E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu
E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu
E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
EGE <strong>Ü</strong>NĐVERSĐTESĐ<br />
HEMŞĐRELĐK Y<strong>Ü</strong>KSEK OKULU<br />
DERGĐSĐ<br />
<strong>Cilt</strong>: <strong>23</strong> <strong>Sayı</strong>: 2 <strong>2007</strong><br />
V
ISSN – 1300 – 3046<br />
<strong>Cilt</strong> <strong>23</strong>, <strong>Sayı</strong> 2 <strong>2007</strong><br />
Yayın Sahibi<br />
Prof. Dr. Zeynep CONK<br />
<strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu Adına<br />
Sorumlu Müdür<br />
Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN<br />
Yayın Alt Komisyonu<br />
Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan)<br />
Prof. Dr. Gülümser ARGON<br />
Prof. Dr. Alev DIRAMALI<br />
Prof. Dr. Zeynep CONK<br />
Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL<br />
Dergi Yayın Kurulu<br />
Prof. Dr. Zeynep CONK (Editör)<br />
Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN<br />
Prof. Dr. Aynur ESEN<br />
Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör Yrd)<br />
Prof. Dr. Leyla KHORSHID<br />
Prof. Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY<br />
Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL<br />
Doç. Dr. Meryem YAVUZ<br />
Basım Yeri<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Basımevi<br />
Bornova – Đzmir<br />
Baskı Tarihi<br />
18.06.2008<br />
Yönetim Yeri<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu (E<strong>Ü</strong><strong>HYO</strong>) tarafından<br />
yılda iki sayı/bir cilt olarak yayınlanır.<br />
HAKEMLĐ DERGĐ<br />
VII
AÇIKLAMALAR<br />
Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553<br />
sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "<strong>Ü</strong>niversitelerde<br />
Ders Aracı Olarak Kullanılan<br />
Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders<br />
Kitapları Dışındaki Yayınlarla Đlgili<br />
Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır.<br />
Yayın Türleri<br />
Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri<br />
uyarınca dergide eğitim ve araştırma<br />
çalışmalarına paralel olarak orjinal<br />
araştırma raporları, bilimsel tarama<br />
yazıları, yeni bir yöntem veya teknik<br />
tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok<br />
önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir.<br />
Yayın Hakları<br />
Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından<br />
sorumluluğu yazarlara aittir.<br />
Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya<br />
kısaltmaları yazardan isteyebilir veya<br />
yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak<br />
değişiklikler yapabilir. Basılmayacak<br />
yazılar için bir ay içinde yazara bilgi<br />
verilir.
HEMŞĐRELĐK Y<strong>Ü</strong>KSEKOKULU DERGĐSĐ<br />
DERGĐ HAKEM KURULU<br />
PROFESÖRLER<br />
AKBAYRAK Nalan<br />
AKDEMĐR Nuran<br />
AKSOY Güler<br />
AKYOLCU Neriman<br />
ALGIER Lale<br />
ARGON Gülümser<br />
ARSLAN Hediye<br />
AŞTI Nesrin<br />
AŞTI Türkinaz<br />
BAHAR Zuhal<br />
BAYIK TEMEL Ayla<br />
BAYRAKTAR Nurhan<br />
BED<strong>Ü</strong>K Tülin<br />
BULDUKOĞLU Kadriye<br />
BUZLU Sevim<br />
CONK Zeynep<br />
ÇAM Olcay<br />
ÇAVUŞOĞLU Hicran<br />
ÇĐMETE Güler<br />
DIRAMALI Alev<br />
DOĞAN Selma<br />
ENÇ Nuray<br />
ERDĐL Fethiye<br />
ERDOĞAN Semra<br />
EROĞLU Kafiye<br />
ESEN Aynur<br />
FADILOĞLU Çiçek<br />
GÖKDOĞAN Feray<br />
GÖRG<strong>Ü</strong>L<strong>Ü</strong> Selma<br />
GÖZ<strong>Ü</strong>M Sebahat<br />
HATĐPOĞLU Sevgi<br />
KANAN Nevin<br />
KARADAKOVAN Ayfer<br />
KARANĐSOĞLU Hacer<br />
KARATAŞ Nimet<br />
NAHÇĐVAN Nursen<br />
OCAKÇI Ayşe<br />
PASĐNLĐOĞLU Türkan<br />
KHORSHID Leyla<br />
KIZILKAYA BEJĐ Nezihe<br />
KOCAMAN Gülseren<br />
KÖM<strong>Ü</strong>RC<strong>Ü</strong> Nuran<br />
OKUMUŞ Hülya<br />
OLGUN Nermin<br />
ÖZ Fatma<br />
ÖZHAN ELBAŞ Nalan<br />
ÖZSOY Süheyla<br />
PEK Hatice<br />
PINAR Rukiye<br />
SABUNCU Necmiye<br />
SAVAŞER Sevim<br />
SEVĐĞ <strong>Ü</strong>mit<br />
SEVĐL <strong>Ü</strong>mran<br />
ŞĐRĐN Ahsen<br />
TAŞOCAK Gülsün<br />
TERZĐOĞLU Fisun<br />
ULUSOY Filiz<br />
<strong>Ü</strong>ST<strong>Ü</strong>N Betsi<br />
DOÇENTLER<br />
ABAAN Süheyla<br />
BAŞBAKKAL Zümrüt<br />
ÇELĐK Sevilay<br />
DĐNÇ Leyla<br />
ECEVĐT ALPAR Şule<br />
EMĐROĞLU Oya Nuran<br />
ERCĐ Behice<br />
ERDEMĐR Firdevs<br />
EŞER Đsmet<br />
ETĐ ASLAN Fatma<br />
KARADAĞ Ayişe<br />
KARADENĐZ Gülten<br />
ÖZBAŞARAN Ferda<br />
UÇAR Hülya<br />
YILDIRIM Aytolon<br />
YILDIZ Suzan<br />
V
Editörden<br />
Araştırmalar<br />
ĐÇĐNDEKĐLER<br />
- Bir Yüksekokul Çalışanlarının Kişisel Değerlerinin Đncelenmesi<br />
Personel Values of Employees of a Hıgher Educatıon School<br />
Süheyla ALTUĞ ÖZSOY, Fahriye VATAN .................................................1-11<br />
- Sağlıklı Bireylerde Kanser Risk Faktörleri<br />
Cancer Rısk Factors In Healthy Indıvıduals<br />
<strong>Ü</strong>lkü YAPUCU G<strong>Ü</strong>NEŞ, Ayten ZAYBAK, Đsmet EŞER,<br />
Leyla KHORSHID .................................................................................. 13-22<br />
- Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Öğrencilerinin Cinsel Sağlık/<br />
<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmetleri Đle Đlgili Görüşlerinin Đncelenmesi<br />
Investigation of The Views of The Students At Muğla University<br />
About Sexual Health/Reproduction Health Services<br />
Hülya BAYBEK, Adile T<strong>Ü</strong>MER, Aynur KAYAR ........................................ <strong>23</strong>-30<br />
- Evliliğe Yönelik Đnançlar ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />
Türk Toplumu Đçin Geçerlilik Ve Güvenilirliğinin Đncelenmesi<br />
Belıefs and Attıtudes Towards Marrıage: Analysıs of Valıdıty and<br />
Relıabılıty of Health Belıef Model Instrument For Turkısh Socıety<br />
Bilgin Kıray VURAL, Ayla Bayık TEMEL................................................. 31-50<br />
- Hemşire Eğitimcilerin Stersle Başetme Düzeylerinin Đncelenmesi<br />
Investıgatıon Of Nurse Educator’s Copıng Stress Levels<br />
Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER, Neslihan ARPA.............................. 51-68<br />
- Meme ve Gastrointestinal Sistem Kanserli Hastaların Depresyon,<br />
Aksiyete ve Yetiyitimi Durumlarının Belirlenmesi<br />
Determınıng of The Presence of Depressıon, Anxıety and Dısabılıty<br />
of Breast and Gastro Intestınal System (Gıs) Cancer Patıents<br />
Sevgi ÖZKAN, Filiz ÖĞCE, Adalet KUTLU KOCA ................................... 69-80<br />
- Hemşirelerin Đlaç Hatası Yapmalarına Yol Açabilecek Etkenlerin<br />
Saptanması<br />
The Determination Of Factors That Nurses Can Cause Medication Error<br />
Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülengün T<strong>Ü</strong>RK, Filiz TOROS ............. 81-91<br />
- Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım Gücü ve Etkileyen Faktörler<br />
Self Care Agency of Nursıng Home Resıdents And Effectıve Factors<br />
Serap YILDIRIM, Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş.................93-103<br />
- Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Umutsuzluk Düzeyleri ve<br />
Etki Eden Faktörler<br />
The Level of Hopelessness of Nursıng Home Resıdents and<br />
Effectıve Factors<br />
Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş, Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Serap YILDIRIM...............105-116<br />
- Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı Đle Stresle Başa Çıkma<br />
Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler<br />
The Relatıonshıps Between The Locus of Control of Nurses,<br />
Copıng Strategıes of Streess and Dısplay of Mental Symptom Sıtutatıons.<br />
Nezihe UĞURLU, Mine EKĐNCĐ ..........................................................117-130<br />
VII
Derleme Yazılar<br />
- Yaşlı Bireylerde Ağrı<br />
Paın In Old People<br />
Öznur USTA YEŞĐLBALKAN...............................................................131-144<br />
- Bağlanma Süreci: Ruh Sağlığı Açısından Literatürün<br />
Gözden Geçirilmesi<br />
Attachment Process: Review Of The Literature In Terms Of<br />
Mental Health<br />
Gülseren KESKĐN, Olcay ÇAM ...........................................................145-158<br />
- Bağlanma Sürecinin Ergen Açısından Değerlendirilmesi<br />
The Evaluatıon of Attachment Process Poınt of Adolescence<br />
Olcay ÇAM, Gülseren KESKĐN ...........................................................159-172<br />
- Metabolik Sendrom<br />
Metabolic Syndrome<br />
Asiye DURMAZ AKYOL .....................................................................173-182<br />
- Anne ve Babaya Ait Bağlanma ve Hemşirenin Rolü<br />
Maternal and Paternal Attachment and The Role of Nurse<br />
Oya KAVLAK, Ahsen ŞĐRĐN................................................................183-194<br />
- Çocuk ve Ergenlerde Cinsel Kötüye Kullanım ve<br />
<strong>Hemşirelik</strong> Yaklaşımları<br />
Sexual Abuse of Chıldren and Adolescents and Nursıng Approach<br />
Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER, Olcay ÇAM........................................................195-206<br />
- Kişilerarası Đlişkilerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi<br />
Conflıct and Conflıct Management in Relatıonshıps<br />
Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N..................................................................207-221<br />
- Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (Ohss) ve <strong>Hemşirelik</strong> Yaklaşımı<br />
Ovarıan Hyperstımulatıon Syndrome and Nursıng Approach<br />
Selma ŞEN, Oya KAVLAK ..................................................................2<strong>23</strong>-<strong>23</strong>2<br />
- Türkiye’de ve Dünyada Ebelik Eğitimi<br />
Midwifery Education in Turkey and in The World<br />
Derya KAYA, Mine YURDAKUL ..........................................................<strong>23</strong>3-241<br />
- Yaşlılık ve Cinsel Yaşam<br />
Sexualıty in The Aged People<br />
Hilmiye AKSU, Ahsen Şirin...............................................................243-253
Editörden Okura,<br />
Değerli Okuyucularımız,<br />
Bu sayımızda 10 araştırma makalesi, 10 derleme makale olmak<br />
üzere, 20 bilimsel makaleyi okuma fırsatı bulacaksınız. Çeşitli<br />
konularda yazılmış bu makalelerin, okuyucularımıza yol gösterici olup,<br />
yeni düşüncelerle daha kaliteli ve zengin araştırma yapmalarına katkıda<br />
bulunacağını ümit ediyorum.<br />
Farklı konulara ilgi ve dikkatini çekerek, yaratıcılık alanının<br />
genişlemesine neden olmasını diliyorum. Her ne kadar <strong>2007</strong> yılının<br />
ikinci sayısı için editör yazısı yazıyor olsam da, yaklaşan 2008 yılı ve<br />
hemen öncesindeki kurban bayramı nedeniyle, dergimize emeği geçen<br />
yazarlarımızın, hakemlerimizin ve okuyucularımızın bayramını ve yeni<br />
yılını kutlarım. Sevgi, saygı ve barış içinde yaşadığımız bir dünyada<br />
özgürce bilimsel çalışma ve yayın yapabilmeyi dilerim.<br />
Prof. Dr. Olcay ÇAM<br />
EDĐTÖR<br />
m.olcay.cam@ege.edu.tr<br />
olcaycam@yahoo.com<br />
Đletişim Mail Adresi:<br />
Özen DURAKOĞLU<br />
ozen.durakoglu@ege.edu.tr<br />
Posta Adresi: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />
Yayın Đşleri 35100 Bornova/ĐZMĐR<br />
IX
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 1-11, <strong>2007</strong><br />
BĐR Y<strong>Ü</strong>KSEKOKUL ÇALIŞANLARININ KĐŞĐSEL DEĞERLERĐNĐN<br />
ĐNCELENMESĐ<br />
PERSONEL VALUES OF EMPLOYEES OF A HIGHER EDUCATION<br />
SCHOOL<br />
Süheyla ALTUĞ ÖZSOY*<br />
Fahriye VATAN**<br />
* Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Halk Sağlığı Hemşireliği AD, Đzmir.<br />
** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Hemşirelik</strong>te Yönetim AD, Đzmir.<br />
Anahtar Sözcükler: Değerler, Kişisel Değerler, <strong>Hemşirelik</strong> Eğitimi.<br />
Key Words: Values, Personel Values, Nursing Education.<br />
3. Uuslar arası, 10. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi’ nde sözel bildiri olarak sunulmuştur.<br />
ÖZET<br />
Bu çalışmada; Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının<br />
öncelikli kişisel değerleri ve bu değerlerin gelecekte tatmin edilme derecelerine<br />
ilişkin görüşleri incelenmiştir. Tanımlayıcı bir araştırma niteliğinde planlanmış<br />
bu çalışmanın evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda<br />
çalışanların tümü oluşturmuştur, ayrıca örnekleme yöntemine gidilmemiştir<br />
(N= 86). Katılım oranı % 91.86’ dır.<br />
Veriler, Etik Kurul’ dan gerekli izin alındıktan sonra anket formu ile<br />
toplanmıştır. Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde<br />
çalışanların tanıtıcı özelliklerini belirlemeye yönelik 11 soru, ikinci bölümde ise<br />
genellikle paylaşılan 25 değer, açıklamaları ile yer almaktadır. Araştırmaya<br />
katılan çalışanlardan ikinci bölümde yer alan bu değerlerden kendi<br />
önceliklerine göre en önemli gördükleri ilk 5 değeri belirlemeleri istenmiştir.<br />
Daha sonra, belirlenen ilk 5 değerin “şu anda”, “5 yılda”, “10 yılda”, “15 yılda”<br />
ne derece tatmin edilmiş olacağını 1-10 arası ölçek üzerinde değerlendirmeleri<br />
istenmiştir (1= Tatmin edilmemiş olacak, 10= Tamamen tatmin edilmiş olacak).<br />
Araştırma verileri SPSS programında sayı yüzde dağılımları, ortalama, ki kare<br />
analizi ve t testi ile değerlendirilmiştir. Çalışanların en çok önem verdikleri<br />
değerlerin sırasıyla sağlıklı olmak (%43.0), aile mutluluğu (%35.4), huzur<br />
(%22.8), eşitlik (% 12.7) ve güven (% 11.4) olduğu belirlenmiştir. Şu anda en<br />
çok tatmin edilen değerin “aile mutluluğu”, en az tatmin edilen değerin ise<br />
“eşitlik” olduğu belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine “aile mutluluğu” değerinin<br />
en çok tatmin edilen, “sağlıklı olmak” değerinin ise en az tatmin edilen değer<br />
olacağı belirlenmiştir. Yapılan istatistiksel analizlerde, yaş grubu ve toplam<br />
çalışma yılı ile “güven”, çocuk sayısı ile “huzur” ; mezuniyet yılı ile “sağlıklı<br />
olmak” değerleri arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Belirlenen değerlerde<br />
değişim olup olmadığı belirli aralıklarla değerlendirilmesi hedeflenmiştir.<br />
1
SUMMARY<br />
In this study, it has been investigated personal values and in-future<br />
satisficton level of prior values of Ege University School of Nursing employees.<br />
The population of this descriptive study was all the employees of Ege University<br />
School of Nursing. Besides, sampling method was not be used (N=86). The<br />
participation rate was %91.86.<br />
The data were collected by questionnaire after getting necessary permissions<br />
from Ethic Committee. The questionnaire consisted of two sections; the first section<br />
contanied 11 questions to identify socio-demographic features of employees. The<br />
second part contained 25 common value explanations. It had been asked<br />
participants to identify 5 most values.After than, it has been asked to evaluate<br />
from 1 to 10 how these 5 value will be fulfilled “right now”, “in 5 years” “in 10<br />
years” “in 15 years” (1 = It will not be fulfilled, 10= It will be fulfilled completely). The<br />
data were evaluated with SPSS program by number and percent distributions,<br />
qui square analysis. It has been identified that the most cared values in the<br />
school of nursing employees were being healthy (43.0 %), happines of family<br />
(35.4 %), peace (22.8 %), equality (12.7 %) and safety (11.4 %). During the study<br />
period, it was determined that, the most satisfying value was “family happiness”<br />
and the least satisfying value was “equality”. Fort the next years, it was<br />
determined that, the “family happiness” again will be the most satisfying value<br />
and “being healthy” will be the least satisfying value. In the statistical analysis,<br />
it was seen that there was a significant relationship between age group, total<br />
working years and “trust”; number of child and “peace”; education years and<br />
“being healthy”. And it is suggested to be evaluated whether there has been any<br />
change in the determined values in a time of.<br />
GĐRĐŞ<br />
Hızlı toplumsal değişimlerin yaşandığı günümüzde insanlar, her<br />
alanda belirli ve genel değer ilkelerine daha çok gereksinim<br />
duymaktadırlar. Çağdaş örgütler yönetsel olarak başarılı olmak ve<br />
varlıklarını sürdürmek için örgütteki tüm üyelerin benimseyeceği<br />
değerler ve onları yönlendirecek ilkeler belirlemektedirler. Đnsan<br />
unsurunun ağırlıklı olduğu örgütlerin başında yer alan eğitim<br />
örgütlerinin, insan davranışına yön verecek etik ilkelere diğer<br />
örgütlerden daha çok ihtiyacı olduğu bilinmektedir (Yaylacı 1999).<br />
Kişilerin kendileri ve başkaları için anlamlı buldukları eylemlere/<br />
davranışlara ve bu eylemleri üreten şemalara değer denir (Dökmen<br />
2000, Hall ve Weawer 1985). Rokeach’ e göre değer; kişisel ya da<br />
toplumsal olarak zıt ya da farklı bir davranış biçimi veya yaşam<br />
amacına karşı tercih edilen, belirli bir davranış biçimi ya da yaşam<br />
amacı şeklindeki kalıcı bir inançtır. Diğer bir ifadeyle değerler, ideal<br />
davranış şekilleri veya yaşam amaçları hakkındaki inançlardır ve<br />
davranışlara yol gösteren standartlardır (Bilgin 2003, Dökmen 2000).<br />
Değerler tutumlarla ve davranışlarla yakından ilişkilidir, onlara yön<br />
verirler. Değerleri belirleyen temel faktör ise toplum, kültür ve kişilik<br />
özellikleridir (Dökmen 2000).<br />
2
Değerler, davranışlarımızı etkileyen faktörlerdir. Bir değer, belirli<br />
bir davranış şeklinin veya yaşam amacının bir diğerinden daha üstün<br />
olduğu yönündeki oldukça tutarlı ve derin inançtır. Bir objenin diğer<br />
objelere göre kıymetini ifade eden değer, kişilerde duygusal bir tepkiye<br />
yol açan ideal olarak ta tanımlanabilir ve bir şeyin arzu edilir olup<br />
olmamasını ifade eder. Daha basit bir deyişle, neyin iyi, neyin kötü<br />
olduğuna ilişkin inançtır (Bilgin 2003, Marshall 2003).<br />
Değerler varoluşumuzun temelini oluşturur. Hayatımızdaki<br />
öncelikleri belirler ve dünyadaki varlığımızı biçimlendirirler. Bir değer,<br />
bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bir eyleme yol göstermesi, durum ve<br />
konulara uygun tutum sergilemesi ve geliştirmesi, kendi ve diğerlerinin<br />
ahlaki kararları ve başkaları ile kendini karşılaştırmak için bir standart<br />
ya da kriter olarak alınır (Marshall 2003, McNeese-Smith ve Crook<br />
2003).<br />
Değerler her insanın günlük yaşamında kolayca tanınabilir.<br />
Bireyin yapmış olduğu konuşmalarında, davranış biçimlerinde,<br />
davranış ölçütlerinde kendini ifade eder. Değerler sistemi bireyin neyin<br />
doğru olduğuna olan inancını temsil eder. Bazı değerler diğer<br />
değerlerden daha önemlidir ve değer sisteminde önemli bir yer alır. Bu<br />
değerler normalde durağan ve süreklidir ama aynı zamanda bireyin<br />
belirli bir deneyim temelinde ortaya çıkan değerlendirme sonucunda<br />
öncelikli konuma gelen değerler de vardır. Bir değer ilk kez bireyin<br />
değer sistemine giriyorsa güdüleyici bir etkiye sahip olabilir ve bireyin<br />
karar vermesini etkiler (Fry 2000). Değer sistemi kolay kolay değişmez<br />
ve bazen yeniliklerin kabulünü zorlaştırabilir. Buna karşın değer<br />
sistemi değişmeye tamamen kapalı da değildir. Ne var ki değişme hayli<br />
yavaş olmaktadır. Değerler devamlı olarak değerlendirilmekte,<br />
kullanılmayan değerler zayıflamakta ve elenmektedir (Bilen 1995).<br />
Değerler bireyin ideal olarak benimsediği ve davranışlarına yansıttığı<br />
inançları tanımlarken aynı zamanda tutum, kişisel nitelik ve kalıcı<br />
davranışlarını da yansıtır. Değerler bireyin düşünme, karar verme ve<br />
işlevlerine rehberlik eder, davranış ve sorumluluklarını belirler,<br />
yaptıklarına ve yaşamına anlam katarak bireysel özgürlük<br />
kazanmasına yardım eder.<br />
Sağlık bakımında yaşanan gelişmeler yeni mezunların kararlarında<br />
ikilemler yaratmaktadır. <strong>Hemşirelik</strong> eğitimindeki sosyalizasyon süreci,<br />
kişisel değerlerin değişimini ve mesleki hemşirelik değerlerinin<br />
kazanılmasını içermektedir. Yapılan çalışmalar temel değerlere yönelik<br />
içeriğin formal müfredatta yer almadığını belirtmektedir. Bunlar<br />
genellikle planlanmamış tesadüfi tartışmalarla gayri resmi olarak<br />
düşünülmektedir. Hemşirelerin karşı karşıya kaldığı ve başa çıkması<br />
gereken sorunlar nedeniyle, değerlerin hemşirelik müfredat programında<br />
yer verilerek öğrencilere uygun şekilde öğretilmesi çok etkili olacaktır.<br />
3
Bu nedenle hemşirelik okulları değerlerin gelişimi için temel sağlamaya<br />
uygun olmalıdır (Martin ve ark. 2003).<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda 2000 yılından beri<br />
yürütülmekte olan eğitimde entegrasyon çalışmaları kapsamında<br />
planlanan çalışmalardan biri, çalışanların kişisel değerleri belirlenerek,<br />
öğrencilere kazandırılacak değerlerin yeni müfredata entegre<br />
edilmesidir. Çünkü okul çalışanlarının ve özellikle eğitimcilerin kişisel<br />
değerleri, mesleki değerleri etkilemektedir. Bu nedenle de bilinmesi<br />
önemlidir.<br />
Bu çalışmada; Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />
çalışanlarının öncelikli kişisel değerleri ile bunu etkileyeceği düşünülen<br />
sosyodemografik değişkenler arasındaki ilişki ve öncelikli değerlerinin<br />
gelecekte tatmin edilme derecelerine ilişkin görüşleri incelenmiştir.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Tanımlayıcı bir araştırma niteliğinde planlanmış bu çalışmanın<br />
evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların<br />
tümü oluşturmuştur (N= 86; Akademik personel= 62, Đdari personel=<br />
24). Ayrıca örnekleme yöntemine gidilmemiştir. Araştırmanın uygulanması<br />
için okul yönetiminden gerekli izin alınarak, veriler anket yöntemi ile,<br />
Nisan–Ekim 2004 tarihleri arasında toplanmıştır. Akademik kadroda<br />
görevli 6 kişinin anket formunu yanıtlamak istememesi, 1 kişinin de<br />
izinli olması nedeniyle araştırma 79 kişi ile yürütülmüştür. Katılım<br />
oranı % 91.86’ dır.<br />
Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde çalışanların<br />
tanıtıcı özelliklerini belirlemeye yönelik 11 soru, ikinci bölümde ise<br />
Ortadoğu Teknik <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme Bölümü’ nde yürütülen I. Sağlık<br />
Projesi Yönetim Eğimi Programı’ nda kullanılan ve kişisel değerleri<br />
belirlemeye yönelik soru formu yer almaktadır (16,17). Bu bölümde<br />
genellikle paylaşılan 25 değer açıklamaları ile yer almaktadır.<br />
Araştırmaya katılan çalışanlardan ikinci bölümde yer alan bu<br />
değerlerden kendi önceliklerine göre en önemli gördükleri ilk 10 değeri<br />
belirlemeleri istenmiştir. Daha sonra, belirlenen bu değerlerin her biri<br />
iki bölümde değerlendirilmiştir. Birinci bölümde araştırmacılardan<br />
seçtikleri her bir değerin tatmin edilmiş olmasından ne kadar mutlu<br />
olacaklarını, 5’ li likert ile değerlendirmeleri istenmiştir ( 1= Umurumda<br />
bile olmazdı, 5= Son derece mutlu ederdi). Đkinci bölümde ise<br />
çalışanlardan, seçtikleri her bir değerden mahrum olmalarından ne<br />
kadar mutsuz olacaklarını, 5’ li likert ile değerlendirmeleri istenmiştir<br />
(1= Umurumda bile olmazdı, 5= Son derece mutsuz ederdi). Daha sonra<br />
her bir değer için bu şekilde verdikleri puanları toplayarak bir toplam<br />
puan elde etmeleri istenmiştir. Böylece en yüksek puanlı değerler,<br />
4
araştırmaya katılanların en çok önem verdikleri en önemli 5 değerin<br />
belirlenmesini sağlamıştır. En son olarak, belirlenen ilk 5 değerin “şu<br />
anda”, “5 yılda”, “10 yılda”, “15 yılda” ne derece tatmin edilmiş<br />
olacağını 1-10 arası puanlama üzerinde değerlendirmeleri istenmiştir<br />
(1= Tatmin edilmemiş, 10= Tamamen tatmin edilmiş ).<br />
Araştırma verileri araştırmacılar tarafından bilgisayar ortamına<br />
aktarılmış ve veriler Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Bilgisayar Araştırma ve Uygulama<br />
Merkezi’ nde SPSS programı ile değerlendirilmiştir. Verilerin<br />
değerlendirilmesinde sayı yüzde dağılımları, ki kare testi kullanılmıştır.<br />
BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
1. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarına Đlişkin Tanıtıcı Bilgiler<br />
Araştırmaya katılan <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının yaş<br />
ortalamaları 38.36±1.27 yıl olarak saptanmıştır. Çalışanların % 83.5’<br />
inin kadın, % 16.5’ inin erkek, % 67.1’ nin evli, % 16.5’ inin bekar<br />
olduğu, ortalama çocuk sayısının 1.4±0.14 olduğu belirlenmiştir.<br />
Çalışanlarının en son bitirdikleri okula göre dağılımı incelendiğinde;<br />
%16.5’ inin ilköğretim ve lise düzeyinde, % 21.5’ inin üniversite<br />
düzeyinde, %62’ sinin lisansüstü eğitim aldıkları saptanmıştır.<br />
Mezuniyet sonrası geçen süre ortalama 14.72±1.16 yıldır (Tablo 1).<br />
Tablo 1. Çalışanların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Dağılımı<br />
Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />
Yaş Grubu<br />
20-29<br />
30-39<br />
40 ve üzeri<br />
Cinsiyet<br />
Kadın<br />
Erkek<br />
Medeni Durum<br />
Evli<br />
Bekar<br />
Çocuk <strong>Sayı</strong>sı<br />
Çocuk yok<br />
1 çocuk<br />
2 ve üzeri çocuk<br />
En Son Bitirilen Okul<br />
Đlk+Orta+Lise<br />
ÖnLis.+YO+Fakülte<br />
YL+ Doktora<br />
Mezuniyet Yılı<br />
<strong>23</strong><br />
32<br />
24<br />
66<br />
13<br />
53<br />
26<br />
37<br />
26<br />
16<br />
13<br />
17<br />
49<br />
29.1<br />
40.5<br />
30.4<br />
83.5<br />
16.5<br />
67.1<br />
32.9<br />
46.8<br />
32.9<br />
20.3<br />
16.5<br />
21.5<br />
62.0<br />
10 yıldan az<br />
43<br />
54.4<br />
10-20 yıl<br />
18<br />
22.8<br />
20 yıldan fazla<br />
18<br />
22.8<br />
TOPLAM 79 100.0<br />
5
Tablo 2’de <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların kurumdaki<br />
görevlerine göre dağılımları incelendiğinde; % 69.6’ sının akademik<br />
personel, % 30.4’ ünün ise akademik idari personel olduğu görülmektedir.<br />
Toplam çalışma yılı ortalaması 15.56±1.<strong>23</strong>, bu kurumdaki çalışma<br />
süresi ortalaması 12.66±1.12 olarak belirlenmiştir.<br />
Tablo 2. Çalışanların Çalışma Yaşamlarına Đlişkin Bulgular<br />
Çalışma Yaşamına Đlişkin Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />
Kurumdaki Görevi<br />
Akademik Personel<br />
Đdari Personel<br />
Toplam Çalışma Yılı<br />
10 yıldan az<br />
10-20 yıl<br />
20 yıldan fazla<br />
Bu Kurumdaki Çalışma Yılı<br />
10 yıldan az<br />
10-20 yıl<br />
20 yıldan fazla<br />
55<br />
24<br />
27<br />
37<br />
15<br />
47<br />
22<br />
10<br />
69.6<br />
30.4<br />
34.2<br />
46.8<br />
19.0<br />
59.5<br />
27.8<br />
12.7<br />
TOPLAM 79 100.0<br />
Tablo 3. Çalışanların, Görevlerine Uygunluk Durumlarına Đlişkin Görüşlerinin Dağılımı<br />
Göreve Uygunluk <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />
Çok uygun<br />
Orta<br />
Hiç uygun değil<br />
47<br />
29<br />
3<br />
59.5<br />
36.7<br />
3.8<br />
TOPLAM 79 100.0<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların % 59.5’ i kendilerini bu<br />
göreve çok uygun olarak görürken, % 36.7’ si orta düzeyde uygun, %<br />
3.8’ i ise hiç uygun görmemektedirler (Tablo 3). Bu bulgulara göre,<br />
çalışanların çoğunluğu için şu anda bulundukları görevin kendileri için<br />
uygun olduğu söylenebilir.<br />
2. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarının Kişisel Değerlerine<br />
Đlişkin Bulgular<br />
Tablo 4. Çalışanların Öncelikli Kişisel Değerlerinin Dağılımı<br />
Kişisel Değerler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />
Sağlıklı Olmak<br />
Aile Mutluluğu<br />
Huzur<br />
Eşitlik<br />
Güven<br />
34<br />
28<br />
18<br />
10<br />
9<br />
43.0<br />
35.4<br />
22.8<br />
12.7<br />
11.4<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının en çok önem verdikleri<br />
değerlerin sırasıyla sağlıklı olmak (%43.0), aile mutluluğu (%35.4),<br />
6
huzur (%22.8), eşitlik (% 12.7) ve güven (%11.4) olduğu belirlenmiştir<br />
(Tablo 4). En önemli değerin “sağlıklı olmak” olarak belirlenmesinin<br />
kurumun bir sağlık kurumu olması ile ilgili olduğu düşünülmektedir.<br />
Bahçecik ve Pek’ in hemşirelerle yaptığı benzer bir çalışmada,<br />
hemşirelerin sahip olduğu değerler birinci sırada “kendine saygı”, ikinci<br />
sırada “eşitlik”, üçüncü sırada “özgürlük” ve “iç huzur”, dördüncü<br />
sırada “barış içinde dünya” ve beşinci sırada “mutluluk” yer almaktadır<br />
(Bahçecik ve Pek 1995). Bu bulgular değerlerin sıralamaları açısından<br />
farklılık göstermekle birlikte sahip oldukları ilk beş değer olması<br />
açısından benzerlik göstermektedir. Altun’ un öğrenciler ile yaptığı bir<br />
başka benzer çalışmada ise öğrencilerin kendilerini en iyi tanımlayan<br />
değerlerinin sırasıyla “insan onuru, adalet, eşitlik, fedakarlık,<br />
gerçekçilik, özgürlük ve estetik” değerleri olduğu belirlenmiştir (Altun<br />
2000). Bireyin benimsediği, hissettiği ya da taşıdığı değerler hem<br />
doyum hem de çatışma kaynağıdırlar. Bireyin taşıdığı değerler aynı<br />
zamanda kişisel gereksinimlerini, sosyal etkilerini ve başkaları ile olan<br />
ilişkilerini de etkilemektedir (Altun 2000). Çalışma ortamında<br />
paylaşılan değerler güveni oluşturur ve personelin bağlılığı ve katılımı<br />
için esastır. Çalışma ortamında kişisel ve örgütsel değerler arasında<br />
uyumun yokluğu iş doyumunu ve iş verimini düşürerek sonuçta<br />
tükenmişliğe ve işten ayrılmalara neden olmaktadır (McNeese-Smith ve<br />
Crook 2003, Mills ve Blaesing 2000).<br />
Tablo 5. Çalışanların Öncelikli Değerlerinin Tatmin Edilme Durumlarının Dağılımı<br />
Kişisel Değerler<br />
Sağlıklı Olmak<br />
Aile Mutluluğu<br />
Huzur<br />
Eşitlik<br />
Güven<br />
Şu Anda<br />
6-10<br />
% %<br />
15.1 84.9<br />
10.0 90.0<br />
15.1 84.9<br />
18.9 81.1<br />
12.6 87.4<br />
5 Yılda<br />
6-10<br />
% %<br />
13.9 86.1<br />
8.7 91.3<br />
13.8 86.2<br />
12.6 87.4<br />
11.4 88.6<br />
(1= Tatmin edilmemiş; 10= Tamamen tatmin edilmiş)<br />
10 Yılda<br />
6-10<br />
% %<br />
8.9 91.1<br />
8.8 91.2<br />
13.9 86.1<br />
11.4 88.6<br />
13.9 86.1<br />
15 Yılda<br />
6-10<br />
% %<br />
15.1 84.9<br />
10.1 89.9<br />
12.7 87.3<br />
11.4 88.6<br />
15.1 84.9<br />
Kişi taşıdığı değerlerin farkına varırsa karar vermesi ve sorun<br />
çözmesi kolaylaşır. Hemşire olmak sadece özel bilgi ve beceri<br />
gerektirmez, aynı zamanda özel içeriğe uygun davranışlara uyumu da<br />
gerektirir. <strong>Hemşirelik</strong> mesleğini seçen kişiler, ilişkilerindeki duygu<br />
tutum ve davranışlarını daha iyi anlamak için kendilerinden haberdar<br />
olmalıdırlar. Nasıl ki meslek üyeleri, kişisel değerlerini anlama ve<br />
belirlemeden yoksun olunca, mesleki rolünü algılamakta zorlanırlarsa<br />
da, sağlık bakımı vermek için mesleki eğitim alan öğrenciler de bu yeni<br />
rollerine uyum sağlamaya çalışırken, kişisel değerlerinin farkına<br />
varmalı ve mesleğin profesyonel değerlerine bu değerleri katmalıdırlar.<br />
Profesyonel değerler, kişisel değerlerin yansıması ve genişlemesi ile<br />
7
oluşur. Eğer profesyonel değerler bilinirse, kişi farklı bir bakış açısı ile<br />
gelişmeye başlar, böylece bir durumdan farklı anlamlar çıkarabilir<br />
(Altun 2000, Cortis 2003).<br />
Bu çalışmada, şu anda en çok tatmin edilen değerin “aile<br />
mutluluğu”, en az tatmin edilen değerin ise “eşitlik” olduğu<br />
belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine “aile mutluluğu” değerinin en çok<br />
tatmin edilen, “sağlıklı olmak” değerinin ise en az tatmin edilen değer<br />
olacağı belirlenmiştir (Tablo 5). Günümüzün değişen sosyoekonomik ve<br />
kültürel koşullarında aile kurumunu tehdit eden iç ve dış çevre<br />
etkenlerine karşı, şu anda ve gelecekte en çok tatmin edilen değerin<br />
“aile mutluluğu” olması, ailenin huzurlu, güvenli, sıcak atmosferini<br />
yaşamaları açısından çalışanlar adına olumlu bir sonuçtur. Çalışmanın<br />
yürütüldüğü kurumun akademik bir kurum olması nedeniyle rekabete<br />
bağlı olarak şu anda en az tatmin edilen değerin “eşitlik” olması son<br />
derece önemlidir. Bu durum, kurum yöneticilerinin ve anabilim dalı<br />
başkanlarının örgütsel düzeyde bu konuyu bir kez daha düşünerek<br />
gerekli düzenlemelere gitmelerini gerekli kılmaktadır. Örneğin eşitlik ve<br />
adillik kavramlarının farklı algılanması bazı huzursuzluklara neden<br />
olmaktadır. Adillik ile eşitlik arasındaki temel farkın, adilliğin nitel bir<br />
özellik, eşitliğin ise nicel bir özellik olmasıdır. Adil olmamak<br />
adaletsizliktir, ama eşitsizlik her zaman adaletsizlik değildir (Haynes<br />
2002). Örneğin akademik yükseltmelerde yöneticiler zaman zaman<br />
eşitliği sağlarken adillikten, adilliği sağlamaya çalışırken eşitlikten<br />
uzaklaşmaktadırlar. Bu iki değerin karşılanmadığı durumlarda<br />
çalışanların güveni sarsılmakta ve huzur ortamı bozulmaktadır.<br />
Gelecekte en az tatmin edilen değerin “sağlıklı olmak” değerinin olması,<br />
yaşla birlikte sağlıkta da bir takım olumsuz değişimlerin yaşanacağı<br />
nedeniyle beklenen bir sonuçtur. Ancak burada önemli olan,<br />
çalışanların “sağlıklı olmak” değerine hizmet edecek örneğin; egzersiz<br />
yapmak, sigara içmemek, düzenli beslenmek gibi sağlıklı yaşam<br />
davranışlarını ne kadar gerçekleştirdikleridir. Akça’ nın (1998)<br />
<strong>Ü</strong>niversite Öğretim Elemanları ile yaptığı çalışma sonuçlarına göre,<br />
öğretim elemanlarının genel olarak sağlığı geliştirme davranışı orta<br />
düzeyde, egzersiz ve stresle başa çıkma davranışları ise yetersiz olarak<br />
belirlenmiştir (Akça 1998). Tüm bunlardan, öğretim elemanlarının hem<br />
gelecekte “sağlıklı olmak” değerine hizmet edecek sağlıklı yaşam<br />
sürmeleri hem de öğrencilerine örnek olabilmelerini sağlayacak yaşam<br />
tarzlarını, daha yoğun benimsemeleri gerektiği sonucu çıkarılabilir.<br />
3. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarının Öncelikli Kişisel<br />
Değerleri Đle Đlişkisi Saptanan Tanıtıcı Özellikler<br />
Bu bölümde, hemşirelik yüksekokulu çalışanlarının öncelikli<br />
kişisel değerleri ile ilişkisi saptanan tanıtıcı özelliklere ilişkin bulgular<br />
yer almaktadır.<br />
8
<strong>Hemşirelik</strong> yüksekokulu çalışanlarının öncelikli ilk 5 değerinden<br />
“güven” değeri ile çalışanların yaş grubu arasında istatistiksel olarak<br />
anlamlı bir ilişki saptanmıştır (x²= 7.00 sd= 2, p
edilen değerin ise “eşitlik” olduğu belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine<br />
“aile mutluluğu” değerinin en çok tatmin edilen, “sağlıklı olmak”<br />
değerinin ise en az tatmin edilen değer olacağı belirlenmiştir. Yapılan<br />
istatistiksel analizlerde, yaş grubu ve toplam çalışma yılı ile “güven”,<br />
çocuk sayısı ile “huzur” ; mezuniyet yılı ile “sağlıklı olmak” değerleri<br />
arasında anlamlı ilişki saptanmıştır.<br />
Elde edilen bulgular doğrultusunda belirlenen değerlerde değişim<br />
olup olmadığı belirli aralıklarla değerlendirilmesi önerilmektedir.<br />
Günümüzde açıkça tanımlanmış değerlere duyulan gereksinimin önem<br />
kazanmasıyla birlikte kurumlar, kurumda çalışanların kişisel değerlerinin<br />
belirlenmesinden sonraki aşama olarak, temel kurumsal değerlerini<br />
belirlemeli ve çalışanlarına iletmeye yönelik yöntemler geliştirmelidir.<br />
Kurumun hizmet anlayışının özünü oluşturan kurumsal değerler, tüm<br />
personel için ortak bir yön duygusu ve günlük davranış açısından<br />
yönlendirici ilkeler sağlar. Ayrıca örgüt başarısının ön koşulu, tüm<br />
çalışanların örgütün kurumsal değerlerini kavraması, benimsemesi ve<br />
bu değere göre davranmasıdır. Bu nedenle, kurum düzeyinde tüm<br />
çalışanlar arasında ilgi yaratılarak ve iletişim kurularak, kritik değerlerin<br />
ne olduğunun belirlenmesi ve öncelik sırasına konulması önerilmektedir.<br />
Böylelikle istekler, arzular ve ulaşılacak sonuçlar açısından kurumsal<br />
geleceğin tanımlanması sağlanacaktır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Akça ŞA (1998). <strong>Ü</strong>niversite öğretim elemanlarının sağlığı geliştirme davranışları ve<br />
bunu etkileyen etmenlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Đzmir:<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 132.<br />
2. Altun Đ (2000). Kocaeli Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> öğrencilerinin kişisel değerleri ve<br />
meslek seçimine etki eden faktörler. 1. Uluslar arası- 4. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi<br />
Kitabı, Antalya: 75-77.<br />
3. Bahçecik N, Pek H (1995). Hemşirelerin değer kavramları ile ilgili görüşleri ve sahip<br />
oldukları değerler. IV. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Özet Kitabı, Ankara: 71-72.<br />
4. Bilen M (1995). Sağlıklı insan ilişkileri. Geliştirilmiş Beşinci Baskı, Ankara: Armoni<br />
Ltd. Şti., 93.<br />
5. Bilgin N (2003). Sosyal psikoloji sözlüğü. Kavramlar, yaklaşımlar. Ankara: Bağlam<br />
Yayıncılık, 80-81.<br />
6. Cortis JD (2003). Culture, values and racism: Application to nursing. Đnternational<br />
Nursing Review, 50, 55-64.<br />
7. Çimete G, Karagöz S (1992). <strong>Hemşirelik</strong>te değerler. III. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi<br />
Kitabı, Sivas, 481-488.<br />
8. Dökmen <strong>Ü</strong> (2000). Varolmak, gelişmek, uzlaşmak. Đstanbul: Sistem Yayıncılık, 279-<br />
295.<br />
9. Fry ST (2000). <strong>Hemşirelik</strong> uygulamalarında etik. Bağ B (çev). Erzurum: Aktif<br />
Yayınevi, 5-10.<br />
10
10. Hall JE, Weawer BR (1985). Distributive nursing practice: A systems aproach.<br />
Second Edition, J.B. Lippincott Company, Philadelphia, 85-101.<br />
11. Haynes F (2002). Eğitimde etik. Akbaş SK (çev), Đstanbul: Ayrıntı Yayınları, 117-119.<br />
12. Marshall G (2003). Sosyoloji sözlüğü. Akınhay O ve Kömürcü D (çev), Ankara: Bilim<br />
ve Sanat Yayınları, 133-135.<br />
13. Martin P, Yarbrough S, Alfred D (2003). Professonal values held by baccalaureate<br />
and associate degree nursing students. Journal of Nursing Scholarship, Third<br />
Quarter, 291-296.<br />
14. McNeese-Smith DK, Crook M (2003). Nursing values and a changing nurse<br />
workforce. Values, age and job stages. Journal of Nursing Administration, 33:5, 260-<br />
269.<br />
15. Mills AC, Blaesing SL (2000). A lesson from the last nursing shortage. Journal of<br />
Nursing Administration, 30:6, 309-315.<br />
16. Numanoğlu SC, Oğuzhan T, Özkan AT (Erişim tarihi: 30 Ocak <strong>2007</strong>) Yönetim eğitimi<br />
toplam kalite yönetimi için ilk adım olabilir mi http://www.sabem.saglik.gov.tr/<br />
kaynaklar/565_39yonetim_egitimi_tky.pdf<br />
17. …………… I. sağlık projesi yönetim eğitimi programı kurs materyali. Kurs: II-7/8.<br />
Ortadoğu Teknik <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme Bölümü, Ankara.<br />
18. Yaylacı AF (1999). Đlköğretim okulları için etik program önerisi. http://<br />
eyad.hypermart.net/etik1.html<br />
11
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 13-22, <strong>2007</strong><br />
SAĞLIKLI BĐREYLERDE KANSER RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />
CANCER RISK FACTORS IN HEALTHY INDIVIDUALS<br />
<strong>Ü</strong>lkü YAPUCU G<strong>Ü</strong>NEŞ Ayten ZAYBAK<br />
Đsmet EŞER Leyla KHORSHID<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, <strong>Hemşirelik</strong> Esasları Anabilim Dalı,<br />
Bornova, ĐZMĐR<br />
Anahtar Sözcükler: Kanser risk faktörleri, sağlıklı birey<br />
Key Words: Cancer risk factors, healthy individual<br />
ÖZET<br />
Bu çalışma Đzmir’de yaşayan sağlıklı bireylerde kanser riskinin tanılanması<br />
amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />
Fakültesi Hastanesi’nde yatan hasta refakatçileri oluşturmuştur. 1 Ocak – 1<br />
Temmuz 2004 tarihleri arasında dahili ve cerrahi kliniklerinde yatan, olasılıksız<br />
örneklem yöntemi ile seçilen 356 hasta refakatçisi araştırmanın örneklemini<br />
oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme<br />
Merkezi tarafından geliştirilmiş anket formundan yararlanılmıştır. Araştırma<br />
sonucunda bireylerin her bir kanser türüne ilişkin risk faktörlerinden bir ya da<br />
birden fazlasına sahip oldukları saptanmıştır.<br />
SUMMARY<br />
This study was conducted to determine cancer risk factors in healthy<br />
individuals who live in Đzmir. The scope of the study comprised the people who<br />
accompanied the patients residing in Ege University Faculty of Medicine Hospital.<br />
The sample of the study consisted of 356 hospital attendants who stay in<br />
internal medicine and surgical clinics and choosen through random sampling<br />
technique between the dates of January 1- July 1 2004. Data were collected by<br />
using questionnaire developed by Harvard University Cancer Prevention Center.<br />
At the end of the study, it was determined that people participating to the study<br />
had one or more risk factors related to cancer.<br />
GĐRĐŞ<br />
Kanser ekonomi ve işgücü alanında ağır kayıplara neden olan<br />
önemli bir sağlık problemidir. Dünyada her yıl 10 milyondan fazla yeni<br />
kanser vakası tanılanmaktadır. Yine dünyada toplam 22 milyon kanser<br />
hastası bulunmakta ve her yıl 6 milyon kişi bu hastalıktan ölmektedir.<br />
13
Türkiye’de 2000 yılında 67.000 kişinin kansere yakalandığı ve bu<br />
kişilerin 47.000’inin hayatını kaybettiği bildirilmektedir (http://www.<br />
ntvmsnbc. com). Tüm kanser türlerinin görülme sıklığı ve ölüm oranları<br />
ülkeler, bölgeler ve kıtalar arasında büyük farklılıklar göstermektedir.<br />
Kesin olmamakla birlikte bu farklılıklar beslenme, yaşam biçimi ve<br />
hava kirliliği gibi nedenlere bağlı olarak gelişebilmektedir (Nural ve<br />
Akdemir 2000). Yapılan bir çalışmada tüm kanserlerin %85’inin yaşam<br />
tarzıyla ilişkili olduğu ve kontrol edilebilir bireysel alışkanlıklardan<br />
kaynaklandığı belirtilmektedir (Barclay 1987).<br />
Kanserde erken tanı ve risk altında olanların saptanması kanserin<br />
önlenmesinde önemli yer tutmaktadır. Genellikle insanlar ancak<br />
hastalığın belirti ve bulguları ortaya çıktıktan sonra bir sağlık<br />
kurumuna başvurmaktadırlar. Bu da patolojik değişikliklerin geri<br />
dönüşümsüz hale gelmesine neden olmaktadır. Kanserde erken tanı,<br />
kesin tedavi şansını artırmaktadır. Bireylerin erken tanı belirtilerini ve<br />
kanser oluşumu için ne kadar risk altında olduğunu bilmeleri kanserin<br />
önlenmesinde önemli olan faktörlerden biridir. Bu nedenle hemşireler,<br />
bireylerin risk faktörlerine yönelik bilgilendirilmesinde sağlık<br />
danışmanlığı yaparak önemli rol oynarlar.<br />
Bu çalışma sağlıklı erişkin bireylerde kanser risk faktörlerini<br />
belirlemek amacıyla yapılmıştır.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Araştırmanın evrenini, 1 Ocak- 1 Temmuz 2004 tarihleri arasında<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dahili ve Cerrahi Kliniklerinde<br />
yatan hastaların refakatçileri oluşturmuştur. Araştırmaya katılmayı<br />
kabul eden, herhangi bir hastalığı olmayan ve 40 yaş üzerinde olan<br />
bireyler araştırmanın çalışma grubunu oluşturmuştur (n=356).<br />
Verilerin toplanmasında Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme<br />
Merkezi tarafından belirlenen kanser risk faktörleri ve ilgili literatür<br />
doğrultusunda araştırmacılar tarafından geliştirilmiş anket formu<br />
kullanılmıştır. Anket formunda bireylere ilişkin bazı tanıtıcı bilgiler<br />
eklenmiş, uzman görüşüne sunularak forma son şekli verilmiştir.<br />
Anket formunda meme kanserine ilişkin 13, uterus 8, serviks 6, böbrek<br />
4, mesane 4, akciğer 7, mide 5, prostat 6, kolon 14 ve cilt kanserine<br />
ilişkin 4 olmak üzere toplam 71 soru yer almaktadır.<br />
Verilerin toplanması ve değerlendirilmesi<br />
Veriler 1 Ocak- 1 Temmuz 2004 tarihleri arasında yüz yüze<br />
görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve<br />
yüzdelik dağılımları alınmıştır.<br />
14
Araştırmanın yapılabilmesi için Ege üniversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
<strong>Yüksekokulu</strong> Etik Kurulundan ve araştırmanın yapılacağı kurumdan<br />
yazılı izin alınmıştır. Ayrıca araştırma kapsamına alınan bireylere<br />
gerekli açıklama yapılarak sözel onamları alınmıştır.<br />
Araştırmanın Sınırlılığı<br />
Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme Merkezi tarafından geliştirilen<br />
anket formu 40 yaş üzeri bireylere yönelik olarak geliştirildiği için 40<br />
yaşın altında olan bireyler araştırma kapsamı dışında tutulmuştur.<br />
BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
Tablo 1’de görüldüğü gibi, araştırma kapsamına alınan bireylerin<br />
%51’inin kadın (n=181), %49’unun erkek (n=175), %56.7’sinin 40-49<br />
yaş, %27.3’ünün 50-59 yaş, %16’sının 60 yaş ve üzerinde olduğu,<br />
%37.9’unun ailesinde kanser öyküsü olduğu, %44.3’ünün hafif obez,<br />
%13.5’inin obez olduğu ve %61.6’sının hiç sigara içmediği saptanmıştır.<br />
Bireylerin %38.4’ü sigara kullanmaktadır. Đçilen sigara miktarı, içme<br />
süresi ve dumanı içine çekme derinliği ile kanserin meydana gelişi<br />
arasında doğru orantı olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. 20 yıl süre<br />
ile günde iki paket sigara içen kişide kanser oluşma oranı içmeyene<br />
göre 16-17 kez daha fazladır (Nural ve Akdemir 2000). Sigara kansere<br />
bağlı ölüm nedenlerinin %15’inden sorumlu tutulmaktadır (Kuper ve<br />
ark. 2002).<br />
Tablo 1. Bireylere Đlişkin Bazı Tanıtıcı Özelliklerin Dağılımı<br />
Bireylere Đlişkin Bazı Tanıtıcı Özellikler SAYI %<br />
Cinsiyet<br />
Yaş<br />
Ailede kanser öyküsü<br />
Beden kitle indeksi<br />
Sigara içme durumu<br />
Kadın 181 51<br />
Erkek 175 49<br />
40-49 yaş 202 56.7<br />
50-59 yaş 97 27.3<br />
60 ve üzeri 57 16<br />
Evet 135 37.9<br />
Hayır 213 59.9<br />
Bilmiyorum 8 0.2<br />
Zayıf 13 0.4<br />
Uygun kilo 137 38.5<br />
Hafif obez 158 44.4<br />
Obez 48 13.7<br />
Hiç içmeyenler 219 61.6<br />
14 veya daha az 63 17.8<br />
15-24 arası 49 13.8<br />
25 ve üzeri 25 0.8<br />
TOPLAM 356 100.0<br />
15
Tablo 2: Bireylerin Kanser Açısından Bazı Organlara Đlişkin Risk Faktörlerinin Dağılımı<br />
ORGANLAR RĐSK FAKTÖRLERĐ SAYI %<br />
MEME Uzun boylu olma 36 20.4<br />
n=181 Şişman olma 100 55.2<br />
Sebze tüketmeme 121 66.9<br />
Alkol tüketimi 4 2.2<br />
Erken menarş 15 8.3<br />
Đlk doğum yaşının 35 yaşın üzerinde olması 9 4.9<br />
Menapoz yaşının 55 ve üzerinde olması 0 0<br />
Doğum sayısının 2’den az olması 54 29.8<br />
Emzirme süresinin 1 yıldan az olması 86 47.5<br />
5 yıldan uzun süredir doğum kontrol hapı kullanma 11 6.1<br />
Menapoz sonrası 5 yıldan daha uzun süredir hormon<br />
kullanma<br />
4 2.2<br />
SERVĐKS<br />
n=181<br />
UTERUS<br />
n=181<br />
PROSTAT<br />
n=175<br />
MESANE<br />
n=356<br />
KOLON<br />
n=356<br />
Benign bir meme hastalığına sahip olma 31 17.1<br />
Aile öyküsü 8 4.4<br />
Sigara içme 46 25.4<br />
Cinsel ilişki yaşının küçük olması 70 38.7<br />
Cinsel yolla bulaşan hastalığa sahip olma 12 6.6<br />
Kondom veya diyafram kullanmama 143 79.0<br />
Doğum sayısının 2’den fazla olması 127 70.2<br />
Pap-smear testi yaptırmama 127 70.2<br />
Şişman olma 100 55.2<br />
Sigara içme 46 25.4<br />
5 yıldan daha kısa süre doğum kontrol hapı kullanma 170 93.9<br />
Hiç doğum yapmama 26 14.4<br />
Menapoz yaşının 55 ve üzerinde olması 0 0<br />
Menapoz sonrası 10 yıl ve daha uzun süredir hormon 4 2.2<br />
kullanma<br />
Diabetes Mellitus 20 11.0<br />
Aile öyküsü 12 6.6<br />
55 yaşın üzerinde olma 61 34.9<br />
Uzun boylu olma 43 24.6<br />
Hayvansal yağ tüketimi 107 61.1<br />
Yetersiz domates tüketimi 47 26.9<br />
Vazektomi 1 0.6<br />
Aile öyküsü 17 9.7<br />
65 yaşın üzerinde olma 35 9.8<br />
Sigara içme 137 38.4<br />
Kimyasal maddelere maruz kalma <strong>23</strong> 6.4<br />
Aile öyküsü 10 2.8<br />
50 yaşın üzerinde olma 154 43.2<br />
Uzun boylu olma 79 22.2<br />
Şişman olma 206 57.8<br />
Kırmızı et tüketimi 1<strong>23</strong> 34.5<br />
Yetersiz sebze tüketimi 240 67.4<br />
Alkol tüketimi 32 8.9<br />
Vitamin hapı kullanmama 335 94.1<br />
Yetersiz fiziksel aktivite 254 71.3<br />
5 yıldan daha kısa süredir doğum kontrol hapı kullanma 170 93.9<br />
Menapoz sonrası 5 yıldan daha kısa süredir hormon 122 67.4<br />
kullanma<br />
Düzenli aspirin kullanmama 335 94.1<br />
Đnflamatuar bağırsak hastalığı 18 5.0<br />
Aile öyküsü 13 3.6<br />
Son 10 yılda kolon kanseri açısından tarama yaptırmama 337 94.6<br />
16
BÖBREK<br />
n=356<br />
AKCĐĞER<br />
n=356<br />
CĐLT<br />
n=356<br />
45 yaşın üzerinde olma 252 70.8<br />
Şişman olma 206 57.8<br />
Sigara içme 137 38.4<br />
Aile öyküsü 4 1.1<br />
Yetersiz sebze tüketimi 240 67.4<br />
Yetersiz meyve tüketimi 226 63.4<br />
Sigara içme 137 38.4<br />
Sigara dumanına maruz kalma 206 57.8<br />
Büyük şehirde yaşama 260 73.0<br />
Kimyasal maddelere maruz kalma <strong>23</strong> 6.4<br />
Aile öyküsü 67 18.8<br />
Açık ten rengine sahip olma 210 58.9<br />
Çocukken güneş yanığına maruz kalma 31 8.7<br />
Bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanma 25 7.0<br />
Aile öyküsü 9 2.5<br />
MĐDE<br />
n=356<br />
50 yaşın üzerinde olma 154 43.2<br />
Yetersiz meyve tüketimi 226 63.4<br />
Aşırı tuz tüketimi 174 48.8<br />
Aile öyküsü 16 4.5<br />
A(+) kan grubuna sahip olma 135 37.9<br />
Tablo 2’de araştırma kapsamına alınan bireylerde kanser<br />
oluşumu açısından bazı organlara ilişkin saptanan risk faktörlerinin<br />
dağılımı görülmektedir.<br />
Araştırma kapsamına alınan kadınlarda meme kanserine ilişkin<br />
risk faktörü olarak kabul edilen, yetersiz sebze tüketen 121 (%66.9),<br />
hafif obez/obez olan 100 (%55.2), emzirme süresi 1 yıldan az olan 86<br />
(%47.5), doğum sayısı 2’den az olan 54 (%29.8), benign bir meme<br />
hastalığına sahip olan 31 (%17.1) ve ailesinde meme kanseri öyküsü<br />
olan 8 kadın (%4.4) saptanmıştır. Bu etmenlerin her biri meme kanseri<br />
oluşumunda bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (www.<br />
yourcancerrisk.harvard.edu, Lissowska ve ark. <strong>2007</strong>). Emzirmenin<br />
meme kanseri oluşumunda koruyucu bir rolü olduğu, laktasyon süresi<br />
arttıkça meme kanseri oluşma riskinin azaldığı bilinmektedir<br />
(Newcomb ve ark. 1994, Zografos ve ark. 2004). Araştırma kapsamına<br />
alınan bireylerin yetersiz sebze tüketimi, fazla kilolu olmaları ve<br />
emzirme sürelerinin kısa olmasına bağlı olarak meme kanserine<br />
yakalanma risklerinin yüksek olduğu söylenebilir.<br />
Kadınlarda serviks kanserine ilişkin saptanan risk faktörü olarak<br />
%79’unun kondom veya diyafram kullanmadığı, %70.2’sinin doğum<br />
sayısının 2’den fazla olduğu ve pap-smear yaptırmadığı, %38.7’sinin cinsel<br />
ilişki yaşının küçük olduğu ve %25.4’ünün sigara içtiği saptanmıştır.<br />
Erken yaşta cinsel ilişki, sigara kullanımı servikal kanser riskini artırırken<br />
cinsel ilişki sırasında kondom veya diyafram kullanımı, doğum<br />
sayısının ikiden az olması ve düzenli pap smear yaptırılması servikal<br />
kanser riskini düşürmektedir (Pham-McNeill 2003). Araştırmadan elde<br />
17
edilen veriler doğrultusunda serviks kanserine ilişkin risk faktörlerinden<br />
kondom kullanmama ve pap-smear testi yaptırmayanların yüzdesi<br />
oldukça yüksektir. Buna bağlı olarak araştırma kapsamına alınan<br />
bireylerin serviks kanseri için risk taşıdıkları düşünülmektedir.<br />
Uterus kanserinde risk faktörleri; şişmanlık, sigara içme, 5 yıldan<br />
daha kısa süre doğum kontrol hapı kullanma, hiç doğum yapmamış<br />
olma, menopoz yaşının 55 ve daha üzeri olması, menopoz sonrası 10 yıl<br />
ya da daha uzun süreli hormon tedavisi, diyabet ve aile öyküsüdür.<br />
Hachisuga ve ark. (1998) diyabetes mellitusun uterus kanseri için<br />
önemli bir risk faktörü olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmada,<br />
kadınların büyük bir çoğunluğunun (%93.9) 5 yıldan daha kısa süre<br />
doğum kontrol hapı kullandığı, yarısından fazlasının (%55.2) hafif<br />
obez/obez olduğu, dörtte birinin (%25.4) sigara içtiği, yaklaşık onda<br />
birinin (%11) ise ailesinde diyabet öyküsü olduğu belirlenmiştir. Türk<br />
toplumunda kadınlar aile planlaması yöntemi olarak daha çok rahim<br />
içi araç yöntemini tercih etmektedir (Önal <strong>2007</strong>). Bu yüzden de doğum<br />
kontrol hapı kullanma kadınlar arasında çok yaygın bir davranış<br />
değildir. Nitekim araştırma kapsamına alınan kadınların %93.9 gibi<br />
yüksek bir oranı 5 yıldan daha az süre doğum kontrol hapı kullanmıştır. Bu<br />
bulgular göz önüne alındığında kadınların uterus kanseri riskinin<br />
yüksek olduğu düşünülebilir.<br />
Günde beş porsiyondan daha az hayvansal yağ içeren besinlerin<br />
tüketimi ve günde en az bir porsiyon domates ve domates içeren<br />
ürünlerin tüketimi prostat kanser riskini en aza indirmektedir (Hayes<br />
ve ark. 1995). Yapılan çalışmalarda fazla miktarda süt ve süt ürünleri,<br />
kalsiyum, karbonhidrat ve doymuş yağ içeren ürünlerin ve az miktarda<br />
sebze tüketiminin prostat kanser riskini arttırdığı saptanmıştır<br />
(Steinberg ve ark. 1990, Gunnell ve ark. 2003). Araştırma kapsamına<br />
alınan erkeklerin %61.1’i fazla miktarda hayvansal yağ tükettiğini,<br />
%26.9’u diyette yeterli miktarda domates tüketmediğini, %9.7’si<br />
ailesinde kanser öyküsü olduğunu belirtmişlerdir. Araştırma verileri<br />
incelendiğinde, hayvansal yağ tüketiminin oldukça yüksek olmasının<br />
prostat kanseri açısından risk oluşturduğu düşünülebilir.<br />
Mesane ve böbrek kanserinde risk faktörü olarak kabul edilen<br />
sigara içme oranı %38.4’dür. Kimyasal maddelere maruz kalan <strong>23</strong><br />
(%6.4), hafif obez/obez olan 206 (%57.8), ailesinde mesane kanseri<br />
öyküsü olan 10 (%2.8), böbrek kanseri öyküsü olan 4 birey (%1.1)<br />
saptanmıştır. Marcus ve ark. (2000) sigara içmenin mesane kanseri<br />
açısından en önemli risk faktörü olduğunu, erkeklerde %50-66,<br />
kadınlarda ise %25 oranında mesane kanseri oluşumunu arttırdığını<br />
bildirmişlerdir. Brennan ve ark. (2000) yaptıkları bir çalışmada sigara<br />
içmenin mesane kanseri riskini en az üç kat arttırdığını saptamışlardır.<br />
Tekstil, boya, deri ve kimyasal maddelere maruz kalınan mesleklerde<br />
çalışan kişilerde mesane kanseri insidansı oldukça yüksektir. McLaughlin<br />
18
ve Lipworth'ın (2000) bildirdiğine göre mesane ve böbrek kanserinin<br />
görülme sıklığı erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha fazladır.<br />
Yapılan çalışmalara bakıldığında sigara içme mesane ve böbrek kanseri<br />
oluşumuna neden olan faktörlerin başında gelmektedir. Bu araştırmadan<br />
elde edilen bulgulara göre sigara ve sigara dumanına maruz kalma<br />
oranının oldukça yüksek (%96.2) olduğu görülmektedir. Mesane kanseri<br />
açısından diğer bir risk faktörü ise bireyin yaşıdır. Ries ve ark. (2000)<br />
mesane kanseri insidansını 65 yaş ve üzeri kişilerde yüzbinde 110,8,<br />
daha genç bireylerde ise yüzbinde 6.4 olarak bulmuşlardır. Bu veriler<br />
doğrultusunda araştırma kapsamına alınan bireylerin mesane ve<br />
böbrek kanserine yakalanma risklerinin yüksek olduğu düşünülebilir.<br />
Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Araştırma Merkezi’nin belirlediği risk<br />
faktörlerine göre; aşırı kırmızı et tüketme, aşırı alkol (günde bir kadeh<br />
veya daha fazla) alma, yetersiz sebze tüketimi, yetersiz fiziksel aktivite,<br />
obezite, inflamatuar bağırsak hastalığı ve aile öyküsü kolon kanser<br />
riskini artırırken, kolon kanseri açısından tarama yaptırma, 5 yıl yada<br />
daha uzun süre doğum kontrol hapı kullanma, menapoz sonrası 5 yıl<br />
ya da daha uzun süre hormon tedavisi alma, her gün düzenli olarak<br />
vitamin ve aspirin kullanma ise bu riski azaltmaktadır. Bu çalışmada<br />
bireylerin en yüksek oranla; %94.6’sının son 10 yılda kolon kanseri<br />
açısından tarama yaptırmadığı, %94.1’inin düzenli olarak vitamin ve<br />
aspirin kullanmadığı, %7.3’ünün yeterli fiziksel aktivitede bulunmadığı,<br />
%67.4’ünün ise yeterli sebze tüketmediği saptanmıştır. <strong>Ü</strong>lkemizde<br />
bireylerin sağlık davranışları göz önünde bulundurulduğunda, bir<br />
rahatsızlığı olmadığı sürece bir sağlık kurumuna başvurarak genel<br />
sağlık taraması yaptırmadıkları, düzenli egzersiz yapmadıkları ve yeterli<br />
sebze ve meyve tüketmedikleri görülmektedir (Şirin ve ark. 2006). Bu<br />
yüzden de araştırma kapsamına alınan bireylerin kolon kanseri<br />
açısından riskli davranışlarının oldukça yüksek olduğu düşünülebilir.<br />
Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Araştırma Merkezi’nin belirlediği<br />
mide kanseri risk faktörleri; yetersiz meyve ve aşırı tuz tüketimi, A(+) kan<br />
grubuna sahip olma ve ailesinde kanser öyküsü bulunmasıdır. Araştırma<br />
kapsamına alınan bireylerin %63.4’ünün yeterli meyve tüketmediği,<br />
%48.8’inin aşırı miktarda tuz tükettiği, %37.9’unun A(+) kan grubuna<br />
sahip olduğu, %4.5’inin ise ailesinde kanser öyküsü bulunduğu<br />
belirlenmiştir. Yapılan prospektif çalışmalar meyve ve sebze tüketiminin<br />
mide kanseri riskini önemli oranda azalttığını göstermektedir (Kobayashi<br />
ve ark. 2002, Lee ve ark. 2003). Choi ve ark. (2006) yaptıkları<br />
çalışmada ilerlemiş yaşın mide kanseri için bir risk faktörü olduğunu<br />
saptamışlardır. Bernini ve ark. (2006) ise mide kanserinin aile öyküsü<br />
ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu belirlemişlerdir. Diyetteki tuz<br />
alımı da mide kanseri için önemli bir risk faktörüdür (Shikata ve ark.<br />
2006). Araştırma kapsamına alınan bireylerin mide kanseri açısından<br />
riskli davranışlara sahip oldukları söylenebilir.<br />
19
Araştırma kapsamına alınan bireylerde cilt kanserine ilişkin risk<br />
faktörü olarak kabul edilen, açık ten rengine sahip olan 210 birey<br />
(%58,9), çocukken güneş yanığına maruz kalan 31 birey (%8.7),<br />
bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanan 25 birey (%7) ve ailesinde<br />
cilt kanseri öyküsü olan 9 birey (%2.5) saptanmıştır. Nural ve<br />
Akdemir’in (2000) çalışmasında güneşten çabuk etkilenenlerin oranı<br />
%53.57 olarak saptanmıştır. Çalışma bulguları Nural ve Akdemir’in<br />
bulguları ile benzerlik göstermektedir.<br />
Akciğer kanserine ilişkin risk faktörü olarak bireylerin %67.4’ünün<br />
yeterli miktarda sebze, %63.4’ünün yeterli miktarda meyve tüketmediği,<br />
%38.4’ünün sigara içtiği, %57.8’inin sigara içmediği halde sigara<br />
dumanına maruz kaldığı, %18.8’inin ailesinde akciğer kanseri öyküsü<br />
olduğu, %6.4’ünün de kimyasal maddelere maruz kaldığı saptanmıştır.<br />
Sigara içme akciğer kanser riskinin artmasında önemli bir rol<br />
oynamaktadır (Smith ve ark. 2006). Sürekli olarak sigara içen veya<br />
sigara dumanını inhale eden ve kimyasal maddelere maruz kalan<br />
bireylerde akciğer kanseri riski, maruz kalınan madde bırakıldıktan<br />
sonra bile 20 yıl devam etmektedir (Reid ve ark. 2006). Sebze ve meyve<br />
tüketiminin akciğer kanseri gelişimine karşı koruyucu bir rolü olduğu<br />
düşünülmektedir. Miller ve ark. nın (2004) yaptıkları çalışmada, meyve<br />
tüketimi ile akciğer kanseri arasında anlamlı bir ilişki olduğu<br />
saptanmıştır. Bu bulgulara göre araştırma kapsamına alınan bireylerin<br />
akciğer kanseri gelişme riskinin yüksek olduğu düşünülmektedir.<br />
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Araştırma sonucunda, bireylerin her bir kanser türüne ilişkin<br />
risk faktörlerinden birçoğunu taşıdıkları görülmektedir. Bireylerin<br />
sahip oldukları riskler ne kadar yüksekse, kansere yakalanma riski de<br />
o denli yüksek olacaktır. Günümüz sağlık anlayışı, birey, aile ve toplumun<br />
sağlığını koruyan, sürdüren, geliştiren sağlık merkezli bakım yaklaşımını<br />
öngörmektedir. Bu anlayış, bireyin iyilik halini koruyacak, sürdürecek<br />
ve geliştirecek davranışlar kazanması ve kendi sağlığı ile ilgili doğru<br />
kararlar almasını sağlamak üzerine dayandırılmıştır. Sağlıklı olmayan<br />
her davranışın kanser için bir risk faktörü olduğu unutulmamalıdır.<br />
Bu sonuçlar doğrultusunda; toplumun kanser risk faktörlerine<br />
ilişkin bilgilendirilmesi, topluma sağlıklı yaşam davranışlarını kazandırmak<br />
için hemşirelerin eğitmen ve danışman rollerini üstlenmesi, başka<br />
nedenlerle polikliniğe başvuran hastalara kanser tarama ve izlem<br />
programlarının başlatılması önerilmiştir.<br />
20
KAYNAKLAR<br />
1. Barclay V (1987). Kanser hemşireliğinde temel kavramlar. Çev.Ed.: N Platin, 1.<br />
Baskı, Ankara, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu, 11-36.<br />
2. Bernini M, Barbi S, Roviello F, et al (2006). Family history of gastric cancer: a<br />
correlation between epidemiologic findings and clinical data. Gastric Cancer 9(1): 9-<br />
13.<br />
3. Brennan P, Bogillot O, Cordier S et al (2000). Cigarette smoking and bladder cancer<br />
in men: a pooled analysis of 11 case-control studies. Int J Cancer. 86: 289-294.<br />
4. Choi S, Lim YJ, Park SK (2006). Risk factor analysis for metaplastic gastritis in<br />
Koreans. World J Gastroenterol. 12(16): 2584-7.<br />
5. Gunnell D, Oliver SE, Peters TJ et al (2003). Are diet-prostate cancer associations<br />
mediated by the IGF axis A cross-sectional analysis of diet, IGF-I and IGFBP-3 in<br />
healthy middle-aged men. Br J Cancer. 88(11): 1682-1686.<br />
6. Hachisuga T, Kaetsu A, Sugimori H. (1998). Risk factors for endometrial cancer in<br />
Japanese women. Int J Gynecol Cancer. 8: 292-297<br />
7. Hayes RB, Liff JM, Pottern LM et al (1995). Prostate cancer risk in U.S. blacks and<br />
whites with family history of cancer. Int J Cancer. 60: 361-364.<br />
8. Kanser, ikinci ölüm nedenimiz. http://ntvmsnbc.com/. Erişim tarihi 8 Aralık 2004.<br />
9. Kobayashi M, Tsubono Y, Sasazuki S, et al (2002). Vegetables, fruit and risk of<br />
gastric cancer in Japan: a 10-year follow-up of the JPHC Study Cohort I. Int J<br />
Cancer. 1; 102(1): 39-44.<br />
10. Kuper H, Adami HO, Boffetta P (2002). Tobacco use, cancer causation and public<br />
health impact, Journal of Internal Medicine, 251(6): 455 - 466<br />
11. Lee SA, Kang D, Shim KN, et al (2003). Effect of diet and Helicobacter pylori<br />
infection to the risk of early gastric cancer. J Epidemiol. 13(3): 162-8.<br />
12. Lissowska J, Gaudet MM, Brinton LA, et al (<strong>2007</strong>). Intake of fruits, and vegetables<br />
in relation to breast cancer risk by hormone receptor status. Breast Cancer Res<br />
Treat. 21: <strong>23</strong>5-242.<br />
13. Marcus PM, Hayes RB, Vineis P, et al (2000). Cigarette smoking, N-acetyltransferase<br />
2 acetylation status, and bladder cancer risk: a case-series meta-analysis of a geneenvironment<br />
interaction. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev. 9(5): 461-7.<br />
14. McLaughlin JK, Lipworth L (2000). Epidemiologic aspects of renal cell cancer. Semin<br />
Oncol. 27: 115-1<strong>23</strong>.<br />
15. Miller AB, Altenburg HP, Bueno-de-Mesquita B, et al (2004). Fruits and vegetables<br />
and lung cancer: Findings from the European Prospective Investigation into Cancer<br />
and Nutrition Int J Cancer. 10; 108(2): 269-76<br />
16. Newcomb PA, Storer BE, Longnecker MP, et al (1994). Lactation and a reduced risk<br />
of premenopausal breast cancer. N Engl J Med, 330(2): 81-7.<br />
17. Nural N, Akdemir N (2000). Dahiliye servislerinde yatan hastalarda kanser risk<br />
faktörleri ve erken tanı belirtilerinin saptanması. Cumhuriyet <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong> 4(2): 1-13.<br />
18. Önal E. Türkiye’de Aile Planlaması, www.publichealth.pitt.edu/supercourse/<br />
SupercoursePPT/5011-6001/5621.ppt (erişim tarihi 12 .02. <strong>2007</strong>)<br />
21
19. Pham-McNeill JH (2003). Cervical cancer among young Vietnamese American<br />
women: incidence, risk factors, and early detection. Asian am Pac Isl J health. 10(2):<br />
100-107<br />
20. Reid A, de Klerk NH, Ambrosini GL, Berry G, Musk AW (2006). The risk of lung<br />
cancer with increasing time since ceasing exposure to asbestos and quitting<br />
smoking. Occup Environ Med. 63(8): 509-12<br />
21. Ries LAG, Eisner MP, Kosary Cl et al 2000). SEER cancer statitics review, 1973-<br />
1997; Bethesda, Md: National Cancer Institute.<br />
22. Shikata K, Kiyohara Y, Kubo M, et al (2006). A prospective study of dietary salt<br />
intake and gastric cancer incidence in a defined Japanese population: the Hisayama<br />
study. Int J Cancer. Jul 1; 119(1): 196-201<br />
<strong>23</strong>. Smith CJ, Perfetti TA, King JA (2006). Perspectives on pulmonary inflammation and<br />
lung cancer risk in cigarette smokers Inhal Toxicol. 18(9): 667-77.<br />
24. Steinberg GD, Carter BS, Beaty TH, Childs B, Walsh PC (1990). Family history and<br />
the of prostate cancer. Prostate. 17: 337-347<br />
25. Stromborg MF (1986). The role of the nurse in early detection of cancer: population<br />
sixty-six years of age and older. Oncology Nursing Forum, 13(2): 66-74.<br />
26. Your disease risk. http://www.yourdiseaserisk.harvard.edu Erişim tarihi 12 Ekim<br />
2003.<br />
27. Zografos GC, Panou M, Panou N (2004). Common risk factors of breast and ovarian<br />
cancer: recent view. Int J Gynecol Cancer. 14: 721-740.<br />
22
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : <strong>23</strong>-30, <strong>2007</strong><br />
MUĞLA <strong>Ü</strong>NĐVERSĐTESĐ ÖĞRENCĐLERĐNĐN CĐNSEL SAĞLIK /<br />
<strong>Ü</strong>REME SAĞLIĞI HĐZMETLERĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖR<strong>Ü</strong>ŞLERĐNĐN<br />
ĐNCELENMESĐ<br />
INVESTĐGATĐON OF THE VĐEWS OF THE STUDENTS AT MUĞLA<br />
UNĐVERSĐTY ABOUT SEXUAL HEALTH/REPRODUCTĐON HEALTH<br />
SERVĐCES<br />
Hülya BAYBEK Adile T<strong>Ü</strong>MER Aynur KAYAR<br />
Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık Merkezi Kötekli / MUĞLA<br />
Anahtar Sözcükler: Cinsel Sağlık, <strong>Ü</strong>reme Sağlığı, <strong>Ü</strong>niversite Öğrencileri<br />
Key Words: Sexual Health, Reproductive Health, University Students<br />
5. Uluslararası <strong>Ü</strong>reme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresinde sözel bildiri olarak<br />
sunuldu. 19-22 Nisan <strong>2007</strong>, Ankara.<br />
ÖZET<br />
Bu araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık Merkezi’nde<br />
öğrencilere sunulması planlanan cinsel sağlık/üreme sağlığı (CS/<strong>Ü</strong>S) ile ilgili<br />
bilgilendirme-danışmanlık hizmetlerinde öncelik verilmesi gereken konuların<br />
ve yaklaşım biçiminin belirlenmesi, öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili görüşlerinin<br />
incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />
Tanımlayıcı tipte olan araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Sıtkı Koçman<br />
Yabancı Diller <strong>Yüksekokulu</strong> Hazırlık Bölümü’nde okuyan 502 öğrenci ile<br />
yürütülmüştür. Veriler 15-16 Şubat <strong>2007</strong> tarihlerinde anket formu ile<br />
toplanmış ve yüzdelik olarak değerlendirilmiştir.<br />
Araştırmada öğrencilerin %93.0’ünün üniversitenin sağlık merkezinden<br />
yararlanmadığı belirlenmiştir. Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda, en fazla<br />
(%52.7) kitap/dergiden, ikinci sırada ise (%42.0) akran/arkadaştan bilgi aldığı,<br />
sağlık personelinden bilgi alma oranının ise oldukça düşük olduğu (%9.8)<br />
saptanmıştır. Çalışma kapsamındaki öğrencilerin %50’sinin mediko-sosyal<br />
merkezlerinde CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verilmesini istedikleri belirlenmiştir. Öğrencilerin<br />
almak istedikleri hizmetin hem danışmanlık hem de tedaviyi içermesi (%55.3),<br />
hizmetin kolay ulaşılabilirliği (%49.4) ve bilgilerin gizli olması gerekliliği<br />
(%45.1); hizmet verecek personelin donanımlı bir profesyonel olması (%69.9),<br />
ön yargısız ve anlayışlı olması (%56.2) ve gençlerle arkadaşça ilişki kurabilmesi<br />
(%52.0) gibi nitelikler aradıkları belirlenmiştir. Öğrencilerin özellikle cinsel yolla<br />
bulaşan hastalıklar (%53.1), cinsel sorunlar (%49.2), sorumlu ve güvenli cinsel<br />
davranış (%43.2) konularında CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti almak istedikleri saptanmıştır.<br />
Araştırma sonuçlarının, sağlık merkezinin ve gençlik danışma biriminin ileriye<br />
<strong>23</strong>
yönelik çalışmalarına ışık tutacak nitelikte olduğu düşünülmüş ve önerilerde<br />
bulunulmuştur.<br />
SUMMARY<br />
This study is conducted at Muğla University by Mefharet Kocman Medical<br />
Center in order to decide upon the priorities to be given about sexual health<br />
/reproduction health which is being planned for the students by using<br />
informative-counselling services and to determine the approches to be used as<br />
well as investigation of the students’ views about sexual health /reproduction<br />
health.<br />
The samples of this descriptive study is formed by 502 volunteer students<br />
out of 614 students studying at Muğla University, Sıtkı Kocman School of Foreign<br />
Languges. The data is collected through questionnaire on the 15th-16th of<br />
February and evaluated using percentages.<br />
It is found out that 93.0% of the students are not making use of the<br />
medical centre. 52.7% of the students informed about sexul health/peproduction<br />
health via magazines/journals, 42.0% of them learned from their relatives<br />
peer/friends. However, getting information from the medical staff was found out<br />
to be quite low (9.8%). It is revealed that nearly 50% of the students asked to<br />
have information about CS/<strong>Ü</strong>S from the Medical Centre. It also came out that the<br />
qualities that the students look for include the following: the service tht students<br />
want to have should include both couselling and treatment (55.3%), easy access<br />
to the service (49.4%), confidentiality of the information (45.1%), a well-qualified<br />
and equipped professionalls (69.9%), having no prejudices an being<br />
understanding (56.2%), and making friends with the students (%52.0). The study<br />
also reveals that the students want to have information about sexually<br />
transmitted infections (53.1%), service about the sexual problems (49.2%), safe<br />
and responsible sexual behaviour (43.2%). The results of the study are thought to<br />
highlight the future of the health centre and the youth counselling unit and<br />
suggestions are made.<br />
GĐRĐŞ<br />
Gençlerin sağlığını tehdit eden en önemli konulardan biri cinsel<br />
sağlık/üreme sağlığı (CS/<strong>Ü</strong>S) ile ilgili riskli davranışlardır (Akın A. ve<br />
ark. 2006). Gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S gereksinimleri, yetişkinlerinkinden<br />
farklıdır ve bu gereksinimlerin karşılanmaması, sonraki yaşamlarında<br />
ciddi sonuçlar doğurabilir (Türkiye <strong>Ü</strong>S Programı 2004). Đnsan hayatının<br />
temel özelliklerinden biri olan cinselliğin sağlıklı yaşanması çok<br />
önemlidir. Cinsel sağlık Dünya Sağlık Örgütü tarafından; “cinsellikle<br />
ilişkili olarak fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal açıdan tam bir iyilik<br />
hali” olarak tanımlanmaktadır (WHO 2004). Cinsel sağlık aynı zamanda,<br />
insanların tatmin edici ve güvenli bir cinsel yaşamlarının olması, üreme<br />
yeteneğine sahip olmaları, üreme yeteneklerini kullanmada karar verme<br />
özgürlüğüne sahip olmaları demektir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2006).<br />
CS/<strong>Ü</strong>S konularının kişiler arasında hala bir tabu olmasının yanı<br />
sıra; eğitim kurumlarında da aynı geleneksel bakış açısının izleri<br />
24
programlara yansımaktadır. Örgün eğitim programlarında seçmeli ders<br />
olarak alınan “Sağlık Bilgisi” dersinin üremeyle ilgili bölümleri biyolojik<br />
üreme süreci ile sınırlıdır. Dolayısıyla gençler CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili bilgi<br />
gereksinimlerini karşılayabilmek için okul dışındaki kaynaklara<br />
yönelmekte ve çoğu zaman yanlış bilgi almaktadır (Akın A. ve ark.<br />
2004). Gençlere yönelik CS/<strong>Ü</strong>S çalışmaları üzerinde önemle durulması<br />
gereken ve özel bir bakış açısı ile özgün yaklaşımlar gerektiren bir<br />
konudur (WHO 2001). Cinsellik konusundaki tabular ve kültürel<br />
normlar, bilgi eksikliği ve var olan hizmetlerin kalitesiyle ilgili sorunlar,<br />
hizmetin karşılanabilir olmaması ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı gençlerin<br />
bilgiye ve CS/<strong>Ü</strong>S hizmetlerine ulaşmasında bir engel oluşturmaktadır<br />
(WHO/FRH/FPP 1997). Türkiye’de üniversitelerin mediko-sosyal<br />
merkezlerinde genellikle hasta olanların muayenesi şeklinde hizmet<br />
verilmektedir. Özellikle CS/<strong>Ü</strong>S gibi mahremiyetin önem arz ettiği<br />
konularda 8 üniversite dışında, rutin hizmet verilmemektedir. Oysa<br />
üniversite çağına gelen bütün öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili bilgilendirme<br />
-danışmanlık ve klinik hizmet gereksinimlerinin olacağı açıktır. Beş<br />
üniversitede yapılan çalışma sonucuna göre; geçler arasında CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />
ilgili riskli davranışlar söz konusudur ve mevcut bilgileri yetersizdir<br />
(Akın A ve ark. 2006). Yapılacak araştırma sonuçlarının, üniversitelerde<br />
gençlerin gereksinimlerine cevap veren genç dostu CS/<strong>Ü</strong>S hizmet<br />
modelini geliştirmeye, üniversite öğrencilerinin bilgi, tutum, CS/<strong>Ü</strong>S<br />
hizmetlerinden yararlanma, kontraseptif kullanımı ve riskli davranışlarını<br />
olumlu yönde değiştirmeye katkıda bulunacağı düşünülmektedir.<br />
Bu araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık<br />
Merkezi’nde öğrencilere sunulması planlanan CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili<br />
bilgilendirme-danışmanlık hizmetlerinde öncelik verilmesi gereken<br />
konuların ve yaklaşım biçiminin belirlenmesi, öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />
ilgili görüşlerinin incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />
Araştırmanın Tipi<br />
GEREÇ ve YÖNTEM<br />
Araştırma tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir.<br />
Araştırmanın Evren ve Örneklemi<br />
Araştırmanın evrenini; 2006-<strong>2007</strong> öğrenim yılı Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi’nde<br />
kayıtlı olan öğrenciler oluşturmuştur. Örneklem seçiminde<br />
kohort tipi örneklem seçme yöntemi kullanılmış, Sıtkı Koçman Yabancı<br />
Diller <strong>Yüksekokulu</strong> Hazırlık Bölümü’nde okuyan 614 öğrenciden<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden 502 öğrenci araştırmanın örneklemini<br />
oluşturmuştur (Katılım hızı=%81.76). Öğrencilerden 20’si ön uygulamaya<br />
katıldığından, 43 öğrenci devamsız olduğundan ve 49 öğrenci anket<br />
formunu doldurmayı kabul etmediğinden araştırmaya dahil edilmemiştir.<br />
25
Verilerin Toplanması<br />
Veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından literatür<br />
incelenerek geliştirilen ve 17 sorudan oluşan anket formunun ön<br />
uygulaması, örneklem dışındaki 20 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Gerekli<br />
düzeltmelerden sonra anket formuna son şekli verilmiştir. Veriler 15-<br />
16 Şubat <strong>2007</strong> tarihlerinde araştırmacılar tarafından toplanmıştır.<br />
Uygulamadan önce araştırma ve anket formu ile ilgili açıklamalar<br />
yapılmış, uygulama süresince sınıfta kalınmış ve öğrencilerin anket<br />
formlarını doldurmaları sağlanmıştır. Zaman sınırlaması yapılmamış olup,<br />
bir anketin yanıtlanması ortalama 10 dakika sürmüştür.<br />
Verilerin Değerlendirilmesi<br />
Verilerin kodlanması ve analizinde SPSS 11.0 paket programı<br />
kullanılmıştır. Veriler sayı ve yüzde olarak değerlendirilmiştir.<br />
Araştırmada Etik<br />
Araştırma öncesinde araştırmanın yürütülmesi için Muğla<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi Rektörlüğü’nden yazılı izin, araştırmaya katılan öğrencilerden<br />
de sözel izin alınmıştır.<br />
BULGULAR ve TARTIŞMA<br />
Araştırmada öğrencilerin yaş ortalamasının (±SS) 19.78±1.55 (alt<br />
değer-üst değer=17-27) olduğu, %64.1’inin erkek ve %46.1’inin bekar<br />
ama kız/erkek arkadaşının olduğu belirlenmiştir. Araştırmada<br />
öğrencilerin %93.0’ünün sağlık merkezinden yararlanmadığı, %62.0’sinin<br />
kendisini sağlıklı olarak değerlendirdiği saptanmıştır. <strong>Ü</strong>niversite sağlık<br />
merkezinde genellikle hasta olanın muayenesi şeklinde hizmet verilmesi<br />
ve sağlık güvencesi olan (bağkur, sigorta gb.) öğrencilerin doğrudan<br />
hastaneye gitmeleri, sağlık merkezinden yararlanma oranını<br />
düşürmektedir.<br />
Araştırmada, cinsel sağlık/üreme sağlığı kavramı sizin için neyi<br />
ifade ediyor sorusuna, öğrencilerin %67.1’nin sağlıklı cinsellik ve sağlıklı<br />
üreme, %32.7’sinin ise cinsellik ve üreme sağlığına ilişkin problemler<br />
yanıtını verdiği tespit edilmiştir (Tablo 1). Akın ve arkadaşlarının iki<br />
üniversite (Hacettepe, Dicle <strong>Ü</strong>niversiteleri) çalışmasında bu soruya,<br />
yanıt olarak CS/<strong>Ü</strong>S kapsamında düşünülebilecek konular ve sorunlar<br />
sıralanmıştır. Araştırmanın bulgusu literatür bulgusu ile uyumludur<br />
(Akın A. ve ark. 2004).<br />
Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konularında bilgi aldıkları kaynakların<br />
dağılımı incelendiğinde en fazla (%52.7) kitap / dergi, ikinci sırada ise<br />
(%42.0) akran/arkadaş olduğu; sağlık personelinden bilgi alma<br />
oranının ise düşük olduğu (%9.8) belirlenmiştir. Araştırmanın<br />
bulguları, Akın ve arkadaşlarının çalışma bulguları ile uyumludur<br />
26
(Akın A. ve ark. 2004). Araştırmada öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konularında<br />
tercih edilen bilgi kaynaklarının dağılımı incelendiğinde; en çok tercih<br />
edilen bilgi kaynağının kitap/dergi olduğu (%52.2), bunu %32.7 oranı<br />
ile internetin izlediği saptanmıştır.<br />
Tablo 1. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Kavramının Anlamı (n=502)<br />
<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Kavramı <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />
Sağlıklı cinsellik/sağlıklı üreme 329 67.1<br />
<strong>Ü</strong>reme organlarının sağlığı/temizliği 78 15.9<br />
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar 59 12.0<br />
Doğurganlığın düzenlenmesi/gebelikten korunma 42 8.6<br />
Cinsellik ve üreme sağlığına ilişkin problemler 160 32.7<br />
*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />
**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />
Sağlık personelinin tercih edilme oranı oldukça düşüktür<br />
(%29.6). Akın ve arkadaşlarının çalışmasında sağlık personeli tercih<br />
edilen bilgi kaynağı olarak ilk sıradadır (Akın A. ve ark. 2004).<br />
<strong>Ü</strong>niversite öğrencilerinde bilgi kaynağı olarak yazılı materyalin daha ön<br />
sıralarda olduğu, sosyoekonomik düzey yükseldikçe de bilgi kaynaklarının<br />
sıralamasının değiştiği bildirilmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2005).<br />
Araştırmanın bulgusu literatür bulgusu ile uyumlu değildir. Farklı<br />
bölgelere özgü farklı yaşam şekillerinin, farklı kültürel değerlerin,<br />
sosyo-ekonomik yapıların gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili tutum ve<br />
davranışları üzerinde farklı etkileri olabilir. <strong>Ü</strong>niversitelere bulundukları<br />
şehir dışında da öğrenci gelmekle birlikte, üniversite tercihlerinde<br />
önceliğin genellikle aynı şehirdeki ya da bölgedeki okullara verildiği<br />
bilinmektedir.<br />
Araştırmaya katılan öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili hizmet almama<br />
oranının yüksek olduğu (%83.8) belirlenmiştir. Araştırmada CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />
ilgili hizmet alan 81 öğrencinin %73.8 oranında bilgilendirme şeklinde<br />
hizmet aldığı saptanmıştır. Akın ve arkadaşlarının iki üniversite<br />
çalışmasında, üniversite geçliğinin %85’inin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda<br />
herhangi bir hizmet almadıkları belirlenmiştir. Araştırmanın bulgusu,<br />
literatür bulgusuyla uyumludur (Akın A. ve ark. 2004).<br />
Tablo 2. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Almama Nedenlerinin Dağılımı (n=421)<br />
Hizmet Almama Nedeni <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />
Gerek duymama 333 66.3<br />
Utanma 40 8.0<br />
Gidebileceği yer yok 64 12.7<br />
Evli olmayanlara bu tür hizmetlerin verilmeyeceği düşüncesi 25 5.0<br />
*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />
**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />
27
Cinsel sağlık/üreme sağlığı hizmeti almayan öğrencilerin hizmet<br />
almama nedenleri incelendiğinde; %66.3 oranında gerek duymadıkları<br />
için hizmet almadıkları belirlenmiştir. Öğrencilerin %25.7’sinin ise utandığı,<br />
gidebileceği yer olmadığı ve evli olmayanlara hizmet verilmeyeceğini<br />
düşündüğü için hizmet almadıkları dikkat çekicidir (Tablo 2).<br />
Tablo 3. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Verilmesi Đstenilen Yerlerin Dağılımı<br />
(n=502)<br />
Hizmet yerleri <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />
Hastaneler 144 29.4<br />
Sağlık ocakları 59 12.0<br />
<strong>Ü</strong>niversitenin mediko-sosyal merkezleri 245 50.0<br />
Okullar 183 37.3<br />
Sadece bu tür hizmetleri veren bağımsız danışma merkezleri 197 40.2<br />
*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />
**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />
Araştırmada öğrencilerin %50’sinin mediko-sosyal merkezinde<br />
CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verilmesini istedikleri, %40.2’sinin ise sadece bu tür<br />
hizmetlerin verildiği bağımsız danışma merkezlerini tercih ettiği<br />
saptanmıştır (Tablo 3). Araştırmanın bulguları literatür bulgularıyla<br />
benzerlik göstermektedir (Akın A. ve ark. 2004).<br />
Tablo 4. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Almak Đstenilen Konuların Dağılımı<br />
(n=502)<br />
CS/<strong>Ü</strong>S Konuları <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />
Kadın ve erkekte cinsel organlar ve üreme 173 35.6<br />
Gebeliğin oluşması ve doğum 1<strong>23</strong> 25.3<br />
Đstenmeyen gebelikler ve önlenmesi 156 32.1<br />
Cinsel yolla bulaşan hastalıkları 258 53.1<br />
Cinsel sorunlar <strong>23</strong>9 49.2<br />
Sorumlu ve güvenli cinsel davranış 210 43.2<br />
Cinsel istismar ve şiddet 93 18.9<br />
*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />
**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />
Öğrencilerin hizmet almak istedikleri konuların dağılımı<br />
incelendiğinde; cinsel yolla bulaşan hastalıklar (%53.1), cinsel sorunlar<br />
(%49.2), sorumlu ve güvenli cinsel davranış (%43.2) konularının ilk<br />
sıralarda yer aldığı belirlenmiştir (Tablo 4). Beş üniversitede yapılan<br />
araştırma sonuçlarına göre, gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda bilgi düzeyleri<br />
genel olarak çok düşüktür ve yanlış bilgiler yaygındır. CS/<strong>Ü</strong>S<br />
konularında 5 öğrenciden birinin “iyi”, birinin “yeterli, diğer 3’ünün ise<br />
“orta” düzeyde bilgi düzeyine sahip olduğu bildirilmektedir (Akın A. ve<br />
ark. 2006).<br />
28
Tablo 5. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Đle Đlgili Đstenilen Hizmet Niteliklerinin ve Hizmeti<br />
Verecek Personelde Aranan Niteliklerin Dağılımı (n=502)<br />
CS/<strong>Ü</strong>S ile Đlgili Đstenilen Hizmet Nitelikleri <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />
Bütün bilgiler saklı tutulmalıdır 221 45.1<br />
Hem danışmanlık hem de tedaviyi içermelidir 271 55.3<br />
Kolay ulaşılabilir olmalıdır 242 49.4<br />
Hem kişisel hem de toplu hizmet alınabilmelidir 136 27.8<br />
Aynı cinsiyetteki personelden hizmet alınabilmelidir 107 21.8<br />
Hizmet iyi duyurulmalıdır 142 29.0<br />
CS/<strong>Ü</strong>S Hizmeti Verecek Personelde Aranan Nitelikler<br />
Donanımlı bir profesyonel olmalıdır 351 69.9<br />
Ön yargısız ve anlayışlı olmalıdır 282 56.2<br />
Genç olmalıdır 117 <strong>23</strong>.6<br />
Güvenilir olmalıdır 245 49.4<br />
Gençlerle arkadaşça ilişki kurabilmelidir 258 52.0<br />
*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />
**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />
Araştırma kapsamındaki öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili almak<br />
istedikleri hizmetin nitelikleri incelendiğinde; hizmetin hem danışmanlık<br />
hem de tedaviyi içermesi (%55.3), hizmetin kolay ulaşılabilirliği (%49.4)<br />
ve bilgilerin saklı olması gerekliliği (%45.1) ilk sıralarda yer almıştır.<br />
Öğrencilerin hizmet verecek personelde donanımlı bir profesyonel olması<br />
(%69.9), ön yargısız ve anlayışlı olması (%56.2) ve gençlerle arkadaşça<br />
ilişki kurabilmesi (%52.0) niteliklerini aradıkları belirlenmiştir (Tablo<br />
5). Araştırma bulguları Akın ve arkadaşlarının araştırma bulgularıyla<br />
uyumludur (Akın A. ve ark. 2004).<br />
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Bu çalışma ile Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık<br />
Merkezi’nde kurulacak olan Gençlik Danışma Birimi’nde CS/<strong>Ü</strong>S hizmet<br />
modelinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Öğrencilerin mediko-sosyal<br />
merkezinden yararlanma, CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili hizmet verildiğini bilme ve<br />
hizmet alma düzeyi genel olarak çok düşüktür. Oysa öğrencilerin yarısı<br />
CS/<strong>Ü</strong>S konusunda mediko-sosyal merkezinden hizmet almak<br />
istemektedirler. CS/<strong>Ü</strong>S hizmetinin danışmanlık ve tedaviyi içermesi,<br />
donanımlı profesyonellerce ve gizlilik sağlanarak verilmesi öğrencilerin<br />
aradıkları niteliklerdir.<br />
Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S hizmetleri ile ilgili görüşlerinin belirlendiği<br />
bu çalışma sonuçları, sağlık merkezinin ve gençlik danışma biriminin<br />
ileriye yönelik çalışmalarına ışık tutacak niteliktedir. Birinci basamakta<br />
temel sağlık hizmeti vermekle görevli, üniversitelerin sağlık merkezleri,<br />
özellikle genç grubun ihtiyacı olan CS/<strong>Ü</strong>S hizmetlerinin de sunulduğu<br />
bir yapıya kavuşturulmalıdır. Gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S bilgilerine ve hizmetlerine<br />
