You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
YIL : 1 SAYI : 1 OCAK 2013 FİYATI: 1 www.hukumdergisi.com<br />
Emperyalizmanın<br />
Sanat Ajanı:<br />
“Muhteşem<br />
Yüzyıl”<br />
17<br />
Bilad-ı Şam<br />
İslam İnkılabına Hazırlanıyor<br />
Emperyalizmden<br />
İran’a:<br />
“Düşman Görünelim<br />
Sen Müslüman<br />
Dostlar Kazan!”<br />
Suriye<br />
İslam İnkılabının<br />
Lideri<br />
Usame er-Rifâ’î:<br />
Türkiye Ensar,<br />
Biz Muhacir<br />
Fatih’in Son<br />
Dersiâm’ı<br />
Muhammed<br />
Emin Saraç<br />
05 09 15
Allah Azze ve Celle, “Ey ilim ve izzet libasına<br />
bürünen Peygamber! ‘Kum fe<br />
enzir… Kalk ve dünyaya müdahale<br />
et!” buyurduğunda O (sallallahu aleyhi ve sellem)<br />
herkesten daha yorgundu ve ashabı da<br />
azdı. Fakat tereddüt etmedi, vaktin kaç olduğuna<br />
bakmadı, kalktı ve uyardı; İdeologların<br />
yalanlarına karşı muhalled hakikati ilan etti.<br />
Yüreklere Sıbgatellah’ı/Allah’ın boyasını sürdü.<br />
Evde, sokakta, çarşıda hasılı hayatın her şubesinde<br />
İslam’a çağırdı; “Sadece İslam”, “Yalnız<br />
İslam” dedi. “Yer ve gökleri kim yarattı?”<br />
diye sorulunca koro halinde, “Allah” cevabını<br />
verenler, Onun haber verdiği yaratan ve yöneten<br />
Allah’a inanmadı. Mekke, Peygamber-i<br />
Ekber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayata<br />
müdahil olmasını engelleyemeyince, Ona<br />
İslam’ın cahiliye örfüyle yeni bir terkibe gitmesini<br />
teklif etti. Yani Arap-İslam sentezi önerdi.<br />
Allah Resulü hiç düşünmeden teklifi geri çevirdi.<br />
Bunun üzerine kapılar, sokaklar üzerine<br />
kapandı. Mekke dinlemedi, Taif halkı taşladı,<br />
beşerin ufku daraldı, Allah Azze ve Celle’ye<br />
giden yol açıldı; Taif dönüşü Nahle vadisinde<br />
Onu cinler dinledi. Mekke’ye dönünce Müslümanların<br />
maddi anlamdaki zaafiyetine rağmen<br />
sistemin mutlaka değişeceği ve “Allah’ın<br />
Orduları”nın galip olacağı vaadini yineledi.<br />
Adım adım inkılaba yürüken ashabın korunaklı<br />
bir bölgesi yoktu. Buna rağmen onlar<br />
da Allah Resulü gibi hayata müdahil oldular.<br />
Rahman Suresi nazil olunca Abdullah b.<br />
Mesud (radiyallahu anh) Dâru’n-Nedve’nin<br />
önüne gidip, “Dinleyin! İnsanı yaratan Allah<br />
konuşuyor.” dedi. Ebû Zer de (radiyallahu<br />
anh) davayı meydanlara taşıdı. Sahabe, yerde<br />
süründürülürken atın üzerindeki emperyalistlere<br />
“Mutaffifîn Suresini” okudu: “Veylü’llilmudaffıfîn:<br />
İktisadi hayatı sömürü üzerine<br />
kuran zalimlere sonsuza kadar veyl olsun.”<br />
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)<br />
hayatın tam merkezinde durdu. Bâtılı cerhetti,<br />
Hakk’ı tutup ayağa kaldırdı. Sahabe gibi<br />
ulema da (radiyallahu anhum) Onun izinde<br />
yürüdü. Bütün ilmî ve fikrî ameliyelerini,<br />
“hayatı İslam’a uydurma” esası üzerine bina<br />
BAŞ YAZI<br />
ettiler. Ebû Hanife (rahimehullah) ibadet, siyaset,<br />
iktisat, ceza hukuku başta olmak üzere<br />
hemen her konuda tam beş yüz bin içtihat<br />
yaptı. Uluslararası hukuk alanında en hacimli<br />
ilk kitabı (es-Siyeru’l-Kebîr/Sağîr) Onun<br />
öğrencisi İmam Muhammed kaleme aldı.<br />
Roma’nın hukuk fakültelerinden önce hukukun<br />
esaslarını Mebsût’ta elli üç babta bir araya<br />
getirdi. Bir filozof bu muhalled kitabı görünce,<br />
“Haza Kitab-u Muhammedikümu’l-Asgar<br />
fe Keyfe Kitab-u Muhammedikümu’l-Ekber/<br />
Küçük Muhammediniz’in kitabı bu ise, büyük<br />
Muhammediniz’in ki nasıl olur?” dedi ve iman<br />
etti.<br />
Devlet-i Aliyye’nin ahir ömründe dinle<br />
devletin birbirinden ayrılma süreci başlayınca<br />
muvazene bozuldu. Hocaların önemli bir bölümü<br />
medreseye çekilip ibareyle meşgul oldu.<br />
Onların boşalttığı siyaset, iktisat, ceza hukuku<br />
dahil hemen her alanda “münevverler” diye<br />
iştihar eden zümre konuştu. Bunların kahir<br />
ekseriyeti Batı’nın gönüllü kültür ajanı çıkınca<br />
Hak’tan yana olduğunu iddia eden ve kendilerine<br />
İslamcı denen yeni bir taife türedi. İslamı<br />
yaşanan bir din olmaktan ziyade, konuşulan<br />
bir tasavvur olarak gören bu zümrenin elinde<br />
din, sabitelerini yitirdi. Hayatın kendisine uyduğu<br />
“İslam”dan, hayata uyan “İslam” moduna<br />
geçildi. Batıdaki sekülarist yapı olduğu<br />
gibi İslam coğrafyasına taşındı, ulema umuru<br />
dünyadan anlamayan zümre olarak addedildi.<br />
İlahiyat Fakülteleri ise bu savrulmanın neticesi<br />
olarak ortaya çıktı. Medrese gitti, ilahiyat<br />
geldi. Eskiyi, yenilenememekle eleştiren ilahiyat,<br />
yeni olarak sadece selefi tenkit etti. Siyasî,<br />
ictimaî konularda görüş beyan etmemede ısrarcı<br />
oldu. Ulus merkezli faşist yapılanmaların<br />
İslam nazarından hal çaresinin nasıl olduğuna<br />
dair tek bir tez hazırlamadı. Bilad-ı İslam’da<br />
ümmetin kanının aktığı bir dönemde “kadının<br />
özel halini” müzakere etmek için toplandı.<br />
Namazın sünnetlerini saymaktan aciz<br />
olan İslamcı ise, “mutlak müctehit” gibi her<br />
mevzuda hüküm beyan etti. İslam’a göre siyasi<br />
ve ictimaî mevzuların hal çaresinin nasıl<br />
olacağını ya da olmayacağını o belirledi. Sadece<br />
ilim meclislerinde konuşulması gereken<br />
mahrem mevzuları gazeteye, televizyona taşıdı.<br />
Allamelerin “Lâ edrî/bilmiyorum” dediği<br />
mevzularda “bana göre…” diye söze başlayıp<br />
“yıldırım fetva”lar neşretti. Ulemanın sadece<br />
dersle meşgul olması onu daha da cesaretlendirdi.<br />
Medrese sustu, İslamcı konuştu. İşte<br />
“İnkişaf” mecmuası, böyle bir zamanda yayın<br />
hayatına başladı. Ne var ki bazı Müslümanlar<br />
varlığından rahatsız oldu, onu durdurmanın<br />
yollarını aradı, ilgili müesseseden derginin<br />
isim hakkını satın alıp hakkımızda dava açtı.<br />
Uzun zaman devam eden mahkemeler neticesinde<br />
İnkişaf’a ara verildi. O sıra da Cemali<br />
bir tecelli oldu. Yeni Süleymaniye’miz; İfam<br />
kuruldu. Şimdi ilk mezunları farklı halkalarda<br />
Beydavî, Nesefî, Müslim, Hidaye, Cami gibi<br />
üst dersleri okutuyor. İnkişaf birdi. İfam’la yüz<br />
olarak geri döndü. İnkişaf’ta yazılan mevzular<br />
şimdi İfam’da müzakere edilmekte.<br />
“Hüküm”, İnkişaf’tan biraz farklı olarak<br />
hayatın fikir ve aksiyon cephesinde duracak.<br />
Ulemayı, umûr-u dünyaya müdahil olmaya,<br />
tepetaklak olmuş ehramı yeniden temelleri<br />
üzerine oturtmaya davet edecek. İslamcıya,<br />
her durumda İslam’ın varlığından rahatsız<br />
olan küfür yobazına ve muazzez Müslümana<br />
ayrı ayrı beyanda bulunacak. Hüküm, İslam<br />
nazarıyla neyin, nasıl olması gerektiğini anlatacak.<br />
İslamcıların oluşturduğu, “kayıtsız yaşam<br />
alanı”nı sorgulayacak. İdeolojilerin sorun ürettiği,<br />
sistemlerin sarsıldığı, İslamcıların farklı<br />
zarflar içerisinde “İslam” diye onun, bunun yorumunu<br />
arz ettiği bir zamanda “sadece İslam”,<br />
“yeniden İslam” diyecek. Allah Resulü’nün genel<br />
hatlarıyla tayin ettiği, müçtehit imamların<br />
ise tedvin ve tafsil ettiği İslam’ı anlatacak. Her<br />
şeyin değişebileceğini fakat hükmün asla değişmeyeceğini<br />
ilan edecek.<br />
Hüküm, varoluş gayesine münasib bir şekilde<br />
“İşte iz, geliniz!” diyebilirse kendini başarılı<br />
addedecektir. Gayret bizden, muvaffakıyet<br />
Allah Teala’dandır.<br />
İhsan ŞENOCAK<br />
isenocak@hukumdergisi.com<br />
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />
Erdal ULU<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Enes GÜR<br />
Editörler<br />
Yusuf ZİYA MERMERTAŞ<br />
Muhammed Fatih DEMİRTÜRK<br />
01<br />
OCAK 2013<br />
YIL: 1 SAYI: 1 OCAK 2013<br />
Yayın Danışmanı<br />
İhsan ŞENOCAK<br />
Yayın Kurulu<br />
Ahmet YAZICI, Halid İSTANBULLU,<br />
Recep YILDIZ, Selim SEYHAN, Fahri TEPE<br />
Abdullah KADIOĞLU, Mahmut Sami GÜLCÜ<br />
Tashih<br />
Yücel SARIOĞLU<br />
Grafik-Tasarım<br />
www.globalgrafik.com<br />
Yazıların ilmi, fikri ve hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.<br />
Dağıtım Sorumlusu<br />
Sezai USLU<br />
Tel: 0212 999 97 96 / Cep: 0506 441 19 79<br />
Baskı<br />
İhlas Gazetecilik A.Ş<br />
Dağıtım<br />
YAYSAT<br />
Yönetim Yeri: Atikali Mah. Müezzin Bilal Sk. No: 16/3/3 Fatih / İSTANBUL<br />
e-mail: info@hukumdergisi.com www.hukumdergisi.com<br />
Merkez Mah. 29 Ekim Cad.<br />
İhlas Plaza No:11 A/41 34197 Yenibosna/İstanbul<br />
Yayın Türü- Aylık Yerel Süreli<br />
www.hukumdergisi.com
YARDIMCINIZ ALLAH (azze ve celle) OLUNCA...<br />
Bilad-ı Şam<br />
İslam İnkılabına<br />
Hazırlanıyor<br />
Suriye’de kardeşlerimiz acılar mahşerinde kaç bin defa bir buçuk milyarlık ümmeti hesaba katarak,<br />
“Bizi kurtarın/bize yardım edin!” diye çağrıda bulundu fakat çığlıkları İran severlerin dehlizlerinde ya da<br />
onları Ehl-i beyt olarak tanıtan taifenin stüdyolarında kayboldu. İslamcılar daha önemli(!) bahisleri olduğundan<br />
haber bültenlerinde, manşetlerinde onlara yer ayıramadı. Ya da 500 ölümlü bir katliamı bir trafik kazası<br />
çapında haber yaptılar.<br />
u İhsan ŞENOCAK<br />
isenocak@hukumdergisi.com<br />
Onlarca yıl Nusayri zulmüne maruz<br />
kaldılar. Malları talan edildi, camilerdeki<br />
ders halkaları tehdit olarak algılandı.<br />
Çocukları yüksek binaların tepelerinden<br />
yollara savruldu. Anne karnındaki çocukları<br />
katledildi. Hama’da on binlercesi şehid oldu.<br />
Baas rejiminin katliam ajandasını bilen<br />
Müslümanlar yola, “her şeye hazırız.” diyerek<br />
çıktı. Bir anda “Özgür Suriye Ordusu” oluştu.<br />
İslam gençliği ÖSO’nun tugaylarına koştu.<br />
Arkasına İran, Rusya ve adına Hizbullah<br />
denen örgütü alan Beşşar, babası ve amcası<br />
gibi zafer kazanacağını düşündü fakat her gün<br />
yeni yenilgi haberleri aldı. Taburları, tugayları<br />
düştü, şehirlerde hakimiyeti kaybetti. Elinde<br />
sadece hava gücü kaldı.<br />
Şam, Halep, Hımıs, … şimdilerde insanlık<br />
tarihinin, en şeni’ katliamlarından birine<br />
tanıklık ediyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar feryad<br />
ediyor. Okullar, çarşılar boşalmış. Atölyeler,<br />
fabrikalar çalışmıyor. Şu fikir inhitatına bakın<br />
ki, tek bilgi kaynağı İran ve Hizbullah olan<br />
bazı Müslümanlar, bu vahşete duyarsız kalmakla<br />
yetinmiyor, mazlumları da Amerikancı<br />
olmakla itham ediyor. Aşağıdaki mısra sanki<br />
tam da bu hadiseyi izah etmek için söylenmiş:<br />
“Sorsalar mağdurunu gaddar kendin gösterir.”<br />
Müslümanlara hitap eden gazete ve televizyonları<br />
idare eden yazar-çizer taifesinin bir<br />
kısmı, açıkça Esed’ten yana tavır alarak sadece<br />
zahiren İslam’la alakası olduğunu bir kez<br />
daha tescil eden İran’ı tezkiye etmeye devam<br />
ediyor. (Hiçbir hadiseyi küçümseme amacımızın<br />
olmadığını, bütün bir alem-i İslam’ı<br />
misak-ı milli olarak kabul ettiğimizi ilanen<br />
söyleyelim). Bilad-i İslam’da birkaç şehit için<br />
nümayişler düzenleyenler günde yüzlerce kişinin<br />
şehit olduğu suriye cihadına karşı sükut<br />
orucuna büründü; hissetmiyor, görmüyor,<br />
duymuyor, konuşmuyor. Kur’an-ı Hakim’in<br />
ifadesiyle, sağır, dilsiz ve kör oldular. Diğer bir<br />
grup ise hakikati tahrif ediyor, gaddarı mazlum;<br />
mazlumu da gaddar olarak gösteriyor.<br />
Camileri bombalayan, ulema, avam ayırımı<br />
yapmadan Müslüman’ın boğazını kesen ya da<br />
onu kurşuna dizen İran, Beşşar ve Hizbullah’ı<br />
hakperset; mazlum ümmetin, yıkılan camilerin,<br />
ırzına geçilen kadınların hesabını soran,<br />
Allah Azze ve Celle’nin adını yücelten Özgür<br />
Suriye Ordusu’nu ise Amerikancı olarak haber<br />
yapıyor: “Müşkül budur ki, suret-i haktan zuhur<br />
ede.”<br />
Hakikat, ancak bu kadar çarpıtılabilir. Hz.<br />
İsa adına İseviliği tahrif edenler, şimdi İslam<br />
adına hakikati tahrif etmekle meşgul. En zor<br />
zamanlarda dahi kardeşlerinin yanında yer<br />
alan, varını yoğunu onlarla paylaşan, kıtalar<br />
arası yardım kafileleri düzenleyen bu ümmet,<br />
evi bombalanan muzdariplere, eşini ve çocuklarını<br />
kaybeden biçare kadınlara, yavrusuna<br />
süt bulamayan babalara karşı kayıtsız kaldı,<br />
onları acılarıyla baş başa bıraktı.<br />
Suriye’de kardeşlerimiz acılar mahşerinde<br />
kaç bin defa bir buçuk milyarlık ümmeti<br />
hesaba katarak, “Bizi kurtarın/bize yardım<br />
edin!” diye çağrıda bulundu fakat çığlıkları<br />
İran severlerin dehlizlerinde ya da onları Ehl-i<br />
beyt olarak tanıtan taifenin stüdyolarında<br />
kayboldu. İslamcılar daha önemli(!) bahisleri<br />
olduğundan haber bültenlerinde, manşetlerinde<br />
onlara yer ayıramadı. Ya da 500 ölümlü<br />
bir katliamı bir trafik kazası çapında haber<br />
yaptılar. Onlar aslında bu tavırlarıyla kendileri<br />
katında hangi sözün daha bağlayıcı olduğunu<br />
gösterdiler. Kur’an’ın, “Size ne oldu da Allah<br />
yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan<br />
bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip<br />
gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen<br />
zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda<br />
savaşmıyorsunuz!” (Nisâ 75) çağrısına<br />
mutaassıb bir Ayetullah’ın sözü kadar önem<br />
atfetmediler.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 02
HALİD<br />
Halid… Hımıs’ta, Halid b. Velid<br />
(radiyallahu anh)’ın kabrine yakın<br />
bir evde dünyaya gelmişti. Babası,<br />
“Hz. Halid gibi olur”, dağılan İslam<br />
ordularının önüne geçer, Onun gibi,<br />
“Hz. Muhammed’e şahadet/cennet<br />
karşılığında biat edenler gelsin.” der,<br />
hezimeti zafere çevirir temennisiyle<br />
ona büyük sahabinin adını vermişti.<br />
Hımıs’taki haberleri Halid’ten<br />
alır, emanetleri onun vasıtasıyla<br />
mazlumlara ulaştırırdık. Bazen gece<br />
iki de, bazen ders esnasında, bazen<br />
de fecirde arar yani -elektriğin olmadığı<br />
şehirde- nerede bir jeneratör<br />
bulur telefonunu şarz ederse oradan<br />
telefon açar, ihtiyaçları bildirirdi.<br />
Her telefonda yeni şehit haberleri verir,<br />
dünyada kalmasına hayıflanırdı.<br />
Konuşmayı sonlandırırken, “Hocam<br />
bir dakika, kapatmayın! Ben dua<br />
edeyim siz de amin deyin derdi: ‘Allahım!<br />
Beni şehadetle rızıklandır!”<br />
Halid’le en son Kasım ayının<br />
ilk günlerinde konuşmuş, “bu ayın<br />
emanetini falan kardeşimizle gönderiyoruz.”<br />
demiştim. Haftalar geride<br />
kaldı. Ne emanetçi ne de ben ulaşabildim.<br />
Halid de şehit oldu.<br />
Hımıs’lı mürşid Said Kahil’in öğrencisi,<br />
İmam Kevserî’nin muhibbi,<br />
ilim talebesi Halid mi Amerikancı?<br />
Kim Amerikancı?<br />
Düşünceleri Ehl-i Sünnet dışı havzalarda<br />
teşekkül edenler, “Bu bizim mücadelemiz<br />
değil.” dedi. Hımıs’ta, “komutanımız Hz. Muhammed”<br />
diye yürüyen İslam gençliğine emperyalizmadan<br />
aidiyet noktaları buldular(!).<br />
Beşşar’ın lojistiğinde onunla birlikte “Bunları<br />
ABD sokağa çıkardı.” diye kulis yaptılar. Yani<br />
yıllarca “En büyük cihad zalim sultanın karşısında<br />
hakkı söylemektir.” diyenler, “Esed’ten<br />
başka ilah yoktur.” diyen Şebbiha’yı İslam<br />
gençliğine tercih etti. Müslümanları Amerikancı<br />
olmakla itham etti.<br />
Okuma yazma bilmeyen, dağlarda yıllarca<br />
çobanlık yapan, köyündeki kızlara şebbihanın<br />
tecavüz ettiğini, Esed’in askerlerinin<br />
köy camisini tankla yakıp yıktığını duyunca,<br />
koyunlarını bırakıp, Özgür Suriye Ordusu’nun<br />
saflarına katılan, cihad ederken şehid düşen<br />
genç mi Amerikancı?<br />
Kötürüm dedesinin gözleri önünde on<br />
sekiz Suriye askerinin ırzına geçtiği, yaşadıklarının<br />
etkisinden kurtulamayıp gazla kendisini<br />
yakan Hama’lı kız mı Amerikancı?<br />
Şam’da Ebû İsa komutasındaki Liva-u<br />
Sukuri’ş-Şam’ın (Şam şahinleri tugayı) bir<br />
bölüğünde nöbet bekleyen, kendisine hangi<br />
taburdan olduğu sorulduğunda, “Nereye ait<br />
olmamızın ne önemi var. Biz, İslam’ın askerleriyiz.<br />
Allah’ın dinini yüceltmek için cihad ediyoruz.”<br />
diyen genç mi Amerikancı?<br />
Haleb’in, Şam’ın minberlerinde şehadeti<br />
anlatan mücahit imamlar mı; okullarını terk<br />
edip Özgür Suriye Ordusu saflarına katılan<br />
muazzez İslam gençleri mi, kim Amerikancı?<br />
Liva-u Sukuri’ş-Şam komutanına gelip<br />
cihad etmek için tabura alınmasını isteyen<br />
silah yetersizliğinden dolayı talebi karşılanamayınca<br />
yere kapanıp ağlamaya başlayan, bir<br />
müddet sonra toparlanıp komutana, “Neden<br />
cennete girmeme engel oluyorsun? Vallahi<br />
Cennetin kokusunu alıyorum.” diyen, ısrarları<br />
üzerine kendisine bir silah temin edilen ve ilk<br />
çatışmada şehit olan on beş yaşındaki genç mi<br />
Amerikancı?<br />
Gayeleri Allah Azze ve Celle, düsturları<br />
Kur’ân-ı Kerîm, komutanları Hz. Muhammed,<br />
idealleri büyük İslam inkılabı, yaşadıkları ise<br />
kah Bedir, kah Uhud olan mustakîm müminler<br />
mi Amerikancı?<br />
Onlar Kadisiye’de değiller fakat anaları<br />
Allah Rasulü’nün övgüsüne muhatab olan<br />
büyük İslam kadını Hz. Hansa gibi… Kadınları,<br />
kızları ölüme meydan okuyor; erkeklerinin<br />
şehadetleriyle iftihar ediyorlar. Bilad-ı Şam’da<br />
Umm-u Halid’ler, Ümm-u Ali’ler destanlar yazıyor.<br />
Şam’da Umm-u Davud adında bir İslam<br />
kadını… Ziyaretçilerine oğullarının şahadetlerini<br />
anlatıyor, o konuşuyor dinleyenler ağlıyor.<br />
Onda ise tek damla yaş yok, tam bir teslimiyet<br />
hali… Kendisine, “bütün bunlardan elem duymuyor<br />
musun?” diye sorulduğunda“Elbette<br />
Gayeleri Allah Azze<br />
ve Celle, düsturları<br />
Kur’ân-ı Kerîm, komutanları<br />
Hz. Muhammed,<br />
idealleri büyük İslam<br />
inkılabı, yaşadıkları ise<br />
kah Bedir, kah Uhud<br />
olan mustakîm müminler<br />
mi Amerikancı?<br />
03<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
acı çekiyorum… Anneyim ben, yüreğim yanıyor<br />
fakat ağlarsam mücahitlerin moralleri<br />
bozulur, ecrim azalır. Bu yüzden sabrediyorum.<br />
İntizar halindeyim. Her an bana da sefer<br />
emrinin gelmesini ve yavrularımla Cennet-i<br />
A’la’da bulaşmayı özlüyorum.” şeklinde cevap<br />
veriyor.<br />
Belki de Ümm-u Davud hiç okula gitmedi.<br />
Cihadın ne olduğunu bir kitaptan da<br />
öğrenmedi. İman ve amel-i salih ona öyle bir<br />
makam verdi ki bizzat kendisi kitap oldu. Şimdi<br />
siretiyle okumasını bilene İslam’ın ne olduğunu<br />
ve nasıl anlaşılması gerektiğini öğretiyor.<br />
Bilad-ı Şam’da şehirlerin en işlek yeri<br />
