02.11.2012 Views

Gencizbiz 4 mail

Gencizbiz 4 mail

Gencizbiz 4 mail

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Darağacında olsak da son sözümüz FENERBAHÇE<br />

İçmeden<br />

Yazamıyorum<br />

GENÇLİK DERGİSİ<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir<br />

Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

2012 • SAYI: 4<br />

Eğlenmeyi Nasıl Bilirdiniz?<br />

İnstagram<br />

Fotoğrafçılığı


Merhaba,<br />

Uzun bir aradan sonra “eğlenceli” bir GencizBiz sayısı ile daha birlikteyiz. Yaz döneminin<br />

araya girmesiyle uzak kaldığınız GencizBiz renkli bir geri dönüşle selamlıyor gençleri.<br />

Yoğun bir çalışma, eğitim öğretim döneminin ardından gelen yaz mevsimi hepimiz<br />

için dinlenme, eğlence, seyahat mevsimi olarak hayatımızda yer ediyor. Özellikle tatil<br />

anlayışımız tamamen “eğlence”” odaklı…<br />

İş hayatı ve okul dışında kalan vaktimizi ise “biraz kafa dağıtmak” için eğlenerek geçiriyoruz.<br />

Peki nedir bu eğlenmek? Nitelikli eğlence diye bir şey var mıdır? Eğlenirken aynı<br />

zamanda öğrenmek zorunda mıyız? Gençler ve yetişkinler arasındaki eğlence anlayışlarının<br />

birbirinden farkı ne? İnsan ne yapınca eğlenir, eğlenme klişeleri nelerdir? Bunun<br />

gibi sorular çoğaltılabilir elbet.<br />

İşte bu sayıda “Yar Bana Bir Eğlence” dosyasıyla eğlence anlayışımız üzerine yoğunlaştık.<br />

Ve dosyamız, röportajlarımızla zihinlerde ne var ne yok yokladık.<br />

Dosyayı ele alan Gülizar Sönmez, “Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin” diye soruyor bize. Üstün<br />

Dökmen ve Melek Arslanbenzer’in uzman görüşleriyle tamamlanan dosyada modern eğlenme<br />

biçimiyle geçmişin bir diyalektiği yapılıyor.<br />

Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise “Gürültülü Müzik Eğlenememenin Çığlığıdır” başlıklı yazısında<br />

küçük şeylerden mutlu olmakla insanın eğlenmeyi öğrenebileceği vurgusunu yapıyor.<br />

Eğlence dosyasının yanısıra Pelin Batu ile yaptığımız röportajı zevkle okuyacağınızı<br />

düşünüyoruz. Sosyal medya köşemizde ise bu sayıda tadına doyulmaz bir konuyu, twitter<br />

“journalist ve photographer”lerini inceliyor. Özellikle sosyal medya ile yaygınlaşan<br />

fotoğrafçılık ve vatandaş gazeteciliği, ve sosyal medya kullanıcılarının bu sıfatlar üzerinden<br />

kendilerini konumlandırmaları M. Zübeyir Koçulu’nun kaleminden okuyucuyla<br />

buluşuyor.<br />

Serbest Kürsü köşemizin konuğu ise uzun zamandır köşesine çekilen ve Meksika Sınırı<br />

programıyla yeniden ekranlara dönen İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan… Kılıçarslan’la hem yeni programını<br />

hem de gençlerle ilgili gözlemlerini, eğlenceyi konuştuk.<br />

Eğlenceli bir eğlence dosyası okumanız bu sayının keyfini çıkarmanız dileğiyle…<br />

İsmihan ŞİMŞEK<br />

İmtİyaz Sahİbİ<br />

Mustafa Kara<br />

yayın Danışmanı<br />

Hasan Ekmen<br />

yayın yönetmenİ<br />

İsmihan Şimşek<br />

yayın Kurulu<br />

Ayşe Şahinboy Doğan<br />

M. Zübeyir Koçulu<br />

Gülizar Sönmez<br />

Ersin Çelik<br />

Halit Ömer Camcı<br />

muhabİrler<br />

Ayşegül Duman<br />

Pınar Hilal Balta<br />

Bünyamin Uzuncan<br />

GrafİK&taSarım<br />

Origami Reklam<br />

0544 792 91 93<br />

aDreS<br />

Burhaniye Mah. Genç<br />

Osman Sk. No:13<br />

P.K. 34676 Üsküdar /<br />

İstanbul<br />

telefon<br />

0216 557 71 98<br />

maıl<br />

gencizbiz@gencizbiz.biz<br />

baSKı<br />

Dergah Ofset<br />

0212 489 33 33


18<br />

Eğlenmeyi<br />

Nasıl<br />

Bilirdin?<br />

2 SAYI 4<br />

4<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

Çok iyi hocalarımız vardı<br />

ama öğrencilerin çoğu<br />

oturup not tutmaya<br />

alışmışlar. Yani gidip de<br />

bir şeyi sorgulamak, bu<br />

kaynakta sorun olabilir mi<br />

diye ya da aynı dönemde<br />

yazmış kişileri sorgulama<br />

gibi bir güdüleri yoktu.<br />

içindekiler<br />

30<br />

İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan:<br />

Yavaşlayın!<br />

Televizyon beni kendi<br />

realitemden, kendi<br />

gerçekliğimden,<br />

kendi inançlarımdan<br />

uzaklaştırmaya başladı.<br />

Bende televizyondan<br />

uzaklaşmayı tercih<br />

ettim.<br />

22<br />

Anne Ben<br />

Profesyonel Oldum<br />

Modern algı kolaycılığı<br />

kodluyor zihinlere. Hep<br />

daha kolaya, daha pratiğe<br />

sürüklenirken, kaliteli ve<br />

kalıcı işler yapmak sönük<br />

bir hedef olarak kalıyor.<br />

Çıraklık veya amatörlük<br />

gençler için mahcubiyet<br />

meselesi.


8<br />

10<br />

12<br />

14<br />

24<br />

26<br />

Gençler, Eğlenin Ama<br />

Eylenmeyin!<br />

O kadar fazla imkâna ve seçeneğe<br />

sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze<br />

iletişim kuracak, sohbet edecek,<br />

dostluk, arkadaşlık kuracak<br />

vaktinizin kalmadığını yakinen<br />

tanıdığım genç kardeşlerimin<br />

hayatında görüyor ve biliyorum.<br />

Gürültülü Müzik<br />

Eğlenememenin Çığlığıdır<br />

Pamuk Prenses'in<br />

Adaleti<br />

Amerika’nın postmodern<br />

uyarlaması “Pamuk<br />

Prenses ve Avcı” masalın<br />

değişmez argümanlarına<br />

bağlı kalarak ancak<br />

muhtevası fantastik film<br />

formatına dönüştürülerek<br />

tekrar seyir halini almış.<br />

Bebelere Balon<br />

Entellere Oyuncak<br />

İnstagram<br />

Fotoğrafçılığı<br />

Yeni nesil<br />

fotoğrafçılık...<br />

Avrupa'da Eğitimin Gözdesi: VİYANA<br />

Darağacında Olsak da<br />

SON SÖZÜMÜZ FENERBAHÇE<br />

34<br />

36<br />

38<br />

40<br />

44<br />

46<br />

48<br />

50<br />

Yılın Bu Mevsiminde:<br />

İGUANALAR<br />

3 Kuruşa Öğrence Sefası<br />

KISA FİLM<br />

Bir Göçmen Hikayesi<br />

TEZAT TV<br />

İçmeden Yazamıyorum<br />

BİLİŞİM<br />

GENÇLİK AJANDASI<br />

SAYI 4<br />

3


AKTÜEL<br />

4 SAYI 4<br />

GÜLİZAR SÖNMEZ<br />

Bakma Sağına Soluna,<br />

Sana Soruyorum;<br />

Eğlenmeyi<br />

Nasıl Bilirdin?<br />

Yağ satar, bal satardık. Hızımızı alamaz döner döner<br />

dönerdik... Yorulmaz üstüne bir de köşe kapmaca yarışına<br />

girer, ilk mızıkçıdan sonra onu oyundan atmak<br />

yerine başka bir heyecana geçerdik. Mahallenin en afilisi<br />

olma şansını sadece elindeki renkli topa bağlı olan çocuğa<br />

oyunun en kıdemlisi olmayı teklif ederek yakar topla<br />

renk toplardık. Her sokağın bir köşesinde tebeşirlerle yere<br />

kazınmış seksek çizgileri bulunur, akşamlar saklambaç için<br />

üzerimize çekilen lacivert bir perde olurdu. Aklımızdan<br />

bile geçmezdi gece yataklarımıza yattığımızda ne kadar<br />

eğlendiğimizi düşünmek yorgunluktan.


Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />

daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının<br />

biraz daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini<br />

başka mahalleden kurtarma heyecanı vardı ya da<br />

başka mahallenin güzeline gönül verme... Bisiklet<br />

turları başlardı uzun uzun... Ve illa kahvede<br />

oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />

adamlar olduk” keyfi...<br />

BİZ BÜYÜDÜK VE GERİDE KALDI SEKSEK<br />

SEKEREKTEN...<br />

Sonra büyüdük. Büyümekle geride kaldı tüm bu çocuk<br />

oyunları. Biz artık bir çınarın altında yaşıtlarımızla, biraz<br />

kısık sesle konuşulacak önemli konuların en jantili lafını<br />

eden kişisi olduk. Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />

daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının biraz<br />

daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini başka mahalleden<br />

kurtarma heyecanı vardı ya da başka mahallenin güzeline<br />

gönül verme... Ve illa bisiklet turları başlardı uzun uzun...<br />

Ve illa kahvede oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />

adamlar olduk” keyfi...<br />

“HEY GİDİ GEÇMİŞ GÜNLER” İÇ GEÇİRMESİ<br />

DEğİL MESELE<br />

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” düsturu ile aktı<br />

zaman yeni her şey yeniledi zevklerimizi. Her dönemin<br />

kendi iyisi vardır, buna binaen kötü olmadı değişen. Çok<br />

mutlu idik bugün mutsuzuz değil mesele... “Hey gidi geçmiş<br />

günler” iç geçirmesi de değil.<br />

Kitaplar, dergiler, diziler, sokaktan geçen amcalar, okul<br />

gezileri hep bir şeyler olurdu, eğlenmek ve genç olmak<br />

için. Sonra yetmemeye başladı her şey... Sahip olduklarımız<br />

sahip olmak isteyeceğimiz başka bir şey için adım<br />

olmaya başladı.<br />

Aliya İzzetbogoviç, Doğu-Batı Arasında İslam kitabında,<br />

tüketen ve değişen insanın çıkmazını “durmadan yeni yeni<br />

ihtiyaçlar yaratmak, fuzuli şeylere ihtiyaç duyurmak suretiyle<br />

uygarlık insan ve tabiat arasındaki madde alışverişini<br />

yoğunlaştırmaya çalışmaktadır. Elde etmek için üretmek,<br />

israf etmek için elde etmek...“bu şekilde anlatıyor. Devamlı<br />

değişen devamlı ihtiyaç haline gelen yaşam şekilleri,<br />

ihtiyaçlar, sözler... Ve hepsi sahip olmakla bizi mutluluğa<br />

yaklaştıracak inancı.<br />

Mesele; bugün “paraşütle atlarken mi eğlenmiş oluyoruz,<br />

Facebook’ta yazdığımız uzun cümledeki beğeni sayısı ile<br />

mi?”<br />

SAYI 4<br />

5


AKTÜEL<br />

MESELE, “NE YAPINcA EğLENİR Kİ İNSAN?”<br />

MESELESİ<br />

Mesele, “Ne yapınca eğlenir ki insan?” meselesi... Kulakları<br />

sağır edecek bir müzikle bütün gece tepinmekten<br />

biriyle dalga geçmeye, kedilerin kuyruğuna teneke bağlamaktan<br />

komik bir film seyretmeye kadar herkes için 50 bin<br />

çeşit anlama gelebilecek eylem sıralayabiliriz “eğlenmeyi”<br />

anlatmak için. Ya da birçok kişi çocukluk der; tenekeleri<br />

akledenin eğlenme şekline.<br />

Eğlenmek hiçbir tanım karşısında tam karşılık bulamıyor<br />

nedense. Belki de bir kaç şeyin bir araya gelmesinden de<br />

oluşabilir; Adrenalin, sevgi, başarı, muhabbet, ego tatmini...<br />

“Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak” yeterli bir ölçüt müdür<br />

eğlendim diye bilmek için?<br />

Önceden planlanarak yapılabilecek bir şey değildir belki<br />

de eğlenmek. Hatta ne kadar planlı programlı olsa o kadar<br />

aksaklık yaşanır, “güzel olması” isteği hep “daha mükemmeli<br />

vardır” düşüncesini getirir beraberinde.<br />

Eğlenmek, bir kaç insan görmek, bir şeyler yemek, içmek<br />

midir ya da satranç tahtası başında veziri sağa mı sola mı<br />

oynatacağını dakikalarca uzun bakışlar eşliğinde düşünmek<br />

midir? Bir yere gitmek ile eğlenmek eş anlamlı mı?<br />

6 SAYI 4<br />

Genç; doğal davranan, iç kaynaklarıyla (yetenek,<br />

ilgi alanları) dış kaynakları, dünyadaki<br />

olanakları eşleştirebilen kişidir. Her yaşta genç<br />

olunur.<br />

Çağ değişmiştir, yeni eğlence tarzları ortaya<br />

çıkmıştır.300 sene önce sörf yapmak ya da paraşütle<br />

atlamak hayal bile edilemiyordu ancak<br />

bugün eğlence için yaygın olarak yapılıyor. Her<br />

çağ yeni eğlenceler getirmiştir.<br />

Bu değişikliklere rağmen bir araya gelmek, birlikte<br />

yiyip içmek gibi klasik eğlenceler asla bitmez.<br />

Ancak yenileri bunlara eklenir.<br />

HER YAŞTA GENÇ OLUNUR<br />

ÜSTÜN DÖKMEN (AKADEMİSYEN - PSİKOLOG)<br />

Sosyal Paylaşımla Eğlenmeye Duyguların<br />

Karşı Ama...<br />

Sosyal medya üzerinden bir şeyler paylaşılarak<br />

ya da oradan görüşerek eğlenmeye, vakit geçirmeye<br />

duygularım karşı ancak aklım doğru<br />

olduğunu söylüyor. Çünkü medeniyet geliştikçe<br />

yeni eğlence türleri ortaya çıkacaktır. Her çağ<br />

kendi eğlencesini de getirir.<br />

Teknolojik gelişmelere ve onun getirdiği eğlence<br />

türlerine uyum sağlayanlar (teslim olan değil,<br />

uyum sağlayan) yarına kalacaktır.


