Engelliler
Engelliler
Engelliler
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
âyet ve hadisler ışığında<br />
ENGELLİLER<br />
1 2<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları / 640<br />
Halk Kitapları / 158<br />
Tashih:<br />
Ali Osman Parlak<br />
Altan Çap<br />
Grafik &Tasarım<br />
Recep Kaya<br />
Hüseyin Dil<br />
Baskı:<br />
Saray Matbaacılık<br />
Tel: (0.312) 527 28 90<br />
2005-06-Y-0003-640<br />
ISBN: 975-19-3792-2<br />
© Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları<br />
Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı<br />
Derleme ve Yayın Şubesi Müdürlüğü<br />
Tel: (0.312) 295 73 06 – 295 72 75
A<br />
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI<br />
âyet ve hadisler ışığında<br />
ENGELLİLER<br />
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ<br />
ANKARA – 2005<br />
3 4<br />
Bu eser, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 24.06.2004 tarih<br />
ve 102 no’lu kararı ile basımı uygun görülmüştür.
İÇİNDEKİLER<br />
ÖNSÖZ .......................................................................... 9<br />
GİRİŞ ........................................................................... 11<br />
a) Tanım..... ............................................................. 11<br />
b) İnsanın Değeri ve Üstünlüğü ............................ 12<br />
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
KUR’AN’IN ENGELLİLERE YAKLAŞIMI ................... 15<br />
I. GÖRME, İŞİTME VE KONUŞMA ENGELLİLİĞİ ... 15<br />
1. Fiziksel Anlamda ............................................... 15<br />
a) Körlük ........................................................... 15<br />
aa) Sorumluluk Bağlamında ......................... 16<br />
ab) Benzetme Bağlamında ........................... 16<br />
ac) Değer Verme Bağlamında ...................... 17<br />
ad) Tedavi Bağlamında ................................. 19<br />
b) Sağırlık ........................................................ 21<br />
c) Dilsizlik ........................................................ 22<br />
2. Mecâzî Anlamda ................................................ 22<br />
3. Âhirette Sağırlık, Körlük ve Dilsizlik ................... 28<br />
II. ORTOPEDİK VE ZİHİNSEL ENGELLİLİK ............. 30<br />
1. Ortopedik Engellilik ............................................. 30<br />
2. Zihinsel Engellilik ............................................... 30<br />
a) Fiziksel Anlamda .......................................... 30<br />
aa) İftira Bağlamında .................................... 30<br />
5 6<br />
ab) Koruma Bağlamında .............................. 30<br />
b) Mecâzî Anlamda ......................................... 34<br />
3. Hastalıklar ......................................................... 35<br />
a) Dinî Ruhsat Bildirme Bağlamında ................ 35<br />
b) Tedavi Bağlamında ...................................... 36<br />
ba) Koruyucu Hekimlik .................................. 37<br />
1. Temizliğe Dikkat Etmek ...................... 37<br />
2. Beslenmeye Dikkat Etmek ................. 38<br />
3. Sıcak-Soğuğa Dikkat Etmek ............... 39<br />
4. Yorulunca Dinlenmek ......................... 39<br />
5. Spor Yapmak ve Temiz Hava<br />
Almak .................................................. 39<br />
6. Çocukların Aşılarını Zamanında<br />
Yaptırmak ............................................ 40<br />
7. Sigara, Alkol ve Uyuşturucudan<br />
Uzak Durmak ....................................... 40<br />
8. Trafik ve İş Yeri Kurallarına Uymak .... 40<br />
9. Sosyal İlişkilerde Dikkatli Olmak ......... 40<br />
bb) Tedavi Olmak ......................................... 41<br />
1. Maddî Tedaviye Başvurmak ............... 41<br />
2. Psikolojik Tedaviye Başvurmak ........... 42<br />
3. Allah’tan Şifa İstemek ......................... 42<br />
c) Şükür ve Nankörlük Bağlamında ................... 47<br />
d) Sabırlı Olma Bağlamında ............................. 49<br />
İKİNCİ BÖLÜM<br />
ENGELLİ OLMANIN SEBEPLERİ .............................. 55<br />
1. İlâhî İrade ve İmtihan .......................................... 55<br />
2. İnsanların Hata ve Kusurları .............................. 60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
ENGELLİLERİN MANEVÎ KAZANIMLARI ................. 63<br />
1. Günahlarına Kefaret Olur .................................. 63<br />
2. Manevî Derecesi Artar ...................................... 65<br />
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
ENGELLİLERLE SOSYAL İLİŞKİLER ....................... 71<br />
1. İtibar ve İltifatta Bulunmak ................................. 72<br />
2. Ziyaret Etmek .................................................... 73<br />
3. Yardımcı Olmak ................................................. 74<br />
4. Aşağılayıcı ve Kırıcı Söz Söylememek .............. 77<br />
5. Eğitim Vermek .................................................... 79<br />
6. İş İmkanı Sağlamak ........................................... 81<br />
BEŞİNCİ BÖLÜM<br />
İSLÂMIN ENGELLİLERE TANIDIĞI RUHSAT<br />
VE KOLAYLIKLAR ..................................................... 83<br />
1. ZİHİNSEL ENGELLİLER .................................. 84<br />
a) Abdest, Gusül ve Namaz ............................ 84<br />
b) Oruç ........................................................... 85<br />
c) Hac ........................................................... 86<br />
d) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ................... 86<br />
2. BEDENSEL ENGELLİLER VE HASTALAR .... 87<br />
a) Abdest ve Gusül ........................................... 87<br />
b) Namaz .......................................................... 90<br />
c) Îmâ İle Namaz .............................................. 91<br />
d) Cuma ve Cemaatle Namaz .......................... 92<br />
e) Oruç .......................................................... 92<br />
f) Hac ........................................................... 93<br />
g) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ................... 94<br />
7 8<br />
3. GÖRME ENGELLİLER ...................................... 94<br />
a) Abdest, Gusül ve Namaz ............................ 94<br />
b) Hac ........................................................... 96<br />
c) Oruç, Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ......... 97<br />
4. İŞİTME ENGELLİLER ....................................... 97<br />
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ................................. 99<br />
BİBLİYOGRAFYA ..................................................... 103
ÖNSÖZ<br />
İnanç, söz, fiil ve davranışlarıyla dünyada imtihan halinde<br />
olan insan, hayatını; inişi, çıkışı, kıvrımı, kasisi ve<br />
engebesi bulunan bir yolda sürdürür. Omzunda pek çok<br />
görev, sorumluluk ve emanet vardır. Her gün ölüme<br />
doğru yürüdüğü yolda iyi kötü, acı tatlı olaylarla karşılaşır.<br />
Sevindiği, üzüldüğü, güldüğü ve ağladığı günler<br />
olabilir. Yüklendiği görev, sorumluluk ve emanetler kendisini<br />
yorabilir. Bazen başarılı olur, nimetlerle karşılaşır<br />
ve sevinir. Bazen başarısız olur, musibetlerle karşılaşır<br />
ve üzülür. Bu durum, yaşam boyu sürüp gider.<br />
Başına gelen sıkıntılar bazen kendi ihmali veya kusurundan<br />
kaynaklanır. Bazen kendisinin hiç kusuru ve ihmali<br />
olmaz ama sorumsuz, saygısız ve kural tanımaz insanlar<br />
başına sıkıntı açabilir. Bazen nimetlerle, bazen<br />
musibetlerle sınanır. Sınavda kâh başarılı kâh başarısız<br />
olur.<br />
İşte “engelli” ve “özürlü” kavramıyla ifade ettiğimiz<br />
“olgu”, insanın bir sınavı ve çilesidir.<br />
İnsan ya engelli, ya engelli yakını ya da engelli adayıdır.<br />
Dolayısıyla bu “olgu” ile herkesin bir şekilde ilişkisi<br />
vardır. Bu olgudan korkmak değil tedbirli ve hazırlıklı<br />
olmak lâzımdır. Bu olgu karşısında ne yapılması ve na-<br />
9 10<br />
sıl davranılması gerektiğini bilmek, bilgilenmek ve bilinçlenmek<br />
temel görevimizdir.<br />
Allah kelâmı Kur’ân, insanların her alanda kılavuzu,<br />
rehberi ve yol göstericisidir. Hz. Peygamber, Kur’ân’ı bize<br />
ulaştıran, Kur’ân ilkelerini sözlü ve uygulamalı olarak<br />
açıklayan ve müminlere model olan örnek insandır.<br />
Bu eserde, Kur’ân’da engellilerin hangi bağlamda<br />
geçtiği, engelli olmanın sebeplerinin neler olduğu, engellilik<br />
karşısında ne yapılması ve engellilerle sosyal ilişkilerin<br />
nasıl olması gerektiği, dinimizin engellilere tanıdığı<br />
kolaylık ve ruhsatlar üzerinde durulmuştur. Konular âyet<br />
ve hadislerin ışığından özet olarak, anlaşılır ve bilimsel<br />
bir yöntemle sunulmaya çalışılmıştır.<br />
Başarı Allah’tandır.<br />
13 Nisan 2004<br />
Etlik/ANKARA
GİRİŞ<br />
a) Tanım<br />
“Engelli” kavramı; zihin, ruh, beden ve uzuvlarda<br />
bulunan bir arıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede,<br />
işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada<br />
sıkıntısı bulunan kimseleri ifade eder. <strong>Engelliler</strong> “özürlü”<br />
kavramı ile de ifade edilmektedir. Özürlüler hakkında<br />
hazırlanan kanun tasarısında “engelli” şöyle tanımlanmaktadır:<br />
“Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya<br />
kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal, duyusal<br />
ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi<br />
nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük<br />
gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireydir”<br />
(Madde 3/a).<br />
2003 yılında yapılan resmi bir araştırma sonucuna<br />
göre ülkemizde yaklaşık 8.500.000 engelli vardır. 1 Bu,<br />
1 Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın Devlet İstatistik Enstitüsü ile birlikte<br />
yaptığı ve 02/12/2003 tarihinde açıkladığı araştırma sonucuna göre ülkemizde<br />
8.431.197 özürlü yurttaş vardır. Bu, ülke nüfusunun %12.29’una tekabül etmektedir.<br />
Bu oran içinde ortopedik özürlüler, %1.25, görme özürlüler. %0.37. konuşma<br />
özürlüler. %0.38, zihinsel özürlüler, %0.48 diğer özürlüler %9.70’dir. bk.Düşünsel<br />
Dergisi, Mart, 2004 sayı: 10 s.15.<br />
11 12<br />
ülkemiz insanın en azından yarısını doğrudan ilgilendiriyor<br />
demektir. İnsan ya engelli, ya engelli yakını, ya da<br />
engelli adayıdır. Nice insanlar sağlıklı iken bir trafik<br />
kazası, bir iş kazası, bir kalp krizi, bir damar tıkanması<br />
veya bulaşıcı bir hastalık sonucu sağlıksız, felçli, kötürüm,<br />
ortopedik ve görme özürlü olabilmektedir.<br />
b) İnsanın Değeri ve Üstünlüğü<br />
Engelli veya sağlıklı her insan, Allah’ın yer yüzünde<br />
en kıymetli ve en değerli varlığıdır:<br />
ٍﻢﻳﻮْﻘَﺗ<br />
ِﻦ َﺴ ْﺣَا �� َنﺎ َﺴْﻧ<br />
�<br />
�<br />
ِْﻻا ﺎَﻨْﻘَﻠ َﺧ ْﺪَﻘَﻟ<br />
“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık”<br />
(Tîn,95/ 4),<br />
ْﻢ ُﻛَر َ ﻮ ُﺻ َﻦ َﺴ ْﺣَﺎَﻓ ْﻢ ُﻛَر ﱠ ﻮ َﺻَو<br />
“Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı”<br />
(Teğâbun, 64/3) ve<br />
َﻊْﻤ ﱠﺴﻟا ُﻢ ُﻜـَﻟ ﻞَ َﻌ َﺟَو ﻪ<br />
�<br />
ِ ﺣو ُر ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪﻴﻓ<br />
َﺦَﻔَﻧَو ُﻪﻳ�ﻮّ َﺳ ﱠﻢُﺛ<br />
�<br />
َة َﺪ ِ ﺌْﻓَ ْﻷاَو َرﺎ َﺼْﺑَ ْﻻاَو<br />
“Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi.<br />
Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı…”<br />
(Secde, 32/9) anlamındaki âyetler, Allah’ın insanları en<br />
güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.
Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri,<br />
dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya<br />
sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Onları îman,<br />
sâlih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr,<br />
şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm<br />
sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir.<br />
ْﻢ ُﻜﻴ�ﻘْﺗَا ِ �ا َﺪْﻨ ِ ﻋ ْﻢ ُﻜَﻣَﺮ ْﻛَا ﱠن ِ ا<br />
“…Allah katında en üstün olanınız en muttakî<br />
olanınızdır” (Hucurât, 49/13) anlamındaki âyet ile<br />
�<br />
� ِ ا ُﺮُﻈْﻨَﻳ ْﻦ ِ ﻜ�ﻟَو ْﻢ ُﻜ ِ ﻟا َ ﻮْﻣَاَو ْﻢ ُﻛِر َ ﻮ ُﺻ �<br />
� ِ ا ُﺮُﻈْﻨَﻳ َﻻ َ�ا ﱠن ِ ا<br />
ْﻢ ُﻜـ ِ ﻟﺎـَﻤ ْﻋَاَو ْﻢ ُﻜِﺑﻮُﻠُﻗ<br />
“Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz.<br />
Fakat kalplerinize (îman veya inkâr halinize) ve amellerinize<br />
bakar” 2 anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.<br />
Kur’ân ve hadislerde engellilere bu bağlamda yer<br />
verilmektedir.<br />
2 Müslim, Birr, 34, III, 1987; İbn Mâce, Zühd, 9, II, 1388; Ahmed b. Hanbel, II, 285.<br />
13 14
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
KUR’ÂN’IN ENGELLİLERE YAKLAŞIMI<br />
Kur’ân’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel<br />
engelliler ile hastalıklardan söz edilmektedir. Hastalık,<br />
işitme, görme, konuşma ve anlama engelliliği ile ilgili<br />
âyetlerin büyük çoğunluğu mecâzi anlamdadır. Fiziksel<br />
anlamda engellilik ve hastalık ile ilgili âyetlerin sayısı<br />
çok azdır.<br />
I. GÖRME, İŞTİME VE KONUŞMA ENGELLİLİĞİ<br />
Kur’ân’da dünya ve âhirette fiziksel ve mecâzî anlamda<br />
körlük, sağırlık ve dilsizlikten söz edilmektedir.<br />
1. FİZİKSEL ANLAMDA<br />
a) Körlük<br />
Hakîkî anlamda körlük, Kur’ân’da 11 ayette geçmektedir.<br />
Bu anlamda körlük; gözlerin görme özelliğini kaybetmesidir.<br />
Kur’ân’da altı âyette hakîkî anlamda görme<br />
engellilerden söz edilmektedir. Bunlardan biri Allah’ın insanların<br />
fizikî yapılarına engelli veya sağlıklı oluşlarına<br />
göre değil, Allah ve Peygambere, îman ve itaate yönel-<br />
15 16<br />
melerine göre itibar etmesi bağlamında; biri benzetme<br />
bağlamında, ikisi engellilere dinî görevlerde ruhsat ve<br />
kolaylık bildirme bağlamında, ikisi de Hz. İsa’nın Allah’ın<br />
izniyle körleri iyileştirmesi bağlamında zikredilmiştir.<br />
aa) Sorumluluk Bağlamında<br />
İslâm, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu<br />
tutar (Bakara, 2/284). Dolayısıyla görme özürlü insanlar<br />
dinî görevlerle ilgili olarak ancak güçlerinin yettiği<br />
şeylerden sorumludurlar. Allah yolunda cihat yapma ve<br />
savaşa katılma ile ilgili olarak,<br />
�ج َﺮ َﺣ ﻰَﻤ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﺲْﻴَﻟ<br />
“Köre güçlük yoktur” 3 buyurulmaktadır.<br />
Bu âyet, ortopedik özürlülerin savaşa katılma zorunlululuğunun<br />
olmadığını ifade etmektedir.<br />
ab) Benzetme Bağlamında<br />
Bir olgu olarak gören ile görmeyen bir değildir. A’mâ,<br />
evrendeki varlıkları göremezken, gözleri sağlıklı olan<br />
insan görebilmektedir. Bu açıdan aralarında fark vardır.<br />
İşte Allah, inkâr edip isyan edenler ile îman edip sâlih<br />
amel işleyenleri kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara<br />
benzetmektedir:<br />
3 Nûr, 24/61; Fetih, 48/17.
ﻞْ َﻫ ِﻊﻴﻤ<br />
ﱠﺴﻟاَو ِ�ﺼَﺒْﻟاَو<br />
ِ ّﻢ َﺻَ ْﻻاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻﺎ َﻛ �َﻘﻳ ِ ْ ﺮَﻔْﻟا ﻞَﺜَﻣ ُ<br />
� �<br />
َنوُﺮ ﱠﻛ َﺬَﺗ َﻼَﻓَا ًﻼَﺜَﻣ �<br />
ِ نﺎَﻳ ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ<br />
“Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören<br />
ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine<br />
denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?”<br />
(Hûd,11/ 24).<br />
Bu âyette, sadece bir durum tespiti ve benzetme ya-<br />
pılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşa-<br />
ğılanmamaktadır. Böyle bir şeyi Allah hakkında düşün-<br />
mek bile mümkün değildir.<br />
ac) Değer Verme Bağlamında<br />
Allah’a ve Peygambere yönelen görme özürlü insan,<br />
inkâr edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha<br />
değerlidir. Bu husus, Abese sûresinin ilk on iki âyetinde<br />
açıkça bildirilmektedir. Âlemlere rahmet, bütün insanlara<br />
peygamber, örnek, uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen<br />
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Mekke’nin ileri<br />
gelenlerini dine davet ile meşgul olması sebebiyle bir<br />
a’ma ile ilgilenmediği için uyarılmıştır:<br />
ُﻪـﱠﻠ َﻌَﻟ َﻚــﻳر<br />
ْﺪـُﻳ ﺎــَﻣَو * ﻰــ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ُهء�ﺎـ َ َﺟ ْنَا * ﻰــ�ّﻟﻮــَﺗَو<br />
َ َﺲـَﺒ َﻋ<br />
* ﻰ�ﻨْﻐَﺘ �<br />
ْﺳا ِﻦـَﻣ ﺎـﱠﻣَا * ى �ﺮـ ْﻛ ِّ<br />
ﺬـﻟا ُﻪـ َﻌَﻔـْﻨـَﺘـَﻓ ُﺮـ ﱠﻛ ﱠﺬـَﻳ ْوَا * ﻰـّﻛﱠﺰـَﻳ �<br />
َكء�ﺎ َ َﺟ ْﻦَﻣ ﺎﱠﻣَاَو * ﻰـ � ّﻛﱠﺰَﻳ ﱠﻻَا َﻚْﻴَﻠ َﻋ ﺎـَﻣَو * ى�ﺪّ َﺼَﺗ ُﻪَﻟ َﺖْﻧَﺎـَﻓ<br />
17 18<br />
�ةَﺮ ِ ﻛ ْﺬَﺗ ﺎَ ﻧﻬﱠ ِ ا � ﻼﱠ َﻛ * ﻰ�ﻬَﻠَﺗ ّ ُﻪـْﻨ َﻋ َﺖْﻧَﺎـَﻓ * ﻰ �ﺸْ � َ ﻮَ ُﻫَو * ﻰ �ﻌ ْﺴَﻳ<br />
*<br />
ُهَﺮ َﻛَذ َ ء�ﺎ َ� ْﻦَﻤَﻓ *<br />
“Kendisine o a’mâ geldi diye Peygamber yüzünü<br />
ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!)<br />
Ne bilirsin belki o a’ma temizlenip arınacak;<br />
yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek,<br />
kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen<br />
ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa)<br />
onun temizlenmesinden sana ne, ama sana<br />
Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni<br />
bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma,<br />
çünkü bu (Kur’ân sûreleri) bir öğüttür, dileyen ondan<br />
öğüt alır.”<br />
Peygamber efendimiz (a.s.), Mekke’nin zengin ve<br />
ileri gelenlerinden Ebu Cehil (Amr ibn Hişâm), Ümeyye<br />
ibn Ebî Halef, Abbâs İbn Abdülmuttalib ve Utbe ibn Ebî<br />
Rebî’a ile özel bir görüşme yapar, bunları İslâm’a davet<br />
eder. İslâm’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman<br />
olmalarını çok arzu eder. Peygamberimiz Ümeyye<br />
ibn Halef ile konuşurken Fihr oğullarından Abdullah<br />
ibn Ümmi Mektûm adında görme özürlü biri gelir ve Peygamberimizden<br />
kendisine Kur’ân’dan bir âyet okumasını<br />
ister. ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğret-<br />
tiklerinden bana öğret’ der. Peygamberimiz (a.s.), sözünün<br />
kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, ondan<br />
yüz çevirir ve diğerlerine döner. Peygamberimiz sözünü<br />
bitirip kalkacağı sırada vahiy gelir, Abese sûresinin konu<br />
ile ilgili âyetleri iner.
Peygamber efendimiz (a.s.), bu olaydan sonra Abdullah<br />
ibn Ümmi Mektûm’a ikram etmiş, onunla konuşmuş,<br />
hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla<br />
ilgilenmiştir.<br />
Âtike b. Abdullah’tan doğan Abdullah ibn Ümmi Mektûm,<br />
Peygamberimizin (a.s.) eşi Hz. Hatice’nin dayısının<br />
oğludur. Medine’ye ilk hicret edenlerden biridir. Peygamberimiz<br />
ile birlikte iki savaşa katılmıştır. Peygamberimiz<br />
kendisini iki defa Medine’de yerine vekil bırakmıştır. Cemaate<br />
imamlık yapmıştır. Peygamberimizin (a.s.) müezzinlerinden<br />
biridir. Enes b. Malik kendisini Kadisiye<br />
Savaşı'nda elinde siyah bir bayrak ve zırhlı olarak<br />
gördüğünü söylemiştir. Bu savaşta şehit olduğu rivayeti<br />
vardır. 4<br />
ad) Tedavi Bağlamında<br />
Kur’ân’da iki âyette Hz. İsa’nın Allah’ın izni ile<br />
doğuştan körleri iyileştirdiği ve Yakup (a.s.)’ın kör olan<br />
gözlerinin iyileştiği bildirilmektedir.<br />
صَﺮـ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِﺮْﺑُاَو<br />
“…Körü ve alacayı iyileştiririm…” (Âl-i İmrân, 3/49).<br />
ﻰﻧْذ<br />
�<br />
ِ ﺎِﺑ صَﺮـ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِ�ُﺗَو<br />
ْ<br />
4 Taberî, Abdullah ibn Cerîr. Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XV, 30/50-52.<br />
Beyrut, 1988; Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, VIII, 5570-5571, Eser Neşriyat,<br />
İstanbul, 1971.<br />
19 20<br />
“…Yine benim iznimle sen doğuştan körü ve alacayı<br />
iyileştiriyordun…” (Mâide, 5/110).<br />
Üç âyette Yakub Peygamberin gözlerinin kör olduktan<br />
sonra iyileşmesinden söz edilmektir. Yakup (a.s.),<br />
oğlu Yusuf için döktüğü göz yaşlarından dolayı gözleri<br />
kör olmuş, Yusuf’un gömleğini gözlerine sürmüş ve<br />
iyileşmiştir. Bu olay Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:<br />
�ﻢﻴﻈ َﻛ ﻮَ ُﻬَﻓ<br />
� ِ ن ْﺰُ ﳊا ْ َﻦ ِ ﻣ ُهﺎَﻨْﻴ َﻋ ْﺖ ﱠﻀَﻴْﺑَاَو<br />
“…Üzüntüden iki gözüne ak düştü, acısını içinde<br />
saklıyordu” (Yûsuf,12/84).<br />
�ً<br />
ا ﺼَﺑ تْﺄَﻳ ِ ﻰﺑَا<br />
� �<br />
ِ ﻪ ْﺟَو �� َﻋ ُهﻮ ُﻘْﻟَﺎَﻓ ا َﺬ �ﻫ �ﻴﻤَﻘِﺑ<br />
اﻮُﺒ َﻫْذ<br />
� �<br />
ِ ا<br />
“(Yusuf kardeşlerine) bu gömleğimi götürün, ba-<br />
bamın yüzüne koyun ki gözleri açılsın…” (Yusuf, 12/93).<br />
�ً<br />
ا ﺼَﺑ ﱠﺪَﺗْرﺎَﻓ<br />
�<br />
ِ ﻪ ِﻬ ْﺟَو �� َﻋ ُﻪﻴ�ﻘْﻟَا �ُ ﺸَﺒْﻟا ء�ﺎ َ َﺟ ْنَا �ﺎـﱠﻤَﻠَﻓ<br />
�<br />
“Müjdeci gelip gömleği Yakup’un yüzüne koyunca<br />
gözleri açılıverdi…” (Yûsuf, 12/96).<br />
Hz. İsa’nın bir mucize olarak körlüğü gidermesi, Hz.<br />
Yakup’un görmeyen gözleri oğlu Yusuf’un gömleğini<br />
gözlerine sürmesi ile iyileşmesi bu hastalığın tedavi edilebilir<br />
olduğuna bir işarettir. Nitekim günümüz tıbbı katarakt<br />
sebebiyle gözleri göremeyenleri tedavi edebilmektedir.<br />
Belki gelecekte her türlü körlük tedavi edilebilecektir.<br />
Gözlere görme özelliğini veren Allah’tır. Allah dilerse<br />
bu özelliği yok edebilir.
