03.10.2012 Views

Engelliler

Engelliler

Engelliler

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

âyet ve hadisler ışığında<br />

ENGELLİLER<br />

1 2<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları / 640<br />

Halk Kitapları / 158<br />

Tashih:<br />

Ali Osman Parlak<br />

Altan Çap<br />

Grafik &Tasarım<br />

Recep Kaya<br />

Hüseyin Dil<br />

Baskı:<br />

Saray Matbaacılık<br />

Tel: (0.312) 527 28 90<br />

2005-06-Y-0003-640<br />

ISBN: 975-19-3792-2<br />

© Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları<br />

Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı<br />

Derleme ve Yayın Şubesi Müdürlüğü<br />

Tel: (0.312) 295 73 06 – 295 72 75


A<br />

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI<br />

âyet ve hadisler ışığında<br />

ENGELLİLER<br />

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ<br />

ANKARA – 2005<br />

3 4<br />

Bu eser, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 24.06.2004 tarih<br />

ve 102 no’lu kararı ile basımı uygun görülmüştür.


İÇİNDEKİLER<br />

ÖNSÖZ .......................................................................... 9<br />

GİRİŞ ........................................................................... 11<br />

a) Tanım..... ............................................................. 11<br />

b) İnsanın Değeri ve Üstünlüğü ............................ 12<br />

BİRİNCİ BÖLÜM<br />

KUR’AN’IN ENGELLİLERE YAKLAŞIMI ................... 15<br />

I. GÖRME, İŞİTME VE KONUŞMA ENGELLİLİĞİ ... 15<br />

1. Fiziksel Anlamda ............................................... 15<br />

a) Körlük ........................................................... 15<br />

aa) Sorumluluk Bağlamında ......................... 16<br />

ab) Benzetme Bağlamında ........................... 16<br />

ac) Değer Verme Bağlamında ...................... 17<br />

ad) Tedavi Bağlamında ................................. 19<br />

b) Sağırlık ........................................................ 21<br />

c) Dilsizlik ........................................................ 22<br />

2. Mecâzî Anlamda ................................................ 22<br />

3. Âhirette Sağırlık, Körlük ve Dilsizlik ................... 28<br />

II. ORTOPEDİK VE ZİHİNSEL ENGELLİLİK ............. 30<br />

1. Ortopedik Engellilik ............................................. 30<br />

2. Zihinsel Engellilik ............................................... 30<br />

a) Fiziksel Anlamda .......................................... 30<br />

aa) İftira Bağlamında .................................... 30<br />

5 6<br />

ab) Koruma Bağlamında .............................. 30<br />

b) Mecâzî Anlamda ......................................... 34<br />

3. Hastalıklar ......................................................... 35<br />

a) Dinî Ruhsat Bildirme Bağlamında ................ 35<br />

b) Tedavi Bağlamında ...................................... 36<br />

ba) Koruyucu Hekimlik .................................. 37<br />

1. Temizliğe Dikkat Etmek ...................... 37<br />

2. Beslenmeye Dikkat Etmek ................. 38<br />

3. Sıcak-Soğuğa Dikkat Etmek ............... 39<br />

4. Yorulunca Dinlenmek ......................... 39<br />

5. Spor Yapmak ve Temiz Hava<br />

Almak .................................................. 39<br />

6. Çocukların Aşılarını Zamanında<br />

Yaptırmak ............................................ 40<br />

7. Sigara, Alkol ve Uyuşturucudan<br />

Uzak Durmak ....................................... 40<br />

8. Trafik ve İş Yeri Kurallarına Uymak .... 40<br />

9. Sosyal İlişkilerde Dikkatli Olmak ......... 40<br />

bb) Tedavi Olmak ......................................... 41<br />

1. Maddî Tedaviye Başvurmak ............... 41<br />

2. Psikolojik Tedaviye Başvurmak ........... 42<br />

3. Allah’tan Şifa İstemek ......................... 42<br />

c) Şükür ve Nankörlük Bağlamında ................... 47<br />

d) Sabırlı Olma Bağlamında ............................. 49<br />

İKİNCİ BÖLÜM<br />

ENGELLİ OLMANIN SEBEPLERİ .............................. 55<br />

1. İlâhî İrade ve İmtihan .......................................... 55<br />

2. İnsanların Hata ve Kusurları .............................. 60


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

ENGELLİLERİN MANEVÎ KAZANIMLARI ................. 63<br />

1. Günahlarına Kefaret Olur .................................. 63<br />

2. Manevî Derecesi Artar ...................................... 65<br />

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />

ENGELLİLERLE SOSYAL İLİŞKİLER ....................... 71<br />

1. İtibar ve İltifatta Bulunmak ................................. 72<br />

2. Ziyaret Etmek .................................................... 73<br />

3. Yardımcı Olmak ................................................. 74<br />

4. Aşağılayıcı ve Kırıcı Söz Söylememek .............. 77<br />

5. Eğitim Vermek .................................................... 79<br />

6. İş İmkanı Sağlamak ........................................... 81<br />

BEŞİNCİ BÖLÜM<br />

İSLÂMIN ENGELLİLERE TANIDIĞI RUHSAT<br />

VE KOLAYLIKLAR ..................................................... 83<br />

1. ZİHİNSEL ENGELLİLER .................................. 84<br />

a) Abdest, Gusül ve Namaz ............................ 84<br />

b) Oruç ........................................................... 85<br />

c) Hac ........................................................... 86<br />

d) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ................... 86<br />

2. BEDENSEL ENGELLİLER VE HASTALAR .... 87<br />

a) Abdest ve Gusül ........................................... 87<br />

b) Namaz .......................................................... 90<br />

c) Îmâ İle Namaz .............................................. 91<br />

d) Cuma ve Cemaatle Namaz .......................... 92<br />

e) Oruç .......................................................... 92<br />

f) Hac ........................................................... 93<br />

g) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ................... 94<br />

7 8<br />

3. GÖRME ENGELLİLER ...................................... 94<br />

a) Abdest, Gusül ve Namaz ............................ 94<br />

b) Hac ........................................................... 96<br />

c) Oruç, Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban ......... 97<br />

4. İŞİTME ENGELLİLER ....................................... 97<br />

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ................................. 99<br />

BİBLİYOGRAFYA ..................................................... 103


ÖNSÖZ<br />

İnanç, söz, fiil ve davranışlarıyla dünyada imtihan halinde<br />

olan insan, hayatını; inişi, çıkışı, kıvrımı, kasisi ve<br />

engebesi bulunan bir yolda sürdürür. Omzunda pek çok<br />

görev, sorumluluk ve emanet vardır. Her gün ölüme<br />

doğru yürüdüğü yolda iyi kötü, acı tatlı olaylarla karşılaşır.<br />

Sevindiği, üzüldüğü, güldüğü ve ağladığı günler<br />

olabilir. Yüklendiği görev, sorumluluk ve emanetler kendisini<br />

yorabilir. Bazen başarılı olur, nimetlerle karşılaşır<br />

ve sevinir. Bazen başarısız olur, musibetlerle karşılaşır<br />

ve üzülür. Bu durum, yaşam boyu sürüp gider.<br />

Başına gelen sıkıntılar bazen kendi ihmali veya kusurundan<br />

kaynaklanır. Bazen kendisinin hiç kusuru ve ihmali<br />

olmaz ama sorumsuz, saygısız ve kural tanımaz insanlar<br />

başına sıkıntı açabilir. Bazen nimetlerle, bazen<br />

musibetlerle sınanır. Sınavda kâh başarılı kâh başarısız<br />

olur.<br />

İşte “engelli” ve “özürlü” kavramıyla ifade ettiğimiz<br />

“olgu”, insanın bir sınavı ve çilesidir.<br />

İnsan ya engelli, ya engelli yakını ya da engelli adayıdır.<br />

Dolayısıyla bu “olgu” ile herkesin bir şekilde ilişkisi<br />

vardır. Bu olgudan korkmak değil tedbirli ve hazırlıklı<br />

olmak lâzımdır. Bu olgu karşısında ne yapılması ve na-<br />

9 10<br />

sıl davranılması gerektiğini bilmek, bilgilenmek ve bilinçlenmek<br />

temel görevimizdir.<br />

Allah kelâmı Kur’ân, insanların her alanda kılavuzu,<br />

rehberi ve yol göstericisidir. Hz. Peygamber, Kur’ân’ı bize<br />

ulaştıran, Kur’ân ilkelerini sözlü ve uygulamalı olarak<br />

açıklayan ve müminlere model olan örnek insandır.<br />

Bu eserde, Kur’ân’da engellilerin hangi bağlamda<br />

geçtiği, engelli olmanın sebeplerinin neler olduğu, engellilik<br />

karşısında ne yapılması ve engellilerle sosyal ilişkilerin<br />

nasıl olması gerektiği, dinimizin engellilere tanıdığı<br />

kolaylık ve ruhsatlar üzerinde durulmuştur. Konular âyet<br />

ve hadislerin ışığından özet olarak, anlaşılır ve bilimsel<br />

bir yöntemle sunulmaya çalışılmıştır.<br />

Başarı Allah’tandır.<br />

13 Nisan 2004<br />

Etlik/ANKARA


GİRİŞ<br />

a) Tanım<br />

“Engelli” kavramı; zihin, ruh, beden ve uzuvlarda<br />

bulunan bir arıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede,<br />

işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada<br />

sıkıntısı bulunan kimseleri ifade eder. <strong>Engelliler</strong> “özürlü”<br />

kavramı ile de ifade edilmektedir. Özürlüler hakkında<br />

hazırlanan kanun tasarısında “engelli” şöyle tanımlanmaktadır:<br />

“Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya<br />

kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal, duyusal<br />

ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi<br />

nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük<br />

gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireydir”<br />

(Madde 3/a).<br />

2003 yılında yapılan resmi bir araştırma sonucuna<br />

göre ülkemizde yaklaşık 8.500.000 engelli vardır. 1 Bu,<br />

1 Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın Devlet İstatistik Enstitüsü ile birlikte<br />

yaptığı ve 02/12/2003 tarihinde açıkladığı araştırma sonucuna göre ülkemizde<br />

8.431.197 özürlü yurttaş vardır. Bu, ülke nüfusunun %12.29’una tekabül etmektedir.<br />

Bu oran içinde ortopedik özürlüler, %1.25, görme özürlüler. %0.37. konuşma<br />

özürlüler. %0.38, zihinsel özürlüler, %0.48 diğer özürlüler %9.70’dir. bk.Düşünsel<br />

Dergisi, Mart, 2004 sayı: 10 s.15.<br />

11 12<br />

ülkemiz insanın en azından yarısını doğrudan ilgilendiriyor<br />

demektir. İnsan ya engelli, ya engelli yakını, ya da<br />

engelli adayıdır. Nice insanlar sağlıklı iken bir trafik<br />

kazası, bir iş kazası, bir kalp krizi, bir damar tıkanması<br />

veya bulaşıcı bir hastalık sonucu sağlıksız, felçli, kötürüm,<br />

ortopedik ve görme özürlü olabilmektedir.<br />

b) İnsanın Değeri ve Üstünlüğü<br />

Engelli veya sağlıklı her insan, Allah’ın yer yüzünde<br />

en kıymetli ve en değerli varlığıdır:<br />

ٍﻢﻳﻮْﻘَﺗ<br />

ِﻦ َﺴ ْﺣَا �� َنﺎ َﺴْﻧ<br />

�<br />

�<br />

ِْﻻا ﺎَﻨْﻘَﻠ َﺧ ْﺪَﻘَﻟ<br />

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık”<br />

(Tîn,95/ 4),<br />

ْﻢ ُﻛَر َ ﻮ ُﺻ َﻦ َﺴ ْﺣَﺎَﻓ ْﻢ ُﻛَر ﱠ ﻮ َﺻَو<br />

“Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı”<br />

(Teğâbun, 64/3) ve<br />

َﻊْﻤ ﱠﺴﻟا ُﻢ ُﻜـَﻟ ﻞَ َﻌ َﺟَو ﻪ<br />

�<br />

ِ ﺣو ُر ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪﻴﻓ<br />

َﺦَﻔَﻧَو ُﻪﻳ�ﻮّ َﺳ ﱠﻢُﺛ<br />

�<br />

َة َﺪ ِ ﺌْﻓَ ْﻷاَو َرﺎ َﺼْﺑَ ْﻻاَو<br />

“Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi.<br />

Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı…”<br />

(Secde, 32/9) anlamındaki âyetler, Allah’ın insanları en<br />

güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.


Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri,<br />

dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya<br />

sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Onları îman,<br />

sâlih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr,<br />

şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm<br />

sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir.<br />

ْﻢ ُﻜﻴ�ﻘْﺗَا ِ �ا َﺪْﻨ ِ ﻋ ْﻢ ُﻜَﻣَﺮ ْﻛَا ﱠن ِ ا<br />

“…Allah katında en üstün olanınız en muttakî<br />

olanınızdır” (Hucurât, 49/13) anlamındaki âyet ile<br />

�<br />

� ِ ا ُﺮُﻈْﻨَﻳ ْﻦ ِ ﻜ�ﻟَو ْﻢ ُﻜ ِ ﻟا َ ﻮْﻣَاَو ْﻢ ُﻛِر َ ﻮ ُﺻ �<br />

� ِ ا ُﺮُﻈْﻨَﻳ َﻻ َ�ا ﱠن ِ ا<br />

ْﻢ ُﻜـ ِ ﻟﺎـَﻤ ْﻋَاَو ْﻢ ُﻜِﺑﻮُﻠُﻗ<br />

“Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz.<br />

Fakat kalplerinize (îman veya inkâr halinize) ve amellerinize<br />

bakar” 2 anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.<br />

Kur’ân ve hadislerde engellilere bu bağlamda yer<br />

verilmektedir.<br />

2 Müslim, Birr, 34, III, 1987; İbn Mâce, Zühd, 9, II, 1388; Ahmed b. Hanbel, II, 285.<br />

13 14


BİRİNCİ BÖLÜM<br />

KUR’ÂN’IN ENGELLİLERE YAKLAŞIMI<br />

Kur’ân’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel<br />

engelliler ile hastalıklardan söz edilmektedir. Hastalık,<br />

işitme, görme, konuşma ve anlama engelliliği ile ilgili<br />

âyetlerin büyük çoğunluğu mecâzi anlamdadır. Fiziksel<br />

anlamda engellilik ve hastalık ile ilgili âyetlerin sayısı<br />

çok azdır.<br />

I. GÖRME, İŞTİME VE KONUŞMA ENGELLİLİĞİ<br />

Kur’ân’da dünya ve âhirette fiziksel ve mecâzî anlamda<br />

körlük, sağırlık ve dilsizlikten söz edilmektedir.<br />

1. FİZİKSEL ANLAMDA<br />

a) Körlük<br />

Hakîkî anlamda körlük, Kur’ân’da 11 ayette geçmektedir.<br />

Bu anlamda körlük; gözlerin görme özelliğini kaybetmesidir.<br />

Kur’ân’da altı âyette hakîkî anlamda görme<br />

engellilerden söz edilmektedir. Bunlardan biri Allah’ın insanların<br />

fizikî yapılarına engelli veya sağlıklı oluşlarına<br />

göre değil, Allah ve Peygambere, îman ve itaate yönel-<br />

15 16<br />

melerine göre itibar etmesi bağlamında; biri benzetme<br />

bağlamında, ikisi engellilere dinî görevlerde ruhsat ve<br />

kolaylık bildirme bağlamında, ikisi de Hz. İsa’nın Allah’ın<br />

izniyle körleri iyileştirmesi bağlamında zikredilmiştir.<br />

aa) Sorumluluk Bağlamında<br />

İslâm, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu<br />

tutar (Bakara, 2/284). Dolayısıyla görme özürlü insanlar<br />

dinî görevlerle ilgili olarak ancak güçlerinin yettiği<br />

şeylerden sorumludurlar. Allah yolunda cihat yapma ve<br />

savaşa katılma ile ilgili olarak,<br />

�ج َﺮ َﺣ ﻰَﻤ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﺲْﻴَﻟ<br />

“Köre güçlük yoktur” 3 buyurulmaktadır.<br />

Bu âyet, ortopedik özürlülerin savaşa katılma zorunlululuğunun<br />

olmadığını ifade etmektedir.<br />

ab) Benzetme Bağlamında<br />

Bir olgu olarak gören ile görmeyen bir değildir. A’mâ,<br />

evrendeki varlıkları göremezken, gözleri sağlıklı olan<br />

insan görebilmektedir. Bu açıdan aralarında fark vardır.<br />

İşte Allah, inkâr edip isyan edenler ile îman edip sâlih<br />

amel işleyenleri kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara<br />

benzetmektedir:<br />

3 Nûr, 24/61; Fetih, 48/17.


ﻞْ َﻫ ِﻊﻴﻤ<br />

ﱠﺴﻟاَو ِ�ﺼَﺒْﻟاَو<br />

ِ ّﻢ َﺻَ ْﻻاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻﺎ َﻛ �َﻘﻳ ِ ْ ﺮَﻔْﻟا ﻞَﺜَﻣ ُ<br />

� �<br />

َنوُﺮ ﱠﻛ َﺬَﺗ َﻼَﻓَا ًﻼَﺜَﻣ �<br />

ِ نﺎَﻳ ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ<br />

“Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören<br />

ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine<br />

denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?”<br />

(Hûd,11/ 24).<br />

Bu âyette, sadece bir durum tespiti ve benzetme ya-<br />

pılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşa-<br />

ğılanmamaktadır. Böyle bir şeyi Allah hakkında düşün-<br />

mek bile mümkün değildir.<br />

ac) Değer Verme Bağlamında<br />

Allah’a ve Peygambere yönelen görme özürlü insan,<br />

inkâr edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha<br />

değerlidir. Bu husus, Abese sûresinin ilk on iki âyetinde<br />

açıkça bildirilmektedir. Âlemlere rahmet, bütün insanlara<br />

peygamber, örnek, uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen<br />

Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Mekke’nin ileri<br />

gelenlerini dine davet ile meşgul olması sebebiyle bir<br />

a’ma ile ilgilenmediği için uyarılmıştır:<br />

ُﻪـﱠﻠ َﻌَﻟ َﻚــﻳر<br />

ْﺪـُﻳ ﺎــَﻣَو * ﻰــ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ُهء�ﺎـ َ َﺟ ْنَا * ﻰــ�ّﻟﻮــَﺗَو<br />

َ َﺲـَﺒ َﻋ<br />

* ﻰ�ﻨْﻐَﺘ �<br />

ْﺳا ِﻦـَﻣ ﺎـﱠﻣَا * ى �ﺮـ ْﻛ ِّ<br />

ﺬـﻟا ُﻪـ َﻌَﻔـْﻨـَﺘـَﻓ ُﺮـ ﱠﻛ ﱠﺬـَﻳ ْوَا * ﻰـّﻛﱠﺰـَﻳ �<br />

َكء�ﺎ َ َﺟ ْﻦَﻣ ﺎﱠﻣَاَو * ﻰـ � ّﻛﱠﺰَﻳ ﱠﻻَا َﻚْﻴَﻠ َﻋ ﺎـَﻣَو * ى�ﺪّ َﺼَﺗ ُﻪَﻟ َﺖْﻧَﺎـَﻓ<br />

17 18<br />

�ةَﺮ ِ ﻛ ْﺬَﺗ ﺎَ ﻧﻬﱠ ِ ا � ﻼﱠ َﻛ * ﻰ�ﻬَﻠَﺗ ّ ُﻪـْﻨ َﻋ َﺖْﻧَﺎـَﻓ * ﻰ �ﺸْ � َ ﻮَ ُﻫَو * ﻰ �ﻌ ْﺴَﻳ<br />

*<br />

ُهَﺮ َﻛَذ َ ء�ﺎ َ� ْﻦَﻤَﻓ *<br />

“Kendisine o a’mâ geldi diye Peygamber yüzünü<br />

ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!)<br />

Ne bilirsin belki o a’ma temizlenip arınacak;<br />

yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek,<br />

kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen<br />

ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa)<br />

onun temizlenmesinden sana ne, ama sana<br />

Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni<br />

bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma,<br />

çünkü bu (Kur’ân sûreleri) bir öğüttür, dileyen ondan<br />

öğüt alır.”<br />

Peygamber efendimiz (a.s.), Mekke’nin zengin ve<br />

ileri gelenlerinden Ebu Cehil (Amr ibn Hişâm), Ümeyye<br />

ibn Ebî Halef, Abbâs İbn Abdülmuttalib ve Utbe ibn Ebî<br />

Rebî’a ile özel bir görüşme yapar, bunları İslâm’a davet<br />

eder. İslâm’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman<br />

olmalarını çok arzu eder. Peygamberimiz Ümeyye<br />

ibn Halef ile konuşurken Fihr oğullarından Abdullah<br />

ibn Ümmi Mektûm adında görme özürlü biri gelir ve Peygamberimizden<br />

kendisine Kur’ân’dan bir âyet okumasını<br />

ister. ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğret-<br />

tiklerinden bana öğret’ der. Peygamberimiz (a.s.), sözünün<br />

kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, ondan<br />

yüz çevirir ve diğerlerine döner. Peygamberimiz sözünü<br />

bitirip kalkacağı sırada vahiy gelir, Abese sûresinin konu<br />

ile ilgili âyetleri iner.


Peygamber efendimiz (a.s.), bu olaydan sonra Abdullah<br />

ibn Ümmi Mektûm’a ikram etmiş, onunla konuşmuş,<br />

hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla<br />

ilgilenmiştir.<br />

Âtike b. Abdullah’tan doğan Abdullah ibn Ümmi Mektûm,<br />

Peygamberimizin (a.s.) eşi Hz. Hatice’nin dayısının<br />

oğludur. Medine’ye ilk hicret edenlerden biridir. Peygamberimiz<br />

ile birlikte iki savaşa katılmıştır. Peygamberimiz<br />

kendisini iki defa Medine’de yerine vekil bırakmıştır. Cemaate<br />

imamlık yapmıştır. Peygamberimizin (a.s.) müezzinlerinden<br />

biridir. Enes b. Malik kendisini Kadisiye<br />

Savaşı'nda elinde siyah bir bayrak ve zırhlı olarak<br />

gördüğünü söylemiştir. Bu savaşta şehit olduğu rivayeti<br />

vardır. 4<br />

ad) Tedavi Bağlamında<br />

Kur’ân’da iki âyette Hz. İsa’nın Allah’ın izni ile<br />

doğuştan körleri iyileştirdiği ve Yakup (a.s.)’ın kör olan<br />

gözlerinin iyileştiği bildirilmektedir.<br />

صَﺮـ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِﺮْﺑُاَو<br />

“…Körü ve alacayı iyileştiririm…” (Âl-i İmrân, 3/49).<br />

ﻰﻧْذ<br />

�<br />

ِ ﺎِﺑ صَﺮـ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِ�ُﺗَو<br />

ْ<br />

4 Taberî, Abdullah ibn Cerîr. Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XV, 30/50-52.<br />

Beyrut, 1988; Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, VIII, 5570-5571, Eser Neşriyat,<br />

İstanbul, 1971.<br />

19 20<br />

“…Yine benim iznimle sen doğuştan körü ve alacayı<br />

iyileştiriyordun…” (Mâide, 5/110).<br />

Üç âyette Yakub Peygamberin gözlerinin kör olduktan<br />

sonra iyileşmesinden söz edilmektir. Yakup (a.s.),<br />

oğlu Yusuf için döktüğü göz yaşlarından dolayı gözleri<br />

kör olmuş, Yusuf’un gömleğini gözlerine sürmüş ve<br />

iyileşmiştir. Bu olay Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:<br />

�ﻢﻴﻈ َﻛ ﻮَ ُﻬَﻓ<br />

� ِ ن ْﺰُ ﳊا ْ َﻦ ِ ﻣ ُهﺎَﻨْﻴ َﻋ ْﺖ ﱠﻀَﻴْﺑَاَو<br />

“…Üzüntüden iki gözüne ak düştü, acısını içinde<br />

saklıyordu” (Yûsuf,12/84).<br />

�ً<br />

ا ﺼَﺑ تْﺄَﻳ ِ ﻰﺑَا<br />

� �<br />

ِ ﻪ ْﺟَو �� َﻋ ُهﻮ ُﻘْﻟَﺎَﻓ ا َﺬ �ﻫ �ﻴﻤَﻘِﺑ<br />

اﻮُﺒ َﻫْذ<br />

� �<br />

ِ ا<br />

“(Yusuf kardeşlerine) bu gömleğimi götürün, ba-<br />

bamın yüzüne koyun ki gözleri açılsın…” (Yusuf, 12/93).<br />

�ً<br />

ا ﺼَﺑ ﱠﺪَﺗْرﺎَﻓ<br />

�<br />

ِ ﻪ ِﻬ ْﺟَو �� َﻋ ُﻪﻴ�ﻘْﻟَا �ُ ﺸَﺒْﻟا ء�ﺎ َ َﺟ ْنَا �ﺎـﱠﻤَﻠَﻓ<br />

�<br />

“Müjdeci gelip gömleği Yakup’un yüzüne koyunca<br />

gözleri açılıverdi…” (Yûsuf, 12/96).<br />

Hz. İsa’nın bir mucize olarak körlüğü gidermesi, Hz.<br />

Yakup’un görmeyen gözleri oğlu Yusuf’un gömleğini<br />

gözlerine sürmesi ile iyileşmesi bu hastalığın tedavi edilebilir<br />

olduğuna bir işarettir. Nitekim günümüz tıbbı katarakt<br />

sebebiyle gözleri göremeyenleri tedavi edebilmektedir.<br />

Belki gelecekte her türlü körlük tedavi edilebilecektir.<br />

Gözlere görme özelliğini veren Allah’tır. Allah dilerse<br />

bu özelliği yok edebilir.