Veya bir yerlere giderek kendilerini eğlenmeye mi şartlandırıyor,<br />

insanlar? Yoksa bize dayatılmış eğlence anlayışının<br />

bir ürünü mü tüm yaptıklarımız? Eğlence anlayışı çok<br />

sığ kalıplar içerisinde mi?<br />

İsmet Özel, “Modern zamanlar, insanların değil, kalabalıkların<br />

mutluluğunu düşünür' der. Eğlenmiş ve eğlenerek<br />

mutlu olmak başkalarının mutlu olması ile doğrudan irtibatlı<br />

bağımlı hale mi girdi?<br />

..LAR... LAR... LAR... EğLENcE DİYE BİR ŞEY VAR<br />

Modern zaman insanı şimdilerde “aynı”lığa karşı çıkarak,<br />

modernizmin yarattığı tüm söylemleri sorgulama, yıkma<br />

ve yeniden inşa etme peşinde. Post modernizm, modern<br />

insanın çalkantılarına ve çelişkilerine dair yeni bir sığınma<br />

alanı yaratı. Bu alanda eleştirme, karşı çıkma, farklı olma,<br />

alabildiğine serbestlik, özgürlük...<br />

Hep bir ağızdan şarkı söylemeler, bir masanın başında ellerde<br />

telefon muhabbet etmek yerine twitleşmeler birbirine<br />

twitler göstererek kahkahalar atmalar, sinemada haşarı<br />

çocuk olduğunu kanıtlamak “bak aman da ne özgüven<br />

sahibiyim” deyu mısır atmacalar, kim ne diyor rahatsız<br />

oluyor diye düşünmeden şakalaşmalar, bir masa etrafında<br />

en sıkıcı konulardan dünyayı kurtarmalar, sigara üstüne<br />

sigara yakmalar, en manzaralı bir sandalye kapıp bol bol<br />

uzaklara bakmalar, kitap üstüne kitap bitirmeler, pc başında<br />

chat yapmalar... lar... lar... lar ... Eğlence diye bir<br />

şey var mı? Eğlence denilen şey aslında kültürle bütünleş-<br />

EğLENMENİN VE GENÇ OLMANIN BENcİLcE BİR TARAFI VARDIR<br />

MELEK ARSLANBENZER (PSİKOLOG-PSİKODrAMATİST-YAZAr)<br />

Eğlenmek ve genç olmak iç içe kavramlar olarak<br />

anılırlar genellikle. Eğlenmek hareketle de<br />

iç içedir ve kendine yönelik bir eylemdir. Eğlenmenin<br />

ve genç olmanın bencilce bir tarafı<br />

da vardır çoğu zaman. Bunu olumsuz manada<br />

kullanmıyorum. “Ahlaksızlık boyutuna ulaşıp<br />

başkalarına zarar vermediği sürece insanların<br />

bencil olmaya ve sadece kendilerini eğleyecek<br />

şeyler yapmaya da hakları vardır” diye düşünüyorum.<br />

Eğlenmenin Sınırları Nettir...<br />

Eğlenmenin şekline şemaline gelince; bu toplumdan<br />

topluma ve zamana göre farklılık gösteren<br />

bir şey. Bu dönemin gençlerinin çokça takip<br />

ettiği ve ilgilendiği şeyler bundan 10 sene<br />

önce belki de kimsenin ilgilisini çekecek şeyler<br />

değildi. 10 yıl önce insanları eğlendiren şeyler<br />

tiğinde anlamını bulmuyor mu? Mesela sinemaya gitmek<br />

eğlence mi kültür mü?<br />

ÇALIŞINcA EğLENMİŞ OLUNAMIYOR MU?<br />

Boş geçirilen zaman mı eğlenmek, çalışarak eğlenilmez mi<br />

örneğin.<br />

Eğlenmek denilince hep akla “boş geçirilen zaman” gelir.<br />

‘Çalışmayı işkence, dinlenmeyi eğlence ile özdeşleştiren<br />

tuhaf bir geleneğimiz var. Hâlbuki tam tersi, kederli insanı<br />

avutan, sıkıntıları dağıtan ve insana yaşamı zenginleştiren<br />

hazlar veren şeyin 'çalışmaktır’ diye anlatır Peyami Sefa...<br />

BAKMA SAğINA SOLUNA, SANA DİYORUM!<br />

Evet, evet... Siz işte şimdi bu cümleyi okuyan arkadaş...<br />

Sana diyorum... Bakma sağına soluna... Tamam, o diğer<br />

masadaki eleman şen kahkahalar atıyor, evet senden daha<br />

çok arkadaşı var yanında, evet evet eğleniyor gözlerinin<br />

içi gülüyor... Ben seni soruyorum, sen de sor kendine bir<br />

defa; “eğleniyor muyum?”<br />

Demem o ki, hasılı kelam... Çalışırken, yürürken, bakarken,<br />

dinlerken, yemek yerken, kitap okurken, film izlerken,<br />

konuşurken, ibadet ederken eğlenmiyorsanız bir kez<br />

daha gözden geçirin derim içinde bulunmayı seçtiğiniz<br />

durumları. İnsan gülen varlıktır efendim. Ne güzel güler<br />

hem de. “Vay ki gençtim” demeden bir gülüverin.<br />

bugün artık çok fazla insanı gülümsetmiyor ya<br />

da eğlendirmiyor. Dolayısıyla bugün sosyal paylaşım<br />

sitelerinde insanların bir şeyler paylaşıp<br />

bunlara gülüyor ya da bunlarla eğleniyor olmalarını<br />

yadırgamıyorum.<br />

Bu dönemin eğlenme kültürü de bu. Önemli<br />

olan ahlak sınırını doğru çizebilmektir. İslam<br />

eğlenmenin sınırını net bir şekilde çiziyor aslında.<br />

Kimsenin kalbini kırmamak, incitmemek<br />

ve yalan söylememektir esas olan. İnsanların<br />

kusurlu taraflarıyla alay etmeyi ve eğlenmeyi<br />

Peygamber efendimiz lanetlemiştir. Şaka yapmak<br />

için bile olsa yalan söylememek yine çok<br />

net sınırlardan biridir. Bu sınırları koruyarak<br />

eğlenmek insanın hem ruhunu besler, hem de<br />

geçirgenliğini arttırır. Bu sınırları aşmak ya da<br />

korumak dün de mümkündü bugün de mümkün.<br />

SAYI 4<br />

7


O kadar fazla imkâna<br />

ve seçeneğe sahipsiniz<br />

ki, neredeyse yüz<br />

yüze iletişim kuracak,<br />

sohbet edecek, dostluk,<br />

arkadaşlık kuracak<br />

vaktinizin kalmadığını<br />

yakinen tanıdığım<br />

genç kardeşlerimin<br />

hayatında görüyor ve<br />

biliyorum.<br />

8 SAYI 4<br />

Mustafa Kara<br />

Anlaşılıyor ki, her<br />

zaman olduğu gibi<br />

dediğine göre, bu genç<br />

kardeşimizin hayatı<br />

hep böyle geçiyordu. Ve<br />

anlaşılıyor ki, yaşamakta<br />

olduğumuz modern<br />

zamanların eğlence<br />

anlayışı maalesef buydu.<br />

Televizyon izlemek,<br />

internette gezinmek ve<br />

alış-veriş merkezinde<br />

dolaşmak…<br />

Gençler,<br />

Eğlenin Ama<br />

Eylenmeyin!<br />

İnsan kırklı yaşlardan sonra hayatı daha bir özenli, daha bir dikkatli<br />

yaşamak istiyor.<br />

Yaş kemale erip iş yoğunluğu artınca serbest zaman azalıyor ve<br />

ister istemez daha planlı, daha seçici olma ihtiyacı hissediyor insan...<br />

Daha açık ifade edeyim; insan büyüyünce zamana hükmetmek ve her<br />

dakikasını gönlünce yaşamak istiyor. Bir yandan işle güçle uğraşıp<br />

hedeflerine ulaşmaya çalışırken, bir yandan da eğlenmek ve hayatı<br />

farkına vararak yaşamak istiyor. Ancak bu o kadar da kolay olmuyor.<br />

Hele “internet çağı” olarak addedilen günümüzde âdeta “haz” ve “hız”<br />

yarışına dönen hayatı gönlümüzce yaşamak epeyce dikkat ve gayret<br />

gerektiriyor.<br />

Eminim ki sizler böyle düşünmüyorsunuz. Gençliğin verdiği enerji ve<br />

bu çağın sizlere sunduğu imkânlar dünyasında hayatı biraz daha karmaşık<br />

yaşıyorsunuz gibi geliyor bana. Elbette her çağın kendine özgü<br />

bir yaşam biçimi var ve sizler de çağınıza göre yaşıyorsunuz.<br />

Eğlenmeden beslenmeye, giyim kuşamdan, okumaya yazmaya kadar<br />

pek çok alanda yepyeni imkânlara, farklı farklı alışkanlıklara sahipsiniz.<br />

O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz<br />

yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin<br />

kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında<br />

görüyor ve biliyorum.<br />

Bunları düşündükçe aklımdan şu sorular geçiyor: Acaba gençler hayatlarını<br />

gönüllerince yaşayabiliyor mu diyorum bazen… Bir yandan<br />

gelecek hayalleri kurarken, aynı zamanda mutlu olabiliyorlar mı? Ya<br />

da bir bakıma, “hayat bir eğlence” ise, eğleniyor, eğlenmeyi biliyorlar<br />

mı? Daha da önemlisi, eğlenirken öğreniyor; büyüdüklerinde işlerine<br />

yarayacak tecrübeler biriktiriyor, hatıralar devşiriyorlar mı diye merak<br />

ediyorum.<br />

Aslında bir miktar biliyorum. Üsküdar Gençlik Merkezi’nde, yüzlerce<br />

sosyal ve kültürel faaliyetlere katıldığınızı hatta bizzat kendinizin<br />

gerçekleştirdiğini; çoğunlukla konserlerde, gezilerde, spor salonlarında<br />

hep bir arada olduğunuzu biliyorum. Karşılaşıyor, selamlaşıyoruz.<br />

Ancak merak ettiğim başka bir şey…


Bakın, taze bir hatıramı anlatayım:<br />

Geçen ramazan bayramından sonra genç bir kardeşimle<br />

sohbet ettik.<br />

Bayramının nasıl geçtiğini sorduğumda verdiği cevaba çok<br />

şaşırdım.<br />

O genç kardeşimizin bayramı eğlencesi, vaktinin büyük<br />

çoğunluğunu internette geçirmek, biraz televizyon izlemek,<br />

bir de kendi ifadesiyle, “her zaman olduğu gibi, alışveriş<br />

merkezinde vakit geçirmek”ti.<br />

Peki, “Arkadaşlarınla bayramlaşıp, onlarla vakit geçirmeyi<br />

düşünmedin mi?” diye sordum: “İnternette sohbet ettik”<br />

dedi.<br />

Öyle anlaşılıyordu ki, ne “sevinç, mutluluk, paylaşmak<br />

vs… anlamına gelen bayramdan keyif alıyordu, ne de<br />

bayram boyunca gerçekleştirdiği etkinliklerden… İstediği<br />

gibi bir gençlik, olması gereken gibi bir hayat yaşamadığı<br />

veya yaşayamadığı açıkça anlaşılıyordu halinden.<br />

Anlaşılıyor ki, her zaman olduğu gibi dediğine göre, bu<br />

genç kardeşimizin hayatı hep böyle geçiyordu. Ve anlaşılıyor<br />

ki, yaşamakta olduğumuz modern zamanların eğlence<br />

anlayışı maalesef buydu. Televizyon izlemek, internette<br />

gezinmek ve alış-veriş merkezinde dolaşmak…<br />

Evet, bunlar çağımızın imkânları ve sizlere sundukları…<br />

Ancak, özellikle bir bayram gününde bile, sizleri birbirinizden<br />

bu denli uzaklaştıracak kadar oyalaması normal<br />

mi? Bu bir hayat tarzı, eğlenme biçimi olmaktan ziyade<br />

bir bağımlılık durumu değil mi?<br />

SOSYAL MEDYA FAYDALIDIR, FAKAT…<br />

Elbette, yerinde ve zamanında çağın imkânlarından yararlanacağız.<br />

Tabi ki, teknoloji hayatımızı kolaylaştıracak.<br />

Bizlere bir şeyler öğretecek, geleceğimize ışık tutacak<br />

TV programları da izleyeceğiz; internet ortamında, paralel<br />

yeni dünyada neler olup bitiyor ondan da haberdar<br />

olacağız. Normal hayatımızda ulaşamayacağımız şeylere<br />

Facebook’tan, Youtube’dan ulaşacak ve arkadaşlarımızla<br />

paylaşacağız. Biliyorsunuz, ben de bu yeni dünyaya yabancı<br />

değilim. Hatta yapılan değerlendirmelerde sosyal<br />

medyayı en sık kullanan siyasetçilerden de birisiyim. Zaman<br />

zaman bu sanal mecralar üzerinden görüştüğümüz de<br />

oluyor.<br />

Ancak sevgili gençler;<br />

Bu mecralar bizleri sosyal ortamımızdan, ailemizden, arkadaşlarımızdan<br />

koparmamalı, koparamamalı… Birbirimizle<br />

iletişimimizi koparacak kadar, özellikle sevinçlerimizi,<br />

mutluluğumuzu; derdimizi, kederimizi… Kısaca her şeyimizi<br />

paylaştığımız ailelerimizle bağımızı koparacak kadar<br />

bize yakın olmamalı, vaktimizi almamalı diye düşünüyorum.<br />

Tabi sizlere internet kullanma kılavuzu sunacak değilim<br />

sizlere. Sizler teknolojiyi benden daha iyi biliyorsunuz.<br />

Ancak bir ağabeyiniz olarak, hayat hakkında sizlere birkaç<br />

tavsiyede bulunmayı bir borç biliyorum.<br />

BİR HİKâYENİZ OLSUN<br />

Hayat öğrenmek, öğretmek; çalışmak, mücadele etmek,<br />

başarmak ve mutlu olmak üzerine kuruludur. Her insanın<br />

farklı yetenekleri, ilgi alanları var. Hayatınıza değer katacak,<br />

serbest zamanlarınızı anlamlandıracak uğraşlarınız<br />

olmalı… Bir şeyler yapmalısınız ki, hem kendinizi geliştirebilin,<br />

hem de arkadaşlarınızla, dostlarınızla ve diğer insanlarla<br />

bir araya geldiğinizde paylaşacak bir meziyetiniz,<br />

anlatacak bir hikâyeniz olabilsin. Hele hele muhakkak bir<br />

enstrümanınız olsun. ruhunuzu dinlendirecek, stresinizi<br />

alacak güzel bir sanat dalıyla ilgilenin ve uzman oluncaya<br />

kadar da üzerinde çalışın.<br />

Sanat dalı demişken, hani bir türkümüz var;<br />

“Geçti dost kervanı, eyleme beni” der ya; adımlarınızı bilinçli<br />

atmaz ve vaktinizi iyi değerlendirmezseniz, dost kervanı<br />

da, gençliğiniz de geçer gider.<br />

O halde “gün bugündür” deyin. İleride bir gün geriye dönüp<br />

baktığınızda, gülümseyebileceğiniz bir şekilde yaşayın.<br />

Eğlenin ama eylenmeyin!<br />

SAYI 4<br />

9


AKTÜEL<br />

Prof. Dr. Nevzat Tarhan<br />

Psikiyatrist<br />

Gürültülü Müzik<br />

Eğlenememenin<br />

Çığlığıdır<br />

Eğlence bir ihtiyaçtır. İnsanın 24 saatinin -uyku hariç-<br />

%20’sinden fazla eğlence kişinin psikolojik doğasına<br />

aykırıdır. Bir insan için günün %20’sinde eğlenmesi,<br />

eğlence doygusu için yeterlidir. Kişilerin eğlenmek dışında<br />

başka sorumlulukları da vardır. Gençlere sorumluluk ve<br />

özgürlük dengesinin öğretilmesi lazım. Bilgisayar karşısında<br />

özgür, istediği gibi oynuyor. Böyle gençlere “özgürsün<br />

ama hakların ve sorumluluğun var” şeklinde bir eğlence<br />

algısı öğretilmesi lazım. Özgürlük ve sorumluluk sınırını<br />

öğrettiğimiz zaman, eğlenmenin de sınırını öğretmiş<br />

oluruz.<br />

MUTLULUğU BELLİ ŞARTLARA BAğLI OLMADAN<br />

MUTLU OLMAYI BEcEREBİLMELİ İNSAN<br />

Eğlence de sınır önemli. Nasıl bir ilacı ilaç yapan dozudur.<br />

En ufak bir ilaç dozu aşınca zehir oluyor, eğlence de<br />

böyledir. Bunun gibi eğlencenin de dozu arttığı zaman<br />

zararlı oluyor, hiç olmuyorsa bile kişiyi mutsuz ediyor.<br />

Eğlence duygu paylaşımı olmalı. Kişinin mutluluğunun<br />

sadece “belli şartlar olursa mutlu olur”a bağlanması düşüncesi<br />

yerine kişi belli şartlar olmadan kendi kendine de<br />

mutlu olup eğlenebilmeli, bunu yapmayı öğrenebilmeli.<br />

Kişi sıradan şeylerden zevk almayı, küçük şeylerle mutlu<br />

10 SAYI 4<br />

Kişi sıradan şeylerden zevk almayı,<br />

küçük şeylerle mutlu olmayı<br />

öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek<br />

yerine kendini değiştirmeyi<br />

öğrenebilirse işte o zaman<br />

eğlenebilir. Sıradan şeyler bile<br />

eğlenceli olur; bir çay içmek, araba<br />

kullanmak, arkadaşı ile oturup<br />

havdan sudan konuşmak...<br />

olmayı öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek yerine kendini<br />

değiştirmeyi öğrenebilirse işte o zaman eğlenebilir. Sıradan<br />

şeyler bile eğlenceli olur; bir çay içmek, araba kullanmak,<br />

arkadaşı ile oturup havdan sudan konuşmak... İlla<br />

gidip hızlı/gürültülü müzik ile eğlenmesi gerekmiyor. O<br />

gürültülü müzik kişinin orgazma ulaşamamasının çığlığıdır.<br />

Zevk konusunda aşırı hırslı olan, orgazmik bir zevk hedefleyen<br />

kimse normal şartlarda buna ulaşamıyor. Hedeflerini<br />

yüksek tutunca ona ulaşmak için gürültülü, yüksek<br />

müzik yöneliyor. O an gürültülü müzik narkozite ediyor<br />

ve geçici bir “mutlu gibi oluyor” ama o gürültü, çılgınlık<br />

olmadığı zaman kötü hissediyor kendini. İlk etki ile zevk<br />

alıyor ama bitince hemen geçiyor. O olmayınca devamlı<br />

eğlence ihtiyacı doğuyor, sürekli istiyor. “Hızlı yaşantım<br />

olsun da, gürültülü müzik olsun da, çılgın eğlence olsun<br />

da eğleneyim” diye bir zihinsel düşünce oluşuyor. Bu düşünce<br />

popüler kültürün hatası. Popüler kültür eğlenmeyi<br />

bunlara odaklıyor.<br />

Aslında “ideal eğlenme” kişinin küçük şeylerden mutlu olmayı,<br />

basit sıradan şeylerden zevk alabilmeyi öğrenebilmesidir.<br />

4 mevsimde çiçek açan bitkiler gibi bunları öğrenen<br />

insan da her şartta eğlenir. Böyle olunca dış etkenlere<br />

bağlı olmayan kendi iç nedenleriyle, sahip olduğu şeylerle


Gençler özgürlüklerini hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve<br />

hoyratlık var. Zaman yönetimini öğrenmelerine engel oluyor<br />

bu durum. Birileri ile konuşurken, araba kullanırken, bir<br />

muhabbet ortamında otururken elinde telefon mesaj, twit<br />

atıyor. Bunu da beceri marifet gibi görüyor.<br />

eğlenmeyi başarabilmiş oluyor. Hollywood kültürünün bize<br />

öğrettiği yüksek müzik ile eğlenmek yerine küçük şeylerle<br />

eğlenebilmeyi, mutlu olabilmeyi başarabilir, sağlıklı hale<br />

getiririz.<br />

HEM SMS/TwİT ATIP, TV İZLEYİP, AYNI ANDA<br />

İPODLA MÜZİK DİNLEYEN GENÇLER<br />

Eğlence sadece teknoloji değil bir kulağında ipod ‘la müzik<br />

dinleyen, diğer elinde telefonla sms atan, gözü de televizyona<br />

bakan bir genç profili var. Ama bu 1-2 yıl sürüp<br />

geçiyor. Yeni ilgi alanları geliştirmek gerekir böyle gençler<br />

için. İnterneti, teknolojiyi, bilgisayarı tek ilgi alanı olarak<br />

görmesini engellemek, nitelikli zaman geçirme, alternatif<br />

kültürel paylaşımlar bulunarak sanal ortamın tuzaklarından<br />

kurtulmuş olur. Teknolojiyi tek seçenek olarak sunmamak<br />

lazım. Alternatif eğlence alanları düzenlemek lazım.<br />

YENİ TEKNOLOJİNİN KÜLTÜRÜ<br />

OLUŞTURULMALI<br />

Bu yeni teknolojini kültürü oluşmadı, oluşturulması lazım.<br />

Sosyologların ve psikologların çalışmalar yaparak sonuçlar<br />

çıkarması gerekiyor. Bu gibi alanlara “kişinin hayatının ...<br />

% ne kadar saat ayırması sağlıklı, ... % ne kadar ayırırsa<br />

sosyalliğe faydalı, kişinin psikolojisini, ilişkilerini ne<br />

derece bozuyor” bunların bilimsel ölçütlerle belirlenmesi<br />

gerekiyor. Bu yapılamadığı için gençler özgürlüklerini<br />

hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve hoyratlık var. Zaman<br />

yönetimini öğrenmelerine engel oluyor bu durum. Birileri<br />

ile konuşurken, araba kullanırken, bir muhabbet ortamında<br />

otururken elinde telefon mesaj, twit atıyor. Bunu da<br />

beceri marifet gibi görüyor.<br />

SAYI 4<br />

11


SİNEMA OKŞAN DEDE<br />

Pamuk Prenses’in<br />

ADALETİ<br />

Pamuk Prenses’in acımasız üvey anne karşısındaki mağduriyeti<br />

her jenerasyonca bilinen bir masaldır. Torundan<br />

toruna aktarılan öykü, cazibesini her dem korumuştur.<br />

Çeşitli dillerde de filme alınan masal, bir vakitler<br />

bizim ülkemizde de okunmaktan çıkıp seyirlik olmuştur.<br />

Zeynep Değirmencioğlu’nun Pamuk Prensesi oynadığı film,<br />

birçoğumuzun belleğinde hala tazedir. Lakin gelin görün<br />

ki Amerika’nın postmodern uyarlaması “Pamuk Prenses ve<br />

Avcı” masalın değişmez argümanlarına bağlı kalarak ancak<br />

muhtevası fantastik film formatına dönüştürülerek tekrar<br />

seyir halini almış.<br />

Pamuk Prenses masalın özünde de olduğu gibi billur güzelliğiyle<br />

ve masumiyetiyle seyircinin kirlenmemiş yanını<br />

alır arkasına hemen. Kötü kraliçe’nin kötülüğüne kılıf uydurulmuş,<br />

çocukken yaşadığı savaş şimdiki erkin sınırsızlığına<br />

dayanak olmuştur. En güzel kan ile yapılan büyü, ona<br />

dünya hâkimiyetinin kapılarını açmıştır. Bütün krallıkları<br />

12 SAYI 4<br />

talan etmiş, bütün kralları güzelliğiyle dize getirmiştir.<br />

Pamuk Prenses’in sadakatine karşılık, onun babasını öldürmüş<br />

ve onu da bir kuleye kapatmıştır.<br />

Daha çocukken aydınlıktan bertaraf edilen prenses, büyüdüğünde<br />

ise kraliçe için bir tehlikedir artık. Ondan daha<br />

güzeldir ve en güzel kan kraliçenin büyüsünü bozar. Kraliçe<br />

bu geçeğin gazabından kendini koruduğunu düşünerek<br />

yaşar hep çünkü ayna ona her dem ondan daha kudretli ve<br />

güzel kimse olmadığını söyler ta ki Pamuk Prenses reşit<br />

olup güzelliği kraliçenin önüne geçene kadar. Ayna ona bu<br />

kaçınılmaz gerçeği söylediği vakit başlar savaş. Kraliçe Pamuk<br />

Prenses’i öldürmek için harekete geçer. Kardeşini onu<br />

öldürmesi için kuleye gönderir ancak Pamuk Prenses cesareti<br />

ve mistik varlıkların yardımı ile kuleden kurtulur. Masalda<br />

da var olan o gizemli ormana kaçar ve yine masalda<br />

da hasıl olan durum devam eder kraliçe Pamuk Prenses’in<br />

peşine bir avcı gönderir onu bulup kalbini sökmesi için.


Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />

Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar gibi<br />

şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />

Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz onları.<br />

KATİL YEDİ cÜcELER<br />

Ancak masaldan farklı olarak Pamuk Prenses’in saflığı<br />

değildir avcıyı avından vazgeçiren. Avcının bizzat kendi<br />

dirayetidir Pamuk Prenses’e dokunmaması. Bu hengâme<br />

ortasında avcı ile dost olan prenses ormandakilerin onun<br />

karşısında diz çökmesiyle avcının güvenini kazanır giderek.<br />

Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />

Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar<br />

gibi şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />

Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz<br />

onları.<br />

Ancak doğa’nın Pamuk Prenses karşısındaki saygı duruşuna<br />

tanık olunca onlarda prensesin safında yer almaya başlarlar.<br />

Kraliçe’nin zalimliği karşısında küsüp, kararan yeryüzü<br />

Pamuk Prenses’in merhametiyle ışığını bulacaktır. Zira<br />

Pamuk Prenses’in halkı tetikleyip, savaşmak ve kraliçenin<br />

zulmünden evreni kurtarmak için başlattığı mücadele yerini<br />

bulur. Halkın kendi iradesi ve Pamuk Prenses’in cesur<br />

kalbiyle başlayan savaş kraliçenin büyüsünün en güzel kan<br />

ile bozulmasıyla son bulur. Pamuk Prenses’in adil fikri üstün<br />

gelmiş, kraliçenin sonsuzluğunu yerle bir etmiştir.<br />

PAMUK PRENSES’İN PRENSİ AVcI MIYMIŞ?<br />

Pamuk Prenses masalının bu görsel öğelerle zenginleşen<br />

uyarlaması tabiî ki çok fazla rağbet görmüştür. Her ülke<br />

de olduğu gibi bizim ülkemizde de doldurmuştur salonları.<br />

Yeni bir okuma yapılan masal, şimdiki sinema avantajlarının<br />

desteğiyle sanıldığının aksine cezp etmiştir izleyeni.<br />

Masaldaki prensin prensesi uyandırması romantizmi yine<br />

avcının prensesi uyandırması ile ön kabulleri yıkma adına<br />

iyi sayılacak bir sahne olmuştur. Pamuk Prenses öyle ya<br />

da böyle herkesin zihninde bir yere sahiptir. En başından<br />

beri masumdur ve bu masumiyeti ona kazanç sağlamıştır.<br />

Filmde de yine bu merhametli prenses yönergesinden vazgeçilmemiştir.<br />

İyiler mutlaka kazanır söylemi yine yeniden<br />

şiar edilmiştir.<br />

SAYI 4<br />

13


YAŞAM HALİT ÖMER cAMcI<br />

BEBELERE BALON<br />

ENTELLERE OYUNCAK<br />

İNSTAGRAM FOTOĞRAFÇILIĞI<br />

YENİ MODEL FOTOğRAFÇILIK<br />

İlginç bir yüzyılda yaşıyoruz. Şu da olsa diye temennide<br />

bulunduğumuz birçok şey bazen bizim düşünme hızımızla<br />

paralel bir şekilde kucağımıza düşüyor. Geçmiş<br />

yüzyıl insanları (jule verne’i hayırla yâd ederek) aya gitmeyi,<br />

seksen günde dünyanın etrafında dönmeyi, balonla<br />

uçmayı büyük ve imkansız hayaller olarak hikayeleştirirken<br />

biz bugün dünyanın en uzak yerindeki arkadaşımızla<br />

görüntülü konuşuyor, müzik, resim, çizim, fotoğraf … ne<br />

varsa paylaşabiliyor, yorum yapabiliyor, ‘bekle ben de geliyorum’<br />

diyebiliyoruz.<br />

Facebook, Twetter, ve bissürü şey derken şimdi cep telefonlarımızla<br />

çektiğimiz fotoğrafları paylaşmak fikri üzerinden<br />

huzurlarımıza sunulan ve daha taptaze bir ‘aplikasyon’<br />

iken facebook tarafından akıl almaz paralara satın alınan<br />

instagram’la yüz yüzeyiz. Konuşmaktan çok fotoğraf çekmeyi<br />

ve bunu paylaşmayı esas alan instagram görülmeye<br />

değer tarafları ile gündemimizde. Bu aplikasyonun kullanıcıları<br />

üzerinden sağlam bir okuma yapabiliriz. Kim bu<br />

isimlerini duymadığımız ama yüz binlerce insanın takip<br />

14 SAYI 4<br />

ettiği fotoğrafçılar, bir telefonun ekranında buluşup ne<br />

yapıyorlar, daha bir kez profesyonel bir fotoğraf makinesine<br />

dokunmamışken adları fotoğraf merkezli bir hikâyenin<br />

ortasında durabiliyor, haddizatında hayat nereye gidiyor?<br />

Buyurun buradan okuyun.<br />

HAYATTAN İZLER BIRAKMAK / UMURSANMAK<br />

İnstagram fotoğrafçıları biraz durum raporlayan insanlar<br />

durumundalar. Neredeyim, ne yedim, hava bakın ne kadar<br />

güzel, yanımda kimler var, takılarımı beğendiniz mi? minvalli<br />

soruların cevaplarını içeren fotoğrafları paylaşmayı<br />

adet edinmişler. Köklü bir fotoğraf eğitimine, hayatlarını<br />

feda ederek oluşturdukları bir fotoğrafçılık kariyerine ihtiyaçları<br />

yok. Yapılması gereken sadece fena kalitede olmayan<br />

bir akıllı telefona sahip olmak ve ücretsiz bir uygulama<br />

olan instagramı telefonlarına indirmek. Sonrası kolay.<br />

Çek, ayarla, ‘haştekle’, paylaş. Bazen hiçbir kare fotoğraf<br />

paylaşmamış ama profil görüntüsüne mümkünse sahilde<br />

mayosu ile çekildiği fotoğrafı koymuş bir ‘hanımefendi’yi<br />

on binlerce kişinin takip ettiği oluyor. Takip edilen; büyük,<br />

derin bir suskunluk.


