08.11.2014 Views

Erdoganin_Planini_Bozacak_Kitap

Erdoganin_Planini_Bozacak_Kitap

Erdoganin_Planini_Bozacak_Kitap

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

“<br />

[1]


İNDEKS:<br />

Efsanenin Sonu<br />

Kurtuluş Planı<br />

Dünyaya Rezil Olduk<br />

Erdoğan’ın Tutarsızlıkları<br />

Operasyonun Arkasında Kim Var?<br />

Büyük Ekonomik Krize Doğru<br />

Adı Dış Borç Olmayan Dış Borç<br />

Hakkınızı Helal Ediyor musunuz?<br />

Türkiye’nin En Zengini Kim?<br />

En Büyük Medya Patronu<br />

Kendisini mi, Ülkesini mi Düşünüyor?<br />

Ülke Kaybetti, Erdoğan Kazandı<br />

Erdoğan-Polat Benzerliği Tesadüf mü?<br />

Neden Bizimkiler Hep Sahtekar Oluyor?<br />

Ülkede Kan Dökülebilir<br />

Özgürlüklerin Sonu<br />

Diktatörlüğe Marş, Marş<br />

Tayyip İstihbarat Teşkilatı<br />

30 Mart Sonrası<br />

Başbakan mı Acaba?<br />

Hapistekiler Neden Hapiste?<br />

Erdoğan’ın AKP’ye İhaneti<br />

Erdoğan’ın Planını Bozmak<br />

[2]


“Yakın tarihimizin en tehlikeli döneminde bulunuyoruz. Seçimle gelmiş<br />

bir Başbakan, suçları ortaya çıktıktan sonra, anayasal yetki sınırlarını<br />

aşarak, kendisinin yargılanma sürecini engelledi, ülkenin yönetimine el<br />

koydu ve adım adım ülkeyi bir rejim değişikliğine götürüyor…<br />

Ülkemizin, girmek üzere olduğu kaos ve baskı ortamından kurtarılıp,<br />

tekrar özgürleşme ve ilerleme sürecine dönülebilmesi için, herkesin<br />

üzerine sorumluluk alması gerekiyor. Ben de, ülkemiz üzerinde oynanan<br />

bazı iç ve dış oyunları deşifre edeceğim kitaplar yazarak, üzerime düşen<br />

görevi yerine getirmeye çalışacağım.<br />

Bunlardan ilki olan, “Erdoğan’ın Planını <strong>Bozacak</strong> <strong>Kitap</strong>”da, Tayyip<br />

Erdoğan’ın kurtuluş planını ve bunun nasıl bozulacağı anlatacağım.<br />

Hemen ardından gelecek ikinci kitabımda, bölgemizdeki güç dengelerini,<br />

dış güçlerin ülkemiz üzerindeki hesaplarını ve Tayyip Erdoğan’ın bu<br />

güçlerle olan ilişkilerini ortaya koyacağım.<br />

Gerçeklerin öğrenilmesi Tayyip Erdoğan’ın tüm planlarını<br />

bozacaktır. Bu gerçeklerin insanlara ulaştırılmasında “Erdoğan’ın Planını<br />

<strong>Bozacak</strong> <strong>Kitap</strong>”ının da faydasının olmasını ümit ediyorum…”, Ali Ant.<br />

[3]


EFSANENİN SONU<br />

Siyasetle ilgili düşüncemi birkaç cümleyle de olsa özetleyerek<br />

başlamanın uygun olacağı kanaatindeyim. Bir ülkenin gelişiminin eğitime<br />

verilen öneme, insana yapılan yatırıma; ülkenin refahının ise hak ve<br />

özgürlüklerin sağlanmasına, hukukun gerektiği gibi işlemesine bağlı<br />

olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kim, kişisel hak ve özgürlükleri<br />

arttırma ve eğitimi geliştirme adına bir şeyler yapıyorsa onun arkasındayım;<br />

kim de bu gereksinimlerin aksine bir şeyler yapıyorsa onun karşısındayım.<br />

İki binlere geldiğimizde, Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP,<br />

ülkenin demokrasi, hak ve özgürlük beklentilerini yerine getirme vaadiyle<br />

ülkenin başına geldi. Hükümetin, ülkedeki diğer bazı gruplarla, liberallerle,<br />

bazı cemaatlerle, bazı milliyetçi ve solcu gruplarla beraber çalışması<br />

sonucunda, demokratikleşme ve hak ve özgürlükler adına önemi adımlar<br />

atıldı. Hükümetler üzerinde büyük güce sahip olan ordunun ülke yönetimi<br />

üzerindeki etkisi azaltıldı. 2010 Referandumu sonucunda, anayasanın bazı<br />

maddelerinde değişiklik yapılması bir kırılma noktasıydı. Üst yargının, bir<br />

grubun kendi aralarındaki karar veya hükümetin doğrudan atamasıyla<br />

değil, hâkim ve savcıların seçimleriyle oluşturulmasının uygulamaya<br />

koyulmasıyla, yargının özgürleşmesi ve hukukun işlemesi sağlandı.<br />

Bu Türkiye için tarihi bir adımdı. O güne kadar hükümetler iç veya<br />

dış devlet politikası oluşturamıyorlardı. Ne yapacakları kendilerine<br />

MGK’da tebliğ ediliyordu. İlk defa bir hükümet, Anayasa mahkemesi<br />

tarafından kapatılma riski veya ordu tarafından tehditle, muhtırayla,<br />

darbeyle müdahale edilme riski olmadan ülkeyi yönetebilme imkanı<br />

bulmuştu. Tayyip Erdoğan’ın önünde artık kendisini engelleyebilecek<br />

hiçbir şey kalmamıştı. Bu özgürlüğü ve halkın desteğini, ülkenin kalkınması<br />

için kullanabilirdi. Ama bunu yapmadı.<br />

[4]


Tayyip Erdoğan ülkeyi kalkındırmak yerine, ülkeye hizmet etme<br />

yerine, maalesef ülkeye sahip olma çabasına girdi. Ergenekoncuların<br />

tasfiyesi sonrasında ülkedeki güç dengelerinde oluşan boşluğu doldurma,<br />

tek güç olma yoluna gitti. Fırsattan istifade ederek tek adam olma,<br />

çevresinde zengin bir sınıf oluşturarak medyayı ele geçirme, kendisine<br />

rakip gördüğü tüm güçleri ezme, ülkeye hükmetme yoluna girdi...<br />

Ülkelerin kalkınma süreçleri üzerine çalışma yapmış biri olarak şunu<br />

ifade etmeliyim ki, AKP’nin son dönemlerini de kapsayan son üç sene<br />

içerisinde Türkiye hemen hemen her alanda kötüye gitmiştir. Eğitimde<br />

ciddi reformlar yapılmadan, insana yatırım yapılmadan, tablet dağıtarak,<br />

dershane kapatılarak ülke kalkınmaz. Oy toplamaya yönelik, göz boyamaya<br />

yönelik göstermelik projelerle ülke gelişmez. Örneğin, Japonlardan alınan<br />

borç parayla yine Japonlara Marmaray yaptırıldı. “Dünya lideri” başbakanı<br />

çıktı, “asrın projesi”ni yaptık dedi. Alakası yok tabi ki. Marmaray’dan çok<br />

daha büyük, İngiltere’de, Japonya’da, Avustralya’da, Çin’de, Norveç’te bir<br />

sürü sualtı tüneli mevcut. Yapılan proje dünyanın en büyük tüneli olsaydı<br />

bile yabancılara tünel yaptırarak ülkenin kalkınacağının düşünülmesi değil<br />

bir liderin, sıradan bir vatandaşın bile aklına yatmayacak bir şey olsa gerek.<br />

Bu istikamette gidildiği sürece, ülkenin kalkınmasını beklemek de<br />

hayalperestlik olur.<br />

Sonuçta, 2011’de başlayan AKP’nin son dönemi, ilk iki döneme<br />

benzemedi. İlk iki dönemde başlatılan demokratikleşme hareketi hız kesti<br />

ve geriye dönüş başladı. Tayyip Erdoğan son dönemde, ülkeye hizmet<br />

etme değil, ülkeye hükmetme derdine düştü. İlk iki dönemde elde ettiği<br />

güveni kullanarak, ülkesine değil, kendisine ve yakınlarına çalışmaya<br />

başladı. Bu döneme gerileme veya yeme dönemi de diyebilirsiniz…<br />

Yazık oldu doğrusu. Tayyip Erdoğan’ın ciddi bir entelektüel derinliği<br />

yok; Abdülhamid gibi, Atatürk gibi, Özal gibi vizyoner bir lider değil belki<br />

ama kendisine göre bazı becerilere sahip; iyi bir konuşmacı, iyi bir hatip,<br />

liderlik vasıfları yüksek bir siyasetçi, insanları etkileyebiliyor. Eğer bu<br />

becerilerini doğru yönde kullansaydı, ülkeye büyük hizmetleri olabilirdi.<br />

Türkiye’nin kalbine girebilirdi. Adını Türk Tarihi’ne yazdırabilirdi.<br />

[5]


Ama maalesef koca bir milletin sevgisi ona yetmedi. Ülkeyi bıraktı,<br />

kendine çalışmaya başladı. Çok küçük, çok basit hesaplara girdi. Yaptığı<br />

yolsuzlukların bir kısmının ortaya çıktığı son birkaç aydır da, kendi suçunu<br />

örtmek için başkalarını suçlayacak kadar, kendisini kurtarabilmek için tüm<br />

Türkiye’yi ateşe atmaya kalkacak kadar düştü. Şu anda, Tayyip Erdoğan<br />

ortalığı karıştırıp, duruyor. Ama sular durulunca her şey ortaya çıkacak.<br />

Tayyip Erdoğan’ın ismi, artık tarihe büyük bir kahraman olarak değil<br />

vatanına milletine ülkesine ihanet etmiş bir siyasetçi olarak geçecek…<br />

AKP’nin fiili olağanüstü hal yönetimi Türkiye’de bir ilk /<br />

Ahmet İnsel<br />

Türkiye tarihinde yakın veya uzak geçmişte ortaya atılmış yolsuzluk<br />

iddiaları veya yargılanan yolsuzluklara nazaran şimdi karşı karşıya<br />

olduğumuz manzara bir ilktir.<br />

Hem yolsuzlukların boyutu ve örgütlenme ağının yaygınlığı açısından,<br />

hem ortaya dökülen suç karinelerinin kapsamı ve mahiyeti itibarıyla bu<br />

böyledir.<br />

Söz konusu iddiaların merkezinde yer alan iktidar partisinin ve<br />

hükümetin başının bu iddialara “Kuş uçurtmayacağız!” diyerek yanıt<br />

vermesi de, fiili olağanüstü hal yönetimi uygulamaya başlaması da<br />

ülkemizin kısıtlı demokrasi tarihinde bile bir ilktir…<br />

Bu, tüm demokratik kurumları lağveden bir darbe hükümetinin sadece<br />

cüret edebileceği bir tavırdır.<br />

Başbakan’ın artık geldiği noktada kendini ve çevresini savunmak için<br />

ortalığı yangın yerine çevirmekten başka çaresi kalmamışa benziyor.<br />

[6]


KURTULUŞ PLANI<br />

Yolsuzluklar ortaya çıkmadan sekiz ay önce Başbakana gönderilmiş<br />

bir MİT raporu ortaya çıktı. Bu raporda, Başbakan’a yolsuzluklar hakkında<br />

bilgi veriliyordu. Yalnız medya raporda yazılanlara yeterince dikkat etmedi<br />

bence. MİT raporu, Başbakana sadece yolsuzlukları bildirmiyordu. MİT,<br />

Başbakanı yolsuzlukların fark edilmesi durumuna karşı hazırlıklı olması<br />

için de uyarıyordu. Burası çok önemli bir nokta.<br />

Kendinizi Tayyip Erdoğan’ın yerine koyun. Zamanında kendinize<br />

fazla güvenmişiniz, işin ucunu sıkı tutmamışınız, devletin imkânlarını<br />

kendi çıkarlarınız için kullanmışınız, yakınlarınızla birlikte bir sürü illegal<br />

işe girmişiniz. Bunların bir kısmı öğrenilmiş ve bazı savcılar tarafından<br />

araştırılıyor. Bu davalar mahkemeye verildiğinde cumhuriyet tarihinin en<br />

büyük yolsuzlukları ortaya çıkacak; eşiniz, çocuklarınız, akrabalarınız,<br />

arkadaşlarınız hapse girecek, siz de yüce divanda yargılandıktan sonra<br />

ömrünüzün sonuna kadar hapis yatacaksınız. Bu durumda ne yapardınız?<br />

Bunu biraz düşünün…<br />

[7]


Hapisten kurtulmanın yolu hukuku kendinize bağlayarak, devletin<br />

tüm gücünü elinizde toplayarak dokunulmaz olmaktır. Bunun için de<br />

büyük bir tehdide ihtiyacınız var. İnandırıcı olabilecek bir tehdidi ben<br />

söyleyeyim, A.B.D. ve Gülen Cemaati. Daha iyi bir seçenek aklınıza geliyor<br />

mu? “Ülkemiz tehlike altında, devleti ele geçirdiler, bizim de onlarla<br />

savaşmak için hukuku bir süreliğine rafa kaldırmamız ve devleti yeniden<br />

yapılandırmamız gerekecek” diyebileceğiniz başka bir tehdit aklınıza<br />

geliyor mu?<br />

Olayın bir diğer tarafı, Tayyip Erdoğan’ın demokratikleşme sürecini<br />

bırakıp tüm gücü kendisinde toplama yoluna girdiği ve açıktan<br />

yolsuzlukların yapılmaya başladığı son dönemde, liberallerle ve Gülen<br />

Cemaati’yle arası iyice açılmıştı. Tayyip Erdoğan uzun süredir Gülen<br />

Cemaati’ni kendisi için en büyük tehdit olarak görüyordu. Yolsuzlukların<br />

ortaya çıkmasından sonra cemaat suçlanacak, devletin gücüyle cemaate<br />

saldırılacak, cemaat yok edilecek ve Tayyip Erdoğan için bir endişe kaynağı<br />

olmaktan çıkacaktı. Böylece, hem yolsuzluk iddiaları savuşturulmuş, hem<br />

de kendisi için en büyük tehdit bertaraf edilmiş olacaktı. Bir taşla iki kuş.<br />

[8]


Nitekim 17 Aralık’ta büyük yolsuzluk skandalları ortaya çıkınca,<br />

Tayyip Erdoğan, “bana operasyon yapılıyor” diyerek kendini kurtarma<br />

operasyonunu başlatmış oldu. Gezi olayında olduğu gibi ilk başta dış<br />

güçleri, özellikle de A.B.D.’yi işaret etti. A.B.D.’nin, Türkiye’nin İran’a<br />

yardımcı olmasından rahatsız olduğu için böyle bir operasyona girdiği iddia<br />

edildi. Erdoğan, A.B.D.’nin sert tepkisinden sonra bir daha A.B.D.’yi<br />

ağzına almadı, sadece cemaate yüklendi. Ortaya çıkan tüm yolsuzlukları,<br />

dershane kapatma hamlesinden dolayı kendisine kızan cemaatin uydurması<br />

olduğunu iddia etti. Daha sonra da devletin gücünü kullanarak cemaat ile<br />

tek taraflı bir kavga başlattı. Sonrasında cemaati büyük bir tehdit olarak<br />

göstererek, cemaati bahane ederek, devletteki önemli kadrolardaki<br />

muhaliflerini tasfiye etti, dokunulmazlığı için gerekli tüm yasaları bu<br />

bahaneyle meclisten çıkardı.<br />

Bugün tüm Türkiye Tayyip Erdoğan’ın yaptığı yolsuzlukları, her biri<br />

ayrı bir skandal olan telefon görüşmelerini ve hala bu ülkenin başında nasıl<br />

durabiliyor olduğunu değil de cemaati konuşuyorsa, bütün bu süreç<br />

cemaat-akp kavgası olarak değerlendiriliyorsa, Tayyip Erdoğan’ın algı<br />

yönetiminde başarılı olmuş olduğunu söyleyebiliriz.<br />

[9]


Cemaat’i Niçin mi Eleştirmiyorum?/ Cengiz Çandar<br />

17 Aralık ile birlikte, 'cemaat’i eleştirmeye girişmek demek, Tayyip<br />

Erdoğan’ın ‘paralel devlet’ iddiasını meşrulaştırmak anlamına gelir. 17<br />

Aralık’ın ortaya çıkarttığı ve tapelerle ortaya saçılan gerçekleri bir yana<br />

bırakıp, Tayyip Erdoğan’ın kendisine karşı bir ‘darbe girişimi’nin söz<br />

konusu olduğu iddiasında haklı olduğunu göstermeye yarar…<br />

Bunu yaptığım anda, Tayyip Erdoğan’ın propaganda makinesinin bir<br />

dişlisi haline gelmeyi kabul etmiş olurum. Tayyip Erdoğan orkestra şefi<br />

olacak, elime bir flüt tutuşturacak ama nota vermeyecek, 'benim elimdeki<br />

değneğe göre flütü öttür' diyecek. Yapılmak istenen budur. Ben de bunu<br />

yapmadım, yapamam, yapmayacağım."…<br />

Mücahit Bilici, 'Erdoğan-Cemaat Mekaniği'ni çarpıcı biçimde tahlil eden<br />

'Yeni İç Düşman' başlıklı yazısına şöyle giriş yapmış:<br />

"…Yolsuzluk iddiaları karşısında dökülen bir iktidar, çareyi siyasetin<br />

kadim kutuplaştırma tekniğinde bulmuş. Partinin siyasi muhalifi olan<br />

Gülen Cemaati 'iç düşman' ilan edilmiş bulunuyor. Neden hem iç hem de<br />

dış düşman sayılmıyor sorusu lüzumsuzdur: Çünkü bütün iç düşmanlar<br />

dış düşmanların uzantısı olmak zorundadır."<br />

Bilici, 'cemaat’e sempatisi olmayan bir düşünce adamı. Nitekim, şu<br />

satırları onun 'cemaat’e olan mesafesini ortaya koyuyor ama 'esası' da<br />

kaçırmıyor:<br />

"Evet, cemaat iyi bir dayağı hak ediyordu. Hatta bu kadar insanın nefreti<br />

cemaat için bir ceza olarak yeter. Ama cemaati gözden düşürmek için bu<br />

kadar sığ yalan ve kullanışlı iftiraya bütün toplumu maruz bırakmak biraz<br />

ayıp olmuyor mu?...<br />

Yolsuzluk iddia-haberini itibarsızlaştırmak için sana siyaseten düşman<br />

kesilmiş olan dindar kardeşini, sana değil dine düşman bir vatan haini<br />

gösterip tekfir etmenin neresi insanca ve İslam’ca?"<br />

[10]


DÜNYAYA REZİL OLDUK<br />

Yolsuzlukların ortaya çıkmasından sonra, Erdoğan yolsuzluğun<br />

olmadığını, yolsuzluk davasının hükümeti yıkmak için uydurulduğunu<br />

iddia etti. Fakat, yolsuzluk davası ortaya atılmadan iki ay önce yolsuzluk<br />

ortaya çıkmıştı zaten. Hem de Başbakana en yakın gazete olan Yeni<br />

Şafak’ta manşetten turk-leaks adı altında açıklanmıştı. Cumhuriyet<br />

tarihinin en büyük para transferi yolsuzluğunun ortaya çıktığının ifade<br />

edildiği haberde, yolsuzluğun uluslararası boyutundan, İran ile<br />

bağlantısından bahsediliyordu. Daha sonra, yolsuzlukların merkez ismi<br />

olarak yakalan Reza Zerrab, bu haberin yayınlanmaması için kendisinden<br />

1 milyon dolar rüşvet istenildiğini söyledi. Zerrab, haberin yayınlanmasını<br />

engelleyemese de, isminin yayınlanmasını engelleyebilmiştir.<br />

[11]


Tayyip Erdoğan, Reza Zerrab’a kefil olup, tanırım, hayır işleri yapan<br />

iyi birisidir demişti. Fakat, bizdeki yolsuzlukların ortaya çıkmasından<br />

sonra, Reza Zerrab’ın İran’daki patronu Babek Zencani de tutuklandı. İran<br />

hükümeti, Erdoğan gibi ne Zencani’ye kefil oldu, ne de yargıyı engelleyip,<br />

sanıkları bıraktı. Bugün, İran’da yolsuzlukla ilgili yargı süreci son hız devam<br />

ediyor. Eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yardımcısına da soruşturma<br />

açıldı. Süreç Ahmedinejad’a doğru gidiyor. Zencani konuşacak gibi<br />

görünüyor. İran’da davaya bakan savcı, büyük kısmı Türkiye-İran arasında<br />

gerçekleşen yolsuzlukların şimdiye kadar görülmemiş boyutlara ulaşmış<br />

olduğunu açıkladı. Türkiye başbakanının ve bakanlarının ve İran devlet<br />

yöneticilerinin bulaşmış olduğu uluslararası yolsuzluk skandalı için<br />

önümüzdeki günlerde uluslararası mahkemelerin devreye girmesi söz<br />

konusu.<br />

Burada önemli bir nokta, İran hükümetinin, Türkiye gibi yargıya<br />

müdahale edip, yolsuzlukları örtmeye kalkışmamış olması. Türkiye’nin<br />

adalette ve özgürlüklerde, bırakın Batı devletlerini, İran’ın bile çok<br />

gerisinde bir tavır sergilemesi. Maalesef, ülke yöneticilerimiz İran’lı<br />

işadamları tarafından satın alınmış olduğundan, büyük yolsuzluklara<br />

karışmış olduklarından ve yargı sürecini engellediklerinden dolayı; tüm<br />

dünyaya karşı rezil olduk.<br />

Tüm bunların yanında, Başbakanımız Tayyip Erdoğan müslüman<br />

lider imajıyla dünyaya kendini tanıtıp, sonra büyük yolsuzluklara girişerek,<br />

