Tekel DireniÅi: Bir Toplumsal Hareket miydi? - Siyasal Bilgiler ...
Tekel DireniÅi: Bir Toplumsal Hareket miydi? - Siyasal Bilgiler ...
Tekel DireniÅi: Bir Toplumsal Hareket miydi? - Siyasal Bilgiler ...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
TEKEL Direnişi<br />
<strong>Bir</strong> <strong>Toplumsal</strong> <strong>Hareket</strong> Miydi?<br />
Yavuz Yıldırım<br />
No. 111<br />
Eylül, 2010<br />
Ankara Üniversitesi <strong>Siyasal</strong> <strong>Bilgiler</strong> Fakültesi<br />
GETA Tartışma Metinleri<br />
Ankara University Faculty of Political Sciences<br />
GETA Discussion Paper Series
Tartışma Metinleri serisinde yayınlanan eserlerin görüş, düşünce<br />
ve terminolojisi tümüyle yazara ait olup, A.Ü. SBF Gelişme ve<br />
Toplum Araştırmaları Merkezi'ni (GETA) bağlamaz.<br />
Tartışma Metinleri bilimsel çalışmaların yayın öncesi akademik<br />
diyalog sürecine dahil edilmesi işlevi ile akademik diyalogun<br />
geliştirilmesini, güçlendirilmesini ve ihtiyacımız olan eleştiri<br />
ortamının oluşturulmasını amaçlamaktadır.<br />
Tartışma Metinleri serisinde yer alan çalışmaların<br />
değerlendirilmesi ve eleştirilmesi için, metnin yayınlanıp<br />
dağıtılmasını takip eden hafta içerisinde Tartışma Toplantısı<br />
düzenlenir.<br />
Tartışma Metinleri<br />
Yayın Sekreteri<br />
Arş. Gör. Duygu Türk<br />
E-Posta: duyguturk@gmail.com<br />
Baskı: A.Ü. SBF Matbaası
TEKEL DİRENİŞİ, BİR TOPLUMSAL HAREKET MİYDİ?<br />
Yavuz Yıldırım 1<br />
Bu çalışmanın amacı, 15 Aralık 2009’dan itibaren Ankara’da 78 gün boyunca süren ve<br />
<strong>Tekel</strong> direnişi olarak adlandırılan eylemi, toplumsal hareket literatürü içinden incelemek<br />
ve konumlandırmaktır. Uzun süre sonra Türkiye tarihinde böylesi kolektif eylem, çeşitli<br />
boyutlarıyla derinlemesine incelemeyi hak etse de, burada eylemin, bir “hareket” olarak<br />
özelliklerini irdelemekle yetinilecektir. <strong>Tekel</strong> direnişinin toplumsal hareket olarak<br />
özelliklerinin incelenmesi, Türkiye’de toplumsal muhalefetin ve mücadelenin geldiği<br />
noktaya dair bir çerçeve sunması açısından da önemlidir. Bu analiz, iki temel kola<br />
dayanılarak yapılacaktır. <strong>Bir</strong>incisi, “siyasal fırsat yapısı” yaklaşımı içerisinde gelişen<br />
“çekişmeci siyaset”in toplumsal hareketleri yorumlama tarzı ve ikincisi, 1960 sonrası<br />
Avrupa çapındaki mücadelelerin yorumlanma tarzı olan “yeni toplumsal hareketler”<br />
yaklaşımıdır. Daha sonra aktarılacağı gibi, çekişmeci siyaset kavramını geliştiren<br />
Charles Tilly çizgisinin ilerlediği yol, hareketlerin tarihsel süreçteki değişimine<br />
odaklanıp sosyal ve siyasi yapının içindeki uzun süreli gelişimine odaklanırken, yeni<br />
toplumsal hareketler literatürü, hareketlerin parçalı yapısını önplana çıkarıp, dayandığı<br />
temellerde aktörün oluşumunu ve aidiyet sorunlarını öncelikli görmektedir. Her ne<br />
kadar iki farklı yaklaşım son dönemlerde benzeşme eğilimleri gösterse de, bir hareketin<br />
niteliğine dair bakış açısı farklılığı devam etmektedir. <strong>Tekel</strong> direnişinin toplumsal<br />
hareketler literatürü açısından analizini yapmak için bu iki yaklaşımın seçilmesi, ilgili<br />
kavram setlerinin bu örnek için uygulanabilir olmasıdır. Direnişin gelişimi ve<br />
sonuçlanması sürecinde yaşanan olayların, yapılan açıklamaların ve eylemlerin<br />
üzerinden, bu kavramlara nasıl karşılık geldiği, hangi kavrama neden ve nasıl<br />
uyduğu/uymadığı üzerinden bir güzergah izlenecektir.<br />
I. HAREKETİN TEMELLERİ<br />
<strong>Tekel</strong> özelleştirmesi ve tütün piyasasındaki değişim, yaklaşık 10 yıllık bir süreye<br />
yayılarak, fabrikaların teker teker kapatılması ya da el değiştirmesiyle birlikte 2009 yılı<br />
sonuna kadar belirli bir noktaya ulaştı (Aysu, 2010:189-199). Bu süreçte, kapatılan<br />
1 Araş.Gör., AÜ SBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.<br />
1
fabrikalar çapında kimi yerel eylemler olmuşsa da, tüm <strong>Tekel</strong> işçilerini kapsayan ve<br />
sektörün diğer bileşenlerini de kapsayan bir hareket oluşmamıştı. Benzer şekilde, diğer<br />
özelleştirme uygulamalarında da, fabrika bazındaki kimi direniş ve eylemler, daha genel<br />
bir mücadeleye evrilmemişti. Bu bağlamda, özelleştirme karşıtı hareketi birbirine<br />
bağlayacak bir ağ oluşmamış ve bu konuda etkili bir kolektif eylem gücü<br />
yaratılamamıştı.<br />
2009 yılı sonunda <strong>Tekel</strong>’e bağlı fabrikaların ve depoların kapanacağı ve işçilerin özlük<br />
haklarını kaybederek 4-C statüsü altında istihdam edileceği bilgisinin netleşmesi ile<br />
birlikte eylemler arttı. <strong>Tekel</strong> direnişi, sembolik olarak, 15 Aralık 2009’da çeşitli<br />
şehirlerden işçilerin Ankara’ya gelişi ve burada yaşanan olaylardan sonra eylemlerine<br />
devam etmeye karar vermeleriyle başlasa da bunun öncesinde Aralık ayı içerisinde<br />
çeşitli şehirlerde eylemler yapıldı. Örneğin, İzmir’de Tek-Gıda İş Ege Bölge Başkanlığı<br />
işçiler tarafından işgal edildi, AKP İl Başkanlığı’na yürüyüş gerçekleşti; Diyarbakır’da<br />
valiliğe bir yürüyüş gerçekleştirildi; İstanbul’da Başbakan’ın konuşması sırasında<br />
pankart ve dövizler açıldı, Başbakan’ın bu eylemcilere kürsüden cevabı, konuyu<br />
gündeme taşıdı; Adana’da şehirlerarası yol trafiğe kapatıldı ve polisle çatışmalar<br />
yaşandı (Kaderoğlu Bulut, 2010: 301-302). Bu yerel eylemlerin ardından Tek-Gıda İş<br />
sendikası tarafından, 15 Aralık’ta Ankara’da AKP Genel Merkezi önünde toplu bir<br />
eylem gerçekleştirileceği duyuruldu ancak Ankara Valiliği bu eyleme izin<br />
verilmeyeceğini, işçileri taşıyan otobüslerin şehre alınmayacağını açıkladı. 15 Aralık<br />
sabahı 106 otobüsle Ankara’ya gelen işçiler (yaklaşık 500 kişi) kentin farklı<br />
noktalarında polis ve jandarma tarafından durdurulan otobüslerinden inerek, AKP Genel<br />
Merkezi’ne yürüyüşe geçti fakat polis, parti binasına işçileri yaklaştırmadı. Bazı işçiler<br />
polis tarafından kapalı spor salona götürüldü. Türk-İş yetkililerinin AKP Genel<br />
Merkezi’nde yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalınca işçiler, tatmin edici bir açıklama<br />
gelmediği için spor salonunda ve Abdi İpekçi Parkı’nda sabahladılar. 16 Aralık günü<br />
parkta ve parti binası çevresindeki bekleyiş sürdü; bu sürede işçilere gelen destek<br />
ziyaretleri arttı. 17 Aralık 2009 günü ise hükümetin talimatı ile polisin işçilere yaptığı<br />
ve “orantısız güç” uyguladığı birçokları tarafından kabul edilen sert müdahale ile eylem<br />
bir anda ülke gündemine oturdu. Polisin müdahalesi sırasında gaz bombasından<br />