ﻰ� ّﻧَﺎَﻓ َطاَﺮ ِ<br />

ّﺼﻟا اﻮُﻘَﺒَﺘ ْﺳﺎَﻓ ْﻢ ِﻬ ِ ﻨُﻴ ْﻋَا ��� َﻋ ﺎَﻨ ْﺴَﻤَﻄَﻟ ء�ﺎ ُ َﺸَﻧ ﻮَﻟَو ْ<br />

نو َ �ْﺒُﻳ ِ<br />

ُ<br />

“Eğer dileseydik onların gözlerini büsbütün kör<br />

ederdik de (bu halde) yola koyulmak için didişirlerdi,<br />

fakat nasıl görecekler ki?” (Yâsin, 36/66) anlamındaki<br />

âyette bu hatırlatılmaktadır.<br />

b) Sağırlık<br />

Fiziksel anlamda sağırlık, Kur’ân’da benzetme<br />

bağlamında bir âyette geçmektedir. Bir olgu olarak işiten<br />

ile işitmeyen bir değildir. Sağır insan sesleri duyamazken<br />

kulakları sağlıklı insan sesleri duyabilmektedir. Bu<br />

açıdan aralarında fark vardır. İşte Allah, inkâr edip isyan<br />

edenler ile îman edip sâlih amel işleyenleri kör ve sağır<br />

ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir:<br />

ﻞْ َﻫ ِﻊﻴﻤ<br />

ﱠﺴﻟاَو ِ�ﺼَﺒْﻟاَو<br />

ِ ّﻢ َﺻَ ْﻻاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻﺎ َﻛ �َﻘﻳ ِ ْ ﺮَﻔْﻟا ﻞَﺜَﻣ ُ<br />

� �<br />

َنوُﺮ ﱠﻛ َﺬَﺗ َﻼَﻓَا ًﻼَﺜَﻣ �<br />

ِ نﺎَﻳ ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ<br />

“Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören<br />

ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine<br />

denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?”<br />

(Hûd, 11/24)<br />

Âyette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır,<br />

yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır.<br />

21 22<br />

c) Dilsizlik<br />

Fiziksel anlamda dilsizlik, Kur’ân’da benzetme bağ-<br />

lamında bir âyette geçmektedir:<br />

ء<br />

ٍ<br />

ﻰْ َ� �ـ � َﻋ ُر ِ ﺪـْﻘَﻳ َﻻ ُﻢ َﻜْﺑَا �ﺎـَ �ُ ُﺪـ َﺣَا �َﻠ ِ ْ ُﺟَر ًﻼـَﺜَﻣ ُ�ا َب �َو َ َ<br />

ﻞـ ْ َﻫ ٍ�ــَﺨِﺑ ِ<br />

ْ تْﺄــَﻳ َﻻ ُﻪــ ْﻬ ِ<br />

ّﺟﻮــُﻳ َ ﺎـــَﻤَﻨْﻳَا ُﻪــﻴ�ﻟﻮــَﻣ ْ �ـ � َﻋ ﻞــ ﱞ َﻛ ﻮــ َ ُﻫَو<br />

ٍﻢﻴﻘـَﺘ ْﺴُﻣ<br />

� ٍ طا� ِ<br />

َ �� َﻋ ﻮَ ُﻫَو ِ ل ْﺪ َﻌْﻟﺎِﺑ ُﺮُﻣْﺄَﻳ ْﻦَﻣَو ﻮَ ُﻫ ىﻮَﺘ<br />

ْﺴَﻳ<br />

�<br />

“Allah, (şöyle) iki adamı misal verdi: Onlardan biri<br />

dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece<br />

bir yüktür. Nereye göndersen olumlu bir sonuç alamaz.<br />

Bu, adalet ile emreden ve doğru yol üzere olan<br />

kimse ile eşit olur mu?” (Nahl, 16/76).<br />

2. MECÂZÎ ANLAMDA<br />

Mecâzî anlamda körlük, gözlerin varlıkları görememesi<br />

değil, insanın gerçekleri görememesi yani “kalp<br />

körlüğü”dür.<br />

Mecâzî anlamda sağırlık; Allah ve peygamberin<br />

çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak<br />

tıkamaktır.<br />

Mecâzî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmamak,<br />

hak sözü söylememektir.<br />

Yüce Allah, kalbi, aklı ve zihni, gözleri, kulakları ve<br />

dilleri sadece eşyayı değil aynı zamanda gerçekleri<br />

anlasın, görsün, duysun ve konuşsun diye yaratmıştır.


ﺎــًﺌـْﻴ َ� َنﻮــُﻤَﻠ ْﻌَﺗ َﻻ ْﻢـــ ُﻜ ِ ﺗﺎــ َﻬﱠﻣُا ِ نﻮــُﻄُﺑ ْﻦـــ ِ ﻣ ْﻢــ ُﻜ َﺟَﺮــ ْﺧَا ُ�اَو<br />

َنوُﺮ ُﻜ ْﺸَﺗ ْﻢـ ُﻜﱠﻠ َﻌَﻟ َة َﺪـ ِ ﺌْﻓَ ْﻻاَو َرﺎـ َﺼ ْ ﺑَ ْﻻاَو َﻊـْﻤ ﱠﺴﻟا ُﻢ ُﻜـَﻟ َ<br />

ﻞـ َﻌ َﺟَو<br />

“Allah sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey<br />

bilmezken çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar,<br />

gözler ve kalpler verdi” (Nahl, 16/78).<br />

ْوَا �ﺎَ<br />

ِ� َنﻮـُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ �بﻮـُﻠُﻗ ْﻢـُ � َ َنﻮـ ُﻜَﺘَﻓ ضْرَ ِ ْﻻا � ِ او�ـ ُ ﺴَﻳ ْﻢـَﻠَﻓَا<br />

ﻰـَﻤ<br />

�<br />

ْﻌَﺗ ْﻦـ ِ ﻜ�ﻟَو ُرﺎــ َﺼ ْﺑَ ْﻻا ﻰـَﻤ ْﻌَﺗ َﻻ ﺎــَ ﻧﻬﱠ ِ ﺎـَﻓ ﺎــَ<br />

ِ� َنﻮـ ُﻌَﻤ ْﺴَﻳ �ناَذ�ا<br />

ِرو ُﺪ ﱡﺼﻟا � ِ ﻰﺘﱠﻟا<br />

ُبﻮُﻠُﻘْﻟا<br />

“Yer yüzünde gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek<br />

kalpleri, işitecek kulakları olsun. Çünkü gerçekte<br />

(kafadaki) gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp<br />

gözleri) kör olur” (Hac, 22/46) anlamındaki âyetler bu<br />

gerçeği ifade etmektedir.<br />

Yüce Allah, gerçekleri anlamayan kalp, gerçekleri<br />

görmeyen göz ve gerçekleri işitmeyen kulak sahiplerini<br />

sapık ve cehennemlik insanlar olarak nitelemektedir:<br />

َﻻ �بﻮـُﻠُﻗ ْﻢـُ � َ ﺲـْﻧ ِ ِْﻻاَو ِّﻦـِﳉا<br />

ْ َﻦــِ ﻣ ا�ـ ً ﺜ َﻛ َﻢـﱠﻨ َﻬَ ﳉ ِ ﺎـَﻧْأَرَذ ْﺪـَﻘَﻟَو<br />

�<br />

َﻻ �ناَذ�ا ْﻢـــُ �َو َ ﺎـــَ<br />

ِ� َنو�ـــْﺒُﻳ ِ<br />

ُ َﻻ �ـــ � ُ ْﻋَا ْﻢـــُ �َو َ ﺎـــَ<br />

ِ� َنﻮـــ ُﻬَﻘْﻔَﻳ<br />

ُﻢـ ُﻫ َﻚـ� ﺌ�ﻟوُا ِ ﻞـ ﱡ َﺿَا ْﻢــ ُﻫ ﻞـَﺑ ْ ِمﺎـ َﻌْﻧَ ْﻻﺎــ َﻛ َﻚـ� ﺌ�ﻟوُا ِ ﺎـَ<br />

ِ� َنﻮــ ُﻌَﻤ ْﺴَﻳ<br />

َنﻮ ُﻠِﻓﺎَﻐْﻟا �<br />

23 24<br />

“Yemin olsun ki cinler ve insanlardan kalpleri<br />

olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla<br />

görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen bir<br />

çok insanı cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar<br />

gibidir, hatta daha da aşağıdadırlar, işte bunlar<br />

gafillerin ta kendileridir” (A’râf,7/179) anlamındaki<br />

âyet bunun delilidir.<br />

Yüce Allah bu anlamda gözleri olduğu halde gerçekleri<br />

göremeyenleri hakîki körler olarak nitelendirmesi oldukça<br />

anlamlıdır. Kur’ân’a baktığımız zaman bu anlamda<br />

kâfir, müşrik ve münafıklara a’ma denildiğini görmekteyiz.<br />

�ُ<br />

ﺼَﺒْﻟاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ى<br />

�<br />

ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ ﻞْ َﻫ ﻞُﻗ ْ<br />

“…De ki! Hiç gören ile görmeyen bir olur mu?”<br />

(En’âm, 6/50; Ra’d, 13/16).<br />

�ُ<br />

ﺼَﺒْﻟاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا ى<br />

�<br />

ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ ﺎَﻣَو<br />

“…Kör ile gören bir olmaz” (Fâtır, 35/19; Mü’min, 40/58)<br />

anlamındaki âyetler ve benzeri bir çok âyette geçen kör<br />

ile gören mecâzî anlamda olup bununla kastedilen, kâfir<br />

ile mümin veya cahil ile âlim veya Allah ile put veya gâfil<br />

ile gerçeği gören insandır.<br />

Gerçeklere gözlerini kapamış olan kâfir, müşrik ve<br />

münafıklar, gözlerini ve gönlünü Allah’a ve peygambere<br />

açmadıkça ilâhî hakîkatleri anlayıp göremezler. Yüce<br />

Allah, Peygamberine şöyle seslenmektedir:


ْﻢ ِﻬـِ ﺘَﻟَﻼ َﺿ ْﻦ َﻋ ِﻰْﻤ ُﻌْﻟا ىِ دﺎَ<br />

ِ� َﺖْﻧَا ﺎَﻣَو<br />

“Sen körleri sapıklıklarından vazgeçirip yola getiremezsin…”<br />

(Neml, 27/81. Rûm, 30/53).<br />

َنو�ْﺒ ِ<br />

ُ ُـﻳ َﻻ اﻮُﻧﺎ َﻛ ﻮَﻟَو ْ ﻰْﻤ َ ُﻌْﻟا ى ِ ﺪْ� َ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />

“…Körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa sen mi<br />

doğru yolu göstereceksin?” (Yûnus, 10/43).<br />

ٍ�<br />

�<br />

ﺒُﻣ ٍ لَﻼ َﺿ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ َو ﻰْﻤ َ ُﻌْﻟا ى<br />

�<br />

ِ ﺪْ� َ ْوَا ﱠﻢﺼﻟا ﱡ ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />

“Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yahut körleri ve<br />

apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola<br />

ileteceksin?” (Zuhruf, 43/40).<br />

ًﻼﻴﺒ<br />

َﺳ ﻞﱡ َﺿَا َو ﻰ�ﻤ ْﻋَا<br />

�<br />

ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻا � ِ ﻮَ ُﻬَﻓ ﻰ�ﻤ ْﻋَا ِ ه �ِ<br />

ﺬ �ﻫ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ َو<br />

�<br />

“Bu dünyada (Allah’ın nimetlerini, varlığının delillerini<br />

ve kudretini) görmeyen kimse âhiret (ve nimetleri)<br />

hak-kında daha basiretsiz hatta daha da şaşkındır.”<br />

(İsrâ, 17/72) anlamındaki âyette geçen (a’mâ) kelimesi<br />

mecâzî anlamda olup kalp gözü kör olan, dünyada<br />

Allah’ın gücünü, nimetlerini, varlığına işaret eden delileri<br />

ve doğru yolu göremeyen, Allah’a ve Peygamberine<br />

îman etmeyen kimse anlamındadır. 5<br />

5 Taberî, IX, 10/128; Kurtubî, Muhammed b.Ahmed el-Ensârî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-<br />

Kur’ân, X, 298. Kahire, 1935, Beydâvî, Kâdî Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve<br />

Esrâru’t-Te’vîl (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr içinde), IV, 56. Beyrut, tarihsiz; Yazır, V,<br />

3192.<br />

25 26<br />

Görüldüğü gibi âyetlerdeki “a’mâ” kelimeleri çoğunlukla<br />

mecâzî anlamdaki körlüğü yani kalp körlüğünü<br />

ifade etmektedir.<br />

Kur’ân’da kâfir, müşrik ve münafıklar, “sağır” ve “dilsiz”<br />

olarak nitelendirilmektedir:<br />

َنﻮُﻌ ِ ﺟْﺮَﻳ َﻻ ْﻢ ُﻬَﻓ � ﻰْﻤ ُﻋ �ﻢ ْﻜُﺑ ﱞﻢ ُﺻ<br />

“(Münafıklar), sağır, dilsiz (ve) kördürler. Artık<br />

onlar hakka dönmezler” (Bakara, 2/18) ve<br />

َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ ْﻢ ُﻬَﻓ<br />

“… Onlar, (gerçekleri) anlamazlar” (Bakara, 171).<br />

تﺎـَﻤُﻠﱡﻈﻟا ِ � ِ<br />

�ﻢ ْﻜـُﺑ َو ﱞﻢ ُﺻ ﺎَﻨِﺗﺎَﻳ�ﺎِﺑ اﻮُﺑ ﱠﺬ َﻛ َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />

�<br />

“Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içerisindeki<br />

sağırlar ve dilsizlerdir…” (En’âm,6/39).<br />

Görüldüğü gibi âyetlerde münafıklar ve âyetleri yalanlayan<br />

kâfirler, yerilme bağlamında körler ve sağırlar<br />

olarak nitelenmektedir. Hatta Allah bu tür insanların,<br />

canlıların en kötüleri olduğunu bildirmektedir:<br />

َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ُﻢ ْﻜـُﺒْﻟا ﱡﻢ ﱡﺼﻟا<br />

�<br />

ِ �ا َﺪـْﻨ ِ ﻋ ّب�اَو ِ ﱠﺪﻟا � ﱠ َ ﱠن ِ ا<br />

“Şüphesiz yer yüzünde yürüyen canlıların Allah<br />

katında en kötüleri akıllarını kullanmayan sağırlar,<br />

dilsizlerdir” (Enfâl, 8/22).<br />

Kâfirler ilâhî gerçekleri duymazlar, çünkü;


ﻰًﻤ َﻋ ْﻢ ِﻬْﻴَﻠ َﻋ ﻮَ ُﻫَو �ﺮْﻗَو ْﻢِ ِﻧﻬاَذ�ا �� َنﻮُﻨ<br />

�<br />

ِ ﻣْﺆُﻳ َﻻ َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />

�<br />

“…İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır…”<br />

(Fussilet, 41/44) inkarda diretmeleri sebebiyle<br />

�ةَوﺎ َﺸ ِ ﻏ ْﻢ ِ ﻫِرﺎ َﺼْﺑَا �<br />

�� َﻋَو ْﻢ ِﻬ ِ ﻌْﻤ َﺳ �<br />

� َﻋَو ْﻢِ ِ�ﻮُﻠُﻗ �<br />

� َﻋ ُ�ا َﻢَﺘ َﺧ<br />

“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.<br />

Gözleri üzerinde de bir perde vardır…” (Bakara,<br />

2/7),<br />

ْﻢ ُﻫَرﺎ َﺼْﺑَا �ﻰ�ﻤ ْﻋَاَو ْﻢ ُﻬﱠﻤ َﺻَﺎَﻓ ُ�ا ُﻢ ُﻬَﻨ َﻌَﻟ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

َﻚ�ِ ﺌ�ﻟوُا<br />

�<br />

“Münafıklar, Allah’ın kulaklarını sağır, gözlerini<br />

kör ettiği kimselerdir” (Muhammed, 47/23). Artık bu kimselerin<br />

kulaklarına hak söz girmez, Peygamber de onlara<br />

gerçeği duyuramaz, çünkü bunlar, akıllarını da kullanmazlar:<br />

َنﻮُﻠ ِ ﻘ ْﻌَﻳ َﻻ اﻮُﻧﺎ َﻛ ْ ﻮَﻟَو ﱠﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﺖْﻧَﺎَﻓَا<br />

“…Sağırlara hele akıllarını da kullanmıyorlarsa<br />

gerçeği sen mi duyuracaksın?” (Yûnus, 10/42. Zuhruf, 43/<br />

40),<br />

َﻦﻳﺮِﺑ<br />

ْﺪُﻣ اﻮﱠﻟَو ْ اَذ<br />

�<br />

ِ ا ﱠﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﻻَو ﻰ�ﺗﻮَﻤْﻟا ْ ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ َﻻ َﻚﱠﻧ ِ ا<br />

“Sen ölülere (hakkı) duyuramazsın, arkalarını<br />

dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı (ilâhî daveti)<br />

duyuramazsın” (Neml, 27/ 80; Rum, 30/52), çünkü;<br />

27 28<br />

َنوُر َﺬْﻨُﻳ ﺎَﻣ اَذ ِ ا َ ء�ﺎ َﻋ ﱡﺪﻟا ﱡﻢ ﱡﺼﻟا ُﻊَﻤ ْﺴَﻳ َﻻَو<br />

“…Sağırlar, uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmezler”<br />

(Enbiyâ, 21/45)<br />

َنﻮُﻤ ِ ﻠ ْﺴُﻣ ْﻢ ُﻬَﻓ ﺎَﻨ ِ ﺗﺎَﻳ�ﺎِﺑ ُﻦ ِ ﻣْﺆُﻳ ْﻦَﻣ ﱠﻻ ِ ا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗ ْن ِ ا<br />

“…Sen ancak âyetlerimize iman edip Müslüman<br />

olanlara duyurabilirsin” (Neml, 27/81) ve<br />

ﺎـ ًّﻤ ُﺻ ﺎ َﻬْﻴَﻠ َﻋ او ﱡﺮِ� َ ْﻢـَﻟ ْﻢ ِﻬِ ِ<br />

ّﺑ َر تﺎَﻳ�ﺎِﺑ او ُﺮ ِّﻛُذ اَذ ِ ا َﻦﻳﺬﱠﻟاَو<br />

ﺎًﻧﺎ<br />

َﻴْﻤ ُﻋَو<br />

“(Rahmanın kulları), kendilerine Rablerinin âyetleri<br />

hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler”<br />

(Fürkân, 25/73).<br />

3. ÂHİRETTE SAĞIRLIK, KÖRLÜK VE DİLSİZLİK<br />

Kur’ân’da âhirette körlük, sağırlık ve dilsizlikten söz<br />

edilmektedir.<br />

ﱡ<br />

ﻞ َﺿَاَو ﻰ�ﻤ ْﻋَا ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻا<br />

� ﻮَ ُﻬَﻓ ﻰ�ﻤ ْﻋَا ه� ﺬِ �ﻫ � َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣَو<br />

�<br />

� �<br />

ًﻼﻴﺒ<br />

َﺳ<br />

�<br />

“Bu dünyada (Allah’ın nimetlerini, varlığının delillerini<br />

ve kudretini) görmeyen kimse âhiret (ve nimetleri)<br />

hak-kında daha basiretsiz hatta daha da şaşkındır.”<br />

(İsrâ, 17/72).<br />


ﺎـ ًّﻤ ُﺻَو ﺎـًﻤ ْﻜُﺑ َو ﺎًﻴْﻤ ُﻋ ْﻢ ِﻬ ِ ﻫﻮ ُﺟُو �� َﻋ ِ ﺔَﻤ�ﻴِ ﻘْﻟا َمﻮَﻳ ْ ْﻢ ُﻫ� ُ ُ ْ�َﻧَو<br />

...ُﻢﱠﻨ َﻬ َﺟ ْﻢُ� �وْﺄَﻣ<br />

“Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar<br />

olarak yüz üstü haşredeceğiz, varacakları yer cehennemdir…”<br />

(İsrâ,17/ 97).<br />

َمﻮَﻳ ْ ُه� ُ ُ ْ�َﻧَو ﺎ ًﻜـْﻨ َﺿ ًﺔ َﺸﻴﻌَﻣ<br />

ُﻪَﻟ ﱠن<br />

�<br />

ِ ﺎَﻓ ىﺮ<br />

ْﻛ<br />

�<br />

ِ ذ ْﻦ َﻋ ضَﺮ َ ْﻋَا ْﻦـَﻣَو<br />

ُﺖـْﻨ ُﻛ ْﺪـَﻗَو ﻰـ�ﻤ ْﻋَا �ﻰـﻨَﺗ�ـ<br />

ْ َ َﺣ َﻢــ<br />

�<br />

ِ ﻟ ّبَر ِ لَﺎــَﻗ * ﻰـ�ﻤ ْﻋَا ِ ﺔـَﻤ�ﻴِ ﻘْﻟا<br />

* ً�ا<br />

ﺼَﺑ<br />

�<br />

“Kim benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse<br />

mutlaka ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde<br />

kör olarak haşrederiz. O, ‘Rabbim! Dünyada<br />

ben gören bir kimse idim, beni niçin kör olarak<br />

haşrettin’ der” (Tâ-hâ, 20/124-125).<br />

İbn Abbâs, âhiret körlüğünü, kâfirlerin kendilerini sevindirecek<br />

şeyleri görememeleri; dilsizliği, delil ile konuşamamaları;<br />

sağırlığı, kendilerini sevindirecek şeyleri<br />

duyamamaları şeklinde yorumlamıştır. 6<br />

6 Taberî, IX, 15/168.<br />

29 30<br />

II. ORTOPEDİK VE ZİHİNSEL ENGELLİLİK<br />

1. ORTOPEDİK ENGELLİLİK<br />

Ortopedik engellilik, Kur’ân’da iki âyette geçmektedir.<br />

Bu âyetler, yürüme engeli olan insanların Allah yolunda<br />

cihada ve savaşa katılmamaları ile ilgilidir: “Topala<br />

güçlük yoktur” (Nûr, 24/61. Fetih, 48/17).<br />

2. ZİHİNSEL ENGELLİLİK<br />

Zihinsel engellilik, Kur’ân’da zihinsel engellilik hakîkî<br />

ve mecâzî anlamda “mecnûn” (deli) ve “sefîh” kelimeleri<br />

ile ifade edilmektedir.<br />

a) FİZİKSEL ANLAMDA<br />

Kur’ân’da hakîkî anlamda zihinsel engellik iftira ve<br />

koruma bağlamında geçmektedir.<br />

aa) İftira Bağlamında<br />

Mekkeli müşriklerin Peygamber efendimize, Firavun’un<br />

Musa (a.s.)’a, Nuh kavminin Nuh (a.s.)’a ve diğer kavimlerin<br />

peygamberlerine “deli” diyerek iftira etmeleri<br />

bağlamında geçmektedir:<br />

�نﻮُﻨ ْﺠَﻤـَﻟ َﻚﱠﻧ ِ ا ُﺮ ْﻛ ِّﺬﻟا<br />

ِ ﻪـْﻴَﻠ َﻋ لِّﺰـُﻧ َ ىﺬﱠﻟا<br />

ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ اﻮُﻟﺎَﻗَو<br />

�<br />

“(Mekke müşrikleri), ‘ey kendisine zikir (Ku’rân) indirilen<br />

kimse! Sen mutlaka delisin’ dediler” (Hicr, 15/ 6;<br />

Duhân, 44/15; Kalem, 68/51).


