You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
“<br />
[1]
İNDEKS:<br />
Efsanenin Sonu<br />
Kurtuluş Planı<br />
Dünyaya Rezil Olduk<br />
Erdoğan’ın Tutarsızlıkları<br />
Operasyonun Arkasında Kim Var?<br />
Büyük Ekonomik Krize Doğru<br />
Adı Dış Borç Olmayan Dış Borç<br />
Hakkınızı Helal Ediyor musunuz?<br />
Türkiye’nin En Zengini Kim?<br />
En Büyük Medya Patronu<br />
Kendisini mi, Ülkesini mi Düşünüyor?<br />
Ülke Kaybetti, Erdoğan Kazandı<br />
Erdoğan-Polat Benzerliği Tesadüf mü?<br />
Neden Bizimkiler Hep Sahtekar Oluyor?<br />
Ülkede Kan Dökülebilir<br />
Özgürlüklerin Sonu<br />
Diktatörlüğe Marş, Marş<br />
Tayyip İstihbarat Teşkilatı<br />
30 Mart Sonrası<br />
Başbakan mı Acaba?<br />
Hapistekiler Neden Hapiste?<br />
Erdoğan’ın AKP’ye İhaneti<br />
Erdoğan’ın Planını Bozmak<br />
[2]
“Yakın tarihimizin en tehlikeli döneminde bulunuyoruz. Seçimle gelmiş<br />
bir Başbakan, suçları ortaya çıktıktan sonra, anayasal yetki sınırlarını<br />
aşarak, kendisinin yargılanma sürecini engelledi, ülkenin yönetimine el<br />
koydu ve adım adım ülkeyi bir rejim değişikliğine götürüyor…<br />
Ülkemizin, girmek üzere olduğu kaos ve baskı ortamından kurtarılıp,<br />
tekrar özgürleşme ve ilerleme sürecine dönülebilmesi için, herkesin<br />
üzerine sorumluluk alması gerekiyor. Ben de, ülkemiz üzerinde oynanan<br />
bazı iç ve dış oyunları deşifre edeceğim kitaplar yazarak, üzerime düşen<br />
görevi yerine getirmeye çalışacağım.<br />
Bunlardan ilki olan, “Erdoğan’ın Planını <strong>Bozacak</strong> <strong>Kitap</strong>”da, Tayyip<br />
Erdoğan’ın kurtuluş planını ve bunun nasıl bozulacağı anlatacağım.<br />
Hemen ardından gelecek ikinci kitabımda, bölgemizdeki güç dengelerini,<br />
dış güçlerin ülkemiz üzerindeki hesaplarını ve Tayyip Erdoğan’ın bu<br />
güçlerle olan ilişkilerini ortaya koyacağım.<br />
Gerçeklerin öğrenilmesi Tayyip Erdoğan’ın tüm planlarını<br />
bozacaktır. Bu gerçeklerin insanlara ulaştırılmasında “Erdoğan’ın Planını<br />
<strong>Bozacak</strong> <strong>Kitap</strong>”ının da faydasının olmasını ümit ediyorum…”, Ali Ant.<br />
[3]
EFSANENİN SONU<br />
Siyasetle ilgili düşüncemi birkaç cümleyle de olsa özetleyerek<br />
başlamanın uygun olacağı kanaatindeyim. Bir ülkenin gelişiminin eğitime<br />
verilen öneme, insana yapılan yatırıma; ülkenin refahının ise hak ve<br />
özgürlüklerin sağlanmasına, hukukun gerektiği gibi işlemesine bağlı<br />
olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kim, kişisel hak ve özgürlükleri<br />
arttırma ve eğitimi geliştirme adına bir şeyler yapıyorsa onun arkasındayım;<br />
kim de bu gereksinimlerin aksine bir şeyler yapıyorsa onun karşısındayım.<br />
İki binlere geldiğimizde, Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP,<br />
ülkenin demokrasi, hak ve özgürlük beklentilerini yerine getirme vaadiyle<br />
ülkenin başına geldi. Hükümetin, ülkedeki diğer bazı gruplarla, liberallerle,<br />
bazı cemaatlerle, bazı milliyetçi ve solcu gruplarla beraber çalışması<br />
sonucunda, demokratikleşme ve hak ve özgürlükler adına önemi adımlar<br />
atıldı. Hükümetler üzerinde büyük güce sahip olan ordunun ülke yönetimi<br />
üzerindeki etkisi azaltıldı. 2010 Referandumu sonucunda, anayasanın bazı<br />
maddelerinde değişiklik yapılması bir kırılma noktasıydı. Üst yargının, bir<br />
grubun kendi aralarındaki karar veya hükümetin doğrudan atamasıyla<br />
değil, hâkim ve savcıların seçimleriyle oluşturulmasının uygulamaya<br />
koyulmasıyla, yargının özgürleşmesi ve hukukun işlemesi sağlandı.<br />
Bu Türkiye için tarihi bir adımdı. O güne kadar hükümetler iç veya<br />
dış devlet politikası oluşturamıyorlardı. Ne yapacakları kendilerine<br />
MGK’da tebliğ ediliyordu. İlk defa bir hükümet, Anayasa mahkemesi<br />
tarafından kapatılma riski veya ordu tarafından tehditle, muhtırayla,<br />
darbeyle müdahale edilme riski olmadan ülkeyi yönetebilme imkanı<br />
bulmuştu. Tayyip Erdoğan’ın önünde artık kendisini engelleyebilecek<br />
hiçbir şey kalmamıştı. Bu özgürlüğü ve halkın desteğini, ülkenin kalkınması<br />
için kullanabilirdi. Ama bunu yapmadı.<br />
[4]
Tayyip Erdoğan ülkeyi kalkındırmak yerine, ülkeye hizmet etme<br />
yerine, maalesef ülkeye sahip olma çabasına girdi. Ergenekoncuların<br />
tasfiyesi sonrasında ülkedeki güç dengelerinde oluşan boşluğu doldurma,<br />
tek güç olma yoluna gitti. Fırsattan istifade ederek tek adam olma,<br />
çevresinde zengin bir sınıf oluşturarak medyayı ele geçirme, kendisine<br />
rakip gördüğü tüm güçleri ezme, ülkeye hükmetme yoluna girdi...<br />
Ülkelerin kalkınma süreçleri üzerine çalışma yapmış biri olarak şunu<br />
ifade etmeliyim ki, AKP’nin son dönemlerini de kapsayan son üç sene<br />
içerisinde Türkiye hemen hemen her alanda kötüye gitmiştir. Eğitimde<br />
ciddi reformlar yapılmadan, insana yatırım yapılmadan, tablet dağıtarak,<br />
dershane kapatılarak ülke kalkınmaz. Oy toplamaya yönelik, göz boyamaya<br />
yönelik göstermelik projelerle ülke gelişmez. Örneğin, Japonlardan alınan<br />
borç parayla yine Japonlara Marmaray yaptırıldı. “Dünya lideri” başbakanı<br />
çıktı, “asrın projesi”ni yaptık dedi. Alakası yok tabi ki. Marmaray’dan çok<br />
daha büyük, İngiltere’de, Japonya’da, Avustralya’da, Çin’de, Norveç’te bir<br />
sürü sualtı tüneli mevcut. Yapılan proje dünyanın en büyük tüneli olsaydı<br />
bile yabancılara tünel yaptırarak ülkenin kalkınacağının düşünülmesi değil<br />
bir liderin, sıradan bir vatandaşın bile aklına yatmayacak bir şey olsa gerek.<br />
Bu istikamette gidildiği sürece, ülkenin kalkınmasını beklemek de<br />
hayalperestlik olur.<br />
Sonuçta, 2011’de başlayan AKP’nin son dönemi, ilk iki döneme<br />
benzemedi. İlk iki dönemde başlatılan demokratikleşme hareketi hız kesti<br />
ve geriye dönüş başladı. Tayyip Erdoğan son dönemde, ülkeye hizmet<br />
etme değil, ülkeye hükmetme derdine düştü. İlk iki dönemde elde ettiği<br />
güveni kullanarak, ülkesine değil, kendisine ve yakınlarına çalışmaya<br />
başladı. Bu döneme gerileme veya yeme dönemi de diyebilirsiniz…<br />
Yazık oldu doğrusu. Tayyip Erdoğan’ın ciddi bir entelektüel derinliği<br />
yok; Abdülhamid gibi, Atatürk gibi, Özal gibi vizyoner bir lider değil belki<br />
ama kendisine göre bazı becerilere sahip; iyi bir konuşmacı, iyi bir hatip,<br />
liderlik vasıfları yüksek bir siyasetçi, insanları etkileyebiliyor. Eğer bu<br />
becerilerini doğru yönde kullansaydı, ülkeye büyük hizmetleri olabilirdi.<br />
Türkiye’nin kalbine girebilirdi. Adını Türk Tarihi’ne yazdırabilirdi.<br />
[5]
Ama maalesef koca bir milletin sevgisi ona yetmedi. Ülkeyi bıraktı,<br />
kendine çalışmaya başladı. Çok küçük, çok basit hesaplara girdi. Yaptığı<br />
yolsuzlukların bir kısmının ortaya çıktığı son birkaç aydır da, kendi suçunu<br />
örtmek için başkalarını suçlayacak kadar, kendisini kurtarabilmek için tüm<br />
Türkiye’yi ateşe atmaya kalkacak kadar düştü. Şu anda, Tayyip Erdoğan<br />
ortalığı karıştırıp, duruyor. Ama sular durulunca her şey ortaya çıkacak.<br />
Tayyip Erdoğan’ın ismi, artık tarihe büyük bir kahraman olarak değil<br />
vatanına milletine ülkesine ihanet etmiş bir siyasetçi olarak geçecek…<br />
AKP’nin fiili olağanüstü hal yönetimi Türkiye’de bir ilk /<br />
Ahmet İnsel<br />
Türkiye tarihinde yakın veya uzak geçmişte ortaya atılmış yolsuzluk<br />
iddiaları veya yargılanan yolsuzluklara nazaran şimdi karşı karşıya<br />
olduğumuz manzara bir ilktir.<br />
Hem yolsuzlukların boyutu ve örgütlenme ağının yaygınlığı açısından,<br />
hem ortaya dökülen suç karinelerinin kapsamı ve mahiyeti itibarıyla bu<br />
böyledir.<br />
Söz konusu iddiaların merkezinde yer alan iktidar partisinin ve<br />
hükümetin başının bu iddialara “Kuş uçurtmayacağız!” diyerek yanıt<br />
vermesi de, fiili olağanüstü hal yönetimi uygulamaya başlaması da<br />
ülkemizin kısıtlı demokrasi tarihinde bile bir ilktir…<br />
Bu, tüm demokratik kurumları lağveden bir darbe hükümetinin sadece<br />
cüret edebileceği bir tavırdır.<br />
Başbakan’ın artık geldiği noktada kendini ve çevresini savunmak için<br />
ortalığı yangın yerine çevirmekten başka çaresi kalmamışa benziyor.<br />
[6]
KURTULUŞ PLANI<br />
Yolsuzluklar ortaya çıkmadan sekiz ay önce Başbakana gönderilmiş<br />
bir MİT raporu ortaya çıktı. Bu raporda, Başbakan’a yolsuzluklar hakkında<br />
bilgi veriliyordu. Yalnız medya raporda yazılanlara yeterince dikkat etmedi<br />
bence. MİT raporu, Başbakana sadece yolsuzlukları bildirmiyordu. MİT,<br />
Başbakanı yolsuzlukların fark edilmesi durumuna karşı hazırlıklı olması<br />
için de uyarıyordu. Burası çok önemli bir nokta.<br />
Kendinizi Tayyip Erdoğan’ın yerine koyun. Zamanında kendinize<br />
fazla güvenmişiniz, işin ucunu sıkı tutmamışınız, devletin imkânlarını<br />
kendi çıkarlarınız için kullanmışınız, yakınlarınızla birlikte bir sürü illegal<br />
işe girmişiniz. Bunların bir kısmı öğrenilmiş ve bazı savcılar tarafından<br />
araştırılıyor. Bu davalar mahkemeye verildiğinde cumhuriyet tarihinin en<br />
büyük yolsuzlukları ortaya çıkacak; eşiniz, çocuklarınız, akrabalarınız,<br />
arkadaşlarınız hapse girecek, siz de yüce divanda yargılandıktan sonra<br />
ömrünüzün sonuna kadar hapis yatacaksınız. Bu durumda ne yapardınız?<br />
Bunu biraz düşünün…<br />
[7]
Hapisten kurtulmanın yolu hukuku kendinize bağlayarak, devletin<br />
tüm gücünü elinizde toplayarak dokunulmaz olmaktır. Bunun için de<br />
büyük bir tehdide ihtiyacınız var. İnandırıcı olabilecek bir tehdidi ben<br />
söyleyeyim, A.B.D. ve Gülen Cemaati. Daha iyi bir seçenek aklınıza geliyor<br />
mu? “Ülkemiz tehlike altında, devleti ele geçirdiler, bizim de onlarla<br />
savaşmak için hukuku bir süreliğine rafa kaldırmamız ve devleti yeniden<br />
yapılandırmamız gerekecek” diyebileceğiniz başka bir tehdit aklınıza<br />
geliyor mu?<br />
Olayın bir diğer tarafı, Tayyip Erdoğan’ın demokratikleşme sürecini<br />
bırakıp tüm gücü kendisinde toplama yoluna girdiği ve açıktan<br />
yolsuzlukların yapılmaya başladığı son dönemde, liberallerle ve Gülen<br />
Cemaati’yle arası iyice açılmıştı. Tayyip Erdoğan uzun süredir Gülen<br />
Cemaati’ni kendisi için en büyük tehdit olarak görüyordu. Yolsuzlukların<br />
ortaya çıkmasından sonra cemaat suçlanacak, devletin gücüyle cemaate<br />
saldırılacak, cemaat yok edilecek ve Tayyip Erdoğan için bir endişe kaynağı<br />
olmaktan çıkacaktı. Böylece, hem yolsuzluk iddiaları savuşturulmuş, hem<br />
de kendisi için en büyük tehdit bertaraf edilmiş olacaktı. Bir taşla iki kuş.<br />
[8]
Nitekim 17 Aralık’ta büyük yolsuzluk skandalları ortaya çıkınca,<br />
Tayyip Erdoğan, “bana operasyon yapılıyor” diyerek kendini kurtarma<br />
operasyonunu başlatmış oldu. Gezi olayında olduğu gibi ilk başta dış<br />
güçleri, özellikle de A.B.D.’yi işaret etti. A.B.D.’nin, Türkiye’nin İran’a<br />
yardımcı olmasından rahatsız olduğu için böyle bir operasyona girdiği iddia<br />
edildi. Erdoğan, A.B.D.’nin sert tepkisinden sonra bir daha A.B.D.’yi<br />
ağzına almadı, sadece cemaate yüklendi. Ortaya çıkan tüm yolsuzlukları,<br />
dershane kapatma hamlesinden dolayı kendisine kızan cemaatin uydurması<br />
olduğunu iddia etti. Daha sonra da devletin gücünü kullanarak cemaat ile<br />
tek taraflı bir kavga başlattı. Sonrasında cemaati büyük bir tehdit olarak<br />
göstererek, cemaati bahane ederek, devletteki önemli kadrolardaki<br />
muhaliflerini tasfiye etti, dokunulmazlığı için gerekli tüm yasaları bu<br />
bahaneyle meclisten çıkardı.<br />
Bugün tüm Türkiye Tayyip Erdoğan’ın yaptığı yolsuzlukları, her biri<br />
ayrı bir skandal olan telefon görüşmelerini ve hala bu ülkenin başında nasıl<br />
durabiliyor olduğunu değil de cemaati konuşuyorsa, bütün bu süreç<br />
cemaat-akp kavgası olarak değerlendiriliyorsa, Tayyip Erdoğan’ın algı<br />
yönetiminde başarılı olmuş olduğunu söyleyebiliriz.<br />
[9]
Cemaat’i Niçin mi Eleştirmiyorum?/ Cengiz Çandar<br />
17 Aralık ile birlikte, 'cemaat’i eleştirmeye girişmek demek, Tayyip<br />
Erdoğan’ın ‘paralel devlet’ iddiasını meşrulaştırmak anlamına gelir. 17<br />
Aralık’ın ortaya çıkarttığı ve tapelerle ortaya saçılan gerçekleri bir yana<br />
bırakıp, Tayyip Erdoğan’ın kendisine karşı bir ‘darbe girişimi’nin söz<br />
konusu olduğu iddiasında haklı olduğunu göstermeye yarar…<br />
Bunu yaptığım anda, Tayyip Erdoğan’ın propaganda makinesinin bir<br />
dişlisi haline gelmeyi kabul etmiş olurum. Tayyip Erdoğan orkestra şefi<br />
olacak, elime bir flüt tutuşturacak ama nota vermeyecek, 'benim elimdeki<br />
değneğe göre flütü öttür' diyecek. Yapılmak istenen budur. Ben de bunu<br />
yapmadım, yapamam, yapmayacağım."…<br />
Mücahit Bilici, 'Erdoğan-Cemaat Mekaniği'ni çarpıcı biçimde tahlil eden<br />
'Yeni İç Düşman' başlıklı yazısına şöyle giriş yapmış:<br />
"…Yolsuzluk iddiaları karşısında dökülen bir iktidar, çareyi siyasetin<br />
kadim kutuplaştırma tekniğinde bulmuş. Partinin siyasi muhalifi olan<br />
Gülen Cemaati 'iç düşman' ilan edilmiş bulunuyor. Neden hem iç hem de<br />
dış düşman sayılmıyor sorusu lüzumsuzdur: Çünkü bütün iç düşmanlar<br />
dış düşmanların uzantısı olmak zorundadır."<br />
Bilici, 'cemaat’e sempatisi olmayan bir düşünce adamı. Nitekim, şu<br />
satırları onun 'cemaat’e olan mesafesini ortaya koyuyor ama 'esası' da<br />
kaçırmıyor:<br />
"Evet, cemaat iyi bir dayağı hak ediyordu. Hatta bu kadar insanın nefreti<br />
cemaat için bir ceza olarak yeter. Ama cemaati gözden düşürmek için bu<br />
kadar sığ yalan ve kullanışlı iftiraya bütün toplumu maruz bırakmak biraz<br />
ayıp olmuyor mu?...<br />
Yolsuzluk iddia-haberini itibarsızlaştırmak için sana siyaseten düşman<br />
kesilmiş olan dindar kardeşini, sana değil dine düşman bir vatan haini<br />
gösterip tekfir etmenin neresi insanca ve İslam’ca?"<br />
[10]
DÜNYAYA REZİL OLDUK<br />
Yolsuzlukların ortaya çıkmasından sonra, Erdoğan yolsuzluğun<br />
olmadığını, yolsuzluk davasının hükümeti yıkmak için uydurulduğunu<br />
iddia etti. Fakat, yolsuzluk davası ortaya atılmadan iki ay önce yolsuzluk<br />
ortaya çıkmıştı zaten. Hem de Başbakana en yakın gazete olan Yeni<br />
Şafak’ta manşetten turk-leaks adı altında açıklanmıştı. Cumhuriyet<br />
tarihinin en büyük para transferi yolsuzluğunun ortaya çıktığının ifade<br />
edildiği haberde, yolsuzluğun uluslararası boyutundan, İran ile<br />
bağlantısından bahsediliyordu. Daha sonra, yolsuzlukların merkez ismi<br />
olarak yakalan Reza Zerrab, bu haberin yayınlanmaması için kendisinden<br />
1 milyon dolar rüşvet istenildiğini söyledi. Zerrab, haberin yayınlanmasını<br />
engelleyemese de, isminin yayınlanmasını engelleyebilmiştir.<br />
[11]
Tayyip Erdoğan, Reza Zerrab’a kefil olup, tanırım, hayır işleri yapan<br />
iyi birisidir demişti. Fakat, bizdeki yolsuzlukların ortaya çıkmasından<br />
sonra, Reza Zerrab’ın İran’daki patronu Babek Zencani de tutuklandı. İran<br />
hükümeti, Erdoğan gibi ne Zencani’ye kefil oldu, ne de yargıyı engelleyip,<br />
sanıkları bıraktı. Bugün, İran’da yolsuzlukla ilgili yargı süreci son hız devam<br />
ediyor. Eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yardımcısına da soruşturma<br />
açıldı. Süreç Ahmedinejad’a doğru gidiyor. Zencani konuşacak gibi<br />
görünüyor. İran’da davaya bakan savcı, büyük kısmı Türkiye-İran arasında<br />
gerçekleşen yolsuzlukların şimdiye kadar görülmemiş boyutlara ulaşmış<br />
olduğunu açıkladı. Türkiye başbakanının ve bakanlarının ve İran devlet<br />
yöneticilerinin bulaşmış olduğu uluslararası yolsuzluk skandalı için<br />
önümüzdeki günlerde uluslararası mahkemelerin devreye girmesi söz<br />
konusu.<br />
Burada önemli bir nokta, İran hükümetinin, Türkiye gibi yargıya<br />
müdahale edip, yolsuzlukları örtmeye kalkışmamış olması. Türkiye’nin<br />
adalette ve özgürlüklerde, bırakın Batı devletlerini, İran’ın bile çok<br />
gerisinde bir tavır sergilemesi. Maalesef, ülke yöneticilerimiz İran’lı<br />
işadamları tarafından satın alınmış olduğundan, büyük yolsuzluklara<br />
karışmış olduklarından ve yargı sürecini engellediklerinden dolayı; tüm<br />
dünyaya karşı rezil olduk.<br />
