Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Önsöz<br />
Yıl: 1 | Sayı:1 | Bahar 2018<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Katkıda Bulunanlar<br />
Grafik Tasarım<br />
İletişim<br />
mevzubahisdergi@gmail.com<br />
Başlarken,<br />
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Sed<br />
facilisis est justo, vitae fringilla libero maximus id. Aliquam et<br />
orci nisl. Maecenas aliquam dolor eu purus interdum, a sollicitudin<br />
tellus venenatis. Donec eget urna ultrices, facilisis arcu nec,<br />
rhoncus mauris. Class aptent taciti sociosqu ad litora torquent<br />
per conubia nostra, per inceptos himenaeos. Nullam cursus<br />
aliquam magna ut mollis. Pellentesque tellus erat, dapibus quis<br />
velit ac, cursus auctor massa. In ac dolor porta, semper leo vel,<br />
scelerisque turpis. Nam ullamcorper faucibus risus id vestibulum.<br />
Donec pellentesque hendrerit lectus, vel elementum quam<br />
sagittis sollicitudin. Sed pharetra nec ipsum egestas tempus.<br />
Nulla feugiat tristique tellus, maximus feugiat nulla faucibus<br />
non. Aenean felis orci, gravida non libero a, consequat lacinia<br />
enim. Donec facilisis facilisis risus, nec maximus mauris condimentum<br />
non. Duis ligula mauris, dignissim eget mattis in, dapibus<br />
nec magna. Aliquam eleifend dignissim ligula, non accumsan<br />
ipsum bibendum id.<br />
Etiam ultricies odio augue, eget facilisis tortor dapibus a.<br />
Vivamus vitae est at dolor dignissim condimentum. In luctus,<br />
neque nec interdum viverra, libero erat congue justo, sit amet<br />
blandit enim ante non elit. Etiam luctus eu sem laoreet finibus.<br />
Class aptent taciti sociosqu ad litora torquent per conubia nostra,<br />
per inceptos himenaeos. Duis ut erat volutpat, porta sapien et,<br />
tempor odio. Maecenas in tincidunt ex, vitae imperdiet dolor.<br />
Proin sit amet erat a arcu finibus venenatis id nec nulla. Aliquam<br />
ultrices risus non nibh tempor ultrices. Aliquam erat volutpat.<br />
Suspendisse feugiat nisi eu scelerisque suscipit. Donec ultricies,<br />
urna vel placerat tempus, dui ligula volutpat metus, at egestas<br />
nisl risus eu mauris. Phasellus leo turpis, pharetra vel commodo<br />
at, rutrum a mi. Donec dapibus dolor eros, a efficitur metus vestibulum<br />
et. In eget magna pulvinar, dignissim ante vitae, sodales<br />
sem.<br />
Bu bir Genç İHH yayınıdır.<br />
1
İçindekiler<br />
İÇİNDEKİLER<br />
4 Trendtopic<br />
6 Raptiye<br />
8 Seyr-i Alem<br />
12 Tümevarım<br />
13 Darb-ı Mesel<br />
14 Genç Sahabeler<br />
16 Bu Şehrin Yerlisi<br />
17 Hayalleme<br />
18 Röportaj<br />
20 Makale<br />
22 Teknoloji<br />
24 Sizden Gelenler<br />
26 Gezi Günlüğü<br />
28 Sor Bakalım<br />
30 Divan<br />
31 Frekans<br />
34 Başarı Öyküsü<br />
36 Oku/Çiz/Çek/Paylaş<br />
37 Dua Niyetine<br />
38 STK Tanıtımı<br />
2
İçindekiler<br />
3
Trendtopic<br />
@_gokhanozcan_<br />
Çiçeklerle konuşan, kuşlara el sallayan, su birikintilerinin<br />
hatırını soran ve kelimelerin başını okşayan insanlar da var.<br />
“Sen şu koca âlemin farkında değilsin amma” dedi meczup,<br />
“bil ki âlem senin farkında!”<br />
@ihsanfazlioglu<br />
Hayat kısadır; hayatı uzatmanın tek yolu okumaktır...<br />
@Yaziyor<br />
Başkalarının gök kubbesi altında yaşıyorsanız çirkini imha<br />
etmeye çalışabilirsiniz ama güzeli ihya etmek istiyorsanız<br />
yapacağınız ilk iş kendi gök kubbenizi inşa etmektir.<br />
4
Trendtopic<br />
@Mevlanaidris<br />
Her şey geçip gittiğinde de haksızlık yok olmaz, erimez, büyük günde<br />
sorulur. Korkmaz mısın? Fâni dünyada kasılmaya devam bakalım.<br />
Bekâsı var.<br />
@halilkantarci<br />
Aracınızın deposunu ve yüreğinizi fulleyin. Her türlü yolda kalmazsınız.<br />
@yenisafakwriter<br />
yanlış’a “yanlış” diyemeyen<br />
doğru’nun kıymetini bilemez.<br />
5
Raptiye<br />
Kış Ruhu<br />
Göç Yolları<br />
Şarkı sözleri Murathan Mungan’a ait olan “Göç<br />
Yolları” ilk kez 1987’de Yeni Türkü’nün Dünyanın<br />
Kapıları albümünde yer almıştır. Daha sonra Cem<br />
Karaca tarafından da seslendirilmiştir. Sözleri ise<br />
şöyledir:<br />
“Söyleyin dağlara rüzgara<br />
Yurdundan sürgün çocuklara<br />
Düşmesin kimse yılgınlığa<br />
Geçit vardır yarınlara<br />
Göç yolları<br />
Göründü bize<br />
Görünür elbet<br />
Göç yolları<br />
Bir gün gelir<br />
Döner tersine<br />
Dönülür elbet<br />
En büyük silah umut etmek<br />
Yadigar kalsın size<br />
Yolverin kanatlı atlara<br />
Sürgünden dönen çocuklara<br />
Ateşler yakın doruklarda<br />
Geçit vardır yarınlara<br />
Göç yolları<br />
Göründü bize<br />
Görünür elbet<br />
Göç yolları<br />
Bir gün gelir<br />
Döner tersine<br />
Dönülür elbet<br />
Dağılsak da göç yollarında<br />
Yarın bizim bütün dünya...”<br />
Sürgün “Kış Ruhu”dur Said’e göre. Ve bu içinde<br />
yaşadığımız çağ ise mülteci çağıdır, yerinden edilmiş<br />
kişi çağı, kitlesel göç çağı… <br />
Günümüzde en çok konuşulan meselelerden biridir<br />
mülteciler. Ama mülteciliği, sürgünü konuşmayız.<br />
Mültecilerin yapıp ettikleri konu edilir ama onların<br />
kim olduğu, neler yaşadığı göz ardı edilir. Dilerseniz<br />
sürgün hayatı yaşamış olan Edward Said’den dinleyelim<br />
biraz sürgünün ne ifade ettiğini. Metis Yayınlarından<br />
çıkan Kış Ruhu kitabında ele alır Said; sürgünü,<br />
göçmenliği, sömürgenin temsil edilme biçimlerini. <br />
Sürgün edilen kişinin kabul etmesi gereken ilk şeyin<br />
yeni ortamda evini, dilini kaybetmiş olduğudur der<br />
Said. Yani kimliğini… Ve en önemlisi şudur ki sürgün<br />
bir seçim meselesi değildir. Sürgün ya içine doğduğun<br />
ya da başına gelen bir şeydir. Sürgünü yaşamak<br />
korkunçtur der Said Mısır’da okula giden, İngiliz ön<br />
adlı, Amerikan pasaportlu ve kesin hiçbir kimliği olmayan<br />
bir Filistinli olarak. <br />
Ve şu da bir gerçektir ki sürgünün ortaya çıkmasında<br />
milliyetçilik fikrinin de payı vardır. Milliyetçiliğin<br />
millet olarak inşa ettiği, çevresinin hemen dışında<br />
“biz”i yabancı olandan ayıran sınırda tehlikeli bir alan,<br />
yani ait olmama alanı vardır. İşte mültecilerin dolanıp<br />
durduğu yer burasıdır. Bugün bu durumu anlamaya<br />
çalışmadığımızda mülteciler öteki olarak kalıyor<br />
zihinlerimizde. Oysa ki ötekiyi öteki kılan da yine biz<br />
değil miyiz? Said’in dilinden: “Sürgünler sınırları aşar,<br />
düşünce ve deneyimin önündeki engelleri yıkar.”<br />
Bunun farkına vardığımızda belki de günümüzde<br />
yaşadığımız birçok probleme de çözüm bulunur.<br />
İyi okumalar …<br />
6
Raptiye<br />
The Search – Arayış<br />
Savaş ve mülteciliği; kardeşini korumaya çalışan bir Çeçen<br />
çocuk, bu iki kardeşini arayan bir abla, sokaktan bir anda<br />
savaşın içine düşmüş bir Rus genci ve Fransız BM görevlisi<br />
üzerinden anlatan bir film Arayış.<br />
Michel Hazanavicius’ın yönettiği film Rus-Çeçen<br />
savaşını ele alıyor. Filmi önemli kılan özelliği ise farklı bakış<br />
açılarından savaşı göstermesi. Bir tarafta Rusya sokaklarında<br />
aylaklık ederken birden savaşın içine asker olarak düşen<br />
Rus genç Kolia, bir tarafta ailesiyle sıcak yuvasında yaşarken<br />
anne-babası öldürülen ablasını kaybeden ve küçük kardeşiyle<br />
savaşın ortasında kalan Çeçen çocuk Hadgi, bir tarafta ise<br />
BM görevlisi Fransız Carole.<br />
Kolia’nın savaşın ortasına düştüğünde yaşadığı metamorfoz<br />
gözler önüne seriliyor. Bir insan nasıl bir canavara dönüştürülür<br />
sorusunun cevabı niteliğinde bir değişim görülüyor<br />
Kolia’da. Hadgi ise masumiyet timsali filmin. Hüzün dolu<br />
bakışları insanın kalbine dokunuyor. Carole ise işine odaklanmış<br />
ve insan ruhuna dokunmadan savaş mağdurlarını<br />
araştıran bir görevli olarak çıkıyor karşımıza. Ta ki Hadgi ile<br />
yolları kesişene kadar. <br />
Gelelim filmin günümüz için önemine. Bu film günümüzde<br />
yaşanan Suriye meselesinden çok da farklı değil. Bir savaş<br />
başlar ve bir sürü masum insan hayatını kaybeder ama dünya<br />
bunu sadece izler. Filmde Carole BM’de sunum yaparken<br />
birçok katılımcı uyukluyordu. Bu sahne günümüzde yaşananları<br />
yansıtıyor.<br />
The Search filmi bize savaşın sadece düşmana değil aynı zamanda<br />
savaşı başlatan tarafa da olumsuzl etkileri olduğunu<br />
ele alması açısında değerli.<br />
İyi seyirler…<br />
7
Seyr-i Alem<br />
ŞAM’DA<br />
BİR FATİHA MACERASI<br />
Samet Doğan<br />
Başından omuzlarına kadar inen beyaz örtüsü, bembeyaz cellabiyesi ve hepsinden daha<br />
aydınlık yüzü. İnsanı olduğu yere çivileyen bir hüznü vardı Şeyh’in. İlk gördüğüm an, ben bu<br />
yüze inanmıştım.’’ Sancaktar dergisinin tanıtım sayısında Samet Doğan’ın kaleme aldığı<br />
‘’Şam’da Bir Fatiha Macerası’’nı alıntılıyoruz.<br />
EN GENÇ ORTADOĞU MUHABİRİ!<br />
Samet Doğan, Türkiye’nin en genç Ortadoğu muhabiri.<br />
Kendisiyle söyleştik.. Ortadoğu haberlerini gece-gündüz demeden<br />
bildirmeye devam ediyor..<br />
2012 yılında, Sancaktar dergisi kısa ömürlü bir gazete olarak hayatımıza girdi ve<br />
çıktı. Derginin kapak başlıkları ve tanıtım reklamları dikkat çekmişti fakat derginin<br />
kendisi aynı derecede etkili ve uzun ömürlü olamadan hayatımızdan ayrıldı.<br />
Ben de derginin tanıtım sayısını almış, sonraki sayıları pek takip etmemiştim.<br />
Fakat tanıtım sayısında okuduğum bir yazı, zihnimde sağlam bir yer etmişti. Yazının<br />
başlığı “Şam’da Bir Fatiha Macerası”, yazarı ise Samet Doğan. Bu yazıyı internette<br />
arasam da bulamadım. Birkaç kişiye sordum, müspet cevap alamadım.<br />
Geçen günlerde evin içinde, eski eşyaları karıştırırken, araya sıkışmış olan bu<br />
dergiyi gördüm ve hemen yazıyı açıp bir daha okudum.<br />
Bu güzel yazıyı, hem kaybolmasın hem de ilgililere ulaşsın amacıyla sitemizde<br />
alıntılıyoruz.<br />
8
Seyr-i Alem<br />
Şam’ı ve insanlarını ne çok özledim.<br />
Kaç yıl oldu gitmeyeli? Şimdi<br />
bakınca, güzel anılar ve kurduğum<br />
dostluklarla hatırlıyorum o toprakları.<br />
Selimiye, Rukneddin, Bab-ı<br />
Şarki... Özellikle Tevbe Camii’nde<br />
yaşadığım günler ne çok etkilemişti<br />
beni. Ruhuma dinginlik veren, o<br />
zamanlar tutulduğum olağan üstü<br />
aşk halini kim bilir bir daha ne zaman<br />
yaşayabileceğim?<br />
Bazı şehirlerin gizli cepleri olduğuna<br />
inanıyorum. Şu, ninemin el örgüsü yeleğinin iç<br />
kısmına sonradan iliştirdiği gizli cepler gibi. Bu ceplerde,<br />
insanların yol haritaları, yaşam sırları gizlidir. O sırları<br />
bulmak için şehre tam anlamıyla teslim olmak ya da kalbin<br />
en saf halini şehre yansıtabilecek kadar şanslı bir insan<br />
olmak gerekir. Doğu’nun şehirlerine dokunabilmek ise her<br />
yiğidin harcı değildir. Tüm modern oluşlardan sıyrılıp, kalbini<br />
tınılı seslere açmalıdır insan. Çünkü kadınları gibi Doğunun<br />
şehirleri de peçelidir. Peçenin ardındaki güzelliği görebilmek<br />
için şehrin mahremi olmak elzemdir. Şehre kendini sevdirmek<br />
için kalbi maneviyatla süslemeli, sokaklarda oynayan<br />
çocuklarla dostluk kurmalı ve duvarlarının, çiçeklerinin,<br />
havasının efsununa kapılmayı beklemelidir insan.<br />
İnsanı olduğu yere çivileyen bir hüznü vardı Şeyh’in<br />
Şam’da bulunuşumun ilk yılında, bilmediğim sokaklara<br />
dalıyor, düşünceli ve uzun yürüyüşler yapıyordum. Arapça<br />
öğrenmek için gittiğim enstitüden kaçıp, yaşadığımız sürgün<br />
hayatının koyu kirliliğinden sığınabilecek güzel mekânlar<br />
arıyordum. Bir sabah erken saatlerde, Şam’ın en uzun caddelerinden<br />
biri olan Bağdat Caddesi’nde yürürken farkında<br />
olmadan bir araya saptım. Sonradan öğrendiğime göre,<br />
başından ortasına kadar uzanan büyük bir mezarlığın olduğu<br />