Bİ’ DE BEğENDİRMEK / BEğENMEK<br />

İnstagram’da yapılan aslında beğendiğiniz fotoğrafın üzerine<br />

geldiğinizde iki kez telefonun ekranına dokunmak.<br />

Yani on bin beğeni almış bir fotoğraf dünya yüzünde yirmi<br />

bin kez telefon ekranına dokunulduğunun da belgesi oluyor.<br />

İçerik, dünya kültürel mirasına iz bırakmak, entelektüel<br />

birikim hep bir köşede mahsun, mükedder, unutulmuş<br />

duruveriyor.<br />

Ne bir sergi dolaşmak, ne bir kare fotoğraf baskısı, ne<br />

bültenler, ne söyleşiler. Bir telefon ekranında milyonlarca<br />

insanın dolaştığı ve her ne istiyorsa onu gördüğü büyük,<br />

devasa bir galeri. Galerinin odacıklarını dolaşmaya başladığınızda<br />

saatler geçirmiş ve kayda değer hiçbir şey görememiş<br />

olma ihtimaliniz çok yüksek.<br />

GENÇ KULLANIcILARIN ALIŞKANLIKLARI<br />

İnstagramın istetistik olarak yaş ortalamasını bilmemekle<br />

birlikte biraz hemhal olunca tahmin edilen durum şu:<br />

genel itibari ile 16-24 yaş arası kadın kullanıcıların ter-<br />

cihinin yoğunluğu fark ediliyor. Bu profilde insanların da<br />

çekip paylaştıkları görseller (fotoğraf diyemiyorum) şöyle:<br />

Modacılar: Bazen bir etek, bir bluz, oje, çanta, ayakkabı,<br />

kola-parmağa-boyna takılan bir aksesuar, bazen de bir<br />

model olarak kendi üzerindeki kıyafetler ve takılarla çekilmiş,<br />

paylaşılmış görüntüler.<br />

Sevimli canlı’cılar: Kedi köpek, çiçek- böcek foto-instagramcıları.<br />

Bu model kullanıcılar sevimli kedilere, evde<br />

beslenen köpeklere hayran. Vahşi doğadan, kuşlardan, balıklardan<br />

da araya çekilebilirse görüntüler girebiliyor.<br />

Pasta börekçiler: Bu ekibi tam tahlil edememekle birlikte<br />

zayıf vücutlu olmalarına rağmen sanki o resmini çektikleri<br />

pasta böreği hep onlar yiyor hayatta da başka bir şey yapmıyormuş<br />

gibi olanlar.<br />

wow! cool!’cular: Kim ne çekerse çeksin tepkisi Wow!<br />

Cool!’dan öteye gitmeyenler.<br />

Nerdeyim kiminleyim ne yiyorum ne de güzelim’ciler:<br />

SAYI 4<br />

15


YAŞAM<br />

Evet isimleri uzun oldu ama kendileri kalabalık bir güruh<br />

oldukları için bu uzun ismi de hak ediyorlar! İnstagram’ın<br />

en eğlenceli, en ‘izlenilesi’ ekibi. Şahsen ben de ucundan<br />

kıyısından bu ekibe dâhilim. Çok gezen ve gezdiğini paylaşan<br />

bir topluluk. Su altına dalmış yüzücüler, dağların tepelerine<br />

çıkmış heyecan ve zorluk insanları, en lüks otellerin<br />

tedavisi zor gezme hastaları, Çin Seddi, Piza Kulesi,<br />

Nevyork gökdelencisi milyon tane insan.<br />

OLDUKÇA ABARTILI EFEKTLER<br />

İnstagramı diğer paylaşım ağlarından ayıran en temel<br />

özelliklerden birisi, fotoğrafı doğru kadrajlı çeken her insanın<br />

herhangi bir ‘fotoşop’ programı kullanmadan hazır<br />

efeklerle gerçek üstü görüntülere ulaştırma imkânı olsa<br />

gerek. Yaptığınız şey güzel bir görüntü çekmek ve ha-<br />

16 SAYI 4<br />

zır kalıp efektlere birer kez dokunup test ettikten sonra<br />

fotoğrafın en beğendiğiniz halini paylaşmak. Gözünüzle<br />

baktığınızda o kadar da belirgin olmayan bulutların birden<br />

masmavi gökyüzünde bembeyaz bir halde karşınızda durması,<br />

yüzünde kırışıklıklar olan bir portreyi çektiğinizde o<br />

kırışıkların yeryüzünün ırmakları dağları gibi belirgin bir<br />

hale gelmesi instagramın hazır efektlerinin size küçük bir<br />

hediyesi.<br />

MİLLETLER MİLLİYETLER HERKESLER<br />

İnstagramın en heyecan verici tarafı hayatınız boyunca<br />

hiç tanımadığınız ve muhtemelen de asla görüşmeyeceğiniz<br />

milyonlarca insanla aynı platformu paylaşmanız, onları<br />

takip etme ve takip edilme ihtimaliniz olsa gerek. Çin’den,<br />

Amerika’dan, İskandinav ülkelerinden, Sibirya’nın derin-


liklerinden insanların günlük hayatlarını görebiliyor, kendi<br />

hayatınızın detaylarını onlarla paylaşabiliyorsunuz. Bir<br />

selamlama, ‘naber-nasılsın’ deme hakkını kullanma fırsatı<br />

buluyorsunuz.<br />

TwITTER DA YALAN İNSTAGRAM’DA YALAN /<br />

VAR BİRAZ DA SEN OYALAN!<br />

Yunus Emre çağımızda yaşasaydı sanırım buna benzer bir<br />

dizeyi de bizimle Twitter üzerinden paylaşırdı! Sosyal<br />

paylaşım platformları ilk başta büyük bir cazibe, herkesle<br />

daha dünyada iken buluştuğumuz bir ‘pozitif mahşer’ meydanı<br />

gibi. Tanıdık tanımadık herkes orada. Güzel, ilginç,<br />

sansasyonel ne yaparsak, beğeniyorlar, takip ediyorlar,<br />

hayran kalıyorlar ya da biz öyle zannediyoruz. Şöhret sahi-<br />

bi olmamız için sinema filmlerinde başrol oynamaya ya da<br />

çok ‘çarpıcı’ bir haberin ana karakteri olmaya gerek yok.<br />

Hayat dediğimiz ve bize bir kez sunulan bu zaman aralığını<br />

hoş-beş’le harcamak büyük bir ‘haya(t)l kırıklığı.’ Sosyalleştiğimizi<br />

sanarak kullandığımız ‘sosyal medya’nın bizi<br />

insanlardan, gerçek hayattan, tabiattan, ağaçtan, kuştan<br />

denizden uzaklaştırdığını fark ettiğimizde çok da geç kalmış<br />

olabiliriz. Bir küçük telefon ekranına ya da bilgisayara<br />

bakarak sosyalleştiğimizi zannederken aslında ‘asosyal’,<br />

hemen yanındaki insanla iki cümle kuramayan, tokalaşamayan,<br />

selam veremeyen/alamayan insanlar haline gelmiş<br />

olabiliriz. Yüzyılımızın alışkanlıkları değişiyor ve yeni yüzyılın<br />

bize neler getireceğini tahmin dahi edemiyoruz. En<br />

nihayetinde ‘gerçek ve sonsuz’ hayat bizim sosyalleşirken<br />

büyük ‘kaybımız’ olmasın.<br />

SAYI 4<br />

17


RÖPORTAJ İSMİHAN ŞİMŞEK FOTOğRAFLAR: İSA TERLİ<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum ben tarihi. Ancak burada<br />

bile doğru dürüst bir diyalektik olamıyordu. Çok iyi<br />

hocalarımız vardı ama öğrencilerin çoğu oturup<br />

not tutmaya alışmışlar. Yani gidip de bir şeyi<br />

sorgulamak, bu kaynakta sorun olabilir mi diye<br />

ya da aynı dönemde yazmış kişileri sorgulama<br />

gibi bir güdüleri yoktu. Çünkü herkes<br />

genellikle eline diplomasını almak için<br />

okula gidiyor. Bir şeyi sorgulamak, bir şey<br />

eklemek ya da keşfetmek için değil…<br />

Pelin Batu… Genç yaşında birçok başarıya imza atmış,<br />

hem sanatın hem de bilginin hayatın vazgeçilmezleri<br />

olduğunu yaptığı işlerle de kanıtlamış oyuncu,<br />

şair, tarihçi. Hakkında söylenen tüm olumsuz eleştirilerin<br />

yanında takdir de toplayan Batu, yepyeni projelerle<br />

hem kendisini tazeliyor, hem de sevenlerinin önüne hoş<br />

bir çeşni sunuyor. Yeni projesinin çekimleri esnasında bir<br />

araya geldiğimiz Batu ile Karacaahmet Mezarlığı’nda hoş<br />

bir söyleşi gerçekleştirdik.<br />

Öncelikle çekimlerini yaptığınız projeden bahsedelim.<br />

Sinema filmi mi dizi film mi?<br />

İkisi de değil, konulu belgesel. Dramatik bölümleri de<br />

var, 45-50 dakikalık bölümü sinema filmi gibi çekiliyor.<br />

Konusu da 1980 sonrası, aslında bizim jenerasyonumuzun,<br />

sağcı veya solcu, geçmişin savaşlarından<br />

ve politikalarından dolayı mağdur olanların<br />

hikâyesi. Hepsi bir şekilde yaralı... Dolayısıyla<br />

benim karakterim ülkü ocaklarında görev almış<br />

ve o nedenle hapishanede yatmış bir<br />

babanın kızı... Tolga’nın (Güleç) oynadığı<br />

karakter de solcu bir annenin oğlu.<br />

18 SAYI 4


Bu iki karakterin mezarlıkta yolları kesişiyor ve böyle bir<br />

hikâye başlıyor. Ama arada o dönemin mağdurlarıyla röportajlar<br />

var; sosyologlarla, psikologlarla… TrT’de oynayacak,<br />

aynı zamanda festivallere de gönderilecek.<br />

“Kime Göre Neye Göre” programından aldığınız geri dönüşler<br />

nasıl oldu? Her kesimin uç kişileri orada bulunuyor<br />

deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz programla ilgili?<br />

Ben hiç uç olduğunu düşünmüyorum aslında. Bence gaye<br />

de öyle değildi. Başlarken şunu söylediler: “ hiç bağırış<br />

çağırış olmayacak, polemikler olup, farklı göğüslerin çar-<br />

KÜLTÜR VE SANAT ELİT,<br />

LÜKS BİR ŞEY DEğİL<br />

Peki, hem konuk olarak<br />

gittiğiniz programlarda<br />

hem de ev sahipliği yaptığınız<br />

programlarda ‘güzel<br />

olduğu için orada’ gibi donanımınızı<br />

arka plana atan<br />

söylemler çıkıyor. Bundan<br />

rahatsız mısınız?<br />

Belki de bu kendini koruma<br />

mekanizmasıdır ama yıllardır<br />

kendime hep şunu söyledim;<br />

herkesin söylediğine<br />

kafayı takmayı başladığınız<br />

an gerçekten o kakafoniden<br />

kendi sesinizi duymaz hale<br />

geliyorsunuz ve gereksiz sinirleniyorsunuz.<br />

Bunlara çok<br />

fazla prim verip de kendimi<br />

üzülmeye izin vermiyorum.<br />

pışması olmayacak. Adı üstünde ‘Kime Göre Neye Göre’ …<br />

Herkes kendi fikrini istediği gibi konuşsun.” En hoşuma<br />

giden şey de buydu, diğer programlarda muzdarip olduğum<br />

için... Ben de o açıdan çok rahat ediyorum. Tepkiler<br />

de genel olarak çok iyi. Çünkü insanlar özellikle televizyondaki<br />

tartışma programlarında sürekli gerginliğe alıştılar.<br />

Sanki formül olmuş vaziyette; ne kadar çok bağırırsan,<br />

ağzından tükürükler saçarak saldırırsan o kadar başarılı<br />

olursun. Ama hiç de alakası yok. Bence insanlar da bu tür<br />

programlardan sıkıldılar. Zaten hayatın her yerinde gerginlik<br />

var. En azından televizyon seyrederken farklı görüş<br />

görmek ister ama kavga görmek istemiyor bence insanlar.<br />

Bazen programlarda özellikle erkeklerde sizin dediğiniz<br />

mantaliteyi söylemese bile bakışından sezebiliyorum. Mesela<br />

tarih programında da insanlar bana diyordu “çok kötü<br />

davranıyorlar, ne düşünüyorsun?” diye, ben de diyordum<br />

ki; en güzeli aslında olabildiğince sakin davranmak... Çünkü<br />

istedikleri zaten o tepki. Tepki olmayınca istedikleri de<br />

olmuyor.<br />

Hem babanızın mesleği dolayısıyla hem kendiniz birçok<br />

ülke gezdiniz… Başka ülkelerde gündem olan<br />

ancak Türkiye’de gündem olamayan bir kültür-sanat<br />

algısı var. Bu anlamda biz de ne eksik? Neden bizim<br />

gündemimize kültür-sanat yerleşmiyor?<br />

Çünkü kültür-sanat bizim toplumumuzda her zaman bir<br />

lüks olarak görülüyor. Mesela bir tiyatrocu arkadaşım anlatmıştı<br />

bana. Sovyet yıkılmadan önce rusya’ya gidiyorlar.<br />

Tahmin ettiğiniz üzere büyük bir yokluk var. Saatlerce bir<br />

elma alabilmek için kuyruğa giriyorlar. O dönemde dahi<br />

tiyatrolar dolup taşıyor ve sanatçılara çiçek alamıyorlar<br />

pahalı diye… Ama bir elma götürüyorlar. O yaklaşım yani<br />

sanatçıya saygı, bir lüks değil, hayatın bir parçası olduğu<br />

mantalitesi yerleşmiş değil. Bizde sanatçı entel dantel,<br />

SAYI 4<br />

19


RÖPORTAJ<br />

halkından kopuk, soğuk, uzaklarda, ulaşılamayan bir yerlerde<br />

oluyor. Televizyonun hayatımıza bomba gibi düşmesiyle<br />

birlikte hızlı tüketilir, magazinleşmiş, ucuz bir şey<br />

haline geliyor. Dolayısıyla iki uç da birbirinden berbat<br />

şeyler… Ben hep şunu diyorum; insan tabii ki ekmeğini<br />

alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil mi?<br />

Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler<br />

hep kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma<br />

sapan şeylere para harcayıp da bir kitabı fazla görüyorlar.<br />

Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />

Aynı zamanda yazıyorsunuz da. Şiir kitabınız var. Yazarlık<br />

yetenek mi yoksa çalışılarak geliştirilebilir bir<br />

şey mi?<br />

Bir parantez açayım; benim lisede en yakın arkadaşlarımdan<br />

bir tanesi geçen sene buraya geldi. Newyork’ta okudum<br />

ben liseyi. Ona da soruyorlar. Kız fotoğrafçı, aynı<br />

zamanda galerisi var, bazen oyunculuk yapıyor, bir albüm<br />

çıkarıyor. Ama kimse Amerika’da ona “senin mesleğin ne?”<br />

demiyor. Çünkü çağ çok değişti. Ben özellikle üniversiteye<br />

gidip rehber öğretmenliği yaptım. Şu anki jenerasyon,<br />

nasıl iphone’da her şey tık tık geçiyorsa, o kadar hızlılar.<br />

Eskiden algı iki-üç dakikaymış şuanda 40 saniyeye düşmüş<br />

vaziyette. Bu ne demek? Her şey çok hızlı algılanıyor ve<br />

çok hızlı çöpe atılıyor. Meslekler de öyle… Bu bölümde<br />

okudum, ondan sonra bunu yapacağım diye bir şey yok…<br />

Hakikaten dünyada biraz da ekonomik şartlardan dolayı insanlar<br />

daha kaygan bir zeminde olduğu için bir gün bunu<br />

yapıyor, bir gün şunu yapıyor… Ben de çağımın insanı<br />

olduğunu düşünüyorum ve birazcık da o rönesans ruhunun<br />

kaybolmasının yani 20. yüzyılda bize empoze edilen<br />

fabrikadan çıkma insan ürününün değişmesi gerektiğini<br />

düşünüyorum, değişiyor da zaten ister istemez.<br />

SADEcE EğİTİM YETERLİ DEğİL<br />

Şuan bile okulu olmayan meslek alanları gelişti. Sosyal<br />

medya uzmanlığı diye bir şey çıktı. Eğitimleri bir iki<br />

yıl sonra verilmeye başlandı…<br />

Evet. Teknolojiyle çok alakadar değilim ama bir sürü ünlü<br />

twitter yazıcısı var. Bundan ciddi maaşlar alıyorlar. Abdullah<br />

Gül’ün bile profesyonel twitter kullanıcısı var. Evet,<br />

pek çok işle uğraşıyorum ama bu işler birbirini tamamlıyor<br />

diye düşündüm. En önemsediğim şey okulda kalmaktı,<br />

doktoramı yeni bitirdim, okulda ders vermeye devam edeceğim<br />

ama bir diploma parçasına sahip olayım diye değil,<br />

okul bana ilham veriyor diye kaldım. Çünkü hoca olarak hep<br />

öğrenciliğe devam ediyorsunuz. İster istemez yeni şeyler<br />

öğreniyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Bu da benim şiirimi bes-<br />

20 SAYI 4<br />

liyor mesela. Ama<br />

şunu da düşünüyorum;<br />

okuduğum<br />

çoğu akademisyenin<br />

edebi eserleri<br />

çok kuru ve<br />

kitabi olabiliyor.<br />

Sanki belli kurallara<br />

uyulmuş, o<br />

kadar iyi biliyorlar<br />

ki formül uygular<br />

gibi yazıyorlar. O<br />

da edebiyatın biraz<br />

kuru olmasına<br />

sebebiyet veriyor.<br />

Bence içten gelen<br />

bir şey bu… Ama<br />

onu törpüleyebilirsiniz,<br />

onu yontabilirsiniz,<br />

daha<br />

düzgün bir hale<br />

getirebilirsiniz.<br />

Eğitim her zaman<br />

insanın duyarlılığını<br />

arttırması ve<br />

farklı tarzları bilmesi<br />

anlamında iyi<br />

bir şey. Ama içeride<br />

bir şey yoksa<br />

da kuru olur. Yazarlık<br />

yetenekle<br />

ilgili ancak bazı<br />

yazarlar vardır ki<br />

hakikaten formu,<br />

tekniği o kadar iyi<br />

kullanır ki… Daha<br />

geçen gün şu an<br />

İngiltere’de en iyi<br />

edebiyat dergilerinden<br />

bir tanesini<br />

çıkaran editör,<br />

aynı zamanda iyi<br />

bir yayınevinin<br />

editörü… O diyor<br />

ki; şu anda o kadar<br />

çok yazar var, o<br />

kadar çok şair var<br />

ki ve dünya artık o<br />

kadar küçüldü ki,<br />

çünkü herkes her-


kesin yazısını çok rahat okuyor internet sayesinde, artık<br />

iyiyi kötüden ayırt etmemiz çok zor. Bence de öyle. Artık<br />

bu bir yetenek mi yoksa belli kuralları çok iyi biliyor da<br />

bunları mı kâğıda döküyor ayırt etmek çok zor. O da ancak<br />

birkaç eserden sonra belli olur. Oyunculukta da aynı<br />

şey söz konusu… Bir diziyle patlarsınız, kendinizi kraliçe<br />

gibi hissedersiniz sonra arkası gelmezse sönüp gidersiniz,<br />

kimse hatırlamaz.<br />

İnternetle ilişkiniz ne düzeyde?<br />

Çok minimal kullanıyorum. Bir sene öncesine kadar<br />

e-<strong>mail</strong>lerime bile cevap vermiyordum. Arkadaşlarıma altı<br />

ay sonra cevap yazıyordum. İşler güçler dolayısıyla e-<strong>mail</strong>i<br />

daha istikrarlı kullanmaya başladım. Sosyal medyayı da hiç<br />

kullanmıyorum. O kadar çok şey var ki oradan oraya zıplaya<br />

zıplaya tavşan gibi vakit geçiyor. Bir de ben ekrandan<br />

okumaktan da sıkılıyorum, gözlerim yanıyor. Uzun bir şey<br />

okuyacaksam basıyorum öyle okuyorum. Ama itiraf edeyim<br />

ki okula çok yardımcı oldu. Kitap ararken hemen sipariş<br />

verebiliyorsun. Ya da Vikipedia’dan bir şeylere bakmak…<br />

EğLENMEK SEVDİKLERİMLE OLMAK DEMEK<br />

Bütün hayatı internette devam eden kişiler var… Hatta<br />

gençler sinemaya gitmeyip internetten indiriyor ve<br />

bu şekilde eğleniyor. Bizim dosya konumuz da gençlerin<br />

eğlence anlayışı üzerine bu sayıda. Sizce eğlenmek<br />

nedir?<br />

Aristo demiş ya “biz sosyal hayvanlarız” diye. Bence<br />

eğlenmek, sosyal olmakla bağlantılı. Film yalnız da seyredilir,<br />

bir yazıdan başka bir yazıya da atlarsınız, ya da<br />

sanal kişiliğinizle istediğinize laf atarsınız, saldırırsınız<br />

vs. bu belki o anda insana iyi hissettirir, sosyal olduğunuzu<br />

sanırsınız ama başka insanlar olmadan, temas olmadan,<br />

göz göze bakmadan sosyallik olamaz. Eğlenmek<br />

de olamaz bana göre… Dolayısıyla benim için eğlenmek<br />

sevindiğim insanlarla güzel yemek yemektir, güzel bir yere<br />

gidip doğanın güzelliğini fark etmektir. Ben bu sene hiç<br />

tatil yapmamıştım, evvelsi gün geldim İstanbul’a ve 4-5<br />

tane arkadaşımla tatile gittim. Orada yüzdüm, o bana göre<br />

en güzel eğlence… Doğanın içinde ve sevdiğin insanlarla<br />

olmak… Öbür türlü soyutlanınca bir süre sonra insan<br />

kendini kandırıyor, yalnız hissetmiyor çünkü. Sürekli bir<br />

iletişim halinde gibi ama sonuçta bir makineyle baş başa<br />

kalıyorsun. Eminim bununla ilgili bilimsel çalışmalar da<br />

çıkacaktır ki sağlıksız da olsa gerek… Ne biliyim gözü<br />

kurutuyordur, diyorlar ya kaktüs koyun radyasyon için…<br />

Boşuna söylenmiyordur bunlar.<br />

Lise ve üniversite dönemindeki gençlerle bir araya geldiğiniz<br />

ortamlar oluşuyor mu? Onlarla ilgili izlenimleriniz<br />

neler? Kendinizle karşılaştıracak olsanız…<br />

Çok farklı… Bence iki tür gençlik var gözlemlediğim. Birisi,<br />

çok vurdumduymaz hatta saldırgan ve terbiyesiz diyebilirim.<br />

Kötülemek istemiyorum, hep gençlere suç bulunuyor<br />

ama hakikaten öyle bir tür var. O da internetin<br />

getirdiği güçle oluyor…<br />

Orada istediği gibi konuşabiliyor ya, sanki gerçek hayatta<br />

da bunu yansıtıyor ama bir taraftan da ona biraz dokunsanız<br />

iskambil kâğıdı gibi devrilecek. Çünkü çoğunlukla<br />

arkasında doğru dürüst bir dayanak yok. Sadece dışa vurum<br />

var.<br />

İnsan tabii ki ekmeğini alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil<br />

mi? Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler hep<br />

kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma sapan şeylere para harcayıp<br />

da bir kitabı fazla görüyorlar. Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />

HELİKOPTER EFEKTİ TÜM AİLELERİ SARDI<br />

Son zamanlarda çocuk merkezli bir aile yapısı var. Bundan<br />

kaynaklı olabilir…<br />

Evet. Zaten bunun bilimsel olarak bir adı var; helikopter<br />

efekti… Aileyi helikopter gibi düşünün çocuğu öyle bir altına<br />

alıyor ki çocuğun etrafına hiçbir şeyi yanaştırılmıyor,<br />

şımartılıyor, istediği veriliyor, çocuk da küstah ve saldırgan<br />

olabiliyor. Ama biraz onunla konuşmaya başlayınca<br />

inanılmaz büyük bir güven zaafı ortaya çıkıyor. En önemli<br />

şey aile… Ben mesela 17-18 yaşında ne isem şu anda<br />

da çok farklı değilim. Çünkü benim ailem hiçbir zaman<br />

beni şımartmadı ve bana hep yetişkin gibi davrandılar. O<br />

nedenle annemle babamla hep arkadaş gibi oldum. Bazı<br />

aileler “şöyle olacaksın, şunu olacaksın” diye empoze ediyor<br />

ya, çoğu insan istemediği şeyi okuyor, istemediği şeyi<br />

yapıyor. O zaman da kişilik gelişmiyor. Ailelerinin istediği<br />

kişiyi olmak zorunda kalmışlar… O nedenle çoğunlukla<br />

aileler suçlu… Bir de ailelerinin daha bilinçli bir şekilde<br />

yetiştirdiği çocuklar var. Bizden çok daha şanslılar. Çünkü<br />

bütün dünya ellerinin altında. Onlar çok daha yaratıcı olabilirler,<br />

istedikleri şeylere ulaşabilirler.<br />

SAYI 4<br />

21


SOSYAL ALEM ZÜBEYİR KOÇULU<br />

21. yüzyıl, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle birlikte<br />

toplumsal yönelişin de etkisiyle modern insanı kolaylığa<br />

ya da kolaycılığa alıştıran ‘alternatif’ bir çağ<br />

oldu. Bu çağın algısı, elde edilmek istenen neticeye ulaşmak<br />

için her zaman ‘daha kolay ve pratik’ bir alternatif<br />

bulmak üzerine kurulu. Elbette bu, sanayi ve teknolojinin<br />

ülkelerin ‘güç’ kefesinin temelini oluşturduğu modern<br />

yaşamda hatırı sayılır ilerlemeleri de beraberinde getirdi.<br />

Ancak bu durum, modern toplumun sosyal gelişiminde<br />

bazı olumsuzlukları da yaşamımıza taşıdı.<br />

PHOTOGRAPHER OLMAYANI DÖVÜYORLARMIŞ<br />

Artık kolay elde ediyoruz. Kolay oluyor, oluyor gibi görünüyoruz.<br />

Eskiden, bir mesleğin titrini üzerine yakıştırmak<br />

için, mesleki eğitimi tamamlamanın yanı sıra, o<br />

alanda çalışmalar yapmak şart görülüyordu. Çıraklar kalfa<br />

olmadan ‘usta’ olma iddiasında bulunmuyordu. İnsan iliş-<br />

22 SAYI 4<br />

ANNE BEN<br />

PROFESYONEL OLDUM<br />

Modern algı kolaycılığı<br />

kodluyor zihinlere.<br />

Hep daha kolaya, daha<br />

pratiğe sürüklenirken,<br />

kaliteli ve kalıcı işler<br />

yapmak sönük bir<br />

hedef olarak kalıyor.<br />

Çıraklık veya amatörlük<br />

gençler için mahcubiyet<br />

meselesi. Kendisinin<br />

farkına varan bir<br />

genç için ‘çalışıyorum’<br />

diyerek hedef<br />

koymaktansa, “anne<br />

ben profesyonel oldum”<br />

demek daha cazip.<br />

kilerini küresel ölçütlerle yerelde modelleyerek çarpık bir<br />

sosyalleşmeye kapı aralayan modern algı ise çıraklığı ve<br />

kalfalığı unutturmuş görünüyor. İnsanların çıraklığa harcayacak<br />

vakti yok. Yeni jenerasyonun zihninin şekillenmesinde<br />

şimdiden önemli bir rol üstlenen sosyal medya da<br />

bunu körüklüyor.<br />

Sosyal medya, sosyal gelişimini sağlayamadan ‘görücüye’<br />

çıkan kimi asosyal gençleri kolaycılığa alıştırıyor. İşiyle<br />

öne çıkmak ‘zor’ bir yol. Kolayı var. Üzerine afili bir etiket<br />

giyinerek arz-ı endam etmek oldukça ucuz.<br />

Fotoğrafçılıkla yeni yeni ilgilenmeye başlayan bir<br />

genç, üç-beş amatör çalışmanın akabinde sosyal medyada<br />

kendisini ‘fotoğrafçı’ olarak tanıtmaktan çekinmiyor<br />

örneğin. Bir de bu etiketin İngilizce karşılığını<br />

internetteki kimliğinin yanı başına iliştirince, karşımıza<br />

yep-yeni bir olgu çıkıyor: The Photographer.


Bu olgunun alt branşlarından olan düğün fotoğrafçısı olmak<br />

için ihtiyaç duyulan tek enstrüman, pahalı bir fotoğraf<br />

makinesi mesela. Tarihi bir mekân konsepti ‘kolaylaştıracaktır.’<br />

Eminönü’nde, Balat’ta, saray avlularında bunun<br />

örneklerine çokça rastlayabilirsiniz.<br />

Bir tuşa basarak kolay sonuçlar elde etmek varken, eğitim<br />

sürecini tamamlayarak o işin erbabı olmak, dolambaçlı ve<br />

zor bir yol olarak görülüyor. Üstelik bir işin erbabı olmadan<br />

da çevre oluşturmak, halk ifadesiyle piyasa yapmak<br />

işten bile değil. Sosyal medya ve internet iletişimiyle<br />

amatör işleri arz edip, talebe ulaşmak da kolay artık. Talebin<br />

kalitesi düştükçe, arzın kalitesi de azaldı. Amatörlüğe<br />

yerimiz kalmadı. Artık hepimiz profesyoneliz.<br />

BEN DE YAZARIM, BEN DE JOURNALİST’İM<br />

Aynı şekilde, gençlerin yazı dünyasında –kabul görse de<br />

görmese de- kendilerini göstermenin yolu da basitleşti.<br />

İnternet üzerinden, maliyet ödemeden açtığı kişisel<br />

bir blogda aklından geçenleri yazan bir genç, rahatlıkla<br />

kendisini ‘yazar’ olarak tanıtmaktan çekinmeyebiliyor. Ya<br />

da akla ilk geleni yazmaya ve düşüncenin bedelini ucuza<br />

getirmeye teşvik eden denetimsiz sözlüklerde ‘yazar’ olmayı<br />

bir etiket olarak taşıma çabası içine girebiliyor. Hele<br />

bir de, kontrol mekanizması olgunlaşmamış bir-iki siteye<br />

karaladıklarını yayınlatmayı başarmışsa, karşımıza son<br />

‘model’ bir ‘gazeteci’ etiketiyle dikilebiliyor. Hayırlı olsun:<br />

Kendi çapında bir ‘journalist’ daha sosyal sayfamıza –yüklenmiştir.-<br />

Gerçek hayatta bir karşılığının olup olmamasıyla<br />

kim ilgileniyor ki? Sosyal medyada uzmanlığını bu yolla<br />

tamamlamış onlarca ‘journalist’ ya da ‘yazar’ görebiliyoruz.<br />

KOLAYLIğI ZORDA ARAMAK<br />

Modern bir alışkanlık olarak kolaycılığı eleştirmemiz,<br />

gençlerin cesaretini kırmak ya da önlerini kesmek anlamını<br />

taşımıyor. Aksine, daha kalıcı gerçek bir kimlikle,<br />

tuttukları işlerde derinleşmeleridir gönlümüzden geçen.<br />

Görünüşü önceleyip savrulmaktansa, derinden ve gönülden<br />

bilgece bir üretim anlayışını benimsemek, toplumun<br />

kılcal damarlarını kalıcı olarak besleyecektir. Böylece ataların<br />

ortaya koyduğu yaşamak ve üretmek arasındaki ince<br />

bağa iç geçirip kötü işler üretmeye devam etmekten belki<br />

kurtuluruz.<br />

Eskiler, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” buyurmuşlar.<br />

İsmet Özel’ce söylersek, “Dilce susup, bedence konuşulan<br />

bir çağda/biliyorum kolay anlaşılmayacak” çıraklık<br />

ve kalfalığın mütevazı ama hakiki bir derinliği beslediği,<br />

büyüttüğü. Ama ‘kolay’ın geçici ve aldatıcı rüzgârına kapılmadan,<br />

zor da olsa mücadele vermeye azimli gençlerin<br />

‘zor’ anlaşılana da talip olacağı ümidini taşıyoruz. Çünkü;<br />

Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />

Evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />

İstemeye ve çalışmaya talip gençlere zor yollarda kolaylıklar...<br />

SAYI 4<br />

23


EĞİTİM KARİYER MERKEZİ HİcRET AYDOğDU<br />

YENİ BİR EğİTİM ÖğRETİM YILI<br />

DAHA BAŞLADI. ÖZELLİKLE<br />

ÜNİVERSİTE ÖğRENcİLERİ<br />

HARÇLARIN KALDIRILMASI, KATSAYI<br />

SORUNUNUN ORTADAN KALKMASI,<br />

UZAKTAN EğİTİM PROGRAMLARININ<br />

ARTMASI, EK KONTENJANLARIN<br />

AÇILMASIYLA BEREKETLİ BİR YILA<br />

MERHABA DEDİ. YURTDIŞINDA<br />

EğİTİMİNE DEVAM ETMEK İSTEYENLER<br />

TASI TARAğI TOPLAYIP GURBETTEKİ<br />

YENİ YUVALARINA UÇTULAR.<br />

24 SAYI 4<br />

Viyana Üniversitesi<br />

Avrupa’da<br />

Eğitimin Gözdesi;<br />

Her ne kadar kat sayı sorunu ortadan kalksa da yurtdışı<br />

eğitim birçok öğrenci için hala prestijli bir alternatif<br />

olma özelliğini koruyor. Dil öğrenmenin yanı<br />

sıra, üniversitelerin sağladığı olanaklar ve yurtdışında<br />

okumuş olmanın gençlere sağladığı özgüven, tek başına<br />

hayatla mücadele gücü gençlerin önünü açıyor.<br />

Farklı etnik kökenlerden gelen akranları sayesinde yepyeni<br />

hayatlara şahit oluyorlar, tecrübeler birikiyor, hatıralar<br />

çoğalıyor.<br />

Yurtdışında eğitimin adreslerinden biri de Viyana…<br />

Avrupa’nın kültür ve sanat merkezi olan Viyana birçok<br />

öğrenci için eğitimin de merkezi. Özellikle 2000 yılından<br />

sonra katsayı ve başörtü sorunu ile birlikte önce onlarca,<br />

daha sonra yüzlerce öğrenci eğitimleri için Viyana’yı tercih<br />

etti. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşayıp evladı<br />

İstanbul’da bir üniversite kazanınca ne kadar harcama<br />

yapıyorsa Viyana’da da aynı harcamayı yapacağını gören<br />

aileler de -her ne kadar özlem olsa da- bu alternatifi değerlendirmekten<br />

çekinmediler.<br />

AVUSTURYA’DA EğİTİM ALMAK İÇİN ŞARTLAR<br />

NELER?<br />

Avusturya’da üniversite eğitimi alabilmek için, Türkiye’de<br />

üniversiteyi kazanmış olmak gerekiyor. Dolayısıyla da<br />

Viyana Üniversitesi


Cumhurbaşkanı Gül WONDER'de.<br />

VİYANA<br />

Türkiye’de üniversite giriş sınavı ile 4 yıllık bir fakültede<br />

(özel veya devlet üniversitesi) bir bölüme yerleşmiş olmanız<br />

isteniyor. Türkiye’de yerleştiğiniz bu bölümle eşdeğer<br />

olan aynı bölüme başvurup sadece o bölümden kabul alabiliyorsunuz.<br />

Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de mimarlık<br />

kazanan bir öğrenci, mimarlık dışında başka bir bölüme<br />

yerleşemiyor. Avusturya Avrupa’nın eğitim ücreti en düşük<br />

ülkelerinden biri. Dönemlik 380€ üniversiteye ödenen<br />

okul harcı dışında, bir öğrencinin aylık harcaması, kişiye<br />

göre değişmekte olup 500€ civarında.<br />

Avusturya’nın başkenti Viyana’da; Viyana Üniversitesi,<br />

Viyana Teknik Üniversitesi, Viyana Ekonomi Üniversitesi,<br />

Viyana Tıp Üniversitesi ve Viyana Ziraat Üniversitesi<br />

adı altında 5 devlet üniversitesi mevcut. 1365 yılında<br />

kurulan Viyana Üniversite’sinde sosyal bölümler ağırlıkta<br />

olup bünyesinde 100’e yakın farklı branş bulunuyor. Viyana<br />

Teknik Üniversitesi ve Viyana Ekonomi Üniversitesi<br />

de dünyadaki sayılı üniversiteler arasına girmiş ve kendi<br />

alanlarında uluslararası akreditasyonu yüksek üniversiteler.<br />

Viyana Üniversitesi’nde Güney Asya/Tibet, Budist Dil,<br />

Edebiyat ve İnanışları bölümünden, genetiğe, mantıktan<br />

ekolojiye kadar 100’e yakın bölüm var.<br />

PEKİ, YA TÜRK ÖğRENcİLER?<br />

Türk öğrencilerin yoğun bulunduğu bölümler Uluslararası<br />

İlişkiler ve Siyaset Bilimi, Psikoloji diyebiliriz. Viyana’da,<br />

üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısı her geçen gün artıyor<br />

ve ekseriyeti danışmanlık şirketi kanalıyla bu serüvene<br />

başlıyor. Bu vesileyle gelenler büyük ölçüde Avusturya’nın<br />

öğrenciler için sunduğu yurt ve pansiyonlarda kalıyorlar.<br />

Bir kaç yıl içinde, kendisi ev kiralayıp daha çok Viyanalı<br />

olmaya başlayanlar da epeyce fazla. Öğrenciler okul<br />

eğitimlerinin yanı sıra sosyal ve sanat faaliyetlerinde de<br />

oldukça aktifler. Viyana’daki konserler, sergiler, müzelere<br />

düzenledikleri gezilerin yanı sıra kendileri de bizzat eğitsel<br />

ve sanatsal faaliyetlerin içinde yer alıyorlar. Bu tür<br />

faaliyetleri gerçekleştirebilecekleri yerlerin başında ise bir<br />

Türk öğrenci derneği olan Uluslar arası Öğrenci Derneği<br />

(WONDEr) geliyor.<br />

BALKANLARI TÜRK<br />

AKADEMİSYENLER FETHEDEcEK<br />

12 yıl önce kurulan dernek çok kısıtlı imkanları zorlayarak<br />

bugün Viyana’nın seçkin kurumları arasında yerini almış.<br />

Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da<br />

ziyaret edilen dernek, kurulduğu tarihten itibaren 100'ü<br />

aşkın ilim ve bilim adamını, bakanları ve siyasi parti liderlerini<br />

çeşitli seminerler vermek üzere misafir etmiş. Bu<br />

seminerler öğrencilere Türkiye'den uzak kaldıkları süre<br />

zarfında Avrupa'dan Türkiye'deki olaylara bakışta objektif<br />

bir perspektif kazanmalarına yardımcı olmuş. Öğrenciler<br />

Avrupa ve Avusturya’nın siyasi, kültürel ve ekonomik<br />

yapısını da yine etkin pozisyonlardaki Avusturyalı misafirleri<br />

aracılığıyla ilk ağızdan öğrenme fırsatı bulmuşlar.<br />

12 öğrenciyle başlayan WONDEr serüveni bugün mezun<br />

olanlarla birlikte 1000’i aşkın Türk öğrencinin yuvası konumunda.<br />

Kız ve erkek yurtları bulunan dernek, konferans salonu,<br />

seminer salonu, sinema salonu, fuaye alanı, yemekhane,<br />

mescit, derslikler, kütüphane, toplantı odaları, misafirhane<br />

ve kafeteryadan oluşuyor. Genel merkez öğrencilere<br />

fiziki imkanlar sunmanın yanı sıra bünyesinde kurulan 10’a<br />

yakın dernek ve kulüp faaliyetleri ile öğrencilere gerek öğrenim<br />

alanlarında gerek istedikleri alanda kendilerini geliştirebilecek<br />

imkanlar sunuyor.<br />

WONDEr’in merkezi ve öğrenci yoğunluğu Viyana`da olmasına<br />

rağmen, Bosna Hersek, Almanya, Makedonya, Bulgaristan<br />

ve romanya’da da öğrenci evleri bulunuyor.<br />

WONDEr Balkan coğrafyasına yönelik, Balkan üniversitelerine<br />

akademisyen yetiştirme projesi de başlatmış. Birkaç<br />

öğrenciyle başlayan bu proje bu yıldan itibaren yılda<br />

30 öğrenciyle devam edecek. WONDEr master ve doktora<br />

sürecinde desteklenen bu öğrencilerin, eğitimleri sonrası<br />

kendi bölgelerindeki üniversitelerde akademik camiada<br />

yer edinmelerini büyük ölçüde fırsata dönüştürmeyi hedefliyor.<br />

www.wonder.at<br />

SAYI 4<br />

25


SPOR ÖMER BULUT<br />

DARAĞACINDA OLSAK DA<br />

SON SÖZÜMÜZ<br />

FENERBAHÇE<br />

Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu<br />

yıllarda Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına<br />

emanet, top peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini.<br />

Türk gençler ise sadece imrenmekle yetiniyor.<br />

Bilmiyorlar ki o çayırda nice destanlar yazacaklar, nice<br />

kahramanlar çıkaracaklar, tüm Türkiye'yi, hatta dünyayı<br />

sarsacaklar.<br />

Tüm spor müsabakaları, fakat ille de futbol, rakiplerin varlığına<br />

bağlı bir "taraf"lılık ilkesince zevk ve heyecan veren,<br />

milyonları aynı anda harekete geçiren bir hayat iksiridir.<br />

Bu iksirden içen kendini 90 dakikalığına dünya derdine<br />

kapatır, bir takıma bağlılığın, hiç tanımadığı, kendisine<br />

hiç benzemeyen insanlarla aynı renkler için şarkılar söylemenin<br />

tadını çıkarır. Kimi zaman sahadaki oyunlar için<br />

birlik olursun, kimi zaman saha dışındaki oyunlar için...<br />

Fenerbahçe bir "Cumhuriyet" takımı mıydı yoksa kendisi<br />

bizzat bir cumhuriyet miydi, peki neden diğer kulüpler<br />

böyle nitelendirilemiyordu? Fenerbahçe Spor Kulübü’nün<br />

başkanları hep karizmatik, cesur, iddialı insanlar olmuştur.<br />

Bu da haliyle taraftarın tavrını, söylemlerini, tezahüratlarını,<br />

sloganlarını etkilemiştir. Futbol takımının sahadaki<br />

başarısından çok sarı lacivert formayı taşıyor olması yetmiştir<br />

taraftarı mutlu etmeye. Yoksa hangi ülkede, hangi<br />

takımın taraftarı böylesi bir bağlılıkla kenetlenmiştir ki?<br />

Fenerbahçe taraftarı zor zamanında "bir" olmayı başarmış<br />

ve ikibinli yılların bireysel, bencil insanına bir bayrağa,<br />

bir takıma, bir ülküye, bir inanca kayıtsız, şartsız inanma-<br />

26 SAYI 4<br />

nın nasıl bir şey olduğunu gururla göstermiştir.<br />

Futboldan zerre kadar anlamayanlar bile bunu bilirler: Tribünde<br />

iki renk vardır: Takımın bayrağının renkleri! Stada<br />

girenler yalnız pet şişeleri, bozuk paraları, metal eşyaları<br />

bırakamazlar kapıya, dünya dertleri, geçim sıkıntısı, anne<br />

baba baskısı, eş dırdırı, hastalıklar, sınavlar, mülakatlar,<br />

bunalımlar, uykusuz geceler, işsiz gündüzler... Kapıda öyle<br />

büyük bir yığın vardır ki, kimi beyazdır, kimi pembe, kimi<br />

elindeki tespihini bırakır, kimi pearcing'ini, kiminin dövmeleri<br />

silinir, kiminin alnının yazısı... Kartvizitler, kimlikler,<br />

pasaportlar, diplomalar yakılır, plaketler kırılır... Tek<br />

bir kimlikle girer insan stadın kapısından, maç gününe en<br />

çok yakışan "taraftar" kimliğiyle.<br />

Fenerbahçe'yi diğer kulüplerden ayıran en büyük özelliği<br />

sahip olduğu milyonlarca taraftarıdır. Fenerbahçelilik<br />

yalnızca bir kulübün taraftarı olmak değildir, aynı zamanda<br />

"bir gün mutlaka" düşüncesini bırakmamak, ne kadar<br />

kızsa da başarısızlığı bile sahiplenmek, utanmamak, dik<br />

durmaktır.


KADIKÖY DENİLİNcE<br />

Kadıköy bir İstanbul ilçesi olmaktan öte, sokaklarına, caddelerine<br />

sinmiş Fenerbahçe kokusuyla anılır. Şükrü Saraçoğlu<br />

Stadyumu öyle bir yere kurulmuştur ki, gelene geçene<br />

Kadıköy'ün asıl sahibinin kim olduğunu gösterir.<br />

TÜRKLERİN FUTBOLLA TANIŞTIğI YER: PAPAZIN<br />

ÇAYIRI<br />

Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu yıllarda<br />

Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına emanet, top<br />

peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini. Türk gençler ise<br />

sadece imrenmekle yetiniyor. Bilmiyorlar ki o çayırda nice<br />

destanlar yazacaklar, nice kahramanlar çıkaracaklar, tüm<br />

Türkiye'yi, hatta dünyayı sarsacaklar.<br />

Papazın Çayırı, şimdiki Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın bulunduğu<br />

yerdir. Stad, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kaynakları ile<br />

