You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
DENEME<br />
TABULARI<br />
YIKMAK<br />
BURAK AK<br />
5<br />
Bir toplumu bir araya getirip<br />
yeniden örgütleme kabiliyeti,<br />
ancak insanlığın geleceğiyle<br />
geçmişi arasındaki bağı yakalayabilen<br />
ve böylece hatıralarıyla<br />
ümitlerini bağdaştırabilen,<br />
başka bir deyişle, geleneklerle<br />
geleceğe yönelik projeler arasında<br />
bir köprü kurup, herkesin<br />
gözlemleriyle beklentilerine<br />
cevap verebilen, insanlara<br />
özgü bir yetenektir.<br />
(Saint-Simon Doktrininin Açıklanması<br />
Giriş, Riviere, Paris,<br />
1924)<br />
Önyargılarımız ya da mahalle<br />
baskısı mı diyelim bu duruma<br />
bilmiyorum ama pek çok<br />
yeni fikre, bize kabul ettirilmiş<br />
doğrular(!) yüzünden mesafeli<br />
yaklaşıyoruz. Bu durumu en<br />
iyi Cemil Meriç açıklıyor şu<br />
sözleriyle;<br />
“Dört yıl Ganj kıyılarında<br />
vecitle dolaştım, sağ dediler…<br />
Saint-Simon’la uğraştım iki<br />
yıl, çağımız onunla başlıyordu,<br />
sol dediler. Hind’i yazarken<br />
tek amacım vardı: Asya’nın<br />
büyüklüğünü haykırmak, yani<br />
bir vehmi devirmek, bir iftirayı<br />
yok etmek. Saint-Simon’u,<br />
putları yıkmak için kaleme<br />
almıştım. Her iki kitap da peşin<br />
hükümlerin rahatını kaçırdı, ne<br />
solun hoşuna gittiler ne sağın.<br />
Anladım ki bu iki kelime aynı<br />
anlayışsızlığın, aynı kinlerin,<br />
aynı cehaletin ifadesidir…” ( Bu<br />
ülke s326 )<br />
Batı düşüncesinde ki insanlar<br />
aralarında ne kadar keskin<br />
düşünce farkları olursa olsun<br />
ve bu farklardan doğan düşmanlıklar<br />
yaşarlarsa yaşasın<br />
aynı dili konuşmanın imtiyazını<br />
taşımaktadırlar. Belki birinin<br />
doğru dediğine öteki yanlış<br />
demektedir ama herkes neden<br />
söz edildiğini, meselenin ne<br />
olduğunu bilmekte, zihnin<br />
çalışma kanunları karşı görüşler<br />
için de geçerli olmaktadır.<br />
Çünkü aralarında kendi kökleri<br />
arasında sahici bir uzlaşmaya<br />
gitmeyi bildiği gibi aynı<br />
zamanda köklerinden gelen<br />
kavramları, en iyi düşünceler<br />
içinde yeniden yer etmeyi<br />
bilmişlerdi.<br />
Günümüzü iyi analiz eden<br />
insanların soldan hareket<br />
ettiği ya da sağda karar kıldığı<br />
biçiminde bir değerlendirme<br />
yanlış olur. Sağcı solcu gibi<br />
sınıflandırmalar hakikati maskelemeye<br />
yarayan uydurmaca<br />
hikayelerdir. “ Solla sağ bir<br />
bütündür, solu tayin eden sağdır,<br />
sağı tayin eden soldur.” Biz<br />
hakikatlerin sadece bir tarafını<br />
görmeye mahkûm ediliyoruz,<br />
oysa yalnız bir tarafını görmek<br />
hiçbir şeyi görmemek, görememektir.<br />
İnsanlar fikirleri üzerinden<br />
sığ bir bakış açışıyla bakıp<br />
birbirlerini kumanda etmekten<br />
vazgeçmeyi artık öğrenmeli.<br />
Emekleri çatıştırmayı bırakıp<br />
birleştirseler yeryüzünü çok<br />
daha kolay fethetmezler<br />
miydi ?<br />
Fikirlerimizle yeni bir çağ<br />
açmak istiyorsak azmin, inancın<br />
yanında çağın önde gelen<br />
düşünce ve stratejisine de<br />
hakim olmamız gerekir.<br />
Zihnimizi ve düşüncelerimizi<br />
yeni ufuklara açmamız eski<br />
düşüncelerimizin doğrularından<br />
bihaber olacağımız anlamına<br />
gelmez. Tam tersine sığ<br />
düşünceler hakikate yabancı<br />
kaldığı için bu yola çıkanlar,<br />
çağın bir unsuru olmayı reddederler<br />
ve çağa onun tanımadığı<br />
doğruları getirirler. Bu getirme<br />
çabası ancak çağın üstünde<br />
vasıflara sahip insanlar tarafından<br />
gerçekleştirilebilir.<br />
Bizler bahsetmiş olduğum<br />
bu düşünce üzerinde çalışıp<br />
gerektiğinde fikirlerimizle<br />
çatışmasını, yeni ufuklara yelken<br />
açmasını bilmeliyiz. Farklı<br />
bir düşüncenin doğrularıyla<br />
ocak ‘18
kavrulmak bizleri değersizleştirmez.<br />
Vaktiyle Avrupa’nın<br />
yaptığı da bu değil miydi? Bizim<br />
değerlerimizi alıp kendileriyle<br />
harmanlayıp kullanmadılar<br />
mı? Ya da 1470’lerde Fatih<br />
Sultan Mehmet Han tarafından<br />
kurulan Sahn- ı Seman Medreselerinde<br />
felsefe derslerinin<br />
verilmiş olması bunun en güzel<br />
örneği olmaz mı?<br />
Bu perspektiften baktığımız<br />
zaman bir hadis-i şerif geliyor<br />
hatırıma şairlerin şiirler, yazarların<br />
onlarca kitap yazdığı bir<br />
hadis-i şerif; “Ölmeden önce<br />
ölebilmek” söylemi. Peki ne<br />
manaya geliyordu bu hadis.<br />
Gerçekten ölmeden önce ölebilmek<br />
mümkün mü ? Ya da bu<br />
bahsetmiş olduğumuz kavrayıcı,<br />
bütünleyici doktirinlerle ne<br />
alakası olabilirdi ?<br />
Ölmeden önce ölebilmek;<br />
İnsan, kendisinin aciz ve zelil,<br />
dünyanın aldatıcı ve fani olduğunu.<br />
Ahretin ise çok yakın<br />
olduğunu tam olarak ancak<br />
ölünce anlar. Bu söz ile ölmeden<br />
önce uyanmamız hayatımıza<br />
çeki düzen vermemiz ve<br />
tam anlamıyla manayı anlayabilmemizden<br />
bahsediyor. Burada<br />
ki mana ise hakikat yoluna<br />
açılan kapıya bütün yönleriyle<br />
ulaşabilmemizle ancak mümkündü.<br />
Bu makama ulaşabilmemiz<br />
için ocu-bucu ayrımı yapmadan,<br />
insanları fikirlerinden<br />
dolayı göz ardı etmeden doğrunun<br />
ve hakikatin peşinden<br />
geniş açıyla bakmakla mümkün<br />
olabilir. Niyazi-i Mısri ne güzel<br />
anlatmış mısralarında ölmeden<br />
önce ölebilmeyi;<br />
Ey gönül gel olmagıl<br />
Hak’dan ırak<br />
Tende canın var iken<br />
eyle yerak<br />
Dünyadan ölmezden<br />
evvel et sefer<br />
Hiç edinme bir makamda<br />
sen durak.<br />
Sizce de ölmeden önce ölebilmek<br />
için tabulaşmış kalıpları<br />
yıkıp, hakikati bütün bir pencereden<br />
görmek gerekmez mi?<br />
BURAK AK<br />
6<br />
kusva.org
DENEME<br />
YÖNÜNÜ<br />
BULAMAYANLAR,<br />
YÖNÜNÜ BULANLAR<br />
VE YOLDA OLANLAR<br />
HÜSEYİN CAN COŞKUN<br />
7<br />
“Felsefe bize üstümüzde ve<br />
yükseklerde olan hedeflere<br />
doğru ilerlemesini öğretir.<br />
İnsan düşünürken, yeryüzünün<br />
bütün süfli hadiselerine yükseklerden<br />
gelen bir ulvi mayayı<br />
farkında olmayarak durmadan<br />
karıştırır. Sanki hayatı onunla<br />
mana kazanır. İşte bu insanın<br />
felsefe yapmasıdır‘’ der Nurettin<br />
Topçu.<br />
Dedi.<br />
Kelimeleri ve anlamları sınıfın<br />
içerisinde yankılanırken, yolda<br />
olan kendi etrafını birkaç<br />
kere turlayıp masasına doğru<br />
yöneldi.<br />
O sırada yönünü bulamayan<br />
çenesini ellerinin arasına<br />
koymuş kendinden geçmiş bir<br />
vaziyette yolda olan’ı dinliyordu.<br />
Dirseği sıranın kenarından kayıp<br />
düştüğünde az kalsın çenesini<br />
parçalayacaktı. Apar topar<br />
silkelenip kendine geldiğinde ilk<br />
işi gözlüklerini düzeltip, sıcaktan<br />
hafifçe kızarmış yanağını<br />
silmek oldu. Üstelik eşyaları<br />
da etrafa saçılmıştı, alelacele<br />
toparlamaya çalıştı.Tedirgindi.<br />
‘’Evet!’’ Diye seslendi yolda<br />
olan?<br />
‘’Efendim’’ demek zorunda<br />
kaldı silik bir ses tonuyla.<br />
‘’Efendim’’ dedi; bu efendim<br />
birisine cevaben verilen efendimden<br />
daha farklı olan efendim<br />
idi.<br />
Sosyal statü belirteci olan;<br />
tabakalaşma da yerini belli eden<br />
efendilerin efendisiydi.<br />
‘’Evet, evet, söylediklerinize<br />
katılıyorum, Felsefe çok değerli<br />
bir ilimdir, kıymeti bilinmelidir.’’<br />
Efendisi gözleriyle oturabileceğini<br />
ifade ettiğinde kıyafetinin<br />
önünü silermiş gibi yapıp<br />
sırasına oturdu.<br />
30-40 saniyeden ibaret olan<br />
o yapay sessizlik sınıfa hâkimdi<br />
şimdi. Sınıfın içerisinde yönünü<br />
bulamayanlardan ziyade korku,<br />
utanç ve sabır da sıralarda yerini<br />
almıştı.<br />
Etkisi 30 saniyeden ibaret<br />
olan sessizlik güdümlü utanç<br />
bombasının sarsıntıları devam<br />
ederken, Sufle diye geçirdi aklından<br />
yönünü bulamayan Sufle!<br />
Üzeri pudralanmış, iyi kıvamlı,<br />
dondurmalı bir sufle.<br />
Kendisi genç bir yönünü<br />
bulamayandı.<br />
Yönünü bulamayanlar; genelde<br />
bilinçlerini ödünç alırlar,<br />
umurları yoktur umursamazlar,<br />
kaybolmuşlardır yön bulamazlar,<br />
çok uyurlar-uyanmazlar,<br />
sağdan bakar olmaz soldan<br />
tutar yapamazlar, uyum sağlamazlar,<br />
vurdum duyarlar, duymaz<br />
uyarlar, cahil olur korkmazlar,<br />
söz verir tutamazlar.<br />
Feylesoflarda kalmıştı aklı,<br />
aynı feylesofların kesinlikle bir<br />
zamanlar bir yerlerde mantık<br />
metotlarından da söz ettiğinden<br />
emindi. Kırçıllı, düz, sembolik,<br />
gri, siyah-beyaz ve klasik mantık<br />
olanlardan.<br />
Hatırlamaya çalıştı fakat<br />