etkilenen milletvekillerinin, üst düzey sendika yöneticilerinin olması da bu durumu<br />
etkiledi. Müdahale sonrası işçilerin dağılmamaları ve eylemlerine devam etme azmi ise,<br />
asıl kritik eşiği oluşturdu. Ertesi gün farklı şehirlerden işçiler Ankara’ya gelmeye devam<br />
2
etti ve eylem Türk-İş binasının önüne taşındı. Polisin müdahalesine karşı yapılan<br />
açıklamalarla birlikte işçilere verilen kamuoyu desteği bir parça daha arttı.<br />
Polisin söz konusu müdahalesinin, eylemin bir “hareket” niteliği kazanmasında büyük<br />
önem taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Bu müdahale ile birlikte farklı şehirlerden gelen ve<br />
sendikal bağ dışında daha önce çok da güçlü teması olmayan eylemcilerin ortak bir<br />
kimlik oluşturması ve zorluğa karşı birlikte direnme azmini pekiştirmesi, diğer bir<br />
ifadeyle “biz” olgusunun altını çizmesi, eylemin “direniş” özelliği kazanmasına<br />
yardımcı olmuştur. <strong>Hareket</strong>in, karşı bir hareketle karşılaşması, “biz-onlar” sınırını iyice<br />
belirginleştirmiş ve böylece eylemin taleplerini daha net oluşturması için bir zemin<br />
yaratmıştır. Direnişin karşı çıktığı konuların bu yeni zeminde üretilmesi ile birlikte,<br />
hareketin çerçevesi, onu destekleyen diğer oluşumların da etkisiyle belirgin hale<br />
gelmiştir. Diğer bir deyişle, polis müdahalesi eylem için, “adaletsizliğe karşı hak<br />
mücadelesi” şeklinde tanımlanan problemle birlikte bir “teşhis çerçevesi” oluşturmuş<br />
(Snow-Benford, 1988:200) ve problemin dramatikleşmesini sağlayarak protestocuların<br />
meşruluğunu pekiştiren “görünümün skandallaşması” (scandalization of patterns)<br />
(Rucht-Neidhart, 2002:11) durumunu yaratmıştır.<br />
Türk-İş binası önünde başlayan oturma eylemi, 23 Aralık’ta Türk-İş Başkanlar<br />
Kurulu’nun “sürekli eylem” kararı alması ile bir çeşit resmiyet kazanmış ve bu çağrıya<br />
DİSK ve KESK’e bağlı sendikaların da destek vermesiyle bir eylem ağı ortaya<br />
çıkarılmıştır. Bu ağ, hareketin toplumsal bir nitelik kazanması açısından önemli bir<br />
adımdı. Diğer sendikalara bağlı işçilerin, <strong>Tekel</strong> işçisinin taleplerine destek vermesi ve<br />
ortaklaşması, hareketin yayılımı ve yeni bağlantılar kurmasını kolaylaştırmıştır.<br />
Yukarıda bahsedilen, özelleştirme karşıtı mücadelenin kolektif eylemlere<br />
dönüştürülememesi eksikliğini aşmak için önemli olan bu adım, daha sonra görüleceği<br />
gibi yeterli ve etkili bir şekilde kullanılamamıştır.<br />
15 Ocak 2010 günü yapılacağı duyurulan iş bırakma eylemi öncesi, 3 günlük oturma<br />
eylemi ve 17 Ocak’taki miting için işçilerin aileleri de Ankara’ya gelmeye başladı;<br />
böylece sayının gittikçe artması ile beraber, eylem Türk-İş binası önünden yakın<br />
sokaklara “taştı”. Kendilerini soğuktan ve yağmurdan korumak için barınaklar yapmaya<br />
başlayan eylemciler, Türk-İş yanındaki sokakları, bir eylem alanı olarak tutmaya<br />
başladı. Bu tavır, gün geçtikçe barınakların güçlendirilmesi ve çadırların kurulmasına<br />
3
doğru ilerledi. Söz konusu çadırlar, gelen destekçilerin “konuk edilmesi” ve burada<br />
çeşitli konuşmaların, tartışmaların yürütülmesi açısından sembolik bir önem kazandı.<br />
Böylece bu alan, bir etkileşim alanı olarak, hareketin yeni ağlar kurmasını sağladı.<br />
<strong>Hareket</strong>in sürekliliğini ve kamuoyuyla kurduğu teması daha da güçlendiren “çadırkent”<br />
ya da “direniş sokağı”, yeni bir eylem biçimi olarak Türkiye toplumsal hareket<br />
literatüründe yerini almaya başladı.<br />
17 Ocak’taki eylem, işçilerin kendi azimleriyle sürdürdüğü mücadelenin kurumsal<br />
sınırları zorlaması açısından önemli bir eşikti. Eylemdeki işçiler, Türk-İş’i genel grev<br />
çağrısı konusunda sıkıştırdılar ve miting kürsüsünü işgal ettiler. Ardından Türk-İş binası<br />
da kısa bir süre işçilerin işgaline uğradı. Bu adımlar, sendikal işleyişin sınırlılıklarını<br />
göstermesi açısından önem taşıyordu. İşçilerin örgütlü oldukları kurumlardan<br />
yaşadıkları hayalkırıklıkları, kendi içlerinde de kimi ayrılıkların yaşanmasına neden<br />
oldu. Buna rağmen sürecin geri döndürülemeyecek şekilde ilerlemesi ve kamuoyu<br />
desteğinin artması, direnişin sona ermesini engelledi; tersine açlık grevi gibi daha<br />
radikal eylemler geliştirilmeye başlandı. Ayrıca sendika yetkililerinin açıklamaları daha<br />
sık protesto edilmeye başlandı.<br />
Konfederasyonların 4 Şubat 2010’da bir günlük iş bırakma kararı -Türk-İş tarafından<br />
grev sözcüğünü kullanmamaya özen gösterilerek- duyuruldu ancak bu konuda da bağlı<br />
sendikaların net bir uzlaşma sergilemediği görüldü. Bu nedenle, 4 Şubat günü bazı<br />
sektörlerde iş bırakma yaşanırken, bazılarında yeterli destek olmadı. Bu süreçte<br />
hükümetin karşı açıklamaları, 4-C ile ilgili kimi hukuki değişikliklerin yapılması,<br />
sendikal anlaşmazlıklarla birlikte bazı işçilerin 4-C’ye geçiş belgelerini imzalamaya<br />
başlaması ile direnişin artık sonlandırılması gerektiğine dair bir kamuoyu yaratıldı.<br />
Buna karşın direniş uluslararası bir boyut da kazandı; Uluslararası Sendikalar<br />
Konfederasyonu (ITUC) ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), Almanya<br />
Gıda Sendikası (NGG), Avrupa Gıda-Tarım-Turizm Sendikaları Konfederasyonu<br />
(EFFAT), Almanya Metal İşçileri Sendikası (IG Metall), Almanya Sol Parti (Die Linke)<br />
temsilcileri, Avrupa Parlamentosu’ndan kimi üyeler sürece desteklerini açıkladı.<br />
Ardından 20 Şubat’ta yeni bir genel miting duyurusu yapıldı. Direnişin 69. günündeki<br />
bu mitinge Türk-İş, KESK, DİSK ve Kamu Sen’e bağlı sendikalar, farklı siyasi parti ve<br />
oluşumlar destek verdi. <strong>Bir</strong> kaynağa göre yaklaşık 30 bin (Kaderoğlu Bulut, 2010),<br />
diğerine göre 20 bin (Kaldıraç Yayınevi, 2010) kişilik kitle Ankara Sakarya<br />
4
Meydanı’nda buluştu ve meydanda sabahladı. Direnişin düşüş eğilimi gösterdiği bir<br />
zamanda bu kalabalık, harekete dair bir mutabakat gösterisi sergiledi.<br />
4-C’ye geçişlerin biteceği şubat ayı sonunda, Başbakan’ın açıklamalarına bağlı olarak<br />
polisin yeni bir müdahale yapacağına dair gergin bekleyiş, 1 Mart’ta Danıştay kararıyla<br />
mutluluğa dönüştü. Esasen karar, işçilerin 4-C’ye geçirilmelerini değil, geçirilme için<br />
süre verilmesini iptal ediyordu. Buna rağmen, sendika eyleme 15-20 gün ara verme<br />
kararı aldı ve 1 Nisan’da tekrar Ankara’da buluşma sözü verdi. Bunun üzerine kimi<br />
tepkilere rağmen, direnişin sembolü olan çadırlar söküldü ve fiilen eylem 2 Mart 2010<br />
günü sona erdi.<br />
Özetlemek gerekirse, 2009 sonbaharından itibaren birbirinden kopuk eylemler 15<br />