ülkemizin onuru yanında İslam’ın ismini de lekelemiştir. Dünyaya,<br />

Türklerin Başbakanı bile hırsızmış, müslümanlar da yönetime gelince<br />

çalışıyormuş dedirtti. Erdoğan’ın Amerikan başkanıyla yaptığı görüşme<br />

hakkında basına yalan açıklama da bulunması da ayrı bir skandal oldu.<br />

Amerikan başkanı tarafından yalanlanan ilk başbakan olarak tarihe geçti.<br />

[12]


Süddeutsche Zeitung: İslamcılar da çalıyormuş<br />

Mısır'da genel bir kanıya göre diğer tüm partilerin siyasetçileri hırsızlık yaparken<br />

Müslüman Kardeşler uzun süre dürüst olarak görüldü. Ancak belki de İslamcı<br />

siyasetçiler iktidarın imkan ve cazibesine sahip olmadığı için böyleydi. Türkiye´de<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan etrafında görülen yolsuzluk skandalı, İslamcı<br />

siyasetçilerin de bu konudaki masumiyetinin bitişi anlamına gelebilir.<br />

Die Welt: Ya Erdoğan kaybedecek, ya da Türk demokrasisi<br />

Yolsuzluk Erdoğan´ın kendisine ulaştığı için diktatörce davranıyor, hukuk<br />

devletini devre dışı bırakmaya çalışıyor. Türkiye´nin önünde iki ihtimal var: Ya<br />

Erdoğan önümüzdeki yıl gücünün bir kısmını, bir sonraki yıl da belki tamamını<br />

kaybedecek, ki bu durumda Erdoğan hapse girebilir; ya da Türkiye zaten zayıf<br />

olan demokrasisinin önemli bir kısmını ve böylece her şeyini kaybedecek.<br />

Hamburger Morgenpost: Erdoğan ailesi nasıl bu kadar zengin oldu?<br />

Yoksul şartlardan gelen Erdoğan ailesi çok büyük bir zenginliğe sahip. O kadar<br />

zengin ki, ister istemez bazı sorular ortaya çıkıyor: Erdoğan´ın oğlu Bilal<br />

Erdoğan amcası Mustafa Erdoğan ile birlikte nasıl gemicilik şirketine sahip<br />

oluyor? Oğlu Burak nasıl altı tane konteynir gemisine sahip oluyor? Savcı<br />

Muammer Akkaş bu soruları sorduğunda durduruldu.<br />

Frankfurter Neue Presse: Türkiye artık model ülke değil<br />

Üç sene önce Arap Baharı başladığında Türkiye birçok ülke için örnek gibi<br />

görünüyordu. Türkiye İslam ve demokrasinin bağdaşacağına örnek<br />

gösteriliyordu. Ancak bu umutlar tükendi. Arap Baharı durdu, Türkiye de örnek<br />

olma rolüne uygun davranmıyor.<br />

[13]


Aha! İran da komplocu oldu / Ahmet Hakan<br />

Reza Zarrab tutuklandığında...<br />

“Bu işin arkasında Amerika var... Türkiye’nin İran’a yardımcı olmasından<br />

rahatsız olan Amerika düğmeye bastı... Hedef: İran...” diyorlardı.<br />

Fakat ne oldu? Şu oldu:<br />

Reza Zarrab’ın İran ayağını temsil eden Babek Zencani denilen adamı da<br />

İran tutuklayıp hapse attı...<br />

Kısacası... Ballandırılarak anlatılan bir büyük komplo, üzerinden bir hafta<br />

bile geçmeden çöküverdi.<br />

Olup bitenleri... “Amerika, İngiltere ve İsrail’in merkezde, Fransa ve<br />

Almanya’nın kenarda, Vatikan’ın da ucunda olduğu bir komplo” diye<br />

izah eden Abdurrahman Dilipak’a sesleniyorum: Ne dersin abi? İran’ı da<br />

katalım mı bu işe?<br />

Hakaret Yalan İftira`nın Küresel Aktörü Erdoğan / Halid Şener<br />

Türkiye 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından bu güne<br />

Erdoğan`ın cinnet haliyle saçtığı nefret tohumlarına şahit oldu oluyor ve<br />

olacak. Elinde tek sermayesi yalan, iftira, hakaret, küfür ve nefretle milleti<br />

kamplara bölme kaldı. Bu silahı medya eliyle dünya tarihinde hiçbir<br />

ülkede görülmemiş şekilde insafsızca kullanıyor. Öyle zannediyorum ki<br />

bırakın Türkiye`yi ve Osmanlı`yı dünya kurulduğu günden bu güne hiçbir<br />

devlet adamı ve Başkanının ağzına almadığı hakaret ve küfürleri savurdu.<br />

Bu manada rekor kırdığını düşünüyorum. Yine kendi halkının aile<br />

fertlerini, eşleri, kardeşleri, akrabaları, dostları, birbirine düşüren ilk ve<br />

tek Başbakan olarak tarihe geçti. Aynı zamanda bu çapta bir yolsuzluk ve<br />

hırsızlık ile dünyada gündeme gelmiş bir devlet Başkanı da yoktur.<br />

[14]


ERDOĞAN’IN TUTARSIZLIKLARI<br />

Bugüne kadar, Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluklar karşısında çok ilginç<br />

açıklamaları oldu. Benim favorim; yaptığı yolsuzlukların suç olmadığını<br />

ispatlamak için, anayasayla, kanunlarla açıkça belirtilmiş yolsuzluk tanımını<br />

değiştirdi, “Yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım: Devletin kasası soyuluyor<br />

mu, soyulmuyor mu?” dedi. Yani Erdoğan’a göre, gidip merkez bankasının<br />

kasasını soymuyorsanız, ne yaparsanız yapın, yolsuzluk<br />

yapmıyorsunuzdur. İşlerinizi yaptırmak için Başbakana, Bakanlara ve<br />

çocuklarına rüşvet verebilirsiniz, sorun değil yani…<br />

Telefon görüşmeleri hakkındaki savunması da tam bir fiyaskoydu.<br />

Önce Tayyip Erdoğan’ın telefon görüşmesi yaptığı sırada canlı yayında<br />

olduğu iddia edildi. Fakat telefon görüşmeleri sırasında canlı yayında<br />

olmadığı ortaya çıktı. Daha sonra Erdoğan, kendisine ait ses kayıtlarının<br />

montaj olduğunu iddia etti. Bir ses kaydının montaj olduğu bu konularda<br />

uzmanlığı olan şirketlere kontrol ettirilerek rahatlıkla ispatlanabilirdi.<br />

Başvurulduğunda bu konuda rapor verebilecek birçok şirket olmasına<br />

rağmen, bunun yerine Amerika’lı bir şirket adına sahte rapor hazırlandı.<br />

Sonrasında Amerika’lı şirket kendilerinin böyle bir rapor vermediklerini,<br />

raporun sahte olduğunu açıkladı. TÜBİTAK’tan ses kaydının sahte<br />

olduğuyla ilgili onay istediler. Onlar da vermedi.<br />

[15]


Bütün bunların yanında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının<br />

Emniyet Müdürlüğüne 17 aralık sonrası yapılan dinlemelerin imha<br />

edilmesiyle ilgili resmi talimat verdiği ve TİB’de kayıtlı bilgilerin silinme<br />

talimatı verildiği ortaya çıktı. Hatta 28 Şubat’ta GSM operatörlerinin üst<br />

düzey yöneticileri çağrılarak, istenilen bazı telefonlara ait konum ve trafik<br />

kayıtlarının silinmesi talimatı da verildi. Eğer sesler montaj olsaydı bütün<br />

bu zahmete girilir miydi? Tabi bir de, Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bill Erdoğan<br />

ile evdeki paraları sıfırlamak için daire alınmasını da konuştukları<br />

görüşmeden sonrasında, 27 Aralık’ta Erdoğan ailesi adına alım satım<br />

yapma yetkisi de bulunan aile avukatlarının 14 milyon karşılığında altı adet<br />

lüks daire aldığı ortaya çıktı.<br />

Tayyip Erdoğan, kendisine ait tüm ses kayıtlarını yalanlamıyor.<br />

Bazılarını kabul ediyor, bazılarını kabul etmiyor. Mesela, altyazıları<br />

düzeltmesi için Habertürk’ü aradığını ama bunun sebebinin haberde<br />

kendisine hakaret ediliyor olması olduğunu açıkladı. Tabi daha sonra<br />

haberlerde hiçbir hakaretin olmadığı ortaya çıktı. Bazen de, hangi<br />

görüşmeyi kabul edip, hangisini etmeyeceği konusunda karışıklık oluyor.<br />

Mesela, bir televizyon programında Eski Adalet bakanıyla olan<br />

görüşmesinin gerçek olduğunu söyledi, görüşmelerdeki “alevi hakim”<br />

kısmının eklendiğini, montaj olduğunu açıkladı. Bakanla aralarında böyle<br />

bir konuşma geçmediğini ifade etti. Başka bir televizyon programında ise<br />

Adalet Bakanı, “alevi hakim” dediğini, ama bunun kötü niyetli olmadığını<br />

açıkladı.<br />

En büyük çelişkilerinden birisi de, ses kayıtları çıkınca, bir taraftan<br />

bakın benim kriptolu telefonumu dinlemişler diyerek halka şikayet de<br />

bulundu diğer taraftan da o konuşmaları yapmadım diyor. Savunma<br />

yapılırken ikisi de kullanılmaz. Yani ya her şeyi inkar edeceksin, ya da<br />

yaptım, ama beni dinlemeleri daha büyük suç diyeceksin. İki savunmayı da<br />

yapınca, komik duruma düştü.<br />

[16]


Yolsuzluklar ortaya çıktıktan sonra<br />

Tayip Erdoğan’ın ve emrindeki medyanın<br />

bunun gibi sayısız yalanı ortaya çıktı. Mesela,<br />

başka bir örnek, Erdoğan kendisine hediye<br />

edilen villaların 35 yıldır orada olduğunu<br />

söyledi, Google haritalarından 2 yıl<br />

öncesinde arazinin boş olduğu ortaya çıktı.<br />

Tayyip Erdoğan, bir de makamına<br />

cemaatin böcek koyduğunu, böcekleri<br />

yerleştiren iki kişinin yurtdışına kaçtığını<br />

söyledi. Bu iki kişiden birisinin Türkiye’de<br />

diğerinin, Bakanlık tarafından resmi görevle<br />

yurtdışına gönderildiği ortaya çıktı. Bu sırada<br />

böceklerle ilgili istediği sahte raporları<br />

hazırlamayı reddeden Tübitak Başkan<br />

yardımcısı ve BİGEM yani, Bilişim ve Bilgi<br />

Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma<br />

Merkezi Başkanı, kendisinden böceklerle<br />

ilgili sahte rapor hazırlanmasının talep<br />

edildiğini, bunu hazırlamazsa kovulacağı şeklinde tehdit edildiğini açıkladı.<br />

Hemen ardından kovuldu zaten.<br />

Sonra, savcı Zekeriya Öz’ün iki senede 22 kere yurtdışına çıktığını<br />

iddia etti. Sistemdeki tüm Zekeriya Öz’lerin kayıtlarını topladığı ortaya<br />

çıktı. Lüks kral dairesinde kaldığına dair iddialar da bulunuldu.<br />

Hazırladıkları sahte belgede, unutarak ayları Türkçe yazdıkları ortaya çıktı.<br />

[17]


Bunun gibi daha birçok vaka var. Yine mesela Erdoğan kendisine<br />

Fethullah Gülen’in pazarlık içeren bir mektup gönderdiğini iddia etti,<br />

sonra bir mektubun olduğu ama bu mektubun Fehmi Koru aracılığıyla<br />

Cumhurbaşkanına gönderildiği ve pazarlıkla hiçbir ilgisinin olmadığı<br />

ortaya çıktı. Normalde Erdoğan’ın tarafında olan Fehmi Koru bile<br />

Erdoğan’ın bu iddiasını şaşkınlıkla karşıladı.<br />

Tayyip Erdoğan, bu sırada öyle gülünç hikayeler anlatmaya başladı ki,<br />

kendisinin sonuna kadar yanında olan insanların bile inanması pek<br />

mümkün değil bunlara. Erdoğan, şu ana kadar kendisine faiz lobisi,<br />

uluslararası lobi, medya lobisi, vaiz lobisinin saldırıyor olduğunu iddia<br />

etmişti. En son bu lobilere robot lobisini de ekledi. Robot lobisinin tweet<br />

mesajlarıyla hükümeti devireceğini iddia etti.<br />

Zaten akıl var, mantık var. Yıllardır milletine sayısız yalan söylemiş<br />

bir adamın, cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğunun merkez ismi<br />

olarak hapse girmek üzereyken, kendisini kurtarmaya yönelik olduğu aşikar<br />

olan sözlerine, hangi makul insan inanabilir ki? Ortadaki tüm delillere<br />

rağmen, Erdoğan’ın bütün çelişkilerine rağmen, ben makul hiç kimsenin<br />

Tayyip Erdoğan’ın suçsuz olduğuna, doğru söylediğine inanabileceğini<br />

zannetmiyorum. Ak parti içerisindekiler de dahil olmak üzere, bence<br />

hemen hemen herkes Tayyip Erdoğan’ın suç işlediğini ve yalan söylediğini<br />

biliyor. Sadece bazıları, bu gerçeği açıkça ifade etmek istemiyor.<br />

[18]


OPERASYONUNUN ARKASINDA KİM VAR?<br />

Başbakanın ve yakınlarının da dahil olduğu Cumhuriyet tarihin en<br />

büyük yolsuzlukları ortaya çıkınca, Tayyip Erdoğan yurtdışı mihrakların ve<br />

cemaatin kendisine bazı politik amaçlar doğrultusunda illegal bir darbe<br />

yaptığını, kendisinin yasal olmayan yollardan dinlendiğini, telefon<br />

görüşmelerinin mahrem olduğunu, bu kayıtların kendisine yönelik kara<br />

propaganda yapılmak amacıyla piyasa sunulduğunu iddia etti.<br />

İşin aslı ise, yolsuzluk davası son dönemde Emniyet ve savcıların<br />

ortaklaşa yürüttüğü çok sayıda başarılı operasyondan birisiydi. Yüzde yüz<br />

milli, ihbarlar üzerine başlatılmış, tamamen kuralına göre yürütülmüş,<br />

yüzde yüz hukuki, legal bir operasyondu. Son yıllarda benzeri birçok<br />

operasyonla, uyuşturucu, kadın ticareti, ihaleye fesat, rüşvet, şantaj gibi<br />

suçlar işleyen çok sayıda çete çökertilmiş, çok sayıda suçlu hapse<br />

gönderilmişti. İnternette yayınlanan ses kayıtları illegal, gizlice yapılmış<br />

dinlemeler değildi. Bütün dinlemeler, suç ihtimali üzerine mahkeme<br />

onayıyla yapılmıştı. Tayyip Erdoğan değil, oğlu Bilal Erdoğan gibi<br />

haklarında ciddi suç şüpheleri olan kişiler dinleniyordu. Başbakan ve<br />

bakanların çocukları suç işleyince göz mü yumulacaktı yani. Tabi ki<br />

haklarında suç şüphesi bulunan herkes gibi dinleneceklerdir.<br />

Yapılan dinlemeler ve sonrasında yapılan baskınlar sonucunda<br />

yakalanan paralar, kasalar, belgeler suç şüphesinin haklı olduğunu ve<br />

organize olarak büyük suçlar işlendiğini ortaya çıkardı. Normal şartlar<br />

altında davanın devam edip, haklarında ciddi şüphe bulunan Başbakan ve<br />

bakanların görevinden istifa etmesi veya o kadar onurlu hareket<br />

etmezlerse, meclis tarafından yüce divana sevk edilerek, cumhurbaşkanının<br />

yeni bir hükümeti görevlendirmesi gerekiyordu. Normal prosedür<br />

böyleydi. Fakat, Başbakan büyük bir anayasal suç işlenerek Bakanlarla ilgili<br />

başlatılan davanın yargı sürecine müdahale etti. Kendisinin ve yakınlarının<br />

da şüpheli olarak bulunduğu davayı başlattırmadı bile. Bu sırada, emniyet<br />

müdürleri ve savcılar görevlerinden alındı, dosyalar imha edildi. Ardından<br />

[19]


da büyük bir propaganda harekatı başlatıldı. Tayyip Erdoğan’ın davayı<br />

engelleyebileceğini, delilleri yok edilebileceğini tahmin eden savcılar ve<br />

polisler, akıllıca davranarak, delilleri yedeklemiş, başkalarıyla paylaşmış,<br />

davaya müdahale edilince de bu deliller piyasaya sunuldu.<br />

Bu operasyonun arkasında yurtdışı güçlerin olmadığından eminim.<br />

Gülen cemaatin, bu operasyona destek verdiğini ve ortaya çıkan delillerin<br />

piyasaya sunulmasında aktif rol oynadığını tahmin ediyorum. Eğer bu<br />

tahminim doğruysa, onları suçlamıyorum, tam tersine sonuna kadar<br />

destekliyorum. Benim elimde imkanım olsa, ben de tüm gücümle<br />

operasyona destek verirdim, yargı süreci engellenirse de, bu delillerin<br />

herkese ulaşması için elimden geleni yapardım. Ne yani, adamlar<br />

görevlerini bırakıp, ülkeye hizmet etmeyi bırakıp, tüm milletin parasını<br />

yağmalayacaklar. Bunu görüp de, sesini çıkarmayan, buna göz yuman, bu<br />

suç işleyenlerin üzerine gitmeyen, yemese bile suça ortak olurdu. Ülkesine<br />

ihanet etmiş olurdu.<br />

Tayyip Erdoğan, kendisiyle beraber yola çıkan cemaatin daha sonra<br />

kendilerine ihanet ettiğini söylüyor. O, kendisiyle beraber milletin parasını<br />

yememeyi ihanet kabul ediyor olabilir. Ben, başka konularda eleştiriyor<br />

olabilsem bile, bu noktada cemaate helal olsun diyorum.<br />

Bu arada, Dışişleri bakanı Davutoğlu geçen günlerde bir açıklama<br />

yaptı. Başbakanın kriptolu telefonunun dinlenmesi milli güvenlik<br />

meselesidir, devlet için bir tehdittir, bu yüzden paralel devletin üzerine<br />

gidilmesi gerekir diye. Bir. Evet bir dinlenme var ama Başbakan<br />

dinlenmiyor, hakkında suç duyurusu olan oğlu dinleniyor. Ne yapılsaydı,<br />

başbakanın oğlu suç işlediğinde göz mü yumulsaydı. İkincisi, telefon<br />

görüşmesinden öğrendiğimiz Başbakanın ülkeden milyarlarca dolar<br />

yürütmesi skandal değil de, bunun dinlenmesi skandal öyle mi? Hırsızın<br />

hiç suçu yok, suç hırsızı yakalayanın öyle mi?<br />

Bence, Başbakanın oğlunun dinlenmesi ülke için bir tehdit değildir.<br />

Bugün ülkemiz için en büyük tehdit, ülkesini soymuş olan ve hapse<br />

girmemek için her şeyi yapabilecek olan Başbakanın ta kendisidir...<br />

[20]


BÜYÜK EKONOMİK KRİZE DOĞRU<br />

Ülkemizin büyük bir kısmı Başbakan’ımızın sözlerine inanarak;<br />

“dünya ekonomik krizdeyken bizim ekonomimiz Amerika’ya, Avrupa’ya<br />

göre çok daha iyiydi.” düşüncesine sahip.<br />

Bu tabi ki yanlış. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; Türkiye’nin<br />