Tüm bunların yanında, Başbakanımız Tayyip Erdoğan müslüman<br />
lider imajıyla dünyaya kendini tanıtıp, sonra büyük yolsuzluklara girişerek,<br />
ülkemizin onuru yanında İslam’ın ismini de lekelemiştir. Dünyaya,<br />
Türklerin Başbakanı bile hırsızmış, müslümanlar da yönetime gelince<br />
çalışıyormuş dedirtti. Erdoğan’ın Amerikan başkanıyla yaptığı görüşme<br />
hakkında basına yalan açıklama da bulunması da ayrı bir skandal oldu.<br />
Amerikan başkanı tarafından yalanlanan ilk başbakan olarak tarihe geçti.<br />
[12]
Süddeutsche Zeitung: İslamcılar da çalıyormuş<br />
Mısır'da genel bir kanıya göre diğer tüm partilerin siyasetçileri hırsızlık yaparken<br />
Müslüman Kardeşler uzun süre dürüst olarak görüldü. Ancak belki de İslamcı<br />
siyasetçiler iktidarın imkan ve cazibesine sahip olmadığı için böyleydi. Türkiye´de<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan etrafında görülen yolsuzluk skandalı, İslamcı<br />
siyasetçilerin de bu konudaki masumiyetinin bitişi anlamına gelebilir.<br />
Die Welt: Ya Erdoğan kaybedecek, ya da Türk demokrasisi<br />
Yolsuzluk Erdoğan´ın kendisine ulaştığı için diktatörce davranıyor, hukuk<br />
devletini devre dışı bırakmaya çalışıyor. Türkiye´nin önünde iki ihtimal var: Ya<br />
Erdoğan önümüzdeki yıl gücünün bir kısmını, bir sonraki yıl da belki tamamını<br />
kaybedecek, ki bu durumda Erdoğan hapse girebilir; ya da Türkiye zaten zayıf<br />
olan demokrasisinin önemli bir kısmını ve böylece her şeyini kaybedecek.<br />
Hamburger Morgenpost: Erdoğan ailesi nasıl bu kadar zengin oldu?<br />
Yoksul şartlardan gelen Erdoğan ailesi çok büyük bir zenginliğe sahip. O kadar<br />
zengin ki, ister istemez bazı sorular ortaya çıkıyor: Erdoğan´ın oğlu Bilal<br />
Erdoğan amcası Mustafa Erdoğan ile birlikte nasıl gemicilik şirketine sahip<br />
oluyor? Oğlu Burak nasıl altı tane konteynir gemisine sahip oluyor? Savcı<br />
Muammer Akkaş bu soruları sorduğunda durduruldu.<br />
Frankfurter Neue Presse: Türkiye artık model ülke değil<br />
Üç sene önce Arap Baharı başladığında Türkiye birçok ülke için örnek gibi<br />
görünüyordu. Türkiye İslam ve demokrasinin bağdaşacağına örnek<br />
gösteriliyordu. Ancak bu umutlar tükendi. Arap Baharı durdu, Türkiye de örnek<br />
olma rolüne uygun davranmıyor.<br />
[13]
Aha! İran da komplocu oldu / Ahmet Hakan<br />
Reza Zarrab tutuklandığında...<br />
“Bu işin arkasında Amerika var... Türkiye’nin İran’a yardımcı olmasından<br />
rahatsız olan Amerika düğmeye bastı... Hedef: İran...” diyorlardı.<br />
Fakat ne oldu? Şu oldu:<br />
Reza Zarrab’ın İran ayağını temsil eden Babek Zencani denilen adamı da<br />
İran tutuklayıp hapse attı...<br />
Kısacası... Ballandırılarak anlatılan bir büyük komplo, üzerinden bir hafta<br />
bile geçmeden çöküverdi.<br />
Olup bitenleri... “Amerika, İngiltere ve İsrail’in merkezde, Fransa ve<br />
Almanya’nın kenarda, Vatikan’ın da ucunda olduğu bir komplo” diye<br />
izah eden Abdurrahman Dilipak’a sesleniyorum: Ne dersin abi? İran’ı da<br />
katalım mı bu işe?<br />
Hakaret Yalan İftira`nın Küresel Aktörü Erdoğan / Halid Şener<br />
Türkiye 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından bu güne<br />
Erdoğan`ın cinnet haliyle saçtığı nefret tohumlarına şahit oldu oluyor ve<br />
olacak. Elinde tek sermayesi yalan, iftira, hakaret, küfür ve nefretle milleti<br />
kamplara bölme kaldı. Bu silahı medya eliyle dünya tarihinde hiçbir<br />
ülkede görülmemiş şekilde insafsızca kullanıyor. Öyle zannediyorum ki<br />
bırakın Türkiye`yi ve Osmanlı`yı dünya kurulduğu günden bu güne hiçbir<br />
devlet adamı ve Başkanının ağzına almadığı hakaret ve küfürleri savurdu.<br />
Bu manada rekor kırdığını düşünüyorum. Yine kendi halkının aile<br />
fertlerini, eşleri, kardeşleri, akrabaları, dostları, birbirine düşüren ilk ve<br />
tek Başbakan olarak tarihe geçti. Aynı zamanda bu çapta bir yolsuzluk ve<br />
hırsızlık ile dünyada gündeme gelmiş bir devlet Başkanı da yoktur.<br />
[14]
ERDOĞAN’IN TUTARSIZLIKLARI<br />
Bugüne kadar, Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluklar karşısında çok ilginç<br />
açıklamaları oldu. Benim favorim; yaptığı yolsuzlukların suç olmadığını<br />
ispatlamak için, anayasayla, kanunlarla açıkça belirtilmiş yolsuzluk tanımını<br />
değiştirdi, “Yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım: Devletin kasası soyuluyor<br />
mu, soyulmuyor mu?” dedi. Yani Erdoğan’a göre, gidip merkez bankasının<br />
kasasını soymuyorsanız, ne yaparsanız yapın, yolsuzluk<br />
yapmıyorsunuzdur. İşlerinizi yaptırmak için Başbakana, Bakanlara ve<br />
çocuklarına rüşvet verebilirsiniz, sorun değil yani…<br />
Telefon görüşmeleri hakkındaki savunması da tam bir fiyaskoydu.<br />
Önce Tayyip Erdoğan’ın telefon görüşmesi yaptığı sırada canlı yayında<br />
olduğu iddia edildi. Fakat telefon görüşmeleri sırasında canlı yayında<br />
olmadığı ortaya çıktı. Daha sonra Erdoğan, kendisine ait ses kayıtlarının<br />
montaj olduğunu iddia etti. Bir ses kaydının montaj olduğu bu konularda<br />
uzmanlığı olan şirketlere kontrol ettirilerek rahatlıkla ispatlanabilirdi.<br />
Başvurulduğunda bu konuda rapor verebilecek birçok şirket olmasına<br />
rağmen, bunun yerine Amerika’lı bir şirket adına sahte rapor hazırlandı.<br />
Sonrasında Amerika’lı şirket kendilerinin böyle bir rapor vermediklerini,<br />
raporun sahte olduğunu açıkladı. TÜBİTAK’tan ses kaydının sahte<br />
olduğuyla ilgili onay istediler. Onlar da vermedi.<br />
[15]
Bütün bunların yanında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının<br />
Emniyet Müdürlüğüne 17 aralık sonrası yapılan dinlemelerin imha<br />
edilmesiyle ilgili resmi talimat verdiği ve TİB’de kayıtlı bilgilerin silinme<br />
talimatı verildiği ortaya çıktı. Hatta 28 Şubat’ta GSM operatörlerinin üst<br />
düzey yöneticileri çağrılarak, istenilen bazı telefonlara ait konum ve trafik<br />
kayıtlarının silinmesi talimatı da verildi. Eğer sesler montaj olsaydı bütün<br />
bu zahmete girilir miydi? Tabi bir de, Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bill Erdoğan<br />
ile evdeki paraları sıfırlamak için daire alınmasını da konuştukları<br />
görüşmeden sonrasında, 27 Aralık’ta Erdoğan ailesi adına alım satım<br />
yapma yetkisi de bulunan aile avukatlarının 14 milyon karşılığında altı adet<br />
lüks daire aldığı ortaya çıktı.<br />
Tayyip Erdoğan, kendisine ait tüm ses kayıtlarını yalanlamıyor.<br />
Bazılarını kabul ediyor, bazılarını kabul etmiyor. Mesela, altyazıları<br />
düzeltmesi için Habertürk’ü aradığını ama bunun sebebinin haberde<br />
kendisine hakaret ediliyor olması olduğunu açıkladı. Tabi daha sonra<br />
haberlerde hiçbir hakaretin olmadığı ortaya çıktı. Bazen de, hangi<br />
görüşmeyi kabul edip, hangisini etmeyeceği konusunda karışıklık oluyor.<br />
Mesela, bir televizyon programında Eski Adalet bakanıyla olan<br />
görüşmesinin gerçek olduğunu söyledi, görüşmelerdeki “alevi hakim”<br />
kısmının eklendiğini, montaj olduğunu açıkladı. Bakanla aralarında böyle<br />
bir konuşma geçmediğini ifade etti. Başka bir televizyon programında ise<br />
Adalet Bakanı, “alevi hakim” dediğini, ama bunun kötü niyetli olmadığını<br />
açıkladı.<br />
En büyük çelişkilerinden birisi de, ses kayıtları çıkınca, bir taraftan<br />
bakın benim kriptolu telefonumu dinlemişler diyerek halka şikayet de<br />
bulundu diğer taraftan da o konuşmaları yapmadım diyor. Savunma<br />
yapılırken ikisi de kullanılmaz. Yani ya her şeyi inkar edeceksin, ya da<br />
yaptım, ama beni dinlemeleri daha büyük suç diyeceksin. İki savunmayı da<br />
yapınca, komik duruma düştü.<br />
[16]
Yolsuzluklar ortaya çıktıktan sonra<br />
Tayip Erdoğan’ın ve emrindeki medyanın<br />
bunun gibi sayısız yalanı ortaya çıktı. Mesela,<br />
başka bir örnek, Erdoğan kendisine hediye<br />
edilen villaların 35 yıldır orada olduğunu<br />
söyledi, Google haritalarından 2 yıl<br />
öncesinde arazinin boş olduğu ortaya çıktı.<br />
Tayyip Erdoğan, bir de makamına<br />
cemaatin böcek koyduğunu, böcekleri<br />
yerleştiren iki kişinin yurtdışına kaçtığını<br />
söyledi. Bu iki kişiden birisinin Türkiye’de<br />
diğerinin, Bakanlık tarafından resmi görevle<br />
yurtdışına gönderildiği ortaya çıktı. Bu sırada<br />
böceklerle ilgili istediği sahte raporları<br />
hazırlamayı reddeden Tübitak Başkan<br />
yardımcısı ve BİGEM yani, Bilişim ve Bilgi<br />
Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma<br />
Merkezi Başkanı, kendisinden böceklerle<br />
ilgili sahte rapor hazırlanmasının talep<br />
edildiğini, bunu hazırlamazsa kovulacağı şeklinde tehdit edildiğini açıkladı.<br />
Hemen ardından kovuldu zaten.<br />
Sonra, savcı Zekeriya Öz’ün iki senede 22 kere yurtdışına çıktığını<br />
iddia etti. Sistemdeki tüm Zekeriya Öz’lerin kayıtlarını topladığı ortaya<br />
çıktı. Lüks kral dairesinde kaldığına dair iddialar da bulunuldu.<br />
Hazırladıkları sahte belgede, unutarak ayları Türkçe yazdıkları ortaya çıktı.<br />
[17]
Bunun gibi daha birçok vaka var. Yine mesela Erdoğan kendisine<br />
Fethullah Gülen’in pazarlık içeren bir mektup gönderdiğini iddia etti,<br />
sonra bir mektubun olduğu ama bu mektubun Fehmi Koru aracılığıyla<br />
Cumhurbaşkanına gönderildiği ve pazarlıkla hiçbir ilgisinin olmadığı<br />
ortaya çıktı. Normalde Erdoğan’ın tarafında olan Fehmi Koru bile<br />
Erdoğan’ın bu iddiasını şaşkınlıkla karşıladı.<br />
Tayyip Erdoğan, bu sırada öyle gülünç hikayeler anlatmaya başladı ki,<br />
kendisinin sonuna kadar yanında olan insanların bile inanması pek<br />
mümkün değil bunlara. Erdoğan, şu ana kadar kendisine faiz lobisi,<br />
uluslararası lobi, medya lobisi, vaiz lobisinin saldırıyor olduğunu iddia<br />
etmişti. En son bu lobilere robot lobisini de ekledi. Robot lobisinin tweet<br />
mesajlarıyla hükümeti devireceğini iddia etti.<br />
Zaten akıl var, mantık var. Yıllardır milletine sayısız yalan söylemiş<br />
bir adamın, cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğunun merkez ismi<br />
olarak hapse girmek üzereyken, kendisini kurtarmaya yönelik olduğu aşikar<br />
olan sözlerine, hangi makul insan inanabilir ki? Ortadaki tüm delillere<br />
rağmen, Erdoğan’ın bütün çelişkilerine rağmen, ben makul hiç kimsenin<br />
Tayyip Erdoğan’ın suçsuz olduğuna, doğru söylediğine inanabileceğini<br />
zannetmiyorum. Ak parti içerisindekiler de dahil olmak üzere, bence<br />
hemen hemen herkes Tayyip Erdoğan’ın suç işlediğini ve yalan söylediğini<br />
biliyor. Sadece bazıları, bu gerçeği açıkça ifade etmek istemiyor.<br />
[18]
OPERASYONUNUN ARKASINDA KİM VAR?<br />
Başbakanın ve yakınlarının da dahil olduğu Cumhuriyet tarihin en<br />
büyük yolsuzlukları ortaya çıkınca, Tayyip Erdoğan yurtdışı mihrakların ve<br />
cemaatin kendisine bazı politik amaçlar doğrultusunda illegal bir darbe<br />
yaptığını, kendisinin yasal olmayan yollardan dinlendiğini, telefon<br />
görüşmelerinin mahrem olduğunu, bu kayıtların kendisine yönelik kara<br />
propaganda yapılmak amacıyla piyasa sunulduğunu iddia etti.<br />
İşin aslı ise, yolsuzluk davası son dönemde Emniyet ve savcıların<br />
ortaklaşa yürüttüğü çok sayıda başarılı operasyondan birisiydi. Yüzde yüz<br />
milli, ihbarlar üzerine başlatılmış, tamamen kuralına göre yürütülmüş,<br />
yüzde yüz hukuki, legal bir operasyondu. Son yıllarda benzeri birçok<br />
operasyonla, uyuşturucu, kadın ticareti, ihaleye fesat, rüşvet, şantaj gibi<br />
suçlar işleyen çok sayıda çete çökertilmiş, çok sayıda suçlu hapse<br />
gönderilmişti. İnternette yayınlanan ses kayıtları illegal, gizlice yapılmış<br />
dinlemeler değildi. Bütün dinlemeler, suç ihtimali üzerine mahkeme<br />
onayıyla yapılmıştı. Tayyip Erdoğan değil, oğlu Bilal Erdoğan gibi<br />
haklarında ciddi suç şüpheleri olan kişiler dinleniyordu. Başbakan ve<br />
bakanların çocukları suç işleyince göz mü yumulacaktı yani. Tabi ki<br />
haklarında suç şüphesi bulunan herkes gibi dinleneceklerdir.<br />
Yapılan dinlemeler ve sonrasında yapılan baskınlar sonucunda<br />
yakalanan paralar, kasalar, belgeler suç şüphesinin haklı olduğunu ve<br />
organize olarak büyük suçlar işlendiğini ortaya çıkardı. Normal şartlar<br />
altında davanın devam edip, haklarında ciddi şüphe bulunan Başbakan ve<br />
bakanların görevinden istifa etmesi veya o kadar onurlu hareket<br />
etmezlerse, meclis tarafından yüce divana sevk edilerek, cumhurbaşkanının<br />
yeni bir hükümeti görevlendirmesi gerekiyordu. Normal prosedür<br />
böyleydi. Fakat, Başbakan büyük bir anayasal suç işlenerek Bakanlarla ilgili<br />
başlatılan davanın yargı sürecine müdahale etti. Kendisinin ve yakınlarının<br />
da şüpheli olarak bulunduğu davayı başlattırmadı bile. Bu sırada, emniyet<br />
müdürleri ve savcılar görevlerinden alındı, dosyalar imha edildi. Ardından<br />
[19]
da büyük bir propaganda harekatı başlatıldı. Tayyip Erdoğan’ın davayı<br />
engelleyebileceğini, delilleri yok edilebileceğini tahmin eden savcılar ve<br />
polisler, akıllıca davranarak, delilleri yedeklemiş, başkalarıyla paylaşmış,<br />
davaya müdahale edilince de bu deliller piyasaya sunuldu.<br />
Bu operasyonun arkasında yurtdışı güçlerin olmadığından eminim.<br />
Gülen cemaatin, bu operasyona destek verdiğini ve ortaya çıkan delillerin<br />
piyasaya sunulmasında aktif rol oynadığını tahmin ediyorum. Eğer bu<br />
tahminim doğruysa, onları suçlamıyorum, tam tersine sonuna kadar<br />
destekliyorum. Benim elimde imkanım olsa, ben de tüm gücümle<br />
operasyona destek verirdim, yargı süreci engellenirse de, bu delillerin<br />
herkese ulaşması için elimden geleni yapardım. Ne yani, adamlar<br />
görevlerini bırakıp, ülkeye hizmet etmeyi bırakıp, tüm milletin parasını<br />
yağmalayacaklar. Bunu görüp de, sesini çıkarmayan, buna göz yuman, bu<br />
suç işleyenlerin üzerine gitmeyen, yemese bile suça ortak olurdu. Ülkesine<br />
ihanet etmiş olurdu.<br />
Tayyip Erdoğan, kendisiyle beraber yola çıkan cemaatin daha sonra<br />
kendilerine ihanet ettiğini söylüyor. O, kendisiyle beraber milletin parasını<br />
yememeyi ihanet kabul ediyor olabilir. Ben, başka konularda eleştiriyor<br />
olabilsem bile, bu noktada cemaate helal olsun diyorum.<br />
Bu arada, Dışişleri bakanı Davutoğlu geçen günlerde bir açıklama<br />
yaptı. Başbakanın kriptolu telefonunun dinlenmesi milli güvenlik<br />
meselesidir, devlet için bir tehdittir, bu yüzden paralel devletin üzerine<br />
gidilmesi gerekir diye. Bir. Evet bir dinlenme var ama Başbakan<br />
dinlenmiyor, hakkında suç duyurusu olan oğlu dinleniyor. Ne yapılsaydı,<br />
başbakanın oğlu suç işlediğinde göz mü yumulsaydı. İkincisi, telefon<br />
görüşmesinden öğrendiğimiz Başbakanın ülkeden milyarlarca dolar<br />
yürütmesi skandal değil de, bunun dinlenmesi skandal öyle mi? Hırsızın<br />
hiç suçu yok, suç hırsızı yakalayanın öyle mi?<br />
Bence, Başbakanın oğlunun dinlenmesi ülke için bir tehdit değildir.<br />
Bugün ülkemiz için en büyük tehdit, ülkesini soymuş olan ve hapse<br />
girmemek için her şeyi yapabilecek olan Başbakanın ta kendisidir...<br />
[20]
BÜYÜK EKONOMİK KRİZE DOĞRU<br />
Ülkemizin büyük bir kısmı Başbakan’ımızın sözlerine inanarak;<br />
“dünya ekonomik krizdeyken bizim ekonomimiz Amerika’ya, Avrupa’ya<br />
göre çok daha iyiydi.” düşüncesine sahip.<br />
Bu tabi ki yanlış. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; Türkiye’nin<br />
Amerika ve Almanya gibi Türkiye ekonomisinin on katı büyüklüğündeki<br />
ülke ekonomileriyle karşılaştırılması akıl karı değil. Başka bir ifadeyle onlar<br />
farklı bir ligde. Türkiye Başbakanı’nın böyle bir karşılaştırma yapması ve<br />
“Onlardan daha iyi durumdayız.” demesi, Kasımpaşa Teknik<br />
Direktörü’nün üst üste üç maç kazandılar diye şampiyonlar ligindeki<br />
Barceleno’dan daha iyi olduklarını iddia etmesi kadar komik kaçıyor.<br />
Türkiye şu anda, Amerika, Almanya, Japonya gibi büyük<br />
ekonomilerle aynı ligde değil. Türkiye, BRICS denilen Brezilya, Rusya,<br />
Hindistan, Çin, Güney Afrika’dan oluşan gelişmekte olan ve gelecek vaat<br />
eden ülkeler arasında da değil. Türkiye, MINT denilen, Meksika,<br />