Aralık’taki Ankara buluşmasının ardından anlamlı bir birliğe dönüştü ve “biz-onlar”<br />
sınırı, özellikle polisin müdahalesi sonrası netleşti. Çekilen bu sınır, eylem repertuarına<br />
kazandırılan yeni bir biçimle, görünür hal aldı; direnişin çerçevesi kuruldu. Direniş<br />
süresince kurulan ortak eylem ağları, direnişe verilen destek, kurumsal sıkıntıları<br />
gittikçe belirgin kıldı. Buna rağmen, tabandan gelen bir azimle sürdürülen direnişin,<br />
önemli bir etkileşim sağladığı, birbiriyle kopuk kesimler arası bir zemin yarattığı<br />
rahatlıkla söylenebilir. Yaratılan bu zeminin, toplumsal hareketler literatürü açısından<br />
nasıl yorumlanabileceği ise yazının bundan sonraki bölümlerini oluşturacaktır. Bu<br />
bağlamda, öncelikle, toplumsal hareketler konusundaki genel başlıklar özetlenecektir.<br />
II. BİR TOPLUMSAL HAREKET NASIL YORUMLANIR?<br />
<strong>Toplumsal</strong> hareketler, belirli sosyo-kültürel şikayet ve talepler üzerinden bir araya gelen<br />
insanların düzenli ve ısrarlı çabalarını ifade eder. Söz konusu çabaların, kontrolden<br />
çıkmış kalabalığın irrasyonel davranışı olarak yorumlanmasının terk edilmesiyle,<br />
bireylerin ve grupların neden ve nasıl bir araya geldiğini, bu bir araya gelişlerin<br />
toplumda ne gibi değişikliklere yol açtığı derinlemesine incelenmeye başlanmıştır. Bu<br />
analizler, yaşanan olayların farklı boyutlarından yola çıkarak yapılabilir. Analiz<br />
nesnesinin değişimi, toplumsal hareketin tanımını da etkiler. 19. yüzyılın işçi sınıfı<br />
hareketleri ile en kapsamlı haline ulaşsa da toplumsal hareketlerin incelenmesi, Fransız<br />
Devrimi’ne, hatta ondan da önce İngiliz “Wilkes ve Özgürlük” kampanyasına ve siyasal<br />
özgürlük taleplerine kadar geri götürülür. Tilly, 1760’tan önce dünyanın hiçbir yerinde<br />
5
gösterinin kayda geçmediğini savunur. Bu tarihten sonraki gösteriler, kolektif hakların<br />
yöneticilere bildirilmesi ve bunun için yapılan yürüyüş, imza toplama gibi aktiviteleri<br />
içermekteydi (Tilly, 2009: 313). Bu tarihten sonraki kolektif eylemler, Fransız<br />
Devrimi’nin de etkisiyle, uzun vadeli siyasi sonuçlar doğurabileceğini kanıtlamış, ulusal<br />
kurtuluş mücadeleleri gibi silahlı bir sürece evrilebileceğini veya 1917 Rus Devrimi’yle<br />
birlikte de köklü değişimler yaratabileceğini göstermiştir. Bu süreçte, kamu<br />
politikalarına dair tekil talepler örgütlü ve ideolojik bağları olan sistemik bir hal almış,<br />
kendi parti ve sendikalarını kurmuş; ancak daha sonra bu bağın sorgulanır hale gelmesi<br />
ile birlikte yeni bir parçalanma ve anlamlandırma süreci gelişmiştir. Her halükarda,<br />
toplumsal hareketler, “kültürel ve siyasi yeniden üretim mekanizmalarıdır” ve toplum,<br />
hareketsizlik/durgunluk dönemlerinden harekete doğru geçiş gösterirken, siyasi<br />
aktörlerin niteliği ve toplumsal gerçeklik de her seferinde yeniden yorumlanır (Foss-<br />
Larkin, 1986:143).<br />
<strong>Hareket</strong>lerin incelenmesi, ilk dönemlerde sistem içindeki anomaliler olarak görülen<br />
şikayetlerin yapısal özelliklerinin ortaya konmasına dayanıyordu. Bunun anlamı,<br />
hareketleri doğuran yoksunlukların ve buna bağlı gerginliklerin incelenmesinin temel<br />
alınmasıydı. 1950’lerle birlikte hareketlerin belli bağlamlar üzerinden sistemli<br />
incelenmesine dayanan yaklaşımlar gelişmiştir. <strong>Hareket</strong>lerin rasyonel süreçlerin bir<br />
sonucu olduğuna dair yorumların gelişmesi ile birlikte, 1960’ların hareketli günlerinin<br />
ertesinde, özellikle ABD’de “kaynakların mobilizasyonu” yaklaşımını, onun<br />
eleştirilerine bağlı olarak da “siyasi fırsat” ve “siyasi süreç yaklaşımları”nı<br />
doğurmuştur. Bu yaklaşımlar, genellikle hareketin “nasıl” ortaya çıktığını, hangi<br />
kurumsal ilişkiler ve sistem içi öğelerin çatışması ya da yakınlaşması ile kolektif<br />
eylemin oluştuğunu sorgular. Kısaca değinmek gerekirse, kaynak mobilizasyonu,<br />
zaman-para-insan gibi kaynakların hareketin ortaya çıkışındaki önemine ve bunları<br />
yönetecek toplumsal hareket örgütünün ajitasyon gücüne odaklanır. <strong>Toplumsal</strong><br />
hareketlerin kökenlerini oluşturan öfkeli ve hayal kırıklığına uğramış kalabalıklar<br />
imgesi, mobilizasyon geleneği tarafından amaçlı formel örgüt portresine dönüşmüştür<br />
(Jasper, 2002:67). Dolayısıyla bu yaklaşım, yerleşik kurumları olan endüstriyel<br />
toplumun içinde toplumsal hareketlerin, bir kurum olarak yerleştirilmesi ve sistemin<br />
güçlendirilmesine katkı yapması amacını güder. Bu yaklaşımın eleştirilerinden doğan,<br />
siyasi fırsat ve süreç yaklaşımları ise sistem içi siyasi aktörlerin pozisyonu, devletlerin<br />
demokratiklik dereceleri, elitlerin uyumu veya çatışması ve bunların birbirleriyle<br />
6
kurduğu ittifaklar gibi noktalara odaklanırlar ve hareketlerin kamusal politikalarda<br />
yarattıkları değişim gücüne önem verirler. Diğer bir deyişle, “fırsatların ve kısıtların<br />
değişmesi, hareketlerin ortaya çıkış sürecini de etkiler” düşüncesiyle hareketlerin dışsal<br />
boyutunu incelemenin içine alır (Tarrow, 2006:24-25).<br />
Avrupa kanadında ise toplumsal hareket analizleri “neden”ler üzerine odaklanır.<br />
Kolektif eylem, çoğunlukla devrim olgusu ile birlikte alınır ve sınıfsal analizlerin farklı<br />
boyutlarına dayanır. Marksizm’in farklı yorumları çerçevesinde gelişen toplumsal<br />
hareketler literatürü, parti ve sendika gibi örgütlü yapıların çevresinde gelişse de<br />
özellikle 1960’larla birlikte, Yeni Sol eğilimin güçlenmesine de paralel olarak, “yeni<br />
toplumsal hareketler” başlığı (YTH) ile incelenir. YTH, çevre, kadın, barış, eşcinsel,<br />
sivil haklar gibi belirli gündemlere dayalı parçalı bir yapı içinde seyreden mücadelelerin<br />
genel adıdır. YTH, en genel haliyle, sıkı bir hiyerarşi ve örgüt işleyişi, değişmez öncül<br />
ilkeler ve ideolojik göndermeler olmadan, üyelikten çok gönüllüğe, katılımcıların<br />
aidiyetine dayanan, esnek yapılı ve sonuç odaklı, belirli gündemleri olan, herhangi bir<br />
sınıfın ya da grubun öncülüğüne bağlı olmayan hareket biçimini ifade eder (Cohen,<br />
1985; Olofsson, 1988; Buechler, 1995). Bu bağlamda YTH, post-yapısal özellikler<br />
gösterir. Diğer bir deyişle, toplumsal hareketin doğuşunda -kurumların işleyişindeki<br />
veya sistemin düzenindeki bozukluklardan önce- bireysel motivasyon, kimlik talepleri,<br />
kültürel kodlamalar ve buna bağlı gelişen gündelik ilişkiler ve bunların yansımaları,<br />
YTH bağlamındaki analizlerin temelini oluşturur. Bu bağlamda yapıdan önce eyleme,<br />