ulaşımının kolaylaştırılması için yapılacak çalışmalar üreme sağlığı<br />
29
programlarına dahil edilmelidir. Hizmetin sunulacağı birim, fiziksel<br />
koşulları yeterli, temiz, kolay ulaşılabilir, randevu sistemi ile çalışan,<br />
bekleme sırasının olmadığı, üniversitenin sahip çıktığı, hizmetlerinde<br />
sürekliliği sağlayabilecek niteliklerde olmalıdır. CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verecek<br />
sağlık personeli özel olarak eğitilmelidir.<br />
CS/<strong>Ü</strong>S konularında bilgilendirme, danışmanlık ve gerekli<br />
durumlarda klinik hizmet verilmediği takdirde öğrencilerin/gençlerin<br />
daha fazla risk altında olacağı, bu yaş grubuna donanımlı uzman<br />
kişilerce (hekim, hemşire, psikolog gb) bilgilendirme ve danışmanlık<br />
hizmeti verilmesinin toplum sağlığına önemli ölçüde katkı sağlayacağı<br />
açıktır. Gerçekleştirilecek tanıtım çalışmaları ile gençlere ulaşarak, bilgi<br />
ve bilinç düzeyini artırmak, farkındalık yaratmak ve hizmet kullanımını<br />
artırmak mümkün olacaktır. Bu nedenle toplum sağlığı alanında çalışan<br />
profesyonellerin eğitici ve danışman rollerini aktif olarak kullanması<br />
önerilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Akın A, Özvarış Ş B, Ertem M ve ark (2004). Adolesanların Cinsel ve <strong>Ü</strong>reme Sağlığını<br />
Etkileyen Faktörler Projesi (Özet Rapor), Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Halk Sağlığı Anabilim<br />
Dalı, Ankara.<br />
2. Akın A, Özvarış Ş B, Eroğlu K ve ark (2006). <strong>Ü</strong>niversite Gençlerinin Cinsel ve <strong>Ü</strong>reme<br />
Sağlığı, Beş <strong>Ü</strong>niversite Çalışması (Özet Rapor), Türkiye <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Programı,<br />
Ankara.<br />
3. T.C. Sağlık Bakanlığı Avrupa Komisyonu (2004).Türkiye <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Programı,<br />
Hizmet Çerçevesi Raporu, Ankara.<br />
4. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü (2005).<br />
Geçlere Yönelik <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmetleri, Katılımcı Kitabı, Ankara.<br />
5. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü (2006).<br />
<strong>Ü</strong>reme Sağlığına Giriş, Katılımcı Rehberi, Ankara.<br />
6. World Health Organization/Family and Reproductive Health/Family Planning and<br />
Population (1997). Communicating Family Planning in Reproductive Health. Key<br />
Messages for Communicators, WHO/FRH/FPP/97.33 Geneva.<br />
7. World Health Organization (2001). WHO Regional Strategy on Sexual and<br />
Reproductive Health, EURO/01/5022130, Copenhagen.<br />
8. World Health Organization (2004). Technical Report of the WHO/UNFPA/UNĐCEF<br />
Study Group on Proramming for Adolescent Health, Geneva.<br />
30
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 31-50, <strong>2007</strong><br />
EVLĐLĐĞE YÖNELĐK ĐNANÇLAR VE TUTUMLAR: SAĞLIK ĐNANÇ<br />
MODELĐ ÖLÇEĞĐ’NĐN T<strong>Ü</strong>RK TOPLUMU ĐÇĐN GEÇERLĐLĐK VE<br />
G<strong>Ü</strong>VENĐLĐRLĐĞĐNĐN ĐNCELENMESĐ<br />
BELIEFS AND ATTITUDES TOWARDS MARRIAGE: ANALYSIS OF<br />
VALIDITY AND RELIABILITY OF HEALTH BELIEF MODEL INSTRUMENT<br />
FOR TURKISH SOCIETY<br />
Bilgin Kıray VURAL<br />
Ayla Bayık TEMEL<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Halk Sağlığı Hemşireliği AD<br />
Anahtar Sözcükler: Evliliğe yönelik inanç ve tutumlar, sağlık inanç modeli,<br />
geçerlilik, güvenilirlik.<br />
Key Words: Marriage beliefs and attitudes, health belief model, validity, reliability<br />
Bu makalenin özeti, Muğla - II. Sağlığı Geliştirme ve Sağlık Eğitimi Kongresi’nde poster<br />
bildiri olarak sunulmuştur.<br />
ÖZET<br />
Bu araştırma, Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />
Ölçeği’nin, geçerlik ve güvenirliğini inceleyerek Türk toplumuna uyarlanması<br />
amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />
Metodolojik çalışmanın verileri, Đzmir’de Bornova Đlçe Belediyesi Evlendirme<br />
Dairesi ve Đl Sağlık Müdürlüğü - Bornova Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 9<br />
No’lu Ana Çocuk Sağlığı Merkezi’nde toplanmıştır. Araştırma evrenini, 1 Nisan<br />
2006 - 30 Haziran 2006 tarihleri arasında nikah öncesi sağlık raporu almaya<br />
gelen nişanlı çiftler (n=419) oluşturmuştur. Örneklem grubuna, olasılıksız<br />
örnekleme yöntemiyle seçilen ve gönüllü <strong>23</strong>0 nişanlı erkek/kadın alınmıştır.<br />
Veriler sosyo-demografik özellikleri içeren bir form yanısıra Amerika’da<br />
Sullivan ve arkadaşları (2004) tarafından geliştirilen, dört alt faktör gruplu <strong>23</strong><br />
maddeden oluşan Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />
Ölçeği ile toplanmıştır.<br />
Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin dil<br />
geçerliliği ve kapsam geçerliliği yapılmıştır.<br />
Ölçeğin genel Cronbach Alfa katsayısı 0.72, Guttman Split-half değeri<br />
birinci yarı için 0.70 ve ikinci yarı için 0.66 bulunmuştur. Örneklemin faktör<br />
analizi için yeterli olup olmadığını değerlendirmek için Kaiser-Meyer-Olkin<br />
(0.78) ve Bartletts Test of Sphericity (X²=2264.81 p
Açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi yapılmıştır. Ölçek maddelerinin<br />
faktör yüklerinin-0.13-0.87 arasında değiştiği ve orijinal form ile örtüşen dört<br />
faktörden (yararlar, ciddiyet, duyarlılık, engeller) oluştuğu görülmüştür. Alt<br />
faktörlerin Cronbach Alfa katsayısı 0.87 - 0.43 arasında bulunmuştur. Ölçek<br />
toplam varyansın %53.49’unu açıklamaktadır.<br />
Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Türk<br />
toplumuna uygulanması açısından geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu<br />
söylenebilir.<br />
SUMMARY<br />
This research has been carried out with the purpose of adapting Beliefs<br />
and Attitudes Towards Marriage: Health Belief Model Instrument to the Turkish<br />
society by its validity and reliability analysis.<br />
The data for the methodological study was collected at Mother and Child<br />
Health Center No 9 in Bornova Health District and at Marriage Office of Bornova<br />
Municipality in Izmir. The population of the research was consisted of engaged<br />
couples ( n=419) who applied for health certificate before marriage ceremony to<br />
the health center and marriage office. The sample group of the research was<br />
composed of <strong>23</strong>0 engaged women/men who were selected with unprobability<br />
sampling technique and volunteered to participate in the research. Sociodemographic<br />
questionnaire form and <strong>23</strong>-item Marriage Beliefs and Attitudes:<br />
Health Belief Model Scale covering four sub-factors which was developed by<br />
Sullivan and et.al (2004) were used as tools for the data collection.<br />
The validity of the instrument in terms of language and content validity<br />
were ensured of Marriage Beliefs and Attitudes: Health Belief Model Scale.<br />
General Cronbach’s alpha co-efficient of the instrument was found to be<br />
0.72, Guttman Split – half value was 0.70 for the first half and 0.66 for the<br />
second half Kaiser-Meyer-Olkin (0.78) and Bartletts Test of Sphericity<br />
(X²=2264.81 p
Özellikle Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aileye, yardım için çeşitli<br />
kurumlar ortaya çıkmıştır (http://www.aetd.org.).<br />
Aileleri desteklemek amacıyla uygulanan evlilik öncesi danışmanlık<br />
hizmeti, aileyi güçlendiren ve boşanma oranını düşüren yaklaşımı ile<br />
ülke politikalarına girmiştir. Yeni bir başlangıcın üstlenilmesinde,<br />
rollerin ve davranışların öğretilmesinde, destek sağlama yolu olarak<br />
evlilik hazırlığına ve evlilik öncesi danışmanlığa büyük bir siyasi ilgi<br />
oluşmuştur (Stahmann 2000).<br />
Son yıllarda, evliliklerde ortaya çıkan sorunları önlemek için<br />
geliştirilen başarılı programlarda ve araştırmalarda hedef grup evli<br />
çiftler olmasına rağmen, nişanlı çiftlere yönelik yaygın programlar daha<br />
az gerçekleştirilmektedir. Oysa yapılan araştırmalarda; evlilik stresini,<br />
boşanmayı önlemede ve iletişim becerilerini arttırmada, nişanlı çiftler<br />
üzerinde yürütülen programların daha etkili olduğu gösterilmiştir<br />
(Hahweg, Markman, Thurmaier ve ark. 1998). Ancak nişanlı çiftlerin<br />
büyük çoğunluğu sorunlu ilişkilerini önleme yaklaşımları içinde olmalarına<br />
rağmen, evlilik öncesi danışmanlığa yeterince katılmamaktadırlar<br />
(Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark 2004). Özellikle sorun yaşama riski<br />
taşıyan çiftlerde katılım daha da az olmaktadır. Danışmanlık almada;<br />
katılım oranlarının düşük olmasının nedenleri arasında; henüz önemli<br />
bir sorun yaşamamış olmaları, boşanma ve evlilik sorunlarında<br />
duyarlılık gibi kendi algılarından onları alıkoyan iyi giden ilişkilerinden<br />
memnun olmaları, evlilik öncesi danışmanlığa katılımın yararını<br />
algılamamaları ve değişiklik için güdüsüz olmaları nedeniyle girişime<br />
gereksinim duymamaları belirtilmektedir (Günay 1995, Sullivan,<br />
Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />
EVLĐLĐĞE YÖNELĐK ĐNANÇ VE TUTUMLAR;<br />
SAĞLIK ĐNANÇ MODELĐ (Health Belief Model - HBM)<br />
Evlilik öncesi programlara katılan çiftlerin sayısını arttırmak için,<br />
programa katılma veya katılmama konusunda etkili faktörlerin<br />
belirlenmesi önemlidir. Halk sağlığı ve sosyal psikoloji alanı için<br />
tasarlanan, Sağlık Đnanç Modeli (Health Belief Model/HBM), evlilik<br />
öncesi danışmanlığa katılımı kavramsallaştırmada rehber olarak<br />
kullanılmaktadır. Sağlık davranışı modellerinin en eskisi ve en fazla<br />
bilinenidir. Yaygın olarak kullanılan bu teorik modele temelli etkili<br />
faktörleri belirleme formunun, nişanlılar için oldukça uygun olduğu<br />
belirlenmiştir (Redding, Rossi, Rossi ve ark. 2000, Sullivan, Pasch,<br />
Cornelıus ve ark. 2004). Sağlık Đnanç Modeli, 1950’lerde geliştirilmiş<br />
olup, kondom kullanımı, emniyet kemeri takma, tıbbi tedaviye uyum,<br />
erken tanının kullanımını arttırma ve hemşireler tarafından aile kurmuş<br />
genç çiftlerin sağlığını geliştirmede rehber olarak kullanılmaktadır.<br />
Sağlık davranışlarının açıklanmasında, kavramsal çerçeve olarak çok<br />
33
fazla tercih edilmektedir (Roden 2004, Eisen, Zellman, McAlister ve ark.<br />
2005). Bu model, bireyi sağlığa ilişkin eylemleri yapmaya ya da<br />
yapmamaya neyin güdülediğini anlamaya yönelik bir kavramdır ve aynı<br />
zamanda sağlık davranışlarının belli inançlarla ilişkilendirildiğini<br />
savunur (Health Belief Model 2001).<br />
Evlilik öncesi danışmanlıkta sağlık inanç modelinin bileşenleri<br />
aşağıda sıralanmıştır; Bireylerin;<br />
1) Ortaya çıkabilecek olası sorunlara yönelik algıladıkları hassasiyet<br />
(algılanan duyarlılık)<br />
2) Sorunların ciddi sonuçlarına yönelik algıladıkları inançları (algılanan<br />
ciddiyet)<br />
3) Önleme eylemleri açısından algıladıkları engeller (algılanan engeller)<br />
4) Riski azaltacak ve etkin olacak önleme girişimlerine yönelik inançlarıdır<br />
(algılanan yararlar) (Roden 2004, Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark.<br />
2004).<br />
Sağlık inanç modeli, evlilik öncesi danışmanlığa uyarlandığında<br />
nişanlı çiftlerin evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılımında<br />
aşağıdaki durumların varlığında çiftlerin daha güdülü olacakları<br />
düşünülmüştür. Çiftler;<br />
1) Boşanma ve evliliklerinde sorun gelişme olasılığına inanırlarsa,<br />
2) Evlilikte ortaya çıkabilecek sıkıntılar ve boşanma sonuçlarının<br />
getireceği olumsuzluklara inanırlarsa,<br />
3) Evlilik öncesi danışmanlığa katılımın güç veya sorunlu olmadığına<br />
inanırlarsa,<br />
4) Danışmanlığın, evlilik sorunlarını önlemede yardımcı olacağına<br />
inanırlarsa, evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılmada güdüleri<br />
daha fazla olacaktır (Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />
Evlilik öncesi danışmanlığa katılma veya katılmama nedenlerini<br />
saptamada önerilen Sağlık Đnanç Modeli aşağıdaki şekilde gösterilmiştir<br />
(Şekil 1).<br />
Çiftlerin evlilik öncesi danışmanlığa devam etme niyetlerinin,<br />
katılımda güçlü bir faktör olduğu belirtilmektedir. Çiftler evlilikte<br />
ortaya çıkabilecek sorunlar hakkında bir şeyler bilirlerse, sorunlu<br />
evliliğin sonuçlarının kötü olduğuna ve kendi evliliklerinde de sorun<br />
olabileceğine inanırlarsa, danışmanlığın yararlarına ve danışmanlığa<br />
ulaşmanın kolay olduğuna inanırlarsa danışmanlık alma girişiminde<br />
bulunacaklardır. Ayrıca çevrelerinde danışmanlık almış kişiler bulunursa<br />
ve evlilik öncesi danışmanlığı önerirlerse, çiftlerin danışmanlık almak<br />
için niyetlenmeleri ve danışmanlık alma olasılıkları daha fazla olacaktır<br />
(Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />
34
Algılanan hassasiyet<br />
Algılanan ciddiyet<br />
Algılanan engeller<br />
Algılanan yararlar<br />
Boşanma hakkındaki çiftin bilgisi<br />
Demografik özellikler<br />
Niyet<br />
EVLĐLĐK ÖNCESĐ<br />
DANIŞMANLIĞA<br />
KATILIM<br />
Şekil 1: Evlilik öncesi danışmanlığa katılımda etkili faktörlerin belirlenmesine yönelik<br />
model<br />
Kaynak: Sullivan KT., Pasch L., Cornelıus T ve ark. 2004 ve ark.l. (2004). Predicting<br />
Participation in Premarital Prevention Programs: The Health Belief Model and Social<br />
Norms, Family Process; 43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />
Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin,<br />
evlilik öncesi danışmanlığa katılma konusunda çiftlerde farkındalık<br />
yaratma amacıyla hizmet edebileceği düşünülmektedir. Ayrıca evliliğe<br />
yönelik inanç ve tutumların belirlenmesi çiftlerin gereksinimleri<br />
doğrultusunda oluşturulacak eğitim programlarında uzmanlara ve<br />
hemşirelere yarar sağlayabilir.<br />
AMAÇ<br />
Çiftlerin evlilik öncesi danışmanlık programına katılmalarında<br />
etkileyici faktörlerin belirlenmesinde yararlanılan “Evliliğe Yönelik<br />
Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli” ölçeğinin geçerlik güvenirliğini<br />
inceleyerek Türk toplumuna uyarlanması amacıyla metodolojik olarak<br />
planlamıştır.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Araştırma 1 Nisan 2006-30 Haziran 2006 tarihleri arasında Đzmir<br />
Đli Bornova Belediyesi Evlendirme Dairesi ve Đzmir Đl Sağlık Müdürlüğü<br />
Bornova Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 9 No’lu Ana Çocuk Sağlığı<br />
Merkezi’nde yürütülmüştür. Araştırma evrenini, nikah gününü<br />
belirlemek için 1 Nisan 2006-30 Haziran 2006 tarihleri arasında, sağlık<br />
raporu almaya gelen ve gönüllü olan çiftler (n=419) oluşturmuştur.<br />
Araştırmanın örneklemini olasılıksız örnekleme ile araştırma<br />
kriterlerine uygun toplam <strong>23</strong>0 nişanlı çift (kadın/erkek) oluşturmuştur.<br />
Araştırmaya katılmaya gönüllü, okur-yazar olan, görme ve işitme<br />
sorunları ve bilişsel bozukluğu olmayan, soruları yanıtlayabilen çiftler<br />
araştırmaya dahil edilmişlerdir. Hipotezler:<br />
H1: “Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />
Ölçeği” Türk toplumunda nişanlı çiftlerin evliliğe yönelik inanç ve<br />
tutumlarının belirlenmesinde geçerlidir.<br />
35
H1 : “Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği”<br />
Türk toplumunda nişanlı çiftlerin evliliğe yönelik inanç ve tutumlarının<br />
belirlenmesinde güvenilirdir hipotezi araştırmada test edilmiştir.<br />
Araştırmanın yürütülebilmesi için Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
<strong>Yüksekokulu</strong> Etik Komitesi’nden, Bornova Belediyesi’nden, Đzmir Đl<br />
Sağlık Müdürlüğü’nden, Sullivan ve arkadaşlarından yazılı izin ve<br />
katılımcılardan sözlü onam alınmıştır.<br />
Ölçeğin geçerliğinin sınanması için; ölçeğin dil eşdeğerliği, içerik<br />
geçerliği (content validity) ve yapı geçerliliği (açıklayıcı faktör analizi ve<br />
doğrulayıcı faktör analizi) kullanılmıştır. Ölçeğin güvenirliğini saptamak<br />
için standart hata, iç tutarlılığı tekniklerinden (alfa katsayısı, bölünmüş<br />
ölçek çözümlemesi, madde toplam ölçek çözümlemesi) yararlanılmıştır.<br />
Verilerin analizleri SPSS 11.5 (Statistical Package for Social Sciences)<br />
paket programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde;<br />
Kendall uyum iyiliği (Kendall’s coefficient of concordance), Cronbach<br />
Alfa güvenirlik katsayısı ve korelasyon analizleri, örneklem büyüklüğü<br />
için Kaiser-Meyer-Olkin, faktör analizi yapılabilmesi için uygunluğunun<br />
belirlenmesinde Bartletts Test of Sphericity, faktör analizi ve temel<br />
bileşenler analizi (Principal Components Analysis) gibi istatistiksel testlere<br />
başvurulmuştur (Akgül 1997, Tezbaşaran 1997, Özgüven 2000, Erkuş<br />
2003, Gözüm 2003).<br />
Veri Toplama Araçları<br />
Verilerin toplanmasında iki araçtan yararlanılmıştır.<br />
1. Bireye ilişkin sosyo-demografik veri toplama formu; bu formda,<br />
sosyo-demografik özellikleri belirlemeye yönelik dokuz soru, evlilik<br />
durumu ile ilgili üç soru yer almıştır.<br />
2. Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği;<br />
araştırmada, evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılımlarını<br />
etkileyen ve güdüleyen etkenlerin belirlenmesi için, Sullivan ve arkadaşları<br />
(2004) tarafından geliştirilen Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık<br />
Đnanç Modeli Ölçeği’nden yararlanılmıştır. Bu ölçek dört alt boyuttan<br />
oluşmuştur (algılanan yararlar, algılanan ciddiyet, algılanan duyarlılık,<br />
algılanan engeller) ve <strong>23</strong> madde içermektedir. Bu ölçeğin kategori sayısı<br />
beştir ve ölçek maddeleri 1-5 arasında puan almaktadır. Konu ile ilgili<br />
inanç ve tutumlar bireylerin “tamamen katılıyorum”dan (ortada<br />
“kararsızım” kategorisi olmak üzere) “hiç katılmıyorum” örneğinde<br />
olduğu gibi tepki kategorilerinden oluşmuştur. Maddeye verilen puan<br />
arttıkça bireylerin tutum ve inanç tepki kurulumu olumlu yönde<br />
artmaktadır (Erkuş 2003).<br />
Bilgi sorularında Türkiye’de günümüzdeki boşanma oranı,<br />
boşanmayı düşünen çiftlerin yüzdesi ve boşanma için en yüksek risk<br />
taşıyan evlilik yılları, dönemleri (iki soru) ve evlilik öncesi danışmanlık<br />
36
programına katılma niyetleri (dört soru) ile ilgili toplam 29 soru ayrıca<br />
çiftlere yöneltilmiştir. Çiftlerden anket formlarını araştırmacıya geri<br />
verinceye kadar nişanlıları ile verdikleri yanıtları paylaşmamaları<br />
istenmiştir.<br />
BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
1. Çiftlerin Sosyodemografik Özellikleri<br />
Tablo 1’de araştırma kapsamına alınan çiftlerin sosyodemografik<br />
özelliklerine göre dağılımı verilmiştir. Araştırmaya katılanların %49.1’inin<br />
erkek, %50.9’unun kadın olduğu, %73.5’inin 20-29 yaş grubunda yer<br />
aldıkları, %40.9’unun üniversite/yüksekokul mezunu olduğu saptanmıştır.<br />
Gelir getiren bir işte çalışanların (%73.5), büyük çoğunluğu<br />
(%63.5) düzenli ücretli/maaşlı olarak çalışmaktadır. Herhangi bir işte<br />
çalışmayanların ise %6.5’i öğrenci, %9.1’i ev hanımı olup, %9.1’i iş<br />
aramaktadır. Gelir düzeyi incelendiğinde; gelir giderden az olanların<br />
oranı %44.4’tür. Katılımcıların %85.7’si herhangi bir sağlık güvencesine<br />
sahiptir. Evlilik sayıları açısından; %91.3’ünün ilk evliliğidir, eşini bir<br />
yıldan az süredir tanıyanların oranı %17.0’dır.<br />
Tablo 1: Çiftlerin Sosyodemografik Özelliklerine Göre Dağılımı<br />
Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />
Cinsiyet<br />
Erkek<br />
Kadın<br />
113<br />
117<br />
49.1<br />
50.9<br />
Yaş Grupları<br />
19 yaş altı<br />
20-29<br />
30-39<br />
40 yaş ve üstü<br />
Öğrenim Durumu<br />
Okul bitirmemiş<br />
Đlkokul mezunu<br />
Ortaokul mezunu<br />
Lise mezunu<br />
Y.Okul/Fakülte mezunu<br />
Yükseklisans/doktora<br />
Gelir Getiren Bir Đşte Çalışma Durumu<br />
Çalışan<br />
Çalışmayan<br />
Gelir Düzeyi<br />
Geliri yok<br />
Gelir gidere eşit<br />
Gelir giderden az<br />
Gelir giderden fazla<br />
Sağlık Güvencesi<br />
Emekli Sandığı<br />
SSK<br />
Bağkur<br />
10<br />
169<br />
45<br />
6<br />
1<br />
20<br />
24<br />
71<br />
94<br />
20<br />
169<br />
61<br />
61<br />
29<br />
102<br />
38<br />
44<br />
127<br />
11<br />
4.3<br />
73.5<br />
19.6<br />
2.6<br />
0.4<br />
8.7<br />
10.4<br />
30.9<br />
40.9<br />
8.7<br />
73.5<br />
26.5<br />
26.5<br />
12.6<br />
44.4<br />
16.5<br />
19.1<br />
55.2<br />
4.8<br />
37
Özel sağlık sigortası<br />
Yeşil kart<br />
Sağlık güvencesi olmayan<br />
Evlilik <strong>Sayı</strong>sı<br />
Birinci<br />
Đkinci<br />
<strong>Ü</strong>çüncü evliliği<br />
14<br />
1<br />
33<br />
6.1<br />
0.5<br />
14.3<br />
210<br />
19<br />
1<br />
91.3<br />
8.3<br />
0.4<br />
TOPLAM <strong>23</strong>0 100.0<br />
2. Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />
Ölçeği’nin Türk Toplumuna Uyarlanmasında Kullanılan Geçerlik ve<br />
Güvenirlik Yöntemleri<br />
Ölçme aracının amaca hizmet etmesi, onun ölçmek istediği<br />
özelliği doğrulukla ölçmesiyle yakından ilişkilidir. Doğru ve güvenilir bir<br />
ölçüm yapamayan ya da doğru ölçüm yapıp, kullanılma amacına hizmet<br />
etmeyen bir ölçme aracının kullanılması uygun değildir. Bu durum<br />
ölçme araçlarının güvenirliğinin ve geçerliğinin birlikte ele alınmasını<br />
gerekli kılar. Bir ölçme aracının geçerli olabilmesi güvenirliğine bağlı<br />
olmasına rağmen, güvenilir olup da geçerli olmayan bir ölçme aracı,<br />
uygulamada pek bir öneme sahip değildir (Erkuş 2003).<br />
Geçerlik Analizleri<br />
Bir ölçme aracının güvenirlik ile birlikte önemli teknik özelliklerinden<br />
biri geçerliğidir. Geçerlik, bir ölçme aracının geliştirildiği amaca hizmet<br />
derecesi olarak tanımlanabilir (Akgül 1997).<br />
Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />
geçerlik çalışmasında ölçeğin dil eşdeğerliği, içerik geçerliği (kapsam<br />
geçerliliği-content validity) ve yapı geçerliliği kullanılmıştır.<br />
Dil geçerliliği; araştırmanın ilk aşamasında Türkçe’ye uyarlama<br />
çalışmaları için ölçeği geliştiren yazarlardan biri olan Sullivan ile<br />
iletişim kurularak izin alınmış, ölçeğin dil geçerliliğine yönelik çalışmalar<br />
yapılmıştır. Ölçek maddelerinin Türkçe’ye çevirisi yapılırken hedef<br />
dildeki en uygun cümle yapısının, deyimlerin kullanılması, kültüre<br />
tamamen yabancı maddelerin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu işlem<br />
sadece birebir çeviri değil, aynı zamanda uyarlamanın yapıldığını<br />
gösterir (Savaşır, Şahin 1997). Ölçek, Türkçe ve Đngilizce’yi iyi bilen beş<br />
uzman tarafından Đngilizce’den Türkçe’ye çevrilmiş ve iki öğretim<br />
elemanı tarafından ortak Türkçe çevirisi oluşturulmuştur. Bağımsız bir<br />
dil bilimci tarafından Türkçe’den Đngilizce’ye geri çevirisi yapılmış ve iki<br />
uzman tarafından ölçek formu oluşturularak dil geçerliliği sağlanmıştır.<br />
Đçerik geçerliği (kapsam geçerliği); Evliliğe Yönelik Đnanç ve<br />
Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Türkçe formu içerik geçerliliği<br />
açısından Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
Florence Nightingale <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Antalya Sağlık<br />
<strong>Yüksekokulu</strong>, Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>, Başkent<br />
38
<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’nda görevli 10 öğretim üyesine<br />
uzman görüşü almak üzere verilmiştir. Uzmanlardan, ölçekteki her bir<br />
maddeyi ölçüm değeri; 1 (uygun değil); 2 (maddenin uygun şekle<br />
getirilmesi gerekir); 3 (uygun, ancak ufak değişiklik gerekiyor); 4 (çok<br />
uygun), olmak üzere dört puan üzerinden değerlendirmeleri istenmiştir<br />
(Tezbaşaran 1997, Erefe 2002). Uzmanlar maddelerle ilgili önerilerini<br />
açık uçlu geri bildirimlerle de belirtmişlerdir. Uzmanların değerlendirme<br />
puanları Kendall W analizi ile değerlendirildiğinde, uzman puanlarının<br />
istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı olduğu (Kendall W= .350, p=<br />
.003) ve uzmanlar arası uyum bulunmadığı saptanmıştır. Araştırmacılar,<br />
uzmanların önerileri doğrultusunda ölçeğin tüm ifadelerini tekrar<br />
düzenleyerek ikinci kez uzman görüşüne sunmuşlardır. Analiz<br />
sonucunda uzmanların puanlarının istatistiksel olarak farklı olmadığı<br />
(Kendall W= .333, p= .450), uzmanlar arasında uyum sağlanabildiği<br />
belirlenmiştir.<br />
Örneklem grubuna dahil olma kriterlerini taşıyan 20 kişiye ön<br />
uygulama yapılarak, çiftlere maddelere ilişkin düşünceleri ve<br />
maddelerin anlaşılıp anlaşılamadığı sorulmuştur. Olumsuz geri bildirim<br />
olmadığından geçerlik ve güvenirlik çalışmaları için yeterli büyüklükteki<br />
örnekleme uygulanmasına karar verilmiştir. Ön uygulama yapılan<br />
çiftlerin verileri araştırma kapsamına alınmamıştır.<br />
Yapı geçerliği; Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç<br />
Modeli Ölçeği’nin yapı geçerliğini değerlendirmede “açıklayıcı faktör<br />
analizi ve doğrulayıcı faktör analizi” kullanılmıştır. Faktör çözümlemesi,<br />
çok sayıda değişkenin birkaç başlık altında toplanmasıdır (Erkuş 2003,<br />
Gözüm, Aksayan 2003).<br />
Açıklayıcı faktör analizinde faktör sayılarını belirlemenin çeşitli<br />
yöntemleri vardır. Bunlardan en sık kullanılanı, Kaiser-Guttman kuralı<br />
olarak bilinen ve özdeğeri 1’den büyük olan faktörlerin alınması tekniğidir<br />
(Ayvaşık 2002). Hangi maddenin hangi faktöre ait olduğunu belirlemede<br />
ölçüt, bir faktör ile madde arasındaki ilişkinin derecesini gösteren<br />
faktör yüküdür (Akgül 1997, Ayvaşık 2002). Genel olarak, bir madde<br />
hangi faktör ile en yüksek ilişkiyi gösteriyorsa, o faktör altında sıralanır.<br />
Bu araştırmada özdeğeri en az 1 olan faktörler yorumlamaya alınmıştır.<br />
Tablo 3: Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Açıklayıcı<br />
Faktör Analizi<br />
MADDELER FAKTÖR 1<br />
(yararlar)<br />
Madde 21<br />
0.86<br />
Madde 20<br />
0.86<br />
Madde 22<br />
0.81<br />
Madde 16<br />
0.80<br />
Madde <strong>23</strong><br />
0.77<br />
FAKTÖR 2<br />
(ciddiyet)<br />
FAKTÖR 3<br />
(duyarlılık)<br />
FAKTÖR 4<br />
(engeller)<br />
39
Madde 12<br />
Madde 18<br />
Madde 14<br />
0.53<br />
0.45<br />
-0.13<br />
Madde 8<br />
Madde 9<br />
Madde 7<br />
Madde 6<br />
Madde 10<br />
0.87<br />
0.86<br />
0.86<br />
0.78<br />
0.65<br />
Madde 3<br />
Madde 4<br />
Madde 5<br />
Madde 2<br />
Madde 11<br />
Madde 1<br />
0.80<br />
0.80<br />
0.79<br />
0.74<br />
-0.54<br />
0.53<br />
Madde 15<br />
Madde 19<br />
Madde 13<br />
Madde 17<br />
0.79<br />
0.66<br />
0.52<br />
0.31<br />
ÖZDEĞER 4.060 3.503 3.100 1.641<br />
AÇIKLANAN VARYANS 20.592 13.503 12.564 6.833<br />
Alt Boyutların Alpha Katsayıları 0.7851 0.8789 0.6095 0.4314<br />
Tablo 3’de görüldüğü gibi, <strong>23</strong> maddelik ölçeğe uygulanan temel<br />
bileşenler analizinde özdeğeri biri aşan dört faktör elde edilmiştir.<br />
Varimax rotasyonu sonrasında ortaya çıkan en büyük faktör, varyansın<br />
%20.592’sini açıklayabilen 1. faktördür. Bu faktöre yüklenen maddelerin<br />
Cronbach Alpha katsayısı 0.7851’dir. Đkinci faktör varyansın %13.503’ünü<br />
açıklamaktadır ve Cronbach Alpha katsayısı 0.8789’dur. <strong>Ü</strong>çüncü sırada<br />
yer alan faktör, varyansın %12.564’ünü açıklamaktadır ve Cronbach<br />
Alpha katsayısı 0.6095’dir. Dördüncü sırada yer alan faktör, varyansın<br />
%6.833’ünü açıklamaktadır ve Cronbach Alpha katsayısı 0.4314’dür.<br />
Böylece dört faktörün açıkladığı toplam varyans %53.492 olarak<br />
bulunmuştur. Faktörlerin açıkladığı toplam varyansın %40 - %60 arası<br />
olması yeterlidir (Tavşancıl 2005). Ölçeğin tümünün Cronbach Alpha<br />
değeri 0.7219 olarak bulunmuştur. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı ne<br />
kadar yüksek olursa bu ölçekte bulunan maddelerin o ölçüde birbiriyle<br />
tutarlı ve aynı özelliğin ögelerini yordayan maddelerden oluştuğu<br />
varsayılır (Gözüm, Aksayan 2002). Güvenirlik katsayısı 0.60-0.79 arasında<br />
ise ölçek oldukça güvenilir olarak değerlendirilmektedir (Özdamar<br />
2002, Tavşancıl 2005). Ölçeğin tamamı için elde edilen Cronbach Alpha<br />
katsayısı 0.70’in üzerinde bulunduğu için ölçek kabul edilebilir sınırlar<br />
içinde yeterlidir.<br />
Ölçekte 1. faktör altında yer alan 14. madde ile 3. faktör altında<br />
yer alan 11. madde faktör yükleri negatif ve düşük olmasına rağmen<br />
Sullivan ve uzmanların görüşleri alınarak bu maddeler sorgulanması<br />
gereken önemli maddeler olduğu için ölçekten çıkarılmamıştır.<br />
40
Nunnally ve Bernstein tarafından faktör sayısının belirlenmesine<br />
yönelik geliştirilen bir yöntem de, faktör çözümlemesinin kuramsal<br />
olarak uygunluğudur (Nunnally, Bernstein 1994). Çalışmada literatür<br />
esas alındığında <strong>23</strong> madde ve dört faktör çözümlemesine göre madde<br />
dağılımının kuramsal olarak güvenilir olduğuna karar verilmiştir.<br />
Faktörler orijinal formda olduğu gibi birinci faktör algılanan yararlar,<br />
ikinci faktör algılanan ciddiyet, üçüncü faktör algılanan duyarlılık,<br />
dördüncü faktör algılanan engeller alt boyutu olarak isimlendirilmiştir.<br />
Alt faktörlerin Cronbach Alfa katsayısı sırasıyla 1.faktör; algılanan<br />
yararlar (α=.78), 2.faktör; algılanan ciddiyet (α=.87), 3.faktör; algılanan<br />
duyarlılık (α=.60), 4.faktör; algılanan engeller (α=.43) olarak bulunmuştur.<br />
Ölçme aracında kullanılan madde sayısı, elde edilen iç tutarlılık<br />
katsayılarını etkilemekte ve madde sayısı az olan ölçeklerde Cronbach<br />
Alpha katsayısı gerçek değerden daha küçük çıkmaktadır (Mishel 1998).<br />
Bu ölçekte de algılanan engeller alt boyutunun iç tutarlılık katsayısının<br />
düşük çıkmasının soru sayısıyla ilişkili olduğu düşünülmüştür.<br />
Ciddiyet ve duyarlılık alt boyutları orijinal form ile tam olarak<br />
örtüşmektedir. Ancak 12, 14,16, ve 18. maddeler özgün formda “engeller”<br />
alt boyutunda yer almasına rağmen, Türk toplumunda “yararlar” alt<br />
boyutunda algılanmıştır. Sullivan ve arkadaşlarının görüşleri<br />
doğrultusunda alt boyutlardaki bu maddelerin yer değişikliği uygun<br />
görülmüştür. Bu sonuç, bireylerin danışmanlık programının var olması<br />
durumunda, programa katılmayı, terapistin ve evlilik danışmanının<br />
varlığını, bu kişilerin güvenirliğini, söz konusu olacak olsa danışmanlık<br />
masrafını engel olarak değil, yararlılık olarak algıladıklarını<br />
düşündürmüştür. <strong>Ü</strong>lkemizde bu programların olmaması yanı sıra, bu<br />
çalışmada da çiftlerin programa katılmada gönüllü olmaları bu<br />
algılamaları doğrular biçimdedir.<br />
Çalışmada evlilik sorunlarıyla ilgili algılanan duyarlılık boyutu<br />
(üç madde) Cronbach alfa değeri, erkekler için 0.59, kadınlar için 0.61<br />
saptanmış olup, biraz yetersiz bulunmuştur. Sullivan ve arkadaşlarının<br />
çalışmasında (üç madde) ise erkekler için 0.84, kadınlar için 0.87<br />
olarak saptanmıştır. Araştırmada boşanmayla ilgili algılanan duyarlılık<br />
boyutu (üç madde) Cronbach alfa değeri, erkekler için 0.81 ve kadınlar<br />
için 0.85 olarak oldukça yeterli bulunmuştur. Sullivan ve<br />
arkadaşlarının çalışmasında (üç madde) ise erkekler için 0.59 ve<br />
kadınlar için 0.63 olarak biraz yetersiz saptanmıştır (Sullivan, Pasch,<br />
Cornelıus ve ark. 2004).<br />
Evlilik sorunlarıyla ilgili algılanan ciddiyet boyutu Cronbach alfa<br />
değeri, bu çalışmada (dört madde) erkekler için 0.87 ve kadınlar için<br />
0.89’dir ve yeterli düzeydedir. Sullivan ve arkadaşlarının yaptıkları<br />
araştırmada (beş madde) ise erkekler için 0.84 ve kadınlar için 0.76<br />
olup sonuçlar benzerdir. Araştırmada algılanan yararlar boyutu<br />
41
Cronbach alfa değeri (sekiz madde), erkekler için 0.80 ve kadınlar için<br />
0.75 olarak saptanmış olup yeterlidir. Sullivan ve arkadaşlarının<br />
araştırmasında (dört madde) erkekler için 0.82 ve kadınlar için 0.77<br />
olup benzer sonuçlar elde edilmiştir. Algılanan engeller boyutu Cronbach<br />
alfa değeri, yapılan çalışmada algılanan engeller boyutu (dört madde)<br />
erkekler için 0.50 ve kadınlar için 0.32 olup, düşük bulunmuştur.<br />
Sullivan ve arkadaşlarının çalışmasında (beş madde) ise erkekler için<br />
0.82 ve kadınlar için 0.76’dır (Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />
Maddelerin belirlenen alt boyutlarda yeterince temsil edilip<br />
edilmediğini, belirlenen alt yapıların ölçeğin orijinal yapısını açıklamakta<br />
yeterli olup olmadığını sınamak için “Doğrulayıcı Faktör Analizi”<br />
yapılmıştır. Bu analiz özellikle daha önceden geliştirilmiş olan ölçeklerin<br />
uyarlanmasında kullanılması gereken bir yöntemdir (Özdamar 2004,<br />
Baydur, Erhan 2006). Yapılan analizde ölçeğin yapısal denklem model<br />
sonucu (Structural Equation Modeling Results); χ²=500.96, p=0.000,<br />
(örnek büyüklüğü 200’ün üzerinde olduğunda farklılık çıkma olasılığı<br />
oldukça fazladır. Bu nedenle diğer kriterlere bakılması gerekir),<br />
RMSEA=0.073 (0.08’e kadar olan değerler kabul edilebilir bir model<br />
olduğunu gösterir), CFI=0.908 (0.95’den büyük olması beklenir),<br />
NNFI;=0.90 (≥ 0.90 iyi uygun bir model olduğunu gösterir) olarak<br />
saptanmıştır. Ölçeği oluşturan <strong>23</strong> madde ve 4 alt boyutun ölçek yapısıyla<br />
ilişkili olduğu saptanmıştır. Sullivan ve arkadaşlarının çalışmasında<br />
erkekler için χ²=168.42, kadınlar için χ²=170.38, NNFI erkekler için<br />
0.90, kadınlar için 0.91 olarak saptanmıştır.<br />
“Faktör analizi” uygulanırken örneklem büyüklüğü (yeterliliği)<br />
dikkate alınması gereken önemli konulardandır. Örneklemin yeterliğinin<br />
saptanmasında Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) testi yapılmaktadır. Kaiser-<br />
Meyer-Olkin (KMO) örneklem yeterliliği ölçütü, gözlenen korelasyon<br />
katsayıları büyüklüğü ile kısmi korelasyon katsayılarının büyüklüğünü<br />
karşılaştıran indekstir. Bir ölçek, Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değeri<br />
0.70-0.79 arasında ise iyi, 0.60-0.69 arasında ise orta olarak<br />
değerlendirilmektedir. Bu anlamda araştırmada KMO değeri olarak<br />
hesaplanan örneklem yeterliliği 0.78 ve Bartletts Test of Sphericity<br />
(X²=2264.81 p
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t:25.1<strong>23</strong>,<br />
p=0.000). Çalışmada bu iki grubun ortalamaları arasında istatistiksel<br />
olarak anlamlı bir fark saptanmış olup, ölçeğin evliliğe yönelik inanç ve<br />
tutum düzeyi yüksek ve düşük grupları ayırt edebildiği görülmektedir.<br />
Bu sonuç ölçeğin yapı geçerliği için bir kanıt oluşturmaktadır (Tezbaşaran<br />
1997, Erkuş 2003). Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç<br />
Modeli ölçeğinin geçerliğine ilişkin uygulanan, kapsam geçerliği, faktör<br />
analizi ve alt-üst %27’lik grup ortalamaları karşılaştırılması analizleri<br />
sonucuna dayanarak ölçek bu haliyle geçerli bir ölçektir. Ancak, ölçeklerin<br />
geçerlik çalışmaları süregelen çalışmalar olduğu için ölçek kullanılarak<br />
yapılacak çalışmaların sonuçlarını da izlemek gerekmektedir.<br />
Güvenirlik Analizleri<br />
Güvenirlik her ölçme aracının taşıması gereken temel özelliktir ve<br />
bir ölçme aracının hatalardan arınık olarak ölçme yapabilme yeteneğidir.<br />
Aracın verilerinin doğru topladığını ve yinelenebilir olduğunu bu özelliği<br />
belirler (Erkuş 2003, Aksayan, Gözüm 2002). Ölçeğin güvenirliğini<br />
saptamaya yönelik ölçeğin standart hatası, iç tutarlılığı tekniklerinden<br />
yararlanılmıştır.<br />
Araştırma kapsamına alınan nişanlı kadın ve erkeklerin ölçekte<br />
yer alan <strong>23</strong> maddeye yönelik verdikleri yanıtların ortalama, standart<br />
hata ve standart sapma değerleri hesaplanmıştır. Bu sonuçlara göre<br />
ölçeğin madde puan ortalamaları “4.70 - 1.61” arasında değişmektedir.<br />
HBM maddelerinin puanlarının tek tek toplanmasıyla her katılımcı<br />
için ölçek toplam puanı hesaplanmıştır. Ölçeğin toplam puan ortalaması ve<br />
standart hatası 69.09 0.7113’dir. Ölçeğin minimum puanı 37.00,<br />
maximum puanı 108.00 ve standart sapması 10.78’dir. Çarpıklık<br />
(skewness) değeri:-0.107, çarpıklık standart hatası:0.160’dır. Bu<br />
çarpıklık katsayısı 1.96 değerleri içinde yer aldığından anlamlı kabul<br />
edilmez (p
0.20’nin altında bulunmuştur. Güvenirlik katsayısı düşük olan maddelerin<br />
ölçekten çıkarılmasından önce Cronbach Alfa katsayısındaki ve ortalamadaki<br />
değişime bakılması gerekir. Eğer madde ölçekten çıkarıldığında Alfa<br />
katsayısı yükseliyorsa, o madde güvenirliği azaltmaktadır ve ölçekten<br />
çıkarılmalıdır. Güvenirliği değiştirmeyen maddeler ölçeği destekleyen<br />
maddelerdir ve ölçekten çıkarılmaması gerekir (Özadamar 2004, Tavşancıl<br />
2005). Bu maddeler veri toplamada gerekli maddeler olduğu ve madde<br />
çıkarıldığında Cronbach Alfa katsayısında değişim olmadığı/çok az<br />
değişim olması nedeniyle, ölçek sahibi ve uzmanların önerileri<br />
doğrultusunda ölçekten çıkarılmamıştır.<br />
Ölçeğin Alpha katsayısı bir ölçek için kabul edilebilecek yüksek<br />
değerde bulunmuştur. Bu sonuçlar ölçeğin kendi içinde tutarlı<br />
olduğunu göstermektedir. Ölçekte bulunan maddeler birbirleriyle tutarlı ve<br />
aynı özelliğin öğelerinin yoklayan maddelerden oluşmaktadır. Başka bir<br />
deyişle, ölçeğin homojenliği yeterli düzeydedir.<br />
“Đç tutarlılık güvenirlik katsayısı” hesaplama yöntemlerinden birisi<br />
de “yarı test güvenirliği”nin hesaplanmasıdır. “Yarı test güvenirlik”<br />
yönteminde, ölçek ya da test maddeleri iki eşit parçaya bölünerek ölçüm<br />
sonuçları arasında korelasyon hesaplanır (Özgüven 2000, Hovardaoğlu<br />
2000, Aksayan 2002, Erkuş 2003). Ölçeğin son haliyle yarı test<br />
güvenirlik sonuçlarına göre, birinci yarının (12 madde) Cronbach Alpha<br />
katsayısı 0.7072, ikinci yarının (11 madde) Cronbach Alpha katsayısı<br />
0.6617, ölçeğin Spearman-Brown katsayısı 0.3497 ve Guttman Split-<br />
Half katsayısı 0.3495 olarak bulunmuştur. Bu sonuçlar, ölçeğin iç<br />
tutarlılığa sahip, güvenilir bir ölçek olduğunu göstermektedir.<br />
Anket formunda yer alan soru ortalamalarının birbirine eşit olup<br />
olmaması kavramı; soruların denekler tarafından aynı yaklaşım ile<br />
algılanıp algılanmadığını, soruların zorluk derecelerinin birbirine eşit olup<br />
olmadığını belirtir. Diğer bir anlatımla soruların ölçme yeteneklerinin<br />
birbirine yakın ve normal dağılım formunda bir yapıda olup olmadıklarını<br />
değerlendirmeyi amaçlar (Özdamar 2004). Yapılan analiz sonrası<br />
(Hotelling T² testi=3462,64, F=142.95, p
Madde 3<br />
Madde 4<br />
Madde 5<br />
Madde 6<br />
Madde 7<br />
Madde 8<br />
Madde 9<br />
Madde 10<br />
Madde 11<br />
Madde 12<br />
Madde 13<br />
Madde 14<br />
Madde 15<br />
Madde 16<br />
Madde 17<br />
Madde 18<br />
Madde 19<br />
Madde 20<br />
Madde 21<br />
Madde 22<br />
Madde <strong>23</strong><br />
0.1215<br />
0.7214<br />
0.1869<br />
0.7184<br />
0.2605<br />
0.7161<br />
0.4406<br />
0.6961<br />
0.5225<br />
0.6877<br />
0.3951<br />
0.7012<br />
0.4852<br />
0.6928<br />
0.3414<br />
0.7069<br />
-0.1639<br />
0.7321<br />
0.2574<br />
0.7139<br />
0.1275<br />
0.7251<br />
-0.0793<br />
0.7428<br />
0.0421<br />
0.7319<br />
0.4445<br />
0.7005<br />
0.0933<br />
0.7289<br />
0.2288<br />
0.7160<br />
-0.0538<br />
0.7393<br />
0.5997<br />
0.6840<br />
0.6468<br />
0.6804<br />
0.5728<br />
0.6890<br />
0.4620<br />
0.6985<br />
N: <strong>23</strong>0 Cronbach Alpha: 0.7219<br />
Güvenirlik analizi için ölçme aracını oluşturan maddelerin ölçme<br />
aracının bütünüyle ne derecede ilişkili olduklarını belirleyen ve madde<br />
seçiminde sık kullanılan madde analizi için korelasyon katsayısı<br />
hesaplanmaktadır (Tezbaşaran 1997, Özdamar 2002). Madde toplam<br />
puan analizi güvenirlik analizi olduğu gibi, geçerlik (iç tutarlık) göstergesi<br />
olarak da kabul edilir ve ölçeğin yapı geçerliliğini de yansıtır (Tavşancıl<br />
2005).<br />
Tablo: 5 Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeğinin Alt Boyutlarının<br />
Madde-Toplam Korelasyonları (n=<strong>23</strong>0)<br />
k<br />
Alt<br />
Boy<br />
utla<br />
Algılanan<br />
Duyarlılık<br />
Algılanan<br />
Ciddiyet<br />
HBM maddeleri<br />
r p<br />
* Evlilik Sorunları ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />
1-Đleride ilişkide sorun yaratacağını düşündüğü konu olması 0.67** 0.000<br />
2-Evlilik sorunlarının olma olasılığı 0.78** 0.000<br />
11-Sorunların üstesinden gelebileceği inancı -0.21** 0.001<br />
* Boşanma ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />
3-Kendisinin boşanma teklif etmesi 0.70** 0.000<br />
4-Eşinin boşanma teklif etmesi 0.75** 0.000<br />
5-Evliliğin boşanma ile sonuçlanması 0.70** 0.000<br />
* Evlilik Sorunlarının Ciddiyeti<br />
Aşağıdakileri yaşama ne kadar kötü olur........<br />
6-……..Evlilik ile ilgili sorunların olması -0.07 0.291<br />
7-……. Đletişim sorunlarının olması -0.13* 0.041<br />
45
Algılanan<br />
Engeller<br />
Algılanan Yararlar<br />
8-……..Çok fazla sorun/çatışma olması -0.13* 0.038<br />
9-……..Evliliğin sorun olması -0.09 0.158<br />
* Boşanmada Ciddiyet<br />
10-Boşanma olayını yaşama ne kadar kötü olur 0.01 0.926<br />
13-Bilmek istemediği şeylerin açığa vurulması 0.57** 0.000<br />
15-Danışmanlık almanın ilişkide bir sorun olduğu anlamına<br />
gelmesi 0.54** 0.000<br />
17-Din görevlisinin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.60** 0.000<br />
19-Danışmanlık alma gerekli olursa buna gücenme/alınma 0.<strong>23</strong>** 0.000<br />
12-Evlilik öncesi danışmanlığa katılmanın uygun olması 0.53** 0.000<br />
14-Danışmanlık ücretinin danışmalık almayı önleme olasılığı 0.11 0.094<br />
16-Terapistin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.77** 0.000<br />
18-Güvenebileceği danışman bulabilmesi 0.43** 0.000<br />
Evlilik öncesi danışmanlık almak ne derecede …………..…<br />
20-……Evlilikte mutlu olmaya yardımcı olur 0.85** 0.000<br />
21-……Kendisi ve nişanlısının herhangi bir sorununda yardımcı<br />
olur<br />
0.87 0.000<br />
22-........Olabilecek sorunları tanılama ve önlemede yardımcı olur 0.80 0.000<br />
<strong>23</strong>.........Daha iyi iletişimde yardımcı olur 0.74 0.000<br />
*0.05 düzeyinde anlamlı **0.01 düzeyinde anlamlı<br />
Tablo:6 Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği Maddelerinin<br />
Faktör Yükleri ve Evlilik Öncesi Danışmanlık Programına Katılma Niyeti ile<br />
Korelasyonları (n=<strong>23</strong>0)<br />
HBM maddeleri<br />
Faktör<br />
yükleri<br />
Niyet ile<br />
korelasyon<br />
Erkek Kadın Erkek Kadın<br />
Algılanan Duyarlılık<br />
* Evlilik Sorunları ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />
1-Đleride ilişkide sorun yaratacağını düşündüğü konu olması 0.57 0.69 -0.71 0.16<br />
2-Evlilik sorunlarının olma olasılığı 0.51 0.74 0.36 0.14<br />
11-Sorunların üstesinden gelebileceği inancı -0.27 -0.55 -0.15 -0.81<br />
* Boşanma ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />
3-Boşanma teklif etmesi 0.43 0.54 0.81 0.56<br />
4-Eşin boşanma teklif etmesi 0.58 0.49 0.51 0.56<br />
5-Evliliğin boşanma ile sonuçlanması 0.37 0.79 0.31 0.98<br />
Algılanan Ciddiyet<br />
* Evlilik Sorunlarının Ciddiyeti<br />
Aşağıdakileri yaşama ne kadar kötü olur...........................<br />
6-……Evlilik ile ilgili sorunların olması 0.75 0.79 -0.19 0.15<br />
7-……Đletişim sorunlarının olması 0.88 0.88 0.01 0.10<br />
8-……Çok fazla sorun/çatışma olması 0.87 0.89 -0.67 0.11<br />
9-……Evliliğin sorun olması 0.86 0.85 0.13 0.13<br />
* Boşanmada Ciddiyet<br />
10-Boşanma olayını yaşama ne kadar kötü olur 0.55 0.67 -0.08 0.12<br />
Algılanan Engeller<br />
13-Bilmek istemediği şeylerin açığa vurulması 0.66 0.68 0.14 0.14<br />
15-Danışmanlık almanın ilişkide bir sorun olduğu anlamına 0.57 0.73 0.50 0.50<br />
gelmesi<br />
17-Din görevlisinin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.44 -0.48 0.02 0.09<br />
19-Danışmanlık alma gerekli olursa buna gücenme/alınma 0.38 0.58 0.06 -0.02<br />
Algılanan Yararlar<br />
12-Evlilik öncesi danışmanlığa katılmanın uygun olması 0.49 0.43 0.26** 0.27**<br />
46
14-Danışmanlık ücretinin danışmanlık almayı önleme -0.59 0.43 0.11 -0.13<br />
olasılığı<br />
16-Terapistin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.78 0.74 0.24** 0.30**<br />
18-Güvenebileceği danışman bulabilmesi 0.48 0.39 0.<strong>23</strong>* -0.01<br />
Evlilik öncesi danışmanlık almak ne derecede ……….…….<br />
20-........Evlilikte mutlu olmaya yardımcı olur 0.86 0.88 0.21* 0.35**<br />
21-........Kendisi ve nişanlısının herhangi bir sorununda 0.87 0.85 0.15 0.39**<br />
yardımcı olur<br />
22-……Olabilecek sorunları tanılama ve önlemede yardımcı 0.83 0.75 0.22* 0.39**<br />
olur<br />
<strong>23</strong>-........Daha iyi iletişimde yardımcı olur 0.79 0.69 0.13 0.42**<br />
*0.05 düzeyinde anlamlı **0.01 düzeyinde anlamlı<br />
Ölçeğin her bir alt boyutunda yer alan maddelerin puanları ile ait<br />
olduğu alt boyutun toplam puanı arasındaki ilişki korelasyon analizi ile<br />
değerlendirildiğinde güvenirlik katsayıları; algılanan duyarlılık alt<br />
boyutunda r=-0.21−0.78 arasında ve maddelerin her birinde ileri<br />
düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p
(erkeklerde r = 0.33, p
irin üzerinde olan ve toplam varyansın %53.49’unu açıklayan dört<br />
faktör belirlenmiştir. Sonuç olarak Đngilizce’den Türkçe’ye uyarlanan<br />
Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />
geçerlik ve güvenirlik düzeyi yeterli bulunmuştur.<br />
Bu aşamada ölçeği geliştiren Sullivan ve arkadaşlarının da<br />
önerdiği gibi, ölçeğin yapı geçerliğine ilişkin ek kanıtlar elde edilebilmesi<br />
amacıyla, ölçeğin daha büyük ve farklı özelliklere sahip örneklem<br />
gruplarına uygulanarak, inanç ve tutumları etkileyebilecek (yaş, cinsiyet,<br />
eğitim durumu, sosyal statü, deneyimler, etnik grup v.b) değişkenlerle<br />
tekrarlı ölçümlerle sınanması uygun olacaktır. Ayrıca ölçekten evlenmek<br />
üzere olan bireylerin evlilik konusundaki inanç ve tutumlarında algılarının<br />
belirlenmesinde yararlanılabilir. Belediyelerin evlilik öncesi danışmanlık<br />
programları düzenleyerek, ölçeği evlenecek çiftlere uygulamasıyla,<br />
toplumda evlilik danışmanlık programlarına farkındalık sağlanabilir.<br />
Böylelikle evlilik kurumları sağlıklı ilişkilerin oluşturulması ve<br />
geliştirilmesine katkı yaratmada faydalı olabilir.<br />
Ayrıca çalışmanın yapılmasına katkıda bulunan kurumlara ve<br />
çalışmaya katılan çiftlere teşekkür ederiz.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. ...………...http://www.aetd.org/5/frontside1/entitialfocus.aspxprimaryid=1337 Aile<br />
ve Evlilik Terapileri Derneği Erişim tarihi 15.06.2005<br />
2. ………….http//www.hsc.usf.edu/~kmbrown/Health Belif Model-Overviev.htm.2001.<br />
Erişim tarihi 15.06.2006<br />
3. Akgül A (1997). Tıbbi Araştırmalarda Đstatistiksel Analiz Teknikleri, Yükseköğretim<br />
Kurulu Matbaası, Ankara.<br />
4. Aksayan S, Bahar Z, Bayık A. ve ark (2002).Araştırma Tasarımı, (içinde) Đnci Erefe<br />
(ed) <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma Đlke, Süreç ve Yöntemleri, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve<br />
Geliştirme Derneği, 1 Basım, Odak Ofset, Đstanbul, 65-90.<br />
5. Aksayan S, Gözüm S (2002). Kültürlerarası Ölçek Uyarlaması Đçin Rehber I: Ölçek<br />
Uyarlama Aşamaları ve Dil Uyarlaması, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve Geliştirme <strong>Dergisi</strong>,<br />
4(1): 9-14.<br />
6. Ayvaşık HB (2002). Kaygı Duyarlığı Đndeksi:Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Türk<br />
Psikolojisi <strong>Dergisi</strong>, 15(46): 43-57.<br />
7. Baydur H, Eser E (2006). Uygulama: Yaşam Kalitesi Ölçeklerinin Psikometrik<br />
Çözümlenmesi, Sağlıkta Birikim, <strong>Cilt</strong>: 1, <strong>Sayı</strong>:2, 99-1<strong>23</strong>.<br />
8. Eisen M, Zellman GL, McAlister AL (2005). Theories and Approaches, http://etr.org/<br />
recapp/theories/hbm/HBM ~ Erişim tarihi 04.08.2005.<br />
9. Erefe Đ. (2002). Veri Toplama Araçlarının Niteliği. (içinde) Đnci Erefe (ed) <strong>Hemşirelik</strong>te<br />
Araştırma Đlke, Süreç ve Yöntemleri, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve Geliştirme Derneği, 1<br />
Basım, Odak Ofset, Đstanbul,169-188.<br />
10. Erkuş A (2003). Psikometri <strong>Ü</strong>zerine Yazılar, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, 1.<br />
Basım, Ankara.<br />
49
11. Gözüm S, Aksayan S. (2003). Kültürlerarası Ölçek Uyarlaması Đçin Rehber II:<br />
Psikometrik Özellikler ve Kültürlerarası Karşılaştırma, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma<br />
Geliştirme <strong>Dergisi</strong>, 5(1): 3-14.<br />
12. Günay O. (1995). Aile ve Sağlık, Aile Sağlığı El Kitabı, Yusuf Öztürk, Osman Günay<br />
(Ed), Kayseri, 1-5.<br />
13. Hahweg K, Markman HJ, Thurmaier F. et al. (1998). Prevention of Marital distress:<br />
Result of a German Prospective Longitudinal Study, Journal of Family Psychology,<br />
12, 543-556. Aktaran: Sullivan TK, Pasch L, Cornelıus T ve ark.. (2004). Predicting<br />
Participation in Premarital Prevention Programs: The Health Belief Model and Social<br />
Norms, Family Process; 43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />
14. Hovardaoğlu S (2000). Davranış Bilimleri Đçin Araştırma Teknikleri, Ve-Ga Yayınları,<br />
Ankara.<br />
15. Kurt Đ (2000). Yetişkin Eğitim Programları, Yetişkin Eğitimi, Nobel Yayın Dağıtım,<br />
Ankara, <strong>23</strong>5-267.<br />
16. Mishel MH (1998). Methodological Studies: Instrument Development, Brink PJ, Wood<br />
MJ, Advanced Design in Nursing Research, 2.Edition. Thousand Oaks: Sage<br />
Publication.<strong>23</strong>5-282. Aktaran: Çimen S ve ark. (2005). AIDS Tutum Ölçeğinin<br />
Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Zonguldak Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> Sağlık Eğitim<br />
Araştırma <strong>Dergisi</strong>, 1: 1, 1-2.<br />
17. Nunnally JC, Bernstein IH (1994). Psychometric theory (3 nd ed.). New York, McGraw-<br />
Hill Inc.<br />
18. Özdamar K (2002). Paket Programlar ile Đstatistiksel Veri Analizi, 4.Baskı, Eskişehir:<br />
Kaan Kitabevi .<br />
19. Özgüven ĐE (2000). Psikolojik Testler, PDREM Yayınları, 4. Baskı, Ankara.<br />
20. Redding CA, Rossi JS, Rossi SR. et al (2000). Health Behavior Models, The<br />
International Electronic Journal of Health Education, 3 (special Issue): 180-193,<br />
http://www.iejhe.siu.edu Erişim tarihi 01.08.2005<br />
21. Roden J (2004). Revisiting The Health Belief Model: Nurses Applying It To Young<br />
Families And Their Health Promotion Needs, Nursing And Health Sciences, 6, 1-10.<br />
22. Roden J (2004). Validating The Health Belief Model for Young Families: Implications<br />
for Nurses’ Health Promotion Practice, Nursing and Health Sciences, 6, 247-259.<br />
<strong>23</strong>. Sandstrom GD (2004). The Effect Of Marriage Mentoring When Utilized in a<br />
Premarital Program, Capella University, Erişim tarihi 16.06.2005 http://wwwlib.<br />
umi.com/dissertations/preview/3129597....<br />
24. Savaşır I, Şahin HN (1997). Bireysel Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık<br />
Kullanılan Ölçekler. Türk Psikoloji Derneği Yayınları, Ankara, 46-50,1<strong>23</strong>-129.<br />
25. Stahmann RF (2000). Premarital Counselling:A Focus For Family Therapy, The<br />
Association For Family Therapy 2000, Published by Blackwell Publishers, Oxford,<br />
22; 104-116.<br />
26. Sullivan TK, Pasch L, Cornelıus T. et al (2004). Predicting Participation in Premarital<br />
Prevention Programs: The Health Belief Model and Social Norms, Family Process;<br />
43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />
27. Tavşancıl E (2005). Tutumların Ölçülmesi ve SPSS Đleri Veri Analizi, Ankara, Nobel<br />
Basımevi, Ankara.<br />
28. Tezbaşaran A (1997). Likert Tipi Ölçek Geliştirme Kılavuzu,Türk Psikologlar Derneği<br />
Yayınları 2.Basım, Ankara.<br />
50
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 51-68, <strong>2007</strong><br />
HEMŞĐRE EĞĐTĐMCĐLERĐN STERSLE BAŞETME D<strong>Ü</strong>ZEYLERĐNĐN<br />
ĐNCELENMESĐ<br />
INVESTIGATION OF NURSE EDUCATOR’S COPING STRESS LEVELS<br />
Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER Neslihan ARPA<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Bornova / ĐZMĐR<br />
Anahtar Sözcükler: Stres, Stresle baş etme, hemşire eğitimci<br />
Key Words: Stress, Coping Stress, Nurse Educator<br />
Araştırma 10.Ulusal-3. Uluslar arası <strong>Hemşirelik</strong> Kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur.<br />
ÖZET<br />
Türkiye’ de değişen eğitim koşullarının niteliksel ve niceliksel<br />
değişiklikleri hemşire eğiticilerin farklı stresler yaşamalarına neden olmaktadır.<br />
Stres alanlarının belirlenmesi eğitimin kalitesini hem eğitimciler hem de<br />
öğrenciler açısından arttıracağı beklenen bir sonuçtur. Bu düşünceden<br />
hareketle araştırma Ege <strong>Ü</strong>niversitesi’ne bağlı <strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarında<br />
görev yapan hemşire eğitimcilerin stresle baş etme düzeylerinin belirlenmesi ve<br />
bireysel özelliklerinin stresle baş etme düzeyleri üzerine olan etkisinin<br />
incelenmesi amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır.<br />
Tanımlayıcı ve analitik olarak düzenlenen bu araştırmanın evrenini<br />
2002-2003 öğretim yılında Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir<br />
Atatürk Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>’nda görev yapan<br />
tüm hemşire eğitimciler oluşturmuştur(n=82). Araştırmada hemşire eğitimcileri<br />
tanıtıcı bilgi formu ve “Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği” (RÖGÖ)<br />
kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımları, t testi ve<br />
varyans analizi kullanılmıştır.<br />
Hemşire eğitimcilerinin %68.3’ü E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O.’ da çalışmaktadır. %32.9’u<br />
26-30 yaş grubunda olup, %85.4’ü eğitimci olmaktan memnundur. Ölçeğin<br />
puan ortalaması ( 128,64<br />
14, 31 )’ dır. Stresle baş etme stratejilerini en fazla 41-45<br />
yaş grubu ve Doç. Dr. unvanlı hemşire eğitimcilerin kullandıkları saptanmıştır.<br />
Mesleki deneyime göre en fazla stresle baş etme stratejilerini 21 ve üzeri yıl<br />
arasında çalışan hemşire eğitimcilerin, en az ise 11-15 yıl arası çalışan<br />
hemşire eğitimcilerin kullandıkları saptanmıştır. Eğitimci olmaktan memnun<br />
olan hemşire eğitimcilerinin stresle baş etme stratejilerini daha fazla<br />
kullandıkları belirlenmiştir. Tüm bu bulgular sonucunda stresle baş etme ile<br />
ilgili bu tip araştırmaların Türkiye’nin farklı bölgelerindeki hemşire<br />
eğitimcilerle yapılması, ileride yapılacak araştırmalarda “Öz Değerlendirme”<br />
51
tekniğinin kullanıldığı bu tip ölçeklerle birlikte yapılandırılmış görüşmeler ve<br />
doğal gözlem tekniklerinin de kullanılması önerilmektedir.<br />
SUMMARY<br />
This study was prepared with the purpose of investigation of nurse<br />
educators stress and coping stress level effecting of individual charecteristcs on<br />
coping stress level.<br />
This discriptive and analitic study population were total nurse educators who<br />
worked in Ege University School of Nursing, Đzmir Atatürk Health High School<br />
and Ödemiş Health High School in 2002-2003 education year. Nurse educators<br />
who accept to involve in study were the sample and another sample selective<br />
technic was not used (n=82). Data were collected by two questionnaire forms.<br />
The first form was preparied to descriptive nurse educators charecteristics.<br />
Second form “Rosenbaum Learned Resourcefulness Scale (RLS) was used to<br />
discriptive nurse educators coping stress level which validity and realiblity tests.<br />
Data were evaluated by percentages, t test and variance analysis.<br />
68.3% of nurse educators worked in E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>. 32.9 % of them were 26.30<br />
years group, 85.4 % of them satisfaction to be educator. Scale point mean<br />
128.64±14.31. As a result; most of the nurse educators have lived stress<br />
because of the job and while have a problem try to understand and solved<br />
problem was found. Coping stress strategies were highest degree used by nurse<br />
educators who were 41-45 age group and have Associated Proff was found. For<br />
job experimentation; while the coping stress strategies were the highest degree<br />
used by nurse educators who worked between 21 years and higher, Nurse<br />
educators who were plased to be educator used the higher degree coping stress<br />
strategies than the others was found. As a result of; to make studies about<br />
coping stress level like this study in different areas in Turkey with nurse<br />
educators, in this studies using “self evaluation technics”, based on structure<br />
interviews and observation technics were suggested.<br />
GĐRĐŞ<br />
Yaşadığımız yüzyılda insanlar, hangi işi yaparlarsa yapsınlar,<br />
yaşamlarının büyük bir bölümünü, kendi yeteneklerini ve sınırlarını<br />
zorlayarak sürdürmektedirler (Ertekin 1993).Stres organizmanın<br />
bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya<br />
çıkan bir durumdur (Baltaş 2000, Pektekin 1990, Uysal 1999).<br />
Genellikle stres birey ve çevresi ile ilişkilendirilerek gerilim, endişe, baskı,<br />
çelişki, sıkıntı, engellenme, isteksizlik, zorlanma gibi olumsuz<br />
sayılabilecek sözcüklerle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır (Pektekin<br />
1990).<br />
Farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan strese karşı vücut,<br />
çeşitli savunma mekanizmalarıyla cevap vermeye çalışır. Vücudun strese<br />
karşı geliştirdiği bu mekanizmalar, aynı zamanda stresin birey üzerindeki<br />
sonuçlarıdır. Stres sürekli hale geldiği zaman, gerginliğe dönüşür ve<br />
52
gerginlik durumunda insan vücudu değişik aşamada strese karşı tepki<br />
gösterir (Tutar 2000).<br />
Çeşitli sebeplerle oluşan stres tepkileri, kısa ve uzun zamanda<br />
organizmayı çeşitli boyutlarda tehdit eder. Strese karşı verilen tepkiler<br />
uzun bir zaman dilimi içerisinde kronik hastalıkların gelişmesine zemin<br />
hazırlar. Stresin sıklığı ve yoğunluğu zamanı kısaltabilir. Bu hastalıklar<br />
baş ağrısı, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bedensel<br />
hastalıklar olabildikleri gibi, psikolojik veya zihinsel hastalıklar da<br />
olabilirler. Đnsanlar edinmiş oldukları davranış kalıplarına ve zihinsel<br />
özelliklerine göre stres karşısında psikolojik tepki olarak geri çekilme,<br />
kabullenme, karşı koyma veya korku, endişe, depresyon gibi duygusal<br />
problemler geliştirebilirler. Öte yandan dikkatin azalması, zihni bir<br />
konu üzerinde toplama güçlüğü aşırı unutkanlık, obsessif (takıntılı)<br />
düşünceler zihinsel düzeydeki problemlerden bazılarıdır (Görgülü 1990,<br />
Karaküçük 1997, Uysal 1999, Baltaş 2000,Tutar 2000, Güçlü 2001).<br />
Stres günlük yaşantımıza girmiş ve giderek yaygınlık kazanan bir<br />
kavram olmuştur. Durmadan çalışan, amaçlarına ulaşmak,<br />
beklentilerini gerçekleştirmek için çaba gösteren insanlar sürekli<br />
gerginlik, endişe, çatışma ve öfke içerisinde günlük yaşantılarını<br />
sürdürürler. Stres günlük yaşantıda olduğu kadar iş hayatının da<br />
önemli bir parçasını oluşturur (Duymaz 1999).<br />
Barut ve ark. (2002) aktardığı üzere, ABD’de Ulusal Mesleki<br />
Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü (The National Instute for Occupational<br />
Safety and Health-NIOSH) tarafından yapılan bir araştırmada, stres<br />
düzeylerine göre 130 meslek sıralanmıştır Bunlardan stresi en yüksek<br />
düzeyde olan mesleklerden bazıları; işçi, sekreter, denetçi, yönetici,<br />
garson, polislik, hava trafik kontrol memurluğu ve öğretmenliktir<br />
(Barut ve ark. 2002).<br />
Türkiye’de sağlık bakımının yeterli, etkili ve dengeli bir biçimde<br />
verilmesinin önemli koşullarından biri günümüz ve gelecek için iyi<br />
eğitilmiş hemşireler yetiştirmektir. Sağlık sistemi içerisinde rol olacak<br />
profesyonel hemşirelere gerekli bilgi, beceri ve değerler eğitim yolu ile<br />
kazandırılmaktadır (Beceren 1999).<br />
Eğitimci hemşireler, hemşirelik mesleğinde bilginin yeni kuşaklara<br />
geçişi ve daha yeni bilgilerle hemşirenin yetiştirilmesinden sorumludur.<br />
Hasta bakımı ile ilgili davranış ve tutumları öğrencilere öğretme,<br />
hemşirelikte müfredatın temel bileşenlerindendir. Bu özelliklerinden<br />
dolayı, eğitimci hemşireler, liderler olarak diğer hemşirelere rehberlik<br />
ve etki yaparlar. Eğitimci hemşirelerin yeniliklerin takipçisi olma, yeni<br />
bilgileri öğretme, araştırma, toplum hizmetlerine katılma, çeşitli komite<br />
ve etkinliklerde yer almayı gerçekleştirmeli ve klinik pratikte de yer<br />
alabilmelidir (Çam 1994).<br />
53
Hem eğitim, hem de sağlık alanında, her geçen gün artan talepler,<br />
eğitimciler açısından artan öğrenci sayısı, fazla sayıdaki öğrenciye yanıt<br />
verecek fiziksel koşulların yetersizliği, eğitimci sayısının azlığı gibi birçok<br />
etken nitelikli insan yetiştirmeyi zorlaştırmaktadır. Sağlık eğitimi<br />
açısından ise, buna ek olarak, gelişen teknolojiye de ayak uyduracak<br />
nitelikte eleman yetiştirme önemli olmaktadır. Eğitimci hemşireler,<br />
hem sağlık hem de eğitim alanlarında gelen taleplere yanıt vermek<br />
durumundadır (Çam 1995).<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin meslek stresleri hemşirelik eğitiminin<br />
değişimlerinden kaynaklanan meslek stresleridir. Bunlar; rol karmaşası, iş<br />
yükü, kendilerinden daha fazla bilgi ve beceri beklendiğini bilme, felsefi<br />
farklılıklar, iş arkadaşları arasındaki rekabet, ortamdan gelen talepler<br />
ve okulun çalışma düzeni şeklinde belirmektedir (Hunter ve ark. 1993).<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimi kuramsal ve uygulamalı öğretim ve öğrenimi<br />
kapsayan teorik bilgi, gözlem, yorum ve el becerisini gerektiren bir<br />
eğitimdir. <strong>Hemşirelik</strong> eğitimcileri eğitim verirken bu alanlarda sorunlar<br />
yaşamakta ve strese maruz kalmaktadır. Uygulama alanından kaynaklanan<br />
sorunlar da eğitimciler için stres faktörleri oluşturmaktadır<br />
(Ekizler 1994, Fadıloğlu ve ark. 1996, Ok ve ark. 1996).<br />
Uygulamalı eğitimde, hemşire eğitimciler öğrenci sayısına uygun<br />
öğretim elemanı eksikliği ve alandaki diğer insan gücünden yeterince<br />
yararlanılmaması, klinik uygulama ortamının fiziksel koşullarına ilişkin<br />
sorunlar, kurumsal eğitimle, uygulamalı eğitimdeki faklılıklar, sağlık<br />
ekibi ile iletişim eksiklikleri, ARaştırmaların yetersiz olması ve yapılanların<br />
eğitime yansımaması, yasalardaki görev analizi ve iş tanımları ile ilgili<br />
eksiklikler, teknolojik gelişmeleri izleme güçlükleri, hemşirelik eğitimi<br />
ve uygulama ortamları arasımda entegrasyonun olmaması gibi sorunlar<br />
yaşamaktadırlar. Sağlık çalışanlarını yetiştiren hemşire eğitimcilerin<br />
hemşirelik ve eğitimcilik rollerinin her ikisini de birlikte yürüttükleri<br />
düşünülürse daha fazla stresle karşı karşıya kaldıkları söylenebilmektedir<br />
(Ekizler 1994).<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Araştırma, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi’ne bağlı hemşirelik yüksekokullarındaki<br />
hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerinin incelenmesi<br />
ve bireysel özelliklerin başa çıkma düzeylerine etkisini saptamak<br />
amacıyla gerçekleştirilmiş tanımlayıcı tipte bir araştırmadır.<br />
Araştırma Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />
(Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir Atatürk Sağlık<br />
<strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>) gerekli izinler alındıktan<br />
sonra 2002 - 2003 öğretim yılı içinde yürütülmüştür.<br />
54
Araştırmanın evrenini Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı, Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir Atatürk Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş<br />
Sağlık Yüksekokullarında görev yapan toplam 87 hemşire eğitimci<br />
oluşturmuştur. Evrenin tamamı araştırma kapsamına alındığından,<br />
ayrıca bir örneklem seçimine gidilmemiştir. Anket formu, araştırmaya<br />
katılmayı kabul eden 82 hemşire eğitimciye uygulanmıştır. Katılım<br />
oranı %94’ dür (N= 87).<br />
Araştırmada belirlenen amaçlara ulaşmak için iki ayrı araç<br />
kullanılmıştır. Bunlar Hemşire Eğitimcileri Tanıtıcı Bilgi Formu ve<br />
hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerini belirlemek<br />
amacıyla Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğidir. Soru formları<br />
kalem-kâğıt tekniği ile eğitimci hemşirelerin uygun bir zamanında<br />
uygulanmıştır. Uygulamada zaman sınırlamasına gidilmemiştir.<br />
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerin özelliklerine ilişkin<br />
bilgileri elde etmek için ve bu bilgileri araştırmada kullanmak amacıyla<br />
soru formu geliştirilmiştir. Tanıtıcı Bilgi Formu 19 sorudan oluşmaktadır.<br />
Elde edilen bilgiler eğitimcilerin çalıştıkları okulları, yaş, yaş grupları,<br />
mezun oldukları okullar, unvanları, medeni durumları, gelir düzeyleri,<br />
aile tipleri, mezun olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma<br />
durumu, bulunduğu okulda çalışma yılı, eğitim sürecinde stres yaşayıp<br />
yaşamadıkları, stres alanları ve stresle nasıl baş ettikleri, alkol, sigara<br />
ve sakinleştirici ilaçlar gibi alışkanlıkları, eğitimci olmaktan memnun<br />
olma durumu, bir güçlük/zorlanma yaşadıklarında uzman yardımına<br />
başvurma durumu ile ilgilidir.<br />
Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ), Rosenbaum<br />
(1980) tarafından stresle ve stres tepkileriyle kişinin başa çıkmada<br />
kullanabileceği bilişsel stratejilerinin ne düzeyde kullanıldığını ölçmek<br />
üzere geliştirilmiştir. Rosenbaum’a göre öğrenilmiş güçlülük, bireyin<br />
duygu, biliş, ağrı gibi iç uyarıcılarını düzenlemede kullandığı, çoğunlukla<br />
bilişsel olan, kazanılmış bir davranış repertuarı ve beceriler toplamıdır.<br />
Bu nedenle ölçekle ölçülen özelilikler duygusal tepkileri düşüncelerle<br />
denetleyebilme becerirsine, problem çözme stratejilerine, anlık<br />
doyumları erteleyebilme ve içsel olayları düzenleme yeteneğine ilişkin<br />
kendi algılarıdır (Dağ Đ. 1990, Savaşır ve Şahin 1997).<br />
Siva (1991) tarafından Türkçeye çevrilen bu ölçeğin geçerlilik ve<br />
güvenirlilik çalışması Đhsan Dağ (1991) tarafından yapılmıştır.<br />
Öğrenilmiş güçlülük ölçeği toplam 36 maddeden oluşan 5’li likert tipi<br />
bir öz-değerlendirme ölçeğidir. Puanlar “hiç tanımlamıyor”1, “biraz<br />
tanımlıyor” 2 , “oldukça iyi tanımlıyor” 3, “iyi tanımlıyor” 4, “çok iyi<br />
tanımlıyor” 5 olarak derecelendirilmiştir. Ölçekte 4, 6, 8, 9, 14, 16, 18,<br />
19, 21, 29 ve 35. maddeler ters puanlanmaktadır. 36-180 arasında bir<br />
toplam puan alınmaktadır. Yükselen puanlar kendini denetleme<br />
55
ecerilerinin yüksekliğine; bir diğer deyişle ölçekte temsil edilen<br />
başaçıkma stratejilerinin sıklıkla uygulandığına işaret etmektedir. (<br />
Savaşır ve Şahin 1997).<br />
Araştırmanın bağımlı değişkenini, hemşire eğitimcilerinin<br />
Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ) puan ortalamaları<br />
oluşturmaktadır.<br />
Araştırmanın bağımsız değişkenlerini ise, okul, yaş, yaş grubu,<br />
mezun olunan okul, unvan, medeni durum, gelir düzeyi, aile tipi,<br />
mezun olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma durumu, şimdiki<br />
okulda çalışma yılı, eğitimci olmaktan memnun olma durumu, uzman<br />
yardımı alma durumu oluşturmaktadır.<br />
Soru Formu ile toplanan veriler araştırmacılar tarafından SPSS<br />
11.0 paket programında kodlanıp analizleri yapılmıştır. Veri<br />
değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımları, ortalamalar, “t” testi ve<br />
varyans analizi kullanılmıştır.<br />
BULGULAR<br />
1. Hemşire Eğitimcilerin Tanıtıcı Özellikleri<br />
Tablo 1: Hemşire Eğitimcilerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı (N= 82)<br />
Tanıtıcı Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />
Yaş Grupları<br />
20-25<br />
26-30<br />
31-35<br />
36-40<br />
41-45 _<br />
9<br />
27<br />
19<br />
7<br />
11<br />
11.0<br />
32.9<br />
<strong>23</strong>.2<br />
8.5<br />
13.4<br />
46 ve üzeri X = 34.11±8.05<br />
9<br />
11.0<br />
Çalıştıkları Okul<br />
E.<strong>Ü</strong>.<strong>HYO</strong><br />
Atatürk<br />
Ödemiş<br />
Mezunun Olunan Okul<br />
E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />
Hacettepe <strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />
Đ.<strong>Ü</strong>. Florance N. <strong>HYO</strong><br />
Sahip Olunan <strong>Ü</strong>nvanlar<br />
Öğr. Gör.<br />
Arş. Gör.<br />
Yrd. Doç.Dr.<br />
Doç.Dr.<br />
Prof.<br />
Gelir Durumu<br />
Gelir gidere göre yüksek<br />
Gelir gidere göre dengeli<br />
Gelir gidere göre az<br />
56<br />
15<br />
11<br />
71<br />
6<br />
2<br />
18<br />
39<br />
13<br />
6<br />
6<br />
6<br />
59<br />
17<br />
68.3<br />
18.3<br />
13.4<br />
86.6<br />
7.3<br />
2.4<br />
22.0<br />
47.6<br />
15.8<br />
7.3<br />
7.3<br />
7.3<br />
72<br />
20.7<br />
56
Çalışma Yılı<br />
1-5 yıl<br />
6-10 yıl<br />
11- 15 yıl<br />
16-20 yıl _<br />
21 ve üstü X=12.39 ± 7.77<br />
Medeni Durum<br />
Bekar<br />
Evli<br />
Boşanmış/dul<br />
Aile Tipi<br />
Çekirdek Aile<br />
Geniş Aile<br />
Parçalanmış Aile<br />
Yalnız<br />
Hemşire Olarak Çalışma Durumu<br />
Çalışan<br />
Çalışmayan<br />
Okulda Çalışma Yılı<br />
1 yıldan az<br />
1-5 yıl<br />
6-10 yıl<br />
11-15 yıl<br />
16-20 yıl _<br />
21 yıl ve üzer X= 6.56 ± 7.55<br />
Eğitimci Olmaktan Memnun Olma Durumu<br />
Memnun<br />
Kısmen Memnun<br />
Alkol Kullanma Durumu<br />
Ara sıra kullanan<br />
Hiç Kullanmayan<br />
Sigara Kullanma Durumu<br />
Sigara Kullanan<br />
Hiç Kullanmayan<br />
Đlaç Kullanma Durumu<br />
Hiç Kullanmayan<br />
Ara sıra kullanan<br />
Uzman Yardımı Alma Durumu<br />
Alan<br />
Almayan<br />
20<br />
21<br />
15<br />
12<br />
14<br />
33<br />
43<br />
6<br />
55<br />
3<br />
6<br />
18<br />
69<br />
13<br />
10<br />
46<br />
7<br />
3<br />
12<br />
4<br />
70<br />
12<br />
49<br />
33<br />
28<br />
54<br />
70<br />
12<br />
17<br />
65<br />
24.4<br />
25.6<br />
18.3<br />
14.6<br />
17.1<br />
40.2<br />
52.5<br />
7.3<br />
67.1<br />
3.6<br />
7.3<br />
22.0<br />
84.1<br />
15.9<br />
12.2<br />
56.1<br />
8.5<br />
3.7<br />
14.6<br />
4.9<br />
85.4<br />
14.6<br />
59.8<br />
40.2<br />
34.1<br />
65.9<br />
85.4<br />
14.6<br />
20.7<br />
79.3<br />
Tablo 1’de hemşire eğitimcilerin tanıtıcı özelliklerine gore<br />
dağılımları görülmektedir. Buna göre hemşire eğitimcilerin;<br />
%32.9’ unun 26-30 yaş grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05<br />
olduğu<br />
%68.3’ ünün E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>’nda çalışmakta olduğu,<br />
%86.6’ sınin E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>’ndan mezun olduğu,<br />
%47.6’sının araştırma görevlisi olarak çalıştığı,<br />
%20.7’sinin gelirinin giderinden göre az olduğu,<br />
57
% 25.6’sının mezun olduktan sonra 6-10 yıldır çalıştığı ve çalışma yıl<br />
ortalamasının ise 12.39 ± 7.77 olduğu,<br />
%52.5’inin evli olduğu,<br />
%67.1’inin çekirdek aileye sahip olduğu,<br />
%84.1’inin daha önce hemşire olarak çalışmış olduğu,<br />
%56.1’inin 1-5 yıldır okulda eğitimci olarak çalıştığı, çalışma yıl<br />
ortalamasının ise 6.56 ± 7.55 olduğu<br />
%85.4’ünün eğitimci olarak çalışmaktam “memnun” olduğu,<br />
%59.8’inin ara sıra alkol kullandığı,<br />
%65.9’unin hiç sigara kullanmadığı ,<br />
%85.4’ünün hiç ilaç kullanmadığı ,<br />
%79.3’ ünün<br />
görülmektedir.<br />
stresli bir durumda uzman yardımı almadığı<br />
2. Hemşire Eğitimcilerinin Stres Yaşama Durumları<br />
Tablo 2: Hemşire Eğitimcilerinin Stres Yaşama Durumlarına Göre Dağılımı<br />
Stres Yaşama Durumu <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)<br />
Stres yaşayan 72 87.8<br />
Stres yaşamayan 10 12.2<br />
Toplam 82 100.0<br />
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşama<br />
durumlarına göre dağılımları Tablo 2’de görülmektedir. Buna göre<br />
hemşire eğitimcilerin % 87.8’ inin stres yaşadığı, % 12.2’ sinin ise stres<br />
yaşamadığını ifade ettikleri görülmektedir.<br />
Tablo 3: Hemşire Eğitimcilerin Kendilerini Zorlanmış/Stresli Hissettiği Durumlara Göre<br />
Dağılımı ( N= 82 )<br />
Stres yaşanan durumlar <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)*<br />
Đş yoğunluğu 29 34.1<br />
Araç-gereç yetersizliği 6 7.1<br />
Đletişim sorunları 9 10.6<br />
Ders hazırlama ve sunma 7 8.2<br />
Lisans programı ile<br />
akademik<br />
çalışmayı birlikte<br />
10 11.8<br />
götürememe<br />
Uygulama alanında yaşanan<br />
Sorunlar<br />
11 12.9<br />
Eğitimin her aşamasında 13 15.3<br />
*Satır Yüzdesi<br />
58
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşadıkları<br />
durumlar incelendiğinde, %34.1’inin “iş yoğunluğu”, %7.1’inin “araçgereç<br />
yetersizliği”, %10.6’sının “iletişim sorunları”, %8,2’sinin “ders<br />
hazırlama ve sunma”, %11.8’inin “lisans programı ile akademik<br />
çalışmayı birlikte götürememe”, %12.9’unun “uygulama alanında<br />
yaşanan sorunlar” nedeniyle, %15.3’ünün “eğitimin her aşamasında”<br />
stres yaşadığını belirttikleri görülmektedir (Tablo 3).<br />
Tablo 4: Hemşire Eğitimcilerinin, “Eğitim Süresi Đçinde Bir Stresle Karşılaştığınızda<br />
Nasıl baş ediyorsunuz”Sorusuna Verdikleri Yanıtlara Göre Dağılımı( N= 82 )<br />
Stresle baş etme durumu <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)*<br />
Problemi anlamaya ve<br />
çözmeye çalışırım<br />
35 35.5<br />
Arkadaşım ve ailemden<br />
destek<br />
13 13.1<br />
Alırım<br />
Sorunla ilgili kişilerle,<br />
konuşurum<br />
12 12.1<br />
Farklı etkinlikler yaparım<br />
(kitap, yürüyüş vs.)<br />
14 14.1<br />
Bir şeyler yerim 1 1.0<br />
Ağlarım 1 1.0<br />
Susarım, konuşmam 2 2.0<br />
Unutmaya çalışırım 7 7.1<br />
Hiçbir şey yapmıyorum 14 14.1<br />
*Satır Yüzdesi<br />
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin, “Eğitim Süresi Đçinde<br />
Bir Stresle Karşılaştığınızda Nasıl baş ediyorsunuz ”sorusuna verdikleri<br />
yanıtlara göre dağılımları incelendiğinde, %35.5’inin “problemi anlamaya<br />
ve çözmeye çalıştığı”, %13.1’inin “arkadaşları ve ailesinden destek<br />
aldığı”, %12.1’nin “sorunla ilgili kişilerle konuştuğu”, %14,1’inin “kitap<br />
okuma, yürüyüş yapma gibi farklı etkinlikler yaptığı”, %1’inin “bir<br />
şeyler yediği”, %1’inin “ağladığı”, %2’sinin “susup konuşmadığı”, %7.1’inin<br />
“unutmaya çalıştığı”, %14.1’inin “hiçbir şey yapmadığı” görülmektedir<br />
(Tablo 4).<br />
3. Hemşire Eğitimcilerinin RÖGÖ Puanlarının Đncelenmesi<br />
Tablo 5. Hemşire Eğitimcilerinin Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğine Göre<br />
Puan Ortalamalarının Dağılımı<br />
RÖGÖ Puan Ortalamaları<br />
N X SS Min Max<br />
82 128.64 14.31 88.00 165.00<br />
59
Tablo 5’ de Hemşire eğitimcilerinin Rosenbaum’un Öğrenilmiş<br />
Güçlülük Ölçeği puan ortalamaları görülmektedir. Hemşire eğitimcilerinin<br />
RÖGÖ puan ortalaması 128.64, standart sapması 14.31’dir.<br />
Hemşire eğiticiler için ölçeğin toplam puan ortalaması 88-165 puan<br />
arasında değişmektedir.<br />
Tablo 6. Hemşire Eğitimcilerinin RÖGÖ Puan Ortalamalarını Etkileyen Tanıtıcı<br />
Özelliklerine Göre Dağılımı (N=82)<br />
Tanıtıcı Özellikler X Ss F t p<br />
Yaş Grupları<br />
20-25<br />
26-30<br />
31-35<br />
36-40<br />
41-45<br />
46 ve üzeri<br />
125.89<br />
126.33<br />
129.95<br />
130.14<br />
135.55<br />
126.00<br />
11.29<br />
15.51<br />
12.63<br />
19.87<br />
14.33<br />
12.18<br />
0.82 0.54<br />
Çalıştıkları Okul<br />
E.<strong>Ü</strong>.<strong>HYO</strong><br />
Atatürk<br />
Ödemiş<br />
Mezunun Olunan Okul<br />
E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />
Hacettepe <strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />
Đ.<strong>Ü</strong>. Florance N. <strong>HYO</strong><br />
Diğer<br />
Sahip Olunan <strong>Ü</strong>nvanlar<br />
Öğr. Gör.<br />
Arş. Gör.<br />
Yrd. Doç.Dr.<br />
Doç.Dr.<br />
Prof.<br />
Gelir Durumu<br />
Gelir gidere göre yüksek<br />
Gelir gidere göre dengeli<br />
Gelir gidere göre az<br />
Çalışma Yılı<br />
1-5 yıl<br />
6-10 yıl<br />
11- 15 yıl<br />
16-20 yıl<br />
21 ve üstü<br />
Medeni Durum<br />
Bekar<br />
Evli<br />
Boşanmış/dul<br />
Aile Tipi<br />
Çekirdek<br />
Geniş<br />
Parçalanmış<br />
Yalnız<br />
127.09<br />
132.80<br />
130.91<br />
128.62<br />
128.33<br />
136.00<br />
125.00<br />
130.39<br />
126.82<br />
127.00<br />
135.17<br />
132.33<br />
133.83<br />
128.95<br />
125.76<br />
126.35<br />
128.76<br />
125.93<br />
133.83<br />
130.21<br />
126.70<br />
128.86<br />
137.83<br />
128.93<br />
124.33<br />
137.83<br />
125.44<br />
Hemşire Olarak Çalışma Durumu<br />
Çalışan<br />
Çalışmayan 128.75<br />
128.08<br />
14.44<br />
12.97<br />
15.28<br />
14.74<br />
7.58<br />
9.90<br />
20.81<br />
16.88<br />
13.62<br />
12.82<br />
12.37<br />
16.80<br />
16.17<br />
13.49<br />
16.65<br />
12.70<br />
15.83<br />
15.63<br />
13.32<br />
14.09<br />
15.10<br />
13.81<br />
11.43<br />
15.21<br />
5.86<br />
11.43<br />
12.47<br />
13.81<br />
17.41<br />
1.10 0.34<br />
0.<strong>23</strong> 0.87<br />
0.67 0.62<br />
0.75 0.48<br />
0.69 0.60<br />
1.57 0.21<br />
1.<strong>23</strong> 0.30<br />
0.155 0.88<br />
60
Okulda Çalışma Yılı<br />
1 yıldan az<br />
1-5 yıl<br />
6-10 yıl<br />
11-15 yıl<br />
16-20 yıl<br />
21 yıl ve üzeri<br />
Eğitimci Olmaktan Memnun Olma<br />
Durumu<br />
Memnun<br />
Kısmen Memnun<br />
Uzman Yardımı Alma Durumu<br />
Alan<br />
Almayan<br />
126.90<br />
128.74<br />
133.86<br />
121.67<br />
126.25<br />
135.25<br />
130.10<br />
120.17<br />
124.50<br />
129.22<br />
13.92<br />
14.62<br />
19.78<br />
1.53<br />
12.12<br />
14.77<br />
14.24<br />
12.09<br />
9.61<br />
14.81<br />
0.58 0.71<br />
2.27 0.03*<br />
0.97 0.33<br />
Tablo 6’da hemşire eğitimcilerin sosyodemografik ve mesleki<br />
özellikleriyle RÖGÖ toplam puan ortalamalarının ilişkisi verilmiştir.<br />
Hemşire eğitimcilerin yaş gruplarının (F=0.82, p0.05), çalıştıkları okulun<br />
(F=1.10, p0.05), mezun oldukları okulun (F=0.<strong>23</strong>, p0.05), sahip<br />
oldukları ünvanlarının (F=0.67, p0.05), gelir durumlarının (F=0.75,<br />
p0.05), çalışma yıllarının (F=0.69, p0.05), medeni durumlarının (F=1.7,<br />
p0.05), aile tiplerinin (F=1.<strong>23</strong>, p0.05), hemşire olarak çalışmaktan<br />
“memnun” olma durumlarının (t=2.277, p0.05), hemşire olarak çalışma<br />
durumlarının(t=0.155, p0.05) okulda çalışma yıllarının (F=0.58,<br />
p0.05) ve bir uzmandan yardım alma durumlarının (t=1.272, p0.05)<br />
RÖGÖ puan ortalamasını etkilemeyen faktörler, eğitimci olmaktan<br />
“memnun” olma durumlarının ise etkileyen faktör olduğu bulunmuştur.<br />
TARTIŞMA<br />
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerin %32.9’unun 26-30 yaş<br />
grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05 olduğu, %68.3’ünün Eğe<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu’nda çalıştıkları, %86.6’sının<br />
E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O’ndan mezun olduğu, %47.6’sının Araştırma Görevlisi olarak<br />
çalıştığı, %52.5’inin evli, %72’sinin gelirinin giderine denk, %67.1’inin<br />
çekirdek aileye mensup olduğu, %25.6’sının 6-10 yıldır çalıştığı,<br />
%84.1’inin daha önce hemşirelik yaptığı, %56.1’inin 1-5 yıldır şu anda<br />
görev yaptıkları okulda çalıştıkları, %85.4’ünün eğitimci olmaktan<br />
“memnun” olduğu, %56.8’nin ara sıra alkol kullandığı, %65.9’nun hiç<br />
sigara kullanmadığı, %85.42’nün hiç ila kullanmadığı, %79.3’ünün bir<br />
güçlükle karşılaştıklarında herhangi bir uzmana başvurmadığı<br />
saptanmıştır (Tablo 1).<br />
Tüm bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde, hemşire eğitimcilerin<br />
orta yaş grubunda olduğu, araştırmanın yapıldığı kurumlardaki hemşire<br />
eğitimcilerin çoğunluğunun E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O. mezunu olduğu, yarısına<br />
yakınının araştırma görevlisi olarak çalıştığı görülmektedir. Çam (1994)’ın<br />
“Eğitici Hemşirelerin Akademik Kariyer Düzeylerine Göre Değişim<br />
61
Gösteren Özellikler” adlı çalışmasında da akademisyen hemşirelerin<br />
%52.97’sinin araştırma görevlisi olarak çalıştığı saptanmıştır. Bu sonuç<br />
şimdiki araştırma bulgusu ile paralellik göstermektedir. Araştırmaya<br />
katılan hemşire eğitimcilerin çoğunluğunun evli ve çekirdek aileye<br />
mensup olduğu söylenebilir. Hunter (1993)’ın hemşire eğitimcilerle<br />
yaptığı araştırmasında da eğitimcilerin %73’ünün evli, %<strong>23</strong>’ünün bekâr<br />
olduğu saptanmıştır. Bu bulgular şimdiki araştırma bulgusu ile<br />
benzerlik göstermektedir.<br />
Özgür ve arkadaşlarının (1997) hemşirelik yüksek okullarıyla<br />
yaptığı araştırmada da eğitimci hemşirelerin yaş ortalamaları, medeni<br />
durumu, gelir durumu, okulda çalışma yıl ortalaması ve araştırma<br />
görevlisi oranı uygunluk göstermektedir. Yıllar arasında eğitimci<br />
hemşirelerin bu özellikleri değişim göstermemiştir.<br />
Araştırma kapsamındaki hemşire eğitimcilerin yarısından fazlasının<br />
gelirinin gidere denk olduğu bulunmuştur. Bu bulgu hemşire eğitimcilerin<br />
orta derecede ekonomik güce sahip olduğu göstermektedir<br />
(Tablo 1).<br />
Diğer taraftan hemşire eğitimcilerin büyük bir kısmının eğitimci<br />
olarak çalışmaktan “memnun” oldukları saptanmıştır (Tablo 1). Çam<br />
(1995)’ın “<strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarında Görevli Eğitimcilerin Yaşadıkları<br />
Çeşitli Duygu ve Düşüncelerin Đncelenmesi” adlı araştırmasında,<br />
hemşire eğitimcilerinin %60’ının eğitimci olmaktan “kısmen memnun”<br />
olduğu saptanmıştır. Araştırma sonuçları arasındaki memnuniyet<br />
düzeyleri arasındaki bu farkın araştırma yıllarından kaynaklandığını<br />
düşündürmektedir.<br />
Hemşire eğitimci hemşirelerin yarısından fazlasının sigara ve içki<br />
kullanmadığını belirtmesi yanı sıra tamamının ilaç kullanmadığını<br />
belirtmesi sağlık eğitimcileri için beklenen sonuçladır. Aynı zamanda<br />
% 87.8 oranında stres yaşadığını belirten hemşire eğiticilerin (Tablo 2 ),<br />
sigara, içki ve ilaç kullanma davranışlarını kullanmamaları stresle baş<br />
etme konusundaki farkındalıklarını göstermektedir şeklinde<br />
yorumlanabilir.<br />
Tablo 2’de araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşama<br />
durumlarına göre dağılımları incelenmiştir. Hemşire eğitimcilerin<br />
%87,8’inin stres yaşadığı, %12.2’sinin ise stres yaşamadığı belirlenmiştir.<br />
Đş yaşamında kaçınılmaz olan ve her meslekte yaşan stresin hemşire<br />
eğitimcilerin de yaşamış olduklarını belirtmesi beklenen bir sonuçtur.<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin eğitim süresi içerisinde yaşadıkları<br />
streslere göre dağılımları incelendiğinde, %34.1’inin iş yoğunluğu,<br />
%7.1’inin araç-gereç yetersizliği, %10.6’sının iletişim sorunları, %8.2’sinin<br />
ders hazırlama ve sunma, %11.8’inin lisans programı ile akademik<br />
çalışmayı birlikte götürememe, %12.9’unun uygulama alanında<br />
62
yaşanan sorunlar nedeniyle, %15.3’ünün eğitimin her aşamasında<br />
problemler yaşadığı saptanmıştır (Tablo 3).<br />
Ekizler’ in (1994) yanısıra Özgür ve ark.’nın (1997) yaptığı<br />
araştırmalarda, klinik uygulamalarda hemşire eğitimcilerin iş<br />
yoğunluğu, araç-gereç yetersizliği, iletişim sorunları gibi stresleri<br />
yaşadığı saptanmıştır. Hemşire eğitimcilerin uygulamalı eğitimde<br />
yaşadığı bu stresler, bu araştırmada hemşire eğitimcilerin yaşadıklarını<br />
belirtikleri streslerle uygunluk göstermektedir.<br />
Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin yaşadıkları stresleri<br />
nasıl çözümledikleri Tablo 4’de incelenmiştir. Buna göre, hemşire<br />
eğitimcilerin %35.5’ inin problemi anlamaya ve çözmeye çalıştığı,<br />
%13,1’inin arkadaşları ve ailesinden destek aldığı, %12.1’nin sorunla<br />
ilgili kişilerle konuştuğu, %14.1’ inin farklı etkinlikler yaptığı (kitap,<br />
yürüyüş v.s.), %1’inin bir şeyler yediği, %1’ inin ağladığı, %2’ sinin<br />
susup konuşmadığı, %7.1’inin unutmaya çalıştığı, %14.1’ inin hiçbir<br />
şey yapmadığı bulunmuştur. Bu sonuçlara göre hemşire eğitimcilerinin bir<br />
stresle karşılaştıklarında büyük çoğunluğunun, problemi anlamaya ve<br />
çözmeye çalışma gibi olumlu baş etme yöntemlerini kullandıkları<br />
söylenebilir (Altuntaş 2003, Işıkhan 2004). Aynı zamanda bu sonuçlar<br />
Tablo 1’ de gösterilen hemşire eğitimcilerin büyük çoğunluğunun<br />
(%79.3) bir zorlukla/güçlükle karşılaştıklarında herhangi bir uzmana<br />
başvurmaması bulgusuyla desteklenmektedir.<br />
Araştırmada Ege <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />
görev yapan hemşire eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması 128.64 ±<br />
14.31 olarak bulunmuştur. Bu araştırmada puan aralığı ise 88-165 dir.<br />
(Tablo 5). Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmalarında ölçeğin toplam<br />
puan ortalaması 39-180 puan arasında değişmektedir. Puandaki yükselme,<br />
stresle başa çıkma dağarcığındaki bilişsel stratejilerin çeşitliliğinin<br />
artması anlamına gelmektedir. Bu stratejiler şunlardır; planlı davranma,<br />
ruh hali denetimi, istenmeyen düşüncelerin denetimi, dürtü denetimi,<br />
yeterli olma, ağrı denetimi, erteleme, yardım arama, iyiye yorma,<br />
dikkati yönlendirme ve denetleyici aramadır. (Savaşır ve Şahin 1997).<br />
Bu bilgiler doğrultusunda, hemşire eğitimcilerinin stresle baş etmede<br />
bilişsel stratejileri kullandıkları söylenebilir.<br />
Uğurlu (2002)’ nun sağlık kurumlarında çalışan 399 hemşire ve<br />
ebe ile yaptığı araştırmada da RÖGÖ puan ortalamalarını Devlet<br />
Hastanesinde çalışan hemşireler için 115.56, Sigorta Hastanesinde<br />
çalışan hemşireler için ise 114.82 olarak bulmuştur. Bu sonuçlarla<br />
karşılaştırıldığında Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />
görev yapan hemşire eğitimcilerin öğrenilmiş güçlülük düzeyinin, başka<br />
bir anlatımla stresle başa çıkmada kullandıkları bilişsel stratejilerin<br />
hemşire ve ebelere göre daha fazla olduğu söylenebilir.<br />
63
Benzer şekilde, Dağ (1991)’ın Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi öğrenim<br />
gören öğrenciler ile yaptığı araştırmasında RÖGÖ puan ortalamasını<br />
