20.01.2015 Views

E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu

E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu

E.Ü. HYO Dergisi Cilt 23 - Sayı 2 - 2007 - Hemşirelik Yüksekokulu

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

EGE <strong>Ü</strong>NĐVERSĐTESĐ<br />

HEMŞĐRELĐK Y<strong>Ü</strong>KSEK OKULU<br />

DERGĐSĐ<br />

<strong>Cilt</strong>: <strong>23</strong> <strong>Sayı</strong>: 2 <strong>2007</strong><br />

V


ISSN – 1300 – 3046<br />

<strong>Cilt</strong> <strong>23</strong>, <strong>Sayı</strong> 2 <strong>2007</strong><br />

Yayın Sahibi<br />

Prof. Dr. Zeynep CONK<br />

<strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu Adına<br />

Sorumlu Müdür<br />

Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN<br />

Yayın Alt Komisyonu<br />

Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan)<br />

Prof. Dr. Gülümser ARGON<br />

Prof. Dr. Alev DIRAMALI<br />

Prof. Dr. Zeynep CONK<br />

Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL<br />

Dergi Yayın Kurulu<br />

Prof. Dr. Zeynep CONK (Editör)<br />

Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN<br />

Prof. Dr. Aynur ESEN<br />

Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör Yrd)<br />

Prof. Dr. Leyla KHORSHID<br />

Prof. Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY<br />

Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL<br />

Doç. Dr. Meryem YAVUZ<br />

Basım Yeri<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Basımevi<br />

Bornova – Đzmir<br />

Baskı Tarihi<br />

18.06.2008<br />

Yönetim Yeri<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu (E<strong>Ü</strong><strong>HYO</strong>) tarafından<br />

yılda iki sayı/bir cilt olarak yayınlanır.<br />

HAKEMLĐ DERGĐ<br />

VII


AÇIKLAMALAR<br />

Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553<br />

sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "<strong>Ü</strong>niversitelerde<br />

Ders Aracı Olarak Kullanılan<br />

Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders<br />

Kitapları Dışındaki Yayınlarla Đlgili<br />

Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır.<br />

Yayın Türleri<br />

Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri<br />

uyarınca dergide eğitim ve araştırma<br />

çalışmalarına paralel olarak orjinal<br />

araştırma raporları, bilimsel tarama<br />

yazıları, yeni bir yöntem veya teknik<br />

tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok<br />

önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir.<br />

Yayın Hakları<br />

Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından<br />

sorumluluğu yazarlara aittir.<br />

Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya<br />

kısaltmaları yazardan isteyebilir veya<br />

yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak<br />

değişiklikler yapabilir. Basılmayacak<br />

yazılar için bir ay içinde yazara bilgi<br />

verilir.


HEMŞĐRELĐK Y<strong>Ü</strong>KSEKOKULU DERGĐSĐ<br />

DERGĐ HAKEM KURULU<br />

PROFESÖRLER<br />

AKBAYRAK Nalan<br />

AKDEMĐR Nuran<br />

AKSOY Güler<br />

AKYOLCU Neriman<br />

ALGIER Lale<br />

ARGON Gülümser<br />

ARSLAN Hediye<br />

AŞTI Nesrin<br />

AŞTI Türkinaz<br />

BAHAR Zuhal<br />

BAYIK TEMEL Ayla<br />

BAYRAKTAR Nurhan<br />

BED<strong>Ü</strong>K Tülin<br />

BULDUKOĞLU Kadriye<br />

BUZLU Sevim<br />

CONK Zeynep<br />

ÇAM Olcay<br />

ÇAVUŞOĞLU Hicran<br />

ÇĐMETE Güler<br />

DIRAMALI Alev<br />

DOĞAN Selma<br />

ENÇ Nuray<br />

ERDĐL Fethiye<br />

ERDOĞAN Semra<br />

EROĞLU Kafiye<br />

ESEN Aynur<br />

FADILOĞLU Çiçek<br />

GÖKDOĞAN Feray<br />

GÖRG<strong>Ü</strong>L<strong>Ü</strong> Selma<br />

GÖZ<strong>Ü</strong>M Sebahat<br />

HATĐPOĞLU Sevgi<br />

KANAN Nevin<br />

KARADAKOVAN Ayfer<br />

KARANĐSOĞLU Hacer<br />

KARATAŞ Nimet<br />

NAHÇĐVAN Nursen<br />

OCAKÇI Ayşe<br />

PASĐNLĐOĞLU Türkan<br />

KHORSHID Leyla<br />

KIZILKAYA BEJĐ Nezihe<br />

KOCAMAN Gülseren<br />

KÖM<strong>Ü</strong>RC<strong>Ü</strong> Nuran<br />

OKUMUŞ Hülya<br />

OLGUN Nermin<br />

ÖZ Fatma<br />

ÖZHAN ELBAŞ Nalan<br />

ÖZSOY Süheyla<br />

PEK Hatice<br />

PINAR Rukiye<br />

SABUNCU Necmiye<br />

SAVAŞER Sevim<br />

SEVĐĞ <strong>Ü</strong>mit<br />

SEVĐL <strong>Ü</strong>mran<br />

ŞĐRĐN Ahsen<br />

TAŞOCAK Gülsün<br />

TERZĐOĞLU Fisun<br />

ULUSOY Filiz<br />

<strong>Ü</strong>ST<strong>Ü</strong>N Betsi<br />

DOÇENTLER<br />

ABAAN Süheyla<br />

BAŞBAKKAL Zümrüt<br />

ÇELĐK Sevilay<br />

DĐNÇ Leyla<br />

ECEVĐT ALPAR Şule<br />

EMĐROĞLU Oya Nuran<br />

ERCĐ Behice<br />

ERDEMĐR Firdevs<br />

EŞER Đsmet<br />

ETĐ ASLAN Fatma<br />

KARADAĞ Ayişe<br />

KARADENĐZ Gülten<br />

ÖZBAŞARAN Ferda<br />

UÇAR Hülya<br />

YILDIRIM Aytolon<br />

YILDIZ Suzan<br />

V


Editörden<br />

Araştırmalar<br />

ĐÇĐNDEKĐLER<br />

- Bir Yüksekokul Çalışanlarının Kişisel Değerlerinin Đncelenmesi<br />

Personel Values of Employees of a Hıgher Educatıon School<br />

Süheyla ALTUĞ ÖZSOY, Fahriye VATAN .................................................1-11<br />

- Sağlıklı Bireylerde Kanser Risk Faktörleri<br />

Cancer Rısk Factors In Healthy Indıvıduals<br />

<strong>Ü</strong>lkü YAPUCU G<strong>Ü</strong>NEŞ, Ayten ZAYBAK, Đsmet EŞER,<br />

Leyla KHORSHID .................................................................................. 13-22<br />

- Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Öğrencilerinin Cinsel Sağlık/<br />

<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmetleri Đle Đlgili Görüşlerinin Đncelenmesi<br />

Investigation of The Views of The Students At Muğla University<br />

About Sexual Health/Reproduction Health Services<br />

Hülya BAYBEK, Adile T<strong>Ü</strong>MER, Aynur KAYAR ........................................ <strong>23</strong>-30<br />

- Evliliğe Yönelik Đnançlar ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />

Türk Toplumu Đçin Geçerlilik Ve Güvenilirliğinin Đncelenmesi<br />

Belıefs and Attıtudes Towards Marrıage: Analysıs of Valıdıty and<br />

Relıabılıty of Health Belıef Model Instrument For Turkısh Socıety<br />

Bilgin Kıray VURAL, Ayla Bayık TEMEL................................................. 31-50<br />

- Hemşire Eğitimcilerin Stersle Başetme Düzeylerinin Đncelenmesi<br />

Investıgatıon Of Nurse Educator’s Copıng Stress Levels<br />

Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER, Neslihan ARPA.............................. 51-68<br />

- Meme ve Gastrointestinal Sistem Kanserli Hastaların Depresyon,<br />

Aksiyete ve Yetiyitimi Durumlarının Belirlenmesi<br />

Determınıng of The Presence of Depressıon, Anxıety and Dısabılıty<br />

of Breast and Gastro Intestınal System (Gıs) Cancer Patıents<br />

Sevgi ÖZKAN, Filiz ÖĞCE, Adalet KUTLU KOCA ................................... 69-80<br />

- Hemşirelerin Đlaç Hatası Yapmalarına Yol Açabilecek Etkenlerin<br />

Saptanması<br />

The Determination Of Factors That Nurses Can Cause Medication Error<br />

Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülengün T<strong>Ü</strong>RK, Filiz TOROS ............. 81-91<br />

- Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım Gücü ve Etkileyen Faktörler<br />

Self Care Agency of Nursıng Home Resıdents And Effectıve Factors<br />

Serap YILDIRIM, Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş.................93-103<br />

- Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Umutsuzluk Düzeyleri ve<br />

Etki Eden Faktörler<br />

The Level of Hopelessness of Nursıng Home Resıdents and<br />

Effectıve Factors<br />

Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş, Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R, Serap YILDIRIM...............105-116<br />

- Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı Đle Stresle Başa Çıkma<br />

Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler<br />

The Relatıonshıps Between The Locus of Control of Nurses,<br />

Copıng Strategıes of Streess and Dısplay of Mental Symptom Sıtutatıons.<br />

Nezihe UĞURLU, Mine EKĐNCĐ ..........................................................117-130<br />

VII


Derleme Yazılar<br />

- Yaşlı Bireylerde Ağrı<br />

Paın In Old People<br />

Öznur USTA YEŞĐLBALKAN...............................................................131-144<br />

- Bağlanma Süreci: Ruh Sağlığı Açısından Literatürün<br />

Gözden Geçirilmesi<br />

Attachment Process: Review Of The Literature In Terms Of<br />

Mental Health<br />

Gülseren KESKĐN, Olcay ÇAM ...........................................................145-158<br />

- Bağlanma Sürecinin Ergen Açısından Değerlendirilmesi<br />

The Evaluatıon of Attachment Process Poınt of Adolescence<br />

Olcay ÇAM, Gülseren KESKĐN ...........................................................159-172<br />

- Metabolik Sendrom<br />

Metabolic Syndrome<br />

Asiye DURMAZ AKYOL .....................................................................173-182<br />

- Anne ve Babaya Ait Bağlanma ve Hemşirenin Rolü<br />

Maternal and Paternal Attachment and The Role of Nurse<br />

Oya KAVLAK, Ahsen ŞĐRĐN................................................................183-194<br />

- Çocuk ve Ergenlerde Cinsel Kötüye Kullanım ve<br />

<strong>Hemşirelik</strong> Yaklaşımları<br />

Sexual Abuse of Chıldren and Adolescents and Nursıng Approach<br />

Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER, Olcay ÇAM........................................................195-206<br />

- Kişilerarası Đlişkilerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi<br />

Conflıct and Conflıct Management in Relatıonshıps<br />

Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N..................................................................207-221<br />

- Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (Ohss) ve <strong>Hemşirelik</strong> Yaklaşımı<br />

Ovarıan Hyperstımulatıon Syndrome and Nursıng Approach<br />

Selma ŞEN, Oya KAVLAK ..................................................................2<strong>23</strong>-<strong>23</strong>2<br />

- Türkiye’de ve Dünyada Ebelik Eğitimi<br />

Midwifery Education in Turkey and in The World<br />

Derya KAYA, Mine YURDAKUL ..........................................................<strong>23</strong>3-241<br />

- Yaşlılık ve Cinsel Yaşam<br />

Sexualıty in The Aged People<br />

Hilmiye AKSU, Ahsen Şirin...............................................................243-253


Editörden Okura,<br />

Değerli Okuyucularımız,<br />

Bu sayımızda 10 araştırma makalesi, 10 derleme makale olmak<br />

üzere, 20 bilimsel makaleyi okuma fırsatı bulacaksınız. Çeşitli<br />

konularda yazılmış bu makalelerin, okuyucularımıza yol gösterici olup,<br />

yeni düşüncelerle daha kaliteli ve zengin araştırma yapmalarına katkıda<br />

bulunacağını ümit ediyorum.<br />

Farklı konulara ilgi ve dikkatini çekerek, yaratıcılık alanının<br />

genişlemesine neden olmasını diliyorum. Her ne kadar <strong>2007</strong> yılının<br />

ikinci sayısı için editör yazısı yazıyor olsam da, yaklaşan 2008 yılı ve<br />

hemen öncesindeki kurban bayramı nedeniyle, dergimize emeği geçen<br />

yazarlarımızın, hakemlerimizin ve okuyucularımızın bayramını ve yeni<br />

yılını kutlarım. Sevgi, saygı ve barış içinde yaşadığımız bir dünyada<br />

özgürce bilimsel çalışma ve yayın yapabilmeyi dilerim.<br />

Prof. Dr. Olcay ÇAM<br />

EDĐTÖR<br />

m.olcay.cam@ege.edu.tr<br />

olcaycam@yahoo.com<br />

Đletişim Mail Adresi:<br />

Özen DURAKOĞLU<br />

ozen.durakoglu@ege.edu.tr<br />

Posta Adresi: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />

Yayın Đşleri 35100 Bornova/ĐZMĐR<br />

IX


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 1-11, <strong>2007</strong><br />

BĐR Y<strong>Ü</strong>KSEKOKUL ÇALIŞANLARININ KĐŞĐSEL DEĞERLERĐNĐN<br />

ĐNCELENMESĐ<br />

PERSONEL VALUES OF EMPLOYEES OF A HIGHER EDUCATION<br />

SCHOOL<br />

Süheyla ALTUĞ ÖZSOY*<br />

Fahriye VATAN**<br />

* Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Halk Sağlığı Hemşireliği AD, Đzmir.<br />

** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Hemşirelik</strong>te Yönetim AD, Đzmir.<br />

Anahtar Sözcükler: Değerler, Kişisel Değerler, <strong>Hemşirelik</strong> Eğitimi.<br />

Key Words: Values, Personel Values, Nursing Education.<br />

3. Uuslar arası, 10. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi’ nde sözel bildiri olarak sunulmuştur.<br />

ÖZET<br />

Bu çalışmada; Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının<br />

öncelikli kişisel değerleri ve bu değerlerin gelecekte tatmin edilme derecelerine<br />

ilişkin görüşleri incelenmiştir. Tanımlayıcı bir araştırma niteliğinde planlanmış<br />

bu çalışmanın evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda<br />

çalışanların tümü oluşturmuştur, ayrıca örnekleme yöntemine gidilmemiştir<br />

(N= 86). Katılım oranı % 91.86’ dır.<br />

Veriler, Etik Kurul’ dan gerekli izin alındıktan sonra anket formu ile<br />

toplanmıştır. Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde<br />

çalışanların tanıtıcı özelliklerini belirlemeye yönelik 11 soru, ikinci bölümde ise<br />

genellikle paylaşılan 25 değer, açıklamaları ile yer almaktadır. Araştırmaya<br />

katılan çalışanlardan ikinci bölümde yer alan bu değerlerden kendi<br />

önceliklerine göre en önemli gördükleri ilk 5 değeri belirlemeleri istenmiştir.<br />

Daha sonra, belirlenen ilk 5 değerin “şu anda”, “5 yılda”, “10 yılda”, “15 yılda”<br />

ne derece tatmin edilmiş olacağını 1-10 arası ölçek üzerinde değerlendirmeleri<br />

istenmiştir (1= Tatmin edilmemiş olacak, 10= Tamamen tatmin edilmiş olacak).<br />

Araştırma verileri SPSS programında sayı yüzde dağılımları, ortalama, ki kare<br />

analizi ve t testi ile değerlendirilmiştir. Çalışanların en çok önem verdikleri<br />

değerlerin sırasıyla sağlıklı olmak (%43.0), aile mutluluğu (%35.4), huzur<br />

(%22.8), eşitlik (% 12.7) ve güven (% 11.4) olduğu belirlenmiştir. Şu anda en<br />

çok tatmin edilen değerin “aile mutluluğu”, en az tatmin edilen değerin ise<br />

“eşitlik” olduğu belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine “aile mutluluğu” değerinin<br />

en çok tatmin edilen, “sağlıklı olmak” değerinin ise en az tatmin edilen değer<br />

olacağı belirlenmiştir. Yapılan istatistiksel analizlerde, yaş grubu ve toplam<br />

çalışma yılı ile “güven”, çocuk sayısı ile “huzur” ; mezuniyet yılı ile “sağlıklı<br />

olmak” değerleri arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Belirlenen değerlerde<br />

değişim olup olmadığı belirli aralıklarla değerlendirilmesi hedeflenmiştir.<br />

1


SUMMARY<br />

In this study, it has been investigated personal values and in-future<br />

satisficton level of prior values of Ege University School of Nursing employees.<br />

The population of this descriptive study was all the employees of Ege University<br />

School of Nursing. Besides, sampling method was not be used (N=86). The<br />

participation rate was %91.86.<br />

The data were collected by questionnaire after getting necessary permissions<br />

from Ethic Committee. The questionnaire consisted of two sections; the first section<br />

contanied 11 questions to identify socio-demographic features of employees. The<br />

second part contained 25 common value explanations. It had been asked<br />

participants to identify 5 most values.After than, it has been asked to evaluate<br />

from 1 to 10 how these 5 value will be fulfilled “right now”, “in 5 years” “in 10<br />

years” “in 15 years” (1 = It will not be fulfilled, 10= It will be fulfilled completely). The<br />

data were evaluated with SPSS program by number and percent distributions,<br />

qui square analysis. It has been identified that the most cared values in the<br />

school of nursing employees were being healthy (43.0 %), happines of family<br />

(35.4 %), peace (22.8 %), equality (12.7 %) and safety (11.4 %). During the study<br />

period, it was determined that, the most satisfying value was “family happiness”<br />

and the least satisfying value was “equality”. Fort the next years, it was<br />

determined that, the “family happiness” again will be the most satisfying value<br />

and “being healthy” will be the least satisfying value. In the statistical analysis,<br />

it was seen that there was a significant relationship between age group, total<br />

working years and “trust”; number of child and “peace”; education years and<br />

“being healthy”. And it is suggested to be evaluated whether there has been any<br />

change in the determined values in a time of.<br />

GĐRĐŞ<br />

Hızlı toplumsal değişimlerin yaşandığı günümüzde insanlar, her<br />

alanda belirli ve genel değer ilkelerine daha çok gereksinim<br />

duymaktadırlar. Çağdaş örgütler yönetsel olarak başarılı olmak ve<br />

varlıklarını sürdürmek için örgütteki tüm üyelerin benimseyeceği<br />

değerler ve onları yönlendirecek ilkeler belirlemektedirler. Đnsan<br />

unsurunun ağırlıklı olduğu örgütlerin başında yer alan eğitim<br />

örgütlerinin, insan davranışına yön verecek etik ilkelere diğer<br />

örgütlerden daha çok ihtiyacı olduğu bilinmektedir (Yaylacı 1999).<br />

Kişilerin kendileri ve başkaları için anlamlı buldukları eylemlere/<br />

davranışlara ve bu eylemleri üreten şemalara değer denir (Dökmen<br />

2000, Hall ve Weawer 1985). Rokeach’ e göre değer; kişisel ya da<br />

toplumsal olarak zıt ya da farklı bir davranış biçimi veya yaşam<br />

amacına karşı tercih edilen, belirli bir davranış biçimi ya da yaşam<br />

amacı şeklindeki kalıcı bir inançtır. Diğer bir ifadeyle değerler, ideal<br />

davranış şekilleri veya yaşam amaçları hakkındaki inançlardır ve<br />

davranışlara yol gösteren standartlardır (Bilgin 2003, Dökmen 2000).<br />

Değerler tutumlarla ve davranışlarla yakından ilişkilidir, onlara yön<br />

verirler. Değerleri belirleyen temel faktör ise toplum, kültür ve kişilik<br />

özellikleridir (Dökmen 2000).<br />

2


Değerler, davranışlarımızı etkileyen faktörlerdir. Bir değer, belirli<br />

bir davranış şeklinin veya yaşam amacının bir diğerinden daha üstün<br />

olduğu yönündeki oldukça tutarlı ve derin inançtır. Bir objenin diğer<br />

objelere göre kıymetini ifade eden değer, kişilerde duygusal bir tepkiye<br />

yol açan ideal olarak ta tanımlanabilir ve bir şeyin arzu edilir olup<br />

olmamasını ifade eder. Daha basit bir deyişle, neyin iyi, neyin kötü<br />

olduğuna ilişkin inançtır (Bilgin 2003, Marshall 2003).<br />

Değerler varoluşumuzun temelini oluşturur. Hayatımızdaki<br />

öncelikleri belirler ve dünyadaki varlığımızı biçimlendirirler. Bir değer,<br />

bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bir eyleme yol göstermesi, durum ve<br />

konulara uygun tutum sergilemesi ve geliştirmesi, kendi ve diğerlerinin<br />

ahlaki kararları ve başkaları ile kendini karşılaştırmak için bir standart<br />

ya da kriter olarak alınır (Marshall 2003, McNeese-Smith ve Crook<br />

2003).<br />

Değerler her insanın günlük yaşamında kolayca tanınabilir.<br />

Bireyin yapmış olduğu konuşmalarında, davranış biçimlerinde,<br />

davranış ölçütlerinde kendini ifade eder. Değerler sistemi bireyin neyin<br />

doğru olduğuna olan inancını temsil eder. Bazı değerler diğer<br />

değerlerden daha önemlidir ve değer sisteminde önemli bir yer alır. Bu<br />

değerler normalde durağan ve süreklidir ama aynı zamanda bireyin<br />

belirli bir deneyim temelinde ortaya çıkan değerlendirme sonucunda<br />

öncelikli konuma gelen değerler de vardır. Bir değer ilk kez bireyin<br />

değer sistemine giriyorsa güdüleyici bir etkiye sahip olabilir ve bireyin<br />

karar vermesini etkiler (Fry 2000). Değer sistemi kolay kolay değişmez<br />

ve bazen yeniliklerin kabulünü zorlaştırabilir. Buna karşın değer<br />

sistemi değişmeye tamamen kapalı da değildir. Ne var ki değişme hayli<br />

yavaş olmaktadır. Değerler devamlı olarak değerlendirilmekte,<br />

kullanılmayan değerler zayıflamakta ve elenmektedir (Bilen 1995).<br />

Değerler bireyin ideal olarak benimsediği ve davranışlarına yansıttığı<br />

inançları tanımlarken aynı zamanda tutum, kişisel nitelik ve kalıcı<br />

davranışlarını da yansıtır. Değerler bireyin düşünme, karar verme ve<br />

işlevlerine rehberlik eder, davranış ve sorumluluklarını belirler,<br />

yaptıklarına ve yaşamına anlam katarak bireysel özgürlük<br />

kazanmasına yardım eder.<br />

Sağlık bakımında yaşanan gelişmeler yeni mezunların kararlarında<br />

ikilemler yaratmaktadır. <strong>Hemşirelik</strong> eğitimindeki sosyalizasyon süreci,<br />

kişisel değerlerin değişimini ve mesleki hemşirelik değerlerinin<br />

kazanılmasını içermektedir. Yapılan çalışmalar temel değerlere yönelik<br />

içeriğin formal müfredatta yer almadığını belirtmektedir. Bunlar<br />

genellikle planlanmamış tesadüfi tartışmalarla gayri resmi olarak<br />

düşünülmektedir. Hemşirelerin karşı karşıya kaldığı ve başa çıkması<br />

gereken sorunlar nedeniyle, değerlerin hemşirelik müfredat programında<br />

yer verilerek öğrencilere uygun şekilde öğretilmesi çok etkili olacaktır.<br />

3


Bu nedenle hemşirelik okulları değerlerin gelişimi için temel sağlamaya<br />

uygun olmalıdır (Martin ve ark. 2003).<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda 2000 yılından beri<br />

yürütülmekte olan eğitimde entegrasyon çalışmaları kapsamında<br />

planlanan çalışmalardan biri, çalışanların kişisel değerleri belirlenerek,<br />

öğrencilere kazandırılacak değerlerin yeni müfredata entegre<br />

edilmesidir. Çünkü okul çalışanlarının ve özellikle eğitimcilerin kişisel<br />

değerleri, mesleki değerleri etkilemektedir. Bu nedenle de bilinmesi<br />

önemlidir.<br />

Bu çalışmada; Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />

çalışanlarının öncelikli kişisel değerleri ile bunu etkileyeceği düşünülen<br />

sosyodemografik değişkenler arasındaki ilişki ve öncelikli değerlerinin<br />

gelecekte tatmin edilme derecelerine ilişkin görüşleri incelenmiştir.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Tanımlayıcı bir araştırma niteliğinde planlanmış bu çalışmanın<br />

evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların<br />

tümü oluşturmuştur (N= 86; Akademik personel= 62, Đdari personel=<br />

24). Ayrıca örnekleme yöntemine gidilmemiştir. Araştırmanın uygulanması<br />

için okul yönetiminden gerekli izin alınarak, veriler anket yöntemi ile,<br />

Nisan–Ekim 2004 tarihleri arasında toplanmıştır. Akademik kadroda<br />

görevli 6 kişinin anket formunu yanıtlamak istememesi, 1 kişinin de<br />

izinli olması nedeniyle araştırma 79 kişi ile yürütülmüştür. Katılım<br />

oranı % 91.86’ dır.<br />

Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde çalışanların<br />

tanıtıcı özelliklerini belirlemeye yönelik 11 soru, ikinci bölümde ise<br />

Ortadoğu Teknik <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme Bölümü’ nde yürütülen I. Sağlık<br />

Projesi Yönetim Eğimi Programı’ nda kullanılan ve kişisel değerleri<br />

belirlemeye yönelik soru formu yer almaktadır (16,17). Bu bölümde<br />

genellikle paylaşılan 25 değer açıklamaları ile yer almaktadır.<br />

Araştırmaya katılan çalışanlardan ikinci bölümde yer alan bu<br />

değerlerden kendi önceliklerine göre en önemli gördükleri ilk 10 değeri<br />

belirlemeleri istenmiştir. Daha sonra, belirlenen bu değerlerin her biri<br />

iki bölümde değerlendirilmiştir. Birinci bölümde araştırmacılardan<br />

seçtikleri her bir değerin tatmin edilmiş olmasından ne kadar mutlu<br />

olacaklarını, 5’ li likert ile değerlendirmeleri istenmiştir ( 1= Umurumda<br />

bile olmazdı, 5= Son derece mutlu ederdi). Đkinci bölümde ise<br />

çalışanlardan, seçtikleri her bir değerden mahrum olmalarından ne<br />

kadar mutsuz olacaklarını, 5’ li likert ile değerlendirmeleri istenmiştir<br />

(1= Umurumda bile olmazdı, 5= Son derece mutsuz ederdi). Daha sonra<br />

her bir değer için bu şekilde verdikleri puanları toplayarak bir toplam<br />

puan elde etmeleri istenmiştir. Böylece en yüksek puanlı değerler,<br />

4


araştırmaya katılanların en çok önem verdikleri en önemli 5 değerin<br />

belirlenmesini sağlamıştır. En son olarak, belirlenen ilk 5 değerin “şu<br />

anda”, “5 yılda”, “10 yılda”, “15 yılda” ne derece tatmin edilmiş<br />

olacağını 1-10 arası puanlama üzerinde değerlendirmeleri istenmiştir<br />

(1= Tatmin edilmemiş, 10= Tamamen tatmin edilmiş ).<br />

Araştırma verileri araştırmacılar tarafından bilgisayar ortamına<br />

aktarılmış ve veriler Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Bilgisayar Araştırma ve Uygulama<br />

Merkezi’ nde SPSS programı ile değerlendirilmiştir. Verilerin<br />

değerlendirilmesinde sayı yüzde dağılımları, ki kare testi kullanılmıştır.<br />

BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

1. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarına Đlişkin Tanıtıcı Bilgiler<br />

Araştırmaya katılan <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının yaş<br />

ortalamaları 38.36±1.27 yıl olarak saptanmıştır. Çalışanların % 83.5’<br />

inin kadın, % 16.5’ inin erkek, % 67.1’ nin evli, % 16.5’ inin bekar<br />

olduğu, ortalama çocuk sayısının 1.4±0.14 olduğu belirlenmiştir.<br />

Çalışanlarının en son bitirdikleri okula göre dağılımı incelendiğinde;<br />

%16.5’ inin ilköğretim ve lise düzeyinde, % 21.5’ inin üniversite<br />

düzeyinde, %62’ sinin lisansüstü eğitim aldıkları saptanmıştır.<br />

Mezuniyet sonrası geçen süre ortalama 14.72±1.16 yıldır (Tablo 1).<br />

Tablo 1. Çalışanların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Dağılımı<br />

Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />

Yaş Grubu<br />

20-29<br />

30-39<br />

40 ve üzeri<br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Medeni Durum<br />

Evli<br />

Bekar<br />

Çocuk <strong>Sayı</strong>sı<br />

Çocuk yok<br />

1 çocuk<br />

2 ve üzeri çocuk<br />

En Son Bitirilen Okul<br />

Đlk+Orta+Lise<br />

ÖnLis.+YO+Fakülte<br />

YL+ Doktora<br />

Mezuniyet Yılı<br />

<strong>23</strong><br />

32<br />

24<br />

66<br />

13<br />

53<br />

26<br />

37<br />

26<br />

16<br />

13<br />

17<br />

49<br />

29.1<br />

40.5<br />

30.4<br />

83.5<br />

16.5<br />

67.1<br />

32.9<br />

46.8<br />

32.9<br />

20.3<br />

16.5<br />

21.5<br />

62.0<br />

10 yıldan az<br />

43<br />

54.4<br />

10-20 yıl<br />

18<br />

22.8<br />

20 yıldan fazla<br />

18<br />

22.8<br />

TOPLAM 79 100.0<br />

5


Tablo 2’de <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların kurumdaki<br />

görevlerine göre dağılımları incelendiğinde; % 69.6’ sının akademik<br />

personel, % 30.4’ ünün ise akademik idari personel olduğu görülmektedir.<br />

Toplam çalışma yılı ortalaması 15.56±1.<strong>23</strong>, bu kurumdaki çalışma<br />

süresi ortalaması 12.66±1.12 olarak belirlenmiştir.<br />

Tablo 2. Çalışanların Çalışma Yaşamlarına Đlişkin Bulgular<br />

Çalışma Yaşamına Đlişkin Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />

Kurumdaki Görevi<br />

Akademik Personel<br />

Đdari Personel<br />

Toplam Çalışma Yılı<br />

10 yıldan az<br />

10-20 yıl<br />

20 yıldan fazla<br />

Bu Kurumdaki Çalışma Yılı<br />

10 yıldan az<br />

10-20 yıl<br />

20 yıldan fazla<br />

55<br />

24<br />

27<br />

37<br />

15<br />

47<br />

22<br />

10<br />

69.6<br />

30.4<br />

34.2<br />

46.8<br />

19.0<br />

59.5<br />

27.8<br />

12.7<br />

TOPLAM 79 100.0<br />

Tablo 3. Çalışanların, Görevlerine Uygunluk Durumlarına Đlişkin Görüşlerinin Dağılımı<br />

Göreve Uygunluk <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />

Çok uygun<br />

Orta<br />

Hiç uygun değil<br />

47<br />

29<br />

3<br />

59.5<br />

36.7<br />

3.8<br />

TOPLAM 79 100.0<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’ nda çalışanların % 59.5’ i kendilerini bu<br />

göreve çok uygun olarak görürken, % 36.7’ si orta düzeyde uygun, %<br />

3.8’ i ise hiç uygun görmemektedirler (Tablo 3). Bu bulgulara göre,<br />

çalışanların çoğunluğu için şu anda bulundukları görevin kendileri için<br />

uygun olduğu söylenebilir.<br />

2. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarının Kişisel Değerlerine<br />

Đlişkin Bulgular<br />

Tablo 4. Çalışanların Öncelikli Kişisel Değerlerinin Dağılımı<br />

Kişisel Değerler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />

Sağlıklı Olmak<br />

Aile Mutluluğu<br />

Huzur<br />

Eşitlik<br />

Güven<br />

34<br />

28<br />

18<br />

10<br />

9<br />

43.0<br />

35.4<br />

22.8<br />

12.7<br />

11.4<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> çalışanlarının en çok önem verdikleri<br />

değerlerin sırasıyla sağlıklı olmak (%43.0), aile mutluluğu (%35.4),<br />

6


huzur (%22.8), eşitlik (% 12.7) ve güven (%11.4) olduğu belirlenmiştir<br />

(Tablo 4). En önemli değerin “sağlıklı olmak” olarak belirlenmesinin<br />

kurumun bir sağlık kurumu olması ile ilgili olduğu düşünülmektedir.<br />

Bahçecik ve Pek’ in hemşirelerle yaptığı benzer bir çalışmada,<br />

hemşirelerin sahip olduğu değerler birinci sırada “kendine saygı”, ikinci<br />

sırada “eşitlik”, üçüncü sırada “özgürlük” ve “iç huzur”, dördüncü<br />

sırada “barış içinde dünya” ve beşinci sırada “mutluluk” yer almaktadır<br />

(Bahçecik ve Pek 1995). Bu bulgular değerlerin sıralamaları açısından<br />

farklılık göstermekle birlikte sahip oldukları ilk beş değer olması<br />

açısından benzerlik göstermektedir. Altun’ un öğrenciler ile yaptığı bir<br />

başka benzer çalışmada ise öğrencilerin kendilerini en iyi tanımlayan<br />

değerlerinin sırasıyla “insan onuru, adalet, eşitlik, fedakarlık,<br />

gerçekçilik, özgürlük ve estetik” değerleri olduğu belirlenmiştir (Altun<br />

2000). Bireyin benimsediği, hissettiği ya da taşıdığı değerler hem<br />

doyum hem de çatışma kaynağıdırlar. Bireyin taşıdığı değerler aynı<br />

zamanda kişisel gereksinimlerini, sosyal etkilerini ve başkaları ile olan<br />

ilişkilerini de etkilemektedir (Altun 2000). Çalışma ortamında<br />

paylaşılan değerler güveni oluşturur ve personelin bağlılığı ve katılımı<br />

için esastır. Çalışma ortamında kişisel ve örgütsel değerler arasında<br />

uyumun yokluğu iş doyumunu ve iş verimini düşürerek sonuçta<br />

tükenmişliğe ve işten ayrılmalara neden olmaktadır (McNeese-Smith ve<br />

Crook 2003, Mills ve Blaesing 2000).<br />

Tablo 5. Çalışanların Öncelikli Değerlerinin Tatmin Edilme Durumlarının Dağılımı<br />

Kişisel Değerler<br />

Sağlıklı Olmak<br />

Aile Mutluluğu<br />

Huzur<br />

Eşitlik<br />

Güven<br />

Şu Anda<br />

6-10<br />

% %<br />

15.1 84.9<br />

10.0 90.0<br />

15.1 84.9<br />

18.9 81.1<br />

12.6 87.4<br />

5 Yılda<br />

6-10<br />

% %<br />

13.9 86.1<br />

8.7 91.3<br />

13.8 86.2<br />

12.6 87.4<br />

11.4 88.6<br />

(1= Tatmin edilmemiş; 10= Tamamen tatmin edilmiş)<br />

10 Yılda<br />

6-10<br />

% %<br />

8.9 91.1<br />

8.8 91.2<br />

13.9 86.1<br />

11.4 88.6<br />

13.9 86.1<br />

15 Yılda<br />

6-10<br />

% %<br />

15.1 84.9<br />

10.1 89.9<br />

12.7 87.3<br />

11.4 88.6<br />

15.1 84.9<br />

Kişi taşıdığı değerlerin farkına varırsa karar vermesi ve sorun<br />

çözmesi kolaylaşır. Hemşire olmak sadece özel bilgi ve beceri<br />

gerektirmez, aynı zamanda özel içeriğe uygun davranışlara uyumu da<br />

gerektirir. <strong>Hemşirelik</strong> mesleğini seçen kişiler, ilişkilerindeki duygu<br />

tutum ve davranışlarını daha iyi anlamak için kendilerinden haberdar<br />

olmalıdırlar. Nasıl ki meslek üyeleri, kişisel değerlerini anlama ve<br />

belirlemeden yoksun olunca, mesleki rolünü algılamakta zorlanırlarsa<br />

da, sağlık bakımı vermek için mesleki eğitim alan öğrenciler de bu yeni<br />

rollerine uyum sağlamaya çalışırken, kişisel değerlerinin farkına<br />

varmalı ve mesleğin profesyonel değerlerine bu değerleri katmalıdırlar.<br />

Profesyonel değerler, kişisel değerlerin yansıması ve genişlemesi ile<br />

7


oluşur. Eğer profesyonel değerler bilinirse, kişi farklı bir bakış açısı ile<br />

gelişmeye başlar, böylece bir durumdan farklı anlamlar çıkarabilir<br />

(Altun 2000, Cortis 2003).<br />

Bu çalışmada, şu anda en çok tatmin edilen değerin “aile<br />

mutluluğu”, en az tatmin edilen değerin ise “eşitlik” olduğu<br />

belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine “aile mutluluğu” değerinin en çok<br />

tatmin edilen, “sağlıklı olmak” değerinin ise en az tatmin edilen değer<br />

olacağı belirlenmiştir (Tablo 5). Günümüzün değişen sosyoekonomik ve<br />

kültürel koşullarında aile kurumunu tehdit eden iç ve dış çevre<br />

etkenlerine karşı, şu anda ve gelecekte en çok tatmin edilen değerin<br />

“aile mutluluğu” olması, ailenin huzurlu, güvenli, sıcak atmosferini<br />

yaşamaları açısından çalışanlar adına olumlu bir sonuçtur. Çalışmanın<br />

yürütüldüğü kurumun akademik bir kurum olması nedeniyle rekabete<br />

bağlı olarak şu anda en az tatmin edilen değerin “eşitlik” olması son<br />

derece önemlidir. Bu durum, kurum yöneticilerinin ve anabilim dalı<br />

başkanlarının örgütsel düzeyde bu konuyu bir kez daha düşünerek<br />

gerekli düzenlemelere gitmelerini gerekli kılmaktadır. Örneğin eşitlik ve<br />

adillik kavramlarının farklı algılanması bazı huzursuzluklara neden<br />

olmaktadır. Adillik ile eşitlik arasındaki temel farkın, adilliğin nitel bir<br />

özellik, eşitliğin ise nicel bir özellik olmasıdır. Adil olmamak<br />

adaletsizliktir, ama eşitsizlik her zaman adaletsizlik değildir (Haynes<br />

2002). Örneğin akademik yükseltmelerde yöneticiler zaman zaman<br />

eşitliği sağlarken adillikten, adilliği sağlamaya çalışırken eşitlikten<br />

uzaklaşmaktadırlar. Bu iki değerin karşılanmadığı durumlarda<br />

çalışanların güveni sarsılmakta ve huzur ortamı bozulmaktadır.<br />

Gelecekte en az tatmin edilen değerin “sağlıklı olmak” değerinin olması,<br />

yaşla birlikte sağlıkta da bir takım olumsuz değişimlerin yaşanacağı<br />

nedeniyle beklenen bir sonuçtur. Ancak burada önemli olan,<br />

çalışanların “sağlıklı olmak” değerine hizmet edecek örneğin; egzersiz<br />

yapmak, sigara içmemek, düzenli beslenmek gibi sağlıklı yaşam<br />

davranışlarını ne kadar gerçekleştirdikleridir. Akça’ nın (1998)<br />

<strong>Ü</strong>niversite Öğretim Elemanları ile yaptığı çalışma sonuçlarına göre,<br />

öğretim elemanlarının genel olarak sağlığı geliştirme davranışı orta<br />

düzeyde, egzersiz ve stresle başa çıkma davranışları ise yetersiz olarak<br />

belirlenmiştir (Akça 1998). Tüm bunlardan, öğretim elemanlarının hem<br />

gelecekte “sağlıklı olmak” değerine hizmet edecek sağlıklı yaşam<br />

sürmeleri hem de öğrencilerine örnek olabilmelerini sağlayacak yaşam<br />

tarzlarını, daha yoğun benimsemeleri gerektiği sonucu çıkarılabilir.<br />

3. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Çalışanlarının Öncelikli Kişisel<br />

Değerleri Đle Đlişkisi Saptanan Tanıtıcı Özellikler<br />

Bu bölümde, hemşirelik yüksekokulu çalışanlarının öncelikli<br />

kişisel değerleri ile ilişkisi saptanan tanıtıcı özelliklere ilişkin bulgular<br />

yer almaktadır.<br />

8


<strong>Hemşirelik</strong> yüksekokulu çalışanlarının öncelikli ilk 5 değerinden<br />

“güven” değeri ile çalışanların yaş grubu arasında istatistiksel olarak<br />

anlamlı bir ilişki saptanmıştır (x²= 7.00 sd= 2, p


edilen değerin ise “eşitlik” olduğu belirlenmiştir. Đlerleyen yıllarda yine<br />

“aile mutluluğu” değerinin en çok tatmin edilen, “sağlıklı olmak”<br />

değerinin ise en az tatmin edilen değer olacağı belirlenmiştir. Yapılan<br />

istatistiksel analizlerde, yaş grubu ve toplam çalışma yılı ile “güven”,<br />

çocuk sayısı ile “huzur” ; mezuniyet yılı ile “sağlıklı olmak” değerleri<br />

arasında anlamlı ilişki saptanmıştır.<br />

Elde edilen bulgular doğrultusunda belirlenen değerlerde değişim<br />

olup olmadığı belirli aralıklarla değerlendirilmesi önerilmektedir.<br />

Günümüzde açıkça tanımlanmış değerlere duyulan gereksinimin önem<br />

kazanmasıyla birlikte kurumlar, kurumda çalışanların kişisel değerlerinin<br />

belirlenmesinden sonraki aşama olarak, temel kurumsal değerlerini<br />

belirlemeli ve çalışanlarına iletmeye yönelik yöntemler geliştirmelidir.<br />

Kurumun hizmet anlayışının özünü oluşturan kurumsal değerler, tüm<br />

personel için ortak bir yön duygusu ve günlük davranış açısından<br />

yönlendirici ilkeler sağlar. Ayrıca örgüt başarısının ön koşulu, tüm<br />

çalışanların örgütün kurumsal değerlerini kavraması, benimsemesi ve<br />

bu değere göre davranmasıdır. Bu nedenle, kurum düzeyinde tüm<br />

çalışanlar arasında ilgi yaratılarak ve iletişim kurularak, kritik değerlerin<br />

ne olduğunun belirlenmesi ve öncelik sırasına konulması önerilmektedir.<br />

Böylelikle istekler, arzular ve ulaşılacak sonuçlar açısından kurumsal<br />

geleceğin tanımlanması sağlanacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Akça ŞA (1998). <strong>Ü</strong>niversite öğretim elemanlarının sağlığı geliştirme davranışları ve<br />

bunu etkileyen etmenlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Đzmir:<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 132.<br />

2. Altun Đ (2000). Kocaeli Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> öğrencilerinin kişisel değerleri ve<br />

meslek seçimine etki eden faktörler. 1. Uluslar arası- 4. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi<br />

Kitabı, Antalya: 75-77.<br />

3. Bahçecik N, Pek H (1995). Hemşirelerin değer kavramları ile ilgili görüşleri ve sahip<br />

oldukları değerler. IV. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Özet Kitabı, Ankara: 71-72.<br />

4. Bilen M (1995). Sağlıklı insan ilişkileri. Geliştirilmiş Beşinci Baskı, Ankara: Armoni<br />

Ltd. Şti., 93.<br />

5. Bilgin N (2003). Sosyal psikoloji sözlüğü. Kavramlar, yaklaşımlar. Ankara: Bağlam<br />

Yayıncılık, 80-81.<br />

6. Cortis JD (2003). Culture, values and racism: Application to nursing. Đnternational<br />

Nursing Review, 50, 55-64.<br />

7. Çimete G, Karagöz S (1992). <strong>Hemşirelik</strong>te değerler. III. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi<br />

Kitabı, Sivas, 481-488.<br />

8. Dökmen <strong>Ü</strong> (2000). Varolmak, gelişmek, uzlaşmak. Đstanbul: Sistem Yayıncılık, 279-<br />

295.<br />

9. Fry ST (2000). <strong>Hemşirelik</strong> uygulamalarında etik. Bağ B (çev). Erzurum: Aktif<br />

Yayınevi, 5-10.<br />

10


10. Hall JE, Weawer BR (1985). Distributive nursing practice: A systems aproach.<br />

Second Edition, J.B. Lippincott Company, Philadelphia, 85-101.<br />

11. Haynes F (2002). Eğitimde etik. Akbaş SK (çev), Đstanbul: Ayrıntı Yayınları, 117-119.<br />

12. Marshall G (2003). Sosyoloji sözlüğü. Akınhay O ve Kömürcü D (çev), Ankara: Bilim<br />

ve Sanat Yayınları, 133-135.<br />

13. Martin P, Yarbrough S, Alfred D (2003). Professonal values held by baccalaureate<br />

and associate degree nursing students. Journal of Nursing Scholarship, Third<br />

Quarter, 291-296.<br />

14. McNeese-Smith DK, Crook M (2003). Nursing values and a changing nurse<br />

workforce. Values, age and job stages. Journal of Nursing Administration, 33:5, 260-<br />

269.<br />

15. Mills AC, Blaesing SL (2000). A lesson from the last nursing shortage. Journal of<br />

Nursing Administration, 30:6, 309-315.<br />

16. Numanoğlu SC, Oğuzhan T, Özkan AT (Erişim tarihi: 30 Ocak <strong>2007</strong>) Yönetim eğitimi<br />

toplam kalite yönetimi için ilk adım olabilir mi http://www.sabem.saglik.gov.tr/<br />

kaynaklar/565_39yonetim_egitimi_tky.pdf<br />

17. …………… I. sağlık projesi yönetim eğitimi programı kurs materyali. Kurs: II-7/8.<br />

Ortadoğu Teknik <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme Bölümü, Ankara.<br />

18. Yaylacı AF (1999). Đlköğretim okulları için etik program önerisi. http://<br />

eyad.hypermart.net/etik1.html<br />

11


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 13-22, <strong>2007</strong><br />

SAĞLIKLI BĐREYLERDE KANSER RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />

CANCER RISK FACTORS IN HEALTHY INDIVIDUALS<br />

<strong>Ü</strong>lkü YAPUCU G<strong>Ü</strong>NEŞ Ayten ZAYBAK<br />

Đsmet EŞER Leyla KHORSHID<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, <strong>Hemşirelik</strong> Esasları Anabilim Dalı,<br />

Bornova, ĐZMĐR<br />

Anahtar Sözcükler: Kanser risk faktörleri, sağlıklı birey<br />

Key Words: Cancer risk factors, healthy individual<br />

ÖZET<br />

Bu çalışma Đzmir’de yaşayan sağlıklı bireylerde kanser riskinin tanılanması<br />

amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />

Fakültesi Hastanesi’nde yatan hasta refakatçileri oluşturmuştur. 1 Ocak – 1<br />

Temmuz 2004 tarihleri arasında dahili ve cerrahi kliniklerinde yatan, olasılıksız<br />

örneklem yöntemi ile seçilen 356 hasta refakatçisi araştırmanın örneklemini<br />

oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme<br />

Merkezi tarafından geliştirilmiş anket formundan yararlanılmıştır. Araştırma<br />

sonucunda bireylerin her bir kanser türüne ilişkin risk faktörlerinden bir ya da<br />

birden fazlasına sahip oldukları saptanmıştır.<br />

SUMMARY<br />

This study was conducted to determine cancer risk factors in healthy<br />

individuals who live in Đzmir. The scope of the study comprised the people who<br />

accompanied the patients residing in Ege University Faculty of Medicine Hospital.<br />

The sample of the study consisted of 356 hospital attendants who stay in<br />

internal medicine and surgical clinics and choosen through random sampling<br />

technique between the dates of January 1- July 1 2004. Data were collected by<br />

using questionnaire developed by Harvard University Cancer Prevention Center.<br />

At the end of the study, it was determined that people participating to the study<br />

had one or more risk factors related to cancer.<br />

GĐRĐŞ<br />

Kanser ekonomi ve işgücü alanında ağır kayıplara neden olan<br />

önemli bir sağlık problemidir. Dünyada her yıl 10 milyondan fazla yeni<br />

kanser vakası tanılanmaktadır. Yine dünyada toplam 22 milyon kanser<br />

hastası bulunmakta ve her yıl 6 milyon kişi bu hastalıktan ölmektedir.<br />

13


Türkiye’de 2000 yılında 67.000 kişinin kansere yakalandığı ve bu<br />

kişilerin 47.000’inin hayatını kaybettiği bildirilmektedir (http://www.<br />

ntvmsnbc. com). Tüm kanser türlerinin görülme sıklığı ve ölüm oranları<br />

ülkeler, bölgeler ve kıtalar arasında büyük farklılıklar göstermektedir.<br />

Kesin olmamakla birlikte bu farklılıklar beslenme, yaşam biçimi ve<br />

hava kirliliği gibi nedenlere bağlı olarak gelişebilmektedir (Nural ve<br />

Akdemir 2000). Yapılan bir çalışmada tüm kanserlerin %85’inin yaşam<br />

tarzıyla ilişkili olduğu ve kontrol edilebilir bireysel alışkanlıklardan<br />

kaynaklandığı belirtilmektedir (Barclay 1987).<br />

Kanserde erken tanı ve risk altında olanların saptanması kanserin<br />

önlenmesinde önemli yer tutmaktadır. Genellikle insanlar ancak<br />

hastalığın belirti ve bulguları ortaya çıktıktan sonra bir sağlık<br />

kurumuna başvurmaktadırlar. Bu da patolojik değişikliklerin geri<br />

dönüşümsüz hale gelmesine neden olmaktadır. Kanserde erken tanı,<br />

kesin tedavi şansını artırmaktadır. Bireylerin erken tanı belirtilerini ve<br />

kanser oluşumu için ne kadar risk altında olduğunu bilmeleri kanserin<br />

önlenmesinde önemli olan faktörlerden biridir. Bu nedenle hemşireler,<br />

bireylerin risk faktörlerine yönelik bilgilendirilmesinde sağlık<br />

danışmanlığı yaparak önemli rol oynarlar.<br />

Bu çalışma sağlıklı erişkin bireylerde kanser risk faktörlerini<br />

belirlemek amacıyla yapılmıştır.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Araştırmanın evrenini, 1 Ocak- 1 Temmuz 2004 tarihleri arasında<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dahili ve Cerrahi Kliniklerinde<br />

yatan hastaların refakatçileri oluşturmuştur. Araştırmaya katılmayı<br />

kabul eden, herhangi bir hastalığı olmayan ve 40 yaş üzerinde olan<br />

bireyler araştırmanın çalışma grubunu oluşturmuştur (n=356).<br />

Verilerin toplanmasında Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme<br />

Merkezi tarafından belirlenen kanser risk faktörleri ve ilgili literatür<br />

doğrultusunda araştırmacılar tarafından geliştirilmiş anket formu<br />

kullanılmıştır. Anket formunda bireylere ilişkin bazı tanıtıcı bilgiler<br />

eklenmiş, uzman görüşüne sunularak forma son şekli verilmiştir.<br />

Anket formunda meme kanserine ilişkin 13, uterus 8, serviks 6, böbrek<br />

4, mesane 4, akciğer 7, mide 5, prostat 6, kolon 14 ve cilt kanserine<br />

ilişkin 4 olmak üzere toplam 71 soru yer almaktadır.<br />

Verilerin toplanması ve değerlendirilmesi<br />

Veriler 1 Ocak- 1 Temmuz 2004 tarihleri arasında yüz yüze<br />

görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve<br />

yüzdelik dağılımları alınmıştır.<br />

14


Araştırmanın yapılabilmesi için Ege üniversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

<strong>Yüksekokulu</strong> Etik Kurulundan ve araştırmanın yapılacağı kurumdan<br />

yazılı izin alınmıştır. Ayrıca araştırma kapsamına alınan bireylere<br />

gerekli açıklama yapılarak sözel onamları alınmıştır.<br />

Araştırmanın Sınırlılığı<br />

Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Önleme Merkezi tarafından geliştirilen<br />

anket formu 40 yaş üzeri bireylere yönelik olarak geliştirildiği için 40<br />

yaşın altında olan bireyler araştırma kapsamı dışında tutulmuştur.<br />

BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

Tablo 1’de görüldüğü gibi, araştırma kapsamına alınan bireylerin<br />

%51’inin kadın (n=181), %49’unun erkek (n=175), %56.7’sinin 40-49<br />

yaş, %27.3’ünün 50-59 yaş, %16’sının 60 yaş ve üzerinde olduğu,<br />

%37.9’unun ailesinde kanser öyküsü olduğu, %44.3’ünün hafif obez,<br />

%13.5’inin obez olduğu ve %61.6’sının hiç sigara içmediği saptanmıştır.<br />

Bireylerin %38.4’ü sigara kullanmaktadır. Đçilen sigara miktarı, içme<br />

süresi ve dumanı içine çekme derinliği ile kanserin meydana gelişi<br />

arasında doğru orantı olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. 20 yıl süre<br />

ile günde iki paket sigara içen kişide kanser oluşma oranı içmeyene<br />

göre 16-17 kez daha fazladır (Nural ve Akdemir 2000). Sigara kansere<br />

bağlı ölüm nedenlerinin %15’inden sorumlu tutulmaktadır (Kuper ve<br />

ark. 2002).<br />

Tablo 1. Bireylere Đlişkin Bazı Tanıtıcı Özelliklerin Dağılımı<br />

Bireylere Đlişkin Bazı Tanıtıcı Özellikler SAYI %<br />

Cinsiyet<br />

Yaş<br />

Ailede kanser öyküsü<br />

Beden kitle indeksi<br />

Sigara içme durumu<br />

Kadın 181 51<br />

Erkek 175 49<br />

40-49 yaş 202 56.7<br />

50-59 yaş 97 27.3<br />

60 ve üzeri 57 16<br />

Evet 135 37.9<br />

Hayır 213 59.9<br />

Bilmiyorum 8 0.2<br />

Zayıf 13 0.4<br />

Uygun kilo 137 38.5<br />

Hafif obez 158 44.4<br />

Obez 48 13.7<br />

Hiç içmeyenler 219 61.6<br />

14 veya daha az 63 17.8<br />

15-24 arası 49 13.8<br />

25 ve üzeri 25 0.8<br />

TOPLAM 356 100.0<br />

15


Tablo 2: Bireylerin Kanser Açısından Bazı Organlara Đlişkin Risk Faktörlerinin Dağılımı<br />

ORGANLAR RĐSK FAKTÖRLERĐ SAYI %<br />

MEME Uzun boylu olma 36 20.4<br />

n=181 Şişman olma 100 55.2<br />

Sebze tüketmeme 121 66.9<br />

Alkol tüketimi 4 2.2<br />

Erken menarş 15 8.3<br />

Đlk doğum yaşının 35 yaşın üzerinde olması 9 4.9<br />

Menapoz yaşının 55 ve üzerinde olması 0 0<br />

Doğum sayısının 2’den az olması 54 29.8<br />

Emzirme süresinin 1 yıldan az olması 86 47.5<br />

5 yıldan uzun süredir doğum kontrol hapı kullanma 11 6.1<br />

Menapoz sonrası 5 yıldan daha uzun süredir hormon<br />

kullanma<br />

4 2.2<br />

SERVĐKS<br />

n=181<br />

UTERUS<br />

n=181<br />

PROSTAT<br />

n=175<br />

MESANE<br />

n=356<br />

KOLON<br />

n=356<br />

Benign bir meme hastalığına sahip olma 31 17.1<br />

Aile öyküsü 8 4.4<br />

Sigara içme 46 25.4<br />

Cinsel ilişki yaşının küçük olması 70 38.7<br />

Cinsel yolla bulaşan hastalığa sahip olma 12 6.6<br />

Kondom veya diyafram kullanmama 143 79.0<br />

Doğum sayısının 2’den fazla olması 127 70.2<br />

Pap-smear testi yaptırmama 127 70.2<br />

Şişman olma 100 55.2<br />

Sigara içme 46 25.4<br />

5 yıldan daha kısa süre doğum kontrol hapı kullanma 170 93.9<br />

Hiç doğum yapmama 26 14.4<br />

Menapoz yaşının 55 ve üzerinde olması 0 0<br />

Menapoz sonrası 10 yıl ve daha uzun süredir hormon 4 2.2<br />

kullanma<br />

Diabetes Mellitus 20 11.0<br />

Aile öyküsü 12 6.6<br />

55 yaşın üzerinde olma 61 34.9<br />

Uzun boylu olma 43 24.6<br />

Hayvansal yağ tüketimi 107 61.1<br />

Yetersiz domates tüketimi 47 26.9<br />

Vazektomi 1 0.6<br />

Aile öyküsü 17 9.7<br />

65 yaşın üzerinde olma 35 9.8<br />

Sigara içme 137 38.4<br />

Kimyasal maddelere maruz kalma <strong>23</strong> 6.4<br />

Aile öyküsü 10 2.8<br />

50 yaşın üzerinde olma 154 43.2<br />

Uzun boylu olma 79 22.2<br />

Şişman olma 206 57.8<br />

Kırmızı et tüketimi 1<strong>23</strong> 34.5<br />

Yetersiz sebze tüketimi 240 67.4<br />

Alkol tüketimi 32 8.9<br />

Vitamin hapı kullanmama 335 94.1<br />

Yetersiz fiziksel aktivite 254 71.3<br />

5 yıldan daha kısa süredir doğum kontrol hapı kullanma 170 93.9<br />

Menapoz sonrası 5 yıldan daha kısa süredir hormon 122 67.4<br />

kullanma<br />

Düzenli aspirin kullanmama 335 94.1<br />

Đnflamatuar bağırsak hastalığı 18 5.0<br />

Aile öyküsü 13 3.6<br />

Son 10 yılda kolon kanseri açısından tarama yaptırmama 337 94.6<br />

16


BÖBREK<br />

n=356<br />

AKCĐĞER<br />

n=356<br />

CĐLT<br />

n=356<br />

45 yaşın üzerinde olma 252 70.8<br />

Şişman olma 206 57.8<br />

Sigara içme 137 38.4<br />

Aile öyküsü 4 1.1<br />

Yetersiz sebze tüketimi 240 67.4<br />

Yetersiz meyve tüketimi 226 63.4<br />

Sigara içme 137 38.4<br />

Sigara dumanına maruz kalma 206 57.8<br />

Büyük şehirde yaşama 260 73.0<br />

Kimyasal maddelere maruz kalma <strong>23</strong> 6.4<br />

Aile öyküsü 67 18.8<br />

Açık ten rengine sahip olma 210 58.9<br />

Çocukken güneş yanığına maruz kalma 31 8.7<br />

Bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanma 25 7.0<br />

Aile öyküsü 9 2.5<br />

MĐDE<br />

n=356<br />

50 yaşın üzerinde olma 154 43.2<br />

Yetersiz meyve tüketimi 226 63.4<br />

Aşırı tuz tüketimi 174 48.8<br />

Aile öyküsü 16 4.5<br />

A(+) kan grubuna sahip olma 135 37.9<br />

Tablo 2’de araştırma kapsamına alınan bireylerde kanser<br />

oluşumu açısından bazı organlara ilişkin saptanan risk faktörlerinin<br />

dağılımı görülmektedir.<br />

Araştırma kapsamına alınan kadınlarda meme kanserine ilişkin<br />

risk faktörü olarak kabul edilen, yetersiz sebze tüketen 121 (%66.9),<br />

hafif obez/obez olan 100 (%55.2), emzirme süresi 1 yıldan az olan 86<br />

(%47.5), doğum sayısı 2’den az olan 54 (%29.8), benign bir meme<br />

hastalığına sahip olan 31 (%17.1) ve ailesinde meme kanseri öyküsü<br />

olan 8 kadın (%4.4) saptanmıştır. Bu etmenlerin her biri meme kanseri<br />

oluşumunda bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (www.<br />

yourcancerrisk.harvard.edu, Lissowska ve ark. <strong>2007</strong>). Emzirmenin<br />

meme kanseri oluşumunda koruyucu bir rolü olduğu, laktasyon süresi<br />

arttıkça meme kanseri oluşma riskinin azaldığı bilinmektedir<br />

(Newcomb ve ark. 1994, Zografos ve ark. 2004). Araştırma kapsamına<br />

alınan bireylerin yetersiz sebze tüketimi, fazla kilolu olmaları ve<br />

emzirme sürelerinin kısa olmasına bağlı olarak meme kanserine<br />

yakalanma risklerinin yüksek olduğu söylenebilir.<br />

Kadınlarda serviks kanserine ilişkin saptanan risk faktörü olarak<br />

%79’unun kondom veya diyafram kullanmadığı, %70.2’sinin doğum<br />

sayısının 2’den fazla olduğu ve pap-smear yaptırmadığı, %38.7’sinin cinsel<br />

ilişki yaşının küçük olduğu ve %25.4’ünün sigara içtiği saptanmıştır.<br />

Erken yaşta cinsel ilişki, sigara kullanımı servikal kanser riskini artırırken<br />

cinsel ilişki sırasında kondom veya diyafram kullanımı, doğum<br />

sayısının ikiden az olması ve düzenli pap smear yaptırılması servikal<br />

kanser riskini düşürmektedir (Pham-McNeill 2003). Araştırmadan elde<br />

17


edilen veriler doğrultusunda serviks kanserine ilişkin risk faktörlerinden<br />

kondom kullanmama ve pap-smear testi yaptırmayanların yüzdesi<br />

oldukça yüksektir. Buna bağlı olarak araştırma kapsamına alınan<br />

bireylerin serviks kanseri için risk taşıdıkları düşünülmektedir.<br />

Uterus kanserinde risk faktörleri; şişmanlık, sigara içme, 5 yıldan<br />

daha kısa süre doğum kontrol hapı kullanma, hiç doğum yapmamış<br />

olma, menopoz yaşının 55 ve daha üzeri olması, menopoz sonrası 10 yıl<br />

ya da daha uzun süreli hormon tedavisi, diyabet ve aile öyküsüdür.<br />

Hachisuga ve ark. (1998) diyabetes mellitusun uterus kanseri için<br />

önemli bir risk faktörü olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmada,<br />

kadınların büyük bir çoğunluğunun (%93.9) 5 yıldan daha kısa süre<br />

doğum kontrol hapı kullandığı, yarısından fazlasının (%55.2) hafif<br />

obez/obez olduğu, dörtte birinin (%25.4) sigara içtiği, yaklaşık onda<br />

birinin (%11) ise ailesinde diyabet öyküsü olduğu belirlenmiştir. Türk<br />

toplumunda kadınlar aile planlaması yöntemi olarak daha çok rahim<br />

içi araç yöntemini tercih etmektedir (Önal <strong>2007</strong>). Bu yüzden de doğum<br />

kontrol hapı kullanma kadınlar arasında çok yaygın bir davranış<br />

değildir. Nitekim araştırma kapsamına alınan kadınların %93.9 gibi<br />

yüksek bir oranı 5 yıldan daha az süre doğum kontrol hapı kullanmıştır. Bu<br />

bulgular göz önüne alındığında kadınların uterus kanseri riskinin<br />

yüksek olduğu düşünülebilir.<br />

Günde beş porsiyondan daha az hayvansal yağ içeren besinlerin<br />

tüketimi ve günde en az bir porsiyon domates ve domates içeren<br />

ürünlerin tüketimi prostat kanser riskini en aza indirmektedir (Hayes<br />

ve ark. 1995). Yapılan çalışmalarda fazla miktarda süt ve süt ürünleri,<br />

kalsiyum, karbonhidrat ve doymuş yağ içeren ürünlerin ve az miktarda<br />

sebze tüketiminin prostat kanser riskini arttırdığı saptanmıştır<br />

(Steinberg ve ark. 1990, Gunnell ve ark. 2003). Araştırma kapsamına<br />

alınan erkeklerin %61.1’i fazla miktarda hayvansal yağ tükettiğini,<br />

%26.9’u diyette yeterli miktarda domates tüketmediğini, %9.7’si<br />

ailesinde kanser öyküsü olduğunu belirtmişlerdir. Araştırma verileri<br />

incelendiğinde, hayvansal yağ tüketiminin oldukça yüksek olmasının<br />

prostat kanseri açısından risk oluşturduğu düşünülebilir.<br />

Mesane ve böbrek kanserinde risk faktörü olarak kabul edilen<br />

sigara içme oranı %38.4’dür. Kimyasal maddelere maruz kalan <strong>23</strong><br />

