You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Eşit, özgür, demokratik ve barış<br />
dolu bir dünya için<br />
TEMİZ ENERJİ İLE<br />
TEMİZ ÜRETİM<br />
Prof. Dr. Tanay Sıdkı UYAR<br />
1
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
BİRLEŞİK METAL-İŞ YAYINLARI<br />
Tünel Yolu Cad. No.2 34744 Bostancı-İSTANBUL<br />
Tel: (0216) 380 85 90 Faks: (0216) 373 65 02<br />
Teknik Hazırlık: Birleşik Metal-İş<br />
Baskı: Başka Matbaa<br />
No: 05 / 2013<br />
2
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Bölüm 1 7<br />
Giriş 7<br />
1.1 Atmosferin İçindeki İnsan 7<br />
1.2 İnsanların Katkısı Olmadan Atmosferin İçinde varolan Doğal Yaşam Çevresi 8<br />
1.3 Doğal Çevrede İnsan ve Enerji 10<br />
1.4 Enerjide Çözüm: Enerjinin Etkin Kullanımı ve %100 Yenilenebilir Enerji 14<br />
1.5 Atmosferde Ortalama Sıcaklığın Artışının Sonuçları 14<br />
1.6 Doğa Egemen ve İnsanlar Uymak Zorundalar 15<br />
1.7 Sanayi Devrimi ile Başlayan Doğa İnsan Etkinlikleri İlişki ve Etkileşimleri, yani<br />
Tahribatı 16<br />
1.8 Hava Kirliliği 16<br />
1.8.1 Hava Kirliliğinin Tanımı [1.7] 16<br />
1.8.2 Hava Kirliliğinin İnsan ve Çevresine Etkileri [1.7] 18<br />
1.8.3 Hava Kirliliğinin Nedenleri [1.7] 22<br />
1.8.4 Hava Kirlenmesinde Rol Oynayan Kirletici Maddelerden En Önemlileri 26<br />
1.9 Su Kirliliği [1.9] 28<br />
1.9.1 Su Kirliliğinin Nedenleri [1.9] 28<br />
1.9.2 Su Kirliliğinin Zararları ve Alınması Gereken Önlemler 30<br />
1.10 Sanayi Devrimi [1.10] 32<br />
1.10.1 İngiltere'de Sanayi Devrimi 32<br />
1.10.2 The Black Country [1.11] 34<br />
1.10.3 Dünya Devrimi ve Etkileri 34<br />
1.10.4 Sanayileşmenin Sağlık Etkileri [1.12] 35<br />
1.10.5 Endüstriden kaynaklanan Tehlikeli ve Zararlı Atıklar [1.13] 37<br />
Bölüm 2 43<br />
2.Türkiye’deki İnsan Etkinliklerinin Çevre Tahribatına Örnekler ve Avrupa’da<br />
Durum43<br />
2.1 Ergene Nehri'ndeki Kirlilik [2.1] 43<br />
2.2 Dilovası [2.2] 43<br />
2.3 Dünya Sağlık Örgütü(WHO) ile Sağlık Bakanlığı’nın Farklı Standartları [2.3] 45<br />
2.4 Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği [2.4] 46<br />
3
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
2.5 İlgili Kuruluşların Yaklaşımı 48<br />
2.6 Hava Kirliliği Ölçümü Eleştirisi [2.9] 49<br />
2.7 AB Standartları Daha Düşük [2.10] 49<br />
2.8 Motorlu Araçların Euro Emisyon Standardları Ve Türkiye [2.12] 51<br />
2.9 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Tarafından Hazırlanan, "Çevresel<br />
Performans İnceleme Raporu: Türkiye" [2.13] 52<br />
2.9.1 Çevre Yönetimi 52<br />
2.9.2 Hava 53<br />
2.9.3 Su 54<br />
2.9.4 Doğa ve Biyolojik Çeşitlilik 54<br />
2.10 Birleşmiş Milletlerin Çabaları [2.14] 55<br />
2.11 Avrupa Birliği’nde Durum(AB) [14] 59<br />
2.11.1 Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası [2.16] 61<br />
2.11.2 AB Çevre Politikası’nın Ana Bileşenleri 62<br />
2.11.3 AB’de Hava Kirliliği 62<br />
2.11.4 Su Kaynaklarının Korunması ve Yönetimi 63<br />
2.11.5 Atık Yönetimi Stratejisi ve Genel Düzenleyici Çerçeve 65<br />
2.11.6 Doğanın ve Biyolojik Çeşitliliğin Korunması 65<br />
2.11.7 Gürültü Kirliliği 66<br />
2.11.8 Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi 66<br />
2.11.9 Çevre Politikalarına Katılım ve Bilgiye Erişim [Aarhus Sözleşmesi] 67<br />
2.11.10 Kyoto Protokolü 67<br />
2.11.11 Mevcut En İyi Teknikler (MET) MET Referans Dokümanı (BREF) [2.18] 68<br />
2.11.12 Endüstriyel Emisyonlar Direktifi [2.19] 70<br />
Bölüm 3 73<br />
3.Sendikal Hareket ve Çevre Sorunları: Türkiye’de ve Dünya’da Sendikaların<br />
Çevre Politikaları [3.1]<br />
3.1 Temiz Enerji Platformu Kapsamında Sendikaların Türkiye Çevre Platformu ile<br />
İşbirliği 74<br />
3.2 Temiz Enerji Platformu [3.2] 75<br />
3.3 Temiz Enerji Platformu Yürütme Kurulu ve Kurucu Kuruluşlar Listesi 76<br />
3.4 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) [3.3] 77<br />
3.5 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) 2011 Milletvekili Genel Seçimleri Seçim<br />
Bildirgesi [3.4] 80<br />
3.6 Uluslararası Sendikal Hareketler ve Çevre Politikaları [3.1] 85<br />
4
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
3.7 Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) Çevre Politikaları [3.1] 85<br />
3.8 Avrupa Sendikal Hareketi ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUC)<br />
Çevre Politikaları [3.1] 88<br />
3.9 Uluslararası İşkolu Federasyonlarının Çevre Politikaları [3.1] 91<br />
3.9.1 Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşler Sendikası Federasyonu’nun<br />
(ICEM) Çevre Politikaları 91<br />
3.9. 2 Uluslararası Gıda ve Tarım İşçileri Sendikası’nın (IUF) Çevre Politikaları92<br />
3.9.3 Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu’nun (IMF) Çevre Politikaları 93<br />
3.9.4 Uluslararası Nakliyat İşçileri Sendikası’nın (ITF) Çevre Politikaları 93<br />
3.9.5 Uluslararası Sendikal Hareket ve Çevre Hareketi İlişkisi 94<br />
3.9.6 Sürdürülebilir Kalkınma İçin Uluslararası Çalışma Vakfı (SUSTAINLABOUR)94<br />
3.9.7 İş ve Çevre İçin Sendikalar (UJAE) 94<br />
3.9.8 Almanya IG Metal Sendikası [3.5] 95<br />
3.10 Almanya’da «Ekolojik Sanayi Politikası» [3.6] 97<br />
Bölüm 4 105<br />
4. Fabrikalarda Kullanılan Malzemelerin İşçi Sağlığına ve Çevreye Verdiği<br />
Zararlar [4.1] [4.2][4.3]<br />
4.1 Gemi Sanayimizde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği [4.4] 106<br />
4.2 Fabrikalarda Kullanılan Kimyevi Maddelerin Listeleri ve Bunların Muhtevaları [4.5] 106<br />
4.3 Kimyasalların Sınıflandırılması 107<br />
4.4 Avrupa Birliği Ülkelerinde Sınıflandırma 108<br />
4.5 Türkiye’de Geçerli İlgili Mevzuat 109<br />
4.5.1 Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu İş Sağlığı ve Güvenliği Yönergesi [4.6] 109<br />
4.5.2 İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 Nolu) [4.7] 109<br />
4.5.3 AB’nin Kimyasalların Sınıflandırılması, Etiketlenmesi ve Ambalajlanması<br />
Hakkında Yeni Tüzüğü CLP Neleri Değiştiriyor? [4.8] 110<br />
4.5.4 Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı’nın 187 Sayılı İş Sağlığı ve<br />
Güvenliğini Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi [4.9], [4.10] 111<br />
4.6 REACH Mevzuatı ve Ülkemizin Durumu Hakkında Bilgiler [4.11] 112<br />
4.6.1 Mevzuatın Amacı 112<br />
4.6.2 Mevzuatın Kapsamı 112<br />
4.6.3 REACH Mevzuatına Uyum 113<br />
4.7 AB Uyum Sürecinde Türkiye’de İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği [4.12] 114<br />
4.7.1 AB Uyum Çalışmaları Öncesi Durum 114<br />
4.7.2 AB’de Durum 115<br />
5
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.7.3 Yeni Durum 116<br />
4.7.4 İSG’de Yeni Yaklaşım 118<br />
4.7.5 Risk Yönetimi 118<br />
4.7.6 170 Sayılı ILO Kimyasallar Sözleşmesi 118<br />
4.7.7 Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri İle İlgili Usul ve Esasları Hakkında<br />
Yönetmelik (R.G: 07/04/2004/25426) 119<br />
4.8 İşyerinde Kullanılan Madde Türleri 120<br />
4.8.1 Katı Maddeler 120<br />
4.8.2 Sıvılar 123<br />
4.8.3 Buharlar 123<br />
4.8.4 Gazlar 123<br />
4.9 Kimyasalların Zararlarını Belirleyen Etmenler 125<br />
4.9.1 Kimyasal Riskler 126<br />
4.9.2 Kimyasalların Vücuda Giriş Yolları 128<br />
4.10 Deri Sanayiinde Kullanılan Kimyasalların İşçi-Çevre Sağlığı Üzerine Etkileri [4.13] 130<br />
4.10.1 Deri Sanayiinde Deri Tabaklama ve Kullanılan Kimyasal Maddeler 130<br />
4.10.2 Deri Sanayii ve İşçi Sağlığı 131<br />
4.11 Meslek Hastalıkları [4.14] 133<br />
4.11.1 Meslek Hastalıklarının Tanımı 133<br />
4.11.2 İşle İlgili Hastalıkların Tanımı 134<br />
4.11.3 Meslek Hastalıklarının Tarihçesi 134<br />
4.12 Fabrikada Kullanılan Kimyasal Maddelerin Etkileri [4.15] 136<br />
Bölüm 5 141<br />
5. Fabrikalardaki Atıkların Suları, Yeraltı Sularını Kirletmesi 141<br />
5.1 Su [ 5.1] 141<br />
5.2. Su Kirliliği [5.1] 142<br />
5.3 Yeraltı Suları ile İlgili Kirletme Yasakları ve Düzenlemeler (5.3) 145<br />
5.3.1 Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği 145<br />
5.3.2 Yeraltı Suyu Kirliliği Açısından Atık Su Kullanımı [5.4] 145<br />
5.3.3 Yeraltı Suyu Kirliliğine Neden Olan Faktörler 146<br />
5.3.4 Yeraltı Suyu Kirlilik Kriterleri ve Koruma Önlemleri 147<br />
5.4 Türkiye’de Fabrika Atıklarının Suları ve Yer Altı Sularını Kirletmesi [5.5] 148<br />
5.4.1 Türkiye’de Hidrolojik Su Havzaları 148<br />
5.4.2 Türkiye’de Topoğrafik Su Havzalarında Kirlenme 148<br />
6
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bölüm 1<br />
Giriş<br />
1.1 Atmosferin İçindeki İnsan<br />
Doğa ile ilişkimiz doğumumuzdan itibaren başlıyor. Var olan oksijeni soluyoruz<br />
ve çevremizde bulduğumuz gıdalarla beslenmeye başlıyoruz ve doğal yaşamın bir<br />
parçası oluyoruz.<br />
Atmosferin içinde doğduğumuz yer ve koşullara bağlı olarak yaşamımız<br />
kısa veya uzun olabiliyor. Ortalama insan ömrü kamu düzeni kurulmuş ülkelerde<br />
80 yıl kadar. Savaşların sürdüğü yerlerde 20 yıla düşebiliyor Termik santrallerin<br />
yakınlarına doğmuşsanız yaşamınızın 50. Yılında kanserden yaşamınız son<br />
bulabiliyor.Türkiye’de her ailede en az bir kanser vakası ile karşılaşıyoruz<br />
Halen atmosferin içine doğmuş ve şu ya da bu şekilde yaşamını sürdüren 7<br />
milyar dan fazla insan bulunmaktadır 1850 den 1950 yılına kadar olan zaman<br />
aralığında dünya nüfusu 2.5 milyara ulaşmıştır. 1950'den 1990 yılına kadar olan<br />
sadece 50 yıllık dönemde ise dünya nüfusu 5.3 milyara tırmanmıştır. Sanayi<br />
devriminden sonra hızla genişleyen yerleşim alanları, yollar, sanayi bölgeleri,<br />
fabrikalar, barajlar, dev rafineriler, maden ocakları, hızla genişleyen tarım alanları<br />
benzeri insan etkinlikleri sonucu doğal çevre tahrip edilmeye başlanmıştır. Çevre<br />
sorunları, doğal olarak sanayileşmenin daha önce başladığı Batı Avrupa ve<br />
Amerika da kendini gösterdi, kısa zamanda gelişmekte olan ülkelere de sıçradı.<br />
Kimsayal gübre, pestisit ve herbisitlerin kullanımı toprak kirlenmesine yol<br />
açarken, sanayii faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde ve şehirlerde hava ve su<br />
(deniz, göl, akarsu) kirliliği, radyoaktif kirlilik görülmeye başlandı.<br />
7
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bugün dünyamız için temel çevre ve sağlık tehditleri şu şekilde<br />
sıralanmaktadır: Doğanın tahribatına ve insanların kanserden ölümüne neden<br />
olan kirli teknolojilerin atmosferde kullanımı ve bir ülkeden diğerine transferi;<br />
ulaşım, sanayi ve konutlarda fosil yakıtların kullanımı sonucu atmosfere katı, sıvı<br />
ve gaz zehirli maddelerin atılması; atmosfere salınan CO2 gazı ve diğer sera<br />
gazlarının etkisi ile ortaya çıkan küresel ısınmanın yol açtığı iklim değişiklikleri,<br />
nükleer silahlanma ve nükleer silah malzemesi üretim tesislerinin atık ısısından<br />
elektrik üretiminin yol açtığı Three Mile (ABD), Chernobyl (Rusya) ve Fukhisima<br />
(Japonya) benzeri kazalarla milyonlarca insanın ölüp yaralanması.<br />
1.2 İnsanların Katkısı Olmadan Atmosferin İçinde<br />
Var Olan Doğal Yaşam Çevresi<br />
Dış sıcaklığı eksi 60 derece olan atmosferde asıl enerji kaynağı güneştir. Güneş<br />
yaşam çevresini oluşturuyor ve buna ek olarak rüzgarı oluşturuyor, fotosentez ile<br />
biokütleyi üretiyor, güneşle buharlaşan suya potansiyel enerji kazandırarak<br />
canlılara içmek ve tarım için temiz su sağlıyor.<br />
Kömür, petrol ve doğal gaz da güneşin enerjisini verdiği ormanlar ve<br />
organik canlıların yer altında fosilleşmesi ile milyonlarca yılda oluşuyor. Güneş<br />
her gün emre amade iken fotosentezle günesin enerjisini kimyasal enerji olarak<br />
depolayan orman ve organik canlıların yer altında kalarak milyonlarca yıl fosilleşmesini<br />
bekleyip, yeraltından çıkartırken yüzlerce madencinin ölmesine yol açarak kömür<br />
çıkartıp kullanmak bugün artık akıllı insanların yapacağı bir şey değildir.<br />
8
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Güneş insanlığın yaşaması için bir umut. Güneşi küçümsemek ve çok az<br />
kullanıldığını belirtmek çözümü istemeyenlerin genel yaklaşımı. Aynı yeni doğan<br />
bebek gibi. Yeni doğan bebek annesi babası tarafından ufaktır diye yok edilir mi?<br />
Edilmez tabi. Çünkü o ufak bebek asıl yaşamı ileriye taşıyacak olandır. Bu<br />
nedenle bir şeyi ufaktır diye yok saymak doğru bir yaklaşım değildir. Nasıl yeni<br />
doğan bir çocuğun büyümesi engellenemez ise güneş ve türevlerinin dünyanın<br />
enerjisinin %100 ünü sağlaması da engellenemez.<br />
Yenilenebilir enerji yeryüzünde herkese eşit olarak ayrım yapmadan ulaştığı<br />
için eşitlik, merkezi bir otoriteye bağlı olmadan bulunduğunuz her yerde<br />
kullanabildiğiniz için özgürlük, hiç kimseyi öldürmeden yararlanabildiğiniz için<br />
barış ve yerli iş imkanı sağladığı için demokrasi anlamına da gelmektedir.<br />
Dünyanın merkezinde var olan 6000 derece sıcaklığında magma toprak<br />
sıcaklığımızın ortalama 15 derece olmasını sağlamaktadır. Atmosferden ısı ve<br />
ışığını esirgemeyen güneş çevresini saran sera gazlarının oluşturduğu battaniye<br />
marifetiyle ve onunla adeta bir iş bölümü yaparak atmosferin ortalama sıcaklığını<br />
eksi 60 dereceden ortalama artı 16 dereceye getirmektedir. Şu anda kullandığımız<br />
enerji kaynakları yaşamımız için elverişli ortamı sağlamak için marjinal bir destek<br />
sağlamaktadır. Örneğin, Erzurum'da sıcaklık eksi 30 dereceye düştüğü zaman<br />
evimizi artı 20 dereceye getirmek için ısıtıyoruz. Muğla gibi sıcak bölgelerde<br />
sıcaklık artı n40 dereceye ulaşınca evimizin sıcaklığını 20 dereceye klima gibi<br />
9
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
cihazlarla düşürmeye çalışıyoruz. Bu teferruat kısmını fosil yakıtları kullanarak<br />
gerçekleştiriyoruz. Kömür, doğalgaz ve petrol enerjinin teferruat kısmıdır. Bizim<br />
iddiamız odur ki; teferruat kısmını da %100 yenilenebilir enerji kaynakları ile<br />
sağlamak mümkündür ve bu enerjide tek kalıcı çözümdür.<br />
1.3 Doğal Çevrede İnsan ve Enerji<br />
İnsan, yaşamını doğal çevrede sürdürürken ihtiyaçlarını da doğal kaynaklardan<br />
sağlıyordu. Kurutmayı ve ısınmayı güneşle, un üretimini rüzgarla yapıyor, bir<br />
kandilin ışığıyla aydınlanabiliyordu. Nüfus artıp ihtiyaçlar çeşitlenince, "daha çok"<br />
ve "daha hızlı"yı isteyen insan, yeni kaynakların arayışına girdi. Önce buharın<br />
keşfinde olduğu gibi kullandığı kaynakları yoğunlaştırarak "daha fazla" enerji elde<br />
etti. Güneşin dağınık enerjisini yoğunlaştırarak sıcak su, buhar elde etme yerine<br />
daha kolay bir yolu seçti. Yakılmasıyla daha fazla enerjiyi açığa çıkaran yakıtlara<br />
yöneldi. Fakat bu yakıtların çevreye ve atmosfere verdiği zarar, sağladığı faydayı<br />
gölgeledi.<br />
Çok değil, 100 yıl gibi kısa bir sürede fosil yakıtların doğaya ve canlıların<br />
sağlığına verdiği zararlar etkisini gösterdi. Kömür, doğalgaz, petrol gibi binlerce<br />
yılda oluşmuş kaynaklar "insanlığın gelişmesi(!)" adına tüketildikçe, atıklarıyla<br />
hava, su, toprak da tükenmeye başladı. Fosil yakıtlar olarak adlandırılan kömür,<br />
petrol ve doğalgazın yarattığı olumsuzluklar sadece yakın çevreyle sınırlı kalmadı;<br />
atmosfere de yayıldı. Sonunda bu kirlilik, iklim değişikliğine yol açmaya ve dünya<br />
yaşamını tehdit etmeye başladı.<br />
10
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bugün fosil yakıtların çevre ve insan sağlığı açısından<br />
yarattığı olumsuzluklar her geçen gün katlanarak artıyor. Fosil yakıtlar<br />
yakıldığında altı sera gazının açığa çıkmasına neden oluyor. Bunlardan en<br />
belirleyici olanları karbondioksit (CO2) ve metan. Diğer kirleticiler ise kükürt,<br />
partikül madde, azotoksit, kurum ve kül. Yanma sırasında ortaya çıkan<br />
karbonmonoksit (CO), oksijenden çok daha hızlı bir şekilde kandaki<br />
hemoglobine tutunarak vücuttaki oksijeni bloke ediyor ve baş ağrısı vb.<br />
hastalıklara yol açıyor. Kömür ve petrolün yanmasıyla ortaya çıkan, kükürtdioksit<br />
(SO2) ise kokusuyla fark ediliyor. Sülfürik aside dönüşerek insan sağlığına ve<br />
doğal çevreye onarılmaz zararlar veriyor; kanser ve diğer hastalıklara yol açıyor.<br />
Doğalgazın yanmasıyla ortaya çıkan kokusuz ve gözle görülemeyen<br />
azotoksit ise güneş altında reaksiyona girerek nitrata dönüşüyor. Akciğerlerin<br />
koruma mekanizmasından geçen nitrat vücutta nitrik asite dönüşüyor. Bu<br />
da bağışıklık sistemini çökerten maddelerin başında geliyor. Kömür, petrol ve<br />
doğal gaz gibi fosil yakıtların iklim değişikliğine yol açmasının nedeniyse, yanma<br />
sırasında ortaya çıkan CO2 ve metan gibi sera gazlarının bünyelerinde ısı tutma<br />
özelliğine sahip olmaları. Güneş, gün doğumundan batımına kadar atmosferin<br />
içine ısı ve ışığını veriyor. Doğal döngünün devamı için, bu ısının tekrar uzaya<br />
transferi gerekiyor. Oysa fosil yakıtların neden olduğu sera gazları, ısının bir<br />
kısmının atmosferde tutulmasına yol açıyor. Böylece dünya, ısınmaya ve iklim<br />
değişmeye başlıyor.<br />
Merkez kapitalist ülkelerde yenilenebilir enerji ARGE çalışmaları petrol<br />
krizinden sonra başlamış ve 1980li yıllardan itibaren prototipler kurulmuş ve çok<br />
sayıda ülke fosil ve nükleer atık ısı santrallerinin yarattığı sorunlara çözüm olarak<br />
güneş, rüzgar, jeotermal ve biokütle kaynaklarından elektrik ve proses ısısı üreten<br />
teknolojileri çözümden yana olan karar vericilerin desteği ile yaygınlaşmıştır.<br />
11
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1850 li yıllardan itibaren atmosferde kömür yakarak enerji üretimi<br />
nedeniyle tüm insanlık kanser vakalarını yaşamaya başlamış. Sağlık Bakanımız<br />
Mehmet Müezzinoğlu, “TÜİK verilerine göre; 2002 yılında kansere bağlı ölüm<br />
oranının %12 iken, bu oranın 2012 yılında %21'e ulaştığını ve Türkiye'de her yıl<br />
yaklaşık olarak 175 bin kişiye kanser teşhisi konulduğunu bildirdi. [1.1] Ülkemizdeki<br />
mevcut termik santrallerin otomobil egzostları ve sigara tüketimi ile birlikte<br />
bunun temel nedenlerinden olduğunu anlıyoruz. Londra da 5-9 Aralık 1952<br />
tarihlerinde, kenti basan sis evlerden ve fabrikalardan gelen kara duman ile<br />
birleşince ölümcül bir atmosfer yarattı ve 12000 kişinin hava kirliliğinden<br />
ölümüne neden oldu. [1.2] Kömür santrallerinden dolayı ABD de 2010 yılında 13<br />
200 kişi ölmüş, 9700 kişi hastanelik olmuş ve 20 000 kişi kalp krizi geçirmiştir.<br />
[1.3], [1.4] Hindistan’da 2011-2012 de toplam 80-000-115 000 kişi aynı nedenlerle<br />
ölmüştür. [1.5] Avrupa’da kömür kirliliğinden dolayı her yıl 22 300 kişi<br />
ölmektedir .[1.6] .Aşağıda ABD de 2013 yılında beklenen kanser ölümleri ve<br />
eklenecek yeni kanser hastası sayısı verilmiştir. Sigara içme oranı ile kanser<br />
gelişimi paralellik göstermiştir. Zaten kömür santralları, otomobil egzosları ve<br />
sigara içimi akçiğer kanseri ve kalp krizleri ile ölüme yol açmaktadır.<br />
12
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
13
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.4 Enerjide Çözüm: Enerjinin Etkin Kullanımı ve<br />
%100 Yenilenebilir Enerji<br />
1970 deki petrol krizi ile birlikte dünya birinci çözüme yani enerjinin etkin<br />
kullanımına zorunlu olarak yönelmiştir. Enerjinin etkin kullanımı daha az enerji<br />
ile daha çok iş yapmak anlamına gelmektedir. Petrol krizi sonrası ABD başta<br />
olmak üzere endüstrileşmiş ülkeler yenilenebilir kaynak ve teknolojilerini<br />
gündemlerine aldılar. OECD ülkeleri biraraya gelerek yenilenebilir enerji<br />
araştırma projeleri oluşturdular. Kendi enerji bakanlıklarının koyduğu destekle<br />
güneş pillerini, rüzgârı, sıcak su üretimini, jeotermal enerjiyi, biyokütle enerjisini<br />
geliştirme yollarını aradılar. O teknolojileri, şu anda insanlığın gündeminde olan<br />
proses ısısı ve elektrik üretiminde nasıl kullanabileceklerinin peşine düştüler.<br />
1972'de Stockholm'de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı,<br />
çevre hakkını bir insan hakkı olarak tanıyan bir bildiri kabul etmişti: “İnsan,<br />
onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük,<br />
eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hakkına sahiptir…” 1982 Anayasası<br />
ise 56. maddesinde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına<br />
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini<br />
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” biçimindeki hükmüyle, bireyin<br />
hakkı karşısında devlete ve yurttaşlara da ödevler yükleyerek çevre hakkını<br />
tanımakta ve en geniş biçimde düzenlemektedir.<br />
1.5 Atmosferde Ortalama Sıcaklığın Artışının<br />
Sonuçları<br />
1900’lerden 2000’lere kadar atmosferin ortalama sıcaklığı 0.5 derece arttı ve iklim<br />
değişikliğinin zincirleme sonuçları yavaş yavaş yaşamımızı etkiliyor. Su kaynakları<br />
kuruyor, çiçekler erken açıyor, erken yağan karlar ürünleri telef ediyor, bitkiler<br />
zamansız meyve veriyor ya da hiç vermiyor.<br />
Uzmanlar, fosil yakıtların etkilerini kısa ve uzun vadeli<br />
olarak değerlendiriyorlar. Kısa vadede oluşan sonuçlar artık yaşamımızın<br />
bir parçası. Sıcaklık arttıkça buzlar ana kütleden koparak eriyor, çığ<br />
olayları artıyor, fazla miktarda su dolaşıma giriyor, sel felaketleri, fırtınalar,<br />
kasırgalar oluşuyor. Deniz kıyısında yaşayan binlerce kişi sel suları altında ölüyor.<br />
Küresel ısınmanın, uzun vadede öngörülen sonuçları daha vahim;<br />
ortalama sıcaklık artışı bu hızla devam ederse, 2020 yılında deniz seviyesi<br />
bir metreye kadar yükselecek. Bu, dünyanın en büyük kentlerinin sular<br />
altında kalması anlamına geliyor. Isı artışının kısa vadede meydana getirdiği<br />
değişimlerin yaşanmaya başlaması ve buna bağlı olarak yapılan tahminler, sivil<br />
kuruluşlarla birlikte hükümetleri de harekete geçiriyor. Suların altında kalma<br />
14
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
tehlikesiyle karşı karşıya kalan 77 ada devleti ve Malta nın inisiyatifiyle ülkeler,<br />
1992 yılında Rio Çevre Zirvesi ne giden süreci başlattılar. 1992 de yapılan<br />
Rio Zirvesi nin ardından, gelişmiş ülkeler 1992 de Birleşmiş Milletler<br />
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ni imzaya açtılar. Zirveye katılan ülkeler,<br />
diğer ülkelerle çözüm bulmak ve sera gazı emisyonlarını 1990<br />
yıllarındaki seviyenin altına çekmek için, ülkelerin uyması gereken kuralları<br />
belirlemek üzere bir dizi Taraflar Konferansı (COP-Conference of Parties)<br />
düzenlediler. Ancak pek çok ülke yine ekolojik dengeleri ya da insan ve çevre<br />
sağlığını değil, kendi ekonomik çıkarlarını gözetince anlaşmada zorlandılar.<br />
Türkiye Rio anlaşmasını 2003 yilina kadar onaylamadı. 1997 yılında yapılan<br />
Kyoto İklim Zirvesinde ise ABD, Kanada, Japonya, Avustralya gibi bazı<br />
ülkeler kendi ülkelerinde sera gazı emisyonlarında indirim yapma<br />
sorumluluğunu üstlenmek istemediler. Bu arada kendi ülkelerinde güneş, rüzgar<br />
gibi temiz enerji kaynaklarını kullanan enerji sistemlerini geliştirerek<br />
Kyoto hedeflerini tutturmaya çalışan endüstrileşmiş Avrupa Birliği ülkeleri ise,<br />
Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi birliğe yeni katılan ülkelerin emisyonlarını<br />
1990 yılına göre yüzde 30 civarında artırmasına göz yumulmasını istediler. Bir<br />
yandan ulusal ve ekonomik çıkarlar gözetilirken, diğer yandan da nükleer enerji<br />
dahil olmak üzere petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtların zararını fark<br />
edenler, standart dışı ve pazar değeri olmayan çöp teknolojileri, bunun farkında<br />
olmayan ülkelere, aktarmaya başladılar. Bu teknolojileri satabilmek için kredi<br />
veren ülkeler, geçmişin sorunlu teknolojilerini başka ülkelere de taşıdı, taşıyor.<br />
Bunu yaparken de sorunun, iklim değişikliği ve küresel kirlenme gibi sonuçlarla<br />
kendilerine döneceğini hesap etmiyorlar.<br />
1.6 Doğa Egemen ve İnsanlar Uymak Zorundalar<br />
Küresel ısınma mekanizması esas olarak, atmosferin etrafını saran sera gazları ile<br />
güneşin dayanışma ve işbirliği halinde atmosferde insan ve diğer canlıların<br />
yaşaması için elverişli ortamı oluşturmasını sağlar. Doğal olarak var olan bu<br />
ortam fosil yakıtların atmosferde yakılması ile açığa çıkan ek sera gazlarının<br />
battaniyeyi kalınlaştırması ile bir sorun haline dönüşmekte ve insanlığı tehdit<br />
etmektedir. Kalınlaşan battaniye atmosferi ısıtmakta, kutuplardan ve dağlardan<br />
eriyen sular deniz seviyelerini yükseltmekte, farklı bölgelerde sel felaketleri<br />
yaşanmaktadır. Kitlesel ölümler ve salgın hastalıkların dünyayı etkilemesi<br />
beklenmektedir. Sorun insanların binlerce yıldır var olan bir küresel dengeyi<br />
zorluyor olmalarıdır. Doğa bu dengeyi yeniden sağlayacak güçtedir. İnsanlar ise<br />
bu yeni koşullara ayak uydurmada zorlanacak ve kendi kendini yok edecektir.<br />
İnsanların başarısı ise doğanın çözümlerine gerek kalmadan insan faaliyetlerini<br />
doğal dengelere uyumlu olarak sürdürmek ve enerji ve ekonomi sistemlerini<br />
tamamıyla karbonsuzlaştırmaktır.<br />
15
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.7 Sanayi Devrimi ile Başlayan Doğa İnsan<br />
Etkinlikleri İlişki ve Etkileşimleri, yani Tahribatı<br />
İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere doğal çevreden yararlanmaktadır. Bu<br />
yararlanma sırasında insan doğaya uyum sağlaması gerektiğini öğrenmiş ama aynı<br />
zamanda doğal çevreye müdahale edip onu değiştirmiştir. Ekilebilir topraklar,<br />
kimyasal gübreler ve zararlılarla mücadele amacıyla kullanılan ilaçlar nedeniyle,<br />
sürekli azalmış. Sanayi üretimi sırasında çıkan atık maddeler doğal çevreyi (hava,<br />
su, toprak) kirletmiş ve ayrıca sanayi de çalışan işçilerin sağlığı üzerinde geri<br />
dönüşü olmayan tahribatlara yol açmıştır.<br />
İnsanların ve sanayi hammadde ve ürünlerinin atmosferin içinde taşınması<br />
için yollar, limanlar hep doğal çevreye bir müdahaledir. Ulaşımda kullanılan fosil<br />
yakıtlardan çıkan katı, sıvı ve gaz atıklar da doğal çevrenin ve insan sağlığının en<br />
büyük düşmanıdır. Kentlerin nüfusu arttıkça yerleşim alanları açmak için tarımsal<br />
alanlar, ormanlar ve meralar yok edilmeye başlanmıştır.<br />
Milattan on bin yıl kadar önce Trakya’nın tamamı ile Anadolu’nun<br />
%72’sinin orman örtüsüyle kaplı olduğu bilimsel verilere dayanılarak tahmin<br />
edilmektedir. Geriye kalan alanların yarısının bozkır diğer yarısının göller sazlıklar<br />
ve Alpin kuşlak bitkileriyle kaplı olduğu düşünülmektedir. Tarih sureci boyunca<br />
meydana gelen tahrip sonucu bu gün ormanlık alanlar toplam yüzölçümün dörtte<br />
birine düşmüştür. On iki bin yıl öncesinde bütün bitki örtüsünün iyi nitelik<br />
taşıdığı kabul edilir. Oysa bugün Türkiye’deki orman alanlarının yarısından fazlası<br />
iyi nitelikli değildir. Günümüzde kömür olarak bildiğimiz şey milyonlarca yıl<br />
öncesinin ormanları, petrol olarak tanıdığımız şey ise deniz bitkileridir.<br />
1.8 Hava Kirliliği<br />
1.8.1 Hava Kirliliğinin Tanımı [1.7]<br />
Hava, atmosferi meydana getiren gazların karışımıdır. Hacim olarak %78, 09<br />
azot, %20, 95 oksijen, %0, 93 argon ve %0, 03 karbondioksit bulunan havada,<br />
çok küçük oranlarda diğer gazlar da bulunmaktadır. Ayrıca havada %5'e varan<br />
düzeyde su buharı bulunursa da, su buharı konsantrasyonu çok değişken<br />
olduğundan belli bir yüzdeyle tanımı mümkün değildir.<br />
Havanın gerek insan sağlığına, gerekse doğaya zarar verici hale gelmesi,<br />
kirletici denen unsurların fazlalaşmasıyla olur. Kirleticiler, belirli bir kaynaktan<br />
atmosfere bırakılan birincil kirleticiler ve atmosferdeki kimyasal reaksiyonlar<br />
sonucu meydana gelen ikincil kirleticiler olarak ikiye ayrılır. Bu kirleticilerin,<br />
havada belirli ölçülerin üstüne çıkması halinde hava kirliliği meydana gelmektedir.<br />
16
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Hava kirliliği, atmosferde toz, gaz, duman, koku, su buharı şeklinde<br />
bulunabilecek olan kirleticilerin insan ve diğer canlılar ile eşyaya zarar verici<br />
miktarlara yükselmesi olarak tanımlanabilir. Kirleticilerin hangi miktarlarının<br />
zararlı olduğu gerek uluslararası kuruluşlar, gerekse çeşitli ülkeler tarafından<br />
"Hava Kirliliği Standartları" ile tespit edilebilmektedir. Türkiye'de bu standartlar,<br />
2 Kasım 1986 gün ve 19269 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmelikle<br />
belirlenmiştir. Sözü geçen yönetmelikte belirlenen hava kirleticilerinin uzun ve<br />
kısa vadeli sınır değerleri, Tablo-1'de verilmiştir.<br />
Tablo-1 Hava Kirleticilerinin Uzun ve Kısa Süreli Sınır Değerleri<br />
Hava Kirleticileri Birim UVS* KVS**<br />
1 Kükürt Dioksit (SO 2)(SO 3) dahil<br />
a.Genel μg/m 3 150 400(900)<br />
b.Endüstri Bölgeleri μg/m 3 250 400(900)<br />
2 Karbon Monoksit (CO) μg/m 3 10000 30000<br />
3 Azot Dioksit (NO 2) μg/m 3 100 300<br />
4 Azot Monoksit (NO) μg/m 3 200 600<br />
5 Klor (Cl 2) μg/m 3 100 300<br />
6 Klorlu Hidrojen (HCl) ve gaz halinde klorürler (Cl - ) μg/m 3 300<br />
7 Florlu Hidrojen (HF) ve gaz halinde florürler (F - ) μg/m 3 10(30)<br />
8 Ozon (O 3) ve fotokimyasal oksitleyiciler μg/m 3 (240)<br />
9 Hidrokarbonlar (HC) μg/m 3 140(280)<br />
10 Hidrojen sülfür (H 2S) μg/m 3 40(100)<br />
11 Havada asılı partiküler maddeler (PM)<br />
(10 μg ve daha küçük partiküller)<br />
a.Genel μg/m 3 150 300<br />
b.Endüstri Bölgeleri μg/m 3 200 400<br />
12 PM içinde kurşun (Pb) ve bileşikleri μg/m 3 2<br />
13 PM içinde kadmiyum (Cd) ve bileşikleri μg/m 3 0.04<br />
14 Çökelen Tozlar<br />
a.Genel μg/m 3 350 650<br />
b.Endüstri Bölgeleri μg/m 3 450 800<br />
15 Çökelen Tozlarda Pb ve bileşikleri μg/m 2 /gün 500<br />
16 Çökelen Tozlarda Cd ve bileşikleri μg/m 2 /gün 7.5<br />
17 Çökelen Tozlarda Tl ve bileşikleri μg/m 2 /gün 10<br />
*Uzun vadeli sınır değer<br />
**Kısa vadeli sınır değer<br />
17
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.8.2 Hava Kirliliğinin İnsan ve Çevresine Etkileri [1.7]<br />
18.2.1 İnsan Sağlığına Etkileri<br />
Yaşamın temel unsuru olan hava, insanlara solunum olanağı yarattığına göre,<br />
havadaki kirliliğin insan sağlığı yönünden önemi açıktır. Havanın taşıdığı karbon<br />
parçacıkları, ozon, karbonmonoksit, kükürtdioksit, doymamış hidrokarbonlar,<br />
aldehitler, kanserojen maddeler gibi kirleticiler, insanların solunum yollarını<br />
etkileyerek normal mekanizmasını bozar; bronşlarda iltihaplara ve daralmalara<br />
sebep olur, bu değişmeler sonunda da, kronik bronşit ve anfizem gibi<br />
rahatsızlıklar meydana gelir. Ayrıca kirli hava aşırı nefes darlığına, sıkıntılara yol<br />
açar. Araştırmalar, akciğer kanserinin meydana gelmesinde ve artmasında da hava<br />
kirliliğinin önemli bir rolü olabileceğini göstermektedir.<br />
18.2.2 Doğaya Etkileri<br />
1.8.2.2.1 İklime Etkileri :[1.8]<br />
1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş,<br />
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı<br />
(UNEP) iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyoekonomik<br />
bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle<br />
mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek<br />
üzere Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelini (IPCC) kurdu.<br />
Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği durum ile<br />
ilgili derlenen Değerlendirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor. Bu<br />
raporlardan ilki 1990 (FAR), ikincisi 1996 (SAR), üçüncüsü 2001 (TAR) ve<br />
dördüncüsü de 2007 (AR4) yılında yayınlandı. IPCC’nin 5. Değerlendirme<br />
Raporu, Eylül 2013 ve Eylül 2014 tarihleri arasında parçalar halinde açıklanacak.<br />
Küresel iklim değişikliğinin bilimsel temelleri ve geleceğe dair ilgili<br />
öngörüleri içeren ilk bölümünün (WG1) ardından; iklim değişikliğinin çevresel,<br />
sosyal ve ekonomik etkileri ile iklim değişikliğine uyum için seçeneklerin<br />
değerlendirildiği ikinci çalışma grubu raporu (WG2) açıklanacak. Üçüncü çalışma<br />
grubunun raporu (WG3), iklim değişikliğiyle mücadele için uygulanabilecek<br />
stratejiler, politikalar ve araçlara odaklanacak. Bu raporun ardından, üç çalışma<br />
grubunun değerlendirmelerini bir araya getiren Sentez Rapor yayınlanacak.<br />
Türkiye'deki sivil toplum kuruluşları, iklim değişikliği konusunda ortak<br />
kaygılarını ve çözüm önerilerini birlikte dile getirmek üzere “İklim Ağı”nı kurdu.<br />
İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin geri dönülemez noktaya gelmeden önce<br />
durdurulması için ortak çalışmalar yürütmeyi amaçlayan “İklim Ağı”, Buğday<br />
Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi,<br />
EUROSOLAR Türkiye (Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü),<br />
Greenpeace Akdeniz, Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği<br />
18
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
(KADOS), TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal<br />
Varlıkları Koruma Vakfı, Yeryüzü Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Yeşilist,<br />
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 350 Ankara gibi sivil toplum<br />
kuruluşlarının katkısı ile kuruldu.<br />
İklim Ağı tarafından İstanbul’da basına açıklanan 800’den fazla bilim insanının katkıda bulunduğu,<br />
Türkiye de dâhil olmak üzere IPCC’ye üye bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor net bir gerçekliğin<br />
altını çiziyor: Küresel iklimdeki ısınma olağandışı! Atmosfer ve okyanuslar ısındı, kar ve buz<br />
miktarları azaldı, ortalama deniz düzeyi yükseldi ve sera gazlarının atmosferdeki birikimleri arttı.<br />
Hem gezegenimiz hem de bizler büyük risk altındayız!<br />
Küresel iklim değişikliğinin bilimsel temellerinin ve iklim değişikliğine<br />
neden olan etkenlerin değerlendirildiği rapor, gözlenen iklim değişikliğinin insan<br />
nedenli olduğunu önceki raporlardan daha net bir kesinlikle ortaya koyuyor.<br />
Rapora göre, “1951 – 2010 döneminde küresel sıcaklıklardaki artış, kesin olarak<br />
(%95-%100 ihtimalle) insan etkinliklerinden kaynaklandı.”<br />
1901-2011 yılları arasında küresel sıcaklıklarda yaklaşık 0.9°C artış<br />
görüldüğünü ortaya koyan raporda, ortalama yüzey sıcaklıklarının sanayi devrimi<br />
öncesine göre 2°C yüksek olduğu son buzul arası dönemde, deniz seviyelerinin<br />
bugünkünden en az 5 ve en fazla 10 metre daha yüksek olduğu belirtiliyor. İklim<br />
değişikliği ile mücadele için kapsamlı önlemlerin alınmaması durumunda<br />
kasırgaların, kuraklıkların artacağı, deniz seviyelerinin yükseleceğinin belirtildiği<br />
rapordaki öngörüler gerçekleşirse, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz de<br />
büyük risk altında kalacağının altı çiziliyor.<br />
Hükümetler ve karar vericilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için geçerli<br />
hiçbir mazeretleri yok. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız,<br />
iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün.<br />
19
20<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Küresel iklim değişikliğine neden olan sera gazı seviyelerindeki artışın ana<br />
sorumlusu enerji sektörü. Ana çözümler de yine enerji sektöründe yatıyor. Bilim<br />
insanlarının yaptığı uyarılar dikkate alınmalı. Fosil yakıtlara dayalı enerji projeleri<br />
ve yatırımları yerine enerjinin verimli kullanımını sağlamak ve yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarına dayalı, sürdürülebilir enerji altyapısını oluşturmak için harekete<br />
geçilmesi gerekiyor.<br />
4. Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin “büyük ihtimalle (%90<br />
ihtimalle)” insan faaliyetleri kaynaklı olduğunu belirtmişti. 5. Değerlendirme<br />
Raporu ise, bir önceki değerlendirmelerdeki kesinlik düzeyini artırdı. 5.<br />
Değerlendirme Raporu’na göre, “1951-2010 dönemindeki küresel ortalama yüzey<br />
sıcaklıklarındaki artış, kesin olarak (%95-%100 ihtimalle) insan etkinliklerinden<br />
kaynaklandı.” Raporun kesinlik düzeyini arttırması, yaşadığımız iklim<br />
değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koydu.<br />
Bunun dışında 5. Değerlendirme Raporu’nda öne çıkan noktalar şu<br />
şekilde:<br />
• Küresel ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığı verileri, 1901-2012<br />
döneminde yaklaşık 0.9°C’lik bir artış göstermiştir. Bu dönem boyunca<br />
yerkürenin hemen hemen tüm yüzeyi ısınmıştır.<br />
• Geçen 30 yıl, küresel ölçekte 1850’den beri kaydedilen en sıcak ardışık 30<br />
yıl, 21’nci yüzyılın ilk 10 yılıysa en sıcak 10 yıldır.<br />
• Karbondioksit (CO 2 ), metan (CH 4 ) ve diazotmonoksit (N 2 O) gazlarının<br />
atmosferik birikimleri (konsantrasyonları) bugün itibariyle en azından son 800,<br />
000 yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye yükselmiştir.<br />
• CO 2 birikimleri, temel olarak fosil yakıt yanması ve ikincil olarak net arazi<br />
kullanımı değişikliğinden kaynaklanan salımlar nedeniyle, sanayi öncesi döneme<br />
göre %40 oranında artmıştır.<br />
• Kuzey Yarımküre’de 1983-2012 döneminin son 800 yılın en sıcak 30<br />
yıllık dönemi olduğunu ve son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
• Grönland ve Antarktik buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle<br />
kaybetmekte, buzullar (dağ vadi ve takke buzulları, vb.) neredeyse küresel ölçekte<br />
küçülmeyi sürdürmekte ve Kuzey Kutup deniz buzu ve kuzey yarımküre ilkbahar<br />
kar örtüsü alansal olarak küçülmelerini sürdürmektedir.<br />
• Okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık %30’unu<br />
emmiş ve bu da okyanusların asitlenmesine yol açmıştır.<br />
• Küresel okyanuslardaki ısınma iklim sisteminde biriken enerjideki artışı<br />
denetlemektedir. Bu kapsamda, 1971-2010 döneminde okyanuslarda biriken<br />
enerjinin %90’dan fazlası küresel okyanus ısınmayla bağlantılıdır. Üst okyanus (0-<br />
700 m) 1971-2010 döneminde kesin olarak ısınmıştır<br />
• 19. yüzyıl ortasından beri gözlenmiş olan deniz düzeyi yükselmesi oranı<br />
(hızı), önceki iki bin yıllık dönemdeki ortalama yükselme oranından daha
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
büyüktür. Küresel ortalama deniz düzeyi 1901-2010 döneminde 19 cm<br />
yükselmiştir. Küresel ortalama deniz düzeyi yükselmesini sürdürecektir.<br />
• Birçok aşırı hava ve iklim olayında 1950’den beri değişiklikler olduğu<br />
gözlenmiştir. Küresel ölçekte soğuk gün ve gecelerin sayıları azalmış, sıcak gün ve<br />
gecelerin sayısı artmıştır. Dünyanın bazı bölgelerindeki sıcak hava dalgalarının<br />
sıklığında artış gözlenmiştir.<br />
• Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21. yüzyılın sonuna kadar, biri dışında<br />
tüm yeni IPCC senaryolarına dayanarak sanayi öncesi döneme göre 1.5°C’yi ve<br />
iki yeni senaryoya göreyse 2°C’yi aşacaktır.<br />
• Küresel ısınma, bir senaryo dışında tüm yeni IPCC senaryolarına<br />
dayanarak 2100 yılı sonrasında da sürecektir.<br />
• 1986-2005 dönemine göre 2016-2035 dönemindeki küresel ortalama<br />
yüzey sıcaklığı değişikliği, 0.3°C ile 0.7°C aralığında olacaktır.<br />
1.8.2.2.2 Hayvan ve Bitkilere Etkileri:<br />
İnsanlarda görülen hava kirliliği etkilerine, bir ölçüde hayvanlarda da<br />
rastlanmaktadır. İnsanlar ve hayvanlar dışında bitkiler de hava kirliliğinin etkileri<br />
ile karşı karşıyadır. Hava kirliliğini meydana getiren bazı gazlar bitkilerin<br />
solunumu sırasında gözeneklerden içeriye girerek fotosentezi yavaşlatır. Özellikle<br />
tarımsal bitkilerdeki bu olumsuz etki, bir ölçüde ürün azalmasına sebep olur.<br />
Kükürt dioksitin en çok etkilediği bitki türleri, bazı önemli tahıl ürünleridir.<br />
Ağaçların yapraklarında görülen renk bozulmaları da hava kirliliğinin bitki<br />
hayatında sebep olduğu ayrı bir bozulmadır. Hava kirliliğinin bitkilere olan<br />
etkisinin en iyi örneği, kömürlü santrallardan atılan S0 2 gazının atmosferde girdiği<br />
reaksiyonlar sonucu meydana gelen H 2 S0 4 'in yağmur suyu ile yıkanması sonucu<br />
meydana gelen asit yağmurlarının geniş orman alanlarına verdiği zarardır. pH<br />
değeri bazen 4, O'ün altında olan bu tür yağmurları İskandinav ülkeleri, Kanada<br />
ve Almanya'daki ormanlarda meydana getirdiği zarar, literatürde oldukça<br />
kapsamlı olarak işlenmiştir. Türkiye'de benzeri zararların varlığı konusunda<br />
yapılmış kapsamlı bir çalışma bulunmamasına rağmen, Batı Karadeniz<br />
sahillerinde yer alan ormanlarda asit yağmurlarından kaynaklanan bozulmaların<br />
olduğu öne sürülmektedir. Kaz Dağı'nda yapılan bir çalışmada Karaçam ve Kaz<br />
Dağı Göknarı'nda görülen orman ölümlerinin batıdan taşınan kirletici gazların<br />
etkisiyle olduğu öne sürülmüştür. Karadeniz'de yapılan bir çalışmada ise<br />
Avrupa'dan taşınan sülfat ve nitrat iyonlarının bu zararı verecek düzeyde olduğu<br />
görülmüştür.<br />
18.2.3 Eşyaya Etkileri<br />
Hava kirliliği, yapıların taş ve metal kısımlarında zararlara sebep olmaktadır. Bu<br />
zararın en belirgin örneği, is sebebiyle olan kirlenmedir. Ayrıca, kükürt dioksitli<br />
hava, kireç taşının tahribine yol açmaktadır. Yine kükürt dioksit, özellikle demir<br />
ve çelik gibi metal kısımlar üzerinde zararlı etki yapmaktadır.<br />
21
22<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.8.3 Hava Kirliliğinin Nedenleri [1.7]<br />
Türkiye'de bilinen hava kirliliği genel olarak evsel ısınma ve taşıtlardan<br />
kaynaklanmakta, endüstriyel merkezlerde bu kaynakların üzerine endüstri<br />
emisyonlarından meydana gelen kirlilik eklenmektedir. Son yılardaki hızlı ve<br />
plansız şehirleşme, endüstrilerin yer seçiminde yapılan hatalar ve endüstri<br />
emisyonlarına etkili bir tanıtım uygulanamaması, dünyada 1960'lı yıllarda<br />
çözülmüş olan yerel kirlilik sorunlarının Türkiye'de hızla artmasına neden<br />
olmuştur. Türkiye, endüstrileşmiş Avrupa ülkelerine çok yakın olduğundan<br />
sınırlar ötesi kirletici taşınımının neden olduğu bölgesel kirlilik sonuçlarının<br />
varlığı da beklenmekle birlikte, bu konuda yapılan herhangi çalışma<br />
olmadığından, bu tür kirliliğin düzeyi hakkında herhangi bir veri<br />
bulunmamaktadır. Değişik etmenlerin rol oynamasına rağmen, hava kirliliğinin<br />
nedenleri genel olarak şehirleşme ve endüstri şeklinde ikiye ayrılabilir.<br />
1.8.3.1 Şehirleşme<br />
Özellikle 1950'li yıllardan sonra görülen hızlı şehirleşme, Türkiye'deki hava<br />
kirliliğinin en önemli nedenlerindendir. Evsel ısınma amacıyla yakılan kömür ve<br />
fuel-oil emisyonlarının alçak bacalardan atmosfere atılması, kullanılan yakıtı<br />
yüksek oranda kükürt ve kül içermesi, ısınma sistemlerinde yanmanın genellikle<br />
tam olmaması gibi etmenler inversiyon gibi meteorolojik etmenlerle bir araya<br />
geldiğinde, bugün özellikle kış aylarında şehirlerin önemli bir bölümünde görülen<br />
yüksek kirletici konsantrasyonları ortaya çıkmaktadır. Yine son yıllarda sayıları<br />
hızla artan motorlu taşıtların, gözlenen hava kirliliğine katkısı önemli boyutlara<br />
ulaşmıştır. Şehirlerde görülen hava kirliliğinin yukarıda bahsedilen nedenleri<br />
bütün iller için geçerli olmakla birlikte hava kirliliğinin bazı illerde diğerlerine<br />
göre çok daha fazla olmasının nedeni, emisyonların illerden uzaklaşma hızını<br />
belirleyen topoğrafya, meteorolojik koşullar ve şehirleşme sonucunda yüzey<br />
rüzgarlarının önünün kesilmesi gibi etmenler olmaktadır.<br />
Evsel ısınmanın yol açtığı en çarpıcı hava kirliliği örneği Ankara'dadır.<br />
Sadece batı yönü rüzgara açık olan, apartman ve gecekondu tipi sık inşa edilmiş<br />
binalarla dolan Ankara, değişik kömür ve fuel-oil çeşitlerinin yakılması ile kış<br />
mevsimlerinde büyük bir kirliliğin etkisinde kalmaktadır. Bununla beraber, doğal<br />
gaz kullanılması sonunda Ankara'da hava kirliliğinin kömür yakmaya göre azaldığı<br />
da bir gerçektir. Ayrıca. İstanbul, İzmir, Eskişehir, Bursa, Kayseri, Adana,<br />
Gaziantep, Kocaeli, Samsun, Zonguldak, Trabzon, Erzurum ve Diyarbakır'da da<br />
hava kirliliğinde artışlar görülmektedir.<br />
Motorlu taşıtların hava kirliliğine katkıları son yıllarda önemli boyutlarda<br />
artmıştır. Özellikle yaz aylarında (evsel ısınma kaynaklı kirlilik ortadan<br />
kalktığından), taşıtlar, görülen kirletici konsantrasyonlarının en önemli kaynağı<br />
olmaktadır. Taşıtlardan atılan hidrokarbonlar (HC), azot oksitler (NOx) ve<br />
karbonmonoksitler (CO), bu kirleticilerin atmosferdeki konsantrasyonlarının
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
artmasına sebep olmakta, ayrıca hidrokarbonlar ve azot oksitlerinin atmosferde<br />
güneş ışınlarının katalitik etkisiyle girdikleri reaksiyonlar sonucu "fotokimyasal<br />
duman" denen ve ozon, aldehitler gibi güçlü oksitleyici maddeleri içeren bir tür<br />
kirlilik meydana gelmektedir. Son yıllarda, benzin fiyatlarındaki hızlı artış, dizel<br />
motoruyla çalışan araçların toplam araç sayısı içindeki oranını hızla arttırmıştır.<br />
Dizel araçlardan bırakılan karbon parçacıkları hem görüntü bozukluklarına, hem<br />
de güneş ışığını absorbe etme özellikleriyle mikro meteorololojik değişikliklere<br />
sebep olabilmektedir.<br />
1.8.3.2 Endüstri<br />
Endüstriden kaynaklanan hava kirliliği esas olarak yanlış yer seçimi ve atık<br />
gazların yeterli teknik önlemler alınmadan havaya bırakılması sonucu meydana<br />
gelmektedir. Halen, İstanbul-İzmit arası, Bursa, Adapazarı, Samsun. Murgul,<br />
İzmir, Adana-Tarsus bölgesi, Karadeniz Ereğlisi, Karabük, Bartın, Hereke ve<br />
Kırıkkale, endüstriden kaynaklanan hava kirliliğine büyük ölçüde sahne<br />
olmaktadır. Bazı bölgeler burada bulunan tek bir endüstrinin meydana getirdiği<br />
yoğun kirliliğe maruz kalmakta, bazı endüstri bölgelerinde ise birçok endüstrinin<br />
emisyonları bileşik bir kirlilik yaratmaktadır. Endüstri emisyonları, üretimde<br />
kullanılan maddelerin atmosfere atılmasından dolayı endüstri türüne bağlı özel<br />
bazı kirlilikler yaratmakla birlikte, endüstriyel kirliliğin en önemli kaynağı,<br />
tesislerde kullanılan yakıttan gelen kirleticilerdir. Bu sebeple endüstrilerin kirletici<br />
potansiyeli, bazı özel haller dışında, kullanılan yakıt miktarına bağlıdır. Ayrıca,<br />
endüstrilerin çevreye etkilerini baca yüksekliğine bağlı olarak iki ölçekte<br />
düşünmek gerekir. Bacaları alçak olan endüstrilerden atılan kirleticiler tesis<br />
yöresinde yoğun kirliliğe sebep olmakla birlikte, etkileri tesisten uzaklaştıkça hızla<br />
azalmaktadır. Buna karşılık son yıllarda lokal kirlilik problemlerine çözüm olarak<br />
yapılan yüksek bacalardan atılan kirleticiler ise, daha uzak mesafelerde kirliliğe<br />
sebep olmaktadır. Örneğin baca yüksekliği 150 m. olan bir tesisten atılan<br />
kirleticiler, yüzeye, tesisten 5-15 km. uzakta ulaşmaktadır. Bacaların yüksek<br />
yapılmasının kirlilik sorunlarını çözmeyip sadece uzaklara taşıdığı artık kabul<br />
edilmektedir. Son yıllarda dünyada yerel kirlilik problemlerinin azalıp, asit<br />
yağmurları gibi bölgesel problemlerin hızla artması, yüksek baca uygulamasının<br />
gelişmiş ülkelerde 1970'li yılların başından beri uygulanmasından kaynaklanmıştır.<br />
Türkiye'de çevre kirliliğine sebep olan endüstri türleri; enerji, gübre, demirçelik,<br />
şeker, çimento, petrokimya, metal endüstrisi olarak sıralanabilir. Bu<br />
endüstrilerin yıllık üretimleriyle atmosfere yılda atılan kirletici miktarları, Tablo-<br />
2'de verilmiştir. Tablo-2'de görülen emisyon değerleri genel endüstri türleri için<br />
elde edilmiş değerler olduğundan içerdeki belirsizlikler oldukça yüksektir.<br />
Emisyon değerleri hakkında bir fikir verme açısından yararlı olmakla birlikte daha<br />
doğru emisyon değerlerinin elde edilmesi için çok daha detaylı çalışmalar<br />
gerekmektedir. Türkiye'de atmosfere en çok kirletici; güç santrallarından, özellikle<br />
kömürlü güç santrallarından atılmaktadır. Kömür, sıvı yakıt ve doğal gazla çalışan<br />
23
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
santrallarda üretilen enerji başına atmosfere atılan kirletici miktarları Tablo-3'de<br />
görülmektedir.<br />
Tablo-2 Türkiye'de Kirletici Potansiyeli Olan Endüstrilerden Atmosfere<br />
Bırakılan Yıllık S0 2 ve Partiküler Madde (ton/yıl)<br />
Endüstri Partiküller SO ²<br />
Güç Santralları 3.940.000 1.430.000<br />
Demir Çelik 3.330.000<br />
Çimento 2.270.000 32.000<br />
Şeker 290.000 49.000<br />
Metal 5.200 30.000<br />
Gübre 14.000 30.000<br />
Tablo-3 100 MW Gücünde Termik Santralların Kirletici Etkileri<br />
Termal Etki<br />
SO ² emisyonu<br />
No x emisyonu<br />
CO emisyonu<br />
Katı Parçacıklar<br />