Amerika ve Almanya gibi Türkiye ekonomisinin on katı büyüklüğündeki<br />

ülke ekonomileriyle karşılaştırılması akıl karı değil. Başka bir ifadeyle onlar<br />

farklı bir ligde. Türkiye Başbakanı’nın böyle bir karşılaştırma yapması ve<br />

“Onlardan daha iyi durumdayız.” demesi, Kasımpaşa Teknik<br />

Direktörü’nün üst üste üç maç kazandılar diye şampiyonlar ligindeki<br />

Barceleno’dan daha iyi olduklarını iddia etmesi kadar komik kaçıyor.<br />

Türkiye şu anda, Amerika, Almanya, Japonya gibi büyük<br />

ekonomilerle aynı ligde değil. Türkiye, BRICS denilen Brezilya, Rusya,<br />

Hindistan, Çin, Güney Afrika’dan oluşan gelişmekte olan ve gelecek vaat<br />

eden ülkeler arasında da değil. Türkiye, MINT denilen, Meksika,<br />

Endonezya, Nijerya ve Türkiye’den oluşan, BRICS’e göre küçük kalan,<br />

ikinci dereceden büyüme gösteren ekonomilerden birisi. Ve bunların<br />

arasında da, büyük cari açığından dolayı, çok riskli bir ekonomi olarak<br />

kabul ediliyoruz.<br />

Ekonomi iyi, ekonomi iyi diyorlar. Ülkemize para girdiğinde, Tüpraş<br />

gibi, Türk Telekom gibi milyarlarca dolarlık kamu tesislerini satıldığında,<br />

milyarlarca dolarlık borç alındığında, piyasada tabi ki bir süreliğine<br />

canlanma olacaktır. Ama doğru düzgün bir şey üretmeden, satarak, borç<br />

alarak piyasayı canlandırmanın devamlı olmayacağını bilmek için dahi<br />

olmaya gerek yok. Evet, piyasada bugün para var ve her şey bugün hoş<br />

görünüyor. Ama “lale devri”nin sonuna gelmek üzere...<br />

[21]


Bu arada, Dünyada kriz varken, Amerika, Avrupa zor durumdayken<br />

bizim ekonomimiz iyileşti denilmesi de komik. Çünkü zaten global<br />

ekonomik kriz, gelişmekte olan ekonomilere yaradı. Amerika gibi büyük<br />

ekonomilerden çıkan para Türkiye gibi ülkelere girip geçici bir iyileştirme<br />

oluşturdu. Dünyadaki kriz azaldığında, bu sıcak para geri dönecek.<br />

Sonrasında, Türkiye gibi, kırılgan denilen ekonomilerde, bu büyük<br />

ekonomik krize neden olacak.<br />

Nitekim, çok yakın bir zaman içerisinde, muhtemelen sadece birkaç<br />

ay içerisinde, büyük bir ekonomik krize gireceğimiz kesin gibi görünüyor.<br />

Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi, büyük ekonomilerden global kriz<br />

sırasında gelişmekte olan ülkelere giden paranın şu anda geri dönmeye<br />

başlaması. İkincisi, Türkiye’nin kaosa gidiyor olmasının bu para çıkışını<br />

çok hızlandırması.<br />

Şu anda ülkemizdeki paranın önemli kısmı yurtdışı kaynaklı.<br />

Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik iyileşmesinin arkasındaki en önemli<br />

sebep, ülkenin demokratikleşmesi, özgürleşmesi sonucunda ülkenin<br />

kalkınacağı düşünüldüğünden, yurt dışından ülkemize büyük yatırımlar<br />

yapılmış olmasaydı.<br />

Hükümetin yolsuzluk davasındaki tavrı, Türkiye’ye olan güveni çok<br />

sarstı. Başbakan ve yakınlarının da içinde olduğu yolsuzlukların ortaya<br />

çıkmasından sonra, dünya Türkiye’de hükümetin istifa etmesi bekliyordu<br />

Dünyanın herhangi bir ülkesinde böyle bir olay yaşansaydı sonucu<br />

hükümetin istifası olurdu. Hükümet istifa etseydi ve yeni bir hükümet<br />

kurulsaydı, bu kriz kolaylıkla atlatılabilirdi. Ama Başbakanın istifa etmek<br />

yerine, yargının üzerine gitmesi, özgürlüklerin azaltılıp, yargının hükümete<br />

bağlanmaya çalışması, şu anda tüm dünyada şaşkınlıkla izleniyor.<br />

Başbakan, yok dış güçler bize pusu kurdu, yok paralel devlet var bize darbe<br />

yapıyorlar diyerek Türkiye’yi kandırsa da, dünya Türkiye’de ne döndüğünü<br />

gayet iyi biliyor. Türkiye’yi kaosa giden bir ülke olarak görüyor.<br />

[22]


Normalde, en zor durumda bile, güven vermesi, ortamı<br />

sakinleştirmesi gereken ülkenin başbakanının en güçlü savaş nidaları atıyor<br />

olması, TÜSİAD, TUSKOM gibi ticari büyük birliktelikler de dahil olmak<br />

üzere herkesi vatan hainliğiyle suçlaması, büyük çatışmaların olacağından<br />

bahsetmesi, şu anda başta yurtdışından gelen yatırımcılar olmak üzere<br />

herkesi ürküttü. Türkiye’ye yatırım yapmış herkes şu anda batmakta olan<br />

bir ülkeden parasını kurtarmaya çalışıyor.<br />

Dünyadaki ekonomi uzmanları, 2014’de dünyadaki en büyük<br />

ekonomik çöküşün Türkiye’de yaşanacağını tahmin ediyorlar. Uluslararası<br />

kredi derecelendirme kuruluşu S&P, daha yeni, Türkiye’nin görünümünü<br />

durağandan negatife düşürdü. “Türkiye’de sert ekonomik iniş riskinin<br />

arttığını görüyoruz.” açıklamasında bulundu. Birkaç aydır, Merkez Bankası<br />

elindeki stokları kullanarak ekonominin çökmesini geciktirdi ama daha<br />

fazla dayanabilmesi mümkün değil. Ekonominin çok kısa bir süre<br />

içerisinde patlayacağını görmek için dahi olmaya gerek yok...<br />

Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın<br />

konuşmalarında her zaman dediği gibi, “Birinci sınıf demokrasi ve hukuk<br />

devleti olmadan birinci sınıf ekonomi olmaz”. TÜSİAD’ın da bu<br />

doğrultuda hükümete uyarıları oldu. Tabi hemen ertesinde Tayyip<br />

Erdoğan tarafından vatan hainliğiyle suçlandılar. Ülkenin ekonomisinin<br />

kötüye gittiğini ve çok daha da kötüye gideceğini, Tayyip Erdoğan tabi ki<br />

biliyor. Ama onun için şu anda ülke ekonomisinden çok daha önemli şeyler<br />

var. Kendisini kurtarmak gibi…<br />

[23]


ADI DIŞ BORÇ OLMAYAN DIŞ BORÇ<br />

Ya biz ekonomimizi düzeltmemiş miydi, dış borcu falan kapatmamış<br />

mıydık? Evet gerçekten de, Başbakanımızın geçen sene IMF’ye borcun<br />

bittiği, artık IMF’ye borç veren bir ülke olduğumuzu açıklamıştı. Bu<br />

açıklamadan sonra, tüm ülke dış borcu bitirdiğimizi hatta artık diğer<br />

ülkelere borç verecek kadar zengin olduğumuzu anladı. Zaten<br />

Başbakanımız da insanları bu şekilde düşündürmek için böyle<br />

konuşmuştu. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da, Recep Tayyip<br />

Erdoğan tüm Türkiye’yi kandırmayı başardı.<br />

IMF, ekonomisi zor durumda olan ülkelere destek vermek için<br />

kurulmuş bir kurum. Çok düşük faizlerle uzun vadeli borçlar veriyorlar.<br />

Başbakanımız, kendisinin dış borcu bitirdiği algısını oluşturabilmek için,<br />

ülkemizi büyük zarara uğratarak, IMF borcunu daha yüksek faizlerle borç<br />

alarak kapattı. Tayyip Erdoğan, meydanlarda, “Biz göreve geldiğimizde<br />

Türkiye'nin IMF’ye olan borcu 23,5 milyar dolardı… IMF’ye olan<br />

borcumuz bitiyor. Bunu biz başardık, biz!” diye bağırıyor, zafer çığlıkları<br />

atıyordu. Ama gerçekte yapılan, Türkiye’ye 23,5 milyar dolar IMF<br />

borcunun ödendiğini düğün bayramla gösterilmesi ve arkada Türkiye’nin<br />

373 milyar dolara çıkarılan devasa dış brüt borcunun saklanmasıydı.<br />

Bu devasa dış borcu Tayyip Erdoğan’a sorarsınız, size borcun çoğu<br />

devlete değil özel sektöre ait olduğu söyleyecektir. Bu cevap sizi tatmin<br />

edebilir, birçok yazar-çizer gibi o zaman sorun yok, özelin borcu özeledir,<br />

bizi ilgilendirmez diyebilirsiniz. Veya bu cevaba kanmazsınız. Özel sektör<br />

anormal bir şekilde neden dışarıya 255 milyar dolar borçlanmış diye ikinci<br />

bir soru sorarsınız? O zaman başbakanımız muhtemelen çok kızar,<br />

“nerden bileyim ben” diye sizi azarlamaya kalkar.<br />

Araştırdığınızda göreceğiniz şey, AKP hükümetinin, borçlanma<br />

konusunda bir yöntem değişikliğine gittiğidir. Artık devlet doğrudan değil<br />

aracılarla dışarıdan borç almamaktadır. Bazı seçilmiş bankalar dışarıdan<br />

[24]


orç almakta, ve daha yüksek faizlerle devlete borç vermektedir. Tabi<br />

burada sormamız gereken soru şu. Hükümet neden daha düşük faizle<br />

doğrudan dışarıdan borç almaktansa, içerideki bazı bankalara komisyon<br />

vererek, daha yüksek faizlerle borç alıyor? Cevabı açık herhalde. Çünkü<br />

böylece, devlet borç alırken bile, rant oluşturulabilmekte, birilerinin cebi<br />

doldurulabilmektedir. Tabi, devlete ne kadar çok borç aldırılırsa,<br />

aracılıktan sağlanan komisyon da o kadar büyük olmaktadır. Şimdi<br />

anlaşılıyor mu, neden bu kadar çok borç alındığı? Devlet ne kadar çok borç<br />

alırsa, birileri o kadar zengin oluyor. Ve diğer taraftan da, “Dış borcun<br />

büyük olduğuna bakmayın, o kamunun borcu değil, özel sektörün borcu”<br />

denilerek de ülke uyutuluyor...<br />

Erdoğan hükümeti zamanında on sene içerisinde Osmanlı’nın son<br />

döneminden beter bir borcun içerisine sokulmuş durumdayız. Borç almak,<br />

Tayyip Erdoğan’ın çok işine geldi. Borç alırken de, alınan borç harcanırken<br />

de, birileri o paradan nasiplendi… Ama Erdoğan bu borcu, şahsı adına<br />

değil, milletimiz adına aldı. Yarın Erdoğan gidecek. Onun devlet adına<br />

aldığı ve alırken bir kısmını da götürdüğü yüzlerce milyar doları biz<br />

ödeyeceğiz…<br />

[25]


HAKKINIZI HELAL EDİYOR MUSUNUZ?<br />

Hükümet kendi döneminde alınan borçlarla, devletin arazileri,<br />

tesislerini satarak ve ağır vergiler alarak son 11 senede toplam 1,5 triyon<br />

dolar para kullandı. Bu demek oluyor ki, Cumhuriyet tarihi boyunca tüm<br />

hükümetlerin kullandığı paranın toplamının iki katı para kullanıldı.<br />

Sormamız gereken soru şu. Neden bu kadar çok para kullanıldı? Bu<br />

sorunun cevabı, paranın nerede kullanıldığında saklı.<br />

Ülkeye yatırım yapmayı, ülkeyi kalkındırmayı, halkın refahını<br />

hedefleyen bir hükümet, olabildiğince az vergi toplayarak halkını<br />

zenginleştirmeye çalışır, ülkenin geleceğini düşünerek devleti olabildiğince<br />

az borçlandırır, elindeki bütçeyi eğitime, bilime, teknolojiye, ar-ge’ye,<br />

insana yatırım yapmak için kullanır.<br />

Para yemek ve çevresine yedirmek isteyen bir hükümet ise, halktan<br />

olabildiğince çok vergi alır ve sonrasını düşünmeden devleti olabildiğince<br />

çok borçlandırır. Oluşturulan büyük bütçeleri, halkın kendisine desteğinin<br />

devam etmesini sağlayacak göstermelik projelere yatırır ve yemenin,<br />

yedirmenin en kolay olduğu yol, bina, park, kaldırım, köprü, tünel yapar.<br />

Hatta, yaptırdığı yollarda malzemeden ve kaliteden çaldığı için, yapılan her<br />

iş, tekrar tekrar yapılır ve aynı işten tekrar tekrar para yedirilebilir.<br />

Evet ülkemizin çehresinde son yıllarda bir değişme oldu. 1,5 triyon<br />

dolar harcanan bir ülkede, bir şeyler değişsin artık. Buradaki asıl soru şu,<br />

sizce hükümet ülkenin geleceğine mi yatırım yaptı, yoksa para yemek ve<br />

yedirebilmek için mi bu kadar çok para harcadı? Bu, gerçekten çok önemli<br />

bir soru.<br />

Sonuçta bu paranın büyük kısmı vatandaşın cebinden çıktı. İnsanlar,<br />

kazandıklarının önemli bir kısmını, maaşını alırken veya harcama yaparken<br />

vergi olarak hükümete vermek zorunda kaldı. Aldığı ağır vergilerden<br />

dolayı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, arabaya, benzine, cep telefonuna<br />

[26]


herkesten, Amerikalı’dan, Alman’dan, Rus’dan, Çinli’den, Arap’tan,<br />

Hintli’den hemen herkesden daha fazla para vermek zorunda kaldı.<br />

Ekonomimiz madem herkesten iyi, ne diye herkesten fazla vergi veriyoruz<br />

diye düşünmek lazım.<br />

Türkiye’nin tüm ihtiyaçları, ve hatta daha fazlası, ülkenin eğitimin ve<br />

bilimde kalkındırılması da dahil olmak üzere, 500 milyar dolara rahatlıkla<br />

yapılabilirdi. Son on yılda fazladan en az 1 trilyon dolar para kullanıldı.<br />

Birilerinin yemesi, yedirebilmesi için gerekenin, ihtiyacın çok ötesinde<br />

paralar harcandı. Bu kullanılmasaydı, Türkiye’deki mesela 15 yaşından<br />

büyük herkese 25.000 dolar geri verilebilirdi. Bu 25.000 dolarınızı geri<br />

almayı mı tercih ederdiniz, yoksa Tayyip için helal olsun mu dersiniz? Sizi<br />

bilmem ama ben yediği de, yiyebilmek için devlete harcattığı bu korkunç<br />

paralar da haram zıkkım olsun diyorum...<br />

[27]


TÜRKİYE’NİN EN ZENGİNİ KİM?<br />

Tayyip Erdoğan ve partinin içerisindeki bir grup, halkın kendisine<br />

olan sevgisini, güvenini ve desteğini, maalesef kendisini ve yakınlarını<br />

zenginleştirmek için kullandı. Bugün, devlete büyük işler yapan şirketlerin<br />

tamamı, ihale alabilmek ve önlerine çıkarılan devlet bürokrasisini<br />

aşabilmek için, ya Erdoğan ailesinden birisini gizli ortak yapmak, ya aile<br />

bireylerinin yönettiği TÜRGEV’e büyük bağışlar yapmak, ya da iş başına<br />

Başbakan ve bazı üst düzey hükümet yetkililerine komisyon vermek<br />

zorunda. Başka yolu yok bunun...<br />

[28]


Gizli ortaklığın nasıl yürüdüğünü açıklayayım. Mesela, Emine<br />

Erdoğan’ın sağlık sektöründe birçok gizli ortaklığı var. Mesela, diyelim<br />

Medipol’e ortak. Mesela, İstanbul’daki büyük masraflarla kamulaştırılan ve<br />

şehir ihtiyaçları için ayrılmış olan bir devlet arazisi mevcut. Bu araziye<br />

birçok kamu kurumu başvurmuş ve reddedilmiş. Fakat, Medipol<br />

başvurunca, anında kabul ediliyor, 20 gün içinde bütün işlemleri bitiriliyor<br />

ve normal bedelinin onda birine Medipol’e kiralanmasına karar veriliyor.<br />

Bu sırada yapılacak binaların kredisi tabi ki Halkbank’tan geliyor.<br />

Medipol bu işten yüzlerce milyon dolar kazanıyor, Emine Erdoğan’da gizli<br />

ortak olarak bu kazanca ortak oluyor. Bu şekilde, Başbakan’ın, eşinin,<br />

çocuklarının, bakanların ve çocukların gizli ortaklıkları olduğu ve bu<br />

sayede aldıkları ballı devlet işleriyle büyüyen çok sayıda şirket var.<br />

[29]


1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına geldiğinde<br />

Tayyip Erdoğan’ın elinde sadece 5.110 lirası vardı. Tüm mal varlığı bir<br />

evden ibaretti. Bugün ise, yaptığı görüşmelerden, evindeki nakit paranın<br />

bir milyar dolar civarında olduğu anlaşılıyor. Bundan çok daha fazlası<br />

yurtdışı hesaplarında ve şirketlerdeki gizli ortaklıklarda. Toplamda Tayyip<br />

Erdoğan’ın servetinin birkaç on milyarlar dolar olduğu tahmin ediliyor.<br />

Koç ailesinin veya<br />

Sabancı ailesinin<br />

servetinin 9 milyar<br />

doların altında olduğu<br />

düşünülürse, Tayyip<br />

Erdoğan’ın tek başına,<br />

Koç ailesinin ve Sabancı<br />

ailelerinin toplam<br />

servetinden daha fazla<br />

parası olduğu ortaya<br />

çıkıyor. Erdoğan’ın tek<br />

başına, on milyon<br />

vatandaşın toplamından<br />

daha fazla mal varlığı<br />

var. Tayyip Erdoğan<br />

Türkiye’nin açık ara en<br />

zengin adamı.<br />

[30]


Bugün millet genel olarak yokluk ve gelecek kaygısı içinde.<br />

Devletimiz büyük borca sokulmuş durumda. Tayyip Erdoğan, ailesi ve<br />

yakın arkadaşları ise milyarlarca dolarlık mal varlığına sahip oldular.<br />

Alınteriyle, helal yoldan kazanılamayacak bir servet bu. Bu, sizce normal<br />

mi? Bütün bunlara rağmen, siz gerçekten Tayyip Erdoğan’ın samimi<br />

olduğunu, dürüst olduğunu, iyi bir insan olduğunu düşünür müsünüz?<br />

Ülkeye hizmet etme derdinde olduğunu düşünebilir misiniz? Kimse kusura<br />

bakmasın. Ben düşünemiyorum, ihtimal bile vermiyorum… Ülkeye<br />

hizmet ediyorum diyerek milletini kandırmış ve milletin güvenini<br />

kullanarak, milletini soymuş birisinin, iyi bir insan olduğunu kabul<br />

edemem.<br />

[31]


EN BÜYÜK MEDYA PATRONU<br />

Tayyip Erdoğan’ın devletin parasını kendisine ve yakınlarına<br />

aktarmasının sadece zengin olmak için olduğunu düşünmeyin. Para güçtür.<br />

Çevrenizde, sizin sayenizde zengin olan ve daha da zenginleşmesi size bağlı<br />

olan bir sınıf varsa, o sınıf sizin ülkenin başında kalmanız için herşeyi<br />

yapacaktır. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan’ın çevresinde, devlet parasıyla<br />

zenginleştirdiği bir sınıf oluşturması, kendi siyasi geleceğine yaptığı bir<br />

yatırımdır aynı zamanda.<br />

Tayyip Erdoğan, hızla zenginleştirdiği çevresini, biraz da zorlayarak,<br />

medyaya yönlendirmiştir. Tayyip Erdoğan lehinde yazan birçok medya<br />

yöneticisinin, birçok yazarın son yıllarda büyük paralar kazandığı biliniyor.<br />

Kirada otururken, milyon dolarlık villa alanlar, kooperatif parasını<br />

ödeyemiyorken, 17 daire satın alanlar var. Devlete iş yapan 30 çalışanlı<br />

danışmanlık şirketi olan yazarlar var. Bu medya kuruluşlarına devletin tüm<br />

imkanları tahsis ediliyor tabi. Normalde kamu kuruluşları reklam<br />

dağıtımını tirajlara göre yapması gerekirken son dönemde kamunun tüm<br />

reklam yatırımlarının ağırlıklı olarak Tayyip Erdoğan’ın medyasına<br />

aktarıldığı tespit edildi. Tayyip Erdoğan’ın aleyhinde olanlara ise hiç<br />

reklam verilmediği ortaya çıktı. Bu tamamen illegal bir para aktarımı. İllegal<br />

devlet desteği o kadar ileriye gitmiş ki, artık bir gazete yöneticisi ihtiyacı<br />

olduğunda Halkbank genel müdürünü arayıp, “2 milyon yolla Süleyman”<br />

diyebiliyor.<br />

Tayyip Erdoğan, Yeni şafak, star, akşam, akit’i doğrudan kendisine<br />

bağlamıştı. Ama bu medya gücü yeterli görülmemiş olsa gerek ki, 21<br />

temmuzda Başbakan, sabah ve atv’nin de satın alınması talimatını verdi.<br />

Adamlar 630 milyon çıkıyorlar. Eksik para, devlet bankalarından<br />

ayarlanıyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşları olan bu işadamlarına<br />

daha önce 87 milyar liralık ihale verilmiş. Korkunç rakamlar bunlar.<br />

Karşılaştırmak için, şöyle söyleyeyim, TÜPRAŞ 6 milyar liraya satılmıştı.<br />

Biz 87 milyar liradan bahsediyoruz burada. Tabi, işadamlarına, Atv ve<br />

[32]


sabahı alma şartıyla, daha fazla ihaleler de verileceğinin de sözü veriliyor.<br />

