You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
KUSVA Gençlik Hareketi<br />
Adına İmtiyaz Sahibi<br />
Burak AK<br />
Yayın Koordinatörleri<br />
ve Yayına Hazırlayanlar<br />
Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />
Nida URMUÇ<br />
Behlül ALP<br />
Hüseyin Can COŞKUN<br />
Furkan GÜR<br />
Ceyda KAYA<br />
Emine HAXCİU<br />
Ömer BAKKALOĞLU<br />
Mizanpaj<br />
Necmeddin YAZICI<br />
İletişim Bilgileri<br />
bilgi@kusva.org<br />
kusva.org<br />
Kusva dergisinde yazılanların<br />
sorumluluğu yazanlara aittir.<br />
EDİTÖR’DEN<br />
Uzun yıllara dayandırılan eğitim sistemimizde adaylar arasında fark yaratmak amaçlı, zamanı ve eğitim<br />
koşuşturmasını ikiye katlayan bireyler ceplerine bir iki entelektüel faaliyet uğraşımı da bırakınca hayli bilgili<br />
olduklarını “şöhret” olgusuna yerleştiriverirler. Evet, yurtdışında “master”lar yapma, çıkardığı kitabın bilmem<br />
kaçıncı baskısını düzenlemek vs. gibi telaşlar kişinin, daha doğrusu kafasının boş olmadığını, bilgiyle çevrelediğini<br />
ortaya koymak açısından eleştirilemez herhalde. Fakat asıl başarı; hafızayı bilgilerle doldurmaktan<br />
ziyade aklımızı, zihnimizi boş bırakmamakta saklıdır. Çünkü başarı kavramı her insanda farklı çağrışımları<br />
tezahür etmekte, herkese farklı hazlar vermektedir. Şöyle ki, emekleyen bir bebeğin koltuğa çıkabilmesi<br />
kendisinin isteği doğrultusunda yapabildiği en iyi iş iken yine kendi hedefi doğrultusunda parmakla gösterilecek,<br />
gıpta edilebilecek zenginliğe (belki de statüye) ulaşan bir ferdin bununla övünmesi de ona göre<br />
başarı sayılır (hem zenginlik her toplumda başarı olarak adlandırılır – ki ben buna katılmıyorum). İşte bir<br />
eyleme kendi benliğimizden ne kadarını damıtırsak, o eylemin sonucu bize o kadar haz verecektir. Burada<br />
yapmamız gereken kendimizi iyi tanıyıp, tatmak istediğimiz haz boyutunca hedefimize damıtmak…<br />
Bizler Kusva Hareketinden almak istediğimiz hazzın boyutunu ölçerken,<br />
damıtabildiğimiz benlik ve fikriyatımızı siz değerli okurlarımıza sunmaktan onur duyuyoruz.<br />
Dördüncü sayımızda buluşmak ümidiyle.<br />
Nida Urmuç<br />
kusva.org
DENEME<br />
BURAK AK<br />
SiNEKLERiN<br />
VARAMADIĞI<br />
AYDINLIK<br />
,,<br />
“ŞERRI BILMEYEN,<br />
ONUN TUZAĞINA DÜŞER.”<br />
Hz. Ömer<br />
Yaşadığımız coğrafya gereği<br />
çoğu insanımız kendisini<br />
politik bir söylemin içinde<br />
bulmaktadır. Bu durum ister<br />
istemez gençlerimizin siyasete<br />
olan ilgisinin artmasına vesile<br />
olmaktadır. Düşüncesi her ne<br />
olursa olsun siyaset ile ilgilenen<br />
ve bir topluma önderlik<br />
yapmak isteyen insanların halkı<br />
ile olan münasebeti fevkalade<br />
önemlidir. Bu sebeple geçtiğimiz<br />
günlerde bir büyüğümden<br />
dinlemiş olduğum ve çok sevdiğim<br />
bir hikayeyi en doğru şekilde<br />
kaleme döküp siz değerli<br />
okurlarıma sunmak istedim.<br />
İran hanedanına mensup<br />
bir kralın yardımcısı, kralın mal<br />
toplamasını ve kendine ait bir<br />
gizli hazine kurmasını teklif<br />
eder. “Bir gün etrafımızda toplanmış<br />
bulunan adamlar dağılabilir<br />
ve biz açıkta kalabiliriz.<br />
Fakat paramız olduktan sonra<br />
dünyanın her tarafındaki askeri<br />
kendimize asker yapabiliriz”<br />
der. Bunu düşünen kral “Bu<br />
hususta arz edebileceğin bir<br />
delilin var mı?” diye sorar. Yardımcısı<br />
ise: “Evet kralım, şimdiki<br />
5<br />
eylül ‘17
BURAK AK<br />
durumda etrafınızda hiç sinek<br />
var mı?” der. Kral “Hayır!” diye<br />
cevap verir. Yardımcı bir tabak<br />
bal getirilmesini ister, bal getirilir<br />
getirilmez sinekler balın<br />
üzerine üşüşmeye başlarlar,<br />
bunun üzerine yardımcısı:<br />
“Kralım görülüyor ki, bu bal<br />
gibi paramız olduktan sonra<br />
bütün insanlar askerimiz olur”<br />
der. Kralın aklı karışır ve bu<br />
konuyu baş veziri ile görüşmek<br />
ister. Baş vezirine bu olayı<br />
anlatır, fakat baş vezir bu olayı<br />
benimsemez. “Devletimizde<br />
çalışan kimselerin kalplerini<br />
maddi olarak değiştirmez,<br />
gönüllerine hitap ederseniz<br />
o zaman bütün halk dileğiniz<br />
şekilde askeriniz olur” der. Kral<br />
bu sözlerini teyit mahiyetinde<br />
delili olup olmadığını sorar.<br />
Baş vezir akşam olunca bunu<br />
kendilerine arz edeceğini söyler.<br />
Akşam olunca, baş vezir<br />
bir tabak balı kralın huzuruna<br />
getirir ve kralına dönerek “Kralım,<br />
Bu balın üzerinde hiçbir<br />
sinek var mı?” diye sorar. Kral<br />
“Hayır!” der. Baş vezir: “Şayet<br />
idarenizde bulunan halkın<br />
kalplerini zulümden dolayı, bir<br />
çıkar uğruna karanlıkta kalırsa<br />
devlet hazinesinin bir faydası<br />
olmaz. Fayda getiren tek şey:<br />
halkın rızasını ve çalışanlarınızın<br />
hoşnutluğunu kazanmanızdır”<br />
der.<br />
Bu ibretlik hikayede de<br />
gördüğümüz gibi eğer gerçekten<br />
bir dert ile dertleniyorsak<br />
ülkemize, ümmetimize hizmet<br />
edebilme sevdasında isek şayet<br />
çalışmalarımızı baki olmayan<br />
dünyevi çıkarlar üstüne<br />
kusva.org<br />
6
SİNEKLERİN VARAMADIĞI AYDINLIK<br />
değil, kalplere dokunarak yapmalıyız..<br />
Gerçek manada insan kazanabiliyorsak,<br />
samimiyetle Allah rızası için gönüllere<br />
dokunabiliyorsak, Rabbim zaten kapılarının<br />
en<br />
hayırlısını<br />
biz aciz kullarına açacaktır.<br />
Aynı zamanda liderin halkıyla olan<br />
muamelesi, bahçesinin içinde tertemiz<br />
sular akan bahçıvan gibidir. Bahçıvan<br />
bahçesini yerli yerince düzenler, etrafına<br />
meyve veren ağaçları diker ve onları sularsa<br />
bahçe gelişir, meyveleri nefis olur<br />
ve o da fakirlikten korkmaz. Şayet bahçıvan<br />
böyle bir çalışmayı yapmazsa,<br />
bahçenin içinde akıp giden o<br />
berrak suyun ne faydası vardır?<br />
Bakım olmadıktan sonra ağaçların<br />
yok olması beklenilen bir<br />
şeydir. Bunun gibi lider de iyi<br />
hareket eder ve halkının durumlarını<br />
iyi bir şekilde kontrol<br />
ederse halkı da ona itaat<br />
eder, sevinciyle sevinir, kederiyle<br />
kederlenir. Lider ve lider<br />
adaylarımıza düşen görevi<br />
aslında Yunus Emre ne güzel<br />
açıklamış;<br />
“BEN GELMEDIM<br />
KAVGA IÇIN,<br />
BENIM IŞIM<br />
SEVGI IÇIN.<br />
DOSTUN EVI<br />
GÖNÜLLERDIR,<br />
GÖNÜLLER<br />
YAPMAYA GELDIM.”<br />
Selam,<br />
dua ve muhabbetle...<br />
Burak AK<br />
7<br />
eylül ‘17
kusva.org<br />
8
MAKALE<br />
NİDA URMUÇ<br />
BIZ;<br />
BUGÜNÜN<br />
ÖLÜMCÜLLERI<br />
-İMKANSIZ,<br />
IMKANSIZ!<br />
diye bağırır 27 Temmuz 1890<br />
Auvers-sur Oise kırlarında. Kendi<br />
tarzına dair son sözcüklerine;<br />
yaşamı boyunca hayranlık<br />
duyduğu ve kutsal gözlerle<br />
baktığı işçi sınıfından garip bir<br />
köylü şahit olmuştur sadece…<br />
Ne bir resim tecimeni ne de<br />
bir sanat simsarı “Tanrının kutsadığı<br />
bir ırgat” sadece…<br />
NE TUHAF!<br />
Çalınan tablosuna paha biçilmediği<br />
sıralarda, yerinin sadece<br />
araştırmacı müzeler olduğuna<br />
kanaat getiren Hollandalı vatandaşlar<br />
sayesinde tabloyu<br />
çalan hırsızın bizzat teslim olduğu<br />
haberlerini duyuyoruz şu<br />
günlerde.<br />
Tuhaf olan; bunca değerli<br />
çalışmaları olan Van Gogh’un<br />
yaşarken yanında olanlar, onun<br />
yaşamına tanık olanlar hiçbir<br />
lüksiyeti olmayanlardır oysa.<br />
Auvers şatosu yakınlarında<br />
sol yanına sıktığı iki kurşun<br />
sonrası sırtüstü uzandığında;<br />
yaşamı boyunca üzerine doğmayan<br />
güneş, bu kez hiç kimseye<br />
sunmadığı o eşsiz sarı<br />
ışıklarını, kendisinin en sevdiği<br />
sarıları bir ödül verirmiş gibi<br />
sundu Van Gogh’a.<br />
Aradığına ölümüyle ulaşan<br />
Van Gogh, bir mektubunda<br />
şöyle seslenecektir kardeşi<br />
Teo’ya:<br />
“Işığı ve özgürlüğü ara, ve<br />
pek fazla batma bu dünyanın<br />
çamuruna.”<br />
Biz ölümcüller;<br />
Bu günün ölümcülleri,<br />
Vincent’in aradığını bulduğu<br />
kanısındayız.<br />
Fakat soruyoruz:<br />
9<br />
eylül ‘17
NİDA URMUÇ<br />
Bunca sefil bir yaşam içinde, başarısızlıkla<br />
sonuçlanmamış hiçbir işi yokken<br />
hem de , yiyecek yemeği olmadığı için<br />
bir bir çürüyen dişleri ile, açlığını gidermek<br />
için ara sıra canı gibi sevdiği resim<br />
malzemelerinden, kuruyan terabentinlerden<br />
yemekler pişirerek, aşık olduğu<br />
kadın için elini mumda eritirken, dindar<br />
ama yoksul olan köylüye; sözlerinden<br />
ziyade yaptıklarıyla yüreklerine dokunmayı<br />
amaçladığında misyoner cemaatlerden<br />
kovulurken, indirildiği vaizlik<br />
kürsüsünden sonra dini kullanan papazlarla<br />
arasına bir çizgi çektikten sonra<br />
ona ilk kez sevgi gösteren bir fahişeyle<br />
yaşamını bölüşürken, geçirdiği sanrılar<br />
sebebiyle kulağını kesip hediye diye<br />
dağıtırken, tüm geçimini temin eden ve<br />
her başarısızlığına rağmen elinden tutan<br />
kardeşi Teo’ya minnet duygusu altında<br />
neredeyse ezilecekken; Nasıl olur da bu<br />
dünyanın çamuruna bulanmaz?<br />
Ama yine de “Satılacak bir resim yapabilsem<br />
dünyalar benim olacak” der.<br />
Amacı resimlerini satıp üne kavuşmak<br />
değil tabi ki. Vincent’in tek amacı “anlaşılmak”<br />
tır; hak ettiğine inandığı değerinin<br />
kendine verilmesi ve yeni resimler<br />
yapabilmenin devamlılığı için bir umut<br />
ya da ona güç verecek bir ses aramaktadır,<br />
hepsi bu…<br />
VINCENT’I IŞIĞA VE ÖZĞÜRLÜĞE<br />
PAK BIR ŞEKILDE GÖTÜREN NEYDI?<br />
Vincent Paris’te meşhur olan avangart<br />
sanat yaşamında doğayı tıpkı bir emprestyonist<br />
gibi gözlemler, fakat fırçasını<br />
eline her aldığında gerçekte olandan<br />
daha başka akisler yansır tuvaline. Resim<br />
yapmaya gerçek izlenimcilerden daha<br />
farklı bir ışık teorisiyle yaklaşır her seferinde.<br />
Çünkü ışığını doğadan, dışarıdan<br />
almayıp kendi içinden yansıtır gözlemlediklerine…<br />
Hepimiz biliriz ki gecede ışık yoktur<br />
ve bu sebeple renk de yoktur. Fakat ışığı<br />
dışarda değilde içerde ararsak ancak o<br />
zaman kavuşur geceler gerçek renklerine.<br />
Zaten ışığı kalbinden geldiğine inandığımız<br />
bir gecede betimlememiş midir<br />
renklerini o en meşhur resmine “Yıldızlı<br />
Gece” ye?<br />
kusva.org<br />
10