**nisyan yani unutmak insanın<br />
fıtratında vardı. ’Hafıza-i beşer<br />
nisyan ile malüldür’’ sözü de<br />
kısa bir süreliğine zihnini işgal<br />
etti.<br />
Daha sonra sağa baktı sola<br />
bakma gereği duymadan müsaade<br />
isteyerek dışarı çıkmak<br />
için yerinden kalktı, üç beş adım<br />
atar atmaz kapıya ulaştı. Koridorda<br />
zihinsel kuşatma devam<br />
ediyordu. ‘’Hafıza-i beşer nisyan<br />
ile malüldür’’ . Bu sözün<br />
kime ait olduğu meşguliyeti<br />
de kuşatmaya tüm birlikleriyle<br />
katılmıştı. Nihayet çıkış kapısına<br />
vardı, push! Yazılı olan taraftan<br />
kendisini dışarı attı. Bahçeyi<br />
adımlar adımlamaz alacaklısıymış<br />
gibi oksijeni solumaya<br />
başladı.<br />
Dışarı da gökyüzünün bütün<br />
kontrast ayarlarıyla oynanmış<br />
üzerine bir de filtre eklenmişti.<br />
Yoğunluk!<br />
Binalar, o binalardan daha<br />
küçük yapılar, o yapılardan da<br />
daha ufak diğer nesneler filtreye<br />
çaresiz bir şekilde maruz<br />
kalmıştı.<br />
Kendine biraz daha geldiğinde<br />
odak noktasını yani yönünü<br />
bulanı fark etti. Yönünü bulan,<br />
az ileride bu hikâyenin tam ortasında<br />
sağa sola yalpalamakla<br />
meşguldü.<br />
Yönünü bulanlar, koltuk sahibidirler<br />
pek sarsılmazlar, sırtları<br />
pektir yere gelmezler, kafaları<br />
rahattır çok daralmazlar, dert<br />
dinlerler ama dertlenmezler, iyi<br />
ocak ‘18
konuşurlar, gönül alırlar, kalp<br />
kırmazlar. Yuvarlanmasını iyi<br />
bilirler, sözlerini de ****tözlerini<br />
de gerekirse yuvarlarlar. Karınlar<br />
toktur, doymazlar. İş beklerler,<br />
aş beklerler âşık olmazlar.<br />
İtaatkârdırlar, kafa çıkarmazlar.<br />
Yanına vardığında yönünü bulan<br />
sigarasını badem bıyıklarının<br />
altındaki ıslak ve kalın dudaklarının<br />
arasına koyup yanaklarını<br />
şişirmekle meşguldü. Keyifli<br />
görünen ama bir o kadar da itici<br />
bir sigara içiş tarzına sahipti.<br />
‘’Merhaba’’ dedi.<br />
Bu merhaba; Farsçada benden<br />
size zarar gelmez, gönlünüzü<br />
ferah tutabilirsiniz anlamına<br />
gelen merhabalarından değildi.<br />
Bir an önce konuşulması gerekenlerin<br />
konuşulup, en az zararla<br />
istenilen sonuca ulaşılan bir<br />
konuşmanın başlangıç fişeğiydi.<br />
Mecbur kalındığında ağızdan<br />
çıkan yedi harften ibaretti.<br />
Yönünü bulan hızını almıştı<br />
çoktan. Başlangıç fişeğine daha<br />
önceki tecrübelerinden hâkimdi<br />
zaten. Konuşmayı istediği gibi<br />
şekillendirme gücüne sahipti.<br />
Sahip olduğu diğer meziyetlerinden<br />
de destek aldığının da<br />
karşısında bir yöneten çıkmadığı<br />
sürece rakipsiz sayılırdı.<br />
‘’Ahlak’’ dedi ilk önce, Kant<br />
dan bahsetti, Haldun diyerek<br />
duraksadı fakat Yusuf ile devam<br />
etti. Yetmedi ‘’ben’’ dedi, ‘’Allah’’<br />
dedi, ‘’biz’’ dedi. Kafasını<br />
kaldırdı yönünü bulamayana<br />
doğru baktı.<br />
Sen demedi, yuvarladı.<br />
Vedalaştılar. Bu veda; birbirlerine<br />
uzak kalacak iki insanın o<br />
süre zarfında tekrar görüşmek<br />
için bahaneler üretecekleri bir<br />
veda değildi.<br />
Bu veda; ellerinde olsa tekrar<br />
görüşmemek için nisyan bayrağı<br />
çekecek iki insanın bir takım<br />
sebeplerden dolayı tekrar görüşecekleri<br />
ayrılığın vedasıydı.<br />
Yönünü bulamayan yoğunluk<br />
filtresiyle yeniden baş başa<br />
kalmıştı. Yakasını düzelterek yönünü<br />
bulanın yanından yavaşça<br />
uzaklaştı. Birkaç adım attıktan<br />
sonra kuşatmanın kaldığı yerden<br />
devam ettiğini fark etti.<br />
‘’Hafıza-i beşer nisyan<br />
ile malüldür’’ birlikleri,<br />
sözün kime ait<br />
olduğu ve ne manaya<br />
geldiği süvarileriyle iyice<br />
sıkıştırmaya başlamıştı.<br />
Yetmezmiş gibi kırçıllı,<br />
sembolik ve klasik mantık<br />
metotları da destek<br />
kuvvet olarak bu kuşatmaya<br />
dâhil olmuştu.<br />
Yönünü bulamayan ödünç<br />
bilinciyle zihin kalesinin surlarını<br />
daha fazla koruyamıyordu,<br />
kuşatma karşısında alamamış<br />
olduğu tedbirler ve verememiş<br />
olduğu tepkilerle ona haiz<br />
görülmüş bu ismin hakkını<br />
veriyordu.<br />
O sırada yolda olan da bina<br />
kapısının push! tarafından bahçeye<br />
geldi.<br />
Yönünü bulamayan bir<br />
anlığını da olsa gözünün ucuyla<br />
yolda olanı gördü. Görüp de<br />
görmezden gelme ile samimi bir<br />
selamlaşmanın tam ortasında<br />
kalmıştı.<br />
Hali hazırda zihinsel işgale<br />
maruz kalan yönünü bulamayan<br />
biraz önce ucuyla gördüğü<br />
gözünün geriye kalanıyla bir şey<br />
yakaladı.<br />
Yakınlarda bir yerlerde<br />
bulunan sıradan bir pastanenin<br />
üzeri pudralanmış, iyi kıvamlı<br />
ve dondurmalı suflesinin reklam<br />
afişiydi bu.<br />
Yönünü bulamayan oksijenden<br />
alacağını almış, kontrastı<br />
bozulmuş havadan da nasiplenmişti.<br />
Kuşatma hala devam ediyordu.<br />
‘’Hafıza-i beşer nisyan<br />
ile malüldür’’ birlikleri,<br />
sözün kime ait olduğu ve ne<br />
manaya geldiği süvarileriyle<br />
birlikte kırçıllı, sembolik ve<br />
klasik mantık metotları üzeri<br />
pudralanmış, iyi kıvamlı ve dondurmalı<br />
sufle karşısında hamle<br />
bile yapamadan unutulmuştu.<br />
Çünkü Hafıza-i beşer nisyan<br />
ile malüldü.<br />
Suflesi için ilk adımlarını<br />
attığında, yolda olan bahçe<br />
kapısından dışarı çıkmıştı.<br />
Yolda olanlar, aykırıdırlar, ayrı<br />
durular, çok çalışıp az kazanırlar,<br />
yorulmazlar, Forrest Gump gibi<br />
durmaz koşarlar, sürekli yoldadırlar.<br />
Farabi gibi bakar, Meriç<br />
gibi okur, Topçu gibi sorarlar.<br />
Sahip olduklarını kullandıklarında<br />
dışlanırlar, göze batarlar.<br />
Jonathan Livingston olur terk<br />
ederler. Mecbur kalırlar, yapamazlar.<br />
Başarırlarsa her şey,<br />
başaramazlarsa hiç olurlar.<br />
Yolda olan, her gün yaptığı<br />
gibi otobüs durağına doğru<br />
yürüdü. Otobüs durağına geldiğinde<br />
sağ omzuyla durağın<br />
camdan duvarına yaslanarak<br />
yoldan geçen arabaları izlemeye<br />
başladı. Arabaların kimileri için<br />
çok değerli olduğunu biliyordu.<br />
Fakat yolda olan için motorlu<br />
taşıtların hepsi sadece bi yerden<br />
başka bir yere gidebilmeyi ifade<br />
ediyordu. Bineceği otobüsün<br />
gelme vaktine daha 5 dakika<br />
vardı.<br />
Cebinden telefonunu çıkartıp<br />
ekranına baktığında beklediği<br />
yolun sonunda bulunan camiden<br />
güzel sesli bir imam tarafında<br />
ezan okunmaya başlandı.<br />
Etkilendi.<br />
Bu etki; samimiyetsiz, anlık<br />
ve yapmacık değildi. Aksine<br />
gerçek, derin ve diriydi.<br />
Ezan okunurken Nurettin<br />
Topçu’nun mahiyetlerinin sadece<br />
güzel sesiyle dualar okumaktan<br />
ibaret olduğunu düşünen<br />
imamlar için söyledikleri aklına<br />
düştü. Topçu “Din çoktan ticaret<br />
metası olmuştur. Seslerinin<br />
güzelliğiyle sırasıyla boy boy<br />
hafızlar, kalitelerine ayrılmış<br />
kumaşlara benzerler. Her birinin<br />
ticareti de tabiat unsuru ciğerleriyle<br />
hançeresi, emeği ses<br />
nağmeleri, sermayesi ise dindir<br />
Kuran’dır” diyordu.<br />
HÜEYİN CAN COŞKUN<br />
Etkilenmedi.<br />
Yolun sonuna doğru baktı ve<br />
yola koyuldu. 8<br />
kusva.org
DENEME<br />
FAZLA ADAMLIK 101:<br />
KALP KIRMAK<br />
ÖMER BAKKALOĞLU<br />
9<br />
Güzel bir sabah işte başlıyoruz.<br />
Ben burada mı yatmıştım<br />
hiç tanıdık gelmedi? Bir dakika<br />
bir dakika, ben yatmış mıydım ki<br />
de uyandım? Telefonda da şarj<br />
yok, bunu bilinçli yapacak halim<br />
yok ya, besbelli uyuyakalmışım.<br />
Fark eder mi?<br />
Hemen saate bakalım, bi<br />
yere yetişeceğimizden değil<br />
de kahvaltı edilebilir mi acaba<br />
bu saatte? Güneş de yükselmiş<br />
gözüküyor, kahvaltı sıkıntıya<br />
girmiş olsa gerek. Çok önemli<br />
mi?<br />
Bugün pazar bundan eminim,<br />
eylül olsa gerek. 2017 bundan<br />
da kesinlikle eminim. Ama<br />
ayın kaçı acaba? 4 5 falandır<br />
herhâlde, ağustostan çok da<br />
uzaklaşmış olamayız. Geri sayım<br />
yok hayatımda, günleri ve yılları<br />
takip etsek yeterli. Çok sorun<br />
değil.<br />
Charles’ı arasam gelir mi ki?<br />
ocak ‘18
Ya Jose? Amaan! pis geyiği var<br />
onun da, istemez. Biraz hava<br />
alsam iyi olur, günü pijamalarla<br />
kapatmak istemiyorum. Evden<br />
uzaklaşmalıyım ama yolculuk<br />
yapmayı da sevmiyorum. Evden<br />
bi çıkalım da gerisi gelir herhâlde.<br />
Her şey yolunda.<br />
Usta bana bi menü! Aç<br />
sayılırım aslında ama kahvaltı<br />
etmediğim için doyurucu şeylere<br />
bakmıyorum. Hay aksi, usta<br />