bu sokak, Amara Berraniyye sokağıydı. Eski Arap evlerinin<br />
uzun duvarlarının daralttığı sokak insana, masallarda anlatılan<br />
Doğunun kalbine dönmüş hissi veriyordu.<br />
Sokakta biraz daha ilerleyince duvarlara bitişik mütevazı<br />
bir cami kapısı çıktı karşıma. Üzerinde hat sanatıyla Cami Et-<br />
Tevbe (Tevbe Camii) yazıyordu. Kapısına yaklaşınca duyulan<br />
Kur’an sesi, adeta kapıda karşılıyordu insanı. Biraz soluklanmak<br />
için caminin kapısından içeriye adımımı attım.<br />
Tarihi bir cami olduğu asırlık duvar taşlarından belli olan<br />
Tevbe Camii, yazın kavurucu sıcağında sığınılacak güzel bir<br />
yer diye düşündüm. Caminin iç kısımlarını biraz inceledikten<br />
sonra, Kur’an-ı Kerim tilavetinin okunduğu bölmeye geçtim.<br />
Bir grup genç sıraya girmiş, karşılarındaki Şeyh’e yüksek<br />
sesle Kur’an okuyorlardı.<br />
İçimde garip bir yanma hissiyle olduğum<br />
yere diz çöktüm. Başı öne eğik,<br />
talebelerin tilavetini dinleyen Şeyh,<br />
sanki bin dörtyüz yıl öncesinden<br />
kopup gelmiş bir ermişe benziyordu.<br />
Asırlardır bu camide oturmuş,<br />
yerinden hiç kıpırdamamış, zaman<br />
ve eşyanın değişiminden hiç etkilenmemiş<br />
gibi oturuyordu yerinde. Bir<br />
insan, bir mekâna ancak bu kadar<br />
yakışabilirdi. Başından omuzlarına kadar<br />
inen beyaz örtüsü, bembeyaz cellabiyesi<br />
ve hepsinden daha aydınlık yüzü. İnsanı<br />
olduğu yere çivileyen bir hüznü vardı Şeyh’in. İlk<br />
gördüğüm an, ben bu yüze inanmıştım.<br />
Bir insanın yüzüne bakarak onun safiyetine inanmak, bir<br />
insanın kalbine girmek için ilk adımı atmak gibidir. O kalbin<br />
bizi içeri alabileceğini kim bilebilir? O kalbe erebilmek için<br />
tekkeye kırk yıl odun taşımak, bir ömür yanmak gerekmez<br />
miydi? Bense sadece dizlerimi kırıp karşısına oturmuştum.<br />
Günlerce Fatiha Suresi’nden öteye geçemedim<br />
O an içime dolan manevi huzuru anlatamam. Sırası gelen<br />
talebelerin Kur’an’dan bir sayfa okuduktan sonra selamını<br />
verip gittiğini fark edince Şeyh’le yüz yüze gelmek için heyecanla<br />
sıraya girdim. Orada bulunan son öğrenci de dersini<br />
verdikten sonra edebiyle izin isteyerek bölmeden çıktı. Önüne<br />
geldiğimde Şeyh yüzüme bakmıyordu. Kısa bir sessizlikten<br />
sonra elini dizine vurarak başlamamı işaret etti. Nereden<br />
başlayacaktım ki? Ağzımdan belli belirsiz, “ben yeniyim”<br />
cümlesi çıktı.<br />
Şeyh, gözlerini yerden kaldırıp yüzüme dikti. Hafif bir<br />
tebessümün ardından Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Ben<br />
de ardından onu tekrar ediyordum. Elhamdulillahi Rabbil<br />
Âlemin. Hamd, yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’aydı...<br />
Fatiha Suresi’ni Şeyh’le birlikte tekrar ettikten sonra izin<br />
isteyerek huzurundan ayrıldım. Gece boyunca Şeyh’in dudaklarından<br />
ayetlerin aşkla dökülüşünü düşündüm. Hamd, ancak<br />
âlemlerin Rabbi olan Allah’aydı...<br />
Sabah ezanı okunmadan yatağımdan fırlayıp evime bir hayli<br />
uzak olan Tevbe Camii’ne gittim. Yine sıraya girdim. Yine aynı<br />
duygulara kapıldım. Bu günlerce sürdü. Yalnız ben bir türlü<br />
Fatiha Suresi’nden öteye geçemiyordum. Hamd, ancak ve<br />
ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’aydı.<br />
Bir ayın sonunda artık Fatiha Suresini geçemeyeceğimi<br />
düşünmeye başlamıştım. Anlaşılan Şeyh beni sevmemişti.<br />
Ona gitmeyi bırakmam için beni zorladığını düşünüyordum.<br />
Yüzüme bakmıyor, okuduklarımı sanki dinlemiyordu bile.<br />
9
Seyr-i Alem<br />
Her geçen gün benim için büyük<br />
bir yüke dönüşmüştü. Şeyh, her sabah<br />
sıraya giren gençleri dinliyor, yanlışlarını<br />
düzeltiyor ve benden sadece<br />
Fatiha Suresi’ni dinleyip huzurundan<br />
gönderiyordu. Camide hiç kimse benimle<br />
ilgilenmiyor, Şeyh bana bir kez olsun<br />
gülümsemiyordu. İkinci ayın sonunda<br />
artık dudaklarımın şekli değişmişti.<br />
Ağzımdan çıkan her cümle Fatiha<br />
Suresi makamında çıkıyordu. Şeyh’in<br />
gösterdiği gibi lam harfini telaffuz edebilmek<br />
için elimle dilimi tutup damağıma<br />
dokundurmaya çalışıyor, aynanın<br />
karşısında mimiklerimi, harflerin çıkış<br />
şeklini inceliyorum. Hamd, sadece<br />
âlemlerin Rabbine mahsustu...<br />
Yüzüne bakarak<br />
inanmıştım ona; artık bir<br />
ömür önünde diz kırıp<br />
Kur’an okuyabilirdim<br />
Üçüncü ayda artık tükenmiştim.<br />
Caminin kapısına kadar gidiyor ama<br />
içeri girmeye cesaret edemiyordum.<br />
Her yeni gün mutlak bir yenilginin<br />
başlangıcıydı benim için. Ruhum<br />
paramparça olmuştu. Fatiha Suresi’nin<br />
tüm damarlarıma işlediğini, benliğimi<br />
kontrol etmeye başladığını hissediyordum.<br />
Şeyh’le konuşmayı, bu durumu<br />
artık sürdüremeyeceğimi kaç kez ifade<br />
etmeyi denesem de cesaret edemiyor,<br />
geri dönüyordum.<br />
Neredeyse okulu bırakmış, her sabah<br />
ezanında Tevbe Cami’nde hazır bulunuyordum.<br />
Sakallarım uzamış, gözlerimin<br />
altında morluklar belirmişti. Yeni<br />
bir dünyaya mı adım atmıştım? Neden<br />
pes edemiyordum? Diğer öğrencilerden<br />
benim ne farkım vardı? Onlar her gün<br />
birer sayfa okuyor, okuduklarını da Şeyh<br />
huşu içinde dinliyordu.<br />
Tam yüz gün boyunca, her sabah<br />
Şeyh’in önünde diz kırdım. Yüzüne bakarak<br />
inanmıştım ona. Artık bir ömür<br />
önünde diz kırıp Kur’an okuyabilirdim.<br />
Bir ömür Fatiha Suresi’ni okuyabilirdim.<br />
Şeyh’e inanmıştım bir kere. O yüzde<br />
adaletsizliğin eserini görmüyordum.<br />
Artık Fatiha’yı her okuduğumda ayrı bir<br />
mana, ayrı bir tat almaya başlamıştım.<br />
Şeyh başka sureye geçirmese de, Fatiha<br />
Suresi benim için bir zikir olmuştu.<br />
Hamd, her zaman Allah içindi...<br />
Her kim Fatiha’yı tam<br />
anlamıyla hissederek<br />
okuyabilirse…<br />
Yüzüncü günün sonunda, değişik bir<br />
şey oldu. Camide farklı bir hava vardı<br />
sanki. Şeyh ilk kez yanına oturmam<br />
için işaret etti. Vücudumdaki bütün kan<br />
beynime hücum etti. Kalbimin sesini<br />
kulaklarımda duydum. Ayağa kalkıp<br />
attığım iki adım hayatımda yürüdüğüm<br />
en uzun yol gibiydi. Sonunda aylardır<br />
önünde diz kırıp oturduğumda nereye<br />
koyacağımı bilemediğim ellerim Şeyh’in<br />
ellerinin içindeydi. Fatiha kadar büyük<br />
bir huzur çökmüştü üzerimize. Bu kez<br />
gençler yan yana sıraya girmiş hepsi<br />
de neşeyle beni tebrik ediyor, kalbi bir<br />
dostlukla bana tebessüm ediyorlardı.<br />
Sanki bir rüyada gibiydim. Yüzüncü<br />
günün sonunda, Fatiha Suresi’nden Asr<br />
Suresi’ne geçmeyi başarmıştım.<br />
Şeyhim, âlemlerin Rabbi olan Allah’a<br />
hamd ederek tebessümle konuştu:<br />
“Fatiha Suresi, Kur’an’ın anahtarıdır.<br />
Hem mana olarak hem de teknik olarak<br />
böyledir. Her kim Fatiha’yı tam anlamıyla<br />
hissederek okuyabilirse, Kur’an artık<br />
ona açılmış demektir. Fatiha suresinde<br />
bulunan harflerin hepsi de Kur’an-ı<br />
Kerim’de mevcuttur. Sen ki, bu harflerin<br />
hepsinin de hakkını vermeyi sabırla<br />
basardın. Burada gördüğün kardeşlerin,<br />
Şam’ın en ünlü hafızlarındandır. Sen de<br />
en az onlar kadar kendini verdin. Allah<br />
mübarek etsin evladım.”<br />
Heyecanlı dudaklarımdan yine o<br />
cümle döküldü. Hamd sadece...<br />
Samet Doğan, Sancaktar gazetesi, 30<br />
Temmuz 2012.
Darb-ı Seyr-i Mesel Alem<br />
DARB-I<br />
MESEL<br />
“evden çıktığımızda, mahallemizden giderken<br />
aklımdan çıkmıyordu, benim o çocukluğumun<br />
geçtiği yerler… bazen dönüp diyorum ki nasıl biz<br />
buna katlanabildik.”<br />
Bir oradaki günlerden bir buradakilerden lafı açıyor<br />
dedem, toparlayamıyor. Çünkü nasıl geldiğini<br />
anlatırken her adımda nelerden geçip geldiğini<br />
hatırlayıp bir daha oradaki günlere dönüyoruz.<br />
“Müslümanlar takkeyle gezerlerdi, kasketle<br />
foteli* Hristiyanlar takarlardı, biz okulda zorunlu<br />
olduğu için kasketi çantamızda taşır okula girerken<br />
takar sonra da hemen çıkarırdık çünkü bunun<br />
bizim kimliğimizi yok ettiğini düşünürdük.”<br />
Diyor Sirkeci’de iner inmez etrafında kasketli ve<br />
fötr şapkalı adamları görünce ne kadar şaşırdığını<br />
anlatırken.<br />
“Bir ümitle geliyorsun, orada daha iyi bir hayat<br />
diyerek. Ama daha Sirkeci’ye indiğinde bunun<br />
böyle olmadığını anlıyorsun.”<br />
Dedem; Hasbi oğlu Adem, 21-22 yaşında üniversiteli<br />
bir genç, kimya okuyor Belgrad’da. Abisi<br />
çağırıyor, ‘artık biz de gitmek zorundayız’. Son sınıfta<br />
okulunu bırakıp ailesinin yanına, terk etmek<br />
zorunda olduğu kasabasına dönüyor. Birlikte<br />
belki daha iyisi diyerek yola çıkmak için.<br />
Temmuz 1955, Kalkandelen’den Üsküp’e,<br />
Selanik’e oradan da Türkiye’ye… Günler süren<br />
yolculuklar, gece istasyonlarda bekleyiş. Elinde<br />
kocaman bavuluyla dedem, abisi, yengesi ve<br />
kucağındaki bebeği ile birlikte, şimdi sözle ifade<br />
edemeyip bakışlarında sabitlediği ümitlerle,<br />
kendi tabiriyle ‘Yurda dönüyor’.<br />
Bir imkan bulup mektuplaştığı akrabalarıyla<br />
karşılaşmayı umarken hiç kimse karşılamıyor<br />
onları. İstanbul’da Türkiye’de, öz yurtlarında<br />
yabancılar şimdi. Memleketten bir başka akraba<br />
–Heybeliada’da bakkal dükkanı olan bir göçmen-<br />
ne zaman Eminönü’ne gelse Avrupa trenini<br />
beklermiş, belki memleketten gelenler vardır<br />
diye. Onunla karşılaşıyorlar, alıp onları adaya<br />
götürüyor<br />
İstanbul’da artık bir evleri olduğunda ilk iş olarak<br />
gidip tüm evraklarıyla Darülfunun’a kaydını<br />
yaptırıyor. Bildiği dillerin, aldığı kaç yıllık eğitimin<br />
hiçbir önemi yokmuş gibi yalnızca çalışmak<br />
zorunda olduğu için denkliğini aldığı fakülteden<br />
mecburen ayrılıyor. Hiç geri dönmeyi düşünmedin<br />
mi dede diyorum; “ben çok uğraştım ama<br />
büyükler her defasında memlekettekilerin ne<br />
türlü baskılar altında olduklarını anlatıp beni<br />
ikna ettiler, sonra bir daha asla oralara dönemeyeceğimizi<br />
anladım.” diye cevap veriyor.<br />
“Federasyon yerli Müslümanlara zorlu ekonomik yaptırımlar<br />
uyguluyordu; ağır vergiler ve arazilerin devredilememesiyle<br />
istiyorlardı ki Müslümanlar topraklarını hibe edip gitsinler.<br />
Zaten orada Müslümanlar genellikle ziraat yapıyordu,<br />
sanatçı da yoktu.” O dönemde camilerde ve evlerde üç-beş<br />
tane Müslüman bir araya gelse bir kuran açıp okusalar başkalarını<br />
da yıldıracak baskınlarla engellenirlermiş. “İslam’ı<br />
böyle böyle çöktürdüler. Bizim kasabamızda Bekir Hoca<br />
vardı, kendi yerinde o bize Kuranla Arapça yazı öğretiyordu.<br />
Sonra orayı da kapattılar, bu da bizim için sondu.”<br />
Yazarın da dediği gibi; “Bir kişi yaşadığı topraklarda yerli<br />
mi, yabancı mı, gezgin mi, işgalci mi yahut sömürgeci mi<br />
olduğunu öğrenmek istiyorsa mensup olduğu anlam-değer<br />
dünyasının o topraklardaki işaretlerine ne kadar aidiyet duyduğuna<br />
bir baksın. Bu bakış ona hakikati fısıldayacaktır.”<br />
*Fotel: fötr şapka<br />
**İhsan Fazlıoğlu-Kendini Aramak<br />
11
Genç Sahabeler<br />
Yazan: Ad Soyad<br />
Hakikat için neyi feda edebilirsin?<br />
Musab bin Umeyr<br />
Mekke’nin en zengin kadını Hannas Binti Malik ve en<br />
şerefli, en asil ailelerinden Umeyr’in oğlu idi Mus’ab bin<br />
Umeyr. Zengin oldukları için gayet rahat bir hayat sürüyordu.<br />
Orta boylu, güzel yüzlü nazik ve yumuşak huylu, son derece<br />
zeki idi. Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük<br />
bir boşluk hissediyordu. Putların bir fayda veya zarar vermeyeceğini<br />
bilir, onlara tapılmasından nefret ederdi.<br />
Bir gün Darü’l Erkam’dan yükselen tevhit seslerini duydu<br />