ﻰ� ّﻧَﺎَﻓ َطاَﺮ ِ<br />
ّﺼﻟا اﻮُﻘَﺒَﺘ ْﺳﺎَﻓ ْﻢ ِﻬ ِ ﻨُﻴ ْﻋَا ��� َﻋ ﺎَﻨ ْﺴَﻤَﻄَﻟ ء�ﺎ ُ َﺸَﻧ ﻮَﻟَو ْ<br />
نو َ �ْﺒُﻳ ِ<br />
ُ<br />
“Eğer dileseydik onların gözlerini büsbütün kör<br />
ederdik de (bu halde) yola koyulmak için didişirlerdi,<br />
fakat nasıl görecekler ki?” (Yâsin, 36/66) anlamındaki<br />
âyette bu hatırlatılmaktadır.<br />
b) Sağırlık<br />
Fiziksel anlamda sağırlık, Kur’ân’da benzetme<br />
bağlamında bir âyette geçmektedir. Bir olgu olarak işiten<br />
ile işitmeyen bir değildir. Sağır insan sesleri duyamazken<br />
kulakları sağlıklı insan sesleri duyabilmektedir. Bu<br />
açıdan aralarında fark vardır. İşte Allah, inkâr edip isyan<br />
edenler ile îman edip sâlih amel işleyenleri kör ve sağır<br />
ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir:<br />
ﻞْ َﻫ ِﻊﻴﻤ<br />
ﱠﺴﻟاَو ِ�ﺼَﺒْﻟاَو<br />
ِ ّﻢ َﺻَ ْﻻاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻﺎ َﻛ �َﻘﻳ ِ ْ ﺮَﻔْﻟا ﻞَﺜَﻣ ُ<br />
� �<br />
َنوُﺮ ﱠﻛ َﺬَﺗ َﻼَﻓَا ًﻼَﺜَﻣ �<br />
ِ نﺎَﻳ ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ<br />
“Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören<br />
ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine<br />
denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?”<br />
(Hûd, 11/24)<br />
Âyette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır,<br />
yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır.<br />
21 22<br />
c) Dilsizlik<br />
Fiziksel anlamda dilsizlik, Kur’ân’da benzetme bağ-<br />
lamında bir âyette geçmektedir:<br />
ء<br />
ٍ<br />
ﻰْ َ� �ـ � َﻋ ُر ِ ﺪـْﻘَﻳ َﻻ ُﻢ َﻜْﺑَا �ﺎـَ �ُ ُﺪـ َﺣَا �َﻠ ِ ْ ُﺟَر ًﻼـَﺜَﻣ ُ�ا َب �َو َ َ<br />
ﻞـ ْ َﻫ ٍ�ــَﺨِﺑ ِ<br />
ْ تْﺄــَﻳ َﻻ ُﻪــ ْﻬ ِ<br />
ّﺟﻮــُﻳ َ ﺎـــَﻤَﻨْﻳَا ُﻪــﻴ�ﻟﻮــَﻣ ْ �ـ � َﻋ ﻞــ ﱞ َﻛ ﻮــ َ ُﻫَو<br />
ٍﻢﻴﻘـَﺘ ْﺴُﻣ<br />
� ٍ طا� ِ<br />
َ �� َﻋ ﻮَ ُﻫَو ِ ل ْﺪ َﻌْﻟﺎِﺑ ُﺮُﻣْﺄَﻳ ْﻦَﻣَو ﻮَ ُﻫ ىﻮَﺘ<br />
ْﺴَﻳ<br />
�<br />
“Allah, (şöyle) iki adamı misal verdi: Onlardan biri<br />
dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece<br />
bir yüktür. Nereye göndersen olumlu bir sonuç alamaz.<br />
Bu, adalet ile emreden ve doğru yol üzere olan<br />
kimse ile eşit olur mu?” (Nahl, 16/76).<br />
2. MECÂZÎ ANLAMDA<br />
Mecâzî anlamda körlük, gözlerin varlıkları görememesi<br />
değil, insanın gerçekleri görememesi yani “kalp<br />
körlüğü”dür.<br />
Mecâzî anlamda sağırlık; Allah ve peygamberin<br />
çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak<br />
tıkamaktır.<br />
Mecâzî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmamak,<br />
hak sözü söylememektir.<br />
Yüce Allah, kalbi, aklı ve zihni, gözleri, kulakları ve<br />
dilleri sadece eşyayı değil aynı zamanda gerçekleri<br />
anlasın, görsün, duysun ve konuşsun diye yaratmıştır.
ﺎــًﺌـْﻴ َ� َنﻮــُﻤَﻠ ْﻌَﺗ َﻻ ْﻢـــ ُﻜ ِ ﺗﺎــ َﻬﱠﻣُا ِ نﻮــُﻄُﺑ ْﻦـــ ِ ﻣ ْﻢــ ُﻜ َﺟَﺮــ ْﺧَا ُ�اَو<br />
َنوُﺮ ُﻜ ْﺸَﺗ ْﻢـ ُﻜﱠﻠ َﻌَﻟ َة َﺪـ ِ ﺌْﻓَ ْﻻاَو َرﺎـ َﺼ ْ ﺑَ ْﻻاَو َﻊـْﻤ ﱠﺴﻟا ُﻢ ُﻜـَﻟ َ<br />
ﻞـ َﻌ َﺟَو<br />
“Allah sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey<br />
bilmezken çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar,<br />
gözler ve kalpler verdi” (Nahl, 16/78).<br />
ْوَا �ﺎَ<br />
ِ� َنﻮـُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ �بﻮـُﻠُﻗ ْﻢـُ � َ َنﻮـ ُﻜَﺘَﻓ ضْرَ ِ ْﻻا � ِ او�ـ ُ ﺴَﻳ ْﻢـَﻠَﻓَا<br />
ﻰـَﻤ<br />
�<br />
ْﻌَﺗ ْﻦـ ِ ﻜ�ﻟَو ُرﺎــ َﺼ ْﺑَ ْﻻا ﻰـَﻤ ْﻌَﺗ َﻻ ﺎــَ ﻧﻬﱠ ِ ﺎـَﻓ ﺎــَ<br />
ِ� َنﻮـ ُﻌَﻤ ْﺴَﻳ �ناَذ�ا<br />
ِرو ُﺪ ﱡﺼﻟا � ِ ﻰﺘﱠﻟا<br />
ُبﻮُﻠُﻘْﻟا<br />
“Yer yüzünde gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek<br />
kalpleri, işitecek kulakları olsun. Çünkü gerçekte<br />
(kafadaki) gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp<br />
gözleri) kör olur” (Hac, 22/46) anlamındaki âyetler bu<br />
gerçeği ifade etmektedir.<br />
Yüce Allah, gerçekleri anlamayan kalp, gerçekleri<br />
görmeyen göz ve gerçekleri işitmeyen kulak sahiplerini<br />
sapık ve cehennemlik insanlar olarak nitelemektedir:<br />
َﻻ �بﻮـُﻠُﻗ ْﻢـُ � َ ﺲـْﻧ ِ ِْﻻاَو ِّﻦـِﳉا<br />
ْ َﻦــِ ﻣ ا�ـ ً ﺜ َﻛ َﻢـﱠﻨ َﻬَ ﳉ ِ ﺎـَﻧْأَرَذ ْﺪـَﻘَﻟَو<br />
�<br />
َﻻ �ناَذ�ا ْﻢـــُ �َو َ ﺎـــَ<br />
ِ� َنو�ـــْﺒُﻳ ِ<br />
ُ َﻻ �ـــ � ُ ْﻋَا ْﻢـــُ �َو َ ﺎـــَ<br />
ِ� َنﻮـــ ُﻬَﻘْﻔَﻳ<br />
ُﻢـ ُﻫ َﻚـ� ﺌ�ﻟوُا ِ ﻞـ ﱡ َﺿَا ْﻢــ ُﻫ ﻞـَﺑ ْ ِمﺎـ َﻌْﻧَ ْﻻﺎــ َﻛ َﻚـ� ﺌ�ﻟوُا ِ ﺎـَ<br />
ِ� َنﻮــ ُﻌَﻤ ْﺴَﻳ<br />
َنﻮ ُﻠِﻓﺎَﻐْﻟا �<br />
23 24<br />
“Yemin olsun ki cinler ve insanlardan kalpleri<br />
olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla<br />
görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen bir<br />
çok insanı cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar<br />
gibidir, hatta daha da aşağıdadırlar, işte bunlar<br />
gafillerin ta kendileridir” (A’râf,7/179) anlamındaki<br />
âyet bunun delilidir.<br />
Yüce Allah bu anlamda gözleri olduğu halde gerçekleri<br />
göremeyenleri hakîki körler olarak nitelendirmesi oldukça<br />
anlamlıdır. Kur’ân’a baktığımız zaman bu anlamda<br />
kâfir, müşrik ve münafıklara a’ma denildiğini görmekteyiz.<br />
�ُ<br />
ﺼَﺒْﻟاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ى<br />
�<br />
ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ ﻞْ َﻫ ﻞُﻗ ْ<br />
“…De ki! Hiç gören ile görmeyen bir olur mu?”<br />
(En’âm, 6/50; Ra’d, 13/16).<br />
�ُ<br />
ﺼَﺒْﻟاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ى<br />
�<br />
ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ ﺎَﻣَو<br />
“…Kör ile gören bir olmaz” (Fâtır, 35/19; Mü’min, 40/58)<br />
anlamındaki âyetler ve benzeri bir çok âyette geçen kör<br />
ile gören mecâzî anlamda olup bununla kastedilen, kâfir<br />
ile mümin veya cahil ile âlim veya Allah ile put veya gâfil<br />
ile gerçeği gören insandır.<br />
Gerçeklere gözlerini kapamış olan kâfir, müşrik ve<br />
münafıklar, gözlerini ve gönlünü Allah’a ve peygambere<br />
açmadıkça ilâhî hakîkatleri anlayıp göremezler. Yüce<br />
Allah, Peygamberine şöyle seslenmektedir:
ْﻢ ِﻬـِ ﺘَﻟَﻼ َﺿ ْﻦ َﻋ ِﻰْﻤ ُﻌْﻟا ىِ دﺎَ<br />
ِ� َﺖْﻧَا ﺎَﻣَو<br />
“Sen körleri sapıklıklarından vazgeçirip yola getiremezsin…”<br />
(Neml, 27/81. Rûm, 30/53).<br />
َنو�ْﺒ ِ<br />
ُ ُـﻳ َﻻ اﻮُﻧﺎ َﻛ ﻮَﻟَو ْ ﻰْﻤ َ ُﻌْﻟا ى ِ ﺪْ� َ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />
“…Körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa sen mi<br />
doğru yolu göstereceksin?” (Yûnus, 10/43).<br />
ٍ�<br />
�<br />
ﺒُﻣ ٍ لَﻼ َﺿ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ َو ﻰْﻤ َ ُﻌْﻟا ى<br />
�<br />
ِ ﺪْ� َ ْوَا ﱠﻢﺼﻟا ﱡ ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />
“Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yahut körleri ve<br />
apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola<br />
ileteceksin?” (Zuhruf, 43/40).<br />
ًﻼﻴﺒ<br />
َﺳ ﻞﱡ َﺿَا َو ﻰ�ﻤ ْﻋَا<br />
�<br />
ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻا � ِ ﻮَ ُﻬَﻓ ﻰ�ﻤ ْﻋَا ِ ه �ِ<br />
ﺬ �ﻫ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ َو<br />
�<br />
“Bu dünyada (Allah’ın nimetlerini, varlığının delillerini<br />
ve kudretini) görmeyen kimse âhiret (ve nimetleri)<br />
hak-kında daha basiretsiz hatta daha da şaşkındır.”<br />
(İsrâ, 17/72) anlamındaki âyette geçen (a’mâ) kelimesi<br />
mecâzî anlamda olup kalp gözü kör olan, dünyada<br />
Allah’ın gücünü, nimetlerini, varlığına işaret eden delileri<br />
ve doğru yolu göremeyen, Allah’a ve Peygamberine<br />
îman etmeyen kimse anlamındadır. 5<br />
5 Taberî, IX, 10/128; Kurtubî, Muhammed b.Ahmed el-Ensârî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-<br />
Kur’ân, X, 298. Kahire, 1935, Beydâvî, Kâdî Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve<br />
Esrâru’t-Te’vîl (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr içinde), IV, 56. Beyrut, tarihsiz; Yazır, V,<br />
3192.<br />
25 26<br />
Görüldüğü gibi âyetlerdeki “a’mâ” kelimeleri çoğunlukla<br />
mecâzî anlamdaki körlüğü yani kalp körlüğünü<br />
ifade etmektedir.<br />
Kur’ân’da kâfir, müşrik ve münafıklar, “sağır” ve “dilsiz”<br />
olarak nitelendirilmektedir:<br />
َنﻮُﻌ ِ ﺟْﺮَﻳ َﻻ ْﻢ ُﻬَﻓ � ﻰْﻤ ُﻋ �ﻢ ْﻜُﺑ ﱞﻢ ُﺻ<br />
“(Münafıklar), sağır, dilsiz (ve) kördürler. Artık<br />
onlar hakka dönmezler” (Bakara, 2/18) ve<br />
َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ ْﻢ ُﻬَﻓ<br />
“… Onlar, (gerçekleri) anlamazlar” (Bakara, 171).<br />
تﺎـَﻤُﻠﱡﻈﻟا ِ � ِ<br />
�ﻢ ْﻜـُﺑ َو ﱞﻢ ُﺻ ﺎَﻨِﺗﺎَﻳ�ﺎِﺑ اﻮُﺑ ﱠﺬ َﻛ َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />
�<br />
“Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içerisindeki<br />
sağırlar ve dilsizlerdir…” (En’âm,6/39).<br />
Görüldüğü gibi âyetlerde münafıklar ve âyetleri yalanlayan<br />
kâfirler, yerilme bağlamında körler ve sağırlar<br />
olarak nitelenmektedir. Hatta Allah bu tür insanların,<br />
canlıların en kötüleri olduğunu bildirmektedir:<br />
َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ُﻢ ْﻜـُﺒْﻟا ﱡﻢ ﱡﺼﻟا<br />
�<br />
ِ �ا َﺪـْﻨ ِ ﻋ ّب�اَو ِ ﱠﺪﻟا � ﱠ َ ﱠن ِ ا<br />
“Şüphesiz yer yüzünde yürüyen canlıların Allah<br />
katında en kötüleri akıllarını kullanmayan sağırlar,<br />
dilsizlerdir” (Enfâl, 8/22).<br />
Kâfirler ilâhî gerçekleri duymazlar, çünkü;
ﻰًﻤ َﻋ ْﻢ ِﻬْﻴَﻠ َﻋ ﻮَ ُﻫَو �ﺮْﻗَو ْﻢِ ِﻧﻬاَذ�ا �� َنﻮُﻨ<br />
�<br />
ِ ﻣْﺆُﻳ َﻻ َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />
�<br />
“…İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır…”<br />
(Fussilet, 41/44) inkarda diretmeleri sebebiyle<br />
�ةَوﺎ َﺸ ِ ﻏ ْﻢ ِ ﻫِرﺎ َﺼْﺑَا �<br />
�� َﻋَو ْﻢ ِﻬ ِ ﻌْﻤ َﺳ �<br />
� َﻋَو ْﻢِ ِ�ﻮُﻠُﻗ �<br />
� َﻋ ُ�ا َﻢَﺘ َﺧ<br />
“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.<br />
Gözleri üzerinde de bir perde vardır…” (Bakara,<br />
2/7),<br />
ْﻢ ُﻫَرﺎ َﺼْﺑَا �ﻰ�ﻤ ْﻋَاَو ْﻢ ُﻬﱠﻤ َﺻَﺎَﻓ ُ�ا ُﻢ ُﻬَﻨ َﻌَﻟ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
َﻚ�ِ ﺌ�ﻟوُا<br />
�<br />
“Münafıklar, Allah’ın kulaklarını sağır, gözlerini<br />
kör ettiği kimselerdir” (Muhammed, 47/23). Artık bu kimselerin<br />
kulaklarına hak söz girmez, Peygamber de onlara<br />
gerçeği duyuramaz, çünkü bunlar, akıllarını da kullanmazlar:<br />
َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ اﻮُﻧﺎ َﻛ ْ ﻮَﻟَو ﱠﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />
“…Sağırlara hele akıllarını da kullanmıyorlarsa<br />
gerçeği sen mi duyuracaksın?” (Yûnus, 10/42. Zuhruf, 43/<br />
40),<br />
َﻦﻳﺮِﺑ<br />
ْﺪُﻣ اﻮﱠﻟَو ْ اَذ<br />
�<br />
ِ ا ﱠﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﻻَو ﻰ�ﺗﻮَﻤْﻟا ْ ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﻻ َﻚﱠﻧ ِ ا<br />
“Sen ölülere (hakkı) duyuramazsın, arkalarını<br />
dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı (ilâhî daveti)<br />
duyuramazsın” (Neml, 27/ 80; Rum, 30/52), çünkü;<br />
27 28<br />
َنوُر َﺬْﻨُﻳ ﺎَﻣ اَذ ِ ا َ ء�ﺎ َﻋ ﱡﺪﻟا ﱡﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊَﻤ ْﺴَﻳ َﻻَو<br />
“…Sağırlar, uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmezler”<br />
(Enbiyâ, 21/45)<br />
َنﻮُﻤ ِ ﻠ ْﺴُﻣ ْﻢ ُﻬَﻓ ﺎَﻨ ِ ﺗﺎَﻳ�ﺎِﺑ ُﻦ ِ ﻣْﺆُﻳ ْﻦَﻣ ﱠﻻ ِ ا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ ْن ِ ا<br />
“…Sen ancak âyetlerimize iman edip Müslüman<br />
olanlara duyurabilirsin” (Neml, 27/81) ve<br />
ﺎـ ًّﻤ ُﺻ ﺎ َﻬْﻴَﻠ َﻋ او ﱡﺮِ� َ ْﻢـَﻟ ْﻢ ِﻬِ ِ<br />
ّﺑ َر تﺎَﻳ�ﺎِﺑ او ُﺮ ِّﻛُذ اَذ ِ ا َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />
ﺎًﻧﺎ<br />
َﻴْﻤ ُﻋَو<br />
“(Rahmanın kulları), kendilerine Rablerinin âyetleri<br />
hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler”<br />
(Fürkân, 25/73).<br />
3. ÂHİRETTE SAĞIRLIK, KÖRLÜK VE DİLSİZLİK<br />
Kur’ân’da âhirette körlük, sağırlık ve dilsizlikten söz<br />
edilmektedir.<br />
ﱡ<br />
ﻞ َﺿَاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَا ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻا<br />
� ﻮَ ُﻬَﻓ ﻰ�ﻤ ْﻋَا ه� ﺬِ �ﻫ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣَو<br />
�<br />
� �<br />
ًﻼﻴﺒ<br />
َﺳ<br />
�<br />
“Bu dünyada (Allah’ın nimetlerini, varlığının delillerini<br />
ve kudretini) görmeyen kimse âhiret (ve nimetleri)<br />
hak-kında daha basiretsiz hatta daha da şaşkındır.”<br />
(İsrâ, 17/72).<br />
�
ﺎـ ًّﻤ ُﺻَو ﺎـًﻤ ْﻜُﺑ َو ﺎًﻴْﻤ ُﻋ ْﻢ ِﻬ ِ ﻫﻮ ُﺟُو �� َﻋ ِ ﺔَﻤ�ﻴِ ﻘْﻟا َمﻮَﻳ ْ ْﻢ ُﻫ� ُ ُ ْ�َﻧَو<br />
...ُﻢﱠﻨ َﻬ َﺟ ْﻢُ� �وْﺄَﻣ<br />
“Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar<br />
olarak yüz üstü haşredeceğiz, varacakları yer cehennemdir…”<br />
(İsrâ,17/ 97).<br />
َمﻮَﻳ ْ ُه� ُ ُ ْ�َﻧَو ﺎ ًﻜـْﻨ َﺿ ًﺔ َﺸﻴﻌَﻣ<br />
ُﻪَﻟ ﱠن<br />
�<br />
ِ ﺎَﻓ ىﺮ<br />
ْﻛ<br />
�<br />
ِ ذ ْﻦ َﻋ ضَﺮ َ ْﻋَا ْﻦـَﻣَو<br />
ُﺖـْﻨ ُﻛ ْﺪـَﻗَو ﻰـ�ﻤ ْﻋَا �ﻰـﻨَﺗ�ـ<br />
ْ َ َﺣ َﻢــ<br />
�<br />
ِ ﻟ ّبَر ِ لَﺎــَﻗ * ﻰـ�ﻤ ْﻋَا ِ ﺔـَﻤ�ﻴِ ﻘْﻟا<br />
* ً�ا<br />
ﺼَﺑ<br />
�<br />
“Kim benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse<br />
mutlaka ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde<br />
kör olarak haşrederiz. O, ‘Rabbim! Dünyada<br />
ben gören bir kimse idim, beni niçin kör olarak<br />
haşrettin’ der” (Tâ-hâ, 20/124-125).<br />
İbn Abbâs, âhiret körlüğünü, kâfirlerin kendilerini sevindirecek<br />
şeyleri görememeleri; dilsizliği, delil ile konuşamamaları;<br />
sağırlığı, kendilerini sevindirecek şeyleri<br />
duyamamaları şeklinde yorumlamıştır. 6<br />
6 Taberî, IX, 15/168.<br />
29 30<br />
II. ORTOPEDİK VE ZİHİNSEL ENGELLİLİK<br />
1. ORTOPEDİK ENGELLİLİK<br />
Ortopedik engellilik, Kur’ân’da iki âyette geçmektedir.<br />
Bu âyetler, yürüme engeli olan insanların Allah yolunda<br />
cihada ve savaşa katılmamaları ile ilgilidir: “Topala<br />
güçlük yoktur” (Nûr, 24/61. Fetih, 48/17).<br />
2. ZİHİNSEL ENGELLİLİK<br />
Zihinsel engellilik, Kur’ân’da zihinsel engellilik hakîkî<br />
ve mecâzî anlamda “mecnûn” (deli) ve “sefîh” kelimeleri<br />
ile ifade edilmektedir.<br />
a) FİZİKSEL ANLAMDA<br />
Kur’ân’da hakîkî anlamda zihinsel engellik iftira ve<br />
koruma bağlamında geçmektedir.<br />
aa) İftira Bağlamında<br />
Mekkeli müşriklerin Peygamber efendimize, Firavun’un<br />
Musa (a.s.)’a, Nuh kavminin Nuh (a.s.)’a ve diğer kavimlerin<br />
peygamberlerine “deli” diyerek iftira etmeleri<br />
bağlamında geçmektedir:<br />
�نﻮُﻨ ْﺠَﻤـَﻟ َﻚﱠﻧ ِ ا ُﺮ ْﻛ ِّﺬﻟا<br />
ِ ﻪـْﻴَﻠ َﻋ لِّﺰـُﻧ َ ىﺬﱠﻟا<br />
ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ اﻮُﻟﺎَﻗَو<br />
�<br />
“(Mekke müşrikleri), ‘ey kendisine zikir (Ku’rân) indirilen<br />
kimse! Sen mutlaka delisin’ dediler” (Hicr, 15/ 6;<br />
Duhân, 44/15; Kalem, 68/51).