Hidrokarbonlar<br />
Küller<br />
380.000 Kcal/sn<br />
45.000 ton/yıl<br />
26.000 ton/yıl<br />
750 ton/yıl<br />
3.500 ton/yıl<br />
250 ton/yıl<br />
5.600 ton/yıl<br />
Kömürlü santralların yanında emisyonları az olsa da, şeker ve çimento<br />
sanayiinin çok yaygın olması ve bacalarının alçaklığı nedeniyle yerel ölçekte<br />
önemli kirlilik meydana gelmektedir. Özellikle çimento sanayiinin meydana<br />
getirdiği partiküler madde kirliliği illerin çoğunda önemli boyuttadır. Türkiye'de<br />
bulunan şeker ve çimento fabrikaları çoğunlukla eski tesislerdir. Yerleşim<br />
merkezinden uzakta kurulmalarına rağmen, hızlı şehirleşme sonucu bu tesislerin<br />
büyük bir kısmı yerleşim alanları içinde kaldıklarından yakın çevrelerine olan<br />
etkileri önemli olmaktadır. Gübre sanayii de aşağı yukarı kurulduğu her yerde,<br />
S0 2 , H 2 S, CO, NH 3 , fonu gazlar ve partiküler madde emisyonlarıyla etrafına<br />
problem yaratan bir sanayi türüdür.<br />
1.8.3.3 Atmosferik İnversiyon<br />
Dünyada atmosferik inversiyon olayı sonucu oluşmuş önemli hava kirliliği<br />
olayları yaşanmıştır. Bunlar arasında;<br />
Aralık 1930 da Belçika’da Meuse vadisinde yaşanan olayda 63 kişi ölmüş,<br />
yüzlerce kişi hastalanmıştır.<br />
Ekim 1948 de Pensylvannia Donora kasabasında yaşanan olayda 20 kişi<br />
ölmüş ve 6000 kişi hastalanmıştır.<br />
24
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Aralık 1952 de İngiltere’de Londra şehrinde yaşanan olayda ise 4000 kişi<br />
ölmüş ve 10000 kişi hastalanmıştır.<br />
The Great London Smog (1952)<br />
Yukarıda kronolojik sıraya göre verilen her üç hava kirliliği olayında da<br />
atmosferik inversiyon olayı en önemli nedendir. Dikkat edileceği gibi her üç<br />
olayda sonbahar veya kış mevsiminde meydana gelmiştir. Normal hava<br />
koşullarında güneşin yerküreyi ısıtması sonucunda yerküre üzerindeki hava<br />
tabakası ısınır. Yerkürenin hemen üstündeki ısınan hava tabakası (troposfer<br />
tabakasının sıcaklığı yeryüzünden uzaklaştıkça azaldığından) yukarı doğru<br />
yükselir. Eğer yeryüzü üzerinde kirli hava tabakası bulunuyorsa bu olay sonucu<br />
kirli hava tabakası doğal olarak yeryüzünden uzaklaşır. Atmosferik inversiyon<br />
olayında ise; özellikle sonbahar ve kış aylarında geceleri yerkürenin çok çabuk<br />
soğuması sonucu yerküre üzerindeki hava tabakası da soğur. Bu soğuyan hava<br />
tabakası daha üstteki sıcak hava tabakasını geçemediğinden yerküre ile sıcak hava<br />
tabakası arasında sıkışıp kalır. Bu sıkışan hava tabakasında biriken kirletici<br />
maddeler yerkürenin hemen üstünde kirli bir hava tabakasının oluşmasına neden<br />
olur. Atmosferik inversiyon sonucu şehrin üzerinde sıkışıp kalan kirli hava<br />
tabakası burada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Bu kirli hava tabakası<br />
25
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ancak çok şiddetli hava akımları (rüzgarlar) sonucu dağılabilir. Atmosferik<br />
inversiyon sonucu oluşan bu tip hava kirlenmesi olayına 1952’de Londra’da bu<br />
tip hava kirliliğinin yaşanmasından dolayı Londra Smog’u adı da verilmektedir.<br />
1.8.3.4 Fotoşimik Reaksiyon<br />
Meteorolojik koşullar sonucu oluşan hava kirlenmesinde rol oynayan diğer bir<br />
neden ise fotoşimik reaksiyondur. Bu olay özellikle motorlu taşıt araçlarının<br />
egzos gazlarından açığa çıkan Azot Oksitleri, aldehitler, ketonlar, olefinler ve<br />
diolefinler gibi maddelerin güneş ışınlarının etkisi ile birtakım kimyasal<br />
reaksiyonlar sonucu ozon, formaldehit, akrolein, diketon, nitroolefinler gibi<br />
zararlı fotoşimik maddelere dönüşümü şeklinde oluşmaktadır. Fotoşimik<br />
reaksiyon sonucu oluşan fotoşimik maddeler havaya karışarak hava kirliliğine<br />
neden olmaktadırlar. Bu tipik hava kirlenmesi Los Angeles’de sıklıkla<br />
oluştuğundan bu tip hava kirlenmesine “Los Angeles Smog”’u adı verilmektedir.<br />
1.8.4 Hava Kirlenmesinde Rol Oynayan Kirletici<br />
Maddelerden En Önemlileri<br />
1.8.4.1 Kükürt Oksitleri<br />
Bu maddeler arasında en önemli madde olan Kükürt dioksit özellikle konutlarda<br />
ısınma ve endüstride enerji eldesi için kullanılan kömür ve akaryakıtın yanması<br />
sonucu oluşan baca gazlarında yoğun olarak bulunmaktadır. Kükürt dioksit hava<br />
kirliliği ölçümünde “kirlenme göstergesi” olarak kullanılan bir maddedir. Hava<br />
kirliliği standartları havadaki kükürt dioksit miktarına göre belirlenmektedir.<br />
Yüksek miktarlarda kükürt dioksite maruz kalan kişilerde gözlerde yanma ve<br />
solunum epiteli tahrişi meydana gelmektedir. Kükürt dioksitin zehirleme dozu 8<br />
saat süre ile 10 ppm’dir. Havada bulunmasına izin verilen miktar 1 saat süre ile 1<br />
ppm veya 8 saat süre 0.3 ppm’dir. Bitkiler için zararlı dozu 0.3 ppm’den itibaren<br />
başlamaktadır. Bu nedenle zararlı etkileri insanlardan evvel bitkiler üzerinde<br />
ortaya çıkmaktadır.<br />
1.8.4.2 Karbon Monoksit<br />
Renksiz, kokusuz ve zehirli bir gazdır. Yakıt ürünlerinin yanması sonucu oluşan<br />
baca gazlarında %2, egzos gazlarında %5-10, havagazında ise %20 oranında<br />
bulunmaktadır. Kişide oluşturduğu olumsuz etkileri havadaki yoğunluğuna bağlı<br />
olarak başağrısı, huzursuzluk, görme bozuklukları, kişilik değişimi, paralizi ve<br />
ölüm şeklindedir. Kişideki olumsuz etkiler kanda hemoglobin ile birleşerek<br />
karboksi-hemoglobin oluşturarak kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltarak ortaya<br />
çıkmaktadır. Kalp ve solunum sistemi hastalığı olanlarda olumsuz etkiler daha<br />
çabuk ortaya çıkabilmektedir. Karbon monoksit vücutta birikmediğinden<br />
olumsuz etkiler düzelebilir (reversibl) dir. Olumsuz etkilerin ortaya çıkma dozu 8<br />
saat süre ile 30 ppm, ölüm oluşturma dozu ise 1 saat süre ile 120 ppm’dir<br />
26
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.8.4.3 Azot Oksitleri<br />
Bu gruptaki en önemli madde azot dioksit olup özellikle motorlu taşıt araçlarının<br />
egzoz gazlarında yüksek miktarlarda bulunmaktadır. Fotoşimik reaksiyonda<br />
güneş ışınlarının etkisi ile zararlı fotoşimik maddelere dönüşmektedir. Solunum<br />
yolu epitilini irrite edici bir maddedir. Havada izin verilen miktarı maksimum 5<br />
ppm kadardır.<br />
1.8.4.4 Ozon<br />
Havada normal şartlardaki miktarı çok azdır. Kirlenme nedenleri sonucunda<br />
havada sadece O3 şeklinde değil O4, O5, O6 ve Ox (Aran) şeklinde<br />
bulunabilmektedir. Özellikle bitkiler ve eşyalar üzerine zararlı etkileri çok fazladır.<br />
Havada izin verilen miktarı maksimum0.25 ppm kadardır.<br />
1.8.4.5 Oksijen<br />
Normal hava bileşiminde %21 oranında bulunmaktadır. Havadaki miktarı %11’in<br />
altına düştüğünde solunum güçlüğü belirtileri oluşmaya başlamakta havadaki<br />
miktarı %7’nin altına düştüğünde ise kişiler için hayati tehlike başlamaktadır.<br />
Oksijen miktarının düşük olduğu riskli yerler arasında sığınaklar, tahıl siloları,<br />
soba yanan kapalı odalar, kok ve şeker depoları yer almaktadır.<br />
1.8.4.6 Karbon Dioksit<br />
Normal hava bileşiminin %0.033’ünü oluşturmaktadır. Havadaki miktarının %1-<br />
3’e çıkması olumsuz etkilerinin başlamasına neden olur. Havadaki miktarı %3-6<br />
arasında olduğunda başağrısı, dispne, terleme, %6-10 arasında olduğunda ise<br />
tremorlar ve şuur bulanıklığı gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Havadaki<br />
miktarının %10’un üzerine çıkması ölüm oluşturmaktadır. Karbon dioksit miktarı<br />
yüksek riskli yerler arasında mağara, kuyu, tünel, şarap mahzenleri ve<br />
dökümhaneler sayılabilmektedir.<br />
1.8.4.7 Aerosoller<br />
Hava kirletici maddeler arasında yer alan aerosoller partiküller veya toplam asılı<br />
parçacıklar (TAP) olarakta adlandırılmaktadırlar. Aerosoller arasında yer alan<br />
Polisiklik araomatik hidrokarbonlardan Piren, benzantrasen ve şuaranten gibi<br />
maddeler egzos gazlarında yoğun olarak bulunmakta olup bu maddeler akciğer<br />
kanseri oluşumunda önemli rol oynamaktadırlar. Yine aerosoller arsında yer alan<br />
Arsenik, Asbest, Nikel, Vanadyum ve Berilyum gibi maddeler’de kanserojen<br />
etkiye sahip bulunmaktadırlar. Aerosoller grubunda yer alan tozlar arasında yer<br />
alan bitki polenleri allergen etkili maddelerdir. Yine yakıt artıkları ve çimento<br />
külleri gibi uçucu küller aerosoller grubunda yer almaktadırlar. Hava kirliliği<br />
standartları havadaki kükürt dioksit ve toplam asılı parçacık (aerosoller)<br />
miktarlarına göre belirlenmektedir. Bu standartlar hava kirliliği oluşan bölgelerde<br />
yapılan araştırmalar sonucu belirlenmiştir.<br />
27
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.9 Su Kirliliği [1.9]<br />
Yeryüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile sürekli bir döngü içinde bulunur.<br />
İnsanlar, ihtiyaçları için, suyu bu döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı<br />
döngüye iade ederler. Bu süreç sırasında suya karışan maddeler, suyun fiziksel,<br />
kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek “su kirliliği” olarak adlandırılan<br />
durum ortaya çıkar. Su kirlenmesi, su kaynağının fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik,<br />
radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde olur.<br />
Yeryüzünü saran ve okyanuslarda, denizlerde, göllerde, akarsularda ve yer<br />
altı sularında bulunan sularla atmosferdeki su buharının tümüne hidrosfer (su<br />
küre) adı verilir. Yeryüzündeki sular, güneş enerjisi etkisi ile sürekli bir dolaşım<br />
içinde bulunur. Yeryüzünden buharlaşarak atmosfere çıkan sular yoğunlaşarak<br />
tekrar yeryüzüne dönerler. Bu dolaşma “Hidrolojik devre” denir. İnsanlar<br />
yaşamlarını sürdürebilmek ve ekonomik ihtiyaçlarını giderebilmek için suyu bu<br />
dolaşımdan alır, kullandıktan sonra yine aynı dolaşıma iade ederler. Bu olaylar<br />
sırasında suya karışan maddeler suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak<br />
özelliklerinin değişmelerine neden olurlar. Su kirliliği olarak adlandırılan bu<br />
özellik değişimleri, aynı zamanda sularda yaşayan çeşitli canlı varlıkları da etkiler.<br />
Böylece su kirlenmesi suya bağlı eko sistemlerin etkilenmesine, dengelerin<br />
bozulmasına ve giderek doğadaki tüm suların sahip oldukları kendi kendini<br />
temizleme kapasitesinin azalmasına veya yok olmasına yol açabilir.<br />
1.9.1 Su Kirliliğinin Nedenleri [1.9]<br />
Çevre kirlenmesi denilince genellikle hava, su ve toprağın kirlenmesi düşünülür.<br />
Bunlardan en kolay ve çabuk kirlenen kuşkusuz sudur. Çünkü her kirlenen şey<br />
genelde su ile yıkanarak temizlenir, bu da kirliliğin son mekanının su olması<br />
anlamına gelir. Havanın ve toprağın kirlilik bakımından zamanla kendi kendilerini<br />
yenilemeleri bir bakıma kirliliklerini suya vermelerine neden olur.<br />
Havanın içinde bulunan katı ve sıvı tanecikler, havadan çok ağır<br />
olduklarından, çok geçmeden aşağı doğru inerek karalara ve sulara ulaşırlar.<br />
Havanın içinde bulunan gaz ve buhar halindeki kirleticilerde zamanla yağmur<br />
suları ile yeryüzünde toprak ve suya karışırlar. Bunlara örnek olarak, kükürt, azot<br />
ve karbon dioksitler verilebilir. Havaya karışan pek çok kirletici madde çok<br />
dayanıklı olmadığından, zamanla oksijen, ışık ve ültraviyole ışınlarının etkisi ile<br />
parçalanır. Daha sonra dünyada toprağa, göle, denize ve havaya inerler. Bu<br />
kirleticilerden toprağa yayılanlarda zamanla mekaniksel ve sel suları yardımı ile<br />
veya başka etkenlerin yardımı ile topraktan suya geçerler.<br />
Su kirliliği antropojin etkiler sonucunda ortaya çıkan, kullanımı kısıtlayan<br />
veya engelleyen ve ekonomik dengeleri bozan kalite değişimleridir. Su kirliliğinin<br />
bir başka tanımı ise; su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve<br />
ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi, şeklinde gözlenen ve doğrudan<br />
28
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, su ürünlerinde, su<br />
kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar<br />
yaratacak madde ve enerji atıklarının boşaltılmasını ifade etmektedir.<br />
a) Havadaki ve topraktaki kirletici maddeler eninde sonunda suya geçerler.<br />
b) Dünyadaki tüm suların %99′undan daha fazlası bir tek sistem içinde<br />
birbirine bağlı olup genel mahiyette kirlenme tehdidi altında bulunmaktadır.<br />
c) Sularda, muazzam bir canlı varlık hazinesi, dolayısı ile gıda deposu<br />
mevcuttur. Burada vaki olabilecek bir denge bozulması bütün dünyamızdaki<br />
yaşamı ciddi ve olumsuz yönde etkiler.<br />
d) Kirletici madde miktarı çok az olsa bile suda erimediği zaman, su<br />
üzerinde çok ince bir tabaka teşkil edince sudaki hayat önemli bir derecede<br />
etkilenebilir. Bunun nedeni atmosferden oksijen ve ısı alışverişinin zorlaşmasıdır.<br />
Denizlerden buharlaşan sular yukarıda yoğunlaşıp yağmur halinde aşağıya<br />
düşünce pek çok pislikleri ve suda eriyen maddeleri beraberce nehirlere ve<br />
özellikle denizlere doğru sürüklerler. Bu şekilde pislikler ve kirleticiler durmadan<br />
havadan ve topraktan sulara geçerler. Karalardan sökülebilen ve sular tarafından<br />
sürüklenen taş ve topraklarda bu kirletici maddeler gibi denizlere ulaşınca bir<br />
daha eski yerlerine gidemezler. Onun içindir ki denizler bilhassa nehir ağızlarında<br />
mütemadiyen dolmakta ve karaların yüzölçümü az da olsa artmaktadır. Kısacası<br />
karalardan ve atmosferden ister suda erimiş olsun, ister erimemiş olsun suya<br />
sürüklenen maddeler ve bu arada kirleticiler bir daha eski yerlerine gidemezler.<br />
Her şeyden önce yer çekimi buna manidir. Erozyon sonucunda her yıl<br />
milyonlarca ton kıymetli toprak karalardan sulara ve dolayısı ile denizlere geçer.<br />
Bir bakıma bu da önemli bir çevre sorunudur.<br />
Dünyamız verimliliği bu yüzden gittikçe azalmaktadır. Sulara ve denizlere<br />
geçen maddeler okside edilebilir cinsten iseler (mesela organik maddeler) sudaki<br />
erimiş oksijeni yakacaklarından sudaki hayat şartlarını zorlaştırırlar. Genellikle<br />
organik maddeler oksijenle tahrip edilip zamanla parçalanırlar ve hüviyetlerini<br />
kaybedip zararsız hale gelirler. Suda erimiş haldeki oksijen oradaki hayatın<br />
devamında büyük bir etkendir. Bir kısım organik madde çok dirençli olup uzun<br />
zaman bozulmadan kalabilirler. Bu gibi maddelerin çevre üzerindeki menfi<br />
etkileri de uzun sürer ve ekolojik sistem dengesini ciddi olarak bozabilirler.<br />
Örnek olarak petrol ürünlerinden, suda ağır olup dibe çökenler gösterilebilir.<br />
Su kirliliğine neden olan unsurları genel olarak dört ana başlık altında<br />
toplamak mümkündür:<br />
a) Sanayileşme<br />
b) Kentleşme<br />
c) Nüfus artışı<br />
d) Tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler.<br />
29
30<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Yukarıda belirtilen dört ana başlık içerisinde yer alan sanayileşme ve<br />
kentleşmenin önemi tartışılmazdır. Endüstriyel kuruluş atıklarının arıtılmadan<br />
akarsulara verilmesi veya bu atıkların toprağa gömülmesi sonucu bu atıklar<br />
yağmur sularına karışarak yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedir.<br />
Enerji santralleri, çelik, kağıt ve araba fabrikaları gibi büyük endüstriyel<br />
kuruluşlar, çevreye zararlı maddeler açığa çıkaran önemli kuruluşların başında<br />
gelmektedirler. Özellikle büyük şehirlerde kurulan sanayi fabrikalarının sıvı ve<br />
katı atıklarının da su kirliliğine neden oldukları bilinmektedir. Ayrıca,<br />
sanayileşmenin gelişmesi ile şehirlere göç olayı daha da hızlanmış, bunun<br />
sonucunda da hızlı ve düzensiz şehirleşme ortaya çıkmıştır. Kentlerde yaşayan<br />
işçi ve emekçiler hiçbir sorumlulukları olmamasına rağmen plansız ve çarpık rant<br />
amaçlı kentleşme ve kar amaçlı sanayileşmenin atıklarına muhatap olmakta ve<br />
haksız bir bedel ödemektedir. Tarımsal mücadele ilaçlarının ve kimyasal<br />
gübrelerin bilinçsizce ve kontrolsüz kullanımı da göz önüne alındığında “su<br />
kirliliğine” etki eden unsurların önemi ortaya çıkmaktadır.<br />
Su kirliliğinin önemli bir başka nedeni olan çoğunlukla endüstriyel atıklar<br />
olmak üzere evsel atıklarda da bulunan “sert (biyolojik parçalanmaya dayanıklı)<br />
deterjan” kalıntılarının doğal su kaynaklarının kirletilmesinde önemli payı olduğu<br />
bilinmektedir. Deniz ve göl kenarı gibi ortamlara yakın kurulan büyük şehirlerde<br />
sanayi kuruluşlarının ve evsel atıkların fazlalığı göz önüne alınırsa, kirlenmenin<br />
buralarda önemli boyutlarda yaşandığı açıkça görülebilir.<br />
Su kirliliğini oluşturan diğer etmenlerin başında lağım suları, petrol atıkları<br />
ve nükleer atıklar, kimyasal kirleticiler ve tarımda verimi artırma amacıyla<br />
kullanılan doğal ve yapay maddeler, tarım ilaçları ve radyoaktif atıklar yer<br />
almaktadır. Bu atıklar arıtılmadan su ortamlarına boşaltıldıklarında ya da bu<br />
atıklarla kirlenen topraklardan sulara taşındıkları zaman su kirliliğine neden<br />
olurlar.<br />
Özellikle tarımsal alanlarda üretimi artırmak amacıyla kullanılan kimyasal<br />
gübreler, böceklerle savaşmakta kullanılan bir takım kimyasal zehirler yağmur<br />
suları ile toprak altına geçerek yeraltı sularının kirlenmesine sebep<br />
olabilmektedirler.<br />
1.9.2 Su Kirliliğinin Zararları ve Alınması Gereken Önlemler<br />
Doğrudan hastalık nedeni olabileceği gibi bazı hastalıkların yayılımını da<br />
kolaylaştırabilen bir kirlilik çeşidi olan su kirliliği başta kanser hastalığı olmak<br />
üzere kalp, kronik solunum yolu hastalıkları ve diğer hastalıklara yol açarken,<br />
gelişim ve sinir sistemi bozuklukları ile bağışıklık sistemi rahatsızlıklarına da<br />
neden olabilmektedir.<br />
Tarımsal alanlarda üretimi artırmak amacıyla kullanılan kimyasal gübreler,<br />
zararlı böceklere karşı kullanılan ve içeriğinde civa, kurşun ve diğer ağır metaller
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
bulunan kimyasal zehirler, yağmur suları ile toprak altına geçerek yeraltı sularının<br />
kirlenmesine neden olabilmektedir. Akıntılarla yüzeysel sulara ve su havzalarına<br />
ulaşan bu kimyasal maddeler akarsulardaki canlı hayatının da sona ermesine<br />
sebep olmaktadırlar. Özellikle civa ve radyoaktif madde gibi tehlikeli maddeler<br />
gerek deniz canlılarının yapısında gerekse bitkilerin yapısında birikerek insanoğlu<br />
ve diğer canlılar tarafından tüketildiği zaman zararlı etkiler görülmektedir.<br />
Özellikle tarımda kullanılan kimyasal maddelerle kirlenen suda bulunan “nitrat”<br />
çocuklarda ciddi hastalıkların görülmesine sebep olabilmektedir.<br />
Lağım suları ile kirlenen sularda bakteri ve virüs oranı artarak tifo,<br />
dizanteri, hepatit, kolera ve diğer önemli bulaşıcı hastalıkların bu yolla yayılımına<br />
sebep olmaktadır.<br />
Besinlerin bileşiminde doğal olarak bulunan nikel maddesinin, kirli<br />
atıkların sulara karışması ve bitkiler tarafından alınmasıyla bitki yapısındaki<br />
miktarı önemli derecede artmaktadır. Bu tür bitkilerin tüketilmesiyle fazla<br />
miktarda nikel maddesi vücuda alınmakta ve buna bağlı olarak böbrek yetmezliği,<br />
karaciğer bozukluğu ve bazı kanser türlerinin oluşumuna neden olabilmektedir.<br />
Çeşitli nedenlerle havada yoğun olarak bulunan kurşun oksit havadan su<br />
kaynaklarına ve dolayısı ile besinlere bulaşarak tüketilmeleri sonucu insan<br />
sağlığına zararlı etki gösterebilmektedir. Bu elementin özellikle ağız, yemek<br />
borusu, akciğer, meme, kalınbağırsak gibi önemli kanser türlerinin oluşumunda<br />
da rol oynadığı gösterilmiştir. Eski su dağıtım sistemlerinde kullanılan kurşunun<br />
çocukların sinirsel gelişimini, büyümeyi olumsuz etkilediği ve davranış<br />
bozukluklarına yol açtığı gösterilmiştir.<br />
Canlı yaşamı ve dünyanın doğal dengesi için gerekliliği tartışmasız olan<br />
suyun çeşitli nedenlerle kirletilmesi sonucu gerek çevreye gerekse canlı ve insan<br />
yaşamına verdiği zararlar oldukça önemlidir. Bu bilinçten yola çıkarak,<br />
yaşamımızı önemli oranda etkileyen su kirliliğini önleyebilmek için yapılması ve<br />
alınması gereken önlemler bulunmaktadır. Öncelikle su kirliliğinin önemli bir<br />
nedeni olan tarım ilaçları ve yapay gübreler tarım alanlarında rast gele değil, yetkili<br />
kuruluşların önerisine göre kullanılmalıdır. Sanayi kuruluşlarının atıkları<br />
arıtılmadan akarsulara ve diğer su kaynaklarına boşaltılmamalıdır. İçme ve<br />
kullanma suyu olarak yararlanılan su kaynakları dışarıdan insan ya da hayvanların<br />
girmesini engelleyecek biçimde çevrelenerek kirlenmenin önlenmesi<br />
gerekmektedir. Kaynak sularının bulunduğu beslenme bölgelerinde endüstri<br />
kuruluşları, hayvan barınakları ve çiftlikler kurulmamalıdır. İçme ve kullanma<br />
suyu havzaları içerisinde ve civarında suların kirlenmesine neden olabilecek<br />
faaliyetler yapılmamalıdır. İçme sularının şebeke sistemi ile dağıtıldığı durumlarda<br />
klor, ozon vb. gibi dezenfekte edici maddelerle mikroplarından arındırılması<br />
gerekmektedir.<br />
31
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1.10 Sanayi Devrimi [1.10]<br />
Bir tarım, el sanatları ekonomisinden sanayi ve makine imalatının hakim olduğu<br />
bir ekonomiye dönüşüm süreci olan Sanayi Devrimi 18. yüzyılda İngiltere'de<br />
başladı. Demir ve çelik kullanımı, yeni enerji kaynakları, (buhar makinesi ve iplik<br />
jenny dahil) üretimi arttıran yeni makinelerin icadı, fabrika sisteminin gelişimi ve<br />
(demiryolu ve telgraf dahil) ulaştırma ve haberleşmede önemli teknolojik<br />
gelişmeler yaşandı. Sanayi Devrimi 1760- 1830 yılları arasında büyük ölçüde<br />
İngiltere ile sınırlı kaldı ve daha sonra Belçika ve Fransa'ya yayıldı. Diğer ülkeler<br />
geride kaldı; Almanya, ABD ve Japonya endüstriyel gücü ele geçirdiklerinde<br />
İngiltere'nin önüne geçtiler. Sanayi Devriminin Çin ve Hindistan gibi ülkelere<br />
yayılması 20.yüzyılın ortalarını buldu. Endüstrileşme, ekonomik, siyasi ve<br />
toplumsal örgütlenmede değişikliklere yol açtı. Bunlar arasında zenginliğin daha<br />
geniş bir kesime ulaşması ve uluslararası ticaretin artması, ekonomik güç<br />
kaymasından kaynaklanan politik değişimler; işçi sınıfı hareketlerinin yükselişi<br />
dahil kapsamlı toplumsal değişimler, işbölümü gelişimini görmezden gelen<br />
yönetim hiyerarşilerinin ve otorite biçimlerinin ortaya çıkması; endüstriyel kirlilik<br />
ve kentsel kalabalık gibi dışsallıklara karşı mücadelelerin başlaması sayılabilir.<br />
1.10.1 İngiltere'de Sanayi Devrimi<br />
Sanayi Devriminin ortamı, 15. ve 16. Yüzyıllarda Yeni Dünya’dan değerli<br />
metalleri getirerek fiyatların yükselmesine, sanayinin harekete geçmesine, para<br />
ekonomisinin teşvik edilmesine yol açan Batı Avrupa'dan keşif seferleri<br />
tarafından hazırlanmıştır. Ticaret ve para ekonominin genişlemesi, yeni<br />
finansman ve kredi kurumlarının gelişimini teşvik etti. 17. Yüzyılda Hollanda mali<br />
olarak ön plandaydı, ama 1694 de İngiltere Merkez Bankasının kurulması ile<br />
üstünlüğünü kaybetti. Kapitalizm büyük ölçekte ortaya çıktı ve eski maceracı<br />
tüccar sınıfından yeni tür bir ticari girişimci geliştirdi. Birçok makine zaten<br />
biliniyordu, ve bunları kullanan oldukça büyük fabrikalar vardı, ancak bunlar<br />
kural değil istisnaları oluşturuyordu. Odun tek yakıttı, su ve rüzgar bu ilk<br />
fabrikaların gücünü oluşturuyordu.<br />
İngiltere’de Tekstil Fabrika isçileri<br />
1813 2400 dokuma tezgahı 150, 000 işçi<br />
1833 85, 000 dokuma tezgahı 200, 000 işçi<br />
1850 224, 000 dokuma tezgahı >1 million işçi<br />
32
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
İngiltere’de Tekstil Fabrikası isçileri<br />
18 yüzyıla girildiğinde, büyüyen ve daha zengin nüfus daha fazla ve daha<br />
iyi ürünler talep etti. Üretim süreçlerinde kömür odunun yerine geçti. Buhar<br />
makinalarının ilk modelleri su tahliye ve madenlerden kömür çıkartmak için<br />
tanıtıldı. Sanayi Devriminin önemli gelişmesi Pamuk tekstil sanayi güç için buhar<br />
kullanımı, ve James Watt’ın 1796 da büyük ölçüde geliştirilmiş motoru oldu.<br />
Yakınlarında büyük miktarlarda kömür ve demirin varolması İngiltere’nin hızlı<br />
endüstriyel büyümesinde belirleyici bir faktör oldu.<br />
İngiltere’de Kömür Madenciligi:<br />
1800-1914<br />
1800 1 ton kömür 50, 000 madenci<br />
1850 30 ton 200, 000 madenci<br />
1880 300 milyon ton 500, 000 madenci<br />
1914 250 milyon ton 1, 200, 000 madenci<br />
Demir üretiminde kok kullanımının geniş kapsamlı etkileri vardı.<br />
1700'lerden gelen kömür madenleri önem kazandı, Lancashire ve Yorkshire’ın<br />
dünyanın en büyük tekstil merkezleri haline geldiği dönemde Black Country<br />
İngiltere'de gelişti. Fabrikalar ve sanayi şehirleri ortaya çıktı. Kanallar ve yollar<br />
inşa edildi ve üretilen mallar için pazar demiryolu ve buharlı geminin gelişiyle<br />
genişledi. Bessemer süreci açık ocak fırından önce erimiş pik demirden seri çelik<br />
üretimi için ilk ucuz endüstriyel proses oldu. 19. yüzyılın ortasında endüstrinin iki<br />
33
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ana özelliği olan buhar ve çeliğin yaygın kullanımına neden olduğu için Bessemer<br />
süreci dev bir katkıda bulundu. Kimyasal yenilikler ve en önemlisi, belki de,<br />
makine yapan makineler büyük değişikliklerde önemli bir rol oynadı.<br />
1.10.2 The Black Country [1.11]<br />
Black Country İngiliz West Midlands’ın kuzeyi, Birmingham’ın batısı ve<br />
Wolverhampton’ın güney ve doğusunda bir alandır. Endüstriyel Devrim<br />
sırasında, yüksek düzeyde hava kirliliği üreten kömür madenleri, kok üretimi,<br />
demir döküm tesisleri ve çelik fabrikaları ile İngiltere’nin en sanayileşmiş<br />
parçalarından biri oldu. Black Country bir kimlik olarak nispeten yenidir.<br />
Wolverhampton ve Birmingham arasındaki 14 mil yol 1785 lerde "tek bir şehir"<br />
olarak tarif ediliyor olsa da Black Country ismi ilk olarak 1840 larda verilmiştir ve<br />
ismini alanı kaplayan ağır endüstriden atmosfere çıkan siyah kurumdan almıştır.<br />
Sanayi Devrimi 1800'lerin ortalarında İngiltere'de sona ermedi. Yeni<br />
dönem elektrik ve benzinli motor ile geldi. 1850 yılına gelindiğinde Devrimin<br />
harekete geçirdiği dönüşüm başarılı oldu ve böylece endüstri milletin hayatında<br />
baskın bir faktör haline geldi.<br />
1.10.3 Dünya Devrimi ve Etkileri<br />
Fransa 17.ve 18 yüzyıl boyunca İngiltere’ye ayak uydurmuştur, ancak daha sonra<br />
endüstriyel gelişmenin gerisinde kalmıştır ve uzun süreli ticari rekabet İngilizlerin<br />
zaferi ile sonuçlanınca Fransa pazarlardan uzakta kalmıştır.<br />
Devrim İngiltere'dekine benzer hızlı bir gelişme göstermemiş, ama 1830<br />
dan sonra giderek gelişmiştir. Demiryolu ve gelişmiş ulaşım Almanya'ya devrimin<br />
girişi öncesi gerçekleşmiş ve geleneksel olarak Zollverein (Almanya’nın Gümrük<br />
Birliği) oluşumuna eşlik ettiği söylenmektedir; endüstriyel Almanya 1850 sonrası<br />
oluşturuldu.<br />
Amerika Birleşik Devletleri’nde Eli Whitney 1793 yılında özellikle çırçır<br />
makinesiyle erken devrim için bazı katkılarda bulunmuştur. ABD'nin bir endüstri<br />
devletine dönüşümü büyük ölçüde iç savaştan sonra ve İngiliz modeli ile<br />
gerçekleşti. New England tekstil fabrikaları uzun süredir çalışıyordu, ama<br />
endüstriyel örgütlenmede patlama dönemi 1860-1890 arasında gerçekleşti. Sanayi<br />
Devrimi Asya'ya Avrupalılar tarafından tanıtıldı. 19.yüzyılın son yıllarıyla 20.<br />
Yüzyılın başlarında. Hindistan, Çin ve Japonya’da sanayileşme gelişti. Ancak,<br />
Japonya gerçek bir Endüstriyel Devrim gerçekleştirdiği söylenebilecek Doğu<br />
Asya'nın tek ülkesidir. Rus Devriminin temel amacı ise sanayicilik getirilmesi<br />
olarak ortaya çıktı.<br />
Sanayi Devriminin kapsamlı belediye hizmetleri gerektiren kent<br />
merkezlerini oluşturması ülkelerin görünümünü değiştirdi. Özel ve birbirine<br />
bağımlı ekonomik bir yaşam oluştu ve kentsel işçiyi, kırsal işçinin olduğundan<br />
34
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
daha fazla, tamamıyla işverenin iradesine bağımlı hale getirdi. Sermaye ve emek<br />
arasındaki ilişkiler ağırlaştırılmış ve Marksizm bu huzursuzluğun bir ürünü<br />
olmuştur. Adam Smith ve David Ricardo'nun yazılarında geliştirilen laissez-faire<br />
(bırakınız yapsınlar)öğretileri, yeni üretim tesislerinin kullanımını çoğaltmak<br />
istedi. Ama devrim de, işçi korumak ve gerekli hizmetleri sağlamak için yeni bir<br />
tür devlet müdahalesi için ihtiyacı gündeme getirmiştir. Laissez faire (bırakınız<br />
yapsınlar) yavaş yavaş refah kapitalizmi için Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere<br />
ve diğer yerlerde yol aldı. John Maynard Keynes’in ekonomik teorileri bu farkı<br />
ifade etmektedir. Sanayi Devrimi, aynı zamanda mesleklerin yükselişi, nüfus artışı<br />
ve yaşam standartlarında iyileşme için ekonomik bir temel sağlamıştır ve az<br />
gelişmiş ülkelerin birincil hedefi olmaya devam etmektedir.<br />
1.10.4 Sanayileşmenin Sağlık Etkileri [1.12]<br />
Sanayileşme ile ilgili pek çok faktör sağlık tahribatına yol açtı: zararlı çalışma<br />
koşulları ile birlikte çalışma saatlerindeki uzunluk, fabrikaların kirli çevresinde yer<br />
alan sağlıksız konutlar, yetersiz ve kalitesiz beslenme, sağlık hizmetine erişimsizlik<br />
ve aşırı alkol tüketimi.<br />
Mesleki kazalar aşırı çalışmanın sağlık etkilerinin doğrudan göstergesidir.<br />
Doktor Ilia Sachnine 1900 yılında, Sigorta şirketleri tarafından derlenen mesleki<br />
yaralanma verilerini kullanarak, iş kazası sayısının günün sonunda veya haftanın<br />
sonunda arttığını hesaplamıştı. Benzeri pek çok sağlık tahribatı doktorların<br />
çalışma alanları haline dönüştü.<br />
35
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Fabrika Sistemindeki monotonluk, katı program ve günde 12-14 saatlik<br />
tehlikeli çalışma koşulları işçilerin zihinlerini uyuşturuyordu.<br />
Yeni Endüstriyel Şehir<br />
36
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
1850 ye kadar Endüstrilesme<br />
Avrupa Kitasinda Demiryollari<br />
1.10.5 Endüstriden kaynaklanan Tehlikeli ve Zararlı<br />
Atıklar [1.13]<br />
Dünyada ve ülkemizde özellikle nüfus ve sanayinin yoğun olduğu büyük yerleşim<br />
yerleri önemli çevre sorunları ile karşı karşıya kalıyor. Bir taraftan artan nüfus<br />
beraberinde hızlı kentleşmeyi getirirken, diğer taraftan endüstri ve teknolojideki<br />
gelişmeler dünyamızdaki kaynakların hızla tükenmesine yol açıyor. Sonuç olarak;<br />
çevredeki doğal kaynaklar daha çok tüketiliyor ve atıklar çığ gibi büyüyor.<br />
1.10.5.1 Tehlikeli Atıkların Sınıflandırılması<br />
Tehlikeli atıklar kaynağına göre aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır:<br />
– Endüstriyel atıklar<br />
– Evsel atıklar<br />
– İnşaat ve enkaz atıkları<br />
– Tıbbi atıklar<br />
37
– Ambalaj atıkları<br />
– Arıtma çamuru<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ABD’nin Çevre Bakanlığı EPA(Environment Protection Agency) ’ya göre<br />
tehlikeli atıklar türlerine göre 4 sınıfa ayrılabilir;<br />
a) Toksik Atıklar (Toxic)<br />
b) Korozif Atıklar (Corrosive)<br />
c) Yanıcı-Parlayıcı Atıklar (Ignitable)<br />
d) Reaktif Atıklar (Reactive)<br />
1.10.5.2 Zehirli tehlikeli atıklar<br />
Belirli konsantrasyonların aşılması durumunda zehirli özellik sergileyen atıklardır.<br />
En çok rastlanan zehirli maddeler ve sınır konsantrasyonları (ppm)<br />
• Arsenik 5.0 Tetrakloretilen 0.7<br />
• Trikloretilen 0.5 Krom 5.0<br />
• Kurşun 5.0 Gümüş 5.0<br />
• Metil etil keton (MEK) 200 Baryum 100<br />
• Benzen 0.5 Kloroform 6.0<br />
• Selenyum 1.0 Kadmiyum 1.0<br />
• Vinil Klorür 0.2 Cıva 0.2<br />
1.10.5.3 Malzeme Güvenlik Bilgi Formları (MSDS )[1.14] ,<br />
1990 yılında kabul edilen Uluslar arası çalışma örgütü' nün 170 no' lu kimyasal<br />
Maddelerin çalışma Yaşamında Kullanılmasına İlişkin Sözleşme ile, 177 sayılı<br />
Tavsiye Kararında da belirtildiği gibi "Malzeme Güvenlik Bilgi Formu" ya da<br />
diğer bir söyleyişle "Kimyasal Madde Güvenlik Veri Kartları"dır.<br />
Ülkemizde; 11.7.1993 tarih ve 21634 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanarak<br />
yürürlüğe giren "Tehlikeli Kimyasallar Yönetmeliği" nin, 6.11.2001 tarih ve<br />
24575 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanarak yürürlüğe giren değişik 22 inci<br />
maddesi (üretici ve ithalatçı, kullanıcı olan başka bir üreticiye sattığı, zararlı madde veya<br />
ürünlerinin çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini açıklayan bilgi formunu Türkçe<br />
düzenleyerek vermek zorundadır.) gereğince hazırlanan ve 11.03.2002 gün ve 24692<br />
sayılı Resmi Gazetede "çevre Bakanlığınca" yayımlananGüvenlik Bilgi<br />
Formlarının Düzenlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Tebliği ile Güvenlik Bilgi<br />
Formlarının düzenlenmesinde uyulacak usul ve esaslar ile formda yer alacak<br />
bilgileri ve formun şeklin belirlenmiştir.<br />
38
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Malzeme Güvenlik Bilgi formları gereksinimleri karşılayacak kadar<br />
toksikolojik (zehirbilimsel) bilgi içerecek şekilde daha o maddeyi üreten /<br />
sağlayan kişi veya firmalar (tedarikçiler) tarafından hazırlanmalıdır. Bu formların<br />
üzerindeki bilgiler satınalma birimlerine, yöneticilere, mühendislere, sağlık ve<br />
güvenlik birimine, maddeyi işyerinde güvenli bir şekilde kullanabilmek için yararlı<br />
olacak şekilde özet fakat kapsamlı olarak yazılmalıdır. çünkü acil bir durum<br />
karşısında ilk başvurulacak kaynaklardan biri bu formdaki bilgiler olacaktır.<br />
Tehlikeli kimyasal maddeler için, Malzeme Güvenlik Bilgi Formu<br />
hazırlanmasındaki kriterler, aşağıdaki hususları içeren ana bilgileri kapsamalıdır.<br />
1- Madde/Müstahzar ve Şirket/İş Sahibinin Tanıtımı, (kimyasal ürün ve<br />
firma ismi – kimyasal maddelerin ticari ya da genel ismi ile temin eden veya<br />
üreticiler hakkında detaylı bilgiler içeren tarzda).<br />
2- Bileşimi/İçindekiler Hakkında Bilgi, (kimyasal maddeyi oluşturan<br />
maddelerin bileşimi ve ilgili bilgiler – tehlikelerini belirtmek için açık olarak<br />
tanımlanacak bir tarzda),<br />
3- Tehlikelerin Tanıtımı,<br />
4- İlk Yardım önlemleri,<br />
5- Yangınla Mücadele önlemleri,<br />
6- Kaza Sonucu Yayılmaya Karşı önlemler,<br />
7- Kullanma (Taşıma) ve Depolama,<br />
8- Maruz (Sunuk) Kalma Kontrolleri/Kişisel Korunma, (işyeri<br />
maruziyetinin izlenmesi için olası yöntemleri içerecek şekilde),<br />
9- Fiziksel ve Kimyasal özellikler,<br />
10- Kararlılık ve Reaktivite, (reaksiyona girip girmeme eğilimi),<br />
11- Toksikolojik Bilgi, (zehirliliği hakkında bilgiler – vücuda potansiyel<br />
giriş yolları ve diğer kimyasal maddelerle olan etkileşim veya çalışmada<br />
karşılaşılan tehlikeleri içeren bilgiler dahil),<br />
12- Ekolojik Bilgi,<br />
13- Bertaraf Bilgileri,<br />
14- Taşımacılık / Nakliye Bilgisi,<br />
15- Mevzuat Bilgisi, (yasal düzenleyici bilgiler),<br />
16- Diğer Bilgiler, (formun hazırlandığı tarihi içerecek şekilde),<br />
İşyerinde bulunan her tehlikeli kimyasal maddenin bulunduğu, kullanıldığı<br />
veya depolandığı yerdeki bütün işçiler bu madde(lerin);genel adı gibi kimyasal<br />
kimliğini, işyerinde (işçiler) çalıştıkları bölgelerin hangisinde (ve neresinde)<br />
39
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
bunların kullanıldığında, diğer maddelerle karıştırılmadığı zaman konusu veya<br />
görüntüsünden bu maddeyi nasıl tanıyacağını, fiziksel tehlikelerin neler olduğunu,<br />
kazara bir yangın olduğunda ne yapacağını, akut sağlık tehlikeleri nelerdir?akut<br />
sağlık tehlikelerinin beklenen semptomları (hastalık belirtileri)ni, bu maddeyle<br />
çalışan bir işçi, buna maruz kaldığında ve bunun akut semptomları ortaya<br />
çıktığında ilk yardım olarak sırayla neler yapması gerektiğini, bu maddeden bir<br />
miktarının kazara döküldüğünde neler yapacağını, bunların kronik sağlık<br />
tehlikeleri nelerdir? maruziyetin (sunuk kalmanın) en aza indirilmesi için hangi<br />
kişisel koruyucu teçhizatın kullanılacağını, kişisel koruyucuların uygun şekilde<br />
kullanılmasını, maddenin tehlikeli özellikleri hakkında ek bilgilere gereksinim<br />
duyduğunda bunların nerelerden sağlanabileceğini öğrenmeleridir.<br />
Diğer bir ifade ile (yasal olarak) yukarıda vurgulanan bilgiler işçilere<br />
öğretilmelidir.<br />
İşçilere oriyantasyon (işyeri tanıtımı) eğitiminde hangi tehlikeli maddenin<br />
işyerinin nerelerinde kullanıldığı gösterilmeli, bu arada malzemenin kimliği ve<br />
etkilerinin yeri, günlük gereksinim kadar alınırken kullanılan belgeler<br />
tartışılmalıdır. Belirtilen bilgiler yeni bir işçinin eğitiminin ilk adımı olmalıdır.<br />
Yapılacak genel iş sağlığı ve iş güvenliği eğitiminden sonra, yeni bir kimyasal<br />
madde işyerinde (ilk defa) kullanılmaya başlandığında ve ayrıca periyodik olarak<br />
(belirli sürelerle) bütün işçilere bilgi tazeleme eğitimi verilmelidir.<br />
1.10.5.4 Korozif Tehlikeli Atıklar<br />
Depolama tanklarını korozyona uğratır, dokunulması durumunda insan<br />
dokusuna zarar verir<br />
• Sıvı çözeltiler: pH ≤ 2.0<br />
• pH ≥ 12.5<br />
• Örnekler: Asitler, Bazlar, Hidroksitler, Boyler temizleme kimyasalları<br />
1.10.5.5 Yanıcı-Parlayıcı Tehlikeli Atıklar<br />
Örnekler: Alkol, Aseton, Asetik asit, Xylen, Yağlı boya, Tiner, Çözücüler ve<br />
karışımları, Benzin, Kısmen dolu sprey kutuları, Parlama noktası 60 0 C’den düşük<br />
sıvı çözeltiler, Normal sıcaklık ve basınç altında, Kendiliğinden yanabilen katılar,<br />
Yanabilir basınçlı gazlar (kısmen dolu sprey kutuları dahil), Oksitleyiciler<br />
1.10.5.6 Reaktif Tehlikeli Atıklar<br />
Reaktif tehlikeli atıklar su ile şiddetli reaksiyona girerler, Zehirli gaz ve duman<br />
oluştururlar.Patlayıcıdırlar Örnek: Siyanür; Patlayıcılar, Pikrik asit, Etil eterler,<br />
Sülfit içeren atıklar<br />
40
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
41
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kaynaklar:<br />
1.1 http://www.hurriyet.com.tr/saglik/24857530.asp, Türkiye'de kansere bağlı ölüm<br />
yüzde 80 arttı<br />
1.2 Bell, Michelle L.; Michelle L. Bell, Devra L. Davis, Tony Fletcher (January 2004).<br />
"A Retrospective Assessment of Mortality from the London Smog Episode of<br />
1952: The Role of Influenza and Pollution". Environ Health Perspect 112 (1): 6–<br />
8. doi:10.1289/ehp.6539. PMC 1241789. PMID 14698923.<br />
1.3 http://www.cancer.org/acs/groups/content/@epidemiologysurveilance/docum<br />
ents/document/acspc-031941.pdf<br />
1.4 Matthew McDermott, "Coal Pollution Will Kill 13, 200 Americans This Year &<br />
Cost $100 Billion in Additional Health Care Bills" Treehugger, Sep. 13, 2010.<br />
1.5 http://www.greenpeace.org/india/Global/india/report/Coal_Kills.pdf<br />
1.6 http://www.theguardian.com/environment/2013/jun/12/european-coalpollution-premature-deaths<br />
1.7 Dr. Orhun KALKAN (Halk Sağlığı Uzmanı)<br />
http://www.bsm.gov.tr/makale/20013.asp?sayi=20013<br />
1.8 http://www.bianet.org/bianet/toplum/150226-sicaklik-0-9-derece-artti-denizseviyesi-19-santimetre-yukseldi<br />
1.9 http://baol-biyo.blogcu.com/su-kirliligi/7836998<br />
1.10 http://encyclopedia2.thefreedictionary.com/Industrial+Revolution<br />
1.11 https://en.wikipedia.org/wiki/Black_Country<br />
1.12 http://federation.ens.fr/ydepot/semin/texte0809/DTH2009SA1.pdf<br />
1.13 https://dosya.sakarya.edu.tr/.../36786882_tehlikeliatiklarin_siniflandirilmasi<br />
1.14 http://guvenlikbilgiformutaksimdanismanlik.blogspot.com/p/kimyasal-maddenedir.html<br />
42
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bölüm 2<br />
2.Türkiye’deki İnsan Etkinliklerinin Çevre<br />
Tahribatına Örnekler ve Avrupa’da Durum<br />
2.1 Ergene Nehri'ndeki Kirlilik [2.1]<br />
Marmara Bölgesi’nin Karadeniz kıyılarındaki Yıldız Dağları’ndan doğan, Çorlu,<br />
Çerkezköy, Lüleburgaz, Babaeski, Pehlivanköy ve Uzunköprü’den geçtikten<br />
sonra Meriç Nehri ile birleşen ve Saroz Körfezi’ne dökülen Ergene Nehri 350<br />
bin kişinin çalıştığı 1350 fabrikanın arıtma yapmadan bıraktıkları zehirli kimyasal<br />
atıklar, yerleşim birimlerinden akarsulara bırakılan kanalizasyon ve evsel atıklar,<br />
tarımsal gübre ve ilaçlar nedeniyle simsiyah akmaktadır ve içinde yaşayan canlı<br />
kalmamıştır. Bölgedeki tarım üretimi büyük oranda düşmüş ve nehirdeki kirlilik<br />
nedeniyle çevrede kanser vakaları büyük oranda artmış ve ölümler yaşanmıştır.<br />
Ergene havzasında 52 bin dekar çeltik ekiliyor. Ancak üreticiler Ergene’nin<br />
suyundan faydalanamıyor. Çeltik ekilen yerlerde daha önce 900 kilo verim<br />
alınırken, bu 300 kiloya kadar düşmüş. Birçok çiftçi kanser ve kalp krizinden<br />
dolayı hayatını kaybediyor.<br />
1987 yılında Ergene Nehri’nde yüzebilen ve balık tutabilen vatandaşlar<br />
bugün Ergene Platformu’nun üyeleri ile Ergene Nehri’nin temizlenmesi için çaba<br />
sarfediyorlar ve Ergene’nin Trakya’nın kanalizasyonu haline gelmesini önlemeye<br />
çalışıyorlar.<br />
Trakya Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk<br />
Yorulmaz Ergene Nehri’nden aldıkları örnekler ile yapılan analizlerde nehir<br />
suyunda kurşun, civa, kadmiyum, kobalt, bakır gibi ağır metaller<br />
ve arsenik bulduklarını, ayrıca fosforlu-azotlu bileşikler ile solvent, asit, alkali ve<br />
boya gibi sayısız kimyasal maddeler tespit edildiğini bildirdi. Özellikle sonbahar<br />
döneminde etkili olan yağışlar ile Ergene Nehri’nin taşması sonucu Trakya<br />
bölgesindeki birçok tarım arazisi söz konusu atıklar nedeniyle zehirleniyor. Bu<br />
zehirler yetiştirilen bitkiler aracılığıyla kademe kademe insanlara kadar ulaşmakta<br />
ve kanser, inme, karaciğer, böbrek, kalp yetmezliği gibi çok ciddi hastalıklarda<br />
artışa neden olmaktadır."<br />
2.2 Dilovası [2.2]<br />
“Yüzölçümü olarak aslında küçük bir ilçe olan Dilovası Türkiye genelindeki 500<br />
dev fabrikanın yaklaşık %10’unu barındırmaktadır. Bölgede bir tanesi faal<br />
43
44<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
(Dilovası Organize Sanayi Bölgesi) diğerleri yapım aşamasında olan toplam beş<br />
ayrı organize sanayi bölgesi ve bir de küçük sanayi sitesi bulunmaktadır. Yeni<br />
yapılanmakta olan bu bölgelerden sadece bir tanesi için 250 yeni kuruluşun daha<br />
bölgeye yerleşmesi beklenmektedir. Yani bölgedeki bu sanayi yoğunluğu<br />
gelecekte daha çok artacaktır. Üstelik sanayi kuruluşlarının önemli bir bölümünün<br />
emisyon izni ve ruhsatı yoktur. Sağlık Bakanlığı’nın 2007 tarihli bir belgesine göre<br />
sanayi bölgesinde bulunan 36 adet birinci sınıf gayri sıhhi müessesenin yarısının<br />
ruhsatının olmadığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra 2010 yılına gelinceye değin<br />
evsel ve endüstriyel atıksu arıtma tesisi kurulmamıştır.<br />
Dilovası’nın toprağının, havasının, suyunun sanayi kuruluşları nedeniyle<br />
kirlendiğini gösteren kanıtların sayısı her geçen gün artmaktadır. Toplam partikül<br />
madde ve çok halkalı aromatik hidrokarbon bakımından önemli düzeyde bir<br />
kirlilik yaşandığını, toprak örneklerinde yüksek konsantrasyonlarda kadmiyum,<br />
bakır ve kurşun saptandığını, bazı bitkilerde ciddi düzeyde ağır metal birikimi<br />
olduğunu, bazı gıda maddelerinde dioksin, furan ve çok klorlu bileşik<br />
düzeylerinin yüksek çıktığını bildiren araştırmalar dikkat çekmektedir. Ayrıca,<br />
Kocaeli ilinde ve körfezde gerçekleştirilmiş araştırmalarda Dilovası’nı da<br />
kapsayan ya da yakın komşuluk gösteren çevre bölgelerde önemli düzeyde su ve<br />
hava kirliliği tespit edilmiştir.<br />
Sanayileşmenin sağlık üzerindeki etkilerini değerlendiren çalışma sayısı ise<br />
tüm Türkiye’de olduğu gibi bölgede de yok denecek kadar azdır. Bu durumun<br />
nedeni söz konusu ilişkiyi ortaya koymanın yöntemsel zorluluklarının yanı sıra<br />
ülkemizin, araştırıcıları kısa erimde sonuç veren, sanayi sponsorluğunda<br />
gerçekleştirilen ve çeşitli çıkar çevrelerinin tepkisini çekmeyen çalışmalara<br />
yönlendirmesinde aranmalıdır. Bu nedenle gerek Dilovası’nda gerekse ülkemizin<br />
çevre sağlığı açısından sorunlu diğer bölgelerinde kirlilik etmenlerinin insan<br />
vücudunda ne düzeyde biriktiğini ve ne gibi sağlık sorunlarına yol açtığını<br />
araştıran, elde ettiği bulguları örtbas etmek yerine toplumla yani bu sorunun asıl<br />
muhatapları ile paylaşan bilim insanlarının çalışmaları paha biçilmez bir değer<br />
taşımaktadır. Sanayileşmenin insan sağlığı üzerindeki etkisini değerlendiren<br />
çalışmalara duyulan gereksinim 2011 yılının Ekim ayında Trabzon’da gerçekleşen<br />
14. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi’nde de vurgulanmış ve kongrenin sonuç<br />
bildirgesinde bu tür araştırmaların önündeki engellerin kaldırılması gerektiği ifade<br />
edilmiştir. Dilovası’nda Hamzaoğlu ve arkadaşlarının ölüm kayıtlarına ilişkin<br />
çalışması ve ardından Sağlık Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği değerlendirmeler<br />
kanser ölümlerinin dikkat çekici bir şekilde ilk sıraya yükseldiğini göstermektedir.<br />
Sağlık Bakanlığı “Türkiye’de Kanser Kontrolü” başlıklı yayınında bu duruma<br />
dikkat çekmiş ve bölgede ciddi bir sağlık ve çevre sorunu olduğu sonucuna<br />
varmıştır.<br />
Türk Tabipler Birliğinin hazırladığı Kocaeli’nin Dilovası raporunun giriş<br />
kısmında dile getirildiği gibi havasından suyuna, taşından toprağına kapitalist kar
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
hırsının çevreyi ve insanı gözetmeyen politikaları nedeniyle Dilovası’nda çevre on<br />
yıllar içinde hızla kirlendi. Tarihin, coğrafyanın, çevrenin de bir daha kendini<br />
onaramayacağı biçimde yara alabildiği öğrenildi. Dilovasında toprak, su, hava,<br />
dolayısıyla otlar ve ağaçlar, dolayısıyla tavuklar ve kuzular ve martılarla<br />
güvercinler, dolayısıyla insanlar hastalandılar, öldüler. Bu durumun en kötü ve acı<br />
olan yanı, bölge bir bütün olarak katledilirken orada varlığını sürdüren, hayata<br />
ilişkin tüm bileşenlerin, hatta insanların umursanmaması idi. Solunamaz hale<br />
gelen hava, kirlenen yeraltı suları, asit yağmurlarıyla kuruyan ağaçlar, bir başka<br />
deyişle hayata dair hiçbir şey gözetilmemekteydi. Canlı cansız tüm varlıklara,<br />
hatta insanlara ilişkin kayıplar ekonomik büyümenin “ kaçınılmaz” ve “kabul<br />
edilebilir” bedeliydiler. Aslında onlar kendi ölümlerinin bile öznesi değildiler.<br />
Külliyen kapitalizmin kar hırsının nesnesiydiler… Ekonomi büyürken sessizce<br />
ölüvermişlerdi. Giderek daha fazla, giderek daha erken, giderek daha tevekkülle<br />
görünmez olmuşlardı. Onlar ölürken biz belki sağımıza solumuza bakmadan,<br />
hatta uyuyarak, bir otobüsün içinde yanı başlarından geçtik. Bölgeden geçerken<br />
aracın camı açıktı belki, soluduğumuz havadaki kokuya katlanamadan gayrı<br />
ihtiyari camı kapadık. Bizim dakikalar içinde solumaya katlanamadığımız havayı<br />
hayatın olmazsa olmazı zanneden, hava zaten böyle kokar diye düşünen, algılasa<br />
da, rahatsız olsa da ne koşulları ne yaşam yerini değiştiremeyen, burada<br />
tutunduğu dalı da yitirmek istemeyen insanları algılamadan geçip gittik. Meselenin<br />
geçip gitmekle, durup bakmak, fark etmek, görmek, görünür kılmak arasındaki<br />
farktan kaynaklandığını ayırt etmeden… Çamaşırlar asılıydı pencerelerde,<br />
kururken kirlenen. Eşitsizliklerin toz, duman, dioksin, furan olup kol gezdiği<br />
sokaklarda çocuklar koşuyordu. Dehşetle kirlilik saçan fabrikalarda, güvencesiz<br />
bir iş bulmak sevinç oluyordu… Bölgedeki derme çatma gecekondulara barınak<br />
deniyordu”<br />
2.3 Dünya Sağlık Örgütü(WHO) ile Sağlık<br />
Bakanlığı’nın Farklı Standartları [2.3]<br />
Yaşim Çanakcı’nın 23 Aralık 2002 tarihinde Erzurum dan bildirdiğine göre<br />
ülkemizdeki kirlilik oranları belirlenirken dünya standartları göz önünde<br />
bulundurulmuyor. Hava kirliliğini belirlemede dünya standartlarında 5 madde<br />
ölçülürken Türkiye’de sadece iki madde ölçülüyor. Ölçümlerde belirlenen alt ve<br />
üst değerler dünyada daha yüksek iken Türkiye’de ise daha düşük tutuluyor. Kışın<br />
etkisini artırmasıyla Erzurum'da hava kirliliği hissedilir oranda arttı. Ancak Dünya<br />
Sağlık Örgütü(WHO) ile Sağlık Bakanlığı’nın hava kalitesini belirleyen<br />
standartlarının farklı olması nedeniyle yetkililerden herhangi bir uyarı gelmiyor.<br />
Dünyaya göre kirli olan manzaralar, Türkiye’ye göre temiz şeklinde<br />
değerlendiriliyor. Hava kirliliği; kükürtdioksit(SO2), partikül madde,<br />
karbondioksit(CO2), ozon ve azotoksit (NOx) gibi kirleticilerin yüksek oranda<br />
