You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
KUSVA Gençlik Hareketi<br />
Adına İmtiyaz Sahibi<br />
Burak AK<br />
Yayın Koordinatörleri<br />
ve Yayına Hazırlayanlar<br />
Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />
Nida URMUÇ<br />
Behlül ALP<br />
Hüseyin Can COŞKUN<br />
Furkan GÜR<br />
Ceyda KAYA<br />
Emine HAXCİU<br />
Ömer BAKKALOĞLU<br />
Mizanpaj<br />
Necmeddin YAZICI<br />
İletişim Bilgileri<br />
bilgi@kusva.org<br />
kusva.org<br />
Kusva dergisinde yazılanların<br />
sorumluluğu yazanlara aittir.<br />
EDİTÖR’DEN<br />
Yollar...Arayışlar...Bekleyişler...Karar verme ve tercih çarpıklığı...<br />
En nihayetinde kaçınılmaz son “kaybedişler”<br />
Kaybetmeye ramak kaldığında etrafımızdaki herkesin kapısını çalıp yardım dileniyoruz. Kaybetmemek<br />
adına. Aslında kazanmaya aday iken biz, yani işlerimiz iyi giderken “her şeye burnunu sokanlar kisvesi” diye<br />
sınıflara böldüğümüz insanlara bile danışıp karar vermek üzere yol alıyoruz. Her şey kaybetmemek, yani<br />
gücümüzü daim tutmak için.<br />
Nâsın duygu devinimine ayak uydurmak güç; bir zaman kimseyi görmek istemeyip yalnızlığına gömülmeyi<br />
isterken, bir başka zaman bu yalnızlığı şikayet edeceği arkadaşlar arar durur.<br />
Toplumdan sıyrılıp sıyrıldığı toplumun gözdesi olmaya çalışan biz insanların ruhsal temposuna ayak uydurmak<br />
zor olsa da ortada duran mutlak gerçeği unutmamak gerekir:<br />
“İnsan tek başına güçsüzdür”<br />
Gücünü başka güçlerin varlığı ile kazanan bu aciz varlık, arkadaş kavramının ona neler sunduğunun bilincindedir<br />
ve bu sebeple toplumdan kopamaz.<br />
kusva.org
DENEME<br />
TABULARI<br />
YIKMAK<br />
BURAK AK<br />
1<br />
Bir toplumu bir araya getirip<br />
yeniden örgütleme kabiliyeti,<br />
ancak insanlığın geleceğiyle<br />
geçmişi arasındaki bağı yakalayabilen<br />
ve böylece hatıralarıyla<br />
ümitlerini bağdaştırabilen,<br />
başka bir deyişle, geleneklerle<br />
geleceğe yönelik projeler arasında<br />
bir köprü kurup, herkesin<br />
gözlemleriyle beklentilerine<br />
cevap verebilen, insanlara<br />
özgü bir yetenektir.<br />
(Saint-Simon Doktrininin Açıklanması<br />
Giriş, Riviere, Paris,<br />
1924)<br />
Önyargılarımız ya da mahalle<br />
baskısı mı diyelim bu duruma<br />
bilmiyorum ama pek çok<br />
yeni fikre, bize kabul ettirilmiş<br />
doğrular(!) yüzünden mesafeli<br />
yaklaşıyoruz. Bu durumu en<br />
iyi Cemil Meriç açıklıyor şu<br />
sözleriyle;<br />
“Dört yıl Ganj kıyılarında<br />
vecitle dolaştım, sağ dediler…<br />
Saint-Simon’la uğraştım iki<br />
yıl, çağımız onunla başlıyordu,<br />
sol dediler. Hind’i yazarken<br />
tek amacım vardı: Asya’nın<br />
büyüklüğünü haykırmak, yani<br />
bir vehmi devirmek, bir iftirayı<br />
yok etmek. Saint-Simon’u,<br />
putları yıkmak için kaleme<br />
almıştım. Her iki kitap da peşin<br />
hükümlerin rahatını kaçırdı, ne<br />
solun hoşuna gittiler ne sağın.<br />
Anladım ki bu iki kelime aynı<br />
anlayışsızlığın, aynı kinlerin,<br />
aynı cehaletin ifadesidir…” ( Bu<br />
ülke s326 )<br />
Batı düşüncesinde ki insanlar<br />
aralarında ne kadar keskin<br />
düşünce farkları olursa olsun<br />
ve bu farklardan doğan düşmanlıklar<br />
yaşarlarsa yaşasın<br />
aynı dili konuşmanın imtiyazını<br />
taşımaktadırlar. Belki birinin<br />
doğru dediğine öteki yanlış<br />
demektedir ama herkes neden<br />
söz edildiğini, meselenin ne<br />
olduğunu bilmekte, zihnin<br />
çalışma kanunları karşı görüşler<br />
için de geçerli olmaktadır.<br />
Çünkü aralarında kendi kökleri<br />
arasında sahici bir uzlaşmaya<br />
gitmeyi bildiği gibi aynı<br />
zamanda köklerinden gelen<br />
kavramları, en iyi düşünceler<br />
içinde yeniden yer etmeyi<br />
bilmişlerdi.<br />
Günümüzü iyi analiz eden<br />
insanların soldan hareket<br />
ettiği ya da sağda karar kıldığı<br />
biçiminde bir değerlendirme<br />
yanlış olur. Sağcı solcu gibi<br />
sınıflandırmalar hakikati maskelemeye<br />
yarayan uydurmaca<br />
hikayelerdir. “ Solla sağ bir<br />
bütündür, solu tayin eden sağdır,<br />
sağı tayin eden soldur.” Biz<br />
hakikatlerin sadece bir tarafını<br />
görmeye mahkûm ediliyoruz,<br />
oysa yalnız bir tarafını görmek<br />
hiçbir şeyi görmemek, görememektir.<br />
İnsanlar fikirleri üzerinden<br />
sığ bir bakış açışıyla bakıp<br />
birbirlerini kumanda etmekten<br />
vazgeçmeyi artık öğrenmeli.<br />
Emekleri çatıştırmayı bırakıp<br />
birleştirseler yeryüzünü çok<br />
daha kolay fethetmezler<br />
miydi ?<br />
Fikirlerimizle yeni bir çağ<br />
açmak istiyorsak azmin, inancın<br />
yanında çağın önde gelen<br />
düşünce ve stratejisine de<br />
hakim olmamız gerekir.<br />
Zihnimizi ve düşüncelerimizi<br />
yeni ufuklara açmamız eski<br />
düşüncelerimizin doğrularından<br />
bihaber olacağımız anlamına<br />
gelmez. Tam tersine sığ<br />
düşünceler hakikate yabancı<br />
kaldığı için bu yola çıkanlar,<br />
çağın bir unsuru olmayı reddederler<br />
ve çağa onun tanımadığı<br />