ve bu sesler adeta yüreğindeki boşluğu ilahi bir sevgi ile<br />
doldurmuştu. Peygamber efendimizin dizinin dibine oturup<br />
“Bana İslam’ı öğret” dedi ve böylece genç yaşında Müslüman<br />
oldu.<br />
Müslüman olduğu ilk dönemlerde bunu ailesinden ve<br />
kavminden gizledi. Bir gün Osman bin Talha onu namaz<br />
kılarken gördü ve annesine söyledi. Annesi dövünmeye ve<br />
sızlanmaya başladı. Mus’ab, ilim yuvası Erkam’dan evine<br />
döndüğünde, annesinin durumu öğrendiğini anlamıştı. Deliye<br />
dönmüş gibi bağıran annesine; “Ben bilerek iman ettim<br />
ve kurtuldum. Bir nefes olsun dinimden dönmem artık”<br />
diyordu. Akrabaları onu yakalayıp hapsettiler ve Mus’ab bin<br />
Umeyr, çile dolu günler yaşadı. Fakat O, bu ağır ve acımasız<br />
işkenceler karşısında sabır ve sebat göstererek asla İslamiyet’ten<br />
dönmedi.<br />
Hz. Ali şöyle anlatmıştır:<br />
Rasûlullâh ile oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr<br />
geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu.<br />
Rasûlullâh onun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla<br />
doldu ve:<br />
- Kalbini Allahu Teâlâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın!<br />
Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı.<br />
Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resulünün<br />
sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu.<br />
Bu sırada Birinci Akabe biatı olmuş ve Medinelilerden bir<br />
grup İslam’ı kabullenmişti. Kendilerine İslam’ı anlatmak ve<br />
diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah’tan bir öğretici<br />
istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus’ab<br />
bin Umeyr’i görevlendirdi. Hz. Mus’ab onlara hem namaz<br />
kıldıracak, hem Kur’an öğretecek, hem de diğer insanlara<br />
İslâm’ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm’a davet edecekti.<br />
Mus’ab bin Umeyr’in büyük gayretleri ve hizmetleri neticesinde<br />
İslâmiyet, Medine’de süratle yayıldı. Onun bu hizmetiyle<br />
Medîne’de çok kimse Müslüman oldu. Medine’de bulunan<br />
kabile reislerinden Sa’d bin Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz<br />
Müslüman olmamışlardı. Bunların durumu çevreyi etkiliyor,<br />
İslâmiyet’in hızla yayılmasını engelliyordu.<br />
Bir gün Mus’ab bin Umeyr, bir bahçede, etrafında bulunan<br />
Müslümanlara dini anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs<br />
kabilesinin reislerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu<br />
hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı:<br />
Sözümüzü dinle<br />
Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayatınızdan<br />
olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!<br />
Onun bu taşkın hâlini gören Mus’ab bin Umeyr;<br />
12
Genç Sahabeler<br />
- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen<br />
kabul edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gayet<br />
yumuşak ve nazik bir şekilde karşılık verdi.<br />
Üseyd sakinleşip;<br />
- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu.<br />
Mus’ab bin Umeyr ona İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı kerîm<br />
okudu. Kur’an-ı kerimin eşsiz belagati ve tatlı üslûbunu işiten<br />
Üseyd kendini tutamayıp;<br />
- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dine girmek<br />
için ne yapmalı, diye sordu.<br />
Güzel yüzlü, tatlı dilli öğretmen cevap verdi:<br />
- Lâ ilâhe illallah Muhammedun rasûlullah demek kâfidir.<br />
Mus’ab bin Umeyr’in, bu sözü üzerine Kelime-i şehadeti<br />
söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı<br />
ve:<br />
- Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı.<br />
Evs kabilesinin reisi Sa’d bin Muâz’ın ve kabilesinin yanına<br />
varınca, Müslüman olduğunu söyledi.<br />
Bunu gören Sa’d şaşırarak hiddetlendi ve Mus’ab bin<br />
Umeyr’in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla<br />
konuşmaya başladı.<br />
Mus’ab bir Umeyr, ona da gayet yumuşak konuştu ve oturup<br />
biraz dinlemesini söyledi. Sa’d, bu nazik konuşma karşısında<br />
yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.<br />
Mus’ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı<br />
Kerîmden bir miktar okudu. Kur’an-ı Kerîm okunurken<br />
Sad’ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada Müslüman<br />
oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve rahatlığın şevkiyle<br />
derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi:<br />
Mus’ab ilmi kadar cesareti ile de gönüllerde taht kurmuştu.<br />
Bedir savaşında İslam’ın sancağını taşıdığı gibi, Uhut’ta<br />
da taşımıştı. Savaşın en kızgın olduğu bir anda aldığı kılıç<br />
darbesiyle sağ elini kaybetti Mus’ab, sancağı sol eline alıp<br />
devam ediyor, sol elini de kaybedince, İslam’ın sancağını<br />
yere düşürmemek için kollarıyla göğsüne dayıyor, kâfirin<br />
üçüncü bir saldırısı ile ruhunu Allah’a teslim ediyordu.<br />
Bunun üzerine taşıdığı sancağı melâikeden biri Mus’ab’ın<br />
suretine girerek aldı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-<br />
de henüz onun şehadetinden haberdar olmadığından<br />
“İlerle ey Mus’ab!” buyurdu. Bunun üzerine melek, Rasûlullâh’a<br />
doğru baktı. Böylece onun bir melek olduğunu fark<br />
eden Hazret-i Peygamber (s.a.v) Mus’ab’ın şehit düştüğünü<br />
anladı<br />
Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yasayan bu değerli<br />
insani kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz Peygamber,<br />
yanına geldiğinde Mus’ab b Umeyr eski bir hırkanın<br />
içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle<br />
parçalanmış bir durumda yatıyordu.<br />
Hz Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: “Seni<br />
Mekke’de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden<br />
daha yakışıklı kimse yoktu şimdi ise, kefen olarak sarılmış<br />
hırkadan başın dışarıda kalıyor” Sonra onun için de bir kabir<br />
açtılar ve o mübarek sahabeyi de Uhud şehitleri arasına<br />
defnettiler.<br />
Mus’ab bin Umeyr, Kur’an-ı Kerîm’de şu ayeti celile ile<br />
övgüye mazhar olan sahabelerdendir:<br />
“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri<br />
sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi<br />
adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir.<br />
Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” (el-Ahzâb,23)<br />
- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?<br />
Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.<br />
- Öyle ise Allah’a ve Resulüne iman etmelisiniz... İman<br />
etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram<br />
olsun.<br />
Bunun üzerine kavmi hep birden İslamiyet’i kabul etti. O<br />
gün kabilesinden iman etmedik kimse kalmadı. Bir yıl sonra<br />
Mekke’ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen<br />
Mus’ab bin Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.v)’e İslâm’ın Medine’deki<br />
hızlı yayılışının müjdesini verirken söyle demişti: “İslâm’ın<br />
girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı.” Başta Hz.<br />
Peygamber olmak üzere bütün Müslümanlar bu habere çok<br />
sevindiler.<br />
13
Bu Şehrin Yerlisi<br />
Bulutlar şehri: Uşak<br />
Yazan: Elif GÜLMÜŞ<br />
Bu şehrin huzurunun en büyük sebebi<br />
bulutlarıdır. Bulutlar bir başkadır, hele<br />
üniversite kampüsünde daha bir başkadır.<br />
Uşak’taki on öğrenciden sekizi bunu söyler.<br />
BÜYÜK ŞEHIRDE YAŞAYAN BIRI OLARAK EN ÇOK<br />
DERT YANDIĞIM ŞEYLERDEN BIR TANESI ULAŞIM<br />
SORUNU. Bu dert Uşak’ta yok. Ben dört yıl boyunca trafik<br />
görmedim ve bundan sonra da görüleceğini sanmıyorum.<br />
İnsanların bir yere gitmek için illa bir araca binmesine<br />
gerek yok, her yere yürüyerek rahatlıkla en fazla 25-30<br />
dakikada gidebilirsiniz. Üniversite şehir merkezinden<br />
otobüsle en fazla 25 dakika uzaklıkta ama üniversiteye<br />
yürümek otobandan dolayı pek mümkün değil. Gerçi zevk<br />
için o yolu kışın, kar yağarken grup halinde yürüyen arkadaşlarım<br />
vardı. Ben denemedim ama size tavsiye ederim.<br />
Çünkü yürüyen arkadaşlarım bu deliliği yaptığı için hiç<br />
pişman değildi.<br />
UŞAĞIN ŞEHIR MERKEZINDE GEZILECEK PEK FAZLA<br />
YER OLMASA DA MERKEZIN ORTALAMA 45-50 DAKIKA<br />
UZAKLIĞINDA BOLCA GEZILECEK YERLER VAR. Bunlardan<br />
birkaç tanesi:<br />
ULUBEY KANYONLARI: Dünyanın ikinci büyük<br />
kanyonudur. Doğayı seven her insanın orayı beğeneceğine<br />
eminim. Özellikle kampçı bir arkadaş gece yıldızların çok<br />
güzel olduğundan bahsetmişti. Aynı zamanda kanyonda<br />
bolca kamp yapanlar var. Eğer ilginiz varsa kendinize bu<br />
konuda rahatlıkla arkadaş bulabilirsiniz.<br />
TAŞYARAN VADISI: Suyun nakış nakış işlediği<br />
kayalardan oluşuyor. Taşların rengi ve dokusu muazzam.<br />
Allah’ın bizlere bir hediyesi. Tek başınıza gidip kafanızı<br />
dinleyebileceğiniz aynı zamanda arkadaşlarınızla piknik<br />
yapabileceğiniz bir yer. Ayrıca birçok gezginin de uğrak<br />
yeridir.<br />
CILANDIRAS KÖPRÜSÜ: Firigyalılardan kalma<br />
tarihi bir köprüdür. Trekking yapanların uğrak yerlerinden<br />
bir tanesidir. Kesinlikle görülmeye değerdir.<br />
BLAUNDUS ANTIK KENTI: Anadolu’daki diğer<br />
kentlerden farklı kalıntıları, kaya mezarları, görkemli giriş<br />
kapısı vardır. Kesinlikle görülmeye değerdir.<br />
UŞAK’TA BIRÇOK MEDENIYETE AIT TARIHI ESERLER<br />
DE MEVCUT HATTA MÜZELERE SIĞAMAYACAK KADAR.<br />
Şuan tren garının hemen yanına yeni bir müze yapılıyor.<br />
Uşak’taki müzeler tek bir çatı altında toplanacak. Mutlaka<br />
uğramalısınız.<br />
UŞAK HALKININ ÖZELLIKLE YAZ AYLARINDA GITTIĞI<br />
ATAPARK VAR. Bu park şehir merkezinde aynı zamanda<br />
Uşak için gayet yeterli büyüklüktedir. Parkın içinde gidebileceğiniz<br />
kafeler de mevcut. Burası özellikle öğrencilerin<br />
çok fazla tercih ettiği yerlerden bir tanesidir. Atapark gibi<br />
14
yine birkaç tane daha park var ve<br />
hepsi de merkeze çok yakın.<br />
Bu Şehrin Yerlisi<br />
ŞEHIR MERKEZINDE BIRBI-<br />
RINE YAKIN BOLCA CAMI VAR<br />
VE BU INANILMAZ BIR NIMET.<br />
Uşak’ta iki tane tarihi cami var.<br />
Bir tanesi Burmalı Cami diğeri<br />
ise Ulu Cami’dir. Ulu Cami restorasyondan<br />
dolayı dört yıl boyunca<br />
kullanıma kapalıydı. Restorasyon<br />
ben Uşak’tan ayrılırken de devam<br />
ediyordu ama bu yıl biteceğini<br />
düşünüyorum.<br />
Uşak’ta birçok küçük şehre göre<br />
oldukça fazla sivil toplum kuruluşu<br />
var. Bu kuruluşlarda yer almak<br />
isteyenlerin kendi görüşlerine göre<br />
bir yer bulacağına eminim. Bu anlamda<br />
yelpazesi oldukça geniş.<br />
ÇOĞU ÜNIVERSITELININ<br />
MERAK ETTIĞI ŞEYLERDEN BIR<br />
TANESI DE KAFELER. Uşak’ta<br />
her tarza uygun kafe var ve birçok<br />
şehirden bu anlamda seçeneğinin<br />
daha fazla olduğunu düşünüyorum.<br />
Çok fahiş fiyatları yok, ortalama<br />
ince belli bir bardakta çay 2,5-3 TL<br />
arasında. Bu kafelerin çoğu Atapark<br />
ve İsmetpaşa caddesinde yani<br />
namı diğer Mecburiyet caddesinde<br />
bulunuyor. Yine istediğiniz kafeye<br />
yürüyerek 5-10 dakikada gidebilirsiniz.<br />
UŞAK’TA IKI TANE KÜTÜPHA-<br />
NE VAR. Bunlardan biri üniversitede<br />
diğeri ise şehir merkezinde<br />
bulunuyor. İkisi de kaynak açısından<br />
oldukça zengin aynı zamanda<br />
ders çalışmak için on numara.<br />
Üniversitedeki kütüphane vize, final<br />
haftalarında bilfiil öğrenci evi gibidir.<br />
Bazen sınav haftalarında rektör<br />
bir güzellik yapıp tarhana çorbası<br />
dağıtıyor. İnşallah denk gelirsiniz.<br />
UŞAK’TA CANINIZ SIKILIRSA<br />
HEMEN YAKININDAKI ŞEHIRLE-<br />
RE ÇOK RAHATLIKLA GEZMEK<br />