bulunması olarak tanımlanıyor. Kasım 1986’da yürürlüğe giren Hava Kalitesinin<br />
45
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Korunması Yönetmeliği’ne göre, Türkiye’de havanın kirliliğini anlamak için bu<br />
beş kirleticiden sadece ikisi; kükürtdioksit(SO2) ve partikül madde ölçülüyor.<br />
Dolayısıyla pek çok ilde kirliliği ölçen istasyonlar, şehrin genelini ölçecek<br />
durumda bulunmadığı için, ölçümler gereken kalite ve güvenilirlikte yapılamıyor.<br />
Örneğin Ağrı’da yalnızca 1, Erzurum’da ise 3'ü aynı yerde, toplam 12 tane<br />
istasyon var. Normalde Erzurum'da 15 istasyon olması gerekiyor.<br />
Bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütü(WHO) ile Sağlık Bakanlığı’nın hava<br />
kalitesini belirleyen standartları arasında da ciddi fark bulunuyor. Dünya Sağlık<br />
Örgütü’nün karbondioksitte(CO2) uzun vadeli sınır değer(UVSD) 150, kısa<br />
vadeli sınır değer(KVSD) 400 iken, Türk Hava Kalite Koruma<br />
Yönetmeliği(HKKY)’ne göre 250, partikülde Dünya Sağlık Örgütü’ne göre<br />
UVSD 75, KVSD 200 iken Türk Hava Kalite Koruma Yönetmeliği’ne göre 200.<br />
2.4 Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü<br />
Yönetmeliği [2.4]<br />
Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği [2.4] nin amacı sanayi ve<br />
enerji üretim tesislerinin faaliyeti sonucu atmosfere yayılan is, duman, toz, gaz,<br />
buhar ve aerosol halindeki emisyonları kontrol altına almak; insanı ve çevresini<br />
hava alıcı ortamındaki kirlenmelerden doğacak tehlikelerden korumak; hava<br />
kirlenmeleri sebebiyle çevrede ortaya çıkan umuma ve komşuluk münasebetlerine<br />
önemli zararlar veren olumsuz etkileri gidermek ve bu etkilerin ortaya<br />
çıkmamasını sağlamak olmasına rağmen Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna<br />
verilen yetki alanına giren, insan sağlığı ve çevrenin nükleer yakıt ve diğer<br />
radyoaktif maddelerin radyasyonundan korunmasında; ilgili tesis, alet ve<br />
düzenekleri, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı kapsamına giren işyeri ortam havasını<br />
ve Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında<br />
Yönetmeliğin 4 üncü maddesi kapsamında yer almıyorsa, … tesis, alet ve<br />
düzenekleri ve alan kaynaklı emisyonların oluşmadığı faaliyetleri kapsam dışında<br />
bırakmaktadır.<br />
Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 21 Mayıs 2008 tarihli ortam hava<br />
kalitesi ve Avrupa için daha temiz hava Direktifi (Directive 2008/50/EC) 11<br />
Haziran 2008 tarihinde uygulamaya girdi. [2.5]<br />
46
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bu direktife göre AB de geçerli olan Kükürtdioksit ve azotoksit standardları şu<br />
şekilde [2.6]<br />
Kirletici Yoğunluk Ortalama<br />
dönemi<br />
Kükürtdioksit<br />
(SO2)<br />
Yasal durum<br />
350 µg/m3 1 saat Sınır değer<br />
uygulamaya<br />
girdi 1.1.2005<br />
İzin verilen yıllık<br />
aşımlar<br />
24<br />
Azot dioksit<br />
(NO2)<br />
125 µg/m3 24 saat Sınır değer<br />
uygulamaya<br />
girdi 1.1.2005<br />
200 µg/m3 1 saat Sınır değer<br />
uygulamaya<br />
girdi 1.1.2010<br />
40 µg/m3 1 yıl Sınır değer<br />
uygulamaya<br />
girdi 1.1.2010*<br />
3<br />
18<br />
n/a<br />
Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği İşletmeler için aşağıda verilen<br />
Hava Emisyonu Esas ve Sınır Değerleri eki incelendiğinde sadece azotoksit ve<br />
kükürtdioksit emisyon standardlarına baktığımızda bile Türkiye’de kamu<br />
standardlarının insan sağlığı ve yaşam çevresinin korunmaması için ne kadar<br />
basarılı olduğu anlaşılmaktadır.<br />
İşletmeler İçin Hava Emisyonu Esas ve Sınır Değerleri ekinde verilen sınır<br />
değerler.<br />
Azotoksit (NO x ) emisyonları;<br />
Isıl kapasitesi 50 MW ve üzerinde olan tesislerde baca gazında;<br />
Katı yakıt kullanan yakma tesislerinde, azot monoksit ve azot dioksit<br />
emisyonları (Azot dioksit üzerinden) 800 mg/Nm 3 ü, aşamaz.<br />
Yakıt olarak toz halinde taş kömürü kullanılıyorsa ve taş kömürü<br />
ergimiş kül bırakarak yakılıyorsa bu değer 1800 mg/Nm 3 olarak alınır. Toz<br />
taşkömürü yakan kuru küllü tesisler için sınır değer 1300 mg/Nm 3 dür.<br />
Kükürtdioksit emisyonu;<br />
Katı yakıt kullanan tesislerden baca gazındaki SO 2 ve SO 3 emisyonu<br />
(eşdeğer SO 2 olarak verilmiştir) aşağıdaki sınırların altında olanlar için ayrıca bir<br />
kükürt arıtma tesisi gerekmez<br />
o Yakıt ısıl gücü 100 MW dan az olan tesislerde baca gazında 2000<br />
mg/Nm 3 ,<br />
o Yakıt ısıl gücü 100-300 MW olan tesislerde baca gazında 1300<br />
mg/Nm 3 ,<br />
47
48<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
o Yakıt ısıl gücü 300 MW dan büyük olan tesislerde baca gazında 1000<br />
mg/Nm 3<br />
Eğer verilen sınırlar aşılıyorsa kükürt dioksit emisyon derecesini yakıt ısıl<br />
gücü 300 MW’a kadar olan tesislerde %10’a, 300 MW üzerinde olan tesislerde ise<br />
%5 e kadar düşürecek, yanma öncesi, yanma esnasında veya yanma sonrasında<br />
tatbik edilebilecek bir kükürt tutma işlemi uygulanarak sınırların altında<br />
kalınmaya çalışılır. Buna sınır değerlerini gerçekleştirmeyen tesislerden yakıt ısıl<br />
gücü 300 MW kadar olanlar kükürt emisyon derecesini en fazla %10, gücü 300<br />
MW dan büyük olanlar ise kükürt emisyon derecesini en fazla %5 de muhafaza<br />
edebilecek kükürt azaltımı tedbirleriyle çalıştırılabilir.<br />
Belirli bir süre için bir tesis, tasarımında öngörülen kükürt oranlı kömür<br />
bulamaz ise ve baca yüksekliği bu orandaki kükürt için uygun biçimde<br />
düzenlenmiş ise 2500 mg/Nm 3 kükürt oksitleri emisyonuna izin verilebilir. Bu<br />
tipteki çalışma 6 (altı) ayı aşamaz.<br />
Bir yakma tesisinin, kükürt oksitleri emisyonunu azaltan arıtma tesisinin<br />
devreden çıkması durumunda ilgililere bildirmek şartıyla birbirini takip eden 72<br />
saat veya bir takvim yılı içinde 240 saati geçmeyen süre içinde çalıştırılmasına izin<br />
verilebilir.<br />
Bu nedenle ülkemizde hemen hemen her yıl her ailede en az bir kanser<br />
ölümü gerçekleşmektedir. ABD de 2004 yılında kömür kullanımından vazgeçerek<br />
her yıl 25100 kişinin ölümünün engellenebileceği hesaplanmıştır .[2.7]<br />
2.5 İlgili Kuruluşların Yaklaşımı<br />
Türkiye’de 5 Yıllık Kalkınma planları terkedileliberi tüm kamu işlevleri askıya<br />
alınmış durumdadır. Her türlü kamu kararı serbest piyasanın götürdüğü yere göre<br />
ayarlanmaktadır. Kirli teknolojilerin ihracat kredileri ile ülkemize aktarılmasının<br />
tercih ve teşvik edildiği bir ortamda ilgili kamu kuruluşları çevreyi korumamanın<br />
en etkin ve uzun vadeli geri dönülemez yöntemlerini geliştirmek konusunda<br />
uzmanlaşmaktadırlar. Türkiye’de genelde ilgili kuruluşlar çevrenin korunması<br />
konusunda birşey yapacaklarmış gibi açıklamalarda bulunmaktadırlar. Bunun en<br />
güzel Örneği “Marmara'da Hava Kirliliği Önlenecek: Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanlığı Bunyesindeki Marmara Temiz Hava Merkezi Müdürlüğünce Marmara<br />
Bolgesinde Toplam 39 Hava Kalitesı İzleme İstasyonu Kurulacak. Hava Kalitesi<br />
11 ile Kurulacak İstasyonlarla Avrupa Standartlarına Çıkartılacak” haberidir .[2.8]<br />
Temiz Hava Merkezi Müdürü Ali Deniz Hava Kalitesi İzleme İstasyonlarının,<br />
İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Bursa, Bilecik, Balıkesir, Çanakkale, Yalova, Tekirdağ,<br />
Edirne ve Kırklareli'nde kurulacağını belirtmiş. Kirliliğin ölçülerek çevrenin<br />
korunamadığını ve çevrenin tahrip olmaması için çevreyi kirleten tesislerin ve<br />
teknolojilerin ülkemizde kullanılmamasının tek çözüm olduğunu biliyoruz. Ancak<br />
ilgili kamu kuruluşları kirli teknolojilerin kullanımının sürdürüleceği kabulu ile,
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
kirletilmiş çevrenin temizlenmesi için neler yapacakları üzerinden ölçüm<br />
istasyonları kurmayı kararlaştırmışlar ve bu ölçümü yapmanın bizi Avrupa<br />
standardlarına çıkartacağını anlatıyorlar. Alacakları ölçüm cihazlarının da artık<br />
ölçtükleri parametreler itibarıyla Avrupa’da kullanım dışı kalmış cihazlar<br />
olduklarının bile farkında değiller.<br />
2.6 Hava Kirliliği Ölçümü Eleştirisi [2.9]<br />
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Ankara Şubesi Yönetim Kurulu<br />
Sekreteri Heval Sarıtaş, Hava Kontrolünü İzleme Ağı ile elde edilen verilerin<br />
sağlıklı yapılması, kamuoyuyla sağlıklı paylaşılması ve hangi parametrelere<br />
bakıldığının belirtilmesi gerektiğini ifade ederek, "Ankara’da hava kirliliği<br />
ölçülürken yeterli parametrelere bakıldığını düşünmüyoruz" dedi.<br />
Sarıtaş, Türkiye’deki hava kirliliğinin ısınma, motorlu taşıtlar ve sanayiden<br />
kaynaklandığına dikkati çekerek, bunun yanında büyük şehirlerdeki çarpık<br />
kentleşme, şehirlerin topografik yapısı, inversiyon tabakası ve meteorolojik<br />
koşullar gibi etkenlerin de hava kirliliğini artırdığını söyledi.<br />
Ankara’da hava kirliliğine neden olan temel etkenlerin motorlu taşıtlar ve<br />
ısınma olduğunu kaydeden Sarıtaş, "En çok kış aylarında yoğun kirlilik<br />
hissetmemizin temel nedeni, ısınmaya bağlı hava kirliliğidir. ’Sadece motorlu<br />
taşıtlarla hava kirliliği vardır’ demek çok doğru değil. Çünkü yaz aylarında aynı<br />
araç sayısını düşündüğünüz ve kış aylarındaki hava kirliliğini karşılaştırdığınız<br />
zaman, kış aylarında hava kirliliğini çok daha fazla hissediyoruz. Bunun en büyük<br />
nedeni de ısınmadan kaynaklı hava kirliliğidir" diye konuştu.<br />
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ile Çevre ve Orman<br />
Bakanlığı’nın ortaklaşa çalıştırdığı Hava Kontrolünü İzleme Ağına ilişkin<br />
değerlendirmelerde de bulunan Sarıtaş, "İzleme ağında bütün parametrelerin<br />
ölçümünün yapılmadığını" savunarak şunları söyledi:<br />
"İzleme ağının sayısı anlamında belki bir sorun olmayabilir. Bizim için<br />
önemli olan, verilerin sağlıklı yapılması, kamuoyuyla sağlıklı bir şekilde<br />
paylaşılması, hangi değerlere bakıldığının belirtilmesidir. Bu izleme ağında hangi<br />
parametrelerin ölçüldüğü çok önemlidir. Çünkü hava kirletici tüm parametrelere<br />
bakılmıyor. AB’de hava kirletici 13 tane parametre ölçümleri gerçekleştiriliyor.<br />
Oysa ülkemizde daha az parametreye bakılıyor. Bu ise hava kalitemiz hakkında<br />
sağlıklı değerlendirme yapmamıza engel oluyor."<br />
2.7 AB Standartları Daha Düşük [2.10]<br />
Hava kirliliğini iyileştirmeye yönelik çalışmalar olduğunu da anlatan Sarıtaş,<br />
"Bunların yeterli olmadığını" söyledi. Hava kirliliği oranı açısından AB<br />
standartlarıyla Türkiye’deki durumu da karşılaştıran Heval Sarıtaş, Türkiye<br />
49
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
genelindeki hava kirliliğinin AB standartlarında olmadığını ifade ederek, "Ankara<br />
özelinde konuşursak, bu durum daha da geçerli" dedi.<br />
Kirlilik oranının AB standartlarında olmayışının nedenlerini de dile getiren<br />
Sarıtaş, "AB standartlarında kirletici parametrelerin sınır değerleri vardır. Bizim<br />
sınır değerlerimiz daha yüksek oranlarda, ama Bakanlığın yaptığı bir iyileştirme<br />
çalışması var" dedi.<br />
Kükürt dioksit (SO 2 ) ve partiküllerden (PM) kaynaklanan hava kirliliği<br />
gelişmiş ülkelerde gerilemesine rağmen, Türkiye gibi ülkelerde fosil yakıtların<br />
kontrolsüz tüketimi sonucu sağlığı tehdit etmeye devam etmektedir. Ozon (O 3 ),<br />
nitrojen oksitleri (NO x ) ve inhale edilebilen partiküllerden (PM 10 ) kaynaklanan<br />
hava kirliliği ise bütün dünyada sorun olmayı sürdürmektedir. Türkiye’de hava<br />
kirliliği 1960’larda izlenmeye başlanmış olup, halen SO 2 ve PM düzeyleri yurt<br />
genelinde izlenmektedir; O 3 , NO x ve PM 10 gibi kirleticilerin düzeyiyse<br />
bilinmemektedir. [2.10]<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Ölçüm ve İzleme Dairesi Başkanı Kemal<br />
Ünsal, hava kalitesi verilerinin değerlendirilmesi hususunda Avrupa Birliğine<br />
uyum süreci kapsamında 2008'de yürürlüğe giren ''Hava Kalitesi Değerlendirme<br />
ve Yönetimi Yönetmeliği'' hükümlerinin uygulandığını, AB direktiflerinde bahsi<br />
geçen 13 farklı kirletici için limit değerleri ve Türkiye'de hava kalitesi konusunda<br />
yapılması gereken hususlar için takvim belirlendiğini, ''Yapılan çalışmalarla<br />
Türkiye'nin 2014 yılına kadar kademeli olarak kirlilik yükünü azaltmayı ve AB<br />
limit değerlerine tamamen uyum sağlamayı hedeflendiğini açıklamış. 2014 yılına<br />
kadar idari ve teknik alt yapının tamamlanarak AB Hava Kalitesi Limit<br />
Değerlerine uyum sürecine başlanmasının öngörüldüğünü anlıyoruz ancak<br />
Kirlilik kaynaklarının ortadan kaldırılacağına dair tek bir kelime duyamıyoruz. [2.11]<br />
50
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
2.8 Motorlu Araçların Euro Emisyon<br />
Standardları Ve Türkiye [2.12]<br />
EURO emisyon standartları Avrupa Birliği bünyesinde geçerli olup, egzozdan<br />
çıkan zararlı gaz ve partikülleri, kademeli olarak ve belirli bir takvim içerisinde<br />
azaltma programıdır. Euro–3, Euro–4 ve Euro–5 normları; NO (azot oksit), CO<br />
(karbon monoksit), HC (hidrokarbonlar) ve partikül emisyonlarını kademeli<br />
olarak azaltmaktadır. Euro emisyon standartları, hem benzin hem de dizel<br />
motorlar için geçerlidir. Aralık 2008 de Avrupa’da geçerli olan norm EURO 4;<br />
Türkiye’de geçerli olan norm ise EURO 1’idi. Resmi Gazete’de yayımlanan<br />
“Motorlu Araçların Motorlarından Çıkan Gazların Havayı Kirletmesine Karşı<br />
Alınacak Tedbirlerle İlgili Tip Onayı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına<br />
Dair Yönetmelik”e göre Euro–4 (E–4) standardı 1 Ocak 2008 tarihinden önce<br />
tip onayı almış araçlar için 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren zorunlu olacak.<br />
Avrupa Birliği (AB) mevzuatına uyum kapsamında, ülkemizde 1 Ocak 2009<br />
itibariyle piyasaya “Euro–4″ standardına uygun olmayan yeni tip motorlu taşıt<br />
trafiğe çıkamayacak. AB ülkelerinde ise 2009 itibariyle Euro–5 ve 2014 yılında da<br />
Euro–6 standardına geçilecek.<br />
Euro standardında rakam büyüdükçe taşıtların çevreye verdiği zarar<br />
azalmaktadır. Her yeni standartta karbonmonoksit, azot monoksit partikülleri ve<br />
hidrokarbonlar biraz daha azalmış ve E4-E5 seviyesine ulaşılmıştır.Euro emisyon<br />
standartlarında motorlarda havayı kirleten nitrojenoksit oranları Şöyle<br />
sıralanabilir:<br />
51
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Euro-0′da yüzde 14, 4. Euro-1′de yüzde 9. Euro-2′de yüzde 7. Euro-3′te<br />
yüzde 5. Euro- 4′te yüzde 3, 5 ve Euro-5′te yüzde 2 dir. Euro–3 motordan Euro-<br />
4′e geçişte nitrojenoksit oranı yüzde 30 düşerken partikül oranı ise yüzde 80′e<br />
yakın oranda azalmıştır. Euro–3 ve Euro–4 standardında havayı kirletici egzoz<br />
emisyonu olan motorların yaydıkları ve zararlı etkileri bilinen CO miktarı %0,<br />
003 civarındayken, Türkiye’de egzoz gazı kontrollerinde müsaade edilen CO<br />
oranı %2,5’tur. Bu rakamlar, Türkiye’de izin verilen standartlar ile AB standartları<br />
arasında tam 833 kat fark olduğunu göstermektedir. Ülkemizde, AB mevzuatına<br />
uyum süreci çerçevesinde, egzoz emisyonları konusunda AB ülkelerinde<br />
yayımlanan mevzuat da benimsenerek uygulanmaya başlanmıştır. Çünkü AB<br />
ülkelerine ihraç edilen araçlar için bu standartlara uyulmak zorunda. Euro<br />
emisyon standardına uyum süreci ülkemizde 2001 yılında E1 standardıyla<br />
başlanmıştır. Uygulama Avrupa Birliği ülkelerinde E1-E2-E3-E4 sıralamasıyla<br />
yapılırken, biz de yatırım maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle direkt ‟E1den ve<br />
E4‟e geçilmektedir. Avrupa Standardı altında olan, Avrupa’ da kullanımı<br />
yasaklanan otomobiller ise Türkiye pazarına pazarlanmaktadır.<br />
2.9 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)<br />
Tarafından Hazırlanan, "Çevresel Performans<br />
İnceleme Raporu: Türkiye" [2.13]<br />
"Çevresel Performans İnceleme Raporu: Türkiye" Raporunun Sonuçlar ve<br />
Öneriler Bölümünde şu tespitlerde bulunulmaktadır.<br />
Geleceğe bakıldığında, Türkiye’nin çevresel sorunlarını etkin bir şekilde<br />
çözmek için<br />
i) çevresel politikalarını güçlendirmesi ve uygun olan yerlerde bunları<br />
uygulaması;<br />
ii) çevresel kaygıları ekonomik ve sektörel kararlara daha fazla dahil<br />
etmesi ve<br />
iii) uluslararası çevresel işbirliğini daha da geliştirmesi gerekmektedir.<br />
2.9.1 Çevre Yönetimi<br />
Çevre politikalarının uygulanmasının güçlendirilmesi: İnceleme döneminde, AB<br />
uyum süreci önde gelen bir ulusal çevre reformunun ana itici gücü haline<br />
gelmiştir. Bu durum, çok sayıda yeni çevresel yasa ve yönetmelik ile kendisini<br />
göstermiştir. 1983 Çevre Kanunu’na getirilen 2006 yılı “kapsamlı değişikliği” ve<br />
yeni Belediyeler Kanunu çeşitli idari seviyelerde çevresel sorumlulukların<br />
belirlenmesine katkıda bulunmuştur. Yürütme kapasiteleri yeni düzenlemelerle ve<br />
sorumlu Bakanlık altında yürütme çabalarının koordinasyonundan sorumlu ayrı<br />
bir bölümün oluşturulması ile güçlendirilmiştir. Kaçak yapılaşmaya ilişkin<br />
52
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
sorunların varlığını sürdürmesine rağmen çevresel endişelerin arazi kullanım<br />
planlarına dahil edilmesinde ilerleme kaydedilmektedir. Başta çimento ve<br />
kimyasal sektörlerinde olmak üzere sanayide gönüllü yaklaşımlar görülmektedir.<br />
Türkiye, çevre ile ilgili vergilerden (yani enerji ve ulaştırma vergileri) en<br />
fazla geliri elde eden OECD ülkesidir: Ülke GSYİH’sinin %4.8’i ve toplam vergi<br />
gelirinin %25’i, bu vergilerin çevresel amaçlarla tasarlanmış olmamasına rağmen<br />
bu kaynaklardan elde edilmektedir. Sanayi için kapsamlı çevre hizmetleri sunan<br />
Organize Sanayi Bölgelerinin kurulması dahil olmak üzere kamu-özel sektör<br />
ortaklığı güçlendirilmiştir. AB çevre düzenlemelerine uyum sağlanmasına ilişkin<br />
kaydedilen ilerlemeye rağmen, hala hava, su ve doğanın korunmasına ilişkin<br />
çeşitli yasa bölümlerinin uyarlanması beklenmektedir ve çeşitli standartlar AB<br />
sınır değerleri ile tutarlı değildir Çöp depolama cezalarının düşük olması geri<br />
dönüşüm sanayini sekteye uğratmaktadır. Çoğunluğu küçük ve orta ölçekli olmak<br />
üzere çok sayıda kayıt dışı tesis, çevre yönetim sistemleri olmaksızın faaliyette<br />
bulunmaktadır. Sanayi ve kamu kuruluşlarında çevre yönetim sistemlerinin<br />
benimsenmesi ve kamu-özel sektör ortaklıklarının geliştirilmesi teşvik edilmelidir.<br />
Kirleten öder ve kullanan öder ilkelerinin tam olarak uygulanması yönünde de<br />
ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir.<br />
2.9.2 Hava<br />
Yeni Enerji Verimlilik Kanunu ve Elektrik Üretiminde Yenilenebilir Enerji<br />
Kaynaklarının Kullanımına ilişkin Kanun, enerji verimliliğini ve yenilenebilir<br />
enerji kaynaklarının kullanımını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Doğalgaz, LPG ve<br />
biyodizel için daha düşük vergi oranları bulunmaktadır. Bu değişikliklerin bir<br />
kısmı, sabit kaynakların yol açtığı hava emisyonlarına ilişkin yeni düzenlemelerle<br />
getirilmiştir. Kurşunlu benzin kullanımı 2004 yılında yasaklanmıştır. Yüksek<br />
vergiler ve bölgedeki tedarik koşulları nedeniyle, Türkiye’de benzin ve dizel<br />
fiyatları (bugünkü döviz kurlarına göre) OECD üye ülkeleri arasında en yüksek<br />
seviyelerde yer almaktadır. Ancak, daha yapılacak çok şey bulunmaktadır. Bazı<br />
kent ve sanayi bölgelerinde SO2, NOX ve partiküllerden kaynaklanan dış ortam<br />
hava kirliliği ulusal hava kalitesi standartlarını aşmaktadır. Dış ortam hava kalitesi<br />
ile ilgili bilgiler, özellikle NOx ve O3 ile ilgili olanlar sınırlıdır. İnceleme<br />
döneminde orta ölçekli katı yakıtlı tesislerin SOx emisyon standartları<br />
güçlendirilmiş olmasına rağmen, yüksek kükürtlü petrol kullanan elektrik<br />
santrallerinin emisyon standartları AB düzenlemeleri ile karşılaştırıldığında hala<br />
hafif kalmaktadır. Yüksek kükürtlü dizel yakıta uygulanan vergi oranı düşük<br />
kükürtlü yakıta uygulanandan daha düşüktür. CO2 emisyonları artmaya devam<br />
etmektedir. Elektrik fiyatlarına ilişkin çapraz sübvansiyonlar bulunmaktadır.<br />
Türkiye’nin, Avrupa’da ısınma için güneş enerjisini geniş çaplı olarak kullanan<br />
(örnek: su ısıtması) ilk ülke olmasına rağmen, yenilenebilir kaynaklarının<br />
(jeotermal, güneş enerjisi ve biyokütle) büyük potansiyeli ısınma amaçlı etkin bir<br />
53
54<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
biçimde kullanılmamaktadır. Demiryolu ağının önemli bir şekilde iyileştirilmesine<br />
rağmen, demiryolu yük trafiği artmamıştır ve demiryolu yolcu trafiği düşmüştür.<br />
2.9.3 Su<br />
AB yasal çerçevesine uygun olarak; tehlikeli maddelerin sulara boşaltılması, içme<br />
suyu elde edilmesi amacıyla kullanılacak yüzey suları kalitesi, tarımsal nitrat<br />
kirliliğine karşı suların korunması, kentsel atık su arıtması ve balık yetiştiriciliği ve<br />
temizlik suyu kullanımı konularında bir takım düzenlemeler uygulamaya<br />
konmuştur. Hem su kalitesi hem de su yönetimi artık Çevre ve Orman<br />
Bakanlığı’nın kontrolüne verilmiştir.<br />
Ancak pek çok su kütlesinde yüzey suyu kalitesi düşük bir seviyede yer<br />
almayı sürdürmektedir ya da yetersiz kirlilik kontrolü nedeniyle bozularak, bazı<br />
büyük belediyelerde tehlikeli seviyelere ulaşmıştır. Biraz ilerleme kaydedilmesine<br />
rağmen hala, genellikle cıva, kurşun, krom ve çinko içeren toplam sanayi kaynaklı<br />
atık suyun %53’ü herhangi bir arıtma işlemine tabi tutulmadan nehirlere ve kıyı<br />
sularına boşaltılmaktadır. Yer altı suyunun genellikle atık su ve atık alanlarından<br />
kaynaklanan sızıntılara bağlı olarak kirlenmesi, giderek artan miktarda evsel ve<br />
tarım amaçlı kullanılması nedeniyle yer altı suyu kalitesi ve seviyeleri de endişeye<br />
yol açmaktadır.<br />
Sorumsuz su kullanımı ve kaybının oranı (örnek: faturasız kullanımlar,<br />
kaçak kullanımlar, sızıntılar) yaklaşık %55’tir. Tarımdan kaynaklanan nitrat ve<br />
tarım ilacı kirliliği devam etmektedir. Tarımsal arazinin üçte ikisi erozyon tehdidi<br />
altındadır.<br />
2.9.4 Doğa ve Biyolojik Çeşitlilik<br />
Orman ve diğer ormanlık alanların yüzölçümü, ülke topraklarının %27.2’sine<br />
ulaşmıştır. Kısmen erozyonla mücadele için gösterilen ormancılık çabaları 2005,<br />
2006 ve 2007 yıllarında sırasıyla 250, 350 ve 400 milyon fidanın dikilmesi ile<br />
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (BMÇP) her yıl dünyada en az 1 milyar<br />
ağaç dikimi amacına önemli bir katkı sağlamıştır. Biyolojik çeşitlilik ile ilgili<br />
mevzuat ve ilgili kurumsal işbirliği ile koordinasyon geliştirilmiştir. Koruma<br />
altındaki alanların toplam yüzölçümü inceleme dönemi sırasında artarak şimdi<br />
Türkiye toplam yüzölçümünün %5.3’üne ulaşmıştır. Türkiye, bu alanların<br />
korunmasını yönetim planları yoluyla daha da güçlendirmiştir. Halkın katılımı,<br />
envanter çalışmalarının, muhafaza projelerinin ve yönetim planlarının önemli bir<br />
kısmı haline gelmiştir. Doğanın korunması ile ilgili olarak halkın bilinçlendirilmesi<br />
ve eğitim konularında önemli bir gelişme kaydedilmiştir (örnek: okullarda,<br />
kapsamlı programlar, yaz kampları ve din adamları ile askerler gibi çeşitli<br />
grupların eğitilmesi). Çevre dostu tarımın benimsenmesi için, özellikle toprağın<br />
tuzlanması sorununa değinmek ve organik tarımı desteklemek için ilk ekonomik<br />
önlemler benimsenmiştir.
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Türkiye, Göçmen Yabani Hayvan Türlerinin Korunmasına ilişkin Bonn<br />
Sözleşmesi haricinde doğanın korunmasına ilişkin tüm ana uluslar arası<br />
sözleşmeleri kabul etmiştir. Ancak Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğinin bazı<br />
kısımları tehdit altındadır ve gelecekte daha büyük bir baskıyla karşılaşacaktır.<br />
Bunun ana nedeni turizm, kentleşme, sanayi ve tarımın gelişmesi ve ayrıca kırsal<br />
alanlardaki diğer önemli altyapı projeleridir. Koruma altındaki alanlar<br />
genişletilmeli ve birbirine bağlanmalıdır. Türkiye, sahiller, deltalar ve sulak alanlar<br />
dahil olmak üzere doğal kıyı şeridinin bazı kısımlarını sıkı koruma altına almayı<br />
düşünmelidir. Çevre Bakanlığı 2001 yılında bir Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi<br />
ve Eylem Planı geliştirmiştir ve bu planın 2007 yılında güncellenmiş hali kabul<br />
aşamasındadır. Biyolojik çeşitliliğin, yaşam alanlarının ve bitki örtüsünün<br />
korunması için bir dizi farklı kanunlar uygulanmaktadır ancak genel bir çerçeve<br />
mevzuat bulunmamaktadır. İzleme ve envanter çalışmalar Çevre ve Orman<br />
Bakanlığı ile Sivil Toplum Kuruluşları tarafından gerçekleştirilmekte ancak ülke<br />
çapında sayım pek yapılamamaktadır. Bunlar arasında, tehlike altındaki türlerin<br />
sayımı ve ilgili kırmızı listelerin hazırlanması henüz tamamlanmayı ve<br />
yayınlanmayı beklemektedir. Erozyon yaygınlaşmıştır. Doğa ve biyolojik çeşitlilik<br />
endişelerinin tarım, ormancılık ve arazi kullanım planlarına dahil edilmesi<br />
yönünde daha fazla çabanın gösterilmesi gerekmektedir.<br />
2.10 Birleşmiş Milletlerin Çabaları [2.14]<br />
Temiz (sürdürülebilir) üretim, “bütünsel ve önleyici bir çevre stratejisinin ürün ve<br />
süreçlere sürekli olarak uygulanması ile insanlar ve çevre üzerindeki risklerin<br />
azaltılması” olarak tanımlanmaktadır. Temiz (sürdürülebilir) üretim, çevresel<br />
etkilerin oluşmadan kaynağında önlenmesini ifade etmekte, çevresel sorunları<br />
ortaya çıktıktan sonra gidermeye çalışan “kirlilik kontrolü” yaklaşımlarının<br />
tersine, çevresel konuların endüstriyel, kentsel, tarımsal, vb. her türlü insani<br />
etkinliğin tasarımı aşamasında bir parametre olarak planlanma süreçlerine dahil<br />
edilmesini gerektirmektedir. Kirlilik kontrolü, kirliliği tasarım ve üretim<br />
süreçlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak görmekte, kirlilik ortaya çıktıktan sonra<br />
bu soruna çözüm getirmeye çalıştığından (atıkları arıtma ve bertaraf etme)<br />
kuruluşlara önemli miktarlarda ek maliyet getirmektedir. Oysa temiz<br />
(sürdürülebilir) üretim, kaynak verimliliği, kirliliği kaynağında önleme, çevre<br />
dostu ürün, vb. yaklaşımları ile kuruluşlara çevre performansında artışın yanı sıra<br />
üretim maliyetlerinde düşüş de sağlamaktadır.<br />
Temiz (sürdürülebilir) üretim, 1990’lı yıllardan bu yana, gerek gelişmiş ve<br />
gelişmekte olan, gerekse az gelişmiş ülkelerin gündemlerinde yer almaktadır. Ülke<br />
örnekleri incelendiğinde temiz (sürdürülebilir) üretim kavramının gelişiminin,<br />
bilinç yaratma, kapasite oluşturma, ortaklıklar kurma ve bilgi paylaşım ağlarının<br />
yaratılması, finansal mekanizmaların oluşturulması ve gerekli politika<br />
reformlarının yapılması aşamaları ile hayata geçtiği görülmektedir.<br />
55
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Ulusal temiz üretim merkezleri, bu sürecin etkin olarak sürdürülmesinde<br />
kritik öneme sahiptir. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)/ Birleşmiş<br />
Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) öncülüğünde yürütülen çalışmalar ve<br />
destek programları ile 42 ülkede kurulmuş olan temiz üretim merkezlerinin yanı<br />
sıra, özellikle gelişmiş ülkelerde, ülkelerin kendi inisiyatifi ve ulusal kaynakları ile<br />
kurulmuş olan temiz üretim merkezleri de bulunmaktadır. Ülkemizde ise, “temiz<br />
üretim” kavramı ilk kez 1999’da, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar<br />
Kurumu (TÜBİTAK) ve Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) tarafından,<br />
Bilim-Teknoloji-Sanayi Tartışmaları Platformu, Temiz Üretim-Temiz Ürün Çevre<br />
Dostu Teknolojiler Çalışma Grubu Sanayi Sektörü Raporu ile gündeme gelmiştir.<br />
Bu kapsamda, bir temiz üretim merkezi kurulması önerilmiş, ancak söz konusu<br />
merkez ulusal ölçekte halen kurulamamıştır. Aradan geçen sürede ise, hem<br />
konunun stratejik önemi hem de ülkemiz sanayinin temiz üretim danışmanlık<br />
hizmetleri ve Ar-Ge çalışmalarına duyduğu gereksinim hızla artmıştır. Diğer bir<br />
ifadeyle, “temiz üretim” kavramı ülkemizde enerji verimliliği boyutu dışında<br />
yeterince bilinmemekte ve uygulanamamaktadır. Bunun en önemli nedeni<br />
ülkemizde konu üzerinde yeterli bir kapasitenin mevcut olmamasıdır.<br />
Öte yandan, 2008 yılında yürürlüğe giren “Türkiye’nin İklim Değişikliğine<br />
Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Birleşmiş Milletler Ortak Programı”<br />
kapsamında bir alt-program olarak UNIDO sorumluluğunda ve TTGV<br />
tarafından yürütülmekte olan Eko-verimlilik (Temiz Üretim) Programı, bu<br />
çerçevede yürütülmekte olan ulusal bazlı tek program konumundadır.<br />
Bu genel çerçeve kapsamında, Çevre ve Orman Bakanlığı, ülkemizde<br />
temiz (sürdürülebilir) üretimin yaygınlaştırılmasına yönelik bir yol haritası için<br />
altyapının oluşturulması amacıyla, “Türkiye’de Temiz Üretim Uygulamalarının<br />
Yaygınlaştırılması için Çerçeve Koşulların ve ArGe İhtiyacının Belirlenmesi<br />
Projesi”ni başlatmıştır. Proje, Çevre ve Orman Bakanlığı adına TTGV tarafından<br />
Prof. Dr. Göksel Demirer danışmanlığında yürütülmüştür.<br />
Yapılan değerlendirmeler ve çalışmalar doğrultusunda, ülkemizde temiz<br />
(sürdürülebilir) üretim alanındaki çerçeve koşullar aşağıdaki gibi belirlenmiştir:<br />
a. Kirlilik önlemeyi öne çıkartan temiz (sürdürülebilir) üretim ile kirliliği<br />
ortaya çıktıktan sonra kontrol etmeyi hedefleyen boru-soru (kirlilik kontrolü)<br />
yaklaşımları arasındaki fark paydaşlarca çok büyük ölçüde yeterince<br />
bilinmemektedir.<br />
b. Gerek üniversiteler, gerek kamu kurumları bazında bakıldığında, temiz<br />
(sürdürülebilir) üretim alanında çeşitli çalışmalar yapılmakta, ancak bunların hem<br />
yeterli olmadığı hem de ortak bir sistematik ve ulusal bir plan çerçevesinde<br />
yürütülmediği görülmektedir.<br />
c. Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi BM<br />
Ortak Programı kapsamında, 2008 yılında başlatılan ve TTGV yürütücülüğünde<br />
56
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
sürmekte olan Ekoverimlilik (Temiz Üretim) Programı bu yönde atılmış önemli<br />
bir ilk adımı oluşturmaktadır.<br />
d. Ülkemizde halen yürürlükte olan mevzuat değerlendirildiğinde, temiz<br />
(sürdürülebilir) üretim ile ilgili kavramlara sıkça atıfta bulunulduğu, temiz üretim<br />
teknolojilerinin geliştirilmesinin bir ihtiyaç olarak tespit edildiği görülmektedir.<br />
Ancak doğrudan temiz (sürdürülebilir) üretimi hedefleyen yasa ve eylem planları<br />
ülkemizde mevcut değildir.<br />
e. AB uyum süreci kapsamında ise, temiz (sürdürülebilir) üretim konusu<br />
ile kesişen pek çok düzenlemenin uyumlaştırılmış ya da plan dahilinde olduğu<br />
görülmektedir. Bu bağlamda özellikle uyum planı kapsamında olan Eko-etiket,<br />
Eko-tasarım ve Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol (EKÖK) konularına ilişkin<br />
düzenlemeler ile ilgili süreç temiz (sürdürülebilir) üretim uygulamalarının<br />
yaygınlaştırılması açısından önemli olacaktır.<br />
f. Ülkemizde, sınırlı olmakla birlikte çeşitli kurumlar tarafından sağlanan<br />
doğrudan “temiz (sürdürülebilir) üretim” tanımlı teşvik, destek ve kredi<br />
olanaklarının yanı sıra; yatırım, sanayi bölgeleri, Ar-Ge ve girişimcilik gibi<br />
başlıklar kapsamında genele yönelik olarak sağlanan çeşitli muafiyet, teşvik ve<br />
finansman destekleri de temiz (sürdürülebilir) üretim çalışma ve uygulamaları için<br />
kullanılabilecek teşvik mekanizmaları arasında yer almaktadır.<br />
g. Ulusal kaynakların yanı sıra, AB’ye uyum amaçlı fonlar kapsamındaki,<br />
“Instrument for Structural Policies Pre-Accession” (ISPA), “Special Accession<br />
Programme for Agriculture and Rural Development” (SAPARD) ve Pre-<br />
Accession Assistance (PHARE) başta olmak üzere, ülkemiz kullanımına açık olan<br />
AB fonları da gelecekteki temiz (sürdürülebilir) üretim çalışmaları için önemli bir<br />
kaynak potansiyeli oluşturmaktadır.<br />
h. Sektör odaklı yaklaşımlar ulusal temiz (sürdürülebilir) üretim<br />
stratejilerinde başarıya ulaşmayı sağlayan başlıca bileşenlerden birisidir ve bu<br />
bağlamda sektörel önceliklerin belirlenmesi temiz (sürdürülebilir) üretim<br />
uygulamalarının yaygınlaştırılmasına yönelik kaynakların verimli kullanılması<br />
açısından kritik öneme sahiptir.<br />
i. Bu proje kapsamında, ilgili paydaşların katkılarıyla belirlenen kriterler<br />
ve ulaşılabilen bilgiler çerçevesinde, Çok Ölçütlü Karar Verme Metodu (ÇÖKV)<br />
kullanılarak, ülkemizdeki imalat sanayi alt sektörleri temiz (sürdürülebilir) üretim<br />
uygulamaları için su ve enerji kullanımları, deşarj edilen atıksu miktarı, üretilen<br />
katı atık ve tehlikeli atık miktarları, hava emisyonları, sektörel istihdam, ihracat<br />
payı ve temiz (sürdürülebilir) üretime uygunlukları bazında bir önceliklendirme<br />
çalışması gerçekleştirilmiştir.<br />
j. Bu çalışmanın sonuçlarına göre ülkemizde temiz (sürdürülebilir) üretim<br />
uygulamaları için öncelikli olarak ortaya çıkan ilk beş sektör sırasıyla; ana metal<br />
sanayi, gıda ürünleri ve içecek imalatı, kimyasal madde ve ürünleri imalatı, metalik<br />
olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı ve tekstil ürünleri imalatıdır.<br />
57
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
k. Bu çalışma, temiz (sürdürülebilir) üretim uygulamaları bazında ülkemiz<br />
endüstriyel sektörlerini önceliklendirmede, gelecek konu ile ilgili oluşturulacak<br />
politikalara önemli bir girdi sunmakta, daha kapsamlı veri setleri ve paydaş<br />
kurum/ kuruluş katkıları ile gelecekte yapılacak benzeri çalışmalara bir temel<br />
oluşturmaktadır.<br />
Bahsi geçen tüm bu nedenlerden dolayı pek çok ülke kirlilik kontrolü<br />
(boru sonu) yaklaşımına oranla temiz üretim uygulamalarına ağırlık vermeye<br />
başlamıştır. Almanya’da faaliyet gösteren Avrupa Ekonomik Araştırmalar<br />
Merkezi (Center for European Economic Research) tarafından 2004 yılında<br />
yapılan bir çalışmada, [2.15] Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)<br />
ülkelerinde boru sonu ve temiz üretim yaklaşımlarının mevcut durumu<br />
karşılaştırılmıştır Şekil 2.1.’den de görüldüğü gibi Japonya ve Fransa başta olmak<br />
üzere özellikle gelişmiş ülkelerde temiz üretim yaklaşımının ön planda olduğu<br />
görülmektedir.<br />
Tablo 2.1. Temiz Üretim Yaklaşımının Kirlilik Kontrolü Yaklaşımlarından<br />
Temel Farklılıkları<br />
Kirlilik Kontrolü Yaklaşımları<br />
Temiz Üretim Yaklaşımları<br />
Kirleticiler filtreler ve atık arıtım teknik<br />
ve teknolojileriyle kontrol edilir; yani<br />
problemin kendisi değil, sonucunda<br />
ortaya çıkan olumsuzluklar giderilmeye<br />
çalışılır.<br />
Kirlilik kontrolü, proses ve ürünler<br />
geliştirildikten ve kirlilik problemi ortaya<br />
çıktıktan sonra gündeme gelen<br />
uygulamalardır.<br />
Kirliliğin kontrolü ile gerçekleştirilen<br />
çevresel iyileştirmeler, kuruluşlarca ilave<br />
bir maliyet faktörü olarak görülür.<br />
Kirlilik kontrolü teknolojilerinin<br />
uygulanması, atık yöneticileri vb. çevre<br />
uzmanlarının görevidir.<br />
Çevresel iyileştirmeler, çeşitli teknik ve<br />
teknolojilerin uygulanmasını gerektirir.<br />
Kirleticilerin oluşumu, kaynağında ve<br />
bütünsel (entegre) tedbirlerle önlenir.<br />
Kirliliğin önlenmesi, proses ve ürün<br />
geliştirme sürecinin ayrılmaz bir<br />
bölümüdür, dolayısıyla daha etkilidir.<br />
Kirleticiler ve atıklar, zararsız hale<br />
getirilerek faydalı ürün ya da yan<br />
ürünlere dönüştürülebilecek<br />
potansiyel kaynaklar olarak görülür.<br />
Çevresel iyileştirmelerin ve temiz<br />
üretim gereklerinin yerine<br />
getirilmesi, tasarım ve proses<br />
mühendisleri de dahil olmak üzere<br />
kuruluşun tüm çalışanlarının<br />
sorumluluğundadır.<br />
Çevresel iyileştirmeler sadece teknik<br />
değil, aynı zamanda teknik olmayan<br />
yaklaşımları da içerir.<br />
58
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Çevresel iyileştirme önlemleri,<br />
otoritelerce konulmuş bir seri standarda<br />
uyum sağlamak üzere alınır.<br />
Kalite, müşterilerin ihtiyaçlarına cevap<br />
verme olarak tanımlanır.<br />
Kirliliğin kontrolü için kullanılan<br />
teknolojilerin sürekli bir maliyeti vardır<br />
ve bu maliyet zaman içinde artış gösterir.<br />
Temiz üretim, sürekli olarak daha iyi<br />
çevre standartlarına ulaşmayı<br />
hedefleyen devamlı bir süreçtir.<br />
Kalite, müşterilerin ihtiyaçlarına<br />
cevap verecek ürünler üretilmesinin<br />
yanı sıra insan sağlığı ve çevre<br />
üzerindeki etkilerin en aza<br />
indirilmesi şeklinde tanımlanır<br />
Aynı sorunu çözmeye yönelik temiz<br />
üretim yaklaşımının maliyeti<br />
başlangıçta yüksek olabilir, ancak<br />
uzun vadedeki uygulama, işletme ve<br />
bakım maliyetleri toplamı daha<br />
düşük olmaktadır; çünkü temiz<br />
üretim uygulamaları sonucunda<br />
hammadde,<br />
su ve enerji gibi girdilerin tüketimi<br />
azalmaktadır.<br />
2.11 Avrupa Birliği’nde Durum(AB) [14]<br />
Avrupa topluluğu ülkelerinin sanayi kirliliği üzerine oluşturduğu ilk yasal<br />
düzenlemeler 80’li yıllarda ortaya çıkmıştır. 1983 yılında yayımlanan 3. Çevre<br />
Eylem Programı ise “kirlilik kontrolü” yaklaşımından “kirlilik önleme”<br />
yaklaşımına geçişin ilk izlerini taşımaktadır. AB çevre mevzuatının geçmişi<br />
incelendiğinde, temiz (sürdürülebilir) üretim yaklaşımının belirlenmesi ve AB<br />
mevzuatına yansıması öncesinde kirleticilerin su ortamlarına ve havaya deşarjı<br />
konusunda bazı düzenlemeler getirilmişse de topraktaki kirleticilere ilişkin bir<br />
kısıtlamanın mevcut olmadığı görülmektedir. Entegre kirlilik kontrolü yaklaşımı,<br />
toprağa, suya ve havaya deşarj edilen kirleticilerin tamamen bertaraf edilmesi veya<br />
edilemediği koşullarda minimize edilerek çevreye verilen zararın en aza<br />
indirilmesini amaçlamaktadır.<br />
AB son yıllarda bu kavram üzerindeki çalışmalarını hızlandırmış ve 16<br />
Temmuz 2008 tarihinde Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim ve Sürdürülebilir<br />
Sanayi Politikası (SCP/SIP) Eylem Planı’nı yayınlamıştır. AB Sürdürülebilir<br />
Kalkınma Stratejisi’nin dört ana hedefinden biri de çevrenin korunmasıdır. Çevre<br />
kirliliğinin önlenmesi ve azaltılması ve sürdürülebilir tüketim ve üretimin<br />
özendirilmesi dünyanın insan yaşamını destekleme kapasitesinin korunması,<br />
doğal kaynakların kontrolsüz biçimde tüketilmemesi ve üst düzey bir çevre<br />
koruma ve iyileştirme sürecinin sağlanabilmesi için çok temel yaklaşımlardır. Bu<br />
eylem planı ile dünya çapında sürdürülebilirliğin sağlanabilmesine yardımcı olacak<br />
59
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
sürdürülebilir tüketim ve üretim politikalarının geliştirilmesi; düşük karbon ve<br />
sürdürülebilir teknoloji, ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi; tüketici davranışlarının<br />
kaynak verimliliği, ürün performansı ve ekoinovasyon gibi kavramların<br />
gelişmesini sağlayacak biçimde değiştirilebilmesinin özendirilmesi sağlanılmaya<br />
çalışılmaktadır.<br />
AB Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim yaklaşımı çerçevesinde barınma<br />
(binalar), ulaşım ve gıda öncelikli sektörler olarak belirlenmiştir. Örnek olarak<br />
gıda sektöründe, “Food Sustainable Consumption and Production Roundtable”<br />
(FOOD SCP) (Avrupa Sürdürülebilir Gıda Tüketim ve Üretim Yuvarlak Masası),<br />
Avrupa gıda zincirinin lider temsilcileriyle Avrupa Komisyonu eş başkanlığında<br />
Mayıs 2009’da kurulmuş bulunmaktadır. Oluşumun önceliği, Avrupa genelinde<br />
gıda ürünlerinin çevre performanslarının tutarlı ve güvenilir bir yaklaşımla<br />
değerlendirilmesini sağlamaktır. Ayrıca, gıda zirincinin tüm aşamalarında, iklim<br />
değişikliği, su, kaynak verimliliği ve atık azaltımı gibi kritik konular çerçevesinde,<br />
çevre performansının sürekli iyileştirilmesine yönelik aksiyonların teşvik edilmesi<br />
de hedeflenmektedir. Avrupa Çevre Ajansı (EEA) ve UNEP oluşumu<br />
destekleyen organizasyon arasındadır.<br />
Temiz Üretim Dergisi’nin Ocak 2008 sayısında editörler C. Montalvo ve<br />
R. Kemp, temiz (sürdürülebilir) üretimin en önemli bileşenlerinden birisi olan<br />
temiz teknolojiler için 2003 yılında dünyada 556 Milyar ABD Doları harcandığını,<br />
bu rakamın 2010 yılında 850 Milyar ABD Dolarına çıkacağını ve sadece<br />
Avrupa’da 2 milyon insanın bu alanda çalıştığını belirtmiştir. Avrupa bazlı<br />
firmaların bu alandaki dünya pazar payının yaklaşık üçte birine sahip olduğunu da<br />
belirten editörler, bu payın yıllık olarak %5 arttığını da belirtmişlerdir. İtalya,<br />
İngiltere, İsveç, Hollanda ve diğer ülkelerden çeşitli temiz (sürdürülebilir) üretim,<br />
IPPC (EKÖK) ve temiz teknoloji uygulamalarının da yer aldığı bu sayı temiz<br />
(sürdürülebilir) üretim ve ilgili uygulamaların AB ülkelerinde ulaştığı düzey, pazar<br />
ve istihdam payı, Ar-Ge boyutu, politikaları, vd. konulara ilişkin detaylı ve güncel<br />
bilgiler içermektedir<br />
AB’de 2000 li yıllardan itibaren ekonomi, vatandaşların refah ve istihdamı<br />
için sanayi faaliyetleri gerekli bulunsa da, doğal çevrenin tahribatının devam ettiği<br />
görüldüğünden çeşitli önlemler alınmaya başlandı. Özellikle iklim değişikliğine<br />
katkıda bulunan atmosferik emisyonların azaltılması, su kirliliğinin önlenmesi, su<br />
ve enerji tüketiminde tasarruf, toksik maddeler ve geri-dönüşümsüz atıkların<br />
kullanılmaması için teknolojik gelişmeye önem verildi. Avrupa Birliği'nin<br />
politikası özellikle, Ar-Ge ve yenilikçi projeler için mali destek ve yasal<br />
gereksinimleri birleştirdi. LIFE-Çevre projeleri kapsamında her tesis sahibi çevre<br />
üzerindeki etkisini azaltmak için mevcut en yeni teknik ve teknolojileri (BAT)<br />
kullanmak zorundadır. Avrupa Birliğinde, tüm Avrupa çapında uygulanmak<br />
üzere, entegre kirlilik önleme ve denetim direktifi yayınladı. Avrupa Komisyonu<br />
uygulamalar için gerekli çalışmaları gerçekleştirmekte ve belli periyotlarla danışma<br />
toplantıları düzenlenmektedir.<br />
60
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
YAŞAM (LIFE) projesi özellikle küçük ve orta ölçekli sanayi içinde<br />
endüstriyel yenilikçilere, umut verici teknolojilerin uygulanabilirliğini gösteren ve<br />
olumlu sonuçların yaygınlaştırılmasını garanti edecek bir destek sağlar. Çeşitli<br />
sektörlerde YAŞAM projeleri zaten üretim süreçlerinin iyileştirilmesi için katkıda<br />
bulunmuş ve diğerleri de devam etmektedir. AB’nin çevre alanındaki mali aracı<br />
LIFE+, Birlik düzeyinde işbirliğini teşvik eden bir programdır. Çevre<br />
mevzuatının uygulanması ve geliştirilmesinin yanı sıra, çevrenin diğer AB<br />
politikalarına entegrasyonuna da katkıda bulunan program, çevre ve doğayı<br />
korumaya yönelik projeleri finanse etmektedir. Programın 2007-2013 bütçesi 2,<br />
14 milyon Euro’dur. Aday ülkelere de açık olmasına rağmen Türkiye henüz<br />
programa katılmamaktadır.<br />
Avrupa Çevre Ajansı, çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmayı<br />
desteklemek amacıyla 1990 yılında kurulmuş bağımsız bir birimdir. Ajans’ın<br />
görevi, hem çevre politikalarını geliştiren ve uygulayanlara hem de halka çevre<br />
konularında tarafsız ve güvenilir bilgi sağlamaktır. Ajans, bu konuda, Avrupa<br />
Çevresel Bilgi ve Gözlem Ağı ile işbirliği yapmaktadır. Ajans’ın, halihazırda<br />
Türkiye de dahil olmak üzere 32 üyesi bulunmaktadır.<br />
2.11.1 Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası [2.16]<br />
AB’nin en kapsamlı politikalarından biri olan Çevre Politikası’nın temel hedefi,<br />
çevrenin ve doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir yönetimidir. AB,<br />
sürdürülebilir kalkınmadaki önemine paralel olarak, çevre konusunu, diğer tüm<br />
Topluluk politikalarına da entegre etmiştir. AB’nin çevre müktesebatı, direktif,<br />
tüzük ve kararlardan oluşan 200’ü aşkın bağlayıcı düzenlemenin yanı sıra; tavsiye<br />
ve ilke kararları, tebliğler gibi çok sayıda yönlendirici belgeden oluşmaktadır.<br />
Roma Antlaşması, doğrudan çevre ile ilgili bir hüküm içermemekle birlikte<br />
Topluluğa, Ortak Pazar’ı etkileyen ulusal düzenlemeleri yakınlaştıracak önlemler<br />
alma yetkisi vermiştir. 1987’de, Topluluğun işleyişi ve yetkilerine ilişkin ilk önemli<br />
reformu hayata geçiren Tek Senet, çevre konusunu ayrı bir başlık olarak<br />
Antlaşma’ya ekleyerek bu alandaki temel hedefleri belirlemiş ve “kirleten öder”<br />
ilkesini benimseyerek, çevresel yükümlülüklerin diğer tüm politikalara dahil<br />
edilmesini sağlamıştır. 1993’te AB’yi kuran Maastricht Antlaşması, Birliğin çevre<br />
alanındaki faaliyetlerini “Topluluk politikası” boyutuna taşımış; 1999 tarihli<br />
Amsterdam Antlaşması ise, Topluluğun bu alandaki yetkilerini genişleterek<br />
Komisyon’un, çevre üzerinde ciddi etkiler yaratacak düzenleme teklifleri için etki<br />
analizleri hazırlamasını zorunluluk haline getirmiştir.<br />
AB, çevre alanındaki genel hedef ve önceliklerini, 1972’ten beri, Çevre<br />
Eylem Programları ile belirlemektedir. Bu programların sonuncusu, 2002–2012<br />
dönemini kapsayan 6. Çevre Eylem Programı’dır. Program, dört öncelikli alan<br />
belirlemiştir: İklim değişikliği; biyoçeşitlilik; çevre ve sağlık; kaynakların ve<br />
61
62<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
atıkların sürdürülebilir yönetimi. Bu önceliklerle ilgili stratejik eylemler ise, 5<br />
başlık altında toplanmıştır: Mevzuat uygulamasının iyileştirilmesi; çevresel<br />
kaygıların diğer politikalara da (enerji, ulaştırma, tarım vb.) entegre edilmesi; iş<br />
dünyası ile işbirliği yapılması; vatandaşların yaklaşımının olumlu yönde<br />
değiştirilmesi; arazi planlama ve yönetiminde çevrenin de dikkate alınması.<br />
Program doğrultusunda, Birliğin yeni nesil çevre politikasını yansıtan 7 Tematik<br />
Strateji yayımlanmıştır. Bu stratejiler; hava kirliliği; atıkların engellenmesi ve geri<br />
dönüşümü; deniz çevresi; toprağın korunması; zirai ilaçlar; kaynakların<br />
sürdürülebilir kullanımı ve kentsel çevre konularını kapsamaktadır.<br />
2.11.2 AB Çevre Politikası’nın Ana Bileşenleri<br />
İklim değişikliğine karşı yürütülen uluslararası girişimlerin öncülüğünü yapan AB,<br />
bu girişimlerin yanı sıra, kendi içinde de küresel ısınmayı sınırlandırıcı politikalar<br />
geliştirmektedir.<br />
Isınmanın asıl sebebi, başta sanayileşme olmak üzere, çeşitli insan<br />
faaliyetleri sonucunda, atmosferde giderek yoğunlaşan ve güneş ışınlarını<br />
hapseden sera gazlarıdır. Küresel sera gazı emisyonlarının %14’üne neden olan<br />
AB, Kyoto hedeflerinin ötesine geçerek, 2020’ye kadar emisyonlarını 1990<br />
seviyesine göre en az %20 azaltmayı hedeflemektedir. AB’nin, sera gazı<br />
emisyonlarını azaltmada en güçlü aracı, Emisyon Ticareti Sistemi’dir (ETS).<br />
Emisyonlarını azaltan işletmelerin ödüllendirildiği bu sistemde, emisyon limitini<br />
aşan firmalar, daha az emisyona neden olan firmalardan kota satın almak, aksi<br />
takdirde para cezası ödemek zorundadır. ETS kapsamındaki çelik, çimento, hava<br />
taşımacılığı gibi sektörlerde, 2020 yılına kadar emisyonların, 2005 seviyelerine<br />
kıyasla %21 oranında azaltılması hedeflenmektedir.<br />
Sera gazı emisyonlarını azaltabilmek için, enerji ve iklim değişikliği<br />
politikalarını birleştirme kararı alan AB, ayrıca enerji kullanımında yenilenebilir<br />
enerji payını %20 artırmayı ve enerji verimliliğini sağlayarak, tüketimi %20<br />
azaltmayı hedeflemektedir.<br />
2.11.3 AB’de Hava Kirliliği<br />
Hava kirliliği; büyük ölçüde sınai faaliyetler, enerji üretimi, fosil yakıtların<br />
yakılması ve trafikten kaynaklanmaktadır. AB, hava kirliliği ile mücadelede, yasal<br />
düzenlemelerin yanında; sınır-ötesi kirliliğe karşı uluslararası girişimler; ilgili<br />
sektörler, sivil toplum örgütleri, ulusal ve bölgesel otoritelerle işbirliği ve AR-GE<br />
çalışmalarının desteklenmesi yollarına başvurmaktadır.<br />
AB, tarafından 2001 yılında başlatılan Avrupa için Temiz Hava (Clean Air<br />
for Europe-CAFE) Programı’, özellikle parçacıklı maddeler (PM) ve yer<br />
seviyesindeki ozonla ilgili önlemlere öncelik vermektedir. 2005’te, benimsenen<br />
Hava Kirliliği Tematik Stratejisi ise, çapı 2, 5 mikrometreden küçük ince<br />
parçacıklar, yer seviyesindeki ozon, asitlenme ve ötrofikasyonun çevreye zararının