Endonezya, Nijerya ve Türkiye’den oluşan, BRICS’e göre küçük kalan,<br />
ikinci dereceden büyüme gösteren ekonomilerden birisi. Ve bunların<br />
arasında da, büyük cari açığından dolayı, çok riskli bir ekonomi olarak<br />
kabul ediliyoruz.<br />
Ekonomi iyi, ekonomi iyi diyorlar. Ülkemize para girdiğinde, Tüpraş<br />
gibi, Türk Telekom gibi milyarlarca dolarlık kamu tesislerini satıldığında,<br />
milyarlarca dolarlık borç alındığında, piyasada tabi ki bir süreliğine<br />
canlanma olacaktır. Ama doğru düzgün bir şey üretmeden, satarak, borç<br />
alarak piyasayı canlandırmanın devamlı olmayacağını bilmek için dahi<br />
olmaya gerek yok. Evet, piyasada bugün para var ve her şey bugün hoş<br />
görünüyor. Ama “lale devri”nin sonuna gelmek üzere...<br />
[21]
Bu arada, Dünyada kriz varken, Amerika, Avrupa zor durumdayken<br />
bizim ekonomimiz iyileşti denilmesi de komik. Çünkü zaten global<br />
ekonomik kriz, gelişmekte olan ekonomilere yaradı. Amerika gibi büyük<br />
ekonomilerden çıkan para Türkiye gibi ülkelere girip geçici bir iyileştirme<br />
oluşturdu. Dünyadaki kriz azaldığında, bu sıcak para geri dönecek.<br />
Sonrasında, Türkiye gibi, kırılgan denilen ekonomilerde, bu büyük<br />
ekonomik krize neden olacak.<br />
Nitekim, çok yakın bir zaman içerisinde, muhtemelen sadece birkaç<br />
ay içerisinde, büyük bir ekonomik krize gireceğimiz kesin gibi görünüyor.<br />
Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi, büyük ekonomilerden global kriz<br />
sırasında gelişmekte olan ülkelere giden paranın şu anda geri dönmeye<br />
başlaması. İkincisi, Türkiye’nin kaosa gidiyor olmasının bu para çıkışını<br />
çok hızlandırması.<br />
Şu anda ülkemizdeki paranın önemli kısmı yurtdışı kaynaklı.<br />
Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik iyileşmesinin arkasındaki en önemli<br />
sebep, ülkenin demokratikleşmesi, özgürleşmesi sonucunda ülkenin<br />
kalkınacağı düşünüldüğünden, yurt dışından ülkemize büyük yatırımlar<br />
yapılmış olmasaydı.<br />
Hükümetin yolsuzluk davasındaki tavrı, Türkiye’ye olan güveni çok<br />
sarstı. Başbakan ve yakınlarının da içinde olduğu yolsuzlukların ortaya<br />
çıkmasından sonra, dünya Türkiye’de hükümetin istifa etmesi bekliyordu<br />
Dünyanın herhangi bir ülkesinde böyle bir olay yaşansaydı sonucu<br />
hükümetin istifası olurdu. Hükümet istifa etseydi ve yeni bir hükümet<br />
kurulsaydı, bu kriz kolaylıkla atlatılabilirdi. Ama Başbakanın istifa etmek<br />
yerine, yargının üzerine gitmesi, özgürlüklerin azaltılıp, yargının hükümete<br />
bağlanmaya çalışması, şu anda tüm dünyada şaşkınlıkla izleniyor.<br />
Başbakan, yok dış güçler bize pusu kurdu, yok paralel devlet var bize darbe<br />
yapıyorlar diyerek Türkiye’yi kandırsa da, dünya Türkiye’de ne döndüğünü<br />
gayet iyi biliyor. Türkiye’yi kaosa giden bir ülke olarak görüyor.<br />
[22]
Normalde, en zor durumda bile, güven vermesi, ortamı<br />
sakinleştirmesi gereken ülkenin başbakanının en güçlü savaş nidaları atıyor<br />
olması, TÜSİAD, TUSKOM gibi ticari büyük birliktelikler de dahil olmak<br />
üzere herkesi vatan hainliğiyle suçlaması, büyük çatışmaların olacağından<br />
bahsetmesi, şu anda başta yurtdışından gelen yatırımcılar olmak üzere<br />
herkesi ürküttü. Türkiye’ye yatırım yapmış herkes şu anda batmakta olan<br />
bir ülkeden parasını kurtarmaya çalışıyor.<br />
Dünyadaki ekonomi uzmanları, 2014’de dünyadaki en büyük<br />
ekonomik çöküşün Türkiye’de yaşanacağını tahmin ediyorlar. Uluslararası<br />
kredi derecelendirme kuruluşu S&P, daha yeni, Türkiye’nin görünümünü<br />
durağandan negatife düşürdü. “Türkiye’de sert ekonomik iniş riskinin<br />
arttığını görüyoruz.” açıklamasında bulundu. Birkaç aydır, Merkez Bankası<br />
elindeki stokları kullanarak ekonominin çökmesini geciktirdi ama daha<br />
fazla dayanabilmesi mümkün değil. Ekonominin çok kısa bir süre<br />
içerisinde patlayacağını görmek için dahi olmaya gerek yok...<br />
Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın<br />
konuşmalarında her zaman dediği gibi, “Birinci sınıf demokrasi ve hukuk<br />
devleti olmadan birinci sınıf ekonomi olmaz”. TÜSİAD’ın da bu<br />
doğrultuda hükümete uyarıları oldu. Tabi hemen ertesinde Tayyip<br />
Erdoğan tarafından vatan hainliğiyle suçlandılar. Ülkenin ekonomisinin<br />
kötüye gittiğini ve çok daha da kötüye gideceğini, Tayyip Erdoğan tabi ki<br />
biliyor. Ama onun için şu anda ülke ekonomisinden çok daha önemli şeyler<br />
var. Kendisini kurtarmak gibi…<br />
[23]
ADI DIŞ BORÇ OLMAYAN DIŞ BORÇ<br />
Ya biz ekonomimizi düzeltmemiş miydi, dış borcu falan kapatmamış<br />
mıydık? Evet gerçekten de, Başbakanımızın geçen sene IMF’ye borcun<br />
bittiği, artık IMF’ye borç veren bir ülke olduğumuzu açıklamıştı. Bu<br />
açıklamadan sonra, tüm ülke dış borcu bitirdiğimizi hatta artık diğer<br />
ülkelere borç verecek kadar zengin olduğumuzu anladı. Zaten<br />
Başbakanımız da insanları bu şekilde düşündürmek için böyle<br />
konuşmuştu. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da, Recep Tayyip<br />
Erdoğan tüm Türkiye’yi kandırmayı başardı.<br />
IMF, ekonomisi zor durumda olan ülkelere destek vermek için<br />
kurulmuş bir kurum. Çok düşük faizlerle uzun vadeli borçlar veriyorlar.<br />
Başbakanımız, kendisinin dış borcu bitirdiği algısını oluşturabilmek için,<br />
ülkemizi büyük zarara uğratarak, IMF borcunu daha yüksek faizlerle borç<br />
alarak kapattı. Tayyip Erdoğan, meydanlarda, “Biz göreve geldiğimizde<br />
Türkiye'nin IMF’ye olan borcu 23,5 milyar dolardı… IMF’ye olan<br />
borcumuz bitiyor. Bunu biz başardık, biz!” diye bağırıyor, zafer çığlıkları<br />
atıyordu. Ama gerçekte yapılan, Türkiye’ye 23,5 milyar dolar IMF<br />
borcunun ödendiğini düğün bayramla gösterilmesi ve arkada Türkiye’nin<br />
373 milyar dolara çıkarılan devasa dış brüt borcunun saklanmasıydı.<br />
Bu devasa dış borcu Tayyip Erdoğan’a sorarsınız, size borcun çoğu<br />
devlete değil özel sektöre ait olduğu söyleyecektir. Bu cevap sizi tatmin<br />
edebilir, birçok yazar-çizer gibi o zaman sorun yok, özelin borcu özeledir,<br />
bizi ilgilendirmez diyebilirsiniz. Veya bu cevaba kanmazsınız. Özel sektör<br />
anormal bir şekilde neden dışarıya 255 milyar dolar borçlanmış diye ikinci<br />
bir soru sorarsınız? O zaman başbakanımız muhtemelen çok kızar,<br />
“nerden bileyim ben” diye sizi azarlamaya kalkar.<br />
Araştırdığınızda göreceğiniz şey, AKP hükümetinin, borçlanma<br />
konusunda bir yöntem değişikliğine gittiğidir. Artık devlet doğrudan değil<br />
aracılarla dışarıdan borç almamaktadır. Bazı seçilmiş bankalar dışarıdan<br />
[24]
orç almakta, ve daha yüksek faizlerle devlete borç vermektedir. Tabi<br />
burada sormamız gereken soru şu. Hükümet neden daha düşük faizle<br />
doğrudan dışarıdan borç almaktansa, içerideki bazı bankalara komisyon<br />
vererek, daha yüksek faizlerle borç alıyor? Cevabı açık herhalde. Çünkü<br />
böylece, devlet borç alırken bile, rant oluşturulabilmekte, birilerinin cebi<br />
doldurulabilmektedir. Tabi, devlete ne kadar çok borç aldırılırsa,<br />
aracılıktan sağlanan komisyon da o kadar büyük olmaktadır. Şimdi<br />
anlaşılıyor mu, neden bu kadar çok borç alındığı? Devlet ne kadar çok borç<br />
alırsa, birileri o kadar zengin oluyor. Ve diğer taraftan da, “Dış borcun<br />
büyük olduğuna bakmayın, o kamunun borcu değil, özel sektörün borcu”<br />
denilerek de ülke uyutuluyor...<br />
Erdoğan hükümeti zamanında on sene içerisinde Osmanlı’nın son<br />
döneminden beter bir borcun içerisine sokulmuş durumdayız. Borç almak,<br />
Tayyip Erdoğan’ın çok işine geldi. Borç alırken de, alınan borç harcanırken<br />
de, birileri o paradan nasiplendi… Ama Erdoğan bu borcu, şahsı adına<br />
değil, milletimiz adına aldı. Yarın Erdoğan gidecek. Onun devlet adına<br />
aldığı ve alırken bir kısmını da götürdüğü yüzlerce milyar doları biz<br />
ödeyeceğiz…<br />
[25]
HAKKINIZI HELAL EDİYOR MUSUNUZ?<br />
Hükümet kendi döneminde alınan borçlarla, devletin arazileri,<br />
tesislerini satarak ve ağır vergiler alarak son 11 senede toplam 1,5 triyon<br />
dolar para kullandı. Bu demek oluyor ki, Cumhuriyet tarihi boyunca tüm<br />
hükümetlerin kullandığı paranın toplamının iki katı para kullanıldı.<br />
Sormamız gereken soru şu. Neden bu kadar çok para kullanıldı? Bu<br />
sorunun cevabı, paranın nerede kullanıldığında saklı.<br />
Ülkeye yatırım yapmayı, ülkeyi kalkındırmayı, halkın refahını<br />
hedefleyen bir hükümet, olabildiğince az vergi toplayarak halkını<br />
zenginleştirmeye çalışır, ülkenin geleceğini düşünerek devleti olabildiğince<br />
az borçlandırır, elindeki bütçeyi eğitime, bilime, teknolojiye, ar-ge’ye,<br />
insana yatırım yapmak için kullanır.<br />
Para yemek ve çevresine yedirmek isteyen bir hükümet ise, halktan<br />
olabildiğince çok vergi alır ve sonrasını düşünmeden devleti olabildiğince<br />
çok borçlandırır. Oluşturulan büyük bütçeleri, halkın kendisine desteğinin<br />
devam etmesini sağlayacak göstermelik projelere yatırır ve yemenin,<br />
yedirmenin en kolay olduğu yol, bina, park, kaldırım, köprü, tünel yapar.<br />
Hatta, yaptırdığı yollarda malzemeden ve kaliteden çaldığı için, yapılan her<br />
iş, tekrar tekrar yapılır ve aynı işten tekrar tekrar para yedirilebilir.<br />
Evet ülkemizin çehresinde son yıllarda bir değişme oldu. 1,5 triyon<br />
dolar harcanan bir ülkede, bir şeyler değişsin artık. Buradaki asıl soru şu,<br />
sizce hükümet ülkenin geleceğine mi yatırım yaptı, yoksa para yemek ve<br />
yedirebilmek için mi bu kadar çok para harcadı? Bu, gerçekten çok önemli<br />
bir soru.<br />
Sonuçta bu paranın büyük kısmı vatandaşın cebinden çıktı. İnsanlar,<br />
kazandıklarının önemli bir kısmını, maaşını alırken veya harcama yaparken<br />
vergi olarak hükümete vermek zorunda kaldı. Aldığı ağır vergilerden<br />
dolayı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, arabaya, benzine, cep telefonuna<br />
[26]
herkesten, Amerikalı’dan, Alman’dan, Rus’dan, Çinli’den, Arap’tan,<br />
Hintli’den hemen herkesden daha fazla para vermek zorunda kaldı.<br />
Ekonomimiz madem herkesten iyi, ne diye herkesten fazla vergi veriyoruz<br />
diye düşünmek lazım.<br />
Türkiye’nin tüm ihtiyaçları, ve hatta daha fazlası, ülkenin eğitimin ve<br />
bilimde kalkındırılması da dahil olmak üzere, 500 milyar dolara rahatlıkla<br />
yapılabilirdi. Son on yılda fazladan en az 1 trilyon dolar para kullanıldı.<br />
Birilerinin yemesi, yedirebilmesi için gerekenin, ihtiyacın çok ötesinde<br />
paralar harcandı. Bu kullanılmasaydı, Türkiye’deki mesela 15 yaşından<br />
büyük herkese 25.000 dolar geri verilebilirdi. Bu 25.000 dolarınızı geri<br />
almayı mı tercih ederdiniz, yoksa Tayyip için helal olsun mu dersiniz? Sizi<br />
bilmem ama ben yediği de, yiyebilmek için devlete harcattığı bu korkunç<br />
paralar da haram zıkkım olsun diyorum...<br />
[27]
TÜRKİYE’NİN EN ZENGİNİ KİM?<br />
Tayyip Erdoğan ve partinin içerisindeki bir grup, halkın kendisine<br />
olan sevgisini, güvenini ve desteğini, maalesef kendisini ve yakınlarını<br />
zenginleştirmek için kullandı. Bugün, devlete büyük işler yapan şirketlerin<br />
tamamı, ihale alabilmek ve önlerine çıkarılan devlet bürokrasisini<br />
aşabilmek için, ya Erdoğan ailesinden birisini gizli ortak yapmak, ya aile<br />
bireylerinin yönettiği TÜRGEV’e büyük bağışlar yapmak, ya da iş başına<br />
Başbakan ve bazı üst düzey hükümet yetkililerine komisyon vermek<br />
zorunda. Başka yolu yok bunun...<br />
[28]
Gizli ortaklığın nasıl yürüdüğünü açıklayayım. Mesela, Emine<br />
Erdoğan’ın sağlık sektöründe birçok gizli ortaklığı var. Mesela, diyelim<br />
Medipol’e ortak. Mesela, İstanbul’daki büyük masraflarla kamulaştırılan ve<br />
şehir ihtiyaçları için ayrılmış olan bir devlet arazisi mevcut. Bu araziye<br />
birçok kamu kurumu başvurmuş ve reddedilmiş. Fakat, Medipol<br />
başvurunca, anında kabul ediliyor, 20 gün içinde bütün işlemleri bitiriliyor<br />
ve normal bedelinin onda birine Medipol’e kiralanmasına karar veriliyor.<br />
Bu sırada yapılacak binaların kredisi tabi ki Halkbank’tan geliyor.<br />
Medipol bu işten yüzlerce milyon dolar kazanıyor, Emine Erdoğan’da gizli<br />
ortak olarak bu kazanca ortak oluyor. Bu şekilde, Başbakan’ın, eşinin,<br />
çocuklarının, bakanların ve çocukların gizli ortaklıkları olduğu ve bu<br />
sayede aldıkları ballı devlet işleriyle büyüyen çok sayıda şirket var.<br />
[29]
1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına geldiğinde<br />
Tayyip Erdoğan’ın elinde sadece 5.110 lirası vardı. Tüm mal varlığı bir<br />
evden ibaretti. Bugün ise, yaptığı görüşmelerden, evindeki nakit paranın<br />
bir milyar dolar civarında olduğu anlaşılıyor. Bundan çok daha fazlası<br />
yurtdışı hesaplarında ve şirketlerdeki gizli ortaklıklarda. Toplamda Tayyip<br />
Erdoğan’ın servetinin birkaç on milyarlar dolar olduğu tahmin ediliyor.<br />
Koç ailesinin veya<br />
Sabancı ailesinin<br />
servetinin 9 milyar<br />
doların altında olduğu<br />
düşünülürse, Tayyip<br />
Erdoğan’ın tek başına,<br />
Koç ailesinin ve Sabancı<br />
ailelerinin toplam<br />
servetinden daha fazla<br />
parası olduğu ortaya<br />
çıkıyor. Erdoğan’ın tek<br />
başına, on milyon<br />
vatandaşın toplamından<br />
daha fazla mal varlığı<br />
var. Tayyip Erdoğan<br />
Türkiye’nin açık ara en<br />
zengin adamı.<br />
[30]
Bugün millet genel olarak yokluk ve gelecek kaygısı içinde.<br />
Devletimiz büyük borca sokulmuş durumda. Tayyip Erdoğan, ailesi ve<br />
yakın arkadaşları ise milyarlarca dolarlık mal varlığına sahip oldular.<br />
Alınteriyle, helal yoldan kazanılamayacak bir servet bu. Bu, sizce normal<br />
mi? Bütün bunlara rağmen, siz gerçekten Tayyip Erdoğan’ın samimi<br />
olduğunu, dürüst olduğunu, iyi bir insan olduğunu düşünür müsünüz?<br />
Ülkeye hizmet etme derdinde olduğunu düşünebilir misiniz? Kimse kusura<br />
bakmasın. Ben düşünemiyorum, ihtimal bile vermiyorum… Ülkeye<br />
hizmet ediyorum diyerek milletini kandırmış ve milletin güvenini<br />
kullanarak, milletini soymuş birisinin, iyi bir insan olduğunu kabul<br />
edemem.<br />
[31]
EN BÜYÜK MEDYA PATRONU<br />
Tayyip Erdoğan’ın devletin parasını kendisine ve yakınlarına<br />
aktarmasının sadece zengin olmak için olduğunu düşünmeyin. Para güçtür.<br />
Çevrenizde, sizin sayenizde zengin olan ve daha da zenginleşmesi size bağlı<br />
olan bir sınıf varsa, o sınıf sizin ülkenin başında kalmanız için herşeyi<br />
yapacaktır. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan’ın çevresinde, devlet parasıyla<br />
zenginleştirdiği bir sınıf oluşturması, kendi siyasi geleceğine yaptığı bir<br />
yatırımdır aynı zamanda.<br />
Tayyip Erdoğan, hızla zenginleştirdiği çevresini, biraz da zorlayarak,<br />
medyaya yönlendirmiştir. Tayyip Erdoğan lehinde yazan birçok medya<br />
yöneticisinin, birçok yazarın son yıllarda büyük paralar kazandığı biliniyor.<br />
Kirada otururken, milyon dolarlık villa alanlar, kooperatif parasını<br />
ödeyemiyorken, 17 daire satın alanlar var. Devlete iş yapan 30 çalışanlı<br />
danışmanlık şirketi olan yazarlar var. Bu medya kuruluşlarına devletin tüm<br />
imkanları tahsis ediliyor tabi. Normalde kamu kuruluşları reklam<br />
dağıtımını tirajlara göre yapması gerekirken son dönemde kamunun tüm<br />
reklam yatırımlarının ağırlıklı olarak Tayyip Erdoğan’ın medyasına<br />
aktarıldığı tespit edildi. Tayyip Erdoğan’ın aleyhinde olanlara ise hiç<br />
reklam verilmediği ortaya çıktı. Bu tamamen illegal bir para aktarımı. İllegal<br />
devlet desteği o kadar ileriye gitmiş ki, artık bir gazete yöneticisi ihtiyacı<br />
olduğunda Halkbank genel müdürünü arayıp, “2 milyon yolla Süleyman”<br />
diyebiliyor.<br />
Tayyip Erdoğan, Yeni şafak, star, akşam, akit’i doğrudan kendisine<br />
bağlamıştı. Ama bu medya gücü yeterli görülmemiş olsa gerek ki, 21<br />
temmuzda Başbakan, sabah ve atv’nin de satın alınması talimatını verdi.<br />
Adamlar 630 milyon çıkıyorlar. Eksik para, devlet bankalarından<br />
ayarlanıyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşları olan bu işadamlarına<br />