hayat bulmuştur. Yani her koltuğunda, her tuğlasında, her<br />

bir çim tanesinde taraftarın emeği vardır. O çayırda has-<br />

SAYI 4<br />

27


SPOR<br />

retle, heyecanla yalnızca "seyirci" olmak zorunda kalmış<br />

gençlerin aziz hatırasından mıdır bilinmez, Türk futbolunun<br />

beşiği olmuştur Şükrü Saraçoğlu.<br />

Chelsea'li futbolcu Frank Lampard "Seyirci gerçekten çok<br />

ateşliydi. Karşılaşma boyunca tribünler hiç susmamıştı.<br />

Böyle bir baskı olduğu zaman, hiçbir takımın o stattan<br />

kolay kolay çıkacağını sanmıyorum..." derken masal anlatmıyor,<br />

Kadıköy gerçeklerinden bahsediyordu. Bilen bilir,<br />

Kadıköy dünyanın en zorlu deplasmanlarından biridir.<br />

28 SAYI 4<br />

Fenerbahçe takımını<br />

kendi seyircisi<br />

önünde<br />

izlemenin zevki<br />

bir başkadır.<br />

Çünkü futbolcular<br />

Şükrü Saraçoğluçimlerinde<br />

kendi evinin<br />

koridorlarında<br />

dolanır gibidir.<br />

Ne rakip takımınoyuncularını<br />

gözü görür,<br />

ne formalarının<br />

rengini. Sarı laciverttenbaşkasını<br />

görmez,<br />

taraftarın sesinden<br />

başkasını<br />

duymaz. Maçın<br />

sonucuyla, puan<br />

durumuyla ilgi-<br />

lenmez. Tek seçenek vardır Fenerbahçe için, ki o seçenek<br />

kaderleridir: Galibiyet! Ev sahibi olmanın avantajını en iyi<br />

kullanan futbol kulübü Fenerbahçe'dir. Zira en vefalı, en<br />

ateşli taraftara sahip kulüp de Fenerbahçe'dir.<br />

FENERİUM<br />

Fenerbahçe zor zamanlarını<br />

taraftarın<br />

manevi desteğinin<br />

yanısıra, inkar edilemez<br />

büyüklükteki<br />

maddi desteğiyle atlatmıştır.<br />

Fenerium<br />

mağazası, bırakın bir<br />

spor kulübü markası<br />

olmasını, gerçekten<br />

çok iş yapan bir<br />

tekstil markası haline<br />

gelmiştir. Taraftarlar, aldıkları orijinal ürünlerle kulübün<br />

kalkınmasına epeyce katkı sağlamışlardır.<br />

FENERBAHÇELİLİK<br />

Topsa top, çimense çimen, kramponsa krampon. Futbol<br />

dünyanın her yerinde aynı malzemelerle oynanır, içine biraz<br />

takım ruhu da koydun muydu, Brezilya'dan İtalya'ya<br />

kalite olarak birbirinin aynısı olmasa da fiziki şartlara bakarsak<br />

hepsine "futbol maçı" diyebileceğimiz 90 dakikalık<br />

mücadeledir. Fakat taraftarlık mesaisi 90 dakikalık değildir.<br />

Hele Fenerbahçelilikse konu, doğumhanede başlayıp<br />

kabristanda biten bir hayat hikâyesidir. Fenerbahçeliler,<br />

taraftarlığı stattan çıkarıp caddelere, arabalara, sonra evlerine,<br />

okullarına... Kısacası hayatlarının her anına yayar-


lar. Haftada bir kez tezahürat yapmakla bitmez Fenerbahçelilik,<br />

diğer takımlara karşı haftanın her günü, günün her<br />

saati süren bir savaştır. Futboldan anlayanlar bilir, Fenerbahçe<br />

tek başına tüm takımların rakibidir.<br />

rahmetli İslam Çupi Fenerbahçe için ''Fenerbahçe büyüklüğü<br />

ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür.<br />

Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz"<br />

derken aslında yalnızca bir spor kulübünden ya da onun<br />

taraftarı olmaktan bahsetmiyordu. İşte bu adı konulamaz<br />

diye tabir edilen şey birliktir, ruhtur, kardeşliktir, bir<br />

ülkü uğruna kimliğinden vazgeçmektir.<br />

2012/2013 sezonunun hazırlık antrenmanında<br />

futbolcular üzerinde Aziz Yıldırım'ın<br />

"Unutulmamalıdır ki şimdi bu ulu<br />

çınarın dallarını<br />

budamaya, kırmaya<br />

çalışanlar gün<br />

gelecek güneşi<br />

görmek için yine<br />

bu çınarın tepesine<br />

çıkmak zorunda kalacaklar"<br />

sözünün yazılı olduğu tişörtlerle<br />

sahaya çıktılar. Çınar uluydu, çınar<br />

genişti, köklüydü, çınar o kadar büyüktü<br />

ki birilerinin kendi menfaatleri<br />

için yaptığı savaşın önüne set<br />

olmuştu...<br />

Çınarı kesmeye kimsenin gücü yetmeyecekti<br />

ve çınarsız bir ligin tadı<br />

tuzu olmayacaktı...<br />

SAYI 4<br />

29


SERBEST KÜRSÜ<br />

Neredeydiniz bu kadar zamandır ?<br />

Biraz dinlenmek istedim. Ekrandan, dergilerden, şiirden<br />

epeyce uzak kaldım. İyi de oldu. Bizim medyada yorulmadığımızı<br />

kolay bir iş yaptığımızı sanıyor insanlar dışarıdan<br />

baktıklarında. Hâlbuki medyada bizatihi yer almak çok yorucu<br />

bir şey. Sizi bir tarafıyla çok tüketen bir şey.<br />

Bir de Meksika Sınırı gibi çok zor bir program yapıyorsanız…<br />

Hep onu söyledim; Meksika Sınırı izleyenler için çok<br />

kolay çok faydalı, yapanlar için çok yorucu ve çok zararlı<br />

bir program. Çünkü ne biriktirdiyseniz, emmeye çalışan<br />

bir program. Mesela yeniden başlıyoruz Meksika Sınırı’na.<br />

Peki Meksika Sınırı’nın aynı formatta gideceğini biliyoruz.<br />

Yine kısa bir sürede tüketmeyecek mi ?<br />

Şöyle ki; tükendiğinde bırakmak bedava.<br />

Yeniden dön çağrılarına da, bizi bırakıp nereye gittin çağrılarına<br />

da çok kulak asmıyorum. Neticede bir iş yapıyor-<br />

30 SAYI 4<br />

ŞÖYLEŞENLER: İSMİHAN ŞİMŞEK,<br />

ZÜBEYİR KOÇULU, PINAR HİLAL BALTA<br />

İSMAİL KILIÇARSLAN:<br />

“YAVAŞLAYIN!”<br />

Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice uzaklaştığını hissetmek<br />

insanı çok yoruyor. Beni çok yordu. Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden<br />

uzaklaşmayan bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni kendi<br />

realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı.<br />

Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />

sunuz. En nihayetinde insanların bir buçuk, iki saatini alıyorsunuz.<br />

Sizin ona nasıl hazırlandığınız, ne kadar emek<br />

verdiğiniz hiç kimsenin umurunda değil. Yaptığınız en<br />

küçük hata ekranda görülüyor, dev oluyor. Ve programınız<br />

bittiğinizde, başka bir alternatif için hemen kumandaya<br />

basılıyor. O kadarlık bir şeyden bahsediyoruz. Yani haftada<br />

iki saat, ilgilisiyle sohbet edilen bir program. Dolayısıyla,<br />

Meksika Sınırı’na başlamak da bırakmak da benim için çok<br />

kolay. Yorulursam bırakırım.<br />

Peki Meksika Sınırını bırakmanız ile Gerçek Hayat’ta<br />

yazdığınız son yazının paralelliği var mı ?<br />

Evet. Doğrudan Gerçek Hayat’ta yazdığım o yazıyla ilgili<br />

Meksika Sınırı’nı bırakma sebeplerim. Ben televizyonun insanı<br />

çok fazla dönüştürdüğü, sahici bir karakter olmaktan<br />

çıkardığını düşünüyorum.<br />

İzleyiciler açısından mı ?<br />

Hayır, yapan açısından. İzleyiciler seni gerçek zannediyor.


Onlarla ilgili bir sorun yok. İzleyiciler mesela Fatmagül’ü<br />

de gerçek zannediyor. Yok öyle bir şey halbuki. Fatmagül’de<br />

gerçek değil. Meksika Sınırı’da gerçek değil. Ekrandaki İs<strong>mail</strong><br />

Kılıçaslan’da gerçek değil. Yani hepimiz aldığımız pozisyonlar<br />

üzerinden hayatla hesaplaşıyoruz.<br />

Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice<br />

uzaklaştığını hissetmek insanı çok yoruyor. Beni çok yordu.<br />

Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden uzaklaşmayan<br />

bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni<br />

kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan<br />

uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı<br />

tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />

Bu dinlenme süreci<br />

iyi geldi dediniz.<br />

Nelere iyi geldi ?<br />

Şuan gençler sosyal<br />

medya üzerinden<br />

sürekli bir<br />

hareketlilik içerisindeler.<br />

Sanırım<br />

gençlerde sizin<br />

yaptığınız gibi dinlenme<br />

evrelerine<br />

ihtiyaç duyuyorlar.<br />

Bu dinlenme<br />

tecrübenizden ne<br />

aktarmak istiyorsunuz<br />

gençlere ?<br />

Yavaşlasınlar…<br />

Kemal Sayar’ın da<br />

bu konu ile ilgili bir<br />

kitabı var. ‘Yavaşla!’<br />

Dünyada şöyle bir<br />

kavram var ‘slow<br />

city’ yavaş şehir,<br />

yavaş yaşayan şehir.<br />

Yani toplu taşıma<br />

araçlarının mesela<br />

50 km’den fazla hız<br />

yapmasının yasak olduğu. Çoğu yerde, yürümek için sokakların<br />

icat edildiği.<br />

Ben mesela twitter denilen meseleye bile isteye dâhil<br />

olmadım. Twitter’ın boşluğu beleşliği çok aşikar. Mail ile<br />

iletişim veya Facebook’ta yorumlardan bir iletişime geçme<br />

durumu dahi Twitter’dan daha sağlıklı. 140 karakter sayınız<br />

var. O karakter sayısıyla dünyayı yorumlamanızı bekliyor<br />

insanlar. Temel mantık çok kısıtlı bir alanda çok yüksek<br />

kabiliyetli laflar edebilmek. Aforizmatik bir şey yani bu<br />

olay.<br />

“HİÇBİR ŞEYİ ÖZETLEYEcEK KADAR APTAL<br />

DEğİLİM”<br />

Mesela 140 karakteri aşıp da göndermeye kalktığında<br />

‘yeterince zeki değilsin’ diye bir uyarı çıkıyor.<br />

Ciddi misin ya? Twitter’a düşman olmam için yeni bir sebep.<br />

Ben, “hiç bir şeyi özetleyecek kadar aptal değilim”<br />

diye cevap verirdim.<br />

Timeline diye bir şey var. Adam sınırı aştığında art arda<br />

yazıyor düşüncelerini ama onu takip eden için öyle<br />

değil. Ana sayfaya onun yazıları düşerken hop salise<br />

farkıyla başka birinin<br />

twiti kaynıyor<br />

araya adam yazıyor<br />

‘Nişantaşı’nda<br />

kahve içiyorum.’<br />

Aslında çok karışık<br />

ve dağınık bir hal<br />

alıyor o zaman da.<br />

kastım bu.<br />

Aslında işte tam<br />

2010’ların işi Twitter.<br />

Çok fazla yoğunlaşmayalım.<br />

Aaa, Mevlana çok<br />

güzel laf etmiş onu<br />

şuradan alalım; aaa,<br />

Elif Şafak kitap çıkarmış<br />

kutlayalım.<br />

Eğlenelim. Bir de<br />

bu arada eşe dosta<br />

Nişantaşı’nda kafedeyim<br />

falan diyelim.<br />

Öyle değil ama !<br />

ORTALIK FİLOZOFTAN GEÇİLMİYOR AMA<br />

DÜŞÜNcE YOK!<br />

Ben mesela bir yerde<br />

yemek yediğimde,<br />

bunu anlatmak<br />

için 10 dk’dan aşağı<br />

bir zamanı kabul etmem.<br />

Yavaşlamadan<br />

Bir de sosyal medya, internet şu an insanların hayatında<br />

edindiği yer ile gençlerin gereksiz bir özgüvene sahip<br />

olmaları sonucunu doğurdu. Ortalık filozoftan geçilmiyor<br />

fakat düşünce yok. Hep ikinci el.<br />

Bugün bir şiir bitirdim. Bak oradan bir dize ‘Bir özgecan<br />

SAYI 4<br />

31


SERBEST KÜRSÜ<br />

değildir Leyla, Olsa olsa ikinci el bir Twitter mesajıdır’ Bana<br />

öyle geliyor bu durum. İkinci el, fazla kullanılmış, yaygınlaşmaya<br />

fazla müsait. Zaman zaman eş dost, Twitter’da<br />

senin şu dizen dolaşıyor diyor. Tedirgin oluyorum. Şimdi<br />

al bir dize, koy. İlk anda iyi gelecektir belki ama ya sonra<br />

? O çöplükte kayboluyor hissi var ya, ikinci ele düşüyor,<br />

yıpranıyor hissi.<br />

Öyle bir şey işte.<br />

İtibar’ın satışı 1500, Twitter<br />

takipçisi 6000. Bu işte bir<br />

yanlışlık var. Hece’nin satışı<br />

1000, Twitter’da takipçisi<br />

55.<br />

KARAcAAHMET<br />

MEZARLIğI’NI GEZİN<br />

Şimdi okullar açılıyor. Yoğun<br />

ders trafiği, öğrenciler<br />

kafelere gidecekler, muhabbet,<br />

sohbet, etkinlikler<br />

vs. Nasıl yavaşlayacaklar?<br />

Yalnızca internet de<br />

değil bu durum. Alışverişte<br />

bile şu an gençler için<br />

bir hız. Markaların peşinde<br />

koşturma.<br />

Mesela Karacaahmet’i dolaştınız<br />

mı hiç? Başından<br />

sonuna kadar, ne kadar da<br />

dolaşırsınız? Durarak. Senin<br />

yaşında ölmüş, birkaç mezar<br />

taşı bulmaya çalışarak, bir<br />

mezar taşında yazan dörtlüğün<br />

anlamı üzerinde biraz<br />

düşünerek, mezar taşlarında<br />

ki imla hatalarını bularak…<br />

Karacaahmet Mezarlığı yavaşlamak için çok iyi bir yerdir.<br />

Ölüm fikri insanı sürekli yavaşlatan bir şeydir. Ölümle haşır<br />

neşir olmak. Mesela günde yirmi dakika; on dakikası Arapçasına,<br />

on dakikası mealine ayırarak Kur’an okumak insanı<br />

yavaşlatır. İnsan istese de istemese de yavaşlar.<br />

Mesela tam bir şey yapacakken, kişinin sabah okuduğu<br />

ayet kafasına tak diye düşer. Mesela marka kovalamak dedin<br />

ya, tam o markayı kovalarken cebindeki parayı arkadaşıyla<br />

paylaşması gerektiğini Kur’an’dan öğreniyor Müs-<br />

32 SAYI 4<br />

lüman. Bu bir yavaşlamadır. Mesela tam biri ile tartışmaya<br />

girecekken, Eyüp peygamberin sabrını hatırlamak; tam<br />

kendinden güçsüz birine hükmedebilecek, eziyet edebilecekken<br />

Hz Ali’yi hatırlayıp bundan vazgeçmek bir yavaşlama<br />

biçimidir. Ancak kaynaklara dönerek yavaşlanacağını<br />

düşünüyorum.<br />

Tahmini 100 bin öğrenci olduğunu varsaysak Üsküdar’da;<br />

bu öğrencilerin elli bini yarım saat Üsküdar Yeni Camii’nin<br />

şadırvanında otursa bu bir yavaşlama göstergesidir.<br />

Mihrimah’ta mesela tespih<br />

satan bir amca var. O amca<br />

ile iki dakika sohbet edebilse<br />

bu bir yavaşlamadır.<br />

Birine selam verse bu bir yavaşlamadır.<br />

Nereye gidiyorsunuz sorusunu<br />

çok sık sorar Allah<br />

Kur’an’da. Niye akıl etmiyorsunuz<br />

? Bütün bunları düşünmek<br />

insana yavaşlamayı,<br />

yavaşlamak huzuru getirir.<br />

EğLENİRKEN GELİŞMEK<br />

DİYE BİR ŞEY YOK<br />

Gençler daha nitelikli vakitler<br />

geçirsinler, okusunlar,<br />

yazsınlar diyoruz.<br />

Birçok genç yavaşlamayı<br />

eğlence dışında tutuyor<br />

aslında. Sürekli bir koşma<br />

ve hız peşindeler. Eğlenmek<br />

diye bir şey var mı,<br />

eğlence nedir o zaman ?<br />

Bediüzzaman Said Nursi'nin<br />

müthiş bir lafı vardır. ‘Helal<br />

daire keyfe kafidir’ der. Dolayısıyla<br />

helal dairede kaldığı<br />

sürece kişi eğlenmekle ilgili hiçbir problemim yok benim.<br />

O helal dairede de apaçık haram olanlar var. Dolaylı<br />

yoldan haram olanlar var.<br />

Aslında adam gibi eğlenmeyi bildiğin zaman insanı olgunlaştıran<br />

bir tarafı bile vardır.<br />

Mesela, dost masaları çok eğlenceli meclislerdir ve insanı<br />

çok eğlendirir. O kadar çok şey konuşulur ki. Biri bir şey<br />

söyler. Başka biri örnekler verir. Başkası birebir olay an-


latır. O ‘kıssa’dır. Sen oradan ‘hisse’ni alırsın. Bütün bunlar<br />

çok eğlenceli bir ortamda da gerçekleşebilir. Ki bence<br />

böylesi daha da iyidir. Benim için ise eğlence; Haşmet<br />

Babaoğlu, Selahattin Yusuf ile oturmaktır. İbrahim Paşalı<br />

da gelirse tadından yenmez. Üç dört saat konuşmak ama<br />

her şeye dair. Kadınlardan tut evrenin yaradılışına kadar.<br />

Çok geniş bir perspektifte kendini hiç kapatmadan konuşmak,<br />

bir taraftan dalganı geçmek, bir taraftan şakalaşmak…<br />

Sinema vs. eğlencedir. Ha bazıları ciddiye alır sanat<br />

olur ama sanat olmadan önceki hali eğlencedir. Bilgisayar<br />

oyunu iyidir. Tavla çok iyidir. Çok severim. İnsan sadece,<br />

misyon sahibi bir yaratık değil. Dinlenecek, nefes alacak,<br />

eğlenecek.<br />

Ben artık eğlenmeyi, ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirmek<br />

olarak tanımlıyorum. Ve bu benim yaşımdaki biri için<br />

bu tanım son derece normal. Ama gençler için eğlencenin<br />

başka tanımları var. Konserler mesela. Onlarca ücretsiz<br />

konser ilanı görüyorum ve gidemediğim için üzülüyorum.<br />

Ama Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği çocuk oyunlarına<br />

ya annesi ya ben kızımı götürüyoruz ve bu bizim için ve<br />

bir eğlence oluyor.<br />

Eğlenirken gelişmekten falan bahsetmiyorum. Öyle kişisel<br />

gelişim numaraları yapmaya gerek yok. Eğlenmek eğlenmektir.<br />

Ama o helal daireyi hiç gözden kaçırmamak lazım.<br />

Bir de gençler için en iyi eğlenme metodu. Aslında tehlikeli<br />

bir şey ama bir sevgili edinmektir.<br />

Hayata dair sizi çok geliştirir, yetiştirir. Üstelik aradığınız<br />

eğlenceyi de bulursunuz. Kavga edersiniz, mutlu olursunuz,<br />

sevindirirsiniz, sevinirsiniz, sevilirsiniz, seversiniz,<br />

iyidir yani. Gençlere sevgili bulmayı da öneriyorum.<br />

GÜNDEMDEN UZAK DURMAK LAZIM<br />

Mesela bir genç hem gündemi takip etmek istiyor hem<br />

de yavaşlamak istiyor. Ben yalnızca Türkiye iç siyaseti<br />

ile ilgilenmek istemiyorum. İslam dünyasını takip<br />

edeceğim dese bile bir genç her şey baş döndürücü<br />

bir hızla ilerliyor. Yavaşlamak isteyip, gündem takibi<br />

yapan gençler ne yapacaklar?<br />

Şöyle gündemin ne olduğu ile çok ilgili bu soru. Yani senin<br />

gündemin ne?<br />

Senin gündemin bir dış politika muhabiri gibi dünyadaki<br />

Müslümanlara ne olduğu ise evet bu seni çok yorar. Ama<br />

dünyadaki Müslümanlar niçin böyle konusunda kafa yoracak<br />

bir gündemin varsa, o seni tam tersine yavaşlatır. Dolayısıyla<br />

işin magaziniyle aslını birbirinden ayırmak lazım<br />

‘gündem’ meselesinde.<br />

Mesela ben de gündemi sizin kadar takip ediyorumdur.<br />

Ama nasıl? Sabah geliyorum ofise, çalışmaya başlamadan<br />

önce iki tane internet sitesi açıyorum. Memlekette neler<br />

olmuş ona bakıyorum. Çalışmaya başlıyorum. Daha sonra<br />

dükkânı kapatmadan önce bir kere daha bakıyorum ve<br />

memlekette çok az şey değişmiş oluyor. Memlekette de<br />

dünyada da. Bugün Suriye’de kaç kişinin öldüğü gündemi<br />

takip etmek değil. Bugün Suriye’de niçin insanların öldüğüne<br />

dair kafa patlatmaktır gerçek gündem takibi. Aksi<br />

taktirde o ne dedi, bu ne dedi, Arakan’da bugün ne oldu<br />

Youtube’da dünya Müslümanlarının neler yaptığı ile ilgili belgelere,<br />

bilgilere, görüntülere ulaşabiliyorsun. Fakat dünya Müslümanlarını<br />

izlemeye başlamışken yolculuğunu bir Sezen Aksu şarkısı ile<br />

bitiriyorsan, bu hiçbir işe yaramıyor. Dağılmışlık derken bunu kast<br />

ediyorum.<br />

falan… Buna dalarsan medya sektöründe çalışman gerekir.<br />

Ki bu zaten artık işin olmuş olur. Dolayısıyla gündemden<br />

uzak Allah’a yakın olmak lazım.<br />

Ben bir de son dönemde çok ciddi bir dağılma görüyorum<br />

gençlerde. Her şeyden anlama, her köfteye maydanoz<br />

olma. Bu dağılmışlığın sebebi ne bilmiyorum.<br />

Kitaplar çıkardınız, sinema senaryosu, belgeseller vs<br />

derken heybenizde bir sürü şey birikti. Bundan sonrası<br />

için bu tarz projeler var mı?<br />

Ben hayatımı televizyon yapımcılığıyla, program yapımcılığıyla<br />

ve yönetmenliği ile kazanıyorum. Dolayısıyla yapa<br />

geldiğim standart bir takım televizyon işleri var. Mesela bu<br />

sene TrT Arapça’nın iftar ve sahur programlarını ofisimizde<br />

yaptık. Sinema ile ilgili ise, gerçekten iyi bir senarist<br />

bulabilirsem, kendimden hareketle bir 28 Şubat hikayesi<br />

yazmak, mümkünse onu yönetmek istiyorum.<br />

SAYI 4<br />

33


ABDULLAH KİBRİTÇİ<br />

34 SAYI 4<br />

Yılın Bu<br />

Mevsiminde<br />

İGUANALAR<br />

Oldum olası hayallerden nefret etmişimdir. Çünkü hayaller<br />

sahte bir avuntu olmaktan, bünyeye sakinleştirici bir etki<br />

yapmaktan başka bir işe yaramazlar. Hayal ne “heves” gibi<br />

gelip geçici bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür boyu insanı<br />

sarmalayıp içine işler, ne de “takıntı” gibi aklını tümden<br />

işgal eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan yalancı emzik<br />

gibidir hayaller.