117.96 ±13.27 olarak bulmuştur). Bu bulguya göre, Ege <strong>Ü</strong>niversitesine<br />
bağlı hemşirelik yüksekokullarında görev yapan hemşire eğitimcilerinin<br />
stresle başa çıkma stratejilerini öğrencilere göre daha fazla<br />
kullandıkları söylenebilir.<br />
Hemşire eğitimcilerin yaşları arttıkça RÖGÖ puan ortalamaların<br />
arttığı, 41-45 yaş grubunda ise en yüksek olduğu görülmektedir. Bunu<br />
yıllar ilerledikçe eğitimcilerin ilgili deneyimlerinin artmasına<br />
bağlanabilir. Yapılan istatiksel analizle hemşire eğitimcilerin yaş grupları ile<br />
RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />
(F=0.82, p0.05) (Tablo 6). Diğer taraftan, bazı yaş gruplarında hemşire<br />
eğitimcilerin sayısının gerektiğinden az olmasının da sonucu etkilediği<br />
de düşünülmektedir.<br />
Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu’nda çalışan hemşire<br />
eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, Ödemiş Sağlık Yüksek Okulu ve<br />
E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O’da çalışan hemşire eğitimcilere göre daha yüksek<br />
bulunmuştur. Bu sonuç, Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu’nda<br />
çalışan hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerini diğer<br />
hemşire eğitimcilerinden daha fazla kullandığını göstermektedir. Ancak<br />
hemşire eğitimcilerin çalıştıkları okullar ile RÖGÖ puan ortalaması<br />
arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.10, p0.05) (Tablo 6).<br />
Hemşire eğitimcilerin mezun oldukları okulları ile RÖGÖ puan<br />
ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.<strong>23</strong>,<br />
p0.05) (Tablo 6). Bu sonuca göre mezun olunan okulların stresle baş<br />
etme stratejilerinin kullanımında etkili olmadığı görülmektedir.<br />
Hemşire eğitimcilerin akademik kadroları ile RÖGÖ puan<br />
ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.67,<br />
p0.05) (Tablo 6). Okullarında Doç. Dr. olarak görev yapan hemşire<br />
eğitimcilerinin puan ortalaması Öğr. Gör., Arş. Gör., Yrd. Doç. Dr. ve<br />
Prof. Dr. olarak görev yapan hemşire eğitimcilerine göre daha yüksek<br />
bulunmuştur (Tablo 6). Bu bulguya göre, artan eğitim deneyiminin ve<br />
bilgi birikiminin stresle başa çıkma stratejilerinin daha fazla<br />
kullanılmasında önemli rol oynadığını düşündürmektedir. Ancak,<br />
araştırma kapsamına giren akademik kadroların dağılımındaki sayısal<br />
azlığın bu sonuçta etkili olduğu düşünülmektedir.<br />
Hemşire eğitimcilerin medeni durumları ile RÖGÖ puan ortalaması<br />
arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.7, p0.05) (Tablo 6).<br />
Ancak boşanmış/dul olan hemşire eğitimcilerinin RÖGÖ puan<br />
ortalamalarının diğer gruplardan yüksek olduğu görülmektedir. Bu<br />
medeni durumda yaşanan stresli deneyimlerin, stresle başa çıkma<br />
becerilerinin kullanılmasında etkili olduğu söylenebilir.<br />
64
Hemşire eğitimcilerin gelir durumları ile RÖGÖ puan ortalaması<br />
arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.75, p0.05). Geliri<br />
giderinden yüksek olan hemşire eğitimcilerin RÖGÖ puan ortalaması,<br />
geliri giderine denk ve geliri giderinden düşük olan hemşire<br />
eğitimcilerden daha yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 6). Bu bulgu<br />
bize, gelirin azlığı doğrultusunda yaşanacak streslerin, stresle baş etme<br />
düzeyini arttıracağı düşüncesinin doğrulanmadığını göstermektedir.<br />
Hemşire eğitimcilerin aile tipi ile RÖGÖ puan ortalaması arasında<br />
anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.<strong>23</strong>, p0.05) (Tablo 6). Ancak<br />
parçalanmış aileye mensup olan hemşire eğitimcilerinin puan<br />
ortalamaları diğer gruplara göre daha yüksek bulunmuştur.<br />
Mezun olduktan sonra 16-20 yıl çalışan hemşire eğitimcilerinin<br />
RÖGÖ puan ortalaması, 1-5 yıl, 6-10 yıl, 11-15 yıl ve 21 yıl ve daha<br />
fazla çalışan hemşire eğitimcilerinden daha fazla olduğu bulunmuştur<br />
(Tablo 6). Bu sonuç bize, çalışma yılı arttıkça stresle başa çıkma<br />
stratejilerinin daha çok kullanıldığını göstermektedir. Ancak hemşire<br />
eğitimcilerin mezun olduktan sonra çalışma yılı ile RÖGÖ puan<br />
ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.69,<br />
p0.05) (Tablo 6).<br />
Mezun olduktan sonra hemşirelik yapmış olan hemşire<br />
eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, hemşirelik yapmamış olan<br />
hemşire eğitimcilerinden daha yüksek bulunmuştur. Hemşire<br />
eğitimcilerin mezun olduktan sonra hemşire olarak çalışma durumu ile<br />
RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />
(t=0.155, p0.05) (Tablo 6).<br />
Bulundukları okulda 21 yıl ve daha fazla çalışan hemşire eğitimcilerinin<br />
RÖGÖ puan ortalamaları, sırasıyla 6-10 yıl, 1-5 yıl, 1 yıldan<br />
az, 16-20 yıl, 11-15 yıl çalışan hemşire eğitimcilerin ortalamalarından<br />
daha fazla olduğu saptanmıştır. Ancak Hemşire eğitimcilerin<br />
okullarında çalışma yılı ile RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir<br />
farklılık bulunmamıştır (F=0.58, p0.05) (Tablo 6).<br />
Hemşire eğitimcilerin eğitimci olmaktan “memnun” olma durumları ile<br />
RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir fark bulunmuştur<br />
(t=2.277, p0.05) (Tablo 6). Eğitimci olmaktan “memnun” olan hemşire<br />
eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, eğitimci olmaktan “kısmen<br />
memnun” olan hemşire eğitimcilere göre daha yüksektir. Hemşire<br />
eğiticilerin eğitimci olmaktan “memnun” olma düzeyi arttıkça, stresle<br />
başa çıkma stratejilerini daha fazla kullanılmakta olduğu söylenebilir.<br />
Đş yaşamında ne kadar mutlu ve doyumlu olunursa stresin daha az<br />
yaşanacağından (Altuntaş 2003, Işıkhan 2004) hareketle bu bulgu<br />
beklenen bir sonuçtur<br />
65
Hemşire eğitimcilerin uzman yardımı alma durumları ile RÖGÖ<br />
puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (t=1.272,<br />
p0.05) (Tablo 6). Uzman yardımı almayan hemşire eğitimcilerinin<br />
RÖGÖ puan ortalaması, uzman yardımı alan hemşire eğitimcilerinden<br />
daha yüksek olduğu saptanmıştır. Uzman yardımı almayan hemşire<br />
eğitimcilerin karşılaştıkları streslerle kendilerinin çözümlediği<br />
düşünülürse, stresle başa çıkma becerilerini daha fazla kullanmaya<br />
zorlandıkları söylenebilir.<br />
SONUÇ<br />
Araştırma bulguları doğrultusunda; hemşire eğitimcilerin<br />
%32.9’unun 26-30 yaş grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05<br />
olduğu,<br />
%68.3’ünün Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulunda çalıştığı,<br />
%86.6’sının Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulundan mezun<br />
olduğu, %47.6’sının araştırma görevlisi olarak çalıştığı,<br />
%52.5’inin evli olduğu, %56.1’inin de çocuğunun olmadığı,<br />
%67.1’inin ise çekirdek ailede yaşadığı,<br />
%72’sinin gelirinin giderine denk olduğu,<br />
%84’ünün daha önce hemşirelik yaptığı,<br />
%25.6’sının mezun olduktan sonra çalışma sürelerinin 6-10 yıl<br />
olduğu, %56.1’inin 1-5 yıl arasında bulundukları okullarında<br />
çalıştıkları,<br />
Mezuniyet sonrası çalışma yıl ortalamasının 12.39 ± 7.77’olduğu,<br />
Okulda çalışma yılı ortalamasının 6.56 ± 7.55’olduğu,<br />
%85.4’ünün eğitimci olmaktan çok memnun olduğu,<br />
%87.8’inin eğitim süresi içerisinde stres yaşadığı,<br />
%34.1’inin iş yoğunluğu nedeniyle stres yaşadığı, %35.5’inin yaşadığı<br />
stresleri anlamaya ve çözmeye çalıştığı,<br />
%79.3’ünün bir güçlükle karşılaştığında uzmandan yardım almadığı<br />
RÖGÖ puan ortalamalarının 128.64 ± 14.31 olduğu,<br />
RÖGÖ puan ortalamaları ile, yaş, yaş grubu, medeni durum, gelir<br />
düzeyi, aile tipi, mezun olunan okul, çalıştıkları okul unvan, mezun<br />
olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma durumu, şimdiki<br />
okulda çalışma yılı, uzman yardımı alma durumu arasında anlamlı<br />
bir ilişki olmadığı,<br />
RÖGÖ puan ortalamaları ile eğitimci olmaktan “memnun” olma<br />
durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur.<br />
66
ÖNERĐLER<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinde stresle baş etme düzeylerini incelemek<br />
için yapılan bu araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda şunlar<br />
önerilebilir;<br />
Hemşire eğitimcilerinde strese yol açan nedenlerin belirlenip, bunları<br />
düzeltmeye yönelik önlemlerin alınması,<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerine stresle başa çıkma yolları ile ilgili hizmet içi<br />
eğitim verilmesi,<br />
<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin rolleri ve sorumluluklarının açık bir<br />
şekilde belirlenmesi,<br />
Çalışma ortamlarına uyum programlarının geliştirilmesi,<br />
Hemşire eğitimcilerinin stres düzeylerinin azaltılması amacıyla<br />
iletişim becerileri eğitimlerinin verilmesi,<br />
Okulların fiziki koşullarının düzeltilmesi,<br />
Hemşire eğitimcilerin ekonomik durumlarının düzeltilmesi,<br />
Hemşire eğitimcilerin zaman yönetimini eğitim yaşamına<br />
yansıtmalarının sağlanması<br />
Hemşire eğitimcilerin stresleri ile ilgili kapsamlı araştırmaların belli<br />
sürelerde yapılması<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Altıntaş E (2003). Stres Yönetimi. ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd.Şti.,Đstanbul.<br />
2. Baltaş A, Baltaş Z (2000). Stres ve Başa Çıkma Yolları. Remzi kitapevi, Đstanbul.<br />
3. Barut Y, Kalkan M (2002). On dokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Öğretim Elemanlarının<br />
Tükenmişlik Düzeylerinin Đncelenmesi. On dokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Eğitim<br />
Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Sayı</strong>:14, s:65-76<br />
4. Beceren B (1999). Türkiye’deki <strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarındaki Öğretim Elemanları<br />
ile Öğrencilerinin Okullarındaki Danışmanlık Hizmetleri Hakkındaki Görüş ve<br />
Düşüncelerinin Đncelenmesi Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, , Đzmir.<br />
5. Çam O (1994). Eğitimci Hemşirelerin Akademik Kariyer Düzeylerine Göre Değişim<br />
Gösteren Özellikler. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 10:2, , s:1-13.<br />
6. Çam O (1995). <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okullarında Görevli Eğitimcilerin Yaşadıkları<br />
Çeşitli Duygu ve Düşüncelerin Đncelenmesi. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
<strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:11, <strong>Sayı</strong>:1, s:39-53<br />
7. Dağ Đ (1991). Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğinin <strong>Ü</strong>niversite Öğrencileri<br />
için Güvenirliği ve Geçerliği. Türk Psikoloji <strong>Dergisi</strong>, cilt:2, sayı:4, s: 269-273<br />
8. Duymaz E (1999). Yönetici Hemşirelerde Yönetsel Stres Ölçeği Geçerlilik ve<br />
Güvenirlik Çalışması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />
Bilimleri Enstitüsü, Đzmir.<br />
67
9. Ekizler H (1994). Akademisyen Hemşire Eğitimcilerinin Klinik Ortamdan Beklentileri<br />
ve Karşılaştıkları Güçlükler. THD, <strong>Cilt</strong>:44, <strong>Sayı</strong>:2, s:4-8<br />
10. Ertekin Y(1993). Stres ve Yönetim. Türkiye ve Ortadoğu Amme Đdaresi Enstitüsü<br />
Yayınları, Ankara.<br />
11. Fadıloğlu Ç, Durmaz A, Şenuzun F (1996). Klinik Eğitimde Etkin Eğitim ve Uygulama<br />
Đçin Eğitimciler Hangi Özelliklere Sahip Olmalıdır. Türk Hemşireliğinde Yüksek<br />
Öğreniminin 40. Yılı Simpozyumu Kitabı, Đzmir,s:163-171.<br />
12. Görgülü S (1990). <strong>Hemşirelik</strong> ve Đş Ortamı Stresörleri. THD, <strong>Cilt</strong>:39, <strong>Sayı</strong>:1, s:<strong>23</strong><br />
13. Güçlü N (2001). Stres Yönetimi. G.<strong>Ü</strong>. Gazi Eğitim Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:21, <strong>Sayı</strong>:1,<br />
s:91-109<br />
14. Hall DC (1977). Hemşire Öğretmenlerin Eğitimi. Tıp ve <strong>Hemşirelik</strong> Sempozyumu<br />
Kitabı, Sermet Matbaası, Đstanbul, 25-30 Eylül, s:215-219<br />
15. HĐSLĐ ŞN ( 1994). Stresle Başa Çıkma : Olumlu Bir Yaklaşım. Türk Psikologlar<br />
Derneği Yayınları: 2, Ankara.<br />
16. Hunter P, Haugton DM (1993). Nurse Teacher Stress in Northern Ireland. Journal of<br />
Advansed Nursing, <strong>Cilt</strong>.18, s:1315-1325<br />
17. Đşikhan V (2004). Çalışma Hayatında Stres ve Başaçıkma Yolları. , Sandal Yayınları,<br />
Ankara.<br />
18. Karaküçük S, Başaran Z (1997). Stresle Başa Çıkmada Rekreasyon (Boş Zamanları<br />
Değerlendirme) Faktörü, Milli Eğitim Sanat Kültür <strong>Dergisi</strong>, Milli Eğitim Basım Evi,<br />
<strong>Sayı</strong>:134, Ankara, s:63-68<br />
19. Ok S, Babacan Ş (1996). Gelecekte <strong>Hemşirelik</strong> Eğitiminden Beklentilerimiz. Türk<br />
Hemşireliğinde Yüksek Öğreniminin 40. Yılı Sempozyumu Kitabı, Đzmir,s:71-79<br />
20. Özgur G, Karalan A, Kılıç M ( 1997). Eğitimci Hemşirelerin Uygulamalı Eğitim ile<br />
Đlgili Görüşleri. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:13, <strong>Sayı</strong>:1- 3,<br />
s:33- 44<br />
21. Pektekin Ç (1990). Stres ve Stresle Başa Çıkma Yolları. <strong>Hemşirelik</strong> Bülteni, <strong>Cilt</strong>:4,<br />
<strong>Sayı</strong>:15, s:95-105<br />
22. Savaşır I, Şahin NH (1997). Bilişsel-Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık<br />
Kullanılan Ölçekler.Türk Psikologlar Derneği Yayını, Özyurt Matbaacılık, Ankara.<br />
<strong>23</strong>. Sorias S (1987). Stresle Đlgili Kavramlar ve Stresin Psikiatrik Bozukluklardaki Önemi.<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:26, <strong>Sayı</strong>:2, s:885-889<br />
24. Tutar H (2000). Kriz ve Stres Ortamında Yönetim. Hayat Yayıncılık, Đstanbul s:<strong>23</strong>7-<br />
273<br />
25. Uğurlu N (2002). Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı ile Stresle Başaçıkma<br />
Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler.<br />
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.<br />
26. Uysal N (1999). Stres ve Hemşirelerde Stres Faktörleri. Đnönü <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />
Hizmetleri Meslek <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Sayı</strong>:5, s:74-79<br />
68
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 69-80, <strong>2007</strong><br />
MEME VE GASTROĐNTESTĐNAL SĐSTEM KANSERLĐ HASTALARIN<br />
DEPRESYON, AKSĐYETE VE YETĐYĐTĐMĐ DURUMLARININ<br />
BELĐRLENMESĐ<br />
DETERMINING OF THE PRESENCE OF DEPRESSION, ANXIETY AND<br />
DISABILITY OF BREAST AND GASTRO INTESTINAL SYSTEM (GIS)<br />
CANCER PATIENTS<br />
Sevgi ÖZKAN* Filiz ÖĞCE** Adalet KUTLU KOCA ***<br />
*Pamukkale <strong>Ü</strong>niversitesi Denizli Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Denizli<br />
**Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu, Bornova/Đzmir<br />
***Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Manisa Sağlık Yüksek Okulu, Manisa<br />
Anahtar Sözcükler: Kanser Hastası, Depresyon, Anksiyete, Yetiyitimi, <strong>Hemşirelik</strong><br />
Key Words: Cancer Patients, Depression, Anxiety, Disability, Nursing<br />
ÖZET<br />
Meme ve gastrointestinal sistem (GĐS) kanserli hastaların depresyon,<br />
anksiyete ve yetiyitimi durumlarının belirlenmesi ve bu durumlara etki eden<br />
faktörlerin araştırılmasıdır.<br />
Çalışmanın örneklemini kemoterapi gören, radikal mastektomili 82<br />
meme ve 41 GĐS kanseri olan 1<strong>23</strong> hasta oluşturmuştur. Katılımcılar sosyodemografik<br />
veri formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD), Kısa<br />
Yetiyitimi (KYY) ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile<br />
değerlendirilmiştir.<br />
Hastaların %75,6’sında depresyon, %59,3’ünde anksiyete riski<br />
saptanmış ve %88,6’sının değişik seviyelerde yetiyitimi yaşadıkları<br />
belirlenmiştir. GĐS kanserli hastaların hastalık süresi, ilerlemiş tümör evresi,<br />
depresyon ve anksiyete riski daha fazla görülürken, meme kanserli hastalarda<br />
yetiyitimi yaşanan gün sayısı daha fazla bulunmuştur. Meme ve GĐS kanser<br />
tanısı konulmasından sonra geçen süre arttıkça hastalardaki anksiyete ve<br />
depresyon düzeylerinin anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır. Hastanın yaşı ve<br />
hastalığın prognozu kötüleştikçe, anksiyete ve depresyon seviyelerinin<br />
artmakta olduğu ve anksiyete yükseldikçe yetiyitimi puanının da arttığı<br />
bulunmuştur. Ağır yetiyitimi yaşayan hastaların sosyal desteğinin daha az<br />
olduğu belirlenmiştir.<br />
Farklı kanser türleri ve beraberinde getirdiği tedavi uygulamaları<br />
hastaların işlevsel ve psikolojik durumlarında değişikliklere neden olmaktadır.<br />
Bu nedenle kanserli hastaların bakımında kilit noktada bulunan hemşirelerin<br />
biyo-psikososyal bütüncül yaklaşım uygulaması önemlidir.<br />
69
SUMMARY<br />
To determine the presence of depression, anxiety and disability of breast<br />
and Gastro Intestinal System (GIS) cancer patients, and to examine the factors<br />
that affect these symptoms.<br />
A total of 1<strong>23</strong> patients (82 breast cancer patients underwent radical<br />
mastectomy and 41 patients with GIS cancer) were recruited. All subjects were<br />
evaluated with the socio-demographic patient form, Hospital Anxiety and<br />
Depression Scale (HAD), Brief Disability Questionnaire (BDQ), and<br />
Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS).<br />
It was confirmed that 75,6% of patients have a risk of depression and<br />
59,3% of them have a risk of anxiety, and it was determined that 88,6% of the<br />
patients live with some level of disability. Statically significant increase in the<br />
risk of depression and anxiety was observed with an increased of the illness<br />
period and advanced disease of GIS cancer patients was obtained. And disability<br />
time was found high in breast cancer patients. In addition, anxiety and<br />
depression levels were decreased in both groups as the time of diagnosis<br />
increase. It was also found that anxiety and depression levels were increased<br />
by increasing age and advanced disease. The disability score was found high<br />
when anxiety has increased. Having a low level of social support was present in<br />
patients who had heavy disability.<br />
Different cancer diagnoses with their treatment may impact the functional<br />
and psychological aspects of the patients. Therefore it is important to give biopsychosocial<br />
holistic approach to cancer patients by the nurses who play a key<br />
role.<br />
GĐRĐŞ<br />
Kanser tanısıyla başlayan psikolojik sarsıntı, uzun süren ve<br />
defalarca hastaneye yatmayı gerektiren kemoterapi sürecinde de<br />
artarak devam etmektedir. Hastalığın farkına varma, hastaneye yatma<br />
dönemlerinde günlük yaşantının kesintiye uğraması ve kemoterapinin<br />
yan etkileri gibi pek çok faktör hastanın psikolojisini olumsuz<br />
etkilemektedir. Yapılan çalışmalarda, kanser hastalarında %29–47<br />
oranında tanı konacak düzeyde ruhsal bozukluk varlığı ve depresyon ve<br />
anksiyetenin sıklıkla yaşanan psikiyatrik problemler olduğu belirtilmiştir<br />
(Ateşçi ve ark. 2003, Friedman ve ark. 2005, Wong-Kim ve Bloom 2005).<br />
Yeni tanı konmuş meme kanserli kadınlarda depresyon prevalansı<br />
%10–32 arasında olup (Wong-Kim ve Bloom 2005), mastektomi sonrası<br />
tanılanan depresyon ve anksiyete oranı ise %22 olarak rapor edilmiştir<br />
(Simpson ve ark. 2002). Hastanın tedaviye uyumunu ve hastanede kalış<br />
süresini etkilemesi bakımından depresyon ve anksiyete gibi önemli<br />
psikolojik bozuklukların sinyallerinin erken tanılanması önemlidir.<br />
Kadın hastalar üzerinde yapılan bir araştırmada, tedavi edilmeyen<br />
depresyonun yaşam kalitesinde düşmeye neden olduğu ve buna bağlı<br />
olarak kadınların hastalanmadan önceki aktivitelerini yapmada<br />
70
zorlandıkları belirtilmiştir (Wong-Kim ve Bloom 2005). Bir başka<br />
çalışmada, depresyondaki hastaların dayanılabilecek düzeydeki ağrıya<br />
daha fazla tepki verdikleri belirtilmiştir (Snaith 2003).<br />
Kanser hastalarında anksiyete ve depresyonu önlemede sosyal<br />
destek oldukça önemlidir, zira değişik tipteki kanserli hastalarla yapılan<br />
bir araştırmada; tanı konduktan bir yıl sonra psikolojik bozukluk<br />
görülme oranı % 31,8 bulunurken, aynı grupta depresyon tanısı konan<br />
hastaların sosyal destek puanlarının düşük olduğu görülmüştür<br />
(Simpson ve ark. 2002).<br />
Kanser hastalarının psikolojilerini olumsuz etkileyen diğer bir<br />
boyut, işlevsel durumdaki bozulma ya da yetiyitimidir. Yetiyitimi “bir<br />
etkinliği, kişi için normal kabul edilen sınırlarda veya biçimde<br />
yapabilmede, bir kısıtlama ya da kayıp” olarak tanımlanmaktadır.<br />
Bedensel olarak, hareket ve motor aktivitelerin gerçekleştirilmesiyle<br />
ilgili; sosyal olarak da tanımlanmış bir sosyal rol bağlamında beklenen<br />
etkinliklerin ve gözlenebilir davranışların yerine getirilmesinde bir<br />
yetersizlik söz konusu olmaktadır (Kaplan 1995). Genel tıbbi<br />
durumlarda yetiyitiminin fiziksel sınırlılık nedeniyle yaşandığı, ancak<br />
olaya ruhsal bozuklukların birlikte olduğu durumlar da eklenirse<br />
birçok alanda yetiyitimi yaşandığı belirtilmektedir (Şentürk ve Sağduyu<br />
2004). Bu bağlamda düşünüldüğünde kanser hastaları hem bedensel<br />
hem de sosyal anlamda yetiyitimi yaşamaktadırlar.<br />
Modern kanser tedavisinde hastanın tedaviye uyumu ve tedavinin<br />
başarısını arttırmak için psikososyal ihtiyaçlarını ve yetiyitimi durumlarını<br />
göz ardı etmemek gerekir. Bu nedenle, öncelikle hastanın psikolojik<br />
durumunun iyi değerlendirilerek, depresyon ve anksiyete varlığının ve<br />
şiddetinin belirlenmesi kanser tedavisinin göz ardı edilmemesi gereken<br />
bir bölümünü oluşturmaktadır. Sağlık ekibi ve ailenin birlikte hareket<br />
etmesi gereken bir tedavi yaklaşımını zorunlu kılan kanserde, hastalara<br />
sosyal destek bağlamında; hastalık süreciyle ilgili bilgilendirme<br />
aşamasında sağlık ekibinin, duygusal destek anlamında da ailearkadaş<br />
desteğinin özümsenmeyecek bir yeri vardır. Sağlık ekibinde<br />
hasta bakımından birebir sorumlu olan hemşirelerin hastanın ruhsal<br />
değişimleri açısından dikkatli olmaları ve aile ile işbirliği yapmaları<br />
normalden sapmaların erken fark edilmesini sağlayacaktır.<br />
Kadınlarda en sık görülen kanser olmasının yanı sıra, dişiliği ve<br />
cinselliği sembolize eden organa tehdit oluşturmasından dolayı meme<br />
kanseriyle ilgili fizyolojik ve psikososyal açıdan pek çok çalışma<br />
yapılmış ve hastalığın psikolojik etkilerinin tedavi sürecine etkisi açıkça<br />
belirtilmiş (Friedman ve ark.2005, Makabe ve Nomizu 2006, Montazeri<br />
ve ark. 2000) olmasına rağmen yetiyitimi yönünden konu pek<br />
incelenmemiştir. Gastrointestinal sistem kanserlerinin psikolojik<br />
yönüyle ilgili az sayıda yapılmış çalışma vardır (Matsushita ve ark.<br />
71
2005). Bu nedenle çalışmamızda ülkemiz kadınlarında en sık görülen<br />
iki kanser türü olan meme ve mide kanseri ele alınmış ve mide sistem<br />
bazında düşünülerek GĐS olarak genellenmiştir (TC Sağlık Bakanlığı<br />
Kanserle Savaş Daire Başkanlığı Yayını 2002). Meme ve GĐS kanseri<br />
tanısı almış kemoterapi alan bayan hastalardaki depresyon, anksiyete<br />
ve yetiyitimi durumlarının belirlenmesi ve depresyon, anksiyete ve<br />
yetiyitimi ile ilişkili olabilecek etmenlerin incelenmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM<br />
Araştırma kesitsel tipte planlanmıştır. Örneklemini, Pamukkale<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi<br />
Hastanesi ve Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma<br />
Merkezi Onkoloji bölümlerinde Ocak 2005- Haziran 2006 tarihleri<br />
arasında kemoterapi gören, yatarak veya ayaktan tedavi edilen meme<br />
(radikal mastektomili) ve gastrointestinal sistem (GĐS) kanseri olan<br />
hastaların tamamı oluşturmuştur. Okur-yazar olmayan, görüşme veya<br />
test uygulamasına engel olacak düzeyde bilişsel işlev bozukluğu<br />
gösteren terminal dönemdeki hastalar çalışma dışında bırakılmıştır.<br />
Hastalara çalışma hakkında bilgi verilmiş ve çalışmaya katılmayı kabul<br />
eden 82 meme kanseri, 41 GĐS kanseri nedeniyle kemoterapi gören 1<strong>23</strong><br />
kadın çalışma grubunu oluşturmuştur. Veri formları araştırmacılar<br />
tarafından Đzmir, Manisa ve Denizli illeri Tıp Fakültesi Hastanelerinde<br />
yukarıda belirtilen tarihlerde eş zamanlı toplanmıştır. Çalışma için<br />
üniversitelerin Etik Kurul’larından izin alınmıştır.<br />
Kullanılan Ölçekler;<br />
Sosyodemografik Veri ve Bilgi Toplama Formu: Bu formda<br />
hastanın sosyodemografik özellikleri (yaş, eğitim düzeyi, medeni<br />
durum, meslek) ve hastalığına yönelik bilgileri sorgulanmaktadır.<br />
Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD, Hospital Anxiety<br />
and Depression Scale): Bedensel hastalığı olan hastalar ve birinci<br />
basamak sağlık hizmetine başvuranlarda anksiyete ve depresyon<br />
yönünden riski belirlemek, düzeyini ve şiddet değişimini ölçmek<br />
amacıyla geliştirilmiş bir kendini değerlendirme ölçeğidir (Zigmond ve<br />
Snaith 1983). Soruların içeriği hastanın hayattan zevk alması, endişe<br />
ve gerginlik duygusu, dış görünüşüne ve çevresinde olup bitenlere<br />
ilgisini, şimdiki ve geçmişteki haliyle karşılaştırarak sonuca ulaşmaya<br />
yönelik olarak düzenlenmiştir. Türkçeye çevrilmiş, geçerlilik ve<br />
güvenilirlik çalışması yapılmıştır (Aydemir ve ark. 1997). Ölçekte,<br />
anksiyete (HAD-A) ve depresyon (HAD-D) alt ölçeklerini içeren toplam<br />
14 soru vardır. Bunların yedisi (tek sayılar) anksiyeteyi ve diğer yedisi<br />
(çift sayılar) depresyonu ölçmektedir. Dörtlü Likert tipi ölçüm sağlar.<br />
Türkiye’de yapılan çalışma sonunda anksiyete alt ölçeği için kesme<br />
puanı 10, depresyon alt ölçeği için ise 7 bulunmuştur. Buna göre bu<br />
72
puanların üzerinde alanlar risk grubu olarak değerlendirilirler.<br />
Hastaların her iki alt ölçekten alabilecekleri en düşük puan 0, en<br />
yüksek puan 21’dir. HAD bedensel belirtilere ilişkin madde içermemesi<br />
nedeniyle tercih edilmiştir (Aydemir ve ark. 1997).<br />
Kısa Yetiyitimi Anketi (KYY)<br />
Bedensel ve sosyal yetiyitimini değerlendirmek üzere, Genel<br />
Sağlık Taraması Kısa Formu’ndaki (Stewart ve ark. 1988) yetiyitimine<br />
ilişkin sorular temel alınarak geliştirilmiştir. Türkçe’ye çevrilmiş ve<br />
test-tekrar test güvenilirlik çalışması yapılmıştır (Kaplan 1995). Son bir<br />
aylık dönemin değerlendirildiği KYY 11 sorudan oluşur. Ayrıca son bir<br />
ay içinde günlük işlerin aksatıldığı ve yatakta geçirilen günlerin<br />
sayısının soruşturulduğu iki madde içermektedir. Bedensel ve sosyal<br />
alandaki yetiyitimi 0 (hiç), 1 (bazen ya da biraz) veya 2 (her zaman ya<br />
da oldukça) olarak puanlandırılır ve bunların toplanması ile yetiyitimi<br />
toplam puanları elde edilir. 0-4: yetiyitimi yok, 5-7: hafif yetiyitimi, 8-<br />
12: orta düzeyde yetiyitimi, 13 ve üstü: ağır düzeyde yetiyitimi olarak<br />
değerlendirilir.<br />
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği:<br />
Zimet ve arkadaşları tarafından 1988 yılında aile, arkadaş ve<br />
önemli bir kişi ya da özel bir kişi gibi üç kaynaktan oluşan sosyal<br />
desteğin yeterliliğini değerlendirmek için geliştirilmiştir. Toplam 12<br />
maddeden oluşan ölçeğin her bir dört maddeyi içeren üç alt boyutu<br />
vardır. Likert tipi olan ölçekte her madde 1’den (kesinlikle hayır) 7’e<br />
(kesinlikle evet) kadar puanlanmaktadır. Alt boyut toplam puanlarının<br />
toplanması ile ölçeğin toplam puanı hesaplanmaktadır. Elde edilen<br />
puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu<br />
göstermektedir (Zimet ve ark. 1988)<br />
<strong>Ü</strong>lkemizde daha önce farklı hasta grupları, üniversite öğrencileri<br />
ve normal populasyonda yapılan çalışmalarda bu ölçeğin geçerli ve<br />
güvenilir olduğu saptanmıştır (Eker ve Arkar 1995).<br />
Đstatistiksel değerlendirmeler<br />
Verilerin analizinde frekans ve ortalama dağılımlar alınmış,<br />
karşılaştırmalı tablolarda ki-kare, t-testi ve tek yönlü Anova testleri<br />
kullanılmıştır. Çalışma verilerinin analizinde SPSS 11.0 paket programı<br />
kullanılmıştır.<br />
BULGULAR<br />
Çalışmaya katılan 82 (%66,7) meme kanseri, 41 (%33,3) GĐS<br />
kanseri nedeniyle kemoterapi alan kadınların yaş ortalaması 52,69<br />
(SS:11,71) dur. Hastaların %75,6’sında (n=93) depresyon riski,<br />
+%59,3’ünde (n=73) ise anksiyete riski olduğu belirlenmiştir.<br />
73
Hastaların yetiyitimi puanları incelendiğinde; %11,4’ünün (n=14)<br />
yetiyitimi yaşamadığı, %14,6’sının (n=14) hafif, %39,8’inin (n=49) orta,<br />
%34,1’inin (n=42) ise ağır yetiyitimi yaşadığı saptanmıştır.<br />
Tablo 1: Meme ve GĐS Kanserli Olan Kadınların Demografik ve Diğer Özellikleri<br />
Değişkenler<br />
Yaş ortalaması a<br />
Hastalık süresi (ay) a<br />
Anksiyete (ort) a<br />
Depresyon (ort) a<br />
Kısa yetiyitimi(top.) a<br />
Yetiyitimi olan gün a<br />
Yatakta geçen gün a<br />
Sosyal destek (top) a<br />
Hastalık Evresi b<br />
Lokalize<br />
Đlerlemiş<br />
Bölgesel<br />
Metastaz<br />
Eğitim düzeyi b<br />
Đlkokul ve altı<br />
Ortaokul ve üstü<br />
Medeni durum b<br />
Evli<br />
Bekar/ boşanmış/ dul<br />
Çalışma durumu b<br />
Çalışmıyor<br />
Çalışıyor<br />
Meme(n=82)<br />
Ort.(ss)<br />
52,40(12,11)<br />
5,14 (2,39)<br />
9,61 (5,08)<br />
9,13 (5,02)<br />
10,68 (5,03)<br />
13,28(12,90)<br />
6,09(9,42)<br />
64,85(15,81)<br />
n (%)<br />
25(73,5)<br />
10(40,0)<br />
24(85,7)<br />
<strong>23</strong>(63,9)<br />
58(69,0)<br />
24(61,5)<br />
63(65.6)<br />
19(70,4)<br />
45(61,6)<br />
37(70,4)<br />
a: Đstatistiksel analizde independent t-test uygulanmıştır.<br />
b: Đstatistiksel analizde X 2 testi kullanılmıştır.<br />
GIS(n=41)<br />
Ort.(ss)<br />
53,26(11,00)<br />
45,82(41,80)<br />
13,24 (4,67)<br />
12,37 (4,69)<br />
11,13 (5,83)<br />
8,02(10,92)<br />
6,65(12,99)<br />
64,53(14,82)<br />
n (%)<br />
9(26,5)<br />
15(60,0)<br />
4(14,3)<br />
13(36,1)<br />
26(31,0)<br />
15(38,5)<br />
33(34,4)<br />
8(29,6)<br />
28(38,4)<br />
13(26,0)<br />
p değeri<br />
0,692<br />
0,000<br />
0,000<br />
0,001<br />
0,674<br />
0,027<br />
0,806<br />
0,913<br />
0,004<br />
0,267<br />
0,414<br />
0,108<br />
Tablo 1’de meme ve GIS kanseri olan kadınların demografik ve<br />
diğer özellikleri verilmiştir. Her iki kanser grubunda hastaların yaşları<br />
arasındaki fark anlamlı değildir (p0,05). Kanser tipi ile hastalık süresi,<br />
hastalık evresi, depresyon, anksiyete ve yetiyitimi olan gün sayısı arasında<br />
anlamlı farklar bulunmuştur (p
Tablo 2: Meme ve GĐS Kanserli Hastalarda Hastalık Verileri ve Diğer Sosyo-Demografik<br />
Değişkenler<br />
Değişkenlerin Yetiyitimi, Anksiyete ve Depresyona Etkisi<br />
Tanı yılı a<br />
1 yıl altı (n=82)<br />
1 yıl ve üstü (n=41)<br />
Tümör sınıflaması b<br />
Lokalize<br />
n=34)<br />
Đlerlemiş<br />
(n=25)<br />
Bölgesel<br />
(n=28)<br />
Metastatik(n=36)<br />
Yaş grupları b<br />
40 yaş üstü (n=21)<br />
41-55 yaş (n=54)<br />
56 yaş ve üstü (n=48)<br />
Eğitim düzeyi a<br />
Đlkokul ve altı<br />
(n=84)<br />
Ortaokul ve üstü (n=39)<br />
Medeni durum a<br />
Evli<br />
(n=96)<br />
Bekar/dul/boşanmış (n=27)<br />
Çalışma durumu a<br />
Çalışmayan<br />
(n=73)<br />
Çalışan<br />
(n=50)<br />
Kısa<br />
yetiyitimi<br />
10,68(5,03)<br />
11,13(5,83)<br />
9,70(4,89)<br />
10,09(6,28)<br />
12,09(4,38)<br />
11,44(5,46)<br />
10,00(5,03)<br />
10,19(5,35)<br />
11,91(5,25)<br />
10,97(5,08)<br />
10,52(5,77)<br />
10,31(5,30)<br />
12,69(4,89)<br />
10,32(5,15)<br />
11,57(5,44)<br />
Anksiyete Depresyon p değeri<br />
11,58(5,49)<br />
9,33(4,24)<br />
9,68 (5,<strong>23</strong>)<br />
14,87(3,97)<br />
9,32 (5,<strong>23</strong>)<br />
10,29(4,64)<br />
10,<strong>23</strong>(5,19)<br />
9,56(4,54)<br />
12,52(5,53)<br />
10,94(5,22)<br />
10,58(5,22)<br />
10,98(5,37)<br />
10,30(4,59)<br />
11,28(4,85)<br />
10,17(5,67)<br />
a Đstatistiksel analizde independent t-test uygulanmıştır.<br />
b Đstatistiksel analizde oneway Anova testi uygulanmıştır.<br />
10,94(5,45)<br />
8,82(4,04)<br />
8,85(5,06)<br />
14,64(3,85)<br />
8,29(4,30)<br />
9,99(4,87)<br />
10,27(4,78)<br />
8,78(4,64)<br />
11,86(5,34)<br />
10,41(5,27)<br />
9,84(4,78)<br />
10,33(5,43)<br />
9,90(3,83)<br />
10,37(5,02)<br />
10,03(5,28)<br />
KYY<br />
0,674<br />
A<br />
0,0<strong>23</strong><br />
D<br />
0,030<br />
0,253 0,000 0,000<br />
0,192 0,013 0,009<br />
0,677 0,724 0,555<br />
0,034 0,514 0,645<br />
0,204 0,262 0,715<br />
Hastalık verileri ve sosyodemografik değişkenlerin KYY, anksiyete<br />
ve depresyon üzerine etkileri Tablo 2 de verilmiştir. Hastalık süresi 1<br />
yılın altında olan kadınların, depresyon (p= 0,030) ve anksiyete (p=0,0<strong>23</strong>)<br />
puan ortalamaları anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Hastalık<br />
süresi ile yetiyitimi arasında ise anlamlı bir ilişki saptanmamıştır<br />
(p0,05).<br />
Tümör sınıflamasının KYY, depresyon ve anksiyeteye etkisi<br />
incelendiğinde; depresyon (p=0,000) ve anksiyete (p=0,000) riski ileri<br />
derecede anlamlı bulunmuştur. Yapılan ileri analizde; ilerlemiş evrede<br />
tümörü olan hastaların, lokalize (p=0,000), bölgesel (p=0,000) ve<br />
metastatik (p=0,002) evrede tümörü olan hastalara göre anksiyete<br />
puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Aynı şekilde tümörü<br />
ilerlemiş evrede olan hastaların depresyon puan ortalamaları, tümörü<br />
lokalize (p=0,000), bölgesel (p=0,000) ve metastatik (p=0,001) evrede<br />
olanlara göre daha yüksek bulunmuştur.<br />
Yaşın KYY, depresyon ve anksiyete riskine etkisi incelendiğinde;<br />
yaşın yetiyitimi ile ilişkili olmadığı, depresyon (p=0,009) ve anksiyete<br />
(p=0,013) riskinin ise ilişkili olduğu belirlenmiştir. Yapılan ileri<br />
analizde, 41-55 yaş arasında olan kadınlarda, 56 yaş ve üstünde olan<br />
kadınlara göre depresyon (p=0,006) ve anksiyete (p=0,011) puan<br />
ortalamaları daha yüksek ve aradaki fark anlamlı bulunmuştur.<br />
75
Eğitim, medeni ve çalışma durumunun KYY, depresyon ve anksiyete<br />
riskine etkisi araştırıldığında ise anlamı bir fark belirlenmemiştir<br />
(p0,05).<br />
Tablo 3: Anksiyete ve Depresyon Riski Olan ve Olmayan Hastaların, KYY Toplam Puanı,<br />
Yetiyitimi Olan Gün ve Yatakta Geçen Gün Ortalamaları<br />
Anksiyete Riski Depresyon Riski p değeri<br />
Var (n:73) Yok (n:50) Var (n:93) Yok (n:30) A D<br />
KYY toplam puanı 11,98(5,45) 10,04(5,06) 10,96(5,31) 10,43 (5,29) 0,049 0,640<br />
Yetiyitimi olan<br />
gün<br />
12,98(13,16) 9,40(11,20) 11,84(12,77) 10,53 (11,68) 0,118 0,602<br />
Yatakta geçen gün 6,10 (10,07) 6,54(11,60) 6,66(11,19) 5,10 (9,04) 0,828 0,441<br />
KYY: Kısa yetiyitimi A: Anksiyete D: Depresyon<br />
Đstatistiksel analizde independent t testi kullanılmıştır.<br />
Günlük işlerin aksatıldığı gün sayısı ve yatakta geçen gün sayısı<br />
ile anksiyete ve depresyon riski olan ve olmayan gruplar arasında<br />
anlamlı fark bulunmamıştır (p0,05) (Tablo 3). KYY toplam puanı<br />
anksiyete riski olan grupta olmayana göre anlamlı şekilde fazla iken<br />
(p=0,049), depresyon riskinde anlamlı fark bulunmamıştır.<br />
Tablo 4: Sosyal Desteğin Anksiyete, Depresyon ve KYY'ne Etkisi<br />
Sosyal destek toplam puanı p değeri<br />
Anksiyete riski a<br />
Yok (n=50) 63,76(16,25) 0,559<br />
Var (n=73) 65,42(14,91)<br />
Depresyon riski a<br />
Yok (n=30) 66,17(13,34)<br />
Var (n=93) 64,28(14,08) 0,562<br />
Kısa yetiyitimi b<br />
Yok (n=14) 75,01( 3,87) 0,024<br />
Hafif(n=18) 64,06(13,79)<br />
Orta (n=49) 65,52 (14,26)<br />
Ağır (n=42 60,71 (18,24)<br />
a Đstatistiksel analizde independent t testi kullanılmıştır.<br />
b Đstatistiksel analizde oneway Anova testi kullanılmıştır.<br />
Sosyal desteğin anksiyete, depresyon ve KYY’ne etkisi incelendiğinde;<br />
sosyal desteğin anksiyete ve depresyon gruplarında fark yaratmadığı<br />
(p0,05), ağır yetiyitimi olan hastaların hiç yetiyitimi olmayan hastalara<br />
göre düşük sosyal destek puanına sahip oldukları ve aradaki farkın<br />
anlamlı olduğu belirlenmiştir (p=0.024) (Tablo 4).<br />
TARTIŞMA<br />
Çalışmaya katılan meme kanserli ve GĐS kanserli hastaların yaş<br />
ortalamaları arasında anlamlı bir fark belirlenmemiştir. Ancak GĐS<br />
kanserlerinde hastalık sürecinin meme kanserli hastalara göre oldukça<br />
76
uzun olduğu, tümör sınıflamasına göre ilerlemiş evrede bulunan hasta<br />
sayısının ise anlamlı şekilde fazla olduğu belirlenmiştir. Bu süreç GĐS<br />
kanserli hastaların depresyon ve anksiyete düzeylerine de yansımış ve<br />
anlamlı olarak daha yüksek belirlenmiştir. GĐS kanserli hastaların<br />
yetiyitimi toplam puanları anlamlı olmamakla birlikte, meme kanserli<br />
hastalara göre daha yüksektir. Bunun yanında meme kanserli hastaların<br />
yetiyitimi gün sayıları daha yüksek bulunmuştur. Đki grup arasında<br />
yatakta geçirdikleri gün sayısı ve sosyal destek puanları açısından<br />
belirgin bir fark yoktur. Meme ve GĐS kanserli hastaların tanı yılı “bir<br />
yıl ve üstü” olanların yetiyitimi puanlarında artış, anksiyete ve<br />
depresyon puanlarında anlamlı bir azalma göze çarpmaktadır.<br />
GĐS kanserli hastalarda yapılan bir çalışmada; orta yaş ve<br />
kemoterapi alanlarda, yaşlı ve kemoterapi almayanlara göre anksiyete<br />
puanları, kemoterapi alanlarda da almayanlara göre depresyon seviyeleri<br />
daha yüksek bulunmuştur. Kanserli hastalarda psikolojik sorunlar<br />
daha fazladır; majör depresyonun %7, yetiyitimi ve ağrı düzeylerinin<br />
%20-25 oranında arttığı ifade edilmektedir (Matsushita ve ark. 2005).<br />
Bizim çalışmamızda depresyon riski (%75,6) ve yetiyitimi (%88.5)<br />
oranları yüksek bulunmuştur. Bu sonuçlar kemoterapi alan hastaların<br />
depresyon ve yetiyitimi düzeylerinin izlenmesi ve sürekli destek<br />
sağlanması gerektiğini göstermektedir.<br />
Montazeri ve arkadaşları (2000), meme kanseri tanısı öncesi ve<br />
sonrasında hastaların %48’inin şiddetli anksiyete yaşadığını bildirmişlerdir.<br />
Çalışmamızda da benzer şekilde anksiyete riski %48,1 oranında<br />
bulunmuştur.<br />
Kızılcı (1999), kemoterapi alan kanserli hastalar ve yakınlarının<br />
yaşam kalitesi’ne ilişkin çalışmasında; GĐS kanserli hastaların yaşam<br />
kalitelerini meme, akciğer kanseri, lenfoma ve jinekolojik kanserlere göre<br />
daha düşük bulmuştur. Bizim çalışmamızda da GĐS kanserli hastalarda<br />
depresyon, anksiyete düzeyleri ile yetiyitimi puanları meme kanserli<br />
hastalara göre daha yüksek bulunmuştur. GĐS kanserli hastaların tanı,<br />
tedavi süreçlerinin uzun sürmesi ve yapılan uygulamalar ve ortaya<br />
çıkan komplikasyonlar (beslenme yetersizliği gibi) nedeniyle meme<br />
kanserli hastalara göre daha fazla anksiyete ve depresyon yaşamaları<br />
nedeniyle, bu hastaların bakım ve tedavi süreçlerinde psikolojik<br />
yönlerinin de önemsenmesi ve destek olunması gerekmektedir.<br />
Çalışmamızda, hastalığı lokal olan hastaların yetiyitimi, anksiyete ve<br />
depresyon düzeyleri, ilerlemiş ve metastatik olanlara göre oldukça<br />
düşük bulunmuş ve hastalığı ilerlemiş hastaların anksiyete ve depresyon<br />
puanlarında lokalize olanlara göre anlamlı fark elde edilmiştir. Kanserin<br />
evresi ilerledikçe yetiyitimi puanlarında anlamlı olmamakla birlikte<br />
yükselme görülmüştür.<br />
77
10.056 meme kanserli kadından alınan örneklemde (n=349) ve<br />
kontrollü bir çalışmada; mental, sosyal ve psikolojik iyilik hali ve<br />
fiziksel fonksiyon durumları değerlendirilmiş ve kontrol grubuyla bu<br />
açılardan fark olmadığı ancak kanser grubuna yapılan bazı tıbbi<br />
uygulamaların aktiviteleri kısıtladığı saptanmıştır. Kanserli grupta<br />
durumu ilerlemiş hastalarda mental sağlık ve fiziksel fonksiyonlarda<br />
kısıtlılık görülmüştür. Đleri yaş hastalarında her iki grup için de ilaç<br />
uygulamalarının çok olması, yapılan tanılama yöntemlerine bağlı<br />
olarak aktivitelerde sınırlılıkların yaşandığını, bunun yanı sıra mental<br />
ve iyilik hallerinin daha iyi olduğunu bildirmişlerdir. Hastalığı ilerlemiş<br />
genç hastalarda psikolojik destek verirken, yaşlılarda ise ciddi tıbbi ve<br />
fiziksel zorluklar yaşandığı belirlenmiştir (Vinokur ve arkadaşları 1989).<br />
Çalışmamızda da hastaların yaşının ilerlemesinin anksiyete ve<br />
depresyon puanlarında artışa neden olduğu görülmüştür.<br />
Kanserli hastalarda hem tedavi ve bakım hem de hastalığın<br />
algılanmasında, hastalığın bulunduğu evre belirleyici olmaktadır.<br />
Çünkü tümörün evresi kişinin yaşam süresine doğrudan etki etmekle<br />
birlikte, ileri dönemde tedavi ve bakım amaçlı yapılan girişimler ve<br />
hastanede kalma sürelerinde meydana gelen uzamayı da beraberinde<br />
getirmektedir. Bu nedenle ileri evrede bulunan hastaların anksiyete ve<br />
depresyon seviyelerinde yükselme görülmektedir. Matsushita ve<br />
arkadaşlarının (2005); GĐS kanserli hastaların anksiyete ve depresyon<br />
düzeylerinin hem kontrol hem de deney gruplarında ileri evrede<br />
olanlarda daha yüksek olduğunu ve 6 ay sonrasına kadar bile ameliyat<br />
öncesi dönemdeki düzeyine dönmediğini bildirmişlerdir. Depresyon<br />
seviyelerinde ameliyat öncesinden taburculuk öncesine kadar olan<br />
dönemde artış meydana geldiği, anksiyete düzeylerinde ise değişiklik<br />
olmadığını bulmuşlardır.<br />
Çalışmamızda, istatistiksel açıdan anlamlı olmasa da, çalışan<br />
hastaların yetiyitimi puanlarının, çalışmayanların ise anksiyete puanlarının<br />
daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ancak yetiyitimi, anksiyete ve<br />
depresyon seviyelerinde çalışan ve çalışmayan hastalar açısından bir<br />
fark bulunmamıştır. Bir çalışmada, GĐS kanserli hastalardan çalışan<br />
kesimi oluşturan memur/işçi grubunun yaşam kalitesi daha yüksek<br />
bulunmuştur (Kızılcı 1999). Bu durum, aktif çalışma yaşamlarına<br />
sahip olan hastaların hastalık durumlarına sürekli odaklanmalarını<br />
önlediğini göstermektedir.<br />
Simpson ve arkadaşları (2002), 89 meme kanserli kadına psikolojik<br />
destek eğitimi vermişler; eğitim öncesi, bir yıl sonrası ve iki yıl<br />
sonrasını değerlendirerek psikiyatrik ölçümlerle sosyal destek arasında<br />
güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Bu hastalarda görülen<br />
psikiyatrik sorunların başlangıcındaki sosyal desteğin sonraki dönemlerden<br />
daha iyi olduğunu belirlemişlerdir. Wonghongkul ve arkadaşları (2006),<br />
tanı süreleri 3 yıldan az olan meme kanserli hastaların durumları ile başa<br />
çıkmak için en çok “sosyal destek”i kullandıklarını bildirmişlerdir. Bu<br />
78
çalışmaların aksine bizim çalışmamızda Makabe ve Nomizu’nun (2006)<br />
çalışmasına benzer olarak meme kanserli hastalarda sosyal destek ile<br />
hastaların psikolojik durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir<br />
fark bulunmamıştır. Ağır yetiyitimi olan hastaların olmayanlara göre<br />
sosyal destek puanları ise düşük bulunmuştur. Tüm bu bulgular<br />
hastalardaki sosyal destek açığını ortaya çıkarmaktadır ve bu konuda<br />
onkoloji hemşirelerinin hasta yakınlarının farkındalığını arttırmak için<br />
eğitim vermeleri önemlidir.<br />
Çalışmaya katılan hastaların eğitim düzeylerine göre, yetiyitimi,<br />
anksiyete ve depresyon seviyeleri arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.<br />
Eğitim düzeyinin kanserli hastanın yaşadığı psikolojik sürece etkisi<br />
olmadığı bulunmuştur. Solak ve Başer (2003) çalışmasıyla bulgularımız<br />
uyumludur.<br />
Çalışmamızda medeni duruma göre değerlendirme yapıldığında;<br />
evli olan hastaların bekar/dul/boşanmış olanlara göre daha az yetiyitimi<br />
yaşadıkları bulunmuştur. Anksiyete ve depresyon puanlarında ise<br />
medeni duruma göre anlamlı bir fark belirlenmemiştir. Bu durum, evli<br />
olan hastaların sorumluluklarının fazla olduğu dikkate alındığında;<br />
hastalık durumunda dahi sorumluluklarını yerine getirmek zorunda<br />
oldukları düşüncesiyle açıklanabilir. Ancak sosyal destek puanı yüksek<br />
olan hastaların yetiyitimi yaşamadıkları, sosyal destek puanı düşük<br />
olanların ise daha fazla ağır yetiyitimi yaşadıkları dikkate alındığında<br />
bu sonuç; evli olanların kalabalık bir aile ortamı içinde daha fazla sosyal<br />
desteğe sahip olmaları ve böylelikle daha az yetiyitimi yaşamaları ile<br />
açıklanabilir.<br />
Anksiyete riski olan hastaların yetiyitimi puanları arasında anlamlı<br />
fark saptanmıştır. Bu bulgu anksiyete durumunun artmasının yetiyitimine<br />
neden olabileceğini düşündürmektedir. Hastalık durumuna bağlı ve<br />
özellikle kanserli hastalarda anksiyetenin artması fiziksel yetersizliği de<br />
arttırabilmektedir.<br />
SONUÇ<br />
Kanser tanısı, tedavi ve bakım süreci bireylerin yaşamında zor<br />
atlatılabilecek bir kriz yaratmaktadır. Hastaların krizle baş edebilmelerini<br />
sağlamak amacıyla; tedavideki ilerlemeler ışığında kanserin baş edilebilir<br />
bir hastalık olduğunun algılanması sağlanarak, kanserli hastalara<br />
biyopsikososyal bütüncül yaklaşımın uygulanması önerilmelidir. Bu<br />
bağlamda hastalığın seyrini zorlaştıracak depresyon, anksiyete ve yetiyitimi<br />
belirti ve bulgularının erken tanılanması, hastalara verilebilecek destek<br />
sistemleri, kültürel tutum, kişilik yapısı ve baş edebilme gücü gibi<br />
faktörlerin dikkatle ele alınması oldukça önemlidir. Modern kanser<br />
tedavisinde multidisipliner çalışma kapsamında onkoloji hemşirelerinin,<br />
hasta ve yakınlarına yönelik depresyon, anksiyete ve yetiyitimi belirtileri ile<br />
yeterli sosyal destek sağlama konularında yönlendirici olmaları önerilebilir.<br />
79
KAYNAKLAR<br />
1. Ateşci FÇ, Oğuzhanoğolu NK, Baltalarlı B ve ark (2003). Kanser hastalarında<br />
psikiyatrik bozukluklar ve ilişkili etmenler. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 14: 2, 145-152.<br />
2. Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L ve ark (1997). Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği<br />
Türkçe formunun geçerlilik ve Güvenilirliği. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 8, 280-287.<br />
3. Eker D, Arkar H (1995). Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeğinin faktör yapısı<br />
geçerlilik ve güvenilirliği. Türk Psikoloji <strong>Dergisi</strong>.,10: 34, 45-55.<br />
4. Friedman LC, Kalidas M, Elledge R ve ark (2005). Optimism, social support and<br />
psychosocial functioning among women with breast cancer, Psycho-Oncology,<br />
http// www.interscience.wiley.com.<br />
5. Kaplan Đ (1995). Yarıkırsal bir sağlık ocağına başvuran hastalarda ruhsal<br />
bozuklukların yetiyitimi ile ilişkisi. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 6: 3, 169-179.<br />
6. Kızılcı S (1999). Kemoterapi Alan Kanserli Hastalar ve Yakınlarının Yaşam Kalitesini<br />
Etkileyen Faktörler. C. <strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 3: 2, 18-26.<br />
7. Makabe R, Nomizu T (2006). Social support and psychological and physical states<br />
among Japanese patients with breast cancer and their spouses prior to surgery.<br />
Oncol Nurs Forum. 3; 33(3), 651-655.<br />
8. Matsushita T, Matsushima E, Maruyama M (2005). Anxiety and depression of<br />
patients with digestive cancer. Psychiatry and Clinical Neurosciences, 59, 576-583.<br />
9. Montazeri A, Harirchi I, Vahdami M ve ark (2000). Anxiety and depression in Iranian<br />
breast cancer before and after diagnosis. European Journal of Cancer Care, 9, 151-<br />
157.<br />
10. Simpson JS, Carlson LE, Beck CA, ve ark (2002). Effecs of a brief intervention on<br />
social support and psychiatric morbidity in breast cancer patients. Psycho-<br />
Oncology, 11, 282-294.<br />
11. Snaith RP (2003). The hospital anxiety and depression scale. Health and Quality of<br />
Life Outcomes, 1, 29. http://www.hqlo.com/content/1/1/29.<br />
12. Solak M, Başer G (2003). Meme ve Meme Dışı kanserli Kadın Hastaların<br />
Umutsuzluk ve Yaşam Kalitesi Düzeylerinin Đncelenmesi. <strong>Hemşirelik</strong> Forumu, 6: 6,<br />
38-47.<br />
13. Stewart AL, Hays RD, Ware JEJ ve ark (1988). The MOS short-form general health<br />
survey: reliability and validity in a patient population. Med Care, 26, 724-735.<br />
14. Şentürk V, Sağduyu A (2004). Leprası olan hastalarda ruhsal bozukluklar ve<br />
yetiyitimi: bir gözden geçirme. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 15: 3, <strong>23</strong>6-243.<br />
15. Türkiyede kanserle savaş politikası ve kanser verileri (2002), TC Sağlık Bakanlığı<br />
Kanserle Savaş Daire Başkanlığı Yayını, No: 618, Ankara, 145-46.<br />
16. Vinokur A. D, Threatt B.A, Caplan R.D ve ark. (1989). Physical and psychosocial<br />
functioning and adjustment to breast cancer. Cancer, 63, 394-405.<br />
17. Wonghongkul T, Dechaprom N, Phumivichuvate L ve ark (2006). Uncertainty<br />
appraisal coping and quality of life in breast cancer survivors, Cancer Nursing, 29:<br />
3, 250-257.<br />
18. Wong-Kim EC, Bloom JR (2005). Depression experienced by young women newly<br />
diagnosed with breast cancer. Psycho-Oncology. 14, 564-573.<br />
19. Zigmond AS, Snaith PR (1983). The hospital anxiety and depression scale. Acta<br />
Psychiatr Scand, 67, 361-370.<br />
20. Zimet, Dahlem, Zimet & Farley, (1988). Multidimensional scale of perceived social<br />
support; http:www.atkinson.yorku.ca/~psyctest/socsupp.pdf.<br />
80
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 81-91, <strong>2007</strong><br />
HEMŞĐRELERĐN ĐLAÇ HATASI YAPMALARINA YOL AÇABĐLECEK<br />
ETKENLERĐN SAPTANMASI*<br />
THE DETERMINATION OF FACTORS THAT NURSES CAN CAUSE<br />
MEDICATION ERROR<br />
Đsmet EŞER** Leyla KHORSHID** Gülengün T<strong>Ü</strong>RK**<br />
Filiz TOROS***<br />
** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Hemşirelik</strong>te Anabilim Dalı<br />
***T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Anahtar Sözcükler: Đlaç hataları, hemşire, uygulama<br />
Key Words: Medication errors, nurse, administration<br />
Bu çalışma 9-11 Kasım 2006 tarihinde 3.Uluslararası <strong>Hemşirelik</strong> Yönetimi Kongresinde<br />
poster bildiri olarak sunulmuştur.<br />
ÖZET<br />
Bu araştırmanın amacı, hemşirelerin ilaç uygulamaları sırasında<br />
hatalara yol açabilecek etkenlerle karşılaşma durumunu belirlemektir.<br />
Araştırma 01 Temmuz - 30 Eylül 2005 tarihleri arasında T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, T.C. Sağlık Bakanlığı<br />
Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi<br />
Hastanesi ve Özel Kent Hastanesi’nde gerçekleştirilmiştir. Bu hastanelerde<br />
çalışan 252 hemşire araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Verilerin<br />
toplanmasında “Đlaç Uygulamalarını Değerlendirme Formu” kullanılmıştır.<br />
Hemşirelerin ilaç hatalarına yol açabilecek etkenler konusunda genellikle<br />
hekim istemleri ile ilgili etkenlerle karşılaştıkları (hemşirelerin %60.4’ ünün<br />
hekimlerin bazen istem üzerinde düzeltme yaptığını, %46.8’ inin hekimlerin<br />
istemleri bazen okunaklı yazdığını, % 41.3’ ünün ilaç dozlarının bazen tam ve<br />
açık yazılmadığını ifade etmesi) belirlenmiştir. Hemşirelerin büyük<br />
çoğunluğunun, ilaç kartlarını yazma ve kayıtlarla ilgili ilaç hatalarına yol<br />
açabilecek etkenlerle karşılaştığı saptanmıştır.<br />
Araştırma sonuçları ilaç hatalarının hemşireler, hekimler ve eczacılardan<br />
kaynaklanabileceğini göstermiştir.<br />
SUMMARY<br />
The purpose of this research was to determine what factors nurses<br />
encounter that can cause errors during medication administration.<br />
81
This research was conducted between July 1 and September 30, 2005 at<br />
Turkish Health Ministry's Izmir Tepecik Training and Research Hospital (Tepecik)<br />
and Izmir Ataturk Training and Research Hospital (Ataturk), Ege University<br />
Medical Faculty Hospital (Ege) and Private Kent Hospital (Kent). 252 nurses from<br />
these hospitals were taken into the sample. “The Evaluation Form of Drug<br />
Administration” was used in collection of the data.<br />
It was determined that nurses generally encounter with the factors<br />
regarding the doctor orders about factors that can cause medication errors. (%<br />
69.4 of nurses stated that doctors sometimes made changes on their orders, %<br />
41.3 of nurses stated that doctors sometimes wrote their orders legible, % 41.3 of<br />
nurses stated that doctors sometimes wrote drug doses complete and clearly<br />
etc.). It was determined that a great majority of nurses encounter with the factors<br />
which will be led to medication errors regarding the writing of the drugs charts<br />
and the records.<br />
The research results show that the source of medication errors can be<br />
nurses, physicians and pharmacists.<br />
GĐRĐŞ<br />
Đlaç hataları en yaygın olarak görülen önlenebilir tıbbi hatadır.<br />
Đlaç hataları, ilaçların uygulanma sürecinde, izlenmesi gereken ilkelere<br />
uyulmaması sonucunda gerçekleşen yanlış uygulamalar şeklinde<br />
tanımlanabilir. Đlaç uygulama hataları, ilacın istem edilme aşamasından<br />
uygulama sonrasındaki etkilerinin izlemini de içine alan çok geniş bir<br />
süreci kapsamaktadır (Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005). Hatalar, ilacı yanlış zamanda<br />
uygulama, ilacı uygulamayı unutma, yanlış dozda verme, reçete<br />
edilmemiş ilacı uygulama, yanlış ilacı uygulama, ilacı uygun yöntemle<br />
hazırlamama, etkileşime giren ilaçları aynı anda uygulama, uygulamayı<br />
kaydetmeme şeklinde örneklendirilebilir (www.gih.org/usr_doc 2005,<br />
Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005, Hughes ve Ortiz 2005, Ridley ve ark. 2004,<br />
Lassetter ve Warnick 2003).<br />
Hastaların hepsi ilaç hataları açısından potansiyel risk<br />
taşımaktadırlar. Her yıl 7000 ölümün ilaç hatalarından kaynaklandığı,<br />
ilaç hatalarının sağlık sistemine maliyetinin yıllık 2 milyar dolar olduğu<br />
tahmin edilmektedir (Raines 2000). Đlaç hataları, Amerika’da trafik<br />
kazaları, meme kanseri ya da AIDS’den daha fazla görülmektedir ve<br />
yılda 44.000 ile 98.000 arasında kişi bu nedenle ölmektedir. Đlaçla ilgili<br />
hastalık ve ölümlerin yıllık maliyetinin 1,56 ile 5,6 milyar dolar<br />
arasında olduğu tahmin edilmektedir (www.gih.org/usr_doc 2005, Hughes<br />
ve Ortiz 2005). Đngiltere’de 2001 yılında ilaç uygulama hatalarından<br />
yaklaşık 1200 kişinin öldüğü, bu durumun son on yıl içinde % 500<br />
oranında artış gösterdiği kaydedilmiştir. Genel olarak Đngiltere’de 400<br />
yataklı bir hastanede her gün bir hasta, bir ilaç uygulama hatasına<br />
maruz kalmaktadır (Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005). Huhges ve Ortiz bir çalışmada<br />
(2005), ilaç hatalarına maruz kalan hastaların % 30’unun bu<br />
hatalardan öldüğünü ya da hataların hastaya etkisinin 6 haftadan<br />
82
daha uzun süre olduğunu ortaya koymuştur. Đlaç hataları, beklenen<br />
tedavi edici etkinin görülmemesine, hastanın ağrı yaşamasına, hastanede<br />
kalış süresinin uzamasına, hastanın hastaneye ödeyeceği ücretin<br />
artmasına ya da sakat kalmasına, hatta ölümüne yol açabilmektedir<br />
(Mete ve Uslusoy 2006).<br />
Hemşireler, ilaçların güvenli bir şekilde uygulanmasından<br />
sorumludurlar. Bu nedenle hemşireler, ilaç hatalarının önlenmesinde<br />
önemli bir role sahiptir. Hemşirenin uygulama süreci içindeki rolü, doğru<br />
ilacı doğru dozda, doğru hastaya, doğru zamanda, doğru yoldan vermek,<br />
istenen etkiyi değerlendirip desteklemek, istenmeyen etkilere karşı<br />
düzeltici önlemler almak, kayıt tutmak ve hastaya eğitim vermektir.<br />
Ancak çok sayıdaki kazalarla ilgili araştırma kanıtları, ilaç hatalarının<br />
bireylerden çok sistemden kaynaklandığını ve yapılan hatalardan tek<br />
bir birimin sorumlu tutulmaması gerektiğini belirtmektedir. Đlaç hataları,<br />
çok boyutlu ve çeşitli disiplinlerle ilgili bir sorundur. Bu hatalar<br />
hemşire, hekim, eczacı, hasta birey ve kurumdan kaynaklanabilir. Đlaç<br />
uygulamasında bu meslek grupları arasında hemşirelerin önemli bir<br />
sorumluluğu vardır. Hatalar, sürecin herhangi bir aşamasında gelişebilir.<br />
Genellikle, istem verme, istem alma, ilaçları ve ilaç kartlarını<br />
hazırlama, ilaçları verme ya da uygulanan ilaçların kayıt edilmesine<br />
bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ayrıca, fizik koşullar da hataların ortaya<br />
çıkmasına neden olan faktörlerdir (Tang ve ark <strong>2007</strong>, www.cno.org/<br />
docs/prac/41007_medication 2005, Hughes ve Ortiz 2005, Joanna<br />
Briggs Institute 2005, Carthey 2002, Aştı ve Acaroğlu 2000, Fijn ve<br />
ark. 2000, Raines 2000, Vural ve Uçar 1999, Roseman ve Booker<br />
1995, Cohen ve ark. 1994).<br />
Đlaç hatalarının önlenmesi oldukça önemlidir. Hataları önlemeye<br />
yönelik girişimlerin planlanması için hataya neden olabilecek<br />
etkenlerin bilinmesi gerekir. Ancak ülkemizde bu konu ile ilgili yeterli<br />
çalışma bulunmamaktadır. Araştırma sonuçlarının ilaç hatalarına<br />
neden olabilecek etkenlerin kontrol altına alınmasında yol gösterici<br />
olabileceği düşünülmektedir. Bu araştırmanın amacı, hemşirelerin ilaç<br />
hatası yapmalarına yol açabilecek etkenleri belirlemektir.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Araştırma 01 Temmuz - 30 Eylül 2005 tarihleri arasında, T.C.<br />
Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, T.C.<br />
Sağlık Bakanlığı Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Özel Kent Hastanesi’nde<br />
gerçekleştirilmiştir. Đlaç uygulamalarının farklılık gösterdiği<br />
düşünülerek, üniversite hastanesi, devlet hastanesi ve özel hastaneleri<br />
temsilen birer hastane seçilmiştir. Bu hastanelerin belirlenmesinde<br />
çalışan hemşire sayısının fazla olduğu hastaneler olmasına dikkat<br />
83
edilmiştir. Sağlık Bakanlığına bağlanan Sosyal Sigortalar Kurumu<br />
hastanelerinde daha önceki ilaç uygulama prosedürlerinde değişiklik<br />
olmadığı düşünüldüğünden bu hastaneleri temsilen de bir hastane<br />
araştırma kapsamına alınmıştır. T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 365, T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 532, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />
Fakültesi Hastanesinde 1007, Özel Kent Hastanesinde 110 hemşire<br />
çalışmaktadır. Bu hastanelerde çalışan, toplam 2014 hemşireden<br />
evreni temsil edecek düzeyde 252 kişi örnekleme seçilmiştir. Olasılıklı<br />
örnekleme yöntemlerinden tabakalı rastgele örnekleme yöntemi<br />
kullanılarak her bir hastaneden örneklem kapsamına alınacak hemşire<br />
sayısı belirlenmiştir. Bu saptamaya göre, T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 45, T.C. Sağlık Bakanlığı<br />
Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 67, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
Tıp Fakültesi Hastanesinden 126, Özel Kent Hastanesinden 14 hemşire<br />
araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Poliklinik, laboratuar,<br />
radyoloji gibi ayaktan tetkik ve tedavi alanında çalışıp ilaç<br />
uygulamayan hemşireler ile ameliyathane ve yoğun bakım birimlerinde<br />
çalışan hemşireler araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmanın<br />
gerçekleştirildiği hastanelerden ve Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
<strong>Yüksekokulu</strong> Bilimsel Etik Kurulu’ndan yazılı izin, hemşirelerden ise<br />
sözlü onam alınmıştır.<br />
Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür<br />
doğrultusunda geliştirilen, hemşirelerin tanıtıcı özelliklerine ilişkin 5<br />
soru (yaş, eğitim düzeyi, çalıştığı klinik, çalışma yılı, aylık nöbet sayısı)<br />
içeren soru formu ve ilaç hatasına yol açabilecek etkenleri belirlemeye<br />
yönelik 38 sorudan oluşan “Đlaç Uygulamalarında Hatalara Yol<br />
Açabilecek Etkenleri Değerlendirme Formu” kullanılmıştır (Aslan ve<br />
Vural 2005, Lassetter ve Warnick 2003, Carthey 2002, O’shea 1999,<br />
Meurier ve ark.1994). Bu formda yer alan sorular konusunda 5 uzman<br />
görüşü alınmıştır. Daha sonra form 10 hemşireye uygulanarak soruların<br />
anlaşılabilirliği test edilmiştir. Uzmanların ve hemşirelerin önerileri<br />
doğrultusunda 3 soru formdan çıkarılmış ve ifadeler düzeltilerek<br />
formun son hali oluşturulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde sayı<br />
ve yüzde dağılımları incelenmiş, ki-kare analizi uygulanmıştır.<br />
BULGULAR<br />
Araştırmaya katılan hemşirelerin %35.3’ü Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />
Fakültesi Hastanesinde, % 26.6’ sı T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Atatürk<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, %17.9’u T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ve % 5,6’sı Özel Kent<br />
Hastanesinde çalışmaktadır. Hemşirelerin % 38.9’u lisans, %35.7’si ön<br />
lisans mezunu olup, % 29’u 6-10 yıldır çalışmakta ve %65.5’ i ayda 6-<br />
10 arası nöbet tutmaktadır. Hemşirelerin % 54.4’ü cerrahi, % 45.6’sı<br />
84
dahili kliniklerde, % 29’u 6-10 yıldır, % 27,4’ü 5 yıl ve daha az, % 25,8’i<br />
16 ve daha fazla süredir çalışmaktadır.<br />
Tablo 1: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Hekimle Đlgili Etkenler (n=252)<br />
Hekim Đle Đlgili Etkenler<br />
Çoğunlukl<br />
Hiçbir<br />
Bazen<br />
a<br />
zaman<br />
<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />
Say<br />
ı<br />
%<br />
-Hekimin istemi zamanında yazması 169 67.1 77 30.5 6 2.4<br />
-Hekimlerin istem üzerinde düzeltme<br />
10.<br />
51 20.2 175 69.4 26<br />
yapması<br />
4<br />
-Đstemlerin okunaklı yazılması 127 50.4 118 46.8 7 2.8<br />
-Đlaç dozlarının tam ve açık yazılması 141 56 104 41.2 7 2.8<br />
-Đlacın veriliş yolunun açık yazılması 116 46 111 44 25 10<br />
-IV sıvıları hastaya verme süresinin<br />
belirtilmesi<br />
118 46.8 112 44.4 22 8.8<br />
-Acil durum dışında sözel istem<br />
verilmesi<br />
112 44.4 130 51.6 10 4<br />
Tablo 1’e bakıldığında; hemşirelerin % 67.1’i hekimlerin ilaç<br />
istemlerini çoğunlukla zamanında yazdıklarını, % 69.4’ü hekimlerin<br />
bazen istemi yazdıktan sonra aynı istem üzerinde haber vermeden<br />
düzeltme yaptığını belirtmişlerdir. Hemşirelerin %50.4’ü hekimlerin ilaç<br />
istemlerini çoğunlukla okunaklı yazdıklarını, % 56’sı hekimlerin ilaç<br />
dozlarını çoğunlukla tam ve açık yazdıklarını, % 46’sı hekimlerin ilacın<br />
veriliş yolunu çoğunlukla istemlerinde açıkça belirttiklerini ifade<br />
etmişlerdir.<br />
Hemşirelerin % 46.8’i istemde hekimlerin intravenöz sıvıların ne<br />
kadar sürede gideceğini çoğunlukla, % 44.4’ü de bazen belirttiklerini<br />
ifade etmişlerdir.<br />
Hemşirelerin %51.6’sı hekimlerin bazen acil durumlar dışında da<br />
sözlü istem verdiklerini belirtmiştir.<br />
Tablo 2: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Hemşire Đle Đlgili Etkenler (n=252)<br />
Hemşire Đle Đlgili Etkenler<br />
-Hemşirenin hekim yerine istem<br />
yazması<br />
-Hemşirenin hekim yerine reçete<br />
yazmak zorunda kalması<br />
-Hemşirenin eczaneye gidecek<br />
ilaç tabelalarını yazmak<br />
durumunda kalması<br />
-Đlaç kartlarında hastaların adı ve<br />
soyadının yazılı olması<br />
-Đlaç kartlarında oda ve yatak<br />
numarasının yazılı olması<br />
-Đlaç kartında ilaç isimlerinin açık<br />
ve okunaklı yazılması<br />
Çoğunlukla Bazen Hiçbir zaman<br />
<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />
4 1.6 49 19.4 199 79<br />
12 4.8 35 13.9 205 81.3<br />
33 13.1 98 38.9 121 48<br />
219 86.9 17 6.7 16 6.4<br />
<strong>23</strong>2 92.1 7 2.7 13 5.2<br />
245 97.2 5 2 2 0.8<br />
85
-Đlaç kartlarında ilacın veriliş<br />
yolunun açıkça yazılması<br />
216 85.7 29 11.5 7 2.8<br />
-Đlaç kartında ilaç dozunun açık<br />
yazılması<br />
<strong>23</strong>8 94.4 9 3.6 5 2<br />
-Đlaç kartında ilaç formunun<br />
açıkça yazılması<br />
<strong>23</strong>1 91.7 12 4.7 9 3.6<br />
-Đlaç uygulamalarına ilişkin kayıt<br />
ve notların tam olması<br />
<strong>23</strong>7 94 11 4.4 4 1.6<br />
-Đnfüzyon pompasını kullanmada<br />
güçlük yaşanması<br />
22 8.7 90 35.7 140 55.6<br />
-Hemşirelerin ilaç dozlarını<br />
hesaplamada güçlük çekmesi<br />
9 3.5 109 43.3 134 53.2<br />
-Daha önceden enjektöre<br />
çekilmiş bir ilacın uygulanması<br />
5 2 40 15.9 207 82.1<br />
-Hemşirelerin verdiği ilaçların<br />
etkisini bilmesi<br />
226 89.7 20 7.9 6 2.4<br />
-Hemşirelerin kendi klinikleri<br />
dışında nöbet tutmak zorunda 21 8.3 64 25.4 167 66.3<br />
kalması<br />
-Hemşirelerin farklı kliniklerde<br />
çalışmak durumunda kalması<br />
17 6.7 98 38.9 137 54.4<br />
-Acil ilaçların tam olma durumu 221 87.7 30 11.9 1 0.4<br />
Hemşirelerin, % 79’u hiçbir zaman hekim yerine istem yazmadığını,<br />
%19.4’ü ise bazen yazdığını, %13.9’u bazen hekim yerine reçete yazdığını,<br />
% 38.9 ‘u eczaneye gidecek ilaç tabelalarını yazdığını belirtmiştir.<br />
Hemşireler tarafından kullanılan ilaç kartlarının % 86.9’unda<br />
hastaların adı ve soyadının, %92.1’inde hastaların oda ve yatak<br />
numaralarının çoğunlukla yazılı olduğu, % 97.2’sinde ilaç isimlerinin,<br />
% 85.7 sinde ilacın veriliş yolunun, % 94.4’ünde ilaç dozunun,<br />
%91.7’sinde ilaç formunun çoğunlukla açık ve okunaklı yazıldığı, % 94<br />
ünde ilaç uygulamalarına ilişkin kayıt ve notların tam olduğu<br />
belirlenmiştir.<br />
Hemşirelerin % 35.7’si infüzyon pompasını kullanmada, % 43.3’ü<br />
ilaç dozlarını hesaplamakta bazen güçlük yaşadığını, % 15.9’u daha<br />
önceden enjektöre çekilmiş bir ilacı bazen uyguladığını, % 89.7’si<br />
hastaya verdiği ilaçların etkisini çoğunlukla bildiğini, % 25.4’ü bazen<br />
kendi kliniği dışında nöbet tutmak zorunda kaldığını, % 38.9’u bazen<br />
farklı kliniklerde çalışmak durumunda kaldığını, % 87.7’si acil ilaçların<br />
çoğunlukla tam olduğunu belirtmiştir.<br />
Tablo 3: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Diğer Etkenler (n=252)<br />
Dış Ortamla Đle Đlgili Etkenler<br />
-Đlaç hazırlama odasının ısısının<br />
çalışma için uygunluğu<br />
-Đlaç hazırlanan odanın<br />
aydınlatmasının uygunluğu<br />
-Đlaç hazırlanan odanın sessizliğinin<br />
uygunluğu<br />
Çoğunlukla Bazen Hiçbir zaman<br />
<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />
183 72.6 49 19.5 20 7.9<br />
212 84.1 26 10.3 14 5.6<br />
106 42.1 94 37.3 52 20.6<br />
86
-Đlaç hazırlanırken telefona yanıt<br />
verilmesi durumu<br />
-Hasta odalarının aydınlatmasının<br />
ilaç uygulamak için uygunluğu<br />
-Đlaç hazırlanırken fiziksel<br />
güçlüklerle karşılaşılması<br />
-Gündüz vardiyasında enjektör,<br />
pamuk, alkol vb. malzemelerin tam<br />
bulunması<br />
-Nöbetlerde enjektör, pamuk, alkol<br />
vb. malzemelerin tam bulunması<br />
-Nöbetlerde ilaçların tam olma<br />
durumu<br />
-Eczaneden gelen ilaçların dozunun<br />
verilen istemden yüksek veya<br />
düşük olması<br />
-Đstemde yazılan ilaçların<br />
muadillerinin kullanılması<br />
-Đlaçların eczaneden zamanında<br />
gelmesi<br />
-Hemşirelerin çalışma saatlerinde<br />
kendilerini yorgun hissetmesi<br />
-Hemşirelerin çalışma saatlerinde<br />
kendilerini stresli hissetmeleri<br />
<strong>23</strong>1 91.7 17 6.7 4 1.6<br />
192 76.2 38 15.1 22 8.7<br />
129 51.2 110 43.7 13 5.1<br />
<strong>23</strong>7 94 11 4.4 4 1.6<br />
225 89.3 26 10.3 1 0.4<br />
224 88.9 28 11.1 - -<br />
71 28.2 169 67.1 12 4.7<br />
109 43.2 141 56 2 0.8<br />
111 44 122 48.4 19 7.6<br />
69 27.4 174 69 9 3.6<br />
80 31.7 158 62.7 14 5.6<br />
Hemşirelerin % 72.6’sı ilaçların hazırlandığı odanın ısısının, %<br />
84.1’i aydınlatmasının çalışmak için çoğunlukla uygun olduğunu, %<br />
20.6’sı sessizliğinin hiçbir zaman uygun olmadığını, % 91.7’si ilaç<br />
hazırlarken çoğunlukla telefonlara yanıt vermek durumunda kaldıklarını<br />
belirtmişlerdir. Hasta odalarının %76.2’sinin aydınlatmasının ilaç<br />
uygulamak için çoğunlukla uygun olduğu, % 43.7’sinde ilaç<br />
uygulamalarında bazen ortama ait fizik koşullarla ilgili güçlükler<br />
yaşandığı, gündüz vardiyasında % 94 enjektör, pamuk, alkol vb.<br />
malzemelerin çoğunlukla tam olduğu, % 89.3 gece nöbetlerinde enjektör,<br />
pamuk, alkol vb. malzemelerin çoğunlukla tam olduğu, hastaların (gece<br />
nöbetlerinde) % 88.9’unun ilaçlarının çoğunlukla tam olduğu<br />
belirlenmiştir.<br />
Klinikte istemde yazılan ilaçların % 56’sının bazen muadillerinin<br />
kullanıldığı, eczaneden gelen ilaçların dozunun % 67.1’inin verilen<br />
istemden bazen yüksek veya düşük olduğu, % 48.4’ünde ilaçların<br />
eczaneden bazen zamanında geldiği saptanmıştır.<br />
Hemşirelerin, % 69’u çalışma saatleri içinde kendilerini bazen,<br />
%27.4’ü çoğunlukla yorgun, % 62.7’si bazen stresli hissettiğini ifade<br />
etmişlerdir. Hemşirelere doğruluğundan kuşku duyduğunuz bir istemle<br />
karşılaştığınızda kime danışırsınız Soruru sorulduğunda % 86.1’i<br />
hekime danıştıklarını belirtmişlerdir.<br />
87
TARTIŞMA<br />
Đlaç hatalarına neden olabilecek etkenlerin belirlenmesi ve gerekli<br />
önlemlerin alınması, hasta bakım kalitesinin artırılması ve hasta<br />
güvenliğinin sağlanması açısından önemlidir.<br />
Çalışmamızda hekimlerin istemleri çoğunlukla, önemli bir oranının<br />
da bazen zamanında yazdığı belirlenmiştir. Hekimlerin ilaç istemlerini<br />
zamanında yazmaması, ilaçların eczaneden zamanında temin edilmesini<br />
dolayısıyla ilaçların doğru zamanda uygulanmasını engeller. Hekimlerin<br />
istemlerin üzerinde hemşirelerden habersiz düzeltme yaptıkları<br />
saptanmıştır. Bu durumun hekimlerle hemşireler arasındaki iletişim<br />
eksikliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.<br />
Yazılı iletişim tıbbi uygulamalarda esastır. Okunaksız el yazıları<br />
ciddi bir problem oluşturmaktadır. Çalışmamızda istemlerin, ilaç<br />
dozlarının, ilaçların veriliş yolunun çoğunlukla tam ve açık yazıldığı<br />
görülmektedir. Aşıcıoğlu ve Cantürk’ün yaptıkları çalışmada (2003) ise,<br />
hekimlerin % 65.15’i reçete ya da istem yazarken el yazısının kötüleştiğini<br />
belirtmiştir. Aynı çalışmada hekimlerin okunaksız yazdıkları reçetelerin<br />
tedavide hata ve gecikmeye yol açtığına dikkat çekilmiştir.<br />
IV sıvıların hastaya veriliş süresi, sıvı elektrolit dengesizlikleri ve<br />
dolaşım yüklenmesi gibi komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir.<br />
Çalışmamızda hekimlerin büyük çoğunluğunun IV sıvıların veriliş süresini<br />
bazen belirttikleri belirlenmiştir. Hekimler süreyi istemde açıkça<br />
belirtmedikleri için hemşireler yetki alanları dışında karar almak<br />
durumunda kalmaktadırlar. Paton ve Wallace de yaptıkları (1997)<br />
çalışmada ilaç hatalarının % 22’sini yanlış infüzyon hızının oluşturduğunu<br />
belirtmişlerdir.<br />
Sözlü istemler yanlış anlaşılma olasılığı nedeniyle ilaç hatalarına<br />
neden olabilmektedir. Acil durumlarda sözlü istemin hemşireler<br />
tarafından yerine getirilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Ancak sözlü<br />
istemin acil olmayan durumlarda da verilmesi hemşirelerin bu duruma<br />
bağlı ilaç hatası yapma olasılığını artırmaktadır. Çalışmamızda<br />
hemşirelerin yaklaşık yarısı hekimlerin acil durumlar dışında da<br />
çoğunlukla sözlü istem verdiklerini belirtmişlerdir. Benzer şekilde Leape ve<br />
arkadaşları da ilaç hatalarının % 39’unun hekim istemlerinden<br />
kaynaklandığını belirtmişlerdir (Lassetter ve Warnick 2003). Aslan ve<br />
<strong>Ü</strong>nal yaptıkları çalışmada sözel istemlerin % 78 oranında yazılı hale<br />
getirilmediğini, % 45 oranında da doğru yazılı istem alınmadığını<br />
saptamışlardır (Tablo 1).<br />
Çalışma bulgularımıza göre, hemşirelerin yaklaşık beşte biri ile<br />
onda birinin kendi yetki ve sorumlulukları dışındaki hekim istemi ve<br />
reçetelerini, yarıya yakınının ilaç tabelalarını bazen de olsa yazmaları hem<br />
hata riskini artırmakta hem de yasal olarak durumlarını zorlaştırmaktadır.<br />
88
Hemşirelerin hasta tedavisinin zamanında gerçekleştirilmesi için,<br />
istem, reçete ve ilaç tabelası yazmasının bu sonuçta etkili olduğu<br />
düşünülmektedir.<br />
Çalışmamızda hemşireler tarafından kullanılan ilaç kartlarında<br />
hastaların ad ve soyadının, oda ve yatak numaralarının, ilaç isimlerinin,<br />
ilacın veriliş yolunun, ilaç dozunun, ilaç formunun çoğunlukla açık ve<br />
okunaklı yazıldığı, ilaç uygulamalarına ilişkin kayıt ve notların tam<br />
olduğu belirlenmiştir. Bu sonucun, ilaç kartlarını yazma ve kayıtları<br />
tutmanın hemşirelerin bağımsız işlevi olmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir.<br />
Buna bağlı olarak ilaç kartlarından kaynaklanabilecek hata<br />
olasılığının düşük olduğu görülmektedir.<br />
Hemşirelerin bilgi ve becerileri ilaç hatalarının oluşumunu<br />
etkileyebilir. Hemşirelerin önemli bir oranının infüzyon pompasını<br />
kullanma ve ilaç dozlarını hesaplamada bazen güçlük yaşadıkları,<br />
belirlenmiştir. Yaşanan bu güçlük ilaç hatalarının meydana gelmesini<br />
artırabilir. Đnfüzyon pompasının sıvı tedavisi ve kritik ilaçların uygulandığı<br />
kliniklerde daha çok ve diğer kliniklerde az kullanılmasının, hemşirelerin<br />
bu konudaki bilgilerini etkilediği düşünülebilir. Carthey ise yağtığı<br />
çalışmada (2002) hataların farklı infüzyon pompaları arasındaki kullanıma<br />
ilişkin değişen gereksinimlerden kaynaklanabileceğini belirtmiştir.<br />
O’shea, ilaç hatalarının hemşirelerin hesaplama becerilerinin yetersiz<br />
olmasından kaynaklandığını ve hataları önlemede hemşirelerin doz<br />
hesaplama yeterliliklerinin önemli olduğunu belirtmiştir (O’shea 1999).<br />
Hicks ve arkadaşları çalışmalarında (2004) ilaç hatalarının %11.3’ünün bilgi<br />
eksikliği, %5.2’sinin infüzyon pompalarının doğru kullanılmaması,<br />
%3.9’unun doz hesaplama hatalarından kaynaklandığını belirtmiştir.<br />
Çalışmamızda hemşirelerin çoğunluğunun daha önceden enjektöre<br />
çekilmiş bir ilacı hiçbir zaman uygulamadığı, hastaya verdiği ilacın etkisini<br />
çoğunlukla bildiği belirlenmiştir (Tablo 2). Kumcağız çalışmasında<br />
(2000) klinik hemşirelerin % 27.5’inin sık kullanılan ilaçların özellikleri<br />
ve etkileri hakkında, % 34.1’inin bazı ilaçların özellikleri ve kullanımı<br />
konusunda bilgiye oldukça gereksinimleri olduğunu saptamıştır .<br />
Acil durumlar hemşirelerin anksiyetesinin yükselmesine neden<br />
olarak hata yapma olasılığını artırır. Acil ilaçların eksik olduğunu<br />
bildiren hemşirelerin oranı % 11.9 gibi bir oranla dikkate alınması<br />
gereken bir değerdir.<br />
Çalışmamızda hemşirelerin önemli bir oranının farklı kliniklerde<br />
nöbet tuttuğu ve çalıştığı görülmektedir. Hemşirelerin, fizik ortam ve<br />
klinik işleyişin farklı, deneyim ve bilgisinin yetersiz olduğu ortamlarda<br />
çalışması ilaç hatası yapma riskini artırır.<br />
Hemşirelerin çalışma ortamlarında ısı, aydınlatma gibi bazı fiziksel<br />
koşulların çoğunlukla uygun olduğu, sessizlik ve ilaç hazırlarken<br />
telefona yanıt verme gibi bazı fiziksel koşulların çoğunlukla uygun<br />
89
olmadığı görülmektedir. Gürültü hastanelerde yaygın bir sorundur.<br />
Gürültülü ortamda çalışmama ve ilaç hazırlarken sık sık telefona yanıt<br />
verme gibi dikkati dağıtıcı durumlar hemşireleri ilaç hatası yapma riski<br />
ile karşı karşıya bırakmaktadır.<br />
Hemşirelerin çoğunluğu ilaç uygulamaları için gerekli malzemelerin<br />
(ilaç, enjektör, pamuk gibi) tam olduğunu belirtmişlerdir (Tablo 3).<br />
Malzeme eksikliğinden kaynaklanabilecek ilaç hatası gelişme olasılığının<br />
düşük olduğu görülmektedir.<br />
Hemşireler, ilaçların muadillerinin kullanılması ve eczaneden istenen<br />
dozda ve zamanında gelmemesi gibi kendileri dışındaki nedenlerden<br />
dolayı ilaç hatası yapma riski ile karşı karşıya kalmaktadır.<br />
Stres ve yorgunluğun hemşirelerde önemli bir problem olduğu<br />
bilinmektedir. Meurier ve arkadaşları yaptıkları çalışmada (1997) stresli bir<br />
ortamda çalışan hemşirelerin ilaç hatası yapma olasılığını artırabilecek<br />
güven kaybı yaşadıklarını ve anksiyetelerinin arttığını belirtmişlerdir.<br />
Hemşirelerin yaş, eğitim düzeyi, çalıştığı klinik, çalışma süresi ve<br />
aylık nöbet sayısına göre hekim yerine istem, reçete veya eczaneye<br />
gidecek ilaç tabelalarını yazma, hastaya verilen ilaçların etkisini bilme<br />
ve ilaç dozlarını hesaplama oranları arasında istatistiksel açıdan<br />
önemli bir fark bulunmamıştır.<br />
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Sonuç olarak ilaç hataları çok boyutlu ve çeşitli disiplinlerle ilgili<br />
bir sorundur. Hemşire tarafından ilaç uygulama hekim ve eczacıları da<br />
ilgilendiren sürecin sadece bir parçasıdır. Araştırmamız sonucunda da<br />
hemşire, hekim, eczacı ve dış ortamdan kaynaklanan nedenlerin ilaç<br />
hatalarına yol açabileceği saptanmıştır. Ancak hemşirelerin ilaç uygulamaları<br />
ile ilgili bağımsız olarak yerine getirdikleri sorumluluklarda<br />
(ilaç kartları vb.) daha az sorun yaşadıkları belirlenmiştir. Hataların<br />
önlenmesi için disiplinlerarası yaklaşımlara gereksinim vardır. Hemşirelerin<br />
teknolojik gelişmeler, yeni ilaçlar ve muadilleri konusunda bilgilendirilmesi,<br />
çalışma ortamındaki fiziksel koşulların iyileştirilmesi gerekmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. . Aslan Ö, <strong>Ü</strong>nal Ç (2005). Cerrahi yoğun bakım ünitesinde parenteral ilaç uygulama<br />
hataları.Gülhane Tıp <strong>Dergisi</strong>, 47:175-178.<br />
2. Aşıcıoğlu F, Cantürk G (2003). Hekimlerin okunaksız el yazısının yol açtığı sorunlar:<br />
bir anket çalışması, Adli Bilimler <strong>Dergisi</strong>, 2:1, 13-22.<br />
3. Aştı T, Acaroğlu R (2000). <strong>Hemşirelik</strong>te sık karşılaşılan hatalı uygulamalar.<br />
Cumhuriyet <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 4:2, 22-27.<br />
90
4. Carthey J (2002). Medication errors: causes, prevention and reduction. British<br />
Journal of Haematology,116, 255-265.<br />
5. Cohen M.R. ve ark.(1994). 12 ways to prevent medication errors. Nursing, February.<br />
6. Fijn R ve ark. (2000). Hospital prescribing errors: epidemiological assessment of<br />
predictors. British Journal of Clinical Pharmacology, 53, 326-331.<br />
7. Hicks RW, Becker SC, Krenzischeck D, Beyea SC (2004). Medication errors in the<br />
PACU: a secondary analysis of MEDMARX findings. Journal f Perianesthesia<br />
Nursing, 19:1,18-28.<br />
8. Hughes RG, Ortiz E( 2005). Medication errors. American Journal of Nursing, March ,<br />
14- 24.<br />
9. Kumcağız H (2000). Ondokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde çalışan<br />
servis hemşirelerinin yapılmakta olan hizmet içi eğitim programlarına ilişkin<br />
bildirimleriyle yönetici hemşirelerin görüşlerinin incelenmesi. Hemşire <strong>Dergisi</strong>,49:6,<br />
3-8.<br />
10. Joanna Briggs Institute (2005). Strategies to reduce medication errors with reference<br />
to older adults, Best Practice, 9:4, 1-6.<br />
11. Lassetter JN, Warnick ML (2003). Medical errors, drug related problems, and<br />
medication errors. Journal of Nursing Care Quality1, 8:3, 175-181.<br />
12. Mete S, Uslusoy E (2006). <strong>Hemşirelik</strong>te Đlaç Uygulama Hataları, <strong>Hemşirelik</strong> Forumu,<br />
36-41.<br />
13. Meurier CE, Vincent CA, Parmar DG (1997). Learning from errors in nursing<br />
practice. Journal of Advanced Nursing, 26, 111-119.<br />
14. O’shea E (1999). Factors contributing to medication errors: a literature review.<br />
Journal of Clinical Nursing, 8, 496-504.<br />
15. Paton J, Wallace J (1997). Medication errors. The Lancet, 349,959-960.<br />
16. Raines DA (2000). Making mistakes: prevention is key to error-free health care.<br />
Awhonn Lifelines, 4:1, 35-39.<br />
17. Ridley SA, Booth SA, Thompson CM (2004). Prescription errors in UK critical care<br />
units. Anaesthesia, 59, 1193-1200.<br />
18. Roseman C, Booker JM (1995). Workload and enviromental factors in hospital<br />
medication errors. Nursing Research,44:4, 226-<strong>23</strong>0.<br />
19. Tang FI, Sheu SJ, Yu S, Wei IL, Chen CH (<strong>2007</strong>). nurses relate the contributing<br />
factors involved in medication errors. Journal of Clinical Nursing, 16, 447-457.<br />
20. Vural H, Uçar H (1999). Đlaç hatalarına ilişkin geliştirilen işlemin ilaç uygulama<br />
hataları üzerine etkisi. Gülhane Tıp <strong>Dergisi</strong>, 41:1, 419-425.<br />
21. www.cno.org/docs/prac/41007_Medication.pdf, 08.06.2005<br />
22. www.gih.org/usr-doc/December_15,_2003.pdf, 08.06.2005<br />
91
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 93-103, <strong>2007</strong><br />
HUZUREVĐNDE YAŞAYAN YAŞLILARIN ÖZ BAKIM G<strong>Ü</strong>C<strong>Ü</strong> VE<br />
ETKĐLEYEN FAKTÖRLER<br />
SELF CARE AGENCY OF NURSING HOME RESIDENTS AND EFFECTIVE<br />
FACTORS<br />
Serap YILDIRIM Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Psikiyatri Hemşireliği AD, ĐZMĐR<br />
Anahtar Sözcükler: Yaşlı, huzurevi, öz bakım gücü, etkili faktörler<br />
Key Words: Elderly, nursing home, self care strength, effective factors<br />
ÖZET<br />
Bu araştırma huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücü düzeylerini<br />
ve etkileyen faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı<br />
tipte olan bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra Aralık 2005–Ocak 2006<br />
tarihleri arasında Đzmir Đli, Gürçeşme Huzurevi’nde araştırmaya katılmayı<br />
kabul eden 101 yaşlıyla yapılmıştır. Araştırma verileri; Tanıtıcı Bilgi Formu ve<br />
Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ) ile toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde<br />
dağılımı, t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.<br />
Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra<br />
Aralık 2005–Ocak 2006 tarihleri arasında Đzmir Đli, Gürçeşme Huzurevi’nde<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden 101 yaşlıyla yapılmıştır. Araştırma verileri;<br />
Tanıtıcı Bilgi Formu ve Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ) ile toplanmıştır.<br />
Verilerin analizinde sayı, yüzde dağılımı, t testi ve varyans analizi<br />
kullanılmıştır.<br />
Araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması 75.03±6.29 olup, %<br />
54.5’inin erkek, % 70.3’ünün dul, % 55.4’ünün okuryazar, % 31.7’sinin ev<br />
hanımı olduğu, % 66.3’ünün gelir durumunu orta düzeyde algıladığı, %<br />
39.6’sının sosyal bir güvencesinin olmadığı, % 73.3’ünün çocuğunun olduğu,<br />
% 43.6’sının çocuğunun ziyaretine gelmediği saptanmıştır. Araştırmaya katılan<br />
yaşlıların; ÖBGÖ toplam puan ortalaması 98.80±18.81 olarak saptanmıştır.<br />
Yaşlıların öz bakım gücü orta düzeyin üstünde bulunmuştur. Yaşlıların öz<br />
bakım gücünü yaş, cinsiyet, ziyaretçi gelme durumu, sosyal güvence durumu<br />
ve fizik sağlık algısının etkilediği saptanmıştır (p
yaşlıların yaşam kalitesini ve dolayısıyla aldıkları hizmetin kalitesinin artması<br />
açısından önemli olduğu sonucuna varılmıştır.<br />
SUMMARY<br />
This study has been conducted in order to examine the level of self care<br />
agency of nursing home residents and effective factors.<br />
After having required concents, this descriptive study has been carried out<br />
between December 2005–January 2006 in Đzmir, Gürçeşme Nursing Home and<br />
included 101 residents who accepted to be involved in this research. Data were<br />
collected by “Introductory Information Form” and “The Scale of Selfcare<br />
Strength”. Data were analyzed using number, distribution of percentage, student<br />
t test and variance.<br />
The mean age of elderly people included in this study was 75.03±6.29, of<br />
them 54.5 % was men, 70.3 % was widow, 55.4 % was literate, 31.7 % was<br />
housewife, and it was determined that 66. % were middle-incomed, that 39.6 %<br />
were those without any social security, that 73.3 % had children, and that 43.6<br />
% were not visited by their children. Of attendant elderly people; overall average<br />
score for The Scale of Selfcare Strength it was 98.80±18.81. Elderly people was<br />
close to moderate level and their selfcare agency. It was founded that the level of<br />
self care agency of the elderly was effected age, sex, visit situation, insurance<br />
situation and perception of physical health (p
Yaşlanmayla birlikte bireyde fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlar<br />
artmakta dolayısıyla da yaşlıların eş, dost ve yakınlarına olan bağımlılıkları<br />
artmaktadır (Akgün ve ark 2004, Bakar ve ark 2005, Berberoğlu ve ark<br />
2002). Bu nedenle, yaşamını yakınlarından uzak huzurevinde geçirmek<br />
zorunda olan yaşlı bireyin fiziksel ve psikososyal yönden bağımsızlığını<br />
sağlamak ve uzun süre korunması için çaba göstermek gerekmektedir.<br />
Bu da ancak bireyin kendi öz bakımının önemini kavraması ve bakımın<br />
gereklerini yerine getirmesiyle olabilir (Ardahan 2002).<br />
Öz bakım gücü, Orem tarafından 1959 yılında geliştirilen “Öz Bakım<br />
Yetersizliği Kuramının” ana kavramlarındandır. Öz bakım kuramı<br />
yaşamın sürekliliği için öz bakımın neden gerekli olduğunu açıklamaktadır<br />
(Birol 2002, Cavanagh 1993 ve Velioğlu 1999). Orem’e göre (1995) öz<br />
bakım gücü, sağlığın sürdürülmesi ve yükseltilmesine yönelik öz bakım<br />
davranışlarını düzenleme, öz bakımla ilgili özgül konularla ilgilenme,<br />
anlama ve kavrama, düzenlenen etkinlikleri gözleme, bilgiyi kullanma,<br />
karar verme ve verilen kararı uygulama başarısına yönelik bireysel<br />
yetenektir.<br />
Orem’in (1995) kuramına göre öz bakım, demografik ve bireysel<br />
özelliklerden, çevresel faktörlerden, sağlık durumundan ve sağlık bakım<br />
sistemi faktörlerinden etkilenmektedir. Ayrıca bireyin kişilerarası<br />
ilişkilerinden, iletişiminden, kültürel ve sosyal deneyimlerinden de<br />
etkilenmektedir.<br />
Öz bakım gücü, Kuzey Amerika <strong>Hemşirelik</strong> Tanı Birliği (North<br />
America Nursing Diagnoses Assosiation-NANDA) tarafından bir hemşirelik<br />
tanısı olarak “öz bakım eksikliği sendromu” şeklinde kabul edilmiştir.<br />
<strong>Hemşirelik</strong> tanıları el kitabında da öz bakım eksikliği sendromu; motor<br />
fonksiyonlarında veya bilişsel fonksiyonlarda bir bozulma nedeniyle<br />
kendine bakım verme aktivitelerinden beşini de (beslenme, banyohijyen,<br />
giyinme-kuşanma, tuvalet-tuvaleti kullanma, enstrümental<br />
bakım) yerine getirme yeterliliği azalan bir bireydeki durum olarak<br />
tanımlanmaktadır (Carpenito-Moyet 2005).<br />
Yaşlılıkta ortaya çıkan fiziksel ve psikososyal değişikliklerin öz<br />
bakım gücünü etkileyeceği ve aynı zamanda onların benlik saygısında<br />
azalmaya neden olacağı düşünülmektedir. <strong>Ü</strong>lkemizde, yaşlılarla yapılan<br />