�نﻮُﻨ ْﺠَﻤَﻟ ْﻢ ُﻜْﻴَﻟ ِ ا ﻞَ ِ ﺳْرُا ىﺬﱠﻟا<br />
ُﻢ ُﻜـَﻟﻮ ُﺳَر ﱠن<br />
�<br />
ِ ا لﺎَﻗ َ<br />
“Firavun, ‘bu size gönderilen peygamberiniz,<br />
şüphesiz delidir’ dedi” (Şuarâ, 26/27; Zâriyât, 51/39).<br />
�نﻮُﻨْ� َ اﻮﻟُﺎَﻗَو ﺎَﻧ َﺪْﺒ َﻋ اﻮُﺑ ﱠﺬ َﻜـَﻓ<br />
“…(Nuh kavmi) kulumuzu yalanlayıp ‘bu bir delidir’<br />
dediler…” (Kamer,54/ 9).<br />
ﺎﱠﻧ<br />
ِ اَو ٍ ﺔ َﻫﺎَﻔ َﺳ � َﻚﻳ �ﺮـَﻨَﻟ ﺎﱠﻧ<br />
�<br />
ِ ا �ﻪ<br />
�<br />
ِ ﻣﻮَﻗ ْ ْﻦ ِ ﻣ او ُﺮـَﻔ َﻛ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ُﻸَﻤْﻟا َ لﺎَﻗ َ<br />
�<br />
�ﺔـ َﻫﺎــَﻔ َﺳ ﻰــﺑ<br />
َﺲـْﻴَﻟ ِمﻮــَﻗ ْ ﺎــَﻳ لﺎـَﻗ َ * َ�ــﺑ<br />
�<br />
�<br />
ِ ذﺎــ َﻜْﻟا َﻦــِ ﻣ َﻚـﱡﻨـُﻈَﻨـَﻟ<br />
* َ�ﻤَﻟﺎ<br />
َﻌْﻟا ّبَر ِ ْﻦ<br />
�<br />
ِ ﻣ لﻮ � ُﺳَر ﻰّﻨ<br />
�<br />
ِ ﻜ�ﻟَو<br />
“Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler, (Hûd’a)<br />
‘şüphesiz biz seni zihinsel özürlü /akılsız olarak<br />
(sefâhet) görüyoruz. Biz senin yalancılardan biri<br />
olduğuna inanıyoruz” dediler. Hûd da onlar, ‘ey kavmim!<br />
Bende akıl noksanlığı yok, fakat ben âlemlerin<br />
Rabbinin elçisiyim’ dedi” (A’râf,7/ 66-67).<br />
�ﺮ ِ ﺣﺎ َﺳ اﻮُﻟﺎَﻗ ﱠﻻ ِ ا ٍ لﻮ ُﺳَر ْﻦ ِ ﻣ ْﻢ ِﻬ ِ ﻠْﺒَﻗ ْﻦ ِ ﻣ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ﻰَﺗَا �ﺎَﻣ َﻚ<br />
�<br />
ِ ﻟ �ﺬ َﻛ<br />
�نﻮُﻨـْ� َ ْوَا<br />
“İşte böyle, onlardan öncekilere hiçbir peygamber<br />
gelmemişti ki, ‘o, bir büyücüdür’ veya ‘o, bir delidir’<br />
demiş olmasınlar” (Zâriyât, 51/52).<br />
Peygamberlerin deli olması mümkün değildir, bu<br />
31 32<br />
itham onlar için bir iftiradır. Nitekim yüce Allah, Peygamberimiz<br />
(a.s.) için;<br />
نﻮُﻨـْ<br />
ِ � َ َﻻَو ٍﻦ ِ ﻫﺎ َﻜِﺑ َﻚِ ِ<br />
ّﺑ َر ﺖَﻤ ْﻌِ ﻨِﺑ َﺖْﻧَا �ﺎـَﻤَﻓ ْﺮ ِّﻛ َﺬَﻓ<br />
“(Ey Muhammed!) Sen, öğüt ver, Rabbinin nimeti<br />
sayesinde sen ne bir kahinsin ne de bir deli” (Tûr, 52/<br />
29).<br />
ٍنﻮُﻨ ْﺠَﻤِﺑ ْﻢ ُﻜـُﺒ ِ ﺣﺎ َﺻ ﺎَﻣَو<br />
“(Ey Kureyşliler!) Sizin arkadaşınız (Muhammed)<br />
bir deli değildir” (Tekvir, 81/22) anlamındaki âyetlerle<br />
bunu reddetmiştir.<br />
Kur’ân’da zihinsel özürlülüğün ifade edildiği “sefîh”<br />
kavramı; dinî ve dünyevî işlerde akıl noksanlığından<br />
kaynaklanan görüş ve muhakeme zayıflığı demektir. 7<br />
Sefîh kimse zihinsel özürlülük nedeniyle aklın ve dinin<br />
gereğinin aksine hareket eder. Bunun sebebi budalalık<br />
veya akıl noksanlığıdır.<br />
ab) Koruma Bağlamında<br />
Zihinsel özürlü kimse, özellikle ticârî ve medenî iş ve<br />
işlemlerde yararına hareket edemeyeceği için, Kur’ân’da<br />
velisinin onu koruyup kollaması emredilmektedir. Konu<br />
ile ilgili iki âyet vardır.<br />
Belli bir süreye kadar borçlananların, borçlanmayı<br />
yazmalarıyla ilgili olarak;<br />
7 Yazır, I, 234.
ُﻊﻴﻄَﺘ<br />
ْﺴَﻳ َﻻْوَا ﺎًﻔﻴﻌ<br />
َﺿ ْوَا ﺎ ًﻬﻴﻔ<br />
َﺳ ﱡﻖَ ﳊا ْ<br />
�<br />
� �<br />
ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ىﺬﱠﻟا<br />
َنﺎ َﻛ ْن<br />
�<br />
ِ ﺎَﻓ<br />
... ِ ل ْﺪ َﻌْﻟﺎِﺑ ُﻪـﱡﻴِ ﻟَو ﻞْ ِ ﻠْﻤُﻴْﻠَﻓ ﻮَ ُﻫ ﻞﱠ ِ ﻤُﻳ ْنَا<br />
“…Eğer borçlu aklı ermeyen veya zayıf bir kimse<br />
ise yada yazdıramıyorsa velisi adaletle yazdırsın…”<br />
(Bakara, 2/282) denilmektedir.<br />
ﺎًﻣﺎَﻴِﻗ ْﻢ ُﻜـَﻟ ُ�ا ﻞَ َﻌ َﺟ ﻰﺘﱠﻟا<br />
ُﻢ ُﻜـَﻟاﻮْﻣَا َ ء�ﺎ َ َﻬَﻔ ﱡﺴﻟا اﻮُﺗْﺆُﺗ َﻻَو<br />
�<br />
“Allah’ın sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı<br />
aklı ermeyenlere (süfehâ’) vermeyin…” (Nisâ, 4/5)<br />
Bu âyette “aklı ermeyenler” (süfehâ’) ile maksat mallarını<br />
saçıp savuran, gereği gibi harcayamayan kimselerdir.<br />
8 Bunlar, rüştüne ermeyen ve muhakeme gücü<br />
gelişmemiş olan çocuklar olabileceği gibi kısıtlı, bunamış,<br />
depresyona ve bunalıma girmiş, doğuştan veya<br />
sonradan aklî melekesini yitirmiş zihinsel özürlü kimselerdir.<br />
Âyet, malını akıllıca kullanamayan zihinsel özürlüleri<br />
yerme bağlamında değil, akıllarının yetersizliği, yararlı<br />
ve zararlı olanı ayırt edebilme yetersizliği, malını muhafazada<br />
zayıflığı sebebiyle onları koruyup kollama<br />
bağlamında zikredilmiştir. 9<br />
8 Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil,<br />
(Mecmûatün Mine’t-Tefâsîr içinde), II, 10. Beyrut, tarihsiz.<br />
9 Hâzin, Alâüddin Ali b. Muhammed, Lübabü’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl (Mecmûatün<br />
Mine’t-Tefâsîr içinde), II, 10. Beyrut, tarihsiz.<br />
33 34<br />
b) MECÂZÎ ANLAMDA<br />
Mecâzî anlamda zihinsel özürlülük, aklın ilâhî gerçekleri<br />
anlamada kullanmamasıdır. Bu anlamda kâfir,<br />
müşrik ve münafıklar, Kur’ân’da “gerçekleri anlamayan<br />
insanlar” olarak nitelenmişlerdir. Cehennemlikler için,<br />
ﺎَ<br />
ِ� َنﻮ ُﻬَﻘْﻔَﻳ َﻻ �بﻮُﻠُﻗ ْﻢُ َ<br />
�<br />
“…Onların kalpleri vardır fakat onlar kalpleriyle<br />
(gerçeği) anlamazlar” (A’râf, 7/179) buyurulmuştur. Yüce<br />
Allah, kâfirlerin, hakkı anlamamaları, inkârda diretmeleri10<br />
ve büyüklenmeleri11 sebebiyle “kalplerini mühürlemiştir”,<br />
12 bu yüzden onlar gerçekleri anlamaz ve bilemez13<br />
hale gelmişlerdir. İnkâr, isyan ve günahları<br />
kalplerinin paslanıp kararmasına14 hastalıklı olmasına15 ve katılaşmasına16 sebep olmuştur. Akıllarını kullanmadıkları17<br />
için zihinsel özürlü durumuna düşmüşlerdir.<br />
Kur’ân’da; kâfir, müşrik ve münafıklar, 18 buzağıya<br />
tapan Yahudiler19 Allah’a ortak koşan cinler, 20 çocuklarını<br />
öldüren insanlar21 zihinsel özürlüler, akıllarını<br />
hayırda kullanmayanlar (süfehâ’) olarak nitelenmiştir.<br />
10 Nisâ, 4/155; A’râf, 7/101; Yunus, 10/74.<br />
11 Mümin, 40/35.<br />
12 Bakara, 2/7; Nahl, 16/108; Münâfikûn, 63/3, 7; Muhammed, 47/16; Câsiye, 45/23.<br />
13 Tevbe, 9/87, 93, 127.<br />
14 Mutaffifîn, 83/14.<br />
15 Mâide, 5/52.<br />
16 Hac,22/ 53; Mâide, 5/13.<br />
17 Enfâl, 8/22.<br />
18 Bakara, 2/130, 142.<br />
19 A’râf, 7/155.<br />
20 Cîn, 72/4.<br />
21 En’âm, 6/140.
Musa, buzağıya tapanları kastederek yüce Allah’a<br />
şöyle dua etmiştir:<br />
ﱠﻨﺎ ِ ﻣ ء�ﺎ ُ َﻬَﻔ ﱡﺴﻟا ﻞَ َﻌَﻓ ﺎـَﻤِﺑ ﺎَﻨ ُﻜ ِ ﻠْ�َا ُ ...<br />
“…Şimdi içimizden bir kısım akılsızların<br />
işledikleri günahlar sebebiyle bizi helâk mı edeceksin?...”<br />
(A’râf, 7/155).<br />
3. HASTALIKLAR<br />
Kur’ân’da bedensel ve zihinsel hastalıklar; dinî ruhsat<br />
bildirme, tedavi olma, Allah’a dua etme, Allah’ın hastalıklara<br />
şifa vermesi ve insanın nankörlüğünü beyan<br />
etme bağlamında geçmektedir.<br />
a) Dinî Ruhsat Bildirme Bağlamında<br />
ِ<br />
�ج َﺮ َﺣ ﺾﻳﺮَ<br />
ْﳌا �َ َﻋ َﻻَو<br />
�<br />
“…Hastaya da güçlük yoktur…” (Nûr, 24/61. Fetih, 48/<br />
17).<br />
ِر�ﻟا َ ﱠ ِ�وُا �ُ ْ َﻏ َ�<br />
�<br />
ْﻢ ِﻬ ِ ﺴُﻔْﻧَاَو ْﻢِ ِ �اﻮْﻣَﺎِﺑ َ ِ �ا ِﻞﻴ<br />
ﻨ ِ ﻣْﺆُﻤْﻟا َﻦ ِ ﻣ َنو ُﺪ ِ ﻋﺎَﻘْﻟا ى ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ َﻻ<br />
ﺒ َﺳ � َنو ُﺪ<br />
� �<br />
ِ ﻫﺎ َﺠُﻤْﻟاَو<br />
“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan<br />
geri kalıp) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve<br />
canlarıyla cihat edenler eşit olmazlar…” (Nisâ, 4/95).<br />
Âyetin “özür sahibi olmaksızın” cümlesi görme<br />
35 36<br />
özürlü Abdullah ibn Ümmi Mektûm’un “ben a’mayım”<br />
diye şikayette bulunması üzerine inmiştir. 22<br />
Âyetlerde bedensel ve zihinsel her türlü özür sahibi<br />
olanların savaşa katılmayabilecekleri bildirilmektedir.<br />
Savaşa katılma konusunda ruhsat bulunduğu gibi diğer<br />
dinî görevler konusunda da hasta ve özürlü kimselere<br />
ruhsat vardır. Mesela Ramazan orucu tutmayıp yerine<br />
fidye verebilirler (Bakara, 184-185), namazlarını nasıl güçleri<br />
yetiyorsa o şekilde kılabilirler.<br />
b) Tedavi Bağlamında<br />
İki âyette Hz. İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiği bildirilmektedir:<br />
صَﺮ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِﺮْﺑُاَو<br />
“…Körü ve alacayı iyileştiririm…” (Âl-i İmrân, 3/49).<br />
ﻰﻧْذ<br />
�<br />
ِ ﺎِﺑ صَﺮ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِ�ُﺗَو<br />
ْ<br />
“…(Ey İsa!) Benim iznimle doğuştan körü ve alacayı<br />
iyileştiriyordun” (Mâide, 5/110).<br />
İnsanın sağlığını koruması temel görevlerinden biridir.<br />
Bu görevini insan genel olarak iki şekilde yapabilir:<br />
Hasta olmamaya çalışmak (koruyucu hekimlik) ve hastalanınca<br />
tedavi olmak.<br />
22 Buhârî, Tefsiru sure 4/18, V. 182-3; Ahmed, IV. 282, 284, 290, 300, 301, V. 184;<br />
Tirmizî, Tefsir 5, (sure 4), V. 241-2; Beyhakî, es- Sunenü’l-Kübrâ, Beyrut 1994,<br />
IX. 23-4.
a) KORUYUCU HEKİMLİK<br />
İnsanın hasta olmadan, özürlü ve sakat duruma<br />
düşmeden önce gereken tedbirleri almasıdır.<br />
Bu tedbirler arasında şu hususları zikredebiliriz:<br />
1. Temizliğe Dikkat Etmek<br />
Bir çok hastalıklar temizliğe dikkat etmemekten kaynaklanır.<br />
Yemeklerden önce ve sonra eller yıkanmalı,<br />
vücudun, giysilerin, evlerin, iş yerlerinin ve çevrenin<br />
temiz olmasına özen gösterilmelidir. Meyve ve sebzeler<br />
yıkamadan yenilmemelidir. İçilecek suyun temiz olmasına<br />
dikkat edilmelidir.<br />
Yüce Allah Kur’ân’da iki âyette temizlenenleri sevdiğini<br />
bildirmiştir.<br />
َﻦﻳﺮ<br />
ّﻬﱠﻄُﻤْﻟا ِ<br />
ﱡﺐِ� ُ ُ�اَو او ُﺮ ﱠﻬَﻄَﺘَﻳ ْنَا َنﻮﱡﺒِ� ُ لﺎ � َﺟِر<br />
�<br />
ِ ﻪﻴﻓ<br />
�<br />
“…Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır.<br />
Allah da temizlenenleri sever” buyurmuştur 23 ki burada<br />
söz konusu olan maddî temizliktir. Bedenin, elbiselerin,<br />
çevrenin, elle tutulur ve gözle görülür her şeyin temizliği<br />
buna dahildir.<br />
Peygamberimiz (a.s.) temizliğin îmanın gereğini oldu-<br />
ğunu bildirmiştir:<br />
ِ نﺎَﻤﻳ ِْﻻا ُﺮْﻄ َ� ُرﻮ ُﻬﱡﻄﻟَا<br />
23 Tevbe, 9/108; Bakara, 2/222.<br />
37 38<br />
“Temizlik îmanın yarısıdır.” 24<br />
Kur’ân’ın “oku” emrinden sonra ikinci sırada inen<br />
âyetinde temizlik emredilmiştir. 25<br />
2. Beslenmeye Dikkat Etmek.<br />
Sağlığın başı dengeli beslenmedir. Vücut için gerekli<br />
olan besinler, vitaminler yeterince alınmalıdır. Tıka basa<br />
yemek de yeterinden az yemek de sağlık açısından<br />
doğru değildir.<br />
Peygamberimiz (a.s.),<br />
�تَﻼ َﻛَا َمَد�ا ِﻦْﺑا ِﺐ َﺴ َ�ِﺑ ، ٍﻦـْﻄَﺑ ْﻦﻣ ا� ًّ َ ءﺎ ً َﻋِ و ﻰﱡ ِ ﻣَد�ا َﻸـَﻣ ﺎَﻣ<br />
،ِ ﻪـِ ﻣﺎـ َﻌَﻄ ِ ﻟ �ﺚـُﻠُﺜَﻓ ،ﻼـ ً ِ ﻋﺎـَﻓ َﺔــَﻟﺎـَ� َ َﻻ َنﺎـ َﻛ ْن ِ ﺈـَﻓ ،ُﻪـَﺒْﻠ ُﺻ َﻦـِ ﻤْﻘُﻳ<br />
ﻪِ ﺴَﻔَﻨ ِ ﻟ ِ<br />
�ﺚُﻠُﺛَو ،ِ ﻪِﺑا�َ ِ ﻟ �ﺚُﻠُﺛَو<br />
“Ademoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır.<br />
İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter.<br />
Yemek yediği zaman, midesinin üçte birini yemeğe, üçte<br />
birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın” 26 sözüyle<br />
haddinden fazla yemenin insanı sürükleyeceği zarara<br />
dikkat çekmiştir.<br />
Bozuk, çürük, zehirli ve sağlığa zararlı şeyleri yemekten<br />
kaçınılmalıdır.<br />
Şeker, kolesterol ve tansiyon gibi hastalıklara yaka-<br />
24 Ahmed, V, 342; Tirmizî, Deavât, 92, V, 536.<br />
25 Müddessir, 74/4.
lanmamak veya çoğalmasını önlemek için, yemeklerin<br />
yağ, tatlı, tuzlu ve hamurlu yiyeceklere gereken dikkati<br />
göstermek gerekir.<br />
3. Sıcak-Soğuğa Dikkat Etmek<br />
Sıcak havalarda ince giysiler giymek ve güneş<br />
altında kalmamak, soğuk havalarda kalın giysiler giymek<br />
ve üşütmemek sağlık açısından önemlidir. Üşüten veya<br />
terleyip soğuyan, güneşe çarpılan kimse hasta olabilir.<br />
4. Yorulunca Dinlenmek<br />
Yorucu işlerde çalışan insan, yeterince dinlenmeli,<br />
vücudunu yıpratmamaya dikkat etmeli, yeterince uykusunu<br />
almalıdır.<br />
5. Spor Yapmak ve Temiz Hava Almak<br />
Sağlıklı bir yaşam için spor gereklidir. Özellikle belli<br />
yaşlardan sonra kolesterol ve benzeri hastalıklardan korunabilmek<br />
için yürümek ve çeşitli spor faaliyetlerinde<br />
bulunmak önemlidir.<br />
Rutubetli yerlerde yaşamamaya, cereyan akımında<br />
bulunmamaya dikkat etmek gerekir.<br />
6. Çocukların Aşılarını Zamanında Yaptırmak<br />
Verem, su çiçeği, kızamık, çocuk felci ve benzeri<br />
26 Tirmizî, Zühd, 47. IV, 590; Ahmed, IV, 132.<br />
39 40<br />
aşıları zamanında yaptırmak çocukların sağlıklı büyümesini<br />
ve sakat olmamasını sağlayacaktır.<br />
7. Sigara, Alkol ve Uyuşturucudan Uzak Durmak<br />
Sigara, alkol ve uyuşturucunun alışkanlık ve<br />
bağımlılık yaptığı, sağlığı bozduğu bütün tıp otoriteleri<br />
tarafından kabul edilmektedir.<br />
Bu zararlılara müptela olanlar, çeşitli hastalıklara yakalanmaktadırlar.<br />
8. Trafik ve İş Yerlerinde Kurallara Uymak<br />
Kurallara uymayan ve dikkatli olmayan insanlar iş<br />
yerlerinde ve trafikte kaza yapmakta ve çeşitli sakatlıklara<br />
maruz kalmaktadır.<br />
9. Sosyal İlişkilerde Dikkatli Olmak<br />
Aids, verem ve grip gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak<br />
için sosyal ilişkilere dikkat etmek gerekir. Fuhuş<br />
yapmamak, bulaşıcı hastalık salgını bulunan yerlerde<br />
bulunmaktan sakınmak veya gerekli tedbirleri almak gerekir.<br />
Saydığımız bu hususlarda gereken hassasiyeti göstermemek<br />
insanın kendisini tehlikeye atması demektir.<br />
Bunu yüce Allah,<br />
ْﻢ ُﻜ َﺴُﻔْﻧَا � اﻮُﻠُﺘْﻘَﺗ َﻻَو
“... Kendinizi öldürmeyiniz…” (Nisâ, 4/29) ve<br />
ﺔِ َﻜـُﻠ ْﻬﱠﺘﻟا �َ ِ ا ْﻢ ُﻜﻳﺪْﻳَﺎِﺑ<br />
اﻮُﻘْﻠُﺗ َﻻَو<br />
�<br />
“…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atma-<br />
yın…” (Bakara, 2/195) anlamındaki âyetler ile yasaklamaktadır.<br />
Peygamberimizin sağlığın korunmasını, hasta olunca<br />
tedavi olunmasını bildiren pek çok hadisleri vardır. Bunların<br />
önemli bir bölümü “koruyucu hekimlik” kapsamına<br />
girer.<br />
bb) TEDAVİ OLMAK<br />
İnsan fiziksel veya ruhsal bir hastalığa yakalandığı<br />
zaman maddî ve manevî, biyolojik ve psikolojik her türlü<br />
tedavi yöntemine baş vurmalıdır.<br />
1. Maddî Tedaviye Baş Vurmak.<br />
Bu; doktora gitmek, gerekli tetkikleri yaptırmak, doktorun<br />
önerdiği ilâçları kullanmak, perhiz ve diyete dikkat<br />
etmek, gerekiyorsa ameliyat olmak veya organ nakli<br />
yaptırmak şeklinde yerine getirilir.<br />
Bir sahâbî,<br />
ْﻢـَﻟ ﻞﱠ َﺟَو ﱠﺰ َﻋ َ�ا ﱠن ِ ﺎَﻓ اْو َوا َﺪَﺗ لﺎَﻘَﻓ َ ى َوا َﺪَﺘـَﻧَا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />
ُمَﺮَ �َا ْ ٍ ﺪ ِ ﺣاَو ٍ ءَاَد �َ ْ َﻏ ءاَوَد ً ُﻪَﻟ َﻊ ِ ﺿُو ﱠﻻ ِ ا ءاَد ً ْﻊ َﻀَﻳ<br />
41 42<br />
- “Ey Allah’ın Elçisi tedavi olalım mı?” diye sormuş,<br />
bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.),<br />
- “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Zira yüce Allah<br />
hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, şifasını da birlikte yaratmış<br />
olmasın. Ancak yaşlılık bunun dışındadır” buyurmuştur.<br />
27<br />
İnsanın sağlığını korumak için her türlü tıbbî imkanları<br />
kullanması gerekir. Günümüzde tıp gelişmiş organ<br />
ve doku nakilleri tedavi yöntemleri arasına girmiştir.<br />
2. Psikolojik Tedaviye Baş Vurmak<br />
İnsan bedenen hastalandığı gibi psikolojik olarak da<br />
hastalanabilir, bunalıma girer, depresyon geçirebilir. Bu<br />
tür hastalıklar karşısında doktora baş vurur, yapılacak<br />
telkinlere kulak verir ve önerilen ilâçları kullanır.<br />
3. Allah’tan Şifa İstemek<br />
İnsanlar bütün koruyucu hekimliğe, beden, akıl ve<br />
ruh sağlığı ile ilgili bütün kurallara dikkat etmelerine<br />
rağmen yine de hastalıklara yakalanabilir, kaza sonucu<br />
sakatlanabilir veya ileri yaşlılıktan ötürü kötürüm ve yatalak<br />
olabilir. Bu durumda olan kişilerin sağlıklarına<br />
kavuşması için tıbbî tedavinin yanında psiko-sosyal rehabilitasyona<br />
da ihtiyacı vardır.<br />
Psikolojik yönden rahatlama, ruhsal huzur ve moralin<br />
27 Ebû Dâvud, Tıb, 1, IV, 192-193; Tirmizî, Tıb, 2, IV, 383; İbn Mâce, Tıb, 1, II,<br />
1137; Ahmed, IV, 278.