Ve sonrasında, ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Sabah ve ATV de Tayyip<br />

Erdoğan’ın medya imparatorluğuna katılıp, Tayyip Erdoğan’ın<br />

propaganda araçlarından birisi haline geliyorlar.<br />

Tayyip Erdoğan, herhangi bir medya patronu gibi, sadece kendi<br />

medyasında istediği haberi çıkartmakla kalmıyor, özellikle maliye<br />

üzerinden medya kurumu sahiplerini tehdit edip, başlarına kendi<br />

adamlarını atayarak, tüm medya kurumlarının üzerinde baskı kuruyor.<br />

Yandaşlarına devlet kanallarına fahiş fiyatlarla program yaptırıyor,<br />

aleyhinde yazanları işlerinden ediyor. Tayyip Erdoğan’ı eleştirdiği için son<br />

dönemde görevlerine son verilen veya yazıları sansürlenerek istifa etmeye<br />

zorlanan birçok yazar oldu. Hasan Cemal, Can Dündar, Nevval Sevindi,<br />

Amber Zaman Yavuz Baydar, Murat Aksoy, Nur Batur, Rahşan Gülşan,<br />

Ali Akel, Osman Özsoy bunlardan sadece birkaçı. Başbakana ait telefon<br />

görüşmelerinden bunların bazı yazarların bizzat Erdoğan’ın talimatıyla<br />

kovulduğunu da öğrenmiş olduk.<br />

Kovmazsalar ne oluyor? Bugün gazetesi, Başbakanın tüm tehditlerine<br />

rağmen, Gültekin Avcı’yı kovmadı. Sonrasında Koza İpek’e Başbakanlık<br />

ve maliye üzerinden baskılar yapıldı. Bir sürü ceza ödediler. Başbakanlıktan<br />

izin verilmediği için bazı işletmelerini kapatmak zorunda kaldılar. Tabi,<br />

tüm devlet gücünü, kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir Başbakana<br />

karşı bu kadar cesur davranabilen çok az kurum var.<br />

[33]


Yayınlanan ses kayıtlarında, Başbakanın kendi medyası dışındaki bazı<br />

medya kurumlarını da nasıl yönettiğini, Ciner medya grubu örneği<br />

üzerinden çok açık bir şekilde görmüş olduk. Show tv ve habertürk de<br />

dahil olmak üzere birçok medya kuruluşunu içinde barındıran Ciner medya<br />

grubu, Tayyip Erdoğan’ın atadığı Yönetim Kurulu Başkanvekili Fatih<br />

Saraç üzerinden yönetiliyor. Fatih Saraç, görevinin ne olduğunu bakanları<br />

arayıp anlatıyor. Kendisinin bizzat Başbakana bağlı olduğunu, bazen<br />

Başbakan’la birebir görüşüp talimat aldığını, bazen Başbakanın<br />

Başdanışmanı Yalçın Akdoğan üzerinden görüştüklerini açıklıyor. Ciner<br />

medya grubunun kontrolünün kendisinde olduğunu, hükümetin istediği<br />

her şeyi şeyi yayınlatabildiğini, Uludere gibi, terör gibi hükümeti zora<br />

sokacak konularda da hiçbir haber yayınlanmasına izin vermediğini gururla<br />

anlatıyor.<br />

Bizzat Başbakana ait olan ses kayıtlarında, Başbakanın, nasıl istediği<br />

haberi yayınlattığını, istemediğini kaldırttığını, hatta televizyondaki<br />

altyazılara bile müdahale ettiğini gördük. Sözde tarafsız anket sonuçlarının,<br />

bizzat Başbakan tarafından belirlendiğini öğrenmiş olduk. Fatih Saraç,<br />

hükümet aleyhinde haber yaptığı için üç kişiyi birden kovdurduğunu,<br />

Başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ı arayıp bizzat kendisi haber<br />

veriyor. Başbakan talimat veriyor, Fatih Saraç da emredersiniz efendim<br />

diyor. Medya böyle emir komuta zinciriyle yönetiliyor işte.<br />

[34]


Sadece medya değil, STK’lar da büyük baskı altında. Birkaç ay önce,<br />

gazetelerin birçoğunda, birçok STK’nın Tayyip Erdoğan’ı savunan “Milli<br />

İradeye Saygı Bildirisi” yayınlanmıştı. Bu bildiriden sonra STK’ların büyük<br />

kısmının Erdoğan’ın yanında olduğu düşünülmüştü. Olayın aslı daha yeni<br />

öğrenildi. Yeni çıkan ses kayıtlarıyla bu bildirinin, başbakan danışmanları<br />

tarafından hazırlandığı, STK’ların imzalarının zorla alındığı, direnen<br />

STK’lara ağır hakaretler ve tehditler yapıldığını, bildiri için yapılan<br />

harcamaların bizzat Bilal Erdoğan tarafından karşılandığı ortaya çıktı.<br />

Sonuç olarak bugün, Tayyip Erdoğan, sahip olduğu gazeteler ve<br />

televizyon kanalları ve diğer medya kuruluşları üzerindeki baskısıyla,<br />

dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir medya imparatorluğuna sahip<br />

bir başbakandır. Bugün Türkiye’deki birçok yazar ve birçok medya<br />

kurumu, şahsi menfaatlerinden, şantaja uğradıklarından veya işlerinden<br />

atılacakları endişesinden dolayı Tayyip Erdoğan’ın istediği doğrultuda<br />

yazıyorlar. Erdoğan, devlet baskısıyla elde ettiği bu korkunç medya gücü<br />

ile, kamuoyunu istediği gibi yönlendirebiliyor, istediği yalana<br />

inandırabiliyor, kendisi hakkında çıkabilecek en büyük skandallara karşı<br />

bile kendisini koruyabiliyor. Bugün maalesef Türkiye’nin büyük kısmı<br />

gerçekleri değil, ülkenin en büyük medya imparatoru olan Tayyip<br />

Erdoğan’ın bilmelerini istedikleri şeyleri bilmektedir…<br />

“Yakın zamanda tehdit edildim. Bir gazetenin köşe yazarı tarafından<br />

açıktan ‘paralellere çakmam’ istendi. Telefonun ucundaki köşe yazarı<br />

hakkımda dosyalar olduğunu ve bunları bizzat kendisinin gördüğünü<br />

söyledi.”, Cüneyt Özdemir, Radikal<br />

[35]


KENDİSİNİ Mİ, ÜLKESİNİ Mİ DÜŞÜNÜYOR?<br />

Bence, Tayyip Erdoğan’ı en güzel tanıyabileceğimiz örnek,<br />

dershanelerin kapatılması mevzuu. Eğitimden az çok anlayan herkes,<br />

ülkemizin eğitim sisteminin berbat durumda olduğunu, hükümetin eğitim<br />

alanındaki büyük başarısızlığını, 11 yıldır ülkede eğitim adına hiçbir şey<br />

yapılmadığını ve dershanelerin bu berbat eğitim sistemimize takviye edici<br />

bir unsur olduğunu bilir.<br />

Ülkemizde maddi güce sahip vatandaşlar, çocuklarını özel okullara<br />

gönderip, özel ders aldırıyorlar. Bu alanda çalışan uzmanların verdiği<br />

bilgilere göre, maddi güce sahip aileler, çocuklarının özel derslerine yılda<br />

50-200 milyar arasında para ayırmaktadırlar. Buna karşın, bu parayı<br />

veremeyen ülkemizin %99’unun çocuklarının iyi bir üniversiteyi<br />

kazanabilmesi için dershaneye gitmeleri bir şart. Bu aileler yılda 3-6 milyar<br />

arasında para vererek veya başarılı olan çocuklar ücretsiz olarak dershaneye<br />

giderek, zengin çocuklarla yarışabilme imkanına sahip oluyorlar. Yani,<br />

dershanelerin kaldırılması demek, ülkenin %99’unun çocuklarının, çok<br />

zengin ailelerin çocuklarıyla rekabet edebilmek için elindeki tek kozun<br />

alınması demek oluyor. Durum bu kadar basit.<br />

Dershaneleri kapatma çalışması, tabi ki tamamen politik bir hamleydi.<br />

Dershanecilik sektöründe cemaat çok etkili. Tayyip Erdoğan’ın sadece<br />

cemaatin üzerine gitmek için, dershaneleri kapatma yoluna girdiğini<br />

sanırım tüm Türkiye farkında olsa gerek. Yalnız buraya dikkat. Tayyip<br />

Erdoğan, kendi kişisel politik hesaplarını gerçekleştirmek için, ülkemizin<br />

çok zengin olmayan tüm ailelerini mağdur etmekte ve ülkemizdeki tüm<br />

çocukların, tüm gençlerin geleceğiyle oynamakta hiç bir sorun görmüyor.<br />

Burası çok önemi. Tüm Türkiye gördü ki, Tayyip Erdoğan’ın mantığına<br />

göre, kendisinin ülkenin başında kalabilmesi için ülkedeki çocukların,<br />

gençlerin hayatlarının mahvolması problem teşkil etmiyor. Bu nokta,<br />

Tayyip Erdoğan’ı anlayabilmek açısından çok önemli.<br />

[36]


Eğitime hizmet veren kurumların devlet tarafından keyfi olarak<br />

kapatılması, bir hukuk devleti için büyük bir skandal. Bu olayda; ilk olarak<br />

hükümet, dershaneleri kapatmayla ilgili bir çalışma yapıldığını inkâr etti,<br />

sonra dershanelerin kesinlikle kapatılacağını söyledi ve ardından Başbakan<br />

bunun geri dönüşünün olmadığını açıkladı, daha sonra “Kapatmayacağız,<br />

okula dönüştüreceğiz; kapatmanın cemaatle ilgisi yok.” dedi, sonra<br />

“Aslında cemaate iyilik yapmak istiyoruz” a getirdi ve en sonunda da<br />

“Acelesi yok, sonra yaparız.” diyerek bir sonraki seneye erteledi. Birkaç ay<br />

sonra tekrar kapatma dosyasını açtı ve oldu bittiye getirerek dershaneleri<br />

kapatma yasasını meclisten geçirdi.<br />

Bu dershane mevzuunda Tayyip Erdoğan’ın ATV’de gazetecilerle<br />

yaptığı görüşmeyi bir seyredin lütfen. Uzun süredir bu görüşmeler<br />

yayınlanıyor. Gazetecilerle görüşme diyorum ama tabi kanal kendi kanalı,<br />

gazetecilerin hepsi kendi adamı, muhalif tek bir gazeteci yok, gazetecilerin<br />

görevi Erdoğan’ın konuşmak istediği konuların sorularını sormak, tüm<br />

ülkenin önünde bir tiyatro oynanıyor anlayacağınız.<br />

Tayyip Erdoğan bu konuşmasında, dershaneciliği ülkenin en büyük<br />

sorunu gibi anlatıyor, eğitim sisteminin tüm problemlerinin dershanelerin<br />

kapatılmasıyla çözüleceğine insanları ikna etmeye çalışıyor, sonra dershane<br />

taksitleri altında inim inim inleyen, hatta dershane parasını ödeyemediğin<br />

dolayı mezara giden insanlardan bahsediyor, yani her zamanki gibi duygu<br />

sömürüsü yapıyor. Sonra da, bu politik hamlesini, dershanelerle sömürülen<br />

Anadolu halkını kurtarmak için, sırf ülkeye hizmet etmek için yaptığını,<br />

konunun cemaatin üzerine gitmekle bir ilgisinin olmadığını, tam tersine<br />

bütün bunların cemaatin faydasına olduğunu anlatıyor.<br />

Öyle bir anlatım yapıyor ki, Türkiye’nin en büyük problemi<br />

dershanelermiş gibi ve Tayyip Erdoğan da iyi niyetiyle, sadece ülkesini<br />

düşünerek, dershaneleri kapatmaya çalışıyormuş gibi gösteriyor. Tabi<br />

söylediği her şeyin yalan olduğu o kadar bariz ki, o dönemde en koyu<br />

Erdoğan taraftarları bile sanırım bunun farkındaydılar.<br />

[37]


Zaten daha sonra dershaneleri kapatma hamlesinin nedenleri de<br />

ortaya çıktı. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi, dershanelerin<br />

kapatılmasında asıl sebebin “cemaat ile mücadele etmek” olduğunu<br />

açıkladı. Yani her zamanki gibi tüm ülkenin gözünün içine baka baka yalan<br />

söylediği ortaya çıktı. Politik çıkarları için ülkenin tüm gençlerinin<br />

geleceğiyle oynadığı anlaşılmış oldu.<br />

[38]


ÜLKE KAYBETTİ, ERDOĞAN KAZANDI<br />

Bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı, küçük bir trafik kazası geçirmiş.<br />

Arkadan başka bir araç çarpıyor kendisine. Çarpan adam çıkıyor, başlıyor<br />

bağırmaya, tehditler savurmaya. Klasik bir şekilde “sen benim kim<br />

olduğumu biliyor musun?”a giriyor. Bizim eleman yemiyor. “Kim olursan<br />

ol, polisi çağıracağız, bunun masrafını da ödeyeceksin” diyor. Bağırıp,<br />

çağıran adam, birden değişiyor. Biraz önce kabadayı kesilen adam, başlıyor<br />

ağlamaya, ciddi ciddi ağlamaya. Ağlayarak, kredi kartları borçlarından,<br />

ailesindeki sorunlarından, ne kadar zor durumda olduğunu anlatmaya<br />

başlıyor. :)<br />

Bu, ülkemizde çok yaygın olan, insanların duygularını sömüren,<br />

korkutarak veya acındırarak, amacına ulaşan karaktersiz bir insan tipi<br />

örneğidir. Şimdi, Tayyip Erdoğan’a bakın. Ne görüyorsunuz?<br />

Gezi parkı olaylarında ne yaptı mesela. Bir gün en ağır tehditleri<br />

savurdu. Diğer gün, insanların dini duygularını sömürdü. 9 ve 11<br />

Haziran’da söylediği sözleri aynen aktarıyorum;<br />

“Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar. Bununla da<br />

kalmadılar, Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek<br />

suretiyle, ayakkabıyla girmek suretiyle… Bunu da yaptılar.”<br />

“Başörtülü kızlarımızı, başörtülerinden tutmak suretiyle onları yerlerde<br />

sürükleyenler bunun hesabını nasıl verecekler?”<br />

“Çok önemli bir yakınımın gelinini, Başbakanlık ofisimin yanında, yerlerde<br />

süründürdüler, kendisini, çocuğunu taciz ettiler. Bu mudur özgürlük?<br />

Yakınımın gelininin başörtüsüne küçük abdestini yaptılar.”<br />

“Kabataş bölgesinde çok sayıda MOBESE kamerası var ve görüntülerin<br />

infiale neden olmaması için saklanıyor.”<br />

[39]


Evet, bu sözler Başbakanımız bütün inançlı insanları galyana<br />

getirmişti. Bunların hepsinin yalan olduğunu sonradan öğrenmiş olduk.<br />

İlkönce Erdoğan’ın iddia ettiği gibi camide eğlenilmediği, camide<br />

doktorların yaralıları tedavi ettiği ortaya çıktı; ardından da Başbakanın<br />

yalanına ortak olmayan, dürüst davranıp, camide bira içilmediğini söyleyen<br />

müezzin hakkında soruşturma açılıp, görevinden alındı.<br />

Daha çok yeni de, Başbakanın bahsettiği kadının, kendisine<br />

saldırıldığını iddia ettiği yerde ve zamanda çekilmiş MOBESE kayıtları<br />

ortaya çıktı. Göstericiler, Başbakanın iddia ettiği gibi saldırmayı bırakın,<br />

kadına dokunmamışlar bile. Yani, başbakanın sözlerinin hepsi ama hepsi<br />

baştan aşağı yalanmış. Komik olan Erdoğan’ın yalanını devam ettirmeye<br />

çalışıyor olması. Yok, o kadın dövüldü, hatta raporu var, raporda mı yalan<br />

diye. Düne kadar kayıtları var, infiale neden olmasın diye göstermiyoruz<br />

diyordu, şimdi bahsettiği kayıtlarda tersi çıkınca, raporu var daha ne olsun<br />

diyor.<br />

[40]


Sonuç ne oldu? Tayyip Erdoğan’ın bu tavırlarından dolayı, çok basit<br />

bir protesto büyüdü, tüm ülke gerildi. Kardeşliğe birlikteliğe en fazla<br />

ihtiyacımız olduğu bir dönemde, ülkemizdeki farklı kesimlerin birbiriyle<br />

arası açıldı. Sert açıklamalarıyla kendisinin büyüttüğü Gezi Parkı<br />

olaylarından, müslümanların haklarının koruyucusu, savunucusu olarak,<br />

oylarını arttırarak çıktı. Yani amacına ulaşmış oldu. Ülke kaybetti ama tabi<br />

Tayyip Erdoğan karlı çıktı.<br />

[41]


ERDOĞAN-POLAT BENZERLİĞİ TESADÜF MÜ?<br />

Bence Türkiye Tayyip Erdoğan’ı doğru tanımıyor. Erdoğan’ı<br />

sevenler de sevmeyenler de, bence onu yeterince tanımıyor. Tayyip<br />

Erdoğan’ı değerlendirirken, onun en başta iyi bir aktör olduğu unutuluyor.<br />

Ekranlarda gördüğümüz Erdoğan’ın gerçek yüzü değil, görünen Erdoğan<br />

gerçek bir karakter değil. Karşımıza çıkıp, inançlı, harbi, delikanlı, dürüst<br />

birisi imaj çiziyor. Ama bunların hepsi politik. Mesela siz, Türkiye’de en<br />

fazla tutmuş dizi olan Kurtlar Vadisindeki Polat ile Erdoğan’ın<br />

karakterlerinin benzerliğinin bir tesadüf olduğunu mu düşünüyorsunuz?<br />

Değil, tabi ki. Tayyip Erdoğan, ülkemizde arabesk kültürü yaygın olduğu<br />

için, Polat karakteri ülkede tuttuğu için, o karaktere bürünmüş durumda.<br />

Yoksa delikanlılığı falan hikaye yani.<br />

Mesela, herkes Tayyip Erdoğan’ın komutanları dize getirdiğini<br />

düşünür. Kendisi de, askeri nasıl adam ettiğini anlatır duruyor çevresine.<br />

Ama eski MGK toplantı kayıtlarına baktığımızda gerçeğin hiç de öyle<br />

olmadığını görüyoruz. İlker Başbuğ, MGK’da Tayyip Erdoğan’ı adeta<br />

azarlarcasına sorgulamıştır. Tayyip Erdoğan, “sen ne hakla beni<br />

sorgularsın?” diyememiştir orada. Gazetecileri, halkı azarladığı gibi, İlker<br />

Başbuğu veya diğer komutanları azarlamaya gücü yetmiyordu tabi. “Beni<br />

üzüyorsunuz ama” demişti sadece. Eskisi gibi gerici olmadığını, değiştiğini<br />

komutanlara ispatlamaya çalışmıştı. Çünkü orada dayılanamıyordu, orada<br />

emir veren değil, itaat eden biri olmak durumundaydı. Dışarıya çıkınca,<br />

tekrar astığım astık, kestiğim kestik karakterine bürünmüştür tabi.<br />

Bugün, Erdoğan’ın tüm konuşmaları profesyonel bir ekip tarafından<br />

hazırlanmaktadır. Halkın beğenisinin nasıl kazanılabileceği konusunda pr<br />

ve iletişim danışmanlığı şirketleri çalıştırılmakta. Yani milletimiz Tayyip<br />

Erdoğan’ın karakterini beğenmiyor, Tayyip Erdoğan milletimizin<br />

beğendiği karakteri oynuyor.<br />

[42]