�نﻮُﻨ ْﺠَﻤَﻟ ْﻢ ُﻜْﻴَﻟ ِ ا ﻞَ ِ ﺳْرُا ىﺬﱠﻟا<br />

ُﻢ ُﻜـَﻟﻮ ُﺳَر ﱠن<br />

�<br />

ِ ا لﺎَﻗ َ<br />

“Firavun, ‘bu size gönderilen peygamberiniz,<br />

şüphesiz delidir’ dedi” (Şuarâ, 26/27; Zâriyât, 51/39).<br />

�نﻮُﻨْ� َ اﻮﻟُﺎَﻗَو ﺎَﻧ َﺪْﺒ َﻋ اﻮُﺑ ﱠﺬ َﻜـَﻓ<br />

“…(Nuh kavmi) kulumuzu yalanlayıp ‘bu bir delidir’<br />

dediler…” (Kamer,54/ 9).<br />

ﺎﱠﻧ<br />

ِ اَو ٍ ﺔ َﻫﺎَﻔ َﺳ � َﻚﻳ �ﺮـَﻨَﻟ ﺎﱠﻧ<br />

�<br />

ِ ا �ﻪ<br />

�<br />

ِ ﻣﻮَﻗ ْ ْﻦ ِ ﻣ او ُﺮـَﻔ َﻛ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ُﻸَﻤْﻟا َ لﺎَﻗ َ<br />

�<br />

�ﺔـ َﻫﺎــَﻔ َﺳ ﻰــﺑ<br />

َﺲـْﻴَﻟ ِمﻮــَﻗ ْ ﺎــَﻳ لﺎـَﻗ َ * َ�ــﺑ<br />

�<br />

�<br />

ِ ذﺎــ َﻜْﻟا َﻦــِ ﻣ َﻚـﱡﻨـُﻈَﻨـَﻟ<br />

* َ�ﻤَﻟﺎ<br />

َﻌْﻟا ّبَر ِ ْﻦ<br />

�<br />

ِ ﻣ لﻮ � ُﺳَر ﻰّﻨ<br />

�<br />

ِ ﻜ�ﻟَو<br />

“Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler, (Hûd’a)<br />

‘şüphesiz biz seni zihinsel özürlü /akılsız olarak<br />

(sefâhet) görüyoruz. Biz senin yalancılardan biri<br />

olduğuna inanıyoruz” dediler. Hûd da onlar, ‘ey kavmim!<br />

Bende akıl noksanlığı yok, fakat ben âlemlerin<br />

Rabbinin elçisiyim’ dedi” (A’râf,7/ 66-67).<br />

�ﺮ ِ ﺣﺎ َﺳ اﻮُﻟﺎَﻗ ﱠﻻ ِ ا ٍ لﻮ ُﺳَر ْﻦ ِ ﻣ ْﻢ ِﻬ ِ ﻠْﺒَﻗ ْﻦ ِ ﻣ َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ﻰَﺗَا �ﺎَﻣ َﻚ<br />

�<br />

ِ ﻟ �ﺬ َﻛ<br />

�نﻮُﻨـْ� َ ْوَا<br />

“İşte böyle, onlardan öncekilere hiçbir peygamber<br />

gelmemişti ki, ‘o, bir büyücüdür’ veya ‘o, bir delidir’<br />

demiş olmasınlar” (Zâriyât, 51/52).<br />

Peygamberlerin deli olması mümkün değildir, bu<br />

31 32<br />

itham onlar için bir iftiradır. Nitekim yüce Allah, Peygamberimiz<br />

(a.s.) için;<br />

نﻮُﻨـْ<br />

ِ � َ َﻻَو ٍﻦ ِ ﻫﺎ َﻜِﺑ َﻚِ ِ<br />

ّﺑ َر ﺖَﻤ ْﻌِ ﻨِﺑ َﺖْﻧَا �ﺎـَﻤَﻓ ْﺮ ِّﻛ َﺬَﻓ<br />

“(Ey Muhammed!) Sen, öğüt ver, Rabbinin nimeti<br />

sayesinde sen ne bir kahinsin ne de bir deli” (Tûr, 52/<br />

29).<br />

ٍنﻮُﻨ ْﺠَﻤِﺑ ْﻢ ُﻜـُﺒ ِ ﺣﺎ َﺻ ﺎَﻣَو<br />

“(Ey Kureyşliler!) Sizin arkadaşınız (Muhammed)<br />

bir deli değildir” (Tekvir, 81/22) anlamındaki âyetlerle<br />

bunu reddetmiştir.<br />

Kur’ân’da zihinsel özürlülüğün ifade edildiği “sefîh”<br />

kavramı; dinî ve dünyevî işlerde akıl noksanlığından<br />

kaynaklanan görüş ve muhakeme zayıflığı demektir. 7<br />

Sefîh kimse zihinsel özürlülük nedeniyle aklın ve dinin<br />

gereğinin aksine hareket eder. Bunun sebebi budalalık<br />

veya akıl noksanlığıdır.<br />

ab) Koruma Bağlamında<br />

Zihinsel özürlü kimse, özellikle ticârî ve medenî iş ve<br />

işlemlerde yararına hareket edemeyeceği için, Kur’ân’da<br />

velisinin onu koruyup kollaması emredilmektedir. Konu<br />

ile ilgili iki âyet vardır.<br />

Belli bir süreye kadar borçlananların, borçlanmayı<br />

yazmalarıyla ilgili olarak;<br />

7 Yazır, I, 234.


ُﻊﻴﻄَﺘ<br />

ْﺴَﻳ َﻻْوَا ﺎًﻔﻴﻌ<br />

َﺿ ْوَا ﺎ ًﻬﻴﻔ<br />

َﺳ ﱡﻖَ ﳊا ْ<br />

�<br />

� �<br />

ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ىﺬﱠﻟا<br />

َنﺎ َﻛ ْن<br />

�<br />

ِ ﺎَﻓ<br />

... ِ ل ْﺪ َﻌْﻟﺎِﺑ ُﻪـﱡﻴِ ﻟَو ﻞْ ِ ﻠْﻤُﻴْﻠَﻓ ﻮَ ُﻫ ﻞﱠ ِ ﻤُﻳ ْنَا<br />

“…Eğer borçlu aklı ermeyen veya zayıf bir kimse<br />

ise yada yazdıramıyorsa velisi adaletle yazdırsın…”<br />

(Bakara, 2/282) denilmektedir.<br />

ﺎًﻣﺎَﻴِﻗ ْﻢ ُﻜـَﻟ ُ�ا ﻞَ َﻌ َﺟ ﻰﺘﱠﻟا<br />

ُﻢ ُﻜـَﻟاﻮْﻣَا َ ء�ﺎ َ َﻬَﻔ ﱡﺴﻟا اﻮُﺗْﺆُﺗ َﻻَو<br />

�<br />

“Allah’ın sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı<br />

aklı ermeyenlere (süfehâ’) vermeyin…” (Nisâ, 4/5)<br />

Bu âyette “aklı ermeyenler” (süfehâ’) ile maksat mallarını<br />

saçıp savuran, gereği gibi harcayamayan kimselerdir.<br />

8 Bunlar, rüştüne ermeyen ve muhakeme gücü<br />

gelişmemiş olan çocuklar olabileceği gibi kısıtlı, bunamış,<br />

depresyona ve bunalıma girmiş, doğuştan veya<br />

sonradan aklî melekesini yitirmiş zihinsel özürlü kimselerdir.<br />

Âyet, malını akıllıca kullanamayan zihinsel özürlüleri<br />

yerme bağlamında değil, akıllarının yetersizliği, yararlı<br />

ve zararlı olanı ayırt edebilme yetersizliği, malını muhafazada<br />

zayıflığı sebebiyle onları koruyup kollama<br />

bağlamında zikredilmiştir. 9<br />

8 Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil,<br />

(Mecmûatün Mine’t-Tefâsîr içinde), II, 10. Beyrut, tarihsiz.<br />

9 Hâzin, Alâüddin Ali b. Muhammed, Lübabü’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl (Mecmûatün<br />

Mine’t-Tefâsîr içinde), II, 10. Beyrut, tarihsiz.<br />

33 34<br />

b) MECÂZÎ ANLAMDA<br />

Mecâzî anlamda zihinsel özürlülük, aklın ilâhî gerçekleri<br />

anlamada kullanmamasıdır. Bu anlamda kâfir,<br />

müşrik ve münafıklar, Kur’ân’da “gerçekleri anlamayan<br />

insanlar” olarak nitelenmişlerdir. Cehennemlikler için,<br />

ﺎَ<br />

ِ� َنﻮ ُﻬَﻘْﻔَﻳ َﻻ �بﻮُﻠُﻗ ْﻢُ َ<br />

�<br />

“…Onların kalpleri vardır fakat onlar kalpleriyle<br />

(gerçeği) anlamazlar” (A’râf, 7/179) buyurulmuştur. Yüce<br />

Allah, kâfirlerin, hakkı anlamamaları, inkârda diretmeleri10<br />

ve büyüklenmeleri11 sebebiyle “kalplerini mühürlemiştir”,<br />

12 bu yüzden onlar gerçekleri anlamaz ve bilemez13<br />

hale gelmişlerdir. İnkâr, isyan ve günahları<br />

kalplerinin paslanıp kararmasına14 hastalıklı olmasına15 ve katılaşmasına16 sebep olmuştur. Akıllarını kullanmadıkları17<br />

için zihinsel özürlü durumuna düşmüşlerdir.<br />

Kur’ân’da; kâfir, müşrik ve münafıklar, 18 buzağıya<br />

tapan Yahudiler19 Allah’a ortak koşan cinler, 20 çocuklarını<br />

öldüren insanlar21 zihinsel özürlüler, akıllarını<br />

hayırda kullanmayanlar (süfehâ’) olarak nitelenmiştir.<br />

10 Nisâ, 4/155; A’râf, 7/101; Yunus, 10/74.<br />

11 Mümin, 40/35.<br />

12 Bakara, 2/7; Nahl, 16/108; Münâfikûn, 63/3, 7; Muhammed, 47/16; Câsiye, 45/23.<br />

13 Tevbe, 9/87, 93, 127.<br />

14 Mutaffifîn, 83/14.<br />

15 Mâide, 5/52.<br />

16 Hac,22/ 53; Mâide, 5/13.<br />

17 Enfâl, 8/22.<br />

18 Bakara, 2/130, 142.<br />

19 A’râf, 7/155.<br />

20 Cîn, 72/4.<br />

21 En’âm, 6/140.


Musa, buzağıya tapanları kastederek yüce Allah’a<br />

şöyle dua etmiştir:<br />

ﱠﻨﺎ ِ ﻣ ء�ﺎ ُ َﻬَﻔ ﱡﺴﻟا ﻞَ َﻌَﻓ ﺎـَﻤِﺑ ﺎَﻨ ُﻜ ِ ﻠْ�َا ُ ...<br />

“…Şimdi içimizden bir kısım akılsızların<br />

işledikleri günahlar sebebiyle bizi helâk mı edeceksin?...”<br />

(A’râf, 7/155).<br />

3. HASTALIKLAR<br />

Kur’ân’da bedensel ve zihinsel hastalıklar; dinî ruhsat<br />

bildirme, tedavi olma, Allah’a dua etme, Allah’ın hastalıklara<br />

şifa vermesi ve insanın nankörlüğünü beyan<br />

etme bağlamında geçmektedir.<br />

a) Dinî Ruhsat Bildirme Bağlamında<br />

ِ<br />

�ج َﺮ َﺣ ﺾﻳﺮَ<br />

ْﳌا �َ َﻋ َﻻَو<br />

�<br />

“…Hastaya da güçlük yoktur…” (Nûr, 24/61. Fetih, 48/<br />

17).<br />

ِر�ﻟا َ ﱠ ِ�وُا �ُ ْ َﻏ َ�<br />

�<br />

ْﻢ ِﻬ ِ ﺴُﻔْﻧَاَو ْﻢِ ِ �اﻮْﻣَﺎِﺑ َ ِ �ا ِﻞﻴ<br />

ﻨ ِ ﻣْﺆُﻤْﻟا َﻦ ِ ﻣ َنو ُﺪ ِ ﻋﺎَﻘْﻟا ى ِ ﻮَﺘ ْﺴَﻳ َﻻ<br />

ﺒ َﺳ � َنو ُﺪ<br />

� �<br />

ِ ﻫﺎ َﺠُﻤْﻟاَو<br />

“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan<br />

geri kalıp) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve<br />

canlarıyla cihat edenler eşit olmazlar…” (Nisâ, 4/95).<br />

Âyetin “özür sahibi olmaksızın” cümlesi görme<br />

35 36<br />

özürlü Abdullah ibn Ümmi Mektûm’un “ben a’mayım”<br />

diye şikayette bulunması üzerine inmiştir. 22<br />

Âyetlerde bedensel ve zihinsel her türlü özür sahibi<br />

olanların savaşa katılmayabilecekleri bildirilmektedir.<br />

Savaşa katılma konusunda ruhsat bulunduğu gibi diğer<br />

dinî görevler konusunda da hasta ve özürlü kimselere<br />

ruhsat vardır. Mesela Ramazan orucu tutmayıp yerine<br />

fidye verebilirler (Bakara, 184-185), namazlarını nasıl güçleri<br />

yetiyorsa o şekilde kılabilirler.<br />

b) Tedavi Bağlamında<br />

İki âyette Hz. İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiği bildirilmektedir:<br />

صَﺮ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِﺮْﺑُاَو<br />

“…Körü ve alacayı iyileştiririm…” (Âl-i İmrân, 3/49).<br />

ﻰﻧْذ<br />

�<br />

ِ ﺎِﺑ صَﺮ َ ْﺑَ ْﻻاَو َﻪَﻤ ْﻛَ ْﻻا ُ�ِ�ُﺗَو<br />

ْ<br />

“…(Ey İsa!) Benim iznimle doğuştan körü ve alacayı<br />

iyileştiriyordun” (Mâide, 5/110).<br />

İnsanın sağlığını koruması temel görevlerinden biridir.<br />

Bu görevini insan genel olarak iki şekilde yapabilir:<br />

Hasta olmamaya çalışmak (koruyucu hekimlik) ve hastalanınca<br />

tedavi olmak.<br />

22 Buhârî, Tefsiru sure 4/18, V. 182-3; Ahmed, IV. 282, 284, 290, 300, 301, V. 184;<br />

Tirmizî, Tefsir 5, (sure 4), V. 241-2; Beyhakî, es- Sunenü’l-Kübrâ, Beyrut 1994,<br />

IX. 23-4.


a) KORUYUCU HEKİMLİK<br />

İnsanın hasta olmadan, özürlü ve sakat duruma<br />

düşmeden önce gereken tedbirleri almasıdır.<br />

Bu tedbirler arasında şu hususları zikredebiliriz:<br />

1. Temizliğe Dikkat Etmek<br />

Bir çok hastalıklar temizliğe dikkat etmemekten kaynaklanır.<br />

Yemeklerden önce ve sonra eller yıkanmalı,<br />

vücudun, giysilerin, evlerin, iş yerlerinin ve çevrenin<br />

temiz olmasına özen gösterilmelidir. Meyve ve sebzeler<br />

yıkamadan yenilmemelidir. İçilecek suyun temiz olmasına<br />

dikkat edilmelidir.<br />

Yüce Allah Kur’ân’da iki âyette temizlenenleri sevdiğini<br />

bildirmiştir.<br />

َﻦﻳﺮ<br />

ّﻬﱠﻄُﻤْﻟا ِ<br />

ﱡﺐِ� ُ ُ�اَو او ُﺮ ﱠﻬَﻄَﺘَﻳ ْنَا َنﻮﱡﺒِ� ُ لﺎ � َﺟِر<br />

�<br />

ِ ﻪﻴﻓ<br />

�<br />

“…Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır.<br />

Allah da temizlenenleri sever” buyurmuştur 23 ki burada<br />

söz konusu olan maddî temizliktir. Bedenin, elbiselerin,<br />

çevrenin, elle tutulur ve gözle görülür her şeyin temizliği<br />

buna dahildir.<br />

Peygamberimiz (a.s.) temizliğin îmanın gereğini oldu-<br />

ğunu bildirmiştir:<br />

ِ نﺎَﻤﻳ ِْﻻا ُﺮْﻄ َ� ُرﻮ ُﻬﱡﻄﻟَا<br />

23 Tevbe, 9/108; Bakara, 2/222.<br />

37 38<br />

“Temizlik îmanın yarısıdır.” 24<br />

Kur’ân’ın “oku” emrinden sonra ikinci sırada inen<br />

âyetinde temizlik emredilmiştir. 25<br />

2. Beslenmeye Dikkat Etmek.<br />

Sağlığın başı dengeli beslenmedir. Vücut için gerekli<br />

olan besinler, vitaminler yeterince alınmalıdır. Tıka basa<br />

yemek de yeterinden az yemek de sağlık açısından<br />

doğru değildir.<br />

Peygamberimiz (a.s.),<br />

�تَﻼ َﻛَا َمَد�ا ِﻦْﺑا ِﺐ َﺴ َ�ِﺑ ، ٍﻦـْﻄَﺑ ْﻦﻣ ا� ًّ َ ءﺎ ً َﻋِ و ﻰﱡ ِ ﻣَد�ا َﻸـَﻣ ﺎَﻣ<br />

،ِ ﻪـِ ﻣﺎـ َﻌَﻄ ِ ﻟ �ﺚـُﻠُﺜَﻓ ،ﻼـ ً ِ ﻋﺎـَﻓ َﺔــَﻟﺎـَ� َ َﻻ َنﺎـ َﻛ ْن ِ ﺈـَﻓ ،ُﻪـَﺒْﻠ ُﺻ َﻦـِ ﻤْﻘُﻳ<br />

ﻪِ ﺴَﻔَﻨ ِ ﻟ ِ<br />

�ﺚُﻠُﺛَو ،ِ ﻪِﺑا�َ ِ ﻟ �ﺚُﻠُﺛَو<br />

“Ademoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır.<br />

İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter.<br />

Yemek yediği zaman, midesinin üçte birini yemeğe, üçte<br />

birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın” 26 sözüyle<br />

haddinden fazla yemenin insanı sürükleyeceği zarara<br />

dikkat çekmiştir.<br />

Bozuk, çürük, zehirli ve sağlığa zararlı şeyleri yemekten<br />

kaçınılmalıdır.<br />

Şeker, kolesterol ve tansiyon gibi hastalıklara yaka-<br />

24 Ahmed, V, 342; Tirmizî, Deavât, 92, V, 536.<br />

25 Müddessir, 74/4.


lanmamak veya çoğalmasını önlemek için, yemeklerin<br />

yağ, tatlı, tuzlu ve hamurlu yiyeceklere gereken dikkati<br />

göstermek gerekir.<br />

3. Sıcak-Soğuğa Dikkat Etmek<br />

Sıcak havalarda ince giysiler giymek ve güneş<br />

altında kalmamak, soğuk havalarda kalın giysiler giymek<br />

ve üşütmemek sağlık açısından önemlidir. Üşüten veya<br />

terleyip soğuyan, güneşe çarpılan kimse hasta olabilir.<br />

4. Yorulunca Dinlenmek<br />

Yorucu işlerde çalışan insan, yeterince dinlenmeli,<br />

vücudunu yıpratmamaya dikkat etmeli, yeterince uykusunu<br />

almalıdır.<br />

5. Spor Yapmak ve Temiz Hava Almak<br />

Sağlıklı bir yaşam için spor gereklidir. Özellikle belli<br />

yaşlardan sonra kolesterol ve benzeri hastalıklardan korunabilmek<br />

için yürümek ve çeşitli spor faaliyetlerinde<br />

bulunmak önemlidir.<br />

Rutubetli yerlerde yaşamamaya, cereyan akımında<br />

bulunmamaya dikkat etmek gerekir.<br />

6. Çocukların Aşılarını Zamanında Yaptırmak<br />

Verem, su çiçeği, kızamık, çocuk felci ve benzeri<br />

26 Tirmizî, Zühd, 47. IV, 590; Ahmed, IV, 132.<br />

39 40<br />

aşıları zamanında yaptırmak çocukların sağlıklı büyümesini<br />

ve sakat olmamasını sağlayacaktır.<br />

7. Sigara, Alkol ve Uyuşturucudan Uzak Durmak<br />

Sigara, alkol ve uyuşturucunun alışkanlık ve<br />

bağımlılık yaptığı, sağlığı bozduğu bütün tıp otoriteleri<br />

tarafından kabul edilmektedir.<br />

Bu zararlılara müptela olanlar, çeşitli hastalıklara yakalanmaktadırlar.<br />

8. Trafik ve İş Yerlerinde Kurallara Uymak<br />

Kurallara uymayan ve dikkatli olmayan insanlar iş<br />

yerlerinde ve trafikte kaza yapmakta ve çeşitli sakatlıklara<br />

maruz kalmaktadır.<br />

9. Sosyal İlişkilerde Dikkatli Olmak<br />

Aids, verem ve grip gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak<br />

için sosyal ilişkilere dikkat etmek gerekir. Fuhuş<br />

yapmamak, bulaşıcı hastalık salgını bulunan yerlerde<br />

bulunmaktan sakınmak veya gerekli tedbirleri almak gerekir.<br />

Saydığımız bu hususlarda gereken hassasiyeti göstermemek<br />

insanın kendisini tehlikeye atması demektir.<br />

Bunu yüce Allah,<br />

ْﻢ ُﻜ َﺴُﻔْﻧَا � اﻮُﻠُﺘْﻘَﺗ َﻻَو


“... Kendinizi öldürmeyiniz…” (Nisâ, 4/29) ve<br />

ﺔِ َﻜـُﻠ ْﻬﱠﺘﻟا �َ ِ ا ْﻢ ُﻜﻳﺪْﻳَﺎِﺑ<br />

اﻮُﻘْﻠُﺗ َﻻَو<br />

�<br />

“…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atma-<br />

yın…” (Bakara, 2/195) anlamındaki âyetler ile yasaklamaktadır.<br />

Peygamberimizin sağlığın korunmasını, hasta olunca<br />

tedavi olunmasını bildiren pek çok hadisleri vardır. Bunların<br />

önemli bir bölümü “koruyucu hekimlik” kapsamına<br />

girer.<br />

bb) TEDAVİ OLMAK<br />

İnsan fiziksel veya ruhsal bir hastalığa yakalandığı<br />

zaman maddî ve manevî, biyolojik ve psikolojik her türlü<br />

tedavi yöntemine baş vurmalıdır.<br />

1. Maddî Tedaviye Baş Vurmak.<br />

Bu; doktora gitmek, gerekli tetkikleri yaptırmak, doktorun<br />

önerdiği ilâçları kullanmak, perhiz ve diyete dikkat<br />

etmek, gerekiyorsa ameliyat olmak veya organ nakli<br />

yaptırmak şeklinde yerine getirilir.<br />

Bir sahâbî,<br />

ْﻢـَﻟ ﻞﱠ َﺟَو ﱠﺰ َﻋ َ�ا ﱠن ِ ﺎَﻓ اْو َوا َﺪَﺗ لﺎَﻘَﻓ َ ى َوا َﺪَﺘـَﻧَا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />

ُمَﺮَ �َا ْ ٍ ﺪ ِ ﺣاَو ٍ ءَاَد �َ ْ َﻏ ءاَوَد ً ُﻪَﻟ َﻊ ِ ﺿُو ﱠﻻ ِ ا ءاَد ً ْﻊ َﻀَﻳ<br />