iyi tutulabilmesi için inanç ve maneviyatın kuvvetli<br />
olması gerekir. İnsan; derdi verenin, ilâçlarda devayı<br />
yaratanın ve şifayı ihsan edenin Allah olduğuna inanır,<br />
َ�ﻔ<br />
ْﺸَﻳ ﻮَ ُﻬَﻓ ُﺖ ْﺿِﺮَﻣ اَذ<br />
�<br />
ِ اَو<br />
“Hastalandığımda O bana şifa verir” (Şu’arâ, 26/80),<br />
diyebilirse rahatlar, huzur bulur ve morali düzgün olur.<br />
Bu itibarla kul, maddî çarelere başvurmanın yanında<br />
şifa vermesi, iyileşmesi ve sıkıntısını gidermesi için<br />
Allah’a dua etmelidir. Peygamber efendimizin şu hadisleri<br />
insanın sağlığını korumasının ve Allah’tan yardım<br />
istemenin önemini vurgulamaktadır:<br />
ِ� ِ ﻘـَﻴْﻟا َﺪ ْﻌَﺑ َﻂ ْﻌُﻳ ْﻢـَﻟ ا ًﺪ َﺣَا ﱠن ِ ﺎَﻓ َﺔَﻴِﻓﺎ َﻌْﻟاَو ﻮْﻔ َ َﻌْﻟا َ�ا اﻮُﻟَﺎ ْﺳ ِ ا<br />
ﺔـَﻴ ِ ِﻓﺎ َﻌْﻟا َﻦ ِ ﻣ ا�ً ْ َﺧ<br />
“Allah’tan af ve sağlık dileyin, çünkü bir kimseye<br />
imandan sonra, sağlıktan daha hayırlı bir şey verilmemiştir”<br />
28<br />
ُﺔـَﻴ ِ ﻓﺎ َﻌْﻟا َ<br />
لَﺎ ْﺴُﻳ ْنَا ْﻦَﻣ ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا ﱡﺐ َﺣَا ﺎًﺌْﻴ َ� ُ�ا َ<br />
ﻞ ِ ﺌ ُﺳ ﺎَﻣ<br />
“Allah’tan istenen şeyler arasında Allah’a en sevgili<br />
olan şey sağlıktır”. 29<br />
ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻاَو ﺎَﻴْﻧ ﱡﺪﻟا ِ<br />
� َﺔـَﻴ ِ ﻓﺎ َﻌْﻟا َ�ا اﻮُﻠ َﺳ<br />
28 Tirmizî, Deavât, 106, V, 557; Ahmed, I, 3, 78.<br />
29 Tirmizî, Deavât, 85. V, 535; 102. V, 552; 128; benzerleri için bk. Müslim, Cihâd,<br />
20, II, 1362; İbn Mâce, Duâ, 5. II, 1265.<br />
43 44<br />
“Dünya ve âhirette afiyet, sağlık isteyin. 30<br />
Allah’tan şifa isteme konusunda Kur’ân’da bize ör-<br />
nekler verilmektedir.<br />
Eyyub peygamberin bedenine, malına ve ev halkına<br />
bela isabet etmiş ve 18 yıl sıkıntılı günler geçirmiştir. 31<br />
Eyyub (a.s), hastalığının ve sıkıntısının iyileşmesi için<br />
Allah’a dua etmiştir:<br />
َ�<br />
�<br />
�اﱠﺮﻟا ِ<br />
ُﻢ َﺣْرَا َﺖْﻧَاَو �ﻟا ﱡ ﱡ ﻰَ ِ ﻨ ﱠﺴَﻣ ﻰّﻧَا<br />
�ﻪﱠﺑ ُ َر ى�دﺎَﻧ ْذ<br />
�<br />
ِ ا َبﻮﱡﻳَاَو<br />
� ٍ<br />
ّ ُ ْﻦ ِ ﻣ ﻪِﺑ ﺎَﻣ ﺎَﻨْﻔ َﺸ َﻜـَﻓ ُﻪـَﻟ ﺎَﻨْﺒ َﺠَﺘ ْﺳﺎَﻓ *<br />
�<br />
“(Ey Peygamberim!) Eyyub’u da hatırla. Hani o<br />
Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde (durr) uğradım, sen<br />
merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmış-<br />
tı. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert<br />
namına ne varsa gidermiştik…” (Enbiyâ, 21/83-84).<br />
ُنﺎــ َﻄْﻴ ﱠﺸﻟا ﻰــ َ ِ ﻨ ﱠﺴَﻣ ﻰــّﻧَا<br />
�ﻪــﱠﺑ ُ َر ى�دﺎـــَﻧْذ<br />
�<br />
ِ ا َبﻮــﱡﻳَا �ﺎــَﻧ َﺪــْﺒ َﻋ ْﺮـــ ُﻛْذاَو<br />
�دِرﺎــَﺑ ﻞــ � َﺴَﺘْﻐُﻣ ا َﺬـــ �ﻫ َﻚــِ ﻠ ْﺟِﺮــِﺑ ﺾـــ ْ ُﻛْرُا * ٍبا َﺬــ َﻋَو ٍﺐـــ ْﺼُﻨِﺑ<br />
* �با�َو َ َ<br />
“(Ey Peygamberim!) Kulumuz Eyyub’u da an. Hani<br />
Rabbine, ‘Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu”<br />
diye seslenmişti. Biz ona ‘ayağını yere vur!<br />
30 Tirmizî, Deavât, 85. V, 534.129, V, 577.<br />
31 Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 60, Dâru’l-Kur’ani’l-Kerîm, Beyrut,<br />
1981.
İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.” (Sâd,<br />
38/41-42).<br />
Eyyub (a.s.), ayağını yere vurmuş, çıkan sudan içip<br />
yıkanmış iç ve dış bütün hastalıkları iyileşmiş ve<br />
sıkıntıları gitmiştir.<br />
Bu âyetlerde, bedensel ve zihinsel her türlü<br />
hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması<br />
gerektiği, şifayı verenin Allah olduğu vurgulanmaktadır.<br />
Şu âyetleri de bu bağlamda zikredebiliriz.<br />
ﻮَ ُﻫ ﱠﻻ ِ ا �ﻪـَﻟ ُ َﻒ ِ �ﺎ َﻛ َﻼَﻓ �ِﺑ ٍ<br />
ّ ُ ُ�ا َﻚ ْﺴ َﺴْﻤَﻳ ْن ِ ا َو<br />
“Eğer Allah sana bir sıkıntı ve zarar dokundurursa<br />
bunu O’ndan başka giderecek yoktur…” (En’âm, 6/<br />
17; Yûnus, 10/107),<br />
�هِ � ّ ُ ُتﺎَﻔ<br />
�<br />
ِ �ﺎ َﻛ ﱠﻦ ُﻫ ﻞْ َﻫ �ِﺑ ٍ<br />
ّ ُ ُ�ا ﻰَ ِﻧَداَرَا ْن ِ ا<br />
“…Eğer Allah bana her hangi bir sıkıntı ve zarar<br />
dokundurmak isterse, onlar (Allah’tan başka tapılan-<br />
lar), Allah’ın dokundurduğu sıkıntı ve zararı kaldıra-<br />
bilirler mi? …” (Zümer, 39/38; Bakara, 2/214; İsrâ, 17/67;<br />
Yâsîn, 36/23),<br />
...ا ًء�ﻮ ُﺳ ْﻢ ُﻜِﺑ َداَرَا ْن ِ ا ِ �ا َﻦ ِ ﻣ ْﻢ ُﻜـُﻤ ِ ﺼ ْﻌَﻳ ىﺬﱠﻟا<br />
اَذ ْﻦَﻣ ﻞُﻗ ْ<br />
�<br />
“(Ey Peygamberim!) De ki: “Eğer Allah size bir<br />
sıkıntı ve zarar dilerse sizi Allah’tan koruyacak kimdir?...”<br />
(Ahzâb, 33/17; Ra’d, 13/11)<br />
Bu âyetler, sıkıntı, zarar ve hastalıklardan kurtulmak<br />
45 46<br />
için sadece dua etmekle yetinmek anlamına gelmez.<br />
Her şeyin bir sebebi vardır. Sebeplere yapışıp perhiz,<br />
ilâç ve ameliyat gibi tıbbî çarelere baş vurulur.<br />
ْﻢ ُﻜـُﻠ َﻌْ �َ َو ء�ﻮ َ ﱡﺴﻟا ُﻒ ِ ﺸ ْﻜَﻳ َو ُهﺎ َﻋَد اَذ ِ ا ﱠﺮَﻄ ْﻀُﻤْﻟا ُﺐﻴ�<br />
ُ ْﻦﱠﻣَا<br />
ضْرَ ِ ْﻻا ء�ﺎَﻔَﻠ<br />
�<br />
َ ُﺧ<br />
“Kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap<br />
veren ve başa gelen sıkıntıyı kaldıran, sizi yeryüzünde<br />
halife kılan mı (daha hayırlıdır? yoksa Allah’a<br />
ortak koşulanlar mı?)…” (Neml, 27/62) anlamındaki âyetler<br />
bunu ifade eder.<br />
Ayrıca bu âyetler, sıkıntı, zarar ve hastalıklardan kurtulmak<br />
için, tekke, türbe vesaireye gitmenin doğru<br />
olmadığını da ifade eder (İsrâ, 17/56).<br />
c) Sıkıntı Olunca Allah’a Dua Edip Sıkıntıdan Kurtulunca<br />
Nankörlük Edenleri Kınama Bağlamında.<br />
ﻪـْﻴَﻟ ِ ِ ﺎــَﻓ �ــﻟا ﱡ ﱡ ُﻢـ ُﻜ ﱠﺴَﻣ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ ِ �ا َﻦــِ ﻤَﻓ ٍ ﺔـَﻤ ْﻌِﻧ ْﻦــِ ﻣ ْﻢــ ُﻜِﺑ ﺎـَﻣَو<br />
ْﻢـ ُﻜـْﻨِ ﻣ �ﻖــﻳﺮـَﻓ<br />
اَذ<br />
�<br />
ِ ا ْﻢــ ُﻜـْﻨ َﻋ �ــﻟا ﱠ ﱡ َﻒـ َﺸ َﻛ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ * َنو ُﺮـَﺌ ْﺠَﺗ<br />
َنﻮُﻛِ �ُﻳ ْ ْﻢ ِﻬِ<br />
ّﺑ َﺮِﺑ<br />
“Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir<br />
sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır<br />
yakarırsınız. Sonra sizden o sıkıntıyı giderince
ir de bakarsınız içinizden bir kısmı Rabbine ortak<br />
koşar” (Nahl, 16/53-54).<br />
ﺎـ<br />
ًﻤ ِ ﺋ�ﺎَﻗ ْوَا ا ًﺪ ِ ﻋﺎَﻗ ْوَا<br />
ُﻪ ﱠﺴَﻣ � ٍ<br />
ّ ُ �<br />
�ﻪِﺒْﻨَ ﳉ ِ ﺎَﻧﺎ َﻋَد �ﻟا ﱡ ﱡ َنﺎ َﺴْﻧ<br />
�<br />
ِْﻻا ﱠﺲَﻣ اَذ ِ ا َو<br />
� ِ ا �ﺎَﻨ ُﻋ ْﺪَﻳ ْ َ� ْنَﺎ َﻛ ﱠﺮَﻣ ُه� ﱠ ُ ُﻪْﻨ َﻋ ﺎَﻨْﻔ َﺸ َﻛ ﺎـﱠﻤَﻠَﻓ<br />
“İnsana bir sıkıntı dokundu mu gerek yan üstüne<br />
yatarken gerek otururken gerekse ayakta iken (her<br />
halinde sıkıntısından kurtulmak için) bize dua eder,<br />
Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı sanki<br />
kendisine dokunan bir sıkıntı için yalvarmamış gibi<br />
geçer gider…” (Yûnus, 10/12).<br />
ُﻪـَﻟﻮـ ﱠ َﺧ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا ﺎــًﺒﻴﻨُﻣ<br />
ُﻪـﱠﺑ َر ﺎـ َﻋَد � ﱞ ُ نَﺎــ َﺴْﻧ<br />
�<br />
ِْﻻا ﱠﺲـَﻣ اَذ ِ ا َو<br />
ًدا ا َﺪْﻧَا � ِ ِ ﻞَ َﻌ َﺟَو ﻞْﺒَﻗ ُ ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪْﻴَﻟ ِ ا �اﻮ ُﻋ ْﺪَﻳ َنﺎ َﻛ ﺎَﻣ ﻰَ ِ ﺴَﻧ ُﻪْﻨ ِ ﻣ ًﺔَﻤ ْﻌِﻧ ﻪ<br />
�<br />
ِ ﻠﻴﺒ<br />
َﺳ ْﻦ َﻋ ﻞﱠ �<br />
ِ ﻀُﻴِ ﻟ<br />
“İnsana bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman<br />
Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra zararını bir<br />
nimete dönüştürdüğü zaman daha önce O’na yalvardığını<br />
unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için<br />
O’na eşler koşar…” (Zümer, 39/8; Zümer, 39/49; Rûm, 30/33)<br />
Anlamlarını zikrettiğimiz ve atıfta bulunduğumuz beş<br />
âyet şu hükümleri içermektedir:<br />
İnsanlar zihinsel ve bedensel bir hastalığa yakalanabilirler<br />
veya başına bir sıkıntı gelebilir. Bu durumda bulunan<br />
insanlar, iyileşmeleri için tedavi yollarına baş vurur-<br />
47 48<br />
lar, şifa vermesi için Allah’a dua ederler. Tedavi olup<br />
Allah kendilerine şifa verdiğinde ise bir kısım insanlar,<br />
koruyucu hekimlik tedbirlerini ihmal ederler. Allah’a<br />
yaptıkları duayı unuturlar. O’na ortak koşarlar veya<br />
isyan ederler. Ayetlerde Allah bu tür insanları kınamak-<br />
tadır. Ayetler Allah’a duanın ve O’na yönelmenin sadece<br />
sıkıntı zamanlarında değil, sıhhat, nimet ve rahatlık içinde<br />
iken de yapılması gerektiğini ifade eder.<br />
Sıkıntılı zamanlarda ihlâs ve samîmiyetle Allah’a dua<br />
eden, mümin, fâcir ve kâfir herkesin duasını Allah kabul<br />
eder. 32<br />
ٍ<br />
ء�ﺎ َﺳْﺎَﺒْﻟﺎِﺑ ﺎ َﻬَﻠ ْﻫَا �ﺎَﻧ ْﺬ َﺧَا � ﱠﻻ ِ ا ٍ ّ ﻰِﺒَﻧ ْﻦ ِ ﻣ ٍ ﺔَﻳ ْﺮَﻗ<br />
َنﻮُﻋ �َﻳ ﱠ ﱠ ْﻢ ُﻬﱠﻠ َﻌَﻟ ِ ء�ا�ﻟاَو ﱠ ﱠ<br />
� ﺎَﻨْﻠ َﺳْرَا �ﺎَﻣَو<br />
�<br />
“Biz hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik<br />
ki yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk,<br />
sıkıntı ve zarara uğratmış olmayalım” (A’râf, 7/94)<br />
anlamındaki âyet, Allah’ın geçmişte peygamberlerinin<br />
çağrısına kulak vermeyen insanlara, Allah ve peygambere<br />
yönelmeleri için bedensel ve ekonomik sıkıntılar<br />
(hastalıklar, kuraklık, kıtlık, fakirlik vs) 33 verdiğini bildirmektedir.<br />
Devamındaki âyette Allah’ın, sıkıntı ve darlığın<br />
yerine bolluk, genişlik ve rahatlık verdiği, bu nimetlere<br />
şükredecekleri yerde nankörlük ettikleri ve sonunda<br />
onları cezalandırdığı bildirilmektedir.<br />
32 Kurtubî, XIII, 224.<br />
33 Hâzin, II, 602.
d) Sabırlı Olma Bağlamında<br />
Bakara sûresinin 177. âyetinde muttakî ve sâdık insanların<br />
nitelikleri arasında felçli olma, bunama, kanser<br />
ve benzeri bedensel ve zihinsel hastalıklara, çeşitli zarar<br />
ve sıkıntılara34 karşı sabırlı olanlar da zikredilmektedir.<br />
ِ سْﺎَﺒْﻟا َ�ﺣَو<br />
�<br />
ِ ء�ا�ﻟاَو ﱠ ﱠ<br />
ِ ء�ﺎ َﺳْﺎَﺒْﻟا � ِ َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />
ﱠﺼﻟاَو ...<br />
�<br />
“…(Asıl iyi amel ve davranış) zorda, hastalık ve<br />
savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve<br />
davranışlarıdır …”<br />
Allah, musibetler karşısında insanların sabırlı olmalarını<br />
istemektedir. Biraz korku ve açlıkla; mallardan,<br />
canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle<br />
imtihan edeceğini bildirdiği âyetin sonunda,<br />
ﺎﱠﻧ<br />
ِ ا � اﻮُﻟَﺎﻗ �ﺔـَﺒﻴﺼُﻣ<br />
ْﻢ ُﻬـْﺘــَﺑﺎ َﺻَا �اَذ<br />
�<br />
ِ ا َﻦﻳﺬﱠﻟَا<br />
* َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />
ﱠﺼﻟا ِﺮ<br />
� �<br />
ِّﺸَﺑ َو<br />
* َنﻮُﻌ ِ ﺟاَر ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا �ﺎﱠﻧ ِ ا ِ ِ<br />
َو �<br />
…Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet<br />
gelince, “Biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah’a<br />
aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. (Bakara, 2/<br />
155-156) buyurmaktadır. Böylece Allah, hem insanların<br />
musibet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler<br />
karşısında insanların nasıl tavır takınmaları gerektiğini<br />
bildirmektedir.<br />
İnsan hayatı; her zaman güllük gülistanlık olmaz.<br />
34 Beydâvî, I, 249; Hazin, I, 249; Nesefî, I, 249.<br />
49 50<br />
İşler daima insanın istediği şekilde gitmez. İnsan, bir çok<br />
olumsuzluklar, ezâ, cefâ ve âfetlerle karşılaşır. Bütün<br />
bunlara ancak sabırla karşı konulabilir. Başarı ancak<br />
sabırla, 35 sabır da ancak Allah’ın yardımıyla 36 mümkün<br />
olur. Bunun için Yüce Allah; her konuda sabrı tavsiye etmektedir:<br />
َ�ا اﻮُﻘﱠﺗاَو اﻮُﻄِﺑاَر َو او ُﺮِﺑﺎ َﺻَو او�ُ ِ ْﺻا اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ<br />
�<br />
َنﻮُ� ِ ﻠْﻔُﺗ ْﻢ ُﻜـﱠﻠ َﻌَﻟ<br />
“Ey müminler! (İbadetlerin meşakkatlerine ve musîbetlere)<br />
sabredin, (harp sıkıntılarına tahammül göstererek<br />
Allah düşmanlarına) galip gelip (kafirlerle) cihada<br />
hazırlıklı ve uyanık olun. Cihada devam edin ve onda<br />
sebat edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, böylelikle<br />
kurtuluşa (ve başarıya) eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/200).<br />
“Sabredenleri sevdiğini” 37 bildiren Yüce Allah, sabır<br />
ve namazla kendisinden yardım istenilmesini emretmektedir:<br />
َﻊَﻣ َ�ا ﱠن ِ ا ِ ةﻮ�ﻠ ﱠﺼﻟاَو ِ�ْ<br />
ﱠﺼﻟﺎِﺑ اﻮُﻨﻴﻌَﺘ<br />
ْﺳا اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ<br />
�<br />
�<br />
َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />
ﱠﺼﻟا<br />
�<br />
“Ey mü’minler! Sabır ve namazla / dua ile (Allah’tan)<br />
yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle<br />
beraberdir” (Bakara, 2/153).<br />
35 Enfâl, 8/65-66.<br />
36 Nahl, 16/127.<br />
37 Âl-i İmrân, 3/46.