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
azaltılması için 2020’ye kadar ulaşılması gereken hedefleri belirlemektedir.<br />
Komisyon’un strateji hakkında hazırladığı etki analizinde, hedeflere ulaşmanın<br />
yıllık maliyetinin 7, 1 milyar € olacağı ve yükün büyük ölçüde hayvancılık ve<br />
ulaştırma sektörlerine yansıyacağını göstermektedir.<br />
Hava kalitesine ilişkin temel mevzuat, bir Çerçeve Direktif ile belirli<br />
kirleticilere ilişkin dört spesifik direktiften oluşmaktadır. Direktif’in, ince<br />
parçacıklar da dahil olmak üzere 2020 yılı için yeni sınırlar belirleyecek şekilde<br />
yenilenmesi beklenmektedir.<br />
AB içerisinde; enerji, endüstri ve tarım sektörlerine bağlı emisyonlar<br />
giderek azalırken, ulaştırma kaynaklı emisyonlar artmaktadır. AB, bu artışı<br />
frenlemeye çalışmaktadır. AB, hafif ve ağır ticari araçların emisyonlarını ayrı<br />
düzenlemelerle sınırlandırmakta ve limitleri giderek aşağı çekmektedir. Eylül<br />
2014’de Euro 6 standartları uygulanacaktır. Euro VI standartları, azot oksit<br />
emisyonlarının %80, parçacıklı madde emisyonlarının ise %66 azaltılmasını<br />
öngörmektedir. 2020’de araçların CO2 emisyon ortalamasının 95g/km olarak<br />
öngörülmektedir. 2009 tarihli yeni bir direktif ise, havacılık faaliyetlerini de<br />
Emisyon Ticaret Sistemi’ne dahil etmiştir.<br />
50 MW dan büyük yakma tesislerine ilişkin AB direktifi, yeni tesislerin<br />
emisyon sınır değerlerini belirlemekte, mevcut tesislerin kükürt dioksit ve azot<br />
oksit emisyonlarının ise aşamalı olarak azaltılmasını öngörmektedir.<br />
2.11.4 Su Kaynaklarının Korunması ve Yönetimi<br />
AB ülkeleri, sanayileşme düzeyi ve nüfus yoğunlukları nedeniyle, su kaynaklarına<br />
yönelik çevresel tehditlerin en yoğun olduğu ülkelerdir. Bu nedenle AB, su<br />
kalitesinin artırılmasından, denizlerdeki kirlenmenin engellenmesine, sınır-ötesi<br />
sorunlarla bölgesel ve uluslararası düzeyde mücadeleden, sulara karışan tehlikeli<br />
maddelere kadar birçok düzenleme içeren kapsamlı bir su politikasına sahiptir.<br />
AB ayrıca, su kaynaklarının korunması ve denizlerde kirlenmenin önlenmesine<br />
ilişkin birçok bölgesel ve uluslararası sözleşmeye de taraftır.<br />
Su Çerçeve Direktifi (SÇD); iç suları, yerüstü ve yeraltı suları, geçiş suları<br />
ve kıyı sularına yönelik bir yönetim sistemi getirmektedir. SÇD, yerüstü ve yeraltı<br />
sularının 2015’e kadar “iyi duruma” getirilmesi amacıyla, üye devletleri, nehir<br />
havzalarına ve su kullanımına ilişkin analizler yapmaya, insan faaliyetlerinin su<br />
kaynaklarına etkisini incelemeye ve her nehir havzası için bir yönetim planı ve<br />
önlemler geliştirmeye zorlamaktadır. AB mevzuatı; içme ve yüzme suları<br />
hakkında spesifik düzenlemeler içermektedir. İçme suyuna ilişkin AB<br />
düzenlemesi, insan tüketimine sunulacak suyun kalite standartlarını<br />
tanımlamaktadır.<br />
Dünya ham petrol ithalatının 1/3’ünü gerçekleştiren AB’nin petrol<br />
ithalatının yaklaşık %90’ı deniz yoluyla taşınmakta, bu da gemilerden kaynaklanan<br />
63
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
deniz kirliliğine yol açmaktadır. “Deniz Çevresinin Korunmasına ilişkin Tematik<br />
Strateji”; 2021’e kadar denizlerin biyolojik, kimyasal ve fiziksel anlamda iyi bir<br />
duruma kavuşturulmasını hedeflemektedir. Bu yönde atılan en önemli adımlardan<br />
biri, 2008’de onaylanan Deniz Stratejisi Çerçeve Direktifi’dir. Direktif, üye<br />
devletlerin, kendi sorumluluklarına giren denizlerin durumunu değerlendirerek,<br />
ilgili diğer devletlerle işbirliği içinde yönetim planları geliştirmelerini ve<br />
uygulamayı denetlemelerini öngörmektedir.<br />
AB mevzuatı, sulara karışan zararlı maddelerin sınırlandırılmasını öngören<br />
çeşitli düzenlemeler içermektedir. Bu kapsamda 132 maddeden oluşan bir “kara<br />
liste” oluşturulmuştur. Su Çerçeve Direktifi de, yüksek risk taşıyan “öncelikli<br />
maddeleri” listelemekte ve bu maddelerle ilgili kalite standartları ve emisyon<br />
denetim önlemleri getirmektedir. 2008’de kabul edilen yeni bir düzenleme ise,<br />
yerüstü sularını tehdit eden bazı kimyasalların miktarını sınırlandıran kalite<br />
standartları getirmektedir. AB mevzuatı, aynı zamanda, tarımsal kaynaklı nitratın<br />
neden olduğu kirlilik, sulara karışan cıva, yeraltı sularının kimyasal statüsü, bazı<br />
maddelerin yeraltı sularına karışımının yasaklanması veya sınırlandırılması ve su<br />
sistemlerinin deterjanlardaki bazı maddelerden korunması gibi konuları da<br />
düzenlemektedir.<br />
Kimyasallara ilişkin AB mevzuatı, çevre açısından da büyük önem<br />
taşımaktadır. 2007’de yürürlüğe giren REACH Tüzüğü, AB’nin kimyasallara<br />
ilişkin politikasını, insan sağlığı ve çevreyi merkeze alarak yeniden<br />
şekillendirmekte, sanayiye, kimyasalların güvenli kullanımından emin olunmasını<br />
sağlayacak verilerin toplanması ve üretilmesi yükümlülüğü getirmektedir. Söz<br />
konusu veriler, Avrupa Kimyasallar Ajansı’nın merkezi veritabanı aracılığıyla<br />
kamu ile de paylaşılmaktadır. Kimyasallara ilişkin kayıt, değerlendirme, izin ve<br />
kısıtlamaları düzenleyen REACH, AB’ye ihracat yapan üçüncü ülkeler açısından<br />
da büyük önem taşımaktadır. REACH, AB’ye yılda bir tondan fazla miktarda<br />
ihraç edilen ve muafiyet kapsamına girmeyen kimyasal ürünlerin, ithalatçılar veya<br />
AB’de yerleşik tek bir temsilci aracılığıyla kaydettirilmesini gerektirmektedir.<br />
Toprağın erozyon, toprak kayması, organik madde kaybı gibi nedenlerle<br />
aşınması, insan sağlığını, ekosistemleri, iklim sistemini ve ekonomiyi olumsuz<br />
etkilemektedir. AB’de toprağın korunmasına ilişkin ortak bir politika<br />
bulunmamasına rağmen; su, atıklar, kimyasallar ve tarım ilaçları gibi konulardaki<br />
politikalar, toprağın korunmasına da katkı sağlamaktadır<br />
AB, her yıl 2 milyar tona yakın atık üretmektedir. Büyük ölçüde endüstriyel<br />
ve ticari faaliyetler, evler, tarım, inşaat ve yıkım projeleri, madencilik, taş ocağı<br />
işletmeciliği ve enerji üretiminden kaynaklanan bu atıkların yönetimi, AB’nin 6.<br />
Çevre Eylem Programı’nın önceliklerinden biridir. Temel hedef, atık üretimini,<br />
ekonomik büyümenin doğal bir sonucu olmaktan çıkarmaktır. Bunun yolu ise,<br />
atıkları önlemekten, geri kazanmaktan ve en çevre-dostu yöntemlerle bertaraf<br />
etmekten geçmektedir.<br />
64
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
2.11.5 Atık Yönetimi Stratejisi ve Genel Düzenleyici Çerçeve<br />
Atıkların Önlenmesi ve Geri Dönüşümü Tematik Stratejisi doğrultusunda,<br />
mevcut düzenlemeleri basitleştiren AB, Atık Çerçeve Direktifi’ni revize etmiş ve<br />
tehlikeli atıklar ve atık yağların bertarafına ilişkin yeni bir Çerçeve Direktif kabul<br />
etmiştir. Yeni Atık Çerçeve Direktifi, “kirleten öder” ve “atık hiyerarşisi” gibi<br />
temel atık yönetimi ilkelerini esas almaktadır. Atık hiyerarşisi; atıkların, öncelik<br />
sırasına göre tabi tutulması gereken işlemlerdir. Bunlar sırasıyla; atıkların<br />
önlenmesi, yeniden kullanım için hazırlanması, geri dönüştürülmesi, diğer geri<br />
kazanım işlemlerine tabi tutulması ve geri kazanılamaması halinde, bertaraf<br />
edilmesini kapsamaktadır. Geri kazanılamayan atıkların tasfiyesi için<br />
başvurulabilecek yöntemlerden biri, atık depolama faaliyetleridir. İlgili AB<br />
direktifi, belirli atıkların depolanmasını yasaklamakta, depolama tesislerine izin<br />
sistemi uygulamakta ve izin verilen depolama işlemlerini kurallara bağlamaktadır.<br />
Atıkların yakılması konusundaki AB Direktifi ise, yakma işleminden kaynaklanan<br />
emisyonların, olumsuz çevresel etkilerini azaltmayı hedeflemektedir.<br />
AB düzenlemelerinden en kapsamlısı, ambalaj atıklarının önlenmesini ve<br />
bu yönde yeniden kullanım sistemleri geliştirilmesini öngören Ambalaj ve<br />
Ambalaj Atıkları Direktifi’dir. Geri kazanılması en problematik tüketim<br />
ürünlerinden biri de, ömrünü tamamlamış araçlardır (ÖTA). Bu konudaki AB<br />
mevzuatı, motorlu araçların tasarım ve imalatında uyulması gereken kurallardan,<br />
ÖTA’ların değerlendirilmesini sağlayacak sistemlere kadar, sürecin her aşamasını<br />
kapsayan yükümlülükler getirmektedir.<br />
AB’nin atık yönetimi politikası; maden atıklarının değerlendirilmesi, arıtma<br />
çamurunun tarımda kullanılması, gemi kaynaklı atıkların ve kargo atıklarının<br />
limanlarda toplanması, ömrünü tamamlamış gemilerin parçalanması, açık<br />
denizlerdeki petrol ve gaz tesislerinin ortadan kaldırılması gibi spesifik konularda<br />
da çeşitli yükümlülükler ve/veya yönlendirici öneriler getirmektedir. Bir diğer<br />
önemli konu da, radyoaktif atık ve maddelerin yönetimidir. AB, iyonlaştırıcı<br />
radyasyonun zararlarına karşı koruma sağlamak için, radyoaktif atıkların<br />
sevkiyatına ön-izin uygulamakta, üye devletlerarası sevkiyatlarda bilgi paylaşımı<br />
yükümlülüğü getirmektedir.<br />
2.11.6 Doğanın ve Biyolojik Çeşitliliğin Korunması<br />
Son yüzyıldaki insan faaliyetleri, biyolojik çeşitliliğin doğal süreçlere oranla 50 ila<br />
1000 kat daha hızlı azalmasına neden olmuştur. Bu azalmanın 2050’ye kadar 10<br />
kat artacağı tahmin edilmektedir. Biyolojik çeşitliliğin zarar görmesi sonucunda,<br />
bugün AB’de memelilerin %42’si, kuşların %15’i, tatlı su balıklarının %52’si ve<br />
1000 civarında bitki türü yok olma tehlikesi altındadır. Biyolojik çeşitliliği<br />
korumaya yönelik politikaların ana eksenini, 26.000’den fazla doğa koruma<br />
alanını kapsayan Natura 2000 Ağı oluşturmaktadır. Bu ağ, AB coğrafyasının<br />
65
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
%20’sinden fazlasında, ilgili düzenlemelerle oluşturulan özel koruma<br />
alanlarındaki canlı türlerini ve doğal yaşam ortamlarını kapsamaktadır. Biyolojik<br />
çeşitlilik politikalarının genel çerçevesini oluşturan stratejiyi 1998’de yayınlayan<br />
AB, 2006’da çıkardığı tebliğ ile bu konuda detaylı bir eylem planı hazırlamıştır.<br />
Plan, sürdürülebilir biyolojik çeşitliliğin sağlanabilmesi için, Natura 2000 Ağı’nın<br />
ötesinde, AB’nin kırsal bölgelerindeki doğanın korunması için Ortak Tarım<br />
Politikası araçlarının kullanılmasını öngörmektedir.<br />
2.11.7 Gürültü Kirliliği<br />
Gürültünün insan sağlığı üzerindeki zararlarını azaltmak/ortadan kaldırmak için<br />
ortak bir yaklaşım geliştiren AB düzenlemesi, üye devletleri, gürültü kaynaklarını<br />
saptayarak halkı gürültünün etkileri konusunda bilgilendirmek ve gürültüyü<br />
azaltmaya yönelik yerel planlar uygulamakla yükümlü tutmaktadır. Genel<br />
çerçeveyi çizen bu direktifin dışında, açık alanda kullanılan ekipmanlar, motorlu<br />
taşıtlar, gezi amaçlı tekneler ve havayolu taşımacılığından kaynaklanan gürültü<br />
kirliliğine ilişkin sektörel direktifler de bulunmaktadır.<br />
Motorlu taşıtlara ilişkin düzenleme, taşıtların ve egzoz sistemlerinin<br />
gürültü seviyelerine kısıtlamalar getirmektedir. 50’den fazla ekipman türünden<br />
kaynaklanan gürültü kirliliğini kontrol altına almayı amaçlayan bir düzenleme,<br />
gürültü emisyon standartları ve uygunluk değerlendirme prosedürleri<br />
getirmektedir. Havaalanları civarındaki gürültü seviyesi ile ilgili diğer bir<br />
düzenleme, havaalanlarına, en çok gürültüye neden olan uçakların yasaklanması<br />
gibi kısıtlamalar getirme imkanı vermektedir. Gezi amaçlı teknelere ilişkin<br />
düzenleme ise, teknelerin gürültü emisyonlarını sınırlandırmaktadır.<br />
2.11.8 Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi<br />
AB’nin çevre mevzuatının en önemli bileşenlerinden biri; proje, plan ve<br />
programların çevresel etkilerinin değerlendirilmesini öngören yatay<br />
düzenlemelerdir. 1985’te kabul edilen ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme)<br />
Direktifi, çevre üzerinde fiziksel etki yaratacak belirli kamusal ve özel projelerin,<br />
zorunlu olarak çevresel etki değerlendirmelerine tabi tutulmasını öngörmektedir.<br />
Bunların başında; petrol rafinerileri gibi tehlikeli sanayi tesisleri, nükleer atık<br />
arıtma tesisleri, 300 MW üzerindeki elektrik üretim tesisleri, trenyolu, havayolu,<br />
otoyol ve içsu yolları ile ilgili bazı altyapı çalışmaları, liman inşaatları, büyük<br />
maden çıkarma tesisleri, atık ve su arıtma tesisleri ile ilgili projeler gelmektedir.<br />
Bunların dışında kalan projeler ise, belirli kriterlerden hareketle çevre etki<br />
değerlendirmelerine tabi tutulabilmektedir. 2001 yılında kabul edilen SÇD<br />
(Stratejik Çevresel Değerlendirme) Direktifi ise, ÇED Direktifi’nin getirdiği<br />
sistemi tamamlayıcı niteliktedir. Direktif, önemli çevresel etki yaratabilecek yasal,<br />
düzenleyici veya idari hükümler doğrultusunda hazırlanan plan ve programları<br />
kapsamaktadır. İl veya ülke çapında planlama, arazi kullanımı, ulaştırma, enerji,<br />
66
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
atık yönetimi, su yönetimi, sanayi, telekomünikasyon, tarım, ormancılık, balıkçılık<br />
ve turizm alanlarındaki plan ve programlar doğrudan SÇD’ye tabi tutulurken;<br />
diğer plan ve programların öncelikle potansiyel etkisi değerlendirilmekte, buna<br />
göre SÇD’ye tabi tutulup tutulmayacaklarına karar verilmektedir.<br />
2.11.9 Çevre Politikalarına Katılım ve Bilgiye Erişim [Aarhus<br />
Sözleşmesi]<br />
AB, çevresel konularda bilgiye erişim, halkın karar verme sürecine katılımı ve<br />
yargıya başvuru konularına ilişkin Aarhus Sözleşmesi’ni 2005 yılında onaylamıştır.<br />
Sözleşme, kamu kurumlarının, halka çevre ile ilgili konularda yol göstermesini;<br />
eğitim ve farkındalığı artırmasını ve bu alanda çalışan kuruluşları desteklemesini<br />
öngörmektedir. Sözleşme’deki “kamu otoritesi” tanımı, ulusal ve yerel otoritelerle<br />
birlikte, Topluluk kurumlarını da kapsamaktadır. Bu nedenle AB, 2006’da,<br />
Sözleşme hükümlerinin kendi kurum ve birimlerine de uygulanmasını öngören<br />
bir Tüzük kabul etmiştir. Bir başka AB düzenlemesi ise, kamu kurumlarının çevre<br />
konusundaki bilgileri düzenli olarak paylaşmalarını öngörmektedir. İlgili<br />
Direktif’teki “çevresel bilgi” tanımı; su, hava, toprak, hayvan toplulukları, bitki<br />
örtüsü, arazi, doğal alanlar ve bunları olumlu veya olumsuz etkileyen önlem ve<br />
faaliyetlere ilişkin yazılı, görsel, işitsel ya da veri tabanı halindeki tüm bilgileri<br />
kapsamaktadır.<br />
2.11.10 Kyoto Protokolü<br />
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin uzantısı olarak, 1997’de imzalanan<br />
Kyoto Protokolü, aralarında AB üyelerinin de yer aldığı taraf ülkelerin, sera gazı<br />
emisyonlarına kısıtlamalar getirmektedir. Buna göre, sanayileşmiş ülkelerin<br />
belirlenen altı sera gazı emisyonlarını 2008-2012 döneminde 1990 yılındaki<br />
seviyelerinin en az %5’i kadar azaltmaları gerekmektedir. 183 ülkenin imzaladığı<br />
Protokol’e, Şubat 2009’da Türkiye de taraf olmuştur. 2012 sonunda süresi<br />
dolacak olan Protokol’ün yerini alacak yeni bir anlaşma için Aralık 2009’daki<br />
Kopenhag İklim Konferansı’nda uzlaşmaya varılması hedeflenmiştir. Avrupa<br />
Komisyonu, yeni anlaşma ile, gelişmiş ülkelerin, emisyonlarını 2020’ye kadar<br />
1990 seviyelerinin %25-40’ı oranında, gelişmekte olan ülkelerin ise mevcut<br />
seviyelerinin %15-30’u oranında azaltmaları gerektiğini savunmaktadır.Yakalama<br />
ve depolama yöntemleri geliştirerek ve yeraltında tesisler kurarak, endüstriyel<br />
üretim kaynaklı emisyonları azaltmayı amaçlamaktadır. Yenilenebilir enerjide ise,<br />
biyolojik yakıtların ulaşımdaki kullanım oranının %10’a çıkarılması, bunun yanı<br />
sıra, özellikle binalarda enerji verimliliği için alınacak tedbirlerle, yılda 100 milyar<br />
€ tasarruf sağlanarak, emisyonların 800 milyon ton azaltılması öngörülmektedir.<br />
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 19.<br />
Taraflar Konferansı (COP 19) 11-22 Kasım 2013 tarihlerinde Polonya’nın<br />
Varşova salımların azaltılması, adaptasyon, teknoloji, finans ve kapasite geliştirme<br />
67
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
konuları ele alınacaktır. Cancun, Durban veya Doha Taraflar Konferanslarından<br />
farklı olarak Varşova Taraflar Konferansından yeni bir fon, mekanizma veya<br />
proses benzeri somut bir çıktı beklenmemektedir. Bu ise COP 19 un önemsiz<br />
olduğu anlamına gelmemektedir. Dahası Varşova’nın üç temel rolü<br />
bulunmaktadır: güven ortamı sağlanması, bu yıl içinde yapılan gayri resmi<br />
görüşme ve bilgi alışverişlerinin sonuçlarını işe koşulması ve gelecek yıl Paris de<br />
yapılacak olan Taraflar Konferansında yeni bir küresel anlaşmaya varılması için<br />
2014 de uygulanacak yol haritasının ortaya konulmasıdır. [2.17]<br />
2.11.11 Mevcut En İyi Teknikler (MET) MET Referans<br />
Dokümanı (BREF) [2.18]<br />
Mevcut En İyi Teknikler (MET) Endüstriyel Emisyonlar Direktifinde ve Entegre<br />
Çevre İzinleri konulu Yönetmeliğin 3. maddesinde tanımlanmış olup, esas<br />
itibariyle, maliyet ve faydaları göz önünde bulundurulduğunda, çevrenin yüksek<br />
düzeyde korunmasına yönelik en etkili tekniklerdir.<br />
MET’lerin, yalnızca bir işletme içerisinde kullanılan teknolojiyi ifade<br />
etmediği, bunun yanı sıra işletmenin tasarlanma, kurulma, işletme ve bakım<br />
şekline de atıfta bulunduğunun altının çizilmesi gerekmektedir. Bazı MET’ler,<br />
sağduyudan kaynaklanan basit sonuçlar olup herhangi bir yatırım<br />
gerektirmemektedir.<br />
Uygulamada, verilen bir tekniğin MET olarak düşünülebilmesi için,<br />
aşağıdaki kriterler gözönünde bulundurulmalıdır:<br />
Eğer sözkonusu teknik herhangi bir MET referans dokümanında<br />
(BREFler) MET olarak anılıyorsa o zaman MET’tir.<br />
Eğer herhangi MET referans dokümanında (BREFler) MET olarak<br />
anılmıyorsa, sözkonusu teknik Entegre Çevre İzni yönetmeliğinin Ek III<br />
listesinde yer alan kriterler gözönünde bulundurularak MET olup olmadığına<br />
bakılmalıdır. Bu kriterler şunlardır:<br />
1. Düşük atık oluşumuna neden olan teknolojilerin kullanımı;<br />
2. Daha az tehlikeli maddelerin kullanımı;<br />
3. Proseste kullanılan ve üretilen maddelerin ve uygun olduğu durumlarda<br />
atık maddelerin geri kazanımını ve geri dönüşümünün geliştirilmesi;<br />
4. Endüstriyel ölçekte başarıyla denenmiş benzer proses, tesis veya<br />
işletme yöntemleri;<br />
5. Bilimsel bilgi ve anlayıştaki teknolojik ilerleme ve değişiklikler;<br />
6. İlgili emisyonların doğası, etkileri ve hacmi;<br />
7. Yeni kurulacak veya mevcut tesislerin faaliyete geçme tarihleri;<br />
8. Mevcut en iyi tekniklerin uygulamaya konulması için gerekli süre;<br />
9. Proseste kullanılan hammaddelerin (su dâhil) niteliği, tüketimi ile enerji<br />
verimliliği;<br />
68
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
10. Emisyonların çevre üzerindeki genel etkisini ve riskleri önleme veya en<br />
aza indirme gerekliliği;<br />
11. Kazaları önleme ve çevre açısından yaratacağı sonuçları minimuma<br />
indirme gerekliliği;<br />
12. Uluslararası kamu kuruluşları tarafından yayınlanmış bilgiler.<br />
BREF, Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilen bir MET Referans<br />
Dokümanıdır. BREF’ler endüstri uzmanları, üye ve aday ülke yetkilileri, araştırma<br />
enstitüleri ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan teknik çalışma grupları<br />
arasındaki bilgi alışverişine dayanmaktadır. Bu bilgi alışverişi, Komisyonun<br />
Sevil’de bulunan Avrupa Entegre Kirliliği Önleme ve Koruma (IPPC) Bürosu<br />
tarafından koordine edilmektedir. [2.20]<br />
2006 yılında, Avrupa IPPC Bürosu 33 BREF’ten oluşan ilk BREF dizisini<br />
tamamlayarak kesinlik kazanan ilk dokümanları incelemeye sundu. Her bir<br />
BREF, 100 kadar uzmanı kapsayan iki ya da üç yıllık bir sürecin ürünü<br />
niteliğindedir. Genellikle, ilgili endüstriler, BREF’e karşılık gelen endüstri/sektör<br />
birliği aracılığıyla söz konusu süreçte katılımcı olarak yer alabilirler. Süreç<br />
hakkında detaylı bilgi için, söz konusu sürece ilişkin kuralları ortaya koyan<br />
2012/119/EU sayılı AB Komisyonu Yürütme Kararı’nı inceleyebilirsiniz.<br />
http://eippcb.jrc.ec.europa.eu/reference/ adresinde BREF listesi görülüp<br />
indirilebilir<br />
Bu kılavuzun hazırlandığı sırada adı geçen İnternet sitesinden erişilebilecek<br />
BREF dökümanları aşağıdakilerdir:<br />
1. Çimento, Kireç ve Magnezyum Oksit İmalat Sanayi<br />
2. Seramik Üretimi<br />
3. Kimya sanayiinde atık suların ve atık gazların arıtılması ve yönetimi<br />
4. Ekonomi ve Çapraz Medya Etkileri<br />
5. Depolamadan Kaynaklanan Emisyonlar<br />
6. Enerji Verimliliği<br />
7. Demirli Metaller İşleme Sanayi<br />
8. Gıda, İçecek ve Süt Endüstrisi<br />
9. Genel İzleme Prensipleri (BREF değil, ancak söz konusu İnternet<br />
sitesine dahil edilmiş bir ek kılavuz)<br />
10. Endüstriyel Soğutma Sistemleri<br />
11. Yoğun kümes hayvancılığı ve domuz yetiştiriciliği<br />
12. Demir ve Çelik Üretimi<br />
13. Büyük Yakma Tesisleri<br />
14. Büyük Hacimli İnorganik Kimyasalların İmalatı-Amonyak, Asit ve<br />
Gübre Sanayii<br />
69
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
15. Büyük Hacimli İnorganik Kimyasallar – Katılar ve Diğer Kimyasal<br />
Sektörü<br />
16. Büyük Hacimli Organik Kimyasal Maddeler<br />
17. Madencilik Faaliyetlerinde Artık ve Atık Kayaların Yönetimi<br />
18. Cam Sanayii<br />
19. Organik Özel Kimyasallar Üretimi<br />
20. Demirli Olmayan Metal Sanayii<br />
21. Klor-Alkali Üretim Sanayii<br />
22. Polimerlerin Üretimi<br />
23. Özel İnorganik Kimyasallar Üretimi<br />
24. Kağıt Hamuru ve Kağıt Sanayii<br />
25. Madeni Yağ ve Gaz Rafinerileri<br />
26. Mezbahalar ve Hayvansal yan ürünleri endüstrileri<br />
27. Demirhaneler ve Dökümhaneler<br />
28. Metal ve Plastik Maddelerin Yüzey İşlemesi<br />
29. Organik Solventlerin Kullanımı ile Yapılan Yüzey İşlemleri<br />
30. Deri tabaklama sanayii<br />
31. Tekstil endüstrisi<br />
32. Atık Yakma<br />
33. Atık Arıtma Sanayi<br />
2.11.12 Endüstriyel Emisyonlar Direktifi [2.19]<br />
Endüstriyel Emisyonlar Direktifi (endüstriyel emisyonlara (entegre kirlilik önleme<br />
ve kontrolüne) ilişkin 24 Kasım 2010 tarih ve 2010/75/EU sayılı Avrupa<br />
Parlementosu ve Avrupa Birliği Konseyi Direktifi) Avrupa Birliği üye<br />
devletlerinin endüstriyel emisyonların çevre üzerindeki etkisini kontrol etme ve<br />
azaltma yükümlülüğü veren bir Avrupa Birliği direktifidir.<br />
Avrupa Komisyonu endüstriyel emisyonlarla ilgili mevzuatın çevre ve<br />
insan sağlığına üst düzeyde koruma sağlayacak ve mevcut mevzuatın<br />
yalınlaştırılması ve gereksiz idari maliyetlerin azaltılmasına olanak tanıyacak<br />
şekilde nasıl iyileştirilebileceğini incelemek üzere bütün paydaşların katılımıyla 2<br />
yıllık bir gözden geçirme süreci gerçekleştirmiştir.<br />
Endüstriyel Emisyonlar Direktifi, ilga edeceği mevcut yedi direktif<br />
arasındaki etkileşimin önemli ölçüde iyileştirilmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda<br />
mevcut direktiflerin, örneğin “Büyük Yakma Tesisleri” direktfinin de bazı<br />
hükümlerini güçlendirecektir.<br />
70
Kaynaklar<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
2.1 http://gundem.milliyet.com.tr/ergene-nehri-ndeki-kirlilikkorkutuyor/gundem/gundemdetay/16.08.2011/1427434/default.htm<br />
2.2 http://www.ttb.org.tr/kutuphane/dilovasirpr.pdf<br />
2.3 http://arsiv.zaman.com.tr/2002/12/23/doguanadolu/h7.htm<br />
2.4 http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.13184&sourceXmlSe<br />
arch=&MevzuatIliski=0<br />
2.5 http://ec.europa.eu/environment/air/quality/legislation/existing_leg.htm<br />
2.6 http://ec.europa.eu/environment/air/quality/standards.htm<br />
2.7 http://www.earth-policy.org/plan_b_updates/2004/update42<br />
2.8 http://www.diyadinnet.com/HABER-10413-marmarada-hava-kirlili%C4%9Fi-<br />
%C3%B6nlenecek<br />
2.9 http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10449594<br />
2.10 Türkiye’de Hava Kirliliği Sorunu: Nedenleri, Alınan Önlemler ve Mevcut<br />
Durum Hasan Bayram, Türk Toraks Dergisi, Ağustos 2005, Cilt 6, Sayı 2,<br />
Sayfa(lar) 159-165<br />
2.11 http://oku.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/75651/hava-kirliligi-abstandartlariyla-olculecek.html<br />
2.12 http://ukucukali.wordpress.com/2010/07/16/otomotivde-turkiye-icin-yenidonem-euro-4-e4/<br />
2.13 http://www.oecd.org/env/country-reviews/42198785.pdf<br />
2.14 http://www.ttgv.org.tr/content/docs/temiz-uretim-sonuc-raporu.pdf<br />
2.15 Manuel Frondel, Jens Horbach, and Klaus Rennings, 2004. End-of-Pipe or<br />
Cleaner Production? An Empirical Comparison of Environmental Innovation<br />
Decisions Across OECD Countries, Center for European Economic Research,<br />
Discussion Paper No. 04-82.<br />
2.16 http://ec.europa.eu/environment/life/publications/lifepublications/lifefocus/d<br />
ocuments/cleantech_en.pdf<br />
2.17 http://www.theclimategroup.org/_assets/files/cop-19-warsaw-thoughts-andexpectations4.pdf<br />
2.18 http://www.csb.gov.tr/projeler/ippc/index.php?Sayfa=sayfa&Tur=webmenu&I<br />
d=8838<br />
2.19 http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCstriyel_Emisyonlar_Direktifi<br />
2.20 (http://eippcb.jrc.ec.europa.eu/).<br />
71
72<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bölüm 3<br />
3.Sendikal Hareket ve Çevre Sorunları:<br />
Türkiye’de ve Dünya’da Sendikaların Çevre<br />
Politikaları [3.1]<br />
Son yıllarda bazı ulusal ve uluslararası sendikal örgütler endüstri ilişkileri ve çevre<br />
arasındaki önemli bağlantının ve toplumsal sorumluluklarının bilincine vararak<br />
çevre sorunsalını gündemlerine almış olmakla birlikte, sendikaların önemli<br />
bölümü, halen, işçilerin kısa vadeli çıkarlarına odaklanan politikalar<br />
yürütmektedir. Sendikal hareket, yeni toplumsal hareketlere ve bu hareketlerin<br />
mücadele alanlarına genel olarak mesafeli bir tavır sergilemiştir. Neo-liberal<br />
saldırılarla birlikte kan kaybeden sendikaların gündemi giderek daralmış,<br />
özelleştirme, örgütsüzleşme gibi sorunlarla başa çıkmaya yönelmiştir. Sendikal<br />
hareketin “çevre körü”, çevre hareketinin ise “sınıf körü” yaklaşımı gerek iki<br />
hareket arasındaki dayanışma olanaklarını gerekse çevre sorunsalını sınıfsal bir<br />
yaklaşımla açıklama ve çözümleme olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. İki<br />
hareket arasındaki bu çelişki, çevre sorunlarına yol açan işletmelerin kapatılması<br />
söz konusu olduğunda son derece yakıcı biçimde gündeme gelmektedir.<br />
Sendikalar, üyelerinin işlerini kaybetmesine yol açacağı için, tüm olumsuz çevresel<br />
etkilerine rağmen işletmelerin kapatılmasına karşı koymakta, çevre örgütleri ise<br />
işçilerin işlerinden ve gelirlerinden yoksun kalmalarına karşı bir çözüm<br />
mekanizması üretememektedirler. Bu durum kimi zaman tarihsel olarak karşıt<br />
çıkarlara sahip işçi ve işverenlerin çevre hareketlerine karşı birlikte mücadele<br />
etmesi sonucunu dahi yaratabilmektedir.<br />
Sendikalar endüstri ilişkilerinin tarafları olarak, ekolojik sorunlar ve<br />
çözümleri konusunda söz sahibi olmalıdırlar. İşçilerin ve sendikaların işletmelerin<br />
temel karar alma süreçlerine doğrudan katılımı çoğunlukla mümkün<br />
olmamaktadır. İşverenin uzlaşmacı bir tutum sergilediği durumlarda sendikalar<br />
çevreyle ilgili talep ve önerilerini işverene sunarak olumlu sonuçlar<br />
alabilmektedirler. Ancak çevresel maliyetlerden kaçınmaları nedeniyle, işverenler<br />
çevresel önlemlere ilişkin önerilere çoğunlukla sıcak bakmamaktadırlar. Bu<br />
durumda sendikalar toplu pazarlık; mitingler, kampanyalar, ulusal ve uluslararası<br />
toplantılar, eğitim çalışmaları, medyanın kullanılması, diğer demokratik kitle<br />
örgütleriyle ve çevre hareketi ile işbirliği içinde kamuoyunun harekete geçirilmesi<br />
ve yargı yoluna başvurulması gibi mücadele araçlarını kullanarak, gerekli<br />
önlemlerin alınmasını sağlayabilirler. Sendikaların eğitici rolleri, işçiler ve<br />
ailelerinden başlayarak tüm toplumda çevre bilincinin yaratılması açısından son<br />
derece önemlidir. Sendikalar düzenledikleri eğitim faaliyetleri ve yayınları ile<br />
sağlık, güvenlik, çevre; ekolojik sorunlar ve işçiler üzerindeki etkileri; üretimin<br />
73
74<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
yarattığı çevre tahribatı ve çözüm yolları hakkında işçileri bilinçlendirerek,<br />
işçilerin sorunların boyutlarını kavramalarını ve bu amaçla mücadele etmelerini<br />
sağlayabilirler. Sendikaların zirve örgütleri ile diğer meslek kuruluşları ve<br />
demokratik kitle örgütleri arasında gerçekleştirilecek bir işbirliği sonucu, tüm<br />
topluma seslenen eğitim projeleri gerçekleştirebilirler. Çevrenin kirlenmesi<br />
sonucunu doğurabilecek bir takım kararların alınmaması veya değiştirilmesi ve<br />
çevreyi koruyucu şekilde alınmasının sağlanması maksadıyla spontane baskı<br />
grubu niteliğine bürünerek bu alana katkı sağlayabilirler. Sendikaların zirve<br />
örgütleri olan konfederasyonlar, ülke bazında çevrenin korunması için gerekli<br />
mevzuatın hazırlanması sürecinde önemli roller üstlenebilirler.<br />
Sendikaların temsil ettiği işçiler yalnız çalışma koşullarından değil, içinde<br />
yaşadıkları tüm toplumsal koşullardan etkilenmektedirler. Bu nedenle sendikalar,<br />
yalnızca işçilerin çalışma koşulları ve ücretleri için mücadele etmekle<br />
yetinemezler. İşçilerin iş sağlığı, güvenliği ve çevreyi koruma kapasiteleri,<br />
sendikaların örgütlenebilmelerine ve işyerindeki karar süreçlerine önemli oranda<br />
katılabilmelerine bağlıdır. Sendikaların temel sorumluluk alanları olması<br />
sağlandığı sürece çevresel girişimler, sendikaların örgütlenme, diğer grupların<br />
desteğini kazanma ve toplumlarının hayatında önemli bir rol oynama<br />
potansiyelini geliştirir. Emeğinin karşılığı olan ücretinden başka bir geliri olmayan<br />
işçilerin çevresel nedenlerle işyerlerinin kapatılması sonucu işlerinden ve<br />
dolayısıyla gelirlerinden yoksun kalması ihtimali, sendikaların “çevre hareketine”<br />
ve çevre politikalarına ilişkin mesafeli ve kimi zaman olumsuz tutumların<br />
öncelikli nedenidir.<br />
3.1 Temiz Enerji Platformu Kapsamında<br />
Sendikaların Türkiye Çevre Platformu ile İşbirliği<br />
Türkiye Çevre Platformu, DİSK, Eğitimsen ve diğer kuruluşların temsilcileri bir<br />
araya gelerek 10 Temmuz 2008 tarihinde Temiz Enerji Platformunun katılım<br />
çağrısı olarak aşağıdaki duyuruyu yaptılar.<br />
Küresel ısınma ve iklim değişikliği somut olarak yaşanmakta, ancak buna<br />
bağlı olarak artan çevre duyarlılığını görünür kılacak etkinliklerde, süreçle ilgili<br />
uyumsuzluklar gözlenmektedir.<br />
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin en önemli etkeni, uygulanan enerji<br />
politikalarının enerji kaynakları ve kullanımına ilişkin tercihleri olmaktadır.<br />
Hükümet ülkemizde 1000 MW ve daha büyük kapasiteli nükleer ve<br />
kömüre dayalı güç santrallerinin devlet desteğiyle kurulmasını teşvik eden ve 15<br />
yıl elektrik satın alma garantisi sağlayacak olan yasa tasarısını TBMM den geçirdi.<br />
Ülkemizin dört bir yanında termik ve nükleer santraller kurulması için hazırlıklar<br />
giderek hızlanıyor.
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kapasitesi 1000 MW dan fazla olan termik santrallerin ürettiği elektriğin<br />
devlet tarafından satın alınması garantisi altında, düşük standartlarda, kirli<br />
teknolojinin ülkemize transferi özendirilmektedir. Bu santrallerin, gelecekte<br />
üretimi sürdüremedikleri koşullarda kârları garanti edilerek, kamu kaynaklarının<br />
talan edilmesinin yolu açılmaktadır.<br />
Bu ve buna benzer örneklerden de anlaşılacağı gibi, yalnızca karşı<br />
çıkmanın yeterli olmadığı açıktır. Karşı çıktığımız konuyla ilgili doğru seçenekler<br />
önermek ve sorunlara çözümler geliştirmek zorunluluk haline gelmiştir.<br />
İnsanlığın geleceğini tehdit boyutundan çıkıp yaşanmakta olan bir riske<br />
dönüştüğü küresel ısınma ve iklim değişikliğine yönelik olarak yapılacak en<br />
önemli iş, alınacak en önemli önlem temiz enerji kaynaklarının kullanımına<br />
yönelmek, enerjinin etkin ve verimli olarak kullanımını planlamaktır.<br />
Bu görüşle, doğru enerji politikalarının oluşturulmasına yönelik toplumsal<br />
bir iradenin oluşumuna katkı sağlamak üzere oluşturulan platformun geliştirilip<br />
güçlendirilmesi ve yaşama damgasını vurmasının ertelenemez bir görev haline<br />
geldiğini düşünüyoruz.<br />
Temiz Enerji Platformu aşağıda öngörülen çerçevede oluşturulmuştur.<br />
3.2 Temiz Enerji Platformu [3.2]<br />
• Küresel iklim değişimini hızlandıran enerji kaynakları (kömür, petrol ve<br />
doğalgaz gibi fosil yakıtlar) ve ülkemizi nükleer çöplüğe dönüştürecek nükleer<br />
enerji yerine doğayla uyumlu, doğayı kirletmeyen, yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarından ülkemiz için kullanılabilir olanları öne çıkaracak çalışmalar,<br />
etkinlikler düzenler.<br />
• Ülkenin enerji politikalarını, temiz enerji kaynaklarına dayalı olarak<br />
oluşturulmasını hükümetlere önerir.<br />
• Enerjiyi üreten ve kullananlara yönelik, bilgilendirme çalışmaları yapar.<br />
Temiz enerji kullanımına ilişkin halkın doğru bilgilenmesi ve bilinçlendirilmesi<br />
için eğitsel, eylemsel organizasyonlar ve kampanyalar düzenler.<br />
• Temiz olmayan enerjinin (fosil, nükleer) kullanımına karşı çıkar. Bu<br />
türden enerji kaynaklarına ilişkin halkın doğru bilgilenmesi için gerekli çalışmaları<br />
yapar ve kampanyalar düzenler.<br />
• Dünya enerji kaynaklarına dair doğru bilgi odaklarına ulaşır. Bu bilgilerin<br />
halka ve ilgili taraflara, karar vericilere ulaşması için çalışmalar yürütür.<br />
• Temiz enerjiden yana tavır koyan evrensel kurum ve kuruluşlarla iletişim<br />
kurar, işbirlikleri-güç birlikleri oluşturur.<br />
• Temiz Enerji Platformu, platform bünyesinde yer alan tüm kişi, kurum<br />
75
76<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ve kuruluşların birlikte geliştireceği ilkeler doğrultusunda organize olur, yönetilir.<br />
Çalışmalarını bu ilkeler temelinde yürütür.<br />
Yukarıda açıkladığımız gibi düşünen, bu anlamda etkin bir bir işlevi olmak<br />
kararlılığında olan tüm kişi ve kuruluşları;<br />
08 Mart 2008 tarihinde TEP çağrıcı kuruluşların katılımı ile Ankara’da<br />
toplanan Kuruluş toplantısında onaylanan Mutabakat metni ve Çalışma<br />
yönergesinde belirlenen ilkeler temelinde oluşturulan Temiz Enerji<br />
Platformu(TEP)’nda buluşmaya, iş ve güç birliği yapmaya çağırıyoruz.<br />
3.3 Temiz Enerji Platformu Yürütme Kurulu ve<br />
Kurucu Kuruluşlar Listesi<br />
Temiz Enerji Platformu (TEP) Koordinatörü Tanay Sıdkı Uyar, Türk Tabibler<br />
Birliği (TTB) Ali Osman Karababa, Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP)<br />
B.Mehmet Toker,<br />
Eğitim-Sen Genel Sekreteri Mehmet Bozgeyik, İstanbul Serbest<br />
Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Cenap İnaltong, Devrimci İşçi<br />
Sendikaları Konfeerasyonu (DİSK) Tayfun Güngör, Tüketici Dernekleri<br />
Federasyonu (TÜDEF) Ali Çetin, Doğu Akdeniz Çevre Platformu (DAÇE)<br />
A.Oktay Demirkan, Batı Karadeniz Çevre Platformu (BAKÇEP) Oktay<br />
Karaman, Nilüfer Yerel Gündem-21 Genel Sekreteri Mehmet Kartal, Harita<br />
Mühendisleri Odası Timur Akçalı<br />
TEP- Temiz Enerji Platformu Kurucu Kuruluşlar Listesi<br />
Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları<br />
Konfederasyonu (DİSK)<br />
EĞİTİM SEN-Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Genel Merkezi –<br />
Ankara, Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP), Avrupa Yenilenebilir Enerjiler<br />
Birliği Türkiye Bölümü (EUROSOLAR Türkiye), TÜKODER- Tüketiciyi<br />
Koruma Derneği, TÜDEF Tüketici Dernekleri Federasyonu Ankara, Doğu<br />
Karadeniz Çevre Platformu (DOKÇEP), Batı Karadeniz Çevre Platformu<br />
(BAKÇEP), Marmara Çevre Platformu (MARÇEP, İç Anadolu Çevre Platformu<br />
(İÇAÇEP), Doğu Akdeniz Çevre Platformu (DAÇE), Alanya Çevre Gönüllüleri<br />
Platformu, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, TMMOB Harita<br />
ve Kadastro Mühendisleri Odası- İstanbul, Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat<br />
Dostları Derneği<br />
Kocaeli Çevre İnisiyatifi, İzmit Yerel Gündem–21 Çevre Geliştirme, Proje<br />
Üretim ve Uygulama Kooperatifi, Hereke Çevre Derneği (Kocaeli), Dilovası<br />
Ekoloji ve Sağlık Derneği (Kocaeli), Kocaeli Tabipler Odası, Tüm Emekliler<br />
Sendikası- İzmit, Tüm Radyoloji Teknisyenleri Ve Teknikerleri Derneği
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
(TÜMRADDER) Kocaeli, İnsan Hakları Derneği Sakarya Şubesi, S.S.Karasu Su<br />
Ürünleri Kooperatifi, Kdz.Ereğli Çevre Koruma Derneği<br />
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Bartın İl Temsilciliği, Nilüfer Yerel<br />
Gündem 21-Bursa<br />
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER) – Bursa, Bartın Eğitim<br />
ve Kültür Derneği<br />
İmece Evi Doğal Yaşam ve Ekolojik Çözümler Araştırma ve Uygulama<br />
Merkezi, Zonguldak Çevre Koruma Derneği, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği,<br />
Niğde Çevre Eğitim Ve Kültür Derneği, Doğa Sporları ve Çevre Koruma<br />
Derneği-Muğla, TEMA Tarsus -TEMA Kdz. Ereğli -TEMA-Çanakkale, Anadolu<br />
Doğa ve Kültür Belgeselleri Derneği(ADOKBEL)-Konya<br />
Genç Denizlililer Birliği, YAPI-YOL SEN İstanbul Şube, Adana Çevre ve<br />
Tüketici Koruma Derneği (ÇETKO), Antakya Çevre Koruma Derneği,<br />
İskenderun Çevre Koruma Derneği<br />
Mersin Çevre Dostları Derneği, Samandağ Çevre Koruma ve Turizm<br />
Derneği, Tarsus Çevre Koruma Kültür ve Sanat Merkezi Derneği (ÇEKSAM),<br />
Geyikli Çevre, Kültür Ve Güzelleştirme Derneği, TARSUS Türk Halk Müziği<br />
Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği<br />
Kadın Ve Siyaset Derneği (KASDER) Mersin, Atatürkçü Düşünce<br />
Derneği Tarsus Şubesi, Kırşehir Kültür Sanat Çevre Koruma Ve Tanıtma<br />
Derneği (Kır-Çed), Tarsus Türk Kadınları Birliği, Yerel Gündem 21 Mersin Kent<br />
Konseyi, Mersin Avrupa Birliği Derneği, Keşan Doğa Çevre Ve Kültür Derneği,<br />
3.4 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) [3.3]<br />
Doğu ve Batı Karadeniz, Doğu ve Batı Akdeniz, Marmara, Ege ve İç Anadolu<br />
Çevre Platformlarından temsilcilerin katıldığı Türkiye Çevre Platformu<br />
(TÜRÇEP) 5. Yönetim Grubu ve 2.Temsilciler Meclisi Toplantıları 22-24 Eylül<br />
2006 tarihlerinde Samsun'da gerçekleştirildi. Türkiye'nin çevre sorunlarına ilişkin<br />
yapılması gerekenlerin tartışılarak TÜRÇEP'in kurumsallaşmasının da<br />
görüşüldüğü ve değerlendirildiği toplantıda<br />
TÜRÇEP’ in kuruluş “Mutabakat Metni” ne ek olarak günün<br />
gereksinimleri doğrultusunda “TÜRÇEP İlkeleri ve Çalışma Esasları” metni<br />
düzenlenerek alınan kararlar şu şekilde açıklandı:<br />
“TÜRÇEP; ülke düzeyinde çevre duyarlılığının arttırılması, çevre<br />
sorunlarının çözümüne yönelik somut adımların atılabilmesi için, Cargill ve<br />
Bergama örneklerinde olduğu gibi kesinleşmiş olmasına karşın uygulanmayan<br />
mahkeme kararlarının geciktirilmeden uygulanmasını talep eder. Bu konuda etkin<br />
kampanyaların düzenlenmesini, çevre sorunlarına yönelik sürdürülen hukuki<br />
mücadelenin ulusal ve uluslararası boyutta yoğunlaştırılıp yaygınlaştırılmasını ve<br />
açılan çevre davalarına ülke düzeyinde müdahil olunmasını benimsemiştir.<br />
77
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
TÜRÇEP Temsilciler Meclisi, Siyanürle Altın Üretimi, Su Sorunları ve<br />
sulak alanlar, Enerji, Doğal, tarihi ve kültürel mirasın korunması, Milli parklar ve<br />
orman alanlar ve Atık sorunlarını Öncelikli çalışma konu ve alanları olarak<br />
belirlemiştir. Bu konu ve alanlarda ulusal ölçekte politikalar üretmek, eylem<br />
planları hazırlamak üzere uzman ve aktivistlerden oluşacak komisyonların<br />
oluşturulması kararlaştırılmıştır.<br />
TÜRÇEP Bergama'da ve Eşme'de sürdürülen siyanürle altın üretimi<br />
konusunda yürütülen mücadeleyi destekler ve sahiplenir. Gümüşhane, Artvin,<br />
Havran, Efem Çukuru basta olmak üzere ülkemizin 560 farklı yöresinde<br />
yapılması planlanan siyanürle altın üretimini, topraklarımızın talan edilmesi,<br />
giderilmesi olanaksız maden atığı çöplükler haline dönüştürülmesi ve giderek<br />
yaşamın topyekun zehirlenmesi süreci olarak tanımlar.<br />
Bu konuda kentler ve ülke yönetiminde sorumluluk sahiplerini uyarır,<br />
siyanürle altın üretimini yasaklayan kesinleşmiş mahkeme kararlarının derhal<br />
uygulanmasını talep eder. Ülke topraklarımızın doğal sahibi yurttaşlarımızı bu ve<br />
benzer konularda daha duyarlı olmaya, bu girişimleri durdurmaya ve<br />
eylemliliklerini yükseltmeye çağırır.<br />
Bafralı çevre dostlarının yıllardır yürüttüğü mücadele ve uyarılarına karşın,<br />
Kızılırmak suyunu hiçbir şekilde kullanılamaz hale getiren ve Kızılırmak<br />
Havzasının sanayi atıkları ile tümüyle kirlenmesi sonucu susuzluk sorunu ile karşı<br />
karşıya kalınan Bafra ve çevresinde yaşanan sorunların, Trakya'da Ergene<br />
78
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Ovasında ve ülkenin birçok bölgesinde de hızla artmakta olduğu, su sorununun<br />
ülkemizin geleceğini tehdit etmekte olduğunu, bu konuda acil önlemler alınması<br />
gerektiğini tespit eder ve bu konuda sürdürülen mücadeleyi destekler. İç Anadolu<br />
bölgemiz başta olmak üzere ülkemizin hemen her bölgesinde sulak alanlarının,<br />
göllerin hızla kurumakta olması su sorununun günümüzde aldığı düzeyi ve<br />
geleceğe yönelik tehdidin boyutlarını açıkça göstermektedir. Su ve sulak alanlara<br />
ilişkin ulusal düzeyde politikalar geliştirmek ve acil önlemler almak ertelenemez<br />
bir görev ve sorumluluktur.<br />
Ülkemiz topraklarında nükleer santrallerin kurulmasına açıkça ve<br />
doğrudan karşı çıkan TÜRÇEP, nükleer santrallerin kurulması öngörülen ve<br />
hükümet kararına dönüştürülen bölgelerin nükleer atık depoları, nükleer<br />
çöplükler haline dönüştürülmesi tehdidi ile karşı karşıya olduğunun altını çizer.<br />
Bu konuda ülkeyi yönetenleri, sorumluları uyarır. Bu bölgelerde ve ülkenin<br />
tamamında yaşayan yurttaşları, dikkatli ve duyarlı olmaya, bu tür girişimler<br />
karşısında eylemliliklerini yükseltmeye çağırır.<br />
TÜRÇEP enerji konusunda enerjinin etkin kullanımı, temiz ve<br />
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanıma sunulmasını önemser. Enerjinin Etkin<br />
Kullanım Yasasının ülkemiz gerçeklikleri ve çağdaş standartlar ölçeğinde<br />
geciktirilmeden çıkartılmasını TBMM den talep eder.<br />
Yangınlar ve rant amaçlı talanlar sonrası hızla azalmakta olan orman<br />
alanlarımızın korunması ve geliştirilmesi, yaşamın sürdürülebilirliği açısından bir<br />
zorunluluktur. Çevre ve Orman Bakanlığı başta olmak üzere bu ülkede yaşamını<br />
sürdüren her birey, var olan tüm kurum ve kuruluşlar sorumluluk taşımakta olup,<br />
bu sorumlulukların gereğinin ertelenmeden yerine getirilmesi bir zorunluluktur.<br />
Orman alanlarındaki talanın bir başka boyutu olarak gördüğümüz golf sahalarının<br />
yapımı da derhal durdurulmalıdır.<br />
Atık sorunu yaşamı hızla tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Ülkenin hemen<br />
her yeri hızla sanayi ve evsel atık depolarına, çöplüklere dönüşmekte, toprak,<br />
hava, su hızla kirlenmektedir. Atıkların çağdaş standartlarla toplanması, geri<br />
kazanımı ve azaltılmasını öngören atık politikaları ve projelerinin uzmanların ve<br />
halkın katılımı ile geliştirilerek hızla hayata geçirilmesi ertelenemez bir<br />
zorunluluktur.<br />
TÜRÇEP AB standartları ve Birleşmiş Milletler kararlarını uygulayan<br />
sözde gelişmiş ülkelerin standart dışı ürün ve teknolojilerini ülkemize aktarma<br />
çabalarını reddeder. Mahkeme kararına karşın Samsun’da kurulan, bugün tekrar<br />
ÇED izni verilerek faaliyete geçirilmesi planlanan mobil fuel oil santralleri ve<br />
kurulması planlanan rafineri benzeri yatırımları bu kapsamda niteler. Başta<br />
Samsunlular olmak üzere tüm yurttaşları bu tür girişimlere karşı sivil itaatsizlik<br />
eylemleri ile de desteklenmiş hukuki mücadeleye davet ediyor”.<br />
79
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
3.5 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) 2011<br />
Milletvekili Genel Seçimleri Seçim Bildirgesi [3.4]<br />
2011 Genel Seçimleri ile yeni bir Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşacağı bir<br />
sürece giderek ağırlaşan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla girilmektedir. Yeni<br />
seçim süreci öncesinde çevresel odaklı yaşam sorunları, yaşanmakta olan<br />
sorunlarımızın ağırlıklı bir bölümünü oluşturuyor. Ülkenin hemen her yerinde<br />
çevre sorunları çığ gibi büyüyor. Yaşam alanlarını daraltan, kuşatan, istila eden<br />
sorunlar her geçen gün artarak büyüyor, bir yandan da adeta bir sıradanlığa<br />
dönüşüyor.<br />
“Gelişmiş ülkeler” uluslararası sözleşmelerle, bağlayıcı antlaşmalarla,<br />
kendi çevre standartlarını oluşturup, gelişmiş teknolojileri kullanırken, çağdaş<br />
dünyanın bir parçası olduğu sanılan ve AB’ye üyelik temelinde müzakereleri<br />
sürdüren ülkemiz, uluslararası düzlemde kabul gören çevre standartlarının çok<br />
gerisinde kalmaktadır.<br />
Çevre standartlarını yükseltmiş ülkelerin hiçbirinde yer bulamayan, terk<br />
edilen, geri ve kirli teknolojiler, bizim gibi ülkelerde büyüme ve gelişme adına,<br />
yatırım desteği adı altında; yine bu ülkelerin kredi kuruluşlarınca verilen kredilerle<br />
ve tümüyle kendi çıkarları doğrultusunda teşvik edilmektedir.<br />
Ülkemizin hemen her köşesine yayılmış bulunan çevre odaklı sorunlar,<br />
günümüz itibariyle yağma ve talan niteliği ile adeta bir çevre kıyımı, çevre katliamı<br />
düzeyine ulaşmıştır. TÜRÇEP Türkiye Çevre Platformu Temsilciler Meclisi bu<br />
süreçle ilgili öncelikli sorunları ve çözüm önerilerini seçime giren tüm siyasi<br />
partilerimizin dikkatine sunar.<br />
Uluslararası nükleer lobinin talep ve desteği ile hazırlanan, enerji<br />
üreteceğiz savıyla güçlendirilen, Mersin Akkuyu ve Sinop’ta yapılması karar altına<br />
alınan, Akkuyu’da yapım ve işletme anlaşması imzalanan Nükleer Santrallerin<br />
gerçek hedefi enerji üretimi değildir. Bu santrallerde, nükleer silah sahibi küresel<br />
güçler için nükleer silah malzemesi üretilecek, santralın çöpü ülkemize kalacaktır.<br />
Ayrıca bu alanlar, yurt dışından getirilecek nükleer atıkların depolama alanları<br />
olacaktır. Bu anlaşmalar olağandışı koşullarda ve halkımızın denetimden uzak<br />
yöntemlerle yapılmıştır. Kaldı ki bu kadar riskli bir yatırım sadece enerji üretimi<br />
için bile yapılıyor olsa gereksiz ve tehlikelidir.<br />
Türkiye son 10 yılda karbon emisyonları en hızlı artan ülkelerden birisi<br />
olmuştur. Ülkemizin karbon yükü görülmemiş oranda yükseltilerek, küresel<br />
ısınmadaki payı arttırılmış, bir yandan da yeni kömür yakıtlı termik santral<br />
ihaleleri yapılarak bu payın daha da arttırılması yönünde adımlar atılmış ve değerli<br />
tarım topraklarına, su kaynaklarına zarar verecek biçimde termik santrallere lisans<br />
verilmiştir.<br />
80
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Türkiye’nin kurulu gücünü ancak %3’ünü karşılayacak kapasitede<br />
olmasına karşın ülkenin dört bir yanında, adeta bir doğa katliamına dönüşen irili<br />
ufaklı 4000’e varan Hidroelektrik Santral (HES), küçük HES ve nehir tipi HES<br />
ihaleleri yapılmakla kalınmamış, aynı zamanda bu su kaynaklarının kullanım hakkı<br />
da devredilerek, halkımızı kendi toprağımız ve ülkemizde bu kaynaklara muhtaç<br />
hale getirecek adımlar atılmıştır. Binyıllardır köylerinin yanından akan derelerden<br />
beslenen, toprağını bu su ile sulayan, tarımda bu kaynağı kullanan, yaşam<br />
çevrimini bununla sağlayan halkımız, yakın gelecekte değil yaşamını sürdürmek,<br />
yaşamını sürdürmek için bile bu su imtiyaz haklarını elde eden şirketlerin kölesi<br />
olacaklardır.<br />
Uzun yıllar mecliste alt komisyonda ve komisyonda bekletilen<br />
Yenilenebilir Enerji Kanunu en sonunda çıkarılmış olmasına karşın, rüzgâr ve<br />
güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırımlar geciktirilmiştir.<br />
Dahası güneş ve rüzgârla ilgili yatırımlara ilişkin destekler yenilenebilir enerjiye<br />
yatırım yapan ülke ortalamalarının çok altındadır. Bu da, yapılacak yatırımlara ve<br />
bu yatırımların sürdürülebilirliğine ilişkin umut verici adımların önünü<br />
kesmektedir.<br />
