br />

bayram, hastanelerin acil servislerinde<br />

geçirilebilir. O nedenle daha az yağlı, daha<br />

az tuzlu ve daha az karbonhidratlı yemeye<br />

özen göstermek gerekir.<br />

• Bayramı spor için de bir fırsat olarak<br />

görmek ve güneşin az etkin olduğu sabah<br />

erken saatlerde veya akşamüstü, en az<br />

yarım saat, mümkünse bir saat olacak<br />

şekilde hareket etmek gerekir.<br />

110 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Pharmetic</strong> Akademi<br />

Uzm. Ecz. Leyla Haykır<br />

Yeni Burak Eczanesi<br />

Kozyatağı – İstanbul<br />

Alerjik hastalıklara<br />

tanı koymak için<br />

uygulanan laboratuvar<br />

testleri, hasta üzerinde<br />

uygulanan testler ve<br />

kan testleri olmak üzere<br />

ikiye ayrılır.<br />

Alerji deyip geçmeyin<br />

Alerjik hastalıklar genetik<br />

yatkınlığı olan bireylerde<br />

“alerjen” olarak adlandırılan<br />

maddelerin, vücuda girdikten<br />

sonra bağışıklık sistemini uyarması ve abartılı<br />

bir yanıt oluşturması ile ortaya çıkar. Alerji<br />

belirtileri, etkilenen doku ve organa göre<br />

değişir. Burun etkilendiğinde “alerjik rinit”, göz<br />

etkilendiğinde “alerjik konjuktivit”, solunum<br />

sistemi etkilendiğinde “alerjik astım”, deri<br />

etkilendiğinde ürtiker ya da egzama olarak<br />

adlandırılır. Birden fazla sistemin etkilenmesi<br />

durumunda ise “anafilaktik şok” denen ve<br />

derhal müdahale edilmesi gereken bir tablo<br />

ortaya çıkar.<br />

Alerjik hastalıklar farklı mekanizmalarla<br />

oluşabilir. Öte yandan farklı yollardan alınan<br />

farklı alerjenler de aynı tabloyu oluşturabilir.<br />

Mesela ilaçlar, böcek zehirleri ve besinler<br />

birbirinden farklı alerjenler olmalarına<br />

rağmen; sistemik anafilaksi, ürtiker ve<br />

anjiyoödem yapabilirler. İnhalasyonla alınan<br />

alerjenler; genellikle atopik hastalıklara<br />

(alerjik rinit, alerjik astım, alerjik<br />

gastroenteropati, atopik dermatit); oral<br />

alınan alerjenler astım, anafilaksi, ürtiker ve<br />

anjiyoödeme; temasla alınan alerjenler kontakt<br />

dermatite ve nadiren ürtikere; enjeksiyon yolu<br />

ile alınan alerjenler ise anafilaksi, ürtiker ve<br />

anjiyoödeme yol açarlar.<br />

Kapalı ortamlardaki alerjenler; mantar küfleri,<br />

temizlik ürünleri, ev tozları, evcil hayvan<br />

tüyleri gibi alerjenlerdir.<br />

Alerjik rinitli hastalarda başlıca belirtiler<br />

arka arkaya hapşırma, su gibi burun-boğaz<br />

akıntısı ve kaşıntısıdır. Hastaların bir kısmında<br />

gözlerde konjuktivit gelişebilir. Önlem<br />

alınmazsa astıma çevirebilir.<br />

Deride kaşıntı ve kabarıklık şeklinde kendini<br />

gösteren ürtiker; çoğunlukla gıda ve ilaç<br />

alerjilerinde ve böcek ısırmalarında gelişir.<br />

Ancak ürtikere neden olabilen parazit<br />

hastalıkları, tiroid hastalıkları gibi durumlar<br />

ihmal edilmemelidir.<br />

Atopik dermatit daha çok çocuklarda görülür.<br />

Derinin belirli bölgelerinde kızarıklık,<br />

pullanma kaşıntı vs. gibi belirtiler verir.<br />

Ilık su ile banyo yapmak, pamuklu giysileri<br />

tercih etmek, deterjandan kaçınıp doğal<br />

sabun kullanmak alınabilecek tedbirlerden<br />

bazılarıdır.<br />

Gıda ve ilaç alerjileri farklı karakterlerde<br />

deri döküntülerine neden olur. Bazen tablo<br />

anafilaktik şoka kadar gidebilir. Arı sokması<br />