Tayyip Erdoğan, tepeden tırnağa yalan. Oturması da, kalkması da,<br />

gülmesi de, ağlaması da, kızması da, dayılanması da, acındırması da,<br />

demokratlığı da, dindarlığı da, milliyetçiliği de, her şeyi yalan. Tüm<br />

davranışları, halkı kandırma, halkın beğenisini kazanma, dürüst, temiz,<br />

namuslu, inançlı, harbi, delikanlı bir imaj çizmeye yönelik. Bugüne kadar,<br />

bu işi iyi de becerdi.<br />

Bu konuda milletimizin uyanık olması gerekir. Karşımızda, en büyük<br />

yalanları, insanların gözünün içine baka baka, utanmadan, sıkılmadan<br />

söylemiş birisi var. Karşımızda, kendisinin iddia ettiği gibi usta bir lider<br />

olmasa da, usta bir manipülatör var. İnsanların dini hassasiyetlerini<br />

kullanan ve duygu sömürü yapan birisi var. Tribünlere oynayan bir oyuncu<br />

var. Medya üzerinde büyük bir güce sahip olan, istediği propagandayı<br />

yaptırtabilen ve devletin tüm imkanlarını kişisel çıkarları için kullanan birisi<br />

var. Onu dinlerken bunları dikkate almak lazım...<br />

Şerbete Göre Nabız / Ahmet Hakan<br />

Erzurumda’da: Allah bizden yanadır.<br />

Antalya’da: Turizm, yatak sayısı falan...<br />

Yozgat’ta: Şehitlerimiz de şehitlerimiz.<br />

Diyarbakır’da: Megri de megri...<br />

Trakya’da: Atatürk, Selanik falan...<br />

Hatay’da: Alevi Sünni kardeştir.<br />

Kahramanmaraş’ta: Biliyorsunuz kendisi Alevi.<br />

İzmir’de: Kordon, rakı, balık...<br />

Batman’da: Milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık.<br />

Trabzon’da: Milliyetçiliği biz biliriz biz.<br />

[43]


NEDEN BİZİMKİLER HEP SAHTEKAR OLUYOR?<br />

Neden Avrupa’daki, Amerika’daki liderler ülkenin başına geçince<br />

ülkelerine hizmet etmek için ellerinden geleni yapıyor, yolsuzluklara<br />

tenezzül etmiyorlar da, bizimkiler ülkenin başına geçince, görmemişçesine<br />

ne bulursa götürmeye çalışıyor? Neden onların liderlerinin hemen hemen<br />

hepsi haysiyetliyken, bizimkilerin birçoğu bu kadar ahlaksız? Neden tüm<br />

üçkağıtçı liderler bizim başımıza geliyor?<br />

Bu aslında, başımızdakilerden çok bizim suçumuz. Bütün insanlarda<br />

ego var, nefis var. Serbest bıraktığınızda her insan kötülüklere meyleder.<br />

İnsanların büyük çoğunluğu, çok iyi insanlar olduğu için değil kanunlardan<br />

dolayı, kötülük yapmazlar. Bu yüzden, toplumda düzeni sağlamak için,<br />

kanunlar var, hukuk var. Eğer hukukun işlemesini sağlamazsak, insanların<br />

kötülük yapmasının önünü açmış oluruz.<br />

Amerika’da, Avrupa’daki siyasetçiler çok iyi insanlar olduklarından<br />

değil, ellerindeki gücü kendilerinin ve yakınlarının çıkarları için<br />

kullandıklarında, bunun kendilerine ödetileceğini bildikleri için bu yollara<br />

meyl etmiyorlar. Adam akıllı işlerini yapıyorlar.<br />

Mesela, Almanya eski Cumhurbaşkanı, otel masraflarını başkası<br />

ödediği için yargılanıyor bugün. Üç yıla kadar hapis cezası alabilir.<br />

Bizimkiler gibi milyarlarca dolarlık yolsuzluk yapmadı adam. Sadece 719<br />

euro için yargılanıyor. Beğenmediğimiz Yunanistan’da, Başbakan eski<br />

Bakanı tutuklayan polisleri bizzat tebrik ediyor. Bizim başbakan gibi,<br />

polislere hakaretler edip, tüm emniyet teşkilatını dağıtmıyor. İspanya’da<br />

Kralın kızı bile yolsuzluktan dolayı yargılanabiliyor, bizim Başbakan<br />

oğlunun aksine.<br />

Bize gelince, bizim başımıza geçirdiklerimiz, önce biraz gazla bir<br />

şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama daha sonra, sonrasını, koltuktan indikten<br />

sonrasını düşünmeye başlıyorlar. Türkiye’de hukukun işlemediğini, ne<br />

[44]


yapsalar yanlarına kar kalacağını bildikleri için, elde fırsat varken, ne<br />

yersem, ne yedirirsem kar mantığıyla çalışıyorlar. Ve bir süre sonra, ülkeye<br />

hizmet etmeyi tamamen bırakıyorlar, tüm vakitlerini, tüm enerjilerini, biraz<br />

daha götürebilmek için, eşine, dostuna bir şeyler kazandırabilmek için<br />

harcamaya başlıyorlar. İşte bütün bunlar, hukukun işlememesiyle,<br />

yolsuzluk kapısının açık olmasıyla başlıyor.<br />

Ertuğrul Günay ve Erdoğan Bayraktar’ın da ifade ettiği gibi,<br />

Türkiye’deki tüm büyük imar projeleriyle Tayyip Erdoğan bizzat<br />

ilgileniyordu, son onaylarını bizzat kendisi veriyordu. Yolsuzluktan dolayı<br />

istifa etmek zorunda kalan çevre ve şehircilik bakanının, her şeyin<br />

başbakanın bilgisi dahilinde, onun talimatıyla yapıldığını, kendisiyle birlikte<br />

başbakanın da istifa etmesi gerektiğini söylemesi çok manidardı. Bunların<br />

dışında, geçen sene, oldukça sıra dışı bir kanunla, madenler gibi<br />

işletmelerin onayları da doğrudan Başbakanlığa bağlandı. Bazı işletmelerin<br />

işlemleri son hız yapılırken, birçok işletmeye de hiçbir gerekçe<br />

gösterilmeden Başbakanlık tarafından izin verilmedi. Bunları düşünmek<br />

lazım. Koskoca Başbakan, ülkenin onca işi varken, kıytırık imar<br />

projeleriyle, işletmelere onay vermekle neden o kadar çok ilgileniyordu. Ali<br />

Ağaoğlu birçok işini Erdoğan üzerinden çözdüğünü söylüyor. Sizce bunu<br />

Tayyip Erdoğan hayrına mı yapıyordu? Ali Ağaoğlu, bir defada 100 milyon<br />

dolarlık arsayı Bilal Erdoğan’a hayrına mı bağışladı? Tabi ki değil.<br />

[45]


Tayyip Erdoğan’ın Urla villalarıyla ilgili konuşmalarını dinleyin<br />

mesela. Bir işadamı arkadaşı İzmir Urla’da doğa harikası bir koyda, birinci<br />

dereceden sit alanında kaçak villalar yapıyor. Başbakana da iki tanesini<br />

vermiş. Bu villaların durumunu Başbakan bizzat kendisi takip ediyor.<br />

Villayı veren işadamıyla, villaların tuvaletlerinin fıskiyesine kadar<br />

konuşuyor. İşadamının talebi üzerine, gerekli bazı işlemler için Çevre ve<br />

Şehircilik Bakanını arayacağını söylüyor, villaların yapıldığı birinci<br />

dereceden sit alanını, üçüncü dereceden sit alanına dönüştürülmesiyle<br />

ilgileniyor, hatta bu işadamının sit alanına villa yapılmasına müsaade<br />

etmediği için Başbakana şikayet ettiği İzmir valisini Diyarbakır’a sürüyor.<br />

Bütün devlet, Başbakanın villaları için seferber ediliyor. Biz de<br />

zannediyoruz ki, ülkenin başbakanı çok mühim devlet işleriyle uğraşıyor.<br />

Uğraştığı şeyler bunlar, Başbakanının. Siz şimdi, kendisine rüşvet verilen<br />

villasının tuvaletlerinin fıskiye sorununu çözmekle uğraşan bir<br />

Başbakandan, tüm kurumları Başbakanın villasının düzenlenmesi için<br />

seferber edilmiş bir devletten ne beklersiniz Allah aşkına?<br />

Bu nokta çok önemli. Başımızdakilerinin yemesinden daha büyük<br />

sorun, bir şeyler yemekle uğraşırken, devletin işlerini bırakmaları veya<br />

devleti kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeleri. Eğer ülkenin başbakanı,<br />

eşi hastane işine girdiği için hastanelere teşvik veriyorsa, oğlu okul işine<br />

girdiği için özel okullara destek vermeye başlıyorsa, bitmişiz demektir.<br />

Sorun adama ne kadar yemiş? Yirmi milyar dolar mı? Adamın eline yüz<br />

milyar dolar verip, “bırak bu sağdan solan tırtıklamayı da, bırak bu küçük<br />

hesapları da, al şu parayı, adamakıllı ülkeyi yönet” deseniz daha karlı<br />

çıkarsınız. Tabi bunun daha iyi, daha kolay ve dünyada daha yaygın olarak<br />

kullanılan bir yolu var. O da, hukuku işletmek. “Hele bir ye…” demek. Bu<br />

yüzden, hukukun işlemesi önemli. Bu yüzden, hukuk işlemediği sürece,<br />

ülkenin de kalkınması, ilerlemesi mümkün değil.<br />

Olayın bir diğer yönü de, halkın onurlu olması, yalana, adaletsizliğe,<br />

hırsızlığa karşı taviz vermemesi tabi. Clinton’ı biliyorsunuz. Amerika’nın<br />

en başarılı başkanlarından birisidir. İki dönem üst üste başkanlık yapmıştı.<br />

Clinton döneminde Amerikan ekonomisi uçuyordu. Sonra bir ilişkisi<br />

olduğu iddia edildi. Clinton, televizyonların karşısına çıkıp, ilişkisinin<br />

olmadığını söyledi. Daha sonra ilişkisinin olduğu ortaya çıktı. Bir daha<br />

[46]


aşkan seçilemedi. Amerikan halkı, Başkanlarının eşini aldatmasını değil,<br />

kendilerini aldatmasını kabullenemedi. Biz ona ülkemizi teslim ettik, o<br />

bizim gözümüzün içine baka baka nasıl yalan söyler dediler. Amerikan<br />

halkı, onurlu davranarak, bütün başarısına rağmen bir daha Clinton’ı<br />

başkan yapmadı. Bizim Başbakanın ise, kameraların önüne geçip, milletin<br />

gözünün içine baka baka açık açık yalan söylemediği gün olmuyor artık.<br />

Burada önemli olan milletimizin tavrı. Bizim kendimize saygımız<br />

yoksa, kendimize yalan söylenmesini, ülkenin başına gelenlerin ülkeyi<br />

soymasını sorun etmiyorsak, bir Tayyip gider, diğer Tayyip gelir, her gelen<br />

güzel bir iki laf eder, göstermelik bir iki iş yapar, arkadan da ülkeyi<br />

sömürür. Biz, onurlu olursak, adil ve dürüst olursak, adaletsizliğe ve<br />

yalancılığa taviz vermezsek, ülkemizin başındakiler de adil olur, dürüst<br />

olur, adam gibi görevlerini yaparlar. Yapmak zorunda olurlar.<br />

[47]


ÜLKEDE KAN DÖKÜLEBİLİR<br />

Önümüzdeki günlerde Tayyip Erdoğan büyük adımlar atacak.<br />

Erdoğan’ın bu adımları atabilmesi için, seçimlerden yüksek oy oranıyla<br />

çıkması ve cemaati insanların düşündüğünden çok daha büyük bir tehdit<br />

olarak göstermesi gerekiyor. Bunun için cemaati bir terör örgütü ilan etti<br />

ama bununla ilgili bir delil ortaya koyamadı. Bunun altının doldurulması<br />

gerekecek. Son haftalarda, başbakanlıktan talimat alan gazetelerin<br />

yazdıklarına bakarsanız, bunun için ne yapılacağını görebilirsiniz.<br />

Erdoğan medyası, ölüm tehditleri aldıklarını, cemaatin kan<br />

akıtacağını, Amerika’dan Türkiye’ye suikast timleri gönderdiklerini<br />

yazıyorlar. Önümüzdeki günlerde ne olacağını tahmin etmek için dahi<br />

olmaya gerek yok.<br />

Eğer imkan bulunursa Başbakana göstermelik bir suikast<br />

düzenlenecek gibi görünüyor. Suikastçılar yakalandıklarında da bunu<br />

kendilerine cemaatin yaptırdığını söyleyecekler ve tabi bununla ilgili tüm<br />

deliller de hazırlanmış olacak.<br />

[48]


Bu sayede, hem cemaatin terör örgütü olduğu iddiasını ispatlanmış<br />

olunacak, hem de oyları dibe vurmuş Başbakan, her seçimde olduğu gibi,<br />

halkın önünde mazlum ve kahraman yapılacak. Halkın desteği alındıktan<br />

sonra, cemaatle savaş bahanesiyle, devletin yeniden yapılandırılmasında<br />

daha büyük adımlar atılabilecek…<br />

Bunlarla birlikte, Erdoğan çatışmalar çıkarmak için de çok uğraşıyor.<br />

Meydanlarda halkı cemaate karşı kışkırtıyor. Daha birkaç gün önce,<br />

Samanyolu televizyonun önünde, AKP seçim aracının katılımıyla halk<br />

cemaate karşı provoke edildi. İstanbul’un merkezinde insanlar linç<br />

edilecekti. Ama polis olaya müdahale etmedi. Daha gösteriler başlamadan<br />

çağrılan polis, saatlerce sonra, olaylar bittikten sonra geldi. İnsanların can<br />

güvenliğinin bu şekilde riske atılması, kabul edilebilecek bir şey değil.<br />

Tayip Erdoğan, kan akması için uğraşıyor. Tayyip Erdoğan’ın planı,<br />

insanların birbiriyle kavga etmesine, ortalığı karıştırmaya, kaos oluşturmaya<br />

dayalı. İnsanlar kavga psikolojisinde olduğu sürece, insanlar sağlıklı<br />

düşünemeyecek, Tayyip seçmenini kaybetmeyecektir. Ortalık bir durulsa,<br />

insanlar bir düşünmeye fırsat bulabilse, kimse Erdoğan’ın arkasında<br />

olmayacaktır. Kimse, bu kadar şaibeli birisini ülkenin başında görmek<br />

istemez. Akp’liler bile, böyle bir başkan istemezler.<br />

Bilhassa gençlerden ricam, ne kadar provoke edilirsiniz, edilin, cevap<br />

vermeyin, yürüyüşler, gösteriler yapmayın. Şu anda yapmayın. Eğer<br />

hukukun tekrar devreye girmesini sağlayamazsak, ülkeyi elbet Tayyip<br />

Erdoğan’a teslim edecek değiliz. O zaman, hep beraber yürürüz.<br />

Milletimizin özgürlüğü için yürürüz, adaletin sağlanması için yürürüz. Bu<br />

gerçekleşmeden de geri dönmeyiz. Ama bu en son seçenek olmalı. İlkönce<br />

Akpartililere ve AKP seçmenine derdimizi anlatmayı çalışalım. Ben, kavga<br />

psikolojisinden çıkıldığında, makul bir düzleme gelindiğinde, aynı ortak<br />

paydada buluşacağımıza, suçluların yargılanıp, hukukun tekrar işlemesini<br />

sağlayabileceğimize, en hızlı bu şekilde sonuca ulaşabileceğimize<br />

inanıyorum.<br />

[49]


DİKTATÖRLÜĞE MARŞ, MARŞ<br />

17 Aralık sonrasında, kendisinin ve çocuklarının da dahil olduğu,<br />

milyarlarca doların cep edildiği, cumhuriyet tarihinin en büyük<br />

yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra, Başbakanın iki tercihi vardı.<br />

İlki, istifa etmek ve hapse girmek. İkincisi ise suni bir tehdit oluşturarak,<br />

güya ülkesi için bu tehditle savaşabilmek adına devletin tüm gücünü elinde<br />

toplamak, yargıyı kendisine bağlamak, özgürlükleri kısıtlamak ve böylece<br />

yargının kendisine ve yakınlarına hiçbir zaman dokunamamasını sağlamak.<br />

17 Aralık sonrasında Başbakanın yolsuzlukları yalanlaması ve<br />

kendisine darbe yapılıyor olduğunu söylemesinden sonra Başbakanın<br />

hangi yolu tercih edeceği belli oldu. Tayyip Erdoğan, son üç ay boyunca<br />

bu süreci başarılı bir şekilde yönetti. Yok dış mihraklardı, yok paralel<br />

devletti, yok robot lobisiydi, yok hoca beddua eder miydi, etmez miydi ile<br />

insanları oyalayarak, yargı sürecini engelledi, bakanlarla ilgili davada<br />

tutuklanan herkesi dışarı çıkardı, kendisi ve oğluyla ilgili davayı<br />

başlattırmadı bile, sonra cemaatle mücadele ediyorum diye kendi aleyhinde<br />

olabilecek herkesi devlet kadrolarından tasfiye etti ve devletin tüm gücünü<br />

kendisinde topladığı yasaları meclisten geçirdi.<br />

Bugün, cemaatçileri temizliyoruz bahanesiyle, emniyette, yargıda,<br />

milli eğitimde ve diğer tüm kritik devlet kurumlarında, milliyetçiler,<br />

ulusalcılar, farklı cemaatlere bağlı olanlar, akpli olmayan herkes tasfiye<br />

ediliyor. Devletteki tüm önemli kadrolar, Tayyip Erdoğan’a biat edecek<br />

kişilere devrediliyor. Erdoğan, “Devleti ele geçiriyorlar” diye bağırarak,<br />

devleti ele geçiriyor, cumhuriyet tarihinin en büyük kadrolaşma harekatını<br />

gerçekleştiriyor. Böyle bir tasfiye, darbelerde bile gerçekleşmemişti.<br />

Bundan daha vahimi, tüm yargı sisteminin Adalet Bakanı üzerinden<br />

Başbakana bağlanması. Artık Başbakan’ın istemediği herhangi bir karar<br />

alan savcı veya hakimin elindeki yetkiler alınabilecek, istenilen yere<br />

[50]


sürülebilecek. Nitekim şimdiden birçok üst yargı mensubu jet hızıyla<br />

görevlerinden alındı.<br />

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz yıllarda yaptığı tüm konuşmalarında,<br />

yargıya hükümet da dahil olmak üzere kimsenin dokunamayacağını,<br />

kimsenin yargıya, savcılara karışmaması gerektiğini, bunun modern bir<br />

devlet için, bir hukuk devleti için bir gereklilik olduğunu söylüyordu.<br />

Gerçekten de modern devletlerin hiçbirisinde, Türk ve İslam Tarihi de<br />

dâhil olmak üzere, yargıya dokunulmaması esas alınmıştır Modern<br />

devletlerin ve Türk-İslam devletlerinin hepsinde, yargı yürütmeyi denetler.<br />

Ülkeyi yönetenlerin yargıyı denetlemesine, yargı, yasama ve yürütmenin tek<br />

elde toplanmasına, tüm gücün bir kişide olmasına, hukuk devleti denilmez,<br />

krallık denir, diktatörlük denir.<br />

Ne modern devletlerin başkanları, ne Osmanlı padişahları, ne de<br />

İslam halifeleri yargıya, hakimlere dokunmamış, zamanı gelmiş bizzat<br />

kendileri de yargılanmıştır. Hz.Muhammed (s.a.v.) bile kendisinden<br />

şikayetçi olanlar karşısında, yargılanmayı, bir hakimin önüne çıkmayı sorun<br />

etmemiştir. İslam’a göre hakimler, Allah adına, adaletle hüküm veren<br />

kişilerdir. Peygamberler dahi, hakimleri sorgulamaya kalkmamıştır.<br />

“Yetkim olsa, yargıyı yargılarım” dememişti. Tayyip Erdoğan’ın yaptığını,<br />

tarihte sadece Krallar, Firavunlar yapmıştır. Başka kimse değil.<br />

Skandal niteliğindeki bu kanunlar uygulanmaya başlanması demek, 70<br />

yıl öncesine geri dönmek demek. AKP öncesindeki ordu baskısı altındaki<br />

yargı bile bundan çok daha özgürdü. Tek parti rejiminde, İstiklal<br />

mahkemelerinde uydurma delillerle insanların asıldığı döneme geri<br />

gidiyoruz şu anda. Artık kişisel özgürlükler ve hukuk alanında dünyanın en<br />

geri, dünyanın en otoriter, en baskıcı ülkelerinden birisi olacağız. Düşünün<br />