menemen yolla bana, kaşarlı.<br />
“Mutfak yoğun, biraz bekleteceğim<br />
ama” Olur beklerim, önemli<br />
değil.<br />
Menemen de pek güzel sayılmazmış.<br />
E ilk defa da yemiyorum<br />
aslında. Oysaki çok emin<br />
söylemiştim kendimden. Tüh<br />
boşa gitti öğün. Güzel bi gün<br />
açılışı yapmak bugüne de kısmet<br />
olmadı, belki yarın? Belki.<br />
Kendi kararlarım kendi kulağıma<br />
çok saçma geliyor. Sonucu<br />
hoşuma gitmeyecek çok karar<br />
almaya başladım sanki. Hepsi<br />
de otomatik alınıyor, benim haberim<br />
yok; karar merci ben değilmişim<br />
gibi. Sanki bir düğmeyi<br />
yanlış ilikledim de kalan her<br />
düğme hatalı ilikleniyormuşcasına.<br />
İlk nerede sapıldı acaba?<br />
Kayda değmez.<br />
Biraz yürüyelim bakalım, zaman<br />
geçsin. Zaman hızlı akıyor<br />
sanki ama değişime gebe değil<br />
pek. Aylar yıllar geçiyor ama<br />
hâlâ günlerim birbirinden farksız.<br />
İsterse yarın 30 yıl sonrasına<br />
uyanayım, değişen bi şey olur<br />
mu ki? Sanmıyorum.<br />
Depresif şarkılar dinleyelim<br />
biraz, nerde benim kulaklığım!<br />
Hay aksi ya şu gelen Tony değil<br />
mi? Bizzat kendisi. Yine bilgelik<br />
kesecek akşam akşam, naalet<br />
olsun. “Ooo Tony hocam naber<br />
ya, gel otur şöyle iki kelam<br />
edelim.” Anlat bakalım Tony<br />
kardeş, beni zerre alakadar<br />
etmeyen o güzel hayat görüşünden<br />
hissemizi alalım. Aynen<br />
be üstat, mükemmel bir çıkarım<br />
bu yalnız. Hiç şüphe yok.<br />
Ben de çok yüce bi insanım,<br />
biliyor musun Tonyciğim.<br />
Hiç kalp kırmadım mesela,<br />
hep benim kalbimi kırdılar. Hiç<br />
mütevazılık yapamayacağım<br />
bu konuda, içim rahat. “Bak<br />
şu dilenciye o da hiç 1 milyon<br />
dolar kaybetmemiş hayatında,<br />
çok zeki bir insan olsa gerek.”<br />
Ne demek şimdi bu hocam, ne<br />
güzel çay içiyoruz şurada!<br />
Tony işte, tokadı vurdu kaçtı<br />
yine. Ne mesaj verdi ki burada<br />
bana? Elimize kalp geçmedi de,<br />
o yüzden mi kalp kırma şerefine<br />
nail olamıyoruz? Asosyal miyim<br />
acaba onu mu demek istedi?<br />
Kalp kıranlar daha mı fazla<br />
adam acaba? Kulağa hiç de<br />
mantıksız gelmiyor.<br />
Ne kadar aşıyorum acaba<br />
samimiyet duvarını? Duvarın<br />
arka kısmından kalp kırmak<br />
zor olsa gerek. İnsan sevdiğine<br />
kırılıyorsa... Tabi ya. Ee bizim de<br />
duvarımız çok yüksek değil hoş,<br />
yarım metre var mıdır acaba?<br />
Anca o kadardır.<br />
Vay be, yabancılaşmışız<br />
kendimize düşünmeyeli enine<br />
boyuna. Mesela şu garson gelirken<br />
çayıma tükürse, vay şerefsiz!<br />
Sinirlendim şimdi durduk<br />
yere. Ama bi dakika... Kalbimi<br />
kırmış olmaz bu hareket. O kim<br />
ki benim kalbimi kıracak, adını<br />
bile bilmiyorum. Ulan şerefsiz<br />
çaya tükürülür mü, insaf be!<br />
Ah Joseph vah Joseph.<br />
Kalp kırmayı becerecek kadar<br />
kimliğini kabul ettiremiyorsun<br />
demek karşı tarafa. E sen de bir<br />
gün birilerinin samimiyet duvarından<br />
parende atıp çatır çutur<br />
kalp kırabilip gerçek adamlar<br />
kervanına katılabilecek misin<br />
acaba? Bugün yatayım da, yarın<br />
düşünürüm.<br />
ŞENAY BOZKURT<br />
10<br />
kusva.org
DENEME<br />
BEN,<br />
BENDEN<br />
HABERSİZ<br />
MEHMET POYRAZ<br />
3<br />
İSTEMSIZCE<br />
SALLADIĞIM<br />
AYAĞIMA<br />
GÖZÜM TAKILDI.<br />
Bilinçli yapmıyorum. Sallanıyorum,<br />
farkına varınca duruyor,<br />
sonra bir daha ne zaman başlıyor,<br />
bilmiyorum. Bazılarına göre bir<br />
hastalığın belirtisi, bazılarına göre<br />
psikolojik, bazılarına göre basit<br />
bir alışkanlık. Hani şu yanımızdakinin<br />
“sallama şu ayağını”<br />
tepkisinin üzerine fark edebildiğiniz<br />
türden.<br />
İlkokul çağından beri müzikle<br />
muhabbetimin olması bunun nedeni<br />
olabilir mi diye çok düşündüm.<br />
Sadece ayak sallama değil,<br />
bunun gibi birçok istemsizce<br />
yaptığım hareketleri bu çatı altında<br />
değerlendirdim. Mesela yerde<br />
dizlerimin üzerinde oturup sabit<br />
durmaya çalıştığımda sürekli ileri<br />
geri, sağa sola sallandığımı fark<br />
ettim ve bunu birçok kişide de<br />
gözlemledim. Notalarını neye<br />
göre belirlediğimizi bilemediğim,<br />
kulağıma gelen seslerin uyumuna<br />
olan hassasiyetim buna sebep<br />
olabilir mi? Neden olmasın.<br />
Sık sık ruhun gıdası dediklerini<br />
duyar gibiyim. Evet, çok duydum.<br />
Belki kulağımdaki melodiler bilinçaltımda<br />
tekrar ediyor, istemsizce<br />
bir uzvuma ritim tutturuyor<br />
ve ben bunu fark edemediğim<br />
sürece buna engel olamıyordum.<br />
Hal böyleyken “Ruhun gıdası”<br />
dediklerinin, ruhumdan çok<br />
bilinçaltımla muhatap olduğunu<br />
söyleyebildim.<br />
Bu bir bilimsel çalışma değil<br />
elbette ama konuyla ilgili halk<br />
literatüründe birçok çelişki mevcut.<br />
“Oynatmaya az kaldı, doktorum<br />
nerde, bir güzel kız yüzünden<br />
çıldıracağım “<br />
Fatih Erkoç’un 90’lı yıllardan<br />
kalma bir şarkısı, nereden takıldı<br />
ağzıma, istemsizce söylüyorum.<br />
İşte bu da diğer bir benzer<br />
durum; bazen fark etmek bile<br />
durdurmaya yetmiyor. Hatta<br />
hoşumuza gitmeyen bir melodiyi<br />
bile günlerce mırıldanmak zorunda<br />
kalıyoruz. Gel de kurtul.<br />
Nereden geliyor bu ritimler ?<br />
Bilinçaltıma veya ruhuma tesir<br />
eden nedir ?<br />
Belirli enstrümanlardan üretilen<br />
ses dalgalarının, belirli bir<br />
frekans kuralına göre uyum sağlaması<br />
ve bu seslerin kulak zarımı<br />
titreştirerek beynime iletilmesi;<br />
RUHUMA GÖRE<br />
ÇOK FIZIKSEL<br />
DEĞIL MI ?<br />
Böyle düşününce “ruhun<br />
gıdası “gibi süslü kelimelerin<br />
büyüsü biraz bozuluyor gibi.<br />
Aynı frekansları ışık kaynağından<br />
üretip, ruhumuzun bu dünyaya<br />
açılan penceresi olan gözlerimizle<br />
izlesek aynı hissiyatı verir mi? Hiç<br />
sanmıyorum.<br />
Sanırım kavramları biraz karıştırmışız.<br />
Kâinatı seyrettikçe her şeyin<br />
bir ahenk içinde varlığını sürdürdüğüne<br />
şahit oluyorum. Bir atom<br />
zerresinin tavrı ile koca gezegenlerin<br />
sistemsel hareketleri aynı.<br />
Ve bu düzen, dolaylı olarak bütün<br />
kâinata nakşetmiş gayet muntazam,<br />
kusursuz işliyor. Adeta ritim<br />
tutuyorlar. Her varlık bir meşguliyette<br />
ve canlı cansız her cisim bir<br />
halkaya girmiş, kendisine belirlenen<br />
merkezin etrafından dönüp,<br />
sistemin sorumluluğunu yerine<br />
ocak ‘18
getiriyor. Her biri bu orkestranın<br />
bir enstrümanı gibi beraber çalıp<br />
söylüyorlar. Bunu görememek<br />
mümkün değil.<br />
Bizler ise bu sistemin başıboş<br />
gezinen tek varlıklarıyız. Müsaade<br />
edildiği takdirde kendi irademiz<br />
çerçevesinde ister yukarı, ister<br />
aşağı istediğimiz yere hareket<br />
edebiliyoruz. Sisteme zarar<br />
vermek de bizim elimizde, eşref-i<br />
mahlûk olmak da. Taşın, toprağın,<br />
dağların kabul etmediği irademiz,<br />
bize bu sistemde özgürlük sunuyor.<br />
Ve ya öyle sanıyoruz.<br />
Unuttuğumuz asıl konu irademizin<br />
bizim ruhumuzla sınırlı<br />
olması. Yoksa bedenimiz de bu<br />
ekosistemin bir parçası topraktan<br />
gelip, toprağa dönüş yolculuğunu<br />
tamamlamakla meşgul. Her<br />
hücresi döngünün içinde ritim<br />
tutturmuş bedenimize, tüm bu<br />
sistemi besleyen kalbimiz iki<br />
heceli vurgusuyla eşlik ediyor,<br />
beraber çalıp söylüyorlar. Sadece<br />
bir bütün halindeyken direksiyonu<br />
bize verilmiş, irademize<br />
tutsak edilmiş. Ne zaman bizlerin<br />
de algısına bir frekans uyumu,<br />
müzik, ritim, ne derseniz deyin<br />
girdiği anda başlıyoruz biz de<br />
eşlik etmeye, sistemin ahengine<br />
içgüdüsel katılmaya.<br />
Aracımızı güzel sahiplenmişiz<br />
ama onu çok da iyi tanıdığımız<br />
söylenemez. Ölümsüz bir bedenle<br />
son kullanma tarihi silinmiş bir<br />
ürünü kullanmanın rahatsızlığı<br />
çoğumuzda yer etmiş. Çoğu zaman<br />
bizi dinliyor ama biz özgür,<br />
o sisteme tutsak. Uyduramıyoruz<br />
kendimize.<br />
Peki ya biz ona uysak?<br />
Hiç gerçek anlamda bedenimizin<br />
daha doğrusu kâinatın ritmine<br />
kapılmayı denedik mi? Kendimizi<br />
bir hatta sokup, gezegenler gibi<br />
güneşin, atomlar gibi çekirdeğin<br />
etrafında döndüğümüzde ‘hacı’<br />
sıfatıyla şereflendiğimizin ne<br />
kadar farkındayız?<br />
İşte bu bilinçaltı değil, bedenimizin<br />
ruhumuza olan isyanı sanki.<br />
Kollarımız, bacaklarımız, irademizden<br />
kurtulduğu anda bizden<br />
habersiz başlıyor sallanmaya,<br />
dönmeye veya dönüşmeye.<br />