aktöre ve bireysel özelliklere vurgu yapar. Bu bağlamda amaç, devleti ele geçirmek,<br />
iktidarla siyasi kurumlar üzerinden bir çatışmaya girmek ya da sadece onu belli<br />
konularda politika değişikliğine zorlamak değil, katılımcı bireylerin ve hareketin konu<br />
ettiği meseleler üzerinden bir yaşam tarzı değişimini yaratabilmektir. Bu nedenle, YTH<br />
analizlerinde, siyasal ve kültürel ya da ideolojik ve ideolojik olmayan hareket<br />
ayrımlarına ya da süreklilik-kopuş karşıtlığına gidildiği görülmektedir (Scott, 1995:133-<br />
134; Tormey, 2005:220-225; Savran, 1987). Esasen YTH’nin yarattığı değişimi, sınıftan<br />
kaçış ya da sınıfın reddi olarak yorumlamak yerine, sınıfın yeniden ele alınması olarak<br />
görmek daha doğrudur. Bu bağlamda YTH’nin en temel özelliğinin, siyasal olanı daha<br />
geniş bir yaklaşımla ele alıp, tartışma alanlarını genişlettiği olduğu söylenebilir. YTH<br />
yaklaşımı da, 2000’li yıllarla birlikte kültürel deneyimlerin baskın olduğu bir alandan<br />
çıkıp, sınıf-kültür etkileşiminin daha belirgin olduğu bir eğilime yönelmektedir.<br />
7
<strong>Hareket</strong> örgülerinin karar verme süreçlerinde etkisinin artması ve buların harekete<br />
geçirdiği kitlelerin genişlemesi ile birlikte kurumsal ve yapısal analizlere, alan<br />
araştırmalarına ve istatistiki verilere dayanan çalışmalarla, değerler, aidiyet, kültür ve<br />
iletişim bağlamında sürdürülen tartışmaların birbirine yaklaştığı söylenebilir. Diğer bir<br />
deyişle, ABD ve Avrupa ekolleri, hem kendi eksikliklerini gidermek hem de diğer<br />
yaklaşımların bakış açılarından yararlanmak için, ortak çalışmalar içine girmektedirler<br />
(Kriesi vd, 1995).<br />
III. ÇEKİŞMECİ SİYASET VE TEKEL DİRENİŞİ<br />
Yukarıda kısaca özetlenen toplumsal hareketleri analiz eden yaklaşımlarının yapısalcı<br />
kanadında yer alan siyasi fırsat/süreç yaklaşımının yeni dönem kavramlarından olan<br />
“çekişmeci siyaset” (contentious politics), hareketlerin uzun erimli niteliklerini önemser<br />
ve toplumsal hareketi, süregiden çekişmelerin bir durumu olarak daraltır. Bu kavram,<br />
pek çok farklı kitapta işlense de Tilly ve Tarrow’un (2007) aynı adlı kitaplarında detaylı<br />
bir kavramsal çerçeve ile aktarılmıştır. Onlar için toplumsal hareket, en nihayetinde bir<br />
“sav-geliştirme” (claim-making) içinde bulunan grupların kolektif eylemine dayanır.<br />
Kitabın, bir sav-geliştirme eyleminin yarattığı çekişmeci durumun niteliklerinin ortaya<br />
konması konusunda ortaya çıkardığı rehber, <strong>Tekel</strong> direnişinin kavramlarla<br />
netleştirilmesi açısından oldukça yararlı olacaktır.<br />
Tilly ve Tarrow, sav-geliştirmelerin tanımlayıcı (descriptive) ve açıklayıcı (explanatory)<br />
kavramlar çerçevesinde ele alınabileceğini belirtir. Tanımlayıcı kavramlar, dikkate<br />
değer durumun belirli özelliklerini ve çekişme sırasındaki dönüşümlerini ifade ederken,<br />
açıklayıcı kavramlar, bu özellik ve dönüşümlerin sonuçlarını gösterir (2007: 10).<br />
Tanımlayıcı kavramları kısaca özetlemek gerekirse; “çekişmeci siyaset”, başkalarının<br />
çıkarlarıyla ilgisi olan savları sağlayan aktörlerin etkileşimidir. Bunlar, hedef olarak<br />
hükümetleri, savların nesnesini ya da üçüncü kesimleri alan ve aktörleri (savları<br />
geliştirenleri/claim-makers), paylaşılan çıkar ya da programlar adına koordineli çabalara<br />
yönlendiren etkileşimlerdir. Çekişme, nesneyi, özneyi ve savları bir araya getirir.<br />
“Çekişme performansları”, bir grup siyasi aktörün, bir diğerine karşı ürettiği savları<br />
benzeştirmesi ve standartlaştırmasıdır. “Çekişme repartuarları”, siyasi aktörler arasında<br />
bilinen ve uygulanan çekişme performanslarının bölümleridir. “<strong>Toplumsal</strong> hareket”,<br />
sürekli sav-geliştirme kampanyalarıdır ki bunlar belirgin bir savı aktaran tekrarlanan<br />
8
performanslar kullanır ve bu aktivitelerin sürdürüldüğü dayanışmalar, gelenekler, ağlar,<br />
organizasyonlara dayanır. <strong>Bir</strong> toplumsal hareket, iki ana unsura sahiptir. Bunlardan ilki<br />
olan “toplumsal hareket kampanyaları”, iktidar sahiplerine, bu iktidar sahiplerinin<br />
kararları altında yaşayan nüfus adına, nüfusun değer, birlik, sayı ve bağlılık (DBSB)<br />
gösterileri araçlarıyla sürekli karşı çıkışları ifade eder. Diğer unsur olan “toplumsal<br />
hareket temeli”, kolektif eylemin ve çekişmenin toplumsal arkaplanı, örgütsel<br />
kaynakları ve kültürel çerçevesidir (Tilly-Tarrow, 2007: 202).<br />
Açıklayıcı kavramların başında; “çekişmenin yeri” gelir ki, bu tüm insan oluşumları<br />
olabilir. “Durumlar”, çekişmeyi şekillendiren koşullar arası ilişkiler ve koşulların<br />
niteliğidir. “Çekişmenin dalgaları”, kolektif sav-geliştirme eylemlerinin birbiriyle<br />
bağlantılı anlarıdır. “İlk/öncül (initial) durum”, mekanizmaların karşılıklı eylemlerini<br />
nasıl etkilediği, sürecin nasıl geliştiği ve bu süreçten ne sonuçların alındığı belirler.<br />
Çekişmenin aslında nasıl ortaya çıktığını ifade eder. “Mekanizma”, geniş çaplı<br />
sonuçların üzerinde aynı direkt etkileri üreten olaylardır. “Süreç”, bazı belirgin sonuçlar<br />
üreten mekanizmaların sıralı düzeni ve kombinasyonudur. Süreçler, herhangi bir<br />
belirgin mekanizmanın kendi kendine ürettiği etkilerden daha geniş çaplı etkiler üreten<br />
sekansları ve kombinasyonları mekanizmalarla birleştirir. “Bölümler”, devam eden<br />
etkileşimin, sınırlı sekanslarıdır (Tilly-Tarrow, 2007: 203).<br />
Esasen, çekişme kavramı, “eski bir yapısalcı”dan “ilişkisel gerçekçi”ye (relational<br />
realist) dönüşen (Tarrow, 2008: 226) Tilly’nin analiz nesnesi olarak, yapılar yerine<br />
bireylerin etkileşimini ön plana çıkarması ile gelişmiştir. Diğer bir deyişle, Tilly ve<br />
tilmizleri, hareketin gelişiminde aktörün rolüne daha çok önem vermeye başlamışlardır.<br />
Bu durum, yukarıda bahsedilen, yapısal ve kültürel analizlerin birbirine yakınlaşması<br />
meselesi ile ilgilidir. Buna göre “çekişme, kolektif eylem ve siyasetin kesişim kümesi”<br />
olan çekişmeci siyaset alanında “aktör kimlikleri adına hareket eder. Kimlikler, belirgin<br />
ötekilerle ilişkilerini tanımlar ve hükümetle ilişkiye girdikleri ölçüde siyasaldırlar” (Mc<br />
Adam vd., 2001: 134-136).<br />
Tilly’e göre toplumsal hareket kavramını geniş bir biçimde kullanmamak gerekir.<br />
Kavramın, her türlü hareketi kapsayacak şekilde kullanımı, somut durumların analiz<br />
edilmesini güçleştirir ve kavramı evrensel bir hale sokar. Ancak ona göre, toplumsal<br />
hareketler, tarihsel bir kavramdır; bu bağlamda belli bir sürekliliği ve kültürel bağlamı<br />
9