BİZ; BUGÜNÜN ÖLÜMCÜLERİ<br />
Descartes’in tornu Cézanne ile karşılaştığında<br />
resimlerine aldığı tek yorum<br />
“Bir delinin resimleri bunlar” olunca ister<br />
istemez soruyor Van Gogh;<br />
“ Acaba yanılıyor muyum, acaba bu<br />
resimler gerçekten deliliğimin ürünleri<br />
mi? Bu resimler benim, Teo’nun ve Gauguin’in<br />
dışında kimseye bir şey demiyor<br />
mu? “<br />
Hayır! Herkes sağırdır yeni seslere, alışılmışın<br />
dışındakilere…<br />
Her zaman kördür gözler yeni renklere…<br />
Mevcudiyetler Vincent’e kendi sanatına<br />
kuşkuyla yaklaşmasını sağlamış olsa<br />
da şu ayrıntıyı mektuplarından soyutlayamamışlardır;<br />
“ SANATA KESIN BIR INANCIM VAR! “<br />
Kendini sanatına olmasa bile sanatın<br />
kendisine olan bu inancı sayesinde<br />
“şanssız insanlar” kitlesinden nasıl sıyrıldığını<br />
ise şöyle ifade eder;<br />
11<br />
eylül ‘17
NİDA URMUÇ<br />
“KIŞIYI BIR LIMANA ULAŞ-<br />
TIRACAK GÜÇLÜ BIR AKINTI<br />
OLDUĞUNA KESINLIKLE GÜ-<br />
VENIYORUM VE NE OLURSA<br />
OLSUN YAŞAMINI YÖNLEN-<br />
DIRECEK IŞI BULMUŞ BIRI-<br />
NIN, TANRI’NIN BÜYÜK BIR<br />
ARMAĞANINA KAVUŞTU-<br />
ĞUNU ÖYLESINE IYI BILIYO-<br />
RUM KI KENDIMI BAHTSIZ-<br />
LAR ARASINDA SAYMAM SÖZ<br />
KONUSU DEĞIL”<br />
(1883-LAHEY)<br />
Mart ortasında yazılmış bu<br />
uzun mektubun sonlarına doğru<br />
ise:<br />
“BAZEN BIR RAHATLAMA<br />
GELIYOR; BAZEN INSANIN<br />
IÇINDEN ENERJI DOĞUYOR.<br />
BUNDAN DOLAYI YÜCELI-<br />
YOR KIŞI, AMA GÜNÜN BI-<br />
RINDE, EN SONUNDA, BELKI<br />
DE YÜCELEMEYECEĞI GÜN<br />
GELECEK… İNSANOĞLUNUN<br />
ORTAK YAZGISI BU, INANI-<br />
YORUM” DER.<br />
Aynı mektubundaki bu karşıtlık<br />
şunu gösteriyor ki: Vincent<br />
sanata yani bir nevi özgünlüğe<br />
dair inancı dışında hiçbir fikre<br />
ya da duyguya tamamen teslim<br />
olmamıştır. Yürüdüğü yolda<br />
ilerleyebilmek ve “Anlaşılmak”<br />
adına birçok fikirle savaşıp kendi<br />
rengini bulmaya çalıştığını ise<br />
mektuplarında kendisi özetleyecektir<br />
zaten;<br />
“Herkesin kendi düğümünü<br />
kendinin çözmesi gerekir.”<br />
kusva.org<br />
12
DENEME<br />
MEHMET SABİT GÖKTAŞ<br />
ZINCIRSIZ<br />
PRANGA<br />
Bülbülün bile, uğruna altın kafese<br />
tercih ettiği muğlâk, meçhul ve merakâver<br />
bir mefhum: HÜRRIYET.<br />
Fısıldandığı anda gökyüzüne karışıp<br />
rüyaların pastel renklerine bürünen<br />
özgürlük, zihinlere çentik atarak<br />
hayalhanelerde idman yapar.<br />
İfade ettiği mana itibariyle önce<br />
sese, sonra slogana ve nihayetinde<br />
aksiyona dönüşür.<br />
Edebiyatta dahi kalemlerin en çok<br />
bandırıldığı hokkalardan biri, ‘hürriyet’<br />
mürekkebidir.<br />
Öyleyse, bilinçaltındaki izdüşümleriyle<br />
göklerde uçmak gibi hiperaktif<br />
eylemlerle sembolize edilen, Dostoyevski<br />
tarafından “Hürriyet, ekmekten<br />
tatlıdır.” sözüyle betimlenen ve Said<br />
Nursi’nin ifadesiyle “Ekmeksiz yaşarım,<br />
hürriyetsiz yaşayamam.”denilerek<br />
yüceltilen hürriyet nedir ve ‘hür<br />
olmak’ algısı hangi fiillere dayanır?<br />
Her şeyden önce hürriyet, bir başıboşluk<br />
hali değildir.<br />
Zira ilk hecede havaya bıraktığını<br />
son hecede geriye alabilir bir keyfiyeti<br />
haiz hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin<br />
kibriti olabilir.<br />
“Koyunu, kurt saldırısından kurtaran<br />
çoban; koyuna göre özgürlüğünün<br />
kurtarıcısı, kurda göre ise<br />
özgürlüğüne engel olan insandır.”<br />
diyerek özgürlüğün göreceli yönünü<br />
gösteren Abraham Lincoln, hürriyet<br />
ibaresinin içindeki belirsizliklere<br />
dikkat çeker.<br />
Özgürlüğün disiplin yoksunluğu ve<br />
otorite boşluğu olarak addedilmesi;<br />
‘güçlü’ sıfatını, ‘haklı’ vasfının önüne<br />
geçirerek,özgürlüğün özüne aykırılık<br />
teşkil eder.<br />
Pırıltılı bir zırha bürünüp, ‘hürriyet’<br />
maskesi takmış zorbalık; izafi değil,<br />
mutlak bir hürriyeti ifade eder.<br />
İstibdat, günahlarını gizleyen ‘sonsuz<br />
özgürlük’ peçesiyle, zulüm perdesini<br />
açar.<br />
Çiğneye çiğneye çürütülmüş bu<br />
müphem mefhum; kuvvetin, kuvveti<br />
kayıtlamasını engelleyerek, kulun,<br />
kula kulluğunun yolunu açar.<br />
“Ey ebna-ı vatan! Hürriyeti su-i<br />
tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın<br />
ve müteaffin olan eski esareti<br />
başka kapta içirmekle bizi bozmasın.”<br />
vecizesiyle Bediüzzaman, sınırsız<br />
hürriyetin, kendi kendisinin sonunu<br />
getireceğini vecîz bir ifadeyle vurgulamıştır.<br />
13<br />
eylül ‘17
MEHMET SABİT GÖKTAŞ<br />
Bununla birlikte, başkalarına da vermeden<br />
sahip olamayacağımız tek şey hürriyettir.<br />
Eğer herkes trafik kurallarını ihlal edip kırmızı<br />
ışıkta geçerse, hiçbir araba yolda ilerleyemez.<br />
J. Stuart Mill mezkur realiteyi şöyle ifade<br />
etmiştir: “Her insanın özgür yaşaması, diğer<br />
insanların filleri üzerine birtakım tahditler<br />
koymaktan geçer.”<br />
O halde, gribe yakalanır gibi tutularak<br />
idrakimizi istila eden hürriyet kavramı, kayıtsızlık<br />
düzleminde köleliğe eşdeğerdir.<br />
Sophokles de şu sözüyle hürriyeti<br />
ilginç bir metafor kullanarak anlatmıştır:<br />
“Hürriyetin fazlası hayvanlara mahsustur;<br />
dizginler kısa tutulduğu zaman atın<br />
azgınlığı çabuk yatışır.”<br />
Münevverlerin mahfilinden mülhem<br />
olarak tekellüm edilirse; muhtelif iyeliklere<br />
ait hudutlar, hürriyet gömleğinin<br />
düğmeleridir.<br />
Hürriyetin bir tahdidi olduğu ve<br />
hudutların hürriyet için bir kurucu<br />
unsur teşkil ettiği tahlil ve tasrih<br />
edildiğine göre karşımıza başka<br />
bir soru çıkmaktadır: Söz konusu<br />
iyelikler, hangi saiklere göre tavsif<br />
edilir?<br />
Bir başka deyişle, belirtilen ‘sınır’<br />
kavramının belirlenmesinde ne gibi<br />
kıstaslar göz önüne alınır?<br />
Hürriyet, insanı gerçek manada ‘fail’e<br />
ve onun hareketlerini de ‘fiil’e çevirir.<br />
Zira İslam’da hürriyet, iman ve sâlih amelin<br />
kabulü için ön şarttır. Oysa hürriyetin sınırlarını<br />
görmeyen kimse, özgürlüğün bilincine varamayarak<br />
sorumluluk yetisini yitirir. Dolayısıyla,<br />
“İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti<br />
intac eder.”<br />
İnsanın, Allah’a karşı sorumluluğundan dolayı<br />
inanç ikliminde özgür olması gerekir; o halde,<br />
tek taraflı feragat söz konusu değildir.<br />
Madem ki hür olmak, yaratılmışlara kul olmaktan<br />
kurtulmaktır; “Allah’a hakiki abd olan,<br />
başkalarına abd olamaz.”<br />
İnkârı esaret, inancı ise özgürlük olarak<br />
tanımlayan Bediüzzaman Said Nursi; gerçek<br />
hürriyetin, O’na iman ve intisab etmekten<br />
geçtiğini söyler: “İmana ne kadar kuvvet<br />
verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.”<br />
İnsan tutkularına tutsak kalıp, ‘hep’i<br />
elde etmek için ‘hiç’in kısır çölünde<br />
kaybolmakta özgürdür; ancak ‘hür’<br />
olmadan, kendini hür sanmak acınası<br />
bir zavallılıktır.<br />
Ve nelerin esiri olduğunu anlayanlar,<br />
hürriyetin eşiğinde demektir.<br />
Bununla birlikte insan, kâinat dâhilinde<br />
fıtratı mukayyet altına alınmamış<br />
tek varlıktır.<br />
Alev Alatlı, zekânın özgür bırakılması<br />
halinde ‘şer’e büküleceğini ve bunu<br />
önleyecek değerlerin ahlak ve etik<br />
olduğunu ifade eder.<br />
Bir önceki noktayla birlikte değerlendirildiğinde<br />
ise bir edimin ahlaki<br />
bir nitelik taşıması için özgür ve<br />
bilinçli bir seçim sonucu meydana<br />
gelmiş olması gerekliliği göz<br />
önünde bulundurularak; ahlakı,<br />
hukukun temeli addetmek<br />
mümkündür.<br />
O halde; “Ey özgürlük! Adalet<br />
varsa sen de varsın.”<br />
Son olarak, fikir, uğradığı zihnin değil; çıktığı<br />
dehanın ürünüdür.<br />
Deftere, sıraya, ağaçlara, kumlara, karlara yazılan<br />
özgürlük kavramını üzerine karalamak ve<br />
bildiklerini, bilmediklerinin teferruatı gören biri<br />
olarak, sair mütefekkirlerin fikirlerini tefekkür<br />
etmektir aynı zamanda hürriyet.<br />
Çünkü fikrimce,<br />
“HAKIKI HÜRRIYET;<br />
YÜKSEK FIKIRLERE ESIR OLMAKTIR”.<br />
kusva.org<br />
14
MAKALE<br />
FURKAN GÜR<br />
ISLAMOFOBI VE<br />
AVRUPADA<br />
YÜKSELEN<br />
AŞIRI SAĞ<br />
İSLAMOFOBI kavramı genel<br />
olarak “İslam Korkusu” manasına<br />
gelmekte ve Müslümanlara karşı<br />
ayrımcı ve dışlayıcı uygulamaların<br />
dayanağını oluşturmaktadır. İslamofobi,<br />
sıkça kullanılan ancak anlam<br />
dünyası çok da belirgin olmayan, bir<br />
kısım entelektüel ve siyasi elitin, tıpkı<br />
antisemitizm gibi, ısrarla kullanmak<br />
isteyip büyük bir kısmının da ideolojik<br />
kaygılarla ısrarla kullanmaktan<br />
kaçındığı kavramlardan biridir. İslamofobi’nin<br />
tanımı hakkında bugüne<br />
kadar genel geçer bir kabul olmadığı<br />
gibi, sosyal bilimlerde de ırkçılık ve<br />
ırksal ayrımcılık gibi tüm devletler ve<br />
organizasyonlarca kabul edilmiş bir<br />
kavramsallaştırmaya gidilememiştir.<br />
Bununla beraber, kavramın özellikle<br />
11 Eylül olaylarından sonra yaygın<br />
bir kullanıma kavuştuğu söylenebilir.<br />
DAHA eskilere doğru gidersek,<br />
Avrupa’nın İslam’a karşı bu kadar<br />
büyük tavır almasının sebebi aslında<br />
tarihte yatmaktadır. Endülüs Emevi<br />
Devleti’nin Avrupa topraklarına gelip<br />
burayı kendi topraklarına katması,<br />
ardından Osmanlı Devleti’nin<br />
kurulmasından kısa bir süre sonra<br />
Avrupa’ya fetihler başlatıp Avrupa<br />
topraklarını ele geçirmesi, özellikle<br />
de Avrupa ve Hıristiyan dünyası<br />
açısından önemli bir şehir olan<br />
İstanbul’u kuşatıp feth etmesi Hıristiyanlar<br />
tarafından kabul edilemez<br />
bir durumdu.<br />
YAKIN tarihimizden bahsedecek<br />
olursak, Fransa’da yapılan bir karikatürde<br />
Peygamber Efendimiz’i terörist<br />
gibi göstermişlerdir, yapılan bu<br />
çirkin saldırı batıda İslam karşıtlığının<br />
hangi boyutta olduğunu gözler<br />
önüne sermektedir ve bu süreç yine<br />
İslam düşmanlığını tırmandıracak<br />
olaylar ile karşımıza çıkmaya devam<br />
etmektedir<br />
ÖZELLIKLE son zamanlarda<br />
15<br />
eylül ‘17
FURKAN GÜR<br />
müslümanlara karşı yapılan saldırılar artık eskiden<br />
olduğu gibi camilere saldırı yada Müslümanlara<br />