alerjileri bu tablonun gelişmesinde etkendir.<br />

Gelişmiş ülkelerde yaklaşık her 3 kişiden 1’inde<br />

alerjik rinit, her 10 kişiden 1’inde bronşial<br />

astım, her 20 kişiden 1’inde atopik egzama<br />

olduğu bildirilmektedir. İnsanların yaklaşık<br />

%30-40’ının bir alerjik sorunu olduğu tahmin<br />

edilmektedir.<br />

Bazı Önemli Alerjik Hastalıklar<br />

Atopik hastalıklar: Atopik dermatit, alerjik<br />

kontakt dermatit, alerjik rinit, mesleki astım,<br />

ürtiker ve anjiyoödem...<br />

Besin alerjileri: İnek sütü alerjisi, ilaç alerjileri,<br />

alerjik astım...<br />

Alerjik Hastalıklarda Tanı<br />

Alerjik hastalıklarda tanı; iyi bir öykü, fizik<br />

muayene, laboratuvar ve alerji testlerine<br />

dayanır. Dikkatle alınan anemnez %70-80<br />

vakada tanıya yardımcı olduğu gibi hastalığın<br />

önemi ve izlenecek laboratuvar araştırmalarına<br />

ışık tutar. Laboratuvar testleri ise hasta<br />

üzerinde uygulananlar ve kan testleri olmak<br />

üzere ikiye ayrılır: Deri, Yama, Solunum<br />

fonksiyon, Kan ve Provokasyon testleri...<br />

Tedavi<br />

Tedavi çoğunlukla semptomatiktir. Öncelikle<br />

sorumlu alerjenden uzaklaşmak gerekir.<br />

Etkilenen organa ve hastalığa göre farklı<br />

özelliklerde ilaçlar ve yöntemler kullanılır.<br />

Antihistaminikler, sempatomimetikler,<br />

kortikosteroidler uygun dozlarda bu amaçla<br />

kullanılan ilaçlardır. Bu tür tedaviler kısa<br />

vadede belirtileri hafifletirken, uzun vadede<br />

kısmen iyileştirici etki gösterir.<br />

Geleneksel tedavilerle sonuç alınamayan<br />

hastalarda ‘immünoterapi’ olarak adlandırılan<br />

aşı tedavisi uygulanır. Bu amaçla standart alerji<br />

özütleri kullanılır. Belli zaman aralıklarında<br />

deri altına enjekte edilir. Başlangıç ve devam<br />

tedavisi olarak iki aşamada yapılır. Diğer bir<br />

immünoterapi yöntemi de alerjenlerin damla<br />

veya tablet şeklinde dilaltından verilmesidir.<br />

Ancak aşı tedavisine alternatif bir yöntem<br />

değildir.<br />

Korunma<br />

En etkili yol, bilinen alerjenlerden kaçınmaktır.<br />

Bunun için diyet, mesleği veya yaşanan<br />

yeri değiştirmek, bir ilacın kullanımına son<br />

vermek gerekebilir. Alerjen tümüyle ortadan<br />

kaldırılamıyorsa, alerjene maruziyeti azaltıcı<br />

önlemler alınmalıdır. Bu amaçla alerjenle<br />

teması azaltıcı kişisel koruyucular; eldiven,<br />

maske, gözlük vb. kullanılabilir.<br />

112 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


<strong>Pharmetic</strong> Akademi<br />

Ecz. Banu Kuruca<br />

Büyük Eczane<br />

Tarabya - İstanbul<br />

Detoks uygulamasıyla<br />

beyin, böbrek, karaciğer<br />

gibi organların,<br />

kardiyovasküler sistem<br />

ve bağışıklık sistemi<br />

fonksiyonlarının tam<br />

kapasite ile çalışması<br />

ve performanslarının<br />

artırılması sağlanır.<br />

Detoks nedir, ne değildir?<br />

Detoks denince aklımıza ilk<br />

gelen şey zayıflamak olur.<br />

Oysa ki detoks, vücudumuzun<br />

toksinlerden (zehirlerden)<br />

arınmasıdır. Detoks aslında vücudumuza<br />

solunum yolu ve besinler aracılığıyla<br />

giren ve atık madde olarak dışarı<br />

atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden<br />

kurtulmaktır. Uzun süre yağlı, şekerli<br />

ve zararlı yiyeceklerle beslenme, fazla<br />