içerir. “<strong>Toplumsal</strong> hareketler daha önce varolan aidiyetleri hayata geçirirler”<br />
(Tilly,1999:263). Bu bağlamda hareket, ancak çekişmenin yarattığı somut bir durum ve<br />
siyasi bir düzen içerisinde anlam kazanır.<br />
<strong>Tekel</strong> olayını bu kavramlar bağlamında ele aldığımızda şu şekilde bir resim ortaya<br />
çıkar: Çekişmeci siyasetin siyasal aktörleri, <strong>Tekel</strong> işçileri, onların destekçileri olan<br />
siyasi partiler, inisiyatifler ve sendikalar, sivil toplum örgütleri ile bunların karşısında<br />
hükümetti. Çekişmenin yeri olarak, Türkiye’deki özelleştirme karşıtı mücadele<br />
işaretlenebilir. Her ne kadar direniş öncesinde organize bir mücadeleden bahsedilemese<br />
de <strong>Tekel</strong> sorununun kaynağı bu alandır . <strong>Tekel</strong> özelleştirmesi, bir örnek olay olarak<br />
çekişmenin ilk/öncül durumunu oluşturmaktaydı. <strong>Tekel</strong> işçilerinin özlük haklarının<br />
daraltılması ve dolayısıyla yaşam standartlarında yaşanacak değişim ve yoksullaşmaya<br />
karşı hükümete geri adım attırmak için giriştiği yerel düzeydeki sav-geliştirme<br />
eylemleri, bu çekişmeci durumun dalgaları olarak belirmişti. Çekişmenin dalgalarında<br />
dikkate değer bölüm, işçilerin Ankara’daki toplu eylemlerine başlamalarıydı. Böylece<br />
çekişmeci siyaset, somut olarak <strong>Tekel</strong> işçilerinin Ankara’daki direnişi, onlara destek<br />
veren diğer siyasi aktörler ile hükümet arasında belirdi. Kurulan “çadırkent”, “çekişme<br />
performansı”na; eylem sırasında sürdürülen açlık grevleri, basın açıklamaları, mitingler<br />
ise “çekişme repertuarı”na karşılık gelmektedir.<br />
Söz konusu çekişme, hükümetin adalet ve kalkınma perspektifini, özelleştirme<br />
politikalarını, uluslararası güçlerin karşısındaki durumunu da içermesiyle, diğer bir<br />
deyişle hükümetin meşruluğunu sorgulayan bir çerçeveye oturmasıyla farklı grupların<br />
ve mücadelelerin de gündemine oturdu. Bu bağlamda, <strong>Tekel</strong> özelleştirmesi ve işçilerin<br />
buna karşı direnişi üzerinden, Türkiye tarihinin yaklaşık 30 yıllık süreçte içinde<br />
bulunduğu sosyo-ekonomik ve politik durumu muhasebesini yapmak mümkündü.<br />
Çünkü yaşanan durum, bu sürecin yarattığı birçok aktörü karşı karşıya getirdi.<br />
Dolayısıyla, özelleştirme mücadelesinden doğan çekişme, yarattığı dalgalar içinde <strong>Tekel</strong><br />
bölümü ile birlikte, sol muhalefetin bir araya geldiği önemli bir “mekanizma” yarattı.<br />
Bu mekanizmanın bir araya getirdiği aktörler, <strong>Tekel</strong> direnişinin “toplumsal hareket<br />
temeli”ni oluşturdu. Kurulan bu hareket, direnişin yaşadığı çeşitli sorunlar nedeniyle –ki<br />
daha sonra değinileceği gibi bunların çoğu sendikal yapıdan kaynaklandı- bir<br />
“toplumsal hareket kampanyası”na dönüşemedi. Dolayısıyla sürekli tekrarlanan ve<br />
değer-birlik-sayı-bağlılık (DBSB) görünümlerini sağlamlaştıramadığı için, bir “süreç”<br />
10
halini almadı ve daha büyük bir etki yapma gücünü yitirdi. <strong>Tekel</strong> direnişinin, bir<br />
toplumsal hareket temeli yaratması ama toplumsal hareket kampanyasına<br />
dönüşememesi, kurulan mekanizmanın (sol muhalefetin ve özelleştirme karşıtı<br />
mücadelede işbirliği) uzun soluklu olamamasına neden oldu. Çadırların sökülmesinden<br />
sonra, planlanan diğer eylemlerin gerçekleştirilememesi bunun temel bir göstergesiydi.<br />
<strong>Tekel</strong> direnişinin yarattığı mekanizma, çekişmeci siyasetin mekanizmaları tanımlayan<br />
farklı kavramlarıyla derinleştirilebilir. Öncelikle bu mekanizma, aktörlerin işçi ve<br />
emekçi nitelikleri nedeniyle yaşadıkları soruların yeniden gündeme gelmesi ve biz-onlar<br />
ayrımını netleştirmesi ile “sınır aktivasyonu” yaratmıştır. “Biz, <strong>Tekel</strong> işçileri”, diğer<br />
“özelleştirme mağdurları” ya da “güvencesiz çalıştırılanlar” ile birlikte kendi sınırlarını<br />
daha belirgin hale getirmiştir. Diğer bir deyişle sınıfsal pozisyonlarını sorgular hale<br />
gelmiştir. Bununla birlikte, özellikle eylemci işçilerin aileleriyle birlikte toplumsal ve<br />
siyasal talepler içeren uzun soluklu bir eyleme girişmesiyle, “sınır değişimi” yaratmıştır.<br />
Bu değişim, eylemci aktörlerin daha önce hayatlarında ortaya koymadığı bir deneyimi<br />
simgeler ve kişisel deneyimlerinin sınırlarını zorlamalarını ifade eder. Ayrıca daha önce<br />
iletişime geçmediği ya da zayıf bir iletişim içinde olduğu siyasi aktörlerle ve diğer<br />
fabrikaların işçileriyle etkileşime geçtiği için, söz konusu mekanizma bir “aracılık”<br />
(brokerage) görevi görmüştür. Bu aracılık hizmetinin, direnişin en önemli kazanımı<br />
olduğu söylenebilir. Çünkü, çekişmeci siyasetin, diğer özelleştirme mağdurları ile<br />
eklemlenerek, çekişmeci siyasetin “yayılması” (diffusion) konusunda katkıları olmuştur.<br />
Ayrıca, hükümetin direniş karşısında çeşitli baskı mekanizmalarını devreye sokması,<br />
var olan politikaların yarattığı adaletsizliklerin tartışılması ve bunlara karşı bir kamuoyu<br />
oluşturulmasının da önünü açmıştır.<br />
Mekanizmanın bir sürece dönüşememesi, çeşitli göstergeleri yerine getirememesi ile<br />
ölçülebilir. Buna göre, yeni ve dönüşmüş bir siyasi aktör ortaya çıkmadı; “aktör<br />
kurulumu” gerçekleşmedi. Farklı eylemlerde bir araya gelebilecek “yeni koalisyonlar”<br />
oluşmadı ve bu bağlamda “kolektif eylemler” ve “yeni koordinasyonlar”<br />
gerçekleştirilmedi. Her ne kadar 1 Mayıs 2010’daki İşçi Bayramı yürüyüşünde <strong>Tekel</strong><br />
direnişinin yarattığı mekanizmanın bir etkisi olsa da, direnişin sona erdirilmesi sırasında<br />
ortaya çıkan uyuşmazlıkların bu eylemde de sürdüğü görüldü. Bununla birlikte direniş<br />
sınır aktivasyonu ve değişimi sağlamış olsa da belirgin bir “kimlik dönüşümü”<br />
sağlamadı; “biz kimiz sorusuna?” ortak bir cevap üretilemedi. Hak mücadelesi, bu<br />
11
kimlik için bir “çerçeve” oluşturdu ama daha sonraki mücadeleleri içine alacak bir<br />
“büyük çerçeve” kuramadı. Bununla bağlantılı olarak, direnişin diğer işçi<br />
sendikalarından, örneğin aynı süreci yaşayan ve yaşayacak olan şeker işçilerinden<br />
destek görmemesi, keza <strong>Tekel</strong> sürecinin doğrudan muhatabı olan tütün çiftçisinin<br />
direnişte aktif rol almaması da söz konusu değişimi etkiledi. Tabii ki bu durumda,<br />
çekişmeci siyasetin yeri olarak işaretlenen özelleştirme sürecinin önceki aşamalarında,<br />
gerekli işbirliğinin oluşmaması etkili oldu. Tütün Yasası çıkarken, ya da <strong>Tekel</strong><br />
fabrikaları veya Şeker fabrikaları teker teker özelleştirilirken söz konusu<br />