İktidar, elindeki yasama yetkisini kötüye kullanıp Çevre Kanununda<br />
değişiklikler yaparak 2012 yılına kadar çevrenin kirletilmesine olanak tanıyan<br />
adımlar atarken, çevre ve doğal alanların zarar görmesini engellemek için<br />
yürürlükte bulunulan ÇED yönetmeliğinin kapsamı son 10 yılda 3 kez<br />
daraltılmıştır.<br />
Maden Kanunu, üstelik 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde<br />
değiştirilerek uluslararası sermayenin ve maden şirketlerinin isteği doğrultusunda,<br />
orman, doğa, çevre ve kültür değerleri demeden maden aranmasına ve<br />
işletilmesine olanaklı bir duruma getirilmiştir.<br />
Yasal düzenleme ve yasa dışı zorlamalarla, son günlerde Kütahya’da<br />
seti çöken siyanür barajı örneğinde yaşandığı gibi, toprak ve su kaynakları ile yer<br />
altı sularını zehirleyerek kullanılmaz hale getiren siyanürle altın-gümüş arama ve<br />
işletme olanaklı hale getirilip yaygınlaştırılmıştır.<br />
Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikle taş ocakları, maden yasası<br />
kapsamına alınarak, özellikle ormanlık alanların yok edilmesinin önü açıldı. Taş<br />
ocakları için getirilen alan sınırlaması ile bu ocaklar ÇED yönetmeliği kapsamı<br />
dışına da çıkarılarak, denetimsiz bırakılmıştır.<br />
Kıyı Kanunu, turizm adına ormanlarla kaplı kıyılarımızı betonlaştıran<br />
bir kanun oldu. Kıyılarımız, İzmit Körfezi örneğinde çok açık bir şekilde<br />
görüldüğü gibi yapılan dolgularla tam bir işgal altındadır. Ve çevre/doğa<br />
buralarda artan bir hızla katledilmektedir.<br />
Tabiatı Koruma Alanları, Milli Park Alanları, Uludağ örneğinde olduğu<br />
gibi, milli parklar sınırlarının daraltılması konusunda çeşitli düzenlemeler ile<br />
81
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
turizm alanı ilanı, ayrı ve farklı imar planı, “koruma” düzenleme imar planı gibi<br />
enstrümanlar kullanılarak, parçalanmaya ve yok edilmeye çalışılıyor.<br />
İstanbul Acarkent örneğinde olduğu gibi, ormanların özelleştirilerek<br />
katledilmesine olanak sağlanmıştır.<br />
Devletin bilinçli bir şekilde korumadığı ormanlar, 2/B kapsamına<br />
alınarak satılmak istenmektedir. Henüz mecliste olan tasarı yasalaştığı takdirde<br />
birçok ormanlık alan yok olmuşken, henüz ormanlık olan ve yağmadan nasibini<br />
almayan ormanlık bölgeler de bu AF ile yapılaşma baskısı altına girmektedir.<br />
Mera Kanununda yapılan değişiklikle, yaylalardaki kaçak yapılaşmaya af<br />
getirilerek, yaylaların talan edilmesine yasal kılıf uyduruldu. Kaçak yapılaşma<br />
teşvik edildiği gibi Mera Alanları ülkenin tüm kentlerinde TOKİ’ye teslim<br />
edilmiş, önemli tarımsal niteliğe sahip alanların doğrudan devlet desteği ve teşviki<br />
ile konutlaşmaya açılması ile hızla betonlaşmaya yönelimi artırmış oldu.<br />
Tarım alanlarının tarım dışı kullanımına af getiren kanun, ABD’li tarım<br />
tekeli Cargill için yeniden meclise getirildi ve yasalaştı. Daha önceki iktidar<br />
dönemlerinden beri ülkenin gündeminde olan CARGILL şirketi için özel yasalar<br />
çıkarıldı. Bu şirkete ve ürettiği ürüne ilişkin özel Bakanlar Kurulu kararları<br />
üretildi. Bu gün ülkemiz de tartışma konusu olan, şeker pancarı üretiminin yok<br />
edilme hedefiyle sınırlandırılarak nişasta bazlı şeker kotası ve GDO ile öncelikle<br />
çocuklar olmak üzere tüm toplumun sağlığı tehlikeye atılmıştır. Burada yatırımcı<br />
şirketler kadar bunlara olanak tanıyan hükümetler de suçludur. AKP hükümeti<br />
önceki hükümetlerden farklı olarak Biyogüvenlik Yasası’nı çıkararak GDO’lu<br />
ürünlerin ilkemize girmesine, GDO’lu ürünlerin ekiminin yapılmasına olanak<br />
sağlamıştır.<br />
Çiftçimizi, uluslararası tohum tekellerinin boyunduruğuna sokan<br />
Tohum Kanunu yasalaşmıştır.<br />
Tarımda uygulanan “destek ve teşvik programları” ile çiftçimiz adeta<br />
üretmemeye özendirilerek ve toprağını işlemekten giderek uzaklaştırılmıştır.<br />
Türkiye’nin toprakları, kıyıları, denizleri, ormanları, madenleri son<br />
derece keyfi olarak, öylesine ki, kendilerinin koyduğu kuralları ve standartları bile<br />
yok sayarcasına küresel sermayenin kullanımına sunulmaktadır.<br />
Fındıkta, zeytinde ve daha birçok üründe, tarımı yok edecek ekonomik<br />
saldırılar hızlanarak artmıştır.<br />
Dünyada titizlikle korunan, su kaynakları ve sulak alanlar etrafındaki<br />
koruma alanları “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” değiştirilerek<br />
daraltıldı, yapılaşma ve kirlilik önleyici kapsamlar azaltıldı.<br />
“Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası” ile sulak orman<br />
alanlarının yok edilmesinin önündeki engeller tümüyle kaldırılmak istendiği gibi<br />
ülkemizin 60 yıldır ürettiği doğayı, tarihi ve kültürel değerleri korumayı amaçlayan<br />
koruma mevzuatı, “AB ile uyum” gerekçe gösterilerek yok edilmektedir.<br />
82
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bütün bunların ortak noktası, ülkemizin doğa ve çevre alanlarının zarar<br />
görmesi olarak tanımlanabilecek bu girişimler, birçok alanda geri dönüşsüz<br />
biçimde ülkemizin topraklarını yok etmektedir. Hepsinden önemlisi bu zararlar,<br />
kanunlar değiştirilerek yasallaştırılmıştır<br />
“TÜRÇEP – Türkiye Çevre Platformu” olarak, iktidara talip olan<br />
siyasilerden öncelikle çevreye ve doğaya yönelik yıkımların durdurulmasını talep<br />
ediyoruz.<br />
Var olan iktidarın, suyun tasarrufuna ve verimli kullanımına yönelik bir<br />
program uygulamadan, su kaynaklarının, sulak alanların korunması ve suyun<br />
entegre yönetimine ilişkin modeller geliştirip suyun verimli kullanımına ilişkin<br />
uygulamalara yönelmeden, Ankara’nın suyunu Kızılırmak’tan, İstanbul’un suyunu<br />
Istranca Dağlarından, Düzce Melen’den sağlama yoluna gitmesi, üzerinde<br />
yeterince düşünülmeden alınmış bir karar olarak, doğal alanlara yönelik yıkımdan<br />
başka bir anlam taşımayacağı gibi su kullanım haklarının özel şirketlere devrinin<br />
getireceği sorunların yaşanacağını öngörüyor ve suyun ticarileştirilmesine karşı<br />
çıkıyoruz. İktidara talip olanların bu konularda kamuoyuna söz vermelerini<br />
istiyoruz.<br />
Küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelerin başında gelen<br />
Türkiye’de, acil önlemlerin alınması gerektiği ortadadır. Bu önlemlerin başında,<br />
küresel ısınmanın nedeni sayılan karbondioksit salımının azaltılması gelmektedir.<br />
Bu amaçla;<br />
Rüzgâr ve güneş enerjisinden, jeotermal kaynaklardan enerji<br />
üretilmesine yönelik teşvik ve uygulama alanları oluşturulurken, diğer yandan da<br />
ülkemizde bulunan kömür ve doğalgazdan elektrik üreten santrallerin kapatılması<br />
yönünde bir çalışma yapılarak Ulusal Enerji Master Planı yapılmalı ve<br />
uygulanmalıdır.<br />
Doğa katliamına dönüşen HES yatırımları derhal durdurulmalı ve<br />
Ulusal Enerji Master Planı çerçevesinde, yöre kalkının ve uzman bilim<br />
kuruluşlarının katılımı ile doğayı koruma önceliği ile yeniden ele alınmalıdır.<br />
Gelişmiş ülkelerin terk ettiği ve hatta yaptıktan sonra bir gün bile<br />
çalıştırmadan kapattığı Nükleer Santral kurulması çalışmalarına derhal son<br />
verilmelidir. Bu kapsamda yapılan anlaşmalar derhal iptal edilmelidir.<br />
Karbondioksit emisyonuna neden olan ulaşım sistemimiz, toplu ulaşımı<br />
hedef alan biçimde yeniden ele alınmalı, Ulusal Ulaşım Master Planı yapılmalı,<br />
demiryolu ve denizyolu taşımacılığına yönelik teşvik ve yatırımlar sağlanmalıdır.<br />
Bu amaçla her ilimize ve ilçemize yük taşınması için normal raylı ulaşım<br />
araçlarının yanında iç ve dış turizme yönelik olarak gelişmiş ülkelerdeki gibi hızlı<br />
trenler yaşama geçirilmelidir. Denize kıyısı olan her beldenin deniz yoluyla yük ve<br />
seyahat amaçlı ulaşımları teşvik edilmeli yeni projeler üretilmelidir.<br />
83
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Üretilen hemen her türlü ürün, mal ve hizmetin temel enerji kaynağı<br />
elektrik veya fosil yakıtlar olduğu kabul edilirse, satın aldığımız her şeyin, küresel<br />
ısınmaya neden olan enerji kaynaklarıyla üretilerek bize ulaştırıldığı bilinmelidir.<br />
Bu kapsamda, tüketimin özendirilmemesi için önlem alınmadan küresel<br />
ısınmanın önüne geçilmesi olanaksızdır. Tüketim çılgınlığının önlenmesi ve<br />
herkesin aşırı tüketimden kaçınması için eğitici çalışmalar yapılmalı ve gerekli<br />
yasal mevzuat oluşturularak maddi yaptırımlar devreye sokulmalıdır. Teknolojik<br />
ürünlerin, garanti süresi dışında da ucuz ve hızlı bir biçimde onarılması için<br />
gerekli yasal mevzuat acilen oluşturulmalıdır.<br />
Son beş yılda, kanunlar değiştirilerek yasallaştırılan çevre ve doğal<br />
alanlara yönelik yıkımlar derhal durdurulmalı, kanunlar, doğayı ve çevreyi eksiksiz<br />
koruyan bir yapıya kavuşturularak uygulama ve denetleme alanları<br />
genişletilmelidir.<br />
Tarım alanları kullanılarak korunmalıdır. Toprağın işletilmesi üretim<br />
temelinde teşvik edilerek tarım topraklarının betonlaşması ya da sanayinin<br />
kirletici bacalarınca işgali önlenmelidir.<br />
Gerek endüstriyel ve gerekse evsel katı, sıvı ve gaz atıkların<br />
depolanması ve bertaraf edilmesine yönelik ciddi bilimsel projeler geliştirilmelidir.<br />
Atık miktarını azaltacak üretim teknolojileri ve tüketim programları geliştirilip<br />
kullanıma sunulmalıdır. Avrupa tarafından kendi ülkelerinden kaldırılmak istenen<br />
proliz ve/veya yakmaya dayalı atık yok etme sistemleri yerine atık azaltma,<br />
yeniden kullanma ve düzenli deponi planları yapılmalıdır.<br />
Dilovası, Aliağa ve İskenderun Körfezi başta olmak üzere bu gibi<br />
kirlenmenin, yaşamın sürdürülemez düzeye ulaştığı bölgelere yönelik acil somut<br />
çözümler hayata geçirilmeli ve sürdürülebilir bir yaşam için gerekli tüm önlemler<br />
acilen alınmalıdır. Geri ve kirli teknolojinin ithali ve kullanımı yasaklanmalıdır.<br />
Kirlenmeyi önleyici yatırımları yapmayan sanayi kuruluşlarında üretim hemen<br />
durdurulmalıdır.<br />
Sulak alanlar ve su kaynakları acilen koruma altına alınmalıdır. Suyun<br />
etkin ve verimli kullanımına yönelik entegre yönetim modelleri geliştirilip<br />
kullanıma sunulmalıdır.<br />
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa tasarısı TBMM<br />
gündeminden derhal geri çekilmelidir. İlgili tarafları ve uzmanları ile yurttaşlarla<br />
tartışılarak korumacı niteliği öne çıkartılarak yeniden yapılandırılmalıdır.<br />
Siyasi Partiler Yasası’nın anti demokratik, gerek parti içi demokrasiyi ve<br />
gerekse halkın bilgi edinme, kararlara katılma, karar ve söz hakkı sahibi olmasını<br />
engelleyen hükümlerinin kaldırılmasını, Seçim Yasası’nda uygulanan %10 barajı<br />
kaldırmalarını, halkın özgür idaresinin mecliste tümüyle temsilini, her türlü siyasal<br />
eğilimin örgütlenmesinin ve temsil edilmesinin önündeki engeller kaldırılarak<br />
seçime gidilmesini istiyoruz.<br />
84
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Türkiye Çevre Platformunu oluşturan sivil toplum kuruluşları olarak<br />
bizler; yukarıda tanımladığımız önlemleri programlarına almayan, uygulama<br />
taahhüdünde bulunmayan adaylara ve siyasi partilere oy vermeyeceğiz.<br />
Verilmemesi için de çaba harcayacağız.<br />
Bu taahhüdü yapan aday ve partilerin ise sözlerini tutmalarını için takipçisi<br />
olacak, bu kişi ve kurumlara düzenli baskı uygulayarak ülkemizin yaşanabilir, eşit,<br />
özgür ve demokratik bir ülke olması için katkı koyacağız.<br />
TÜRKİYE ÇEVRE PLATFORMU (TÜRÇEP)<br />
3.6 Uluslararası Sendikal Hareketler ve Çevre<br />
Politikaları [3.1]<br />
Günümüzde ekolojik sorunların ulusötesi boyutlara ulaşması, uluslar arası<br />
sendikal örgütlenmelerin çevre politikalarının önemini artırmaktadır. Kirlilik asit<br />
yağmurları, nehirler, deniz yolu ve atmosfer ile bütün dünyaya yayılabilmekte ve<br />
bir ülkedeki kirlenme bütün diğer ülkeleri etkileyebilmektedir. Atık ticareti,<br />
çevreye zararlı teknolojilerin transferi, uluslararası yatırımlar ve uluslararası ticaret<br />
yoluyla çevre kirleticilerin merkez ülkelerden çevre ülkelere transferi de<br />
sendikaların uluslararası dayanışma yoluyla mücadele edebilecekleri sorunlar<br />
arasında yer almaktadır. Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu<br />
(ICFTU), Avrupa Sendikal Hareketi ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu<br />
(ETUC) ve uluslararası işkolu federasyonları 1970’li yılların ortalarından bu yana<br />
artan oranda çevre politikalarına yer vermekte ve son yıllarda çevre hareketi ile<br />
yakın ilişkiler geliştirmektedir. Bu örgütlerin tümünün çevre politikaları<br />
sürdürülebilir kalkınmayı hedeflemektedir.<br />
3.7 Uluslararası Hür İşçi Sendikaları<br />
Konfederasyonu (ICFTU) Çevre Politikaları [3.1]<br />
ICFTU’nun çevre politikasının ana hatları şu şekilde belirlenebilir:<br />
Çevresel konuların, genel politika ve eğitimle iç içe olmasını sağlamak;<br />
Uluslararası işkolu federasyonlarının Sağlık, Güvenlik ve Çevre Çalışma<br />
Grubu’nun yıllık toplantılarında tam bir koordinasyon sağlayarak, ortak hareket<br />
etmesini sürekli kılmak;<br />
Uluslararası düzeyde gelişmeleri izlemek ve özellikle çevre ve kalkınma<br />
konusunda çalışan Birleşmiş Milletler ve diğer uluslar arası örgütler ile yakın<br />
ilişkiler kurmak;<br />
İşçi sağlığı iş güvenliği ve çevre konularında gelişmekte olan ülkelere<br />
yapılan yardımları artırmak;<br />
85
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Çevre koruma, sürdürülebilir kalkınma ve sendikalar konusunda<br />
düzenli olarak uluslararası kuruluşlarla işbirliği geliştirmek ve yıllık olarak ICFTU<br />
Gelişme Raporu’nu hazırlamak<br />
Konfederasyon, 1990 yılında “Sendikalar ve Çevre Raporu” hazırlamış ve<br />
bu raporu, 14- 16 Mayıs 1990’da Bergen Konferansı’na ICFTU’nun katkısı olarak<br />
sunmuştur. Raporda sırası ile sendikaların katılımı, önceliklerin belirlenmesi,<br />
çevre korumada endüstrilerin ve uluslararası kuruluşların rolüne değinilmektedir.<br />
Raporun ekinde “Yeşil İş Anlaşması Modeli” tanıtılmaktadır. Yeşil İş Anlaşması<br />
Modeli, işverenin işçi sendikası ile aktif işbirliğini öngörmektedir. Böylece<br />
işveren, yüksek çevre standartlarına ulaşmak için daha fazla rol üstlenecek ve aynı<br />
zamanda çalışma ortamında önemli iyileştirmeler yapacaktır. ICFTU’nun çevre<br />
politikaları ve sendikal hareket ile çevre arasında kurduğu bağlantı, son on yıl<br />
içinde gerçekleştirilen dünya kongrelerinde alınan çevreyle ilgili kararları takip<br />
edilerek de izlenebilir. ICFTU’nun On Altıncı, On Yedinci ve On Sekizinci<br />
Dünya Kongreleri’nde aldığı çevreye ilişkin kararlar şöyle özetlenebilir:<br />
Çevre sendikal hareket için hayati önem taşıyan bir konudur. Küresel<br />
ekolojik sistemin ileri düzeyde bozulmasını engellemek, çalışma hayatımıza ilişkin<br />
büyük değişiklikler gerektirmektedir. Tüm dünya, sürdürülebilir istihdam ve<br />
çevreyi korumayı amaçlayan küresel hedeflerin işyerinde faaliyete geçirilmesi için<br />
bir stratejiye ihtiyaç duymaktadır. Sendikalar da politikalarını ve eylemlerini<br />
çevresel bir perspektifle gözden geçirmeye ihtiyaç duymaktadır. Tüm çalışanların<br />
kıt kaynakları koruyan; hem iş çevresinin hem de toplum sağlığının zarar<br />
görmesini engelleyen üretim yöntemlerinin ve yeni ürünlerin tanımlanmasıyla<br />
gerçekleşecek sürdürülebilir bir istihdamın planlamasına ihtiyaç olduğunun<br />
bilincine varması gerekmektedir.<br />
Artan sayıda işçi için, çevreyi korumak önemli bir konudur ve onlar<br />
sendikalarından daha temiz ve daha güvenli işler için çözüm yolu göstermelerini<br />
beklemektedirler.<br />
ICFTU küresel, ulusal ve bölgesel düzeyde sendikaların aşağıdaki<br />
konularla ilgili faaliyetlerini destekleyecektir:<br />
1. Ekolojik olarak standart altı ürünlerin, üretim sistemlerinin ve tehlikeli<br />
atıkların çok uluslu şirketler tarafından, hukuki düzenleme ve uygulamaların zayıf<br />
olduğu gelişmekte olan ülkelere transferinin engellenmesi;<br />
2. Riskin azaltılması, kirliliğin önlenmesi ve işyerinde daha temiz<br />
teknolojilerin tanıtılması;<br />
3. İşyerinde Kimyasalların Kullanımında Güvenlikle ilgili 170 No’lu<br />
Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) Sözleşmesi ve Sanayi Kazalarının<br />
önlenmesiyle ilgili 174 No’lu UÇÖ Sözleşmesi’nin onaylanmasını da içeren<br />
kimyasal güvenliğin sağlanması;<br />
86
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4. İşyerlerinde, işçilerin ve temsilcilerinin katılımıyla, işgüvenliği ve<br />
çevrenin korunmasına odaklanan çevresel denetimin gerçekleştirilmesi;<br />
5. Orta ve Doğu Avrupa’da nükleer santrallerin güvenliği ve çevrenin<br />
temizlenmesi;<br />
6. Uluslararası oyuncak imalatı endüstrisinin güvenliğinin sağlanması;<br />
7. İşyerlerinde uluslararası standartların uygulanması;<br />
ICFTU’nun iş sağlığı, güvenlik ve çevre ile ilgili rolü, üç alanda eyleme<br />
geçilmesi amacıyla, yeterli insan kaynağının ve finansal kaynağın tahsis edilmesiyle<br />
güçlendirilebilir:<br />
1. Dış çevrenin sendikal faaliyet konularına entegre edilmesinin<br />
sağlanması;<br />
2. Uluslararası sendikal hareketin, küresel çerçeve standartlar ve onların<br />
uygulanması için yol gösterici programlar hazırlayan Birleşmiş Milletler<br />
Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu, UÇÖ, Birleşmiş Milletler Çevre Programı<br />
(UNEP), DSÖ, ISO, DTÖ, OECD, IMF ve DB gibi temel uluslararası<br />
örgütlerde temsil edilmesi;<br />
3. Bilgi alışverişi ve ortak eylemin koordinasyonu için odak noktası rolünü<br />
oynaması (ICFTU, 16. Dünya Kongresi Kararları).<br />
Dünyanın güvensiz ve sürdürülemeyen çalışma deneyimlerini ve çevresel<br />
zararı durduracak bir üretim sistemini de içerecek biçimde, ekonomik ve sosyal<br />
yeniden inşası gerekmektedir.<br />
İş sağlığı ve güvenliği, daha kapsamlı bir alan olan çevresel koruma<br />
biçiminde genişletilerek ve sürdürülebilir istihdam hedefleri bunun bir parçası<br />
haline getirilerek, güvenli bir işyerinde sürdürülebilir istihdam için çalışmak<br />
gerekmektedir (ICFTU 17. Dünya Kongresi Kararları).<br />
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), kuruluşundan bu yana işçilerin<br />
sömürüsünü şiddetlendiren; eşitsiz kalkınmaya, çevrenin tahribatına ve cinsiyet<br />
eşitsizliklerine neden olan serbest ticaret modelinin bir aracı olmuştur. Kalkınma,<br />
gelişmekte olan ülkelerde çevre standartlarını düşürerek sağlanan düşük üretim<br />
maliyetleri yoluyla gerçekleştirilmemelidir. Aynı zamanda sanayileşmiş ülkeler,<br />
çevresel korumayı ticari engeller için bir bahane olarak kullanmamalıdır.<br />
ICFTU’nun stratejisi, iş sağlığı ve güvenliği ile iyi çalışma koşullarının<br />
sağlanması için özellikle işyerleri, şirketler ve ulusal düzeyde eylemlerle ve işçilerle<br />
ilgili konuları Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)<br />
ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı faaliyetleri içine sokmaya çalışarak, sağlık<br />
ve çevre arasındaki bağlantıyı politika ve eylemle birleştirmelidir. Yağmur<br />
ormanları gibi küresel kamu mallarının korunması, sorumluluğun adil paylaşımını<br />
gerektirmektedir. Bütün ülkeler, Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesini içeren<br />
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi görüşmelerinde birlikte<br />
çalışmalıdır. ICFTU da sözleşmenin yürürlüğe girmesi için çalışacaktır. Kongre<br />
87
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ICFTU ve bölgesel örgütlenmelere, Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’ne<br />
sendikaların önerilerinin uygulanmasının desteklenmesi, sosyoekonomik ve<br />
çevresel problemlerin iş sağlığı ve güvenliği üzerindeki etkileriyle birlikte ele<br />
alınması için bir değerlendirme süreci başlatmak konusunda yol gösterici<br />
olmuştur (18. ICFTU Dünya Kongresi). ICFTU Yönetim Kurulu 9- 10 Aralık<br />
2005’te Hong Kong’da gerçekleştirilen toplantıda, “Küresel Asbest Yasağı” kararı<br />
almıştır. Konfederasyon Yönetim Kurulu, 100 000’den fazla işçinin ölümüne<br />
neden olan ve her türünün kanserojen olduğu Uluslararası Kanser Araştırma<br />
Ajansı ve Kimyasal Güvenlik İçin Uluslararası Program tarafından açıklanan<br />
asbestin, ulusal ve uluslararası düzeyde yasaklanması için, sosyal ortakları,<br />
UÇÖ’yü ve işçi örgütlerini üzerlerine düşen görevleri yapmaya davet etmiştir.<br />
3.8 Avrupa Sendikal Hareketi ve Avrupa Sendikalar<br />
Konfederasyonu’nun (ETUC) Çevre Politikaları [3.1]<br />
ETUC, çevre kirliliğinin hem hayatın doğal temellerini bozduğunu, hem de işçi<br />
sağlığını tehdit ettiğini kabul etmektedir. Ayrıca çevrenin korunması olgusunun<br />
sadece devlete ve kamu kurumlarına bırakılamayacağını, bu alanda herkese ve<br />
özellikle de işçilere büyük ve önemli görevler düştüğünü öne sürmektedir.<br />
Konfederasyon, sürdürülebilir kalkınma ve çevresel korumanın, Lizbon<br />
Stratejisi’nde ekonomik ve sosyal konularla eşit önemde yer alması gerektiği; bu<br />
konuların çatışan değil birbirini tamamlayan öğeler oldukları inancındadır.<br />
ETUC, AB’de kimyasalların kayıt, değerlendirme, yönetim ve kısıtlanmasına<br />
ilişkin yeni bir sistem kuran ve REACH olarak adlandırılan sistemin en önemli<br />
destekçisidir. Konfederasyona göre REACH’in en önemli faydası, gelecekte<br />
kimyasallardan kaynaklanan meslek hastalıklarından kurtulma imkânı vermesidir.<br />
ETUC, çevreyle ilgili çalışmalar yürütmekte ve çevre örgütleri ile çeşitli konularda<br />
işbirliği yapmaktadır. ETUC bünyesinde çevre ile ilgili üç komite de yer<br />
almaktadır. Bunlar,<br />
a. Çevre ve Yaşama Şartları Komitesi,<br />
b. Enerji İşleri Komitesi<br />
c. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Komitesi’dir.<br />
Avrupa sendikaları, ekonomik ve sosyal alanda merkezi aktörler olarak<br />
tanınmakla birlikte, çevresel konularla uzun süredir ilgilidirler. Bu deneyimin<br />
sonucu olarak, artık çevresel konulara sendikaların temel nüfuz alanlarının<br />
dışında bir konu olarak yaklaşılamayacağı açıkça görülmüştür. Aksine sendikalar,<br />
çevresel sorunların özünde, kaynaklar, riskler, demokrasi ve eşitliğe ilişkin temel<br />
sendikal konularla bağlantılı olduğunu fark etmişlerdir.<br />
Son on yılda Avrupa sendikaları tarafından gerçekleştirilen çevresel<br />
Girişimler şöyle özetlenebilir: Avrupa’daki sendikalar, programlarını çevresel<br />
88
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
sorunlarla mücadele etmek üzere uyarlamışlar; yeni çevre program ve projeleri<br />
üretmişlerdir.<br />
Macaristan’da Tisza kimyasal plastik kompleksindeki yerel sendikalar,<br />
ISO 1400’ün gerektirdikleri ile uyumlu çevre yönetim sistemini tanıtmak üzere<br />
düzenlenen bir temiz üretim programına katılmışlardır. Atık yönetim programı<br />
enerji talebini ve endüstriyel su tüketimini azaltmış ve fabrika yakınındaki Tisza<br />
Nehri’nin temizlenmesini sağlamıştır.<br />
İspanya’da Confederacion Sindical de Comisiones Obreras (CC OO),<br />
sanayi, çevre örgütleri, akademisyenler, araştırmacılar ve tüketici örgütlerinin bir<br />
araya gelerek, hükümete sunmak üzere hazırladığı İklim Değişikliği Eylem<br />
Planı’na öncülük etmiştir.<br />
İsveç’te beyaz yakalı işçilerin örgütlendiği Tjänstemännens<br />
Centralorganisation (TCO), ekolojiyi iç ve dış iş çevresini bütünleştiren ve tüm<br />
işçilerle işverenlerin bu konuda ortak karar mekanizması oluşturmalarını öneren<br />
“6E” adlı rehberi sunmuştur. TCO ayrıca, 1980’lerde bilgisayar monitörlerinin<br />
ekolojik enerji tüketimi, ergonomisi ve ekran kalitesine ilişkin standartlar<br />
belirlemiştir. Standartlar, başlangıçta bilgisayar üreticilerinin tepkisiyle karşılaşsa<br />
da daha sonra Nokia bu standartlara uygun monitörler üretmeye başlamıştır.<br />
TCO üyelerinin tüketim gücünün de etkisiyle bu monitörlerin pazar payı giderek<br />
artmış, diğer üreticiler de bu standartlara uymaya başlamıştır. Bu standartlar, daha<br />
sonraki yıllarda, 6E ile tamamlanarak yenilenmiştir.<br />
İspanya’da 1994’de arka arkaya pek çok işçide pestisid kontrolü sırasında<br />
dumana maruz kalmaktan kaynaklanan ve onları çalışmaktan alıkoyan<br />
rahatsızlıklar görülmüştür. Sendikalar bağımsız uzmanların yardımıyla, bu<br />
rahatsızlıkların pestisidlerden kaynaklandığını ortaya koymuşlardır. Bu sayede<br />
işletmelerde pestisidlerin kontrolü sağlanmıştır. 2001’de işçi, işveren, devlet<br />
katılımıyla, kentlerde pestisid kontrolüne ilişkin bir proje gerçekleştirilmiştir.<br />
İtalya’da tekstil endüstrisi, rafinerilerin ve limanın bulunduğu Marghera<br />
bölgesinde, uzun süreli kimyasal kullanımı ve ekonomik çöküntü ciddi sorunlar<br />
yaratmıştır. Hükümet yetkilileri, bölgesel yöneticiler ve sendikalar ve sanayi<br />
temsilcilerinin katılımıyla bölgenin modernizasyonu ve yeni ekonomik<br />
faaliyetlerin hayata geçirilmesine yönelik bir proje başlatılmıştır.<br />
Alman sendikaları, iklimi koruma çabalarına katkı sağlamak ve aynı<br />
zamanda sürdürülebilir istihdam yaratmak amacıyla, hükümet ve işveren<br />
federasyonlarıyla işbirliği içinde binaları yenileme programı başlatmışlardır. “İş ve<br />
Çevre İçin İttifak” isimli program, 300 000 apartmanı yenileyerek ısı yalıtımını<br />
sağlamayı, 200 000 iş yaratmayı, karbondioksit emisyonlarını azaltmayı ve devlet,<br />
kiracılar ve ev sahipleri için ısınmanın faturasını 64milyon dolar azaltmayı<br />
amaçlamaktadır. Sendikalar, eğitimler, kampanyalar, görüşme ve tartışmalar<br />
yoluyla çevresel yönetim standartlarını geliştirebilmek için girişimlerde<br />
bulunmuşlardır.<br />
89
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Romanya’da Ulusal Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu (CNSLR-<br />
FRATIA), sanayi işletmelerinin hava, toprak ve suyu kirleten sülfürdioksit,<br />
kurşun, çinko kadmiyum ve florid salımını azaltmaları amacıyla yerel yöneticiler,<br />
hükümet dışı örgütler, yerel işveren ve eğitim kuruluşları ile bir araya gelerek,<br />
kamusal eğitim kampanyası başlatmıştır.<br />
İngiltere’de İşçi Sendikaları Konfederasyonu TUC, iklim değişimiyle<br />
mücadele için sendikaların işyerlerinde aktif sürdürülebilir politikalar uygulamaları<br />
gerektiğini öne sürerek kaynakların etkin kullanımı, yenilenebilir enerji kaynakları<br />
vb. konularda bir eğitim çalışması başlatmıştır.<br />
İtalya’da Sendikalar (CGIL, CISL, UIL, UGL), Çevre ve Ulaştırma<br />
Bakanlığı ve çevre örgütleri, Akdeniz’de tehlikeli yük taşıyan gemilere karşı<br />
güvenlik önlemleri almak üzere anlaşmaya varmıştır. Taraflar, tehlikeli ve kirletici<br />
maddelerin taşınmasına ilişkin Uluslararası Denizcilik Örgütü kuralları ve AB<br />
direktiflerine dayanan girişimlerde bulunacaklardır. Çevre, Avrupa sendikalarının<br />
toplu pazarlık konuları arasına da girmiştir.<br />
Almanya’da 1992 yılında Bavarian Gazete Sanayi ile ilk çevresel sektörel<br />
toplu iş sözleşmesi gerçekleştirilmiştir. Bu sözleşme ile, kullanılan çalışma<br />
malzemelerinin, araç ve yöntemlerin çevresel bir zarar meydana getirmeyeceği<br />
emredici biçimde düzenlenmiştir. İnşaat, Tarım ve Çevre Sendikası, 1994 yılında<br />
endüstriyel çevre hizmetleri sağlayan şirketler birliği<br />
ile; Alman Gıda Sendikası 1996 yılında Schumaker Firması ile; Posta<br />
İşçileri Sendikası 1997 yılında “çevresel toplu sözleşmeler” imzalamıştır. Bazı AB<br />
ülkelerinde işyeri düzeyinde işçilerin çevresel kararlara katılım haklarını<br />
düzenleyen kanunlar oluşturulmuştur.<br />
Almanya’da Kimya ve Enerji İşçileri sendikasının (IG BCE) işverenlerle<br />
imzaladığı çok sayıda toplu sözleşme, iş konseylerinin çevre ile ilgili kararlara<br />
katılımıyla ilgili maddeler içermektedir. Bütün ülkelerde sendikalar, kimyasallar,<br />
tarım, altyapı, ulaşım, trafik, iklim değişimi, enerji kısıtlamaları, yenilebilir<br />
kaynaklar, atık ve su yönetimi gibi pek çok çevresel konuda tartışmalara<br />
katılmışlardır.<br />
Norveç Sendikalar Konfederasyonu LO- Norveç, Norveç Çevrenin<br />
Korunması Topluluğu ile bir “Çevre Forumu” oluşturmuştur. LO- Norveç aynı<br />
zamanda çevre konusunda gerçekleştirilen olumlu girişimlere her yıl ödül<br />
vermektedir. Son dönemlerde bir mangan fabrikasında, çinko, mangan ve pis su<br />
salımını azaltmaya çalışan bir sendika ödül almıştır.<br />
Avrupa sendikaları, sürdürülebilir kalkınma perspektiflerini geliştirirken<br />
birkaç temel konuya odaklandıklarını belirtmişlerdir:<br />
Gıda ve Tarım: Gıda güvenliği ve tüm toplumun beslenme ihtiyacının<br />
karşılanması dünyanın pek çok bölgesinde halen acil çözüm bekleyen bir<br />
konudur. Bu adaletsiz tarımsal üretim, adaletsiz fiyatlandırma ve yetersiz<br />
90
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
dağılımın bir sonucudur. En büyük yük, dünyanın en zayıf ve en yoksul tarım<br />
işçilerinin sırtındadır. Tarım ve gıda sanayinde çalışan işçiler çok düşük ücretlerle,<br />
ağır çalışma koşullarında ve sendikal haklardan yoksun biçimde çalışmaktadırlar.<br />
Bununla birlikte mevcut tarımsal üretim yöntemleri, eşitsizlikleri körüklemekte,<br />
gıda güvenliği açısından kabul edilemez riskler doğurmakta, hayvan sağlığını ve<br />
çevreyi tehdit etmektedir. Tarımda kullanılan kimyasallar aynı zamanda önemli<br />
meslek hastalıklarına neden olmaktadır. Bu nedenle iş sağlığı ve güvenliği<br />
sürdürülebilir kalkınma politikalarının ana noktalarından biri olmalıdır.<br />
İklim Değişikliği ve Temiz Enerji: Enerji sosyal ve ekonomik<br />
kalkınmanın temel kaynağı olmakla birlikte, kullanımı ve dönüşümü kentsel<br />
kirlilikten, asit yağmurlarına, deniz kirliliğinden nükleer atıklara kadar pek çok<br />
çevresel soruna neden olmaktadır. Günümüzde en önemli sorun fosil yakıt<br />
kullanımına bağlı sera gazı emisyonundan kaynaklanan iklim değişikliğidir.<br />
Olumsuz çevresel etkileri önlerken, zorunlu enerji arzını sağlamak, AB ve<br />
dünyanın diğer gelişmiş ülkelerinin enerji tüketim modelinde önemli bir<br />
değişikliği gerekli kılmaktadır. AB’ de bu değişim vergi reformları, daha çok<br />
yenilenebilir enerji kullanımı, enerjinin rasyonel kullanımı ve talebin azaltılması ve<br />
Kyoto Protokolü’nün gerektirdiklerinin etkili biçimde uygulanmasıyla<br />
gerçekleştirilebilir.<br />
Kimyasallar: Kimyasalların üretim ve tüketimi, toplumun tüm<br />
kesimlerinin maruz kaldığı şiddetli riskler yaratmaktadır. Kimyasalların kullanımı<br />
kamu sağlığını, işçi sağlığını ve çevreyi tehdit etmektedir. Bununla birlikte işçiler<br />
hem üretim sürecinde yer alarak, hem özel hayatlarında tüketerek, hem de<br />
atmosfere salımları sonucunda kimyasallara sönük kalmaktadırlar. Avrupa<br />
sendikaları, kimyasallar hakkında daha çok bilgi edinmeyi sağlayacak ve kimyasal<br />
risklerden korunmayı sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesini talep etmektedir<br />
3.9 Uluslararası İşkolu Federasyonlarının Çevre<br />
Politikaları [3.1]<br />
3.9.1 Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşler<br />
Sendikası Federasyonu’nun (ICEM) Çevre Politikaları<br />
Tüm dünyada 20 milyondan fazla üyeye sahip olan ICEM, sürdürülebilir<br />
kalkınmanın sosyal, ekonomik ve çevresel uyumu hedeflediğini; sürdürülebilir<br />
kalkınmayı tanımlamak, gerçekleştirmek ve geliştirmekle yükümlü olduklarını ileri<br />
sürmektedir. ICEM aynı zamanda çevresel damping, enerjinin temiz ve etkin<br />
kullanımı; eski ve istenmeyen ürün ve teknolojilerin ortadan kaldırılması gibi<br />
öncelikli konulara olan ilgisini artıracağını belirtmiştir. Federasyon bu konuda<br />
diğer uluslararası sendikalar ve vatandaş gruplarıyla dayanışmanın önemini de<br />
vurgulamaktadır. 1997’de Kyoto’da İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf<br />
91
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
ülkelerin gerçekleştirdikleri konferansta, ICEM temsilcisi, “ICEM, bugünün<br />
insanları ve dünyamızın mirasçıları olan çocuklar için sağlıklı ve güvenli bir çevrenin<br />
gerçekleştirilmesine önem vermektedir. Tehlikeli endüstrilerde çalışıyor olmamız, çevresel<br />
güvenliğe iki kat önem vermemize neden olmaktadır. Biz küresel ısınmanın insan<br />
faaliyetlerinden kaynaklandığını kabul ediyoruz ve bugünün liderlerinin bu sorunun üstesinden<br />
gelerek gelecek kuşaklara bırakmaması gerektiğine inanıyoruz.”sözleriyle ICEM’in<br />
çevreye verdiği önemin altını çizmiştir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili<br />
alınan önlemler ve karbon emisyonlarını azaltma hedefi, ICEM’i hayli yakından<br />
ilgilendirmektedir. Tüm dünyada ICEM üyesi işçiler, enerji sektöründe veya<br />
kimya, ilâç, lâstik, seramik gibi yüksek enerji tüketen sektörlerde istihdam<br />
edilmektedir. Bu nedenle küresel ısınmaya karşı geliştirilen politikalar, yeni iş<br />
sahalarının yaratılmasını sağlarken aynı zamanda ICEM’in örgütlü olduğu<br />
sektörler üzerinde olumsuz sonuçlar doğuracaktır. ICEM iklim değişikliğiyle<br />
mücadele ve istihdamın daralması arasındaki bu çelişkiyi, iklim değişikliği<br />
sorununu reddederek değil gerçekleştirilecek dönüşümün şu andan itibaren esaslı<br />
bir biçimde planlanmasıyla aşılabileceğini öne sürmektedir. ICEM Yönetim<br />
Kurulu bu konuda “Çalışma ve İklim Değişikliği” başlıklı ayrıntılı bir rapor<br />
hazırlamıştır. Raporda yer alan iklim değişikliğiyle mücadele politikalarının işçiler<br />
üzerindeki yükünü hafifletmek için öneri ve uyarılar şöyle özetlenebilir:<br />
1. Karbon vergilerinden elde edilen gelirin, vergilerin işçiler üzerinde<br />
yarattığı yükünün azaltılması ve yeni işler yaratılması amacıyla kullanılması<br />
önerilmektedir.<br />
2. Karbon ticaretinin karbon emisyonunun azaltılmasını önlemeyeceği<br />
belirtilerek karşı çıkılmaktadır.<br />
3. Sera etkisini azaltmak amacıyla geliştirilen teknolojilerin, gelişmekte<br />
olan ülkelere transferinin önemi üzerinde durulmaktadır.<br />
4. ILO, AB ve OECD, iş güvencesi, yeni işler yaratılması ve iklim<br />
değişikliğinin önlenmesi konularına eğilmesi gereği vurgulanmaktadır. Ayrıca bu<br />
konuda işçilerle işverenler arasında geliştirilecek diyaloğun önemine de dikkat<br />
çekilmektedir.<br />
5. Toplu pazarlık sürecinde çevresel hedeflere yer verilmesi gerektiği ileri<br />
sürülmektedir.<br />
3.9. 2 Uluslararası Gıda ve Tarım İşçileri<br />
Sendikası’nın (IUF) Çevre Politikaları<br />
IUF, sendikal güç ile tüketici güvenliği ve kamu sağlığı arasında doğrudan bir<br />
ilişki olduğuna inanmaktadır. Sendikaya göre, işçilerin sendikalaşmayı ve sağlık ve<br />
güvenlik önlemleri almayı reddettikleri yerlerde, gıda güvenliğinden söz edilemez.<br />
Bu nedenle, işyerinde ve toplumda sendikaların güçlü kılınması, gıda üretim ve<br />
tüketiminin iyileştirilmesinde vazgeçilmez bir ön koşuldur. IUF, işçi sağlığını ve<br />
92
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
tüm canlıların yaşamını tehdit eden kuş gribi (H5N1 virüsü) ile mücadelede<br />
sendikaların rolünün gerek kamuoyunu bilinçlendirme yönünden, gerek<br />
kümeslerde çalışan işçilerin hasta hayvanları tanıyarak hızla gerekli önlemleri<br />
almaları yönünden çok önemli olduğunu öne sürmektedir. Gıda ve tarım işçileri<br />
sendikaları aynı zamanda gıda güvenliği standartlarının uygulanıp<br />
uygulanmadığını ortaya koyabilecek örgütlerden biridir. Sendikaların sağlık ve<br />
güvenlik önlemlerinin talebi, izlenmesi ve uygulanması sürecinde oynayacakları<br />
aktif rol, kamu sağlığını korurken, virüsün mutasyonu da engelleyebilecektir. IUF,<br />
tarımda pestisidlerin ve diğer kimyasalların kullanımına karşı projelere de katkıda<br />
bulunmaktadır.<br />
3.9.3 Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu’nun<br />
(IMF) Çevre Politikaları<br />
IMF’nin 26- 27 Mayıs 1994 tarihinde düzenlenen yıllık Merkez Komite<br />
Toplantısı’nda “Metal İşçileri Alternatif Küresel Ekonomik ve Toplumsal<br />
Kalkınmadan Yana” başlıklı bir program tartışılarak kabul edilmiştir. Bu<br />
programda, “çevrenin korunması, insan hakları ve sendikal haklar alanında<br />
uluslar arası standartların geliştirilmesine ve uygulanmasına gereksinim<br />
bulunmaktadır. Çokuluslu şirketlerin, demokratik toplumların gereği olan<br />
hukuksal, toplumsal ve ahlaki yükümlülükleri yerine getirmekten kaçınmaları<br />
engellenmelidir” ifadesi yer almıştır. IMF, 2000 yılında metal işkolundaki tehlikeli<br />
iş alanları, meslek hastalıkları, tehlikelerin kontrolü ve çevresel etkilerine ilişkin<br />
bilgileri içeren bir işçi el kitabı yayınlamıştır.<br />
3.9.4 Uluslararası Nakliyat İşçileri Sendikası’nın<br />
(ITF) Çevre Politikaları<br />
ITF’nin Dok ve Gemi İşçileri Şubesi, hazırladığı bir raporda çevre politikalarını<br />
belirlemiştir. Raporda okyanusların, içinde ağır metaller ve radyoaktif atıkların da<br />
bulunduğu tarımsal, endüstriyel ve kentsel atıkları yok etmenin en ucuz ve en<br />
kolay yolu olarak kullanıldığı dile getirilmektedir. Tanker kazaları sonucu<br />
denizlere boşaltılan petrol de diğer bir önemli sorun olarak raporda yer<br />
almaktadır. Rapora göre bu kirlilik nedeniyle bazı limanlarda balıkçılık yok olma<br />
tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir.<br />
ITF bu sorunları önlemek için gemilerin güvenli hale getirilmesi; egzoz<br />
emisyonlarının azaltılması; gürültü kirliliğinin önlenmesi; 147 sayılı ILO<br />
sözleşmesinin uygulanması; çevre kirletme cezalarına ve “kirleten öder”<br />
prensibine işlerlik kazandırılması; denizleri kirleten gemiler için etkili ve<br />
uluslararası bir ceza sistemi getirilmesi; zehirleyici ürünlerin kullanımının<br />
yasaklanması; çevrenin korunması için uluslararası işbirliği ve bilgi alışverişinde<br />
93
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
bulunulması; İklim değişimine karşı önlemler alınması; etkin çevresel koruma için<br />
ITF’nin Uluslararası Denizcilik Örgütü’ne (IMO) aktif katılımı gibi önerilerde<br />
bulunmaktadır.<br />
3.9.5 Uluslararası Sendikal Hareket ve Çevre<br />
Hareketi İlişkisi<br />
1960’larda modern anlamda çevre hareketi ortaya çıktığı zaman, sendikaların<br />
önemli bölümü tarafından istihdamı tehdit ettikleri düşünülmüş ve bazı<br />
durumlarda iki hareket arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır (ABD’de orman<br />
endüstrisinde, Norveç’te balina avı ve tütün endüstrisinde olduğu gibi). Son<br />
yıllarda sendikal hareket içinde sürdürülebilir kalkınma gereksinimine dair bir<br />
bilinç oluşmuş ve sendikalarla çevre örgütleri arasında işbirliği gerçekleşmeye<br />
başlamıştır. 1999’da Seattle’de sendikalarla ekolojistler, kadın hareketi ve<br />
eşcinsellerin bir arada geçekleştirdiği hareket, sendikal hareketle çevre hareketinin<br />
birlikte gerçekleştirdiği eylemlere en önemli örnektir. Sendikal hareketin<br />
gündeminde çevre sorunlarının giderek daha çok yer tutmasına paralel olarak;<br />
çalışma ve çevre sorunlarını bir arada ele alan; çevre politikalarının emekçiler<br />
üzerindeki etkilerine duyarlı örgütlenme girişimleri ortaya çıkmıştır.<br />
3.9.6 Sürdürülebilir Kalkınma İçin Uluslararası<br />
Çalışma Vakfı (SUSTAINLABOUR)<br />
Sürdürülebilir Kalkınma İçin Uluslararası Çalışma Vakfı sürdürülebilir kalkınma<br />
hedeflerini, sendika perspektifiyle, işe ve işyerine öncelik vererek ele alan ilk<br />
uluslararası örgüttür. Vakıfın amaçlarını, “sürdürülebilir kalkınmanın toplumsal ve<br />
işçilere ilişkin yönlerinin güçlendirilerek gerçekleştirilmesi; işçilerin ve örgütlerinin yerel, bölgesel<br />
ve uluslararası düzeyde sürdürülebilir kalkınma politikalarına katılımının gerçekleştirilerek,<br />
sendikaların bu konudaki gereksinimlerinin, rollerinin ve olası katkılarının ortaya<br />
konulması;işçilerin çeşitli eylemleri ile sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi sürecine<br />
dahil olmasının desteklenmesi” olarak özetlenebilir. Vakıf işyerlerinin üretim ve<br />
tüketim sürecinin merkezinde yer almaları nedeniyle işçilerin ve sendikaların<br />
üretim ve tüketim biçimlerinin değiştirilmesi sürecinde ve sürdürülebilir<br />
kalkınmanın gerçekleştirilmesi yolunda oynamaları gereken önemli role dikkat<br />
çekmektedir.<br />
3.9.7 İş ve Çevre İçin Sendikalar (UJAE)<br />
İş ve Çevre İçin Sendikalar (UJAE) ise 2000 yılında, iklim değişikliği ve diğer<br />
çevresel konularda işçilerin ve sendikaların seslerinin çıkmasını sağlamak amacıyla<br />
oluşturulan bir girişimdir. UAJE içinde lokomotif ve kazan işçileri, gemi inşaatı<br />
94
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
işçileri, metal işçileri, gıda işçileri, Teamsters, Amerika Maden İşçileri Sendikası,<br />
Birleşik Nakliyat İşçileri Sendikası gibi, çoğu Amerikan sendikalarından oluşan<br />
işçi örgütlenmeleri yer almaktadır. Son dönemde uluslararası örgütlenmeler ile<br />
çevre örgütleri arasında gerçekleştirilen işbirliği örnekleri giderek çoğalmaktadır.<br />
ETUC, Avrupa Toplumsal Hükümet Dışı Örgütler Platformu (Social<br />
Platform) ve Avrupa Çevre Bürosu (EEB), Avrupa’da sürdürülebilir<br />
kalkınmaya ilişkin bir ortak deklarasyon yayınlamışlardır. AB’de sürdürülebilir<br />
kalkınma stratejisinin planlanması ve uygulanması sürecindeki eksiklikler<br />
nedeniyle, devlet başkanlarını ve hükümetleri, entegrasyon sürecini dikkatli<br />
biçimde izlemeye ve yönlendirmeye çağırmışlardır<br />
Deklarasyonda ABD’nin kişi başına düşen GSYH düzeyini yakalamanın,<br />
AB’nin sosyal ve çevresel sürdürülebilirliği gerçekleştirmesini sağlamayacağını<br />
belirtmişlerdir. Önerdikleri yöntem yüksek çevresel ve sosyal kalite ile hükümet<br />
dışı örgütler ve sendikaların katılımını içermektedir. ETUC, EPE’nin (Çevre İçin<br />
Avrupalı Ortaklar) de ortağıdır. EPE, sürdürülebilirlik üzerine bir konsensüs<br />
zemini oluşturan, çok katılımlı bir forumdur. Haziran 1999’da Uluslararası İnşaat<br />
ve Ağaç İşçileri Federasyonu (IFBWW) ve Dünya Doğa Vakfı (WWF) ile<br />
ormancılığın çevresel ve toplumsal yönleri arasındaki bağa dikkat çekerek, artan<br />
ormansızlaşmaya karşı işbirliği anlaşması yapmışlardır. Anlaşmanın en önemli<br />
ilkesi orman lisanslamasının bağımsız, şeffaf ve çok taraflı katılımla<br />
gerçekleştirilmesi gereği ve ormanların sosyoekonomik ve ekolojik olarak iyi<br />
yönetilmesidir.Uluslararası Nakliyat İşçileri Sendikası (ITF) ve Uluslararası Metal<br />
İşçileri Federasyonu (IMF), başta Hindistan olmak üzere, Asya’daki gemi<br />
sökümüne karşı gerçekleştirilen Greenpeace (Yeşil Barış Örgütü) kampanyasını<br />
desteklemektedir.Federasyonlar, sökümün çevreye verdiği zararın yanında<br />
işçilerin sağlık ve güvenliğini de tehdit etmesine dikkat çekmektedir. Uluslararası<br />
Gıda ve Tarım İşçileri Sendikası’nın (IUF), Pestisid Eylem Ağı ve bölgesel<br />
organları ile birlikte çalışmaktadır. IUF ve üye sendikalar, pestisid kullanımının<br />
yarattığı sorunlar, GDO’lar ve sürdürülebilir tarım ile ilgili olarak oluşturulan<br />
“BioMater” adlı ortak projede de yer almıştır.<br />
Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşler Sendikası Federasyonu<br />
(ICEM), Greenpeace ile kimya endüstrisinde klor kullanımına ilişkin bir anlaşma<br />
yapmışlardır. Greenpeace de, diğer hükümet dışı örgütlerle birlikte, ICEM’in<br />
madencilik faaliyetini sosyal ve çevresel açıdan kabul edilemeyecek koşullarda<br />
sürdüren Rio Tinto Çinko’ya karşı yürüttüğü kampanyaya destek vermiştir.<br />
3.9.8 Almanya IG Metal Sendikası [3.5]<br />
Almanya IG Metal Sendikasının 80'li yıllardan bu yana çevre sorunu ile ilgili<br />
Merkez genel kurullarında tabandan gelen bir dizi karar tasarıları tartışılır ve<br />
kararlar alınır. Almanya'daki çevre politikası bakımından ciddi önerileri vardır.<br />
95
96<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Rio de Janeiro'daki Sürdürülebilir Kalkınma Birleşmiş Milletler Konferansı'nda,<br />
küresel toplum tarafından son 20 yılda hangi çevresel amaçlara ulaşıldığı ve<br />
önümüzdeki on yıllar için gerekli olan sürdürülebilirlik stratejisi tartışıldı. 40 yıl<br />
önce, sendikalar " niteliksel büyüme " ve " yaşam kalitesi " üzerine bir tartışma<br />
başlattı.Bir zamanlar IG Metall sendikası tarafından " Çalışma Yaşam Kalitesi "<br />
üzerine düzenlenen kongrenin çevre sektöründe sendika politikası üzerinde<br />
herhangi bir pratik etkisi olmadı.. Kısa vadeli düşünme ve eylem –kural olarak<br />
sadece ücret ve çalışma koşulları odaklı- sendikaların şirketlerden taleplerini<br />
belirledi. O zaman gerekli hale gelmiş sürdürülebilir yönetim kavramını yansıtan<br />
sanayi politikası kavramları eksikti. Sendikalara " büyümenin sınırları " akademik<br />
tartışmasının ulaşması 1980'lerin sonunda mümkün oldu. Çevre ve doğa koruma<br />
dernekleri ve sendikalar etkileşmeye başladılar.<br />
1992 yılında çevre ve iklim değişikliği konusunda Rio de Janeiro'da<br />
dünyanın en büyük konferansı için yapılan hazırlıklar sırasında yeni yaklaşımlar<br />
gelişti ve sendikalardan küresel, ulusal ve bölgesel sorumluluk almaları talebinde<br />
bulunuldu. O zaman IG Metall in "gelecek ile ilgili tartışması " (bir bütün olarak)<br />
Alman Sendikalar Birliği (DGB) içinde bir düşünce ve eylem değişikliğini<br />
tetikledi. Hiçbir şey artık, geçiştirilip göz ardı edilemez hale geldi. Bhopal (zehirli<br />
gaz kazası), Çernobil (nükleer reaktör kazası, nükleer erime) ve Basel (kimyasal<br />
dökülme) benzeri çevre felaketleri de toplumsal bilinçte bir değişikliğe yol açtı ve<br />
eylem için yeni seçenek çağrıları. sendikalara ulaştı.<br />
IG Metall nükleer enerji nin terk edilmesi için cesur kararlar oluşturdu ve<br />
çok geç olmadan tersine çevirecek projeler üzerinde çalıştı. Zorlu bir yeniden<br />
düşünme süreci özellikle iş konseyleri ve denetleme kurullarının sendika<br />
üyelerinin yanı sıra " tesis görevlileri " arasında, başladı.<br />
1988 yılında, ilk kez, çevre dernekleri ve IG Metall temsilcileri ortaklaşa<br />
“Çevre koruma ve işler konulu bir çevre forumu düzenledi "? " Bu etkinlik<br />
sırasında, birçok sendika üyesi katılımcıların geleceğe ilişkin yaklaşımlarında<br />
farklılıklardan ziyade ortak bir zemin keşfetti. Bu ne yazık ki, daha sonra, sadece<br />
tek tük gerçekleşen yapıcı işbirliğinin temellerini atmıştır.<br />
1988 yılında Frankfurt am Main daki uluslararası "Gelecek Kongresi"<br />
vesilesiyle, zamanın IG Metall, Başkanı Franz Steinkühler, sendikaların çalışma<br />
hayatına, üretim ve ürün için bütünsel bir yaklaşım geliştirmesi gerektiğini<br />
vurguladı. " İşle ilgili ve diğer hayati çıkarlar tekleşip aynı hale geliyor, " dedi<br />
. "Çevre politikası alanında artık sadece işyerinde kirleticilerin<br />
konsantrasyonlarından bahsetmek yeterli değildir, Bunun yerine, soru artık<br />
kaçınılmaz olarak emisyonların ne olacağı ve ürünün kendisinin ne kadar çevreye<br />
duyarlı olduğu şeklinde ortaya çıkar<br />
IG Metall kuralları (Nisan 1989) çevre politikasına IG Metall ‘in kapsayıcı<br />
desteğinin gerektiğini belirtti. IG Metall bu nedenle ekolojik bir taşıma sistemi
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
çerçevesinde çevreye duyarlı bir otomobil için öneriler formüle edecek ;ekolojik<br />
bir ekonomi politikası uygulamak için devlet sistemindeki vergi ve harç<br />
değişikliklerini tartışmaya açacak ;sanayi çevre performansı programı uygulayacak<br />
ve daha fazla yapısal politika önerileri geliştirecek; çevre dernekleri, hükümetler<br />
ve parlamentolar ile birlikte, kararlı ve tutarlı bir çevre politikasına öncülük<br />
edecektir.<br />
Rio 1992, öncesi, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin taleplerini<br />
koordine etmek ve ortaklaşılan konuları Federal Hükümet nezdinde savunmak<br />
için bir sivil toplum kuruluşları(STK) platformu kuruldu.<br />
Sendika programı "Toplu pazarlık reformu 2000", kapsamında, çevre<br />
performansı yeni bir düzenleme alanı olarak iş ve teknoloji şekillendirme için yeni<br />
bir hedef olarak kurulmuştur Çevre koşulları ve mevzuat ihlalleri durumunda,<br />
örneğin, işten çıkarılmaya karşı kurumsal çevre suçları rapor edenler için özel<br />
koruma getirildi.. Kurumsal çevre yönetimi, üretim ve ürünler için ekolojik<br />
bilanço gelişimi ve stratejik kurumsal planlama bir kurumsal hedef olarak çevresel<br />
performansa dahil edilmesi için çağrılar vardı. Program aynı zamanda çevresel<br />
performans alanında kurumsal sorumluluğu desteklemek için kurumsal düzeyde<br />
bir " eko direktör " atanması çağrısında bulundu ve denetleme kurullarından<br />
ekolojik bilanço talep etti.<br />
3.10 Almanya’da «Ekolojik Sanayi Politikası» [3.6]<br />