41 42<br />

- “Ey Allah’ın Elçisi tedavi olalım mı?” diye sormuş,<br />

bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.),<br />

- “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Zira yüce Allah<br />

hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, şifasını da birlikte yaratmış<br />

olmasın. Ancak yaşlılık bunun dışındadır” buyurmuştur.<br />

27<br />

İnsanın sağlığını korumak için her türlü tıbbî imkanları<br />

kullanması gerekir. Günümüzde tıp gelişmiş organ<br />

ve doku nakilleri tedavi yöntemleri arasına girmiştir.<br />

2. Psikolojik Tedaviye Baş Vurmak<br />

İnsan bedenen hastalandığı gibi psikolojik olarak da<br />

hastalanabilir, bunalıma girer, depresyon geçirebilir. Bu<br />

tür hastalıklar karşısında doktora baş vurur, yapılacak<br />

telkinlere kulak verir ve önerilen ilâçları kullanır.<br />

3. Allah’tan Şifa İstemek<br />

İnsanlar bütün koruyucu hekimliğe, beden, akıl ve<br />

ruh sağlığı ile ilgili bütün kurallara dikkat etmelerine<br />

rağmen yine de hastalıklara yakalanabilir, kaza sonucu<br />

sakatlanabilir veya ileri yaşlılıktan ötürü kötürüm ve yatalak<br />

olabilir. Bu durumda olan kişilerin sağlıklarına<br />

kavuşması için tıbbî tedavinin yanında psiko-sosyal rehabilitasyona<br />

da ihtiyacı vardır.<br />

Psikolojik yönden rahatlama, ruhsal huzur ve moralin<br />

27 Ebû Dâvud, Tıb, 1, IV, 192-193; Tirmizî, Tıb, 2, IV, 383; İbn Mâce, Tıb, 1, II,<br />

1137; Ahmed, IV, 278.


iyi tutulabilmesi için inanç ve maneviyatın kuvvetli<br />

olması gerekir. İnsan; derdi verenin, ilâçlarda devayı<br />

yaratanın ve şifayı ihsan edenin Allah olduğuna inanır,<br />

َ�ﻔ<br />

ْﺸَﻳ ﻮَ ُﻬَﻓ ُﺖ ْﺿِﺮَﻣ اَذ<br />

�<br />

ِ اَو<br />

“Hastalandığımda O bana şifa verir” (Şu’arâ, 26/80),<br />

diyebilirse rahatlar, huzur bulur ve morali düzgün olur.<br />

Bu itibarla kul, maddî çarelere başvurmanın yanında<br />

şifa vermesi, iyileşmesi ve sıkıntısını gidermesi için<br />

Allah’a dua etmelidir. Peygamber efendimizin şu hadisleri<br />

insanın sağlığını korumasının ve Allah’tan yardım<br />

istemenin önemini vurgulamaktadır:<br />

ِ� ِ ﻘـَﻴْﻟا َﺪ ْﻌَﺑ َﻂ ْﻌُﻳ ْﻢـَﻟ ا ًﺪ َﺣَا ﱠن ِ ﺎَﻓ َﺔَﻴِﻓﺎ َﻌْﻟاَو ﻮْﻔ َ َﻌْﻟا َ�ا اﻮُﻟَﺎ ْﺳ ِ ا<br />

ﺔـَﻴ ِ ِﻓﺎ َﻌْﻟا َﻦ ِ ﻣ ا�ً ْ َﺧ<br />

“Allah’tan af ve sağlık dileyin, çünkü bir kimseye<br />

imandan sonra, sağlıktan daha hayırlı bir şey verilmemiştir”<br />

28<br />

ُﺔـَﻴ ِ ﻓﺎ َﻌْﻟا َ<br />

لَﺎ ْﺴُﻳ ْنَا ْﻦَﻣ ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا ﱡﺐ َﺣَا ﺎًﺌْﻴ َ� ُ�ا َ<br />

ﻞ ِ ﺌ ُﺳ ﺎَﻣ<br />

“Allah’tan istenen şeyler arasında Allah’a en sevgili<br />

olan şey sağlıktır”. 29<br />

ِ ةَﺮ ِ ﺧ� ْﻻاَو ﺎَﻴْﻧ ﱡﺪﻟا ِ<br />

� َﺔـَﻴ ِ ﻓﺎ َﻌْﻟا َ�ا اﻮُﻠ َﺳ<br />

28 Tirmizî, Deavât, 106, V, 557; Ahmed, I, 3, 78.<br />

29 Tirmizî, Deavât, 85. V, 535; 102. V, 552; 128; benzerleri için bk. Müslim, Cihâd,<br />

20, II, 1362; İbn Mâce, Duâ, 5. II, 1265.<br />

43 44<br />

“Dünya ve âhirette afiyet, sağlık isteyin. 30<br />

Allah’tan şifa isteme konusunda Kur’ân’da bize ör-<br />

nekler verilmektedir.<br />

Eyyub peygamberin bedenine, malına ve ev halkına<br />

bela isabet etmiş ve 18 yıl sıkıntılı günler geçirmiştir. 31<br />

Eyyub (a.s), hastalığının ve sıkıntısının iyileşmesi için<br />

Allah’a dua etmiştir:<br />

َ�<br />

�<br />

�اﱠﺮﻟا ِ<br />

ُﻢ َﺣْرَا َﺖْﻧَاَو �ﻟا ﱡ ﱡ ﻰَ ِ ﻨ ﱠﺴَﻣ ﻰّﻧَا<br />

�ﻪﱠﺑ ُ َر ى�دﺎَﻧ ْذ<br />

�<br />

ِ ا َبﻮﱡﻳَاَو<br />

� ٍ<br />

ّ ُ ْﻦ ِ ﻣ ﻪِﺑ ﺎَﻣ ﺎَﻨْﻔ َﺸ َﻜـَﻓ ُﻪـَﻟ ﺎَﻨْﺒ َﺠَﺘ ْﺳﺎَﻓ *<br />

�<br />

“(Ey Peygamberim!) Eyyub’u da hatırla. Hani o<br />

Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde (durr) uğradım, sen<br />

merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmış-<br />

tı. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert<br />

namına ne varsa gidermiştik…” (Enbiyâ, 21/83-84).<br />

ُنﺎــ َﻄْﻴ ﱠﺸﻟا ﻰــ َ ِ ﻨ ﱠﺴَﻣ ﻰــّﻧَا<br />

�ﻪــﱠﺑ ُ َر ى�دﺎـــَﻧْذ<br />

�<br />

ِ ا َبﻮــﱡﻳَا �ﺎــَﻧ َﺪــْﺒ َﻋ ْﺮـــ ُﻛْذاَو<br />

�دِرﺎــَﺑ ﻞــ � َﺴَﺘْﻐُﻣ ا َﺬـــ �ﻫ َﻚــِ ﻠ ْﺟِﺮــِﺑ ﺾـــ ْ ُﻛْرُا * ٍبا َﺬــ َﻋَو ٍﺐـــ ْﺼُﻨِﺑ<br />

* �با�َو َ َ<br />

“(Ey Peygamberim!) Kulumuz Eyyub’u da an. Hani<br />

Rabbine, ‘Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu”<br />

diye seslenmişti. Biz ona ‘ayağını yere vur!<br />

30 Tirmizî, Deavât, 85. V, 534.129, V, 577.<br />

31 Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 60, Dâru’l-Kur’ani’l-Kerîm, Beyrut,<br />

1981.


İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.” (Sâd,<br />

38/41-42).<br />

Eyyub (a.s.), ayağını yere vurmuş, çıkan sudan içip<br />

yıkanmış iç ve dış bütün hastalıkları iyileşmiş ve<br />

sıkıntıları gitmiştir.<br />

Bu âyetlerde, bedensel ve zihinsel her türlü<br />

hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması<br />

gerektiği, şifayı verenin Allah olduğu vurgulanmaktadır.<br />

Şu âyetleri de bu bağlamda zikredebiliriz.<br />

ﻮَ ُﻫ ﱠﻻ ِ ا �ﻪـَﻟ ُ َﻒ ِ �ﺎ َﻛ َﻼَﻓ �ِﺑ ٍ<br />

ّ ُ ُ�ا َﻚ ْﺴ َﺴْﻤَﻳ ْن ِ ا َو<br />

“Eğer Allah sana bir sıkıntı ve zarar dokundurursa<br />

bunu O’ndan başka giderecek yoktur…” (En’âm, 6/<br />

17; Yûnus, 10/107),<br />

�هِ � ّ ُ ُتﺎَﻔ<br />

�<br />

ِ �ﺎ َﻛ ﱠﻦ ُﻫ ﻞْ َﻫ �ِﺑ ٍ<br />

ّ ُ ُ�ا ﻰَ ِﻧَداَرَا ْن ِ ا<br />

“…Eğer Allah bana her hangi bir sıkıntı ve zarar<br />

dokundurmak isterse, onlar (Allah’tan başka tapılan-<br />

lar), Allah’ın dokundurduğu sıkıntı ve zararı kaldıra-<br />

bilirler mi? …” (Zümer, 39/38; Bakara, 2/214; İsrâ, 17/67;<br />

Yâsîn, 36/23),<br />

...ا ًء�ﻮ ُﺳ ْﻢ ُﻜِﺑ َداَرَا ْن ِ ا ِ �ا َﻦ ِ ﻣ ْﻢ ُﻜـُﻤ ِ ﺼ ْﻌَﻳ ىﺬﱠﻟا<br />

اَذ ْﻦَﻣ ﻞُﻗ ْ<br />

�<br />

“(Ey Peygamberim!) De ki: “Eğer Allah size bir<br />

sıkıntı ve zarar dilerse sizi Allah’tan koruyacak kimdir?...”<br />

(Ahzâb, 33/17; Ra’d, 13/11)<br />

Bu âyetler, sıkıntı, zarar ve hastalıklardan kurtulmak<br />

45 46<br />

için sadece dua etmekle yetinmek anlamına gelmez.<br />

Her şeyin bir sebebi vardır. Sebeplere yapışıp perhiz,<br />

ilâç ve ameliyat gibi tıbbî çarelere baş vurulur.<br />

ْﻢ ُﻜـُﻠ َﻌْ �َ َو ء�ﻮ َ ﱡﺴﻟا ُﻒ ِ ﺸ ْﻜَﻳ َو ُهﺎ َﻋَد اَذ ِ ا ﱠﺮَﻄ ْﻀُﻤْﻟا ُﺐﻴ�<br />

ُ ْﻦﱠﻣَا<br />

ضْرَ ِ ْﻻا ء�ﺎَﻔَﻠ<br />

�<br />

َ ُﺧ<br />

“Kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap<br />

veren ve başa gelen sıkıntıyı kaldıran, sizi yeryüzünde<br />

halife kılan mı (daha hayırlıdır? yoksa Allah’a<br />

ortak koşulanlar mı?)…” (Neml, 27/62) anlamındaki âyetler<br />

bunu ifade eder.<br />

Ayrıca bu âyetler, sıkıntı, zarar ve hastalıklardan kurtulmak<br />

için, tekke, türbe vesaireye gitmenin doğru<br />

olmadığını da ifade eder (İsrâ, 17/56).<br />

c) Sıkıntı Olunca Allah’a Dua Edip Sıkıntıdan Kurtulunca<br />

Nankörlük Edenleri Kınama Bağlamında.<br />

ﻪـْﻴَﻟ ِ ِ ﺎــَﻓ �ــﻟا ﱡ ﱡ ُﻢـ ُﻜ ﱠﺴَﻣ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ ِ �ا َﻦــِ ﻤَﻓ ٍ ﺔـَﻤ ْﻌِﻧ ْﻦــِ ﻣ ْﻢــ ُﻜِﺑ ﺎـَﻣَو<br />

ْﻢـ ُﻜـْﻨِ ﻣ �ﻖــﻳﺮـَﻓ<br />

اَذ<br />

�<br />

ِ ا ْﻢــ ُﻜـْﻨ َﻋ �ــﻟا ﱠ ﱡ َﻒـ َﺸ َﻛ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ * َنو ُﺮـَﺌ ْﺠَﺗ<br />

َنﻮُﻛِ �ُﻳ ْ ْﻢ ِﻬِ<br />

ّﺑ َﺮِﺑ<br />

“Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir<br />

sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır<br />

yakarırsınız. Sonra sizden o sıkıntıyı giderince


ir de bakarsınız içinizden bir kısmı Rabbine ortak<br />

koşar” (Nahl, 16/53-54).<br />

ﺎـ<br />

ًﻤ ِ ﺋ�ﺎَﻗ ْوَا ا ًﺪ ِ ﻋﺎَﻗ ْوَا<br />

ُﻪ ﱠﺴَﻣ � ٍ<br />

ّ ُ �<br />

�ﻪِﺒْﻨَ ﳉ ِ ﺎَﻧﺎ َﻋَد �ﻟا ﱡ ﱡ َنﺎ َﺴْﻧ<br />

�<br />

ِْﻻا ﱠﺲَﻣ اَذ ِ ا َو<br />

� ِ ا �ﺎَﻨ ُﻋ ْﺪَﻳ ْ َ� ْنَﺎ َﻛ ﱠﺮَﻣ ُه� ﱠ ُ ُﻪْﻨ َﻋ ﺎَﻨْﻔ َﺸ َﻛ ﺎـﱠﻤَﻠَﻓ<br />

“İnsana bir sıkıntı dokundu mu gerek yan üstüne<br />

yatarken gerek otururken gerekse ayakta iken (her<br />

halinde sıkıntısından kurtulmak için) bize dua eder,<br />

Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı sanki<br />

kendisine dokunan bir sıkıntı için yalvarmamış gibi<br />

geçer gider…” (Yûnus, 10/12).<br />

ُﻪـَﻟﻮـ ﱠ َﺧ اَذ ِ ا ﱠﻢــُﺛ ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا ﺎــًﺒﻴﻨُﻣ<br />

ُﻪـﱠﺑ َر ﺎـ َﻋَد � ﱞ ُ نَﺎــ َﺴْﻧ<br />

�<br />

ِْﻻا ﱠﺲـَﻣ اَذ ِ ا َو<br />

ًدا ا َﺪْﻧَا � ِ ِ ﻞَ َﻌ َﺟَو ﻞْﺒَﻗ ُ ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪْﻴَﻟ ِ ا �اﻮ ُﻋ ْﺪَﻳ َنﺎ َﻛ ﺎَﻣ ﻰَ ِ ﺴَﻧ ُﻪْﻨ ِ ﻣ ًﺔَﻤ ْﻌِﻧ ﻪ<br />

�<br />

ِ ﻠﻴﺒ<br />

َﺳ ْﻦ َﻋ ﻞﱠ �<br />

ِ ﻀُﻴِ ﻟ<br />

“İnsana bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman<br />

Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra zararını bir<br />

nimete dönüştürdüğü zaman daha önce O’na yalvardığını<br />

unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için<br />

O’na eşler koşar…” (Zümer, 39/8; Zümer, 39/49; Rûm, 30/33)<br />

Anlamlarını zikrettiğimiz ve atıfta bulunduğumuz beş<br />

âyet şu hükümleri içermektedir:<br />

İnsanlar zihinsel ve bedensel bir hastalığa yakalanabilirler<br />

veya başına bir sıkıntı gelebilir. Bu durumda bulunan<br />

insanlar, iyileşmeleri için tedavi yollarına baş vurur-<br />

47 48<br />

lar, şifa vermesi için Allah’a dua ederler. Tedavi olup<br />

Allah kendilerine şifa verdiğinde ise bir kısım insanlar,<br />

koruyucu hekimlik tedbirlerini ihmal ederler. Allah’a<br />

yaptıkları duayı unuturlar. O’na ortak koşarlar veya<br />

isyan ederler. Ayetlerde Allah bu tür insanları kınamak-<br />

tadır. Ayetler Allah’a duanın ve O’na yönelmenin sadece<br />

sıkıntı zamanlarında değil, sıhhat, nimet ve rahatlık içinde<br />

iken de yapılması gerektiğini ifade eder.<br />

Sıkıntılı zamanlarda ihlâs ve samîmiyetle Allah’a dua<br />

eden, mümin, fâcir ve kâfir herkesin duasını Allah kabul<br />

eder. 32<br />

ٍ<br />

ء�ﺎ َﺳْﺎَﺒْﻟﺎِﺑ ﺎ َﻬَﻠ ْﻫَا �ﺎَﻧ ْﺬ َﺧَا � ﱠﻻ ِ ا ٍ ّ ﻰِﺒَﻧ ْﻦ ِ ﻣ ٍ ﺔَﻳ ْﺮَﻗ<br />

َنﻮُﻋ �َﻳ ﱠ ﱠ ْﻢ ُﻬﱠﻠ َﻌَﻟ ِ ء�ا�ﻟاَو ﱠ ﱠ<br />

� ﺎَﻨْﻠ َﺳْرَا �ﺎَﻣَو<br />

�<br />

“Biz hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik<br />

ki yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk,<br />

sıkıntı ve zarara uğratmış olmayalım” (A’râf, 7/94)<br />

anlamındaki âyet, Allah’ın geçmişte peygamberlerinin<br />

çağrısına kulak vermeyen insanlara, Allah ve peygambere<br />

yönelmeleri için bedensel ve ekonomik sıkıntılar<br />

(hastalıklar, kuraklık, kıtlık, fakirlik vs) 33 verdiğini bildirmektedir.<br />

Devamındaki âyette Allah’ın, sıkıntı ve darlığın<br />

yerine bolluk, genişlik ve rahatlık verdiği, bu nimetlere<br />

şükredecekleri yerde nankörlük ettikleri ve sonunda<br />

onları cezalandırdığı bildirilmektedir.<br />

32 Kurtubî, XIII, 224.<br />

33 Hâzin, II, 602.


d) Sabırlı Olma Bağlamında<br />

Bakara sûresinin 177. âyetinde muttakî ve sâdık insanların<br />

nitelikleri arasında felçli olma, bunama, kanser<br />

ve benzeri bedensel ve zihinsel hastalıklara, çeşitli zarar<br />

ve sıkıntılara34 karşı sabırlı olanlar da zikredilmektedir.<br />

ِ سْﺎَﺒْﻟا َ�ﺣَو<br />

�<br />

ِ ء�ا�ﻟاَو ﱠ ﱠ<br />

ِ ء�ﺎ َﺳْﺎَﺒْﻟا � ِ َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />

ﱠﺼﻟاَو ...<br />

�<br />

“…(Asıl iyi amel ve davranış) zorda, hastalık ve<br />

savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve<br />

davranışlarıdır …”<br />

Allah, musibetler karşısında insanların sabırlı olmalarını<br />

istemektedir. Biraz korku ve açlıkla; mallardan,<br />

canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle<br />

imtihan edeceğini bildirdiği âyetin sonunda,<br />

ﺎﱠﻧ<br />

ِ ا � اﻮُﻟَﺎﻗ �ﺔـَﺒﻴﺼُﻣ<br />

ْﻢ ُﻬـْﺘــَﺑﺎ َﺻَا �اَذ<br />

�<br />

ِ ا َﻦﻳﺬﱠﻟَا<br />

* َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />

ﱠﺼﻟا ِﺮ<br />

� �<br />

ِّﺸَﺑ َو<br />

* َنﻮُﻌ ِ ﺟاَر ِ ﻪـْﻴَﻟ ِ ا �ﺎﱠﻧ ِ ا ِ ِ<br />

َو �<br />

…Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet<br />

gelince, “Biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah’a<br />

aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. (Bakara, 2/<br />

155-156) buyurmaktadır. Böylece Allah, hem insanların<br />

musibet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler<br />

karşısında insanların nasıl tavır takınmaları gerektiğini<br />

bildirmektedir.<br />

İnsan hayatı; her zaman güllük gülistanlık olmaz.<br />

34 Beydâvî, I, 249; Hazin, I, 249; Nesefî, I, 249.<br />

49 50<br />

İşler daima insanın istediği şekilde gitmez. İnsan, bir çok<br />

olumsuzluklar, ezâ, cefâ ve âfetlerle karşılaşır. Bütün<br />

bunlara ancak sabırla karşı konulabilir. Başarı ancak<br />

sabırla, 35 sabır da ancak Allah’ın yardımıyla 36 mümkün<br />

olur. Bunun için Yüce Allah; her konuda sabrı tavsiye etmektedir:<br />

َ�ا اﻮُﻘﱠﺗاَو اﻮُﻄِﺑاَر َو او ُﺮِﺑﺎ َﺻَو او�ُ ِ ْﺻا اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ<br />

�<br />

َنﻮُ� ِ ﻠْﻔُﺗ ْﻢ ُﻜـﱠﻠ َﻌَﻟ<br />

“Ey müminler! (İbadetlerin meşakkatlerine ve musîbetlere)<br />

sabredin, (harp sıkıntılarına tahammül göstererek<br />

Allah düşmanlarına) galip gelip (kafirlerle) cihada<br />

hazırlıklı ve uyanık olun. Cihada devam edin ve onda<br />

sebat edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, böylelikle<br />

kurtuluşa (ve başarıya) eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/200).<br />

“Sabredenleri sevdiğini” 37 bildiren Yüce Allah, sabır<br />

ve namazla kendisinden yardım istenilmesini emretmektedir:<br />

َﻊَﻣ َ�ا ﱠن ِ ا ِ ةﻮ�ﻠ ﱠﺼﻟاَو ِ�ْ<br />

ﱠﺼﻟﺎِﺑ اﻮُﻨﻴﻌَﺘ<br />

ْﺳا اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ﺎَ�َا ﱡ �ﺎَﻳ<br />

�<br />

�<br />

َﻦﻳﺮِﺑﺎ<br />

ﱠﺼﻟا<br />

�<br />

“Ey mü’minler! Sabır ve namazla / dua ile (Allah’tan)<br />

yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle<br />

beraberdir” (Bakara, 2/153).<br />

35 Enfâl, 8/65-66.<br />

36 Nahl, 16/127.<br />

37 Âl-i İmrân, 3/46.