Bizler müziğin ritmine kapıldığımızda<br />
ise sadece kendimize<br />
tuzlu su içiriyor, içtikçe susatıyoruz.<br />
Defalarca dinlediğimiz onlarca<br />
özel şarkı varken, ne kadar çok<br />
sevsek de belli bir zaman sonra<br />
sıkılıp yenisine ihtiyaç duyduğumuzu<br />
hepimiz biliyoruz.<br />
Sanat düşmanı değilim,<br />
sadece gözlemciyim. O zaman<br />
bir müzisyen olarak rahatlıkla<br />
söyleyebilirim;<br />
Müzik ruhun gıdası değil,<br />
ruhun arayışıdır. Şarkılardaki hoşumuza<br />
giden frekans uyumunu<br />
,,<br />
değil, kalbimizin sesini arıyoruz.<br />
Çünkü her şeyden çok ruhumuzun<br />
buna ihtiyacı var.<br />
“YEDI GÖK,<br />
YERKÜRE VE BU-<br />
NUN IÇINDEKILER,<br />
ALLAH’I TESBIH<br />
EDERLER. HIÇBIR<br />
ŞEY YOKTUR KI,<br />
O’NU ÖVEREK<br />
TESBIH ETMESIN.<br />
FAKAT SIZ ONLARIN<br />
TESBIHLERINI<br />
ANLAYAMAZSINIZ.”<br />
İSRÂ 44<br />
MEHMET POYRAZ<br />
4<br />
kusva.org
ŞIIR<br />
RAYDAN<br />
HAYATLAR<br />
TUĞBA ERKAN<br />
5
TUĞBA ERKAN<br />
6
DENEME<br />
AYNAYA<br />
BAKMAK<br />
MİHRİBAN CEYLAN<br />
3<br />
İNSANDIR<br />
,,<br />
SANIYORDUM<br />
MUKADDES<br />
YÜKE HAMAL…<br />
NFK<br />
Aynada gözlerinin içine baktığında<br />
ne görüyorsun?<br />
Çağlar geçti, nurlar geldi,<br />
nesiller değişti ama insanın<br />
yeryüzündeki vazifesi hiç değişmedi.<br />
İnsanın kendini bulma,<br />
özünü bulma gayreti, insanın içine<br />
yerleştirilen bir gizli tohum gibi<br />
sürekli kendini filizlendirip durdu.<br />
İnsanın içinde olan, insana sürekli<br />
kendini tamamlaması gerektiğini<br />
söyledi. İnsan sürekli bir gayretin<br />
içerisinde belki farkında olarak<br />
belki de farkında olmadan bu<br />
tohumu sürekli besleme yaşatma<br />
gayretiyle didinip durdu. İnsanın<br />
ruhuna yerleştirilen bu tohum esas<br />
olana, özün geldiği yere, ulaşmak<br />
için vesile olabilecek bir araçtı,<br />
ancak iyi besleyen insan iyiye kötü<br />
besleyen insan kötüye ulaşır misali<br />
insanoğlu da kendi asil misyonunu<br />
unutup çeşitli yollara yöneldi.<br />
Dünya da elbette iyilikler oldu<br />
ve olacak, kıyamete kadar bitmeyecek<br />
bir halka var; ancak, kötüye<br />
meyil her zaman insanlık içerisinde<br />
yerini buldu, milyonlarca insanların<br />
öldüğü savaşlar, insanların<br />
birbirilerini yok etme çabası, nifak<br />
ortamları, …. İnsanın ne için var<br />
olduğunu unutturan durumlardı.<br />
Ayrıca, insanın yaşamında lüks,<br />
bolluk, makam geliştikçe neden insanların<br />
içinde bir şeyler kayboluyordu?<br />
İnsanlar neden içlerindeki<br />
özlerini kaybederek göreceli<br />
parlak, şatafatlı ama içerisi kapkara<br />
olmuş kendi köhne dünyalarında<br />
mutsuzlukla boğuşuyorlardı?<br />
Halbuki dış dünyada artan güzellik<br />
içeriği de aydınlatması, o tohumu<br />
güzel bir şekilde filizlendirmesi<br />
gerekmez miydi? Bu çelişkili soruların<br />
cevabını o dışardaki şatafatın<br />
sadece insanın bedenine hitap<br />
eden özüne dokunamayan bir bolluk<br />
olduğunu, insanın içine doğru<br />
yol aldıkça o dış güzelliklerin adım<br />
adım eksildiği görünce anlaşılıyor<br />
soruların cevapları. Buna şu şekilde<br />
bir metafor oluşturabiliriz; delik bir<br />
kapla bağına su taşıyan insana, bu<br />
kişinin yaptığı ‘su hamallığı’ ndan<br />
başka bir şey olmamaktadır. Irmağın<br />
en güzel yerinden almış olduğu<br />
suyu ne kadar taşırsa taşısın, suyu<br />
gittikçe azalacaktır, sonunda asıl<br />
yeşertmek istediği bağına gelince,<br />
eli bomboş kalacaktır, emekle-<br />
ocak ‘18
i boşa kaybolacaktır. Tıpkı<br />
içindeki tohumunu yeşertmeye<br />
çalıştığını düşünüp sadece dış<br />
dünyasını süsleyen insan gibi.<br />
Oysaki asıl mesele kişinin kendi<br />
özünü düzenlemesi, kendini<br />
şekillendirmesi idi.<br />
KIŞININ RUHUNU<br />
VE HAREKETLERINI<br />
DÜZENLEMESI ‘ÖZ DÜ-<br />
ZENLEME’ DIR. AYRICA,<br />
KIŞININ KENDISINI BUL-<br />
MASI, ÖZÜNÜ DÜZEN-<br />
LEMESIDIR. İNSANIN<br />
KENDISINI DÜZENLE-<br />
MESI ŞEKILLENDIRME-<br />
SI, KENDINI EĞITMESI<br />
BELKI DE EN ZOR IŞTIR.<br />
BAŞKASINA ŞÖYLE YAP<br />
BÖYLE YAP DENIR KO-<br />
LAYDIR, YA KENDINE?<br />
Kişinin kendinin aynası<br />
olması, kendini aynasının<br />
karşısında düşünüp, ne olduğunu<br />
amacını, sorgulaması<br />
ve kendini şekillendirmesi<br />
gerekir. Kişi önce kendine ışık<br />
olmalı, kendini iyileştirmeli ki<br />
içerde yeşeren güzel filizler<br />
kişinin benliğini sarsın adım<br />
adım çevresini yeşillendirsin,<br />
güzelleştirsin. Bu noktada,<br />
Peygamberimiz buyuruyor ki,<br />
“Kendini bilen insan Rabb’ ini<br />
bilir.” Kişi kendisini bulmasıyla<br />
ezeli amacına ulaşmış olur.<br />
Sevdiğim biri bir gün demişti<br />
ki senin dünyadaki notan<br />
nedir? O zaman bana çok acayip<br />
gelen durumu şöyle açıklamıştı.<br />
Her notadan farklı bir<br />
ses çıktığı gibi senin de diğer<br />
insanlardan farklı bir özelliğin,<br />
özün olduğunu bilmelisin. Sen<br />
kendi notanla insanları üzmek<br />
mi yoksa mutlu etmek mi<br />
istersin? Kişiler kendilerini eğittikçe,<br />
komşuları eğitilir, toplum<br />
eğitilir ve insanlar arkadaşça<br />
yaşamayı Martin Luther King’<br />
in meşhur sözü; “kuşlar gibi<br />
uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi<br />
öğrendik, ancak çok basit<br />
bir sanatı unuttuk: kardeşçe<br />
yaşamayı…”<br />
ÖZÜMÜZÜ BILELIM<br />
Farklıyız dostum farklıyız ben<br />
senden sen benden<br />
Bizim zenginliğimiz bu<br />
Birlik olmalıyız dirlik içinde<br />
olabilmek için<br />
Sen dünyanın her yerindesin<br />
Afrika’dasın, Amerika’dasın,<br />
Türkiye’ de, Avrupa’da, Asya’da,<br />
Orta Doğu’da<br />
Ama özümüzden gelen<br />
bir birlik var<br />
Ağacın bir dalı benim bir dalı<br />
sensin<br />
İkimiz içinde güneş aynı, rüzgâr<br />
aynı, su aynı, öz aynı<br />
Sadece yerimiz farklı, düşüncemiz<br />
farklı<br />
Diye kem edilir mi?<br />
Söz edilir mi?<br />
Olmaz dostum,<br />
İkimizde bir yolun yolcusuyuz.<br />
Ezelden geldik ebede gidiyoruz,<br />
Yolda yoldaşlık gerek, kardeşlik<br />
gerek, birlik gerek<br />
Dertleri bir etmek gerek<br />
Öldürülen bir masuma üzülmeliyiz<br />
birlikte, mesela<br />
Ağlayan çocuğun gözyaşını<br />
silmeliyiz,<br />
Gönül verdiğin yolda daha<br />
sağlam yürüyebilirsin<br />
İyiliği yayıp kötülüğe dur<br />
diyebilirsin<br />
Yoksa kırık sürahide su hamallığı<br />
yaparsın<br />
O su ki kadim bilginin kaynağı<br />
Her şeyin temizleyicisi<br />
Hayat<br />
Sen ayrılık çıkarırsan bu hazineyi<br />
boşa akıtıp gidersin<br />
Damla damla tükenen biz<br />
oluruz<br />
Gel birbirimize hayat taşıyalım<br />
Dünya kimseye kalmaz…<br />
MİRBAN ECYLAN<br />
4<br />
kusva.org
DENEME<br />
BU YAZI<br />
BiZ VE BiZiM<br />
GiBiLERE iTHAF<br />
EDiLMiŞTiR<br />
MERİÇ PINARCI<br />
3<br />
BILIYORUM.<br />
Size bunun nasıl bir his olduğunu<br />
anlatırım. Çünkü anlatacaklarım dile vuracak<br />
kadar gerçek. Fakat anlatacaklarımın<br />
anlaşılmasından fazlaca şüpheliyim.<br />
Çünkü sadece bizim gibilerin hissettikleri<br />
kadar açık seçik cümlelerim. Anlatılacak<br />
olanlardan değil de, hissedilecek<br />
türden kelimelerim...<br />
Birinin kanınızı tutuşturucu gücünü<br />
de, çocuk gibi elinden tutma isteği<br />
uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorsunuz.<br />
BILIYORUM, o son mermi<br />
içinizi delmeseydi eğer onu da alıp<br />
götürecektiniz.<br />
Gözlerinize nasıl mahkûm baktığını,<br />
canınızı bu denli yakarken nasıl kahrolduğunu<br />
hiç ama hiç unutmadınız<br />
biliyorum.<br />
BILIYORUM iki deli sevdalı<br />
olup yıllara meydan okuyabilirdiniz,<br />
başkalarında merhameti hiç aratmamış<br />
olsaydı eğer...<br />
Kemiklerinizde kalsiyum, damarlarınızda<br />
demir, beyinlerinizde nitrojen<br />
birde alevlerle yoğrulmuş ruhlarınız var<br />
ve ben, insanların kutsal kitaplara sığdıramadığı<br />
o cehennemi 4 duvara nasıl<br />
sığdırdığınızı biliyorum.<br />
Semaya kaldırdığınız ellerinizin<br />
arkasındaki; Allah’ım sür beni istediğin<br />
cehenneme ben en çok bu bedende<br />
yanıyorum seslerinizi de duyuyorum.<br />
Ama sevginin yalnızda bir duygu<br />
olmadığını, bilgide gerektirdiğini de<br />
kendimden biliyorum. ‘Sevgi savurganlığım’<br />
yüzünden durmadan su vererek<br />
çürüttüğüm kaktüsler hala aklımda...<br />
Bir dostum iyi ki akvaryumda balık<br />
beslemiyorsun demişti. Her halde<br />
havasız kalmasınlar diye üzülür sudan<br />
çıkarırdın onları.<br />
Belki de hepimiz bir Meriç’tik derin<br />
geldik,<br />