(%6.4), hafif obez/obez olan 206 (%57.8), ailesinde mesane kanseri<br />

öyküsü olan 10 (%2.8), böbrek kanseri öyküsü olan 4 birey (%1.1)<br />

saptanmıştır. Marcus ve ark. (2000) sigara içmenin mesane kanseri<br />

açısından en önemli risk faktörü olduğunu, erkeklerde %50-66,<br />

kadınlarda ise %25 oranında mesane kanseri oluşumunu arttırdığını<br />

bildirmişlerdir. Brennan ve ark. (2000) yaptıkları bir çalışmada sigara<br />

içmenin mesane kanseri riskini en az üç kat arttırdığını saptamışlardır.<br />

Tekstil, boya, deri ve kimyasal maddelere maruz kalınan mesleklerde<br />

çalışan kişilerde mesane kanseri insidansı oldukça yüksektir. McLaughlin<br />

18


ve Lipworth'ın (2000) bildirdiğine göre mesane ve böbrek kanserinin<br />

görülme sıklığı erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha fazladır.<br />

Yapılan çalışmalara bakıldığında sigara içme mesane ve böbrek kanseri<br />

oluşumuna neden olan faktörlerin başında gelmektedir. Bu araştırmadan<br />

elde edilen bulgulara göre sigara ve sigara dumanına maruz kalma<br />

oranının oldukça yüksek (%96.2) olduğu görülmektedir. Mesane kanseri<br />

açısından diğer bir risk faktörü ise bireyin yaşıdır. Ries ve ark. (2000)<br />

mesane kanseri insidansını 65 yaş ve üzeri kişilerde yüzbinde 110,8,<br />

daha genç bireylerde ise yüzbinde 6.4 olarak bulmuşlardır. Bu veriler<br />

doğrultusunda araştırma kapsamına alınan bireylerin mesane ve<br />

böbrek kanserine yakalanma risklerinin yüksek olduğu düşünülebilir.<br />

Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Araştırma Merkezi’nin belirlediği risk<br />

faktörlerine göre; aşırı kırmızı et tüketme, aşırı alkol (günde bir kadeh<br />

veya daha fazla) alma, yetersiz sebze tüketimi, yetersiz fiziksel aktivite,<br />

obezite, inflamatuar bağırsak hastalığı ve aile öyküsü kolon kanser<br />

riskini artırırken, kolon kanseri açısından tarama yaptırma, 5 yıl yada<br />

daha uzun süre doğum kontrol hapı kullanma, menapoz sonrası 5 yıl<br />

ya da daha uzun süre hormon tedavisi alma, her gün düzenli olarak<br />

vitamin ve aspirin kullanma ise bu riski azaltmaktadır. Bu çalışmada<br />

bireylerin en yüksek oranla; %94.6’sının son 10 yılda kolon kanseri<br />

açısından tarama yaptırmadığı, %94.1’inin düzenli olarak vitamin ve<br />

aspirin kullanmadığı, %7.3’ünün yeterli fiziksel aktivitede bulunmadığı,<br />

%67.4’ünün ise yeterli sebze tüketmediği saptanmıştır. <strong>Ü</strong>lkemizde<br />

bireylerin sağlık davranışları göz önünde bulundurulduğunda, bir<br />

rahatsızlığı olmadığı sürece bir sağlık kurumuna başvurarak genel<br />

sağlık taraması yaptırmadıkları, düzenli egzersiz yapmadıkları ve yeterli<br />

sebze ve meyve tüketmedikleri görülmektedir (Şirin ve ark. 2006). Bu<br />

yüzden de araştırma kapsamına alınan bireylerin kolon kanseri<br />

açısından riskli davranışlarının oldukça yüksek olduğu düşünülebilir.<br />

Harvard <strong>Ü</strong>niversitesi Kanser Araştırma Merkezi’nin belirlediği<br />

mide kanseri risk faktörleri; yetersiz meyve ve aşırı tuz tüketimi, A(+) kan<br />

grubuna sahip olma ve ailesinde kanser öyküsü bulunmasıdır. Araştırma<br />

kapsamına alınan bireylerin %63.4’ünün yeterli meyve tüketmediği,<br />

%48.8’inin aşırı miktarda tuz tükettiği, %37.9’unun A(+) kan grubuna<br />

sahip olduğu, %4.5’inin ise ailesinde kanser öyküsü bulunduğu<br />

belirlenmiştir. Yapılan prospektif çalışmalar meyve ve sebze tüketiminin<br />

mide kanseri riskini önemli oranda azalttığını göstermektedir (Kobayashi<br />

ve ark. 2002, Lee ve ark. 2003). Choi ve ark. (2006) yaptıkları<br />

çalışmada ilerlemiş yaşın mide kanseri için bir risk faktörü olduğunu<br />

saptamışlardır. Bernini ve ark. (2006) ise mide kanserinin aile öyküsü<br />

ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu belirlemişlerdir. Diyetteki tuz<br />

alımı da mide kanseri için önemli bir risk faktörüdür (Shikata ve ark.<br />

2006). Araştırma kapsamına alınan bireylerin mide kanseri açısından<br />

riskli davranışlara sahip oldukları söylenebilir.<br />

19


Araştırma kapsamına alınan bireylerde cilt kanserine ilişkin risk<br />

faktörü olarak kabul edilen, açık ten rengine sahip olan 210 birey<br />

(%58,9), çocukken güneş yanığına maruz kalan 31 birey (%8.7),<br />

bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanan 25 birey (%7) ve ailesinde<br />

cilt kanseri öyküsü olan 9 birey (%2.5) saptanmıştır. Nural ve<br />

Akdemir’in (2000) çalışmasında güneşten çabuk etkilenenlerin oranı<br />

%53.57 olarak saptanmıştır. Çalışma bulguları Nural ve Akdemir’in<br />

bulguları ile benzerlik göstermektedir.<br />

Akciğer kanserine ilişkin risk faktörü olarak bireylerin %67.4’ünün<br />

yeterli miktarda sebze, %63.4’ünün yeterli miktarda meyve tüketmediği,<br />

%38.4’ünün sigara içtiği, %57.8’inin sigara içmediği halde sigara<br />

dumanına maruz kaldığı, %18.8’inin ailesinde akciğer kanseri öyküsü<br />

olduğu, %6.4’ünün de kimyasal maddelere maruz kaldığı saptanmıştır.<br />

Sigara içme akciğer kanser riskinin artmasında önemli bir rol<br />

oynamaktadır (Smith ve ark. 2006). Sürekli olarak sigara içen veya<br />

sigara dumanını inhale eden ve kimyasal maddelere maruz kalan<br />

bireylerde akciğer kanseri riski, maruz kalınan madde bırakıldıktan<br />

sonra bile 20 yıl devam etmektedir (Reid ve ark. 2006). Sebze ve meyve<br />

tüketiminin akciğer kanseri gelişimine karşı koruyucu bir rolü olduğu<br />

düşünülmektedir. Miller ve ark. nın (2004) yaptıkları çalışmada, meyve<br />

tüketimi ile akciğer kanseri arasında anlamlı bir ilişki olduğu<br />

saptanmıştır. Bu bulgulara göre araştırma kapsamına alınan bireylerin<br />

akciğer kanseri gelişme riskinin yüksek olduğu düşünülmektedir.<br />

SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Araştırma sonucunda, bireylerin her bir kanser türüne ilişkin<br />

risk faktörlerinden birçoğunu taşıdıkları görülmektedir. Bireylerin<br />

sahip oldukları riskler ne kadar yüksekse, kansere yakalanma riski de<br />

o denli yüksek olacaktır. Günümüz sağlık anlayışı, birey, aile ve toplumun<br />

sağlığını koruyan, sürdüren, geliştiren sağlık merkezli bakım yaklaşımını<br />

öngörmektedir. Bu anlayış, bireyin iyilik halini koruyacak, sürdürecek<br />

ve geliştirecek davranışlar kazanması ve kendi sağlığı ile ilgili doğru<br />

kararlar almasını sağlamak üzerine dayandırılmıştır. Sağlıklı olmayan<br />

her davranışın kanser için bir risk faktörü olduğu unutulmamalıdır.<br />

Bu sonuçlar doğrultusunda; toplumun kanser risk faktörlerine<br />

ilişkin bilgilendirilmesi, topluma sağlıklı yaşam davranışlarını kazandırmak<br />

için hemşirelerin eğitmen ve danışman rollerini üstlenmesi, başka<br />

nedenlerle polikliniğe başvuran hastalara kanser tarama ve izlem<br />

programlarının başlatılması önerilmiştir.<br />

20


KAYNAKLAR<br />

1. Barclay V (1987). Kanser hemşireliğinde temel kavramlar. Çev.Ed.: N Platin, 1.<br />

Baskı, Ankara, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu, 11-36.<br />

2. Bernini M, Barbi S, Roviello F, et al (2006). Family history of gastric cancer: a<br />

correlation between epidemiologic findings and clinical data. Gastric Cancer 9(1): 9-<br />

13.<br />

3. Brennan P, Bogillot O, Cordier S et al (2000). Cigarette smoking and bladder cancer<br />

in men: a pooled analysis of 11 case-control studies. Int J Cancer. 86: 289-294.<br />

4. Choi S, Lim YJ, Park SK (2006). Risk factor analysis for metaplastic gastritis in<br />

Koreans. World J Gastroenterol. 12(16): 2584-7.<br />

5. Gunnell D, Oliver SE, Peters TJ et al (2003). Are diet-prostate cancer associations<br />

mediated by the IGF axis A cross-sectional analysis of diet, IGF-I and IGFBP-3 in<br />

healthy middle-aged men. Br J Cancer. 88(11): 1682-1686.<br />

6. Hachisuga T, Kaetsu A, Sugimori H. (1998). Risk factors for endometrial cancer in<br />

Japanese women. Int J Gynecol Cancer. 8: 292-297<br />

7. Hayes RB, Liff JM, Pottern LM et al (1995). Prostate cancer risk in U.S. blacks and<br />

whites with family history of cancer. Int J Cancer. 60: 361-364.<br />

8. Kanser, ikinci ölüm nedenimiz. http://ntvmsnbc.com/. Erişim tarihi 8 Aralık 2004.<br />

9. Kobayashi M, Tsubono Y, Sasazuki S, et al (2002). Vegetables, fruit and risk of<br />

gastric cancer in Japan: a 10-year follow-up of the JPHC Study Cohort I. Int J<br />

Cancer. 1; 102(1): 39-44.<br />

10. Kuper H, Adami HO, Boffetta P (2002). Tobacco use, cancer causation and public<br />

health impact, Journal of Internal Medicine, 251(6): 455 - 466<br />

11. Lee SA, Kang D, Shim KN, et al (2003). Effect of diet and Helicobacter pylori<br />

infection to the risk of early gastric cancer. J Epidemiol. 13(3): 162-8.<br />

12. Lissowska J, Gaudet MM, Brinton LA, et al (<strong>2007</strong>). Intake of fruits, and vegetables<br />

in relation to breast cancer risk by hormone receptor status. Breast Cancer Res<br />

Treat. 21: <strong>23</strong>5-242.<br />

13. Marcus PM, Hayes RB, Vineis P, et al (2000). Cigarette smoking, N-acetyltransferase<br />

2 acetylation status, and bladder cancer risk: a case-series meta-analysis of a geneenvironment<br />

interaction. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev. 9(5): 461-7.<br />

14. McLaughlin JK, Lipworth L (2000). Epidemiologic aspects of renal cell cancer. Semin<br />

Oncol. 27: 115-1<strong>23</strong>.<br />

15. Miller AB, Altenburg HP, Bueno-de-Mesquita B, et al (2004). Fruits and vegetables<br />

and lung cancer: Findings from the European Prospective Investigation into Cancer<br />

and Nutrition Int J Cancer. 10; 108(2): 269-76<br />

16. Newcomb PA, Storer BE, Longnecker MP, et al (1994). Lactation and a reduced risk<br />

of premenopausal breast cancer. N Engl J Med, 330(2): 81-7.<br />

17. Nural N, Akdemir N (2000). Dahiliye servislerinde yatan hastalarda kanser risk<br />

faktörleri ve erken tanı belirtilerinin saptanması. Cumhuriyet <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong> 4(2): 1-13.<br />

18. Önal E. Türkiye’de Aile Planlaması, www.publichealth.pitt.edu/supercourse/<br />

SupercoursePPT/5011-6001/5621.ppt (erişim tarihi 12 .02. <strong>2007</strong>)<br />

21


19. Pham-McNeill JH (2003). Cervical cancer among young Vietnamese American<br />

women: incidence, risk factors, and early detection. Asian am Pac Isl J health. 10(2):<br />

100-107<br />

20. Reid A, de Klerk NH, Ambrosini GL, Berry G, Musk AW (2006). The risk of lung<br />

cancer with increasing time since ceasing exposure to asbestos and quitting<br />

smoking. Occup Environ Med. 63(8): 509-12<br />

21. Ries LAG, Eisner MP, Kosary Cl et al 2000). SEER cancer statitics review, 1973-<br />

1997; Bethesda, Md: National Cancer Institute.<br />

22. Shikata K, Kiyohara Y, Kubo M, et al (2006). A prospective study of dietary salt<br />

intake and gastric cancer incidence in a defined Japanese population: the Hisayama<br />

study. Int J Cancer. Jul 1; 119(1): 196-201<br />

<strong>23</strong>. Smith CJ, Perfetti TA, King JA (2006). Perspectives on pulmonary inflammation and<br />

lung cancer risk in cigarette smokers Inhal Toxicol. 18(9): 667-77.<br />

24. Steinberg GD, Carter BS, Beaty TH, Childs B, Walsh PC (1990). Family history and<br />

the of prostate cancer. Prostate. 17: 337-347<br />

25. Stromborg MF (1986). The role of the nurse in early detection of cancer: population<br />

sixty-six years of age and older. Oncology Nursing Forum, 13(2): 66-74.<br />

26. Your disease risk. http://www.yourdiseaserisk.harvard.edu Erişim tarihi 12 Ekim<br />

2003.<br />

27. Zografos GC, Panou M, Panou N (2004). Common risk factors of breast and ovarian<br />

cancer: recent view. Int J Gynecol Cancer. 14: 721-740.<br />

22


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : <strong>23</strong>-30, <strong>2007</strong><br />

MUĞLA <strong>Ü</strong>NĐVERSĐTESĐ ÖĞRENCĐLERĐNĐN CĐNSEL SAĞLIK /<br />

<strong>Ü</strong>REME SAĞLIĞI HĐZMETLERĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖR<strong>Ü</strong>ŞLERĐNĐN<br />

ĐNCELENMESĐ<br />

INVESTĐGATĐON OF THE VĐEWS OF THE STUDENTS AT MUĞLA<br />

UNĐVERSĐTY ABOUT SEXUAL HEALTH/REPRODUCTĐON HEALTH<br />

SERVĐCES<br />

Hülya BAYBEK Adile T<strong>Ü</strong>MER Aynur KAYAR<br />

Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık Merkezi Kötekli / MUĞLA<br />

Anahtar Sözcükler: Cinsel Sağlık, <strong>Ü</strong>reme Sağlığı, <strong>Ü</strong>niversite Öğrencileri<br />

Key Words: Sexual Health, Reproductive Health, University Students<br />

5. Uluslararası <strong>Ü</strong>reme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresinde sözel bildiri olarak<br />

sunuldu. 19-22 Nisan <strong>2007</strong>, Ankara.<br />

ÖZET<br />

Bu araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık Merkezi’nde<br />

öğrencilere sunulması planlanan cinsel sağlık/üreme sağlığı (CS/<strong>Ü</strong>S) ile ilgili<br />

bilgilendirme-danışmanlık hizmetlerinde öncelik verilmesi gereken konuların<br />

ve yaklaşım biçiminin belirlenmesi, öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili görüşlerinin<br />

incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />

Tanımlayıcı tipte olan araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Sıtkı Koçman<br />

Yabancı Diller <strong>Yüksekokulu</strong> Hazırlık Bölümü’nde okuyan 502 öğrenci ile<br />

yürütülmüştür. Veriler 15-16 Şubat <strong>2007</strong> tarihlerinde anket formu ile<br />

toplanmış ve yüzdelik olarak değerlendirilmiştir.<br />

Araştırmada öğrencilerin %93.0’ünün üniversitenin sağlık merkezinden<br />

yararlanmadığı belirlenmiştir. Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda, en fazla<br />

(%52.7) kitap/dergiden, ikinci sırada ise (%42.0) akran/arkadaştan bilgi aldığı,<br />

sağlık personelinden bilgi alma oranının ise oldukça düşük olduğu (%9.8)<br />

saptanmıştır. Çalışma kapsamındaki öğrencilerin %50’sinin mediko-sosyal<br />

merkezlerinde CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verilmesini istedikleri belirlenmiştir. Öğrencilerin<br />

almak istedikleri hizmetin hem danışmanlık hem de tedaviyi içermesi (%55.3),<br />

hizmetin kolay ulaşılabilirliği (%49.4) ve bilgilerin gizli olması gerekliliği<br />

(%45.1); hizmet verecek personelin donanımlı bir profesyonel olması (%69.9),<br />

ön yargısız ve anlayışlı olması (%56.2) ve gençlerle arkadaşça ilişki kurabilmesi<br />

(%52.0) gibi nitelikler aradıkları belirlenmiştir. Öğrencilerin özellikle cinsel yolla<br />

bulaşan hastalıklar (%53.1), cinsel sorunlar (%49.2), sorumlu ve güvenli cinsel<br />

davranış (%43.2) konularında CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti almak istedikleri saptanmıştır.<br />

Araştırma sonuçlarının, sağlık merkezinin ve gençlik danışma biriminin ileriye<br />

<strong>23</strong>


yönelik çalışmalarına ışık tutacak nitelikte olduğu düşünülmüş ve önerilerde<br />

bulunulmuştur.<br />

SUMMARY<br />

This study is conducted at Muğla University by Mefharet Kocman Medical<br />

Center in order to decide upon the priorities to be given about sexual health<br />

/reproduction health which is being planned for the students by using<br />

informative-counselling services and to determine the approches to be used as<br />

well as investigation of the students’ views about sexual health /reproduction<br />

health.<br />

The samples of this descriptive study is formed by 502 volunteer students<br />

out of 614 students studying at Muğla University, Sıtkı Kocman School of Foreign<br />

Languges. The data is collected through questionnaire on the 15th-16th of<br />

February and evaluated using percentages.<br />

It is found out that 93.0% of the students are not making use of the<br />

medical centre. 52.7% of the students informed about sexul health/peproduction<br />

health via magazines/journals, 42.0% of them learned from their relatives<br />

peer/friends. However, getting information from the medical staff was found out<br />

to be quite low (9.8%). It is revealed that nearly 50% of the students asked to<br />

have information about CS/<strong>Ü</strong>S from the Medical Centre. It also came out that the<br />

qualities that the students look for include the following: the service tht students<br />

want to have should include both couselling and treatment (55.3%), easy access<br />

to the service (49.4%), confidentiality of the information (45.1%), a well-qualified<br />

and equipped professionalls (69.9%), having no prejudices an being<br />

understanding (56.2%), and making friends with the students (%52.0). The study<br />

also reveals that the students want to have information about sexually<br />

transmitted infections (53.1%), service about the sexual problems (49.2%), safe<br />

and responsible sexual behaviour (43.2%). The results of the study are thought to<br />

highlight the future of the health centre and the youth counselling unit and<br />

suggestions are made.<br />

GĐRĐŞ<br />

Gençlerin sağlığını tehdit eden en önemli konulardan biri cinsel<br />

sağlık/üreme sağlığı (CS/<strong>Ü</strong>S) ile ilgili riskli davranışlardır (Akın A. ve<br />

ark. 2006). Gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S gereksinimleri, yetişkinlerinkinden<br />

farklıdır ve bu gereksinimlerin karşılanmaması, sonraki yaşamlarında<br />

ciddi sonuçlar doğurabilir (Türkiye <strong>Ü</strong>S Programı 2004). Đnsan hayatının<br />

temel özelliklerinden biri olan cinselliğin sağlıklı yaşanması çok<br />

önemlidir. Cinsel sağlık Dünya Sağlık Örgütü tarafından; “cinsellikle<br />

ilişkili olarak fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal açıdan tam bir iyilik<br />

hali” olarak tanımlanmaktadır (WHO 2004). Cinsel sağlık aynı zamanda,<br />

insanların tatmin edici ve güvenli bir cinsel yaşamlarının olması, üreme<br />

yeteneğine sahip olmaları, üreme yeteneklerini kullanmada karar verme<br />

özgürlüğüne sahip olmaları demektir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2006).<br />

CS/<strong>Ü</strong>S konularının kişiler arasında hala bir tabu olmasının yanı<br />

sıra; eğitim kurumlarında da aynı geleneksel bakış açısının izleri<br />

24


programlara yansımaktadır. Örgün eğitim programlarında seçmeli ders<br />

olarak alınan “Sağlık Bilgisi” dersinin üremeyle ilgili bölümleri biyolojik<br />

üreme süreci ile sınırlıdır. Dolayısıyla gençler CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili bilgi<br />

gereksinimlerini karşılayabilmek için okul dışındaki kaynaklara<br />

yönelmekte ve çoğu zaman yanlış bilgi almaktadır (Akın A. ve ark.<br />

2004). Gençlere yönelik CS/<strong>Ü</strong>S çalışmaları üzerinde önemle durulması<br />

gereken ve özel bir bakış açısı ile özgün yaklaşımlar gerektiren bir<br />

konudur (WHO 2001). Cinsellik konusundaki tabular ve kültürel<br />

normlar, bilgi eksikliği ve var olan hizmetlerin kalitesiyle ilgili sorunlar,<br />

hizmetin karşılanabilir olmaması ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı gençlerin<br />

bilgiye ve CS/<strong>Ü</strong>S hizmetlerine ulaşmasında bir engel oluşturmaktadır<br />

(WHO/FRH/FPP 1997). Türkiye’de üniversitelerin mediko-sosyal<br />

merkezlerinde genellikle hasta olanların muayenesi şeklinde hizmet<br />

verilmektedir. Özellikle CS/<strong>Ü</strong>S gibi mahremiyetin önem arz ettiği<br />

konularda 8 üniversite dışında, rutin hizmet verilmemektedir. Oysa<br />

üniversite çağına gelen bütün öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili bilgilendirme<br />

-danışmanlık ve klinik hizmet gereksinimlerinin olacağı açıktır. Beş<br />

üniversitede yapılan çalışma sonucuna göre; geçler arasında CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />

ilgili riskli davranışlar söz konusudur ve mevcut bilgileri yetersizdir<br />

(Akın A ve ark. 2006). Yapılacak araştırma sonuçlarının, üniversitelerde<br />

gençlerin gereksinimlerine cevap veren genç dostu CS/<strong>Ü</strong>S hizmet<br />

modelini geliştirmeye, üniversite öğrencilerinin bilgi, tutum, CS/<strong>Ü</strong>S<br />

hizmetlerinden yararlanma, kontraseptif kullanımı ve riskli davranışlarını<br />

olumlu yönde değiştirmeye katkıda bulunacağı düşünülmektedir.<br />

Bu araştırma, Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık<br />

Merkezi’nde öğrencilere sunulması planlanan CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili<br />

bilgilendirme-danışmanlık hizmetlerinde öncelik verilmesi gereken<br />

konuların ve yaklaşım biçiminin belirlenmesi, öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />

ilgili görüşlerinin incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />

Araştırmanın Tipi<br />

GEREÇ ve YÖNTEM<br />

Araştırma tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir.<br />

Araştırmanın Evren ve Örneklemi<br />

Araştırmanın evrenini; 2006-<strong>2007</strong> öğrenim yılı Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi’nde<br />

kayıtlı olan öğrenciler oluşturmuştur. Örneklem seçiminde<br />

kohort tipi örneklem seçme yöntemi kullanılmış, Sıtkı Koçman Yabancı<br />

Diller <strong>Yüksekokulu</strong> Hazırlık Bölümü’nde okuyan 614 öğrenciden<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden 502 öğrenci araştırmanın örneklemini<br />

oluşturmuştur (Katılım hızı=%81.76). Öğrencilerden 20’si ön uygulamaya<br />

katıldığından, 43 öğrenci devamsız olduğundan ve 49 öğrenci anket<br />

formunu doldurmayı kabul etmediğinden araştırmaya dahil edilmemiştir.<br />

25


Verilerin Toplanması<br />

Veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından literatür<br />

incelenerek geliştirilen ve 17 sorudan oluşan anket formunun ön<br />

uygulaması, örneklem dışındaki 20 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Gerekli<br />

düzeltmelerden sonra anket formuna son şekli verilmiştir. Veriler 15-<br />

16 Şubat <strong>2007</strong> tarihlerinde araştırmacılar tarafından toplanmıştır.<br />

Uygulamadan önce araştırma ve anket formu ile ilgili açıklamalar<br />

yapılmış, uygulama süresince sınıfta kalınmış ve öğrencilerin anket<br />

formlarını doldurmaları sağlanmıştır. Zaman sınırlaması yapılmamış olup,<br />

bir anketin yanıtlanması ortalama 10 dakika sürmüştür.<br />

Verilerin Değerlendirilmesi<br />

Verilerin kodlanması ve analizinde SPSS 11.0 paket programı<br />

kullanılmıştır. Veriler sayı ve yüzde olarak değerlendirilmiştir.<br />

Araştırmada Etik<br />

Araştırma öncesinde araştırmanın yürütülmesi için Muğla<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi Rektörlüğü’nden yazılı izin, araştırmaya katılan öğrencilerden<br />

de sözel izin alınmıştır.<br />

BULGULAR ve TARTIŞMA<br />

Araştırmada öğrencilerin yaş ortalamasının (±SS) 19.78±1.55 (alt<br />

değer-üst değer=17-27) olduğu, %64.1’inin erkek ve %46.1’inin bekar<br />

ama kız/erkek arkadaşının olduğu belirlenmiştir. Araştırmada<br />

öğrencilerin %93.0’ünün sağlık merkezinden yararlanmadığı, %62.0’sinin<br />

kendisini sağlıklı olarak değerlendirdiği saptanmıştır. <strong>Ü</strong>niversite sağlık<br />

merkezinde genellikle hasta olanın muayenesi şeklinde hizmet verilmesi<br />

ve sağlık güvencesi olan (bağkur, sigorta gb.) öğrencilerin doğrudan<br />

hastaneye gitmeleri, sağlık merkezinden yararlanma oranını<br />

düşürmektedir.<br />

Araştırmada, cinsel sağlık/üreme sağlığı kavramı sizin için neyi<br />

ifade ediyor sorusuna, öğrencilerin %67.1’nin sağlıklı cinsellik ve sağlıklı<br />

üreme, %32.7’sinin ise cinsellik ve üreme sağlığına ilişkin problemler<br />

yanıtını verdiği tespit edilmiştir (Tablo 1). Akın ve arkadaşlarının iki<br />

üniversite (Hacettepe, Dicle <strong>Ü</strong>niversiteleri) çalışmasında bu soruya,<br />

yanıt olarak CS/<strong>Ü</strong>S kapsamında düşünülebilecek konular ve sorunlar<br />

sıralanmıştır. Araştırmanın bulgusu literatür bulgusu ile uyumludur<br />

(Akın A. ve ark. 2004).<br />

Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konularında bilgi aldıkları kaynakların<br />

dağılımı incelendiğinde en fazla (%52.7) kitap / dergi, ikinci sırada ise<br />

(%42.0) akran/arkadaş olduğu; sağlık personelinden bilgi alma<br />

oranının ise düşük olduğu (%9.8) belirlenmiştir. Araştırmanın<br />

bulguları, Akın ve arkadaşlarının çalışma bulguları ile uyumludur<br />

26


(Akın A. ve ark. 2004). Araştırmada öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S konularında<br />

tercih edilen bilgi kaynaklarının dağılımı incelendiğinde; en çok tercih<br />

edilen bilgi kaynağının kitap/dergi olduğu (%52.2), bunu %32.7 oranı<br />

ile internetin izlediği saptanmıştır.<br />

Tablo 1. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Kavramının Anlamı (n=502)<br />

<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Kavramı <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />

Sağlıklı cinsellik/sağlıklı üreme 329 67.1<br />

<strong>Ü</strong>reme organlarının sağlığı/temizliği 78 15.9<br />

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar 59 12.0<br />

Doğurganlığın düzenlenmesi/gebelikten korunma 42 8.6<br />

Cinsellik ve üreme sağlığına ilişkin problemler 160 32.7<br />

*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />

**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />

Sağlık personelinin tercih edilme oranı oldukça düşüktür<br />

(%29.6). Akın ve arkadaşlarının çalışmasında sağlık personeli tercih<br />

edilen bilgi kaynağı olarak ilk sıradadır (Akın A. ve ark. 2004).<br />

<strong>Ü</strong>niversite öğrencilerinde bilgi kaynağı olarak yazılı materyalin daha ön<br />

sıralarda olduğu, sosyoekonomik düzey yükseldikçe de bilgi kaynaklarının<br />

sıralamasının değiştiği bildirilmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2005).<br />

Araştırmanın bulgusu literatür bulgusu ile uyumlu değildir. Farklı<br />

bölgelere özgü farklı yaşam şekillerinin, farklı kültürel değerlerin,<br />

sosyo-ekonomik yapıların gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili tutum ve<br />

davranışları üzerinde farklı etkileri olabilir. <strong>Ü</strong>niversitelere bulundukları<br />

şehir dışında da öğrenci gelmekle birlikte, üniversite tercihlerinde<br />

önceliğin genellikle aynı şehirdeki ya da bölgedeki okullara verildiği<br />

bilinmektedir.<br />

Araştırmaya katılan öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili hizmet almama<br />

oranının yüksek olduğu (%83.8) belirlenmiştir. Araştırmada CS/<strong>Ü</strong>S ile<br />

ilgili hizmet alan 81 öğrencinin %73.8 oranında bilgilendirme şeklinde<br />

hizmet aldığı saptanmıştır. Akın ve arkadaşlarının iki üniversite<br />

çalışmasında, üniversite geçliğinin %85’inin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda<br />

herhangi bir hizmet almadıkları belirlenmiştir. Araştırmanın bulgusu,<br />

literatür bulgusuyla uyumludur (Akın A. ve ark. 2004).<br />

Tablo 2. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Almama Nedenlerinin Dağılımı (n=421)<br />

Hizmet Almama Nedeni <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />

Gerek duymama 333 66.3<br />

Utanma 40 8.0<br />

Gidebileceği yer yok 64 12.7<br />

Evli olmayanlara bu tür hizmetlerin verilmeyeceği düşüncesi 25 5.0<br />

*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />

**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />

27


Cinsel sağlık/üreme sağlığı hizmeti almayan öğrencilerin hizmet<br />

almama nedenleri incelendiğinde; %66.3 oranında gerek duymadıkları<br />

için hizmet almadıkları belirlenmiştir. Öğrencilerin %25.7’sinin ise utandığı,<br />

gidebileceği yer olmadığı ve evli olmayanlara hizmet verilmeyeceğini<br />

düşündüğü için hizmet almadıkları dikkat çekicidir (Tablo 2).<br />

Tablo 3. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Verilmesi Đstenilen Yerlerin Dağılımı<br />

(n=502)<br />

Hizmet yerleri <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />

Hastaneler 144 29.4<br />

Sağlık ocakları 59 12.0<br />

<strong>Ü</strong>niversitenin mediko-sosyal merkezleri 245 50.0<br />

Okullar 183 37.3<br />

Sadece bu tür hizmetleri veren bağımsız danışma merkezleri 197 40.2<br />

*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />

**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />

Araştırmada öğrencilerin %50’sinin mediko-sosyal merkezinde<br />

CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verilmesini istedikleri, %40.2’sinin ise sadece bu tür<br />

hizmetlerin verildiği bağımsız danışma merkezlerini tercih ettiği<br />

saptanmıştır (Tablo 3). Araştırmanın bulguları literatür bulgularıyla<br />

benzerlik göstermektedir (Akın A. ve ark. 2004).<br />

Tablo 4. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmeti Almak Đstenilen Konuların Dağılımı<br />

(n=502)<br />

CS/<strong>Ü</strong>S Konuları <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />

Kadın ve erkekte cinsel organlar ve üreme 173 35.6<br />

Gebeliğin oluşması ve doğum 1<strong>23</strong> 25.3<br />

Đstenmeyen gebelikler ve önlenmesi 156 32.1<br />

Cinsel yolla bulaşan hastalıkları 258 53.1<br />

Cinsel sorunlar <strong>23</strong>9 49.2<br />

Sorumlu ve güvenli cinsel davranış 210 43.2<br />

Cinsel istismar ve şiddet 93 18.9<br />

*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />

**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />

Öğrencilerin hizmet almak istedikleri konuların dağılımı<br />

incelendiğinde; cinsel yolla bulaşan hastalıklar (%53.1), cinsel sorunlar<br />

(%49.2), sorumlu ve güvenli cinsel davranış (%43.2) konularının ilk<br />

sıralarda yer aldığı belirlenmiştir (Tablo 4). Beş üniversitede yapılan<br />

araştırma sonuçlarına göre, gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S konusunda bilgi düzeyleri<br />

genel olarak çok düşüktür ve yanlış bilgiler yaygındır. CS/<strong>Ü</strong>S<br />

konularında 5 öğrenciden birinin “iyi”, birinin “yeterli, diğer 3’ünün ise<br />

“orta” düzeyde bilgi düzeyine sahip olduğu bildirilmektedir (Akın A. ve<br />

ark. 2006).<br />

28


Tablo 5. Cinsel Sağlık/<strong>Ü</strong>reme Sağlığı Đle Đlgili Đstenilen Hizmet Niteliklerinin ve Hizmeti<br />

Verecek Personelde Aranan Niteliklerin Dağılımı (n=502)<br />

CS/<strong>Ü</strong>S ile Đlgili Đstenilen Hizmet Nitelikleri <strong>Sayı</strong> (n)* Yüzde (%)**<br />

Bütün bilgiler saklı tutulmalıdır 221 45.1<br />

Hem danışmanlık hem de tedaviyi içermelidir 271 55.3<br />

Kolay ulaşılabilir olmalıdır 242 49.4<br />

Hem kişisel hem de toplu hizmet alınabilmelidir 136 27.8<br />

Aynı cinsiyetteki personelden hizmet alınabilmelidir 107 21.8<br />

Hizmet iyi duyurulmalıdır 142 29.0<br />

CS/<strong>Ü</strong>S Hizmeti Verecek Personelde Aranan Nitelikler<br />

Donanımlı bir profesyonel olmalıdır 351 69.9<br />

Ön yargısız ve anlayışlı olmalıdır 282 56.2<br />

Genç olmalıdır 117 <strong>23</strong>.6<br />

Güvenilir olmalıdır 245 49.4<br />

Gençlerle arkadaşça ilişki kurabilmelidir 258 52.0<br />

*Đlgili soruya birden fazla cevap verilmiştir.<br />

**Yüzdeler “n” üzerinden alınmıştır.<br />

Araştırma kapsamındaki öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili almak<br />

istedikleri hizmetin nitelikleri incelendiğinde; hizmetin hem danışmanlık<br />

hem de tedaviyi içermesi (%55.3), hizmetin kolay ulaşılabilirliği (%49.4)<br />

ve bilgilerin saklı olması gerekliliği (%45.1) ilk sıralarda yer almıştır.<br />

Öğrencilerin hizmet verecek personelde donanımlı bir profesyonel olması<br />

(%69.9), ön yargısız ve anlayışlı olması (%56.2) ve gençlerle arkadaşça<br />

ilişki kurabilmesi (%52.0) niteliklerini aradıkları belirlenmiştir (Tablo<br />

5). Araştırma bulguları Akın ve arkadaşlarının araştırma bulgularıyla<br />

uyumludur (Akın A. ve ark. 2004).<br />

SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Bu çalışma ile Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Mefharet Koçman Sağlık<br />

Merkezi’nde kurulacak olan Gençlik Danışma Birimi’nde CS/<strong>Ü</strong>S hizmet<br />

modelinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Öğrencilerin mediko-sosyal<br />

merkezinden yararlanma, CS/<strong>Ü</strong>S ile ilgili hizmet verildiğini bilme ve<br />

hizmet alma düzeyi genel olarak çok düşüktür. Oysa öğrencilerin yarısı<br />

CS/<strong>Ü</strong>S konusunda mediko-sosyal merkezinden hizmet almak<br />

istemektedirler. CS/<strong>Ü</strong>S hizmetinin danışmanlık ve tedaviyi içermesi,<br />

donanımlı profesyonellerce ve gizlilik sağlanarak verilmesi öğrencilerin<br />

aradıkları niteliklerdir.<br />

Öğrencilerin CS/<strong>Ü</strong>S hizmetleri ile ilgili görüşlerinin belirlendiği<br />

bu çalışma sonuçları, sağlık merkezinin ve gençlik danışma biriminin<br />

ileriye yönelik çalışmalarına ışık tutacak niteliktedir. Birinci basamakta<br />

temel sağlık hizmeti vermekle görevli, üniversitelerin sağlık merkezleri,<br />

özellikle genç grubun ihtiyacı olan CS/<strong>Ü</strong>S hizmetlerinin de sunulduğu<br />

bir yapıya kavuşturulmalıdır. Gençlerin CS/<strong>Ü</strong>S bilgilerine ve hizmetlerine<br />

ulaşımının kolaylaştırılması için yapılacak çalışmalar üreme sağlığı<br />

29


programlarına dahil edilmelidir. Hizmetin sunulacağı birim, fiziksel<br />

koşulları yeterli, temiz, kolay ulaşılabilir, randevu sistemi ile çalışan,<br />

bekleme sırasının olmadığı, üniversitenin sahip çıktığı, hizmetlerinde<br />

sürekliliği sağlayabilecek niteliklerde olmalıdır. CS/<strong>Ü</strong>S hizmeti verecek<br />

sağlık personeli özel olarak eğitilmelidir.<br />

CS/<strong>Ü</strong>S konularında bilgilendirme, danışmanlık ve gerekli<br />

durumlarda klinik hizmet verilmediği takdirde öğrencilerin/gençlerin<br />

daha fazla risk altında olacağı, bu yaş grubuna donanımlı uzman<br />

kişilerce (hekim, hemşire, psikolog gb) bilgilendirme ve danışmanlık<br />

hizmeti verilmesinin toplum sağlığına önemli ölçüde katkı sağlayacağı<br />

açıktır. Gerçekleştirilecek tanıtım çalışmaları ile gençlere ulaşarak, bilgi<br />

ve bilinç düzeyini artırmak, farkındalık yaratmak ve hizmet kullanımını<br />

artırmak mümkün olacaktır. Bu nedenle toplum sağlığı alanında çalışan<br />

profesyonellerin eğitici ve danışman rollerini aktif olarak kullanması<br />

önerilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Akın A, Özvarış Ş B, Ertem M ve ark (2004). Adolesanların Cinsel ve <strong>Ü</strong>reme Sağlığını<br />

Etkileyen Faktörler Projesi (Özet Rapor), Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Halk Sağlığı Anabilim<br />

Dalı, Ankara.<br />

2. Akın A, Özvarış Ş B, Eroğlu K ve ark (2006). <strong>Ü</strong>niversite Gençlerinin Cinsel ve <strong>Ü</strong>reme<br />

Sağlığı, Beş <strong>Ü</strong>niversite Çalışması (Özet Rapor), Türkiye <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Programı,<br />

Ankara.<br />

3. T.C. Sağlık Bakanlığı Avrupa Komisyonu (2004).Türkiye <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Programı,<br />

Hizmet Çerçevesi Raporu, Ankara.<br />

4. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü (2005).<br />

Geçlere Yönelik <strong>Ü</strong>reme Sağlığı Hizmetleri, Katılımcı Kitabı, Ankara.<br />

5. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü (2006).<br />

<strong>Ü</strong>reme Sağlığına Giriş, Katılımcı Rehberi, Ankara.<br />

6. World Health Organization/Family and Reproductive Health/Family Planning and<br />

Population (1997). Communicating Family Planning in Reproductive Health. Key<br />

Messages for Communicators, WHO/FRH/FPP/97.33 Geneva.<br />

7. World Health Organization (2001). WHO Regional Strategy on Sexual and<br />

Reproductive Health, EURO/01/5022130, Copenhagen.<br />

8. World Health Organization (2004). Technical Report of the WHO/UNFPA/UNĐCEF<br />

Study Group on Proramming for Adolescent Health, Geneva.<br />

30


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 31-50, <strong>2007</strong><br />

EVLĐLĐĞE YÖNELĐK ĐNANÇLAR VE TUTUMLAR: SAĞLIK ĐNANÇ<br />

MODELĐ ÖLÇEĞĐ’NĐN T<strong>Ü</strong>RK TOPLUMU ĐÇĐN GEÇERLĐLĐK VE<br />

G<strong>Ü</strong>VENĐLĐRLĐĞĐNĐN ĐNCELENMESĐ<br />

BELIEFS AND ATTITUDES TOWARDS MARRIAGE: ANALYSIS OF<br />

VALIDITY AND RELIABILITY OF HEALTH BELIEF MODEL INSTRUMENT<br />

FOR TURKISH SOCIETY<br />

Bilgin Kıray VURAL<br />

Ayla Bayık TEMEL<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Halk Sağlığı Hemşireliği AD<br />

Anahtar Sözcükler: Evliliğe yönelik inanç ve tutumlar, sağlık inanç modeli,<br />

geçerlilik, güvenilirlik.<br />

Key Words: Marriage beliefs and attitudes, health belief model, validity, reliability<br />

Bu makalenin özeti, Muğla - II. Sağlığı Geliştirme ve Sağlık Eğitimi Kongresi’nde poster<br />

bildiri olarak sunulmuştur.<br />

ÖZET<br />

Bu araştırma, Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />

Ölçeği’nin, geçerlik ve güvenirliğini inceleyerek Türk toplumuna uyarlanması<br />

amacıyla gerçekleştirilmiştir.<br />

Metodolojik çalışmanın verileri, Đzmir’de Bornova Đlçe Belediyesi Evlendirme<br />

Dairesi ve Đl Sağlık Müdürlüğü - Bornova Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 9<br />

No’lu Ana Çocuk Sağlığı Merkezi’nde toplanmıştır. Araştırma evrenini, 1 Nisan<br />

2006 - 30 Haziran 2006 tarihleri arasında nikah öncesi sağlık raporu almaya<br />

gelen nişanlı çiftler (n=419) oluşturmuştur. Örneklem grubuna, olasılıksız<br />

örnekleme yöntemiyle seçilen ve gönüllü <strong>23</strong>0 nişanlı erkek/kadın alınmıştır.<br />

Veriler sosyo-demografik özellikleri içeren bir form yanısıra Amerika’da<br />

Sullivan ve arkadaşları (2004) tarafından geliştirilen, dört alt faktör gruplu <strong>23</strong><br />

maddeden oluşan Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />

Ölçeği ile toplanmıştır.<br />

Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin dil<br />

geçerliliği ve kapsam geçerliliği yapılmıştır.<br />

Ölçeğin genel Cronbach Alfa katsayısı 0.72, Guttman Split-half değeri<br />

birinci yarı için 0.70 ve ikinci yarı için 0.66 bulunmuştur. Örneklemin faktör<br />

analizi için yeterli olup olmadığını değerlendirmek için Kaiser-Meyer-Olkin<br />

(0.78) ve Bartletts Test of Sphericity (X²=2264.81 p


Açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi yapılmıştır. Ölçek maddelerinin<br />

faktör yüklerinin-0.13-0.87 arasında değiştiği ve orijinal form ile örtüşen dört<br />

faktörden (yararlar, ciddiyet, duyarlılık, engeller) oluştuğu görülmüştür. Alt<br />

faktörlerin Cronbach Alfa katsayısı 0.87 - 0.43 arasında bulunmuştur. Ölçek<br />

toplam varyansın %53.49’unu açıklamaktadır.<br />

Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Türk<br />

toplumuna uygulanması açısından geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu<br />

söylenebilir.<br />

SUMMARY<br />

This research has been carried out with the purpose of adapting Beliefs<br />

and Attitudes Towards Marriage: Health Belief Model Instrument to the Turkish<br />

society by its validity and reliability analysis.<br />

The data for the methodological study was collected at Mother and Child<br />

Health Center No 9 in Bornova Health District and at Marriage Office of Bornova<br />

Municipality in Izmir. The population of the research was consisted of engaged<br />

couples ( n=419) who applied for health certificate before marriage ceremony to<br />

the health center and marriage office. The sample group of the research was<br />

composed of <strong>23</strong>0 engaged women/men who were selected with unprobability<br />

sampling technique and volunteered to participate in the research. Sociodemographic<br />

questionnaire form and <strong>23</strong>-item Marriage Beliefs and Attitudes:<br />

Health Belief Model Scale covering four sub-factors which was developed by<br />

Sullivan and et.al (2004) were used as tools for the data collection.<br />

The validity of the instrument in terms of language and content validity<br />

were ensured of Marriage Beliefs and Attitudes: Health Belief Model Scale.<br />

General Cronbach’s alpha co-efficient of the instrument was found to be<br />

0.72, Guttman Split – half value was 0.70 for the first half and 0.66 for the<br />

second half Kaiser-Meyer-Olkin (0.78) and Bartletts Test of Sphericity<br />

(X²=2264.81 p


Özellikle Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aileye, yardım için çeşitli<br />

kurumlar ortaya çıkmıştır (http://www.aetd.org.).<br />

Aileleri desteklemek amacıyla uygulanan evlilik öncesi danışmanlık<br />

hizmeti, aileyi güçlendiren ve boşanma oranını düşüren yaklaşımı ile<br />

ülke politikalarına girmiştir. Yeni bir başlangıcın üstlenilmesinde,<br />

rollerin ve davranışların öğretilmesinde, destek sağlama yolu olarak<br />

evlilik hazırlığına ve evlilik öncesi danışmanlığa büyük bir siyasi ilgi<br />

oluşmuştur (Stahmann 2000).<br />

Son yıllarda, evliliklerde ortaya çıkan sorunları önlemek için<br />

geliştirilen başarılı programlarda ve araştırmalarda hedef grup evli<br />

çiftler olmasına rağmen, nişanlı çiftlere yönelik yaygın programlar daha<br />

az gerçekleştirilmektedir. Oysa yapılan araştırmalarda; evlilik stresini,<br />

boşanmayı önlemede ve iletişim becerilerini arttırmada, nişanlı çiftler<br />

üzerinde yürütülen programların daha etkili olduğu gösterilmiştir<br />

(Hahweg, Markman, Thurmaier ve ark. 1998). Ancak nişanlı çiftlerin<br />

büyük çoğunluğu sorunlu ilişkilerini önleme yaklaşımları içinde olmalarına<br />

rağmen, evlilik öncesi danışmanlığa yeterince katılmamaktadırlar<br />

(Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark 2004). Özellikle sorun yaşama riski<br />

taşıyan çiftlerde katılım daha da az olmaktadır. Danışmanlık almada;<br />

katılım oranlarının düşük olmasının nedenleri arasında; henüz önemli<br />

bir sorun yaşamamış olmaları, boşanma ve evlilik sorunlarında<br />

duyarlılık gibi kendi algılarından onları alıkoyan iyi giden ilişkilerinden<br />

memnun olmaları, evlilik öncesi danışmanlığa katılımın yararını<br />

algılamamaları ve değişiklik için güdüsüz olmaları nedeniyle girişime<br />

gereksinim duymamaları belirtilmektedir (Günay 1995, Sullivan,<br />

Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />

EVLĐLĐĞE YÖNELĐK ĐNANÇ VE TUTUMLAR;<br />

SAĞLIK ĐNANÇ MODELĐ (Health Belief Model - HBM)<br />

Evlilik öncesi programlara katılan çiftlerin sayısını arttırmak için,<br />

programa katılma veya katılmama konusunda etkili faktörlerin<br />

belirlenmesi önemlidir. Halk sağlığı ve sosyal psikoloji alanı için<br />

tasarlanan, Sağlık Đnanç Modeli (Health Belief Model/HBM), evlilik<br />

öncesi danışmanlığa katılımı kavramsallaştırmada rehber olarak<br />

kullanılmaktadır. Sağlık davranışı modellerinin en eskisi ve en fazla<br />

bilinenidir. Yaygın olarak kullanılan bu teorik modele temelli etkili<br />

faktörleri belirleme formunun, nişanlılar için oldukça uygun olduğu<br />

belirlenmiştir (Redding, Rossi, Rossi ve ark. 2000, Sullivan, Pasch,<br />

Cornelıus ve ark. 2004). Sağlık Đnanç Modeli, 1950’lerde geliştirilmiş<br />

olup, kondom kullanımı, emniyet kemeri takma, tıbbi tedaviye uyum,<br />

erken tanının kullanımını arttırma ve hemşireler tarafından aile kurmuş<br />

genç çiftlerin sağlığını geliştirmede rehber olarak kullanılmaktadır.<br />

Sağlık davranışlarının açıklanmasında, kavramsal çerçeve olarak çok<br />

33


fazla tercih edilmektedir (Roden 2004, Eisen, Zellman, McAlister ve ark.<br />

2005). Bu model, bireyi sağlığa ilişkin eylemleri yapmaya ya da<br />

yapmamaya neyin güdülediğini anlamaya yönelik bir kavramdır ve aynı<br />

zamanda sağlık davranışlarının belli inançlarla ilişkilendirildiğini<br />

savunur (Health Belief Model 2001).<br />

Evlilik öncesi danışmanlıkta sağlık inanç modelinin bileşenleri<br />

aşağıda sıralanmıştır; Bireylerin;<br />

1) Ortaya çıkabilecek olası sorunlara yönelik algıladıkları hassasiyet<br />

(algılanan duyarlılık)<br />

2) Sorunların ciddi sonuçlarına yönelik algıladıkları inançları (algılanan<br />

ciddiyet)<br />

3) Önleme eylemleri açısından algıladıkları engeller (algılanan engeller)<br />

4) Riski azaltacak ve etkin olacak önleme girişimlerine yönelik inançlarıdır<br />

(algılanan yararlar) (Roden 2004, Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark.<br />

2004).<br />

Sağlık inanç modeli, evlilik öncesi danışmanlığa uyarlandığında<br />

nişanlı çiftlerin evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılımında<br />

aşağıdaki durumların varlığında çiftlerin daha güdülü olacakları<br />

düşünülmüştür. Çiftler;<br />

1) Boşanma ve evliliklerinde sorun gelişme olasılığına inanırlarsa,<br />

2) Evlilikte ortaya çıkabilecek sıkıntılar ve boşanma sonuçlarının<br />

getireceği olumsuzluklara inanırlarsa,<br />

3) Evlilik öncesi danışmanlığa katılımın güç veya sorunlu olmadığına<br />

inanırlarsa,<br />

4) Danışmanlığın, evlilik sorunlarını önlemede yardımcı olacağına<br />

inanırlarsa, evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılmada güdüleri<br />

daha fazla olacaktır (Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />

Evlilik öncesi danışmanlığa katılma veya katılmama nedenlerini<br />

saptamada önerilen Sağlık Đnanç Modeli aşağıdaki şekilde gösterilmiştir<br />

(Şekil 1).<br />

Çiftlerin evlilik öncesi danışmanlığa devam etme niyetlerinin,<br />

katılımda güçlü bir faktör olduğu belirtilmektedir. Çiftler evlilikte<br />

ortaya çıkabilecek sorunlar hakkında bir şeyler bilirlerse, sorunlu<br />

evliliğin sonuçlarının kötü olduğuna ve kendi evliliklerinde de sorun<br />

olabileceğine inanırlarsa, danışmanlığın yararlarına ve danışmanlığa<br />

ulaşmanın kolay olduğuna inanırlarsa danışmanlık alma girişiminde<br />

bulunacaklardır. Ayrıca çevrelerinde danışmanlık almış kişiler bulunursa<br />

ve evlilik öncesi danışmanlığı önerirlerse, çiftlerin danışmanlık almak<br />

için niyetlenmeleri ve danışmanlık alma olasılıkları daha fazla olacaktır<br />

(Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />

34


Algılanan hassasiyet<br />

Algılanan ciddiyet<br />

Algılanan engeller<br />

Algılanan yararlar<br />

Boşanma hakkındaki çiftin bilgisi<br />

Demografik özellikler<br />

Niyet<br />

EVLĐLĐK ÖNCESĐ<br />

DANIŞMANLIĞA<br />

KATILIM<br />

Şekil 1: Evlilik öncesi danışmanlığa katılımda etkili faktörlerin belirlenmesine yönelik<br />

model<br />

Kaynak: Sullivan KT., Pasch L., Cornelıus T ve ark. 2004 ve ark.l. (2004). Predicting<br />

Participation in Premarital Prevention Programs: The Health Belief Model and Social<br />

Norms, Family Process; 43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />

Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin,<br />

evlilik öncesi danışmanlığa katılma konusunda çiftlerde farkındalık<br />

yaratma amacıyla hizmet edebileceği düşünülmektedir. Ayrıca evliliğe<br />

yönelik inanç ve tutumların belirlenmesi çiftlerin gereksinimleri<br />

doğrultusunda oluşturulacak eğitim programlarında uzmanlara ve<br />

hemşirelere yarar sağlayabilir.<br />

AMAÇ<br />

Çiftlerin evlilik öncesi danışmanlık programına katılmalarında<br />

etkileyici faktörlerin belirlenmesinde yararlanılan “Evliliğe Yönelik<br />

Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli” ölçeğinin geçerlik güvenirliğini<br />

inceleyerek Türk toplumuna uyarlanması amacıyla metodolojik olarak<br />

planlamıştır.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Araştırma 1 Nisan 2006-30 Haziran 2006 tarihleri arasında Đzmir<br />

Đli Bornova Belediyesi Evlendirme Dairesi ve Đzmir Đl Sağlık Müdürlüğü<br />

Bornova Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 9 No’lu Ana Çocuk Sağlığı<br />

Merkezi’nde yürütülmüştür. Araştırma evrenini, nikah gününü<br />

belirlemek için 1 Nisan 2006-30 Haziran 2006 tarihleri arasında, sağlık<br />

raporu almaya gelen ve gönüllü olan çiftler (n=419) oluşturmuştur.<br />

Araştırmanın örneklemini olasılıksız örnekleme ile araştırma<br />

kriterlerine uygun toplam <strong>23</strong>0 nişanlı çift (kadın/erkek) oluşturmuştur.<br />

Araştırmaya katılmaya gönüllü, okur-yazar olan, görme ve işitme<br />

sorunları ve bilişsel bozukluğu olmayan, soruları yanıtlayabilen çiftler<br />

araştırmaya dahil edilmişlerdir. Hipotezler:<br />

H1: “Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />

Ölçeği” Türk toplumunda nişanlı çiftlerin evliliğe yönelik inanç ve<br />

tutumlarının belirlenmesinde geçerlidir.<br />

35


H1 : “Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği”<br />

Türk toplumunda nişanlı çiftlerin evliliğe yönelik inanç ve tutumlarının<br />

belirlenmesinde güvenilirdir hipotezi araştırmada test edilmiştir.<br />

Araştırmanın yürütülebilmesi için Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

<strong>Yüksekokulu</strong> Etik Komitesi’nden, Bornova Belediyesi’nden, Đzmir Đl<br />

Sağlık Müdürlüğü’nden, Sullivan ve arkadaşlarından yazılı izin ve<br />

katılımcılardan sözlü onam alınmıştır.<br />

Ölçeğin geçerliğinin sınanması için; ölçeğin dil eşdeğerliği, içerik<br />

geçerliği (content validity) ve yapı geçerliliği (açıklayıcı faktör analizi ve<br />

doğrulayıcı faktör analizi) kullanılmıştır. Ölçeğin güvenirliğini saptamak<br />

için standart hata, iç tutarlılığı tekniklerinden (alfa katsayısı, bölünmüş<br />

ölçek çözümlemesi, madde toplam ölçek çözümlemesi) yararlanılmıştır.<br />

Verilerin analizleri SPSS 11.5 (Statistical Package for Social Sciences)<br />

paket programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde;<br />

Kendall uyum iyiliği (Kendall’s coefficient of concordance), Cronbach<br />

Alfa güvenirlik katsayısı ve korelasyon analizleri, örneklem büyüklüğü<br />

için Kaiser-Meyer-Olkin, faktör analizi yapılabilmesi için uygunluğunun<br />

belirlenmesinde Bartletts Test of Sphericity, faktör analizi ve temel<br />

bileşenler analizi (Principal Components Analysis) gibi istatistiksel testlere<br />

başvurulmuştur (Akgül 1997, Tezbaşaran 1997, Özgüven 2000, Erkuş<br />

2003, Gözüm 2003).<br />

Veri Toplama Araçları<br />

Verilerin toplanmasında iki araçtan yararlanılmıştır.<br />

1. Bireye ilişkin sosyo-demografik veri toplama formu; bu formda,<br />

sosyo-demografik özellikleri belirlemeye yönelik dokuz soru, evlilik<br />

durumu ile ilgili üç soru yer almıştır.<br />

2. Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği;<br />

araştırmada, evlilik öncesi danışmanlık programlarına katılımlarını<br />

etkileyen ve güdüleyen etkenlerin belirlenmesi için, Sullivan ve arkadaşları<br />

(2004) tarafından geliştirilen Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık<br />

Đnanç Modeli Ölçeği’nden yararlanılmıştır. Bu ölçek dört alt boyuttan<br />

oluşmuştur (algılanan yararlar, algılanan ciddiyet, algılanan duyarlılık,<br />

algılanan engeller) ve <strong>23</strong> madde içermektedir. Bu ölçeğin kategori sayısı<br />

beştir ve ölçek maddeleri 1-5 arasında puan almaktadır. Konu ile ilgili<br />

inanç ve tutumlar bireylerin “tamamen katılıyorum”dan (ortada<br />

“kararsızım” kategorisi olmak üzere) “hiç katılmıyorum” örneğinde<br />

olduğu gibi tepki kategorilerinden oluşmuştur. Maddeye verilen puan<br />

arttıkça bireylerin tutum ve inanç tepki kurulumu olumlu yönde<br />

artmaktadır (Erkuş 2003).<br />

Bilgi sorularında Türkiye’de günümüzdeki boşanma oranı,<br />

boşanmayı düşünen çiftlerin yüzdesi ve boşanma için en yüksek risk<br />

taşıyan evlilik yılları, dönemleri (iki soru) ve evlilik öncesi danışmanlık<br />

36


programına katılma niyetleri (dört soru) ile ilgili toplam 29 soru ayrıca<br />

çiftlere yöneltilmiştir. Çiftlerden anket formlarını araştırmacıya geri<br />

verinceye kadar nişanlıları ile verdikleri yanıtları paylaşmamaları<br />

istenmiştir.<br />

BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

1. Çiftlerin Sosyodemografik Özellikleri<br />

Tablo 1’de araştırma kapsamına alınan çiftlerin sosyodemografik<br />

özelliklerine göre dağılımı verilmiştir. Araştırmaya katılanların %49.1’inin<br />

erkek, %50.9’unun kadın olduğu, %73.5’inin 20-29 yaş grubunda yer<br />

aldıkları, %40.9’unun üniversite/yüksekokul mezunu olduğu saptanmıştır.<br />

Gelir getiren bir işte çalışanların (%73.5), büyük çoğunluğu<br />

(%63.5) düzenli ücretli/maaşlı olarak çalışmaktadır. Herhangi bir işte<br />

çalışmayanların ise %6.5’i öğrenci, %9.1’i ev hanımı olup, %9.1’i iş<br />

aramaktadır. Gelir düzeyi incelendiğinde; gelir giderden az olanların<br />

oranı %44.4’tür. Katılımcıların %85.7’si herhangi bir sağlık güvencesine<br />

sahiptir. Evlilik sayıları açısından; %91.3’ünün ilk evliliğidir, eşini bir<br />

yıldan az süredir tanıyanların oranı %17.0’dır.<br />

Tablo 1: Çiftlerin Sosyodemografik Özelliklerine Göre Dağılımı<br />

Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />

Cinsiyet<br />

Erkek<br />

Kadın<br />

113<br />

117<br />

49.1<br />

50.9<br />

Yaş Grupları<br />

19 yaş altı<br />

20-29<br />

30-39<br />

40 yaş ve üstü<br />

Öğrenim Durumu<br />

Okul bitirmemiş<br />

Đlkokul mezunu<br />

Ortaokul mezunu<br />

Lise mezunu<br />

Y.Okul/Fakülte mezunu<br />

Yükseklisans/doktora<br />

Gelir Getiren Bir Đşte Çalışma Durumu<br />

Çalışan<br />

Çalışmayan<br />

Gelir Düzeyi<br />

Geliri yok<br />

Gelir gidere eşit<br />

Gelir giderden az<br />

Gelir giderden fazla<br />

Sağlık Güvencesi<br />

Emekli Sandığı<br />

SSK<br />

Bağkur<br />

10<br />

169<br />

45<br />

6<br />

1<br />

20<br />

24<br />

71<br />

94<br />

20<br />

169<br />

61<br />

61<br />

29<br />

102<br />

38<br />

44<br />

127<br />

11<br />

4.3<br />

73.5<br />

19.6<br />

2.6<br />

0.4<br />

8.7<br />

10.4<br />

30.9<br />

40.9<br />

8.7<br />

73.5<br />

26.5<br />

26.5<br />

12.6<br />

44.4<br />

16.5<br />

19.1<br />

55.2<br />

4.8<br />

37


Özel sağlık sigortası<br />

Yeşil kart<br />

Sağlık güvencesi olmayan<br />

Evlilik <strong>Sayı</strong>sı<br />

Birinci<br />

Đkinci<br />

<strong>Ü</strong>çüncü evliliği<br />

14<br />

1<br />

33<br />

6.1<br />

0.5<br />

14.3<br />

210<br />

19<br />

1<br />

91.3<br />

8.3<br />

0.4<br />

TOPLAM <strong>23</strong>0 100.0<br />

2. Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli<br />

Ölçeği’nin Türk Toplumuna Uyarlanmasında Kullanılan Geçerlik ve<br />

Güvenirlik Yöntemleri<br />

Ölçme aracının amaca hizmet etmesi, onun ölçmek istediği<br />

özelliği doğrulukla ölçmesiyle yakından ilişkilidir. Doğru ve güvenilir bir<br />