araştırmalarda günlük yaşam aktiviteleri sorgulanmış ancak öz bakımı<br />
odak alan çalışma ve incelemeler az sayıda yapılmıştır (Ardahan 2002).<br />
Hızlı bir sosyokültürel değişme süreci içinde bulunan ülkemizde de; aile,<br />
eğitim, sağlık ve sosyal hizmet yaklaşımları değişmektedir. Bu kapsamda,<br />
yaşlılık konusunun ele alınışında da değişiklikler görülmektedir.<br />
Hemşireler, sağlıklı ve hasta yaşlı bireylere verilen sağlık hizmetlerinde<br />
giderek artan bir şekilde yer almaktadırlar. Başka bir anlatımla yaşlıya<br />
verilen sağlık hizmetlerinde hemşirelere büyük sorumluluklar<br />
düşmektedir. Bunun için bakım hizmetlerinin her aşamasında önemli<br />
95
yeri olan hemşirelerin bugün ve gelecekte etkin görev alabilmeleri için<br />
yaşlılarla ilgili araştırmalar yapmaları gerekmektedir. Bu araştırma,<br />
huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücünü etkileyen etmenleri<br />
incelemek amacıyla yapılmıştır.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Bu araştırma, huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücü ve<br />
etkileyen etmenleri incelemek amacıyla planlanan tanımlayıcı ve<br />
kesitsel tipte bir alan çalışmasıdır. Araştırmanın evrenini Đzmir Đli<br />
Gürçeşme Huzurevi’nde yaşayan <strong>23</strong>3 yaşlı oluşturmuştur. Örneklem<br />
seçimine gidilmemiş, araştırmanın yürütüldüğü Aralık 2005–Ocak<br />
2006 tarihleri arasında, örneklem seçim kriterlerine uyan ve<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlılar örneklemi oluşturmuştur<br />
(n=101). Örnekleme, örneklem seçim kriterlerine uymayan 36 yaşlı,<br />
farklı nedenlerle kurumda kalmayan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />
etmeyen 31 yaşlı dahil edilememiştir. Bu nedenlerden dolayı<br />
araştırmaya katılım oranı % 60.84’ tür.<br />
Örneklem seçim kriterleri<br />
<br />
<br />
<br />
Fizik ve ruh sağlığı iletişim kurmayı engellemeyen,<br />
Soruları anlayıp, yanıt verebilen,<br />
Araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlılar araştırma kapsamına<br />
alınmıştır.<br />
Araştırmada veri toplama aracı olarak Tanıtıcı Bilgi Formu ve Öz<br />
Bakım Gücü Ölçeği kullanılmıştır. Đki veri toplama aracıda bireylerin<br />
öz değerlendirmelerine dayalıdır.<br />
Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından ilgili literatür<br />
taranarak oluşturulan ve yaşlıların sosyo-demografik özelliklerini<br />
belirlemeyi amaçlayan 14 sorudan oluşmaktadır.<br />
Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ), Kearney ve Fleischer tarafından<br />
1979 yılında geliştirilen ve insanların kendi kendilerine bakma<br />
yeteneklerini, güçlerini belirlemeye yarayan 43 maddeden oluşturulan,<br />
1993 yılında Nahcivan tarafından Türk toplumuna uyarlanmış ve<br />
geçerlik ve güvenirliği saptanmıştır. Nahcivan yaptığı geçerlik ve<br />
güvenirlik çalışmasında ölçekte yer alan madde sayısını 43’ten 35’e<br />
indirmiştir. Ölçekte her bir madde 0’dan 4’e kadar puanlanan 5<br />
dereceli likert ile değerlendirilmektedir. Ölçekten alınan en düşük puan<br />
35, en yüksek puan 140’tır. Ölçekten alınan yüksek puanlar öz bakım<br />
gücünün yüksek olduğunu göstermektedir (Nahcivan 1994). Bu<br />
araştırmada ölçeğin cronbach alpha değeri 0.89’dur.<br />
Araştırmanın bağımlı değişkeni ÖBGÖ puan ortalaması, bağımsız<br />
değişkenleri ise yaşlıların sosyo-demografik özellikleri ve algıladıkları<br />
sağlık durumlarıdır.<br />
96
Veriler, kurum ve bireylerden gerekli izinler alındıktan sonra,<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlı bireylerle kurumda uygun bir<br />
yerde yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin<br />
değerlendirilmesi, bilgisayar ortamında yapılmış, istatistiksel analiz<br />
olarak sayı, yüzde, varyans analizi ve t testi kullanılmıştır.<br />
BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
Tablo 1. Yaşlıların Sosyodemografik Özelliklerinin Dağılımı (n:101)<br />
Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />
Yaş Grubu<br />
65-69<br />
70-74<br />
75-79<br />
80 ve üzeri<br />
20<br />
27<br />
27<br />
27<br />
19.8<br />
26.7<br />
26.7<br />
26.7<br />
Cinsiyet<br />
Kadın<br />
Erkek<br />
Medeni Durum<br />
Bekar<br />
Evli<br />
Dul /Boşanmış<br />
Eğitim Düzeyi<br />
Okuryazar<br />
Đlkokul<br />
Ortaokul<br />
Meslek<br />
Ev hanımı<br />
Memur<br />
Đşçi<br />
Çiftçi<br />
Esnaf<br />
Diğer<br />
Çocuk Sahibi Olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Ziyaret Edilme Durumu<br />
Evet<br />
Ara sıra<br />
Hayır<br />
Düzenli Gelir<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Gelir Düzeyi Algısı<br />
Yetersiz<br />
Orta<br />
Sosyal Güvence Durumu<br />
Yok<br />
Emekli sandığı<br />
Bağ-Kur<br />
Yeşil kart<br />
Özel sigorta<br />
SSK<br />
46<br />
55<br />
17<br />
4<br />
80<br />
56<br />
26<br />
19<br />
32<br />
9<br />
16<br />
13<br />
12<br />
19<br />
74<br />
27<br />
42<br />
15<br />
44<br />
71<br />
30<br />
34<br />
67<br />
44.5<br />
54.5<br />
16.8<br />
4.0<br />
79.2<br />
55.4<br />
25.7<br />
18.8<br />
31.7<br />
8.9<br />
15.8<br />
12.9<br />
11.9<br />
18.8<br />
73.3<br />
26.7<br />
41.6<br />
14.9<br />
43.6<br />
70.3<br />
29.7<br />
33.7<br />
66.3<br />
40<br />
12<br />
10<br />
19<br />
12<br />
8<br />
39.6<br />
11.9<br />
9.9<br />
18.8<br />
11.9<br />
7.9<br />
Toplam 101 100.0<br />
97
Araştırmaya katılan yaşlıların sosyodemografik özellikleri incelendiğinde;<br />
yaşlıların yaş ortalamasının 75.03 ± 6.29 olduğu, %54.5’inin<br />
erkek, %79.2’sinin dul/boşanmış, %55.4’ünün okuryazar, %31.7’sinin<br />
ev hanımı, %73.3’ünün çocuğunun olduğu, %43.6’sının ziyaretçisinin<br />
gelmediği, %70.3’ünün düzenli bir gelire sahip olduğu, %66.3’ünün<br />
gelir durumunu orta düzeyde değerlendirdiği, %39.6’sının ise sosyal bir<br />
güvencesinin olmadığı saptanmıştır (Tablo 1).<br />
Yaşlıların sağlık durumları incelendiğinde; %43.6’sı fizik sağlığını<br />
“iyi” düzeyde, %41.6’sı “orta” düzeyde değerlendirmiştir. Yaşlıların<br />
%54.5’i ise ruh sağlığını “iyi” düzeyde, %38.6’sı “orta” düzeyde<br />
değerlendirmiştir. Yaşlıların %58.4’ünün düzenli ilaç kullanmasını<br />
gerektiren fiziksel bir hastalığının olduğu bulunmuştur (Tablo 2). Bakar<br />
ve arkadaşlarının (2005) huzurevinde yaşayan yaşlıların anksiyete ve<br />
depresyon düzeylerini belirlemeye yönelik yaptıkları çalışmada %62’sinin,<br />
Bayık ve arkadaşlarının (2002) huzurevinde kalan yaşlıların fiziksel<br />
sağlık sorunları ve hastalıklarına yönelik ilaç kullanma durumlarını<br />
saptamaya yönelik yaptıkları çalışmada %84.2’sinin, Berberoğlu ve<br />
arkadaşlarının (2002) huzurevinde kalan yaşlıların sosyo-demografik<br />
özellikleri ve KATZ Indeksine göre günlük yaşam etkinliklerini<br />
saptamaya yönelik yaptığı çalışmada %74.7’sinin, Bilir ve arkadaşlarının<br />
(2002) 65 yaş ve üzeri kişilerin bazı sağlık ve sosyal durumlarını<br />
saptamaya yönelik yaptıkları çalışmada %78.1’inin ilaç kullanmasını<br />
gerektiren kronik bir hastalığının olduğu bulunmuştur.<br />
Aynı zamanda, yaşlıların yarısından fazlasının ilaç kullanmasını<br />
gerektirecek kronik bir hastalığı olmasına karşın, %43.6’sının fizik<br />
sağlığı ve %54.5’inin ise ruh sağlıklarını “iyi” düzeyde değerlendirdikleri<br />
görülmektedir (Tablo 2). Yaşlıların hastalık belirti ve semptomlarını<br />
dönem özelliği olarak kabul etmeleri nedeniyle sağlık durumlarını “iyi”<br />
yönde algıladıkları düşünülmektedir.<br />
Tablo 2: Yaşlıların Algıladıkları Sağlık Durumlarına Göre Dağılımı<br />
Algıladıkları sağlık durumları <strong>Sayı</strong> %<br />
Fizik Sağlık<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
44<br />
42<br />
15<br />
43.6<br />
41.6<br />
14.9<br />
Ruh Sağlık<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
Kronik Bir Hastalığa Sahip Olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
55<br />
39<br />
7<br />
54.5<br />
38.6<br />
6.9<br />
59<br />
58.4<br />
42<br />
41.6<br />
Toplam 101 100.0<br />
98
Yaşlıların öz bakım güçleri incelendiğinde; ÖBGÖ toplam puan<br />
ortalaması 98.80 ± 18.81 olarak bulunmuştur. En küçük değer 47, en<br />
büyük değer 133’tür. Ardahan’ın (2002) aynı huzurevinde yaptığı<br />
“yaşlıların öz bakım gücü ve yaşam doyumları” konulu çalışmasında<br />
ÖBGÖ puan ortalaması 95.69 ± 15.52 olup, bu araştırma bulgusuyla<br />
paralellik göstermektedir. Ancak Çimen’ in (2000) yaşlıların öz bakım<br />
gücü ve yaşam doyumlarını incelemek amacıyla yaptığı çalışmasında<br />
yaşlıların ÖBGÖ puan ortalaması 86.6 ± 24.5 olarak saptamıştır. ÖBGÖ<br />
puan ortalamasının daha düşük bulunmasının nedeni araştırmanın farklı<br />
bir kurumda yapılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.<br />
Yaşlıların sosyo-demografik özelliklerinin öz bakım gücüne etkisi<br />
incelendiğinde; huzurevinde yaşayan yaşlıların yaş gruplarına göre<br />
ÖBGÖ puan ortalamaları arasında yapılan varyans analizinde<br />
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p0.05) (Tablo 3).<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların ziyaret edilme durumlarına göre<br />
ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, ziyaretçisi gelmeyen yaşlıların<br />
99
puan ortalaması ziyaretçisi gelenlere göre daha yüksek bulunmuştur.<br />
Yapılan analizde bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p0.05) (Tablo 3). Yaşlıların eğitim düzeyleri arasındaki<br />
farkın az olması ve yaşlıların eğitim düzeylerinin düşük olması bu<br />
istatistiksel sonucun nedeni olarak düşünülmektedir.<br />
Huzurevinde yaşayan, düzenli geliri olmayan yaşlıların ÖBGÖ<br />
puan ortalaması düzenli geliri olan yaşlılara göre daha yüksek olduğu,<br />
yaşlılık döneminde düzenli bir gelire sahip olmamanın getirdiği<br />
zorlukların üstesinden gelerek yaşamanın, bireylerin öz bakımlarına<br />
daha fazla önem vermelerinin bir sonucu olduğu şeklinde açıklanabilir.<br />
Ancak gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı bulunmadığı<br />
saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3). Huzurevinde düzenli bir gelire sahip<br />
olmanın, yaşlıların öz bakım gücü için önemli bir faktör olmadığı<br />
sonucuna varılmıştır.<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların algıladıkları gelir düzeyine göre<br />
ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, gelir düzeyini “orta” olarak<br />
değerlendiren yaşlıların, “yetersiz” olarak algılayanlara göre daha<br />
yüksek bulunduğu ancak bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı<br />
saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3). Huzurevinde yaşayan yaşlıların gelir<br />
düzeyi algısının, yaşlıların öz bakım gücü için önemli bir faktör<br />
olmadığı düşünülmektedir.<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların sosyal güvence durumlarına göre<br />
ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı<br />
bir fark bulunmuştur (p
Tablo 3: Yaşlıların Sosyodemografik Özelliklerinin ÖBGÖ Toplam Puan Ortalamalarına<br />
Göre Dağılımı (n:101)<br />
Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t P<br />
Yaş grubu<br />
65-69<br />
70-74<br />
75-79<br />
80 ve üzeri<br />
20<br />
27<br />
27<br />
27<br />
108.45<br />
91.51<br />
98.96<br />
98.77<br />
13.73<br />
21.04<br />
17.00<br />
19.12<br />
3.32 0.0<strong>23</strong><br />
Cinsiyet<br />
Kadın<br />
Erkek<br />
Ziyaret Edilme Durumu<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Eğitim Düzeyi<br />
Đlkokul mezunu değil<br />
Đlkokul<br />
Ortaokul<br />
Düzenli Gelir<br />
Var<br />
Yok<br />
Gelir Düzeyi Algısı<br />
Yetersiz<br />
Orta<br />
Sosyal Güvence Durumu<br />
Var<br />
Yok<br />
46<br />
55<br />
57<br />
44<br />
56<br />
26<br />
19<br />
71<br />
30<br />
34<br />
67<br />
61<br />
40<br />
91.47<br />
104.92<br />
94.61<br />
104.22<br />
96.46<br />
99.73<br />
104.42<br />
97.46<br />
101.96<br />
97.17<br />
99.62<br />
95.27<br />
104.17<br />
17.34<br />
17.92<br />
17.70<br />
19.02<br />
18.76<br />
21.35<br />
14.37<br />
18.72<br />
18.98<br />
19.56<br />
18.52<br />
19.92<br />
15.76<br />
1.31<br />
9<br />
-3.81 0.000<br />
-<br />
2.619<br />
-<br />
1.100<br />
0.010<br />
0.272<br />
0.274<br />
0.380 0.539<br />
2.377 0.019<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların fizik sağlık algısına göre ÖBGÖ puan<br />
ortalamaları incelendiğinde, fizik sağlığını “iyi” olarak değerlendirenlerin,<br />
sırasıyla “orta” ve “kötü” olarak değerlendirenlere göre puan ortalamaları<br />
daha yüksek saptanmıştır. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı<br />
bulunmuştur (p0.05) (Tablo 4). Ruh sağlığını “kötü” değerlendirenlerin sayısının az<br />
olmasının bu sonuçta etkili olduğu düşünülmektedir.<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların kronik bir hastalığa sahip olma<br />
durumlarına göre ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, kronik<br />
bir hastalığı olmayanların puan ortalaması kronik bir hastalığı olanlara<br />
göre daha yüksek bulunmuştur. Ancak bu fark istatistiksel olarak<br />
anlamlı bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 4). Bu bulguda kronik hastalığı<br />
olan yaşlılarla olmayanların ÖBGÖ puan ortalamaları arasındaki farkın<br />
az olmasının etkili olduğu sonucuna varılmıştır.<br />
101
Tablo 4. Yaşlıların Algıladıkları Sağlık Durumlarının ÖBGÖ Toplam Puan Ortalamalarına<br />
Göre Dağılımı (n:101)<br />
Sağlık Durumları <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />
Fizik Sağlık Algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
44<br />
42<br />
15<br />
103.79<br />
96.90<br />
89.46<br />
16.26<br />
19.75<br />
19.79<br />
3.811 0.025<br />
Ruh Sağlığı Algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
Kronik Bir Hastalığa Sahip Olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
55<br />
39<br />
7<br />
59<br />
42<br />
102.49<br />
95.51<br />
88.14<br />
98.05<br />
99.86<br />
16.47<br />
20.51<br />
21.58<br />
19.47<br />
18.04<br />
2.879 0.061<br />
-<br />
4.474<br />
0.706<br />
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, yaşlıların öz bakım<br />
güçlerinin yaşa, cinsiyete, ziyaretçi gelme durumu, sosyal güvence<br />
durumu ve fizik sağlık algısına göre anlamlı düzeyde farklılık<br />
gösterdiği, buna karşın medeni durumun, çocuk sahibi olmanın, eğitim<br />
düzeyinin, düzenli bir gelire sahip olma durumunun, algılanan gelir<br />
durumunun, ruh sağlığı algısının ve kronik bir hastalığa sahip olma<br />
durumunun etkili faktörler olmadığı saptanmıştır. Araştırma bulguları,<br />
yaşlıların yaşadıkları zorlukların onların öz bakım gücünü arttırdığını<br />
göstermektedir. Ancak bu araştırmanın örnekleminden elde edilen<br />
bulgular, tek bir kurumda yapılması ve örneklem sayısının az olması<br />
nedeniyle genellenemez.<br />
Bu sonuçlar doğrultusunda;<br />
Huzurevinde kalan yaşlıların öz bakım gücünü etkileyen faktörlerin<br />
dikkate alınarak hemşirelik bakımının planlanması,<br />
<strong>Hemşirelik</strong> bakımına yaşlıların var olan güçleri doğrultusunda<br />
katılmasının sağlanması,<br />
<strong>Hemşirelik</strong> bakımının kalitesini arttırmak amacıyla kurumlarda<br />
kalan yaşlıların öz bakım gücünün belli aralıklarla değerlendirilmesi,<br />
Bu çalışmanın bir benzerinin, aile ortamında yaşayan yaşlılarla<br />
yapılarak karşılaştırılması önerilmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004). Başkent <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Kuruluşlarında<br />
Tedavi Görmüş 65 Yaş <strong>Ü</strong>stü Hastaların Fiziksel ve Ruhsal Durumları Đle Günlük<br />
Yaşam Aktivite Durumlarının Değerlendirilmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3): 133-138.<br />
2. Ardahan M (2002). Huzurevinde ve Aile Ortamında Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım<br />
Gücünün Đncelenmesi. E<strong>Ü</strong><strong>HYO</strong> <strong>Dergisi</strong>, 18(1-3): 43-55.<br />
102
3. Bakar A, Tutkun H, Sertbaş G (2005). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Anksiyete ve<br />
Depresyon Düzeylerinin Belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri dergisi, 6(4): 227-<strong>23</strong>9.<br />
4. Bayık A, Özgür G, Özsoy SA (2002). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Fiziksel Sağlık<br />
Sorunları ve Hastalıklarına Yönelik Đlaç Kullanma Davranışları. Geriatri, 5(2): 68-74.<br />
5. Berberoğlu U, Gül H, Eskiocak M ve ark (2002). Edirne Huzurevinde Kalan Yaşlıların<br />
Kimi Sosyodemografik Özellikleri ve KATZ Đndeksine Göre Günlük Yaşam<br />
Etkinlikleri. Geriatri, 5(4): 144-149.<br />
6. Bilir N, Aslan D, Güngör N ve ark (2002). Ankara’da Altındağ Sağlık Ocağı<br />
Bölgesi’nde Yaşayan 65 Yaş <strong>Ü</strong>zeri Kişilerin Bazı Sağlık ve Sosyal Durumlarının<br />
Saptanması, Geriatri, 5(3): 97-102.<br />
7. Birol L (2002). <strong>Hemşirelik</strong> Süreci: <strong>Hemşirelik</strong> Sürecinde Sistematik Yaklaşım, 5.<br />
Baskı, Đzmir, s. 70-72.<br />
8. Carpenito-Moyet LJ (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, (çev. Erdemir F), Nobel Tıp<br />
Kitabevleri, 405.<br />
9. Cavanagh SJ (1993). Orem’s Model in Action. The Macmillion Press Ltd. London, 4-5.<br />
10. Çimen S (2000). Yaşlı Bireylerde Öz Bakım Gücü ve Yaşam Doyumlarının<br />
Araştırılması, 9. Anadolu Psikiyatri Günleri ve Özet Kitabı, Türkan Sabancı Kültür<br />
Merkezi, Edirne, 126.<br />
11. Fadıloğlu Ç, Tokem Y (2004). Geriatrik Rehabilitasyonda Hemşirenin Rolü, Türk<br />
Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(4): 241-246.<br />
12. Nahcivan NÖ (1994). Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması: Öz Bakım Gücü Ölçeğinin<br />
Türkçe’ye Uyarlanması, <strong>Hemşirelik</strong> Bülteni, 7(33): 109-119.<br />
13. Orem DE (1995). Nursing:Concepts of Practice (5th ed.) St.Louise, MO: Mosby, 435-<br />
452.<br />
14. Özgür G, Karaaslan A, Bayık A ve ark (2003). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların<br />
Bireysel Gereksinimlerinin Değerlendirilmesi. II. Ulusal Yaşlılık kongresi, 9-12 Nisan<br />
2003, Denizli, 348-360.<br />
15. Sütoluk Z, Demirhindı H, Savaş N ve ark (2004). Adana Huzurevlerinde Kalan<br />
Yaşlılarda Depresyon Sıklığı ve Nedenleri, Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3), 148-151.<br />
16. <strong>Ü</strong>stün B, Bahar Z, Partlak N ve ark (2005). Bakımevinde yaşayan yaşlılarda<br />
depresyon ve etkileyen faktörlerin incelenmesi. ZSYOD,1(1): 26-33.<br />
17. Velioğlu P (1999). <strong>Hemşirelik</strong>te Kuram ve Kavramlar, Đstanbul, 3<strong>23</strong>-347.<br />
103
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 105-116, <strong>2007</strong><br />
HUZUREVĐNDE YAŞAYAN YAŞLILARIN UMUTSUZLUK D<strong>Ü</strong>ZEYLERĐ<br />
VE ETKĐ EDEN FAKTÖRLER<br />
THE LEVEL OF HOPELESSNESS OF NURSING HOME RESIDENTS AND<br />
EFFECTIVE FACTORS<br />
Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Serap YILDIRIM<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Psikiyatri Hemşireliği AD, ĐZMĐR<br />
Anahtar Sözcükler: Yaşlı, huzurevi, umutsuzluk, etkili faktörler<br />
Key Words: Elderly, nursing home, hopelessness, effective factors<br />
ÖZET<br />
Bu araştırma huzurevinde yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerini ve<br />
etki eden faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır.<br />
Tanımlayıcı tipteki bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra, Aralık<br />
2005–Ocak 2006 tarihleri arasında Đzmir Đli Gürçeşme Huzurevinde<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden 101 sakinle yapılmıştır. Araştırma verileri,<br />
Tanıtıcı Bilgi Formu ve Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ) ile toplanmıştır. Verilerin<br />
analizinde sayı, yüzde dağılımı, t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.<br />
Araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması 75.03±6.29 olup,<br />
%54.5’inin erkek, %70.3’ünün dul, %55.4’ünün okuryazar, %31.7’sinin ev<br />
hanımı olduğu, %66.3’ünün gelir durumunu orta düzeyde algıladığı, %39.6’sının<br />
sosyal bir güvencesinin olmadığı, %73.3’ünün çocuğunun olduğu, %43.6’sının<br />
çocuğunun ziyaretine gelmediği belirlenmiştir. Yaşlıların BUÖ toplam puan<br />
ortalaması 8.96 ± 3.93 olarak saptanmıştır. Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />
algılanan gelir düzeyi ve fizik sağlık algısına göre anlamlı düzeyde farklılık<br />
gösterdiği (p0.05).<br />
Huzurevinde yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerinde etkili<br />
faktörlerin göz önünde bulundurulması ve bu doğrultuda hemşirelerin<br />
yaşlıların umut düzeylerini yükseltici girişimlerde bulunmaları önerilmektedir.<br />
SUMMARY<br />
This study has been conducted in order to examine the level of<br />
hopelessness of nursing home residents and effective factors.<br />
After having required concents, this descriptive study has been carried out<br />
between December 2005-January 2006 in Izmir Gürçeşme Nursing Home and<br />
included 101 residents who accepted to be involved in this research. Data were<br />
collected by Introductory Information Form and Beck Hopelessness Scale (BHS).<br />
105
Data were analyzed using number, distribution of percentage, student t test,<br />
variance analysis.<br />
The mean age of elderly people included in this study was 75.03±6.29, of<br />
them 54.5% was men, 70.3% was widow, 55.4% was literate, 31.7% was<br />
housewife, and it was determined that 66.3% were middle-incomed, that 39.6%<br />
were those without any social security, that 73.3% had children, and that 43.6%<br />
were not visited by their children. Of attendant elderly people; overall average<br />
score for Beck Hopelessness Scale was 8.96 ± 3.93. There was a significant<br />
difference between perception of income level and physical health and the level of<br />
hopelessness of the elderly. (p0.05).<br />
It is suggested that effective factors in the level of hopelessness of nursing<br />
home residents should be considered and in that way that nursing interventions<br />
should be implemented to strengthen the level of hope of elderly people.<br />
GĐRĐŞ<br />
Yaşlılık her canlıda görülen tüm işlevlerde azalmaya neden olan,<br />
süreğen ve evrensel bir süreçtir (Akgün ve ark. 2004a). Tüm dünyada<br />
olduğu gibi ülkemizde de yaşlı nüfus giderek artmaktadır. Artan yaşlı<br />
nüfusa bağlı olarak bireyi, aileyi, toplumu fiziksel, psikolojik, sosyal ve<br />
ekonomik yönden etkileyen çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır (Karahan ve<br />
Güven 2002, Richards 1995).<br />
<strong>Ü</strong>lkemizde hızlı kentleşme, endüstrileşme ve modernleşme ile birlikte<br />
sosyodemografik yapıda ve geleneksel sosyal değerlerde değişiklikler<br />
meydan gelmektedir (Bayık ve ark. 2002). <strong>Ü</strong>lkemizde giderek daha fazla<br />
sayıda kadının çalışma yaşantısına girmesi, çekirdek aileye dönüşüm,<br />
konutların küçülmesi ve ekonomik yetersizlikler gibi nedenler yaşlı<br />
bireylerin aile içinde bakımını güçleştirmektedir (Karahan ve Güven<br />
2002, Khorshid ve ark. 2004). Bu nedenlere bağlı olarak yaşlı bireylerin<br />
yaşam ortamlarında değişiklikler olmuş ve günümüzde huzurevlerinde,<br />
bakım evlerinde ya da tek başına evde yaşayan yaşlıların sayısı artmaya<br />
başlamıştır (Çivi ve Tanrıkulu 2000, Özgür ve ark. 2003, <strong>Ü</strong>stün ve ark.<br />
2005).<br />
Genel olarak yaşlılık döneminde, fiziksel, ruhsal ve sosyal sorunlarda<br />
artış olmakta ve yaşlıların eş, dost ve yakınlarına olan bağımlılıkları<br />
artmaktadır. Emeklilik, çocukların büyüyerek evden ayrılması, eş,<br />
arkadaş ve yakınların kaybı ve sosyal rollerin değişmesi, yaşlı bireylerin<br />
aile ve yakınlarının desteğine daha fazla gereksinim duymalarına neden<br />
olmaktadır (Akgün ve ark. 2004b, Bakar ve ark. 2005, Berberoğlu ve<br />
ark. 2002). Yapılan çalışmalarda da yaşlılarda depresyon, yalnızlık,<br />
güvensizlik, sosyal aktivitelerde azalma gibi psikososyal sorunların sık<br />
olarak görüldüğü bildirilmiştir (Akgün ve ark. 2004, Bakar ve ark.<br />
106
2005, Demet ve ark. 2002, Güneş ve ark. 2005, Khorshid ve ark. 2004).<br />
Tüm bu sonuçlar yaşlıların psikososyal durumlarını değerlendirmeye<br />
yönelik çalışmalara daha fazla önem verilmesi gerektiğini ortaya<br />
koymaktadır.<br />
Umutsuzluk, yaşlılık döneminde ortaya çıkan ve yaşlıların<br />
biyopsikososyal durumlarını etkileyen önemli faktörlerden biridir<br />
(Ceylan ve Göka 1998, Gençtan 1998). Erikson, yaşamın son dönemini<br />
“benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk” olarak tanımlamıştır. Bu<br />
dönemde yaklaşan ölüm düşüncesiyle birlikte bireyler yaşamlarının<br />
anlamlı olup olmadığını sorgulamaya başlarlar. Bu dönemde<br />
yaşamlarının yeteri kadar iyi geçmediğini ve yapamadıkları birçok şey<br />
olduğunu düşünen bireylerde umutsuzluk ortaya çıkabilir. (Beck ve<br />
ark. 1984, Frisch ve Frisch 2002). Bununla birlikte umutsuzluk,<br />
depresyonla yakından ilişkilidir (Beck 1984) ve depresyon yaşlı<br />
bireylerde yaygın olarak görülmektedir (Göktaş ve Özkan 2006).<br />
Yaşlılarda depresyonun yaygın olarak görüldüğü birçok çalışmada<br />
belirtilmiş olmasına rağmen (Demet ve ark. 2002, Maral ve ark. 2001,<br />
Şahin ve ark. 2005, Topbaş ve ark. 2001), yaşlıların umutsuzluk<br />
düzeyleri ve bunu etkileyen faktörlere ilişkin bilgi nispeten daha azdır.<br />
Bu açıdan depresyonun önemli bir nedeni ve belirtisi olan<br />
umutsuzluğun yaşlı bireylerde değerlendirilmesi önemlidir.<br />
Yaşlıların biyopsikososyal yönden iyilik durumlarını yükseltmek<br />
amacıyla yaşlılık döneminde görülen sorunları ortaya koyan<br />
araştırmaların yapılması, yaşlılara yönelik hizmetlerin planlanmasında<br />
yol gösterici olacaktır. Umut, sağlık ve hastalık kavramlarıyla yakından<br />
ilişkili olup karamsarlık, güçsüzlük, çaresizlik duygularını azaltan ve<br />
sorunlarla mücadelede motivasyonu arttıran bir güç olarak<br />
tanımlanmaktadır (Öz 2004). Umut, çok boyutlu bir kavram olarak,<br />
hemşireliğin önemli bir öğesidir. Umutsuzluk ise, bir hemşirelik tanısı<br />
olarak, hemşirelerin uygulamalarında yer almaktadır (Öz 2004,<br />
Carpenito-Moyet 2005). Bu açıdan bakıldığında hemşireler eğitimci,<br />
danışman ve koordine edici olarak, fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden<br />
birçok kayıp yaşayan yaşlı bireylerin umudunu arttırmada önemli<br />
roller üstlenebilirler.<br />
Bu gerekçelerden hareketle bu araştırmanın amacı huzurevinde<br />
yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerini belirlemek ve umutsuzluk<br />
düzeylerini etkileyen faktörleri incelemektir.<br />
GEREÇ VE YÖNTEM<br />
Bu araştırma tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışmadır. Araştırmanın<br />
evrenini Đzmir Đli Gürçeşme Huzurevinde yaşayan 65 yaş üzeri yaşlılar,<br />
örneklemini ise Aralık 2005–Ocak 2006 tarihleri arasında sınırlamalara<br />
107
uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden sakinler oluşturmuştur<br />
(n=101).<br />
Örneklem seçim kriterleri<br />
Fizik ve ruh sağlığının iletişim kurmayı engellememesi,<br />
Soruları anlayıp, yanıt verebilme,<br />
Araştırmaya katılmayı kabul etme.<br />
Araştırmada Tanıtıcı Bilgi Formu ve Beck Umutsuzluk Ölçeği<br />
olmak üzere iki veri toplama aracı kullanılmıştır.<br />
Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından ilgili literatür<br />
taranarak oluşturulmuştur. Formda yaşlıların sosyodemografik<br />
özelliklerini belirlemeyi amaçlayan 14 soru yer almaktadır.<br />
Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ), Beck ve arkadaşları tarafından<br />
l974 yılında geliştirilmiştir. <strong>Ü</strong>lkemizde ölçeğin geçerlik ve güvenirlik<br />
çalışması 1991 yılında Seber tarafından yapılmıştır. Ölçek 20 maddeden<br />
oluşmaktadır. Puan ranjı 0-20’dir. Ölçekten alınan yüksek puanlar<br />
umutsuzluğun yüksek olduğunu göstermektedir (Savaşır ve Şahin 1997).<br />
Veriler, kurum ve bireylerden gerekli izinler alındıktan sonra,<br />
araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlı bireylerden görüşme tekniği ile<br />
toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi, SPSS 11.0 paket programı<br />
kullanılarak bilgisayarda yapılmış, verilerin dökümü sayı ve yüzde<br />
olarak verilmiş, istatistiksel analiz olarak t testi ve varyans analizi<br />
kullanılmıştır.<br />
BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
Yaşlıların sosyodemografik özellikleri<br />
Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin dağılımı Tablo 1’de<br />
görülmektedir. Buna göre araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması<br />
75.03 ± 6.29, %54.5’i erkek, %70.3’ü dul, %55.4’ü okuryazardır.<br />
Yaşlıların %70.3’ünün düzenli bir gelire sahip olduğu, %66.3’ünün<br />
gelir düzeyini “orta” olarak algıladığı, %39.6’sının herhangi bir sosyal<br />
güvencesinin olmadığı belirlenmiştir (Tablo 1).<br />
Yaşlıların fiziksel, ruhsal ve sosyal durumları<br />
Yaşlıların fizik ve ruhsal sağlık durumları incelendiğinde; %43.6’sı<br />
fizik sağlığını “iyi” düzeyde, %41.6’sı “orta” düzeyde değerlendirmiştir<br />
(Tablo 2). Yaşlıların %54.5’i ise ruh sağlığını “iyi” düzeyde, %38.6’sı “orta”<br />
düzeyde değerlendirmiştir. Bu bulgular, yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />
fizik ve ruh sağlığını “iyi” veya “orta” düzeyde algıladığını göstermektedir.<br />
108
Tablo 1. Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin dağılımı<br />
Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />
Yaş grubu<br />
65-69<br />
70-74<br />
75-79<br />
80 ve üzeri<br />
20<br />
27<br />
27<br />
27<br />
19.8<br />
26.7<br />
26.7<br />
26.7<br />
Cinsiyet<br />
Kadın<br />
Erkek<br />
Medeni durum<br />
Bekar<br />
Evli<br />
Dul<br />
Boşanmış<br />
Eğitim düzeyi<br />
Okuryazar<br />
Đlkokul<br />
Ortaokul<br />
Düzenli gelire sahip olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Gelir algısı<br />
Yetersiz<br />
Orta<br />
Sosyal güvence durumu<br />
Yok<br />
Emekli sandığı<br />
Bağ-Kur<br />
Yeşil kart<br />
Özel sigorta<br />
SSK<br />
46<br />
55<br />
17<br />
4<br />
71<br />
9<br />
56<br />
26<br />
19<br />
71<br />
30<br />
34<br />
67<br />
40<br />
12<br />
10<br />
19<br />
12<br />
8<br />
44.5<br />
54.5<br />
16.8<br />
4.0<br />
70.3<br />
8.9<br />
55.4<br />
25.7<br />
18.8<br />
70.3<br />
29.7<br />
33.7<br />
66.3<br />
39.6<br />
11.9<br />
9.9<br />
18.8<br />
11.9<br />
7.9<br />
Yaşlıların %58.5’inin düzenli ilaç kullanmasını gerektiren kronik<br />
bir hastalığının olduğu saptanmıştır (Tablo 2). Bakar ve arkadaşlarının<br />
(2005) huzurevinde yaptığı çalışmada yaşlıların %62.0’ının, Berberoğlu<br />
ve ark.’nın (2002) huzurevinde yaptığı çalışmada ise yaşlıların %74.7’sinin<br />
kronik bir hastalığının olduğu bildirilmiştir. Bu bulgular doğrultusunda<br />
yaşlıların büyük çoğunluğunun kronik bir hastalığa yönelik olarak ilaç<br />
kullandığı söylenebilir. Çalışmada yaşlıların büyük çoğunluğunun düzenli<br />
ilaç kullanmasını gerektiren bir hastalığının olduğu saptanmış olmasına<br />
karşın, genel olarak yaşlıların fizik ve ruh sağlıklarını “orta” ve “iyi”<br />
düzeyde algılamaları olumlu bir gösterge olarak değerlendirilebilir.<br />
Çalışmaya katılan yaşlıların %73.3’ünün çocuğunun olduğu,<br />
çocuğu olan yaşlıların %43.6’sının ise çocukları tarafından ziyaret<br />
edilmediği belirlenmiştir (Tablo 2). Buna göre yaşlıların yarıya yakını<br />
çocukları tarafından ziyaret edilmemektedir. Bu bulguyu yapılan araştırma<br />
bulguları da desteklemektedir (Bakar ve ark. 2005, Berberoğlu ve ark.<br />
2002). Bakar ve arkadaşlarının (2005) huzurevinde yaptığı çalışmada<br />
yaşlıların %45.3’ünün çocuklarıyla görüşmediği, %47.2’sinin ise seyrek<br />
109
görüştüğü, Berberoğlu ve ark.’nın (2002) yaptığı çalışmada ise yaşlıların<br />
%43.7’sinin hiç ziyaret edilmediği bildirilmiştir. Bu bulgulara göre<br />
yaşlıların yarıya yakınının aile desteklerinin yeterince iyi olmadığını<br />
söylenebilir. Ayrıca bu bulgular yaşlılık dönemindeki sosyal desteklerin<br />
azalmasına ilişkin literatür bilgisiyle de uyumludur (Bakar ve ark.<br />
2005, Demet ve ark. 2002, Güneş ve ark. 2005, Khorshid ve ark. 2004).<br />
Tablo 2. Yaşlıların fiziksel ruhsal ve sosyal durumlarının dağılımı.<br />
Fiziksel, ruhsal, sosyal durumları <strong>Sayı</strong> %<br />
Fizik sağlık algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
44<br />
42<br />
15<br />
Ruhsal sağlık algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
Kronik bir hastalığa sahip olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Çocuk sahibi olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Ziyaret edilme durumu<br />
Evet<br />
Ara sıra<br />
Hayır<br />
55<br />
39<br />
7<br />
59<br />
42<br />
74<br />
27<br />
42<br />
15<br />
44<br />
43.6<br />
41.6<br />
14.9<br />
54.5<br />
38.6<br />
6.9<br />
58.4<br />
41.6<br />
73.3<br />
26.7<br />
41.6<br />
14.9<br />
43.6<br />
Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri<br />
Araştırmaya katılan yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan<br />
ortalaması 8.96 ± 3.93 olarak bulunmuştur. Umutsuzluk ölçeğinin bir<br />
kesme noktası olmadığından, elde edilen puan ortalaması, ölçeğin puan<br />
aralığı dikkate alınarak değerlendirildiğinde, huzurevinde yaşayan<br />
sakinlerin umutsuzluk düzeyinin orta düzeyde olduğu söylenebilir.<br />
Bunun nedeni yaşlılık döneminde görülen fiziksel, psikolojik, sosyal ve<br />
ekonomik değişikliklere bağlı olarak yaşlıların bağımlı fonksiyonlarının<br />
artması ve yalnızlık, sosyal izolasyon, karamsarlık, depresyon gibi<br />
umutsuzluğu arttıran durumları daha sık yaşamaları olabilir. Bu<br />
sonuç, huzurevinde yaşayan yaşlılarla yapılan çalışmalarla da uyumludur.<br />
Tetik ve arkadaşları (2005) tarafından yapılan çalışmada yaşlıların<br />
umutsuzluk düzeyi ortalaması 8.84 ± 0.54 olarak bildirilmiştir. Aydın<br />
ve Đşleyen (2004) tarafından yapılan çalışmada ise yaşlıların umutsuzluk<br />
düzeyi ortalaması 11.56 ± 5.13 olarak, bizim çalışmamızdan daha<br />
yüksek bulunmuştur.<br />
110
Araştırmaya katılan yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan<br />
ortalaması, farklı hasta gruplarıyla yapılan çalışmalarda karşılaştırıldığında;<br />
Tan ve arkadaşlarının (2005) hemodiyaliz hastalarıyla yaptığı<br />
çalışmanın sonuçlarıyla benzer bulunmuş, bu çalışmada hastaların<br />
umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 8.8 ± 5.1 olarak bildirilmiştir. Buna<br />
göre hemodiyaliz gibi kronik hastalığı olan bireylerin umutsuzluk<br />
düzeyiyle yaşlıların umutsuzluk düzeyinin benzer nitelikte olması,<br />
yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin yüksek olduğunu düşündürmektedir.<br />
Solak ve Başer’in (2003) kanser hastalarıyla yaptığı çalışmada ise<br />
meme kanserli hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.82 ± 4.36,<br />
meme dışı kanseri olan hastaların ise 7.70 ± 4.54 olarak bildirilmiştir.<br />
Buna göre, huzurevinde kalan yaşlıların umutsuzluk düzeyi, kanser<br />
tanısı alan hastalardan daha yüksek olarak değerlendirilebilir.<br />
Küçük’ün (1999) myokart infarktüsü geçiren hastalarla yaptığı<br />
çalışmada hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.03 ± 4.29;<br />
Erci ve arkadaşlarının (2000) tüberküloz hastalarıyla yaptığı çalışmada<br />
hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.46 ± 4.15 olarak<br />
bulunmuştur. Pınar ve Sabuncu’nun (2000) depremzedelerde yaptığı<br />
çalışmada ise depremzedelerin umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 5.69<br />
± 5.06 olarak bildirilmiştir. Çeşitli araştırmalardan elde edilen tüm bu<br />
sonuçlara göre, huzurevinde yaşayan yaşlılar kanser, hemodiyaliz,<br />
tüberküloz, myokart infarktüsü gibi çeşitli hastalık gruplarına sahip<br />
bireylerden ve depremzedelerden daha umutsuz olarak değerlendirilebilir.<br />
Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin umutsuzluk<br />
düzeylerine etkisi<br />
Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin sosyodemografik özelliklerine<br />
göre dağılımı Tablo 3’de görülmektedir. Buna göre yaşlıların umutsuzluk<br />
puan ortalamaları 80 yaşına kadar yükselirken, 80 yaş sonrasında<br />
düşme göstermiştir. Kadınlarda umutsuzluk puan ortalaması ise<br />
erkeklerden daha yüksek olarak saptanmıştır. Buna karşın yaşlıların<br />
yaş grupları ve cinsiyetlerine göre umutsuzluk puan ortalamaları<br />
arasındaki fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 3). Tetik ve<br />
arkadaşlarının (2005) yaptığı çalışmada da yaşlıların umutsuzluk<br />
düzeylerinin cinsiyet durumundan etkilenmediği saptanmıştır.<br />
Yaşlıların medeni durumlarına göre, umutsuzluk puan ortalamaları<br />
incelendiğinde, dul/boşanmış olanların umutsuzluk düzeyleri bekar ve<br />
evli olanlardan daha yüksek bulunmuştur ancak puan ortalamaları<br />
arasında anlamlı düzeyde fark belirlenmemiştir (p>0.05) (Tablo 3). Bu<br />
durum örneklemi oluşturan yaşlıların büyük çoğunluğunun dul veya<br />
boşanmış olmasından kaynaklanabilir. Örneklemdeki evli ve bekar<br />
yaşlıların sayıca artması durumunda bu farkın anlamlı olabileceği<br />
düşünülmektedir.<br />
111
Eğitim düzeyi arttıkça yaşlıların umutsuzluk düzeyi azalmasına<br />
karşın, yapılan istatistiksel analizde puan ortalamaları arasındaki<br />
farkın anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3).<br />
Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri düzenli gelir durumuna göre<br />
incelendiğinde, düzenli geliri olmayan yaşlıların umutsuzluk düzeyi,<br />
düzenli geliri olanlardan daha yüksek bulunmuş ancak bu farkın<br />
anlamlı düzeyde olmadığı belirlenmiştir (p>0.05). Bununla birlikte<br />
algılanan gelir düzeyine göre yaşlıların umutsuzluk puan ortalamaları<br />
arasında anlamlı düzeyde fark olduğu saptanmıştır (p0.05) (Tablo 3).<br />
Tablo 3. Yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan ortalamalarının sosyodemografik<br />
özelliklerine göre dağılımı.<br />
Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />
Yaş grubu<br />
65-69<br />
70-74<br />
75-79<br />
80 ve üzeri<br />
20<br />
27<br />
27<br />
27<br />
8.85<br />
9.07<br />
9.14<br />
8.74<br />
3.97<br />
4.30<br />
3.63<br />
4.02<br />
0.060 0.981<br />
Cinsiyet<br />
Kadın<br />
Erkek<br />
Medeni durum<br />
Bekar<br />
Evli<br />
Dul / Boşanmış<br />
Eğitim düzeyi<br />
Okuryazar<br />
Đlkokul<br />
Ortaokul<br />
Düzenli gelir durumu<br />
Var<br />
Yok<br />
Algılanan gelir düzeyi<br />
Yetersiz<br />
Orta<br />
Sosyal güvence durumu<br />
Var<br />
Yok<br />
46<br />
55<br />
17<br />
4<br />
80<br />
56<br />
26<br />
19<br />
71<br />
30<br />
34<br />
67<br />
61<br />
40<br />
9.36<br />
8.61<br />
9.11<br />
8.00<br />
8.97<br />
9.58<br />
8.73<br />
7.42<br />
8.83<br />
9.26<br />
10.35<br />
8.<strong>23</strong><br />
9.36<br />
8.35<br />
4.11<br />
3.78<br />
4.74<br />
2.16<br />
3.85<br />
4.04<br />
4.09<br />
3.00<br />
3.74<br />
4.40<br />
4.17<br />
3.64<br />
4.31<br />
3.<strong>23</strong><br />
0.955 0.342<br />
0.131 0.878<br />
2.267 0.109<br />
-<br />
0.506<br />
0.614<br />
6.784 0.011<br />
-1.343 0.182<br />
112
Yaşlıların fiziksel, ruhsal ve sosyal durumlarının umutsuzluk<br />
düzeylerine etkisi<br />
Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri fizik sağlık algılarına göre<br />
incelendiğinde; fizik sağlığını “kötü” olarak algılayan yaşlıların<br />
umutsuzluk düzeyi fizik sağlığını “orta” ve “iyi” olarak algılayanlardan<br />
yüksek bulunmuş ve aradaki farkın anlamlı olduğu saptanmıştır<br />
(p0.05) (Tablo 4). Bu durum örneklemi oluşturan yaşlıların büyük<br />
çoğunluğunun ruh sağlığını “orta” veya “iyi” olarak değerlendirmesinden<br />
kaynaklanabilir. Ruh sağlığını “kötü” olarak değerlendiren yaşlıların<br />
sayıca artması durumunda bu sonucun değişebileceği düşünülmektedir.<br />
Çocuğu olmayan yaşlıların çocuğu olanlardan umutsuzluk düzeyi<br />
daha yüksek bulunmasına rağmen, yapılan analizde bu farkın anlamlı<br />
olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 4). Tetik ve arkadaşları (2005)<br />
tarafından yapılan çalışmada ise yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />
çocuk sahibi olma durumundan etkilendiği bildirilmiştir.<br />
Tablo 4. Yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan ortalamalarının fiziksel ruhsal ve<br />
sosyal özelliklerine göre dağılımı.<br />
Fiziksel ruhsal ve sosyal<br />
özellikler<br />
Fizik sağlık algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
Ruh sağlığı algısı<br />
Đyi<br />
Orta<br />
Kötü<br />
Çocuk sahibi olma<br />
Evet<br />
Hayır<br />
Ziyaret edilme durumu<br />
Evet<br />
Hayır<br />
<strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />
44<br />
42<br />
15<br />
55<br />
39<br />
7<br />
74<br />
27<br />
57<br />
44<br />
7.52<br />
9.83<br />
10.73<br />
8.32<br />
9.61<br />
10.28<br />
8.86<br />
9.22<br />
9.15<br />
8.70<br />
3.25<br />
3.91<br />
4.58<br />
3.67<br />
4.17<br />
4.<strong>23</strong><br />
3.73<br />
4.51<br />
3.86<br />
4.06<br />
6.041 0.003<br />
1.670 0.194<br />
-0.402 0.689<br />
0.572 0.569<br />
113
Yaşlıların ziyaret edilme durumlarına göre umutsuzluk düzeyleri<br />
incelendiğinde, ziyaret edilen yaşlıların umutsuzluk düzeyi edilmeyenlerden<br />
daha yüksek bulunmuş ancak puan ortalamaları arasında<br />
anlamlı fark olmadığı belirlenmiştir (p>0.05) (Tablo 4).<br />
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Elde edilen bulgulara göre, huzurevinde kalan yaşlıların büyük<br />
çoğunluğu erkek, dul ve okuryazardır. Yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />
fizik ve ruh sağlığını “orta” veya “iyi” olarak algıladığı bunun yanı sıra<br />
yarıya yakınının çocukları tarafından ziyaret edilmediği ve bir sosyal<br />
güvenceye sahip olmadığı belirlenmiştir. Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />
algılanan gelir düzeyinden ve fizik sağlık algısından etkilendiği<br />
saptanmıştır. Buna göre gelir düzeyini “yetersiz”, fizik sağlığını “kötü”<br />
olarak değerlendiren yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin daha yüksek<br />
olduğu belirlenmiştir.<br />
Bu sonuçlar doğrultusunda;<br />
Umutsuzluk açısından riskli grup olarak belirlenen yaşlıların<br />
özellikleri (gelir düzeyini “yetersiz”, ruh sağlığını “kötü” olarak algılayan)<br />
göz önünde bulundurularak yaşlıların umudunu arttırmaya yönelik<br />
hemşirelik girişimlerinin planlanması,<br />
Huzurevinde kalan yaşlıların fiziksel, psikolojik ve sosyal özellikleri<br />
doğrultusunda çeşitli girişimlerin (düzenli sağlık kontrollerinin yapılması,<br />
sosyal güvencesi olmayan yaşlıların tedavi masraflarının karşılanması,<br />
yaşlılarla umutları, istekleri ve gelecek düşünceleri hakkında<br />
konuşulması, huzurevlerindeki sosyal aktivitelerin ve yaşlıların ziyaret<br />
edilme sıklıklarının arttırılması) uygulanması önerilebilir.<br />
Bu çalışmada, örneklemi oluşturan bireylerin medeni durum,<br />
sağlık algısı gibi özellikler bakımından homojen olmaması sonuçların<br />
anlamsız çıkmasına neden olmuş olabilir. Bu nedenle bundan sonraki<br />
çalışmaların bu özellikler dikkate alınarak planlanmasının araştırma<br />
sonuçlarını netleştireceği düşünülmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004a). Dünyada ve Türkiye’de yaşlı nüfus<br />
eğilimi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(2): 105-110.<br />
2. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004b). Başkent <strong>Ü</strong>niversitesi sağlık kuruluşlarında<br />
tedavi görmüş 65 yaş üstü hastaların fiziksel ve ruhsal durumları ile günlük yaşam<br />
aktivite durumlarının değerlendirilmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3): 133-138.<br />
3. Aydın Đ, Đşleyen S (2004). Huzurevinde kalan yaşlıların geleceğe yönelik beklentilerinin<br />
umutsuzluk düzeylerine etkisi. Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />
<strong>Dergisi</strong>, 7(3): 19-25.<br />
114
4. Bakar A, Tutkun H, Sertbaş G (2005). Huzurevinde yaşayan yaşlıların anksiyete ve<br />
depresyon düzeylerinin belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri dergisi, 6(4): 227-<strong>23</strong>9.<br />
5. Bayık A, Özgür G, Özsoy SA (2002). Huzurevinde yaşayan yaşlıların fiziksel sağlık<br />
sorunları ve hastalıklarına yönelik ilaç kullanma davranışları. Geriatri, 5(2): 68-74.<br />
6. Beck CM, Rawlins RP, Williams SR (1984). Mental Health Psychiatric Nursing A<br />
Holistic Life-Cycle Approach, The CY Mosby Company, s. 449-511.<br />
7. Berberoğlu U, Gül H, Eskiocak M ve ark (2002). Edirne Huzurevinde kalan yaşlıların<br />
kimi sosyodemografik özellikleri ve KATZ Đndeksine göre günlük yaşam etkinlikleri.<br />
Geriatri, 5(4): 144-149.<br />
8. Carpenito-Moyet LJ (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, (çev. Erdemir F), Nobel Tıp<br />
Kitabevleri, s.405.<br />
9. Ceylan ME, Göka E (1998). Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, 2.<br />
<strong>Cilt</strong>, Birinci Baskı, Đstanbul, s.125.<br />
10. Çivi S, Tanrıkulu Z (2000). Yaşlılarda bağımlılık ve fiziksel yetersizlik düzeyleri ile<br />
kronik hastalıkların prevalansını saptamaya yönelik epidemiyolojik çalışma.<br />
Geriatri, 3(3): 85-90.<br />
11. Demet MM, Taşkın EO, Deniz F ve ark (2002). Manisa huzurevlerinde kalan<br />
yaşlılarda depresyon belirtilerinin yaygınlığı ve ilişkili risk etkenleri. Türk Psikiyatri<br />
<strong>Dergisi</strong>, 13(4): 290-299.<br />
12. Erci B, Kılıç D, Şenyayla Ş (2000). Tüberkuloz hastalarında yaşam kalitesinin<br />
umutsuzluk düzeyi ile ilişkisi. I. Uluslararası & VIII. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi,<br />
Program ve Özet Kitabı, 29 Ekim – 2 Kasım, Antalya s: 93.<br />
13. Frisch NC, Frisch LE (2002) Psychiatric Mental Health Nursing understanding the<br />
client as well as the condition, Second edition s.44-49.<br />
14. Gençtan E (1998). Psikanaliz ve Sonrası, 8. Basım, Remzi Kitabevi, Đstanbul<br />
15. Göktaş K, Özkan Đ (2006). Yaşlılarda depresyon. Türkiye’de Psikiyatri, 8(1): 30-37.<br />
16. Güneş G, Demircioğlu N, Karaoğlu L (2005). Malatya şehir merkezinde yaşayan yaşlı<br />
kadınların günlük yaşam aktiviteleri, sosyal ve psikolojik fonksiyon düzeyleri. Türk<br />
Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 8(2): 78-83<br />
17. Karahan A, Güven S (2002). Yaşlılıkta evde bakım. Geriatri, 5(4): 155-159.<br />
18. Khorshid L, Eşer Đ, Zaybak A ve ark. (2004). Huzurevinde kalan yaşlıların yalnızlık<br />
düzeylerinin incelenmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(1): 45-50.<br />
19. Küçük L (1999). Miyokart infarktüsü geçiren hastaların algıladıkları sosyal desteğin<br />
umut düzeylerine ve yoğun bakımda kalış sürelerine etkisi. Yoğun Bakım<br />
Hemşireleri <strong>Dergisi</strong>; 3(2): 65-71.<br />
20. Maral I, Aslan S, Đlhan MN, Yıldırım A, Candansayar S, Bumin MA (2001).<br />
Depresyon yaygınlığı ve risk etkenleri: huzurevinde ve evde yaşayan yaşlılarda<br />
karşılaştırmalı bir çalışma. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 12(4): 251-259.<br />
21. Öz F (2004). Sağlık alanında temel kavramlar. Đmaj Đç ve Dış Ticaret AŞ, Ankara,<br />
s.205<br />
22. Özgür G, Karaaslan A, Bayık A, Ergül Ş (2003). Huzurevinde yaşayan yaşlıların<br />
bireysel gereksinimlerinin değerlendirilmesi. II. Ulusal Yaşlılık kongresi, 9-12 Nisan<br />
2003, Denizli, s.348-360.<br />
115
<strong>23</strong>. Pınar R, Sabuncu N (2000). Depremzedelerde umutsuzluk ve öfke. I. Uluslarası VIII.<br />
Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi, 29 Ekim- 2 Kasım 2000, Antalya, s:431-436.<br />
24. Richards T (1995). Ageing cost. British Medical Journal, 347(3): 896.<br />
25. Savaşır I, Şahin NH (1997). Bilişsel-davranışçı terapilerde değerlendirme: Sık<br />
kullanılan ölçekler. Türk Psikologlar Derneği Yayınları No: 9, Özyurt Matbaacılık<br />
26. Solak M, Başer G (2003). Meme ve meme dışı kanserli kadın hastaların umutsuzluk<br />
ve yaşam kalitesi düzeylerinin incelenmesi. <strong>Hemşirelik</strong> Forumu <strong>Dergisi</strong>; 6(6), Kasım<br />
Aralık, 38-47.<br />
27. Şahin EM, Özer C, Ölüç C, Tunç Z (2005). Huzurevinde kalan yaşlılarda demans ve<br />
depresyon. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 8(1): 22-24.<br />
28. Tan M, Okanlı A, Karabulutlu E, Erdem N (2005). Hemodiyaliz hastalarında sosyal<br />
destek ve umutsuzluk arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi. Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>; 8(2): 32-39.<br />
29. Tetik A, Parlar S, Özçırpıcı B (2005). Huzurevinde ve evinde yaşayan yaşlıların<br />
yaşadıkları umutsuzluk düzeylerinin incelenmesi. 3. Uluslar arası 10. Ulusal<br />
<strong>Hemşirelik</strong> Kongresi, Özet Kitabı, 7-10 Eylül 2005, s.94.<br />
30. Topbaş M, Yarış F, Çan G ve ark. (2001). Trabzon huzurevi ve sürekli bakım<br />
merkezindeki yaşlıların, depresif duygu durumları. 7. Halk Sağlığı Günleri Bildiri<br />
Kitabı, 11-13 Eylül 2001, Eskişehir, s.16.<br />
31. <strong>Ü</strong>stün B, Bahar Z, Partlak N ve ark. (2005). Bakımevinde yaşayan yaşlılarda<br />
depresyon ve etkileyen faktörlerin incelenmesi. ZSYOD, 1(1): 26-33.<br />
116
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 117-130, <strong>2007</strong><br />
HEMŞĐRELERDE KONTROL ODAĞI ĐNANCI ĐLE STRESLE BAŞA<br />
ÇIKMA STRATEJĐLERĐ VE PSĐKOLOJĐK BELĐRTĐ GÖSTERME<br />
DURUMLARI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER<br />
THE RELATIONSHIPS BETWEEN THE LOCUS OF CONTROL OF NURSES,<br />
COPING STRATEGIES OF STREESS AND DISPLAY OF MENTAL<br />
SYMPTOM SITUTATIONS.<br />
Nezihe UĞURLU*<br />
Mine EKĐNCĐ**<br />
*Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Yüksek Okulu-MUĞLA<br />
**Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu-ERZURUM<br />
Anahtar Sözcükler: Hemşire, psikolojik belirti, stresle başa çıkma, kontrol odağı<br />
inancı<br />
Key Words: Nurse, psychological symptom, coping with stress, locus of control.<br />
ÖZET<br />
Bu araştırma, hemşirelerin kontrol odağı, stresle başa çıkma stratejileri<br />
ve ruhsal belirti gösterme durumları arasındaki ilişkileri incelemek amacıyla<br />
tanımlayıcı olarak yapılmıştır.<br />
Araştırmanın örneklemini, Muğla Devlet Hastanesi (N=299) ve Sigorta<br />
Hastanesinde (N=70) çalışan tüm hemşireler dahil edilmiştir. Ancak izin ve<br />
rapor gibi nedenlerle araştırma 349 hemşire üzerinden gerçekleştirilmiştir.<br />
Araştırma kapsamındaki hemşirelerin kontrol odağını belirlemek için<br />
Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKOÖ), başa çıkma stratejilerini<br />
belirlemek için Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ) ve ruhsal<br />
belirti gösterme durumlarını belirlemek için ise Ruhsal Belirti Tarama Listesi<br />
(SCL 90-R) kullanılmıştır.<br />
Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik, korelasyon (Pearson R) ve,<br />
Nonparametrik testlerden Kruskal Wallis testi kullanılmıştır.<br />
Araştırma sonucunda hemşirelerin dış kontrol odağının daha yüksek,<br />
kazanılmış güçlülük düzeylerinin normal ve ruhsal belirti gösterme<br />
durumlarının ise yüksek kabul edilebilecek düzeyde olduğu, ayrıca bu üç ölçek<br />
arasındaki ilişkiler incelendiğinde, Rotter’in Đç Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile<br />
Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’den elde edilen puanlar arasında<br />
negatif yönde, Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile Ruhsal Belirti Tarama Listesi<br />
SCL 90-R ölçeğinden alınan puanlar arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu<br />
tespit edilmiştir. Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R ile Rosenbaum’un<br />
Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği puanları arasında yine negatif yönde bir ilişki<br />
olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Rotter’in Đç Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile çalıştığı<br />
117
servis arasında ilişki olduğu tespit edilmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin<br />
daha çok dış kontrol odaklı, normal düzeyde öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip<br />
oldukları ve psikolojik belirti gösterme düzeylerinin ise yüksekolduğu saptanmıştır.<br />
SUMMARY<br />
The goal of this study is to examine and define the relationships between<br />
the locus of control of nurses, coping strategies of stress and display of mental<br />
symptom situtations.<br />
The nurses who work at Muğla State Hospital (N=299) and Sigorta<br />
Hospital (N=70) participated in this study. However, total 349 nurses participated<br />
due to the offical permission and medical leaves. Rotter’s Internal-External Locus<br />
of Control Scale, Rosenbaum’s Learned Resourcefulness Schedule and Symptom<br />
Check List-90-R were used in order to determine the locus of control of nurses,<br />
coping strategies and display of mental symptom situations, respectively.<br />
In order to analyse the data collected, the percentage, correlation (Pearson<br />
r), and Kruskal Wallis test were applied<br />
The results suggest that the external locus of control of nurses is high<br />
while level of gained power is normal. However, the display of mental sympton<br />
situtations is at slighly high level. Morever, when the relationship among the<br />
three scales were examined, it was found that there is a negative relationship<br />
between Rotter’s Internal- External Locus of Control Scale and Rosenbaum’s<br />
Learned Resourfulness Schedule, whereas there is a meaningful relationship<br />
between “Rotter’s Đnternal-External Locus of Control Scale and Symptom Check<br />
List SCL-90-R. Also, the negative relationship between Rosenbaum’s Learned<br />
Resourcefulness Schedule and Symptom Check List-90-R was found.<br />
Furthermore, it was determined that there is meaningful relationship<br />
among the Rotter’s Internal-Extarnal Locus of Control Scale and clinic. The<br />
nurses participating in the study were found to be mainly with external locus of<br />
control, normal learned difficulty and high level of displaying psychological<br />
symptoms.<br />
GĐRĐŞ VE AMAÇ<br />
Davranışların biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel belirleyicilerinin<br />
ya da psikopatoloji ile ilişkisi olan bu tür faktörlerin araştırılması, klinik<br />
psikolojinin en önemli çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır.<br />
Psikolojik sorunları olan kişilere tanı ve tedavi hizmetlerinin verilmesinde,<br />
etkin planlama ve uygulamalar sunulabilmesi, önemli ölçüde bu psikososyo-kültürel<br />
belirleyici faktörlerin iyi tanınması ve anlaşılmasına<br />
dayanmaktadır(Dağ 1991a).<br />
Psikopatoloji konusundaki son çalışmalarda, bozuklukların bir<br />
çoğu için başlatıcı bir stres faktörünün var olabileceği fikri oldukça yaygın<br />
kabul görmüştür. Çağımızın hastalığı olarak kabul edilen stres, bireylerin<br />
iç ya da dış ortamlardaki değişiklikleri, tehdit, savaşım veya tehlike<br />
olarak algıladığı, uygun kaynakları var olduğunda uyum sağladığı ve<br />
dengesini sürdürdüğü, kaynakları yeterli olmadığı durumlarda uyum<br />
118
ve dengesinin bozulduğu bir süreçtir (Baltaş1992,Görgülü1990). Stresten<br />
etkilenme yönünden bireyler arasında önemli farklar bulunduğu ve bu<br />
fark kaynaklarından önemli birinin de, bireylerin stresle başa çıkma<br />
konusunda gösterdikleri strateji farkları olabileceği üzerinde<br />
durulmaktadır (Parkes1986, Wheler1988, Silver1988).<br />
Stresi önlemeye ve azaltmaya yönelik birçok teknik bulunmaktadır.<br />
Stresle başa çıkmaya yardımcı teknikler bireysel, bilişsel ve davranışçı<br />
teknikler olmak üzere üç grupta toplanır(Ertekin1995).<br />
Psikopatolojiyle birlikte kişilikte değişen ya da ilişkili bulunan<br />
faktörlerden biri de kontrol odağı inancıdır. Olayları ve davranış sonuçlarını,<br />
kendi davranışlarına ya da görece değişmez kişisel özelliklerine dayalı<br />
olarak algılama eğiliminde olan bireylerin iç kontrol odaklı; şansa,<br />
kadere ve güçlü diğer kişi ve varlıklara bağlanma eğiliminde olan bireylerinde<br />
dış kontrol odaklı olduğu düşünülmektedir (Dağ1991b,Rotter1966).<br />
Đç kontrol odaklı kişilerin, daha uyumlu başa çıkma stratejileri<br />
olarak kabul edilen probleme odaklanmış başa çıkma, dış kontrol odaklı<br />
kişilerin ise, duyguya odaklanmış başa çıkma stratejilerini kullandıkları<br />
belirlenmiştir (Dağ1991b)<br />
Çağımızda stres yaratan pek çok durum vardır. Bireyler de yaşam<br />
boyu stres yaratan etken ve durumlarla karşı karşıyadır. Kişide stres<br />
yaratan durumlar; kişinin kendisinden kaynaklanan stres vericiler,<br />
sosyal yaşamdan kaynaklanan vericiler, aile yaşamından kaynaklanan<br />
stres vericiler ve iş yaşamında kaynaklanan stres vericiler olarak<br />
gruplandırılabilir (Folkman1984).<br />
Đş stresi, kişilerin kendinden ve işleri ile ilişkilerinden doğan ve<br />
bireyin normal fonksiyonlarında değişiklikler oluşturan bir durumdur.<br />
Đş stresi yükseldikçe baş etme düzeyini düşürmektedir (Erdoğan1995,<br />
Xu Cy 2006).<br />
Araştırma sonuçlarına göre, işin çeşitli özellikleri nedeniyle iş<br />
stresinin yüksek olduğu meslekler arasında polislik, öğretmenlik ve<br />
hava trafik memurluğunun yüksek risk taşıdığı ortaya konmuştur.<br />
Telefon operatörleri, sekreterler, danışma ve şikayet servisi memurları<br />
gibi, işlerinin insan ilişkisine dayanması sebebiyle psikolojik talebi<br />
yüksek, ancak kendiliğinden bağımsız karar verme yetkileri olmayanlar<br />
ya da az olanlar da, meslek açısından risk taşımaktadır. <strong>Hemşirelik</strong><br />
mesleği de söz konusu meslekler gibi stres yaşayan grup içinde yer<br />
almaktadır (Marenir1996, Selye1977, Sutherland1990).<br />
Hemşirelerin çalışma koşullarına ve hizmet verdiği gruplara<br />
bakıldığında çok yoğun stresle karşı karşıya kaldıkları kabul edilmektedir.<br />
Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, hastanede çalışan hemşirelerin<br />
119
aşırı iş yükü, ölümcül hastalıklar veya hastaların ölmesi, meslektaşlar<br />
arası kötü iletişim, çalışma şiftleri, doktorlarla çatışma, otoritede<br />
kararsızlık, finansal kaynaklar ve artan bürokratik işlemler gibi mesleki<br />
stres faktörlerinden olumsuz etkilendiği ifade edilmektedir (Patrick1996,<br />
Gezer 1998, Hall 2004, Xianju 2006).<br />
Araştırmanın amacı ,çalışma alanı insan olan hemşirenin kontrol<br />
odağı inancı,stresle baş etme düzeyi ve psikolojik durumunu belirlemek<br />
,bunlar arasındaki ilişkiyi incelemek ve her üç olguya etki eden olumlu<br />
ve olumsuz faktörleri ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkabilecek olumsuzlukların<br />
kaynağında, çocukluk döneminden itibaren öğrenilmiş bir takım<br />
yanlış inanç ve değerler yer almaktadır. Bu var olan bu olumsuzlukların<br />
ortaya çıkarılması sonucunda, gerek hemşirelik eğitimi süresince, gerekse<br />
hizmet içi eğitim yolu ile bu yanlış inanç ve tutumların ortadan<br />
kaldırılarak, profesyonel hemşirenin sahip olması gereken özgüven,<br />
bağımsızlık, karar verebilme, risk alma, girişimlerde bulunup sonuçlarını<br />
mantıksal olarak değerlendirme ve yaratıcı benlik imgesine sahip olma<br />
gibi özelliklerin kazandırılabileceği düşünülmektedir.<br />
MATERYAL VE YÖNTEM<br />
Araştırmanın Şekli:Araştırma, hemşirelerde kontrol odağı inancı,<br />
stresle başa çıkma stratejileri ve psikolojik belirti gösterme durumları<br />
arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.<br />
Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi: Bu araştırmada örneklem<br />
yöntemine gidilmemiştir. Araştırmanın örneklemini, Muğla Đli Devlet<br />
Hastanesi ve Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’nde çalışmakta olan<br />
toplam 349 hemşire oluşturmuştur.<br />
Araştırma 15 Aralık 2000-30 Mart 2001 tarihleri arasında<br />
yapılmıştır. Anket formu ve veri değerlendirme ölçekleri araştırmacı<br />
tarafından her iki hastanede çalışmakta olan hemşirelerle bire bir<br />
görüşülerek dağıtılmış ve bir hafta sonra geri toplanmıştır. Yetkili<br />
kurumlardan gerekli kurum onayı alınmıştır.<br />
Verilerin Toplanmasında Kullanılan Araç ve Gereçler: Araştırma<br />
verilerinin toplanmasında hemşirelerin sosyo, demografik özelliklerini<br />
belirleyen bilgi formu, ruhsal durumlarını belirlemek için Ruhsal Belirti<br />
Tarama Listesi (SCL90-R, Derogatis ve arkadaşları tarafından<br />
geliştirilen ölçek ilk olarak Gökler (1978) tarafından kullanılmış,<br />
geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Kılıç (1987) tarafından yapılmıştır.<br />
Ölçek özellikle “görünüşte normal” kişilerdeki belirti düzeyini saptamak<br />
amacıyla psikiyatrik belirti tarama aracı olarak geliştirilmiştir.<br />
120
Ölçekte kuramsal olarak oluşturulmuş 10 farklı belirti boyutu<br />
bulunmaktadır: (1)somatizasyon, (2) obsesif kompulsif, (3) kişilerarası<br />
duyarlılık, (4) depresyon, (5)kaygı, (6) düşmanlık, (7) fobik kaygı, (8)<br />
paranoid düşünce, (9) psikotizm, (10)ek ölçek.Ölçeğin alt ölçek<br />
puanları, ilgili maddelere verilen puan değerlerinin toplanarak o alt<br />
ölçeği oluşturan madde sayısına bölünmesi ile elde edilir. Her madde<br />
için yapılan derecelemeler (0-4 puan) 90 madde için toplandıktan sonra<br />
elde edilen toplam puanın 90’na bölünmesi ile genel belirti ortalaması<br />
elde edilir.<br />
Deneklerin kontrol odağını belirlemek amacıyla, Rotter tarafından<br />
geliştirilen ve Dağ tarafından Türkçe’ye uyarlaması yapılan Rotter’Đn Đç-<br />
Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKÖ) kullanılmıştır. Bu ölçek, kendini<br />
bildirim türünde, sözel ve grup uygulamalı bir ölçek olup; geçerlilik ve<br />
güvenilirlik çalışması Dağ (1991) tarafından yapılmıştır. Ölçmeyi<br />
hedeflediği davranış özellikleri, bireylerin genellenmiş kontrol<br />
beklentilerinin, içsellik-dışsallık boyutu üzerindeki konumudur<br />
(Şirvanlı1995). Ölçek iki seçenekle cevaplanan 29 maddeden<br />
oluşmaktadır. Böylece 0-28 arasında toplam puan alınabilmekte,<br />
yükselen puanlar dış kontrol odağı inancında artışı göstermektedir.<br />
Rosenbaum tarafından, 1980 yılında geliştirilmiş olan Öğrenilmiş<br />
Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ), stresle ve stres tepkileriyle kişinin başa<br />
çıkmada kullanabileceği, bilişsel stratejileri ne düzeyde kullandığını<br />
ölçen Likert Tipi bir öz-değerlendirme ölçeğidir.11maddesi ters yönde<br />
puanlanan 36 maddeden oluşan bu ölçekten 36 ile 180 arasında<br />
toplam puan alınabilmektedir. Yükselen puanlar kendini denetleme<br />
becerilerinin yüksekliğine, bir diğer deyişle ölçekle temsil edilen başa<br />
çıkma stratejilerinin sıklıkla uygulandığına işaret etmektedir. Ölçek<br />
Siva (1989) tarafından Türkçeye çevrilerek bir araştırmada<br />
kullanılmıştır. Geçerlik ve güvenirlik çalışması Dağ (1990) tarafından<br />
yapılmıştır.<br />
Verilerin Değerlendirilmesi: Veriler bilgisayarda SPSS (Statistical<br />
Package for Socral Science-10.00) paket programı ile değerlendirilmiştir.<br />
Hemşirelerin tanıtıcı özelliklere göre dağılımları yüzdelik tablolar halinde<br />
sunulmuştur. Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un<br />
Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeğinden alınan<br />
puanların dağılımlarında; ortalama, maksimum-minimum değerler ile<br />
standart sapmalardan yararlanılmıştır. Bu üç ölçek arasındaki ilişkiyi<br />
değerlendirmek amacıyla korelasyon dağılımları (Pearson r) kullanılmıştır<br />
(Gavcar 2001, Sümbüloğlu1998). Hemşirelerin tanıtıcı özellikleri ile bu<br />
üç ölçek arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla nonparametrik<br />
testlerden Kruskal Wallis (KW) testi uygulandı.<br />
121
BULGULAR<br />
Tablo 1. Hemşirelerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı<br />
Yaş Grupları n (n=349) % (100)<br />
18-22 24 6.88<br />
<strong>23</strong>-27 124 35.53<br />
28-32 68 19.48<br />
33-45 133 38.11<br />
Medeni Durumu<br />
Evli 280 80.<strong>23</strong><br />
Bekar 69 19.77<br />
Çalıştığı Servis<br />
Dahili servisler 91 26.07<br />
Cerrahi servisler 36 10.32<br />
Pediatri ve Yenidoğan 22 6.30<br />
Yoğun Bakımlar 52 14.89<br />
Ameliyathane 37 10.60<br />
Acil servis 24 6.88<br />
*Diğerleri 87 24.94<br />
Meslekte Çalışma Sür.<br />
< 1-5 yıl 67 19.19<br />
6-10 yıl 112 32.10<br />
11-15 yıl 67 19.19<br />
16-20 yıl 60 17.20<br />
21-25 43 12.32<br />
Halen Yapılan Görev<br />
Başhem. ve Yard. 9 2.60<br />
Servis sorumlu hemş. 22 6.30<br />
Servis hemşiresi 318 91.10<br />
Eğitim Düzeyleri<br />
Sağlık Meslek Lisesi 137 39.25<br />
Açıköğretim Önlisans 139 39.82<br />
Örgünöğretim Önlisans 31 8.89<br />
Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> 25 7.17<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> 17 4.87<br />
Poliklinik, laboratuar, diyaliz, eczanede çalışan hemşireler.<br />
Tablo 2: Hemşirelerin Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş<br />
Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği’nden Alınan Toplam<br />
Puanlarının Dağılımı<br />
Ölçekler X SD<br />
Puan Aralığı<br />
Minimum Maksimum<br />
Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği 11.29 3.19 0 19<br />
Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük<br />
Ölçeği<br />
113.90 15.43 57 166<br />
Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R 99.33 40.17 12 256<br />
Tablo 2’de her iki hastanede çalışan hemşirelerin Rotter’in Đç Dış<br />
Kontrol Odağı Ölçeğinden almış oldukları ortalama puan X=11.29,<br />
122
Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’nden alınan ortalama puan<br />
X=113.90, Ruhsal Belirti Tarama Ölçeğinden alınan ortalama puan<br />
X=99.33 olarak belirlenmiştir.<br />
Tablo 3: Hemşirelerin Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R Alt Gruplarından Alınan<br />
Puan Dağılımları<br />
Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği Alt Grupları X SD<br />
Puan Aralığı<br />
Minimum Maksimum<br />
Somatizasyon 13.49 6.40 0 32<br />
Obsesif Kompulsif 12.27 5.41 1 30<br />
Kişilerarası Duyarlılık 10.85 5.07 0 31<br />
Depresyon 16.45 7.31 1 44<br />
Kaygı 10.41 5.31 0 28<br />
Düşmanlık 6.85 3.68 0 18<br />
Fobik Kaygı 5.19 4.17 0 28<br />
Paranoid Düşünce 7.84 3.63 0 20<br />
Psikotizm 8.27 5.24 0 28<br />
Ek Ölçek 7.67 4.07 0 20<br />
Tablo 3’te, Ruhsal Belirti Tarama Listesi SCL 90-R alt gruplarının<br />
puan dağılımları incelendiğinde, en yüksek puan sıralamasına göre;<br />
depresyon X=16.45, somatizasyon X=13.49, obsesif kompulsif X=12.27,<br />
kişilerarası duyarlılık X=10.85, kaygı X=10.41, psikotizm X=8.27,<br />
paranoid düşünce X=7.84, ek ölçek X=7.67, düşmanlık X=6.85 ve<br />
fobik kaygının ise X=5.19 olduğu saptanmıştır.<br />
Tablo 4: Devlet Hastanesi ve Sigorta Hastanesi’nde Çalışan Hemşirelerin Rotter’in Đç Dış<br />
Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal<br />
Belirti Tarama Ölçeğinden Aldıkları Puanlar Arasındaki Đlişki<br />
Ölçekler X SD r P<br />
Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği Toplam<br />
Puanı<br />
11.29 3.19<br />
Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği<br />
r= -0.075 P>0.005<br />
Toplam Puanı<br />
113.90 15.43<br />
Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği Toplam<br />
Puanı<br />
11.29 3.19 r= 0.108 P
ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu (r= 0.108, P
Tanıtıcı özelliklerle kontrol odağı ve öğrenilmiş güçlülük ölçeği<br />
arasındaki ilişkilerin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır.<br />
TARTIŞMA<br />
Çalışmaya katılan hemşirelerin Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı<br />
Ölçeği toplam puan 3942 X=11.29 olduğu saptanmıştır. Bu sonuç<br />
çalışmaya katılan hemşirelerin daha çok dış kontrol odağı inancına<br />
sahip olduklarını göstermektedir. Yani olayları ve davranış sonuçlarını<br />
kendi davranışlarına ya da kişilik özelliklerine dayalı olarak algılama<br />
yerine, şansa, kadere ve güçlü diğer kişi ve olaylara bağlama eğilimindeki<br />
kişilik özelliklerini göstermektedirler. Uğurlu ve arkadaşlarının (1999)<br />
Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi Araştırma hastanesinde çalışan hemşirelerin iç-dış<br />
kontrol odağı ile benlik arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmada,<br />
hemşirelerin daha çok iç kontrol odaklı olduğunu gösteren bulgularına<br />
göre, bu çalışma bulguları farklılık arz etmektedir.<br />
Hemşirelerin daha çok dış kontrol odağı inancına sahip olmaları,<br />
kişilik yapısından kaynaklanıyor olabileceği gibi, cinsiyet farkından da<br />
etkileniyor olabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Yapılan çeşitli<br />
araştırma sonuçlarına göre kadınların daha çok dış kontrol odaklı<br />
oldukları gözlenmiştir (Demirci’nin 1998). Bunun nedeni ise kadınların<br />
yetiştirilmesinde hemen her kültürde gözlenebilen farklar olarak<br />
yorumlanmıştır.<br />
Dağ’ın (1991c) üniversite öğrencilerinin, iç-dış kontrol odağı<br />
inancını belirlemek için yaptığı çalışma bulguları, genel grup puan<br />
ortalaması X=10.37, kadınlarda X=10.66, erkeklerde ise X=9.83 olarak<br />
bulunmuştur. Kadınlar ve erkekler arasındaki farkın (t=2.26, P
Hemşirelerin içinde bulundukları ağır çalışma koşulları ve çok<br />
çeşitli fiziksel ve ruhsal sorunu olan insanlara hizmet vermeleri v.b.<br />
nedenlerle, yaşamış oldukları deneyimlere bağlı olarak bir takım<br />
savunma ve baş edebilme yöntemlerini geliştirdikleri şeklinde<br />
düşünülebilir. Bunun sonucu olarak da hemşirelerin, öğrenilmiş<br />
güçlülüklerini, amaca yönelik davranışlarını engelleyen düşünce,<br />
duygu v.b. etkenleri kontrol altına alınmasında ve stres yaratan bir<br />
durumun üstesinden gelmek için bilişsel olarak kabul edilen; plan<br />
yapma, problemi tanımlama ve seçenekleri değerlendirme gibi<br />
stratejileri kullanabildikleri şeklinde yorumlanabilir.<br />
Hemşirelerin Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği’nden aldıkları toplam<br />
puan 34667 X=99.33 olarak tespit edilmiştir (Tablo 2). Ruhsal Belirti<br />
Tarama Ölçeği alt gruplarından alınan puan ortalamaları incelendiğinde<br />
sıralama; somatizasyon, obsesif kompulsif, kişilerarası duyarlılık,<br />
depresyon, kaygı, düşmanlık, fobik kaygı, paranoid düşünce,<br />
psikotizm, ek ölçek olarak bulunmuştur Tablo3).<br />
Çalışmaya katılan hemşirelerden elde edilen gerek genel grup<br />
puan ortalaması, gerekse alt grup puan ortalamalarının normalden<br />
yüksek olduğu görülmektedir. Bu sonuç hemşirelerin ruh sağlığının<br />
risk altında olduğunu göstermektedir.<br />
Bilgili (1997) Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin<br />
genel ruhsal durumlarını değerlendiren araştırmasında Genel Sağlık<br />
Anketi (GSA) 28 testi uygulanan grubun X=5.90, çalışma süresi 1-5 yıl<br />
ile 21 yıl ve daha uzun süre çalışanlar da nöbet sistemi ve sürekli gece<br />
çalışanlarda, acil servis ve yeni doğan ünitesinde çalışanlarda, sağlık<br />
yakınmaları olanlarda, iş yerindeki olumsuzluklar, statülerinden memnun<br />
olmayanlarda ve mesleki doyum sağlayamayanlarda Genel Ruhsal Sağlık<br />
durumu (GRS) puanlarının daha yüksek ve istatistiksel analizlerinin<br />
anlamlı olduğu belirlenmiştir. Gerek Bilgili’nin araştırma sonuçları<br />
gerekse bu çalışma sonuçları, çok çeşitli faktörlerin hemşirelerin ruhsal<br />
sağlığını olumsuz yönde etkilediği şeklinde yorumlanabilir.<br />
Şeremet’in (1989) çeşitli hizmet alanlarında çalışan hemşirelerde<br />
ruh bozukluklarına eğilimin araştırılmasında Ruhsal Belirti Tarama<br />
Ölçeği SCL 90-R kullanılarak bulgular (0-18 puan) normal, (19-25<br />
puan) eğilimli ve (25 puan ve üzeri) hasta olmak üzere 3 kategoride<br />
sınıflandırılmış ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R’ye göre % 91<br />
oranında normal, % 6 oranında eğilimli ve % 3 oranında hasta olan<br />
denek saptanmıştır.<br />
Çalışmanın temel amaçlarından bir olan, Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol<br />
Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal<br />
Belirti Tarama Ölçeği (SCL 90-R) arasındaki ilişkiler incelendiğinde,<br />
Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği toplam puanı ile Rosenbaum’un<br />
Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği toplam puanları arasında negatif yönde bir<br />
126
ilişkinin olduğu fakat istatistiksel olarak bu ilişkinin anlamlı olmadığı<br />
belirlenmiştir (r=-0.075, P>0.05).<br />
Kontrol Odağı Đnancı Ölçeği’nden alınan düşük puan içsel<br />
kontrole inancın, Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’nden alınan yüksek puan<br />
ise yüksek öğrenilmiş güçlülük düzeyine işaret etmektedir. Dolayısıyla,<br />
bu iki ölçekten alınan puanlar arasındaki korelasyonun negatif olması,<br />
içsel kontrole inanç ile yüksek öğrenilmiş güçlülük düzeyi arasında bir<br />
bağlantı olduğunu gösterir.<br />
Yüksek öğrenilmiş güçlülüğün içsel kontrole inançla bağlantılı<br />
olabileceği yolundaki kuramsal görüşlerin yanı sıra, bu bağlantıyı açık<br />
olarak koyan araştırmacılar vardır. Dağ (1990a) üniversite öğrencileri<br />
ile yürüttüğü bir çalışmada, öğrenilmiş güçlülük puanları ile kontrol<br />
odağı inancı puanları arasında korelasyon olduğunu bildirmiştir.<br />
Demirci (1998) üniversite öğrencileri ile yaptığı bir araştırmada, kontrol<br />
odağı inancı ile öğrenilmiş güçlülük arasında negatif yönde korelasyon<br />
saptamıştır.<br />
Rosenbaum ölçeğinin ilk ortaya konulduğundaki adının da<br />
çağrıştırıldığı gibi “öz kontrol” (self-control) ölçeği olması, kavramsal<br />
olarak öğrenilmiş güçlülükteki artışın içsellikle doğrusal bir ilişki<br />
göstermesi gerektiğini akla gerektirmektedir. Denekleri dış kontrol<br />
inancının artması ile beraber, stresle başa çıkma stratejilerinin<br />
daralması biçimindedir. Bu düşünceden hareketle insanların aynı anda<br />
hem davranış-sonuç ilişkisini öğrenip genellemesi, hem de esas olarak<br />
kişinin öz kontrolünü yansıtan çeşitli stratejileri öğrenmesinin birlikte<br />
olması beklenen olgulardır. Bu durumdış kontrol odağı inancı ile<br />
öğrenilmiş güçlülük arasında bulunan negatif ilişkiyi gerektirir.<br />
Çalışmaya katılan hemşirelerin Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı<br />
Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R toplam puanları<br />
arasında bir ilişkinin olduğu ve bu ilişkinin de istatistiksel olarak<br />
anlamlı olduğu belirlenmiştir (r=0.108,P
elirti gösterme durumu azalmakta veya ruhsal belirti düzeyinin yükselmesi<br />
kazanılmış güçlülük düzeyinin düşük olmasını gerektirmektedir<br />
şeklinde yorumlanabilir. Bu araştırmada da öğrenilmiş güçlülük<br />
düzeyinin düşük, psikolojik belirti düzeyinin ise yüksek olması “normal<br />
bir gruptan” beklenebileceği gibi negatif yönde ilişkili bulunmuştur.<br />
Başa çıkma stratejileri ile psikolojik belirti gösterme ilişkisini<br />
inceleyen araştırmaların bulgularına göre; başa çıkma stratejilerinin<br />
stresin öncülük ettiği psikolojik belirtileri önlemede önemli bir etkisinin<br />
olduğu ortaya konmuştur (Epstein1989, Cash1984)<br />
Stresle başa çıkma stratejilerini gösteren öğrenilmiş güçlülük ile<br />
psikolojik belirti gösterme arasındaki doğrudan doğruya yapılan ilk<br />
araştırma Dağ tarafından geçekleştirilmiş ve anlamlı düzeyde negatif<br />
bir ilişki bulunmuştur (Dağ 1990a).<br />
Çalışmaya katılan hemşirelerin, tanıtıcı özelliklerinin ruhsal<br />
belirti gösterme ölçeği alt grupları ile ilişkileri incelendiğinde, kaygı alt<br />
ölçeği ile tanıtıcı özelliklerden, çalışma pozisyonu arasındaki ilişkinin<br />
istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (KW=0.045, P
SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />
Çalışmaya katılan hemşirelerin dış kontrol odaklı oldukları,<br />
normal öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip oldukları ve psikolojik<br />
belirti gösterme düzeylerinin yüksek olduğu saptanmıştır.<br />
Ayrıca öğrenilmiş güçlülük düzeyi arttıkça, dış kontrol inancı<br />
azalmakta ve ruhsal belirti gösterme düzeyinin ise düştüğü saptanmıştır.<br />
Yapılan araştırma sonucunda şu önerilerde bulunulabilir:<br />
Hemşirelerin daha çok iç kontrol odaklı olmalarını sağlayabilmek<br />
öğrenilmiş güçlülüklerini arttırabilmek ve ruhsal sağlıklarını<br />
koruyabilmek için, mesleki eğitim sırasında öğrencilere, yaşanılan<br />
olayların neden ve sonuçlarını kendi davranışlarına bağlı olarak<br />
algılamaları gerektiği, karşılaştıkları her türlü stresli yaşam olayı ile<br />
baş etme yolları öğretilmelidir. Çalışma ortamında ise bu eğitim,<br />
hizmet içi eğitim programları ile sürdürülmesi.<br />
Acil servis ve psikiyatri servisinde çalışanların ruhsal sağlıkları daha<br />
fazla risk altında olduğundan, bu konuda gerekli önlemlerin alınması<br />
(Sürekli aynı kişilerin bu servislerde çalıştırılmaması).<br />
Farklı kurumlarda çalışan hemşirelerde, bu üç değişkenin incelendiği<br />
araştırmaların yapılması.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Baltaş A. ve Baltaş Z. Stres ve Başa Çıkma Yolları. Đstanbul: Remzi Kitabevi, 1992<br />
2. Bilgili N. Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin genel ruhsal<br />
durumlarının değerlendirilmesi. V. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi 1997; 47-60<br />
3. Cash TF. The irrational beliefs test: Its reslationship with cognitive behavioral traits<br />
and depressionç Journal of Clinical Psychology 1984;40: 1399-1405<br />
4. Dağ Đ. Kontrol odağı, öğrenilmiş güçlülük ve psikopatoloji ilişkisi. Psikoloji <strong>Dergisi</strong><br />
1991 b7(27): 1-9<br />
5. Dağ Đ. Rotter'in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKOÖ)'nin üniversite öğrencileri için<br />
güvenilirliği ve geçerliliği. Psikoloji <strong>Dergisi</strong> 1991a; 7(6): 10-15<br />
6. Demirci S. Düşünme ihtiyacı ölçeği, psikometrik özellikler; düşünme ihtiyacı,<br />
kontrol odağı inancı ve öğrenilmiş güçlülük ilişkilerinin incelenmesi. Hacettepe<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi Ankara 1998<br />
7. Epstein S. and Meier P. Constructtive thinking: a broad coping variable with specific<br />
components. Journal of Personality and Social Psychology 1989; 57: 332-350<br />
8. Erdoğan T.Đşletme yönetiminde insan davranışı.Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme<br />
Fakültesi Yayınları1995; 48: 150-170<br />
9. Ertekin Y. Stres ve Yönetim. Ankara: TODAĐE Yayınları, No: 253<br />
10. FlemingR, BaumA, SingerJE. Toward an integrative approach to the study ofstrees.<br />
Journal of Personality and Social Psychology 1984; 46: 839-852<br />
11. Gavcar E. Đstatistik Yöntemleri 1. Muğla 2001: 2<strong>23</strong><br />
129
12. Gezer N. Muğla il merkezindeki sağlık kuruluşlarında çalışan hemşirelerde iş<br />
doyumu ve stress. Dokuz Eylül <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü <strong>Hemşirelik</strong><br />
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi Đzmir, 1998<br />
13. Gökler B. Nevrotik kadın hastaların ilkokul çağındaki çocuklarının ruhsal belirtiler<br />
yönünden değerlendirilmesi. Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana<br />
Bilim Dalı, Uzmanlık Tezi Ankara 1978<br />
14. Görgülü S. <strong>Hemşirelik</strong> ve iş ortamı stressörleri. Türk Hemşireler <strong>Dergisi</strong> 1990; 39(1):<br />
<strong>23</strong>-25<br />
15. Hale WD, COCHRAN CD. The relationship between locus of control and self-reported<br />
psychopatology. The Journal of Social Psychology 1987; 127: 31-37<br />
16. Hall DS. Work related stress of registered nurses in a hospital setting. Journal of<br />
Nurses Staff Development 2004; 20(1): 6-14<br />
17. Kılıç M. Değişik psikolojik arazlara sahip olan ve olmayan öğrencilerin sorunları.<br />
Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987<br />
18. Parkes KR. Coping in stressful episodes: The role of individual differences,<br />
environmental factors and situational characteristics. Journal of Personality and<br />
Social Psycology 1986; 51: 1277-1292<br />
19. Patrick A, Tyler BA. and Rachel N. Sources of stress and psychological well-being in<br />
high-depency nursing. Journal of Advanced Nursing 1994; 19: 469-476<br />
20. Rotter JB. Gerneralized expectancies for internal versus external control of<br />
reinforcement. Psychological Monographs 1966; 80: 1-28<br />
21. Selye H. Stress Without Distress Teach Your Self Books London 1977; 85-89<br />
22. Şeremet S. Çeşitli hizmet alanlarında çalışan hemşirelerde ruh hastalıklarına<br />
eğilimin araştırılması. Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü <strong>Hemşirelik</strong><br />
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi Đstanbul, 1989<br />
<strong>23</strong>. Silver PS. Utility of problem focused versus emotion focused stress reduction<br />
techniques in moderating state anxiety elicited by stressors differing instrumental<br />
controllability for persons differing in locus of control orientation. Dissertation<br />
Abstracts International 1988; 49(5): 1956<br />
24. ŞirvanlıD. <strong>Ü</strong>niversite öğrencilerinde control odağı ,cinsiyetve sınıf değişkenlerinin<br />
beden imgesinden hoşnut olma üzerine etkisi. 3P<strong>Dergisi</strong>1995; 3: 163-167<br />
25. Sümbüloğlu K, Sümbüloğu V. Biyoistatistik. 8. Basım, Hatipoğlu Yayınevi 1998: 76-<br />
101<br />
26. SutherlandJV,Cooper LC.Understanding strees apsychologicalperspective for health<br />
professional.Chapman and Hall,1990<br />
27. UğurluN, SayanA, TanM. Hemşirelerde iç dış kontrol odağı ile benlik saygısı<br />
arasındaki ilişkinin incelenmesi Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong>,<br />
2005.19/1-3<br />
28. Wheler RJ, Frank MA. Identification of stress buffers. Behavioral Medicine 1988; 14:<br />
78-89<br />
29. Xaianyu Y, Lambert VA. Investigation of the relationships among workplace<br />
stressors,ways of coping,and the mental healthof Chinese head nurses.Nursing<br />
Health Science 2006; 8(3): 147-55<br />
30. Xu CY, Wang P, Zheng ZH, Zhang ZL. Relativity between occupational stress and<br />
psychosocial factors in nurses.Journal of Industrial Hygiene and Occupational<br />
Diseases Chinese 2006; 12: 745-8<br />
130
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 131-144, <strong>2007</strong><br />
YAŞLI BĐREYLERDE AĞRI<br />
PAIN IN OLD PEOPLE<br />
Öznur USTA YEŞĐLBALKAN<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Đç Hastalıkları Hemşireliği ABD<br />
Anahtar Sözcükler: Ağrı, yaşlı birey, ağrı değerlendirmesi, ağrı tedavisi, hemşirelik<br />
bakımı<br />
Key Words: Pain, old people, pain assessment, pain management, nursing care<br />
ÖZET<br />
Yaşlı bireylerin çoğu kronik hastalık nedeniyle ağrı sorunu yaşayabilirler.<br />
Yaşlı bireylerde başarılı ağrı tedavisi genç bireylerde olduğu gibi dikkatli bir öz<br />
geçmiş alınmasına ve fiziksel muayene yapılmasına bağlıdır. Yaşlı bireylerde<br />
etkin ağrı tedavisini yapabilmek için kronik hastalıkların ve ağrıya neden olan<br />
durumların kontrol altına alınması, hareket ve fonksiyonel durumun<br />
sürdürülmesi, bağımsızlığın maksimum hale getirilmesi ve yaşam kalitesinin<br />
iyileştirilmesi gibi durumların tam ve sürekli olarak değerlendirilmesi<br />
gereklidir. Bu amaç iyi bir hemşirelik bakımı kadar hasta, aile ve sağlık bakım<br />
ekibinin eğitilmesi ile başarılabilmektedir.<br />
SUMMARY<br />
Most old people can experience pain problems because of chronic<br />
diseases. Successful management of pain in old people is dependent on a careful<br />
history and physical examination as it is in young adults. Accurate and ongoing<br />
assessment is essential to effective pain management in old people include<br />
control of chronic disease conditions, causing pain, maintenance of mobility and<br />
functional status, promotion of maximum indepedence, and improved quality of<br />
life. These goals can be achieved through education of the patient, family, and<br />
health care professionals, as well as through provision of good nursing care.<br />
AĞRI KAVRAMI<br />
Ağrı kaynağı ne olursa olsun yaşlı bireylerin en sık dile getirdikleri<br />
sorunlardan biridir. Mc Caffery ve Ferrell ağrıyı “ağrısı olan bireyin<br />
ifade ettiği şeydir” şeklinde tanımlamaktadırlar. Yaşlı bireylerde ağrı<br />
prevelansı tam olarak bilinmemesine karşın, toplumdaki yaşlı bireylerin<br />
%70’nin, sağlık bakım kurumlarında tedavi gören yaşlı bireylerin ise %<br />
45-80’nin ağrı yaşadıkları ve yaşlı bireylerde analjezik kullanım<br />
prevelansının % 40-50 olduğu bildirilmektedir (Gloth 2000, Freedman<br />
131
2002, Westley 2004). Yaşlı bireylerde ağrıya neden olan en önemli<br />
faktörler kanser ve artrittir. Ağrıya neden olan diğer faktörlerse;<br />
postherpetik nevralji, polimiyalji, aterosklerotik periferal damar hastalıkları<br />
ve diyabetik nöropatidir (Gloth 2000, Larsen 2000, Helme 2001,<br />
Freedman 2002). Yaşlı bireylerde ağrı tanılaması ve tedavisini pek çok<br />
faktör etkilemektedir. Hem yaşlı birey ve ailesinin hem de sağlık bakım<br />
profesyonellerinin ağrı sorununun yaşlanmanın ve kronik hastalıklarının<br />
doğal bir sonucu olduğuna inanmaları ağrı semptomunun bildirilmemesine<br />
dolayısıyla da ağrı tanılamasının tam olarak yapılmasını ve<br />
uygun ağrı tedavi yöntemlerinin kullanılmasını engellemektedir (Gloth<br />
2000, Luggen 2000, Freedman 2002). Etkin ağrı tanılaması yapılabilmesi<br />
için aşağıda belirtilen faktörlerin göz önünde bulundurulması gereklidir<br />
(Tablo 1).<br />
Tablo 1: Yaşlı Bireylerde Ağrı Tanılamasını Ve Tedavisini Etkileyen Faktörler<br />
Fizyolojik Faktörler<br />
Birçok tıbbi sorunun<br />
olması<br />
Görme becerisinde<br />
bozulma (Örneğin; ağrı<br />
puan ölçeğini<br />
kullanamama)<br />
Hafıza bozukluğu<br />
Đşitme bozukluğu<br />
Soyutlama sorunları<br />
Yazılı şeyleri tamamlama<br />
becerisinde kısıtlama<br />
Yan etkilere karşı<br />
hassasiyetin artması<br />
Farmakokinetik ve<br />
farmakodinamik<br />
değişiklikler<br />
Nöropatiler<br />
Eğitim Ve Davranışsal<br />
Engeller<br />
Sağlık bakım<br />
profesyonellerinin ağrı<br />
yönetimine ilişkin bilgi<br />
ve becerisinin yetersiz<br />
olması<br />
Ağrıya katlanma<br />
Bireyin ağrının<br />
gözlenebilir<br />
semptomlarını<br />
göstermemesi<br />
Bireyin ağrı kelimesini<br />
kullanmaması ve<br />
ağrısını bildirmemesi<br />
Bağımlılık ve<br />
toleranstan korkma<br />
Aşırı dindarlık<br />
Düzenleme Ve Politikaya<br />
Yönelik Faktörler<br />
Sıcak ped ve ilaç dışı<br />