doğruları getirirler. Bu getirme<br />
çabası ancak çağın üstünde<br />
vasıflara sahip insanlar tarafından<br />
gerçekleştirilebilir.<br />
Bizler bahsetmiş olduğum<br />
bu düşünce üzerinde çalışıp<br />
gerektiğinde fikirlerimizle<br />
çatışmasını, yeni ufuklara yelken<br />
açmasını bilmeliyiz. Farklı<br />
bir düşüncenin doğrularıyla<br />
ocak ‘18
kavrulmak bizleri değersizleştirmez.<br />
Vaktiyle Avrupa’nın<br />
yaptığı da bu değil miydi? Bizim<br />
değerlerimizi alıp kendileriyle<br />
harmanlayıp kullanmadılar<br />
mı? Ya da 1470’lerde Fatih<br />
Sultan Mehmet Han tarafından<br />
kurulan Sahn- ı Seman Medreselerinde<br />
felsefe derslerinin<br />
verilmiş olması bunun en güzel<br />
örneği olmaz mı?<br />
Bu perspektiften baktığımız<br />
zaman bir hadis-i şerif geliyor<br />
hatırıma şairlerin şiirler, yazarların<br />
onlarca kitap yazdığı bir<br />
hadis-i şerif; “Ölmeden önce<br />
ölebilmek” söylemi. Peki ne<br />
manaya geliyordu bu hadis.<br />
Gerçekten ölmeden önce ölebilmek<br />
mümkün mü ? Ya da bu<br />
bahsetmiş olduğumuz kavrayıcı,<br />
bütünleyici doktirinlerle ne<br />
alakası olabilirdi ?<br />
Ölmeden önce ölebilmek;<br />
İnsan, kendisinin aciz ve zelil,<br />
dünyanın aldatıcı ve fani olduğunu.<br />
Ahretin ise çok yakın<br />
olduğunu tam olarak ancak<br />
ölünce anlar. Bu söz ile ölmeden<br />
önce uyanmamız hayatımıza<br />
çeki düzen vermemiz ve<br />
tam anlamıyla manayı anlayabilmemizden<br />
bahsediyor. Burada<br />
ki mana ise hakikat yoluna<br />
açılan kapıya bütün yönleriyle<br />
ulaşabilmemizle ancak mümkündü.<br />
Bu makama ulaşabilmemiz<br />
için ocu-bucu ayrımı yapmadan,<br />
insanları fikirlerinden<br />
dolayı göz ardı etmeden doğrunun<br />
ve hakikatin peşinden<br />
geniş açıyla bakmakla mümkün<br />
olabilir. Niyazi-i Mısri ne güzel<br />
anlatmış mısralarında ölmeden<br />
önce ölebilmeyi;<br />
Ey gönül gel olmagıl<br />
Hak’dan ırak<br />
Tende canın var iken<br />
eyle yerak<br />
Dünyadan ölmezden<br />
evvel et sefer<br />
Hiç edinme bir makamda<br />
sen durak.<br />
Sizce de ölmeden önce ölebilmek<br />
için tabulaşmış kalıpları<br />
yıkıp, hakikati bütün bir pencereden<br />
görmek gerekmez mi?<br />
BURAK AK<br />
2<br />
kusva.org
DENEME<br />
BEN,<br />
BENDEN<br />
HABERSİZ<br />
MEHMET POYRAZ<br />
3<br />
İSTEMSIZCE<br />
SALLADIĞIM<br />
AYAĞIMA<br />
GÖZÜM TAKILDI.<br />
Bilinçli yapmıyorum. Sallanıyorum,<br />
farkına varınca duruyor,<br />
sonra bir daha ne zaman başlıyor,<br />
bilmiyorum. Bazılarına göre bir<br />
hastalığın belirtisi, bazılarına göre<br />
psikolojik, bazılarına göre basit<br />
bir alışkanlık. Hani şu yanımızdakinin<br />
“sallama şu ayağını”<br />
tepkisinin üzerine fark edebildiğiniz<br />
türden.<br />
İlkokul çağından beri müzikle<br />
muhabbetimin olması bunun nedeni<br />
olabilir mi diye çok düşündüm.<br />
Sadece ayak sallama değil,<br />
bunun gibi birçok istemsizce<br />
yaptığım hareketleri bu çatı altında<br />
değerlendirdim. Mesela yerde<br />
dizlerimin üzerinde oturup sabit<br />
durmaya çalıştığımda sürekli ileri<br />
geri, sağa sola sallandığımı fark<br />
ettim ve bunu birçok kişide de<br />
gözlemledim. Notalarını neye<br />
göre belirlediğimizi bilemediğim,<br />
kulağıma gelen seslerin uyumuna<br />
olan hassasiyetim buna sebep<br />
olabilir mi? Neden olmasın.<br />
Sık sık ruhun gıdası dediklerini<br />
duyar gibiyim. Evet, çok duydum.<br />
Belki kulağımdaki melodiler bilinçaltımda<br />
tekrar ediyor, istemsizce<br />
bir uzvuma ritim tutturuyor<br />
ve ben bunu fark edemediğim<br />
sürece buna engel olamıyordum.<br />
Hal böyleyken “Ruhun gıdası”<br />
dediklerinin, ruhumdan çok<br />
bilinçaltımla muhatap olduğunu<br />
söyleyebildim.<br />
Bu bir bilimsel çalışma değil<br />
elbette ama konuyla ilgili halk<br />
literatüründe birçok çelişki mevcut.<br />
“Oynatmaya az kaldı, doktorum<br />
nerde, bir güzel kız yüzünden<br />
çıldıracağım “<br />
Fatih Erkoç’un 90’lı yıllardan<br />
kalma bir şarkısı, nereden takıldı<br />
ağzıma, istemsizce söylüyorum.<br />
İşte bu da diğer bir benzer<br />
durum; bazen fark etmek bile<br />
durdurmaya yetmiyor. Hatta<br />
hoşumuza gitmeyen bir melodiyi<br />
bile günlerce mırıldanmak zorunda<br />
kalıyoruz. Gel de kurtul.<br />
Nereden geliyor bu ritimler ?<br />
Bilinçaltıma veya ruhuma tesir<br />
eden nedir ?<br />
Belirli enstrümanlardan üretilen<br />
ses dalgalarının, belirli bir<br />
frekans kuralına göre uyum sağlaması<br />
ve bu seslerin kulak zarımı<br />
titreştirerek beynime iletilmesi;<br />
RUHUMA GÖRE<br />
ÇOK FIZIKSEL<br />
DEĞIL MI ?<br />
Böyle düşününce “ruhun<br />
gıdası “gibi süslü kelimelerin<br />
büyüsü biraz bozuluyor gibi.<br />
Aynı frekansları ışık kaynağından<br />
üretip, ruhumuzun bu dünyaya<br />
açılan penceresi olan gözlerimizle<br />
izlesek aynı hissiyatı verir mi? Hiç<br />
sanmıyorum.<br />
Sanırım kavramları biraz karıştırmışız.<br />