IÇIN GIDEBILIRSINIZ. İzmir’e 3,<br />
Salda Gölü’ne 2, travertenlere de<br />
2 saat uzaklıktadır. Rahatlıkla bilet<br />
bulabilirsiniz. Uşak’ta yaşamanın<br />
avantajlarından bir tanesi Ege’deki<br />
konumu. Birçok tatil merkezine<br />
rahatlıkla, çok kısa sürede gidebilirsiniz.<br />
ARKADAŞLAR BIR ŞEHRI YAŞANIR KILAN,<br />
O ŞEHRIN GELIŞMIŞLIĞI VEYA IMKANLARI<br />
DEĞIL. Tabi ki bunlar da çok önemli ama bir<br />
şehirde mutlu olmanın formülü, o şehrin içindeki<br />
dostlarınız. Size tavsiyem gitmeden önce<br />
şehir hakkında yapılmış yorumları okuyup<br />
kendinize önyargı oluşturmayın. Gidin, yaşayın<br />
ve mutlu olun.<br />
15
Biyografi<br />
abdülmetİN<br />
BALKANLIOĞLU<br />
Ey Müslümanlar!<br />
Son nefesinizde dünyalıklar için ölmeyin, sadece Müslüman olarak,<br />
Allah’ın kulu olarak ölün.<br />
Ümmetin Neşesi:<br />
ABDULMETİN<br />
BALKANLIOĞLU<br />
Abdulmetin Balkanlıoğlu 1958 yılında Çorum’da<br />
doğdu. 1977 senesinde Çorum İmam Hatip Lisesi’ni<br />
bitirdi. 1986 senesinde girdiği İstanbul Üniversitesi<br />
Hukuk Fakültesi’ni yarıda bıraktı. Arapça eğitimini<br />
Emin Saraç Hoca’dan alan Balkanlıoğlu, 1977 tarihinde<br />
Şile’de Ağca Hacıköyü’nde imamlık vazifesine<br />
başladı. 1978 senesinde Sarıyer Rumeli Efendi Köyü<br />
Camii’nde görev yapan Balkanlıoğlu, 1980 senesinde<br />
Eminönü Hoşkadem Camii’nde, 1983′te de Fatih<br />
Müftülüğüne bağlı Acemoğlu Camii’nde görev aldı.<br />
Bu dönemde Fatih Din Görevlileri Dernek Başkanlığı’nı<br />
yürüttü. Daha sonra, Küçükçekmece ilçesine<br />
bağlı Kayabaşı Köyü’ne tayin olan Abdulmetin Balkanlıoğlu,<br />
oradan da emekliye ayrıldı.<br />
Abdulmetin Hoca, bitmez tükenmez enerjisi ve Allah<br />
yolundaki adanmışlığı ile tüm ümmete, en çok da<br />
biz gençlere örnek olan öncü bir şahsiyettir. Her<br />
nerede bir hayır işi varsa Abdulmetin Hoca’yı orada<br />
görürdük. Dinlenmeyi cennete erteleyen, ömrü<br />
Allah yolunda hayır işleri ile geçen emsal niteliğinde<br />
bir mümindi. Girdiği ortama neşesini ve enerjisini<br />
yayarak girerdi. Öğrencilerin sürekli halini hatrını<br />
sorar; onlara cebinden çıkardığı kokularından<br />
veya tespihlerden verirdi. Musafaha ettiği insanın<br />
avucuna bir şey tutuşturmadan onu bırakmazdı.<br />
Müslümanlık esasından olan, küçük fakat derece<br />
olarak yüksek faaliyetleri istikrarlı bir şekilde devam<br />
ettirirdi. Birçok kişinin Hoca’yla bu minvalde anıları<br />
vardır. Arkadaşların, kardeşlerin arasında tartışma<br />
olduğunu öğrendiğinde saat kaç olursa olsun gider<br />
ikisini bir araya getirir aralarını düzeltmeden onları<br />
bırakmazdı. Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya<br />
çalışanlara engel olur, bir Müslümanın gıyabında<br />
konuşulmasına müsaade etmezdi.<br />
16
Biyografi<br />
Abdulmetin Hoca denilince akla gelen en önemli hasleti,<br />
Türkiye’nin bir ucunda hayır işlerinde koşturup evine gelir,<br />
eşyalarını kıyafetlerini değiştirir ve tekrar evden<br />
bir hayır işi yoluna revan olmak için çıkardı.<br />
Her cemaate, her gruba hizmet ediyordu; hiçbir ayrım yapmıyordu.<br />
Herkes de ona yakındı çünkü o, adres ayrımı yapmıyordu. Abdulmetin Hoca’nın cemaatinde,<br />
“Bütün şarkıları onun için söylediği” ayyaş birini bulabilirdiniz. Sokakta yaşayan insanları camiye alır<br />
ve onlara “yatılı cemaat” derdi. Bu insanlar Allah’ın izniyle ve Hoca’nın vesilesiyle<br />
hidayete ermişlerdir. Kendisini bazen de Afrika’da bir çocuğun yüzünü yıkarken,<br />
gittiği yerlerdeki çocukları oynatırken görürdük. O, bütün ümmeti Peygamber efendimizin<br />
sancağı altında toplamaya çalışmıştır: Biz buna şahidiz. Türkiye’yi de karış karış gezmiş,<br />
dünyada ulaşabildiği kadar insana da ulaşmıştır.<br />
Halil Balkanlıoğlu, , babasının şehit olmayı çok istediğini,<br />
“Allah’ım, ömrümün sonuna kadar insanları sana tavlayayım, cenazemle bile<br />
insanlara vaaz edeyim” diye dua ettiğini belirtmiştir ve Allah’ın izniyle<br />
Abdulmetin Hoca’nın cenazesi bu isteğini yerine getirir nitelikteydi.<br />
Fatih Camii’ndeki cenazesinde gördüğümüz kalabalık her Müslümanın<br />
isteyeceği fakat herkese nasip olamayacak bir kalabalıktı.<br />
Her cenahtan insan, Hoca’ya hüsnü şehadette bulunmak için oradaydı.<br />
Mesele bir kubbede hoş bir sadâ bırakmaksa, Abdulmetin Hoca’nın<br />
bu amacı yerine getirdiğine şahidiz.<br />
Allah-u Teala bizlere de hayır işlerinde koşarak geçen,<br />
istikamet üzere bir ömür nasip etsin. Hocamızın mekânı cennet,<br />
makamı âli olsun.<br />
Abdülmetin Balkanlıoğlu<br />
17
Teknoloji<br />
İletişimin yeni adresi:<br />
BiP<br />
İnsanı beşerden ayıran başlıca özellik, etrafı ile ünsiyet<br />
kurabiliyor olmasıdır. Ünsiyet kurmak sözlük anlamı ile<br />
yakınlık kurmak, ahbaplık kurmak, tanışık olmak demektir.<br />
Çevremiz ile yakınlık kurup ahbap oluşumuz, onun ile<br />
alaka kurabilmemiz ölçüsünde kaimdir. Bu alaka kurma<br />
eylemlerinin tümüne iletişim denir. İşteş çatıyla dilimize<br />
yerleşen iletişim kavramı karşılıklı olarak iletme eyleminin<br />
varlığı ile anlam kazanır. Farz-ı misal bir ağacı suladığımız<br />
vakit iletmiş, meyvesini aldığımız vakit ise iletilmiş<br />
oluyoruz. Bu iletişim kurma olayını gerçekleştirdiğimiz<br />
oranda ünsiyet kurmuş ve ünsiyet kurduğumuz ölçüde<br />
beşerlikten insanlığa terfi etmiş oluyoruz.<br />
Konumuz itibariyle, türler arası iletişimden ziyade insan<br />
türünün kendi içindeki iletişimini ele almaya çalışacağız.<br />
İletişim, tarihin belli dönemlerinde belli araçlarla sağlanmış<br />
ve bu araçların insana kolaylık sağlama kabiliyeti bilimin<br />
el verdiği kadarla kalmıştır. Bilimin gelişme hızı bu<br />
kabiliyet ile orantılandırılabilir niteliktedir. Şu andan geriye<br />
baktığımızda iletişim sağlama kolaylığımızda geçmişe<br />
kıyasla büyük bir fark görüyoruz. Geçmiş zamanlarda<br />
üç satır yazıyı güvercinler ile iletebilirken, şu an çok<br />
daha karmaşık bir işi kibrit kutusundan daha<br />
küçük aletlere dokunarak yapabiliyoruz.<br />
Etrafımız ile iletişimimizi beş duyu<br />
organımız ile kuruyoruz. Beynimiz<br />
dışarıya kapalı olması hasebiyle iletişimin<br />
ana ayaklarını oluşturan görme,<br />
duyma, koklama, tat alma ve temas<br />
ile hissetme fiillerinin faaliyette oluşundan<br />
doğan hislerle dünyayı algılar<br />
ve çevremizdekilerle iletişim kurmuş<br />
oluruz. Bu fiillerle doğrudan iletişim<br />
kuramadığımız zaman, araya yukarıda<br />
kolaylık sağladıkları ifade edilen aletleri<br />
koyarız ve dolaylı olarak iletişimi sağlamış<br />
18<br />
oluruz. Yani birisiyle konuşmak istediğimiz zaman, çeşitli<br />
sebeplerle bu işi doğrudan yapamıyorsak telefon aracılığı<br />
ile iletişime geçeriz, bu da konuşmak istediğimiz kişiyle<br />
dolaylı iletişime geçtiğimiz anlamına gelir.<br />
Çağımız teknolojisi dolaylı iletişimin görme ve duyma<br />
fiillerinin ifasına yetiyor. Geriye kalan üç fiilin şu an için<br />
dolaylı iletişimde yerinin olmadığını görüyoruz. Dolaylı<br />
iletişimi çeşitli programlar üzerinden televizyon, telefon,<br />
bilgisayar, tablet vb. ile sağlıyoruz. Bu programları yerli ve<br />
yabancı olarak sınıflandırmak mümkün. Belli bir döneme<br />
kadar ilgili aletlerin istihdamını ithal programlar ile<br />
sağlıyorduk. Son dönemlerde, teknolojiyi üretmeye aday<br />
konuma gelmemizle birlikte, dolaylı iletişim sağlayacağımız<br />
aletlere ilişkin programları kendimiz oluşturuyoruz.<br />
Görsel ve sözel iletişimi kusursuz sağlayan programlarımızdan<br />
birisi Turkcell mühendislerinin % 100 yerli olarak<br />
ürettiği program, BiP.<br />
BiP aşağıda sıralanan özelliklerle kullanıcılarına büyük<br />
imkânlar sağlıyor. Bunları şu şekilde sıralamak<br />
mümkündür:<br />
Sesli ve görüntülü arama: BiP kullanan<br />
herkes ile yüksek kalitede sesli ve görüntülü<br />
arama yapabilirsiniz.<br />
Eğlenceli İçerik: Yiğit Özgür’ün BiP’e<br />
özel hazırladığı çıkartmalar ve<br />
capslerle ifade kolaylığı sağlayabilir<br />
ve renkli mizah anlayışı sunan<br />
içerikten faydalanabilirsiniz.<br />
Herkesle İletişim: BiP’li olmayan<br />
arkadaşlarınızla da BiP’in içerisinden<br />
mesajlaşabilirsiniz.<br />
Kaybolan mesaj: Gönderdiğiniz mesajın
Teknoloji<br />
belirlediğiniz dakikada silinmesini sağlayabiliyorsunuz.<br />
Grup: BiP kullanıcıları ile grup kurup mesajlaşma ve<br />
video görüşmesi sağlayabiliyorsunuz.<br />
Konum Paylaşma: Bulunduğunuz konumu dilediğiniz<br />
mesaj sayfasında paylaşabilirsiniz.<br />
BiP Her Yöne Arama: 23 Haziran 2016’dan itibaren<br />
BiP’e her yöne arama özelliği eklenmiştir. Özel servis<br />
numaraları ve acil numaralar haricinde her yöne 400KB/<br />
dk. tarifesi üzerinden görüşme sağlayabilirsiniz.<br />
BiPWeb: BiP’i bilgisayar ve tablet üzerinden bipweb.<br />
com adresi üzerinden kullabiliyorsunuz.<br />
Çift Numara: İki numara kullanıyorsanız artık iki telefon<br />
kullanmak zorunda değilsiniz. BiP ile tek telefonda iki<br />
numaranızı kullanabiliyorsunuz.<br />
Sıralanan özellikler göstermektedir ki %100 yerli olarak<br />
üretilen BiP programının diğer programlardan eksiği<br />
yok, fazlası vardır. Ayrıca yaptığınız görüşmelerin kilometrelerce<br />
uzaklıktaki mesafelerde yabancı sunucularda<br />
saklanması, bir tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Bu<br />
da BiP kullanmak için başlı başına bir sebeptir. Aynı şekilde<br />
geçtiğimiz sene Çin’in yabancı bir iletişim programını<br />
yasaklayıp Çin menşeili bir programın kullanımını teşvik<br />
etmesi BiP’in kullanımının önemini güçlendiriyor.<br />
Naçizane tavsiyemiz deneme sürecinde iken BiP programının<br />
simgesini telefonunuzun ana sayfasına taşıyıp<br />
diğer programlara olan göz alışkanlığınızı yenene kadar<br />
orada tutmanızdır.<br />
Dileğimiz, değerli mühendislerimizin iletişimin ayağı<br />
olarak tanımladığımız diğer fiilleri de dolaylı iletişimin içerisine<br />
dahil ederek bu programı ileri seviyeye taşımaları<br />
ve şu an BiP’i indirip ana sayfanıza eklemenizdir.<br />
Selam ve dua ile.<br />
19
Sizden Gelenler<br />
بِسْ مِ االلهِ ارَّحْمَنِ ارَّحِيم<br />
سُ بْحَانَ الَّذِي أَسْ َى بِعَبْدِهِ لَيْالً مِّنَ الْمَسْ جِ دِ الْحَرَامِ إِلَ الْمَسْ جِ دِ األَقْصَ الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُ ِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّ مِيعُ البَصِ ريُ<br />
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla<br />
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i<br />
Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten,<br />
en iyi görendir.<br />
İşte belki de ömrümüzü bu ayet için feda ederiz, etmeliyiz! Düşünüyorum ve Hz. Muhammed ‘in (SAV)<br />
ayak bastığı mukaddes mekân. İsra’ya, Miraç’a şahitlik etmiş bir Beytül Makdis aşkıyla yanarken<br />
gidememek çok zordu. Birden Kudüs Kumbarası’nı duydum ve bu fırsatı kaçırmamalıyım dedim. Hemen<br />
başvurdum. Kazandığımı öğrendiğim zaman istemsizce bağırıyordum. Sevinçten ne yaptığımı bilmeden.<br />
Filistin topraklarına ilk ayak basışımda bana çok tanıdık geldi o mukaddes şehir. Kendime ve etrafımdaki<br />
insanlara ‘Burası sanki benim memleketim.’ demeye başladım. Sonra düşündüm, gibiyi attım ve<br />
‘Burası zaten benim gönlümün diyarı, burası bizim işgal altındaki topraklarımız.’ dedim. Bunu gerçekten<br />
orada anlıyor insan. Filistin halkı bizi öyle bir karşılıyor ki, o kadar sıcakkanlılar ki oraya âşıkken bir<br />
daha âşık oldum pervasızca. Çocuklar Beytül Makdis ‘te top oynayabiliyor, koşuşturabiliyor Elhamdülillah.<br />
Aralarında bir de Ebrar vardı ki maşallah! Türkçe konuşuyorlar. Evet, gerçekten orada bizimle<br />