hakaret etme gibi nefret söylemlerinden<br />
ziyade, doğrudan insanların hayatına kast<br />
eden bir terör dalgasına dönüşmüş durumdadır.<br />
Sadece geride bıraktığımız kısa bir zaman<br />
içerisinde yaşanan terör saldırılarına bakacak<br />
olursak ;<br />
30 Ocak 2017 tarihinde Kanada’nın Quebec<br />
şehrinde bir camiyi basan iki silahlı terörist<br />
ibadet eden 6 Müslüman’ı katlederken 8 kişiyi<br />
de yaraladı.<br />
19 Haziran 2017 tarihinde ABD’nin Virginia<br />
eyaletinde 17 yaşındaki Nabra Hassanen isimli<br />
genç kız, gece vakti camiden çıktıktan sonra<br />
bir terörist tarafından beyzbol sopasıyla dövülerek<br />
öldürüldü,<br />
19 Haziran 2017 tarihinde Londra’daki Finsbury<br />
Park Camiinde teravih namazından çıkan<br />
cemaatin üstüne kamyonetini süren terörist<br />
bir kişinin ölümüne, 10 kişinin ise yaralanmasına<br />
sebep olmuştur.<br />
‘’CİHAD’’ KAVRAMI<br />
SURIYE ve Irak bölgesinde kurulan ve kendilerini<br />
Cihad’cı olarak tanıtan terör örgütü<br />
IŞID ve diğerleri. Yine El Kaide’den sonra batıya<br />
karşı İslamofobi’nin artması açısından katkı<br />
sağlamıştır. Bu tarz örgütlerin yaptıklarının<br />
İslamla uzaktan yakından alakası yoktur ama<br />
İslamı kullandıkları için tehdit unsuru oluşturmaktalar<br />
ve dini değerlerimizi yok etmeye çalışmaktadırlar.<br />
Bu ve bunun gibi terörist gruplarının<br />
hepsi batının İslama olan karşıtlığını<br />
artırmaktadır.<br />
İSLAMI terimlerden biri olan “cihad” kelimesi<br />
günümüzde Avrupalılar tarafından, hatta<br />
sadece Avrupalılar değil, bazı Müslüman kesim<br />
tarafından bile yanlış olarak algılanmakta. Bugün<br />
İslam’ı referans alan DAEŞ (IŞİD), Taliban,<br />
El-Kaide gibi örgütlerin cihad adı altında terör<br />
eylemleri düzenlemeleri, Cihad kavramının<br />
insanların gözünde farklı bir bakış açısı getirmesine<br />
sebep olmuştur. Bu sadece Avrupalılar<br />
arasında değil, bazı Müslümanlar arasında bile<br />
hoş karşılanmayan bir ifade haline gelmiştir.<br />
kusva.org<br />
16
AVRUPADA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ<br />
CIHAD denilince artık insanların aklına;<br />
kafa kesen adamlar, uçakla binalara girenler,<br />
Allah-u Ekber deyip binaları havaya uçuran<br />
insanlar akıllara gelmeye başlamıştır. Bunda<br />
da en büyük etken terör örgütlerinin İslam’ı<br />
kullanarak cihad yapıyoruz diyerek sivil ve<br />
savunmasız insanlara terör saldırılarında bulunmalarıdır.<br />
AVRUPA’DA YÜKSELEN ‘’SAĞ’’<br />
Avrupa’da en temel ve en güncel sorunların<br />
başında olan ve hemen her gün Avrupa<br />
gazete ve televizyonlarında İslamofobi ile<br />
ilgili haberlerin yapılıp Müslümanları ötekileştirmeye<br />
çalıştırdıklarını görmekteyiz. Tabii<br />
bu noktada demokrasiye ve insan haklarına<br />
verdikleri değerle ve tüm inançlara eşit<br />
durmakla övünen Batı’nın da üzerine büyük<br />
sorumluluklar düşüyor. İlk yapmaları gereken<br />
ise İslamofobik ve ırkçı olaylara karşı yasal<br />
düzenlemeler getirmek. Kendilerinden olmayanları<br />
aşağı görmeden onlarla birlikte sevgi,<br />
saygı, dostluk ve kardeşliğe dayalı bir yaşama<br />
kültürü geliştirmek Batı’nın önceliği olmalı.<br />
Fakat ne yazık ki, Avrupa toplumunun artık<br />
çeşitliliğe karşı tahammülü yok ve Avrupa’nın<br />
birçok ülkesinde İslam karşıtlığı, İslam<br />
korkusu veya göçmen karşıtlığı, politikacıların<br />
seçimleri kazanmak için kullandığı bir<br />
malzemeye dönüştü. Son yıllarda Avrupa’da<br />
aşırı sağ hükümetlerin yükselişi İslam karşıtlığını<br />
körüklemiştir. Avrupa’da aşırı sağ partilerin<br />
kamuoyuna hitaplarında yer alan islamofobi<br />
kavramını ön planda tutan kampanyalar<br />
yapmışlardır. Avrupa’da ayrıca geri kalmış<br />
bazı ırkçı partilerin islamofobiden beslenerek<br />
yükselişe geçtikleride görülmektedir. Bu<br />
17<br />
eylül ‘17
FURKAN GÜR<br />
tarz politikacılar söylemlerinde sürekli İslam<br />
karşıtı tutumlar izlemişlerdir.<br />
BILDIĞIMIZ gibi aşırı sağcı ve ırkçı Hollandalı<br />
siyasetçi Geert Wilders, en büyük seçim<br />
propagandasını İslam karşıtlığı üzerine kuruyor.<br />
Böyle bir durumda Hollanda’da yaşayan<br />
Müslümanların durumu daha da zorlaşabilir.<br />
Sadece Wilders değil, Avrupa’da şu anda birçok<br />
politikacı İslam karşıtlığı söylemini kullanıyor.<br />
Başka bir örnek daha verirsek , Fransa’da<br />
Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Le Pen, Namaz<br />
kılanları işgalci olarak nitelendirmişti. Ama<br />
tüm bu çabalara rağmen, bir kısım Avrupalı<br />
halklar bu söylemlerin birer seçim malzemesi<br />
olduğunu gayet iyi biliyor. Çünkü Batılı birçok<br />
insan, İslam hakkında doğru dürüst bir bilgiye<br />
sahip değil. Sahip oldukları bilgiler ise tamamen<br />
yanlış bilgilendirme sonucu edinilmiş.<br />
PEKİ NELER YAPILMALI ?<br />
TÜRKIYE’DE düzenlenen uluslararası islamofobi<br />
konferansları gibi çalışmaları, Avrupa’ya<br />
da taşımak oralarda da düzenlemek zorundayız.<br />
Madem Batı medyası ve politikacıları<br />
islamofobiyi bir propaganda malzemesi olarak<br />
kullanıyor, biz Müslümanlar da onlara aynı şekilde<br />
karşılık vermeliyiz. Medyayı etkin şekilde<br />
kullanmalıyız. Bu noktada gerek sivil toplum<br />
kuruluşlarının ve gerekse medya’nın üzerine<br />
düşen görev bir hayli büyüktür. Tabi ayrıca<br />
her bir bireyin, nerede olursa olsun bu tarz<br />
tutumlar karşısında gerçekleri insanlara anlatması<br />
ve Yüce İslam dini üzerinden bu tarz<br />
algıların kalkması için üzerimize düşen görevin<br />
hassasiyetinin farkında olarak yaşaması<br />
gerekmektedir.<br />
kusva.org<br />
18
DÜŞÜNCE<br />
HÜSEYIN CAN COŞKUN<br />
ALBERT’IN<br />
A PRIORISI<br />
TARIH 11 Haziran 1948’i gösterdiğinde<br />
vücudunun belirli bölgelerinde<br />
ki kabloların sarmaşık, elektrotların<br />
da yaprak olmadığını fark<br />
ettiğinde Albert için iş işten geçmişti.<br />
KARŞISINDAKI varlıkların tam<br />
olarak ne olduklarının bile farkında<br />
olmayan aynı zamanda bilgisine<br />
sahip olmadığı bu varlıkların bazıları<br />
tarafından da ‘ilk’ olarak kabul edilen<br />
“Albert”. İnsan yapması; sözde<br />
torunları’nın yığınlarca saatler harcayarak<br />
icat ettiği, en çok sevdiği<br />
ve tükettiği ürünün şeklini andıran,<br />
metal bir makinaya yerden fezaya<br />
fırlatılmak üzere yerleştirilmiştir.<br />
NORMAL şartlarda yerden fezaya<br />
fırlatılırken değil de bir ağacın dalları<br />
arasında gezinirken hayatını kaybetmesi<br />
daha olası olan Albert, yerleştirildiği<br />
bu garip aracın içerisinde<br />
oksijen eksikliğinden boğularak hayata<br />
maymun gözlerini yummuştur.<br />
Albert’in ölümü türdeşleri için kişi<br />
sayısına düşecek ürün miktarının<br />
fazlalığından başka bir şey ifade<br />
etmezken, kendisinden boyut olarak<br />
farklı olduğunu tanımlayabildiği<br />
muğlaklar(insanlar) için bambaşka<br />
şeyler ifade ediyordu.<br />
ALBERT’IN boğuluşu Albert2,<br />
Sam, Miss Sam, Ham ve Enos için<br />
bir feda bile sayılmazdı. Çünkü<br />
Albert seçilmişti, seçememişti hatta<br />
seçme bilgisine sahip bile değildi.<br />
Kendisini atası, soyu ve kökeni<br />
olarak gören muğlakların bir kahve<br />
molası için yapmış oldukları yanlış<br />
hesaplamalardan dolayı havasız<br />
bırakılmıştı.<br />
Peki, Albert gerçekten de muz kabuğunu<br />
doldurmayacak sebeplerden<br />
dolayı mı öldürüldü?<br />
HAYIR!<br />
AMERIKA Birleşik Devletleri (ABD)<br />
Little Joe2’i gök kubbeye fırlattığında<br />
‘gadget’ politikasının ilk vidalarını<br />
kovuklarına yerleştirmeye başlamıştı.<br />
Little Joe2 Amerika Birleşik<br />
Devletlerinin artık ben buradayım ve<br />
hayatınızın her anında sizinle beraberim<br />
demesinin dumanlı, gazlı ve<br />
maymunlu bir göstergesiydi.<br />
19<br />
eylül ‘17
HÜSEYIN CAN COŞKUN<br />
‘GADGET’ politikası her yeni güne uyandığını<br />
sanan insanların (bizlerin) attıkları<br />
adımlarda, yedikleri yemeklerde, sahibi<br />
olduğunu sandıkları sokaklarda hatta yalnız<br />
olduklarını zannettikleri yataklar da<br />
bile sahiplenilmiş, ellerine verilmiş olan<br />
her şeydir.<br />
DARYUSH Shayegan ‘Melez Bilinç’ adlı<br />
kitabında gadget politikasına maruz kalışını<br />
şöyle anlatıyor:<br />
“KITLESEL ölçekte Batı dünyasıyla ilk<br />
temasımız, Rusların, İngilizlerin ve Amerikalıların<br />
gelmesiyle oldu ve her şey bir günde<br />
değişti. Ülkenin dönüşümü son derece çabuk<br />
oldu, ilk kez bu kadar kitlesel bir Batılaşma<br />
dozuna maruz kalıyorduk. En büyük<br />
yenilik, her ne kadar sinema sayesinde onları<br />
tanıdığımızı zannetsek de, Amerikalılardı.<br />
Hollywood’un üzerimizde muazzam etkisini<br />
küçümsemeyelim. Hepimiz Amerikan<br />
düş fabrikasının bize yansıttığı görüntülerle<br />
beslenerek yetişmiştik. Kuşkusuz mimemis<br />
olgusu tüm düzeylerde rol oynuyordu<br />
ve haberimiz olmadan Amerikanlaşmıştık.<br />
Geçmişleri ve sömürgeci güçlerinden ötürü<br />
güvenmediğimiz İngilizler ağırbaşlılıkla<br />
kenarda, biraz gölgede kalıyorlardı. Ruslar<br />
kışlalarından nadiren çıkıyordu; hem o kadar<br />
yoksun, o kadar hüzünlü bir halleri vardı ki,<br />
adeta tüm insanlık adına onlar azap çekiyordu.<br />
Buna karşılık Amerikalılar, her yerde<br />
mevcut olmakla kalmayıp, her çeşit tüketim<br />
mallarını da beraberlerinde getiriyorlardı.<br />
Bereket boynuzu, Ali babanın mağarasıydı<br />
onlar. Bizimle hasbihal ediyor, çikolata<br />
ve çiklet ikram ediyorlardı. Herkes İngilizce<br />
konuşmaya çalışıyordu. Bu işte en başarılı<br />
toplumsal üç toplumsal kategori şunlardı:<br />
hayat kadınları, barmenler ve ayakkabı boyacıları.<br />
Amerikalılar aynı zamanda bir ‘gadget’<br />
kusva.org<br />
20
ALBERT’İN A PRİORİSİ<br />
kültürüde sunuyorlardı; hasırdan yapma<br />
sömürgeci şapkaları, güneş gözlükleri,<br />
tozluklar, kusursuz kalitede çizmeler.<br />
Fabrikada makinanın yaptığı her şey büyülüyordu<br />
bizi; sanayinin zanaatkârlığa<br />
zaferi gibi görüyorduk bunu. Zanaatkarlığın<br />
yitirdiği haleye gözümüzde tekrar<br />
bürünmesi için ülkenin sanayileşmesini,<br />
Tahran’ın 1960 ve 1970’lerde uluslararası<br />