Kâinatı seyrettikçe her şeyin<br />
bir ahenk içinde varlığını sürdürdüğüne<br />
şahit oluyorum. Bir atom<br />
zerresinin tavrı ile koca gezegenlerin<br />
sistemsel hareketleri aynı.<br />
Ve bu düzen, dolaylı olarak bütün<br />
kâinata nakşetmiş gayet muntazam,<br />
kusursuz işliyor. Adeta ritim<br />
tutuyorlar. Her varlık bir meşguliyette<br />
ve canlı cansız her cisim bir<br />
halkaya girmiş, kendisine belirlenen<br />
merkezin etrafından dönüp,<br />
sistemin sorumluluğunu yerine<br />
ocak ‘18
getiriyor. Her biri bu orkestranın<br />
bir enstrümanı gibi beraber çalıp<br />
söylüyorlar. Bunu görememek<br />
mümkün değil.<br />
Bizler ise bu sistemin başıboş<br />
gezinen tek varlıklarıyız. Müsaade<br />
edildiği takdirde kendi irademiz<br />
çerçevesinde ister yukarı, ister<br />
aşağı istediğimiz yere hareket<br />
edebiliyoruz. Sisteme zarar<br />
vermek de bizim elimizde, eşref-i<br />
mahlûk olmak da. Taşın, toprağın,<br />
dağların kabul etmediği irademiz,<br />
bize bu sistemde özgürlük sunuyor.<br />
Ve ya öyle sanıyoruz.<br />
Unuttuğumuz asıl konu irademizin<br />
bizim ruhumuzla sınırlı<br />
olması. Yoksa bedenimiz de bu<br />
ekosistemin bir parçası topraktan<br />
gelip, toprağa dönüş yolculuğunu<br />
tamamlamakla meşgul. Her<br />
hücresi döngünün içinde ritim<br />
tutturmuş bedenimize, tüm bu<br />
sistemi besleyen kalbimiz iki<br />
heceli vurgusuyla eşlik ediyor,<br />
beraber çalıp söylüyorlar. Sadece<br />
bir bütün halindeyken direksiyonu<br />
bize verilmiş, irademize<br />
tutsak edilmiş. Ne zaman bizlerin<br />
de algısına bir frekans uyumu,<br />
müzik, ritim, ne derseniz deyin<br />
girdiği anda başlıyoruz biz de<br />
eşlik etmeye, sistemin ahengine<br />
içgüdüsel katılmaya.<br />
Aracımızı güzel sahiplenmişiz<br />
ama onu çok da iyi tanıdığımız<br />
söylenemez. Ölümsüz bir bedenle<br />
son kullanma tarihi silinmiş bir<br />
ürünü kullanmanın rahatsızlığı<br />
çoğumuzda yer etmiş. Çoğu zaman<br />
bizi dinliyor ama biz özgür,<br />
o sisteme tutsak. Uyduramıyoruz<br />
kendimize.<br />
Peki ya biz ona uysak?<br />
Hiç gerçek anlamda bedenimizin<br />
daha doğrusu kâinatın ritmine<br />
kapılmayı denedik mi? Kendimizi<br />
bir hatta sokup, gezegenler gibi<br />
güneşin, atomlar gibi çekirdeğin<br />
etrafında döndüğümüzde ‘hacı’<br />
sıfatıyla şereflendiğimizin ne<br />
kadar farkındayız?<br />
İşte bu bilinçaltı değil, bedenimizin<br />
ruhumuza olan isyanı sanki.<br />
Kollarımız, bacaklarımız, irademizden<br />
kurtulduğu anda bizden<br />
habersiz başlıyor sallanmaya,<br />
dönmeye veya dönüşmeye.<br />
Bizler müziğin ritmine kapıldığımızda<br />
ise sadece kendimize<br />
tuzlu su içiriyor, içtikçe susatıyoruz.<br />
Defalarca dinlediğimiz onlarca<br />
özel şarkı varken, ne kadar çok<br />
sevsek de belli bir zaman sonra<br />
sıkılıp yenisine ihtiyaç duyduğumuzu<br />
hepimiz biliyoruz.<br />
Sanat düşmanı değilim,<br />
sadece gözlemciyim. O zaman<br />
bir müzisyen olarak rahatlıkla<br />
söyleyebilirim;<br />
Müzik ruhun gıdası değil,<br />
ruhun arayışıdır. Şarkılardaki hoşumuza<br />
giden frekans uyumunu<br />
,,<br />
değil, kalbimizin sesini arıyoruz.<br />
Çünkü her şeyden çok ruhumuzun<br />
buna ihtiyacı var.<br />
“YEDI GÖK,<br />
YERKÜRE VE BU-<br />
NUN IÇINDEKILER,<br />
ALLAH’I TESBIH<br />
EDERLER. HIÇBIR<br />
ŞEY YOKTUR KI,<br />
O’NU ÖVEREK<br />
TESBIH ETMESIN.<br />
FAKAT SIZ ONLARIN<br />
TESBIHLERINI<br />
ANLAYAMAZSINIZ.”<br />
İSRÂ 44<br />
MEHMET POYRAZ<br />
4<br />
kusva.org
ŞIIR<br />
BAŞLIK<br />
YOK<br />
TUĞBA ERKAN<br />
5
TUĞBA ERKAN<br />
6
DENEME<br />
AYNAYA<br />
BAKMAK<br />
MİHRİBAN CEYLAN<br />
3<br />
İNSANDIR<br />
,,<br />
SANIYORDUM<br />
MUKADDES<br />
YÜKE HAMAL…<br />
NFK<br />
Aynada gözlerinin içine baktığında<br />
ne görüyorsun?<br />
Çağlar geçti, nurlar geldi,<br />
nesiller değişti ama insanın<br />
yeryüzündeki vazifesi hiç değişmedi.<br />
İnsanın kendini bulma,<br />
özünü bulma gayreti, insanın içine<br />
yerleştirilen bir gizli tohum gibi<br />
sürekli kendini filizlendirip durdu.<br />
İnsanın içinde olan, insana sürekli<br />
kendini tamamlaması gerektiğini<br />
söyledi. İnsan sürekli bir gayretin<br />
içerisinde belki farkında olarak<br />
belki de farkında olmadan bu<br />
tohumu sürekli besleme yaşatma<br />
gayretiyle didinip durdu. İnsanın<br />
ruhuna yerleştirilen bu tohum esas<br />
olana, özün geldiği yere, ulaşmak<br />
için vesile olabilecek bir araçtı,<br />
ancak iyi besleyen insan iyiye kötü<br />
besleyen insan kötüye ulaşır misali<br />
insanoğlu da kendi asil misyonunu<br />
unutup çeşitli yollara yöneldi.<br />
Dünya da elbette iyilikler oldu<br />
ve olacak, kıyamete kadar bitmeyecek<br />
bir halka var; ancak, kötüye<br />
meyil her zaman insanlık içerisinde<br />
yerini buldu, milyonlarca insanların<br />
öldüğü savaşlar, insanların<br />
birbirilerini yok etme çabası, nifak<br />
ortamları, …. İnsanın ne için var<br />
olduğunu unutturan durumlardı.<br />