Zorluk, musibet, hastalık ve sıkıntılarla baş edebilmek<br />
ve çalışmalarda başarılı olabilmek ancak sabırla<br />
mümkün olur.<br />
Sabır, başarının ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü<br />
sabır, ziyâdır, aydınlıktır. 38 Sabreden zafere erer. 39 Sabreden<br />
insan daima huzur içinde olur. Sabır, en hayırlı nimettir.<br />
Peygamberimiz (a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:<br />
ُ�ا ُهْﺮِ<br />
ّﺒ َﺼُﻳ �ْ ﱠ َﺼَﺘـَﻳ ْﻦَﻣَو<br />
“Kim sabretmek isterse Allah ona sabır ihsan eder.” 40<br />
ِ�ْ<br />
ﱠﺼﻟا َﻦ ِ ﻣ َﻊ َﺳْوَاَو ا�ً ْ َﺧ ءﺎَﻄ ً َﻋ اﻮُﻄ ْﻌُﺗ ْﻦَﻟَو<br />
“Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha çok<br />
nimet verilmemiştir.” 41<br />
َﻊَﻣ �ﱠﻨﻟا َ ْ ﱠنَاَو ا�ً ِﺜ َﻛ ا�ً ْ َﺧ ُهَﺮ ْﻜَﺗ ﺎَﻣ �َ َﻋ ِ�ْ<br />
ﱠﺼﻟا � ِ ﱠنَا ْﻢَﻠ ْﻋاَو<br />
ِ�ْ<br />
ﱠﺼﻟا<br />
“Bilin ki hoşlanmadığınız şeylere sabretmekte çok<br />
hayır vardır, başarı sabırla olur” 42<br />
Yüce Allah, peygamberlerine sabrı emretmiş 43 , mü-<br />
38 Müslim, Tahare, 1, I, 203.<br />
39 Ahmed b. Hanbel, I, 307.<br />
40 Ahmed, I, 307.<br />
41 Buhârî, Rikak, 20, VII, 183; Müslim, Zekat, 124, I, 729.<br />
42 Ahmed, I, 307.<br />
43 bk. Taha, 20/130; 46/35; Tur, 52/48.<br />
51 52<br />
minlerin de sabırlı olmalarını istemiş 44 ve Kur’ân’da akıllı<br />
kimselerin Allah rızası için sabrettiklerini bildirilmiştir. 45<br />
Her türlü iyiliklere ve iyi amellere on katı 46 ve Allah<br />
yolunda infak etmeye yedi yüz katı mükâfat va’d eden 47<br />
Yüce Allah, zorluğundan ve faziletinden dolayı olmalı ki,<br />
sabretmeye hesapsız derecede mükâfat va’d etmiştir.<br />
ٍبﺎ َﺴ ِ ﺣ ِ�َﻐِﺑ<br />
ْ ْﻢ ُﻫَﺮ ْﺟَا َنو ُﺮِﺑﺎ ﱠﺼﻟا �ﱠ ﻮُﻳ َ ﺎـَﻤﱠﻧ ِ ا<br />
“…Sabredenlere mükâfatları hesapsız (derecede)<br />
verilecektir” (Zümer, 39/10).<br />
Dolayısıyla hastalıklar ve musibetler karşısında tahammüllü<br />
olabilmek, sıkıntıları yenebilmek, tedavide<br />
başarıya ulaşabilmek ancak sabırla mümkün olur. Tedavisi<br />
mümkün olmayan hastalıklar ve özürler karşısında<br />
feryat etmeden sakin ve huzurlu olabilmek, inanç ve<br />
sabırla mümkün olur. Sabrın mükafatı büyük sevap ve<br />
cennettir.<br />
Sahabeden Enes b. Mâlik’in Hz.Peygamber’den naklettiği<br />
kutsî bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur:<br />
َﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ﺎـَﻤ ُﻬْﻨ ِ ﻣ ُﻪُﺘ ْﺿ ﻮﱠ َﻋ �َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴـَﺘـَﺒﻴِﺒ َ�ِﺑ ى ِ ﺪْﺒ َﻋ ُﺖْﻴَﻠَﺘـْﺑ ِ ا اَذ ِ ا<br />
ﻪـْﻴـَﻨْﻴ ِ<br />
َﻋ ُﺪﻳِﺮُﻳ<br />
44 Âl-i İmrân, 3/20/130; Enfal, 8/46.<br />
45 Ra’d, 13/22.<br />
46 En’âm, 6/160.<br />
47 Bakara, 2/261.
“Ben kulumu –iki gözünü kastederek– iki sevgilisiyle<br />
imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak<br />
ona cenneti veririm” 48<br />
ًﺑا ﺎﻮَﺛ<br />
َ ُﻪـَﻟ ضْرَا َ ْﻢـَﻟ َﺐ َﺴَﺘ ْﺣاَو �َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴَﺘـَﺒﻴِﺒ َﺣ ُﺖْﺒ َﻫْذَا ْﻦَﻣ<br />
ﺔـﱠﻨ ِ<br />
َﺠـْﻟا َنوُد<br />
“Kimin iki sevgilisini (gözünü) alır da, buna sabreder<br />
ve ecrini Allah’tan umarsa, sevap olarak cennetten<br />
başka bir şeye razı olmam”. 49<br />
Sabretmek; hastalanınca tedavi olmamak, bir musibete<br />
maruz kalınca tedbir almamak, maddî ve manevî<br />
sıkıntılardan kurtulmak için çarelere baş vurmamak<br />
anlamında değildir. Sabır, Allah’a isyan etmemek, bir<br />
imtihan geçirdiğinin bilincinde olmak, hata ve kusurlarını<br />
gözden geçirebilmek, olayları metanetle karşılayabilmektir.<br />
48 Buhârî, Merdâ, 7, VII. 4.<br />
49 Tirmizî, Zühd 57, IV. 602-3.<br />
53 54
İKİNCİ BÖLÜM<br />
ENGELLİ OLMANIN SEBEPLERİ<br />
Doğuştan veya sonradan insanlar niçin engelli oluyorlar?<br />
Bunun sebebi nedir? Kur’ân’a baktığımızda insanların<br />
görme, işitme, duyma, konuşma, düşünme ve<br />
anlama gibi zihinsel veya bedensel engelli olmalarında<br />
temel iki faktörün olduğunu görüyoruz: İlâhî irade ve imtihan<br />
ile insanların ihmal ve kusurları.<br />
1. İlâhî İrade ve İmtihan<br />
İnsanların mallarına ve canlarına maddî veya manevî<br />
isabet eden az veya çok her hangi bir musîbet ancak<br />
Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın izni ve<br />
iradesi olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile<br />
hiç kimseye kaza, bela,âfet ve musîbet isabet etmez.<br />
�ا ِ نْذ ِ ﺎِﺑ<br />
ِ ﱠﻻ ِ ا ٍ ﺔَﺒﻴﺼُﻣ<br />
ْﻦ<br />
�<br />
ِ ﻣ َبﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ<br />
“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez…”<br />
(Teğâbun, 64/11) anlamındaki âyet bu gerçeği<br />
ifade etmektedir. “İnsanı üzen her şey musibettir”. 50<br />
Dolayısıyla insanların her hangi bir uzvundaki ârıza ve<br />
55 56<br />
hastalık birer musibettir, bu musibet Allah’ın izni, iradesi<br />
ve takdiri ile olmuştur. Allah’ın izni, iradesi ve takdiri olmadan<br />
bırakın insanın bedeninde veya organlarında her<br />
hangi bir ârıza ve hastalık olması insanın ölmesi bile<br />
mümkün değildir (Âl-i İmrân, 3/145).<br />
İnsanların başına gelen musibet ilâhî bir imtihan da<br />
olabilir:<br />
لاَ ِ ﻮْﻣَ ْﻻا َﻦ ِ ﻣ ﺺْﻘـَﻧَو ٍ ِعﻮُ ﳉاَو ْ ِ فﻮَ ْ ﳋا ْ َﻦ ِ ﻣ ٍ ءﻰْ َﺸِﺑ ْﻢ ُﻜـﱠﻧﻮُﻠْﺒَﻨـَﻟ َ َو<br />
تاَﺮَﻤﱠﺜﻟاَو ِ ﺲُﻔْﻧَ ِ ْﻻاَو<br />
“Yemin olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan,<br />
canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak<br />
suretiyle imtihan ederiz” (Bakara, 2/155),<br />
ًﺔـَﻨـْﺘـِﻓ ِ�َ<br />
ْ ﳋاَو ْ �ﻟﺎِﺑ ِ<br />
ّ ﱠ ْﻢ ُﻛﻮ ُﻠْﺒَﻧَو تْ ِ ﻮَﻤـْﻟا ُﺔَﻘ ِﺋ�اَذ ﺲْﻔَﻧ ٍ ﻞﱡ ُﻛ<br />
“Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak<br />
hayır ve şer ile deniyoruz…” (Enbiyâ, 21/35) anlamındaki<br />
âyetler bu gerçeği ifade etmektedir. Aslında yaşamı<br />
ve ölümü ile insan sürekli imtihan halindedir. 51<br />
Yüce Allah İsrailoğulları’ndan, biri alacalı, biri âmâ ve<br />
biri kel üç kişiyi imtihan etmek ister. Her birine melek<br />
göndererek onları iyileştirir ve en çok istedikleri malların<br />
doğurgan olanlarından verir ve onları zengin eder. Yıllar<br />
sonra melek her birinin önceki suretine girerek Allah’ın<br />
kendilerine verdiği bu mallardan Allah için ister. Alacalı<br />
ile kel, bu malları miras yoluyla elde ettikleri yalanını sa-<br />
50 Kurtubî, II, 175; Beydâvî, I, 24. 51 Mesela bk. Mülk, 67/2; Kehf, 18/7; Hûd, 11/7.
vurarak bir şey vermezler ve ikisi de eski haline döner.<br />
Amâ ise, “Ben bir âmâ idim. Allah bana görmemi geri<br />
verdi. Fakirdim, beni zengin etti. İstediğini al! Vallahi<br />
Allah için aldığın hiçbir şeye karışmayacağım!” der.<br />
Bunun üzerine melek, “Malını elinde tut! Siz sadece imtihan<br />
edildiniz ve Allah senden razı oldu, diğer iki<br />
kardeşine ise kızdı” der. 52<br />
Şunu kesin olarak bilmek ve îman etmek gerekir ki;<br />
kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan,<br />
53 yaşatan, 54 rızık veren, 55 düzene koyan, 56 öldüren<br />
ve dirilten, güldüren ve ağlatan57 Allah’tır.<br />
Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil<br />
eder, mülk O’nundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden<br />
alır. 58<br />
Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musibetler<br />
kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey O’nun<br />
izni ve iradesi ile meydana gelir.<br />
Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar<br />
veren âfetler, her türlü musîbet ancak Allah’ın izni ve<br />
takdiri ile meydana gelmektedir. Allah izin vermese, hiçbir<br />
musibet meydana gelmez. Kâinatta başıboşluk ve<br />
düzensizlik yoktur. Hiçbir şey, O’nun izni olmadan mey-<br />
52 Buhârî, Enbiyâ 51, VI, 146-147; Muslim, Zühd ,10, III, 2275-2276.<br />
53 En’âm, 6/102.<br />
54 Hadîd, 11/2.<br />
55 En’âm, 6/151; Rûm, 30/ 40.<br />
56 Furkân, 25/2.<br />
57 Necm, 53/43-44.<br />
58 Âl-i İmrân, 3/26.<br />
57 58<br />
dana gelemez. 59 Sözgelimi bitkiler bitemez, 60 ağaçlar<br />
meyve veremez, 61 kâinatın düzeni devam edemez62 kimse kimseye zarar veremez. 63 Allah’ın izni olmadıkça<br />
insanlar, canlarını bile teslim edemezler.<br />
ًﻼ ﱠﺟَﺆُﻣ ﺎًﺑﺎَﺘِ ﻛ ِ �ا ِ نْذ ِ ﺎِﺑ ﱠﻻ ِ ا َتﻮ ُﻤـَﺗ ْنَا ﺲْﻔَﻨ ٍ ﻟ ِ َنﺎ َﻛ ﺎَﻣَو<br />
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm,)<br />
belirli bir süreye göre yazılmıştır” (Âl-i İmrân, 3/145),<br />
ﺎَﻬُﻠ َﺟَا َ ء�ﺎ َﺟ اَذ ِ ا ﺎ ًﺴْﻔَﻧ ُ�ا َﺮ ِّﺧَﺆُﻳ ْﻦَﻟَو<br />
“Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü)<br />
asla ertelemez…” (Münâfikun, 63/11) anlamındaki âyetler,<br />
bu gerçeği dile getirmektedir.<br />
İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden<br />
sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam<br />
yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen<br />
insan musîbete maruz kalabilir.<br />
Diğer taraftan insanın başına gelen musîbetler ilâhî<br />
bir takdirdir. Bu hususu Kur’ân’ın bir çok âyetinde görmekteyiz.<br />
Şu âyetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:<br />
َﻨَﻟ ﺎ ُ�ا َﺐَﺘـ َﻛ ﺎَﻣ ﱠﻻ ِ ا �ﺎَﻨـَﺒﻴﺼُﻳ<br />
ْﻦَﻟ ﻞُﻗ ْ<br />
�<br />
59 Nisâ, 4/64; Enfâl, 8/66; İbrahim, 14/25; Fâtır, 35/32.<br />
60 Â’raf, 7/58.<br />
61 İbrâhim, 14/25.<br />
62 Hac, 22/65.<br />
63 Mücadele, 58/10.
“(Ey Peygamberim! İnsanlara) de ki: Bize ancak<br />
Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder…”<br />
(Tevbe, 9/51).<br />
� ﱠﻻ<br />
�<br />
ِ ا ْﻢ ُﻜ ِ ﺴُﻔـْﻧَا �� � َﻻَو ضْرَ ِ ْﻻا � ِ ﺔَﺒﻴ ٍ ﺼُﻣ ْﻦ<br />
�<br />
�<br />
ِ ﻣ َبﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ<br />
��<br />
ﺴَﻳ<br />
�<br />
ِ �ا �َ َﻋ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﱠن ِ ا ﺎ َﻫَا �َﻧ َ ْ ْنَا ِﻞْﺒَﻗ ْﻦ ِ ﻣ ٍبﺎَﺘِ ﻛ<br />
“Ne yer yüzünde ne de kendi canlarınızda meydana<br />
gelen hiçbir musîbet yoktur ki biz onu yaratmadan<br />
önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu,<br />
Allah’a kolaydır” (Hadîd, 57/22).<br />
Bu âyetlerde; gerek yeryüzüne gerekse canlara isabet<br />
eden musîbetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin<br />
nakşedildiği Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir.<br />
Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır.<br />
Allah; doğumundan ölümüne kadar ömür boyu insanların<br />
ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini<br />
de bilir. Bu bilgisine göre her şeyi önceden bir<br />
Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta<br />
yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:<br />
ْﻢ ُﻜﻴ�ﺗ�ا �ﺎـَﻤِﺑ اﻮ ُﺣَﺮْﻔـَﺗ َﻻَو ْﻢ ُﻜـَﺗﺎَﻓﺎَﻣ �� َﻋ اﻮْ َﺳْﺄَﺗ َﻼْﻴ َﻜِ ﻟ<br />
“Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz<br />
ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip<br />
şımarmayasınız” (Hadîd, 57/23).<br />
Bu âyette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların<br />
üzülmemelerini, feryâd ü fîgân etmemelerini iste-<br />
59 60<br />
mektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri<br />
ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar<br />
başıma geldi” diye üzülmesinin bir faydası yoktur.<br />
İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip<br />
sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak musibet<br />
karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri<br />
yapmamak anlamına gelmez.<br />
Biliyoruz ki Allah “çok merhametlidir” 64 ve “insanlara<br />
zerre kadar zulmetmez”. 65 Mala ve cana zarar veren<br />
musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve<br />
imtihanın tecellisinde insanların davranışlarının etkisi de<br />
var mıdır? Kur’ân’a baktığımızda bu soruya “evet” diyebiliyoruz.<br />
2. İnsanların Hata ve Kusurları<br />
Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının<br />
da bulunduğunu yüce Allah, bir çok âyette bildirmektedir.<br />
Mesela:<br />
ٍ� ﺜ َﻛ ْﻦ َﻋ اﻮ ُﻔ ْﻌَﻳ َو ْﻢ ُﻜﻳﺪْﻳَا<br />
ْﺖَﺒ َﺴ َﻛ ﺎـ َﻤِﺒَﻓ<br />
� �<br />
ٍ ﺔَﺒﻴﺼُﻣ<br />
ْﻦ<br />
�<br />
ِ ﻣ ْﻢ ُﻜـَﺑﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ َو<br />
“Başınıza gelen her hangi bir musîbet kendi ellerinizin<br />
yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah<br />
yaptıklarınızın çoğunu affediyor (de bu yüzden size<br />
musibet vermiyor)” (Şûrâ, 42/30) anlamındaki âyet, bu<br />
gerçeği açıkça ifade etmektedir.<br />
64 Fatiha, 1/2.<br />
65 Nisâ, 4/40.
ﻪـِﺑ َﺰْ � ُ اء�ﻮ ً ُﺳ ﻞَﻤ ْ ْﻌَﻳ ْﻦَﻣ<br />
�<br />
“Kim kötü bir amel işlerse onunla cezalandırılır”<br />
(Nisâ, 4/123) anlamındaki âyet inince Ebû Hüreyre (r.a.);<br />
ًذا ِ ا ﺎَﻨ ْﻜـَﻠ َﻫ ﺎَﻨْﻠ ِ ﻤ َﻋ ﺎَﻣ ﻞِ ّ ُﻜِﺑ َىِﺰ ْﺠُﻨَﻟ ﺎﱠﻧ ِ ا لﺎَﻘَﻓ َ<br />
“Yaptığımız her şeyle cezalandırılırsak o zaman biz<br />
helâk oluruz” demiş, bu söz Hz. Peygambere ulaşınca;<br />
ﺎـ ﱠﻤـِ ﻣ ِ ه ِ ﺪ َﺴ َﺟ � ِ ٍ ﺔَﺒﻴ ِ ﺼُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻴْﻧ ﱡﺪﻟا � ِ ِ ﻪِﺑ ى َﺰ ْﺠـُﻳ ْﻢ َﻌَﻧ لﺎَﻘَﻓ َ<br />
ﻪﻳ ِ ذْﺆُﻳ ِ<br />
“Evet, herkes dünyada o kötü amelinden dolayı cesedine<br />
eziyet veren bir musibetle cezalanır” buyurmuştur.<br />
66 Hz. Ebû Bekir’in,<br />
ِ ﻪـِﺑ ﺎَﻨﻳِﺰ ُﺟ هُﺎَﻨْﻠ ِ ﻤ َﻋ ٍ ء ْ ﻰ َ� ﱡ<br />
ﻞ ُﻛَو<br />
“Yaptığımız her şey ile cezalandırılacak mıyız?” diye<br />
sorması üzerine Hz. Peygamber,<br />
ُنَﺰ ْ�ـَﺗ َﺖ ْﺴَﻟَا ضَﺮْﻤـَﺗ ُ َﺖ ْﺴَﻟَا ٍﺮ ْﻜَﺑ ﺎَﺑَا ﺎَﻳ َﻚَﻟ ُ�ا َﺮَﻔ َﻏ لﺎَﻘَﻓ َ<br />
ُ ءاَوَﻼْﻟَا َﻚُﺒﻴ ِ ﺼُﻳ َﺖ ْﺴَﻟَا<br />
“Allah seni affetsin ey Ebû Bekir! Sen hiç hasta olma-<br />
dın mı? Hiç üzülmedin mi? Bir sıkıntıya maruz kalmadın<br />
mı?” diye sordu. Ebû Bekir’in “evet” demesi üzerine,<br />
66 Hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. el-Münzirî, Abdülazîm b. Abdülkavî, et-Terğîb<br />
ve’t-Terhîb, IV, 294. İhyâü’t-Türâsî’l-Arabiyye, Beyrut, 1968.<br />
61 62<br />
ِ ﻪـِﺑ َن ْو َﺰ ْﺠـُﺗ ﺎَﻣ َ ﻮ ُﻫ َ<br />
لﺎَﻗ<br />
“İşte bu cezalandırıldığınız şeydir” buyurmuştur. 67<br />
Âyet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerin<br />
sebepleri arasında insanların işledikleri, hata, kusur<br />
ve kötü amellerin de olduğunu göstermektedir.<br />
Musibetler; kâfir, müşrik, münafık, âsi ve zalim insanlar<br />
için ilâhî bir cezadır. Allah, zulümleri sebebiyle bir<br />
çok toplumu çeşitli âfetlerle cezalandırmış ve helak<br />
etmiştir. Kur’ân’da; Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, Şuayb<br />
ve Musa (a.s.)’ın peygamber gönderildiği insanların<br />
maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra;<br />
َنﻮُﻤ ِ ﻠْﻈَﻳ ْﻢ ُﻬ َﺴُﻔْﻧَا اﻮُﻧﺎ َﻛ ْﻦ ِ ﻜ�ﻟَو ْﻢ ُﻬَﻤ ِ ﻠْﻈَﻴ ِ ﻟ ُ�ا َنﺎ َﻛ ﺎـَﻤَﻓ<br />
“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine<br />
zulmediyorlardı…” buyurmuştur. 68<br />
Mümin insan da dünyada ilâhî yasalara, evrensel ve<br />
toplumsal kurallara uymazsa sözgelimi, sağlığına,<br />
gıdalarına ve temizliğe dikkat etmezse hasta olabilir, trafik<br />
kurallarına uymazsa kaza yapabilir, hastalık ve kaza<br />
sonucu sakat kalabilir. Burada kusuru insanın kendisinde<br />
araması gerekir. Mümin açısından bunu, her ne<br />
kadar Allah’ın izni ile meydana gelmiş ise de ilâhî bir<br />
ceza olarak düşünmek doğru değildir.<br />
67 Hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. Münzirî, IV, 294.<br />
68 Tevbe, 9/70; Hûd, 11/101; Nahl, 16/33, 118; Ankebût, 29/40; Rûm, 30/9; Sebe’,<br />
34/19; Bakara, 2/54, 57; Âl-i İmrân, 3/117.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
ENGELLİLERİN MANEVÎ KAZANIMLARI<br />
İnsanın hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal bir<br />
sıkıntıya düşmesi sabırlı ve metanetli olabilmesi, inkâr<br />
ve isyana dalmaması şartıyla kendisi için bağışlanmasına<br />
ve âhirette derece kazanmasına sebep olur.<br />
1. Günahlarına Kefaret Olur.<br />
ٍن َﺰ َﺣ َﻻَو ٍﻢَﻘ َﺳ َﻻَو ٍﺐ َﺼَﻧ َﻻَو ِﺐ َﺻَو ْﻦ ِ ﻣ َﻦ ِ ﻣْﺆُ ْﳌا ُﺐﻴ ِ ﺼُﻳ ﺎَﻣ<br />
ﻪِ ِﺗﺎَﺌـّ ِﻴ َﺳ ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪِﺑ َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا ُﻪﱡﻤُ� َ ﱡﻢَ �ا ْ ﻰﱠﺘ َﺣ<br />
“Mümin kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir<br />
üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar<br />
müminin bir bölüm günahlarına kefâret olur”, 69<br />
َﻻَو ٍّﻢــ َﻫ َﻻَو ٍﺐــ َﺻَو َﻻَو ٍﺐــ َﺼَﻧ ْﻦــ ِ ﻣ َﻢــ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا ُﺐــﻴ ِ ﺼُﻳ ﺎــَﻣ<br />
ﺎَ<br />
ِ� ُ�ا َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا ﺎ َﻬ ُﻛﺎ َﺸُﻳ َﺔ َﻛﻮـ ْ ﱠﺸﻟا ﻰﱠﺘ َﺣ ٍّﻢ َﻏ َﻻَو ىًذَا َﻻَو ٍ ن َﺰ َﺣ<br />
69 Müslim, Birr, 52, III, 1993.<br />
ُهﺎَﻳﺎَﻄ َﺧ ْﻦ ِ ﻣ<br />
63 64<br />
“Müslümana, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza,<br />
can sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken<br />
batırılmaz ki, Allah bu musibetler sebebiyle onun bir<br />
kısım hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın”, 70<br />
ﻰﱠﺘ َﺣ ٍ ن َﺰ َﺣ َﻻَو ٍﺐ َﺻَو َﻻَو ٍ<br />
ضَﺮَﻣ ْﻦ ِ ﻣ َﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا َبﺎ َﺻَا ﺎَﻣ<br />
ُهﺎَﻳﺎَﻄ َﺧ ْﻦ ِ ﻣ ﻞﱠ َﺟَو ﱠﺰ َﻋ ُ�ا ُﺮِّﻔ َﻜُﻳ ﱠﻻ ِ ا ُﻪﱡﻤُ� َ ﱠﻢَ �ا ْ<br />
“Bir Müslümana isabet eden herhangi bir hastalık,<br />
dert, hüzün ve hatta gam ve keder yoktur ki, Allah bunu<br />
onun bir kısım hataları için keffaret kılmış olmasın!” 71<br />
ﻰﱠﺘ َﺣ ُﻪـْﻨ َﻋ ﺎَ<br />
ِ� ُ�ا َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا َﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا ُﺐﻴ ِ ﺼُﺗ ٍ ﺔَﺒﻴ ِ ﺼُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻣ<br />