mekanizmaların yaratılamamış olması, bir toplumsal hareketin tüm boyutlarıyla ortaya<br />
çıkmasını engelledi.<br />
Direniş sırasında DBSB gösterilerinin yetersiz kalması da bu mekanizmadan sürece<br />
doğru değişimin olmasında önemli bir faktördü. Direnişin, değer, birlik, sayı, bağlılık<br />
göstergeleri belli bir sisteme oturmadı ve 78 gün içerisinde çeşitli dalgalanmalara<br />
uğradı. 15Aralık’taki olaylar sonrası gösterilen azim, çadırların kurulması ile zirveye<br />
çıksa da ilerleyen zamanda çadırda kalan işçi sayısının gün geçtikçe azalması ve<br />
direnişin diğer aktörler tarafından canlı tutulmaya çalışılması; özellikle 17 Ocak’tan<br />
sonra sendikanın direnişteki rolü üzerine uyuşmazlık; 4 Şubat’taki direnişe destek için<br />
hayata geçirilen iş bırakma eyleminin ya da grevin beklenen etkiyi yaratmaması;<br />
direnişin Mart başındaki mahkeme kararının ardından hızlı bir şekilde sonlandırılması<br />
ve ardından planlanan diğer eylemlerin gerçekleşmemesi bu göstergeleri olarak<br />
sıralanabilir.<br />
Çekişmeci siyaset yaklaşımı açısından <strong>Tekel</strong> direnişinin en büyük kazanımının, yeni bir<br />
eylem repertuarı geliştirmesi olmasıdır. Daha önce kullanılan, basın açıklamaları,<br />
mitingler ve açlık grevlerinin ötesinde, çadır kurma ve burayı bir eylem alanı olarak<br />
tutma, Türkiye toplumsal mücadelelerinde rastlanamayan bir durumdu. “Çadırkent” ya<br />
da “direniş sokağı”, bundan sonraki eylemlere ilham vermesi açısından önemli bir fark<br />
yarattı. Ayrıca bu eylem tarzının, diğerlerinden farklı olarak, faklı siyasi aktörlerin bu<br />
eylemin içerisinde aktif olarak yer almasını ve eylemcilerle destekçileri arasında yoğun<br />
bir etkileşim kurulmasını da kolaylaştırdığı görüldü.<br />
Tilly açısından, bir toplumsal hareketin doğrudan muhatabı olan kamu politikaları<br />
açısından da sınırlı bir değişim yaratıldı ve eylemin hükümet nezdinde etkisi sınırlı<br />
12
oldu. Gündemin hızlı ve sürekli değişimi, <strong>Tekel</strong> direnişi ve özelleştirme karşıtı<br />
mücadelenin gündemden düşmesine neden oldu. Asıl etki, 2011 yılındaki seçim süreci<br />
ve sonuçlarında olacak gibi görünse de direnişin yarattığı etkinin yeniden<br />
canlandırılması için yeni eylemlerin olması gerektiği açık bir ihtiyaç olarak görülüyor.<br />
<strong>Tekel</strong> direnişini, hareketlerin eski (yapısal) özelliklerinden yeniye doğru bir geçişin<br />
temel izleği olarak okumak, bundan sonra üretilecek mekanizmaların etkili süreçlere<br />
dönüşümü açısından verimli olacaktır. <strong>Bir</strong> taban hareketinin, kurumsal bir hiyerarşi<br />
içinde yavaşlatılarak sonlandırılması, direnişin yeni ile eski arasındaki salınımının bir<br />
özeti gibidir. Esasen, <strong>Tekel</strong> direnişinin istenen sonuçları doğuramaması onun,<br />
direnişteki aktörlerin yeni toplumsal hareketlere dair etkileşiminin yetersizliğinden<br />
kaynaklandığı savunulabilir. Aşağıda bu yetersizliğin, YTH açısından analizine<br />
çalışılacaktır.<br />
IV: YTH AÇISINDAN TEKEL DİRENİŞİ<br />
Yukarıda kısaca değinildiği gibi, YTH yaklaşımı, toplumsal hareketlerin parçalı bir<br />
seyir izlediği 1968 sonrası dönemin ürünüdür ve özellikle reel sosyalizmin sona<br />
ermesiyle gelişen Marksizm içi tartışmaların ışığında gelişmiştir. <strong>Hareket</strong>in analizi,<br />
öncü parti, bilinçli işçi, toptan bir dönüşüme neden olacak devrim gibi anahtar<br />
kelimelerinin yerine kültür, kimlik-aidiyet, gündelik hayat, bireysel deneyimler gibi<br />
değerlerin tartışılması üzerine kurulur. YTH’nin en temel özelliği siyasetin konusu olan<br />
meseleleri genişletmesidir. Bu yaklaşım da yaklaşık 40 yıllık süreçte belirgin<br />
dönüşümler yaşamış ve başlangıçtaki kültür-siyaset, süreklilik-kopuş gibi ikilemlerin<br />
birbirine yaklaştığı bir çizgiye gelmiştir. Özellikle küreselleşme olgusu, hareketlerin<br />
birbiriyle bağlantısı, bilgi ve iletişimin dönüştürücü gücü konularında etkili olmuş ve<br />
farklı grupların belirli meselelerde ortak eylem geliştirmesinin önünü açmıştır. Böylece<br />
eski ile yeninin bağının kurulmasında hızlı bilgi akışının olumlu bir etkisi olmuştur.<br />
Dolayısıyla, YTH bağlamında incelenen hareketler, 1980’li yıllardaki parçalı yapısına<br />
yapılan övgü ve vurgudan uzaklaşarak, işbirliği ve koordinasyon içinde nelerin<br />
yapılabileceğine odaklanmaya başlamıştır. 2000’li yılların başında gelişen Sosyal<br />
Forum mantığı, YTH’lerin yeni nesil eylem biçimi ve ağ oluşturma çabalarının tipik bir<br />
göstergesidir.<br />
13
YTH bağlamında incelenen hareketler; yüksek bir otonomi içinde antihiyerarşik<br />
özellikler gösteren, kendi bağlamını geliştiren, kurumsal değil kendiliğinden eyleme<br />
odaklanan, tek belirleyicinin olmadığı, tabana yayılmış bir demokrasi vurgusunun ve<br />
katılımın desteklendiği hareketlerdir. Bu hareketlerin sosyolojik altyapısı, “yeni orta<br />
sınıf” olarak ifade edilen, eğitimli, aktif, diğerlerinin sorunlarıyla da ilgilenen,<br />
farklılıklarını gözardı etmeden birbiriyle eklemlenebilen bireyler olarak analiz<br />
edilmektedir (Offe,1985).<br />
<strong>Tekel</strong> direnişini, YTH perspektifinden değerlendirmek, önceki analiz kadar kolay<br />
olmayacaktır; çünkü bu yaklaşımın üzerinde uzlaşılmış kavramları, analiz setleri ve<br />
güçlü bağlantıları yoktur. Esasen, yeni nesil hareketin “yeni” olan boyutu, tam da bu<br />
temel dayanak noktalarından olan bağımsızlığıdır. Bu bağlamda, Avrupa başta olmak<br />
üzere tüm dünyada yaklaşık 40 yıldır yapılan YTH analizleri, Türkiye sınırlarında<br />
oldukça yenidir.<br />
<strong>Tekel</strong> direnişinin, YTH açısından en önemli özelliği, hareketin işçilerin kendi<br />
azimlerine, bireysel çabalarına dayanarak ilerlemesi ve kurumsal sınırları zorlayan bir<br />
çizgiye evrilmesi olarak gösterilebilir. Özellikle direnişin başlangıcındaki polis<br />
müdahalesi sonrası dağılmayan kitlenin mücadele azmi ve Türk-İş önündeki<br />
bekleyişleri konfederasyonlara “sürekli eylem” çağrısı yapmaya zorlayarak, tabandan<br />
gelen gücün etkisini ortaya çıkardı. Benzer şekilde de 17 Ocak eylem sonrası, kürsünün<br />
işgal edilmesi ve sendikayı grev kararı almaya zorlamaları, yeni nesil bir hareketin eski<br />
kurumsal çerçeve içinde yönetilemeyeceğinin bir göstergesi oldu.<br />
YTH’lerin en önemli özelliği, bir “akış” içinde gelişmeleri ve bilginin hızlı yayılımı<br />
esasıyla yeni bağlar oluşturma gücüne sahip olmalarıdır. Diğer bir deyişle etkileşim ve<br />
deneyim paylaşımı, öğrenerek gelişimin ve direncin yükseltilmesinin önünü açmaktadır.<br />
<strong>Tekel</strong> direnişi bu bağlamda, özellikle “çadırkent” aracılığı ile, daha önce bir araya<br />