yöntemlerin kullanılmasına<br />
yönelik hemşirelik uygulama<br />
politikaları<br />
Düzenlemenin opioid<br />
kullanımını kısıtlaması<br />
Birey ve ailenin ağrıyı kontrol<br />
altına alan tedavilerden<br />
korkması<br />
<strong>Hemşirelik</strong> uygulamalarına<br />
yönelik tanı ve tedavi<br />
uygulamalarının sınırlı<br />
olması<br />
Mali destek sorunları<br />
Sağlık bakım<br />
profesyonellerinin ağrı<br />
yönetim eğitiminin az olması<br />
Kaynakça: Luggen AS (2000), Pain, Lueckenotte AG, (Ed), Gerontologic Nursing, Second<br />
edition, Mosby, 281-301.<br />
Joint Commission for the Accreditation of Healthcare Organizations<br />
(JCAHO) ağrı değerlendirmesi ve tedavisini etkileyen faktörleri<br />
belirlemek için ağrının beşinci yaşamsal bulgu olarak göz önünde<br />
bulundurulmasını ve kan basıncı, nabız, vücut ısısı, ve solunum hızı<br />
gibi dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiğini belirtmektedir. JCAHO<br />
uygun ağrı değerlendirmesi ve ağrı tedavisi yapılması için ağrı tedavi<br />
standartlarını belirlemiştir. Bu standartlar aşağıdaki gibi işbirlikçi ve<br />
interdisipliner yaklaşımı vurgulamaktadır (Westley 2004).<br />
Doğrular ve etik: Uygun değerlendirme ve ağrı tedavisi için<br />
bireyin doğrularını kabul edin<br />
132
Ağrı yaşayan bireyleri değerlendirmek: Ağrı varsa ağrının nedenini,<br />
yoğunluğunu tüm yaşlı bireylerde değerlendirin. Ağrı yaşayan<br />
bireylerin bakımını yapmak: Etkili ağrı ilaçlarının istem yapılmasını<br />
sağlayan politika ve prosedürleri belirleyin. Ağrı yaşayan bireylere<br />
eğitim yapmak: Etkin ağrı tedavisi hakkında hasta ve ailesini eğitin.<br />
Bakımı devam ettirmek: Taburculuk döneminde hastaların semptom<br />
yönetimine ilişkin gereksinimlerini belirleyin. Organizasyon performansını<br />
geliştirmek: Ağrı tedavisini performans değerlendirmesi içine<br />
alın ve program geliştirin.<br />
AĞRI DEĞERLENDĐRMESĐ<br />
Yaşlı bireyin kendi kendine ağrıyı bildirmesi ağrı varlığının en<br />
güvenilir göstergesidir. Ağrı tanılaması yaşlı bireyin ağrısını hemşireye<br />
bildirmesiyle başlamaktadır. Tanılama sırasında ağrının akut, yaşamı<br />
tehdit edici ve kronik olma durumunun ayırt edilmesi önemlidir. Çünkü<br />
hastalığın ilerlemesi ve akut yaralanma ağrının fark edilememesine yol<br />
açabilir. Tablo 2’de yaşlı bireylerde klinik ağrı değerlendirmesi sırasında<br />
göz önünde bulundurulması gereken bileşenler yer almaktadır (Larsen<br />
2000, Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003, Tsai ve Chang 2004).<br />
Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesi sırasında ağrı kelimesi yerine<br />
“Acı hissediyor musunuz”, “Şu an bir rahatsızlığınız var mı”, “Herhangi<br />
bir yerinizde acı var mı” gibi yaşlı bireylerin tercih ettiği kelimeler<br />
kullanılmalıdır. Ayrıca ağrı değerlendirmesi sırasında yaşlı bireyin işitsel<br />
veya görsel bozukluğunun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Hemşire<br />
ağrı değerlendirmesi sırasında etkin iletişim yöntemlerini kullanmalıdır.<br />
Yaşlı bireyle konuşurken yaşlı bireyin yüzüne bakmalı, göz göze temas<br />
kurmalı, yavaş ve normal bir ses tonuyla konuşmalı, çevredeki gürültüleri<br />
mümkün olabildiğince azaltmalı, ağrı yoğunluğunu geçerli ve güvenilir<br />
olan ağrı ölçekleriyle değerlendirmeli ve yazılı materyaller kullanmalıdır.<br />
Değerlendirme araçları ve yazılı materyaller yaşlı bireyin görme<br />
durumuna göre hazırlanmalıdır. Örneğin değerlendirme araçları veya<br />
yazılı materyaller 14 punto kullanarak yazılabilir Ağrı değerlendirmesi<br />
öykü ve fiziksel muayene yoluyla yapılmalıdır. Bu değerlendirme yaşlı<br />
birey için çok önemlidir. Çünkü etkin ağrı yönetimi hastalık ve<br />
rahatsızlığa yol açan altta yatan nedenin uygun tedavisine bağlıdır.<br />
Hastalığa neden olan altta yatan faktör bilindiği zaman, multidisipliner<br />
yaklaşım gerekli olmaktadır (Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Amerikan<br />
Geriatrik Topluluğu ağrısı olan yaşlı bireylerde ağrı tanılamasının genel<br />
prensiplerini şu şekilde belirtmektedir.<br />
Ağrının varlığı için biyolojik faktör olmamalıdır, yaşlı bireyin<br />
ifadesi ağrı yaşadığının en doğru ve güvenilir göstergesidir, hafif ya da<br />
orta düzeyde bilişsel bozukluğu olan yaşlı bireylerde ağrı basit sorular<br />
133
ve izleme araçları ile değerlendirilmelidir, yaşlı bireyler var olan<br />
şikayetlerine rağmen ağrıyı ifade etmede çekingen olabilirler ve<br />
yaşlanmaya bağlı olarak ağrı yaşamayı beklerler,yaşlı bireyler ağrı<br />
kelimesinden çok “rahatsızlık” “acımak” ve “incinme” gibi kelimeleri<br />
kullanırlar (Luggen 2000).<br />
Tablo 2: Yaşlı Bireylerde Ağrı Değerlendirmesi<br />
Öykü<br />
Tıbbi öykü<br />
Akut hastalık<br />
Kronik hastalık<br />
Geçirmiş olduğu ameliyatlar<br />
Ağrı şikayetini başlatan<br />
olaylar<br />
Fiziksel muayene<br />
Rutin muayene<br />
Kas Đskelet muayenesi<br />
Nöromuskuler:<br />
Güçsüzlük<br />
Hiperaljezi<br />
Uyuşukluk<br />
Değerlendirilen diğer<br />
değişkenler<br />
Labratuar verileri ve testleri<br />
Depresyon ölçeği<br />
Beck depresyon ölçeği<br />
Zung bireysel değerlendirme<br />
ölçeği<br />
Geriatrik depresyon ölçeği<br />
Barthel bireysel bakım<br />
puanlaması<br />
Ağrı öyküsü<br />
Yoğunluğu<br />
Karakteri<br />
Sıklığı<br />
Patterni<br />
Yeri<br />
Süresi<br />
Başlatan faktörler<br />
Đyileştiren faktörler<br />
Alevlendiren faktörler<br />
Travma öyküsü<br />
Düşme<br />
Diğer yaralanmalar<br />
Đlaç öyküsü<br />
Reçeteli ilaç<br />
Reçetesiz ilaç<br />
Bitkisel ürünler<br />
Yan etkiler<br />
Ağrı ilaçları<br />
Etki gösteren ilaçlar<br />
Etki göstermeyen ilaçlar<br />
Reçeteli veya reçetesiz ilaçlar<br />
Doğal ilaçlar<br />
Yan etkiler<br />
Önceki ağrı deneyimleri<br />
Travma bulguları<br />
Ezik<br />
Enflamasyon<br />
Hassasiyet<br />
Şişme<br />
Fonksiyonel performans<br />
Range of motion<br />
Kaldırma indirme testi<br />
Tinetti yürüme denge testi<br />
Bilişsel değerlendirme<br />
Mini mental durum<br />
değerlendirmesi<br />
Kısa mental durum anketi<br />
Filedelfiya geriatrik merkez<br />
MSQ<br />
Fonksiyonel değerlendirme<br />
Katz günlük yaşam aktiviteleri<br />
Lawton enstürmental günlük<br />
yaşam aktiviteleri<br />
Stanford Sağlık değerlendirme<br />
anketi<br />
Barthel indeksi<br />
Psikososyal değerlendirme<br />
Mali durum<br />
Sosyal ağ<br />
Disfonksiyonel ilişkiler<br />
Ağrı değerlendirme skaları<br />
Visual Analog Skala<br />
<strong>Sayı</strong>sal Ağrı Puanlama Skalası<br />
Basit Tanımlayıcı Ağrı<br />
Yoğunluk Skalası<br />
Yüz Skalası<br />
Yaşam kalitesi ölçümleri<br />
Dartmouth COOP Project<br />
Profile Mood States<br />
Pain/Quality of life<br />
Kaynakça: Luggen AS (20009 Pain, Lueckenotte AG (Ed), Gerontologic Nursing,<br />
Second Edition, Mosby, 281-301.<br />
134
Amerikan Geriatrik Topluluğu ağrı değerlendirmesi sırasında<br />
dikkat edilmesi gereken şu önerileri sunmaktadır .Yaşlı bireyi kronik<br />
ağrı varlığı bakımından değerlendirin, yaşlı bireyin fonksiyonel becerisi<br />
ve yaşam kalitesini etkileyen ağrıyı fark edin, bilişsel ve dil sorunu olan<br />
yaşlı bireylerde sözsüz ağrı davranışlarını, fonksiyonel değişiklikleri ve<br />
sesleri (inleme, ağlama) gözleyin, bilişsel ve dil sorunu olan yaşlı<br />
bireylerde bakım verenlerle görüşün, psikiyatrik ve madde bağımlılığı<br />
gibi sorunları olan ve ağrı tedavisi güç uygulanan yaşlı bireyler için<br />
gerekli konsultasyonu isteyin, ağrı yoğunluğunu, ilaç kullanımını, yanıtını,<br />
ağrının aktiviteyle ilişkisini günlük olarak kayıt ederek yaşlı bireyi izleyin,<br />
kronik ağrısı olan tüm yaşlı bireylerde ağrının iyileşmesi ve kötüleşmesi,<br />
ilaçların pozitif ve yan etkilerini, tedavi komplikasyonlarını yeniden<br />
değerlendirin, yaşlı bireyin her bir değerlendirmesinde aynı ağrı<br />
değerlendirme araçlarını kullanın (Ebener 1999, Luggen 2000). Yaşlı<br />
bireylerin ağrı değerlendirmesi sırasında ayrıca depresyon durumu ve<br />
yaşam kalitesi de değerlendirilmelidir (Gloth 2000, Luggen 2000).<br />
Öykü<br />
Hemşire öykü alırken dikkatli olarak soru sormalı ve yaşlı bireyin<br />
ağrı ifadesini tam olarak değerlendirmelidir. Aynı zamanda ağrının<br />
özelliğini, yoğunluğunu, yeri, ağrıyı azaltan ve arttıran faktörleri,<br />
ağrının günlük yaşam aktivitelerini yapma becerilerini etkileyip<br />
etkilemediği ve var olan kronik hastalıklar değerlendirilmelidir.<br />
Sosyokültürel etmenler yaşlı bireyin ağrı davranışını ve ifadesini<br />
değiştirebilir. Ayrıca yaşlı bireyin geçmiş ağrı deneyimi, bilgisi, önceden<br />
kullandığı ilaçlar, ilaçların yan etkileri ve ağrı tedavisinde kullandığı<br />
non-farmakolojik yöntemler değerlendirilmelidir. Đlaç öyküsünde<br />
hastanın kronik hastalıklar için kullandığı ilaçlar, analjezik ilaçlara<br />
karşı alerji durumları değerlendirilmelidir. Yaşlı birey ve ailesinin<br />
davranışları ve inançlarının da değerlendirilmesi önemlidir. Çünkü<br />
yaşlı birey ve ailesinin ağrı beklentisi, etkili olan veya olmayan analjezik<br />
ilaçlar, bağımlılığa ilişkin korkuları, tolerans veya analjezik yan etkilerine<br />
ilişkin beklentiler analjeziklerin istekli olarak kullanılmasını<br />
etkileyebilir. Son olarak yaşlı bireyin ve ailenin ağrı tedavileri<br />
hakkındaki bilgileri değerlendirilmelidir (Larsen 2000, Luggen 2000).<br />
Fizik Muayene<br />
Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesinde kapsamlı olarak kas<br />
iskelet sistemi ve sinir sistemi muayenesi yapılmalıdır. Nörolojik<br />
muayenede otonomik, duysal, nörolojik ve sinir yaralanmalarının<br />
olduğunu gösteren motor defisit değerlendirilmelidir. Yaşlı bireyler akut<br />
ağrı yaşıyorsa kan basıncı, kalp hızı ve solunum hızı değerlendirilmelidir.<br />
Aynı zamanda yaşlı birey transfer sırasında, ayağa kaldırma veya<br />
pozisyon değiştirme gibi aktivitelerde bulunurken gözlenmedir (Luggen<br />
2000, Westley 2004).<br />
135
Ağrı Değerlendirme Araçları<br />
Basit Tanımlayıcı Ağrı Yoğunluk Skalası<br />
(Simple Descriptive Pain Intensity Scale)<br />
Ağrı yok Hafif ağrı Orta ağrı Şiddetli<br />
ağrı<br />
Çok şiddetli ağrı<br />
Kötü ağrı<br />
0-10 <strong>Sayı</strong>sal Ağrı Yoğunluk Skalas)<br />
(0-10 Numeric Pain Intensity Scale )<br />
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />
Visual Analog Skala<br />
(Visual Analog Scale)<br />
Ağrı yok<br />
Yüz Ağrı Skalası<br />
(Face Pain Scale)<br />
Ağrı termometresi<br />
(Pain Thermometer)<br />
Ağrı mümkün olabilenin<br />
en kötüsü<br />
Şekil 1: Ağrı Değerlendirme Araç Örnekleri<br />
136
Ağrı değerlendirme araçları sağlık profesyonellerinin yaşlı bireyin<br />
ifade ettiği ağrıyı objektif ve doğru olarak ölçmesini ve ağrıda herhangi<br />
bir azalma veya değişme olup olmadığını belirlemesini sağlamaktadır.<br />
Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesinde, 0 ile 10 puan arasında<br />
puanlanan, 0 puanın ağrının olmadığı, 10 puanın ağrının çok kötü<br />
olduğunu gösteren <strong>Sayı</strong>sal Ağrı Puanlama Skalası, Visual Analog Skala<br />
“ağrı yok”, “ağrı az”, “ağrı çok”, “ağrı çok fazla” şeklinde ağrıyı<br />
tanımlamak için kullanılan Basit Tanımlayıcı Ağrı Yoğunluk Skalası gibi<br />
sözel tanımlayıcı ölçekler ve ağrı termometreleri, yüz ağrı ölçekleri<br />
kullanılabilir (Şekil 1) (Gloth 2000, Luggen 2000, Tsai ve Chang 2004,<br />
Westley 2004).<br />
Bilişsel Bozukluğu Olan Yaşlı Bireylerde Ağrı Değerlendirmesi<br />
Đletişim kurulamayan ve bilişsel rahatsızlığı olan bireylerde ağrı<br />
varlığını gösteren non-verbal (sözsüz) davranışlar (örneğin; huzursuzluk,<br />
ajitasyon, geri çekilme, ani göz hareketleri, sarsılma, sürtünme yerinde<br />
duramama,yara veya alçı olan bölgeyi koruma,sıkı tutma, pozisyon<br />
değiştirme, gergin vücut dili, eğik postür, sesli solunum), ses (örneğin;<br />
inleme, ağlama, çığlık atma, bağırma, iç çekme, homurdanma gibi sürekli<br />
ses çıkarma), yüz ifadeleri (örneğin; ağzı açarak kaş çatma, gözleri<br />
sıkıca kapatma, dişleri sıkma, üzgün ifade,yüz ekşitme, alnı kırıştırma)<br />
ve alışılmış aktivite ve davranışlarda değişiklik (örneğin; sinirlilik, bilinç<br />
bulanıklığı, yorgunluk, anksiyete, dikkat dağınıklığı) gibi durumların<br />
gözlenmesi gereklidir (Ardery ve ark. 2003).<br />
GĐRĐŞĐMLER<br />
Ağrı elle dokunma yoluyla azaltılabilir. Uygun vücut pozisyonu<br />
sağlamak ve yaşlı bireyin rahat oturmasını sağlamak için yastık<br />
kullanılabilir. Bireyin kendi kendine ağrısını hafifleten pozisyonu<br />
alması sağlanmalıdır. Aktivite birçok yollarla bireye yardımcı olabilir.<br />
Gaumer, aktivitesi az olan bireylerin aktivite yapmayı daha az tolere<br />
edebildiklerini bildirmektedir. Hareketsiz olan bireyler hareketli olan<br />
bireylere göre daha fazla acı ve ağrı yaşarlar. Aktivite yoluyla dikkati<br />
başka yöne çekme, ağrısı olan bireyde davranış değişikliğine yardımcı<br />
olabilir. Anksiyeteyi azaltan aktivitelerin de belirlenmesi önemlidir.<br />
Aktiviteyle birlikte analjezik kullanımı gerekli olabilir. Ağrıya neden<br />
olan aktiviteden 20-30 dakika önce ilaç verme veya aktivite sonrası ağrı<br />
yaşama korkusunu azaltmak veya yok etmek için aktivite sırasında<br />
analjezik kullanma bireyin aktivite kapasitesini büyük oranda arttıracaktır.<br />
Hemşire bireyin vücudunun ağrıyla baş etme potansiyelini bilmeli ve<br />
bu doğrultuda gerekli hemşirelik girişimlerini uygulamalıdır. Yaşlı<br />
bireyin gün boyunca ağrı düzeyi, zamanı, tipi, aldığı ilaç dozu, ilaçların<br />
etkisi, ilaçların etki süresini içeren bilgileri haftalık olarak kayıt etmesi<br />
sağlanmalıdır. Bu tip bilgi hareketin düzenlemesi, uygun ilaçların<br />
137
verilmesi, bireyin kendini bakımın bazı yönlerinde kontrolünün olduğunu<br />
hissetmesini sağlar. Hemşirenin ağrının psikolojik kontrolünde yer<br />
alması bireyi anlamasını ve destek sağlamasını, bireyi rahatlatan ve<br />
ağrıyla baş etmesine yardımcı olan uygulamaları (biofeedback yöntemi<br />
ve diğer alternatif tedavi yöntemler) öğrenmesini ve uygulamasını sağlar.<br />
McCaffery bireye özgü ağrı tedavisi yapılırken ağrı şiddetlenmeden önce<br />
ağrı kontrol yöntemlerinin kullanılmasını, hemşirelik bakım planı<br />
hazırlarken bireyin ağrı kontrolünde etkili olan faktörlerin ve bireyin<br />
ağrı tedavisine katılma becerisinin göz önünde bulundurulmasını,<br />
bireyin ağrıyı nasıl tanımladığının dinlenilmesini, her bir bireyin farklı<br />
ağrı tedavi yöntemlerine farklı yanıt gösterdiğinin farkında olunmasını<br />
ve bireyin birden fazla ağrı tedavisi yöntemini kullanımı konusunda<br />
cesaretlendirilmesini önermektedir (Ebersde ve Hess 1990).<br />
AĞRI TEDAVĐSĐ<br />
Yaşlı bireylerde ağrı tedavisinin genel prensipleri farmakolojik<br />
tedavi ve non-farmakolojik yöntemleri içermektedir (Abrams ve ark<br />
1995,Ardery ve ark. 2003).<br />
FARMAKOLOJĐK TEDAVĐ<br />
Yaşlı bireyler analjezikleri içeren birçok ilaç grubuna karşı tahmin<br />
edilmeyen şekilde hassastırlar ve sık olarak yan etki yaşamaktadırlar.<br />
Çünkü yaşlılık sürecine bağlı olarak ilaç emilimi, dağılımı, metabolize<br />
olması ve atılımı etkilemektedir. Bireylerin ilaçlara karşı yanıtının sürekli<br />
olarak değerlendirilmesini gerektiren değişikliklerde doz, doz aralıkları<br />
veya reçete edilen ilacın düzenlenmesi gereklidir. Đlaç seçiminin ağrının<br />
tipine ve yoğunluğuna bağlı olarak yapılmasının hatırlanması önemlidir<br />
(Abrams ve ark. 1995, Ardery ve ark. 2003). Yaşlı bireylerin farmakolojik<br />
tedavisi sırasında; uygun ilaç ve kısa etkili ilaçlar seçilmeli, tek dozluk<br />
ilaç reçete edilmeli, tedaviye düşük dozlarla başlanmalı, doz kademeli<br />
olarak arttırılmalı, ilaç kombinasyonlarının diğer yan etkileri bilinmelidir<br />
(Abrams ve ark. 1995, Ebener 1999,Freedman 2002). Yaşlı bireylerde<br />
non-steroidal antienflamatuar analjezikler (NSAA), opioid analjezikler<br />
ve adjuvan analjezikler gibi farmakolojik tedaviler kullanılmaktadır<br />
(Abrams ve ark. 1995, Luggen 2000, Freedman 2002, Westley 2004).<br />
Hafif Analjezikler<br />
Hafif analjezikler ağrı tedavisinde ilk yaklaşım olarak kullanılmaktadır.<br />
Acetominofen, ibuprofen, naproksen hafif analjezik grubunda yer alan<br />
ilaçlardır. Bu ilaçlar lokal düzeyde ağrı algısını baskılayarak ağrıyı<br />
bloke eder. Bu grup ilaçları kullanan yaşlı bireylerin sürekli olarak<br />
izlenmesi gereklidir. Acetominofen yaşlı bireyler tarafından iyi tolere<br />
edilir ve trombosit fonksiyonlarını etkilemez. Hafif veya orta düzeyde<br />
138
ağrıyı azaltmak için bu ilaç kullanılmaktadır. Böbrek üzerindeki olumsuz<br />
etkisini azaltmak için uzun süreli kullanımından sakınılmalıdır. Çünkü<br />
bu ilaç böbrekler tarafından atılmakta ve böbreklerde toksik düzeyde<br />
birikebilmektedir. Acetominofen aspirin kadar analjezik ve antipretik<br />
etki göstermekle birlikte antienflamatuar etkisi daha azdır. Acetominofen<br />
gastrik ve renal sorunlara neden olmamasına karşın alkol kullanım<br />
öyküsü olan bireylerde hepatik toksisiteye yol açabilir (Abrams ve ark.<br />
1995, Luggen 2000, Helme 2001, AGS Panel 2002, Rao ve Cohen 2004).<br />
Non-steroid antienflamatuar ilaçlar özellikle malignant metastasa bağlı<br />
hafif veya orta düzeyde artrit ve kemik ağrısını tedavi etmede yararlıdır.<br />
NSAA yaşlı bireylerde mide ülseri, böbrek yetmezliği ve kanamaya<br />
eğilim gibi çeşitli yan etkilere neden olmaktadır. NSAA bağlı en önemli<br />
şikayet hazımsızlıktır. Hazımsızlık antiasid kullanımıyla azaltılabilir<br />
veya yemek yeme zamanı ilaç alımına göre ayarlanabilir (Abrams ve ark<br />
1995, Luggen 2000, AGS Panel 2002). Bununla birlikte sağlık bakım<br />
ekibi NSAA kullanımına bağlı olarak herhangi bir semptom olmasa bile<br />
gastrik iritasyona yol açabileceğini unutmamalıdır. Ciddi ülserasyon<br />
perforasyona ve ciddi kanamaya neden olabilir. Yaşlı bireyin ilaca karşı<br />
yanıtı yakından değerlendirilmelidir. Anormal böbrek fonksiyonu, ülser<br />
ve kanama öyküsü olan yaşlı bireylerde yüksek doz uzun süreli NSAA<br />
kullanımından sakınılmalıdır (Luggen 2000, Helme 2001).<br />
Opioid Analjezikler<br />
Hafif veya orta düzeyde ağrısı olan yaşlı bireyler hafif düzeydeki<br />
ağrı kesicilerle tedavi edilemiyorsa opioid ilaç kullanımı düşünülmelidir.<br />
Yarılanma ömrü uzun olan opioid ilaç kullanan yaşlı bireylerde sorun<br />
görülme olasılığı artmaktadır. Yarılanma ömrü uzun olan ilaçların<br />
plazma düzeyi ilaç alındıktan sonraki birkaç hafta içinde yavaş olarak<br />
azalır. Bu nedenle yarılanma ömrü uzun olan ilaçların yarılanma ömrü<br />
kısa olan ilaçlara göre toksisite riski daha yüksektir. Transdermal fentanyl<br />
yaşlı bireylere cazip gelen alternatif bir opioidtir. Fentanyl bir bant ile<br />
subkutan olarak verilmekte ve 72 saat süreyle etki göstermektedir. Etki<br />
süresi yaşlı bireylerde daha uzun olabilir. Transdermal fentanyl yaşlı<br />
bireylerde dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Sürekli ağrısı olan yaşlı<br />
bireylerde kullanılması yararlı olabilir. Đlaç tedavisinin basitleştirilmesi<br />
gereken, ağızdan ilaç alamayan yaşlı bireylerde trandermal ilaç<br />
kullanımı yararlı olabilir (Abrams ve ark. 1995, AGS Panel 2002)<br />
Yan Etkiler<br />
Opioid ilaç kullanımına bağlı olarak en sık görülen yan etkiler;<br />
bulantı, kusma, ve özellikle prostatik hipertrofisi olan bireylerde idrar<br />
retansiyonudur. Yaşlı bireyler ilaçların dağılım ve atılımındaki<br />
değişiklikler nedeniyle sedasyon ve solunum depresyonu bakımından<br />
daha hassastırlar. Bu özellikle hiç opioid kullanmamış yaşlı bireylerde<br />
daha yaygın olarak görülmektedir (Fine 2004). Konstipasyon, opioid<br />
139
kullanan yaşlı bireylerde en sık görülen sorunlardan biridir, çünkü<br />
yaşlı bireylerin çoğu daha önceden barsak sorunları yaşamaktadırlar.<br />
Opioid kullanmaya başlayan yaşlı bireylerin dışkı yumuşatıcı veya<br />
laksatif kullanımı, yüksek lifli gıda alımı gibi alışkanlıklarının dikkatli<br />
olarak değerlendirmesi gereklidir. Sağlık bakım ekibi yaşlı birey ve<br />
ailesine konstipasyon oluşumu beklemektense konstipasyonu<br />
önlemenin önemli olduğunu açıklamalıdır. Opioid kullanan yaşlı<br />
bireylerde konstipasyonu önlemek için; sıvı alımı arttırılmalı,<br />
beslenmesi düzenlenmeli, yüksek lifli gıdalar eklenmeli, aktivite düzeyi<br />
sürdürülmeli veya arttırılmalı ve dışkı yumuşatmak için laksatif ilaçlar<br />
verilmelidir (Luggen 2000, Helme 2001).<br />
Bulantı-kusma opioid kullanımından birkaç gün sonra ortaya<br />
çıkmasına karşın, bu yan etkileri tedavi etmede koruyucu önlemlerin<br />
alınması önemlidir. Yaşlı bireylerde bulantı ve kusmayı kontrol altında<br />
tutmak için antiemetik kullanımı değerlendirilmelidir. Hemşire antiemetik<br />
ilaç kullanımına bağlı olarak sedasyon meydana gelebileceği konusunda<br />
yaşlı birey ve ailesine bilgi vermelidir. Bulantı opioid kullanımına<br />
başladıktan sonra 3 gün devam ediyorsa yeni opioid ilaçlar başlanmalıdır<br />
(Luggen 2000, Fine 2004).<br />
Opiod kullanımına başlayan yaşlı bireylerde sedasyon ve bilişsel<br />
fonksiyonlarda bozulma görülebilir. Sedasyon genellikle 1-3 gün içinde<br />
azalır. Eğer sedasyon geçmezse mutlaka sağlık bakım ekibine haber<br />
verilmelidir. Sedasyon geçmeyen ağrı nedeniyle meydana gelen uyku<br />
bozukluklarına bağlı olabilir. Hemşire yetersiz ağrı tedavisine bağlı<br />
olarak bireyde sedasyon meydana gelebileceğini unutmamalı ve özelikle<br />
hızlı, yüksek dozda ilaç kullanan hastalarda solunum depresyonunu<br />
(Dakika da 8 den az solunum, oksijen saturasyonun %90’nın altında<br />
olması) izlemelidir (Luggen 2000).<br />
Adjuvan Đlaçlar<br />
Adjuvan ilaçlar analjezik özelliği olmayan belli kronik ağrı tiplerini<br />
tedavi etmeyi sağlayan ilaçlar olarak tanımlanmaktadır. Adjuvan ilaçlar;<br />
antikonvulsanlar, antidepresanlar ve bazı sedatif ilaçlardır. Depresyon<br />
ve ruhsal sorunların tedavisi ağrı tedavisinin daha etkili olmasını<br />
sağlayabilir. Genellikle nöbet tedavisinde kullanılan antikonvulsan<br />
ilaçlar postherpetik nevralji, diyabetik nöropati ve fantom eklem ağrısı<br />
gibi durumları kontrol altına almada yararlı olmaktadır. Antikonvulsan<br />
ilaçlar kan hücre yapısında bozulmaya neden olduğu için kan değerlerinin<br />
düzenli olarak değerlendirilmesi gereklidir. Bazı sedatifler ve tranklizan<br />
ilaçlar yaşlı bireylerde konfüzyon artışına ve kontipasyona neden olabilir.<br />
Bu ilaçları kullanan yaşlı bireylerin izlenmesi gereklidir. Trisiklik<br />
antidepresanların nöropatik ağrı tedavisinde yararlı olduğu bildirilirken<br />
kas-iskelet ağrı tedavisindeyse yararlı olduğu belirtilmemektedir. Trisiklik<br />
antidepresanlar konstipasyon, bulanık görme, ağız kuruluğu, idrar<br />
140
etansiyonu ve sedasyona neden olabilir , glokom ve bening prostat<br />
hipertrofisi olan bireylerde kullanılmamalıdır. Çünkü aritmi, bilişsel<br />
değişiklikler, ortostatik hipotansiyon ve düşmelere neden olabilir. Tedavide<br />
kullanılan diğer adjuvan ilaçlar antihistaminikler ve kafein gibi stimulanlar<br />
ve sadece kısa süreli tedaviler için kullanılan kortikosteroidlerdir (Gloth<br />
2000, Luggen 2000). Hemşirenin ağrı tedavisi nedeniyle adjuvan ilaç<br />
kullanımı başlanan hasta ve ailesini bu ilaçlar hakkında bilgilendirmesi<br />
önemlidir. Klinik deneyimler adjuvan ilaç tedavisi başlanan bireylerin<br />
analjezik ilaç kullanımına devam etmediğini göstermektedir. Tüm<br />
analjezik ilaçlarla birlikte hemşire yaşlı bireyin ağrısını ve adjuvan<br />
ilaçların yan etkilerini değerlendirmelidir (Luggen 2000).<br />
NON-FARMAKOLOJĐK YÖNTEMLER<br />
Farmakolojik ve non-farmakolojik ağrı tedavilerinin birlikte kullanımı<br />
yaşlı bireylerde etkili olmaktadır. Bireysel olarak ilaçsız tedavilerin çoğu<br />
sadece hafif düzeydeki ağrılarda etkili olmaktadır. Orta düzeyde ağrıda<br />
ilaç tedavisi diğer tedavileri tamamlayacak şekilde kullanılmalıdır. Tüm<br />
tedavi seçeneklerine karşı bireyin yanıtı değerlendirilmelidir. Farklı<br />
alternatif tedaviler fiziksel ve bilişsel/davranışsal olarak sınıflandırılabilir<br />
(Ebener 1999, Luggen 2000).<br />
Fiziksel Yöntemler<br />
Fiziksel yöntemler sıcak ve soğuk gibi deri uyarımı, masaj,<br />
akupunktur ve sinir stimulasyonu gibi yöntemlerdir (Luggen 2000).<br />
Sıcak ve soğuk uygulama: Sıcak uygulama ağrı ve rahatsızlığı<br />
azaltmada yararlıdır. Sıcak deri yüzeyindeki dokularda kan akımını<br />
oksijen ve besin dağılımını arttırır, kas elastisitesini arttırarak eklem<br />
sertliğini azaltır. Sıcak uygulama sıcak su şişesi, sıcak pedler, elektrikli<br />
battaniyeler ve ısıtıcı lambalar kullanılarak yapılabilir. Uzun süreli bu<br />
yöntemleri kullanan yaşlı bireylerde termal yanıkları önlemek için birey<br />
ve yakınları bu konuda bilgilendirilmelidir. Soğuk uygulama<br />
enflamasyon ve ödemi azaltır, özellikle düşme gibi akut yaralanmadan<br />
sonraki ağrıyı azaltır. Sıcak uygulamayla iyileşmeyen kas spasmını<br />
azaltır. Soğuk uygulama buz paketleri, kompres, ıslak bez ve<br />
battaniyelerle yapılabilir. Yaşlı bireyler ağrıyı azaltmak için genellikle<br />
sıcak ve soğuk uygulama yöntemlerini kullanırlar (Luggen 2000).<br />
Masaj: Dokunmanın pek çok şekli yaşlı bireylerin ağrı tedavisinde<br />
yararlı olabilir. Masaj, ovma veya yoğurma gibi derin basınç şeklinde<br />
veya okşama ve yumuşak bir şekilde yapılabilir. Kemik metastazı veya<br />
osteoporotik kemik hastalığı olan bireylerde dikkatli uygulanmalıdır<br />
(Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Egzersiz; Egzersiz veya fizik tedavi<br />
eklem sertliğini önler, eklem fonksiyonlarını korur, kas spasmını<br />
iyileştirir ve bireyin iyilik hissini arttırır. Fiziksel terapi başlamadan<br />
141
önce bireyin tıbbi yönden değerlendirilmesi gereklidir. Çoğu bireyin<br />
terapi başlamadan önce kısa süre analjezik kullanması gerekli olabilir<br />
(Luggen 2000, Helme 2001). Akupressure/Akupunktur; Akupunktur<br />
vücudun belli bölgesine elle veya elektriksel uyarıyla iğne takılmasıdır.<br />
Akupressure akupunktur noktalarına elle basınç uygulanmasıdır. Bu<br />
hemşirelerin eğitim almadan yapabileceği bir tedavi değildir, ulusal<br />
sertifikalı sağlık ekibi tarafından yapılmalıdır (Luggen 2000).<br />
Transkutanöz Elektriksel Sinir Uyarımı (TESU/TENS); TENS<br />
tedavisinin yaşlı bireylerdeki ağrı tedavisinde yararlı olduğu<br />
belirlenmiştir. Birey deri üzerindeki elektrotlar yardımıyla gerektiğinde<br />
elektriksel uyarıyı arttırabilir veya azaltabilir. TENS diyabetiklerdeki<br />
nöropatik ağrı, spinal ağrı ve nevralji tedavisinde yararlıdır (Luggen<br />
2000, Helme 2001, Ardery ve ark. 2003). Perkutan Elektriksel Sinir<br />
Uyarımı (PESU/PENS); PENS tedavisinde ağrıyı azaltmak için uyarı<br />
veren temiz sert akupunktur gibi iğne probları kullanılır. PENS tedavisinin<br />
osteoartritte yararlı olduğu söylenmesine karşın yaşlı bireylerde bu<br />
konuya ilişkin çalışmalar bulunmamaktadır (Luggen 2000).<br />
Bilişsel ve Davranışsal Tedaviler<br />
Bu ağrı tedavi yöntemleri ağrı algısını, ağrı davranışını değiştirmekte<br />
ve bireyin ağrı üzerindeki kontrol hissini arttırmaktadır. Bu tedavi<br />
yöntemleri negatif düşünce ve davranışların değiştirilmesine neden<br />
olmaktadır. Hemşireler bireylerin positif davranış ve duygular geliştirmesini<br />
sağlayan yeni becerileri öğretebilirler. Uyumsuz davranışları,<br />
deprese olan ve başa çıkma becerileri yetersiz olan bireyler ruhsal<br />
sağlık uzmanlarına veya ağrı kliniklerine yönlendirilirler. Aşağıda<br />
hemşirelerin bireylere yönelik kullanabileceği bilişsel/davranışsal<br />
tedaviler yer almaktadır (Luggen 2000).<br />
Kendi kendine telkinde bulunma; Kendi kendine telkinde<br />
bulunma kısa süreli akut ağrılarda bireyin kendi kendine<br />
konuşmasıdır. “Yarın iyi olacak” şeklinde bazı cümlelerle birey kendi<br />
kendine telkinde bulunabilir (Luggen 2000). Meditasyon; Meditasyon<br />
sessiz bir ortamda sakin zihinsel iyiliği sağlamak için bir kelime veya<br />
nesneye odaklanmaktır. Birey yavaşça nefes alır ve huzur veren<br />
kelimeye odaklanarak nefesini yavaşça verir (Luggen 2000). Hayal<br />
kurma; Hayal kurma bireyin zihninde canlı bir resim canlandırarak<br />
sağlanan mutluluk ve huzur olarak ifade edilmektedir. Bu resim bir<br />
güneş, canlı bir orman veya güneşin doğuşu sırasındaki dalgalar<br />
olabilir. Bu resim geçmişe ait şeyleri anımsamak olabilir (Luggen 2000,<br />
Ardery ve ark. 2003). Progresif gevşeme; Progresif gevşeme sırasıyla<br />
değişik kas gruplarına kasılma ve gevşeme yaptırmaktır ve genellikle<br />
bu uygulama yatağa uzanarak, sakin ve karanlık bir ortamda<br />
yapılmalıdır. Đşlem sırasında hafif müzik veya gevşeme kasetleri<br />
kullanılabilir (Luggen 2000). Dikkati başka yöne çekme; Dikkati<br />
142
aşka yöne çekme ağrıyı zihinden uzaklaştıran her şeydir. Radyo,<br />
televizyon, video izleme, müzik dinleme, oyun veya puzzle oynama,<br />
kitap okuma veya bir şey izleme gibi aktiviteler dikkati başka yöne<br />
çekmede kullanılan yöntemlerdir. Bu yöntem sadece hafif düzeydeki<br />
ağrı da kullanılmaktadır (Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Müzik<br />
tedavisi; Müzik tedavisi yukarıda belirtilen tedavilerle birlikte<br />
kullanılabilir. Müzik tedavisi yaşlı bireylerin klinik alanlarda yaygın<br />
olarak kullandığı bir tedavidir (Luggen 2000). Eğitim; Eğitim bireyin<br />
ağrı ve ağrı algılamasında bilişsel rol hakkında bireyleri bilgilendirdiği<br />
bilişsel tedavidir. Bireyler ağrıyı azaltma yöntemlerini öğrenirler ve ağrı<br />
ve rahatsızlık durumlarını kayıt ederler. Hemşire ağrıya eşlik eden<br />
faktörler hakkında bireyleri bilgilendirir (Luggen 2000). Hipnoz; Hipnoz<br />
yoğun şekilde konsantre olma, hayal kurma ve solunum egzersizleri<br />
gibi diğer bilişsel yöntemleri içermektedir. Kendi kendine hipnoz\hayal<br />
kurma rahat bir durumda gözleri kapatarak, ve bir şeyin rengini<br />
biçimini hayal ederek başlar. Daha sonra ağrı boş bir alana doğru<br />
gönderilir. Son olarak gözler açılır (Luggen 2000).<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Abrams WB, Beers MM, Berkow R (1995). Pain, The Merck Manual of Geriatrics,<br />
Second Edition, 125-153.<br />
2. AGS Panel (2002). The management of persistent pain in older patients, J Am.<br />
Geriatr Soc. 50(6): 205-224.<br />
3. Ardery G, Herr KA, Titler MG, Sorofman BA, Schmitt MB (2003). Assessing and<br />
managing acute pain in older adults: A research base to guide practice, MedSurg<br />
Nurs. 12(1): 7-18.<br />
4. Ebener MK (1999). Older Adults living chronic pain:An opportunity for improvement,<br />
Journal Of Nursing Care Quality, 13(4): 1-7.<br />
5. Ebersde P, Hess P (1990). Toward healty aging, Human Needs And Nursing<br />
Response, Mosby Company, Third. Edition, 222-<strong>23</strong>2.<br />
6. Fine PG (2004). Pharmacological management of persistent pain in older patients,<br />
Clin J Pain, 20(4): 220-226.<br />
7. Freedman G (2002). Chronic pain, clinical management of common causes of<br />
geriatric pain, Geriatrics 2002; 57(5): 36-41.<br />
8. Gloth FM (2000). Geriatric pain, factor that limit pain relief and increase<br />
complications, Geriatrics, 55(10): 46-54.<br />
9. Helme RD (2001). Chronic pain management in older people, European Journal Of<br />
Pain, 5: 31-36.<br />
10. Larsen PD (2000). Effective pain management in older patients, AORN Journal 71(1):<br />
205-208.<br />
11. Luggen AS (2000). Pain, Lueckenotte AG,(Ed), Gerontologic Nursing, Second Edition,<br />
Mosby, 281-301.<br />
143
12. Rao A, Cohen HJ (2004). Symptom management in the elderly cancer patients:<br />
fatigue, pain, and depression, Journal Of The National Cancer Institute Monographs<br />
,32: 150-157<br />
13. Tsai PF, Chang JY (2004). Assessment of pain in elders with dementia, Medsurg<br />
Nurs, 13(6): 364-390.<br />
14. Westley C (2004). Pain, geriatric self learning module, Medsurg Nursing 2004; 13(6):<br />
399-404.<br />
144
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 145-158, <strong>2007</strong><br />
BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐ: RUH SAĞLIĞI AÇISINDAN LĐTERAT<strong>Ü</strong>R<strong>Ü</strong>N<br />
GÖZDEN GEÇĐRĐLMESĐ<br />
ATTACHMENT PROCESS: REVĐEW OF THE LĐTERATURE IN TERMS OF<br />
MENTAL HEALTH<br />
Gülseren KESKĐN*<br />
Olcay ÇAM**<br />
*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu<br />
** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />
Anahtar Sözcükler: Bağlanma, Bağlanma süreci, Ruh sağlığı<br />
Key Words: Attachment, Attachment process, Mental health<br />
ÖZET<br />
Bu yazıda bağlanma kuramı, anne–bebek arasındaki bağlanma, bağlanma<br />
stilleri, çocuk ve ergen bağlanmasında ebeveynin rolü, bağlanma ile ilgili<br />
psikopatolojik bozukluklar, yetişkin bağlanması ile ilgili araştırmalar gözden<br />
geçirilmiştir. “PubMed” ve “ScienceDirect” tıbbi arama motorları kullanılarak,<br />
özellikle 1985-2004 yılları arasında yayımlanan makaleler öncelikli olarak<br />
değerlendirilmeye alınmıştır. Bebeklik döneminde duygusal gelişimin sağlıklı<br />
olabilmesinde anahtar rolü ana-baba oynamaktadır. Bebeklikteki bağlanma<br />
kavramı; anne-baba yada birincil bakım verenlere olumlu tepkilerin verilmesi,<br />
bu kişilere yönelme, arama, bağlanılan kişinin varlığının duyumsanmasına eş<br />
zamanlı olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi gibi duygu ve davranış<br />
örüntülerinin tümünü kapsamaktadır. Bağlanma bebekle birincil bakım veren<br />
kişi arasında gelişen ve bebekte güven duygusunu yerleştiren güçlü bir bağdır.<br />
Bağlanma kuramı bebek psikolojisini temel almasına rağmen ergenleri<br />
anlamak için de kullanılmıştır. Bebeklik döneminde yaşanan patolojik<br />
bağlanma örüntülerinin gelecekteki ilişkiler üzerindeki etkisi günümüzde<br />
önemini koruyan bir konu niteliğindedir. Çocukluk ve ergenlik döneminde<br />
ortaya çıkan birçok psikopatolojinin kaynağı, bebeğin birincil bakıcısı ile olan<br />
ilişkisinin niteliği ile yakından ilişkilidir. Sonuç olarak, bağlanma kuramı<br />
psikiyatrik yaklaşıma ve klinik uygulamalara farklı bir alt yapı oluşturur. Bu<br />
durum doğumdan yetişkinlik sürecine kadar bireysel gelişim, bağlanma süreci,<br />
davranışsal gelişim sürecinin dikkate alınmasını gereğini vurgular. Böylece bu<br />
yaklaşımla bağlanma ile ilgili bozuklukların çözümüne olanak sağlanmış olur.<br />
SUMMARY<br />
This article reviews literature on attachment theory, process of motherinfant<br />
attachment, attachment styles, role of parent on child and adolescent<br />
attachment, attachment related psychopathological disorder, adult attachment.<br />
Articles, published in 1985-2004 and searched via “PubMed” and “ScienceDirect”<br />
145
medical search engines, are primarily included in the review. Parents play a key<br />
role in the emotional development of infants. Attachment concept in infancy<br />
consists of many affectional and behavioral patterns of positive reactions to<br />
parents or primary caregivers, seeking and preference of them, sense of pleasure<br />
in the presence of primary caregivers. Attachment is the strong emotional bond<br />
that develops between infant and caregiver, providing the infant with emotional<br />
security. Attachment theory is central in infant psychology but is also more and<br />
more used to understand adolescent's vulnerability.. Effect of pathological<br />
attachment process in infancy on future relationships is still a popular reseach<br />
topic todays. The main cause of many psychopathologies in childhood and<br />
adolescence related to the quality of infant-caregiver relationship. Hence<br />
attachment theory drawing up a new concepts to psychiatric aproach and clinical<br />
practice. Indeed, this concept permits to take into account in a combined manner<br />
individual development, processes of attachment, and behaviour adjustments,<br />
from birth throughout adulthood. So thıs aproach give a permission to solution of<br />
related to attachment disorder.<br />
GĐRĐŞ<br />
Erken çocukluk döneminde ana baba-çocuk ilişkilerinin kişinin<br />
gelişimini, diğer insanlarla ilişkilerini ve psikolojik uyumunu etkilediği<br />
konusunda genel bir kabul vardır. Bu kabule götüren ilk ve en önemli<br />
kanıtlar Bowlby’nin çocuğa temel bakım veren kişi ile çocuk arasında<br />
kurulan sosyal bağın (attachment-bağlanma) normal gelişim için<br />
oldukça önemli olduğunu gösteren araştırma sonuçlarıdır (Crockenberg<br />
ve ark. 1993)<br />
Tanım olarak bağlanma biçimi, yaşamın erken döneminde<br />
belirlendiği ve süreklilik gösterdiği düşünülen bireyin diğer insanlarla<br />
ilişki kurma örüntüsüdür. Bağlanma kuramcılarına göre bağlanma<br />
biçemi süt çocukluğu döneminde güvenli ya da güvensiz olarak bir kez<br />
belirlendikten sonra yaşam boyunca süreklilik gösterir (Bowlby 1988).<br />
Zeanah ve arkadaşları (1997), bağlanma ilişkisinin niteliğinin<br />
anne ile bebek arasındaki ilişki tarzı ile şekillendiğini belirtmişlerdir.<br />
Anne-bebek ilişkisindeki ilk süreç, açlık ve susuzluk gibi fizyolojik<br />
ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bunun ardından, annenin bebeği ile<br />
geçirdiği zaman dilimi ve bu zaman dilimini nasıl kullandığı önem<br />
kazanmaktadır. Bebeğin sosyal ve duygusal açıdan gelişebilmesinde,<br />
mevcut bağın kuvvetlenmesinde annenin duyarlılığı önemlidir (Demulder<br />
ve ark 2000, Denham 1994, Isabella 1993). Anne çocuk ilişkisinde<br />
gerek anne gerekse de bebek birbirlerinin duygularına cevap verdikleri<br />
oranda aralarındaki duygusal iletişimin kalitesi artmaktadır (Isabella,<br />
Belsky 1985, Isabella 1993).<br />
Bağlanma davranışının oluşmasında bebeğin uyaranları sosyal<br />
olarak algılayıp yanıtlaması ilk başlarda ayrışmamış ve özgül olarak<br />
anneye yönelmemiştir. Bağlanmanın gelişmesini, anneden ayrılma<br />
engeller (Bowlby 1988, Cook 2000). Annenin ya da bağlanılacak kişinin<br />
146
ebekle ilişki içinde olmaması, (izolasyon) sonucu bağlanma birlikte<br />
oluşamaz. Bebeği ile ilişki kuramayan annelerin; zeka düzeyi düşük ya<br />
da duygusal olarak olgunlaşmamış kişiler oldukları gözlenmiştir<br />
(Ainsworth 1989, Ainsworth 1997). Bağlanma sürecinin iyi bir şekilde<br />
geliştiği durumlarda; bireylerin ilerleyen yaşamında, aile ve iş<br />
yaşamlarındaki doyum düzeyleri de artmaktadır.<br />
Anne-Bebek Arasında Bağlanmanın Gelişimi<br />
Preverbal dönem öncesinde erişkin-bebek arasındaki iletişiminin<br />
ana kaynağını duygular oluşturur. Bebek, doğumu ile annenin uygusal<br />
alanın en önemli üyesi olur. Bu üyelik doğum öncesinde başlamıştır,<br />
doğumla birlikte doruğa ulaşır. Bebek bu duygusal alan içinde büyür<br />
ve anneye bağlanır (Ainsworth 1997). Doğum sonrası anne ve çocuk<br />
arasında güvene dayanan bir ilişki oluşur. Anne-bebek arasındaki<br />
güvenli ilişki baba ve kardeşlerin katılımı ile güçlenmektedir. Bu sosyal<br />
desteğin niceliği ve niteliğiyle anne-bebek bağlanması arasında kuvvetli<br />
ilişkinin olduğu bildirilmektedir (Lowinger ve ark 1995, Waters ve ark<br />
2000). Bebekle ilişkide bu derin memnuniyet duyguları ebeveynler<br />
tarafından bebeği kabullenme durumunun en üst düzeye ulaşması için<br />
temeldir. Bebeğe özel bir sevgi hissetmek ve anne/baba rolünün iyi bir<br />
şekilde yerine getirilmesi bağlanmaya doğru duygusal bir atmosfer<br />
yaratır. Bebeğe yönelen annelik/babalık davranışları, bebeğin kendisine<br />
değer verme duygusunun gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır.<br />
Anne bağlanma süreci içinde: öğretebilen, bebeğin kendini tanımasında<br />
"ayna" görevi üstlenen, beslenme ve yıkama gibi teke tek ilişkide duyarlı<br />
ve işbirliğine yönelik görevler üstlenen bir kişi olarak tanımlanır. Erken<br />
dönemde, doğumdan hemen sonra çıplak olarak bebeğin kucağa alınması<br />
ile annenin bebekle ten temasının olması, bağlanma duygusunu artırır.<br />
Böylece dokunma duygusu ile bebeğin dış dünyayı algılaması da<br />
kolaylaşmaktadır (Troy 1995). Dokunma, anne-bebek ilişkisini artırır.<br />
Bebekle göz-göze ve ten-tene temas yakınlaşmanın önemli bir parçasıdır.<br />
Bebek bu dönemden itibaren bakıcısına gülümsemekte, uzun süreli göz<br />
ilişkisi kurmakta ve diğer insanlara göre ona daha fazla ses<br />
çıkartmaktadır. Onun yanında kendisini daha rahat hissetmektedir.<br />
Anne/babanın anne/baba rolünü kabullenmesi, bebeğin gereksinimlerini<br />
tanıması ve uygun bir şekilde karşılaması ile bağlanma gelişir. Ancak<br />
anne/babalar bebeklerinin gereksinimlerinin kendilerinden farklı<br />
olduğunun farkına vararak bebeğin bireyselleşmesine izin verirler.<br />
(Kenny, Gallagher 2002). Bağlanma oluşabilmesi için bebeğin anneyi<br />
diğerlerinden ayırt edebilmesi, nesne sürekliliğinin ve sembolik oyun<br />
yetisinin (oyunda nesneleri ve kişileri simgesel olarak temsil edebilme)<br />
olması gerektiği düşünülmektedir (Pehlivantürk 2004).<br />
Yaşamın ilk iki yılını kapsayan bağlanma süreci dönemlere<br />
ayrıldığında; doğumdan 8-12 haftaya kadar uzanan ilk dönem<br />
bağlanma öncesi dönem olarak ifade edilir. Bu süreç içinde bebek<br />
147
anneye yönelmiştir, annenin uyaranlarıyla hareketlenir. Çevresindeki<br />
kişilere yönelme davranışı gösterir ancak kişileri ayırt edebilme yetisi<br />
yoktur ya da çok kısıtlıdır (Haight ve ark 2003, Joseph 1992).<br />
Bağlanmanın ilk işaretlerinin ortaya çıktığı ikinci dönem 8-12 haftadan<br />
6. aya kadar uzar. Bu dönemde bebek anneyi yabancılardan ayırt etmeye<br />
ve dikkatini daha çok anneye yönlendirmeye başlar. Bağlanmanın tam<br />
olarak gözlendiği 3. dönem 6-24 aylar arasıdır. Altıncı aydan itibaren<br />
"Ayrılma-Bireyselleşme" dönemi başlar. Bu süreçte iki ana gelişimsel<br />
süreç yaşanır. Birincisi; intrapsişik otonominin, algılamanın ,belleğin<br />
ve gerçeği değerlendirmenin evrimi olan bireyselleşme ile farklılaşma,<br />
uzaklaşma ve mesafe koyma, sınır oluşumuyla birlikte, anneyle<br />
bağların çözülmesini içeren ayrılmadır. Bu dönemin başlangıcında<br />
bebeğin anneyle bedeninin daha fazla farkındalığını içeren bir ilişki<br />
kurmaya başlaması dikkat çeker. Bebek bedenini annenin kucağına<br />
göre biçimlendirir. Bedeni ile annenin bedeni arasındaki mesafeyi<br />
ayarlama becerisini geliştirir. Bebek sosyal gülümseme de edinir.<br />
Mahler'e göre, çocuğun sağlıklı olması için anneden ayrılması, kopması<br />
gerekmektedir. Bu dönemde bağlanma davranışı yakınlık arayışı ile<br />
kendini gösterir ve küçük çocuklarda bağlanılan kişilerden ayrılma ile<br />
belirginleşir. Çocuğun bireyselleşip anneden ayrılabilmesi de, ancak<br />
ona güvenli bağlanabilmiş olabilmesi ile olanaklıdır (Ainsworth 1997).<br />
Bu sürede bebek anneden ayrıldığında ağlar, huzursuzluk işaretleri<br />
gösterir, annenin dönmesi ile birlikte veya annenin dönüşünden emin<br />
olduğunda ağlama sonlanır. Bu dönemin ardından çocuk yaşamında<br />
gerek birincil bakıcısıyla gerekse de diğer insanlarla geliştireceği<br />
karmaşık yapıdaki ilişkilere girer (Isabella, Belsky 1985). Sekizinci ayla<br />
birlikte bebekler çevrelerindeki ilişki örüntülerini anlamlandırmaya<br />
başlarlar. Bu dönemde, bebek gerçek ve belirgin bir objeye yönelmektedir.<br />
Bu ay öncesinde anne bebek için çok önemli değilken, sekizinci aydan<br />
itibaren bağlanma ilişkisiyle bebek çok geniş yelpazede olan sosyal<br />
ilişkilerini sınırlandırmaktadır. Artık bebek ilgisini tüm ihtiyaçlarını<br />
karşılayan kişiye yöneltmektedir. Bu dönemden itibaren bebekler<br />
yabancı kişilerle karşılaştıklarında korku, kaygı ya da kaçma<br />
davranışlarında bulunurlar (Haight ve ark 2003, Joseph 1992). 25’ nci<br />
aydan sonra anneden bağımsızlaşarak birey olma yolunda ilerleyen<br />
çocuğun annesiyle geliştirdiği ilişkide çeşitli zorluklar yaşanır.<br />
Bağlanma için gerekli olan anne-bebek arasındaki sürecin<br />
özellikleri şunlardır (Ainsworth 1989, Bowlby 1988);<br />
a. Erken ikili ilişki (memelilerde ve kuşlarda olduğu gibi) bebek<br />
annesi ile çok erken dönemde ilişki içine girer. Bu durum yaklaşık yedi<br />
ay civarında ortaya çıkan birincil bağlanma ilişkisidir ve süreklilik<br />
özelliği taşır.<br />
b. Đlk sosyal nesne olan annenin duyarlı ve etkileşimsel<br />
özellikleri: Anne, bebeğin çevresini davranışlarının gelişebileceği temel<br />
148
alan durumuna getirir. Bu temel alan bebeğin ruhsal gelişmesini<br />
yapacağı, isteklerinin karşılandığı, ona uygun koşulların bulunduğu<br />
alandır.Anne, bebek için bu temel alanı hazırlar ve bebek bu temel<br />
alanda ruhsal gelişmesini yapar, onun isteklerini karşılar, ona uygun<br />
koşullar bulur.<br />
c. Erken dönemde ben ve diğeri ayrışması: Bağlanmanın getirdiği<br />
birliktelik içinde bebeğin bağımsız davranmayı denemesi için uygun<br />
koşulların sağlanması ve bu denemelere olanak sağlanması anlamını<br />
taşır.<br />
d. Erken güvenli tutumun oluşması : 12’ nci ay sırasında<br />
hareketlenme (emekleme-yürüme) ile başlar. Ancak bu özellik<br />
hareketlilik öncesinde bilişsel düzeyde ortaya çıkar. Evin alansal olarak<br />
tanınması, annenin özgül davranışlarını bekleme, annenin bebeğin<br />
uyarılarına yanıt vermesi ve annenin oyunlarında bebek tarafından<br />
kullanılmasını ifade eder.<br />
e. Ayrılık protestosu: 12-30’ ncu aylar arasında gözlenir. Daha<br />
erken dönemlerde de saptanabilir.Anneden ayrılma ile birlikte ikili<br />
ilişkinin bozulmasını taşıyamama, ikili ilişkiyi oluşturmak için anneyi<br />
ilişkiye davet etmeyi ifade eder. Diğer bir deyimle ilişkinin<br />
bozulduğunun farkına varılması ile çevreyi, anlık kopmuş, bozulmuş<br />
ilişkiyi onarmak için uyarma girişimidir. Ayrılık bebek için<br />
dayanılmazdır. Ayrılmanın yerine bir başkasının konulması için<br />
‘yakınlık arayışı’ içine girer. Ayrılık durumlarında ‘ayrılık protestosu’<br />
ortaya çıkar, bağlanılana yönelinir. Bağlanılan nesnenin kaybolmasına<br />
dayanılamaz ve bu durum protestoya yol açar.<br />
f- Güvenli-temel tutumun pekişmesi.Birinci yaşta tutum belirginleşmiştir.<br />
Đkinci yaşta ayrılık protestosu zayıflar, üçüncü yaşta diğer<br />
kişiye, amaca yönelik yönelme vardır. Bağlanma güveni doğurur. Böylece<br />
bebek araştırıcı davranışta bulunur. Bağlanma olmadan araştırıcı<br />
davranış oluşmaz.<br />
g- Diğer kişilerle ilişkinin olgunlaşması. Güvenli tutumun anneden<br />
ayrı başka kişilere aktarılması ve aktarılan kişiden güvenli yanıtın<br />
alınmasıdır. Đlk bağlanılan ile kurulmuş olan etkileşimin belirlediği<br />
içsel bir çalışma modelidir. Kurulan içsel çalışma modeli dış dünya ile<br />
kurulacak olan ilişki modelini oluşturur.<br />
h- Güvenli-temel tutumun anneden ayrı başka kişilere aktarılması.<br />
Bağımsızlaşmaya eş zamanlı olarak iletişim ve denetim görevleri ile<br />
birlikte olgunlaşmadan söz edilebilir. Bağlanma bebeklik ya da<br />
çocukluk ile sınırlı değildir. Yaşam boyu sürer. Bağımlılıktan ayrılığa,<br />
tam bağımlılıktan "Olgun bağımlılığa" ulaşılır (Ainsworth 1989, Bowlby<br />
1988, Tyrrell, Dozier 1999). Bebeklikte atılan tohumlar, çocuk<br />
büyüdükçe, diğer insanlarla yaşananlar tarafından da gelişerek, birey<br />
olma ile ait olma arasındaki hassas denge kurularak devam eder.<br />
149
Bağlanma ve Sosyal Gelişim<br />
Bağlanma bir sosyal davranış çeşididir. Bowlby bağlanmayı çocuk<br />
gelişiminin erken döneminde aramıştır (Bowlby 1988).Doğumdan<br />
yaklaşık dört ay sonra yetişkinlerden farklı olarak bebek güvenli<br />
bağlanma figürü olarak öncelikle anneyi tercih etmektedir.<strong>Ü</strong>ç yaşının<br />
başlarında güvenli bağlanan çocuk öğretmeninin ve diğer insanların<br />
yanında kendini rahat ifade etmeye başlar.Bu dönemde ikincil<br />
bağlanma figürü öğretmeni ya da ona yakın olan bir başka kişi<br />
olmuştur<br />
Bağlanma sistemi, bebeklerin bakıcıları ile ilişkileri temelinde<br />
gözlenen üç davranış örüntüsü ile tanımlanabilir: ilki; yakınlığı arama,<br />
yakınlığı koruma ve ayrılığı protesto etme, ikincisi keşfetme etkinlikleri<br />
için bakıcıyı “güvence üssü” olarak kullanma ve son olarak, destek ve<br />
güvenlik için bakıcıyı “güvenli sığınak” olarak kullanmadır (Crockberg<br />
ve ark 1993). Bakıcının “ulaşabilirliği” tehdit edildiği anda bağlanma<br />
sistemi otomatik olarak etkilenir. Bu durumda bakıcının çocuğa<br />
göstereceği tepkilerin kalitesine bağlı olarak, etkilenen bağlanma<br />
sistemi ya bakıcı ile temas yeniden kurularak ilişkinin onarılmasına<br />
çalışır, böylece “hissedilen güvenlik” sağlanır ya da çocukta kaygı ve<br />
huzursuzluk yaratacak olan ayrılığı protesto tepkileri ortaya çıkar.<br />
Bakıcıdan uzun süre ayrı kalma, bağlanmanın çözülmesi (detachment)<br />
anlamına gelen sosyal çevreden kopma veya geri çekilmeyle<br />
sonuçlanabilir (Bowlby 1988).<br />
Bowlby’ye göre, ağlama, keşfetme gibi ayrılığa karşı gösterilen<br />
kaygı, protesto ve kopma tepkileri çocuğun temel koruyucusundan<br />
ayrılmaya karşı gösterdiği yüksek düzeyde uyum sağlamaya yönelik<br />
tepkilerdir. Çocuğun sıkıntısını ifade etme amacı bakıcısının yanına<br />
gelmesidir. Eğer yakınlığı yeniden sağlama umudu kalmamış<br />
görünüyorsa sürekli sıkıntı ifadesi fiziksel olarak çocuğun tükenmesine<br />
neden olmaktadır. Umutsuzluğun ayırt edici özelliği olan çocuğun<br />
sessiz ve hareketsiz kalmasıdır. Kopma normal etkinliğin başlamasını,<br />
büyük bir olasılıkla da yeni bir bağlanma kişisi arayışını olanaklı<br />
kılmaktadır. Aynı yakınlığı koruma gibi uzun ayrılıklardaki tepkiler de<br />
bağlanma sisteminin işlerliğini yansıtmaktadır (Bowlby 1988, Hortacsu<br />
ve ark 1993).<br />
Bağlanma Stilleri<br />
Bowlby tarafından 1969 yılında ilk olarak tanımlanan bağlanma<br />
kuramı, Ainsworth ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir (Ainsworth<br />
1989). Ainsworth yabancı durum testi ile farklı bağlanma biçimlerinden<br />
bahsederek, güvenli ve güvensiz bağlanma örüntülerini (attachment<br />
patterns) değerlendirmiş ve farklı bağlanma stilleri, çocuğun rahatının<br />
sağlanması, güven duygusunun aşılanması sırasında bakım veren<br />
kişilerin farklı tepkiler ortaya koyması ile yaşanacağını ifade etmiştir<br />
(Deniz ve ark 2005, Kirkpatrick ve Davis 1994).<br />
150
Güvenli bağlanma gösteren çocuklar, annelerinin her zaman<br />
yanlarında olup, stres durumlarında yardımcı olacaklarından emin<br />
olan çocuklardır. Anne ayrıldığında tepki göstermelerine karşın<br />
döndüğünde kolaylıkla yatışırlar. Güvenli bağlanmanın gelişmesi için<br />
çocuğun kesintisiz, tutarlı tepki veren, duyarlı ve her zaman ulaşılabilir<br />
bir bakım verene sahip olması gerekir. Yaşamın ilk üç yılında annebabasına<br />
güvensiz bir şekilde bağlanan çocukların, okul öncesi<br />
dönemde problem çözme konusunda güvenli bağlanma geliştiren<br />
çocuklara göre daha sorunlu bir dönem yaşadıkları görülmüştür (Sagi-<br />
Schwartz ve ark 2003, Zeanah ve ark 1997). Bağlanma ilişkisinin<br />
niteliği konusunda okul öncesi çocuklarla yapılan çalışmaların<br />
sonuçlan incelendiğinde; güvenli bağlanma geliştiren çocukların<br />
yaşıtlarına göre sosyal becerilerinin yüksek, olumlu duygulanımlarının,<br />
olumsuz duygulanıma göre, daha fazla olduğu, yetişkinlerle işbirliği ve<br />
uyum içerisinde bulunabildikleri görülmüştür (Cassidy 1988).<br />
Güvensiz bağlanma geliştiren çocuklarınsa sosyal izolasyona eğilimli,<br />
sinirli, rahatsız, huzursuz, akranlarına ve öğretmenlerine karşı<br />
saldırgan, uyumsuz, depresif, imgeleme gerektiren oyunlarda başarısız<br />
oldukları ve sorumluluklarını yerine getiremedikleri gözlenmiştir<br />
(Bartholomew K, Horowitz ve ark 1991, Denham 1994). Ayrıca; bozuk,<br />
güvensiz bağlanma ilişkisi içindeki bireyler aileye bağlılıkta yetersizlik<br />
yaşayabildikleri için, bu durumlarda, cinsel bağlanma ve ensest<br />
oluşabileceği belirtilmiştir (Horwitz ve ark 2001).<br />
Bebeklik ya da erken çocukluk döneminde;<br />
1. Birincil bakım verenin sürekli değişmesine ya da bakımın<br />
belirgin niteliksel eksikliğine bağlı olarak anne ile çocuğu arasındaki<br />
duygusal bağın sağlıksız oluşu,<br />
2. Kalıcı bağlanmanın kurulmasını önleyici şekilde birincil<br />
bakıcının sık sık değişmesi,<br />
3. Çocuğun temel ihtiyaçlarının, sosyal ve duygusal gereksinimlerinin<br />
sürekli gözardı edilmesi, çocuğun güvenli bağlanmasını bozarak,<br />
çocuğun tepkisel bağlanma bozukluğu göstermesine neden olur.<br />
Tepkisel bağlanma bozukluğu gösteren çocuk, toplumsal iletişim ve<br />
yaşına uygun tepki verme konusunda yetersizdir. Çocuk seçici olmayan<br />
bağlanmalar ve uygunsuz toplumsal ilişkiler sergiler. Çocuk ilişki<br />
kurmada duygusal yakınlık göstermede belli bir bozukluk gösterebilir<br />
(Barnet ve Vondra 1999). Çocuğun gelişim süreci içerisinde içe çekilme,<br />
konuşma gecikmesi, insanlara karşı ilgisizlik, çevreye karşı duyarsızlık<br />
olabilir. Ek olarak bu çocuklar otistik belirtiler de gösterebilirler (Allen,<br />
ve ark 1998, Mukaddes ve ark 2004, Pehlivantürk 2004).<br />
Kaygılı-kararsız bağlanma örüntüsü olan çocuklar çağırdıklarında<br />
annenin yanıt vereceğinden ya da yardımcı olacağından emin<br />
olamayan çocuklardır. Bu nedenle ayrılığa direnirler ve anne<br />
151
döndüğünde yatışmazlar. Araştırıcı davranışlarda bulunmaya ilişkin<br />
kaygıları vardır. Bu anneler tepkilerinde tutarlı olmayan ve kontrol<br />
amaçlı terketme tehtidinde bulunan annelerdir (Perry 1994, Tyrrell ve<br />
Dozier 1999).<br />
Kaçınmacı (avoidant) bağlanma örüntüsü olan çocuklar ise<br />
annelerinin yardımcı olacağına ilişkin hiç güveni olmayan çocuklardır.<br />
Sürekli olarak çocuklarını geri çeviren ya da reddeden, onlara uygun<br />
tepkiler vermeyen, empati yapmayan anneleri olan, bu çocuklar,<br />
ayrılığa tepkisiz kalıp, anne döndüğünde yakın durmazlar. Gerilimli<br />
kaçınan bağlanma geliştiren çocuklarınsa, çevrelerindekilere güvenemediklerinden<br />
genellikle kişileri kontrolleri altına alma eğiliminde<br />
oldukları ve öfkelerini doğrudan ifade edemedikleri, bütünlük<br />
duygusuna sahip olamadıkları, özdeğer duygusunu sürdüremedikleri<br />
tespit edilmiştir.Bu kişilerde kimlik sorunları yaşanabilir (Perry 1994,<br />
Tyrrell ve Dozier 1999).<br />
Erken gelişim döneminde bebek için, kendini yatıştırma, güven<br />
duyma, bütünlük duygusu sağlama, duygu düzenlenmesi, özdeğer<br />
duygusunu sürdürebilme gibi kendiliğin işlevi olan ruhsal düzenlemeleri<br />
kendilik nesnesi olan anne yürütür. Bebek bu dönemde,<br />
annenin kendiliğini kullanmaktadır. Annenin çocuğa yaklaşımı, onunla<br />
kurduğu ilişki bebeğin gereksinimlerini doğru algılayan ve uygun<br />
tepkiler veren bir eşduyum (empati) özelliği taşıyorsa, anne bebeğin<br />
kendilik duygusunun gelişebilmesi için gerekli deneyimleri sağlayabilir.<br />
Annenin eşduyumlu yaklaşımı, anne çocuk ilişkisinde bebeğin kendilik<br />
nesnesinin yaşantılarını ve duygu durumlarını kendisininmiş gibi<br />
algılamasını sağlar, annenin özelikleri kendisine uygun şekilde<br />
dönüştürülerek içselleştirilir. Bu içselleştirme sürecinde bebeğin<br />
kendiliği kalıcı bir ruhsal yapı olarak gelişme fırsatı bulur. Kendilik<br />
geliştikçe kendilik nesnesinden farklılaşmaya ve ayrışmaya başlar ve<br />
zaman içinde çocukta, temelini anneden aldığı, ama onunkinden ayrı<br />
ve özgün bir kendilik duygusu gelişir, diğer taraftan ego psikolojisi<br />
kuramında kimlik oluşumu, bebeklikten beri çeşitli özdeşimlerle inşa<br />
edilen ve ergenlik döneminde bu özdeşimlerin yeniden harmanlanması<br />
ve bir süreklilik-aynılık durumu kazanmasıyla çerçevesi çizilen bir<br />
psikososyal gelişim özelliğidir. Kimlik, kendilik organizasyonunun ve<br />
işlevlerinin özel bir yanı olarak kabul edilebilir (Meeus ve ark 2002).<br />
Güvenli, kaygılı-kararsız ve kaçınmacı bağlanma örüntülerine<br />
daha sonra dağınık bağlanma örüntüsü (disorganised/disoriented<br />
attachment pattern) eklenmiştir. Stres ile başetmede organize bir<br />
davranış göstermeme, yabancı durum testinde stereotipik, asimetrik ve<br />
zamansız hareketlerin varlığı, donup kalma ya da hareketlerde<br />
yavaşlama dağınık bağlanma ölçütü sayılmaktadır (Hall ve Geher<br />
2003). Bu çocukların annelerinin fiziksel taciz ya da ihmalde bulunan,<br />
psikiyatrik bozukluk oranları yüksek olan ya da kendi bağlanma<br />
152
nesneleri ile olan sorunlarını çözememiş anneler olduğu<br />
bildirilmektedir. Dağınık bağlanma örüntüsünün altında yatan nedenin<br />
bakım verenden korkma olduğu belirtilmektedir (Barnett ve Vondra<br />
1999, Van Den Boom 1994). Gerilimli direnç gösteren çocuklarınsa,<br />
sıklıkla fiziksel şiddet uyguladıkları ve düzeni bozucu davranışlar<br />
sergiledikleri, kurallara düşünmeden karşı çıktıkları ve aniden<br />
öfkelendikleri gözlenmiştir. Bakım veren kişi tepkilerinde güven verici<br />
olmaz, tutarsız, kaba, ben merkezci ya da zorbalığa dayanan bir tutum<br />
sergilerse, çocukta huzursuzluk oluşur. Böylece anksiyöz bağlanma<br />
gelişir (Brown ve ark 1999, Crittenden 1995).<br />
Bağlanma bozukluklarında cinsel suçların görülme olasılığı<br />
fazladır. Cinsel istismar davranışının etyolojisinde dağınık bağlanma<br />
bozukluğunun yattığı düşünülür. Ayrıca dağınık bağlanmış ergenlerde<br />
cinsel baş etme mekanizması olarak sık mastürbasyon davranışı<br />
sergileme gözlenir. Bu kişiler mahremiyetlerini kaybettiklerini<br />
düşünürler, kendilerini yalnızlığa itilmiş hissederler ve bu kişilerin<br />
cinsel bozukluklarının temelinde gelişimsel stresörlerle birlikte düşük<br />
benlik saygısı, zayıf baş etme mekanizmaları ve kişiler arası ilişkilerde<br />
bozulma yatar (Brown ve ark 1999, Mikulincer ve Nachshon 1991).<br />
Bağlanma <strong>Ü</strong>zerinde Ebeveynin Rolü<br />
Bağlanma, ebeveynlerin ya da bakım verenlerin koruma, destek<br />
verme, çocuğun rahatını sağlama gibi işlevleri iyi bir şekilde yerine<br />
getirmesiyle gelişir. Bunlar duygusal bağlanmaya yardımcı olur.<br />
Bowbly (1988), çocuğun bağlılık sisteminin gelişiminde, açlık ya da<br />
diğer konforunu bozacak fiziksel ve duygusal sıkıntıya maruz<br />
kalmasının, güvenlik ve iyilik halinin sürdürülmesine yönelik dıştan<br />
gelecek tehditlerin ve bağlanma figüründen gelecek tehditlerin<br />
olmasından önemli derecede etkilendiğini, ifade eder. Đdeal koşullar<br />
altında çocuk dıştan gelecek tehdide karşı yakınlık kurabileceği bir<br />
bağlanma figürü arar ve ihtiyacı olan iletişimi sağlamaya çalışır.<br />
Bir veya birden fazla bağlılık figürü genellikle uyumu bozar ya da<br />
duyarlılığı ortadan kaldırır. Çocuk bu durumlarda güvensiz bağlanma<br />
şeklini geliştirir. Bu, kişinin ileride kendine ve partnerine karşı negatif<br />
içsel çalışma modeli geliştirmesine neden olur. Đçsel çalışan modeller,<br />
birbirleriyle ilişkili olan iki farklı boyuttan oluşmaktadır: Bu<br />
boyutlardan olan kendilik modeli, bireyin kendisini ne kadar değerli<br />
gördüğüne ve başkaları tarafından da ne oranda sevildiğine ilişkin<br />
algılarını ifade eder. Diğeri modeli ise, bireyin ihtiyacı olduğunda yakın<br />
çevresindeki insanlardan ne oranda yardım isteyebileceğine ve güven<br />
vericiliğine ilişkin değerlendirmelerini yansıtmaktadır (Goldberg 1991,<br />
Green ve Goldwyn 2002).<br />
Bowlby (1988), yenidoğan bebeklerin ve çocukların, bakıcıları ile<br />
ilişki kurma ihtiyacı içerisinde olduğunu vurgulamıştır. Anne ve bebek<br />
153
arasındaki ilişki yakınlık arayışı ile belirginleşmektedir (Hortacsu ve<br />
ark 1993). Goodfriend (1993), çeşitli nedenlerle doğumdan hemen<br />
sonra annelerinden ayrılarak, özel bakıma alınan bebeklerde;<br />
gelişmenin yavaşladığı ya da durduğunu, bu bebeklerin yemek<br />
yemediklerini, sosyal geri çekilme yaşadıklarını ve yüzlerinde sürekli<br />
bir üzüntülü ifade taşıdıklarını belirtmiştir. Birincil bağlanma<br />
objesinden herhangi bir sebeple ayrılan bebeklerde kalp atımının<br />
hızlandığı ve nörobiyolojik sistemlerin işleyişinde farklılaşmalar olduğu<br />
ortaya çıkmıştır (Holmes 1994).<br />
Bebeklik döneminde duygusal gelişimin sağlıklı olabilmesinde<br />
anahtar rolü ana-baba oynamaktadır. Hayatın ilk üç yılında ortaya<br />
çıkan birçok psikopatolojinin kaynağı, bebeğin birincil bakıcısı ile olan<br />
ilişkinin niteliği ile yakından ilişkilidir. Ortaya çıkan çoğu patoloji, bu<br />
ilişkinin ele alınmasını gerektirmekte ve klinik açıdan tedavinin temelini<br />
oluşturmaktadır. Bu nedenle, bebek ve birincil bakıcısı arasındaki ilişki<br />
örüntülerinin berraklaştırılması ve dinamiklerin saptanması önem<br />
taşımaktadır. Bebeklik dönemi psikopatolojisi üzerinde önemle durulan<br />
konu bağlanma örüntüsüdür (Zeanah ve ark 1997).<br />
Bowlby (1988) uzun yıllar boyunca annelerinden ayrılarak, çocuk<br />
bakım evlerinde yetiştirilen bebek ve çocukların tepkilerini gözlemlemiştir.<br />
Çocukların, çoğunun ayrılığa benzer tepkiler göstererek, anneden<br />
ayrıldığında huzursuzluk hissederek, onu aramaya başladıklarını<br />
belirlemiştir. Bu ayrılık anksiyetesine karşı tepkiler ise, sırasıyla<br />
ağlama, keşfetme, başkalarının sakinleştirme çabalarına direnç<br />
gösterme, ardından umutsuzluğun gelmesi ve son olarak duygusal<br />
kopmanın gelişmesi şeklinde olduğunu görmüştür. Uzamış ayrılığa<br />
çocuğun tepkisinin başlangıçta protesto, ardından umutsuzluk,<br />
sonunda ayrılma şeklinde olduğunu belirtmiştir. Çocuk, ayrılığa tepki<br />
olarak, apati ve gelişimin gerilemesi ile kendini gösteren anaklitik<br />
depresyon geliştirmektedir.<br />
Öte yandan bebeklerin anne yoksunluğuna verdiği tepkilerin<br />
uzun süreli etkileri de vardır. Ayrılma sonrasında tekrar bakıcıları ile<br />
bir araya gelen çocuklar terk edilmeye karşı daha yüksek bir kaygı,<br />
ebeveynden ayrılmamak için aşırı tepki, annenin yanında olmak için<br />
aşırı istek göstermektedirler. Bu güvensizlik bazı durumlarda ayrılığın<br />
bitiminden aylar sonrasına kadar devam etmektedir. Umutsuzluk<br />
evresini geçtikten sonra yeniden birleşenler, başlangıçta ayrılıkla başa<br />
çıkmışçasına anneleriyle temastan kaçınma eğilimindedirler. Ancak<br />
zamanla temas ve rahatlık aramaya yeniden başlarlar (Goodfriend<br />
1993).<br />
Ergende Bağlanma Süreci<br />
Bağlanma, yaşamın ilk aylarında gelişmesine rağmen, yaşamın<br />
sonraki yıllarını pozitif ya da negatif yönde etkileyerek, yaşam boyunca<br />
154
sosyal ilişkilerin gelişiminin temelinde yer alır. Ergenlikten önce,<br />
bağlanma çocuğun kendini tehlike altında ya da rahatsız hissettiğinde<br />
kullandığı benliği koruma stratejilerini ifade eder. Daha sonra bağlanma;<br />
ilişkiler, benliği koruma stratejileri üzerine şekillenir (Lapsey ve ark<br />
2000). Ebeveynler ile geliştirilen sıcak, doyurucu bir ilişki, ileride<br />
ergenin akranlarıyla daha kaliteli bir ilişki kurmasına ve duygusal<br />
açıdan doyum sağlamasına yol açar. Olumsuz yaşantılar nedeniyle<br />
(travma, göç, annenin depresyonu) gelişen güvensiz bağlanma ise ilerde<br />
çocukta depresyon oluşmasına neden olur ve bu da ergenlik<br />
yıllarında daha fazla oranda davranış problemine yol açabilmektedir<br />
(Allen, ve ark 1998, Brown ve ark 1999).<br />
Ergenlik, bağlanma ilişkisinde belirgin bir değişimin yaşandığı<br />
dönemdir. Bu değişim hem güvenli hem de tehlikeli olan dünyada,<br />
güvenle yaşamak ve ileride kendi çocukları ve eşine karşı bağlanmanın<br />
oluşabilmesi için yaşanması gereken bir değişimdir. Ergenlik süreci,<br />
bireyin ailenin dışındaki yaşama hazırlanabilmesini sağlayan, çocukluk<br />
döneminin davranış ve düşüncelerinin şekillendiği bir dönemdir (Allen,<br />
ve ark 1998, Lieberman ve ark 1999).<br />
Erken dönem bağlanma ilişkileri ergenin ebeveynle olan geçmişteki<br />
ilişkilerini ve ebeveynlerin verdiği tepkilerin kalitesini yansıtır. Đçsel<br />
çalışma modelinde çocuğun yaşı ve çocuk tarafından bakım verenlerin<br />
ilişkisinin algılanış şekli önemli olmasına rağmen, içsel çalışma modeli<br />
çocuğun kogntitif gelişim sürecine göre, bireysel farklılıklara göre<br />
değişmesi de dikkate alınması gereken bir durumdur. Đçsel çalışma<br />
modeline göre, davranışsal süreç (yakınlık arama, baş etme) ve duygusal<br />
süreç (algılama, yorum, beklenti) bağlanmadan etkilenir. Ergenlerde<br />
içsel çalışma modeli ise ergenin bağlanmayla ilgili zihinsel sürecini,<br />
kişiler arası ilişkilerini yansıtır ve yaşamı boyunca değişmeden kişi<br />
üzerinde etkinliğini sürdürür (Meeus ve ark 2002).<br />
Ergen farklı streslerle karşı karşıya kaldığında stresle baş<br />
edebilmek için güvenli bağlanmanın bir göstergesi olarak farklı uyum<br />
mekanizmaları ortaya koyar. Ebeveynleri ile uygun olmayan, zarar<br />
veren bir ilişki ile güvensiz bağlanan ergen, bağlanmayla ilişkili<br />
deneyimlerinde tutarsızlık gösterir ve yakın arkadaşlıklarında zorluklar<br />
yaşar (Lieberman ve ark 1999). Güvensiz bağlanma gösteren ergenlerde<br />
agresyon ve öfke davranışı gösterme sıklığı artmaktadır. Ergen tarafından<br />
okul çevresinde antisosyal yıkıcı davranışlar şeklinde gösterilen<br />
agresyon ebeveynlerin, çocuğun bağlanma sürecinde çocuğa karşı<br />
çekingen tavırlar sergilenmesi ya da ebeveynler tarafından çocuğun geri<br />
çevrilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (Waters ve ark 2000). Bu<br />
ergenler farklı gelişimsel alanlarda problemler yaşarlar; duygusal<br />
açıdan sıkıntı altındadırlar, ilerleyen yaşamlarında sosyal alanlarda sık<br />
sık problemlerle karşılaşırlar, sıklıkla da kişilik bozuklukları vardır. Bu<br />
kişilik bozuklukları antisosoyal, narsistik, paranoid kişilik özellikleri<br />
155
olarak kendini gösterir (Allen ve ark 1998, Kenny ve Gallagher 2002).<br />
Ayrıca, bağlanma davranışlarının yetişkin dönemdeki insan ilişkilerinde de<br />
rol oynamakta yani geleceğe taşınma özelliğinin olduğunu gösteren<br />
çalışmalar da vardır. Duygusal düzenekler sayesinde çocuk, anneye<br />
yakın olma ile, dolaylı bir şekilde, yaşamının devamlılığını garanti<br />
ederken, diğer insanlarla olan ilişkilerinin de ilk temellerini atmaktadır<br />
(Cassidy 1994).<br />
SONUÇ<br />
Bağlanma, ilk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi ile başlayan<br />
ancak sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar üzerinde etkinliği<br />
olan önemli bir süreçtir. Bireyin kişisel yeterlilik duygusuna ve olumlu<br />
benlik değerine sahip olması, çevresi ile güvenli ilişkiler kurmasına<br />
dayanır. Güvenli ilişkiler, çocukların olgunlaşma sürecinde de önemini<br />
korumaktadır; çünkü çocuklar insani duyguları ve güdüleri, işbirliğini,<br />
vicdani davranışları, çatışmaları çözümlemeyi ve kendilerini anlamayı,<br />
yaşamlarındaki önemli ve sıradan olayları bağlandıkları kişilerle<br />
konuşurken öğrenmektedirler. Gelişimle birlikte çocuklar davranış<br />
açısından daha yeterli hale geldikçe ve kavramsal açıdan daha<br />
zenginleştikçe ve anne-babalarıyla etkileşimleri daha karmaşıklaştıkça,<br />
ebeveyn-çocuk ilişkilerinin güvenliği de değişmektedir. Bireyin çevresi<br />
ile güvenli ilişki geliştirebilmesi anne ile kurmuş olduğu güvenli bağa<br />
bağlıdır. Güvenli bağlanma, sağlıklı duygusal ve sosyal gelişimi sağlar,<br />
bireyi stres yaratan koşullardan koruyabilir. Bebek, ebeveynlerle güven<br />
temeline dayalı deneyimler yaşayabildiği takdirde, bu duygusunu<br />
genelleyerek sosyal dünyaya yöneltebileceğini belirtmektedir. Diğer bir<br />
deyişle, çocuğun ebeveynleriyle kurduğu etkileşimlerin verimliliği,<br />
etkililiği ve güvenilirliği boyutunda başkalarıyla etkileşime girebileceği<br />
ifade edilmektedir. Đlk ilişkilerinde yeteri kadar güven duygusu<br />
kazanamamış çocukların ise aile dışı ilişkilerinde daha şüpheci ve daha<br />
güvensiz davranışlar sergileyebilecekleri belirtilmektedir. Ebeveynlere<br />
duyulan güven duygusu, ebeveynlerin bebeklerinin gelişiminde<br />
oynadıkları aktif role göre değişiklik göstermektedir. Tüm bu süreçler<br />
göz önüne alındığında bağlanma; bireyin ruhsal sürecini<br />
değerlendirirken dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken<br />
önemli bir yapıdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ainsworth MD (1989). Attachments Beyond Đnfancy. Am Psychol. Apr;44(4):709-16.<br />
2. Ainsworth MS (1997). The Personal Origins Of Attachment Theory. An Đnterview With<br />
Mary Salter Ainsworth. Interview By Peter L. Rudnytsky. Psychoanal Study Child. 52:<br />
386-405.<br />
3. Allen JP, Moore CM, Kuperminc G ve ark (1998). Attachment And Adolescent<br />
Psychosocial Functioning. Child Development . Oct; 69(5): 1406-19.<br />
156
4. Barnett D, Vondra JI (1999). Atypical Attachment Đn Đnfancy And Early Childhood<br />
Among Children At Developmental Risk. I. Atypical Patterns Of Early Attachment:<br />
Theory, Research, And Current Directions. Monogr Soc Res Child Dev. 64(3): 1-24<br />
5. Bartholomew K, Horovitz LM (1991). Attachment Styles Among Young Adults: A Test<br />
Of A Four-Category Model. Journal Of Personality And Social Psychology. 61(2): 226-<br />
244<br />
6. Bowlby J (1988). Developmental Psychiatry Comes Of Age. Am J Psychiatry.<br />
Jan;145(1): 1-10.<br />
7. Brown J, Cohen P, Johnson JG ve ark (1999). Childhood Abuse And Neglect:<br />
Specificity Of Effects On Adolescent And Young Adult Depression And Suicidality,<br />
Journal Of The American Academy Of Child And Adolescent Psychiatry. 2(38): 1490–<br />
1496<br />
8. Cassidy J (1988). Child-Mother Attachment And The Self Đn Six-Year-Olds. Child<br />
Dev. Feb; 59(1): 121-34.<br />
9. Cassidy J (1994). Emotion regulation: Influences of attachment relationships.<br />
Monogr Soc Res Child Dev 59: 228-49.<br />
10. Cook WI (2000). Understanding Attachment Security Đn Family Context. J Pers Soc<br />
Psychol. Feb; 78(2): 285-94<br />
11. Crittenden PM (1995). Attachment And Risk For Psychopathology: The Early Years.<br />
Developmental And Behavioral Pediatrics .16(3): 12–16.<br />
12. Crockenberg S, Lyons-Ruth K, Dickstein S (1993). The family context of infant<br />
mental health: II. Infant development in multiple family relationships. Handbook of<br />
ınfant mental health, CH Zeanah (Ed), New York Guilford Press, s. 38-55.<br />
13. Demulder EK, Denham S, Schmidt M ve ark (2000). Q-Sort Assessment Of<br />
Attachment Security During The Preschool Years: Links From Home To School. Dev<br />
Psychol. Mar; 36(2): 274-82.<br />
14. Denham SA (1994). Mother-Child Emotional Communication And Preschoolers'<br />
Security Of Attachment And Dependency. J Genet Psychol. Mar; 155(1): 119-21.<br />
15. Deniz ME, Hamarta E, Ari R (2005). An Investigation Of Social Skills And Loneliness<br />
Levels Of University Students With Respect To Their Attachment Styles In A Sample<br />
Of Turkish Students, Social Behavior And Personality. 33(1): 19-32.<br />
16. Goldberg S (1991). Recent Developments Đn Attachment Theory And Research. Can J<br />
Psychiatry. Aug; 36(6): 393-400.G<br />
17. Goodfriend MS (1993). Treatment Of Attachment Disorder Of Đnfancy Đn A Neonatal<br />
Đntensive Care Unit. Pediatrics. Jan; 91(1): 139-42<br />
18. Green J, Goldwyn R (2002). Annotation: Attachment Disorganisation And<br />
Psychopathology: New Findings Đn Attachment Research And Their Potential<br />
Đmplications For Developmental Psychopathology Đn Childhood. J Child Psychol<br />
Psychiatry. Oct; 43(7): 835-46<br />
19. Haight WI, Kagle JD, Black JE (2003). Understanding And Supporting Parent–Child<br />
Relationships During Foster Care Visits: Attachment Theory And Research, Social<br />
Work. Apr; 48(2): 195-207<br />
20. Hall SE, Geher G (2003). Behavioral And Personality Characteristics Of Children<br />
With Reactive Attachment Disorder. J Psychol. Mar; 137(2): 145-62.<br />
21. Holmes J (1994). Attachment Theory: A Biological Basis For Psychotherapy. Br J<br />
Psychiatry. Jan; 164(1): 129-30.<br />
22. Hortacsu N, Cesur S, Oral A (1993). Relationships Between Depression And<br />
Attachment Styles Đn Parent- And Đnstitution-Reared Turkish Children. J Genet<br />
Psychol. Sep; 154(3): 329-37.<br />
157
<strong>23</strong>. Horwitz AV, Widom CS, Mclaughlin J ve ark (2001). The Đmpact Of Childhood Abuse<br />
And Neglect On Adult Mental Health: A Prospective Study, Journal Of Health And<br />
Social Behavior. Jun; 42(2): 184-201<br />
24. Isabella RA, Belsky J (1985). Marital Change During The Transition To Parenthood<br />
And Security Of Đnfant-Parent Attachment. J Fam Issues. Dec; 6(4): 505-22.<br />
25. Isabella RA (1993). Origins Of Attachment: Maternal Đnteractive Behavior Across The<br />
First Year. Child Dev. Apr; 64(2): 605-21.<br />
26. Joseph B (1992). Psychic Change: Some Perspectives. Int J Psychoanal. Summer;73<br />
(Pt 2): <strong>23</strong>7-43.<br />
27. Kenny EM, Gallagher LA (2002). Instrumental And Social/Relational Correlates Of<br />
Perceived Maternal And Paternal Attachment Đn Adolescence. Journal Of<br />
Adolescence. 25(2): 203–219<br />
28. Kirkpatrick LA, Davis KE (1994). Attachment Style, Gender, And Relationship<br />
Stability: A Longitudinal Analysis. J Pers Soc Psychol. Mar; 66(3): 502-12.<br />
29. Lapsey D, Varshney N, Aalsma M (2000). Pathological Attachment And Attachment<br />
Style Đn Late adolescence. Journal Of Adolescence. <strong>23</strong>(2): 137-155<br />
30. Lieberman M, Doyle A, Markeiwicz D (1999). Developmental Patterns Đn Security Of<br />
Attachment To Mothers And Fathers Đn Late Childhood And Early Adolescence:<br />
Associations With Peer Relations. Child Development. Jan-Feb; 70(1): 202-13<br />
31. Lowinger S, Dimitrovsky L, Strauss H ve ark (1995). Maternal Social And Physical<br />
Contact: Links To Early Đnfant Attachment Behaviors. J Genet Psychol. Dec; 156(4):<br />
461-76.<br />
32. Mikulincer M, Nachshon O (1991). Attachment Styles And Patterns Of Self-<br />
Disclosure. J. Pers. Soc. Psychol. 2(61): 321–331.<br />
33. Meeus W, Oosterwege A, Vollebergh W (2002). Parental And Peer Attachment And<br />
Đdentity Development Đn Adolescence Journal Of Adolescence. 25(1): 93–106<br />
34. Mukaddes NM, Kaynak FN, Kinali G ve ark (2004). Psychoeducational Treatment Of<br />
Children With Autism And Reactive Attachment Disorder. Autism. Mar; 8(1): 101-9.<br />
35. Pehlivantürk B (2004).Otistik Bozukluğu Olan Çocuklarda Bağlanma Türk Psikiyatri<br />
<strong>Dergisi</strong> 15(1): 56-63<br />
36. Perry SE (1994). Maternal-Fetal Attachment. Res Nurs Health. Aug;17(4): 315-6.<br />
37. Sagi-Schwartz A, Koren-Karie N, Joels T (2003). Failed Mourning Đn The Adult<br />
Attachment Interview: The Case Of Holocaust Child Survivors. Attach Hum Dev. Dec;<br />
5(4): 398-408<br />
38. Troy NW (1995). The Time Of First Holding Of The Đnfant And Maternal Self-Esteem<br />
Related To Feelings Of Maternal Attachment. Women Health. 22(3): 59-72.<br />
39. Tyrrell C, Dozier M (1999). Foster Parents; Understanding Of Children's Problematic<br />
Attachment Strategies: The Need For Therapeutic Responsiveness, Adoption<br />
Quarterly. 2(4): 49–64<br />
40. Van Den Boom DC (1994). The Đnfluence Of Temperament And Mothering On<br />
Attachment And Exploration: An Experimental Manipulation Of Sensitive<br />
Responsiveness Among Lower-Class Mothers With Đrritable Đnfants. Child Dev. Oct;<br />
65(5): 1457-77.<br />
41. Waters E, Hamilton CE, Weinfield NS (2000). The Stability Of Attachment Security<br />
From Đnfancy To Adolescence And Early Adulthood: General Đntroduction. Child Dev.<br />
May-Jun; 71(3): 678-83.<br />
42. Zeanah CH, Boris NW, Larrieu JA (1997). Infant Development And Developmental<br />
Risk: A Review Of The Past 10 Years J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. Feb; 36(2):<br />
165-78.<br />
158
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 159-172, <strong>2007</strong><br />
BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐNĐN ERGEN AÇISINDAN DEĞERLENDĐRĐLMESĐ<br />
THE EVALUATION OF ATTACHMENT PROCESS POINT OF<br />
ADOLESCENCE<br />
Olcay ÇAM*<br />
Gülseren KESKĐN**<br />
*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />
** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu<br />
Anahtar Sözcükler: Dezorganize bağlanma, Bağlanma, Ergen bağlanması, Yetişkin<br />
bağlanması<br />
Key Words: Attachment, Attachment process, Mental health<br />
ÖZET<br />
Bu yazıda bağlanma kuramı, bağlanma süreci, ergen bağlanması, bağlanma<br />
ile ilgili psikopatolojik bozukluklar, yetişkin bağlanması ile ilgili araştırmalar<br />
gözden geçirilmiştir. “PubMed” ve “ScienceDirect” tıbbi arama motorları<br />
kullanılarak, özellikle 1985-2004 yılları arasında yayımlanan makaleler,<br />
öncelikli olarak değerlendirilmeye alınmıştır. Bağlanma ebeveyn ve çocuk arasında<br />
oluşan ilk ilişkinin en önemli odağıdır. Bağlanma kuramı bebek psikolojisini<br />
temel almasına rağmen ergenleri anlamak içinde kullanılmıştır. Ergenin<br />
gelişimsel periyodu içerisinde yaşamın tekrar gözden geçirilmesi ile kimliğin<br />
oluşturulması esnasında, bağlanma figürlerinin değişmesi ve ergende yeniden<br />
organize olması nedeni ile ergenlik bağlanma ilişkisinde pek çok dramatik<br />
değişimin yaşandığı bir dönemdir. Bu değişiklikler güvenli veya tehlike<br />
oluşturacak şekilde bağlanılan figürün partnere aktarılmasıyla yaşanır. Bağlanma<br />
olgusu aile içerisinde ebeveynin olumlu ya da olumsuz fonksiyonlarından<br />
etkilenir. Ebeveyne bağlanma ile ilgili bozukluklar çocuk ve ergende davranışsal<br />
problemler, eğitimsel zorlantılar ve düşük benlik saygısı şeklinde yaşanır.<br />
Erken dönem çocukluk deneyimleri bilinmeyen bir şekilde yetişkinlik döneminde<br />
de tekrarlanarak yaşanır ve yetişkin bağlanma stili önceki bilişler duygulanımlar<br />
ve davranışlarla gelişir. Böylece çocukluktaki bağlanma yetişkinlikteki romantik<br />
ilişkilere ve akran ilişkilerine aktarılır. Sonuç olarak, bağlanma kuramı psikiyatrik<br />
yaklaşıma ve klinik uygulamalara farklı bir bakış açısı sunar. Bu bakış açısı<br />
doğumdan yetişkinlik sürecine kadar bireysel gelişim, bağlanma süreci,<br />
davranışsal gelişim sürecinin dikkate alınması gereğini vurgular. Böylece bu<br />
yaklaşımla bağlanma ile ilgili bozuklukların çözümüne olanak sağlanmış olur.<br />
SUMMARY<br />
This article reviews literature on attachment theory, process of attachment,<br />
adolescent attachment, attachment related psychopathological disorder, adult<br />
attachment. Articles, published in 1985-2004 and searched via “PubMed” and<br />
159
“ScienceDirect” medical search engines, are primarily included in the review. The<br />
attachment systems are at the heart of this crucial first relationship between<br />
child and parent. Attachment theory is central in infant psychology but is also<br />
more and more used to understand adolescent's vulnerability. Adolescence is a<br />
period of dramatic change in attachment relationships because of adolescence as<br />
a developmental period of change and reorganization might lead to changes in<br />
attachment representations by re-evaluating one’s life experiences in the course<br />
of general identity development. These changes enable attached children to<br />
become attachment figures for their spouses and to live safely in a world<br />
characterized by both safety and danger. Attachment bond affected negative or<br />
positive parental functioning in family. Disordered parental attachment can<br />
commit children, adolescence to lives characterised by relationship difficulties,<br />
behaviour problems, educational failure, and poor self-esteem. Early childhood<br />
patterns are unknowingly recreated in our adult relationships and adult<br />
attachment style is developmentally antecedent to cognitions, emotions and<br />
behaviours. So attachment in childhood were likely to be transferred to romantic<br />
and peer relationships. Hence attachment theory drawing up a new concepts to<br />
psychiatric aproach and clinical practice. Indeed, this concept permits to take into<br />
account in a combined manner individual development, processes of attachment,<br />
and behaviour adjustments, from birth throughout adulthood. So this aproach<br />
gives a permission to solution of related to attachment disorder.<br />
GĐRĐŞ<br />
Bağlanma (attachment), yaşamın ilk günlerinde başlayan, çevreyle<br />
olan etkileşim sonucu gelişen ve duygusal yönü ağır basan bir durumdur.<br />
Aynı zamanda bağlanma, çocuk ve bakım veren kişi arasında gelişen;<br />
çocuğun bakım veren kişiyi arama ve yakınlık arayışı davranışları ile<br />
kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, dayanıklı<br />
ve devamlılığı olan duygusal bir bağ olarak da tanımlanmaktadır<br />
(Ainsworth 1997). Bu gözden geçirme yazısında bağlanma kuramı ergen<br />
açısından irdelenmiştir.<br />
Bağlanma Kuramı: Anne-bebek arasında bağlanma gebelikte<br />
başlamaktadır (Fuller ve ark 1993). Gebelikle birlikte başlayan bağlanma<br />
süreci, doğum sonrası ilk ayları içeren hatta bazen ilk yıllara kadar<br />
uzayabilen bir süreci kapsar. Bu dönemde bebeğin bağlanma biçimi,<br />
annenin bebekliğindeki kendi bağlanma biçiminden etkilenir. Aynı<br />
zamanda anne de gebelik ve lohusalık döneminde, kendisinin<br />
bebekken, annesine bağlanma geliştirdiği süreçte yaşadığı güçlük ve<br />
çatışmaları tekrar yaşayabilir (Bowlby 1988, Benoit ve ark 1997,<br />
Zeanah ve ark 1997). Bağlanma sürecinde; anne kendisi bebekken,<br />
annesine bağlanmasının yarattığı güçlükleri ve çatışmaları yaşamasına<br />
“Đmge bebek” kuramı denilmektedir (Atasoy ve ark 1997).<br />
Doğum sonrası anne ve çocuk arasında güvene dayanan bir ilişki<br />
yapılanır. Anne-bebek arasındaki güvenli ilişki baba ve kardeşlerin<br />
katılımı ile güçlenmektedir. Bu sosyal desteğin niceliği ve niteliğiyle<br />
160
anne-bebek bağlanması arasında kuvvetli ilişkinin olduğu bildirilmektedir<br />
(Lowinger ve ark 1995). Bebekle ilişkide bu derin memnuniyet<br />
duyguları ebeveynler tarafından bebeği kabullenme durumunun en üst<br />
düzeye ulaşması için temeldir. Bebeğe, özel bir sevgi hissetmek ve<br />
anne/baba rolünün iyi bir şekilde yerine getirilmesi, bağlanmaya doğru<br />
duygusal bir atmosfer yaratır. Bebeğe yönelen annelik/babalık<br />
davranışları, bebeğin kendisine değer verme duygusunun gelişmesinde<br />
önemli bir rol oynamaktadır (Waters ve ark 2000,Troy 1995).<br />
Bağlanma oluşabilmesi için, bebeğin anneyi diğerlerinden ayırt<br />
edebilmesi, nesne sürekliliğinin olması gerektiği ve sembolik oyun<br />
yetisinin (oyunda nesneleri ve kişileri simgesel olarak temsil edebilme)<br />
önemli olduğu düşünülmektedir (Pehlivantürk 2004).<br />
Bowlby (1988) ve Ainsworth’ a (1997) göre, güven duygusunu<br />
arttıran bakıcı çocuğu tehlike ve strese karşı korumada önemli bir yere<br />
sahiptir. Çocuğun primer bakıcısı ya da bağlanma objesi yeterli düzeyde<br />
hassas, duyarlı ve uyumlu ise çocuk ileride güvenli bağlılık stili geliştirir.<br />
Bu güvenli bağlanma ile kişi kendi yeterliliğine, kişisel değerlerine<br />
(benliğin pozitif içsel çalışma modeline göre) gerçekçi ve geçerli olana<br />
güvenme modeli sergiler ve ilerde partneri ile olumlu ilişkiler geliştirebilir<br />
(diğerlerine karşı pozitif içsel çalışma modeli). Bu modeller kişisel<br />
yeterliliğe dayanır ve akranlarla olumlu ilişkiler geliştirilmesini sağlar<br />
(Bowlby 1988, Ainsworth 1997).<br />
Bağlanma anne–çocuk arasındaki pek çok etkileşim ve farklı<br />
dinamiklerden etkilenir ve birey farklı bağlanma stili deneyimler. Bir<br />
veya birden fazla bağlılık figürü genellikle uyumu bozar ya da duyarlılığı<br />
ortadan kaldırır ve çocuk güvensiz bağlanma şekli geliştirir. Bu bağlanma<br />
stili bireyin ileride kendine ve partnerine karşı olumsuz içsel çalışma<br />
modeli geliştirmesine neden olur Đçsel çalışan modeller, birbirleriyle<br />
ilişkili olan iki farkı boyuttan oluşmaktadır: Kendilik modeli, bireyin<br />
kendisini ne kadar değerli gördüğüne ve başkaları tarafından da ne oranda<br />
sevildiğine ilişkin algılarını; diğeri modeli ise, bireyin ihtiyacı olduğunda<br />
yakın çevresindeki insanlardan ne oranda yardım isteyebileceğine ve bu<br />
kişilerin güven vericiliğine ilişkin değerlendirmelerini yansıtmaktadır<br />
(Goldberg ve ark 2003, Green ve Goldwyn 2002).<br />
Yapılan araştırmalar annenin gebelik sürecinin bebeğin bağlanmasında<br />
etkili olduğunu göstermiştir. Özellikle erken doğan bebeklerde,<br />
bağlanma bozukluğu görülme riskinin yüksek olduğu saptanmıştır.<br />
Erken doğan bebeklerle, zamanında doğan bebeklerin anneleriyle ikili<br />
ilişkilerinin farklı olduğunu, erken doğan bebeklerin doğum haftalarına<br />
bağlı olarak uzun süre tıbbi gözlem altında tutulmaları ve bu nedenle<br />
de ailelerinden ayrı kalmaları nedeni ile erken doğan bebeklerin her<br />
durumda protesto davranışında bulundukları belirtilmiştir. Bu durum<br />
hem bebeği hem de aileyi olumsuz yönde etkilemiştir (Soysal ve ark<br />
2000).<br />
161
Ayrıca anne bebek bağlanmasının oluşumu ve anne bebek ilişkisinin<br />
gelişiminde, gebeliğin planlanması, gebeliğin istenmesi, annenin güven<br />
duygusu, ailenin sosyoekonomik ve kültürel durumu, eş ilişkileri, eş<br />
desteği, kadının ailesiyle ve sosyal çevresiyle olan ilişkileri, doğum<br />
şekli, ilk günlerde yaşanan anksiyete, anne ve bebeğin sağlık durumu,<br />
çocuk bakımı bilgisi, gibi faktörlerin etkili olduğu belirtilmektedir<br />
(Benoit ve ark 1997, Fuller ve ark 1993, Goldberg ve ark 2003).<br />
Ergende Bağlanma Süreci: Ergenlik, genellikle çocuk ve ailesinin<br />
yaşamında belirgin bir değişimin gözlendiği dönemdir. Ergen tarafından,<br />
sıklıkla kurallara karşı gelmelerle karakterize ciddi fırtınaların koptuğu<br />
stresli bir yaşantı deneyimlenir (Allen ve Land 1999, Lieberman ve ark<br />
1999).<br />
Ergenlik, ailenin dışındaki ilişkilerin yoğunlaştığı, ebeveynlerden<br />
bağımsızlaşmaya doğru yol alındığı, aile ile dürüst ve yakın ilişkilerin<br />
devam ettirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Ergenin ebeveyne güvenli<br />
bağlanma geliştirmesi, kimliğin ve benliğin gelişimi için önemlidir.<br />
Ergen ebeveynlerinden ayrılmaya ve otonomi kazanmaya başlamasına<br />
rağmen bu otonomi ebevynlerle güçlü bir ilişki kurmasına engel değildir.<br />
Bu güvenli bağlanma ergene benliğini oluşturmada ve geliştirmede,<br />
benlik saygısını arttırmada ve kimliğini yapılandırmada yardımcı olur<br />
(Allen ve ark 1989, Allen ve Land 1999, Kenny ve Gallagher 2002).<br />
Ergenin bağlanmasıyla ilgilenen pek çok çalışmada; ergenlik<br />