“Hayallerinin peşine düş ve seni götürdüğü yere git” diye<br />

başlar hikaye. Kocaman dünyanın karmaşık metropollerin<br />

kuşatan şehirlerin ortasında sıkışıp kalmış bireyin büyük<br />

renkli hayallerini görürüz ve şahit oluruz uçsuz bucaksız<br />

iç dünyasına. Hayallerimiz olsun isterler hep bizden, bitip<br />

tükenmez sınır tanımaz hayallerimiz. Bazen fakir, bazen<br />

güçsüz, bazen ezilmiş, bazen yalnız insanların arka<br />

sokaklardaki hikayelerini anlatır filmler ve kitaplar,<br />

binlerce kere bıkıp usanmadan. Onların her<br />

şeye rağmen büyük hayalleri vardır ve o<br />

hayalleri sayesinde ulaşırlar bir gün<br />

başarıya.<br />

Hiçbir kadim öğretide “hayal<br />

kurun” diye bir tavsiye olmamasına<br />

rağmen, modern<br />

zamanların modern bilgi<br />

aktarım kaynakları binlerce<br />

kanaldan hayal kurmamız<br />

için bizi uyarır. Batı Medeniyetinin<br />

devasa bütçeli<br />

filmleri, insanı şevkle dolduran<br />

coşturan kitapları küçük<br />

insanların büyük hikayelerini<br />

hayalleri üzerinden anlatır ve<br />

filmin sonunda herkes evine mutlu<br />

döner. Çünkü hayal kurmak mutlu olmanın<br />

kolay yöntemlerinden biridir. Üstelik<br />

kimseye zararı dokunduğu da görülmemiştir.<br />

Ancak daha leziz hayaller kurabilmek için imge dünyamızın<br />

da geniş olması lazım. Evrenin bütün nimetlerinin<br />

sığdırıldığı görsel şölenler bambaşka dünyanın kapılarını<br />

açar bize. Çöl üzerine kurulmuş bir şehir olan Las Vegas’ta<br />

insanların havuzlu bahçeli evlerde yaşadıklarına şahit<br />

olur mesela bir çocuk Hindistan’da, elektrik kesintisinin<br />

Dayısı gibi bir iş<br />

bulabilirse, tır şoförü<br />

olabilirse mesela,<br />

o evlerden bir tane<br />

alabilecektir herhalde?<br />

Neden olmasın ki? Şimdi<br />

bol yıldızlı bir gecede,<br />

uzanıp göğü izlerken<br />

hayaller kurma vaktidir.<br />

Ah evet, hayal kurmak ne<br />

güzeldir!<br />

olmadığı nadir günlerden birinde ailesiyle birlikte on<br />

metrekarelik barakada televizyon izlerken. Dayısı gibi bir<br />

iş bulabilirse, tır şoförü olabilirse mesela, o evlerden bir<br />

tane alabilecektir herhalde? Neden olmasın ki? Şimdi bol<br />

yıldızlı bir gecede, uzanıp göğü izlerken hayaller kurma<br />

vaktidir. Ah evet, hayal kurmak ne güzeldir!<br />

Sömürerek refaha ulaşan Batı aklı, içinde bulunduğu<br />

nimetleri paylaşmak istemediği için onların<br />

hayalleri ile yaşayıp mutlu olmamızı ister.<br />

Siz hayal edersiniz, onlar yaşar.<br />

Ezilen ve sömürülen insanların<br />

kaybolan huzuru dayatılan hayaller<br />

ile yeniden temin edilir.<br />

Hayalleri ile mutlu olanlar<br />

neyi nasıl talep edebilir?<br />

Oldum olası hayallerden<br />

nefret etmişimdir. Çünkü<br />

hayaller sahte bir avuntu<br />

olmaktan, bünyeye sakinleştirici<br />

bir etki yapmaktan<br />

başka bir işe yaramazlar. Hayal<br />

ne “heves” gibi gelip geçici<br />

bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür<br />

boyu insanı sarmalayıp içine işler,<br />

ne de “takıntı” gibi aklını tümden işgal<br />

eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan<br />

yalancı emzik gibidir hayaller.<br />

rüyasını gördüğü fetihlerin planını yapacak, hesaplaşmanın<br />

stratejisini çizecek kafaların şu an nerede olduğu bilinmiyor.<br />

Amerikan filmleri izlemiyorlarsa veya atarlı twitler<br />

atmakla meşgul değillerse bir gün onları görebiliriz.<br />

Ana menüye dönmek için lütfen 1’i tuşlayınız. Teşekkür<br />

ederiz.<br />

SAYI 4<br />

35


ÖĞRENCİ BÜTÇESİ AYŞEGÜL DUMAN PEHLİVANLI<br />

3<br />

Kuruşa<br />

Öğrenci<br />

Sefası<br />

Üsküdar sahil, trafiğin kilitlendiği bir İstanbul sabahında,<br />

denizden gelen esintiyle mahmur. Hafiften<br />

serpiştiren yağmur, rüzgârla birlikte ağaç yapraklarının<br />

tozunu alıyor. Böylesi bir güne uyanmışken, cebinizdeki<br />

öğrenci harçlıklarını ve yeni çektiğiniz bursları en<br />

etkin nasıl kullanabilirsiniz?<br />

Bu sayıda sizlere rengârenk bir etkinlik haritası hazırladık.<br />

İstanbul’un modern sebil özelliğine sahip ayaklı kütüphane<br />

olarak nitelendirilebilecek müzeler, sanat galerileri,<br />

sempozyumlar, festivaller, konferanslar, gençlik merkezleri,<br />

kültür merkezleri ve daha niceleri… Düşünsenize, 1 liraya<br />

otobüse biniyor, 40 kuruşa aktarma yapıyoruz. Neden<br />

evde oturalım ki?<br />

SAHNEDE YERİNİZİ ALDINIZ MI?<br />

Eskiler “Şam yazar, Bağdat tâb eder, İstanbul okur” derlermiş.<br />

İstanbul okumaya, üretmeye, çağı yakalamaya ve<br />

aşmaya devam ediyor. Sahnede yerinizi aldınız mı?<br />

Büyükşehirler tüm dünyada öğrencilere çok farklı yelpazede<br />

ve alternatifte ücretsiz veya düşük bütçelerle yararlanılabilecek<br />

imkânlar sunarlar. Londra’da örneğin, sıkıldığınız<br />

bir gün British Müzesi’ne uğrayarak bilgi ve deneyiminizi<br />

artırabilirsiniz. İstanbul’da ise 20 liraya almış olduğunuz<br />

müze kartınızla Ayasofya Müzesi’nde tarihin derinliklerine<br />

inebilir, Fatih’in ayak sesleri ile dirilebilirsiniz.<br />

36 SAYI 4<br />

Güneşin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği saatlerde İstanbul<br />

Üniversitesi Kütüphanesi’nde veya civarda bulunan<br />

medreselerin butik kütüphanelerinde aklınıza takılan<br />

sorulara cevaplar arayabilirsiniz. Akşamüzeri Yerebatan<br />

Sarnıcı’nda 2 lira ödeyerek tarihin derinliklerinden gelen<br />

hayali su şırıltıları arasında, şiir dinletisi eşliğinde günün<br />

yorgunluğunu atabilirsiniz.<br />

AKADEMİK DÜNYAYA KOMŞUSUNUZ!<br />

Akademik dünyada neler konuşulduğunu mu merak ettiniz?<br />

“Amerikalılar İbn-i Haldun hakkında ne düşünüyor?”<br />

sorusu mu zihninizi kurcaladı? Üsküdar sınırları içinde bir<br />

vakıf üniversitesinde düzenlenen herhangi bir konferansa<br />

ücretsiz olarak katılabilirsiniz.<br />

İSTANBUL’U KEŞFETMEK<br />

İstanbul, fotoğraftan mimariye, tarihten edebiyata, görsel<br />

sanatlardan el sanatlarına veya çok ekstrem teknik alanlardaki<br />

bilgi donanımı edinebileceğiniz bir şehir. İstanbul’da<br />

Japonca-Çince gibi Uzak Doğu dillerini bile öğrenebileceğiniz<br />

mekânlar bulunuyor. Bu anlamda İstanbul, en az bir<br />

New York’tur, bir Londra ve bir Tokyo’dur.<br />

Biz de size İstanbul’un bu yönlerini de içinde barındıran<br />

bir etkinlik haritası hazırladık. Bu haritada neler mi var?<br />

Müzeler, sanat galerileri, sempozyumlar, festivaller, konferanslar,<br />

gençlik ve kültür merkezi etkinlikleri…


Eğer ilk iş olarak bir müze kartı<br />

edinirseniz, müzelerin Kültür ve<br />

Turizm Bakanlığı’na ait ziyaret<br />

mekânlarına bedava girebilirsiniz.<br />

Müze kart öğrenciler için 15 lira ve<br />

bir yıl boyunca geçerli.<br />

MÜZELERDE NE VAR NE YOK?<br />

Araba sevenlere araba, oyuncak sevenlere oyuncak,<br />

tarih sevenlere tarih… Müzelerde her çeşit güzelliği<br />

bulmak mümkün. İşte birkaç müze ve giriş ücretleri:<br />

rahmi M. Koç Müzesi oldukça ilgi çekici bir yer. Müze<br />

birçok bölümden oluşuyor. Müze kart geçerli değil. Ücretleri<br />

2– 6 lira arası değişiyor. Bu müzede dünyaca<br />

ünlü sergileri gezme fırsatı bulabilirsiniz.<br />

Sabancı Müzesi Çarşamba günleri ücretsiz ziyaretçi kabul<br />

ediyor.<br />

Topkapı Sarayı tarih meraklılarını bekliyor. Bu tarihi<br />

sarayın Harem bölümü hariç diğer bölümlerini müze<br />

kartınızla ücretsiz gezebilirsiniz.<br />

Diyelim ki hem ada havası almak hem de edebiyatla<br />

haşır neşir olmak istiyorsunuz. O halde Burgaz adası<br />

tam size göre. Sait Faik ABASIYANIK müzesini mutlaka<br />

görün. Üstelik müzeyi ziyaret etmek ücretsiz.<br />

SEMPOZYUMLAR NEREDE?<br />

Ne, nerede, ne zaman?<br />

Üniversitelerde çok sayıda ücretsiz sempozyum düzenleniyor.<br />

İlgili üniversitelerin internet sitelerinden<br />

etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Üniversite dışı<br />

sempozyumlar için belediye kültür merkezleri ve gençlik<br />

merkezlerini takip edebilirsiniz.<br />

KÜLTÜR MERKEZLERİNDE NELER OLUYOR?<br />

ÜcRETSİZ KURSLAR SİZİ BEKLİYOR!<br />

Kurslar ilginizi mi çekiyor? Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü<br />

tam size göre bir yer. Burada ücretsiz olarak<br />

birçok alanda kurslar veriliyor. İçinde bulunduğumuz<br />

dönemde ön kayıtlar başlamış durumda.<br />

Fiyatları oldukça uygun İSMEK kursları da zengin öğretici<br />

kadrosuyla meraklı öğrencileri bekliyor.<br />

İşte o adreslerden birkaçı<br />

• Caddebostan Kültür Merkezi<br />

• Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi<br />

• Üsküdar Gençlik Merkezi<br />

• Bayrampaşa Gençlik Merkezi<br />

• Beyoğlu Gençlik Merkezi<br />

• Kadıköy Gençlik Merkezi<br />

• Beşiktaş Kültür Merkezi<br />

Fotoğraf: Halit Ömer Camcı<br />

Ücretlilerin yanı sıra ücretsiz sergiler, nadir de olsa<br />

tiyatro oyunları, çeşitli sempozyumlar, seminerler…<br />

Sanatın hemen her dalında sergilenen etkinlikleri bu<br />

merkezlerden izleyebilirsiniz.<br />

Hemen her semtte kendinize uygun etkinlikleri düzenleyen<br />

Kültür Merkezleri veya Gençlik Merkezleri<br />

bulabilirsiniz. Bu merkezleri ziyaret edip, görevlilerle<br />

tanışmanız onları çok memnun edecektir. Böylece, etkinlik<br />

takvimi konusunda yetkililerden bilgi ve broşür<br />

alabilirsiniz.<br />

SAYI 4<br />

37


KISA FİLM ÖMER SAMİ SEVİMLİ<br />

SENARYO<br />

NASIL<br />

YAZILIR?<br />

KISA FİLM ÇEKMEK<br />

İSTİYORSANIZ BUNU<br />

ASLA SENARYOSUZ<br />

YAPAMAZSINIZ. AKSİ<br />

TAKTİRDE KENDİ KENDİNİZİ<br />

OYALADIğINIZ BİR VİDEO<br />

ÇEKİMİ DENEMESİNDEN<br />

ÖTESİNE GİDEMEZSİNİZ.<br />

PEKİ DOğRU VE ÇEKİLEBİLİR<br />

SENARYO NASIL YAZILIR?<br />

Eğer imkanınız kısıtlıysa ve kendi filminizi çekecekseniz,<br />

senaryo yazarken dikkat etmeniz gereken bazı kurallar vardır.<br />

Bunların en başında da o senaryonun çekilebilir olması<br />

gelir. Bir senaryoyu çekilebilir, yani filme dönüştürebilir<br />

hale getirmek için de yapılması gereken ilk şey gereksiz<br />

masraflardan kaçınmaktır. Çünkü hayal gücünün sınırı yoktur.<br />

Bir senaryoya başladığınız zaman sizi durdurabilecek<br />

tek şey yine kendinizdir. Bu yüzden kalabalık bir oyuncu<br />

kadrosu, pahalı ekipmanlar, zor görsel efektler veya çekim<br />

için yüksek bütçe gerektiren pahalı mekanları yazmaktan<br />

bilhassa kaçınmalısınız.<br />

SENARYONUZA ÇOK GÜVENİYORSUNUZ FAKAT<br />

İMKANINIZ KISITLI<br />

Bu durumda yapacaklarınızı yine yaparsınız. Fakat çok<br />

daha fazla emek harcayarak ve uğraşarak sonuca ulaşa-<br />

38 SAYI 4<br />

bilirsiniz. Bu da sizin hevesinizi kaçırabilir ve teslim bayrağını<br />

çekmenize neden olabilir. İşte o zaman kaybetmiş,<br />

başaramamışsınız demektir. Çünkü kısa film hevesle başlar.<br />

Tonlarca ayrıntıyla uğraşıp mükemmel olmasını isterken<br />

bir süre sonra isteğiniz kaçar ve bu projeniz de tıpkı birçoğu<br />

gibi başka baharlara kalabilir.<br />

EN ÖNEMLİ NOKTALARDAN BİRİ GERÇEKÇİ<br />

DİYALOG<br />

Gerçek hayatta asla duyamayacağınız ve Amerikan sinemasının<br />

bize çok uzak olan kültürüyle bezenmiş diyaloglar<br />

filmdeki sıcaklığı ve samimiyeti yok eder. Diyalogların<br />

gerçekçi olması, filmin sıcaklığı ve samimiyetinden uzaklaşmamak<br />

adına yapılan zekice hazırlanmış bir hikaye,<br />

senaryonuzu daha düzgün ve çekilmesi kolay hale getirecektir.


Senaryonuzun formatı özellikle kısa filmde en son düşüneceğiniz<br />

şey olmalı. Oyuncular ve ekibiniz senaryoyu<br />

okuyup anladılarsa sorun yok demektir. Fakat senaryonuzu<br />

profesyonellere ya da yapım şirketlerine gösterecekseniz<br />

Amerikan ya da Fransız tarzı formatlardan birini kullanmalısınız.<br />

Bu konuda da fazla uğraşmanıza gerek kalmaz<br />

çünkü internetten rahatlıkla bu formatları bulup indirebilirsiniz.<br />

Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız ve ileride bu sektörde bir<br />

şeyler yapmayı amaçlıyorsanız size tavsiyem şimdiden bu<br />

formatlarda yazarak elinizi alıştırmanız.<br />

Başarılı sinemacı Ahmet Toklu’nun Kültür Bakanlığı ödüllü<br />

bir senaryosunun hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />

EYLÜL’ÜN DÖNÜŞÜ<br />

(Yıl: 1980) Eylül 25 – 26 yaşlarında genç bir gazeteci kızdır.<br />

Askeri darbe olmuş ve çeşitli yasaklar getirilmiştir.<br />

Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar ve okudukları kitaplar<br />