İran bile özgürlükler konusunda bizden daha iyi durumda olacak.<br />

Bugün, Tayyip Erdoğan’ı ve yakınlarını kurtarmak adına, ülkemizde<br />

apar topar bir rejim değişikliği yapılmakta, tüm devletin gücü Başbakan’da<br />

toplanmaktadır. Hükümet yetkilileri bile artık açık açık, paralel devletle<br />

savaşmak için hukuku bir süreliğine rafa kaldıracaklarını söylüyorlar. Bütün<br />

bunlara bağlı olarak aklımıza şu sorular takılıyor: “Hukukun tekrar<br />

[51]


işlemeye başlayacağından nasıl emin olabiliriz? Hukuk işlemeye başlar<br />

başlamaz Başbakan, Bakanlar, çocukları, yakınları hapse gireceğine göre,<br />

Başbakan eline geçireceği bu gücü tekrar neden versin, neden hukuku<br />

tekrar devreye soksun ki? Bugün, tüm yolsuzlukları ortaya çıkmışken kimse<br />

dokunamıyor, tüm devletin gücünü eline aldıktan sonra, kim ondan gücü<br />

geri alabilecek ki?”<br />

Erdoğan devletin gücünü eline alırsa bundan sonra seçimlerin<br />

yapılmasının da bir önemi kalmayacaktır. Seçimle veya darbeyle gelip,<br />

ülkenin yönetimine el koyan birçok diktatör, kendi yönetiminde de<br />

seçimlerin yapılmasına özen göstermiştir. Seçimler, onların kendi<br />

yönetimini meşru göstermek için kullandıkları birer araçtır. Seçimin<br />

gerçekten bir anlamı olabilmesi için, farklı adayların eşit şartlarda halkın<br />

önüne çıkabilmesi gerekir. Bu demokrasinin de en temel şartıdır.<br />

Eğer bir ülkenin başbakanı, kendisini ve çevresindekileri ülkesinden<br />

çaldığı milyarlarca dolarla zengin etmişse, ülkedeki en büyük medya<br />

patronu olmuşsa, diğer haber kaynaklarını baskı altına almışsa, ülkenin<br />

istihbarat teşkilatını kişisel haber ajansı olarak kullanıyorsa, elde ettiği bu<br />

illegal güçle halkı istediği şeye inandırabiliyorsa, seçim yapılması<br />

anlamsızdır. Seçim yapılacaksa, ilkönce bu kişinin elindeki illegal gücün<br />

alınması gerekir. Herkesin eşit şartlarda seçime girmesinin sağlanması<br />

gerekir…<br />

Bu İktidar Darbeden Yargılanacak / Mehmet Altan<br />

Türkiye, yıllardır ülke demokratikleşsin, gerçek bir hukuk devleti kurulsun diye<br />

beklerken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘yolsuzluk ve rüşvet’ iddialarının<br />

üzerini örtmek için sivil darbe gerçekleştirdi.<br />

Anayasanın emrettiği ‘güçler ayrılığı’ fiilen yok edildi, iktidarın emrindeki silahlı<br />

polis güçleri mahkeme emirlerine başkaldırdı, mahkeme kararları uygulanmadı,<br />

savcıların soruşturmaları engellendi, yargı ‘yürütmenin’ emrine verildi.<br />

17 Aralık’tan bu yana ülke, anayasanın emirlerini açıkça yok sayan bir darbe<br />

hükümeti tarafından yönetiliyor.<br />

[52]


Bugün hala ‘rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun’ 2’nci dalgası için mahkemenin<br />

verdiği arama ve gözaltı emrini hükümetin sivil darbesi nedeniyle yerine<br />

getirmeyen bir polis var. Sadece hükümet değil mahkeme kararlarına direnen<br />

polisler de suç işliyor.<br />

Hükümetinin ve polisinin alenen suç işlediği bir ülkede yaşıyoruz şu anda. Bu<br />

suçu işlemeyi de kararlılıkla sürdürüyorlar.<br />

Bu ülkede yaşayan insanların dayanabileceği bir anayasa, güvenebileceği yasalar,<br />

anayasal çerçeve içinde duran bir hükümet, insanların sığınabileceği bir polis yok<br />

artık…<br />

Darbeyi arkasına saklayacakları hikâyeler anlatıyorlar, yolsuzluk soruşturmasının<br />

başlamasıyla birlikte 17 Aralık’a kadar söz edilmeyen bir ‘çete’ zuhur ediveriyor<br />

aniden.<br />

Yolsuzluk ve rüşveti yakalayıp yargılamak isteyenlerin komplocu paralel devlet<br />

olduğu anlatılıyor. On bir yıldır iktidarda olan bir hükümetin o ‘çetenin’ devletin<br />

içine yerleşmesine niye göz yumduğu sorulmuyor.<br />

Yığınları aldatmak için sadece ‘çete’ hikâyesinin yetmeyeceği endişesiyle daha<br />

Mayıs ayında büyük törenlerle ziyaret edilen, ‘stratejik ortak’ sayılan ABD de<br />

‘düşmanlar’ arasına katılıyor, büyükelçisi kapı dışarı edilmekle korkutulmaya<br />

çalışılıyor. Amerika’dan sert bir tepki gelince birden bu politikadan vazgeçiliyor.<br />

Bütün bu bağırıp çağırmalarla 14 aylık teknik takibi, kasaları, ayakkabı kutularını,<br />

milyonlarca doları, elden istenen yüklü paraları unutmamız isteniyor…<br />

Mahkeme kararını uygulatmamak için darbe yapan kim olursa olsun er ya da geç<br />

‘darbeci’ olarak yargılanır.<br />

Darbecilerle iş birliği yapmak, Ergenekoncularla kolkola girmek, Balyozculara<br />

çiçek atmak filan da bunu engelleyemez.<br />

Anayasada ve yasalarda tarif edilen suçu işledin mi, işlemedin mi?<br />

İşlediysen yargılanacaksın.<br />

İster ‘laik’, ister ‘dindar’ görünümlü olsun her türlü darbeci sonunda yargılanır.<br />

Ne Türkiye ne de dünya ‘suçlu bir devleti’, birilerinin koca devleti alıp suç<br />

denizlerinde dolaştırmasının ağır faturasını taşıyamaz çünkü bu çağda.<br />

[53]


ÖZGÜRLÜKLERİN SONU<br />

Günümüzde insanların gündemle ilgili gerçekleri öğrenebilmesi için<br />

iki ana yol var, medya ve internet. Medya büyük oranda kontrol altına<br />

alınmış durumda. Gazetelerin, televizyonların çoğu hükümet aleyhinde<br />

yayın yapamıyor. Birçoğu, Tayyip Erdoğan’ın propaganda aracı haline<br />

getirilmiş durumda. Erdoğan aleyhinde haber hazırlayan birçok gazeteci ve<br />

yazar işlerinden oldular. Tayyip Erdoğan, medya patronlarını telefonda<br />

ağlatacak kadar, medyayı baskı altında tutuyor.<br />

Şimdi, interneti kontrol altına almaya yönelik yeni internet yasası da<br />

meclisten çıkarıldı. Artık halkın Başbakanın işine gelmeyecek gerçekleri<br />

öğrenebilme imkanları tamamen engellenmiş olacak. İnternet<br />

özgürlüğünde Suriye, Kuzey Kore, İran gibi ağır internet yasağı uygulayan<br />

ülkelerle aynı gruba düştük şu anda. Daha önce Tayyip Erdoğan ve<br />

yakınlarının içinde bulunduğu ikinci yolsuzluk davasına yayın yasağı<br />

getirilerek, internetteki Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluklarıyla ilgili haberlerin<br />

tamamına yakını silinmişti. Bu yeni kanunla, Başbakanın aleyhine<br />

olabilecek tüm haberler ve ses kayıtları internetten kaldırılabilecek.<br />

Medya ve internetin yanında sosyal<br />

medyanın üzerine de gidiliyor. Geçtiğimiz<br />

günlerde, facebook, tweeter gibi bütün sosyal<br />

medya faaliyetlerini ve gsm operatörlerini takip<br />

etmek için “sosyal izleme merkezi” adında bir<br />

birim kurulması çalışmaları başlatıldı. Bu birim<br />

sayesinde, internet kullanıcılarının girdiği tüm<br />

siteler ve yaptığı tüm yorumlar da dahil olmak<br />

üzere tüm internet faaliyetleri kaydedilecek,<br />

hükümet aleyhine sosyal medya yapılacak her<br />

türlü söyleme doğrudan müdahale edilebilecek.<br />

[54]


Televizyonlarda, gazetelerde, internette, sosyal medyada sadece<br />

Tayyip Erdoğan’ın istediği şeylerin yayınlanabileceği bir ülke olmaya doğru<br />

gidiyoruz şu anda... Tüm iletişim kanalları üzerindeki bu ağır baskı, sadece<br />

insanların gerçekleri öğrenmesinin engellenmesi için değil. Aynı zamanda<br />

Tayyip Erdoğan’ın atacağı daha radikal hamlelere karşı herhangi bir<br />

tepkinin, herhangi bir direnişin olmasını engellemeye yönelik bir önlem.<br />

Eğer şu anda tepki verilmezse, artık çok geç olabilir.<br />

[55]


TİT (TAYYİP İSTİHBARAT TEŞKİLATI)<br />

İki sene önce, oldubittiyle bir kanun çıkarılarak tüm MİT’e<br />

dokunulmazlık getirilmişti. Herhangi bir MİT elemanı, en açıktan suç<br />

işlese dahi, bu suçun araştırılması ve bu kişinin yargılanması doğrudan<br />

Başbakanın iznine bağlanmıştı. Yani eğer bugün Tayyip Erdoğan, MİT’e<br />

bir suç yapma talimatı verirse, MİT bunu gerçekleştirdiğinde, emniyet ve<br />

yargı Tayyip Erdoğan’dan izin almadan bunun üzerine gidemiyor. Bu, tabi<br />

ki suiistimale çok açık bir kanun.<br />

Nitekim, geçmiş yıllarda Başbakan’ın, Prof.Mehmet Altan, Ahmet<br />

Altan, Yasemin Çongar, Amberin Zaman gibi kendi aleyhinde olan<br />

yazarları MİT’e illegal bir şekilde dinlettiği ortaya çıktı. Bütün bu yazarlar,<br />

terörist oldukları gerekçesiyle dinlenmişler. Yine daha yakın zaman<br />

öncesinde bir Taraf yazarı kendisinin takip edildiği konusunda<br />

şüphelendiği için emniyete şikayette bulunmuştu. Sonrasında, kendisini<br />

takip edenin MİT elemanları olduğu ortaya çıktı. Baransu’da kendisini<br />

takip eden MİT’çileri yakalatmıştı ama yine hiçbirşey yapılamadı tabi ki.<br />

Bütün bunların üzerine gidilemedi. Nedeni ise Başbakanın onay vermemiş<br />

olması. Neden onay versin ki, kendisine muhalif kişilerin takip edilmesi<br />

talimatını bizzat kendisi vermektedir.<br />

Zaten uzun süredir Tayyip Erdoğan, MİT’i, devletin istihbarat<br />

kurumunu, kendi politik çıkarları için, muhaliflerini takip etmek ve<br />

dinlemek için kullanıyor. MİT uzun süredir Ülkenin, milletin çıkarlarını<br />

değil, Erdoğan’ın çıkarlarını korumakta. Bence, MİT’E, Milli İstihbarat<br />

Teşkilatı, yerine TİT, Tayyip İstihbarat Teşkilatı diyebiliriz.<br />

Yalnız, bütün bunlar, ülkemizde hukukun az çok işlediği, herşeyin<br />

yasaya uygun yapılmaya çalışıldığı dönemdeki olaylar. 30 Mart’tan sonra,<br />

MİT’e dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinin istihbaratında olmayan, Hitler’in<br />

Gestaposu benzeri sınırsız yetkiler veren kanun uygulamaya konulacak.<br />

[56]


Bu demek oluyor ki, önümüzdeki günlerde, sosyal medya üzerinden<br />

Başbakan’ın canını sıkan herhangi bir kişi MİT tarafından evinden<br />

alınabilecek ve geri dönmezse herhangi savcı ancak Başbakanın izniyle<br />

konuyu soruşturabilecek. Başbakan izin vermediği sürece kimse o kişinin<br />

akıbetini araştıramayacak. Dokunulmazlık zırhı sadece MİT’i değil, MİT’in<br />

işbirliği yapacağı herkesi kapsıyor. Mesela, MİT AKP gençlik kollarından<br />

bir grup gencin eline silah verip, toplanmış bir kalabalığa ateş açtırsa, polis<br />

ve savcı bu gençlere dokunabilmek için MİT’ten izin alması gerekecek.<br />

Çünkü yasa gereği MİT’in, milli menfaatler gereği kendisiyle çalıştığını<br />

söylediği herhangi bir kimse dokunulmaz oluyor. MİT ile ilgili en büyük<br />

skandallarda bile, MİT görevlilerinin yargılanması, Başbakanın Adalet<br />

Bakanı üzerinden atadığı özel hakim tarafından yapılacak. Yani Başbakan,<br />

MİT’ine, pardon TİT’ine, dolayısıyla kendisine sınırsız yetki verdiğini<br />

söyleyebiliriz. Bütün bunları göz önüne aldığınızca, 30 Mart sonrasında<br />

ülkemizin nasıl bir cehenneme çevrilebileceğini hayal etmek zor olmasa<br />

gerek...<br />

[57]


MİT'e Gestapo modeli /Gültekin Avcı<br />

17 Aralık adli soruşturmasıyla Türkiye'de otoriter bir dönem başladı.<br />

Otoriter tasarruflara sebep olarak iktidarca "paralel devlet-çete"<br />

iddiaları ortaya atılmasına rağmen tek delil gösterilemedi.<br />

Meclis'e gelen HSYK, internet ve özellikle yeni MİT Kanunu ise<br />

Türkiye'de otoriter dönemden totaliter döneme geçişin bayraklarıdır.<br />

Yeni kanun MİT'e Almanlar'ın 3. REİCH günlerini hatırlatan<br />

istihbarat+operasyon+kolluk (polis gücü) yetkilerini veriyor.<br />

Oysa tüm demokratik ülke istihbarat servislerinde, operasyonun<br />

başlamasıyla istihbarat biter.<br />

Yeni MİT Kanunu'yla servise hem sınırları belirsiz operasyon hem de<br />

yargı denetimi dışında bir kolluk nüfuzu tanınıyor…<br />

Böylece hükümet tüm illegal faaliyetlerini yargıdan, halktan ve<br />

medyadan en korunaklı alan olarak MİT sahasına kaydıracak.<br />

Bu tam bir Gestapo modelidir, açık bir diktadır, ara rejim<br />

uygulamasıdır ve demokratik dünyada benzeri yoktur.<br />

Sonuç: Hükümet ve MİT'in geçmiş ve gelecek suçları hukuksuz bir<br />

kanunla örtülmekte, toplum kaosa sevk edilmektedir…<br />

Yeni kanunla canavarlaştırılan MİT'in sadece 3 benzeri vardır:<br />

Eski KGB, Gestapo ve İran Devrim Muhafızları (Pasdaran).<br />

[58]


30 MART SONRASI<br />

Türkiye’nin son dönem itibariyle dönüm noktaları diyebileceğimiz<br />

tarihlerinin; Anayasa değişikliğinin olduğu 12 Eylül 2010, Cumhuriyet<br />

Tarihi’nin en büyük yolsuzluklarının ortaya çıktığı 17 Aralık 2013 ve<br />

önümüzdeki seçimlerin olacağı 30 Mart olduğunu düşünüyorum.<br />

2010 Eylül’üne kadar ülkenin ve hükümetin üzerinde<br />

Ergenekoncuların baskısı vardı. Referandum sonrasında bu baskı kalktı.<br />

Onun yerine hükümet baskısı başladı. Arka planda çok büyük yolsuzluklar<br />

yapıldı, kadrolaşmalar oldu, medya baskı altına alındı. 17 Aralık sonrasında<br />

bu yapılanların ortaya çıkmasından sonra, baskı bir seviye daha arttırıldı,<br />

hukuk devre dışı bırakıldı, doğrudan yargıya müdahaleler yapıldı, cemaat<br />

ile mücadele ediyoruz mazeretiyle, sürmeler ve işten atmalar rutin hale<br />

geldi. Özgürlüklerin tamamen kaldırılıp, devletin tüm gücünün Başbakanın<br />

elinde toplanmasını sağlayan yasalar çıkartıldı. Fakat seçimlerde halkın<br />

tepki vermesinden endişe edildiği için daha ileriye gidilmedi.<br />

30 Mart seçimlerinden sonra, zaten suçları ortaya çıkmış ve<br />

kaybedecek bir şeyi olmayan Tayyip Erdoğan, elindeki devletin gücünü<br />

kullanarak, tüm muhaliflerini tamamen yok etmeye ve ülkede kimsenin<br />

dokunamadığı tek güç olmaya çalışacak. Bunu kendisi de açıkça söylüyor.<br />

Eskisi gibi işi kılıfına, kanununa uydurma derdinde olmayacak. Her şeyi<br />

açık açık yapacak. Kimse hakkını arayamayacağı için, başta Gülen cemaat,<br />

bazı medya kurumları, yazarlar kendisine yakın olmayan işadamları olmak<br />

üzere tüm muhaliflerini, hak hukuk kural tanımadan yok etmeye kalkacak.<br />

Henüz yasalar uygulamaya konmadan bile ülkemizdeki yapılanları<br />

düşünün bir Başbakan, bakanlar, çocukları, yakınları, arkadaşları<br />

milyarlarca dolar rüşvet aldığı ortaya çıktı, suçu işleyen değil, suçu ortaya<br />

çıkaran savcılar, emniyet müdürleri cezalandırıdı. Başbakan aleyhinde<br />

yazan yazarlar işlerinden oldu. Başbakana ayakkabı kutusu gösteren<br />

vatandaşın evi basılıyor, emniyete götürüldü. Müfettişler okullarda<br />

[59]


çocukları sorgu odalarına alıyor. “Atatürk’ü mü, Başbakanı mı daha çok<br />

seviyorsun?” gibi saçma sorularla sorguya çekildi. Başbakan ve yakınları ne<br />

suç işlerse işlesin kimse dokunamamakta, vatandaşa ne yapılırsa yapılsın,<br />

kimse hakkını arayamamakta. Ve bütün bunlar, seçimler öncesinde,<br />

hükümetin vatandaştan destek aradığı, vatandaşa en nazik olduğu<br />

dönemde yapılıyor.<br />

Başbakanın, seçimlerden yüksek oy alması ve meclisten geçirdiği<br />

kanunları uygulamaya başlaması durumunda Türkiye’nin halini<br />

düşünebiliyor musunuz? En büyük yolsuzlukların ortaya çıkmasından<br />

sonra hiç kimsenin ceza almadığı bir ülkede artık kim rüşvet almaktan ve<br />

vermekten çekinecek ki? Devleti soymak varken, hangi devlet yöneticisi<br />

ülkeye hizmet etmeye çalışacak ki? Bundan sonra hangi savcı, başbakanın,<br />

bakanların, akparti yönetiminin veya onların çocuklarının veya onların<br />

akrabasının bir suçunun üzerine gidebilecek? Başbakan, kendine muhalif<br />

gurupları, yazarları, işadamlarını veya canını sıkan herhangi bir kişiyi, bir<br />

mazeret uydurup içeriye aldığında, kim onların hakkını savunabilecek ki?<br />

“Ben hayatımda bu ölçüde hukuka darbe yapan bir siyasal iktidar görmedim...<br />

Hükümetin yasallığı ve meşruluğu bitmiştir. Seçimlerde oy oranında herhangi bir<br />

azalma olmaz ya da artış olursa ciddi bir siyasi faşizm tehlikesi başlar ve büyük<br />

bedeller ödenir”, Mehmet Altan.<br />

Ölüm Kalım Savaşı / Çiğdem Anad<br />

Arenada savaşılıyor. Ya bir taraf ölecek, ya diğer taraf.<br />

Başbakan hiç bir hukuk kuralı, hiç bir engel tanımayacağını bangır bangır<br />

bağırıyor.<br />

[60]


Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; yargıyı tamamen kendisine bağlayacağını ilan<br />

ediyor. Tek karar verici Tayyip Erdoğan olacak. Erdoğan’ın kararlarını uygulayan<br />

hakim ve savcılar görevde kalacak. Erdoğan’ın istediği kişi mahkum edilecek,<br />

istediği kişi serbest bırakılacak. Bugün de öyle değil mi zaten diye sorarsanız ;<br />

bugüne kadar başbakan işi kılıfına uyduruyordu, kılıf çıkarılınca ortaya<br />

dökülenler bugün suç sayılıyor, yarın suç sayılmayacak, kılıfa da gerek<br />

duyulmayacak.<br />

Başbakan iktidarını sürdürebilirse , iş dünyasını tamamen kendisine bağlayacağını<br />

ilan ediyor. Erdoğan’ın istediği iş adamı para kazanabilecek, istemediği<br />

batırılacak. Başbakan ihaleleri paşa gönlü kime isterse ona verecek. Bugüne<br />

kadar öyle olmuyor muydu zaten diye sorarsanız ; bugüne kadar başbakan bir<br />

sürü kurummuş, kuruluşmuş, yasaymış falan uğraşmak zorunda kalıyordu, yarın<br />

böyle zahmetlere katlanmak zorunda kalmayacak.<br />

Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; basını ortadan kaldıracağını ilan ediyor.<br />

Erdoğan’ın istedikleri yazılacak, istemedikleri yazılmayacak, istedikleri<br />

gösterilecek, istemedikleri gösterilmeyecek. Bugün durum zaten bu değil mi diye<br />

sorarsanız ; bugün kenarda kıyıda hala iki çift laf edip, yazabiliyoruz . Yarın bu<br />

da olamayacak. Erdoğan’ın istemediği tek bir gazeteci basında yer bulamayacak.<br />