Geçtiğimiz onyıllarda ekolojik hedefler Almanya’da ciddi bir destek kazanmaya<br />
başladı. Sadece çevrecilerin bu amaçlara angaje olduğu zamanlar artık geride<br />
kaldı: yükselen eko-sektör, çevrecilik ile iktisadi çıkarları birleştirdi.<br />
Son yıllarda Alman Sosyal Demokratlar(SPD) bu gelişime önemli katkıda<br />
bulundular.1986’dan beri parti, nükleer enerji kullanımından vazgeçilmesine ve<br />
alternatif enerji üretim formlarının desteklenmesine dair verdiği sözlerin<br />
arkasında durdu. Bunun dışında SPD, 21. Yüzyılın ortalarına doğru<br />
gerçekleştirilmek üzere bazı iddialı amaçlar formüle etti: En geç 2050 yılında<br />
Almanya’daki enerji ihtiyacı tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarından<br />
sağlanacak. 1990 ile karşılaştırıldığında 2050 yılında, karbondioksit salınımları<br />
%95 oranında azaltılmış olacak.. Bu amaçlar, Almanya’yı dünyadaki enerji ve<br />
hammadde kullanımında en verimli ülke haline getirmek vizyonu ile ilişkilidir. Bu<br />
ise hem hammadde masraflarının azaltılması, hem de uluslararası rekabet<br />
içerisinde teknolojik ilerlemenin devam etmesi ve korunması amaçlarına hizmet<br />
edecektir.Almanya’da konutlar kendi elektriğini kendi çatılarına yerleştirdikleri<br />
güneş panelleri ile üretmektedir.<br />
97
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Geçen onyılın ortalarından beri «ekolojik sanayi politikası» kavramı SPD<br />
için sürdürülebilirlik amaçlı bir iktisadi politika anlamına gelmektedir. Bu politika<br />
2006 yılında o dönemin Çevre Bakanı Sigmar Gabriel Matthias Machnig<br />
tarafından şekillendirilmiştir.Bu politikanın ilk unsurları, 1998’deki Yeşil-Kırmızı<br />
koalisyonunun ilk günlerinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Bu ilk adımlar<br />
bir çevre vergisi reformu, (şu anda hükümette olan muhafazakâr parti tarafından<br />
önce terkedilip, sonra tekrar gündeme getirilen) nükleer enerjiden çıkışa dair<br />
uzlaşma ve yenilenebilir kaynaklardan elektrik sağlanmasını teşvik eden<br />
«Yenilenebilir Enerjiler Yasası»ndan oluşmuş ve uluslararası ölçekte öykünülen<br />
bir örnek teşkil etmiştir. Fakat Yeşil-Kırmızı koalisyonun 2005’te sona ermesi ve<br />
SPD’nin Federal Çevre Bakanlığı görevini üstlendiği CDU, CSU ve SPD arasında<br />
kurulmuş “Büyük Koalisyon”dan sonra, «ekolojik sanayi politikası» kavramsal bir<br />
çerçeve edindi ve bir «siyasi marka» halini aldı. Bu kavram şimdiye kadar çeliştiği<br />
farzedilen iki şeyi yan yana getiriyor: çevre ve sanayi. İşte bu yüzden ekolojik<br />
sanayi politikası sadece çevre dostu ürünleri teşvik eden bir sanayi politikası<br />
değildir. Tam tersine ekolojik sürdürülebilirlik, gelecekteki üretimin tüm<br />
veçhelerini kapsayan sistemik bir görev olarak anlaşılıyor. Buna göre, tüm sinai<br />
üretim sistemi kaynak verimliliği ve çevre dostu olma kriterlerine göre<br />
yenilenmeli.<br />
Yakın geçmişteki iki gelişme bu yaklaşımın derinleştirilmesini sağladı.<br />
Birincisi, iklim değişikliği konferansları ve 2006 Stern Raporu ile ivmelenen<br />
«Çevre Sorunu» çağımızın en önemli siyasi konularından biri haline geldi. Diğer<br />
98
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
partilerle rekabet içerisinde (bunların içinde gittikçe güçlenen Yeşiller Partisi<br />
önemli bir yer tutmakta) SPD bu soruna özgül bir sosyal demokrat cevap<br />
verebildi. İkinci olarak aslen sanayi ürünlerinin ihracatına dayalı bir ülke<br />
olanAlmanya, öngörülebilir küresel iktisadi gelişmelere iktisadi ve çevresel olarak<br />
uygun bir sanayi izleği çizmek konusunda ciddi bir meydan okuma ile karşılaştı.<br />
Bu öngörülebilir küresel iktisadi gelişmelerinin en belirleyicisi, BRIC ülkelerindeki<br />
(Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) nüfus artışı, iktisadi büyüme ve artan enerji<br />
talebi konusundaki dönüşümlerin küresel hammadde rekabeti, küresel ısınma ve<br />
doğal kaynaklar üzerinde artan baskı olarak kendini göstermesidir.<br />
Bu bağlamda getirilen öneri Almanya ve Avrupa’nın çevre teknolojileri ve<br />
bunların uygulanmasına dair bir «iktisadi uzmanlaşma stratejisi» geliştirmesidir.<br />
Ekolojik sanayi politikasının kavramsal temeli, inovasyon teorisi içerisinde<br />
geliştirilmiş olan «öncü piyasalar» nosyonudur. Bu yaklaşıma göre yeni<br />
teknolojiler alanında uluslararası rekabet içerisinde kazanılan avantajlar, yurtiçi<br />
piyasalardaki iddialı inovasyon sistemlerine dayanır. Bu sistemler ise yalnızca<br />
araştırma değil, buna ek olarak her şeyden önce vasıflı ve deneyimli uzmanlar,<br />
talepkâr ve bilinçli tüketiciler, kooperatif ağları, altyapı ve devlet teşvikleriyle<br />
vücuda getirilebilir. Hükümet tarafından ivmelenmiş öncü talep yeni<br />
teknolojilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu konuda<br />
Yenilenebilir Enerji Yasası’nın güneş ve rüzgar enerjisi üretimine verdiği ivme<br />
örnek gösterilebilir. Yeşil piyasaların ciddi bir büyüme potansiyeline sahip olduğu,<br />
piyasa analizleri ile kanıtlanmıştır: 2005 senesinde küresel yeşil piyasaların toplam<br />
değeri 1.000 milyar Avro iken, 2020’de bu rakam neredeyse ikiye katlanacak.<br />
Almanya’nın çevre teknolojileri içerisindeki payı ise yüzde 4’ten (2005) yüzde<br />
16’ya (2030) tırmanacak.<br />
Ekolojik sanayi politikasının yalnızca yenilenebilir enerji alanındaki başarısı<br />
bile, hem çevresel hem de iktisadi olarak etkileyicidir. 2000 ile 2010 arasında<br />
Almanya’daki yenilenebilir enerji üretimi yüzde 6, 4’ten yüzde 17’ye yükselmiştir.<br />
2004 ile 2010 arasında bu sektördeki istihdam 160.000’den 367.000’e çıkmıştır.<br />
Çevre Bakanlığına göre bu istihdam artışının 262.000’i ise salt Yenilenebilir Enerji<br />
Yasası’nın etkisine borçludur.<br />
Almanya’da 1990 yılında 15.000 GWh olan yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarından elektrik üretimi 2012 yılında 135.000 GWh e ulaşmıştır 1990<br />
yılındaki 15.000 GWh üretimin tamamının hidrolik olduğu dikkate alınırsa son on<br />
yılda biokütle, rüzgar ve güneşten elektrik üretiminin ne kadar hızla arttığı<br />
görülebilir.2012 itibarıyla Almanya’nın elektriğinin %22 si yenilenebilir enerjiden<br />
üretilmektedir. 3 Ekim 2013 tarihinde saat 12 de Almanya’nın tüm elektriğinin<br />
%59.1 i rüzgar ve güneş ten sağlanmıştır. O saatte güneşin en etkin rüzgarın da<br />
en güçlü varlığı bu başarıyı sağlamıştır.<br />
99
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bu yaklaşım için oydaşı sağlamak için anahtar unsur önemli paydaşlarla<br />
kurulan diyalog oldu. Alman Sanayi Federasyonu (BDI) ve son dönemlerde<br />
önemli bir iç tartışma olan «iş ve çevre uyumu» sorunsalı ile yüzleşen sanayi<br />
işkolundaki sendikalarla Almanya’nın bir endüstri havzası olarak gelecekteki rolü<br />
tartışıldı. Metal işçileri sendikası IG Metall, bir açıklamasında Federal Çevre<br />
Bakanlığı’nın geliştirdiği bu yaklaşıma onay verdi ve bunun hem sanayi altyapısına<br />
sahip çıkılması, hem de şimdiye kadar uluslararası arenadaki rekabette belirleyici<br />
olduğu öne sürülerek orantısız bir şekilde iktisadi politika belirleyicisi olarak öne<br />
çıkarılan işçi ücretleri argümanından geri adım atılması anlamına geldiğini ifade<br />
etti. Bunun yanında ekolojik gelişmenin, özellikle yaşam ve iş kalitesi alanında<br />
sosyal gelişme ile ilişkisinin daha sıkı bir şekilde kurulmasına dair çağrı yapıldı.<br />
SPD 1959 Godesberg Programı, «çağın çelişkisini, insanlığın atomun esaslı<br />
gücünü ortaya çıkarması ve şimdi de bu eyleminin sonuçlarından korkarak<br />
yaşaması » olarak tespit etmişti. Buna rağmen bu program «üretici güçlerin<br />
geliştirilmesi» anlamında bir ilerleme tanımına açıkça sahip çıkmıştı. İktisadi<br />
politika amacı «sürekli iktisadi iyileşme» idi. Bunu savunurken referans noktası<br />
fordizm sayesinde ulaşılmış «sanayi devrimi»ydi. Bu devrim sayesinde «genel<br />
yaşam standartları şimdiye kadar görülmemiş bir seviyeye çıkacak ve hâlâ pek çok<br />
insanı mağdur eden yoksulluk ve sefalet ortadan kalkacaktı».<br />
Ne var ki, 1970’lerin sonuna doğru çevre konusu SPD içerisinde önemli<br />
bir mücadele alanı haline geldi. Bir yandan «büyümenin sınırları»na (bu Roma<br />
Kulübü’nün 1972’de yayınladığı raporun adıydı) dair farkındalık, seri üretim ve<br />
seri tüketimden kaynaklanan çevre yıkımına paralel olarak arttı. Diğer yandan da<br />
savaş sonrası büyüme modeli miadını doldurmuştu. Büyüme oranları azaldı, pek<br />
100
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
çok sosyal demokrat eyalet ciddi istihdam kaybı ile karşı karşıya kaldı ve 1982’den<br />
itibaren muhafazakârliberal bir hükümet başa geçti. Böylelikle sosyal demokratlar<br />
ve sendikalar iki taraftan baskı altında kalmışlardı. Parti içinde de «işçi kanadı» ile<br />
çevre konularında gittikçe daha da hassaslaşan orta sınıf arasında yoğun<br />
tartışmalar yaşanmaya başladı. Bu tartışmaların ana gerilim hattı, sanayi istihdamı<br />
ve kitlesel tüketimi korumak ile sürdürülebilir bir üretim tarzı amaçlamak<br />
arasından geçiyordu. Her ne kadar bu gerilimi, özellikle de kısa ve orta vade<br />
perspektifinden çözmek mümkün olmasa da,<br />
SPD ve sendikalar içerisinde 1980’lerin ilk yarısında yaşanan bu yoğun<br />
tartışma, konu hakkında yeni bir anlayışın oluşmasını sağladı:<br />
Bir ulusal ekonomi için çevreye verilen zararı engellemek, bu zararı izâle<br />
etmeye çalışmaktan daha ucuza gelen bir stratejidir. Bir zamanlar yapılmış ya da<br />
ortaya çıkmış çevresel zararı gidermeye çalışma politikası artık yeterli değildir: bu<br />
zarar daha oluşmadan engellenmelidir.<br />
Yaşam kalitesi meselesi, artık işçi kesimi arasında da önem kazanmıştır. Bir<br />
yandan işçilerin kendilerinin gayrisıhhi çalışma koşullarına, diğer yandan da<br />
ailelerinin ve çocuklarının çevre kirliliğine maruz kalmaları artan bir hassasiyet<br />
yaratmıştır.<br />
Çevre korumasının, özellikle işsizliğin arttığı çağımızda, istihdam yaratıcı<br />
potansiyeli açıkça görülmüştür. Japonya gibi ülkeler de dahil olmak üzere pek çok<br />
ülke, çevre korumasının geleceğin teknolojisi olduğu ve ihracat potansiyelinin<br />
daha iyi kullanılması gerektiğini gitgide daha fazla fark etmeye başlamışlardır.<br />
1984 yılında SPD içinde sendikalarla güçlü bağlara sahip bir komite olan<br />
«İşçi Çalışma Grubu» bir deklarasyon konusunda anlaşmaya vardı. Bu<br />
deklarasyonda şu ibareler bulunuyordu: «istihdam ve çevre politikası birbiriyle<br />
çelişen siyaset alanları olarak görülmemelidir. İşçiler ‘sanayi politikası veya çevre<br />
politikası’ şeklinde sunulan suni bir ikilem karşısında bırakılmamalıdırlar... Bugün<br />
çevreyi korumak için elinden geleni yapmayanlar yarınki istihdamı tehlikeye atmış<br />
olurlar.»<br />
SPD’nin işçi kanadının ana talepleri ise şunlardı: Yapısal dönüşümün<br />
yönetilmesi devletin rolü olarak görülmelidir. Devlet yatırım pogramları<br />
vasıtasıyla, niteliksel büyümeyi sağlamalı, bir başka deyişle «yeşil» sektörleri ve<br />
teknolojileri desteklemelidir. İşçiler bu şekilde üretilen ürünler ve üretim süreci<br />
hakkında karar verme süreçlerine katılmalıdır. Çevre korumasının masrafları tek<br />
taraflı olarak işçilerin omuzlarına yüklenmemelidir. Bunun dışında, nerede çevre<br />
koruması nedeniyle istihdam kaybı yaşanmış ise bunu ikâme eden yeni istihdam<br />
alanları yaratılmalıdır.1986 yılında SPD parti kongresinde, yukarıda özetlenen<br />
argümantasyonu devralan «endüstri toplumunun çevreye uyumlu olarak<br />
yenilenmesi» anlayışı hakkında bir oydaşıya varıldı.<br />
Alman Sendikalar Federasyonu (DGB) 1985 yılında «Çevre Politikaları ve<br />
Niteliksel Büyüme» adlı bir karar metni yayımladı. Bu karar metninde ana öneri<br />
çevresel koruma konusunda kolları sıvamaktı. Enerji, ulaşım, konut ve kentsel<br />
101
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
gelişim, eğitim ve sağlık, bakım servisleri, araştırma, teknoloji ve basit anlamda<br />
çevre koruması alanlarında yapılacak kapsamlı bir yatırım programı, çevre<br />
koruması alanını hareketlendirmenin vasıtası olarak görülüyordu.<br />
SPD’nin 1980’lerde geliştirdiği ve Berlin Duvarı yıkıldıktan bir kaç gün<br />
sonra kabul edilen 1989 Berlin Programı ise 1970 ve 1980’lerin bahsi geçen<br />
sosyal ve çevre hareketlerinden ciddi bir şekilde etkilenmişti.Kendisini önceleyen<br />
programın aksine (herne kadar bu mevzu parti içinde tartışmalar yaratsa da)<br />
büyümeye karşı mesafeli bir tavır alıyor ve bunun yerine «seçici bir büyüme<br />
politikası» amacını öne çıkarıyordu:«Her büyüme ilerleme teşkil etmez. Bizim<br />
doğalkaynakları koruyan, yaşam ve çalışma kalitesini artıran, bağımlılığı azaltan,<br />
hür iradeyi teşvik eden, barış sağlayan, herkes için gelecek fırsatı ve umudunu<br />
çoğaltan, yaratıcılık ve inisiyatifi destekleyen bir büyümeye ihtiyacımız var. Doğal<br />
kaynakları tehlikeye atan, yaşam kalitesini düşüren ve insanların gelecek<br />
umutlarını azaltan ne varsa azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalıdır.»<br />
Şu anda geçerli olan 2007 Hamburg Programı ise çevreye uyumlu sanayi<br />
politikası konusunu tekrar ele almaktadır. Godesberg Programı’nın teknoloji ve<br />
sanayiye dair angajmanını, Berlin Programı’nın niteliksel büyüme kavramına<br />
bağlıyor. Bu programdaki ana tema ise, insanlığın karşı karşıya olduğu «büyük<br />
sosyal ve çevresel sorunların» kemer sıkma ve büyümeden geri adım atmaya<br />
yönelik küresel çağrılarla bertaraf edilemeyeceğidir. Bunlarla ancak tamamen yeni<br />
teknolojiler ve davranışlar aracılığıyla başa çıkılabilir.<br />
Wuppertal İklim Enstitüsü’nün eski müdürü, SPD Milletvekili ve Çevre ve<br />
Enerji Bakanı Ernst- Ulrich von Weizsäcker’in, «Roma Kulübü’nün yeni<br />
raporu»nun yazarlarından biri olarak, «Dört Faktör» formülünün («refahı ikiye<br />
katlamak, kaynak kullanımını yarı yarıya azaltmak») şekillendirilmesinde rolü<br />
önemli oldu.Raporun pek çok pratik örnekle desteklenen ana fikri, kaynak<br />
verimliliğini dört misli artırmanın mümkün olduğu idi.<br />
Güneş enerjisi kaynaklarına geçişin mümkün olduğu fikri, popülaritesini<br />
aslen 2010’da vefat eden SPD siyasetçisi ve EUROSOLAR (Avrupa Yenilenebilir<br />
Enerji Birliği) nin kurucusu Hermann Scheer’e borçludur.Kendisi yenilenebilir<br />
enerji kaynaklarının en Erken savunucularından olup, bu konudaki faaliyetleri<br />
nedeniyle 1999 senesinde Alternatif Nobel Ödülü» olarak da adlandırılan «Doğru<br />
Yaşam Kaynağı Ödülü»ne (Right Livelihood Award) layık görüldü.[3.7]<br />
Günümüz «şefkatli» muhafazakâr partileri de çevre konusunu ve yaşam<br />
kalitesi nosyonunu ele almaktalar. Almanya’da kamuoyu baskısı altındaki bir<br />
muhafazakâr parti çevreye uyumlu enerjiye dönüşüm ve nükleerden çıkış<br />
kararlarına imza koydu.Son seçimlerde Merkelin partisinin Yeşillere giden<br />
seçmenlerini (yaklaşık toplam seçmenin %4 ünü) tekrar kendi partisine<br />
kazandığına şahit olduk. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy ilerici iktisatçılardan bir<br />
grup kurulmasına ve bu grubun refahı ölçmek için Gayri Safi Milli Hasıla dışında<br />
alternatif yaklaşımlar geliştirmesine önayak oldu.<br />
102
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kaynaklar:<br />
3.1 Çağla Ünlütürk, Sendikal Hareket ve Çevre Sorunları:Türkiye’de Sendikaların<br />
Çevre Politikaları, Yüksek Lisans Tezi,, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü Çalışma Ekonomisi Ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı, Ankara- 2006<br />
3.2 Temiz Enerji Platformu<br />
http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=2552<br />
3.3 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) 5. Yönetim Grubu ve 2.Temsilciler Meclisi<br />
Toplantıları 22-24 Eylül 2006 tarihlerinde Samsun'da gerçekleştirildi.<br />
http://www.gazeteedremit.com/?module=news&function=print&n=4271485350<br />
3.4 Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) 2011 Milletvekili Genel Seçimleri Seçim<br />
Bildirgesi<br />
http://www.yenisentez.net/index.php?option=com_content&task=view&id=3025&Itemid=188<br />
3.5 http://www.social-europe.eu/2012/06/rio20-what-must-be-done/ Rio+20 –<br />
what must be done? 25/06/2012 BY KARIN ROTH<br />
3.6 http://www.festuerkei.org/media/pdf/D%C3%BCnyadan/d%C3%BCnyadan_11.pdf,<br />
Ekolojik<br />
Sanayi Politikası Almanya’da Sosyal Demokrasi için Stratejik bir Yaklaşım<br />
BENJAMIN MIKFELD, Ekim 2011<br />
3.7 Hermann Scheer (1993): Sonnen-Strategie. Politik ohne Alternative (Güneş<br />
Stratejisi, Alternatifsiz Politika), Münih.<br />
103
104<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bölüm 4<br />
4. Fabrikalarda Kullanılan Malzemelerin İşçi<br />
Sağlığına ve Çevreye Verdiği Zararlar [4.1]<br />
[4.2][4.3]<br />
Doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesi; hava, su ve toprağın kirlenmesi, ozon<br />
tabakasının incelmesi; iklim değişiklikleri gibi sorunlara yol açarak Çevre Sağlığını<br />
dünyadaki en önemli konu haline getirmiştir. Nitekim 1992'de gerçekleştirilen<br />
Dünya Çevre zirvesinde işçi ve işveren sendikalarının çevre sorunlarının<br />
çözümüne aktif katılımlarının sağlanması gerektiği ifade edilmiş, bu husus bütün<br />
ülkelerin programları için ortak bir ilke olarak benimsenmiştir.<br />
Çevre ile uyumlu olmayan üretim sistemleri; tehlikeli atıkların ve<br />
kimyasalların yayılmasına yol açarak çevre üzerinde baskı oluşturmakta, işçilerin<br />
ve halkın sağlığının bozulmasına ve çalışma kapasitesinin azalmasına yol<br />
açmaktadır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi'nce işyerlerinde Sağlık, Çevre ve<br />
Güvenlik Yönetimi konusunda uluslararası bir program başlatıldığı bilinmektedir.<br />
Bu uluslararası program; işletmelerde, sağlık, çevre ve güvenlik yönetiminin iyi<br />
uygulamalarını gerçekleştirmeye yönelik teknik, ekonomik ve yönetsel yöntemleri<br />
kapsar. Hedefi, işletmelerin ve yerel toplulukların sürdürülebilir kalkınma<br />
doğrultusunda kendi kendini düzenleyen katkılarını artırma açısından gönüllü<br />
eylemlerini başlatmaktır.<br />
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda devlet, işçi ve işverenlerin hak ve<br />
sorumlulukları vardır. Günümüzde ise bu üçlüye uluslararası kuruluşlar,<br />
demokratik kitle örgütleri, üniversiteler ve meslek odaları da katılmaktadır.<br />
Sanayileşmenin artması, hızlı makineleşme ve bunlara bağlı olarak kimya<br />
sektörünün gelişmesi işçi sağlığı ve ve iş güvenliği konularında problemler<br />
yaratmış, sektörün plansız ge lişimiyle beraber çevresel atıklar da işçi sağlığını<br />
tehdit edici unsur haline gelmiştir<br />
Kimya sektörünün temellerinin atıldığı tarihten bu yana, sanayileşmenin<br />
buna bağlı olarak ekonomilerin nasıl hızla geliştiğine şahit olmaktayız. Öncelikle,<br />
teknolojileri, beyin ve ekonomik gücü yüksek olan ülkelerden başlayan yapılanma,<br />
üretim teknolojileri, fabrikalar ve beraberinde gelişen yan sanayinin kurulması,<br />
Türkiye'de de devam etmektedir. Çevre ile uyumlu olmayan üretim sistemleri;<br />
tehlikeli atıkların ve kimyasalların yayılmasına yol açarak çevre üzerinde baskı<br />
oluşturmakta, işçilerin ve halkın sağlığının bozulmasına ve çalışma kapasitesinin<br />
azalmasına yol açmaktadır.<br />
105
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.1 Gemi Sanayimizde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği [4.4]<br />
İşçi sağlığı ve iş güvenliği kavramının doğuşunda sanayileşmenin ortaya çıkardığı<br />
fabrika tipi üretim süreci ile ekonomik ve hukuki yönden bir işverene bağımlı,<br />
ücret karşılığında çalışan işçi kitlesi önemli bir etken olmuştur. Söz konusu<br />
yıllarda iş kazası ve meslek hastalığı, işçiler üzerinde gelir kesintisi şeklinde<br />
sonuçlandığından işyerinde sağlıklı ve emniyetli bir çalışma ortamının<br />
hazırlanması işçiler açısından büyük önem taşımaktaydı. Zira 1942'lerin<br />
Almanya’sında asgari 12 saat çalışan bir işçinin günlük yevmiyesi cezaevindeki<br />
mahkumların istihkaklarından daha azdı.<br />
Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) verilerine göre dünya sanayi<br />
üretiminde her yıl ortalama 50 milyon iş kazası olmakta; bu kazalar nedeniyle<br />
yaklaşık 100.000 kişi ölmekte, 1, 5 milyon kişi de sürekli iş göremezlik nedeniyle<br />
üretim dışında kalmaktadır. Gelişmiş sanayi ülkelerinde her yıl çalışan on kişiden<br />
biri iş kazası geçirmekte ve bazı iş kollarında bu oran üçte birler mertebesine<br />
yükselmektedir. Yani bu iş kollarında çalışan her üç kişiden biri iş kazasıyla karşı<br />
karşıya kalmaktadır. Ülkemizde ise durum daha içler açısıdır. Son on yılda<br />
ortalama her yıl 95 bin iş kazası görülmüş, bu kazalarda ortalama 1100 kişi ölmüş,<br />
3.000 kişi kalıcı ve 88 bin kişi de geçici iş görmezlik nedeniyle üretim alanları<br />
dışına uzaklaştırılmıştır.<br />
Gemi sanayimizde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği’ne bakacak olursak; durum<br />
ülkemiz verileri ile paralellik göstermektedir. Sektörel bazda ağır sanayi ile iç içe<br />
olan gemi yapımı, bünyesinde çeşitli branşları barındırmaktadır. Örneğin; vinç<br />
(ağır yükler) operatörlüğü, elektrikçilik (yüksek voltlar), havuzlama işçiliği,<br />
kaynakçılık (elektrik ark kaynağı), kesim işçiliği (metal aletlerle CNS ve optik),<br />
gemi tamiratında talaşlı metal işçiliği (torna, tesviye, freze), ahşabiye işçiliği,<br />
motorculuk, boya işçiliği,<br />
Gemi inşa sanayisinde çalışanlarda görülen meslek hastalıkları akciğer<br />
kanseri, genellikle toz ve kimyasal duman ortamında görülen bir hastalıktır.<br />
Dökümcü, kaynakçı, taşlamacı, raspacılarda ve boyacılarda görülür. Duyma<br />
kaybına yüksek sesle çalışılan ortamlarda rastlarız. Tersanelerde kalafatçılar,<br />
motor tamircileri, sac düzelticilerde rastlanır.<br />
4.2 Fabrikalarda Kullanılan Kimyevi Maddelerin<br />
Listeleri ve Bunların Muhtevaları [4.5]<br />
Kimya sanayilerinin gelişmesi çalışanların bedensel, ruhsal, sosyal rahatsızlıklarını<br />
artırmış, işçi sağlığı ve iş güvenliğini olumsuz yönde etkilemiş ve pek çok risk ve<br />
çevreye verilen zararlar ortaya çıkmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine<br />
göre dünyada her yıl 250 milyondan fazla iş kazası meydana gelmektedir.<br />
106
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
İşyerlerindeki sağlıksız durumlar ve zararlı maddelerle temas yüzünden her yıl<br />
160 milyon işçi hastalanmakta, l, 2 milyonu aşkın işçi de meslek hastalıkları ya da<br />
iş kazaları yüzünden ölmektedir.<br />
Günümüzde kimyasallar herkesin yaşamının bir parçasıdır. Tehlikeli<br />
kimyasallar; sağlığa, güvenliğe ve çevreye akut veya kronik zarar veya hasar<br />
verebilen kimyasallardır. Dünyada bilinen 5 ila 7 milyon farklı türde kimyasal<br />
bulunmaktadır. Her yıl Dünyada, tarımda kullanılan kimyasal maddeler, gıda katkı<br />
maddeleri, ilaçlar, enerji üretiminde kullanılan yakıtlar, kimyasal tüketim<br />
maddeleri, vb. dahil en az 400 milyon ton kimyasal madde üretilmektedir. Bu<br />
kimyasal maddelerden 5000 – 10.000. ticari kimyasal madde türü tehlikeli, 150 –<br />
200 çeşidi de kanserojen olduğu bilinmektedir. Her yıl 1200 yeni kimyasal madde<br />
üretilmekte ve bunlar bir şekilde piyasaya arz edilmektedir.<br />
Gelişmekte olan bazı ülkelerdeki işçiler, çoğu zaman, zararlı etkileri<br />
nedeniyle gelişmiş ülkelerde yasaklanmış olan toksik kimyasal maddelerle<br />
çalışmak zorunda kalmaktadırlar.<br />
Bu işlerde çalışan işçiler, çok az korunma önlemi alarak ya da hiç<br />
korunmadan insan sağlığına zararlı olduğu bilinen kimyasal maddelerle çalışmak<br />
durumundadır.<br />
Benzer şekilde, gelişmekte olan ülkelerde tarım işçileri, herbisit ve pestisit<br />
püskürtme işini çoğu zaman hiçbir koruma önlemi olmaksızın yapmaktadır.<br />
Gelişmiş ülkelerin çoğunda aynı kimyasal maddeleri kullanan işçiler ise, kimyasal<br />
maddelerin bulaşmasına karşı koruyucu giysileri ile nerdeyse uzay adamına<br />
benzemekte ve yıkanma olanaklarından ve düzenli sağlık kontrollerinden<br />
yararlanmaktadır.<br />
Kimyasal maddeler madencilik, kaynakçılık, makine ve fabrika işinden<br />
büro işine kadar her tür endüstride kullanılmakta olduğundan, günümüzde<br />
hemen, hemen bütün işçiler kimyasal tehlikeye şu ya da bu şekilde maruz<br />
kalmaktadır.Aslında kimyasal tehlikeler, günümüzde işçilerin sağlığı için en ciddi<br />
risktir.<br />
Kimyasal maddelere karşı kendimizi korumak için yapacağımız ilk iş,<br />
çalıştığımız maddelerle ilgili mümkün olduğunca fazla bilgi edinmek ve bu<br />
maddelerin ne kadar güvenli olduğunu düşünürseniz düşünün, ya da bu<br />
maddelerin ne kadar güvenli olduğu söylenirse söylensin, bunlara maruz kalmayı<br />
önlemektir.<br />
4.3 Kimyasalların Sınıflandırılması<br />
Dünyada milyonlarca çeşit kimyasal madde bulunduğu ve her yıl da buna 1200<br />
civarında yeni kimyasal maddenin eklendiği bilinmektedir. Bu kadar çok<br />
kimyasalın tek, tek özelliklerinin bilinmesi, takibinin yapılması mümkün<br />
107
108<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
olmadığından, bazı yöntemler kullanılması ve kimyasal maddelerin de ortak<br />
özelliklerinden yararlanarak, kimyasal maddelerin sınıflandırılması yapılmıştır.<br />
Kimyasalların sınıflandırılması, sınıflandırmayı yapan ülke veya kuruluşun,<br />
kimyasal maddeleri sınıflandırmada baz aldığı değere göre farklılık<br />
gösterebilmektedir Normal olarak insan vücudu değişik maddelerin sınırlı<br />
miktarları ile başa çıkabilir. Zehirlenme; bu sınırların aşılması ve vücudun<br />
sindirim, absorpsiyon veya boşaltım yolu ile bu maddeler ile başa çıkamamasıdır.<br />
Kimyasal maddenin kalıtsal zehirleyebilme potansiyelidir. Kimyasalların<br />
zehirliliği çok değişiktir. Örneğin, bazı kimyasalların birkaç damlası öiüme neden<br />
olurken diğerleri aynı sonucu çok fazla miktarlarda olduğunda gösterebilirler.<br />
ILO' ya göre kimyasalların sınıflandırılmasında vücudun tümüne akut veya<br />
kronik olarak etki eden zehirli özellikler Kimyasal ve fiziksel özellikleri.<br />
Örneğin parlayıcı, patlayıcı, oksitleyici ve tehlikeli ölçüde reaktif olması gibi.<br />
Aşındırıcı ve tahriş edici özellikleri, Allerjik ve hassasiyet etkileri,<br />
Kanserojen etkileri, Genetik etkileri, Üreme sistemine etkileri dikkate<br />
alınmalıdır:<br />
Almanya’da kanserojenler; İnsanda kanser yaptığı ispatlanmış<br />
kanserojenler, Hayvanlarda kanser yaptığı ispatlanmış kanserojenler, ve Şüpheli<br />
kanserojenler, olarak sınıflandırılmaktadır. 26 Ağustos 1986 da Almanya Çalışma<br />
Bakanlığı, “Tehlikeli Maddeler” ile ilgili yasa çıkarmış ve söz konusu yasa içinde<br />
bir kısım “Kanserojen” maddelere ayrılmıştır. Ayrıca, yasada maddenin, maruz<br />
kalan işçinin ve alınan tedbirlerin kaydının tutulması istenmiş, çalışma saatleri 6<br />
saat/gün olarak belirtilmiştir.<br />
4.4 Avrupa Birliği Ülkelerinde Sınıflandırma<br />
Avrupa Topluluğu Konseyi; üye ülkelerin bu konudaki yasalarının<br />
yakınlaştırılmasını göz önüne alarak Tehlikeli Maddelerin Sınıflandırılması,<br />
Paketlenmesi ve Etiketlenmesine İlişkin Yasal Düzenlemelerin Yakınlaştırılması"<br />
hakkında 67/548/EEC sayılı konsey direktifi çıkarmıştır. Bu direktife göre<br />
kimyasallar;<br />
Patlayıcı: Alevin etkisi ile patlayabilen veya şoklara ve sürtünmeye<br />
dinitrobenzenden daha fazla hassas olan maddeler ve terkipler,<br />
Oksitleyici: Diğer maddelerle, özellikle parlayıcı tutuşabilir maddelerle,<br />
temas ettiğinde çok fazla ısı açığa çıkaran egzotermik reaksiyon veren maddeler<br />
ve terkipler,<br />
Kolay Tutuşabilen: Hiçbir enerji veya başka bir şey tatbik edilmeden<br />
normal sıcaklıkta hava ile temas ettiğinde ısınan ve neticede tutuşan madde ve<br />
terkipler, veya yakıcı bir madde ile kısa süreli temastan sonra hemen tutuşan ve<br />
yakıcı maddenin uzaklaştırılmasından sonra yanmaya veya tükenmeye devam<br />
eden katı maddeler ve terkipler, veya tutuşma noktası 21°C'nin altında olan sıvı
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
madde veya terkipler, veya havada, normal atmosfer basıncında tutulabilen<br />
gazlar, su ile veya nemli hava ile temas ettiğinde çok miktarda çok kolay<br />
tutuşabilen gazlar açığa çıkaran maddeler ve terkipler,<br />
Tutuşabilen: Tutuşma sıcaklığı 21 °C-55 °C arasında olan sıvı maddeler<br />
ve terkipler,<br />
Zehirli: Solunduğunda, yutulduğunda veya deriden nüfuz ettiğinde ciddi<br />
akut veya kronik sağlık risklerine ve<br />
Zararlı: Solunduğunda, yutulduğunda veya deriden nüfuz ettiğinde, sınırlı<br />
sağlık risklerine neden olan madde ve terkipler,<br />
Aşındırıcı: Canlı dokularla temas ettiğinde onları öidüren madde ve<br />
terkipler,<br />
Tahriş edici: Kısa ve uzun süreli veya mükerrer temaslarda deride veya<br />
mukozalarda iltihaplanmalara neden olan aşındırıcı olmayan madde ve terkipler,<br />
şeklinde sınıflandırılmıştır.<br />
Avrupa Birliği’nin kimyasalları sınıflandırmasında; kimyasallar sağlık riski<br />
bakımından çok toksik, toksik ve zararlı olmak üzere üç seviyede<br />
derecelendirmektedir.<br />
Bu direktifte, üye ülkelerin kendi içlerinde bu sınıflandırmaya uymaları<br />
belirtilmiştir. Ancak, tehlikeli maddeler üçüncü ülkelere ihraç ediliyorsa bu<br />
direktif kapsamına girmeyeceği belirtilmiştir.<br />
4.5 Türkiye’de Geçerli İlgili Mevzuat<br />
4.5.1 Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu İş Sağlığı ve<br />
Güvenliği Yönergesi [4.6]<br />
4857 sayılı İş Kanununda işverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri ve 5510 sayılı<br />
Sosyal Güvenlik Kurulu Kanununun iş kazasının tanımı ve kapsamı maddeleri ve<br />
bağlı yönetmeliklerine dayanılarak hazırlanmış olan Makina ve Kimya Endüstrisi<br />
Kurumu İş Sağlığı ve Güvenlığı Yönergesi nin amacı, MKE Kurumunun bütün<br />
işyerlerinde, çalışanların sağlığını korumak, işletme ve üretim güvenliğini temin<br />
etmek için en üst düzeyde iş sağlığı ve güvenliğini sağlamaktır. Bu Yönerge,<br />
Kuruma ait bütün işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınacak<br />
önlemlerle, bunlara ait teknik emniyet çalışmaları esaslarını kapsar.<br />
4.5.2 İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 Nolu) [4.7]<br />
30 Haziran 2012 tarihinde Resmî Gazetede (Sayı: 28339) yayınlanan 6331 Nolu<br />
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin<br />
sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve<br />
çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir.<br />
109
110<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.5.3 AB’nin Kimyasalların Sınıflandırılması, Etiketlenmesi<br />
ve Ambalajlanması Hakkında Yeni Tüzüğü CLP Neleri<br />
Değiştiriyor? [4.8]<br />
AB’nin Kimyasalların Sınıflandırılması, Etiketlenmesi ve Ambalajlanması<br />
Hakkında Yeni Tüzüğü CLP (Classification = Sınıflandırma, Labelling =<br />
Etiketleme ve Packaging = Ambalajlama) ye uyum tarihi tehlikeli maddeler için 1<br />
Aralık 2010 ve tehlikeli karışımlar için 1 Haziran 2015 dir.Maddelerin ve<br />
Karışımların Sınıflandırılması, Etiketlenmesi ve Ambalajlanmasına ilişkin<br />
EC/1272/2008 sayılı Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Kararı, 31 Aralık 2008<br />
tarihinde yayımlanmış ve 20 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Söz konusu<br />
Tüzüğe göre, AB üyesi ülkelerde faaliyet gösteren, kimyasal madde ve karışım<br />
üreten veya ithal eden firmaların, söz konusu madde ve karışımları CLP Tüzüğü<br />
usul ve esaslarına göre sınıflandırma, etiketleme ve ambalajlama yükümlülüğü<br />
vardır. Madde ve karışımların sınıflandırma, etiketleme ve ambalajlanması<br />
hakkındaki Avrupa Birliği‟nin bu yeni (CLP) Tüzüğü, Birleşmiş Milletler‟in<br />
sınıflandırma ve etiketlemedeki Küresel Uyumlaştırma Sistemi (GHS) kriterlerine<br />
uyum amacıyla hazırlanmıştır.<br />
CLP Tüzüğü kademeli olarak Tehlikeli Maddeler (Dangerous Substances)<br />
(67/548/EEC) ve Tehlikeli Karışımlar (Dangerous Preparations) (1999/45/EC)<br />
Direktiflerinin yerine geçecektir. Söz konusu düzenlemenin genel amacı; insan ve<br />
çevre sağlığının yüksek seviyede korunması, maddelerin, karışımların ve eşyaların<br />
serbest hareketinin sağlanmasıdır.<br />
CLP Tüzüğü kapsamında, Avrupa Birliği‟nde kimyasal madde üretici ve<br />
ithalatçılarının, sınıflandırma ve etiketleme bilgilerini Avrupa Kimyasallar<br />
Ajansı‟na (AKA) 1 Aralık 2010 tarihine kadar bildirim yükümlülüğü bulunuyor.<br />
Bu bildirim yükümlülüğü, 1907/2006/EC sayılı REACH Tüzüğü kapsamında bu<br />
bilgileri 1 Aralık 2010 tarihine kadar kayıt dosyasının bir parçası olarak sunacak<br />
firmalar için geçerli değildir. Ayrıca REACH Tüzüğü‟nün iletişim<br />
gerekliliklerinin en temel aracı olan “Güvenlik Bilgi Formları”ndaki sınıflandırma<br />
ve etiketleme bilgileri 1272/2008 sayılı CLP Tüzüğü kapsamında belirlenmiş usul<br />
ve esaslar doğrultusunda hazırlanacaktır.<br />
CLP ve REACH tüzüklerini uygulayıcı kurum olan Avrupa Kimyasallar<br />
Ajansı‟nın (AKA) hazırladığı yardımcı dokümanlar doğrultusunda hazırlanmış<br />
kitapçık tüzüğe dayalı rehberlik içermektedir. Kitapçığın soru-cevap bölümünde<br />
AKA‟ya, AB Üye Ülke Yardım Masalarına ve İMMİB REACH ve CLP Yardım<br />
Masası‟na en çok iletilen soru ve yanıtlar yer almaktadır.<br />
“CLP” ya da “CLP Tüzüğü” Avrupa Parlamentosunun ve Konseyinin<br />
(EC) 1272/2008 sayılı madde ve karışımların sınıflandırması, etiketlenmesi ve<br />
ambalajlanmasına dair tüzüğüdür. İngilizce Classification=Sınıflandırma,
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Labelling=Etiketleme ve Packaging=Ambalajlama kelimelerinin baş harflerinden<br />
oluşturulmuş bir kısaltmadır. Bu Tüzük, 67/548/EEC sayılı “Tehlikeli Maddeler<br />
Direktifi” ve 1999/45/EC “Tehlikeli Karışımlar Direktifi”nin iptalini ve<br />
1907/2006 sayılı REACH Tüzüğü‟nde revizyonu gerektirir. Bahse konu Tüzük,<br />
Birleşmiş Milletler‟in kimyasalların sınıflandırması ve etiketlenmesindeki<br />
“Küresel Uyumlaştırma Sistemi”nin (GHS) 2. revizyonunu uygulamaktadır.<br />
CLP Tüzüğü 20 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bahse konu<br />
Tüzük, belirli geçiş süresi içerisinde 67/548/EEC sayılı “Tehlikeli Maddeler<br />
Direktifi” ve 1999/45/EC “Tehlikeli Karışımlar Direktifi”nin kademeli olarak<br />
yerine geçecektir.<br />
Madde ve karışımların, dünya çapında çok farklı şekilde sınıflandırılması ve<br />
etiketlemesinden doğan sakıncalar nedeniyle, 1992 yılındaki Rio Zirvesinde<br />
başlayarak Birleşmiş Milletler düzeyinde soruna çözüm aranmıştır. Küresel bir<br />
sınıflandırma-etiketleme sistemi geliştirilmesi için yapılan çalışmalarla GHS<br />
sistemi ortaya çıkarılmış ve 2002 yılında yapılan Johannesburg Zirvesi'nde<br />
ülkelerin 2008 yılı itibarıyla uygulamaya başlamalarına karar verilmiştir. Avrupa<br />
Birliği dışında Japonya, Yeni Zelanda gibi bazı ülkelerde de uygulamaya<br />
başlanmış ABD'den Çin'e pek çok ülkede de hazırlık aşamaları tamamlanmak<br />
üzeredir.<br />
Madde ve Karışımların Sınıflandırılmasına Yönelik Mevcut AB<br />
DirektifleriAvrupa Birliği'nde sınıflandırma, etiketleme ve ambalajlamaya yönelik;<br />
Tehlikeli Maddelerin Sınıflandırılmasına yönelik ve Dangerous Substances<br />
Directive (DSD) olarak anılan 67/548/EEC Tehlikeli Karışımların<br />
sınıflandırılmasına yönelik ve Dangerous Preparations Directive (DPD) olarak<br />
anılan 1999/45/EC sayılı direktifleri kullanılmaktadır.<br />
Her iki direktif, CLP Tüzüğü Başlık VII altında verilen program ve geçiş<br />
takvimine uygun olarak yürürlükten kaldırılacaktır. Mevcut sistem dahilinde 40<br />
yılı aşkın süredir kullanılan tehlike sembol ve cümleciklerinde değişiklik olacaktır.<br />
Geçiş süreci sonrası yürürlükten kaldırılacak mevcut AB direktiflerine uygun<br />
semboller ve bunların kullanıldığı örnek tehlike sınıfları ve cümleler ile eski ve<br />
yeni sistem arasındaki temel farklılıklar kaynak yayında bulunabilir.[4.8]<br />
4.5.4 Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı’nın 187<br />
Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Çerçeve<br />
[4.9], [4.10]<br />
Sözleşmesi<br />
Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı’nın 31 Mayıs 2006 tarihinde<br />
yapılan 95 inci oturumunda kabul edilen “187 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini<br />
Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi”ne katılmamız Dışişleri Bakanlığı’nın 2/8/2013<br />
tarihli ve 643488 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun<br />
111
112<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
3′üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 23/8/2013 tarihinde<br />
kararlaştırılmıştır.”<br />
4.6 REACH Mevzuatı ve Ülkemizin Durumu<br />
Hakkında Bilgiler [4.11]<br />
Avrupa Komisyonu 2000’li yılların başından itibaren kimyasallar alanında çeşitli<br />
amaçlara hizmet edecek kapsamlı bir politika hazırlığına başlamış ve 2006 yılı<br />
sonu itibariyle 1907/2006/EC sayılı Tüzüğü kabul ederek REACH (Registration,<br />
Evaluation and Authorisation/Restriction of Chemicals-Kimyasalların Kaydı,<br />
Değerlendirmesi ve İzni) adı altında yeni kimyasallar politikasını 1 Haziran 2007<br />
tarihi itibariyle uygulamaya koymuştur. Söz konusu mevzuat, AB’de son 20 yılda<br />
gerçekleştirilen en kapsamlı mevzuat değişikliği olarak bilinmektedir.<br />
4.6.1 Mevzuatın Amacı<br />
Söz konusu Tüzüğün temel amaçları, insan ve çevre sağlığı gözetilerek, kimya<br />
sanayinin son yıllarda kaybettiği rekabet gücünün arttırılması, yenilikçiliğin ve Ar-<br />
Ge çalışmalarının teşvik edilmesi, kimyasal maddelerin kullanımının neden<br />
olacağı muhtemel risklerin değerlendirilmesi, iç pazarın bütünlüğünün<br />
korunması, uygulamada şeffaflığın arttırılması ve elde edilen bilgilerin<br />
paylaşımının sağlanması suretiyle maliyetlerin azaltılması olarak belirlenmiştir.<br />
REACH Tüzüğü’nün önemli bir işlevi de, daha önce Üye Ülkelerin<br />
kamusal otoritelerine bırakılmış olan kimyasalların güvenirliği ve zararlı<br />
etkilerinin önlenmesine ilişkin yükümlülüklerin endüstriye transferidir.<br />
REACH mevzuatı ile son 25 yıldır süregelen “mevcut” (Toplulukta<br />
1981’den önce piyasaya sürülen sayıları 100.000’nin üzerinde olan kimyasallar) ve<br />
“yeni” (piyasaya 1981 sonrası çıkan yaklaşık 4000 civarındaki kimyasal)<br />
kimyasallar ayrımıyla güvenlik ve risk değerlendirmesi açısından ortaya çıkan<br />
farklı uygulamanın tek bir düzenlemeye kavuşturulması, risk analizleri açısından<br />
önemli veri eksikliği bulunan “mevcut” kimyasalların da bu analiz ve risk<br />
değerlendirme çalışmalarına tabi tutulması hedeflenmektedir.<br />
4.6.2 Mevzuatın Kapsamı<br />
REACH Tüzüğü, yılda 1 ton veya daha fazla miktarda AB pazarında üretilen<br />
veya AB pazarına dışarıdan tedarik edilen kimyasalların prosedürlere tabi<br />
olmalarını sağlamaktadır. Genel olarak, ayrı ayrı kimyasal maddeler, bir karışım<br />
içindeki veya eşya içerisindeki bütün maddelere uygulanır.<br />
REACH Mevzuatı esasen üçüncü ülke üreticileri ve ihracatçılarını, AB üye<br />
ülke üretici ve ithalatçılarından farklı bir muameleye tabi tutmaktadır. Buna göre<br />
AB üye ülkelerinde faaliyet gösteren firmalar AKA’ya doğrudan kayıt imkanından
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
yararlanabilirken, Ülkemizin de aralarında bulunduğu üçüncü ülkelerin Tek<br />
Temsilci atamaları veya ithalatçıları kanalıyla kayıt prosedürünü tamamlamaları<br />
öngörülmektedir. Bu durum ise üçüncü ülkeler için ayrı bir maliyet unsuru teşkil<br />
ettiği gibi kimyasallara ilişkin gizli bilgilerin (formüller, bileşenler vb.) aracı<br />
kuruluşlara verilmesini gerektireceğinden rekabeti olumsuz etkileyecek bir durum<br />
yaratmaktadır.<br />
Bunun dışında, yılda 10 ton ve üzerinde üretilen ya da ithal edilen<br />
kimyasallar için kayıt prosedürüne ilaveten Kimyasal Güvenlik Raporu<br />
istenmektedir. Söz konusu Raporda; belirlenen kullanım alanında kimyasalın her<br />
aşamada yaşam döngüsünün göz önüne alınması, fiziko-kimyasal özelliklerinin<br />
insan sağlığı açısından değerlendirmesinin yapılması, çevreye olan etkisinin<br />
değerlendirilmesi, kimyasallara maruz kalma durumunda ortaya çıkacak<br />
muhtemel etkilerin değerlendirmesinin ve risk sınıflandırmasının yapılması<br />
beklenmektedir.<br />
Halihazırda Üye Ülkeler önerileriyle oluşturulan ve REACH Tüzüğü’nün<br />
Ek XIV’ünü teşkil eden “İzne Tabi Maddeler Listesi” nde 15 madde<br />
bulunmaktadır. Mezkur liste, üye ülkelerin önerileri doğrultusunda sürekli olarak<br />
güncelleneceğinden “yaşayan” bir liste olarak nitelendirilmektedir. İzin/Kısıtlama<br />
prosedürü ile AB, tehlikeli kimyasalların yerine onların ikame ürünlerinin AB<br />
pazarına sunulmasını hedeflemekle birlikte, aynı zamanda bu gerekçe altında<br />
üçüncü ülkelerin kimyasal ihracatında AB pazarına giriş engeli de<br />
oluşturmaktadır.<br />
4.6.3 REACH Mevzuatına Uyum<br />
Ülkemiz ile AB arasında Gümrük Birliği çerçevesinde teknik mevzuat uyumunu<br />
tesis eden 2/97 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı eklerinde yer alan kimyasallar<br />
mevzuatını teşkil eden çeşitli Yönetmelik ve Direktifler, REACH Sistemi ile<br />
aşamalı bir şekilde yürürlükten kaldırılmış bulunmaktadır.<br />
REACH Mevzuatı açısından Ülkemizde Yetkili Merci olarak belirlenen<br />
Çevre ve Orman Bakanlığı (ÇOB) tarafından 2004-2006 yılları arasında AB<br />
finansmanı ile yürütülen TEACH Projesi ile REACH Mevzuatı’nın yürürlükten<br />
kaldırmış olduğu eski AB kimyasallar mevzuatı çalışılmış olup, söz konusu<br />
mevzuat 26 Aralık 2008 tarihi itibariyle Ülkemizde yürürlüğe girmiş<br />
bulunmaktadır. Uyumlaştırılan mevzuat aşağıdaki gibidir:<br />
1. Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların Sınıflandırılması,<br />
Ambalajlanması ve Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelik: Bu Yönetmelik ile<br />
67/548/EEC ve 1999/45/EC sayılı AB Direktiflerine uyum sağlanması<br />
öngörülmüş olup, mezkur AB Direktifleri REACH Tüzüğü başta olmak üzere<br />
kimyasallara ilişkin pek çok AB Direktifi ve Tüzüğünün atıfta bulunduğu temel<br />
bir mevzuat niteliğindedir.<br />
113
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
2. Tehlikeli Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi<br />
Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması Hakkında Yönetmelik: Bu<br />
Yönetmelik, REACH Tüzüğü ile ilga edilen 91/155/EC sayılı Güvenlik Bilgi<br />
Formları (GBF) Hakkında AB Direktifine uyum amaçlı olarak hazırlanmıştır.<br />
Yönetmelik ile tehlikeli maddeler ve müstahzarlar için öngörülen detaylı bir özel<br />
bilgi sisteminin tanımlanması ve düzenlenmesi hedeflenmektedir.<br />
3. Kimyasalların Envanteri ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik: Bu<br />
Yönetmelik, REACH Tüzüğü ile ilga edilen 793/93/EC sayılı Direktifine kısmi<br />
uyum amaçlı olarak hazırlanmıştır.<br />
4. Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların<br />
Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında<br />
Yönetmelik: Bu Yönetmelik, REACH Tüzüğü ile ilga edilen 76/769/EC sayılı<br />
AB Direktifine uyum amacıyla hazırlanmıştır.<br />
REACH Mevzuatına uyum konusu, aynı zamanda Çevre Faslı altında da<br />
ele alınmaktadır.<br />
4.7 AB Uyum Sürecinde Türkiye’de İşçi Sağlığı Ve İş<br />
Güvenliği [4.12]<br />
4.7.1 AB Uyum Çalışmaları Öncesi Durum<br />
Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve<br />
İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzük (R.G: 24.12.1973/14752);<br />
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü (R.G: 1974/14765);<br />
Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü (R.G: 1973/14502);<br />
Sağlık Kuralları Bakımından Günde ancak 7, 5 saat veya daha az çalışılması<br />
gereken işler Tüzüğü (R.G: 1984/18471)<br />
Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan<br />
İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzük 256 MADDE<br />
olup işyeri binaları, elektrik tesisatı, işyerleri, depolama, üretim ve işleme,<br />
Sıvılaştırılmış petrol gazları, magnezyum ve benzeri maddeler, nitrosellüloz,<br />
selüloit ve benzeri maddeler, karpit ve asetilen, uçucu ve parlayıcı sıvılar, nişasta<br />
ve benzeri maddeler, nitrikasit, sülfürikasit ve hidroklorikasit ve benzeri<br />
maddeler, sodyumhidroksit, potasyumhidroksit, kalsiyumhidroksit ve benzeri,<br />
hidroflorikasit, katı karbondioksit, kurşun ve kurşun alaşımları veya bileşikleri,<br />
fosfor bileşikleri, zehirli, tahriş edici ve zararlı katı veya sıvı haldeki maddeler,<br />
zehirli, tahriş edici ve zararlı sıvı veya gaz haldeki maddeler, aromatik<br />
hidrokarbonlar, hayvansal ve bitkisel maddeleri içermektedir.<br />
114
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Ekli Çizelgelerde : Çizelge I-225 kimyasal madde, Çizelge II-79 kimyasal<br />
madde, Çizelge III – Silisyumdioksit ve silikatlar, Çizelge IV – Patlayıcı<br />
maddelerle ilgili uzaklıklar, yer almaktadır.<br />
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü, 537 MADDEolup Sağlık şartları<br />
ve güvenlik tedbirleri, işyerlerinde kullanılan alet, edevat, makine ve<br />
hammaddeler yüzünden ortaya çıkabilecek hastalıklarla ilgili tedbirler, işyerlerinde<br />
iş kazalarına karşı alınacak tıbbi tedbirler, işyerlerinde iş kazalarını önlemek üzere<br />
alınacak güvenlik tedbirleri ve bulundurulması gereken araçlar, kişisel korunma<br />
araçları kapsamaktadır.<br />
Kimyasal Etkilerle Ortaya Çıkabilecek Meslek Hastalıklarına Karşı<br />
Alınacak Özel Tedbirler<br />
Madde 61: Kurşun ve bileşikleri<br />
Madde 62: Civa ve bileşikleri<br />
Madde 63: Arsenik ve bileşikleri<br />
Madde 64: Fosfor ve bileşikleri<br />
Madde 65: Organik fosfor bileşikleri<br />
Madde 66: Kadmiyum ve bileşikleri<br />
Madde 67: Manganez ve bileşikler<br />
Madde 68: Krom ve bileşikleri<br />
Madde 69: Berilyum ve bileşikleri<br />
Madde 70: Azotoksitleri<br />
Madde 71: Benzen ve bileşikleri<br />
Madde 72:Anilin ve nitroamin türevleri<br />
Madde 73: Halojenli hidrokarbonlar<br />
Madde 74: Karbon sülfür<br />
Madde 75: Kükürtlü hidrojen<br />
Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü:Hangi işlerin ağır ve tehlikeli işlerden<br />
sayılacağı, kadın ve çocukların çalıştırılabilecekleri işlerle ilgili düzenlemeler;<br />
Sağlık Kuralları Bakımından günde ancak 7, 5 saat veya daha az çalışılması<br />
gereken işler Tüzüğü: Kurşun ve arsenik işleri, Civa sanayi işleri, Bakır sanayi<br />
işleri, Asit sanayi işleri, İnsektisitler.<br />
4.7.2 AB’de Durum<br />
AB de yayımlanan tüm İSG direktifleri detayları içermeyen 89/391/EEC<br />
Çerçeve Direktif etrafında toplanmıştır. Detaylar ek direktiflerde yer alır. Eğer<br />
detay veren bir direktif yoksa, AB’nin genel kurallarını içeren Çerçeve Direktifin<br />
gereklerine bakılır. En önemli özelliği, tüm sorumluluk işverendedir ve<br />
115
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
iyileştirmeye yöneliktir.- İşveren risk değerlendirmesi yapmak zorundadır ve risk<br />
değerlendirmesi önleyici tedbirlere yöneliktir.<br />
Kimyasallar<br />
80/1107/EEC+88/642/EEC<br />
VC<br />
78/610/EEC<br />
Asbest<br />
83/477EEC<br />
91/382/EEC<br />
2003/18/EC<br />
Kurşun<br />
82/605EEC<br />
Yasaklama<br />
88/364/EEC<br />
Mesleki<br />
Maruziyet<br />
Limitleri<br />
91/322/EEC<br />
Kanserojenler<br />
90/394/EEC<br />
97/42/EC<br />
99/38/EC<br />
2004/37/EC<br />
KİMYASAL AJANLAR<br />
98/24/EC<br />
2000/39/EC<br />
İSG ÇERÇEVE DİREKTİFİ<br />
89/391/EEC<br />
AB’de DURUM<br />
Mesleki Maruziyet Limitleri<br />
98/24/EC 1 madde Ek-I Bağlayıcı mesleki maruziyet<br />
limitleri listesi<br />
91/322/EEC 27 madde Ek- Önerilen (indicative) mesleki<br />
maruziyet limitleri listesi<br />
2000/39/EC 63 madde Ek- Önerilen mesleki maruziyet<br />
limitleri listesi<br />
90 Önerilen + 1 Bağlayıcı mesleki maruziyet limiti<br />
4.7.3 Yeni Durum<br />
Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri<br />
Hakkında Yönetmelik R.G: 26.12.2003/25328<br />
Kanserojen Ve Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve<br />
Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik R..G: 26.12.2003/25328<br />
Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik<br />
Yönetmelik R.G: 26.12.2003/25328<br />
Önlemleri Hakkında<br />
116
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması<br />