Ayrıca, insanın yaşamında lüks,<br />
bolluk, makam geliştikçe neden insanların<br />
içinde bir şeyler kayboluyordu?<br />
İnsanlar neden içlerindeki<br />
özlerini kaybederek göreceli<br />
parlak, şatafatlı ama içerisi kapkara<br />
olmuş kendi köhne dünyalarında<br />
mutsuzlukla boğuşuyorlardı?<br />
Halbuki dış dünyada artan güzellik<br />
içeriği de aydınlatması, o tohumu<br />
güzel bir şekilde filizlendirmesi<br />
gerekmez miydi? Bu çelişkili soruların<br />
cevabını o dışardaki şatafatın<br />
sadece insanın bedenine hitap<br />
eden özüne dokunamayan bir bolluk<br />
olduğunu, insanın içine doğru<br />
yol aldıkça o dış güzelliklerin adım<br />
adım eksildiği görünce anlaşılıyor<br />
soruların cevapları. Buna şu şekilde<br />
bir metafor oluşturabiliriz; delik bir<br />
kapla bağına su taşıyan insana, bu<br />
kişinin yaptığı ‘su hamallığı’ ndan<br />
başka bir şey olmamaktadır. Irmağın<br />
en güzel yerinden almış olduğu<br />
suyu ne kadar taşırsa taşısın, suyu<br />
gittikçe azalacaktır, sonunda asıl<br />
yeşertmek istediği bağına gelince,<br />
eli bomboş kalacaktır, emekle-<br />
ocak ‘18
i boşa kaybolacaktır. Tıpkı<br />
içindeki tohumunu yeşertmeye<br />
çalıştığını düşünüp sadece dış<br />
dünyasını süsleyen insan gibi.<br />
Oysaki asıl mesele kişinin kendi<br />
özünü düzenlemesi, kendini<br />
şekillendirmesi idi.<br />
KIŞININ RUHUNU<br />
VE HAREKETLERINI<br />
DÜZENLEMESI ‘ÖZ DÜ-<br />
ZENLEME’ DIR. AYRICA,<br />
KIŞININ KENDISINI BUL-<br />
MASI, ÖZÜNÜ DÜZEN-<br />
LEMESIDIR. İNSANIN<br />
KENDISINI DÜZENLE-<br />
MESI ŞEKILLENDIRME-<br />
SI, KENDINI EĞITMESI<br />
BELKI DE EN ZOR IŞTIR.<br />
BAŞKASINA ŞÖYLE YAP<br />
BÖYLE YAP DENIR KO-<br />
LAYDIR, YA KENDINE?<br />
Kişinin kendinin aynası<br />
olması, kendini aynasının<br />
karşısında düşünüp, ne olduğunu<br />
amacını, sorgulaması<br />
ve kendini şekillendirmesi<br />
gerekir. Kişi önce kendine ışık<br />
olmalı, kendini iyileştirmeli ki<br />
içerde yeşeren güzel filizler<br />
kişinin benliğini sarsın adım<br />
adım çevresini yeşillendirsin,<br />
güzelleştirsin. Bu noktada,<br />
Peygamberimiz buyuruyor ki,<br />
“Kendini bilen insan Rabb’ ini<br />
bilir.” Kişi kendisini bulmasıyla<br />
ezeli amacına ulaşmış olur.<br />
Sevdiğim biri bir gün demişti<br />
ki senin dünyadaki notan<br />
nedir? O zaman bana çok acayip<br />
gelen durumu şöyle açıklamıştı.<br />
Her notadan farklı bir<br />
ses çıktığı gibi senin de diğer<br />
insanlardan farklı bir özelliğin,<br />
özün olduğunu bilmelisin. Sen<br />
kendi notanla insanları üzmek<br />
mi yoksa mutlu etmek mi<br />
istersin? Kişiler kendilerini eğittikçe,<br />
komşuları eğitilir, toplum<br />
eğitilir ve insanlar arkadaşça<br />
yaşamayı Martin Luther King’<br />
in meşhur sözü; “kuşlar gibi<br />
uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi<br />
öğrendik, ancak çok basit<br />
bir sanatı unuttuk: kardeşçe<br />
yaşamayı…”<br />
ÖZÜMÜZÜ BILELIM<br />
Farklıyız dostum farklıyız ben<br />
senden sen benden<br />
Bizim zenginliğimiz bu<br />
Birlik olmalıyız dirlik içinde<br />
olabilmek için<br />
Sen dünyanın her yerindesin<br />
Afrika’dasın, Amerika’dasın,<br />
Türkiye’ de, Avrupa’da, Asya’da,<br />
Orta Doğu’da<br />
Ama özümüzden gelen<br />
bir birlik var<br />
Ağacın bir dalı benim bir dalı<br />
sensin<br />
İkimiz içinde güneş aynı, rüzgâr<br />
aynı, su aynı, öz aynı<br />
Sadece yerimiz farklı, düşüncemiz<br />
farklı<br />
Diye kem edilir mi?<br />
Söz edilir mi?<br />
Olmaz dostum,<br />
İkimizde bir yolun yolcusuyuz.<br />
Ezelden geldik ebede gidiyoruz,<br />
Yolda yoldaşlık gerek, kardeşlik<br />
gerek, birlik gerek<br />
Dertleri bir etmek gerek<br />
Öldürülen bir masuma üzülmeliyiz<br />
birlikte, mesela<br />
Ağlayan çocuğun gözyaşını<br />
silmeliyiz,<br />
Gönül verdiğin yolda daha<br />
sağlam yürüyebilirsin<br />
İyiliği yayıp kötülüğe dur<br />
diyebilirsin<br />
Yoksa kırık sürahide su hamallığı<br />
yaparsın<br />
O su ki kadim bilginin kaynağı<br />
Her şeyin temizleyicisi<br />
Hayat<br />
Sen ayrılık çıkarırsan bu hazineyi<br />
boşa akıtıp gidersin<br />
Damla damla tükenen biz<br />
oluruz<br />
Gel birbirimize hayat taşıyalım<br />
Dünya kimseye kalmaz…<br />
MİRBAN ECYLAN<br />
4<br />
kusva.org
DENEME<br />
BU YAZI<br />
BiZ VE BiZiM<br />
GiBiLERE iTHAF<br />
EDiLMiŞTiR<br />
MERİÇ PINARCI<br />
3<br />
BILIYORUM.<br />
Size bunun nasıl bir his olduğunu<br />
anlatırım. Çünkü anlatacaklarım dile vuracak<br />
kadar gerçek. Fakat anlatacaklarımın<br />
anlaşılmasından fazlaca şüpheliyim.<br />
Çünkü sadece bizim gibilerin hissettikleri<br />
kadar açık seçik cümlelerim. Anlatılacak<br />
olanlardan değil de, hissedilecek<br />
türden kelimelerim...<br />
Birinin kanınızı tutuşturucu gücünü<br />
de, çocuk gibi elinden tutma isteği<br />
uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorsunuz.<br />
BILIYORUM, o son mermi<br />
içinizi delmeseydi eğer onu da alıp<br />