döneminde bağlanmanın ergenin inançları, hisleri, yakın arkadaşlıkları<br />
çevresinde şekillendiğini göstermiştir. Çocukluk döneminde temel<br />
bağlanma ögesi olan annenin ergenlik dönemine gelindiğinde bireyin<br />
üzerinde etkisinin azaldığı görülmektedir. Paterson ve arkadaşlarının<br />
(1995) yaptığı bir çalışmada, geç ergenlik döneminde kız ergenlerin<br />
anneden gördükleri desteğin arttığını ifade etmelerine rağmen, erkek<br />
ergenlerin desteğin azaldığını söylemesi ilginçtir.<br />
Ergenlik, bağlanma ilişkisinde belirgin bir değişimin yaşandığı<br />
dönemdir. Bu değişim hem güvenli hem de tehlikeli olan dünyada,<br />
güvenle yaşamak ve ileride kendi çocukları ve eşine karşı bağlanmanın<br />
oluşabilmesi için yaşanması gereken bir değişimdir. Ergenlik süreci,<br />
bireyin ailenin dışındaki yaşama hazırlanabilmesini sağlayan, çocukluk<br />
döneminin davranış ve düşüncelerinin şekillendiği bir dönemdir (Allen<br />
ve ark 1998, Lieberman ve ark 1999).<br />
Bağlanma süreci, ergenin aile fonksiyonlarını etkiler. Ergen<br />
tarafından geliştirilen güvenli bağlanma örüntüsü, aile fonksiyonlarını<br />
olumlu yönde etkiler. Ebeveynlere karşı geliştirilen güvenli bağlanma<br />
ancak aile içerisinde işbirliği ve etkileşimin yoğun olduğu aile çevresinde<br />
geliştiği ortaya çıkmıştır. Güvensiz bağlanma geliştiren ergen aile<br />
içerisinde problemler yaşamaya başlar. Çünkü güvensiz bağlanma<br />
geliştiren ergenlerin ebeveyn yapılarında çoğunlukla ergen tarafından<br />
162
ireyselliklerinin ellerinden alındığına dair bir düşünce gelişmiştir.<br />
Ayrıca güvensiz bağlanan ergen ebeveyni bireyselliğine yönelik tehdit<br />
olarak algıladığı için ebeveyni ile çatışma içerisine girer ve ebeveyn sık<br />
sık bu çatışmadan dolayı ergene yönelik bezginliğini dile getirir.<br />
Güvensiz bağlanan ergen çoğu zaman ebeveynlerini anlamaya ve<br />
duyumsamaya gerek duymadığından, kolaylıkla ebeveynler tarafından<br />
engellenir ve geri çevrilir (Kobak, Sceery 1988, Allen Hauser 1996).<br />
Joseph P. Allen ve Deborah Land’dan (1999) aktarıldığı üzere<br />
ergenlik gibi geçiş dönemi boyunca, ergenler ebeveynlerine daha az<br />
bağımlı olmaya başlarlar. Ancak bu ebeveynlerin onların hayatında önemli<br />
olmadığını göstermez. Ergenler ebeveynlere daha az bağlanmalarına<br />
rağmen, onlar ile daha fazla karşılıklı iletişim ve etkileşime girerler.<br />
Ergenin otonomisi ebeveynlere bağlanmayı olumsuz etkiliyor gibi<br />
görünse de, aksine arka planda ergenlik boyunca devam eden güvenli<br />
ilişkiler kurmaya yönelme şeklinde bağlanma şeklinde kendini gösterir<br />
(Allen ve Land, 1999.)<br />
Bu açıdan bakıldığında, ergenlik bağlanma ihtiyacının ve davranışlarının<br />
terk edildiği bir dönem gibi görünmesine rağmen, zamanla<br />
etkisini arttırarak akranlara aktarılmaktadır. Bu geçiş akranlara karşı<br />
geliştirilen bağlanma ilişkilerinden, öncelikle ebeveynlere karşı<br />
geliştirilen hiyerarşik bağlanma ilişkisine dönüşür.<br />
Gerilimli kaçınan bağlanma geliştiren ergenlerinse, çevrelerindekilere<br />
güvenemediklerinden genellikle kişileri kontrolleri altına alma<br />
eğiliminde oldukları ve öfkelerini doğrudan ifade edemedikleri, bütünlük<br />
duygusuna sahip olamadıkları, özdeğer duygusunu sürdüremedikleri<br />
tespit edilmiştir. Bu kişilerin kimlik organizasyonlarında sorunlar<br />
yaşanır (Tyrrell ve Dozier 1999, Rosenstein, Horovitz 1996).<br />
Bağlanma ve Psikososyal Uyum: Bağlanma, yaşamın ilk aylarında<br />
gelişmesine rağmen, yaşamın sonraki yıllarını olumlu ya da olumsuz<br />
yönde etkileyerek, yaşam boyunca sosyal ilişkilerin gelişiminin temelinde<br />
yer alır. Ergenlikten önce, bağlanma çocuğun kendini tehlike altında ya<br />
da rahatsız hissettiğinde kullandığı benliği koruma stratejilerini ifade<br />
eder. Daha sonra bağlanma; ilişkiler, benliği koruma stratejileri üzerine<br />
şekillenir (Lapsey ve ark 2000).<br />
Bağlanma ilişkisi ergende bilişsel gelişimi etkiler. Örneğin formal<br />
işlevsel düşünme kapasitesinin oluşması (özellikle zihinde hızla<br />
özetleyebilme kapasitesi) bir bakıma iyi bir bağlanma ilişkisinin<br />
geliştirilmesine bağlıdır. Benliğe aktarılarak farklılaşan bağlanma<br />
ilişkisi içsel süreçlerden etkilenir. Đçsel çalışma modelinde çocuğun yaşı<br />
ve çocuk tarafından bakım verenlerin ilişkisinin algılanış şekli önemli<br />
olmasına rağmen, içsel çalışma modeli çocuğun bilişsel gelişim<br />
sürecine göre, bireysel farklılıklar göstermesi de dikkate alınması<br />
gereken bir durumdur. Đçsel çalışma modeline göre davranışsal süreç<br />
163
(yakınlık arama, baş etme) ve duygusal süreç (algılama, yorum, beklenti)<br />
bağlanma stillerinden etkilenir. Ergenlerde içsel çalışma modeli ise<br />
ergenin bağlanmayla ilgili zihinsel sürecini, kişiler arası ilişkilerini<br />
yansıtır ve yaşamı boyunca değişmeden kişi üzerinde etkinliğini<br />
sürdürür (Meeus ve ark 2002).<br />
Ebeveynler ile geliştirilen sıcak, doyurucu bir ilişki, ileride ergenin<br />
akranlarıyla daha kaliteli bir ilişki kurmasına ve duygusal açıdan<br />
doyum sağlamasına yol açar. Olumsuz yaşantılar nedeniyle (travma,<br />
göç, annenin depresyonu) gelişen güvensiz bağlanma ise ilerde çocukta<br />
depresyon oluşmasına neden olur ve bu da ergenlik yıllarında daha<br />
fazla oranda davranış problemine yol açabilmektedir (Allen, ve ark<br />
1989). Yine çocukluk çağında annesi ile güvenli bir bağlanma geliştiren<br />
bireyler ergenlik döneminde yalnızlık yaşamamaktadırlar (Kerns,<br />
Stevens 1996).<br />
Bağlanma davranışının ebeveynden akranlara çevrilmesi sırasında<br />
herkes olumlu şeyler yaşamayabilir. Ailesi ile güvensiz bağlanma<br />
geliştiren ergenler bağlanma ihtiyacı ve otonomi arasındaki dengeyi<br />
kuramayabilir (Weiss 1982). Bu ergenlerde güven duygusu azalmıştır;<br />
bağlanma ilişkilerinde hep bir sonlanış, kararsızlık ya da problem yaşarlar,<br />
böylece yeni bir sorun yaşamamak için ilişkiye girmekten sakınırlar.<br />
Oysa güvenli bağlanan ergenle problemlerle karşı karşıya kaldıklarında<br />
hızla çözüme gidebilmektedirler. Kaçınma davranışı ile ilintili güvensiz<br />
bağlanma geliştiren ergenler bağlanma figürleriyle bir problem<br />
yaşadıklarında hızla depresyona girerler. Buradaki ergen depresyonu<br />
aslında ebeveyne güvensiz bağlanmasının uzantısıdır. Bu açıdan<br />
bakıldığında, ergenin ebeveynin desteğine ihtiyacı hiç bitmez ancak<br />
ergen daima kendini ebeveynlerinden bağımsız bir birey olarak algılar<br />
(Seiffge-Krenke 1993).<br />
Finnegan ve arkadaşlarının (1996) yaptığı bir çalışmada güvensiz<br />
ve ambivalan bağlanma geliştiren ilköğretim üçüncü ve yedinci sınıf<br />
erkek öğrencilerinim stresle karşılaştıklarında immatür davranarak<br />
suçu, kurban olarak seçtikleri başka bir akranının üzerine attıkları ve<br />
sürekli tedirgin ve tereddütlü davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmıştır<br />
(Finnegan ve ark 1996).<br />
Güvensiz, dezorganize bağlanma geliştirmiş olan ergenlerde ise<br />
stres ile başetmede organize bir davranış gösterememe, yabancı durum<br />
testinde stereotipik, asimetrik ve zamansız hareketlerin varlığı, donup<br />
kalma ya da hareketlerde yavaşlama görülmektedir (Hall ve Geher<br />
2003). Dezorganize bağlanma örüntüsünün altında yatan nedenin<br />
bakım veren tepkilerinde güven verici olmayan, tutarsız, kaba, ben<br />
merkezci ya da zorbalığa dayanan bir tutum sergilemesi ve bireyin<br />
bakım verenden korkması olduğu belirtilmektedir (Cooper, Shaver,<br />
Collins 1998). Bu ergenlerin sıklıkla fiziksel şiddet uyguladıkları ve<br />
164
düzeni bozucu davranışlar sergiledikleri, kurallara düşünmeden karşı<br />
çıktıkları ve aniden öfkelendikleri gözlenmiştir.<br />
Bağlanma bozukluklarında cinsel suçların görülme olasılığı fazladır.<br />
Cinsel istismar davranışının etiyolojisinde dağınık bağlanma bozukluğunun<br />
yattığı düşünülür. Ayrıca dağınık bağlanmış ergenlerde cinsel<br />
baş etme mekanizması olarak sık mastürbasyon davranışı sergileme<br />
gözlenir. Bu kişiler mahremiyetlerini kaybettiklerini düşünürler, kendilerini<br />
yalnızlığa itilmiş hissederler ve bu kişilerin cinsel bozukluklarının<br />
temelinde gelişimsel stresörlerle birlikte düşük benlik saygısı, zayıf baş<br />
etme mekanizmaları ve kişiler arası ilişkilerde bozulma yatar (Brown ve<br />
ark 1999, Burk, Burkhart 2003).<br />
Bağlanma Đlişkisi Ve Sosyal Yeterlilik: Bağlanma bir sosyal<br />
davranış çeşididir. Bowlby bağlanmayı çocuk gelişiminin erken<br />
döneminde aramıştır (Bowlby 1988).Doğumdan yaklaşık dört ay sonra<br />
yetişkinlerden farklı olarak bebek güvenli bağlanma figürü olarak<br />
öncelikle anneyi tercih etmektedir. <strong>Ü</strong>ç yaşının başlarında güvenli bağlanan<br />
çocuk öğretmeninin ve diğer insanların yanında kendini rahat ifade<br />
etmeye başlar. Bu dönemde ikincil bağlanma figürü öğretmeni ya da<br />
ona yakın olan bir başka kişi olmuştur.<br />
Ergenin bağlanma süreci, ergenin kurduğu sosyal ilişkilerin<br />
niteliğine göre; değerlendirilen içsel çalışma modeli üzerine kurulmuştur.<br />
Benliğin önceki bilinçli ve sonraki bilinçsiz ruhsal durumlarını temsil<br />
eden içsel çalışma modeli, bireylerin bağlanma figürlerinden etkilenir.<br />
Erken dönem bağlanma ilişkileri ergenin ebeveynle olan geçmişteki<br />
ilişkilerini ve ebeveynlerin verdiği tepkilerin kalitesini yansıtır (Allen ve<br />
ark 1989).<br />
Çocuklar, ergenlik dönemine geçtiğinde, geçişin ilk yıllarında<br />
ergenin ebeveynlerinden bağımsızlaşmasıyla birlikte akranlarıyla iletişimin<br />
ağırlıklı olduğu ilişkiler yaşamaya başlarlar. Ergenin akranlarıyla<br />
geliştirdiği her yeni ilişki, ergen için yeni bir güven kaynağı demektir.<br />
Akranlarla kurulan bu ilişkiler ergenin diğer ergenler ile düşüncelerini<br />
ve değerlerini karşılaştırmasını sağlar, ergen tek başına kaldığında ne<br />
yapacağını öğrenir ve bu şekilde ergenin kimlik gelişimine katkı<br />
sağlanmış olunur. Ebeveynlerle kurulan güçlü bağlanma, akranlarla<br />
geliştirilen bağlanma ile ilişkilidir. Ebeveynlere bağlanma yakınlıkla<br />
ilişkili değil, duygusal bağla ilişkilidir. Ebeveynlere karşı geliştirilen<br />
bağlanma benlik saygısı, yaşam kalitesi, affektif durum, psikolojik iyilik<br />
hali, kimlik ve okula karşı geliştirilen uyumla ilişkili bulunmuştur<br />
(Allen ve ark 1989, Kuperminc ve ark 1996).<br />
Ergenlik dönemindeki bağlanma özellikleri bireysel farklılıklardan<br />
etkilenir. Ergen farklı streslerle karşı karşıya kaldığında stresle baş<br />
edebilmek için güvenli bağlanmanın bir göstergesi olarak farklı uyum<br />
mekanizmaları ortaya koyar. Ebeveynleri ile uygun olmayan,<br />
165
ebeveynleri tarafından tutarsız ambivalan ya da tepkisiz kalma gibi<br />
yanıtlar verilmesi ile, zarar veren bir ilişki ile ebeveyne güvensiz<br />
bağlanan çocuk, stresle karşı karşıya kaldığında mahremiyetini yitirdiğini<br />
hisseder. Güvensiz bağlanan bu çocuklar, ergenlik dönemine geldiklerinde,<br />
çevrelerinde bulunan kişileri güvenilmez ve ilişkilerini de gereksiz<br />
bulmaya başlarlar. Güvensiz bağlanan ergen, bağlanmayla ilişkili<br />
deneyimlerinde tutarsızlık gösterir ve yakın arkadaşlıklarında zorluklar<br />
yaşar (Lieberman ve ark 1999). Güvensiz bağlanma gösteren ergenlerde<br />
agresyon ve öfke davranışı gösterme sıklığı artmaktadır (Thompson<br />
2002).<br />
Son 10 yılda ergenlerde agresyon dramatik bir şekilde artış<br />
göstermiştir. Ergenlerdeki bu agresyon genelde tehlikeli antisosyal<br />
davranış gösterme, saldırgan davranışa engel koyamama şeklinde<br />
kendini gösteren dürtü denetim bozuklukları şeklinde ortaya çıkmıştır.<br />
Bowlby’nin çalışma modeline göre; ebeveynle arasında güvensiz bağlanma<br />
geliştiren çocukta, kristalizasyon aşaması boyunca anne çocuk<br />
ilişkisinde dürüst olmayan, güvensiz, öfkeli ve kaosun egemen olduğu<br />
bir ilişki biçimi geliştirilir. Çalışma modeli sosyal bilişleri kapsamaktadır.<br />
Sosyal biliş bireyin diğerlerini ve çevreyi algılama, onlar hakkında<br />
düşünme biçimini belirler. Çocuğun çalışma modeline göre ilişki biçimi<br />
güvensizlik içeriyorsa, çocuk diğer insanların davranışlarına karşı hep<br />
bir olumsuz beklenti içerine girer. Çoğu zaman akranlarına karşı<br />
belirsizlik içeren, manüplatif, provakatif davranışlar sergiler.<br />
Ergen tarafından okul çevresinde antisosyal yıkıcı davranışlar<br />
şeklinde gösterilen agresyon, ebeveynlerin, çocuğun bağlanma sürecinde<br />
çocuğa karşı çekingen tavırlar sergilenmesi ya da ebeveynler tarafından<br />
çocuğun geri çevrilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (Waters ve ark<br />
2000). Bu ergenler farklı gelişimsel alanlarda problemler yaşarlar;<br />
duygusal açıdan stres altındadırlar, ilerleyen yaşamlarında sosyal<br />
alanlarda sık sık problemlerle karşılaşırlar, sıklıkla da kişilik bozuklukları<br />
vardır. Bu kişilik bozuklukları antisosoyal, narsistik, paranoid kişilik<br />
özellikleri olarak kendini gösterir (Allen ve ark 1989, Kenny ve Gallagher<br />
2002). Bağlanma ilişkisinin, yaşamın karmaşık dönemlerinde anksiyete,<br />
depresyon ve duygusal stres oluşturabilecek zararlı sonuçlarının<br />
olabileceği ifade edilmiştir. Ergenlerdeki depresif yapı kişinin benliğine<br />
karşı olumsuz inançları, başkaları tarafından sevilmediği, başkalarına<br />
güvenilemeyeceğine dair düşüncelerinin bağlanma süreci ile ilişkisi<br />
vardır. Depresyonda meydana gelen incinilebilirliğin özünde güvensiz<br />
bağlanma yatmaktadır. Erken ergenlik dönemindeki karamsar yapı,<br />
sıklıkla ergenlik ilişkilerinde değişimin doğasından kaynaklanmaktadır<br />
ve bu geçiş döneminde ergen ailesinden bağımsızlaşmak için uğraşmaktadır.<br />
Kaçınmacı (avoidant) ergenlerde korkulu bağlanma daha<br />
fazla gözlenmektedir. Bu kişiler genelde destekten yoksun, depresyona<br />
eğilimli bir yapı sergilerler (Brown ve ark 1999, Mikulincer ve Nachshon<br />
166
1991). Sonuç olarak, bağlanma ve bağlanma ilişkileri daha çok<br />
çocukluk dönemine özgü olarak açıklanmasına rağmen, ergenin<br />
yaşantısında da önemini korumaktadır (Allen ve ark 1989, Lapsey ve<br />
ark 2000, Brodsky, Lichtenstein 1999).<br />
Ergenler gelişimsel olarak yaşamakta oldukları dönemin gereği<br />
ayrılmaya ve kaybetmeye karşı daha da duyarlıdır. Bu onların ayrılık<br />
anksiyetesini daha şiddetli ve derinden yaşamaları ile ilgilidir. Ayrılık<br />
anksiyetesi bütün insanlarda olduğu gibi ergenlerde de kayıp<br />
psikolojisini ve bununla ilgili yas ve/veya depresif duyguları ortaya<br />
çıkarabilir. Böyle bir derin yaşantının sonucu yoğun bunaltı ve<br />
umutsuzluk gelişir ve ergenlerde bir çeşit yas reaksiyonu ortaya çıkar.<br />
Ergenlerin ebeveynleri ile bağlanma tarzı ambivalan özellikler taşıyorsa;<br />
bu normal yas sürecini patolojik duruma dönüştürerek ortaya açık<br />
veya gizli depresyon tablosunun çıkmasına neden olabilmektedir. Böylece<br />
zevk alamama, isteksizlik, umutsuzluk, karamsarlık, aşırı duyarlılık ve<br />
alınganlıkla birlikte iştahsızlık, uyku düzensizlikleri ve kilo kaybı gibi<br />
belirtiler gözlenir (Kenny ve Gallagher 2002, Lapsey ve ark 2000).<br />
Bağlanma bozukluklarından Reaktif bağlanma bozukluğu ergenlerde<br />
psikiyatrik bozukluklarla birlikte gözlenmektedir. Ciddi bağlanma problemleri<br />
yeme problemleri, aşırı kilo kaybı, istenmeyen agresif davranışlar,<br />
ya da içe kapanma ve sosyal izolasyon, sürekli kendini geri çevrilmiş ve<br />
stres altında hissetme, obsesyonların yoğunlaşması, ümitsizlik, kızgınlık<br />
şeklinde kendini gösterebilir. Reaktif bağlanma bozukluklarının nedenleri<br />
arasında; genetik yatkınlık, hamilelikte yaşanan maternal ambivalans,<br />
travmatik prenatal deneyimler, hamilelikte alkol kullanımı, doğum<br />
travması, seksüel ya da fiziksel istismarı ya da ihmali, çocukluk<br />
döneminde anneden ani ayrılma, kronik maternal depresyon sayılabilir<br />
(Burk ve Burkhart 2003, Lapsey ve ark 2000).<br />
Akranlar ve öğretmenler ile ilişkinin, ergenin okuldan memnuniyeti<br />
ve okulda gösterdiği performans üzerinde etkili olması nedeniyle,<br />
güvenli bağlanma ergenin okul sürecinde de önemli bir yere sahiptir.<br />
Özellikle ergenlik sürecinde gelişim dönemiyle ilişkili, içsel ve dışsal<br />
sorunlar bağlanmadan etkilenir ve bu sorunların ergenin okuldaki<br />
performans ve mutluluğunu etkilemesi de şaşırtıcı değildir. Sonuç<br />
olarak, bağlanma ergenin akranlarla ilişkisi ve akademik performansı<br />
üzerine etkilidir ve güvenli bağlanmayan birey kişiler arası ilişkilerde<br />
aşırı hassastır ve güçlükler yaşar, diğerleri ile etkileşime ve okul<br />
başarısına önem vermez (Kenny ve Gallagher 2002, Waters ve ark<br />
2000).<br />
Ergende Sosyal (toplumsal) Cinsiyet Rolü ve Bağlanma:<br />
Bağlanma davranışı ile sosyal cinsiyet rolünün gelişimi arasında ilişki<br />
olabileceği düşünülmektedir. Konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalar,<br />
bebek-bakıcı arasındaki duygusal bağın, onun sosyal cinsiyet rol<br />
167
gelişimini etkilediğini belirtmektedir. Sosyal cinsiyet rolü, bireyin<br />
erkeksiliği ve kadınsılığı algılamasıdır. Sosyal cinsiyet rolü ile ilgili<br />
literatür gözden geçirildiğinde, bireylerin sosyal cinsiyet özellikleri<br />
açısından dört gruba ayrıldığı görülmektedir. Bunlar "erkeksi cinsiyet<br />
rolü", "kadınsı cinsiyet rolü", "androjenik cinsiyet rolü" ve "belirsiz<br />
cinsiyet rolüdür. Geleneksel açıdan "erkeksi cinsiyet rolü", bilişsel ve<br />
sosyal olarak egemen bir şekilde davranma, amaç yönelimli olma ve<br />
hakim olma gibi özellikleri içerirken; "kadınsı cinsiyet rolü", duygusal<br />
olarak duyarlı ve destekleyici olma gibi özellikleri içermektedir". Daha<br />
önceki yıllarda insanların sosyal cinsiyet rolü, bir ucu kadınsı özellikler<br />
(feminity), diğer ucu ise erkeksi özellikler (masculunity) olan tek bir<br />
boyut üzerinde gösterilirken, 1970'li yıllarda yapılan araştırmalarda,<br />
kadınsılığın ve erkeksiliğin birbirinden bağımsız boyutlar olduğu öne<br />
sürülmüştür ". Böylece bireyler sosyal cinsiyet açısından belli ölçülerde<br />
hem kadınsı hem de erkeksi özelliklere sahip olabilmektedirler. Bu<br />
şekilde hem kadınsı hem de erkeksi özellikleri belli ölçülerin üzerinde<br />
kendinde taşıyan bireylere "androjenik" bireyler adı verilirken, altında<br />
taşıyan bireylere ise "belirsiz" cinsiyet rolüne sahip bireyler adı<br />
verilmektedir (Juni ve ark 1994) .<br />
Kadınsı ve androjen ergenlerin, erkeksi ve belirsiz sosyal cinsiyet<br />
rolüne sahip olanlara göre ebeveynlerine daha fazla bağlanma geliştirmiş<br />
oldukları, bu bağlanmanın babadan daha fazla anneye olduğu, ayrıca<br />
kızların arkadaşlarına daha fazla bağlanma bildirdikleri belirtilmektedir.<br />
Ayrıca, sosyal cinsiyet gruplarındakilere oranla, androjen sosyal<br />
cinsiyet rol kimliğine sahip kız ergenlerin babalarına, erkek ergenlerin<br />
ise annelerine daha yakın oldukları bildirilmektedir. Arkadaşa bağlanma<br />
açısından ise, Haigler ve arkadaşlarının (1995) bulgularının aksine<br />
ergenler arasında cinsiyet açısından fark rapor edilmezken; sosyal<br />
cinsiyet açısından anlamlı farklılıklar belirtilmekte, androjen kızların<br />
diğer sosyal cinsiyet rollerine sahip olanlara oranla arkadaşlarına daha<br />
fazla bağlanma geliştirdikleri bildirilmektedir (Haigler ve ark 1995).<br />
Konuyu sosyal cinsiyet rol çatışmaları çerçevesinde inceleyen ve<br />
özellikle erkek ergenler üzerinde gerçekleştirilen araştırmaların sonucunda<br />
ise, sosyal cinsiyet rol çatışması ile ebeveyne bağlanma arasında olumsuz<br />
bir ilişki olduğu bildirilmektedir. Bir başka deyişle, erkek ergenlerin<br />
ebeveynlerine güvenli bağlanma düzeyleri arttıkça, geleneksel sosyal<br />
cinsiyet rollerini benimseme oranları azalmakta; bunun tersine güvenli<br />
bağlanma düzeyleri azaldıkça, geleneksel sosyal cinsiyet rollerini<br />
benimseme oranları artmaktadır. Bunun nedeni olarak da, ebeveynleri<br />
ile çatışmalı ilişkisi olan erkek çocukların, kadınları bağımsızlıklarını<br />
gasp edici görmelerine neden olduğu belirtilmektedir. Oysaki çocuk<br />
ebeveyn ilişkisi olumlu olan ve özellikle babaya güvenli bağlanan erkek<br />
çocuklar, duygularını anlatımda kendilerini rahat hissetmekte, sosyal<br />
cinsiyet rolü ile ilgili sıkıntı yaşamamaktadırlar (Lieberman ve ark<br />
1999, Smyke ve ark 2002).<br />
168
Çocuklukta ve Ergenlikte Gelişen Bağlanmanın Yetişkinliğe<br />
Aktarılması: Bowlby'nin (1988) bağlanma kuramının temel amacı,<br />
bebeklerin birincil bakıcılarına nasıl bağlandıklarını ve onlardan ayrıldıkları<br />
zaman yaşadıkları duygusal stresi açıklamak ve tanımlamaktır.<br />
Bowlby'nin (1988) bağlanma kuramı, bebeklerin ve çocukların birincil<br />
bakıcılarından (genellikle anne) belli sürelerle ayrı kalmaları sırasında<br />
gösterdikleri tepkilerin gözlenmesinden ortaya çıkmıştır.<br />
Çocukluk döneminde ebeveyne karşı geliştirilen bağlanma ilişkisi<br />
uzun dönem etkisini sürdürebilecek olan romantik ilişkiye dönüşebilmektedir.<br />
Bu ilişki biçiminde bireysellik ön planda gibi görünse de,<br />
ilişkinin uzun süre devam edebilmesi için bağlanmaya ihtiyaç duyulur.<br />
Romantik ilişkilerde doğurganlık, cinsel birleşme ön planda ise ilişki<br />
sürecinde sürekli ebeveynle çocuk ilişkisi yaşanmak istenir fakat kişi o<br />
dönemde ebeveyndir.<br />
Bir çalışmada babaya karşı geliştirilen bağlanmanın ileriki ergenlik<br />
dönemi romantik ilişkilerinde aşırı hassasiyet göstermeyi engellediği<br />
ortaya çıkmıştır (Ho M 2004). Bağlanma, yalnızca çocukluk ile sınırlı<br />
olmayıp yaşam boyunca sürer. Đlk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi,<br />
sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için örnek olur. Đnsanların<br />
bebeklik döneminde ebeveynleriyle (ağırlıklı olarak anne) kurdukları<br />
ilişki ile yetişkinlik dönemindeki romantik ilişkileri çeşitli açılardan<br />
benzerlikler göstermektedir. Bir çocuğun, bağlanma figürü (anne) yanında<br />
olduğunda ve gereksinimlerine duyarlılık gösterildiğinde, kendisini<br />
güvende hissetmesi gibi yetişkinler de, eşleriyle birlikte olduklarında ve<br />
gereksinimlerine doyum bulduklarında kendilerini güvende ve rahat<br />
hissederler. Bu durumda, eş, bireyin, örneğin iş yaşamında yaratıcı<br />
projeler geliştirmesini (bebeklik dönemindeki çevreyi keşfetme sürecindeki<br />
gibi) sağlayan güvenli bir temel olma özelliği taşır (Bartholomew<br />
1997). Birey, kendisini, gergin, hasta ya da tehlike içinde hissettiğinde<br />
eşi, güvenlik, rahatlık ve koruma sağlar. Bir başka deyişle, aşk<br />
yaşantısı, güvenlik duygusu sağlayan yetişkin bir eşle yaşanan duygusal<br />
bir bağdır. Bu noktada, bebeklik dönemi ile yetişkinlik dönemi<br />
bağlanma süreci arasındaki farklılıklara da değinilebilir. Bebek ile anne<br />
arasındaki bağ tek yönlüdür, bebek gereksinimlerinin karşılanması için<br />
rahatlık arar, anne de bu isteğe duyarlılık gösterir. Yetişkin romantik<br />
ilişkilerdeki bağlanma süreci ise, karşılıklıdır, her iki birey de hem<br />
bakım alan hem de bakım veren konumundadır (sevgi, şefkat, sıcaklık<br />
vb. almak ve vermek), ayrıca, yetişkin bağlanma süreci cinsel ilişkide<br />
bulunma ve ortak amaçlara sahip olma gibi faktörleri de içermektedir.<br />
Dolayısıyla, yetişkin romantik bağlanma sürecinin, bağlanma, ebeveynlik<br />
(bakım) ve cinsel ilişki ögelerinin bir bileşimi olduğu söylenebilir<br />
(Brodsky ve Lichtenstein 1999).<br />
169
Hazan ve Shaver (1987), Bowlby'nin zihinsel modeller ve bunun<br />
kişiliğe yansımaları ile Ainsworth'un bağlanma türlerine ilişkin görüşlerini<br />
romantik aşka uyarlamaya çalışmışlardır. Onlara göre bütün önemli<br />
sevgi ilişkileri Bowlby'nin ifade ettiği anlamda bağlanmalardır. Ayrıca,<br />
bağlanma türleriyle romantik aşkı ilişkilendirerek bunların kişilerin<br />
aşık oldukları kişilerle ilişkilerini belirlediğini savunmuşlardır. Bu<br />
görüşe göre, güvenli aşıklar başkalarına yaklaşmaktan ve başkalarının<br />
kendilerine yaklaşmasına izin vermekten rahatsız olmazlar ve terk<br />
edilme korkusu duymazlar. Kaçınıcı aşıklar, başkalarına fazla yakın<br />
olmaktan rahatsız olurlar. Başkalarına bağlanmak ve güvenmek onlar<br />
için güçtür. Kaygılı çelişkili aşıklar ise aşıklarının kendilerini yeterince<br />
sevmediğini düşünürler (Hortacsu ve ark 1993).<br />
SONUÇ<br />
Bağlanma, ilk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi ile başlayan,<br />
ancak sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar üzerinde etkinliği<br />
olan önemli bir süreçtir. Bireyin kişisel yeterlilik duygusuna ve olumlu<br />
benlik değerine sahip olması, güvenli bağlanma geliştirmesine dayanır.<br />
Güvenli bağlanma, sağlıklı duygusal ve sosyal gelişimi sağlar, bireyi<br />
stres yaratan koşullardan koruyabilir. Güvenli bağlanmanın gelişmesi<br />
sürecinde ebeveynin rolü büyüktür. Bireyin güven duygusunu kazandığı<br />
süreçte; ebeveynin bireye olumsuz yaklaşımlar sergilemesi, bu bireyin<br />
farklı bağlanma stilleri ortaya çıkarmasına neden olur. Bu farklı<br />
bağlanma örüntüleri, dönemlere göre farklı şekillere bürünerek, bireyin<br />
yaşantısına yön verir. Đleride partneri, akranları ile olumlu ya da<br />
olumsuz ilişkiler, geliştirmesinde etkili olur. Tüm bu süreçler göz<br />
önüne alındığında bağlanma; bireyin ruhsal sürecini değerlendirirken<br />
dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken önemli bir yapıdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ainsworth MS (1997). The Personal Origins Of Attachment Theory. An Đnterview With<br />
Mary Salter Ainsworth. Interview By Peter L. Rudnytsky. Psychoanal Study Child. 52:<br />
386-405.<br />
2. Allen JP, Hauser ST (1996). Autonomy and relatedness in adolescent-family<br />
interactions as predictors of young adults' states of mind regarding attachment.<br />
Development and Psychopathology, 3, 793-809.<br />
3. Allen JP, Moore CM, Kuperminc G ve ark (1989). Attachment And Adolescent<br />
Psychosocial Functioning. Child Development . Oct; 69(5): 1406-19.<br />
4. Allen JP,Land D (1999). Attachment in adolescence. In J. Cassidy & P. R. Shaver<br />
(Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (pp. 319–<br />
335). New York: Guilford Pres.<br />
5. Atasoy Z, Ertürk D, Şener Ş (1997). Altı Ve Oniki Aylık Bebeklerde Bağlanma. Türk<br />
Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>. 8(4): 110-115.<br />
170
6. Bartholomew K (1997). Adult Attachment Processes: Đndividual And Couple<br />
Perspectives. Br J Med Psychol. Sep; 70(Pt 3): 249-63.<br />
7. Benoit D, Parker KC, Zeanah CH (1997). Mothers' Representations Of Their Đnfants<br />
Assessed Prenatally: Stability And Association With Đnfants' Attachment<br />
Classifications. J Child Psychol Psychiatry. Mar; 38(3): 307-13.<br />
8. Bowlby J (1988). Developmental Psychiatry Comes Of Age. Am J Psychiatry.<br />
Jan;145(1): 1-10.<br />
9. Brodsky SI, Lichtenstein B (1999). Don't Ask Questions: A Psychotherapeutic<br />
Strategy For Treatment Of Đnvoluntary Clients, American Journal Of Psychotherapy.<br />
3 (53): 215–220.<br />
10. Brown J, Cohen P, Johnson JG ve ark (1999). Childhood Abuse And Neglect:<br />
Specificity Of Effects On Adolescent And Young Adult Depression And Suicidality,<br />
Journal Of The American Academy Of Child And Adolescent Psychiatry. 2(38): 1490–<br />
1496.<br />
11. Burk LR, Burkhart BR (2003). Disorganized Attachment As A Diathesis For Sexual<br />
Deviance Developmental Experience And The Motivation For Sexual Offending<br />
Aggression And Violent Behavior. 3(8): 487–511.<br />
12. Cooper ML, Shaver PR, Collins NL (1998). Attachment styles, emotion regulation,<br />
and adjustment in adolescence. Journal of Personality and Social Psychology, 74,<br />
1380-1397.<br />
13. Finnegan, R. A, Hodges, E V E, & Perry, D G (1996). Preoccupied and avoidant<br />
coping during middle childhood. Child Development, 67, 1318-1328.<br />
14. Fuller SG, Moore LR, Lester JW (1993). Influence Of Family Functioning On<br />
Maternal-Fetal Attachment. J Perinatol. Nov-Dec; 13 (6): 453-60.<br />
15. Goldberg S, Benoit D, Blokland K ve ark (2003). Atypical Maternal Behavior,<br />
Maternal Representations, And infant Disorganized Attachment. Dev Psychopathol.<br />
Spring; 15(2): <strong>23</strong>9-57.<br />
16. Green J, Goldwyn R (2002). Annotation: Attachment Disorganisation And<br />
Psychopathology: New Findings in Attachment Research And Their Potential<br />
Đmplications For Developmental Psychopathology Đn Childhood. J Child Psychol<br />
Psychiatry. Oct; 43(7): 835-46.<br />
17. Haigler VF, Day HD, Marshall DD (1995). Paternal Attachment And Gender Role<br />
Đdentity. Sex Roles. (33): 203-221.<br />
18. Hall SE, Geher G (2003). Behavioral And Personality Characteristics Of Children<br />
With Reactive Attachment Disorder. J Psychol. Mar; 137(2): 145-62.<br />
19. Hazan C, Shaver P (1987). Romantic Love Conceptualized As An Attachment Process.<br />
J Pers Soc Psychol. Mar; 52(3): 511-24.<br />
20. Ho MJ(2004). Adolescent Attachment to Parents: Predicting Later Adolescent<br />
Rejection Sensitivity. Erişim adresi. www.people.virginia.edu/~psykliff/pubs/<br />
presentations/sra%202004/Ho.pp Erişim tarihi: 06.07.2006.<br />
21. Hortacsu N, Cesur S, Oral A (1993). Relationships Between Depression And<br />
Attachment Styles Đn Parent-And Đnstitution-Reared Turkish Children. J Genet<br />
Psychol. Sep; 154(3): 329-37.<br />
22. Juni S, Grimm DW (1994). Sex Roles As Factors Đn Defense Mechanisms And Object<br />
Relations. J Genet Psychol. Mar; 155(1): 99-106.<br />
<strong>23</strong>. Kenny EM, Gallagher LA (2002). Instrumental And Social/Relational Correlates Of<br />
Perceived Maternal And Paternal Attachment Đn Adolescence. Journal Of<br />
Adolescence. 25(2): 203–219.<br />
171
24. Kerns KA, Stevens AC (1996). Parent-child attachment in late adolescence: Links to<br />
social relations and personality. Journal of Youth and Adolescence, 25, 3<strong>23</strong>-342.<br />
25. Kobak R, Sceery A (1988). Attachment in late adolescence: Working models, affect<br />
regulation, and representations of self and others. Child Development, 59, 135-146.<br />
26. Kuperminc G P, Allen J P, Arthur M W (1996). Autonomy, relatedness and male<br />
adolescent delinquency: Toward a multi-dimensional view of social competence.<br />
Journal of Adolescent Research, 11, 397-420.<br />
27. Lapsey D, Varshney N, Aalsma M (2000). Pathological Attachment And Attachment<br />
Style Đn Late adolescence. Journal Of Adolescence. <strong>23</strong>(2): 137-155.<br />
28. Lieberman M, Doyle A, Markeiwicz D (1999). Developmental Patterns Đn Security Of<br />
Attachment To Mothers And Fathers Đn Late Childhood And Early Adolescence:<br />
Associations With Peer Relations. Child Development. Jan-Feb; 70(1): 202-13.<br />
29. Lowinger S, Dimitrovsky L, Strauss H ve ark (1995). Maternal Social And Physical<br />
Contact: Links To Early Đnfant Attachment Behaviors. J Genet Psychol. Dec; 156(4):<br />
461-76.<br />
30. Mikulincer M, Nachshon O (1991). Attachment Styles And Patterns Of Self-<br />
Disclosure. J. Pers. Soc. Psychol. 2(61): 321–331.<br />
31. Meeus W, Oosterwege A, Vollebergh W (2002). Parental And Peer Attachment And<br />
Đdentity Development Đn Adolescence Journal Of Adolescence . 25(1): 93–106.<br />
32. Paterson J, Pryor J, Field J (1995). Adolescent attachment to parents and friends in<br />
relation to aspects of self-esteem. Journal of Youth and Adolescence, 24, 365-376.<br />
33. Pehlivantürk B (2004). Otistik Bozukluğu Olan Çocuklarda Bağlanma Türk Psikiyatri<br />
<strong>Dergisi</strong> 15(1): 56-63.<br />
34. Rosenstein DS, Horowitz HA (1996). Adolescent attachment and psychopathology.<br />
Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64, 244-253.<br />
35. Seiffge-Krenke, I. (1993). Close friendship and imaginary companions in adolescence.<br />
In B. Laursen (Ed.). Close friendships in adolescence (pp. 73-87). San Francisco:<br />
Jossey-Bass.<br />
36. Smyke AT, Dumitrescu A, Zeanah CH (2002). Attachment Disturbances Đn Young<br />
Children I: The Continuum Of Caretaking Casualty. J Am Acad Child Adolescent<br />
Psychiatry. Aug; 41(8): 983-9.<br />
37. Soysal Ş, Öktem F, Ergenekon E ve ark (2000). Doğum Türü Değişkeninin Bağlanma<br />
Örüntüsü <strong>Ü</strong>zerindeki Etkilerinin Đncelenmesi. Klinik Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>. 3(2): 75-85.<br />
38. Thompson C (2002). The Disposables: Our Treatment Of Violent Adolescents. Am J<br />
Psychoanal. Sep; 62(3): 273-84.<br />
39. Troy NW (1995). The Time Of First Holding Of The Đnfant And Maternal Self-Esteem<br />
Related To Feelings Of Maternal Attachment. Women Health. 22(3): 59-72.<br />
40. Tyrrell C, Dozier M (1999). Foster Parents; Understanding Of Children's Problematic<br />
Attachment Strategies: The Need For Therapeutic Responsiveness, Adoption<br />
Quarterly. 2(4): 49–64.<br />
41. Weiss RS (1982). Attachment in adult life. In C. M. Parkes & J. Stevenson-Hinde<br />
(Eds.), The place of attachment in human behavior (pp. 171-184). New York: Basic.<br />
42. Waters E, Hamilton CE, Weinfield NS (2000). The Stability Of Attachment Security<br />
From Đnfancy To Adolescence And Early Adulthood: General Đntroduction. Child Dev.<br />
May-Jun; 71(3): 678-83.<br />
43. Zeanah CH, Boris NW, Larrieu JA (1997). Infant Development And Developmental<br />
Risk: A Review Of The Past 10 Years J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. Feb; 36(2):<br />
165-78.<br />
172
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 173-182, <strong>2007</strong><br />
METABOLĐK SENDROM<br />
METABOLIC SYNDROME<br />
Asiye DURMAZ AKYOL<br />
E.<strong>Ü</strong> <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu Đç Hast. Hemşireliği AD<br />
Anahtar Sözcükler: Metabolik sendrom, sendrom X, insülin direnci.<br />
Key Words: Metabolic syndrome, syndrome X, insulin resistance.<br />
ÖZET<br />
Metabolik sendrom; abdominal obesite, hipergliseridemi, yüksek yoğunluklu<br />
lipoproteinin (HDL-K) düşük olması, hipertansiyon ve insülin direnci gibi<br />
parametreleri olan kalp hastalıkları, inme ve diyabetes mellitus için risk<br />
faktörleri arasında önemli bir sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır.<br />
Metabolik sendrom; insülin direnci sendromu,dismetabolik sendrome,<br />
Sendrome X, polimetabolik sendrome, ölümcül dörtlü gibi farklı terimlerle de<br />
tanımlanmaktadır<br />
Ulusal sağlık araştırmalarına göre; ABD’de her beş kişiden birinde<br />
metabolik sendrom görülmektedir.Yaşla birlikte artış görülürken, prevelans<br />
20-29 yaşları arasında %6,7,60-69 yaşlarında % 43,5,70 yaş ve üzerinde ise %<br />
42.0’dır.<br />
Türkiye’de metabolik sendromla ilgili durum saptaması için yapılan<br />
Türkiye Metabolik Sendrom Sıklığı Araştırması (METSAR) çalışması sonucunda;<br />
erişkinlerde metabolik sendrom görülme sıklığı % 33,9 olarak saptanmıştır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Ulusal Kolesterol Erişkin Eğitim<br />
Programı-Yetişkin Eğitimi Paneli III (ATP III) Metabolik Sendrom tanı<br />
kriterlerini belirlemiştir.<br />
Metabolik sendromda tedavi; diyet, egzersiz ve risk faktörlerine yönelik<br />
olarak seçilen ilaç tedavisini içermektedir.<br />
Hemşireler, metabolik sendromlu hastaların yaşam tarzı değişikliklerini<br />
oluşturmalarında; her hastaya özgü olan risk faktörlerini saptama, bunlara<br />
yönelik girişimlerini uygulama ve hastaların karşılaşacağı engelleri aşmada<br />
destek veren, yardım eden etkili kişilerdir.<br />
SUMMARY<br />
Metabolic syndrome is a loosely defined clustering of cardiovascular risk<br />
factors,including abdominal obesity, hypertrigliseridemia, low levels of high<br />
density lipoprotein cholesterol (HDL-C), hypertension and insülin resistance.<br />
173
Metabolic syndrome is also known by another names including insulin<br />
resistance syndrome,dismetabolic syndrome, syndrome X, polimetabolic syndrome<br />
and the deadly quartet.<br />
According to national survey research one in five Americans has metabolic<br />
syndrome. While it is increased with age,the prevelans range from 6,7 percent<br />
among peoples ages 20-29 to 43,5 percent for ages 60-69 and 42 percent for<br />
those age 70 and older.<br />
Turkey metabolic Syndrome Research (METSAR) studies shown that 33.9<br />
% of Turkey adults have metabolic syndrome.<br />
Treatment in metabolic syndrome include diet,exercize and use of<br />
pharmacologic agents address spesific risk factors.<br />
Nurses can be more effective in helping patients to change their lifestyle<br />
behaivors by assessing each patient for the presence of spesific risk factors<br />
,identifiying appropriate interventions to spesific risks, and assisting patients in<br />
identifying barriers to behaivor change.<br />
GĐRĐŞ<br />
Metabolik sendrom (MS); dünyada giderek çok sayıda insanı<br />
etkileyen önemli bir morbidite nedenidir (Işıldak ve ark., 2004). Toplumların<br />
gelişmesine paralel olarak yaşam biçimi değişiklikleri,<br />
beslenme alışkanlığındaki değişikliklerin yanı sıra ,kalıtım ve çevresel<br />
etkenler metabolik sendrom gelişiminde önemli rol oynamaktadır<br />
(http://www.narc-hnr.cam.ac.uk/downloads,Süzer 2006;Karadakovan<br />
2006). Ancak metabolik sendromda asıl bozukluğun genetik ve<br />
çevresel insulin direnci sonucunda olduğu kabul edilmektedir (Işıldak<br />
ve ark, 2004; Fadıloğlu 2005). MS, kalp hastalığı, inme, diabetes<br />
mellitus (DM) gelişme riskini arttıran sağlık risklerinin bir topluluğudur<br />
(Fadıloğlu 2005; Yürügen 2005; Deen ve ark., 2004; www.idf.org).<br />
MS bir hastalık değildir ama vücut metabolizmasının bozulduğunu<br />
gösteren bir ipucudur.Tansiyon arteriyel yüksekliği, yüksek insulin<br />
düzeyleri,aşırı vücut ağırlığı ve kolesterol düzeylerinin yüksek olması,<br />
diyabetes mellitus(DM), koroner arter hastalığı (KAH) ve inme gelişimi<br />
için birer risk faktörüdür.Bu bozuklukların bir araya gelmesi ile yaşamı<br />
tehdit eden ciddi olayların gelişimi de kolaylaşmaktadır (http://www.<br />
mayoclinic.com;http://www.jama.com;http://www.clevelandclinic.org/<br />
health).<br />
TANIM, ETYOLOJĐ VE RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />
Metabolik sendrom ile ilgili tanım ilk kez 1956 yılında Vague<br />
tarafından diyabet gelişimine yol açan “diyabetojenik obesite”, Reaven<br />
(1998) ise Sendrom X olarak tanımlama yapmıştır (Karadakovan 2006).<br />
Metabolik sendrom; insülin direnci sendromu,dismetabolik<br />
sendrome, sendrome X, polimetabolik sendrome, ölümcül dörtlü ve uygarlık<br />
174
sendromu gibi farklı terimlerle de tanımlanmaktadır (http://www.<br />
mayoclinic.com;http://www.jama.com;http://www.clevelandclinic.org/<br />
health;http://www.mrc-hnr.cam.uk;kılavuz 2005;Süzer 2006;www.idf.<br />
org;http://www.mydr.com.au).<br />
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ); 1998 yılında metabolik sendromu,<br />
diyabet, bozulmuş açlık glikozu, bozulmuş glikoz toleransı veya insulin<br />
direnci ile birlikte hipertansiyon (HT) (>160/90 mmHg), hiperlipidemi,<br />
santral obezite ve mikroalbüminüriden en az ikisinin olması olarak<br />
tanımlamıştır (tablo 1)( Işıldak ve ark.,2004;Kılavuz 2005;www.idf.org)<br />
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği çalışma grubu<br />
tanımına göre; metabolik sendrom;i nsülin direnci ile başlayan abdominal<br />
obesite, glukoz intoleransı veya diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon<br />
ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların<br />
birbirine eklendiği ölümcül bir endokrinopatidir (tablo 1)(Kılavuz 2005).<br />
Tablo 1: Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği Metabolik Sendrom Çalışma<br />
Grubunun Önerdiği Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri<br />
Aşağıdakilerden en az biri<br />
*Đnsülin direnci<br />
*Bozulmuş glikoz toleransı<br />
*Aşikar DM<br />
Aşağıdakilerden en az ikisi;<br />
*Hipertansiyon ( kan basıncı > 140 /90 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)<br />
*Dislipidemi (trigliserid düzeyi > 150 mg/dl veya HDL düzeyi; erkekte:< 35 mg/dl<br />
kadında < 39 mg/dl)<br />
*Abdominal obezite (BKI > 30 kg /m²veya bel/kalça oranı erkekte > 0.90,kadında<br />
>0.80)<br />
*Mikroalbüminüri (idrar albumin atılımı >20mcg /dk yada albumin /kreatinin<br />
oranı>30mg /dl.)görüldüğünde MS tanısı konmaktadır.<br />
2001 yılında, Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (National Chosterol<br />
Education Program-NCEP) Uzman Paneli, yetişkinlerde yüksek kan<br />
kolesterolü tespiti, değerlendirme ve tedavisi raporu (ATP III) hazırlamış<br />
ve beş kriterden üçünün varolmasının tanıda yeterli olduğunu<br />
vurgulamıştır (Tablo 2) (Işıldak ve ark., 2004; Kılavuz 2005; Deen.,<br />
2004; http://www.idf.org;http://www.americanheart.org; Karadakovan<br />
2006)<br />
Tablo 2: ATP III Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri<br />
Abdominal obesite (bel çevresi)<br />
Erkek >102 cm<br />
Kadın > 88 cm<br />
Trigliserid<br />
HDL düşüklüğü (erkeklerde = 130/85 mmHg)<br />
Hiperglisemi (AKŞ: >= 110mg/dl /110-125 mg/dl)<br />
175
Metabolik sendrom etyolojisinde üç önemli faktör vardır; obesite<br />
ve yağ dokusu bozuklukları, insülin direnci ve bağımsız faktörler (vasküler,<br />
hepatik, immünolojik kökenli moleküller gibi) (Işıldak ve ark. 2004;<br />
Karadakovan 2006)<br />
Risk Faktörleri; Metabolik Sendromda etkili olduğu düşünülen<br />
başlıca risk faktörleri şunlardır (Şekil 1);<br />
Irk: MS siyah ırkta ve meksika kökenli Amerikalılarda sık<br />
görülmektedir.<br />
Obesite: Bir kişinin obez olduğunun tespit edilmesi için öncelikle<br />
vücudundaki yağ miktarının ve dağılımının tespit edilmesi gereklidir.<br />
Bu amaçla pratikte kolay ve anlaşılır olması nedeniyle beden kitle<br />
indeksi (BKI) kullanılır.<br />
BKI’ye gore;<br />
18.5 kg/ m²altında olanlar zayıf,<br />
18.5-24.9 kg/ m²arasında olanlar normal ,<br />
25-29.9 kg/ m² arasında olanlar fazla kilolu,<br />
30-39.9 kg/ m²arasında olanlar şişman,<br />
40 kg/ m²üzerinde olanlar ileri derecede obez olarak değerlendirilir.<br />
BKI arttıkça mortalite,DM, kardiovasküler sistem hastalıkları,<br />
malignite, uykuda solunum problemleri ,osteoartrit ve sosyal izolasyon<br />
gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır (Yürügen 2005;.)<br />
Türkiye Diyabet Epidemiyoloji çalışması (TURDEP) sonuçlarına göre;<br />
<strong>Ü</strong>lkemizde 20 yaş ve üzerindeki kişilerin %24 ‘ünde abdominal obesite<br />
görülmektedir.<br />
Bel çevresindeki artış; insulin direncinin en önemli göstergesidir.<br />
Bel çevresinde oluşan yağlar metabolik açıdan aktif olurlar ve daha çok<br />
yağ dokusu oluştururlar. Çevresel faktörlerle birlikte, stresin de<br />
eklenmesi ile birlikte kortizol ve insulin seviyesi de artar. Bel ve göbek<br />
çevresindeki genişleme giderek artar ve bacak kaslarında erime<br />
meydana gelir. Bu durumun önüne geçilmez yada engellenmezse başta<br />
DM olmak üzere kalp krizi geçirme riski artar.<br />
DM Öyküsü; gebelik sırasında ortaya çıkan gestasyonel DM yada<br />
ailede birinci derecede DM olma öyküsü varsa Metabolik sendrom<br />
mutlaka incelenmelidir.<br />
Polikistik Over Sendromu; Đnsülin direnci ile ortaya çıkan<br />
kronik anovülasyon ve hiperandrojenizmle karakterizedir. Erken<br />
yaşlarda kardiovasküler sistem hastalıkları görülme riski artmakta ,%<br />
40 olguda bozulmuş glikoz toleransı yada aşikar DM görülmektedir.<br />
176
Diğer hastalıklar; non-alkolik yağlı karaciğer, koroner arter<br />
hastalığı, sublinik inflamasyon, hiperkoagülabilite ve endotel<br />
disfonksiyonudur.<br />
Genetik faktörler<br />
Çevresel faktörler<br />
Đnsülin Direnci<br />
Hiperkoagülopati<br />
Hipertansiyon<br />
Dislipidemi<br />
Ateroskleroz<br />
Tip 2 DM<br />
Şekil 1: MS etkili olduğu düşünülen başlıca risk faktörleri<br />
EPĐDEMĐYOLOJĐ<br />
Dünya’da ve <strong>Ü</strong>lkemizde metabolik sendromun görülme sıklığı<br />
artmakta ve bir pandemiye doğru gitmektedir.<br />
Metabolik sendrom prevalansı erişkinlerde ortalama %22 ‘dir.<br />
Prevalans yaş ile birlikte artış göstermektedir. 20-29 yaş grubunda % 6.7,60-<br />
69 yaş grubunda % 43.5 oranındadır.Okul çağı çocuklarında her 8 kişiden<br />
birinde metabolik sendrom tanı kriterlerinden üç yada daha fazlasının<br />
olduğu saptanmıştır (Deen 2004; Samur 2005; http://www.mayoclinic.com;<br />
http://www.americanheart.org).<br />
Amerikan Ulusal Sağlık Araştırmasına göre 5 Amerikalıdan biri bir<br />
başka deyişle 50 milyondan fazla Amerikalıda Metabolik sendrom vardır.Bu<br />
toplumun %<strong>23</strong>’ünü oluşturmakta olup her dört kişiden birinde metabolik<br />
sendrom olduğunu göstermektedir.<br />
Türkiye‘de METSAR çalışma sonuçlarına göre; Avrupa ve ABD ile<br />
paralellik göstermektedir.Kadınlarda Metabolik sendrom görülme sıklığı<br />
erkeklere göre daha fazla olup 40-49 yaş arası kadınlarda oranın beş kat<br />
daha fazla olduğu tespit edilmiştir.TEKHARF çalışma sonuçlarına göre,2000<br />
yılı itibarıyla Türkiye genelinde 30 yaş ve üzerindeki 9.2 milyon kişide<br />
Metabolik sendrom bulunduğu saptanmıştır. <strong>Ü</strong>lkemizde metabolik<br />
sendrom görülme sıklığı, erkeklerde 40-49 yaş grubunda %44,kadınlarda<br />
ise 60-69 yaş grubunda %56 gibi yüksek oranlardadır (kılavuz 2005).<br />
177
PATOGENEZ<br />
Metabolik sendromun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Metabolik<br />
sendromun tüm bileşenlerinin etyopatogenezini açıklayabilecek tek bir<br />
genetik, infeksiyöz yada çevresel faktör henüz tanımlanamamıştır. MS,<br />
insülin direnci zemininde gelişen heterojen bir hastalıktır (Kılavuz<br />
2005). Đnsülin direncinde temel bozukluk hiperinsülinemidir. Dokuların<br />
insülin duyarlılıkları birbirinden farklı olduğundan, insülin direnci<br />
başladığında öncelikle kasta glikoz yıkımı azalır ve bu postprandiyal<br />
hiperglisemiye ve karaciğerde glikoz çıkışı artışı sonrası açlık<br />
hiperglisemisine yol açmaktadır (Samur 2005; Işıldak ve ark., 2004).<br />
Karın içi yağ birikimi sonucu gelişen abdominal obesite<br />
hiperinsülinemiye yol açan ana bozukluktur. Đnsülin direnci plazma<br />
serbest yağ asitlerinin (SYA) artışına neden olarak karaciğerde<br />
trigliseridlerin birikimine neden olmaktadır. Obesitenin insülin direnci<br />
oluşumundaki rolü visseral yağ dokusunun metabolik özellikleri ile<br />
ilgilidir. Visseral yağ dokusu insülin aktivitesine karşı dirençli, lipolitik<br />
enzim aktivitelerine karşı duyarlı olduğu için portal sisteme SYA<br />
salınımı ve karaciğer trigliserid sentezinin artmasına neden olarak<br />
insülin direncini arttırmaktadır. Metabolik sendromlu hastalarda yağ<br />
dokusu lipolize neden olarak metabolik ve vasküler işlevlerde<br />
bozulmaya yol açmaktadır. Lipoliz insülin duyarlılığını azaltmakta ve<br />
trigliserdi artışına yol açmaktadır. Buna bağlı SYA’lerinin artışı endotel<br />
fonksiyon bozukluğuna ve mikroalbümüniriye yolaçmaktadır (Şekil 2)<br />
Metabolik sendromda mikroalbüminürinin yanı sıra kronik böbrek<br />
yetmezliği arasında da önemli bir ilişki vardır (Tablo 3) (Yürügen 2005;<br />
Nabel et al., 2005; Karadakovan 2006).<br />
MS; obesite, DM, HT ve inmelere neden olan hastalıklarla<br />
birliktedir (şekil 3) (Fadıloğlu 2005).<br />
Lipoliz <br />
<br />
SYA’nın ortaya çıkışında artış<br />
Kaslarda SYA oksidasyonunda artış<br />
Karaciğerde SYA oksidasyonunda artış<br />
Glukoz kullanımında<br />
Glukogenezis<br />
Hiperglisemi ve endotel fonksiyonunda bozulma<br />
Şekil 2: SYA’nın Tip 2 DM ve KVH gelişmesindeki Rolü<br />
178
Tablo 3: Metabolik Sendromda KVH Gelişimine Neden Olarak Miroalbüminüriye Yol<br />
Açan Risk Faktörleri.<br />
Abdominal obesite<br />
Đnsülin direnci<br />
HDL-K azalma<br />
Trigliserid düzeyinde yükselme<br />
Düşük yoğunluklu LDL<br />
partikülleri<br />
Sistolik hipertansiyon<br />
CRP ve diğer enflamatuar göstergelerde artış<br />
Kan basıncında ve kalp hızında geceleri azalma<br />
Oksidatif streste artış<br />
Endotel fonksiyonlarında bozulma<br />
Pıhtılaşma bozukluğu /fibrin yapımı<br />
Sol ventrikül hipertrofisi<br />
Obesite<br />
Dislipidemi<br />
Đnsülin direnci<br />
Diyabet ve<br />
Hipertansiyon<br />
Aterosklerozis<br />
Vasküler<br />
Hastalıklar<br />
Hiperinsülinemi<br />
Trombozis<br />
Hiperglisemi<br />
Şekil 3: Metabolik Sendrom ve Đlişkili Olduğu Durumlar (Fadıloğlu 2005)<br />
TEDAVĐ<br />
Metabolik sendromda tedavi hedefleri; insulin direncine neden<br />
olan risk faktörlerinin yaşam şekli değişiklikleri ile kontrol altına<br />
alınması ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak için ilaç tedavisinin<br />
başlanması, korunma ve kendine bakım ilkelerine bağlı kalınmasıdır<br />
(Tablo 4,5) (Deen 2004; Yürügen 2005; Fadıloğlu 2005; Samur 2005).<br />
Metabolik sendromda tedavi stratejileri (Deen 2004; Samur 2005;<br />
http://www.mayoclinic.com);<br />
179
Tablo 4: Metabolik Sendromlu Hastalarda Yaşam Tarzı Değişiklikleri Đçin Pratik Öneriler<br />
Anormallik Diyet ve Fiziksel Aktivite Uygulamaları Pratik Öneriler<br />
Abdominal Obesite *Kilo verilir<br />
*Fiziksel aktivite arttırılır.<br />
*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />
*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />
Hipertirigliseridemi *Kilo verilir<br />
*Fiziksel aktivite arttırılır<br />
*Düşük glisemik indeksli gıdaların alımı<br />
arttırılır.<br />
*Karbonhidrat alımı azaltılır.<br />
*Omega-3 yağlarının alımı arttırılır<br />
*Alkol alımı kısıtlanır.<br />
*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />
*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />
*Rafine karbonhidratların (patates,makarna,beyaz ekmek) yerini tam<br />
tahıl ürünleri, kurubaklagiller ve tekli doymamış yağlar (zeytinyağı,<br />
kanolayağı, fındık yağı) alır.<br />
*Su ve diyet içecekleri ,soda ve meşrubatların yerine tercih edilir.<br />
*Haftada en az bir kez balık tüketilir.<br />
*Günde erkeklerde en az iki, kadınlarda bir kadeh alkol tüketilebilir.<br />
Düşük HDL<br />
kolesterol düzeyi<br />
Yüksek kan basıncı<br />
Yükselmiş kan<br />
glikoz düzeyi<br />
*Kilo verilir<br />
*Fiziksel aktivite arttırılır<br />
*Tekli doymamış yağların tüketimi<br />
arttırılır.<br />
*Sigara içimi bırakılır.<br />
*Kilo verilir<br />
*Fiziksel aktivite arttırılır<br />
*Doymuş yağ alımı azaltılır<br />
*Tuz alımı azaltılır<br />
*Sebze ve meyve tüketimi arttırılır<br />
*Yağdan fakir olan gıdaların alımı arttırılır.<br />
*Alkol tüketimi azaltılır.<br />
*Kilo verilir<br />
*Fiziksel aktivite arttırılır<br />
*Karbonhidrat alımı azaltılır.<br />
*Diyet posası arttırılır.<br />
*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />
*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />
*Balık, fındık ve avakado yenmeli ve yemekleri hazırlama ve pişirmede<br />
kanola ve zeytinyağı kullanılır.<br />
*Sigara içmeyi bıraktıran programlara katılmaya teşvik edilir.<br />
*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />
*30 dak. orta yoğunluktaki egzersizler yapılır.<br />
*Kırmızı et, tereyağı ve çok yağlı ürünlerin tüketimi azaltılır, Yağ oranı<br />
düşük ürünler seçilmelidir.<br />
*Günlük sodyum alımı 2.4 g dan az alınır<br />
*>5 porsiyon /gün sebze meyve tüketimi<br />
*Günde erkeklerde en az iki, kadınlarda bir kadeh alkol tüketilebilir.<br />
*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür<br />
*30 dak. orta yoğunluktaki egzersizler yapılır.<br />
*Rafine karbonhidratların (patates, makarna, beyaz ekmek) yerini tam<br />
tahıl ürünleri,kurubaklagiller ve tekli doymamış yağlar (zeytinyağı,<br />
kanolayağı, fındık yağı) alır.<br />
*Çözünür posa kaynağı meyve ve kurubaklagiller diyete eklenir.<br />
180
*Diyet<br />
*Egzersiz modifikasyonu<br />
*Ağırlık kaybı<br />
*Dislipidemiye yönelik tedavi<br />
*Hiperglisemi tedavisi<br />
*Hipertansiyon tedavisi<br />
Bu amaçlara yönelik olarak;<br />
*Kilo alınmamalı ;alındı ise verilmeli ve ideal kilo sınırlarına<br />
ulaşılmalıdır.<br />
*Düzenli fizik aktiviteleri yapılmalı ve yaşa uygun olan egzersizler<br />
seçilmelidir.<br />
*Đnsülin direnci tanısı konmuşsa önerilen ilaçlar düzenli kullanılmalı ve<br />
yaşam tarzı değişiklikleri benimsenmelidir.<br />
*Kan basıncını düşüren ilaçlar kullanılmalı,<br />
*Kolesterolü düzenleyen ilaçlar kullanılmalı,<br />
*Sigara içiliyorsa bırakılmalı,<br />
* Sağlıklı beslenme kurallarına uyulmalı diyette karbonhidrat,protein<br />
ve yağ oranları dengeli olmalı ,lifli gıdalara diyette yer verilmelidir.<br />
*Sağlıklı yaşam önerilerine uyulmalı ve uygulanmalı,<br />
*Düzenli aralıklarla check-up yaptırılmalıdır.<br />
Tablo 5: Metabolik Sendromlu Bireylerde Korunma ve Bireysel Bakım<br />
Korunma<br />
*Sağlıklı diyet önerilerini yerine getirme<br />
*Hareketli bir yaşam<br />
*Düzenli kontrollere gitme<br />
Bireysel Bakım (self –Care)<br />
*Kilo verme<br />
*Egzersiz yapma<br />
*Sigara içmeyi bırakma<br />
*Liften zengin gıdaları tüketme<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Deen, D, Metabolic Syndrome:Time for Action.www.aafp.org/afp.(erişim tarihi:<br />
Temmuz 2006), ss: 2875-2887.<br />
2. Fadıloğlu Ç (2005). Metabolik sendromda iç hastalıkları ekibinin önemi. 7 Ulusal Iç<br />
Hastalıkları Hemşireliği Kongresi. Özet Kitabı, 16-20 Eylül 2005. Antalya.<br />
3. Işıldak M, Güven G, Gürlek A (2004). Metabolik Sendrom Ve Insulin Direnci<br />
.Hacettepe Tıp <strong>Dergisi</strong>, 35: 96-99.<br />
4. Karadakovan, A (2006). Metabolik Sendrom Ve Böbrek.Nefroloji Hemşireliği <strong>Dergisi</strong>,<br />
10-13.<br />
5. ----- Metabolic syndrome.http://www.americanheart.org (erişim tarihi:Haziran 2005)<br />
6. ----- Metabolic syndrome. http://www.mayoclinic.com.(erişim tarihi:Mayıs 2005)<br />
181
7. ----- Metabolic syndrome. http//www.cdc.gov (erişim tarihi: Haziran 2005)<br />
8. ---- Metabolic syndrome. http://www.clevelandclinic.org (erişim tarihi: Haziran<br />
2005)<br />
9. ----- Metabolic syndrome (syndrome X). http://www.mrc-hnr.ac.uk (erişim tarihi :<br />
Haziran 2005<br />
10. Samur, G (2005). Metabolik Sendrom Ve Tıbbi Beslenme Tedavisi. Sendrom Ekim,<br />
ss: 78-82.<br />
11. Süzer, Ö (2006). Farmakolog Gözüyle Metabolik Sendrom.www.onersuzer.com<br />
(erişim tarihi:Haziran 2006).<br />
12. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Metabolik Sendrom Çalışma Grubu.<br />
Metabolik Sendrom Kılavuzu, 2005. (Erişim Tarihi: Haziran 2005)<br />
13. ------The Metabolic Syndrome. JAMA, 295(7), 2006. http://www.jama.com (erişim<br />
tarihi:24 Temmuz 2006).<br />
14. -----The IDF consensus worldwide definition of the metabolic syndrome.<br />
http://www.idf.org. (erişim tarihi: 24 Temmuz 2006).<br />
15. ---Yürügen, B (2005). Metabolik Sendrom. Çağımızın Sağlıktaki En Büyük Salgını. 7<br />
Ulusal Iç Hastalıkları Hemşireliği Kongresi Özet Kitabı, 16-20 Eylül Antalya.<br />
182
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 183-194, <strong>2007</strong><br />
ANNE VE BABAYA AĐT BAĞLANMA VE HEMŞĐRENĐN ROL<strong>Ü</strong><br />
MATERNAL AND PATERNAL ATTACHMENT AND THE ROLE OF NURSE<br />
Oya KAVLAK<br />
Ahsen ŞĐRĐN<br />
E.<strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> YO. Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD<br />
Anahtar Sözcükler: Bağlanma, Maternal Bağlanma, Ebeveyn-bebek bağlanması<br />
Key Words: Attachment, Maternal Attachment, Parent-infant Attachment<br />
ÖZET<br />
Bir annenin bebeğine sevgiyle bağlanması, çocuğun sağlıklı büyüme ve<br />
gelişimini teşvik eden en önemli öğelerden biridir. Çocuğun yaşadığı ilk bağlanma<br />
deneyimi daha sonra yaşayacağı bağlanma deneyimleri için temel oluşturur.<br />
Eğer anne ile bebek arasında yaşamın ilk iki yılında güvenli bağlanmayı<br />
başarmada gerekli durumlar karşılanamazsa, bebek emosyonel, sosyal, fiziksel,<br />
zihinsel ve dil gelişimi problemleri yaşar. Maternal bağlanmada başarısızlıkların<br />
yaşandığı durumlarda bebek, ihmal ve istismar açısından da risk altındadır.<br />
SUMMARY<br />
A mother’s affectionate attachment to her infant is recognized as a major<br />
contributor to the child’s healthy growth and development. The child’s initial<br />
attachment experiences lay the foundation fort he development of all subsequent<br />
attachments. If an infant grows up with a mother who does not provide<br />
conditions necessary for secure attachment to be accomplished, he or she may be<br />
developmentally affected and at risk of developmental delays in areas such as<br />
emotional, social, cognitive, and linguistic skills. When maternal-infant<br />
attachment are impaired, the child is at risk of child abuse and neglect.<br />
GĐRĐŞ<br />
Bağlanma kelimesinin temelleri 13. yüzyıla dayanır, “to attach”,<br />
“bağ” kelimesinin etimolojik anlamı, bir göreve bağlılık ya da bir görevi<br />
yerine getirmedir. Fransız bir yazar ve 18.y.y filozofu olan Rousseau<br />
anne-bebek ilişkisi kavramını ilk kullanan kişidir. Onun bağlanma<br />
hakkındaki yazıları “annelik sevgisi” ile ilişkilidir (Bell ve ark. 1998).<br />
Bowlby 1969’da “bağlanma” kelimesini iki kişi arasındaki güçlü<br />
bir bağ olarak tanımlamış ve kavramın oluşumu için bir kilometre<br />
taşını oluşturmuştur. Bowlby çocuktan ebeveyne bağlanma sürecini<br />
tanımlamıştır, fakat bu tanım karşılıklı ebeveyn-bebek bağlanma<br />
sürecinin açıklanmasına yardımcı olmuştur (Bell ve ark. 1998).<br />
183
Bağlanma Kuramı (Attachment Theory) insanların kendileri için<br />
önemli olan başkalarıyla güçlü duygusal bağlar kurma eğiliminin<br />
nedenlerini açıklayan bir yaklaşımdır. Duygusal bağ kurma eğilimi ve<br />
gereksinimi bebeklerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli ve<br />
gelişimsel açıdan işlevsel olan bağlanma sistemini ifade eder. Bağlanma<br />
sistemi bebeklerin onlara bakan kişi/kişilerle fiziksel yakınlığını güçlü<br />
tutarak, hem bebeklerin çevreden gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını<br />
hem de onlara çevreyi keşfetmeleri için gerekli koşulları sağlar.<br />
Bu nedenle bakıcı ile yakınlığın korunması bağlanma sistemi içindeki<br />
en temel hedeftir ve bu sayede bebeklere güven içinde gelişebilecekleri<br />
bir alan sağlar (Sümer ve Güngör 1999, Solmaz 2002).<br />
BAĞLANMA EVRELERĐ<br />
Bağlanma, tanışma evresiyle başlayan ve bağlanmanın gelişimiyle<br />
sonuçlanan etkileşimsel bir süreçtir.<br />
Tanışma Evresi: Tanışma tüm insan ilişkilerinin temelidir ve<br />
bağlanma sürecinin ilk adımıdır. Bu evre doğumdan sonraki ilk 48<br />
saati kapsar. Bu evrede zamanın büyük çoğunluğu karşılıklı bakışma<br />
ile geçer. Anne/baba bebeğiyle, bebek de anne/babasıyla göz göze temas<br />
kurmaya çalışır. Anne/babalar bebeklerine sistematik olarak dokunarak<br />
bebeklerini keşfetmeye çalışırlar. Bu evrede anne/babalar bebekleri<br />
hakkında genel duygu ve düşünceler geliştirirler (Bell ve ark. 1998,<br />
Çoban 2003).<br />
Sahiplenme Evresi: Doğum sonrası üçüncü günde başlayan ve<br />
altı haftaya kadar süren ve anne/babalık rolü benimsendiği bu evrede,<br />
bebeğe ismiyle yada cinsiyetiyle (oğlum,kızım gibi) hitap edilir. Aileler<br />
bebekleri ile yakınlık kurarlar ve sözel ve sözel olmayan, genel pozitif<br />
duygular karşılıklı olarak yansıtılır. Anne/babalar bu evrede bebeğin<br />
temel gereksinimlerine verdiği yanıtları öğrenir ve zaman içinde doğru<br />
olarak yorumlarlar. Karşılıklı ilişki ve uyumun başarılması ile dayanıklı<br />
bağların gelişimine doğru ilerlenmiş olur (Bell ve ark. 1998, Çoban<br />
2003).<br />
Bağlanma: Doğumdan sonraki altı-sekiz haftayı kapsayan evre<br />
bağlanma evresidir. Anne/baba ve bebek arasında karşılıklı ilişki ve<br />
uyum belirgindir. Anne/baba, bebeklerinin bakımında yeterli hale<br />
gelmiştir. Anne/baba ve bebek arasındaki sevgi ve derin bağlanma<br />
duygusu tamamen oluşmuştur (Bell ve ark. 1998, Çoban 2003).<br />
BAĞLANMANIN ÖZELLĐKLERĐ<br />
Anne-baba ve bebek arasındaki bağlanma, zihinsel ve sosyal bir<br />
süreç olup bağlanmaya ilişkin karşılıklı memnuniyet duyguları ve<br />
pozitif geribildirimlerle gelişir (Ferketich ve Mercer 1995a).<br />
184
Yakınlık: Anne/babalar, annelik/babalık duygularının gelişmesi<br />
ve bebekle etkileşimlerinin desteklenmesi için bebekleri ile yakın temas<br />
kurarlar. Bebeğin doğduğu andan itibaren en erken dönemde kurulan<br />
yoğun temas anne/babanın bebeğini tanımasına olanak verir (Bell ve<br />
ark. 1998).<br />
Anne/babalar bebekle etkileşime girmek için çeşitli yollar kullanırlar.<br />
Dokunma ve göz teması kurma bebekle iletişimin en güçlü yollarıdır.<br />
Bebeğin ağlaması, gülmesi, emmesi, yapışma ve izlemesi bebeğin<br />
ihtiyaçlarının karşılanması ve anne/babasıyla yakınlığını sürdürmek<br />
istemesi bebeğin gösterdiği bağlanma davranışlarıdır. Bu davranışların<br />
sürekli olarak tekrarlanması sevgi, güven ve memnuniyet duygularını<br />
geliştirir. Tekrarlanmayan davranışlar bağlanma davranışları olarak<br />
değerlendirilemez (Foster ve ark 1989, Caye ve ark. 1992, Parke ve<br />
ark.1994, Soysal ve ark 1999).<br />
Bebeğe, özel bir sevgi hissetmek ve anne/baba rolünün<br />
kazanılmasıyla elde edilen başarı, bağlanmaya doğru duygusal bir<br />
atmosfer yaratır. Bebek bireysel gereksinimleri öğrenildiği ve karşılandığı<br />
şekilde farklı bir kişilik geliştirir. Bebeğe yönelen annelik/babalık<br />
davranışları, bebeğin kendisine değer verme duygusunun gelişmesinde<br />
önemli bir rol oynamaktadır (Ferketich ve Merker 1995b, Bell ve ark.<br />
1998, Söhmen 2002).<br />
Karşılıklı iletişim: Đyi bir ilişkinin kurulabilmesi için hem<br />
anne/babanın hem de bebeğin, iletişim yeteneklerinin olması gerekir.<br />
Dokunma ve göz teması kurma bebekle iletişimin en güçlü yollarıdır.<br />
Bebeğin ağlaması, gülmesi, emmesi, yapışma ve izlemesi ve anne/<br />
babasıyla yakınlığını sürdürmek istemesi bebeğin gösterdiği bağlanma<br />
davranışlarıdır. Karşılıklı geribildirimlerle, bebeğinden gelen bağlanma<br />
işaretlerini tanıyan anne/babalar duyarlı bir şekilde bebeğin ihtiyaçlarına<br />
cevap vermeyi öğrenirler. Ebeveynler, bebeğin dilini, reflekslerini, uykuuyanıklık<br />
dönemlerini, bakım zamanını ve belirli uyaranlara cevaplarını<br />
öğrendikleri zaman bebekleriyle uyum içinde olabilirler ve bebeklerinin<br />
bakımı için yeteneklilik duygusunu geliştirirler (Foster ve ark 1989,<br />
Caye ve ark. 1992, Parke ve ark.1994, Bell ve ark. 1998, Soysal ve ark<br />
1999).<br />
Sorumluluk almayı kabullenme (Süreklilik): Bağlanma, bebeğini<br />
hem fiziksel hem de duygusal olarak en iyi şekilde yetiştiren ve<br />
bebeğine karşı sorumluluk almayı kabul eden anne/babalarda değişmez<br />
ve sürekli bir ilişki anlamına gelir. Bebeğiyle güvenli bağlanmayı<br />
geliştiren anne/babalar, toplum tarafından desteklenen annelik/babalık<br />
duygusunu hissederler. Anne/babalar bebekleri sayesinde güven<br />
duygusunu yaşarlar, çünkü bebek onların devamıdır ve aileye<br />
ölümsüzlük yaşatır (Bell ve ark. 1998).<br />
185
BAĞLANMAYI KOLAYLAŞTIRAN FAKTÖRLER<br />
Bu faktörler, anne/babada önceden var olan ve bebeğe karşı<br />
geliştirilecek olan bağlanmayı kolaylaştıran özelliklerdir. Bunlar;<br />
Önceden yaşanılan bağlanma tecrübelerinin farkında olmak;<br />
Kişinin, ailesinden almış olduğu derin ilişkilerin önemini anlaması,<br />
kabul etmesi ve farkında olması bağlanma açısından önemlidir. Bu<br />
genellikle gebelik döneminde çiftlerin kendi anne/babalarından aldıkları<br />
annelik/ babalık rollerini yansıtmalarıyla görülür (Bell ve ark. 1998).<br />
Fiziksel ve psikolojik olarak yeterli olmak: Kişinin kendisini<br />
annelik/babalık konusunda yeterli hissetmesi ve bunun gereğini yerine<br />
getirebilmesidir.<br />
Gebeliği ve bebeği kabul etmek; Bebeğin anne karnında hareketlenmesi,<br />
ultrason görüntüleri, doğum, bebeğin ilk gülüşü, bebeğin<br />
isteklerinin karşılanmasına ve bağlanmanın gelişimine destek olur<br />
(Whaley ve Wong 1987, Merker ve Fercetich 1994, Bell ve ark. 1998).<br />
Bağlanma bilgisinin oluşumu ve olumlu çevre; Anne/babalar<br />
bebekleri ile karşılıklı etkileşim sonucunda bebeklerini tanırlar, böylece<br />
bebeğine yönelik amaçlı davranışlar geliştirebilir ve eyleme sokabilirler.<br />
Bebek anne/babasının oluşturduğu duygusal çevrenin bir parçasıdır ve<br />
bu çevrede gelişimine devam eder. Bu çevre anne/babanın yaşamındaki<br />
esnek özellikleri ve değişmez özelliklerin tümünü içerir. Bu etkileşiminin<br />
uygun bir çevrede gerçekleşmesi bağlanmanın gelişimi için kolaylaştırıcı<br />
bir faktör olarak görülmektedir (Caye ve ark 1992, Mercer ve Ferketich<br />
1994, Bell ve ark. 1998, Çoban 2003).<br />
BAŞARILI BAĞLANMA SONUCU GÖR<strong>Ü</strong>LEN DURUMLAR<br />
Annelik/babalık yeteneğinin sağlamlaşması: Annelik/babalık<br />
yeteneği, anne/baba ve bebek arasında, karşılıklı olarak pozitif duyguların<br />
değişimi ve memnuniyet davranışlarıyla anlam bulur. Bebeklerine<br />
bakabilmeyi öğrenen anne/babalar, annelik/babalık yeteneklerinin<br />
güçlendiğini hisseder ve bu konuda kendilerine güven ve yeterlilik<br />
duygusu yaşarlar (Fercetich ve Mercer 1995b, Bell ve ark. 1998).<br />
Bebeğin büyümesi ve gelişmesi: Bebekler uygun bir şekilde<br />
bakıldıkları zaman sevgi ve güven duygusunu geliştirirler. Böyle çocuklar<br />
kendilerine güvenen, bağımsızlık ve diğer çocuklarla ilişkilerinde daha<br />
fazla başarı gösteren çocuklardır. Bu durum bireyselliğinin diğer<br />
yönleri üzerine temel oluşturur. Bu bağlanmanın, bebekler için tüm<br />
gelişimsel faydalarının açıklanmayan tanımıdır. Örneğin, zihinsel gelişim<br />
bebeğin çeşitli uyarılarla oluşan tecrübelerinden çok, anne/babaların<br />
bağlanmaya yönelik geliştirdikleri zihinsel stillerle ilişkilidir (Bell ve<br />
ark. 1998).<br />
186
Sürekli ve Dayanıklı Bağların Oluşması: Pozitif bir bağlanma,<br />
anne/baba ve bebekleri arasında uyum ve sağlam bağlarla kanıtlanır.<br />
Bu bağlar her zaman dayanıklı olmalıdır. Kişi zor durumda kaldığında<br />
güçlü bir güven bağı sayesinde güçlüklerle daha kolay baş edebilir (Bell<br />
ve ark. 1998, Feeney 2000).<br />
MATERNAL (ANNE-BEBEK) BAĞLANMA ÖZELLĐKLERĐ<br />
Maternal bağlanma, anne ve bebeği arasında gelişen ve zaman<br />
içinde süreklilik gösteren eşsiz, şefkat dolu bir sevgi ilişkisidir. Bu ilişki<br />
çocuğun fiziksel, psikolojik ve entelektüel gelişimini derin bir şekilde<br />
etkiler. Anne ve bebek arasındaki bağlanma süreci gebelik, doğum ve<br />
postpartum periyod süresince gelişir. Bağlanma postpartum periyot<br />
süresince anne-bebek etkileşimi ile desteklenir. Sevgiyle bağlanma<br />
maternal rol adaptasyonunun bir parçasıdır ve bunun sonucunda<br />
bebekte güven duygusu gelişir (Mott ve ark 1990, Muller 1994, Mercer<br />
ve Merketich 1994, Muller 1996, Ard 2000).<br />
Doğumdan sonra kısa bir süre içinde, annelerin bebekleri ile bağ<br />
kurması için eşsiz bir yeteneğe sahip olduğu kritik bir perioda inanılır.<br />
Klaus ve Kennel (1976) bağlanma ilişkisinde annenin bakış açısına<br />
yoğunlaşan ilk yazarlardır. Onlar, anne-bebek bağının kurulmasında<br />
en uygun dönem olan ve doğumdan hemen sonra gelişen “maternal bir<br />
duyarlılık periyoduna” işaret etmişler ve “uzayan kontak hipotezi” ni<br />
kurmuşlardır. Klaus ve Kennel doğumdan sonraki 45-60 dakikalık<br />
periyodun duyarlılığına değinmişler (ayrıca doğumdan sonra ilk 45-60<br />
dakikalık dönemde bebek uyanık ve alıcı durumdadır) ve bu dönemin<br />
anne-bebek sevgisi ve etkileşiminin oluşması için en önemli zaman<br />
olduğunu savunmuşlardır. Klaus ve arkadaşları bağ kurma sürecinde<br />
olan annelerin davranışlarını incelemişler ve bu davranışların her<br />
annede tekrarlandığını görmüşlerdir. Bu davranışlar; bebekler çıplak<br />
olarak annelerine ilk gösterildiğinde, bebeğin kol ve bacaklarına<br />
dokunmaya başlayarak, parmak uçlarıyla bebeklerini incelerler,<br />
anneler bebeklerine 4–8 dakika süresince masaj yaptıktan sonra<br />
bebeklerine sarılırlar. Ayrıca anneler, bebeklerini gözlerinin karşılaştığı,<br />
aynı dikey düzlemde göz göze temas kurabilecekleri bir pozisyona<br />
getirirler, bu pozisyonun sevgi bağlarının oluşumunda önemli olduğu<br />
saptanmıştır. Klaus ve Kennel tarafından ileri sürülen bu maternal<br />
bağlanma davranışlar ispatlanamamasına karşın maternal bağlanmaya<br />
yönelik olarak “zaman içinde süreklilik göstermesi” konusundaki<br />
hipotezi kavramsal olarak hemşire araştırmacılar tarafından pek çok<br />
kez kullanılmıştır ( Whaley ve Wong 1987, Foster 1989, Muller 1996,<br />
Soysal 1999, Tilokskulchai 2002).<br />
Başarılı maternal bağlanmanın oluşumunda diğer bir özellik de<br />
karşılıklı ilişki yada karşılıklı etkileşim kavramıdır. Annenin bebeğini<br />
187
cevaplaması için bebeğin de anneye emme, ses çıkarma, göz kontağı<br />
kurma, yakalama yada yakın fiziksel temas süresince annesinin<br />
vücuduna uyum sağlama gibi bazı işaretlerle annesine karşılık vermesi<br />
gerekir. Karşılıklı pozitif anne-bebek etkileşimi, sekiz adımda tanımlanmaktadır:<br />
Đlk adım başlatmadır, annenin bebeğin dikkatini çekmesi ve<br />
bebeğin anneye yönelmesi ile kendini gösterir böylece anne ile bebek<br />
arasında etkileşim başlar. Bir sonraki adım yönelmedir. Bu adımda<br />
bebek annesinin yüzüne bakar, anne ve bebeğin etkileşim süresince<br />
birbirlerinden beklentileri oluşur. Bir sonraki adım dikkat durumudur,<br />
bebek anneye işaretler gönderir ve alır. Daha sonra hızlanma, annenin<br />
ve bebeğin tamamen birbirlerine yoğunlaştığı dönemdir. Bir sonraki<br />
evre, bebeğin sevgi sesleri çıkardığı konuşma evresidir. Daha sonra<br />
heyecanın doruğa ulaştığı evrede, bebek kollarını oynatır, bacaklarıyla<br />
tekmeler, düzensiz hareketlerde bulunur. Kısa bir süre sonra heyecan<br />
yavaşlar, hareketlilik, göz kontağı ve ses çıkarma azalır. Daha sonra<br />
bebeğin gözlerini annesinden uzaklaştırdığı ve etkileşimi bitirdiği<br />
geriçekilme evresi gerçekleşir. Bu dikkatsizlik evresi süresince bebeğin<br />
gözleri herhangi bir objeye odaklanır bebek, annenin görsel ve sözel<br />
uyaranlarına karşı duyarsızdır. Đyi bir etkileşimde hem anne hem de<br />
bebek uyumlu olarak evreleri yaşar. Anne, bebeğinin geri çekilme<br />
evresine geçmesine izin vermez ve bebeğiyle göz göze teması sürdürerek<br />
dikkat evresinin kapatılmasını engellerse, dikkatsizlik evresi uzar.<br />
Tanımlanan bu karşılıklı etkileşim davranışları, genellikle bebek 2–3<br />
haftalık olduğunda gözlenebilir (Olds ve ark 1984, Whaley ve Wong<br />
1987, Foster ve ark 1989).<br />
Sağlık çalışanları için özel bir anlam taşıyan bağlanmanın diğer<br />
bir özelliği monotropi (monotropy)dir. Monotropi; bir yetişkinin belirli<br />
bir zaman dilimi içinde yalnızca bir kişiye, en üst düzeyde<br />
bağlanabileceği prensibine dayanır (Whaley ve Wong 1987). Buna<br />
karşın bebekler bir kişiden daha fazla kişiye bağlanma kapasitesine<br />
sahiptir (Bell ve ark 1998).<br />
Bebeğin annesine bağlanmasının gelişiminde en önemli iki annelik<br />
davranışı bulunmaktadır. Annenin, bebeğin belirti ve işaretlerini anladığı,<br />
cevapladığı ve bebeğin fiziksel ve duygusal gereksinimlerini karşıladığı<br />
zaman ve bebeği gerçek sosyal etkileşime düzenli olarak soktuğu zaman en<br />
üst düzeyde bağlanma gerçekleşir. Fiziksel gereksinimleri hızlı bir<br />
şekilde karşılanan fakat sosyal etkileşime sokulmayan çocukların,<br />
annelerine güçlü bir şekilde bağlanmalarında başarısızlıklar ortaya<br />
çıkmıştır. Aynı zamanda yalnızca sosyal ilişki de yeterli değildir. Zevk<br />
veren sosyal aktivitelerde kardeşler, baba ve aile büyüklerinin de dahil<br />
edilmesi sosyal bağlanma biçimleridir (Caye ve ark 1992).<br />
Bir annenin bebeğine sevgiyle bağlanması, çocuğun sağlıklı büyüme<br />
ve gelişimini teşvik eden en önemli öğelerden biridir. Çocuğun yaşadığı<br />
188
ilk bağlanma deneyimi daha sonra yaşayacağı bağlanma deneyimleri<br />
için temel oluşturur. Eğer anne ile bebek arasında yaşamın ilk iki<br />
yılında güvenli bağlanmayı başarmada gerekli durumlar karşılanamazsa,<br />
bebek emosyonel, sosyal, fiziksel, zihinsel ve dil gelişimi problemleri<br />
yaşar. Maternal bağlanmada başarısızlıkların yaşandığı durumlarda<br />
bebek ihmal ve istismar açısından risk altındadır (Caye ve ark 1992,<br />
Muller 1994, Muller 1996, Tilokskulchai 2002).<br />
Maternal Bağlanmaya Etki Eden Faktörler:<br />
Anne-bebek etkileşimi zaman içinde gelişen bir süreçtir. Bu<br />
etkileşimin sağlıklı başlayıp sürdürülmesinde annenin yeni rolüne uyumu,<br />
karşılaştığı sorunlarla baş edebilmesinde çevreden aldığı destek ve<br />
eşler arasındaki uyum önemlidir (Başbakkal 1999).<br />
Anne bebek ilişkisinin gelişmesi ve anne bebek bağlanmasının<br />
oluşmasında, gebeliğin planlanması, gebeliğin istenmesi, annenin güven<br />
duygusu, ailenin sosyoekonomik ve kültürel durumu, eş ilişkileri, eş<br />
desteği, kadının ailesiyle ve sosyal çevresiyle olan ilişkileri, doğum<br />
şekli, ilk günlerde yaşanan anksiyete, anne ve bebeğin sağlık durumu,<br />
çocuk bakımı konusunda annenin bilgili olması gibi faktörlerin etkili<br />
olduğu belirtilmektedir (Mercer ve Ferketich 1994, Balcı ve Savaşer<br />
1998, Ohta 2001, Çoban 2003).<br />
Yapılan çalışmalarda, annenin çocukluğunda kendi annesiyle<br />
yaşadığı bağlanma ilişkilerinin, kendisinin bebeğiyle yaşadığı bağlanma<br />
ilişkilerini etkilediği saptanmıştır (Mercer ve Ferketich 1994, Kretchmar ve<br />
Jacobvitz 2002).<br />
Diğer taraftan güvenli bağlanma stiline sahip annelerin,<br />
çocuklarının da güvenli bağlanma stiline sahip olması arasında anlamlı<br />
ilişkiler olduğunu saptayan çalışmalar vardır (Manassis ve ark 1999,<br />
Steele ve ark 2002).<br />
Gebelik süresince aileler “hayali yada ideal” bir bebek imajı<br />
geliştirirler. Doğum ile birlikte hayali bebek, gerçek bebek olur. Hayallerdeki<br />
bebeğin gerçek bebeğe açık bir şekilde benzemesi maternal<br />
sevgiyle bağlanmayı olumlu etkileyen faktörlerden biri olarak görülmektedir<br />
(Whaley ve Wong 1987, Foster 1989).<br />
Çalışmalarda, gebelik süresince yaşanan fetüse bağlanmanın,<br />
doğum sonrası bebeğe bağlanmayı etkilediği düşünülmektedir (Muller<br />
1996, Ard 2000, Tilokskulchai ve ark 2002).<br />
Ard (2000)’ın, adölesan annelerle yaptığı çalışmada, adölesanlarda<br />
anne yaşı küçüldükçe, maternal bağlanma düzeyinin azaldığı<br />
bulunmuştur (Ard 2000).<br />
Doğum süreci de annenin bebeğine ilk bağlanmasına etki eden<br />
faktörlerden biridir. Đdeal olarak yaşamın ilk saatlerinde gerçekleşmesi<br />
189
eklenen bağ kurma eylemi, zor ve güç doğumlar ve genel anestezi<br />
nedeniyle engellenebilmektedir. Bu yüzden bu gibi durumlar maternal<br />
bağlanmayı olumsuz etkileyebilmektedir (Whaley ve Wong 1987,<br />
Merker ve Ferketich 1994, Çoban 2003).<br />
Doğumdan hemen sonra annenin bebeğinden ayrı olması erken<br />
temas kurmayı engellediği için maternal bağlanma üzerine negatif bir<br />
etkiye sahiptir (Tilokskulchai ve ark 2002). Ayrıca anne ve bebek<br />
arasındaki tensel temas hem bağlanmaya hem de emzirmeye yardımcı<br />
olmaktadır. Bunun nedeni prolaktin ve oksitosin salgılanmasının<br />
uyarılması ile anne sütünün üretiminin artmasıdır (Brandt ve ark<br />
1998, Çoban 2003).<br />
Merker ve Ferketich (1994)’in yaptığı çalışmada, annelerin bebek<br />
bakımı konusunda kendilerine güvenmeleri ve daha önce bebek<br />
bakmaları iki yıllık bir periyotta maternal bağlanmayı kolaylaştırıcı bir<br />
faktör olarak belirlenmiştir (Merker ve Ferketich 1994).<br />
Bebekte herhangi bir anomali olması ilk aylarda maternal<br />
bağlanmayı etkileyen faktörlerden biri olmasına karşın 6 ve 12 aylarda<br />
sağlıklı ve anomalili bebeği olan anneler arasında fark bulunamamıştır<br />
(Merker ve Ferketich 1994).<br />
Prematürelik de maternal bağlanmayı olumsuz etkileyen bir diğer<br />
faktördür. Gerek prematüre bebeklerin yenidoğan ünitesine yatma<br />
olasılığının yüksek olması nedeni ile erken anne- bebek temasının<br />
engellenmesi, gerekse prematüre bebeklerin normal bebeklere göre<br />
annelerine karşılıklı etkileşim sürecinde daha az tepki vermeleri,<br />
maternal bağlanmayı olumsuz etki eden bir faktör olarak görülmektedir<br />
(Tilokskulchai ve ark 2002, Soysal ve ark 2003).<br />
Bebek ile temasın fazla olması bağlanma davranışlarını arttırır.<br />
Doğum sonrası ekonomik yetersizlikler nedeni ile erken taburcu edilen<br />
(24-47 saatte) annelerin bağlanma davranışlarının, 48 saatten sonra<br />
taburcu edilen annelerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu farklılığın<br />
ev ortamında bebeklerle daha fazla temasa olanak bulunmasından<br />
kaynaklandığı düşünülmüştür (Merker ve Ferketich 1994).<br />
PATERNAL (BABA-BEBEK) BAĞLANMA ÖZELLĐKLERĐ<br />
Genellikle bağlanma üzerine yapılan araştırmalar baba içinde<br />
anneye benzer bir süreç göstermeye meyillidirler. Tıpkı anne gibi baba<br />
da gebelik süresince, bağlanma davranışları geliştirir. Eşiyle birlikte<br />
gebelik sürecini izleyen baba adayı, doğumdan sonra babalık rolünü<br />
kabullenmeye başlar. Bebek de babalık rolünün kabullenilmesinde<br />
önemli bir faktördür. Bebeğin iletişim yeteneği, babanın kendisini özel<br />
bir kişi olarak algılamasını sağlar (Başbakkal 1999, Bell ve ark 1998).<br />
190
Ferketich ve Mercer (1995) baba için erken postnatal bağlanmanın<br />
en iyi ön belirleyicisinin, fetüse bağlanmanın olduğunu bulmuştur.<br />
Fakat gebelik süresince anne, babanın fetüse olan yaklaşımını kontrol<br />
eder pozisyondadır. Bu nedenle babanın fetüse bağlanması, tam olarak<br />
evlilik ilişkisinin kalitesiyle ilişkilidir (Ferketich ve Mercer 1995a).<br />
Diğer taraftan, yapılan çalışmalarda güvenli bağlanma stiline<br />
sahip babaların çocuklarının da güvenli bağlanma stiline sahip olması<br />
arasında anlamlı ilişkiler bulunamamıştır (Manassis ve ark 1999,<br />
Steele ve ark 2002).<br />
Babalar ancak, doğumdan sonra bebeğine bakma ve sevme duygusunu<br />
geliştirebilirler. Doğumdan sonra babanın bebeğiyle duygusal<br />
ilişki kurabilmesi için fiziksel temasta bulunması gerekir. Anne ve<br />
bebek hastanede yattığı sürece babalar belirli saatlerde bebeklerini<br />
görebildikleri için bebekleri ile olan temas miktarı onlara yeterli<br />
gelmemektedir. Doğum eylemi ile ilgili koşullar babanın bebeğine<br />
bağlanma geliştirmesini engelleyebilir, çünkü babalar bu dönemde<br />
daha çok, verdikleri destek ve bebeğin iyi olması ile meşguldürler (Bell<br />
ve ark 1998).<br />
MATERNAL BAĞLANMA VE PATERNAL BAĞLANMA<br />
ARASINDAKĐ FARKLAR<br />
Doğumdan sonra bebeklerini hala kendilerinin bir parçası olarak<br />
gören annelerin, bebeklerinin farklı bir birey olduğunu kabul etmesi<br />
için bir zaman sürecine ihtiyaçları vardır. Babaların böyle bir sürece<br />
ihtiyaçları yoktur. Babaların bebeklerine pozitif duygularının gelişmesi<br />
ve bağ kurması doğum sonrası ikinci-üçüncü günde gerçekleşir (Foster<br />
ve ark 1989, Ferketich ve Merker 1995a, Bell ve ark 1998).<br />
Babaların bebeklerinin gereksinimlerini uygun şekilde cevaplamaları,<br />
annelerden çok daha yavaş gelişir (Ferketich ve Merker 1995a).<br />
Genellikle babalar bebekleriyle sözel olmayan iletişime girerler ve<br />
babaların babalık rolünü kabullenmeleri bir aylık bir süreç sonucunda<br />
gerçekleşir (Ferketich ve Merker 1995a, Ferketich ve Merker 1995b).<br />
Babalar annelere göre bebekleriyle daha çok oyun aktivitesinde<br />
bulunurlar bebek bakımına ise daha az katılırlar. Babalar bebekleriyle<br />
oyun oynarken yuvarlanma ve düşme gibi fiziksel oyunlar, anneler ise<br />
daha çok sözel ve sakin oyunları seçerler. Baba ve bebek arasındaki rol<br />
ilişkisi farklı olmasına karşın önem derecesi anne ve bebek arasında<br />
gelişen ilişkiyle aynıdır. :Bu durum bebeğin entelektüel ve duygusal<br />
gelişimini güçlü bir şekilde etkiler (Mott ve ark 1990).<br />
Babanın bağlanması çocuk üzerinde anneye göre ikinci derecede<br />
rol oynar. Babalar daha çok eşinin anneliğe hazırlanmasında duygusal<br />
191
destek sağlarlar. Baba, annenin çocuğuna geliştirdiği bakım kalitesi ve<br />
çocuk gelişiminde önemli bir faktör olarak görülmektedir (Kretchmar ve<br />
Jacobvitz 2002).<br />
BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐNDE HEMŞĐRENĐN ROL<strong>Ü</strong><br />
Đnsan hayatında ilk sevgi duygusu anne ve bebek arasında oluşan<br />
derin bağdan kaynaklanır. Çocuğun gelişimi üzerinde önemli derecede<br />
etkisi olan bağlanma ve anne-bebek ilişkisinin önemi konusunda,<br />
günümüzde hemşirenin bilinçlenmesi gerekmektedir.<br />
Ebe/hemşireler; doğum sonrası olumlu anne-bebek ilişkisinin<br />
geliştirilmesinden kendilerinin sorumlu olduğu bilincinde olmalı ve<br />
maternal bağlanmayı sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmelidir (Balcı ve<br />
Savaşer 1998).<br />
Ebe/hemşireler doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası<br />
dönemlerde, aile ve bebeğe bilinçli hemşirelik yaklaşımı yaparak, bağlanma<br />
sürecinde sevgi oluşumunun başlatılması ve sürdürülmesinde yardımcı<br />
olmalıdır (Çoban 2003).<br />
Ebe/hemşireler bağlanmanın multifaktöriyel bir süreç olduğu<br />
gerçeğini göz önüne alarak, aile-bebek etkileşimi ve kalitesini arttırmaya<br />
yönelik aileyi desteklemeli ve cesaretlendirmelidir (Foster ve ark 1989).<br />
Ebe/hemşireler çeşitli nedenlerle bebekleriyle erken temas kuramayan<br />
ailelere bu durumun doğrudan bir probleme yol açmayacağı<br />
güvencesini vermeli ve endişelerini gidermelidir, çünkü erken temas<br />
bağlanmanın oluşum sürecini güçlendiren bir faktör olmasına karşın<br />
olmazsa olmaz bir öge değildir (Balcı ve Savaşer 1998, Soysal ve ark<br />
2003).<br />
Anneye taburcu olurken, çocuğu ile etkileşimini sürdürülmesinin<br />
önemini vurgulamalı ve bunun çocuğun tüm yaşamını etkileyeceğini<br />
açıklamalıdır (Çoban 2003).<br />
Doğum sonrası dönemde, anne–bebek ilişkisini değerlendirmek<br />
için hemşire düzenli olarak gözlem yapmalı ve annenin bebeğine bağlanma<br />
süreci ile ilgili notlar almalıdır. Annenin bebeğini sakinleştirmesi,<br />
okşaması, kucaklaması, onunla konuşması, uygun besleme tekniklerini<br />
kullanması, göz göze temas kurması ve adı yada cinsiyetiyle<br />
(kızım/oğlum) bebeğe seslenmesi, annenin gösterdiği uygun bağlanma<br />
davranışlarıdır. Ebe/hemşire sıcak, nazik ve karşılıklı ilişki ortamında,<br />
anneye bebeğinin özelliklerini açıklamalı, annenin de bebeği hakkındaki<br />
beklentilerini açıklamasına fırsat vermeli ve bunları tartışmalıdır.<br />
Ayrıca hemşire, bebeğin duyması, görmesi ve refleksleri konusunda da<br />
anneyi bilgilendirmelidir. Annenin bebeğini takma isimle çağırması,<br />
bebeğin yetersiz kilo alması, kirli ve bakımsız olması, hijyenik<br />
192
akımının aksatılması ve bebekte ciddi pişiklerin olması, annenin<br />
bebeğine bağlanmasında yetersizlik olduğunu gösteren ip uçlarıdır. Bu<br />
durumda ebe/hemşire anneye danışmanlık yapmalı, anneyle bebeği<br />
hakkındaki duygularını konuşmalı ve annenin bebek bakımı konusundaki<br />
eylemlerini desteklemeli ve öğretici olmalıdır. Ebe/hemşireler aile ile<br />
her karşılaştıklarında ailenin baş etme stratejilerini güçlendirmeli,<br />
bebek bakımı konusunda kendilerine olan güveni arttırmalı ve<br />
annelik/babalık rollerini geliştirmelerine yardımcı olmalıdırlar (Foster<br />
ve ark 1989, Taşkın 1997).<br />
Anneliğe ait adaptasyon davranışlarında bozukluk saptandığında,<br />
erken terapotik girişimlerin ve sapmaların değerlendirilmesi çocuk<br />
istismarını, mental hastalıkları ve birçok psikosomatik hastalıkları<br />
önleyebilir. Bu tür değerlendirme erken taburcu edilen anneler üzerinde<br />
yapılamayabilir. Bu yüzden ebe/hemşireler ileride gelişebilecek olan bu<br />
tip problemleri önleyebilmek için ev ziyaretlerinde uyanık olmak ve<br />
annenin davranışlarını iyi bir şekilde değerlendirmek zorundadır (Olds<br />
ve ark 1984, Foster ve ark 1989).<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ard NC (2000). Prenatal and postnatal attachment ın adolescent mothers, J Child<br />
and Family Nurs, 3 (5): 313-325.<br />
2. Balcı S, Savaşer S (1998). Annelerin bebeklerini algılama durumu, Uluslararası<br />
Katılımlı VI. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Kitabı, GATA <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu,<br />
Ankara, s. 215-221.<br />
3. Başbakkal Z (1999). Babaların bebek bakımındaki rolü, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
Yüksek Okulu, Yayınlanmamış Özgün Çalışma, Đzmir.<br />
4. Bell, L, St-Cyr Tribble D, Paul D, Long A. (1998). A concept analysis of parent- ınfant<br />
attachment, J Adv Nurs, 28(5): 1071-1081<br />
5. Brandt KA, Andrews CM, Klave J (1998). Mother ınfant ınteraction and breastfeeding<br />
outcome 6 weeks after birth, JOGNN, 27(2): 169-175.<br />
6. Caye J, Cooke L, McMahon J, Karen R (1992). Effect of Attachment and Seperation,<br />
Children’s Services, Practice Notes, For North Carolin’s Child Welfare Workers, From<br />
the NC Division of Social Services and the Family and Children Resource Program,<br />
2(4): 1-3. http://sswnt7.sowo.unc.edu/fcrp/Cspn/vol2_no4/cspnv2-4pdf<br />
7. Çoban A (2003). Doğum sonrası anne-yenidoğan etkileşimini etkileyen bazı<br />
etmenlerin incelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đzmir, Sağlık Bilimleri<br />
Enstitüsü..<br />
8. Feeney JA (2000). Implications of attachment style for patterns of health and ıllness<br />
Child Care Health Dev. 26(4): 277-280.<br />
9. Ferketich SL, Mercer RT (1995a). Parental-ınfant attachment of experienced and<br />
ınexperienced fathers during ınfancy, Nursing Research, 44(1): 31-37.<br />
10. Ferketich SL, Mercer RT (1995b). Predictors of role competence for experienced and<br />
ınexperienced fathers, Nursing Research, 44(2), 89-95.<br />
11. Foster RLR, Hunsberger MM, Anderson JJT (1989). Family- centred nursing care of<br />
children, WB Sounders Company, London, s. 168-171.<br />
193
12. Kretchmar MD, Jacobvitz DB (2002). Observing mother-child relationships across<br />
generations: boundary patterns, attachment, and the transmission of caregiving,<br />
Family Process, 41(3): 351-375.<br />
13. Manassis K, Owens M, Adam KS, West Malcolm, Sheldon-Keller AE (1999).<br />
Assessing attachment: convergent validity of the adult attachment ınterview and the<br />
parental bonding ınstrument, Australian and New Zealand Journal of Psychiatry,<br />