bir metropole dönüşmesini beklemek<br />
gerekecekti.”<br />
AMERIKA Birleşik Devletleri tam<br />
olarak bir ‘gadget’ ülkesidir. Bunu gerçekleştirirken;<br />
boğazımızdan tutup soluğumuzu<br />
kesermişçesine bizi sırtımızdan<br />
duvara yapıştırması gerekirken, bir ressamın<br />
resmini çizerken bıraktığı nahoş<br />
fırça darbeleri gibi, şairlerin şiirlerine<br />
kelime seçerken tutunmuş oldukları hassas<br />
tavırla ve mazlumun mahcubiyetinin<br />
samimiyetiyle ‘gadget’ ları muğlaklara<br />
sunmaktadırlar.<br />
Bu sunumun hazırlanışında ise bilgi mihenk<br />
taşıdır.<br />
BILGI, varlıkla, var olanın bir takım<br />
zihinsel ya da fiziksel aktiviteler sonucunda<br />
ortaya çıkarmış olduğu üründür.<br />
Hacmi, kabiliyeti ve niteliği önemli olan<br />
şeydir.<br />
Doğru kullanıldığında puslu havaları<br />
aydınlatan, paslı kapıları açmaya yarayan<br />
anahtar olabileceği gibi, yanlış kullanıldığında<br />
ise bu kapıların önüne duvardan<br />
setler çekerek açılmaz duruma, aydınlık<br />
havaları da daha kasvetli hale getirebilmektedir.<br />
PEKI bu halden hale koşan şeyin kaynağı<br />
nedir?<br />
BILGI’NIN kaynağının ne olduğu<br />
çıkmazı tarih boyunca neredeyse her<br />
filozofun kafasında ampulleri yakmakla<br />
meşgul olmuş bir sorudur.<br />
BU aydınlanma işinde temelde birkaç<br />
fikir vuku bulmuştur. Bunlardan biri bilgi<br />
21<br />
eylül ‘17
HÜSEYİN CAN COŞKUN<br />
doğuştandır yani bilgi’nin bizimle beraber<br />
doğduğunu savunuyorken bir diğeri ise hayır<br />
efendim bilgi deneyimle kazanılmaktadır<br />
demektedir.<br />
İKISINI de ayrı ayrı irdelendiğinde doğuştan<br />
diyenlerin karşısına, eğer bilgi doğuştan<br />
var olmaktaysa dünya üzerinde ki dillerin<br />
farklılığı nedendir? sorusu kafalarda ki ampulleri<br />
adeta balyoz edasıyla kırıp geçmektedir.<br />
Çünkü bilgi doğuştan gelen bir şey<br />
olduğunda bütün insanların aynı dili konuşuyor<br />
olması gerekmektedir. Bu hususta<br />
ikinci bir darbe ise insanların inanç farklılıklarıdır.<br />
Eğer bilgi doğuştan var olsaydı ateist<br />
olarak adlandırılan toplulukların varlığından<br />
söz edilmeyecekti. Çünkü yaratıcının var<br />
olanları yaratırken, onları kendi varlık bilgisinin<br />
eksikliği ile yaratması, yaratıcının mükemmelliğiyle<br />
zıt düşmektedir.<br />
BILGININ kaynağı probleminde John Locke<br />
bir şeyler üretilmesi gerekliliğini hissettiğinde<br />
şu bakış açısıyla devreye girmiştir:<br />
LOCKE, insanların doğduklarında zihinlerinin<br />
bomboş olduklarını söylerken bunu<br />
tabula rosa yani boş levha kavramıyla açıklamaya<br />
çalışmıştır. O’na göre bilgiye ulaşmanın<br />
yolu sadece adım adım deneyimlemekten<br />
geçmektedir. Locke, hiç kimsenin<br />
bilgisinin, deneyimlerinin ötesine geçemeyeceğini<br />
söyleyerek safını belli etmiştir.<br />
AMPUL yakma sevdasıyla René Descartes<br />
de bu işe müdahil olmuştur. O’nun bilgi<br />
arayışı diğerlerinden daha farklı ve karmaşık<br />
yapıdadır. Descartes bütün bildiklerinin,<br />
görevi yanıltmak olan kötü bir cin tarafından<br />
öğretildiğinden şüphe ederek, zihnindekileri<br />
teker teker boşaltmaya başladığında, düşünenin<br />
kendisi olduğunu ben diye bir şeyin<br />
olması gerektiği fark edip şüphe hareketini<br />
durdurarak cogito ergo sum demiştir. Yani<br />
‘düşünüyorum, öyleyse varım’<br />
DAHA sonra bütün bilgilerin Tanrıdan<br />
geldiği kanısına vararak bunları açıklık ve<br />
seçiklikle harmanlayıp, kendisini modern(eskisinden<br />
daha yeni) felsefenin babası ilan<br />
etmiştir. Immanuel Kant ise kendi felsefesini<br />
ikiye ayırdığı gibi bilginin kaynağını da ikiye<br />
ayırarak incelemeye çalışmıştır. O’na göre<br />
bilgi a priori yani deney-öncesi biliş ve a<br />
posteriori yani deney-sonrası biliş olarak iki<br />
farklı kavramda incelenmeliydi.<br />
DENEY-öncesi biliş, deneye başvurmadan<br />
bilinebilen 2+2=4 gibi bilgilerdir. Bu bilgilerin<br />
deneyimle ispatlanmasına gerek yoktur.<br />
‘Maymunlar muz yer’ gibi bir önermenin<br />
ispatlanmaya ihtiyacı olduğundan bu bilgi<br />
deney-sonrası bir biliş olmaktadır.<br />
SON birkaç yüzyıl da bigi’nin kullanılmasında<br />
ve biriktirilmesinde iyileştirici hatta<br />
bütünleştirici özelliklerinin yanı sıra geleneklerini,<br />
göreneklerini, değerlerini ve inançlarını<br />
bir prangaya dönüştürerek zihinlerine ket<br />
vurmuş, adeta zihinlerinde düşünmeye yer<br />
bırakmamış Doğu kültürüne karşın Batılılar<br />
bilgiyi kasvetli havaları aydınlatmak, paslı<br />
kapıları açmak için kullanmışlardır. Bilgiyi sırt<br />
çantalarından eksik etmeyerek bilime dönüştürmüş<br />
ve muhteşem ‘gadget’ larımızı bizlere<br />
sunmuşlardır.<br />
BIZLER ise şahsımıza tahsis edilmiş mağaralarımızda<br />
şeytan taşlamaya devam edip,<br />
neredeyse yenilmek için çıktığımız bu yolda<br />
her yenilgiden sonra başımıza gelenleri zafer<br />
olarak adlandırmaktayız.<br />
PEKI ya Albert?<br />
ALBERT masumdu, ne a priori’ e ne de<br />
a posteriori’ e sahip olduğunun farkındaydı.<br />
İlk insanların bilgisine sahip olmadıkları yeni<br />
bir şeyi deneyimlerken, kazara hayatlarını<br />
kaybettikleri gibi Albert de muğlakların yeni<br />
ama hatalı bir deneyimi sonucunda oksijen<br />
yetmezliğinden hayata maymun gözlerini<br />
yumarak Little Joe2 ile ayrıldı.<br />
DÜNYADAN FEZAYA…<br />
Gadget: cihaz, alet, zımbırtı<br />
Daryush Shayegan ‘Melez Bilinç’<br />
Metis yayınları sayfa:107/108<br />
kusva.org<br />
22
MAKALE<br />
RÜVEYDA LEYLA ŞENYÜZ<br />
DEDE EFENDİ<br />
HAMMAMIZADE İSMAIL DEDE<br />
EFENDI, BILINEN KISA ISMIYLE<br />
“DEDE EFENDI..”<br />
1778 yılı İstanbul doğumlu Dede Efendi,<br />
babası hamamcı olduğu için “Hammamizade”<br />
ünvanını, bayram günü doğduğu<br />
için “İsmail” ismini, çile doldurduğu için<br />
“Dede” mahlasını alan musıkişinas bir<br />
mevlevi şeyhidir. Elbette bu tanımlamalardan<br />
çok daha fazlasıdır, ki hayat hikayesinden<br />
ömrünün oldukça hatırlanmaya<br />
değer geçtiğini görmekteyiz.<br />
I. Abdülhamit zamanında doğan Dede,<br />
III.Selim, IV. Mustafa, II. Mahmud ve Sultan<br />
Abdülmecid’in hükümdarlığı dönemine<br />
şahit olmuş, ömrünün Türk Müziği’ne<br />
hizmet vererek geçirmiştir.<br />
“Nedir Dede’yi besleyen bu coşkun pınar?”<br />
sorusu, bestelerini her dinleyişimde<br />
aklıma gelen sorulardandır. Kimisinin<br />
kaynağı bilinirken kimi eserlerinin hissiyatının<br />
nereden geldiği, Dede Efendi’nin<br />
sırlı dünyasıyla birliktedir. İlk bestesi olan<br />
“Bir gonca femin yaresi vardır ciğerimde”<br />
adlı eserinde Dede Efendi, küçük yaşta<br />
kaybettiği oğlunun üzüntüsünü anlatırken<br />
kim bilir bestelediği onlarca eserinde<br />
kimleri gönül hanesinde konuk ediyordu?<br />
“Zülfündedir benim baht-ı siyâhım<br />
Sende kaldı gece gündüz nigâhım<br />
İncitirmiş seni meğer ki âhım<br />
Seni sevdim odur benim günâhım”<br />
İkinci bestesini buselik makamında besteleyen<br />
Dede Efendi’nin bu eseri, kıymetli<br />
musıkişinaslar tarafından icra edilmiştir,<br />
kayıtlarına ise birçok yerden ulaşılabilmektedir.<br />
Aynı dönemde Yenikapı Mevlevihanesi’nde<br />
çile doldururken bestelediği<br />
hicaz makamındaki “Ey çeşm-i âhû hicr<br />
ile tenhâlara saldın beni” ile başlayan<br />
nakış bestesi, III. Selim’i harekete geçirmiş<br />
ve Dede Efendi’nin saraya davet edilmesine<br />
vesile olmuştur. Henüz Mevlevihane’de<br />
çile doldurmakta olan Dede Efendi,<br />
Ali Nutki Dede’nin çilesini bağışlamasının<br />
ardından saraya alınmıştır.<br />
Ömrünün son demlerine kadar Klasik<br />
Türk Müziği geleneğini yaşatan Dede<br />
Efendi, devrin getirdiği ıslahat hareketlerine<br />
karşı olmamakla birlikte kimi zaman<br />
eserlerinde yenileşmeye gitmiştir. Müziğini<br />
yalnızca saray ahalisi için sınırlandırmamış,<br />
halka hitab eder şekilde türküler<br />
ve hafif şarkılar da bestelemiştir<br />
Ferahfeza makamında bestelediği ayin,<br />
ustalığını bir kez daha gözler önüne serer.<br />
Dede Efendi, ayinin son selamını sultaniyegah<br />
makamıyla bitirir ve ardından II.<br />
Mahmud’a ithafen terkib ettiği sultaniyegah<br />
makamında bir klasik takım besteler.<br />
“Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü”<br />
dizeleriyle başlayan rast makamındaki<br />
bestesi, Dede’nin en bilinir eserlerinden<br />
biri olmakla birlikte, Dede Efendi’nin pek<br />
kısa bir süre içinde “latife” olarak bestelediği<br />
bir şarkıdır.<br />
23<br />
eylül ‘17
RÜVEYDA LEYLA ŞENYÜZ<br />
Eserin hikayesi ise şöyledir:<br />
Sultan Abdülmecit Dönemi’nde saraya Fransızlardan<br />
oluşan bir heyet gelir. Misafirleri en iyi şekilde<br />
ağırlamaya özen gösteren Abdülmecit, sarayda<br />
bir eğlence düzenler. Öncelikle Fransızlar Batı<br />
Müziği ile şarkılar söylerler, vals yaparlar, hareketli<br />
şarkılarıyla eğlenirler. Ardından saray musıkişinasları<br />
hünerlerini sunacaklardır. Batı Müziği yanlısı<br />
Abdülmecit, Dede Efendi’nin bestelediği eserlerin<br />
ağırlığından dolayı misafirlerine mahcup olacağını<br />
düşünür ve durumu Dede Efendi’ye anlatır. Dede<br />
Efendi kısa süre içerisinde “yine bir gülnihal”ini<br />
besteler, eseri vals ritimleriyle örtüşür şekilde yapar.<br />
Ertesi gün eğlence düzenlenir ve Dede Efendi<br />
yeni bestesini sunar. Misafirler çok beğenirler ve<br />
eğlencelerine devam ederler, elbette Abdülmecit<br />
bu durumdan epeyce hoşnut kalmıştır.<br />
Dede Efendi, “Türk Musıkişinaslarının en muktediri”<br />
kabul edilir. Bestelerini deşifre ettiğimizde<br />
onun müziğindeki ustalığını görmek işten bile<br />
değildir. Dede Efendi’yi diğer bestekarlardan ayıran<br />
bir özellik, Klasik Türk Müziği ile Batı Müziği’ni<br />
ustaca harmanlaması, bunu yaparken yozlaşarak<br />
değil, Türk Müziği geleneklerine sadık kalarak<br />
birleştirmesidir. Uzlaşmacı dünya görüşünü bestelerine<br />
de uyarlayan Dede Efendi, aynı zamanda<br />
döneminin aydın şahsiyetlerindendir.<br />
“Yürük değirmenler gibi dönerler<br />
El ele vermişler Hakk’a giderler<br />
Gönül Kabesinin tavaf ederler<br />
El ele vermişler Hakk’a giderler”<br />
güftesini taşıyan şehnaz makamındaki son eserini<br />