makberler... Makberlerde bölük bölük içtimalar<br />
var. Defin esnasında gençler Abdullah<br />
b. Cahş (radiyallahu anh) gibi dua ediyor: “Ya<br />
Rab! Şahadeti, kardeşimize nasip ettiğin gibi<br />
bize de ikram et, bizi o büyük devletten mahrum<br />
etme!”<br />
Müslümanların yaşadığı mahallelerde<br />
dükkanlar kapalı, açık olanlarda ise hemen hemen<br />
satacak mal kalmadı. Rejim, hava bombardımanında<br />
ekmek fırınlarını ilk vurulacak<br />
hedefler arasında gördüğünden yüzbinlik şehirlerde<br />
halen vurulmamış birkaç fırın kaldı.<br />
Halk temel besin kaynağı olan ekmeğe dahi<br />
ulaşmakta güçlük çekiyor. Bir kişiye yetecek<br />
bir çorbayı altı kişi yiyor. Yine de sofralardan<br />
hamdederek kalkıyorlar.<br />
Türkiye’de birilerinin varlıklarından rahatsızlık<br />
duyduğu konteyner kent… Her bir<br />
konteynerda ayrı bir acı, ayrı bir hikaye var.<br />
Kimi eşini, kimi oğlunu, kimi bütün bir ailesini<br />
kaybetmiş. Kimi tecavüze uğramış, şuurunu<br />
yitirmiş. Kiminin korkudan dili tutulmuş. Evleri,<br />
mülkleri yerle bir olmuş.<br />
Konteyner kentte ak sakallı bir ihtiyar...<br />
Yüzünde iman ve tevekkülün derin izleri var.<br />
Bir kenarda oturmuş elinde tesbih evradıyla<br />
meşgul oluyor. Yanına varıp selamdan sonra<br />
halini soruyorsunuz. Yaşadıklarını ve yaşananları<br />
anlatıyor. Sonra müftehir bir eda ile<br />
Konteyner kentte bir<br />
Perşembe günü… Çocuklara<br />
çikolata ve helva<br />
dağıtılıyor. On yaşlarındaki<br />
bir kız çocuğuna da helva<br />
uzatıyorlar. Israrlara rağmen<br />
geri çeviriyor. Sonra<br />
öğreniliyor ki ümmetin bu<br />
yetimi nafile oruç tutuyor.<br />
Zafere Kadar...<br />
oğullarının şahadetinden bahsediyor. Allah ve ***<br />
Rasul davası için geride kalan çocuklarını da Bir tarafta ‘idealimiz İslam inkılabı’ diyen<br />
meydana gönderdiğini söylemeyi ihmal etmiyor.<br />
Akla gelebilecek muhtemel sorulara cevap teyner kentteki aksakallı derviş, on yaşında,<br />
gençler, dört şehid anası Umm-u Halid, kon-<br />
kampta nafile oruç tutan kız çocuğu; karşıda<br />
babında ise şunları söylüyor: “Muhallefundan<br />
ise yüzde sekizlik bir kemiyetle Müslümanlara<br />
hükmeden, camileri yıkan, ulema, avam<br />
(cihattan geri kalanlardan) değilim. Şehit yavrularımın<br />
emanetleri olan kadın ve çocukları<br />
ayırımı yapmadan Müslüman katleden rejim,<br />
himaye etmek için buradayım.”<br />
İran ve Amerika’nın işgal ettiği yerlerde hep<br />
Konteyner kentte bir Perşembe günü…<br />
kazançlı çıkan Ehl-i Sünnet muarızları, Sizce<br />
Çocuklara çikolata ve helva dağıtılıyor. On yaşlarındaki<br />
bir kız çocuğuna da helva uzatıyorlar. Bütün cepheler dağılsa da, maaşlı ay-<br />
kim Amerikancı?!<br />
Israrlara rağmen geri çeviriyor. Sonra öğreniliyor<br />
ki ümmetin bu yetimi nafile oruç tutuyor. bilad-ı Şam büyük bir inkılaba<br />
dınlar doğruya yanlış, yanlışa doğru dese de,<br />
hazırlanıyor.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 04
05<br />
Emperyalizma planlarını<br />
azınlık olan<br />
Şiilere yeni yayılma<br />
alanları hazırlamak<br />
ve Ehl-i Sünnet Müslümanlarını<br />
farklı<br />
değerleri öne çıkararak<br />
yeni parçalara<br />
ayırabilmek esası üzerine<br />
tasarlamaktadır.<br />
Bunun için hemen her<br />
kesimden müslümanın<br />
nefretini kazanan ABD<br />
ve İsrail, İran’la düşman<br />
görünerek, İran’ın Ehl-i<br />
Sünnet Müslümanları<br />
nezdinde itibar kazanmasını<br />
temin etmektedir.<br />
Yani emperyalizma<br />
icraatlarıyla İran’a, “Sürekli<br />
düşman görünelim<br />
ki sen yeni dostlar kazan.”<br />
demektedir.<br />
OCAK 2013<br />
Emperyalizmden İran’a:<br />
“Düşman Görünelim<br />
Sen Müslüman<br />
Dostlar Kazan!”<br />
u Halit İSTANBULLU<br />
histanbullu@hukumdergisi.com<br />
Ümmetin siyasi, ve ictimai manada Emperyalizma, kendi menfaatleri çerçevesinde<br />
kurduğu dengeyi koruyabilmek<br />
yek vücut olduğunun muşahhas<br />
sureti olan Osmanlı’nın mirasına için, elini sahnede Ehl-i Sünnet Müslümanların<br />
sahip çıkan bir Türkiye ile İran’ın karşı karşıya<br />
yaşadığı devletlere, mahfilde ise İran’a<br />
geleceği malumdu. Bu malumiyet belli uzatmakta. Fakat zaman zaman da iki yüzlülüğünü<br />
çevrelerin hakikati tahrif ameliyelerine rağmen,<br />
örtememekte. Emperyalizma, geçen<br />
bugün o derece zahir olmuştur ki, en asırda Anadolu’yu, Mısır’ı, Şam’ı, Hindistan’ı<br />
basit nazarla dahi iki devlet arasındaki derin işgal etti fakat Şii nufusun yoğun olduğu yerlere<br />
ihtilafı görmek mümkündür.<br />
neredeyse hiç müdahil olmadı. (Ehl-i<br />
Aynı idealleri taşıdığımızı zannettiğimiz,<br />
Sünnet tarafından ehl-i kıble olarak görülen<br />
bütün olanlara rağmen kucakladığımız ve İslam dairesi içerisinde kabul edilen Şiile-<br />
İran gördük ki bir yüzüyle ümmet coğrafyasında,<br />
re emperyalizmanın müdahil olmaması her<br />
diğeriyle ise şer cephesinde yer al-<br />
Müslüman için sevindirici bir durumdur.)<br />
makta. Yani sahnede farklı, mahfilde farklı Çünkü Batı için asıl tehlike İslam coğrafyasındaki<br />
bir İran var. Surette ABD ve İsrail’le derin bir<br />
büyük çoğunluğu temsil eden Ehl-i<br />
anlaşmazlık içerisinde olan fakat ABD’nin Sünnet’tir. Bu yüzden emperyalizma planlarını<br />
işgal ettiği yerlerde her nasılsa sürekli kazanan,<br />
azınlık olan Şiilere yeni yayılma alanları<br />
kendisine atiyyeler verilen bir İran… hazırlamak ve Ehl-i Sünnet Müslümanlarını<br />
www.hukumdergisi.com
farklı değerleri öne çıkararak yeni parçalara<br />
ayırabilmek esası üzerine tasarlamaktadır.<br />
Bunun için hemen her kesimden müslümanın<br />
nefretini kazanan ABD ve İsrail, İran’la<br />
düşman görünerek, İran’ın Ehl-i Sünnet<br />
Müslümanları nezdinde itibar kazanmasını<br />
temin etmektedir. Yani emperyalizma icraatlarıyla<br />
İran’a, “Sürekli düşman görünelim<br />
ki sen yeni dostlar kazan.” demektedir.<br />
İran ve Şia ile alakalı bu değerlendirme<br />
Müslümanların mevcut algılarına aykırı olduğundan<br />
bazı zihinlerde idrak sıkıntısına<br />
yol açabilir. Bu yüzden hadiseyi örnekler<br />
bağlamında muşahhaslaştıralım:<br />
ABD, zahirde İran’a nisbetle Ehl-i Sünnet<br />
Müslümanların çoğunlukta olduğu devletlere<br />
daha yakın duruyor. Ne var ki aynı<br />
ABD işgal ettiği Irak’tan çekilirken yönetimi<br />
İran’la her nevi birlikteliği olan Şiilere bıraktı.<br />
Nuri el-Malikî’nin hukuksuz uygulamalarından<br />
bunalan halk Saddam’ı arar hale geldi.<br />
İhvan-ı Müslimin’e yakınlığı ile bilinen<br />
Tarık el-Haşimî idama mahkum edildi. Sunnilerin<br />
yaşadığı bölgelerden sürekli katliam<br />
haberleri geliyor.<br />
Lübnan, İran devrimini desteklemek<br />
için kurulan Hizbullah’ın kontrolünde.<br />
Suriye’de iktidar onlarca yıl önce azınlık<br />
olan Nusayriler’e teslim edilmişti. En zalim<br />
idarecilerin dahi yapmaya cüret edemeyeceği<br />
katliamları Batı, Nusayriler eliyle yaptı.<br />
Dün Hama, Hıms yerle bir edildi. Bugün<br />
aynı azınlık kendisini iş başına getiren emperyalizmanın<br />
gizli, İran’ın ise açık desteğiyle<br />
Müslüman katliamına devam ediyor.<br />
Ehl-i kıble nazarıyla baktığımız Şia hakkında<br />
böyle bir mütaala, “ümmet bilincine<br />
ne kadar uygun?” diye sorabilirsiniz. Aslında<br />
bu soruyu, yazıyı yazmadan önce ben de<br />
kendime sordum. Fakat bina çökerken çatlayan<br />
duvarlara mücamele yapmanın büyük<br />
kayıplara yol açacak olması beni bu satırları<br />
yazmaya icbar etti. İsterseniz hadiseye<br />
Şam’da, Halep’te ya da Hama’da “Özgür Suriye<br />
Ordusu” saflarında savaşan mücahitler<br />
zaviyesinden bakalım. Geçen yıla kadar<br />
onların araba, ev ve işyerlerinin camlarında<br />
Hizbullah lideri Nasrallah’ın posterleri asılıydı.<br />
Şii olduğuna bakmadan onun zaferiyle<br />
iftihar ederlerdi. Hatta Butî’nin duasından<br />
etkilenip, “Ya Rab! beni Nasrallah’ın bedeninde<br />
bir parça yap” diye dua edenler de<br />
vardı. Fakat aynı Nasrallah, aynı Müslümanları<br />
Lübnan’da mülteci, kendi topraklarında<br />
ise mukim olarak hunharca katletti. Şimdi<br />
onlar, muzaffer olması için dua ettikleri<br />
“Hizbullah”a “Hizbuşşeytan”, Nasralllah’a<br />
“Nasrallât” diyorlar.<br />
Ehl-i Sünnet, Şia’yı her şeye rağmen<br />
tarihin hemen her döneminde defalarca<br />
kucakladı. Yakın dönemde Ehl-i Sünnet’e<br />
mensup bazı alimler, “Mukaren Fıkıh” kapsamında<br />
Şia Fıkhını da okuttu. Son dönemde<br />
telif edilen İslam Fıkhı kitaplarının bir<br />
kısmında Şia fıkhı’na yer verildi. Mustafa<br />
es-Sibaî (rahimehullah) akademik hayatı<br />
boyunca gerek dersleriyle, gerekse de eserleriyle<br />
rıza-i ilahi için bu oluşumu destekledi.<br />
Fakat Merhum, Şii alimlerin gerçek hayatta,<br />
ittihad-i İslam gündemli meclislerdeki konuşmalarının<br />
zıddına davrandıklarına şahit<br />
olunca yine ilah-i rıza için desteğini çekti.<br />
Hoca, Şia’nın söz-amel farklılığına müşahhas<br />
bir örnek olarak 1953 yılında Sur şehrindeki<br />
evinde ziyaret ettiği Şii alim Abdulhüseyin<br />
Şerefuddin’den bahseder. Evde, ittihad-ı<br />
İslam için neler yapılabileceği konuşulur.<br />
Belli esaslarda anlaşma da sağlanır. Her iki<br />
taraftan alimlerin birbirlerini ziyaret etmeleri<br />
ve bu yakınlaşmayı temin edecek eserlerin<br />
telif edilmesi öncelikle yapılması gerekenler<br />
ABD, zahirde İran’a<br />
nisbetle Ehl-i Sünnet<br />
Müslümanların<br />
çoğunlukta olduğu<br />
devletlere daha yakın<br />
duruyor. Ne var<br />
ki aynı ABD işgal ettiği<br />
Irak’tan çekilirken<br />
yönetimi İran’la her nevi<br />
birlikteliği olan Şiilere bıraktı.<br />
Nuri el-Malikî’nin<br />
hukuksuz uygulamalarından<br />
bunalan halk<br />
Saddam’ı arar hale geldi.<br />
İhvan-ı Müslimin’e yakınlığı<br />
ile bilinen Tarık el-<br />
Haşimî idama mahkum<br />
edildi. Sunnilerin yaşadığı<br />
bölgelerden sürekli<br />
katliam haberleri geliyor.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 06
Mahmud Şeltut<br />
Şia, amel planında muahede<br />
esaslarını değil, gizli<br />
ajandasını esas aldı. Muhammed<br />
Takî el-Kummi<br />
adındaki Şii bir alim 1945<br />
yılında Kahire’de “Dâru’t-<br />
Takrib beyne’l-Mezahibi’l-<br />
İslami”yi kurdu. Kurumun<br />
amacını, Ehl-i Kıble’yi tevhit<br />
etmek olarak açıkladı. Sunni<br />
alimlerin bir kısmı da zahirde<br />
iyi niyet taşıyan bu kurum<br />
içerisinde görev alarak katkı<br />
sağladı. Dâru’t-Takrib’in yayın<br />
organı olan “Risaletü’l-İslam”<br />
mecmuası Ezher Rektörü<br />
Mahmud Şeltut’un verdiği bir<br />
fetva ile kurumun gizli ajandasını<br />
deşifre etti. Sahabeye<br />
sövmekten vazgeçmeyen Şia,<br />
Ezher Rektörü olan Şeltut’a;<br />
“Ehl-i Sünnet mezhepleri gibi<br />
İmamiyye ya da İsna Aşeriyye<br />
Şiası olarak anılan Caferiyye<br />
mezhebinin hükümleriyle de<br />
amel etmek caizdir. Müslümanlar<br />
bunu bilmeli ve bazı mezhepler<br />
hakkında taassuptan<br />
kurtulmalıdırlar.” (Mahmud Şeltut,<br />
Fetva Tarihiyye, Risaletü’l-<br />
İslam, XI, 1378/1959 s. 227)<br />
şeklinde fetva verdirmeyi başardı.<br />
Pek çok Şii, bu fetvayı<br />
kitaplarının ilk sayfalarına aldı.<br />
Fetvanın etkisiyle bazı sunni<br />
gençler şiî oldu.<br />
İran devriminden sonra İslam<br />
gençliği, şiileri, “Ne Sünniler ne<br />
Şiiler yaşasın İslam ümmetinin<br />
birliği” ifadesiyle kucakladı.<br />
Mustafa Sıbai<br />
olarak not edilir. Sibaî bu çerçevede bir takım<br />
girişimlerde bulunur, Beyrut’ta Şia’nın<br />
önde gelen isimlerini ziyaret eder. Ne var<br />
ki bir zaman sonra ittifakın müessisi kabul<br />
edilebilecek Abdulhüseyin’in, Ebu Hureyre<br />
(radiyallahu anh) hakkında sövgülerle dolu<br />
bir kitap neşrettiğini görür. Sıbaî’nin başlattığı,<br />
Şia ile Ehl-i Sünnet’in ittihad-ı İslam<br />
ameliyesi öncekilerde olduğu gibi yine Şiilerin<br />
sözlerine muhalif amelleriyle inkıraza<br />
uğrar (Sibaî, es-Sünne ve Mekânetuha fi’ş-<br />
Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1985, s. 8-10).<br />
Şia, amel planında muahede esaslarını<br />
değil, gizli ajandasını esas aldı. Muhammed<br />
Takî el-Kummi adındaki Şii bir alim 1945<br />
yılında Kahire’de “Dâru’t-Takrib beyne’l-<br />
Mezahibi’l-İslami”yi kurdu. Kurumun amacını,<br />
Ehl-i Kıble’yi tevhit etmek olarak açıkladı.<br />
Sunni alimlerin bir kısmı da zahirde<br />
iyi niyet taşıyan bu kurum içerisinde görev<br />
alarak katkı sağladı. Dâru’t-Takrib’in yayın<br />
organı olan “Risaletü’l-İslam” mecmuası<br />
Ezher Rektörü Mahmud Şeltut’un verdiği<br />
bir fetva ile kurumun gizli ajandasını deşifre<br />
etti. Sahabeye sövmekten vazgeçmeyen Şia,<br />
Ezher Rektörü olan Şeltut’a; “Ehl-i Sünnet<br />
mezhepleri gibi İmamiyye ya da İsna Aşeriyye<br />
Şiası olarak anılan Caferiyye mezhebinin<br />
hükümleriyle de amel etmek caizdir.<br />
Müslümanlar bunu bilmeli ve bazı mezhepler<br />
hakkında taassuptan kurtulmalıdırlar.”<br />
(Mahmud Şeltut, Fetva Tarihiyye, Risaletü’l-<br />
İslam, XI, 1378/1959 s. 227) şeklinde fetva<br />
verdirmeyi başardı. Pek çok Şii, bu fetvayı<br />
kitaplarının ilk sayfalarına aldı. Fetvanın etkisiyle<br />
bazı sunni gençler şiî oldu.<br />
İran devriminden sonra İslam gençliği,<br />
şiileri, “Ne Sünniler ne Şiiler yaşasın İslam<br />
ümmetinin birliği” ifadesiyle kucakladı.<br />
Hadiseye dair hükmü, realite yerine, sadece<br />
emperyalizmanın surette İran’la kesintisiz<br />
bir krizi tercih etmesine bakarak tayin<br />
edenler, ray değiştirdi. Şia’nın gizli ajandası<br />
çerçevesinde yaptığı ihanetlere bakmadan<br />
onu desteklemeyi tercih etti. Filozofların Yunan<br />
Felsefesi’ne ait metinleri Arapçaya aktarırken<br />
“felsefe” kelimesini “hikmet” olarak<br />
tercüme etmeleri gibi, onlar da, Şia’yı, Ehl-i<br />
Beyt olarak isimlendirdi. İran’dan etkilenen<br />
yazar-çizer taifesi Suriye’deki katliama ya<br />
sessiz kalarak ya da bizzat İran’ın dolayısıyla<br />
da katil Esad’ın yanında yer alarak destek<br />
oldu. Hama,’da, Hımıs’ta, Şam’da her gün<br />
yüzlerce Müslüman şehit olurken, Suriye<br />
davası Filistin, Arakan ya da Somali için oluşan<br />
komuoyu desteğinin çok gerilerinde kaldı.<br />
Mazlumlarla dayanışma için düzenlenen<br />
mitinglerde Suriye gündeme bile alınmadı.<br />
Bütün bunların arkasında Türkiye’deki<br />
İran sever yazar-çizer taifesinin önemli bir<br />
rolü vardır. “Ehl-i Sünnet sabır ve temekkün<br />
okuludur. İhtilali benimsemez. Dolayısıyla<br />
meşru otoriteye başkaldıranlar desteklenemez.”<br />
diyen Müslümanlara gelince, onlar,<br />
emperyalizmanın Müslümanları katletme<br />
karşılığında kendisine iktidar verdiği Esad<br />
rejimini hangi esaslara dayanarak meşru addediyorlar<br />
ki ona başkaldırıyı gayr-ı meşru<br />
görüyorlar.<br />
07<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
Büyük Davanın Küçük Yiğitleri<br />
u Abdullah KADIOĞLU<br />
akadioglu@hukumdergisi.com<br />
Ümmetin çocukları küçük bedenleri ve dağ gibi yürekleriyle okumasını bilenlere sürekli aynı mesajı<br />
verirler. Küfür cehennem gibi ordularla üzerlerine gelse de onlar babalarından kendilerine kalan İslam<br />
Davası’nın sonsuza kadar savunucuları olacaklar. Ümmetin çiğnenen namusunu müdafaa etmekten aciz saray<br />
beylerine de zulme karşı direnmenin dolar banknotlarıyla değil göğüs kafesinde ki imanla olacağını anlatırlar.<br />
Kâbe’de yan yanayız. Mushaf-ı Şerif<br />
okurken “biz” diye geçen zamirlerde<br />
beraberiz. Aynı dua cümlelerine<br />
“âmin” diyoruz. Aynı cennette olacağımızı<br />
hayal ederken onlar dünya cehenneminde<br />
biz ise dünya cennetindeyiz. Duymuyoruz,<br />
görmüyoruz, görmek istemiyoruz.<br />
Acılarımız var. Ümmet coğrafyasından<br />
ağıtlar yükseliyor. Randevulerinizden, hamasi<br />
nutuklarınızdan vakit bulup ta Âlemi<br />
İslam’a kulak verirseniz Arakan’da Budist<br />
zulmü altında diri diri yakılırken “Bizden<br />
başka Müslüman yok mu?’ diye feryad<br />
eden müslümanı duyacaksınız. Suriye’de<br />
Esed’in uçaklarının bombaladığı camisini<br />
yaşlı gözlerle seyrederken “Kurtarın bizi ey<br />
Müslümanlar!” diyen arşı titreten mazlumların<br />
yardım çığlıklarını dinleyeceksiniz.<br />
Gazze’de çocuklarını direnişe kurban veren<br />
ve “Eğer bu şehadetler ümmetin birliğine<br />
vesile olacaksa varlığımız bu ittihada armağan<br />
olsun.” diyen annenin İslam âlemini tek<br />
vücut olmaya davetini işiteceksiniz.<br />
Her gün yeni katliamlar ve sonrasında<br />
yeni ağıtlar. İslam coğrafyası matem yurdu<br />
haline geldi. Artık, ajanslardan “yüzlerce<br />
ölü var” diye geçilen haberler ilgi görmüyor.<br />
Afganistan’da, Arakan’da, Şam’da ya da sair<br />
İslam beldelerinde ağlayan kadınlar, yaşlılar,<br />
çocuklar… Evet onlar bizden bizde onlardan,<br />
fakat acılarını ”ötekiler”olarak yaşıyorlar.<br />
Matem yurdunun küçüklerini düşünün.<br />
İki yaşında ağaç yapraklarıyla beslenen Arakanlı<br />
Nurbahar’ı, ya da abisinin parçalanmış<br />
bedenini kolundaki bileklikten tanıyan yedi<br />
yaşındaki Suriye’li Bedir’i. Bir de, Birleşmiş<br />
Milletler Çocuk Beyannamesi’nin haklarını<br />
güvence altına aldığı Paris’in Londra’nın<br />
ya da diğer batı başkentlerinin çocuklarını<br />
düşünün. Siz ey Müslümanlar! Hz<br />
Muhammed’in çocuk beyannamesini ilan<br />
edene kadar ümmetin çocukları matem tutmaya<br />
devam edecek.<br />
Vahşi ideolojiler onlara yaşama hakkı<br />
tanımasa da, küçücük bedenlerinde cesaret<br />
hisarları inşa eden “ümmetin çocukları”,<br />
Uhud ordusuna katılabilmek için Hz<br />
Peygamber(sav)’e kendilerini arzeden ve<br />
güreş tutuşan Semure bin Cündeb ve Rafi’<br />
bin Hadic’in(radiyellahuanhuma) halefleri<br />
onlar. Dünya çocukları yeni oyuncaklarla<br />
sevinirken onlar günaşırı bulabildikleri ekmekle<br />
mutlu olacaklar. Akranları okulda başarılı<br />
olmak için yarışırken onlar ellerindeki<br />
taşlarla ülkesini yıkmaya gelen tanklara karşı<br />
koymanın telaşında olacaklar. Ve kimisi<br />
dünyanın gözü önünde Abdullah b. Cahş(ra)<br />
gibi parçalanan bir beden bırakıp kimisi de<br />
babasından öğrendiği şehadet türküsünü<br />
haykırarak semaya yükselecek.<br />
Çocuklar neden katledilir? Sadece küçük<br />
bir taş atacak kadar gücü olan çocuklardan<br />
ne isterler ki? Kurdukları sömürü sistemini<br />
ileride başlarına geçirecek çocuklarla<br />