33(4): 559-566.<br />
14. Mercer RT, Ferketich SL (1994). Maternal–ınfant attachment of experienced and<br />
ınexperienced mothers during ınfancy, Nursing Research, 43(6): 344-351.<br />
15. Mott SR, James SR, Sperhac AM (1990). Nursing care of children and families,<br />
Second Edition, Adivision of The Benjamin/Cummings Publishing Company,<br />
California, s.188-191.<br />
16. Muller ME (1994). A questionnaire to measure mother-to-ınfant attachment, Journal<br />
of Nursing Measurement, 2(2): 129-141.<br />
17. Muller ME (1996). Prenatal and postnatal attachment: a modest correlation, JOGNN,<br />
25(2): 161-166.<br />
18. Ohta N (2001). Development maternal attachment ınventory maı-revised for<br />
japanese and analysis of factor ınfluencing scores, The Journal of the Japan Pediatric<br />
Society, 105 (8), Abstract, http://plaza.umin.ac.jp/jpeds/english/Journal/105-<br />
08e.html<br />
19. Olds SB, London ML, Ladewig PA (1984). Maternal-newborn nursing, Second<br />
Edition, Addison-Wesley Publishing Company,California, s. 953-970.<br />
20. Parke RD, Ornstein PA, Rieser JJ, Zahn-Waxler C (1994). A century of<br />
develeopmental psychology, ınge, bretherton., the origins of attachment theory: John<br />
Bowlby and Mary Ainsworth, Chapter 15, APABOOKS, s. 431-471.<br />
21. Solmaz T (2002). Psikolojinin alt alanları, romantik bağlanma: bebeklik dönemi<br />
bağlanma süreci, yetişkin bağlanma sitilleri ve romantik ilişkiler, Türk Psikoloji<br />
Bülteni, 24-25: 105-113.<br />
22. Soysal, A. Ş, Ergenekon, E, Aksoy, E (1999). Yenidoğan Döneminde Hastanede Uzun<br />
Süreli Tedavi Görmenin Bağlanma Örüntüsü <strong>Ü</strong>zerine Etkileri: Bir Olgu Sunumu,<br />
Klinik Psikiyatri, 2: 266-270.<br />
<strong>23</strong>. Soysal AŞ, Öktem F, Ergenekon E, Erdoğan E (2003). Doğum türü değişkeninin<br />
bağlanma örüntüleri üzerindeki etkilerinin incelenmesi, Klinik Psikiyatri, 3: 75-85.<br />
24. Söhmen T (2002) Çocuk ruhsal gelişiminin temel ilkeleri, http:///www.gata.edu.tr/<br />
dahilibilimler/cocukruh/gelişim.htm<br />
25. Steele M, Steele H, Johansson M (2002). Maternal predictors of children’s social<br />
cognition: an attachment perspective, Journal of Child Psychology and Psychiatry, 43<br />
(7): 861-671.<br />
26. Sümer N, Güngör D (1999). Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin türk örneklemi<br />
üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürlerarası bir karşılaştırma, Türk<br />
Psikoloji <strong>Dergisi</strong>, 14(43): 71-106<br />
27. Taşkın L (1997). Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği, Genişletilmiş II. Baskı, Sistem<br />
Ofset Matbaacılık, Ankara, 374.<br />
28. Tilokskulchai F, Phattanasiriwethi S, Vichitsuko K, Serisathien Y (2002). Attachment<br />
behaviors in mother of premature infants: a descriptive study in thai mothers,<br />
Journal of Perinatal &Neonatal Nursing, 3(16): 69-83.<br />
29. Whaley LF, Wong DL (1987). Nursing care of ınfants and children, The CV Mosby<br />
Company, Toronto, 326-335.<br />
194
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 195-206, <strong>2007</strong><br />
ÇOCUK VE ERGENLERDE CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIM VE<br />
HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMLARI<br />
SEXUAL ABUSE OF CHILDREN AND ADOLESCENTS AND NURSING<br />
APPROACH<br />
Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER<br />
Olcay ÇAM<br />
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Bornova/ĐZMĐR<br />
Anahtar Sözcükler: Cinsel kötüye kullanım, çocuk ve ergen, hemşirelik yaklaşımları<br />
Key Words: Sexual abuse, child and adolescent, nursing approach<br />
ÖZET<br />
Çocuk ve ergenin cinsel kötüye kullanımı, yetişkin bir kimsenin cinsel<br />
arzuları ve gereksinimi için çocuk veya ergeni, cinsel bir nesne olarak kullanması<br />
olarak tanımlanmaktadır. Cinsel kötüye kullanımının çocuk ve ergenlerde<br />
çeşitli olumsuz sonuçları vardır. Cinsel kötüye kullanımın olası sonuçları;<br />
cinsellik üzerine etkiler, emosyonel etkiler, depresif duygudurum, anksiyete,<br />
davranışsal etkiler, kişilik değişiklikleri ve diğer etkilerdir. Bu yazıda cinsel<br />
kötüye kullanıma uğramış çocuklar ve ergenlerdeki belirtiler, bulgular, olası<br />
sonuçlar,önleme ve hemşirelik yaklaşımları gözden geçirilmiştir. Cinsel kötüye<br />
kullanımın çocuk ve ergen üzerine etkilerini bilmek; değerlendirme, önleme,<br />
tedaviyi planlama ve uygun hemşirelik yaklaşımları geliştirmede önemlidir.<br />
SUMMARY<br />
Child and adolescent sexual abuse is defined as the use of a child or an<br />
adolescent as an object of gratification for adult sexual needs and desires. There<br />
are a variety of negative consequences of sexual abuse for child and adolescents.<br />
The possible consequences of sexual abuse are sexualizing effects, emotional<br />
effects, depressed mood, anxiety, behavioral effects, personality alterations and other<br />
effects. In this article, we reviewed symptoms, findings, possible consequences<br />
and prevention in children and adolescents who had sexual abuse.<br />
Understanding of the consequences of sexual abuse on child and adolescent is<br />
important for assessment, prevention, therapeutic planning and nursing approach.<br />
GĐRĐŞ<br />
Çocuk ve ergenin cinsel kötüye kullanımı, yetişkin bir kimsenin<br />
cinsel arzuları ve gereksinimleri için çocuğu cinsel bir nesne olarak<br />
kullanması şeklinde tanımlanmaktadır (Canat 1994). Yapılan araştırmalar<br />
çocuklukta ve ergenlikte cinsel kötüye kullanımın sanıldığı kadar<br />
ender olmadığını düşündürtmektedir. Geniş ölçekli bir araştırmada,<br />
195
toplum örneklemindeki her on erkek ve her üç kız çocuktan birinin<br />
onsekiz yaşından önce cinsel kötüye kullanıma uğrama riski taşıdığı<br />
saptanmıştır (Smith and at all 1994). Bunların gerçek oranları<br />
tahminlerden daha yüksektir; çünkü bunların tanınmaları zor olmakta,<br />
aile veya çocuk tarafından çeşitli nedenlerle gizlenmektedir. Çocuk ve<br />
ergenlerin çoğu suçluluk duyguları, utanma, ailelerinin dağılması,<br />
kötüye kullananın tehdidi ve katı yasalar gibi korkular nedeniyle<br />
uğradıkları istismarı açıklayamamaktadır. Çocuk ve ergenlerde cinsel<br />
kötüye kullanımın ülkemizde de sanıldığının aksine daha yüksek<br />
oranlarda olduğu tahmin edilmektedir. Trakya <strong>Ü</strong>niversitesi'nde yapılan<br />
bir çalışmada aile içi cinsel kötüye kullanım yaşantısının %1.4<br />
oranında olduğu bulunmuştur (Koten ve ark. 1996).<br />
Cinsel kötüye kullanımın örseleyici etkilerinin çocuk ve ergenlerde<br />
daha sık olması nedeniyle, bu gruplarda daha doğru ve etkin hemşirelik<br />
yaklaşımlarında bulunulabilmesi için, ne gibi olumsuz etkiler yaptığının<br />
bilinmesi gereklidir. Bu yazıda çocuk ve ergenin cinsel kötüye kulanımına<br />
işaret eden klinik belirti ve bulguları, çocuğun şimdiki yaşantısı<br />
ile yetişkinlik yaşamı üzerine olası etkileri, korunma ve hemşirelik<br />
yaklaşımları ele alınmıştır.<br />
CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMA ĐŞARET EDEN KLĐNĐK<br />
BELĐRTĐLER VE BULGULAR<br />
Cinsel kötüye kullanıma işaret eden klinik belirti ve bulguların<br />
tanınması fiziksel kötüye kullanıma oranla daha zordur. Ayrıca çoğu<br />
olguda cinsel kötüye kullanımı kanıtlayacak fiziksel bulgular yoktur.<br />
Özgün bulgular olmamasına karşın, çocuk ve ergenler kuşkuyu artırıcı<br />
birçok davranış örüntüsü ve klinik bulgular gösterebilmektedir (Hymel,<br />
Jenny 1994). Çocukla ilgilenen kişinin veya sağlık çalışanlarının<br />
muayene sırasında dikkatini çeken fiziksel belirti ve bulgular şunlar<br />
olabilmektedir; genital bölgedeki sıyrıklar, kaşınma, ağrı, yırtılmış<br />
himen, vajina veya makat kanaması, perine yırtığı ya da çürükleri,<br />
yürüme ve oturmadaki güçlüktür. Ayrıca çocuk ve ergenlerde cinsel<br />
yolla bulaşan hastalıklar, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, penis<br />
iltihabı veya vajinal akıntı durumlarında cinsel kötüye kullanım<br />
olabileceği düşünülmelidir.<br />
Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanıma işaret eden birçok<br />
davranışsal değişiklik de gözlenmektedir. Davranışsal değişiklikler ile<br />
ilişkili belirti ve bulgular yaşlara göre farklılıklar göstermektedir.<br />
Yaşlara göre gözlenen davranışsal değişiklikler şunlardır (Smith and at<br />
all 1994, Hymel Jenny 1994, Yalın 1990).<br />
Bebeklik - 4 Yaş<br />
Tuvalet eğitiminde bozulmalar (idrar veya dışkı kaçırma)<br />
196
Cinsel içerikli sözcüklerde artma<br />
Cinsel organları ile aşırı fiziksel uğraş<br />
Oyunlarında cinsel içeriğin fazlalığı (cinsel eylemlerin diğer<br />
çocuklarla veya bebeklerle taklit edilmesi )<br />
Uyku bozuklukları<br />
4 - 6 Yaş<br />
Korku (yetişkinlerden, özellikle erkeklerden aşırı derecede korkma)<br />
Cinsel içerikli sözcük ve davranışlarda artma (cinsel organları<br />
gösterme, cinsel organları ile aşırı fiziksel uğraş veya açık<br />
masturbasyon)<br />
Cinsel ilişkiyi ayrıntılı bilme (cinsel ilişkiye tanık olma veya<br />
katılmadan kuşkulanılmalıdır)<br />
7 - 12 Yaş<br />
Okul başarısında düşme<br />
Korku (özellikle yetişkinlerden)<br />
Depresif belirtiler<br />
Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri<br />
Yaşa uygun olmayan davranışlarda artma (anne ya da abla<br />
davranışı gösterme)<br />
Cinsel konularla aşırı uğraşma<br />
Cinsel saldırganlık (başkalarını cinsel ilişkiye zorlama)<br />
Aşırı veya açıktan masturbasyon<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Ergenlerde<br />
Evden kaçma veya eve gitmede isteksizlik<br />
Duygulanımda dalgalanma<br />
Kendine zarar verme, özkıyım girişimleri<br />
Đlaç ve alkol kötüye kullanımı<br />
Uygunsuz cinsel davranışlar (flörte erken başlama, kışkırtıcılık,<br />
arkadaşlarını cinsel ilişkiye zorlama)<br />
Davranış bozuklukları (okuldan ve evden kaçma, yalan söyleme,<br />
çalma ve saldırgan davranışlar )<br />
Okul öncesi çocukların bilişsel ve dil gelişiminin yeterli olmaması<br />
nedeniyle değerlendirilmeleri güçtür. Bu çocuklarda bu tür yaşantıları<br />
oyunlar veya fantazilerle açığa çıkarmak mümkün olabilir (Everson,<br />
Boat 1990).<br />
197
CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMIN YETĐŞKĐNLĐK YAŞANTISI<br />
<strong>Ü</strong>ZERĐNE OLASI ETKĐLERĐ<br />
Çocuklukta veya ergenlikte yaşanan cinsel kötüye kullanımın<br />
şimdiki yaşantısına ilaveten yetişkinlik yaşantısı üzerine de olumsuz<br />
etkileri olduğuna dair bir çok yayın vardır (Beitchman JH and at all<br />
1991, Beitchman JH and at all 1992, Green AH.1993). Yapılan bir<br />
çalışmada, çocukluğunda cinsel kötüye kullanıma uğrayanların<br />
yetişkin yaşamlarında psikolojik sorun görülmesi, böyle bir öyküsü<br />
olmayanlara oranla yaklaşık iki kat daha fazla bulunmuştur (Hooper<br />
1990).<br />
Cinsel kötüye kullanımın olası sonuçları şunlardır (Smith and at<br />
all 1994, Koten ve ark. 1996, Kaplan 1994, Fergusson and at all 1996).<br />
1. Cinsellik üzerine etkiler<br />
2. Emosyonel etkiler<br />
3. Depresif duygudurum üzerine etkiler<br />
4. Anksiyete şeklindeki etkiler<br />
5. Davranışsal etkiler<br />
6. Kişilik gelişimi üzerine etkiler<br />
7. Diğer etkiler<br />
Cinsellik üzerine etkiler:<br />
Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocuklarda, büyük olasılıkla<br />
gözlenen en özgün cevap artmış cinsel davranışlardır. Yapılan çalışmalarda<br />
bu çocukların, yetişkin veya diğer genç çocuklarla daha sık cinsel<br />
ilişkiye girdikleri, arkadaşları ile cinsel içerikli oyunlar oynadıkları ve<br />
hastaneye yatırıldıklarında sağlık personeline karşı baştan çıkarıcı<br />
davranışlarda bulundukları saptanmıştır (Beitchman and at all 1991,<br />
Beitchman and at all 1992, Green 1993, Adams and at all 1995, Yates<br />
1991).<br />
Bu veriler "acaba cinsel davranışlardaki artış, cinsellikle erken<br />
tanışma veya cinselliği erken öğrenmenin sonucu mu oluşmuştur,<br />
yoksa cinsel kötüye kullanıma uğrayan çocukların baştan çıkarıcı<br />
(sedüktif) bir yönü mü vardır" sorusunu akla getirmektedir.<br />
Kötüye kullananın birden fazla olması, kötüye kullanımın sık<br />
olması, uzun süreden beri olması ve güç kullanılması çocuklarda<br />
uygunsuz cinsel davranış gelişimini artırmaktadır (Kohan and at all<br />
1987, Friedrich and at all 1992, Mc Clellan and at all 1996). Ayrıca<br />
yapılan bir araştırmada cinsel kötüye kullanıma ne kadar erken yaşta<br />
maruz kalınmışsa uygunsuz cinsel davranış gösterme oranın daha<br />
fazla olduğu saptanmıştır. Bu araştırmada özellikle 0-3 yaşları<br />
arasında cinsel tacize uğrayanlarda aşırı cinsel davranışlar ve<br />
198
teşhircilik anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (Friedrich and at all<br />
1992, Mc Clellan and at all 1996).<br />
Cinsel kötüye kullanıma maruz kalan kızların erkeklere oranla<br />
daha fazla uygunsuz cinsel davranışlar gösterdiği belirtilmektedir<br />
(Adams and at all 1995, McClellan and at all 1996). Cinsel kötüye<br />
kullanıma uğramış kız çocuklarının arkadaşları arasında cinsel ilişkiyi<br />
başlatma eğiliminin daha fazla olduğu ve davranışlarının daha çok<br />
yetişkinin cinsel davranışlarını andırdığı ileri sürülmektedir. Ergenlik<br />
döneminde ise kişilerarası ilişkilerde çoğu davranışlarını cinselleştirerek<br />
diğer insanları kullanmaya çalıştıkları belirtilmektedir (Fergusson and<br />
at all 1996).<br />
Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocukların bebekleri ile<br />
oynamaları gözlemlendiğinde ve çizdikleri resimler incelendiğinde daha<br />
fazla cinsel içerikli oyun, davranış ve çizimler sergiledikleri saptanmıştır<br />
(Everson, Boat 1990, Hibbard and at all 1988). Çocuklukta cinsel<br />
kötüye kullanıma uğrama yetişkinlik yaşamında cinsellikten korkma,<br />
karşı cinsle ilişkilerde sorunlar yaşama gibi cinsel yaşantı üzerinde<br />
belirgin olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Kadınlarda frijidite,<br />
vajinusmus gibi cinsel sorunlar artmaktadır.Erkekler de ise sıklıkla<br />
cinsel kimlik karmaşası gözlenmektedir (Finkelhor and at all 1990,<br />
Mullen and at all 1993).<br />
Emosyonel etkiler:<br />
Klinik çalışmalar, çoğu kurbanın cinsel kötüye kullanım<br />
yaşantısından kendisini sorumlu tuttuğunu ve suçladığını göstermiştir<br />
(Summit 1983, Elliott, Tarnowski 1990). Bu bulgular çocukların<br />
"isteseydim, arzu etseydim bu durumu durdurabilirdim" düşüncesi<br />
olduğunu desteklemektedir. Eğer kötüye kullanımda rıza ve baştan<br />
çıkarıcılık olmuşsa suçluluk duygularının arttığı belirtilmektedir (Summit<br />
1983). Kurbanlarda yetersizlik ve izolasyon duyguları gelişebilmektedir.<br />
Bir kısmında karşı cinse güvensizlik gelişirken, bir kısmında ters<br />
etkiyle uygunsuz cinsel nesneye çabuk bağlanmanın söz konusu<br />
olduğu bildirilmiştir (Elliott, Tarnowski 1990).<br />
Depresif duygu durum üzerine etkileri:<br />
Cinsel kötüye kullanıma uğrayanlarda depresyon gelişme riski<br />
artmaktadır. Klinik gözlemlerde depresif duygudurumunun sıklıkla<br />
kızgınlıkla birlikte olduğu görülmektedir (Elliott, Tarnowski 1990,<br />
Monck and at all 1993). Bu gibi çocukların gelecek hakkında olumsuz<br />
düşüncelere ve düşük benlik saygısına sahip olduğu saptanmıştır<br />
(Elliott, Tarnowski 1990). Çocukluk döneminde cinsel kötüye kullanıma<br />
uğramış olanların yetişkin dönemlerinde depresyon gelişme riskinin<br />
arttığı belirtilmektedir (Mullen and at all 1993).<br />
199
4. Anksiyete şeklindeki etkiler:<br />
Çocukluğunda cinsel kötüye kullanıma uğramış yetişkinlerde<br />
anksiyete bozukluğu prevalansının yüksek olduğu saptanmıştır.<br />
Yapılan araştırmalarda çocukluğunda cinsel kötü kullanım öyküsü<br />
olanlarda yetişkinlikte daha sık olarak agarafobi, obsesif kompulsif<br />
bozukluk ve sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarının ortaya çıktığı<br />
bulunmuştur (Mullen and at all 1993, Stein, Wolker, Anderson 1996).<br />
Anksiyete belirtileri; korku, bedensel yakınmalar, uyku örüntüsü<br />
değişiklikleri ve kabuslar tarzında kendini göstermektedir. Bu belirtiler<br />
daha çok travma sonrası stres bozukluğu ile uyumlu bir klinik<br />
tablodur. Çocuk olayı canlı bir şekilde yeniden yaşamakta, gerginlik ve<br />
çabuk tepki verme gibi belirtiler göstermektedir. Yapılan bir çalışmada<br />
cinsel kötüye kullanıma uğramış grubun fiziksel kötüye kullanılan<br />
gruba göre daha fazla travma sonrası stres bozukluğu tanı ölçütleri<br />
gösterdikleri belirlenmiştir (Deblinger and at all1989 ). Cinsel kötüye<br />
kullanıma uğrayan çocuk ve ergenlerde disosiyatif belirtilerin sık<br />
olduğu saptanmıştır. Bu çocuk ve ergenlerin yetişkinlik yaşamlarında<br />
disosiyatif belirtiler gösterme olasılıkları yüksektir (Ch, Dill 1990)<br />
5. Davranışsal etkiler:<br />
Cinsel kötüye kullanıma uğramış erkek çocuklarda en sık görülen<br />
davranış tepkisi, saldırgan davranışların gelişimi şeklindedir. Bu erkek<br />
çocuklarda davranım bozukluğu niteliğindeki davranışlar sıklıkla<br />
gözlenmektedir. Bazı araştırmacılar bunu, erkek kimliğini yeniden<br />
oluşturma olarak yorumlamaktadır. Kızlarda en sık gözlenen davranış<br />
tepkisi ise, intihar ve kendine zarar verme davranışlarıdır. Kendine<br />
zarar verici davranışlar genellikle vücudunda sigara söndürme ve<br />
bileğini kesme gibi davranışlar şeklinde kendini göstermektedir. Bazı<br />
araştırmacılar, bunun kendini cezalandırma ve çekiciliği azaltmak<br />
amacı güttüğünü ileri sürmektedirler (Rogers, Tery 1984). Yetişkin<br />
yaşamdaki kendine zarar verme ve intihar davranışının, çocuklarda<br />
cinsel kötüye kullanıma maruz kalışla bağlantılı olabileceği sıklıkla<br />
düşünülmüştür. Kendine zarar verme davranışı veya intihar<br />
düşünceleri olan yetişkin kadınları değerlendirirken çocukluğunda<br />
cinsel kötüye kullanıma uğramış olma olasılığı bir klinisyen tarafından<br />
göz ardı edilmemelidir (Romans 1995, Briere, Zaidi 1989).<br />
6. Kişilik gelişimi üzerine etkiler:<br />
Çalışmaların çoğunda borderline kişilik bozukluğuna sahip<br />
hastalar arasında çocuklukta cinsel kötüye kullanım sıklığının yüksek<br />
olduğuna ilişkin bulgular vardır (Briere, Zaidi 1989). Silk ve<br />
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, borderline kişilik bozukluğunun<br />
gelişiminin "cinsel kötüye kullanımın süresi" ile ilişkili olduğu<br />
200
elirlenmiştir. Devam eden cinsel kötüye kullanım, borderline kişilik<br />
bozukluğu gelişme olasılığını artırmaktadır (Silk 1995).<br />
7. Diğer etkiler:<br />
Heins ve arkadaşları yaptıkları bir araştırmada, çocuklukta cinsel<br />
kötüye kullanımı takiben varsanıları araştırmışlar, çocukluktaki cinsel<br />
kötüye kullanım sonrası varsanıların oluşabileceğini ve bunların yıllarca<br />
sürebileceğini saptamışlardır. Burada gözlenen varsanıların şizofrenideki<br />
varsanılardan farklı, yalancı varsanılar olduğu belirtilmektedir (Heins,<br />
Gray, Tennat 1990). Yapılan bir çalışmada cinsel tacize uğramış<br />
ergenlerde, daha sık olarak uyuşturucu madde kullanımı ve aşırı alkol<br />
kullanımı olduğu saptanmıştır (Singer, Patchers, Hussey 1989).<br />
CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMI ÖNLEME<br />
Çocukların cinsel kötüye kullanımlarının özellikle 7 yaşın altındaki<br />
çocuklarda anlamlı düzeyde saptanması, bir çok girişim yöntemlerinin<br />
ve önleme programlarının geliştirilmesini sağlamıştır. (Kolko, Moser,<br />
Weldy 1988, Wurtele and at all 1987). Etkili ve işe yarar programların<br />
geliştirilebilmesi için anne ve babaların eğitilmesi ve uzmanlarla<br />
işbirliği yapılması gerekir. Bu eğitimde ailenin çocuğa öğretmesi<br />
gereken bilgileri Yalın ve arkadaşları şöyle sıralamaktadırlar (Yalın<br />
1990).<br />
Cinsel organları yaralandığı ya da hastalandığında, yalnız doktorların<br />
veya ana babalarının dokunabileceği öğretilmelidir.<br />
Kendilerini cinsel açıdan kötüye kullanmak isteyen kişilere "hayır"<br />
demeleri öğretilmelidir.<br />
Rahatsız olacakları herhangi bir biçimde, kendilerine dokundurtmama<br />
hakkına sahip oldukları öğretilmelidir.<br />
Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan biriyle karşılaştıklarında<br />
oradan hemen uzaklaşmaları öğretilmelidir.<br />
Cinsel yönden kötüye kullanıma uğramaları halinde, hiç bir zaman<br />
bunun kendi suçları olmadığı öğretilmelidir.<br />
Cinsel organlarına dokunan bir büyük ile ilgili "sır" saklamamaları<br />
öğretilmelidir.<br />
Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan birisi ile karşılaştıklarında<br />
"yüksek sesle bağırmaları" öğretilmelidir.<br />
Cinsel kötüye kullanıma kalkışan biriyle mücadele etmede "vurma,<br />
tekme atma" gibi davranışlar öğretilmelidir.<br />
Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını kime (anne ve babaya) ve<br />
nasıl anlatacakları öğretilmelidir.<br />
Cinsel organların anatomik isimleri doğru olarak öğretilmelidir.<br />
201
Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını bildirdiklerinde bazen<br />
yetişkinlerin inanmadıkları anlatılmalıdır.<br />
Çocuğun kötüye kullanım sırasında yüksek sesle bağırmasının<br />
bazen de olumsuz etkileri olabileceği unutulmamalıdır. Kötüye kullanan<br />
bireyin, bağırma sırasında telaşlanıp kurbana zarar verme, hatta<br />
öldürme riski bulunabilmektedir. Çocuğa cinsel ilişki tarif edilirken<br />
veya cinsel eğitim verilirken nasıl ve nereye kadar bir eğitimin verileceği<br />
dikkatle planlanmalıdır. Eğitim sırasında, yaşa uygun olmayan tarzda<br />
veya aşırı ayrıntılı bilgi verilmesi, çocuğun cinselliğe merakında aşırı<br />
artışa neden olabileceği unutulmamalıdır. Önleme programlarına çocuğa<br />
cinsel davranışların öğretilmesini içeren konular konulacaksa, anne<br />
babalara, çocuğun yaşa özgü cinsel davranış ve gelişim özelliklerinin de<br />
anlatılması gerekmektedir Cinsel kötüye kullanım çocuk tedavi için<br />
hekime getirildiğinde, eğer kötüye kullanım aile içerisinden birisi tarafından<br />
yapılmışsa mutlaka çocuğun aileden uzaklaştırıp tedavi edilmesi<br />
gereklidir. Sonuç olarak; çocuktan anamnez alımı ve fizik muayenesi<br />
sırasında cinsel kötüye kullanım şüphesi uyandıran ifadelerin, davranışların<br />
ve bulguların uzmanlar tarafından dikkatle değerlendirmesi<br />
gerekmektedir. Cinsel kötüye kullanım açısından erken önlemlerin<br />
alınması ve tedavi çocuğu ileriye yönelik olumsuz etkilerden koruyacaktır.<br />
CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMDA HEMŞĐRELĐK<br />
YAKLAŞIMLARI<br />
Çocukların ve ergenlerin mutlu, üretken ve uyumlu olabilme<br />
yetilerini bozan “cinsel kötüye kullanım” bulgularının tanınması ve<br />
sağaltımı çocuğun ve ergenin sağlıklı gelişimi ve sağlıklı bir yetişkin<br />
olabilmesi sürecinde oldukça önemlidir. Çocuk ve ergenlerin fizik ve<br />
ruh sağlığı, işlevselliği ve sağlıklı gelişimi üzerinde duran, sağlığın<br />
korunması, sürdürülmesi ve çocuğun “cinsel kötüye kullanımı” ile<br />
ortaya çıkan bozuklukların tanı, tedavi, bakım ve rehabilitasyonu ile<br />
ilgilenen psikiyatri hemşirelerinin bu alanda yapacakları hizmetin<br />
kalitesi önemlidir. “Cinsel kötüye kullanım” sürecini yaşayan çocuk ve<br />
ergene yönelik hemşirelik bakım hizmetleri çocuğun ve ergenin temel<br />
gereksinimleri, günlük yaşam aktiviteleri ve çocuk ruh sağlığı ve hastalıklarına<br />
yönelik hemşirelik uygulama standartlarına uygun olarak<br />
bağımsızlığı arttırıcı, işlevselliği sürdürücü, güvenliği sağlayıcı, tedavi<br />
edici ve komplikasyonları önleyici girişimleri içermektedir (Canat 1994,<br />
Beitchman and at all 1991, Beitchman and at all 1992, Green 1993,<br />
Adams and at all 1995).<br />
1987 yılında Amerikan Hemşireler Birliği, çocuk ruh sağlığı ve<br />
hastalıklarına yönelik hemşirelik bakımının kalitesini belirleyici standartlar<br />
geliştirmiştir. Her profesyonel hemşire gibi psikiyatri hemşireleri<br />
de “Cinsel kötüye kullanım” durumunu yaşayan çocuğa bu standartlar<br />
202
doğrultusunda bilgi ve becerilerini kullanarak gereken bakım ve<br />
hizmeti vermektedir (Beitchman and at all 1991, Beitchman and at all<br />
1992, Green 1993, Adams and at all 1995).<br />
Psikiyatri hemşiresi hemşirelik tanılarını oluşturmadan önce<br />
çocuk ya da ergenle mümkün olduğu kadar ayrıntılı öykü alabileceği<br />
bir görüşme yapmalıdır. Görüşme sırasında şunlara dikkat edilmelidir:<br />
Çocuktan öykü alırken çocuk veya ergenle yalnız bulunulmalı,<br />
dostça ilişkili kurulmalı ve destekleyici olunmalıdır.<br />
Tanışma sonrasında kendisiyle neden görüşüldüğü anlatılmalı ve<br />
görüşmenin amacı açıklanmalıdır.<br />
Çocuk veya ergen ile aynı düzeyde oturulmalı, Görüşmeye arkadaşları,<br />
okulu veya ilgileri hakkında yumuşatıcı konuları sorarak başlanmalıdır.<br />
Hemşirenin ses tonu ve yüz ifadesi yargılayıcı bir tarzda olmamalıdır.<br />
Çocuğu ya da ergeni tehdit edici konuşmalar yapılmamalı, Onun<br />
güvenini kazanmalı ve konuşulanların ikinizin arasında kalacağına<br />
yönelik güvence verilmelidir.<br />
Başlangıçta açık-uçlu sorular sorulmalıdır. Açık uçlu sorular şu<br />
şekilde olabilir: "Birileri sana hoşlanmadığın bir tarzda dokundu<br />
mu", "Birileri senin özel bölgelerine dokundu mu", " Nasıl oldu",<br />
"Konuyu biraz daha açar mısın", "Hatırladığın başka birşeyler daha<br />
var mı", "En son olan olayı bana anlatabilir misin".<br />
Taciz olayından sonra ağrı, kanama veya idrar yaparken yanma olup<br />
olmadığı sorulmalıdır. Taciz yapanın ismini ve tacizin nerede olduğu<br />
öğrenilmelidir.<br />
Tekrarlayıcı sorulardan kaçınılmalıdır.<br />
Açık uçlu soruların sorulması bitmiş ve hala cinsel taciz olayı açığa<br />
kavuşmamışsa, daha özel sorular sorulmalıdır.<br />
Görüşme sırasında çocuğun davranışları gözlemlenmeli ve kaydedilmelidir.<br />
Kayıtlar çocuğun ifade ettiği tarzda yazılmalıdır.<br />
Görüşme sonlanırken çocuğa olan şeyleri anlatmasının doğru bir<br />
davranış olduğu söylenmelidir.<br />
Kuzey Amerika <strong>Hemşirelik</strong> Tanı Birliği- North American Nursing<br />
Diagnosis Association (NANDA) (2002)’nin geliştirdiği tanı sınıflamaları<br />
arasında çocuklarda görülen “Cinsel kötüye kullanım” tepkilerine<br />
ilişkin hemşirelik tanıları yer almaktadır. Psikiyatri hemşiresi çocuk ya<br />
da ergenle ayrıntılı ve açık bir görüşme yaptıktan sonra bu tanı<br />
sınıflaması doğrultusunda hemşirelik tanılarını oluşturmaya başlar<br />
Psikiyatri hemşireleri, çocukların “Cinsel kötüye kullanım”a karşı olan<br />
tepkileri ile çalışırken bu tepkileri nedene yönelik yaklaşımlarla<br />
değerlendirip, sistematik bir problem çözme yöntemi olan hemşirelik<br />
203
süreci doğrultusunda hemşirelik tanılarını kullanarak, uygulamalarını<br />
yaparlar. Örneğin; “çocuğun geleceğe yönelik olumsuz ifadeleri ve<br />
kötümserliğine bağlı umutsuzluk duygusu”, “nedensellik ve anlam<br />
hakkında aşırı uğraşmaya bağlı düşünce sürecinde değişiklik” ya da<br />
“bireysel başetmede yetersizlik”, “öfke ve öfke dışavurumuna bağlı<br />
kendine ya da başkalarına zarar verme potansiyeli”, “ kendini kınama<br />
ve utanca bağlı benlik saygısında azalma” “Cinsel kötüye kullanıma<br />
bağlı öfkeyi kendisine yöneltmeyle ilişkili suçluluk duygusu” gibi<br />
hemşirelik tanıları bu süreci yaşayan bir çocuk ya da ergen için en sık<br />
kullanılan hemşirelik tanılarıdır<br />
Psikiyatri hemşirelerinin cinsel kötüye kullanım durumu yaşayan<br />
çocuğa yönelik oluşturdukları bu hemşirelik tanılarına uygun hemşirelik<br />
girişimlerini planlayıp, uygulama sürecinde doğru yaklaşımları<br />
göstermeleri çok önemlidir. Bu girişimler, çocuğun yaşına ve gelişim<br />
dönemine uygun olarak, hemşirelik girişimleri sınıflandırma sistemi<br />
(Nursing Đntervention Classification-NIC)’ nde belirtilen girişimler listesi<br />
kullanarak seçilir.<br />
Yaşanan olay nedeniyle çocuk ve aile suçlanmamalıdır. Çocuğa<br />
kendisinin hatası olmadığı anlatılmalıdır. Çocuklara, bazı çocukların<br />
başına da benzer şeylerin geldiği veya gelebileceği anlatılmalıdır. Cinsel<br />
kötüye kullanıma uğramış çocuklara uygun yaklaşımın sağlanması,<br />
çocuğun olayı çözümlemesi ve sıkıntısıyla başa çıkması konusunda<br />
yardımcı olacaktır. Bu sebeple cinsel kötüye kullanım olguları ile<br />
karşılaşan psikiyatri hemşireleri nasıl davranacakları konusunda<br />
eğitimli olmalı ve klinik yaklaşımları bilmelidir.<br />
Sonuç olarak hemşirenin bu durumdaki rolü cinsel kötüye kullanım<br />
vakalarını tanılayabilmesi, mağduru anlamaya çalışarak, yardım ve<br />
destek sunabilmesi olarak sıralanabilir. Hemşire tarafından yapılan iyi<br />
bir değerlendirme, iyi bir girişimi ve yapılandırılmış bir uygulamayı<br />
getirir. Cinsel kötüye kullanım döngüsünün kırılması açısından hemşire<br />
önemli bir yere sahiptir. Çocuk ve ergene yaklaşımda, durumun erken<br />
tanısı ve çözümünde hemşirenin de içinde bulunduğu multidisipliner<br />
bir yaklaşım gereklidir. Tüm disiplinlerin ortaklaşa çalıştığı bu yaklaşım<br />
sayesinde çocuğun ve ergenin topluma tekrar kazanımı sağlanacaktır.<br />
Bumun için hemşirelik girişimlerinin esas alındığı, cinsel kötüye<br />
kullanıma uğramış çocuk ve ergenin ailesinin de terapi sürecine dahil<br />
edildiği aile merkezli eğitim ve destek programlarının yürütülmesi<br />
gerekmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Adams J, McClellan J, Douglass D, McCurry C, Storck M. (1995). “Sexually<br />
Đnappropriate Behaviors Đn Seriously Mentally Đll Children And Adolescents”. Child<br />
Abuse Negl;19:555-68.<br />
204
2. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, DaCosta GA, Akman D, Cassavia E. A(1992)<br />
“Review Of The Long-Term Effects Of Child Sexual Abuse”. Child Abuse Negl;16:101-<br />
18.<br />
3. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, DaCosta GA, Akman D. A(1991) “Review Of The<br />
Short Term Effects Of Child Sexual Abuse”. Child Abuse Negl;15:537-56.<br />
4. Bifulco A, Brown GW, Adler Z. (1991) “Early Sexual Abuse And Clinical Depression<br />
Đn Later Life”. Br J Psychiatry: 159:115-22.<br />
5. Briere J, Zaidi LY.( 1989) “Sexual Abuse Histories And Sequelae Đn Female<br />
Psychiatric Emergency Room Patients”. Am J Psychiatry; 146:1602-6.<br />
6. Canat S.(1994). “Ergenlerde Aile Đçi Cinsel Taciz”. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı<br />
<strong>Dergisi</strong>;(1):18-22.<br />
7. Chu JA, Dill DL.( 1990) “Dissociative symptoms in relation to childhood physical and<br />
sexual abuse”. Am J Psychiatry; 147:887-92.<br />
8. Deblinger E, McLeer SV, Atkins M, Ralphe D, Foa E.( 1989). “Post-truamatic stress<br />
in sexually abused, physically abused, and nonabused children”. Int J Child Abuse<br />
Negl: 13 (3):403-8.<br />
9. Elliott DJ, Tarnowski KJ.( 1990) “Depressive characteristics of sexually abused<br />
children”. Child Psych Hum Dev; 21:37-48.<br />
10. Everson MD, Boat BW.(1990) “Sexualized doll play among young children:<br />
implications for the use of anatomical dolls in sexual abuse evaluations”. J Am Acad<br />
Child Adolesc Psychiatry: 29 (5):736-42.<br />
11. Fergusson DM, Horwood LJ, Lynskey MT.(1996) “Childhood sexual abuse and<br />
psychiatric disorder in young adulthood: II. Psychiatric outcomes of childhood<br />
sexual abuse”. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 35(10):1365-74.<br />
12. Fergusson DM, Lynskey MT, Horwood LJ.(1996) “Childhood sexual abuse and<br />
psychiatric disorder in young adulthood: I. Prevalance of sexual abuse and factors<br />
associated with sexual abuse”. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 35(10):1355-64.<br />
13. Finkelhor D, Hotaling G, Lewis IA, Smith C.(1990) “Sexual abuse in a national<br />
survey of adult men and women: prevalence, characteristics, and risk factors”. Child<br />
Abuse Negl;14 (1):19-28.<br />
14. Fothergill J.(1994) Çocuğun kötüye kulllanımı. Pediyatrik Đleri Yaşam Desteği II.<br />
Bozkurt K (çev.). Đstanbul: Turgut Yayıncılık ve Tic.A.Ş, <strong>23</strong>3-42, 1994.<br />
15. Friedrich WN, Grambsch P, Damon(1992). The child sexual behavior inventory:<br />
normative and clinical findings. Psychol Asses; 4:303-11.<br />
16. Foye HR, Sulkes ZB. Sexual abuse. Behrman RE, Kliegman RM (ed.)( 1994). Nelson<br />
Essentials of Pediatrics. Second edition, Philadelphia: W.B.Saunders Company,: 81-<br />
83.<br />
17. Green AH.(1993) Child sexual abuse: immediate and long-term effects and<br />
interventions. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 32 :890-902.<br />
18. Heins T, Gray A, Tennant M.(1990) Persisting hallucinations following childhood<br />
sexual abuse. Aust NZ J Psychiatry, 24:561-65.<br />
19. Hibbard RA, Brack CJ, Rauch S, Orr DP.(1988) Abuse, feelings and health behaviors<br />
in a student population. Am J Dis Child;142:326-330.<br />
20. Hooper PD. (1990). Psychological sequelae of sexual abuse in childhood. Br J Gen<br />
Pract.; 40 (330):29-31.<br />
205
21. Hymel KP, Jenny C.(1996). Child sexual abuse. Pediatrics in Review; 17 (7):<strong>23</strong>6-49.<br />
22. Kaplan HI(1994) . Sexual abuse. Kaplan and Saddock's Synopsis of Psychiatry,<br />
Kaplan HI, Saddock B (ed.). 7 th edition, Williams and Wilkins, Baltimore,1788-95.<br />
<strong>23</strong>. Kohan MJ, Pothier P, Norbeck JS.(1987). Hospitalized children with a history of<br />
sexual abuse: incidence and care issues. Am J Orthopsychiatry; 57:258-64.<br />
24. Kolko DJ, Moser JT, Weldy SR.(1988) Behavioral-emotional indicators of sexual<br />
abuse in child psychiatric inpatients: a controlled comparison with physical abuse.<br />
Child Abuse Negl; 12(4):529-41.<br />
25. Koten Y, Tuğlu C, Abay E.(1996). <strong>Ü</strong>niversite öğrencileri arasında ensest bildirimi.<br />
Özşahin A (yayın sorumlusu) XXXII Ulusal Psikiyatri Kongresi: Eylül 25-28; Ankara.<br />
GATA Basımevi1996;154.<br />
26. McClellan J, McCurry C, Ronnel M, Adams J, Eisner A, Strorck M.(1996) Age onset<br />
of sexual abuse. Relationship to sexually inappropriate behaviors. Am Acad Child<br />
Adolesc Psychiatry:35(10):1375-83.<br />
27. Monck E, Bentovim A, Goodall G, Hyde C, Lwin R, Sharland E.(1993) Child sexual<br />
abuse: A descriptive and treatment study. London: Her Majesty's Stationery Office.<br />
28. Mullen PE, Martin JL, Anderson JC, Romans SE, Herbison GP.(1993) Childhood<br />
sexual abuse and mental health in adult life. Br J Psychiatry; 163:721-732.<br />
29. Rogers CN, Terry T.(1984). Clinical interventions with boy victims of sexual abuse.<br />
Stuart IR and Greer JR (ed.). Victims of Sexual Aggression: Treatment of children,<br />
Women and Men .Newyork: Van Nostrand Reinhold press.<br />
30. Romans S.(1995). Sexual abuse in childhood and deliberate self-harm. Am J<br />
Psychiatry;152:1336-42.<br />
31. Sedney MA, Brooks B.(1984) Factors associated with a history of childhood sexual<br />
experience in a nonclinical female population. J Am Acad Child Psychiatry. <strong>23</strong>: 215-<br />
18.<br />
32. Silk K.(1995).Borderline personality disorder symptoms and severity of sexual<br />
abuse. Am J Psychiatry;152:1059-64.<br />
33. Singer MI, Patchers MK, Hussey D.(1989). The relationship between sexual abuse<br />
and substance abuse among psychiatrically hospitalized adolescents. Child Abuse<br />
Negl: 13(3):319-25.<br />
34. Smith M, Bentovim A. Sexual abuse. Rutter M, Taylor E, Hersov L (ed.)(1994). Child<br />
and Adolescent Psychiatry. Third Edition, Newyork: Science Ltd, <strong>23</strong>0-43.<br />
35. Stein M, Walker J, Anderson G.(1996). Childhood physical and sexual abuse and<br />
with anxiety disorders and in a community sample. Am J Psychiatry:153:275-77.<br />
36. Summit RC.(1983). The child sexual abuse accommodation syndrome. Child Abuse<br />
and Negl; 7: 177-93.<br />
37. Wurtele SK, Currien LL, Gillespie EI, Fraklin CF. (1987). The efficacy of a parentimplemented<br />
program for teaching preschoolers personal safety skills. Behaviour<br />
Therapy; 22:69-83.<br />
38. Yalın A.(1995). Okul öncesi çocuklarda cinsel istismarı önleme programı. Çocuk ve<br />
Gençlik Ruh Sağlığı <strong>Dergisi</strong>; 2(1):19-27.<br />
39. Yates A.(1991). Childhood Sexuality. Lewis M (ed.). Child and Adolescent Psychiatry.<br />
Baltimore, Williams and Wilkins, 195-215.<br />
206
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 207-221, <strong>2007</strong><br />
KĐŞĐLERARASI ĐLĐŞKĐLERDE ÇATIŞMA VE ÇATIŞMA YÖNETĐMĐ<br />
CONFLICT AND CONFLICT MANAGEMENT IN RELATIONSHIPS<br />
Olcay ÇAM*<br />
Ebru AKG<strong>Ü</strong>N**<br />
*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />
**Dokuz Eylül <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />
Anahtar Sözcükler: Çatışma, Çatışma Yönetimi<br />
Key Words: Conflict, Conflict management<br />
ÖZET<br />
Kişilerarası ilişkilerde kaçınılmaz bir durum olan kişilerarası çatışmalar,<br />
birbirleriyle etkileşim halinde bulunan iki veya daha fazla kişi arasında<br />
uzlaşmaz hedefler, düşünceler, duygular ve davranışların varlığından kaynaklanır.<br />
Kişilerarası çatışmaların nedenleri incelediğinde; farklı biliş, algı, duygu,<br />
bilinçdışı ihtiyaçlar, iletişim becerileri gibi kişisel faktörlerden, kültürel<br />
faktörlerden, rol farklılıklarından, sosyal ve fiziksel çevreden kaynaklandığı<br />
ortaya çıkmıştır. Çatışma kişilerarası ilişkilerin bozulmasına, kişilerin stres<br />
yaşamasına, mide rahatsızlıkları, baş ağrıları gibi somatik rahatsızlıklar ve<br />
depresyon, anksiyete gibi psikolojik belirtiler göstermelerine neden olurken;<br />
olumlu yönetildiğinde ise bireysel gelişimi sağlayan, problem çözme becerilerini<br />
geliştiren bir durumdur. Literatürde çatışma çözümüne yönelik beş yaklaşım<br />
veya yöntem belirtilmiştir, kaçınma, hükmetme, uyma, uzlaşma ve bütünleştirme.<br />
Kişiler içinde bulundukları durumu tanımlamalı ve duruma uygun çatışma<br />
çözme yöntemine karar vermelidirler.<br />
SUMMARY<br />
Conflict is a natural part of human relationships. Conflict has been defined a<br />
tension arising from differences in ideas, values or feelings between two or more<br />
people. The causes of interpersonal conflicts are individual differences like; cognition,<br />
perception, feelings and communuciation skills, cultural factors, role differentiation,<br />
social and pyhsical enviroment. Being in conflict threatens relationships, cause<br />
stress and psychosomatic complaints such as persistent headaches, upset stomach,<br />
anxiety and depression. Managing conflict succesfully promotes individual<br />
growth and enhances problem solving skills. Five common approaches or<br />
strategies to conflict resolution have been identified within the literature;<br />
dominating, avoiding, obliging, compromising and integrating.. People need to<br />
identify situation and decide which conflict management strategy they will use.<br />
207
GĐRĐŞ<br />
Đnsanların etkileşim halinde olduğu her ortamda çatışma kaçınılmaz<br />
bir olgudur. Çatışma psikolojik bir süreç olarak, ya bireyin kendi içinde<br />
ya da bireyler arasında en az iki temel farklılığın uyuşmazlığı şeklinde<br />
tanımlanabilir ( Arnold, Boggs 1999, Karip 2003, Kavalcı 2001). Birinin<br />
davranışları diğer kişi veya kişilerin gereksinimlerine ters düşüyor,<br />
karşılanmasını engelliyor ya da değerleri birbirine uymuyorsa bu kişiler<br />
arasında ortaya çıkan anlaşmazlıktır ( Arnold, Boggs 1999, Almost<br />
2006, Kavalcı 2001, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Çatışmalar günlük<br />
hayatın bir parçasıdır. Ancak pek çok kişi tarafından çatışma,<br />
ayrılıklara, strese, sosyal kargaşaya ve şiddete sebep olduğu için<br />
olumsuz olarak görülmekte hatta bir ilişkinin iyi olduğunun en önemli<br />
işaretinin çatışma içermemesi olduğu düşünülmektedir. Oysa çatışma<br />
içermeyen bir ilişkinin sağlıklı bir ilişki olduğu düşünülemez.Çatışma<br />
‘‘en az iki taraf arasında, değer, fikir, inanç, ilgi, algı, kültürel faktörler,<br />
sosyal roller, ihtiyaçlar, iletişim becerileri yönünden farklılıklar olduğu<br />
durumlarda yaşanabilen, gerilim, engellenme, rekabet, değişiklik ve<br />
müdahaleler yaşanan durumlardır” şeklinde tanımlanabilir (Arnold,<br />
Boggs 1999, Cüceloğlu 2005).<br />
Çatışma olumlu yönetildiğinde kişinin kendini tanımasına, karşıdaki<br />
kişinin özellikleriyle ilgili farkındalığını arttırmasına, ilişkilerde çözülmesi<br />
gereken problemlerin farkına varılmasına, değişimi cesaretlendirmesine,<br />
problem çözme için enerji ve güdülemenin artmasına, büyük problemler<br />
olarak algılanan küçük sorunları ortaya çıkarmasına katkıda bulunur.<br />
Çatışma iyi yönetilemediğinde ise kişiler stres yaşar, ilişkileri bozulur,<br />
kişiler mutsuz olur, somatik (mide rahatsızlıkları, baş ağrıları) ve<br />
psikolojik (depresyon, anksiyete) belirtiler gösterirler (Arnold, Boggs<br />
1999, Almost 2006, Balzer 1999).<br />
ÇATIŞMANININ AŞAMALARI<br />
Tekarslan ve Kılınç’ın (2000) belirttiğine göre; Pondy ( 1967)<br />
çatışmada beş aşama olduğunu belirtmiştir.<br />
1.Gizil Dönem: Çatışmanın oluşabilmesi için gerekli koşullar<br />
mevcuttur fakat çatışma henüz ortaya çıkmamıştır.<br />
2. Algılanan çatışma: Bireyler çatışmanın farkına varmışlardır.<br />
3. Hissedilen çatışma: Çatışma bu dönemde kişiselleşmiştir ve<br />
kişiler anksiyete, öfke hissetmektedirler. Gerilim oluşmuştur ancak<br />
henüz çatışma hala açığa çıkmamıştır.<br />
4. Çatışmanın Görülmesi: Çatışma artık taraflar için açık hale<br />
gelmiştir, çatışma ilgili davranışlar açık bir şekilde gözlemlenir.<br />
208
5. Çatışmanın sonuçlanması: Çatışma herhangi bir yöntemle<br />
sonlandırılır ve yeni koşullar oluşur.<br />
Almost’un belirttiğine göre (2006) çatışma aşamaları; farkındalıkla<br />
başlar, bu dönemde kişilerde çeşitli duygu ve düşüncelere olası tepkilerin<br />
gelişme aşamasıdır. Bütün bu tepkilerle kişiler, gözlenebilir davranışların<br />
oluşmasıyla sonuçlanacak çatışma durumuyla baş etmeye çalışırlar.<br />
Diğer kişiden tepki gelmesiyle süreç devam eder, çünkü her bireyin<br />
tepkisi diğerinin tepkisini uyarır. Etkileşim geliştikçe davranışları<br />
doğrudan etkileyen çatışmayla ilgili duygu ve düşünceler değişebilir.<br />
Daha sonra çatışma sonuçlanır. Bu sonuçlar her iki kişi içinde ortak<br />
bir anlaşma, her iki kişininde kaçınması, tek bir kişinin kontrolü veya<br />
çatışmanın çözümsüzlüğü şeklinde olabilir (Almost 2006).<br />
ÇATIŞMA NEDENLERĐ<br />
Kişiler arası çatışmalar, birbirleriyle etkileşim halinde bulunan iki<br />
veya daha fazla kişi arasında uzlaşmaz hedefler, düşünceler, duygular ve<br />
davranışların varlığından kaynaklanır. Kişilerarası çatışmaların başlangıç<br />
nedenleri farklı biliş, algı, duygu, bilinçdışı gereksinimler, iletişim becerileri<br />
gibi kişisel faktörlerden, kültürel faktörlerden, rol farklılıklarından,<br />
sosyal ve fiziksel çevreden kaynaklanabilir. Bireyler tüm bu özellikleri<br />
yönünden birbirlerinden farklı olduklarından çatışma yaşamaları<br />
kaçınılmazdır (Arnold, Boggs 1999, Almost 2006, Cox 2003, Dökmen<br />
1994, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />
KĐŞĐSEL FAKTÖRLER<br />
Her birey kendine özgüdür. Farklılaşan fikirler ve değerler çatışma<br />
yaratır. Benzer değerlere sahip olan kişiler birbirleriyle daha kolay<br />
iletişim kurarlar ve kişilerarası gerilim riski düşer. Kişilerin birbirlerine<br />
duydukları güven ve saygı artar. Yapılan araştırmalarda kişilik ve<br />
tutum gibi bireysel özelliklerin çatışma üzerinde minör etkisi olduğu<br />
bulunmuştur. Demografik farklılıklar kişilerarası iletişimde çatışmayı<br />
etkileyen diğer bir faktördür (Almost 2006, Valentine 1995). Valentine<br />
ve arkadaşlarına göre (1995) cinsiyet farklılıkları çatışmayı arttırır.<br />
Çatışmaya neden olan bir diğer kişisel faktör algılamadır.<br />
Algılama bireyin yaşadığı dünyayı hissetmesi, yorumlaması ve kavrama<br />
deneyimleridir. Algılama kişilerin davranışlarını, duygularını ve fiziksel<br />
tepkilerini etkiler. Đletişim sürecinde karşı taraf gönderilen mesajı alırken<br />
onu algıladığı biçimde yorumlar ve anlam verir. Duygu ve davranışlar<br />
bu yorumlar ve anlamlar sonucunda ortaya çıkar. (Duygulanım süreci,<br />
şekil 1)<br />
209
Görmek<br />
Duymak<br />
Tatmak<br />
Koklamak<br />
Dokunmak<br />
Davranışsal<br />
Tepkiler<br />
Çevresel olay<br />
5 duyu ile algılanır<br />
Kavramsal<br />
Tepkiler<br />
Đnanç, yorum,<br />
değer kalıpları<br />
Olayla ilgili<br />
düşünceler<br />
Đç konuşmalar<br />
DUYGULANIM S<strong>Ü</strong>RECĐ<br />
Biyofizyolojik<br />
Tepkiler<br />
DUYGU HALĐ<br />
Şekil 1: Özer K. : Ben Değeri Tiryakiliği, Sistem yayıncılık, Đstanbul, (2000a).<br />
Şekilde görüldüğü gibi olay veya durum kişi tarafından beş<br />
duyusuyla algılanır. Algılama sonucunda kişi inançları, değerleri,<br />
önceki deneyimleri sonucunda iç konuşmalar yapar ve otomatik<br />
düşünceler ortaya çıkar. Bu konuşmalar ve düşünceler doğrultusunda<br />
olayla ilgili duygu ve davranışları ortaya çıkar. Algılama sürecini<br />
kişilerin içinde bulundukları ortam (ses, ısı, başka insanların varlığı),<br />
kavramsal tepkileri ise kişilere bağlı özellikler; bilgi, daha önceki<br />
yaşanmışlıklar, kültürel özellikler, değerleri, otomatik düşünceleri<br />
etkiler. Kişiler verilen mesajı farklı bir şekilde yorumlar ve tepki<br />
verirler. Bu durum çatışmaların yaşanmasına neden olabilir. Otomatik<br />
düşünceler, bilişsel çarpıtma ve yanılgıların ortaya çıkmasına neden<br />
olabilir. Bilişsel çarpıtma ve yanılgılar değişik iletişim çatışmalarına<br />
neden olabilir. Örneğin aşırı genellemeci ve değiştirme gayreti olan bir<br />
kişi önyargılı ve toptan reddedici davranabilir. Çatışmalara neden olan<br />
bilişsel çarpıtma ve yanılgılar aşağıda belirtildiği gibidir ( Cüceloğlu<br />
2005, Dökmen 1994, Özer 2000b, Tekarslan ve Kılınç 2000, <strong>Ü</strong>stün,<br />
Akgün, Partlak 2005);<br />
Filtreleme, Kişi belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye<br />
dayalı olarak diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir<br />
körlük geliştirerek değerlendirmesidir.<br />
Aşırı genelleme; Birey karşılaştığı olumsuz bir durumu ya da<br />
olayı aşırı derecede genellemeye yönelir. Aşırı derecede genelleme<br />
yapma eğilimi olan kişiler karşılarında bulunan kişilerle ilgili herhangi<br />
bir olumsuzluğu, bireye yönelik genel bir olumsuzluk yargısına<br />
dönüştürürler.<br />
210
Kişiselleştirme; Kişinin, aslında hiç bir etkisi olmadığı halde,<br />
başkalarının uğradığı sıkıntılardan, ortaya çıkan sorunlardan kendisini<br />
sorumlu tutması, kişiselleştirmesidir.<br />
Kutuplaşmış düşünce; (ya hep ya hiç yaklaşımı) Kişiler orta yolu<br />
düşünmezler.<br />
Akıl okuma; Birey karşısındaki kişiye önyargılarla yaklaşır ve<br />
karşısındaki kişiyi dinlemek ve söylediklerini onun ifade ettiği biçimde<br />
anlamak yerine onun davranışlarını varsayımlarla açıklar ve bu<br />
varsayımların doğruluğunu kontrol etmeden, bu doğrultuda hareket<br />
eder. Karşı tarafın davranışının nedeni bilinmeden, davranış olumsuz<br />
bir düşünce ya da niyete dayandırılır.<br />
Olumsuz abartma (facialaştırma); Kişi küçücük bir olayı<br />
abartarak bir felaket olacakmış gibi algılar.<br />
Meli,- malı’lık; Belirsizlik, olasılık, seçenekçilik yaşamsal bir olgu<br />
değildir. Her şey açık “bireysel yasalara” bağlıdır. Hem kişi, hem de<br />
başkaları için nerede ne yapılması ve yapılmaması gerektiği kuralların<br />
denetimindedir. Bu tarz düşünen kişi en doğru davranışaları<br />
kendisinin gösterdiğine inanır, kişilerarası ilişkilerde neyin doğru neyin<br />
yanlış olduğunu çok iyi bilir. Diğer kişilerin davranışları, bireyin kendi<br />
doğrularına uymuyorsa onlara karşı öfke duyar, sürekli olarak<br />
görüşlerinin, dünya hakkındaki düşüncelerinin ve davranışlarının<br />
doğruluğunu ispatlamaya çalışır. Başkalarının görüşlerindeki farklılığa<br />
ilgisi yok denecek kadar düşüktür. Bu yüzden sık çatışma yaşarlar<br />
(Cüceloğlu 2005, Dökmen 1994, Özer 2000b, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak<br />
2005).<br />
Değiştirme yanılgısı; Kişiler diğer kişilere kendi doğrularını<br />
kabul ettirerek, onların kendi istekleri doğrultusunda davranmalarını<br />
isterler.<br />
Suçlama; Suçlama başkalarına ve kişinin kendisine yönelik<br />
olabilir. Kişi ilişkilerde ya sorumluluğu almaz karşısındaki kişiyi suçlar,<br />
yada bütün sorumluluğu alarak kendisini suçlar.Kişinin karşısındaki<br />
bireyi suçlaması çatışmalara yol açarken, kendisini suçlaması çatışma<br />
yaşanmasını engeller.<br />
Özveri seferberliği; Kişi başkalarının saptanmış olduğu doğrular<br />
için, onların istekleri doğrultusunda yaşaması gerektiğine, ama eninde<br />
sonunda bu seferberliğin ona mutluluk getireceğine inanır (Cüceloğlu<br />
2005, Dökmen 1994, Özer 2000, <strong>Ü</strong>stün Akgün, Partlak 2005).<br />
Bir diğer faktörde kişilerin yaşama bakış tarzları, gösterdikleri<br />
davranış tarzlarıdır. Kişiler atılgan, pasif, saldırgan olmak üzere üç<br />
değişik davranış tarzında davranabilirler.<br />
211
Bir çok insan diğerleriyle ilişkilerinde benzer iletişim örüntüleri<br />
gösterirler. Kişilerarası ilişkilerde bu tip özellikler tarz olarak<br />
nitelendirilir. Đnsanlar kendi iletişim tarzlarını geliştirirler. Kişilerin bir<br />
çok tarzı kullanmaları olasıdır. Fakat her insan belli durumlarda belli<br />
iletişim tarzlarını tekrarlar. <strong>Ü</strong>ç farklı iletişim tarzı vardır (Arnold,<br />
Boggs1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />
PASĐF DAVRANIŞ: Pasif davranış gösteren kişiler genellikle özür<br />
dilerler, nadiren farklı düşünürler. Her zaman diğerlerinin onaylarına<br />
ihtiyaçları vardır. Kendi haklarını, gereksinimlerini göz ardı ederler ve<br />
istediklerini açıkça ifade etmezler. Kendilerine çok az saygı gösterirler.<br />
Çatışmalardan kaçınırlar, hayır demekte zorlanırlar, insanların<br />
duygularını incitmekten korkarlar.<br />
SALDIRGAN DAVRANIŞ: Saldırgan davranış gösteren kişilerin<br />
kişilerarası ilişkilerdeki temel amaçları kazanmak, baskın olmak,<br />
zorlamak diğer insanlardan daha güçlü olmaktır. Genellikle yakın ilişki<br />
kurma konusunda başarısızdırlar. Her zaman kendi isteklerinin olmasını<br />
isterler. Çatışmalarda genel yaklaşımları kendi isteklerinin olması<br />
yönündedir. En çok çatışmaya yol açan davranış tarzı saldırgan davranış<br />
tarzıdır. Kişi bencil olduğu için kendi istekleri ve amaçları diğer<br />
kişilerin istek ve amaçlarından daha önemlidir. Saldırgan davranış açık<br />
bir şekilde görülebildiği gibi, karşı tarafı suçlu hissettirerek, duygu<br />
sömürüsü yaparak ve imalı konuşarak gizli bir şekilde de görülebilir.<br />
ATILGAN (GĐRĐŞKEN) DAVRANIŞ: Kendine güvenir. Kendine ve<br />
başkalarına saygılıdır. Duygu ve düşüncelerini rahatça ifade eder.<br />
Diğer insanların gereksinim ve beklentilerine duyarlıdır. Ne istediğinin<br />
ve neye gereksinimi olduğunun farkındadır. Gereksinimlerini karşılarken<br />
başkalarının gereksinimlerine saygılıdır. Gerek olduğunda yardım ve<br />
bilgi isteyebilir. Postürleri dik, kendinden emin görünürler. Eylemleri<br />
sözleriyle uyuşur. Açık iletişim kurarlar. Çatışmalarda her iki taraf<br />
içinde sorunun çözülmesini isterler (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999,<br />
Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Duygular çatışma sürecinin en<br />
önemli öğelerinden birisidir. Duygusal tepkiler, ve duygulardan<br />
kaynaklanan davranışlar çatışmanın ortaya çıkmasını ve etkili bir<br />
şekilde yönetilmesini etkiler. Çatışma sürecinde görülen suçlama,<br />
gizleme, bastırma, yansıtma gibi duygusal tepkiler çoğu zaman bilinçli<br />
ve isteğe bağlı değildir. Çoğunlukla bireyler bu tepkilerin farkına<br />
varma, tepkileri belirleme ve yapıcı bir biçimde ifade etmede güçlük<br />
yaşarlar. Kişilerin tepkilerinin ve duygularının farkına varması, kişinin<br />
kendini tanıması ile mümkündür. Kendini tanıma, kişinin kendisiyle,<br />
düşünce ve duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal<br />
ve düşünsel süreçtir. Kendini tanıyan bir kimse dış dünyadaki<br />
olayların ve iç dünyasında oluşan yaşantıların çoğu kez farkındadır.<br />
Böyle biri çevresindeki kişilerin kendisini nasıl etkilediğinin farkında<br />
212
olduğu kadar, kendisininde çevresini nasıl etkilediğini bilir, böylece<br />
kendi yaşamını yönetebilir. Kişinin kendini tanıması, çatışma<br />
durumlarında verdiği tepkilerin ve duyguların farkında olması,<br />
duygularını kontrol edebilmesi çatışmanın ortaya çıkmasında ve<br />
çatışma sürecinde etkin olarak önemli bir rol oynar (Arnold, Boggs<br />
1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />
“Kendini yetersiz gören insan tereddüt içinde beklerken,<br />
girişken insan hata yapmaktan korkmadığından daha üstün<br />
hale gelir.”<br />
Henry C. Link<br />
Çatışma sürecinde yaşanan ve süreci etkileyen en önemli duygu<br />
öfke duygusudur. Öfke, bireysel bir tehdit algılandığında veya engellenme<br />
ile karşılaşıldığında, yaşanan çaresizliğin, tehdidin özelliğine göre basit<br />
bir sinirlilik veya kızgınlık halinden, şiddete kadar değişen bir duygudur.<br />
Öfkenin kontrol edilememesi çatışma sürecini olumsuz etkiler ve<br />
çatışmanın yıkıcı sonuçlarının ortaya çıkmasına neden olur (Arnold,<br />
Boggs 1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005) .<br />
Çatışmalara yol açan kişisel faktörler incelendiğinde, en önemli<br />
faktörlerden birisi kişinin sahip olduğu iletişim becerileridir. Đletişim en<br />
az iki kişi arasında sözel yada sözel olmayan iletilerin sunulması ve<br />
alınması sürecidir. Đletişim sürecinde taraflar düşüncelerini, duygularını ya<br />
da bir bilgiyi sözcüklerle, ses tonuyla, fizyolojik görünüm, hareket ve<br />
duruşlarıyla karşı tarafa iletmeye çalışır. Đletişim sürecinde ortaya çıkan<br />
problemler nedeniyle iletişim kurulamadığında çatışmalar yaşanabilir.<br />
Dinleme, empati, geribildirimde bulunma, sözsüz iletişimi doğru kullanma,<br />
ben dilinin kullanımı gibi iletişim becerilerinin doğru kullanılması<br />
çatışmaların ortaya çıkmasını engellerken, var olan çatışmaların etkili<br />
bir şekilde yönetilmesine neden olur. Dinleme karşıdaki kişinin iletmek<br />
istediği mesajı onun iletmek istediği şekilde duymayı sağlar. Dinleme<br />
etkili iletişimin kurulmasında ve sürdürülmesinde ön koşuldur. Kişiler<br />
dinlenmediklerini hissettiklerinde iletişimi keserler. Dinleme ve empati<br />
becerileri çatışma sürecinde karşıdaki kişiyi anlamayı sağlar. Ben<br />
dilinin kullanımı bireyin karşılaştığı durum ya da davranış karşısında<br />
bireysel tepkisini duygu ve düşüncelerle açıklamayı sağlar. Ben dilinin<br />
kullanılarak kişi kendi duygu ve düşüncelerini ifade ettiği için<br />
karşısındaki kişi kendisinin suçlandığını yargılandığını hissetmez. Kişinin<br />
suçlanmasını ve yargılanması kişinin savunucu iletişime geçmesini<br />
sağlar. Savunucu iletişim kişinin benliğine yönelik bir tehdit karşısında<br />
benlik bilincini koruma gereksiniminden kaynaklanır. Savunucu durumda<br />
olan kişi konudan söz etmek yerine, karşısındaki kişiye nasıl göründüğünü<br />
düşünür. Karşısındaki kişiyi nasıl alt edeceğini, tartışmayı nasıl<br />
kazanacağını, nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki kişinin sözel<br />
213
saldırısına nasıl karşı koyacağına zihnini yorar. Kişi savunucu iletişimi<br />
kullanıyorsa karşı tarafta savunucu olur. Đletişimde savunuculuk<br />
sadece sözel iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve<br />
ses tonunda da kendisini gösterir. Savunuculuk arttıkça iletişimin<br />
bozulduğu ve yanlış anlamaların arttığı belirlenmiştir (Arnold, Boggs<br />
1999, Almost 2006, Balzer 1999, Cüceloğlu 2005, Dökmen 1994,<br />
Kunakviktikul, Nuntasupawat 2000).<br />
Sözcükler iletişim sürecinde tek başına bir anlam taşımaz,<br />
sözcüklerin ifadesi yüz ifadesi, el-kol hareketleri, beden duruşu, ses<br />
tonuyla yani beden diliyle anlam kazanır. Çatışmalara yol açan hatalı<br />
sözsüz iletişim davranışları yüksek ve kısık sesle konuşma, yüzüne<br />
bakmama, yok sayma ve sözlü mesajlara uygun olmayan beden dilidir<br />
(Arnold, Boggs 1999, Almost 2006, Balzer 1999, Cüceloğlu 2005,<br />
Dökmen 1994, Kunakviktikul, Nuntasupawat 2000).<br />
KĐŞĐLERARASI FAKTÖRLER; Güven, kişilerin davranışları/<br />
olayları yorumlamalarında önemli bir rol oynamaktadır. Güven kişilerin<br />
ilişkilerinde risk almalarını ve kişilerin davranışlarını ilişki sürecinde<br />
davranışlarını tahmin etmeyi sağlar. Eğer kişiler birbirlerine güvenirlerse,<br />
anlamsızlıkları kabul eder ve davranışları negatif olarak daha az<br />
yorumlarlar. Adaletsizlik ve saygısızlık olduğuna dair algılar çatışmaya<br />
neden olur (Almost 2006).<br />
ÇATIŞMA ÇÖZ<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong><br />
Çatışma çözümü genel olarak uyuşmazlıkları yatıştırma için bir<br />
süreç olarak tanımlanmıştır. Karip (2003) çatışma çözümünü “tarafların<br />
çatışmayı uygun bir sonuca götürmek için kendi uyuşmazlıkları için<br />
uğraştıkları bir süreç” olarak tanımlamaktadır. Çatışma çözümünde birden<br />
fazla yöntem kullanılmaktadır. Ancak hangi çatışmada hangi yöntemin<br />
kullanılacağına karar verilebilmesi için kullanılan yöntemlerin olumlu<br />
ve olumsuz sonuçları bilinmelidir.<br />
Çatışma yönetim stratejilerinde iki boyut vardır. Bunlardan birincisi<br />
taraflardan her birinin kendi ilgi ve ihtiyaçlarının doyurulmasına<br />
verdikleri önemin derecesi, ikinci boyut ise taraflardan her birinin diğer<br />
tarafın ilgi ve ihtiyaçlarına verdikleri önemdir.<br />
Çözülmemiş çatışmalar zaman ve enerji kaybettirir ve yeni<br />
çatışmaların oluşmasını sağlar. Çatışma çözümlendiğinde ise ilişkileri<br />
güçlendirir. Başarılı bir çatışma çözümünün anahtarı uygun tepkiyi<br />
verebilmek ve uygun tekniği kullanabilmektir. Her bir teknik sonuca<br />
ulaşabilmek için farklı yollar sunar. Çatışma çözümleriyle ilgili üç<br />
değişik yaklaşım vardır (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Iocana 2003,<br />
Pettrey 2003);<br />
214
1-Kazan-Kaybet Yaklaşımı; Kazan-kaybet yaklaşımında ben<br />
kazanayım karşı taraf kaybetsin düşüncesi hakimdir. Bu yöntemde gereksinimleri<br />
karşılamak için güç kullanılır. Karşı tarafın gereksinimleri<br />
giderilmez. Sonuçları şu şekilde olabilir. Güç kullanıldığı için korku<br />
vardır. Arkadan sürekli olarak eleştirilir. Açık bir iletişim söz konusu<br />
değildir. Saldırgan ve maniplatif davranış tarzına sahip, yaşama bakış<br />
açısı bencil olan kişiler bu yaklaşımı benimserler. Önemli olan onların<br />
gereksinimleridir (Arnold, Boggs 1999, Coleman 2000, Karip 2003,<br />
Kavalcı 2001).<br />
2-Kaybet-Kazan yaklaşımı; Kaybet-kazan yaklaşımında karşımızdaki<br />
kişinin gereksinimleri karşılanır, kişinin kendi gereksinimlerimi<br />
karşılanmaz. Sürekli olarak boyun eğen, benlik saygıları düşük olan<br />
pasif davranış tarzına sahip insanların kullandığı yöntemdir. Sürekli<br />
kaybeden kişi kendisine olan saygısını yitirir, sorun ve gereksinimlerini<br />
söylemekten vazgeçer, engellenir ve öfke yaşar (Arnold, Boggs 1999,<br />
Coleman 2000, Karip 2003, Kavalcı 2001).<br />
3-Kazan-Kazan Yöntemi; Kazan- kazan yöntemi her iki tarafında<br />
gereksinimlerinin karşılandığı hem de güç kullanmalarını gerektirmeyen<br />
bir yöntemdir. Her iki tarafta çatışma çözümünü, birlikte arayıp kabul<br />
edecekleri bir sorun olarak görür. Bu yöntemde problem çözme yöntemi<br />
kullanılır. Kazan- kazan yaklaşımını atılgan davranış tarzına sahip,<br />
yaşama bakış açısı biz olan kişiler kullanırlar (Arnold, Boggs 1999,<br />
Coleman 2000, Karip 2003, Kavalcı 2001).<br />
Rahim ve Magner’e göre (2000), hükmetme, kaçınma, uyma,<br />
uzlaşma ve bütünleştirme olmak üzere kişilerin beş farklı çatışma biçimleri<br />
vardır. Kişiler çatışmayla karşılaştıklarında bu çatışma biçimlerini<br />
kullanırlar.<br />
ĐLĐŞKĐ<br />
Çok önemli<br />
UYMA<br />
B<strong>Ü</strong>T<strong>Ü</strong>NLEŞTĐRME<br />
UZLAŞMA<br />
KAÇINMA<br />
H<strong>Ü</strong>KMETME<br />
Az Önemli<br />
AMAÇ<br />
Rahim A., Magner N. Do justice perceptions ınfluence styles of handling conflict with<br />
supervisors: What justice perceptions, precisely The International Journal of Conflict<br />
Management, Vol.11,No: 1, 2000, pp: 11.<br />
215
Hükmetme biçimiyle çatışma çözmeye çalışan kişiler için<br />
kendileri, ilişkilerinden daha önemlidir. Bu kişiler çatışmalarda kendi<br />
çözümlerini karşı tarafa kabul ettirmeye çalışırlar. Diğer kişinin veya<br />
kişilerin ihtiyaçlarıyla ilgilenmezler ve çatışmanın mutlaka bir kişinin<br />
kaybetmesi ve bir kişinin kazanmasıyla sonuçlandığını düşünürler.<br />
Zorlayıcı, hükmedici davranışla birlikte, suçlayıcı, reddedici, emredici,<br />
sorgulayıcı, önyargılı ve sorumluluğu kabul etmeyen bir dil kullanırlar.<br />
Ayrıca çatışmanın çözümü için güçlerinide kullanırlar. Kullanılan bu<br />
yöntemde, zorlayıcı ve hükmedici davranışla birlikte kullanılan dil,<br />
ilişkinin bütünüyle bozulmasına ve hükmeden tarafın da kısa dönemde<br />
elde ettiği sonuçların uzun dönemde geçersiz hale gelmesine neden<br />
olabilir (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003,<br />
Şahin 2005).<br />
Uyma biçimiyle çatışmaları çözmeye çalışan kişiler için ilişkileri<br />
kendilerinden ve kendi ihitiyaçlarından daha çok önem taşır. Bu kişiler<br />
çatışmadan karşıdakine uyarak kaçınabileceğini ve çatışmaların ilişkilere<br />
zarar vermeden çözülemeyeceğini düşünürler. Onlar eğer çatışma devam<br />
ederse birisinin zarar göreceğinden ve bunun ilişkiyi yıkacağından<br />
korkarlar. Uyma stratejisini kullanan birey diğeri ile aynı görüşte<br />
olduğunu, onun beklenti ve isteklerini kabul ettiğini belirten ifadeler<br />
kullanır. Kendi beklentilerini ifade etmeyerek, işbirliği ve uyum yerine,<br />
yalnızca taraflardan birinin diğerine uyması söz konusudur. Uyma<br />
yöntemi ilişkide diğerinin istekleri karşılandığı için ilişkide sorun<br />
yaratmaz, ancak uymayı kullanan kişinin kendi istekleri ve ihtiyaçları<br />
karşılanmadığı için uzun dönemde bireyi olumsuz etkileyeceğinden<br />
etkili bir iletişim biçimi ve çatışma çözme yöntemi değildir. Uyum gösteren<br />
birey problemin çözümüne yönelik olarak iletişime anlamlı bir katkı<br />
sağlamaz. Taraflardan biri kendisinin hatalı olduğunu düşünüyorsa,<br />
konu diğer taraf için çok önemliyse, taraflardan biri diğerine göre daha<br />
zayıfsa ve ilişkinin devamlılığı çok önemliyse bu yöntem tercih edilebilir<br />
(Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />
Uzlaşma biçimiyle çatışmalarını çözmeye çalışan kişiler kendi<br />
amaçlarına ve başkalarıyla ilişkilerine karşı ılımlıdırlar. Bir uzlaşma<br />
yolu ararlar, kendi amaçlarından taviz verirler ve karşı tarafı da kendi<br />
amaçlarından taviz vermeleri için ikna ederler. Đki tarafında bir şeyler<br />
kazanacağı bir çözüm yolu ararlar. Taraflar kısa yoldan bir çözüm<br />
bulabilmek için nelerden vazgecebileceklerini ve diğerinin orta yolu<br />
bulmak için nelerden vazgeçmesi gerektiğini ifade ederler. Böylece her<br />
iki tarafında ihtiyaçları belirli bir ölçüde olsa karşılanmış olur. Đşbirliği<br />
stratejisi ile karşılaştırıldığında taraflar kendilerini iletişimde daha az<br />
yeterli görürler. Her iki tarafında amacı kısmen karşılandığı için<br />
taraflar iletişimde ancak belirli düzeyde etkili olurlar. Tarafların işbirliği<br />
yapamadıkları bir durumda uzlaşmak zorunluluğunu hissetmeleri,<br />
durumun ve ilişkinin niteliğinden kaynaklanır. Eğer görüş birliği<br />
216
sağlanamıyorsa, her iki tarafta eşit ölçüde güçlüyse karmaşık bir soruna<br />
geçici bir çözüm ihtiyacı varsa kullanılabilir. Bu anlamda uzlaşmayı hiç<br />
bir zaman taviz ya da ödün vermekle eş değer görmemek gerekir.<br />
(Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />
Kaçınma biçimiyle çatışmalarını çözmeye çalışan kişiler için<br />
kendi kişisel amaçlarından ve ilişkilerinden vazgeçerler. Kaçınma<br />
biçimini benimseyenler çatışma yaratacak kişi ve konulardan fiziksel ve<br />
psikolojik olarak uzak durmaya çalışırlar. Bu tepkilerle birlikte konuyu<br />
değiştirmeye çalışan, problemin varlığını ret eden, problemi hafife alan,<br />
karşı tarafı aslında problem yokken problem çıkarmakla suçlayan<br />
ifadeler kullanabilirler. Bazı durumlarda ise kaçınma stratejisini kullanan<br />
taraf, diğeri ile etkileşimi mümkün kılmayacak biçimde fiziksel olarak<br />
uzak durmayı tercih edebilir. Kaçınma davranışı etkili ve ilişkinin<br />
sürekliliği ve sağlığı bakımından uygun bir yöntem değildir. Kaçınmada<br />
kullanılan dil, bu dili kullanan tarafın amaçlarının gerçekleşmesine<br />
katkı sağlamayacağı gibi, diğerinin de ihtiyaçlarını karşılamaz, hatta<br />
daha saldırganlaşmasına, daha çok stres hissetmesine, ilişkinin<br />
dahada gerilmesine neden olabilir. Ancak kaçma yöntemi yüzleşmenin,<br />
çatışmaya girmenin çok olumsuz sonuçlar doğuracak olması gibi,<br />
zaman kazanmaya ihtiyaç varsa uygun bir yöntem olabilir (Arnold,<br />
Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />
Bütünleştirme biçimiyle çatışmaları çözmeye çalışan kişiler için<br />
hem amaçları hem de ilişkileri önemlidir. Bu kişiler çatışmaları<br />
çözülmesi gereken problemler olarak görürler ve hem kendilerinin hem<br />
de karşılarındaki kişilerin amaçlarına ulaşabilecekleri çözüm yolları<br />
ararlar. Bu kişiler çatışmayı bir problem olarak görürler, her iki tarafı<br />
da memnun edecek çözümlere ulaşmadan, gerilimi ve olumsuz<br />
duyguları tümüyle çözmeden tatmin olamazlar. Bu yöntem analitik,<br />
bütünleştirici- uzlaştırıcı bir dil kullanımını içerir. Analitik bir dilin<br />
kullanımı; problemin tanımlanması açıklanması, sınırlarının ve niteliğinin<br />
belirlenmesine yönelik ifadelerin kullanılması ve karşı tarafın nezaket<br />
kuralları çerçevesinde çözüme katkısının istenmesi demektir. Bütünleştirici-uzlaştırıcı<br />
bir dilin kullanımı, destekleyici, sorumlulukları<br />
kabul eden ifadeleri içerir. Birey diğerini dinleyerek kendi bakış<br />
açısında uyarlamalar yapabilir ve probleme ilişkin algısında ortaya<br />
çıkan değişiklikleri paylaşabilir. Bütünleştirme yöntemi kişiler için hem<br />
uygun hemde etkili bir çözümü mümkün kılar.<br />
Đşbirliği yöntemi aşağıda belirtilen altı adımdan oluşmaktadır<br />
(Arnold, Boggs 1999,Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin<br />
2005).<br />
1. Problemi Tanımlama; Bu süreçte taraflar kendileri için<br />
önemli olan noktaları açıklamalı ve probleme ilişkin gerçek duygu ve<br />
düşüncelerini paylaşmaya özen göstermelidir. Problemin tanımlanmasında<br />
217
ortak bir anlayışın geliştirilmesi tarafların ve çıkarlarında farklılıklarını<br />
ortadan kaldırmaz. Ancak, problemin ne olduğuna, niteliğine ve<br />
tarafların ihtiyaçlarına ilişkin ortak bir algı ve anlayış, iyi bir çözümün<br />
önkoşulu olarak değerlendirilmelidir. Problemin tanımlanabilmesi için<br />
aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi aşağıdaki gibidir ( <strong>Ü</strong>stün, Akgün,<br />
Partlak 2005) ;<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Problem genel değil somut ifade edilmelidir.<br />
Problem küçük parçalara ayrılmalıdır.<br />
Kişiler problemi sahiplenmelidir.<br />
Problem çözümlenebilecek şekilde ifade edilmelidir.<br />
2. Nedenlerin Bulunması; Birçok faktör aynı soruna kaynaklık<br />
ediyor olabilir. Bütün bu faktörleri ortaya çıkarabilmek ve hangilerinin<br />
önemli olduğunu belirleyebilmek gerekir. Kimi zaman sorunların<br />
belirtileri veya görünür nedenleri ile ona kaynaklık eden faktörler<br />
farklıdır. Görünür nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çözümler uzun<br />
vadede etkili olmaz. Sorunun kaynak nedenini bulmak her zaman<br />
kolay değildir. Bunun en önemli nedeni, sorunlarla ilgili önemli bir<br />
gerçeğin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Nedenlerin<br />
bulunabilmesi için aşağıdaki soruların yanıtları taraflar tarafından<br />
yanıtlanmalıdır.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bu durum neden bir problem oldu<br />
Benim bir katkım var mı<br />
Karşıdaki kişi veya kişilerin katkısı var mı<br />
Çevrenin katkısı nedir<br />
3. Ulaşılabilir ve Gerçekçi Hedeflerin Belirlenmesi; Hedefler<br />
olabildiğince gerçekçi ve ulaşılabilir bir şekilde ifade edilmelidir.<br />
Belirlenen hedefler birey tarafından benimsenmeli ve bireyler yönünden<br />
ifade edilmelidir. Eğer bireyin hedefi bir başkasının davranışını<br />
değiştirmekse hedef benimsenmemiş demektir. Hedefler genel değil,<br />
somut ve ölçülebilir bir biçimde ifade edilmelidir.<br />
4. Çözüm Aramak;Çözüm arama evresi üç aşamadan oluşmaktadır<br />
(<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Bunlar:<br />
*Seçenekler üretme; Belirlenen soruna yönelik hedeflere<br />
ulaştıracak akla gelen tüm çözümler listelenir. Bu basamakta seçenek<br />
bireylere anlamsız ve uygulanamaz gelse de dikkate alınmalıdır. Beyin<br />
fırtınası yöntemi kullanarak yalnızca çözüm önerileri üretilmeli,<br />
belirlenen hiçbir seçeneğin olma olasılığı değerlendirilmemelidir. Saçma<br />
görünen öneriler bile başka fikirlerin oluşumuna katkı sağlayabilir.<br />
Tarafların ihtiyaç ve çıkarlarının tatmin olabilmesi için olası çözümlere<br />
ilişkin düşüncelerin açık ve net olarak ifade edilmesi gerekir. Çözüm<br />
önerileri, karşı tarafın düşüncelerini eleştirmeden ve yargılamadan<br />
218
yapıcı bir yaklaşımla sunulmalıdır. Taraflar diğerinin düşüncelerine ve<br />
önerilerine açık olmalıdırlar (<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />
*Seçenekleri değerlendirme; Burada üretilen alternatiflere ilişkin<br />
avantaj ve dezavantajlar iki farklı liste halinde yazılır ve değerlendirilir.<br />
Tercih edilen seçenek uygulandığında kazançlar ve kayıplar ne olabilir<br />
belirlenir ve yazılır. Burada bireyler en uygun olan seçeneğin ne<br />
olduğuna karar verilebilmesi için bazı özellikleri dikkate alması gereklidir.<br />
Bireylerin değerleri ile uyuşan seçenekler seçilmelidir. Eğer seçilen<br />
yollar, bireylerin değer sistemi ile çatışırsa bireyler çözmeye çalıştıkları<br />
problemlerden daha çok büyük problemler yaşabilir. Uygulanabilir ve<br />
başarıya ulaşma olasılığı yüksek olan seçenekler seçilmelidir. Seçenekler<br />
uygun bir biçimde sıralanmalıdır. Bir hedefe doğru aşamalı olarak adım<br />
adım yol almak, bu hedefe ulaşma olasılığını artırma yöntemlerinden<br />
biridir.<br />
*Uygun seçeneği seçme; Uygun seçenek seçilerek, seçeneğin<br />
uygulnamasına yönelik uygulama bir eylem planı (zaman, yer, kişiler<br />
vs.) hazırlanmalıdır.<br />
5. Uygulama; Hedefe ya da hedeflere ulaşmak için seçilen<br />
seçenekler uygulamaya konur. Problem çözmenin temel noktası, yapılan<br />
uygulamalardır. Eğer uygulama programı dikkatlice oluşturulmuşsa<br />
birey programda adım adım ilerleyebilir. Eğer birey birçok şeyi hemen<br />
yapmaya çalışırsa problemi çözme şansı olmaz ve eyleme de devam<br />
edemez ya da birey program boyunca amaçsız davranışlarda bulunabilir.<br />
Burada birey eyleme geçtikçe uygulamaya ilişkin bazı sorunlar ortaya<br />
çıkabilir. Birey değişmeyi hem gelişmesini sağlayan hem de acı veren<br />
bir yaşantı olarak yaşabilir. Yapılan uygulama sonucunda daha önce<br />
belirlenmiş olan sorunla ilgili yeni boyutlar yada yeni sorunlar ortaya<br />
çıkabilir (<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />
6. Değerlendirme; Bazı durumlarda uygulamaya geçer geçmez<br />
başarılı olunup olunmadığı kolaylıkla anlaşılır. Bazı durumlarda ise<br />
problemin çözümü daha uzun zaman alabilir ya da sonuçların olumlu<br />
ve olumsuz yanlarını birbirinden ayırt etmek ve değerlendirmek oldukça<br />
güç olabilir. Her ne olursa olsun, hedeflere ulaşmada seçilen seçeneklerin<br />
işe yarayıp yaramadığını değerlendirecek bir tarih koymak yararlıdır. O<br />
tarihte sorun ortadan kalkmayabilir. Fakat sorun üzerinde çalışmaya<br />
başlandıktan sonra, yaşanan sıkıntıda bir azalma olup olmadığına<br />
bakılabilir ve sonucuna göre uygulamaya devam edilebilir ya da geriye<br />
dönüp problemin esas kaynağının doğru belirlenip belirlenmediğine<br />
bakılabilir. Özellikle karmaşık problemlerin çözümünde, çözümlerin<br />
işleyip işlemediğinin belirli aralıklarla kontrol edilmesi gerekir.<br />
Çözümler işlemiyorsa, çözümlerin yeniden gözden geçirilmeli ve gerekli<br />
düzenlemeler yapılmalıdır (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip<br />
2003, Kavalcı 2001, Şahin 2005, Smith, Strickler, Lipsky 2002).<br />
219
Çatışma Çözümü Yöntemlerinin olumlu ve olumsuz yönleri aşağıdaki gibidir:<br />
Zorlama<br />
Uyma<br />
Uzlaşma<br />
Kaçınma<br />
Đşbirliği<br />
Uygun olduğu durumlar<br />
Konu basit önemsiz<br />
Acil olarak karar verilmesi gerekiyor<br />
Hoşa gitmeyecek bir karar<br />
uygulanacak.<br />
Karşı taraf karar için gerekli<br />
yeterliliğe sahip değil<br />
Konu sizin için çok önemli<br />
Taraflardan biri kendisinin hatalı<br />
olduğunu düşünüyor<br />
Konu diğer taraf için çok önemli<br />
Taraflardan biri diğerine göre daha<br />
zayıf<br />
Đlişkinin devamlılığı çok önemlidir.<br />
Görüş birliği sağlanamıyor<br />
Her iki taraf eşit ölçüde güçlü<br />
Đşbirliği ve zorlama stratejileri<br />
başarısız.<br />
Karmaşık bir soruna geçici bir<br />
çözüm ihtiyacı var<br />
Konu basit önemsiz<br />
Diğer tarafla karşı karşıya gelmenin<br />
potansiyel olumsuz etkileri<br />
çözümün sağlayacağı yararlardan<br />
daha fazla<br />
Durulma süresine ihtiyaç var<br />
Konu karmaşık<br />
Çözüm için görüşlerin sentezi<br />
gerekli<br />
Çözüm için karşı tarafın katkısına<br />
ihtiyaç var<br />
Problem çözme için yeterli zaman<br />
var<br />
Uygun olmadığı durumlar<br />
Konu karmaşık<br />
Her iki taraf eşit güce sahip<br />
Acil bir karara ihtiyaç yok<br />
Diğer taraf yüksek düzeyde<br />
yeterliliğe sahip<br />
Konu sizin için çok önemli<br />
Haklı olduğunuza inanıyorsunuz<br />
Diğer taraf hatalı ya da haksız<br />
Bir taraf diğerinden daha güçlü<br />
Sorun problem çözme yaklaşımını<br />
gerektirecek kadar karmaşık<br />
Konu sizin için çok önemli<br />
Karar sizin sorumluluğunuzda<br />
Taraflar geri atmaya isteksiz ve<br />
çözüm zorunlu<br />
Acil olarak çözüm gerekli<br />
Problem basit<br />
Acilen karar verilmesi gerekli<br />
Diğer taraf sonuçla pek ilgilenmiyor<br />
Diğer taraf problem çözme becerisine<br />
sahip değil.<br />
Karip E. Çatışma Yönetimi, 3. Baskı, Pegama Yayıncılık, Ankara, 2003 ss: 71.<br />
Bireylerin çatışmayı çözmek için kullandıkları biçimler, çatışmanın<br />
yapıcı ya da yıkıcı olduğunu belirlemektedir. Hükmetme, kaçınma ve<br />
uyma yöntemleri genel olarak çatışmanın yıkıcı sonuçlandığı biçimlerdir ve<br />
bu biçimlerin uygulanması durumunda kişinin çatışma sonucunda<br />
yaşadığı duygular olumsuzdur ve kendini tatmin olmamış hissetmektedir.<br />
Uzlaşma ve bütünleştirme ise yapıcı çatışma çözme biçimleridir ve kişiler<br />
bu biçimlerle çatışmaları çözdüklerinde, olumlu duygular yaşamaktadırlar<br />
(Kunaviktikul, Nuntasupawat 2000, Smith, Strickler, Lipsky 2002).<br />
Kişilerarası ilişkilerde çatışmaların olabildiğince yapıcı çatışma çözüm<br />
biçimleriyle çözümlenebilmesi için çaba gösterilmesi gerekir. Çünkü bu<br />
düzeydeki kişilerin ve kişilerarası ilişkilerin yaşandığı toplumların<br />
demokratik anlayış ve medeniyet düzeyiylede ilgili durum hakkında da<br />
fikir vermektedir. Benito Juarez’in değerli sözleriyle yazıyı sonlandırmak<br />
uygun olacaktır. “Milletler arasında olduğu gibi, insanlar arasında<br />
da birbirlerinin haklarına saygı barışın güvencesidir”.<br />
220
KAYNAKLAR<br />
1. Almost J (2006). Conflict within nursing enviroments: concept analysis. Journal of<br />
Advanced Nursing, 53: 4, 444-453.<br />
2. Arnold E, Boggs K (1999). Interpersonal relationship professional communication<br />
skills for nurses. Third Edition. WB Saunders Company, 3<strong>23</strong>-340.<br />
3. Balzer J (1999). Communications in nursing. Mosby-Year Book.<br />
4. Coleman P (2000). The Handbook of Conflict Resolution. Josey- Bass Publishers.<br />
5. Cox K (2003). The effects of intrapersonal, intragroup and intergroup conflict on<br />
team performance effectiveness and work satisfaction. Nursing Administration, 27:<br />
2,153-163.<br />
6. Cüceloğlu D (2005). Yeniden insan insana, 33. basım, Đstanbul, Remzi Kitapevi, 195-<br />
219.<br />
7. Dökmen <strong>Ü</strong> (1994). Đletişim Çatışmaları ve Empati. 13. basım,Sistem Yayıncılık, 45-<br />
135.<br />
8. Iacona M (2003). Conflict, communuciation, and collabration: improving interactions<br />
between nurses and physicians.Journal of PeriAnesthesia Nursing,18: 1, 42-46.<br />
9. Karip E (2003). Çatışma yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Pegama Yayıncılık.<br />
10. Kavalcı Z (2001). Çatışma çözme becerileri eğitimi programının üniversite<br />
öğrencilerinin çatışma çözme biçimleri üzerine etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans<br />
Tezi Ankara: Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 5-30.<br />
11. Kunaviktikul W, Nuntasupawat R (2000). Relationships among conflict, conflict<br />
management, job satisfaction, intent to stay, and turnover of professional nurses in<br />
Thailand. Nursing and Health Sciences, 2,9-16.<br />
12. Özer K (2000a). Ben Değeri Tiryakiliği, Đstanbul ,Sistem yayıncılık.<br />
13. Özer K (2000b). Đletişimsizlik Becerisi, Đstanbul, Sistem yayıncılık.<br />
14. Pettrey L (2003). Who let the dogs out, managing conflict with courage and skill.<br />
Critical Care Nurse, February, 21-24.<br />
15. Rahim A, Magner N (2000). Do justice perceptions ınfluence styles of handling<br />
conflict with supervisors: What justice perceptions, precisely. The International<br />
Journal of Conflict Management, 11: 1, 11.<br />
16. Smith S, Strickler R, Lipsky M (2002). Resolving conflict. Journal of Psychosocial<br />
Nursing, 39: 11, 37-44.<br />
17. Şahin Ö (2005). Hemşirelerde örgütsel çatışma türleri ve çözümleme yaklaşımlarının<br />
incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Đzmir: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />
Bilimleri Enstitüsü.<br />
18. Tekarslan E, Kılınç T (2000). Davranışın sosyal psikolojisi, Đstanbul .Đ.<strong>Ü</strong>. Đşletme<br />
Fakültesi.<br />
19. <strong>Ü</strong>stün B, Akgün E, Partlak N (2005). <strong>Hemşirelik</strong>te iletişim becerileri öğretimi , Đzmir,<br />
Okullar Yayınevi, 218-221.<br />
20. Valentine P (1995). Mangement of conflict: do nurses / women handle it differently .<br />
Journal Of Advanced Nursing, 22, 142-149.<br />
221
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 2<strong>23</strong>-<strong>23</strong>2, <strong>2007</strong><br />
OVERYEN HĐPERSTĐMULASYON SENDROMU (OHSS) VE<br />
HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI<br />
OVARIAN HYPERSTIMULATION SYNDROME AND NURSING APPROACH<br />
Selma ŞEN<br />
Oya KAVLAK<br />
E.<strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Kadın Sağlığı ve Hastalıkları AD. Bornova/Đzmir<br />
Anahtar Sözcükler: Overyen hiperstimulasyon sendromu, önleme, tedavi,<br />
hemşirelik yaklaşımı<br />
Key Words: Ovarian Hyperstimulation Syndrome, Prevention, Treatment, Nursing<br />
Approach<br />
ÖZET<br />
Kontrollü hiperstimülasyon, invitro fertilizasyon-embriyo transferinin<br />
başarısındaki temel faktördür. Kontrollü hipersitümülasyonun major komplikasyonlarından<br />
biri overyen hipersitimülasyon sendromudur. Bu sendrom<br />
1943’ten beri bilinmektedir. Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (OHSS)<br />
ovulasyon indüksiyonunu takiben gelişir. OHSS, overlerde büyüme, asit,<br />
plevral efüzyon, hipovolemi ve hemokonsantrasyonla karakterize ciddi bir<br />
komplikasyondur.<br />
Overyen Hiperstimulasyon Sendromunun hemşirelik bakımında hastanın<br />
değerlendirilmesi, eğitimi, tıbbi müdahale için hazırlanması çok önemlidir.<br />
<strong>Hemşirelik</strong> tanıları sıvı volümü ve öz bakım ile ilişkili sorunları içermelidir.<br />
OHSS’nin komplikasyonları abdominal ağrı, abdominal distansiyon, bulantı,<br />
kusma ve diyaredir.<br />
Kontrollü overyen hiperstimülasyon tedavisi alan tüm kadınlara, OHSS’nun<br />
semptomları ve bulguları ile ilgili yazılı materyaller verilmelidir. Ve kadınlar bu<br />
semptomların başladığını anında rapor etmeleri için teşvik edilmelidir. OHSS,<br />
bu belirti ve semptomların erken tanısı ve minimal bir tedavi ile kontrol altına<br />
alınabilir.<br />
SUMMARY<br />
Controlled hypersitumulation is basic factor that for successfull invitro<br />
fertilizaion-embrio transfer. Overyen Hiperstimulasyon sendrom is major<br />
complication of controlled hypersitumulation. Since 1943 this sendrome has<br />
known. OHSS can develop after the ovulation induction. OHSS is a serious<br />
problem which is caracterized by groving over, aside, plevral effusion,<br />
hypovolemia and hemoconsantration.<br />
2<strong>23</strong>
Nursing care of the OHSS patient emphasizes ongoing assessment,<br />
patient education and preparation of the patient for medical intervention.<br />
Appropriate nursing diagnoses include risk for imbalanced fluid volume and<br />
knowledge deficit related to self care issues That complications are abdominal<br />
pain, abdominal distension, vomiting, sickness and diarrhea.<br />
Whole women who take ovarian hyperstimulation medication, written<br />
education material can be given about OHSS symptoms and findings. Women<br />
should be encoureged for report to started the symptoms immediately. OHSS was<br />
controlled with minimal treatment and early diagnosis of this symptoms and<br />
findings.<br />
GĐRĐŞ<br />
Kontrollü hiperstimülasyon, invitro fertilizasyon-embriyo transferinin<br />
başarısındaki temel faktördür. Kontrollü hipersitümülasyonun major<br />
komplikasyonlarından biri overyen hipersitimülasyon sendromudur<br />
(OHSS)(11). Bu sendrom 1943’te gonodotropinlerin ovulasyon indüksiyonu<br />
için ilk kullanıldıklarından beri bilinmektedir. Genellikle çoğul gebelik,<br />
hipotroidizm ya da polikistik over sendromunda görülen bu durum<br />
spontan overyen sikluslarda görülmez (4).<br />
Overyen hiperstimulasyon sendromu tamamen iyatrojeniktir<br />
(7,20). Overyen Hiperstimulasyon Sendromu eksojen gonadtropinlerle<br />
ovulasyon indüksiyonunu takiben gelişen, overlerde büyüme, asit,<br />
plevral efüzyon, hipovolemi ve hemokonsantrasyonla karakterize ciddi<br />
bir komplikasyondur (18).<br />
OHSS’de overlerin hacimce büyümesine abdominal rahatsızlık<br />
eşlik eder. Đlerlemiş formlarında overlerde kistik oluşumlar meydana<br />
gelir ve bunun sonucunda abdominal distansiyon, ağrı, bulantı,<br />
kusma, bazende diyare oluşur (7).<br />
OHSS TANIMI<br />
OHSS herhangi bir ovulasyon indüksiyonu veya çok nadirde olsa<br />
doğal sikluslarda gelişebilen, masif overyen büyüme, stromada ödem,<br />
multipl overyen kistler ve çok sayıda corpus luteum ile karakterize,<br />
steroid hormonların aşırı üretimine bağlı olduğu düşünülen, kapiller<br />
geçirgenliğin artması sonucu üçüncü boşluğa(hücreler arası boşluk)<br />
sıvı, elektrolit ve protein kaybının olduğu bir sendromdur (13). OHSS<br />
genellikle genç yaştaki kadınlarda görülmektedir. Çünkü OHSS<br />
hastanın over rezervine bağlıdır (14).<br />
Bu sendromun geniş yelpazesinin bir ucunda ancak laboratuvar<br />
metotlarıyla tanımlanabilen kimyasal hiperstimulasyon, diğer ucunda<br />
hayati tehlikenin söz konusu olduğu klinik tablo vardır (10).<br />
224
OHSS’DA RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />
Ovulasyon indüksiyonu protokolüne alınan hastalar OHSS'nin<br />
gelişimi açısından risk taşıyor olabilirler. OHSS insidansını arttıran bu<br />
risk faktörleri şunlardır:<br />
1. Duyarlı overyen cevap<br />
a. PCOS (Polikistik Over Sendromu)<br />
b. Genç yaşta (35 yaş ve ↓) ve zayıf olmak<br />
2. Yetersiz takip<br />
3. Ovulasyon için HCG kullanımı veya gebelik<br />
4. Geçirilmiş benign over operasyonu<br />
5. Bir overin alınmış olması<br />
6. Overyen kist varlığı<br />
7. HCG uygulanacağı sırada yüksek serum östradiol (E2) düzeyi<br />
(1500pg/ml.'nin üzeri ) ve çok sayıda follikül varlığı (10).<br />
OHSS’NUN SINIFLANDIRILMASI<br />
OHSS’nun ilk sınıflandırılması 1967 yılında hem laboratuvar hem<br />
de klinik bulgularla birlikte hazırlanmıştır fakat daha sonra yeniden<br />
organize edilerek değiştirilmiştir. Bu sınıflandırma üç temel klinik<br />
kategoriye ve semptomların, belirti ve laboratuvar bulgularının şiddetine<br />
göre altı dereceye ayrılmıştır. Yeni bir sınıflandırma ile 1989’da üç<br />
kategori ve beş derece ortaya çıkmıştır (2).<br />
OHSS tipik olarak HCG verildikten 7-12 gün sonra başlamakta ve<br />
hafif olabileceği gibi çok şiddetli de olabilmektedir. Hastaların %8.4<br />
ünde hafif, %6-7 sinde orta derecede hiperstimulasyon ve %0.8 inde<br />
şiddetli hiperstimülasyon görülür (20).<br />
Hafif hipertimulasyon overlerde hafif büyüme minimal semptomlarla<br />
karakterizedir. Orta derecedeki formunda hafif hiperstimulasyon<br />
bulgularına ek olarak ultrasonografik olarak saptanabilen asit de<br />
mevcuttur. Şiddetli formu oldukça kötü sonuçlara yol açabilir. Overlerde<br />
ileri derecede büyüme, asit, plevral efüzyon, hemokosantrasyon ve<br />
hiperkoagubilite, over torsiyonu ve rüptürü, ileri derecede elektrolit<br />
bozuklukları, epileptik nöbet, solunumda bozulma, böbrek yetmezliği<br />
ve ölüme kadar giden bir tabloya yol açabilir (15,20).<br />
Overyen hiperstimulasyon sendromu şöyle derecelendirilebilinir;<br />
Grade1: Abdominal distansiyon<br />
Grade2: Abdominal distansiyon, bulantı, kusma ve /veya diyare<br />
225
Grade3: Hafif hiperstimulasyon bulgularına ek olarak ultrasonografik<br />
olarak saptanan asit<br />
Grade4: Klinik asit, hidrotoraks, dispne<br />
Grade5: Hemokonsantrasyon, koagülasyon bozuklukları, böbrek fonksiyonunda<br />
bozulma (2).<br />
OHSS'DA SPESĐFĐK KOMPLĐKASYONLAR<br />
Özellikle orta ve ağır formlarda prognozu kötüleştiren, morbidite ve<br />
mortalite oranını arttıran çok çeşitli komplikasyonlar söz konusudur.<br />
Bunlar;(10)<br />
Asit: OHSS'nin klinik tablosundan sorumlu olan ana neden<br />
kapiller permeabilitenin artması sonucu intravasküler volümün üçüncü<br />
boşluğa toplanmasıdır. Kapiller permeabilitenin artış şiddeti ile OHSS'nin<br />
ciddiyeti arasında belirgin korelasyon mevcuttur. Kayıp üçüncü boşluk<br />