Basının zor nefes alan hücreleri de öldürülecek.<br />

Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; Herkesin birbiriyle irtibata geçme hakkını<br />

ortadan kaldıracağını ilan ediyor. Erdoğan facebook’u da , youtube da<br />

kapatabileceğini hiç çekinmeden açıklıyor.<br />

Başbakan bu milleti yedirmeyecekmiş. Bu millet dediği kendi seçmeni.<br />

Başbakanın seçmeni olmayanlar kim ? Onlar bu millet değilmiş. Onlar dinini<br />

Erdoğan’nın bildiği gibi bilmeyen sünniler, aleviler, onlar dürüstçe çalışanlar,<br />

işsizler, onlar düşünenler, konuşanlar, soru soranlar, hak, hukuk tanıyanlar, onlar<br />

herkes hakettiği kadar paylaşsın , yolsuzluğu yapanlara geçit vermeyelim diyenler.<br />

Onlar vicdanlarının sesini dinleyenler, onlar ezilmeye, sürülmeye, sindirilmeye<br />

karşı duranlar. Erdoğan onları milletten saymıyor.<br />

Başbakan demokrasinin bütün ilkelerini çiğnediği gibi toplumun bütün ayarlarını<br />

da bozdu. Bozmaya ve çiğnemeye devam edeceğini ilan ediyor. Başbakan bunca<br />

ortaya dökülenden sonra bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Ancak bu sadece<br />

onun ölüm kalım meselesi değil. Bu bizim de ölüm kalım meselemiz.<br />

[61]


BAŞBAKAN MI, ACABA?<br />

Ben şöyle düşünüyorum. Milletimiz dinini bilseydi veya Türk<br />

geleneklerini unutmasaydı veya Batı milletleri gibi demokrasi ve hukuk<br />

algısı olsaydı, şu anda yaşadıklarımız yaşanmazdı. Ne Müslüman bir ülkede,<br />

ne eski Türk devletlerinde, ne de modern Batı devletlerinde, Tayyip<br />

Erdoğan gibi suçları ortaya çıkmış birisinin, ülkenin başında kalabilme<br />

ihtimali olmazdı.<br />

Mesela, ülkemizde, Başbakanlığın ne olduğu pek bilinmiyor.<br />

Başbakanlık bir görev olarak değil, devlete sahip olmak olarak algılanıyor.<br />

Bu yanlış. Biz seçim yaptığımızda, devleti hediye edeceğimiz bir şanslı<br />

aramıyoruz, anayasa ile belirlenmiş başbakanlık görevi yerine getirmeye<br />

aday olanlar arasında bir tercih yapıyoruz. Bu ülkenin, bu devletin sahibi<br />

millettir. Bir şirketin yönetilmesi için bir CEO tutulması gibi, bir genel<br />

müdürün işe alınması gibi, Başbakan da, bu devletin yönetilmesi için<br />

tuttuğumuz, görevlendirdiğimiz bir kişidir. Bizim bir çalışanımızdır.<br />

Verdiği hizmet karşılığında, ona maaş veririz, bazı imkanlar veririz,<br />

devletin başbakanı olma onurunu veririz. Karşılaştırma yapmak açısından,<br />

milli takım teknik direktörlüğü ile başbakanlık arasında çok bir fark<br />

olmadığını söyleyebiliriz. İkisi de, çok prestijli bir iş yaparlar, işlerinin en<br />

iyi şekilde yapabilmeleri için kendilerine tüm imkanlar tanınır, ayrıca<br />

kendilerine verdikleri hizmet karşılığında belirlenmiş bir ücret verilir.<br />

Bu başbakanlık görevi, yasalarla belirlenmiştir. Her başbakan adayı,<br />

bu belirlenmiş göreve talip olmuştur. Daha fazlasını isteyemez veya<br />

kendisine çizilen görevin dışına çıkamaz. Başbakana verilen imkanları<br />

beğenmiyorsa, çeker gider. Emin olun, ülkenin başbakanı olmak isteyecek<br />

çok kişi bulunur. Bunları göz önüne alarak bazı yanlış algıları düzeltelim.<br />

[62]


Mesela, bir başbakanın, çıkıp da mesela ananı da al demesi, halkını<br />

aşağılaması kabul edilemez. O halkın patronu değildir, halk onun<br />

patronudur. Kimsenin durduk yere başbakana saygısızlık yapmaya hakkı<br />

olmadığı gibi, Başbakanın da vatandaşa hakaret etmeye hakkı yoktur. Bir<br />

başbakanın ben böyle hizmetler de yaptım diyerek övünmesi de saçmadır.<br />

Orada bulunmasın nedeni, ülkeye hizmet etmektir zaten. Görevini<br />

yapacaktır tabi ki. Bir başbakan için, o kadar ülkeye hizmet etti, biraz da<br />

yesin denilmesi kabul edilemez. Verdiği hizmetin karşılığı kendisine zaten<br />

fazlasıyla verilmektedir. Karşılığını az buluyorsa, istediği zaman görevi<br />

bırakabilir. Kimse peşinden koşmaz.<br />

Bir başbakanın, diğerlerine güvenmiyorum diyerek, devlet<br />

kadrolarına kendi adamlarını yerleştirmesi de kabul edilemez. Başbakan’ın<br />

görevi, hükümetiyle birlikte devleti yönetmektedir. Devleti istediği gibi<br />

şekillendirmesi, kadrolarına dokunması, etkilemesi gibi bir şey söz konusu<br />

olamaz. Öyle bir görevi de yoktur, yetkisi de. Bu anayasal bir suçtur aynı<br />

zamanda. Başbakanın veya hükümetin, yargıya dokunması ise<br />

düşünülemez bile. Diktatörlükler, krallıklar dışında tüm devletlerde, yargı,<br />

yürütmeyi denetler, yürütme yargıyı değil. Başbakanın yargıya müdahale<br />

etmesi, özellikle de kendisinin şüpheli olduğu bir durumda yargıya<br />

müdahale etmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.<br />

Maalesef ülkemizin son Başbakanı Tayyip Erdoğan, özellikle de son<br />

üç ayda Başbakan birçok defa anayasayla çizilmiş yetkilerinin dışına<br />

çıkarak, çok sayıda anayasal suç işledi. Yargıya doğrudan müdahale etti.<br />

Herhangi bir hukuki gerekçesi olmayan büyük tasfiyeler yaptı.<br />

Anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Millet, bir kişiyi seçimle başbakan<br />

seçer. Millet, o kişiye bir görev verir. Devleti yönetme görevi için,<br />

anayasadaki kanunlarla belirtilen bazı yetkiler verir. O kişi ile millet<br />

arasında, anayasa ile belirlenmiş bir sözleşme vardır. O kişi, anayasanın<br />

dışına çıktığında, millet ile olan sözleşme de geçerliliğini yitirmiştir. O kişi<br />

millet ile olan anlaşmasını bozmuştur. O kişinin ülkenin başında<br />

bulunmasının hukuki bir dayanağı kalmamıştır. Artık, o kişi ülkenin<br />

başında görünse de, legalitesini yitirmiştir, ülkenin resmi olarak başbakanı<br />

değildir. Nitekim bugün, ülkenin başında yasallığı, meşruiyeti geçerliliğini<br />

[63]


yitirmiş olan bir Başbakan bulunmaktadır. Ülkenin başında, seçilerek<br />

gelmiş, sonra ülkenin yönetimine el koymuş bir adam vardır.<br />

Şu anda olduğu gibi, suçları ortaya çıkmasına rağmen, hukuku devre<br />

dışı bıraktığından, görevinden alınamıyor, yargılanamıyor olabilir. Bu<br />

durumda, ülkenin yönetimine el koymuş darbeci bir komutandan farkı<br />

yoktur. Darbeci bir komutandan daha kötüdür. Çünkü asker duruma<br />

müdahale eder, kısa bir süre sonra yönetimi bırakır. Erdoğan ise yönetime<br />

el koymak ve ilelebet elinde tutmak istiyor. Ama tabi ki bunu yapamayacak.<br />

Hukuk tekrar işlemeye başladığında, kendisi de, bu suça ortak olduğu<br />

kişilerle birlikte yargılanacak ve cezasını çekecek. Bunun başka bir<br />

alternatifi yok.<br />

Bu konuşmaları, dört ay önce yapıyor olsaydım, kendi ülkemin<br />

Başbakanı hakkında konuşuyor olurdum. Kendisine muhalif olsam da,<br />

politikalarına katılmasam da, ülkeme ve milletimin seçimine, tercihine olan<br />

saygımdan dolayı, eleştirilerimde olabildiğince hassas, olabildiğince nazik,<br />

olabildiğince saygılı olmaya çalışırdım. Bugün de, Erdoğan hakkında<br />

konuşurken, elbette ki, herhangi bir hakarette bulunacak değilim. Ama<br />

kimse benden daha önce gösterdiğim saygıyı beklemesin. 25 Aralık<br />

sonrasında her şey değişti. Yargıya müdahale etmiş, anayasal yetkilerini<br />

aşıp, ülkenin üzerine çökmüş birisi olarak, Tayyip Erdoğan benim<br />

Başbakanım değildir, bu ülkenin Başbakanı da değildir.<br />

[64]


HAPİSTEKİLER NEDEN HAPİSTE?<br />

Sırf Tayyip Erdoğan ve yakınlarının hapse girmemesi için bugün<br />

ülkemizde, hukuk adalet altüst edilmiş durumda. Hukuk, başbakan çocuğu<br />

da olsa, herhangi bir vatandaşın çocuğu da olsa, herkese aynı kanunun<br />

uygulanmasını gerektirir. Ama bizim ülkemizde suç işlediğinden dolayı<br />

hapse giren bakanların çocukları hapisten çıkarıldı, Başbakan çocuğu<br />

tutuklanamadı bile. Başbakanın, kendisini kurtarmak için anlaştığı<br />

Ergenekoncular, Başbakanın talimatıyla teker teker hapisten çıkarılıyor.<br />

Yakında KCK’lı teröristler de çıkarılmaya başlanacak.<br />

Bu süreçte hukuki anlamda öyle komik durumlar oluşuyor ki,<br />

Danıştay saldırısında herkesin gözü önünde insanlara ateş açan, cinayet<br />

işleyen ve suç üstü yakalanan bir kişi, hakime hakaret ettiği için hapisten<br />

çıkamadı. Sadece cinayet işleseydi hiç sorun değildi, kendisine kumpas<br />

kuruldu, suçsuz denilip çıkarılabilecekti ama üstüne hakime hakaretten de<br />

ceza alınca sorun oldu, çıkamadı. Ama merak etmeyin, onu da çıkarmanın<br />

bir yolunu arıyorlar.<br />

Bütün bu kişilerin hapse girmesi için çok sayıda delil vardı. Şu anda<br />

hapiste bulunan mahkumların yüzde doksanı, bunlardan daha az delille<br />

mahkum edilmiş, hapse atılmışlardı.<br />

Masum insanlara işkence yapan, boğazlarını kesen, herkesin gözü<br />

önünde cinayetler işleyen Ergenekoncular çıkarılıyorsa, milyonlarca dolar<br />

çalan bakan çocukları hapisten çıkarılıyorsa, tüm mahkumlar da çıkarılmalı<br />

bence. Ben adaletten yanayım. Ya Başbakan ve Bakan ve çocukları da dahil<br />

olmak üzere, tüm suçlular cezasını çeksin, ya da herkes salıverilsin.<br />

Eğer bazı suçlular cezalandırılmayacaksa, bence bundan sonra<br />

herhangi bir kişiye verilecek bir ceza da büyük bir haksızlık olur. Herkesin<br />

gözü önünde cinayet işleyenler cezalandırılmayacak da, kırmızı ışıkta geçen<br />

birisi mi cezalandırılacak?<br />

[65]


Hukuk olacaksa olsun, olmayacaksa olmasın. Hukuk, Tayyip<br />

Erdoğan’ın istediği kişiyi koruyacağı, istediğini cezalandıracağı bir silah<br />

olamaz. Bugün Tayyip Erdoğan ve çevresindekiler her türlü hukuk dışı işi<br />

yapıyor, kendisi ve medyası muhaliflerine her türlü hakareti yapıyorlar,<br />

hukuk onlara dokunamıyor, başka birisi Tayyip Erdoğan hakkında ortaya<br />

çıkan gerçekleri söylese hakaret ve iftira kabul ediliyor. RTÜK, Erdopan’ın<br />

medyasının en ağır hakaretlerini görmezden geliyor, Erdoğan aleyhtarı<br />

herhangi bir habere ceza yağdırıyor. Olmaz böyle şey. Bu adaletsizliktir. Ya<br />

hukuk hiç olmayacak, ya da herkes için olacak, ya Tayyip Erdoğan suç<br />

işleyen Bakanlar ve yakınları da hapse girecek, ya da herkes çıkacak ve hiç<br />

kimse hiç bir şeyden dolayı cezalandırılmayacak, bunun başka yolu yok.<br />

Ben şunu açıkça söylüyorum. Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan,<br />

Bakanlar ve çocukları, suça bulaşmış kim varsa, bu ülkede suç işlemiş<br />

herkes gibi yargının önüne çıkarılıp cezalandırılmadan, ben Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin Adalet Sistemin herhangi bir kararını saymıyorum,<br />

tanımıyorum. Devletin temelinde hukuk vardır, adalet vardı. Hukuk tekrar<br />

işletilesiye kadar, suçlular yargı önüne çıkarılasıya kadar, bu ülkede adalette<br />

ve hukuktan söz edilemez, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak<br />

kabul edilemez.<br />

Başbakan’a Açık Mektup / Ahmet Hakan<br />

Sayın Başbakan !<br />

Bu ülkede genelkurmay başkanları bu yargıya teslim oldu, bu yargının<br />

verdiği kararlara uymak zorunda kaldı, bu yargının verdiği kararlar<br />

doğrultusunda hapislerde yatıyor. Bu ülkede “dokunulmaz” sanılan<br />

generaller bu yargının verdiği kararlar doğrultusunda müebbet üstüne<br />

müebbet aldılar, Silivri zindanında yatıyorlar. Bu ülkenin gazetecileri bu<br />

yargı tarafından yargılandı, bu yargı tarafından hapislere atıldı. Bu ülkenin<br />

belediye başkanları, siyasetçileri yargılandı, bileklerine plâstik kelepçeler<br />

takıldı, aylardır hapislerde yatıyor.<br />

[66]


Soruyorum: Bu insanların, sizin çevrenizdeki insanlardan ne farkı var<br />

Sayın Başbakan? Onlar söz konusu olduğu zaman “Gidin yargılanın, bir<br />

şeyiniz yoksa neden çekiniyorsunuz kardeşim, adalete güvenin”<br />

demiştiniz. Fakat sıra sizin partililerinize ve çevrenize gelince... “Olmaz”<br />

diyorsunuz, savcı azarlıyorsunuz, direnişe geçiyorsunuz. Oysa yargı aynı<br />

yargı, mahkeme aynı mahkeme, hatta savcı bile aynı savcı. Yani “paralel<br />

devlet” ise aynı “paralel devlet”.<br />

Sayın Başbakan !<br />

Sizin tutumunuzdan ne anlamalıyız? Şunu mu: Sizin yakınınızdakiler<br />

yargının bile dokunamayacağı kadar pek mühim, çok elit, çok önemli, çok<br />

dokunulmaz kişiler... Sizin yakınınızda olmayanlar ise... Sonuna kadar<br />

vurulacak, dövülecek, hapislere tıkılacak, ağır müebbetlere çarptırılacak<br />

kişiler. Bu mudur yani? Eğer buysa bunun bildiğimiz o “Eski<br />

Türkiye”den ne farkı var Allah aşkına?<br />

Sayın Başbakan !<br />

Eğer siz bugün “Ben bu yargıyı maksatlı buluyorum, bunlara<br />

güvenmiyorum” derseniz... Siz “başbakan” olarak bunu derseniz... Bütün<br />

vatandaşlarınıza da böyle deme hakkı doğmaz mı? Soruşturulan her<br />

vatandaşın da, “Ben bu yargıyı maksatlı buluyorum, bunlara<br />

güvenmiyorum” deme hakkı olmaz mı? Dahası “Başbakan’ın yakınlarını<br />

gözaltına alamıyorsunuz, gücünüz bana mı yetiyor” cümlesi, gayet haklı<br />

bir cümle olmaz mı? Sizin elinizde devasa bir “devlet gücü” var ve siz bu<br />

devasa güce dayanarak çevrenizdekileri yargıdan kurtarabiliyorsunuz.<br />

Peki elinde böyle bir güç olmayan sade vatandaşlar ne yapacak? Onları<br />

kim koruyacak? Onları kim kurtaracak?<br />

Sayın Başbakan !<br />

“Paralel devlet” deyin, “derin çete” deyin, “faiz lobisi” deyin, “dış güçler”<br />

deyin, “Türkiye’yi çekemeyenler” deyin... Ve bu dediklerinizle sonuna<br />

kadar mücadele edin. Ama “Ben bu yargıya etrafımdakileri teslim etmem<br />

arkadaş” anlayışından vazgeçin. Çünkü bu anlayış, sadece sizi değil, bizi<br />

de batıracak. Hepimizi batıracak. Yazık olacak. Hem size, hem bize...<br />

Hepimize yazık olacak.<br />

[67]


ERDOĞAN’IN AKP’YE İHANETİ<br />

Ben, hem yedi sene AKP için çalışmış, hem de Gülen cemaatinin<br />

kolejinde okumuş ve bir süre cemaat evlerinde kalmış, sonra ayrılmış<br />

birisiyim. İki tarafı da yakından tanıyorum, iki taraftan da çok arkadaşım<br />

var, çok dostum, saygı duyduğum kişiler var. Genel olarak, Ak parti<br />

içerisinde de, cemaat içerisinde de ülkesine hizmet etmek için yola çıkmış<br />

iyi insanların da, kendi çıkarları peşinde olan çürüklerin de olduğunu ama<br />

iki camianın da komple suçlanamayacağını düşünüyorum. AKP ile Gülen<br />

cemaati arasında daha önce başlamış bir gerginlik vardı. Fakat, yolsuzluklar<br />

ortaya çıktıktan sonra bunun bir kavgaya dönüştürülmesi, Tayyip<br />

Erdoğan’ın kendisini kurtarma planın bir parçasıdır diyorum…<br />

Başbakanın, kendisine ülkeyi yönetmek için verilen yetkiyi, kendisi,<br />

çocukları ve yakınlarına maddi imkanlar sağlamak için kullandığı, ihalelere,<br />

medyaya ve yargıya illegal müdahaleler yaparak anayasal suç işlediği ortaya<br />

çıktı. Bu durumda yapılması gereken, mevcut hükümetin meclis tarafından<br />

görevinden alınması, Başbakan ve işlenen suçlara dahil olan herkesin,<br />

yargının önüne çıkarılması ve AKP’nin temiz yeni bir hükümet çıkararak,<br />

yoluna devam etmesiydi. Böyle yapılabilseydi, hem AKP adına hem ülke<br />

adına bu skandal olabildiğince az zararla atlatılabilirdi. Kirlerinden<br />

temizlenmiş AKP, daha güçlü olarak yoluna devam edebilirdi. Fakat böyle<br />

olmadı.<br />

Tayyip Erdoğan, kendi suçları ortaya çıkınca, psikolojiyi iyi yönetti.<br />

AKP’lilere, cemaatin ve dış mihrakların büyük bir saldırısı altında<br />

olduklarına inandırdı. Kendisini kurtarmak için, “Milli iradeye darbe<br />

yapılıyor” diyerek, AKP’lileri yanına aldı. Şu anda AKP’liler savaş<br />

psikolojisi içerisindeler. Kendilerinin bir kavganın içerisinde olduklarını<br />

zannediyorlar. Tayyip Erdoğan’ın gazıyla tüm güçleriyle Gülen Cemaatine<br />

ve diğer muhaliflere saldırıyorlar, bu sırada büyük haksızlıklar, büyük<br />

zulümler yapıyorlar. Karşılarındakilerin sadece Erdoğan gibi suçluların<br />

cezalandırılmasını talep ettiğinin, AKP ile bir dertlerinin olmadığının<br />

[68]


farkında değiller. O ortamdan, o kavga psikolojisinden biraz çıkabilseler,<br />

her şeyi görecekler. Birkaç suçluyu kurtarmak adına ne zulümler, ne<br />

haksızlıklar yaptıklarını ve ülkelerine ne kadar büyük zarar verdiklerini<br />

görecekler.<br />

Şu noktanın doğru anlaşılması önemli. Bizim karşımızda, milletin<br />

kendilerine olan sevgisini, desteğini, güvenlerini suiistimal ederek, ülkeyi<br />

yönetmek için kendilerine verilen yetkiyi, kendilerini ve yakınlarını zengin<br />

etmek için kullanmış Tayyip Erdoğan ve suç ortakları var. Bizim<br />

karşımızda, mevkilerini ve büyük maddi kazançlarını kaybetmemek için<br />

ülkeye zarar vermeyi göze alarak Erdoğan’ı savunanlar var. Özellikle de<br />

medya sektöründe Tayyip Erdoğan sayesine zengin olmuş ve gelecekleri<br />

Tayyip Erdoğan’ın ülkenin başında olmasına bağlı çok insan var. Çok<br />

sayıda satılık kalem var. Bazen televizyonda rastlıyorum çıkarları için<br />

Erdoğan’ı savunan gazetecileri. Her şeyi biliyorlar ama doğruları söylemek<br />

işlerine gelmiyor. Bütün pisliklerini bile bile, ülkeyi yok ediyor olduğunu<br />

bile bile, Erdoğan’ı savunuyorlar.<br />

Tayyip Erdoğan tarafından kandırılmış AKP’liler veya Erdoğan’ı<br />

koruyarak, ülkesini koruduğunu zanneden milyonlarca vatandaş kesinlikle<br />

bizim düşmanımız değildir, olamaz da. İyi niyetle Erdoğan’ı savunan<br />

kişilerle tartışmaya girilmemeli, onlara karşı kesinlikle kırıcı olunmamalı.<br />