nedeniyle hapse atılmıştır. Yüzbaşı Özgür isminde bir<br />

komutan bu eylemlerde sivrilmiştir. Askeri cunta evlerde<br />

sakıncalı bulduğu birçok kitabı toplatmış ve imha etmiştir.<br />

Kendisinin de hapse atılacağını bilen Eylül duygusal<br />

bir bağ kurduğu kitaplarını korumak için onları toprağın<br />

altına saklamaya karar verir. Kitaplarını bir kutunun içene<br />

koyar ve gömer. Kutunun içine bir de not bırakmıştır.<br />

(Yıl: 2010) 1980 darbesi gerçekleştiğinde ön saflarda olan<br />

Özgür, artık emekli albaydır. Bir güvenlik şirketinde müdürlük<br />

yapmaktadır. Darbe olduktan sonra birçok dergi,<br />

gazete, kitabı imha etmiş ve birçok yazara eziyet etmiştir.<br />

Darbe sonrası edindiği güç ile birlikte yasa dışı işlere<br />

karışmış ve karanlık güçlerle işler yapmaya başlamıştır.<br />

Özgüre bir gün bir telefon gelir. Telefondaki kişi elindeki<br />

silahlardan kurtulmasını onları saklamasını söylemektedir.<br />

Özgür bu kişinin söylediklerini yapmak için adamları ile<br />

birlikte sabaha karşı bir ormana gider. Adamlarına silahları<br />

gömmelerini emreder. Kazmaya başlayan adamlar bir<br />

kutu bulurlar. Özgür kutuyu açar ve içindeki kitapları görür.<br />

Aralarında bir de Eylül’ün yazdığı not vardır. “Kötülüğü<br />

karanlığa gömüp aydınlığa ulaşacağınıza şüphem yok”<br />

Hayalleriniz gerçek olsun.<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

6<br />

AHMET YENİLMEZ<br />

İLE KISACA...<br />

KISA FİLM<br />

NE DEDİĞİNİ BİLEN İNSANLARIN<br />

ÇEKİNMEDEN SÖZÜNÜ<br />

SÖYLEYEBİLMESİDİR<br />

METİN ERKSAN<br />

TÜRK SİNEMASI’NDA USTA<br />

DİYEBİLECEĞİMİZ BİRİSİ VARSA<br />

O DA METİN ERKSAN'DIR. NUR<br />

İÇİNDE YATSIN<br />

EKMEK TEKNESİ<br />

HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI.<br />

BİR KEZ YAPILABİLİRDİ BEN DE<br />

O BİRİN İÇİNDE OLDU<br />

EN SEVDİĞİN ROL<br />

TİYATRODA MEHMET AKİF<br />

ERSOY, TELEVİZYONDA CELAL<br />

(EKMEK TEKNESİ)<br />

TİYATRO<br />

HAYATIN AYNASI<br />

MUTLULUK HAYALİ<br />

VADEMİN DOLDUĞUNU<br />

HİSSETTİĞİM AN “DEĞDİ”<br />

DİYEBİLMEK<br />

SAYI 4<br />

39


YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI YUSUF ZÜLKÜFOğLU<br />

Bir Göçmen Hikâyesi<br />

40 SAYI 4<br />

ÜSKÜP’LÜ SABRİYE JALE… HAYATI<br />

BU 2 SAYFAYA SIğMAYAcAK KADAR<br />

BADİRELERDEN GEÇMİŞ, BÜTÜN BUNLARA<br />

RAğMEN YAŞAMA TUTUNMUŞ BİR KADIN.<br />

EŞİ İLE BİRLİKTE BALIKESİR GÖNEN’DE<br />

YAŞIYOR. MEYVE BAHÇELERİNDE YOK<br />

YOK… GEÇİMLERİNİ EMEKLİ MAAŞLARI<br />

VE BU MEYVE BAHÇESİ İLE SAğLAMAYA<br />

ÇALIŞIYORLAR. ÖYLE HİKâYELER VAR Kİ<br />

SABRİYE TEYZEDE, BİR GÜN YAMAcINA<br />

GİDİP DİNLEMEK GEREKİYOR.<br />

ÜSKÜP


Üsküp’ten başlayalım, çocukluktan…<br />

Daha okula gitmiyordum, ablamla babam nohut yolmaya<br />

gidiyorlar, bir yağmur bir şimşek… Babam ablama “Nadire<br />

diyor kaç diyor kutunun arkasına otların arasına” Babam<br />

da kara dikenlerin arkasına gidiyor, bir yıldırım düşüyor,<br />

orada ödü patlıyor. İki-üç gün savrularak, yalpalayarak<br />

gezdi, sonra da yatağa düştü.<br />

Kaç yaşındaydınız?<br />

Ben o zaman okula gitmiyordum, 6 yaşında diyelim. Babam<br />

çok yaşamadı vefat etti. Ortada kaldık. Memlekette<br />

fakirlik diz boyu, nasıl fakir nasıl fakir. Annem ekmek almaya<br />

gidiyor kasabaya ekmek yok.<br />

Türk köyünde yaşıyorsunuz…<br />

Türk köyü Türk…<br />

Annem patates aramaya gidiyor soğan aramaya gidiyor.<br />

Kıtlık vardı. Annem tarladan buğday topluyor, bulgur taşında<br />

çekip un eliyordu. Yaptığı ekmekle karnımızı doyuruyorduk.<br />

Babam garibandı, fakir, konuşma bilmez ama altın gibi<br />

yüreği vardı. Annem biraz daha gözü açıktı, daha çok isteyebilirdi<br />

yardım, babam isteyemiyordu. Bir ekmeği abim,<br />

ablam, ben, kardeşim ve annem ile babam 6 kişi yerdik.<br />

O ekmeği kocaman koparıp bize veriyordu. “Baba be biraz<br />

daha çok ver de karnımızı bir kere doyuralım bir daha<br />

seneye artık yeriz” derdim. Karnımız doymuyor ki ben bir<br />

sene sonra acıkacakmışım diye aklım eriyor. Derken babam<br />

öldü yavrum, annem de ona ilaç almaya gittiydi kasabaya,<br />

geldi babam öldü. Ondan sonra Allah’ım Yarabbi çöktü mü<br />

daha gene fakirlik. Ayağımızda çorap yok, ayakkabı yok,<br />

okul vakti geldi, okula gideceğiz üstte başta bir şey yok.<br />

Yalın ayak, yerde bir karış kar. O ayaklarla karın içine girip<br />

çıkıyoruz. O bir tane kümbete (tenekeden soba) atıyorlardı<br />

tezekleri de onunla ısınıyorduk okuldan çıkana kadar.<br />

Balkanlar hep soğuk, gittim mayısta yine soğuktu…<br />

Okulunu da gördün mü?<br />

Gördüm ama karşıdan, içeri sokmadılar.<br />

Çok çalışkanmışım. Hocanın anlatmasıyla kalkıp parmak<br />

kaldırıp bütün sorularına cevap veriyordum. Öğretmen<br />

“nereden biliyorsun” diye soruyordu. Anlattın ya öğret-<br />

menim” derdim. Müfettişler gelip beni birden ikiye aldı.<br />

Niçin aldıklarını bilemiyorum, Sonra da ikiden alıp üçe<br />

geçirdiler. İkiyi 4 ay mı okudum 5 ay mı okudum bilmiyorum.<br />

Ben 4 senede hemen hemen liseye gittim düşünebiliyor<br />

musun? Oradan beni aldılar Köprülü’ye, lise okudum<br />

orada. Ayakkabı aldılar, pabuç aldılar. Ben zengin aileler<br />

alıyor sanıyordum meğer hükümet alıyormuş Köprülü’de liseyi<br />

okuduktan sonra Üsküp’e götürdüler. Orada okurken<br />

Ohri’ye götürmek istediler ben Türkiye’ye gelmek istedim.<br />

SAVAŞTAN KORKUP GÖÇTÜK<br />

Niye buraya gelmek istediniz?<br />

Bosna gibi olacağız diye…<br />

Savaş çıkacaktı yani?<br />

Annem, “Savaş çıkacak da bizi öldürecekler illaki kendimizi<br />

Türkiye’ye vatanımıza atalım” demişti. Asıl neslimiz<br />

Konya Karaman’dan. Dedelerim Osmanlı zamanında oraya<br />

gitmiş.<br />

Sonra…<br />

Buraya geldikten 2 sene sonra nişanlandım. Tekel’de çalışıyordum.<br />

Tekel’de çalışırken ablam hasta oldu, tütün fabrikası yaramadı<br />

ablama, annem de çıkardı işten, tekstil fabrikasına<br />

soktu. Sonra ben de yanına geçtim.<br />

Nişanlanma hikâyenizi duydum çok ilginç geldi…<br />

Eşim Yusuf beni görüyor, o da nişanlıymış yüzüğü atıyor.<br />

Annesine “ben bir göçmen kızını sevdim haberi yok…” diyor.<br />

Ben hiç bilmiyorum. Gece bekçisiydi. Yolda gidip gelirken<br />

beni görüyor ondan sonra geliyor annemden istiyor.<br />

Ne diyor?<br />

“O gariban ben gariban, verdin verdin, vermedin kaçıracağım<br />

kızını diyor… Bizde kız kaçmaz.<br />

Annem beni kaçırmasın memleketlilerimize<br />

karşı rezil olmayalım diye tamam diyor.<br />

Vereceksin ama nereye veriyorsun?<br />

Evi yok barkı yok. Ama mecbur<br />

verdiler. Altı ay nişanlı<br />

durdum. 17 yaşındaydım.<br />

SAYI 4 41


YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI<br />

Ev yok bark yok demiştiniz. Nasıl evlendiniz?<br />

Onlar da çok fakirdi. Evlerinde kapı bile yoktu. Kartondu<br />

evin kapısı. Ellerim kınalı düğünümüzü yaptık hadi bakalım<br />

daha haftasına tekrar işe. Evlenirken çalıştırmam<br />

demişti ama haftasına gene kaldık aç. Dört tane kaynım<br />

var bir de kaynanam iki de biz. Kayınlarım daha çok küçük.<br />

Toplam yedi nüfus. Bir gece bekçisinin maaşına bakıyoruz.<br />

Annem “Oğlum sen çalıştırmayacaksın ama bırak başlasın”<br />

dedi. Sonra işe girdim başladık çalışmaya, kayınlarım da<br />

büyüdü çalıştılar. Onları evlendirdik, yer aldık ev yaptık el<br />

birliğiyle…<br />

İŞSİZİ YOLDAN ÇEVİRİYORLARDI İŞ VERMEK<br />

İÇİN<br />

Ne zaman bıraktınız çalışmayı?<br />

Bırakmadım ki. Sonraları askeri dikimevine girdim Yavrum,<br />

şimdiki gibi değil, şimdi üniversite mezunu bile<br />

işsiz kalıyor. O zamanlar “senin okuryazarlığın<br />

varmış, bu fabrika daha<br />

çok para veriyor” diye yoldan<br />

çeviriyorlardı. Gittim başladım,<br />

meğer sigortalıymış.<br />

Haberin yok muydu?<br />

Ben sigorta nedir bilmiyorum<br />

ki? Hangi fabrikaya<br />

başlasam bana bir<br />

kart veriyorlar bende eskisini<br />

yırtıyorum. Cemile<br />

abla vardı bir gün baktım<br />

elinde yırttığım kartlardan.<br />

Eski, yarısı yıpranmış. “Bu<br />

yırtık kâğıt elinde ne geziyor?”<br />

diye sorunca “Bununla doktora<br />

çıkacağız bedava bakacak bize” dedi.<br />

Ben yine yenisi verecekler derdindeyim. “Yırt<br />

at yenisini verecekler” diyorum kadına.<br />

“Olur mu sakın yırtıp atma yarın emekli olunca devlet<br />

bana, sana maaş bağlayacak” deyince ben kala kaldım.<br />

Peki nasıl emekli oldun?<br />

Yeni girdiğim fabrikada Yasin Bey vardı bana 10 gün izin<br />

42 SAYI 4<br />

verdi, daha önce çalıştığım fabrikalardan<br />

giriş çıkış kartlarımı topladım,<br />

getirip teslim ettim. Tekel’in verdiği numarayla<br />

da emekli oldum.<br />

Sizin bir de tren hikâyeniz var sanırım…<br />

Köprülü’den buraya geliyoruz. Ablam da orda evlenmişti<br />

küçücük bir kızı var onları da getiriyoruz. Eniştemizden<br />

habersiz.<br />

Kaçırıyorsunuz yani… Neden?<br />

Ablamı bırakmak istemedik. Annem Türkiye’ye yerleşebilmemiz<br />

için bir adamla sahte evlilik yaptı. O adamın vasıtasıyla<br />

geliyoruz zaten. Ablamın kocasına da “biz şimdi<br />

gidelim siz de gelince birleşirsiniz yeniden” dedik. Adam


kabul etmedi, bize inanmıyor ve “kızı alamazsınız” diyor.<br />

Adamı kandırdık kızı kaçırdık neticede. Yakalanmamak için<br />

4-5 durak öteden bindik. Vardar Deresi var onu yüzerek<br />

geçtik. Bindik trene geldik Türkiye’ye.<br />

Burada ilk nereye geldiniz?<br />

Sirkeci’de misafirhaneye geldik. 15 gün kaldık, oradan bizi<br />

aldılar, annemin sahte evlilik yaptığı adamın bir yakınının<br />

yardımıyla ev tuttuk.<br />

KÜPTEKİ ALTINLARI FIRLATIP ATTIK<br />

Trenle yakalanmadan geldiniz yani…<br />

Geldik ama o trende gelirken annem bizi topluyor. Babam<br />

öldü ya hemen ablamı evlendirdi annem. İç güveysi aldılar.<br />

Biz tarlaları sürüyoruz annem süremez, annem zaten<br />

oranın kadın polisiydi. Dayım da komiserdi memleketteyken.<br />

Oradan kaçıp geliyoruz. Trende uyuyoruz tren şefi geldi<br />

arıyor üstümüzü. Eşyalarımızı da arıyor, yatağın içinde<br />

altın var mı yok mu para varsa zaten yırtacak, atacak. Annem<br />

de altınları koymuş küpün dibine, üstüne de tereyağı<br />

donduruyor. Görevli kanmadı “ver ben bakacağım” diyor.<br />

Annem “vermem” diyor. Annem çekiyor kulplarından o çekiyor,<br />

daha Makedonya toprağındayız. Annem “ben bunu<br />

sana vereceğime dedi, belki Hıristiyan da olsa çoban biri<br />

bulur diyerek kaldırdı onu gece vakti camdan aşağı attı.<br />

Küp gitti, o şef de gitti bizim başımızdan. Ne ona yar oldu<br />

o para ne de bize yar oldu. Eğer o paralar buraya gelseydi<br />

benim torunlarım bile rahat edecekti.<br />

Geldikten sonra burada hayat başladı. Beni okut dedim<br />

anneme okutmadı, nişanlıma okut dedim okutmadı, kaldım<br />

cahil. Askeri dikimevinde çok para veriyorlar dediler<br />

aldılar beni oraya oradan emekli oldum. Bugün 32 sene<br />

oldu ben emekliyim çok şükür hamdolsun. Emekli olduktan<br />

sonra o ara hasta oldum, Bakırköy’de yattım.<br />

Psikolojik rahatsızlık mı geçirdin?<br />

Sinir hastalığı geçirdim. Çocuklarımı evde kilitliyorum, bı-<br />

rakıp gidiyorum, işyerinde ağlıyorum, sonunda günde 3<br />

kere bayılıyorum.<br />

Ne kadar kaldın hastanede?<br />

3 ay 20 gün kaldım, çok da tedavi gördüm elektrik tedavisi<br />

filan sağlığıma kavuştum çok şükür. ama doktor dedi ki<br />

eşime “al hanımını bu hanımının sinir damarları incelmiş,<br />

yerine gelmesinin imkanı yok topraklı bir yer alacaksın,<br />

tavuk gibi eşelenecek dedi orda şimdi de eşim parkinson<br />

hastası, felç geçirdi. Ben bakıyorum ona,<br />

işte o zaman aldık Gönen’deki bu yeri.<br />

SAYI 4<br />

43


YAŞAM ZÜBEYİR KOÇULU<br />

İÇMEDEN<br />

YAZAMIYORUM<br />

Yazarlıkla çay içmek arasındaki ilişki, gençler arasında bir efsaneye<br />

dönüştü. Size, yazı yazmaya başlamak için çayı sevmek zorunda<br />

olduğunuzu söyleyen olmadı mı? Çayın kaleminize etkisi hakkında<br />

hiçbirşey bilmiyor musunuz? O halde bu yazıyı okumadan çay<br />

içmeyin, çay içmeden bu yazıyı okumayın...<br />

Türk entelijansiyası için fazlasıyla demli bir konudur<br />

çay ve entelektüellik arasındaki ilişki. Bilindiği gibi<br />

çay, yazı, yazar ve yazmakla en çok ilintilendirilen<br />

içecektir memleketimizde. Nedendir bilinmez, çay ve yazıyı<br />

konu olan onlarca deneme, şiir, öykü, mektup kaleme<br />

alınmıştır şimdiye kadar. Çay bardağıyla kalem, birbirini<br />

tamamlayan, adeta birisi olmadığında diğeri eksik kalan<br />

dostlar gibi muamele görmüştür.<br />

Bu ilişkinin böylesine keskin çizgilerle belirlenmesinde –<br />

çay edebiyatçılarını bir kenara koyarsak- belki de yazarlardan<br />

daha çok okurların payı vardır. Ne dersiniz? Gündüz<br />

pek ortalarda görünmeyen meşhur yazarlar, akşamın<br />

perdesini indirmesiyle dostlarıyla hasbihal edebilmek için<br />

kahvehanelere uğramış, çok mu? Onca mühim mevzunun<br />

hararetine kendilerini kaptırıp, ardı ardına çay bardaklarını<br />

devirmişler, fena mı? Bu sıradan ve gündelik eylemi<br />

romantizmin şizofrenik sınırları içinde ululaştırmanın bir<br />

anlamı var mı?<br />

Durum, Mehmet Akif’lerin, Süleyman Nazifler’in uğrak<br />

yeri olan Beyazıt’taki Küllük kahvehanesinde de böyleydi,<br />

günümüz entelektüel camiasının en meşhur uğrak yeri<br />

44 SAYI 4<br />

At Pazarı’nda da böyle. İnsanlar, akşamları bir iskemleye<br />

oturup çay içerek sohbet etmekten keyif alıyor. Bunların<br />

bir kısmı yazıyor, bir kısmı yazamıyor. Çayın yazıdaki doğurganlığa<br />

katkısı ise uzay bilimcileri tarafından –hâlâ-<br />

araştırılıyor.<br />

SOSYAL MEDYADA ÇAY<br />

Bilime her zaman saygımız vardır. Çayın yazarlığa etkisi<br />

laboratuarlarda ispat edilsin, biz yayın evlerini çay üretimine<br />

teşvik etme noktasında her türlü kampanyaya varız.<br />

Zaten, edebiyat dünyasının gençlerini ortak bir ‘sahifede’<br />

buluşturan ve yeni bir yazın türü olmaya aday ‘sosyal’<br />

medyaya bakacak olursak, yazı yazmak ve çay içmenin birbirinden<br />

ayrılması teklif dahi edilemez maddeler cümlesinden<br />

olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Çay içerken yazı<br />

yazmak veya yazı yazarken çay içmek hakkında atılan bir<br />

milyon twit bulabiliriz, örneğin!<br />

Bu yazı-çay furyası öyle bir hal aldı ki, yazı yazmaya yeni<br />

başlayacak gençler, neredeyse önce kendilerini çay içmeye<br />

alıştırmak zorunda hissediyor. Bir kısım cevval gençlerse,<br />

‘içmeden yazamıyorum’ kıvamına gelmekte hiç zorlanmıyor.


Peki, çay edebiyatı ya da edebiyatın çayı gerçekten bu<br />

kadar vazgeçilmez midir? Yani, çay içmeden yazı yazamaz<br />

mıyız? Elbette ki, hayır. Burada adını ifşa ederek edebiyat<br />

kariyerini baltalamak istemediğim birçok yazar, çay<br />

içmekten hoşlanmıyor. Umarım bu sizde hayal kırıklığına<br />

yol açmamıştır. Hayır, derginizi elinize almadan çayı demlediyseniz<br />

sakın geri dökmeyin diye söylüyorum. İçtiğiniz<br />

ya da içmediğiniz çay, kaleminizin demini, rengini, ağırlığını<br />

değiştirmez. Çay güzel bir içecektir ve dost sohbetlerinde<br />

kuruyan damaklarımız için birebir keyif kaynağıdır.<br />

Yazılarınızın demini değiştirecek enstrümanlar okuduklarınız,<br />

gördükleriniz veya tecrübeleriniz olabilir. Çay ise size<br />

keyif katar. Bedenî ve zihnî yorgunluğu giderir. Sinirleri<br />

uyarır. Mide tembelliğini alır. Hararet yapar. Yeri gelir,<br />

üşüyen elinize sıcak bir dost olur. Ama o kadar.<br />

ÇAYIN YERİNE NE GELİR?<br />

“Yazarın yazdığını oku, yaptığını yapma” demişler. Her<br />

ihtimale karşı yazıya başlamadan 20 dakika önce demlediğim<br />

çayımı yudumlarken, Türkiye’de çay üretiminin ülke<br />

ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum.<br />

Çay tüketimini edebiyat dünyasıyla özdeşleştirenlerin<br />

çay satıcılarıyla bir bağlantısının olup olmadığı<br />

konusunda tereddütteyim. Hele şu çaydanlığın dibini bir<br />

göreyim, 1773 ‘te, çay baronu İngilizlere karşı düzenlenen<br />

Boston’daki Çay Partisi’nin tarihsel izini bile sürebilirim.<br />

Çaya olan bağımlılığımızın Amerikalıların Türk milletine<br />

bir oyunu olup olmadığı konusunda derin araştırmalara<br />

girişebilirim. Yoksa, esnaf lokantalarında yemeğin hemen<br />

ardından mutlaka sorulan “abi çay içer misin” sorusu, kahvaltıyı<br />

çaysız düşünemez hale getirilen halkımıza oynanmış<br />

beynel-milel bir entrika mı?<br />

Ama bundan önce, bize “çay” olanın başka milletlerde ne<br />

olduğu konusu zihnimi kurcalıyor. Öyle ya. Türkler için<br />

“vazgeçilmez” olan çay, farklı kültürlerde mutlaka başka<br />

bir içecek ya da yiyecekle dolduruluyor olmalı.<br />

Madem<br />

çaylarımızı içtik.<br />

Birlikte bir beyin fırtınası<br />

yapalım: Farklı kültürlerin yazarları, ne<br />

yapmadan yazı yazamaz olabilirler?<br />

Japon bir yazar yazısına başlamadan önce özenle<br />

hazırladığı bir porsiyon suşiye -kısık gözlerlebakmadan<br />

ilham kendisine uğramaz belki de.<br />

Güne bir bardak Boşnak kahvesi içmeden başlamayan Boşnak<br />

entelektüel, kahvenin telvesini fazla kaçırarak yazdığı yazıyı<br />

buruşturarak çöpe atar.<br />

Amerikalı bir yazar midesinde hamburger boşluğuyla değil yazı<br />

yazmak, elini kü klavyeye bile sürmez.<br />

Bir Arap şairi felafile selam vermeden, mırrasını ateşe<br />

vurmadan, nargilesini yakmadan şiire durmaz.<br />

Küreselleşen dünyamızı incelerken yerel unsurları<br />

gözardı etmemeliyiz. Evet, itiraf ediyoruz:<br />

Çayın yanında bisküvit veya yerine göre çiğ<br />

köfte poşetini görmeden GencizBiz<br />

ekibini bir masanın etrafında<br />

toplayamazsınız!<br />

ÇAY İÇME REHBERİ<br />

Hayatımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına<br />

henüz karar veremediğimiz ‘uzmanlar’ sağolsun,<br />

henüz çayın faydalı bir içecek olup olmadığı<br />

konusunda bile kafamız karışık. İçiyoruz<br />

ama, radyasyon mu yudumluyoruz, yoksa<br />

kansere karşı mı korunuyoruz, hiçbir fikrimiz<br />

yok. Bu kafa karışıklığını gidermek için labarotuvarda<br />

deney yapmaktan çayın keyfini süremeyen<br />

uzmanlara değil, bizzat çay içicilere<br />

danıştık. İşte 9 maddede çay:<br />

• Çay yaprakları fermantasyondan sonra kavrulursa<br />

siyah, önce kavrulursa yeşil çay elde<br />

edilir. Fiyakalı bir yazarın yeşil çayla işi olmaz.<br />

• Çay, eğer abartmadan içilirse bedenî ve zihnî<br />

yorgunluğu alır.<br />

• Sinirleri giderir. Yazı yazarken kalemi kemirmez,<br />

klavyeyi parçalamazsınız.<br />

• Mide tenbelliğini giderir. O kadar çay içerseniz<br />

yanına aparatif almak zorunda kalırsınız.<br />

Köşedeki bakkalı ve simitçileri sevindirirsiniz.<br />

• Çay, damar kireçlenmesini önler. Memleket<br />

meselelerinde damarınıza dokunan ne varsa<br />

bunları diri tutmanızı sağlar. Paşa çayı içenler<br />

bahsimizden hariçtir. Onların çay içtiğine<br />

twitterdan bin şahit getirseniz de kimse inanmaz<br />

zaten.<br />

• Çayı abartacak olursanız çarpıntı yapar. Sinir<br />

bozukluğu, baş ağrısı, mide bulantısı yapabilir.<br />

El titremesi ve uykusuzluğa sebep olur.<br />

İkinci bir sohbet ortamına kadar çaktırmadan<br />

çaydan uzak durmanız gerekir. Bu durumda<br />

çevrenizin çay içememenizi alay konusu yapmayacağından<br />

emin olun.<br />

• Çayı ağır bir ortamda içiyorsanız “benimki<br />

açık olsun” dememeye özen gösterin. Hakkınızda<br />

ne tür dedikoduların çıkacağını kestiremezsiniz.<br />

• Bir dergi veya gazeteye iş başvurusu yapıyorsanız,<br />

“Bi çayınız varsa içeriz” cümlesini<br />

tok bir sesle söylemeniz önerilir. Bu tavır sizi<br />

çay içmeyenlerin bir adım önüne taşıyacaktır.<br />

• Siz siz olun, çay içmeyen insanlarla alış-veriş<br />

yapmayın. Onlara kız vermeyin. Onlara oy<br />

atmayın. Onlarla arkadaş olmayın (Bu madde<br />

Murat Menteş’ten etkilenmiştir).<br />

SAYI 4<br />

45


TEZAT TV ERSİN ÇELİK<br />

Bu Ekran Köye Yol Yapar<br />

Geride bıraktığımız yazı, sezonluk dizileri yazarak uğurlamak<br />

isterdim. Ama yayınladıkları kuşak reklamlarından<br />

daha kalitesiz bu diziler daha az izlendiler. reyting çöplüğüne<br />

boylamış milyonluk projelerin kemiklerini sızlatmanın<br />

bir anlamı yok.<br />

Bu yüzden bu yazın balta girmemiş ekranlarını yazmak<br />

daha doğru olacak..<br />

Konumuz NTV Yeşil Ekran …<br />

NTV’nin birkaç yazdır yaptığı yeşil ekran 2012’de müthişti.<br />

Bir kere o güzelim belgeselleri usta oyuncu Tunceli<br />

Kurtiz’e seslendirtmemişlerdi. Kurtiz’in etkileyici ve<br />

kulaklara dikkat kestiren sesine lafım yok. Ama belgeselde<br />

“Özgürlük kuşların kanadındaki tüylerde saklıdır yeğen…”<br />

minvalinde çıkıyordu. Ezel’deki ramiz Dayı algısı oluşturan<br />

belgesellerin yerine daha çok doğal yapımlarla çıktılar.<br />

Fırtına Deresi’nde yaşayan bir ailenin günlük yaşamını<br />

yine onların oyunculuğuyla ekrana taşıyarak profesyonel-<br />

N’olur Şuşu N’olur!<br />

Seksek, kukla, saklambaç, dokuz taş ve ip atlama gibi<br />

oyunlarla büyüyüp anne baba olan bir önceki nesil çok<br />

dertli çok… Başta da ben. Nedeni ise 2-8 yaş arası çocukları<br />

çekip çeviren Pepee isimli çizgi<br />

film karakteri.<br />

Yıllarca kendi kültürümüzü yansıtan,<br />

çocuklara bu yönde mesajlar<br />

veren çizgi filmlerin olmamasından<br />

şikayet edip durduk. Sonra Ayşe<br />

Şule Bilgiç diye birisi çıkıp ülkemiz<br />

için ciddi anlamda elzem olan<br />

bu sorunu çözdü. Pepee isimli bir<br />

karakteri evlerin ikinci üçüncü çocuğu<br />

yaptı. Çok da iyi oldu. Birebir<br />

yaşayan birisi olarak 2 yaşındaki<br />

kızımda iyi yönde çok etkisini gördük.<br />

“Çişimiz tuvalette” şarkısı ile<br />

çocuk bezine para bağlamaktan kurtulduk örneğin. Fakat<br />

Pepee biraz sorunlu bir çocuk. Sayesinde onun fenome-<br />

46 SAYI 4<br />

likle amatörlüğü büyük bir ustalıkla yansıttı NTV. Karadenizlinin<br />

o sosyete ve menfaat değmemiş kendi halindeki<br />

günlük yaşamını yansıtan bu yayınlar eminim birçok insanın<br />

köy hasretini depreştirmiştir. Hele çekim sonlarındaki<br />

toplu izlemelerdeki utangaç ve şaşkın bakışların yansıması<br />

doyumsuzdu. Büyükşehirlerin betonarme esirleri olan bizler<br />

sanırım bu programları beğenmenin ötesine geçeceğiz.<br />

NTV yaz ekranını bu doğallıkla bir iki yıl daha sürdürürse<br />

“Orda bir köy var uzakta işte ona gidiyorum” akımının lokomotifi<br />

olacak… Öncelikle köy ahalisinin haberi olsun.<br />

ni olan çocuklar da sorunlu olmaya başladı. Neden mi?<br />

Birincisi Pepee çok küsüyor. Bir de mimikleri var, elleri<br />

bağlamalar kafayı dikmeler falan. Çocuğu Pepee izleyen<br />

bir çok aile dostuma sordum şikayetler<br />

aynı: “Pepee küsüyor bizimki<br />

de aynı mimiklerle olur olmaz şeylere<br />

küsüyor. Oflayıp puflamaları da<br />

aynı.” Bir de paylaşmama huyu var<br />

yerli malı çizgi veledin. Sonrasında<br />

ikna olsa da bizim çocuklar bu<br />

kısmını atlıyorlar genellikle. Pepee<br />

biraz daha uyumlu, paylaşımcı çocuk<br />

olmaz ise başka bir sorun daha<br />

çıkacak. Pepee’yi sadece çocuklar<br />

değil haliyle anne babalar da izliyor.<br />

Korkuyorum bu huyu yakında<br />

bizlere de sirayet edecek. Cidden<br />

korkuyorum! Buradan Ayşe Şule<br />

Bilgiç’e sesleniyorum: “N’olur Şuşu Pepee küsmeden oynasın<br />

n‘olur…”