götürecektiniz.<br />
Gözlerinize nasıl mahkûm baktığını,<br />
canınızı bu denli yakarken nasıl kahrolduğunu<br />
hiç ama hiç unutmadınız<br />
biliyorum.<br />
BILIYORUM iki deli sevdalı<br />
olup yıllara meydan okuyabilirdiniz,<br />
başkalarında merhameti hiç aratmamış<br />
olsaydı eğer...<br />
Kemiklerinizde kalsiyum, damarlarınızda<br />
demir, beyinlerinizde nitrojen<br />
birde alevlerle yoğrulmuş ruhlarınız var<br />
ve ben, insanların kutsal kitaplara sığdıramadığı<br />
o cehennemi 4 duvara nasıl<br />
sığdırdığınızı biliyorum.<br />
Semaya kaldırdığınız ellerinizin<br />
arkasındaki; Allah’ım sür beni istediğin<br />
cehenneme ben en çok bu bedende<br />
yanıyorum seslerinizi de duyuyorum.<br />
Ama sevginin yalnızda bir duygu<br />
olmadığını, bilgide gerektirdiğini de<br />
kendimden biliyorum. ‘Sevgi savurganlığım’<br />
yüzünden durmadan su vererek<br />
çürüttüğüm kaktüsler hala aklımda...<br />
Bir dostum iyi ki akvaryumda balık<br />
beslemiyorsun demişti. Her halde<br />
havasız kalmasınlar diye üzülür sudan<br />
çıkarırdın onları.<br />
Belki de hepimiz bir Meriç’tik derin<br />
geldik,<br />
İçimizdekileri sardıkça kıyıya vurmalarına<br />
izin vermedik. Veremedik.<br />
Ama hani Meriç aynı zamanda ‘son<br />
umut’ demekti.<br />
Belki de sadece ‘son’ du. Sadece<br />
‘umut’...<br />
Yan yana getirmek insanoğlunun<br />
hatasıydı.<br />
Önemi var mı?<br />
Bütün bu bilmelere rağmen hala size<br />
koşan biri yoksa, hepsi geçti diyemeyen<br />
sesini bırak duymayı unutmaya<br />
başladıysanız, tek satır okuyacak bir şey<br />
ocak ‘18
yoksa eğer hala, önemi var mı?<br />
BAZEN DÜŞÜNÜ-<br />
YORUM DA<br />
Otobüse binmek yerine yürüyerek<br />
gitseydik istediğimiz yere, her şey<br />
farklı olur muydu?<br />
Bir sokakta yerleri inceleyerek<br />
yürümek yerine başımız dimdik yürüseydik<br />
hayatımızın aşkı döner miydi<br />
köşedeki sokaktan?<br />
Hep aynı yolu tercih ettiğimiz için<br />
mi bu kadar dümdüz gidiyor hayatımız?<br />
Bilmiyoruz ve asla bilemeyeceğiz.<br />
Çünkü her zaman iki seçenek vardır<br />
önümüzde ve her zaman yalnız birini<br />
seçebiliriz...<br />
Ne yazık ki, bu uzun yolculukta<br />
sağ camın yanına oturduğumuzda, sol<br />
camdan geçen şeyleri göremeyeceğiz.<br />
Başımızı sola çevirsek, sağ taraftakileri<br />
hep kaybedeceğiz...<br />
kusva.org<br />
O yüzden şimdi sor kendine<br />
Giden kaybediyorsa<br />
Kaybettiği için giden ne oluyor?<br />
Gittiğim için mi kaybettim<br />
Kaybettiğim için mi gittim?<br />
MERİÇ PINARCI<br />
4
DENEME<br />
SELFiE<br />
(ÖZÇEKiM)<br />
ARZU GÜR GERÇEK<br />
Selfie bilindiği gibi dijital fotoğraf makinesi veya kameralı cep<br />
telefonu ile çekilen oto-portre fotoğraf türüdür.<br />
Selfie, bireyselleşen günümüz insanının bir başkasının<br />
yardımına ihtiyaç duymadan bir kol boyu uzaklık mesafesinden<br />
kendi resmini çekmesidir. Gerçi teknoloji bu konuda<br />
da, hemen imdadımıza yetişmiş ve selfie çubuklarını icat<br />
etmiştir.<br />
İLK SELFIE, YA DA KAYITLARA ILK DIYE GEÇEN,<br />
AMATÖR BIR FOTOĞRAF MERAKLISI OLAN KIMYACI<br />
ROBERT CORNELIUS’UN 1839 YILINDA KENDI KENDINI<br />
ÇEKTIĞI RESIMDIR. ELLEN DE GENERES’IN OSCAR<br />
ÖDÜLÜ TÖRENINDE ÇEKTIĞI SELFIE ILE DÜNYAYA<br />
YAYILMAYA BAŞLAMIŞTIR.<br />
Bazı uzmanlara göre selfie Narsisizm ‘in bir semptomudur.<br />
Narsisizmi kısaca özetleyecek olursak; Yunan Mitolojisinde,<br />
sudaki kendi yansımasına aşık olan ve bir ömür kendini<br />
izleyerek hayatını tüketen Narkissos’dan gelmektedir. Günümüzde<br />
selfinin hayatımızdaki yeri de aşağı yukarı bu değil<br />
midir?<br />
Anı yakalayalım derken, kamera bizi gözümüzden yaka<br />
lıyor ve selfie çılgınlığına gün geçmeden yeni biri daha<br />
ekleniyor. Bu eylem öyle bir hal aldı ki, kimileri değişik<br />
bir poz yakalayayım derken, hayatını kaybediyor. Modern<br />
insan teknolojiyle donanmak isterken, tutkularına<br />
dolanıyor.<br />
3<br />
Bir yandan bilim insanları insan ömrünü uzatmanın<br />
yollarını ararken, diğer yandan, sosyal medya ve<br />
sanal alem göz göre göre hayatımızı çalıyor. Aslında<br />
günümüz insanı benlik sancısı çekiyor. Dünya’yı<br />
saran bu hale uyan her Müslüman da ne yazık ki,<br />
bu bütünün bir parçası oluyor. Anı ölümsüzleştirme<br />
gayretiyle haşa adeta, Kiramen Katib-in<br />
Melek’leriyle yarışıyor.<br />
Bireyselleştikçe yalnızlaşan insan, yaşamın her
alanında mutluluğu kovalıyor. Çektiği selfileri<br />
kendine şahit tutuyor. İspatlanmış mutluluklar,<br />
İnstagram, Facebook gibi, sosyal medya<br />
hesaplarında<br />
takipçilerin beğenisine sunuluyor.<br />
Hız çağında hayat öyle hızlı akıp gidiyor ki,<br />
her şey bir göz değmesiyle miladını dolduruyor.<br />
Bu telaşın ortasındaki insan, unutulmak korkusuyla<br />
varlığını haykırıyor. Yoksa insan; “Sizi sanki<br />
bir yerden gözüm ısırıyor” sorusuna muhatap<br />
olabilmek için mi böylesine çabalıyor?<br />
Benlik duygusu öylesine büyüdü ki, bunu ifade<br />