ﺎَﻬ ُﻛﺎ َﺸُﻳ َﺔ َﻛ ْ ﻮ ﱠﺸﻟا<br />
“Bir Müslümana isâbet eden, ayağına bir diken batması<br />
da dahil olmak üzere, hiçbir sıkıntı yoktur ki, Allah<br />
bunu onun (günahları) için kefâret yapmasın” 72<br />
anlamındaki hadisler bunun delilidir.<br />
Mus’ab ibn Sa’d’ın babası,<br />
ً ءَﻼَﺑ ﱡﺪ َ�َا ِ<br />
سﺎﱠﻨﻟا ﱡىَا ِ �ا َ<br />
لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ ُﺖْﻠُﻗ<br />
“Ey Allah’ın Elçisi! İnsanların hangisi daha şiddetli<br />
belâ ve sıkıntıya uğrar?” diye sormuş, Peygamberimiz<br />
de;<br />
70 Buhârî, Merda’, 1, VII, 2.<br />
71 Ahmed, III, 24.<br />
72 Buhârî, Merdâ, 1, VII, 2.
ِﺐ َﺴ َﺣ �َ َﻋ ﻞُ ُﺟﱠﺮـﻟا �َﺘْﺒُﻴَﻓ َ ﻞَﺜْﻣَ ُ ْﻻﺎـَﻓ ﻞَﺜْﻣَ ُ ْﻻا ﱠﻢُﺛ ءﺎـَﻴِﺒْﻧَ ُ ْﻻا لﺎَﻗ َ<br />
�ﺔّﻗِر ِ ﻪـ ِ ﻨﻳ ِ د ِ<br />
� َنﺎ َﻛ ْن ِ اَو ُهُؤَﻼـَﺑ ﱠﺪَﺘ ْ� ِ ا ﺎـًﺒْﻠ ُﺻ ُﻪـُﻨﻳ ِ د َنﺎ َﻛ ْن ِ ﺎـَﻓ ِ ﻪ ِ ﻨﻳ ِ د<br />
ُﻪ َﻛ�ـَﻳ ُ ْ ﻰﱠﺘ َﺣ ِ ﺪـْﺒ َﻌْﻟﺎِﺑ ءَﻼـَﺒْﻟا ُ ُح �ـَﻳ َ ْ ﺎـَﻤَﻓ ِ ﻪـِ ﻨﻳِ د ِﺐ َﺴ َﺣ �ـ َ َﻋ �ـُﺘْﺑُا ِ<br />
َ<br />
�ﺔـَﺌﻴ ِ ﻄ َﺧ ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ﺎَﻣ ضْرَ ِ ْﻻا �َ َﻋ<br />
“Peygamberler, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara<br />
yakın olanlar. Kişinin sınanması dinine göre olur.<br />
Dindarlığı kuvvetli ise imtihanı şiddetli olur. Dindarlığı<br />
zayıf ise dindarlığı nispetinde imtihan edilir. (Kimi<br />
zaman) bu sınama, o kul yeryüzünde hatasız olarak yürüyünceye<br />
kadar devam eder” buyurmuştur. 73<br />
2. Manevî Derecesi Artar<br />
اﻮُﻠ ِ ﻤ َﻋ ﺎـﱠﻤـ ِ ﻣ �تﺎ َﺟَرَد ِ ّ<br />
ﻞ ُﻜ ِ ﻟَو<br />
“İnsanların yaptıkları amellere göre (Allah katında)<br />
dereceleri vardır” (En’âm, 6/132). Müminler, bu derecelerine<br />
yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa Allah onlara<br />
bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede<br />
sevap verir (Zümer, 39/10). Musibeti sebebiyle günahları<br />
bağışlanır. Bu şekilde Allah katındaki manevî derecesine<br />
ulaşır.<br />
ُ�ا ُهَﻼَﺘْﺑ ِ ا ِ ﻪـ ِ ﻠَﻤ َﻌِﺑ ﺎـ َﻬْﻐُﻠْﺒَﻳ ْ َ� �ﺔـَﻟِﺰـْﻨَﻣ ِ �ا َﻦـ ِ ﻣ ِ ﺪـْﺒ َﻌْﻠ ِ ﻟ ْﺖـَﻘَﺒ َﺳ اَذ ِ ا<br />
73 Tirmizî, Zühd, 56, IV, 601.<br />
65 66<br />
ُﻪــَﻐُﻠْﺒَﻳ ﻰــﱠﺘ َﺣ ُه�ــ َ ﱠ َﺻ ﱠﻢــُﺛ ِ ه ِ ﺪــَﻟَو � ِ ْوَا ِ ﻪــِ ﻟﺎـــَﻣ � ِ ْوَا ِ ه ِ ﺪــ َﺴ َﺟ �ِ<br />
ُﻪْﻨ ِ ﻣ ُﻪـَﻟ ْﺖَﻘَﺒ َﺳ ﻰِ ﺘﱠﻟا َﺔَﻟِﺰْﻨَﻤـْﻟا<br />
“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli<br />
ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya<br />
çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü<br />
ihsan eder ve böylece onu kendisi için takdir ettiği mertebeye<br />
ulaştırır.” 74<br />
�ﺔ َﺟَرَد ﺎَ<br />
ِ� ُﻪَﻟ ْﺖَﺒ ِ ﺘ ُﻛ ﱠﻻ ِ ا ﺎ َﻬَﻗﻮَﻓ ْ ﺎـَﻤَﻓ ًﺔ َﻛﻮ ْ َ� َكﺎ َﺸُﻳ ٍﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻣ<br />
�ﺔـَﺌﻴ ِ ﻄ َﺧ ﺎَ<br />
ِ� ُﻪْﻨ َﻋ ْﺖَﻴِ �َو ُ<br />
“Müslümana bir diken batması hatta daha küçük bir<br />
şey isabet etmez ki bu sebeple ona bir derece yazılmış<br />
ve bir günahı silinmiş olmasın” 75 anlamındaki hadisler<br />
bu gerçeği ifade etmektedir.<br />
Peygamberimiz yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:<br />
�َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴَﺘـَﺒﻴِﺒ َ�ِﺑ ى ِ ﺪْﺒ َﻋ ُﺖْﻴَﻠَﺘْﺑا اَذ ِ ا لﺎَﻗ َ �ﺎ َ َﻌَﺗ َ�ا ﱠن ِ ا<br />
ﻪـْﻴـَﻨْﻴ ِ<br />
َﻋ ُﺪﻳِﺮُﻳ َﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ﺎـَﻤ ُﻬْﻨ ِ ﻣ ُﻪـُﺘ ْﺿ ﻮﱠ َﻋ<br />
“Ben bir kulumu, iki gözünü alarak imtihana tabi<br />
tuttuğumda, buna sabrederse, bunun karşılığında kendisine<br />
cenneti veririm.” 76 Çünkü “hiçbir kul, dininden dön-<br />
74 Ahmed, V, 272; Ebu Davud, Cenâiz, 1, III, 470.<br />
75 Müslim, Birr, 46-7, III, 1991-2.<br />
76 Buhârî, Merdâ, 7, VII, 4.
mesi dışında, gözlerini kaybetmekten daha ağır bir imtihana<br />
tabi tutulmamıştır”. 77<br />
Abdullah ibn Abbâs, Atâ ibn Ebî Rebâh’a,<br />
ِ ﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ِﻞ ْﻫَا ْﻦ ِ ﻣ ًةَاَﺮْﻣ ِ ا َﻚﻳِرُا َﻻَا<br />
“Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?”<br />
der. Atâ,<br />
َ<br />
�َﺑ ُﺖْﻠُﻗ “Evet göster” der. Bunun üzerine Abdullah ibn<br />
Abbas,<br />
ﻰِﺒﱠﻨﻟا ِ<br />
ﱠ ﺖَﺗَا .ُ ءاَدﻮ ْ ﱠﺴﻟا ُةءْﺮَ َ ْﳌا ِ ه ِ ﺬ َﻫ لﺎَﻗ َ<br />
“İşte şu siyah kadın cennet ehlindendir. Bu kadın Hz.<br />
Peygambere geldi ve,<br />
ِ� َ�ا ُعْدﺎَﻓ ُﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا ﻰﱢﻧ ِ اَو ُع�ُا َ ْ ﻰﱢﻧ ِ ا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ<br />
“Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor.<br />
İyileşmem için Allah’a dua edin” dedi. Hz. Peygamber<br />
de,<br />
َ�ا ُت ﻮْ َﻋَد ﺖْﺌ ِ ِ � ْن ِ اَو ُﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ِ ﻚَﻟَو تْ ِ �َ َﺻ ﺖْﺌ ِ ِ � ْن ِ ا لﺎَﻗ َ<br />
َﻚَﻴِﻓﺎ َﻌُﻳ ْنَا<br />
“İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana<br />
şifa vermesi için Allah’a dua ederim” dedi. Bunun üzerine<br />
kadın;<br />
77 Mübârekfûrî, Tuhvetü’l-Ahvezî, VII, 81, Beyrut, tarihsiz.<br />
67 68<br />
َﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا َﻻ ْنَا َ�ا ُعْدﺎَﻓ ُﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا ﻰﱢﻧ ِ ا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ �ُ ِ ْﺻَا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ<br />
“O halde (hastalığıma) sabredeceğim. Ancak üstüm<br />
başım açılıyor. Üstümün başımın açılmaması için dua<br />
buyurunuz” dedi. Peygamber (a.s.) de, ﺎـَ � َ ﺎـَﻋ َﺪـَﻓ Ona dua<br />
etti. 78<br />
Anlaşılan o ki Hz. Peygamber, tedavi imkânı olma-<br />
dığı için veya tedavi edilmediği için saralı kadına sabır<br />
tavsiye etmiş ve Allah’ın sabır karşılığında vereceği mükâfatı<br />
bildirmiştir.<br />
Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır. 79<br />
Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), Taif’te<br />
taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud<br />
Savaşı'nda dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Hz. Âşe,<br />
ِ �ا ِ لﻮ ُﺳَر ْﻦ ِ ﻣ ُﻊ َﺟ َ ﻮْﻟا ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ﱠﺪ َ�َا ا ًﺪ َﺣَا ُﺖْﻳَاَر ﺎَﻣ<br />
“Rasulüllah’tan daha şiddetli acı çeken birisini görmedim”<br />
demiştir. 80<br />
Yakub (a.s.)’ın gözü kör olmuş, Eyyub (a.s.) çok<br />
sıkıntılı hastalıklara maruz kalmıştır. Halbuki peygamberler<br />
günahsız insanlardır. Dolayısıyla her musibetin<br />
arkasında günah ve kusur aranması doğru değildir. Öyle<br />
ise peygamberler niçin musibetlere maruz kaldılar?<br />
Maruz kaldılar çünkü onlar, insanlar için örnek ve önder<br />
78 Buhârî, Merdâ, 6, VII. 4; Müslim, Birr, 54, III, 1994.<br />
79 Hadisi İbn Hıbban rivayet etmiştir. bk. el-Münzirî, IV, 281; Tirmizi, Zühd, 56. IV,<br />
601.<br />
80 Buhârî, Merdâ, 2, VII, 3; Tirmizî, Zühd, 57, IV, 601.
olarak gönderilmişlerdir. Musibetlere tahammül göstererek<br />
insanlara örnek olmuşlardır.<br />
Müminlerin başlarına gelen musibetler, şer değil<br />
hayırdır. Çünkü musibetler, müminlerin sevap kazanmalarına,<br />
günahlarının bağışlanmasına ve manevî derecelerinin<br />
artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.<br />
69 70
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
ENGELLİLERLE SOSYAL İLİŞKİLER<br />
İslâm, sosyal ilişkilere büyük önem veren bir dindir.<br />
Bu konuda sağlıklı ve engelli diye bir ayırım yapmaz.<br />
Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç insanlarla<br />
daha çok ilgilenmeyi teşvik eder. Peygamberimiz görme<br />
engellilere karşı kötü davrananları, mesela, onların yoluna<br />
engel olanları kınamıştır. 81<br />
Hz.Hatîce Peygamberimizi “güçsüzü yüklenen” ( ﻞـﻴ ُ ِ ﻤْ ﲢَ<br />
ﻞــ ِ ّ َﻜْﻟا) kimse olarak tanıtmıştır. “el-Kell”, kendi işini kendisi<br />
yapamayan, zayıf ve güçsüz olması hasebiyle insanlara<br />
muhtaç olan âciz kimse diye tarif edilmektedir. 82 Bu<br />
kavram, her türlü engelliliği içine alır. Bu; Hz. Peygamber’in<br />
daha peygamberlik öncesinde zayıf, güçsüz ve<br />
âcizlere arka çıktığı, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını<br />
giderme çabası içinde olduğunun beyanıdır.<br />
Özellikle engelli, özürlü ve hasta insanlarla ilişkilerde<br />
şu hususlara dikkat etmek gerekmektedir:<br />
81 Ahmed, I, 217, 309.<br />
82 Ahmed Naîm, Sahîhi Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, I. 12.<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1957.<br />
71 72<br />
1. İtibar ve İltifat Etmek<br />
Özürlü, engelli ve hasta insanlara itibar ve iltifat<br />
etmek, onlara değer vermek, söz ve davranışla onları<br />
onure etmek onların morallerinin iyileşmesine katkı<br />
sağlayacaktır. Peygamberimizin hayatında buna özen<br />
gösterdiğini görmekteyiz.<br />
Görme özürlü, Bedir Savaşı'na katılan Medineli bir<br />
sahâbî İtbân b. Mâlik, kabilesi Sâlimoğullarının imamlığını<br />
yapıyordu. Görev yaptığı mescit ile evi arasında bir<br />
vadi vardı. Yağmur yağdığında camiye gitmesi zor oluyordu.<br />
Hz. Peygambere gitti ve ona;<br />
ُﺮﻳِ � َ ﻞُ ُﺟَر ﺎَﻧَاَو ﻞْﻴ ُ ﱠﺴﻟاَو ُﺔَﻤْﻠﱡﻈﻟا ُنﻮ ُﻜَﺗ ﺎَ ﻧﻬﱠ ِ ا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />
�ًّ َﺼُﻣ ُه ُﺬ ِ ﱠ�َا ﺎًﻧﺎ َﻜَﻣ ﻰِ ﺘْﻴَﺑ � ِ ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ ﻞﱢ َﺼَﻓ �َﺒْﻟا ِ َ<br />
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben görme özürlü biriyim, karanlık<br />
ve sel oluyor (camiye gidemiyorum). Evimde<br />
namaz kılsanız da ben orayı namazgah edinsem?” diye<br />
ricada bulundu.<br />
�َ ِ ا َرﺎ َ�َﺎَﻓ ﻰّ<br />
َ ِ ﻠ َﺻُا ْنَا ﱡﺐ ِ �ـُﺗ َﻦْﻳَا لﺎَﻘَﻓ َ ِ �ا لﻮ ُ ُﺳَر ُهءﺎ َ َﺠَﻓ<br />
�ا ِ لﻮ ُ ُﺳَر ِ ﻪﻴِﻓ ﻰَ ّﻠ َﺼَﻓ ﺖْﻴَﺒْﻟا ِ<br />
َﻦ ِ ﻣ ٍ نﺎ َﻜَﻣ<br />
Hz. Peygamber de Itban’ın evine gitti ve ona, “Nerede<br />
namaz kılmamı istersin” dedi. Itbân, Hz. Peygambere<br />
evinde namaz kılmasını istediği yeri gösterdi. Hz. Pey-
gamber de orada namaz kıldı. 83 İtbân, Peygamberimiz<br />
ve arkadaşlarına yemek ikram etti. 84<br />
Bir âmânın davetine icabet edip evine gitmesi, gös-<br />
terdiği yerde namaz kılması, ikram edilen yemeği yemesi,<br />
Hz. Peygamberin tevazuunu ve engellilere olan sıcak<br />
ilgisini göstermektedir.<br />
2. Ziyaret Etmek<br />
Özellikle hastaları ziyaret etmek, onların günüllerini<br />
alacak, iyileşmelerine katkı sağlayacaktır. Hasta ziyareti<br />
dinî ve ahlâkî bir görevdir. Peygamberimiz (a.s.),<br />
ﺾﻳِﺮَﻤـْﻟا َ اوُدﻮ ُﻋَو َﻊِ ﺋﺎ َﺠـْﻟا اﻮُﻤ ِ ﻌْﻃَا<br />
“Açları doyurun, hastaları ziyaret edin” 85 buyurarak<br />
muhtaç, engelli, özürlü ve hastalarla ilgilenilmesini istemektedir.<br />
Peygamberimizin (a.s.) bildirdiğine göre yüce Allah<br />
kıyamet günü şöyle der:<br />
“- Ey Âdemoğlu! Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin.<br />
İnsan cevap verir;<br />
- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben seni nasıl<br />
ziyaret edecektim? Yüce Allah cevap verir:<br />
- Hani filan kulum hastalandı da onu ziyaret etmedin<br />
83 Buhârî, Ezan 40, I. 163; Ahmed, IV, 44, V, 449-450; Mâlik, Kasru’s-Salât, 86, s.<br />
173.<br />
84 Buhârî, Teheccüd, 36, II. 55-56.<br />
85 Buhârî, Merdâ, 4.<br />
73 74<br />
ya. Eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun.<br />
- Ey Âdemoğlu! Ben senden yemek istedim de beni<br />
doyurmadın. İnsan cevap verir:<br />
- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben seni nasıl<br />
doyuracaktım? Allah cevap verir:<br />
- Hani filan kulum senden kendisini doyurmasını istedi<br />
de onu doyurmamıştın ya. Eğer onu doyursaydın beni<br />
onun yanında bulacaktın.<br />
- Ey Âdemoğlu! Ben senden bana su ikram etmeni<br />
istedim de benim susuzluğumu gidermemiştin. İnsan<br />
cevap verir:<br />
- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben sana<br />
nasıl ikram edebilirdim? Allah cevap verir:<br />
- Hani filan kulum senden su istemişti de ona su vermemiştin.<br />
Eğer onun susuzluğunu giderseydin beni<br />
onun yanında bulacaktın.” 86<br />
Hastayı ziyaret etmek, müminin mümine karşı olan<br />
haklarından biridir. 87<br />
3. Yardımcı Olmak<br />
Dinimiz, özürlü, engelli ve hastalarla ilgilenmeyi ve<br />
onlara yardımı teşvik etmekte ve bunu sevap bir davranış<br />
olarak nitelemektedir. Görme engelli bir kimseye<br />
86 Müslim, Birr, 43, III, 1990.<br />
87 Müslim, Selâm, 5, II, 1705.
yol göstermek, sağır ve dilsiz ile ilgilenmek88 ve aracına<br />
binmeye çalışan bir engelliye yardımcı olmak bir sadakadır.<br />
89<br />
Peygamberimizin arkadaşları dinimizin bu tavsiyesini<br />
yerine getirmiştir. Mesela Abdurrahman İbn Ka’b İbn<br />
Mâlik (r.a), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik<br />
yapmış ve Cuma günü olunca da namaza götürmüştür.<br />
90<br />
Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek<br />
dostu ve hâmisi olan Peygamberimiz engellilere<br />
yapılacak her türlü yardım ve desteğin bir sadaka<br />
olduğunu bildirmiştir.<br />
Peygamberimiz “her gün” için sadaka verilmesi<br />
gereğinden söz eder. Sahabeden Ebû Zer, her gün için<br />
sadaka verecek imkanlarının olmadığını söyler. Bunun<br />
üzerine Peygamberimiz;<br />
ُﺪْﻤَ ﳊاَو ْ ِ �ا َنﺎ َ�ْﺒ ُﺳَو �ـِﺒ َ ْﻜـﱠﺘﻟا ِ ﺔَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا ِباﻮـْﺑَا َ ْﻦ ِ ﻣ ﱠنِ َﻻ لﺎـَﻗ َ<br />
ِﻦ َﻋ ﻰ َﻬْﻨَﺗَو ِ فو ُﺮـ ْﻌَﻤـْﻟﺎِﺑ ُﺮـُﻣْﺄَﺗَو َ�ا ُﺮِﻔْﻐَﺘ ْﺳَا ُ�ا ﱠﻻ ِ ا َﻪـ�ﻟ ِ ا َﻻَو ِ �<br />
َﺮ َﺠَ ﳊاَو ْ<br />
ِ<br />
َﻢْﻈ َﻌْﻟاَو سﺎﱠﻨﻟا ِﻖﻳِﺮـَﻃ ِﻦ َﻋ َﺔ َﻛﻮ ْ ﱠﺸﻟا لِﺰـ ُ ْﻌَﺗَو ِﺮ َﻜـْﻨُﻤـْﻟا<br />
لﱡ ُﺪَﺗَو َﻪَﻘْﻔَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ َﻢـ َﻜْﺑَ ْﻻاَو ﱠﻢ َﺻَ ْﻻا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗَو ﻰَﻤ ْﻋَ ْﻻا ى ِ ﺪـْ�َو َ<br />
ةِ ﱠﺪ ِ ﺸِﺑ ﻰ َﻌ ْﺴَﺗَو ﺎـَ ﻧﻬﺎ َ َﻜَﻣ َﺖـْﻤ ِ ﻠ َﻋ ْﺪَﻗ ُﻪـَﻟ ٍ ﺔ َﺟﺎ َﺣ �ـ � َﻋ لﱠ ِ ﺪَﺘ ْﺴُﻤـْﻟا<br />
88 Ahmed, V, 168-169.<br />
89 Ahmed, II, 350.<br />
90 İbn Mâce, İkâme, 78. 91 Ahmed, V, 168-169, 154.<br />
75 76<br />
َﻊَﻣ َﻚْﻴ َﻋاَر ِ ذ ِ ة ﱠﺪـ َﺸِﺑ ُﻊَﻓْﺮَﺗَو ِ ﺚـﻴ ِ ﻐـَﺘ ْﺴُﻤـْﻟا ِ نﺎَﻔ ْﻬﱠﻠﻟا �َ ِ ا َﻚْﻴَﻗﺎـ َﺳ<br />
َﻚ ِ ﺴْﻔـَﻧ �� َﻋ َﻚْﻨ ِ ﻣ ِ ﺔَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا ِباﻮْﺑَا َ ْﻦ ِ ﻣ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﻞﱡ ُﻛ ِ ﻒﻴ ِ ﻌ ﱠﻀﻟا<br />
“Sadakanın birçok çeşidi vardır:<br />
- Allahü ekber (Allah en büyüktür),<br />
- Sübhânellah (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim),<br />
-Lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)<br />
esteğfirullah (Allah’tan bağışlanma dilerim) demek,<br />
- İyiliği emretmen, kötülüğü men etmen,<br />
- İnsanların yolundan diken, taş ve kemik (gibi zarar<br />
veren şeyleri) kaldırman,<br />
- Görme özürlülere rehberlik etmen,<br />
- Sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman,<br />
- İhtiyacı olanın hacetini tedarik etmesi için bildiğin<br />
yere delalet etmen,<br />
- Derman arayan dertliye yardım için koşuşturman,<br />
- Koluna girip güçsüze yardım etmen,<br />
- Bütün bunlar kendin için (yaptığın) sadaka<br />
çeşitlerindendir...” buyurmuştur. 91<br />
<strong>Engelliler</strong>e yapılacak bu tür yardımların sadaka<br />
olduğunu, diğer bir ifade ile Allah’a olan sadâkatin bir<br />
ifadesi olduğunu belirten Peygamberimiz, herhangi bir<br />
görme özürlüyü yoldan saptıranları, onu kasten yanlış
yola yönlendirme sadakatsizliğini gösterenleri de lanetliler<br />
arasında saymıştır. 92<br />
İnsanlara yardım edene Allah yardım eder.<br />
ْﻦ َﻋ َج ﱠﺮَﻓ ْﻦَﻣَو ِ ﻪِ ﺘ َﺟﺎ َﺣ � ِ ُ�ا َنﺎ َﻛ ِ ﻪﻴ ِ ﺧَا ِ ﺔ َﺟﺎ َﺣ � ِ َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ<br />
ﺔَﻣﺎَﻴ ِ ِ ﻘْﻟا ِمﻮَﻳ ِ<br />
ْ تﺎَﺑ ُﺮ ُﻛ ْﻦ ِ ﻣ ًﺔَﺑ ْﺮ ُﻛ ُﻪْﻨ َﻋ ُ�ا َج ﱠﺮَﻓ ًﺔَﺑ ْﺮ ُﻛ ٍﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻣ<br />
“Kim mümin bir kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah<br />
da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim Müslümanın bir<br />
sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günü sıkın-<br />
tılarından bir sıkıntısını giderir” 93<br />
ْن ِ اَو ُﻪﱡﻠ ُﻛ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ُﻪُﻨْﻴ َﻋ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ْن ِ ا ٍ ﺪ ِ ﺣاَو ٍﻞ ُﺟَﺮ َﻛ َنﻮُﻤ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟَا<br />
ُﻪﱡﻠ ُﻛ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ُﻪ ُﺳْأَر ﻰ َﻜَﺘ ْ�ا<br />
“Müslümanlar bir tek insan gibidir. Eğer insanın gözünde<br />
bir şikâyeti olursa, bütün vücudu bundan etkilenir.<br />
Eğer başında bir ağrısı olursa yine bundan bütün bedeni<br />
etkilenir, (müminler de böyle olmalıdır.)” 94<br />
4. Aşağılayıcı ve Kırıcı Söz Söylememek<br />
Özürlü, engelli ve hastalar, çok duyarlıdırlar. En<br />
küçük aşağılayıcı ve kırıcı bir söz onları derinden yaralar.<br />
Özellikle hitaplarda kırıcı ve aşağılayıcı ifadelerden<br />
kaçınmak İslâmî bir görevdir.<br />
92 Ahmed, I, 217, 309, 317.<br />
93 Buhârî, Mezâlim, 3. III, 98.<br />
94 Müslim, Birr, 67, III, 2000.<br />
77 78<br />
Kel Ali, kör Hasan, topal Yakup gibi isimlendirme ve<br />
hitaplar asla doğru değildir. Peygamberimiz (a.s.),<br />
ﱡﻢ ُﺼَﻳ َو ﻰ ِ ﻤ ْﻌُﻳ َ ء ْ ﻰ ﱠﺸﻟا َﻚﱡﺒ ُﺣ<br />
“Bir şeyi (aşırı) sevmen, seni kör ve sağır eder!” hadisinde<br />
95 olduğu gibi mecâzî anlamda “kör, sağır ve dilsiz”<br />
kelimelerini kullanmış ancak hiçbir engelliyi bu kelimelerle<br />
nitelememiştir. Aksine insanların fiziksel nitelikleriyle<br />
aşağılanmasına karşı çıkmıştır. Annesini dile dolayarak<br />
bir köleyi ayıplayan Ebû Zer’e,<br />
�ﺔـﱠﻴِ ﻠ ِ ﻫﺎ َﺟ َﻚﻴِﻓ �ؤِﺮْﻣ ِ ا َﻚﱠﻧ ِ ا ِ ﻪﱡﻣُﺎِﺑ ُﻪَﺗ� ْ ﱠ َﻋَا ﱟرَذ ﺎَﺑَا ﺎَﻳ<br />
“Ya Ebâ Zer! Onu annesiyle mi ayıplıyorsun? Sende<br />
hâlâ câhiliyye (tavrı) var! Sen câhiliyye (düşüncesi<br />
taşıyan) bir kimsesin” diyerek bu tavrın doğru olmadığını<br />
ifade etmiştir. 96 Peygamberimizin eşi Hz. Âişe anlatıyor:<br />
اَﺬ َﻜ َﻫ ﺎ َﻫ ِ ﺪَﻴِﺑ ْﺖَﻟﺎَﻗَو �ةَأَﺮْﻣ ِ ا َﺔﱠﻴ ِ ﻔ َﺻ ﱠن ِ ا ِ �ا َ<br />
لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ ُﺖْﻠُﻘَﻓ<br />
ًة�َ ِ ﺼَﻗ ﻰِ ﻨ ْﻌَﺗ ﺎَ ﻧﻬَﺎ ﱠ َﻛ<br />
“Bir defa ey Allah’ın Elçisi! dedim. Safiye (şu kadarcık)<br />
bir kadındır. Âişe onun kısa boylu olduğunu kas-<br />
tederek eliyle işaret etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber,<br />