daha önce 87 milyar liralık ihale verilmiş. Korkunç rakamlar bunlar.<br />
Karşılaştırmak için, şöyle söyleyeyim, TÜPRAŞ 6 milyar liraya satılmıştı.<br />
Biz 87 milyar liradan bahsediyoruz burada. Tabi, işadamlarına, Atv ve<br />
[32]
sabahı alma şartıyla, daha fazla ihaleler de verileceğinin de sözü veriliyor.<br />
Ve sonrasında, ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Sabah ve ATV de Tayyip<br />
Erdoğan’ın medya imparatorluğuna katılıp, Tayyip Erdoğan’ın<br />
propaganda araçlarından birisi haline geliyorlar.<br />
Tayyip Erdoğan, herhangi bir medya patronu gibi, sadece kendi<br />
medyasında istediği haberi çıkartmakla kalmıyor, özellikle maliye<br />
üzerinden medya kurumu sahiplerini tehdit edip, başlarına kendi<br />
adamlarını atayarak, tüm medya kurumlarının üzerinde baskı kuruyor.<br />
Yandaşlarına devlet kanallarına fahiş fiyatlarla program yaptırıyor,<br />
aleyhinde yazanları işlerinden ediyor. Tayyip Erdoğan’ı eleştirdiği için son<br />
dönemde görevlerine son verilen veya yazıları sansürlenerek istifa etmeye<br />
zorlanan birçok yazar oldu. Hasan Cemal, Can Dündar, Nevval Sevindi,<br />
Amber Zaman Yavuz Baydar, Murat Aksoy, Nur Batur, Rahşan Gülşan,<br />
Ali Akel, Osman Özsoy bunlardan sadece birkaçı. Başbakana ait telefon<br />
görüşmelerinden bunların bazı yazarların bizzat Erdoğan’ın talimatıyla<br />
kovulduğunu da öğrenmiş olduk.<br />
Kovmazsalar ne oluyor? Bugün gazetesi, Başbakanın tüm tehditlerine<br />
rağmen, Gültekin Avcı’yı kovmadı. Sonrasında Koza İpek’e Başbakanlık<br />
ve maliye üzerinden baskılar yapıldı. Bir sürü ceza ödediler. Başbakanlıktan<br />
izin verilmediği için bazı işletmelerini kapatmak zorunda kaldılar. Tabi,<br />
tüm devlet gücünü, kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir Başbakana<br />
karşı bu kadar cesur davranabilen çok az kurum var.<br />
[33]
Yayınlanan ses kayıtlarında, Başbakanın kendi medyası dışındaki bazı<br />
medya kurumlarını da nasıl yönettiğini, Ciner medya grubu örneği<br />
üzerinden çok açık bir şekilde görmüş olduk. Show tv ve habertürk de<br />
dahil olmak üzere birçok medya kuruluşunu içinde barındıran Ciner medya<br />
grubu, Tayyip Erdoğan’ın atadığı Yönetim Kurulu Başkanvekili Fatih<br />
Saraç üzerinden yönetiliyor. Fatih Saraç, görevinin ne olduğunu bakanları<br />
arayıp anlatıyor. Kendisinin bizzat Başbakana bağlı olduğunu, bazen<br />
Başbakan’la birebir görüşüp talimat aldığını, bazen Başbakanın<br />
Başdanışmanı Yalçın Akdoğan üzerinden görüştüklerini açıklıyor. Ciner<br />
medya grubunun kontrolünün kendisinde olduğunu, hükümetin istediği<br />
her şeyi şeyi yayınlatabildiğini, Uludere gibi, terör gibi hükümeti zora<br />
sokacak konularda da hiçbir haber yayınlanmasına izin vermediğini gururla<br />
anlatıyor.<br />
Bizzat Başbakana ait olan ses kayıtlarında, Başbakanın, nasıl istediği<br />
haberi yayınlattığını, istemediğini kaldırttığını, hatta televizyondaki<br />
altyazılara bile müdahale ettiğini gördük. Sözde tarafsız anket sonuçlarının,<br />
bizzat Başbakan tarafından belirlendiğini öğrenmiş olduk. Fatih Saraç,<br />
hükümet aleyhinde haber yaptığı için üç kişiyi birden kovdurduğunu,<br />
Başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ı arayıp bizzat kendisi haber<br />
veriyor. Başbakan talimat veriyor, Fatih Saraç da emredersiniz efendim<br />
diyor. Medya böyle emir komuta zinciriyle yönetiliyor işte.<br />
[34]
Sadece medya değil, STK’lar da büyük baskı altında. Birkaç ay önce,<br />
gazetelerin birçoğunda, birçok STK’nın Tayyip Erdoğan’ı savunan “Milli<br />
İradeye Saygı Bildirisi” yayınlanmıştı. Bu bildiriden sonra STK’ların büyük<br />
kısmının Erdoğan’ın yanında olduğu düşünülmüştü. Olayın aslı daha yeni<br />
öğrenildi. Yeni çıkan ses kayıtlarıyla bu bildirinin, başbakan danışmanları<br />
tarafından hazırlandığı, STK’ların imzalarının zorla alındığı, direnen<br />
STK’lara ağır hakaretler ve tehditler yapıldığını, bildiri için yapılan<br />
harcamaların bizzat Bilal Erdoğan tarafından karşılandığı ortaya çıktı.<br />
Sonuç olarak bugün, Tayyip Erdoğan, sahip olduğu gazeteler ve<br />
televizyon kanalları ve diğer medya kuruluşları üzerindeki baskısıyla,<br />
dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir medya imparatorluğuna sahip<br />
bir başbakandır. Bugün Türkiye’deki birçok yazar ve birçok medya<br />
kurumu, şahsi menfaatlerinden, şantaja uğradıklarından veya işlerinden<br />
atılacakları endişesinden dolayı Tayyip Erdoğan’ın istediği doğrultuda<br />
yazıyorlar. Erdoğan, devlet baskısıyla elde ettiği bu korkunç medya gücü<br />
ile, kamuoyunu istediği gibi yönlendirebiliyor, istediği yalana<br />
inandırabiliyor, kendisi hakkında çıkabilecek en büyük skandallara karşı<br />
bile kendisini koruyabiliyor. Bugün maalesef Türkiye’nin büyük kısmı<br />
gerçekleri değil, ülkenin en büyük medya imparatoru olan Tayyip<br />
Erdoğan’ın bilmelerini istedikleri şeyleri bilmektedir…<br />
“Yakın zamanda tehdit edildim. Bir gazetenin köşe yazarı tarafından<br />
açıktan ‘paralellere çakmam’ istendi. Telefonun ucundaki köşe yazarı<br />
hakkımda dosyalar olduğunu ve bunları bizzat kendisinin gördüğünü<br />
söyledi.”, Cüneyt Özdemir, Radikal<br />
[35]
KENDİSİNİ Mİ, ÜLKESİNİ Mİ DÜŞÜNÜYOR?<br />
Bence, Tayyip Erdoğan’ı en güzel tanıyabileceğimiz örnek,<br />
dershanelerin kapatılması mevzuu. Eğitimden az çok anlayan herkes,<br />
ülkemizin eğitim sisteminin berbat durumda olduğunu, hükümetin eğitim<br />
alanındaki büyük başarısızlığını, 11 yıldır ülkede eğitim adına hiçbir şey<br />
yapılmadığını ve dershanelerin bu berbat eğitim sistemimize takviye edici<br />
bir unsur olduğunu bilir.<br />
Ülkemizde maddi güce sahip vatandaşlar, çocuklarını özel okullara<br />
gönderip, özel ders aldırıyorlar. Bu alanda çalışan uzmanların verdiği<br />
bilgilere göre, maddi güce sahip aileler, çocuklarının özel derslerine yılda<br />
50-200 milyar arasında para ayırmaktadırlar. Buna karşın, bu parayı<br />
veremeyen ülkemizin %99’unun çocuklarının iyi bir üniversiteyi<br />
kazanabilmesi için dershaneye gitmeleri bir şart. Bu aileler yılda 3-6 milyar<br />
arasında para vererek veya başarılı olan çocuklar ücretsiz olarak dershaneye<br />
giderek, zengin çocuklarla yarışabilme imkanına sahip oluyorlar. Yani,<br />
dershanelerin kaldırılması demek, ülkenin %99’unun çocuklarının, çok<br />
zengin ailelerin çocuklarıyla rekabet edebilmek için elindeki tek kozun<br />
alınması demek oluyor. Durum bu kadar basit.<br />
Dershaneleri kapatma çalışması, tabi ki tamamen politik bir hamleydi.<br />
Dershanecilik sektöründe cemaat çok etkili. Tayyip Erdoğan’ın sadece<br />
cemaatin üzerine gitmek için, dershaneleri kapatma yoluna girdiğini<br />
sanırım tüm Türkiye farkında olsa gerek. Yalnız buraya dikkat. Tayyip<br />
Erdoğan, kendi kişisel politik hesaplarını gerçekleştirmek için, ülkemizin<br />
çok zengin olmayan tüm ailelerini mağdur etmekte ve ülkemizdeki tüm<br />
çocukların, tüm gençlerin geleceğiyle oynamakta hiç bir sorun görmüyor.<br />
Burası çok önemi. Tüm Türkiye gördü ki, Tayyip Erdoğan’ın mantığına<br />
göre, kendisinin ülkenin başında kalabilmesi için ülkedeki çocukların,<br />
gençlerin hayatlarının mahvolması problem teşkil etmiyor. Bu nokta,<br />
Tayyip Erdoğan’ı anlayabilmek açısından çok önemli.<br />
[36]
Eğitime hizmet veren kurumların devlet tarafından keyfi olarak<br />
kapatılması, bir hukuk devleti için büyük bir skandal. Bu olayda; ilk olarak<br />
hükümet, dershaneleri kapatmayla ilgili bir çalışma yapıldığını inkâr etti,<br />
sonra dershanelerin kesinlikle kapatılacağını söyledi ve ardından Başbakan<br />
bunun geri dönüşünün olmadığını açıkladı, daha sonra “Kapatmayacağız,<br />
okula dönüştüreceğiz; kapatmanın cemaatle ilgisi yok.” dedi, sonra<br />
“Aslında cemaate iyilik yapmak istiyoruz” a getirdi ve en sonunda da<br />
“Acelesi yok, sonra yaparız.” diyerek bir sonraki seneye erteledi. Birkaç ay<br />
sonra tekrar kapatma dosyasını açtı ve oldu bittiye getirerek dershaneleri<br />
kapatma yasasını meclisten geçirdi.<br />
Bu dershane mevzuunda Tayyip Erdoğan’ın ATV’de gazetecilerle<br />
yaptığı görüşmeyi bir seyredin lütfen. Uzun süredir bu görüşmeler<br />
yayınlanıyor. Gazetecilerle görüşme diyorum ama tabi kanal kendi kanalı,<br />
gazetecilerin hepsi kendi adamı, muhalif tek bir gazeteci yok, gazetecilerin<br />
görevi Erdoğan’ın konuşmak istediği konuların sorularını sormak, tüm<br />
ülkenin önünde bir tiyatro oynanıyor anlayacağınız.<br />
Tayyip Erdoğan bu konuşmasında, dershaneciliği ülkenin en büyük<br />
sorunu gibi anlatıyor, eğitim sisteminin tüm problemlerinin dershanelerin<br />
kapatılmasıyla çözüleceğine insanları ikna etmeye çalışıyor, sonra dershane<br />
taksitleri altında inim inim inleyen, hatta dershane parasını ödeyemediğin<br />
dolayı mezara giden insanlardan bahsediyor, yani her zamanki gibi duygu<br />
sömürüsü yapıyor. Sonra da, bu politik hamlesini, dershanelerle sömürülen<br />
Anadolu halkını kurtarmak için, sırf ülkeye hizmet etmek için yaptığını,<br />
konunun cemaatin üzerine gitmekle bir ilgisinin olmadığını, tam tersine<br />
bütün bunların cemaatin faydasına olduğunu anlatıyor.<br />
Öyle bir anlatım yapıyor ki, Türkiye’nin en büyük problemi<br />
dershanelermiş gibi ve Tayyip Erdoğan da iyi niyetiyle, sadece ülkesini<br />
düşünerek, dershaneleri kapatmaya çalışıyormuş gibi gösteriyor. Tabi<br />
söylediği her şeyin yalan olduğu o kadar bariz ki, o dönemde en koyu<br />
Erdoğan taraftarları bile sanırım bunun farkındaydılar.<br />
[37]
Zaten daha sonra dershaneleri kapatma hamlesinin nedenleri de<br />
ortaya çıktı. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi, dershanelerin<br />
kapatılmasında asıl sebebin “cemaat ile mücadele etmek” olduğunu<br />
açıkladı. Yani her zamanki gibi tüm ülkenin gözünün içine baka baka yalan<br />
söylediği ortaya çıktı. Politik çıkarları için ülkenin tüm gençlerinin<br />
geleceğiyle oynadığı anlaşılmış oldu.<br />
[38]
ÜLKE KAYBETTİ, ERDOĞAN KAZANDI<br />
Bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı, küçük bir trafik kazası geçirmiş.<br />
Arkadan başka bir araç çarpıyor kendisine. Çarpan adam çıkıyor, başlıyor<br />
bağırmaya, tehditler savurmaya. Klasik bir şekilde “sen benim kim<br />
olduğumu biliyor musun?”a giriyor. Bizim eleman yemiyor. “Kim olursan<br />
ol, polisi çağıracağız, bunun masrafını da ödeyeceksin” diyor. Bağırıp,<br />
çağıran adam, birden değişiyor. Biraz önce kabadayı kesilen adam, başlıyor<br />
ağlamaya, ciddi ciddi ağlamaya. Ağlayarak, kredi kartları borçlarından,<br />
ailesindeki sorunlarından, ne kadar zor durumda olduğunu anlatmaya<br />
başlıyor. :)<br />
Bu, ülkemizde çok yaygın olan, insanların duygularını sömüren,<br />
korkutarak veya acındırarak, amacına ulaşan karaktersiz bir insan tipi<br />
örneğidir. Şimdi, Tayyip Erdoğan’a bakın. Ne görüyorsunuz?<br />
Gezi parkı olaylarında ne yaptı mesela. Bir gün en ağır tehditleri<br />
savurdu. Diğer gün, insanların dini duygularını sömürdü. 9 ve 11<br />
Haziran’da söylediği sözleri aynen aktarıyorum;<br />
“Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar. Bununla da<br />
kalmadılar, Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek<br />
suretiyle, ayakkabıyla girmek suretiyle… Bunu da yaptılar.”<br />
“Başörtülü kızlarımızı, başörtülerinden tutmak suretiyle onları yerlerde<br />
sürükleyenler bunun hesabını nasıl verecekler?”<br />
“Çok önemli bir yakınımın gelinini, Başbakanlık ofisimin yanında, yerlerde<br />
süründürdüler, kendisini, çocuğunu taciz ettiler. Bu mudur özgürlük?<br />
Yakınımın gelininin başörtüsüne küçük abdestini yaptılar.”<br />
“Kabataş bölgesinde çok sayıda MOBESE kamerası var ve görüntülerin<br />
infiale neden olmaması için saklanıyor.”<br />
[39]
Evet, bu sözler Başbakanımız bütün inançlı insanları galyana<br />
getirmişti. Bunların hepsinin yalan olduğunu sonradan öğrenmiş olduk.<br />
İlkönce Erdoğan’ın iddia ettiği gibi camide eğlenilmediği, camide<br />
doktorların yaralıları tedavi ettiği ortaya çıktı; ardından da Başbakanın<br />
yalanına ortak olmayan, dürüst davranıp, camide bira içilmediğini söyleyen<br />
müezzin hakkında soruşturma açılıp, görevinden alındı.<br />
Daha çok yeni de, Başbakanın bahsettiği kadının, kendisine<br />
saldırıldığını iddia ettiği yerde ve zamanda çekilmiş MOBESE kayıtları<br />
ortaya çıktı. Göstericiler, Başbakanın iddia ettiği gibi saldırmayı bırakın,<br />
kadına dokunmamışlar bile. Yani, başbakanın sözlerinin hepsi ama hepsi<br />
baştan aşağı yalanmış. Komik olan Erdoğan’ın yalanını devam ettirmeye<br />
çalışıyor olması. Yok, o kadın dövüldü, hatta raporu var, raporda mı yalan<br />
diye. Düne kadar kayıtları var, infiale neden olmasın diye göstermiyoruz<br />
diyordu, şimdi bahsettiği kayıtlarda tersi çıkınca, raporu var daha ne olsun<br />
diyor.<br />
[40]
Sonuç ne oldu? Tayyip Erdoğan’ın bu tavırlarından dolayı, çok basit<br />
bir protesto büyüdü, tüm ülke gerildi. Kardeşliğe birlikteliğe en fazla<br />
ihtiyacımız olduğu bir dönemde, ülkemizdeki farklı kesimlerin birbiriyle<br />
arası açıldı. Sert açıklamalarıyla kendisinin büyüttüğü Gezi Parkı<br />
olaylarından, müslümanların haklarının koruyucusu, savunucusu olarak,<br />
oylarını arttırarak çıktı. Yani amacına ulaşmış oldu. Ülke kaybetti ama tabi<br />
Tayyip Erdoğan karlı çıktı.<br />
[41]
ERDOĞAN-POLAT BENZERLİĞİ TESADÜF MÜ?<br />
Bence Türkiye Tayyip Erdoğan’ı doğru tanımıyor. Erdoğan’ı<br />
sevenler de sevmeyenler de, bence onu yeterince tanımıyor. Tayyip<br />
Erdoğan’ı değerlendirirken, onun en başta iyi bir aktör olduğu unutuluyor.<br />
Ekranlarda gördüğümüz Erdoğan’ın gerçek yüzü değil, görünen Erdoğan<br />
gerçek bir karakter değil. Karşımıza çıkıp, inançlı, harbi, delikanlı, dürüst<br />
birisi imaj çiziyor. Ama bunların hepsi politik. Mesela siz, Türkiye’de en<br />
fazla tutmuş dizi olan Kurtlar Vadisindeki Polat ile Erdoğan’ın<br />
karakterlerinin benzerliğinin bir tesadüf olduğunu mu düşünüyorsunuz?<br />
Değil, tabi ki. Tayyip Erdoğan, ülkemizde arabesk kültürü yaygın olduğu<br />
için, Polat karakteri ülkede tuttuğu için, o karaktere bürünmüş durumda.<br />
Yoksa delikanlılığı falan hikaye yani.<br />
Mesela, herkes Tayyip Erdoğan’ın komutanları dize getirdiğini<br />
düşünür. Kendisi de, askeri nasıl adam ettiğini anlatır duruyor çevresine.<br />
Ama eski MGK toplantı kayıtlarına baktığımızda gerçeğin hiç de öyle<br />
olmadığını görüyoruz. İlker Başbuğ, MGK’da Tayyip Erdoğan’ı adeta<br />
azarlarcasına sorgulamıştır. Tayyip Erdoğan, “sen ne hakla beni<br />
sorgularsın?” diyememiştir orada. Gazetecileri, halkı azarladığı gibi, İlker<br />
Başbuğu veya diğer komutanları azarlamaya gücü yetmiyordu tabi. “Beni<br />
üzüyorsunuz ama” demişti sadece. Eskisi gibi gerici olmadığını, değiştiğini<br />
komutanlara ispatlamaya çalışmıştı. Çünkü orada dayılanamıyordu, orada<br />
emir veren değil, itaat eden biri olmak durumundaydı. Dışarıya çıkınca,<br />
tekrar astığım astık, kestiğim kestik karakterine bürünmüştür tabi.<br />
Bugün, Erdoğan’ın tüm konuşmaları profesyonel bir ekip tarafından<br />
hazırlanmaktadır. Halkın beğenisinin nasıl kazanılabileceği konusunda pr<br />
ve iletişim danışmanlığı şirketleri çalıştırılmakta. Yani milletimiz Tayyip<br />
Erdoğan’ın karakterini beğenmiyor, Tayyip Erdoğan milletimizin<br />
beğendiği karakteri oynuyor.<br />
[42]
Tayyip Erdoğan, tepeden tırnağa yalan. Oturması da, kalkması da,<br />
gülmesi de, ağlaması da, kızması da, dayılanması da, acındırması da,<br />
demokratlığı da, dindarlığı da, milliyetçiliği de, her şeyi yalan. Tüm<br />
davranışları, halkı kandırma, halkın beğenisini kazanma, dürüst, temiz,<br />
namuslu, inançlı, harbi, delikanlı bir imaj çizmeye yönelik. Bugüne kadar,<br />
bu işi iyi de becerdi.<br />
Bu konuda milletimizin uyanık olması gerekir. Karşımızda, en büyük<br />
yalanları, insanların gözünün içine baka baka, utanmadan, sıkılmadan<br />
söylemiş birisi var. Karşımızda, kendisinin iddia ettiği gibi usta bir lider<br />