aynı dünyada yaşamak istemediklerinden<br />
ve küçücük Muhammed’leri geleceğin en<br />
büyük tehdidi olarak gördüklerinden belki.<br />
Firavunu saran korku onları da kuşatmış ve<br />
her doğan çocuğu Musa zannediyorlar. İşte<br />
bu yüzden Humus’lu Fatıma’nın dünyaya<br />
yeni gelmiş yavrusu ve belki yeni Musa’lar<br />
doğurur diye annesi Fatıma yaşasın istemediler.<br />
Ümmetin çocukları küçük bedenleri<br />
ve dağ gibi yürekleriyle okumasını bilenlere<br />
sürekli aynı mesajı verirler. Küfür cehennem<br />
gibi ordularla üzerlerine gelse de<br />
onlar babalarından kendilerine kalan İslam<br />
Davası’nın sonsuza kadar savunucuları olacaklar.<br />
Ümmetin çiğnenen namusunu müdafaa<br />
etmekten aciz saray beylerine de zulme<br />
karşı direnmenin dolar banknotlarıyla<br />
değil göğüs kafesinde ki imanla olacağını<br />
anlatırlar. Çünkü onlar, dünya çocukları gibi<br />
gece yatağa yattıklarında annelerinin okuduğu<br />
masallarla değil Selahaddin-i Eyyübilerin<br />
İzzeddin el Kassamların destanlarıyla<br />
büyürler.<br />
Ümmetin küçük mazlumlarına ve onları<br />
şehadet ninnileriyle büyüten annelerine<br />
selam olsun…<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 08
Usema er-Rifaî, her meslekten<br />
insanları bünyesinde toplayabilen<br />
oldukça etkili bir cemaatin lideri<br />
olarak bilinirdi. Şam âlimler birliği<br />
başkanı da olan Hoca, yıllarca hizmetlerini<br />
“er-Rifaî Camii” merkezli<br />
yürüttü. Ağırlıklı olarak ictimaî konuları<br />
tahlil ettiği Cuma hutbeleri yoğun<br />
ilgi gördü. Suriye’de Müslümanlar özgürlük<br />
talebiyle sokaklara çıkınca Hoca<br />
açıkça mazlumlardan yana taraf olduğunu<br />
ilan etti. 2011 yılının Kadir Gecesinde<br />
şebbiha camisini basıp çok sayıda<br />
müslümanı şehit etti. Hoca da başından<br />
ağır darbe aldı. Rejimin baskısı artıp<br />
zulüm katliama dönünce Usame Hoca,<br />
yönetimi ikaz eden ve mazlum halkı<br />
savunan hutbeler irat etti. Bir hutbesinde<br />
olayların yegane sebebinin kırk<br />
yıldır süren zulüm olduğunu dolayısıyla<br />
hadisenin arka planında dış güçleri<br />
aramanın meseleyi çarpıtma anlamı<br />
taşıdığını söyledi. Hoca, hutbelerinde<br />
yönetimi, halkı dinlemeye, taleplerine<br />
kulak vermeye davet etti. Rejime muhalefetin,<br />
ona buğz etmekten öteye geçmediği<br />
bir ülkede açıkça halktan yana<br />
taraf olmak her şeyi göze almak demekti.<br />
Onun bu müstakim duruşu kıyamı<br />
başlatan gençler nezdinde büyük bir<br />
heyecanla karşılandı. Halkın özgürlük<br />
talebine kadar, belli bir cemaatin<br />
mürşidi olarak bilinen Hoca<br />
inkilab başlayınca bilad-ı Şam’daki<br />
cihadın lideri oldu. Medyada “Suriye<br />
muhalefeti”nin temsilcileri olarak öne<br />
çıkan isimlerin bir kısmının laik, bir<br />
kısmının da ülke dışında yaşıyor olması<br />
gençleri Hoca’ya daha da yakınlaştırdı.<br />
Bu yüzden rejim onu ve kardeşi<br />
Sariye er-Rifaî’yi birinci derecede tehdit<br />
olarak algıladı. İstihbarattan birisi<br />
kendisine rejimin suikast planladığını<br />
söyleyince çalışmalarını İstanbul’a taşıdı.<br />
Merhum Necmettin Erbakan’ın da<br />
dostu olan Hoca, İhvan-ı Müslimin’e ve<br />
Türkiye’ye yakınlığıyla biliniyor.<br />
09<br />
OCAK 2013<br />
Cihad, Allah’ın Adıyla Başladı,<br />
Onun Rızası İçin Devam Ediyor...<br />
u Ahmet YAZICI<br />
ayazici@hukumdergisi.com<br />
Hüküm: Hocam Suriye’de 22 aydır<br />
devam eden bir cihad var. Farklı şehirlerde<br />
birbirini hiç tanımayan insanlar tugaylar<br />
oluşturdular, düzenli bir orduya karşı mücadele<br />
ediyorlar. Özgür Suriye ordusu nasıl<br />
oluştu, bu kadar insan nasıl bir araya geldi?<br />
Usame er-Rifâ’î: Hamd Âlemlerin rabbi<br />
olan Allah’a, salat ve selam onun Resulü’ne<br />
olsun. Yüce Rabbimiz; Kitabında ashabın<br />
kalplerini cem eden müessir sebebi vasf-<br />
ederken Resulüne şu şekilde hitap ediyor:<br />
“Allah müminlerin kalplerini birleştirdi. Eğer<br />
sen dünyadaki her şeyi harcasaydın yine de<br />
onların kalplerini sevgi üzere birleştiremezdin.<br />
Fakat Allah onların kalplerini birbirine<br />
kaynaştırmıştır.”(Enfal-63). Biz inanıyoruz<br />
ki; kâinatta hareket eden her şey Allah’ın izni<br />
ve müsaadesine tabidir. Fakat biz insanlara<br />
düşen sebeplere sarılıp gücümüz nispetinde<br />
tedbirlerimizi almaktır. Ama hakikatte her<br />
şey Allah (azze ve celle)’nin kudret elindedir.<br />
Nitekim Rabbimiz Yüce Kitabında “Onları<br />
siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Elindeki<br />
oku attığın zaman da sen atmadın, Allah<br />
Suriye İslam İnkılabının<br />
Manevi Lideri ve Şam Alimler Birliği Başkanı<br />
Usame er-Rifâ’î Hoca:<br />
attı.” buyurarak hakiki manada bütün fiillerin<br />
kendisine ait olduğunu beyan etmektedir.<br />
Aynı zamanda kalplere sevgiyi ve muhabbeti<br />
koyan, onları birbirine yakınlaştıran<br />
da Yüce Rabbimizdir. Suriye’de ki cihada bu<br />
zaviyeden baktığımızda, yaşlısıyla genciyle,<br />
kadınıyla erkeğiyle insanları harekete geçiren,<br />
kalplerini bu yolda birleştiren ve onlara<br />
bu şekilde mücadele azmi verenin sadece ve<br />
sadece Allah (azze ve celle) olduğunu görürüz.<br />
Âlimlerin Konumu<br />
Hüküm: Suriye’de ki Ulemanın cihada<br />
bakışı nasıldır, farklı değerlendirmeler<br />
var mı?<br />
Usame er-Rifâ’î: Suriye’deki âlimlerin<br />
az bir kısmı rejimi desteklemektedir. Bunların<br />
rejimi desteklemekteki amaçları ya maddi<br />
menfaat temini ya da akıl tutulmasıdır.<br />
Bunlar her ne kadar allame olsalar da halk<br />
bu âlimlere artık itibar etmiyor. Bu yüzden<br />
bunların rejime desteği hiçbir anlam ifade<br />
etmez. Suriye’deki âlimlerin büyük ekseriyeti<br />
ise rejimin karşısındadır ve mücahitleri<br />
desteklemektedir. Ancak bunların önemli<br />
bir bölümü Suriye’de ikamet etmeye devam<br />
ettiğinden pasif muhalefeti tercih etmektedir.<br />
www.hukumdergisi.com
Buti<br />
Hüküm: Said Ramazan el-bûtî<br />
Hoca’nın rejimin yanında yer alması, hala<br />
hutbelerinde düzenli orduya dua etmesi<br />
hakkında neler söyleyeceksiniz?<br />
Usame er-Rifâ’î: Bûtî âlimdir. Dininde<br />
samimidir. Dünya menfaati için dinini satmaz.<br />
Biz böyle biliyoruz. Fakat Hoca, bütün<br />
siyasi haberleri rejimin adamlarından<br />
alır. Onların söylediklerini doğru kabul eder.<br />
Kendisine Esed’in zulmünü anlatan arkadaşlar<br />
gönderdim. Onları dinledi ve “bunlar<br />
olamaz” dedi. Taaccüp etti, hemen vakıflar<br />
bakanını arayıp haberlerin doğru olup olmadığını<br />
sordu. Onlarda tabiki kendilerini<br />
tezkiye etti. Yani Bûtî’yi halktan uzaklaştıran<br />
yönetimdeki insanlara itimadıdır.<br />
Molla Ramazan - Hasan Habenneke<br />
Hüküm: Peki sizin Hocayla doğrudan<br />
bir diyaloğunuz oldu mu?<br />
Usame er-Rifâ’î: Bûtî ile aramızda geçen<br />
bir olayı aktararak sorunuza cevap vereyim.<br />
Biz, Suriye’deki âlimlerle iki haftada<br />
bir toplantı yapardık. Hoca da bu toplantılara<br />
katılırdı. Kardeşim Sariye er-Rifâ’î istihbarat<br />
tarafından takip edilmeye başlanınca<br />
Bûtî toplantılarımıza katılmamaya başladı.<br />
Kendisine “neden toplantılarımıza iştirak<br />
etmiyorsun” diye haber gönderince, “kardeşin<br />
Sâriye takip ediliyor” dedi. Ben de haberi<br />
getiren kardeşimize o’na babası Molla<br />
Ramazan Bûtî’nin şu olayını hatırlatmasını<br />
Molla Ramazan el-Buti<br />
söyledim. Şeyh Hasan Habenneke (rahimehullah)<br />
rejim tarafından 60’lı yıllarda tutuklanıp<br />
hapse atıldığında, hiç kimse Şam’da<br />
korkusundan sokağa çıkamıyordu. Senin<br />
baban Molla Ramazan Bûtî (rahimehullah)<br />
ilerleyen yaşına rağmen Şam’ın bir ucundan<br />
diğer ucuna yaya olarak yürümüş, Şeyh<br />
Hasan Habenneke’nin evine gitmiş, kapısını<br />
çalmış, beni üstadın odasına götürün demiş,<br />
gitmiş, oturmuş ve “o özgürlüğüne kavuşuncaya<br />
kadar bu odadan çıkmayacağım, gelsin<br />
beni de alsınlar” demişti. Benim kardeşim<br />
sadece takip ediliyor, Şeyh Hasan Habenneke<br />
ise idamla yargılanıyordu, senin allâme<br />
baban Molla Ramazan o zor şartlarda böyle<br />
bir kahramanlık sergilemişti. Sen ise toplantılarımıza<br />
katılmıyorsun ey Bûtî dedim. Maalesef<br />
Bûtî, ehlisünnet noktasındaki müstakim<br />
duruşunu halkının yanında yer alarak<br />
gösterememiş bu vesileyle Suriye halkı nazarındaki<br />
itibarını tamamıyla kaybetmiştir.<br />
Suriye Ordusu<br />
Hüküm: Hocam, Mısır devriminde ordunun<br />
tarafsız kaldığını, en azından halka<br />
müdahale etme noktasında çekimser bir<br />
tutum izlediğini biliyoruz. Bu açıdan değerlendirdiğimizde<br />
Suriye ordusu hakkında<br />
neler söyleyebilirsiniz?<br />
Usame er-Rifâ’î: Maalesef Suriye ordusu<br />
rejimin yanında yer almakta ve zalimlerin<br />
bekçiliğini yapmaktadır. Ancak orduda<br />
görevli Müslüman asker ve komutanların<br />
önemli bir bölümü cihadın başlamasıyla<br />
birlikte ordudan ayrılmış ve hür orduya katılmıştır.<br />
Fakat yine de mevcut Suriye ordusu<br />
içerisinde cihadı destekleyen ve yeri geldiğinde<br />
halkını koruyan komutanlar mevcuttur.<br />
Şam’ın Guta Şarkiyye mıntıkasında beş<br />
çocuğuyla birlikte bir evde yaşayan Abdulfettah<br />
isimli kardeşimizin başından geçen<br />
şu olay bu duruma güzel bir örnektir. Bu<br />
kardeşimizin evde olmadığı bir günde bir<br />
komutan şikâyet üzerine eve gider, evin hanımına<br />
arama yapacaklarını, çocukları bir<br />
odaya kilitlemesini söyler. Daha sonra şebbihaları<br />
içeriye çağırır ve onlara evi aramalarını<br />
söyler. Evi ararlar, bir şey bulamazlar.<br />
Sadece kilitli odaya bakmadıklarını söylerler.<br />
Komutan da o odaya kendisinin baktığını<br />
söyler. Ancak komutan kendisinden<br />
başka bir asker eve gelmesin diye emrindeki<br />
şebbihalara evi tam üç defa aratır. Silah bulamadıklarını<br />
söylediklerinde de onları azarlar<br />
ve gönderir. Daha sonra evin hanımına<br />
dönerek “kardeşim! karşıdaki evin çatısında<br />
Yahudi asıllı İranlı bir keskin nişancı var, sizi<br />
gözetliyor. O taraftaki abajuru açmayın, evin<br />
Hasan Habenneke el Meydanı<br />
Ortada Sarıklı<br />
Biz, Suriye’deki âlimlerle iki haftada<br />
bir toplantı yapardık. Hoca<br />
da bu toplantılara katılırdı. Kardeşim<br />
Sariye er-Rifâ’î istihbarat<br />
tarafından takip edilmeye<br />
başlanınca Bûtî toplantılarımıza<br />
katılmamaya başladı. Kendisine<br />
“neden toplantılarımıza iştirak<br />
etmiyorsun” diye haber gönderince,<br />
“kardeşin Sâriye takip ediliyor”<br />
dedi. Ben de haberi getiren<br />
kardeşimize ona babası Molla Ramazan<br />
Bûtî’nin şu olayını hatırlatmasını<br />
söyledim. Şeyh Hasan<br />
Habenneke (rahimehullah) rejim<br />
tarafından 60’lı yıllarda tutuklanıp<br />
hapse atıldığında, hiç kimse<br />
Şam’da korkusundan sokağa<br />
çıkamıyordu. Senin baban Molla<br />
Ramazan Bûtî (rahimehullah)<br />
ilerleyen yaşına rağmen Şam’ın<br />
bir ucundan diğer ucuna yaya<br />
olarak yürümüş, Şeyh Hasan<br />
Habenneke’nin evine gitmiş, kapısını<br />
çalmış, beni üstadın odasına<br />
götürün demiş, gitmiş oturmuş<br />
ve “o özgürlüğüne kavuşuncaya<br />
kadar bu odadan çıkmayacağım,<br />
gelsin beni de alsınlar” demişti.<br />
Benim kardeşim sadece takip<br />
ediliyor, Şeyh Hasan Habenneke<br />
ise idamla yargılanıyordu, senin<br />
allâme baban Molla Ramazan o<br />
zor şartlarda böyle bir kahramanlık<br />
sergilemişti. Sen ise toplantılarımıza<br />
katılmıyorsun ey Bûtî<br />
dedim. Maalesef Bûtî, ehlisünnet<br />
noktasındaki müstakim duruşunu<br />
halkının yanında yer alarak<br />
gösterememiş bu vesileyle Suriye<br />
halkı nazarındaki itibarını tamamıyla<br />
kaybetmiştir.<br />
Usema Hoca’nın Babası Abdülkerim er-Rifai<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 10
o tarafında da dolaşmayın” der ve gider.<br />
Elhamdülillah Beşşar’ın ordusu içinde<br />
Suriye halkını korumaya çalışan böyle<br />
komutanlar da mevcuttur.<br />
diğini yapmaya muktedir olan sadece<br />
Yüce Allah’tır.<br />
İran’ın Konumu<br />
Cihadın ilk günleriydi. Mescitten çıktım,<br />
eve geldim. Evdekiler misafir odasında<br />
Hımıs’lı bir kadının benimle görüşmek istediğini<br />
söyledi. Odaya gittim. Kadını tanıyordum.<br />
Saliha, zahide bir hanımefendiydi.<br />
Fakat yaşadıkları onu şoka sokmuştu.<br />
Beni görünce, yüksek bir sesle, “sizler burada<br />
yiyin, oturun, bizler Hımıs’ta öldürülelim,<br />
bizi doğrasınlar.” diye çıkıştı. Ben de<br />
kendisine “kardeşim! sakin ol, durum nedir,<br />
elimden geldiği ölçüde sana yardımcı<br />
olayım.” dedim. Biraz sakinleşince sesini<br />
yükselttiği için özür diledi ve dışardaki bir<br />
otobüste kadın ve çocuktan oluşan elli kişinin<br />
olduğunu söyledi. “Hımıs’tan geldik.<br />
Bize barınacak yer lazım. Artık benim yapabileceğim<br />
bir şey yok. Ben onları tecavüz<br />
ve katliamdan kurtararak buraya getirebildim”<br />
dedi. Ben de evimi onlara tahsis<br />
ettim ve ailemi başka bir eve götürdüm.<br />
Daha sonra kadın başından geçen ve onu<br />
şok eden hadiseyi şu şekilde anlattı. “Biz<br />
Hımıs’ta falan mahallede oturuyorduk.<br />
Şebbiha ve rejimin askerleri mahallemizi<br />
kuşattı. Evlere girip insanları katlediyorlardı.<br />
Bir ara evimden çıkıp yakın komşumun<br />
evine gittim. Kapıyı açtığımda bir de ne<br />
göreyim çoluk çocuk demeden hepsi öldürülmüş<br />
ve vücutları lime lime doğranmıştı.<br />
Gördüğüm manzaranın dehşetiyle bir<br />
süre baygınlık geçirdim. Ayıldıktan sonra<br />
çıkıp kız kardeşimin evine gittim. Kardeşimin<br />
beş çocuğu vardı. Ne yazık ki onları<br />
da aynı şekilde katletmişlerdi. Hunharca<br />
katledilen yeğenlerimin minik bedenlerini<br />
görünce yine kendimi kaybettim. Daha<br />
sonra toparlanıp eve gitmek için oradan<br />
ayrıldım. Yolda katliamı yapan askerleri<br />
gördüm. Hepsinin elinde otomatik silahlar<br />
ve kemerlerinin her iki taraflarında<br />
büyük bıçaklar asılıydı. Başlarında da “ya<br />
Hüseyin!” yazan bantlar vardı. Sordum,<br />
öğrendim ki onlar İran’dan ve Hizbullah<br />
kanalıyla Lübnan’dan gelen Şii milislerdi.<br />
Bunların herkesi öldüreceklerini anladım<br />
ve ne yapabilirim diye düşündüm. Aklıma<br />
siz geldiniz. Mahallede ne kadar kadın ve<br />
çocuk varsa bir otobüse bindirdim ve buraya<br />
getirdim.<br />
Cihadın Arkasındaki Güç<br />
Hüküm: Efendim! Bazı çevreler<br />
tarafından Suriye’deki cihadın arkasında<br />
Avrupa, Amerika hatta Siyonistlerin<br />
olduğu iddia edilmektedir. Bu<br />
konuda neler söylemek istersiniz?<br />
Usame er-Rifâ’î: Şunu özellikle<br />
vurgulamak isterim ki Suriye’deki inkılabın<br />
arkasında ne Amerika, ne Avrupa<br />
ne de herhangi bir ülke vardır. Bu inkılabın<br />
arkasında sadece ve sadece Allah’ın<br />
kudreti ve lütfu vardır. Bu inkılabın sebebi<br />
ise insanların elli yıldır yaşadıkları<br />
zulümdür. Her ne kadar bazı insanlar<br />
bu olayların arkasında hâkim güçleri<br />
arasalar da samimi olanlar batılıların<br />
Suriye’deki bu harekete karşı olduğunu<br />
kısa zamanda fark etmektedir. Çünkü<br />
bu mücadelenin yegâne amacı Allah’ın<br />
rızasını kazanmaktır. O’nun dinini<br />
hâkim kılmaktır. Batılıların bizim yanımızda<br />
olmadığının en büyük göstergesi<br />
de mücahitlere silah ulaştırılmasına engel<br />
olmalarıdır. Libya’dan bazı kardeşlerimiz<br />
gemiyle mücahitlere dağıtılmak<br />
üzere ağır ve hafif silahlar gönderdi. Ancak<br />
Amerikalılar Akdeniz’de gemilere<br />
el koydular ve silahların mücahitlerin<br />
eline geçmesine engel oldular. Silahları<br />
gasp edip Katar’daki üslerine götürdüler.<br />
Bu olay Amerika’nın Suriye’deki<br />
mücahidlere yaklaşımını açık bir şekilde<br />
ortaya koymaktadır. Şunu herkes bilsin<br />
ki Suriye’deki cihad ne Amerika’nın ne<br />
de başka bir gücün işaretiyle başlamıştır.<br />
Bu cihad Suriye’nin bir ucundan diğer<br />
ucuna “Allah’ın adıyla” başlamıştır,<br />
onun rızası için devam etmektedir.<br />
Hüküm: Bu olay, Batılı ülkelerin<br />
dolaylı olarak Suriye’deki Beşşar Esed<br />
rejimini desteklediğini göstermektedir.<br />
Usame er-Rifâ’î: Batılılar Esed’in<br />
yönetiminden ümitlerini kestiler. Açıkça<br />
destek vermiyor görünüyorlar. Özgür<br />
Suriye Ordusu’nu da karşılarına almıyorlar.<br />
Gelecek hesapları var; fakat Allah<br />
Teâla’nın da hesabı var. O’nun hesabı<br />
galip olacaktır. Unutmayalım ki Amerika<br />
bir şey ister, batı başka bir şey ister<br />
Allah ise dilediğini yapar. Çünkü dile-<br />
Hüküm: Hocam Beşşar Esed ve<br />
ailesinin Nusayri olduğunu, Nusayrilerin<br />
de gulat-ı Şia’dan olduğunu biliyoruz.<br />
Bu süreçte Şia’nın rolü nedir?<br />
Usame er-Rifâ’î: İran, Irak hükümeti<br />
ve Hizbullah denen örgüt bütün<br />
bu zulümlere rağmen Suriye’de ki mevcut<br />
rejimi desteklemeye devam ediyor.<br />
Hatta pek çok cinayeti onlar işliyor.<br />
Başımdan geçen bir olayı anlatarak bu<br />
ülkelerin konumunu somut bir şekilde<br />
ifade edeyim. Cihadın ilk günleriydi.<br />
Mescitten çıktım, eve geldim. Evdekiler<br />
misafir odasında Hımıs’lı bir kadının<br />
benimle görüşmek istediğini söyledi.<br />
Odaya gittim. Kadını tanıyordum. Saliha,<br />
zahide bir hanımefendiydi. Fakat<br />
yaşadıkları onu şoka sokmuştu. Beni<br />
görünce, yüksek bir sesle, “sizler burada<br />
yiyin, oturun, bizler Hımıs’ta öldürülelim,<br />
bizi doğrasınlar.” diye çıkıştı. Ben<br />
de kendisine “Kardeşim! sakin ol, durum<br />
nedir, elimden geldiği ölçüde sana<br />
yardımcı olayım.” dedim. Biraz sakinleşince<br />
sesini yükselttiği için özür diledi ve<br />
dışardaki bir otobüste kadın ve çocuktan<br />
oluşan elli kişinin olduğunu söyledi.<br />
“Hımıs’tan geldik. Bize barınacak yer lazım.<br />
Artık benim yapabileceğim bir şey<br />
yok. Ben onları tecavüz ve katliamdan<br />
kurtararak buraya getirebildim.” dedi.<br />
Ben de evimi onlara tahsis ettim ve ailemi<br />
başka bir eve götürdüm. Daha sonra<br />
kadın başından geçen ve onu şok eden<br />
hadiseyi şu şekilde anlattı: “Biz Hımıs’ta<br />
falan mahallede oturuyorduk. Şebbiha<br />
ve rejimin askerleri mahallemizi kuşattı.<br />
Evlere girip insanları katlediyorlardı.<br />
Bir ara evimden çıkıp yakın komşumun<br />
evine gittim. Kapıyı açtığımda bir de<br />
ne göreyim çoluk çocuk demeden hepsi<br />