İçimizdekileri sardıkça kıyıya vurmalarına<br />
izin vermedik. Veremedik.<br />
Ama hani Meriç aynı zamanda ‘son<br />
umut’ demekti.<br />
Belki de sadece ‘son’ du. Sadece<br />
‘umut’...<br />
Yan yana getirmek insanoğlunun<br />
hatasıydı.<br />
Önemi var mı?<br />
Bütün bu bilmelere rağmen hala size<br />
koşan biri yoksa, hepsi geçti diyemeyen<br />
sesini bırak duymayı unutmaya<br />
başladıysanız, tek satır okuyacak bir şey<br />
ocak ‘18
yoksa eğer hala, önemi var mı?<br />
BAZEN DÜŞÜNÜ-<br />
YORUM DA<br />
Otobüse binmek yerine yürüyerek<br />
gitseydik istediğimiz yere, her şey<br />
farklı olur muydu?<br />
Bir sokakta yerleri inceleyerek<br />
yürümek yerine başımız dimdik yürüseydik<br />
hayatımızın aşkı döner miydi<br />
köşedeki sokaktan?<br />
Hep aynı yolu tercih ettiğimiz için<br />
mi bu kadar dümdüz gidiyor hayatımız?<br />
Bilmiyoruz ve asla bilemeyeceğiz.<br />
Çünkü her zaman iki seçenek vardır<br />
önümüzde ve her zaman yalnız birini<br />
seçebiliriz...<br />
Ne yazık ki, bu uzun yolculukta<br />
sağ camın yanına oturduğumuzda, sol<br />
camdan geçen şeyleri göremeyeceğiz.<br />
Başımızı sola çevirsek, sağ taraftakileri<br />
hep kaybedeceğiz...<br />
kusva.org<br />
O yüzden şimdi sor kendine<br />
Giden kaybediyorsa<br />
Kaybettiği için giden ne oluyor?<br />
Gittiğim için mi kaybettim<br />
Kaybettiğim için mi gittim?<br />
MERİÇ PINARCI<br />
4
DENEME<br />
SELFiE<br />
(ÖZÇEKiM)<br />
ARZU GÜR GERÇEK<br />
Selfie bilindiği gibi dijital fotoğraf makinesi veya kameralı cep<br />
telefonu ile çekilen oto-portre fotoğraf türüdür.<br />
Selfie, bireyselleşen günümüz insanının bir başkasının<br />
yardımına ihtiyaç duymadan bir kol boyu uzaklık mesafesinden<br />
kendi resmini çekmesidir. Gerçi teknoloji bu konuda<br />
da, hemen imdadımıza yetişmiş ve selfie çubuklarını icat<br />
etmiştir.<br />
İLK SELFIE, YA DA KAYITLARA ILK DIYE GEÇEN,<br />
AMATÖR BIR FOTOĞRAF MERAKLISI OLAN KIMYACI<br />
ROBERT CORNELIUS’UN 1839 YILINDA KENDI KENDINI<br />
ÇEKTIĞI RESIMDIR. ELLEN DE GENERES’IN OSCAR<br />
ÖDÜLÜ TÖRENINDE ÇEKTIĞI SELFIE ILE DÜNYAYA<br />
YAYILMAYA BAŞLAMIŞTIR.<br />
Bazı uzmanlara göre selfie Narsisizm ‘in bir semptomudur.<br />
Narsisizmi kısaca özetleyecek olursak; Yunan Mitolojisinde,<br />
sudaki kendi yansımasına aşık olan ve bir ömür kendini<br />
izleyerek hayatını tüketen Narkissos’dan gelmektedir. Günümüzde<br />
selfinin hayatımızdaki yeri de aşağı yukarı bu değil<br />
midir?<br />
Anı yakalayalım derken, kamera bizi gözümüzden yaka<br />
lıyor ve selfie çılgınlığına gün geçmeden yeni biri daha<br />
ekleniyor. Bu eylem öyle bir hal aldı ki, kimileri değişik<br />
bir poz yakalayayım derken, hayatını kaybediyor. Modern<br />
insan teknolojiyle donanmak isterken, tutkularına<br />
dolanıyor.<br />
3<br />
Bir yandan bilim insanları insan ömrünü uzatmanın<br />
yollarını ararken, diğer yandan, sosyal medya ve<br />
sanal alem göz göre göre hayatımızı çalıyor. Aslında<br />
günümüz insanı benlik sancısı çekiyor. Dünya’yı<br />
saran bu hale uyan her Müslüman da ne yazık ki,<br />
bu bütünün bir parçası oluyor. Anı ölümsüzleştirme<br />
gayretiyle haşa adeta, Kiramen Katib-in<br />
Melek’leriyle yarışıyor.<br />
Bireyselleştikçe yalnızlaşan insan, yaşamın her
alanında mutluluğu kovalıyor. Çektiği selfileri<br />
kendine şahit tutuyor. İspatlanmış mutluluklar,<br />
İnstagram, Facebook gibi, sosyal medya<br />
hesaplarında<br />
takipçilerin beğenisine sunuluyor.<br />
Hız çağında hayat öyle hızlı akıp gidiyor ki,<br />
her şey bir göz değmesiyle miladını dolduruyor.<br />
Bu telaşın ortasındaki insan, unutulmak korkusuyla<br />
varlığını haykırıyor. Yoksa insan; “Sizi sanki<br />
bir yerden gözüm ısırıyor” sorusuna muhatap<br />
olabilmek için mi böylesine çabalıyor?<br />
Benlik duygusu öylesine büyüdü ki, bunu ifade<br />
eden kavramlar artık dilimizde yerini alıyor. “Kendini<br />
şımartmak” diye yeni bir söz çıktı ve insanlar<br />
bunu kendilerine hak görüp, uyguluyorlar. Bunun<br />
için de vefa, fedakarlık gibi kavramları hayatın içinde<br />
uygulayıp hal edinme yerine, beraber bir resim<br />
çekip paylaşınca görevlerini yapmış oluyorlar.<br />
Arada hatıra kalsın diye, toplu halde çekilen selfileri<br />
anlamak mümkün ama, insanlar kendi kendine<br />
gülerken inci dişlerini gösterdiği pozlar verip, kendi<br />
resimlerini çekiyorlar. Sanki bu selfilere bakıp, kendileriyle<br />
hasret gideriyorlar.<br />
Acaba ayna karşısına geçip bunun provasını yapan<br />
var mıdır bilmem ama, o keyfi bu keyfi diye selfie paylaşanların<br />
Türk Kahve’si keyfine değinmek gerekiyor;<br />
Eskiden, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı” vardı!<br />
Kahve içerken yapılan samimi muhabbetin tadı, damaklarda<br />
kalırdı. Oysa şimdi içilen kahvenin hatırı, onu ikram<br />
ettiğimiz süslü fincan takımlarına kaldı.<br />
Aldığım duyumlara göre bazı kadınlarımız bu işi öylesine<br />
abartmışlar ki, aynı fincan takımıyla ikinci defa kahve<br />
ikram edemez olmuşlar. Öyle ya, her defasında aynı fincan<br />
takımıyla nasıl selfie paylaşsın kadıncağızlar?!<br />
Geldiğimiz şu hale bir bakar mısınız?<br />
ESKIDEN DERDINI SEVEN MÜS-<br />
LÜMANLAR VARDI, ŞIMDI KENDI-<br />
NI SEVENLER ÇOĞALDI.<br />
Yeni nesil Müslümanlar Peygamberimizin<br />
“IKI GÜNÜ BIRBIRINE EŞIT OLAN<br />
ZIYANDADIR!”<br />
İkazını böyle mi algıladı?<br />
Bunun için mi, gün geçtikçe ruhunda büyüyen boşluğu<br />
selfilerle kaplamaya çalışıyor.<br />
Oysa bilmiyor mu,<br />
ruha hiç bir dünyalıktan yama olmuyor!<br />
ARZU GÜR GERÇEK<br />
4
1<br />
ocak ‘18
kusva.org<br />
2
DENEME<br />
iSLAM VE<br />
FEMiNZM<br />
SUEDA AYŞE ŞİRİN<br />
1<br />
Hemen hemen her ülkenin<br />
gündeminde yer alan kadın<br />
hakları günümüze dek süregelen<br />
ortak tartışmalardan birisi<br />
haline gelmiştir. Kadının, aile<br />
hayatındaki sorumluluğu, iş<br />
hayatına girip giremeyeceği gibi<br />
birçok konu dünya gündeminde<br />
yerini almaktadır.<br />
İlk olarak sizlere kısaca<br />
feminizmin ne anlam içerdiğine<br />
ve amaçlarının ne olduğunu<br />
açıklayacağım. FEMINIZM,<br />
cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkan<br />
ve kadın haklarının korumayı<br />
hedefleyen dünya görüşüdür.<br />
Feminizmle ilgili ilk yaklaşımlar<br />
17. yüzyılda Marie Le Jars de<br />
Gourney’ın yazıları tarafından<br />
insan haklarının da desteği ile<br />
ortaya atılmıştır. 1789 Fransız<br />
Devrimi de önemli eşiklerden<br />
biri olmuştur. Kadın aydınlanması<br />
ve mücadelesinin tarihsel<br />
gelişiminde belirleyici bir yeri<br />
olmuştur. Sonra ki yıllarda kadın<br />
özgürlük mücadelesi, Fransız<br />
Devrimi’nde tarihi sahnesine<br />
öne çıkan kadınların çıkmış<br />
oldukları yoldan ilerleyerek başlamış<br />
olacaktır. Burjuva aydın<br />
kadınların, yasalar önünde erkekler<br />
ile eşit olmak için başlatmış<br />
oldukları hareket, Fransa’da<br />
feminizmin ve feminist hareketin<br />
temellerini oluşturacaktır.<br />
18. yüzyılda kadının eşitliği ve<br />
özgürlüğü için başlatılmış olan<br />
mücadele bugün ‘’ Yeni Kadın<br />
Hareketleri ‘’ olarak adlandırılıyor.<br />
Temelinde kısmen birbiriyle<br />
iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan<br />
oluşuyor. Tarihin belli bir<br />
döneminde kadınlar ‘’ikinci tür’’<br />
olarak görüldüler. Sosyal olarak,<br />
erkeklerden daha avantajsız<br />
durumdaydılar. Bu durumda<br />
haliyle günümüze kadar ulaşmış<br />
feminizm hareketlerini ortaya<br />
çıkarmıştır.<br />
ŞIMDI BIR DE İSLAM’IN<br />
KADINLARA VERDIĞI DEĞERE<br />
GÖZ ATALIM.<br />
Kuran-ı Kerim , kadın<br />
ile erkeği ‘’insan’’ olmaları<br />
bakımında eşit, değişik<br />
rolleri yönüyle de birbirlerini<br />
tamamlayan varlıklar olarak<br />
kabul ettiğini görüyoruz.<br />
Kuran-ı Kerim de kadınları ve<br />
erkekleri cinsiyet gözetmeksizin<br />
‘’insan’’ olarak belirterek<br />
eşitsizlik belirtmemesini ve de<br />
müminler içinde kadının da<br />
bir üye olarak vurguladığını<br />
belirtiyor. Buda kadının ‘’ikinci<br />
sınıf’’ bir insan olarak görülmediğini<br />
yorumlamamızı sağlıyor<br />
bize. Evet, kadın her işi yapabilir<br />
gücü yetebileceği takdirde ama<br />
bu bir erkekle kendisini kıyaslayabilir<br />
anlamına gelmiyor.<br />
Nasıl ki bir elma ile armuttu<br />
kıyaslayamadığımız gibi, nasıl<br />
ki bir kadının maden ocağında<br />
veyahut inşaatta çalışamadığı<br />
gibi. Kadının fiziki olarak erkekten<br />
daha güçsüz olması tabi ki<br />