Türkçe konuştular. Ama zorunda değiller, neden öğrendiler ki? Öyle bir düşündüm ve İslam âleminin<br />
parçalanmışlığı ve Türkiye’nin Filistin’e sahip çıkması belki de her şeyi açıklıyordur. Bu da onların bize<br />
sunduğu muhteşem bir armağan değil mi? Bu konuda bile işgalci devletin bir endişesi, korkusu var!<br />
Türkiye burayı Türkleştirmeye çalışıyor” diyorlar. İşte bu korku yüzünden bizim Beytül Makdis’e hediyelerle<br />
girmemize, oradaki insanlara yalnız değilsiniz biz buradayız dememize, oradaki çocuklara, ailelere<br />
bu güveni hiç yoktan bir hediye ile sağlamamıza izin vermediler. Yıldırmaya çalışıyorlar bizi ama<br />
nafile. Filistinlilerin bizi görünce yüzlerinde oluşan gülümsemeler var ya bir daha bir daha bir daha<br />
gitmeliyim dedirtiyor bana.<br />
Rabbim, benim oraya gidip en başta Peygamberimiz sonra diğer peygamberlerimizin, Hz. Ömer’in, Selahaddin<br />
Eyyubi’nin ayak bastığı, kendilerinden bir şeyler bıraktığı, oranın havasını soluduğu ‘Mukaddes<br />
Şehre’ gitmemde ve gitmemizde vesile olan herkesten razı olsun ve özellikle proje sahibi Gönül Abla<br />
daha sonra Burak Derneği’nden de Rabbim razı olsun. Sakın 1 TL kumbaraya göndersem ne göndermesem<br />
ne demeyin. Çünkü o 1 TL’ler benim gibi binlerce gencin bir umudu, o gençlerin arasında belki<br />
de bir Selahaddin’in umududur. Allah’a hamdolsun ki ben umut ettiğim şeye kavuştum. Bundan önce<br />
elimden geldiği kadar elimle, dilimden geldiği kadar dilimle Kudüs dediğim gibi bundan sonra da oraları<br />
görmüş birisi olarak daha gür bir şekilde Kudüs diyeceğim Biiznillah.<br />
…Kanım damla damla Âksa’da, Yahudi’nin olmaz.<br />
Gözyaşın kurumaz ise gözlerim açık gider.<br />
Ve gönlüm ölmüştür, gözyaşım kurumaz ise bu diyarda.<br />
Diren Ey Kudüs yetişir dualarım Rahman duyar sesimizi…<br />
Rabbim hepinizden razı olsun. Bir gün Beytül Makdis ‘te görüşmek ümidiyle…<br />
ONUR ŞANCI<br />
20
Sizden Gelenler<br />
Bahariye<br />
Ne zaman<br />
Senin suyunu çeker çiçek<br />
Siper al<br />
Harlanan toprağı beraber savunalım<br />
Akıtıp askerlerini tel tel<br />
Gök takviye edecek bizi<br />
Suyumuzu çekmek için<br />
Tutkuyla açan eriğin çiçeği<br />
Düşman çiçekler<br />
Batsın ayağına çiviler görelim neymiş bahar<br />
Daya merdivenleri sonra düş oradan<br />
Bahar gelince kartlar yeniden karılır<br />
Bahçeyi belleyen mesela sen değil misin<br />
Kıştan artmış odunlara karıştıran seni<br />
Solucanlara talaşlara<br />
O değil mi<br />
Çok geçmeden sökülecek<br />
Kara bir süt dişidir hayat<br />
Onda bayram seyran aramam<br />
Yaşamak devri değildir sefa devri değil<br />
Cennettedir ferhundelik baharda değil<br />
OSMAN BULUT<br />
21
Gezi Günlüğü<br />
Lübnan tarihine kısaca bakmak gerekirse; Lübnan, Ortadoğu’nun<br />
etnik ve dini açıdan en karışık ülkelerinden biri. Bu<br />
karmaşık nüfus yapısı çatışmaların da başlıca sebebi. Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nun dağılması sürecinde Fransız mandası<br />
olan Lübnan, İkinci Dünya Savaşı döneminde, 1943 yılında<br />
bağımsızlığını kazandı.<br />
Ülkenin karışık nüfus yapısı, temsile de yansıyor. Lübnan’da<br />
cumhurbaşkanı Marunî Hristiyan, başbakan Sünni Müslüman<br />
ve meclis başkanı Şii. Ama bu siyasi yapılanma, Lübnan’daki<br />
iç çatışmaların ve komşu ülkelerin müdahalelerin de başlıca<br />
sebebi.<br />
Lübnan<br />
Bugün Lübnan’ı oluşturan toprakların sahil kesiminde bilinen<br />
ilk yerleşimciler, MÖ 3.000’lerde bölgeye gelen Kenanlılar,<br />
yaygın ismi ile Fenikeliler olmuştur. Fenikelilerin ilk büyük<br />
ticaret limanı olan Byblos’un tarihi MÖ 5.000’lere kadar gitmektedir.<br />
Bölge daha sonra sırasıyla Amurru, Mısır, tekrar<br />
Fenike, Asur, Babil, Pers, İskender, Selefiler, Roma ve Bizans<br />
yönetiminde kalmıştır.<br />
Lübnan Hz. Ömer dönemindeki Yermük Savaşı ile 636 senesinde<br />
Müslümanların hâkimiyeti altına girmiş, daha sonra<br />
Emevîler zamanında başkentin Şam’a taşınması ile önemi daha<br />
da artmıştır. Emevî döneminin ardından bölgeye Abbasîler,<br />
Tolunoğulları, İhşitler, Fatımîler ve Selçuklular hâkim olmuş,<br />
Lübnan bu devletlerin idaresi altında varlığını sürdürmüştür. 11.<br />
yüzyılda bölgedeki siyasî karışıklıklar sebebiyle zaman zaman<br />
küçük hanedanlıklar da<br />
kurulmuş, ancak Lübnan 12. ve<br />
13. yüzyıllarda genel olarak<br />
Bizans hâkimiyetinde kalmıştır.<br />
Selahaddin Eyyubi’nin<br />
1189’da Kudüs’ü fethinden<br />
sonra Beyrut ve Sayda’yı da<br />
fethetmesine rağmen, onun<br />
vefatından sonra hâkimiyet<br />
yeniden Haçlılara geçmiş,<br />
13. yüzyılın sonlarında ise<br />
Memlükler Lübnan’ı yeniden<br />
fethetmiştir. Yavuz Sultan<br />
Selim zamanında 1516’da<br />
düzenlenen Mısır Seferi’yle<br />
Memlük Devleti’nin sona<br />
ermesi neticesinde bölge<br />
Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine<br />
girmiş ve 400 yıl<br />
Osmanlı hâkimiyeti altında<br />
kalmıştır.<br />
Lübnan 1918’de Fransızlar<br />
tarafından işgal edilmiş<br />
ve bu işgal 2. Dünya Savaş<br />
yıllarına kadar sürmüştür.<br />
22 Kasım 1943 tarihi Lübnan’ın<br />
bağımsızlık günü ka<br />
edilirken, 1 Ocak 1944’te<br />
de Lübnan’ın bağımsızlığı<br />
resmen tanınmıştır. Anc<br />
bağımsızlıktan sonra da<br />
Fransa’nın ülke üzerind<br />
nüfuzu tam anlamıyla s<br />
ermemiş, Lübnan’daki<br />
yapının teşekkülünde<br />
Suriye’yle birlikte s<br />
olmuştur. Levant’taki<br />
tiyan toplulukların (ö<br />
de Katolik Marunîle<br />
koruyuculuğunu ken<br />
rıyla üstlenmiş ola<br />
bölgede uzun geç<br />
dinî ve eğitsel fa<br />
22
Gezi Günlüğü<br />
lar<br />
vaşı<br />
tür.<br />
b-<br />
ü kabul<br />
te<br />
lığı<br />
Ancak<br />
a da<br />
indeki<br />
la sona<br />
aki siyasî<br />
de Fransa,<br />
e söz sahibi<br />
taki Hırisın<br />
(özellikle<br />
nîlerinin)<br />
kendi karaolan<br />
Fransa,<br />
eçmişi olan<br />
l faaliyetlerine<br />
devam ederek ülkeyi<br />
büyük ölçüde şekillendirmiştir.<br />
1945 yılında Arap<br />
Birliği’nin kurucu üyesi<br />
olan Lübnan, daha sonra<br />
Birleşmiş Milletler’e<br />
üye olmuştur. Ortadoğu<br />
coğrafyasındaki kaos<br />
ve siyasî istikrarsızlıklar<br />
sebebiyle öteden<br />
beri yoğun biçimde göç<br />
alan Lübnan; buna karşın<br />
sahip olduğu eğitimli<br />
nüfus ve siyasî/kültürel<br />
atmosfer ile bir cazibe<br />
merkezi haline gelmiştir.<br />
23
Gezi Günlüğü<br />
1948’de İsrail’in kurulması ve<br />
1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı’nda<br />
yerinden edilmiş Filistinlilerin Lübnan’a<br />
göç etmesi, ülkede etnik ve dinî<br />
gerginliği arttırmıştır. Müslümanların<br />
Filistinlilerle birlikte çoğunluk haline<br />
gelmesi siyasal sistemdeki temsiliyet<br />
sorununu doğurmuş, bundan rahatsız<br />
olan Hristiyanlar silahlanmaya<br />
başlamıştır. Çatışmalar zamanla ülke<br />
çapında bir iç savaşa dönüşmüş, 1975<br />
yılında başlayan iç savaş 1990’ların<br />
başına kadar sürmüştür. İç savaş<br />
150 bin kişinin ölümü, 1 milyon kişinin<br />
yaralanması, 350 bin kişinin ülke<br />
içinde yer değiştirmesi ve neredeyse 1<br />
milyon kişinin ülkesini terk etmesi ile<br />
sonuçlanmıştır.<br />
1989’da Arap Birliği önderliğinde<br />
taraflar bir araya getirilmiş ancak<br />
toplantı Lübnan’da değil Suudi Arabistan’ın<br />
Taif kentinde yapılmıştır. 1989<br />
Taif Antlaşması’nda güneyde işgalci<br />
Siyonistlere karşı savaş veren İslamî<br />
Direniş (Hizbullah’ın askerî kanadı)<br />
dışındaki bütün silahlı güçlerin dağıtılması<br />
ve ellerindeki silahların toplanması<br />
kararlaştırılmıştır.<br />
İsrail, 3 Haziran 1982’de Londra<br />
büyükelçisinin bir saldırı sonucu<br />
yaralanmasını bahane ederek 6 Haziran<br />
1982’de Lübnan’ı işgal etmiştir.<br />
Hristiyan Falanjistler bu işgalde İsrailli<br />
güçlere yardımcı olmuşlardır. Lübnan’da<br />
askerî güç bulunduran Suriye ise<br />
işgal karşısında sessiz kalmayı tercih<br />
etmiştir.<br />
İsrail birlikleri Haziran 1982’de sınırı<br />
geçip Lübnan’a girerek İsrail’in en uzun<br />
ve en tartışmalı savaşını başlatmıştır.<br />
Üç ay süren operasyon boyunca İsrail<br />
ordusu, sadece FKÖ’yle savaşmakla<br />
kalmayıp bir Arap başkentini -Beyrutkuşatmaya<br />
almış, yüzlerce Lübnanlı ve<br />
Filistinli sivilin ölümüne sebebiyet vermiştir.<br />
Bu işgal, İsrail’in işgal altındaki<br />
Batı Şeria’yı ilhak etme hedefini kolaylaştırma<br />
amacını taşımıştır. 2000 yılında<br />
İsrail Lübnan’dan çıkarken arkasında<br />
Hizbullah örgütünü bırakmıştır.<br />
12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah<br />
tarafından iki İsrail askerinin kaçırılması<br />
ile Lübnan bir kez daha İsrail saldırılarına<br />
maruz kalmıştır. 33 Gün Savaşı<br />
olarak adlandırılan bu saldırı sonrasında<br />
Hizbullah örgütü hem Lübnan içinde<br />
hem uluslararası arenada büyük prestij<br />
kazanırken İsrail ordusu büyük bir<br />
başarısızlık ile karşı karşıya kalmıştır.<br />
İç savaşın ardından Suriye 2005<br />
yılına kadar Lübnan’daki işgalini<br />
sürdürmüştür. Lübnan’daki siyasî<br />
durum 2000’li yıllarda belirgin şekilde<br />
değişmiştir. Suriye Devlet Başkanı Hafız<br />
Esad’ın ölümünün ardından Suriye’nin<br />
Lübnan’daki askerî varlığı Lübnan<br />
halkı tarafından direniş görmeye ve<br />
uluslararası çevrelerce de eleştirilmeye<br />
başlanmıştır.<br />
Başbakan Refik Hariri’nin 14 Şubat<br />
2005’te Beyrut’ta uğradığı suikast Suriye’nin<br />
Lübnan’dan çıkışını getirmiştir.<br />
Batı yanlısı koalisyon “14 Mart İttifakı”,<br />
suikastten Suriye’yi, sorumlu tutmuş<br />
Hizbullah liderliğindeki “8 Mart İttifakı”<br />
ve bazı Suriyeli yetkililer ise suikastin<br />
arkasında İsrail gizli servisi Mossad’ın<br />
olabileceğini öne sürmüştür. Suikast<br />
ülkedeki siyasî ayrışmayı daha da keskinleştirmiş,<br />
Ortadoğu’daki dengeler de<br />
derinden etkilenmiştir.<br />
Ülkedeki Şiîler ve Sünnîler arasında<br />
geçmişe dayanan gerilim, Suriye’deki<br />
savaşla birlikte zirveye ulaşmış durumdadır.<br />
2006 yılındaki Hizbullah-İsrail<br />
savaşında ülkedeki Sünnîler Şiîleri<br />
desteklemiş ve tüm dünya Müslümanlarında<br />
Hizbullah’a karşı bir sempati<br />
oluşmuşsa da, bugün ülkedeki Şiîler<br />
Suriye’deki Esed yönetimini desteklemektedir.<br />
Ülkedeki Şiîlerle Sünnîlerin<br />
arasının yeniden açılmasına sebep<br />
olan bu durum, ülkede yeni bir kaos ve<br />
çatışma ortamının oluşması için büyük<br />
bir risk arz etmektedir.<br />
Kafamızda birazcık da olsa Lübnan<br />
tarihiyle ilgili bir şeyler şekillendikten<br />
sonra gelin birazcık da Lübnan’ı bizim<br />
için Lübnan yapan kendisine bizi hayran<br />
bırakan bizde ki Lübnan’ı konuşalım…<br />
Bilmiyorduk sonra da ayrılamadık…<br />
Geçen seneye kadar gerçekten Lübnan<br />
hiç aklımıza gelmemişti, insanlar<br />
Arapça öğrenmek için genellikle Ürdün,<br />
Fas, Sudan gibi ülkeleri tercih ediyorlar.<br />
Ben de Lübnan’dan önce Arapça öğrenmek,<br />
pratik yapmak için Ürdün’ü tercih<br />
edenlerdendim. Yol arkadaşsız tek başıma<br />
Ürdün macerası yaşadım, çok hayal<br />
kurarak gitmiştim, maalesef ki hayal<br />
kırıklığı yaşayarak döndüm ama pişman<br />
değilim benim için güzel bir deneyimdi.<br />
Şimdi gelelim asıl konumuza; ,Lübnan’ı<br />
nasıl tanıdık, nasıl bu kadar çok<br />
bağlandık, iki sene üst üste gidecek<br />
kadar neden çok sevdik Ürdün’den<br />
bir sene sonra Genç İHH’nın Lübnan’da<br />
dil kursu afişini gördüm ve hiçbir<br />
hayal kurmadan bir de bunu deneyelim<br />
bakalım diyerek kayıt oldum. Sınavlar<br />
mülakatlar derken gitme günü geldi ve<br />
daha önce hiç aklımızda olmayan çokta<br />