ölçüm yapamayan ya da doğru ölçüm yapıp, kullanılma amacına hizmet<br />

etmeyen bir ölçme aracının kullanılması uygun değildir. Bu durum<br />

ölçme araçlarının güvenirliğinin ve geçerliğinin birlikte ele alınmasını<br />

gerekli kılar. Bir ölçme aracının geçerli olabilmesi güvenirliğine bağlı<br />

olmasına rağmen, güvenilir olup da geçerli olmayan bir ölçme aracı,<br />

uygulamada pek bir öneme sahip değildir (Erkuş 2003).<br />

Geçerlik Analizleri<br />

Bir ölçme aracının güvenirlik ile birlikte önemli teknik özelliklerinden<br />

biri geçerliğidir. Geçerlik, bir ölçme aracının geliştirildiği amaca hizmet<br />

derecesi olarak tanımlanabilir (Akgül 1997).<br />

Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />

geçerlik çalışmasında ölçeğin dil eşdeğerliği, içerik geçerliği (kapsam<br />

geçerliliği-content validity) ve yapı geçerliliği kullanılmıştır.<br />

Dil geçerliliği; araştırmanın ilk aşamasında Türkçe’ye uyarlama<br />

çalışmaları için ölçeği geliştiren yazarlardan biri olan Sullivan ile<br />

iletişim kurularak izin alınmış, ölçeğin dil geçerliliğine yönelik çalışmalar<br />

yapılmıştır. Ölçek maddelerinin Türkçe’ye çevirisi yapılırken hedef<br />

dildeki en uygun cümle yapısının, deyimlerin kullanılması, kültüre<br />

tamamen yabancı maddelerin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu işlem<br />

sadece birebir çeviri değil, aynı zamanda uyarlamanın yapıldığını<br />

gösterir (Savaşır, Şahin 1997). Ölçek, Türkçe ve Đngilizce’yi iyi bilen beş<br />

uzman tarafından Đngilizce’den Türkçe’ye çevrilmiş ve iki öğretim<br />

elemanı tarafından ortak Türkçe çevirisi oluşturulmuştur. Bağımsız bir<br />

dil bilimci tarafından Türkçe’den Đngilizce’ye geri çevirisi yapılmış ve iki<br />

uzman tarafından ölçek formu oluşturularak dil geçerliliği sağlanmıştır.<br />

Đçerik geçerliği (kapsam geçerliği); Evliliğe Yönelik Đnanç ve<br />

Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Türkçe formu içerik geçerliliği<br />

açısından Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

Florence Nightingale <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Antalya Sağlık<br />

<strong>Yüksekokulu</strong>, Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>, Başkent<br />

38


<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>’nda görevli 10 öğretim üyesine<br />

uzman görüşü almak üzere verilmiştir. Uzmanlardan, ölçekteki her bir<br />

maddeyi ölçüm değeri; 1 (uygun değil); 2 (maddenin uygun şekle<br />

getirilmesi gerekir); 3 (uygun, ancak ufak değişiklik gerekiyor); 4 (çok<br />

uygun), olmak üzere dört puan üzerinden değerlendirmeleri istenmiştir<br />

(Tezbaşaran 1997, Erefe 2002). Uzmanlar maddelerle ilgili önerilerini<br />

açık uçlu geri bildirimlerle de belirtmişlerdir. Uzmanların değerlendirme<br />

puanları Kendall W analizi ile değerlendirildiğinde, uzman puanlarının<br />

istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı olduğu (Kendall W= .350, p=<br />

.003) ve uzmanlar arası uyum bulunmadığı saptanmıştır. Araştırmacılar,<br />

uzmanların önerileri doğrultusunda ölçeğin tüm ifadelerini tekrar<br />

düzenleyerek ikinci kez uzman görüşüne sunmuşlardır. Analiz<br />

sonucunda uzmanların puanlarının istatistiksel olarak farklı olmadığı<br />

(Kendall W= .333, p= .450), uzmanlar arasında uyum sağlanabildiği<br />

belirlenmiştir.<br />

Örneklem grubuna dahil olma kriterlerini taşıyan 20 kişiye ön<br />

uygulama yapılarak, çiftlere maddelere ilişkin düşünceleri ve<br />

maddelerin anlaşılıp anlaşılamadığı sorulmuştur. Olumsuz geri bildirim<br />

olmadığından geçerlik ve güvenirlik çalışmaları için yeterli büyüklükteki<br />

örnekleme uygulanmasına karar verilmiştir. Ön uygulama yapılan<br />

çiftlerin verileri araştırma kapsamına alınmamıştır.<br />

Yapı geçerliği; Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç<br />

Modeli Ölçeği’nin yapı geçerliğini değerlendirmede “açıklayıcı faktör<br />

analizi ve doğrulayıcı faktör analizi” kullanılmıştır. Faktör çözümlemesi,<br />

çok sayıda değişkenin birkaç başlık altında toplanmasıdır (Erkuş 2003,<br />

Gözüm, Aksayan 2003).<br />

Açıklayıcı faktör analizinde faktör sayılarını belirlemenin çeşitli<br />

yöntemleri vardır. Bunlardan en sık kullanılanı, Kaiser-Guttman kuralı<br />

olarak bilinen ve özdeğeri 1’den büyük olan faktörlerin alınması tekniğidir<br />

(Ayvaşık 2002). Hangi maddenin hangi faktöre ait olduğunu belirlemede<br />

ölçüt, bir faktör ile madde arasındaki ilişkinin derecesini gösteren<br />

faktör yüküdür (Akgül 1997, Ayvaşık 2002). Genel olarak, bir madde<br />

hangi faktör ile en yüksek ilişkiyi gösteriyorsa, o faktör altında sıralanır.<br />

Bu araştırmada özdeğeri en az 1 olan faktörler yorumlamaya alınmıştır.<br />

Tablo 3: Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Açıklayıcı<br />

Faktör Analizi<br />

MADDELER FAKTÖR 1<br />

(yararlar)<br />

Madde 21<br />

0.86<br />

Madde 20<br />

0.86<br />

Madde 22<br />

0.81<br />

Madde 16<br />

0.80<br />

Madde <strong>23</strong><br />

0.77<br />

FAKTÖR 2<br />

(ciddiyet)<br />

FAKTÖR 3<br />

(duyarlılık)<br />

FAKTÖR 4<br />

(engeller)<br />

39


Madde 12<br />

Madde 18<br />

Madde 14<br />

0.53<br />

0.45<br />

-0.13<br />

Madde 8<br />

Madde 9<br />

Madde 7<br />

Madde 6<br />

Madde 10<br />

0.87<br />

0.86<br />

0.86<br />

0.78<br />

0.65<br />

Madde 3<br />

Madde 4<br />

Madde 5<br />

Madde 2<br />

Madde 11<br />

Madde 1<br />

0.80<br />

0.80<br />

0.79<br />

0.74<br />

-0.54<br />

0.53<br />

Madde 15<br />

Madde 19<br />

Madde 13<br />

Madde 17<br />

0.79<br />

0.66<br />

0.52<br />

0.31<br />

ÖZDEĞER 4.060 3.503 3.100 1.641<br />

AÇIKLANAN VARYANS 20.592 13.503 12.564 6.833<br />

Alt Boyutların Alpha Katsayıları 0.7851 0.8789 0.6095 0.4314<br />

Tablo 3’de görüldüğü gibi, <strong>23</strong> maddelik ölçeğe uygulanan temel<br />

bileşenler analizinde özdeğeri biri aşan dört faktör elde edilmiştir.<br />

Varimax rotasyonu sonrasında ortaya çıkan en büyük faktör, varyansın<br />

%20.592’sini açıklayabilen 1. faktördür. Bu faktöre yüklenen maddelerin<br />

Cronbach Alpha katsayısı 0.7851’dir. Đkinci faktör varyansın %13.503’ünü<br />

açıklamaktadır ve Cronbach Alpha katsayısı 0.8789’dur. <strong>Ü</strong>çüncü sırada<br />

yer alan faktör, varyansın %12.564’ünü açıklamaktadır ve Cronbach<br />

Alpha katsayısı 0.6095’dir. Dördüncü sırada yer alan faktör, varyansın<br />

%6.833’ünü açıklamaktadır ve Cronbach Alpha katsayısı 0.4314’dür.<br />

Böylece dört faktörün açıkladığı toplam varyans %53.492 olarak<br />

bulunmuştur. Faktörlerin açıkladığı toplam varyansın %40 - %60 arası<br />

olması yeterlidir (Tavşancıl 2005). Ölçeğin tümünün Cronbach Alpha<br />

değeri 0.7219 olarak bulunmuştur. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı ne<br />

kadar yüksek olursa bu ölçekte bulunan maddelerin o ölçüde birbiriyle<br />

tutarlı ve aynı özelliğin ögelerini yordayan maddelerden oluştuğu<br />

varsayılır (Gözüm, Aksayan 2002). Güvenirlik katsayısı 0.60-0.79 arasında<br />

ise ölçek oldukça güvenilir olarak değerlendirilmektedir (Özdamar<br />

2002, Tavşancıl 2005). Ölçeğin tamamı için elde edilen Cronbach Alpha<br />

katsayısı 0.70’in üzerinde bulunduğu için ölçek kabul edilebilir sınırlar<br />

içinde yeterlidir.<br />

Ölçekte 1. faktör altında yer alan 14. madde ile 3. faktör altında<br />

yer alan 11. madde faktör yükleri negatif ve düşük olmasına rağmen<br />

Sullivan ve uzmanların görüşleri alınarak bu maddeler sorgulanması<br />

gereken önemli maddeler olduğu için ölçekten çıkarılmamıştır.<br />

40


Nunnally ve Bernstein tarafından faktör sayısının belirlenmesine<br />

yönelik geliştirilen bir yöntem de, faktör çözümlemesinin kuramsal<br />

olarak uygunluğudur (Nunnally, Bernstein 1994). Çalışmada literatür<br />

esas alındığında <strong>23</strong> madde ve dört faktör çözümlemesine göre madde<br />

dağılımının kuramsal olarak güvenilir olduğuna karar verilmiştir.<br />

Faktörler orijinal formda olduğu gibi birinci faktör algılanan yararlar,<br />

ikinci faktör algılanan ciddiyet, üçüncü faktör algılanan duyarlılık,<br />

dördüncü faktör algılanan engeller alt boyutu olarak isimlendirilmiştir.<br />

Alt faktörlerin Cronbach Alfa katsayısı sırasıyla 1.faktör; algılanan<br />

yararlar (α=.78), 2.faktör; algılanan ciddiyet (α=.87), 3.faktör; algılanan<br />

duyarlılık (α=.60), 4.faktör; algılanan engeller (α=.43) olarak bulunmuştur.<br />

Ölçme aracında kullanılan madde sayısı, elde edilen iç tutarlılık<br />

katsayılarını etkilemekte ve madde sayısı az olan ölçeklerde Cronbach<br />

Alpha katsayısı gerçek değerden daha küçük çıkmaktadır (Mishel 1998).<br />

Bu ölçekte de algılanan engeller alt boyutunun iç tutarlılık katsayısının<br />

düşük çıkmasının soru sayısıyla ilişkili olduğu düşünülmüştür.<br />

Ciddiyet ve duyarlılık alt boyutları orijinal form ile tam olarak<br />

örtüşmektedir. Ancak 12, 14,16, ve 18. maddeler özgün formda “engeller”<br />

alt boyutunda yer almasına rağmen, Türk toplumunda “yararlar” alt<br />

boyutunda algılanmıştır. Sullivan ve arkadaşlarının görüşleri<br />

doğrultusunda alt boyutlardaki bu maddelerin yer değişikliği uygun<br />

görülmüştür. Bu sonuç, bireylerin danışmanlık programının var olması<br />

durumunda, programa katılmayı, terapistin ve evlilik danışmanının<br />

varlığını, bu kişilerin güvenirliğini, söz konusu olacak olsa danışmanlık<br />

masrafını engel olarak değil, yararlılık olarak algıladıklarını<br />

düşündürmüştür. <strong>Ü</strong>lkemizde bu programların olmaması yanı sıra, bu<br />

çalışmada da çiftlerin programa katılmada gönüllü olmaları bu<br />

algılamaları doğrular biçimdedir.<br />

Çalışmada evlilik sorunlarıyla ilgili algılanan duyarlılık boyutu<br />

(üç madde) Cronbach alfa değeri, erkekler için 0.59, kadınlar için 0.61<br />

saptanmış olup, biraz yetersiz bulunmuştur. Sullivan ve arkadaşlarının<br />

çalışmasında (üç madde) ise erkekler için 0.84, kadınlar için 0.87<br />

olarak saptanmıştır. Araştırmada boşanmayla ilgili algılanan duyarlılık<br />

boyutu (üç madde) Cronbach alfa değeri, erkekler için 0.81 ve kadınlar<br />

için 0.85 olarak oldukça yeterli bulunmuştur. Sullivan ve<br />

arkadaşlarının çalışmasında (üç madde) ise erkekler için 0.59 ve<br />

kadınlar için 0.63 olarak biraz yetersiz saptanmıştır (Sullivan, Pasch,<br />

Cornelıus ve ark. 2004).<br />

Evlilik sorunlarıyla ilgili algılanan ciddiyet boyutu Cronbach alfa<br />

değeri, bu çalışmada (dört madde) erkekler için 0.87 ve kadınlar için<br />

0.89’dir ve yeterli düzeydedir. Sullivan ve arkadaşlarının yaptıkları<br />

araştırmada (beş madde) ise erkekler için 0.84 ve kadınlar için 0.76<br />

olup sonuçlar benzerdir. Araştırmada algılanan yararlar boyutu<br />

41


Cronbach alfa değeri (sekiz madde), erkekler için 0.80 ve kadınlar için<br />

0.75 olarak saptanmış olup yeterlidir. Sullivan ve arkadaşlarının<br />

araştırmasında (dört madde) erkekler için 0.82 ve kadınlar için 0.77<br />

olup benzer sonuçlar elde edilmiştir. Algılanan engeller boyutu Cronbach<br />

alfa değeri, yapılan çalışmada algılanan engeller boyutu (dört madde)<br />

erkekler için 0.50 ve kadınlar için 0.32 olup, düşük bulunmuştur.<br />

Sullivan ve arkadaşlarının çalışmasında (beş madde) ise erkekler için<br />

0.82 ve kadınlar için 0.76’dır (Sullivan, Pasch, Cornelıus ve ark. 2004).<br />

Maddelerin belirlenen alt boyutlarda yeterince temsil edilip<br />

edilmediğini, belirlenen alt yapıların ölçeğin orijinal yapısını açıklamakta<br />

yeterli olup olmadığını sınamak için “Doğrulayıcı Faktör Analizi”<br />

yapılmıştır. Bu analiz özellikle daha önceden geliştirilmiş olan ölçeklerin<br />

uyarlanmasında kullanılması gereken bir yöntemdir (Özdamar 2004,<br />

Baydur, Erhan 2006). Yapılan analizde ölçeğin yapısal denklem model<br />

sonucu (Structural Equation Modeling Results); χ²=500.96, p=0.000,<br />

(örnek büyüklüğü 200’ün üzerinde olduğunda farklılık çıkma olasılığı<br />

oldukça fazladır. Bu nedenle diğer kriterlere bakılması gerekir),<br />

RMSEA=0.073 (0.08’e kadar olan değerler kabul edilebilir bir model<br />

olduğunu gösterir), CFI=0.908 (0.95’den büyük olması beklenir),<br />

NNFI;=0.90 (≥ 0.90 iyi uygun bir model olduğunu gösterir) olarak<br />

saptanmıştır. Ölçeği oluşturan <strong>23</strong> madde ve 4 alt boyutun ölçek yapısıyla<br />

ilişkili olduğu saptanmıştır. Sullivan ve arkadaşlarının çalışmasında<br />

erkekler için χ²=168.42, kadınlar için χ²=170.38, NNFI erkekler için<br />

0.90, kadınlar için 0.91 olarak saptanmıştır.<br />

“Faktör analizi” uygulanırken örneklem büyüklüğü (yeterliliği)<br />

dikkate alınması gereken önemli konulardandır. Örneklemin yeterliğinin<br />

saptanmasında Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) testi yapılmaktadır. Kaiser-<br />

Meyer-Olkin (KMO) örneklem yeterliliği ölçütü, gözlenen korelasyon<br />

katsayıları büyüklüğü ile kısmi korelasyon katsayılarının büyüklüğünü<br />

karşılaştıran indekstir. Bir ölçek, Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değeri<br />

0.70-0.79 arasında ise iyi, 0.60-0.69 arasında ise orta olarak<br />

değerlendirilmektedir. Bu anlamda araştırmada KMO değeri olarak<br />

hesaplanan örneklem yeterliliği 0.78 ve Bartletts Test of Sphericity<br />

(X²=2264.81 p


arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t:25.1<strong>23</strong>,<br />

p=0.000). Çalışmada bu iki grubun ortalamaları arasında istatistiksel<br />

olarak anlamlı bir fark saptanmış olup, ölçeğin evliliğe yönelik inanç ve<br />

tutum düzeyi yüksek ve düşük grupları ayırt edebildiği görülmektedir.<br />

Bu sonuç ölçeğin yapı geçerliği için bir kanıt oluşturmaktadır (Tezbaşaran<br />

1997, Erkuş 2003). Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç<br />

Modeli ölçeğinin geçerliğine ilişkin uygulanan, kapsam geçerliği, faktör<br />

analizi ve alt-üst %27’lik grup ortalamaları karşılaştırılması analizleri<br />

sonucuna dayanarak ölçek bu haliyle geçerli bir ölçektir. Ancak, ölçeklerin<br />

geçerlik çalışmaları süregelen çalışmalar olduğu için ölçek kullanılarak<br />

yapılacak çalışmaların sonuçlarını da izlemek gerekmektedir.<br />

Güvenirlik Analizleri<br />

Güvenirlik her ölçme aracının taşıması gereken temel özelliktir ve<br />

bir ölçme aracının hatalardan arınık olarak ölçme yapabilme yeteneğidir.<br />

Aracın verilerinin doğru topladığını ve yinelenebilir olduğunu bu özelliği<br />

belirler (Erkuş 2003, Aksayan, Gözüm 2002). Ölçeğin güvenirliğini<br />

saptamaya yönelik ölçeğin standart hatası, iç tutarlılığı tekniklerinden<br />

yararlanılmıştır.<br />

Araştırma kapsamına alınan nişanlı kadın ve erkeklerin ölçekte<br />

yer alan <strong>23</strong> maddeye yönelik verdikleri yanıtların ortalama, standart<br />

hata ve standart sapma değerleri hesaplanmıştır. Bu sonuçlara göre<br />

ölçeğin madde puan ortalamaları “4.70 - 1.61” arasında değişmektedir.<br />

HBM maddelerinin puanlarının tek tek toplanmasıyla her katılımcı<br />

için ölçek toplam puanı hesaplanmıştır. Ölçeğin toplam puan ortalaması ve<br />

standart hatası 69.09 0.7113’dir. Ölçeğin minimum puanı 37.00,<br />

maximum puanı 108.00 ve standart sapması 10.78’dir. Çarpıklık<br />

(skewness) değeri:-0.107, çarpıklık standart hatası:0.160’dır. Bu<br />

çarpıklık katsayısı 1.96 değerleri içinde yer aldığından anlamlı kabul<br />

edilmez (p


0.20’nin altında bulunmuştur. Güvenirlik katsayısı düşük olan maddelerin<br />

ölçekten çıkarılmasından önce Cronbach Alfa katsayısındaki ve ortalamadaki<br />

değişime bakılması gerekir. Eğer madde ölçekten çıkarıldığında Alfa<br />

katsayısı yükseliyorsa, o madde güvenirliği azaltmaktadır ve ölçekten<br />

çıkarılmalıdır. Güvenirliği değiştirmeyen maddeler ölçeği destekleyen<br />

maddelerdir ve ölçekten çıkarılmaması gerekir (Özadamar 2004, Tavşancıl<br />

2005). Bu maddeler veri toplamada gerekli maddeler olduğu ve madde<br />

çıkarıldığında Cronbach Alfa katsayısında değişim olmadığı/çok az<br />

değişim olması nedeniyle, ölçek sahibi ve uzmanların önerileri<br />

doğrultusunda ölçekten çıkarılmamıştır.<br />

Ölçeğin Alpha katsayısı bir ölçek için kabul edilebilecek yüksek<br />

değerde bulunmuştur. Bu sonuçlar ölçeğin kendi içinde tutarlı<br />

olduğunu göstermektedir. Ölçekte bulunan maddeler birbirleriyle tutarlı ve<br />

aynı özelliğin öğelerinin yoklayan maddelerden oluşmaktadır. Başka bir<br />

deyişle, ölçeğin homojenliği yeterli düzeydedir.<br />

“Đç tutarlılık güvenirlik katsayısı” hesaplama yöntemlerinden birisi<br />

de “yarı test güvenirliği”nin hesaplanmasıdır. “Yarı test güvenirlik”<br />

yönteminde, ölçek ya da test maddeleri iki eşit parçaya bölünerek ölçüm<br />

sonuçları arasında korelasyon hesaplanır (Özgüven 2000, Hovardaoğlu<br />

2000, Aksayan 2002, Erkuş 2003). Ölçeğin son haliyle yarı test<br />

güvenirlik sonuçlarına göre, birinci yarının (12 madde) Cronbach Alpha<br />

katsayısı 0.7072, ikinci yarının (11 madde) Cronbach Alpha katsayısı<br />

0.6617, ölçeğin Spearman-Brown katsayısı 0.3497 ve Guttman Split-<br />

Half katsayısı 0.3495 olarak bulunmuştur. Bu sonuçlar, ölçeğin iç<br />

tutarlılığa sahip, güvenilir bir ölçek olduğunu göstermektedir.<br />

Anket formunda yer alan soru ortalamalarının birbirine eşit olup<br />

olmaması kavramı; soruların denekler tarafından aynı yaklaşım ile<br />

algılanıp algılanmadığını, soruların zorluk derecelerinin birbirine eşit olup<br />

olmadığını belirtir. Diğer bir anlatımla soruların ölçme yeteneklerinin<br />

birbirine yakın ve normal dağılım formunda bir yapıda olup olmadıklarını<br />

değerlendirmeyi amaçlar (Özdamar 2004). Yapılan analiz sonrası<br />

(Hotelling T² testi=3462,64, F=142.95, p


Madde 3<br />

Madde 4<br />

Madde 5<br />

Madde 6<br />

Madde 7<br />

Madde 8<br />

Madde 9<br />

Madde 10<br />

Madde 11<br />

Madde 12<br />

Madde 13<br />

Madde 14<br />

Madde 15<br />

Madde 16<br />

Madde 17<br />

Madde 18<br />

Madde 19<br />

Madde 20<br />

Madde 21<br />

Madde 22<br />

Madde <strong>23</strong><br />

0.1215<br />

0.7214<br />

0.1869<br />

0.7184<br />

0.2605<br />

0.7161<br />

0.4406<br />

0.6961<br />

0.5225<br />

0.6877<br />

0.3951<br />

0.7012<br />

0.4852<br />

0.6928<br />

0.3414<br />

0.7069<br />

-0.1639<br />

0.7321<br />

0.2574<br />

0.7139<br />

0.1275<br />

0.7251<br />

-0.0793<br />

0.7428<br />

0.0421<br />

0.7319<br />

0.4445<br />

0.7005<br />

0.0933<br />

0.7289<br />

0.2288<br />

0.7160<br />

-0.0538<br />

0.7393<br />

0.5997<br />

0.6840<br />

0.6468<br />

0.6804<br />

0.5728<br />

0.6890<br />

0.4620<br />

0.6985<br />

N: <strong>23</strong>0 Cronbach Alpha: 0.7219<br />

Güvenirlik analizi için ölçme aracını oluşturan maddelerin ölçme<br />

aracının bütünüyle ne derecede ilişkili olduklarını belirleyen ve madde<br />

seçiminde sık kullanılan madde analizi için korelasyon katsayısı<br />

hesaplanmaktadır (Tezbaşaran 1997, Özdamar 2002). Madde toplam<br />

puan analizi güvenirlik analizi olduğu gibi, geçerlik (iç tutarlık) göstergesi<br />

olarak da kabul edilir ve ölçeğin yapı geçerliliğini de yansıtır (Tavşancıl<br />

2005).<br />

Tablo: 5 Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeğinin Alt Boyutlarının<br />

Madde-Toplam Korelasyonları (n=<strong>23</strong>0)<br />

k<br />

Alt<br />

Boy<br />

utla<br />

Algılanan<br />

Duyarlılık<br />

Algılanan<br />

Ciddiyet<br />

HBM maddeleri<br />

r p<br />

* Evlilik Sorunları ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />

1-Đleride ilişkide sorun yaratacağını düşündüğü konu olması 0.67** 0.000<br />

2-Evlilik sorunlarının olma olasılığı 0.78** 0.000<br />

11-Sorunların üstesinden gelebileceği inancı -0.21** 0.001<br />

* Boşanma ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />

3-Kendisinin boşanma teklif etmesi 0.70** 0.000<br />

4-Eşinin boşanma teklif etmesi 0.75** 0.000<br />

5-Evliliğin boşanma ile sonuçlanması 0.70** 0.000<br />

* Evlilik Sorunlarının Ciddiyeti<br />

Aşağıdakileri yaşama ne kadar kötü olur........<br />

6-……..Evlilik ile ilgili sorunların olması -0.07 0.291<br />

7-……. Đletişim sorunlarının olması -0.13* 0.041<br />

45


Algılanan<br />

Engeller<br />

Algılanan Yararlar<br />

8-……..Çok fazla sorun/çatışma olması -0.13* 0.038<br />

9-……..Evliliğin sorun olması -0.09 0.158<br />

* Boşanmada Ciddiyet<br />

10-Boşanma olayını yaşama ne kadar kötü olur 0.01 0.926<br />

13-Bilmek istemediği şeylerin açığa vurulması 0.57** 0.000<br />

15-Danışmanlık almanın ilişkide bir sorun olduğu anlamına<br />

gelmesi 0.54** 0.000<br />

17-Din görevlisinin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.60** 0.000<br />

19-Danışmanlık alma gerekli olursa buna gücenme/alınma 0.<strong>23</strong>** 0.000<br />

12-Evlilik öncesi danışmanlığa katılmanın uygun olması 0.53** 0.000<br />

14-Danışmanlık ücretinin danışmalık almayı önleme olasılığı 0.11 0.094<br />

16-Terapistin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.77** 0.000<br />

18-Güvenebileceği danışman bulabilmesi 0.43** 0.000<br />

Evlilik öncesi danışmanlık almak ne derecede …………..…<br />

20-……Evlilikte mutlu olmaya yardımcı olur 0.85** 0.000<br />

21-……Kendisi ve nişanlısının herhangi bir sorununda yardımcı<br />

olur<br />

0.87 0.000<br />

22-........Olabilecek sorunları tanılama ve önlemede yardımcı olur 0.80 0.000<br />

<strong>23</strong>.........Daha iyi iletişimde yardımcı olur 0.74 0.000<br />

*0.05 düzeyinde anlamlı **0.01 düzeyinde anlamlı<br />

Tablo:6 Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği Maddelerinin<br />

Faktör Yükleri ve Evlilik Öncesi Danışmanlık Programına Katılma Niyeti ile<br />

Korelasyonları (n=<strong>23</strong>0)<br />

HBM maddeleri<br />

Faktör<br />

yükleri<br />

Niyet ile<br />

korelasyon<br />

Erkek Kadın Erkek Kadın<br />

Algılanan Duyarlılık<br />

* Evlilik Sorunları ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />

1-Đleride ilişkide sorun yaratacağını düşündüğü konu olması 0.57 0.69 -0.71 0.16<br />

2-Evlilik sorunlarının olma olasılığı 0.51 0.74 0.36 0.14<br />

11-Sorunların üstesinden gelebileceği inancı -0.27 -0.55 -0.15 -0.81<br />

* Boşanma ile Đlgili Algılanan Duyarlılık<br />

3-Boşanma teklif etmesi 0.43 0.54 0.81 0.56<br />

4-Eşin boşanma teklif etmesi 0.58 0.49 0.51 0.56<br />

5-Evliliğin boşanma ile sonuçlanması 0.37 0.79 0.31 0.98<br />

Algılanan Ciddiyet<br />

* Evlilik Sorunlarının Ciddiyeti<br />

Aşağıdakileri yaşama ne kadar kötü olur...........................<br />

6-……Evlilik ile ilgili sorunların olması 0.75 0.79 -0.19 0.15<br />

7-……Đletişim sorunlarının olması 0.88 0.88 0.01 0.10<br />

8-……Çok fazla sorun/çatışma olması 0.87 0.89 -0.67 0.11<br />

9-……Evliliğin sorun olması 0.86 0.85 0.13 0.13<br />

* Boşanmada Ciddiyet<br />

10-Boşanma olayını yaşama ne kadar kötü olur 0.55 0.67 -0.08 0.12<br />

Algılanan Engeller<br />

13-Bilmek istemediği şeylerin açığa vurulması 0.66 0.68 0.14 0.14<br />

15-Danışmanlık almanın ilişkide bir sorun olduğu anlamına 0.57 0.73 0.50 0.50<br />

gelmesi<br />

17-Din görevlisinin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.44 -0.48 0.02 0.09<br />

19-Danışmanlık alma gerekli olursa buna gücenme/alınma 0.38 0.58 0.06 -0.02<br />

Algılanan Yararlar<br />

12-Evlilik öncesi danışmanlığa katılmanın uygun olması 0.49 0.43 0.26** 0.27**<br />

46


14-Danışmanlık ücretinin danışmanlık almayı önleme -0.59 0.43 0.11 -0.13<br />

olasılığı<br />

16-Terapistin evlilik hazırlığında çiftlere yardımcı olması 0.78 0.74 0.24** 0.30**<br />

18-Güvenebileceği danışman bulabilmesi 0.48 0.39 0.<strong>23</strong>* -0.01<br />

Evlilik öncesi danışmanlık almak ne derecede ……….…….<br />

20-........Evlilikte mutlu olmaya yardımcı olur 0.86 0.88 0.21* 0.35**<br />

21-........Kendisi ve nişanlısının herhangi bir sorununda 0.87 0.85 0.15 0.39**<br />

yardımcı olur<br />

22-……Olabilecek sorunları tanılama ve önlemede yardımcı 0.83 0.75 0.22* 0.39**<br />

olur<br />

<strong>23</strong>-........Daha iyi iletişimde yardımcı olur 0.79 0.69 0.13 0.42**<br />

*0.05 düzeyinde anlamlı **0.01 düzeyinde anlamlı<br />

Ölçeğin her bir alt boyutunda yer alan maddelerin puanları ile ait<br />

olduğu alt boyutun toplam puanı arasındaki ilişki korelasyon analizi ile<br />

değerlendirildiğinde güvenirlik katsayıları; algılanan duyarlılık alt<br />

boyutunda r=-0.21−0.78 arasında ve maddelerin her birinde ileri<br />

düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p


(erkeklerde r = 0.33, p


irin üzerinde olan ve toplam varyansın %53.49’unu açıklayan dört<br />

faktör belirlenmiştir. Sonuç olarak Đngilizce’den Türkçe’ye uyarlanan<br />

Evliliğe Yönelik Đnanç ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin<br />

geçerlik ve güvenirlik düzeyi yeterli bulunmuştur.<br />

Bu aşamada ölçeği geliştiren Sullivan ve arkadaşlarının da<br />

önerdiği gibi, ölçeğin yapı geçerliğine ilişkin ek kanıtlar elde edilebilmesi<br />

amacıyla, ölçeğin daha büyük ve farklı özelliklere sahip örneklem<br />

gruplarına uygulanarak, inanç ve tutumları etkileyebilecek (yaş, cinsiyet,<br />

eğitim durumu, sosyal statü, deneyimler, etnik grup v.b) değişkenlerle<br />

tekrarlı ölçümlerle sınanması uygun olacaktır. Ayrıca ölçekten evlenmek<br />

üzere olan bireylerin evlilik konusundaki inanç ve tutumlarında algılarının<br />

belirlenmesinde yararlanılabilir. Belediyelerin evlilik öncesi danışmanlık<br />

programları düzenleyerek, ölçeği evlenecek çiftlere uygulamasıyla,<br />

toplumda evlilik danışmanlık programlarına farkındalık sağlanabilir.<br />

Böylelikle evlilik kurumları sağlıklı ilişkilerin oluşturulması ve<br />

geliştirilmesine katkı yaratmada faydalı olabilir.<br />

Ayrıca çalışmanın yapılmasına katkıda bulunan kurumlara ve<br />

çalışmaya katılan çiftlere teşekkür ederiz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. ...………...http://www.aetd.org/5/frontside1/entitialfocus.aspxprimaryid=1337 Aile<br />

ve Evlilik Terapileri Derneği Erişim tarihi 15.06.2005<br />

2. ………….http//www.hsc.usf.edu/~kmbrown/Health Belif Model-Overviev.htm.2001.<br />

Erişim tarihi 15.06.2006<br />

3. Akgül A (1997). Tıbbi Araştırmalarda Đstatistiksel Analiz Teknikleri, Yükseköğretim<br />

Kurulu Matbaası, Ankara.<br />

4. Aksayan S, Bahar Z, Bayık A. ve ark (2002).Araştırma Tasarımı, (içinde) Đnci Erefe<br />

(ed) <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma Đlke, Süreç ve Yöntemleri, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve<br />

Geliştirme Derneği, 1 Basım, Odak Ofset, Đstanbul, 65-90.<br />

5. Aksayan S, Gözüm S (2002). Kültürlerarası Ölçek Uyarlaması Đçin Rehber I: Ölçek<br />

Uyarlama Aşamaları ve Dil Uyarlaması, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve Geliştirme <strong>Dergisi</strong>,<br />

4(1): 9-14.<br />

6. Ayvaşık HB (2002). Kaygı Duyarlığı Đndeksi:Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Türk<br />

Psikolojisi <strong>Dergisi</strong>, 15(46): 43-57.<br />

7. Baydur H, Eser E (2006). Uygulama: Yaşam Kalitesi Ölçeklerinin Psikometrik<br />

Çözümlenmesi, Sağlıkta Birikim, <strong>Cilt</strong>: 1, <strong>Sayı</strong>:2, 99-1<strong>23</strong>.<br />

8. Eisen M, Zellman GL, McAlister AL (2005). Theories and Approaches, http://etr.org/<br />

recapp/theories/hbm/HBM ~ Erişim tarihi 04.08.2005.<br />

9. Erefe Đ. (2002). Veri Toplama Araçlarının Niteliği. (içinde) Đnci Erefe (ed) <strong>Hemşirelik</strong>te<br />

Araştırma Đlke, Süreç ve Yöntemleri, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma ve Geliştirme Derneği, 1<br />

Basım, Odak Ofset, Đstanbul,169-188.<br />

10. Erkuş A (2003). Psikometri <strong>Ü</strong>zerine Yazılar, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, 1.<br />

Basım, Ankara.<br />

49


11. Gözüm S, Aksayan S. (2003). Kültürlerarası Ölçek Uyarlaması Đçin Rehber II:<br />

Psikometrik Özellikler ve Kültürlerarası Karşılaştırma, <strong>Hemşirelik</strong>te Araştırma<br />

Geliştirme <strong>Dergisi</strong>, 5(1): 3-14.<br />

12. Günay O. (1995). Aile ve Sağlık, Aile Sağlığı El Kitabı, Yusuf Öztürk, Osman Günay<br />

(Ed), Kayseri, 1-5.<br />

13. Hahweg K, Markman HJ, Thurmaier F. et al. (1998). Prevention of Marital distress:<br />

Result of a German Prospective Longitudinal Study, Journal of Family Psychology,<br />

12, 543-556. Aktaran: Sullivan TK, Pasch L, Cornelıus T ve ark.. (2004). Predicting<br />

Participation in Premarital Prevention Programs: The Health Belief Model and Social<br />

Norms, Family Process; 43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />

14. Hovardaoğlu S (2000). Davranış Bilimleri Đçin Araştırma Teknikleri, Ve-Ga Yayınları,<br />

Ankara.<br />

15. Kurt Đ (2000). Yetişkin Eğitim Programları, Yetişkin Eğitimi, Nobel Yayın Dağıtım,<br />

Ankara, <strong>23</strong>5-267.<br />

16. Mishel MH (1998). Methodological Studies: Instrument Development, Brink PJ, Wood<br />

MJ, Advanced Design in Nursing Research, 2.Edition. Thousand Oaks: Sage<br />

Publication.<strong>23</strong>5-282. Aktaran: Çimen S ve ark. (2005). AIDS Tutum Ölçeğinin<br />

Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Zonguldak Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> Sağlık Eğitim<br />

Araştırma <strong>Dergisi</strong>, 1: 1, 1-2.<br />

17. Nunnally JC, Bernstein IH (1994). Psychometric theory (3 nd ed.). New York, McGraw-<br />

Hill Inc.<br />

18. Özdamar K (2002). Paket Programlar ile Đstatistiksel Veri Analizi, 4.Baskı, Eskişehir:<br />

Kaan Kitabevi .<br />

19. Özgüven ĐE (2000). Psikolojik Testler, PDREM Yayınları, 4. Baskı, Ankara.<br />

20. Redding CA, Rossi JS, Rossi SR. et al (2000). Health Behavior Models, The<br />

International Electronic Journal of Health Education, 3 (special Issue): 180-193,<br />

http://www.iejhe.siu.edu Erişim tarihi 01.08.2005<br />

21. Roden J (2004). Revisiting The Health Belief Model: Nurses Applying It To Young<br />

Families And Their Health Promotion Needs, Nursing And Health Sciences, 6, 1-10.<br />

22. Roden J (2004). Validating The Health Belief Model for Young Families: Implications<br />

for Nurses’ Health Promotion Practice, Nursing and Health Sciences, 6, 247-259.<br />

<strong>23</strong>. Sandstrom GD (2004). The Effect Of Marriage Mentoring When Utilized in a<br />

Premarital Program, Capella University, Erişim tarihi 16.06.2005 http://wwwlib.<br />

umi.com/dissertations/preview/3129597....<br />

24. Savaşır I, Şahin HN (1997). Bireysel Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık<br />

Kullanılan Ölçekler. Türk Psikoloji Derneği Yayınları, Ankara, 46-50,1<strong>23</strong>-129.<br />

25. Stahmann RF (2000). Premarital Counselling:A Focus For Family Therapy, The<br />

Association For Family Therapy 2000, Published by Blackwell Publishers, Oxford,<br />

22; 104-116.<br />

26. Sullivan TK, Pasch L, Cornelıus T. et al (2004). Predicting Participation in Premarital<br />

Prevention Programs: The Health Belief Model and Social Norms, Family Process;<br />

43,2; Health & Medical Complete, 175-193.<br />

27. Tavşancıl E (2005). Tutumların Ölçülmesi ve SPSS Đleri Veri Analizi, Ankara, Nobel<br />

Basımevi, Ankara.<br />

28. Tezbaşaran A (1997). Likert Tipi Ölçek Geliştirme Kılavuzu,Türk Psikologlar Derneği<br />

Yayınları 2.Basım, Ankara.<br />

50


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 51-68, <strong>2007</strong><br />

HEMŞĐRE EĞĐTĐMCĐLERĐN STERSLE BAŞETME D<strong>Ü</strong>ZEYLERĐNĐN<br />

ĐNCELENMESĐ<br />

INVESTIGATION OF NURSE EDUCATOR’S COPING STRESS LEVELS<br />

Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER Neslihan ARPA<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Bornova / ĐZMĐR<br />

Anahtar Sözcükler: Stres, Stresle baş etme, hemşire eğitimci<br />

Key Words: Stress, Coping Stress, Nurse Educator<br />

Araştırma 10.Ulusal-3. Uluslar arası <strong>Hemşirelik</strong> Kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur.<br />

ÖZET<br />

Türkiye’ de değişen eğitim koşullarının niteliksel ve niceliksel<br />

değişiklikleri hemşire eğiticilerin farklı stresler yaşamalarına neden olmaktadır.<br />

Stres alanlarının belirlenmesi eğitimin kalitesini hem eğitimciler hem de<br />

öğrenciler açısından arttıracağı beklenen bir sonuçtur. Bu düşünceden<br />

hareketle araştırma Ege <strong>Ü</strong>niversitesi’ne bağlı <strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarında<br />

görev yapan hemşire eğitimcilerin stresle baş etme düzeylerinin belirlenmesi ve<br />

bireysel özelliklerinin stresle baş etme düzeyleri üzerine olan etkisinin<br />

incelenmesi amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır.<br />

Tanımlayıcı ve analitik olarak düzenlenen bu araştırmanın evrenini<br />

2002-2003 öğretim yılında Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir<br />

Atatürk Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>’nda görev yapan<br />

tüm hemşire eğitimciler oluşturmuştur(n=82). Araştırmada hemşire eğitimcileri<br />

tanıtıcı bilgi formu ve “Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği” (RÖGÖ)<br />

kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımları, t testi ve<br />

varyans analizi kullanılmıştır.<br />

Hemşire eğitimcilerinin %68.3’ü E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O.’ da çalışmaktadır. %32.9’u<br />

26-30 yaş grubunda olup, %85.4’ü eğitimci olmaktan memnundur. Ölçeğin<br />

puan ortalaması ( 128,64<br />

14, 31 )’ dır. Stresle baş etme stratejilerini en fazla 41-45<br />

yaş grubu ve Doç. Dr. unvanlı hemşire eğitimcilerin kullandıkları saptanmıştır.<br />

Mesleki deneyime göre en fazla stresle baş etme stratejilerini 21 ve üzeri yıl<br />

arasında çalışan hemşire eğitimcilerin, en az ise 11-15 yıl arası çalışan<br />

hemşire eğitimcilerin kullandıkları saptanmıştır. Eğitimci olmaktan memnun<br />

olan hemşire eğitimcilerinin stresle baş etme stratejilerini daha fazla<br />

kullandıkları belirlenmiştir. Tüm bu bulgular sonucunda stresle baş etme ile<br />

ilgili bu tip araştırmaların Türkiye’nin farklı bölgelerindeki hemşire<br />

eğitimcilerle yapılması, ileride yapılacak araştırmalarda “Öz Değerlendirme”<br />

51


tekniğinin kullanıldığı bu tip ölçeklerle birlikte yapılandırılmış görüşmeler ve<br />

doğal gözlem tekniklerinin de kullanılması önerilmektedir.<br />

SUMMARY<br />

This study was prepared with the purpose of investigation of nurse<br />

educators stress and coping stress level effecting of individual charecteristcs on<br />

coping stress level.<br />

This discriptive and analitic study population were total nurse educators who<br />

worked in Ege University School of Nursing, Đzmir Atatürk Health High School<br />

and Ödemiş Health High School in 2002-2003 education year. Nurse educators<br />

who accept to involve in study were the sample and another sample selective<br />

technic was not used (n=82). Data were collected by two questionnaire forms.<br />

The first form was preparied to descriptive nurse educators charecteristics.<br />

Second form “Rosenbaum Learned Resourcefulness Scale (RLS) was used to<br />

discriptive nurse educators coping stress level which validity and realiblity tests.<br />

Data were evaluated by percentages, t test and variance analysis.<br />

68.3% of nurse educators worked in E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>. 32.9 % of them were 26.30<br />

years group, 85.4 % of them satisfaction to be educator. Scale point mean<br />

128.64±14.31. As a result; most of the nurse educators have lived stress<br />

because of the job and while have a problem try to understand and solved<br />

problem was found. Coping stress strategies were highest degree used by nurse<br />

educators who were 41-45 age group and have Associated Proff was found. For<br />

job experimentation; while the coping stress strategies were the highest degree<br />

used by nurse educators who worked between 21 years and higher, Nurse<br />

educators who were plased to be educator used the higher degree coping stress<br />

strategies than the others was found. As a result of; to make studies about<br />

coping stress level like this study in different areas in Turkey with nurse<br />

educators, in this studies using “self evaluation technics”, based on structure<br />

interviews and observation technics were suggested.<br />

GĐRĐŞ<br />

Yaşadığımız yüzyılda insanlar, hangi işi yaparlarsa yapsınlar,<br />

yaşamlarının büyük bir bölümünü, kendi yeteneklerini ve sınırlarını<br />

zorlayarak sürdürmektedirler (Ertekin 1993).Stres organizmanın<br />

bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya<br />

çıkan bir durumdur (Baltaş 2000, Pektekin 1990, Uysal 1999).<br />

Genellikle stres birey ve çevresi ile ilişkilendirilerek gerilim, endişe, baskı,<br />

çelişki, sıkıntı, engellenme, isteksizlik, zorlanma gibi olumsuz<br />

sayılabilecek sözcüklerle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır (Pektekin<br />

1990).<br />

Farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan strese karşı vücut,<br />

çeşitli savunma mekanizmalarıyla cevap vermeye çalışır. Vücudun strese<br />

karşı geliştirdiği bu mekanizmalar, aynı zamanda stresin birey üzerindeki<br />

sonuçlarıdır. Stres sürekli hale geldiği zaman, gerginliğe dönüşür ve<br />

52


gerginlik durumunda insan vücudu değişik aşamada strese karşı tepki<br />

gösterir (Tutar 2000).<br />

Çeşitli sebeplerle oluşan stres tepkileri, kısa ve uzun zamanda<br />

organizmayı çeşitli boyutlarda tehdit eder. Strese karşı verilen tepkiler<br />

uzun bir zaman dilimi içerisinde kronik hastalıkların gelişmesine zemin<br />

hazırlar. Stresin sıklığı ve yoğunluğu zamanı kısaltabilir. Bu hastalıklar<br />

baş ağrısı, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bedensel<br />

hastalıklar olabildikleri gibi, psikolojik veya zihinsel hastalıklar da<br />

olabilirler. Đnsanlar edinmiş oldukları davranış kalıplarına ve zihinsel<br />

özelliklerine göre stres karşısında psikolojik tepki olarak geri çekilme,<br />

kabullenme, karşı koyma veya korku, endişe, depresyon gibi duygusal<br />

problemler geliştirebilirler. Öte yandan dikkatin azalması, zihni bir<br />

konu üzerinde toplama güçlüğü aşırı unutkanlık, obsessif (takıntılı)<br />

düşünceler zihinsel düzeydeki problemlerden bazılarıdır (Görgülü 1990,<br />

Karaküçük 1997, Uysal 1999, Baltaş 2000,Tutar 2000, Güçlü 2001).<br />

Stres günlük yaşantımıza girmiş ve giderek yaygınlık kazanan bir<br />

kavram olmuştur. Durmadan çalışan, amaçlarına ulaşmak,<br />

beklentilerini gerçekleştirmek için çaba gösteren insanlar sürekli<br />

gerginlik, endişe, çatışma ve öfke içerisinde günlük yaşantılarını<br />

sürdürürler. Stres günlük yaşantıda olduğu kadar iş hayatının da<br />

önemli bir parçasını oluşturur (Duymaz 1999).<br />

Barut ve ark. (2002) aktardığı üzere, ABD’de Ulusal Mesleki<br />

Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü (The National Instute for Occupational<br />

Safety and Health-NIOSH) tarafından yapılan bir araştırmada, stres<br />

düzeylerine göre 130 meslek sıralanmıştır Bunlardan stresi en yüksek<br />

düzeyde olan mesleklerden bazıları; işçi, sekreter, denetçi, yönetici,<br />

garson, polislik, hava trafik kontrol memurluğu ve öğretmenliktir<br />

(Barut ve ark. 2002).<br />

Türkiye’de sağlık bakımının yeterli, etkili ve dengeli bir biçimde<br />

verilmesinin önemli koşullarından biri günümüz ve gelecek için iyi<br />

eğitilmiş hemşireler yetiştirmektir. Sağlık sistemi içerisinde rol olacak<br />

profesyonel hemşirelere gerekli bilgi, beceri ve değerler eğitim yolu ile<br />

kazandırılmaktadır (Beceren 1999).<br />

Eğitimci hemşireler, hemşirelik mesleğinde bilginin yeni kuşaklara<br />

geçişi ve daha yeni bilgilerle hemşirenin yetiştirilmesinden sorumludur.<br />

Hasta bakımı ile ilgili davranış ve tutumları öğrencilere öğretme,<br />

hemşirelikte müfredatın temel bileşenlerindendir. Bu özelliklerinden<br />

dolayı, eğitimci hemşireler, liderler olarak diğer hemşirelere rehberlik<br />

ve etki yaparlar. Eğitimci hemşirelerin yeniliklerin takipçisi olma, yeni<br />

bilgileri öğretme, araştırma, toplum hizmetlerine katılma, çeşitli komite<br />

ve etkinliklerde yer almayı gerçekleştirmeli ve klinik pratikte de yer<br />

alabilmelidir (Çam 1994).<br />

53


Hem eğitim, hem de sağlık alanında, her geçen gün artan talepler,<br />

eğitimciler açısından artan öğrenci sayısı, fazla sayıdaki öğrenciye yanıt<br />

verecek fiziksel koşulların yetersizliği, eğitimci sayısının azlığı gibi birçok<br />

etken nitelikli insan yetiştirmeyi zorlaştırmaktadır. Sağlık eğitimi<br />

açısından ise, buna ek olarak, gelişen teknolojiye de ayak uyduracak<br />

nitelikte eleman yetiştirme önemli olmaktadır. Eğitimci hemşireler,<br />

hem sağlık hem de eğitim alanlarında gelen taleplere yanıt vermek<br />

durumundadır (Çam 1995).<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin meslek stresleri hemşirelik eğitiminin<br />

değişimlerinden kaynaklanan meslek stresleridir. Bunlar; rol karmaşası, iş<br />

yükü, kendilerinden daha fazla bilgi ve beceri beklendiğini bilme, felsefi<br />

farklılıklar, iş arkadaşları arasındaki rekabet, ortamdan gelen talepler<br />

ve okulun çalışma düzeni şeklinde belirmektedir (Hunter ve ark. 1993).<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimi kuramsal ve uygulamalı öğretim ve öğrenimi<br />

kapsayan teorik bilgi, gözlem, yorum ve el becerisini gerektiren bir<br />

eğitimdir. <strong>Hemşirelik</strong> eğitimcileri eğitim verirken bu alanlarda sorunlar<br />

yaşamakta ve strese maruz kalmaktadır. Uygulama alanından kaynaklanan<br />

sorunlar da eğitimciler için stres faktörleri oluşturmaktadır<br />

(Ekizler 1994, Fadıloğlu ve ark. 1996, Ok ve ark. 1996).<br />

Uygulamalı eğitimde, hemşire eğitimciler öğrenci sayısına uygun<br />

öğretim elemanı eksikliği ve alandaki diğer insan gücünden yeterince<br />

yararlanılmaması, klinik uygulama ortamının fiziksel koşullarına ilişkin<br />

sorunlar, kurumsal eğitimle, uygulamalı eğitimdeki faklılıklar, sağlık<br />

ekibi ile iletişim eksiklikleri, ARaştırmaların yetersiz olması ve yapılanların<br />

eğitime yansımaması, yasalardaki görev analizi ve iş tanımları ile ilgili<br />

eksiklikler, teknolojik gelişmeleri izleme güçlükleri, hemşirelik eğitimi<br />

ve uygulama ortamları arasımda entegrasyonun olmaması gibi sorunlar<br />

yaşamaktadırlar. Sağlık çalışanlarını yetiştiren hemşire eğitimcilerin<br />

hemşirelik ve eğitimcilik rollerinin her ikisini de birlikte yürüttükleri<br />

düşünülürse daha fazla stresle karşı karşıya kaldıkları söylenebilmektedir<br />

(Ekizler 1994).<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Araştırma, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi’ne bağlı hemşirelik yüksekokullarındaki<br />

hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerinin incelenmesi<br />

ve bireysel özelliklerin başa çıkma düzeylerine etkisini saptamak<br />

amacıyla gerçekleştirilmiş tanımlayıcı tipte bir araştırmadır.<br />

Araştırma Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />

(Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir Atatürk Sağlık<br />

<strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>) gerekli izinler alındıktan<br />

sonra 2002 - 2003 öğretim yılı içinde yürütülmüştür.<br />

54


Araştırmanın evrenini Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı, Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Đzmir Atatürk Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> ve Ödemiş<br />

Sağlık Yüksekokullarında görev yapan toplam 87 hemşire eğitimci<br />

oluşturmuştur. Evrenin tamamı araştırma kapsamına alındığından,<br />

ayrıca bir örneklem seçimine gidilmemiştir. Anket formu, araştırmaya<br />

katılmayı kabul eden 82 hemşire eğitimciye uygulanmıştır. Katılım<br />

oranı %94’ dür (N= 87).<br />

Araştırmada belirlenen amaçlara ulaşmak için iki ayrı araç<br />

kullanılmıştır. Bunlar Hemşire Eğitimcileri Tanıtıcı Bilgi Formu ve<br />

hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerini belirlemek<br />

amacıyla Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğidir. Soru formları<br />

kalem-kâğıt tekniği ile eğitimci hemşirelerin uygun bir zamanında<br />

uygulanmıştır. Uygulamada zaman sınırlamasına gidilmemiştir.<br />

Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerin özelliklerine ilişkin<br />

bilgileri elde etmek için ve bu bilgileri araştırmada kullanmak amacıyla<br />

soru formu geliştirilmiştir. Tanıtıcı Bilgi Formu 19 sorudan oluşmaktadır.<br />

Elde edilen bilgiler eğitimcilerin çalıştıkları okulları, yaş, yaş grupları,<br />

mezun oldukları okullar, unvanları, medeni durumları, gelir düzeyleri,<br />

aile tipleri, mezun olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma<br />

durumu, bulunduğu okulda çalışma yılı, eğitim sürecinde stres yaşayıp<br />

yaşamadıkları, stres alanları ve stresle nasıl baş ettikleri, alkol, sigara<br />

ve sakinleştirici ilaçlar gibi alışkanlıkları, eğitimci olmaktan memnun<br />

olma durumu, bir güçlük/zorlanma yaşadıklarında uzman yardımına<br />

başvurma durumu ile ilgilidir.<br />

Rosenbaum Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ), Rosenbaum<br />

(1980) tarafından stresle ve stres tepkileriyle kişinin başa çıkmada<br />

kullanabileceği bilişsel stratejilerinin ne düzeyde kullanıldığını ölçmek<br />

üzere geliştirilmiştir. Rosenbaum’a göre öğrenilmiş güçlülük, bireyin<br />

duygu, biliş, ağrı gibi iç uyarıcılarını düzenlemede kullandığı, çoğunlukla<br />

bilişsel olan, kazanılmış bir davranış repertuarı ve beceriler toplamıdır.<br />

Bu nedenle ölçekle ölçülen özelilikler duygusal tepkileri düşüncelerle<br />

denetleyebilme becerirsine, problem çözme stratejilerine, anlık<br />

doyumları erteleyebilme ve içsel olayları düzenleme yeteneğine ilişkin<br />

kendi algılarıdır (Dağ Đ. 1990, Savaşır ve Şahin 1997).<br />

Siva (1991) tarafından Türkçeye çevrilen bu ölçeğin geçerlilik ve<br />

güvenirlilik çalışması Đhsan Dağ (1991) tarafından yapılmıştır.<br />

Öğrenilmiş güçlülük ölçeği toplam 36 maddeden oluşan 5’li likert tipi<br />

bir öz-değerlendirme ölçeğidir. Puanlar “hiç tanımlamıyor”1, “biraz<br />

tanımlıyor” 2 , “oldukça iyi tanımlıyor” 3, “iyi tanımlıyor” 4, “çok iyi<br />

tanımlıyor” 5 olarak derecelendirilmiştir. Ölçekte 4, 6, 8, 9, 14, 16, 18,<br />

19, 21, 29 ve 35. maddeler ters puanlanmaktadır. 36-180 arasında bir<br />

toplam puan alınmaktadır. Yükselen puanlar kendini denetleme<br />

55


ecerilerinin yüksekliğine; bir diğer deyişle ölçekte temsil edilen<br />

başaçıkma stratejilerinin sıklıkla uygulandığına işaret etmektedir. (<br />

Savaşır ve Şahin 1997).<br />

Araştırmanın bağımlı değişkenini, hemşire eğitimcilerinin<br />

Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ) puan ortalamaları<br />

oluşturmaktadır.<br />

Araştırmanın bağımsız değişkenlerini ise, okul, yaş, yaş grubu,<br />

mezun olunan okul, unvan, medeni durum, gelir düzeyi, aile tipi,<br />

mezun olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma durumu, şimdiki<br />

okulda çalışma yılı, eğitimci olmaktan memnun olma durumu, uzman<br />

yardımı alma durumu oluşturmaktadır.<br />

Soru Formu ile toplanan veriler araştırmacılar tarafından SPSS<br />

11.0 paket programında kodlanıp analizleri yapılmıştır. Veri<br />

değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımları, ortalamalar, “t” testi ve<br />

varyans analizi kullanılmıştır.<br />

BULGULAR<br />

1. Hemşire Eğitimcilerin Tanıtıcı Özellikleri<br />

Tablo 1: Hemşire Eğitimcilerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı (N= 82)<br />

Tanıtıcı Özellikler <strong>Sayı</strong> Yüzde<br />

Yaş Grupları<br />

20-25<br />

26-30<br />

31-35<br />

36-40<br />

41-45 _<br />

9<br />

27<br />

19<br />

7<br />

11<br />

11.0<br />

32.9<br />

<strong>23</strong>.2<br />

8.5<br />

13.4<br />

46 ve üzeri X = 34.11±8.05<br />

9<br />

11.0<br />

Çalıştıkları Okul<br />

E.<strong>Ü</strong>.<strong>HYO</strong><br />

Atatürk<br />

Ödemiş<br />

Mezunun Olunan Okul<br />

E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />

Hacettepe <strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />

Đ.<strong>Ü</strong>. Florance N. <strong>HYO</strong><br />

Sahip Olunan <strong>Ü</strong>nvanlar<br />

Öğr. Gör.<br />

Arş. Gör.<br />

Yrd. Doç.Dr.<br />

Doç.Dr.<br />

Prof.<br />

Gelir Durumu<br />

Gelir gidere göre yüksek<br />

Gelir gidere göre dengeli<br />

Gelir gidere göre az<br />

56<br />

15<br />

11<br />

71<br />

6<br />

2<br />

18<br />

39<br />

13<br />

6<br />

6<br />

6<br />

59<br />

17<br />

68.3<br />

18.3<br />

13.4<br />

86.6<br />

7.3<br />

2.4<br />

22.0<br />

47.6<br />

15.8<br />

7.3<br />

7.3<br />

7.3<br />

72<br />

20.7<br />

56


Çalışma Yılı<br />

1-5 yıl<br />

6-10 yıl<br />

11- 15 yıl<br />

16-20 yıl _<br />

21 ve üstü X=12.39 ± 7.77<br />

Medeni Durum<br />

Bekar<br />

Evli<br />

Boşanmış/dul<br />

Aile Tipi<br />

Çekirdek Aile<br />

Geniş Aile<br />

Parçalanmış Aile<br />

Yalnız<br />

Hemşire Olarak Çalışma Durumu<br />

Çalışan<br />

Çalışmayan<br />

Okulda Çalışma Yılı<br />

1 yıldan az<br />

1-5 yıl<br />

6-10 yıl<br />

11-15 yıl<br />

16-20 yıl _<br />

21 yıl ve üzer X= 6.56 ± 7.55<br />

Eğitimci Olmaktan Memnun Olma Durumu<br />

Memnun<br />

Kısmen Memnun<br />

Alkol Kullanma Durumu<br />

Ara sıra kullanan<br />

Hiç Kullanmayan<br />

Sigara Kullanma Durumu<br />

Sigara Kullanan<br />

Hiç Kullanmayan<br />

Đlaç Kullanma Durumu<br />

Hiç Kullanmayan<br />

Ara sıra kullanan<br />

Uzman Yardımı Alma Durumu<br />

Alan<br />

Almayan<br />

20<br />

21<br />

15<br />

12<br />

14<br />

33<br />

43<br />

6<br />

55<br />

3<br />

6<br />

18<br />

69<br />

13<br />

10<br />

46<br />

7<br />

3<br />

12<br />

4<br />

70<br />

12<br />

49<br />

33<br />

28<br />

54<br />

70<br />

12<br />

17<br />

65<br />

24.4<br />

25.6<br />

18.3<br />

14.6<br />

17.1<br />

40.2<br />

52.5<br />

7.3<br />

67.1<br />

3.6<br />

7.3<br />

22.0<br />

84.1<br />

15.9<br />

12.2<br />

56.1<br />

8.5<br />

3.7<br />

14.6<br />

4.9<br />

85.4<br />

14.6<br />

59.8<br />

40.2<br />

34.1<br />

65.9<br />

85.4<br />

14.6<br />

20.7<br />

79.3<br />

Tablo 1’de hemşire eğitimcilerin tanıtıcı özelliklerine gore<br />

dağılımları görülmektedir. Buna göre hemşire eğitimcilerin;<br />

%32.9’ unun 26-30 yaş grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05<br />

olduğu<br />

%68.3’ ünün E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>’nda çalışmakta olduğu,<br />

%86.6’ sınin E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong>’ndan mezun olduğu,<br />