öldürülmüş ve vücutları lime lime<br />
doğranmıştı. Gördüğüm manzaranın<br />
dehşetiyle bir süre baygınlık geçirdim.<br />
Ayıldıktan sonra çıkıp kız kardeşimin<br />
evine gittim. Kardeşimin beş çocuğu<br />
vardı. Ne yazık ki onları da aynı şekilde<br />
katletmişlerdi. Hunharca katledilen yeğenlerimin<br />
minik bedenlerini görünce<br />
yine kendimi kaybettim. Daha sonra<br />
toparlanıp eve gitmek için oradan ayrıl-<br />
11<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
dım. Yolda katliamı yapan askerleri gördüm.<br />
Hepsinin elinde otomatik silahlar ve kemerlerinin<br />
her iki taraflarında büyük bıçaklar<br />
asılıydı. Başlarında da “ya Hüseyin!” yazan<br />
bantlar vardı. Sordum, öğrendim ki onlar<br />
İran’dan ve Hizbullah kanalıyla Lübnan’dan<br />
gelen Şii milislerdi. Bunların herkesi öldüreceklerini<br />
anladım ve ne yapabilirim diye<br />
düşündüm. Aklıma siz geldiniz. Mahallede<br />
ne kadar kadın ve çocuk varsa bir otobüse<br />
bindirdim ve buraya getirdim.”<br />
Adı Ömer Diye Öldürülen Genç<br />
Hüküm: Açıkça sünni Müslümanlara<br />
karşı bir katliam var.<br />
Usame er-Rifâ’î: Evet. Şia militanlarının<br />
bizzat Suriye’deki Müslümanlara<br />
zulmettiğinin bir başka örneği de Şam’da<br />
yaşayan Hımıs’lı bir kardeşimizin başına<br />
gelenlerdir. 18 yaşındaki Ömer kardeşimiz<br />
Hımıs’taki dedesini ziyaret amacıyla bir taksi<br />
kiralayarak yola çıkar. Şehrin çıkışındaki<br />
kontrol noktasında Şii militanlar yolu keser<br />
ve kardeşimizi arabadan indirirler. Kardeşimizin<br />
ismini soran militanlar, adının Ömer<br />
olduğunu duyunca “senin adın Ömer ve<br />
hala yaşıyorsun ha” diyerek onu orada şehit<br />
ederler. Taksinin şoförü olayın şokunu atlatınca<br />
askerlerden o kardeşimizin cesedini<br />
ister. Onlar “senin kafana da sıkmadan buradan<br />
çek git.” derler. Taksi şoförü Hımıs’a gidip<br />
Ömer’in dedesini bulur ve hadiseyi ona<br />
anlatır. Şehid kardeşimizin yaşlı dedesi taksi<br />
şoförüne beni oraya götür, olur ki onları ikna<br />
ederim de en azından torunumun cesedini<br />
alırım der. Beraber kontrol noktasına giderler.<br />
Yaşlı adam oradaki askerin elini öper ve<br />
“benim torunum eceliyle ölmüştür, takdiri<br />
ilahi böyleymiş” diyerek torununun cansız<br />
bedenini ister. Yaşlı adamın bunca iltifatına<br />
rağmen memnun olmayan militanlar silahın<br />
kabzasıyla vurarak başını yararlar. Taksi<br />
şoförü kan revan içinde kalan yaşlı adamı<br />
alarak oradan uzaklaşır. Bu ve bunun gibi<br />
yüzlerce hatta binlerce olay anlatmak mümkündür.<br />
Ancak ben iki tanesini anlatmakla<br />
iktifa ediyorum. Fakat şunu özellikle belirtmek<br />
istiyorum ki İran, Irak hükümeti ve adına<br />
Hizbullah denen örgüt sadece Beşşar’a<br />
para ve silah yardımında bulunmuyor bilakis<br />
İran, devrim muhafızlarını, Hizbullah da<br />
militanlarını göndererek Beşşar’a yardım<br />
ediyor ve Müslümanları katlediyorlar.<br />
Türkiye Ensar, Biz Muhacir<br />
Hüküm: Hocam! Ümmetten ve özellikle<br />
de Türkiye’de yaşayan Müslümanlardan<br />
beklentileriniz nelerdir?<br />
Usame er-Rifâ’î: Allah Resulü<br />
Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak Ensar<br />
ve muhacir kardeşliğini tesis etmişti. Gerek<br />
Suriye’de inkilab başladığı günden ve gerekse<br />
de Türkiye’ye geldiğimden beri elhamdülillah<br />
siz Türk kardeşlerimden hep bu ensar<br />
kardeşliğini gördüm. Gerek hükümet olarak,<br />
gerek halk olarak bize ensar kardeşliğinin en<br />
güzel örneğini sundunuz. Rabbimden niyaz<br />
ediyorum -inşallah- bizleri de muhacir konumunda<br />
kabul etsin.<br />
Bazı Arap devletler, az da olsa yardım<br />
göndermektedir. Ancak yardım gönderen bu<br />
Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunun Beşşar<br />
sonrası dönem için Batılılarla ve Amerika<br />
ile görüş birliği içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.<br />
Ancak Türkiye hem devlet hem<br />
millet olarak, hem batınen hem de zahiren<br />
Suriye halkının yanında yer almakta, aynı<br />
şekilde hem Beşşar’ın gidişi noktasında hem<br />
de Beşşar sonrası dönem için mücahitlerle<br />
aynı düşünceyi paylaşmaktadır. Bu açıdan<br />
siz Türk kardeşlerimize ve hükümetinize teşekkür<br />
ediyoruz.<br />
Muaz El-Hatip<br />
Usame Hoca İFAM’da Konferans Verirken<br />
Hüküm: Hocam! Suriyeli muhaliflerin<br />
Doha’da bir araya gelmesi ve mutabakata<br />
varması ile alakalı farklı spekülasyonlar<br />
var. Bu konsey nasıl teşekkül etmiştir ve<br />
Suriye halkı nezdindeki karşılığı nedir?<br />
Usame er-Rifâ’î: Aslında Doha’daki<br />
toplantının tertip edilmesindeki asıl amil<br />
Avrupalılar ve Amerika’dır. Aynı zamanda o<br />
toplantıda oluşturulan konseyin Suriye halkı<br />
nezdinde çok da bir karşılığı yoktur. Bu toplantıyı<br />
tesis edenlerin amacı Suriye’deki rejimin<br />
gitmesinin ardından orada yine laik bir<br />
sistem oluşturmaktır. Bu toplantı bize haber<br />
verilmeden tertip edilmiştir ve bizim de adımız,<br />
Şam Âlimler Birliği Başkanı olarak o toplantıda<br />
yer almıştır. Daha sonra Katar’dan<br />
bir bakan beni aradı ve katılmam yönünde<br />
ikna etmeye çalıştı. Ben de kesinlikle bu oluşumu<br />
desteklemediğimizi kendisine ilettim.<br />
Fakat sonuç Batılıların istediği gibi olmadı.<br />
Toplantının sonunda bizim de kendisini sevip<br />
takdir ettiğimiz, vizyon sahibi bir âlim<br />
olan Şam Emevi Camii imamlarından Muaz<br />
el-Hatib başkan seçildi. Bu oluşumun başına<br />
Muaz el-Hatib’in getirilmesinin amacı<br />
Suriye halkı nezdinde bir itibar kazanmaktı.<br />
Netice itibarıyla şunu söyleyebiliriz ki Mücahitler<br />
kesinlikle İslami bir nizam istiyorlar.<br />
Başka bir ideolojiye asla müsaade etmeyecekler.<br />
Bu nedenle bizim Suriye halkı olarak<br />
ihtiyacımız olan şey, birlik ve beraberliğimizi<br />
bozmadan kalplerimizin aynı duyguyla<br />
çarpmaya devam etmesidir ve bunun için<br />
sizlerden hususen seher vakitlerinde dua istirham<br />
ediyoruz.<br />
Hüküm: Hocam son olarak neler söylemek<br />
istersiniz?<br />
Usame er-Rifâ’î: Allah Azze ve Celle’ye<br />
tevekkülümüz tamdır. Böyle olunca da hiç<br />
kimseden ve hiçbir şeyden korkmayız, çekinmeyiz.<br />
Bizim gayemiz sadece ve sadece<br />
Allah Teala’nın rızasıdır. Biz şuna inanıyoruz<br />
ki kainatta hareket halinde olan bir şeyi durdurmak<br />
üzere bütün insanlar, cinler ve melekler<br />
bir araya gelecek olsalar onu durdurmaya<br />
güç yettiremezler. Durmakta olan bir<br />
şeyi de hareket ettirmeye çalışsalar Allah’ın<br />
izni ve müsaadesi olmadan buna da güç<br />
yettiremezler. Dolayısıyla sizler ve bizler bu<br />
şekilde tevekkülümüzü Allah’a yaptığımız<br />
zaman hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmamıza<br />
gerek yoktur.<br />
İşte Özgür Suriye Ordusu tugayları bu<br />
derin iman ve tevekkül üzeredirler. Onlar nasıl<br />
canlarıyla rejime karşı dinlerini savunuyorlarsa,<br />
dayatılacak gayri İslami rejimlere<br />
karşı da canlarını feda edeceklerdir. Allah’ın<br />
inayetiyle Suriye’de zafer Müslümanların<br />
olacaktır ve zafer yakındır.<br />
Hüküm: Hocam yoğunluğunuz içinde<br />
vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.<br />
Usame er-Rifâ’î: Ben teşekkür eder,<br />
muvaffakiyetler dilerim.<br />
OCAK 2013 12
Hindistanlı Alimin<br />
Rüyasındaki Osmanlı Evladı<br />
-<br />
-<br />
<br />
<br />
<br />
konuşulan siyasi<br />
bir tasavvur olarak<br />
gören, sosyal bilimler<br />
okuyup ilmihal düzeyindeki<br />
malumatla İslam’a<br />
dair kati hükümler serdeden<br />
İslamcılar taifesi<br />
doldurmaya çalıştı.<br />
u Ahmet AÇIKGÖZ<br />
aacikgoz@hukumdergisi.com<br />
Kur’an-ı Kerim Mekke’de de,<br />
Medine’de de hayatın en temel<br />
konularına müdahil oldu, çareler<br />
üretti. Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve<br />
sellem)’in hitabeleri de gündeme yönelikti.<br />
Sefil bir halde meclisine gelen Mudar kabilesini<br />
görünce bütün işlerinden vazgeçip<br />
onlar için hutbe îrad etti. Namaz sonraları<br />
yaptığı akşam konuşmalarında “Allah’a<br />
ve Ahiret gününe iman edenler misafirine<br />
ikramda bulunsun.” çağrısını yineleyerek<br />
ashabı, ümmetin sorunlarıyla ilgilenmeye<br />
davet etti.<br />
Müçtehit imamların ilmi ve fikri ameliyeleri<br />
de hayatın içindeki sorunları çözmeye<br />
matuftu. Onları takip eden ulema da<br />
aynı minval üzere yürüdü. Yeri geldi müellif,<br />
yeri geldi mücâhid kimlikleriyle ödevlerini<br />
ifâ ettiler.<br />
Tanzimatla birlikte mustağribler,<br />
Batı’yı bütün kurum ve kuruluşlarıyla taklit<br />
mercii olarak görünce, İslam’la hayat<br />
arasındaki muvazene bozuldu. Hayata<br />
hükmeden İslam’dan, hayata uydurulan<br />
İslam moduna geçildi. Devlet kadrolarına<br />
müstağriblerin atanması, neşriyatın onların<br />
elinde olması ulemanın nüfuz alanını<br />
daralttı. Medreseler kapatılmadan şu kadar<br />
zaman önce, ulema fiilen siyasi ve ictimaî<br />
alandan tecrid edilmiş oldu.<br />
İlga edilen medreseler yerine kurulan<br />
İlahiyat fakültelerinin ümmetin hayatında<br />
ancak üçüncü ya da dördüncü derecede<br />
önem arzeden konuları müzakere etmesi,<br />
onlar üzerine tezler hazırlaması, İslami eğitimin<br />
siyasi ve ictimai alanı bütünüyle terk<br />
etmesine yol açtı.<br />
Ulemanın medreseye çekilmesi ile ortaya<br />
çıkan boşluğu, İslam’ı yaşanan bir din<br />
olmaktan ziyade üzerinde konuşulan siyasi<br />
bir tasavvur olarak gören, sosyal bilimler<br />
okuyup ilmihal düzeyindeki malumatla<br />
İslam’a dair kati hükümler serdeden İslamcılar<br />
taifesi doldurmaya çalıştı.<br />
Aşırı tedbirin İslam’ı anlama ve yaşamalarını<br />
olumsuz yönde etkilediği akademisyenler,<br />
Mekke’deki emperyalist yapıya<br />
meydan okuyan kitabı, 28 Şubat sürecinde<br />
kısık sesle okudu. Ebû Hanife’yi eleştirirken<br />
aslan görüntüsü verenler, süreç içerisinde<br />
başörtüsü mağduru kız öğrencileri teskin<br />
etmekle meşguldü.<br />
Evet süreç İslam’a yönelikti fakat ilahiyatçılar<br />
ortak bir deklarasyon düzeyinde<br />
dahi bir tepki gösteremedi. Somali’de insanlar<br />
açlıktan ölürken ya da Arakan’da ve<br />
Suriye’de katliam yaşanırken ekran ekran<br />
dolaşıp imsak ve benzeri mevzularda mülahazalar<br />
serdeden muhalif ilahiyatçılar bu<br />
süreçte ortalıkta yoktu. Meşhur televizyon<br />
vaizi ile farklı açılardan aynı kareye giren<br />
akademisyenlerin, tez, makale, tebliğ ya da<br />
konuşmalarının yüzde kaçı ümmetin gerçek<br />
gündemiyle alakalıdır?<br />
Ulema ile ilgili akademisyenler arasındaki<br />
en temel fark işte burada zahir olmaktadır.<br />
İlki bütün ilmi ve fikri istidadını<br />
ümmetin ihtiyacı çerçevesinde bezl etmiş,<br />
ikincisi ise ısmarlama gündemlerle meşgul<br />
olmuştur. Eğer 28 Şubat Ebu Hanife ya da<br />
Ahmed b. Hanbel (radiyallahuanhuma) zamanında<br />
yaşansaydı herkesin sustuğu bir<br />
zamanda jop sesleri altında o büyük allamelerin<br />
sesini duyardınız. Yani onlar pkk,<br />
Siyonizm gibi oluşumların İttihad-ı İslam’ı<br />
tehdit ettiği süreçte yaşasalardı mutlaka ilgili<br />
illetlerden kurtulmanın çözüm ve çareleri<br />
üzerinde çalışırlardı.<br />
13<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
Ulema, mutlak hürriyeti Hakk’a kullukta<br />
ve Allah Resulü’ne ittibada bulan ve<br />
bundan taviz vermeyen İslam mucizesinin<br />
ortak adıdır. Zaman zaman devlet himayesindeki<br />
medreselerde görev yapsalar da bu<br />
hal müstakim duruşlarına mani olmamıştır.<br />
Devlet başkanları tarafından kendilerine<br />
fetva dayatıldığında İmam Nevevî gibi,<br />
“ben buna imza atmam” diyerek karşı koymuşlardır.<br />
Ulema, medrese var oluş gayesini ifa<br />
etmede acziyet gösterdiğinde inzivaya çekilmiş,<br />
küçük odalarda “İhya” gibi büyük<br />
destanlar telif etmişlerdi. Onlar araca değil<br />
amaca bakmış ve hal çaresinin mevcut yapıyı<br />
terke zorladığı zamanlarda sivilleşmekten<br />
ürkmemiş, nafaka korkusuyla hareket<br />
etmemişlerdi.<br />
Nitekim İmam Gazzalî (rahimehullah)<br />
Nizamiye Medreseleri’ni makam için<br />
okuyan öğrencilerin istila ettiğini görünce<br />
orayı terk etmeyi “hizmet” adına daha faydalı<br />
gördü. O, yeni bir nesil inşa edecekti.<br />
Gelecek kaygısı taşımayan, Kudus’ü fethetmeyi<br />
ibarelerdeki işkalleri çözmekten daha<br />
önemli gören bir nesil...<br />
Nizamiye hale çare olmadı. Yeni bir<br />
medreseye ihtiyaç vardı. Kudüs’e fatih yetiştirecek<br />
bir medreseye… Gazzalî İhya’yı,<br />
hayalini kurduğu bu medrese için yazdı.<br />
Onunla yüreklerin dirilişini hedefledi. Fıkhı,<br />
hikmeti ve gayesiyle yeniden telif etti. Haçlı<br />
katliamları ve ümmetin yenilgisi karşısında<br />
acı ve ızdırap duymayan, kitaplardaki<br />
işkalleri çözmeyi asıl mesele addeden ilmi<br />
hayatta yeni bir damar açtı. Onun eserleri<br />
Selahaddin Eyyübi’nin el kitabı oldu. Kudüs<br />
için hayıflanan, hüznünden yemek yiyemeyen,<br />
“Mescid-i Aksa esaret altında iken<br />
evde kalmak caiz değildir.” deyip çadırda<br />
yatan Selahaddin “ahiret için yaşama” idealini<br />
Gazzali’den aldı. Kudüs’ün gözyaşlarına<br />
eşlik etti. Haftalar aylar geçti, gülmedi,<br />
gülemedi. “Kudüs esirken gülemem.” dedi.<br />
Hayatının sonuna doğru bütün mallarını<br />
Allah yolunda vakfetti. Riya karışır korkusuyla<br />
vakfiyeleri alim ve devlet adamları<br />
adına yaptı.<br />
Gazzalî’nin kudretli öğrencisi, dağılan<br />
ümmeti tek bir sancak altında topladı.<br />
Bütün mücadelesinin merkezine Kudüs’ü<br />
koydu. Türk’ü, Arab’ı, Kürd’ü aynı bayrak<br />
altında topladı. 27 Recep 1187 tarihinde bir<br />
Miraç gecesinde Kudüs’ü fethetti. 1099’ta<br />
başlayan Haçlı işgali onunla son buldu.<br />
İmam Rabbâni de, hale dair konuştu,<br />
mektuplar yazdı. Mürşid, alim, devlet adamı<br />
ve halka yazdığı mektuplarla ümmeti ye-<br />
İsrail’le Müslümanlar<br />
arasında büyük bir<br />
harp zuhur etmiş, yer<br />
gök kıyamet gibi…<br />
Mağribten meşrıka<br />
kadar Müslümanlar<br />
Kudus’ün imdadına<br />
koşuyor. Ümmet tek<br />
bir sancak altında<br />
toplanmış ve hareket bir<br />
karargahtan idare ediliyor.<br />
Ortalıkta İsrail’in hezimet<br />
haberleri dolaşıyor.<br />
Derken bir an kendimi<br />
Ravza’da buldum. Şurada<br />
bir yerde (eliyle gösteriyor)<br />
Hz. Ebu Bekir<br />
(radiyallahuanh) bir silah<br />
sandukasının üzerine<br />
oturmuş, yanına gelen<br />
birisine talimatlar veriyor.<br />
Deniz birlikleri nereye çıkarma<br />
yapacak, uçaklar<br />
hangi noktaları vuracak,<br />
topçular hangi hedeflere<br />
atış yapacak… Yani bütün<br />
emirler Hz. Ebu Bekir<br />
(radiyallahuanh)’den<br />
çıkıyor. Yaklaşınca gördüm<br />
ki Hz. Ebu Bekir’den<br />
aldığı talimatla cihadı<br />
yürüten Âlem-i İslam’ın<br />
muhabbetini kazanan bir<br />
Osmanlı evladı.<br />
niden İslam’a davet etti. Senteze karşı çıkan<br />
İmam’ın bütün ameliyelerinin tek bir amacı<br />
vardı o da İslam’ı cemiyetin bütün şubelerinde<br />
yeniden hakim kılmaktı. Bunun için<br />
cihad etti. Tutuklandı, Govalyar kalesinde<br />
hapis yattı fakat büyük ödevden taviz vermedi.<br />
Bediuzzaman, Hasan el-Benna, Mehmed<br />
Zahid Kotku, Mahmud Sami Efendi,<br />
Mahmud Efendi gibi alim ve davet adamları<br />
da ömürlerini ümmetin sorunlarına çareler<br />
üretmeye adadı. Siyaset, ilim, fikir ve sanat<br />
cephesinde önemli isimler yetiştirdiler.<br />
Osmanlı Evladı Kudüs Fatihi<br />
İsrail’in Kudüs’ü işgali üzerinden onlarca<br />
yıl geçti. Şu kadar yıldır yerleşik sisteme<br />
muhalif büyük bir mürşid ya da alim çıkar<br />
yani bir muasır Gazzali gelir de, yeni bir<br />
Selahaddin ümmete hediye eder mi? diye<br />
bekliyoruz. Üç yıl önceydi…Ravza’da Diyobendi<br />
medresesine mensup Hindistan’lı<br />
bir muhaddisle karşılaştım.Diyobendi ulemasının<br />
ilmi faaliyetlerinden ve ümmetin<br />
umumi ahvalinden konuştuk. Muhaddis bir<br />
süre sonra, “Sana geçenlerde gördüğüm bir<br />
rüyayı anlatayım.” dedi ve şunları söyledi:<br />
“İsrail’le Müslümanlar arasında büyük bir<br />
harp zuhur etmiş, yer gök kıyamet gibi…<br />
Mağribten meşrıka kadar Müslümanlar<br />
Kudus’ün imdadına koşuyor. Ümmet tek<br />
bir sancak altında toplanmış ve hareket<br />
bir karargahtan idare ediliyor. Ortalıkta<br />
İsrail’in hezimet haberleri dolaşıyor. Derken<br />
bir an kendimi Ravza’da buldum. Şurada<br />
bir yerde (eliyle gösteriyor) Hz. Ebu<br />
Bekir (radiyallahuanh) bir silah sandukasının<br />
üzerine oturmuş, yanına gelen birisine<br />
talimatlar veriyor. Deniz birlikleri nereye<br />
çıkarma yapacak, uçaklar hangi noktaları<br />
vuracak, topçular hangi hedeflere atış yapacak…<br />
Yani bütün emirler Hz. Ebu Bekir<br />
(radiyallahuanh)’den çıkıyor. Yaklaşınca<br />
gördüm ki Hz. Ebu Bekir’den aldığı talimatla<br />
cihadı yürüten Âlem-i İslam’ın muhabbetini<br />
kazanan bir Osmanlı evladı.”<br />
Diyobendi alime bu rüyayı nasıl tevil<br />
ettiğini sorduğumda şunları söyledi: “Müslümanlar<br />
yakın bir gelecekte saflarını tevhid<br />
edecek, ardından da o Osmanlı evladının<br />
kumandasında Kudüs’ü özgürleştirecektir.<br />
Bekliyoruz...”<br />
Biz de, Kudüs için yeni Selahaddin’i<br />
bekliyoruz. Beş yıllık tedris hayatında “cihad”<br />
kelimesine bir derslik dahi olsa yer<br />
ayırmayan İlahiyat Fakülteleri’nin ya da<br />
üniversitelerin mevcut haliyle beklenen<br />
fatihi yetiştiremeyeceği açıktır. O halde Salahaddin,<br />
yerleşik yapıya muhalif bir mürşidin<br />
ocağından gelecektir. Belki Merhum Zahit<br />
Kotku’nun belki de bir başka mürşidin<br />
ocağından…. Bekliyoruz.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 14
Fatih’in Son Dersiâm’ı:<br />
Muhammed Emin Saraç<br />
Çocuklar erken yaşta medreseye kaydolur,<br />
İslam harflerini öğrenir, her fenden kitaplar<br />
ezberlerdi. Ezberlenen metinler, hoca<br />
huzurunda takrir edilir, unutmamak için<br />
belli aralıklarla tekrar edilirdi. Bunları ezberleyerek<br />
yetişenler, icazet alır, icazet verir<br />
zamanla halk nazarında ayaklı kütüphane<br />
olarak kabul görürdü.<br />
Her soruya, bizzat ezberledikleri ibareyi<br />
okuyarak cevap vermeleri soranlar nezdinde<br />
güvenirliklerini artırırdı. Çok okur,<br />
çok düşünür, az yazarlardı. Yazdıklarından<br />
çok daha fazlasını bilirlerdi. Bu durum kendilerine<br />