َج َﺰَﻤـَﻟ ِﺮ ْ�َﺒْﻟا َ ءﺎَﻣ ﺎَ<br />
ِ� ِ ﺖ ْﺟَﺰَﻣ ْ ﻮَﻟ ٍ ﺔَﻤ ِ ﻠ َﻜِﺑ ِ ﺖ ْﺟَﺰَﻣ َ<br />
لﺎَﻘَﻓ<br />
95 Ahmed, V, 194, VI. 450.<br />
96 Buhârî, İman 22, I. 13; Edeb 44, VII, 85; Ahmed, V, 161.
“Sen (amellerini) öyle bir sözle karıştırdın ki onunla<br />
denizin suyu karıştırılmış olsa (denizin suyu) karıştırılır<br />
(şekli değişirdi)” buyurmuştur. 97<br />
Bu rivayetler, herhangi bir engellinin tahkir edilmesini<br />
veya sakatlığıyla hitap edilmesini, sağlıklı kimselerin bile<br />
boyu, rengi veya konuşması sebebiyle ayıplanmasının<br />
doğru olmadığını ifade etmektedir. Peygamberimiz bu<br />
tür tavırlara müdahale etmiş ve;<br />
َﻚﻴِ ﻠَﺘْﺒَﻳ َو ُ�ا ُﻪُ َ� �َﻓ ْ َ َﻚﻴ ِ ﺧَﻻ ِ َﺔَﺗﺎـَﻤ ﱠﺸﻟا ُﺮ ِﻬْﻈُﺗ َﻻ<br />
“Kardeşinin derdine sevinip gülme, sonra Allah ona<br />
merhamet eder seni o dertle müptela kılar” buyurmuştur.<br />
98<br />
5. Eğitim Vermek<br />
Görme, işitme, konuşma ve zihinsel özürlülerin<br />
eğitimi, bir meslek sahibi yapılmaları, dinî bilgilerin<br />
öğretilmesi ve eğitimleri, aynı şekilde özürlü ve hasta<br />
yakınlarının eğitimli olmaları çok önemlidir.<br />
Ailelerin; sakat çocukların doğmaması, doğan çocukların<br />
sağlıklı olarak büyütülmesi ve çocukların sonradan<br />
sakat olmaması için bilinçli hareket etmeleri gerekir.<br />
Yakın akraba evliliğinden kaçınmak, özellikle hamilelik<br />
döneminde sigara ve alkol kullanımından sakınmak gerekir.<br />
97 Tirmizî, 36. Kıyâme 51, IV. 660.<br />
98 Tirmizi, Kıyame, 54, IV, 6620.<br />
79 80<br />
Özür ve rahatsızlık ne kadar erken tespit edilir ve tedaviye<br />
başlanırsa sonuç daha iyi alınır. Bu konuda ailelerin<br />
bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Rehabilitasyonunun<br />
başarısı, ebeveynlerin terapi becerilerinin gelişti-<br />
rilmesine bağlı olmaktadır.<br />
Bireyi tehdit eden özre engel olma, var olan özrü ortadan<br />
kaldırma veya bir ölçüde azaltma, özrün artmasını<br />
önlemede ya da özrün sebebi ne olursa olsun,<br />
sonuçlarını hafifleme, özürlünün toplum içerisinde eğilim<br />
ve yeteneklerine uygun bir yer sağlamada bilinçli ve<br />
eğitimli ailelerin önemi çok büyüktür.<br />
Her türlü tedbire rağmen çocuk sakat doğdu veya<br />
sonradan sakat oldu ise aşırı üzüntüye kapılıp feryat etmemek<br />
gerekir. Anne baba çarelere başvurur, bakım ve<br />
tedaviye çalışır, sabreder, gerekirse bu konuda ilgili dernek<br />
ve kuruluşlardan psikolojik yardım ve eğitim desteği<br />
alırlar.<br />
Sakat ve özürlü çocukları toplumdan saklamak, onlardan<br />
utanmak ve eziklik hissetmek doğru bir davranış<br />
değildir. Kul Allah’tan gelene razı olmalıdır. Dünyanın bir<br />
imtihan olduğunu, imtihanı başaranların ilâhî mükafata<br />
ereceklerini ve bakıma muhtaç kimselere bakmanın<br />
Allah’a kulluk ve büyük sevap olduğunu düşünmelidir.<br />
Allah mümin kulunu belki bu sayede cennetine koyacaktır.<br />
Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ve sivil toplum<br />
örgütlerine özürlü çocukların ve ailelerinin eğitimi ve rehabilitasyonu<br />
konusunda büyük görevler düşmektedir.<br />
Bu konuda hizmet veren dernek ve vakıfların desteklenmesi<br />
insanî, dinî ve sosyal bir görevdir.
6. İş İmkanı Sağlamak<br />
Özellikle iş veren durumunda olanların ve devletin<br />
engelli ve özürlülere iş imkânı sağlaması gerekir ki bu<br />
kimseler başkalarına yük olmasınlar, kendi ayakları üzerinde<br />
durabilsinler. Peygamberimiz (a.s.),<br />
َﻨْﻴَﻟ ﺎ<br />
ِ ﺎَﻓ ﱠﻼ َﻛ َكَﺮـَﺗ ْﻦَﻣَو ِ ﻪِ ﺘَﺛَرﻮَ ِ ﻠَﻓ ًﻻﺎَﻣ َكَﺮَﺗ ْﻦَﻣ<br />
“Kim ölür de mal bırakırsa, malı veresesinindir. Kim<br />
bakıma muhtaç kimseler bırakırsa (kell) onun sorumluluğu<br />
bana aittir” 99 sözüyle devletin, hasta, zayıf, engelli,<br />
yetim ve benzeri bakıma muhtaç kimseleri koruyup gözetmesi<br />
gerektiğine işaret etmiş ve engellilere yeteneklerine<br />
göre kamu alanında görev vermiş, onları topluma<br />
kazandırmaya çalışmıştır. <strong>Engelliler</strong>i başkalarına el açan<br />
bir dilenci ve toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak<br />
görmemiştir. Aksine çeşitli hizmetlerde kendilerinden<br />
yararlanma cihetine gitmiştir. Örneğin, ortopedik özürlü<br />
(topal) Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermiş,<br />
çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında yerine vekâlet<br />
etmek üzere 13 defa görme özürlü Abdullah İbn Ümmi<br />
Mektûm’u vekil bırakmıştır. Vekaleti sırasında camide<br />
namazları da o kıldırmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber’in<br />
uzun yıllar müezzinliğini yapmıştır. 100<br />
Sahabeden görme özürlü İtbân b. Mâlik kendi kabilesine<br />
imamlık yapmıştır.<br />
Peygamberimizin; bu uygulamalarıyla, engellilerin ye-<br />
81 82<br />
teneklerine uygun alanlarda istihdam edilerek onların<br />
üretici bireyler olmalarını, onların topluma kazandırılmalarını,<br />
kişiliklerini geliştirmelerini amaçladığını ve<br />
gelecek nesillere yol göstericilik yaptığını söyleyebiliriz.<br />
Engelli ve özürlü çocuğu bulanan ailelerin psikolojik<br />
ve sosyal açıdan desteklenmesi, kendi ihtiyaçlarını<br />
karşılayamayan engellilerin sosyal güvence altına<br />
alınması gerekir.<br />
99 Buharî, Ferâiz, 25, VIII. 11; Muslim, Ferâiz 17, II. 1238; Ahmed II, 356, 456; IV,<br />
131-133. 100 İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, IV. 264; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, V. 181, No: 8605.
BEŞİNCİ BÖLÜM<br />
İSLÂMIN ENGELLİLERE TANIDIĞI RUHSAT VE<br />
KOLAYLIKLAR<br />
İslâm dini, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu<br />
tutar.<br />
ﺎَﻬ َﻌ ْﺳُو ﱠﻻ ِ ا ﺎ ًﺴْﻔـَﻧ ُ�ا ُﻒ ِّﻠ<br />
َﻜـُﻳ َﻻ<br />
“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle<br />
yükümlü kılar…” (Bakara, 2/286),<br />
�َ َﻋ َﻻَو �ج َﺮ َﺣ ِج َﺮ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﻻَو �ج َﺮ َﺣ ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﺲْﻴَﻟ<br />
ِ<br />
�ج َﺮ َﺣ ﺾﻳﺮَﻤـْﻟا<br />
“Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya<br />
güçlük yoktur…” (Fetih, 48/17) anlamındaki âyetler<br />
ile,<br />
ِﻦ َﻋَو َﻆ ِ ﻘـْﻴَﺘ ْﺴَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ِﻢ ِ ﺋﺎﱠﻨﻟا ِﻦ َﻋ ٍ ﺔَﺛَﻼَﺛ ْﻦ َﻋ ُﻢَﻠَﻘْﻟا َﻊ ِ ﻓُر<br />
ﻞَ ِ ﻘ ْﻌَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ِ نﻮُﻨ ْﺠَﻤـْﻟا ِﻦ َﻋَو َﻢ ِ ﻠَﺘ ْ�ـَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ﻰِﺒ ِ<br />
ّ ﱠﺼﻟا<br />
“Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır: Uyanın-<br />
caya kadar uyuyandan, ergenlik çağına erinceye kadar<br />
�<br />
83 84<br />
çocuktan ve şifa buluncaya kadar akıl has-tasından” 101<br />
anlamındaki hadis bu gerçeği ifade etmektedir.<br />
1. ZİHİNSEL ENGELLİLER<br />
a) Abdest, Gusül ve Namaz<br />
Zihinsel engellileri üç kısma ayırmak mümkündür. Zihinsel<br />
engelliği sürekli olanlar, kısmî engelliler ve geçici<br />
süreli zihinsel engelliler.<br />
Bir insanın söz, fiil ve davranışlarından dinen sorumlu<br />
tutulabilmesi için akıllı ve buluğa ermiş olması gerekir.<br />
Dolayısıyla aklî melekesini tümüyle yitirmiş ve olayları<br />
değerlendiremeyecek kadar zeka özürlü olan kişiler hiçbir<br />
dinî görevle sorumlu değillerdir.<br />
Kısmî özürlüler, güçleri nispetinde abdest alıp namazlarını<br />
kılar.<br />
Komaya girmek ve bayılmak gibi kısa süreli zihinsel<br />
faaliyetini yitirenlerin abdest ve namazla ilgili durumları<br />
bu halin süresine göre farklılık arz etmektedir.<br />
Beş vakit namaz süresi ve daha fazla devam eden<br />
bayılma ve koma halinde olanlar ibadetten muaftırlar. 102<br />
Ebû Hanîfe’ye göre, baygın veya komada olan veya<br />
aklı giden kişi, 24 saat geçmeden kendine gelse, bu süreye<br />
ait namazları kaza eder. İmam Muhammed’e göre,<br />
101 Ebû Dâvud, Hudûd, 17. IV, 560. Tirmizî, Hudûd, 1, IV, 32; Dârimî, Hudûd, 1, s.<br />
567; Buhârî, Talâk, 11. VI, 169; Hudûd, 22. VIII, 21.<br />
102 İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 330. Matbaatü’l-Bâbî’l-Halebî,<br />
Mısır, tarihsiz.
kaçırılan namazların sayısı beşten az ise namaz<br />
düşmez, iyileşince bu namazların kaza edilmesi gerekir.<br />
Kaçırılan namazların sayısı beşten fazla ise namazlar<br />
düşer, bu namazların daha sonra kazası gerekmez.<br />
Namaz kılabilmek için en az bir âyet öğrenip ezberlemek<br />
her yükümlü Müslüman için farz-ı ayın; Fâtiha sûresini<br />
ve bir sûreyi veya üç kısa âyeti ezberlemek ise vâciptir.<br />
103<br />
Zihinsel özürlülük sebebiyle namazda okunacak sûre<br />
ve duaları ezberleyemeyen veya ezberlediğini hafızasında<br />
tutamayan kimse öğrenebildiği en kısa âyet ve duaları<br />
okumakla yetinir. Hiç öğrenemiyor ve ezberleyemiyorsa,<br />
artık kıraat o kimseden düşer, namazın diğer<br />
farz, vacip ve sünnetlerini yerine getirerek namazını<br />
kılar.<br />
b) Oruç<br />
Tam zihinsel özürlüler oruç tutmakla yükümlü<br />
değillerdir.<br />
Akıl hastalığı, baygınlık veya koma hâli kısa<br />
aralıklarla olursa orucun farz oluşuna ve bu hallerde tutulamayan<br />
oruçların kaza edilmesine engel değildir.<br />
Ramazan ayı boyunca devam eden akıl hastasından<br />
o yılın orucu sakıt olur. Daha sonra iyileşse bile tutamadığı<br />
orucun kazası gerekmez.<br />
Bir gün süreyle devam eden bayılma ve koma halinde<br />
o günün tutamadığı orucundan sorumlu olmazlar.<br />
103 İbn Âbidîn, I, 561.<br />
85 86<br />
İbadetleri yapmaya aklı eren kısmî zihinsel engelliler<br />
oruçlarını tutarlar.<br />
c) Hac<br />
Bir insana haccın farz olabilmesi için akıllı, buluğa<br />
ermiş, sağlıklı ve özgür olması, tutuklu ve kısıtlı olmaması,<br />
ekonomik yönden imkânı olması, yol güvenliği bulunması,<br />
haccın eda edildiği vakte yetişmesi ve<br />
kadınların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmış<br />
olması gerekir.<br />
Dolayısıyla tam zihinsel özürlüler hac yapmakla yükümlü<br />
değillerdir.<br />
Kısmî zihinsel engelliler, hac yapabilecek durumda<br />
iseler, diğer şartların da bulunması şartıyla hac ibadetiyle<br />
yükümlü olurlar.<br />
d) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban<br />
Zekat; asli ihtiyaçları ve borçları dışında nisap miktarı<br />
malı veya parası olan kişiye, bu malın ya da paranın<br />
üzerinden bir yıl geçmesi halinde farz olur.<br />
Hanefî bilginlere göre, bir Müslümanın zekatla yükümlü<br />
olabilmesi için, akıllı olmak ve ergenlik çağına<br />
ulaşmış bulunmak da şarttır. Çünkü akıl hastaları zekat,<br />
sadaka ve kurban ile sorumlu değillerdir.<br />
Diğer mezheplere göre, bir Müslümana zekatın farz<br />
olması için ergen ve akıllı olmak şart değildir. Dolayısıyla<br />
zengin iseler çocuk, tam veya kısmî zihinsel özür-
lüler zekat, sadaka ve kurban ibadetiyle sorumludurlar.<br />
Bu kimselerin malından velî veya vasîleri zekat ve sadakalarını<br />
verir, kurbanlarını keserler. Bu görüşte olanların<br />
delilleri;<br />
ُﻪَﻠ ُﻛْﺄَﺗ ﻰﱠﺘ َﺣ ُﻪ ْﻛ�َﻳ ُ ْ َﻻَو ِ ﻪﻴِﻓ ْﺮ ِ ﺠﱠﺘَﻴْﻠَﻓ لﺎَﻣ � ُﻪَﻟ ﺎـًﻤﻴِ ﺘَﻳ َ<br />
ِ� َو ْﻦَﻣ َﻻَا<br />
ُﺔـَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا<br />
“Malı bulunan bir yetimin velisi olan kimse, bu malı ticaretle<br />
çalıştırsın, malı bırakıp da zekat onu yemesin” 104<br />
anlamındaki hadistir.<br />
Baygınlık ve koma hali zekat vermeye engel değildir.<br />
Çünkü bu halin uzun sürmesi mutat değildir.<br />
2. BEDENSEL ENGELLİLER VE HASTALAR<br />
a) Abdest ve Gusül<br />
Abdest uzuvlarından biri eksik olan mesela ayakları<br />
veya kolları bulunmayan bedensel engelli bir kimse sadece<br />
sağlam olan uzvunu yıkar. Protezlerin yıkanması<br />
veya meshedilmesi gerekmez. Bunların temiz olmaları<br />
yeterlidir.<br />
Burundan veya bir yaradan akan kanın, idrarın ve<br />
kadınların akıntısının namaz kılacak kadar bir süre durmaması<br />
halinde bu kimseler “özür sahibi” sayılırlar.<br />
Hanefî mezhebine göre bu kimseler, her vakit için<br />
abdest alıp namazlarını kılarlar. Vakit çıkınca bu kimse-<br />
104 Tirmizî, Zekât, 15, III, 32.<br />
87 88<br />
lerin abdestleri bozulmuş sayılır. Bir vakit içerisinde<br />
kişinin özrünün dışında abdesti bozacak bir şey<br />
olmadıkça kişi abdestli sayılır. Bu abdest ile istediği<br />
namazı kılabilir, Kabe’yi tavaf edebilir, Kur’ân’ı eline alabilir.<br />
Sahabeden Ebû Hubeyş kızı Fâtıma, uzun süre kesilmeyen<br />
özür kanının hükmünü sorması üzerine Peygamberimiz;<br />
ﻰِ ﻋ َﺪَﻓ ُﺔ َﻀْﻴَ ﳊا ْ ﺖَﻠَﺒْﻗَا ِ اَذ ِ ﺎَﻓ ِ ﺔ َﻀْﻴَ ﳊﺎِﺑ ْ ْﺖ َﺴْﻴَﻟَو �ق ْﺮ ِ ﻋ َﻚ ِ ﻟ�ذ<br />
ﻰّ ِ ﻠ َﺻَو �ِ ِ ﺴَﺘ ْﻏﺎَﻓ ْتَﺮَﺑْدَا اَذ ِ اَو َةﻮَﻠ ﱠﺼﻟا<br />
“Bu kanamayı yapan bir damardır. Bu, ay hâli<br />
değildir. Âdet zamanın gelince namazını bırak. Âdetin<br />
kadar bir süre geçince kanını temizle, boy abdesti al ve<br />
namazını kıl” 105<br />
ُﺖْﻗ ﻮْﻟا َ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﺊﻴِ<br />
َ � َ ﻰﱠﺘ َﺣ ٍ ةﻮَﻠ َﺻ ﻞﱢ ُﻜِ ﻟ ﻰِ ﺌ ﱠﺿ ﻮَﺗ َ ﱠﻢُﺛ<br />
“Bundan sonra da her namaz için yalnız abdest alarak<br />
namazını kıl” 106 cevabını vermiştir. Diğer özür sahip-<br />
leri de buna kıyas edilmiştir.<br />
İmam Şâfiî’ye göre özür sahibinin abdesti, kıldığı<br />
namaz bitince bozulur. Her namaz için yeniden abdest<br />
alması gerekir.<br />
105 Buhârî, Hayz, 19, I, 83. bk. Buhârî, Hayz, 24, I, 84; Müslim, Hayz, 62, 63; I,<br />
262-263. Ebû Dâvud, Tahâre, 107, I, 183-186; Tirmizî, Tahâre, 93, 95, 96, I,<br />
217-229.<br />
106 Buhârî, Vudû’, 63, I, 62.
Bir kimsenin abdest organlarından birinde yara var<br />
ve yara sargıda ise abdest alınırken sargı üzerine mesh<br />
eder.<br />
Boy abdesti almak isteyen kimsenin vücudunda bir<br />
yara var ve yaranın yıkanması sağlık açısından zararlı<br />
ise bu yara yıkanmaz, sargı varsa sargı üzerine mesh<br />
edilir, vücudun diğer kısımları yıkanır.<br />
Sağlık nedeniyle abdest veya gusül için suyu kullanmak<br />
mümkün değilse teyemmüm yapılır. Suyu kullanma<br />
imkânı doğduğu andan itibaren abdestin ve guslün su ile<br />
yapılması gerekir.<br />
Doku nakli yoluyla ektirilen saçlar kişinin kendi saçı<br />
hükmündedir. Abdeste ve gusle mani değildir. Plastik<br />
deri üzerine ekilip başa yapıştırılan saçlar ise peruk hükmünde<br />
olup suyun deriye geçmesine engel olduğu için<br />
abdeste ve gusle manidir.<br />
Özürlü kimsenin çamaşırına özür yerinden çıkıp<br />
bulaşan kan, irin, cerahat gibi sıvılar, özrü devam ettiği<br />
sürece, namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak bu sıvı<br />
maddelerin arkası kesilmişse, bunların yıkanması gerekir.<br />
107<br />
Takma dişi olanlar boy abdesti alırlarken bu dişlerini<br />
çıkarırlar. Abdest alırken çıkması kolaysa çıkarırlar,<br />
zorsa çıkarmazlar. Çünkü boy abdestinde ağzı yıkamak<br />
farz, abdestte ise sünnettir.<br />
107 İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn, Muhammed ibn Abdilvâhid, Fethu’l-Kadîr, I, 124.<br />
Bulak, 1898.<br />
89 90<br />
Sabit takma dişler (kaplama, köprü vesair) abdest ve<br />
gusle mani değildir.<br />
b) Namaz<br />
Bedensel engelliler ve hastalar güçleri nispetinde namazlarını<br />
kılarlar.<br />
Hastalığı ve özrü sebebiyle ayakta namaz<br />
kılamayanlar, bir yere dayanarak kılarlar, bu şekilde de<br />
kılamayanlar oturarak, oturarak da kılamayanlar,<br />
sırtüstü veya yan üstü yatıp ayaklarını kıbleye uzatarak<br />
îmâ ile kılarlar.<br />
Namazı sandalyede oturarak kılmaya gücü yetenler<br />
bu şekilde kılarlar.<br />
Sahabeden İmrân ibn Husayn anlatıyor. Bende basur<br />
hastalığı vardı. Hz. Peygambere, namazı sordum,<br />
ْﻊ ِ ﻄَﺘ ْﺴَﺗ ْﻢـَﻟ ْن ِ ﺎَﻓ ا ًﺪ ِ ﻋﺎَﻘَﻓ ْﻊ ِ ﻄَﺘ ْﺴَﺗ ْﻢـَﻟ ْن ِ ﺎَﻓ ﺎـًﻤِ ﺋﺎَﻗ ِﻞّ َﺻ لﺎَﻘَﻓ َ<br />
ٍﺐْﻨ َﺟ �َ َﻌَﻓ<br />
“Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak,<br />
buna da gücün yetmezse yan üzerine yatarak kıl”<br />
buyurmuştur. 108<br />
Namazı, bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o<br />
kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını tamamlar.<br />
Yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, tekbiri ayakta<br />
alır, sonra oturup namazına devam eder.<br />
108 Buhârî, Taksir, 19. II, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 179. I, 585; İbn Mâce, İkame, 139,<br />
I, 386.