%47.6’sının araştırma görevlisi olarak çalıştığı,<br />

%20.7’sinin gelirinin giderinden göre az olduğu,<br />

57


% 25.6’sının mezun olduktan sonra 6-10 yıldır çalıştığı ve çalışma yıl<br />

ortalamasının ise 12.39 ± 7.77 olduğu,<br />

%52.5’inin evli olduğu,<br />

%67.1’inin çekirdek aileye sahip olduğu,<br />

%84.1’inin daha önce hemşire olarak çalışmış olduğu,<br />

%56.1’inin 1-5 yıldır okulda eğitimci olarak çalıştığı, çalışma yıl<br />

ortalamasının ise 6.56 ± 7.55 olduğu<br />

%85.4’ünün eğitimci olarak çalışmaktam “memnun” olduğu,<br />

%59.8’inin ara sıra alkol kullandığı,<br />

%65.9’unin hiç sigara kullanmadığı ,<br />

%85.4’ünün hiç ilaç kullanmadığı ,<br />

%79.3’ ünün<br />

görülmektedir.<br />

stresli bir durumda uzman yardımı almadığı<br />

2. Hemşire Eğitimcilerinin Stres Yaşama Durumları<br />

Tablo 2: Hemşire Eğitimcilerinin Stres Yaşama Durumlarına Göre Dağılımı<br />

Stres Yaşama Durumu <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)<br />

Stres yaşayan 72 87.8<br />

Stres yaşamayan 10 12.2<br />

Toplam 82 100.0<br />

Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşama<br />

durumlarına göre dağılımları Tablo 2’de görülmektedir. Buna göre<br />

hemşire eğitimcilerin % 87.8’ inin stres yaşadığı, % 12.2’ sinin ise stres<br />

yaşamadığını ifade ettikleri görülmektedir.<br />

Tablo 3: Hemşire Eğitimcilerin Kendilerini Zorlanmış/Stresli Hissettiği Durumlara Göre<br />

Dağılımı ( N= 82 )<br />

Stres yaşanan durumlar <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)*<br />

Đş yoğunluğu 29 34.1<br />

Araç-gereç yetersizliği 6 7.1<br />

Đletişim sorunları 9 10.6<br />

Ders hazırlama ve sunma 7 8.2<br />

Lisans programı ile<br />

akademik<br />

çalışmayı birlikte<br />

10 11.8<br />

götürememe<br />

Uygulama alanında yaşanan<br />

Sorunlar<br />

11 12.9<br />

Eğitimin her aşamasında 13 15.3<br />

*Satır Yüzdesi<br />

58


Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşadıkları<br />

durumlar incelendiğinde, %34.1’inin “iş yoğunluğu”, %7.1’inin “araçgereç<br />

yetersizliği”, %10.6’sının “iletişim sorunları”, %8,2’sinin “ders<br />

hazırlama ve sunma”, %11.8’inin “lisans programı ile akademik<br />

çalışmayı birlikte götürememe”, %12.9’unun “uygulama alanında<br />

yaşanan sorunlar” nedeniyle, %15.3’ünün “eğitimin her aşamasında”<br />

stres yaşadığını belirttikleri görülmektedir (Tablo 3).<br />

Tablo 4: Hemşire Eğitimcilerinin, “Eğitim Süresi Đçinde Bir Stresle Karşılaştığınızda<br />

Nasıl baş ediyorsunuz”Sorusuna Verdikleri Yanıtlara Göre Dağılımı( N= 82 )<br />

Stresle baş etme durumu <strong>Sayı</strong> Yüzde (%)*<br />

Problemi anlamaya ve<br />

çözmeye çalışırım<br />

35 35.5<br />

Arkadaşım ve ailemden<br />

destek<br />

13 13.1<br />

Alırım<br />

Sorunla ilgili kişilerle,<br />

konuşurum<br />

12 12.1<br />

Farklı etkinlikler yaparım<br />

(kitap, yürüyüş vs.)<br />

14 14.1<br />

Bir şeyler yerim 1 1.0<br />

Ağlarım 1 1.0<br />

Susarım, konuşmam 2 2.0<br />

Unutmaya çalışırım 7 7.1<br />

Hiçbir şey yapmıyorum 14 14.1<br />

*Satır Yüzdesi<br />

Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin, “Eğitim Süresi Đçinde<br />

Bir Stresle Karşılaştığınızda Nasıl baş ediyorsunuz ”sorusuna verdikleri<br />

yanıtlara göre dağılımları incelendiğinde, %35.5’inin “problemi anlamaya<br />

ve çözmeye çalıştığı”, %13.1’inin “arkadaşları ve ailesinden destek<br />

aldığı”, %12.1’nin “sorunla ilgili kişilerle konuştuğu”, %14,1’inin “kitap<br />

okuma, yürüyüş yapma gibi farklı etkinlikler yaptığı”, %1’inin “bir<br />

şeyler yediği”, %1’inin “ağladığı”, %2’sinin “susup konuşmadığı”, %7.1’inin<br />

“unutmaya çalıştığı”, %14.1’inin “hiçbir şey yapmadığı” görülmektedir<br />

(Tablo 4).<br />

3. Hemşire Eğitimcilerinin RÖGÖ Puanlarının Đncelenmesi<br />

Tablo 5. Hemşire Eğitimcilerinin Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğine Göre<br />

Puan Ortalamalarının Dağılımı<br />

RÖGÖ Puan Ortalamaları<br />

N X SS Min Max<br />

82 128.64 14.31 88.00 165.00<br />

59


Tablo 5’ de Hemşire eğitimcilerinin Rosenbaum’un Öğrenilmiş<br />

Güçlülük Ölçeği puan ortalamaları görülmektedir. Hemşire eğitimcilerinin<br />

RÖGÖ puan ortalaması 128.64, standart sapması 14.31’dir.<br />

Hemşire eğiticiler için ölçeğin toplam puan ortalaması 88-165 puan<br />

arasında değişmektedir.<br />

Tablo 6. Hemşire Eğitimcilerinin RÖGÖ Puan Ortalamalarını Etkileyen Tanıtıcı<br />

Özelliklerine Göre Dağılımı (N=82)<br />

Tanıtıcı Özellikler X Ss F t p<br />

Yaş Grupları<br />

20-25<br />

26-30<br />

31-35<br />

36-40<br />

41-45<br />

46 ve üzeri<br />

125.89<br />

126.33<br />

129.95<br />

130.14<br />

135.55<br />

126.00<br />

11.29<br />

15.51<br />

12.63<br />

19.87<br />

14.33<br />

12.18<br />

0.82 0.54<br />

Çalıştıkları Okul<br />

E.<strong>Ü</strong>.<strong>HYO</strong><br />

Atatürk<br />

Ödemiş<br />

Mezunun Olunan Okul<br />

E.<strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />

Hacettepe <strong>Ü</strong>. <strong>HYO</strong><br />

Đ.<strong>Ü</strong>. Florance N. <strong>HYO</strong><br />

Diğer<br />

Sahip Olunan <strong>Ü</strong>nvanlar<br />

Öğr. Gör.<br />

Arş. Gör.<br />

Yrd. Doç.Dr.<br />

Doç.Dr.<br />

Prof.<br />

Gelir Durumu<br />

Gelir gidere göre yüksek<br />

Gelir gidere göre dengeli<br />

Gelir gidere göre az<br />

Çalışma Yılı<br />

1-5 yıl<br />

6-10 yıl<br />

11- 15 yıl<br />

16-20 yıl<br />

21 ve üstü<br />

Medeni Durum<br />

Bekar<br />

Evli<br />

Boşanmış/dul<br />

Aile Tipi<br />

Çekirdek<br />

Geniş<br />

Parçalanmış<br />

Yalnız<br />

127.09<br />

132.80<br />

130.91<br />

128.62<br />

128.33<br />

136.00<br />

125.00<br />

130.39<br />

126.82<br />

127.00<br />

135.17<br />

132.33<br />

133.83<br />

128.95<br />

125.76<br />

126.35<br />

128.76<br />

125.93<br />

133.83<br />

130.21<br />

126.70<br />

128.86<br />

137.83<br />

128.93<br />

124.33<br />

137.83<br />

125.44<br />

Hemşire Olarak Çalışma Durumu<br />

Çalışan<br />

Çalışmayan 128.75<br />

128.08<br />

14.44<br />

12.97<br />

15.28<br />

14.74<br />

7.58<br />

9.90<br />

20.81<br />

16.88<br />

13.62<br />

12.82<br />

12.37<br />

16.80<br />

16.17<br />

13.49<br />

16.65<br />

12.70<br />

15.83<br />

15.63<br />

13.32<br />

14.09<br />

15.10<br />

13.81<br />

11.43<br />

15.21<br />

5.86<br />

11.43<br />

12.47<br />

13.81<br />

17.41<br />

1.10 0.34<br />

0.<strong>23</strong> 0.87<br />

0.67 0.62<br />

0.75 0.48<br />

0.69 0.60<br />

1.57 0.21<br />

1.<strong>23</strong> 0.30<br />

0.155 0.88<br />

60


Okulda Çalışma Yılı<br />

1 yıldan az<br />

1-5 yıl<br />

6-10 yıl<br />

11-15 yıl<br />

16-20 yıl<br />

21 yıl ve üzeri<br />

Eğitimci Olmaktan Memnun Olma<br />

Durumu<br />

Memnun<br />

Kısmen Memnun<br />

Uzman Yardımı Alma Durumu<br />

Alan<br />

Almayan<br />

126.90<br />

128.74<br />

133.86<br />

121.67<br />

126.25<br />

135.25<br />

130.10<br />

120.17<br />

124.50<br />

129.22<br />

13.92<br />

14.62<br />

19.78<br />

1.53<br />

12.12<br />

14.77<br />

14.24<br />

12.09<br />

9.61<br />

14.81<br />

0.58 0.71<br />

2.27 0.03*<br />

0.97 0.33<br />

Tablo 6’da hemşire eğitimcilerin sosyodemografik ve mesleki<br />

özellikleriyle RÖGÖ toplam puan ortalamalarının ilişkisi verilmiştir.<br />

Hemşire eğitimcilerin yaş gruplarının (F=0.82, p0.05), çalıştıkları okulun<br />

(F=1.10, p0.05), mezun oldukları okulun (F=0.<strong>23</strong>, p0.05), sahip<br />

oldukları ünvanlarının (F=0.67, p0.05), gelir durumlarının (F=0.75,<br />

p0.05), çalışma yıllarının (F=0.69, p0.05), medeni durumlarının (F=1.7,<br />

p0.05), aile tiplerinin (F=1.<strong>23</strong>, p0.05), hemşire olarak çalışmaktan<br />

“memnun” olma durumlarının (t=2.277, p0.05), hemşire olarak çalışma<br />

durumlarının(t=0.155, p0.05) okulda çalışma yıllarının (F=0.58,<br />

p0.05) ve bir uzmandan yardım alma durumlarının (t=1.272, p0.05)<br />

RÖGÖ puan ortalamasını etkilemeyen faktörler, eğitimci olmaktan<br />

“memnun” olma durumlarının ise etkileyen faktör olduğu bulunmuştur.<br />

TARTIŞMA<br />

Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerin %32.9’unun 26-30 yaş<br />

grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05 olduğu, %68.3’ünün Eğe<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu’nda çalıştıkları, %86.6’sının<br />

E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O’ndan mezun olduğu, %47.6’sının Araştırma Görevlisi olarak<br />

çalıştığı, %52.5’inin evli, %72’sinin gelirinin giderine denk, %67.1’inin<br />

çekirdek aileye mensup olduğu, %25.6’sının 6-10 yıldır çalıştığı,<br />

%84.1’inin daha önce hemşirelik yaptığı, %56.1’inin 1-5 yıldır şu anda<br />

görev yaptıkları okulda çalıştıkları, %85.4’ünün eğitimci olmaktan<br />

“memnun” olduğu, %56.8’nin ara sıra alkol kullandığı, %65.9’nun hiç<br />

sigara kullanmadığı, %85.42’nün hiç ila kullanmadığı, %79.3’ünün bir<br />

güçlükle karşılaştıklarında herhangi bir uzmana başvurmadığı<br />

saptanmıştır (Tablo 1).<br />

Tüm bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde, hemşire eğitimcilerin<br />

orta yaş grubunda olduğu, araştırmanın yapıldığı kurumlardaki hemşire<br />

eğitimcilerin çoğunluğunun E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O. mezunu olduğu, yarısına<br />

yakınının araştırma görevlisi olarak çalıştığı görülmektedir. Çam (1994)’ın<br />

“Eğitici Hemşirelerin Akademik Kariyer Düzeylerine Göre Değişim<br />

61


Gösteren Özellikler” adlı çalışmasında da akademisyen hemşirelerin<br />

%52.97’sinin araştırma görevlisi olarak çalıştığı saptanmıştır. Bu sonuç<br />

şimdiki araştırma bulgusu ile paralellik göstermektedir. Araştırmaya<br />

katılan hemşire eğitimcilerin çoğunluğunun evli ve çekirdek aileye<br />

mensup olduğu söylenebilir. Hunter (1993)’ın hemşire eğitimcilerle<br />

yaptığı araştırmasında da eğitimcilerin %73’ünün evli, %<strong>23</strong>’ünün bekâr<br />

olduğu saptanmıştır. Bu bulgular şimdiki araştırma bulgusu ile<br />

benzerlik göstermektedir.<br />

Özgür ve arkadaşlarının (1997) hemşirelik yüksek okullarıyla<br />

yaptığı araştırmada da eğitimci hemşirelerin yaş ortalamaları, medeni<br />

durumu, gelir durumu, okulda çalışma yıl ortalaması ve araştırma<br />

görevlisi oranı uygunluk göstermektedir. Yıllar arasında eğitimci<br />

hemşirelerin bu özellikleri değişim göstermemiştir.<br />

Araştırma kapsamındaki hemşire eğitimcilerin yarısından fazlasının<br />

gelirinin gidere denk olduğu bulunmuştur. Bu bulgu hemşire eğitimcilerin<br />

orta derecede ekonomik güce sahip olduğu göstermektedir<br />

(Tablo 1).<br />

Diğer taraftan hemşire eğitimcilerin büyük bir kısmının eğitimci<br />

olarak çalışmaktan “memnun” oldukları saptanmıştır (Tablo 1). Çam<br />

(1995)’ın “<strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarında Görevli Eğitimcilerin Yaşadıkları<br />

Çeşitli Duygu ve Düşüncelerin Đncelenmesi” adlı araştırmasında,<br />

hemşire eğitimcilerinin %60’ının eğitimci olmaktan “kısmen memnun”<br />

olduğu saptanmıştır. Araştırma sonuçları arasındaki memnuniyet<br />

düzeyleri arasındaki bu farkın araştırma yıllarından kaynaklandığını<br />

düşündürmektedir.<br />

Hemşire eğitimci hemşirelerin yarısından fazlasının sigara ve içki<br />

kullanmadığını belirtmesi yanı sıra tamamının ilaç kullanmadığını<br />

belirtmesi sağlık eğitimcileri için beklenen sonuçladır. Aynı zamanda<br />

% 87.8 oranında stres yaşadığını belirten hemşire eğiticilerin (Tablo 2 ),<br />

sigara, içki ve ilaç kullanma davranışlarını kullanmamaları stresle baş<br />

etme konusundaki farkındalıklarını göstermektedir şeklinde<br />

yorumlanabilir.<br />

Tablo 2’de araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin stres yaşama<br />

durumlarına göre dağılımları incelenmiştir. Hemşire eğitimcilerin<br />

%87,8’inin stres yaşadığı, %12.2’sinin ise stres yaşamadığı belirlenmiştir.<br />

Đş yaşamında kaçınılmaz olan ve her meslekte yaşan stresin hemşire<br />

eğitimcilerin de yaşamış olduklarını belirtmesi beklenen bir sonuçtur.<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin eğitim süresi içerisinde yaşadıkları<br />

streslere göre dağılımları incelendiğinde, %34.1’inin iş yoğunluğu,<br />

%7.1’inin araç-gereç yetersizliği, %10.6’sının iletişim sorunları, %8.2’sinin<br />

ders hazırlama ve sunma, %11.8’inin lisans programı ile akademik<br />

çalışmayı birlikte götürememe, %12.9’unun uygulama alanında<br />

62


yaşanan sorunlar nedeniyle, %15.3’ünün eğitimin her aşamasında<br />

problemler yaşadığı saptanmıştır (Tablo 3).<br />

Ekizler’ in (1994) yanısıra Özgür ve ark.’nın (1997) yaptığı<br />

araştırmalarda, klinik uygulamalarda hemşire eğitimcilerin iş<br />

yoğunluğu, araç-gereç yetersizliği, iletişim sorunları gibi stresleri<br />

yaşadığı saptanmıştır. Hemşire eğitimcilerin uygulamalı eğitimde<br />

yaşadığı bu stresler, bu araştırmada hemşire eğitimcilerin yaşadıklarını<br />

belirtikleri streslerle uygunluk göstermektedir.<br />

Araştırmaya katılan hemşire eğitimcilerinin yaşadıkları stresleri<br />

nasıl çözümledikleri Tablo 4’de incelenmiştir. Buna göre, hemşire<br />

eğitimcilerin %35.5’ inin problemi anlamaya ve çözmeye çalıştığı,<br />

%13,1’inin arkadaşları ve ailesinden destek aldığı, %12.1’nin sorunla<br />

ilgili kişilerle konuştuğu, %14.1’ inin farklı etkinlikler yaptığı (kitap,<br />

yürüyüş v.s.), %1’inin bir şeyler yediği, %1’ inin ağladığı, %2’ sinin<br />

susup konuşmadığı, %7.1’inin unutmaya çalıştığı, %14.1’ inin hiçbir<br />

şey yapmadığı bulunmuştur. Bu sonuçlara göre hemşire eğitimcilerinin bir<br />

stresle karşılaştıklarında büyük çoğunluğunun, problemi anlamaya ve<br />

çözmeye çalışma gibi olumlu baş etme yöntemlerini kullandıkları<br />

söylenebilir (Altuntaş 2003, Işıkhan 2004). Aynı zamanda bu sonuçlar<br />

Tablo 1’ de gösterilen hemşire eğitimcilerin büyük çoğunluğunun<br />

(%79.3) bir zorlukla/güçlükle karşılaştıklarında herhangi bir uzmana<br />

başvurmaması bulgusuyla desteklenmektedir.<br />

Araştırmada Ege <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />

görev yapan hemşire eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması 128.64 ±<br />

14.31 olarak bulunmuştur. Bu araştırmada puan aralığı ise 88-165 dir.<br />

(Tablo 5). Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmalarında ölçeğin toplam<br />

puan ortalaması 39-180 puan arasında değişmektedir. Puandaki yükselme,<br />

stresle başa çıkma dağarcığındaki bilişsel stratejilerin çeşitliliğinin<br />

artması anlamına gelmektedir. Bu stratejiler şunlardır; planlı davranma,<br />

ruh hali denetimi, istenmeyen düşüncelerin denetimi, dürtü denetimi,<br />

yeterli olma, ağrı denetimi, erteleme, yardım arama, iyiye yorma,<br />

dikkati yönlendirme ve denetleyici aramadır. (Savaşır ve Şahin 1997).<br />

Bu bilgiler doğrultusunda, hemşire eğitimcilerinin stresle baş etmede<br />

bilişsel stratejileri kullandıkları söylenebilir.<br />

Uğurlu (2002)’ nun sağlık kurumlarında çalışan 399 hemşire ve<br />

ebe ile yaptığı araştırmada da RÖGÖ puan ortalamalarını Devlet<br />

Hastanesinde çalışan hemşireler için 115.56, Sigorta Hastanesinde<br />

çalışan hemşireler için ise 114.82 olarak bulmuştur. Bu sonuçlarla<br />

karşılaştırıldığında Eğe <strong>Ü</strong>niversitesine bağlı hemşirelik yüksekokullarında<br />

görev yapan hemşire eğitimcilerin öğrenilmiş güçlülük düzeyinin, başka<br />

bir anlatımla stresle başa çıkmada kullandıkları bilişsel stratejilerin<br />

hemşire ve ebelere göre daha fazla olduğu söylenebilir.<br />

63


Benzer şekilde, Dağ (1991)’ın Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi öğrenim<br />

gören öğrenciler ile yaptığı araştırmasında RÖGÖ puan ortalamasını<br />

117.96 ±13.27 olarak bulmuştur). Bu bulguya göre, Ege <strong>Ü</strong>niversitesine<br />

bağlı hemşirelik yüksekokullarında görev yapan hemşire eğitimcilerinin<br />

stresle başa çıkma stratejilerini öğrencilere göre daha fazla<br />

kullandıkları söylenebilir.<br />

Hemşire eğitimcilerin yaşları arttıkça RÖGÖ puan ortalamaların<br />

arttığı, 41-45 yaş grubunda ise en yüksek olduğu görülmektedir. Bunu<br />

yıllar ilerledikçe eğitimcilerin ilgili deneyimlerinin artmasına<br />

bağlanabilir. Yapılan istatiksel analizle hemşire eğitimcilerin yaş grupları ile<br />

RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(F=0.82, p0.05) (Tablo 6). Diğer taraftan, bazı yaş gruplarında hemşire<br />

eğitimcilerin sayısının gerektiğinden az olmasının da sonucu etkilediği<br />

de düşünülmektedir.<br />

Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu’nda çalışan hemşire<br />

eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, Ödemiş Sağlık Yüksek Okulu ve<br />

E.<strong>Ü</strong>.H.Y.O’da çalışan hemşire eğitimcilere göre daha yüksek<br />

bulunmuştur. Bu sonuç, Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu’nda<br />

çalışan hemşire eğitimcilerinin stresle başa çıkma stratejilerini diğer<br />

hemşire eğitimcilerinden daha fazla kullandığını göstermektedir. Ancak<br />

hemşire eğitimcilerin çalıştıkları okullar ile RÖGÖ puan ortalaması<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.10, p0.05) (Tablo 6).<br />

Hemşire eğitimcilerin mezun oldukları okulları ile RÖGÖ puan<br />

ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.<strong>23</strong>,<br />

p0.05) (Tablo 6). Bu sonuca göre mezun olunan okulların stresle baş<br />

etme stratejilerinin kullanımında etkili olmadığı görülmektedir.<br />

Hemşire eğitimcilerin akademik kadroları ile RÖGÖ puan<br />

ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.67,<br />

p0.05) (Tablo 6). Okullarında Doç. Dr. olarak görev yapan hemşire<br />

eğitimcilerinin puan ortalaması Öğr. Gör., Arş. Gör., Yrd. Doç. Dr. ve<br />

Prof. Dr. olarak görev yapan hemşire eğitimcilerine göre daha yüksek<br />

bulunmuştur (Tablo 6). Bu bulguya göre, artan eğitim deneyiminin ve<br />

bilgi birikiminin stresle başa çıkma stratejilerinin daha fazla<br />

kullanılmasında önemli rol oynadığını düşündürmektedir. Ancak,<br />

araştırma kapsamına giren akademik kadroların dağılımındaki sayısal<br />

azlığın bu sonuçta etkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Hemşire eğitimcilerin medeni durumları ile RÖGÖ puan ortalaması<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.7, p0.05) (Tablo 6).<br />

Ancak boşanmış/dul olan hemşire eğitimcilerinin RÖGÖ puan<br />

ortalamalarının diğer gruplardan yüksek olduğu görülmektedir. Bu<br />

medeni durumda yaşanan stresli deneyimlerin, stresle başa çıkma<br />

becerilerinin kullanılmasında etkili olduğu söylenebilir.<br />

64


Hemşire eğitimcilerin gelir durumları ile RÖGÖ puan ortalaması<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.75, p0.05). Geliri<br />

giderinden yüksek olan hemşire eğitimcilerin RÖGÖ puan ortalaması,<br />

geliri giderine denk ve geliri giderinden düşük olan hemşire<br />

eğitimcilerden daha yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 6). Bu bulgu<br />

bize, gelirin azlığı doğrultusunda yaşanacak streslerin, stresle baş etme<br />

düzeyini arttıracağı düşüncesinin doğrulanmadığını göstermektedir.<br />

Hemşire eğitimcilerin aile tipi ile RÖGÖ puan ortalaması arasında<br />

anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=1.<strong>23</strong>, p0.05) (Tablo 6). Ancak<br />

parçalanmış aileye mensup olan hemşire eğitimcilerinin puan<br />

ortalamaları diğer gruplara göre daha yüksek bulunmuştur.<br />

Mezun olduktan sonra 16-20 yıl çalışan hemşire eğitimcilerinin<br />

RÖGÖ puan ortalaması, 1-5 yıl, 6-10 yıl, 11-15 yıl ve 21 yıl ve daha<br />

fazla çalışan hemşire eğitimcilerinden daha fazla olduğu bulunmuştur<br />

(Tablo 6). Bu sonuç bize, çalışma yılı arttıkça stresle başa çıkma<br />

stratejilerinin daha çok kullanıldığını göstermektedir. Ancak hemşire<br />

eğitimcilerin mezun olduktan sonra çalışma yılı ile RÖGÖ puan<br />

ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (F=0.69,<br />

p0.05) (Tablo 6).<br />

Mezun olduktan sonra hemşirelik yapmış olan hemşire<br />

eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, hemşirelik yapmamış olan<br />

hemşire eğitimcilerinden daha yüksek bulunmuştur. Hemşire<br />

eğitimcilerin mezun olduktan sonra hemşire olarak çalışma durumu ile<br />

RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(t=0.155, p0.05) (Tablo 6).<br />

Bulundukları okulda 21 yıl ve daha fazla çalışan hemşire eğitimcilerinin<br />

RÖGÖ puan ortalamaları, sırasıyla 6-10 yıl, 1-5 yıl, 1 yıldan<br />

az, 16-20 yıl, 11-15 yıl çalışan hemşire eğitimcilerin ortalamalarından<br />

daha fazla olduğu saptanmıştır. Ancak Hemşire eğitimcilerin<br />

okullarında çalışma yılı ile RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir<br />

farklılık bulunmamıştır (F=0.58, p0.05) (Tablo 6).<br />

Hemşire eğitimcilerin eğitimci olmaktan “memnun” olma durumları ile<br />

RÖGÖ puan ortalaması arasında anlamlı bir fark bulunmuştur<br />

(t=2.277, p0.05) (Tablo 6). Eğitimci olmaktan “memnun” olan hemşire<br />

eğitimcilerinin RÖGÖ puan ortalaması, eğitimci olmaktan “kısmen<br />

memnun” olan hemşire eğitimcilere göre daha yüksektir. Hemşire<br />

eğiticilerin eğitimci olmaktan “memnun” olma düzeyi arttıkça, stresle<br />

başa çıkma stratejilerini daha fazla kullanılmakta olduğu söylenebilir.<br />

Đş yaşamında ne kadar mutlu ve doyumlu olunursa stresin daha az<br />

yaşanacağından (Altuntaş 2003, Işıkhan 2004) hareketle bu bulgu<br />

beklenen bir sonuçtur<br />

65


Hemşire eğitimcilerin uzman yardımı alma durumları ile RÖGÖ<br />

puan ortalaması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (t=1.272,<br />

p0.05) (Tablo 6). Uzman yardımı almayan hemşire eğitimcilerinin<br />

RÖGÖ puan ortalaması, uzman yardımı alan hemşire eğitimcilerinden<br />

daha yüksek olduğu saptanmıştır. Uzman yardımı almayan hemşire<br />

eğitimcilerin karşılaştıkları streslerle kendilerinin çözümlediği<br />

düşünülürse, stresle başa çıkma becerilerini daha fazla kullanmaya<br />

zorlandıkları söylenebilir.<br />

SONUÇ<br />

Araştırma bulguları doğrultusunda; hemşire eğitimcilerin<br />

%32.9’unun 26-30 yaş grubunda ve yaş ortalamasının 34.11±8.05<br />

olduğu,<br />

%68.3’ünün Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulunda çalıştığı,<br />

%86.6’sının Eğe <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulundan mezun<br />

olduğu, %47.6’sının araştırma görevlisi olarak çalıştığı,<br />

%52.5’inin evli olduğu, %56.1’inin de çocuğunun olmadığı,<br />

%67.1’inin ise çekirdek ailede yaşadığı,<br />

%72’sinin gelirinin giderine denk olduğu,<br />

%84’ünün daha önce hemşirelik yaptığı,<br />

%25.6’sının mezun olduktan sonra çalışma sürelerinin 6-10 yıl<br />

olduğu, %56.1’inin 1-5 yıl arasında bulundukları okullarında<br />

çalıştıkları,<br />

Mezuniyet sonrası çalışma yıl ortalamasının 12.39 ± 7.77’olduğu,<br />

Okulda çalışma yılı ortalamasının 6.56 ± 7.55’olduğu,<br />

%85.4’ünün eğitimci olmaktan çok memnun olduğu,<br />

%87.8’inin eğitim süresi içerisinde stres yaşadığı,<br />

%34.1’inin iş yoğunluğu nedeniyle stres yaşadığı, %35.5’inin yaşadığı<br />

stresleri anlamaya ve çözmeye çalıştığı,<br />

%79.3’ünün bir güçlükle karşılaştığında uzmandan yardım almadığı<br />

RÖGÖ puan ortalamalarının 128.64 ± 14.31 olduğu,<br />

RÖGÖ puan ortalamaları ile, yaş, yaş grubu, medeni durum, gelir<br />

düzeyi, aile tipi, mezun olunan okul, çalıştıkları okul unvan, mezun<br />

olduktan sonra çalışma yılı, hemşirelik yapma durumu, şimdiki<br />

okulda çalışma yılı, uzman yardımı alma durumu arasında anlamlı<br />

bir ilişki olmadığı,<br />

RÖGÖ puan ortalamaları ile eğitimci olmaktan “memnun” olma<br />

durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur.<br />

66


ÖNERĐLER<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinde stresle baş etme düzeylerini incelemek<br />

için yapılan bu araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda şunlar<br />

önerilebilir;<br />

Hemşire eğitimcilerinde strese yol açan nedenlerin belirlenip, bunları<br />

düzeltmeye yönelik önlemlerin alınması,<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerine stresle başa çıkma yolları ile ilgili hizmet içi<br />

eğitim verilmesi,<br />

<strong>Hemşirelik</strong> eğitimcilerinin rolleri ve sorumluluklarının açık bir<br />

şekilde belirlenmesi,<br />

Çalışma ortamlarına uyum programlarının geliştirilmesi,<br />

Hemşire eğitimcilerinin stres düzeylerinin azaltılması amacıyla<br />

iletişim becerileri eğitimlerinin verilmesi,<br />

Okulların fiziki koşullarının düzeltilmesi,<br />

Hemşire eğitimcilerin ekonomik durumlarının düzeltilmesi,<br />

Hemşire eğitimcilerin zaman yönetimini eğitim yaşamına<br />

yansıtmalarının sağlanması<br />

Hemşire eğitimcilerin stresleri ile ilgili kapsamlı araştırmaların belli<br />

sürelerde yapılması<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Altıntaş E (2003). Stres Yönetimi. ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd.Şti.,Đstanbul.<br />

2. Baltaş A, Baltaş Z (2000). Stres ve Başa Çıkma Yolları. Remzi kitapevi, Đstanbul.<br />

3. Barut Y, Kalkan M (2002). On dokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Öğretim Elemanlarının<br />

Tükenmişlik Düzeylerinin Đncelenmesi. On dokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Eğitim<br />

Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Sayı</strong>:14, s:65-76<br />

4. Beceren B (1999). Türkiye’deki <strong>Hemşirelik</strong> Yüksekokullarındaki Öğretim Elemanları<br />

ile Öğrencilerinin Okullarındaki Danışmanlık Hizmetleri Hakkındaki Görüş ve<br />

Düşüncelerinin Đncelenmesi Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

Sağlık Bilimleri Enstitüsü, , Đzmir.<br />

5. Çam O (1994). Eğitimci Hemşirelerin Akademik Kariyer Düzeylerine Göre Değişim<br />

Gösteren Özellikler. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 10:2, , s:1-13.<br />

6. Çam O (1995). <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okullarında Görevli Eğitimcilerin Yaşadıkları<br />

Çeşitli Duygu ve Düşüncelerin Đncelenmesi. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

<strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:11, <strong>Sayı</strong>:1, s:39-53<br />

7. Dağ Đ (1991). Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeğinin <strong>Ü</strong>niversite Öğrencileri<br />

için Güvenirliği ve Geçerliği. Türk Psikoloji <strong>Dergisi</strong>, cilt:2, sayı:4, s: 269-273<br />

8. Duymaz E (1999). Yönetici Hemşirelerde Yönetsel Stres Ölçeği Geçerlilik ve<br />

Güvenirlik Çalışması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />

Bilimleri Enstitüsü, Đzmir.<br />

67


9. Ekizler H (1994). Akademisyen Hemşire Eğitimcilerinin Klinik Ortamdan Beklentileri<br />

ve Karşılaştıkları Güçlükler. THD, <strong>Cilt</strong>:44, <strong>Sayı</strong>:2, s:4-8<br />

10. Ertekin Y(1993). Stres ve Yönetim. Türkiye ve Ortadoğu Amme Đdaresi Enstitüsü<br />

Yayınları, Ankara.<br />

11. Fadıloğlu Ç, Durmaz A, Şenuzun F (1996). Klinik Eğitimde Etkin Eğitim ve Uygulama<br />

Đçin Eğitimciler Hangi Özelliklere Sahip Olmalıdır. Türk Hemşireliğinde Yüksek<br />

Öğreniminin 40. Yılı Simpozyumu Kitabı, Đzmir,s:163-171.<br />

12. Görgülü S (1990). <strong>Hemşirelik</strong> ve Đş Ortamı Stresörleri. THD, <strong>Cilt</strong>:39, <strong>Sayı</strong>:1, s:<strong>23</strong><br />

13. Güçlü N (2001). Stres Yönetimi. G.<strong>Ü</strong>. Gazi Eğitim Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:21, <strong>Sayı</strong>:1,<br />

s:91-109<br />

14. Hall DC (1977). Hemşire Öğretmenlerin Eğitimi. Tıp ve <strong>Hemşirelik</strong> Sempozyumu<br />

Kitabı, Sermet Matbaası, Đstanbul, 25-30 Eylül, s:215-219<br />

15. HĐSLĐ ŞN ( 1994). Stresle Başa Çıkma : Olumlu Bir Yaklaşım. Türk Psikologlar<br />

Derneği Yayınları: 2, Ankara.<br />

16. Hunter P, Haugton DM (1993). Nurse Teacher Stress in Northern Ireland. Journal of<br />

Advansed Nursing, <strong>Cilt</strong>.18, s:1315-1325<br />

17. Đşikhan V (2004). Çalışma Hayatında Stres ve Başaçıkma Yolları. , Sandal Yayınları,<br />

Ankara.<br />

18. Karaküçük S, Başaran Z (1997). Stresle Başa Çıkmada Rekreasyon (Boş Zamanları<br />

Değerlendirme) Faktörü, Milli Eğitim Sanat Kültür <strong>Dergisi</strong>, Milli Eğitim Basım Evi,<br />

<strong>Sayı</strong>:134, Ankara, s:63-68<br />

19. Ok S, Babacan Ş (1996). Gelecekte <strong>Hemşirelik</strong> Eğitiminden Beklentilerimiz. Türk<br />

Hemşireliğinde Yüksek Öğreniminin 40. Yılı Sempozyumu Kitabı, Đzmir,s:71-79<br />

20. Özgur G, Karalan A, Kılıç M ( 1997). Eğitimci Hemşirelerin Uygulamalı Eğitim ile<br />

Đlgili Görüşleri. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:13, <strong>Sayı</strong>:1- 3,<br />

s:33- 44<br />

21. Pektekin Ç (1990). Stres ve Stresle Başa Çıkma Yolları. <strong>Hemşirelik</strong> Bülteni, <strong>Cilt</strong>:4,<br />

<strong>Sayı</strong>:15, s:95-105<br />

22. Savaşır I, Şahin NH (1997). Bilişsel-Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık<br />

Kullanılan Ölçekler.Türk Psikologlar Derneği Yayını, Özyurt Matbaacılık, Ankara.<br />

<strong>23</strong>. Sorias S (1987). Stresle Đlgili Kavramlar ve Stresin Psikiatrik Bozukluklardaki Önemi.<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, <strong>Cilt</strong>:26, <strong>Sayı</strong>:2, s:885-889<br />

24. Tutar H (2000). Kriz ve Stres Ortamında Yönetim. Hayat Yayıncılık, Đstanbul s:<strong>23</strong>7-<br />

273<br />

25. Uğurlu N (2002). Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı ile Stresle Başaçıkma<br />

Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler.<br />

Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.<br />

26. Uysal N (1999). Stres ve Hemşirelerde Stres Faktörleri. Đnönü <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />

Hizmetleri Meslek <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, <strong>Sayı</strong>:5, s:74-79<br />

68


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 69-80, <strong>2007</strong><br />

MEME VE GASTROĐNTESTĐNAL SĐSTEM KANSERLĐ HASTALARIN<br />

DEPRESYON, AKSĐYETE VE YETĐYĐTĐMĐ DURUMLARININ<br />

BELĐRLENMESĐ<br />

DETERMINING OF THE PRESENCE OF DEPRESSION, ANXIETY AND<br />

DISABILITY OF BREAST AND GASTRO INTESTINAL SYSTEM (GIS)<br />

CANCER PATIENTS<br />

Sevgi ÖZKAN* Filiz ÖĞCE** Adalet KUTLU KOCA ***<br />

*Pamukkale <strong>Ü</strong>niversitesi Denizli Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Denizli<br />

**Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu, Bornova/Đzmir<br />

***Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Manisa Sağlık Yüksek Okulu, Manisa<br />

Anahtar Sözcükler: Kanser Hastası, Depresyon, Anksiyete, Yetiyitimi, <strong>Hemşirelik</strong><br />

Key Words: Cancer Patients, Depression, Anxiety, Disability, Nursing<br />

ÖZET<br />

Meme ve gastrointestinal sistem (GĐS) kanserli hastaların depresyon,<br />

anksiyete ve yetiyitimi durumlarının belirlenmesi ve bu durumlara etki eden<br />

faktörlerin araştırılmasıdır.<br />

Çalışmanın örneklemini kemoterapi gören, radikal mastektomili 82<br />

meme ve 41 GĐS kanseri olan 1<strong>23</strong> hasta oluşturmuştur. Katılımcılar sosyodemografik<br />

veri formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD), Kısa<br />

Yetiyitimi (KYY) ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile<br />

değerlendirilmiştir.<br />

Hastaların %75,6’sında depresyon, %59,3’ünde anksiyete riski<br />

saptanmış ve %88,6’sının değişik seviyelerde yetiyitimi yaşadıkları<br />

belirlenmiştir. GĐS kanserli hastaların hastalık süresi, ilerlemiş tümör evresi,<br />

depresyon ve anksiyete riski daha fazla görülürken, meme kanserli hastalarda<br />

yetiyitimi yaşanan gün sayısı daha fazla bulunmuştur. Meme ve GĐS kanser<br />

tanısı konulmasından sonra geçen süre arttıkça hastalardaki anksiyete ve<br />

depresyon düzeylerinin anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır. Hastanın yaşı ve<br />

hastalığın prognozu kötüleştikçe, anksiyete ve depresyon seviyelerinin<br />

artmakta olduğu ve anksiyete yükseldikçe yetiyitimi puanının da arttığı<br />

bulunmuştur. Ağır yetiyitimi yaşayan hastaların sosyal desteğinin daha az<br />

olduğu belirlenmiştir.<br />

Farklı kanser türleri ve beraberinde getirdiği tedavi uygulamaları<br />

hastaların işlevsel ve psikolojik durumlarında değişikliklere neden olmaktadır.<br />

Bu nedenle kanserli hastaların bakımında kilit noktada bulunan hemşirelerin<br />

biyo-psikososyal bütüncül yaklaşım uygulaması önemlidir.<br />

69


SUMMARY<br />

To determine the presence of depression, anxiety and disability of breast<br />

and Gastro Intestinal System (GIS) cancer patients, and to examine the factors<br />

that affect these symptoms.<br />

A total of 1<strong>23</strong> patients (82 breast cancer patients underwent radical<br />

mastectomy and 41 patients with GIS cancer) were recruited. All subjects were<br />

evaluated with the socio-demographic patient form, Hospital Anxiety and<br />

Depression Scale (HAD), Brief Disability Questionnaire (BDQ), and<br />

Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS).<br />

It was confirmed that 75,6% of patients have a risk of depression and<br />

59,3% of them have a risk of anxiety, and it was determined that 88,6% of the<br />

patients live with some level of disability. Statically significant increase in the<br />

risk of depression and anxiety was observed with an increased of the illness<br />

period and advanced disease of GIS cancer patients was obtained. And disability<br />

time was found high in breast cancer patients. In addition, anxiety and<br />

depression levels were decreased in both groups as the time of diagnosis<br />

increase. It was also found that anxiety and depression levels were increased<br />

by increasing age and advanced disease. The disability score was found high<br />

when anxiety has increased. Having a low level of social support was present in<br />

patients who had heavy disability.<br />

Different cancer diagnoses with their treatment may impact the functional<br />

and psychological aspects of the patients. Therefore it is important to give biopsychosocial<br />

holistic approach to cancer patients by the nurses who play a key<br />

role.<br />

GĐRĐŞ<br />

Kanser tanısıyla başlayan psikolojik sarsıntı, uzun süren ve<br />

defalarca hastaneye yatmayı gerektiren kemoterapi sürecinde de<br />

artarak devam etmektedir. Hastalığın farkına varma, hastaneye yatma<br />

dönemlerinde günlük yaşantının kesintiye uğraması ve kemoterapinin<br />

yan etkileri gibi pek çok faktör hastanın psikolojisini olumsuz<br />

etkilemektedir. Yapılan çalışmalarda, kanser hastalarında %29–47<br />

oranında tanı konacak düzeyde ruhsal bozukluk varlığı ve depresyon ve<br />

anksiyetenin sıklıkla yaşanan psikiyatrik problemler olduğu belirtilmiştir<br />

(Ateşçi ve ark. 2003, Friedman ve ark. 2005, Wong-Kim ve Bloom 2005).<br />

Yeni tanı konmuş meme kanserli kadınlarda depresyon prevalansı<br />

%10–32 arasında olup (Wong-Kim ve Bloom 2005), mastektomi sonrası<br />

tanılanan depresyon ve anksiyete oranı ise %22 olarak rapor edilmiştir<br />

(Simpson ve ark. 2002). Hastanın tedaviye uyumunu ve hastanede kalış<br />

süresini etkilemesi bakımından depresyon ve anksiyete gibi önemli<br />

psikolojik bozuklukların sinyallerinin erken tanılanması önemlidir.<br />

Kadın hastalar üzerinde yapılan bir araştırmada, tedavi edilmeyen<br />

depresyonun yaşam kalitesinde düşmeye neden olduğu ve buna bağlı<br />

olarak kadınların hastalanmadan önceki aktivitelerini yapmada<br />

70


zorlandıkları belirtilmiştir (Wong-Kim ve Bloom 2005). Bir başka<br />

çalışmada, depresyondaki hastaların dayanılabilecek düzeydeki ağrıya<br />

daha fazla tepki verdikleri belirtilmiştir (Snaith 2003).<br />

Kanser hastalarında anksiyete ve depresyonu önlemede sosyal<br />

destek oldukça önemlidir, zira değişik tipteki kanserli hastalarla yapılan<br />

bir araştırmada; tanı konduktan bir yıl sonra psikolojik bozukluk<br />

görülme oranı % 31,8 bulunurken, aynı grupta depresyon tanısı konan<br />

hastaların sosyal destek puanlarının düşük olduğu görülmüştür<br />

(Simpson ve ark. 2002).<br />

Kanser hastalarının psikolojilerini olumsuz etkileyen diğer bir<br />

boyut, işlevsel durumdaki bozulma ya da yetiyitimidir. Yetiyitimi “bir<br />

etkinliği, kişi için normal kabul edilen sınırlarda veya biçimde<br />

yapabilmede, bir kısıtlama ya da kayıp” olarak tanımlanmaktadır.<br />

Bedensel olarak, hareket ve motor aktivitelerin gerçekleştirilmesiyle<br />

ilgili; sosyal olarak da tanımlanmış bir sosyal rol bağlamında beklenen<br />

etkinliklerin ve gözlenebilir davranışların yerine getirilmesinde bir<br />

yetersizlik söz konusu olmaktadır (Kaplan 1995). Genel tıbbi<br />

durumlarda yetiyitiminin fiziksel sınırlılık nedeniyle yaşandığı, ancak<br />

olaya ruhsal bozuklukların birlikte olduğu durumlar da eklenirse<br />

birçok alanda yetiyitimi yaşandığı belirtilmektedir (Şentürk ve Sağduyu<br />

2004). Bu bağlamda düşünüldüğünde kanser hastaları hem bedensel<br />

hem de sosyal anlamda yetiyitimi yaşamaktadırlar.<br />

Modern kanser tedavisinde hastanın tedaviye uyumu ve tedavinin<br />

başarısını arttırmak için psikososyal ihtiyaçlarını ve yetiyitimi durumlarını<br />

göz ardı etmemek gerekir. Bu nedenle, öncelikle hastanın psikolojik<br />

durumunun iyi değerlendirilerek, depresyon ve anksiyete varlığının ve<br />

şiddetinin belirlenmesi kanser tedavisinin göz ardı edilmemesi gereken<br />

bir bölümünü oluşturmaktadır. Sağlık ekibi ve ailenin birlikte hareket<br />

etmesi gereken bir tedavi yaklaşımını zorunlu kılan kanserde, hastalara<br />

sosyal destek bağlamında; hastalık süreciyle ilgili bilgilendirme<br />

aşamasında sağlık ekibinin, duygusal destek anlamında da ailearkadaş<br />

desteğinin özümsenmeyecek bir yeri vardır. Sağlık ekibinde<br />

hasta bakımından birebir sorumlu olan hemşirelerin hastanın ruhsal<br />

değişimleri açısından dikkatli olmaları ve aile ile işbirliği yapmaları<br />

normalden sapmaların erken fark edilmesini sağlayacaktır.<br />

Kadınlarda en sık görülen kanser olmasının yanı sıra, dişiliği ve<br />

cinselliği sembolize eden organa tehdit oluşturmasından dolayı meme<br />

kanseriyle ilgili fizyolojik ve psikososyal açıdan pek çok çalışma<br />

yapılmış ve hastalığın psikolojik etkilerinin tedavi sürecine etkisi açıkça<br />

belirtilmiş (Friedman ve ark.2005, Makabe ve Nomizu 2006, Montazeri<br />

ve ark. 2000) olmasına rağmen yetiyitimi yönünden konu pek<br />

incelenmemiştir. Gastrointestinal sistem kanserlerinin psikolojik<br />

yönüyle ilgili az sayıda yapılmış çalışma vardır (Matsushita ve ark.<br />

71


2005). Bu nedenle çalışmamızda ülkemiz kadınlarında en sık görülen<br />

iki kanser türü olan meme ve mide kanseri ele alınmış ve mide sistem<br />

bazında düşünülerek GĐS olarak genellenmiştir (TC Sağlık Bakanlığı<br />

Kanserle Savaş Daire Başkanlığı Yayını 2002). Meme ve GĐS kanseri<br />

tanısı almış kemoterapi alan bayan hastalardaki depresyon, anksiyete<br />

ve yetiyitimi durumlarının belirlenmesi ve depresyon, anksiyete ve<br />

yetiyitimi ile ilişkili olabilecek etmenlerin incelenmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM<br />

Araştırma kesitsel tipte planlanmıştır. Örneklemini, Pamukkale<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi<br />

Hastanesi ve Celal Bayar <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma<br />

Merkezi Onkoloji bölümlerinde Ocak 2005- Haziran 2006 tarihleri<br />

arasında kemoterapi gören, yatarak veya ayaktan tedavi edilen meme<br />

(radikal mastektomili) ve gastrointestinal sistem (GĐS) kanseri olan<br />

hastaların tamamı oluşturmuştur. Okur-yazar olmayan, görüşme veya<br />

test uygulamasına engel olacak düzeyde bilişsel işlev bozukluğu<br />

gösteren terminal dönemdeki hastalar çalışma dışında bırakılmıştır.<br />

Hastalara çalışma hakkında bilgi verilmiş ve çalışmaya katılmayı kabul<br />

eden 82 meme kanseri, 41 GĐS kanseri nedeniyle kemoterapi gören 1<strong>23</strong><br />

kadın çalışma grubunu oluşturmuştur. Veri formları araştırmacılar<br />

tarafından Đzmir, Manisa ve Denizli illeri Tıp Fakültesi Hastanelerinde<br />

yukarıda belirtilen tarihlerde eş zamanlı toplanmıştır. Çalışma için<br />

üniversitelerin Etik Kurul’larından izin alınmıştır.<br />

Kullanılan Ölçekler;<br />

Sosyodemografik Veri ve Bilgi Toplama Formu: Bu formda<br />

hastanın sosyodemografik özellikleri (yaş, eğitim düzeyi, medeni<br />

durum, meslek) ve hastalığına yönelik bilgileri sorgulanmaktadır.<br />

Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD, Hospital Anxiety<br />

and Depression Scale): Bedensel hastalığı olan hastalar ve birinci<br />

basamak sağlık hizmetine başvuranlarda anksiyete ve depresyon<br />

yönünden riski belirlemek, düzeyini ve şiddet değişimini ölçmek<br />

amacıyla geliştirilmiş bir kendini değerlendirme ölçeğidir (Zigmond ve<br />

Snaith 1983). Soruların içeriği hastanın hayattan zevk alması, endişe<br />

ve gerginlik duygusu, dış görünüşüne ve çevresinde olup bitenlere<br />

ilgisini, şimdiki ve geçmişteki haliyle karşılaştırarak sonuca ulaşmaya<br />

yönelik olarak düzenlenmiştir. Türkçeye çevrilmiş, geçerlilik ve<br />

güvenilirlik çalışması yapılmıştır (Aydemir ve ark. 1997). Ölçekte,<br />

anksiyete (HAD-A) ve depresyon (HAD-D) alt ölçeklerini içeren toplam<br />

14 soru vardır. Bunların yedisi (tek sayılar) anksiyeteyi ve diğer yedisi<br />

(çift sayılar) depresyonu ölçmektedir. Dörtlü Likert tipi ölçüm sağlar.<br />

Türkiye’de yapılan çalışma sonunda anksiyete alt ölçeği için kesme<br />

puanı 10, depresyon alt ölçeği için ise 7 bulunmuştur. Buna göre bu<br />

72


puanların üzerinde alanlar risk grubu olarak değerlendirilirler.<br />

Hastaların her iki alt ölçekten alabilecekleri en düşük puan 0, en<br />

yüksek puan 21’dir. HAD bedensel belirtilere ilişkin madde içermemesi<br />

nedeniyle tercih edilmiştir (Aydemir ve ark. 1997).<br />

Kısa Yetiyitimi Anketi (KYY)<br />

Bedensel ve sosyal yetiyitimini değerlendirmek üzere, Genel<br />

Sağlık Taraması Kısa Formu’ndaki (Stewart ve ark. 1988) yetiyitimine<br />

ilişkin sorular temel alınarak geliştirilmiştir. Türkçe’ye çevrilmiş ve<br />

test-tekrar test güvenilirlik çalışması yapılmıştır (Kaplan 1995). Son bir<br />

aylık dönemin değerlendirildiği KYY 11 sorudan oluşur. Ayrıca son bir<br />

ay içinde günlük işlerin aksatıldığı ve yatakta geçirilen günlerin<br />

sayısının soruşturulduğu iki madde içermektedir. Bedensel ve sosyal<br />

alandaki yetiyitimi 0 (hiç), 1 (bazen ya da biraz) veya 2 (her zaman ya<br />

da oldukça) olarak puanlandırılır ve bunların toplanması ile yetiyitimi<br />

toplam puanları elde edilir. 0-4: yetiyitimi yok, 5-7: hafif yetiyitimi, 8-<br />

12: orta düzeyde yetiyitimi, 13 ve üstü: ağır düzeyde yetiyitimi olarak<br />

değerlendirilir.<br />

Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği:<br />

Zimet ve arkadaşları tarafından 1988 yılında aile, arkadaş ve<br />

önemli bir kişi ya da özel bir kişi gibi üç kaynaktan oluşan sosyal<br />

desteğin yeterliliğini değerlendirmek için geliştirilmiştir. Toplam 12<br />

maddeden oluşan ölçeğin her bir dört maddeyi içeren üç alt boyutu<br />

vardır. Likert tipi olan ölçekte her madde 1’den (kesinlikle hayır) 7’e<br />

(kesinlikle evet) kadar puanlanmaktadır. Alt boyut toplam puanlarının<br />

toplanması ile ölçeğin toplam puanı hesaplanmaktadır. Elde edilen<br />

puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu<br />

göstermektedir (Zimet ve ark. 1988)<br />

<strong>Ü</strong>lkemizde daha önce farklı hasta grupları, üniversite öğrencileri<br />

ve normal populasyonda yapılan çalışmalarda bu ölçeğin geçerli ve<br />

güvenilir olduğu saptanmıştır (Eker ve Arkar 1995).<br />

Đstatistiksel değerlendirmeler<br />

Verilerin analizinde frekans ve ortalama dağılımlar alınmış,<br />

karşılaştırmalı tablolarda ki-kare, t-testi ve tek yönlü Anova testleri<br />

kullanılmıştır. Çalışma verilerinin analizinde SPSS 11.0 paket programı<br />

kullanılmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Çalışmaya katılan 82 (%66,7) meme kanseri, 41 (%33,3) GĐS<br />

kanseri nedeniyle kemoterapi alan kadınların yaş ortalaması 52,69<br />

(SS:11,71) dur. Hastaların %75,6’sında (n=93) depresyon riski,<br />

+%59,3’ünde (n=73) ise anksiyete riski olduğu belirlenmiştir.<br />

73


Hastaların yetiyitimi puanları incelendiğinde; %11,4’ünün (n=14)<br />

yetiyitimi yaşamadığı, %14,6’sının (n=14) hafif, %39,8’inin (n=49) orta,<br />

%34,1’inin (n=42) ise ağır yetiyitimi yaşadığı saptanmıştır.<br />

Tablo 1: Meme ve GĐS Kanserli Olan Kadınların Demografik ve Diğer Özellikleri<br />

Değişkenler<br />

Yaş ortalaması a<br />

Hastalık süresi (ay) a<br />

Anksiyete (ort) a<br />

Depresyon (ort) a<br />

Kısa yetiyitimi(top.) a<br />

Yetiyitimi olan gün a<br />

Yatakta geçen gün a<br />

Sosyal destek (top) a<br />

Hastalık Evresi b<br />

Lokalize<br />

Đlerlemiş<br />

Bölgesel<br />

Metastaz<br />

Eğitim düzeyi b<br />

Đlkokul ve altı<br />

Ortaokul ve üstü<br />

Medeni durum b<br />

Evli<br />

Bekar/ boşanmış/ dul<br />

Çalışma durumu b<br />

Çalışmıyor<br />

Çalışıyor<br />

Meme(n=82)<br />

Ort.(ss)<br />

52,40(12,11)<br />

5,14 (2,39)<br />

9,61 (5,08)<br />

9,13 (5,02)<br />

10,68 (5,03)<br />

13,28(12,90)<br />

6,09(9,42)<br />

64,85(15,81)<br />

n (%)<br />

25(73,5)<br />

10(40,0)<br />

24(85,7)<br />

<strong>23</strong>(63,9)<br />

58(69,0)<br />

24(61,5)<br />

63(65.6)<br />

19(70,4)<br />

45(61,6)<br />

37(70,4)<br />

a: Đstatistiksel analizde independent t-test uygulanmıştır.<br />

b: Đstatistiksel analizde X 2 testi kullanılmıştır.<br />

GIS(n=41)<br />

Ort.(ss)<br />

53,26(11,00)<br />

45,82(41,80)<br />

13,24 (4,67)<br />

12,37 (4,69)<br />

11,13 (5,83)<br />

8,02(10,92)<br />

6,65(12,99)<br />

64,53(14,82)<br />

n (%)<br />

9(26,5)<br />

15(60,0)<br />

4(14,3)<br />

13(36,1)<br />

26(31,0)<br />

15(38,5)<br />

33(34,4)<br />

8(29,6)<br />

28(38,4)<br />

13(26,0)<br />

p değeri<br />

0,692<br />

0,000<br />

0,000<br />

0,001<br />

0,674<br />

0,027<br />

0,806<br />

0,913<br />

0,004<br />

0,267<br />

0,414<br />

0,108<br />

Tablo 1’de meme ve GIS kanseri olan kadınların demografik ve<br />

diğer özellikleri verilmiştir. Her iki kanser grubunda hastaların yaşları<br />

arasındaki fark anlamlı değildir (p0,05). Kanser tipi ile hastalık süresi,<br />

hastalık evresi, depresyon, anksiyete ve yetiyitimi olan gün sayısı arasında<br />

anlamlı farklar bulunmuştur (p


Tablo 2: Meme ve GĐS Kanserli Hastalarda Hastalık Verileri ve Diğer Sosyo-Demografik<br />

Değişkenler<br />

Değişkenlerin Yetiyitimi, Anksiyete ve Depresyona Etkisi<br />

Tanı yılı a<br />

1 yıl altı (n=82)<br />

1 yıl ve üstü (n=41)<br />

Tümör sınıflaması b<br />

Lokalize<br />

n=34)<br />

Đlerlemiş<br />

(n=25)<br />

Bölgesel<br />

(n=28)<br />

Metastatik(n=36)<br />

Yaş grupları b<br />

40 yaş üstü (n=21)<br />

41-55 yaş (n=54)<br />

56 yaş ve üstü (n=48)<br />

Eğitim düzeyi a<br />

Đlkokul ve altı<br />

(n=84)<br />

Ortaokul ve üstü (n=39)<br />

Medeni durum a<br />

Evli<br />

(n=96)<br />

Bekar/dul/boşanmış (n=27)<br />

Çalışma durumu a<br />

Çalışmayan<br />

(n=73)<br />

Çalışan<br />

(n=50)<br />

Kısa<br />

yetiyitimi<br />

10,68(5,03)<br />

11,13(5,83)<br />

9,70(4,89)<br />

10,09(6,28)<br />

12,09(4,38)<br />

11,44(5,46)<br />

10,00(5,03)<br />

10,19(5,35)<br />

11,91(5,25)<br />

10,97(5,08)<br />

10,52(5,77)<br />

10,31(5,30)<br />

12,69(4,89)<br />

10,32(5,15)<br />

11,57(5,44)<br />

Anksiyete Depresyon p değeri<br />

11,58(5,49)<br />

9,33(4,24)<br />

9,68 (5,<strong>23</strong>)<br />

14,87(3,97)<br />

9,32 (5,<strong>23</strong>)<br />

10,29(4,64)<br />

10,<strong>23</strong>(5,19)<br />

9,56(4,54)<br />

12,52(5,53)<br />

10,94(5,22)<br />

10,58(5,22)<br />

10,98(5,37)<br />

10,30(4,59)<br />

11,28(4,85)<br />

10,17(5,67)<br />

a Đstatistiksel analizde independent t-test uygulanmıştır.<br />

b Đstatistiksel analizde oneway Anova testi uygulanmıştır.<br />

10,94(5,45)<br />

8,82(4,04)<br />

8,85(5,06)<br />

14,64(3,85)<br />

8,29(4,30)<br />

9,99(4,87)<br />

10,27(4,78)<br />

8,78(4,64)<br />

11,86(5,34)<br />

10,41(5,27)<br />

9,84(4,78)<br />

10,33(5,43)<br />

9,90(3,83)<br />

10,37(5,02)<br />

10,03(5,28)<br />

KYY<br />

0,674<br />

A<br />

0,0<strong>23</strong><br />

D<br />

0,030<br />

0,253 0,000 0,000<br />

0,192 0,013 0,009<br />

0,677 0,724 0,555<br />

0,034 0,514 0,645<br />

0,204 0,262 0,715<br />

Hastalık verileri ve sosyodemografik değişkenlerin KYY, anksiyete<br />

ve depresyon üzerine etkileri Tablo 2 de verilmiştir. Hastalık süresi 1<br />

yılın altında olan kadınların, depresyon (p= 0,030) ve anksiyete (p=0,0<strong>23</strong>)<br />

puan ortalamaları anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Hastalık<br />

süresi ile yetiyitimi arasında ise anlamlı bir ilişki saptanmamıştır<br />

(p0,05).<br />

Tümör sınıflamasının KYY, depresyon ve anksiyeteye etkisi<br />

incelendiğinde; depresyon (p=0,000) ve anksiyete (p=0,000) riski ileri<br />

derecede anlamlı bulunmuştur. Yapılan ileri analizde; ilerlemiş evrede<br />

tümörü olan hastaların, lokalize (p=0,000), bölgesel (p=0,000) ve<br />

metastatik (p=0,002) evrede tümörü olan hastalara göre anksiyete<br />

puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Aynı şekilde tümörü<br />

ilerlemiş evrede olan hastaların depresyon puan ortalamaları, tümörü<br />

lokalize (p=0,000), bölgesel (p=0,000) ve metastatik (p=0,001) evrede<br />

olanlara göre daha yüksek bulunmuştur.<br />

Yaşın KYY, depresyon ve anksiyete riskine etkisi incelendiğinde;<br />

yaşın yetiyitimi ile ilişkili olmadığı, depresyon (p=0,009) ve anksiyete<br />

(p=0,013) riskinin ise ilişkili olduğu belirlenmiştir. Yapılan ileri<br />

analizde, 41-55 yaş arasında olan kadınlarda, 56 yaş ve üstünde olan<br />

kadınlara göre depresyon (p=0,006) ve anksiyete (p=0,011) puan<br />

ortalamaları daha yüksek ve aradaki fark anlamlı bulunmuştur.<br />

75


Eğitim, medeni ve çalışma durumunun KYY, depresyon ve anksiyete<br />

riskine etkisi araştırıldığında ise anlamı bir fark belirlenmemiştir<br />

(p0,05).<br />

Tablo 3: Anksiyete ve Depresyon Riski Olan ve Olmayan Hastaların, KYY Toplam Puanı,<br />

Yetiyitimi Olan Gün ve Yatakta Geçen Gün Ortalamaları<br />

Anksiyete Riski Depresyon Riski p değeri<br />

Var (n:73) Yok (n:50) Var (n:93) Yok (n:30) A D<br />

KYY toplam puanı 11,98(5,45) 10,04(5,06) 10,96(5,31) 10,43 (5,29) 0,049 0,640<br />

Yetiyitimi olan<br />

gün<br />

12,98(13,16) 9,40(11,20) 11,84(12,77) 10,53 (11,68) 0,118 0,602<br />

Yatakta geçen gün 6,10 (10,07) 6,54(11,60) 6,66(11,19) 5,10 (9,04) 0,828 0,441<br />