olmasa da, usta bir manipülatör var. İnsanların dini hassasiyetlerini<br />
kullanan ve duygu sömürü yapan birisi var. Tribünlere oynayan bir oyuncu<br />
var. Medya üzerinde büyük bir güce sahip olan, istediği propagandayı<br />
yaptırtabilen ve devletin tüm imkanlarını kişisel çıkarları için kullanan birisi<br />
var. Onu dinlerken bunları dikkate almak lazım...<br />
Şerbete Göre Nabız / Ahmet Hakan<br />
Erzurumda’da: Allah bizden yanadır.<br />
Antalya’da: Turizm, yatak sayısı falan...<br />
Yozgat’ta: Şehitlerimiz de şehitlerimiz.<br />
Diyarbakır’da: Megri de megri...<br />
Trakya’da: Atatürk, Selanik falan...<br />
Hatay’da: Alevi Sünni kardeştir.<br />
Kahramanmaraş’ta: Biliyorsunuz kendisi Alevi.<br />
İzmir’de: Kordon, rakı, balık...<br />
Batman’da: Milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık.<br />
Trabzon’da: Milliyetçiliği biz biliriz biz.<br />
[43]
NEDEN BİZİMKİLER HEP SAHTEKAR OLUYOR?<br />
Neden Avrupa’daki, Amerika’daki liderler ülkenin başına geçince<br />
ülkelerine hizmet etmek için ellerinden geleni yapıyor, yolsuzluklara<br />
tenezzül etmiyorlar da, bizimkiler ülkenin başına geçince, görmemişçesine<br />
ne bulursa götürmeye çalışıyor? Neden onların liderlerinin hemen hemen<br />
hepsi haysiyetliyken, bizimkilerin birçoğu bu kadar ahlaksız? Neden tüm<br />
üçkağıtçı liderler bizim başımıza geliyor?<br />
Bu aslında, başımızdakilerden çok bizim suçumuz. Bütün insanlarda<br />
ego var, nefis var. Serbest bıraktığınızda her insan kötülüklere meyleder.<br />
İnsanların büyük çoğunluğu, çok iyi insanlar olduğu için değil kanunlardan<br />
dolayı, kötülük yapmazlar. Bu yüzden, toplumda düzeni sağlamak için,<br />
kanunlar var, hukuk var. Eğer hukukun işlemesini sağlamazsak, insanların<br />
kötülük yapmasının önünü açmış oluruz.<br />
Amerika’da, Avrupa’daki siyasetçiler çok iyi insanlar olduklarından<br />
değil, ellerindeki gücü kendilerinin ve yakınlarının çıkarları için<br />
kullandıklarında, bunun kendilerine ödetileceğini bildikleri için bu yollara<br />
meyl etmiyorlar. Adam akıllı işlerini yapıyorlar.<br />
Mesela, Almanya eski Cumhurbaşkanı, otel masraflarını başkası<br />
ödediği için yargılanıyor bugün. Üç yıla kadar hapis cezası alabilir.<br />
Bizimkiler gibi milyarlarca dolarlık yolsuzluk yapmadı adam. Sadece 719<br />
euro için yargılanıyor. Beğenmediğimiz Yunanistan’da, Başbakan eski<br />
Bakanı tutuklayan polisleri bizzat tebrik ediyor. Bizim başbakan gibi,<br />
polislere hakaretler edip, tüm emniyet teşkilatını dağıtmıyor. İspanya’da<br />
Kralın kızı bile yolsuzluktan dolayı yargılanabiliyor, bizim Başbakan<br />
oğlunun aksine.<br />
Bize gelince, bizim başımıza geçirdiklerimiz, önce biraz gazla bir<br />
şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama daha sonra, sonrasını, koltuktan indikten<br />
sonrasını düşünmeye başlıyorlar. Türkiye’de hukukun işlemediğini, ne<br />
[44]
yapsalar yanlarına kar kalacağını bildikleri için, elde fırsat varken, ne<br />
yersem, ne yedirirsem kar mantığıyla çalışıyorlar. Ve bir süre sonra, ülkeye<br />
hizmet etmeyi tamamen bırakıyorlar, tüm vakitlerini, tüm enerjilerini, biraz<br />
daha götürebilmek için, eşine, dostuna bir şeyler kazandırabilmek için<br />
harcamaya başlıyorlar. İşte bütün bunlar, hukukun işlememesiyle,<br />
yolsuzluk kapısının açık olmasıyla başlıyor.<br />
Ertuğrul Günay ve Erdoğan Bayraktar’ın da ifade ettiği gibi,<br />
Türkiye’deki tüm büyük imar projeleriyle Tayyip Erdoğan bizzat<br />
ilgileniyordu, son onaylarını bizzat kendisi veriyordu. Yolsuzluktan dolayı<br />
istifa etmek zorunda kalan çevre ve şehircilik bakanının, her şeyin<br />
başbakanın bilgisi dahilinde, onun talimatıyla yapıldığını, kendisiyle birlikte<br />
başbakanın da istifa etmesi gerektiğini söylemesi çok manidardı. Bunların<br />
dışında, geçen sene, oldukça sıra dışı bir kanunla, madenler gibi<br />
işletmelerin onayları da doğrudan Başbakanlığa bağlandı. Bazı işletmelerin<br />
işlemleri son hız yapılırken, birçok işletmeye de hiçbir gerekçe<br />
gösterilmeden Başbakanlık tarafından izin verilmedi. Bunları düşünmek<br />
lazım. Koskoca Başbakan, ülkenin onca işi varken, kıytırık imar<br />
projeleriyle, işletmelere onay vermekle neden o kadar çok ilgileniyordu. Ali<br />
Ağaoğlu birçok işini Erdoğan üzerinden çözdüğünü söylüyor. Sizce bunu<br />
Tayyip Erdoğan hayrına mı yapıyordu? Ali Ağaoğlu, bir defada 100 milyon<br />
dolarlık arsayı Bilal Erdoğan’a hayrına mı bağışladı? Tabi ki değil.<br />
[45]
Tayyip Erdoğan’ın Urla villalarıyla ilgili konuşmalarını dinleyin<br />
mesela. Bir işadamı arkadaşı İzmir Urla’da doğa harikası bir koyda, birinci<br />
dereceden sit alanında kaçak villalar yapıyor. Başbakana da iki tanesini<br />
vermiş. Bu villaların durumunu Başbakan bizzat kendisi takip ediyor.<br />
Villayı veren işadamıyla, villaların tuvaletlerinin fıskiyesine kadar<br />
konuşuyor. İşadamının talebi üzerine, gerekli bazı işlemler için Çevre ve<br />
Şehircilik Bakanını arayacağını söylüyor, villaların yapıldığı birinci<br />
dereceden sit alanını, üçüncü dereceden sit alanına dönüştürülmesiyle<br />
ilgileniyor, hatta bu işadamının sit alanına villa yapılmasına müsaade<br />
etmediği için Başbakana şikayet ettiği İzmir valisini Diyarbakır’a sürüyor.<br />
Bütün devlet, Başbakanın villaları için seferber ediliyor. Biz de<br />
zannediyoruz ki, ülkenin başbakanı çok mühim devlet işleriyle uğraşıyor.<br />
Uğraştığı şeyler bunlar, Başbakanının. Siz şimdi, kendisine rüşvet verilen<br />
villasının tuvaletlerinin fıskiye sorununu çözmekle uğraşan bir<br />
Başbakandan, tüm kurumları Başbakanın villasının düzenlenmesi için<br />
seferber edilmiş bir devletten ne beklersiniz Allah aşkına?<br />
Bu nokta çok önemli. Başımızdakilerinin yemesinden daha büyük<br />
sorun, bir şeyler yemekle uğraşırken, devletin işlerini bırakmaları veya<br />
devleti kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeleri. Eğer ülkenin başbakanı,<br />
eşi hastane işine girdiği için hastanelere teşvik veriyorsa, oğlu okul işine<br />
girdiği için özel okullara destek vermeye başlıyorsa, bitmişiz demektir.<br />
Sorun adama ne kadar yemiş? Yirmi milyar dolar mı? Adamın eline yüz<br />
milyar dolar verip, “bırak bu sağdan solan tırtıklamayı da, bırak bu küçük<br />
hesapları da, al şu parayı, adamakıllı ülkeyi yönet” deseniz daha karlı<br />
çıkarsınız. Tabi bunun daha iyi, daha kolay ve dünyada daha yaygın olarak<br />
kullanılan bir yolu var. O da, hukuku işletmek. “Hele bir ye…” demek. Bu<br />
yüzden, hukukun işlemesi önemli. Bu yüzden, hukuk işlemediği sürece,<br />
ülkenin de kalkınması, ilerlemesi mümkün değil.<br />
Olayın bir diğer yönü de, halkın onurlu olması, yalana, adaletsizliğe,<br />
hırsızlığa karşı taviz vermemesi tabi. Clinton’ı biliyorsunuz. Amerika’nın<br />
en başarılı başkanlarından birisidir. İki dönem üst üste başkanlık yapmıştı.<br />
Clinton döneminde Amerikan ekonomisi uçuyordu. Sonra bir ilişkisi<br />
olduğu iddia edildi. Clinton, televizyonların karşısına çıkıp, ilişkisinin<br />
olmadığını söyledi. Daha sonra ilişkisinin olduğu ortaya çıktı. Bir daha<br />
[46]
aşkan seçilemedi. Amerikan halkı, Başkanlarının eşini aldatmasını değil,<br />
kendilerini aldatmasını kabullenemedi. Biz ona ülkemizi teslim ettik, o<br />
bizim gözümüzün içine baka baka nasıl yalan söyler dediler. Amerikan<br />
halkı, onurlu davranarak, bütün başarısına rağmen bir daha Clinton’ı<br />
başkan yapmadı. Bizim Başbakanın ise, kameraların önüne geçip, milletin<br />
gözünün içine baka baka açık açık yalan söylemediği gün olmuyor artık.<br />
Burada önemli olan milletimizin tavrı. Bizim kendimize saygımız<br />
yoksa, kendimize yalan söylenmesini, ülkenin başına gelenlerin ülkeyi<br />
soymasını sorun etmiyorsak, bir Tayyip gider, diğer Tayyip gelir, her gelen<br />
güzel bir iki laf eder, göstermelik bir iki iş yapar, arkadan da ülkeyi<br />
sömürür. Biz, onurlu olursak, adil ve dürüst olursak, adaletsizliğe ve<br />
yalancılığa taviz vermezsek, ülkemizin başındakiler de adil olur, dürüst<br />
olur, adam gibi görevlerini yaparlar. Yapmak zorunda olurlar.<br />
[47]
ÜLKEDE KAN DÖKÜLEBİLİR<br />
Önümüzdeki günlerde Tayyip Erdoğan büyük adımlar atacak.<br />
Erdoğan’ın bu adımları atabilmesi için, seçimlerden yüksek oy oranıyla<br />
çıkması ve cemaati insanların düşündüğünden çok daha büyük bir tehdit<br />
olarak göstermesi gerekiyor. Bunun için cemaati bir terör örgütü ilan etti<br />
ama bununla ilgili bir delil ortaya koyamadı. Bunun altının doldurulması<br />
gerekecek. Son haftalarda, başbakanlıktan talimat alan gazetelerin<br />
yazdıklarına bakarsanız, bunun için ne yapılacağını görebilirsiniz.<br />
Erdoğan medyası, ölüm tehditleri aldıklarını, cemaatin kan<br />
akıtacağını, Amerika’dan Türkiye’ye suikast timleri gönderdiklerini<br />
yazıyorlar. Önümüzdeki günlerde ne olacağını tahmin etmek için dahi<br />
olmaya gerek yok.<br />
Eğer imkan bulunursa Başbakana göstermelik bir suikast<br />
düzenlenecek gibi görünüyor. Suikastçılar yakalandıklarında da bunu<br />
kendilerine cemaatin yaptırdığını söyleyecekler ve tabi bununla ilgili tüm<br />
deliller de hazırlanmış olacak.<br />
[48]
Bu sayede, hem cemaatin terör örgütü olduğu iddiasını ispatlanmış<br />
olunacak, hem de oyları dibe vurmuş Başbakan, her seçimde olduğu gibi,<br />
halkın önünde mazlum ve kahraman yapılacak. Halkın desteği alındıktan<br />
sonra, cemaatle savaş bahanesiyle, devletin yeniden yapılandırılmasında<br />
daha büyük adımlar atılabilecek…<br />
Bunlarla birlikte, Erdoğan çatışmalar çıkarmak için de çok uğraşıyor.<br />
Meydanlarda halkı cemaate karşı kışkırtıyor. Daha birkaç gün önce,<br />
Samanyolu televizyonun önünde, AKP seçim aracının katılımıyla halk<br />
cemaate karşı provoke edildi. İstanbul’un merkezinde insanlar linç<br />
edilecekti. Ama polis olaya müdahale etmedi. Daha gösteriler başlamadan<br />
çağrılan polis, saatlerce sonra, olaylar bittikten sonra geldi. İnsanların can<br />
güvenliğinin bu şekilde riske atılması, kabul edilebilecek bir şey değil.<br />
Tayip Erdoğan, kan akması için uğraşıyor. Tayyip Erdoğan’ın planı,<br />
insanların birbiriyle kavga etmesine, ortalığı karıştırmaya, kaos oluşturmaya<br />
dayalı. İnsanlar kavga psikolojisinde olduğu sürece, insanlar sağlıklı<br />
düşünemeyecek, Tayyip seçmenini kaybetmeyecektir. Ortalık bir durulsa,<br />
insanlar bir düşünmeye fırsat bulabilse, kimse Erdoğan’ın arkasında<br />
olmayacaktır. Kimse, bu kadar şaibeli birisini ülkenin başında görmek<br />
istemez. Akp’liler bile, böyle bir başkan istemezler.<br />
Bilhassa gençlerden ricam, ne kadar provoke edilirsiniz, edilin, cevap<br />
vermeyin, yürüyüşler, gösteriler yapmayın. Şu anda yapmayın. Eğer<br />
hukukun tekrar devreye girmesini sağlayamazsak, ülkeyi elbet Tayyip<br />
Erdoğan’a teslim edecek değiliz. O zaman, hep beraber yürürüz.<br />
Milletimizin özgürlüğü için yürürüz, adaletin sağlanması için yürürüz. Bu<br />
gerçekleşmeden de geri dönmeyiz. Ama bu en son seçenek olmalı. İlkönce<br />
Akpartililere ve AKP seçmenine derdimizi anlatmayı çalışalım. Ben, kavga<br />
psikolojisinden çıkıldığında, makul bir düzleme gelindiğinde, aynı ortak<br />
paydada buluşacağımıza, suçluların yargılanıp, hukukun tekrar işlemesini<br />
sağlayabileceğimize, en hızlı bu şekilde sonuca ulaşabileceğimize<br />
inanıyorum.<br />
[49]
DİKTATÖRLÜĞE MARŞ, MARŞ<br />
17 Aralık sonrasında, kendisinin ve çocuklarının da dahil olduğu,<br />
milyarlarca doların cep edildiği, cumhuriyet tarihinin en büyük<br />
yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra, Başbakanın iki tercihi vardı.<br />
İlki, istifa etmek ve hapse girmek. İkincisi ise suni bir tehdit oluşturarak,<br />
güya ülkesi için bu tehditle savaşabilmek adına devletin tüm gücünü elinde<br />
toplamak, yargıyı kendisine bağlamak, özgürlükleri kısıtlamak ve böylece<br />
yargının kendisine ve yakınlarına hiçbir zaman dokunamamasını sağlamak.<br />
17 Aralık sonrasında Başbakanın yolsuzlukları yalanlaması ve<br />
kendisine darbe yapılıyor olduğunu söylemesinden sonra Başbakanın<br />
hangi yolu tercih edeceği belli oldu. Tayyip Erdoğan, son üç ay boyunca<br />
bu süreci başarılı bir şekilde yönetti. Yok dış mihraklardı, yok paralel<br />
devletti, yok robot lobisiydi, yok hoca beddua eder miydi, etmez miydi ile<br />
insanları oyalayarak, yargı sürecini engelledi, bakanlarla ilgili davada<br />
tutuklanan herkesi dışarı çıkardı, kendisi ve oğluyla ilgili davayı<br />
başlattırmadı bile, sonra cemaatle mücadele ediyorum diye kendi aleyhinde<br />
olabilecek herkesi devlet kadrolarından tasfiye etti ve devletin tüm gücünü<br />
kendisinde topladığı yasaları meclisten geçirdi.<br />
Bugün, cemaatçileri temizliyoruz bahanesiyle, emniyette, yargıda,<br />
milli eğitimde ve diğer tüm kritik devlet kurumlarında, milliyetçiler,<br />
ulusalcılar, farklı cemaatlere bağlı olanlar, akpli olmayan herkes tasfiye<br />
ediliyor. Devletteki tüm önemli kadrolar, Tayyip Erdoğan’a biat edecek<br />
kişilere devrediliyor. Erdoğan, “Devleti ele geçiriyorlar” diye bağırarak,<br />
devleti ele geçiriyor, cumhuriyet tarihinin en büyük kadrolaşma harekatını<br />
gerçekleştiriyor. Böyle bir tasfiye, darbelerde bile gerçekleşmemişti.<br />
Bundan daha vahimi, tüm yargı sisteminin Adalet Bakanı üzerinden<br />
Başbakana bağlanması. Artık Başbakan’ın istemediği herhangi bir karar<br />
alan savcı veya hakimin elindeki yetkiler alınabilecek, istenilen yere<br />
[50]
sürülebilecek. Nitekim şimdiden birçok üst yargı mensubu jet hızıyla<br />
görevlerinden alındı.<br />
Tayyip Erdoğan geçtiğimiz yıllarda yaptığı tüm konuşmalarında,<br />
yargıya hükümet da dahil olmak üzere kimsenin dokunamayacağını,<br />
kimsenin yargıya, savcılara karışmaması gerektiğini, bunun modern bir<br />
devlet için, bir hukuk devleti için bir gereklilik olduğunu söylüyordu.<br />
Gerçekten de modern devletlerin hiçbirisinde, Türk ve İslam Tarihi de<br />
dâhil olmak üzere, yargıya dokunulmaması esas alınmıştır Modern<br />
devletlerin ve Türk-İslam devletlerinin hepsinde, yargı yürütmeyi denetler.<br />
Ülkeyi yönetenlerin yargıyı denetlemesine, yargı, yasama ve yürütmenin tek<br />
elde toplanmasına, tüm gücün bir kişide olmasına, hukuk devleti denilmez,<br />
krallık denir, diktatörlük denir.<br />
Ne modern devletlerin başkanları, ne Osmanlı padişahları, ne de<br />
İslam halifeleri yargıya, hakimlere dokunmamış, zamanı gelmiş bizzat<br />
kendileri de yargılanmıştır. Hz.Muhammed (s.a.v.) bile kendisinden<br />
şikayetçi olanlar karşısında, yargılanmayı, bir hakimin önüne çıkmayı sorun<br />
etmemiştir. İslam’a göre hakimler, Allah adına, adaletle hüküm veren<br />
kişilerdir. Peygamberler dahi, hakimleri sorgulamaya kalkmamıştır.<br />
“Yetkim olsa, yargıyı yargılarım” dememişti. Tayyip Erdoğan’ın yaptığını,<br />
tarihte sadece Krallar, Firavunlar yapmıştır. Başka kimse değil.<br />
Skandal niteliğindeki bu kanunlar uygulanmaya başlanması demek, 70<br />
yıl öncesine geri dönmek demek. AKP öncesindeki ordu baskısı altındaki<br />
yargı bile bundan çok daha özgürdü. Tek parti rejiminde, İstiklal<br />
mahkemelerinde uydurma delillerle insanların asıldığı döneme geri<br />
gidiyoruz şu anda. Artık kişisel özgürlükler ve hukuk alanında dünyanın en<br />
geri, dünyanın en otoriter, en baskıcı ülkelerinden birisi olacağız. Düşünün<br />
İran bile özgürlükler konusunda bizden daha iyi durumda olacak.<br />
Bugün, Tayyip Erdoğan’ı ve yakınlarını kurtarmak adına, ülkemizde<br />
apar topar bir rejim değişikliği yapılmakta, tüm devletin gücü Başbakan’da<br />
toplanmaktadır. Hükümet yetkilileri bile artık açık açık, paralel devletle<br />
savaşmak için hukuku bir süreliğine rafa kaldıracaklarını söylüyorlar. Bütün<br />
bunlara bağlı olarak aklımıza şu sorular takılıyor: “Hukukun tekrar<br />
[51]
işlemeye başlayacağından nasıl emin olabiliriz? Hukuk işlemeye başlar<br />
başlamaz Başbakan, Bakanlar, çocukları, yakınları hapse gireceğine göre,<br />
Başbakan eline geçireceği bu gücü tekrar neden versin, neden hukuku<br />