hakkında bir şey bilmediğimiz ülkeye<br />
vardık.<br />
Buraya günlük şunları şunları yaptık<br />
diye bir şey yazmayacağım becerebilirsem<br />
gördüğüm, yaşadığım ve sizin de<br />
gidip oraları görmenize vesile olacak<br />
merak uyandıracak birkaç bir şey yazıp<br />
devamını size bırakacağım…<br />
Dağlarına şehirler kurulan ülke…<br />
Lübnan denilince akla ilk gelen şeylerden<br />
biri de dağlarıdır. Dört bir tarafı<br />
dağlarla çevrili bir ülke. Bu coğrafik<br />
özellik farklı bir yöntemi de beraberinde<br />
getirmiş. Garip gelecek belki ama<br />
Lübnan’da insanlar dağ satın alıp dağ<br />
sahibi olabiliyorlar. Biz nasıl Türkiye<br />
de toprak alıp üstüne ev inşa ediyorsak<br />
Lübnan’da da adamlar dağ alıp üstüne<br />
ev inşa ediyorlar sonra da ‘bu dağ benim<br />
‘deyip izinsiz kimseyi sokmuyorlar.<br />
Böyle böyle dağlara evler inşa edilerek<br />
küçük küçük şehirler oluşturulmuş…<br />
Lübnan hiking gibi doğa sporlarına çok<br />
müsait bir ülke, eğer bu spora meraklıysanız<br />
gidilecekler listenize muhakkak<br />
Cebel-i Lübnan’ı da eklemelisiniz.<br />
Dağların zirvesine doğru çıkıldıkça<br />
bulutların içerisine giriyorsunuz,<br />
buluttan gelen havayı soluduğunuzda<br />
hissettiğiniz o his muazzam bir şey,<br />
tabi fazla soluyunca baş dönmesi de<br />
yapıyor Eğer bir de gece çıkmışsanız<br />
dağa, yıldızları en iyi gördüğünüz yer ve<br />
zamandır…<br />
Ortadoğu’nun Paris’i…<br />
Lübnan birçok yerde Ortadoğu’nun<br />
Paris’i olarak geçer. Bence Paris<br />
kelimesinin uyduğu ülke Lübnan değil<br />
Lübnan’ın başkenti Beyrut’tur. Beyrut<br />
merkeze gittiğinizde Lübnan’ın ifrat<br />
ve tefrit ülkesi olduğuna şahit olursunuz.<br />
Beyrut’un merkezi gerçekten<br />
Ortadoğu’nun Paris’i. Mağazalarıyla,<br />
insanlarıyla, arabalarıyla son derece<br />
lüks yaşayan bir bölge. Herhangi bir<br />
mağazada normal bir tişörtün fiyatının<br />
150 dolar veya sadece yarım saatlik bir<br />
bisiklet kiralamanın 200 dolar olduğuna<br />
şahit olursunuz. Merkezden biraz uzaklaşıp<br />
Hamra Caddesine geldiğinizde<br />
24
Gezi Seyr-i Günlüğü Alem<br />
biraz daha normal halkın yaşadığına<br />
şahit olursunuz. Hamra’dan aşağı inip<br />
Koola Caddesine geldiğinizde yerli halkla<br />
tanışırsınız, son model arabalardan<br />
ziyade dolmuşlar daha normal arabalar<br />
görürsünüz. Eğer Beyrut’tan Trablus’a<br />
gitmek isterseniz Koola’dan dolmuşa<br />
binip gidebilirsiniz. Koola’dan havalimanı<br />
yoluna doğru giderseniz Şii halkla<br />
karşılaşırsınız, kendinizi sanki Lübnan’da<br />
değil de İran’da hissedersiniz.<br />
Havalimanına doğru yaklaştıkça o son<br />
model lükslükten eser kalmamıştır…<br />
Lübnan’ın diğer şehirlerini gezmeseniz<br />
bile Havalimanı ve Beyrut merkez<br />
arasında küçük bir tur yaptığınızda<br />
ülkenin nasıl uçları yaşadığını<br />
görürsünüz.<br />
Yerli, Milli şehir Trablus…<br />
Bana göre Lübnan’da yaşanılabilecek<br />
en iyi yer Trablus şehri. Trablus bizden,<br />
içindeki eserleriyle Sünni halkıyla, taksicisiyle,<br />
yemeğiyle, manavıyla her şeyiyle<br />
bizden bir şehir…<br />
Trablus, Lübnan sınırları içerisinde<br />
Beyrut’a 85 km uzaklıkta bir şehir.<br />
Akdeniz’in Afrika kıyısındaki Libya’nın<br />
başkenti olan Trablus gibi burası da eski<br />
bir Osmanlı şehri ve isimleri dışında tarihten<br />
gelen ortak birçok yönü mevcut.<br />
Osmanlı döneminde bu isim benzerliğinden<br />
kaynaklanabilecek karışıklığı<br />
önlemek için Şam Vilayetine yakınlığından<br />
dolayı buraya Trablusşam,<br />
Kuzey Afrika’da olanına da Trablusgarb<br />
denilirmiş. Beyrut’un batıya bakan<br />
modern yönü ne kadar şehre hâkimse,<br />
Trablus’un da doğuya bakan yönü göze<br />
çarpıyor.<br />
Trablus’ta birçok yerde Türk bayrağı<br />
görmek mümkün. Kimileri evlerinin<br />
balkonuna asmış, kimileri dükkânının<br />
camına, kimileri evlerinin duvarına<br />
çizmiş… Trablus halkı genel olarak<br />
Türkiye’yi, Türkleri seviyor. Hatta bir<br />
köyde evin duvarında Mavi Marmara’nın<br />
çizimine bile şahit olduk. Bu da Mavi<br />
Marmara belki Gazze’ye giremedi ama<br />
dünyanın her yerine ulaştığına şahit<br />
ettirdi bizleri.<br />
Antik çağda önemli bir Fenike şehri<br />
olan Trablus, daha sonraki tarihlerde<br />
Perslerin, Romalıların, Arapların,<br />
Haçlıların ve Memlükler’in idaresinde<br />
kaldıktan sonra 1516’da Yavuz Sultan<br />
Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı<br />
topraklarına katıldı. Bu yüzden<br />
değişik dönemlere ait tarihi yapılarla<br />
karşılaşabileceğiniz Trablus’ta şehrin<br />
kalbinin attığı denilebilecek yer Tel<br />
Meydanı. Meydanın ortasında bulunan<br />
Osmanlı döneminde Sultan 2. Abdülhamid’in<br />
tahta çıkışının 25. yılı anısına<br />
yaptırılan Saat Kulesi tüm ihtişamıyla<br />
ayakta durarak Trablus halkına yaklaşık<br />
yüz yıldır zamanı doğru olarak gösteriyor.<br />
Üzerinde 2. Abdülhamid’in tuğrası<br />
bulunan ve 30 metre yüksekliğindeki<br />
bu saat bir yönüyle şehrin merkezini de<br />
tayin ediyor. Şimdi bu saat kulesi Taksi<br />
durağı olarak kullanılıyor. Trablus’taki<br />
taksilerin çoğunluğu 80 model mercedes<br />
taksiler.<br />
Saat kulesine sırtınızı verip denize<br />
ters istikamette yürüdüğünüzde karşınıza<br />
bir anda kuyumcu dükkânlarıyla altın<br />
çarşısı çıkıyor. Çarşı girişinde bulunan<br />
Mansuri Büyük Camii mimarisiyle pek<br />
görmeye alışık olduğumuz bir tarzda<br />
değil. 1294 yılında yapımı bitirilen cami<br />
mimarisiyle büyülüyor. Caminin İmamı<br />
Mehmet Çelebi amca ise üniversiteyi<br />
Türkiye’de okumuş ve Erbakan hocayı<br />
da yakından tanıyor. Eğer yolunuz bu<br />
camiye düşerse muhakkak Mehmet<br />
amcayla tanışın. Kuyumcu dükkânlarıyla<br />
başlayan Kapalıçarşı’nın içinde bulunan<br />
Sabuncu Han adı üzerinde sabuncularıyla<br />
meşhur. İki katlı bu han içinde<br />
uzun yılların tecrübesiyle ve en doğal<br />
şekilde üretilen sabunlar dünyanın<br />
değişik yerlerinden ilgi ve müşteri<br />
çekebiliyor. Eğer giderseniz Yeşil çaylı,<br />
Arz ağaçlı sabunlarından muhakkak<br />
alın. Sabun hanından çıktıktan sonra<br />
Kapalıçarşı’da gezebilirsiniz, Kapalıçarşı<br />
tam anlamıyla halkın olduğu, her çeşit<br />
insanla tanışabileceğiniz bir yer aynı<br />
zamanda burayı gezerek şehrin çarşı<br />
kültürünü de anlama fırsatı bulursunuz.<br />
Fiyatlar Beyrut ve belki Lübnan’ın diğer<br />
yerlerine oranla daha ucuz olduğu<br />
için Trabluslu olmayan birçok Arap da<br />
buraya gelip alışverişlerini buradan<br />
yapıyor. Çarşıyı gezdikten sonra Trablus<br />
şehrine kuş bakışı bakmak isterseniz<br />
muhakkak gidilmesi gereken yerlerden<br />
biri de Trablus kalesidir…<br />
Trablus’ta Osmanlı eserleri sayısı<br />
100’den fazla. Bunlar arasında hanlar,<br />
hamamlar, medreseler, kamu binaları<br />
ve çarşılar yer alıyor. Kanuni Sultan<br />
Süleyman döneminde yapılan Trablus<br />
Kalesi, ülkenin en önemli tarihi eserlerinden<br />
biri. Kale aynı zamanda şehrin<br />
hâkim tepesi olduğundan olacak Lübnan<br />
askerleri kalede şehri bekliyor.<br />
Kaleden Trablus manzarasını izledikten<br />
sonra deniz havası almak isterseniz<br />
kesinlikle gitmeniz gereken yer Mina…<br />
Mina bize göre Trablus’un karmaşasından<br />
kaçıp kafa dinleyebildiğiniz,<br />
uğruna savaşların yapıldığı Akdeniz’i<br />
izleyebildiğiniz, bir yandan çayınızı<br />
yudumlarken bir yandan hayaller<br />
kurabileceğiniz bir kordon. Trablus<br />
halkı genellikle ikindi vaktinden sonra<br />
buraya gelip Akdeniz’e karşı nargilelerini<br />
içiyorlar. Şimdiye kadar gittiğim Arap<br />
ülkelerinde Nargilenin en yaygın olduğu<br />
yer Lübnan bence, yedisinden yetmişine<br />
herkes içiyor desek abartmış olmayız…<br />
Mekânların da ruhu vardır…<br />
Ben her ülkenin, her şehrin, her<br />
yerin bir ruhu olduğuna inanırım.<br />
Bence eğer o ruh olmasaydı insanlar<br />
bir ülkeye, şehre bağlanamazlardı.<br />
Lübnan’da ruhu olan bir ülke, bana göre<br />
daha yerel, daha samimi bizden bir ülke,<br />
ecdadımızın 400 sene yaşadığı, topraklarının<br />
hepimizin olduğu bir ülke…<br />
Lübnan’da tanıştığım bir doktor<br />
‘Türklerin Arapça, Arapların Türkçe<br />
öğrenmesi gerekiyor biz biriz ‘ demişti.<br />
Bu cümleye o kadar çok katılıyorum ki<br />
biz biriz kardeşiz…<br />
Velhasılı kelam, biz Lübnan’ı çok<br />
sevdik, o topraklarda bizim oradaki<br />
insanlar da bizim kardeşlerimiz gidin<br />
görün tanışın…<br />
25<br />
25
Divan<br />
1 Hakk’ı bulmak isteyenler eylesün nefsini dervîş<br />
Çalap bize mürşid virmiş dervîş olubilsem dervîş<br />
2 Nefs yolından geçemezin ‘ışk şarâbın içemezin<br />
Gönlüm kara açamazın dervîş olubilsem dervîş<br />
3 Hakk’a yakın olam mı ki rahmetine talam mı ki<br />
İremedin ölem mi ki dervîş olubilsem dervîş<br />
4 Bu ‘acâyib sevdâ düşdi gönlüm karâr kılmaz benüm<br />
Bildüm işüm cümle hatâ dervîş olubilsem dervîş<br />
5 Dosta bilişene irsem dostun yolına yürisem<br />
‘Ârıla nâmûsı kosam dervîş olubilsem dervîş<br />
6 Bir gün işüm tamâm ola hep itdügüm gümân ola<br />
Meger Hak’dan emân ola dervîş olubilsem dervîş<br />
7 Eger virürlerse emân kullugum olmadı tamâm<br />
İy bî-çâre Yûnus hemân dervîş olubilsem dervîş<br />
Yunus Emre<br />
26
Frekans<br />
Bir Gün Mutlaka - Aykut Kuşkaya<br />
Çatlasa dünyanın sabır taşları<br />
dürülür defteri zulümün bir bir<br />
elvan elvan çiçek açar sabahlar<br />
bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka<br />
bir ömür beklemek kahır yüküdür<br />
dağlar kente yürür mekân kımıldar<br />
gönülden gönüle bir sevda akar<br />
bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka<br />
türküler söylenir cihad üstüne<br />
sabah yakındır derim gece üstüne<br />
dünya kıyama doğru ezan sesine<br />
bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka<br />
şarkı benim, cihad benim, umut ben<br />
sabır benim, zafer benim, müjde ben<br />
yüreğim bir bomba ateş bekleyen<br />
bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka<br />
27
Başarı Öyküsü<br />
benim hikayem<br />
Merve Çirişoğlu Çotur<br />
Bizim hikayemiz, “Şahit olduğum<br />
bunca acıya karşın ben ne yapabilirim?”<br />
sorusuna yürekten verdiğimiz<br />
bir cevapla başladı: 20 yaşında bir<br />
üniversite öğrencisiydik. O dönemde<br />
Afrika’da yoğun bir şekilde katarakt<br />
ameliyatı çalışmaları yapılıyordu. Biz<br />
de üç hastanın ameliyat masraflarını<br />
üstlenmeye ve bunun için bir fon<br />
kaynağı oluşturmaya karar verdik.<br />
Harçlığımızdan bir miktarı transfer<br />
etmek değil, kendi emeğimizi ortaya<br />
koymak istedik ve ‘elimizden ne gelir’<br />
diye düşünmeye başladık. Tasarım<br />
ve çizim işlerini sevdiğimiz için ilk<br />
etapta arkadaş çevremizde tanıtımını<br />
yapmak üzere 80 tane orijinal kitap<br />
ayracı tasarladık ve adını “Kitap<br />
Ayracı Projesi” koyduk. Ayraçlarımız<br />
çok beğenildi, ilk gün tamamı tükendi<br />
ve hedefimize ulaşmış olduk. İnsanların<br />
çağrımıza teveccühü ve daha<br />
fazla iyiliğe aracı olabilme ihtimalimiz<br />
bizde büyük bir heyecan uyandırdı<br />
ve hemen yeni ayraçlar tasarladık.<br />
Onlar da birkaç güne kalmadan bitti<br />
ve projemiz ürünler vasıtasıyla elden<br />
ele onlarca üniversiteye yayıldı. Önce<br />
bir web sayfası ve Türkçe ve İngilizce<br />
sosyal medya hesabı açtık. Projemizi<br />
detaylandırıp bir kimlik inşa ettik,<br />
bize gelen talepleri değerlendirip<br />
not defteri, rozet, anahtarlık gibi yeni<br />
ürünler hazırladık. Her hafta yoğun<br />
28<br />
bir şekilde Türkiye’nin<br />
onlarca şehrine yüzlerce<br />
kargo gönderdik. Bu arada<br />