soru sorulduğunda daha da zahir<br />
olurdu. Talebenin kaynağa ulaşmasını kolaylaştırmak<br />
için cevap verirken kitapların<br />
baplarını, fasıllarını hatta sayfalarını<br />
da zikreden alimler vardı. Eğitimde kitabî<br />
kültür yanında şifahî mirasında önemli bir<br />
yeri vardı. Medreseler kapatılıp, alimlere<br />
okutma yasağı getirilince ilimdeki tevarüs<br />
durdu. İlim sonraki kuşaklara taşınamadı.<br />
Tedrisattan uzaklaştırılan alimler evlerine<br />
çekildi, çocukları sıra kitaplarını okumadığından<br />
babalarının dünyalarına giremedi,<br />
onları anlayamadı. Bu yüzden sadece onların<br />
züht ve takvalarından bahsettiler, babalarını<br />
farklı kılan ilimlerini sonraki nesillere<br />
aktaramadılar. Medresenin ilgası bizi<br />
İslam dünyasından kopardığı gibi medeni<br />
birikimimizden de uzaklaştırdı. Birkaç ferdi<br />
zuhur haricinde ilimde tevarüs tarih oldu.<br />
Emin Saraç Hocamız büyük hocaların<br />
ders halkalarından nasibdar oldu. Ulemayı<br />
hem kendi, hem de gelecek nesiller adına<br />
dinledi. Varis oldu. Varis olabilecek hocalar<br />
yetiştirdi. Yıllarca Fatih Camii’nde kudemanın<br />
usulü üzere dersler okuttu. Fatih<br />
Medresesi’nin son fahri dersiâmı olarak iştihar<br />
etti.<br />
Filistinli mücahid alim Muhammed<br />
Nemr el-Hatib’i Medine-i Münevvere’ye her<br />
gidişimde ziyaret ederdim. Bir defasında<br />
kendisine İnkişaf mecmuasından bahsettim,<br />
söyleşi yapmak istediğimi söyledim. Soruların<br />
bir kısmını dinleyince gözleri doldu:<br />
“Bu soruları bana on beş yıl önce sormalıydın.<br />
Şimdi zihnimi toparlayamıyorum.” demişti.<br />
Kitabî bilgisi gibi şifahî müktesebatı<br />
da senet olan Emin Saraç Hocamıza daha<br />
çok sorular yöneltmeli ki vakit geç olmadan<br />
“türas” tevarüs etsin. Okuyacağınız muhaverenin<br />
bu amaca hizmet eden mütevazi bir<br />
katkısı olursa gayesine ulaşmış olacaktır.<br />
15<br />
u Abdullah KARGILI<br />
akargili@hukumdergisi.com<br />
O devirlerde İstiklal<br />
Mahkemeleri vardı.<br />
Hocalar tevkif ediliyor,<br />
asılıyordu. Çünkü<br />
biliyorlardı ki hocalar<br />
Müslümanların<br />
rehberleridir. Onları<br />
susturmamız halinde<br />
Müslümanlar da korkar<br />
artık dinlerini terk ederler.<br />
Böyle düşünmüşlerdi.<br />
O zamanlar işe hep<br />
İslâm düşmanlığı ile<br />
başlamışlardı. Mekteplerde<br />
acayip safsatalar<br />
anlatırlardı talebelere.<br />
OCAK 2013<br />
Hüküm: Efendim, yeni kuşakların<br />
ilme adanan hayatınızı yakından tanımaları,<br />
size hayru’l-halef olabilmeleri için<br />
fevkalade önem arz etmektedir. Bunun<br />
için hayatınızı ve onu var eden değerleri<br />
sizin okumanızla öğrenmek arzusundayız.<br />
Bu bağlamda ilk olarak çocukluğunuzdan<br />
bahseder misiniz?<br />
M.Emin Saraç Hoca: Evet Efendim, ismim<br />
Muhammed Emin Saraç. Her ne kadar<br />
nüfus cüzdanımızda Emin diye yazsa<br />
da dedemin Kâdî tefsirinin başında abimin<br />
ondan sonra benim ismim kayıtlı. Yazı da<br />
Muhammed Emin şu günde doğmuştur der,<br />
Ramazan’ın birinci günü pazartesi Tokat’ın<br />
Erbaa kazasının Tanoba Köyünde doğmuşum.<br />
Erken yaşta babam bizi hafızlığa başlattı.<br />
Hatırlarım 1940 senesinde mukabele okumak<br />
için abimle birlikte Niksar’a gitmiştik.<br />
Arasta Camii’nde de ilk defa hatimle teravih<br />
namazımı kıldım. İmamın arkasında fatihlik<br />
yapıyordum.<br />
Daha sonra 41,42,43 senelerinde<br />
Merzifon’a mukabele okumaya gittik, abim,<br />
ben ve küçük kardeşim Osman. Biz dört kardeş<br />
babamızda hafız olduk. Babamız azimetli,<br />
gayretli, cesaretli bir müslümandı.<br />
Kur’an-ı Kerim okutuyor diye karakola götürürler,<br />
hesaba çekerlerdi. Fakat o yine bizi<br />
okutmaya devam ederdi. Hatta “eşhedü billah”<br />
şunu söyleyeyim ki; ne hikayedir ne de<br />
hayal… Bize Kur’an okutmak için ancak gece<br />
yarıları fırsat bulabiliyordu. Gündüzleyin<br />
okuyacağımız zaman evimizde camın yanında<br />
bir makat vardı, orada abimle birlikte<br />
bir yorganın altında oturur, okurduk. Birinin<br />
geldiğini fark ettiğimiz zaman hemen yorganı<br />
başımıza çeker, Kur’an-ı Kerim’i bağrımıwww.hukumdergisi.com
İlim tahsiline niyet eden kardeşlerimize hatırlatmak istediğim ilk husus ihlâs olacaktır. Zira bu<br />
işin temelini sağlam tutmak için evvela niyetimizde samimi olacağız. Bileceğiz ki; ilimden, okumaktan<br />
gaye, Rabbimizin rızasını kazanmaktır, ibadetlerimize dikkat etmektir. Buradan başlar takvaya ehemmiyet verirsek<br />
Cenab-ı Hak önümüzü açar, inkişaf verir. Okuduklarımızı da anlamak hususunda bir basiret ve feraset sahibi<br />
oluruz. Vesvese-i şeytaniye ile kendimizi mağlup etmeyiz inşaallah.<br />
Soldaki Emin Saraç Hocaefendinin Babası, Sağdaki ise Ağabeyi Bahattin Saraç<br />
za alır, uyuyormuş gibi yapardık. İşte babam<br />
bu derece bir baskı, sıkıntı içerisinde okutmaya<br />
çalıştı bizleri.<br />
O devirlerde İstiklal Mahkemeleri vardı.<br />
Hocalar tevkif ediliyor, asılıyordu. Çünkü biliyorlardı<br />
ki hocalar Müslümanların rehberleridir.<br />
Onları susturmamız halinde Müslümanlar<br />
da korkar artık dinlerini terk ederler.<br />
Böyle düşünmüşlerdi. O zamanlar işe hep<br />
İslâm düşmanlığı ile başlamışlardı. Mekteplerde<br />
acayip safsatalar anlatırlardı talebelere.<br />
Haşa! Allah Teâlâ’nın yokluğunu kendi<br />
fikirlerince isbata çalışırlardı. Öğretmen<br />
sınıfta talebelere soruyor: “Allah var mı yok<br />
mu? Varsa kendini ispat etmelidir? Ben şimdi<br />
size söylüyorum, çağırın bakalım Allah’ı,<br />
size cevap verecek mi? Cevap yok.” Ondan<br />
sonra da başlardı anlatmaya. Görmüyoruz,<br />
seslenince cevap alamıyoruz. Demek ki yok<br />
(Haşa). Sonra öğretmen dışarı çıkar talebelere,<br />
“haydi seslenin bana” der. Kendisi cevap<br />
verir. Ardından da “bakın çocuklar demek ki<br />
var olan cevap verendir” diyerek safsatasını<br />
isbat ettiğini zannederdi. Türkiye sathında<br />
böyle bir eğitim sistemi takip ederlerdi.<br />
İşte öyle bir devirde babam bizi hafız<br />
yaptı, elhamdülillah. Ve ondan sonra da<br />
43’te İstanbul’a geldik. İstanbul’da çok kıymetli<br />
hocaefendilerle mülaki olduk. Bu gün<br />
maalesef ki onlara benzeyen kimsemiz yok.<br />
Şahsen ben onları çok seven biri olduğum<br />
halde onlara benzediğime hiçbir vech ile kanaatim<br />
yoktur. Haşa! Ben o hocaların temsilcisiyim<br />
gibi ifadeler kullanamam. Siretiyle,<br />
suretiyle, ilmiyle, irfanıyla öyle kuvvetli, azametli<br />
hocalarımız vardı. Onların hepsi gitti.<br />
İş bizim gibilere kaldı. Onlara benzediğimiz<br />
husus şudur ki; Kur’an-ı Kerim’e inanıyoruz.<br />
Kafirleri reddediyoruz. Biliyoruz ki, Kur’an-ı<br />
Kerim’den başka nûr yok. Rasûlullah<br />
Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi ve selef-i salihinin<br />
sireti bizlere kalan en kıymetli mirasımızdır.<br />
Biz onları takip ediyoruz.<br />
43’ten 50’ye kadar İstanbul’da bir şeyler<br />
okumaya çalıştık. Sonra da kardeşim Osman<br />
ile Mısır’a tahsile gittik. Mısır’da Ezher’de<br />
Külliyet-i Şeriat-ı İslâm’da okumak nasip<br />
oldu. O şekilde de oradaki tahsilimizi tamamladık.<br />
Ama hala talebeliğimiz devam<br />
etmekte.<br />
TAVSİYELER<br />
İlim tahsiline niyet eden kardeşlerimize<br />
hatırlatmak istediğim ilk husus ihlâs<br />
olacaktır. Zira bu işin temelini sağlam tutmak<br />
için evvela niyetimizde samimi olacağız.<br />
Bileceğiz ki; ilimden, okumaktan gaye,<br />
Rabbimizin rızasını kazanmaktır, ibadetlerimize<br />
dikkat etmektir. Buradan başlar takvaya<br />
ehemmiyet verirsek Cenab-ı Hak önümüzü<br />
açar, inkişaf verir. Okuduklarımızı da<br />
anlamak hususunda bir basiret ve feraset<br />
sahibi oluruz. Vesvese-i şeytaniyye ile kendimizi<br />
mağlup etmeyiz inşaallah.<br />
Sonra bu yola adım atmak için ilmin de<br />
esası olan Arapça’yı iyi bileceğiz. Cenab-ı<br />
Hak kelamını, beşeriyetin son irşad fermanını<br />
Arapça indirmiştir. Bizler de Arapça’yı;<br />
sarfı, nahvi bileceğiz.<br />
Sarfı, nahvi okumadan kitabımız<br />
Kur’an-ı Kerim’i anlayamayız. Bu şekilde<br />
de dinî mevzularda söz edemeyiz. İşte görüyoruz,<br />
böyle kimselerin ortaya koydukları<br />
meallerin, tefsirlerin hangisi işe yarıyor.<br />
Âlet ilimleri olan sarf, nahv vs. okuduktan<br />
sonra âli ilimlerden okumaya başlayacağız.<br />
Her ilimde mutlaka birkaç kitap baştan<br />
sona ciddî surette tedris edilmiş olacak.<br />
Böylece tekmîl-i nüsah olacak.<br />
Bugünün hocalarının pek çoğu maalesef<br />
bu tedris usûlünden habersiz yetişiyor.<br />
Bu usûlden, tekmîl-i nüsah’tan maksat nedir?<br />
Talebe bir kitabı aldığı zaman başından<br />
sonuna kadar hazmederek, gayet muhkem<br />
bir şekilde okuyacak. Gerek sarf, nahiv gibi<br />
alet ilimlerini gerek tefsir, hadis, fıkıh, akaid<br />
gibi âli ilimleri, sâlih, ilmiyle âmil bir hoca<br />
efendinin huzurunda kâmilen bitirecek. En<br />
sonunda da şerh-i akaid okuyacak. Bütün<br />
bunların nihayetinde icazet aldığı zaman<br />
kendisine birkaç ibare verilir, onları tahlil<br />
eder. Bunun müzakeresi heyet huzurunda<br />
yapılırken okuduğu ilimlerin hepsi o ibarelerde<br />
tatbik edilir. Muvaffakiyet gösterirse,<br />
o kimse tedris yapma ehliyetini kesb eder.<br />
Bugün ise mekteplerimizde hiçbir kitabın<br />
güzelce baştan sona okunduğuna<br />
şahit olamıyoruz. Eslâfın bakıyesi diyebileceğim<br />
âlimlerimizin, hocaefendilerin yetiştiği<br />
medreselerde bundan bin sene evvel<br />
yazılmış kitaplar tedris ediliyordu. Bakınız<br />
Teftazanî’nin eseri, Nesefî’nin eseri,<br />
Sadru’şşerîa’nın eserleri bütün İslâm dünyasının<br />
hepsinde aynı şekilde okunmuştur.<br />
Her yerde Hanefi fıkhının Hidaye’si,<br />
Kudûrî’si ve İhtiyar’ı okunmuştur.<br />
İşte talebe hocaefendi olabilmek için<br />
bunları okuyacak sonra bildikleriyle amel<br />
edecek. “Bildiğiniz ile amel ederseniz Allah<br />
bilmediklerinizi de ihsan eder. İttikâ sahibi<br />
olursanız Allah size öğretir.” emrinin sırrına<br />
nâil olacak inşaallah. Böylece o talebede<br />
şerh-i sadr hâsıl olacak. Bu ikisi bir arada<br />
cem olunduğu zaman o kimse ehliyetli bir<br />
hocaefendi olacak inşaallah.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 16
Emperyalizmanın Sanat Ajanı:<br />
“Muhteşem Yüzyıl”<br />
Emperyalizma, silahla işgal ettiği İslam coğrafyasında güçle uzun süre kalamayacağını<br />
anlayınca görüntü sanatını daha müessir kullanma kararı aldı. Ancak kültür ve sanat merkezli<br />
bir işgalle varlığını sürdürebileceğini düşündü. Bu süreçte sinemayı keşfetti. Onunla istediği yaşam<br />
tarzını, istediği surette dünyanın en ücra köşelerine taşıdı. Beyaz perdede zarfını gösterip hayranlar<br />
güruhu oluşturdu. Sonuçta, nefret ettiği bir elbiseyi ekranda İngilizlerin giydiğini görünce giyen,<br />
sevmese de onların yediği meyveyi yiyen, onlar gibi tıraş olan, toprak yollarda onların kadınları gibi<br />
uzun topuklu ayakkabı giyen bir mukallitler tabakası oluştu. Batı, silahla girdiği İslam coğrafyasında<br />
sinemayla gönüllü kültür ajanları kazandı. Onlar vasıtasıyla Müslümanlara nüfuz etti.<br />
u Erdal ERKAN<br />
eerkan@hukumdergisi.com<br />
Batı, kültürünü pazarlayabilmek için önce<br />
“gazete”yi keşfetti. Hayallerini ve yaşam<br />
tarzını onunla kitlelere taşıdı. Ne var ki<br />
gazete, kenti aşıp köylere, mezralara ulaşamadı.<br />
Her ne kadar bu süreçte gazeteci, sözüne itibar<br />
edilen bir üst sınıf olarak kabul gördüyse de Batı<br />
gazeteyle beklentilerini karşılayamadı.<br />
Emperyalizma, silahla işgal ettiği İslam coğrafyasında<br />
güçle uzun süre kalamayacağını anlayınca,<br />
görüntü sanatını daha müessir kullanma<br />
kararı aldı. Ancak kültür ve sanat merkezli bir<br />
işgalle varlığını sürdürebileceğini düşündü. Bu<br />
süreçte sinemayı keşfetti. Onunla istediği yaşam<br />
tarzını, istediği surette dünyanın en ücra köşelerine<br />
taşıdı. Beyaz perdede zarfını gösterip hayranlar<br />
güruhu oluşturdu. Sonuçta, nefret ettiği<br />
bir elbiseyi ekranda İngilizlerin giydiğini görünce<br />
giyen, sevmese de onların yediği meyveyi yiyen,<br />
onlar gibi tıraş olan, toprak yollarda onların kadınları<br />
gibi uzun topuklu ayakkabı giyen bir mukallitler<br />
tabakası oluştu. Batı, silahla girdiği İslam<br />
coğrafyasında sinemayla gönüllü kültür ajanları<br />
kazandı. Onlar vasıtasıyla Müslümanlara nüfuz<br />
etti.<br />
Batı, her nekadar sinemayla İslam coğrafyasının<br />
bütün karelerine ulaşma imkanı yakalasa<br />
da, bu, onu bir anda kitlelere ulaştıracak bir<br />
iletişim vasıtası arama cehdinden vazgeçirmedi.<br />
Yeni vasıta ile yer yer zuhur eden uyanışların<br />
17<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
önüne geçecek, ilim, fikir ve sanatta ki dirilişi<br />
önleyecekti. Sonuçta televizyonu keşfetti.<br />
Televizyon, İslam coğrafyasında Batı taklitçisi<br />
bir kadronun idaresinde yaygınlaşınca<br />
müslümanların uyanışına esaslı bir darbe<br />
indirdi.<br />
Müslümanlar ve Televizyon<br />
Müslümanlar kendi program ve sinemalarını<br />
oluşturarak televizyonun tahribatının<br />
önüne geçmek istedi. Uyuyan kalabalıkları<br />
onunla uyandıracaklardı. Bu niyetle<br />
yola koyuldular. Fakat sinema ve televizyonu<br />
keşfeden batı onun yan sanayiini de kendi<br />
arzularına göre inşa etmişti. İslam ülkelerinde<br />
radyo, televizyon, sinema eğitimi veren<br />
iletişim fakülteleri de konuyla ilgili bilgileri<br />
olduğu gibi tercüme edip ilgili fakültelerin<br />
müfredatına dahil etti. Varoluşunu temellendiremeyen<br />
hocaların ders okuttuğu fakültelerde<br />
okuyan Müslüman öğrencilere<br />
evvela sanatın Batılı adamla başladığı ve onsuz<br />
olamayacağı anlatıldı. Derin bir kompleksle<br />
yetişip diploma aldılar.<br />
Televizyon için yüklü miktarda paralar<br />
toplandı. Müslümanların idare ettiği televizyonların<br />
çocuklarının imanını koruyacağına<br />
inanan anneler kollarındaki bilezikleri<br />
bağışladı. Diğerleriyle aynı imkanlara sahip<br />
kanallar kuruldu. Fakat mazruf “Araf”ta kaldı.<br />
Reyting hassasiyeti Müslümanların kurduğu<br />
televizyonları da etkiledi. Onların televizyonlarında<br />
İslam, cuma’dan cuma’ya<br />
yer bulabildi. Sonuçta ortaya ya bütünüyle<br />
açık ya da kafasının bir tarafına baş örtüsüne<br />
benzeyen bir kumaş bağlayan, suratı boyalı<br />
sunucular çıktı. Aynı yüzler bazı gazetelerin<br />
sütunlarına da taşındı. Bu şekilde iletişim<br />
araçlarının İslami olma vasfına sahip olacağı<br />
düşünüldü.<br />
Büyük beklentilerle kurulan televizyonlar<br />
bugün Batı’nın kültür ajanlığını yapmaktadır.<br />
Sinemaya aktarılan İslam büyüklerinin<br />
hayatları, gayr-i İslami yayınlarla aynı<br />
kuşakta verilmekte, bununla da “İslam geçmişte<br />
yaşanan bir dindir. Günümüz dünyasına<br />
tesiri muhaldir.” tezi işlenmektedir.<br />
Müslümanların televizyon hayali aşağılık<br />
kompleksinden kurtulamayan mustagribler<br />
elinde sahte bir uyanışla son buldu.<br />
Günümüzde müslümanların kurduğu televizyonlar<br />
da ötekiler gibi medeniyeti tahrib<br />
Büyük beklentilerle<br />
kurulan televizyonlar<br />
bugün Batı’nın kültür<br />
ajanlığını yapmaktadır.<br />
Sinemaya aktarılan İslam<br />
büyüklerinin hayatları,<br />
gayr-i İslami yayınlarla aynı<br />
kuşakta verilmekte, bununla<br />
da “İslam geçmişte yaşanan<br />
bir dindir. Günümüz<br />
dünyasına tesiri muhaldir.”<br />
tezi işlenmektedir.<br />
Müslümanların televizyon<br />
hayali aşağılık kompleksinden<br />
kurtulamayan mustagribler<br />
elinde sahte bir<br />
uyanışla son buldu. Günümüzde<br />
müslümanların kurduğu<br />
televizyonlar da ötekiler<br />
gibi medeniyeti tahrib<br />
etmeyi esas vazife telakki<br />
eden yapımları “türk filmi”<br />
başlığı altında ekrana taşımakta.<br />
Evet, Batı’dan bize intikal<br />
ettiği günden beri İslam<br />
medeniyetini aşağılayan<br />
ucubelerin adı maalesef ki<br />
“türk filmi”dir. Müstagrib<br />
senaristlerin, milletin değerlerini<br />
aşağılayan yapımcıların,<br />
her gece ayrı kulüpte<br />
sabahlayan aktörlerin filmi<br />
Müslümanların televizyonlarında<br />
yer bularak onlar tarafından<br />
da onaylanmıştır.<br />
etmeyi esas vazife telakki eden yapımları<br />
“türk filmi” başlığı altında ekrana taşımakta.<br />
Evet, Batı’dan bize intikal ettiği günden<br />
beri İslam medeniyetini aşağılayan ucubelerin<br />
adı maalesef ki “türk filmi”dir. Müstagrib<br />
senaristlerin, milletin değerlerini aşağılayan<br />
yapımcıların, her gece ayrı kulüpte sabahlayan<br />
aktörlerin filmi Müslümanların televizyonlarında<br />
yer bularak onlar tarafından da<br />
onaylanmıştır.<br />
Türk Dizileri<br />
Türk filmi etiketi taşıyan yapımların<br />
önemli bir bölümü Arapça’ya çevrilerek pek<br />
çok ülkede televizyonlar vasıtasıyla Müslümanlara<br />
da servis edilmekte. Yabancı filmlere<br />
tepkiyle yaklaşan müstakim Müslümanlar<br />
da, Türkiye’nin İslam coğrafyasında<br />
yükselen itibarına bağlı olarak türk patenti<br />
taşıyan bu yapımlara teveccüh göstermekte.<br />
Ne var ki, İslam tarihine boykot uygulayan,<br />
edebiyatımızı yok sayan, İslam aile yapısıyla<br />
istihza eden türk sineması müstagrib<br />
kültür ve sanat ajanları maharetiyle Batı sinemasından<br />
daha büyük bir tahribata yol<br />
açmaktadır. Ahlaksız ilişkilerin işlendiği diziler<br />
Müslümanların aile yapılarını sarsmış,<br />
iffetsizliğin artmasına zemin hazırlamıştır.<br />
Hadiseyi birkaç örnek bağlamında muşahhaslaştıralım.<br />
İki yıl önce karşılaştığım Kuzey Afrikalı<br />
Müslümanlar evvela büyük bir umutla<br />
Türkiye’nin Osmanlı suretinde dönüşünü<br />
beklediklerini, çocuklarını İstanbul’u istikbale<br />
hazırladıklarını söylediler. Ne var<br />
ki içlerinden birisi konuşmasını şu şekilde<br />
sürdürdü: “İktida makamında gördüğümüz<br />
Türkiye’nin filmleri, Batınınkinden daha tesirli<br />
bir kültür ve sanat yıkımına yol açmıştır.<br />
Adeta şemsiyesiz bir halde sağnak yağmura<br />
yakalanmış insanlar gibiyiz.”<br />
Üç yıl önceydi… Mekke-i Mükerreme’de<br />
Harem-i Şerif’e birkaç yüz metre uzaklıkta<br />
bir oteldeyim. Beytullah’a gitmek için otelin<br />
lobisine inmiştim. Resepsiyonda görevli<br />
Suud’lu bir genç, Türk kanallarının birinde<br />
gösterilen filmi izliyordu. Beni görünce<br />