tekrar devreye soksun ki? Bugün, tüm yolsuzlukları ortaya çıkmışken kimse<br />
dokunamıyor, tüm devletin gücünü eline aldıktan sonra, kim ondan gücü<br />
geri alabilecek ki?”<br />
Erdoğan devletin gücünü eline alırsa bundan sonra seçimlerin<br />
yapılmasının da bir önemi kalmayacaktır. Seçimle veya darbeyle gelip,<br />
ülkenin yönetimine el koyan birçok diktatör, kendi yönetiminde de<br />
seçimlerin yapılmasına özen göstermiştir. Seçimler, onların kendi<br />
yönetimini meşru göstermek için kullandıkları birer araçtır. Seçimin<br />
gerçekten bir anlamı olabilmesi için, farklı adayların eşit şartlarda halkın<br />
önüne çıkabilmesi gerekir. Bu demokrasinin de en temel şartıdır.<br />
Eğer bir ülkenin başbakanı, kendisini ve çevresindekileri ülkesinden<br />
çaldığı milyarlarca dolarla zengin etmişse, ülkedeki en büyük medya<br />
patronu olmuşsa, diğer haber kaynaklarını baskı altına almışsa, ülkenin<br />
istihbarat teşkilatını kişisel haber ajansı olarak kullanıyorsa, elde ettiği bu<br />
illegal güçle halkı istediği şeye inandırabiliyorsa, seçim yapılması<br />
anlamsızdır. Seçim yapılacaksa, ilkönce bu kişinin elindeki illegal gücün<br />
alınması gerekir. Herkesin eşit şartlarda seçime girmesinin sağlanması<br />
gerekir…<br />
Bu İktidar Darbeden Yargılanacak / Mehmet Altan<br />
Türkiye, yıllardır ülke demokratikleşsin, gerçek bir hukuk devleti kurulsun diye<br />
beklerken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘yolsuzluk ve rüşvet’ iddialarının<br />
üzerini örtmek için sivil darbe gerçekleştirdi.<br />
Anayasanın emrettiği ‘güçler ayrılığı’ fiilen yok edildi, iktidarın emrindeki silahlı<br />
polis güçleri mahkeme emirlerine başkaldırdı, mahkeme kararları uygulanmadı,<br />
savcıların soruşturmaları engellendi, yargı ‘yürütmenin’ emrine verildi.<br />
17 Aralık’tan bu yana ülke, anayasanın emirlerini açıkça yok sayan bir darbe<br />
hükümeti tarafından yönetiliyor.<br />
[52]
Bugün hala ‘rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun’ 2’nci dalgası için mahkemenin<br />
verdiği arama ve gözaltı emrini hükümetin sivil darbesi nedeniyle yerine<br />
getirmeyen bir polis var. Sadece hükümet değil mahkeme kararlarına direnen<br />
polisler de suç işliyor.<br />
Hükümetinin ve polisinin alenen suç işlediği bir ülkede yaşıyoruz şu anda. Bu<br />
suçu işlemeyi de kararlılıkla sürdürüyorlar.<br />
Bu ülkede yaşayan insanların dayanabileceği bir anayasa, güvenebileceği yasalar,<br />
anayasal çerçeve içinde duran bir hükümet, insanların sığınabileceği bir polis yok<br />
artık…<br />
Darbeyi arkasına saklayacakları hikâyeler anlatıyorlar, yolsuzluk soruşturmasının<br />
başlamasıyla birlikte 17 Aralık’a kadar söz edilmeyen bir ‘çete’ zuhur ediveriyor<br />
aniden.<br />
Yolsuzluk ve rüşveti yakalayıp yargılamak isteyenlerin komplocu paralel devlet<br />
olduğu anlatılıyor. On bir yıldır iktidarda olan bir hükümetin o ‘çetenin’ devletin<br />
içine yerleşmesine niye göz yumduğu sorulmuyor.<br />
Yığınları aldatmak için sadece ‘çete’ hikâyesinin yetmeyeceği endişesiyle daha<br />
Mayıs ayında büyük törenlerle ziyaret edilen, ‘stratejik ortak’ sayılan ABD de<br />
‘düşmanlar’ arasına katılıyor, büyükelçisi kapı dışarı edilmekle korkutulmaya<br />
çalışılıyor. Amerika’dan sert bir tepki gelince birden bu politikadan vazgeçiliyor.<br />
Bütün bu bağırıp çağırmalarla 14 aylık teknik takibi, kasaları, ayakkabı kutularını,<br />
milyonlarca doları, elden istenen yüklü paraları unutmamız isteniyor…<br />
Mahkeme kararını uygulatmamak için darbe yapan kim olursa olsun er ya da geç<br />
‘darbeci’ olarak yargılanır.<br />
Darbecilerle iş birliği yapmak, Ergenekoncularla kolkola girmek, Balyozculara<br />
çiçek atmak filan da bunu engelleyemez.<br />
Anayasada ve yasalarda tarif edilen suçu işledin mi, işlemedin mi?<br />
İşlediysen yargılanacaksın.<br />
İster ‘laik’, ister ‘dindar’ görünümlü olsun her türlü darbeci sonunda yargılanır.<br />
Ne Türkiye ne de dünya ‘suçlu bir devleti’, birilerinin koca devleti alıp suç<br />
denizlerinde dolaştırmasının ağır faturasını taşıyamaz çünkü bu çağda.<br />
[53]
ÖZGÜRLÜKLERİN SONU<br />
Günümüzde insanların gündemle ilgili gerçekleri öğrenebilmesi için<br />
iki ana yol var, medya ve internet. Medya büyük oranda kontrol altına<br />
alınmış durumda. Gazetelerin, televizyonların çoğu hükümet aleyhinde<br />
yayın yapamıyor. Birçoğu, Tayyip Erdoğan’ın propaganda aracı haline<br />
getirilmiş durumda. Erdoğan aleyhinde haber hazırlayan birçok gazeteci ve<br />
yazar işlerinden oldular. Tayyip Erdoğan, medya patronlarını telefonda<br />
ağlatacak kadar, medyayı baskı altında tutuyor.<br />
Şimdi, interneti kontrol altına almaya yönelik yeni internet yasası da<br />
meclisten çıkarıldı. Artık halkın Başbakanın işine gelmeyecek gerçekleri<br />
öğrenebilme imkanları tamamen engellenmiş olacak. İnternet<br />
özgürlüğünde Suriye, Kuzey Kore, İran gibi ağır internet yasağı uygulayan<br />
ülkelerle aynı gruba düştük şu anda. Daha önce Tayyip Erdoğan ve<br />
yakınlarının içinde bulunduğu ikinci yolsuzluk davasına yayın yasağı<br />
getirilerek, internetteki Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluklarıyla ilgili haberlerin<br />
tamamına yakını silinmişti. Bu yeni kanunla, Başbakanın aleyhine<br />
olabilecek tüm haberler ve ses kayıtları internetten kaldırılabilecek.<br />
Medya ve internetin yanında sosyal<br />
medyanın üzerine de gidiliyor. Geçtiğimiz<br />
günlerde, facebook, tweeter gibi bütün sosyal<br />
medya faaliyetlerini ve gsm operatörlerini takip<br />
etmek için “sosyal izleme merkezi” adında bir<br />
birim kurulması çalışmaları başlatıldı. Bu birim<br />
sayesinde, internet kullanıcılarının girdiği tüm<br />
siteler ve yaptığı tüm yorumlar da dahil olmak<br />
üzere tüm internet faaliyetleri kaydedilecek,<br />
hükümet aleyhine sosyal medya yapılacak her<br />
türlü söyleme doğrudan müdahale edilebilecek.<br />
[54]
Televizyonlarda, gazetelerde, internette, sosyal medyada sadece<br />
Tayyip Erdoğan’ın istediği şeylerin yayınlanabileceği bir ülke olmaya doğru<br />
gidiyoruz şu anda... Tüm iletişim kanalları üzerindeki bu ağır baskı, sadece<br />
insanların gerçekleri öğrenmesinin engellenmesi için değil. Aynı zamanda<br />
Tayyip Erdoğan’ın atacağı daha radikal hamlelere karşı herhangi bir<br />
tepkinin, herhangi bir direnişin olmasını engellemeye yönelik bir önlem.<br />
Eğer şu anda tepki verilmezse, artık çok geç olabilir.<br />
[55]
TİT (TAYYİP İSTİHBARAT TEŞKİLATI)<br />
İki sene önce, oldubittiyle bir kanun çıkarılarak tüm MİT’e<br />
dokunulmazlık getirilmişti. Herhangi bir MİT elemanı, en açıktan suç<br />
işlese dahi, bu suçun araştırılması ve bu kişinin yargılanması doğrudan<br />
Başbakanın iznine bağlanmıştı. Yani eğer bugün Tayyip Erdoğan, MİT’e<br />
bir suç yapma talimatı verirse, MİT bunu gerçekleştirdiğinde, emniyet ve<br />
yargı Tayyip Erdoğan’dan izin almadan bunun üzerine gidemiyor. Bu, tabi<br />
ki suiistimale çok açık bir kanun.<br />
Nitekim, geçmiş yıllarda Başbakan’ın, Prof.Mehmet Altan, Ahmet<br />
Altan, Yasemin Çongar, Amberin Zaman gibi kendi aleyhinde olan<br />
yazarları MİT’e illegal bir şekilde dinlettiği ortaya çıktı. Bütün bu yazarlar,<br />
terörist oldukları gerekçesiyle dinlenmişler. Yine daha yakın zaman<br />
öncesinde bir Taraf yazarı kendisinin takip edildiği konusunda<br />
şüphelendiği için emniyete şikayette bulunmuştu. Sonrasında, kendisini<br />
takip edenin MİT elemanları olduğu ortaya çıktı. Baransu’da kendisini<br />
takip eden MİT’çileri yakalatmıştı ama yine hiçbirşey yapılamadı tabi ki.<br />
Bütün bunların üzerine gidilemedi. Nedeni ise Başbakanın onay vermemiş<br />
olması. Neden onay versin ki, kendisine muhalif kişilerin takip edilmesi<br />
talimatını bizzat kendisi vermektedir.<br />
Zaten uzun süredir Tayyip Erdoğan, MİT’i, devletin istihbarat<br />
kurumunu, kendi politik çıkarları için, muhaliflerini takip etmek ve<br />
dinlemek için kullanıyor. MİT uzun süredir Ülkenin, milletin çıkarlarını<br />
değil, Erdoğan’ın çıkarlarını korumakta. Bence, MİT’E, Milli İstihbarat<br />
Teşkilatı, yerine TİT, Tayyip İstihbarat Teşkilatı diyebiliriz.<br />
Yalnız, bütün bunlar, ülkemizde hukukun az çok işlediği, herşeyin<br />
yasaya uygun yapılmaya çalışıldığı dönemdeki olaylar. 30 Mart’tan sonra,<br />
MİT’e dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinin istihbaratında olmayan, Hitler’in<br />
Gestaposu benzeri sınırsız yetkiler veren kanun uygulamaya konulacak.<br />
[56]
Bu demek oluyor ki, önümüzdeki günlerde, sosyal medya üzerinden<br />
Başbakan’ın canını sıkan herhangi bir kişi MİT tarafından evinden<br />
alınabilecek ve geri dönmezse herhangi savcı ancak Başbakanın izniyle<br />
konuyu soruşturabilecek. Başbakan izin vermediği sürece kimse o kişinin<br />
akıbetini araştıramayacak. Dokunulmazlık zırhı sadece MİT’i değil, MİT’in<br />
işbirliği yapacağı herkesi kapsıyor. Mesela, MİT AKP gençlik kollarından<br />
bir grup gencin eline silah verip, toplanmış bir kalabalığa ateş açtırsa, polis<br />
ve savcı bu gençlere dokunabilmek için MİT’ten izin alması gerekecek.<br />
Çünkü yasa gereği MİT’in, milli menfaatler gereği kendisiyle çalıştığını<br />
söylediği herhangi bir kimse dokunulmaz oluyor. MİT ile ilgili en büyük<br />
skandallarda bile, MİT görevlilerinin yargılanması, Başbakanın Adalet<br />
Bakanı üzerinden atadığı özel hakim tarafından yapılacak. Yani Başbakan,<br />
MİT’ine, pardon TİT’ine, dolayısıyla kendisine sınırsız yetki verdiğini<br />
söyleyebiliriz. Bütün bunları göz önüne aldığınızca, 30 Mart sonrasında<br />
ülkemizin nasıl bir cehenneme çevrilebileceğini hayal etmek zor olmasa<br />
gerek...<br />
[57]
MİT'e Gestapo modeli /Gültekin Avcı<br />
17 Aralık adli soruşturmasıyla Türkiye'de otoriter bir dönem başladı.<br />
Otoriter tasarruflara sebep olarak iktidarca "paralel devlet-çete"<br />
iddiaları ortaya atılmasına rağmen tek delil gösterilemedi.<br />
Meclis'e gelen HSYK, internet ve özellikle yeni MİT Kanunu ise<br />
Türkiye'de otoriter dönemden totaliter döneme geçişin bayraklarıdır.<br />
Yeni kanun MİT'e Almanlar'ın 3. REİCH günlerini hatırlatan<br />
istihbarat+operasyon+kolluk (polis gücü) yetkilerini veriyor.<br />
Oysa tüm demokratik ülke istihbarat servislerinde, operasyonun<br />
başlamasıyla istihbarat biter.<br />
Yeni MİT Kanunu'yla servise hem sınırları belirsiz operasyon hem de<br />
yargı denetimi dışında bir kolluk nüfuzu tanınıyor…<br />
Böylece hükümet tüm illegal faaliyetlerini yargıdan, halktan ve<br />
medyadan en korunaklı alan olarak MİT sahasına kaydıracak.<br />
Bu tam bir Gestapo modelidir, açık bir diktadır, ara rejim<br />
uygulamasıdır ve demokratik dünyada benzeri yoktur.<br />
Sonuç: Hükümet ve MİT'in geçmiş ve gelecek suçları hukuksuz bir<br />
kanunla örtülmekte, toplum kaosa sevk edilmektedir…<br />
Yeni kanunla canavarlaştırılan MİT'in sadece 3 benzeri vardır:<br />
Eski KGB, Gestapo ve İran Devrim Muhafızları (Pasdaran).<br />
[58]
30 MART SONRASI<br />
Türkiye’nin son dönem itibariyle dönüm noktaları diyebileceğimiz<br />
tarihlerinin; Anayasa değişikliğinin olduğu 12 Eylül 2010, Cumhuriyet<br />
Tarihi’nin en büyük yolsuzluklarının ortaya çıktığı 17 Aralık 2013 ve<br />
önümüzdeki seçimlerin olacağı 30 Mart olduğunu düşünüyorum.<br />
2010 Eylül’üne kadar ülkenin ve hükümetin üzerinde<br />
Ergenekoncuların baskısı vardı. Referandum sonrasında bu baskı kalktı.<br />
Onun yerine hükümet baskısı başladı. Arka planda çok büyük yolsuzluklar<br />
yapıldı, kadrolaşmalar oldu, medya baskı altına alındı. 17 Aralık sonrasında<br />
bu yapılanların ortaya çıkmasından sonra, baskı bir seviye daha arttırıldı,<br />
hukuk devre dışı bırakıldı, doğrudan yargıya müdahaleler yapıldı, cemaat<br />
ile mücadele ediyoruz mazeretiyle, sürmeler ve işten atmalar rutin hale<br />
geldi. Özgürlüklerin tamamen kaldırılıp, devletin tüm gücünün Başbakanın<br />
elinde toplanmasını sağlayan yasalar çıkartıldı. Fakat seçimlerde halkın<br />
tepki vermesinden endişe edildiği için daha ileriye gidilmedi.<br />
30 Mart seçimlerinden sonra, zaten suçları ortaya çıkmış ve<br />
kaybedecek bir şeyi olmayan Tayyip Erdoğan, elindeki devletin gücünü<br />
kullanarak, tüm muhaliflerini tamamen yok etmeye ve ülkede kimsenin<br />
dokunamadığı tek güç olmaya çalışacak. Bunu kendisi de açıkça söylüyor.<br />
Eskisi gibi işi kılıfına, kanununa uydurma derdinde olmayacak. Her şeyi<br />
açık açık yapacak. Kimse hakkını arayamayacağı için, başta Gülen cemaat,<br />
bazı medya kurumları, yazarlar kendisine yakın olmayan işadamları olmak<br />
üzere tüm muhaliflerini, hak hukuk kural tanımadan yok etmeye kalkacak.<br />
Henüz yasalar uygulamaya konmadan bile ülkemizdeki yapılanları<br />
düşünün bir Başbakan, bakanlar, çocukları, yakınları, arkadaşları<br />
milyarlarca dolar rüşvet aldığı ortaya çıktı, suçu işleyen değil, suçu ortaya<br />
çıkaran savcılar, emniyet müdürleri cezalandırıdı. Başbakan aleyhinde<br />
yazan yazarlar işlerinden oldu. Başbakana ayakkabı kutusu gösteren<br />
vatandaşın evi basılıyor, emniyete götürüldü. Müfettişler okullarda<br />
[59]
çocukları sorgu odalarına alıyor. “Atatürk’ü mü, Başbakanı mı daha çok<br />
seviyorsun?” gibi saçma sorularla sorguya çekildi. Başbakan ve yakınları ne<br />
suç işlerse işlesin kimse dokunamamakta, vatandaşa ne yapılırsa yapılsın,<br />
kimse hakkını arayamamakta. Ve bütün bunlar, seçimler öncesinde,<br />
hükümetin vatandaştan destek aradığı, vatandaşa en nazik olduğu<br />
dönemde yapılıyor.<br />
Başbakanın, seçimlerden yüksek oy alması ve meclisten geçirdiği<br />
kanunları uygulamaya başlaması durumunda Türkiye’nin halini<br />
düşünebiliyor musunuz? En büyük yolsuzlukların ortaya çıkmasından<br />
sonra hiç kimsenin ceza almadığı bir ülkede artık kim rüşvet almaktan ve<br />
vermekten çekinecek ki? Devleti soymak varken, hangi devlet yöneticisi<br />
ülkeye hizmet etmeye çalışacak ki? Bundan sonra hangi savcı, başbakanın,<br />
bakanların, akparti yönetiminin veya onların çocuklarının veya onların<br />
akrabasının bir suçunun üzerine gidebilecek? Başbakan, kendine muhalif<br />
gurupları, yazarları, işadamlarını veya canını sıkan herhangi bir kişiyi, bir<br />
mazeret uydurup içeriye aldığında, kim onların hakkını savunabilecek ki?<br />
“Ben hayatımda bu ölçüde hukuka darbe yapan bir siyasal iktidar görmedim...<br />
Hükümetin yasallığı ve meşruluğu bitmiştir. Seçimlerde oy oranında herhangi bir<br />
azalma olmaz ya da artış olursa ciddi bir siyasi faşizm tehlikesi başlar ve büyük<br />
bedeller ödenir”, Mehmet Altan.<br />
Ölüm Kalım Savaşı / Çiğdem Anad<br />
Arenada savaşılıyor. Ya bir taraf ölecek, ya diğer taraf.<br />
Başbakan hiç bir hukuk kuralı, hiç bir engel tanımayacağını bangır bangır<br />
bağırıyor.<br />
[60]
Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; yargıyı tamamen kendisine bağlayacağını ilan<br />
ediyor. Tek karar verici Tayyip Erdoğan olacak. Erdoğan’ın kararlarını uygulayan<br />
hakim ve savcılar görevde kalacak. Erdoğan’ın istediği kişi mahkum edilecek,<br />
istediği kişi serbest bırakılacak. Bugün de öyle değil mi zaten diye sorarsanız ;<br />
bugüne kadar başbakan işi kılıfına uyduruyordu, kılıf çıkarılınca ortaya<br />
dökülenler bugün suç sayılıyor, yarın suç sayılmayacak, kılıfa da gerek<br />
duyulmayacak.<br />
Başbakan iktidarını sürdürebilirse , iş dünyasını tamamen kendisine bağlayacağını<br />
ilan ediyor. Erdoğan’ın istediği iş adamı para kazanabilecek, istemediği<br />
batırılacak. Başbakan ihaleleri paşa gönlü kime isterse ona verecek. Bugüne<br />
kadar öyle olmuyor muydu zaten diye sorarsanız ; bugüne kadar başbakan bir<br />
sürü kurummuş, kuruluşmuş, yasaymış falan uğraşmak zorunda kalıyordu, yarın<br />
böyle zahmetlere katlanmak zorunda kalmayacak.<br />
Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; basını ortadan kaldıracağını ilan ediyor.<br />
Erdoğan’ın istedikleri yazılacak, istemedikleri yazılmayacak, istedikleri<br />
gösterilecek, istemedikleri gösterilmeyecek. Bugün durum zaten bu değil mi diye<br />