eden kavramlar artık dilimizde yerini alıyor. “Kendini<br />
şımartmak” diye yeni bir söz çıktı ve insanlar<br />
bunu kendilerine hak görüp, uyguluyorlar. Bunun<br />
için de vefa, fedakarlık gibi kavramları hayatın içinde<br />
uygulayıp hal edinme yerine, beraber bir resim<br />
çekip paylaşınca görevlerini yapmış oluyorlar.<br />
Arada hatıra kalsın diye, toplu halde çekilen selfileri<br />
anlamak mümkün ama, insanlar kendi kendine<br />
gülerken inci dişlerini gösterdiği pozlar verip, kendi<br />
resimlerini çekiyorlar. Sanki bu selfilere bakıp, kendileriyle<br />
hasret gideriyorlar.<br />
Acaba ayna karşısına geçip bunun provasını yapan<br />
var mıdır bilmem ama, o keyfi bu keyfi diye selfie paylaşanların<br />
Türk Kahve’si keyfine değinmek gerekiyor;<br />
Eskiden, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı” vardı!<br />
Kahve içerken yapılan samimi muhabbetin tadı, damaklarda<br />
kalırdı. Oysa şimdi içilen kahvenin hatırı, onu ikram<br />
ettiğimiz süslü fincan takımlarına kaldı.<br />
Aldığım duyumlara göre bazı kadınlarımız bu işi öylesine<br />
abartmışlar ki, aynı fincan takımıyla ikinci defa kahve<br />
ikram edemez olmuşlar. Öyle ya, her defasında aynı fincan<br />
takımıyla nasıl selfie paylaşsın kadıncağızlar?!<br />
Geldiğimiz şu hale bir bakar mısınız?<br />
ESKIDEN DERDINI SEVEN MÜS-<br />
LÜMANLAR VARDI, ŞIMDI KENDI-<br />
NI SEVENLER ÇOĞALDI.<br />
Yeni nesil Müslümanlar Peygamberimizin<br />
“IKI GÜNÜ BIRBIRINE EŞIT OLAN<br />
ZIYANDADIR!”<br />
İkazını böyle mi algıladı?<br />
Bunun için mi, gün geçtikçe ruhunda büyüyen boşluğu<br />
selfilerle kaplamaya çalışıyor.<br />
Oysa bilmiyor mu,<br />
ruha hiç bir dünyalıktan yama olmuyor!<br />
ARZU GÜR GERÇEK<br />
4
DENEME<br />
iSLAM VE<br />
FEMiNZM<br />
ŞUEDA ŞİRİN<br />
1<br />
Hemen hemen her ülkenin<br />
gündeminde yer alan kadın<br />
hakları günümüze dek süregelen<br />
ortak tartışmalardan birisi<br />
haline gelmiştir. Kadının, aile<br />
hayatındaki sorumluluğu, iş<br />
hayatına girip giremeyeceği gibi<br />
birçok konu dünya gündeminde<br />
yerini almaktadır.<br />
İlk olarak sizlere kısaca<br />
feminizmin ne anlam içerdiğine<br />
ve amaçlarının ne olduğunu<br />
açıklayacağım. FEMINIZM,<br />
cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkan<br />
ve kadın haklarının korumayı<br />
hedefleyen dünya görüşüdür.<br />
Feminizmle ilgili ilk yaklaşımlar<br />
17. yüzyılda Marie Le Jars de<br />
Gourney’ın yazıları tarafından<br />
insan haklarının da desteği ile<br />
ortaya atılmıştır. 1789 Fransız<br />
Devrimi de önemli eşiklerden<br />
biri olmuştur. Kadın aydınlanması<br />
ve mücadelesinin tarihsel<br />
gelişiminde belirleyici bir yeri<br />
olmuştur. Sonra ki yıllarda kadın<br />
özgürlük mücadelesi, Fransız<br />
Devrimi’nde tarihi sahnesine<br />
öne çıkan kadınların çıkmış<br />
oldukları yoldan ilerleyerek başlamış<br />
olacaktır. Burjuva aydın<br />
kadınların, yasalar önünde erkekler<br />
ile eşit olmak için başlatmış<br />
oldukları hareket, Fransa’da<br />
feminizmin ve feminist hareketin<br />
temellerini oluşturacaktır.<br />
18. yüzyılda kadının eşitliği ve<br />
özgürlüğü için başlatılmış olan<br />
mücadele bugün ‘’ Yeni Kadın<br />
Hareketleri ‘’ olarak adlandırılıyor.<br />
Temelinde kısmen birbiriyle<br />
iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan<br />
oluşuyor. Tarihin belli bir<br />
döneminde kadınlar ‘’ikinci tür’’<br />
olarak görüldüler. Sosyal olarak,<br />
erkeklerden daha avantajsız<br />
durumdaydılar. Bu durumda<br />
haliyle günümüze kadar ulaşmış<br />
feminizm hareketlerini ortaya<br />
çıkarmıştır.<br />
ŞIMDI BIR DE İSLAM’IN<br />
KADINLARA VERDIĞI DEĞERE<br />
GÖZ ATALIM.<br />
Kuran-ı Kerim , kadın<br />
ile erkeği ‘’insan’’ olmaları<br />
bakımında eşit, değişik<br />
rolleri yönüyle de birbirlerini<br />
tamamlayan varlıklar olarak<br />
kabul ettiğini görüyoruz.<br />
Kuran-ı Kerim de kadınları ve<br />
erkekleri cinsiyet gözetmeksizin<br />
‘’insan’’ olarak belirterek<br />
eşitsizlik belirtmemesini ve de<br />
müminler içinde kadının da<br />
bir üye olarak vurguladığını<br />
belirtiyor. Buda kadının ‘’ikinci<br />
sınıf’’ bir insan olarak görülmediğini<br />
yorumlamamızı sağlıyor<br />
bize. Evet, kadın her işi yapabilir<br />
gücü yetebileceği takdirde ama<br />
bu bir erkekle kendisini kıyaslayabilir<br />
anlamına gelmiyor.<br />
Nasıl ki bir elma ile armuttu<br />
kıyaslayamadığımız gibi, nasıl<br />
ki bir kadının maden ocağında<br />
veyahut inşaatta çalışamadığı<br />
gibi. Kadının fiziki olarak erkekten<br />
daha güçsüz olması tabi ki<br />
kadının daha az değer görmesine<br />
sebep olamaz. Mümin kadın<br />
ve mümin erkekler Allah’a olan<br />
ibadetlerinde, Kuran-ı Kerim’in<br />
emirlerine ve yasaklarına uymada<br />
eşit haklara yükümlüdürler.<br />
Sizlerin de anlayacağı üzerine<br />
neyi savunduğumuz çok önemli.<br />
İslam ahlakında kadınlara ve<br />