Hakkında Yönetmelik R.G: 26.12.2003/25328<br />
Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık Ve Güvenlik Önlemleri<br />
Hakkında Yönetmelik (1998/24/EC, 1991/322/EEC, 2000/39/EC)<br />
BİRİNCİ BÖLÜM: Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar<br />
Tanımlar: Kimyasal madde, tehlikeli kimyasal madde, patlayıcı madde,<br />
oksitleyici madde, çok kolay alevlenir madde, kolay alevlenir madde, alevlenir<br />
madde, çok toksik madde, toksik madde, zararlı madde, aşındırıcı madde, tahriş<br />
edici madde, alerjik madde, kanserojen madde, mutajen madde, üreme için toksik<br />
madde, çevre için tehlikeli madde, kimyasal maddenin işlem görmesi,<br />
Mesleki maruziyet sınır değeri : Solunum bölgesi, biyolojik sınır değeri,<br />
sağlık gözetimi, tehlike, risk<br />
İKİNCİ BÖLÜM: İşverenin Yükümlülükleri<br />
Genel Yükümlülük, risk Değerlendirmesi, genel önlemler, özel koruyucu<br />
ve önleyici tedbirler, kaza ve acil durumlarla ilgili düzenlemeler, işçilerin eğitimi<br />
ve bilgilendirilmesi<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Çeşitli Hükümler<br />
Yasaklar, sağlık gözetimi (Kayıtlar), işçilerin görüşlerinin alınması ve<br />
katılımının sağlanması<br />
Kanserojen Ve Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık Ve<br />
Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik (90/394/EC,<br />
97/42/EC1999/38/EC)<br />
İKİNCİ BÖLÜM:<br />
İşverenin Görev ve Sorumluluğu<br />
Risk değerlendirmesi, kullanımın azaltılması, maruziyetin önlenmesi ve<br />
azaltılması, yetkili makama bilgi verilmesi, beklenmeyen maruziyet, öngörülebilir<br />
maruziyet, riskli alanlara giriş, hijyen ve kişisel korunma, eğitim, işçilerin bilgi<br />
alma hakkı, işçilerin görüşlerinin alınması ve katılımının sağlanması<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:<br />
Çeşitli Hükümler<br />
Sağlık gözetimi, kayıtların saklanması, sınır değerler<br />
Asbestle Çalışmalarda Sağlık Ve Güvenlik Önlemleri Hakkında<br />
Yönetmelik (83/477/EEC, 91/382/EEC, 2003/18/EC)<br />
İKİNCİ BÖLÜM:Genel Hükümler<br />
Risk değerlendirmesi, bildirim, kullanım yasağı, limit değerlerin aşılmasının<br />
önlenmesi, asbest ölçümleri, sınır değer, sınır değerin aşılması, yıkım ve tamirbakım<br />
işleri, söküm ve yıkım işleri, iş planı, eğitim, söküm işinin uzmanlarca<br />
yapılması, genel önlemler, işçilerin veya temsilcilerin bilgilendirilmesi, sağlık<br />
117
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
gözetimi, kayıt tutulması, asbestosis ve mezotelyoma kayıtları<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Çeşitli Hükümler<br />
Yasaklar, sağlık gözetimi, işçilerin görüşlerinin alınması ve katılımının<br />
sağlanması<br />
Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması<br />
Hakkında Yönetmelik (1999/92/EC)<br />
İKİNCİ BÖLÜM: İşverenin Yükümlülükleri<br />
Patlamaların önlenmesi ve patlamadan korunma, patlama riskinin<br />
değerlendirilmesi, işyerinin güvenli hale getirilmesi, koordinasyon görevi, patlayıcı<br />
ortam oluşabilecek yerlerin sınıflandırılması, patlamadan korunma dokümanı,<br />
işyerleri ve iş ekipmanları için özel gerekler<br />
4.7.4 İSG’de Yeni Yaklaşım<br />
İş sağlığı ve güvenliği koşullarında sürekli iyileşme, İşyerlerinde genel bir önleme<br />
politikasının geliştirilmesi, İşin her aşamasında risk değerlendirmesi yaklaşımı ile<br />
tehlikelerin tespiti ve buna göre alınacak önlemlerin belirlenmesi, Aynı işyerini<br />
kullanan farklı işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konularda işbirliği<br />
yapması, İşyeri yönetimi tarafından alınan kararlara çalışanların katılımı, alınacak<br />
önlemler konusunda çalışanlara danışma, Çalışanların işyerinde<br />
karşılaşabilecekleri riskler konusunda bilgilendirilmesi, İşyerinde sağlık ve<br />
güvenlik görevlisi ve sağlık ve güvenlik işçi temsilcisi bulundurulması.<br />
4.7.5 Risk Yönetimi<br />
Beş temel adım: İşyeri sağlık ve güvenlik risk yönetimi 5 temel adımdan oluşur.<br />
Bunlar; Tehlikelerin tanınması, Tehlikelerden kaynaklanan risklerin<br />
değerlendirilmesi, Risklerin önlenmesi veya en düşük seviyeye düşürülmesi için<br />
gerekli kontrol tedbirlerine karar verilmesi, Kontrol tedbirlerinin tamamlanması,<br />
Alınan tedbirlerin etkinliğinin izlenmesi ve tekrar edilmesi<br />
4.7.6 170 Sayılı ILO Kimyasallar Sözleşmesi<br />
İşverenler; kimyasalların kullanımından ortaya çıkan riskleri değerlendirmeli ve bu<br />
risklere karşı işçileri uygun araçlarla korumalıdır:<br />
(a) Riski en aza indiren veya tamamen ortadan kaldıran kimyasalların<br />
seçimi<br />
(b) Riski en aza indiren veya tamamen ortadan kaldıran teknolojinin seçimi<br />
(c) Uygun mühendislik kontrol önlemlerinin kullanımı<br />
(d) Riskleri ortadan kaldıran veya en aza indiren çalışma sistemleri veya<br />
uygulamalarının adaptasyonu<br />
118
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
(e) Uygun mesleki hijyen önlemlerinin uygulanması<br />
(f) Yukarıdaki önlemler yeterli olmazsa, işçilere malliyeti olmayan uygun<br />
KKD temini<br />
4.7.7 Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri İle İlgili<br />
Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik (R.G:<br />
07/04/2004/25426)<br />
İşverenler; Çalışanları, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek,<br />
karşı karşıya bulundukları mesleki riskler ve bunlarla ilgili alınması gerekli<br />
tedbirler konusunda işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği eğitim programlarını<br />
hazırlamak, eğitimlerin düzenlenmesini, çalışanların bu programlara katılmasını<br />
sağlamak ve verilecek eğitim için uygun yer, araç ve gereç temin etmekle<br />
yükümlüdürler.<br />
Eğitim Programının Konuları: Çalışanlara verilecek eğitim, işyerinin<br />
faaliyet alanına göre aşağıdaki ve benzeri konulardan seçilir;<br />
a) Genel iş sağlığı ve güvenliği kuralları,<br />
b) İş kazaları ve meslek hastalıkların sebepleri ve işyerindeki riskler,<br />
c) Kaza, yaralanma ve hastalıktan korunma prensipleri ve korunma<br />
tekniklerinin uygulanması,<br />
d) İş ekipmanlarının güvenli kullanımı,<br />
e) Çalışanların yasal hak ve sorumlulukları,<br />
f) Yasal mevzuat ile ilgili bilgiler,<br />
g) İşyerinde güvenli ortam ve sistemleri kurma,<br />
h) Kişisel koruyucu alet kullanımı,<br />
i) Ekranlı ekipmanlarla çalışma,<br />
j) Uyarı işaretleri,<br />
k) Kimyasal, fiziksel ve biyolojik maddelerle ortaya çıkan riskler,<br />
l) Temizlik ve düzen,<br />
m) Yangın olayı ve yangından korunma,<br />
n) Termal konfor şartları,<br />
o) Ergonomi,<br />
p) Elektrik, tehlikeleri, riskleri ve önlemleri,<br />
r) İlk yardım, kurtarma.<br />
119
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.8 İşyerinde Kullanılan Madde Türleri<br />
Kimyasal bir maddenin fiziksel biçimi maddenin vücudunuza nasıl girdiğini ve<br />
bir ölçüde de yaptığı tahribatı etkileyebilir. Kimyasal maddeler esas olarak katı,<br />
toz, sıvı ve gaz biçimindedir.<br />
4.8.1 Katı Maddeler<br />
Kimyasal zehirlenmeye yol açma olasılığı en düşük olan kimyasal maddeler katı<br />
biçimde olanlardır. Ancak katı kimyasal maddelerin bazıları deriye ya da<br />
yiyeceklerimize bulaştığında ve de bunlar yutulduğunda zehirlenmeye sebep<br />
olabilir. Katı biçimdeki kimyasalın yutulmasını önlemek için kişisel hijyen<br />
önemlidir.<br />
Katı maddelerde en büyük tehlike, bazı iş süreçlerinin bunları daha<br />
tehlikeli biçime dönüştürmesidir. Örneğin, doğranmakta olan kereste talaşa<br />
dönüşebilir ve solunum yoluyla vücudumuza girebilir. Kaynak çubukları dumana<br />
ve gazlara dönüşebilir. Normal olarak güvenli olan poliüretan köpük, yandığında<br />
öldürücü gazlar çıkartabilir.<br />
Katı biçimdeki kimyasal maddeler solunabilen toksik buharlar çıkartabilir,<br />
yanıcı ve patlayıcı olabilir ve deriyi aşındırabilir.<br />
Katı kimyasal maddelerle çalışırken ve özellikle bunları daha tehlikeli<br />
materyallere dönüştüren iş süreçleri sırasında etkili kontrol önlemleri<br />
uygulanmalıdır.<br />
Tozlar: Toz, kömür, hububat, ağaçlar, minareler, metaller, cevherler ve<br />
maden ocaklarından çıkarılan taşlar gibi organik ve inorganik maddelerin<br />
doldurulma ve boşaltılmaları, taşınmaları gibi organik ve inorganik maddelerin<br />
doldurulma ve boşaltılmaları, taşınmaları, delinmeleri, taşa tutulmaları,<br />
çarpılmaları, püskürtülmeleri, öğütülmeleri, patlamaları ve dağıtılmaları ile<br />
meydana gelen ve kendisinden hasıl oldukları maddelerle aynı bileşimde olan ve<br />
hava içerisinde dağılma veya yayılma özelliği gösteren 0, 5 – 150 mikron<br />
büyüklükte olan katı parçacıklardır.<br />
İşyerlerinde çeşitli işlemler sonucu ortaya çıkan tozların solunabilir<br />
olanları, dolayısıyla sağlık için risk oluşturanları 60 mikronun altındakilerdir.<br />
Bunların da yine büyük bir kısmı üst solunum yollarında tutulmaktadır. Sağlık için<br />
en zararlı olanları 0, 5 mikron ile 5 mikron arasında olanlardır. Bunlar<br />
akciğerlerdeki alveollere kadar ulaşarak, kimyasal yapılarına göre etki ederler.<br />
Tozlar kolayca görülmeyebilir. Özel aydınlatma olmaksızın çoğu zaman<br />
küçük toz parçacıkları bulutunu bile göremezsiniz.<br />
Bazı durumlarda tozlar patlayabilir. Örneğin tahıl silolarında ya da un<br />
değirmenlerinde patlama olabilir.<br />
120
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
İşyerindeki tozun “güvenli” düzeyde tutulması için etkili kontrol önlemleri<br />
uygulanmalıdır.<br />
Tozlar kendisini meydana getiren maddelerin yapısına ve tozun fiziki<br />
yapısına göre adlandırılır.<br />
Organik Tozlar:Organik tozlar daha çok bitkisel ve hayvansal maddeler<br />
ile bazı sentetik maddelerin oluşturduğu tozlardır. Bitkisel ve hayvansal kökenli<br />
tozlar alveollere kadar ulaştığında solunum ve salgı yolu ile akciğerlerin kendini<br />
temizleme özelliği ile atılarak elimine edilir.<br />
Sentetik bileşiklerin oluşturduğu organik tozlar için aynı şeyi söylemek<br />
mümkün değildir. Bunlar kendisini oluşturan sentetik maddenin özelliğine göre<br />
değişik etkiler gösterirler. Mesela TNT tozlarının alveollere kadar ulaşıp kana<br />
karışması ile vücudun damar sistemi üzerinde olumsuz etkileri olabilmektedir.<br />
Anorganik Tozlar: Kurşun, demir, bakır, çinko gibi metal ve kükürt,<br />
kükürt karbon(kömür) gibi ametallerin ve bunların bileşiklerinden oluşan<br />
tozlardır. Anorganik tozlar kendisini oluşturan maddenin cinsine göre değişik<br />
etkilere sahiptir.<br />
Fibrojenik Tozlar: Bazı maddelerin lifli yapıları vardır. Dolayısıyla bu<br />
maddeler ufalandığında tozları da bu fibrojenik (lifli) yapıyı muhafaza ederler. Bu<br />
çeşit tozlar solunduğunda, akciğerlerde fibrojenik yapı denilen şişlikler<br />
oluştururlar. Özellikle tozu oluşturan maddenin kimyasal özelliği bu yapının<br />
oluşmasında etkendir.<br />
Silis, asbest, talk, magnezyum bu tür lifli yapıya sahib olan maddelerdir. Bu<br />
maddeler silikozis, asbestoz, talkoz, aliminoz adı ile anılan hastalıklara sebep<br />
olurlar.<br />
Asbest: Çeşitli mineral silikatların jeolojik yapı süreci içinde, yüksek basınç<br />
ve sıcaklık altında oluşturduğu kristalize bir grup minerale verilen isimdir.<br />
Kimyasal yapısı çeşitlerine göre değişik olmakla birlikte genel olarak, Si02, MgO,<br />
A1203, Fe2Q3, FeO, CaO-Cr203, ve H2O'dan meydana gelmektedir.<br />
Çeşitleri: Serpantin Grubu; Magnezyum silikat ihtiva eder. Kıvrımlı<br />
demete benzer ipliksi yapıdadır. Doğal olarak sarımtırak yeşilimsi renkte,<br />
işlenince gri beyaz lif oluşturur. Genel formülü; Si02, MGO, H20, A1203, Fe203,<br />
CaO, Cr203'tür. En çok kullanılan ve en az riskli olan asbest türüdür.Amphibol<br />
Grubu; Düz ipliksi yapıdadır. Bulundurduğu metal okside göre renk alır.<br />
Kırılgandır, aside dayanıklıdır, mukavemeti düşüktür. Dört ana grubu vardır.<br />
Krokidolit (Mavi); Sodyum demir silikat, Amozit (Kahverengi); Demir,<br />
magnezyum silikat, Tremolit; Kalsiyum magnezyum silikat, Aktinolit; Kalsiyum,<br />
magnezyum, demir silikat.<br />
Asbest, yukarıda belirtilen özellikleri sebebi ile bütün dünyada 3000'den<br />
fazla değişik kullanım alanı bulan çok özellikli bir maddedir. Ülkemizde de yılda<br />
yaklaşık 30.000 ton civarında toz asbest ithal edilerek kullanılmaktadır. Asbest,<br />
121
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
başta asbestli çimento (%84), Yer döşemesi (%0, 5), Sürtünme elemanları (%12),<br />
Conta, salmastra (%2, 2), Tekstil olmak üzere çeşitli sektörlerde<br />
kullanılmaktadır.Dünyada en çok Güney Afrika, Kanada ve Rusya tarafından<br />
üretilmekte olan asbest, ülkemizde sanai olarak işletilecek cevhere sahib<br />
olmamakla birlikte çok yaygın asbestli bölgeler mevcuttur.<br />
Etkileri: Asbestin yukarıda sayılan ve endüstri için vazgeçilme olmasına<br />
sebep olan özellikleri, aynı zamanda onun sağlık açısından da risklerini<br />
oluşturmakta, hatta asbesti kullanılan riskli maddeler arasına sokmaktadır.<br />
Asbestin lifli yapısı solunumdan sonra akciğerlerde, alveolîerde takılıp kalmasını<br />
sağlamakta, kimyasal etkilere ve mikro organizmalara dayanıklı olma özelliği ise,<br />
vücudun savunma sistemi tarafından elimine edilmesini, imkansız hale<br />
getirmektedir. Böylece akciğerleri yerleşen asbest lifleri hiçbir şekilde dışarıya<br />
atılamayarak, zamanla kanserli hücrelere dönüşecek olan fibrojenik yapılar<br />
oluşturmaktadır.<br />
Teorik olarak beyaz asbest denilen serpantin grubu asbestin kanserojen<br />
risk taşımadığı belirtilmekle beraber, asbestin hiçbir zaman saf serpantin veya<br />
amphibol grubu (beyaz, mavi, kahverengi) olarak elde edilmesi mümkün<br />
olmadığından, asbestli çalışmalarda her zaman riskin varlığı kabul edilerek ona<br />
göre gerekli tedbirler alınmalıdır.<br />
Talk: Magnezyum silikat kayalarının veya metamorfoz dolamitlerin<br />
değişmesi ile meydana gelen tabi bir hidrosilikattır. Açık yeşil, beyaz ve grimsi<br />
renkte yaprağımsı ve pullu yapıdadır. Asit ve bazlara mukavimdir.<br />
Kullanıldığı yerler; Boyalarda yayıcı ve pigment olarak, seramikte, katran<br />
kağıdında çatı kaplamalarda, kozmetik ve eczacılıkta, kağıtta, kurşun kalemde,<br />
elektrik cihazlarında kullanılır. Dolgu maddesi olarak kauçuk, insektisit, sabun,<br />
plastik ve deri endüstrilerinde kullanılır.<br />
Vücuda Etkisi; Solunum yolu ile etkir. Tozlarının 10 yıl gibi uzun süreler<br />
solunması ile talkozis meydana gelebilir. Daha çok elyaf halindeki tozları talkozise<br />
sebep olur. Nefes darlığı ve iş göremezliğe sebep olur.<br />
Kanserojen tozlar: Çeşitli özellikleri sebebi ile kansere yol açan tozlardır.<br />
Asbest, arsenik ve bileşikleri, berilyum kromatlar, nikel ve bileşiklerinin tozları bu<br />
çeşit tozlardır. Bu tozların kanser oluşturmasında kişinin beslenme alışkanlığı,<br />
yaşama şekli, çevresel etkiler kanserin oluşmasında önemli olan etkenlerdir.<br />
Rodyoaktif Tozlar: Uranyum, toryum, zirkonyum ve seryum gibi<br />
radyoaktif maddelerin bileşiklerinin oluşturduğu tozlardır. Bunların yaymış<br />
olduğu iyonize ışınlar insan vücudundaki dokularda hasara ve bazı ur<br />
oluşumlarına sebep olurlar.<br />
Allerjik Tozlar; Allerjik tozların etkileri kişilere göre değişiktir. Özellikle<br />
duyarlı bünyelerde çeşitli allerjik reaksiyonlara yol açan tozlardır. Çeşitli çiçek<br />
tozları bünyelerde bahar allerjisi tabir edilen etkilere sebep olur. Bunun dışında,<br />
122
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
özellikle kapalı rutubetli ve sıcak ortamlardaki bakterileri tahıl tozları, sentetik<br />
maddeler, ateş, astım, dermatitler, kızarmalar ve benzeri allerjilere yol açarlar.<br />
İnert Tozlar:Kömür, demir tozları, baryum ve magnezyum bileşiklerinin<br />
tozları, kireçtaşı, mermer, alçı tozları bu tip tozlardır. Bu tozlar vücutta birikirler<br />
ancak herhangi bir, fibrojenik ve toksik etkileri olmaz. Vücudun savunma<br />
mekanizmasının temizleme gücünü aşmadıkça problem oluşturmazlar.<br />
4.8.2 Sıvılar<br />
Asitler ve çözücüler gibi tehlikeli maddelerin çoğu normal ısıda sıvı haldedir. Sıvı<br />
kimyasalların çoğu, solunabilen ve kimyasal maddenin türüne bağlı olarak çok<br />
toksik olabilen buharlar çıkartır.<br />
Sıvı kimyasallar deri yoluyla absorbe olabilir. Bazı sıvı kimyasallar deride<br />
ani tahribata neden olabilir. Diğer bazı sıvılar deriden geçerek doğrudan doğruya<br />
kana karışabilir ve vücudun çeşitli bölgelerine ulaşarak buralarda tahribata yol<br />
açabilir.<br />
Soluma, deri tahribatı ve göz tahribatı ihtimalini bertaraf etmek yada<br />
azaltmak için sıvı kimyasallarla çalışırken etkili kontrol önlemleri uygulanmalıdır.<br />
4.8.3 Buharlar<br />
Buharlar havada asılı kalan çok küçük sıvı parçacıklardır. Sıvı kimyasalların çoğu<br />
oda sıcaklığında buharlaşır, yani buhar olarak havada kalır.<br />
Bazı kimyasal maddelerin buharları gözlerimizi ve derimizi tahriş edebilir.<br />
Bazı toksik buharları solumak sağlık üzerinde çeşitli ciddi sorunlar yaratabilir.<br />
Buharlar parlayıcı ya da patlayıcı olabilir. Yangından ya da patlamadan<br />
kaçınmak için buharlaşan kimyasalları kıvılcımlardan, ateşleme kaynaklarından ya<br />
da bağdaşmayan kimyasal madde kaynaklarından uzak tutmak önemlidir.<br />
İşçilerin sıvı, katı ya da diğer biçimlerdeki kimyasal maddelerden çıkan<br />
buharlara maruz kalmasını önleyecek kontrol önlemleri uygulanmalıdır.<br />
4.8.4 Gazlar<br />
Basit Boğucu Gazlar:Normal şartlarda kimyasal olarak boğucu değildirler.<br />
Fakat ortamda çok yoğun bulunmaları durumunda havadaki oksijenin yerini<br />
alarak oksijenin daha az solunmasına sebep olduklarından, oksijen yetersizliği<br />
sebebi ile boğulmalara sebep olabilirler. Bazıları, özellikle petrol türevi olanlar<br />
hafif narkotiktir. Karbondioksit, metan, etan, propan, hidrojen vb. yaygın olarak<br />
kullanılan basit boğuculardır.<br />
Karbondioksit; Renksiz, kokusuz gazdır. MAK(Müsaade Edilen Azami<br />
Konsantrasyon) değeri 5000 ppm. Vücuda etkisi; Karbondioksit miktarının<br />
artması solunum hızını artırır. %1-3 yoğunluğunda orta sürelerde tehlikesizdir,<br />
123
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
%3-6 yoğunluğunda baş ağrıları başlar, %6-10 yoğunluğunda baş dönmesi, görme<br />
bozuklukları, şuursuzluk başlar, %10'dan fazla yoğunlukta narkotik etki görülür.<br />
Boğucu etki CO2 çokluğundan ziyade O2 azlığındadır. Etkilenme olduğu<br />
takdirde hasta açık havaya çıkarılır, oksijen verilir, suni solunum yaptırılır.<br />
Kimyasal Etkili Boğucu Gazlar: Kimyasal özellikler sebebi ile solunum<br />
ve dolaşımı engelleyerek etkili olan gazlardır. Karbon monoksit, hid-rojensülfür,<br />
hidrojen siyanür bu tip gazlardır.<br />
Karbonmoniksit; Renksiz, kokusuz, şekilci olmayan gazdır. Çok<br />
zehirlidir. Hemoglobinle oksijenden 200-300 kat fazla ilgilidir. Hemoglobinle<br />
karboksihemoglobin (HbCO) yapar. Böylece kanın dokulara oksijen taşıma<br />
kapasitesini bloke eder.Etkisi; Havadaki miktarına, maruziyet süresine ve kisinin<br />
duyarlılık derecesine göre değişir.%0, 01 (100 ppm) konsantrasyonda uzun<br />
sürede baş ağrıları yapar, %0, 05 (500 ppm) konsantrasyonda şiddetli baş ağnsı,<br />
baş dönmesi, baygınlık, %0, 2 (2000 ppm) konsantrasyonda derin bir şuursuzluk,<br />
nabız zayıflaması sonunda ölüm gelir.<br />
Kronik Zehirlenme; Karbonmonokside düşük konsantrasyonlarda uzun<br />
süreli aylarca veya yıllarca etkilenme sonucunda, yorgunluk, baş ağrıları, mizaç<br />
değişmeleri, uyku bozuklukları, kalb ve mide bozuklukları, hafıza bozuklukları<br />
görülebilir.<br />
Korunma: İşyeri havasındaki miktar devamlı kontrol edilir, sigara<br />
yasaklanır, kısa süreli çalışmalar uygulanır, gerekirse maske kullanılır. Etkilenen<br />
kişi derhal temiz havaya çıkarılır. Oksijen verilir. Beyin ödemine karşı hipertonik<br />
çözeltiler uygulanır.<br />
Hidrojensülfür (H2S); Lağım kanallarında, foseptiklerde, eritme (izabe)<br />
tesislerinde, gazhanelerde bulunur. Tipik kokuludur. Etkisi: Havada eser<br />
miktarda(%0, 0001) bulunması halinde tipik kokusu ile tanınır. Daha yüksek<br />
konsantrasyonda bir süre sonra koku alma sinirleri felce uğrar ve koku alınmaz<br />
olur. Solunum yolu ile alınan Hidrojen sülfür toksik tesir gösterir. Mukozaları<br />
tahriş eder. Hücre içindeki fermentleri inhibe eder. Zehirlenme belirtileri 200<br />
ppm/m3 de başlar, 600 ppm/ m3'te ölüm gelir. MAK :10 ppm veya 15 mg/m3.<br />
Tahriş Edici (irritan) Gazlar:Asidik özellikleri ve suda çözünürlükleri<br />
sebebiyle, solunum sistemleri üzerinde tahriş edici etki gösterirler. Özellikle üst<br />
solunum yolları ve akciğerlere ulaşan bu tür buharlar, derinin ve dokuların nemi<br />
ile asidik çözelti oluşturarak temas ettikleri dokuları tahriş ederler. Amonyak,<br />
kükürtdioksit, fosgen, klor, azot oksitleri ve asit buharları bu gruba girerler.<br />
Amonyak (NH3); Endüstride bazı sentez işlerinde, gübre ve bazı<br />
boyaların imalatı ile soğutucu olarak kullanılır. Daglayıcı ve yakıcıdır. 5000-10.000<br />
ppm'lik miktarlar kısa sürede öldürücü olur. MAK:25 ppm (18 mg/m3}.Akut<br />
Etkilenme; Gözler, mukozalar ve solunum yollan üzerinde tahriş edici yakıcı<br />
etki gösterir. Kornea üzerinde körlüğe kadar giden lezyonlar oluşur. Bronşit ve<br />
124
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
akciğer ödemi görülür. Kronik Etkilenme; Düşük konsantrasyonlarda çok uzun<br />
süreli etkilenmelerde kronik bronşit olabileceği belirtilmekle birlikte, bu konuda<br />
kesin bir kanaat yoktur. Korunma; Çevre tedbirleri, maske kullanımı, ortam<br />
kontrolü. %75 oranında NH3 çözeltisi ile temas halinde vücudun derhal<br />
yıkanması gerekir. Klasik yanık tedavisi uygulanır.<br />
Formaldehit (HCHO); Normal sıcaklıkta gaz halindedir. Endüstride<br />
%35-40'lık çözeltisi (formalin) kullanılır.Etkisi; Mokozaları tahriş eder. Ağız yolu<br />
ile alınırsa böbrek bozuklukları, solunum zorluklan görülür. Kronik olarak<br />
egzamalar oluşturur.<br />
Azotdioksit (N02, NOx); Azotoksit gazları, kırmızı esmer renkte,<br />
havadan hafif derecede ağır dumanlar halindedir. Su veya nem ile temasta nitrik<br />
asit ((HN03) oluşumu ile tahriş etkisi vardır. MAK: 5 ppm (9 mg/m3)<br />
Sistemik Etki Gösteren Zehirli Gaz ve Buharlar: Vücudun belirli<br />
sistemleri üzerinde toksik etki yapan gaz ve buharlardır. Akciğer zarları üzerine<br />
tesir eder veya doğrudan dolaşıma girerler. Böbrek ve karaciğerler üzerinde,<br />
bazıları da kemik iliği üzerinde etkirler. Karbontetra klorür ve nitroparafinler<br />
böbrek ve karaciğerlerde, benzen buharları kemik iliği üzerinde, kurşun buharları<br />
kan sistemi üzerinde etkilidir.<br />
Arsin (AsNH3) (Arsenikli hidrojen); İçinde arsenik bulunan metal<br />
cevherlerinin asitlerle veya arsenikli asitlerin metallarla temaslarından meydana<br />
gelir. Sanayide elektronik endüstrisinde yarı iletkenler imalinde kullanılır. Etkisi;<br />
Çok toksit bir gazdır. 0, 1-0, 5 grlık miktarın vücuda girmesinde (ya da 2000 ppm<br />
konsantrasyonda) süratle ölüm meydana gelir. Hemoglobine ilgisi çok fazladır.<br />
Kuvvetli bir kan zehiridir. 1-10 ppm'de 1 saat maruziyet tehlikelidir. 100-200<br />
ppm'de ağır toksik belirtiler meydana gelir.<br />
Karbonstilfür (CS2);Renksiz (soluk sanmtırak) kolaylıkla buharlaşan,<br />
patlayıcı sıvıdır. Genellikle çözücü olarak kullanılır. MAK:20 ppm. Etkisi;<br />
Vücuda özellikle akciğerlerden girer. Aşırı duyarlılık hali, kabuslar, mesleki<br />
hatalar, cinsel bozukluklar, reflekslerin kaybolması gibi belirtiler görülür. Kanda<br />
çinko ve bakır gibi elementleri tutması bu belirtilere sebep olur.<br />
Narkotik (Uyuşturucu) Buharlar; Genellikle sistematik etki<br />
göstermezler. Maruziyet halinde uyuşukluk ve uyku hali verirler. Dikkatin<br />
dağılmasına sebep olduğundan kaza riskini arttırır. Devamlı maruzuyet halinde<br />
narkotik maddenin cinsine göre bağımlılık yapabilir. Genellikle yağlı yüzeylerin<br />
temizlenmesinde kullanılan benzin, toluen, triklor etilen v.b. bu gruba girerler.<br />
4.9 Kimyasalların Zararlarını Belirleyen Etmenler<br />
Kimyasalların sağlığa verdikleri zararları ve bu zararın derecesini etkileyen başlıca<br />
faktörler, kimyasalların fiziksel ve kimyasal özellikleri, maruz kalma süresi ve<br />
maruz kalanın fizyolojik özellikleridir.<br />
125
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.9.1 Kimyasal Riskler<br />
Tehlikeli kimyasalların kimyasal, fiziksel özelikleri ile toksik ve zararlı özellikleri<br />
bakımından hem sağlık hem de güvenlik açısından birçok risk taşımaktadırlar.<br />
Sağlık Riskleri: Toksik kimyasallar solunum, sindirim ve deri yoluyla<br />
vücudun çeşitli organlarına ulaşır, orada birikerek meslek hastalıklarına sebep<br />
olabilen kimyasallardır. En yaygın etkilenme şekli, tozlarının, buharlarının,<br />
havadaki sis halinde dağılmış partiküllerin solunum yoluyla vücuda girmeleri ile<br />
görülür. Etkileri kimyasallara göre kanserojen ve mutajen etkilerine kadar<br />
değişebilen özellikler gösterebilirler.<br />
Aşındırıcı (Korozif) Maddeler Canlı doku ile temasında, dokunun<br />
tahribatına neden olabilecek maddelerdir. Vücutta temas ettiği organa zarar<br />
verirler, aynı zamanda metallere de etki edip aşındırırlar. Bunlar genel adlarıyla<br />
asitler, bazlar ve asit oksitlerdir.<br />
Asitle direk temas etmekten kaçınılmalıdır. Asit kullanımı gereken her<br />
yerde koruyucu elbise ve ekipman kullanılmalı. Asit döküntüleri bol suyla derhal<br />
yıkanmalıdır. Asitler su ile hızlı reaksiyona girdiğinden, patlama riskine karşı,<br />
asitlerin seyreltme işlemi su üzerine asidi yavaş, yavaş ilave ederek yapılmalı.<br />
Asidin vücuda sıçraması halinde, varsa Emniyet duşu, su hortumu, lavabo,<br />
göz çeşmesi veya içme suyu çeşmesini kullanarak derideki asid yıkanmalı,<br />
yaralanmayı azaltmanın yolu mümkün olduğu kadar çabuk ve tam olarak asidin<br />
yıkanmasıdır. Nitrik asit gibi bazı asitleri tamamen temizleyebilmek için uzun süre<br />
yıkama gerekir.<br />
Kuvvetli asitler ısıtıldıklarında, seyreltildiklerinde veya organik maddelerle<br />
temasa geldiğinde asit gazları oluşurlar; Bütün asit gazları akciğer ve nefes<br />
borusunda korozis etkilerinden dolayı sağlık için tehlike teşkil ederler.<br />
Tahriş ediciler: Mukoza veya cilt ile direkt olarak ani, uzun süreli veya<br />
tekrarlanan temasında lokal eritem (mukoza veya deride meydana gelen kızarıklık<br />
veya kırmızılıklar), eskar (yanıklar sonucu deride meydana gelen kuruma ve<br />
kabuklaşma) veya ödem oluşumuna neden olabilen, aşındırıcı olarak<br />
sınıflandırılmayan maddelerdir<br />
Güçlü tahriş edicilerin etkisi tek bir maruziyet sonunda görülebilir, bu<br />
maddeler, Güçlü tahriş ediciler için kuvvetli asit ve bazlar (hidroklorik asit,<br />
sülfirik asit, sodyum hidroksit (kostik soda) vb) örnek olarak verilebilir.<br />
Zayıf tahriş ediciler aylar hatta yıllar süren birden çok maruziyet gerektirir.<br />
Kronik tahriş ediciler geniş bir gruptur; yaygın mesleki örnekleri: zayıf asitler ve<br />
alkaliler, sabunlar, deterjanlar, organik çözücüler, su bazlı metal sıvılar<br />
(çözünebilir yağlar), seyreltici ve oksitleyici maddeler.<br />
Kimyasal yanıklara neden olanlar Dokuya kısa süreli temas ettiklerinde<br />
yanık meydana getiren kimyasallardır, genellikle tek bir temas yeterlidir. Kimyasal<br />
126
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
yanıklar, çoğunlukla organik ve inorganik asitler ve alkalilere kaza ile<br />
maruziyetten kaynaklanır.<br />
Karbon disülfit, petrol damıtma ürünleri (benzin, kerosen), kömür katran<br />
çözücüleri (ksilol, toluol, benzen), turpentin, klorlu hidrokarbonlar (metilen<br />
klorit, trikloretilen, freon), alkoller (metilalkol, etilalkol) vb kimyasal yanıklara<br />
neden olabilen kimyasallara örnektir.<br />
Duyarlılaştırıcılar Solunduğunda, deri yoluyla alındığında aşırı derecede<br />
hassasiyet meydana getirme özelliği olan ve daha fazla maruz kalınması<br />
durumunda karakteristik olumsuz etkilerin ortaya çıkmasına neden olabilen<br />
maddelerdir.<br />
Krom tuzları gibi bazı maddelerin hem tahriş edici hem de duyarlılaştırıcı<br />
olarak etkilerine rağmen bir deri duyarlılaştırıcısının aynı zamanda bir deri tahriş<br />
edicisi olması gerekmez. Kromatlar, epoksi reçineler ve reçinelerin sertleştiricileri,<br />
akrilik reçineler, formaldehid, sert keresteler ve bitkiler (krizantem gibi) yaygın<br />
mesleki örneklerdir.<br />
Renk değişimi ve lekelere neden olanlar Kronik maruziyet sonucu<br />
deride renk değişimi oluşturabilen maddelerdir Ağır metallerden (gümüş, cıva,<br />
arsenik gibi) kaynaklanan kronik zehirlenme deride renk değişimi oluşturabilir<br />
Kanserojenler Solunım, sindirim veya deri yolu ile alındığında kanser<br />
oluşumuna neden olan veya kanser oluşumunu hızlandırabilen maddelere<br />
kanserojen, (Kanser vücuttaki hücrelerin yeteri derecede farklılaşmaya<br />
uğramaksızın kontrolsüz ve hızlı bir şekilde bölünmesi ile ortaya çıkan bir<br />
hastalıktır. Kanser oluşturabilen kimyasal bileşiklere kanserojen denir).<br />
Kanserojen bir kimyasala maruz kaldıktan sonra, genellikle kanser (tümör)<br />
oluşumu için bir süre geçmesi gerekir. Örneğin; bu süre radyasyonun oluşturduğu<br />
lösemi için 4-6, asbestin oluşturduğu akciğer zarı kanseri için 30-40 yıldır.<br />
Kanserojen maddeler de üç grupta incelenmektedir: İnsanda kansorejen<br />
olduğu bilinen maddeler, İnsanda kansorejen olduğuna dair yeterli kanıt olan<br />
maddeler, Kanser yapma olasılığı bulunan ancak yeterli kanıt olmayanlar<br />
Mutojen Maddeler: Kalıtımsal genetik hasarlara yol açabilen veya bu<br />
etkinin oluşumunu hızlandırabilen maddelere mutajen, Bir kimyasal bileşiğin<br />
hücre çekirdeğindeki DNA üzerinde kalıcı yapı değişikliği oluşturması mutasyon<br />
olarak tanımlanır. Avrupa Birliği tarafından kanserojen maddeler gibi mutajen<br />
maddeler de (Grup 1 insanda mutajen olduğu bilinen, Grup 2 insanda mutajen<br />
olduğu kabul edilen, Grup 3 insanda mutajen olduğu hakkında olasılık bulunan<br />
ancak yeterli kanıt bulunmayan) üç grupta ele alınmaktadır.<br />
Üreme İçin Toksik Maddeler Erkek ve kadınların üreme fonksiyon ve<br />
kapasitelerini azaltan ve/veya doğacak çocuğu etkileyecek kalıtımsal olmayan<br />
olumsuz etkileri meydana getiren veya olumsuz etkilerin oluşumunu<br />
127
128<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
hızlandırabilen maddeler, üreme için toksik maddeler, olarak tanımlanmaktadır.<br />
Kimyasal bileşiğin doğurganlık yeteneği üzerindeki etkisini ifade eder.<br />
Solunduğunda, ağız yoluyla alındığında, deriye nüfuz ettiğinde erkek ve kadınların<br />
üreme fonksiyon ve kapasitelerini azaltan ve/veya doğacak çocuğu etkileyecek<br />
kalıtımsal olmayan olumsuz etkileri meydana getiren veya olumsuz etkilerin<br />
oluşumunu hızlandıran maddelerdir. Avrupa Birliği tarafından kanserojen<br />
maddeler ve mutajen maddeler gibi üreme için toksik maddeler de (Grup 1<br />
insanda üreme için toksik olduğu bilinen, Grup 2 insanda üreme için toksik<br />
olduğu kabul edilen, Grup 3 insanda üreme için toksik olduğu hakkında olasılık<br />
bulunan ancak yeterli kanıt bulunmayan) üç grupta ele alınmaktadır.<br />
Kimyasalların Güvenlik Kriterleri Kimyasalların neden oldukları yanma,<br />
parlama patlamanın kontrol altına alınması için kimyasalların özellikleri ve<br />
verebilecekleri zararlar bilinmeli ve risk değerlendirmesi yapılmalıdır.<br />
Kimyasalların Güvenlik Riskleri Zararlı kimyasallar sağlık açısından<br />
birçok risk taşıdığı gibi, güvenlik açısından da yanıcı, parlayıcı, patlayıcı ve<br />
oksitleyici riskleri taşır.<br />
Kriyojenik sıvılar: Kriyojenik sıvılar çok düşük sıcaklıkta sıvı olarak<br />
bulundurulan sıvılaştırılmış gazlardır. Kriyojenik sıvıların kaynama noktaları -<br />
150°C(- 238°F) in altındadır. Bütün kriyojenik sıvılar normal sıcaklık ve basınçta<br />
gaz halindedirler. Bu gazları sıvılaştırmak için önce oda sıcaklığının altına<br />
soğutmak sonra basınç uygulamak gerekir. Değişik özellikleri olmakla beraber iki<br />
özellikleri ortaktır. Çok soğukturlar, çok az sıvı çok büyük miktarda gaza<br />
dönüşür. Gazları ve buharlarıda çok soğuktur havada yoğunlaşarak sis<br />
oluştururlar. Çalışanlar bu maddelerin tehlikelerini ve güvenli çalışma koşullarını<br />
bilmelidirler.Kriyojenik sıvılara örnekler; Sıvı azot, Sıvı helyum, Katı<br />
karbondioksit (kuru buz), Sıvı oksijen, Sıvı argon.<br />
4.9.2 Kimyasalların Vücuda Giriş Yolları<br />
Sanayide yaygın olarak kullanılan kimyasal maddeler çok çeşitlidir. Kimyasal<br />
maddeler vücuda akciğerler yoluyla (solunum), deri yoluyla (absorsiyon), ağız<br />
yoluyla (sindirim) girerler. Toksik kimyasallar vücuda bir kez girdiğinde, hemen<br />
görünen (akut) etkileri yada maddeye maruz kalınmasından sonra yıllarca ortaya<br />
çıkmayabilen uzun dönemli (kronik) etkilerde dahil olmak üzere, değişik zararlı<br />
etkilere neden olabilir.<br />
Kimyasalların Toksik Etkisi :Kimyasal maddelerin; tahriş edici ve<br />
aşındırıcı, fibrojen, kanserojen, ve zehir etkisi vardır. Bir kimyasal maddenin ne<br />
tür toksik etki yaptığı, çeşitli faktörlere bağlıdır. Bu faktörler bazıları şunlardır.<br />
1. Tehlikeli maddenin kimyasal bileşimi, (kimyasal yapıları nedeniyle bazı<br />
maddeler diğerlerine göre daha zararlıdır),<br />
2. Kimyasal maddenin fiziksel biçimi (toz, buhar, sıvı vb)
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
3. Kimyasal maddenin vücuda giriş yolu (solunum, sindirim, absorsiyon)<br />
4. Maddeye maruz kalma sıklığı, yoğunluğu ve süresi,<br />
5. Kimyasal maddenin biriktiği ya da lokalize olduğu dokular ve organlar,<br />
6. Kimyasal maddeye tepki kişiden kişiye önemli ölçüde farklılık<br />
gösterebileceğinden, ilgili işçinin o kimyasal maddeye tepkisi.<br />
Kimyasallardan Etkilenen Organlar: Kimyasalların zehir etkisi<br />
gösterebilmesi vücuda alınan kimyasalın yeterli miktarının etki yerine (hedef<br />
organa) ulaşması ve belirli süre etki ettiği yerde bulunmasına bağlıdır.Kimyasallar<br />
vücuda girdikleri zaman lokal veya sistemik etkilere sebep olabilirler. Kimyasallar<br />
kan dolaşımına geçer ve böylece vücudun tüm kısımlarına dağılırlarsa sistemik<br />
etkilere neden olurlar. Ancak kimyasalların toksik etkileri, tüm organlarda aynı<br />
değildir. Genellikle 1-2 organı etkilerler. Kimyasalların toksik etkilerini<br />
gösterdikleri bu organlar hedef organ olarak tanımlanır. Deri, merkezi sinir<br />
sistemi, kan dolaşım sistemi, karaciğer, böbrek, akciğer, kas ve kemik iliği en fazla<br />
hedef alınan organlardır. Kimyasal maddelerden; nikel ve krom bileşikleri<br />
vücudun geniz, amonyak, azot oksitler, kükürt dioksit, asbest ve kömür tozları<br />
akciğer, klorlu hidrokarbonlar, etilen klorhidrin ve dioksan karaciğer, benzidin ve<br />
2-naftilamin mesane, deterjanlar, asitler ve yağlamada kullanılan yağlar deride,<br />
kurşun, civa ve bunların bileşikleri beyinde, toluen akciğer ve deride, civa<br />
bileşikleri ve klorlu hidrokarbonlar böbrekte, civa, kadminyum ve bunların<br />
bileşikleri sinirlerde, benzen kemik iliği üzerinde etkisi görünmektedir.<br />
Kimyasalların Etkileşimi: Aynı anda organizmaya giren iki kimyasal,<br />
birbirinin etkisini 3 şekilde değiştirebilir. Bağımsız etki, Sinerjik etki ve<br />
Antagonizma<br />
Bağımsız etki: Her iki madde birbirinden tamamen ayrı bağımsız etki<br />
yapabilir.<br />
Sinerjik etki: Aynı organda aynı yönde ve aynı şekilde etki ediyorlarsa<br />
“Sinerjik etki” ortaya çıkar. Sinerjik etki additif etki veya potansiyalizasyon<br />
şeklinde görülür.<br />
Additif etki: Organizmaya giren ve aynı yönde etki gösteren iki kimyasalın<br />
toplam etkisi bunların bir birlerinden ayrı iken gösterdikleri toksikolojik etkinin<br />
toplamına eşittir. (1+1=2). Örneğin; organafosforlu insektisitler, dialipos, naled<br />
ve paration gibi maddelere maruziyet sonucu görülen toplam etki her bir<br />
kimyasala tek tek maruz kalındığında görülen etkinin toplamıdır.<br />
Potansiyalizasyon: Bir kimyasal, diğerinin etkisini arttırır. Böylece birinci<br />
madde potansiyatör olarak etki eder ve toplam etkide her iki kimyasalın kendi<br />
etkilerinin toplamından fazladır (1+1=4). Asbeste maruziyetle birlikte sigara<br />
içenlerde görülen akciğer kanseri asbeste maruziyet sonrası sigara içmeyenlere<br />
göre 40 defa fazladır. Yine; trikloretilen ile birlikte strene maruziyet sonucu<br />
görülen etki herbirinin tek tek etkisinden fazladır.<br />
129
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bazı durumlarda bir madde tek başına zarara sebep olmaz, ama başka bir<br />
kimyasalın toksik etkisini artırabilir (0+1=3). Örneğin, yaygın kullanılan<br />
çözücülerden olan isopropanolun karaciğere etkisi yoktur. Ancak<br />
karbontetraklorür (CCI4) ile birlikte vücuda alındığında, karbontetraklorürün<br />
karaciğere yaptığı hasarı arttırır.<br />
Antagonizma: Bir kimyasalın etkisi başka bir kimyasal tarafından ortadan<br />
kaldırılabilir (1+1=0). Yani iki maddeden biri diğerine zıt etki edebilir. Bu<br />
etkiden, zehirlenmelerde kullanılmak için kimyasalın antidotunu (panzehirini)<br />
bulmakta yararlanılır.<br />
4.10 Deri Sanayiinde Kullanılan Kimyasalların İşçi<br />
ve Çevre Sağlığı Üzerine Etkileri [4.13]<br />
Kimyasal maddelerin yoğun olarak kullanıldığı is kollarının sayısı oldukça fazladır,<br />
Bu is kollarının en önemlilerinden bir tanesi deri sanayisidir. Deri sanayiinde<br />
kullanılan bazı kimyasal maddelerin meslek hastalıkları ile ilişkisi vardır. Özellikle<br />
krom tuzlan, formaldehit tabakhane isçilerinde bronşial astıma sebep olan özel<br />
bir madde içermektedir. Krom intoksikasyonu, karaciğer ve böbrek<br />
bozukluklarına rastlanmaktadır. Kullanılan solventlerin karacigere toksik etki<br />
yapma riski çok fazladır. Deri sanayiinde çevre kirliliği sorunu da oldukça<br />
önemlidir ve bir çok boyuta bağlıdır, Sanayiden kaynaklanan katı, sıvı, gaz atıklar<br />
ve bunların karıştığı suların kirlenmesi, ağır metallerle toprağın kirlenmesi ve hava<br />
kirliliği çevre kirliliğinin temelini oluşturmaktadır.<br />
4.10.1 Deri Sanayiinde Deri Tabaklama ve Kullanılan<br />
Kimyasal Maddeler<br />
Islatma: Amaç: Ham deriye konserve edilmesi sırasında kaybettiği suyu geri<br />
kazandırmak, deriyi yumuşatmak, tuzda ve suda çözünen bazı proteinleri deriden<br />
uzaklaştırmak, deriyi tuz, pislik ve mikroorganizmalardan temizlemek. Kullanılan<br />
kimyasal maddeler: Tuzlar, sodyum bisülfit, formik asit, keratin, sodyum sülfür<br />
zirnik.<br />
Kıl giderme -kireçlik Amaç: Ham derinin yapısında bulunan keratin kil ve<br />
yünü deriden uzaklaştırmak. Alkalik ortamda şişme ile derinin lif yapısını açmak,<br />
lifler arasındaki şekilsiz proteinleri deriden uzaklaştırmak. Kullanılan kimyasal<br />
maddeler: Sodyum sülfür, Amonyum tuzları, CaOH sönmüş kireç, zayıf asitler:<br />
borik asit, sodyum bisülfit, laktik asit<br />
Kireç giderme: Amaç: Kimyasal bağlanmış ve kapıllerdeki kireci<br />
uzaklaştırmak, deriye bir esneklik ve yumuşaklık kazandırmak, kollajen dışındaki<br />
proteinleri uzaklaştırmak, kıl, pigment atıklarını tümüyle uzaklaştırmak.<br />
130
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kullanılan kimyasal maddeler:Hidroklorik asit, sulfurik asit formik asit, laktik asit<br />
asetik asit, amonyum klorür, amonyum sulfat<br />
Sama: Amaç: Deri yapısındaki kıl köklerini uzaklaştırmak. Deri liflerine<br />
enzimler yardımıyla esneklik kazandırmak Kullanılan kimyasal maddeler: Sama<br />
enzimi (proteasjyag ve seker parcalayan enzim: lipas, glikosydas<br />
Piklaj (Salamura): Amaç: Deriyi konserve etmek, deriyi kromla<br />
tabaklamaya hazırlamak, Kullanılan kimyasal maddeler : Piklaj tuzu, formik asit,<br />
sülfürük asit, piklaj katkr maddeleri: Formaldehit, glutardialdehit, alüminyum<br />
tuzlan<br />
Krom Debogat (Sepi): Amaç.Bozulabilir haldeki ham deriyi bozulmaz<br />
hale getirmek Kullanılan kimyasal maddeler: Krom oksit, krom sintanlar, sodyum<br />
bikarbonat, sodyum formiyat<br />
Sıkma: Amaç: Mekanik bir işlemdir, Kalınlık ayarlamanm ön aşamasıdır.<br />
Tıraşlama Amaç: Kalınlık ayarlamak icin yapilan mekanik bir işlemdir,<br />
Yıkama: Amaç: Deriye bulaşmış atık madde ve baglanmamış krom<br />
tuzlarını deriden uzaklaştırmak.<br />
4.10.2 Deri Sanayii ve İşçi Sağlığı<br />
Deri Sanayiinde Kullanılan Bazı Kimyasal Maddelerin Meslek Hastalıkları<br />
ile İlişkisi<br />
Hipertansiyon: istatistikler, çalışanların %1O-15'inde hipertansiyon<br />
bulunduğunu gostermiştir. Bunların bircoğu rahatsızlıklarının farkında değildir.<br />
Dünya Sağlık Orgütünün hipertansiyon icin koyduğu norm diastolik 95 sistolik<br />
160 mmHg kan basıncıdır. Diastolik kan basıncının 110 mmHg ın üstünde<br />
oldugu durumlarda her tür bedensel çalışma sakıncalıdır. Genel risk etmenlerine<br />
ek olarak aşağıdaki kimyasal maddelerin arteryosiklorozu kolaylaştırdığı<br />
düşünülmektedir: Arsenik, kursun, kobalt, civa, benzen, karbon sulfur,<br />
nitroglikagol, solventler, tinerler<br />
Kronik non-spesifik respiratuvar sendrom: Eski deyimlerle bronsit,<br />
anfizem ve kronik obstrüktif akciğer hastalıkları ile kor pulmonale'nin içinde<br />
bulunduğu bu grup, erken maluliyet ve emekliliğin başlıca nedenlerindendir.<br />
İşyeri ortamındaki gaz, buhar ve tozların etkileri, çevre kirliliği, sigara alışkanlığı<br />
gibi calışma dışı: risklerle birleşirse rahatsızlık kolaylaşır. yerindeki zararlı<br />
maddelerin miktar, yoğunluk, etki süreleri ve su ve beden sıvılarındaki<br />
çozünürlukleri zararın derecesini saptar. Bunlann en önemlileri aşağıdadır:<br />
Amonyak, klor, asitler, dimetil sulfat, formaldehit, kadmiyum oksit, kasein,<br />
ozon, fosfor oksiklorür. İş çevresinde bronşial astıma sebep olan birzok etken<br />
olabilir.<br />
131
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Endüstrideki yeni maddelerin taktimi ile doktorlar arasında bunu fark<br />
edenlerin sayısı artmıştır. Krom tuzları, paraphenylene diamine ve formaldehyde<br />
tabakhane iscilerinde bronşial astıma sebep olan ozel bir madde içerir.<br />
Krom intoksikasyonu: Dericilikte (tabaklama) çok yaygın şekilde<br />
kullanılan kimyasal maddelerden bir tanesidir. Metalik krom-krom alaşımları<br />
zararlı değildir. Daha cok 3-6 değerli krom bileşikleri zararlıdır, özellikle<br />
kromoksit su ile karıştırıldığında krom asidi oluşur.<br />
Genel özellikleri: Ağız ve solunum yolu ile organizmaya girer Karaciğer<br />
ve böbrekte parankim bozukluğu yapar Kromik asit için oldurucu doz 2-3 gr,<br />
kromat ve bikromat icin 6-10 gr dir. Krom kanserojen bir madde olarak kabul<br />
edilmektedir. Akut zehirlenmelerde sindirim kanalı irritasyonu, siddetli -kusma ve<br />
ishal, karın ve boğaz ağrıları, bacaklarda kramplar, pupillalarda genişlerne, kollaps<br />
hali, böbrek ve karaciğer bozukluğu, anemi ve üremi ilc hasta ölür.<br />
Kronik zehirlenmeler: Yuvarlak zımba ile delinmiş gibi sert, kenarları<br />
keskin ülserler, egzematoz dermatit, deri odemi, çatlaklar, pyodenni olur. Kromat<br />
en iyi bilinen işe baglı: oluşan kontakt dennatitlerden birisidir Tabakhane isçileri<br />
arasında ve deri ayakkabı yapanlarda krom allerjisi oluşur Deri sürekli olarak<br />
yüksek konsatrasyonda krom solüsyonuna maruz bırakılırsa bu kontakt dermatite<br />
sebep olur Yine septum perforasyonu ve tilserleri, kanama, faranjit, bronsit,<br />
hepatit, mide ülserleri, gastrointestinal kanamalar, gözlerde konjektivit görülür<br />
Solventlerin intoksikasyonu: Solvent kelimesi çözücü anlamındadır.<br />
Genellikle organik sıvılar kullanılır. Endiüstriyel çözücüler sadece çözücü olarak<br />
kullanılmazlar, ayrıca endüstriyel kullanımlarda ilk madde yada ara madde olarak<br />
kullanılırlar. Örneğin benzen iyi bir çözücü olmasının yanmda boya maddelerinin<br />
üretiminde ilk adımdır. Çözücü olarak yada kimyasal madde olarak kullanılan<br />
intoksikasyon ozelliklerini değiştirir. Solvent olarak kullanılırken yerine daha az<br />
toksik olan bir madde seçilebilir oysa kimyasal üretimde bu maddeyi kullanmak<br />
mecburidir.<br />
Solventlerin zararlı etkileri: Merkezi sinir sisteminde hipnotik etki, kişilik<br />
bozukluğu etkisi, karaciğer ve böbrekte toksik etki, kemik iliğine toksik etki, üst<br />
solunum yollarına tahriş etkisi, deriye tahriş edici etki. Çözücüler organizmada<br />
geri dönülrnez zararlara sebep olurlar. Vücuda giren çözücü ya hava yolu ile<br />
dışarıya atılır veya enerji olarak kullanılır veya karaciğerde daha az toksik<br />
maddelere metabolize olarak böbreklerle dışarı atılır. Bu nedenle karaciğer ve<br />
böbreklerde ciddi bozukluklara sebep olabilir. Kontakt dermatitlere de sebep<br />
olurlar -.<br />
Kullanılan kimyasal maddeler ve kanser riski: insanlarda kanserlerin<br />
ne kadarlık bir bölümünün mesleki maruziyetlere bağlı oldugunu kesin olarak<br />
söylemek mümkün degildir.<br />
132
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Tabakhanelerdeki çalışmalar birkaç tane kimyasal maddeye maruz kalmayı<br />
gerektirir ki, bunların insanlarda ve deney hayvanlarında kanserojen oldugunun<br />
kanıtı vardır Bazı araştırmalar deri sanayiinde çalışanlarla akciğer, larenks, farenks,<br />
mesane ve böbrek kanseri arasında ilişki olduğunu ileri sürmektedir. Standard<br />
Endüstriyel Sınıflandırma (Standard Industrial Classification), deri ve deri<br />
ürünleri imalatında çalışanlar ile mesane, akciğer, larenks, farenks, böbrek, burun<br />
dudak kanserleriyle, lenfoma ve karaciğer sirozunu ilişkilendirilmiştir. Yıllardır<br />
degişik bölgelerde yapılan epidemiyolojik calısmalarda, mesane kanserinin yüksek<br />
risk grubunun deri sanayiinde çalışanlarla ilişkili olduğu sürekli olarak rapor<br />
edilmiştir.<br />
4.11 Meslek Hastalıkları [4.14]<br />
Her ne kadar AB nin REACH sistemi kimya işverenlerini ve kimyasal madde<br />
ticaretini düzenleme amacı taşısa da kimyasalların kayıt altına alınma zorunluluğu<br />
işçilere kendi yaşamlarını olumsuz etkileyecek kimyasalların farkına varma ve<br />
gerekirse müdahale etme imkanı sağlayacaktır.<br />
Ayrıca Meslek hastalıklarının işçinin yaptığı işten kaynaklandığını ispat<br />
edebilme açısından işyerlerinde işçinin ilk günden itibaren yaptığı iş ve kullandığı<br />
kimyasallar ve bileşenleri ile ilgili bir dosyasının hem patronlarda hem de sendika<br />
temsilciliğinde bulundurulması gereklidir.<br />
REACH e uyum zorunluluğu işçilerin toplu sözleşmelerinde sözkonusu<br />
dosyanın tutulması talebinin haklı bir gerekçesi olacaktır.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından<br />
Deutsche GezetzlicheUnfallversicherung işbirliği ile Meslek Hastalıkları Rehberi<br />
Hazırlanmıştır.Rehberde Meslek ve İşle İlgili Hastalıkların Tanımı yapılmakta ve<br />
Meslek Hastalıklarının tarihçesi verilmiştir.<br />
4.11.1 Meslek Hastalıklarının Tanımı<br />
Meslek hastalıkları, işyeri ortamında bulunan faktörlerin etkisi ile meydana gelen<br />
hastalıkların ortak adıdır. Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü<br />
gibi uluslararası kaynaklarda meslek hastalıkları; zararlı bir etkenle bundan<br />
etkilenen insan vücudu arasında, çalışılan işe özgü bir neden-sonuç, etki-tepki<br />
ilişkisinin ortaya konabildiği hastalıklar grubu olarak tanımlanmaktadır.<br />
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 14üncü<br />
maddesinde “Meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden<br />
dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici<br />
veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülük halleridir” şeklinde<br />
tanımlanmaktadır. Meslek hastalıkları etkenleri çalışanın ilk temasından 1 hafta ile<br />
30 yıl sonra ortaya çıkabilmektedir.<br />
133
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.11.2 İşle İlgili Hastalıkların Tanımı<br />
İşle ilgili hastalıklarda temel etken işyeri dışındadır. İşe girmeden önce var olan<br />
veya çalışırken ortaya çıkan herhangi bir sistemik hastalık yapılan iş nedeniyle<br />
daha ağır seyredebilmektedir. Çalışanın uygun işe yerleştirilmemesi ya da sistemik<br />
hastalığın ilerlemesine neden olan etkenlerin çalışma ortamında ortadan<br />
kaldırılmaması nedeniyle mevcut hastalığın şiddetlenmesi söz konusudur.<br />
Çalışanlar arasında meslek hastalıklarından daha sık görülen işle ilgili<br />
hastalıklar; kalp hastalıkları, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, kas iskelet<br />
sistemi hastalıkları gibi kronik ve dejeneratif hastalıklardır. Bu hastalıkların<br />