sorarsanız ; bugün kenarda kıyıda hala iki çift laf edip, yazabiliyoruz . Yarın bu<br />
da olamayacak. Erdoğan’ın istemediği tek bir gazeteci basında yer bulamayacak.<br />
Basının zor nefes alan hücreleri de öldürülecek.<br />
Başbakan iktidarını sürdürebilirse ; Herkesin birbiriyle irtibata geçme hakkını<br />
ortadan kaldıracağını ilan ediyor. Erdoğan facebook’u da , youtube da<br />
kapatabileceğini hiç çekinmeden açıklıyor.<br />
Başbakan bu milleti yedirmeyecekmiş. Bu millet dediği kendi seçmeni.<br />
Başbakanın seçmeni olmayanlar kim ? Onlar bu millet değilmiş. Onlar dinini<br />
Erdoğan’nın bildiği gibi bilmeyen sünniler, aleviler, onlar dürüstçe çalışanlar,<br />
işsizler, onlar düşünenler, konuşanlar, soru soranlar, hak, hukuk tanıyanlar, onlar<br />
herkes hakettiği kadar paylaşsın , yolsuzluğu yapanlara geçit vermeyelim diyenler.<br />
Onlar vicdanlarının sesini dinleyenler, onlar ezilmeye, sürülmeye, sindirilmeye<br />
karşı duranlar. Erdoğan onları milletten saymıyor.<br />
Başbakan demokrasinin bütün ilkelerini çiğnediği gibi toplumun bütün ayarlarını<br />
da bozdu. Bozmaya ve çiğnemeye devam edeceğini ilan ediyor. Başbakan bunca<br />
ortaya dökülenden sonra bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Ancak bu sadece<br />
onun ölüm kalım meselesi değil. Bu bizim de ölüm kalım meselemiz.<br />
[61]
BAŞBAKAN MI, ACABA?<br />
Ben şöyle düşünüyorum. Milletimiz dinini bilseydi veya Türk<br />
geleneklerini unutmasaydı veya Batı milletleri gibi demokrasi ve hukuk<br />
algısı olsaydı, şu anda yaşadıklarımız yaşanmazdı. Ne Müslüman bir ülkede,<br />
ne eski Türk devletlerinde, ne de modern Batı devletlerinde, Tayyip<br />
Erdoğan gibi suçları ortaya çıkmış birisinin, ülkenin başında kalabilme<br />
ihtimali olmazdı.<br />
Mesela, ülkemizde, Başbakanlığın ne olduğu pek bilinmiyor.<br />
Başbakanlık bir görev olarak değil, devlete sahip olmak olarak algılanıyor.<br />
Bu yanlış. Biz seçim yaptığımızda, devleti hediye edeceğimiz bir şanslı<br />
aramıyoruz, anayasa ile belirlenmiş başbakanlık görevi yerine getirmeye<br />
aday olanlar arasında bir tercih yapıyoruz. Bu ülkenin, bu devletin sahibi<br />
millettir. Bir şirketin yönetilmesi için bir CEO tutulması gibi, bir genel<br />
müdürün işe alınması gibi, Başbakan da, bu devletin yönetilmesi için<br />
tuttuğumuz, görevlendirdiğimiz bir kişidir. Bizim bir çalışanımızdır.<br />
Verdiği hizmet karşılığında, ona maaş veririz, bazı imkanlar veririz,<br />
devletin başbakanı olma onurunu veririz. Karşılaştırma yapmak açısından,<br />
milli takım teknik direktörlüğü ile başbakanlık arasında çok bir fark<br />
olmadığını söyleyebiliriz. İkisi de, çok prestijli bir iş yaparlar, işlerinin en<br />
iyi şekilde yapabilmeleri için kendilerine tüm imkanlar tanınır, ayrıca<br />
kendilerine verdikleri hizmet karşılığında belirlenmiş bir ücret verilir.<br />
Bu başbakanlık görevi, yasalarla belirlenmiştir. Her başbakan adayı,<br />
bu belirlenmiş göreve talip olmuştur. Daha fazlasını isteyemez veya<br />
kendisine çizilen görevin dışına çıkamaz. Başbakana verilen imkanları<br />
beğenmiyorsa, çeker gider. Emin olun, ülkenin başbakanı olmak isteyecek<br />
çok kişi bulunur. Bunları göz önüne alarak bazı yanlış algıları düzeltelim.<br />
[62]
Mesela, bir başbakanın, çıkıp da mesela ananı da al demesi, halkını<br />
aşağılaması kabul edilemez. O halkın patronu değildir, halk onun<br />
patronudur. Kimsenin durduk yere başbakana saygısızlık yapmaya hakkı<br />
olmadığı gibi, Başbakanın da vatandaşa hakaret etmeye hakkı yoktur. Bir<br />
başbakanın ben böyle hizmetler de yaptım diyerek övünmesi de saçmadır.<br />
Orada bulunmasın nedeni, ülkeye hizmet etmektir zaten. Görevini<br />
yapacaktır tabi ki. Bir başbakan için, o kadar ülkeye hizmet etti, biraz da<br />
yesin denilmesi kabul edilemez. Verdiği hizmetin karşılığı kendisine zaten<br />
fazlasıyla verilmektedir. Karşılığını az buluyorsa, istediği zaman görevi<br />
bırakabilir. Kimse peşinden koşmaz.<br />
Bir başbakanın, diğerlerine güvenmiyorum diyerek, devlet<br />
kadrolarına kendi adamlarını yerleştirmesi de kabul edilemez. Başbakan’ın<br />
görevi, hükümetiyle birlikte devleti yönetmektedir. Devleti istediği gibi<br />
şekillendirmesi, kadrolarına dokunması, etkilemesi gibi bir şey söz konusu<br />
olamaz. Öyle bir görevi de yoktur, yetkisi de. Bu anayasal bir suçtur aynı<br />
zamanda. Başbakanın veya hükümetin, yargıya dokunması ise<br />
düşünülemez bile. Diktatörlükler, krallıklar dışında tüm devletlerde, yargı,<br />
yürütmeyi denetler, yürütme yargıyı değil. Başbakanın yargıya müdahale<br />
etmesi, özellikle de kendisinin şüpheli olduğu bir durumda yargıya<br />
müdahale etmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.<br />
Maalesef ülkemizin son Başbakanı Tayyip Erdoğan, özellikle de son<br />
üç ayda Başbakan birçok defa anayasayla çizilmiş yetkilerinin dışına<br />
çıkarak, çok sayıda anayasal suç işledi. Yargıya doğrudan müdahale etti.<br />
Herhangi bir hukuki gerekçesi olmayan büyük tasfiyeler yaptı.<br />
Anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Millet, bir kişiyi seçimle başbakan<br />
seçer. Millet, o kişiye bir görev verir. Devleti yönetme görevi için,<br />
anayasadaki kanunlarla belirtilen bazı yetkiler verir. O kişi ile millet<br />
arasında, anayasa ile belirlenmiş bir sözleşme vardır. O kişi, anayasanın<br />
dışına çıktığında, millet ile olan sözleşme de geçerliliğini yitirmiştir. O kişi<br />
millet ile olan anlaşmasını bozmuştur. O kişinin ülkenin başında<br />
bulunmasının hukuki bir dayanağı kalmamıştır. Artık, o kişi ülkenin<br />
başında görünse de, legalitesini yitirmiştir, ülkenin resmi olarak başbakanı<br />
değildir. Nitekim bugün, ülkenin başında yasallığı, meşruiyeti geçerliliğini<br />
[63]
yitirmiş olan bir Başbakan bulunmaktadır. Ülkenin başında, seçilerek<br />
gelmiş, sonra ülkenin yönetimine el koymuş bir adam vardır.<br />
Şu anda olduğu gibi, suçları ortaya çıkmasına rağmen, hukuku devre<br />
dışı bıraktığından, görevinden alınamıyor, yargılanamıyor olabilir. Bu<br />
durumda, ülkenin yönetimine el koymuş darbeci bir komutandan farkı<br />
yoktur. Darbeci bir komutandan daha kötüdür. Çünkü asker duruma<br />
müdahale eder, kısa bir süre sonra yönetimi bırakır. Erdoğan ise yönetime<br />
el koymak ve ilelebet elinde tutmak istiyor. Ama tabi ki bunu yapamayacak.<br />
Hukuk tekrar işlemeye başladığında, kendisi de, bu suça ortak olduğu<br />
kişilerle birlikte yargılanacak ve cezasını çekecek. Bunun başka bir<br />
alternatifi yok.<br />
Bu konuşmaları, dört ay önce yapıyor olsaydım, kendi ülkemin<br />
Başbakanı hakkında konuşuyor olurdum. Kendisine muhalif olsam da,<br />
politikalarına katılmasam da, ülkeme ve milletimin seçimine, tercihine olan<br />
saygımdan dolayı, eleştirilerimde olabildiğince hassas, olabildiğince nazik,<br />
olabildiğince saygılı olmaya çalışırdım. Bugün de, Erdoğan hakkında<br />
konuşurken, elbette ki, herhangi bir hakarette bulunacak değilim. Ama<br />
kimse benden daha önce gösterdiğim saygıyı beklemesin. 25 Aralık<br />
sonrasında her şey değişti. Yargıya müdahale etmiş, anayasal yetkilerini<br />
aşıp, ülkenin üzerine çökmüş birisi olarak, Tayyip Erdoğan benim<br />
Başbakanım değildir, bu ülkenin Başbakanı da değildir.<br />
[64]
HAPİSTEKİLER NEDEN HAPİSTE?<br />
Sırf Tayyip Erdoğan ve yakınlarının hapse girmemesi için bugün<br />
ülkemizde, hukuk adalet altüst edilmiş durumda. Hukuk, başbakan çocuğu<br />
da olsa, herhangi bir vatandaşın çocuğu da olsa, herkese aynı kanunun<br />
uygulanmasını gerektirir. Ama bizim ülkemizde suç işlediğinden dolayı<br />
hapse giren bakanların çocukları hapisten çıkarıldı, Başbakan çocuğu<br />
tutuklanamadı bile. Başbakanın, kendisini kurtarmak için anlaştığı<br />
Ergenekoncular, Başbakanın talimatıyla teker teker hapisten çıkarılıyor.<br />
Yakında KCK’lı teröristler de çıkarılmaya başlanacak.<br />
Bu süreçte hukuki anlamda öyle komik durumlar oluşuyor ki,<br />
Danıştay saldırısında herkesin gözü önünde insanlara ateş açan, cinayet<br />
işleyen ve suç üstü yakalanan bir kişi, hakime hakaret ettiği için hapisten<br />
çıkamadı. Sadece cinayet işleseydi hiç sorun değildi, kendisine kumpas<br />
kuruldu, suçsuz denilip çıkarılabilecekti ama üstüne hakime hakaretten de<br />
ceza alınca sorun oldu, çıkamadı. Ama merak etmeyin, onu da çıkarmanın<br />
bir yolunu arıyorlar.<br />
Bütün bu kişilerin hapse girmesi için çok sayıda delil vardı. Şu anda<br />
hapiste bulunan mahkumların yüzde doksanı, bunlardan daha az delille<br />
mahkum edilmiş, hapse atılmışlardı.<br />
Masum insanlara işkence yapan, boğazlarını kesen, herkesin gözü<br />
önünde cinayetler işleyen Ergenekoncular çıkarılıyorsa, milyonlarca dolar<br />
çalan bakan çocukları hapisten çıkarılıyorsa, tüm mahkumlar da çıkarılmalı<br />
bence. Ben adaletten yanayım. Ya Başbakan ve Bakan ve çocukları da dahil<br />
olmak üzere, tüm suçlular cezasını çeksin, ya da herkes salıverilsin.<br />
Eğer bazı suçlular cezalandırılmayacaksa, bence bundan sonra<br />
herhangi bir kişiye verilecek bir ceza da büyük bir haksızlık olur. Herkesin<br />
gözü önünde cinayet işleyenler cezalandırılmayacak da, kırmızı ışıkta geçen<br />
birisi mi cezalandırılacak?<br />
[65]
Hukuk olacaksa olsun, olmayacaksa olmasın. Hukuk, Tayyip<br />
Erdoğan’ın istediği kişiyi koruyacağı, istediğini cezalandıracağı bir silah<br />
olamaz. Bugün Tayyip Erdoğan ve çevresindekiler her türlü hukuk dışı işi<br />
yapıyor, kendisi ve medyası muhaliflerine her türlü hakareti yapıyorlar,<br />
hukuk onlara dokunamıyor, başka birisi Tayyip Erdoğan hakkında ortaya<br />
çıkan gerçekleri söylese hakaret ve iftira kabul ediliyor. RTÜK, Erdopan’ın<br />
medyasının en ağır hakaretlerini görmezden geliyor, Erdoğan aleyhtarı<br />
herhangi bir habere ceza yağdırıyor. Olmaz böyle şey. Bu adaletsizliktir. Ya<br />
hukuk hiç olmayacak, ya da herkes için olacak, ya Tayyip Erdoğan suç<br />
işleyen Bakanlar ve yakınları da hapse girecek, ya da herkes çıkacak ve hiç<br />
kimse hiç bir şeyden dolayı cezalandırılmayacak, bunun başka yolu yok.<br />
Ben şunu açıkça söylüyorum. Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan,<br />
Bakanlar ve çocukları, suça bulaşmış kim varsa, bu ülkede suç işlemiş<br />
herkes gibi yargının önüne çıkarılıp cezalandırılmadan, ben Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin Adalet Sistemin herhangi bir kararını saymıyorum,<br />
tanımıyorum. Devletin temelinde hukuk vardır, adalet vardı. Hukuk tekrar<br />
işletilesiye kadar, suçlular yargı önüne çıkarılasıya kadar, bu ülkede adalette<br />
ve hukuktan söz edilemez, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak<br />
kabul edilemez.<br />
Başbakan’a Açık Mektup / Ahmet Hakan<br />
Sayın Başbakan !<br />
Bu ülkede genelkurmay başkanları bu yargıya teslim oldu, bu yargının<br />
verdiği kararlara uymak zorunda kaldı, bu yargının verdiği kararlar<br />
doğrultusunda hapislerde yatıyor. Bu ülkede “dokunulmaz” sanılan<br />
generaller bu yargının verdiği kararlar doğrultusunda müebbet üstüne<br />
müebbet aldılar, Silivri zindanında yatıyorlar. Bu ülkenin gazetecileri bu<br />
yargı tarafından yargılandı, bu yargı tarafından hapislere atıldı. Bu ülkenin<br />
belediye başkanları, siyasetçileri yargılandı, bileklerine plâstik kelepçeler<br />
takıldı, aylardır hapislerde yatıyor.<br />
[66]
Soruyorum: Bu insanların, sizin çevrenizdeki insanlardan ne farkı var<br />
Sayın Başbakan? Onlar söz konusu olduğu zaman “Gidin yargılanın, bir<br />
şeyiniz yoksa neden çekiniyorsunuz kardeşim, adalete güvenin”<br />
demiştiniz. Fakat sıra sizin partililerinize ve çevrenize gelince... “Olmaz”<br />
diyorsunuz, savcı azarlıyorsunuz, direnişe geçiyorsunuz. Oysa yargı aynı<br />
yargı, mahkeme aynı mahkeme, hatta savcı bile aynı savcı. Yani “paralel<br />
devlet” ise aynı “paralel devlet”.<br />
Sayın Başbakan !<br />
Sizin tutumunuzdan ne anlamalıyız? Şunu mu: Sizin yakınınızdakiler<br />
yargının bile dokunamayacağı kadar pek mühim, çok elit, çok önemli, çok<br />
dokunulmaz kişiler... Sizin yakınınızda olmayanlar ise... Sonuna kadar<br />
vurulacak, dövülecek, hapislere tıkılacak, ağır müebbetlere çarptırılacak<br />
kişiler. Bu mudur yani? Eğer buysa bunun bildiğimiz o “Eski<br />
Türkiye”den ne farkı var Allah aşkına?<br />
Sayın Başbakan !<br />
Eğer siz bugün “Ben bu yargıyı maksatlı buluyorum, bunlara<br />
güvenmiyorum” derseniz... Siz “başbakan” olarak bunu derseniz... Bütün<br />
vatandaşlarınıza da böyle deme hakkı doğmaz mı? Soruşturulan her<br />
vatandaşın da, “Ben bu yargıyı maksatlı buluyorum, bunlara<br />
güvenmiyorum” deme hakkı olmaz mı? Dahası “Başbakan’ın yakınlarını<br />
gözaltına alamıyorsunuz, gücünüz bana mı yetiyor” cümlesi, gayet haklı<br />
bir cümle olmaz mı? Sizin elinizde devasa bir “devlet gücü” var ve siz bu<br />
devasa güce dayanarak çevrenizdekileri yargıdan kurtarabiliyorsunuz.<br />
Peki elinde böyle bir güç olmayan sade vatandaşlar ne yapacak? Onları<br />
kim koruyacak? Onları kim kurtaracak?<br />
Sayın Başbakan !<br />
“Paralel devlet” deyin, “derin çete” deyin, “faiz lobisi” deyin, “dış güçler”<br />
deyin, “Türkiye’yi çekemeyenler” deyin... Ve bu dediklerinizle sonuna<br />
kadar mücadele edin. Ama “Ben bu yargıya etrafımdakileri teslim etmem<br />
arkadaş” anlayışından vazgeçin. Çünkü bu anlayış, sadece sizi değil, bizi<br />
de batıracak. Hepimizi batıracak. Yazık olacak. Hem size, hem bize...<br />
Hepimize yazık olacak.<br />
[67]
ERDOĞAN’IN AKP’YE İHANETİ<br />
Ben, hem yedi sene AKP için çalışmış, hem de Gülen cemaatinin<br />
kolejinde okumuş ve bir süre cemaat evlerinde kalmış, sonra ayrılmış<br />
birisiyim. İki tarafı da yakından tanıyorum, iki taraftan da çok arkadaşım<br />
var, çok dostum, saygı duyduğum kişiler var. Genel olarak, Ak parti<br />
içerisinde de, cemaat içerisinde de ülkesine hizmet etmek için yola çıkmış<br />
iyi insanların da, kendi çıkarları peşinde olan çürüklerin de olduğunu ama<br />
iki camianın da komple suçlanamayacağını düşünüyorum. AKP ile Gülen<br />
cemaati arasında daha önce başlamış bir gerginlik vardı. Fakat, yolsuzluklar<br />
ortaya çıktıktan sonra bunun bir kavgaya dönüştürülmesi, Tayyip<br />
Erdoğan’ın kendisini kurtarma planın bir parçasıdır diyorum…<br />
Başbakanın, kendisine ülkeyi yönetmek için verilen yetkiyi, kendisi,<br />
çocukları ve yakınlarına maddi imkanlar sağlamak için kullandığı, ihalelere,<br />
medyaya ve yargıya illegal müdahaleler yaparak anayasal suç işlediği ortaya<br />
çıktı. Bu durumda yapılması gereken, mevcut hükümetin meclis tarafından<br />
görevinden alınması, Başbakan ve işlenen suçlara dahil olan herkesin,<br />
yargının önüne çıkarılması ve AKP’nin temiz yeni bir hükümet çıkararak,<br />
yoluna devam etmesiydi. Böyle yapılabilseydi, hem AKP adına hem ülke<br />
adına bu skandal olabildiğince az zararla atlatılabilirdi. Kirlerinden<br />
temizlenmiş AKP, daha güçlü olarak yoluna devam edebilirdi. Fakat böyle<br />
olmadı.<br />
Tayyip Erdoğan, kendi suçları ortaya çıkınca, psikolojiyi iyi yönetti.<br />
AKP’lilere, cemaatin ve dış mihrakların büyük bir saldırısı altında<br />
olduklarına inandırdı. Kendisini kurtarmak için, “Milli iradeye darbe<br />
yapılıyor” diyerek, AKP’lileri yanına aldı. Şu anda AKP’liler savaş<br />
psikolojisi içerisindeler. Kendilerinin bir kavganın içerisinde olduklarını<br />
zannediyorlar. Tayyip Erdoğan’ın gazıyla tüm güçleriyle Gülen Cemaatine<br />
ve diğer muhaliflere saldırıyorlar, bu sırada büyük haksızlıklar, büyük<br />
zulümler yapıyorlar. Karşılarındakilerin sadece Erdoğan gibi suçluların<br />
cezalandırılmasını talep ettiğinin, AKP ile bir dertlerinin olmadığının<br />
[68]
farkında değiller. O ortamdan, o kavga psikolojisinden biraz çıkabilseler,<br />
her şeyi görecekler. Birkaç suçluyu kurtarmak adına ne zulümler, ne<br />
haksızlıklar yaptıklarını ve ülkelerine ne kadar büyük zarar verdiklerini<br />
görecekler.<br />
Şu noktanın doğru anlaşılması önemli. Bizim karşımızda, milletin<br />