KYY: Kısa yetiyitimi A: Anksiyete D: Depresyon<br />

Đstatistiksel analizde independent t testi kullanılmıştır.<br />

Günlük işlerin aksatıldığı gün sayısı ve yatakta geçen gün sayısı<br />

ile anksiyete ve depresyon riski olan ve olmayan gruplar arasında<br />

anlamlı fark bulunmamıştır (p0,05) (Tablo 3). KYY toplam puanı<br />

anksiyete riski olan grupta olmayana göre anlamlı şekilde fazla iken<br />

(p=0,049), depresyon riskinde anlamlı fark bulunmamıştır.<br />

Tablo 4: Sosyal Desteğin Anksiyete, Depresyon ve KYY'ne Etkisi<br />

Sosyal destek toplam puanı p değeri<br />

Anksiyete riski a<br />

Yok (n=50) 63,76(16,25) 0,559<br />

Var (n=73) 65,42(14,91)<br />

Depresyon riski a<br />

Yok (n=30) 66,17(13,34)<br />

Var (n=93) 64,28(14,08) 0,562<br />

Kısa yetiyitimi b<br />

Yok (n=14) 75,01( 3,87) 0,024<br />

Hafif(n=18) 64,06(13,79)<br />

Orta (n=49) 65,52 (14,26)<br />

Ağır (n=42 60,71 (18,24)<br />

a Đstatistiksel analizde independent t testi kullanılmıştır.<br />

b Đstatistiksel analizde oneway Anova testi kullanılmıştır.<br />

Sosyal desteğin anksiyete, depresyon ve KYY’ne etkisi incelendiğinde;<br />

sosyal desteğin anksiyete ve depresyon gruplarında fark yaratmadığı<br />

(p0,05), ağır yetiyitimi olan hastaların hiç yetiyitimi olmayan hastalara<br />

göre düşük sosyal destek puanına sahip oldukları ve aradaki farkın<br />

anlamlı olduğu belirlenmiştir (p=0.024) (Tablo 4).<br />

TARTIŞMA<br />

Çalışmaya katılan meme kanserli ve GĐS kanserli hastaların yaş<br />

ortalamaları arasında anlamlı bir fark belirlenmemiştir. Ancak GĐS<br />

kanserlerinde hastalık sürecinin meme kanserli hastalara göre oldukça<br />

76


uzun olduğu, tümör sınıflamasına göre ilerlemiş evrede bulunan hasta<br />

sayısının ise anlamlı şekilde fazla olduğu belirlenmiştir. Bu süreç GĐS<br />

kanserli hastaların depresyon ve anksiyete düzeylerine de yansımış ve<br />

anlamlı olarak daha yüksek belirlenmiştir. GĐS kanserli hastaların<br />

yetiyitimi toplam puanları anlamlı olmamakla birlikte, meme kanserli<br />

hastalara göre daha yüksektir. Bunun yanında meme kanserli hastaların<br />

yetiyitimi gün sayıları daha yüksek bulunmuştur. Đki grup arasında<br />

yatakta geçirdikleri gün sayısı ve sosyal destek puanları açısından<br />

belirgin bir fark yoktur. Meme ve GĐS kanserli hastaların tanı yılı “bir<br />

yıl ve üstü” olanların yetiyitimi puanlarında artış, anksiyete ve<br />

depresyon puanlarında anlamlı bir azalma göze çarpmaktadır.<br />

GĐS kanserli hastalarda yapılan bir çalışmada; orta yaş ve<br />

kemoterapi alanlarda, yaşlı ve kemoterapi almayanlara göre anksiyete<br />

puanları, kemoterapi alanlarda da almayanlara göre depresyon seviyeleri<br />

daha yüksek bulunmuştur. Kanserli hastalarda psikolojik sorunlar<br />

daha fazladır; majör depresyonun %7, yetiyitimi ve ağrı düzeylerinin<br />

%20-25 oranında arttığı ifade edilmektedir (Matsushita ve ark. 2005).<br />

Bizim çalışmamızda depresyon riski (%75,6) ve yetiyitimi (%88.5)<br />

oranları yüksek bulunmuştur. Bu sonuçlar kemoterapi alan hastaların<br />

depresyon ve yetiyitimi düzeylerinin izlenmesi ve sürekli destek<br />

sağlanması gerektiğini göstermektedir.<br />

Montazeri ve arkadaşları (2000), meme kanseri tanısı öncesi ve<br />

sonrasında hastaların %48’inin şiddetli anksiyete yaşadığını bildirmişlerdir.<br />

Çalışmamızda da benzer şekilde anksiyete riski %48,1 oranında<br />

bulunmuştur.<br />

Kızılcı (1999), kemoterapi alan kanserli hastalar ve yakınlarının<br />

yaşam kalitesi’ne ilişkin çalışmasında; GĐS kanserli hastaların yaşam<br />

kalitelerini meme, akciğer kanseri, lenfoma ve jinekolojik kanserlere göre<br />

daha düşük bulmuştur. Bizim çalışmamızda da GĐS kanserli hastalarda<br />

depresyon, anksiyete düzeyleri ile yetiyitimi puanları meme kanserli<br />

hastalara göre daha yüksek bulunmuştur. GĐS kanserli hastaların tanı,<br />

tedavi süreçlerinin uzun sürmesi ve yapılan uygulamalar ve ortaya<br />

çıkan komplikasyonlar (beslenme yetersizliği gibi) nedeniyle meme<br />

kanserli hastalara göre daha fazla anksiyete ve depresyon yaşamaları<br />

nedeniyle, bu hastaların bakım ve tedavi süreçlerinde psikolojik<br />

yönlerinin de önemsenmesi ve destek olunması gerekmektedir.<br />

Çalışmamızda, hastalığı lokal olan hastaların yetiyitimi, anksiyete ve<br />

depresyon düzeyleri, ilerlemiş ve metastatik olanlara göre oldukça<br />

düşük bulunmuş ve hastalığı ilerlemiş hastaların anksiyete ve depresyon<br />

puanlarında lokalize olanlara göre anlamlı fark elde edilmiştir. Kanserin<br />

evresi ilerledikçe yetiyitimi puanlarında anlamlı olmamakla birlikte<br />

yükselme görülmüştür.<br />

77


10.056 meme kanserli kadından alınan örneklemde (n=349) ve<br />

kontrollü bir çalışmada; mental, sosyal ve psikolojik iyilik hali ve<br />

fiziksel fonksiyon durumları değerlendirilmiş ve kontrol grubuyla bu<br />

açılardan fark olmadığı ancak kanser grubuna yapılan bazı tıbbi<br />

uygulamaların aktiviteleri kısıtladığı saptanmıştır. Kanserli grupta<br />

durumu ilerlemiş hastalarda mental sağlık ve fiziksel fonksiyonlarda<br />

kısıtlılık görülmüştür. Đleri yaş hastalarında her iki grup için de ilaç<br />

uygulamalarının çok olması, yapılan tanılama yöntemlerine bağlı<br />

olarak aktivitelerde sınırlılıkların yaşandığını, bunun yanı sıra mental<br />

ve iyilik hallerinin daha iyi olduğunu bildirmişlerdir. Hastalığı ilerlemiş<br />

genç hastalarda psikolojik destek verirken, yaşlılarda ise ciddi tıbbi ve<br />

fiziksel zorluklar yaşandığı belirlenmiştir (Vinokur ve arkadaşları 1989).<br />

Çalışmamızda da hastaların yaşının ilerlemesinin anksiyete ve<br />

depresyon puanlarında artışa neden olduğu görülmüştür.<br />

Kanserli hastalarda hem tedavi ve bakım hem de hastalığın<br />

algılanmasında, hastalığın bulunduğu evre belirleyici olmaktadır.<br />

Çünkü tümörün evresi kişinin yaşam süresine doğrudan etki etmekle<br />

birlikte, ileri dönemde tedavi ve bakım amaçlı yapılan girişimler ve<br />

hastanede kalma sürelerinde meydana gelen uzamayı da beraberinde<br />

getirmektedir. Bu nedenle ileri evrede bulunan hastaların anksiyete ve<br />

depresyon seviyelerinde yükselme görülmektedir. Matsushita ve<br />

arkadaşlarının (2005); GĐS kanserli hastaların anksiyete ve depresyon<br />

düzeylerinin hem kontrol hem de deney gruplarında ileri evrede<br />

olanlarda daha yüksek olduğunu ve 6 ay sonrasına kadar bile ameliyat<br />

öncesi dönemdeki düzeyine dönmediğini bildirmişlerdir. Depresyon<br />

seviyelerinde ameliyat öncesinden taburculuk öncesine kadar olan<br />

dönemde artış meydana geldiği, anksiyete düzeylerinde ise değişiklik<br />

olmadığını bulmuşlardır.<br />

Çalışmamızda, istatistiksel açıdan anlamlı olmasa da, çalışan<br />

hastaların yetiyitimi puanlarının, çalışmayanların ise anksiyete puanlarının<br />

daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ancak yetiyitimi, anksiyete ve<br />

depresyon seviyelerinde çalışan ve çalışmayan hastalar açısından bir<br />

fark bulunmamıştır. Bir çalışmada, GĐS kanserli hastalardan çalışan<br />

kesimi oluşturan memur/işçi grubunun yaşam kalitesi daha yüksek<br />

bulunmuştur (Kızılcı 1999). Bu durum, aktif çalışma yaşamlarına<br />

sahip olan hastaların hastalık durumlarına sürekli odaklanmalarını<br />

önlediğini göstermektedir.<br />

Simpson ve arkadaşları (2002), 89 meme kanserli kadına psikolojik<br />

destek eğitimi vermişler; eğitim öncesi, bir yıl sonrası ve iki yıl<br />

sonrasını değerlendirerek psikiyatrik ölçümlerle sosyal destek arasında<br />

güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Bu hastalarda görülen<br />

psikiyatrik sorunların başlangıcındaki sosyal desteğin sonraki dönemlerden<br />

daha iyi olduğunu belirlemişlerdir. Wonghongkul ve arkadaşları (2006),<br />

tanı süreleri 3 yıldan az olan meme kanserli hastaların durumları ile başa<br />

çıkmak için en çok “sosyal destek”i kullandıklarını bildirmişlerdir. Bu<br />

78


çalışmaların aksine bizim çalışmamızda Makabe ve Nomizu’nun (2006)<br />

çalışmasına benzer olarak meme kanserli hastalarda sosyal destek ile<br />

hastaların psikolojik durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir<br />

fark bulunmamıştır. Ağır yetiyitimi olan hastaların olmayanlara göre<br />

sosyal destek puanları ise düşük bulunmuştur. Tüm bu bulgular<br />

hastalardaki sosyal destek açığını ortaya çıkarmaktadır ve bu konuda<br />

onkoloji hemşirelerinin hasta yakınlarının farkındalığını arttırmak için<br />

eğitim vermeleri önemlidir.<br />

Çalışmaya katılan hastaların eğitim düzeylerine göre, yetiyitimi,<br />

anksiyete ve depresyon seviyeleri arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.<br />

Eğitim düzeyinin kanserli hastanın yaşadığı psikolojik sürece etkisi<br />

olmadığı bulunmuştur. Solak ve Başer (2003) çalışmasıyla bulgularımız<br />

uyumludur.<br />

Çalışmamızda medeni duruma göre değerlendirme yapıldığında;<br />

evli olan hastaların bekar/dul/boşanmış olanlara göre daha az yetiyitimi<br />

yaşadıkları bulunmuştur. Anksiyete ve depresyon puanlarında ise<br />

medeni duruma göre anlamlı bir fark belirlenmemiştir. Bu durum, evli<br />

olan hastaların sorumluluklarının fazla olduğu dikkate alındığında;<br />

hastalık durumunda dahi sorumluluklarını yerine getirmek zorunda<br />

oldukları düşüncesiyle açıklanabilir. Ancak sosyal destek puanı yüksek<br />

olan hastaların yetiyitimi yaşamadıkları, sosyal destek puanı düşük<br />

olanların ise daha fazla ağır yetiyitimi yaşadıkları dikkate alındığında<br />

bu sonuç; evli olanların kalabalık bir aile ortamı içinde daha fazla sosyal<br />

desteğe sahip olmaları ve böylelikle daha az yetiyitimi yaşamaları ile<br />

açıklanabilir.<br />

Anksiyete riski olan hastaların yetiyitimi puanları arasında anlamlı<br />

fark saptanmıştır. Bu bulgu anksiyete durumunun artmasının yetiyitimine<br />

neden olabileceğini düşündürmektedir. Hastalık durumuna bağlı ve<br />

özellikle kanserli hastalarda anksiyetenin artması fiziksel yetersizliği de<br />

arttırabilmektedir.<br />

SONUÇ<br />

Kanser tanısı, tedavi ve bakım süreci bireylerin yaşamında zor<br />

atlatılabilecek bir kriz yaratmaktadır. Hastaların krizle baş edebilmelerini<br />

sağlamak amacıyla; tedavideki ilerlemeler ışığında kanserin baş edilebilir<br />

bir hastalık olduğunun algılanması sağlanarak, kanserli hastalara<br />

biyopsikososyal bütüncül yaklaşımın uygulanması önerilmelidir. Bu<br />

bağlamda hastalığın seyrini zorlaştıracak depresyon, anksiyete ve yetiyitimi<br />

belirti ve bulgularının erken tanılanması, hastalara verilebilecek destek<br />

sistemleri, kültürel tutum, kişilik yapısı ve baş edebilme gücü gibi<br />

faktörlerin dikkatle ele alınması oldukça önemlidir. Modern kanser<br />

tedavisinde multidisipliner çalışma kapsamında onkoloji hemşirelerinin,<br />

hasta ve yakınlarına yönelik depresyon, anksiyete ve yetiyitimi belirtileri ile<br />

yeterli sosyal destek sağlama konularında yönlendirici olmaları önerilebilir.<br />

79


KAYNAKLAR<br />

1. Ateşci FÇ, Oğuzhanoğolu NK, Baltalarlı B ve ark (2003). Kanser hastalarında<br />

psikiyatrik bozukluklar ve ilişkili etmenler. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 14: 2, 145-152.<br />

2. Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L ve ark (1997). Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği<br />

Türkçe formunun geçerlilik ve Güvenilirliği. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 8, 280-287.<br />

3. Eker D, Arkar H (1995). Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeğinin faktör yapısı<br />

geçerlilik ve güvenilirliği. Türk Psikoloji <strong>Dergisi</strong>.,10: 34, 45-55.<br />

4. Friedman LC, Kalidas M, Elledge R ve ark (2005). Optimism, social support and<br />

psychosocial functioning among women with breast cancer, Psycho-Oncology,<br />

http// www.interscience.wiley.com.<br />

5. Kaplan Đ (1995). Yarıkırsal bir sağlık ocağına başvuran hastalarda ruhsal<br />

bozuklukların yetiyitimi ile ilişkisi. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 6: 3, 169-179.<br />

6. Kızılcı S (1999). Kemoterapi Alan Kanserli Hastalar ve Yakınlarının Yaşam Kalitesini<br />

Etkileyen Faktörler. C. <strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 3: 2, 18-26.<br />

7. Makabe R, Nomizu T (2006). Social support and psychological and physical states<br />

among Japanese patients with breast cancer and their spouses prior to surgery.<br />

Oncol Nurs Forum. 3; 33(3), 651-655.<br />

8. Matsushita T, Matsushima E, Maruyama M (2005). Anxiety and depression of<br />

patients with digestive cancer. Psychiatry and Clinical Neurosciences, 59, 576-583.<br />

9. Montazeri A, Harirchi I, Vahdami M ve ark (2000). Anxiety and depression in Iranian<br />

breast cancer before and after diagnosis. European Journal of Cancer Care, 9, 151-<br />

157.<br />

10. Simpson JS, Carlson LE, Beck CA, ve ark (2002). Effecs of a brief intervention on<br />

social support and psychiatric morbidity in breast cancer patients. Psycho-<br />

Oncology, 11, 282-294.<br />

11. Snaith RP (2003). The hospital anxiety and depression scale. Health and Quality of<br />

Life Outcomes, 1, 29. http://www.hqlo.com/content/1/1/29.<br />

12. Solak M, Başer G (2003). Meme ve Meme Dışı kanserli Kadın Hastaların<br />

Umutsuzluk ve Yaşam Kalitesi Düzeylerinin Đncelenmesi. <strong>Hemşirelik</strong> Forumu, 6: 6,<br />

38-47.<br />

13. Stewart AL, Hays RD, Ware JEJ ve ark (1988). The MOS short-form general health<br />

survey: reliability and validity in a patient population. Med Care, 26, 724-735.<br />

14. Şentürk V, Sağduyu A (2004). Leprası olan hastalarda ruhsal bozukluklar ve<br />

yetiyitimi: bir gözden geçirme. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 15: 3, <strong>23</strong>6-243.<br />

15. Türkiyede kanserle savaş politikası ve kanser verileri (2002), TC Sağlık Bakanlığı<br />

Kanserle Savaş Daire Başkanlığı Yayını, No: 618, Ankara, 145-46.<br />

16. Vinokur A. D, Threatt B.A, Caplan R.D ve ark. (1989). Physical and psychosocial<br />

functioning and adjustment to breast cancer. Cancer, 63, 394-405.<br />

17. Wonghongkul T, Dechaprom N, Phumivichuvate L ve ark (2006). Uncertainty<br />

appraisal coping and quality of life in breast cancer survivors, Cancer Nursing, 29:<br />

3, 250-257.<br />

18. Wong-Kim EC, Bloom JR (2005). Depression experienced by young women newly<br />

diagnosed with breast cancer. Psycho-Oncology. 14, 564-573.<br />

19. Zigmond AS, Snaith PR (1983). The hospital anxiety and depression scale. Acta<br />

Psychiatr Scand, 67, 361-370.<br />

20. Zimet, Dahlem, Zimet & Farley, (1988). Multidimensional scale of perceived social<br />

support; http:www.atkinson.yorku.ca/~psyctest/socsupp.pdf.<br />

80


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 81-91, <strong>2007</strong><br />

HEMŞĐRELERĐN ĐLAÇ HATASI YAPMALARINA YOL AÇABĐLECEK<br />

ETKENLERĐN SAPTANMASI*<br />

THE DETERMINATION OF FACTORS THAT NURSES CAN CAUSE<br />

MEDICATION ERROR<br />

Đsmet EŞER** Leyla KHORSHID** Gülengün T<strong>Ü</strong>RK**<br />

Filiz TOROS***<br />

** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Hemşirelik</strong>te Anabilim Dalı<br />

***T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Anahtar Sözcükler: Đlaç hataları, hemşire, uygulama<br />

Key Words: Medication errors, nurse, administration<br />

Bu çalışma 9-11 Kasım 2006 tarihinde 3.Uluslararası <strong>Hemşirelik</strong> Yönetimi Kongresinde<br />

poster bildiri olarak sunulmuştur.<br />

ÖZET<br />

Bu araştırmanın amacı, hemşirelerin ilaç uygulamaları sırasında<br />

hatalara yol açabilecek etkenlerle karşılaşma durumunu belirlemektir.<br />

Araştırma 01 Temmuz - 30 Eylül 2005 tarihleri arasında T.C. Sağlık<br />

Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, T.C. Sağlık Bakanlığı<br />

Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi<br />

Hastanesi ve Özel Kent Hastanesi’nde gerçekleştirilmiştir. Bu hastanelerde<br />

çalışan 252 hemşire araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Verilerin<br />

toplanmasında “Đlaç Uygulamalarını Değerlendirme Formu” kullanılmıştır.<br />

Hemşirelerin ilaç hatalarına yol açabilecek etkenler konusunda genellikle<br />

hekim istemleri ile ilgili etkenlerle karşılaştıkları (hemşirelerin %60.4’ ünün<br />

hekimlerin bazen istem üzerinde düzeltme yaptığını, %46.8’ inin hekimlerin<br />

istemleri bazen okunaklı yazdığını, % 41.3’ ünün ilaç dozlarının bazen tam ve<br />

açık yazılmadığını ifade etmesi) belirlenmiştir. Hemşirelerin büyük<br />

çoğunluğunun, ilaç kartlarını yazma ve kayıtlarla ilgili ilaç hatalarına yol<br />

açabilecek etkenlerle karşılaştığı saptanmıştır.<br />

Araştırma sonuçları ilaç hatalarının hemşireler, hekimler ve eczacılardan<br />

kaynaklanabileceğini göstermiştir.<br />

SUMMARY<br />

The purpose of this research was to determine what factors nurses<br />

encounter that can cause errors during medication administration.<br />

81


This research was conducted between July 1 and September 30, 2005 at<br />

Turkish Health Ministry's Izmir Tepecik Training and Research Hospital (Tepecik)<br />

and Izmir Ataturk Training and Research Hospital (Ataturk), Ege University<br />

Medical Faculty Hospital (Ege) and Private Kent Hospital (Kent). 252 nurses from<br />

these hospitals were taken into the sample. “The Evaluation Form of Drug<br />

Administration” was used in collection of the data.<br />

It was determined that nurses generally encounter with the factors<br />

regarding the doctor orders about factors that can cause medication errors. (%<br />

69.4 of nurses stated that doctors sometimes made changes on their orders, %<br />

41.3 of nurses stated that doctors sometimes wrote their orders legible, % 41.3 of<br />

nurses stated that doctors sometimes wrote drug doses complete and clearly<br />

etc.). It was determined that a great majority of nurses encounter with the factors<br />

which will be led to medication errors regarding the writing of the drugs charts<br />

and the records.<br />

The research results show that the source of medication errors can be<br />

nurses, physicians and pharmacists.<br />

GĐRĐŞ<br />

Đlaç hataları en yaygın olarak görülen önlenebilir tıbbi hatadır.<br />

Đlaç hataları, ilaçların uygulanma sürecinde, izlenmesi gereken ilkelere<br />

uyulmaması sonucunda gerçekleşen yanlış uygulamalar şeklinde<br />

tanımlanabilir. Đlaç uygulama hataları, ilacın istem edilme aşamasından<br />

uygulama sonrasındaki etkilerinin izlemini de içine alan çok geniş bir<br />

süreci kapsamaktadır (Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005). Hatalar, ilacı yanlış zamanda<br />

uygulama, ilacı uygulamayı unutma, yanlış dozda verme, reçete<br />

edilmemiş ilacı uygulama, yanlış ilacı uygulama, ilacı uygun yöntemle<br />

hazırlamama, etkileşime giren ilaçları aynı anda uygulama, uygulamayı<br />

kaydetmeme şeklinde örneklendirilebilir (www.gih.org/usr_doc 2005,<br />

Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005, Hughes ve Ortiz 2005, Ridley ve ark. 2004,<br />

Lassetter ve Warnick 2003).<br />

Hastaların hepsi ilaç hataları açısından potansiyel risk<br />

taşımaktadırlar. Her yıl 7000 ölümün ilaç hatalarından kaynaklandığı,<br />

ilaç hatalarının sağlık sistemine maliyetinin yıllık 2 milyar dolar olduğu<br />

tahmin edilmektedir (Raines 2000). Đlaç hataları, Amerika’da trafik<br />

kazaları, meme kanseri ya da AIDS’den daha fazla görülmektedir ve<br />

yılda 44.000 ile 98.000 arasında kişi bu nedenle ölmektedir. Đlaçla ilgili<br />

hastalık ve ölümlerin yıllık maliyetinin 1,56 ile 5,6 milyar dolar<br />

arasında olduğu tahmin edilmektedir (www.gih.org/usr_doc 2005, Hughes<br />

ve Ortiz 2005). Đngiltere’de 2001 yılında ilaç uygulama hatalarından<br />

yaklaşık 1200 kişinin öldüğü, bu durumun son on yıl içinde % 500<br />

oranında artış gösterdiği kaydedilmiştir. Genel olarak Đngiltere’de 400<br />

yataklı bir hastanede her gün bir hasta, bir ilaç uygulama hatasına<br />

maruz kalmaktadır (Aslan ve <strong>Ü</strong>nal 2005). Huhges ve Ortiz bir çalışmada<br />

(2005), ilaç hatalarına maruz kalan hastaların % 30’unun bu<br />

hatalardan öldüğünü ya da hataların hastaya etkisinin 6 haftadan<br />

82


daha uzun süre olduğunu ortaya koymuştur. Đlaç hataları, beklenen<br />

tedavi edici etkinin görülmemesine, hastanın ağrı yaşamasına, hastanede<br />

kalış süresinin uzamasına, hastanın hastaneye ödeyeceği ücretin<br />

artmasına ya da sakat kalmasına, hatta ölümüne yol açabilmektedir<br />

(Mete ve Uslusoy 2006).<br />

Hemşireler, ilaçların güvenli bir şekilde uygulanmasından<br />

sorumludurlar. Bu nedenle hemşireler, ilaç hatalarının önlenmesinde<br />

önemli bir role sahiptir. Hemşirenin uygulama süreci içindeki rolü, doğru<br />

ilacı doğru dozda, doğru hastaya, doğru zamanda, doğru yoldan vermek,<br />

istenen etkiyi değerlendirip desteklemek, istenmeyen etkilere karşı<br />

düzeltici önlemler almak, kayıt tutmak ve hastaya eğitim vermektir.<br />

Ancak çok sayıdaki kazalarla ilgili araştırma kanıtları, ilaç hatalarının<br />

bireylerden çok sistemden kaynaklandığını ve yapılan hatalardan tek<br />

bir birimin sorumlu tutulmaması gerektiğini belirtmektedir. Đlaç hataları,<br />

çok boyutlu ve çeşitli disiplinlerle ilgili bir sorundur. Bu hatalar<br />

hemşire, hekim, eczacı, hasta birey ve kurumdan kaynaklanabilir. Đlaç<br />

uygulamasında bu meslek grupları arasında hemşirelerin önemli bir<br />

sorumluluğu vardır. Hatalar, sürecin herhangi bir aşamasında gelişebilir.<br />

Genellikle, istem verme, istem alma, ilaçları ve ilaç kartlarını<br />

hazırlama, ilaçları verme ya da uygulanan ilaçların kayıt edilmesine<br />

bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ayrıca, fizik koşullar da hataların ortaya<br />

çıkmasına neden olan faktörlerdir (Tang ve ark <strong>2007</strong>, www.cno.org/<br />

docs/prac/41007_medication 2005, Hughes ve Ortiz 2005, Joanna<br />

Briggs Institute 2005, Carthey 2002, Aştı ve Acaroğlu 2000, Fijn ve<br />

ark. 2000, Raines 2000, Vural ve Uçar 1999, Roseman ve Booker<br />

1995, Cohen ve ark. 1994).<br />

Đlaç hatalarının önlenmesi oldukça önemlidir. Hataları önlemeye<br />

yönelik girişimlerin planlanması için hataya neden olabilecek<br />

etkenlerin bilinmesi gerekir. Ancak ülkemizde bu konu ile ilgili yeterli<br />

çalışma bulunmamaktadır. Araştırma sonuçlarının ilaç hatalarına<br />

neden olabilecek etkenlerin kontrol altına alınmasında yol gösterici<br />

olabileceği düşünülmektedir. Bu araştırmanın amacı, hemşirelerin ilaç<br />

hatası yapmalarına yol açabilecek etkenleri belirlemektir.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Araştırma 01 Temmuz - 30 Eylül 2005 tarihleri arasında, T.C.<br />

Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, T.C.<br />

Sağlık Bakanlığı Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Özel Kent Hastanesi’nde<br />

gerçekleştirilmiştir. Đlaç uygulamalarının farklılık gösterdiği<br />

düşünülerek, üniversite hastanesi, devlet hastanesi ve özel hastaneleri<br />

temsilen birer hastane seçilmiştir. Bu hastanelerin belirlenmesinde<br />

çalışan hemşire sayısının fazla olduğu hastaneler olmasına dikkat<br />

83


edilmiştir. Sağlık Bakanlığına bağlanan Sosyal Sigortalar Kurumu<br />

hastanelerinde daha önceki ilaç uygulama prosedürlerinde değişiklik<br />

olmadığı düşünüldüğünden bu hastaneleri temsilen de bir hastane<br />

araştırma kapsamına alınmıştır. T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Tepecik<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 365, T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />

Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 532, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />

Fakültesi Hastanesinde 1007, Özel Kent Hastanesinde 110 hemşire<br />

çalışmaktadır. Bu hastanelerde çalışan, toplam 2014 hemşireden<br />

evreni temsil edecek düzeyde 252 kişi örnekleme seçilmiştir. Olasılıklı<br />

örnekleme yöntemlerinden tabakalı rastgele örnekleme yöntemi<br />

kullanılarak her bir hastaneden örneklem kapsamına alınacak hemşire<br />

sayısı belirlenmiştir. Bu saptamaya göre, T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />

Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 45, T.C. Sağlık Bakanlığı<br />

Đzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 67, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

Tıp Fakültesi Hastanesinden 126, Özel Kent Hastanesinden 14 hemşire<br />

araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Poliklinik, laboratuar,<br />

radyoloji gibi ayaktan tetkik ve tedavi alanında çalışıp ilaç<br />

uygulamayan hemşireler ile ameliyathane ve yoğun bakım birimlerinde<br />

çalışan hemşireler araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmanın<br />

gerçekleştirildiği hastanelerden ve Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

<strong>Yüksekokulu</strong> Bilimsel Etik Kurulu’ndan yazılı izin, hemşirelerden ise<br />

sözlü onam alınmıştır.<br />

Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür<br />

doğrultusunda geliştirilen, hemşirelerin tanıtıcı özelliklerine ilişkin 5<br />

soru (yaş, eğitim düzeyi, çalıştığı klinik, çalışma yılı, aylık nöbet sayısı)<br />

içeren soru formu ve ilaç hatasına yol açabilecek etkenleri belirlemeye<br />

yönelik 38 sorudan oluşan “Đlaç Uygulamalarında Hatalara Yol<br />

Açabilecek Etkenleri Değerlendirme Formu” kullanılmıştır (Aslan ve<br />

Vural 2005, Lassetter ve Warnick 2003, Carthey 2002, O’shea 1999,<br />

Meurier ve ark.1994). Bu formda yer alan sorular konusunda 5 uzman<br />

görüşü alınmıştır. Daha sonra form 10 hemşireye uygulanarak soruların<br />

anlaşılabilirliği test edilmiştir. Uzmanların ve hemşirelerin önerileri<br />

doğrultusunda 3 soru formdan çıkarılmış ve ifadeler düzeltilerek<br />

formun son hali oluşturulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde sayı<br />

ve yüzde dağılımları incelenmiş, ki-kare analizi uygulanmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Araştırmaya katılan hemşirelerin %35.3’ü Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp<br />

Fakültesi Hastanesinde, % 26.6’ sı T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir Atatürk<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, %17.9’u T.C. Sağlık Bakanlığı Đzmir<br />

Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ve % 5,6’sı Özel Kent<br />

Hastanesinde çalışmaktadır. Hemşirelerin % 38.9’u lisans, %35.7’si ön<br />

lisans mezunu olup, % 29’u 6-10 yıldır çalışmakta ve %65.5’ i ayda 6-<br />

10 arası nöbet tutmaktadır. Hemşirelerin % 54.4’ü cerrahi, % 45.6’sı<br />

84


dahili kliniklerde, % 29’u 6-10 yıldır, % 27,4’ü 5 yıl ve daha az, % 25,8’i<br />

16 ve daha fazla süredir çalışmaktadır.<br />

Tablo 1: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Hekimle Đlgili Etkenler (n=252)<br />

Hekim Đle Đlgili Etkenler<br />

Çoğunlukl<br />

Hiçbir<br />

Bazen<br />

a<br />

zaman<br />

<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />

Say<br />

ı<br />

%<br />

-Hekimin istemi zamanında yazması 169 67.1 77 30.5 6 2.4<br />

-Hekimlerin istem üzerinde düzeltme<br />

10.<br />

51 20.2 175 69.4 26<br />

yapması<br />

4<br />

-Đstemlerin okunaklı yazılması 127 50.4 118 46.8 7 2.8<br />

-Đlaç dozlarının tam ve açık yazılması 141 56 104 41.2 7 2.8<br />

-Đlacın veriliş yolunun açık yazılması 116 46 111 44 25 10<br />

-IV sıvıları hastaya verme süresinin<br />

belirtilmesi<br />

118 46.8 112 44.4 22 8.8<br />

-Acil durum dışında sözel istem<br />

verilmesi<br />

112 44.4 130 51.6 10 4<br />

Tablo 1’e bakıldığında; hemşirelerin % 67.1’i hekimlerin ilaç<br />

istemlerini çoğunlukla zamanında yazdıklarını, % 69.4’ü hekimlerin<br />

bazen istemi yazdıktan sonra aynı istem üzerinde haber vermeden<br />

düzeltme yaptığını belirtmişlerdir. Hemşirelerin %50.4’ü hekimlerin ilaç<br />

istemlerini çoğunlukla okunaklı yazdıklarını, % 56’sı hekimlerin ilaç<br />

dozlarını çoğunlukla tam ve açık yazdıklarını, % 46’sı hekimlerin ilacın<br />

veriliş yolunu çoğunlukla istemlerinde açıkça belirttiklerini ifade<br />

etmişlerdir.<br />

Hemşirelerin % 46.8’i istemde hekimlerin intravenöz sıvıların ne<br />

kadar sürede gideceğini çoğunlukla, % 44.4’ü de bazen belirttiklerini<br />

ifade etmişlerdir.<br />

Hemşirelerin %51.6’sı hekimlerin bazen acil durumlar dışında da<br />

sözlü istem verdiklerini belirtmiştir.<br />

Tablo 2: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Hemşire Đle Đlgili Etkenler (n=252)<br />

Hemşire Đle Đlgili Etkenler<br />

-Hemşirenin hekim yerine istem<br />

yazması<br />

-Hemşirenin hekim yerine reçete<br />

yazmak zorunda kalması<br />

-Hemşirenin eczaneye gidecek<br />

ilaç tabelalarını yazmak<br />

durumunda kalması<br />

-Đlaç kartlarında hastaların adı ve<br />

soyadının yazılı olması<br />

-Đlaç kartlarında oda ve yatak<br />

numarasının yazılı olması<br />

-Đlaç kartında ilaç isimlerinin açık<br />

ve okunaklı yazılması<br />

Çoğunlukla Bazen Hiçbir zaman<br />

<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />

4 1.6 49 19.4 199 79<br />

12 4.8 35 13.9 205 81.3<br />

33 13.1 98 38.9 121 48<br />

219 86.9 17 6.7 16 6.4<br />

<strong>23</strong>2 92.1 7 2.7 13 5.2<br />

245 97.2 5 2 2 0.8<br />

85


-Đlaç kartlarında ilacın veriliş<br />

yolunun açıkça yazılması<br />

216 85.7 29 11.5 7 2.8<br />

-Đlaç kartında ilaç dozunun açık<br />

yazılması<br />

<strong>23</strong>8 94.4 9 3.6 5 2<br />

-Đlaç kartında ilaç formunun<br />

açıkça yazılması<br />

<strong>23</strong>1 91.7 12 4.7 9 3.6<br />

-Đlaç uygulamalarına ilişkin kayıt<br />

ve notların tam olması<br />

<strong>23</strong>7 94 11 4.4 4 1.6<br />

-Đnfüzyon pompasını kullanmada<br />

güçlük yaşanması<br />

22 8.7 90 35.7 140 55.6<br />

-Hemşirelerin ilaç dozlarını<br />

hesaplamada güçlük çekmesi<br />

9 3.5 109 43.3 134 53.2<br />

-Daha önceden enjektöre<br />

çekilmiş bir ilacın uygulanması<br />

5 2 40 15.9 207 82.1<br />

-Hemşirelerin verdiği ilaçların<br />

etkisini bilmesi<br />

226 89.7 20 7.9 6 2.4<br />

-Hemşirelerin kendi klinikleri<br />

dışında nöbet tutmak zorunda 21 8.3 64 25.4 167 66.3<br />

kalması<br />

-Hemşirelerin farklı kliniklerde<br />

çalışmak durumunda kalması<br />

17 6.7 98 38.9 137 54.4<br />

-Acil ilaçların tam olma durumu 221 87.7 30 11.9 1 0.4<br />

Hemşirelerin, % 79’u hiçbir zaman hekim yerine istem yazmadığını,<br />

%19.4’ü ise bazen yazdığını, %13.9’u bazen hekim yerine reçete yazdığını,<br />

% 38.9 ‘u eczaneye gidecek ilaç tabelalarını yazdığını belirtmiştir.<br />

Hemşireler tarafından kullanılan ilaç kartlarının % 86.9’unda<br />

hastaların adı ve soyadının, %92.1’inde hastaların oda ve yatak<br />

numaralarının çoğunlukla yazılı olduğu, % 97.2’sinde ilaç isimlerinin,<br />

% 85.7 sinde ilacın veriliş yolunun, % 94.4’ünde ilaç dozunun,<br />

%91.7’sinde ilaç formunun çoğunlukla açık ve okunaklı yazıldığı, % 94<br />

ünde ilaç uygulamalarına ilişkin kayıt ve notların tam olduğu<br />

belirlenmiştir.<br />

Hemşirelerin % 35.7’si infüzyon pompasını kullanmada, % 43.3’ü<br />

ilaç dozlarını hesaplamakta bazen güçlük yaşadığını, % 15.9’u daha<br />

önceden enjektöre çekilmiş bir ilacı bazen uyguladığını, % 89.7’si<br />

hastaya verdiği ilaçların etkisini çoğunlukla bildiğini, % 25.4’ü bazen<br />

kendi kliniği dışında nöbet tutmak zorunda kaldığını, % 38.9’u bazen<br />

farklı kliniklerde çalışmak durumunda kaldığını, % 87.7’si acil ilaçların<br />

çoğunlukla tam olduğunu belirtmiştir.<br />

Tablo 3: Đlaç Hatalarına Yol Açabilecek Diğer Etkenler (n=252)<br />

Dış Ortamla Đle Đlgili Etkenler<br />

-Đlaç hazırlama odasının ısısının<br />

çalışma için uygunluğu<br />

-Đlaç hazırlanan odanın<br />

aydınlatmasının uygunluğu<br />

-Đlaç hazırlanan odanın sessizliğinin<br />

uygunluğu<br />

Çoğunlukla Bazen Hiçbir zaman<br />

<strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> % <strong>Sayı</strong> %<br />

183 72.6 49 19.5 20 7.9<br />

212 84.1 26 10.3 14 5.6<br />

106 42.1 94 37.3 52 20.6<br />

86


-Đlaç hazırlanırken telefona yanıt<br />

verilmesi durumu<br />

-Hasta odalarının aydınlatmasının<br />

ilaç uygulamak için uygunluğu<br />

-Đlaç hazırlanırken fiziksel<br />

güçlüklerle karşılaşılması<br />

-Gündüz vardiyasında enjektör,<br />

pamuk, alkol vb. malzemelerin tam<br />

bulunması<br />

-Nöbetlerde enjektör, pamuk, alkol<br />

vb. malzemelerin tam bulunması<br />

-Nöbetlerde ilaçların tam olma<br />

durumu<br />

-Eczaneden gelen ilaçların dozunun<br />

verilen istemden yüksek veya<br />

düşük olması<br />

-Đstemde yazılan ilaçların<br />

muadillerinin kullanılması<br />

-Đlaçların eczaneden zamanında<br />

gelmesi<br />

-Hemşirelerin çalışma saatlerinde<br />

kendilerini yorgun hissetmesi<br />

-Hemşirelerin çalışma saatlerinde<br />

kendilerini stresli hissetmeleri<br />

<strong>23</strong>1 91.7 17 6.7 4 1.6<br />

192 76.2 38 15.1 22 8.7<br />

129 51.2 110 43.7 13 5.1<br />

<strong>23</strong>7 94 11 4.4 4 1.6<br />

225 89.3 26 10.3 1 0.4<br />

224 88.9 28 11.1 - -<br />

71 28.2 169 67.1 12 4.7<br />

109 43.2 141 56 2 0.8<br />

111 44 122 48.4 19 7.6<br />

69 27.4 174 69 9 3.6<br />

80 31.7 158 62.7 14 5.6<br />

Hemşirelerin % 72.6’sı ilaçların hazırlandığı odanın ısısının, %<br />

84.1’i aydınlatmasının çalışmak için çoğunlukla uygun olduğunu, %<br />

20.6’sı sessizliğinin hiçbir zaman uygun olmadığını, % 91.7’si ilaç<br />

hazırlarken çoğunlukla telefonlara yanıt vermek durumunda kaldıklarını<br />

belirtmişlerdir. Hasta odalarının %76.2’sinin aydınlatmasının ilaç<br />

uygulamak için çoğunlukla uygun olduğu, % 43.7’sinde ilaç<br />

uygulamalarında bazen ortama ait fizik koşullarla ilgili güçlükler<br />

yaşandığı, gündüz vardiyasında % 94 enjektör, pamuk, alkol vb.<br />

malzemelerin çoğunlukla tam olduğu, % 89.3 gece nöbetlerinde enjektör,<br />

pamuk, alkol vb. malzemelerin çoğunlukla tam olduğu, hastaların (gece<br />

nöbetlerinde) % 88.9’unun ilaçlarının çoğunlukla tam olduğu<br />

belirlenmiştir.<br />

Klinikte istemde yazılan ilaçların % 56’sının bazen muadillerinin<br />

kullanıldığı, eczaneden gelen ilaçların dozunun % 67.1’inin verilen<br />

istemden bazen yüksek veya düşük olduğu, % 48.4’ünde ilaçların<br />

eczaneden bazen zamanında geldiği saptanmıştır.<br />

Hemşirelerin, % 69’u çalışma saatleri içinde kendilerini bazen,<br />

%27.4’ü çoğunlukla yorgun, % 62.7’si bazen stresli hissettiğini ifade<br />

etmişlerdir. Hemşirelere doğruluğundan kuşku duyduğunuz bir istemle<br />

karşılaştığınızda kime danışırsınız Soruru sorulduğunda % 86.1’i<br />

hekime danıştıklarını belirtmişlerdir.<br />

87


TARTIŞMA<br />

Đlaç hatalarına neden olabilecek etkenlerin belirlenmesi ve gerekli<br />

önlemlerin alınması, hasta bakım kalitesinin artırılması ve hasta<br />

güvenliğinin sağlanması açısından önemlidir.<br />

Çalışmamızda hekimlerin istemleri çoğunlukla, önemli bir oranının<br />

da bazen zamanında yazdığı belirlenmiştir. Hekimlerin ilaç istemlerini<br />

zamanında yazmaması, ilaçların eczaneden zamanında temin edilmesini<br />

dolayısıyla ilaçların doğru zamanda uygulanmasını engeller. Hekimlerin<br />

istemlerin üzerinde hemşirelerden habersiz düzeltme yaptıkları<br />

saptanmıştır. Bu durumun hekimlerle hemşireler arasındaki iletişim<br />

eksikliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.<br />

Yazılı iletişim tıbbi uygulamalarda esastır. Okunaksız el yazıları<br />

ciddi bir problem oluşturmaktadır. Çalışmamızda istemlerin, ilaç<br />

dozlarının, ilaçların veriliş yolunun çoğunlukla tam ve açık yazıldığı<br />

görülmektedir. Aşıcıoğlu ve Cantürk’ün yaptıkları çalışmada (2003) ise,<br />

hekimlerin % 65.15’i reçete ya da istem yazarken el yazısının kötüleştiğini<br />

belirtmiştir. Aynı çalışmada hekimlerin okunaksız yazdıkları reçetelerin<br />

tedavide hata ve gecikmeye yol açtığına dikkat çekilmiştir.<br />

IV sıvıların hastaya veriliş süresi, sıvı elektrolit dengesizlikleri ve<br />

dolaşım yüklenmesi gibi komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir.<br />

Çalışmamızda hekimlerin büyük çoğunluğunun IV sıvıların veriliş süresini<br />

bazen belirttikleri belirlenmiştir. Hekimler süreyi istemde açıkça<br />

belirtmedikleri için hemşireler yetki alanları dışında karar almak<br />

durumunda kalmaktadırlar. Paton ve Wallace de yaptıkları (1997)<br />

çalışmada ilaç hatalarının % 22’sini yanlış infüzyon hızının oluşturduğunu<br />

belirtmişlerdir.<br />

Sözlü istemler yanlış anlaşılma olasılığı nedeniyle ilaç hatalarına<br />

neden olabilmektedir. Acil durumlarda sözlü istemin hemşireler<br />

tarafından yerine getirilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Ancak sözlü<br />

istemin acil olmayan durumlarda da verilmesi hemşirelerin bu duruma<br />

bağlı ilaç hatası yapma olasılığını artırmaktadır. Çalışmamızda<br />

hemşirelerin yaklaşık yarısı hekimlerin acil durumlar dışında da<br />

çoğunlukla sözlü istem verdiklerini belirtmişlerdir. Benzer şekilde Leape ve<br />

arkadaşları da ilaç hatalarının % 39’unun hekim istemlerinden<br />

kaynaklandığını belirtmişlerdir (Lassetter ve Warnick 2003). Aslan ve<br />

<strong>Ü</strong>nal yaptıkları çalışmada sözel istemlerin % 78 oranında yazılı hale<br />

getirilmediğini, % 45 oranında da doğru yazılı istem alınmadığını<br />

saptamışlardır (Tablo 1).<br />

Çalışma bulgularımıza göre, hemşirelerin yaklaşık beşte biri ile<br />

onda birinin kendi yetki ve sorumlulukları dışındaki hekim istemi ve<br />

reçetelerini, yarıya yakınının ilaç tabelalarını bazen de olsa yazmaları hem<br />

hata riskini artırmakta hem de yasal olarak durumlarını zorlaştırmaktadır.<br />

88


Hemşirelerin hasta tedavisinin zamanında gerçekleştirilmesi için,<br />

istem, reçete ve ilaç tabelası yazmasının bu sonuçta etkili olduğu<br />

düşünülmektedir.<br />

Çalışmamızda hemşireler tarafından kullanılan ilaç kartlarında<br />

hastaların ad ve soyadının, oda ve yatak numaralarının, ilaç isimlerinin,<br />

ilacın veriliş yolunun, ilaç dozunun, ilaç formunun çoğunlukla açık ve<br />

okunaklı yazıldığı, ilaç uygulamalarına ilişkin kayıt ve notların tam<br />

olduğu belirlenmiştir. Bu sonucun, ilaç kartlarını yazma ve kayıtları<br />

tutmanın hemşirelerin bağımsız işlevi olmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir.<br />

Buna bağlı olarak ilaç kartlarından kaynaklanabilecek hata<br />

olasılığının düşük olduğu görülmektedir.<br />

Hemşirelerin bilgi ve becerileri ilaç hatalarının oluşumunu<br />

etkileyebilir. Hemşirelerin önemli bir oranının infüzyon pompasını<br />

kullanma ve ilaç dozlarını hesaplamada bazen güçlük yaşadıkları,<br />

belirlenmiştir. Yaşanan bu güçlük ilaç hatalarının meydana gelmesini<br />

artırabilir. Đnfüzyon pompasının sıvı tedavisi ve kritik ilaçların uygulandığı<br />

kliniklerde daha çok ve diğer kliniklerde az kullanılmasının, hemşirelerin<br />

bu konudaki bilgilerini etkilediği düşünülebilir. Carthey ise yağtığı<br />

çalışmada (2002) hataların farklı infüzyon pompaları arasındaki kullanıma<br />

ilişkin değişen gereksinimlerden kaynaklanabileceğini belirtmiştir.<br />

O’shea, ilaç hatalarının hemşirelerin hesaplama becerilerinin yetersiz<br />

olmasından kaynaklandığını ve hataları önlemede hemşirelerin doz<br />

hesaplama yeterliliklerinin önemli olduğunu belirtmiştir (O’shea 1999).<br />

Hicks ve arkadaşları çalışmalarında (2004) ilaç hatalarının %11.3’ünün bilgi<br />

eksikliği, %5.2’sinin infüzyon pompalarının doğru kullanılmaması,<br />

%3.9’unun doz hesaplama hatalarından kaynaklandığını belirtmiştir.<br />

Çalışmamızda hemşirelerin çoğunluğunun daha önceden enjektöre<br />

çekilmiş bir ilacı hiçbir zaman uygulamadığı, hastaya verdiği ilacın etkisini<br />

çoğunlukla bildiği belirlenmiştir (Tablo 2). Kumcağız çalışmasında<br />

(2000) klinik hemşirelerin % 27.5’inin sık kullanılan ilaçların özellikleri<br />

ve etkileri hakkında, % 34.1’inin bazı ilaçların özellikleri ve kullanımı<br />

konusunda bilgiye oldukça gereksinimleri olduğunu saptamıştır .<br />

Acil durumlar hemşirelerin anksiyetesinin yükselmesine neden<br />

olarak hata yapma olasılığını artırır. Acil ilaçların eksik olduğunu<br />

bildiren hemşirelerin oranı % 11.9 gibi bir oranla dikkate alınması<br />

gereken bir değerdir.<br />

Çalışmamızda hemşirelerin önemli bir oranının farklı kliniklerde<br />

nöbet tuttuğu ve çalıştığı görülmektedir. Hemşirelerin, fizik ortam ve<br />

klinik işleyişin farklı, deneyim ve bilgisinin yetersiz olduğu ortamlarda<br />

çalışması ilaç hatası yapma riskini artırır.<br />

Hemşirelerin çalışma ortamlarında ısı, aydınlatma gibi bazı fiziksel<br />

koşulların çoğunlukla uygun olduğu, sessizlik ve ilaç hazırlarken<br />

telefona yanıt verme gibi bazı fiziksel koşulların çoğunlukla uygun<br />

89


olmadığı görülmektedir. Gürültü hastanelerde yaygın bir sorundur.<br />

Gürültülü ortamda çalışmama ve ilaç hazırlarken sık sık telefona yanıt<br />

verme gibi dikkati dağıtıcı durumlar hemşireleri ilaç hatası yapma riski<br />

ile karşı karşıya bırakmaktadır.<br />

Hemşirelerin çoğunluğu ilaç uygulamaları için gerekli malzemelerin<br />

(ilaç, enjektör, pamuk gibi) tam olduğunu belirtmişlerdir (Tablo 3).<br />

Malzeme eksikliğinden kaynaklanabilecek ilaç hatası gelişme olasılığının<br />

düşük olduğu görülmektedir.<br />

Hemşireler, ilaçların muadillerinin kullanılması ve eczaneden istenen<br />

dozda ve zamanında gelmemesi gibi kendileri dışındaki nedenlerden<br />

dolayı ilaç hatası yapma riski ile karşı karşıya kalmaktadır.<br />

Stres ve yorgunluğun hemşirelerde önemli bir problem olduğu<br />

bilinmektedir. Meurier ve arkadaşları yaptıkları çalışmada (1997) stresli bir<br />

ortamda çalışan hemşirelerin ilaç hatası yapma olasılığını artırabilecek<br />

güven kaybı yaşadıklarını ve anksiyetelerinin arttığını belirtmişlerdir.<br />

Hemşirelerin yaş, eğitim düzeyi, çalıştığı klinik, çalışma süresi ve<br />

aylık nöbet sayısına göre hekim yerine istem, reçete veya eczaneye<br />

gidecek ilaç tabelalarını yazma, hastaya verilen ilaçların etkisini bilme<br />

ve ilaç dozlarını hesaplama oranları arasında istatistiksel açıdan<br />

önemli bir fark bulunmamıştır.<br />

SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Sonuç olarak ilaç hataları çok boyutlu ve çeşitli disiplinlerle ilgili<br />

bir sorundur. Hemşire tarafından ilaç uygulama hekim ve eczacıları da<br />

ilgilendiren sürecin sadece bir parçasıdır. Araştırmamız sonucunda da<br />

hemşire, hekim, eczacı ve dış ortamdan kaynaklanan nedenlerin ilaç<br />

hatalarına yol açabileceği saptanmıştır. Ancak hemşirelerin ilaç uygulamaları<br />

ile ilgili bağımsız olarak yerine getirdikleri sorumluluklarda<br />

(ilaç kartları vb.) daha az sorun yaşadıkları belirlenmiştir. Hataların<br />

önlenmesi için disiplinlerarası yaklaşımlara gereksinim vardır. Hemşirelerin<br />

teknolojik gelişmeler, yeni ilaçlar ve muadilleri konusunda bilgilendirilmesi,<br />

çalışma ortamındaki fiziksel koşulların iyileştirilmesi gerekmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. . Aslan Ö, <strong>Ü</strong>nal Ç (2005). Cerrahi yoğun bakım ünitesinde parenteral ilaç uygulama<br />

hataları.Gülhane Tıp <strong>Dergisi</strong>, 47:175-178.<br />

2. Aşıcıoğlu F, Cantürk G (2003). Hekimlerin okunaksız el yazısının yol açtığı sorunlar:<br />

bir anket çalışması, Adli Bilimler <strong>Dergisi</strong>, 2:1, 13-22.<br />

3. Aştı T, Acaroğlu R (2000). <strong>Hemşirelik</strong>te sık karşılaşılan hatalı uygulamalar.<br />

Cumhuriyet <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 4:2, 22-27.<br />

90


4. Carthey J (2002). Medication errors: causes, prevention and reduction. British<br />

Journal of Haematology,116, 255-265.<br />

5. Cohen M.R. ve ark.(1994). 12 ways to prevent medication errors. Nursing, February.<br />

6. Fijn R ve ark. (2000). Hospital prescribing errors: epidemiological assessment of<br />

predictors. British Journal of Clinical Pharmacology, 53, 326-331.<br />

7. Hicks RW, Becker SC, Krenzischeck D, Beyea SC (2004). Medication errors in the<br />

PACU: a secondary analysis of MEDMARX findings. Journal f Perianesthesia<br />

Nursing, 19:1,18-28.<br />

8. Hughes RG, Ortiz E( 2005). Medication errors. American Journal of Nursing, March ,<br />

14- 24.<br />

9. Kumcağız H (2000). Ondokuz Mayıs <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde çalışan<br />

servis hemşirelerinin yapılmakta olan hizmet içi eğitim programlarına ilişkin<br />

bildirimleriyle yönetici hemşirelerin görüşlerinin incelenmesi. Hemşire <strong>Dergisi</strong>,49:6,<br />

3-8.<br />

10. Joanna Briggs Institute (2005). Strategies to reduce medication errors with reference<br />

to older adults, Best Practice, 9:4, 1-6.<br />

11. Lassetter JN, Warnick ML (2003). Medical errors, drug related problems, and<br />

medication errors. Journal of Nursing Care Quality1, 8:3, 175-181.<br />

12. Mete S, Uslusoy E (2006). <strong>Hemşirelik</strong>te Đlaç Uygulama Hataları, <strong>Hemşirelik</strong> Forumu,<br />

36-41.<br />

13. Meurier CE, Vincent CA, Parmar DG (1997). Learning from errors in nursing<br />

practice. Journal of Advanced Nursing, 26, 111-119.<br />

14. O’shea E (1999). Factors contributing to medication errors: a literature review.<br />

Journal of Clinical Nursing, 8, 496-504.<br />

15. Paton J, Wallace J (1997). Medication errors. The Lancet, 349,959-960.<br />

16. Raines DA (2000). Making mistakes: prevention is key to error-free health care.<br />

Awhonn Lifelines, 4:1, 35-39.<br />

17. Ridley SA, Booth SA, Thompson CM (2004). Prescription errors in UK critical care<br />

units. Anaesthesia, 59, 1193-1200.<br />

18. Roseman C, Booker JM (1995). Workload and enviromental factors in hospital<br />

medication errors. Nursing Research,44:4, 226-<strong>23</strong>0.<br />

19. Tang FI, Sheu SJ, Yu S, Wei IL, Chen CH (<strong>2007</strong>). nurses relate the contributing<br />

factors involved in medication errors. Journal of Clinical Nursing, 16, 447-457.<br />

20. Vural H, Uçar H (1999). Đlaç hatalarına ilişkin geliştirilen işlemin ilaç uygulama<br />

hataları üzerine etkisi. Gülhane Tıp <strong>Dergisi</strong>, 41:1, 419-425.<br />

21. www.cno.org/docs/prac/41007_Medication.pdf, 08.06.2005<br />

22. www.gih.org/usr-doc/December_15,_2003.pdf, 08.06.2005<br />

91


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 93-103, <strong>2007</strong><br />

HUZUREVĐNDE YAŞAYAN YAŞLILARIN ÖZ BAKIM G<strong>Ü</strong>C<strong>Ü</strong> VE<br />

ETKĐLEYEN FAKTÖRLER<br />

SELF CARE AGENCY OF NURSING HOME RESIDENTS AND EFFECTIVE<br />

FACTORS<br />

Serap YILDIRIM Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Psikiyatri Hemşireliği AD, ĐZMĐR<br />

Anahtar Sözcükler: Yaşlı, huzurevi, öz bakım gücü, etkili faktörler<br />

Key Words: Elderly, nursing home, self care strength, effective factors<br />

ÖZET<br />

Bu araştırma huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücü düzeylerini<br />

ve etkileyen faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı<br />

tipte olan bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra Aralık 2005–Ocak 2006<br />

tarihleri arasında Đzmir Đli, Gürçeşme Huzurevi’nde araştırmaya katılmayı<br />

kabul eden 101 yaşlıyla yapılmıştır. Araştırma verileri; Tanıtıcı Bilgi Formu ve<br />

Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ) ile toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde<br />

dağılımı, t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.<br />

Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra<br />

Aralık 2005–Ocak 2006 tarihleri arasında Đzmir Đli, Gürçeşme Huzurevi’nde<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden 101 yaşlıyla yapılmıştır. Araştırma verileri;<br />

Tanıtıcı Bilgi Formu ve Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ) ile toplanmıştır.<br />

Verilerin analizinde sayı, yüzde dağılımı, t testi ve varyans analizi<br />

kullanılmıştır.<br />

Araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması 75.03±6.29 olup, %<br />

54.5’inin erkek, % 70.3’ünün dul, % 55.4’ünün okuryazar, % 31.7’sinin ev<br />

hanımı olduğu, % 66.3’ünün gelir durumunu orta düzeyde algıladığı, %<br />

39.6’sının sosyal bir güvencesinin olmadığı, % 73.3’ünün çocuğunun olduğu,<br />

% 43.6’sının çocuğunun ziyaretine gelmediği saptanmıştır. Araştırmaya katılan<br />

yaşlıların; ÖBGÖ toplam puan ortalaması 98.80±18.81 olarak saptanmıştır.<br />

Yaşlıların öz bakım gücü orta düzeyin üstünde bulunmuştur. Yaşlıların öz<br />

bakım gücünü yaş, cinsiyet, ziyaretçi gelme durumu, sosyal güvence durumu<br />

ve fizik sağlık algısının etkilediği saptanmıştır (p


yaşlıların yaşam kalitesini ve dolayısıyla aldıkları hizmetin kalitesinin artması<br />

açısından önemli olduğu sonucuna varılmıştır.<br />

SUMMARY<br />

This study has been conducted in order to examine the level of self care<br />

agency of nursing home residents and effective factors.<br />

After having required concents, this descriptive study has been carried out<br />

between December 2005–January 2006 in Đzmir, Gürçeşme Nursing Home and<br />

included 101 residents who accepted to be involved in this research. Data were<br />

collected by “Introductory Information Form” and “The Scale of Selfcare<br />

Strength”. Data were analyzed using number, distribution of percentage, student<br />

t test and variance.<br />

The mean age of elderly people included in this study was 75.03±6.29, of<br />

them 54.5 % was men, 70.3 % was widow, 55.4 % was literate, 31.7 % was<br />

housewife, and it was determined that 66. % were middle-incomed, that 39.6 %<br />

were those without any social security, that 73.3 % had children, and that 43.6<br />

% were not visited by their children. Of attendant elderly people; overall average<br />

score for The Scale of Selfcare Strength it was 98.80±18.81. Elderly people was<br />

close to moderate level and their selfcare agency. It was founded that the level of<br />

self care agency of the elderly was effected age, sex, visit situation, insurance<br />

situation and perception of physical health (p


Yaşlanmayla birlikte bireyde fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlar<br />

artmakta dolayısıyla da yaşlıların eş, dost ve yakınlarına olan bağımlılıkları<br />

artmaktadır (Akgün ve ark 2004, Bakar ve ark 2005, Berberoğlu ve ark<br />

2002). Bu nedenle, yaşamını yakınlarından uzak huzurevinde geçirmek<br />

zorunda olan yaşlı bireyin fiziksel ve psikososyal yönden bağımsızlığını<br />

sağlamak ve uzun süre korunması için çaba göstermek gerekmektedir.<br />

Bu da ancak bireyin kendi öz bakımının önemini kavraması ve bakımın<br />

gereklerini yerine getirmesiyle olabilir (Ardahan 2002).<br />

Öz bakım gücü, Orem tarafından 1959 yılında geliştirilen “Öz Bakım<br />

Yetersizliği Kuramının” ana kavramlarındandır. Öz bakım kuramı<br />

yaşamın sürekliliği için öz bakımın neden gerekli olduğunu açıklamaktadır<br />

(Birol 2002, Cavanagh 1993 ve Velioğlu 1999). Orem’e göre (1995) öz<br />

bakım gücü, sağlığın sürdürülmesi ve yükseltilmesine yönelik öz bakım<br />

davranışlarını düzenleme, öz bakımla ilgili özgül konularla ilgilenme,<br />

anlama ve kavrama, düzenlenen etkinlikleri gözleme, bilgiyi kullanma,<br />

karar verme ve verilen kararı uygulama başarısına yönelik bireysel<br />

yetenektir.<br />

Orem’in (1995) kuramına göre öz bakım, demografik ve bireysel<br />

özelliklerden, çevresel faktörlerden, sağlık durumundan ve sağlık bakım<br />

sistemi faktörlerinden etkilenmektedir. Ayrıca bireyin kişilerarası<br />

ilişkilerinden, iletişiminden, kültürel ve sosyal deneyimlerinden de<br />

etkilenmektedir.<br />

Öz bakım gücü, Kuzey Amerika <strong>Hemşirelik</strong> Tanı Birliği (North<br />