Zorluk, musibet, hastalık ve sıkıntılarla baş edebilmek<br />

ve çalışmalarda başarılı olabilmek ancak sabırla<br />

mümkün olur.<br />

Sabır, başarının ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü<br />

sabır, ziyâdır, aydınlıktır. 38 Sabreden zafere erer. 39 Sabreden<br />

insan daima huzur içinde olur. Sabır, en hayırlı nimettir.<br />

Peygamberimiz (a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:<br />

ُ�ا ُهْﺮِ<br />

ّﺒ َﺼُﻳ �ْ ﱠ َﺼَﺘـَﻳ ْﻦَﻣَو<br />

“Kim sabretmek isterse Allah ona sabır ihsan eder.” 40<br />

ِ�ْ<br />

ﱠﺼﻟا َﻦ ِ ﻣ َﻊ َﺳْوَاَو ا�ً ْ َﺧ ءﺎَﻄ ً َﻋ اﻮُﻄ ْﻌُﺗ ْﻦَﻟَو<br />

“Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha çok<br />

nimet verilmemiştir.” 41<br />

َﻊَﻣ �ﱠﻨﻟا َ ْ ﱠنَاَو ا�ً ِﺜ َﻛ ا�ً ْ َﺧ ُهَﺮ ْﻜَﺗ ﺎَﻣ �َ َﻋ ِ�ْ<br />

ﱠﺼﻟا � ِ ﱠنَا ْﻢَﻠ ْﻋاَو<br />

ِ�ْ<br />

ﱠﺼﻟا<br />

“Bilin ki hoşlanmadığınız şeylere sabretmekte çok<br />

hayır vardır, başarı sabırla olur” 42<br />

Yüce Allah, peygamberlerine sabrı emretmiş 43 , mü-<br />

38 Müslim, Tahare, 1, I, 203.<br />

39 Ahmed b. Hanbel, I, 307.<br />

40 Ahmed, I, 307.<br />

41 Buhârî, Rikak, 20, VII, 183; Müslim, Zekat, 124, I, 729.<br />

42 Ahmed, I, 307.<br />

43 bk. Taha, 20/130; 46/35; Tur, 52/48.<br />

51 52<br />

minlerin de sabırlı olmalarını istemiş 44 ve Kur’ân’da akıllı<br />

kimselerin Allah rızası için sabrettiklerini bildirilmiştir. 45<br />

Her türlü iyiliklere ve iyi amellere on katı 46 ve Allah<br />

yolunda infak etmeye yedi yüz katı mükâfat va’d eden 47<br />

Yüce Allah, zorluğundan ve faziletinden dolayı olmalı ki,<br />

sabretmeye hesapsız derecede mükâfat va’d etmiştir.<br />

ٍبﺎ َﺴ ِ ﺣ ِ�َﻐِﺑ<br />

ْ ْﻢ ُﻫَﺮ ْﺟَا َنو ُﺮِﺑﺎ ﱠﺼﻟا �ﱠ ﻮُﻳ َ ﺎـَﻤﱠﻧ ِ ا<br />

“…Sabredenlere mükâfatları hesapsız (derecede)<br />

verilecektir” (Zümer, 39/10).<br />

Dolayısıyla hastalıklar ve musibetler karşısında tahammüllü<br />

olabilmek, sıkıntıları yenebilmek, tedavide<br />

başarıya ulaşabilmek ancak sabırla mümkün olur. Tedavisi<br />

mümkün olmayan hastalıklar ve özürler karşısında<br />

feryat etmeden sakin ve huzurlu olabilmek, inanç ve<br />

sabırla mümkün olur. Sabrın mükafatı büyük sevap ve<br />

cennettir.<br />

Sahabeden Enes b. Mâlik’in Hz.Peygamber’den naklettiği<br />

kutsî bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur:<br />

َﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ﺎـَﻤ ُﻬْﻨ ِ ﻣ ُﻪُﺘ ْﺿ ﻮﱠ َﻋ �َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴـَﺘـَﺒﻴِﺒ َ�ِﺑ ى ِ ﺪْﺒ َﻋ ُﺖْﻴَﻠَﺘـْﺑ ِ ا اَذ ِ ا<br />

ﻪـْﻴـَﻨْﻴ ِ<br />

َﻋ ُﺪﻳِﺮُﻳ<br />

44 Âl-i İmrân, 3/20/130; Enfal, 8/46.<br />

45 Ra’d, 13/22.<br />

46 En’âm, 6/160.<br />

47 Bakara, 2/261.


“Ben kulumu –iki gözünü kastederek– iki sevgilisiyle<br />

imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak<br />

ona cenneti veririm” 48<br />

ًﺑا ﺎﻮَﺛ<br />

َ ُﻪـَﻟ ضْرَا َ ْﻢـَﻟ َﺐ َﺴَﺘ ْﺣاَو �َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴَﺘـَﺒﻴِﺒ َﺣ ُﺖْﺒ َﻫْذَا ْﻦَﻣ<br />

ﺔـﱠﻨ ِ<br />

َﺠـْﻟا َنوُد<br />

“Kimin iki sevgilisini (gözünü) alır da, buna sabreder<br />

ve ecrini Allah’tan umarsa, sevap olarak cennetten<br />

başka bir şeye razı olmam”. 49<br />

Sabretmek; hastalanınca tedavi olmamak, bir musibete<br />

maruz kalınca tedbir almamak, maddî ve manevî<br />

sıkıntılardan kurtulmak için çarelere baş vurmamak<br />

anlamında değildir. Sabır, Allah’a isyan etmemek, bir<br />

imtihan geçirdiğinin bilincinde olmak, hata ve kusurlarını<br />

gözden geçirebilmek, olayları metanetle karşılayabilmektir.<br />

48 Buhârî, Merdâ, 7, VII. 4.<br />

49 Tirmizî, Zühd 57, IV. 602-3.<br />

53 54


İKİNCİ BÖLÜM<br />

ENGELLİ OLMANIN SEBEPLERİ<br />

Doğuştan veya sonradan insanlar niçin engelli oluyorlar?<br />

Bunun sebebi nedir? Kur’ân’a baktığımızda insanların<br />

görme, işitme, duyma, konuşma, düşünme ve<br />

anlama gibi zihinsel veya bedensel engelli olmalarında<br />

temel iki faktörün olduğunu görüyoruz: İlâhî irade ve imtihan<br />

ile insanların ihmal ve kusurları.<br />

1. İlâhî İrade ve İmtihan<br />

İnsanların mallarına ve canlarına maddî veya manevî<br />

isabet eden az veya çok her hangi bir musîbet ancak<br />

Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın izni ve<br />

iradesi olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile<br />

hiç kimseye kaza, bela,âfet ve musîbet isabet etmez.<br />

�ا ِ نْذ ِ ﺎِﺑ<br />

ِ ﱠﻻ ِ ا ٍ ﺔَﺒﻴﺼُﻣ<br />

ْﻦ<br />

�<br />

ِ ﻣ َبﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ<br />

“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez…”<br />

(Teğâbun, 64/11) anlamındaki âyet bu gerçeği<br />

ifade etmektedir. “İnsanı üzen her şey musibettir”. 50<br />

Dolayısıyla insanların her hangi bir uzvundaki ârıza ve<br />

55 56<br />

hastalık birer musibettir, bu musibet Allah’ın izni, iradesi<br />

ve takdiri ile olmuştur. Allah’ın izni, iradesi ve takdiri olmadan<br />

bırakın insanın bedeninde veya organlarında her<br />

hangi bir ârıza ve hastalık olması insanın ölmesi bile<br />

mümkün değildir (Âl-i İmrân, 3/145).<br />

İnsanların başına gelen musibet ilâhî bir imtihan da<br />

olabilir:<br />

لاَ ِ ﻮْﻣَ ْﻻا َﻦ ِ ﻣ ﺺْﻘـَﻧَو ٍ ِعﻮُ ﳉاَو ْ ِ فﻮَ ْ ﳋا ْ َﻦ ِ ﻣ ٍ ءﻰْ َﺸِﺑ ْﻢ ُﻜـﱠﻧﻮُﻠْﺒَﻨـَﻟ َ َو<br />

تاَﺮَﻤﱠﺜﻟاَو ِ ﺲُﻔْﻧَ ِ ْﻻاَو<br />

“Yemin olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan,<br />

canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak<br />

suretiyle imtihan ederiz” (Bakara, 2/155),<br />

ًﺔـَﻨـْﺘـِﻓ ِ�َ<br />

ْ ﳋاَو ْ �ﻟﺎِﺑ ِ<br />

ّ ﱠ ْﻢ ُﻛﻮ ُﻠْﺒَﻧَو تْ ِ ﻮَﻤـْﻟا ُﺔَﻘ ِﺋ�اَذ ﺲْﻔَﻧ ٍ ﻞﱡ ُﻛ<br />

“Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak<br />

hayır ve şer ile deniyoruz…” (Enbiyâ, 21/35) anlamındaki<br />

âyetler bu gerçeği ifade etmektedir. Aslında yaşamı<br />

ve ölümü ile insan sürekli imtihan halindedir. 51<br />

Yüce Allah İsrailoğulları’ndan, biri alacalı, biri âmâ ve<br />

biri kel üç kişiyi imtihan etmek ister. Her birine melek<br />

göndererek onları iyileştirir ve en çok istedikleri malların<br />

doğurgan olanlarından verir ve onları zengin eder. Yıllar<br />

sonra melek her birinin önceki suretine girerek Allah’ın<br />

kendilerine verdiği bu mallardan Allah için ister. Alacalı<br />

ile kel, bu malları miras yoluyla elde ettikleri yalanını sa-<br />

50 Kurtubî, II, 175; Beydâvî, I, 24. 51 Mesela bk. Mülk, 67/2; Kehf, 18/7; Hûd, 11/7.


vurarak bir şey vermezler ve ikisi de eski haline döner.<br />

Amâ ise, “Ben bir âmâ idim. Allah bana görmemi geri<br />

verdi. Fakirdim, beni zengin etti. İstediğini al! Vallahi<br />

Allah için aldığın hiçbir şeye karışmayacağım!” der.<br />

Bunun üzerine melek, “Malını elinde tut! Siz sadece imtihan<br />

edildiniz ve Allah senden razı oldu, diğer iki<br />

kardeşine ise kızdı” der. 52<br />

Şunu kesin olarak bilmek ve îman etmek gerekir ki;<br />

kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan,<br />

53 yaşatan, 54 rızık veren, 55 düzene koyan, 56 öldüren<br />

ve dirilten, güldüren ve ağlatan57 Allah’tır.<br />

Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil<br />

eder, mülk O’nundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden<br />

alır. 58<br />

Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musibetler<br />

kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey O’nun<br />

izni ve iradesi ile meydana gelir.<br />

Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar<br />

veren âfetler, her türlü musîbet ancak Allah’ın izni ve<br />

takdiri ile meydana gelmektedir. Allah izin vermese, hiçbir<br />

musibet meydana gelmez. Kâinatta başıboşluk ve<br />

düzensizlik yoktur. Hiçbir şey, O’nun izni olmadan mey-<br />

52 Buhârî, Enbiyâ 51, VI, 146-147; Muslim, Zühd ,10, III, 2275-2276.<br />

53 En’âm, 6/102.<br />

54 Hadîd, 11/2.<br />

55 En’âm, 6/151; Rûm, 30/ 40.<br />

56 Furkân, 25/2.<br />

57 Necm, 53/43-44.<br />

58 Âl-i İmrân, 3/26.<br />

57 58<br />

dana gelemez. 59 Sözgelimi bitkiler bitemez, 60 ağaçlar<br />

meyve veremez, 61 kâinatın düzeni devam edemez62 kimse kimseye zarar veremez. 63 Allah’ın izni olmadıkça<br />

insanlar, canlarını bile teslim edemezler.<br />

ًﻼ ﱠﺟَﺆُﻣ ﺎًﺑﺎَﺘِ ﻛ ِ �ا ِ نْذ ِ ﺎِﺑ ﱠﻻ ِ ا َتﻮ ُﻤـَﺗ ْنَا ﺲْﻔَﻨ ٍ ﻟ ِ َنﺎ َﻛ ﺎَﻣَو<br />

“Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm,)<br />

belirli bir süreye göre yazılmıştır” (Âl-i İmrân, 3/145),<br />

ﺎَﻬُﻠ َﺟَا َ ء�ﺎ َﺟ اَذ ِ ا ﺎ ًﺴْﻔَﻧ ُ�ا َﺮ ِّﺧَﺆُﻳ ْﻦَﻟَو<br />

“Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü)<br />

asla ertelemez…” (Münâfikun, 63/11) anlamındaki âyetler,<br />

bu gerçeği dile getirmektedir.<br />

İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden<br />

sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam<br />

yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen<br />

insan musîbete maruz kalabilir.<br />

Diğer taraftan insanın başına gelen musîbetler ilâhî<br />

bir takdirdir. Bu hususu Kur’ân’ın bir çok âyetinde görmekteyiz.<br />

Şu âyetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:<br />

َﻨَﻟ ﺎ ُ�ا َﺐَﺘـ َﻛ ﺎَﻣ ﱠﻻ ِ ا �ﺎَﻨـَﺒﻴﺼُﻳ<br />

ْﻦَﻟ ﻞُﻗ ْ<br />

�<br />

59 Nisâ, 4/64; Enfâl, 8/66; İbrahim, 14/25; Fâtır, 35/32.<br />

60 Â’raf, 7/58.<br />

61 İbrâhim, 14/25.<br />

62 Hac, 22/65.<br />

63 Mücadele, 58/10.


“(Ey Peygamberim! İnsanlara) de ki: Bize ancak<br />

Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder…”<br />

(Tevbe, 9/51).<br />

� ﱠﻻ<br />

�<br />

ِ ا ْﻢ ُﻜ ِ ﺴُﻔـْﻧَا �� � َﻻَو ضْرَ ِ ْﻻا � ِ ﺔَﺒﻴ ٍ ﺼُﻣ ْﻦ<br />

�<br />

�<br />

ِ ﻣ َبﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ<br />

��<br />

ﺴَﻳ<br />

�<br />

ِ �ا �َ َﻋ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﱠن ِ ا ﺎ َﻫَا �َﻧ َ ْ ْنَا ِﻞْﺒَﻗ ْﻦ ِ ﻣ ٍبﺎَﺘِ ﻛ<br />

“Ne yer yüzünde ne de kendi canlarınızda meydana<br />

gelen hiçbir musîbet yoktur ki biz onu yaratmadan<br />

önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu,<br />

Allah’a kolaydır” (Hadîd, 57/22).<br />

Bu âyetlerde; gerek yeryüzüne gerekse canlara isabet<br />

eden musîbetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin<br />

nakşedildiği Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir.<br />

Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır.<br />

Allah; doğumundan ölümüne kadar ömür boyu insanların<br />

ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini<br />

de bilir. Bu bilgisine göre her şeyi önceden bir<br />

Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta<br />

yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:<br />

ْﻢ ُﻜﻴ�ﺗ�ا �ﺎـَﻤِﺑ اﻮ ُﺣَﺮْﻔـَﺗ َﻻَو ْﻢ ُﻜـَﺗﺎَﻓﺎَﻣ �� َﻋ اﻮْ َﺳْﺄَﺗ َﻼْﻴ َﻜِ ﻟ<br />

“Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz<br />

ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip<br />

şımarmayasınız” (Hadîd, 57/23).<br />

Bu âyette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların<br />

üzülmemelerini, feryâd ü fîgân etmemelerini iste-<br />

59 60<br />

mektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri<br />

ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar<br />

başıma geldi” diye üzülmesinin bir faydası yoktur.<br />

İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip<br />

sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak musibet<br />

karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri<br />

yapmamak anlamına gelmez.<br />

Biliyoruz ki Allah “çok merhametlidir” 64 ve “insanlara<br />

zerre kadar zulmetmez”. 65 Mala ve cana zarar veren<br />

musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve<br />

imtihanın tecellisinde insanların davranışlarının etkisi de<br />

var mıdır? Kur’ân’a baktığımızda bu soruya “evet” diyebiliyoruz.<br />

2. İnsanların Hata ve Kusurları<br />

Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının<br />

da bulunduğunu yüce Allah, bir çok âyette bildirmektedir.<br />

Mesela:<br />

ٍ� ﺜ َﻛ ْﻦ َﻋ اﻮ ُﻔ ْﻌَﻳ َو ْﻢ ُﻜﻳﺪْﻳَا<br />

ْﺖَﺒ َﺴ َﻛ ﺎـ َﻤِﺒَﻓ<br />

� �<br />

ٍ ﺔَﺒﻴﺼُﻣ<br />

ْﻦ<br />

�<br />

ِ ﻣ ْﻢ ُﻜـَﺑﺎ َﺻَا �ﺎَﻣ َو<br />

“Başınıza gelen her hangi bir musîbet kendi ellerinizin<br />

yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah<br />

yaptıklarınızın çoğunu affediyor (de bu yüzden size<br />

musibet vermiyor)” (Şûrâ, 42/30) anlamındaki âyet, bu<br />

gerçeği açıkça ifade etmektedir.<br />

64 Fatiha, 1/2.<br />

65 Nisâ, 4/40.


ﻪـِﺑ َﺰْ � ُ اء�ﻮ ً ُﺳ ﻞَﻤ ْ ْﻌَﻳ ْﻦَﻣ<br />

�<br />

“Kim kötü bir amel işlerse onunla cezalandırılır”<br />

(Nisâ, 4/123) anlamındaki âyet inince Ebû Hüreyre (r.a.);<br />

ًذا ِ ا ﺎَﻨ ْﻜـَﻠ َﻫ ﺎَﻨْﻠ ِ ﻤ َﻋ ﺎَﻣ ﻞِ ّ ُﻜِﺑ َىِﺰ ْﺠُﻨَﻟ ﺎﱠﻧ ِ ا لﺎَﻘَﻓ َ<br />

“Yaptığımız her şeyle cezalandırılırsak o zaman biz<br />

helâk oluruz” demiş, bu söz Hz. Peygambere ulaşınca;<br />

ﺎـ ﱠﻤـِ ﻣ ِ ه ِ ﺪ َﺴ َﺟ � ِ ٍ ﺔَﺒﻴ ِ ﺼُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻴْﻧ ﱡﺪﻟا � ِ ِ ﻪِﺑ ى َﺰ ْﺠـُﻳ ْﻢ َﻌَﻧ لﺎَﻘَﻓ َ<br />

ﻪﻳ ِ ذْﺆُﻳ ِ<br />

“Evet, herkes dünyada o kötü amelinden dolayı cesedine<br />

eziyet veren bir musibetle cezalanır” buyurmuştur.<br />

66 Hz. Ebû Bekir’in,<br />

ِ ﻪـِﺑ ﺎَﻨﻳِﺰ ُﺟ هُﺎَﻨْﻠ ِ ﻤ َﻋ ٍ ء ْ ﻰ َ� ﱡ<br />

ﻞ ُﻛَو<br />

“Yaptığımız her şey ile cezalandırılacak mıyız?” diye<br />

sorması üzerine Hz. Peygamber,<br />

ُنَﺰ ْ�ـَﺗ َﺖ ْﺴَﻟَا ضَﺮْﻤـَﺗ ُ َﺖ ْﺴَﻟَا ٍﺮ ْﻜَﺑ ﺎَﺑَا ﺎَﻳ َﻚَﻟ ُ�ا َﺮَﻔ َﻏ لﺎَﻘَﻓ َ<br />

ُ ءاَوَﻼْﻟَا َﻚُﺒﻴ ِ ﺼُﻳ َﺖ ْﺴَﻟَا<br />

“Allah seni affetsin ey Ebû Bekir! Sen hiç hasta olma-<br />

dın mı? Hiç üzülmedin mi? Bir sıkıntıya maruz kalmadın<br />

mı?” diye sordu. Ebû Bekir’in “evet” demesi üzerine,<br />

66 Hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. el-Münzirî, Abdülazîm b. Abdülkavî, et-Terğîb<br />

ve’t-Terhîb, IV, 294. İhyâü’t-Türâsî’l-Arabiyye, Beyrut, 1968.<br />

61 62<br />

ِ ﻪـِﺑ َن ْو َﺰ ْﺠـُﺗ ﺎَﻣ َ ﻮ ُﻫ َ<br />

لﺎَﻗ<br />

“İşte bu cezalandırıldığınız şeydir” buyurmuştur. 67<br />

Âyet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerin<br />

sebepleri arasında insanların işledikleri, hata, kusur<br />

ve kötü amellerin de olduğunu göstermektedir.<br />

Musibetler; kâfir, müşrik, münafık, âsi ve zalim insanlar<br />

için ilâhî bir cezadır. Allah, zulümleri sebebiyle bir<br />

çok toplumu çeşitli âfetlerle cezalandırmış ve helak<br />

etmiştir. Kur’ân’da; Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, Şuayb<br />

ve Musa (a.s.)’ın peygamber gönderildiği insanların<br />

maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra;<br />

َنﻮُﻤ ِ ﻠْﻈَﻳ ْﻢ ُﻬ َﺴُﻔْﻧَا اﻮُﻧﺎ َﻛ ْﻦ ِ ﻜ�ﻟَو ْﻢ ُﻬَﻤ ِ ﻠْﻈَﻴ ِ ﻟ ُ�ا َنﺎ َﻛ ﺎـَﻤَﻓ<br />

“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine<br />

zulmediyorlardı…” buyurmuştur. 68<br />

Mümin insan da dünyada ilâhî yasalara, evrensel ve<br />

toplumsal kurallara uymazsa sözgelimi, sağlığına,<br />

gıdalarına ve temizliğe dikkat etmezse hasta olabilir, trafik<br />

kurallarına uymazsa kaza yapabilir, hastalık ve kaza<br />

sonucu sakat kalabilir. Burada kusuru insanın kendisinde<br />

araması gerekir. Mümin açısından bunu, her ne<br />

kadar Allah’ın izni ile meydana gelmiş ise de ilâhî bir<br />

ceza olarak düşünmek doğru değildir.<br />

67 Hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. Münzirî, IV, 294.<br />

68 Tevbe, 9/70; Hûd, 11/101; Nahl, 16/33, 118; Ankebût, 29/40; Rûm, 30/9; Sebe’,<br />

34/19; Bakara, 2/54, 57; Âl-i İmrân, 3/117.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

ENGELLİLERİN MANEVÎ KAZANIMLARI<br />

İnsanın hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal bir<br />

sıkıntıya düşmesi sabırlı ve metanetli olabilmesi, inkâr<br />

ve isyana dalmaması şartıyla kendisi için bağışlanmasına<br />

ve âhirette derece kazanmasına sebep olur.<br />

1. Günahlarına Kefaret Olur.<br />

ٍن َﺰ َﺣ َﻻَو ٍﻢَﻘ َﺳ َﻻَو ٍﺐ َﺼَﻧ َﻻَو ِﺐ َﺻَو ْﻦ ِ ﻣ َﻦ ِ ﻣْﺆُ ْﳌا ُﺐﻴ ِ ﺼُﻳ ﺎَﻣ<br />

ﻪِ ِﺗﺎَﺌـّ ِﻴ َﺳ ْﻦ ِ ﻣ ِ ﻪِﺑ َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا ُﻪﱡﻤُ� َ ﱡﻢَ �ا ْ ﻰﱠﺘ َﺣ<br />

“Mümin kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir<br />

üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar<br />

müminin bir bölüm günahlarına kefâret olur”, 69<br />

َﻻَو ٍّﻢــ َﻫ َﻻَو ٍﺐــ َﺻَو َﻻَو ٍﺐــ َﺼَﻧ ْﻦــ ِ ﻣ َﻢــ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا ُﺐــﻴ ِ ﺼُﻳ ﺎــَﻣ<br />

ﺎَ<br />

ِ� ُ�ا َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا ﺎ َﻬ ُﻛﺎ َﺸُﻳ َﺔ َﻛﻮـ ْ ﱠﺸﻟا ﻰﱠﺘ َﺣ ٍّﻢ َﻏ َﻻَو ىًذَا َﻻَو ٍ ن َﺰ َﺣ<br />

69 Müslim, Birr, 52, III, 1993.<br />

ُهﺎَﻳﺎَﻄ َﺧ ْﻦ ِ ﻣ<br />

63 64<br />

“Müslümana, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza,<br />

can sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken<br />

batırılmaz ki, Allah bu musibetler sebebiyle onun bir<br />

kısım hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın”, 70<br />

ﻰﱠﺘ َﺣ ٍ ن َﺰ َﺣ َﻻَو ٍﺐ َﺻَو َﻻَو ٍ<br />

ضَﺮَﻣ ْﻦ ِ ﻣ َﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا َبﺎ َﺻَا ﺎَﻣ<br />

ُهﺎَﻳﺎَﻄ َﺧ ْﻦ ِ ﻣ ﻞﱠ َﺟَو ﱠﺰ َﻋ ُ�ا ُﺮِّﻔ َﻜُﻳ ﱠﻻ ِ ا ُﻪﱡﻤُ� َ ﱠﻢَ �ا ْ<br />

“Bir Müslümana isabet eden herhangi bir hastalık,<br />

dert, hüzün ve hatta gam ve keder yoktur ki, Allah bunu<br />

onun bir kısım hataları için keffaret kılmış olmasın!” 71<br />

ﻰﱠﺘ َﺣ ُﻪـْﻨ َﻋ ﺎَ<br />

ِ� ُ�ا َﺮﱠﻔ َﻛ ﱠﻻ ِ ا َﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟا ُﺐﻴ ِ ﺼُﺗ ٍ ﺔَﺒﻴ ِ ﺼُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻣ<br />

ﺎَﻬ ُﻛﺎ َﺸُﻳ َﺔ َﻛ ْ ﻮ ﱠﺸﻟا<br />

“Bir Müslümana isâbet eden, ayağına bir diken batması<br />

da dahil olmak üzere, hiçbir sıkıntı yoktur ki, Allah<br />

bunu onun (günahları) için kefâret yapmasın” 72<br />

anlamındaki hadisler bunun delilidir.<br />

Mus’ab ibn Sa’d’ın babası,<br />

ً ءَﻼَﺑ ﱡﺪ َ�َا ِ<br />

سﺎﱠﻨﻟا ﱡىَا ِ �ا َ<br />

لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ ُﺖْﻠُﻗ<br />

“Ey Allah’ın Elçisi! İnsanların hangisi daha şiddetli<br />

belâ ve sıkıntıya uğrar?” diye sormuş, Peygamberimiz<br />

de;<br />

70 Buhârî, Merda’, 1, VII, 2.<br />

71 Ahmed, III, 24.<br />

72 Buhârî, Merdâ, 1, VII, 2.


ِﺐ َﺴ َﺣ �َ َﻋ ﻞُ ُﺟﱠﺮـﻟا �َﺘْﺒُﻴَﻓ َ ﻞَﺜْﻣَ ُ ْﻻﺎـَﻓ ﻞَﺜْﻣَ ُ ْﻻا ﱠﻢُﺛ ءﺎـَﻴِﺒْﻧَ ُ ْﻻا لﺎَﻗ َ<br />