kendilerine olan sevgisini, desteğini, güvenlerini suiistimal ederek, ülkeyi<br />
yönetmek için kendilerine verilen yetkiyi, kendilerini ve yakınlarını zengin<br />
etmek için kullanmış Tayyip Erdoğan ve suç ortakları var. Bizim<br />
karşımızda, mevkilerini ve büyük maddi kazançlarını kaybetmemek için<br />
ülkeye zarar vermeyi göze alarak Erdoğan’ı savunanlar var. Özellikle de<br />
medya sektöründe Tayyip Erdoğan sayesine zengin olmuş ve gelecekleri<br />
Tayyip Erdoğan’ın ülkenin başında olmasına bağlı çok insan var. Çok<br />
sayıda satılık kalem var. Bazen televizyonda rastlıyorum çıkarları için<br />
Erdoğan’ı savunan gazetecileri. Her şeyi biliyorlar ama doğruları söylemek<br />
işlerine gelmiyor. Bütün pisliklerini bile bile, ülkeyi yok ediyor olduğunu<br />
bile bile, Erdoğan’ı savunuyorlar.<br />
Tayyip Erdoğan tarafından kandırılmış AKP’liler veya Erdoğan’ı<br />
koruyarak, ülkesini koruduğunu zanneden milyonlarca vatandaş kesinlikle<br />
bizim düşmanımız değildir, olamaz da. İyi niyetle Erdoğan’ı savunan<br />
kişilerle tartışmaya girilmemeli, onlara karşı kesinlikle kırıcı olunmamalı.<br />
Onlar kardeşimizdir, onlar da bizim gibi ülkesini seven, ülkesini düşünen<br />
vatansever insanlar.<br />
Bizim derdimiz, AKP ile veya başka birisi ile kavga etmek değil.<br />
Bütün suçları ortaya çıkmış Tayyip Erdoğan gibi kişilerin, kendilerini<br />
kurtarmak adına ülkeye daha fazla zarar vermeden, bir an önce,<br />
görevlerinden alınması ve yargının önüne çıkarılmasıdır. Ülke kaosa<br />
sürüklenmeden, şu andaki meclis içerisindeki çoğunluğu oluşturan AKP<br />
milletvekillerinin, cumhurbaşkanına yeni bir hükümet, yeni bir Başbakan<br />
sunması ve bir sonraki seçime kadar temiz bir hükümetin göreve<br />
getirilmesidir.<br />
Evet, Tayyip Erdoğan, hepimizin, tüm milletin sevgisini, güvenini<br />
suiistimal etti. Ama hiç kimse AKP’liler kadar kandırılmadı. Bunu yıllarca<br />
[69]
AKP’li bir büyükşehir belediyesine danışmanlık yapmış, AKP’nin<br />
içerisinde çok sayıda dostu olan birisi olarak söylüyorum. Tayyip Erdoğan<br />
herkesten önce, ülkesine hizmet etmek için yola çıkmış olan AKP’lilere<br />
kazık atmıştır, AKP’lilere ihanet etmiştir. Ve hala da, kendini kurtarmak<br />
için AKP’yi kullanmakta ve AKP’yi batırmaya devam etmektedir.<br />
İnsanları kandırmak, kandırıldığını anlatmaktan daha kolay denilir.<br />
Gerçekten de, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bunca pisliğini öğrenmek<br />
hepimiz için zor oldu. En fazla da AKP’liler bunu kabul etmekte<br />
zorlanacaktır. Şu anda, büyük bir şok sonrası bir travma yaşıyorlar. İlkönce<br />
inkar etme eğiliminde olacaklardır. Bu konuda onları suçlamamak,<br />
anlayışla yaklaşmak gerekir. Suçluların yargılanıp, temiz bir yönetimin<br />
getirilmesi için, ülkemizin içinde bulunduğu kaostan çıkarılması için,<br />
sabırla, güzellikle AKP’lilere durumun vahametinin anlatılması gerekiyor.<br />
Sonrasında da, bu zor süreci hep beraber atlatacağız...<br />
Son olarak, Bülent Arınç’ın geçenlerde yaptığı bir açıklamadan<br />
bahsetmek istiyorum. Bülent Bey, yaptığı açıklamada, kendisinin<br />
Başbakanın yanında olma ve onu savunma durumunda olduğunu söyledi.<br />
Bu aslında şu andaki birçok AKP’linin psikolojisini ifade ediyor. Ben, hem<br />
Bülent beye, hem de Bülent beyin şahsında tüm AKP’lilere bir cevap<br />
vermek istiyorum. Ben Bülent beyin bu sözünü kabul etmiyorum,<br />
edemem.<br />
Tayyip Erdoğan kendisine ülkeyi verilen yetkiyi, kendisini ve<br />
yakınlarını zenginleştirmek için kullanarak, tüm ülkenin güvenine ihanet<br />
ettiği bir durum söz konusu. Bana da ihanet etmiştir. Herhangi bir<br />
vatandaşa da ihanet etmiştir. Ama en fazla AKP’de ülkesine seven, ülkesi<br />
için çalışan insanlara ihanet etmiştir. Bu durumda, Başbakan bir suçludur<br />
ve millet mağdurdur. Bülent Arınç, milletin bir vekili olarak, milletin<br />
temsilcisi olarak, önce milletimize karşı sorumludur, sonra Başbakana.<br />
Bülent beyin, Başbakanın yanında olması demek, onun suçun ortak olması,<br />
millete olan ihanetinde onunla beraber olması demektir.<br />
Ayrıca Bülent bey, Tayyip Erdoğan’ın kendisini kurtarabilmek için<br />
ülkede tüm hukuku rafa kaldırdığını, ülkeyi batırıyor olduğunu, tüm gücü<br />
[70]
kendi elinde toplamaya çalıştığını görüyor. Bu durumda, bir kaç suçlunun<br />
kendini kurtarabilmek için ülkeyi batırmasına yardımcı olması, ülkemize<br />
açık bir şekilde ihanettir. Bu kesinlikle kabul edilemez.<br />
Önümüzdeki günlerde tanıdığım ve tanımadığım AKP’lilerle birebir<br />
görüşerek bu durumu anlatmaya çalışacağım. Eğer sizin de tanıdığınız<br />
AKP’liler varsa siz de onlara yapışın, bırakmayın, Tayyip Erdoğan’ın<br />
suçuna, ihanetine ortak olmalarını engelleyin lütfen. Tayyip Erdoğan gibi<br />
ülkesini soymuş birkaç suçluyu hapisten kurtarmak için, onca insana<br />
zulmedilmesine, onca masumun kanını dökülmesine, insanların birbirine<br />
düşman olmasına, ülkeme bu kadar zarar verilmesine değmeyeceğini<br />
anlatın onlara…<br />
Kusursuz Kaosa Doğru Giderken / Gökhan Bacık<br />
Türkiye üç büyük hastalığa kapılmış durumda. Birincisi, demokrasiden<br />
ciddi ölçüde uzaklaşıyoruz. Hukuk, siyaset velhasıl devlet tam aksi yönde<br />
yani otoriterleşiyor.<br />
İkincisi, bu arada ülkenin sosyal fay hatları kopmaya, yırtılmaya başladı.<br />
Üçüncüsü, devlet tam olarak iflas etmiş durumda. Mahkemeler,<br />
bürokrasi, kanun, nizam... Bunların hepsi fiilen sakatlanmış durumda.<br />
İsteyen, istemediği mahkemeyi reddediyor.<br />
Doğal olarak bu üç büyük afet bir arada olunca ülkedeki kaos gittikçe<br />
derinleşiyor. Ancak daha kötüsü var: Eğer hemen ve ciddi tedbirler<br />
alınmazsa hepimiz derin bunalımlara girebiliriz.<br />
Ancak şaşılacak olan şu: Neredeyse hemen herkes adım adım bir buhrana<br />
gittiğimizi bağırdığı halde siyaseten adım atması, sorumluluk alması<br />
gerekenlerden hiç ses çıkmıyor.<br />
[71]
"Benden günah gitti" tadında "ortaya" söylenmiş anlamsız yatıştırıcı<br />
sözler ile Türkiye'nin girdiği girdaptan çıkma ihtimali yoktur. Mesela bu<br />
bağlamda Cumhurbaşkanı fiilen "sanki ortada ciddi bir sıkıntı yokmuş<br />
gibi" davranıyor.<br />
Zor zamanlarda "gerekirse siyasi istikbalini riske ederek" inisiyatif alması<br />
gereken aktörler en azından "neden bu kadar rahat olabildiklerini" bizlere<br />
açıklamalıdır. Hiç olmazsa biz de onların bildiklerini bilip geceleri evde<br />
rahat uyuyalım o zaman!...<br />
Ben siyaset bilimci bir akademisyenim. Gazeteci değilim. Ankara<br />
kulislerini pek bilmem. Ancak şu sıralar Ankara'da kiminle konuşsam<br />
manzara şu:<br />
"Acaba filan zat inisiyatif alır mı?"<br />
Cevap: "Hayır, filan seçim var kendini riske etmek istemez..."<br />
"Peki falanca zat bir tavır takınıp ülkeye nefes aldırır mı?"<br />
Cevap: "Katiyen, o da filan ihtimal olursa şu pozisyona gelirim<br />
hesabında... Şimdi bekleyecek."<br />
"Filan üst mahkeme ne der?"<br />
Cevap: "Olur mu onun başkanının filan hesabı var diyorlar..."<br />
Yahu şu koltuk bu kadar mı tatlı? İnsanlar yarın kazanma ihtimalleri olan<br />
bir koltuk için bugün "asıl sorumluluklarını" askıya alabiliyor yahut<br />
yapmıyor. Gelecekteki siyasi hesaplar için pek çok yanlışa göz yumuluyor,<br />
susuluyor!<br />
Bütün "devletlu önemli zatlara" şunu söylemek lazım: "Falanın filanın<br />
hesabını beklerken Türkiye Devleti gemisi deliniyor, su alıyor!"<br />
"Yarın ne kaybedeceksem kaybedeyim bugün ülkem adına doğru olanı<br />
yapayım" diyecek adam herhalde memlekete vardır!<br />
[72]
ERDOĞAN’IN PLANININ BOZMAK<br />
Tayyip Erdoğan, yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra ülkeyi<br />
fena karıştırdı. AK partililer ve Ak parti seçmenini, cemaatin ve dış<br />
mihrakların AKP’ye ve ülkeye saldırdığına inandırdı. Bu karmaşa içerisinde<br />
insanlar AKP’liler de, AKP seçmeni de, kendilerine saldırıldığı<br />
düşüncesiyle, savunma psikolojisiyle Erdoğan’ı koruyor. Ortalık biraz<br />
sakinleşince, insanların büyük kısmı Tayyip’in yanından kendiliğinden<br />
çekilecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın, Tayyip Erdoğan her<br />
halükarda indirilecek. Bu şanlı millet, bu onurlu millet, kendisini<br />
aldatanları, kendisini soyanları, kendisine ihanet edenleri ülkenin başında<br />
tutmaz. Ben öyle bir şeye ihtimal vermiyorum.<br />
Aslında Tayyip Erdoğan da bunu gayet iyi biliyor. Şu anda sadece<br />
ülkeye tamamen sahip olabilme şansını deniyor. Tabi ki “B planı” da var.<br />
Yolsuzluk operasyonu başlamasından bir hafta sonra, Erdoğan ailesinin<br />
Medical park ve Sabiha Gökçen Havalimanın hisselerinin önemli kısmı<br />
bazı Malezyalı şirketlere devredildi. Ve yolsuzluk soruşturmasının hemen<br />
iki hafta sonrasında ani bir uzakdoğu gezisi ayarladı ve hem paracıklarını<br />
Malezya’ya taşıdı, hem de planının bozulup aksi bir durumla karşı karşıya<br />
kalması ihtimaline karşı, ailesiyle Malezya’ya kaçmak için sığınma talebinde<br />
bulundu. Erdoğan ailesi, Uzan ailesi gibi yapmayı düşünüyor. Türkiye’de<br />
kazandığı milyarlarca dolarla hayatının geri kalanını lüks içerisinde<br />
yaşamayı planlıyor. Muhtemelen, ciddi bir sorunla karşılaştığında, hiç riske<br />
girmeden, Tayyip Erdoğan ailesini de alıp yurt dışına kaçacak. Tayyip<br />
Erdoğan’ın suçlarına ortak olan kişiler ise kaçmaya fırsat bulamayacak,<br />
yargılanarak hapse girecekler gibi görünüyor. Devlet yetkililerimizin bunu<br />
göz önünde bulundurarak, Tayyip Erdoğan ve ailesini kaçırmamaya dikkat<br />
etmelerini rica ediyorum.<br />
Tayyip Erdoğan inecek ve suç işleyen herkes yargılanacak, cezasını<br />
çekecek. Bu kesin. Bunun ne kadar zaman alacağı, Erdoğan’ın ülkeye ne<br />
kadar zarar verdikten sonra ineceği belli değil. Bu, önümüzdeki seçimin<br />
[73]
sonucuna oldukça bağlı. Şu anda, AKP’nin içerisinde huzursuz, rahatsız<br />
durumda olan çok insan var. Karşılarında gözü dönmüş bir başbakan<br />
olduğu için, ayrılma gibi büyük bir adım atmaya cesaret edemiyorlar.<br />
Bu seçim, yerel yönetimin seçimi değil, bir partinin seçimi de değil.<br />
Bu seçim, her şeyden önce Tayyip Erdoğan’ın güvenoyu seçimidir. Bu<br />
seçimin sonucu, milletimizin birçok suçu ortaya çıkmış Tayyip Erdoğan’ı<br />
destekleyip, desteklemediğinin resmi bir ilanı olacaktır. Şu anda önümüzde<br />
iki ihtimal var.<br />
Erdoğan seçimden %40’ın çok altında alırsa, millet artık Erdoğan’ın<br />
arkasında değil demektir. Bu durumda, Erdoğan AKP içindeki desteğini<br />
ve meclisteki çoğunluğunu kaybeder, büyük ihtimalle ya erken seçime<br />
gidilmesi sonucunda veya Erdoğan’a yüce divan yolunun açılmasıyla<br />
hükümet düşer, ya da bir sonraki genel seçime kadar Erdoğan tamamen<br />
biter. Sonuçta, Tayyip Erdoğan ve suç işlemiş kişiler cezasını çeker. Hukuk<br />
işlemeye başlar, ülkemiz tekrar huzura, istikrara kavuşur. Bu iyi senaryo.<br />
Kötüsüne gelelim...<br />
Bu seçimden Tayyip Erdoğan’ın yüksek oy alması demek, mesela<br />
%40’in çok üzerinde alması demek; ne yaparsa yapsın, millet<br />
umursamayacak, her halükarda arkasında olacak demektir. Bu da<br />
Erdoğan’a, düşman gördüğü Gülen cemaati gibi gurupları ezmek için,<br />
benim gibi ülkesini korumak için karşısına çıkanları yok etmek için cesaret<br />
verecek. Bu durumda kendisine muhalif birçok kişiyi, yok paralelci, yok<br />
cemaatçi deyip, bir yolunu bulup hapse atacak, belki bazılarını MİT’e veya<br />
MİT’in taşeron örgütlerine, katillerine öldürtecektir de. Tayyip Erdoğan,<br />
yeni bir partinin karşısına çıkmasıyla veya halkın isyanı sonucunda eninde<br />
sonunda indirilir. Ama bu durumda, büyük zulümler yaptıktan sonra,<br />
ülkemize büyük zararlar verdikten sonra indirilmiş olur.<br />
%40 civarındaki bir oy oranında, durum iki tarafa da kayabilir. Tayyip<br />
Erdoğan’ın, kimsenin kılına zarar gelmeden ve ülkeye daha fazla zarar<br />
vermeden indirilebilmesi için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor.<br />
[74]
Ben böyle bir kitap yayınlayarak, kendini kurtarmak için her şeyi<br />
yapabilecek, gözü dönmüş bir adamın karşısına çıkıyorum. Tayyip<br />
Erdoğan’ın seçimden yüksek oy aldığında, muhtemelen hapse atarak veya<br />
MİT tarafından kaldırtılarak ilk susturacağı kişilerden birisi olacağım. Bu<br />
sorun değil benim için. Böyle bir davada ölmek, ülkemi bir zalime karşı<br />
savunurken ölmek, benim için şereftir. Benim korktuğum ölmek veya<br />
hapse atılmak değil, masum insanlara ve ülkeme zarar verilecek olması.<br />
Ülkemizin zor durumda olduğu bu günlerde herkesten de aynı özveriyi<br />
bekliyorum açıkçası...<br />
Bazen seçimler için, “ama kime vereceğiz ki?” sözünü duyuyorum.<br />
Bu beni kahrediyor. Ülkenin başında, milletin kendisine olan sevgisini,<br />
desteğini, güvenini kullanarak, ülkeyi yönetmek için kendisine verilen<br />
yetkiyi, kendisini ve yakınlarını zengin etmek için kullandığı ortaya çıkmış<br />
birisi var. Suçları ortaya çıktıktan sonra kendisini kurtarabilmek için<br />
masum insanları zulmetmeyi, müslüman kanı dökmeyi, ülkeyi ateşe atmayı<br />
göz almış birisi var. Bunları yapacağını açık açık söyleyen birisi var. Şu<br />
anda, ülkenin başına kim gelirse gelsin, ülkeye bu kadar zarar veremez.<br />
Yerine, sokaktaki herhangi birisi konulsa bile, bu durumdan bin kat daha<br />
iyidir. Böyle bir durumda, nasıl “ama kime vereceğiz ki?” denilebilir ki?<br />
Kime verildiğinin hiç bir önemi yok. Hangi partinin ne kadar oy aldığının<br />
hiçbir önemi yok. Şu anda önemli olan tek şey, Tayyip Erdoğan’ın<br />
arkasındaki halk desteğinin çekilmesi.<br />
Başbakan olarak kimin geleceği sorusu da yersiz. Muhakkak ki, ihtiyaç<br />
durumunda, bu yüce millet Erdoğan’dan çok daha iyi liderler çıkarabilir.<br />
Şu anda bulunduğumuz durum itibariyle ise, sokaktan geçen herhangi bir<br />
kimsenin ülkenin başına geçirilmesi bile, suçları ortaya çıktıktan sonra<br />
kendisini kurtarmak için ülkeyi ateşe atan birisinin ülkenin başında<br />
kalmasından çok daha iyi bir tercihtir.<br />
Tayyip Erdoğan’ın ülkemize daha fazla zarar vermeden<br />
indirilebilmesi için bu seçimden düşük oy alması büyük önem arz<br />
etmektedir. Bu ülkeye değer veren herkesin, elindeki imkanlar dahilinde<br />
bunu sağlamak için mücadele etmesi gerekir. Herkesin, canla başla çalışıp,<br />
tanıdık, tanımadık herkese gerçekleri anlatması gerekiyor.<br />
[75]
“YÜZDE 50” oy almak…/ Ahmet Hakan<br />
Bütün hesabı, bütün stratejisi, bütün taktiği, bütün çabası, bütün enerjisi bunun<br />
için.<br />
Alacak yüzde 50’yi… Ve başlayacak makineli tüfekle taramaya…<br />
- Cemaat’i tarayacak.<br />
- CHP’yi tarayacak, MHP’yi tarayacak, hatta BDP’yi tarayacak.<br />
- Amerika’yı tarayacak.<br />
- Ateistleri tarayacak.<br />
- TÜSİAD’ı tarayacak.<br />
- İzmir’i tarayacak.<br />
- AB’yi tarayacak.<br />
- Kalan son gazetecileri tarayacak.<br />
- Sosyal medyada aklına eseni yazan çoluk çocuğu tarayacak.<br />
- TUSKON’u tarayacak.<br />
- ODTÜ’yü tarayacak.<br />
- Tribünleri tarayacak.<br />
- İtaatsizleri tarayacak…<br />
Ah bir yüzde 50’yi kapabilse…<br />
- İnadına Reza’nın heykelini dikecek.<br />
- İnadına trilyona “üç beş kuruş” diyen Bakan oğlunu danışman yapacak.<br />
- İnadına bakanlarının tümüne yeni ve pahalı saatler armağan ettirecek.<br />
- İnadına Ebru Gündeş’i “milli irade sanatçısı” ilan edecek.<br />
- İnadına “o telefon kaydı montaj falan değil ulan, var mı diyeceğiniz” diye<br />
haykıracak.<br />
Bir alsa o yüzde 50’yi…<br />
- Kıracak kalemleri, uçuracak kelleleri.<br />
- Yasaklayacak “yolsuzluk” sözcüğünü.<br />
- Kendisine sadece “10 milyon dolarcık” gönderme cüretinde bulunan o<br />
madrabaza haddini bildirecek.<br />
- Defteri olan herkesin üzerine salacak vergi müfettişlerini.<br />
Yüzde 50’yi bir alsa…<br />
Biliyor ne yapacağını. Taramalıyla tarayacak ortalığı… Kelepçeleyecek bilekleri…<br />
Zindanlara koyacak herkesi… Acıtacak bütün canları… Dikecek bütün ocaklara<br />
incir ağaçlarını…<br />
Öyle şeyler yapacak ki… Bir daha bu topraklarda sözünün üstüne söz söylemeye<br />
kimse cüret edemeyecek.<br />
[76]