miktarda sigara, alkol ve ilaç kullanımı,<br />

stres, hava kirliliği, iklim değişiklikleri,<br />

hareketsiz yaşam, kronik kabızlık, grip,<br />

nezle, soğuk algınlığı gibi hastalıklar<br />

vücudumuzda biriken toksinlerin<br />

atılmasını sağlayan enzimlerin çalışma<br />

kapasitelerini azaltır. Böylece toksinler<br />

vücudumuzda birikmeye başlar.<br />

Vücudumuzdan atılamayan toksinler<br />

nasıl bir bozulmaya neden olur?<br />

Toksinlerin zararlı etkileri vücudumuzda<br />

genellikle yorgunluk, bitkinlik, kendini iyi<br />

hissetmeme, aşırı uyku ya da uykusuzluk,<br />

kas ve eklemlerde gerginlik, sinirlilik,<br />

yorgunluk, asabiyet, baş ağrısı, net<br />

görememe sorunu, kabızlık, boyun<br />

tutulmaları, gribal enfeksiyonu sık sık<br />

yaşamak, uykusuzluk, göğüs ağrıları ve<br />

hırıltısı, öksürük, deri döküntüsü, ağız<br />

kokusu, bağışıklık sisteminin zayıflaması,<br />

baş dönmesi, hazımsızlık, bağırsaklarda<br />

problem, bulantı, kusma ve bayılma gibi<br />

ruhsal veya fiziksel sağlık sorunlarına yol<br />

açar. Kişinin arınma mekanizması zayıf<br />

ise daha hızlı yaşlanma eğilimindedir<br />

ve kalp hastalıkları, kanser ve kronik<br />

dejeneratif hastalıklara yakalanma<br />

riski daha fazla demektir. Kişi bu tür<br />

reaksiyonları sıklıkla yaşıyorsa mutlaka<br />

detoks yöntemi uygulamalıdır. Bu gibi<br />

durumlarda vücudun temizlenmeye ve<br />

zararlı atıklardan arınmaya ihtiyacı vardır.<br />

Detoksun vücudumuza yararları<br />

nelerdir?<br />

Detoks sayesinde organlarımızın; örneğin<br />

beyin, böbrek, karaciğer, kardiyovasküler<br />

sistem ve bağışıklık sistemi<br />

fonksiyonlarının tam kapasite ile çalışması<br />

ve performanslarının artırılması sağlanır.<br />

Kısaca sağlığımızın devamı sağlanır.<br />

Detoks nasıl yapılır?<br />

Karaciğeri en çok destekleyen gıdalar<br />

zerdeçal, enginar ve hindibadır. Enginarı<br />

pişmiş veya çiğden salataya ekleyerek en az<br />

haftada dört adet tüketmek gerekir. Lifli<br />

yapıda olduğu için bağırsakların düzenli<br />

olarak çalışmasına yardımcı olur. Bir<br />

tatlı kaşığı zerdeçal yemeklere bölünerek<br />

tüketilince karaciğeri temizleyici etkisine<br />

ek olarak sindirimi rahatlatır ve eklem<br />

ağrılarını azaltır. Ananas, yeşil çay,<br />

karahindiba ve turp diüretik özellikte olup<br />

vücuttan ödem ve toksinlerin atılmasına<br />

yardımcı olur. Detoks döneminde<br />

karaciğeri yoran kızartmalar ve kimyasal<br />

katkılı gıdalardan uzak durmak gerekir.<br />

Detoks yönteminin yapılma aşamaları ve<br />

bu yöntemin çeşitleri vardır ve süre ise bu<br />

çeşitlere göre değişiklik göstermektedir.<br />

Asıl yapılması gereken, kişinin hayat<br />

şartlarına, beslenme yöntemine,<br />

bulunduğu ortama; kısacası kişiye özel<br />

bir detoks programının oluşturulmasıdır.<br />

<strong>Sağlık</strong>lı beslenme, egzersiz, bol sıvı<br />

tüketimi ve eczacılarınızın önerdiği<br />

gerekli besin takviyeleriyle kişiye özel<br />

detoks sağlanabilir.<br />

114 / Yaz 2017 / <strong>Pharmetic</strong><strong>Sağlık</strong>


Güneş altında leke bakımı!<br />

Lekeli ciltler için maksimum güneş koruması!<br />

Institut Esthederm Türkiye<br />

EsthedermTr<br />

Esthederm_Tr<br />

Institut Esthederm Türkiye<br />

SADECE ECZANELERDE

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!