işin çizim, piyasa araştırması,<br />
matbaa baskısı gibi<br />
aşamalardaki teknik detaylarını<br />
araştırıp öğrendik<br />
ve ürünlerimizin kalitesini<br />
artırdık. Bunu kermesler,<br />
stantlar ve seminerler<br />
takip etti.<br />
Kitap Ayracı Projesi’nin<br />
üçüncü haftasında ürünlerden<br />
elde ettiğimiz<br />
bağışlarda tatmin edici bir<br />
düzeye ulaşmıştık. Projemizi<br />
gücümüzün yettiği yere kadar<br />
devam ettirmeye niyetliydik. Öğrenciler<br />
eliyle yürüyen, onlara hitap eden<br />
ürünler üretiyor olmamız, daha büyük<br />
bütçeli ve kalıcı bir projeye imza<br />
atabilmemizdeki en önemli faktördü.<br />
Biraz cesur bir adımla Malavi’de<br />
130.000 TL değerinde bir yetimhane<br />
inşa ettirmeye karar verdik. İlk etapta<br />
bu denli bir miktar bizi ürkütse de<br />
sınırlarımızı zorlayacak ve bizi sürekliliği<br />
olan bir iyiliğe teşvik edecek<br />
olmasından dolayı heyecanla projeyi<br />
üstlendik. İlk yetimhane projemiz,<br />
bize yepyeni kapılar da araladı. İnsani<br />
yardımın farklı boyutlarını gördük,<br />
Afrika insanını yakından tanıdık, yetim<br />
Bizim hikayemiz, “Şahit<br />
olduğum bunca acıya<br />
karşın ben ne yapabilirim?”<br />
sorusuna yürekten<br />
verdiğimiz bir cevapla<br />
başladı:<br />
çocukların karşılaştığı zorluklara şahit<br />
olduk, binlerce hayata dokunduk,<br />
’daha fazla ne yapılmalı, ne yapabiliriz’<br />
üzerine gündemimiz değişti. Sabahlara<br />
değin süren yüzlerce verimli<br />
toplantıyı geride bıraktık, zamanımızı<br />
daha kıymetli işler için değerlendirdik,<br />
insan olduğumuzu hatırladık ve<br />
daha nice güzel şeyi yakinen tecrübe<br />
ettik.<br />
Yıllar süren ve zaman zaman bizi<br />
pes etme noktasına getiren yoğun<br />
çalışmaların ardından, verilen emeğin<br />
meyvelerini görmek çok güzel bir<br />
motivasyon oldu. Ürünlerimizden<br />
elde ettiğimiz gelir ve pek çok şehirde<br />
gönüllü arkadaşlar aracılığıyla
Başarı Öyküsü<br />
yürüttüğümüz çalışmalarla önce<br />
Malavi’de 46 kişilik bir yetimhane,<br />
sonra Patani’de 360 kişilik<br />
bir okul ve Bangladeş’te 170<br />
kişilik bir yetimhane inşa ettirdik.<br />
Açılışlarını bizzat yaptığımız<br />
yetimhanelerimiz ve okulumuzda<br />
hizmet alacak olan çocuklarımızla<br />
tanıştık, oyunlar oynadık. Her şahitliğimizin<br />
omuzlarımıza yeni sorumluluklar<br />
yüklediğini hissettik. Üzerine giyecek<br />
ikinci bir elbisesi olmayan çocuklardan,<br />
hastalıktan karınları şişmiş bebeklere; yiyecek bir yemeği<br />
olmadığı için ağaç yapraklarını yiyen insanlardan, anne<br />
babası çetelerce gözleri önünde katledilmiş yetimlere<br />
kadar pek çok hikâye dinledik. Raporlarda okuduğumuz<br />
‘istatistikler’, kanlı canlı karşımızdaydı; muhatabımızdı,<br />
kardeşimizdi. Nice insanla kucaklaştık, “İnşallah bir dahaki<br />
sefere cennette karşılaşırız.” diye dualar aldık.<br />
Güzel dualar ve girişimler, yolu güzel insanlarla kesiştirince,<br />
iyilik, kelebek etkisi yapıyor ve bereketle yeryüzüne<br />
yayılıyor. Birkaç kitap ayracıyla başlayan hikayemiz, bizi<br />
binlerce insanla tanıştırdı ve birlikte nice anılar paylaştık.<br />
Telefonla arayıp ağlayarak ‘Bana çok güzel ilham oldunuz’<br />
diye dua eden bir abla, kermese gelip ‘Verebileceğim tek<br />
şeyim bu’ deyip alyansını uzatan bir genç kız, Whatsapp<br />
gruplarını açık artırma usulü harekete<br />
geçirip sabaha kadar yetimhanemize<br />
bağış toplayan bir teyze,<br />
ödev olarak Kitap Ayracı Projesi’ni<br />
hikayeleştirip sınıf arkadaşlarına<br />
anlatarak iyilik çağrısında bulunan<br />
bir çocuk, sadece yetimlerle vakit<br />
geçirmek için sabah erkenden Bursa’dan<br />
İstanbul’a gelen bir bey, Çocuk<br />
İftarı Programımızda “Ben çocuklarımın<br />
bu kadar mutlu olup eğlenebilecekleri<br />
böyle güzel bir günü hayal dahi edemezdim, siz<br />
yaşamasına vesile oldunuz” diyen bir yetim annemiz;<br />
hepsi gerçekten çok güzeldi. Bu süreçte birlikte hareket<br />
ettiğimiz bir grup iyiliksever arkadaşımızla kurduğumuz<br />
İyilikhane Derneği’nde bu güzelliklere yakinen şahit olmaya<br />
devam ediyoruz.<br />
7 yılı aşkın zamandır devam eden bu çalışmalarımız, bir<br />
şekilde insan olmanın hakkını verme çabası aslında...<br />
Dünyada mazlum bir insanın, bilhassa çocukların dilinden<br />
dökülen dua ve yüzlerinde oluşan tebessüm kadar<br />
kıymetli çok az şeyin olduğunu düşünüyorum. Son nefese<br />
kadar benim de ailemin de dostlarımın da iyiyi konuşan,<br />
iyiyi yapan ve iyiliğe çağıran insanlardan olmamızı temenni<br />
ediyorum.<br />
29
Oku/Çiz/Çek/Paylaş<br />
Oku/Çiz/Çek/Paylaş<br />
nurettin topçu-varolmak<br />
voltaire - candide<br />
ibrahim tenekeci-son düzlük<br />
ismet özel-waldo sen neden burada değilsin<br />
andullah harmancı-ertesi dünya<br />
30
Dua Niyetine<br />
Guangxi<br />
Çin<br />
31
STK Tanıtımı<br />
Savaş mağdurları<br />
protezlerine<br />
kavuşuyor<br />
İHH Yüksek Teknolojili Protez Ortez Merkezi<br />
Yakın coğrafyamızda savaşlar ve çatışmalar sonucunda uzuvları<br />
zarar gören ya da hayatına engelli halde devam etmek zorunda<br />
olan birçok insan var. Yalnızca Suriye’de yaşanan savaşta<br />
2.8 milyon insan beden bütünlüğünden mahrum kaldı. Irak ve<br />
Filistin’de engelli kalan insanları da dahil ettiğimizde bu sayı 4<br />
milyonu geçiyor.<br />
Yurtlarından göç ettikleri için tedavi olamayan birçok mülteci<br />
bulunuyor. Kolu, bacağı ve diğer uzuvları eksik olarak yaşamak<br />
yalnızca onların değil aynı zamanda yakınlarının hayatını da hem<br />
fiziksel hem de psikolojik olarak etkiliyor. Bu durumu değiştirmek,<br />
tedavi hizmetine ulaşamayan engelli mültecilerin sıkıntılarını<br />
giderebilmek için İHH, Yüksek Teknolojili Protez Ortez<br />
Merkezi’ni hayata geçirdi.<br />
Kuveyt Beyt Zeka ve AID’in destekleriyle hayata geçen proje ile<br />
fiziksel engelleri nedeniyle hayatının geri kalanında hedeflerine<br />
ve hayallerine ulaşamayan insanlara bir ayak ya da kol protezi<br />
sağlanmış olacak. Siz de bu projeye destek vererek bir engellinin<br />
kol veya ayak protezine ulaşmasını sağlayabilir, onların<br />
hayatını değiştirebilirsiniz. Bir hasta için ortalama fiyatı 5.000<br />
TL’yi bulunan ortez protez tedavisinde bir hastanın tüm ihtiyacını<br />
karşılayabilir veya istediğiniz miktarla katkıda bulunabilirsiniz.<br />
Merkez nasıl çalışıyor?<br />
İstanbul, Şanlıurfa ve Hatay’da birer ofisi bulunan merkezde<br />
alanında uzman on beş personel hizmet veriyor. Ekipmanları<br />
açısından merkez, son teknolojileri ile ortez-protez işlemi yapan<br />
hastanelerin çoğundan daha gelişmiş bir üretim ve uygulama<br />
gerçekleştiriyor. Tedavi aşamalı olduğundan ortez-protez süreci,<br />
her hasta için aytıntılı olarak dijital ortamda takip ediliyor. Savaş<br />
şartları ya da diğer imkânsızlıklar nedeniyle hastalar her zaman<br />
merkeze gelemeyebiliyor. Bu amaçla Şanlıurfa ve Reyhanlı’da<br />
kurulan merkezler, kamplarda yaşamak zorunda olan hastaların<br />
genel merkezde alabileceği hizmetlerin aynısını bölgede verebiliyor.<br />
Engel tespitinden sonra ilgili organ kısa sürede üretilse<br />
de vücut protezi hemen kabul etmiyor. Bazı vakalarda ameliyat<br />
da gerekebiliyor. Bu gibi durumlarda merkezin koordineli olarak<br />
çalıştığı hastanelerde hastanın ameliyatı gerçekleştirilerek ilgili<br />
organ ortez-proteze uygun hale getiriliyor.<br />
Bu sürecin tamamında hastanın fiziksel ve psikolojik uygunluğunu<br />
sağlamak için uzman fizyoterapist ve psikoterapistler<br />
tedaviye destek oluyor. Titizlikle sürdürülen egzersizler ile vücut<br />
uygun hale getiriliyor.<br />
Egzersizlerini tamamlayan hastadan ölçü alma süreci başlıyor.<br />
Ölçüler üç boyutlu tarayıcılar ile alınıyor. Üç boyutlu yazıcılar<br />
sayesinde de kol ya da bacak 4-6 saat gibi çok kısa bir sürede<br />
üretiliyor. Protez takıldıktan sonra hizmetler sonlanmıyor.<br />
Tedavi periyodik kontroller ile devam ediyor. Çünkü bir protezin<br />
oturması vakit aldığı gibi oturduktan sonra deformasyonu da söz<br />
konusu. Yahut hastanın kilo alma-vermesi gibi durumlarda da<br />
yeniden üretim gerekebiliyor. Tüm hastalarda bu tip değişikliklerin<br />
her an ortaya çıkabilme ihtimali var. İşte bu gibi durumlar<br />
hastanın sürekli takibini zorunlu kılan faktörlerden yalnızca<br />
birkaç tanesi.<br />
Destekleriniz ve bağışlarınız ile bu özgün projeyi geliştirerek<br />
daha fazla mağdur insana ulaşabiliriz. Ulaştığımız her hasta,<br />
hayata, hayallerine ve hedeflerine adım atacak. Engelli insanların<br />
hayallerine adım atabilmeleri, sosyal hayatta var olabilmeleri<br />
sizin elinizde. Sizin atacağınız bir adım sayesinde onlar da hedeflerine<br />
yürüyebilecekler. Siz de bu projeye destek vererek bir<br />
engellinin kol veya ayak protezine ulaşmasını sağlayabilir, onların<br />
hayatını değiştirebilirsiniz. Bir hasta için ortalama fiyatı 5.000<br />
TL’yi bulunan ortez protez tedavisinde bir hastanın tüm ihtiyacını<br />
karşılayabilir veya istediğiniz miktarla katkıda bulunabilirsiniz.<br />
Ortez ve Protez Merkezi nasıl çalışıyor?<br />
İstanbul, Şanlıurfa ve Hatay’da birer ofisi bulunan merkezde<br />
alanında uzman on beş personel hizmet veriyor. Ekipmanları<br />
açısından merkez, son teknolojileri ile ortez-protez işlemi yapan<br />
hastanelerin çoğundan daha gelişmiş bir üretim ve uygulama<br />
gerçekleştiriyor.<br />
Tedavi aşamalı olduğundan ortez-protez süreci, her hasta için<br />
aytıntılı olarak dijital ortamda takip ediliyor.<br />
32
STK Tanıtımı<br />
Savaş şartları ya da diğer imkânsızlıklar nedeniyle<br />
hastalar her zaman merkeze gelemeyebiliyor. Bu<br />
amaçla Şanlıurfa ve Reyhanlı’da kurulan merkezler,<br />
kamplarda yaşamak zorunda olan hastaların genel<br />
merkezde alabileceği hizmetlerin aynısını bölgede<br />
verebiliyor.<br />
Engel tespitinden sonra ilgili organ kısa sürede<br />
üretilse de vücut protezi hemen kabul etmiyor. Bazı<br />
vakalarda ameliyat da gerekebiliyor. Bu gibi durumlarda<br />
merkezin koordineli olarak çalıştığı hastanelerde<br />
hastanın ameliyatı gerçekleştirilerek ilgili organ<br />
ortez-proteze uygun hale getiriliyor.<br />
Bu sürecin tamamında hastanın fiziksel ve psikolojik<br />
uygunluğunu sağlamak için uzman fizyoterapist<br />
ve psikoterapistler tedaviye destek oluyor. Titizlikle<br />
sürdürülen egzersizler ile vücut uygun hale getiriliyor.<br />
Egzersizlerini tamamlayan hastadan ölçü alma<br />
süreci başlıyor. Ölçüler üç boyutlu tarayıcılar ile<br />
alınıyor. Üç boyutlu yazıcılar sayesinde de kol ya da<br />
bacak 4–6 saat gibi çok kısa bir sürede üretiliyor.<br />
Protez takıldıktan sonra hizmetler sonlanmıyor.<br />
Tedavi periyodik kontroller ile devam ediyor. Çünkü<br />
bir protezin oturması vakit aldığı gibi oturduktan<br />
sonra deformasyonu da söz konusu. Yahut hastanın<br />
kilo alma-vermesi gibi durumlarda da yeniden<br />
üretim gerekebiliyor. Tüm hastalarda bu tip değişikliklerin<br />
her an ortaya çıkabilme ihtimali var. İşte bu<br />
gibi durumlar hastanın sürekli takibini zorunlu kılan<br />
faktörlerden yalnızca birkaç tanesi.<br />
Siz de bu projeye destek vererek bir engellinin kol veya ayak protezine ulaşmasını sağlayabilir, onların<br />
hayatını değiştirebilirsiniz. Bir hasta için ortalama fiyatı 5.000 TL’yi bulunan ortez protez tedavisinde bir<br />
hastanın tüm ihtiyacını karşılayabilir veya istediğiniz miktarla katkıda bulunabilirsiniz.<br />
33
34<br />
Mecelle
Mecelle<br />
35
kudüs köşesi<br />
KUDÜS BİZİM NEYİMİZ OLUR?<br />
Kudüs denilince gözlerimizin önüne gelen bir sahne var.<br />