erkeklere verilen değer eşit<br />
tutulmaktadır. Buna en güzel<br />
kanıt Kuran-ı Kerim gösterilir.<br />
Bir ayette de örnek olarak,<br />
“Erkek olsun, kadın olsun, bir<br />
mümin olarak kim salih bir<br />
amelde bulunursa, hiç şüphesiz<br />
Biz onu güzel bir hayatla<br />
yaşatırız ve onların karşılığı-<br />
ocak ‘18
nı, yaptıklarının en güzeliyle<br />
muhakkak veririz. “ (Nahl<br />
Suresi, 97) şeklinde buyrularak,<br />
erkek veya kadın olsun birbirleri<br />
arasında üstünlük görülmediği<br />
ve de cinsiyet ayrımı yapılmaksızın<br />
herkesin hakkettiği karşılığı<br />
alacağı vurgulanıyor. Birçok<br />
insanın İslam’ı yanlış tanımaları<br />
ve araştırmada yapmadan her<br />
duyulana inanmaları haliyle Hz.<br />
Hatice’nin ticaretle uğraşan<br />
bir kadın olduğunu unutturup<br />
akıllara İslam’ın; kadınları<br />
aşağıladığı, çalışmalarına, araba<br />
sürmelerine, gezme haklarının<br />
verilmediği, sadece çocuk<br />
bakıp, ev işi yapmakla sorumlu<br />
olan kişiler olarak tanınmasına<br />
sebep oluyor. Şunu kendinize<br />
söylemelisiniz; biz yobaz bir<br />
toplum değiliz.<br />
Biz, bize ilk ‘’Oku!’’ emri<br />
gelen, ‘’İlim Çin’de de olsa gidip<br />
alınız’’ diyen bir dine sahibiz.<br />
Bize, ilim almayı kendimizi<br />
geliştirmemizi sürekli öğütleyen<br />
dinimiz ayrım yapmaksızın<br />
vurguluyor.<br />
Sizler için hazırlamış bulunduğum<br />
bu yazıda da sizlerden<br />
istediğim yalnız şu; inandığımız<br />
doğruların inancımıza göre<br />
doğruluk payı var mıdır, yok<br />
mudur? Edindiğimiz bilgileri<br />
hangi kaynaklardan ne kadar<br />
doğru bir bilgi ile alıyoruz?<br />
Kulaktan mı dolmayız yoksa<br />
belli araştırmalar sonucunda<br />
mı sonuca varıyoruz? Aklınızda<br />
oluşan tüm soruların yanıtını<br />
Peygamber Efendimiz (SAV)<br />
in hayatından veyahut Kuran-ı<br />
Kerim’den almanız mümkün..<br />
‘’MÜMIN ERKEKLER<br />
VE MÜMIN KADINLAR<br />
BIRBIRLERININ VELILE-<br />
RIDIRLER. İYILIĞI EM-<br />
REDER, KÖTÜLÜKTEN<br />
SAKINDIRIRLAR, NAMAZI<br />
DOSDOĞRU KILARLAR,<br />
ZEKATI VERIRLER VE<br />
ALLAH’A VE RESULÜ’NE<br />
ITAAT EDERLER. İŞTE<br />
ALLAH’IN KENDILERI-<br />
NE RAHMET EDECEĞI<br />
BUNLARDIR. ŞÜPHESIZ,<br />
ALLAH, ÜSTÜN VE GÜÇ-<br />
LÜDÜR, HÜKÜM VE HIK-<br />
MET SAHIBIDIR.’’<br />
2<br />
(TEVBE SURESI, 71)<br />
kusva.org
DENEME<br />
THE<br />
EXPERİMENT<br />
ŞENAY BOZKURT<br />
İnsanoğlu çağlardan beri<br />
en güçlü olmak için süregelen<br />
bir savaşın ortasındadır.Güçlü<br />
olmanın neden bu kadar önemli<br />
olduğunu doğal seçilim varsayımı<br />
bir ölçüde açıklamaktadır.<br />
Doğal seçilim hipotezi yaşam<br />
döngüsünde sadece güçlü<br />
olanın hayatta kalabileceğini,<br />
zayıf olanın yaşam mücadelesini<br />
kaybedip tarihi süreçte yok<br />
olacağını savunmaktadır.Keza<br />
tüm insanlar bu kadar ayrıntılı<br />
bilgiye sahip olmasa da bu hissiyatın<br />
farkındadırlar.<br />
planda olmayı kabul etmemiştir.<br />
Bu mücadele Kabil in Habil i<br />
öldürmesine neden olmuştur.<br />
Orta çağlarda aynı güç<br />
mücadelesi sonucu sınıflaşma<br />
doğmuş.Soylu ve bürokrat kesim<br />
kendilerinden daha düşük<br />
seviyede gördükleri insanları<br />
boyundurlukları altına almaya<br />
çalışmışlardır.Aynı doğrultuda<br />
beyazların üstün ırk sayılması<br />
ve siyahilerin köleleştirilmesi<br />
sık görülen bir uygulama<br />
olmuştur.<br />
ve milyarlarca insan bu uğurda<br />
öldürülmüştür.Görüldüğü üzere<br />
zayıf ve güçlü çekişmesinde<br />
güçlü olmak isteği acımasız<br />
sonuçlar meydana getirmiştir.<br />
Günümüzde ise güç savaşı<br />
devam etmekle birlikte güç<br />
tanımı sadece kaba kuvveti<br />
kapsamaktan azat edilmiş,globalleşen<br />
dünyada bilgi çağına<br />
geçmemizle birlikte bilgi<br />
güçtür ideolojisi benimsenmeye<br />
başlanmıştır.Artık çoğunlukla<br />
gelişmiş ülkeler bir ülkeyi tehdit<br />
1<br />
Peki güç nedir diye soracak<br />
olursak genel toplamda sayısız<br />
bakış açısından birbirinden ayrışan<br />
tanımlar duymak mümkündür.<br />
Eski çağlarda ilkel toplumların<br />
güç savaşı daha vahşi bir<br />
şekilde gerçekleşmiştir.Belirli<br />
kuralların olmadığı bu dönemde<br />
insanoğlu her türlü soysuzlukta<br />
bulunmuştur.İlk cinayet olarak<br />
bilinen Habil ile Kabil havadisini<br />
bu noktada örnek vermek<br />
doğru olacaktır.Kabil kardeşi<br />
Habil in ön planda olmasını<br />
kendine yedirememiş, ikinci<br />
Yeniçağda<br />
ise Dünya<br />
da yaşanan<br />
gelişmelere<br />
paralel güç<br />
mücadelesi<br />
kendini<br />
ülkeler<br />
arasında<br />
ayni savaşlar<br />
şeklinde<br />
göstermiştir.<br />
Buna paralel<br />
tarih sahnesi<br />
sayısız<br />
savaşa sahne<br />
olmuş
olarak gördüklerinde direkt<br />
askeri donanmaya başvurmamakta,<br />
olayı psikolojik baskı gibi<br />
yollarla çözmeye çalışmaktadır.<br />
Ayrıca tek olanın daha savunmasız<br />
dolayısıyla güçsüz olduğu<br />
düşüncesi birtakım teşkilatlanmaları<br />