kadının daha az değer görmesine<br />
sebep olamaz. Mümin kadın<br />
ve mümin erkekler Allah’a olan<br />
ibadetlerinde, Kuran-ı Kerim’in<br />
emirlerine ve yasaklarına uymada<br />
eşit haklara yükümlüdürler.<br />
Sizlerin de anlayacağı üzerine<br />
neyi savunduğumuz çok önemli.<br />
İslam ahlakında kadınlara ve<br />
erkeklere verilen değer eşit<br />
tutulmaktadır. Buna en güzel<br />
kanıt Kuran-ı Kerim gösterilir.<br />
Bir ayette de örnek olarak,<br />
“Erkek olsun, kadın olsun, bir<br />
mümin olarak kim salih bir<br />
amelde bulunursa, hiç şüphesiz<br />
Biz onu güzel bir hayatla<br />
yaşatırız ve onların karşılığı-<br />
ocak ‘18
nı, yaptıklarının en güzeliyle<br />
muhakkak veririz. “ (Nahl<br />
Suresi, 97) şeklinde buyrularak,<br />
erkek veya kadın olsun birbirleri<br />
arasında üstünlük görülmediği<br />
ve de cinsiyet ayrımı yapılmaksızın<br />
herkesin hakkettiği karşılığı<br />
alacağı vurgulanıyor. Birçok<br />
insanın İslam’ı yanlış tanımaları<br />
ve araştırmada yapmadan her<br />
duyulana inanmaları haliyle Hz.<br />
Hatice’nin ticaretle uğraşan<br />
bir kadın olduğunu unutturup<br />
akıllara İslam’ın; kadınları<br />
aşağıladığı, çalışmalarına, araba<br />
sürmelerine, gezme haklarının<br />
verilmediği, sadece çocuk<br />
bakıp, ev işi yapmakla sorumlu<br />
olan kişiler olarak tanınmasına<br />
sebep oluyor. Şunu kendinize<br />
söylemelisiniz; biz yobaz bir<br />
toplum değiliz.<br />
Biz, bize ilk ‘’Oku!’’ emri<br />
gelen, ‘’İlim Çin’de de olsa gidip<br />
alınız’’ diyen bir dine sahibiz.<br />
Bize, ilim almayı kendimizi<br />
geliştirmemizi sürekli öğütleyen<br />
dinimiz ayrım yapmaksızın<br />
vurguluyor.<br />
Sizler için hazırlamış bulunduğum<br />
bu yazıda da sizlerden<br />
istediğim yalnız şu; inandığımız<br />
doğruların inancımıza göre<br />
doğruluk payı var mıdır, yok<br />
mudur? Edindiğimiz bilgileri<br />
hangi kaynaklardan ne kadar<br />
doğru bir bilgi ile alıyoruz?<br />
Kulaktan mı dolmayız yoksa<br />
belli araştırmalar sonucunda<br />
mı sonuca varıyoruz? Aklınızda<br />
oluşan tüm soruların yanıtını<br />
Peygamber Efendimiz (SAV)<br />
in hayatından veyahut Kuran-ı<br />
Kerim’den almanız mümkün..<br />
‘’MÜMIN ERKEKLER<br />
VE MÜMIN KADINLAR<br />
BIRBIRLERININ VELILE-<br />
RIDIRLER. İYILIĞI EM-<br />
REDER, KÖTÜLÜKTEN<br />
SAKINDIRIRLAR, NAMAZI<br />
DOSDOĞRU KILARLAR,<br />
ZEKATI VERIRLER VE<br />
ALLAH’A VE RESULÜ’NE<br />
ITAAT EDERLER. İŞTE<br />
ALLAH’IN KENDILERI-<br />
NE RAHMET EDECEĞI<br />
BUNLARDIR. ŞÜPHESIZ,<br />
ALLAH, ÜSTÜN VE GÜÇ-<br />
LÜDÜR, HÜKÜM VE HIK-<br />
MET SAHIBIDIR.’’<br />
2<br />
(TEVBE SURESI, 71)<br />
kusva.org
DENEME<br />
THE<br />
EXPERİMENT<br />
ŞENAY BOZKURT<br />
İnsanoğlu çağlardan beri<br />
en güçlü olmak için süregelen<br />
bir savaşın ortasındadır.Güçlü<br />
olmanın neden bu kadar önemli<br />
olduğunu doğal seçilim varsayımı<br />
bir ölçüde açıklamaktadır.<br />
Doğal seçilim hipotezi yaşam<br />
döngüsünde sadece güçlü<br />
olanın hayatta kalabileceğini,<br />
zayıf olanın yaşam mücadelesini<br />
kaybedip tarihi süreçte yok<br />
olacağını savunmaktadır.Keza<br />
tüm insanlar bu kadar ayrıntılı<br />
bilgiye sahip olmasa da bu hissiyatın<br />
farkındadırlar.<br />
planda olmayı kabul etmemiştir.<br />
Bu mücadele Kabil in Habil i<br />
öldürmesine neden olmuştur.<br />
Orta çağlarda aynı güç<br />
mücadelesi sonucu sınıflaşma<br />
doğmuş.Soylu ve bürokrat kesim<br />
kendilerinden daha düşük<br />
seviyede gördükleri insanları<br />
boyundurlukları altına almaya<br />
çalışmışlardır.Aynı doğrultuda<br />
beyazların üstün ırk sayılması<br />
ve siyahilerin köleleştirilmesi<br />
sık görülen bir uygulama<br />
olmuştur.<br />
ve milyarlarca insan bu uğurda<br />
öldürülmüştür.Görüldüğü üzere<br />
zayıf ve güçlü çekişmesinde<br />
güçlü olmak isteği acımasız<br />
sonuçlar meydana getirmiştir.<br />
Günümüzde ise güç savaşı<br />
devam etmekle birlikte güç<br />
tanımı sadece kaba kuvveti<br />
kapsamaktan azat edilmiş,globalleşen<br />
dünyada bilgi çağına<br />
geçmemizle birlikte bilgi<br />
güçtür ideolojisi benimsenmeye<br />
başlanmıştır.Artık çoğunlukla<br />
gelişmiş ülkeler bir ülkeyi tehdit<br />
1<br />
Peki güç nedir diye soracak<br />
olursak genel toplamda sayısız<br />
bakış açısından birbirinden ayrışan<br />
tanımlar duymak mümkündür.<br />
Eski çağlarda ilkel toplumların<br />
güç savaşı daha vahşi bir<br />
şekilde gerçekleşmiştir.Belirli<br />
kuralların olmadığı bu dönemde<br />
insanoğlu her türlü soysuzlukta<br />
bulunmuştur.İlk cinayet olarak<br />
bilinen Habil ile Kabil havadisini<br />
bu noktada örnek vermek<br />
doğru olacaktır.Kabil kardeşi<br />
Habil in ön planda olmasını<br />
kendine yedirememiş, ikinci<br />
Yeniçağda<br />
ise Dünya<br />
da yaşanan<br />
gelişmelere<br />
paralel güç<br />
mücadelesi<br />
kendini<br />
ülkeler<br />
arasında<br />
ayni savaşlar<br />
şeklinde<br />
göstermiştir.<br />
Buna paralel<br />
tarih sahnesi<br />
sayısız<br />
savaşa sahne<br />
olmuş
olarak gördüklerinde direkt<br />
askeri donanmaya başvurmamakta,<br />
olayı psikolojik baskı gibi<br />
yollarla çözmeye çalışmaktadır.<br />
Ayrıca tek olanın daha savunmasız<br />
dolayısıyla güçsüz olduğu<br />
düşüncesi birtakım teşkilatlanmaları<br />
gerekli kılmıştır.Bu<br />
örgütlenmelerden biri de NATO<br />
dur.NATO bünyesinde bulunan<br />
ülkeler gerektiğinde birbirlerine<br />
askeri güç gibi transferler<br />
yapabilmektedir ve beklenen de<br />
budur.<br />
Başlıkta<br />
adını<br />
andığım<br />
filmin<br />
bu<br />
doğrultuda<br />
analizini<br />
yapmak<br />
istiyorum.<br />
Deney<br />
filmi<br />
orijinal<br />
ismiyle<br />
The Experiment Almanya yapımı<br />
film olan Das Experiment<br />
tan uyarlanmış bir eser. Paul<br />
Scheuring in yönetmenliğini<br />
yaptığı filmde bir grup bilim<br />
insanı deney araştırması kapsamında<br />
büyük mebladaki para<br />
ödülü karşılığında 12 insanı bir<br />
araya getiriyor.Daha sonra bu<br />
insanları bir hapishane koğuşuna<br />
sokuyor ve iki gruba ayırıyor.<br />
Deneklerden 6 tanesini suçlu<br />
diğer 6 sını ise gardiyan atıyor.<br />
Araştırmacılar ilgili kişilerden<br />
bir oyun oynuyormuş gibi değil,<br />
bizzat suçlu ve gardiyanlarmış<br />
gibi davranmalarını istiyor.<br />
Filmin başlarında belirli kurallar<br />
karşılığında bu düzen işliyor.<br />
Fakat ilerleyen zamanlarda iş<br />
çığırından çıkıyor ve gardiyanlar<br />
aldıkları büyük güç karşısında<br />
sorumsuzca davranmaya başlıyorlar.İlk<br />
önce birkaç taşkınlık<br />
yapıyorlar ve bu davranışlar<br />
hakları olmamasına karşın<br />
mahkumlara şiddet uygulamaya<br />
karar varıyor.Filmin sonlarında<br />
ise bu durumdan deneyin<br />
başındakiler de nasibini alıyor<br />
ve gardiyanlar tarafından çeşitli<br />
işkencelere mahrum<br />
bırakılıyorlar.<br />
Açıkça görüldüğü üzere<br />
kişiye sonsuz güç verilmesi<br />
başlarda kişiyi sersemleştirir,<br />
sonrasında arsızlaştırır ve en sonunda<br />
ise gaddarlaştırır.Çünkü<br />
kişi verilen güç sanki onun hep<br />
hakkıymış psikolojisine bürünür<br />
ve dünyanın merkezinin kendisi<br />
olduğunu sanmaya başlar.Dolayısıyla<br />
en güçlü kendisi olduğu<br />
için diğer insanları istediği gibi<br />
yönlendirebileceğini onlara<br />
istediği gibi davranabileceğini<br />
düşünür.Tanrısallaştırma mekanizması<br />
bu aşamada devreye<br />
girer.<br />
Yukarıda bahsettiğim açıklamalarda<br />
güç ve sonuçlarını<br />
irdelemeye çalıştım.Güçlü olmak<br />
tabiki de önemlidir.Güç seviyesi<br />
de alınan sorumluluk gibi değişkenler<br />
sonucu kişiden kişiye<br />
farklılık gösterecektir ve göstermelidir<br />
de . Lakin her şeyin azı<br />
karar fazlası zarar prensibiyle<br />
insanın karakterini bozmayacak<br />
kadar güçlü olması taraftarıyım.<br />
Karakterimize zeval vermeyecek<br />
ve hayata göğüs gerecek kadar<br />
kadar güçlü olmamız<br />
temennisiyle.<br />
ŞENAY BOZKURT<br />
2
DENEME<br />
EVANJELİZM DÜNYA<br />
İMPARATORLUĞU<br />
VE TÜRKİYE<br />
TUĞBA TEKTAŞ<br />
1<br />
EVANJELİZM NEDİR?<br />
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ<br />
NEDİR?<br />
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ İÇİN<br />
EVANJELİSTERDEN YARDIM<br />
MI ALINIYOR?<br />
TÜRKİYE BU SAVAŞIN<br />
NERESİNDE?<br />
Evanjelist Teoloji<br />
Evanjelistler Eski Ahit’te bahsedilen<br />
Yahudiler’in Tanrı’nın<br />
seçilmiş halkı olduğu dogmasını<br />
onaylamaktadırlar. Buna göre<br />