Ridley Scott’un yönetmenliğini yaptığı Cennetin Krallığı filminde<br />
Haçlı komutan ve Selahaddin arasında geçen kısa ama oldukça<br />
etkileyici o diyalog... Orlando Bloom’un oynadığı Kudüs Lordu<br />
Ibelinli Balian şehri Selahaddin’e teslim ettikten sonra ona<br />
“Kudüs’ün değeri nedir?” sorusunu sorar. Selahaddin’in cevabı<br />
dikkat çekicidir. İlk önce “hiçbir şey” cevabını veren Selahaddin<br />
biraz ilerledikten sonra tekrar döner ve “her şey” diyerek<br />
cevabını tamamlar. Çünkü değeri, maddi olan değil manevi olan<br />
belirler. Yani Selahaddin hiçbir şey cevabını verirken onun maddi<br />
olarak bir değerinin olmadığını her şey cevabını verirken de<br />
Allah’ın onu mübarek ve kutsal kılmasından dolayı Müslümanların<br />
gözündeki manevi değerini belirtiyor. O halde Kudüs bizim<br />
neyimiz olur cevabına sanırım filmdeki gibi “herşeyimiz” cevabını<br />
verebiliriz. Zira Kur’an’da çok defa bu topraklar bereketli ve<br />
mukaddes olarak tanımlanmış. Bunlardan en bilineni (Mescid-i<br />
Aksa lafzının açıkça geçmesi sebebiyle belki de) İsra suresinin<br />
ilk ayeti. Şöyle buyuruyor Rabbimiz:<br />
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir<br />
kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu<br />
Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek<br />
kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah<br />
noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten<br />
işitendir, görendir.”<br />
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (cc.), Mescid-i<br />
Aksa’ya öyle bir bereket bahşetmiştir ki bu bereket mescidin<br />
kendisiyle sınırlı kalmayarak etrafına da taşmıştır. Bunun yanı<br />
sıra Araf/137, Enbiya/71 ve 81, Sebe/18 gibi ayetlerde bereketli<br />
kılındığı bildirilen “arzın” yani toprakların Filistin olduğu<br />
noktasında müfessirlerin ağırlıklı görüşü var. Bir de genellikle<br />
camilerde mihrab üzerine Âl-i İmran suresinin 37. ayetinden bir<br />
kısım yazılır:<br />
“Zekeriyya Meryem’in bulunduğu mihraba<br />
her girdiğinde onun yanında yiyecek, rızık<br />
bulurdu. ‘Bu, sana nereden geldi ey Meryem?’<br />
derdi. Meryem: ‘O, Allah tarafındandır.<br />
Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde<br />
rızıklandırır.”<br />
Hz. Meryem’in Rabbi tarafından rızıklandırıldığı bu mihrabın<br />
Mescid-i Aksa’da bulunuyor olması da dikkat çeken bir husus.<br />
Yine Rasulullah’ın miraca buradan yükselmesi, Kabe’den sonra<br />
inşa edilen ikinci mabed olması da Kudüs’ün manevi değerini<br />
anlatmak için yeterlidir sanırım. Bu bölgenin bereketli kılındığı<br />
konusunda hemfikiriz yalnız bereket nedir sorusuna cevap<br />
vermek asıl zor olan. Bolluk, rahmet vb. birçok şey söyleyebiliriz<br />
belki ama ben hiçbir tanımın “bereket” kelimesini açıklamaya<br />
yeterli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bereket hissedilen<br />
bir şey. Kudüs sokaklarında gezenler hisseder onu, Mescid-i<br />
Aksa’da namaz kılanlar, Kudüs için dünyanın neresinde olursa<br />
olsun bir şeyler yapmaya gayret edenler çalışmalarında hisseder<br />
36
ereketi, vakitlerinde hisseder. Öyle<br />
geniştir Kudüs üzerindeki bereket.<br />
Müslümanlar bu kıymetin farkında<br />
olmalı ki sıklıkla Kudüs fotoğraflarına,<br />
şiirlerine, Kudüs’le ilgili programlara<br />
rastlıyoruz günümüzde. Ama birçok<br />
meselede olduğu gibi Kudüs söz konusu<br />
olunca da tek başına sevgi yeterli<br />
olmuyor. Biz Kudüs’ü severken, onun<br />
tarihini, içinde barındırdığı yapıları,<br />
coğrafyasını, sosyolojisini, günümüz<br />
siyasi problemlerini, işgal politikalarını<br />
bilmemize gerek yokmuş gibi davransak<br />
da tüm bunlar da sevgiye dâhil<br />
değil mi? Zira Selahaddin Eyyübi’nin<br />
Kudüs’ü fethi kendisinden çok önce<br />
İmadüddin Zengi’nin ortaya koyduğu<br />
fetih stratejisinin bir sonucuydu.<br />
PEKI O ZAMAN NERESIDIR KUDÜS?<br />
Kudüs; Mısır, Mezopotamya ve<br />
Anadolu bölgelerinin kesiştiği noktada<br />
bulunan, Akdeniz’in Suriye kıyılarına<br />
yakın bir şehir. Lut gölünün 24 km<br />
batısında bulunan Kudüs Akdeniz<br />
kıyılarına da 52 km uzaklıkta. Kutsal<br />
mekânları barındırmasının yanında<br />
Filistin toprakları; Asya, Afrika ve<br />
Avrupa gibi stratejik önemi büyük olan<br />
kıtaların kavşak noktası. Bu nedenle de<br />
kültür, sanat ve medeniyet alışverişlerinin<br />
yoğun olduğu bölgeler arasında<br />
bir köprü vazifesi görmüş. Oryantalistler<br />
Kudüs’ün tarihini şehrin kuruluşuna<br />
dayandırsalar da:<br />
“Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor:<br />
Ben, Rasûlullâh’a Yeryüzünde<br />
ilk önce hangi mescidin bina edilip<br />
konulduğunu sordum, bana: ‘el-Mescidü’l-Harâm’<br />
buyurdu. ‘Sonra hangisi’<br />
dedim, ‘el-Mescidü’l-Aksâ’ buyurdu.<br />
Sonra ben: ‘Bu iki mescidin kuruluşu<br />
arasında ne kadar zaman vardır’<br />
dedim, ‘Kırk sene’ buyurdu…”(Buhari,<br />
Enbiya, 60/40)<br />
rivayetinden yola çıkarak bu tarihin<br />
ne kadar eskilere dayandığını anlayabiliriz.<br />
Adının geçtiği, bilinen, en eski<br />
belgelerin ise milattan önce 19 ve 18.<br />
yüzyıllara ait Mısır metinleri olduğu<br />
kudüs köşesi<br />
söyleniyor. Çok kez istilalara uğramış ve birçok devletin hâkimiyeti altına<br />
girmiş olan şehir farklı isimlerle anılmış. Urusalim, Yeruşalem, Jebus,<br />
Jerusalem, İliya bunlardan bazıları. Müslümanların şehri almasıyla İliya<br />
ismi terkedilerek Beytü’l Makdis ismi kullanılmaya başlanmış. Kudüs<br />
ismi Memlükler döneminde yaygınlaşan bir isim. Osmanlı döneminde<br />
buna Şerif kelimesi eklenerek Kudsü’ş-Şerif olarak ifade edilmiştir.<br />
Osmanlı dönemine ait belge ve sicillerde de şehir bu ismiyle zikredilir.<br />
Tarih boyunca Kudüs için birçok isim kullanılmıştır. Bu isimlere baktığımızda<br />
genellikle şehrin kutsallıkla ya da barışla nitelendirildiği isimler<br />
olduğunu farkederiz. Mescid-i Aksa ismi ise 144 dönümlük etrafı surla<br />
çevrili alan için İsra suresinin nüzulünden itibaren kullanılmıştır. Müslümanların<br />
idaresinde olduğu müddet içerisinde bu kutsal mescidin içine<br />
Kıble Mescidi, Kubbetü’s-Sahra, Mervan ve Burak Mescidi gibi mescidler,<br />
çok sayıda çeşme, kubbe ve çeşitli yapılar inşa edilmiş.<br />
İslam tarihinde Kudüs’ün ilk fatihi olan Hz. Ömer, şehre Cebelü<br />
Mükebbir (Tekbir Dağı)’den girmiş ve hiç kan akıtmadan şehrin anahtarını<br />
patrikten teslim almıştır. Müslümanlara iki rekât namaz kıldıran<br />
Hz.Ömer’in namazın birinci rekatında İsra suresi ikinci rekatında ise Sâd<br />
suresi okuduğu rivayet edilir. İsra suresinin sebebini anlayabilsek de<br />
neden Sâd suresini okuduğuna dair daha derin bir tefekkür gerekiyor sanırım.<br />
Davud aleyhi selamın kıssasının bulunduğu Sad suresini okuyarak<br />
Hz. Ömer, Davud aleyhi selamın torunları olduğunu ve kutsal toprakların<br />
gerçek fatihlerinin geldiği mesajını mı veriyordu acaba?<br />
Sonrasında Emeviler, Abbasiler, Memlükler, Eyyübiler, Osmanlı… O<br />
kadar çok iz var ki Mescid-i Aksa’da, Kudüs sokaklarında, şehrin etrafında.<br />
Zeytin dağından şehre baktığınızda bütün asırların, devletlerin, medeniyetlerin<br />
bir tabloya nasıl sığdığına şahit oluyorsunuz. İnsana, zamanda<br />
yolculuğa çıktığı hissini veren bir tablo. Hangi dönemde yaşadığını<br />
insana unutturan, şehre gözünden ziyade yüreğiyle bakanları içine katıp<br />
eriten bir tablo. Sanki şehirleri, insanları değiştiren ve dönüştüren yeni<br />
zaman bu şehre hiç tesir etmemiş gibi. Hem de işgal devletinin şehrin<br />
İslami kimliğini değiştirmek için yaptığı tüm çalışmalara rağmen. Kudüs<br />
yalnız işgale değil, bozulmaya, yozlaşmaya, kimliksizleşmeye, modernleşme<br />
dedikleri ama aslı betonlaşma olan bir musibete ve bunun gibi<br />
birçok şeye direniyor. Bu sahne içinde bizim vazifemiz, rolümüz de sanki<br />
insanı kendi içerisinde bir yolculuğa çıkaran o izlerin peşine düşmek,<br />
bu direnişte şehre destek olmakmış gibi. Sokak sokak, adım adım tarihi<br />
çeşmeleriyle, medreseleriyle, vakıflarıyla Kudüs’ü tanımakmış gibi.<br />
Tanıdıkça seviyoruz Kudüs’ü, sevdikçe daha fazla tanıyoruz. Ahmet<br />
Murat’ın da dediği gibi “Bir şehri taşına kadar sevmeyi beceren kimsenin<br />
elinden o şehri alamazsınız” diyor meydan okuyoruz. Kudüs bizim için<br />
sadece bir toprak parçası değil. Kudüs bizim pusulamız, yolumuzu aydınlatan<br />
yıldızımız, dostu düşmanı ayırt ettiğimiz turnusol kağıdımız…<br />
37
Röportaj<br />
O fotoğraf<br />
Ara sıra gündeme düşen, yılların eskitemediği bir fotoğrafın hikâyesini paylaşmak istedik<br />
sizinle. Bundan tam 24 yıl önce, o dönem foto muhabiri olarak çalışan Uğur Günyüz’ün,<br />
Erbakan hocanın bir selamlama gezisinden çekmiş olduğu bu fotoğrafın hikâyesini, birde<br />
kendi anlatımıyla gündeme getirelim.<br />
Uğur bey, fotoğrafın hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?<br />
Her fotoğraf bize bir hikâye anlatmak zorunda. Fotoğrafın hikâyesi sadece<br />
o andan değil, giydiğin kıyafet ve bulunduğun mevkiden başlar. Benim şuan<br />
anlatacağım sadece fotoğrafın ‘çekildiği an’.<br />
O gün 1994 yılı yerel seçimler zamanıydı. Haber kaynağı olarak Refah partisi<br />
bülteni önüme gelmişti. Pendik varoşlarında bir mahallede üstü açık bir<br />
kamyonetin üstünde insanları selamlarken ben de başka bir arabada sokak<br />
sokak peşlerindeydim. Diğer gazeteler açıkçası Erbakan’ın yapmış olduğu bu<br />
selamlama gezisini pek umursamadı. Peşlerinde onları takip eden bir tek ben<br />
vardım, başka bir gazeteci grubu yoktu. Birde bahsetmek istediğim Sakarya<br />
grubu yani ‘karateci korumalar’ olarak adlandırılan grup vardı, fotoğrafa<br />
bakınca yanlardan koşan ekip. Takibe devam ederken halkın biraz daha<br />
azaldığı bir zamanda çekmiş oldum bu fotoğrafı.<br />
38
Röportaj<br />
Fotoğrafı çektiğiniz<br />
dönemde aldığınız tepkiler<br />
nasıldı? Bu dönemle<br />
aldığınız tepkiler eş<br />
değer mi?<br />
O fotoğrafın ruhu zamanla<br />
anlaşıldı. O günün koşullarında<br />
hiçbir şey değil aslında. Kimsenin<br />
ilgilenmediği bir andı ne bir<br />
gazeteci ne de ajans. O günden<br />
sonraki gidişatla fotoğrafın ünlenmesi<br />
normal.<br />
Şuan hala gündemde<br />
olması sizi nasıl<br />
hissettiriyor?<br />
Sosyal medyada karşıma çok<br />
çıkıyor. Amatör olarak insanların<br />
paylaşmasına bir lafım yok. Sadece<br />
canımı sıkan nokta, gazeteci<br />
olan arkadaşların, hassasiyet<br />
gözetmeden paylaşımda bulunmaları.<br />
Uğur Günyüz’e hem vaktini<br />
bize ayırdığı, hem de böyle<br />
bir fotoğrafı arşivimize kattığı<br />
için çok teşekkür ediyoruz.<br />
Başka bir fotoğraf hikâyesinde<br />
daha buluşmak üzere<br />
şimdilik hoş çakalın.<br />
UĞUR GÜNYÜZ<br />
1979 da Gazeteciliğe başladı; Dünya Gazetesi spor servisinde, Türk Haberler Ajansı spor servisinde,<br />
Cumhuriyet Gazetesi spor servisi, Kültür-magazin ve haber merkezinde toplam 22 yıl çalıştı.<br />
Fotoğraflarından bazıları, yurtdışında yayınlandı, kitap kapağı, tiyatro ve afişler oldu.<br />
6 Fotoğraf ödülü var.<br />
1990 lı yılların başlarında Adalet Bakanlığının Daveti ile Gazetecilerden meydana gelen heyette<br />
yer aldı, 5 ünlü cezaevini gezdi ve belgeledi.<br />
Çeşitli illerin fotoğraf sanatı derneklerinde ve üniversite fotoğraf kulüplerinde konferanslar<br />
verdi.<br />
Süleyman Gündüz’le Beyoğlu sanat galerisinde 2012 ve 2014 de iki önemli sergi açtı.<br />
2005 yılından bu yana fotoğraf dersleri veriyor.<br />
Gazetecilik mezunu olarak basında foto muhabiri kadrosunda çalışan ve basın kartında da foto<br />
muhabiri yazan bir iki gazeteciden biridir.<br />
39
40<br />
Trendtopic