America Nursing Diagnoses Assosiation-NANDA) tarafından bir hemşirelik<br />

tanısı olarak “öz bakım eksikliği sendromu” şeklinde kabul edilmiştir.<br />

<strong>Hemşirelik</strong> tanıları el kitabında da öz bakım eksikliği sendromu; motor<br />

fonksiyonlarında veya bilişsel fonksiyonlarda bir bozulma nedeniyle<br />

kendine bakım verme aktivitelerinden beşini de (beslenme, banyohijyen,<br />

giyinme-kuşanma, tuvalet-tuvaleti kullanma, enstrümental<br />

bakım) yerine getirme yeterliliği azalan bir bireydeki durum olarak<br />

tanımlanmaktadır (Carpenito-Moyet 2005).<br />

Yaşlılıkta ortaya çıkan fiziksel ve psikososyal değişikliklerin öz<br />

bakım gücünü etkileyeceği ve aynı zamanda onların benlik saygısında<br />

azalmaya neden olacağı düşünülmektedir. <strong>Ü</strong>lkemizde, yaşlılarla yapılan<br />

araştırmalarda günlük yaşam aktiviteleri sorgulanmış ancak öz bakımı<br />

odak alan çalışma ve incelemeler az sayıda yapılmıştır (Ardahan 2002).<br />

Hızlı bir sosyokültürel değişme süreci içinde bulunan ülkemizde de; aile,<br />

eğitim, sağlık ve sosyal hizmet yaklaşımları değişmektedir. Bu kapsamda,<br />

yaşlılık konusunun ele alınışında da değişiklikler görülmektedir.<br />

Hemşireler, sağlıklı ve hasta yaşlı bireylere verilen sağlık hizmetlerinde<br />

giderek artan bir şekilde yer almaktadırlar. Başka bir anlatımla yaşlıya<br />

verilen sağlık hizmetlerinde hemşirelere büyük sorumluluklar<br />

düşmektedir. Bunun için bakım hizmetlerinin her aşamasında önemli<br />

95


yeri olan hemşirelerin bugün ve gelecekte etkin görev alabilmeleri için<br />

yaşlılarla ilgili araştırmalar yapmaları gerekmektedir. Bu araştırma,<br />

huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücünü etkileyen etmenleri<br />

incelemek amacıyla yapılmıştır.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Bu araştırma, huzurevinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücü ve<br />

etkileyen etmenleri incelemek amacıyla planlanan tanımlayıcı ve<br />

kesitsel tipte bir alan çalışmasıdır. Araştırmanın evrenini Đzmir Đli<br />

Gürçeşme Huzurevi’nde yaşayan <strong>23</strong>3 yaşlı oluşturmuştur. Örneklem<br />

seçimine gidilmemiş, araştırmanın yürütüldüğü Aralık 2005–Ocak<br />

2006 tarihleri arasında, örneklem seçim kriterlerine uyan ve<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlılar örneklemi oluşturmuştur<br />

(n=101). Örnekleme, örneklem seçim kriterlerine uymayan 36 yaşlı,<br />

farklı nedenlerle kurumda kalmayan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />

etmeyen 31 yaşlı dahil edilememiştir. Bu nedenlerden dolayı<br />

araştırmaya katılım oranı % 60.84’ tür.<br />

Örneklem seçim kriterleri<br />

<br />

<br />

<br />

Fizik ve ruh sağlığı iletişim kurmayı engellemeyen,<br />

Soruları anlayıp, yanıt verebilen,<br />

Araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlılar araştırma kapsamına<br />

alınmıştır.<br />

Araştırmada veri toplama aracı olarak Tanıtıcı Bilgi Formu ve Öz<br />

Bakım Gücü Ölçeği kullanılmıştır. Đki veri toplama aracıda bireylerin<br />

öz değerlendirmelerine dayalıdır.<br />

Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından ilgili literatür<br />

taranarak oluşturulan ve yaşlıların sosyo-demografik özelliklerini<br />

belirlemeyi amaçlayan 14 sorudan oluşmaktadır.<br />

Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ), Kearney ve Fleischer tarafından<br />

1979 yılında geliştirilen ve insanların kendi kendilerine bakma<br />

yeteneklerini, güçlerini belirlemeye yarayan 43 maddeden oluşturulan,<br />

1993 yılında Nahcivan tarafından Türk toplumuna uyarlanmış ve<br />

geçerlik ve güvenirliği saptanmıştır. Nahcivan yaptığı geçerlik ve<br />

güvenirlik çalışmasında ölçekte yer alan madde sayısını 43’ten 35’e<br />

indirmiştir. Ölçekte her bir madde 0’dan 4’e kadar puanlanan 5<br />

dereceli likert ile değerlendirilmektedir. Ölçekten alınan en düşük puan<br />

35, en yüksek puan 140’tır. Ölçekten alınan yüksek puanlar öz bakım<br />

gücünün yüksek olduğunu göstermektedir (Nahcivan 1994). Bu<br />

araştırmada ölçeğin cronbach alpha değeri 0.89’dur.<br />

Araştırmanın bağımlı değişkeni ÖBGÖ puan ortalaması, bağımsız<br />

değişkenleri ise yaşlıların sosyo-demografik özellikleri ve algıladıkları<br />

sağlık durumlarıdır.<br />

96


Veriler, kurum ve bireylerden gerekli izinler alındıktan sonra,<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlı bireylerle kurumda uygun bir<br />

yerde yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin<br />

değerlendirilmesi, bilgisayar ortamında yapılmış, istatistiksel analiz<br />

olarak sayı, yüzde, varyans analizi ve t testi kullanılmıştır.<br />

BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

Tablo 1. Yaşlıların Sosyodemografik Özelliklerinin Dağılımı (n:101)<br />

Sosyodemografik Özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />

Yaş Grubu<br />

65-69<br />

70-74<br />

75-79<br />

80 ve üzeri<br />

20<br />

27<br />

27<br />

27<br />

19.8<br />

26.7<br />

26.7<br />

26.7<br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Medeni Durum<br />

Bekar<br />

Evli<br />

Dul /Boşanmış<br />

Eğitim Düzeyi<br />

Okuryazar<br />

Đlkokul<br />

Ortaokul<br />

Meslek<br />

Ev hanımı<br />

Memur<br />

Đşçi<br />

Çiftçi<br />

Esnaf<br />

Diğer<br />

Çocuk Sahibi Olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Ziyaret Edilme Durumu<br />

Evet<br />

Ara sıra<br />

Hayır<br />

Düzenli Gelir<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Gelir Düzeyi Algısı<br />

Yetersiz<br />

Orta<br />

Sosyal Güvence Durumu<br />

Yok<br />

Emekli sandığı<br />

Bağ-Kur<br />

Yeşil kart<br />

Özel sigorta<br />

SSK<br />

46<br />

55<br />

17<br />

4<br />

80<br />

56<br />

26<br />

19<br />

32<br />

9<br />

16<br />

13<br />

12<br />

19<br />

74<br />

27<br />

42<br />

15<br />

44<br />

71<br />

30<br />

34<br />

67<br />

44.5<br />

54.5<br />

16.8<br />

4.0<br />

79.2<br />

55.4<br />

25.7<br />

18.8<br />

31.7<br />

8.9<br />

15.8<br />

12.9<br />

11.9<br />

18.8<br />

73.3<br />

26.7<br />

41.6<br />

14.9<br />

43.6<br />

70.3<br />

29.7<br />

33.7<br />

66.3<br />

40<br />

12<br />

10<br />

19<br />

12<br />

8<br />

39.6<br />

11.9<br />

9.9<br />

18.8<br />

11.9<br />

7.9<br />

Toplam 101 100.0<br />

97


Araştırmaya katılan yaşlıların sosyodemografik özellikleri incelendiğinde;<br />

yaşlıların yaş ortalamasının 75.03 ± 6.29 olduğu, %54.5’inin<br />

erkek, %79.2’sinin dul/boşanmış, %55.4’ünün okuryazar, %31.7’sinin<br />

ev hanımı, %73.3’ünün çocuğunun olduğu, %43.6’sının ziyaretçisinin<br />

gelmediği, %70.3’ünün düzenli bir gelire sahip olduğu, %66.3’ünün<br />

gelir durumunu orta düzeyde değerlendirdiği, %39.6’sının ise sosyal bir<br />

güvencesinin olmadığı saptanmıştır (Tablo 1).<br />

Yaşlıların sağlık durumları incelendiğinde; %43.6’sı fizik sağlığını<br />

“iyi” düzeyde, %41.6’sı “orta” düzeyde değerlendirmiştir. Yaşlıların<br />

%54.5’i ise ruh sağlığını “iyi” düzeyde, %38.6’sı “orta” düzeyde<br />

değerlendirmiştir. Yaşlıların %58.4’ünün düzenli ilaç kullanmasını<br />

gerektiren fiziksel bir hastalığının olduğu bulunmuştur (Tablo 2). Bakar<br />

ve arkadaşlarının (2005) huzurevinde yaşayan yaşlıların anksiyete ve<br />

depresyon düzeylerini belirlemeye yönelik yaptıkları çalışmada %62’sinin,<br />

Bayık ve arkadaşlarının (2002) huzurevinde kalan yaşlıların fiziksel<br />

sağlık sorunları ve hastalıklarına yönelik ilaç kullanma durumlarını<br />

saptamaya yönelik yaptıkları çalışmada %84.2’sinin, Berberoğlu ve<br />

arkadaşlarının (2002) huzurevinde kalan yaşlıların sosyo-demografik<br />

özellikleri ve KATZ Indeksine göre günlük yaşam etkinliklerini<br />

saptamaya yönelik yaptığı çalışmada %74.7’sinin, Bilir ve arkadaşlarının<br />

(2002) 65 yaş ve üzeri kişilerin bazı sağlık ve sosyal durumlarını<br />

saptamaya yönelik yaptıkları çalışmada %78.1’inin ilaç kullanmasını<br />

gerektiren kronik bir hastalığının olduğu bulunmuştur.<br />

Aynı zamanda, yaşlıların yarısından fazlasının ilaç kullanmasını<br />

gerektirecek kronik bir hastalığı olmasına karşın, %43.6’sının fizik<br />

sağlığı ve %54.5’inin ise ruh sağlıklarını “iyi” düzeyde değerlendirdikleri<br />

görülmektedir (Tablo 2). Yaşlıların hastalık belirti ve semptomlarını<br />

dönem özelliği olarak kabul etmeleri nedeniyle sağlık durumlarını “iyi”<br />

yönde algıladıkları düşünülmektedir.<br />

Tablo 2: Yaşlıların Algıladıkları Sağlık Durumlarına Göre Dağılımı<br />

Algıladıkları sağlık durumları <strong>Sayı</strong> %<br />

Fizik Sağlık<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

44<br />

42<br />

15<br />

43.6<br />

41.6<br />

14.9<br />

Ruh Sağlık<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

Kronik Bir Hastalığa Sahip Olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

55<br />

39<br />

7<br />

54.5<br />

38.6<br />

6.9<br />

59<br />

58.4<br />

42<br />

41.6<br />

Toplam 101 100.0<br />

98


Yaşlıların öz bakım güçleri incelendiğinde; ÖBGÖ toplam puan<br />

ortalaması 98.80 ± 18.81 olarak bulunmuştur. En küçük değer 47, en<br />

büyük değer 133’tür. Ardahan’ın (2002) aynı huzurevinde yaptığı<br />

“yaşlıların öz bakım gücü ve yaşam doyumları” konulu çalışmasında<br />

ÖBGÖ puan ortalaması 95.69 ± 15.52 olup, bu araştırma bulgusuyla<br />

paralellik göstermektedir. Ancak Çimen’ in (2000) yaşlıların öz bakım<br />

gücü ve yaşam doyumlarını incelemek amacıyla yaptığı çalışmasında<br />

yaşlıların ÖBGÖ puan ortalaması 86.6 ± 24.5 olarak saptamıştır. ÖBGÖ<br />

puan ortalamasının daha düşük bulunmasının nedeni araştırmanın farklı<br />

bir kurumda yapılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.<br />

Yaşlıların sosyo-demografik özelliklerinin öz bakım gücüne etkisi<br />

incelendiğinde; huzurevinde yaşayan yaşlıların yaş gruplarına göre<br />

ÖBGÖ puan ortalamaları arasında yapılan varyans analizinde<br />

istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p0.05) (Tablo 3).<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların ziyaret edilme durumlarına göre<br />

ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, ziyaretçisi gelmeyen yaşlıların<br />

99


puan ortalaması ziyaretçisi gelenlere göre daha yüksek bulunmuştur.<br />

Yapılan analizde bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p0.05) (Tablo 3). Yaşlıların eğitim düzeyleri arasındaki<br />

farkın az olması ve yaşlıların eğitim düzeylerinin düşük olması bu<br />

istatistiksel sonucun nedeni olarak düşünülmektedir.<br />

Huzurevinde yaşayan, düzenli geliri olmayan yaşlıların ÖBGÖ<br />

puan ortalaması düzenli geliri olan yaşlılara göre daha yüksek olduğu,<br />

yaşlılık döneminde düzenli bir gelire sahip olmamanın getirdiği<br />

zorlukların üstesinden gelerek yaşamanın, bireylerin öz bakımlarına<br />

daha fazla önem vermelerinin bir sonucu olduğu şeklinde açıklanabilir.<br />

Ancak gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı bulunmadığı<br />

saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3). Huzurevinde düzenli bir gelire sahip<br />

olmanın, yaşlıların öz bakım gücü için önemli bir faktör olmadığı<br />

sonucuna varılmıştır.<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların algıladıkları gelir düzeyine göre<br />

ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, gelir düzeyini “orta” olarak<br />

değerlendiren yaşlıların, “yetersiz” olarak algılayanlara göre daha<br />

yüksek bulunduğu ancak bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı<br />

saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3). Huzurevinde yaşayan yaşlıların gelir<br />

düzeyi algısının, yaşlıların öz bakım gücü için önemli bir faktör<br />

olmadığı düşünülmektedir.<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların sosyal güvence durumlarına göre<br />

ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı<br />

bir fark bulunmuştur (p


Tablo 3: Yaşlıların Sosyodemografik Özelliklerinin ÖBGÖ Toplam Puan Ortalamalarına<br />

Göre Dağılımı (n:101)<br />

Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t P<br />

Yaş grubu<br />

65-69<br />

70-74<br />

75-79<br />

80 ve üzeri<br />

20<br />

27<br />

27<br />

27<br />

108.45<br />

91.51<br />

98.96<br />

98.77<br />

13.73<br />

21.04<br />

17.00<br />

19.12<br />

3.32 0.0<strong>23</strong><br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Ziyaret Edilme Durumu<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Eğitim Düzeyi<br />

Đlkokul mezunu değil<br />

Đlkokul<br />

Ortaokul<br />

Düzenli Gelir<br />

Var<br />

Yok<br />

Gelir Düzeyi Algısı<br />

Yetersiz<br />

Orta<br />

Sosyal Güvence Durumu<br />

Var<br />

Yok<br />

46<br />

55<br />

57<br />

44<br />

56<br />

26<br />

19<br />

71<br />

30<br />

34<br />

67<br />

61<br />

40<br />

91.47<br />

104.92<br />

94.61<br />

104.22<br />

96.46<br />

99.73<br />

104.42<br />

97.46<br />

101.96<br />

97.17<br />

99.62<br />

95.27<br />

104.17<br />

17.34<br />

17.92<br />

17.70<br />

19.02<br />

18.76<br />

21.35<br />

14.37<br />

18.72<br />

18.98<br />

19.56<br />

18.52<br />

19.92<br />

15.76<br />

1.31<br />

9<br />

-3.81 0.000<br />

-<br />

2.619<br />

-<br />

1.100<br />

0.010<br />

0.272<br />

0.274<br />

0.380 0.539<br />

2.377 0.019<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların fizik sağlık algısına göre ÖBGÖ puan<br />

ortalamaları incelendiğinde, fizik sağlığını “iyi” olarak değerlendirenlerin,<br />

sırasıyla “orta” ve “kötü” olarak değerlendirenlere göre puan ortalamaları<br />

daha yüksek saptanmıştır. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmuştur (p0.05) (Tablo 4). Ruh sağlığını “kötü” değerlendirenlerin sayısının az<br />

olmasının bu sonuçta etkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların kronik bir hastalığa sahip olma<br />

durumlarına göre ÖBGÖ puan ortalaması karşılaştırıldığında, kronik<br />

bir hastalığı olmayanların puan ortalaması kronik bir hastalığı olanlara<br />

göre daha yüksek bulunmuştur. Ancak bu fark istatistiksel olarak<br />

anlamlı bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 4). Bu bulguda kronik hastalığı<br />

olan yaşlılarla olmayanların ÖBGÖ puan ortalamaları arasındaki farkın<br />

az olmasının etkili olduğu sonucuna varılmıştır.<br />

101


Tablo 4. Yaşlıların Algıladıkları Sağlık Durumlarının ÖBGÖ Toplam Puan Ortalamalarına<br />

Göre Dağılımı (n:101)<br />

Sağlık Durumları <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />

Fizik Sağlık Algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

44<br />

42<br />

15<br />

103.79<br />

96.90<br />

89.46<br />

16.26<br />

19.75<br />

19.79<br />

3.811 0.025<br />

Ruh Sağlığı Algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

Kronik Bir Hastalığa Sahip Olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

55<br />

39<br />

7<br />

59<br />

42<br />

102.49<br />

95.51<br />

88.14<br />

98.05<br />

99.86<br />

16.47<br />

20.51<br />

21.58<br />

19.47<br />

18.04<br />

2.879 0.061<br />

-<br />

4.474<br />

0.706<br />

SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, yaşlıların öz bakım<br />

güçlerinin yaşa, cinsiyete, ziyaretçi gelme durumu, sosyal güvence<br />

durumu ve fizik sağlık algısına göre anlamlı düzeyde farklılık<br />

gösterdiği, buna karşın medeni durumun, çocuk sahibi olmanın, eğitim<br />

düzeyinin, düzenli bir gelire sahip olma durumunun, algılanan gelir<br />

durumunun, ruh sağlığı algısının ve kronik bir hastalığa sahip olma<br />

durumunun etkili faktörler olmadığı saptanmıştır. Araştırma bulguları,<br />

yaşlıların yaşadıkları zorlukların onların öz bakım gücünü arttırdığını<br />

göstermektedir. Ancak bu araştırmanın örnekleminden elde edilen<br />

bulgular, tek bir kurumda yapılması ve örneklem sayısının az olması<br />

nedeniyle genellenemez.<br />

Bu sonuçlar doğrultusunda;<br />

Huzurevinde kalan yaşlıların öz bakım gücünü etkileyen faktörlerin<br />

dikkate alınarak hemşirelik bakımının planlanması,<br />

<strong>Hemşirelik</strong> bakımına yaşlıların var olan güçleri doğrultusunda<br />

katılmasının sağlanması,<br />

<strong>Hemşirelik</strong> bakımının kalitesini arttırmak amacıyla kurumlarda<br />

kalan yaşlıların öz bakım gücünün belli aralıklarla değerlendirilmesi,<br />

Bu çalışmanın bir benzerinin, aile ortamında yaşayan yaşlılarla<br />

yapılarak karşılaştırılması önerilmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004). Başkent <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Kuruluşlarında<br />

Tedavi Görmüş 65 Yaş <strong>Ü</strong>stü Hastaların Fiziksel ve Ruhsal Durumları Đle Günlük<br />

Yaşam Aktivite Durumlarının Değerlendirilmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3): 133-138.<br />

2. Ardahan M (2002). Huzurevinde ve Aile Ortamında Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım<br />

Gücünün Đncelenmesi. E<strong>Ü</strong><strong>HYO</strong> <strong>Dergisi</strong>, 18(1-3): 43-55.<br />

102


3. Bakar A, Tutkun H, Sertbaş G (2005). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Anksiyete ve<br />

Depresyon Düzeylerinin Belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri dergisi, 6(4): 227-<strong>23</strong>9.<br />

4. Bayık A, Özgür G, Özsoy SA (2002). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Fiziksel Sağlık<br />

Sorunları ve Hastalıklarına Yönelik Đlaç Kullanma Davranışları. Geriatri, 5(2): 68-74.<br />

5. Berberoğlu U, Gül H, Eskiocak M ve ark (2002). Edirne Huzurevinde Kalan Yaşlıların<br />

Kimi Sosyodemografik Özellikleri ve KATZ Đndeksine Göre Günlük Yaşam<br />

Etkinlikleri. Geriatri, 5(4): 144-149.<br />

6. Bilir N, Aslan D, Güngör N ve ark (2002). Ankara’da Altındağ Sağlık Ocağı<br />

Bölgesi’nde Yaşayan 65 Yaş <strong>Ü</strong>zeri Kişilerin Bazı Sağlık ve Sosyal Durumlarının<br />

Saptanması, Geriatri, 5(3): 97-102.<br />

7. Birol L (2002). <strong>Hemşirelik</strong> Süreci: <strong>Hemşirelik</strong> Sürecinde Sistematik Yaklaşım, 5.<br />

Baskı, Đzmir, s. 70-72.<br />

8. Carpenito-Moyet LJ (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, (çev. Erdemir F), Nobel Tıp<br />

Kitabevleri, 405.<br />

9. Cavanagh SJ (1993). Orem’s Model in Action. The Macmillion Press Ltd. London, 4-5.<br />

10. Çimen S (2000). Yaşlı Bireylerde Öz Bakım Gücü ve Yaşam Doyumlarının<br />

Araştırılması, 9. Anadolu Psikiyatri Günleri ve Özet Kitabı, Türkan Sabancı Kültür<br />

Merkezi, Edirne, 126.<br />

11. Fadıloğlu Ç, Tokem Y (2004). Geriatrik Rehabilitasyonda Hemşirenin Rolü, Türk<br />

Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(4): 241-246.<br />

12. Nahcivan NÖ (1994). Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması: Öz Bakım Gücü Ölçeğinin<br />

Türkçe’ye Uyarlanması, <strong>Hemşirelik</strong> Bülteni, 7(33): 109-119.<br />

13. Orem DE (1995). Nursing:Concepts of Practice (5th ed.) St.Louise, MO: Mosby, 435-<br />

452.<br />

14. Özgür G, Karaaslan A, Bayık A ve ark (2003). Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların<br />

Bireysel Gereksinimlerinin Değerlendirilmesi. II. Ulusal Yaşlılık kongresi, 9-12 Nisan<br />

2003, Denizli, 348-360.<br />

15. Sütoluk Z, Demirhindı H, Savaş N ve ark (2004). Adana Huzurevlerinde Kalan<br />

Yaşlılarda Depresyon Sıklığı ve Nedenleri, Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3), 148-151.<br />

16. <strong>Ü</strong>stün B, Bahar Z, Partlak N ve ark (2005). Bakımevinde yaşayan yaşlılarda<br />

depresyon ve etkileyen faktörlerin incelenmesi. ZSYOD,1(1): 26-33.<br />

17. Velioğlu P (1999). <strong>Hemşirelik</strong>te Kuram ve Kavramlar, Đstanbul, 3<strong>23</strong>-347.<br />

103


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 105-116, <strong>2007</strong><br />

HUZUREVĐNDE YAŞAYAN YAŞLILARIN UMUTSUZLUK D<strong>Ü</strong>ZEYLERĐ<br />

VE ETKĐ EDEN FAKTÖRLER<br />

THE LEVEL OF HOPELESSNESS OF NURSING HOME RESIDENTS AND<br />

EFFECTIVE FACTORS<br />

Aysun BABACAN G<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong>Ş Gönül ÖZG<strong>Ü</strong>R Serap YILDIRIM<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Psikiyatri Hemşireliği AD, ĐZMĐR<br />

Anahtar Sözcükler: Yaşlı, huzurevi, umutsuzluk, etkili faktörler<br />

Key Words: Elderly, nursing home, hopelessness, effective factors<br />

ÖZET<br />

Bu araştırma huzurevinde yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerini ve<br />

etki eden faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır.<br />

Tanımlayıcı tipteki bu araştırma gerekli izinler alındıktan sonra, Aralık<br />

2005–Ocak 2006 tarihleri arasında Đzmir Đli Gürçeşme Huzurevinde<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden 101 sakinle yapılmıştır. Araştırma verileri,<br />

Tanıtıcı Bilgi Formu ve Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ) ile toplanmıştır. Verilerin<br />

analizinde sayı, yüzde dağılımı, t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.<br />

Araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması 75.03±6.29 olup,<br />

%54.5’inin erkek, %70.3’ünün dul, %55.4’ünün okuryazar, %31.7’sinin ev<br />

hanımı olduğu, %66.3’ünün gelir durumunu orta düzeyde algıladığı, %39.6’sının<br />

sosyal bir güvencesinin olmadığı, %73.3’ünün çocuğunun olduğu, %43.6’sının<br />

çocuğunun ziyaretine gelmediği belirlenmiştir. Yaşlıların BUÖ toplam puan<br />

ortalaması 8.96 ± 3.93 olarak saptanmıştır. Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />

algılanan gelir düzeyi ve fizik sağlık algısına göre anlamlı düzeyde farklılık<br />

gösterdiği (p0.05).<br />

Huzurevinde yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerinde etkili<br />

faktörlerin göz önünde bulundurulması ve bu doğrultuda hemşirelerin<br />

yaşlıların umut düzeylerini yükseltici girişimlerde bulunmaları önerilmektedir.<br />

SUMMARY<br />

This study has been conducted in order to examine the level of<br />

hopelessness of nursing home residents and effective factors.<br />

After having required concents, this descriptive study has been carried out<br />

between December 2005-January 2006 in Izmir Gürçeşme Nursing Home and<br />

included 101 residents who accepted to be involved in this research. Data were<br />

collected by Introductory Information Form and Beck Hopelessness Scale (BHS).<br />

105


Data were analyzed using number, distribution of percentage, student t test,<br />

variance analysis.<br />

The mean age of elderly people included in this study was 75.03±6.29, of<br />

them 54.5% was men, 70.3% was widow, 55.4% was literate, 31.7% was<br />

housewife, and it was determined that 66.3% were middle-incomed, that 39.6%<br />

were those without any social security, that 73.3% had children, and that 43.6%<br />

were not visited by their children. Of attendant elderly people; overall average<br />

score for Beck Hopelessness Scale was 8.96 ± 3.93. There was a significant<br />

difference between perception of income level and physical health and the level of<br />

hopelessness of the elderly. (p0.05).<br />

It is suggested that effective factors in the level of hopelessness of nursing<br />

home residents should be considered and in that way that nursing interventions<br />

should be implemented to strengthen the level of hope of elderly people.<br />

GĐRĐŞ<br />

Yaşlılık her canlıda görülen tüm işlevlerde azalmaya neden olan,<br />

süreğen ve evrensel bir süreçtir (Akgün ve ark. 2004a). Tüm dünyada<br />

olduğu gibi ülkemizde de yaşlı nüfus giderek artmaktadır. Artan yaşlı<br />

nüfusa bağlı olarak bireyi, aileyi, toplumu fiziksel, psikolojik, sosyal ve<br />

ekonomik yönden etkileyen çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır (Karahan ve<br />

Güven 2002, Richards 1995).<br />

<strong>Ü</strong>lkemizde hızlı kentleşme, endüstrileşme ve modernleşme ile birlikte<br />

sosyodemografik yapıda ve geleneksel sosyal değerlerde değişiklikler<br />

meydan gelmektedir (Bayık ve ark. 2002). <strong>Ü</strong>lkemizde giderek daha fazla<br />

sayıda kadının çalışma yaşantısına girmesi, çekirdek aileye dönüşüm,<br />

konutların küçülmesi ve ekonomik yetersizlikler gibi nedenler yaşlı<br />

bireylerin aile içinde bakımını güçleştirmektedir (Karahan ve Güven<br />

2002, Khorshid ve ark. 2004). Bu nedenlere bağlı olarak yaşlı bireylerin<br />

yaşam ortamlarında değişiklikler olmuş ve günümüzde huzurevlerinde,<br />

bakım evlerinde ya da tek başına evde yaşayan yaşlıların sayısı artmaya<br />

başlamıştır (Çivi ve Tanrıkulu 2000, Özgür ve ark. 2003, <strong>Ü</strong>stün ve ark.<br />

2005).<br />

Genel olarak yaşlılık döneminde, fiziksel, ruhsal ve sosyal sorunlarda<br />

artış olmakta ve yaşlıların eş, dost ve yakınlarına olan bağımlılıkları<br />

artmaktadır. Emeklilik, çocukların büyüyerek evden ayrılması, eş,<br />

arkadaş ve yakınların kaybı ve sosyal rollerin değişmesi, yaşlı bireylerin<br />

aile ve yakınlarının desteğine daha fazla gereksinim duymalarına neden<br />

olmaktadır (Akgün ve ark. 2004b, Bakar ve ark. 2005, Berberoğlu ve<br />

ark. 2002). Yapılan çalışmalarda da yaşlılarda depresyon, yalnızlık,<br />

güvensizlik, sosyal aktivitelerde azalma gibi psikososyal sorunların sık<br />

olarak görüldüğü bildirilmiştir (Akgün ve ark. 2004, Bakar ve ark.<br />

106


2005, Demet ve ark. 2002, Güneş ve ark. 2005, Khorshid ve ark. 2004).<br />

Tüm bu sonuçlar yaşlıların psikososyal durumlarını değerlendirmeye<br />

yönelik çalışmalara daha fazla önem verilmesi gerektiğini ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Umutsuzluk, yaşlılık döneminde ortaya çıkan ve yaşlıların<br />

biyopsikososyal durumlarını etkileyen önemli faktörlerden biridir<br />

(Ceylan ve Göka 1998, Gençtan 1998). Erikson, yaşamın son dönemini<br />

“benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk” olarak tanımlamıştır. Bu<br />

dönemde yaklaşan ölüm düşüncesiyle birlikte bireyler yaşamlarının<br />

anlamlı olup olmadığını sorgulamaya başlarlar. Bu dönemde<br />

yaşamlarının yeteri kadar iyi geçmediğini ve yapamadıkları birçok şey<br />

olduğunu düşünen bireylerde umutsuzluk ortaya çıkabilir. (Beck ve<br />

ark. 1984, Frisch ve Frisch 2002). Bununla birlikte umutsuzluk,<br />

depresyonla yakından ilişkilidir (Beck 1984) ve depresyon yaşlı<br />

bireylerde yaygın olarak görülmektedir (Göktaş ve Özkan 2006).<br />

Yaşlılarda depresyonun yaygın olarak görüldüğü birçok çalışmada<br />

belirtilmiş olmasına rağmen (Demet ve ark. 2002, Maral ve ark. 2001,<br />

Şahin ve ark. 2005, Topbaş ve ark. 2001), yaşlıların umutsuzluk<br />

düzeyleri ve bunu etkileyen faktörlere ilişkin bilgi nispeten daha azdır.<br />

Bu açıdan depresyonun önemli bir nedeni ve belirtisi olan<br />

umutsuzluğun yaşlı bireylerde değerlendirilmesi önemlidir.<br />

Yaşlıların biyopsikososyal yönden iyilik durumlarını yükseltmek<br />

amacıyla yaşlılık döneminde görülen sorunları ortaya koyan<br />

araştırmaların yapılması, yaşlılara yönelik hizmetlerin planlanmasında<br />

yol gösterici olacaktır. Umut, sağlık ve hastalık kavramlarıyla yakından<br />

ilişkili olup karamsarlık, güçsüzlük, çaresizlik duygularını azaltan ve<br />

sorunlarla mücadelede motivasyonu arttıran bir güç olarak<br />

tanımlanmaktadır (Öz 2004). Umut, çok boyutlu bir kavram olarak,<br />

hemşireliğin önemli bir öğesidir. Umutsuzluk ise, bir hemşirelik tanısı<br />

olarak, hemşirelerin uygulamalarında yer almaktadır (Öz 2004,<br />

Carpenito-Moyet 2005). Bu açıdan bakıldığında hemşireler eğitimci,<br />

danışman ve koordine edici olarak, fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden<br />

birçok kayıp yaşayan yaşlı bireylerin umudunu arttırmada önemli<br />

roller üstlenebilirler.<br />

Bu gerekçelerden hareketle bu araştırmanın amacı huzurevinde<br />

yaşayan yaşlıların umutsuzluk düzeylerini belirlemek ve umutsuzluk<br />

düzeylerini etkileyen faktörleri incelemektir.<br />

GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Bu araştırma tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışmadır. Araştırmanın<br />

evrenini Đzmir Đli Gürçeşme Huzurevinde yaşayan 65 yaş üzeri yaşlılar,<br />

örneklemini ise Aralık 2005–Ocak 2006 tarihleri arasında sınırlamalara<br />

107


uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden sakinler oluşturmuştur<br />

(n=101).<br />

Örneklem seçim kriterleri<br />

Fizik ve ruh sağlığının iletişim kurmayı engellememesi,<br />

Soruları anlayıp, yanıt verebilme,<br />

Araştırmaya katılmayı kabul etme.<br />

Araştırmada Tanıtıcı Bilgi Formu ve Beck Umutsuzluk Ölçeği<br />

olmak üzere iki veri toplama aracı kullanılmıştır.<br />

Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından ilgili literatür<br />

taranarak oluşturulmuştur. Formda yaşlıların sosyodemografik<br />

özelliklerini belirlemeyi amaçlayan 14 soru yer almaktadır.<br />

Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ), Beck ve arkadaşları tarafından<br />

l974 yılında geliştirilmiştir. <strong>Ü</strong>lkemizde ölçeğin geçerlik ve güvenirlik<br />

çalışması 1991 yılında Seber tarafından yapılmıştır. Ölçek 20 maddeden<br />

oluşmaktadır. Puan ranjı 0-20’dir. Ölçekten alınan yüksek puanlar<br />

umutsuzluğun yüksek olduğunu göstermektedir (Savaşır ve Şahin 1997).<br />

Veriler, kurum ve bireylerden gerekli izinler alındıktan sonra,<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden yaşlı bireylerden görüşme tekniği ile<br />

toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi, SPSS 11.0 paket programı<br />

kullanılarak bilgisayarda yapılmış, verilerin dökümü sayı ve yüzde<br />

olarak verilmiş, istatistiksel analiz olarak t testi ve varyans analizi<br />

kullanılmıştır.<br />

BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

Yaşlıların sosyodemografik özellikleri<br />

Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin dağılımı Tablo 1’de<br />

görülmektedir. Buna göre araştırmaya katılan yaşlıların yaş ortalaması<br />

75.03 ± 6.29, %54.5’i erkek, %70.3’ü dul, %55.4’ü okuryazardır.<br />

Yaşlıların %70.3’ünün düzenli bir gelire sahip olduğu, %66.3’ünün<br />

gelir düzeyini “orta” olarak algıladığı, %39.6’sının herhangi bir sosyal<br />

güvencesinin olmadığı belirlenmiştir (Tablo 1).<br />

Yaşlıların fiziksel, ruhsal ve sosyal durumları<br />

Yaşlıların fizik ve ruhsal sağlık durumları incelendiğinde; %43.6’sı<br />

fizik sağlığını “iyi” düzeyde, %41.6’sı “orta” düzeyde değerlendirmiştir<br />

(Tablo 2). Yaşlıların %54.5’i ise ruh sağlığını “iyi” düzeyde, %38.6’sı “orta”<br />

düzeyde değerlendirmiştir. Bu bulgular, yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />

fizik ve ruh sağlığını “iyi” veya “orta” düzeyde algıladığını göstermektedir.<br />

108


Tablo 1. Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin dağılımı<br />

Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> %<br />

Yaş grubu<br />

65-69<br />

70-74<br />

75-79<br />

80 ve üzeri<br />

20<br />

27<br />

27<br />

27<br />

19.8<br />

26.7<br />

26.7<br />

26.7<br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Medeni durum<br />

Bekar<br />

Evli<br />

Dul<br />

Boşanmış<br />

Eğitim düzeyi<br />

Okuryazar<br />

Đlkokul<br />

Ortaokul<br />

Düzenli gelire sahip olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Gelir algısı<br />

Yetersiz<br />

Orta<br />

Sosyal güvence durumu<br />

Yok<br />

Emekli sandığı<br />

Bağ-Kur<br />

Yeşil kart<br />

Özel sigorta<br />

SSK<br />

46<br />

55<br />

17<br />

4<br />

71<br />

9<br />

56<br />

26<br />

19<br />

71<br />

30<br />

34<br />

67<br />

40<br />

12<br />

10<br />

19<br />

12<br />

8<br />

44.5<br />

54.5<br />

16.8<br />

4.0<br />

70.3<br />

8.9<br />

55.4<br />

25.7<br />

18.8<br />

70.3<br />

29.7<br />

33.7<br />

66.3<br />

39.6<br />

11.9<br />

9.9<br />

18.8<br />

11.9<br />

7.9<br />

Yaşlıların %58.5’inin düzenli ilaç kullanmasını gerektiren kronik<br />

bir hastalığının olduğu saptanmıştır (Tablo 2). Bakar ve arkadaşlarının<br />

(2005) huzurevinde yaptığı çalışmada yaşlıların %62.0’ının, Berberoğlu<br />

ve ark.’nın (2002) huzurevinde yaptığı çalışmada ise yaşlıların %74.7’sinin<br />

kronik bir hastalığının olduğu bildirilmiştir. Bu bulgular doğrultusunda<br />

yaşlıların büyük çoğunluğunun kronik bir hastalığa yönelik olarak ilaç<br />

kullandığı söylenebilir. Çalışmada yaşlıların büyük çoğunluğunun düzenli<br />

ilaç kullanmasını gerektiren bir hastalığının olduğu saptanmış olmasına<br />

karşın, genel olarak yaşlıların fizik ve ruh sağlıklarını “orta” ve “iyi”<br />

düzeyde algılamaları olumlu bir gösterge olarak değerlendirilebilir.<br />

Çalışmaya katılan yaşlıların %73.3’ünün çocuğunun olduğu,<br />

çocuğu olan yaşlıların %43.6’sının ise çocukları tarafından ziyaret<br />

edilmediği belirlenmiştir (Tablo 2). Buna göre yaşlıların yarıya yakını<br />

çocukları tarafından ziyaret edilmemektedir. Bu bulguyu yapılan araştırma<br />

bulguları da desteklemektedir (Bakar ve ark. 2005, Berberoğlu ve ark.<br />

2002). Bakar ve arkadaşlarının (2005) huzurevinde yaptığı çalışmada<br />

yaşlıların %45.3’ünün çocuklarıyla görüşmediği, %47.2’sinin ise seyrek<br />

109


görüştüğü, Berberoğlu ve ark.’nın (2002) yaptığı çalışmada ise yaşlıların<br />

%43.7’sinin hiç ziyaret edilmediği bildirilmiştir. Bu bulgulara göre<br />

yaşlıların yarıya yakınının aile desteklerinin yeterince iyi olmadığını<br />

söylenebilir. Ayrıca bu bulgular yaşlılık dönemindeki sosyal desteklerin<br />

azalmasına ilişkin literatür bilgisiyle de uyumludur (Bakar ve ark.<br />

2005, Demet ve ark. 2002, Güneş ve ark. 2005, Khorshid ve ark. 2004).<br />

Tablo 2. Yaşlıların fiziksel ruhsal ve sosyal durumlarının dağılımı.<br />

Fiziksel, ruhsal, sosyal durumları <strong>Sayı</strong> %<br />

Fizik sağlık algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

44<br />

42<br />

15<br />

Ruhsal sağlık algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

Kronik bir hastalığa sahip olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Çocuk sahibi olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Ziyaret edilme durumu<br />

Evet<br />

Ara sıra<br />

Hayır<br />

55<br />

39<br />

7<br />

59<br />

42<br />

74<br />

27<br />

42<br />

15<br />

44<br />

43.6<br />

41.6<br />

14.9<br />

54.5<br />

38.6<br />

6.9<br />

58.4<br />

41.6<br />

73.3<br />

26.7<br />

41.6<br />

14.9<br />

43.6<br />

Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri<br />

Araştırmaya katılan yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan<br />

ortalaması 8.96 ± 3.93 olarak bulunmuştur. Umutsuzluk ölçeğinin bir<br />

kesme noktası olmadığından, elde edilen puan ortalaması, ölçeğin puan<br />

aralığı dikkate alınarak değerlendirildiğinde, huzurevinde yaşayan<br />

sakinlerin umutsuzluk düzeyinin orta düzeyde olduğu söylenebilir.<br />

Bunun nedeni yaşlılık döneminde görülen fiziksel, psikolojik, sosyal ve<br />

ekonomik değişikliklere bağlı olarak yaşlıların bağımlı fonksiyonlarının<br />

artması ve yalnızlık, sosyal izolasyon, karamsarlık, depresyon gibi<br />

umutsuzluğu arttıran durumları daha sık yaşamaları olabilir. Bu<br />

sonuç, huzurevinde yaşayan yaşlılarla yapılan çalışmalarla da uyumludur.<br />

Tetik ve arkadaşları (2005) tarafından yapılan çalışmada yaşlıların<br />

umutsuzluk düzeyi ortalaması 8.84 ± 0.54 olarak bildirilmiştir. Aydın<br />

ve Đşleyen (2004) tarafından yapılan çalışmada ise yaşlıların umutsuzluk<br />

düzeyi ortalaması 11.56 ± 5.13 olarak, bizim çalışmamızdan daha<br />

yüksek bulunmuştur.<br />

110


Araştırmaya katılan yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan<br />

ortalaması, farklı hasta gruplarıyla yapılan çalışmalarda karşılaştırıldığında;<br />

Tan ve arkadaşlarının (2005) hemodiyaliz hastalarıyla yaptığı<br />

çalışmanın sonuçlarıyla benzer bulunmuş, bu çalışmada hastaların<br />

umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 8.8 ± 5.1 olarak bildirilmiştir. Buna<br />

göre hemodiyaliz gibi kronik hastalığı olan bireylerin umutsuzluk<br />

düzeyiyle yaşlıların umutsuzluk düzeyinin benzer nitelikte olması,<br />

yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin yüksek olduğunu düşündürmektedir.<br />

Solak ve Başer’in (2003) kanser hastalarıyla yaptığı çalışmada ise<br />

meme kanserli hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.82 ± 4.36,<br />

meme dışı kanseri olan hastaların ise 7.70 ± 4.54 olarak bildirilmiştir.<br />

Buna göre, huzurevinde kalan yaşlıların umutsuzluk düzeyi, kanser<br />

tanısı alan hastalardan daha yüksek olarak değerlendirilebilir.<br />

Küçük’ün (1999) myokart infarktüsü geçiren hastalarla yaptığı<br />

çalışmada hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.03 ± 4.29;<br />

Erci ve arkadaşlarının (2000) tüberküloz hastalarıyla yaptığı çalışmada<br />

hastaların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 6.46 ± 4.15 olarak<br />

bulunmuştur. Pınar ve Sabuncu’nun (2000) depremzedelerde yaptığı<br />

çalışmada ise depremzedelerin umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 5.69<br />

± 5.06 olarak bildirilmiştir. Çeşitli araştırmalardan elde edilen tüm bu<br />

sonuçlara göre, huzurevinde yaşayan yaşlılar kanser, hemodiyaliz,<br />

tüberküloz, myokart infarktüsü gibi çeşitli hastalık gruplarına sahip<br />

bireylerden ve depremzedelerden daha umutsuz olarak değerlendirilebilir.<br />

Yaşlıların sosyodemografik özelliklerinin umutsuzluk<br />

düzeylerine etkisi<br />

Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin sosyodemografik özelliklerine<br />

göre dağılımı Tablo 3’de görülmektedir. Buna göre yaşlıların umutsuzluk<br />

puan ortalamaları 80 yaşına kadar yükselirken, 80 yaş sonrasında<br />

düşme göstermiştir. Kadınlarda umutsuzluk puan ortalaması ise<br />

erkeklerden daha yüksek olarak saptanmıştır. Buna karşın yaşlıların<br />

yaş grupları ve cinsiyetlerine göre umutsuzluk puan ortalamaları<br />

arasındaki fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 3). Tetik ve<br />

arkadaşlarının (2005) yaptığı çalışmada da yaşlıların umutsuzluk<br />

düzeylerinin cinsiyet durumundan etkilenmediği saptanmıştır.<br />

Yaşlıların medeni durumlarına göre, umutsuzluk puan ortalamaları<br />

incelendiğinde, dul/boşanmış olanların umutsuzluk düzeyleri bekar ve<br />

evli olanlardan daha yüksek bulunmuştur ancak puan ortalamaları<br />

arasında anlamlı düzeyde fark belirlenmemiştir (p>0.05) (Tablo 3). Bu<br />

durum örneklemi oluşturan yaşlıların büyük çoğunluğunun dul veya<br />

boşanmış olmasından kaynaklanabilir. Örneklemdeki evli ve bekar<br />

yaşlıların sayıca artması durumunda bu farkın anlamlı olabileceği<br />

düşünülmektedir.<br />

111


Eğitim düzeyi arttıkça yaşlıların umutsuzluk düzeyi azalmasına<br />

karşın, yapılan istatistiksel analizde puan ortalamaları arasındaki<br />

farkın anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 3).<br />

Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri düzenli gelir durumuna göre<br />

incelendiğinde, düzenli geliri olmayan yaşlıların umutsuzluk düzeyi,<br />

düzenli geliri olanlardan daha yüksek bulunmuş ancak bu farkın<br />

anlamlı düzeyde olmadığı belirlenmiştir (p>0.05). Bununla birlikte<br />

algılanan gelir düzeyine göre yaşlıların umutsuzluk puan ortalamaları<br />

arasında anlamlı düzeyde fark olduğu saptanmıştır (p0.05) (Tablo 3).<br />

Tablo 3. Yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan ortalamalarının sosyodemografik<br />

özelliklerine göre dağılımı.<br />

Sosyodemografik özellikler <strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />

Yaş grubu<br />

65-69<br />

70-74<br />

75-79<br />

80 ve üzeri<br />

20<br />

27<br />

27<br />

27<br />

8.85<br />

9.07<br />

9.14<br />

8.74<br />

3.97<br />

4.30<br />

3.63<br />

4.02<br />

0.060 0.981<br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Medeni durum<br />

Bekar<br />

Evli<br />

Dul / Boşanmış<br />

Eğitim düzeyi<br />

Okuryazar<br />

Đlkokul<br />

Ortaokul<br />

Düzenli gelir durumu<br />

Var<br />

Yok<br />

Algılanan gelir düzeyi<br />

Yetersiz<br />

Orta<br />

Sosyal güvence durumu<br />

Var<br />

Yok<br />

46<br />

55<br />

17<br />

4<br />

80<br />

56<br />

26<br />

19<br />

71<br />

30<br />

34<br />

67<br />

61<br />

40<br />

9.36<br />

8.61<br />

9.11<br />

8.00<br />

8.97<br />

9.58<br />

8.73<br />

7.42<br />

8.83<br />

9.26<br />

10.35<br />

8.<strong>23</strong><br />

9.36<br />

8.35<br />

4.11<br />

3.78<br />

4.74<br />

2.16<br />

3.85<br />

4.04<br />

4.09<br />

3.00<br />

3.74<br />

4.40<br />

4.17<br />

3.64<br />

4.31<br />

3.<strong>23</strong><br />

0.955 0.342<br />

0.131 0.878<br />

2.267 0.109<br />

-<br />

0.506<br />

0.614<br />

6.784 0.011<br />

-1.343 0.182<br />

112


Yaşlıların fiziksel, ruhsal ve sosyal durumlarının umutsuzluk<br />

düzeylerine etkisi<br />

Yaşlıların umutsuzluk düzeyleri fizik sağlık algılarına göre<br />

incelendiğinde; fizik sağlığını “kötü” olarak algılayan yaşlıların<br />

umutsuzluk düzeyi fizik sağlığını “orta” ve “iyi” olarak algılayanlardan<br />

yüksek bulunmuş ve aradaki farkın anlamlı olduğu saptanmıştır<br />

(p0.05) (Tablo 4). Bu durum örneklemi oluşturan yaşlıların büyük<br />

çoğunluğunun ruh sağlığını “orta” veya “iyi” olarak değerlendirmesinden<br />

kaynaklanabilir. Ruh sağlığını “kötü” olarak değerlendiren yaşlıların<br />

sayıca artması durumunda bu sonucun değişebileceği düşünülmektedir.<br />

Çocuğu olmayan yaşlıların çocuğu olanlardan umutsuzluk düzeyi<br />

daha yüksek bulunmasına rağmen, yapılan analizde bu farkın anlamlı<br />

olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 4). Tetik ve arkadaşları (2005)<br />

tarafından yapılan çalışmada ise yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />

çocuk sahibi olma durumundan etkilendiği bildirilmiştir.<br />

Tablo 4. Yaşlıların Umutsuzluk Ölçeği toplam puan ortalamalarının fiziksel ruhsal ve<br />

sosyal özelliklerine göre dağılımı.<br />

Fiziksel ruhsal ve sosyal<br />

özellikler<br />

Fizik sağlık algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

Ruh sağlığı algısı<br />

Đyi<br />

Orta<br />

Kötü<br />

Çocuk sahibi olma<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Ziyaret edilme durumu<br />

Evet<br />

Hayır<br />

<strong>Sayı</strong> Ort. SD F t p<br />

44<br />

42<br />

15<br />

55<br />

39<br />

7<br />

74<br />

27<br />

57<br />

44<br />

7.52<br />

9.83<br />

10.73<br />

8.32<br />

9.61<br />

10.28<br />

8.86<br />

9.22<br />

9.15<br />

8.70<br />

3.25<br />

3.91<br />

4.58<br />

3.67<br />

4.17<br />

4.<strong>23</strong><br />

3.73<br />

4.51<br />

3.86<br />

4.06<br />

6.041 0.003<br />

1.670 0.194<br />

-0.402 0.689<br />

0.572 0.569<br />

113


Yaşlıların ziyaret edilme durumlarına göre umutsuzluk düzeyleri<br />

incelendiğinde, ziyaret edilen yaşlıların umutsuzluk düzeyi edilmeyenlerden<br />

daha yüksek bulunmuş ancak puan ortalamaları arasında<br />

anlamlı fark olmadığı belirlenmiştir (p>0.05) (Tablo 4).<br />

SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Elde edilen bulgulara göre, huzurevinde kalan yaşlıların büyük<br />

çoğunluğu erkek, dul ve okuryazardır. Yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />

fizik ve ruh sağlığını “orta” veya “iyi” olarak algıladığı bunun yanı sıra<br />

yarıya yakınının çocukları tarafından ziyaret edilmediği ve bir sosyal<br />

güvenceye sahip olmadığı belirlenmiştir. Yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin<br />

algılanan gelir düzeyinden ve fizik sağlık algısından etkilendiği<br />

saptanmıştır. Buna göre gelir düzeyini “yetersiz”, fizik sağlığını “kötü”<br />

olarak değerlendiren yaşlıların umutsuzluk düzeylerinin daha yüksek<br />

olduğu belirlenmiştir.<br />

Bu sonuçlar doğrultusunda;<br />

Umutsuzluk açısından riskli grup olarak belirlenen yaşlıların<br />

özellikleri (gelir düzeyini “yetersiz”, ruh sağlığını “kötü” olarak algılayan)<br />

göz önünde bulundurularak yaşlıların umudunu arttırmaya yönelik<br />

hemşirelik girişimlerinin planlanması,<br />

Huzurevinde kalan yaşlıların fiziksel, psikolojik ve sosyal özellikleri<br />

doğrultusunda çeşitli girişimlerin (düzenli sağlık kontrollerinin yapılması,<br />

sosyal güvencesi olmayan yaşlıların tedavi masraflarının karşılanması,<br />

yaşlılarla umutları, istekleri ve gelecek düşünceleri hakkında<br />

konuşulması, huzurevlerindeki sosyal aktivitelerin ve yaşlıların ziyaret<br />

edilme sıklıklarının arttırılması) uygulanması önerilebilir.<br />

Bu çalışmada, örneklemi oluşturan bireylerin medeni durum,<br />

sağlık algısı gibi özellikler bakımından homojen olmaması sonuçların<br />

anlamsız çıkmasına neden olmuş olabilir. Bu nedenle bundan sonraki<br />

çalışmaların bu özellikler dikkate alınarak planlanmasının araştırma<br />

sonuçlarını netleştireceği düşünülmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004a). Dünyada ve Türkiye’de yaşlı nüfus<br />

eğilimi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(2): 105-110.<br />

2. Akgün HS, Bakar Ç, Budakoğlu IĐ (2004b). Başkent <strong>Ü</strong>niversitesi sağlık kuruluşlarında<br />

tedavi görmüş 65 yaş üstü hastaların fiziksel ve ruhsal durumları ile günlük yaşam<br />

aktivite durumlarının değerlendirilmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(3): 133-138.<br />

3. Aydın Đ, Đşleyen S (2004). Huzurevinde kalan yaşlıların geleceğe yönelik beklentilerinin<br />

umutsuzluk düzeylerine etkisi. Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong><br />

<strong>Dergisi</strong>, 7(3): 19-25.<br />

114


4. Bakar A, Tutkun H, Sertbaş G (2005). Huzurevinde yaşayan yaşlıların anksiyete ve<br />

depresyon düzeylerinin belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri dergisi, 6(4): 227-<strong>23</strong>9.<br />

5. Bayık A, Özgür G, Özsoy SA (2002). Huzurevinde yaşayan yaşlıların fiziksel sağlık<br />

sorunları ve hastalıklarına yönelik ilaç kullanma davranışları. Geriatri, 5(2): 68-74.<br />

6. Beck CM, Rawlins RP, Williams SR (1984). Mental Health Psychiatric Nursing A<br />

Holistic Life-Cycle Approach, The CY Mosby Company, s. 449-511.<br />

7. Berberoğlu U, Gül H, Eskiocak M ve ark (2002). Edirne Huzurevinde kalan yaşlıların<br />

kimi sosyodemografik özellikleri ve KATZ Đndeksine göre günlük yaşam etkinlikleri.<br />

Geriatri, 5(4): 144-149.<br />

8. Carpenito-Moyet LJ (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, (çev. Erdemir F), Nobel Tıp<br />

Kitabevleri, s.405.<br />

9. Ceylan ME, Göka E (1998). Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, 2.<br />

<strong>Cilt</strong>, Birinci Baskı, Đstanbul, s.125.<br />

10. Çivi S, Tanrıkulu Z (2000). Yaşlılarda bağımlılık ve fiziksel yetersizlik düzeyleri ile<br />

kronik hastalıkların prevalansını saptamaya yönelik epidemiyolojik çalışma.<br />

Geriatri, 3(3): 85-90.<br />

11. Demet MM, Taşkın EO, Deniz F ve ark (2002). Manisa huzurevlerinde kalan<br />

yaşlılarda depresyon belirtilerinin yaygınlığı ve ilişkili risk etkenleri. Türk Psikiyatri<br />

<strong>Dergisi</strong>, 13(4): 290-299.<br />

12. Erci B, Kılıç D, Şenyayla Ş (2000). Tüberkuloz hastalarında yaşam kalitesinin<br />

umutsuzluk düzeyi ile ilişkisi. I. Uluslararası & VIII. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi,<br />

Program ve Özet Kitabı, 29 Ekim – 2 Kasım, Antalya s: 93.<br />

13. Frisch NC, Frisch LE (2002) Psychiatric Mental Health Nursing understanding the<br />

client as well as the condition, Second edition s.44-49.<br />

14. Gençtan E (1998). Psikanaliz ve Sonrası, 8. Basım, Remzi Kitabevi, Đstanbul<br />

15. Göktaş K, Özkan Đ (2006). Yaşlılarda depresyon. Türkiye’de Psikiyatri, 8(1): 30-37.<br />

16. Güneş G, Demircioğlu N, Karaoğlu L (2005). Malatya şehir merkezinde yaşayan yaşlı<br />

kadınların günlük yaşam aktiviteleri, sosyal ve psikolojik fonksiyon düzeyleri. Türk<br />

Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 8(2): 78-83<br />

17. Karahan A, Güven S (2002). Yaşlılıkta evde bakım. Geriatri, 5(4): 155-159.<br />

18. Khorshid L, Eşer Đ, Zaybak A ve ark. (2004). Huzurevinde kalan yaşlıların yalnızlık<br />

düzeylerinin incelenmesi. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 7(1): 45-50.<br />

19. Küçük L (1999). Miyokart infarktüsü geçiren hastaların algıladıkları sosyal desteğin<br />

umut düzeylerine ve yoğun bakımda kalış sürelerine etkisi. Yoğun Bakım<br />

Hemşireleri <strong>Dergisi</strong>; 3(2): 65-71.<br />

20. Maral I, Aslan S, Đlhan MN, Yıldırım A, Candansayar S, Bumin MA (2001).<br />

Depresyon yaygınlığı ve risk etkenleri: huzurevinde ve evde yaşayan yaşlılarda<br />

karşılaştırmalı bir çalışma. Türk Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>, 12(4): 251-259.<br />

21. Öz F (2004). Sağlık alanında temel kavramlar. Đmaj Đç ve Dış Ticaret AŞ, Ankara,<br />

s.205<br />

22. Özgür G, Karaaslan A, Bayık A, Ergül Ş (2003). Huzurevinde yaşayan yaşlıların<br />

bireysel gereksinimlerinin değerlendirilmesi. II. Ulusal Yaşlılık kongresi, 9-12 Nisan<br />

2003, Denizli, s.348-360.<br />

115


<strong>23</strong>. Pınar R, Sabuncu N (2000). Depremzedelerde umutsuzluk ve öfke. I. Uluslarası VIII.<br />

Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi, 29 Ekim- 2 Kasım 2000, Antalya, s:431-436.<br />

24. Richards T (1995). Ageing cost. British Medical Journal, 347(3): 896.<br />

25. Savaşır I, Şahin NH (1997). Bilişsel-davranışçı terapilerde değerlendirme: Sık<br />

kullanılan ölçekler. Türk Psikologlar Derneği Yayınları No: 9, Özyurt Matbaacılık<br />

26. Solak M, Başer G (2003). Meme ve meme dışı kanserli kadın hastaların umutsuzluk<br />

ve yaşam kalitesi düzeylerinin incelenmesi. <strong>Hemşirelik</strong> Forumu <strong>Dergisi</strong>; 6(6), Kasım<br />

Aralık, 38-47.<br />

27. Şahin EM, Özer C, Ölüç C, Tunç Z (2005). Huzurevinde kalan yaşlılarda demans ve<br />

depresyon. Türk Geriatri <strong>Dergisi</strong>, 8(1): 22-24.<br />

28. Tan M, Okanlı A, Karabulutlu E, Erdem N (2005). Hemodiyaliz hastalarında sosyal<br />

destek ve umutsuzluk arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi. Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>; 8(2): 32-39.<br />

29. Tetik A, Parlar S, Özçırpıcı B (2005). Huzurevinde ve evinde yaşayan yaşlıların<br />

yaşadıkları umutsuzluk düzeylerinin incelenmesi. 3. Uluslar arası 10. Ulusal<br />

<strong>Hemşirelik</strong> Kongresi, Özet Kitabı, 7-10 Eylül 2005, s.94.<br />

30. Topbaş M, Yarış F, Çan G ve ark. (2001). Trabzon huzurevi ve sürekli bakım<br />

merkezindeki yaşlıların, depresif duygu durumları. 7. Halk Sağlığı Günleri Bildiri<br />

Kitabı, 11-13 Eylül 2001, Eskişehir, s.16.<br />

31. <strong>Ü</strong>stün B, Bahar Z, Partlak N ve ark. (2005). Bakımevinde yaşayan yaşlılarda<br />

depresyon ve etkileyen faktörlerin incelenmesi. ZSYOD, 1(1): 26-33.<br />

116


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 117-130, <strong>2007</strong><br />

HEMŞĐRELERDE KONTROL ODAĞI ĐNANCI ĐLE STRESLE BAŞA<br />

ÇIKMA STRATEJĐLERĐ VE PSĐKOLOJĐK BELĐRTĐ GÖSTERME<br />

DURUMLARI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER<br />

THE RELATIONSHIPS BETWEEN THE LOCUS OF CONTROL OF NURSES,<br />

COPING STRATEGIES OF STREESS AND DISPLAY OF MENTAL<br />

SYMPTOM SITUTATIONS.<br />

Nezihe UĞURLU*<br />

Mine EKĐNCĐ**<br />

*Muğla <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Yüksek Okulu-MUĞLA<br />

**Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu-ERZURUM<br />

Anahtar Sözcükler: Hemşire, psikolojik belirti, stresle başa çıkma, kontrol odağı<br />

inancı<br />

Key Words: Nurse, psychological symptom, coping with stress, locus of control.<br />

ÖZET<br />

Bu araştırma, hemşirelerin kontrol odağı, stresle başa çıkma stratejileri<br />

ve ruhsal belirti gösterme durumları arasındaki ilişkileri incelemek amacıyla<br />

tanımlayıcı olarak yapılmıştır.<br />

Araştırmanın örneklemini, Muğla Devlet Hastanesi (N=299) ve Sigorta<br />

Hastanesinde (N=70) çalışan tüm hemşireler dahil edilmiştir. Ancak izin ve<br />

rapor gibi nedenlerle araştırma 349 hemşire üzerinden gerçekleştirilmiştir.<br />

Araştırma kapsamındaki hemşirelerin kontrol odağını belirlemek için<br />

Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKOÖ), başa çıkma stratejilerini<br />

belirlemek için Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ) ve ruhsal<br />

belirti gösterme durumlarını belirlemek için ise Ruhsal Belirti Tarama Listesi<br />

(SCL 90-R) kullanılmıştır.<br />

Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik, korelasyon (Pearson R) ve,<br />

Nonparametrik testlerden Kruskal Wallis testi kullanılmıştır.<br />

Araştırma sonucunda hemşirelerin dış kontrol odağının daha yüksek,<br />

kazanılmış güçlülük düzeylerinin normal ve ruhsal belirti gösterme<br />

durumlarının ise yüksek kabul edilebilecek düzeyde olduğu, ayrıca bu üç ölçek<br />

arasındaki ilişkiler incelendiğinde, Rotter’in Đç Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile<br />

Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’den elde edilen puanlar arasında<br />

negatif yönde, Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile Ruhsal Belirti Tarama Listesi<br />

SCL 90-R ölçeğinden alınan puanlar arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu<br />

tespit edilmiştir. Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R ile Rosenbaum’un<br />

Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği puanları arasında yine negatif yönde bir ilişki<br />

olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Rotter’in Đç Dış Kontrol Odağı Ölçeği ile çalıştığı<br />

117


servis arasında ilişki olduğu tespit edilmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin<br />

daha çok dış kontrol odaklı, normal düzeyde öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip<br />

oldukları ve psikolojik belirti gösterme düzeylerinin ise yüksekolduğu saptanmıştır.<br />

SUMMARY<br />

The goal of this study is to examine and define the relationships between<br />

the locus of control of nurses, coping strategies of stress and display of mental<br />

symptom situtations.<br />

The nurses who work at Muğla State Hospital (N=299) and Sigorta<br />

Hospital (N=70) participated in this study. However, total 349 nurses participated<br />

due to the offical permission and medical leaves. Rotter’s Internal-External Locus<br />

of Control Scale, Rosenbaum’s Learned Resourcefulness Schedule and Symptom<br />

Check List-90-R were used in order to determine the locus of control of nurses,<br />

coping strategies and display of mental symptom situations, respectively.<br />

In order to analyse the data collected, the percentage, correlation (Pearson<br />

r), and Kruskal Wallis test were applied<br />

The results suggest that the external locus of control of nurses is high<br />

while level of gained power is normal. However, the display of mental sympton<br />

situtations is at slighly high level. Morever, when the relationship among the<br />

three scales were examined, it was found that there is a negative relationship<br />

between Rotter’s Internal- External Locus of Control Scale and Rosenbaum’s<br />

Learned Resourfulness Schedule, whereas there is a meaningful relationship<br />

between “Rotter’s Đnternal-External Locus of Control Scale and Symptom Check<br />