Reytinge de Kalite<br />

Duasına da Muhtaçlar<br />

Biraz geç bir konu oldu ama yazmadan edemedim…<br />

Malum ramazan ayı bu sene de yaza denk geldi. Ama hac<br />

mevsimin Kurban bayramına denk gelmesi gibi sabit olmayacak<br />

bu durum. Şunun şurasında 6 yıl daha yaz orucu<br />

tutacağız. Sonrası Nisan ve Martta doğan güneşin enerjisine<br />

bağlı...<br />

Neyse biz asıl konumuza dönelim; kalite duasına muhtaç<br />

ramazan ekranları… Mübarek ayın verdiği bereketten<br />

olsa gerek, reklam gelirleri tavan yapsa da ekran kalitesi<br />

yerlerde. Kanal 7, STV gibi muhafazakâr kanalların omuzundaki<br />

ramazan yükü her geçen yıl hafifliyor. Fakat geçirdikleri<br />

11 ayın etkisinden çıkamayıp geçirecekleri 11<br />

ayın heyecanına yenilen çoğu kanal; Kanal 7 ve STV’den<br />

kotarma formatlarla çıktı izleyicinin karşısında. ramazan<br />

ekranlarındaki hocalar aynı olunca sorular da son 10 yılda<br />

çıkmışlar arasından seçildi. Bu ramazan da sakız çiğnemek<br />

orucu bozdu, şeker hastaları için “yiyin için keyfinize bakın”<br />

fetvası verildi özetle.<br />

Sahur programları da birbirine girmişken bence aradan iki<br />

kanal sıyrıldı. Genel kategoride de ayrı tutulması gereken<br />

STAr alkışı hak etti. İftar programı türevlerinden olsa da<br />

sahurda yayınladıkları “Hicret Yolu” takdire değerdi, farklıydı,<br />

etkileyiciydi ve izlendi de…<br />

Bir de Kanal D var… “Ben bilmem eşim bilir” yarışmasının<br />

tekrarlarını sahurda vererek yeni yayın dönemine de alt<br />

yapı hazırlamış oldu.<br />

Özetle; mübarek 11 aylar geldi de kurtulduk çoğu saçma<br />

sorular ve aynı fetvalar yağmurundan!<br />

Huzur Veren Reklamlar da Olsa!<br />

Başörtülü dizi karakteri… Siz bu yazıyı okurken malum<br />

diziyi izliyor olacaksınız. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı<br />

kitabı diziye uyarlandı. Ve haliyle romanın başörtülü<br />

başkahramanları da dizide olacak ve yine haliyle başörtülü<br />

bir başrol oyuncusu olacak. Bu bir ilk değil çünkü<br />

yıllar önce Kayseri’deki bir<br />

ailenin yaşantısını anlatan<br />

Hacı dizisinde de başörtülü<br />

karakter vardı ve yarı başrol<br />

sayılırdı. O dizi tartışmaların<br />

göbeğinde sona erdi. Aslına<br />

pek tutmadı. Muhafazakâr<br />

camia da hazzetmemişti zaten.<br />

Şimdi tüm gözler Huzur<br />

Sokağı’ndaki Feyza’da olacak.<br />

Aşkı kadar dini yaşantısıyla<br />

da idol bir karakter<br />

olan Feyza “toplum algısını da değiştirebilir mi” acaba?<br />

Son iki yıldır başörtüsü yasağı konusunda büyük oranda<br />

özgürlük adımları atılsa da birçok alanda ciddi ambargo<br />

devam ediyor. Bunların başında da televizyonlar geliyor.<br />

Mesela TrT başörtülü konuk almakta hala çekimser. Daha<br />

az izlenen tematik kanallarında ekran açıyor. Özel kanallar<br />

ise işin reyting tarafında. En önemlisi de reklam piyasası.<br />

reklam verenler ve o reklamları çeken ajanslar hala daha<br />

başörtülüleri muhatap almıyor,<br />

filmlerinde yer vermiyor.<br />

Açıkçası kendiliğinden<br />

oluşmuş bu kitleyi potansiyel<br />

müşteri saymıyorlar. Ya<br />

da sayıp görmemezlikten<br />

geliyorlar. Hemen her evde<br />

en çok tüketilen ürünlerin<br />

konulu, mahalle ya da ev<br />

yaşantılı reklamlarında bir<br />

başörtülü görememek de bu<br />

ambargonun göstergesi. Huzur Sokağı başörtülü kesime<br />

de muhatap alınma huzuru getirirse… Yani, yaşantıların<br />

normalleşmesini sağlarsa çok huzur verecek bir iş yapmış<br />

olacak.<br />

SAYI 4<br />

47


BİLİŞİM<br />

48 SAYI 4<br />

PINAR HİLAL BALTA<br />

Sosyal Medya’nın Derneği<br />

kuruldu: USMED<br />

Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED), İstanbul<br />

Üsküdar’da kuruldu.<br />

Sosyal medyada etkin e-ticaret uzmanı, sosyal medya<br />

danışmanı, editör, eğitimci, akademisyen, tasarımcı gibi<br />

farklı meslek dallarından kurucuları bir araya getiriyor.<br />

Dernek; yapacağı faaliyetlerle sosyal toplulaşmanın da getireceği<br />

dayanışmayı bilince dönüştürmeyi, sosyal sorumluluk<br />

projelerinin çoğaltılmasını ve yeni medya sahasını<br />

geliştirmeyi amaçlıyor. Dernek, yeni gelişen ve yapılandırılan<br />

sosyal medya alanındaki hak ve özgürlüklerle ilgili<br />

anayasal kazanımlar sağlamak üzere raporlar hazırlayıp<br />

kamuoyuna sunacak.<br />

USMED Genel Sekreteri Salih Çaktı, Türkiye özelinden baş-<br />

Sarı-kırmızılı kulüp, anlaşma çerçevesinde arama motoru<br />

ve internet servis hizmetlerini, ''GSYandex'' markasıyla taraftarlarının<br />

hizmetine sunacak.<br />

Galatasaray, Türkiye'ye bir çok ilki getiren Yandex ile dünyada<br />

benzeri olmayan bir anlaşmaya imza atarak bugünden<br />

itibaren taraftarlarına özel geliştirilmiş bir arama motoru<br />

ve internet portalı sunmaya başlıyor.<br />

layarak tüm dünyada sosyal medya kazanımlarının artmasını,<br />

sosyal medya çalışanlarının teknik yönden desteklenmesi<br />

ve gelişiminin sağlanmasını, hizmet kalitesinin<br />

yükseltilmesini, sosyal medyanın diğer iş kollarıyla entegrasyonun<br />

başarılı bir şekilde planlanmasını hedeflediklerini<br />

kaydetti. Bu kapsamda ilk olarak, Azerbaycan, Mısır,<br />

İtalya, Kanada, Almanya, rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde<br />

temsilciler belirleyecek.<br />

Usmed şimdiden, İspanyolca, Arapça, İngilizce ve Türkçe<br />

olmak üzere dört ayrı dilde yayın yapmaya başladı bile!<br />

USMED hakkında daha fazla detaylı bilgiyi www.usmed.<br />

org.tr adresinden edinilebilir.<br />

ABD’den Çin’e şok yasak<br />

veteknoloji.com ‘un haberine göre; Çin’in en büyük Telekom<br />

şirketleri Huawei ve ZTE’nin bazı cihazlara kodlar<br />

yükleyip ABD’ye ilişkin gizli bilgilerin Çin’e gönderilmesini<br />

sağlamakla suçlanıyordu. Bu nedenle, ABD temsilciler<br />

meclisi istihbarat komitesi, bu iki şirketin güvenlik tehdidi<br />

yarattığına karar vererek, şirketlerin ABD’de birleşme ve<br />

Galatasaray Yandex<br />

ile masaya oturdu<br />

Yalçındağ, ''Galatasaray ile ilgili en güncel haberlere, trafik<br />

ve hava durumuyla ilgili anlık bilgilere tek bir sayfadan<br />

ulaşabilecekler.<br />

Aynı zamanda 'galatasaray.org' sitesinde Yandex arama<br />

hizmeti taraftarlara sunulacak. Çok yakında Galatasaray<br />

taraftarlarına 'galatasaray.net' uzantılı e-posta hizmeti de<br />

vermeye başlayacağız'' ifadelerini kullandı.<br />

satın alımlara katılımını yasakladı.<br />

Satışlarının yüzde 4’ünü ABD’de yapan Huawei, dünyanın<br />

en büyük 2. telekom ekipman üreticisi. ZTE ise sıralamada<br />

beşinci. Huawei’nin geçen sene ABD’den elde ettiği gelir<br />

1.3 milyar dolardı.


Google'ın yeni tableti<br />

Nexus 7 piyasada<br />

Asus tarafından üretilen tablet, Android’in 4,1 sürümüne<br />

verilen kod ismi ile Jelly Bean Android sürümüne sahip.1200<br />

x 800 ekran çözünürlüğü, NVDIA 4 çekirdekli<br />

işlemci ' ye sahip. Tablet sadece 340 gram ağırlığında. 10<br />

saate kadar batarya kullanım ve 8 saat hd video izlemeye<br />

imkân veren batarya ya sahip. İki ses çıkış birime sahip.<br />

Samsung’tan Ultra İnce Masaüstü<br />

Samsung All-in-one PC 7 Serisi 23,6” full HD LED ekran<br />

1920 X 1080 çözünürlük, 250 nit parlaklık, 16.7 milyon<br />

renk ve 5ms tepkime süresine sahip olmanın yanısıra, dokunmatik<br />

özellikleri ile de masaüstü PC’lerin alışılagelmiş<br />

monitörlerinden çok daha kullanışlı özellikler sunuyor. 90°<br />

yana yatabilen ekran ve 160° açılı izleme özelliği de kullanıcıların<br />

evlerinde nerede otururlarsa otursunlar hiçbir<br />

ayrıntıyı kaçırmamalarını garanti ediyor. Samsung’un Hızlı<br />

Başlatma “Anında Çalışır Duruma Getirme” özelliği kullanıcıların<br />

açma/kapama düğmesine bastıktan sonra birkaç<br />

saniye içinde bilgisayarda çalışmaya başlamasını mümkün<br />

kılıyor. Yenilikçi karma uyku modu, uyku modunun hızlı<br />

başlatma özelliği ile hazırda beklet modunun dengeli<br />

özelliğini biraraya getiriyor, bu sayede kullanıcılar bilgisayarlarının<br />

yeniden çalışması için 30-60 saniye beklemek<br />

Samsung’un oyun<br />

bilgisayarları : ‘Series 7’<br />

Samsung Series 7 Origin, Alienware ve Asus gibi markaların<br />

laptoplarına meydan okuyor. Dört çekirdekli Core i7-<br />

3610QM işlemci, 16 GB rAM, NVIDIA GeForce GTX 675M<br />

grafikler, 750 GB hard disk ve 1920x1080 piksel çözünürlüğe<br />

sahip 17 inç ekran. 3 GHz işlemci, Intel HM77 çip<br />

setiyle çalışıyor ve Windows 7 Home Premium (64 bit)<br />

ile geliyor. Dıştan bakıldığında siyah, büyük ve parlak bir<br />

kutu olarak tanımlayacağınız laptop özellikleri ve performansıyla<br />

özellikleri oyun severler için güzel bir seçenek.<br />

Tüm özellikleri tam olmasına rağmen, arka kameraya sahip<br />

değil. Google bunun nedeni daha makul bir fiyata satmak<br />

için koymadıklarını belirtti.<br />

Nexus 7′de sadece micro USB ve 3.5 mm kulaklık çıkışı<br />

bulunmaktadır. Yeni iPad'a kıyasla 1 mm daha kalın.<br />

zorunda kalmıyor.All-inone<br />

PC 7 Serisi masaüstü<br />

bilgisayar performansını<br />

en yeni nesil Intel Core<br />

i7/i5/i3 işlemci ile sunuyor.<br />

Bu da en dikkat<br />

gerektiren uygulamaları<br />

kullanırken dahi, internette<br />

daha hızlı gezme<br />

imkanı sunuyor. Yeni seri<br />

ayrıca daha az enerji tüketiyor<br />

ve mobil CPU’lara oranla %15 daha fazla performans<br />

sunuyor.<br />

Klavyesindeki ışıklı yapı oyun bilgisayarlarında alışık olduğumuz<br />

bir durum ve karanlıkta klavyeyi seçebilmenizi<br />

kolaylaştırıyor.17.3 inç ekranın görüntü olarak muhteşem<br />

bir deneyim sunmasının yanında çok iyi bir de ses sistemine<br />

sahip. Ön kısımda 2.0 mega piksel web kamerası var ve<br />

2 USB 3.0, 2 USB 2.0, SD, HDMI girişleri, Wi-Fi, Bluetooth<br />

4.0, Bluray ve ekran kartı girişi yer alıyor. Bataryası ise 2<br />

saat 33 dakika kullanım sunuyor.<br />

SAYI 4<br />

49


GENÇLİK AJANDASI BÜNYAMİN UZUNcAN<br />

Edi, Büdü, Minik Kuş ve Diğerleri<br />

Ziyaretimize Geliyor<br />

Çocukluklarını 80’li ve 90’lı yıllarda yaşayanlar onları<br />

iyi tanır. Diğer bir deyişle o sokağın sakinlerini; Edi’yi,<br />

Büdü’yü, Kırpık’ı, Minik Kuş’u... Susam Sokağı’ndan bahsediyorum;<br />

Susam Sokağı’nın efsane sakinlerinden... Hayal<br />

de olsa bir zamanların en yaşanası sokağından yani. Sizlere<br />

daha fazla nostalji yaşatmadan sadede gelelim, müjdeyi<br />

verelim: Susam Sokağı Live gösteri ekibi 28 Kasım-2 Aralık<br />

tarihleri arasında İstanbul’da olacak. Maslak TİM Show<br />

‘THE 2ND LAw’ OF<br />

MODERN ROcKERS!*<br />

İngiliz rock grubu Muse, altıncı albümleri<br />

‘The 2nd Law’ın dinleyicileriyle buluşacağı<br />

günü bekliyor. Dominic Howard,<br />

Matthew Bellamy ve Chris Wolstenholme<br />

üçlüsünden oluşan grup, yeni albümün piyasaya sürüm tarihi 17<br />

Eylül 2012 olarak belirlenmiş olmasına rağmen çalışmada yer alan<br />

bir şarkıyı Youtube üzerinden yayınladı. ‘Modern rock’ kavramının<br />

temsilcisi olarak gösterilen Muse’un yayınladığı bu şarkının ismi:<br />

Madness. Güney Londra’da 90’lı yılların sonlarında ortaya çıkmış<br />

bir müzik türü olan ‘Dupstepin’ tarzının izleri görünen parça, albüm<br />

hakkında da ip uçları vermekte. Elektronik bir dans müziği<br />

türü olan ‘Dupstepin’e rihanna ve Britney Spears tarafından da<br />

albümlerinde yer verilmişti. *Modern rockçıların İkinci Kuralı<br />

50 SAYI 4<br />

2 KiTAP<br />

O’NUNLA GELDİ<br />

İNSANLIĞIN BAHARI<br />

Ahmed Abd Al waliyy Vincenzo<br />

TİMAŞ YAYINLARI<br />

Hazreti Peygamberi ve yaşadığı dönemi<br />

anlatan onca kitap vardır. Onunla gelen<br />

bahar bir olsa da, bu baharı Güneş başka,<br />

bulutlar başka, ağaçlar başka türlü<br />

anlatacaktır. Yesrib’de Bahar da anlatım<br />

konusunda diğer kitaplardan birazcık farklı. Müslüman Yazar<br />

Vincenzo’nun Türkçe’ye çevrilen kitabı okuyucuya sahabelerden<br />

Zeyd bin Sabit’in ağzından Hazreti Muhammed’i anlatıyor. Yazarın,<br />

‘Batı romanının akıcılığı ve Doğu bilgeliğinin içeriğine haiz’<br />

olarak değerlendirdiği kitap, sekiz yaşındaki Zeyd’in rehberliğinde<br />

İslam’ın ilk yıllarını okuyucuyla buluşturuyor.<br />

2 ALBÜM<br />

Center’da 10 gösteri<br />

yapması beklenen<br />

Susam Sokağı yıllar<br />

sonra yeniden sevenleriyle<br />

buluşmuş<br />

olacak.<br />

LİZBON’A GECE TRENİ<br />

Palcal Mercier<br />

KIRMIZI KEDİ YAYINLARI<br />

Bir insan, küçücük bir kıvılcımla<br />

sahip olduğu herşeyden vazgeçip<br />

bir başka şehre, bir başka insanın<br />

hayatının izini sürmeye gidebilir<br />

mi? Antik diller öğretmeni Raimund<br />

Gregorius’un yaptığı tam<br />

da bu. Duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılıp<br />

Lizbon’a uzanan yolculuğunun sonunda Gregorius’u, hakkında<br />

hiçbir şey bilmediği Portekizli bir doktor-yazar olan<br />

Amadeu Prado’nun ilginç yaşam öyküsü karşılar. Prado’nun<br />

hayatında kendini arayan Gregorius, Lizbon’dan sonra da<br />

kendi içine doğru bir yolculuğa çıkacaktır.<br />

MÜZİğİN ‘YALIN’ HALİ<br />

Pop müziğin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında,<br />

saman alevi gibi parlayıp sonrasında<br />

zamana yenik düşmüş birçok isimle<br />

karşılaşılır. Buna rağmen bazıları vardır ki,<br />

yaptığı müzik yıllar geçse de hala dillerdedir.<br />

İşte bu kiselerden birisi de Hüseyin<br />

Yalın; ya da sadece Yalın. 2004 yılında ‘Zalim’ şarkısıyla çıkış yakalayan<br />

ünlü şarkıçı aradan sekiz yıl geçmesine rağmen, birbirinden güzel<br />

eserleriyle adından çokça söz ettiriyor. Bugüne değin çıkardığı ‘Ellerine<br />

Sağlık’, ‘Bir Bakmışsın’, ‘Her Şey Sensin’, ‘Ben Bugün’ ve ‘Anlat Güzel<br />

Mi Oralar’ albümlerinden sonra yeni çıkacak albümü merak konusu<br />

olmuştu. ‘Sen En Güzelsin’ ismiyle piyasa sunulan çalışma Yalın dinleyicilerini<br />

yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kasma, Sen En Güzelsin,<br />

Merdiven ve Aşk Şimdi gibi birbirinden güzel on bir parça yer alıyor.


Renklerin Kumaştaki<br />

Dansı: Batik Sanatı<br />

Çerçeveletip duvarınıza<br />

asmak yerine bir<br />

sanat eserini üzerinizde<br />

taşımaya ne<br />

dersiniz? Eğer cevabınız<br />

‘Evet!’ ise Batik<br />

Sanatı ile tanışma<br />

vaktiniz çoktan gelmiş<br />

demektir. Bir kumaş<br />

boyama sanatı<br />

olan Batik, kökeni<br />

yüzyıllar öncesine<br />

dayanan bir tekniktir. Bugünkü Endonezya topraklarına<br />

1500’lü yıllarda yapılan seyehatlerle<br />

keşfedilen bu yöntem, 1800’lü yıllarda Avrupa’da<br />

el sanatları alanına girmiştir. Batik Sanatı’nda<br />

resmedilen motiflerde doğanın güzelliklerinden<br />

esinlenilmiştir. Özellikle cennet kuşları, rengarenk<br />

çiçekler ve kelebekler kumaşları süsleyen,<br />

insanları büyüleyen tasvirler olagelmiştir. Günümüzde<br />

ise motiflerin zenginliği dikkat çekmektedir.<br />

Koşuşturan atlar, filler ve zürafalar kumaşlara<br />

resmedilmekte, adeta kumaşlarda hayat bulmaktadırlar.<br />

Ülkemizde çok da yaygın olmayan bu<br />

sanatı kendi imkanlarınızla ya da nadir olan<br />

kurslardan birine giderek öğrenebilirsiniz. İ.B.B.<br />

Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları-İSMEK bünyesinde<br />

yer alan Batik Sanatı kursunun ayrıntılı<br />

bilgisine"www.ismek.ibb.gov.tr/ism/branslar.<br />

asp?BransCode=14" linkinden ulaşabilirsiniz.<br />

Hat Sanatı: Be’nin<br />

Noktasında İlmi Görmek<br />

Pablo Picasso’nun hat sanatına olan ilgisi bilinir, konuşulur;<br />

hatta, bir zaman Cezayirli bir hattattan dersler<br />

aldığı da rivayet edilir. rivayet edilen bir diğer<br />

şey de İspanyol ressamın bu sanat hakkında söyledikleridir:<br />

“Batı’nın yüzyıllar boyunca üzerinde durup<br />

peşinden koştuğu soyut ifadeyi hattalar asırlar önce<br />

bularak çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini<br />

vermişlerdir.” Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Kitap Sanatları<br />

ve Hat Koleksiyonu’ sergisiyle ziyaretçilerine tam<br />

da asırlar öncesinde çizilmiş Doğu Medeniyeti’nin bu<br />

muhteşem şaheselerini görme olanağı sunuyor. Ondördüncü<br />

yüzyıl sonlarından yirminci yüzyıla kadar<br />

ünlü hattatların yazdığı Kuran-ı Kerim nüshaları, dua<br />

kitapları, hilyeler; padişah tuğralı fermanlar görülebilecek<br />

eserler arasında yer alıyor. Bunların yanında<br />

hattatların gereçleri de bu sanatın inceliklerine dair<br />

ipuçları veriyor. Pazartesi günleri kapalı olan müze,<br />

diğer günlerde ziyaretçilerini bekliyor. Yazının kutsiyetindeki<br />

sırra ulaşıp, Be’nin noktasındaki ilmi görebilmek<br />

ise okumakla başlıyor.<br />

Vizyon tarihi:<br />

19 Ekim 2012<br />

Yönetmen:<br />

Osman Sınav<br />

Oyuncular:<br />

Kenan İmirzalıoğlu,<br />

Tuğçe Kazaz,<br />

Uslan Çakır,<br />

Altan Erkekli<br />

Süre: ??????<br />

Vizyon tarihi:<br />

24 Ağustos 2012<br />

Yönetmen:<br />

Yimou Zhang<br />

Oyuncular:<br />

Christian Bale,<br />

Paul Schneider<br />

Tong Dawei<br />

Ni Ni<br />

Xinyi Zhang<br />

Shigeo Kobayashi<br />

Süre: 146 dk<br />

İNSAN,<br />

HİKAYESİYLE<br />

YAŞAR<br />

2 FiLM<br />

Uzunca bir hayalin neticesi olan<br />

Uzun Hikaye 19 Ekim’de vizyona<br />

giriyor. Yapımcı ve yönetmen Osman<br />

Sınav’ın yıllardır filme uyarlamak<br />

istediği Mustafa Kutlu’nun<br />

Uzun Hikaye kitabı ete kemiğe<br />

bürünüyor. Senarist Yiğit Gökalp<br />

imzasıyla, Kenan İmirzalıoğlu ve<br />

Tuğçe Kazaz’ın başrolde oynadığı<br />

filmde Bulgaryalı Ali’nin hikayesi<br />

anlatılıyor. 1940’lı yıllardan<br />

1970’li yıllara uzanan hikayede<br />

Ali’nin, sevdalısı Münire’yi kaçırması<br />

ve sonrasında demiryolları<br />

boyunca süren yolculukları konu<br />

ediliyor. Hayata dair umudunu<br />

kaybetmeyen ve erdemlerinden<br />

vazgeçmeyen Ali’nin yaşadığı<br />

çetrefilli zamanlar ise yürek burkuyor.<br />

Bazen hüzün, bazen neşe;<br />

ama daima bir tutkunun var olduğu<br />

Uzun Hikaye, hem okunmaya<br />

hem de seyredilmeye değer<br />

bir eser olarak dikkat çekiyor.<br />

SAVAŞIN ÇİÇEKLERİ<br />

Çinli Yimou Zhang’ın yönetmenliğini<br />

yaptığı Savaşın Çiçekleri,<br />

Japonların 1937’de Çin’de yaptıkları<br />

ve 300 binlere varan insanın<br />

ölümüyle sonuçlanan Nanking<br />

katliamını anlatıyor. Batman filminden<br />

tanıdığımız ünlü oyuncu<br />

Christian Bale’nin başrolde yer<br />

aldığı film savaşın çirkin ve acımasız<br />

yüzünü bir kez daha gözler<br />

önüne seriyor. Normal savaş<br />

filmlerinden oldukça farklı bir<br />

çizgide bulunan filmin psiko-sosyolojik<br />

yönleri de ön planda. Irksal<br />

düşmanlığın hangi boyutlara<br />

varabileceğinin de bir göstergesi<br />

olan Savaşın Çiçekleri’yle aynı<br />

konuyu paylaşan Nanking filmi<br />

de 2007’de vizyona girmişti.<br />

SAYI 4<br />

51

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!