Kutsal Topraklar’ın Yahudilere<br />
ait olduğuna, Mesih Isa’nın Kudüs’te<br />
tezahür bulacağına, buna<br />
bağlı olarak daha ileri bir tarihte<br />
bütün Yahudilerin Hristiyanlığa<br />
geçeceğine inanmaktadırlar.<br />
Evanjelistler ayrıca Katolik ve<br />
Ortodoks dogmalarını da reddetmektedirler.<br />
Yunanca “iyi haber” ya da<br />
“genel olarak kabul edilen gerçek”<br />
anlamına gelen evangelion’dan<br />
gelmektedir. Bu kelimeden<br />
türetilerek, İncil yazarlarına<br />
“Dört Evanjelist” denmiştir.<br />
Fakat şu kısım var ki ,Evanjelist<br />
ve Evanjelik kelimeleri farklı<br />
anlamlara gelmektedir.<br />
Evanjelist sözcüğü en basit<br />
anlamıyla “Hristiyanlık bildirisini<br />
vaaz eden, yayan kişi” anlamına<br />
gelmekteyken Evanjelizm merkezli<br />
bu akımın mensuplarına<br />
ve zamanla liberal Protestanlar<br />
haricindeki tüm Protestanlara<br />
Evanjelik denmeye başlanmıştır.<br />
Gaye ve amaçları<br />
Hz. İsa’nın mesajlarını insanlara<br />
ulaştırma ve Hz. İsa’yı<br />
insanlara örnek göstermektir.<br />
ABD’yi kuran tutucu Protestan<br />
mezhebi Prutenler’in devamı niteliğindedir.<br />
ABD’de 1820’lerde<br />
genelde Hristiyanlık inancı için<br />
kullanılan Evanjelizm 19. yüzyıldan<br />
itibaren iki ayrı koldan<br />
ilerlemeye başlamıştır. Charles<br />
G. Finney ile Amerikan halkının<br />
dönüşümünün sağlanması ile<br />
devrimcilik anlamı kazanmış diğer<br />
taraftan Playmouth Kardeşliği<br />
hareketinin kurucusu John<br />
Nelson Darby’nin öncülüğünde<br />
radikal bir dini yorumu temsil<br />
etmeye başlamıştır. Bugünkü<br />
Evanjelizm Amerika’daki<br />
Hristiyan toplumunun tutucu<br />
kanadını temsil etmektedir.<br />
Özellikle 1950’den sonra ABD’de<br />
siyasetten ekonomiye, spordan<br />
sanata birçok alanda etkili olmaya<br />
başlamıştır. Öyle ki devlet<br />
başkanlarını bile bu mezhep belirler.<br />
Evanjelistelerin istemediği<br />
bir başkan ya istifaya zorlanır ya<br />
da suikasta kurban gider.<br />
İnanış şudur :<br />
Dünyada iyiler ve kötüler<br />
vardır. İyiler -ki işte bu evanjelistler<br />
yani protestanlar- ve<br />
kötüler de bunların haricinde<br />
kalan tüm dünya insanlarıdır.<br />
ocak ‘18
Hz.<br />
İsa geri<br />
gelecek ve dünyayı tüm<br />
kötülerden temizleyecektir.<br />
Buna Armageddon inancı<br />
denmektedir. Protestanlar ve<br />
evanjelistler arasında Armageddon<br />
inancı oldukça yaygındır.<br />
Bu inanca göre Armageddon<br />
savaşı olacak, bu savaşta Hz. İsa<br />
geri dönecek ve iyilerin zaferini<br />
elde edecektir. Bundan sonra<br />
“dünya saltanatını” kuracaktır.<br />
Bin yıllık bu saltanattan sonra<br />
ona inananlarla birlikte Cennete<br />
gidecek, diğer insanlar ise<br />
Cehenneme yollanacaktır. Bu<br />
sahnenin hazırlanması için Yahudilerin<br />
Filistin’e dönüp İsrail<br />
devletini kurmaları, Kudüs’ü<br />
başkent yapmaları, Mescid-i<br />
Aksa’nın yerine Süleyman<br />
Mabedi’nin inşa edilmesi, bunun<br />
için de İsrail’e yardım etmek,<br />
Kıyametin çabuklaştırılması için<br />
ne gerekiyorsa yapmak gerekiyor!<br />
BÜYÜK<br />
ORTADOĞU<br />
PROJESİ NEDİR?<br />
Bu geniş coğrafya, dünya<br />
Büyük Ortadoğu Projesi<br />
ABD’nin Kuzey Afrika’dan<br />
Pakistan’a kadar 22 ülkeyi<br />
kapsayan coğrafyada siyasal,<br />
askeri ve ekonomik yapıyı kendi<br />
çıkarları doğrultusunda yeniden<br />
tanımlaması. Proje, Kuzey<br />
Afrika’daki Fas’tan başlamakta,<br />
sırayla Cezayir’I, Tunus’u, Libya’yı,<br />
Mısır’I, Türkiye dahil Güney<br />
Kafkasları, Afganistan dahil<br />
Orta Asya’nın bazı devletlerini,<br />
Güney Asya’yı ve Ortadoğunun<br />
tamamını kapsamaktaıdır.<br />
Büyük Ortadoğu Projesi, resmi<br />
adıyla Genişletilmiş Ortadoğu<br />
ve Kuzey Afrika Girişmi,<br />
ABD’nin batıya kadar uzanan<br />
bir coğrafyada yer alan ülkelere<br />
yönelik siyasi, hukuki, bilgi,eğitim,<br />
ekomomi, sosyal ve güvenlik<br />
boyutlarını içeren kapsamlı<br />
bir “islam coğrafyası” dönüşüm<br />
stratejisi olup, bu alanlarda<br />
uzun vadeli bir değilimi hedeflemektedir.<br />
enerji<br />
kaynaklarının<br />
çok<br />
büyük bir<br />
bölümüne<br />
sahiptir. Bu anılan<br />
geniş bölgede farklı<br />
uluslar, kültürler, diller ve dinler<br />
yaşamaktadır. Bu alanlarda ABD<br />
ekseninde bir “düzen ve istikrarı”<br />
kurmak ve egemen kılmak<br />
demek, bir bakıma dünya egemenliğini<br />
büyük bir dayanağa<br />
ve güvenceye kavuşturmak<br />
anlamına gelmektedir.<br />
Başta petrol olmak üzere,<br />
doğalgaz, su gibi temel maddelerin<br />
denetim altına alınması,<br />
nakil yollarının denetlenmesi<br />
demek, aynı zamanda, olası<br />
rakip devlet veya devlet gruplarının<br />
önünün kesilmesi anlamına<br />
gelmektedir.<br />
TUĞBA TEKTAŞ<br />
İkinci hedef enerji kaynaklarının<br />
ele geçirilmesidir. Daha<br />
şimdiden bolge petrollerinin<br />
%40’ı olan Irak petrolleri, Afganistan’daki<br />
zengin uranyum- 2<br />
kusva.org
1<br />
DENEME
Pokut Karadeniz’in yeşiline açılan<br />
balkonu demektir. Pokut’ta adeta hayata<br />
yeniden doğuyor insan. Dertler,<br />
sıkıntılar rüzgarın sesiyle adeta uçup<br />
gidiyor. “Bulutların üzerinde uçmak”<br />
tabirinin tam karşılığıdır kendisi. Belki<br />
de çoğu zaman yaşadığımız hayatı<br />
sorgulatan nadir yerlerden.<br />
Pokut’a gelmişken sizlere tavsiyemiz<br />
Sal yaylasında inip ormanın içinde<br />
kuş sesleriyle yürüyerek yayla havasını<br />
içinize çekmenizdir. Bir deneyin<br />
bence. Pokut insanı çok merhametli<br />
ve nüfusun zaten az olduğu bir<br />
yerleşim yeridir. Burada<br />
yaşayanlar artık<br />
evlerini<br />
yazlık yerleşim olarak yani aslında<br />
nefes alma yeri olarak kullanmaktadırlar.<br />
Pokut’un bir diğer dikkat çeken<br />
özelliği ise elektrik tellerinin olmamasıdır.<br />
Yaşayan halk, kendi çabalarıyla<br />
elektrik tellerini yerin altından geçirmiştir.<br />
Bu demek oluyor ki o güzel<br />
balkonun manzarasını bozacak hiçbir<br />
şeyin olmamasıdır.<br />
ULAŞIM:<br />
Ulaşım çok ciddi zorluklarla gerçekleşmektedir.<br />
Yolun bozuk olması en<br />
dezavantajıdır Pokut’un. Arazi araçlarıyla<br />
gitmenizi tavsiye ederiz. Kültür<br />
ve Turizm Bakanlığının Pokut yoluyla<br />
ilgili projesinin bu yıl gerçekleşmesini<br />
ümit ediyoruz. Gitmek<br />
isteyenlere<br />
tavsiyemiz<br />
Çamlıhemşin merkezden Ayder taksi<br />
ile çıkmanızdır.<br />
NELER YEMELİYİZ:<br />
Çamlıhemşin merkezde yeşil vadi<br />
restoranda kahvaltı etmeniz tavsiyemdir.<br />
Özel helvalarının tadını kesinlikle<br />
tatmalısınız. Balık sevenler için ise<br />
Alabalıkları oldukça doğal ve leziz köy<br />
tereyağıyla uyumu muazzamdır. Doğaya<br />
karşı çeşit çeşit kahveyi bulabileceğiniz<br />
Şenyuva köyünde zua kahveyi<br />
içmeniz tavsiye olunur. Bunun yanı<br />
sıra güler yüzlü çalışanları yeşile ayrı<br />
bir güzellik katmaktadır. Özel notlar:<br />
Yanınızda mutlaka yağmurluk ve Rize<br />
simiti bulundurmalısınız. Rize simidi<br />
olmazsa olmazımız çünkü yaylada<br />
yiyecek fiyatları oldukça yüksek ve<br />
lezzetli yiyecekler ne yazık ki mevcut<br />
değil.<br />
Her şeye rağmen yolun zorluklarına<br />
inat Pokut’a çıkmalısınız ve o güzelliğe<br />
bir çayla merhaba<br />
demelisiniz.<br />
2
DENEME<br />
KUTSAL<br />
EMANET<br />
ENES TALHA DEMİR<br />
1<br />
ocak ‘18
“DIN, BIR SUSUZLUK,<br />
SONSUZA KARŞI DUYULAN ÖZLEM. BILGI DEĞIL, AŞK.”<br />
der CEMİL MERİÇ.<br />
ve yine CEMİL MERİÇ der ki;<br />
“AŞK BIR TESLIMIYETTIR, BIR ERIYIŞTIR. YENIDEN DOĞMAK IÇIN UYANIŞTIR. AŞKIN<br />
BÜTÜN SIRRI IKI KELIMEDE: VARLIĞINDAN SOYUNMAK.” Der.<br />
İnsanoğlunun varoluşu Hakkın tecellisinin vuku bulduğu ilahi bir fiiliyatla ve bu fiiliyatın soy<br />
başları olan Hz. Adem (a.s.) ve Hz. Havva (a.s.) ın dünya hayatında vazifelendirilmesiyle gerçekleşmiştir.<br />
Öyle ki bizlerde bu vazifenin sonuçlarıyız. İnsanoğlunun mazisi bu vazifenin seyrinde<br />
gizlidir. Habil ve Kabil. Onları tanımayan ve bilmeyen yok denilecek kadar azdır. Onlar insanlığın<br />
ilk kardeşleridir. Hiyerarşik sistemin ve onun yapı taşlarının mazisi de onların ilişkilerinde gizlidir.<br />
Habil ve Kabil bir gün alemlerin yaratcısı olan Allah’ a kurban sunmuşlardı. Hayvancılıkla uğraşan<br />
Habil güzel br koç getirerek dağa bıraktı ve ziraatla uğraşan Habil de ormandan topladığı<br />
çürük meyveleri aynı dağa bıraktı. İkisi de bunları kurban(o zamanlar kurban çok sevdiği bir<br />