Arapçaya tercüme etmem ricasında bulundu.<br />
Dedim ki, “Kardeşim ben müslümanım.<br />
Sen nasıl olur da bana, Beytullah’ın gölgesinde<br />
kubur faresinden daha aşağı bir hayatı<br />
anlatan filmi tercüme etmemi istersin.”<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 18
Nasıl ki küfür, Hendek Muharebesiyle İslam’ı maddi anlamda çökertemeyeceğini anlayınca,<br />
mücadeleyi bütünüyle manevi cepheye taşımış, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Benû Mustalık<br />
Gazvesi’nden dönerken, en iffetli kadına en iffetsiz isnadı yapmışlardı. Böylece İslam’a yönelişin<br />
önüne geçeceklerdi. Fakat başaramadılar. Hz. Aişe’nin beratini önce Kur’an-ı Kerim sonra bütün bir<br />
Hicaz tasdik etti. Muhteşem Yüzyıl da İstanbul’un, Şam, Bağdat, Gazze için yeniden umut olduğu bir<br />
zamanda ekrana taşındı. Zigetvar’da ruhunu teslim eden mücahid bir devlet adamı yatak odasına<br />
hapsedildi. Magazin programlarının dahi mahrem kabul ettiği ayrıntılar hakikat niyetine ona isnat<br />
edildi. Filmde amuda kalkmış bir tarih var… Aklın ve kalbin zaman zaman hatırlandığı filmde Sultan<br />
Süleyman cinselliği ile gündemde. Böyle bir filmin adı “Muhteşem Yüzyıl” olarak belirlenerek İslam<br />
gençliğine, “eğer Osmanlı’nın muhteşem hali bu şekilde ise sairini siz düşünün.” denmektedir.<br />
TRT et-Türkiye<br />
Arapça yayın yapan TRT et-Türkiye ise<br />
yarışa geç katılmasına rağmen gerek ekrana<br />
çıkardığı kadın sunucular, gerekse de tercüme<br />
ettiği filmlerle bu tahrip harekatının en<br />
baş aktörü olmayı başarmıştır.<br />
Bir Sanat Ajanı Olarak “Muhteşem<br />
Yüzyıl”<br />
“Muhteşem Yüzyıl” yukarıdaki hususiyetleri<br />
taşıyan güruha ait onlarca filmden biridir.<br />
Bu zaviyeden bakıldığında onlarla aynı<br />
hükme sahiptir. Fakat zamanlaması itibariyle<br />
ayrı bir yeri vardır. Hadise esas itibariyle<br />
İslam’a ve ümmetin uyanışına karşı işlenen<br />
bir suikasttır. Bu açıdan planlıdır ve tarihteki<br />
fitne hareketleri ile sebep sonuç bağlamında<br />
ayniyet arzetmektedir. Nasıl ki küfür, Hendek<br />
Muharebesi’yle İslam’ı maddi anlamda<br />
çökertemeyeceğini anlayınca, mücadeleyi<br />
bütünüyle manevi cepheye taşımış, Allah<br />
Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Benû<br />
Mustalık Gazvesi’nden dönerken, en iffetli<br />
kadına en iffetsiz isnadı yapmışlardı. Böylece<br />
İslam’a yönelişin önüne geçeceklerdi.<br />
Fakat başaramadılar. Hz. Aişe’nin beratini<br />
önce Kur’an-ı Kerim sonra bütün bir Hicaz<br />
tasdik etti. Muhteşem Yüzyıl da İstanbul’un,<br />
Şam, Bağdat, Gazze için yeniden umut olduğu<br />
bir zamanda ekrana taşındı. Zigetvar’da<br />
ruhunu teslim eden mücahid bir devlet adamı<br />
yatak odasına hapsedildi. Magazin programlarının<br />
dahi mahrem kabul ettiği ayrıntılar<br />
hakikat niyetine ona isnat edildi.<br />
Filmde amuda kalkmış bir tarih var…<br />
Aklın ve kalbin zaman zaman hatırlandığı<br />
filmde Sultan Süleyman cinselliği ile gündemde.<br />
Böyle bir filmin adı “Muhteşem<br />
Yüzyıl” olarak belirlenerek İslam gençliğine,<br />
“Eğer Osmanlı’nın muhteşem hali bu şekilde<br />
ise sairini siz düşünün.” denmektedir.<br />
Muhteşem Yüzyıl’ın Arapçaya tercüme<br />
edilmesi durumunda Türkiye’nin tarihi ve<br />
medeni kazanımları bir anda sıfıra müncer<br />
olacaktır. Aksini düşünenler filmi izleyen çocuklara,<br />
Sultan Süleyman’ın kim olduğunu<br />
sorsunlar. Nasıl bir algı ile karşılaşacaklardır?<br />
Arap çocukları da, Anadolu’daki akranlarından<br />
farklı bir cevap vermeyeceklerdir?<br />
Muhteşem Yüzyıl, Batı’nın sinemayı<br />
keşfediş amacına uygun bir kültür istilası,<br />
bir sanat cinayetidir. Altı asır Allah ve Resul<br />
davasına hizmet eden Devlet-i Aliyye’den<br />
emperyalizm adına intikam alma ameliyesidir.<br />
İslam ümmetinin yeniden İstanbul’a yöneliş<br />
sürecine karşı planlanan bir sabataist<br />
saldırıdır.<br />
Evet televizyon yıkıcı olduğu kadar yapıcıdır<br />
da. Millet bünyesinde açtığı tahribatlar<br />
yine onun vasıtasıyla giderilebilir. Fakat<br />
evvela bu ameliyeye, iletişim fakültelerinin<br />
müfredatını İslamileştirerek başlamalı. Ancak<br />
bu şekilde, yeni teşebbüsler kültür ajanlarının<br />
aşağılık ameliyeleriyle hüsrana uğramaktan<br />
kurtulabilir.<br />
Ayrıca dini konuları kültür-sanat muhtevalı<br />
bir içerikte ekrana taşımalı ki İslam’la<br />
arasına mesafe koyan ya da yetiştiği ortam<br />
itibariyle İslam’ı geçmiş zamanların tarihi<br />
değeri olarak gören gençler uyansın. Ne var<br />
ki; programcıların önemli bir bölümü anlatılanların<br />
millete faydasının ne olduğunu<br />
düşünmeden belli bir zaman üzerinde çalıştıkları<br />
tez konularını ya da tartışmaya sebep<br />
olacak mevzuları ekrana taşımaktadır.<br />
Peki ne yapmalı…? İmam Hatip okullarında<br />
sanat cehdine sahip kabiliyetli öğrenciler<br />
keşfedilmeli daha sonra bunlar, iman<br />
ve fikir ayarı yapılan yeni iletişim fakültelerinde<br />
sanatı Allah için kurgulayan hizmet<br />
gönüllüleri olarak yetiştirilmelidir. İşte o zaman<br />
televizyonlar, İslamî yayın yapma iddiasında<br />
bulunabileceklerdir.<br />
19<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
Musa’yı Bekliyoruz<br />
u Selim SEYHAN<br />
sseyhan@hukumdergisi.com<br />
Kuduz bir köpek tarafından<br />
ısırıldığınız zaman kimi suçlarsınız?<br />
Köpeği mi sahibini mi?<br />
Kuşkusuz sahibini. Bu yüzden<br />
bütün suç İsrail gibi bir ülkeyi<br />
desteklediği için Amerika’nın.<br />
Robert De Niro<br />
Gördüğü rüyayı yorumlatmak için kurmaylarını toplayan<br />
Firavun gibi bütün think thank kuruluşlarınızı seferber<br />
etseniz de,<br />
Musa ana rahmine henüz düşmeden tahtını kurtarabilmek<br />
için çözüm arayan yapma ilâh gibi toplantılar üzerine toplantılar<br />
düzenleseniz de<br />
O çocuğun doğmaması için rahimlere giyotinler inşa edip<br />
Tevrat okumaları eşliğinde bombalar yağdırsanız da,<br />
Musa belki budur korkusuyla her yeni doğan yavruyu katleden<br />
tağut gibi bütün Âlem-i İslâmı kan gölüne çevirseniz de,<br />
“Eğer bütün çocukları öldürürsen ağır hizmetleri yaptıracak<br />
köleler bulamayacağız,” ikâzından sonra bir sene katleden bir<br />
sene ara veren sefih gibi bir sonraki katliamlarınıza hazırlık için<br />
sözde barış ilân etseniz de,<br />
O’nu yok etmek için olağan üstü tedbirler alan firavnî rejim<br />
gibi kapalı kapılar ardında aldığınız kararları yeni dünya düzeni<br />
olarak insanlara dikte ettirseniz de,<br />
Her gün peygamber katili atalarınıza taş çıkartan katliamlar<br />
yapsanız da,<br />
Değil demir kubbeler buruc-u müşeyyedeler inşâ etseniz de,<br />
Biz, af senesinde doğan Harun’un aksine, Allah’ın kudretini<br />
izhâr için katliam yılında gönderilen Musa’yı bekliyoruz:<br />
Allah’ın emriyle Nil’in azgın sularına bırakılan ve Firavun’un<br />
sarayına gönderilen Musa’yı,<br />
Hiçbir çocuğa hayat hakkı tanımayan Firavun’un bile öldürmeye<br />
kıyamadığı Musa’yı,<br />
Başka medeniyetlerden beslenmeyi reddeden öz evladı olduğu<br />
medeniyetin imân ve fikir pınarlarından kana kana içen<br />
Musa’yı,<br />
Rüşdüne erince ilmi ve hikmeti kuşanıp azgınlar gürûhunun<br />
karşısına dikilen ve bir tokatla Kıpti’yi yere seren Musa’yı,<br />
Ben sizin en büyük rabbinizim diyen tağut ve şürekâsını<br />
Kızıldeniz’in dibine gömen Musa’yı.<br />
Bekliyoruz evet bekliyoruz; gerilmiş bir yay gibi bekliyoruz.<br />
Çıldırtan bir sabırla, hesabın döneceği günü bekliyoruz.<br />
Sabahı gözleyen hasta gibi,<br />
Baharı özleyen tohum gibi,<br />
Bülbüle hasret gül gibi bekliyoruz.<br />
O’nu yok etmek için olağan üstü tedbirler alan firavnî rejim gibi kapalı kapılar ardında aldığınız<br />
kararları yeni dünya düzeni olarak insanlara dikte ettirseniz de,<br />
Her gün peygamber katili atalarınıza taş çıkartan katliamlar yapsanız da,<br />
Değil demir kubbeler buruc-u müşeyyedeler inşâ etseniz de,<br />
Biz, af senesinde doğan Harun’un aksine, Allah’ın kudretini izhâr için katliam yılında gönderilen Musa’yı bekliyoruz:<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 20
Allah’ın Ayetleriyle<br />
Modernitenin Nassları<br />
Arasındaki Med-Cezir: KADIN<br />
D e v l e t - i A l i y e ’ d e n A h i r Z a m a n a İ s l a m c ı K a d ı n ı n E v r i m i<br />
21<br />
Konservatuara gitti.<br />
İmkan nisbetinde her<br />
nevi sanatsal ve riyazi<br />
ameliyelere dahil oldu.<br />
Toplu taşıma araçlarına<br />
bindiğinde, kadınlığını<br />
yani naif oluşunu hatırladı,<br />
erkeklerden yer istedi.<br />
Fakat sokakta, arp taşıdı,<br />
kontrbas taşıdı, yorulmadı.<br />
Perdenin arkasından konuşan<br />
Peygamber eşlerine<br />
inat, sahnede rol aldı. Konser<br />
yönetti, sergilere katıldı,<br />
sergiler açtı. Erkeklerin lebalep<br />
doldurduğu salonlarda<br />
icra-i sanatta bulundu, ilahi<br />
okudu. İmam olup mihraba<br />
geçemediğinden hayıflandı.<br />
Fakat İlahiyat fakültelerinde<br />
tefsir, fıkıh, hadis hocalığı<br />
payelerine nail olup erkeklere<br />
mahremiyet dahil<br />
mesail-i islamiyyeyi anlattı.<br />
Söyleşiler yaptı, dergilere<br />
kapak oldu. Katıldığı programlara<br />
reyting getirdi.<br />
OCAK 2013<br />
u Muhammed MAŞALI<br />
mmarasli@hukumdergisi.com<br />
Münkir aklın vahyi ve yaratılışı inkar<br />
etmek için uydurduğu taş, yontma<br />
taş, cilalı taş devirleri gibi takdirlerin<br />
ötesinde gerçekçi bir tasnif yapmak<br />
gerekirse kadının hayatını Hz. Havva’dan<br />
Modern Batı Düşüncesi’nin zuhuruna ve<br />
zuhurdan günümüze kadar olacak şekilde<br />
ikiye ayırmak mümkündür. Bu iki dönemin<br />
ayrışma noktasını ise kadının erkekle aynı<br />
koşullarda çalışma hayatına girmesi teşkil<br />
eder. Mahremiyete dair kayıtları ihlal edip,<br />
erkekle aynileşen kadın özgür ve muteber<br />
kadındır.<br />
Özgürlük ve itibar, doğudan batıdan,<br />
köyden kentten her nevi kadını derinden etkiledi.<br />
Müslüman kadın birkaç kuşak farkla<br />
da olsa sair kültürlere mensup kadınlardan<br />
geri kalmadı. Peçeli kadınların torunları<br />
altmış yetmiş yıl gecikmeyle de olsa ecnebi<br />
erkeklerle aynı mekanlarda bulunup, onlara<br />
mesai arkadaşı oldu.<br />
Müslüman kadın özgürlüğe giden yolda<br />
en küçük ayrıntıyı dahi atlamadı. Özgür<br />
olmak için okudu. Gurbete çıktı. Kazandı,<br />
kaybetti, ağladı, hüzünlendi. Fakat erkeklerle<br />
girdiği bu yarıştan hiç kopmadı. Akidesiyle<br />
modern hayatın nassları arasında kaldığında,<br />
özgürlük ve itibarın cazibesi onu,<br />
“sadece İslam”dan “sentez İslam”a götürdü.<br />
Kadına dair her şeyi İslam ve Modern hayatın<br />
nassları çerçevesinde yeniden yorumladı.<br />
İslam’a muhalif, muasır hayata muhib<br />
oldu. Okuldan, işten erkek arkadaşlar edindi.<br />
Mahremi olmayan erkeklere selam verdi,<br />
selam aldı. Onlarla aynı masada yemek yedi,<br />
birlikte okul ya da iş gezilerine çıktı. Şehir<br />
şehir dolaştı. Zarfının kıymetine göre, ecnebi<br />
erkekler nezdinde gündem oldu. Gaipte,<br />
huzurda hep ondan konuşuldu.<br />
Konservatuara gitti. İmkan nisbetinde<br />
her nevi sanatsal ve riyazi ameliyelere dahil<br />
oldu. Toplu taşıma araçlarına bindiğinde,<br />
kadınlığını yani naif oluşunu hatırladı, erkeklerden<br />
yer istedi. Fakat sokakta, arp taşıdı,<br />
kontrbas taşıdı, yorulmadı. Perdenin arkasından<br />
konuşan Peygamber eşlerine inat,<br />
sahnede rol aldı. Konser yönetti, sergilere<br />
katıldı, sergiler açtı. Erkeklerin lebalep doldurduğu<br />
salonlarda icra-i sanatta bulundu,<br />
ilahi okudu. İmam olup mihraba geçemediğinden<br />
hayıflandı. Fakat İlahiyat fakültelerinde<br />
tefsir, fıkıh, hadis hocalığı payelerine<br />
nail olup erkeklere mahremiyet dahil<br />
mesail-i islamiyyeyi anlattı. Söyleşiler yaptı,<br />
dergilere kapak oldu. Katıldığı programlara<br />
reyting getirdi.<br />
www.hukumdergisi.com
Dışarıda olmaktan, iş toplantılarına,<br />
eğitim seminerlerine katılmaktan keyif<br />
aldı. Eşini uyanık halde birkaç saat görürken,<br />
sekizden beşe kadar iş arkadaşlarıyla<br />
aynı ortamda kaldı. Evdeki birlikteliklerini<br />
de, çoğu geceler ayrı odalarda televizyon<br />
programları izlemeye tahsis etti. Eşinin<br />
yanında eski kıyafetleri, iş arkadaşlarının<br />
olduğu meclislerde ise en şık olanları<br />
giydi. İşine sarıldıkça eşinden ve evinden<br />
uzaklaştı. Kadındaki bu harici alaka, ona<br />
karşı harici ilgiyi artırırken eşinin muhabbetini<br />
zayıflattı. Aynı durum erkekte de zuhur<br />
etti. O da “iş arkadaşı” olan kadınlara<br />
daha farklı davrandı. Neticede ortaya evde<br />
aradıklarını ancak hariçte bulabilen gayr-i<br />
memnunlar taifesi çıktı. Harici yakınlıklar<br />
güçlendikçe aile zayıfladı. Krizler, yeni<br />
krizlere zemin hazırladı. Hayat sorunlar<br />
yumağı haline geldi. Erkek gibi kadın da<br />
hal çaresi aradı. Fakat kadının çözüm süreci<br />
içerisindeki uğraşıları nafile ameliye<br />
olmanın ötesinde bir anlam ifade etmedi.<br />
Modern hayatta kazandığı rolleri kaybetmeme<br />
ısrarı, sonraki adımları başlamadan<br />
akamete uğrattı. Kadın, bütün oluşlarının<br />
neticesinde asıl anne olması gerektiğini<br />
düşünmek istemedi. Problemi bir psikiyatrist<br />
nezaretinde göreceği birkaç seanslık<br />
tedavi ile aşabileceğini zannetti.<br />
Para kazandıkça özgürlük alanı daha<br />
da korunaklı hale geldi. Araba, ev sahibi<br />
olunca itibarı göz kamaştırdı. İzleniyor<br />
olması ona ayrı bir haz verdi. Hep önde,<br />
gözde olabilmek için elinden geleni yaptı.<br />
Kuaföre gitti. Manikür, pedikür yaptırdı.<br />
Modaya göre yaşadı. Ayakkabısına uygun<br />
kıyafet, kıyafetine uygun takılar aldı. Bunlar<br />
için gün geldi dükkan dükkan, çarşı çarşı<br />
dolaştı. Her kıyafet uyumunun yeni bir<br />
moda rüzgarıyla demode olduğunda üzüldü,<br />
hayıflandı fakat modaya ittiba hassasiyetinden<br />
ödün vermedi. Bir anlamda hayatı<br />
modaya uyum seferberliği olarak gördü.<br />
Yoruldukça sabır-selamet diledi. Sürekli<br />
tekrar eden bu hadiseden muzdarip olsa da<br />
müşteki olmadı. Çünkü erkekler nezdinde<br />
muteber olmak ona ayrı bir hava veriyordu.<br />
Magazin programlarının malzeme sorununu<br />
çözebilmek için “ünlüler” başlığı<br />
altında pek çoğu aşufteden oluşan ve millet<br />
evlatlarının kendilerine uyması istenen<br />
bir taife ihdas edildi. Bunların yaşam şekilleri<br />
ve kıyafet tarzlarını teşhirde podyumlar<br />
yetersiz kalınca, diziler ve internet aktif<br />
“İSLAMCI KADININ”<br />
GELENEK İSYANI<br />
Gazeteci kadın, modanın icat ettiği<br />
sun’î başörtüyle katıldığı bir yayında<br />
yeni okurlar bulabilmek için önce<br />
“mücrim bir program” kurguladı. Daha<br />
sonra programın kısa sureleri ezberlemeye<br />
icbar ettiği ateist arkadaşını hatırlayıp,<br />
yüksek sosyeteden özür diledi.<br />
Böylece mağdurlar safında yazan biri<br />
olarak mağduru gaddar gibi göstermiş<br />
oldu. Ötekiyle ne kadar aynı olduğunu<br />
izah edebilme adına daha başka inkar<br />
ve itiraflarda bulundu.<br />
Sanat adına tarihe ya da İslam’a<br />
sövmenin insan hakkına tecavüz olacağını<br />
düşünmeden dizileri savundu.<br />
Bu savunmayla zımnen de olsa benzer<br />
sahnelerin kendisi için de kurgulanması<br />
durumunda sanata olan derin saygısından<br />
dolayı sessiz kalacağını itiraf etmiş<br />
oldu.<br />
Kadın hukuk okudu, siyaset, edebiyat<br />
okudu. İlmihal seviyesindeki dini<br />
bilgisiyle İslam adına ahkam neşretti.<br />
Sun’i başörtüsü esas alınarak ifadeleri<br />
İslamcı kadının “geleneğe isyanı” şeklinde<br />
verildi.<br />
İslamcı Kadının<br />
Yaşam Malzemeleri<br />
olarak kullanıldı. Dergi ve gazete gibi yazılı<br />
basın da bu pazarlama ameliyesinin destek<br />
unsurları olarak görev icra etti.<br />
Ecnebi erkeklere şık görünebilme yarışı,<br />
açılamadığından kapanan Müslüman<br />
kadına da sirayet etti. O da Yahudilerin cumartesi<br />
yasağını çiğnemeleri gibi şeriatı,<br />
şeriatla aşmaya çalıştı. Bu durum o derece<br />
müessir oldu ki İslam beldelerinde Allah<br />
Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in haber<br />
verdiği gibi “zahirde örtülü hakikatte çıplak”<br />
kadınlar taifesi kesret ifade eder hale<br />
geldi.<br />
Medyanın da etkisiyle, tesettürün nasıl<br />
olacağını Allah’ın ayetleri, Resulü’nün sünneti<br />
ve müctehit imamların hükümlerinden<br />
alan İslam kadını marjinal; moda tasarımcılarına<br />
ittiba edenler “Kur’an talebesi” addedildi.<br />
Zahirde Allah Azze ve Celle’ye hakikatte<br />
ise modaya uyanlar İslam’ı temsil<br />
davasına soyundu. Onların yaşam tarzları,<br />
İslam yorumları referans alındı. Gazeteci,<br />
yazar, mimar, avukat oldular. Panellere, seminerlere,<br />
tv programlarına katılıp erkeklerle<br />
konu ayrımı yapmadan her mevzuyu<br />
tartıştılar. Yeni nesle neyin nasıl olması gerektiğini<br />
hem hal, hem de konuşma diliyle<br />
anlattılar.<br />
Erkeklerle aynı kulvarda vur ha vur yürüyen<br />
kadın, işinden ziyade zarfıyla itibar<br />
gördüğünün farkındaydı. Bu yüzden ilerleyen<br />
yaşlarda da zarf bakımını ihmal etmedi.<br />
Geçen yılların yüzünde zahir olan izlerini<br />
giderebilmek için yüz bakımı, cilt bakımı<br />
yaptırdı. Yarıştan kopmamaya çalıştı. Her<br />
nevi bakıma rağmen yaşlılığın izlerini silmekten<br />
aciz kaldığında kısmi tesettüre baş<br />
vurdu. Yani tesettürü mahrem bölgelerini<br />
örtmek için değil uzuvlarındaki kusurları<br />
gizlemek için kullandı.<br />
“Kadınlar yuvalarından çıkıp, beşeri<br />
yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli…”<br />
diyen ve böyle dediğinden dolayı<br />
öğrencileri ile birlikte idamla yargılanan<br />
Bediuzzaman’a aidiyet iddiasında bulunanların<br />
bir kısmı da modaya ittiba sürecinde<br />
aktif olarak görev aldı.<br />
Ezcümle, modern zaman kadını özgürleştikçe,<br />
kadın Allah’tan uzaklaştı; çağdaş<br />
değerlere, modaya, okula, ünlülere, sinemaya<br />
kul oldu. Eğer onlara uyduğu kadar<br />
Allah Azze ve Celle’ye ittiba etmiş olsaydı<br />
şüphesiz zahideler ehramının en tepe noktalarında<br />
yer alacaktı.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 22
Hacı Aydın Doğan’ın<br />
Hattı Müdafaası<br />
Olmamış olayları, gerçek<br />
hayattan kesitler<br />
ya da Müslümanların<br />
genel temayülü gibi veriyorlardı.<br />