Özrü veya hastalığı sebebiyle secdeye tam olarak<br />
eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık<br />
gibi bir şeyle yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri<br />
gücünün yettiği kadar eğilerek îma ile yapar.<br />
c) Îmâ İle Namaz<br />
Îmâ; rükû ve secdeye işaret olmak üzere namazda<br />
başı önüne doğru eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği<br />
gibi oturarak, yanı veya sırtı üstü yatarak da yapılabilir.<br />
Yan yatışta yüz kıbleye gelecek şekilde yatılır, sırt üstü<br />
yatmada ise ayaklar kıbleye gelecek şekilde yatılır ve<br />
yüzün kıbleye yönelmesi için başın altına bir yastık konulur.<br />
Namazı, ayakta veya oturarak veya yattığı yerden<br />
başı ile îmâ ederek kılamayanlar göz, kaş ve kalp ile<br />
îma ederler mi? Bu konuda müçtehit âlimler farklı<br />
görüşler beyan etmişlerdir:<br />
1. Ebû Hanîfe, başı ile îmâ ederek namaz kılamayan<br />
kimselerin namazlarını ertelemeleri görüşündedir.<br />
2. Ebû Yusuf’a göre baş ile îmâya gücü yetmeyenlerin<br />
göz ve kaşları ile îmâ ederek namaz kılmaları gerekir.<br />
3. İmam Züfer ile İmam Şâfiî’ye göre göz ve kaş ile<br />
îmâ yaparak namaza gücü yetmeyenlerin kalple îmâ<br />
ederek namazlarını kılmaları gerekir.<br />
Buna göre, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya<br />
ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına<br />
sebep olacağı anlaşılan kimse, oturarak namazını kılar,<br />
91 92<br />
oturmaya da gücü yetmezse, duruma göre yanı üzerine<br />
veya arkası üstüne yatarak îmâ ile namazını kılar.<br />
d) Cuma ve Cemaatle Namaz<br />
Hanefî ve Mâlikî bilginlere göre cuma namazı<br />
dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten<br />
erkekler için müekked sünnettir. Bu itibarla kadınlar,<br />
bedensel engelliler, hastalar ve çok yaşlı kimseler, cemaatle<br />
namaz kılmak için camiye gitmeyebilirler. 109<br />
Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler<br />
ile hastalığının artmasından veya uzamasından korkan<br />
kimselere cuma namazı farz değildir. 110<br />
Şâfiî bilginlere göre, farz namazların camide cemaatle<br />
kılınması farz-ı kifâye, Hanbelî bilginlere göre farz-ı<br />
ayındır. 111 <strong>Engelliler</strong> ve mazeret sahipleri bu hükmün<br />
dışındadır.<br />
e) Oruç<br />
Akıllı ve ergen durumda bulunan bedensel engelliler,<br />
hasta değillerse, Ramazan orucunu tutmakla yükümlüdürler.<br />
109 İbnu’l-Humâm, I, 243. İbn Âbidîn, I, 515. İbn Rüşd, Muhammed İbn Ahmed el-<br />
Hafîd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Müktesid, I, 136, Matbaatü’l-İstikâme,<br />
Mısır, tarihsiz.<br />
110 Serahsî, Muhammed İbn Ahmed İbn Ebî Selh, el-Mebsût, II, 22, 23. Dâru’l-<br />
Ma’rife, Beyrut,1978; İbnu’l-Hümam, I, 417.<br />
111 İbn Kudâme, Muvaffakuddîn, Abdullah İbn Ahmed, el-Muğnî, II, 176, Dâru’l-<br />
Menâr, Kâhire 1970.
Oruca dayanamayacak kadar hasta olan veya çok<br />
yaşlı olan kimselerin oruç tutmaları farz değildir. 112<br />
Oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı veya hastalığının<br />
artacağı tıbben bilinen kişilerin Ramazan orucunu tutmaları<br />
gerekmez. Bu kimseler daha sonra iyileşince oruç-<br />
larını kaza ederler. Hastalığının sürekli olması veya çok<br />
yaşlılık gibi sebeplerle kaza etme imkânı bulamayacağı<br />
belli ise, bu kimseler her gün için “bir yoksul doyumu”<br />
kadar fidye verirler. 113<br />
f) Hac<br />
Hac ibadetinin bir insana farz olabilmesi için bedenen<br />
bu ibadeti yapmaya gücü yetmesi gerekir. Bu görevi yapamayacak<br />
derecede hasta, felçli, kötürüm, özürlü ve<br />
kendi başına binite veya vasıtaya binip inemeyecek derecede<br />
yaşlı olan kimselere hac farz değildir. Çünkü<br />
yüce Allah haccı “gücü yetenlere” farz kılmıştır. Hac<br />
beden ile yapılan bir ibadettir. Bedenen hac yapmaya<br />
gücü yetmeyen kimseye hac farz olmaz. Sahabeden Abdullah<br />
ibn Abbâs,<br />
ًﻼﻴِﺒ َﺳ ِ ﻪْﻴَﻟ ِ ا َعﺎَﻄَﺘ ْﺴﻟا ِﻦَﻣ ﺖْﻴَﺒْﻟا ِ<br />
ﱡﺞ ِ ﺣ سﺎﱠﻨﻟا ِ �َ َﻋ �ِ ِ<br />
َو<br />
“...Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, Kâbe’yi<br />
ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir<br />
hakkıdır...” (Âl-i İmrân, 3/97) anlamındaki âyette “güç ye-<br />
93 94<br />
tirebilmeyi” “bedenen sağlıklı olmak, azık ve binit” olarak<br />
tefsir etmiştir. 114<br />
Dolayısıyla bedensel engelli ve hastalara hac farz<br />
değildir. Bu kimselere haccın farz olduğunu söylemek,<br />
ٍج َﺮ َﺣ ْﻦ ِ ﻣ ِﻦﻳّﺪﻟا<br />
� ِ<br />
ْﻢ ُﻜْﻴَﻠ َﻋ ﻞَ َﻌ َﺟ ﺎَﻣَو<br />
�<br />
“…Allah, dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi…"<br />
(Hac, 22/78) anlamındaki âyete ters düşer. Çünkü<br />
sağlığı yerinde olmayan kimseyi hac ibadetiyle sorumlu<br />
tutmak dinde güçlük çıkarmak olur.<br />
g) Zekat, Sadak-i Fıtır ve Kurban<br />
Bedensel engelli ve hasta olan Müslümanlar, zengin<br />
iseler zekat ve sadaka vermek ve kurban kesmekle yükümlüdürler.<br />
3. GÖRME ENGELLİLER<br />
a) Abdest, Gusül ve Namaz<br />
Görme engelliler, abdest, gusül ve namazla yükümlüdürler.<br />
Bu kimseler, kendileri camiye gidebiliyorlarsa<br />
veya kendilerini camiye götürebilecek yardımcıları var<br />
ise namaz için özellikle cuma namazı için camiye giderler.<br />
Sahâbeden Abdurrahman ibn Ka’b babası gözlerini<br />
kaybedince, ona rehberlik yapmış ve onu cuma<br />
namazına götürmüştür.<br />
112 Bakara, 2/185.<br />
113 Bakara, 2/184. 114 Kâsânî, II, 121-122; İbn Hümâm, II, 416.
Peygamberimize görme engelli biri gelmiş ve<br />
ِ ﺪ ِ ﺠ ْﺴَﻤـْﻟا َ<br />
� ِ ا ُدﻮ ُﻘَﻳ �ﺪ ِ ﺋﺎَﻗ ِ� َﺲْﻴَﻟ ُﻪﱠﻧ ِ ا ِ �ا َ<br />
لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />
“Ey Allah’ın Elçisi! Beni mescide götürüp getirecek bir<br />
rehber yoktur” demiş ve<br />
ﻪِ ﺘـْﻴَﺑ ِ � ِ ﻰّ<br />
َ ِ ﻠ َﺼُﻴَﻓ ﺺَ ﺧَﺮُﻳ ِّ ْنَا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر لَﺎ َ َﺴَﻓ<br />
“Hz. Peygamberden evinde namaz kılmak için ruhsat<br />
istemiştir”<br />
ُﻪـــَﻟ ﺺـــ َ ﱠﺧَﺮـــَﻓ “Allah’ın elçisi (önce) kendisine bu konuda<br />
ruhsat vermiştir.<br />
ُهﺎـــ َﻋَد �ﱠ َوﺎـــــﱠﻤَﻠَﻓ “Adam dönüp giderken yeniden onu çağırmış”<br />
ve<br />
ةﻮ�ﻠ ِ<br />
ﱠﺼﻟﺎِﺑ ءا َ َﺪـِّ ﻨﻟا ُﻊَﻤ ْﺴَﺗ ﻞْ َﻫ لﺎَﻘَﻓ َ<br />
“Namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye<br />
sormuş. Adam,<br />
ْﻢ َﻌَﻧ لﺎَﻘَﻓ َ “Evet” deyince Peygamberimiz (a.s.),<br />
ْﺐ ِ ﺟَﺎَﻓ لﺎَﻗ َ “O halde davete icâbet et” buyurmuştur. 115<br />
Abdullah İbn Ümmi Mektûm, yaşlı ve görme engelli<br />
olduğunu ve evinin uzakta olup, kendisi için bir rehber<br />
de bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için<br />
izin istemiştir. Hz. Peygamber,<br />
115 Müslim, Mesâcid, 255, I, 452; Nesâî, İmâme, 50.<br />
95 96<br />
ءا َ َﺪـــــِ ّﻨﻟا ُﻊــــــَﻤ ْﺴَﺗ ﻞــــــ ْ َﻫ “Ezan sesini duyuyor musun?” diye<br />
sormuş, “evet” demesi üzerine, Allah’ın elçisi,<br />
ًﺔ َﺼ ْﺣُر َﻚَﻟ ُﺪ ِ ﺟَا َﻻ “Senin için bir ruhsat bulamıyorum” buyurmuştur.<br />
116<br />
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Hanbelî bilginlere<br />
göre kendisini cuma namazına götürecek rehberi bulunan<br />
görme engellilere cuma namazı farzdır. Diğer müçtehitlere<br />
göre farz değildir.<br />
Kendisini cuma namazına götürecek rehberi bulunmayan<br />
görme engellilere ise, cuma namazının farz<br />
olmadığı konusunda görüş birliği vardır. 117<br />
b) Hac<br />
Görme özürlü kimseye diğer şartları taşıyorsa haccın<br />
farz olup olmaması konusunda müçtehit âlimler farklı<br />
görüşler beyan etmişlerdir.<br />
Görme özürlü kimse hakkında Ebû Hanîfe’den iki rivayet<br />
vardır. Meşhur olan rivayete göre ekonomik gücü<br />
olsa ve kendisine refakat edecek biri bulunsa bile a’ma<br />
kimseye hac farz değildir.<br />
“Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, Kâbe’yi ziyaret<br />
etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”<br />
(Âl-i İmrân, 3/97) anlamındaki âyette geçen “güç yetirebilme”<br />
hem ekonomik hem de bedensel imkânı kapsamak-<br />
116 Ebû Dâvud, Salât, 46, I, 374. İbn Mâce, Mesâcid, 17, I, 260.<br />
117 Kâsânî, I, 256 256 vd.; İbnü’l-Hümâm, I, 714; İbn Rüşd, I, 151; İbn Âbidîn, I, 762<br />
vd.
tadır. Dolayısıyla ekonomik imkânları olsa bile görme<br />
özürlüler hac yapmakla yükümlü değillerdir. 118<br />
İmam Muhammed ile İmam Ebû Yusuf’un tercih ettikleri<br />
görüşe göre ekonomik gücü ve kendisine refakat<br />
edecek biri varsa o zaman a’maya hac farz olur. Diğer<br />
mezheplerin görüşleri de bu istikamettedir. 119<br />
c) Oruç, Zekat, Sadak-i Fıtır ve Kurban<br />
Görme engelliler, sağlıklı iseler oruç tutmakla, zengin<br />
iseler zekat ve sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle<br />
yükümlüdürler.<br />
Görme engellilerin alış veriş, sözleşme, kira akdi<br />
yapma, tanıklık etme ve benzeri gücünün yettiği her<br />
türlü medenî tasarrufu geçerlidir. 120<br />
4. İŞİTME VE KONUŞMA ENGELLİLER<br />
İşitme ve konuşma engeli bulunanlar, âyet ve dua ezberleyememişlerse<br />
“Kur’ân ve dua okuma” dışındaki<br />
diğer farz, vacip ve sünnetlerini yaparak namazını<br />
kılmak; sağlıkları yerinde ise oruçlarını tutmak, zengin<br />
iseler zekat ve sadaka-i fıtırlarını vermek ve kurban kesmek,<br />
imkânları varsa hac yapmak ile yükümlüdürler.<br />
Güçlerinin yettiği diğer dinî görevleri yaparlar.<br />
118 Kâsânî, II, 121-125; İbn Âbidîn, II, 194-199.<br />
119 İbn Hümâm, II, 421; Kâsânî, II; 121; eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtac, II, 218, Mısır tarihsiz.<br />
120 Kâsânî, V, 164, 298; İbn Kudâme, IV, 210.<br />
97 98<br />
İşitme ve konuşma engellilerin evlenme ve boşanma<br />
işlemlerini işaret diliyle yaparlar. Okuma yazma biliyorlarsa<br />
bu tasarruflarını yazı ile güçlendirmeleri uygun<br />
olur. İşitme ve konuşma engelliler, evlilik akdine tanık<br />
olabilirler. 121<br />
Nisâ 95, Nûr 61 ve Fetih 17 âyetleri zihinsel ve bedensel<br />
engelliler ile hastaların savaşa katılmayabileceklerini<br />
bildirmektedir. Sahabe döneminde, savaşa<br />
çıkan Müslümanlar, evlerinin anahtarlarını veya hazinelerini<br />
görme veya yürüme engelli olan yahut hasta olup<br />
da savaşa katılamayanlara emânet ederler ve bunlardan<br />
yemelerine izin verirlerdi. Ancak buna rağmen onlar,<br />
� ﱠﻻ ِ ا ِﻞ ِ ﻃﺎَﺒْﻟﺎِﺑ ْﻢ ُﻜـَﻨـْﻴـَﺑ ْﻢ ُﻜـَﻟاﻮْﻣَا َ � اﻮُﻠ ُﻛْﺄَﺗ َﻻ اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />
ﺎ َﻬــﱡﻳَا �ﺎَﻳ<br />
�<br />
ْﻢ ُﻜـْﻨِ ﻣ ضاَﺮــَﺗ ٍ<br />
ْﻦ َﻋ ًةَرﺎَ ﲡ ِ َنﻮ ُﻜـَﺗ ْنَا<br />
“Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını karşılıklı<br />
rızaya dayanan ticaret malı olması dışında bâtıl yollarla<br />
yemeyiniz” (Nisâ, 4/29) âyetini dikkate alarak,<br />
bunda sakınca görüp yemezlerdi. İbn Abbas’a göre,<br />
âyet bunun üzerine inmiş ve engellilere bu konuda kolaylıklar<br />
getirilmiştir. 122<br />
121 Kâsânî, II, 231, 253, 254; Cezîrî, Abdurrahmân, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaâ,<br />
IV, 16, Mısır, tarihsiz.<br />
122 Kurtubî, XII, 205.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME<br />
Varlıkların en mükemmeli ve en üstünü olan insanın<br />
Allah katındaki değeri îmân, ibadet, sâlih amel, takva ve<br />
güzel ahlâk nispetindedir. Çünkü Allah insanları bu<br />
açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine,<br />
ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli<br />
oluşlarına bakmamaktadır.<br />
Kur’ân’da dünya veya âhiret hayatında, hakîkî,<br />
çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma,<br />
ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan<br />
söz edilmiştir.<br />
Hakîkî anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dinî<br />
görevlerde ruhsat bildirme veya tedavi etme veya değer<br />
verme bağlamında zikredilmiştir.<br />
Kur’an’da yüce Allah, uzun yıllar hastalığa müptela<br />
olan ve çeşitli musîbetlere maruz kalan Eyub peygamber<br />
ile gözleri kör olan Yakup (a.s.)’ın iyileşmesi ve her<br />
iki peygamberin bu sıkıntılar karşısındaki metaneti ve<br />
sabrı örnek ve övgü bağlamında zikredilmektedir.<br />
Mecâzî anlamda engellilik; îmân etmeyen insanların<br />
ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları<br />
ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir.<br />
Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli<br />
99 100<br />
olmak; hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten<br />
kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek<br />
şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile<br />
konuşamamalarıdır.<br />
Ahsen-i takvîm üzere en güzel biçimde yaratılan<br />
insanın fizîkî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak sürdürebilmesi<br />
temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda bir<br />
takım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir.<br />
Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan halindedir.<br />
Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan<br />
olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi<br />
bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra,<br />
anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.<br />
İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer<br />
insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle<br />
karşılaşsın insanın her şeyden önce metanet ve sabır<br />
gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için<br />
maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir.<br />
Çarelere başvurur ancak “musibet ancak Allah’ın izni ve<br />
takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda<br />
da bir hayır vardır diyerek” rahat olma bilincini kazanabilmesi,<br />
insanın Allah’a olan imanının sonucudur.<br />
İslâm dinî, engelli insanlar ile sosyal ilişki, onlara iş<br />
bulma ve yardım etme konusunda gereken hassasiyeti<br />
göstermiştir. Onlara maddî ve manevî yardım sadaka<br />
sayılmıştır. Peygamberimiz engelli insanlara devlet yönetiminde<br />
önemli görevler vermiş, böylece onların toplumda<br />
üretken bir konuma getirilmesinin gereğine işaret<br />
etmiştir.
İslâm’da hak, görev ve sorumluluklar insan gücü ile<br />
sınırlıdır. Engelli oluşun insana getirdiği güç kaybı yükümlülüklerde<br />
dikkate alınmış ve buna paralel olarak kolaylaştırma<br />
ve ruhsat sağlama yoluna gidilmiştir.<br />
İnsanın dünya yaşamında karşılaştığı hiçbir sıkıntı ve<br />
zorluk yoktur ki, âhiret yaşamı için bir kazanım<br />
sayılmasın. Hastalık, sıkıntı ve zorluk istenmez, fakat<br />
bütün önlemler alınmasına rağmen gelirse de sabretmek<br />
gerekir. Belâ, sıkıntı ve hastalıklara sabır ve tahammül<br />
sebebiyle o kimsenin günahları bağışlanır, kendisine<br />
sevap verilir böylece manevî derecesi artar.<br />
101 102<br />
BİBLİYOĞRAFYA<br />
Ahmed İbn Hanbel (ö.241/855), el-Müsned, Çağrı Yay.<br />
İstanbul, 1981.<br />
Beydâvî Abdullah b. Ömer (ö. 692), Envâru’t-Tenzîl ve<br />
Esrâru’t-Te’vîl, I, 249 (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr)<br />
Beyrut, tarihsiz.<br />
Beyhakî, Ahmed İbn el-Huseyn (ö.458/1065), es-<br />
Sünenu’l-Kübrâ, Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1994.<br />
Buhârî, Muhammed İbn İsmâîl (ö.256/869), el-Câmiu’s-<br />
Sahîh, Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />
Cezîrî, Abdurrahmân, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaâ,<br />
6. baskı, Mısır,tarihsiz.<br />
Dârimî, Ebû Muhammed İbn Abdurrahmân (ö.255/868),<br />
es-Sünen, Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />
Ebû Dâvûd, Süleyman İbn el-Eş’as es-Sicistânî (ö.275/<br />
888), es-Sünen. Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />
Hâzin, Alâüddin Ali b. Muhammed, (ö.725), Lübabü’t-<br />
Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr<br />
içinde), Beyrut, tarihsiz.<br />
İbn Âbidîn, Muhammed Emîn (ö.1252/1836), Reddü’l-<br />
Muhtâr, Matbaatü’l-Bâbi’l-Halebî, Mısır, tarihsiz.
İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu’l-Hasan, Usdu’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe,<br />
Kahire, 1970.<br />
İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn, Muhammed İbn Abdilvâhid<br />
(ö.861/1457), Şerhu Fethu’l-Kadîr, 1. baskı, Mısır,<br />
1898.<br />
İbn Kudâme, Muvaffakuddîn, Abdullah İbn Ahmed<br />
(ö.620/1223), el-Muğnî, 3. baskı, Dâru’l-Menâr,<br />
Kâhire, 1970.<br />
İbn Mâce Muhammed İbn Yezîd el-Kazvînî, (ö.275/<br />
888), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />
İbn Rüşd, Ebu’l-Velîd Muhammed İbn Ahmed el-Hafîd<br />
(ö.520/1126), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-<br />
Muktesid, Matbaatü’l-İstikâme, Mısır, tarihsiz.<br />
Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr İbn Mes’ûd (ö.587/1191),<br />
Bedâyiu’s-Sanâyi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, 2. baskı,<br />
Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1974.<br />
Kurtubî, Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî (ö.671/<br />
1273), el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Mısır,1935.<br />
Mâlik İbn Enes (ö.179/795), el-Muvatta’, Çağrı<br />
Yayınları, İstanbul, 1981.<br />
Miras, Kâmil-Naim Ahmed (ö.1376/1958), Sahîh-i Buhârî<br />
Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi,<br />
2. baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara,<br />
1972.<br />
Mübârekfûrî, Ebû’l-Alî Muhammed Abdurrahman, Tuhfetü’l-Ahvezî<br />
bi Şerhi Câmiü’t-Tirmizî, Beyrut, tarihsiz.<br />
103 104<br />
Münzirî, Abdülazîm b. Abdülkavî, et-Terğîb ve’t-Terhîb,<br />
İhyâü’t-Türâsî, Beyrut, 1968.<br />
Müslim b. Haccac (ö. 261/, es-Sahîh, Çağrı Yayınları,<br />
İstanbul, 1981.<br />
Nesâî, Ebû Abdirrahmân İbn Şuayb (ö.279/892), es-<br />
Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />
Nesefî. Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b Muhammed<br />
(ö. 817), Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, I,<br />
249, (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr içinde) Beyrut, tarihsiz.<br />
Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 60. Dâru’l-<br />
Kur’ani’l-Kerîm, Beyrut, 1981.<br />
Serahsî, Muhammed İbn Ahmed İbn Ebî Selh (ö.490/<br />
1097), el-Mebsût, 3. baskı. Dâru’l-Ma’rife, Beyrut,<br />
1978.<br />
Şirbînî, el-Hatîb, Muğnî’l-Muhtâc, Mısır, tarihsiz.<br />
Tirmizî, Muhammed İbn Îsâ (ö,279/892), es-Sünen.<br />
Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />
Taberî, Abdullah ibn Cerîr (310/), Câmiu’l-Beyân An Te’vîli<br />
Âyi’l-Kur’ân, Beyrut, 1988.<br />
Yazır Hamdi (ö.1939), Hak Dini Kur’an Dili Türkçe Tefsir,<br />
Eser Neşriyat, İstanbul, 1971.