şeyden fedekarlık yapıp onu dağa koymaktı, eğer ertesi gün gelinip bakıldğında kurbanlardan<br />
biri orda yoksa o kurban Allah tarafından kabul edilmiş demek oluyordu.) niyetiyle dağa bıraktı<br />
ve ertesi gün gelip baktıklarında Habil’in koçu yoktu. Habil’ in kurbanı kabul olmuştu. Kabil bu<br />
duruma bir hayli sinirlenmişti ve kardeşine onu öldüreceğini söylemişti. Habi’ in bu duruma verdiği<br />
cevap ise bir hayli dokunaklıydı. Habil ded ki: “ Sen beni öldürürsen ben sana karşılık verip<br />
de senin gibi olmam. Alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım. Sen benim günahımı yüklenip de<br />
cehennem ehlinden olacaksın. Zalimlerin cezası işte budur.” (Maide Suresi-28. Ayet)<br />
Cemil MERİÇ’ in sözlerinden yola çıkacak olursak; Kabil’ in yaptığı fiille akılca davrandığını<br />
tasavvur etmesi ve Allah’ ın meyvenin iyisine kötüsüne ihtiyacı olmayacağı düşüncesi onun<br />
kendine göre bilgeliğinin hakikate giden yolda kullanılcak bir unsur olmadığını gösterir. Habil’<br />
e gelirsek o öyle bir teslimiyet ve fedekarlık örneği göstererek Allah’a olan aşkını kanıtlamış ve<br />
Kabil’ in onu öldürmesiyle Hak’ ka kavuşmuştur, bir bakıma Cemil MERİÇ’ in ifadesiyle<br />
”varlığından soyunmuştur.” Bu bakıma Allah’ a olan inanç ve onun elçilerine olan itaat insanların<br />
hayatlarında mücerred bir pusula görevi görmektedir. İnsanlık eğer bu pusulayı takip ederse<br />
işte o zaman varlığından soyunabilir. İnsanlığın gayesi Hak olursa yoluda Hak olur ve işte o zaman<br />
Hak en ala kelamıyla tecelli bulur ve insanoğlu yaptığı fiiliyatların ecrine bu vesileyle ulaşır.<br />
Bu bağlamda din toplumsal yapıdan ayrı tasavur edilemez. Toplumsal yapı ve onun bireylerini<br />
fani dünyada kontrol altında tutan ve onlara yol gösteren bir ilahi gücün varlğı inkar edemeyiz.<br />
İşte o ilahi güç Allahtır. Tek egemen O dur. Habil’in kavuştuğu Allah insanlığa Peygamberler<br />
aracılığıyla dinler göndermiştir ve bu dinlerin en sonuncusunu “ HAK DİN İSLAMI” son Peygamber<br />
olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) e göndermiştir O da bu dini insanoğluna tebliğ etmiş<br />
ve onlara eşi benzeri bulunmayan bir pusula hediye etmiştir.Bu pusula O na inanıp peşinden<br />
gidenlerin kutsal emanetidir.<br />
İnsanlık varoluşundan bu yana inandığı değerleri koruyup kollamak ve sahip olduğu dünya<br />
görüşünü yaymak için sürekli etkileşim halinde olmuştur. Lakin nasıl Habil ve Kabil Allah’ a kurban<br />
ettikleri şeyler açısından farklılık gösteriyorsa insanlıkta inanç ve fikirler açısından farklılık<br />
gösterir. Bu nedenle de her fikrin temsil edildiği bir topluluk ve onları taşıyan bir toprak parçası<br />
vardır. İşte o toprak parçasıda “ VATAN” dır. Onu koruyup kollamak inancını kollamaktır. Vatan<br />
her ferdin ve onları oluşturan toplulğun namusudur. Çünkü vatan bir milletin her şeyidir; Vatan<br />
bir milletin inancını taşır vatan bir milletin mazisini taşır ve en ömenlisi de vatan bir milletin istikbalini<br />
taşır. Eğer istikbal yoksa hedef yoktur hedef yoksa gayret de yoktur işte o zaman vatan<br />
içindekilerle yok olmaya mahkumdur. İlahi gücün yarattığına inadığımız ve O ndan gelip O na<br />
gideceğimiz bu dünyada din bir kurtuluştur bu yolda bir pusuladır. Bu bağlamda din sonsuzluğu<br />
ifade eder ve vatanın en önemli koruyucusu da dindir. Vatanı koruyan dini yaşayıp korumak<br />
ve yüceltmekte bizlerin vazifesidir. Bu kutlu vazifede bize verilen pusulayı şiar edinerek yaşamak<br />
ve sahip olduğumuz değerlerin alemdarlığına gönül vermek bizleri kurtuluşa erdirecektir.<br />
Bu kutlu yolda karşımıza çıkan her türlü engeli bertaraf etmek ve gerekirse can vermek boynumuz<br />
borcudur. Son zamanlarda vatanımıza yapılan saldırılarda da değerlerimizi ve inaçlarımızı<br />
korumak için can veren şehitlerimiz bizim bu asırdaki en büyük emsalimizdir. Bu hususta bize<br />
düşen bir olmakla beraber elimizde ki pusulayı kaybetmeden ona sahip çıkarak vatanı her alanda<br />
müdafa etmektir. Şunu kesinlikle belirtmek isterim ki göğsü imandan aldığı nefesle büyüyen<br />
her fert sahip çıktığı bu vatanın kutlu muzafferiyetinde vakıf olduğu düsturla feraset sahibi<br />
olacaktır. Ve hep bir ağızdan haykıracaktır;<br />
Sözümüz sözdür!<br />
ENES TALHA DEMiR<br />
Yolumuz birdir!<br />
2<br />
kusva.org
EVANJELİZM<br />
DÜNYA İMPARATORLUĞU<br />
VE TÜRKİYE<br />
kaynakları fiilen olmak üzere el<br />
değiştirdi. Bu durum dünya Bor<br />
tuzlarının %75’ine sahip bulunan<br />
ülkemize de yakından ilgilendirmektedir.<br />
Bir başka hedef<br />
ise küresel sömürü aracı olan<br />
doların mevcut hegemonyasının<br />
sürdürülmesidir.<br />
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ<br />
İÇİN EVANJELİSTERDEN YAR-<br />
DIM MI ALINIYOR?<br />
Evanjelistlerin Sayıları<br />
ABD’de 70 milyonu, Dünya<br />
üzerinde de 500 milyonu bulmaktadır.<br />
Aslında hıristiyanlar,<br />
yahudileri hiç sevmezler. Hatta<br />
onlardan nefret ederler. Ama<br />
görmekteyiz ki, hıristiyanlığın<br />
en koyu merkezlerinden birisi<br />
olan ABD hükümeti, çok<br />
ciddi bir şekilde İsrail’i desteklemektedir.<br />
Bu destek, gerek<br />
ekonomik ve gerekse de askeri<br />
boyutta olmaktadır. İsrail’e<br />
karşı yapılan her hareket, sanki<br />
ABD’ye yapılmış gibi tepki vermektedirler.<br />
Evanjeliklerin ve Yaheb beklentisi<br />
içerisinde olan Siyonist<br />
Yahudilerin rüyalarını süsleyen<br />
bu sahne, yani Ortadoğu’nun<br />
Cehenneme dönmesi ne yazık<br />
ki gerçekleşmeye başladı gibi.<br />
Üzüntü verici olan; Müslümanlarında<br />
böyle bir savaşın yaşanmasını<br />
Allah’ın murat ettiğine<br />
inanmaları ve bunu kadere<br />
bağladığına dair şüphelerinin<br />
olmamalarıdır. Ancak şunu<br />
kısaca belirteyim: Bu inanç her<br />
Müslümana ait değildir…<br />
ABD ve İsrail arasındaki derin<br />
siyasi, kültürel ve dini ilişkiyi anlamak;<br />
hem ABD’nin Ortadoğu<br />
politikasını daha doğru analiz<br />
etmek için hem de ABD ve İsrail<br />
dostluğunun dünü, bugünü ve<br />
geleceğinin idraki için önemi<br />
haiz bir konudur. Hareketin<br />
önde gelen isimleri ise Bush’un<br />
da akıl hocalığını yapan Jerry<br />
Falwel, Pat Robertson, Franklin<br />
Graham ve Jerry Vines gibi<br />
İslam ve Peygamber Efendimiz<br />
için ağza alınmayacak hakaretlerde<br />
bulunan kişiler bulunuyor.<br />
TÜRKİYE BU SAVAŞIN NERE-<br />
SİNDE?<br />
Türkiye bu planlara karşı<br />
atması gereken adımları, Suriye<br />
İç Savaşı başlayana kadar sadece<br />
savunma konusunda attı.<br />
Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşa<br />
dâhil etmek için çeşitli provakatif<br />
eylemler düzenlediler. Bu<br />
konuda F4 uçağımızın Akdeniz’de<br />
düşürülmesi, ülkemize<br />
düşen roket ve füzeler, canlı<br />
bombalar vs. bunun için yapılmış<br />
birer eylemdi. Türkiye bekle<br />
-gör politikası güderek bunlara<br />
göğüs germeye çalışıyorken, 15<br />
Temmuz darbe girişimi ile karşı<br />
karşıya kaldı. Bu girişim bertaraf<br />
edildikten sonra siyasi ve askeri<br />
mekanizma gücünü göstererek<br />
Fırat Kalkanı operasyonunu<br />
başlattı.<br />
Siyasi durum her ne kadar<br />
sürekli değişkenlik gösterse de,<br />
Türkiye bölgesinde oynanan<br />
Evanjelist oyunlara karşı sürekli<br />
bir reaksiyon göstermektedir.<br />
Bu reaksiyon doğrudan doğruya<br />
Evanjelist-Siyonist ittifaka zarar<br />
verirken bölge halklarının ise<br />
bu şeytani plana olan direncini<br />
artırmaktadır. Onlar hiç vazgeçmeyecekler.<br />
Fakat Türkiye<br />
Cumhuriyet’i sağlam temeller<br />
üzerine kurulu olan yapısı her<br />
daim bunlara engel olacaktır.<br />
Bütün kavramların birbirine<br />
geçtiği masal ile gerçeğin,uhrevi<br />
ile dünyevi , efsane ve<br />
yaşanmışlığın tüm kavramların<br />
birbirine geçtiği günümüzde<br />
değişen dünya düzenine ayak<br />
uydurmak mı? Yoksa düzene<br />
direnmek mi?<br />
1<br />
TUĞBA TEKTAŞ<br />
ocak ‘18
FOTOYORUM<br />
OĞUZHAN ŞAMLIOĞLU<br />
Sanatçı eserinde Ramallah’ta yaşayan bir kadının hikayesinden esinlendi.<br />
İsrail ordusu tarafından gelen patlamayan bombaları saksıya dönüştürerek.<br />
Çiçekler açmasını sağladı.<br />
1<br />
Sanatçı eserini şu soruyla anlatıyor; Yaşadığımız ortamda<br />
hangi birimiz olumsuzlukların içerisinde umudu görüp onu güzelleştirebiliyoruz ?<br />
ocak ‘18
FOTOYORUM<br />
MEHMET SABT GÖKTAŞ<br />
Herkes kendi Amerka’sının önünü süpürse,<br />
dünya güllük gülistanlık olur.<br />
2<br />
kusva.org
TUNAHAN K<br />
YAZI GELEC
URFEYİZ<br />
EK