gelmeyen kesimlerin konuşması, etkileşime girmeleri, konuşmaları, birlikte zaman<br />
geçirmeleri, dolayısıyla bir diyalog içine girmeleri, yeni stratejiler üzerine düşünmeleri<br />
ile tam bir iletişim odağı haline gelmiştir. Bu şekilde, direniş, belirli bir veri setini<br />
öğretmenin değil, karşılıklı öğrenmenin zeminini yaratmıştır. Kararların bu şekilde<br />
tartışılarak alınması, katılımın en tabana kadar yayılması ile, demokrasinin bir kurumlar<br />
14
ve tercihler silsilesi değil, farklılıkların eklemlenme alanı olarak ilerleyebileceğinin<br />
işaretlerini göstermiştir.<br />
Öte yandan, bu otonom güç, çekişmeci siyasetin sınır değişimi olarak andığı soruna<br />
takılı kalarak, sendikal sınırların dışına taşamamıştır. Tek Gıda İş Başkanı Mustafa<br />
Türkel, direniş sırasındaki tartışmaların ve işçilerinin taleplerinin, her zaman kendi<br />
kontrolleri altında olduğunu ima etmiştir. Türkel’e göre, sendika olamadan “<strong>Tekel</strong> işçisi<br />
iki tabureyi bir yere getirip eylem yapamazdı, yapmaz da” (2010: 232). Türkel, açlık<br />
grevi ya da Meclis’e yürüyüş gibi taleplerin kendisi tarafından reddedildiğini, çünkü bu<br />
taleplerin samimi olmadığını belirtmiştir: “<strong>Bir</strong> hamle yapmaya çalışıyorlar, sonra<br />
vazgeçiyorlar. Toplum psikolojisi çok farklı, hele işçinin psikolojisini iyi anlamak<br />
lazım. O sürecin tamamlanamayacağından korktum ben” (Türkel, 2010: 242). Türkel,<br />
mücadelenin bir önderi olduğunu, sendikal önderliğe karşı güven bunalımının aşılması<br />
gerektiğini de söylemiştir.<br />
Bu bağlamda <strong>Tekel</strong> direnişinin kurumsallığın dışına çıkma konusunda güçlü bir istek<br />
geliştirse de, Türkel’in açıklamalarında görülen “öndersiz” hareketin başarısız olacağı<br />
konusundaki “eski” inanca yenik düştüğünü ve bu nedenle yarı kurumsal ve yarı<br />
otonom kaldığını söyleyebiliriz. Yeni nesil hareketlerdeki, “tek belirleyici olmaması<br />
yönündeki eğilim”, sendikanın engeline takılmıştır; son kertede dikey hiyerarşi<br />
belirleyici olmuştur. Böylece, YTH analizi açısından <strong>Tekel</strong> direnişinin bir kopuş değil,<br />
süreklilik taşıdığının altını çizmek yerinde olacaktır.<br />
Sendikanın önderlik vasfını bırakmak istememesi, direnişin farklı gruplarla<br />
eklemlenmelerde yetersiz kalmasına neden oldu. YTH açısından çok önemli olan bir<br />
“direniş ağı” oluşturulamadı. Söz konusu ağ, konfederasyonların kurumsal işbirliği<br />
dışında bazı siyasi partilerin kimi eylemlerde ortaya koydukları koordineli çabaların<br />
dışına çıkamadı. Diğer bir deyişle, YTH’ler için önemli olan aktörlerin aktivizmi,<br />
kurumsallar engellere takıldı. AKP binasını işgal gibi gibi aktivizm girişimleri,<br />
koordineli değil, birbirinden habersiz olarak yürüdü. Çoğu zaman, “önder” sendikanın<br />
onayını da almadı.<br />
YTH açısından önemli bir tartışma, hareketin konusu olan meselelerin, aktörlerin<br />
gündelik hayatlarına sirayet etmesi ve yaşam tarzlarında bir değişiklik yaratabilmesidir.<br />
15
Bu bağlamda, <strong>Tekel</strong> direnişi, “çadırkent” aracılığı ile direnişi ve öne sürdüğü talepleri,<br />
günlük hayatın içine soktu ancak bu taleplerin genelleşmesini sağlayamadı. Direnişin,<br />
YTH açısından kritik bir eşiğe yükselmesi için, bireysel ilişkiler ve sorunlar temelinde<br />
yeni sorunları tartışmaya açma yolu daha çok irdelenmeliydi. Direnişin ve geliştirilen<br />
yeni eylem tarzının, bir hayat tarzı değişimi olduğu ve dolaylı sonuçlar doğuracağı tezi<br />
yeteri kadar işlenemedi. Bunun en önemli nedeni, bu alanda buluşan işçilerin öncesinde<br />
yeteri kadar işbirliği yapmamış olmaları; özelleştirme karşıtı mücadeleye yeteri kadar<br />
katılmamış olmaları idi. Öte yandan, kurumsal bir bağ dışında bağlantısı olamayan<br />
farklı şehirlerdeki eylemciler arasında, özellikle direnişin ilk günlerinde bağlantı tam<br />
olarak kurulamadığı, -sınıfın kültürel ilişkiler içerisinde geliştiği tezinden hareketlefarklı<br />
kültürel kalıplar arasında yeterli ortaklaşmanın sağlanamadığı söylenebilir.<br />
Bununla birlikte, daha önceki süreçlerde hareketsiz kalan bir kitlenin, geç de olsa<br />
harekete geçmesi ve yeni sınırlar üretmesi, Bayat’ın deyişiyle, “pasif ağ’dan aktif ağ’a<br />
doğru” bir adım geliştirmiştir. Söz konusu adımın atılmasındaki en büyük güdüleyici de<br />
“ortak tehdit”tir. “Atomize bireyler kazanımlarına yönelik bir tehditle karşılaştıklarında,<br />
pasif ağları kendiliğinden aktif ağlara ve kolektif eyleme dönüşür” (Bayat, 2008: 46-<br />
47). Bayat’ın incelediği dönüşüm, daha çok örgütsüz kesimler için vurgulanmış olsa da,<br />
üyelik dışında kurumla bağları güçlü olmayan işçilerin, sendikadan bağımsız bir aktöre<br />
dönüştüğünü ancak daha sonra kurumsal sınıra takıldığının altını çizmek gerekir.<br />
“Çadırkent”, süreksiz de olsa bir aktif ağın oluşumunun temellerini atmıştır. Öte yandan<br />
bir “süreksiz müdahale” şansının devam ettiği söylenebilir. Bu müdahaleler, Arditi’nin<br />
tespitiyle, siyasal olanın sınırlarını polemikleştirerek, verili olanı kesintiye uğratan ve<br />
mevcut mutabakatı sorgulayan ihlallerdir (2010:151). Söz konusu ihlaller, henüz “biz”<br />
olamayan ama “birlikte-olma”nın olanaklarını taşıyan bir eklemlenmenin gerçekleştiği<br />
alanlar olarak var olan sistemin kurum ve aktörlerinin karşısında çok-merkezli bir<br />
mücadele gücü geliştirme potansiyeli taşır. Her halükarda, hareket, yaptıkları kadar<br />
yapabilecekleri ve potansiyeli ile birlikte değerlendirilmelidir.<br />
Bu bağlamda, <strong>Tekel</strong> direnişi bir YTH niteliği göstermese de kurduğu bağlantılar ve<br />
zorladığı sınırlarla, dikey hiyerarşinin sınırlılıklarını göstermesiyle, yeni bir hareket<br />
güzergahının potansiyellerini göstermiştir. Sokağın bir eylem yeri olarak yeniden<br />
hatırlatılması ve “sokakları geri kazanalım” çağrısına benzer bir inat göstermesi, bu<br />
potansiyelin ipuçlarını taşır.<br />
16
V. SONUÇ<br />
Son söz olarak, <strong>Tekel</strong> direnişinin, yapısalcı ve post-yapısalcı açılardan, tam bir<br />
toplumsal hareket özelliği göstermediğini söyleyebiliriz. Çekişmeci siyaset açısından,<br />
direniş bir toplumsal hareket temeli oluşturmuş ve bir mekanizma yaratmıştır ancak<br />
DSBS göstergelerini sürekli ve düzenli olarak sağlayamadığı için bir toplumsal hareket<br />
kampanyasına dönüşmemiş ve dolayısıyla bir süreç geliştirememiştir. YTH açısından<br />
ise, direniş kurumsal sınırları zorlasa da başlangıçtaki otonomisini sürekli kılamamış ve<br />