�ﺔّﻗِر ِ ﻪـ ِ ﻨﻳ ِ د ِ<br />

� َنﺎ َﻛ ْن ِ اَو ُهُؤَﻼـَﺑ ﱠﺪَﺘ ْ� ِ ا ﺎـًﺒْﻠ ُﺻ ُﻪـُﻨﻳ ِ د َنﺎ َﻛ ْن ِ ﺎـَﻓ ِ ﻪ ِ ﻨﻳ ِ د<br />

ُﻪ َﻛ�ـَﻳ ُ ْ ﻰﱠﺘ َﺣ ِ ﺪـْﺒ َﻌْﻟﺎِﺑ ءَﻼـَﺒْﻟا ُ ُح �ـَﻳ َ ْ ﺎـَﻤَﻓ ِ ﻪـِ ﻨﻳِ د ِﺐ َﺴ َﺣ �ـ َ َﻋ �ـُﺘْﺑُا ِ<br />

َ<br />

�ﺔـَﺌﻴ ِ ﻄ َﺧ ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ﺎَﻣ ضْرَ ِ ْﻻا �َ َﻋ<br />

“Peygamberler, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara<br />

yakın olanlar. Kişinin sınanması dinine göre olur.<br />

Dindarlığı kuvvetli ise imtihanı şiddetli olur. Dindarlığı<br />

zayıf ise dindarlığı nispetinde imtihan edilir. (Kimi<br />

zaman) bu sınama, o kul yeryüzünde hatasız olarak yürüyünceye<br />

kadar devam eder” buyurmuştur. 73<br />

2. Manevî Derecesi Artar<br />

اﻮُﻠ ِ ﻤ َﻋ ﺎـﱠﻤـ ِ ﻣ �تﺎ َﺟَرَد ِ ّ<br />

ﻞ ُﻜ ِ ﻟَو<br />

“İnsanların yaptıkları amellere göre (Allah katında)<br />

dereceleri vardır” (En’âm, 6/132). Müminler, bu derecelerine<br />

yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa Allah onlara<br />

bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede<br />

sevap verir (Zümer, 39/10). Musibeti sebebiyle günahları<br />

bağışlanır. Bu şekilde Allah katındaki manevî derecesine<br />

ulaşır.<br />

ُ�ا ُهَﻼَﺘْﺑ ِ ا ِ ﻪـ ِ ﻠَﻤ َﻌِﺑ ﺎـ َﻬْﻐُﻠْﺒَﻳ ْ َ� �ﺔـَﻟِﺰـْﻨَﻣ ِ �ا َﻦـ ِ ﻣ ِ ﺪـْﺒ َﻌْﻠ ِ ﻟ ْﺖـَﻘَﺒ َﺳ اَذ ِ ا<br />

73 Tirmizî, Zühd, 56, IV, 601.<br />

65 66<br />

ُﻪــَﻐُﻠْﺒَﻳ ﻰــﱠﺘ َﺣ ُه�ــ َ ﱠ َﺻ ﱠﻢــُﺛ ِ ه ِ ﺪــَﻟَو � ِ ْوَا ِ ﻪــِ ﻟﺎـــَﻣ � ِ ْوَا ِ ه ِ ﺪــ َﺴ َﺟ �ِ<br />

ُﻪْﻨ ِ ﻣ ُﻪـَﻟ ْﺖَﻘَﺒ َﺳ ﻰِ ﺘﱠﻟا َﺔَﻟِﺰْﻨَﻤـْﻟا<br />

“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli<br />

ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya<br />

çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü<br />

ihsan eder ve böylece onu kendisi için takdir ettiği mertebeye<br />

ulaştırır.” 74<br />

�ﺔ َﺟَرَد ﺎَ<br />

ِ� ُﻪَﻟ ْﺖَﺒ ِ ﺘ ُﻛ ﱠﻻ ِ ا ﺎ َﻬَﻗﻮَﻓ ْ ﺎـَﻤَﻓ ًﺔ َﻛﻮ ْ َ� َكﺎ َﺸُﻳ ٍﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻣ ْﻦ ِ ﻣ ﺎَﻣ<br />

�ﺔـَﺌﻴ ِ ﻄ َﺧ ﺎَ<br />

ِ� ُﻪْﻨ َﻋ ْﺖَﻴِ �َو ُ<br />

“Müslümana bir diken batması hatta daha küçük bir<br />

şey isabet etmez ki bu sebeple ona bir derece yazılmış<br />

ve bir günahı silinmiş olmasın” 75 anlamındaki hadisler<br />

bu gerçeği ifade etmektedir.<br />

Peygamberimiz yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:<br />

�َ َ َﺼَﻓ ِ ﻪْﻴَﺘـَﺒﻴِﺒ َ�ِﺑ ى ِ ﺪْﺒ َﻋ ُﺖْﻴَﻠَﺘْﺑا اَذ ِ ا لﺎَﻗ َ �ﺎ َ َﻌَﺗ َ�ا ﱠن ِ ا<br />

ﻪـْﻴـَﻨْﻴ ِ<br />

َﻋ ُﺪﻳِﺮُﻳ َﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ﺎـَﻤ ُﻬْﻨ ِ ﻣ ُﻪـُﺘ ْﺿ ﻮﱠ َﻋ<br />

“Ben bir kulumu, iki gözünü alarak imtihana tabi<br />

tuttuğumda, buna sabrederse, bunun karşılığında kendisine<br />

cenneti veririm.” 76 Çünkü “hiçbir kul, dininden dön-<br />

74 Ahmed, V, 272; Ebu Davud, Cenâiz, 1, III, 470.<br />

75 Müslim, Birr, 46-7, III, 1991-2.<br />

76 Buhârî, Merdâ, 7, VII, 4.


mesi dışında, gözlerini kaybetmekten daha ağır bir imtihana<br />

tabi tutulmamıştır”. 77<br />

Abdullah ibn Abbâs, Atâ ibn Ebî Rebâh’a,<br />

ِ ﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ِﻞ ْﻫَا ْﻦ ِ ﻣ ًةَاَﺮْﻣ ِ ا َﻚﻳِرُا َﻻَا<br />

“Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?”<br />

der. Atâ,<br />

َ<br />

�َﺑ ُﺖْﻠُﻗ “Evet göster” der. Bunun üzerine Abdullah ibn<br />

Abbas,<br />

ﻰِﺒﱠﻨﻟا ِ<br />

ﱠ ﺖَﺗَا .ُ ءاَدﻮ ْ ﱠﺴﻟا ُةءْﺮَ َ ْﳌا ِ ه ِ ﺬ َﻫ لﺎَﻗ َ<br />

“İşte şu siyah kadın cennet ehlindendir. Bu kadın Hz.<br />

Peygambere geldi ve,<br />

ِ� َ�ا ُعْدﺎَﻓ ُﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا ﻰﱢﻧ ِ اَو ُع�ُا َ ْ ﻰﱢﻧ ِ ا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ<br />

“Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor.<br />

İyileşmem için Allah’a dua edin” dedi. Hz. Peygamber<br />

de,<br />

َ�ا ُت ﻮْ َﻋَد ﺖْﺌ ِ ِ � ْن ِ اَو ُﺔـﱠﻨ َﺠـْﻟا ِ ﻚَﻟَو تْ ِ �َ َﺻ ﺖْﺌ ِ ِ � ْن ِ ا لﺎَﻗ َ<br />

َﻚَﻴِﻓﺎ َﻌُﻳ ْنَا<br />

“İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana<br />

şifa vermesi için Allah’a dua ederim” dedi. Bunun üzerine<br />

kadın;<br />

77 Mübârekfûrî, Tuhvetü’l-Ahvezî, VII, 81, Beyrut, tarihsiz.<br />

67 68<br />

َﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا َﻻ ْنَا َ�ا ُعْدﺎَﻓ ُﻒ ﱠﺸ َﻜَﺗَا ﻰﱢﻧ ِ ا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ �ُ ِ ْﺻَا ْﺖَﻟﺎَﻘَﻓ<br />

“O halde (hastalığıma) sabredeceğim. Ancak üstüm<br />

başım açılıyor. Üstümün başımın açılmaması için dua<br />

buyurunuz” dedi. Peygamber (a.s.) de, ﺎـَ � َ ﺎـَﻋ َﺪـَﻓ Ona dua<br />

etti. 78<br />

Anlaşılan o ki Hz. Peygamber, tedavi imkânı olma-<br />

dığı için veya tedavi edilmediği için saralı kadına sabır<br />

tavsiye etmiş ve Allah’ın sabır karşılığında vereceği mükâfatı<br />

bildirmiştir.<br />

Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır. 79<br />

Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), Taif’te<br />

taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud<br />

Savaşı'nda dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Hz. Âşe,<br />

ِ �ا ِ لﻮ ُﺳَر ْﻦ ِ ﻣ ُﻊ َﺟ َ ﻮْﻟا ِ ﻪْﻴَﻠ َﻋ ﱠﺪ َ�َا ا ًﺪ َﺣَا ُﺖْﻳَاَر ﺎَﻣ<br />

“Rasulüllah’tan daha şiddetli acı çeken birisini görmedim”<br />

demiştir. 80<br />

Yakub (a.s.)’ın gözü kör olmuş, Eyyub (a.s.) çok<br />

sıkıntılı hastalıklara maruz kalmıştır. Halbuki peygamberler<br />

günahsız insanlardır. Dolayısıyla her musibetin<br />

arkasında günah ve kusur aranması doğru değildir. Öyle<br />

ise peygamberler niçin musibetlere maruz kaldılar?<br />

Maruz kaldılar çünkü onlar, insanlar için örnek ve önder<br />

78 Buhârî, Merdâ, 6, VII. 4; Müslim, Birr, 54, III, 1994.<br />

79 Hadisi İbn Hıbban rivayet etmiştir. bk. el-Münzirî, IV, 281; Tirmizi, Zühd, 56. IV,<br />

601.<br />

80 Buhârî, Merdâ, 2, VII, 3; Tirmizî, Zühd, 57, IV, 601.


olarak gönderilmişlerdir. Musibetlere tahammül göstererek<br />

insanlara örnek olmuşlardır.<br />

Müminlerin başlarına gelen musibetler, şer değil<br />

hayırdır. Çünkü musibetler, müminlerin sevap kazanmalarına,<br />

günahlarının bağışlanmasına ve manevî derecelerinin<br />

artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.<br />

69 70


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />

ENGELLİLERLE SOSYAL İLİŞKİLER<br />

İslâm, sosyal ilişkilere büyük önem veren bir dindir.<br />

Bu konuda sağlıklı ve engelli diye bir ayırım yapmaz.<br />

Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç insanlarla<br />

daha çok ilgilenmeyi teşvik eder. Peygamberimiz görme<br />

engellilere karşı kötü davrananları, mesela, onların yoluna<br />

engel olanları kınamıştır. 81<br />

Hz.Hatîce Peygamberimizi “güçsüzü yüklenen” ( ﻞـﻴ ُ ِ ﻤْ ﲢَ<br />

ﻞــ ِ ّ َﻜْﻟا) kimse olarak tanıtmıştır. “el-Kell”, kendi işini kendisi<br />

yapamayan, zayıf ve güçsüz olması hasebiyle insanlara<br />

muhtaç olan âciz kimse diye tarif edilmektedir. 82 Bu<br />

kavram, her türlü engelliliği içine alır. Bu; Hz. Peygamber’in<br />

daha peygamberlik öncesinde zayıf, güçsüz ve<br />

âcizlere arka çıktığı, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını<br />

giderme çabası içinde olduğunun beyanıdır.<br />

Özellikle engelli, özürlü ve hasta insanlarla ilişkilerde<br />

şu hususlara dikkat etmek gerekmektedir:<br />

81 Ahmed, I, 217, 309.<br />

82 Ahmed Naîm, Sahîhi Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, I. 12.<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1957.<br />

71 72<br />

1. İtibar ve İltifat Etmek<br />

Özürlü, engelli ve hasta insanlara itibar ve iltifat<br />

etmek, onlara değer vermek, söz ve davranışla onları<br />

onure etmek onların morallerinin iyileşmesine katkı<br />

sağlayacaktır. Peygamberimizin hayatında buna özen<br />

gösterdiğini görmekteyiz.<br />

Görme özürlü, Bedir Savaşı'na katılan Medineli bir<br />

sahâbî İtbân b. Mâlik, kabilesi Sâlimoğullarının imamlığını<br />

yapıyordu. Görev yaptığı mescit ile evi arasında bir<br />

vadi vardı. Yağmur yağdığında camiye gitmesi zor oluyordu.<br />

Hz. Peygambere gitti ve ona;<br />

ُﺮﻳِ � َ ﻞُ ُﺟَر ﺎَﻧَاَو ﻞْﻴ ُ ﱠﺴﻟاَو ُﺔَﻤْﻠﱡﻈﻟا ُنﻮ ُﻜَﺗ ﺎَ ﻧﻬﱠ ِ ا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />

�ًّ َﺼُﻣ ُه ُﺬ ِ ﱠ�َا ﺎًﻧﺎ َﻜَﻣ ﻰِ ﺘْﻴَﺑ � ِ ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر ﺎَﻳ ﻞﱢ َﺼَﻓ �َﺒْﻟا ِ َ<br />

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben görme özürlü biriyim, karanlık<br />

ve sel oluyor (camiye gidemiyorum). Evimde<br />

namaz kılsanız da ben orayı namazgah edinsem?” diye<br />

ricada bulundu.<br />

�َ ِ ا َرﺎ َ�َﺎَﻓ ﻰّ<br />

َ ِ ﻠ َﺻُا ْنَا ﱡﺐ ِ �ـُﺗ َﻦْﻳَا لﺎَﻘَﻓ َ ِ �ا لﻮ ُ ُﺳَر ُهءﺎ َ َﺠَﻓ<br />

�ا ِ لﻮ ُ ُﺳَر ِ ﻪﻴِﻓ ﻰَ ّﻠ َﺼَﻓ ﺖْﻴَﺒْﻟا ِ<br />

َﻦ ِ ﻣ ٍ نﺎ َﻜَﻣ<br />

Hz. Peygamber de Itban’ın evine gitti ve ona, “Nerede<br />

namaz kılmamı istersin” dedi. Itbân, Hz. Peygambere<br />

evinde namaz kılmasını istediği yeri gösterdi. Hz. Pey-


gamber de orada namaz kıldı. 83 İtbân, Peygamberimiz<br />

ve arkadaşlarına yemek ikram etti. 84<br />

Bir âmânın davetine icabet edip evine gitmesi, gös-<br />

terdiği yerde namaz kılması, ikram edilen yemeği yemesi,<br />

Hz. Peygamberin tevazuunu ve engellilere olan sıcak<br />

ilgisini göstermektedir.<br />

2. Ziyaret Etmek<br />

Özellikle hastaları ziyaret etmek, onların günüllerini<br />

alacak, iyileşmelerine katkı sağlayacaktır. Hasta ziyareti<br />

dinî ve ahlâkî bir görevdir. Peygamberimiz (a.s.),<br />

ﺾﻳِﺮَﻤـْﻟا َ اوُدﻮ ُﻋَو َﻊِ ﺋﺎ َﺠـْﻟا اﻮُﻤ ِ ﻌْﻃَا<br />

“Açları doyurun, hastaları ziyaret edin” 85 buyurarak<br />

muhtaç, engelli, özürlü ve hastalarla ilgilenilmesini istemektedir.<br />

Peygamberimizin (a.s.) bildirdiğine göre yüce Allah<br />

kıyamet günü şöyle der:<br />

“- Ey Âdemoğlu! Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin.<br />

İnsan cevap verir;<br />

- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben seni nasıl<br />

ziyaret edecektim? Yüce Allah cevap verir:<br />

- Hani filan kulum hastalandı da onu ziyaret etmedin<br />

83 Buhârî, Ezan 40, I. 163; Ahmed, IV, 44, V, 449-450; Mâlik, Kasru’s-Salât, 86, s.<br />

173.<br />

84 Buhârî, Teheccüd, 36, II. 55-56.<br />

85 Buhârî, Merdâ, 4.<br />

73 74<br />

ya. Eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun.<br />

- Ey Âdemoğlu! Ben senden yemek istedim de beni<br />

doyurmadın. İnsan cevap verir:<br />

- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben seni nasıl<br />

doyuracaktım? Allah cevap verir:<br />

- Hani filan kulum senden kendisini doyurmasını istedi<br />

de onu doyurmamıştın ya. Eğer onu doyursaydın beni<br />

onun yanında bulacaktın.<br />

- Ey Âdemoğlu! Ben senden bana su ikram etmeni<br />

istedim de benim susuzluğumu gidermemiştin. İnsan<br />

cevap verir:<br />

- Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabb’isin. Ben sana<br />

nasıl ikram edebilirdim? Allah cevap verir:<br />

- Hani filan kulum senden su istemişti de ona su vermemiştin.<br />

Eğer onun susuzluğunu giderseydin beni<br />

onun yanında bulacaktın.” 86<br />

Hastayı ziyaret etmek, müminin mümine karşı olan<br />

haklarından biridir. 87<br />

3. Yardımcı Olmak<br />

Dinimiz, özürlü, engelli ve hastalarla ilgilenmeyi ve<br />

onlara yardımı teşvik etmekte ve bunu sevap bir davranış<br />

olarak nitelemektedir. Görme engelli bir kimseye<br />

86 Müslim, Birr, 43, III, 1990.<br />

87 Müslim, Selâm, 5, II, 1705.


yol göstermek, sağır ve dilsiz ile ilgilenmek88 ve aracına<br />

binmeye çalışan bir engelliye yardımcı olmak bir sadakadır.<br />

89<br />

Peygamberimizin arkadaşları dinimizin bu tavsiyesini<br />

yerine getirmiştir. Mesela Abdurrahman İbn Ka’b İbn<br />

Mâlik (r.a), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik<br />

yapmış ve Cuma günü olunca da namaza götürmüştür.<br />

90<br />

Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek<br />

dostu ve hâmisi olan Peygamberimiz engellilere<br />

yapılacak her türlü yardım ve desteğin bir sadaka<br />

olduğunu bildirmiştir.<br />

Peygamberimiz “her gün” için sadaka verilmesi<br />

gereğinden söz eder. Sahabeden Ebû Zer, her gün için<br />

sadaka verecek imkanlarının olmadığını söyler. Bunun<br />

üzerine Peygamberimiz;<br />

ُﺪْﻤَ ﳊاَو ْ ِ �ا َنﺎ َ�ْﺒ ُﺳَو �ـِﺒ َ ْﻜـﱠﺘﻟا ِ ﺔَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا ِباﻮـْﺑَا َ ْﻦ ِ ﻣ ﱠنِ َﻻ لﺎـَﻗ َ<br />

ِﻦ َﻋ ﻰ َﻬْﻨَﺗَو ِ فو ُﺮـ ْﻌَﻤـْﻟﺎِﺑ ُﺮـُﻣْﺄَﺗَو َ�ا ُﺮِﻔْﻐَﺘ ْﺳَا ُ�ا ﱠﻻ ِ ا َﻪـ�ﻟ ِ ا َﻻَو ِ �<br />

َﺮ َﺠَ ﳊاَو ْ<br />

ِ<br />

َﻢْﻈ َﻌْﻟاَو سﺎﱠﻨﻟا ِﻖﻳِﺮـَﻃ ِﻦ َﻋ َﺔ َﻛﻮ ْ ﱠﺸﻟا لِﺰـ ُ ْﻌَﺗَو ِﺮ َﻜـْﻨُﻤـْﻟا<br />

لﱡ ُﺪَﺗَو َﻪَﻘْﻔَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ َﻢـ َﻜْﺑَ ْﻻاَو ﱠﻢ َﺻَ ْﻻا ُﻊ ِ ﻤ ْﺴُﺗَو ﻰَﻤ ْﻋَ ْﻻا ى ِ ﺪـْ�َو َ<br />

ةِ ﱠﺪ ِ ﺸِﺑ ﻰ َﻌ ْﺴَﺗَو ﺎـَ ﻧﻬﺎ َ َﻜَﻣ َﺖـْﻤ ِ ﻠ َﻋ ْﺪَﻗ ُﻪـَﻟ ٍ ﺔ َﺟﺎ َﺣ �ـ � َﻋ لﱠ ِ ﺪَﺘ ْﺴُﻤـْﻟا<br />

88 Ahmed, V, 168-169.<br />

89 Ahmed, II, 350.<br />

90 İbn Mâce, İkâme, 78. 91 Ahmed, V, 168-169, 154.<br />

75 76<br />

َﻊَﻣ َﻚْﻴ َﻋاَر ِ ذ ِ ة ﱠﺪـ َﺸِﺑ ُﻊَﻓْﺮَﺗَو ِ ﺚـﻴ ِ ﻐـَﺘ ْﺴُﻤـْﻟا ِ نﺎَﻔ ْﻬﱠﻠﻟا �َ ِ ا َﻚْﻴَﻗﺎـ َﺳ<br />

َﻚ ِ ﺴْﻔـَﻧ �� َﻋ َﻚْﻨ ِ ﻣ ِ ﺔَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا ِباﻮْﺑَا َ ْﻦ ِ ﻣ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﻞﱡ ُﻛ ِ ﻒﻴ ِ ﻌ ﱠﻀﻟا<br />

“Sadakanın birçok çeşidi vardır:<br />

- Allahü ekber (Allah en büyüktür),<br />

- Sübhânellah (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim),<br />

-Lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)<br />

esteğfirullah (Allah’tan bağışlanma dilerim) demek,<br />

- İyiliği emretmen, kötülüğü men etmen,<br />

- İnsanların yolundan diken, taş ve kemik (gibi zarar<br />

veren şeyleri) kaldırman,<br />

- Görme özürlülere rehberlik etmen,<br />

- Sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman,<br />

- İhtiyacı olanın hacetini tedarik etmesi için bildiğin<br />

yere delalet etmen,<br />

- Derman arayan dertliye yardım için koşuşturman,<br />

- Koluna girip güçsüze yardım etmen,<br />

- Bütün bunlar kendin için (yaptığın) sadaka<br />

çeşitlerindendir...” buyurmuştur. 91<br />

<strong>Engelliler</strong>e yapılacak bu tür yardımların sadaka<br />

olduğunu, diğer bir ifade ile Allah’a olan sadâkatin bir<br />

ifadesi olduğunu belirten Peygamberimiz, herhangi bir<br />

görme özürlüyü yoldan saptıranları, onu kasten yanlış


yola yönlendirme sadakatsizliğini gösterenleri de lanetliler<br />

arasında saymıştır. 92<br />

İnsanlara yardım edene Allah yardım eder.<br />

ْﻦ َﻋ َج ﱠﺮَﻓ ْﻦَﻣَو ِ ﻪِ ﺘ َﺟﺎ َﺣ � ِ ُ�ا َنﺎ َﻛ ِ ﻪﻴ ِ ﺧَا ِ ﺔ َﺟﺎ َﺣ � ِ َنﺎ َﻛ ْﻦَﻣ<br />

ﺔَﻣﺎَﻴ ِ ِ ﻘْﻟا ِمﻮَﻳ ِ<br />

ْ تﺎَﺑ ُﺮ ُﻛ ْﻦ ِ ﻣ ًﺔَﺑ ْﺮ ُﻛ ُﻪْﻨ َﻋ ُ�ا َج ﱠﺮَﻓ ًﺔَﺑ ْﺮ ُﻛ ٍﻢ ِ ﻠ ْﺴُﻣ<br />

“Kim mümin bir kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah<br />

da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim Müslümanın bir<br />

sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günü sıkın-<br />

tılarından bir sıkıntısını giderir” 93<br />

ْن ِ اَو ُﻪﱡﻠ ُﻛ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ُﻪُﻨْﻴ َﻋ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ْن ِ ا ٍ ﺪ ِ ﺣاَو ٍﻞ ُﺟَﺮ َﻛ َنﻮُﻤ ِ ﻠ ْﺴُﻤـْﻟَا<br />