List SCL-90-R. Also, the negative relationship between Rosenbaum’s Learned<br />

Resourcefulness Schedule and Symptom Check List-90-R was found.<br />

Furthermore, it was determined that there is meaningful relationship<br />

among the Rotter’s Internal-Extarnal Locus of Control Scale and clinic. The<br />

nurses participating in the study were found to be mainly with external locus of<br />

control, normal learned difficulty and high level of displaying psychological<br />

symptoms.<br />

GĐRĐŞ VE AMAÇ<br />

Davranışların biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel belirleyicilerinin<br />

ya da psikopatoloji ile ilişkisi olan bu tür faktörlerin araştırılması, klinik<br />

psikolojinin en önemli çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır.<br />

Psikolojik sorunları olan kişilere tanı ve tedavi hizmetlerinin verilmesinde,<br />

etkin planlama ve uygulamalar sunulabilmesi, önemli ölçüde bu psikososyo-kültürel<br />

belirleyici faktörlerin iyi tanınması ve anlaşılmasına<br />

dayanmaktadır(Dağ 1991a).<br />

Psikopatoloji konusundaki son çalışmalarda, bozuklukların bir<br />

çoğu için başlatıcı bir stres faktörünün var olabileceği fikri oldukça yaygın<br />

kabul görmüştür. Çağımızın hastalığı olarak kabul edilen stres, bireylerin<br />

iç ya da dış ortamlardaki değişiklikleri, tehdit, savaşım veya tehlike<br />

olarak algıladığı, uygun kaynakları var olduğunda uyum sağladığı ve<br />

dengesini sürdürdüğü, kaynakları yeterli olmadığı durumlarda uyum<br />

118


ve dengesinin bozulduğu bir süreçtir (Baltaş1992,Görgülü1990). Stresten<br />

etkilenme yönünden bireyler arasında önemli farklar bulunduğu ve bu<br />

fark kaynaklarından önemli birinin de, bireylerin stresle başa çıkma<br />

konusunda gösterdikleri strateji farkları olabileceği üzerinde<br />

durulmaktadır (Parkes1986, Wheler1988, Silver1988).<br />

Stresi önlemeye ve azaltmaya yönelik birçok teknik bulunmaktadır.<br />

Stresle başa çıkmaya yardımcı teknikler bireysel, bilişsel ve davranışçı<br />

teknikler olmak üzere üç grupta toplanır(Ertekin1995).<br />

Psikopatolojiyle birlikte kişilikte değişen ya da ilişkili bulunan<br />

faktörlerden biri de kontrol odağı inancıdır. Olayları ve davranış sonuçlarını,<br />

kendi davranışlarına ya da görece değişmez kişisel özelliklerine dayalı<br />

olarak algılama eğiliminde olan bireylerin iç kontrol odaklı; şansa,<br />

kadere ve güçlü diğer kişi ve varlıklara bağlanma eğiliminde olan bireylerinde<br />

dış kontrol odaklı olduğu düşünülmektedir (Dağ1991b,Rotter1966).<br />

Đç kontrol odaklı kişilerin, daha uyumlu başa çıkma stratejileri<br />

olarak kabul edilen probleme odaklanmış başa çıkma, dış kontrol odaklı<br />

kişilerin ise, duyguya odaklanmış başa çıkma stratejilerini kullandıkları<br />

belirlenmiştir (Dağ1991b)<br />

Çağımızda stres yaratan pek çok durum vardır. Bireyler de yaşam<br />

boyu stres yaratan etken ve durumlarla karşı karşıyadır. Kişide stres<br />

yaratan durumlar; kişinin kendisinden kaynaklanan stres vericiler,<br />

sosyal yaşamdan kaynaklanan vericiler, aile yaşamından kaynaklanan<br />

stres vericiler ve iş yaşamında kaynaklanan stres vericiler olarak<br />

gruplandırılabilir (Folkman1984).<br />

Đş stresi, kişilerin kendinden ve işleri ile ilişkilerinden doğan ve<br />

bireyin normal fonksiyonlarında değişiklikler oluşturan bir durumdur.<br />

Đş stresi yükseldikçe baş etme düzeyini düşürmektedir (Erdoğan1995,<br />

Xu Cy 2006).<br />

Araştırma sonuçlarına göre, işin çeşitli özellikleri nedeniyle iş<br />

stresinin yüksek olduğu meslekler arasında polislik, öğretmenlik ve<br />

hava trafik memurluğunun yüksek risk taşıdığı ortaya konmuştur.<br />

Telefon operatörleri, sekreterler, danışma ve şikayet servisi memurları<br />

gibi, işlerinin insan ilişkisine dayanması sebebiyle psikolojik talebi<br />

yüksek, ancak kendiliğinden bağımsız karar verme yetkileri olmayanlar<br />

ya da az olanlar da, meslek açısından risk taşımaktadır. <strong>Hemşirelik</strong><br />

mesleği de söz konusu meslekler gibi stres yaşayan grup içinde yer<br />

almaktadır (Marenir1996, Selye1977, Sutherland1990).<br />

Hemşirelerin çalışma koşullarına ve hizmet verdiği gruplara<br />

bakıldığında çok yoğun stresle karşı karşıya kaldıkları kabul edilmektedir.<br />

Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, hastanede çalışan hemşirelerin<br />

119


aşırı iş yükü, ölümcül hastalıklar veya hastaların ölmesi, meslektaşlar<br />

arası kötü iletişim, çalışma şiftleri, doktorlarla çatışma, otoritede<br />

kararsızlık, finansal kaynaklar ve artan bürokratik işlemler gibi mesleki<br />

stres faktörlerinden olumsuz etkilendiği ifade edilmektedir (Patrick1996,<br />

Gezer 1998, Hall 2004, Xianju 2006).<br />

Araştırmanın amacı ,çalışma alanı insan olan hemşirenin kontrol<br />

odağı inancı,stresle baş etme düzeyi ve psikolojik durumunu belirlemek<br />

,bunlar arasındaki ilişkiyi incelemek ve her üç olguya etki eden olumlu<br />

ve olumsuz faktörleri ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkabilecek olumsuzlukların<br />

kaynağında, çocukluk döneminden itibaren öğrenilmiş bir takım<br />

yanlış inanç ve değerler yer almaktadır. Bu var olan bu olumsuzlukların<br />

ortaya çıkarılması sonucunda, gerek hemşirelik eğitimi süresince, gerekse<br />

hizmet içi eğitim yolu ile bu yanlış inanç ve tutumların ortadan<br />

kaldırılarak, profesyonel hemşirenin sahip olması gereken özgüven,<br />

bağımsızlık, karar verebilme, risk alma, girişimlerde bulunup sonuçlarını<br />

mantıksal olarak değerlendirme ve yaratıcı benlik imgesine sahip olma<br />

gibi özelliklerin kazandırılabileceği düşünülmektedir.<br />

MATERYAL VE YÖNTEM<br />

Araştırmanın Şekli:Araştırma, hemşirelerde kontrol odağı inancı,<br />

stresle başa çıkma stratejileri ve psikolojik belirti gösterme durumları<br />

arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.<br />

Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi: Bu araştırmada örneklem<br />

yöntemine gidilmemiştir. Araştırmanın örneklemini, Muğla Đli Devlet<br />

Hastanesi ve Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’nde çalışmakta olan<br />

toplam 349 hemşire oluşturmuştur.<br />

Araştırma 15 Aralık 2000-30 Mart 2001 tarihleri arasında<br />

yapılmıştır. Anket formu ve veri değerlendirme ölçekleri araştırmacı<br />

tarafından her iki hastanede çalışmakta olan hemşirelerle bire bir<br />

görüşülerek dağıtılmış ve bir hafta sonra geri toplanmıştır. Yetkili<br />

kurumlardan gerekli kurum onayı alınmıştır.<br />

Verilerin Toplanmasında Kullanılan Araç ve Gereçler: Araştırma<br />

verilerinin toplanmasında hemşirelerin sosyo, demografik özelliklerini<br />

belirleyen bilgi formu, ruhsal durumlarını belirlemek için Ruhsal Belirti<br />

Tarama Listesi (SCL90-R, Derogatis ve arkadaşları tarafından<br />

geliştirilen ölçek ilk olarak Gökler (1978) tarafından kullanılmış,<br />

geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Kılıç (1987) tarafından yapılmıştır.<br />

Ölçek özellikle “görünüşte normal” kişilerdeki belirti düzeyini saptamak<br />

amacıyla psikiyatrik belirti tarama aracı olarak geliştirilmiştir.<br />

120


Ölçekte kuramsal olarak oluşturulmuş 10 farklı belirti boyutu<br />

bulunmaktadır: (1)somatizasyon, (2) obsesif kompulsif, (3) kişilerarası<br />

duyarlılık, (4) depresyon, (5)kaygı, (6) düşmanlık, (7) fobik kaygı, (8)<br />

paranoid düşünce, (9) psikotizm, (10)ek ölçek.Ölçeğin alt ölçek<br />

puanları, ilgili maddelere verilen puan değerlerinin toplanarak o alt<br />

ölçeği oluşturan madde sayısına bölünmesi ile elde edilir. Her madde<br />

için yapılan derecelemeler (0-4 puan) 90 madde için toplandıktan sonra<br />

elde edilen toplam puanın 90’na bölünmesi ile genel belirti ortalaması<br />

elde edilir.<br />

Deneklerin kontrol odağını belirlemek amacıyla, Rotter tarafından<br />

geliştirilen ve Dağ tarafından Türkçe’ye uyarlaması yapılan Rotter’Đn Đç-<br />

Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKÖ) kullanılmıştır. Bu ölçek, kendini<br />

bildirim türünde, sözel ve grup uygulamalı bir ölçek olup; geçerlilik ve<br />

güvenilirlik çalışması Dağ (1991) tarafından yapılmıştır. Ölçmeyi<br />

hedeflediği davranış özellikleri, bireylerin genellenmiş kontrol<br />

beklentilerinin, içsellik-dışsallık boyutu üzerindeki konumudur<br />

(Şirvanlı1995). Ölçek iki seçenekle cevaplanan 29 maddeden<br />

oluşmaktadır. Böylece 0-28 arasında toplam puan alınabilmekte,<br />

yükselen puanlar dış kontrol odağı inancında artışı göstermektedir.<br />

Rosenbaum tarafından, 1980 yılında geliştirilmiş olan Öğrenilmiş<br />

Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ), stresle ve stres tepkileriyle kişinin başa<br />

çıkmada kullanabileceği, bilişsel stratejileri ne düzeyde kullandığını<br />

ölçen Likert Tipi bir öz-değerlendirme ölçeğidir.11maddesi ters yönde<br />

puanlanan 36 maddeden oluşan bu ölçekten 36 ile 180 arasında<br />

toplam puan alınabilmektedir. Yükselen puanlar kendini denetleme<br />

becerilerinin yüksekliğine, bir diğer deyişle ölçekle temsil edilen başa<br />

çıkma stratejilerinin sıklıkla uygulandığına işaret etmektedir. Ölçek<br />

Siva (1989) tarafından Türkçeye çevrilerek bir araştırmada<br />

kullanılmıştır. Geçerlik ve güvenirlik çalışması Dağ (1990) tarafından<br />

yapılmıştır.<br />

Verilerin Değerlendirilmesi: Veriler bilgisayarda SPSS (Statistical<br />

Package for Socral Science-10.00) paket programı ile değerlendirilmiştir.<br />

Hemşirelerin tanıtıcı özelliklere göre dağılımları yüzdelik tablolar halinde<br />

sunulmuştur. Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un<br />

Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeğinden alınan<br />

puanların dağılımlarında; ortalama, maksimum-minimum değerler ile<br />

standart sapmalardan yararlanılmıştır. Bu üç ölçek arasındaki ilişkiyi<br />

değerlendirmek amacıyla korelasyon dağılımları (Pearson r) kullanılmıştır<br />

(Gavcar 2001, Sümbüloğlu1998). Hemşirelerin tanıtıcı özellikleri ile bu<br />

üç ölçek arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla nonparametrik<br />

testlerden Kruskal Wallis (KW) testi uygulandı.<br />

121


BULGULAR<br />

Tablo 1. Hemşirelerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı<br />

Yaş Grupları n (n=349) % (100)<br />

18-22 24 6.88<br />

<strong>23</strong>-27 124 35.53<br />

28-32 68 19.48<br />

33-45 133 38.11<br />

Medeni Durumu<br />

Evli 280 80.<strong>23</strong><br />

Bekar 69 19.77<br />

Çalıştığı Servis<br />

Dahili servisler 91 26.07<br />

Cerrahi servisler 36 10.32<br />

Pediatri ve Yenidoğan 22 6.30<br />

Yoğun Bakımlar 52 14.89<br />

Ameliyathane 37 10.60<br />

Acil servis 24 6.88<br />

*Diğerleri 87 24.94<br />

Meslekte Çalışma Sür.<br />

< 1-5 yıl 67 19.19<br />

6-10 yıl 112 32.10<br />

11-15 yıl 67 19.19<br />

16-20 yıl 60 17.20<br />

21-25 43 12.32<br />

Halen Yapılan Görev<br />

Başhem. ve Yard. 9 2.60<br />

Servis sorumlu hemş. 22 6.30<br />

Servis hemşiresi 318 91.10<br />

Eğitim Düzeyleri<br />

Sağlık Meslek Lisesi 137 39.25<br />

Açıköğretim Önlisans 139 39.82<br />

Örgünöğretim Önlisans 31 8.89<br />

Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong> 25 7.17<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> 17 4.87<br />

Poliklinik, laboratuar, diyaliz, eczanede çalışan hemşireler.<br />

Tablo 2: Hemşirelerin Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş<br />

Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği’nden Alınan Toplam<br />

Puanlarının Dağılımı<br />

Ölçekler X SD<br />

Puan Aralığı<br />

Minimum Maksimum<br />

Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği 11.29 3.19 0 19<br />

Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük<br />

Ölçeği<br />

113.90 15.43 57 166<br />

Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R 99.33 40.17 12 256<br />

Tablo 2’de her iki hastanede çalışan hemşirelerin Rotter’in Đç Dış<br />

Kontrol Odağı Ölçeğinden almış oldukları ortalama puan X=11.29,<br />

122


Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’nden alınan ortalama puan<br />

X=113.90, Ruhsal Belirti Tarama Ölçeğinden alınan ortalama puan<br />

X=99.33 olarak belirlenmiştir.<br />

Tablo 3: Hemşirelerin Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R Alt Gruplarından Alınan<br />

Puan Dağılımları<br />

Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği Alt Grupları X SD<br />

Puan Aralığı<br />

Minimum Maksimum<br />

Somatizasyon 13.49 6.40 0 32<br />

Obsesif Kompulsif 12.27 5.41 1 30<br />

Kişilerarası Duyarlılık 10.85 5.07 0 31<br />

Depresyon 16.45 7.31 1 44<br />

Kaygı 10.41 5.31 0 28<br />

Düşmanlık 6.85 3.68 0 18<br />

Fobik Kaygı 5.19 4.17 0 28<br />

Paranoid Düşünce 7.84 3.63 0 20<br />

Psikotizm 8.27 5.24 0 28<br />

Ek Ölçek 7.67 4.07 0 20<br />

Tablo 3’te, Ruhsal Belirti Tarama Listesi SCL 90-R alt gruplarının<br />

puan dağılımları incelendiğinde, en yüksek puan sıralamasına göre;<br />

depresyon X=16.45, somatizasyon X=13.49, obsesif kompulsif X=12.27,<br />

kişilerarası duyarlılık X=10.85, kaygı X=10.41, psikotizm X=8.27,<br />

paranoid düşünce X=7.84, ek ölçek X=7.67, düşmanlık X=6.85 ve<br />

fobik kaygının ise X=5.19 olduğu saptanmıştır.<br />

Tablo 4: Devlet Hastanesi ve Sigorta Hastanesi’nde Çalışan Hemşirelerin Rotter’in Đç Dış<br />

Kontrol Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal<br />

Belirti Tarama Ölçeğinden Aldıkları Puanlar Arasındaki Đlişki<br />

Ölçekler X SD r P<br />

Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği Toplam<br />

Puanı<br />

11.29 3.19<br />

Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği<br />

r= -0.075 P>0.005<br />

Toplam Puanı<br />

113.90 15.43<br />

Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği Toplam<br />

Puanı<br />

11.29 3.19 r= 0.108 P


ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu (r= 0.108, P


Tanıtıcı özelliklerle kontrol odağı ve öğrenilmiş güçlülük ölçeği<br />

arasındaki ilişkilerin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır.<br />

TARTIŞMA<br />

Çalışmaya katılan hemşirelerin Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı<br />

Ölçeği toplam puan 3942 X=11.29 olduğu saptanmıştır. Bu sonuç<br />

çalışmaya katılan hemşirelerin daha çok dış kontrol odağı inancına<br />

sahip olduklarını göstermektedir. Yani olayları ve davranış sonuçlarını<br />

kendi davranışlarına ya da kişilik özelliklerine dayalı olarak algılama<br />

yerine, şansa, kadere ve güçlü diğer kişi ve olaylara bağlama eğilimindeki<br />

kişilik özelliklerini göstermektedirler. Uğurlu ve arkadaşlarının (1999)<br />

Atatürk <strong>Ü</strong>niversitesi Araştırma hastanesinde çalışan hemşirelerin iç-dış<br />

kontrol odağı ile benlik arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmada,<br />

hemşirelerin daha çok iç kontrol odaklı olduğunu gösteren bulgularına<br />

göre, bu çalışma bulguları farklılık arz etmektedir.<br />

Hemşirelerin daha çok dış kontrol odağı inancına sahip olmaları,<br />

kişilik yapısından kaynaklanıyor olabileceği gibi, cinsiyet farkından da<br />

etkileniyor olabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Yapılan çeşitli<br />

araştırma sonuçlarına göre kadınların daha çok dış kontrol odaklı<br />

oldukları gözlenmiştir (Demirci’nin 1998). Bunun nedeni ise kadınların<br />

yetiştirilmesinde hemen her kültürde gözlenebilen farklar olarak<br />

yorumlanmıştır.<br />

Dağ’ın (1991c) üniversite öğrencilerinin, iç-dış kontrol odağı<br />

inancını belirlemek için yaptığı çalışma bulguları, genel grup puan<br />

ortalaması X=10.37, kadınlarda X=10.66, erkeklerde ise X=9.83 olarak<br />

bulunmuştur. Kadınlar ve erkekler arasındaki farkın (t=2.26, P


Hemşirelerin içinde bulundukları ağır çalışma koşulları ve çok<br />

çeşitli fiziksel ve ruhsal sorunu olan insanlara hizmet vermeleri v.b.<br />

nedenlerle, yaşamış oldukları deneyimlere bağlı olarak bir takım<br />

savunma ve baş edebilme yöntemlerini geliştirdikleri şeklinde<br />

düşünülebilir. Bunun sonucu olarak da hemşirelerin, öğrenilmiş<br />

güçlülüklerini, amaca yönelik davranışlarını engelleyen düşünce,<br />

duygu v.b. etkenleri kontrol altına alınmasında ve stres yaratan bir<br />

durumun üstesinden gelmek için bilişsel olarak kabul edilen; plan<br />

yapma, problemi tanımlama ve seçenekleri değerlendirme gibi<br />

stratejileri kullanabildikleri şeklinde yorumlanabilir.<br />

Hemşirelerin Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği’nden aldıkları toplam<br />

puan 34667 X=99.33 olarak tespit edilmiştir (Tablo 2). Ruhsal Belirti<br />

Tarama Ölçeği alt gruplarından alınan puan ortalamaları incelendiğinde<br />

sıralama; somatizasyon, obsesif kompulsif, kişilerarası duyarlılık,<br />

depresyon, kaygı, düşmanlık, fobik kaygı, paranoid düşünce,<br />

psikotizm, ek ölçek olarak bulunmuştur Tablo3).<br />

Çalışmaya katılan hemşirelerden elde edilen gerek genel grup<br />

puan ortalaması, gerekse alt grup puan ortalamalarının normalden<br />

yüksek olduğu görülmektedir. Bu sonuç hemşirelerin ruh sağlığının<br />

risk altında olduğunu göstermektedir.<br />

Bilgili (1997) Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin<br />

genel ruhsal durumlarını değerlendiren araştırmasında Genel Sağlık<br />

Anketi (GSA) 28 testi uygulanan grubun X=5.90, çalışma süresi 1-5 yıl<br />

ile 21 yıl ve daha uzun süre çalışanlar da nöbet sistemi ve sürekli gece<br />

çalışanlarda, acil servis ve yeni doğan ünitesinde çalışanlarda, sağlık<br />

yakınmaları olanlarda, iş yerindeki olumsuzluklar, statülerinden memnun<br />

olmayanlarda ve mesleki doyum sağlayamayanlarda Genel Ruhsal Sağlık<br />

durumu (GRS) puanlarının daha yüksek ve istatistiksel analizlerinin<br />

anlamlı olduğu belirlenmiştir. Gerek Bilgili’nin araştırma sonuçları<br />

gerekse bu çalışma sonuçları, çok çeşitli faktörlerin hemşirelerin ruhsal<br />

sağlığını olumsuz yönde etkilediği şeklinde yorumlanabilir.<br />

Şeremet’in (1989) çeşitli hizmet alanlarında çalışan hemşirelerde<br />

ruh bozukluklarına eğilimin araştırılmasında Ruhsal Belirti Tarama<br />

Ölçeği SCL 90-R kullanılarak bulgular (0-18 puan) normal, (19-25<br />

puan) eğilimli ve (25 puan ve üzeri) hasta olmak üzere 3 kategoride<br />

sınıflandırılmış ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R’ye göre % 91<br />

oranında normal, % 6 oranında eğilimli ve % 3 oranında hasta olan<br />

denek saptanmıştır.<br />

Çalışmanın temel amaçlarından bir olan, Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol<br />

Odağı Ölçeği, Rosenbaum’un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği ve Ruhsal<br />

Belirti Tarama Ölçeği (SCL 90-R) arasındaki ilişkiler incelendiğinde,<br />

Rotter’Đn Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği toplam puanı ile Rosenbaum’un<br />

Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği toplam puanları arasında negatif yönde bir<br />

126


ilişkinin olduğu fakat istatistiksel olarak bu ilişkinin anlamlı olmadığı<br />

belirlenmiştir (r=-0.075, P>0.05).<br />

Kontrol Odağı Đnancı Ölçeği’nden alınan düşük puan içsel<br />

kontrole inancın, Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği’nden alınan yüksek puan<br />

ise yüksek öğrenilmiş güçlülük düzeyine işaret etmektedir. Dolayısıyla,<br />

bu iki ölçekten alınan puanlar arasındaki korelasyonun negatif olması,<br />

içsel kontrole inanç ile yüksek öğrenilmiş güçlülük düzeyi arasında bir<br />

bağlantı olduğunu gösterir.<br />

Yüksek öğrenilmiş güçlülüğün içsel kontrole inançla bağlantılı<br />

olabileceği yolundaki kuramsal görüşlerin yanı sıra, bu bağlantıyı açık<br />

olarak koyan araştırmacılar vardır. Dağ (1990a) üniversite öğrencileri<br />

ile yürüttüğü bir çalışmada, öğrenilmiş güçlülük puanları ile kontrol<br />

odağı inancı puanları arasında korelasyon olduğunu bildirmiştir.<br />

Demirci (1998) üniversite öğrencileri ile yaptığı bir araştırmada, kontrol<br />

odağı inancı ile öğrenilmiş güçlülük arasında negatif yönde korelasyon<br />

saptamıştır.<br />

Rosenbaum ölçeğinin ilk ortaya konulduğundaki adının da<br />

çağrıştırıldığı gibi “öz kontrol” (self-control) ölçeği olması, kavramsal<br />

olarak öğrenilmiş güçlülükteki artışın içsellikle doğrusal bir ilişki<br />

göstermesi gerektiğini akla gerektirmektedir. Denekleri dış kontrol<br />

inancının artması ile beraber, stresle başa çıkma stratejilerinin<br />

daralması biçimindedir. Bu düşünceden hareketle insanların aynı anda<br />

hem davranış-sonuç ilişkisini öğrenip genellemesi, hem de esas olarak<br />

kişinin öz kontrolünü yansıtan çeşitli stratejileri öğrenmesinin birlikte<br />

olması beklenen olgulardır. Bu durumdış kontrol odağı inancı ile<br />

öğrenilmiş güçlülük arasında bulunan negatif ilişkiyi gerektirir.<br />

Çalışmaya katılan hemşirelerin Rotter’in Đç-Dış Kontrol Odağı<br />

Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Ölçeği SCL 90-R toplam puanları<br />

arasında bir ilişkinin olduğu ve bu ilişkinin de istatistiksel olarak<br />

anlamlı olduğu belirlenmiştir (r=0.108,P


elirti gösterme durumu azalmakta veya ruhsal belirti düzeyinin yükselmesi<br />

kazanılmış güçlülük düzeyinin düşük olmasını gerektirmektedir<br />

şeklinde yorumlanabilir. Bu araştırmada da öğrenilmiş güçlülük<br />

düzeyinin düşük, psikolojik belirti düzeyinin ise yüksek olması “normal<br />

bir gruptan” beklenebileceği gibi negatif yönde ilişkili bulunmuştur.<br />

Başa çıkma stratejileri ile psikolojik belirti gösterme ilişkisini<br />

inceleyen araştırmaların bulgularına göre; başa çıkma stratejilerinin<br />

stresin öncülük ettiği psikolojik belirtileri önlemede önemli bir etkisinin<br />

olduğu ortaya konmuştur (Epstein1989, Cash1984)<br />

Stresle başa çıkma stratejilerini gösteren öğrenilmiş güçlülük ile<br />

psikolojik belirti gösterme arasındaki doğrudan doğruya yapılan ilk<br />

araştırma Dağ tarafından geçekleştirilmiş ve anlamlı düzeyde negatif<br />

bir ilişki bulunmuştur (Dağ 1990a).<br />

Çalışmaya katılan hemşirelerin, tanıtıcı özelliklerinin ruhsal<br />

belirti gösterme ölçeği alt grupları ile ilişkileri incelendiğinde, kaygı alt<br />

ölçeği ile tanıtıcı özelliklerden, çalışma pozisyonu arasındaki ilişkinin<br />

istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (KW=0.045, P


SONUÇ VE ÖNERĐLER<br />

Çalışmaya katılan hemşirelerin dış kontrol odaklı oldukları,<br />

normal öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip oldukları ve psikolojik<br />

belirti gösterme düzeylerinin yüksek olduğu saptanmıştır.<br />

Ayrıca öğrenilmiş güçlülük düzeyi arttıkça, dış kontrol inancı<br />

azalmakta ve ruhsal belirti gösterme düzeyinin ise düştüğü saptanmıştır.<br />

Yapılan araştırma sonucunda şu önerilerde bulunulabilir:<br />

Hemşirelerin daha çok iç kontrol odaklı olmalarını sağlayabilmek<br />

öğrenilmiş güçlülüklerini arttırabilmek ve ruhsal sağlıklarını<br />

koruyabilmek için, mesleki eğitim sırasında öğrencilere, yaşanılan<br />

olayların neden ve sonuçlarını kendi davranışlarına bağlı olarak<br />

algılamaları gerektiği, karşılaştıkları her türlü stresli yaşam olayı ile<br />

baş etme yolları öğretilmelidir. Çalışma ortamında ise bu eğitim,<br />

hizmet içi eğitim programları ile sürdürülmesi.<br />

Acil servis ve psikiyatri servisinde çalışanların ruhsal sağlıkları daha<br />

fazla risk altında olduğundan, bu konuda gerekli önlemlerin alınması<br />

(Sürekli aynı kişilerin bu servislerde çalıştırılmaması).<br />

Farklı kurumlarda çalışan hemşirelerde, bu üç değişkenin incelendiği<br />

araştırmaların yapılması.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Baltaş A. ve Baltaş Z. Stres ve Başa Çıkma Yolları. Đstanbul: Remzi Kitabevi, 1992<br />

2. Bilgili N. Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin genel ruhsal<br />

durumlarının değerlendirilmesi. V. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi 1997; 47-60<br />

3. Cash TF. The irrational beliefs test: Its reslationship with cognitive behavioral traits<br />

and depressionç Journal of Clinical Psychology 1984;40: 1399-1405<br />

4. Dağ Đ. Kontrol odağı, öğrenilmiş güçlülük ve psikopatoloji ilişkisi. Psikoloji <strong>Dergisi</strong><br />

1991 b7(27): 1-9<br />

5. Dağ Đ. Rotter'in Đç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RĐDKOÖ)'nin üniversite öğrencileri için<br />

güvenilirliği ve geçerliliği. Psikoloji <strong>Dergisi</strong> 1991a; 7(6): 10-15<br />

6. Demirci S. Düşünme ihtiyacı ölçeği, psikometrik özellikler; düşünme ihtiyacı,<br />

kontrol odağı inancı ve öğrenilmiş güçlülük ilişkilerinin incelenmesi. Hacettepe<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi Ankara 1998<br />

7. Epstein S. and Meier P. Constructtive thinking: a broad coping variable with specific<br />

components. Journal of Personality and Social Psychology 1989; 57: 332-350<br />

8. Erdoğan T.Đşletme yönetiminde insan davranışı.Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi Đşletme<br />

Fakültesi Yayınları1995; 48: 150-170<br />

9. Ertekin Y. Stres ve Yönetim. Ankara: TODAĐE Yayınları, No: 253<br />

10. FlemingR, BaumA, SingerJE. Toward an integrative approach to the study ofstrees.<br />

Journal of Personality and Social Psychology 1984; 46: 839-852<br />

11. Gavcar E. Đstatistik Yöntemleri 1. Muğla 2001: 2<strong>23</strong><br />

129


12. Gezer N. Muğla il merkezindeki sağlık kuruluşlarında çalışan hemşirelerde iş<br />

doyumu ve stress. Dokuz Eylül <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü <strong>Hemşirelik</strong><br />

Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi Đzmir, 1998<br />

13. Gökler B. Nevrotik kadın hastaların ilkokul çağındaki çocuklarının ruhsal belirtiler<br />

yönünden değerlendirilmesi. Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana<br />

Bilim Dalı, Uzmanlık Tezi Ankara 1978<br />

14. Görgülü S. <strong>Hemşirelik</strong> ve iş ortamı stressörleri. Türk Hemşireler <strong>Dergisi</strong> 1990; 39(1):<br />

<strong>23</strong>-25<br />

15. Hale WD, COCHRAN CD. The relationship between locus of control and self-reported<br />

psychopatology. The Journal of Social Psychology 1987; 127: 31-37<br />

16. Hall DS. Work related stress of registered nurses in a hospital setting. Journal of<br />

Nurses Staff Development 2004; 20(1): 6-14<br />

17. Kılıç M. Değişik psikolojik arazlara sahip olan ve olmayan öğrencilerin sorunları.<br />

Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987<br />

18. Parkes KR. Coping in stressful episodes: The role of individual differences,<br />

environmental factors and situational characteristics. Journal of Personality and<br />

Social Psycology 1986; 51: 1277-1292<br />

19. Patrick A, Tyler BA. and Rachel N. Sources of stress and psychological well-being in<br />

high-depency nursing. Journal of Advanced Nursing 1994; 19: 469-476<br />

20. Rotter JB. Gerneralized expectancies for internal versus external control of<br />

reinforcement. Psychological Monographs 1966; 80: 1-28<br />

21. Selye H. Stress Without Distress Teach Your Self Books London 1977; 85-89<br />

22. Şeremet S. Çeşitli hizmet alanlarında çalışan hemşirelerde ruh hastalıklarına<br />

eğilimin araştırılması. Đstanbul <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü <strong>Hemşirelik</strong><br />

Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi Đstanbul, 1989<br />

<strong>23</strong>. Silver PS. Utility of problem focused versus emotion focused stress reduction<br />

techniques in moderating state anxiety elicited by stressors differing instrumental<br />

controllability for persons differing in locus of control orientation. Dissertation<br />

Abstracts International 1988; 49(5): 1956<br />

24. ŞirvanlıD. <strong>Ü</strong>niversite öğrencilerinde control odağı ,cinsiyetve sınıf değişkenlerinin<br />

beden imgesinden hoşnut olma üzerine etkisi. 3P<strong>Dergisi</strong>1995; 3: 163-167<br />

25. Sümbüloğlu K, Sümbüloğu V. Biyoistatistik. 8. Basım, Hatipoğlu Yayınevi 1998: 76-<br />

101<br />

26. SutherlandJV,Cooper LC.Understanding strees apsychologicalperspective for health<br />

professional.Chapman and Hall,1990<br />

27. UğurluN, SayanA, TanM. Hemşirelerde iç dış kontrol odağı ile benlik saygısı<br />

arasındaki ilişkinin incelenmesi Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong>,<br />

2005.19/1-3<br />

28. Wheler RJ, Frank MA. Identification of stress buffers. Behavioral Medicine 1988; 14:<br />

78-89<br />

29. Xaianyu Y, Lambert VA. Investigation of the relationships among workplace<br />

stressors,ways of coping,and the mental healthof Chinese head nurses.Nursing<br />

Health Science 2006; 8(3): 147-55<br />

30. Xu CY, Wang P, Zheng ZH, Zhang ZL. Relativity between occupational stress and<br />

psychosocial factors in nurses.Journal of Industrial Hygiene and Occupational<br />

Diseases Chinese 2006; 12: 745-8<br />

130


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 131-144, <strong>2007</strong><br />

YAŞLI BĐREYLERDE AĞRI<br />

PAIN IN OLD PEOPLE<br />

Öznur USTA YEŞĐLBALKAN<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Đç Hastalıkları Hemşireliği ABD<br />

Anahtar Sözcükler: Ağrı, yaşlı birey, ağrı değerlendirmesi, ağrı tedavisi, hemşirelik<br />

bakımı<br />

Key Words: Pain, old people, pain assessment, pain management, nursing care<br />

ÖZET<br />

Yaşlı bireylerin çoğu kronik hastalık nedeniyle ağrı sorunu yaşayabilirler.<br />

Yaşlı bireylerde başarılı ağrı tedavisi genç bireylerde olduğu gibi dikkatli bir öz<br />

geçmiş alınmasına ve fiziksel muayene yapılmasına bağlıdır. Yaşlı bireylerde<br />

etkin ağrı tedavisini yapabilmek için kronik hastalıkların ve ağrıya neden olan<br />

durumların kontrol altına alınması, hareket ve fonksiyonel durumun<br />

sürdürülmesi, bağımsızlığın maksimum hale getirilmesi ve yaşam kalitesinin<br />

iyileştirilmesi gibi durumların tam ve sürekli olarak değerlendirilmesi<br />

gereklidir. Bu amaç iyi bir hemşirelik bakımı kadar hasta, aile ve sağlık bakım<br />

ekibinin eğitilmesi ile başarılabilmektedir.<br />

SUMMARY<br />

Most old people can experience pain problems because of chronic<br />

diseases. Successful management of pain in old people is dependent on a careful<br />

history and physical examination as it is in young adults. Accurate and ongoing<br />

assessment is essential to effective pain management in old people include<br />

control of chronic disease conditions, causing pain, maintenance of mobility and<br />

functional status, promotion of maximum indepedence, and improved quality of<br />

life. These goals can be achieved through education of the patient, family, and<br />

health care professionals, as well as through provision of good nursing care.<br />

AĞRI KAVRAMI<br />

Ağrı kaynağı ne olursa olsun yaşlı bireylerin en sık dile getirdikleri<br />

sorunlardan biridir. Mc Caffery ve Ferrell ağrıyı “ağrısı olan bireyin<br />

ifade ettiği şeydir” şeklinde tanımlamaktadırlar. Yaşlı bireylerde ağrı<br />

prevelansı tam olarak bilinmemesine karşın, toplumdaki yaşlı bireylerin<br />

%70’nin, sağlık bakım kurumlarında tedavi gören yaşlı bireylerin ise %<br />

45-80’nin ağrı yaşadıkları ve yaşlı bireylerde analjezik kullanım<br />

prevelansının % 40-50 olduğu bildirilmektedir (Gloth 2000, Freedman<br />

131


2002, Westley 2004). Yaşlı bireylerde ağrıya neden olan en önemli<br />

faktörler kanser ve artrittir. Ağrıya neden olan diğer faktörlerse;<br />

postherpetik nevralji, polimiyalji, aterosklerotik periferal damar hastalıkları<br />

ve diyabetik nöropatidir (Gloth 2000, Larsen 2000, Helme 2001,<br />

Freedman 2002). Yaşlı bireylerde ağrı tanılaması ve tedavisini pek çok<br />

faktör etkilemektedir. Hem yaşlı birey ve ailesinin hem de sağlık bakım<br />

profesyonellerinin ağrı sorununun yaşlanmanın ve kronik hastalıklarının<br />

doğal bir sonucu olduğuna inanmaları ağrı semptomunun bildirilmemesine<br />

dolayısıyla da ağrı tanılamasının tam olarak yapılmasını ve<br />

uygun ağrı tedavi yöntemlerinin kullanılmasını engellemektedir (Gloth<br />

2000, Luggen 2000, Freedman 2002). Etkin ağrı tanılaması yapılabilmesi<br />

için aşağıda belirtilen faktörlerin göz önünde bulundurulması gereklidir<br />

(Tablo 1).<br />

Tablo 1: Yaşlı Bireylerde Ağrı Tanılamasını Ve Tedavisini Etkileyen Faktörler<br />

Fizyolojik Faktörler<br />

Birçok tıbbi sorunun<br />

olması<br />

Görme becerisinde<br />

bozulma (Örneğin; ağrı<br />

puan ölçeğini<br />

kullanamama)<br />

Hafıza bozukluğu<br />

Đşitme bozukluğu<br />

Soyutlama sorunları<br />

Yazılı şeyleri tamamlama<br />

becerisinde kısıtlama<br />

Yan etkilere karşı<br />

hassasiyetin artması<br />

Farmakokinetik ve<br />

farmakodinamik<br />

değişiklikler<br />

Nöropatiler<br />

Eğitim Ve Davranışsal<br />

Engeller<br />

Sağlık bakım<br />

profesyonellerinin ağrı<br />

yönetimine ilişkin bilgi<br />

ve becerisinin yetersiz<br />

olması<br />

Ağrıya katlanma<br />

Bireyin ağrının<br />

gözlenebilir<br />

semptomlarını<br />

göstermemesi<br />

Bireyin ağrı kelimesini<br />

kullanmaması ve<br />

ağrısını bildirmemesi<br />

Bağımlılık ve<br />

toleranstan korkma<br />

Aşırı dindarlık<br />

Düzenleme Ve Politikaya<br />

Yönelik Faktörler<br />

Sıcak ped ve ilaç dışı<br />

yöntemlerin kullanılmasına<br />

yönelik hemşirelik uygulama<br />

politikaları<br />

Düzenlemenin opioid<br />

kullanımını kısıtlaması<br />

Birey ve ailenin ağrıyı kontrol<br />

altına alan tedavilerden<br />

korkması<br />

<strong>Hemşirelik</strong> uygulamalarına<br />

yönelik tanı ve tedavi<br />

uygulamalarının sınırlı<br />

olması<br />

Mali destek sorunları<br />

Sağlık bakım<br />

profesyonellerinin ağrı<br />

yönetim eğitiminin az olması<br />

Kaynakça: Luggen AS (2000), Pain, Lueckenotte AG, (Ed), Gerontologic Nursing, Second<br />

edition, Mosby, 281-301.<br />

Joint Commission for the Accreditation of Healthcare Organizations<br />

(JCAHO) ağrı değerlendirmesi ve tedavisini etkileyen faktörleri<br />

belirlemek için ağrının beşinci yaşamsal bulgu olarak göz önünde<br />

bulundurulmasını ve kan basıncı, nabız, vücut ısısı, ve solunum hızı<br />

gibi dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiğini belirtmektedir. JCAHO<br />

uygun ağrı değerlendirmesi ve ağrı tedavisi yapılması için ağrı tedavi<br />

standartlarını belirlemiştir. Bu standartlar aşağıdaki gibi işbirlikçi ve<br />

interdisipliner yaklaşımı vurgulamaktadır (Westley 2004).<br />

Doğrular ve etik: Uygun değerlendirme ve ağrı tedavisi için<br />

bireyin doğrularını kabul edin<br />

132


Ağrı yaşayan bireyleri değerlendirmek: Ağrı varsa ağrının nedenini,<br />

yoğunluğunu tüm yaşlı bireylerde değerlendirin. Ağrı yaşayan<br />

bireylerin bakımını yapmak: Etkili ağrı ilaçlarının istem yapılmasını<br />

sağlayan politika ve prosedürleri belirleyin. Ağrı yaşayan bireylere<br />

eğitim yapmak: Etkin ağrı tedavisi hakkında hasta ve ailesini eğitin.<br />

Bakımı devam ettirmek: Taburculuk döneminde hastaların semptom<br />

yönetimine ilişkin gereksinimlerini belirleyin. Organizasyon performansını<br />

geliştirmek: Ağrı tedavisini performans değerlendirmesi içine<br />

alın ve program geliştirin.<br />

AĞRI DEĞERLENDĐRMESĐ<br />

Yaşlı bireyin kendi kendine ağrıyı bildirmesi ağrı varlığının en<br />

güvenilir göstergesidir. Ağrı tanılaması yaşlı bireyin ağrısını hemşireye<br />

bildirmesiyle başlamaktadır. Tanılama sırasında ağrının akut, yaşamı<br />

tehdit edici ve kronik olma durumunun ayırt edilmesi önemlidir. Çünkü<br />

hastalığın ilerlemesi ve akut yaralanma ağrının fark edilememesine yol<br />

açabilir. Tablo 2’de yaşlı bireylerde klinik ağrı değerlendirmesi sırasında<br />

göz önünde bulundurulması gereken bileşenler yer almaktadır (Larsen<br />

2000, Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003, Tsai ve Chang 2004).<br />

Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesi sırasında ağrı kelimesi yerine<br />

“Acı hissediyor musunuz”, “Şu an bir rahatsızlığınız var mı”, “Herhangi<br />

bir yerinizde acı var mı” gibi yaşlı bireylerin tercih ettiği kelimeler<br />

kullanılmalıdır. Ayrıca ağrı değerlendirmesi sırasında yaşlı bireyin işitsel<br />

veya görsel bozukluğunun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Hemşire<br />

ağrı değerlendirmesi sırasında etkin iletişim yöntemlerini kullanmalıdır.<br />

Yaşlı bireyle konuşurken yaşlı bireyin yüzüne bakmalı, göz göze temas<br />

kurmalı, yavaş ve normal bir ses tonuyla konuşmalı, çevredeki gürültüleri<br />

mümkün olabildiğince azaltmalı, ağrı yoğunluğunu geçerli ve güvenilir<br />

olan ağrı ölçekleriyle değerlendirmeli ve yazılı materyaller kullanmalıdır.<br />

Değerlendirme araçları ve yazılı materyaller yaşlı bireyin görme<br />

durumuna göre hazırlanmalıdır. Örneğin değerlendirme araçları veya<br />

yazılı materyaller 14 punto kullanarak yazılabilir Ağrı değerlendirmesi<br />

öykü ve fiziksel muayene yoluyla yapılmalıdır. Bu değerlendirme yaşlı<br />

birey için çok önemlidir. Çünkü etkin ağrı yönetimi hastalık ve<br />

rahatsızlığa yol açan altta yatan nedenin uygun tedavisine bağlıdır.<br />

Hastalığa neden olan altta yatan faktör bilindiği zaman, multidisipliner<br />

yaklaşım gerekli olmaktadır (Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Amerikan<br />

Geriatrik Topluluğu ağrısı olan yaşlı bireylerde ağrı tanılamasının genel<br />

prensiplerini şu şekilde belirtmektedir.<br />

Ağrının varlığı için biyolojik faktör olmamalıdır, yaşlı bireyin<br />

ifadesi ağrı yaşadığının en doğru ve güvenilir göstergesidir, hafif ya da<br />

orta düzeyde bilişsel bozukluğu olan yaşlı bireylerde ağrı basit sorular<br />

133


ve izleme araçları ile değerlendirilmelidir, yaşlı bireyler var olan<br />

şikayetlerine rağmen ağrıyı ifade etmede çekingen olabilirler ve<br />

yaşlanmaya bağlı olarak ağrı yaşamayı beklerler,yaşlı bireyler ağrı<br />

kelimesinden çok “rahatsızlık” “acımak” ve “incinme” gibi kelimeleri<br />

kullanırlar (Luggen 2000).<br />

Tablo 2: Yaşlı Bireylerde Ağrı Değerlendirmesi<br />

Öykü<br />

Tıbbi öykü<br />

Akut hastalık<br />

Kronik hastalık<br />

Geçirmiş olduğu ameliyatlar<br />

Ağrı şikayetini başlatan<br />

olaylar<br />

Fiziksel muayene<br />

Rutin muayene<br />

Kas Đskelet muayenesi<br />

Nöromuskuler:<br />

Güçsüzlük<br />

Hiperaljezi<br />

Uyuşukluk<br />

Değerlendirilen diğer<br />

değişkenler<br />

Labratuar verileri ve testleri<br />

Depresyon ölçeği<br />

Beck depresyon ölçeği<br />

Zung bireysel değerlendirme<br />

ölçeği<br />

Geriatrik depresyon ölçeği<br />

Barthel bireysel bakım<br />

puanlaması<br />

Ağrı öyküsü<br />

Yoğunluğu<br />

Karakteri<br />

Sıklığı<br />

Patterni<br />

Yeri<br />

Süresi<br />

Başlatan faktörler<br />

Đyileştiren faktörler<br />

Alevlendiren faktörler<br />

Travma öyküsü<br />

Düşme<br />

Diğer yaralanmalar<br />

Đlaç öyküsü<br />

Reçeteli ilaç<br />

Reçetesiz ilaç<br />

Bitkisel ürünler<br />

Yan etkiler<br />

Ağrı ilaçları<br />

Etki gösteren ilaçlar<br />

Etki göstermeyen ilaçlar<br />

Reçeteli veya reçetesiz ilaçlar<br />

Doğal ilaçlar<br />

Yan etkiler<br />

Önceki ağrı deneyimleri<br />

Travma bulguları<br />

Ezik<br />

Enflamasyon<br />

Hassasiyet<br />

Şişme<br />

Fonksiyonel performans<br />

Range of motion<br />

Kaldırma indirme testi<br />

Tinetti yürüme denge testi<br />

Bilişsel değerlendirme<br />

Mini mental durum<br />

değerlendirmesi<br />

Kısa mental durum anketi<br />

Filedelfiya geriatrik merkez<br />

MSQ<br />

Fonksiyonel değerlendirme<br />

Katz günlük yaşam aktiviteleri<br />

Lawton enstürmental günlük<br />

yaşam aktiviteleri<br />

Stanford Sağlık değerlendirme<br />

anketi<br />

Barthel indeksi<br />

Psikososyal değerlendirme<br />

Mali durum<br />

Sosyal ağ<br />

Disfonksiyonel ilişkiler<br />

Ağrı değerlendirme skaları<br />

Visual Analog Skala<br />

<strong>Sayı</strong>sal Ağrı Puanlama Skalası<br />

Basit Tanımlayıcı Ağrı<br />

Yoğunluk Skalası<br />

Yüz Skalası<br />

Yaşam kalitesi ölçümleri<br />

Dartmouth COOP Project<br />

Profile Mood States<br />

Pain/Quality of life<br />

Kaynakça: Luggen AS (20009 Pain, Lueckenotte AG (Ed), Gerontologic Nursing,<br />

Second Edition, Mosby, 281-301.<br />

134


Amerikan Geriatrik Topluluğu ağrı değerlendirmesi sırasında<br />

dikkat edilmesi gereken şu önerileri sunmaktadır .Yaşlı bireyi kronik<br />

ağrı varlığı bakımından değerlendirin, yaşlı bireyin fonksiyonel becerisi<br />

ve yaşam kalitesini etkileyen ağrıyı fark edin, bilişsel ve dil sorunu olan<br />

yaşlı bireylerde sözsüz ağrı davranışlarını, fonksiyonel değişiklikleri ve<br />

sesleri (inleme, ağlama) gözleyin, bilişsel ve dil sorunu olan yaşlı<br />

bireylerde bakım verenlerle görüşün, psikiyatrik ve madde bağımlılığı<br />

gibi sorunları olan ve ağrı tedavisi güç uygulanan yaşlı bireyler için<br />

gerekli konsultasyonu isteyin, ağrı yoğunluğunu, ilaç kullanımını, yanıtını,<br />

ağrının aktiviteyle ilişkisini günlük olarak kayıt ederek yaşlı bireyi izleyin,<br />

kronik ağrısı olan tüm yaşlı bireylerde ağrının iyileşmesi ve kötüleşmesi,<br />

ilaçların pozitif ve yan etkilerini, tedavi komplikasyonlarını yeniden<br />

değerlendirin, yaşlı bireyin her bir değerlendirmesinde aynı ağrı<br />

değerlendirme araçlarını kullanın (Ebener 1999, Luggen 2000). Yaşlı<br />

bireylerin ağrı değerlendirmesi sırasında ayrıca depresyon durumu ve<br />

yaşam kalitesi de değerlendirilmelidir (Gloth 2000, Luggen 2000).<br />

Öykü<br />

Hemşire öykü alırken dikkatli olarak soru sormalı ve yaşlı bireyin<br />

ağrı ifadesini tam olarak değerlendirmelidir. Aynı zamanda ağrının<br />

özelliğini, yoğunluğunu, yeri, ağrıyı azaltan ve arttıran faktörleri,<br />

ağrının günlük yaşam aktivitelerini yapma becerilerini etkileyip<br />

etkilemediği ve var olan kronik hastalıklar değerlendirilmelidir.<br />

Sosyokültürel etmenler yaşlı bireyin ağrı davranışını ve ifadesini<br />

değiştirebilir. Ayrıca yaşlı bireyin geçmiş ağrı deneyimi, bilgisi, önceden<br />

kullandığı ilaçlar, ilaçların yan etkileri ve ağrı tedavisinde kullandığı<br />

non-farmakolojik yöntemler değerlendirilmelidir. Đlaç öyküsünde<br />

hastanın kronik hastalıklar için kullandığı ilaçlar, analjezik ilaçlara<br />

karşı alerji durumları değerlendirilmelidir. Yaşlı birey ve ailesinin<br />

davranışları ve inançlarının da değerlendirilmesi önemlidir. Çünkü<br />

yaşlı birey ve ailesinin ağrı beklentisi, etkili olan veya olmayan analjezik<br />

ilaçlar, bağımlılığa ilişkin korkuları, tolerans veya analjezik yan etkilerine<br />

ilişkin beklentiler analjeziklerin istekli olarak kullanılmasını<br />

etkileyebilir. Son olarak yaşlı bireyin ve ailenin ağrı tedavileri<br />

hakkındaki bilgileri değerlendirilmelidir (Larsen 2000, Luggen 2000).<br />

Fizik Muayene<br />

Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesinde kapsamlı olarak kas<br />

iskelet sistemi ve sinir sistemi muayenesi yapılmalıdır. Nörolojik<br />

muayenede otonomik, duysal, nörolojik ve sinir yaralanmalarının<br />

olduğunu gösteren motor defisit değerlendirilmelidir. Yaşlı bireyler akut<br />

ağrı yaşıyorsa kan basıncı, kalp hızı ve solunum hızı değerlendirilmelidir.<br />

Aynı zamanda yaşlı birey transfer sırasında, ayağa kaldırma veya<br />

pozisyon değiştirme gibi aktivitelerde bulunurken gözlenmedir (Luggen<br />

2000, Westley 2004).<br />

135


Ağrı Değerlendirme Araçları<br />

Basit Tanımlayıcı Ağrı Yoğunluk Skalası<br />

(Simple Descriptive Pain Intensity Scale)<br />

Ağrı yok Hafif ağrı Orta ağrı Şiddetli<br />

ağrı<br />

Çok şiddetli ağrı<br />

Kötü ağrı<br />

0-10 <strong>Sayı</strong>sal Ağrı Yoğunluk Skalas)<br />

(0-10 Numeric Pain Intensity Scale )<br />

0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />

Visual Analog Skala<br />

(Visual Analog Scale)<br />

Ağrı yok<br />

Yüz Ağrı Skalası<br />

(Face Pain Scale)<br />

Ağrı termometresi<br />

(Pain Thermometer)<br />

Ağrı mümkün olabilenin<br />

en kötüsü<br />

Şekil 1: Ağrı Değerlendirme Araç Örnekleri<br />

136


Ağrı değerlendirme araçları sağlık profesyonellerinin yaşlı bireyin<br />

ifade ettiği ağrıyı objektif ve doğru olarak ölçmesini ve ağrıda herhangi<br />

bir azalma veya değişme olup olmadığını belirlemesini sağlamaktadır.<br />

Yaşlı bireylerin ağrı değerlendirmesinde, 0 ile 10 puan arasında<br />

puanlanan, 0 puanın ağrının olmadığı, 10 puanın ağrının çok kötü<br />

olduğunu gösteren <strong>Sayı</strong>sal Ağrı Puanlama Skalası, Visual Analog Skala<br />

“ağrı yok”, “ağrı az”, “ağrı çok”, “ağrı çok fazla” şeklinde ağrıyı<br />

tanımlamak için kullanılan Basit Tanımlayıcı Ağrı Yoğunluk Skalası gibi<br />

sözel tanımlayıcı ölçekler ve ağrı termometreleri, yüz ağrı ölçekleri<br />

kullanılabilir (Şekil 1) (Gloth 2000, Luggen 2000, Tsai ve Chang 2004,<br />

Westley 2004).<br />

Bilişsel Bozukluğu Olan Yaşlı Bireylerde Ağrı Değerlendirmesi<br />

Đletişim kurulamayan ve bilişsel rahatsızlığı olan bireylerde ağrı<br />

varlığını gösteren non-verbal (sözsüz) davranışlar (örneğin; huzursuzluk,<br />

ajitasyon, geri çekilme, ani göz hareketleri, sarsılma, sürtünme yerinde<br />

duramama,yara veya alçı olan bölgeyi koruma,sıkı tutma, pozisyon<br />

değiştirme, gergin vücut dili, eğik postür, sesli solunum), ses (örneğin;<br />

inleme, ağlama, çığlık atma, bağırma, iç çekme, homurdanma gibi sürekli<br />

ses çıkarma), yüz ifadeleri (örneğin; ağzı açarak kaş çatma, gözleri<br />

sıkıca kapatma, dişleri sıkma, üzgün ifade,yüz ekşitme, alnı kırıştırma)<br />

ve alışılmış aktivite ve davranışlarda değişiklik (örneğin; sinirlilik, bilinç<br />

bulanıklığı, yorgunluk, anksiyete, dikkat dağınıklığı) gibi durumların<br />

gözlenmesi gereklidir (Ardery ve ark. 2003).<br />

GĐRĐŞĐMLER<br />

Ağrı elle dokunma yoluyla azaltılabilir. Uygun vücut pozisyonu<br />

sağlamak ve yaşlı bireyin rahat oturmasını sağlamak için yastık<br />

kullanılabilir. Bireyin kendi kendine ağrısını hafifleten pozisyonu<br />

alması sağlanmalıdır. Aktivite birçok yollarla bireye yardımcı olabilir.<br />

Gaumer, aktivitesi az olan bireylerin aktivite yapmayı daha az tolere<br />

edebildiklerini bildirmektedir. Hareketsiz olan bireyler hareketli olan<br />

bireylere göre daha fazla acı ve ağrı yaşarlar. Aktivite yoluyla dikkati<br />

başka yöne çekme, ağrısı olan bireyde davranış değişikliğine yardımcı<br />

olabilir. Anksiyeteyi azaltan aktivitelerin de belirlenmesi önemlidir.<br />

Aktiviteyle birlikte analjezik kullanımı gerekli olabilir. Ağrıya neden<br />

olan aktiviteden 20-30 dakika önce ilaç verme veya aktivite sonrası ağrı<br />

yaşama korkusunu azaltmak veya yok etmek için aktivite sırasında<br />

analjezik kullanma bireyin aktivite kapasitesini büyük oranda arttıracaktır.<br />

Hemşire bireyin vücudunun ağrıyla baş etme potansiyelini bilmeli ve<br />

bu doğrultuda gerekli hemşirelik girişimlerini uygulamalıdır. Yaşlı<br />

bireyin gün boyunca ağrı düzeyi, zamanı, tipi, aldığı ilaç dozu, ilaçların<br />

etkisi, ilaçların etki süresini içeren bilgileri haftalık olarak kayıt etmesi<br />

sağlanmalıdır. Bu tip bilgi hareketin düzenlemesi, uygun ilaçların<br />

137


verilmesi, bireyin kendini bakımın bazı yönlerinde kontrolünün olduğunu<br />

hissetmesini sağlar. Hemşirenin ağrının psikolojik kontrolünde yer<br />

alması bireyi anlamasını ve destek sağlamasını, bireyi rahatlatan ve<br />

ağrıyla baş etmesine yardımcı olan uygulamaları (biofeedback yöntemi<br />

ve diğer alternatif tedavi yöntemler) öğrenmesini ve uygulamasını sağlar.<br />

McCaffery bireye özgü ağrı tedavisi yapılırken ağrı şiddetlenmeden önce<br />

ağrı kontrol yöntemlerinin kullanılmasını, hemşirelik bakım planı<br />

hazırlarken bireyin ağrı kontrolünde etkili olan faktörlerin ve bireyin<br />

ağrı tedavisine katılma becerisinin göz önünde bulundurulmasını,<br />

bireyin ağrıyı nasıl tanımladığının dinlenilmesini, her bir bireyin farklı<br />

ağrı tedavi yöntemlerine farklı yanıt gösterdiğinin farkında olunmasını<br />

ve bireyin birden fazla ağrı tedavisi yöntemini kullanımı konusunda<br />

cesaretlendirilmesini önermektedir (Ebersde ve Hess 1990).<br />

AĞRI TEDAVĐSĐ<br />

Yaşlı bireylerde ağrı tedavisinin genel prensipleri farmakolojik<br />

tedavi ve non-farmakolojik yöntemleri içermektedir (Abrams ve ark<br />

1995,Ardery ve ark. 2003).<br />

FARMAKOLOJĐK TEDAVĐ<br />

Yaşlı bireyler analjezikleri içeren birçok ilaç grubuna karşı tahmin<br />

edilmeyen şekilde hassastırlar ve sık olarak yan etki yaşamaktadırlar.<br />

Çünkü yaşlılık sürecine bağlı olarak ilaç emilimi, dağılımı, metabolize<br />

olması ve atılımı etkilemektedir. Bireylerin ilaçlara karşı yanıtının sürekli<br />

olarak değerlendirilmesini gerektiren değişikliklerde doz, doz aralıkları<br />

veya reçete edilen ilacın düzenlenmesi gereklidir. Đlaç seçiminin ağrının<br />

tipine ve yoğunluğuna bağlı olarak yapılmasının hatırlanması önemlidir<br />

(Abrams ve ark. 1995, Ardery ve ark. 2003). Yaşlı bireylerin farmakolojik<br />

tedavisi sırasında; uygun ilaç ve kısa etkili ilaçlar seçilmeli, tek dozluk<br />

ilaç reçete edilmeli, tedaviye düşük dozlarla başlanmalı, doz kademeli<br />

olarak arttırılmalı, ilaç kombinasyonlarının diğer yan etkileri bilinmelidir<br />