de besteleyen Dede Efendi, altmış sekiz senelik<br />
ömrünün son demlerine gelmiştir. Hacc vazifesini<br />
yaparken kolera hastalığına yakalanır ve Mekke’de<br />
iken vefat eder, mezarı halen Mekke’dedir.<br />
Dede Efendi Evi günümüzde İstanbul’un Fatih ilçesine<br />
bağlı Sultanahmet Camii’nin arka tarafında yer<br />
alır. Türkiye Tarihi Koruma Evleri tarafından restore<br />
edilen ev, ziyaretçilerine açıktır. Yayımlanan tarihlerde<br />
meşk yapılan evde Dede Efendi’nin bıraktığı<br />
kültürel miras yaşatılmaya çalışılmaktadır.<br />
Dede Efendi’nin ve tüm musıkişinasların bizlere<br />
devrettiği kültürel mirasa sahip çıkmak dileğiyle<br />
efendim.. Musıki ile hemhal kalalım..<br />
kusva.org<br />
24
RÖPORTAJ<br />
MUSTAFA AKİF EKŞİ İLE RÖPORTAJ<br />
SÖYLENECEK<br />
SÖZÜMÜZ VAR..<br />
NIDA URMUÇ: ÖNCELIKLE KISACA<br />
KENDINIZI TANITIR MISINIZ ?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Mustafa Akif Ekşi<br />
1983 Almanya doğumluyum. İlkokulu<br />
Almanya’da okudum. Ortaokulu Ankara’da<br />
Muradiye kolejinde okudum. Kolej dediğimiz<br />
zaman insanların aklına farklı soru<br />
işaretleri geliyor! Okuduğum ortaokul İlim<br />
Yayma Vakfı bünyesinde nezih bir okuldu.<br />
Liseyi ve üniversiteyi Zonguldak’ta okudum<br />
ve daha sonrasında İstanbul Ticaret<br />
Üniversitesinde ve İstanbul Üniversitesinde<br />
eş zamanlı olarak yüksek lisans yapıyorum.<br />
NIDA URMUÇ: HAYATINIZA BAKTI-<br />
ĞIMIZ ZAMAN SIYASI KIMLIĞINIZIN<br />
YANINDA SANATSAL BIR KIMLIĞINIZDE<br />
VAR. BUNLARI NASIL BAĞDAŞTIRIYOR-<br />
SUNUZ?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Çalışmalarda<br />
bulunduğumuz siyaset, sanat, ticaret<br />
bunların hepsine baktığımızda bunlar bir<br />
vebalden kurtulma çabasıdır. Sanatla uğraşıyoruz<br />
ama üzerinde çalıştığımız proje<br />
Abdülhamit Han’ın projesidir. 2013 yılında<br />
tiyatro oyunumuzun galasını yaptık ve<br />
çok enteresandır 2013 yılında bu oyun için<br />
belediye ve kurumlarla görüştüğümüzde<br />
kimse bu riske giremedi. Daha sonrasında<br />
Sultanbeyli belediyesi bu konuda öncülük<br />
yaptı ve riske girdiler bize bu konuda<br />
destek oldular. Tiyatromuzun galasında<br />
yaşanan çok ilginç ve manidar bir olaydan<br />
sizlere bahsetmek istiyorum; Galamıza<br />
Avrupa’dan ve özellikle Fransa’dan medya<br />
mensupları geldi. Böyle bir oyunun<br />
sahneleneceğine dair haber aldıklarında<br />
dikkatlerini çekiyor ve Fransa’dan kalkıp<br />
bizim oyunumuzu izlemeye geldiler.<br />
Bizim medyamız ise siyasilerin katılması<br />
nedeniyle galamıza geldiler, bir kaç görüntü<br />
alıp gittiler. Bu yapmış olduğumuz<br />
projenin ne kadar önemli olduğunu Avrupa’dan<br />
bu kadar ilgi gelince anladım. Hani<br />
Abdülhamid Han’ın bir sözü vardır “Tarih<br />
tekerrür etmez hatalar tekerrür eder” diye.<br />
Biz tarihimizde çok önemli bir yeri olan<br />
Abdülhamid Hanı gündeme alıyoruz. Bu<br />
durum Avrupa da dikkat çekerken bizim<br />
ülkemizde magazinsel haber olarak kalmıştı.<br />
Avrupa bu bilincin farkında ve buna<br />
ideolojik olarak bakıyor. Abdülhamid Han<br />
bilinci geri geldiği zaman nelerle karşılaşabileceklerinin<br />
çok açık bir şekilde farkındalar.<br />
15 Temmuz sürecinde biz bununla<br />
açık bir şekilde karşı karşıya kaldık.<br />
MEHMET SABIT GÖKTAŞ: SIZ NASIL<br />
KI CUMHURBAŞKANIMIZIN KADERI-<br />
NI ABDÜLHAMID HAN’IN KADERIYLE<br />
BAĞDAŞTIRIYORSANIZ BIZLERDE SIZIN<br />
HAYATINIZDA ABDÜLHAMIT HAN’IN<br />
HAYATINDAN EMARELER GÖRÜYORUZ.<br />
ABDÜLHAMID HAN’DA AYNI ZAMANDA<br />
BIR SANATÇIYDI, SANAT ILE ILGILE-<br />
NIYORDU. SIZLERDE SIYASETTIN YANI<br />
SIRA SANATLA EDEBIYATLA ILGILENI-<br />
YORSUNUZ. ABDÜLHAMID HAN TAHTA<br />
ÇIKTIĞINDA SIYASETLE ILGISI OLMA-<br />
DIĞI SÖYLENIYORDU. HANGI OSMANLI<br />
PADIŞAHINI KENDINIZE YAKIN GÖRÜ-<br />
YORSUNUZ?<br />
25<br />
eylül ‘17
SÖYLENECEK SÖZÜMÜZ VAR<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Öncelikle şunu söyleyeyim<br />
bizler ancak değerli şahsiyetlerimizin iyi bir taklitçisi<br />
olabiliriz. Abdülhamid Han siyasi kimliğinin yanı sıra<br />
çok iyi bir hattat ve marangozdur. Aslında şöyle<br />
ben işletme mezunuyum bir tarihçi değilim. İlla<br />
da bir padişah üzerinden gidelim demedik. Nasıl ki<br />
sahabeler den bahsettiğimiz zaman hepsini severiz<br />
ama bir tanesini biraz daha yakın hissederiz kendimize.<br />
Osmanlı padişahlarından da bahsettiğimiz zaman<br />
hepsini çok severiz hepsinin yeri başkadır ama<br />
birini biraz daha fazla sever kendimize daha yakın<br />
hissederiz. Neden Abdülhamid Han diye sordunuz<br />
ama neden sevdiğime dair bir cevap bulamıyorum.<br />
Şöyle düşünün annenizi neden seviyorsunuz<br />
sorusuna verilen cevapların hepsi çok basit kalır.<br />
Mesela beni dünyaya getirdiği için beni baktığı için<br />
ve verdiğiniz bütün cevaplar bu sevgiye karşı kalan<br />
basit cevap olur.<br />
Rabbim karşımıza Abdülhamid Han’ı çıkardı.<br />
Abdülhamid Han da kendisini siyasetçi ya da sanatçı<br />
olmak için yetiştirmedi onun karşısına bu yol<br />
ayrımlarını Rabbim çıkardı ve bahtını açık eyledi.<br />
Çünkü abileri vardı, amcası vardı. Tahta çıkartılması<br />
kimse tarafından düşünülmüyordu. Amcasının şehit<br />
edilmesi ve abisine yapılan baskılar üzerine baş<br />
edemeyip tahtta kalamaması...<br />
Allah şahittir bizler siyasette bir yerlere gelelim<br />
bir şeyler yapalım gayesinde insanlar değiliz ama<br />
Hz. Yusuf hikayesini de unutmamalıyız. Hz. Yusuf<br />
maliyede görev almak kendisi istedi. Şuanda biz<br />
gençlere görev istenilmez görev verilir diye öğretmeye<br />
çalışıyorlar ben bu fikirde değilim. Hz. Yusuf<br />
örneğinde de olduğu gibi liyakat sahibi ve görevin<br />
sorumluluğunu kaldıracağına inandıktan sonra<br />
gençlerimiz o göreve talip olmalı. Çünkü her daim<br />
bizi keşfetmelerini bekleyemeyiz. Kendimize güveniyorsak<br />
görev istemeliyiz. Gençlerin önünü kapatmak<br />
gençlere karşı yapılmış bir darbedir. Gençler<br />
önlerine çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirmelidir.<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Bu çalışmaların hepsi vebalden<br />
kurtulmak içindir biz derneğimizin kurulma<br />
kararını ne zaman verdik. Mısırda Mursi’nin idam kararından<br />
sonra verdik. Mursi’nin idam kararı verildiği<br />
gün haklı olarak biraz ülkemizde siyasi denge söz<br />
konusu idi ve dedim ki en çok dikkat edilmesi gereken<br />
bunlardan bir tanesi çünkü önemli noktalarda<br />
görev alıyoruz ve siyasetle ilgileniyoruz bu yüzde<br />
çıkıp bir tepki verelim dedim. Bu sefer büyüklere<br />
zarar verir miyiz diye düşündük çünkü biz burada<br />
heyecanla hareket ediyoruz. Ortada bir darbe var ve<br />
bu darbe Orta Doğunun abisine yapılmış. Neden!<br />
Çünkü anayasamız Kuran’dır dediği için yapılmış.<br />
Bizde bir Müslüman genç olarak vicdanen rahatsız<br />
olduk ve buna bir reaksiyon vermen gerekiyor ama<br />
ortada bir denge var. Çünkü bir siyasi hareketin<br />
temsilcisisin. Bunun üzerine biz de dedik ki bunu<br />
düşüneceğimizi bir STK kurmalıyız ve riske girmeliyiz.<br />
Şuanda bugün vereceğim bir yanlış karar<br />
Cumhurbaşkanımız etkilemez. Benim kimliğimi etkiler<br />
ama siyasi hayatayken vereceğim bir reaksiyon<br />
cumhurbaşkanımız dahi etkileyebilirdi, zedeleyebilir<br />
de. Burası için de yine misyonu sorduklarında vebalden<br />
kurtulmak merkezi olarak görüyorum. Nerede<br />
problem var? Sağlıkta mı problem var? O zaman<br />
gençliği toplayalım bir çalıştay programı yapalım ve<br />
sorunun çözümlerini muhatabına sunalım .<br />
NIDA URMUÇ: YAZMIŞ OLDUĞUNUZ ŞIIR KITA-<br />
BINIZDA DIKKATIMIZI ÇEKTI. ŞIIRE YÖNELIMINIZ<br />
NASILDI VEYA İŞLETME FAKÜLTESINDEN ŞIIRE<br />
NASIL GELDINIZ?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Aslında bir alt yapısı yok.<br />
NIDA URMUÇ: SIVIL TOPLUM HAREKETININ<br />
KURULUŞ AMAÇLARINDAN BAHSEDER MISINIZ?<br />
kusva.org<br />
26
RÖPORTAJ<br />
Almanya’dan geldiğimiz yıllarda akıcı bir Türkçe<br />
konuşamıyorduk, sağolsun çok sevdiğim bir<br />
hocam vardı kulakları çınlasın. Kendisi akıcı konuşmamız<br />
için bize çok yardımcı olmuştu. Bana<br />
ilk verdikleri kitap Necip Fazıl’ın bir şiir kitabıydı.<br />
Dolayısıyla ilk şiirle tanışıklığım o zaman oldu. O<br />
zamanlar yaşadığımız gençlik süreci ve herkesin<br />
yaşadığı o ergenlik süreci, bunalımlar, yatılı okuldasın<br />
ve anneni, babanı özlüyorsun. Yani kısacası<br />
bizi pişiren özlemdi aslında. Dilimiz döndüğünce<br />
kalemimiz yazdıkça yazıyoruz. Hala yazmaya<br />
devam ediyorum. Allah nasip ederse yeni dönemde<br />
‘Kutlanmış Sanduka’ adında yeni bir kitabım<br />
çıkacak.<br />
MEHMET SABIT GÖKTAŞ: BENIM MERAK ETTI-<br />
ĞIM BIR ŞEY DAHA VAR. KIZINIZIN IKINCI ISMI<br />
DUHA. AYŞE DUHA KOYMUŞSUNUZ ISMINI , BU<br />
ISMIN SIZIN IÇIN ÖZEL BIR ANLAMI VAR MI?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Yani şöyle Abdülhamit’in<br />
sonraki süreci bizim için çok sancılı oldu. Allah<br />
sabır versin Ersin Çelik üstadın da 7 yaşındaki kızı<br />
vefat etti. Muhtemelen onun acısı daha büyüktür.<br />
Bizim evladımız vefat ettiğinde 4 günlüktü. Cumhurbaşkanlığı<br />
sürecine denk geldi, seçim sürecine.<br />
O gece hiçbir problem yokken eşim rahatsızlandı<br />
ve hiçbir hastane kabul etmedi. Çünkü ölme riski<br />
vardı. Velhasıl Zeynep Kamil Hastanesi kabul etti.<br />
Eşim 15 gün hastanede kaldı aynı anda Cumhurbaşkanlığı<br />
seçim süreci vardı ve Üsküdar Ak<br />
Parti Gençlik Kolları Başkanıyım ve 15 gün her<br />
gece hastanede kaldım. Sabah seçim çalışmasına<br />
gittim. Bunu hiçbir zaman söylemedim çünkü<br />
bunun acıtasyon yapılarak bir siyasi malzeme<br />
haline gelmesi o ismin şanına yakışmazdı. Kendimizi<br />
geçiyorum ama madem özel bir şey sordun,<br />
özel cevap vereyim. Yarım saat içinde vefat<br />
edeceği söylendi sonrasında bir sorun olmadığı.<br />
Dördüncü gün UNİCEF’e bildirdiler. O zaman tabi<br />
kulaklarının duymayacağı, gözlerinin görmeyeceğini<br />
söylediler .Tabii ki ben bunları eşime söyleyemedim.<br />
Dua ettim. Ya Rabb’im iki hayırlı sonuçtan<br />