ُﻪﱡﻠ ُﻛ ﻰ َﻜَﺘ ْ� ِ ا ُﻪ ُﺳْأَر ﻰ َﻜَﺘ ْ�ا<br />

“Müslümanlar bir tek insan gibidir. Eğer insanın gözünde<br />

bir şikâyeti olursa, bütün vücudu bundan etkilenir.<br />

Eğer başında bir ağrısı olursa yine bundan bütün bedeni<br />

etkilenir, (müminler de böyle olmalıdır.)” 94<br />

4. Aşağılayıcı ve Kırıcı Söz Söylememek<br />

Özürlü, engelli ve hastalar, çok duyarlıdırlar. En<br />

küçük aşağılayıcı ve kırıcı bir söz onları derinden yaralar.<br />

Özellikle hitaplarda kırıcı ve aşağılayıcı ifadelerden<br />

kaçınmak İslâmî bir görevdir.<br />

92 Ahmed, I, 217, 309, 317.<br />

93 Buhârî, Mezâlim, 3. III, 98.<br />

94 Müslim, Birr, 67, III, 2000.<br />

77 78<br />

Kel Ali, kör Hasan, topal Yakup gibi isimlendirme ve<br />

hitaplar asla doğru değildir. Peygamberimiz (a.s.),<br />

ﱡﻢ ُﺼَﻳ َو ﻰ ِ ﻤ ْﻌُﻳ َ ء ْ ﻰ ﱠﺸﻟا َﻚﱡﺒ ُﺣ<br />

“Bir şeyi (aşırı) sevmen, seni kör ve sağır eder!” hadisinde<br />

95 olduğu gibi mecâzî anlamda “kör, sağır ve dilsiz”<br />

kelimelerini kullanmış ancak hiçbir engelliyi bu kelimelerle<br />

nitelememiştir. Aksine insanların fiziksel nitelikleriyle<br />

aşağılanmasına karşı çıkmıştır. Annesini dile dolayarak<br />

bir köleyi ayıplayan Ebû Zer’e,<br />

�ﺔـﱠﻴِ ﻠ ِ ﻫﺎ َﺟ َﻚﻴِﻓ �ؤِﺮْﻣ ِ ا َﻚﱠﻧ ِ ا ِ ﻪﱡﻣُﺎِﺑ ُﻪَﺗ� ْ ﱠ َﻋَا ﱟرَذ ﺎَﺑَا ﺎَﻳ<br />

“Ya Ebâ Zer! Onu annesiyle mi ayıplıyorsun? Sende<br />

hâlâ câhiliyye (tavrı) var! Sen câhiliyye (düşüncesi<br />

taşıyan) bir kimsesin” diyerek bu tavrın doğru olmadığını<br />

ifade etmiştir. 96 Peygamberimizin eşi Hz. Âişe anlatıyor:<br />

اَﺬ َﻜ َﻫ ﺎ َﻫ ِ ﺪَﻴِﺑ ْﺖَﻟﺎَﻗَو �ةَأَﺮْﻣ ِ ا َﺔﱠﻴ ِ ﻔ َﺻ ﱠن ِ ا ِ �ا َ<br />

لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ ُﺖْﻠُﻘَﻓ<br />

ًة�َ ِ ﺼَﻗ ﻰِ ﻨ ْﻌَﺗ ﺎَ ﻧﻬَﺎ ﱠ َﻛ<br />

“Bir defa ey Allah’ın Elçisi! dedim. Safiye (şu kadarcık)<br />

bir kadındır. Âişe onun kısa boylu olduğunu kas-<br />

tederek eliyle işaret etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber,<br />

َج َﺰَﻤـَﻟ ِﺮ ْ�َﺒْﻟا َ ءﺎَﻣ ﺎَ<br />

ِ� ِ ﺖ ْﺟَﺰَﻣ ْ ﻮَﻟ ٍ ﺔَﻤ ِ ﻠ َﻜِﺑ ِ ﺖ ْﺟَﺰَﻣ َ<br />

لﺎَﻘَﻓ<br />

95 Ahmed, V, 194, VI. 450.<br />

96 Buhârî, İman 22, I. 13; Edeb 44, VII, 85; Ahmed, V, 161.


“Sen (amellerini) öyle bir sözle karıştırdın ki onunla<br />

denizin suyu karıştırılmış olsa (denizin suyu) karıştırılır<br />

(şekli değişirdi)” buyurmuştur. 97<br />

Bu rivayetler, herhangi bir engellinin tahkir edilmesini<br />

veya sakatlığıyla hitap edilmesini, sağlıklı kimselerin bile<br />

boyu, rengi veya konuşması sebebiyle ayıplanmasının<br />

doğru olmadığını ifade etmektedir. Peygamberimiz bu<br />

tür tavırlara müdahale etmiş ve;<br />

َﻚﻴِ ﻠَﺘْﺒَﻳ َو ُ�ا ُﻪُ َ� �َﻓ ْ َ َﻚﻴ ِ ﺧَﻻ ِ َﺔَﺗﺎـَﻤ ﱠﺸﻟا ُﺮ ِﻬْﻈُﺗ َﻻ<br />

“Kardeşinin derdine sevinip gülme, sonra Allah ona<br />

merhamet eder seni o dertle müptela kılar” buyurmuştur.<br />

98<br />

5. Eğitim Vermek<br />

Görme, işitme, konuşma ve zihinsel özürlülerin<br />

eğitimi, bir meslek sahibi yapılmaları, dinî bilgilerin<br />

öğretilmesi ve eğitimleri, aynı şekilde özürlü ve hasta<br />

yakınlarının eğitimli olmaları çok önemlidir.<br />

Ailelerin; sakat çocukların doğmaması, doğan çocukların<br />

sağlıklı olarak büyütülmesi ve çocukların sonradan<br />

sakat olmaması için bilinçli hareket etmeleri gerekir.<br />

Yakın akraba evliliğinden kaçınmak, özellikle hamilelik<br />

döneminde sigara ve alkol kullanımından sakınmak gerekir.<br />

97 Tirmizî, 36. Kıyâme 51, IV. 660.<br />

98 Tirmizi, Kıyame, 54, IV, 6620.<br />

79 80<br />

Özür ve rahatsızlık ne kadar erken tespit edilir ve tedaviye<br />

başlanırsa sonuç daha iyi alınır. Bu konuda ailelerin<br />

bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Rehabilitasyonunun<br />

başarısı, ebeveynlerin terapi becerilerinin gelişti-<br />

rilmesine bağlı olmaktadır.<br />

Bireyi tehdit eden özre engel olma, var olan özrü ortadan<br />

kaldırma veya bir ölçüde azaltma, özrün artmasını<br />

önlemede ya da özrün sebebi ne olursa olsun,<br />

sonuçlarını hafifleme, özürlünün toplum içerisinde eğilim<br />

ve yeteneklerine uygun bir yer sağlamada bilinçli ve<br />

eğitimli ailelerin önemi çok büyüktür.<br />

Her türlü tedbire rağmen çocuk sakat doğdu veya<br />

sonradan sakat oldu ise aşırı üzüntüye kapılıp feryat etmemek<br />

gerekir. Anne baba çarelere başvurur, bakım ve<br />

tedaviye çalışır, sabreder, gerekirse bu konuda ilgili dernek<br />

ve kuruluşlardan psikolojik yardım ve eğitim desteği<br />

alırlar.<br />

Sakat ve özürlü çocukları toplumdan saklamak, onlardan<br />

utanmak ve eziklik hissetmek doğru bir davranış<br />

değildir. Kul Allah’tan gelene razı olmalıdır. Dünyanın bir<br />

imtihan olduğunu, imtihanı başaranların ilâhî mükafata<br />

ereceklerini ve bakıma muhtaç kimselere bakmanın<br />

Allah’a kulluk ve büyük sevap olduğunu düşünmelidir.<br />

Allah mümin kulunu belki bu sayede cennetine koyacaktır.<br />

Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ve sivil toplum<br />

örgütlerine özürlü çocukların ve ailelerinin eğitimi ve rehabilitasyonu<br />

konusunda büyük görevler düşmektedir.<br />

Bu konuda hizmet veren dernek ve vakıfların desteklenmesi<br />

insanî, dinî ve sosyal bir görevdir.


6. İş İmkanı Sağlamak<br />

Özellikle iş veren durumunda olanların ve devletin<br />

engelli ve özürlülere iş imkânı sağlaması gerekir ki bu<br />

kimseler başkalarına yük olmasınlar, kendi ayakları üzerinde<br />

durabilsinler. Peygamberimiz (a.s.),<br />

َﻨْﻴَﻟ ﺎ<br />

ِ ﺎَﻓ ﱠﻼ َﻛ َكَﺮـَﺗ ْﻦَﻣَو ِ ﻪِ ﺘَﺛَرﻮَ ِ ﻠَﻓ ًﻻﺎَﻣ َكَﺮَﺗ ْﻦَﻣ<br />

“Kim ölür de mal bırakırsa, malı veresesinindir. Kim<br />

bakıma muhtaç kimseler bırakırsa (kell) onun sorumluluğu<br />

bana aittir” 99 sözüyle devletin, hasta, zayıf, engelli,<br />

yetim ve benzeri bakıma muhtaç kimseleri koruyup gözetmesi<br />

gerektiğine işaret etmiş ve engellilere yeteneklerine<br />

göre kamu alanında görev vermiş, onları topluma<br />

kazandırmaya çalışmıştır. <strong>Engelliler</strong>i başkalarına el açan<br />

bir dilenci ve toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak<br />

görmemiştir. Aksine çeşitli hizmetlerde kendilerinden<br />

yararlanma cihetine gitmiştir. Örneğin, ortopedik özürlü<br />

(topal) Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermiş,<br />

çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında yerine vekâlet<br />

etmek üzere 13 defa görme özürlü Abdullah İbn Ümmi<br />

Mektûm’u vekil bırakmıştır. Vekaleti sırasında camide<br />

namazları da o kıldırmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber’in<br />

uzun yıllar müezzinliğini yapmıştır. 100<br />

Sahabeden görme özürlü İtbân b. Mâlik kendi kabilesine<br />

imamlık yapmıştır.<br />

Peygamberimizin; bu uygulamalarıyla, engellilerin ye-<br />

81 82<br />

teneklerine uygun alanlarda istihdam edilerek onların<br />

üretici bireyler olmalarını, onların topluma kazandırılmalarını,<br />

kişiliklerini geliştirmelerini amaçladığını ve<br />

gelecek nesillere yol göstericilik yaptığını söyleyebiliriz.<br />

Engelli ve özürlü çocuğu bulanan ailelerin psikolojik<br />

ve sosyal açıdan desteklenmesi, kendi ihtiyaçlarını<br />

karşılayamayan engellilerin sosyal güvence altına<br />

alınması gerekir.<br />

99 Buharî, Ferâiz, 25, VIII. 11; Muslim, Ferâiz 17, II. 1238; Ahmed II, 356, 456; IV,<br />

131-133. 100 İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, IV. 264; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, V. 181, No: 8605.


BEŞİNCİ BÖLÜM<br />

İSLÂMIN ENGELLİLERE TANIDIĞI RUHSAT VE<br />

KOLAYLIKLAR<br />

İslâm dini, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu<br />

tutar.<br />

ﺎَﻬ َﻌ ْﺳُو ﱠﻻ ِ ا ﺎ ًﺴْﻔـَﻧ ُ�ا ُﻒ ِّﻠ<br />

َﻜـُﻳ َﻻ<br />

“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle<br />

yükümlü kılar…” (Bakara, 2/286),<br />

�َ َﻋ َﻻَو �ج َﺮ َﺣ ِج َﺮ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﻻَو �ج َﺮ َﺣ ﻰ�ﻤ ْﻋَ ْﻻا �َ َﻋ َﺲْﻴَﻟ<br />

ِ<br />

�ج َﺮ َﺣ ﺾﻳﺮَﻤـْﻟا<br />

“Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya<br />

güçlük yoktur…” (Fetih, 48/17) anlamındaki âyetler<br />

ile,<br />

ِﻦ َﻋَو َﻆ ِ ﻘـْﻴَﺘ ْﺴَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ِﻢ ِ ﺋﺎﱠﻨﻟا ِﻦ َﻋ ٍ ﺔَﺛَﻼَﺛ ْﻦ َﻋ ُﻢَﻠَﻘْﻟا َﻊ ِ ﻓُر<br />

ﻞَ ِ ﻘ ْﻌَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ِ نﻮُﻨ ْﺠَﻤـْﻟا ِﻦ َﻋَو َﻢ ِ ﻠَﺘ ْ�ـَﻳ ﻰﱠﺘ َﺣ ﻰِﺒ ِ<br />

ّ ﱠﺼﻟا<br />

“Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır: Uyanın-<br />

caya kadar uyuyandan, ergenlik çağına erinceye kadar<br />

�<br />

83 84<br />

çocuktan ve şifa buluncaya kadar akıl has-tasından” 101<br />

anlamındaki hadis bu gerçeği ifade etmektedir.<br />

1. ZİHİNSEL ENGELLİLER<br />

a) Abdest, Gusül ve Namaz<br />

Zihinsel engellileri üç kısma ayırmak mümkündür. Zihinsel<br />

engelliği sürekli olanlar, kısmî engelliler ve geçici<br />

süreli zihinsel engelliler.<br />

Bir insanın söz, fiil ve davranışlarından dinen sorumlu<br />

tutulabilmesi için akıllı ve buluğa ermiş olması gerekir.<br />

Dolayısıyla aklî melekesini tümüyle yitirmiş ve olayları<br />

değerlendiremeyecek kadar zeka özürlü olan kişiler hiçbir<br />

dinî görevle sorumlu değillerdir.<br />

Kısmî özürlüler, güçleri nispetinde abdest alıp namazlarını<br />

kılar.<br />

Komaya girmek ve bayılmak gibi kısa süreli zihinsel<br />

faaliyetini yitirenlerin abdest ve namazla ilgili durumları<br />

bu halin süresine göre farklılık arz etmektedir.<br />

Beş vakit namaz süresi ve daha fazla devam eden<br />

bayılma ve koma halinde olanlar ibadetten muaftırlar. 102<br />

Ebû Hanîfe’ye göre, baygın veya komada olan veya<br />

aklı giden kişi, 24 saat geçmeden kendine gelse, bu süreye<br />

ait namazları kaza eder. İmam Muhammed’e göre,<br />

101 Ebû Dâvud, Hudûd, 17. IV, 560. Tirmizî, Hudûd, 1, IV, 32; Dârimî, Hudûd, 1, s.<br />

567; Buhârî, Talâk, 11. VI, 169; Hudûd, 22. VIII, 21.<br />

102 İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 330. Matbaatü’l-Bâbî’l-Halebî,<br />

Mısır, tarihsiz.


kaçırılan namazların sayısı beşten az ise namaz<br />

düşmez, iyileşince bu namazların kaza edilmesi gerekir.<br />

Kaçırılan namazların sayısı beşten fazla ise namazlar<br />

düşer, bu namazların daha sonra kazası gerekmez.<br />

Namaz kılabilmek için en az bir âyet öğrenip ezberlemek<br />

her yükümlü Müslüman için farz-ı ayın; Fâtiha sûresini<br />

ve bir sûreyi veya üç kısa âyeti ezberlemek ise vâciptir.<br />

103<br />

Zihinsel özürlülük sebebiyle namazda okunacak sûre<br />

ve duaları ezberleyemeyen veya ezberlediğini hafızasında<br />

tutamayan kimse öğrenebildiği en kısa âyet ve duaları<br />

okumakla yetinir. Hiç öğrenemiyor ve ezberleyemiyorsa,<br />

artık kıraat o kimseden düşer, namazın diğer<br />

farz, vacip ve sünnetlerini yerine getirerek namazını<br />

kılar.<br />

b) Oruç<br />

Tam zihinsel özürlüler oruç tutmakla yükümlü<br />

değillerdir.<br />

Akıl hastalığı, baygınlık veya koma hâli kısa<br />

aralıklarla olursa orucun farz oluşuna ve bu hallerde tutulamayan<br />

oruçların kaza edilmesine engel değildir.<br />

Ramazan ayı boyunca devam eden akıl hastasından<br />

o yılın orucu sakıt olur. Daha sonra iyileşse bile tutamadığı<br />

orucun kazası gerekmez.<br />

Bir gün süreyle devam eden bayılma ve koma halinde<br />

o günün tutamadığı orucundan sorumlu olmazlar.<br />

103 İbn Âbidîn, I, 561.<br />

85 86<br />

İbadetleri yapmaya aklı eren kısmî zihinsel engelliler<br />

oruçlarını tutarlar.<br />

c) Hac<br />

Bir insana haccın farz olabilmesi için akıllı, buluğa<br />

ermiş, sağlıklı ve özgür olması, tutuklu ve kısıtlı olmaması,<br />

ekonomik yönden imkânı olması, yol güvenliği bulunması,<br />

haccın eda edildiği vakte yetişmesi ve<br />

kadınların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmış<br />

olması gerekir.<br />

Dolayısıyla tam zihinsel özürlüler hac yapmakla yükümlü<br />

değillerdir.<br />

Kısmî zihinsel engelliler, hac yapabilecek durumda<br />

iseler, diğer şartların da bulunması şartıyla hac ibadetiyle<br />

yükümlü olurlar.<br />

d) Zekat, Fıtır Sadakası ve Kurban<br />

Zekat; asli ihtiyaçları ve borçları dışında nisap miktarı<br />

malı veya parası olan kişiye, bu malın ya da paranın<br />

üzerinden bir yıl geçmesi halinde farz olur.<br />

Hanefî bilginlere göre, bir Müslümanın zekatla yükümlü<br />

olabilmesi için, akıllı olmak ve ergenlik çağına<br />

ulaşmış bulunmak da şarttır. Çünkü akıl hastaları zekat,<br />

sadaka ve kurban ile sorumlu değillerdir.<br />

Diğer mezheplere göre, bir Müslümana zekatın farz<br />

olması için ergen ve akıllı olmak şart değildir. Dolayısıyla<br />

zengin iseler çocuk, tam veya kısmî zihinsel özür-


lüler zekat, sadaka ve kurban ibadetiyle sorumludurlar.<br />

Bu kimselerin malından velî veya vasîleri zekat ve sadakalarını<br />

verir, kurbanlarını keserler. Bu görüşte olanların<br />

delilleri;<br />

ُﻪَﻠ ُﻛْﺄَﺗ ﻰﱠﺘ َﺣ ُﻪ ْﻛ�َﻳ ُ ْ َﻻَو ِ ﻪﻴِﻓ ْﺮ ِ ﺠﱠﺘَﻴْﻠَﻓ لﺎَﻣ � ُﻪَﻟ ﺎـًﻤﻴِ ﺘَﻳ َ<br />

ِ� َو ْﻦَﻣ َﻻَا<br />

ُﺔـَﻗ َﺪ ﱠﺼﻟا<br />

“Malı bulunan bir yetimin velisi olan kimse, bu malı ticaretle<br />

çalıştırsın, malı bırakıp da zekat onu yemesin” 104<br />

anlamındaki hadistir.<br />

Baygınlık ve koma hali zekat vermeye engel değildir.<br />

Çünkü bu halin uzun sürmesi mutat değildir.<br />

2. BEDENSEL ENGELLİLER VE HASTALAR<br />

a) Abdest ve Gusül<br />

Abdest uzuvlarından biri eksik olan mesela ayakları<br />

veya kolları bulunmayan bedensel engelli bir kimse sadece<br />

sağlam olan uzvunu yıkar. Protezlerin yıkanması<br />

veya meshedilmesi gerekmez. Bunların temiz olmaları<br />

yeterlidir.<br />

Burundan veya bir yaradan akan kanın, idrarın ve<br />

kadınların akıntısının namaz kılacak kadar bir süre durmaması<br />

halinde bu kimseler “özür sahibi” sayılırlar.<br />

Hanefî mezhebine göre bu kimseler, her vakit için<br />

abdest alıp namazlarını kılarlar. Vakit çıkınca bu kimse-<br />

104 Tirmizî, Zekât, 15, III, 32.<br />

87 88<br />

lerin abdestleri bozulmuş sayılır. Bir vakit içerisinde<br />

kişinin özrünün dışında abdesti bozacak bir şey<br />

olmadıkça kişi abdestli sayılır. Bu abdest ile istediği<br />

namazı kılabilir, Kabe’yi tavaf edebilir, Kur’ân’ı eline alabilir.<br />

Sahabeden Ebû Hubeyş kızı Fâtıma, uzun süre kesilmeyen<br />

özür kanının hükmünü sorması üzerine Peygamberimiz;<br />

ﻰِ ﻋ َﺪَﻓ ُﺔ َﻀْﻴَ ﳊا ْ ﺖَﻠَﺒْﻗَا ِ اَذ ِ ﺎَﻓ ِ ﺔ َﻀْﻴَ ﳊﺎِﺑ ْ ْﺖ َﺴْﻴَﻟَو �ق ْﺮ ِ ﻋ َﻚ ِ ﻟ�ذ<br />

ﻰّ ِ ﻠ َﺻَو �ِ ِ ﺴَﺘ ْﻏﺎَﻓ ْتَﺮَﺑْدَا اَذ ِ اَو َةﻮَﻠ ﱠﺼﻟا<br />

“Bu kanamayı yapan bir damardır. Bu, ay hâli<br />

değildir. Âdet zamanın gelince namazını bırak. Âdetin<br />

kadar bir süre geçince kanını temizle, boy abdesti al ve<br />

namazını kıl” 105<br />

ُﺖْﻗ ﻮْﻟا َ َﻚ ِ ﻟ�ذ ﺊﻴِ<br />

َ � َ ﻰﱠﺘ َﺣ ٍ ةﻮَﻠ َﺻ ﻞﱢ ُﻜِ ﻟ ﻰِ ﺌ ﱠﺿ ﻮَﺗ َ ﱠﻢُﺛ<br />

“Bundan sonra da her namaz için yalnız abdest alarak<br />

namazını kıl” 106 cevabını vermiştir. Diğer özür sahip-<br />

leri de buna kıyas edilmiştir.<br />

İmam Şâfiî’ye göre özür sahibinin abdesti, kıldığı<br />

namaz bitince bozulur. Her namaz için yeniden abdest<br />

alması gerekir.<br />

105 Buhârî, Hayz, 19, I, 83. bk. Buhârî, Hayz, 24, I, 84; Müslim, Hayz, 62, 63; I,<br />

262-263. Ebû Dâvud, Tahâre, 107, I, 183-186; Tirmizî, Tahâre, 93, 95, 96, I,<br />

217-229.<br />

106 Buhârî, Vudû’, 63, I, 62.


Bir kimsenin abdest organlarından birinde yara var<br />

ve yara sargıda ise abdest alınırken sargı üzerine mesh<br />

eder.<br />

Boy abdesti almak isteyen kimsenin vücudunda bir<br />

yara var ve yaranın yıkanması sağlık açısından zararlı<br />

ise bu yara yıkanmaz, sargı varsa sargı üzerine mesh<br />

edilir, vücudun diğer kısımları yıkanır.<br />

Sağlık nedeniyle abdest veya gusül için suyu kullanmak<br />

mümkün değilse teyemmüm yapılır. Suyu kullanma<br />

imkânı doğduğu andan itibaren abdestin ve guslün su ile<br />

yapılması gerekir.<br />

Doku nakli yoluyla ektirilen saçlar kişinin kendi saçı<br />

hükmündedir. Abdeste ve gusle mani değildir. Plastik<br />

deri üzerine ekilip başa yapıştırılan saçlar ise peruk hükmünde<br />

olup suyun deriye geçmesine engel olduğu için<br />

abdeste ve gusle manidir.<br />

Özürlü kimsenin çamaşırına özür yerinden çıkıp<br />

bulaşan kan, irin, cerahat gibi sıvılar, özrü devam ettiği<br />

sürece, namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak bu sıvı<br />

maddelerin arkası kesilmişse, bunların yıkanması gerekir.<br />

107<br />

Takma dişi olanlar boy abdesti alırlarken bu dişlerini<br />

çıkarırlar. Abdest alırken çıkması kolaysa çıkarırlar,<br />

zorsa çıkarmazlar. Çünkü boy abdestinde ağzı yıkamak<br />

farz, abdestte ise sünnettir.<br />

107 İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn, Muhammed ibn Abdilvâhid, Fethu’l-Kadîr, I, 124.<br />

Bulak, 1898.<br />

89 90<br />

Sabit takma dişler (kaplama, köprü vesair) abdest ve<br />

gusle mani değildir.<br />

b) Namaz<br />

Bedensel engelliler ve hastalar güçleri nispetinde namazlarını<br />

kılarlar.<br />

Hastalığı ve özrü sebebiyle ayakta namaz<br />

kılamayanlar, bir yere dayanarak kılarlar, bu şekilde de<br />

kılamayanlar oturarak, oturarak da kılamayanlar,<br />

sırtüstü veya yan üstü yatıp ayaklarını kıbleye uzatarak<br />

îmâ ile kılarlar.<br />

Namazı sandalyede oturarak kılmaya gücü yetenler<br />

bu şekilde kılarlar.<br />

Sahabeden İmrân ibn Husayn anlatıyor. Bende basur<br />

hastalığı vardı. Hz. Peygambere, namazı sordum,<br />

ْﻊ ِ ﻄَﺘ ْﺴَﺗ ْﻢـَﻟ ْن ِ ﺎَﻓ ا ًﺪ ِ ﻋﺎَﻘَﻓ ْﻊ ِ ﻄَﺘ ْﺴَﺗ ْﻢـَﻟ ْن ِ ﺎَﻓ ﺎـًﻤِ ﺋﺎَﻗ ِﻞّ َﺻ لﺎَﻘَﻓ َ<br />

ٍﺐْﻨ َﺟ �َ َﻌَﻓ<br />

“Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak,<br />

buna da gücün yetmezse yan üzerine yatarak kıl”<br />

buyurmuştur. 108<br />

Namazı, bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o<br />

kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını tamamlar.<br />

Yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, tekbiri ayakta<br />

alır, sonra oturup namazına devam eder.<br />

108 Buhârî, Taksir, 19. II, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 179. I, 585; İbn Mâce, İkame, 139,<br />

I, 386.