olarak özellikle peritoneal alana olmaktadır. Gelişen asit OHSS’nin<br />
ilerleyişi açısından son derece önemlidir. Artan asit sonucunda<br />
intraabdominal basınç artacak ve böylece vena kava inferior üzerine<br />
olan basınç nedeniyle venöz dönüşü azaltacaktır. Sonuçta bir yandan<br />
alt ekstremitelerde ödem meydana gelirken, diğer yandan venöz<br />
dönüşün azalmasıyla beraber kardiyak output düşecektir. Gerek<br />
kardiyak outputun düşmesi ve gerekse de gelişen hipovolemi nedeniyle<br />
renal perfüzyon azalacak böylece prerenal tipte bir böbrek yetmezliği<br />
gelişecektir. Artan asitin aynı zamanda diyaframı itip hareketlerini<br />
kısıtlaması ve özellikle de plevral effüzyon sonucunda solunum<br />
problemleri de ortaya çıkacaktır(10).<br />
Tromboembolik Olaylar: OHSS'de arteriovenöz tromboz, derin<br />
ven trombozu, geçici iskemik ataklar gibi tromboembolik<br />
komplikasyonlar gelişir ki bunun nedeni hakkında çeşitli hipotezler söz<br />
konusudur. Bunlar:<br />
1-Hemokonsantrasyon<br />
2-Venöz staz<br />
3-Östrojenin koagulasyon sistemi üzerindeki etkisi<br />
4-Antitrombin III seviyesinin düşmesidir. Tedavide heparin<br />
kullanılır(18).<br />
Karaciğer Fonksiyon Testlerinde bozulma: Bazı OHSS vakalarında<br />
karaciğer fonksiyon testlerinde (transaminazlar, bilirubinler, alkalen<br />
fosfataz) bozulma görülebilir. Bunun sebebinin kolestatik ve hepatoselüler<br />
yapıda gelişen değişiklikler olduğu sanılmaktadır. Bu değişikliklerin<br />
sebebi hakkında tam bir fikir birliği olmasına karşın bazı hipotezler söz<br />
konusudur. Bunlar;<br />
226
1- Östrojen ve progesteronun özellikle kolestatik natüre etkisi; Bu<br />
hormonlar hepatosit bazolateral membranında safra asit alımını<br />
azaltır (16).<br />
2- Artmış geçirgenliğin karaciğer hücrelerini yıkıcı etkisi şeklinde olup<br />
takibi yapılmalıdır. Gebelik söz konusu değil ise bozulmuş karaciğer<br />
fonksiyon testleri bir hafta içinde normale döner (9).<br />
Renal yetmezlik: Gelişen hipovolemi ve kardiak outputun azalması<br />
sonucunda renal perfüzyon azalır ve olügüri, üremi, hiperkalemi, idrar<br />
dansitesinin artmasıyla kendini gösteren prerenal tipte böbrek<br />
yetmezliği gelişir (10).<br />
Erişkin Solunum Zorluğu Sendromu (ARDS): Özellikle OHSS'nin<br />
ağır formunda nadir olarak gözlenen morbidite ve mortalite oranı<br />
yüksek olan bir komplikasyondur. Bu sendromun tanısı bir an önce<br />
konup, tedavisi aktif bir şekilde yapılmalıdır. Tedavisi; bir yandan<br />
solunum desteği yapılırken diğer yandan plazma onkotik basıncı<br />
arttırılarak kapiller kaçışın azaltılması şeklinde olmalıdır (10).<br />
Bu spesifik komplikasyonların yanı sıra nonspesifik<br />
komplikasyonlar da gelişebilir. Bu komplikasyonlar;<br />
Over Torsiyonu<br />
Đntraperitoneal Hemoraji<br />
Kist Rüptürü gibi cerrahi müdahale gerektirebilecek komplikasyonlardır<br />
(11).<br />
OHSS’NUN ÖNLENMESĐ VE TAKĐBĐ<br />
Teorik olarak OHSS'nun gelişimi önlenebilirse de pratikte bu<br />
imkânsızdır. Ancak özellikle plazma östrojen düzeyi ve USG ile yapılan<br />
iyi bir monitorizasyonla ve iyi bir proflaksi ile OHSS'nin insidansı<br />
azaltılabilir(6).<br />
Östrojen ile:<br />
Ovulasyon indüksiyonunun östrojen ile yapılan takiplerinden en<br />
iyisi plazma E2 düzeyinin takibi ile yapılanıdır. Direkt olarak yapılan<br />
takip yöntemlerinden biri olan 24 saatlik idrardaki östrojen düzeyinin<br />
ölçümünün kullanımı son yıllarda yaygınlaşmıştır(10).<br />
Servikal skor servikal mukusun niteliğine, fern testine, spinnbarkeit<br />
testine, eksternal ostaki değişikliklere göre hesaplanır. Eğer<br />
ovulasyon indüksiyonu bu yöntemle takip edilecekse o takdirde HCG'ye<br />
cevap verebilecek ovum maturasyon zamanını saptayabilmek için<br />
infertil hasta çok sık aralıklarla muayene edilmelidir. Genelde servikal<br />
reaksiyonun başlangıcından folliküIün HCG'ye cevap vereceği ana<br />
kadar olan süre 1-5 gün arasındadır. Bu yöntemin; çok sık muayene<br />
227
gereğinin olması, ovulasyon gününü tam olarak tahmin edememek gibi<br />
dezavantajları vardır(10).<br />
Ultrasonografi ile:<br />
Gerek abdominal, gerek transvaginal ultrasonografik yöntemler<br />
ovulasyon indüksiyonu takibinde olduğu kadar, OHSS'nin teşhis ve<br />
sınıflandırılmasında da oldukça önemli olan pratik yöntemlerdir(10).<br />
Ovulasyon indüksiyonunun takibi 1960'da plazma östrojen<br />
düzeyinin ölçümü ile yapılırken, bu gün için takip çok daha pratik ve<br />
ucuz olan USG'ye indirgenmiştir. Dışardan yapılan hiçbir yöntemle<br />
ovum maturasyonu hakkında kesin bir bilgi elde edilemez. Ancak USG<br />
ile ölçülen folliküIün boyutu ovum maturasyonu ve plazma E2 seviyesi<br />
hakkında fikir verebilir(10).<br />
OHSS’NUN TEDAVĐSĐ<br />
OHSS'nun hafif ve orta formunda aktif bir tedavi gerekmez,<br />
bunların yapılan takiplerinin yanı sıra oral yoldan sıvı verilerek hidrate<br />
edilmeleri ve gerekirse semptomatik tedavilerinin yapılması yeterlidir.<br />
Ancak, gebelik söz konusu ise; OHSS’nun orta formu çok hızlı bir<br />
şekilde ağır forma dönüşebilir. Bu yüzden orta şiddete OHSS’u olan<br />
kişiler hastaneye yatırırlarak takip edilmelidirler(10).<br />
Ağır formda ise hayati tehlike mevcut olduğundan bu kişiler bir<br />
an önce hastaneye sevk edilip, aktif bir biçimde tedavi ve takiplerinin<br />
yapılması gerekmektedir. Hastanede; vital bulgular, aldığı-çıkardığı sıvı<br />
takibi, kan biyokimyası ve kan sayımı ile hasta takip edilmelidir.<br />
Özellikle ciddi formda saatlik idrar çıkışı ve mümkünse santral venöz<br />
basınç (CVP) ile takip, hem verilen sıvının kontrolü hem de klinik<br />
tablonun takibi açısından son derece önemlidir. Kan sayımı ve<br />
biyokimyası klinik tablonun ciddiyetine göre 2-3 günde bir veya daha<br />
sık tekrarlanırken, kişinin günlük ağırlık ve karın çevresi ölçümü takip<br />
edilmelidir(10).<br />
Ayrıca koagulasyon durumu, karaciğer fonksiyon testleri, böbrek<br />
fonksiyon testleri ve akciğer grafisi gözden geçirilmelidir(3).<br />
OHSS'un tedavisi bu sendromun başlıca nedeni olan kapiller<br />
geçirgeliğin artmasına bağlı olarak üçüncü boşluğa olan sıvı, elektrolit<br />
ve protein kaybının önlenmesi ve yeterli intravasküler volümünün<br />
sağlanması şeklinde olmalıdır(3).<br />
OHSS’DA SPESĐFĐK KOMPLĐKASYONLARA YAKLAŞIM<br />
OHSS'de prognozu kötüleştiren, morbidite, mortalite oranını<br />
arttıran ve özellikle de ciddi formda ortaya çıkan spesifik komplikasyonların<br />
var olduğu durumlarda hastaya yaklaşım spesifik olmalıdır(3).<br />
228
Karaciğer Fonksiyon Bozukluğu: Spesifik bir tedavi gerektirmez.<br />
Ancak takip edilmelidir. Nadiren belirgin olan karaciğer fonksiyon<br />
testlerindeki bozukluk eğer gebelik yoksa çoğunlukla bir hafta içinde<br />
düzelir. Gebelik varsa 30 güne kadar uzayabilir(9).<br />
Erişkin Solunum Zorluğu Sendromu (ARDS): Bir an önce<br />
tanısının konup tedavisinin yapılması gerekmektedir. Tedavisi; bir<br />
yandan %100 O 2 verilip solunum desteği yapılırken diğer yandan<br />
plazma onkotik basıncı artırılarak alveole olan sıvı kaçışının önlenmesi<br />
şeklinde olmalıdır(3).<br />
Renal Yetmezlik: OHSS'de gelişen renal yetmezlik prerenal tipte<br />
olup renal perfüzyonun azalmasına bağlıdır. Dolayısıyla tedavisi yeterli<br />
intravasküler volümü sağlayarak renal perfüzyonu arttırma şeklinde<br />
olmalıdır. Yeterli perfüzyonun göstergesi ise saatlik idrar çıkışının 30<br />
cc'nin üzerinde olması durumudur. Ciddi renal yetmezliği olan vakalar<br />
sıvı kısıtlanması gibi standart metodlarla ve gerekiyorsa diyalizle tedavi<br />
edilmelidir(11).<br />
Asit: Asit, OHSS' kliniğinin bir bölümünden sorumludur.<br />
Tedavisi plazma onkotik basıncı arttırarak kapiller kaçışın önlenmesi<br />
şeklinde olmalıdır. Fakat asit çok yoğunsa ve özellikle solunum<br />
problemlerine sebep oluyorsa, o zaman USG eşliğinde parasentezle bir<br />
kısmı boşaltılmalıdır (10).<br />
Tromboembolik Olaylar: OHSS'li bireyde tromboembolik olaylar<br />
söz konusu ise antikoagülan tedaviye başlanması gerekir. Tedavide<br />
heparin ilk seçenek olmalıdır. Tedaviye başlamadan önce kişide<br />
intraperitoneal kanamanın olmadığı kesinleştirilmelidir (18).<br />
CERRAHĐ GĐRĐŞĐM<br />
Kist rüptürü sonucunda intraperitoneal kanama olmamış ise<br />
veya over torsiyonu söz konusu değilse cerrahi bir müdahaleye gerek<br />
yoktur. Đntraperitoneal kanamanın en önemli göstergesi hemodilüsyonla<br />
birlikte kliniğin kötüleşmesidir. Cerrahi müdahale gerekli ise mümkün<br />
olduğunca over korunmalıdır. Bazen gebelikle birlikte görülen OHSS'de<br />
terapotik abortus hayat kurtarıcı bir girişim olabilmektedir (11).<br />
OHSS’DA HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI<br />
OHSS’nun hemşirelik bakımında hastanın değerlendirilmesi, eğitimi,<br />
tıbbi müdahale için hazırlanması çok önemlidir. <strong>Hemşirelik</strong> tanıları sıvı<br />
volümü ve öz bakım ile ilişkili sorunları içermelidir. Çoğu kadında<br />
birçok komplikasyon oluşabilir. Bu komplikasyonlar abdominal ağrı,<br />
abdominal distansiyon, bulantı, kusma, ve diyaredir. <strong>Hemşirelik</strong> tanılaması<br />
hastanın sıvı volümü ve özbakımı üzerine odaklanmalıdır (1,9).<br />
229
Abdominal rahatsızlığın belirtileri, bulantı, kusma, diyare ve nefes<br />
darlığıdır.<br />
Giriş\çıkış: Oral giriş ve üriner çıkış arasındaki göze çarpan fark<br />
nedeniyle sıvı dengesizliği gelişebilir.<br />
Asit: Asitin belirtisi kilo artışı ve abdomen çapının artmasıdır. Kilo<br />
alımının 1 kg’dan daha fazla olması yada abdominal çapın 2cm’den<br />
daha fazla artması, abdominal sıvının önemli miktarda değiştiğini<br />
gösterir.<br />
Vital bulgular: Hipotansiyon ve taşikardi hipovolemik durumun<br />
göstergesi olabilir.<br />
Laboratuvar testleri, tam kan sayımı, elektrolit, serum albumin ve<br />
kreatinini içerir(1,9).<br />
Hematokrit 44’ün üzerinde ise göze çarpan hemokonsantrasyon<br />
ve potasyum düzeyinin yükselmesi yaygın belirtilerdendir(1,7).<br />
OHSS’ nin ayakta tedavisi, öz bakım ve hasta eğitimini içermelidir.<br />
Kontrollü overyen hiperstimülasyon tedavisi alan tüm kadınlara, OHSS’in<br />
semptomları ve bulguları ile ilgili yazılı materyaller verilmelidir.<br />
Kadınlar bu semptomların başladığını anında rapor etmeleri için teşvik<br />
edilmelidir. Bu belirti ve semptomların erken tanısı ile OHSS minimal<br />
bir tedavi ile kontrol altına alınır(1,9).<br />
Günlük olarak takip edilmesi gerekenler:<br />
Günlük kilo alımı: Kilo artışı asitin bir belirtisi olduğundan dolayı<br />
günlük kilo kontrolü yapılmalıdır. Sıvı durumu ile ilgisi ve önemi<br />
açıklanmalıdır. Günlük aldığı ve çıkardığı sıvı miktarı takip edilip,<br />
alınan kilo miktarı, tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir.<br />
Hastanın algılama, kavrama durumu, zamana oryantasyonu<br />
izlenmelidir(5,8).<br />
Abdominal çap: Asitin belirtisi kilo artışı ve abdomen çapının<br />
artmasıdır. Bu nedenle düzenli olarak abdominal çap ölçülmeli<br />
tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir(5,8).<br />
Đdrar miktarı: OHSS'nin önemli komplikasyonlarından renal yetmezlik<br />
genellikle prerenal tipte olup renal perfüzyonun azalmasına bağlıdır.<br />
Yeterli perfüzyonun göstergesi ise saatlik idrar çıkışının 30 cc'nin<br />
üzerinde olması durumudur. Bundan dolayı saatlik idrar takibi<br />
yapılmalıdır. Günlük aldığı ve çıkardığı sıvı miktarı takip edilip,<br />
tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir(5,8).<br />
Oral olarak alınan sıvı miktarı: Oral giriş ve üriner çıkış arasındaki<br />
göze çarpan fark nedeniyle sıvı dengesizliği gelişebilir. Bundan<br />
dolayı bireyin oral olarak aldığı sıvı miktarı takip edilmeli ve yeterli<br />
hidrasyon sağlanmalıdır(5,8).<br />
<strong>23</strong>0
Bulantı\Kusma: OHSS vakalarında bulantı\kusma abdominal<br />
distansiyondan dolayı gelişir. Birey az az ve sık sık yemeye teşvik<br />
edilmelidir. Soğuk, hafif-fazla tatlı olmayan besinler ve sıvılar tercih<br />
edilmelidir. Yemek yenilen yerdeki hoş olmayan görüntüler ve<br />
kokuların olmaması sağlanır. Bireyin aşırı sıcak ya da soğuk sıvılar,<br />
yağ ve posa içeren, baharatlı gıdalar, kafein tüketmesi önlenir.<br />
Yemekten sonra semi-fowler pozisyonunda dinlenmesi ve<br />
pozisyonunu yavaşça değiştirmesi sağlanmalıdır(5,8).<br />
Diyare: Abdominal rahatsızlık nedeniyle OHSS vakalarında diyare<br />
oluşabilir. Eğer diyare geliştiyse; diyare’yi azaltmak için katı<br />
besinlerin alımı kısıtlanmalıdır. Bunun yerine potasyum ve sodyum<br />
içeren sıvı besinler tercih edilmelidir. Süt ürünleri, yağ, posalı<br />
yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Çok sıcak ya da soğuk sıvılar<br />
tüketilmemelidir(5,8).<br />
Nefes darlığı: Artan asitin aynı zamanda diyaframı itip hareketlerini<br />
kısıtlaması ve özellikle de plevral efüzyon sonucunda solunum<br />
problemleri oluşmaktadır. Hastanın solunum hızı, ritmi ve solunum<br />
sesleri değerlendirilir. Hastaya etkili solum için derin soluk alıp<br />
vermesi öğretilir. Hastanın semi-fowler pozisyonunda dinlenmesi<br />
sağlanır. O 2 verilip solunum desteği sağlanır. Gerekirse hava yolları<br />
aspire edilir(5,8).<br />
Abdominal ağrı: Over boyutlarının artması nedeniyle abdominal<br />
bölgede ağrı oluşur. Abdominal ağrıyı azaltan ya da arttıran faktörler<br />
değerlendirilir ve izlenir. Ağrıya karşı olan duygusal tepkiler ve baş<br />
etme şekli değerlendirilir. Gereksiz hareketlerden kaçınılır. Ağrı<br />
kontrolü için en uygun ilaç planına karar verilir. Anksiyete ve<br />
korkuları gidermek için açıklayıcı bilgi verilmelidir (5,8).<br />
KAYNAKLAR<br />
1. …....Caring for Patients with Ovarian Hyhperstimulation Syndrome, Royal College of<br />
Nursing, www.rcog.org.uk, Tarama tarihi: 11.08.06.<br />
2. Aboulghar, M A, Mansour, R T, Serour G L, Amin Y (1990). Ultrasonicalli guided<br />
vaginal aspiration of ascites in the of severe ovarian hyperstimulation syndrome,<br />
Fertil-Steril, 53(5): 933-5<br />
3. Aboulghar1, M A, Mansour, R T (2003). Ovarian Hyperstimulation Syndrome:<br />
Classifications and critical analysis of preventive measures, European Society of<br />
Human Reproduction and Embryology, 9(3): 275-289<br />
4. Baksu, A, Baksu, B, Göker N (2004). Laparoscopic unwinding and cyst aspiration of<br />
an ovarian torsion in spontaneous ovarian hyperstimulation syndrome associated<br />
with a singleton pregnancy, Australian and New Zealand Journal of Obstetrics and<br />
Gynaecology 44: 270–272<br />
<strong>23</strong>1
5. Birol L (2004). NANDA Tarafından Onaylanan Fonksiyonel Sağlık Örüntülerine Göre<br />
Gruplandırılmış <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları, <strong>Hemşirelik</strong> Süreci, VI. Baskı, Etki Matbaacılık<br />
Yayıncılık, Đzmir, ss: 267-278, 279-400<br />
6. Brinsden PR, Wada I,Tan SL,Balen A, Jacobs HS (1995). Diagnosis, prevention and<br />
management of ovarian hyperstimulation syndrome, British Journal of Obstetrics<br />
and Gynaecology, 102: 767-772.<br />
7. Delvigne A, Rozenberg, S (2002). Epidemiology and prevention of ovarian<br />
hyperstimulation syndrome (OHSS): a review, European Society of Human<br />
Reproduction and Embryology, 8(6): 559-577<br />
8. Erdemir F (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları, <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, Nobel Tıp<br />
Kitabevleri, Ankara, ss: 3-446.<br />
9. Fa´bregues F, ve ark (1999). Ascites and liver test abnormalities during severe<br />
ovarian hyperstimulation syndrome, The Amerıcan Journal Of Gastroenterology,<br />
94(4): 994-999<br />
10. Gül, A, Şimşek, Y (2000). Overyen hiperstimulasyon sendromunun teşhisi<br />
önlenmesi ve tedavisi, Dicle Tıp <strong>Dergisi</strong> (Journal Of Medical School), 27: 41-59<br />
11. Olesanya OA, Parsons JH, Collins WP, Campbell S (1996). Intrafollikular<br />
hemodmamics before the administration of human chorionic gonadotropin inwomen<br />
at risk of the ovarian hyperstimulation syndrome, Fertility and Sterility, 65: 874-6<br />
12. Orvieto R ve ark (2004). Serum P-selectin level during controlled ovarian<br />
hyperstimulation–a preliminary report, American Journal of Reproductive<br />
Immunology, 52: 139–142<br />
13. Shimono J Ve Ark (1998). A rare case of hepatic injury associatedwith ovarian<br />
hyperstimulation syndrome, The Amerıcan Journal Of Gastroenterology (AJG), 93(1):<br />
1<strong>23</strong>-124<br />
14. Shıbahara, H Ve Ark (2005). Severe ovarian hyperstimulation syndrome in A 42-<br />
year-old woman with successful pregnancy after intracytoplasmic sperm injection<br />
embryo transfer, Reproductive Medicine And Biology, 4: 265–269<br />
15. Sushanek E, Simunic V, Juretic D, Grizelj V (1994). Foolcular fluid contents of<br />
hyaluranic acid, follicle stimulating hormone and steroids relative to the success of<br />
in vitro fertilization of human oocytes, Fertil Steril, 62: 347-52<br />
16. Şahan, C (2004). Gebeliğin intrahepatik kolestazı, Güncel Gastroenteroloji, 8(3): 205-<br />
211<br />
17. Tetikkurt, C Ve Ark (2004). Nadir bir plevral efüzyon nedeni: Over hiperstimulasyon<br />
sendromu, Cerrahpaşa Tıp <strong>Dergisi</strong>, 35 (4): 2002-2004<br />
18. Togay-IşıkayC, ÇelikT, <strong>Ü</strong>stüner I, Yiğit A (2004). Ischaemic stroke associated with<br />
ovarian hyperstimulation syndrome and factor V leiden mutation, Australian And<br />
New Zealand Journal Of Obstetrics And Gynaecology, 44: 264–266<br />
19. Wagner C (2005). Ovarian hyperstimulation syndrome: The nurse’s role in<br />
outpatıent management, Fertility Nurses First, www.ivpcare.com. Tarama tarihi:<br />
11.08.06.<br />
20. Weinstein D, Shenker JG (1987). Ovarian hyperstimulation syndrome, A current<br />
survey, Fertil Steril, 30: 225-26858<br />
<strong>23</strong>2
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : <strong>23</strong>3-241, <strong>2007</strong><br />
T<strong>Ü</strong>RKĐYE’DE VE D<strong>Ü</strong>NYADA EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />
MIDWIFERY EDUCATION IN TURKEY AND IN THE WORLD<br />
Derya KAYA*<br />
Mine YURDAKUL**<br />
*Mersin Merkez 5 Nolu Sağlık Ocağı(Ebe)/MERSĐN<br />
** Mersin <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>( Yard.Doç.Dr.)/MERSĐN<br />
Anahtar Sözcükler: Ebelik, Ebelik Eğitim, Tarihsel Gelişim, Türkiye<br />
Key Words: Midwifery, Midwifery Education, Historical Development, Turkey<br />
ÖZET<br />
Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan ebeliğin uygulama alanı<br />
ülkeler için çok önemli bir sağlık alanı olan Ana-Çocuk Sağlığı alanına<br />
özelleşmiştir. Bu özel alanda verilen hizmetin başarısı ülkenin sağlık<br />
sorunlarının çözümlenmesinde anahtar olacak boyuttadır. Ebelik uygulamaları<br />
gebelik, doğum, doğum sonu dönem ve yenidoğan bakımı ile birlikte kadına<br />
tüm yaşamı boyunca bakım vermeyi kapsamaktadır. Ayrıca ebelerin aileye ve<br />
topluma danışmanlık yapma ve eğitim verme gibi görevlerinin bulunması<br />
sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve sağlık sorunlarının çözümlenmesinde<br />
rollerinin önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada dünyada ve ülkemizde<br />
ebelik eğitiminin tarihsel gelişimi ve gelecekte ebelik eğitimin yeniden<br />
düzenlenmesine yönelik yaklaşımlar tartışılmıştır.<br />
SUMMARY<br />
The practice field of midwifery which is one of the oldest occupations of<br />
the world has specialized in the field of Mother-Child Health, which is a very<br />
important field for most of the countries. The success of this special field will be<br />
the key in solving the problems of a country. Midwifery applications include the<br />
pregnancy, the birth, and the period after birth, caring the baby and caring the<br />
mother throughout her life. Moreover, midwives’ duties such as, being a<br />
consultant to the family and to the society and educating them show the<br />
importance of their roles in giving health service and solving health problems. In<br />
this study, the historical development of midwifery in our country and in the<br />
world and some approaches related to reorganizing the education of midwifery in<br />
the future have been discussed.<br />
GĐRĐŞ<br />
Ebelik, sağlık meslekleri içinde tarihi en eski ve işlev yönünden<br />
de en önemli olanıdır. Ebelik uygulamaları gebelik, doğum, doğum<br />
sonu dönem ve yenidoğan bakımı ile birlikte kadına tüm yaşamı<br />
<strong>23</strong>3
oyunca bakım vermeyi kapsamaktadır (Barger 2005). Ebelerin aileye<br />
ve topluma danışmanlık yapma ve eğitim verme gibi görevlerinin<br />
bulunması sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve sağlık sorunlarının<br />
çözümlenmesinde rollerinin önemini ortaya koymaktadır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre ebe; gebelik sırasında,<br />
doğumda ve doğum sonrası dönemlerde annelere gerekli bakım ve<br />
danışmanlığı sağlamak, normal doğumları kendi sorumluluğunda<br />
yaptırmak ve yeni doğan bakımını yapmak üzere eğitilmiş kişidir (WHO<br />
1983).<br />
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre; ebelerin aktif olarak<br />
çalıştıkları ülkelerde anne ölümlerinin, perinatal bebek ölümlerinin,<br />
sezaryenle doğum oranlarının azaldığı, doğum aralıklarının uzadığı,<br />
ebelik hizmetlerinin yeterli olmadığı ülkelerde bu göstergelerin oldukça<br />
yüksek olduğu bilinmektedir. Ebelik, yeterli doğum, yenidoğan, jinekoloji<br />
ve çocuk bakımı bilgisi gerektiren temelde bağımsız, gerektiğinde sağlık<br />
ekibinin parçası olabilen bir meslektir. Ebenin verdiği bakım koruyucu<br />
önlemleri, anne ve bebekteki anormal durumları belirlemeyi, tıbbi<br />
yardım sağlamayı ve bu yardımın yokluğunda acil müdahaleyi içerir.<br />
Sağlık danışmanlığı ve sağlık eğitimi yalnız kadınlar için değil aynı<br />
zamanda aile ve toplum içinde önemli bir görevdir. Ebe hastanelerde,<br />
kliniklerde, sağlık ünitelerinde, evlerde ve diğer çalışma alanlarında<br />
görev alabilir (Midwifery Cirruculum 2004).<br />
Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan ebeliğin uygulama alanı<br />
sadece doğum olarak görülmekle birlikte çok daha geniştir. Mesleğin ilk<br />
yıllarında ebelik eğitimi doğum, gebelik ve yenidoğan bakımına odaklı<br />
verilmekteydi. 1950’lerde servikal smear alma, 1960’lardan sonra da<br />
doğum kontrol yöntemlerini uygulama ebelik kapsamına girmiştir<br />
(Barger 2005). Eski çağlarda Asurlularda, Mısır’da, Eski Yunan’da,<br />
Hititlerde ve Romalılarda ebelik mesleği tanımlanmaktadır. Çin’de<br />
saygın bir statüye sahip olan ebenin toplumsal konumu prenseslerden<br />
daha üstündür. Yunanlılar ve Romalılarda ebelerin okur-yazar olmaları<br />
zorunlu kılınmıştır. Romalı hekim Soranus ebelerin yararlanması için<br />
Gynaecology adında bir kitap yazmıştır. Fransa’da ise 1560 yılında<br />
Henry III ebelerin yalnız pratik eğitim değil, aynı zamanda kadın<br />
anatomisi ve fizyolojisi konusunda da eğitim görmelerini zorunlu<br />
kılmıştır (Eren, Uyer 1991). Dünyada ilk ebelik okulları 1673’te<br />
Fransa’da, 1701’de Almanya’da, 1725’te Londra’da açılmıştır. Osmanlı<br />
Đmparatorluğunda ise ebelik eğitimi 1869 yılında başlamıştır (Köker<br />
1997). Ebe Osmanlı Döneminde eve, hareme girebilen ve bağımsız<br />
çalışabilen en önemli sağlık çalışanı olmuştur.<br />
Türkiye’de ebelik, anadan kıza geçen, görgü ve deneyime dayanan<br />
bir meslek olarak başlamıştır. 19. YY’da Đstanbul ve Đzmir gibi büyük<br />
kentlerde isim yapmış ebelerin yanında usta-çırak yöntemi ile yetişen,<br />
<strong>23</strong>4
“küçük ebe” adı verilen genç hanımlar ebelik görevini yürütmüşlerdir<br />
(Eren 1991). 1846-1848 yılında Mekteb-i Tıbbiye’de (Tıp Okulu) ebelik<br />
yapan kadınlara doğum bilgisi vermek üzere iki yıl süreli ebelik kursu<br />
açılmıştır. 1880’de Dr Besim Ömer Akalın kursun kayıt, kabul<br />
şartlarını ve ders programını yeniden düzenlemiş, Türkçe bilen ve otuz<br />
yaşını geçirmemiş olan kadınlar kursa kabul edilmiştir (Eren 1991,<br />
Köker 1997). Đlk ebe okulu ve kadın doğum kliniği 1909 yılında<br />
Đstanbul‘da açılmıştır. Müdürlüğünü Dr Besim Ömer Akalın’ın yaptığı<br />
bu okul ülkemizde bilimsel bir temelle ebe yetiştiren ilk ebe okuludur.<br />
Đlkokul mezunu ve 30 yaşını geçmemiş kadınlar alınmış ve ders<br />
programında klinik uygulamalara yer verilmiştir (Köker 1997)<br />
Ebeliği ayrı bir meslek dalı olarak değerlendiren Dr. Besim Ömer;<br />
ebelik eğitiminde adeta yeni bir çağ açarak Ebe Okulu'nu çağdaş bir<br />
özelliğe kavuşturmuştur. Ebelik alanında ilk kitaplara da imza atarak<br />
"Doğurduktan Sonra", "Ebe Hanımlara Öğütlerim" ve "Ebelik" isimli<br />
kitapları yayınlanmıştır (Hot 1996).<br />
1920’de Đçişleri Bakanlığına bağlı Sağlık Genel Müdürlüğü<br />
tarafından değişik illerden gelen ilkokul mezunu kızlar Kadırga Kızılay<br />
barakalarında yatılı olarak iki yıl eğitilerek diğer illerin ebe ihtiyacı<br />
karşılanmaya çalışılmıştır (Eren 1991, Karanisoğlu 2000). Cumhuriyetin<br />
kurulmasından sonra 1924’te Tıp Fakültesi bünyesindeki okullara<br />
ortaokulu bitirmiş kız öğrenciler alınarak 3 yıl süreli eğitilmişlerdir.<br />
1928 yılında ise “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı Đcrasına Dair<br />
Kanun” ile eğitim almamış (diplomasız) ebelerin doğuma yardım etmeleri<br />
yasaklanmış ve suç sayılmıştır (Köker 1997, Karanisoğlu 2000).<br />
1942 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB) Köy Ebe<br />
Okulu adı altında 9 aylık eğitimle ebe yetiştirilmiştir. Daha sonra bu<br />
okulların süresi 1,5 yıla çıkarılmıştır. 1943 yılında Köy Enstitülerinde<br />
Ebelik bölümü açılmıştır (Eren 1991). 1961 yılından itibaren üç yıllık<br />
eğitimi olan Sağlık Okulları açılmıştır. Böylece ilkokula dayalı üç yıllık,<br />
düzenli bir program uyarınca, kuramsal bölümü okulda ve uygulamalı<br />
bölümü doğumevlerinde yer alan bir eğitim sistemine geçilmiştir (Köker<br />
1997, Karanisoğlu 2000). Hemşire yardımcılığı hizmetleri ve köy ebeliği<br />
görevlerini yürütecek elemanların yetiştirildiği iki bölümü bulunan<br />
sağlık okulları 1978 yılında kapatılmıştır.<br />
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1975 yılında ebe ve hemşire<br />
okullarını birleştirmiş ve “ebe-hemşire” yetiştirme kararı almıştır (Eren<br />
1991). 1978-1979 eğitim-öğretim yılında “Sağlık Kolejleri’’, “Sağlık Meslek<br />
Liselerine’’ dönüştürülmüştür (Köker 1997, Karanisoğlu 2000). Lise<br />
dengi olan bu okullarda müfredatın %40’ı normal lise derslerinden,<br />
%60’ı meslek derslerinden oluşmakta idi.<br />
1996 yılında eğitimine son verilen sağlık meslek liseleri 2001<br />
yılında eski müfredat içeriği ile tekrar açılarak ebe yetiştirilmeye<br />
<strong>23</strong>5
yeniden başlanmıştır. 2004 yılında bu okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na<br />
devredilerek çok programlı liseye dönüştürülmüş ve ebelik, hemşirelik<br />
bölümlerine bu yıldan itibaren öğrenci alınmamıştır (http://sdb.meb.<br />
gov.tr, Erişim Tarihi:12.10.2004). 1985-1986 eğitim-öğretim yılında ise<br />
liseye dayalı Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulları bünyesinde iki<br />
yıllık ebelik programları açılmıştır. Bu programdan mezun olan<br />
öğrencilere ön lisans diploması ve sağlık teknikeri (ebe) ünvanı<br />
verilmiştir. 1986-89 eğitim-öğretim yılında SSYB liseyi bitiren kızlara<br />
8,12,18 aylık kurslarla tamamlama programı adı altında hemşire/ebe<br />
diploması vermiştir (Eren 1991, Köker 1997). 1990-1991 eğitim-öğretim<br />
yılında Anadolu <strong>Ü</strong>niversitesi Açık Öğretim Fakültesi ebelik ön lisans<br />
programı açılmıştır. 1999’da ise önlisans mezunlarına lisans eğitimine<br />
dikey geçiş hakkı verilmiştir (Köker 1997, 15.10.1999 tarih ve <strong>23</strong>847<br />
sayılı resmi gazete) 1992-1993 eğitim-öğretim yılında Sağlık Bakanlığı<br />
ile Yüksek Öğretim Kurumu Başkanlığı arasında imzalanan protokol<br />
gereği sağlık meslek lisesi binaları içinde sağlık hizmetleri meslek<br />
yüksekokulları açılmıştır. <strong>Ü</strong>niversite bünyesinde 11 yıllık temel eğitim<br />
üzerine iki yıllık mesleki eğitim veren bu yüksekokullar 1996 yılında<br />
kapatılmıştır.<br />
1995 yılında Yüksek Sağlık Şura’sının kararı doğrultusunda<br />
ebelik, hemşirelik ve sağlık memurluğu eğitiminin lisans düzeyinde<br />
yapılması amacıyla 1996 tarih ve 96/8655 sayılı kararı ile Sağlık<br />
Yüksek Okulları kurulmasına karar verilmiş ve 1997-1998 eğitim<br />
öğretim yılında sağlık yüksekokulu bünyesinde ebelik lisans eğitimine<br />
başlanmıştır (Karanisoğlu 2000). Halen 71 Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>nun<br />
30’unda Ebelik Programı bulunmaktadır (ÖSYS Klavuzu 2006).<br />
Sağlık Yüksek Okulu ebelik eğitim programları, Dünya Sağlık<br />
Örgütü’nün ebe tanımı ve ebelik eğitimi ile ilgili uluslar arası<br />
standartlar göz önüne alınarak ve Avrupa Topluluğu’nun 80/155/EEC<br />
sayılı konsey direktifleri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu okulların<br />
müfredat programları öğrenciye;<br />
Ebelik faaliyetlerini yürütebilecek temel bilgi ve beceriyi<br />
Doğum öncesi, doğum, doğum sonu dönem ve yenidoğan konusunda<br />
ayrıntılı bilgi ve beceriyi<br />
Meslek etiği ve mevzuatı hakkında yeterli bilgiyi<br />
Sağlık ekibinde ve toplumda etkin bir üye olarak görev alabilecek<br />
beceriyi kazandırmak amacı ile planlanmıştır (Wallace 2001).<br />
Dünyada ebelik eğitimi ve hizmetleri ülkenin tarihsel, kültürel,<br />
sosyo-politik durumlarından etkilenmiştir (Arslan 1998). Dünyada<br />
ebelik eğitimi incelendiğinde ülkeler arasında farklılık bulunmaktadır.<br />
Batı ve Güney Avrupa ülkelerinde diğer ülkelere göre ebeler daha<br />
bağımsız role sahip olup, otonomi ve profesyonellik yönünden daha<br />
gelişmiş olduğu görülmektedir (Arslan 1998, Arslan 2005).<br />
<strong>23</strong>6
Teorik ve pratik eğitimin eşit derecede önemli olduğu Đngiltere’de<br />
ebelik eğitimi hem hemşirelik eğitimi sonrası kurslarla hem de<br />
doğrudan giriş programlarıyla verilmektedir (Arslan 1998, http://www.<br />
midwifery school org). Belçika’da bir yıl hemşirelik eğitiminden sonra<br />
özel alan olarak, Finlandiya’da eğitimin başlangıcında dört hemşirelik<br />
dalından biri olarak ebelik seçilebilmektedir (Arslan 1998). Amerika’da<br />
ebelik eğitimi, en az 3 yıl eğitim alarak yetişen lisans mezunu ebeler<br />
(licenced midwife) ve hemşirelik eğitimi üzerine 18 aylık eğitimle<br />
yetiştirilen hemşire ebeler (nurse-midwife) olmak üzere iki düzeyde<br />
yapılmaktadır. Lisans mezunu ebeler evde ve doğum merkezlerinde<br />
doğum yaptırabilmekte, serbest çalışabilmekte ve birçok ilacı reçete<br />
edebilmektedirler. Bu durum ebelerin daha kapsamlı bakım vermelerini<br />
sağlamaktadır (http://www.acnm.org.,http://www.hscbklyn.edu)<br />
AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />
Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde Avrupa Birliği’nin direktifleri<br />
doğrultusunda Ebe olabilmek için üç ayrı yol önerilmektedir. Bunlar;<br />
En az 10 yıllık temel eğitim üzerine teori ve uygulama dahil en az üç<br />
yıllık tam zamanlı ebelik öğretimi,<br />
AB direktifleri ile uyumlu hemşirelik eğitimi üzerine en az iki yıllık ya<br />
da 3600 saatlik tam zamanlı ebelik öğretimi,<br />
AB direktifleri ile uyumlu hemşirelik eğitimine ilave olarak 18 ay<br />
(3000 saat) kurs ve 1 yıl sertifikalı pratik eğitim,<br />
AB direktifleri doğrultusunda ebelik programını bitirecek olan<br />
adaydan;<br />
a) Obstetri ve jinekoloji başta olmak üzere ebelik uygulamalarının<br />
dayandığı bilimler hakkında yeterli bilgi,<br />
b) Meslek etiği ve meslek mevzuatı hakkında yeterli bilgi,<br />
c) Gebelik, doğum ve doğum sonu dönemler ile fetus ve yenidoğanın<br />
fizyolojisini ve anatomisini açıklayabilecek düzeyde ayrıntılı bilgi,<br />
d) Kişilerin sağlığı ile davranışlarının fiziksel ve sosyal çevre ile olan<br />
ilişkisini açıklayabilecek düzeyde ayrıntılı bilgi,<br />
e) Programın özüne uygun, eğitimli personelin denetimi altında ve<br />
onaylanmış kurumlarda kazanılmış yeterli klinik deneyim,<br />
f) Sağlık profesyonellerinin eğitimleri ve çalışmaları üzerine yeterli bilgi<br />
ve deneyim kazanmış olması beklenmektedir (Wallace 2001).<br />
GELECEKTE EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />
Günümüzde kadınların üreme yaşantıları ve sağlık alışkanlıkları<br />
değişmiştir. Farklı yaşam biçimleri veya sosyal gerçekler, evlenme ve<br />
<strong>23</strong>7
oşanma gibi değişiklikler, üreme sağlığını ve cinselliği önemli derecede<br />
etkilemektedir. Ailelerdeki ideal çocuk sayısının azalması, eğitim süresinin<br />
uzunluğu, evlenme yaşının artması, modern ve etkili kontraseptif<br />
yöntemlerin yaygınlaşması bu durumla ilgili etmenlerdir. Sonuç olarak<br />
bakıldığında yeni bir kadın grubu ve farklı gereksinimler karşımıza<br />
çıkmaktadır. Bu durumda, istenmeyen gebelikler ve güvenli olmayan<br />
düşükler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, aile içi şiddet, cinsel<br />
şiddet ve istismar, gençler arasında cinselliğin yaygın yaşanması ve<br />
diğer risk faktörleri ortaya çıkmaktadır (Neglia 2003). Ebelik hizmetleri<br />
adolesanların sadece gebelik bakımı değil, aynı zamanda en yüksek<br />
seviyede jinekolojik ve tıbbi bakım almasını ve bazı toplumlarda<br />
psikolojik olarak desteklenmesini de kapsamaktadır (Barger 2005).<br />
Ebelerin bu doğrultuda kendi eğitimlerini ve uygulamalarını yeniden<br />
düzenlemeleri gerekmektedir.<br />
Gelecekte Ebelik Eğitim Sistemin Düzenlenmesinde Odak Noktalar;<br />
Eğitim ve uygulamalarda standartların tespit edilmesi ve<br />
desteklenmesi,<br />
Toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap verecek uygulama taslaklarının<br />
oluşturulması,<br />
Yetenek ve becerilerin yükseltilmesi için desteğin sağlanması,<br />
Sağlık bakımı politikalarının tanımlanmasında ebelerin katılımının<br />
sağlanması ve desteklenmesidir (Neglia 2003).<br />
Ebelik tarihi incelendiğinde, birçok ülkede ebelik ve hemşirelik<br />
mesleğinin sınırları birbirinden tam olarak ayrılmadığı görülmektedir.<br />
Ebelik müfredat içeriğinin oluşmaması, ebelik ve hemşirelik eğitim<br />
programlarının karıştırılması, ebeliğin yasal bir tanımının olmaması,<br />
eğitim programı ve sertifikalandırma için mesleki kimliğin elde edilememesi<br />
ve gelişememesi bu durumun önemli nedenleridir (Burst 2005).<br />
Günümüzün ebelik bakım modeli üreme sağlığı alanında güvenli, etkili,<br />
uygun zamanda ve kadın merkezli hizmeti kapsamaktadır. Bu model<br />
hastalıktan koruma veya sağlığın sürdürülmesi, hastalık durumunda<br />
sağlığın yeniden kazanılması, hastalık ile uyumu sağlama ve yaşam<br />
kalitesini artırmayı içermektedir (Neglia 2003). Ebelerin kendi ülkesinin<br />
gerçeklerine göre kazanması gereken birçok farklı beceri vardır.<br />
Örneğin istenmeyen gebelikler ve istemli düşükler birçok ülkede önemli<br />
bir toplum sağlığı sorunudur. Ebelik uygulamalarında, istemli düşük<br />
ve komplikasyonlarının önlenmesi için kontrasepsiyon eğitimi, güvenli,<br />
kabul edilebilir ve uygun zamanda hizmet sunulması, ve manuel<br />
vakum aspirasyonunun uygulanması gibi güvenli teknik kullanılması<br />
önem taşımaktadır.<br />
Ebelik eğitiminde bilgi ve becerilerin geliştirilmesi için uygulamalı<br />
öğretimin düzenlenmesi çok önemlidir. Ebeliğin tanımı, eğitimi ve<br />
<strong>23</strong>8
uygulamaları ülkelere göre farklıdır. Ebelerin kendi ülkesinin gerçeklerine<br />
göre kazanması gereken becerileri, günlük çalışmalarındaki rollerine ve<br />
eğitim seviyesine bağlı olarak değişmektedir. Beceri geliştirilmesi için<br />
klinik eğitimin ve ekonomik desteğin sağlanması da önemlidir. Ayrıca,<br />
ebelikte eğitimin ilerlemesi ve devamının sağlanması, eğitim fırsatlarının<br />
tanınması için ebelikte yükseklisans ve doktora programlarının<br />
geliştirilmesi gerekmektedir (Mc.Kenna ve ark. 2003). Ebelik eğitiminin<br />
desteklenmemesi ve standart bir müfredat olmaması, eğitim ortamının<br />
uygunsuzluğu önemli sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır<br />
(Mc.Kenna ve ark. 2003, Mansouri ve ark. 2006).<br />
Türkiye’de ebelikte yüksek lisans eğitimine 2000 yılında<br />
başlanmıştır, halen toplam 4 üniversitede ebelikte yüksek lisans<br />
eğitimi devam etmektedir.<br />
<strong>Ü</strong>lkemizde 30 sağlık yüksek okulunun bulunduğu illerin dokuzunda<br />
doğum evi yoktur. <strong>Ü</strong>niversite hastanesi bulunan illerde ise asistan<br />
eğitimi nedeni ile ebelik öğrencileri doğuma müdahale edememektedirler.<br />
Bu durum öğrencilerin hem yeteri kadar doğum yaptıramamasına hem<br />
de klinik eğitim için devlet hastanelerinde yığılmalara neden olmaktadır.<br />
Eğitimde önemi büyük olan eğitimci sayısının da sağlık yüksekokullarında<br />
yetersiz olduğu ve özellikle ebelik eğitimi almış eğitimcilerin<br />
olmadığı görülmektedir (YÖK Raporu 2001). Ebelik eğitiminde başarıya<br />
gidilmesi için nitelikli eğitimcilere gereksinim vardır. Eğitimcilerin<br />
taşıması gereken bir takım özellikleri olmalıdır. Nitelikli ebelik<br />
eğitimcisi, yeterli klinik beceriye, değerlendirme yeteneğine sahip<br />
olmalıdır. Ebelik eğitimcileri klinik çalışmalardan önce kendi uygulama<br />
becerilerini geliştirmelidir. Bunun için de 2-5 yıllık bir klinik deneyim<br />
gerekebilmektedir (Thompson 2003, Barton 1998).<br />
Eğitimcilerin eğitim ve değerlendirme becerilerini geliştirmeleri,<br />
kendi sorumluluklarının, rollerinin ve yetkilerinin farkında olması<br />
özellikle önemlidir (Mc.Kenna ve ark. 2003, Ali 2005). Eğitimci klinik<br />
ortama hakim olmalıdır. Eğitimde büyük öneme sahip teori ve klinik<br />
becerilerin kazandırılması, eğitim için uygun ortam ve yöntemlerin<br />
kullanılması ve klinik beceriler için klinik ortamın sağlanması çok<br />
önemlidir (Thompson 2003, Ali 2005). Ayrıca ebenin uygulama alanı<br />
olan Ana Çocuk Sağlığı alanı sağlığı geliştirme ve sağlığı koruma<br />
kavramları ile doğrudan ilgili alanlardır. Ebelik eğitiminin öğrencide,<br />
bu bilinç ve beceriyi geliştirecek yapıda olması ve uygulamalarının<br />
daha çok toplum içinde yer alacak biçimde planlanması gerekir. Ebeyi<br />
sadece doğum yaptırma becerisi ile sınırlandırmak, toplumun ebeden<br />
hak ettiği biçimde yararlanmasını sınırlayacağı gibi ebelik mesleğinin<br />
kapsamını da daraltacaktır.<br />
Ebe ve hemşirelerin ulusal sağlık hedeflerine ulaşmada kilit<br />
personel oldukları ve eğitimlerinin de bu rollerini yerine getirecek<br />
<strong>23</strong>9
şekilde yapılandırılması gerektiği, ülkemizin de imza koyduğu birçok<br />
uluslar arası belgede belirtilmektedir. WHO Avrupa bölgesi sağlık<br />
bakanlarının katılımı ile 2000 yılında Münih’te yapılan toplantı da<br />
ebelerin günümüzün ciddi toplum sağlığı sorunlarını çözmede anahtar<br />
ve giderek önem kazanan rol oynadıklarına dikkat çekilmiştir. Ebeliğin<br />
ve hemşireliğin karar alma mekanizmalarına katılmalarının sağlanması,<br />
kariyer geliştirilmesi için maddi destek ve olanakların sağlanması, ebe<br />
ve hemşirelerin sağlık ekibi ile işbirliği içinde etkin ve etkili, tam<br />
kapasite çalışmalarının sağlanması, eğitimlerinin bu rollerini yerine<br />
getirecek şekilde yapılandırılması gerekliliği vurgulanmaktadır.<br />
Sonuç olarak topluma kaliteli ebelik hizmeti sunabilmek toplumsal<br />
bir görevdir. Kaliteli hizmetin verilmesinde temel ölçüt ise iyi yetişmiş<br />
insan gücüdür. Ebelik eğitimi hedefleri ve sınırları ülke ihtiyacına göre<br />
düzenlenmiş eğitim programları ile nitelikli eğitimciler tarafından ve<br />
yeterli uygulama alanına sahip eğitim kurumlarında verilmelidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ali E. (2005). A Midwife Teaching Medikal Students: Can It Work The Clinical<br />
Teacher, 2005; 2(2): 97-103.<br />
2. Arslan H. (2005). Ebenin Çalışma Alanları ve Ebeden Beklenen Hizmetler. <strong>Hemşirelik</strong><br />
Formu <strong>Dergisi</strong>, (Eylül-Aralık); 4-11.<br />
3. Arslan H (1998). Ebelik Eğitiminde Kalite. <strong>Hemşirelik</strong>-Ebelik Eğitimi ve<br />
Uygulamalarında Kalite Sempozyumu. Kayseri.<br />
4. Barger M.K. (2005). The History of Nurse-Midwife / Midwifery Practice. Journal of<br />
Midwifery & Women’s Health, 50; 129-137.<br />
5. Barton TD (1998). The Integration of Nursing and Midwifery Education Within Higher<br />
Education: Implications for Teachers- A Qalitative Research Study. Journal of<br />
Anvanced Nursing, (27): 1278.<br />
6. Bennett R, Brown LK (1989). Myles Textbook for Midwives,The British Council, 11th<br />
Edition,.<br />
7. Burst HV (2005). The History of Nurse-Midwife/Midwifery Education. Journal of<br />
Midwifwry & Women’s Health, 2(50): 129-137.<br />
8. Eren N. Uyer G. (1991). Sağlık Meslek Tarihi ve Ahlakı.4. Baskı. Ankara.Hatiboğlu<br />
Yayınevi, 94-105.<br />
9. Hot Đ (1996). Besim Ömer Paşa’nın Anne ve Çocuk Sağlığı Açısından <strong>Ü</strong>lkemiz Nüfus<br />
Meselesi Hakkındaki Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi. Đstanbul: Đ.<strong>Ü</strong>. Sağlık Bilimleri<br />
Enstitüsü.<br />
10. Clinical education of midwifery students, http://www.acnm.org. Erişim Tarihi:<br />
20.09.2004.<br />
11. Midwifery-The Program, http://www.hscbklyn.edu, Erişim Tarihi: 20.09.2004.<br />
12. http://sdb.meb.gov.tr. Erişim Tarihi: 12.10.2004.<br />
240
13. Programe-academic.htm, http://www. midwifery school org Erişim Tarihi:<br />
21.08.2004.<br />
14. Karanisoğlu H (2000). Türkiye’de Ebelik ile Đlgili Gelişmeler. 2000’li Yıllarda Sağlık<br />
Yüksekokullarında Eğitimin Geleceği Sempozyumu. Malatya.<br />
15. Köker HA (1997). Doğum ve Ebelik Tarihi. Erciyes <strong>Ü</strong>niversitesi Gevher Nesibe Tıp<br />
Tarihi Enstitüsü. Yayın No:26. Ankara. Erciyes <strong>Ü</strong>niversitesi Matbaası, 1-9, 27-34.<br />
16. Mansouri P, Soltani F, Rahemi S, ve ark (2006). Nursing And Midwifery Student’s<br />
Approaches to Study and Learning, Journal of Anvanced Nursing, (54)3: 351-358.<br />
17. Mc.Kenna H, Hasson F, Smith M (2003). Training Neeeds of Midwifery Assistants.<br />
Journal Of Advunca Nursing,, 44(3): 308-317.<br />
18. Midwifery Cirruculum-A Global Prespective Transforming the Architecture of<br />
Midwifery Education, Royal Collage of Midwives National Conference, <strong>23</strong> July 2004.<br />
19. Neglia BH (2003). The Future of Midwifery Education. Midwifery, (19): 3-9.<br />
20. ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu. Ankara. 2006.<br />
21. Thompson EJ (2003). Competencies for Midwifery Teachers. Midwifery, 18: 256-259.<br />
22. Türkiye’de <strong>Hemşirelik</strong>: Temel Meslek Eğitimi ile Đnsangücü’ne Đlişkin Sorunlar ve<br />
Çözüm Önerileri, YÖK Raporu 2001<br />
<strong>23</strong>. Wallace M (2001). <strong>Hemşirelik</strong> ve Ebelikle Đlgili Avrupa Birliği Standartları, 6-8.<br />
24. World Health Organization, The Role of Nursing / Midwifery Personel in the Strategy<br />
of Health for All , Resolution WHO 36.11,1983.<br />
25. 15.10.1999 tarih ve <strong>23</strong>847 sayılı Resmi Gazete.<br />
241
Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 243-253, <strong>2007</strong><br />
YAŞLILIK VE CĐNSEL YAŞAM<br />
SEXUALITY IN THE AGED PEOPLE<br />
Hilmiye AKSU*<br />
Ahsen ŞĐRĐN**<br />
*Adnan Menderes <strong>Ü</strong>niversitesi, Aydın Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>, Doğum-Kadın Sağlığı<br />
Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı<br />
**Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Doğum-Kadın Sağlığı Hastalıkları<br />
Hemşireliği Anabilim Dalı<br />
Anahtar Sözcükler: Yaşlılık, cinsel yaşam<br />
Key Words: Old age, Sexuality<br />
ÖZET<br />
Đnsan yaşamının giderek uzaması, yaşlı nüfusun toplam nüfus içinde<br />
artması, insanın ileri yaşlarında da sağlıklı kalmasını gündeme getirmiştir. Her<br />
yaş grubunda olduğu gibi yaşlılıkta da cinsellik önemlidir. Dünya Sağlık<br />
Örgütü (DSÖ), cinsel sağlığı; cinsel yaşamın sosyal, entelektüel, duygusal,<br />
somatik yönlerin bileşimi ve aşk, iletişim ve kişisel değişimlerin pozitif bir<br />
anlatım yolu olarak tanımlamaktadır. Bazı bilim adamları isteniyorsa hala<br />
doyurucu (tüm ilişkiyi içeren) cinsel sevginin yaşlı insanlarda da mümkün<br />
olacağını ifade etmektedirler. Bununla beraber yaşlılıkta cinselliği etkileyen<br />
fiziksel, psikolojik ve sosyokültürel faktörler vardır. Hemşireler, genellikle<br />
yaşlılıkta cinselliğe çok negatif bir tutum sergilerler veya bunun varlığına<br />
bütünüyle dikkat etmezler. Eğer biz hemşireler her hasta için cinselliği<br />
varsaymazsak onun temel insan gereksinimlerini inkâr etmiş oluruz. Bu<br />
makalenin amacı, yaşlılıkta cinsellik, cinselliği etkileyen faktörler konusunda<br />
bilgi vermek ve hemşirelerin yaşlıların cinselliğine ilişkin olumlu yaklaşım<br />
geliştirmeleri açısından dikkatlerini çekmektir.<br />
SUMMARY<br />
As the life spans of the people get longer and the ratio of the old people’s<br />
population increases in total population, they result in human’s being healthy<br />
even in their late ages. As in every age –group, sexuality is also very important in<br />
the old ages. WHO (World Health Organisation) defines the sexual health as the<br />
combination of the sexual life’s social, intellectual, sensitive and somatic<br />
features; and a positive way of description of love, communicative and personal<br />
changes. Some scientists state that the satisfying sexual love- containing the<br />
whole intercourse is also possible in the very old people if they still want.<br />
However there are physical, psychological and socio-cultural factors affecting the<br />
sexuality in the old ages. Nurses usually have a negative attitude towards the<br />
sexuality in the old ages and they never completely take care its existence. If we<br />
243
nurses don’t suppose that there is sexuality for each patient, we deny their<br />
essential human necessities. The aim of this article is to inform about the factors<br />
which affect the sexuality and the sexual life in the aged people and to take the<br />
nurses’ attentions on the sexuality of aged people and to get their positive<br />
approaches on this subject.<br />
GĐRĐŞ<br />
Dünyada yaşlı nüfus giderek artmakta olup 2020 yılına kadar<br />
toplam popülasyonun %22’sinin 65 yaş ve üzerinde olacağı tahmin<br />
edilmektedir (Yıldırım 2005). Đnsan yaşamının giderek uzaması, yaşlı<br />
nüfusun toplam nüfus içinde artması, insanın ileri yaşlarında da<br />
sağlıklı kalmasını gündeme getirmiştir (Özsoy ve Başalan 2002).<br />
Yaşlanma bireysel olmakla birlikte toplumsal değerler ve diğer etkenler<br />
toplumda yaşlı ve yaşlılığa verilen değeri ve yeri belirlemektedir. Bu<br />
nedenle yaşlılık sadece biyolojik bir olay olmayıp aynı zamanda<br />
toplumsal ve kültürel bir olaydır (Sertbaş ve Bahar 2003).<br />
Birleşmiş Milletler’in yaşlılıkla ilgili yayınladığı raporlarda ve<br />
ülkemizde yaşlılığın başlangıcı 60 yaş olarak temel alınmaktadır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı, 60-74 arası yaşlılık, 75- 84 arası ileri<br />
yaşlılık, 85 yaş ve üstü ise ihtiyarlık olarak sınıflandırmıştır (Sertbaş ve<br />
Bahar 2003).<br />
Dünya genelinde 60 yaş üzerindeki nüfusun 2025 yılında 1.2<br />
milyara, 2050 yılında 2 milyara ulaşması beklenmekte ve her 5 kişiden<br />
birinin 65 yaş ve üzerinde olması tahmin edilmektedir. Bu durum<br />
yaşlılığı bireysel bir sorun olmaktan çıkarıp toplumsal bir sorun haline<br />
getirmektedir (Sertbaş ve Bahar 2003).<br />
Cinsellik yaşamın anlamına bir güzellik katabilir. Davranışlar<br />
doğrultusunda toplumda yaşlı yetişkinler hakkında cinsellik, değerinin<br />
azaldığı yönündedir. Bu davranışlar yaşlılarda cinselliğin kaybolduğu<br />
şeklindedir (Pangman ve Sequire 2000). Her yaş grubunda olduğu gibi<br />
yaşlılıkta da cinsellik önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), cinsel<br />
sağlığı; cinsel yaşamın sosyal, entelektüel, duygusal, somatik yönlerin<br />
bileşimi ve aşk, iletişim ve kişisel değişimlerin pozitif bir anlatım yolu<br />
olarak tanımlamaktadır. Yaşlıların sağlıklı yaşlanmada uyumlarını<br />
kolaylaştırmak ve genel iyilik halini desteklemek için cinsel duygulara,<br />
en önemlisi de bunların sözel yada davranışsal ifadesine gereksinimleri<br />
vardır (Parke 1991).<br />
Genellikle seksüel duygular ileri yaşlarda unutulur. Parke, (1991)<br />
“Hemşireler gerçekten yaşlılara bütüncül bir bakım vermeyi istiyorlarsa<br />
yaşlı insanların cinsel gereksinimleri konusunda farkında olmalıdırlar”<br />
demiştir. Türkiye’de yaşlılık her yönüyle az incelenmiş bir konudur.<br />
Yaşlılık dönemi sorunları, gereksinimleri, yaşlıların ve aile bireylerinin<br />
bu konudaki görüşleri ile ilgili çalışmalar yetersizdir (Sertbaş ve Bahar<br />
244
2003). Ancak günümüzde seks ve yaşlanma giderek artan popüler bir<br />
konu olmaya başlamıştır.<br />
Son yıllarda yaşlılık biliminde yaşlılığın imajı konusu gündemde<br />
iken yaşlı insanların cinsel yaşamı ile ilgili araştırma sayısı sınırlıdır<br />
Bildtgard, (2000) çalışmasında Đsveç’te 1990 ile 1995 yılları arasında<br />
sadece dokuz filmde ve tiyatrolarda sadece bir oyunda yaşlılara başrol<br />
verilmiş olduğunu belirtmiştir. Bu filmlerde yaşlıların cinselliğine yer<br />
verilmemiş ve sadece bir filmde yaşlıların cinselliğinin nasıl olduğuna<br />
dair çok az bir bölüm sahnelenmiştir (Bildtgard 2000). ABD’de yaşlı<br />
insanların cinselliği hem yetersiz olarak ele alınmakta hem de doğru<br />
olarak ifade edilmemektedir. Yaşlı cinselliği, yanlış bilgilerle dolu, belirsiz<br />
ve inkâr etme şeklinde tanıtılmaktadır. Yaşlıların cinselliği adolesanlar<br />
gibi yetişkinlerin çoğunluğunda korkulara yol açmaktadır. Konu ile<br />
ilgili gelişmeler doğrultusunda yaşlıların cinselliğinin olmadığına dair,<br />
geleneksel yaklaşımların değişeceği umut edilmektedir. Popüler literatür,<br />
yaşlı ve orta yaş grubu insanların sağlıklı, enerjik ve çekici portresini<br />
artırmayı amaçlamaktadır. Çünkü yaygın düşünce, çekicilik ve<br />
cinselliğin yakından ilişkili olduğu yönündedir. Bu değişikliğin delilleri<br />
olarak da toplumda sağlıklı, genç görünen ve kendine iyi bakmış<br />
yaşlıların sayısı artması olarak belirtilmektedir (Walz 2002).<br />
Bunun yanı sıra, bazı konularda özellikle cinsellik ve cinsel yaşamda<br />
hala büyük bir sessizliğin egemen olduğu bilinmektedir. Çocuk cinselliği,<br />
gençlerin cinsel yaşamı, evlilik öncesi ve evlilik dışı yaşanan cinsellik,<br />
eşcinsellik, yaşlılıkta cinsellik, akıl ve beden yoksunluğu olanlarda<br />
cinsellik, cezaevlerinde ve de hastanelerde cinsellik gizlenmesi ve<br />
bastırılması gereken davranışlar olarak görülmektedir (Kömürcü 1992).<br />
Bununla beraber, insanlar doğumdan ölüme kadar kendi cinselliklerini<br />
ifade ederler. Yaşlılıkta, kronik bir hastalık veya sakatlık gibi<br />
durumlarda cinselliği, ifade etmenin bir yolu olan uyuma gereksinim<br />
duyulabilir, fakat cinsel yaşam sona ermemektedir (Parke 1991). <strong>Ü</strong>reme<br />
sağlığı her yaşı ve herkesi ilgilendirmektedir. Kadın ve erkek herkesin<br />
tüm yaşamlarında normal büyüme ve gelişme sürecinden kaynaklanan<br />
üreme ve cinsel sağlık gereksinimleri vardır (DSÖ,2001) Bu yaklaşımda<br />
doğumdan ölüme kadar kadın ve erkeğin yaşamının bir bütün olarak<br />
ele alınması gerektiği yaşama sağlıklı başlamanın ilk adım olduğu,<br />
bireyin sağlık gelişiminin bir çok faktörün kümülatif etkisiyle oluştuğu<br />
vurgulanmaktadır(htpp://www.un.org.tr/who/bulten/turk/bul4ureme<br />
.HTM,http://www.geocities.com/HotSpribngs/Villa/3625/cinsel/yasls<br />
ex.html).<br />
Cinselliğin kapsamı, ilişkinin fiziksel bileşenlerinden çok daha<br />
fazladır. Cinsellik, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel öğelerden oluşur.<br />
Cinselliğin biyolojik öğeleri; cinsel organlar ve hormonlar gibi anatomik<br />
yapılar ve fizyolojik süreçleri içerir. Psikolojik öğeler; cinsel benlik imajı<br />
245
ve beden imgesi ile ilişkilidir. Bireysel bir gereklilik olan olumlu cinsel<br />
benlik imajı ve beden imgesi özsaygı anlamındadır (Parke 1991).<br />
Cinsellik özel parçaların bütünüdür, temel insan gereksinimidir<br />
ve eğer hemşireliğin gerçekten bütüncül bir yaklaşımı varsa bakım<br />
planında insanoğlunun temel bir parçası olan cinselliğinde yer alması<br />
gerekir.<br />
YAŞLILIK VE CĐNSELLĐK<br />
Bazı bilim adamları isteniyorsa hala doyurucu cinsel yaşamın,<br />
yaşlı insanlarda da mümkün olacağını ifade etmektedirler. Seksten<br />
alınan keyifin yaşla bir ilgisi olmadığı ve seksüel yaşamın devam etmesinde<br />
fiziksel ve ruhsal sağlığın yerinde olması gerektiği vurgulanmaktadır<br />
(htpp://www.agingsex.htm). Çoğu insan yaşlıların seks ile ilgilenmediğine<br />
inanır. Gerçekte seksüel yaşam, yaşla birlikte olumlu ve olumsuz<br />
yönleri ile değişiklik gösterir (htpp://aging sex in the later years.htm).<br />
Menopozdan sonra kadınlar birden fazla orgazm olabilir, deneyimleri ve<br />
seksüel isteklerinde artma görülebilir. Bunun olası nedenleri, gebe<br />
kalma korkusunun ortadan kalkması ve çocuk yetiştirme yıllarının<br />
sona ermesinden sonra enerjinin artmasıdır (Parke 1991).<br />
Ginsberg ve ark. 2005, katılımcıların %63’ünü kadınların<br />
oluşturduğu araştırmalarında, yaşlıların çoğunluğunun, bir cinsel<br />
ilişkiyi sürdürmek istediklerini bu ilişkinin dokunma ve öpmeyi içermesi<br />
gerektiği ve geçmişte yaşadıklarından daha çok cinsel deneyimler<br />
istediklerini belirlemişlerdir (Ginsberg ve ark. 2005).<br />
Yaşlılıkta cinselliğin boyutları farklı ve daha geniştir, ileri<br />
yaşlarda cinsellik; birlikte rahatlama, gevşeme, bir haz paylaşma ve<br />
karşılıklı alış verişi sürdürme amaçlarına daha çok yönelik olmaya<br />
başlar. Cinsel birleşme artık aile oluşturmak, çocuk doğurmak gibi bir<br />
nedenden dolayı yaşanmaz, bu durum bireylere bir çeşit özgürlük<br />
duygusu getirir. O güne kadar birbirlerine bu şekilde yönelme fırsatı<br />
bulamamış eşler, kendilerini ve birbirlerini yeni baştan keşfedebilirler.<br />
Cinsellik kişilerin birbirlerine karşı sevgi ve bağlılıklarını ifade etmelerine<br />
aracı olabilir. Kişinin bedenini algılayarak kendisi ve bedeni ile barışık<br />
bir yaşam sürmesini sağlayabilir. Bu yaşlarda cinsel kimliğini<br />
sürdürmek yani kadınlığını ve erkekliğini unutmamak genellikle morali<br />
ayakta tutmak anlamına gelir. Ayrıca çocukların büyüyüp evden<br />
ayrıldığı, çalışma yaşamından el çekildiği günlerde bu cinsel kimlik en<br />
azından kişinin bir dayanak noktası olabilir. Birlikte yaşanan hazların<br />
yanı sıra cinsel faaliyet, yaşamın fırtınalarına karşı birlik olma<br />
duygusunu verir (Parke 1991).<br />
Bununla beraber yaşlılıkta cinselliği etkileyen fiziksel, psikolojik<br />
ve sosyokültürel faktörler vardır. Minichiello ve ark. (2004), yaşlılarla<br />
246
yaptıkları çalışmalarında; yaş, evlilik durumu, inkontinans, fiziksel<br />
iyilik hali, cinsel bilgi durumu, cinsellik algısı, genel iyilik hali, partner<br />
sayısı ile cinsel aktivite durumu arasında anlamlılık bulmuşlardır.<br />
Ginsberg ve ark. (2005) çalışmalarında yaşlıların sağlık durumları ile<br />
seksüel aktivite isteklerinin yakından ilişkili olduğunu ve seksüel<br />
aktiviteye en önemli engeli, yaşlıların cinsel partnerlerinin eksikliği<br />
olarak belirtmişlerdir (Ginsberg ve ark 2005).<br />
Yaşlılıkla birlikte gündeme gelen ve cinsel yaşamı etkileyen<br />
fiziksel değişimler:<br />
Yaşlılıkla birlikte kadınlarda; Vulvada damarlanma, elastikiyet<br />
ve derialtı yağ dokusunda azalma nedeni ile atrofi, pubik kıllanmada<br />
azalma, labialarda düzleşme, vajina epitelinde incelme, vajinada<br />
kuruluk, alkali ortam, florada değişiklik, serviks ve uterusta küçülme,<br />
tuba ve overlerde atrofi, ovülasyon ve östrojen üretiminde azalma,<br />
disparoni, memelerde sarkma görülebilir (Kömürcü ve Aksayan 1992,<br />
Şirin 1995, Taşkın 1997). Yaşlı kadınlarda, vajinal yağlanmada azalma,<br />
klitorial uyarımlarda ve uterin spazmlarda orgazm süresince ağrı<br />
yaşanabilir. (Parke 1991, http//male health center-aging and sex.htm).<br />
Yaşlılıkta erkeklerde ise, testislerde küçülme ve sertleşme<br />
(testesteron üretiminde azalma olmaksızın), ereksiyon süresinde uzama,<br />
yavaş ve güçsüz ejekülasyon, prostatta büyüme görülebilir. (Kömürcü<br />
ve Aksayan 1992). Altmış yaşın üzerindeki erkeklerde ereksiyonu<br />
başarmak için daha uzun zaman ve daha direkt genital uyarı gerekebilir.<br />
Ejekülasyon sıvı volümünde ve orgazm yoğunluğunda azalma olabilir.<br />
Ancak erken boşalma problemi yaşlılıkta hemen hemen hiç yaşanmaz.<br />
Sonuç olarak yaşlı erkekler genellikle performanslarından dolayı<br />
anksiyete yaşarlar ve yaşlılıkla beraber yaşanan bu değişikliklerin<br />
normal olduğundan habersizdirler (Parke 1991,http:// aging sex in the<br />
later years.htm).<br />
Yaşlılıkta Cinsel Aktiviteyi Etkileyen Durumlar;<br />
Cinsel aktivite yaşam boyu sürmesine rağmen ilaçlar, hastalıklar<br />
seksüel aktiviteyi etkilemektedir (Nusbaum ve ark. 2005). Hastalık<br />
süresince cinsel aktivitede bir duraklama periyodu görülebilir.<br />
Romotoid artiritin varlığı ağrı ve eklemlerde tutulmaya yol açmasından<br />
dolayı cinsel ilişkiden memnuniyetsizliğe neden olabilir. Ayrıca artirit<br />
sonucu oluşan vücut deformiteleri bireysel beden imajını da olumsuz<br />
olarak etkilemektedir. (Parke 1991).<br />
Çok yaygın olarak görülebilen problemlere bir diğer örnek,<br />
yaşlılarda inkontinanstır. Đnkontinans durumunda özel ped kullanma<br />
ve pantolon giyme, katater kullanma bireyin kendini daha az çekici ve<br />
mutsuz hissetmesine yol açabilmektedir.<br />
247
Cinselliği etkileyen hastalıklara örnek olarak, kardiovasküler<br />
sistem hastalıkları, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH),<br />
hipotroidizm, hipertirodidizm, diabetus mellitus, periferik nöropati,<br />
hipertansiyon, dejeneratif eklem hastalıkları, plejiler, kanser, cinsiyet<br />
hormon yetersizliği, enfeksiyonlar vb. sayılabilir.<br />
Bazı ilaçların her iki cinste cinsel isteği azaltma ve erkeklerde<br />
impotans yapma gibi genel etkileri olabilmektedir. Örneğin antihipertansif<br />
ilaçlar gibi. Antiparkinson ilaçlar aynı zamanda aşırı ve uygunsuz<br />
seksüel davranışlara da yol açabilir. Alkol kullanma, psikotroplar,<br />
bazı diüretikler, testesteron sentez inhibitörleri, antidepresifler, antipsikotikler,<br />
Santral Sinir Sistemi depresanları, sedatifler, hipnotikler<br />
seksüel aktiviteyi etkilemektedir. Bu gibi etkileri yaygın olarak bilinen<br />
ilaçların reçete edilmeden önce düşünülmesi gerekir (Parke 1991).<br />
Yaşlıların cinselliğini etkileyen psikolojik faktörler arasında;<br />
Yaşlılığa bağlı psişik ve kişilerarası ilişkilerdeki değişiklikler, fiziksel<br />
değişimlerin yanlış yorumu, yineleyen ilişki ile monotonluk yaşanması,<br />
mental ve fiziksel hasar görme, emeklilikte beklentilerin azalması,<br />
rollerin azalması, beden imajının değişmesi, başarısızlık korkusu,<br />
cinsel ilişki sırasında ölme korkusu, gebelik korkusundan kurtulma,<br />
kişilik yapıları, olaylar karşısında savunma ve baş etme şekilleri,<br />
programlı listelerden kurtulma sayılabilir (Kömürcü ve Aksayan 1992).<br />
Yaşlılıkta cinselliği etkileyen sosyokültürel faktörler kapsamında;<br />
Yaşlıların entelektüel durumu ve yaratıcı yetenekleri, toplumun<br />
yaşlı cinselliğini tamamen yok kabul etmesi, çevresel değişiklikler,<br />
yaşlının kendine ait bir ev ortamı, hatta odasının bile olmaması,<br />
sosyoekonomik koşulların güçlüğü, aile desteğinin olmaması olarak<br />
belirtilmektedir (Kömürcü 1992). Birey yaşlandığında sahip olduğu<br />
vatandaşlık, işçi ve aktif aile rolünü kaybedebilir veya daha azına sahip<br />
olabilir, bu gibi durumlarda cinselliği etkileyebilir (Parke 1991).<br />
Bunların yanı sıra yaşlılarda görülen cinsel işlev bozukluklarına<br />
yol açabilen diğer durumlar şunlardır:<br />
Eşin yaşlı olması, evlilik ile ilgili sorunlar, geçmişte olumsuz<br />
cinsel deneyimler, emeklilik, gelir kaybı, eşin terk etmesi, aldatması,<br />
boşanma, kurumda yaşama, erkeklerde performans anksiyetesi,<br />
kadında menopoz, histerektomi, mastektomi gibi yaşlı tarafından yanlış<br />
algılanan durumlarda cinsel aktiviteyi etkilemektedir (Parke 1991,<br />
Nusbaum 2005).<br />
Yaşlıların kurumlarda yaşaması;<br />
Yaşlı bireylerin bazıları kişisel görünümleri için giysilerin seçimi,<br />
satın alınması, saçların taranması, ve diğer normal aktivitelerde<br />
bakıcılara bağımlıdır. Fiziksel görünüm ve giyim cinselliğin ve<br />
bireyselliğin gözle görülen bölümüdür.<br />
248
Kurumda yaşayan yaşlılar için cinselliğin ifadesi daha da güçtür.<br />
Bu nedenle kurumlarda çalışan hemşire ve diğer çalışanlar, yaşlılar<br />
için cinsel yaşamın gizliliğini sağlayabilecek kurum ortamının oluşmasında<br />
yardımcı olmalı ve kurumun cinselliğin ifadesi konusundaki otoriteyi<br />
yıkmak için uygun yolları araştırmalıdır. Burnside’nın (1976) yaptığı bir<br />
araştırmada doktor, hemşire, diğer yardımcı personel ve ailelerin yaşlı<br />
hastanın bekar hayatı yaşamasını beklediklerini belirlemiştir (Burnside<br />
1976).<br />
Yaşlılıkta cinsel yaşama alternatif yaklaşımlar geliştirilebilir,<br />
homoseksüellik, lezbiyen ilişkiler ve bazen de teşhircilik yaşlılar<br />
arasında sık karşılaşılan durumlardır. Bunlar özellikle kurumlarda<br />
yaşayan yaşlıların başvurdukları yollardır.<br />
Kültürel inançlar, önyargılar yaşlı insanların cinselliğinin<br />
kabulünde yaygın bir direnç gösterilmesine yol açmaktadır. Batı<br />
toplumunda genç yaşlarda, güzellik ve fiziksel çekiciliğin, romantizm ve<br />
cinsellikte önemi ciddi olarak ele alınır. Yaşlanma ile beraber fiziksel<br />
değişikler cinselliği ve istekleri azaltır. Sonuçta genç toplumun<br />
düşüncesinde seksüel aktivite yaşlılar için anormal veya sapıkça olarak<br />
sınıflandırılır. Ayrıca bu davranışların geri yansımaları yaşlıları da<br />
etkilemektedir ve genellikle toplumun inanç ve beklentilerine göre<br />
yaşayan yaşlılarda böyle düşündüklerini belirtmektedirler. Yaşlılıkta<br />
cinsel aktiviteyi azaltan ana öğeler, isteksizlik veya kapasitesizlik değil<br />
beklentilerin azalması, kişilerarası ilişkilerin ve beden imajının<br />
olumsuz etkilenmesidir (Parke 1991).<br />
Yaşlılıkta cinsel yaşama hemşirelerin yaklaşımı:<br />
Toplumda yaşlıların oranı artarken gençlerin sayısı azalmakta ve<br />
kronik hastalık prevelansı artmaktadır. Bu bağlamda hemşireler, yaşlı<br />
cinselliği ile daha çok karşılaşacaktır. Gelecekte hemşireler, geriatri<br />
bakımı ve cinsellik konuları ile ilgilenmek üzere önemli bir pozisyonda<br />
olacak ve yaşlıların cinselliği ile ilgili yaşlı yetişkinlere, sağlık eğitimi ve<br />
cinsel danışmanlık yapacaktır (Pangman ve Sequire 2000).<br />
<strong>Hemşirelik</strong> araştırmaları ve politikaları, tanımlayıcı çalışmalar<br />
aracılığı ile yaşlılarda cinselliği, özellikle kronik hastalık yaşayan yaşlılarda<br />
cinselliği ele almalıdır. <strong>Hemşirelik</strong> stratejileri, yaşlı yetişkinlerin<br />
haklarını tanımalarında hemşirelere, kolaylık sağlayacaktır. Bu haklar,<br />
yaşlıların yaşamında kaliteyi artırmak için cinselliklerine saygı duyma<br />
ve sosyal yargıda değişiklik oluşturmadır. (Pangman ve Sequire 2000).<br />
Hemşireler genellikle yaşlılıkta cinselliğe çok negatif bir tutum<br />
sergilerler veya bunun varlığına bütünüyle dikkat etmezler. Tüm<br />
hemşireler cinsellikte bireysel değerler ve standartlara sahiptirler ve<br />
veremedikleri özgürlük ve önyargısız davranışları başkalarından<br />
beklerler (Parke 1991). Brogan (1996), hemşireler tarafından yaşlı<br />
249
insanların cinselliği son zamanlara kadar inkâr edildiğini ve holistik<br />
hemşirelik bakımı verebilmek için yaşlıların cinselliği inkâr edilmemesi<br />
gerektiğini vurgulamaktadır (Brogan 1996).<br />
Griffiths (1988), hemşirelerin cinsellikle ilgili eğitimi almadıklarını<br />
belirtmiştir. <strong>Hemşirelik</strong> tanıları bireyin tüm tedavisinde önemli<br />
olmasına rağmen cinsellik konusu, tedavinin aşamalarına daha az<br />
katılmış bir bölüm olarak görülmektedir (Griffiths 1988). Zalar (1982),<br />
çalışmasında bu görüşü ifade ederek hemşirelerin sadece hastalığın<br />
fiziksel ve emosyonel tanılaması ile ilgili unsurları belirlemeleri için<br />
eğitildiklerini söylemiştir. Psikoseksüel gelişim bilgisi olmadan belirsiz<br />
davranışlara sahip olunacağından hemşire eğiticiler müfredatlarında<br />
cinselliği içeren bilgilere de yer vermelidirler. Eğitim programlarında<br />
kazandırılacak tutumlar, yaşlılıkta cinselliğin değiştiği ve bir<br />
gereksinim olduğu yönünde olmalıdır (Zalar 1982).<br />
Hemşireler, sadece kendi davranışlarını değiştirmeyi bir amaç<br />
edinmemeli aynı zamanda topluma ve yaşlılara uygun rol model<br />
olmalıdırlar. Tutumların tüm düzeylerde değişmesi gerekir ve bu<br />
değişim hemşirelik eğitimi ile başlayabilir. Örneğin; yaşlıların bakımında<br />
olumlu tutumlar desteklenmeli, yaşlılıkla ilgili genel yargılarla mücadele<br />
edilmelidir. Bu yaşlı nüfusta cinselliğin kabulünün yaygınlaşmasını<br />
kolaylaştırabilir (Parke 1991).<br />
Gott ve Hinchliff (2003) çalışmalarında yaşlılarda cinsel<br />
problemlere ilişkin profesyonel yardım almayı engelleyen pek çok faktör<br />
belirlemiştir. Bu faktörleri; utanma, korku, seksüel problemi algılama,<br />
ciddi bir problem olarak görmeme, uygun hizmeti almada bilgi eksikliği<br />
olarak tanımlamıştır (Gott ve Hinchliff 2003). Gott (2006) , yaşlılar<br />
sağlık personeli ile cinsel sağlıklarını konuşmak istediklerini ve sağlık<br />
personelinin de yaşlıların cinselliği hakkında eğitime ihtiyacı olduğunu<br />
belirtmiştir. Her iki grup arasındaki kördüğüm olan iletişimin yeniden<br />
düzenlenmesi ve yaşlılıkta cinselliğin olmadığına ilişkin görüşün uzun<br />
yıllar devam etmemesi için hizmet içi eğitim yapılabilir (Gott 2006).<br />
Hemşireler seks terapisti değildir, ancak hemşirelik süreci ile<br />
yaşlı hastaların cinsellikle ilgili fiziksel, emosyonel ve sosyal korkularına<br />
olası çözümler bulabilirler. Yaşlılara önyargılı olunmamalıdır çünkü her<br />
hastanın cinselliği özeldir. Örneğin yaşlı insanların bazıları ahlaki<br />
kısıtlamalar nedeni ile ilişkide evliliğin gerekliliği veya menopozdan<br />
sonra ilişkinin sona ereceği, sadece zevk için değil doğurganlık için<br />
ilişkinin gerekliliğine inanabilirler (Parke 1991).<br />
Hemşireler için yaşlıların cinsel danışmanlığında kullanılabilecek<br />
rehber<br />
1. Đletişim Becerileri:<br />
Kendi inanç, değer ve tutumlarınızı gözden geçirin<br />
250
Đletişim becerilerinizi değerlendirin<br />
Cinsel fizyoloji ve işlevlere ilişkin bilgilerinizi gözden geçirin<br />
Kendinize “Ne tür sözsüz mesajlar veriyorum” sorusunu sorun<br />
2. Sorunun değerlendirilmesi:<br />
Anatomi ve fizyolojiye ilişkin bilgi gereksinimi var mı<br />
Özel bir cinsel sorunu var mı<br />
Sorun cinsel işlev ile doğrudan ya da direk ilgili klinik bir durum<br />
oluşturmuş mu<br />
Organik bir sorun var mı<br />
Yaşlı beklentilerine ters düşen başarısızlık için kendini suçluyor mu<br />
Fiziksel hastalık veya ilaçları var mı<br />
Yitirilen değil şu andaki kapasite durumu nedir<br />
3. Tartışmanın sürdürülmesi:<br />
Çocuklukta cinselliğe ilk yönelişi<br />
Çocukluğundaki mastürbasyon deneyimi nedeni ile kalıcı duyguları<br />
Geçmiş cinsel deneyimleri (özellikle ilk deneyimi)<br />
Cinsel deneyiminin toplum yapısı ve dinsel inanışlarla bağlantısı<br />
Yanıtlarda varsa tutarsızlığı değerlendirin<br />
Görüşmenin gizliliği konusunda güven verin<br />
Konuşmaktan kaçınmayın<br />
Danışmanlık sırasında yaşlının kendi yanıtlarını bulmasına yardım<br />
edin ve bulduğu yanıtı destekleyin<br />
4. Açık cinsel davranışları ve uygunsuz önerileri sınırlandırma:<br />
Çevreyi ve neden olan olayları gözden geçirin<br />
Cinselliği kanıtlama gereksinimini araştırın<br />
Duygusal yoksunluğunu değerlendirin<br />
Erkek yada kadın olarak yaşama ve işlev görme, gereksinim ve<br />
kapasitesini tanımlayın<br />
Sağlıklı çıkış yollarını gösterin<br />
Cezalandırmayın<br />
5. Pis, yaşlı adam imajı:<br />
Bu imaj ile ilgili olarak siz ve diğer çalışanlar ne düşünüyor ve<br />
duyuyorsunuz Kültürümüz, yaşam biçimimiz vb. den etkilenen bu<br />
duygu ve düşüncelerin ekip halinde tartışılması, paylaşılması ve<br />
çözümü yararlı olabilir.<br />
251
6. Mastürbasyon:<br />
Mastürbasyonun normal ve sağlıklı olduğunu kabullenin<br />
Kendi tutumlarınızı değerlendirin<br />
Gizlilik gerektirdiğinden uygun yer ve zaman için destekleyin<br />
Yargılamayın ve cezalandırmayın<br />
7. Alternatif öneriler:<br />
Soruna yönelik uygun öneriler ve çözümler üretilebilir (Kömürcü ve<br />
Aksayan 1992).<br />
Eğer biz hemşireler her hasta için cinselliği varsaymazsak onun<br />
temel insan gereksinimlerini reddetmiş oluruz. Hemşirelerin yaşlıların<br />
cinselliğine ilişkin tutumlarının olumlu olması gerekir. Burnside’ın<br />
(1976) dediği gibi yaşlıların ölünceye kadar bizim bakımımıza ve<br />
şefkatimize hakları vardır, çünkü insanoğlunun bu dilek ve isteklerinin<br />
bir zamanı yoktur.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Bildtgard T (2000). The sexuality of elderly people on film-visual limitations. Journal<br />
of Aging &Identity. 5(3): 169-183<br />
2. Brogan M (1996). The sexual needs of elderly people :adressing the issue. Nursing<br />
Standard. 10(24): 42-45<br />
3. Burnside I. M (1976). Nursing and the aged. New York: McGraw Hill.Book.Cop.<br />
4. Ginsberg T. B, Pomerantz S. C, Kramer- Feeley V (2005). Sexuality in older adults:<br />
behaviours and preferences. Age & Aging 34(5): 475-480<br />
5. Gott M (2006). Sexual health and the new ageing. Age and Ageing, 35(2): 10-107<br />
6. Gott M, Hinchliff S (2003). Barriers to seeking treatment for sexual problems in<br />
primary care: a qualitative study with older people. Family Practice, 20(6) 690-695<br />
7. Griffiths E (1988). No sex please. Nursing Times 84(1): 34-35<br />
8. htpp://www. aging sex htm erişim 12.07.2006<br />
9. htpp://aging sex in the later years.htm erişim 12.07.2006<br />
10. http://www.geocities.com/HotSiprings/Villa/3625/cinsel/yaslsex.html erişim<br />
03.07.2003.<br />
11. http// male health center-aging and sex.htm erişim 12.07.2006<br />
12. http://www.un.org.tr/who/bulten/turk/bul4ureme.htm erişim. 03.07.2003<br />
13. Kömürcü N, Aksayan S (1992). Sağlıklı yaşlanmanın bir boyutu, yaşlılıkta cinsellik.<br />
Uluslararası Hemşireler Birliği 1992 Teması Sempozyumu Kitabı, Ankara. 208-213.<br />
14. Kömürcü N (1992). Ebe ve hemşirelerin cinselliğe ve bu konudaki danışmanlık<br />
rollerine ilişkin tutumları. III. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Kitabı, Sivas: Esnaf Ofset.<br />
Matbaacılık, 267-272.<br />
252
15. Minichiello V, Plummer D, Loxton D (2004). Factors predicting sexual relationships<br />
in older people: an Australian study. Australian Journal on Ageing, <strong>23</strong>(3): 125-130<br />
16. Özsoy Karabulut Ö, Başalan Đz F (2002). Yaşlılarda yaşam kalitesi. <strong>Hemşirelik</strong><br />
Forumu, 5 (6): 51-53.<br />
17. Pangman V, Sequire M (2000). Sexuality and the chronically ill older adult: a social<br />
justice issue. Sexuality & Disability, 18(1): 49-59<br />
18. Parke F (1991). Sexualty in later life. Nursing Times, 87 (50): 40-42<br />
19. Sertbaş G. Bahar A (2003). Huzurevinde yaşayan yaşlıların yaşlılığa ilişkin görüşleri<br />
ve sosyal uyumlarının değerlendirilmesi. <strong>Hemşirelik</strong> forumu, 6 (5): 33-39<br />
20. Şirin A (1995). Kadın ve Menopoz: Seksüel sıkıntılar. Bornova-Đzmir. E.<strong>Ü</strong>. Basımevi,<br />
.36-38.<br />
21. Taşkın L (1997). Kadın hayatının devreleri: Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği.<br />
Ankara, Sistem Ofset Mat, 435-451<br />
22. Walz T (2002). Crones, dirty old men, sexy seniors: representations of the sexuality of<br />
older persons.Journal of Aging & Identity, 7(2): 99-112<br />
<strong>23</strong>. Yıldırım Y K (2005). Yaşlı istismarı ve önlenmesi. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />
<strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 21(1): 167-174<br />
24. Zalar M. K (1982). Role preparation for nurses in human sexual functioning. Nursing<br />
Clinics of North America, 17(3): 351-363<br />
253
<strong>2007</strong> YILI BĐRĐNCĐ SAYI ĐÇĐNDEKĐ MAKALELER<br />
Araştırmalar<br />
- <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Mezunlarının Aldıkları Lisans Eğitimine Đlişkin<br />
Görüşleri<br />
The Investigation Of The Opinions of Graduated Nurses About Bachelor’s<br />
Degree Education<br />
Leyla KHORSHID…………………………………………………………………….…1-14<br />
- <strong>Hemşirelik</strong> Uygulamalarının Farklı Kliniklerde Gerçekleştirilme Sıklığının<br />
Đncelenmesi<br />
The Investigation of the Realizing Frequency of Nursing Interventions of Nurses<br />
Working in Different Clinics<br />
Leyla KHORSHID, Yeliz DEMĐRCĐ…………………………………………….....15-26<br />
- Ameliyat Öncesi Dönemde Hastaların Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi (TAT)<br />
Yöntemlerini Kullanma Durumlarının Đncelenmesi<br />
Examination of Patients’ Use of Complementary and Alternative Methods in the<br />
Preoperative Period<br />
Yelda CANDAN DÖNMEZ, Arzu ÖZCAN ĐLÇE, Meryem YAVUZ,<br />
Alev DIRAMALI……………………………………………………………………….. 27-36<br />
- Đlköğretim 1. Sınıf Öğrencileri Sağlık Eğitiminde Öykülerin Etkisinin<br />
Araştırılması<br />
An Investigation The Effects of Short Stories on the Health Education of Firsth<br />
Class Students At The Primary School<br />
Sami OLUK, Tuğba ÇAY………………………………………………………….… 37-50<br />
- Ebe /Hemşirelerin Ruhsal Sorunlu Bireylere Yönelik Tutumlarına Ruh Sağlığı<br />
Eğitiminin Etkisi<br />
Effective of Mental Health Education Introduced to Attitudes Toward<br />
Indivudials With Mental Problem of Nurses/Midwives<br />
Olcay ÇAM, Đlknur PEKTAŞ, Ayşegül BĐLGE………………………………..… 51-66<br />
- <strong>Hemşirelik</strong> Kararları Đçin Eleştirel Düşünme Modeli’nin Uygulamada<br />
Kullanımı<br />
A Critical Thinking Model For Nursing Judgement in Clinical Application<br />
Candan ÖZT<strong>Ü</strong>RK, Gonca KARAYAĞIZ MUSLU……………………………..… 67-74<br />
- Maneviyat ve Manevi Bakım Dereceleme Ölçeği’nin Türkçe Formunun<br />
Geçerlilik ve Güvenilirliği<br />
Validity And Reliability Of Tthe Spirituality And Spiritual Care Rating Scale”<br />
Türkish Version<br />
Şafak ERG<strong>Ü</strong>L, Ayla BAYIK TEMEL………………………………………….…… 75-87<br />
- <strong>Hemşirelik</strong> Öğrencilerinin Öğretim Sistemine Đlişkin Görüş ve Önerileri<br />
The Opinion and The Proposal Related To The Teaching System Of The Nurse<br />
Students<br />
Fatma ORGUN, Nilay ÖZK<strong>Ü</strong>T<strong>Ü</strong>K, Ayla BAYIK TEMEL…………………..... 89-102<br />
XIII
Derleme Yazılar<br />
- Onkolojik Aciller<br />
Oncologic Emergencies Bowel Obstruction<br />
Öznur USTA YEŞĐLBALKAN…………………………………………………….103-113<br />
- Sağlık Kurumlarında Çatışma<br />
Conflict In The health Care Organization<br />
Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N……………………………………………..………..115-124<br />
- <strong>Hemşirelik</strong>te Çatışma ve Çatışma Yönetimi<br />
Conflict And Conflict Management In Nursing<br />
Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N……………………………………………………….125-134<br />
- Sepsisli Hastada <strong>Hemşirelik</strong> Bakımı<br />
Nursing Care In Sepsis Patient<br />
Asiye AKYOL………………………………………………………………………..135-151<br />
- Cerrahi Dışındaki Yöntemlerle Yara Debridmanı<br />
Wound Debridement With Nonsurgical Methods<br />
<strong>Ü</strong>lkü G<strong>Ü</strong>NEŞ, Đsmet EŞER……………………………………………………..153-162<br />
- Kritik Bakım Alan Hastalarda Görülen Psikosasyal Değişiklikler ve <strong>Hemşirelik</strong><br />
Girişimleri<br />
Psychosocial Alterations Seen In patients Taking Critical Care And Nursing<br />
ınterventions<br />
Özgül EROL, Nuray ENÇ………………………………………………………..163-171<br />
- Romatizmal Hastalıklarda Multidisipliner Ekip ve Romatoloji Hemşiresinin<br />
Rolü<br />
Multidisciplinary Team In Rheumatic Diseases And Role Of Rheumatology<br />
Nurse<br />
Yasemin TOKEM, Gülümser ARGON, Gökhan KESER………………….173-183
DERGĐ YAZIM KURALLARI<br />
Yayının Kabulü: basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği şekilde,<br />
3 kopya halinde hazırlanıp dergi editörlüğüne gönderilecektir. Adres: Ege<br />
<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong> Editörlüğü, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />
<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, 35100 Bornova-ĐZMĐR. Makaleler üç bağımsız<br />
hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra yayınlanabilir.<br />
Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik önerebilirler. Makalenin<br />
yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile Dergi Yayın Kuruluna aittir.<br />
Dergiyi gönderilen yazılar geri gönderilmez. Dergide yayınlanan azılar için,<br />
herhangi bir ücret yada karşılık ödenmez.Gönderilen yazıların kabul edilip<br />
edilemeyeceği yazarlara bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların<br />
altına yazar ad(lar)ı eklenip diskete kaydedilerek gönderilmelidir.<br />
Makalenin Hazırlanışı: Makale A4 boyutlarında beyaz kağıda<br />
yazılmalıdır. Macintosh bilgisayarda Design Studio programında, satır<br />
aralığı 13, paragraf aralığı 7’ye ayarlanmalı, üstten 4, soldan 4, en az 12.5<br />
boy 20 olacak şekilde formatlanarak; başlık 10 punto Bookman, Özet 9<br />
punto Bookman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak<br />
şekilde yazılmalıdır. IBM formatlı bilgisayarda yazılması halinde; Ms Office<br />
Version 5.0’da üst-alt boşluklar 2.54 cm, sağ-sol boşluklar 3.17 cm, en az<br />
19 cm, boy 26.5 olacak şekilde formatlanarak; başlık 10 punto bold, özetler<br />
9 punto bold, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak<br />
şekilde hazırlanmalıdır. Araştırma raporları 16, derleme ve olgu sunumları<br />
10 sayfayı (kaynakça dahil) geçmemelidir.<br />
Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir.<br />
1. Başlık Sayfası<br />
Türkçe Başlık (Büyük harf ile),<br />
Đngilizce Başlık (Büyük harf ile),<br />
Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile)<br />
Yazarların Yazışma adresleri,<br />
Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu<br />
toplantı ve yılı belirtilmelidir.<br />
2.Özet Sayfası<br />
Özetler Türkçe ve Đngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının<br />
Türkçe ve Đngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını metne<br />
bakmayı gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile yansıtmalıdır.<br />
XV
Araştırma Makalelerinde; Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Sonuç,<br />
Tartışma ve Anahtar Sözcükler.<br />
Abstract’ta; Objective, Material Method, Results, Conclusion, Key Words.<br />
Derleme Makalede; Derleme özetleri (Türkçe, Đngilizce) giriş (amaç),<br />
gelişme, sonuç anlamı taşıyacak şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır.<br />
Özetler sayfası metnin birinci sayfası olacak şekilde numaralandırılmalıdır.<br />
3. Metin: Dil ve biçim (üslup): Yayınlarda;<br />
Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe Kullanılmış,<br />
Gramer ve yazım kurallarına uyulmuş,<br />
Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında<br />
Türkçe eşanlamlarına yer verilmiş,<br />
Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez<br />
içinde kısaltması belirtilmiş olmalıdır.<br />
Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür taramasına<br />
dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanmış ve<br />
uygun bir sonuç anlatımıyla bağlanmış olmalıdır. Kaynakça kullanım<br />
kurallarına uyulmalıdır.<br />
Araştırma Raporları: Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışma , Sonuç<br />
ve Öneriler, kaynakça başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşmalıdır.<br />
Araştırmaya katılmamış, ancak destek sağlamış olan kişi ve kuruluşlara<br />
teşekkür başlığı altında teşekkür edilebilir. Verilerin toplanmasında,<br />
örneklem gruplarının haklarının korunması açısından etik kurallara<br />
uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik gruplarla yürütülen çalışmalarda etik<br />
kurul veya kurum izin belgelerinin fotokopileri eklenmelidir.<br />
Tablo ve Şekiller: (Grafik, fotoğraf ve çizimler)’ e sıra numarası verilmelidir.<br />
Her tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve şekilleri kısaca<br />
açıklayan bir anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları derleme ve olgu<br />
sunumları için en çok 4 şekil kabul edilmektedir. Tablo, şekil ve grafikler,<br />
bilgisayarda çizilip metin içinde olması gereken yere yerleştirilmelidir. Başka<br />
bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına, alındığı kaynak şu şekilde<br />
belirtilmelidir.<br />
Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir<br />
deneme. Ankara, s.51’den alındı.<br />
Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde<br />
fotoğrafın yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli açıklama<br />
yapılmalıdır. Fotoğrafın dergide basım ücreti yazara aittir.
4. Kaynak Kullanımı:<br />
Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte belirtilmeli,<br />
yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. Đki yazarlı kaynaklarda,<br />
yazarların her ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise, birinci yazarın<br />
soyadı ve “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.<br />
Örnekler<br />
Graydon (1988), depresyonun…<br />
Sarna ve Mc Corkle (1996), araştırmalarında……<br />
Lasry ve ark. (1987), yaptıkları çalışmada……<br />
………Saptanmıştır (Graydon 1998).<br />
….ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955).<br />
Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b)<br />
şeklinde belirtilmelidir.<br />
Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde<br />
virgülle ayrılarak gösterilmelidir.<br />
Örnek:<br />
(Argon 1992), Karadakovan 1992).<br />
Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad (lar) ının<br />
baş Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. <strong>Ü</strong>ç Yazara kadar<br />
çoğul yazarlı kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş harfini izleyerek<br />
aralarına virgül konulmalıdır. <strong>Ü</strong>çten fazla yazarlı kaynaklar, ilk üç isimden<br />
sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.<br />
Dergi isimleri, Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmalıdır. Dergi<br />
makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük, diğerleri<br />
küçük harfle yazılmalıdır.<br />
Kaynakların Yazılışı Đle Đlgili Örnekler<br />
Dergi Makalesi<br />
Lorig K, Gonzales VM, Ritter P ve ark. (1997). Coparison of three methods of<br />
data collecetion in an urban Spanish-speaking population. Rurs res, 46: 4,<br />
<strong>23</strong>0-<strong>23</strong>4<br />
Dergi Eki (Supplement)<br />
Weiss ME (1991) Tymapanic infrared thermometry for fullterm and preterm<br />
neonates. Clin. Pedatr, 30 (Suppl. 4), 42-45.<br />
Kitap:<br />
Karasar N (1995) Araştırmalarda rapor hazırlama. 8. basım, Ankara: 3A<br />
Araştırma Eğitim danışmanlık Ltd., 101-112.<br />
XVII
Kitap Bölümü:<br />
Kaufman CA, Wyatt RJ, (1987). Neuroleptic Malignant Syndrome. (içinde)<br />
Melszer HY (ed). Psychopharmacology. New York: Raven Press, 1421-31.<br />
Kitap Çevirisi:<br />
Wise MG, Rundell JR (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi (Çev. TT Tüzer, V<br />
Tüzer). Compos Mentis yayınları, Ankara, 1997.<br />
Metin içinde “Wise ve Rundell (1994)” şeklinde gösterilir.<br />
Yazar Adı Olmayan Yayınlar<br />
(Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler):<br />
American Psikiyatri birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal ve<br />
<strong>Sayı</strong>msal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) (Çev.ed.: E Köroğlu) Hekimler<br />
Yayın Birliği, Ankara, 1995.<br />
Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir.<br />
Dünya Sağlık Örgütü (1992) IDC-10 Ruhsal ve Davranışsal<br />
Bozukluklar Sınıflandırılması. (Çev. Ed.;MO Öztürk, B Uluğ, Çev.:<br />
F.Çuhadaroğlu, Đ.Kaplan, G. Özgen, MO Öztürk, M rezaki, B Uluğ). Türkiye<br />
Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara, 1993.<br />
Metin içinde “Dünya Sağlık Örgütü (1992)” şeklinde gösterilir.<br />
Kongre Bildirileri:<br />
Kayır A (1986). Tek ve kardeşli ergenlerde şahsiyet yapısı. XXI. Ulusal<br />
Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Kitabı, Đstanbul: Mimeray Ofset,<br />
546-52.<br />
Kongre bildirileri kitap haline getirilmemişse, sunulduğu kongrenin adı,<br />
yeri, yılı ve sözel yada poster bildiri olduğu belirtilmelidir.<br />
Yayınlanmamış Tez<br />
Yavaş O (1993). Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş doyumu<br />
ve örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış Yüksek<br />
Lisans Tezi, Đzmir: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 53-55.<br />
Yazarı Editör Olan Yayınlar<br />
Uyer G (Ed) (1986). Yeni bir birimin planlanması ve organizasyonu. (içinde)<br />
<strong>Hemşirelik</strong> hizmetleri yönetimi el kitabı. 1. Baskı, Đstanbul: Birlik Ofset Ltd.<br />
şti., 52-61.<br />
Basılmamış Yayınlar<br />
Gordes G, Cole JO, Haskell D ve ark. The naturel history of tardive<br />
dyskinesia. J.Clin Psychophormacol, (Baskıda).<br />
Gazete Makalesi<br />
Akbal O (1992). Bilimin özgürlük savaşı. Milliyet Gazetesi, 7 Temmuz 12.
Sadece Đnternette Yayınlanan Bir Dergide Yer Alan Makale Kaynak<br />
Olarak Kullanılıyorsa;<br />
1. Tam yayın tarihi kullanılır.<br />
2. Genellikle cilt ve dergi sayıları, sayfa numaraları yoktur.<br />
3. Makaleye doğrudan ulaşım adresi ve indirilen tarih verilemlidir.<br />
Frederickson BL (2000, Mart 7). Cultivating positive emotions to<br />
optimize health and well being. Prevention& Treatment 3,<br />
Makale0001a. 20 Kasım 2000’de http://Journals.apa.org/<br />
prevention/volume3/ pre0030001a. html adresinden indirildi.<br />
Kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Doğrudan<br />
yararlanılmayan ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar<br />
belirtilmemeli, basılmamış eserler, kişisel haberleşmeler, Medline<br />
taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak gösterilmemelidir.<br />
XIX