Ali Kalkancı<br />
gibi şahsiyetleri Müslümanların<br />
temsilcisi olarak<br />
ilan edip, onlar üzerinden<br />
yeni neslin İslam’dan nefret<br />
etmesini arzuluyorlardı.<br />
Mahmud Efendi gibi Büyük<br />
Mürşidlerin hayatlarında<br />
cerh edilecek bir nokta bulamayınca<br />
“müteşeyyıh/<br />
yapma şeyh”ler üzerinden<br />
tasavvufu ekrana taşımış<br />
ve “en müstakim hayatları”,<br />
“en sapıkların yaşamlarıyla”<br />
tanıtmışlardı.<br />
u Ahmet BUHARALI<br />
abuharali@hukumdergisi.com<br />
Bizde aydın, her duruma uyum sağlayabilen<br />
çok değişkenli insan demektir.<br />
Zuhur ettiği günden beri de<br />
“şakile”si değişmemiştir. O kadar ki mal sahibinin<br />
kim olduğuna bakmadan “atiyye”<br />
mukabilinde her nevi yazı siparişi alabilir,<br />
ihale takip edebilir. Cerh ve tadil uzmanlık<br />
alanıdır. Her çeşit darbe ortamında ilgilileri<br />
memnun edecek yazılar telif etme istidadına<br />
sahiptir. Askere mücamelede bulunmada ise<br />
“la misle lehu’dur./Eşi benzeri yoktur.”<br />
Aydın, askerin iktidar yıllarında “mutlak<br />
demokrat”, hukukun müessir olduğu süreçte<br />
ise “mağdur demokrat” rolünde oynar.<br />
“Bunlar ülkenin intelijansıyasıdır. Bu<br />
şekilde bir cerh insafsızlık olur” şeklindeki<br />
itirazlara gelince, evet kudema, “el-insaf<br />
hayru’l-evsâf/insaf, insandaki vasıfların<br />
en hayırlısıdır.” buyurur. Münsif olmak erdemdir.<br />
Fakat kavramların arkasına sığınıp<br />
birileri için “merhamet dilenciliği” yapmak<br />
mağduriyetlerin devamına yol açacak ya da<br />
mağdurların iade-i itibarına engel olacaksa<br />
bu da zulümdür.<br />
28 Şubat sürecinin “mutlak demokratları”<br />
her sokakta, her okulda irticaî yapılanma<br />
var diyerek “sun’i gündem” oluşturmuş,<br />
“küfür yobazlarını” mazlum millet üzerine<br />
sevketmişlerdi. İslam karşıtı olmak, “mutlak<br />
demokratların” kutsal ödeviydi. Mekke<br />
müşriklerinin zaviyesinden bakıp dalâlette<br />
gördükleri (Mutaffifîn: 32) Müslümanları bu<br />
yayınlarla dünyaya uyumlu hale getireceklerdi.<br />
Bu yüzden her nev’i tarassutu meşru<br />
addediyorlardı. Olmamış olayları, gerçek<br />
hayattan kesitler ya da Müslümanların genel<br />
temayülü gibi veriyorlardı. Ali Kalkancı<br />
gibi şahsiyetleri Müslümanların temsilcisi<br />
olarak ilan edip, onlar üzerinden yeni neslin<br />
İslam’dan nefret etmesini arzuluyorlardı.<br />
Mahmud Efendi gibi Büyük Mürşidlerin<br />
hayatlarında cerh edilecek bir nokta<br />
bulamayınca “müteşeyyıh/yapma şeyh”ler<br />
üzerinden tasavvufu ekrana taşımış ve “en<br />
müstakim hayatları”, “en sapıkların yaşamlarıyla”<br />
tanıtmışlardı.<br />
Ahiretteki hesaba inanmayanlar bir gün<br />
göklerin yeryüzüne müdahil olacağını, 28<br />
Şubat sürecinin sona ereceğini, kendilerine,<br />
çiğnenen haklardan sorulacağını düşünemediler.<br />
Bunun için medyanın önemli bir<br />
bölümü mağduru mütecaviz, zalimi hakpe-<br />
23<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
est rolünde haber yapmaktan imtina etmedi.<br />
Evet 15 yıl öncesinin ‘mutlak demokratları’<br />
şimdi “mağdur demokratlar” rolünde<br />
“günah çıkarmak”la meşgul... Aydınlar taifesi<br />
koro halinde aldatıldığını söylüyor. Milletin<br />
hafızası ya da arşivler olmasa, “TBMM<br />
Araştırma Komisyonu”nda ki açıklamalardan<br />
hareketle hepsi “masum” diyeceksiniz.<br />
Ne var ki bu geceye gündüz demek kadar<br />
muhal bir durum. 28 Şubat süreci ve sonrasında<br />
yapılan haber-yorumlara bakıldığında<br />
her birini, “aslanın bacakları arasına<br />
girip ezeli ve ebedi hasmı olan kediye meydan<br />
okuyan fare” konumunda görürsünüz.<br />
Arslan/asker kışlasına çekilince fare ortada<br />
kaldı. Çaresiz “cemaziyelevvel” kavgasına<br />
tutuştular. Ekranlarda, gazete sütunlarında<br />
“irticanın başı ezilmeli” diyenler, askeri “göreve”<br />
çağıranlar, Merhum Erbakan’a hakarette<br />
sınır tanımayanlar şimdi günahlarını<br />
patronlara ya da askere hamletme yarışında.<br />
Paşaların Silivri macerasının oyun olmadığını<br />
gören Aydın Doğan da eski silah<br />
arkadaşlarını ortada bırakıp “hattı müdafaaya”<br />
geçmiş. Sanki ardından gelenlere “Dava<br />
(!) bitti. Şimdi zor zaman, dolayısıyla en selametli<br />
yol “nefis tezkiyesi” diyor. Zahiri gibi<br />
batınının da temiz olduğuna kamuoyunu<br />
inandırabilmek için bu yıl hacca da gitti.<br />
Cuntacılar Silivri’ye gidince “aydınların”<br />
duruşları gibi devlet-millet nazariyeleri<br />
de değişti. O kadar ki yazılarında müstear<br />
isim kullansalar, “bu yorumlar onlara aittir.”<br />
diyemezsiniz.<br />
“Aydınların” irtica başlığı altında yürüttükleri<br />
savaşta komuta merkezinde olan patronlarıyla<br />
da araları açıldı. Eski dostların 28<br />
Şubat mülahazaları cehennem ehlinin hesap<br />
anındaki muhaveresine benziyor. Kimse<br />
suçu kabul etmiyor. Tâbi konumunda olan<br />
yazarların beyanları aldananların ifadeleriyle<br />
ayniyet arz ediyor: “Ey Rabbimiz! Bizi saptıranlar<br />
bunlardır. Bunun için onlara ateşten<br />
bir kat daha fazla azap ver.” (A’raf: 38). Lider<br />
kadro ise, “Benim sizin üzerinizde bir hakimiyetim<br />
yoktu. Sadece sizi göreve çağırdım.<br />
Siz de davetime hemen icabet ettiniz. O halde<br />
beni değil kendinizi yerin.” (İbrahim: 22)<br />
şeklinde müdafaada bulunuyor.<br />
Buradan senaristlere bir tavsiyede bulunmak<br />
istiyorum. 28 Şubat sürecinin müessir<br />
aydınlarının eski ve yeni beyanlarını<br />
mukayeseli okumaya tabi tutarak sanat değeri<br />
pek yüksek bir senaryo telif edebilirler.<br />
“Ehl-i Cehennem Muhavereleri” ya da ”Cehennemden<br />
Kesitler” başlığını taşıyacak bu<br />
senaryoda o günkü medya patronları ve gazeteciler<br />
rol alırsa Türk Sineması gişe rekorları<br />
kıracak bir “sanat eserine” imza atmış<br />
olacaktır.<br />
Şayet senaryo Devlet-i Aliye’nin son yıllarından<br />
başlatılırsa, uzun yıllar devam edecek<br />
bir dizi de hazırlanabilir. Ülkenin birinci<br />
sınıf sanat severleri, mutlaka Aydın Doğan,<br />
Ertuğrul Özkök, Mehmet Ali Birand ve emsalini<br />
ikna edip bu dizide oynamalarını sağlamalıdırlar.<br />
Bu senaryo, “kalaysız kazan” gibi içine<br />
konan her şeyi zehre dönüştüren bir kısım<br />
medyada milat olacak ve yüz küsür yıllık basın<br />
tarihimizin en esaslı “taharet harekatı”<br />
diye kayda geçecektir.<br />
Evet, bu husus bu günün olduğu gibi<br />
dünün de sorunuydu. Nitekim bizde aydın<br />
millet menfaatinden daha ziyade şahsi menfaatleri<br />
önceleyen, bunun için de rolden role<br />
giren adam olarak temayüz etmiştir. Bu durum<br />
“uyumlu aydınların piri” Yunus Nadi’de<br />
çok daha zahirdir. Aşağıdaki ifadeler maaşlı<br />
aydınların “atiyye” için neler yapabileceklerinin<br />
müşahhas belgesidir:<br />
Yunus Nadi, Kütahya’lı Şeyh Seyfi<br />
Efendi’ye yazdığı mektubunda kurtuluş savaşının<br />
şeyhlerin himmetiyle kazanıldığını<br />
belirttikten sonra ifadelerine şöyle devam<br />
eder: “…Şimdi daha yıkılacak şeyler varsa<br />
onları da yıkmak ve her halde sonuna kadar<br />
vezaif-i vataniyemizi ifa edebilmek için ‘Yeni<br />
Gün’ü ayakta tutmak lazım. Sen belki bir gazetenin<br />
ne demek olduğunu hakkıyla bilemeyeceğin<br />
için bunun manasını pek anlayamazsın.<br />
Kısaca anlatmak için haber vereyim<br />
ki, Yeni Gün’ün aylık masraf bütçesi iki bin<br />
lirayı Osmanî’dir. Şimdi onu aynı fiyatla dört<br />
sayfa olarak neşretmeye başlayacağız, bütçe<br />
çıkacak üç bin beş yüze! Benim hakikat-bîn<br />
şeyhim! Sen bilirsin ki, bu mebaliğ-i maddiyye<br />
hazine-i gaybiden gelmez. Bu kadarcık<br />
işaret, vaziyeti zat-ı fâzılanelerine anlatmaya<br />
kafidir”.<br />
Yunus Nadi, istismarın sidre-i muntehası<br />
olan mektubunu şu şekilde noktalar:<br />
“Ricamı azami mikyas ile infaz edeceğinden<br />
emin olduğum için fazla söze lüzüm görmeyerek<br />
müsadenle muhterem ellerini tekrar<br />
tekrar öper ve hatm-i kelam eylerim Şeyhim<br />
efendim.” (Anadolu’da Yeni Gün, 20. 09.<br />
1338/1922).<br />
İhtiyaç hissettiklerinde şeyhlerin ellerini<br />
öpen, cuntacılarla rakı masasına oturduğunda<br />
ise Müslümanları yeryüzünün fazlalık<br />
yaratıkları olarak gören bu taife acilen<br />
ıslah edilmelidir. Her ortama uyumlu aydın<br />
yetiştiren bu inkar fideliğine müdahale<br />
edilmezse hafizanallah yarın bir işgal durumunda<br />
bunlar seleflerinden Halide Edip gibi<br />
çıkıp Amerikan mandasını savunur, millet<br />
arasında sömürgeden yana taraftarlar oluşturmaktan<br />
geri durmazlar.<br />
28 Şubat süreci ve sonrasında yapılan haber-yorumlara bakıldığında her birini, “aslanın<br />
bacakları arasına girip ezeli ve ebedi hasmı olan kediye meydan okuyan fare” konumunda görürsünüz.<br />
Arslan/asker kışlasına çekilince fare ortada kaldı. Çaresiz “cemaziyelevvel” kavgasına tutuştular.<br />
Ekranlarda, gazete sütunlarında “irticanın başı ezilmeli” diyenler, askeri “göreve” çağıranlar, Merhum<br />
Erbakan’a hakarette sınır tanımayanlar şimdi günahlarını patronlara ya da askere hamletme yarışında.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 24
Yalnız Seccademin<br />
Yününde Şefkat<br />
u Mahmut SİVASLI<br />
msivasli@hukumdergisi.com<br />
25<br />
Namaz bütün dayanaklar çöktüğünde, bağlantılar koptuğunda<br />
çökmeyen, kopmayan hep yerinde kalan en sağlam<br />
kulptur. Gökten yeryüzüne inen Kur’an’la, tekrar Allah’a<br />
yükselişin nasıl olacağını gösteren bir habl-ı metindir. Onun için<br />
Allah Resulü’ne bir musibet geldiğinde kalkar namaz kılardı.<br />
OCAK 2013<br />
Arkadaşları babaları ile dolaşırken<br />
bir kenara çekilip onları izleyen bir<br />
yetim için anne, bütün annelerden<br />
daha farklıdır. Yetim, sokakta, okulda,<br />
bayram sabahında sırılsıklam yalnızlığı yaşadığında<br />
annesine koşar, onun eteklerine<br />
yapışır, kucağında teselli bulur. Çünkü anne<br />
onun rükn-ü şedidi, en güçlü dayanağıdır.<br />
Daha güçlü olana iltica, insanda bastırılamaz<br />
bir duygudur. Bu yüzden yaşlılar gibi<br />
gençler de güvenli bölgeler arar, okula, hastaneye<br />
yakın yerlere yerleşir. Reaya için adil<br />
sultanlar bir sığınaktır. Fakat onlar da hayatlarının<br />
her aşamasında çaresizliği yaşarlar.<br />
Hasta olur, varlıkta yokluğu yaşar, yakınlarını<br />
kaybeder yani ezeli takdir sürekli ona<br />
“mülteci” olduğunu hatırlatır.<br />
Yeryüzünde insan için sınırsız güvenli<br />
bir alan yoktur. Her dayanak noktasının<br />
hükümsüz olduğu bir an vardır. En güvenli<br />
şehirlerin dahi gündüzünde, gecesinde varlığımızı<br />
tehdit eden riskler mevcuttur.<br />
Mesai saatinden sonra devlet kurumlarının<br />
sadece belli servisleri, hastanelerin acil<br />
bakım üniteleri açıktır. Ne var ki onların da<br />
gücü sınırlıdır. Bir bina yandıktan ya da bir<br />
hasta öldükten sonra itfaiye bütün imkanlarını<br />
seferber etse ya da en uzman doktorlar<br />
hastaya müdahil olsa yanacakla, öleceğe<br />
kim çare olabilir?<br />
Namaz, her tabakadan insanın sığındığı<br />
bir kurtuluş limanıdır. Zayıf için de güçlü için<br />
de sürekli bir korunmuşluk halidir. Her şeyi<br />
bilen (alîm), gören (basîr), duyan (semî’),<br />
rahîm, kerîm olan Allah Azze ve Celle’ye sığınmadır.<br />
Namaz, günbatımıyla devlet daireleri<br />
kapandığında, güvenlik güçleri daha düşük<br />
bir yoğunlukta çalıştığında, yıldızlar kaybolduğunda,<br />
uykusu, uyuklaması olmayan Allah<br />
Azze ve Celle’ye (Bakara, 255) hali arzediştir.<br />
Rabbanî olmaya “ya lebbeyk” deyiştir.<br />
Müslüman namazda, sadece suda yaşayabilen<br />
bir balık gibidir. Balık, sudan çıktığında<br />
ya da çıkarıldığında yaşamak için suya<br />
www.hukumdergisi.com
dönmelidir. Müslümanların camiye muttasıl<br />
yürekleri de ancak namazla mutmain olur.<br />
Bunun için her yaştan Müslüman günün<br />
farklı saatlerinde huzura çıkar, yakarışta bulunur.<br />
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)<br />
namazı gözünün nuru olarak tarif eder<br />
(Nesâî, H no: 3946, VII, 66).<br />
Seccade anne kucağından daha müşfiktir.<br />
Müslümanı günde kaç defa alnından<br />
öper. Fani olan insanla, baki olan Allah Azze<br />
ve Celle arasında ki rabıtayı tesis eder.<br />
Namaz çölde vurha vur yürüyen, öğle<br />
sıcağında kavrulan insan için bir anda zuhur<br />
eden ağaç altı gölgeliği gibidir. O, zor anların<br />
sığınağı, uçsuz bucaksız sahraların barınağıdır.<br />
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem),<br />
Darü’n-Nedve’nin dezenformasyonu<br />
karşısında çaresiz kaldığında namazla Rabbine<br />
iltica eder, secdeyle teselli bulurdu.<br />
Baskılara dayanmakta güçlük çeken ashabına<br />
da sabır ve namazla dayanmayı telkin<br />
ederdi. Yakınlarına bir musibet geldiğinde<br />
onlara da namazı emretmiş ve şu ayeti okumuştu<br />
(Beyhakî, Şuabu’l-İman, Beyrut, 2000,<br />
III, 152): “Ailene namazı emret, kendinde<br />
ona sabırla devam et!” (Tâhâ: 132). Babasına<br />
mecnun, sihirbaz, kahin denen Hz. Fatıma<br />
(radiyallahu anha) da namazla ayakta kalabilmişti.<br />
Münafıklar, Yahudiler bazen farklı<br />
bazen de aynı meclislerde toplanıp Allah<br />
Resulü’nü durdurmaya dair yeni stratejiler<br />
geliştirirken Cebrail Ona: “Sana vahyedileni<br />
oku ve namaz kıl!” emrini ulaştırmıştı.<br />
Seccade anne kucağından<br />
daha müşfiktir.<br />
Müslümanı günde<br />
kaç defa alnından<br />
öper. Fani olan insanla,<br />
baki olan Allah<br />
Azze ve Celle arasında<br />
ki rabıtayı tesis<br />
eder. Namaz çölde<br />
vurha vur yürüyen, öğle<br />
sıcağında kavrulan insan<br />
için bir anda zuhur<br />
eden ağaç altı gölgeliği<br />
gibidir. O, zor anların sığınağı,<br />
uçsuz bucaksız<br />
sahraların barınağıdır.<br />
Ayetle zahir olmuştu ki, namaz belalar mahşerinden<br />
cennete yürüyenlerin azığıydı. Bütün<br />
peygamberler onunla ayakta kalabilmişti.<br />
Bu yüzden Efendimiz (sallalalhu aleyhi<br />
ve sellem) de daraldığında Bilal b. Rebah’a<br />
Kalk Bilal! Ezan oku, insanlar toplansın; Bizi<br />
namazla rahatlat! Bilal kalk ve bizi namazla<br />
dirilt.(Ebû Davûd Edeb 87; Ahmed, V, 371).<br />
Namaz bütün dayanaklar çöktüğünde,<br />
bağlantılar koptuğunda çökmeyen, kopmayan<br />
hep yerinde kalan en sağlam kulptur.<br />
Gökten yeryüzüne inen Kur’an’la, tekrar<br />
Allah’a yükselişin nasıl olacağını gösteren bir<br />
habl-ı metindir. Onun için Allah Resulü’ne<br />
bir musibet geldiğinde kalkar namaz kılardı.<br />
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)<br />
güneş tutuldu namaz kıldı. Ay tutuldu açılıncaya<br />
kadar namazda kaldı. Çünkü namaz,<br />
balığın karnında Hz. Yunus’u duyan, ateşe<br />
atılan Hz. İbrahim’e imdad eden, tufanda<br />
Hz. Nuh’u koruyan Allah Azze ve Celle’nin<br />
himayesine giriştir.<br />
Namaz, hesap gününde, Alemlerin<br />
Sahibi’nin huzurunda oluşu hatırlatır. Namazda<br />
nerede, niçin durduğunu idrak edenler<br />
her nev’î düşüncenin karşısında muhkem<br />
dağlar gibi durur. İdeolojiler, istikbal<br />
temennileri en izzetli insanları, en zelil hale<br />
getirirken namaz kılanlar sarsılmaz.<br />
Namaz için abdest alıp günahtan temizlenenler,<br />
evden camiye giderken yol boyu<br />
o büyük gündeki hesabı tefekkür eder. İbn<br />
Abbas’a (radiyallahu anhuma), “Rabbin’in<br />
adını anıp namaz kılan kurtuluşa erdi.” (ela’lâ:<br />
14-15) ayetleri sorulduğunda namazın<br />
yerle gök arasındaki irtibatına dikkat çekmiş<br />
ve şöyle buyurmuştu: “Temizlenen ve ahirette<br />
Rabbinin huzurundaki duruşunu hatırlayıp<br />
namaz kılan kurtuldu” (Nesefî, Medarik,<br />
IV, 513).<br />
Namaz kadim bir duruştur. Tesadüfen<br />
ortaya çıkmamıştır. Bütün zamanlardaki<br />
Rabbanî kulların Hakk’a yakarış şeklidir.<br />
Sadece Hz. Muhammed ve ümmetine ait<br />
değildir. Nitekim kıyametteki sorguyu düşünerek<br />
namaz kılanların kurtuluşa ereceği ilk<br />
gönderilen kitaplarda, İbrahim ve Musa’nın<br />
sahifelerinde de vardı.” (el-a’lâ: 18-19).<br />
Mahşeri hatırlatan namaz her nev’i derde<br />
devadır. Aşılmaz gibi görünen müşkillerin<br />
halçaresidir. İnsanı bir halden alır başka bir<br />
hale taşır. Ruh hastalarının sahte bir ümitle<br />
merhamet dilendiği psikiyatristin de kurtarıcısıdır.<br />
Namaz yeryüzüne<br />
ait değerler sistemini<br />
yeniden inşa eder.<br />
Musalli namazla, hakim<br />
güce göre değil,<br />
Hakk’ın takdirine göre<br />
yaşamayı öğrenir. İftitah<br />
tekbiriyle kurbet<br />
iklimine dahil olur, bir<br />
daha hiç çıkmaz. Zahirde<br />
halkla, hakikatte ise<br />
Hakk’la birliktedir.<br />
Namaz yeryüzüne ait değerler sistemini<br />
yeniden inşa eder. Musalli namazla, hakim<br />
güce göre değil, Hakk’ın takdirine göre yaşamayı<br />
öğrenir. İftitah tekbiriyle kurbet iklimine<br />
dahil olur, bir daha hiç çıkmaz. Zahirde<br />
halkla, hakikatte ise Hakk’la birliktedir.<br />
Namaz beşer aklının keşfettiği, sonra da<br />
kayda geçtiği bir terapi değildir. Birkaç musahhihin<br />
tashihinden geçtikten sonra tedavüle<br />
çıkan bir eserin mevzuu da değildir. O<br />
bir miraçtır. O yeryüzündeki en esaslı inkılabın<br />
rüknüdür. Bunun için Allah Resulü (sallallahu<br />
aleyhi ve sellem) ondan çok bahsetti.<br />
Onun vesilesiyle günde en az beş defa ashabıyla<br />
buluştu. Bana dinimi öğret, muhtasar<br />
bir içerikte bana İslam’ı anlat! diyen sahabiye:<br />
Namaza kalktığında kendini dünyadan<br />
ayrılacak kişi gibi farz et. Dünyaya elveda<br />
demeye hazırlanan kişinin namazını kıl.”<br />
buyurdu(İbn Mâce, Zühd 15).<br />
Mümini her secdede göklere yükselten<br />
namaz, her defasında en son kılınan namazdır.<br />
İşte yalnız bu namaz, bütün bir cemiyeti<br />
değiştirecek, tepetaklak olmuş ruhlar ehramını<br />
yeniden inşa edecektir.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 26
Suriye İzlenimleri<br />
Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerinde çok sayıda aile, “belki çadır kentte yer açılır da<br />
bizi de alırlar veya en azından sınır bölgesinde uçakların bombalarından çocuklarımızı koruruz” temennisiyle<br />
bekliyor. Aile büyükleri farklı büyüklükteki çadırlarda soğuk kış şartlarında bir örtünün üzerine<br />
bir kaç çocuğuyla oturmuş hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.<br />
u Abdulhakim İMAMOĞLU<br />
aimamoglu@hukumdergisi.com<br />
İlim tahsil etmek için gittiğim Suriye’ye<br />