Özrü veya hastalığı sebebiyle secdeye tam olarak<br />

eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık<br />

gibi bir şeyle yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri<br />

gücünün yettiği kadar eğilerek îma ile yapar.<br />

c) Îmâ İle Namaz<br />

Îmâ; rükû ve secdeye işaret olmak üzere namazda<br />

başı önüne doğru eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği<br />

gibi oturarak, yanı veya sırtı üstü yatarak da yapılabilir.<br />

Yan yatışta yüz kıbleye gelecek şekilde yatılır, sırt üstü<br />

yatmada ise ayaklar kıbleye gelecek şekilde yatılır ve<br />

yüzün kıbleye yönelmesi için başın altına bir yastık konulur.<br />

Namazı, ayakta veya oturarak veya yattığı yerden<br />

başı ile îmâ ederek kılamayanlar göz, kaş ve kalp ile<br />

îma ederler mi? Bu konuda müçtehit âlimler farklı<br />

görüşler beyan etmişlerdir:<br />

1. Ebû Hanîfe, başı ile îmâ ederek namaz kılamayan<br />

kimselerin namazlarını ertelemeleri görüşündedir.<br />

2. Ebû Yusuf’a göre baş ile îmâya gücü yetmeyenlerin<br />

göz ve kaşları ile îmâ ederek namaz kılmaları gerekir.<br />

3. İmam Züfer ile İmam Şâfiî’ye göre göz ve kaş ile<br />

îmâ yaparak namaza gücü yetmeyenlerin kalple îmâ<br />

ederek namazlarını kılmaları gerekir.<br />

Buna göre, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya<br />

ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına<br />

sebep olacağı anlaşılan kimse, oturarak namazını kılar,<br />

91 92<br />

oturmaya da gücü yetmezse, duruma göre yanı üzerine<br />

veya arkası üstüne yatarak îmâ ile namazını kılar.<br />

d) Cuma ve Cemaatle Namaz<br />

Hanefî ve Mâlikî bilginlere göre cuma namazı<br />

dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten<br />

erkekler için müekked sünnettir. Bu itibarla kadınlar,<br />

bedensel engelliler, hastalar ve çok yaşlı kimseler, cemaatle<br />

namaz kılmak için camiye gitmeyebilirler. 109<br />

Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler<br />

ile hastalığının artmasından veya uzamasından korkan<br />

kimselere cuma namazı farz değildir. 110<br />

Şâfiî bilginlere göre, farz namazların camide cemaatle<br />

kılınması farz-ı kifâye, Hanbelî bilginlere göre farz-ı<br />

ayındır. 111 <strong>Engelliler</strong> ve mazeret sahipleri bu hükmün<br />

dışındadır.<br />

e) Oruç<br />

Akıllı ve ergen durumda bulunan bedensel engelliler,<br />

hasta değillerse, Ramazan orucunu tutmakla yükümlüdürler.<br />

109 İbnu’l-Humâm, I, 243. İbn Âbidîn, I, 515. İbn Rüşd, Muhammed İbn Ahmed el-<br />

Hafîd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Müktesid, I, 136, Matbaatü’l-İstikâme,<br />

Mısır, tarihsiz.<br />

110 Serahsî, Muhammed İbn Ahmed İbn Ebî Selh, el-Mebsût, II, 22, 23. Dâru’l-<br />

Ma’rife, Beyrut,1978; İbnu’l-Hümam, I, 417.<br />

111 İbn Kudâme, Muvaffakuddîn, Abdullah İbn Ahmed, el-Muğnî, II, 176, Dâru’l-<br />

Menâr, Kâhire 1970.


Oruca dayanamayacak kadar hasta olan veya çok<br />

yaşlı olan kimselerin oruç tutmaları farz değildir. 112<br />

Oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı veya hastalığının<br />

artacağı tıbben bilinen kişilerin Ramazan orucunu tutmaları<br />

gerekmez. Bu kimseler daha sonra iyileşince oruç-<br />

larını kaza ederler. Hastalığının sürekli olması veya çok<br />

yaşlılık gibi sebeplerle kaza etme imkânı bulamayacağı<br />

belli ise, bu kimseler her gün için “bir yoksul doyumu”<br />

kadar fidye verirler. 113<br />

f) Hac<br />

Hac ibadetinin bir insana farz olabilmesi için bedenen<br />

bu ibadeti yapmaya gücü yetmesi gerekir. Bu görevi yapamayacak<br />

derecede hasta, felçli, kötürüm, özürlü ve<br />

kendi başına binite veya vasıtaya binip inemeyecek derecede<br />

yaşlı olan kimselere hac farz değildir. Çünkü<br />

yüce Allah haccı “gücü yetenlere” farz kılmıştır. Hac<br />

beden ile yapılan bir ibadettir. Bedenen hac yapmaya<br />

gücü yetmeyen kimseye hac farz olmaz. Sahabeden Abdullah<br />

ibn Abbâs,<br />

ًﻼﻴِﺒ َﺳ ِ ﻪْﻴَﻟ ِ ا َعﺎَﻄَﺘ ْﺴﻟا ِﻦَﻣ ﺖْﻴَﺒْﻟا ِ<br />

ﱡﺞ ِ ﺣ سﺎﱠﻨﻟا ِ �َ َﻋ �ِ ِ<br />

َو<br />

“...Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, Kâbe’yi<br />

ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir<br />

hakkıdır...” (Âl-i İmrân, 3/97) anlamındaki âyette “güç ye-<br />

93 94<br />

tirebilmeyi” “bedenen sağlıklı olmak, azık ve binit” olarak<br />

tefsir etmiştir. 114<br />

Dolayısıyla bedensel engelli ve hastalara hac farz<br />

değildir. Bu kimselere haccın farz olduğunu söylemek,<br />

ٍج َﺮ َﺣ ْﻦ ِ ﻣ ِﻦﻳّﺪﻟا<br />

� ِ<br />

ْﻢ ُﻜْﻴَﻠ َﻋ ﻞَ َﻌ َﺟ ﺎَﻣَو<br />

�<br />

“…Allah, dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi…"<br />

(Hac, 22/78) anlamındaki âyete ters düşer. Çünkü<br />

sağlığı yerinde olmayan kimseyi hac ibadetiyle sorumlu<br />

tutmak dinde güçlük çıkarmak olur.<br />

g) Zekat, Sadak-i Fıtır ve Kurban<br />

Bedensel engelli ve hasta olan Müslümanlar, zengin<br />

iseler zekat ve sadaka vermek ve kurban kesmekle yükümlüdürler.<br />

3. GÖRME ENGELLİLER<br />

a) Abdest, Gusül ve Namaz<br />

Görme engelliler, abdest, gusül ve namazla yükümlüdürler.<br />

Bu kimseler, kendileri camiye gidebiliyorlarsa<br />

veya kendilerini camiye götürebilecek yardımcıları var<br />

ise namaz için özellikle cuma namazı için camiye giderler.<br />

Sahâbeden Abdurrahman ibn Ka’b babası gözlerini<br />

kaybedince, ona rehberlik yapmış ve onu cuma<br />

namazına götürmüştür.<br />

112 Bakara, 2/185.<br />

113 Bakara, 2/184. 114 Kâsânî, II, 121-122; İbn Hümâm, II, 416.


Peygamberimize görme engelli biri gelmiş ve<br />

ِ ﺪ ِ ﺠ ْﺴَﻤـْﻟا َ<br />

� ِ ا ُدﻮ ُﻘَﻳ �ﺪ ِ ﺋﺎَﻗ ِ� َﺲْﻴَﻟ ُﻪﱠﻧ ِ ا ِ �ا َ<br />

لﻮ ُﺳَر ﺎَﻳ<br />

“Ey Allah’ın Elçisi! Beni mescide götürüp getirecek bir<br />

rehber yoktur” demiş ve<br />

ﻪِ ﺘـْﻴَﺑ ِ � ِ ﻰّ<br />

َ ِ ﻠ َﺼُﻴَﻓ ﺺَ ﺧَﺮُﻳ ِّ ْنَا ِ �ا لﻮ َ ُﺳَر لَﺎ َ َﺴَﻓ<br />

“Hz. Peygamberden evinde namaz kılmak için ruhsat<br />

istemiştir”<br />

ُﻪـــَﻟ ﺺـــ َ ﱠﺧَﺮـــَﻓ “Allah’ın elçisi (önce) kendisine bu konuda<br />

ruhsat vermiştir.<br />

ُهﺎـــ َﻋَد �ﱠ َوﺎـــــﱠﻤَﻠَﻓ “Adam dönüp giderken yeniden onu çağırmış”<br />

ve<br />

ةﻮ�ﻠ ِ<br />

ﱠﺼﻟﺎِﺑ ءا َ َﺪـِّ ﻨﻟا ُﻊَﻤ ْﺴَﺗ ﻞْ َﻫ لﺎَﻘَﻓ َ<br />

“Namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye<br />

sormuş. Adam,<br />

ْﻢ َﻌَﻧ لﺎَﻘَﻓ َ “Evet” deyince Peygamberimiz (a.s.),<br />

ْﺐ ِ ﺟَﺎَﻓ لﺎَﻗ َ “O halde davete icâbet et” buyurmuştur. 115<br />

Abdullah İbn Ümmi Mektûm, yaşlı ve görme engelli<br />

olduğunu ve evinin uzakta olup, kendisi için bir rehber<br />

de bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için<br />

izin istemiştir. Hz. Peygamber,<br />

115 Müslim, Mesâcid, 255, I, 452; Nesâî, İmâme, 50.<br />

95 96<br />

ءا َ َﺪـــــِ ّﻨﻟا ُﻊــــــَﻤ ْﺴَﺗ ﻞــــــ ْ َﻫ “Ezan sesini duyuyor musun?” diye<br />

sormuş, “evet” demesi üzerine, Allah’ın elçisi,<br />

ًﺔ َﺼ ْﺣُر َﻚَﻟ ُﺪ ِ ﺟَا َﻻ “Senin için bir ruhsat bulamıyorum” buyurmuştur.<br />

116<br />

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Hanbelî bilginlere<br />

göre kendisini cuma namazına götürecek rehberi bulunan<br />

görme engellilere cuma namazı farzdır. Diğer müçtehitlere<br />

göre farz değildir.<br />

Kendisini cuma namazına götürecek rehberi bulunmayan<br />

görme engellilere ise, cuma namazının farz<br />

olmadığı konusunda görüş birliği vardır. 117<br />

b) Hac<br />

Görme özürlü kimseye diğer şartları taşıyorsa haccın<br />

farz olup olmaması konusunda müçtehit âlimler farklı<br />

görüşler beyan etmişlerdir.<br />

Görme özürlü kimse hakkında Ebû Hanîfe’den iki rivayet<br />

vardır. Meşhur olan rivayete göre ekonomik gücü<br />

olsa ve kendisine refakat edecek biri bulunsa bile a’ma<br />

kimseye hac farz değildir.<br />

“Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, Kâbe’yi ziyaret<br />

etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”<br />

(Âl-i İmrân, 3/97) anlamındaki âyette geçen “güç yetirebilme”<br />

hem ekonomik hem de bedensel imkânı kapsamak-<br />

116 Ebû Dâvud, Salât, 46, I, 374. İbn Mâce, Mesâcid, 17, I, 260.<br />

117 Kâsânî, I, 256 256 vd.; İbnü’l-Hümâm, I, 714; İbn Rüşd, I, 151; İbn Âbidîn, I, 762<br />

vd.


tadır. Dolayısıyla ekonomik imkânları olsa bile görme<br />

özürlüler hac yapmakla yükümlü değillerdir. 118<br />

İmam Muhammed ile İmam Ebû Yusuf’un tercih ettikleri<br />

görüşe göre ekonomik gücü ve kendisine refakat<br />

edecek biri varsa o zaman a’maya hac farz olur. Diğer<br />

mezheplerin görüşleri de bu istikamettedir. 119<br />

c) Oruç, Zekat, Sadak-i Fıtır ve Kurban<br />

Görme engelliler, sağlıklı iseler oruç tutmakla, zengin<br />

iseler zekat ve sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle<br />

yükümlüdürler.<br />

Görme engellilerin alış veriş, sözleşme, kira akdi<br />

yapma, tanıklık etme ve benzeri gücünün yettiği her<br />

türlü medenî tasarrufu geçerlidir. 120<br />

4. İŞİTME VE KONUŞMA ENGELLİLER<br />

İşitme ve konuşma engeli bulunanlar, âyet ve dua ezberleyememişlerse<br />

“Kur’ân ve dua okuma” dışındaki<br />

diğer farz, vacip ve sünnetlerini yaparak namazını<br />

kılmak; sağlıkları yerinde ise oruçlarını tutmak, zengin<br />

iseler zekat ve sadaka-i fıtırlarını vermek ve kurban kesmek,<br />

imkânları varsa hac yapmak ile yükümlüdürler.<br />

Güçlerinin yettiği diğer dinî görevleri yaparlar.<br />

118 Kâsânî, II, 121-125; İbn Âbidîn, II, 194-199.<br />

119 İbn Hümâm, II, 421; Kâsânî, II; 121; eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtac, II, 218, Mısır tarihsiz.<br />

120 Kâsânî, V, 164, 298; İbn Kudâme, IV, 210.<br />

97 98<br />

İşitme ve konuşma engellilerin evlenme ve boşanma<br />

işlemlerini işaret diliyle yaparlar. Okuma yazma biliyorlarsa<br />

bu tasarruflarını yazı ile güçlendirmeleri uygun<br />

olur. İşitme ve konuşma engelliler, evlilik akdine tanık<br />

olabilirler. 121<br />

Nisâ 95, Nûr 61 ve Fetih 17 âyetleri zihinsel ve bedensel<br />

engelliler ile hastaların savaşa katılmayabileceklerini<br />

bildirmektedir. Sahabe döneminde, savaşa<br />

çıkan Müslümanlar, evlerinin anahtarlarını veya hazinelerini<br />

görme veya yürüme engelli olan yahut hasta olup<br />

da savaşa katılamayanlara emânet ederler ve bunlardan<br />

yemelerine izin verirlerdi. Ancak buna rağmen onlar,<br />

� ﱠﻻ ِ ا ِﻞ ِ ﻃﺎَﺒْﻟﺎِﺑ ْﻢ ُﻜـَﻨـْﻴـَﺑ ْﻢ ُﻜـَﻟاﻮْﻣَا َ � اﻮُﻠ ُﻛْﺄَﺗ َﻻ اﻮُﻨَﻣ�ا َﻦﻳﺬﱠﻟا<br />

ﺎ َﻬــﱡﻳَا �ﺎَﻳ<br />

�<br />

ْﻢ ُﻜـْﻨِ ﻣ ضاَﺮــَﺗ ٍ<br />

ْﻦ َﻋ ًةَرﺎَ ﲡ ِ َنﻮ ُﻜـَﺗ ْنَا<br />

“Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını karşılıklı<br />

rızaya dayanan ticaret malı olması dışında bâtıl yollarla<br />

yemeyiniz” (Nisâ, 4/29) âyetini dikkate alarak,<br />

bunda sakınca görüp yemezlerdi. İbn Abbas’a göre,<br />

âyet bunun üzerine inmiş ve engellilere bu konuda kolaylıklar<br />

getirilmiştir. 122<br />

121 Kâsânî, II, 231, 253, 254; Cezîrî, Abdurrahmân, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaâ,<br />

IV, 16, Mısır, tarihsiz.<br />

122 Kurtubî, XII, 205.


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME<br />

Varlıkların en mükemmeli ve en üstünü olan insanın<br />

Allah katındaki değeri îmân, ibadet, sâlih amel, takva ve<br />

güzel ahlâk nispetindedir. Çünkü Allah insanları bu<br />

açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine,<br />

ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli<br />

oluşlarına bakmamaktadır.<br />

Kur’ân’da dünya veya âhiret hayatında, hakîkî,<br />

çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma,<br />

ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan<br />

söz edilmiştir.<br />

Hakîkî anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dinî<br />

görevlerde ruhsat bildirme veya tedavi etme veya değer<br />

verme bağlamında zikredilmiştir.<br />

Kur’an’da yüce Allah, uzun yıllar hastalığa müptela<br />

olan ve çeşitli musîbetlere maruz kalan Eyub peygamber<br />

ile gözleri kör olan Yakup (a.s.)’ın iyileşmesi ve her<br />

iki peygamberin bu sıkıntılar karşısındaki metaneti ve<br />

sabrı örnek ve övgü bağlamında zikredilmektedir.<br />

Mecâzî anlamda engellilik; îmân etmeyen insanların<br />

ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları<br />

ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir.<br />

Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli<br />

99 100<br />

olmak; hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten<br />

kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek<br />

şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile<br />

konuşamamalarıdır.<br />

Ahsen-i takvîm üzere en güzel biçimde yaratılan<br />

insanın fizîkî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak sürdürebilmesi<br />

temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda bir<br />

takım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir.<br />

Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan halindedir.<br />

Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan<br />

olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi<br />

bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra,<br />

anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.<br />

İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer<br />

insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle<br />

karşılaşsın insanın her şeyden önce metanet ve sabır<br />

gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için<br />

maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir.<br />

Çarelere başvurur ancak “musibet ancak Allah’ın izni ve<br />

takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda<br />

da bir hayır vardır diyerek” rahat olma bilincini kazanabilmesi,<br />

insanın Allah’a olan imanının sonucudur.<br />

İslâm dinî, engelli insanlar ile sosyal ilişki, onlara iş<br />

bulma ve yardım etme konusunda gereken hassasiyeti<br />

göstermiştir. Onlara maddî ve manevî yardım sadaka<br />

sayılmıştır. Peygamberimiz engelli insanlara devlet yönetiminde<br />

önemli görevler vermiş, böylece onların toplumda<br />

üretken bir konuma getirilmesinin gereğine işaret<br />

etmiştir.


İslâm’da hak, görev ve sorumluluklar insan gücü ile<br />

sınırlıdır. Engelli oluşun insana getirdiği güç kaybı yükümlülüklerde<br />

dikkate alınmış ve buna paralel olarak kolaylaştırma<br />

ve ruhsat sağlama yoluna gidilmiştir.<br />

İnsanın dünya yaşamında karşılaştığı hiçbir sıkıntı ve<br />

zorluk yoktur ki, âhiret yaşamı için bir kazanım<br />

sayılmasın. Hastalık, sıkıntı ve zorluk istenmez, fakat<br />

bütün önlemler alınmasına rağmen gelirse de sabretmek<br />

gerekir. Belâ, sıkıntı ve hastalıklara sabır ve tahammül<br />

sebebiyle o kimsenin günahları bağışlanır, kendisine<br />

sevap verilir böylece manevî derecesi artar.<br />

101 102<br />

BİBLİYOĞRAFYA<br />

Ahmed İbn Hanbel (ö.241/855), el-Müsned, Çağrı Yay.<br />

İstanbul, 1981.<br />

Beydâvî Abdullah b. Ömer (ö. 692), Envâru’t-Tenzîl ve<br />

Esrâru’t-Te’vîl, I, 249 (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr)<br />

Beyrut, tarihsiz.<br />

Beyhakî, Ahmed İbn el-Huseyn (ö.458/1065), es-<br />

Sünenu’l-Kübrâ, Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1994.<br />

Buhârî, Muhammed İbn İsmâîl (ö.256/869), el-Câmiu’s-<br />

Sahîh, Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />

Cezîrî, Abdurrahmân, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaâ,<br />

6. baskı, Mısır,tarihsiz.<br />

Dârimî, Ebû Muhammed İbn Abdurrahmân (ö.255/868),<br />

es-Sünen, Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />

Ebû Dâvûd, Süleyman İbn el-Eş’as es-Sicistânî (ö.275/<br />

888), es-Sünen. Çağrı Yay. İstanbul, 1981.<br />

Hâzin, Alâüddin Ali b. Muhammed, (ö.725), Lübabü’t-<br />

Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr<br />

içinde), Beyrut, tarihsiz.<br />

İbn Âbidîn, Muhammed Emîn (ö.1252/1836), Reddü’l-<br />

Muhtâr, Matbaatü’l-Bâbi’l-Halebî, Mısır, tarihsiz.


İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu’l-Hasan, Usdu’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe,<br />

Kahire, 1970.<br />

İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn, Muhammed İbn Abdilvâhid<br />

(ö.861/1457), Şerhu Fethu’l-Kadîr, 1. baskı, Mısır,<br />

1898.<br />

İbn Kudâme, Muvaffakuddîn, Abdullah İbn Ahmed<br />

(ö.620/1223), el-Muğnî, 3. baskı, Dâru’l-Menâr,<br />

Kâhire, 1970.<br />

İbn Mâce Muhammed İbn Yezîd el-Kazvînî, (ö.275/<br />

888), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />

İbn Rüşd, Ebu’l-Velîd Muhammed İbn Ahmed el-Hafîd<br />

(ö.520/1126), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-<br />

Muktesid, Matbaatü’l-İstikâme, Mısır, tarihsiz.<br />

Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr İbn Mes’ûd (ö.587/1191),<br />

Bedâyiu’s-Sanâyi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, 2. baskı,<br />

Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1974.<br />

Kurtubî, Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî (ö.671/<br />

1273), el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Mısır,1935.<br />

Mâlik İbn Enes (ö.179/795), el-Muvatta’, Çağrı<br />

Yayınları, İstanbul, 1981.<br />

Miras, Kâmil-Naim Ahmed (ö.1376/1958), Sahîh-i Buhârî<br />

Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi,<br />

2. baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara,<br />

1972.<br />

Mübârekfûrî, Ebû’l-Alî Muhammed Abdurrahman, Tuhfetü’l-Ahvezî<br />

bi Şerhi Câmiü’t-Tirmizî, Beyrut, tarihsiz.<br />

103 104<br />

Münzirî, Abdülazîm b. Abdülkavî, et-Terğîb ve’t-Terhîb,<br />

İhyâü’t-Türâsî, Beyrut, 1968.<br />

Müslim b. Haccac (ö. 261/, es-Sahîh, Çağrı Yayınları,<br />

İstanbul, 1981.<br />

Nesâî, Ebû Abdirrahmân İbn Şuayb (ö.279/892), es-<br />

Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />

Nesefî. Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b Muhammed<br />

(ö. 817), Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, I,<br />

249, (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr içinde) Beyrut, tarihsiz.<br />

Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 60. Dâru’l-<br />

Kur’ani’l-Kerîm, Beyrut, 1981.<br />

Serahsî, Muhammed İbn Ahmed İbn Ebî Selh (ö.490/<br />

1097), el-Mebsût, 3. baskı. Dâru’l-Ma’rife, Beyrut,<br />

1978.<br />

Şirbînî, el-Hatîb, Muğnî’l-Muhtâc, Mısır, tarihsiz.<br />

Tirmizî, Muhammed İbn Îsâ (ö,279/892), es-Sünen.<br />

Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.<br />

Taberî, Abdullah ibn Cerîr (310/), Câmiu’l-Beyân An Te’vîli<br />

Âyi’l-Kur’ân, Beyrut, 1988.<br />

Yazır Hamdi (ö.1939), Hak Dini Kur’an Dili Türkçe Tefsir,<br />

Eser Neşriyat, İstanbul, 1971.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!