sendikal bağların ötesine geçememiştir. Direnişteki aktörlerin deneyimleri ve etkileşimi<br />
yeni bir ağın oluşumu için temelleri atsa da bunun bir yaşam tarzı oluşturacak kültüre<br />
evrilemediğini söylemek gerekir.<br />
Tilly açısından, yeni eylem repertualarının gelişmesi, hareketlerin yeni olduğu anlamına<br />
gelmese de YTH perspektifinde aktörlerin eylemlilik düzeylerinin gelişmesi, ileri bir<br />
adım olarak görülebilir. Bu bağlamda, <strong>Tekel</strong> direnişi, geçmiş hareketlerle bir süreklilik<br />
içinde olsa da geliştirdiği kültürel zemin ile yeni hareketler için bir potansiyel özelliği<br />
olacaktır.<br />
Sınıf bilincinin bu kültürel zemin içinde gelişeceğini ve bunun ilişkisel bir süreç<br />
olduğunu (Özuğurlu, 2010:56) kabul edecek olursak, direnişe çerçevesini veren hak<br />
mücadelesinin, toplumsal hareket bütünlüğünde bir büyük çerçeveye erişemediğini<br />
savunabiliriz. Ancak “çadırkent”in deneyimlerinde oluşan habitus’un, bir altkültür<br />
yaratmasa da karşıkültür oluşturmada etkisi olduğu söylenebilir. Her halükarda yeni<br />
nesil hareketlerin birincil amacı siyasal düzlemde ya da kurumsal siyasette bir<br />
değişiklikten çok yaşam standartlarına ilişkindir. Dolayısıyla yeni orta sınıfın<br />
sürüklediği yeni toplumsal hareketler, taleplerini örgütlü oldukları kurumlar ya da<br />
destekledikleri temsilciler aracılığı ile değil, değerleri ve inançları doğrultusunda<br />
doğrudan iletme eğilimindedir. <strong>Hareket</strong>lerin bu doğrudanlık boyutu, kendi hayatına dair<br />
söz ve eylem içinde bulunan yeni öznenin gelişimiyle yakından bağlantılıdır.<br />
Bu çalışmada, direnişin sosyolojik tahlilleri ve sınıfsal analizi yapılmasa da sonuç<br />
olarak, katılan aktörlerin kendilerini bilgisi ya da işi aracılığı ile tanımlaması ile tekel<br />
direnişini orta-sınıf mücadelesi haline getirdiği söylenebilir. “Orta-sınıf çıkarları, kişinin<br />
17
işi, mesleki başarısı, arkadaşları ve statüsünü belirleyen kişisel kimlik arayışı ile<br />
doğrudan ilgilidir” (Rose, 1997:483). Bu bağlamda sınıf, tarihsel olarak belirli yaşambiçimlerinden<br />
doğan kültürel yapılanmalar aracılığı ile kolektif eyleme etki eder (Eder,<br />
1993:10). Nitekim <strong>Tekel</strong> direnişinde de bu durum yaşanmıştır. Dolayısıyla, sınıf ile<br />
kültür analizlerinin birbirine yaklaşması ve hiyerarşik bir sınıf algısından ilişkisel sınıf<br />
anlayışına geçiş söz konusu olduğu görüşünden yola çıkarak, <strong>Tekel</strong> direnişinin bir<br />
toplumsal hareket yaratamasa da, Türkiye’de yeni bir sınıf anlayışının ilk örneklerini<br />
gösterdiğini söylemek mümkündür.<br />
KAYNAKÇA:<br />
ARDITI, Benjamin (2010) Liberalizmin Kıyılarında Siyaset-Farklılık, Popülizm,<br />
Devrim, Ajitasyon, çev. Emine Ayhan, Metis Yayınları.<br />
AYSU, Abdullah (2010) “<strong>Tekel</strong> ve Tütünün Öyküsü”, <strong>Tekel</strong> Direnişinin Işığında<br />
Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı <strong>Hareket</strong>i, Gökhan Bulut (ed.),Nota Bene Yayınları.<br />
BAYAT, Asef (2008) Sokak Siyaseti-İran’da Yoksul Halk <strong>Hareket</strong>leri, çev. Soner<br />
Torlak, Phoneix Yayınları.<br />
BUECHLER, Steven M. (1995) “New Social Movement Theories”, The Sociological<br />
Quarterly, 36:3.<br />
EDER, Klaus (1993) The New Politics Of Class-Social Movements and Cultural<br />
Dynamics in Advanced Societies, Sage Pub.,<br />
FOSS, Daniel A.- Ralph Larkin (1986) Beyond Revolution, A New Theory of Social<br />
Movements, Bergin&Garvey Publishers.<br />
JASPER, James M. (2002) Ahlaki Protesto Sanatı-<strong>Toplumsal</strong> <strong>Hareket</strong>lerde Kültür,<br />
Biyografi ve Yaratıcılık, Çev.: Senem Öner, Ayrıntı Yayınları.<br />
KADEROĞLU BULUT, Çağrı (haz.) (2010) “Ülke-Gündem-Direniş”, <strong>Tekel</strong><br />
Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı <strong>Hareket</strong>i, Gökhan Bulut (ed.),<br />
Nota Bene Yayınları.<br />
KALDIRAÇ Yayınevi (yay. haz.) (2010) “<strong>Tekel</strong> Direnişi Güncesi”, <strong>Tekel</strong> Direnişi<br />
Dersleri 2010-Sendikalarımızı Geri Alacağız.<br />
KRIESI, Hanspeter, J. W. Duyvendak, M. G. Giugni (1995) New Social Movements in<br />
Western Europe: A Comparative Analysis, University of Minnesota Press.<br />
18
McADAM, Doug, Sidney Tarrow, Charles Tilly (2001) Dynamics of Contention,<br />
Cambridge Uni. Press.<br />
OFFE, Claus (1985) “New Social Movements: Challenging the Boundaries of<br />
Institutional Politics”, Social Research, 52:4<br />
OLOFSSON, Gunnar (1988) “After the Working-Class Movements? An Essay on<br />
What’s ‘New’ and What’s ‘Social’ in the New Social Movements”, Acta Sociologica,<br />
31:1.<br />
ROSE, Fred (1997) “Toward a Class-Cultural Theory of Social Movements:<br />
Reinterpreting New Social Movements Source”, Sociological Forum, 12:3.<br />
RUCHT, Dieter; Friedhelm NEIDHART (2002) “Towards a ‘Movement Society’? On<br />
The Possibilities of Institutionalizing Social Movements”, Social Movements Studies,<br />
1:1.<br />
SAVRAN, Gülnur (1987) “Marksizm ve ‘Yeni <strong>Toplumsal</strong> <strong>Hareket</strong>ler’ Tartışması”, Sınıf<br />
Bilinci, Sayı 11.<br />
SCOTT, Alan (1990) Ideology and the New Social Movements, Routledge<br />
SNOW, David; Robert BENFORD (1988) “Ideology, Frame Resonance and Participant<br />
Mobilization”,Bert Klandermans, Hanspeter Kriesi and Sidney Tarrow (ed.), From<br />
Structure to Action: Comparing Social Movement Research Across Cultures,<br />
Greenwich, JAI Press.<br />
ÖZUĞURLU, Metin (2010) “TEKEL Direnişi: Sınıflar Mücadelesi Üzerine<br />
Anımsamalar”, <strong>Tekel</strong> Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı <strong>Hareket</strong>i,<br />
Gökhan Bulut (ed.), Nota Bene Yayınları.<br />
TARROW, Sidney (2006) Power in Movement-Social Movements and Contentious<br />
Politics, Cambridge University Press.<br />
TARROW, Sidney (2008) “Charles Tilly and the Practice of Contentious Politics”,<br />
Social Movement Studies, 7:3.<br />
TILLY, Charles (1999) “From Interactions to Outcomes in Social Movements”, How<br />
Social Movements Matter, M. Giugni, D. McAdam, C.Tilly (ed.), University of<br />
Minnesota Press.<br />
TILLY, Charles; Sidney Tarrow (2007) Contentious Politics, Paradigm Publishers.<br />
TILLY, Charles (2009) Kolektif Şiddet Siyaseti, çev. Seda Özel, Phoneix Yayınları.<br />
TÜRKEL, Metin (2010) “Sendika Başkanı Olduğun Zaman Toplumdan Kopuş<br />
Başlıyor”, <strong>Tekel</strong> Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı <strong>Hareket</strong>i<br />
içerisinde söyleşi, Gökhan Bulut (ed.), Nota Bene Yayınları.<br />
19