birine bizi hazır eyle. Vefat edecekse de bizi hazır<br />
eyle kalacaksa da! Sorunlu bir evlat olarak büyüyecek,<br />
ona sabredecek olgunluğu bize nasip<br />
eyle! Sonuçta Sen’in emanetin… Rabbim diğer<br />
hayırlı sonucu nasip eyledi. Abdülhamit vefat<br />
ettikten sonra artık biz dedik ki bizim hayatımız<br />
bu kadardı bir evlat heyecanına göremeyeceğiz.<br />
Derken yeni çocuğumuzun haberini aldık ve ismini<br />
ne koyalım diye düşündük. Ayşe ismini ben<br />
çok severim Ayşe Validemizden ötürü. Bilirsiniz<br />
Efendimiz’in aşkı en çok onunla tasvir ediyor. ‘Ya<br />
ResulAllah beni ne kadar seviyorsun?’ diyor, ‘Kördüğüm<br />
gibi ‘ diyor Ayşe Validemiz’ e. Muhteşem<br />
bir şey, aşkı daha iyi anlatabilir mi başka bir beşeri<br />
kavram bilemiyorum. Yani sevgilinin sevgilisi<br />
Ayşe’yi o yüzden verdim . Ahirette isimlerinin ne<br />
niyetle verilirse o şekilde hesap şefaat edeceğini<br />
biliyoruz. Duha Suresi aslında bir inşirahtır, rahatlıktır<br />
ferahlıktır. Yani iki isim koyalım dedik .Eşim<br />
Duha ismini çok beğendi. O zaman dedik Ayşe<br />
Duha koyalım. Bizim için de yeni bir başlangıç<br />
olacak Allah’ın izniyle. Hep şöyle tasvir ediyorum:<br />
Kızım sürekli hareketli, sürekli konuşuyor, varlığını<br />
hissettiriyor. Herhalde diyorum Abdülhamid’i<br />
ancak böyle unutturabilirdi bize. Tayyip Bey’e<br />
benzetiyorum ayrıca sesi onun gibi gür çıkıyor<br />
çünkü. Doğar doğmaz hep böyle şakalar latifeler<br />
yapıyorduk işte Abdülhamid’i unutturdu. Allah<br />
nasip etti 3.5 aylıkken Tayip Bey kucağına aldı.<br />
Rabbim sizlere de nasip eylesin. İçimden de gidip<br />
ondan sonra Elhamdülillah 15 Temmuz gecesi<br />
Rabbim köprüye en önde gitmeyi nasip etti. Ama<br />
tabi şehitlik ve gazilik bir nasip olmadı. orada<br />
sadece aklınızdan evladınız geçiyor ,çok enteresan.<br />
Hatta çok üzüldüm. Ya Rabbi hani bir şey<br />
olursa ne olur diye. Sonra kendi kendime söyledim:<br />
’Sahibi sen misin, niçin mücadele ediyorsun?<br />
O Sancak düşmesini diye mücadele ediyorsun, o<br />
sancağın sahibi senin evladını sahipsiz bırakır mı?’<br />
Hatta insan diyor ki ölsem belki de daha rahat<br />
büyüyecek. İyi yere emanet ediyorsun Elhamdülillah.<br />
İman en büyük antidepresan<br />
MEHMET SABIT GÖKTAŞ: VEFAT EDEN ABDÜL-<br />
HAMIT KARDEŞIMIZ IÇINDE ŞIIR YAZDINIZ MI?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Onunla ilgili vefat ettiği<br />
gün yazdım. Hastanede yazdım. Onu bulabilirsem<br />
gönderebilirim. Bir şiir değil de yakarış aslında.<br />
MEHMET SABIT GÖKTAŞ: SIVIL TOPLUM<br />
HAREKETI OLARAK NEYI AMAÇLIYORSUNUZ,<br />
NELER YAPTINIZ? BIRAZ DA BUNLARDAN BAH-<br />
SEDEBILIR MISINIZ?<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ: Şöyle bir şey yaptık<br />
mesela, siyaset noktasında bir siyaset akademisi<br />
kurduk . Emin olun reklam yapsaydık, çok ciddi<br />
manada gündem olabilirdi. ‘Siyasette milli tavır’<br />
kelimesini Elhamdülillah ilk zikreden dernek,<br />
bizim derneğimiz oldu. 210 tane katılımcının<br />
dahil olduğu yaklaşık 60-70 kişilik kapalı grupla<br />
en iyi Türkiye’yi konuştuk. Siyasette olması gerekenleri<br />
konuştuk, siyasette milli tavır, siyasette<br />
ahlak, siyasi etik, siyasette gençliğin rolü, STK’ların<br />
27<br />
eylül ‘17
MUSTAFA AKİF EKŞİ İLE RÖPORTAJ<br />
siyasetteki rolü, devlet yapısında STK’ların rolü<br />
ve bunların her biri ayrı başlık halinde alanlarında<br />
uzman, aynı zamanda popüler insanlar arasında<br />
konuşuldu. Sonra Bayırbucak konusu gündeme<br />
geldiğinde biz de bir şeyler yapmalıyız dedik. En<br />
zor durumda olan kadınlar ve çocuklardı. Yani<br />
yetişkin insan ot yer, bir şekilde karnını doyurur,<br />
hayatta kalabilir ama çocuk mama yemediği zaman<br />
ölür. Dedik ki bebek bezi ve bebek maması,<br />
bir miktar kuru gıda gönderelim. Hatta ilk sırada<br />
Muhsin Yazıcıoğlu tırı battaniye doluydu. Muhsin<br />
Başkan karda Şehit olduğu için. Yavuz Sultan Selim<br />
TIR’ı vardı o bölgeyi o fethetti. Şeyh Şamil TIRI<br />
vardı, biliyorsunuz o bölgede ilk başta Çeçen -Rus<br />
savaşı vardı. Abdülhamit tırı vardı. O tırda sadece<br />
su vardı. Biliyorsunuz Hicaz’da su meselesi yüzünden<br />
İngilizleri kovuyor. Aslında Petrol aradıklarını<br />
Abdülhamid Han biliyor. Tırların isimlerinin hep<br />
ideolojik altyapıları vardı. Muradiye Kültür Vakfı<br />
Başkanı Mustafa Kalfaoğlu TIR’ı vardı yani hepsinin<br />
ideolojik altyapıları vardı. Şeyh Şamil tırı çok tepki<br />
topladı, çıkartmadık. Biz tavrımızı gösterdik, onlar<br />
tepkilerini gösterdi.<br />
Görme engelli kardeşlerimize Kur-an dersleri<br />
verdik. Bu arada Çengelköy’de Mustafa Demirkan<br />
Hocamız var. Görme engelli kardeşlerimizin<br />
Kuranı Kerim okuyabilmesi için bril alfabesi ihtiyacımızı<br />
karşıladı. Çok şükür ki şu an Kur-an okuyan<br />
görme engelli kardeşlerimiz var. Kardeşlerimiz<br />
arasında hafızlığa devam edecek olanlar var. Bu<br />
çalışmaların yanı sıra tezhip eğitimleri verildi. Yine<br />
duyurmuş olalım gönüllü kardeşlerimiz aracılığıyla<br />
Matematik, Fen ve İngilizce ücretsiz dersler<br />
verdi. Önümüzdeki dönemde de İnşallah bu<br />
projemiz devam edecek. Yani sanatı ve siyaseti bir<br />
arada götürüyoruz.<br />
Bizimle birlikte olan her kardeşimin hakkaniyet<br />
çerçevesinde fikri ne olursa olsun, siyasi görüşü<br />
ne olursa olsun söz konusu vatan millet ise eğer,<br />
her sözü özgürce söyleme hakkı var ! Ben bunların<br />
bütün riskini tek başıma göğüslemiştim. Bütün<br />
kardeşlerime de bunu söyledim çünkü bu hareketin<br />
bir misyonu var ve bu misyonumuzun şöyle<br />
bir sloganı var bu slogan da ‘SÖYLENECEK SÖZÜ-<br />
MÜZ VAR…’ Yavuz Sultan Selim’in cariyeleriyle ile<br />
bir hikayesi var biliyorsunuz.’ Derdi olan neylesin<br />
hiç durmasın söylesin, korkuyorsa neylesin hiç<br />
korkmasın söylesin…!’ Cariyenin aşkıdır bu hikaye<br />
ve Burada da söz konusu Aşktır.<br />
MEHMET SABIT GÖKTAŞ: :BIZLERE DEĞER-<br />
LI VAKTINIZI AYIRDIĞINIZ VE VERDIĞINIZ BU<br />
ÖZEL CEVAPLAR IÇIN TEŞEKKÜR EDERIZ.<br />
ÖLÜMLE DIRILIŞ...<br />
Ölüme karşı duran durdurulan bir veda...<br />
Süt beyazı çarşaflar dizili gözlerimin önünde<br />
Ve gözlerim süt beyazı perdeleri aralıyor.<br />
Bir aralık ki<br />
O aralıkta düşüyor gözlerimin perdesi<br />
Çırılçıplak bir çığlıkla<br />
Bir küçük ruh kainatı aralıyor....<br />
Göçebeyiz göçebe sevdalar<br />
Bir çingene huzuruyla yatıyorum ağaçları altında<br />
Üsküdar’ın<br />
Filozofların ayak izlerinde düşüncem,<br />
Cerrahın rolünü çalıyor hademeler.<br />
Ve rol verirken Rab ruhlara,<br />
Bir ruh ahirete koşuyor. Konuşuyor yer ve gök,<br />
Kıble konuşuyor,<br />
Karalar bağlamış kutsal ev<br />
Karanlığı güzel kılıyor....<br />
Şeker tutamayacak kadar küçük ellere<br />
Kainatı sallayacak kudret veren irade!<br />
İdareleri imtihan süzgecinde eleyen,<br />
Eledikçe Müslüman kalpleri bir hıdrellez ateşiyle<br />
kavuruyor.<br />
Daha kuvvetlisine yol yapan minik kalplerin kurşundan<br />
zırhlarını Görüyor Gözlerim<br />
Görüyorum sadece bu da değil gördüğüm,<br />
Bir de gönülsüzce edilen riyakar dualar, onlar bir<br />
yetimin başını okşamayı adetten bilirler, adetten<br />
adet edindikleri dinleriyle çıkarlar göklere...<br />
Gazabını saklarken gök, gürültüsünde, bir annenin<br />
hamdolsun kelimesi ile rahmete dönüşüyor düşüyor<br />
annelerin rahimlerine....<br />
Rahmana açılan sır oluyor onların duası, kusuru<br />
örten sırdır anneler....<br />
Anneler ki bir beyaz örtüyle sarılmaya yakışmazlar<br />
bir de yağmuru beyaz örtülerle sarmaya...<br />
MUSTAFA AKIF EKŞİ<br />
Sivil Toplum Hareketi Genel Başkanı<br />
kusva.org<br />
28
DÜŞÜNCE<br />
OĞUZ KAĞAN BAYRAKDAR<br />
BEN’LİĞİ<br />
KORUYAN<br />
MEKANLAR<br />
İngilizce’de City ya da Urban Fransızca’da<br />
Urbain, Cite, Almanca’da Stadt, Latince’de<br />
Urbem olarak yer bulan “Şehir”<br />
kavramı bir medeniyet belirtisi olarak kabul<br />
edilmiştir. Batı dilleri civilisation(medeniyet)<br />
kelimesini civitas(kent)’tan türetirlerken,<br />
Arapça da Medine(kent)’den<br />
medeniyeti türetmiş ve bunu evrensel bir<br />
kabule sığdırmıştır. Medeniyetin tanımlayıcısı<br />
ve bir irade ürünü olan şehirlerin ilk<br />
olarak M.Ö 4400 civarında Suriye, Filistin,<br />
Mısır ve Mezopotamya civarında ortaya<br />
çıktığı bilinmektedir.<br />
Medeniyet ile bütünleşen şehirleşme<br />
akımı, zaman içerisinde kendi öz kültürünü<br />
koruyarak gelişmiştir. Şüphesizdir<br />
ki, her tarihi dönemin olduğu gibi, her<br />
şehrin de coğrafya, kültür, devlet ve din<br />
etkisiyle beraber kendi ayırt edici özellikleri<br />
vardır. Bu ayırt edici özellikler bazen<br />
taştan evler olurken bazen kale içerisinde<br />
bulunan yapılar olmuştur, bazen cami<br />
ve pazar etrafında şekillenen meskenler<br />
olurken, bazen de manastırların kendi<br />
bölümlerinin birleşiminden ortaya çıkmış<br />
yerleşim yerleri olmuştur. Sorulması<br />
gereken, ya da benim genellikle sorguladığım<br />
sorunsal şudur:<br />
“Evrensel bir medeniyete ya da şehir<br />
anlayışına ulaşabilir miyiz?<br />
Ulaşabilirsek bu ne derece etik ve kabul<br />
edilebilir olur ? “<br />
1940’lardan itibaren profesyonelce<br />
muhtelif araştırma merkezlerinin ilgili<br />
bölümlerinde şehirler hakkında daha üst<br />
düzey çalışmalar yapılmaya başlanırken,<br />
oryantalizm ve batı merkezli hakim<br />
görüş tarafından ütopik, diğer şehirleri<br />
ötekileştirilen tanımlar da ortaya çıkmaya<br />
başlamıştır. İnsanlar yapılan tanımlar<br />
dahilinde yaşamış oldukları merkezleri<br />
( tarihi ya da sonradan kurulan) medeni,<br />
modern, tarihi ve yahut geri kalmış,<br />
gelişmemiş gibi tanımlarken, çizilen<br />
kriterler çerçevesinde belli bir kategoriye<br />
dahil olmaya başlamışlardır. Osmanlı<br />
Devletin’ de “Cuma kılınur, bazar durur”<br />
, Avrupa’da surlarla çevrili şatolar olarak<br />
karşımıza çıkan şehir, içinde bulunduğu<br />
kültüre ayak uydurarak kendi dinamikle-<br />
29<br />
eylül ‘17
OĞUZ KAĞAN BAYRAKDAR<br />
rini oluşturup, kendi orijinalitelerini ortaya çıkarıp<br />
günümüze kadar devam etmiştir. Peki farklılık, gerilik<br />