oluşumunda birçok faktör rol oynamaktadır. Bazı mesleklerde çalışıyor olmak<br />
bazı hastalıklar için riski artıran faktör olabilmektedir. Örneğin, lumbal disk<br />
hernisi olan bir kişinin elle taşıma işinde çalışıyor olması nedeniyle kişinin<br />
şikayetleri şiddetlenip akut ağrılı disk hernisine dönüşebilecektir. Her elle taşıma<br />
yapan kişide disk hernisi olmamasına karşın disk hernisi olan kişinin uygun<br />
olmayan bir şekilde elle taşıma işinde çalıştırılması tabloyu ağırlaştırabilmektedir.<br />
Uygun işe yerleştirilmeme nedeniyle Avrupa Birliğinde çalışan her üç çalışandan<br />
birinde sırt ağrısı problemi bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü işle ilgili<br />
hastalıkları şu şekilde tanımlamaktadır:<br />
Yalnızca bilinen ve kabul edilen meslek hastalıkları değil, fakat<br />
oluşmasında ve gelişmesinde çalışma ortamı ve çalışma şeklinin, diğer sebepler<br />
arasında önemli bir faktör olduğu hastalıklardır. Kısaca çalışma koşulları<br />
nedeniyle doğal seyri değişen hastalıklardır.<br />
4.11.3 Meslek Hastalıklarının Tarihçesi<br />
Çalışanın sağlığı ve çalışma koşulları arasındaki ilişki yüzyıllardır sürmektedir.<br />
Aristotle (M.Ö. 384-222) koşucuların hastalıklarından söz etmiş, gladyatörler için<br />
özel diyet tarif etmiştir. Hipoccrates (M.Ö.460-370) kurşun zehirlenmesinin<br />
başlıca belirtilerine, Juvenal (M.S. 60-140) ise ayakta durarak çalışanların<br />
varislerine işaret etmiştir. XV ve XVIncı yüzyıllarda yaşayan iki hekim; Agricola<br />
ve Paracelsus, meslek hastalıklarının boyutları ve şiddeti konusundaki<br />
çalışmalarıyla, madencilerin sosyal durumlarında olumlu değişiklikler<br />
sağlamışlardır. Georgius Agricola (1494-1555) “De Re Metallica” adlı 12 ciltlik<br />
kitabında madenci hastalıklarını ve korunma yollarını anlatmıştır. İsviçreli<br />
Paracelsus (1493-1541) “On Miners’ Sickness and Other Miners’ Diseases” adlı<br />
üç ciltlik kitabında madencilerde görülen akciğer hastalıkları ile madenlerin<br />
eritilmesi işlerinde çalışanların sorunlarına ve civaya bağlı olarak gelişen sağlık<br />
sorunlarına yer vermiştir.<br />
İtalyan klinikçisi Dr. Bernardini Ramazzini (1633-1714) ilk kapsamlı<br />
meslek hastalıkları kitabını “De Morbis Artificum Diatriba” yazan kişi olarak<br />
“işçi sağlığının babası” olarak günümüzde de anılmaktadır. Ramazzini iş kazası<br />
134
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
geçiren her hastasına iş koşulları konusunda kapsamlı sorular yöneltirken işyerini<br />
ayrıntılı olarak gezip incelemektedir. Kitapta 53 hastalık ayrıntıları ile<br />
tanımlanmaktadır. Kitapta ayrıca meslek hastalıklarından korunma yöntemleri,<br />
beslenme, hijyen ve ergonomi de yer almaktadır. Ramazzini’ye göre “Sağlığı<br />
yitirmek pahasına elde edilen kazanç, pis-kirli bir kazançtır.” Dr. Ramazzini, hasta<br />
muayenesi sırasında “Ne iş yapıyorsun?” sorusunun yerleşmesini sağlayan hekim<br />
olarak tarihe geçmiştir.<br />
Thomas Percival (1740-1804) İngiltere’de gençlerin çalışma koşulları ve<br />
süreleri hakkındaki raporu ile “Çocukların Bedeni ve Manevi Sağlıkları<br />
Hakkındaki 1802 Kanunu” adlı ilk fabrika yasasının çıkışına katkı sağlamıştır.<br />
Pervical Pott (1714-1788) 1775 yılında baca temizleyicileri arasında, topluma<br />
oranla daha büyük sıklıkla görülen skrotum kanserlerinin başlıca nedenlerinden<br />
birinin yapılan iş olduğunu ortaya koymuştur.<br />
Charles Turner Thackrah (1795-1833) İngiltere’de meslek hastalıkları ile<br />
ilgili ilk kitabı yazmıştır. John Thomas Arlidge (1822-1899) çanak çömlekçilerin<br />
hastalıkları ile ilgili çalışmaları sürdürmüş, çini ve toprak ürünleri üretimiyle<br />
uğraşan fabrikalara işyeri hekimi atanmasını sağlamıştır. Bugün çevre sağlığının<br />
kurucusu olarak anılan Edwin Chadwick (1800-1884) 1842 yılında “Çalışanların<br />
Çevre Sağlığı Koşulları” adlı bir rapor hazırlamıştır.<br />
Alice Hamilton (1869-1970) Amerika Birleşik Devletlerinde işçilerin<br />
sağlığının korunması ve işyerlerinde yüksek düzeyde sağlık gözetimi sağlanmasına<br />
öncülük etmiş bir hekimdir. F.F.Erisman (1842-1915) Rusya’da çevre sağlığı<br />
biliminin kurucularından biridir.<br />
Büyük teknolojik uyanışın görüldüğü 18.inci Yüzyılın ikinci yarısında<br />
fabrikalarda iş ve çevre koşulları çalışanların sağlığını koruyacak şekilde<br />
düzenlenmemiştir. Genel yaşam koşulları, toplumsal refah, beslenme ve hijyen<br />
alışkanlıklarının da etkisi ile bu yüzyılda tarihte hiç görülmemiş bir sıklıkta<br />
insanlar meslek hastalıkları nedeniyle acı çekmişlerdir. Civa, kurşun zehirlenmesi,<br />
solunum sistemi hastalıkları gibi bazı hastalıklar bu dönemde öne çıkmaktadır.<br />
Ülkemizde çalışma koşullarını düzenlemeyi hedefleyen ilk yazılı metin<br />
1865’de yayınlanan ve kömür madenlerindeki çalışma koşullarını düzenleyen<br />
Dilaver Paşa Nizamnamesidir. 1930 yılında yayınlanan Umumi Hıfzısıhha<br />
Kanunu önemli düzenlemelerden biri olup çalışma hayatına sağlık ve güvenlikle<br />
ilgili düzenlemeler getirmiştir.<br />
Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) 1945 yılında iş kazaları ve meslek hastalığı<br />
pirimi toplayarak bu alanda sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamıştır. Bu yıllarda,<br />
meslek hastalıkları ile ilgili var olan bilgi eksiği ve kurumun bu alandaki işlevlerini<br />
yerine getirirken diğer devlet hastanelerinden yararlanamaması nedeniyle SSK<br />
1949 yılında ilk hastanesini İstanbul Nişantaşı Meslek Hastalıkları Hastanesi<br />
olarak kurmuştur.<br />
135
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
SSK sigorta kapsamına hastalık, analık gibi sigorta alanlarını da alınca<br />
birçok hastane kurmuş ve söz konusu hastane de hizmet hastanesine çevrilmiştir.<br />
1970’li yıllarda meslek hastalığı alanında inceleme ve değerlendirme yapmak üzere<br />
SSK tarafından görevlendirilen ve birçok gelişmiş ülke örneğini inceleyen<br />
hekimler ülkemizde meslek hastalıkları sorununun büyüklüğünü ve “özelleşmiş<br />
hastaneler” kurulması gerekliliğini rapor etmişlerdir.<br />
Ülkemizde 1960 yılından itibaren "Benzen"in sebep olduğu kan hastalıkları<br />
ve özellikle lösemi sorunu üzerinde çalışmaya başlayan Prof. Dr. Muzaffer<br />
Aksoy, 1974'de "Leukemia in Shoeworkers Exposed Chronically to Benzene"<br />
isimli yazısı ile ABD'de benzenin yasal sınır değerinin 1 ppm'e düşürülmesini<br />
sağlamış ve bu önemli buluşu ile literatürüne geçmiştir. 1978 yılında Ankara ve<br />
İstanbul illerinde iki meslek hastalıkları hastanesi kurulmuştur. Hastanelere teşhis,<br />
ilgili sigorta alanlarında sigortacılık kararları (maluliyet belirleme, sigortalılık<br />
işlemlerine hak kazanma kararı) alabilmenin ve tedavinin yanı sıra “kurumu<br />
korumak amacıyla” koruyucu sağlık hizmetleri, gezici sağlık hizmetleri ve meslek<br />
hastalıkları alanında eğitim hizmetlerini yürütme görevleri verilmiştir. Meslek<br />
Hastalıkları Hastaneleri, ülkemizde birtakım ilklere imza atmıştır. İş psikolojisi<br />
laboratuvarı, iş hijyeni laboratuvarı, toksikoloji laboratuvarı, gelişkin solunum<br />
fonksiyon laboratuvarı, gezici laboratuvarı olan ilk hastanelerdir. Zengin<br />
laboratuvarlarla donatılan bu hastanelerde çok sayıda, sahaya yönelik, bilimsel<br />
çalışma ve araştırma gerçekleştirilmiştir. Meslek hastaneleri diğer SSK<br />
hastaneleriyle birlikte 19.02.2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına devredilmiştir.<br />
Halen ülkemizde bulunan üç meslek hastalıkları hastanesi’nin (Ankara,<br />
İstanbul ve Zonguldak) yanı sıra 2008 yılından bu yana devlet üniversiteleri<br />
hastaneleri ile 2011 yılından itibaren Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma<br />
Hastaneleri, sigortalının çalışma gücü ve meslekte kazanma gücü kaybı<br />
oranlarının tespitinde esas alınacak sağlık kurulu raporlarını düzenlemek üzere<br />
yetkilendirilmişlerdir. Meslek hastalıkları tıbbi tanılarını koymaya yetkili hastane<br />
sayıları artırılarak ülke çapında meslek hastalıkları tanısında beklenen artışa katkı<br />
sağlanması amaçlanmıştır.<br />
4.12 Fabrikada Kullanılan Kimyasal Maddelerin<br />
Etkileri [4.15]<br />
Gebze’den bir metal işçisi<br />
Merhaba dostlar, ben bir metal fabrikasında çalışıyorum. Fabrikada farklı<br />
bölümlerde çalışan 100’e yakın işçi var. Ben size çalıştığımız fabrikadaki bazı<br />
bölümlerde kullanılan kimyasal maddelerin bizlere nasıl zarar verdiğini anlatmak<br />
istiyorum.<br />
136
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Benim de çalıştığım kalıphane bölümünde, metal ve çeliklerin CNC<br />
makineleri ile işlenmesinde kullanılan kızak ve bor yağları son derece kalitesiz. Bu<br />
nedenle bu yağların bize çeşitli zararları dokunuyor. Kalıphane bölümüne<br />
adımımızı atar atmaz çok ağır bir koku ile baş başa kalıyoruz. Bu kokuyu bir süre<br />
içimize çektikten sonra alışıyoruz ama etkisini de zaman içinde görüyoruz. Bu<br />
kimyasal koku kısa bir zaman sonra baş ağrısına neden oluyor, bedenimizi<br />
uyuşturmaya başlıyor.<br />
Nerede ve ne şekilde yapıldığı, içine ne gibi kimyasal maddelerin<br />
konulduğu, hangi kaplarda ve koşullarda depolandığı belli olmayan bu yağların<br />
vücudumuza temas etmesiyle vücudumuzda kaşıntı ve kızarıklık oluşuyor.<br />
Cildimiz kabarıyor, kızarıyor, durmadan kaşınıyor ve bu durum bizi çok kötü<br />
etkiliyor. Üstelik elimize bulaşan bu maddeleri temizleyecek doğru düzgün bir<br />
ortam da yok. Fabrikada kullanılan bir lavabo var ama suları doğru düzgün<br />
akmıyor. Çeşmeden akan su, tesisat yapılmadığından tekrar içeriye akıyor. Bu<br />
lavobo denen ama aslında başka her şey olan yere yönetim bir kâğıt asmış. Bu<br />
kâğıtta ellerin nasıl yıkanması gerektiği anlatılıyor bize. Bizimle dalga geçer gibi<br />
çok güzel anlatmışlar ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini. Ama gel gör ki bunu<br />
uygulamak mümkün değil. Çünkü ellerin yıkanması için düzgün bir sabun<br />
kullanılması gerekir. Fakat patron kendi kârından başka bir şey düşünmediği için<br />
iyi bir sabun yerine, en adisinden alıyor. Ellerimizdeki kir ve pasın çıkması<br />
mümkün değil. Üstelik yıkayamadığımız ıslanmış ellerin kurutulması için ne bir<br />
peçete ne de buna benzer bir şey var. Ellerimiz vıcık vıcık oluyor. İşçilerin<br />
sağlığının korunması için bunları görmesi gereken bir iş güvenliği uzmanı var ama<br />
ne fayda? O da işverenin yalakası, bizim çıkarımızı koruyacağına, kendi<br />
menfaatini koruyor.<br />
Buna benzer daha birçok şey anlatabilirim, ama biliyorum ki bu yaşananlar<br />
sadece benim çalıştığım fabrikayla sınırlı değil. Hemen her işyerinde aynı sıkıntılar<br />
var. Biz fabrikada böyle bir ortamda çalışırken patron kâr etmeyi sürdürüyor.<br />
Üstelik patron ne kadar çok kazanırsa, biz işçiler de o kadar kaybediyoruz.<br />
Patronlar bizleri düşünmediği ve düşünmeyeceği için biz işçiler kendimizi<br />
düşünmeye başlamalıyız. Çünkü bunu yapmadıkça, birleşip harekete geçmedikçe<br />
bu sorunlarla yaşamaya devam edeceğiz. 11 Haziran 2013<br />
137
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kaynaklar<br />
4.1 http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/bildiri_57.pdf Türkiye'de<br />
Kimya Sanayinde Sağlık, Çevre Ve İş Güvenliği “Üçlü Sorumluluk” Uygulamaları:<br />
Füsun Uysal, Gökhan Ofluoğlu, Yasemin Köse<br />
4.2 Endüstride Sağlık, Çevre ve Güvenlik Yönetiminin Geliştirilmesi, Sabır Handan,<br />
İş Sağlığı ve Güvenliği Dergisi, Ankara, Mayıs 2001, s.18<br />
4.3 http://www.istesaglikdergisi.com.tr/index.php/ekim-2010/86-kimyasanayinde-isci-ve-cevre-sorumlulugu<br />
4.4 http://www.isveguvenlik.com/index.php/sektrlere-gre--gvenliiothermenu-80/gemi-sanayisi-tershaneler-othermenu-84/96-gemisanayisinde-i-sal-ve-gvenliği<br />
Gemi Mühendisliği Ve Sanayimiz Sempozyumu,<br />
24-25 Aralık 2004, Gemi Sanayisinde İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği, Nazım Tur Ve<br />
H. Necip Nalbantoğlu<br />
4.5 http://www.baskentsaglik.com/kimyasal-risk-etmenleri-56.html<br />
4.6 http://www.mkek.gov.tr/Icerikler/File/mkeiscisaglik.pdf<br />
4.7 http://www.isguvenligi.net/wp-content/uploads/mevzuat/ISIG-<br />
KANUN-2012-3.pdf<br />
4.8 http://reach.immib.org.tr/web/dokumanlar/CLP-Kitap.pdf<br />
4.9 http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/05/20130529-10.htm<br />
4.10 http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigaze<br />
te.gov.tr/eskiler/2013/10/20131008.htm&main=http://www.resmigazete.g<br />
ov.tr/eskiler/2013/10/20131008.htm<br />
4.11 www.ekonomi.gov.tr/. REACH Mevzuatı Ve Ülkemizin Durumu<br />
Hakkında Bilgi Notu, TC Ekonomi Bakanlığı Bilgi Notu<br />
4.12 Ümit TARHAN, Kimyasallar, Yeni Yaklaşım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik<br />
Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü<br />
138
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
4.13 http://www.kocatepetipdergisi.aku.edu.tr/PDF/OCAK%202002/3)%20D<br />
ERI%20SANAYIINDE%20KULLANILAN%20KIMYASALLARIN%20IS<br />
CI%20VE%20CEVRE%20SAGLIGI%20UZERINE%20ETKILERI.pdf<br />
Deri Sanayiinde Kullanılan Kimyasalların İsci ve Çevre Saglıgı Üzerine Etkileri<br />
Nihal Cengiz Kocatepc Tip Dergisi (2002), 3. 09-21 The Medical Journal of<br />
Kocatepe 2002, Afyon Kocatepe Universitesi<br />
4.14 http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/i<br />
sggm/dosyalar/Meslek-Hastaliklari-Kitab%C4%B1<br />
4.15 http://uidder.org/fabrikada_kullanilan_kimyasal_maddelerin_etkileri.ht<br />
m<br />
4.16 http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&view=article&<br />
id=59:parlayici-patlayici-tehlelve-zararli-maddelerle-lilan-yerlerde-ve-lerdealinacak-tedbler-hakkinda-t&catid=4:t&Itemid=31<br />
Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli<br />
Ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde Ve İşlerde Alınacak Tedbirler<br />
Hakkında Tüzük<br />
4.17 http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&view=article&<br />
id=282:kyasal-maddelerle-lialarda-saik-ve-genl-lemlerhakkindayetmel&catid=2:ymelik&Itemid=33Kimyasal<br />
Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve<br />
Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik<br />
4.18 http://www.isgum.gov.tr/rsm/file/isgdoc/IG2-TKM-onlemler.pdf Dr. Fatma<br />
Işık Coşkunses, Tehlikeli Kimyasal Maddelerin Oluşturduğu Riskler İçin<br />
Genel Ve Özel Önleme Yöntemleri<br />
4.19 http://iyh.istabip.org.tr/sirer/kmoh/2.pdf İşyerinde kimyasallar İLO Uluslar<br />
arası Çalışma Bürosu Ankara<br />
139
140<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Bölüm 5<br />
5. Fabrikalardaki Atıkların Suları, Yeraltı Sularını<br />
Kirletmesi<br />
5.1 Su [ 5.1]<br />
Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahiptir. En küçük canlı organizmadan<br />
en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini<br />
ayakta tutan sudur. Dünyamızın %70'ini kaplayan su, bedenimizin de önemli bir<br />
kısmını oluşturmaktadır. Ancak yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık %0.3'ü<br />
kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir.<br />
Dünya nüfusunun %40'ını barındıran 80 ülke şimdiden su sıkıntısı<br />
çekmektedir. 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıkmıştır. Nüfusun<br />
hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her<br />
geçen gün artmaktadır. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar m 3 tür. Bu<br />
miktar dünya yüzeyini 3 km. kalınlığında bir tabaka halinde sarabilecek<br />
büyüklüktedir. Bu suyun %98'i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunmakta, fakat<br />
tuzlu olduğu için, içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma<br />
uygun değildir. Dünyadaki suların ancak %2.5'i tatlı sudur. Bunun da %87'si<br />
buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunur ve kullanılamaz<br />
durumdadır.<br />
İnsanoğlu, su ihtiyacını yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından temin<br />
etmektedir. Tatlı suların en önemli kaynağı yağışlardır. Küresel yıllık yağış 500<br />
bin m 3 olup, her yıl yeryüzüne inen yağış aynı miktardadır. Ülkemizde ise tatlı su<br />
kaynakları oldukça sınırlıdır ve ihtiyaca ancak cevap vermektedir. Türkiye'nin<br />
kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar m 3 olup, bunun %16'sı içme ve<br />
kullanmada, %72'si tarımsal sulamada, %12'si de sanayide tüketilmektedir.<br />
Türkiye'nin mevcut su potansiyelinin kullanım oranları: Kişi başına<br />
düşen su kullanımı, suyun emre amadeliğine ve israf oranına bağlı olarak ülkelere<br />
göre farklılıklar gösterir. (ABD'de 1692 m3, Avrupa'da 726 m3, Afrika'da<br />
244m3"tür.) Dünyanın yıllık yağış ortalaması 1000 mm olup, Türkiye'nin yıllık<br />
yağış ortalaması ise 643 mm. dir. Türkiye su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer<br />
almamakla birlikte, hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yıllık yağış ortalamasının dünya<br />
ortalamasından düşük olması; mevcut kaynakların daha dikkatli kullanılmasını ve<br />
kirlenmeye karşı gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını gerektirmektedir.<br />
141
142<br />
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
5.2. Su Kirliliği [5.1]<br />
Yer altı Suları ve Kirliliği: Yağmur suyu yeryüzüne indiği andan itibaren kirlilik<br />
oranında ani bir artış olur. Hayvansal ve bitkisel artıklar, doğal ve suni gübreler,<br />
pestisitler ve mikroorganizmalar su ile yeraltına doğru taşınır. Suyun yüzey<br />
kısımlarındaki toprak tabakasından süzülmesi sonucunda, zemin cinsi<br />
özelliklerine de bağlı olarak kalitesinde önemli miktarlarda artış olur. Askıdaki<br />
maddelerin tamamına yakını topraktaki süzülme yoluyla uzaklaşır. Bunun<br />
sonucunda mikroorganizmalar büyük ölçüde azalırken, suyun karbondioksit<br />
miktarı artar, oksijen miktarı ise azalır.<br />
Yeraltı suyu kirlenmesinin en büyük sebebi, evsel ve endüstriyel atıkların<br />
arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesidir. Katı, sıvı ve gaz atıklar alıcı ortama<br />
verildikten sonra; iklim durumuna, toprağın yapısına, yeryüzü şekline, atığın<br />
cinsine ve zamana bağlı olarak yeraltı sularına karışır. Ayrıca zirai mücadele<br />
ilaçlarının aşırı ve bilinçsiz kullanımı önemli bir kirlilik sebebidir. Kanalizasyon<br />
sisteminin bulunmadığı yerlerde, tuvalet çukurlarından ve gübrelerden sızan kirli<br />
sular yeraltı suyuna karışarak, özellikle yaz aylarında ölümlere yol açan bulaşıcı<br />
hastalıklara sebep olmaktadır.<br />
Yerüstü Suları ve Kirliliği: Akarsu, göl ve denizler yerüstü sularını<br />
oluştururlar. Dünya nüfusunun hızla artmasına rağmen su kaynaklarının sabit<br />
olması, bu kaynakların kirletilmemesini ve çok iyi kullanılmasını gerektirmektedir.<br />
Bilinçli su kullanımıyla, yaşam kalitemizi bozmadan alacağımız basit tedbirlerle su<br />
kaynaklarımızın kirlenmesini ve tükenmesini önleyebiliriz. Bununla birlikte; üç<br />
tarafı denizlerle çevrili olan ve çok sayıda yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının<br />
bulunduğu ülkemizde sular, evsel ve endüstriyel atıklarla kirlenmektedir. Bu<br />
atıkların arıtılmadan su yataklarına verilmesi, katı atıkların düzensiz olarak alıcı<br />
ortama bırakılması, ayrıca bilinçsizce yapılan zirai ilaçlama ve gübrelemeden<br />
dolayı yerüstü suları kirlenmektedir.<br />
Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha<br />
fazladır. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı olarak<br />
gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu ve doğa<br />
tahribine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca son yıllarda sanayi ve teknolojinin hızla<br />
gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı artmış, bu durum hızlı ve düzensiz<br />
yapılaşmaya yol açmıştır.<br />
Zirai mücadele için yapılan ilaçlamalarda, havadaki ilaç zerrelerinin<br />
rüzgarla sulara taşınması veya tarım ilaçları üretimi yapan fabrikaların atıklarının<br />
su kaynaklarına arıtılmadan verilmesi sebebiyle sular kirlenmektedir. Diğer<br />
yandan kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zamanla toprağı<br />
çoraklaştırmakta, bunun sonucunda hem toprağın verimi düşmekte, hem de<br />
yeraltı sularına sızması ve yüzey su akışlarıyla birlikte yerüstü sularına karışması<br />
neticesinde su kirliliğine sebep olmaktadır.
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Akarsu Kirliliği: Akarsular; küçük dereler, yağmur, kar ve kaynak sularıyla<br />
beslenirler. Kanalizasyon suları, fabrika atıkları ile havayı kirleten etkenlerin<br />
yağmur ve yüzey akışlarıyla taşınması, tarımsal faaliyetler sonucu oluşan pestisit<br />
ve gübre gibi kimyasal atıklar, akarsuları kirleten başlıca etkenlerdir. Akarsular ve<br />
okyanuslar belli bir seviyeye kadar olan kirliliği arıtma özelliğine sahiptir. Bu sınır<br />
aşıldığında suda aşırı kirlilik ve bozulma başlar. Akarsuların bazı etkenlerle<br />
kirlenmesi sonucu akarsularda mevcut olan ekolojik denge bozulmakta, bitkiler<br />
ve hayvanlar olumsuz yönde etkilenmektedir.<br />
Göl Kirliliği: Göl kirlenmesinin ana unsurları akarsular ve atmosferik<br />
olaylardır. Akarsularla taşınan çözünmüş ve askıdaki maddelerin önemli miktarı<br />
erozyon ve kimyasal çözünme sonucu oluşur. Ayrıca asit yağmurları da kirliliği<br />
artırmaktadır. Göle karışan kirleticilerin büyük bir kısmı akarsular, endüstriyel<br />
atıklar ve drenaj yoluyla taşınmasına karşılık, atmosferle kirliliğin taşınması da son<br />
derece önemlidir. Havadaki kirleticilerin yağışlar ve rüzgar gibi atmosferik<br />
etkenlerle uzun mesafelere taşınması ve yerüstü sularına karışması sonucu su<br />
kirliliği meydana gelmektedir.<br />
Deniz Kirliliği: Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olduğundan deniz<br />
kirliliği hayati önem taşımaktadır. Denizlerin taşımacılık ve turizm amacıyla<br />
kullanılması, evsel, endüstriyel atıkların arıtılmadan veya kısmen arıtılarak denize<br />
verilmesi, deniz kazaları sonucu meydana gelen petrol akıntıları, akarsulardan<br />
denizlere ulaşan tarımsal atıklar, kirlenmeyi meydana getiren başlıca etkenlerdir.<br />
Deniz kirliliğine sebep olan atıklar belirli bir zamanda, bir bölgedeki kirlenme<br />
yoğunluğuna bağlı olarak insan sağlığına ve çevreye olumsuz yönde etki<br />
etmektedir.<br />
Deniz kirliliğine sebep olan diğer faktörleri şöyle sıralayabiliriz:<br />
Deniz kıyılarında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden çıkan ve<br />
arıtılmadan denize boşaltılan atıklar.<br />
Tarımsal alanlarda erozyon sonucu akarsularla denize karışan toprak ve<br />
diğer kirleticiler. (Tarım alanlarından her yıl önemli miktarlarda toprak, erozyon<br />
yoluyla denizlere taşınmaktadır. Denizlere sadece toprak değil, tarımsal faaliyetler<br />
sonucu akarsulara karışan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar da taşınmaktadır.)<br />
Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan<br />
sızıntılar.<br />
Gemiler ve diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik (petrol, yağ atıkları,<br />
zehirli sıvılar, pis sular, çöpler vb.)<br />
Deniz kazaları neticesinde önemli miktarlarda petrol döküntüsü suda<br />
birikmekte ve canlı ortamını tehdit etmektedir. Özellikle büyük petrol<br />
tankerlerinin kazaları sonucunda binlerce ton ham petrol denize dökülmektedir.<br />
Ham petrol taşımacılığı, petro-kimya sanayii ve organik kimya sanayiindeki<br />
143
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
gelişmeler kara, hava ve denizlerdeki kirlilik miktarını artırmıştır. Plastik<br />
maddelerin karadan ve gemilerden denize bırakılması, plajlara ve denizin doğal<br />
yaşamına ciddi zararlar vermektedir.<br />
Yeraltı suyu kirliliği[ 5.2] : Yüzey suları ve yeraltı suları arasındaki bağlantı<br />
karmaşıktır. Bu nedenle yeraltı sularındaki kirlilik tek bir başlık altında<br />
incelenmekte olup, yüzey suyu kirliliği kadar kolayca sınıflandırmalara<br />
konulamamaktadır. Bu sınıflandırmanın zor oluşunun nedenleri arasında, yeraltı<br />
suyuna etki edebilecek noktasal veya noktasal olmayan kirliliklerin belirsiz oluşu<br />
ve incelenmesinin zor oluşudur. Ayrıca bir yeraltı suyunun üzerinde yer alan<br />
topraktaki bazı kirlilikler her zaman yüzeydeki bir su havzasını kirletmek zorunda<br />
değildir. Bu tür kirlilikler çoğunlukla yeraltı sularına erişerek burada belli bazı<br />
kirliliklere neden olmaktadır. Bu nedenle yeraltı suyu kirliliğinde, üzerindeki<br />
toprak katmanının özellikleri, hidroloji ve kirleticilerin özellikleri incelenmelidir.<br />
Su kirliliğine neden olan kirleticiler arasında farklı çeşitler barındıran<br />
kimyasal maddeler, patojenler, ısı değişimi gibi fiziksel veya duyusal değişiklikler<br />
yer almaktadır. Yine kimi zamanlarda doğada ve suda doğal olarak var olan<br />
kalsiyum, sodyum, demir, manganez gibi minerallerin derişiminin aşırı artışı da<br />
kirlilik nedeni olarak görülmektedir.<br />
Oksijen tüketen maddeler arasında bitkiler gibi doğal unsurlar veya<br />
kimyasal maddeler gibi insan eli değmiş unsurlar yer alabilir. Diğer doğal veya<br />
yapay oksijen tüketici maddeler sudaki bulanıklığa neden olur. Bu da ışığı<br />
yansıtmayacağından çevredeki bitkilerin büyüme hızını yavaşlatır. Ayrıca bazı<br />
balık türlerinin solungaçlarının tıkanmasına neden olur.<br />
Birçok kimyasal madde toksiktir. Patojenler de insan ve hayvanlar<br />
üzerinde suyoluyla taşınan hastalıklara neden olur. Suyun fiziksel kimyasında<br />
oluşan değişikliklerin nedenleri arasında asitlik (pH değişiklikleri), elektrik<br />
iletkenliği, sıcaklık ve alg birikimi yer almaktadır.<br />
Patojenler: Koliform bakterisi, su kirliliğini ölçmek adına sık kullanılan bir<br />
bakteri belirleyicisidir. Bu bakteri türü doğrudan hastalığa yol açmasa da; bazı<br />
mikroorganizma türleri, insan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler bırakabilmektedir.<br />
Bunlar arasında Cryptosporidium parvum, Giardia lamblia, Salmonella,<br />
Novovirus gibi virüsler, Parazit solucanlar, gibi canlılar yer almaktadır;<br />
Yüksek orandaki patojenler, yetersiz arıtılmış lağım sularının döküldüğü<br />
tatlı su havzalarında bulunmaktadır. Bu durum özellikle az gelişmiş ülkelerde<br />
görülen ve sadece tek işlemle arıtmanın uygulandığı su havzalarında olağandır.<br />
Yine, gelişmiş ülkelerde yer alan eski kentler, altyapı yetersizlikleri nedeniyle<br />
sürekli olarak kanalizasyon taşkınlarına neden olabilmektedir. Ayrıca bazı<br />
kentlerde yer alan birleştirilmiş kanalizasyon sistemleri de olası bir yağmur<br />
fırtınası sonucunda arıtılmamış suları doğaya boşaltabilmektedir.<br />
144
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kimi zamanlarda yoksul büyükbaş hayvan işletmeleri de patojen<br />
organizmaların artışına neden olabilmektedir.<br />
Kimyasallar: Kimyasal kirleticiler arasında organik veya inorganik<br />
bileşikler bulunmaktadır.<br />
Organik su kirleticileri: Deterjanlar, Kimyasal olarak arıtılmış içme<br />
suları, Gıda işleme atıkları, Böcek ilaçları ve bitki ilaçları, Petrol hidrokarbonları,<br />
benzin, dizel yakıt, jet yakıtı, fuel oil ve motor yağı, Orman atölyelerinden saçılan<br />
ağaç ve çalı enkazları, • Yanlış depolama sonucu ortaya çıkan sanayi solventleri<br />
gibi uçucu gazlar (VOC) ve Hijyen ve kozmetik atıkları<br />
İnorganik su kirleticileri: Kükürt dioksit gibi asidik fabrika atıkları, Gıda<br />
işleme atıkları arasında yer alan amonyak, Kimyasal fabrika atıkları, Gübrelerdeki<br />
azotlu ve fosforlu bileşikler, Ağır metaller, Çeşitli insan kaynaklı alüvyonlar,<br />
İri ölçekli kirleticiler ise gözle görülebilir maddelerin suya karışmasıyla<br />
oluşan fiziksel bir kirlilik türüdür. Özellikle su taşkınları veya fırtınalar sonucunda<br />
büyük maddeler su havzalarına geçebilir. Bu kirleticiler: Kâğıt, plastik veya besin<br />
artıkları gibi çöpler, Gemilerle taşınan çeşitli plastikler, Gemi batıkları<br />
5.3 Yeraltı Suları ile İlgili Kirletme Yasakları ve<br />
Düzenlemeler (5.3)<br />
5.3.1 Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği<br />
Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 31/12/2004 tarihinde Resmi Gazete ‘de<br />
25687 sayı ile yayınlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin amacı, Ülkenin<br />
yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde<br />
kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir<br />
kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan<br />
hukuki ve teknik esasları belirlemektir.<br />
Yeraltı suyu hangi sınıftan olursa olsun, kalitesinde meydana gelen<br />
değişiklik ve bozulmalarda, kirletici kaynak belirlenir ve kirleticilere 2872 sayılı<br />
Kanunun 20, 21 ve 23 üncü maddeleri uyarınca cezai işlem yapılır.<br />
5.3.2 Yeraltı Suyu Kirliliği Açısından Atık Su Kullanımı [5.4]<br />
Suyun bugün ve gelecekte bulunabilirliği herkesin ilgilenmesi gereken bir<br />
konudur. Su kaynaklarının gelecek için yönetimi, suyun daha verimli kullanımı ve<br />
su kalitesinin korunması yönündeki bugünkü çabalara duyulan ihtiyacı<br />
artırmaktadır. Çevredeki kirleticiler güvenli içme suyu sağlamak ve sağlığı<br />
korumak için gerekli olan kaynakların kullanılamaz duruma gelmesine ol<br />
açmaktadır. Ülkemiz büyüme süreci içerisinde olup, hızlı nüfus artışının,<br />
145
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
endüstriyel, kentsel ve tarımsal faaliyetlerin yol açtığı çevre sorunları ve tahribatı<br />
sınırlı su kaynaklarının kirlenmesine ve erişilebilir suyun stratejik ve ekonomik bir<br />
meta haline gelmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, mevcut su kaynaklarının<br />
korunması ve atık suların geri kullanımı çok önem arz etmektedir.<br />
Ülkemizde yıllık ortalama yağış yaklaşık 643 mm olup, yılda ortalama 501<br />
milyar m3 suya tekabül etmektedir. Bu suyun 274 milyar m3’ü toprak ve su<br />
yüzeyleri ile bitkilerden olan buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69<br />
milyar m3’ lük kısmı yeraltı suyunu beslemekte, 158 milyar m3 lük kısmı ise akışa<br />
geçerek çeşitli büyüklükteki akarsular vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki<br />
göllere boşalmaktadır.<br />
Yeraltı suyunu besleyen 69 milyar m3 lük suyun 28 milyar m3 ü pınarlar<br />
vasıtasıyla yerüstü suyuna tekrar katılmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen 41 milyar<br />
m3’ ve ülke dışından gelen 7 milyar m3de dikkate alındığında, ülkemizin toplam<br />
yenilenebilir su potansiyeli brüt 234 milyar m3 olarak hesaplanmıştır. Ancak,<br />
günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli amaçlara yönelik<br />
olarak tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli yılda ortalama toplam 98 milyar<br />
m3’tür. 14 milyar m3olarak belirlenen yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte<br />
ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112<br />
milyar m3 olmaktadır.<br />
Yeryüzüne düşen suların belirli miktarı zemin içerisine süzülerek yeraltı su<br />
kaynağını meydana getirir. Pratik olarak bütün yer altı suları yüzey suyu orijinlidir.<br />
Yeraltı suları tabi olarak yağmurlar, nehirler, göller ve rezervuarlardan beslenir.<br />
Suni olarak ise sulamadaki fazlalıktan dolayı zemine sızan sular ve kanallardan<br />
sızan sular ile beslenir. Yeraltı suları su kalitesi yüksek olduğu için öncelikle içme<br />
suyu kaynağı olarak, sulamada, besicilikte, sanayide, madencilikte, termoelektrik<br />
güç üretimi gibi amaçlar için kullanılmakta, pek çok ülkede ise sadece içme suyu<br />
ve sulama suyu kaynağı olarak kullanılmaktadır.<br />
5.3.3 Yeraltı Suyu Kirliliğine Neden Olan Faktörler<br />
Evsel ve sanayi atıkların belli bir alanda depolanması, atık suların foseptik<br />
çukurlarında biriktirilmesi ve tarımda verimin arttırılması amacı ile gübre ve<br />
ilaçların yoğun bir şekilde kullanılması o bölgede bulunan yeraltı sularını kimyasal<br />
olarak kirlettiği bilinmektedir.<br />
ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından yeraltı sularının<br />
kirlenmesine neden olan 10 kirletici kaynak; derin kuyular, pestisitler, ticari<br />
gübreler, fosseptik çukurlar, içme suyu kuyuları, atıksu lagünleri, arıtma tesisleri,<br />
sulama amaçlı pompaj kuyuları, yeraltı suyunu besleyen yüzeysel sulara atıksu<br />
deşarj eden fabrikalar ve katı atık depo alanları olarak listelenmektedir. Türkiye’de<br />
yeraltı suyu kirlenme nedenleri doğal ve yapay nedenler olmak üzere iki grupta<br />
toplanabilir. Doğal nedenler; kötü kaliteli akarsu, göl, bataklık etkileri, jeolojik<br />
146
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
formasyonlardan kirlenme, jeotermal alan etkileri, deniz suyu girişimi olarak<br />
sıralanabilir. Yapay nedenler bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte<br />
genellikle sanayi atıkları ve tarımsal ilaç ve gübre kullanımıdır. Türkiye’yi<br />
çevreleyen bir çok kıyı ovasında yeraltı su kaynakları ya tamamen tuzlanmış veya<br />
tuzlanmaya başlamıştır. Bunun ana nedeni derine yakın aküferlerden çeşitli<br />
amaçlarla aşırı yeraltı suyu çekilmesidir çünkü hidrolik eğim küçük olduğundan<br />
aşırı çekim gibi doğal sistemi bozan bir dış etken deniz suyu girişini kolayca<br />
başlatabilmektedir.<br />
5.3.4 Yeraltı Suyu Kirlilik Kriterleri ve Koruma Önlemleri<br />
İnsanların sağlıklı yaşamaları ve hayatlarını devam ettirebilmelerinde gerekli olan<br />
suyun kullanılabilmesi için fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik özelliklerinin<br />
bilinmesi, kullanım amaçlarına uygun olarak bu özelliklerin belli sınırları<br />
aşmaması, özellikle içme sularının hastalık ve zararlı etki yapabilecek<br />
mikroorganizmalar ile mineral ve organik maddelerden arındırılmış olması<br />
gerekmektedir. Su, fiziksel özellikleri olan bulanıklık, renk, koku, tat ve sıcaklık<br />
(5-150C) gibi faktörler açısından içilmeye uygun olmalıdır. Ayrıca, pH değeri ve<br />
suyun sertliği makul sınırlar içerisinde bulunmalıdır. Bu nedenle, dünyada ve<br />
ülkemizde kullanılmakta olan kullanım koşullarına (içme, kullanma, sulama) göre<br />
geliştirilmiş standart değerler (TSE 266 ve WHO gibi) bulunmaktadır.<br />
Günümüzde sanayi atıkları, kentlerin çöp depolama sahaları, evsel atıklar,<br />
tarım alanlarında yapılan gübreleme benzeri çalışmalar, yüzey suyu ve yeraltısuları<br />
kirliliğinin önemli tehdit unsurlarıdır. Ergene, Küçük ve Büyük Menderes, Gediz<br />
nehirleri ve daha birçok akarsular bu kirletici unsurlar nedeni ile bugün<br />
kullanılamaz duruma gelmişlerdir. Özellikle son yıllarda göçe bağlı olarak hızla ve<br />
çarpık gelişen kentlerdeki çöp depolama yerlerinin akiferlerin beslenme<br />
sahalarında seçimi yeraltısuyu kalitesini ciddi olarak tehdit etmektedir. Örneğin:<br />
Antalya İlinin çöp depolama sahası yörenin en büyük yeraltısuyu akiferini<br />
oluşturan travertenler üzerinde kurulmuştur. Erzurum kentinin çöp depolama<br />
sahası yörenin yeraltısuyu yönünden tek temiz kalmış akiferinin beslenme<br />
alanında yapılmak istenmektedir. Kirlenmiş sular sadece yok olmuş sular değil<br />
çevre içinde her zaman tehdit unsurlarıdır. Kirlenmiş yeraltısularının<br />
temizlenmesi için, çok uzun zaman ve büyük maddi olanaklar gerekecektir.<br />
“167 Sayılı YAS Hakkındaki Kanun”un 1. Maddesi “Yeraltısularının<br />
araştırılması, işletilmesi ve korunması Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır”<br />
demektedir. Bu madde gereğince yeraltısularının kirlenmesine yönelik hiçbir olaya<br />
meydan vermemek DSİ’nin temel görevidir. Bir nükleer savaş halinde yüzey<br />
suları radyoaktif kirlenmeye maruz kalacak ve en geç kirlenecek olan yeraltısuları<br />
olacaktır. Bu tehlike dahi dikkate alınarak ülkedeki tüm yeraltısuları en iyi şekilde<br />
korunmalıdır.<br />
147
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
5.4 Türkiye’de Fabrika Atıklarının Suları ve Yer Altı<br />
Sularını Kirletmesi [5.5]<br />
5.4.1 Türkiye’de Hidrolojik Su Havzaları<br />
Ülkemiz topoğrafik yapıya bağlı olarak 26 hidrolojik su havzasına ayrılmıştır. Bu<br />
havzaların toplam yıllık ortalama akışları (193-7) 186 milyar m3’tür. Hidrolojik su<br />
havzalarının her birinde yıllık yağış miktarı aynı olmadığından, verimleri ve su<br />
potansiyelleri de farklıdır. Fırat Havzası 31.61 milyar m3 ile en fazla su verimine<br />
sahiptir. Dicle Havzası ise 21.33 milyar m3 ile ikinci sırayı almaktadır. Fırat ve<br />
Dicle havzaları toplam ülke su potansiyelinin yaklaşık %28.5’ini oluşturur.<br />
Akarçay Havzası 0.49 milyar m3 ve Burdur Gölü Havzası 0.50 milyar m3 ile su<br />
potansiyeli en düşük havzalardır. Türkiye’nin jeolojik yaş olarak oldukça genç ve<br />
arazinin fazla eğimli olmasına bağlı olarak oluşan topografyası sonucu akarsuların<br />
rejimleri genellikle düzensiz ve vahşi dere (akış) karakterindedir. Bunun için<br />
gerekli düzenleme ve önlemler alınmadan doğrudan su kullanımı çoğu zaman<br />
mümkün olamamaktadır. Türkiye’de su fazla gibi gözükse de, havzalara farklı<br />
miktarlarda yağış düşmesi ve yılın farklı zamanlarında yağış alması nedenleriyle<br />
her zaman ihtiyaç karşılanamaz. Topoğrafik yapıya göre oluşturulan 26 hidrolojik<br />
su havzası ve bunların yıllık su verimleri 186.05 milyar m3 olarak hesaplanmıştır.<br />
[5.6], [5.7]<br />
Havza Adı ve su potansiyeli (milyar m3) dağılımı: Meriç-Ergene<br />
(1.33); Marmara (8.33); Susurluk (5.43); Kuzey Ege(2.09) Gediz(1.95); Küçük<br />
Menderes (1.19); Büyük Menderes (3.03);Batı Akdeniz(8.93); Antalya (Orta<br />
Akdeniz) (11.06); Burdur Gölü (0.50); Akarçay (Afyon) (0.49);Sakarya (6.40); Batı<br />
Karadeniz (9.93); Yeşilırmak (5.80); Kızılırmak (6.48); Konya (Orta Anadolu)<br />
(4.52); Doğu Akdeniz (11.07); Seyhan (8.01); Asi (Hatay) (1.17); Ceyhan (7.18);<br />
Fırat (31.61); Doğu Karadeniz (14.90); Çoruh (6.30); Aras (4.63); Van (2.39);<br />
Dicle(21.33)Toplam 186.05<br />
Çevre Kanunu’na bağlı olarak 1988 yılında yayınlanan Su Kirliliği Kontrol<br />
Yönetmeliği’nde (SKKY), su kalitesi yönetimine ilişkin kapsamlı Suyun Önemi,<br />
Türkiye’de Su Potansiyeli, Su Havzaları ve Su Kirliliği 113 düzenlemeler<br />
getirilmiştir. Bu yönetmeliğe göre yüzey suları, kalitesine göre 4 sınıfa ayrılmıştır.<br />
[5.8], [5.9] : Su Kalite Sınıfı Tanımı: I Yüksek kaliteli su, II Az kirlenmiş su, III Kirli<br />
su, IV Çok kirlenmiş su<br />
5.4.2 Türkiye’de Topoğrafik Su Havzalarında Kirlenme<br />
Ülkemizde birçok nedenden dolayı kontrol altında tutulamayan evsel, endüstriyel<br />
ve tarımsal etkinlikler sonucu, günümüzde pek çok su havzasında kirliliğin<br />
önemli boyutlara ulaştığı bilinmektedir [5.10] , [5.11] . Öte yandan nüfusun az,<br />
148
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
sanayileşmenin olmadığı veya az olduğu yörelerde ise tehlike boyutlarında su<br />
kirlenmesi görülmemektedir. Özellikle endüstriyel atık sularının kontrolsüz,<br />
bilinçsiz bırakılmalarıyla Porsuk, Simav, Nilüfer, Ankara Çayları ile İznik, Eber,<br />
Karamuk, Büyükçekmece ve Burdur Gölleri en çok kirlenmiş yüzey sularıdır.<br />
Büyük Menderes, Kızılırmak, Gediz Nehirleri ile Tuz Gölü, Sapanca, Mogan gibi<br />
göllere atık ve artık su boşaltılmalarına bağlı olarak su kalitelerinde ciddi sorunlar<br />
yaşanmaktadır. Türkiye’de arıtma tesisi olan sanayi kuruluşlarının oranının az<br />
oluşu veya sanayi kuruluşlarının çoğunun arıtma tesislerinin olmaması ya da<br />
varolan arıtma tesislerinin etkin olarak işletilememesi gibi sebeplerle de yüzey<br />
sularında kirlenmenin boyutları artmaktadır [5.12], [5.13], [5.14] . Hızla artan çarpık<br />
yapılaşmanın sonucu olarak kanalizasyon sistemlerinden ve çöp depolama<br />
sahalarından kaynaklanan kirli sızıntı suları da yeraltısuyu kirliliğinde önemli bir<br />
faktör olarak göze çarpmaktadır [5.15], [5.16] .<br />
Ülkemizdeki su havzalarını daha fazla kirlenmiş olan bölgelerden<br />
başlayarak kısaca gözden geçirelim. 7 coğrafik bölgeden biri olan Marmara<br />
Bölgesi, ülkemizin en yüksek nüfusuna ve nüfus artışına sahip bölgesidir. Bu<br />
bölge sanayileşme yönünden gelişmiş olması nedeniyle, özellikle Karadeniz,<br />
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nden göç almaktadır. Ayrıca Marmara<br />
Bölgesi’nde tarım sektöründe yaygın olarak gübre ve kimyasal ilaç kullanımının<br />
artması sonucu yüzey sularının hemen tümünün, NO2-N parametresi açısından<br />
III. ya da IV. sınıf düzeyinde kirli veya çok kirlenmiş olduğu araştırmalarda tespit<br />
edilmiştir. Ancak gerek organik madde ve gerekse suda çözünmüş oksijen (DO)<br />
derişimleri açısından Büyük Çekmece, İznik Gölü gibi göller hariç I. veya II. sınıf<br />
su durumundadır. Marmara Havzası’nda yer alan Büyük Çekmece ve İznik<br />
Göllerinde bilhassa organik madde kirliliği vardır. Öte yandan yüksek krom yüklü<br />
su, havzayı tehdit etmektedir. Yine bu havzada bulunan Ömerli Barajı’nda çinko<br />
yükü fazladır. Alibeyköy, Elmalı, Küçükçekmece ve Terkos Göllerinde<br />
endüstriyel atık, evsel artık ve tarımsal aktiviteler sonucu azot ve fosfor yükleri<br />
artmıştır. Marmara Bölgesi’nde yer alan Meriç-Ergene havzasında arıtma<br />
tesislerinin yetersizliği ile tarım alanlarında kimyasal ve tabii gübre<br />
kullanımlarından kaynaklanan azot ve fosfor yükleri fazladır. Sanayi atıkları, evsel<br />
ve tarımsal artıklar Meriç ve Ergene Nehirlerine ulaşarak kirlenmeye neden<br />
olmaktadır. Aynı şekilde Susurluk Havzası da kirlenme yönünden aynı risklerle<br />
karşı karşıyadır [5.17], [5.18] . Ege Bölgesi’nin, Kuzey Ege Havzasında bulunan Bakır<br />
Çayı, Soma linyitleri ve zeytinyağı üretim tesislerinin faaliyetleri neticesi belirli<br />
oranda kirlenmeyle karşı karşıyadır. Kanalizasyon artık sularının yükü nüfus<br />
yoğunluğunun düşük oluşuna bağlı olarak da azdır.<br />
Gediz Havzası’nda yer alan Gediz Nehri oldukça kirlenmiş yüzey suyu<br />
durumundadır. Evsel artık, sanayi atıkları ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan<br />
azot, organik madde ve ağır metaller yönleriyle IV. sınıf su kalitesine sahiptir.<br />
Büyük ve Küçük Menderes nehirleri ise III ve IV. sınıf kirlilik düzeyindedir.<br />
149
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Akdeniz Bölgesi’nde yer alan Burdur Gölü Havzası, sanayi, insan ve<br />
tarımsal aktiviteler sonucu ciddi kirlenme sorunlarıyla karşı karşıyadır. Akdeniz<br />
Bölgesi’ndeki Seyhan, Ceyhan ve Asi Nehri havzalarının özellikle aşağı<br />
bölgelerinde sanayi, insan ve tarımsal aktivitelerden kaynaklanan aşırı kirlenmeler<br />
III. ve IV. sınıf düzeylerine ulaşmış durumdadır. Batı Akdeniz, Antalya (Orta<br />
Akdeniz) ve Doğu Akdeniz havzaları ise henüz ciddi kirlenme problemleriyle<br />
karşı karşıya değildir.<br />
Tamamı İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Konya Kapalı Havzasında<br />
özellikle yöredeki sanayi kuruluşlarının etkisiyle çay ve derelere karışan atık<br />
sularıyla evsel ve tarımsal artıklar Tuz Gölü’ne ulaşarak III. hatta bazen IV. sınıf<br />
derecesinde kirlenmeye yol açmaktadırlar. İç Anadolu’nun Akarçay (Afyon)<br />
Havzası’nda yer alan Eber Gölü aşırı kirlenmeyle karşı karşıyadır. Bir kısmı İç<br />
Anadolu Bölgesi’nde yer alan Sakarya Havza’sındaki Sakarya Nehri’nin kolları<br />
olan Ankara, Karasu, Göksu, Mudurnu, Seydisu, Kızılırmak çaylarında NO2, O2<br />
miktarı, Pb ve Cr gibi kirletici parametreleri yönlerinden III. ve IV. sınıf kirlilik<br />
durumları gözlenir. Bu havzada ciddi boyutlarda ağır metal kirliliği tespit<br />
edilmiştir [5.19], [5.20] .<br />
Orta ve yukarı kesimleri İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Kızılırmak<br />
Havzasındaki Kızılırmak Nehri’nde, sanayi tesislerinin yer aldığı (Kırıkkale ili<br />
gibi) yörelerde III. ve IV. dereceden kirlenme gözlenirken, Kızılırmak’a karışan<br />
kollarında henüz aşırı kirlenme görülmemektedir. Orta Karadeniz Bölgesi’nde<br />
bulunan Yeşilırmak Havzası’nda gıda sanayinin atık suları ve evsel artıklar<br />
nedeniyle yer yer IV. sınıfa girebilecek kirlilik durumlarıyla karşılaşılır. Öte<br />
yandan Tokat ve Amasya yörelerinde ağır metal kirliliği de söz konusudur. Bunun<br />
dışında havzada sanayinin yaygın olmamasına bağlı olarak fazla bir kirlilik<br />
görülmemektedir. Geri kalan havzalarda sanayileşmenin ve nüfus yoğunluğunun<br />
azlığı ile tarımsal gübre ve ilaç kullanımlarının fazla olmaması, ciddi kirlenme<br />
sorunlarının henüz gündemde olmadığını göstermektedir. Ancak bu havzaların<br />
bazı kısımlarında kirletici etkiye sahip sanayi tesislerinin (Artvin, Murgul,<br />
Ergani’de bakır tesisleri gibi) varlığına bağlı olarak aşırı kirlenmelere<br />
rastlanabilir [5.21] . Su birçok özelliklerinin yanında bünyesinde bulundurduğu<br />
mineraller, tuzlar, sülfatlar yönlerinden de çok önemlidir. Bunların belirli<br />
miktarlarda bulunması yaşam için gerekli olurken az ya da çok olması yaşamı<br />
daima olumsuz yönde etkilemektedir. Su aynı zamanda kendisi bir yaşam<br />
ortamıdır. Bu ortamın kirlenmesi yaşamı tehlikeye sokar [5.22], [5.23], [5.24] .<br />
150
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
Kaynaklar<br />
5.1 http://www.styd-cevreorman.gov.tr/su_kirliligi.htm<br />
5.2 http://tr.wikipedia.org/wiki/Su_kirlili%C4%9Fi#Yeralt.C4.B1_suyu_kirlili.C4.9<br />
Fi<br />
5.3 Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, Çevre ve Orman Bakanlığından, Resmi Gazete<br />
Tarihi:31/12/2004, Resmi Gazete Sayısı:25687<br />
5.4 ŞAHİN, Ü., TUNÇ, T., ÖRS.T. (2011), Yeraltı Suyu Kirliliği Açısından Atık Su<br />
Kullanımı, Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi 4 (1): 33-39, 2011, ISSN: 1308-3945,<br />
E-ISSN: 1308-027X,<br />
5.5 AKIN, M., AKIN, G.(2007).Suyun Önemi, Türkiye’de Su Potansiyeli, Su<br />
Havzaları Ve Su Kirliliği, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi<br />
Dergisi, 47, 2 (2007) 105-118<br />
5.6 BURAK, S., DURANYILDIZ, İ., YETİŞ, Ü. (1997). Ulusal Çevre Eylem Planı:<br />
Su Kaynaklarının Yönetimi. Odak Noktası Kuruluş: Devlet Su İşleri Genel<br />
Müdürlüğü, 1997:75<br />
5.7 ÖZİŞ, Ü. BARAN T. DURNABAŞI, İ. ÖZDEMİR, Y. (1997). “Türkiye’nin su<br />
kaynakları potansiyeli” Meteoroloji Mühendisliği. TMMOB Meteoroloji<br />
Mühendisleri Odası Yayın Organı. Sayı 2: 40-45, 1997:43<br />
5.8 Burak ve ark. 1997:8<br />
5.9 DAĞLI, Himmet. (2005). “İçmesuyu kalitesi ve insan sağlığına etkileri” Bizim<br />
İller. İller Bankası Aylık Yayın Organı. Sayı 3: 16-21, 2005:18<br />
5.10 MANSUROĞLU, S. (2004). “Kentleşmeden kaynaklanan çevre sorunlarının<br />
yeraltı sularına etkileri”. 1. Yeraltısuları Ulusal Sempozyumu. Konya. sf. 323-331,<br />
2004:323<br />
5.11 NAS, B. BERKTAY, A. AYGÜN, A., ERTUĞRUL, T. (2004). “Yeraltısuyu<br />
kirliliğinde potansiyel kaynaklar ve Konya kenti örneği”. 1. Yeraltısuları Ulusal<br />
Sempozyumu. Konya. sf. 287-297, 2004:288<br />
5.12 Burak ve ark. 1997:9<br />
5.13 YILDIRIM, S. ALGAN, M. ALKARANLI, T.F. (2004). “Yer altı Sulamaları”.<br />
I.Yeraltı Suları Ulusal Sempozyumu. 23-24 Aralık 2004, Sayfa 3-8, Konya, 2004:3<br />
5.14 AKMAN, Y., KETENCİOĞLU, O., KURT, L., DÜZENLİ, S., GÜNEY, K.,<br />
KURT, F. (2004). Çevre Kirliliği (Çevre Biyolojisi) Ankara:Palme Yayıncılık.<br />
5.15 Mansuroğlu, 2004:323<br />
5.16 YÜKSEL, S. NALBANTÇILAR, M.T. BALKAYA, N. ONAR, A.N. (1997).<br />
Samsun ili içmesuyu kuyularındaki çevresel kirliliğin araştırılması”. 50. Jeoloji<br />
Kurultayı Etkinlikleri, Yeraltısuyu Sempozyumu Bildiri Özleri, 2-4 Nisan 1997.<br />
Ankara:9.<br />
5.17 Burak ve ark.1997:9<br />
5.18 KELEŞ, R. HAMAMCI, C. (1998). Çevrebilim. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi<br />
Yayınları:113.<br />
5.19 Burak ve ark., 1997:24<br />
5.20 KAYA, S., PİRİNÇCİ, İ., BİLGİLİ, A. (2002). Veteriner Hekimliğinde<br />
Toksikoloji. Ankara: Medisan Yayınevi. Yayın Serisi 53. 2. Baskı:741.<br />
5.21 Burak ve ark. 1997:18<br />
5.22 CURTIS, H. (1986). Biology. New York.Worth Publishers Inc.:992.<br />
151
Temiz Enerji ile Temiz Üretim<br />
5.23 ÇUKURÇAYIR, Fırat. GEÇER, Cüneyt. ARABACI, Hüseyin. (1997). “Yaşam<br />
için en değerli kaynaklar, hava ve su”. Meteoroloji Mühendisliği. TMM0B<br />
Meteoroloji Mühendisleri Odası Yayın Organı. Sayı 2: 24-32:28.<br />
5.24 MURRAY, Robert K. GRANNER, Darly K. MAYES, Peter A. RADWELL,<br />
Victor.W. (1996). Harper’in Biyokimyası. (Çev: Dikmen, Nurten, Özgünen,<br />
Tuncay) 24. Baskı. İstanbul: Barış Kitabevi:3.<br />
152