gerekli kılmıştır.Bu<br />
örgütlenmelerden biri de NATO<br />
dur.NATO bünyesinde bulunan<br />
ülkeler gerektiğinde birbirlerine<br />
askeri güç gibi transferler<br />
yapabilmektedir ve beklenen de<br />
budur.<br />
Başlıkta<br />
adını<br />
andığım<br />
filmin<br />
bu<br />
doğrultuda<br />
analizini<br />
yapmak<br />
istiyorum.<br />
Deney<br />
filmi<br />
orijinal<br />
ismiyle<br />
The Experiment Almanya yapımı<br />
film olan Das Experiment<br />
tan uyarlanmış bir eser. Paul<br />
Scheuring in yönetmenliğini<br />
yaptığı filmde bir grup bilim<br />
insanı deney araştırması kapsamında<br />
büyük mebladaki para<br />
ödülü karşılığında 12 insanı bir<br />
araya getiriyor.Daha sonra bu<br />
insanları bir hapishane koğuşuna<br />
sokuyor ve iki gruba ayırıyor.<br />
Deneklerden 6 tanesini suçlu<br />
diğer 6 sını ise gardiyan atıyor.<br />
Araştırmacılar ilgili kişilerden<br />
bir oyun oynuyormuş gibi değil,<br />
bizzat suçlu ve gardiyanlarmış<br />
gibi davranmalarını istiyor.<br />
Filmin başlarında belirli kurallar<br />
karşılığında bu düzen işliyor.<br />
Fakat ilerleyen zamanlarda iş<br />
çığırından çıkıyor ve gardiyanlar<br />
aldıkları büyük güç karşısında<br />
sorumsuzca davranmaya başlıyorlar.İlk<br />
önce birkaç taşkınlık<br />
yapıyorlar ve bu davranışlar<br />
hakları olmamasına karşın<br />
mahkumlara şiddet uygulamaya<br />
karar varıyor.Filmin sonlarında<br />
ise bu durumdan deneyin<br />
başındakiler de nasibini alıyor<br />
ve gardiyanlar tarafından çeşitli<br />
işkencelere mahrum<br />
bırakılıyorlar.<br />
Açıkça görüldüğü üzere<br />
kişiye sonsuz güç verilmesi<br />
başlarda kişiyi sersemleştirir,<br />
sonrasında arsızlaştırır ve en sonunda<br />
ise gaddarlaştırır.Çünkü<br />
kişi verilen güç sanki onun hep<br />
hakkıymış psikolojisine bürünür<br />
ve dünyanın merkezinin kendisi<br />
olduğunu sanmaya başlar.Dolayısıyla<br />
en güçlü kendisi olduğu<br />
için diğer insanları istediği gibi<br />
yönlendirebileceğini onlara<br />
istediği gibi davranabileceğini<br />
düşünür.Tanrısallaştırma mekanizması<br />
bu aşamada devreye<br />
girer.<br />
Yukarıda bahsettiğim açıklamalarda<br />
güç ve sonuçlarını<br />
irdelemeye çalıştım.Güçlü olmak<br />
tabiki de önemlidir.Güç seviyesi<br />
de alınan sorumluluk gibi değişkenler<br />
sonucu kişiden kişiye<br />
farklılık gösterecektir ve göstermelidir<br />
de . Lakin her şeyin azı<br />
karar fazlası zarar prensibiyle<br />
insanın karakterini bozmayacak<br />
kadar güçlü olması taraftarıyım.<br />
Karakterimize zeval vermeyecek<br />
ve hayata göğüs gerecek kadar<br />
kadar güçlü olmamız<br />
temennisiyle.<br />
ŞENAY BOZKURT<br />
2
1<br />
DENEME
Pokut Karadeniz’in yeşiline açılan<br />
balkonu demektir. Pokut’ta adeta hayata<br />
yeniden doğuyor insan. Dertler,<br />
sıkıntılar rüzgarın sesiyle adeta uçup<br />
gidiyor. “Bulutların üzerinde uçmak”<br />
tabirinin tam karşılığıdır kendisi. Belki<br />
de çoğu zaman yaşadığımız hayatı<br />
sorgulatan nadir yerlerden.<br />
Pokut’a gelmişken sizlere tavsiyemiz<br />
Sal yaylasında inip ormanın içinde<br />
kuş sesleriyle yürüyerek yayla havasını<br />
içinize çekmenizdir. Bir deneyin<br />
bence. Pokut insanı çok merhametli<br />
ve nüfusun zaten az olduğu bir<br />
yerleşim yeridir. Burada<br />
yaşayanlar artık<br />
evlerini<br />
yazlık yerleşim olarak yani aslında<br />
nefes alma yeri olarak kullanmaktadırlar.<br />
Pokut’un bir diğer dikkat çeken<br />
özelliği ise elektrik tellerinin olmamasıdır.<br />
Yaşayan halk, kendi çabalarıyla<br />
elektrik tellerini yerin altından geçirmiştir.<br />
Bu demek oluyor ki o güzel<br />
balkonun manzarasını bozacak hiçbir<br />
şeyin olmamasıdır.<br />
ULAŞIM:<br />
Ulaşım çok ciddi zorluklarla gerçekleşmektedir.<br />
Yolun bozuk olması en<br />
dezavantajıdır Pokut’un. Arazi araçlarıyla<br />
gitmenizi tavsiye ederiz. Kültür<br />
ve Turizm Bakanlığının Pokut yoluyla<br />
ilgili projesinin bu yıl gerçekleşmesini<br />
ümit ediyoruz. Gitmek<br />
isteyenlere<br />
tavsiyemiz<br />
Çamlıhemşin merkezden Ayder taksi<br />
ile çıkmanızdır.<br />
NELER YEMELİYİZ:<br />
Çamlıhemşin merkezde yeşil vadi<br />
restoranda kahvaltı etmeniz tavsiyemdir.<br />
Özel helvalarının tadını kesinlikle<br />
tatmalısınız. Balık sevenler için ise<br />
Alabalıkları oldukça doğal ve leziz köy<br />
tereyağıyla uyumu muazzamdır. Doğaya<br />
karşı çeşit çeşit kahveyi bulabileceğiniz<br />
Şenyuva köyünde zua kahveyi<br />
içmeniz tavsiye olunur. Bunun yanı<br />
sıra güler yüzlü çalışanları yeşile ayrı<br />
bir güzellik katmaktadır. Özel notlar:<br />
Yanınızda mutlaka yağmurluk ve Rize<br />
simiti bulundurmalısınız. Rize simidi<br />
olmazsa olmazımız çünkü yaylada<br />
yiyecek fiyatları oldukça yüksek ve<br />
lezzetli yiyecekler ne yazık ki mevcut<br />
değil.<br />
Her şeye rağmen yolun zorluklarına<br />
inat Pokut’a çıkmalısınız ve o güzelliğe<br />
bir çayla merhaba<br />
demelisiniz.<br />
2