İFAM’ın (ilmi ve fikri araştırmalar merkezi)<br />
“kardeşlik konvoyları” eşliğinde dönmenin<br />
heyecanı içerisindeyim. Yıkılan evler,<br />
bombalanan camiler, yol kenarlarında kurulu<br />
çadırlar, ekmek bulmakta güçlük çeken insanlar,<br />
çocuklar ve iffetli kadınlar… Manzara,<br />
ajanslardan okuduklarımdan ve Suriye’li arkadaşlardan<br />
dinlediklerimden çok daha vahim…<br />
Allâh Rasûlü’nun (sallallahu aleyhi ve<br />
sellem) buyurduğu gibi “Leyse’l haberu kel<br />
iy’an/görmek işitmek gibi değil.” (el-Hâkim,<br />
Müstedrek, Kitâbü-t Tefsîr, no: 3303).<br />
Sokaklar yıkılmış, evler harap olmuş,<br />
dükkânlar kapalı, omuzlarda tabutlar taşınıyor,<br />
sürekli yeni mezarlar kazılıyor fakat İslam<br />
gençliği dimdik ayakta, dualarının ana mevzuu<br />
ise şehadet… Kararlılar, kırk yıldır devam<br />
eden rejim yıkılacak. Cihadın sonu “hıtâmuhu<br />
misk” olacak. Suriye’ye her girişimde yıkılan<br />
binaların çoğalmasına inat bu kararlılığın<br />
daha da arttığını görüyorum.<br />
Özgür Suriye Ordusu yetkililerini “kardeşlik<br />
konvoylarının” dağıtım planını hazırlamaları<br />
için aradığımda ses tonlarında hep bir<br />
burukluk olur. Zira her gün yeni şehit haberleri<br />
alıyorlar. Bir defasında Özgür Ordunun<br />
Kızılayı mesabesindeki yardım kuruluşunda<br />
ki arkadaşı arayıp, planı sordum. Kendisinin<br />
o an bir köyde olduğunu hava bombardımanı<br />
neticesinde vefat eden şehitlerin defniyle meşgul<br />
olduğunu söylemişti. Ne zaman ararsanız<br />
benzer durumlarla karşılaşırsınız. İlgili kardeşler<br />
ya yardım dağıtmak ya hasta taşımak ya da<br />
şehitleri defnetmekle meşgul. Suriye’de acı,<br />
hüzün, umut, izzet ve direniş etle tırnak gibi…<br />
Türkiye’den giden yardımları koordine<br />
ile meşgul olan Suriyeli bir hocamız mazlum<br />
İslam ümmetinden yana taraf olan milletimize<br />
teşekkür ve duadan sonra şu meyanda bir<br />
27<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
sitemde de bulundu. “Diğer gıda maddelerinden<br />
vazgeçtik. Şiddetli bir şekilde ekmeğe ihtiyacımız<br />
var.” Hoca bir ara maziyi yâdederken,<br />
cihattan önce Türkiye’den yüzlerce öğrenciye<br />
ders okuttuğunu, fakat şimdilerde onların bir<br />
telefon bile açmadıklarını söylemişti.” Bu yüzden<br />
Suriye uleması, yaklaşık yüz tır yardım<br />
malzemesini Bilad-ı Şam’a ulaştıran İFAM’a<br />
karşı ayrı bir muhabbet besliyor.<br />
Biz sınırda Kızılay nezaretinde yardım<br />
malzemelerini Suriye’ye geçirip Özgür Suriye<br />
Ordusu’nun dağıtım planı çerçevesinde farklı<br />
bölgelerden gelen kardeşlerimize teslim ediyoruz.<br />
Tırlar giriyor, ambulanslar çıkıyor. Maalesef<br />
ki ambulans seferleri daha çok.<br />
Âlimler yoğun meşguliyetleri arasında<br />
ilmi faaliyetlere de devam ediyor. Suriye ve<br />
Türkiye arasında sürekli gidip gelen bir hocamız<br />
Şam’daki evini terk ederken yanına birkaç<br />
kitap almış, onlardan bir tanesi de Şeyhulislam<br />
Mustafa Sabri Efendi’nin « Mevkifu’l Akl<br />
» isimli muhteşem eseri. Hoca kitabı gösterdi.<br />
Kapağın içinde Mustafa Sabri Efendi’nin kendi<br />
el yazısı var. “Bununla teberrük ediyorum”<br />
diyor.<br />
Suriye’ye ikinci seferimde İdlib’ten bir<br />
arkadaşla tanışmıştım. Yirmibeş yaşlarındaydı.<br />
Ailesi Suriye’de kendisi ise Kilis’teki çadır<br />
kentte kalıyor, hem hafızlık yapıyor hem de<br />
çadır kentte ki çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretiyor.<br />
Büyük bir alimin riyasetinde Suriye Müslümanları<br />
organize olmuş, her şehirde idari,<br />
askeri birimler teşkil etmişler, yardım büroları,<br />
mahkemeleri, belediye teşkilatları var. Yeni<br />
Suriye’nin tüm kuruluşları İslami esaslara göre<br />
idare ediliyor. Özgür Ordu İslâm’a tam bağlı,<br />
her işlerinde ulemâ’ya başvuruyor. Âlimlerden<br />
oluşan bir heyet mücahitler arasında oluşan<br />
küçük çaplı ihtilafları anında çözüyor. Son karar<br />
İslam mahkemelerine ait. Kararlara mutlak<br />
itaat var.<br />
Moralleri çok yüksek. Fakat askeri malzeme<br />
temininde sıkıntılar var. Silahın çoğunu ele<br />
geçirdikleri Suriye Ordusu karargâhlarından<br />
temin ediyorlar. Uçak savar ve ağır silahların<br />
yetersizliğinden yakınıyorlar. Emperyalist ülkelerden<br />
silah geldiği iddialarını ise kesin bir<br />
dille yalanlıyorlar. Hatta Amerikalıların Akdeniz<br />
üzerinden gelen silahlara el koyduklarını<br />
ifade ediyorlar. Bütün bunlara rağmen başta<br />
Halep olmak üzere pek çok şehirde rejimin askeri<br />
açıdan son derece stratejik öneme sahip<br />
tesislerini ele geçirdiler. Mesela Haleb’in yüzde<br />
doksanı fethedilmiş durumda.<br />
Bir hava saldırısında ailesinden sekiz kişi<br />
şehit düşen Enes kardeşle tanıştım. Babası,<br />
annesi, ablası ve ablasının iki çocuğu şehit olmuş.<br />
Her namaz sonrasında Rabbinden şehadet<br />
isteyen merhum babasını hatırlayıp gözleri<br />
doluyor. Ama her şeye rağmen hamdediyor,<br />
“onlar şehit oldular, ebedi kurtuluşa erdiler,<br />
sıra bizde ” diyor.<br />
Hocamızla Suriye topraklarında ilerlerken<br />
bir kardeşimiz: “Allah Tela bize rahmet kapısını<br />
açtı, elhamdülillâh. Bize şehadet nasib<br />
ediyor. Halid bin Velid Efendimiz bile o kadar<br />
cihad etmesine, onca yara almasına rağmen,<br />
çok arzuladığı şehadete ulaşamamıştı. Rabbim<br />
millet olarak bizi bu devletten mahrum<br />
etmedi.” diyor.<br />
Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerinde<br />
çok sayıda aile, “belki çadır kentte yer<br />
açılır da bizi de alırlar veya en azından sınır<br />
bölgesinde uçakların bombalarından çocuklarımızı<br />
koruruz” temennisiyle bekliyor. Aile<br />
büyükleri farklı büyüklükteki çadırlarda soğuk<br />
kış şartlarında bir örtünün üzerine bir kaç çocuğuyla<br />
oturmuş hayatlarını idame ettirmeye<br />
çalışıyorlar. Baktıkça utanıyorum, rahat yataklarda<br />
yatan, evinde yorgan ve battaniye biriktiren<br />
müslümanlardan olduğum için hayıflanıyorum.<br />
Özgür Orduya ait yardım koordinasyon<br />
merkezi çok sistemli çalışıyor. Hepsi gönüllülerden<br />
oluşmuş. Orada İfam’ın ayrı bir yeri<br />
var. Teslim tutanakları yanında bir de teşekkür<br />
belgesi hazırlamışlar. Bense bunları yapmak<br />
vazifemiz; asıl zor olanı sizler yapıyorsunuz.<br />
Eğer bir belge verilecekse onu bizim vermemiz<br />
gerekir dedim.<br />
Bir hava saldırısında<br />
ailesinden sekiz<br />
kişi şehit düşen Enes<br />
kardeşle tanıştım.<br />
Babası, annesi, ablası<br />
ve ablasının iki çocuğu<br />
şehit olmuş. Her<br />
namaz sonrasında Rabbinden<br />
şehadet isteyen<br />
merhum babasını hatırlayıp<br />
gözleri doluyor.<br />
Ama her şeye rağmen<br />
hamdediyor, “onlar şehit<br />
oldular, ebedi kurtuluşa<br />
erdiler, sıra bizde ” diyor.<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 28
Sınır kapılarından itibaren Suriye’deki<br />
büyük değişimi hissediyorsunuz. Öğrencilik<br />
yıllarımda çokça geçtiğim Öncüpınar sınır<br />
kapısının Suriye tarafında artık rüşvet isteyen<br />
görevliler yok. İlgili birimlerde bombardıman<br />
altında dahi cemaatle namaza devam eden<br />
müstakim Müslümanlar var.<br />
Sokaklarda aralarında çok küçüklerin de<br />
bulunduğu çocuklar kasetçalar ve amfi eşliğinde<br />
gösteri yapıyor, slogan atıyorlar. Çocuklar<br />
yürüyüşe devam ettikçe sayıları artıyor, bir<br />
meydana ulaştıklarında ise teşkil ettikleri yekün<br />
bir miting yoğunluğuna ulaşıyor. Bir hava<br />
saldırısında şehit olma ihtimalleri yüksek olan<br />
ümmetin bu izzetli gençleri yürüyüş esnasında,<br />
“Lebbeyk lebbeyk lebbeyk ya Esed” (Buyur,<br />
emrindeyiz ey Esed !) diyen rejim yanlılarına<br />
karşı “Lebbeyk lebbeyk lebbeyk ya Allah !”<br />
(Buyur, buyur, buyur, emrindeyiz ey Allâh’ım<br />
!) diye haykırıyorlar. Şebbiha “Kaiduna lil<br />
ebed beşşar el esed” (Ebediyen komutanımız<br />
Beşşar el Esed’dir !) derken, ümmetin çocukları<br />
“Kaiduna lil ebed Seyyiduna Muhammed!”<br />
(Ebediyyen komutanımız Efendimiz<br />
Muhammed’dir !) diyor. Mücâhitlerin moralini<br />
yükselten, halkın direnme azmini canlı tutan<br />
bu tür gösterileri sıklıkla görmek mümkün.<br />
Sokaklar hakem, sokaklar mücadelenin Hak<br />
ile batıl arasında cereyan ettiğinin en canlı şahitleri…<br />
Yemekleri hür ordunun yemekhanelerinde<br />
yemeyi tercih ettik. Genç mücahitler silahları<br />
yanlarında yemek yiyorlar. Bir tanesi gözüme<br />
çarpıyor, tam karşı masamızda oturuyor,<br />
tek başına… Yaşı en fazla on altı, asker kıyafetiyle<br />
oturuyor, silahını masanın üzerine koymuş…<br />
Daha sonra öğreniyorum ki bu mücâhit<br />
on beş yaşındaki bir arkadaşıyla Hür Ordu’ya<br />
katılmak istemiş, başvurdukları her tugay komutanı<br />
küçük olduklarından kabul etmemiş,<br />
sonunda bölge komutanı Ebu İbrâhim’e müracaat<br />
etmişler, ricada bulunmuşlar, o da dayanamayıp<br />
kabul etmiş. Arkadaşı şehit olmuş,<br />
o ise intizar halinde.<br />
Ziyaret ettiğimiz bir tugayda bize refakat<br />
eden Hocaefendi mücahitleri tanıtırken, “işte<br />
bunlar ırzlarımızı müdafaa eden kahramanlar”<br />
diyor. Sonra : “Ben üç tane savaşa şâhit oldum,<br />
Irak savaşına katılıp ABD’ye karşı cihad<br />
ettim, Gazze saldırılarında Hamas’la birlikteydim,<br />
bir de bu savaşı gördüm. Vallâhi, yemin<br />
ediyorum –ve Allâh katında bu yeminden<br />
mesulüm ki- Hür Ordu’daki mücahitler gibi<br />
İslam’a bağlı mücahit görmedim.” diyor.<br />
İz’az bölgesi komutanı Ebu İbrahim…<br />
Ümmi bir komutan fakat İslam iliklerine öyle<br />
işlemiş ki, bir teftiş sırasında Özgür Ordu’ya ait<br />
bir ofise uğruyor, memurun masasında meyve<br />
dolu tabağı görünce millet ekmek bulamıyor,<br />
siz meyve yiyorsunuz diyerek ilgili memuru<br />
bir günlük hapisle cezalandırıyor. Birisi bir<br />
dükkânda sandviç satıyor. Ebu İbrahim bunu<br />
da yasaklıyor. Gerekçe şu: “burada kadınlar,<br />
çocuklar var, bunlar arasında hamileler olabilir.<br />
Sandviçin kokusunu alır, canı çeker fakat<br />
parası olmadığından alamaz. Buna müsaade<br />
edemem!”<br />
Bir hocamız bir gün mücahitlere vaaz<br />
ederken bir genç kalkıyor ve diyor ki: “Hocam,<br />
Şam’ı yıktılar, yerle bir ettiler. Her şeyimizi kaybetsek<br />
de yine biz kazançlıyız!” Hoca : “Neden<br />
?” diye sorunca, genç: “Çünkü Suriyeli gençlerin<br />
kalbine nüfuz eden imânı artık Allâh’dan<br />
başka hiçbir güç söküp atamaz !” diyor. O bunları<br />
naklederken ben Aliya’nın: “Savaşta Müslüman<br />
olduk” sözünü hatırlıyorum. Sonradan<br />
öğreniyorum ki bunu söyleyen genç kendisiyle<br />
fotoğraf çektirdiğim mücahitmiş.<br />
Bir hocamız bir gençten bahsetti. Beş ay<br />
muhaberatın elinde kalmış, işkence etmişler...<br />
Sırtında sigara izleri var. İşkenceyi Beşşar’ın<br />
resmine secde etsin diye yapmışlar. Genç ise<br />
direnmiş, secde etmemiş. Özgür Ordunun teşebbüsüyle<br />
kurtulan bu gence ruhsatla amel<br />
edip secde etseydin dendiğinde genç, “Hocam,<br />
ben o güne kadar ömrümde hiç namaz<br />
kılmamıştım. İlk secdeyi Beşşar Esed’e yapsaydım,<br />
Allâh Te‘âlâ nın huzuruna hangi yüzle<br />
çıkardım? Ama o günden sonra hiç bir namazımı<br />
kaçırmadım elhamdülillâh!” Hoca anlatırken<br />
ağlıyor...<br />
Şehirlerde fırınları vurmuşlar, açık olanların<br />
önünde ise uzun ekmek kuyrukları var.<br />
Özgür ordunun idaresindeki fırınlarda ekmek<br />
meccanen dağıtılıyor. Manzarayı görünce<br />
bizleri bu hizmete vesile kılan Allah Teala’ya<br />
hamdediyorum.<br />
Şehirlerde çok sayıda imha edilmiş tank<br />
var. Bazı sokaklara « Makbaratu-d Debbâbât<br />
» yani tanklar mezarlığı deniyor.<br />
Bizi arabayla Türkiye sınırına götüren<br />
Abdulkadir kardeş şunları söyledi:<br />
“Elhamdülillâh, Müslümanlar olarak kardeşiz,<br />
bize bunu ispatladınız, bizleri birleştiren söz:<br />
‘Lâ ilâhe illallâh, Muhammed Rasûlullâh’dır.’<br />
Türkiye’de bizim için çarpan kalplerin olduğunu<br />
bilmek bizi çok sevindirdi. Şu ana kadar<br />
Türkiye’den birçok kuruluş bizlere yardım<br />
gönderdi, fakat siz İFAM birinci sıradasınız,<br />
Allah sizden razı olsun. Kardeşlerimize selâm<br />
söyleyin, bulunduğumuz kış şartlarında Suriye’deki<br />
bebekleri unutmasınlar, özellikle teheccüd<br />
vakitlerinde dualarını eksik etmesinler.”<br />
Suriye’den her defasında geriye, ekmek<br />
kuyruklarında şehit olan yakınlarına ağlayan,<br />
soğuk kış gecelerini çadırda geçiren, fakat bütün<br />
bunlara rağmen imanlarıyla ayakta kalan<br />
müzdarib Müslümanları bırakarak dönerim.<br />
Bu yüzden bana Suriye’ye gitmek vuslat, dönmek<br />
ise gurbet gibi gelir. Ölüme meydan okuyan<br />
bu Müslüman gençler Allâh’ın izniyle muzaffer<br />
olacaktır!<br />
29<br />
OCAK 2013<br />
www.hukumdergisi.com
Ey Şehid! Kitabullah Yerine<br />
Das Kapital Okusaydın!<br />
u Recep YILDIZ<br />
ryildiz@hukumdergisi.com<br />
Amerikan icadı şu stratejik araştırma merkezlerinin birinde maaşlı uzman olsaydın, birkaç<br />
programa çıkıp “derin analizler” yapsaydın ya da nargile meclislerinde aşuftelerle oturup<br />
sabahlara kadar “mühim mevzular” üzerine entelektüel çıkarımlarda bulunsaydın “cins kafa” derlerdi.<br />
İslam’ı yaşanan değil de, “konuşulan bir din” olarak algılasaydın yani İslamcı olsaydın, gazeteci dostların<br />
şehadet haberini alınca, “O bizim idolümüzdü.” derlerdi. Uluslararası siyasi analizler yaparken araya bir<br />
yere seni de sıkıştırırlardı. Ajandalarında yer bulurdun.<br />
Sosyalist olsaydın ardından yazı kaleme<br />
alırlar, belki de adına bir anma programı<br />
tertib ederlerdi. “Mülkiyet hırsızlıktır<br />
deseydin” ya da Kelâmullah yerine Das<br />
Kapital’i referans alsaydın büyük devrimci<br />
olurdun; Sana özgürlük savaşçısı derlerdi.<br />
Marks, Engels ve Lenin’den oluşan üç ayaklı<br />
küfür üçgeni üzerinden biraz proletarya nutukları<br />
atabilseydin sen de konuşulmaya değer<br />
bir direnişçi olurdun.<br />
İslam’la ideolojiler arasında bir sentez<br />
yapıp, Nişantaşı’nda tanıştığın dostlarınla<br />
umreye gidip, metaftan gazetene birkaç poz<br />
gönderseydin, cennet için meydanlara inmez<br />
kolay tarafından dünyanı da ahiretini<br />
de imar (!) ederdin.<br />
“Kahrolsun kapitalist Müslümanlar!”<br />
diye birkaç slogan atsaydın ya da bir basın<br />
açıklaması sonrasında Marksistlerle kolkola<br />
yürüyüp dükkanların camlarını indirseydin<br />
büyük kahraman olurdun. Bu da, “bizim<br />
Che Guevara’mız, onun gibi devrimci doğdu,<br />
devrimci öldü.” derlerdi.<br />
Amerikan icadı şu stratejik araştırma<br />
merkezlerinin birinde maaşlı uzman olsaydın,<br />
birkaç programa çıkıp “derin analizler”<br />
yapsaydın ya da nargile meclislerinde<br />
aşuftelerle oturup sabahlara kadar “mühim<br />
mevzular” üzerine entelektüel çıkarımlarda<br />
bulunsaydın “cins kafa” derlerdi.<br />
İslam’ı yaşanan değil de, “konuşulan<br />
bir din” olarak algılasaydın yani İslamcı olsaydın,<br />
gazeteci dostların şehadet haberini<br />
alınca, “O bizim idolümüzdü.” derlerdi.<br />
Uluslararası siyasi analizler yaparken araya<br />
bir yere seni de sıkıştırırlardı. Ajandalarında<br />
yer bulurdun.<br />
Şia’ya Ehl-i Beyt deseydin, mustazaf<br />
olurdun, şehadet haberinin ertesi günü Şia<br />
baronları ekranlarında “Kerbela istismarına”<br />
seni de dahil eder, ardından ağıtlar yakarlardı.<br />
Fakat sen ne sosyalist, ne sloganist,<br />
ne İslamcı, ne istismarcı, ne de İrancı oldun.<br />
Türâs-ı İslam’a sahip çıkabilmek için<br />
Şeria’da okudun. Ya hep İslam ya hiç İslam<br />
dedin. İslam’ın da içerisinde yer alacağı yeni<br />
toplumsal mutabakat amentülerini, “İslam,<br />
hiçbir ideolojinin yedek parçası olamaz.” diyerek<br />
reddettin. Kariyeri, fikri muhayyilesi ne<br />
olursa olsun başkasının karısıyla nargile başında<br />
memleket kurtaran mücameleler yapmadın.<br />
Haram yolla ancak Şeytanın davasına<br />
hizmet edilir dedin. Bütün devrimcileri,<br />
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in<br />
iman, fikir ve aksiyon inkılabı karşısında “ke<br />
enlem yekün” hükmünde gördün. İmam Şamil<br />
gibi büyük ruhlu mürşitlerin yolunda,<br />
Hasan el-Benna gibi bir şeb-i arus arzuladın.<br />
Allah Azze ve Celle’den bir, ümmetin hürriyetini,<br />
bir de şehadeti niyaz ettin.<br />
Ravza’da imam, Bedir’de komutan, İslam<br />
devletinde başkan olan bir Peygamber-i<br />
Ekber’e tâbi oldun. Esed’e karşı intifada<br />
başlayınca kalemi, kürsüyü bırakıp İslam<br />
ordularının baş kumandanı Hz. Muhammed<br />
(salallahu aleyhi ve sellem)’in Bilad-ı<br />
Şam birliklerine katıldın. Önce neyin nasıl<br />
kullanılacağını öğrendin sonra kardeşlerine<br />
öğrettin. Rejimin tankları Hımıs’a her girdiğinde<br />
onları Hz. Halid b. Velid gibi hezimete<br />
uğrattın; Karşında ölüm makineleri enkaz<br />
yığınına dönüştü. Rejim şehre bu şekilde giremeyeceğini<br />
anlayınca taktik değiştirdi, güç<br />
kullanarak Müslümanları tankların etrafında<br />
kalkan yaptı. Tanklar ve onları sevk eden<br />
mukavva yürekli askerler ancak bu şekilde<br />
şehre girebildi. Onlar Hımıs sokaklarında<br />
bu şekilde dolaşırken son defa karşı karşıya<br />
geldiniz. Bir silaha bir de tankın çevresinde<br />
kalkan yapılan biçare millet-i islam’a baktın,<br />
vicdanın müsaade etmedi, ateş edemedin,<br />
ateş emri veremedin. Sen durdun onlar attı,<br />
tank mermisi göğsüne isabet etti. Bin parça<br />
oldun, sadece ayakların kaldı. “Söz kahramanlarının”<br />
yıkıldığı yerde dağ gibi dimdik<br />
duran o ayakların…<br />
Evet Kardeşim Muhammed el-Atasî!<br />
Sen sosyalist, sen kapitalist, sen devrimci,<br />
sen modernist, sen İslamcı olmadın. Ne onlar<br />
seni, ne de sen onları tanıdın. Rabbine<br />
tertemiz bir sicille gittin. Hani bir muharebe<br />
sonrasında Hz. Ömer’e, “Ey Ömer! Bu cihatta<br />
öyle kahramanlar şehid oldu ki, sen onların<br />
hiç birini tanımıyorsun” dediklerinde,<br />
Ömer Efendimiz, “Onları Allah Azze ve Celle<br />
bildikten sonra benim tanıyıp tanımamamın<br />
ne önemi var.” buyurmuştu.<br />
Kardeşim Muhammed! Seni gökte istikbal<br />
eden melekler biliyor, Arşın Sahibi biliyor.<br />
Varsın ümmetin ızdırabını hissetmeyen,<br />
feryadına gazetesinde yer bulamayan, onun<br />
için yumruğunu sıkamayan şu marka Müslümanları<br />
bilmesin. Ne önemi var ki?!<br />
www.hukumdergisi.com OCAK 2013 30