midir, ve yahut birbirine benzemeyen unsurların<br />
olduğu yerler üzerinden tanımlama yapacak<br />
olursak neler söylemeliyiz?<br />
Karadeniz bölgesinin ufak ama gözümde pek<br />
şirin olan illerinden birinde, Trabzon’da yaşıyorken<br />
bir süredir hayatıma Ankara’da devam etmekteyim.<br />
Ankara’ya ilk geldiğim zaman şehrin bürokratik<br />
binalarıyla yüz yüze gelmiş, gri havasıyla<br />
karşılaşmıştım. İngiltere’de altı ay kadar kalma<br />
fırsatım oldu ve bu süre zarfında yağmurlarıyla<br />
ünlü Britanya adasının elliden fazla bölgesini gezme<br />
imkanım oldu. İngiltere macerasından sonra<br />
Gürcistan ve Azerbaycan’a gittim ve burada da,<br />
zikredilen ülkelerin farklı şehirlerinde bulundum.<br />
Türkiye içerisinde de farklı birçok şehri gezdim,<br />
gözledim, şehrin kültürünü anlamaya çalıştım. Bu<br />
yazıları yazarken şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki:<br />
Evrensel bir şehir kültürü yoktur, evrensel bir medeniyete<br />
ulaşmak ise söz konusu dahi olamaz!<br />
Her şehrin kendi bağlamında, kendi kültür<br />
potası içerisinde karakteristik özellikleri vardır.<br />
Artvin, Rize, Trabzon gibi yeşilin cömertçe olduğu<br />
şehirlerde ahşap evlerin varlığı ve bunun yanında<br />
dar sokaklar, her köşe başında ufak ama samimi<br />
bakkalların oluşu ve uçsuz bucaksız gözleri doyururcasına<br />
uzanan Karadeniz nasıl şehirler ile<br />
bir bütün oluşturuyorsa, İngiltere’nin ortaçağlardan<br />
kalma taştan evleri, rengarenk çiçeklerle<br />
süslenmiş cennet hissi veren bahçeleri, kiliselerin<br />
hâkim olduğu ızgara planlı caddeleri o derece bu<br />
şehirlerin kimliğini ve yaşanmışlıklarını dile getiriyor.<br />
Devlet-i Aliye ve Doğu Roma’ya payitahtlık<br />
yapması hasebiyle birçok tarihi ve ihtişamlı yapıyı<br />
bünyesinde bulunduran, mahremiyetin sınırlarının<br />
görüldüğü yüksek avlulu evlerin karşımıza çıktığı,<br />
bunun yanında bir taraftan gök kubbeye ulaşmak<br />
istercesine yükselen gökdelenlerin de şehrin çoğu<br />
noktasından görüldüğü İstanbul ne kadar eşsiz<br />
ise, Sovyet mimari etkisini şehrin merkezinde<br />
görebileceğiniz, geniş cadde ve parkların olduğu,<br />
eski olanın korunduğu, yeni olanın ise eskiye benzetilerek<br />
yapıldığı Bakü de o derece bahsettiğim<br />
medeniyet içerisinde değerlidir.<br />
Günümüz popüler kültüründe, teknolojinin<br />
etkisiyle beraber tek tip insan yaratma eğilimi<br />
olduğu gibi, birbirine benzer binalar ve şehirler<br />
inşa etmek de bir akım haline gelmiştir. Eski olan<br />
hor görülmeye başlanmış, yeni “modern” binalar<br />
gözümüze daha sık çarpar olmuştur. Eskişehir’deki<br />
Odun pazarı , Ankara’daki Hamamönü , Trabzon’daki<br />
Akçaabat, İzmir’deki Şirince, Mardin’deki<br />
Midyat ve bunun gibi nice örnekler sadece sembolik<br />
ve turistlik olarak ziyaret edebileceğimiz,<br />
küçük alanda kısıtlı kalmış yerlere dönüştü.<br />
Farklılıkları zenginlik olarak algılamakta güçlük<br />
çektiğimiz, bizden olmayana saygı göstermek de<br />
bile zorluk çektiğimiz bu “modern” dönemlerde,<br />
kendi kültürüne, kendi yapılanmasına, dar sokaklarına,<br />
renklerine, dini yapılarına ve yahut farklı<br />
olan her şeye sahip olan tüm şehirler, ayrı ayrı bir<br />
medeniyet ürünüdür ve hepsi asimile olmamak<br />
için, sıradanlaşıp diğerleri gibi görünmemek için<br />
kendi kültürünü korumakla yükümlüdür.<br />
kusva.org<br />
30
MAKALE<br />
ADEM CEYLAN<br />
İSLAM’IN<br />
NAZARINDA<br />
İNSAN<br />
İSLAM’ IN NAZARINDA INSAN, EN<br />
ÜSTÜN KUTSAL ÇOK KIYMETLI DE-<br />
ĞERLI BIR VARLIKTIR. Alemde maksat<br />
insan, insanda amaç olgun insandır,<br />
alemde her şey insan için var olmuştur<br />
. İsra suresi 70 . ayette şöyle buyrulur<br />
: “ yemin olsun ki biz insan oğullarını<br />
şerefli kıldık .” İnsanın değerini önemini<br />
yeminle beyan ederek Tin suresi<br />
( 4. Ayette ) şöyle buyrulur: “ biz insanı<br />
en güzel biçimde yarattık .” İslam’ın<br />
insana verdiği önemi değeri insanlığın<br />
elinde ki sistemlerin hiç birinde bulmak<br />
mümkün değildir. İslam dini insanın<br />
dirisine ölüsüne çok değer veren bir<br />
dindir .<br />
İNSAN IKI YÖNÜ OLAN DEĞERLI<br />
BIR VARLIKTIR , BEDEN YÖNÜ DEVA-<br />
MI IÇIN YEMEYE, IÇMEYE HAVAYA,<br />
BARINMAYA, KORUNMAYA IHTIYACI<br />
VARDIR. Bir de insanın ruh yönü vardır.<br />
İnsanın asıl cevherini teşkil eden de ruhsal<br />
yapısıdır. Bu konu üzerine ilkçağdan<br />
günümüze kadar kalemler yazmış beyinler<br />
düşünmüş fikirler yorulmuş diller<br />
konuşmuş fakat insanın ruhsal yönünün<br />
inkarı mümkün olmamıştır. Ruh nedir?<br />
ihtiyaçları nelerdir ? nasıl mutlu olur ?<br />
sorularına cevaplar aramışlar. Nereden<br />
geldim? Nereye gideceğim? Ne olacağım?<br />
ruhun mutlu olması için bu<br />
sorulara cevaplar aramışlardır. Ruhu<br />
gönlü mutlu etmek için felsefe, akıl, din<br />
öne çıkmıştır. Akıl insanlığa doğruyu,<br />
iyiyi, güzeli gösterip, insanı yanlıştan<br />
korumak için yol göstermiştir, aklını<br />
kullanan milletler diğerlerinden teknik<br />
ve uygarlık alanında ileri olmuşlardır.<br />
Fakat akılda gönül ruh dünyasının nereden<br />
geldim ne olacağım sorusuna<br />
cevap veremedi gönül ve ruhta ki<br />
sıkıntıyı, üzüntüyü ve acıyı yok edemedi.<br />
İnsanlığı bu korkunç acıdan kurtarmak<br />
için Allah kullarına merhameti ihsanı<br />
tevfiki keremi ile kendi cinsinden akıllı,<br />
zeki, doğru, güvenilir, şerefli peygamberler<br />
aracılığıyla gönderdiği ilahi vahiy imdada<br />
yetişiyor, fakat peygamberler diğer insanlardan<br />
farklı olarak taşlar arasında elmas<br />
gibidirler. Getirdikleri ilahi vahyin adı<br />
dindir.<br />
Din, Allah tarafından ilahi vahiy<br />
ile peygamberlere gönderilen dünya<br />
ve ahiret mutluluğunu sağlayan akıl<br />
sahiplerini iyiye doğruya hayra çağırıp<br />
yönelten ilahi bir kanundur (İslam alimlerinin<br />
tanımı).<br />
İSLAM DINININ INSANLIK IÇIN<br />
AMACINI ŞÖYLE ÖZETLEYEBILIRIZ:<br />
Canını korumak : İslam da can<br />
kutsaldır, çok kıymetlidir. Bir canı yok eden<br />
bütün insanlığı yok etmiş gibi günah<br />
yüklenir, büyük günahlardandır, en büyük<br />
haramdır, hayat hakkı elinden alınır. Bir<br />
canı kurtaran da bütün insanlığı kurtarmış<br />
gibi sevap kazanır ne mutlu bu yolda çalışanlara;<br />
yazıklar olsun ki İslam dünyasının<br />
can pazarında ki cellatlarına yardımcılarına<br />
yuhlar olsun.<br />
Malını korumak : İslam da mal çok<br />
önemlidir. Helal rızık için çalışmak nafile<br />
ibadet gibi sevap kabul edilir. Haram<br />
yolla mal kazanmak büyük günahtır ateş<br />
yemek gibidir, kul hakkı da çok büyük<br />
günah kabul edilir. Allah inananları bu<br />
hatadan korusun helal rızık mal olmazsa<br />
huzur olmaz.<br />
Aklını korumak : İslam akla çok<br />
önem verir, insan için akıl en üstün değerdir.<br />
Can mal , akıl ile değer kazanır,<br />
31<br />
eylül ‘17
ADEM CEYLAN<br />
din akıl sahiplerini sorumlu tutar akıl olmayınca<br />
hayat rüzgarın sürüklediği yaprak gibi değersiz<br />
olur ne tarafa sürükleneceğini bilemez bunalımlı<br />
bir hayat yaşar gündüzü gece olur. İslam<br />
akla zarar veren akli değerleri gideren her türlü<br />
içki ve benzeri maddeleri yasaklayıp büyük<br />
günah olarak haram kılmıştır. Dünya ve ahrette<br />
büyük cezalar göreceğini bildirmiştir.<br />
Dinini korumak : İslam da din , dünya ve<br />
ahret hayatının mutluluğu için çok önemlidir.<br />
Yer yüzünde ilkel ve medeni toplumlar bulursunuz,<br />
harabe şehirler, ilkel kabile köyleri bulursunuz<br />
, çok imarlı gökdelenli şehirler bulursunuz<br />
fakat mabetsiz mabutsuz bir şehir bir millet<br />
bir kabile bulamazsınız, dinsiz toplumların yaşadığı<br />
görülmemiştir. Din karanlık gecede arabalara<br />
yol gösteren far gibidir, din hayata güven mutluluk<br />
sağlar, karamsarlık, kötümserlik, miskinlik, pasiflikten<br />
insanı kurtarıp sevgi ümitle hayata yöneltip mutlu<br />
yaşamasını sağlar. Canlarına kıyanların bu yüce<br />
değerlerden uzak olanlar diye düşünüyorum.<br />
Nesli korumak : Bu amaçlardan en önemlisi<br />
de nesildir. Can mal akıl din ancak nesil ile devam<br />
edecektir . Nesil olmayınca o kutsal değerler<br />
yüce amaçlar devam edemez, sürekli olamaz ancak<br />
hayırlı nesil ile devam eder. Malazgirt de Alp<br />
Arslan’ın, Kosova’ da şehitler şahı Murat Hüdavendigar’ın<br />
Bizans da Sultan Fatih Han Hz lerinin,<br />
Çanakkale deki ve bugünkü Mehmetçiğin davası<br />
aynıdır. İdeallerine uygun bu nesilleri sayesinde<br />
canı, malı, aklı, dini, milleti, vatanı ve namusu, imanlı<br />
irfanlı edepli hayalı şefkatli merhametli nesille<br />
devam ediyor edecektir. Abartmıyorum Orta<br />
Doğuda ki vahşeti görenler bu mübarek nesli<br />
tanıyacaktır, yaşlı insanları sırtında götüren,<br />
üşüyene elbisesini verip lokmasını paylaşan da<br />
bu nesildir. Ne mutlu sana ey şanlı asker.<br />
BU NESIL AILE OCAĞINDA ANA BABA<br />
KUCAĞINDA YETIŞIYOR. Rabbimiz kendine<br />
ibadet etmeyi ana babaya iyilik ihsan etmeyi<br />
emretti, evlatları olarak bizler ise onlara tatlı söz<br />
güler yüzle davranmalıyız. Yüce dinimiz ana<br />
babaya büyük görevler vermiştir, ayrıca eşler<br />
arasında ise ailede ikramı sevgi saygıyı muhabbeti<br />
şefkati merhameti iyiliği eksik etmemeli birbirlerinden<br />
emin güven içinde sadakatle örnek olarak<br />
yaşamalıdır.<br />
İSLAM DINI INSAN IÇIN IMANI, FAZILETI,<br />
GÜZEL AHLAKI ESAS ALMIŞTIR. PEYGAMBERIMIZ<br />
DE GÜZEL AHLAKI TAMAMLAMAK IÇIN GÖN-<br />
DERILDIM BUYURUR. Hak aşığı da ne güzel söylemiş<br />
: “ Ahlak iledir nizamı alem, Ahlak iledir<br />
kemali Adem, Ahlaka riayet edilmeyince, semti<br />
edebe gidilmeyince nice maarif ehli ulume<br />
tercih ediyor cehli .” Bugün insanlığın çektiği<br />
acılar iman ahlak edep yokluğundandır, ahlaki<br />
değerleri yok olmuş toplumlar er veya geç yok<br />
olup yıkılmaya mecbur olmuşlardır. İman, edep,<br />
güzel ahlak insanlık için fazilet kaynağıdır. Çocukları,<br />
Allah’ın en büyük lütfü , keremi, ihsanı bilip<br />
iyiliksever, dine, vatana, millete hizmet duyguları<br />
ile yetiştirmeliyiz, bu ana babanın en önemli görevidir<br />