Onlar kardeşimizdir, onlar da bizim gibi ülkesini seven, ülkesini düşünen<br />

vatansever insanlar.<br />

Bizim derdimiz, AKP ile veya başka birisi ile kavga etmek değil.<br />

Bütün suçları ortaya çıkmış Tayyip Erdoğan gibi kişilerin, kendilerini<br />

kurtarmak adına ülkeye daha fazla zarar vermeden, bir an önce,<br />

görevlerinden alınması ve yargının önüne çıkarılmasıdır. Ülke kaosa<br />

sürüklenmeden, şu andaki meclis içerisindeki çoğunluğu oluşturan AKP<br />

milletvekillerinin, cumhurbaşkanına yeni bir hükümet, yeni bir Başbakan<br />

sunması ve bir sonraki seçime kadar temiz bir hükümetin göreve<br />

getirilmesidir.<br />

Evet, Tayyip Erdoğan, hepimizin, tüm milletin sevgisini, güvenini<br />

suiistimal etti. Ama hiç kimse AKP’liler kadar kandırılmadı. Bunu yıllarca<br />

[69]


AKP’li bir büyükşehir belediyesine danışmanlık yapmış, AKP’nin<br />

içerisinde çok sayıda dostu olan birisi olarak söylüyorum. Tayyip Erdoğan<br />

herkesten önce, ülkesine hizmet etmek için yola çıkmış olan AKP’lilere<br />

kazık atmıştır, AKP’lilere ihanet etmiştir. Ve hala da, kendini kurtarmak<br />

için AKP’yi kullanmakta ve AKP’yi batırmaya devam etmektedir.<br />

İnsanları kandırmak, kandırıldığını anlatmaktan daha kolay denilir.<br />

Gerçekten de, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bunca pisliğini öğrenmek<br />

hepimiz için zor oldu. En fazla da AKP’liler bunu kabul etmekte<br />

zorlanacaktır. Şu anda, büyük bir şok sonrası bir travma yaşıyorlar. İlkönce<br />

inkar etme eğiliminde olacaklardır. Bu konuda onları suçlamamak,<br />

anlayışla yaklaşmak gerekir. Suçluların yargılanıp, temiz bir yönetimin<br />

getirilmesi için, ülkemizin içinde bulunduğu kaostan çıkarılması için,<br />

sabırla, güzellikle AKP’lilere durumun vahametinin anlatılması gerekiyor.<br />

Sonrasında da, bu zor süreci hep beraber atlatacağız...<br />

Son olarak, Bülent Arınç’ın geçenlerde yaptığı bir açıklamadan<br />

bahsetmek istiyorum. Bülent Bey, yaptığı açıklamada, kendisinin<br />

Başbakanın yanında olma ve onu savunma durumunda olduğunu söyledi.<br />

Bu aslında şu andaki birçok AKP’linin psikolojisini ifade ediyor. Ben, hem<br />

Bülent beye, hem de Bülent beyin şahsında tüm AKP’lilere bir cevap<br />

vermek istiyorum. Ben Bülent beyin bu sözünü kabul etmiyorum,<br />

edemem.<br />

Tayyip Erdoğan kendisine ülkeyi verilen yetkiyi, kendisini ve<br />

yakınlarını zenginleştirmek için kullanarak, tüm ülkenin güvenine ihanet<br />

ettiği bir durum söz konusu. Bana da ihanet etmiştir. Herhangi bir<br />

vatandaşa da ihanet etmiştir. Ama en fazla AKP’de ülkesine seven, ülkesi<br />

için çalışan insanlara ihanet etmiştir. Bu durumda, Başbakan bir suçludur<br />

ve millet mağdurdur. Bülent Arınç, milletin bir vekili olarak, milletin<br />

temsilcisi olarak, önce milletimize karşı sorumludur, sonra Başbakana.<br />

Bülent beyin, Başbakanın yanında olması demek, onun suçun ortak olması,<br />

millete olan ihanetinde onunla beraber olması demektir.<br />

Ayrıca Bülent bey, Tayyip Erdoğan’ın kendisini kurtarabilmek için<br />

ülkede tüm hukuku rafa kaldırdığını, ülkeyi batırıyor olduğunu, tüm gücü<br />

[70]


kendi elinde toplamaya çalıştığını görüyor. Bu durumda, bir kaç suçlunun<br />

kendini kurtarabilmek için ülkeyi batırmasına yardımcı olması, ülkemize<br />

açık bir şekilde ihanettir. Bu kesinlikle kabul edilemez.<br />

Önümüzdeki günlerde tanıdığım ve tanımadığım AKP’lilerle birebir<br />

görüşerek bu durumu anlatmaya çalışacağım. Eğer sizin de tanıdığınız<br />

AKP’liler varsa siz de onlara yapışın, bırakmayın, Tayyip Erdoğan’ın<br />

suçuna, ihanetine ortak olmalarını engelleyin lütfen. Tayyip Erdoğan gibi<br />

ülkesini soymuş birkaç suçluyu hapisten kurtarmak için, onca insana<br />

zulmedilmesine, onca masumun kanını dökülmesine, insanların birbirine<br />

düşman olmasına, ülkeme bu kadar zarar verilmesine değmeyeceğini<br />

anlatın onlara…<br />

Kusursuz Kaosa Doğru Giderken / Gökhan Bacık<br />

Türkiye üç büyük hastalığa kapılmış durumda. Birincisi, demokrasiden<br />

ciddi ölçüde uzaklaşıyoruz. Hukuk, siyaset velhasıl devlet tam aksi yönde<br />

yani otoriterleşiyor.<br />

İkincisi, bu arada ülkenin sosyal fay hatları kopmaya, yırtılmaya başladı.<br />

Üçüncüsü, devlet tam olarak iflas etmiş durumda. Mahkemeler,<br />

bürokrasi, kanun, nizam... Bunların hepsi fiilen sakatlanmış durumda.<br />

İsteyen, istemediği mahkemeyi reddediyor.<br />

Doğal olarak bu üç büyük afet bir arada olunca ülkedeki kaos gittikçe<br />

derinleşiyor. Ancak daha kötüsü var: Eğer hemen ve ciddi tedbirler<br />

alınmazsa hepimiz derin bunalımlara girebiliriz.<br />

Ancak şaşılacak olan şu: Neredeyse hemen herkes adım adım bir buhrana<br />

gittiğimizi bağırdığı halde siyaseten adım atması, sorumluluk alması<br />

gerekenlerden hiç ses çıkmıyor.<br />

[71]


"Benden günah gitti" tadında "ortaya" söylenmiş anlamsız yatıştırıcı<br />

sözler ile Türkiye'nin girdiği girdaptan çıkma ihtimali yoktur. Mesela bu<br />

bağlamda Cumhurbaşkanı fiilen "sanki ortada ciddi bir sıkıntı yokmuş<br />

gibi" davranıyor.<br />

Zor zamanlarda "gerekirse siyasi istikbalini riske ederek" inisiyatif alması<br />

gereken aktörler en azından "neden bu kadar rahat olabildiklerini" bizlere<br />

açıklamalıdır. Hiç olmazsa biz de onların bildiklerini bilip geceleri evde<br />

rahat uyuyalım o zaman!...<br />

Ben siyaset bilimci bir akademisyenim. Gazeteci değilim. Ankara<br />

kulislerini pek bilmem. Ancak şu sıralar Ankara'da kiminle konuşsam<br />

manzara şu:<br />

"Acaba filan zat inisiyatif alır mı?"<br />

Cevap: "Hayır, filan seçim var kendini riske etmek istemez..."<br />

"Peki falanca zat bir tavır takınıp ülkeye nefes aldırır mı?"<br />

Cevap: "Katiyen, o da filan ihtimal olursa şu pozisyona gelirim<br />

hesabında... Şimdi bekleyecek."<br />

"Filan üst mahkeme ne der?"<br />

Cevap: "Olur mu onun başkanının filan hesabı var diyorlar..."<br />

Yahu şu koltuk bu kadar mı tatlı? İnsanlar yarın kazanma ihtimalleri olan<br />

bir koltuk için bugün "asıl sorumluluklarını" askıya alabiliyor yahut<br />

yapmıyor. Gelecekteki siyasi hesaplar için pek çok yanlışa göz yumuluyor,<br />

susuluyor!<br />

Bütün "devletlu önemli zatlara" şunu söylemek lazım: "Falanın filanın<br />

hesabını beklerken Türkiye Devleti gemisi deliniyor, su alıyor!"<br />

"Yarın ne kaybedeceksem kaybedeyim bugün ülkem adına doğru olanı<br />

yapayım" diyecek adam herhalde memlekete vardır!<br />

[72]


ERDOĞAN’IN PLANININ BOZMAK<br />

Tayyip Erdoğan, yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra ülkeyi<br />

fena karıştırdı. AK partililer ve Ak parti seçmenini, cemaatin ve dış<br />

mihrakların AKP’ye ve ülkeye saldırdığına inandırdı. Bu karmaşa içerisinde<br />

insanlar AKP’liler de, AKP seçmeni de, kendilerine saldırıldığı<br />

düşüncesiyle, savunma psikolojisiyle Erdoğan’ı koruyor. Ortalık biraz<br />

sakinleşince, insanların büyük kısmı Tayyip’in yanından kendiliğinden<br />

çekilecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın, Tayyip Erdoğan her<br />

halükarda indirilecek. Bu şanlı millet, bu onurlu millet, kendisini<br />

aldatanları, kendisini soyanları, kendisine ihanet edenleri ülkenin başında<br />

tutmaz. Ben öyle bir şeye ihtimal vermiyorum.<br />

Aslında Tayyip Erdoğan da bunu gayet iyi biliyor. Şu anda sadece<br />

ülkeye tamamen sahip olabilme şansını deniyor. Tabi ki “B planı” da var.<br />

Yolsuzluk operasyonu başlamasından bir hafta sonra, Erdoğan ailesinin<br />

Medical park ve Sabiha Gökçen Havalimanın hisselerinin önemli kısmı<br />

bazı Malezyalı şirketlere devredildi. Ve yolsuzluk soruşturmasının hemen<br />

iki hafta sonrasında ani bir uzakdoğu gezisi ayarladı ve hem paracıklarını<br />

Malezya’ya taşıdı, hem de planının bozulup aksi bir durumla karşı karşıya<br />

kalması ihtimaline karşı, ailesiyle Malezya’ya kaçmak için sığınma talebinde<br />

bulundu. Erdoğan ailesi, Uzan ailesi gibi yapmayı düşünüyor. Türkiye’de<br />

kazandığı milyarlarca dolarla hayatının geri kalanını lüks içerisinde<br />

yaşamayı planlıyor. Muhtemelen, ciddi bir sorunla karşılaştığında, hiç riske<br />

girmeden, Tayyip Erdoğan ailesini de alıp yurt dışına kaçacak. Tayyip<br />

Erdoğan’ın suçlarına ortak olan kişiler ise kaçmaya fırsat bulamayacak,<br />

yargılanarak hapse girecekler gibi görünüyor. Devlet yetkililerimizin bunu<br />

göz önünde bulundurarak, Tayyip Erdoğan ve ailesini kaçırmamaya dikkat<br />

etmelerini rica ediyorum.<br />

Tayyip Erdoğan inecek ve suç işleyen herkes yargılanacak, cezasını<br />

çekecek. Bu kesin. Bunun ne kadar zaman alacağı, Erdoğan’ın ülkeye ne<br />

kadar zarar verdikten sonra ineceği belli değil. Bu, önümüzdeki seçimin<br />

[73]


sonucuna oldukça bağlı. Şu anda, AKP’nin içerisinde huzursuz, rahatsız<br />

durumda olan çok insan var. Karşılarında gözü dönmüş bir başbakan<br />

olduğu için, ayrılma gibi büyük bir adım atmaya cesaret edemiyorlar.<br />

Bu seçim, yerel yönetimin seçimi değil, bir partinin seçimi de değil.<br />

Bu seçim, her şeyden önce Tayyip Erdoğan’ın güvenoyu seçimidir. Bu<br />

seçimin sonucu, milletimizin birçok suçu ortaya çıkmış Tayyip Erdoğan’ı<br />

destekleyip, desteklemediğinin resmi bir ilanı olacaktır. Şu anda önümüzde<br />

iki ihtimal var.<br />

Erdoğan seçimden %40’ın çok altında alırsa, millet artık Erdoğan’ın<br />

arkasında değil demektir. Bu durumda, Erdoğan AKP içindeki desteğini<br />

ve meclisteki çoğunluğunu kaybeder, büyük ihtimalle ya erken seçime<br />

gidilmesi sonucunda veya Erdoğan’a yüce divan yolunun açılmasıyla<br />

hükümet düşer, ya da bir sonraki genel seçime kadar Erdoğan tamamen<br />

biter. Sonuçta, Tayyip Erdoğan ve suç işlemiş kişiler cezasını çeker. Hukuk<br />

işlemeye başlar, ülkemiz tekrar huzura, istikrara kavuşur. Bu iyi senaryo.<br />

Kötüsüne gelelim...<br />

Bu seçimden Tayyip Erdoğan’ın yüksek oy alması demek, mesela<br />

%40’in çok üzerinde alması demek; ne yaparsa yapsın, millet<br />

umursamayacak, her halükarda arkasında olacak demektir. Bu da<br />

Erdoğan’a, düşman gördüğü Gülen cemaati gibi gurupları ezmek için,<br />

benim gibi ülkesini korumak için karşısına çıkanları yok etmek için cesaret<br />

verecek. Bu durumda kendisine muhalif birçok kişiyi, yok paralelci, yok<br />

cemaatçi deyip, bir yolunu bulup hapse atacak, belki bazılarını MİT’e veya<br />

MİT’in taşeron örgütlerine, katillerine öldürtecektir de. Tayyip Erdoğan,<br />

yeni bir partinin karşısına çıkmasıyla veya halkın isyanı sonucunda eninde<br />

sonunda indirilir. Ama bu durumda, büyük zulümler yaptıktan sonra,<br />

ülkemize büyük zararlar verdikten sonra indirilmiş olur.<br />

%40 civarındaki bir oy oranında, durum iki tarafa da kayabilir. Tayyip<br />

Erdoğan’ın, kimsenin kılına zarar gelmeden ve ülkeye daha fazla zarar<br />

vermeden indirilebilmesi için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor.<br />

[74]


Ben böyle bir kitap yayınlayarak, kendini kurtarmak için her şeyi<br />

yapabilecek, gözü dönmüş bir adamın karşısına çıkıyorum. Tayyip<br />

Erdoğan’ın seçimden yüksek oy aldığında, muhtemelen hapse atarak veya<br />

MİT tarafından kaldırtılarak ilk susturacağı kişilerden birisi olacağım. Bu<br />

sorun değil benim için. Böyle bir davada ölmek, ülkemi bir zalime karşı<br />

savunurken ölmek, benim için şereftir. Benim korktuğum ölmek veya<br />

hapse atılmak değil, masum insanlara ve ülkeme zarar verilecek olması.<br />

Ülkemizin zor durumda olduğu bu günlerde herkesten de aynı özveriyi<br />

bekliyorum açıkçası...<br />

Bazen seçimler için, “ama kime vereceğiz ki?” sözünü duyuyorum.<br />

Bu beni kahrediyor. Ülkenin başında, milletin kendisine olan sevgisini,<br />

desteğini, güvenini kullanarak, ülkeyi yönetmek için kendisine verilen<br />

yetkiyi, kendisini ve yakınlarını zengin etmek için kullandığı ortaya çıkmış<br />

birisi var. Suçları ortaya çıktıktan sonra kendisini kurtarabilmek için<br />

masum insanları zulmetmeyi, müslüman kanı dökmeyi, ülkeyi ateşe atmayı<br />

göz almış birisi var. Bunları yapacağını açık açık söyleyen birisi var. Şu<br />

anda, ülkenin başına kim gelirse gelsin, ülkeye bu kadar zarar veremez.<br />

Yerine, sokaktaki herhangi birisi konulsa bile, bu durumdan bin kat daha<br />

iyidir. Böyle bir durumda, nasıl “ama kime vereceğiz ki?” denilebilir ki?<br />

Kime verildiğinin hiç bir önemi yok. Hangi partinin ne kadar oy aldığının<br />

hiçbir önemi yok. Şu anda önemli olan tek şey, Tayyip Erdoğan’ın<br />

arkasındaki halk desteğinin çekilmesi.<br />

Başbakan olarak kimin geleceği sorusu da yersiz. Muhakkak ki, ihtiyaç<br />

durumunda, bu yüce millet Erdoğan’dan çok daha iyi liderler çıkarabilir.<br />

Şu anda bulunduğumuz durum itibariyle ise, sokaktan geçen herhangi bir<br />

kimsenin ülkenin başına geçirilmesi bile, suçları ortaya çıktıktan sonra<br />

kendisini kurtarmak için ülkeyi ateşe atan birisinin ülkenin başında<br />

kalmasından çok daha iyi bir tercihtir.<br />

Tayyip Erdoğan’ın ülkemize daha fazla zarar vermeden<br />

indirilebilmesi için bu seçimden düşük oy alması büyük önem arz<br />

etmektedir. Bu ülkeye değer veren herkesin, elindeki imkanlar dahilinde<br />

bunu sağlamak için mücadele etmesi gerekir. Herkesin, canla başla çalışıp,<br />

tanıdık, tanımadık herkese gerçekleri anlatması gerekiyor.<br />

[75]


“YÜZDE 50” oy almak…/ Ahmet Hakan<br />

Bütün hesabı, bütün stratejisi, bütün taktiği, bütün çabası, bütün enerjisi bunun<br />

için.<br />

Alacak yüzde 50’yi… Ve başlayacak makineli tüfekle taramaya…<br />

- Cemaat’i tarayacak.<br />

- CHP’yi tarayacak, MHP’yi tarayacak, hatta BDP’yi tarayacak.<br />

- Amerika’yı tarayacak.<br />

- Ateistleri tarayacak.<br />

- TÜSİAD’ı tarayacak.<br />

- İzmir’i tarayacak.<br />

- AB’yi tarayacak.<br />

- Kalan son gazetecileri tarayacak.<br />

- Sosyal medyada aklına eseni yazan çoluk çocuğu tarayacak.<br />

- TUSKON’u tarayacak.<br />

- ODTÜ’yü tarayacak.<br />

- Tribünleri tarayacak.<br />

- İtaatsizleri tarayacak…<br />

Ah bir yüzde 50’yi kapabilse…<br />

- İnadına Reza’nın heykelini dikecek.<br />

- İnadına trilyona “üç beş kuruş” diyen Bakan oğlunu danışman yapacak.<br />

- İnadına bakanlarının tümüne yeni ve pahalı saatler armağan ettirecek.<br />

- İnadına Ebru Gündeş’i “milli irade sanatçısı” ilan edecek.<br />

- İnadına “o telefon kaydı montaj falan değil ulan, var mı diyeceğiniz” diye<br />

haykıracak.<br />

Bir alsa o yüzde 50’yi…<br />

- Kıracak kalemleri, uçuracak kelleleri.<br />

- Yasaklayacak “yolsuzluk” sözcüğünü.<br />

- Kendisine sadece “10 milyon dolarcık” gönderme cüretinde bulunan o<br />

madrabaza haddini bildirecek.<br />

- Defteri olan herkesin üzerine salacak vergi müfettişlerini.<br />

Yüzde 50’yi bir alsa…<br />

Biliyor ne yapacağını. Taramalıyla tarayacak ortalığı… Kelepçeleyecek bilekleri…<br />

Zindanlara koyacak herkesi… Acıtacak bütün canları… Dikecek bütün ocaklara<br />

incir ağaçlarını…<br />

Öyle şeyler yapacak ki… Bir daha bu topraklarda sözünün üstüne söz söylemeye<br />

kimse cüret edemeyecek.<br />

[76]

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!