ve bundan sorumludurlar. Küçüklere sevgiyi,<br />
büyüklere saygıyı, güzel sözü, güzel davranışı, güzel<br />
ahlakı yaşayarak öğretmeliyiz. Doğruluğu, iyilik<br />
yapmayı, bağışlamayı, yardımseverliği, affedici<br />
olmayı öğretmeliyiz.Yalancılığın, kovculuğun, hakka<br />
saygısızlığın, ikiyüzlü olmanın, iftira tezvirliğin, ırz<br />
ve namusa kötü gözle bakmanın dinen günah<br />
haram olduğunu öğretmeliyiz. Varlığının Allah’tan<br />
olduğunu öğretip şükrü, sabrı, yoksulları, açları,<br />
düşünmeyi, kanaatkâr olmayı, helal rızık kazanmayı<br />
öğretmek ana babanın en önemli görevidir.<br />
AILELER, ÂLIM YANINDA DILINE, ARIF YANIN-<br />
DA KALBINE, SOFRADA ELINE, MISAFIRLIKTE<br />
GÖZÜNE SAHIH ÇIKAN, IŞINI AŞINI BILHAS-<br />
SA HADDINI BILEN KIŞI YETIŞTIRMELIDIR. Bu<br />
hususta Lokman as’ mın çocuğuna öğütlerini<br />
Kuran’ dan öğrenmek ne iyi olur. Hak aşığı ne<br />
de güzel söylemiş : “ Kimseye dik söyleme ,<br />
azgın nazar eyleme , hüsnü ahlakı terk eyleme<br />
, durma canım gönül yap, incitme tatlı söyle<br />
, durma canım gönül yap , gazabın teskin<br />
eyle , durma canım gönül yap, Ya İlahi ismi<br />
zatın hürmetine aman derim aman etme<br />
şerrünnas , Nuru pakin habibin hürmetine<br />
aman derim aman etme şerrünnas, Ya İlahi Ahmedi<br />
Mahmud’u Muhammed hürmetine aman<br />
derim aman etme şerrünnas . ”<br />
HAMD AZABINDAN SAKINMAYA MAĞFIRETI-<br />
NE GÜVENIP SIĞINMAYA LAYIK OLAN ALEMLERIN<br />
RABBI OLAN YÜCE ALLAH’A MAHSUSDUR.AL-<br />
LAH’IN YARDIM IHSANI TEVFIKI HEPIMIZIN ÜZE-<br />
RINE OLSUN ALLAH’IN ÖVDÜĞÜ SEVDIĞI ALEM-<br />
LERIN EFENDISI PEYGAMBERIMIZ EFENDIMIZE<br />
ALI ASHABINA SALATÜ SELAMLAR OLSUN.<br />
kusva.org<br />
32
ŞİİR<br />
TUĞBA ERKAN<br />
BİR TELAŞ VAR<br />
AKLIM ALMIYOR<br />
Mevsimler gelip geçiyor,<br />
Günler peşinde günlerin.<br />
Zamanı büyütüyoruz,<br />
pervasız bir çığ gibi.<br />
Savunmasız bir yaprak gibi salıyoruz<br />
nehre,<br />
Akıp gidiyor.<br />
Cefasından çektiğimiz yetmezmiş gibi<br />
Devası da aşıyor boyumuzu.<br />
Bir telaş var aklım almıyor.<br />
Kuşlar bir yerlere yetişiyor.<br />
Deniz her zamankinden daha aceleci<br />
vuruyor dalgalarını...<br />
Şu vapur habersiz<br />
mavinin derinliğinden.<br />
Açmasıyla solması<br />
bir olan çiçekler gibi<br />
Seriyoruz umutları...<br />
Solmayı nakış gibi işliyoruz<br />
umutların kaderine,<br />
Ah utanmalı !<br />
Güneş doğmak için doğuyor.<br />
Batmak için batıyor gün.<br />
İki damla düşüyor<br />
mavisini yitirmiş gökyüzünden,<br />
Gökyüzü kül karası.<br />
Yağmurlar gözyaşımı<br />
temsilen yağıyor.<br />
Bir dolmuş küçülüyor yolun sonunda.<br />
En arka camından<br />
ne küçükmüş dünya...<br />
Bir telaş var aklım almıyor !<br />
Yürümeyi unutuyoruz sahil kenarında.<br />
Sicim gibi yağmurda ıslanmayı, ıslanmak<br />
felaket oluvermiş.<br />
Gökyüzünü kucaklamayı,<br />
Anlamayı<br />
İnsanlığı,<br />
Sarılmayı,<br />
Tebessümü unutur mu insan?<br />
Unutuyoruz...<br />
Öfkelenmeyi biliyoruz da<br />
dinmekten yoksunuz.<br />
Güldük sanıyoruz, gülmüyoruz;<br />
Sevdik sanıyoruz, sevmiyoruz.<br />
Aslına bakarsan biz,<br />
biz sevmeyi bilmiyoruz !<br />
Sabah oluyor başlıyor koşuşturmaca.<br />
Birilerinin hayatlarından geçiyoruz.<br />
Birileri hayatlarımızdan geçiyor.<br />
Hayatın akışı diye<br />
avuturken kendimizi,<br />
33<br />
eylül ‘17
TUĞBA ERKAN<br />
benliğimizi yitiriyoruz.<br />
Kar yağıyor, bazen yağmur.<br />
Bazen buz kesiyor ilik,<br />
Bazen yakıyor teni güneşin sarısı,<br />
Bir açıyor bir kapıyor akşam sefası.<br />
Kırıyoruz, kırılıyoruz.<br />
Peşi sıra diziyoruz kırıklarımızı, kalpten içeri.<br />
Kanayan yerlerimize el basıyoruz<br />
acımız dinsin diye.<br />
Yeni kederler ekliyoruz kadere.<br />
Yine de vazgeçmiyoruz<br />
balkona mutluluk mandallamaktan.<br />
Neler kaybediyoruz bir yaşam boyu?<br />
Ne sevdalar gömüyoruz?<br />
Maziye gömülen sevda da acı<br />
değil midir toprağa gömülen sevda kadar?<br />
Ne anneler yitiriyoruz, ne babalar<br />
Bir çocuk öldü diyoruz ansızın<br />
yanaklarından gonca toplanılası bir çocuk<br />
Goncaları dökülüyor ayaklar altına<br />
Dünya dönüyor,<br />
Biz unutuyoruz<br />
Dünya dönüyor,<br />
Biz avunuyoruz.<br />
Bir telaş var aklım almıyor<br />
kusva.org<br />
34
ELEŞTİRİ<br />
FATMA YILDIZ<br />
ÇÖLLER NIÇIN<br />
KURAK KALIR?<br />
AFRIKA, kuraklık, kıtlık, açlık, salgın<br />
hastalık, yolsuzluk, terörizm, katliam<br />
ve soykırım gibi türlü felaketleri barındıran<br />
bir kara kıta olarak gösterilir<br />
bize. Aslında bunların hepsi, kıtanın<br />
bize görünen, bize gösterilen veya<br />
algı operasyonlarıyla bize inandırılan<br />
yüzüdür.<br />
16. Yüzyılın başlarından beri, Afrika<br />
“medeni” Avrupa’nın dikkatini çekmiş,<br />
bu doğrultuda da Avrupalı devletler<br />
insan unsurları, yer altı ve üstü gibi<br />
kaynakların “araştırılması” ve “sömürülmesi”<br />
için pek çok kaşifi ve misyoneri<br />
kıtaya göndermiştir. O zamanlardan<br />
beri süre gelen Avrupa “zihniyeti”<br />
burada hakim olmuştur.<br />
AVRUPALILAR bunları yaparken<br />
Osmanlı Devleti dönemi hariç Türkler<br />
de, olan bitene sessiz kalmış. Afrika’yı<br />
kötü tanıyarak buralara gelmekten<br />
hep çekinmiştir. Gelenlerde ülkelerine<br />
ve Afrika toplumlarına faydalı olalım<br />
derken aslında zarar da vermişler. Örneğin,<br />
gelen Türkler Afrikalılara balık<br />
tutmayı değil, balık yemeği öğretmişler.<br />
Türk toplumu olarak hala yeterince<br />
güçlü değiliz Afrika’da - ki geleceğin<br />
kıtası ve Ortadoğu’dan sonra çıkar<br />
çatışmalarının en yoğun yaşandığı<br />
kıta olmasına rağmen.<br />
AFRIKA’DAKI insanların durumundan<br />
bahsedilecek olursa birden<br />
fazla sorun ile karşı karşıya, özellikle<br />
kuraklık ve susuzluk kıta toplumunun<br />
belini büküyor. Bunlar doğal olarak<br />
açlığı beraberinde getiriyor. Bu yüzden<br />
de, susuz gönüllere ve topraklara<br />
aç olan insanlar yaşıyor burada. İnsan<br />
memleketinin zenginliğinin ve refahının<br />
kıymetini yurt dışına çıkınca daha<br />
iyi anlıyor özellikle Afrika’ya yolunuz<br />
düşmüşse.<br />
SUSUZLUK çeken insanları görünce,<br />
insanlarımızın rahatına düşkünlüğü,<br />
duşa girince saatlerce çıkmadığı<br />
ve suyu hunharca kullandığı<br />
aklınıza geliyor ve içiniz sızlıyor. Şu<br />
an Etiyopya ve Somali bazı vilayetleri<br />
açısından oldukça kuraklık ve beraberinde<br />
susuzluk çeken insanlarla dolu.<br />
Böylesi bir duruma insanların arasına<br />
dahil olarak kolayca şahit olabilirsiniz.<br />
Mesela, bazı top oynayan çocukların<br />
35<br />
eylül ‘17
FATMA YILDIZ<br />
yollarda birikmiş pis sularda ellerini, yüzlerini<br />
ve ayaklarını yıkadığını görebilirsiniz.<br />
SONRA susuzluktan dudakları kurumuş annelerin<br />
çıplak bebeklerini sırtlarına renkli bez<br />
parçasıyla bağladığı, bu annelerin çocukları<br />
düşmesin veya zarar görmesin diye iki büklüm<br />
olduğu ve karşısındaki insana derdini anlatmaya<br />
çalıştığı dikkatinizi çeker.<br />
BURADAKI camiler gibi her zaman suyu<br />
gürül gürül akan şadırvanlar yoktur. Bu yüzden<br />
de, Müslüman insanların, erkek, kadın<br />
veya çocuk fark etmeksizin, ellerindeki küçük<br />
plastik şişelerden akıttıkları azıcık su ile kendi<br />
dükkanlarının önünde yani cadde kenarlarında,<br />
çamura dönmüş yerlerde abdest almaya<br />
çalıştığı gözünüze ilişir.<br />
AYRICA, sokakta ve caddelerde kahve<br />
yapıp ikram eden ve bundan gelir elde eden<br />
kadınların, yuvarlak hafif derince taslarında<br />
biriktirmiş oldukları su ile yine aynı cadde ve<br />
sokaklarda herkesin gözü önünde o kadarcık<br />
su ile renkli olan fincan ve tabaklarını yıkadığına<br />
şahit olunur.<br />
UNU, suyu katık yapıp karınlarını doyurmaya<br />
çalışan ahalinin suyu bulamadığında<br />
öldüğü veya hastalanıp çaresizliğe düştüğü ve<br />
nihayetinde de yine açlıktan hayatını kaybettiği<br />
haberi kulağınıza gelir. Su nimetinden mahrum<br />
olmayan birileri için bu sözler, söylenti<br />
malzemesi olup, ah vah yazık gibi ifadelerle<br />
söylenip geçilecek ve bir gün bile gündemde<br />
yerini korumayacak ifadelerdir.<br />
FAKAT evimizde bir gün su kesilse, hayatta<br />
en kıymetli şeyin su olduğunu anlayıveririz. Bu<br />
yüzdendir ki, suyun, insan ve bütün hayvanat<br />
için değerini ve kıymetini hepimiz anlamak<br />
zorundayız. Elbette banyolarda, mutfaklarda<br />
su bir ihtiyaç ve suyu kullanmak hakkımız,<br />
ama onu ziyan etmek değil. Çünkü o su da<br />
Afrika’nın susuzluktan kıvranan halkının da<br />
hakkı var. İnsanlığın susuzluğuna şahit olan<br />
biri olarak, bu bilinç ile tüm milletlerin hareket<br />
etmesi düşüncesindeyim.<br />
BIR de su ve önemi ile ilgili bize miras<br />
kalan, kulağımıza küpe olacak, ne güzel atasözlerimiz<br />
var. Bunlardan biri de bana göre,<br />
“taşıma su ile değirmen dönmez” sözü. Bu<br />
atasözüyle, atalarımızın her gittikleri ve fethettikleri<br />
yerlerde niçin çeşme yaptıkları idrak edilebilir.<br />
Gelenek devam ettirilerek de su kuyusu<br />
açma faaliyetleri hızlandırılabilir. Nihayetinde<br />
de açılan su kuyuları ile susuz gönüllere ve<br />
topraklara çare olunabilir. Bu yüzden, Afrikalılara<br />
öncelikle balık yemeği değil balık tutmayı<br />
öğretmemiz gerekiyor.<br />
kusva.org<br />
36
MEKTUP KARDEŞLIĞI PROJESI<br />
Köy okulları başta olmak üzere İlkokul ve ortaokul öğrencileriyle bir araya<br />
gelerek rol-model oluşturmak amacıyla başlattığımız gönüllük<br />
hareketine üniversteli genç, dinamik ve örneklik teşkil<br />
edebilecek gönüllü kardeşlerimizi bekliyoruz.<br />
Bu yıl için belirlemiş olduğumuz İslam Bilim Adamları temamız miniklerin<br />
yoğun ilgisini çekmekte Yine bu konulara ilgi duyan ve bunları miniklerle<br />
paylaşmak isteyen gönüllü arkadaşları aramızda görmek isteriz.<br />
Geçtiğimiz dönemde pilot okul olarak belirlediğimiz.<br />
Erzurum/Bellitaş köy okuluna mektuplarımızı yolladık.<br />
Yeni dönemde ise projemizi dahada büyütüyoruz ve en az beşyüz yeni<br />
Mektup kardeşi arıyoruz. Projemize katılmak isterseniz<br />
bizimle irtibata geçin<br />
CEYDA KAYA<br />
bilgi@kusva.org<br />
kusva.org<br />
38