(Abrams ve ark. 1995, Ebener 1999,Freedman 2002). Yaşlı bireylerde<br />

non-steroidal antienflamatuar analjezikler (NSAA), opioid analjezikler<br />

ve adjuvan analjezikler gibi farmakolojik tedaviler kullanılmaktadır<br />

(Abrams ve ark. 1995, Luggen 2000, Freedman 2002, Westley 2004).<br />

Hafif Analjezikler<br />

Hafif analjezikler ağrı tedavisinde ilk yaklaşım olarak kullanılmaktadır.<br />

Acetominofen, ibuprofen, naproksen hafif analjezik grubunda yer alan<br />

ilaçlardır. Bu ilaçlar lokal düzeyde ağrı algısını baskılayarak ağrıyı<br />

bloke eder. Bu grup ilaçları kullanan yaşlı bireylerin sürekli olarak<br />

izlenmesi gereklidir. Acetominofen yaşlı bireyler tarafından iyi tolere<br />

edilir ve trombosit fonksiyonlarını etkilemez. Hafif veya orta düzeyde<br />

138


ağrıyı azaltmak için bu ilaç kullanılmaktadır. Böbrek üzerindeki olumsuz<br />

etkisini azaltmak için uzun süreli kullanımından sakınılmalıdır. Çünkü<br />

bu ilaç böbrekler tarafından atılmakta ve böbreklerde toksik düzeyde<br />

birikebilmektedir. Acetominofen aspirin kadar analjezik ve antipretik<br />

etki göstermekle birlikte antienflamatuar etkisi daha azdır. Acetominofen<br />

gastrik ve renal sorunlara neden olmamasına karşın alkol kullanım<br />

öyküsü olan bireylerde hepatik toksisiteye yol açabilir (Abrams ve ark.<br />

1995, Luggen 2000, Helme 2001, AGS Panel 2002, Rao ve Cohen 2004).<br />

Non-steroid antienflamatuar ilaçlar özellikle malignant metastasa bağlı<br />

hafif veya orta düzeyde artrit ve kemik ağrısını tedavi etmede yararlıdır.<br />

NSAA yaşlı bireylerde mide ülseri, böbrek yetmezliği ve kanamaya<br />

eğilim gibi çeşitli yan etkilere neden olmaktadır. NSAA bağlı en önemli<br />

şikayet hazımsızlıktır. Hazımsızlık antiasid kullanımıyla azaltılabilir<br />

veya yemek yeme zamanı ilaç alımına göre ayarlanabilir (Abrams ve ark<br />

1995, Luggen 2000, AGS Panel 2002). Bununla birlikte sağlık bakım<br />

ekibi NSAA kullanımına bağlı olarak herhangi bir semptom olmasa bile<br />

gastrik iritasyona yol açabileceğini unutmamalıdır. Ciddi ülserasyon<br />

perforasyona ve ciddi kanamaya neden olabilir. Yaşlı bireyin ilaca karşı<br />

yanıtı yakından değerlendirilmelidir. Anormal böbrek fonksiyonu, ülser<br />

ve kanama öyküsü olan yaşlı bireylerde yüksek doz uzun süreli NSAA<br />

kullanımından sakınılmalıdır (Luggen 2000, Helme 2001).<br />

Opioid Analjezikler<br />

Hafif veya orta düzeyde ağrısı olan yaşlı bireyler hafif düzeydeki<br />

ağrı kesicilerle tedavi edilemiyorsa opioid ilaç kullanımı düşünülmelidir.<br />

Yarılanma ömrü uzun olan opioid ilaç kullanan yaşlı bireylerde sorun<br />

görülme olasılığı artmaktadır. Yarılanma ömrü uzun olan ilaçların<br />

plazma düzeyi ilaç alındıktan sonraki birkaç hafta içinde yavaş olarak<br />

azalır. Bu nedenle yarılanma ömrü uzun olan ilaçların yarılanma ömrü<br />

kısa olan ilaçlara göre toksisite riski daha yüksektir. Transdermal fentanyl<br />

yaşlı bireylere cazip gelen alternatif bir opioidtir. Fentanyl bir bant ile<br />

subkutan olarak verilmekte ve 72 saat süreyle etki göstermektedir. Etki<br />

süresi yaşlı bireylerde daha uzun olabilir. Transdermal fentanyl yaşlı<br />

bireylerde dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Sürekli ağrısı olan yaşlı<br />

bireylerde kullanılması yararlı olabilir. Đlaç tedavisinin basitleştirilmesi<br />

gereken, ağızdan ilaç alamayan yaşlı bireylerde trandermal ilaç<br />

kullanımı yararlı olabilir (Abrams ve ark. 1995, AGS Panel 2002)<br />

Yan Etkiler<br />

Opioid ilaç kullanımına bağlı olarak en sık görülen yan etkiler;<br />

bulantı, kusma, ve özellikle prostatik hipertrofisi olan bireylerde idrar<br />

retansiyonudur. Yaşlı bireyler ilaçların dağılım ve atılımındaki<br />

değişiklikler nedeniyle sedasyon ve solunum depresyonu bakımından<br />

daha hassastırlar. Bu özellikle hiç opioid kullanmamış yaşlı bireylerde<br />

daha yaygın olarak görülmektedir (Fine 2004). Konstipasyon, opioid<br />

139


kullanan yaşlı bireylerde en sık görülen sorunlardan biridir, çünkü<br />

yaşlı bireylerin çoğu daha önceden barsak sorunları yaşamaktadırlar.<br />

Opioid kullanmaya başlayan yaşlı bireylerin dışkı yumuşatıcı veya<br />

laksatif kullanımı, yüksek lifli gıda alımı gibi alışkanlıklarının dikkatli<br />

olarak değerlendirmesi gereklidir. Sağlık bakım ekibi yaşlı birey ve<br />

ailesine konstipasyon oluşumu beklemektense konstipasyonu<br />

önlemenin önemli olduğunu açıklamalıdır. Opioid kullanan yaşlı<br />

bireylerde konstipasyonu önlemek için; sıvı alımı arttırılmalı,<br />

beslenmesi düzenlenmeli, yüksek lifli gıdalar eklenmeli, aktivite düzeyi<br />

sürdürülmeli veya arttırılmalı ve dışkı yumuşatmak için laksatif ilaçlar<br />

verilmelidir (Luggen 2000, Helme 2001).<br />

Bulantı-kusma opioid kullanımından birkaç gün sonra ortaya<br />

çıkmasına karşın, bu yan etkileri tedavi etmede koruyucu önlemlerin<br />

alınması önemlidir. Yaşlı bireylerde bulantı ve kusmayı kontrol altında<br />

tutmak için antiemetik kullanımı değerlendirilmelidir. Hemşire antiemetik<br />

ilaç kullanımına bağlı olarak sedasyon meydana gelebileceği konusunda<br />

yaşlı birey ve ailesine bilgi vermelidir. Bulantı opioid kullanımına<br />

başladıktan sonra 3 gün devam ediyorsa yeni opioid ilaçlar başlanmalıdır<br />

(Luggen 2000, Fine 2004).<br />

Opiod kullanımına başlayan yaşlı bireylerde sedasyon ve bilişsel<br />

fonksiyonlarda bozulma görülebilir. Sedasyon genellikle 1-3 gün içinde<br />

azalır. Eğer sedasyon geçmezse mutlaka sağlık bakım ekibine haber<br />

verilmelidir. Sedasyon geçmeyen ağrı nedeniyle meydana gelen uyku<br />

bozukluklarına bağlı olabilir. Hemşire yetersiz ağrı tedavisine bağlı<br />

olarak bireyde sedasyon meydana gelebileceğini unutmamalı ve özelikle<br />

hızlı, yüksek dozda ilaç kullanan hastalarda solunum depresyonunu<br />

(Dakika da 8 den az solunum, oksijen saturasyonun %90’nın altında<br />

olması) izlemelidir (Luggen 2000).<br />

Adjuvan Đlaçlar<br />

Adjuvan ilaçlar analjezik özelliği olmayan belli kronik ağrı tiplerini<br />

tedavi etmeyi sağlayan ilaçlar olarak tanımlanmaktadır. Adjuvan ilaçlar;<br />

antikonvulsanlar, antidepresanlar ve bazı sedatif ilaçlardır. Depresyon<br />

ve ruhsal sorunların tedavisi ağrı tedavisinin daha etkili olmasını<br />

sağlayabilir. Genellikle nöbet tedavisinde kullanılan antikonvulsan<br />

ilaçlar postherpetik nevralji, diyabetik nöropati ve fantom eklem ağrısı<br />

gibi durumları kontrol altına almada yararlı olmaktadır. Antikonvulsan<br />

ilaçlar kan hücre yapısında bozulmaya neden olduğu için kan değerlerinin<br />

düzenli olarak değerlendirilmesi gereklidir. Bazı sedatifler ve tranklizan<br />

ilaçlar yaşlı bireylerde konfüzyon artışına ve kontipasyona neden olabilir.<br />

Bu ilaçları kullanan yaşlı bireylerin izlenmesi gereklidir. Trisiklik<br />

antidepresanların nöropatik ağrı tedavisinde yararlı olduğu bildirilirken<br />

kas-iskelet ağrı tedavisindeyse yararlı olduğu belirtilmemektedir. Trisiklik<br />

antidepresanlar konstipasyon, bulanık görme, ağız kuruluğu, idrar<br />

140


etansiyonu ve sedasyona neden olabilir , glokom ve bening prostat<br />

hipertrofisi olan bireylerde kullanılmamalıdır. Çünkü aritmi, bilişsel<br />

değişiklikler, ortostatik hipotansiyon ve düşmelere neden olabilir. Tedavide<br />

kullanılan diğer adjuvan ilaçlar antihistaminikler ve kafein gibi stimulanlar<br />

ve sadece kısa süreli tedaviler için kullanılan kortikosteroidlerdir (Gloth<br />

2000, Luggen 2000). Hemşirenin ağrı tedavisi nedeniyle adjuvan ilaç<br />

kullanımı başlanan hasta ve ailesini bu ilaçlar hakkında bilgilendirmesi<br />

önemlidir. Klinik deneyimler adjuvan ilaç tedavisi başlanan bireylerin<br />

analjezik ilaç kullanımına devam etmediğini göstermektedir. Tüm<br />

analjezik ilaçlarla birlikte hemşire yaşlı bireyin ağrısını ve adjuvan<br />

ilaçların yan etkilerini değerlendirmelidir (Luggen 2000).<br />

NON-FARMAKOLOJĐK YÖNTEMLER<br />

Farmakolojik ve non-farmakolojik ağrı tedavilerinin birlikte kullanımı<br />

yaşlı bireylerde etkili olmaktadır. Bireysel olarak ilaçsız tedavilerin çoğu<br />

sadece hafif düzeydeki ağrılarda etkili olmaktadır. Orta düzeyde ağrıda<br />

ilaç tedavisi diğer tedavileri tamamlayacak şekilde kullanılmalıdır. Tüm<br />

tedavi seçeneklerine karşı bireyin yanıtı değerlendirilmelidir. Farklı<br />

alternatif tedaviler fiziksel ve bilişsel/davranışsal olarak sınıflandırılabilir<br />

(Ebener 1999, Luggen 2000).<br />

Fiziksel Yöntemler<br />

Fiziksel yöntemler sıcak ve soğuk gibi deri uyarımı, masaj,<br />

akupunktur ve sinir stimulasyonu gibi yöntemlerdir (Luggen 2000).<br />

Sıcak ve soğuk uygulama: Sıcak uygulama ağrı ve rahatsızlığı<br />

azaltmada yararlıdır. Sıcak deri yüzeyindeki dokularda kan akımını<br />

oksijen ve besin dağılımını arttırır, kas elastisitesini arttırarak eklem<br />

sertliğini azaltır. Sıcak uygulama sıcak su şişesi, sıcak pedler, elektrikli<br />

battaniyeler ve ısıtıcı lambalar kullanılarak yapılabilir. Uzun süreli bu<br />

yöntemleri kullanan yaşlı bireylerde termal yanıkları önlemek için birey<br />

ve yakınları bu konuda bilgilendirilmelidir. Soğuk uygulama<br />

enflamasyon ve ödemi azaltır, özellikle düşme gibi akut yaralanmadan<br />

sonraki ağrıyı azaltır. Sıcak uygulamayla iyileşmeyen kas spasmını<br />

azaltır. Soğuk uygulama buz paketleri, kompres, ıslak bez ve<br />

battaniyelerle yapılabilir. Yaşlı bireyler ağrıyı azaltmak için genellikle<br />

sıcak ve soğuk uygulama yöntemlerini kullanırlar (Luggen 2000).<br />

Masaj: Dokunmanın pek çok şekli yaşlı bireylerin ağrı tedavisinde<br />

yararlı olabilir. Masaj, ovma veya yoğurma gibi derin basınç şeklinde<br />

veya okşama ve yumuşak bir şekilde yapılabilir. Kemik metastazı veya<br />

osteoporotik kemik hastalığı olan bireylerde dikkatli uygulanmalıdır<br />

(Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Egzersiz; Egzersiz veya fizik tedavi<br />

eklem sertliğini önler, eklem fonksiyonlarını korur, kas spasmını<br />

iyileştirir ve bireyin iyilik hissini arttırır. Fiziksel terapi başlamadan<br />

141


önce bireyin tıbbi yönden değerlendirilmesi gereklidir. Çoğu bireyin<br />

terapi başlamadan önce kısa süre analjezik kullanması gerekli olabilir<br />

(Luggen 2000, Helme 2001). Akupressure/Akupunktur; Akupunktur<br />

vücudun belli bölgesine elle veya elektriksel uyarıyla iğne takılmasıdır.<br />

Akupressure akupunktur noktalarına elle basınç uygulanmasıdır. Bu<br />

hemşirelerin eğitim almadan yapabileceği bir tedavi değildir, ulusal<br />

sertifikalı sağlık ekibi tarafından yapılmalıdır (Luggen 2000).<br />

Transkutanöz Elektriksel Sinir Uyarımı (TESU/TENS); TENS<br />

tedavisinin yaşlı bireylerdeki ağrı tedavisinde yararlı olduğu<br />

belirlenmiştir. Birey deri üzerindeki elektrotlar yardımıyla gerektiğinde<br />

elektriksel uyarıyı arttırabilir veya azaltabilir. TENS diyabetiklerdeki<br />

nöropatik ağrı, spinal ağrı ve nevralji tedavisinde yararlıdır (Luggen<br />

2000, Helme 2001, Ardery ve ark. 2003). Perkutan Elektriksel Sinir<br />

Uyarımı (PESU/PENS); PENS tedavisinde ağrıyı azaltmak için uyarı<br />

veren temiz sert akupunktur gibi iğne probları kullanılır. PENS tedavisinin<br />

osteoartritte yararlı olduğu söylenmesine karşın yaşlı bireylerde bu<br />

konuya ilişkin çalışmalar bulunmamaktadır (Luggen 2000).<br />

Bilişsel ve Davranışsal Tedaviler<br />

Bu ağrı tedavi yöntemleri ağrı algısını, ağrı davranışını değiştirmekte<br />

ve bireyin ağrı üzerindeki kontrol hissini arttırmaktadır. Bu tedavi<br />

yöntemleri negatif düşünce ve davranışların değiştirilmesine neden<br />

olmaktadır. Hemşireler bireylerin positif davranış ve duygular geliştirmesini<br />

sağlayan yeni becerileri öğretebilirler. Uyumsuz davranışları,<br />

deprese olan ve başa çıkma becerileri yetersiz olan bireyler ruhsal<br />

sağlık uzmanlarına veya ağrı kliniklerine yönlendirilirler. Aşağıda<br />

hemşirelerin bireylere yönelik kullanabileceği bilişsel/davranışsal<br />

tedaviler yer almaktadır (Luggen 2000).<br />

Kendi kendine telkinde bulunma; Kendi kendine telkinde<br />

bulunma kısa süreli akut ağrılarda bireyin kendi kendine<br />

konuşmasıdır. “Yarın iyi olacak” şeklinde bazı cümlelerle birey kendi<br />

kendine telkinde bulunabilir (Luggen 2000). Meditasyon; Meditasyon<br />

sessiz bir ortamda sakin zihinsel iyiliği sağlamak için bir kelime veya<br />

nesneye odaklanmaktır. Birey yavaşça nefes alır ve huzur veren<br />

kelimeye odaklanarak nefesini yavaşça verir (Luggen 2000). Hayal<br />

kurma; Hayal kurma bireyin zihninde canlı bir resim canlandırarak<br />

sağlanan mutluluk ve huzur olarak ifade edilmektedir. Bu resim bir<br />

güneş, canlı bir orman veya güneşin doğuşu sırasındaki dalgalar<br />

olabilir. Bu resim geçmişe ait şeyleri anımsamak olabilir (Luggen 2000,<br />

Ardery ve ark. 2003). Progresif gevşeme; Progresif gevşeme sırasıyla<br />

değişik kas gruplarına kasılma ve gevşeme yaptırmaktır ve genellikle<br />

bu uygulama yatağa uzanarak, sakin ve karanlık bir ortamda<br />

yapılmalıdır. Đşlem sırasında hafif müzik veya gevşeme kasetleri<br />

kullanılabilir (Luggen 2000). Dikkati başka yöne çekme; Dikkati<br />

142


aşka yöne çekme ağrıyı zihinden uzaklaştıran her şeydir. Radyo,<br />

televizyon, video izleme, müzik dinleme, oyun veya puzzle oynama,<br />

kitap okuma veya bir şey izleme gibi aktiviteler dikkati başka yöne<br />

çekmede kullanılan yöntemlerdir. Bu yöntem sadece hafif düzeydeki<br />

ağrı da kullanılmaktadır (Luggen 2000, Ardery ve ark. 2003). Müzik<br />

tedavisi; Müzik tedavisi yukarıda belirtilen tedavilerle birlikte<br />

kullanılabilir. Müzik tedavisi yaşlı bireylerin klinik alanlarda yaygın<br />

olarak kullandığı bir tedavidir (Luggen 2000). Eğitim; Eğitim bireyin<br />

ağrı ve ağrı algılamasında bilişsel rol hakkında bireyleri bilgilendirdiği<br />

bilişsel tedavidir. Bireyler ağrıyı azaltma yöntemlerini öğrenirler ve ağrı<br />

ve rahatsızlık durumlarını kayıt ederler. Hemşire ağrıya eşlik eden<br />

faktörler hakkında bireyleri bilgilendirir (Luggen 2000). Hipnoz; Hipnoz<br />

yoğun şekilde konsantre olma, hayal kurma ve solunum egzersizleri<br />

gibi diğer bilişsel yöntemleri içermektedir. Kendi kendine hipnoz\hayal<br />

kurma rahat bir durumda gözleri kapatarak, ve bir şeyin rengini<br />

biçimini hayal ederek başlar. Daha sonra ağrı boş bir alana doğru<br />

gönderilir. Son olarak gözler açılır (Luggen 2000).<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Abrams WB, Beers MM, Berkow R (1995). Pain, The Merck Manual of Geriatrics,<br />

Second Edition, 125-153.<br />

2. AGS Panel (2002). The management of persistent pain in older patients, J Am.<br />

Geriatr Soc. 50(6): 205-224.<br />

3. Ardery G, Herr KA, Titler MG, Sorofman BA, Schmitt MB (2003). Assessing and<br />

managing acute pain in older adults: A research base to guide practice, MedSurg<br />

Nurs. 12(1): 7-18.<br />

4. Ebener MK (1999). Older Adults living chronic pain:An opportunity for improvement,<br />

Journal Of Nursing Care Quality, 13(4): 1-7.<br />

5. Ebersde P, Hess P (1990). Toward healty aging, Human Needs And Nursing<br />

Response, Mosby Company, Third. Edition, 222-<strong>23</strong>2.<br />

6. Fine PG (2004). Pharmacological management of persistent pain in older patients,<br />

Clin J Pain, 20(4): 220-226.<br />

7. Freedman G (2002). Chronic pain, clinical management of common causes of<br />

geriatric pain, Geriatrics 2002; 57(5): 36-41.<br />

8. Gloth FM (2000). Geriatric pain, factor that limit pain relief and increase<br />

complications, Geriatrics, 55(10): 46-54.<br />

9. Helme RD (2001). Chronic pain management in older people, European Journal Of<br />

Pain, 5: 31-36.<br />

10. Larsen PD (2000). Effective pain management in older patients, AORN Journal 71(1):<br />

205-208.<br />

11. Luggen AS (2000). Pain, Lueckenotte AG,(Ed), Gerontologic Nursing, Second Edition,<br />

Mosby, 281-301.<br />

143


12. Rao A, Cohen HJ (2004). Symptom management in the elderly cancer patients:<br />

fatigue, pain, and depression, Journal Of The National Cancer Institute Monographs<br />

,32: 150-157<br />

13. Tsai PF, Chang JY (2004). Assessment of pain in elders with dementia, Medsurg<br />

Nurs, 13(6): 364-390.<br />

14. Westley C (2004). Pain, geriatric self learning module, Medsurg Nursing 2004; 13(6):<br />

399-404.<br />

144


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 145-158, <strong>2007</strong><br />

BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐ: RUH SAĞLIĞI AÇISINDAN LĐTERAT<strong>Ü</strong>R<strong>Ü</strong>N<br />

GÖZDEN GEÇĐRĐLMESĐ<br />

ATTACHMENT PROCESS: REVĐEW OF THE LĐTERATURE IN TERMS OF<br />

MENTAL HEALTH<br />

Gülseren KESKĐN*<br />

Olcay ÇAM**<br />

*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu<br />

** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />

Anahtar Sözcükler: Bağlanma, Bağlanma süreci, Ruh sağlığı<br />

Key Words: Attachment, Attachment process, Mental health<br />

ÖZET<br />

Bu yazıda bağlanma kuramı, anne–bebek arasındaki bağlanma, bağlanma<br />

stilleri, çocuk ve ergen bağlanmasında ebeveynin rolü, bağlanma ile ilgili<br />

psikopatolojik bozukluklar, yetişkin bağlanması ile ilgili araştırmalar gözden<br />

geçirilmiştir. “PubMed” ve “ScienceDirect” tıbbi arama motorları kullanılarak,<br />

özellikle 1985-2004 yılları arasında yayımlanan makaleler öncelikli olarak<br />

değerlendirilmeye alınmıştır. Bebeklik döneminde duygusal gelişimin sağlıklı<br />

olabilmesinde anahtar rolü ana-baba oynamaktadır. Bebeklikteki bağlanma<br />

kavramı; anne-baba yada birincil bakım verenlere olumlu tepkilerin verilmesi,<br />

bu kişilere yönelme, arama, bağlanılan kişinin varlığının duyumsanmasına eş<br />

zamanlı olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi gibi duygu ve davranış<br />

örüntülerinin tümünü kapsamaktadır. Bağlanma bebekle birincil bakım veren<br />

kişi arasında gelişen ve bebekte güven duygusunu yerleştiren güçlü bir bağdır.<br />

Bağlanma kuramı bebek psikolojisini temel almasına rağmen ergenleri<br />

anlamak için de kullanılmıştır. Bebeklik döneminde yaşanan patolojik<br />

bağlanma örüntülerinin gelecekteki ilişkiler üzerindeki etkisi günümüzde<br />

önemini koruyan bir konu niteliğindedir. Çocukluk ve ergenlik döneminde<br />

ortaya çıkan birçok psikopatolojinin kaynağı, bebeğin birincil bakıcısı ile olan<br />

ilişkisinin niteliği ile yakından ilişkilidir. Sonuç olarak, bağlanma kuramı<br />

psikiyatrik yaklaşıma ve klinik uygulamalara farklı bir alt yapı oluşturur. Bu<br />

durum doğumdan yetişkinlik sürecine kadar bireysel gelişim, bağlanma süreci,<br />

davranışsal gelişim sürecinin dikkate alınmasını gereğini vurgular. Böylece bu<br />

yaklaşımla bağlanma ile ilgili bozuklukların çözümüne olanak sağlanmış olur.<br />

SUMMARY<br />

This article reviews literature on attachment theory, process of motherinfant<br />

attachment, attachment styles, role of parent on child and adolescent<br />

attachment, attachment related psychopathological disorder, adult attachment.<br />

Articles, published in 1985-2004 and searched via “PubMed” and “ScienceDirect”<br />

145


medical search engines, are primarily included in the review. Parents play a key<br />

role in the emotional development of infants. Attachment concept in infancy<br />

consists of many affectional and behavioral patterns of positive reactions to<br />

parents or primary caregivers, seeking and preference of them, sense of pleasure<br />

in the presence of primary caregivers. Attachment is the strong emotional bond<br />

that develops between infant and caregiver, providing the infant with emotional<br />

security. Attachment theory is central in infant psychology but is also more and<br />

more used to understand adolescent's vulnerability.. Effect of pathological<br />

attachment process in infancy on future relationships is still a popular reseach<br />

topic todays. The main cause of many psychopathologies in childhood and<br />

adolescence related to the quality of infant-caregiver relationship. Hence<br />

attachment theory drawing up a new concepts to psychiatric aproach and clinical<br />

practice. Indeed, this concept permits to take into account in a combined manner<br />

individual development, processes of attachment, and behaviour adjustments,<br />

from birth throughout adulthood. So thıs aproach give a permission to solution of<br />

related to attachment disorder.<br />

GĐRĐŞ<br />

Erken çocukluk döneminde ana baba-çocuk ilişkilerinin kişinin<br />

gelişimini, diğer insanlarla ilişkilerini ve psikolojik uyumunu etkilediği<br />

konusunda genel bir kabul vardır. Bu kabule götüren ilk ve en önemli<br />

kanıtlar Bowlby’nin çocuğa temel bakım veren kişi ile çocuk arasında<br />

kurulan sosyal bağın (attachment-bağlanma) normal gelişim için<br />

oldukça önemli olduğunu gösteren araştırma sonuçlarıdır (Crockenberg<br />

ve ark. 1993)<br />

Tanım olarak bağlanma biçimi, yaşamın erken döneminde<br />

belirlendiği ve süreklilik gösterdiği düşünülen bireyin diğer insanlarla<br />

ilişki kurma örüntüsüdür. Bağlanma kuramcılarına göre bağlanma<br />

biçemi süt çocukluğu döneminde güvenli ya da güvensiz olarak bir kez<br />

belirlendikten sonra yaşam boyunca süreklilik gösterir (Bowlby 1988).<br />

Zeanah ve arkadaşları (1997), bağlanma ilişkisinin niteliğinin<br />

anne ile bebek arasındaki ilişki tarzı ile şekillendiğini belirtmişlerdir.<br />

Anne-bebek ilişkisindeki ilk süreç, açlık ve susuzluk gibi fizyolojik<br />

ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bunun ardından, annenin bebeği ile<br />

geçirdiği zaman dilimi ve bu zaman dilimini nasıl kullandığı önem<br />

kazanmaktadır. Bebeğin sosyal ve duygusal açıdan gelişebilmesinde,<br />

mevcut bağın kuvvetlenmesinde annenin duyarlılığı önemlidir (Demulder<br />

ve ark 2000, Denham 1994, Isabella 1993). Anne çocuk ilişkisinde<br />

gerek anne gerekse de bebek birbirlerinin duygularına cevap verdikleri<br />

oranda aralarındaki duygusal iletişimin kalitesi artmaktadır (Isabella,<br />

Belsky 1985, Isabella 1993).<br />

Bağlanma davranışının oluşmasında bebeğin uyaranları sosyal<br />

olarak algılayıp yanıtlaması ilk başlarda ayrışmamış ve özgül olarak<br />

anneye yönelmemiştir. Bağlanmanın gelişmesini, anneden ayrılma<br />

engeller (Bowlby 1988, Cook 2000). Annenin ya da bağlanılacak kişinin<br />

146


ebekle ilişki içinde olmaması, (izolasyon) sonucu bağlanma birlikte<br />

oluşamaz. Bebeği ile ilişki kuramayan annelerin; zeka düzeyi düşük ya<br />

da duygusal olarak olgunlaşmamış kişiler oldukları gözlenmiştir<br />

(Ainsworth 1989, Ainsworth 1997). Bağlanma sürecinin iyi bir şekilde<br />

geliştiği durumlarda; bireylerin ilerleyen yaşamında, aile ve iş<br />

yaşamlarındaki doyum düzeyleri de artmaktadır.<br />

Anne-Bebek Arasında Bağlanmanın Gelişimi<br />

Preverbal dönem öncesinde erişkin-bebek arasındaki iletişiminin<br />

ana kaynağını duygular oluşturur. Bebek, doğumu ile annenin uygusal<br />

alanın en önemli üyesi olur. Bu üyelik doğum öncesinde başlamıştır,<br />

doğumla birlikte doruğa ulaşır. Bebek bu duygusal alan içinde büyür<br />

ve anneye bağlanır (Ainsworth 1997). Doğum sonrası anne ve çocuk<br />

arasında güvene dayanan bir ilişki oluşur. Anne-bebek arasındaki<br />

güvenli ilişki baba ve kardeşlerin katılımı ile güçlenmektedir. Bu sosyal<br />

desteğin niceliği ve niteliğiyle anne-bebek bağlanması arasında kuvvetli<br />

ilişkinin olduğu bildirilmektedir (Lowinger ve ark 1995, Waters ve ark<br />

2000). Bebekle ilişkide bu derin memnuniyet duyguları ebeveynler<br />

tarafından bebeği kabullenme durumunun en üst düzeye ulaşması için<br />

temeldir. Bebeğe özel bir sevgi hissetmek ve anne/baba rolünün iyi bir<br />

şekilde yerine getirilmesi bağlanmaya doğru duygusal bir atmosfer<br />

yaratır. Bebeğe yönelen annelik/babalık davranışları, bebeğin kendisine<br />

değer verme duygusunun gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır.<br />

Anne bağlanma süreci içinde: öğretebilen, bebeğin kendini tanımasında<br />

"ayna" görevi üstlenen, beslenme ve yıkama gibi teke tek ilişkide duyarlı<br />

ve işbirliğine yönelik görevler üstlenen bir kişi olarak tanımlanır. Erken<br />

dönemde, doğumdan hemen sonra çıplak olarak bebeğin kucağa alınması<br />

ile annenin bebekle ten temasının olması, bağlanma duygusunu artırır.<br />

Böylece dokunma duygusu ile bebeğin dış dünyayı algılaması da<br />

kolaylaşmaktadır (Troy 1995). Dokunma, anne-bebek ilişkisini artırır.<br />

Bebekle göz-göze ve ten-tene temas yakınlaşmanın önemli bir parçasıdır.<br />

Bebek bu dönemden itibaren bakıcısına gülümsemekte, uzun süreli göz<br />

ilişkisi kurmakta ve diğer insanlara göre ona daha fazla ses<br />

çıkartmaktadır. Onun yanında kendisini daha rahat hissetmektedir.<br />

Anne/babanın anne/baba rolünü kabullenmesi, bebeğin gereksinimlerini<br />

tanıması ve uygun bir şekilde karşılaması ile bağlanma gelişir. Ancak<br />

anne/babalar bebeklerinin gereksinimlerinin kendilerinden farklı<br />

olduğunun farkına vararak bebeğin bireyselleşmesine izin verirler.<br />

(Kenny, Gallagher 2002). Bağlanma oluşabilmesi için bebeğin anneyi<br />

diğerlerinden ayırt edebilmesi, nesne sürekliliğinin ve sembolik oyun<br />

yetisinin (oyunda nesneleri ve kişileri simgesel olarak temsil edebilme)<br />

olması gerektiği düşünülmektedir (Pehlivantürk 2004).<br />

Yaşamın ilk iki yılını kapsayan bağlanma süreci dönemlere<br />

ayrıldığında; doğumdan 8-12 haftaya kadar uzanan ilk dönem<br />

bağlanma öncesi dönem olarak ifade edilir. Bu süreç içinde bebek<br />

147


anneye yönelmiştir, annenin uyaranlarıyla hareketlenir. Çevresindeki<br />

kişilere yönelme davranışı gösterir ancak kişileri ayırt edebilme yetisi<br />

yoktur ya da çok kısıtlıdır (Haight ve ark 2003, Joseph 1992).<br />

Bağlanmanın ilk işaretlerinin ortaya çıktığı ikinci dönem 8-12 haftadan<br />

6. aya kadar uzar. Bu dönemde bebek anneyi yabancılardan ayırt etmeye<br />

ve dikkatini daha çok anneye yönlendirmeye başlar. Bağlanmanın tam<br />

olarak gözlendiği 3. dönem 6-24 aylar arasıdır. Altıncı aydan itibaren<br />

"Ayrılma-Bireyselleşme" dönemi başlar. Bu süreçte iki ana gelişimsel<br />

süreç yaşanır. Birincisi; intrapsişik otonominin, algılamanın ,belleğin<br />

ve gerçeği değerlendirmenin evrimi olan bireyselleşme ile farklılaşma,<br />

uzaklaşma ve mesafe koyma, sınır oluşumuyla birlikte, anneyle<br />

bağların çözülmesini içeren ayrılmadır. Bu dönemin başlangıcında<br />

bebeğin anneyle bedeninin daha fazla farkındalığını içeren bir ilişki<br />

kurmaya başlaması dikkat çeker. Bebek bedenini annenin kucağına<br />

göre biçimlendirir. Bedeni ile annenin bedeni arasındaki mesafeyi<br />

ayarlama becerisini geliştirir. Bebek sosyal gülümseme de edinir.<br />

Mahler'e göre, çocuğun sağlıklı olması için anneden ayrılması, kopması<br />

gerekmektedir. Bu dönemde bağlanma davranışı yakınlık arayışı ile<br />

kendini gösterir ve küçük çocuklarda bağlanılan kişilerden ayrılma ile<br />

belirginleşir. Çocuğun bireyselleşip anneden ayrılabilmesi de, ancak<br />

ona güvenli bağlanabilmiş olabilmesi ile olanaklıdır (Ainsworth 1997).<br />

Bu sürede bebek anneden ayrıldığında ağlar, huzursuzluk işaretleri<br />

gösterir, annenin dönmesi ile birlikte veya annenin dönüşünden emin<br />

olduğunda ağlama sonlanır. Bu dönemin ardından çocuk yaşamında<br />

gerek birincil bakıcısıyla gerekse de diğer insanlarla geliştireceği<br />

karmaşık yapıdaki ilişkilere girer (Isabella, Belsky 1985). Sekizinci ayla<br />

birlikte bebekler çevrelerindeki ilişki örüntülerini anlamlandırmaya<br />

başlarlar. Bu dönemde, bebek gerçek ve belirgin bir objeye yönelmektedir.<br />

Bu ay öncesinde anne bebek için çok önemli değilken, sekizinci aydan<br />

itibaren bağlanma ilişkisiyle bebek çok geniş yelpazede olan sosyal<br />

ilişkilerini sınırlandırmaktadır. Artık bebek ilgisini tüm ihtiyaçlarını<br />

karşılayan kişiye yöneltmektedir. Bu dönemden itibaren bebekler<br />

yabancı kişilerle karşılaştıklarında korku, kaygı ya da kaçma<br />

davranışlarında bulunurlar (Haight ve ark 2003, Joseph 1992). 25’ nci<br />

aydan sonra anneden bağımsızlaşarak birey olma yolunda ilerleyen<br />

çocuğun annesiyle geliştirdiği ilişkide çeşitli zorluklar yaşanır.<br />

Bağlanma için gerekli olan anne-bebek arasındaki sürecin<br />

özellikleri şunlardır (Ainsworth 1989, Bowlby 1988);<br />

a. Erken ikili ilişki (memelilerde ve kuşlarda olduğu gibi) bebek<br />

annesi ile çok erken dönemde ilişki içine girer. Bu durum yaklaşık yedi<br />

ay civarında ortaya çıkan birincil bağlanma ilişkisidir ve süreklilik<br />

özelliği taşır.<br />

b. Đlk sosyal nesne olan annenin duyarlı ve etkileşimsel<br />

özellikleri: Anne, bebeğin çevresini davranışlarının gelişebileceği temel<br />

148


alan durumuna getirir. Bu temel alan bebeğin ruhsal gelişmesini<br />

yapacağı, isteklerinin karşılandığı, ona uygun koşulların bulunduğu<br />

alandır.Anne, bebek için bu temel alanı hazırlar ve bebek bu temel<br />

alanda ruhsal gelişmesini yapar, onun isteklerini karşılar, ona uygun<br />

koşullar bulur.<br />

c. Erken dönemde ben ve diğeri ayrışması: Bağlanmanın getirdiği<br />

birliktelik içinde bebeğin bağımsız davranmayı denemesi için uygun<br />

koşulların sağlanması ve bu denemelere olanak sağlanması anlamını<br />

taşır.<br />

d. Erken güvenli tutumun oluşması : 12’ nci ay sırasında<br />

hareketlenme (emekleme-yürüme) ile başlar. Ancak bu özellik<br />

hareketlilik öncesinde bilişsel düzeyde ortaya çıkar. Evin alansal olarak<br />

tanınması, annenin özgül davranışlarını bekleme, annenin bebeğin<br />

uyarılarına yanıt vermesi ve annenin oyunlarında bebek tarafından<br />

kullanılmasını ifade eder.<br />

e. Ayrılık protestosu: 12-30’ ncu aylar arasında gözlenir. Daha<br />

erken dönemlerde de saptanabilir.Anneden ayrılma ile birlikte ikili<br />

ilişkinin bozulmasını taşıyamama, ikili ilişkiyi oluşturmak için anneyi<br />

ilişkiye davet etmeyi ifade eder. Diğer bir deyimle ilişkinin<br />

bozulduğunun farkına varılması ile çevreyi, anlık kopmuş, bozulmuş<br />

ilişkiyi onarmak için uyarma girişimidir. Ayrılık bebek için<br />

dayanılmazdır. Ayrılmanın yerine bir başkasının konulması için<br />

‘yakınlık arayışı’ içine girer. Ayrılık durumlarında ‘ayrılık protestosu’<br />

ortaya çıkar, bağlanılana yönelinir. Bağlanılan nesnenin kaybolmasına<br />

dayanılamaz ve bu durum protestoya yol açar.<br />

f- Güvenli-temel tutumun pekişmesi.Birinci yaşta tutum belirginleşmiştir.<br />

Đkinci yaşta ayrılık protestosu zayıflar, üçüncü yaşta diğer<br />

kişiye, amaca yönelik yönelme vardır. Bağlanma güveni doğurur. Böylece<br />

bebek araştırıcı davranışta bulunur. Bağlanma olmadan araştırıcı<br />

davranış oluşmaz.<br />

g- Diğer kişilerle ilişkinin olgunlaşması. Güvenli tutumun anneden<br />

ayrı başka kişilere aktarılması ve aktarılan kişiden güvenli yanıtın<br />

alınmasıdır. Đlk bağlanılan ile kurulmuş olan etkileşimin belirlediği<br />

içsel bir çalışma modelidir. Kurulan içsel çalışma modeli dış dünya ile<br />

kurulacak olan ilişki modelini oluşturur.<br />

h- Güvenli-temel tutumun anneden ayrı başka kişilere aktarılması.<br />

Bağımsızlaşmaya eş zamanlı olarak iletişim ve denetim görevleri ile<br />

birlikte olgunlaşmadan söz edilebilir. Bağlanma bebeklik ya da<br />

çocukluk ile sınırlı değildir. Yaşam boyu sürer. Bağımlılıktan ayrılığa,<br />

tam bağımlılıktan "Olgun bağımlılığa" ulaşılır (Ainsworth 1989, Bowlby<br />

1988, Tyrrell, Dozier 1999). Bebeklikte atılan tohumlar, çocuk<br />

büyüdükçe, diğer insanlarla yaşananlar tarafından da gelişerek, birey<br />

olma ile ait olma arasındaki hassas denge kurularak devam eder.<br />

149


Bağlanma ve Sosyal Gelişim<br />

Bağlanma bir sosyal davranış çeşididir. Bowlby bağlanmayı çocuk<br />

gelişiminin erken döneminde aramıştır (Bowlby 1988).Doğumdan<br />

yaklaşık dört ay sonra yetişkinlerden farklı olarak bebek güvenli<br />

bağlanma figürü olarak öncelikle anneyi tercih etmektedir.<strong>Ü</strong>ç yaşının<br />

başlarında güvenli bağlanan çocuk öğretmeninin ve diğer insanların<br />

yanında kendini rahat ifade etmeye başlar.Bu dönemde ikincil<br />

bağlanma figürü öğretmeni ya da ona yakın olan bir başka kişi<br />

olmuştur<br />

Bağlanma sistemi, bebeklerin bakıcıları ile ilişkileri temelinde<br />

gözlenen üç davranış örüntüsü ile tanımlanabilir: ilki; yakınlığı arama,<br />

yakınlığı koruma ve ayrılığı protesto etme, ikincisi keşfetme etkinlikleri<br />

için bakıcıyı “güvence üssü” olarak kullanma ve son olarak, destek ve<br />

güvenlik için bakıcıyı “güvenli sığınak” olarak kullanmadır (Crockberg<br />

ve ark 1993). Bakıcının “ulaşabilirliği” tehdit edildiği anda bağlanma<br />

sistemi otomatik olarak etkilenir. Bu durumda bakıcının çocuğa<br />

göstereceği tepkilerin kalitesine bağlı olarak, etkilenen bağlanma<br />

sistemi ya bakıcı ile temas yeniden kurularak ilişkinin onarılmasına<br />

çalışır, böylece “hissedilen güvenlik” sağlanır ya da çocukta kaygı ve<br />

huzursuzluk yaratacak olan ayrılığı protesto tepkileri ortaya çıkar.<br />

Bakıcıdan uzun süre ayrı kalma, bağlanmanın çözülmesi (detachment)<br />

anlamına gelen sosyal çevreden kopma veya geri çekilmeyle<br />

sonuçlanabilir (Bowlby 1988).<br />

Bowlby’ye göre, ağlama, keşfetme gibi ayrılığa karşı gösterilen<br />

kaygı, protesto ve kopma tepkileri çocuğun temel koruyucusundan<br />

ayrılmaya karşı gösterdiği yüksek düzeyde uyum sağlamaya yönelik<br />

tepkilerdir. Çocuğun sıkıntısını ifade etme amacı bakıcısının yanına<br />

gelmesidir. Eğer yakınlığı yeniden sağlama umudu kalmamış<br />

görünüyorsa sürekli sıkıntı ifadesi fiziksel olarak çocuğun tükenmesine<br />

neden olmaktadır. Umutsuzluğun ayırt edici özelliği olan çocuğun<br />

sessiz ve hareketsiz kalmasıdır. Kopma normal etkinliğin başlamasını,<br />

büyük bir olasılıkla da yeni bir bağlanma kişisi arayışını olanaklı<br />

kılmaktadır. Aynı yakınlığı koruma gibi uzun ayrılıklardaki tepkiler de<br />

bağlanma sisteminin işlerliğini yansıtmaktadır (Bowlby 1988, Hortacsu<br />

ve ark 1993).<br />

Bağlanma Stilleri<br />

Bowlby tarafından 1969 yılında ilk olarak tanımlanan bağlanma<br />

kuramı, Ainsworth ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir (Ainsworth<br />

1989). Ainsworth yabancı durum testi ile farklı bağlanma biçimlerinden<br />

bahsederek, güvenli ve güvensiz bağlanma örüntülerini (attachment<br />

patterns) değerlendirmiş ve farklı bağlanma stilleri, çocuğun rahatının<br />

sağlanması, güven duygusunun aşılanması sırasında bakım veren<br />

kişilerin farklı tepkiler ortaya koyması ile yaşanacağını ifade etmiştir<br />

(Deniz ve ark 2005, Kirkpatrick ve Davis 1994).<br />

150


Güvenli bağlanma gösteren çocuklar, annelerinin her zaman<br />

yanlarında olup, stres durumlarında yardımcı olacaklarından emin<br />

olan çocuklardır. Anne ayrıldığında tepki göstermelerine karşın<br />

döndüğünde kolaylıkla yatışırlar. Güvenli bağlanmanın gelişmesi için<br />

çocuğun kesintisiz, tutarlı tepki veren, duyarlı ve her zaman ulaşılabilir<br />

bir bakım verene sahip olması gerekir. Yaşamın ilk üç yılında annebabasına<br />

güvensiz bir şekilde bağlanan çocukların, okul öncesi<br />

dönemde problem çözme konusunda güvenli bağlanma geliştiren<br />

çocuklara göre daha sorunlu bir dönem yaşadıkları görülmüştür (Sagi-<br />

Schwartz ve ark 2003, Zeanah ve ark 1997). Bağlanma ilişkisinin<br />

niteliği konusunda okul öncesi çocuklarla yapılan çalışmaların<br />

sonuçlan incelendiğinde; güvenli bağlanma geliştiren çocukların<br />

yaşıtlarına göre sosyal becerilerinin yüksek, olumlu duygulanımlarının,<br />

olumsuz duygulanıma göre, daha fazla olduğu, yetişkinlerle işbirliği ve<br />

uyum içerisinde bulunabildikleri görülmüştür (Cassidy 1988).<br />

Güvensiz bağlanma geliştiren çocuklarınsa sosyal izolasyona eğilimli,<br />

sinirli, rahatsız, huzursuz, akranlarına ve öğretmenlerine karşı<br />

saldırgan, uyumsuz, depresif, imgeleme gerektiren oyunlarda başarısız<br />

oldukları ve sorumluluklarını yerine getiremedikleri gözlenmiştir<br />

(Bartholomew K, Horowitz ve ark 1991, Denham 1994). Ayrıca; bozuk,<br />

güvensiz bağlanma ilişkisi içindeki bireyler aileye bağlılıkta yetersizlik<br />

yaşayabildikleri için, bu durumlarda, cinsel bağlanma ve ensest<br />

oluşabileceği belirtilmiştir (Horwitz ve ark 2001).<br />

Bebeklik ya da erken çocukluk döneminde;<br />

1. Birincil bakım verenin sürekli değişmesine ya da bakımın<br />

belirgin niteliksel eksikliğine bağlı olarak anne ile çocuğu arasındaki<br />

duygusal bağın sağlıksız oluşu,<br />

2. Kalıcı bağlanmanın kurulmasını önleyici şekilde birincil<br />

bakıcının sık sık değişmesi,<br />

3. Çocuğun temel ihtiyaçlarının, sosyal ve duygusal gereksinimlerinin<br />

sürekli gözardı edilmesi, çocuğun güvenli bağlanmasını bozarak,<br />

çocuğun tepkisel bağlanma bozukluğu göstermesine neden olur.<br />

Tepkisel bağlanma bozukluğu gösteren çocuk, toplumsal iletişim ve<br />

yaşına uygun tepki verme konusunda yetersizdir. Çocuk seçici olmayan<br />

bağlanmalar ve uygunsuz toplumsal ilişkiler sergiler. Çocuk ilişki<br />

kurmada duygusal yakınlık göstermede belli bir bozukluk gösterebilir<br />

(Barnet ve Vondra 1999). Çocuğun gelişim süreci içerisinde içe çekilme,<br />

konuşma gecikmesi, insanlara karşı ilgisizlik, çevreye karşı duyarsızlık<br />

olabilir. Ek olarak bu çocuklar otistik belirtiler de gösterebilirler (Allen,<br />

ve ark 1998, Mukaddes ve ark 2004, Pehlivantürk 2004).<br />

Kaygılı-kararsız bağlanma örüntüsü olan çocuklar çağırdıklarında<br />

annenin yanıt vereceğinden ya da yardımcı olacağından emin<br />

olamayan çocuklardır. Bu nedenle ayrılığa direnirler ve anne<br />

151


döndüğünde yatışmazlar. Araştırıcı davranışlarda bulunmaya ilişkin<br />

kaygıları vardır. Bu anneler tepkilerinde tutarlı olmayan ve kontrol<br />

amaçlı terketme tehtidinde bulunan annelerdir (Perry 1994, Tyrrell ve<br />

Dozier 1999).<br />

Kaçınmacı (avoidant) bağlanma örüntüsü olan çocuklar ise<br />

annelerinin yardımcı olacağına ilişkin hiç güveni olmayan çocuklardır.<br />

Sürekli olarak çocuklarını geri çeviren ya da reddeden, onlara uygun<br />

tepkiler vermeyen, empati yapmayan anneleri olan, bu çocuklar,<br />

ayrılığa tepkisiz kalıp, anne döndüğünde yakın durmazlar. Gerilimli<br />

kaçınan bağlanma geliştiren çocuklarınsa, çevrelerindekilere güvenemediklerinden<br />

genellikle kişileri kontrolleri altına alma eğiliminde<br />

oldukları ve öfkelerini doğrudan ifade edemedikleri, bütünlük<br />

duygusuna sahip olamadıkları, özdeğer duygusunu sürdüremedikleri<br />

tespit edilmiştir.Bu kişilerde kimlik sorunları yaşanabilir (Perry 1994,<br />

Tyrrell ve Dozier 1999).<br />

Erken gelişim döneminde bebek için, kendini yatıştırma, güven<br />

duyma, bütünlük duygusu sağlama, duygu düzenlenmesi, özdeğer<br />

duygusunu sürdürebilme gibi kendiliğin işlevi olan ruhsal düzenlemeleri<br />

kendilik nesnesi olan anne yürütür. Bebek bu dönemde,<br />

annenin kendiliğini kullanmaktadır. Annenin çocuğa yaklaşımı, onunla<br />

kurduğu ilişki bebeğin gereksinimlerini doğru algılayan ve uygun<br />

tepkiler veren bir eşduyum (empati) özelliği taşıyorsa, anne bebeğin<br />

kendilik duygusunun gelişebilmesi için gerekli deneyimleri sağlayabilir.<br />

Annenin eşduyumlu yaklaşımı, anne çocuk ilişkisinde bebeğin kendilik<br />

nesnesinin yaşantılarını ve duygu durumlarını kendisininmiş gibi<br />

algılamasını sağlar, annenin özelikleri kendisine uygun şekilde<br />

dönüştürülerek içselleştirilir. Bu içselleştirme sürecinde bebeğin<br />

kendiliği kalıcı bir ruhsal yapı olarak gelişme fırsatı bulur. Kendilik<br />

geliştikçe kendilik nesnesinden farklılaşmaya ve ayrışmaya başlar ve<br />

zaman içinde çocukta, temelini anneden aldığı, ama onunkinden ayrı<br />

ve özgün bir kendilik duygusu gelişir, diğer taraftan ego psikolojisi<br />

kuramında kimlik oluşumu, bebeklikten beri çeşitli özdeşimlerle inşa<br />

edilen ve ergenlik döneminde bu özdeşimlerin yeniden harmanlanması<br />

ve bir süreklilik-aynılık durumu kazanmasıyla çerçevesi çizilen bir<br />

psikososyal gelişim özelliğidir. Kimlik, kendilik organizasyonunun ve<br />

işlevlerinin özel bir yanı olarak kabul edilebilir (Meeus ve ark 2002).<br />

Güvenli, kaygılı-kararsız ve kaçınmacı bağlanma örüntülerine<br />

daha sonra dağınık bağlanma örüntüsü (disorganised/disoriented<br />

attachment pattern) eklenmiştir. Stres ile başetmede organize bir<br />

davranış göstermeme, yabancı durum testinde stereotipik, asimetrik ve<br />

zamansız hareketlerin varlığı, donup kalma ya da hareketlerde<br />

yavaşlama dağınık bağlanma ölçütü sayılmaktadır (Hall ve Geher<br />

2003). Bu çocukların annelerinin fiziksel taciz ya da ihmalde bulunan,<br />

psikiyatrik bozukluk oranları yüksek olan ya da kendi bağlanma<br />

152


nesneleri ile olan sorunlarını çözememiş anneler olduğu<br />

bildirilmektedir. Dağınık bağlanma örüntüsünün altında yatan nedenin<br />

bakım verenden korkma olduğu belirtilmektedir (Barnett ve Vondra<br />

1999, Van Den Boom 1994). Gerilimli direnç gösteren çocuklarınsa,<br />

sıklıkla fiziksel şiddet uyguladıkları ve düzeni bozucu davranışlar<br />

sergiledikleri, kurallara düşünmeden karşı çıktıkları ve aniden<br />

öfkelendikleri gözlenmiştir. Bakım veren kişi tepkilerinde güven verici<br />

olmaz, tutarsız, kaba, ben merkezci ya da zorbalığa dayanan bir tutum<br />

sergilerse, çocukta huzursuzluk oluşur. Böylece anksiyöz bağlanma<br />

gelişir (Brown ve ark 1999, Crittenden 1995).<br />

Bağlanma bozukluklarında cinsel suçların görülme olasılığı<br />

fazladır. Cinsel istismar davranışının etyolojisinde dağınık bağlanma<br />

bozukluğunun yattığı düşünülür. Ayrıca dağınık bağlanmış ergenlerde<br />

cinsel baş etme mekanizması olarak sık mastürbasyon davranışı<br />

sergileme gözlenir. Bu kişiler mahremiyetlerini kaybettiklerini<br />

düşünürler, kendilerini yalnızlığa itilmiş hissederler ve bu kişilerin<br />

cinsel bozukluklarının temelinde gelişimsel stresörlerle birlikte düşük<br />

benlik saygısı, zayıf baş etme mekanizmaları ve kişiler arası ilişkilerde<br />

bozulma yatar (Brown ve ark 1999, Mikulincer ve Nachshon 1991).<br />

Bağlanma <strong>Ü</strong>zerinde Ebeveynin Rolü<br />

Bağlanma, ebeveynlerin ya da bakım verenlerin koruma, destek<br />

verme, çocuğun rahatını sağlama gibi işlevleri iyi bir şekilde yerine<br />

getirmesiyle gelişir. Bunlar duygusal bağlanmaya yardımcı olur.<br />

Bowbly (1988), çocuğun bağlılık sisteminin gelişiminde, açlık ya da<br />

diğer konforunu bozacak fiziksel ve duygusal sıkıntıya maruz<br />

kalmasının, güvenlik ve iyilik halinin sürdürülmesine yönelik dıştan<br />

gelecek tehditlerin ve bağlanma figüründen gelecek tehditlerin<br />

olmasından önemli derecede etkilendiğini, ifade eder. Đdeal koşullar<br />

altında çocuk dıştan gelecek tehdide karşı yakınlık kurabileceği bir<br />

bağlanma figürü arar ve ihtiyacı olan iletişimi sağlamaya çalışır.<br />

Bir veya birden fazla bağlılık figürü genellikle uyumu bozar ya da<br />

duyarlılığı ortadan kaldırır. Çocuk bu durumlarda güvensiz bağlanma<br />

şeklini geliştirir. Bu, kişinin ileride kendine ve partnerine karşı negatif<br />

içsel çalışma modeli geliştirmesine neden olur. Đçsel çalışan modeller,<br />

birbirleriyle ilişkili olan iki farklı boyuttan oluşmaktadır: Bu<br />

boyutlardan olan kendilik modeli, bireyin kendisini ne kadar değerli<br />

gördüğüne ve başkaları tarafından da ne oranda sevildiğine ilişkin<br />

algılarını ifade eder. Diğeri modeli ise, bireyin ihtiyacı olduğunda yakın<br />

çevresindeki insanlardan ne oranda yardım isteyebileceğine ve güven<br />

vericiliğine ilişkin değerlendirmelerini yansıtmaktadır (Goldberg 1991,<br />

Green ve Goldwyn 2002).<br />

Bowlby (1988), yenidoğan bebeklerin ve çocukların, bakıcıları ile<br />

ilişki kurma ihtiyacı içerisinde olduğunu vurgulamıştır. Anne ve bebek<br />

153


arasındaki ilişki yakınlık arayışı ile belirginleşmektedir (Hortacsu ve<br />

ark 1993). Goodfriend (1993), çeşitli nedenlerle doğumdan hemen<br />

sonra annelerinden ayrılarak, özel bakıma alınan bebeklerde;<br />

gelişmenin yavaşladığı ya da durduğunu, bu bebeklerin yemek<br />

yemediklerini, sosyal geri çekilme yaşadıklarını ve yüzlerinde sürekli<br />

bir üzüntülü ifade taşıdıklarını belirtmiştir. Birincil bağlanma<br />

objesinden herhangi bir sebeple ayrılan bebeklerde kalp atımının<br />

hızlandığı ve nörobiyolojik sistemlerin işleyişinde farklılaşmalar olduğu<br />

ortaya çıkmıştır (Holmes 1994).<br />

Bebeklik döneminde duygusal gelişimin sağlıklı olabilmesinde<br />

anahtar rolü ana-baba oynamaktadır. Hayatın ilk üç yılında ortaya<br />

çıkan birçok psikopatolojinin kaynağı, bebeğin birincil bakıcısı ile olan<br />

ilişkinin niteliği ile yakından ilişkilidir. Ortaya çıkan çoğu patoloji, bu<br />

ilişkinin ele alınmasını gerektirmekte ve klinik açıdan tedavinin temelini<br />

oluşturmaktadır. Bu nedenle, bebek ve birincil bakıcısı arasındaki ilişki<br />

örüntülerinin berraklaştırılması ve dinamiklerin saptanması önem<br />

taşımaktadır. Bebeklik dönemi psikopatolojisi üzerinde önemle durulan<br />

konu bağlanma örüntüsüdür (Zeanah ve ark 1997).<br />

Bowlby (1988) uzun yıllar boyunca annelerinden ayrılarak, çocuk<br />

bakım evlerinde yetiştirilen bebek ve çocukların tepkilerini gözlemlemiştir.<br />

Çocukların, çoğunun ayrılığa benzer tepkiler göstererek, anneden<br />

ayrıldığında huzursuzluk hissederek, onu aramaya başladıklarını<br />

belirlemiştir. Bu ayrılık anksiyetesine karşı tepkiler ise, sırasıyla<br />

ağlama, keşfetme, başkalarının sakinleştirme çabalarına direnç<br />

gösterme, ardından umutsuzluğun gelmesi ve son olarak duygusal<br />

kopmanın gelişmesi şeklinde olduğunu görmüştür. Uzamış ayrılığa<br />

çocuğun tepkisinin başlangıçta protesto, ardından umutsuzluk,<br />

sonunda ayrılma şeklinde olduğunu belirtmiştir. Çocuk, ayrılığa tepki<br />

olarak, apati ve gelişimin gerilemesi ile kendini gösteren anaklitik<br />

depresyon geliştirmektedir.<br />

Öte yandan bebeklerin anne yoksunluğuna verdiği tepkilerin<br />

uzun süreli etkileri de vardır. Ayrılma sonrasında tekrar bakıcıları ile<br />

bir araya gelen çocuklar terk edilmeye karşı daha yüksek bir kaygı,<br />

ebeveynden ayrılmamak için aşırı tepki, annenin yanında olmak için<br />

aşırı istek göstermektedirler. Bu güvensizlik bazı durumlarda ayrılığın<br />

bitiminden aylar sonrasına kadar devam etmektedir. Umutsuzluk<br />

evresini geçtikten sonra yeniden birleşenler, başlangıçta ayrılıkla başa<br />

çıkmışçasına anneleriyle temastan kaçınma eğilimindedirler. Ancak<br />

zamanla temas ve rahatlık aramaya yeniden başlarlar (Goodfriend<br />

1993).<br />

Ergende Bağlanma Süreci<br />

Bağlanma, yaşamın ilk aylarında gelişmesine rağmen, yaşamın<br />

sonraki yıllarını pozitif ya da negatif yönde etkileyerek, yaşam boyunca<br />

154


sosyal ilişkilerin gelişiminin temelinde yer alır. Ergenlikten önce,<br />

bağlanma çocuğun kendini tehlike altında ya da rahatsız hissettiğinde<br />

kullandığı benliği koruma stratejilerini ifade eder. Daha sonra bağlanma;<br />

ilişkiler, benliği koruma stratejileri üzerine şekillenir (Lapsey ve ark<br />

2000). Ebeveynler ile geliştirilen sıcak, doyurucu bir ilişki, ileride<br />

ergenin akranlarıyla daha kaliteli bir ilişki kurmasına ve duygusal<br />

açıdan doyum sağlamasına yol açar. Olumsuz yaşantılar nedeniyle<br />

(travma, göç, annenin depresyonu) gelişen güvensiz bağlanma ise ilerde<br />

çocukta depresyon oluşmasına neden olur ve bu da ergenlik<br />

yıllarında daha fazla oranda davranış problemine yol açabilmektedir<br />

(Allen, ve ark 1998, Brown ve ark 1999).<br />

Ergenlik, bağlanma ilişkisinde belirgin bir değişimin yaşandığı<br />

dönemdir. Bu değişim hem güvenli hem de tehlikeli olan dünyada,<br />

güvenle yaşamak ve ileride kendi çocukları ve eşine karşı bağlanmanın<br />

oluşabilmesi için yaşanması gereken bir değişimdir. Ergenlik süreci,<br />

bireyin ailenin dışındaki yaşama hazırlanabilmesini sağlayan, çocukluk<br />

döneminin davranış ve düşüncelerinin şekillendiği bir dönemdir (Allen,<br />

ve ark 1998, Lieberman ve ark 1999).<br />

Erken dönem bağlanma ilişkileri ergenin ebeveynle olan geçmişteki<br />

ilişkilerini ve ebeveynlerin verdiği tepkilerin kalitesini yansıtır. Đçsel<br />

çalışma modelinde çocuğun yaşı ve çocuk tarafından bakım verenlerin<br />

ilişkisinin algılanış şekli önemli olmasına rağmen, içsel çalışma modeli<br />

çocuğun kogntitif gelişim sürecine göre, bireysel farklılıklara göre<br />

değişmesi de dikkate alınması gereken bir durumdur. Đçsel çalışma<br />

modeline göre, davranışsal süreç (yakınlık arama, baş etme) ve duygusal<br />

süreç (algılama, yorum, beklenti) bağlanmadan etkilenir. Ergenlerde<br />

içsel çalışma modeli ise ergenin bağlanmayla ilgili zihinsel sürecini,<br />

kişiler arası ilişkilerini yansıtır ve yaşamı boyunca değişmeden kişi<br />

üzerinde etkinliğini sürdürür (Meeus ve ark 2002).<br />

Ergen farklı streslerle karşı karşıya kaldığında stresle baş<br />

edebilmek için güvenli bağlanmanın bir göstergesi olarak farklı uyum<br />

mekanizmaları ortaya koyar. Ebeveynleri ile uygun olmayan, zarar<br />

veren bir ilişki ile güvensiz bağlanan ergen, bağlanmayla ilişkili<br />

deneyimlerinde tutarsızlık gösterir ve yakın arkadaşlıklarında zorluklar<br />

yaşar (Lieberman ve ark 1999). Güvensiz bağlanma gösteren ergenlerde<br />

agresyon ve öfke davranışı gösterme sıklığı artmaktadır. Ergen tarafından<br />

okul çevresinde antisosyal yıkıcı davranışlar şeklinde gösterilen<br />

agresyon ebeveynlerin, çocuğun bağlanma sürecinde çocuğa karşı<br />

çekingen tavırlar sergilenmesi ya da ebeveynler tarafından çocuğun geri<br />

çevrilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (Waters ve ark 2000). Bu<br />

ergenler farklı gelişimsel alanlarda problemler yaşarlar; duygusal<br />

açıdan sıkıntı altındadırlar, ilerleyen yaşamlarında sosyal alanlarda sık<br />

sık problemlerle karşılaşırlar, sıklıkla da kişilik bozuklukları vardır. Bu<br />

kişilik bozuklukları antisosoyal, narsistik, paranoid kişilik özellikleri<br />

155


olarak kendini gösterir (Allen ve ark 1998, Kenny ve Gallagher 2002).<br />

Ayrıca, bağlanma davranışlarının yetişkin dönemdeki insan ilişkilerinde de<br />

rol oynamakta yani geleceğe taşınma özelliğinin olduğunu gösteren<br />

çalışmalar da vardır. Duygusal düzenekler sayesinde çocuk, anneye<br />

yakın olma ile, dolaylı bir şekilde, yaşamının devamlılığını garanti<br />

ederken, diğer insanlarla olan ilişkilerinin de ilk temellerini atmaktadır<br />

(Cassidy 1994).<br />

SONUÇ<br />

Bağlanma, ilk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi ile başlayan<br />

ancak sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar üzerinde etkinliği<br />

olan önemli bir süreçtir. Bireyin kişisel yeterlilik duygusuna ve olumlu<br />

benlik değerine sahip olması, çevresi ile güvenli ilişkiler kurmasına<br />

dayanır. Güvenli ilişkiler, çocukların olgunlaşma sürecinde de önemini<br />

korumaktadır; çünkü çocuklar insani duyguları ve güdüleri, işbirliğini,<br />

vicdani davranışları, çatışmaları çözümlemeyi ve kendilerini anlamayı,<br />

yaşamlarındaki önemli ve sıradan olayları bağlandıkları kişilerle<br />

konuşurken öğrenmektedirler. Gelişimle birlikte çocuklar davranış<br />

açısından daha yeterli hale geldikçe ve kavramsal açıdan daha<br />

zenginleştikçe ve anne-babalarıyla etkileşimleri daha karmaşıklaştıkça,<br />

ebeveyn-çocuk ilişkilerinin güvenliği de değişmektedir. Bireyin çevresi<br />

ile güvenli ilişki geliştirebilmesi anne ile kurmuş olduğu güvenli bağa<br />

bağlıdır. Güvenli bağlanma, sağlıklı duygusal ve sosyal gelişimi sağlar,<br />

bireyi stres yaratan koşullardan koruyabilir. Bebek, ebeveynlerle güven<br />

temeline dayalı deneyimler yaşayabildiği takdirde, bu duygusunu<br />

genelleyerek sosyal dünyaya yöneltebileceğini belirtmektedir. Diğer bir<br />

deyişle, çocuğun ebeveynleriyle kurduğu etkileşimlerin verimliliği,<br />

etkililiği ve güvenilirliği boyutunda başkalarıyla etkileşime girebileceği<br />

ifade edilmektedir. Đlk ilişkilerinde yeteri kadar güven duygusu<br />

kazanamamış çocukların ise aile dışı ilişkilerinde daha şüpheci ve daha<br />

güvensiz davranışlar sergileyebilecekleri belirtilmektedir. Ebeveynlere<br />

duyulan güven duygusu, ebeveynlerin bebeklerinin gelişiminde<br />

oynadıkları aktif role göre değişiklik göstermektedir. Tüm bu süreçler<br />

göz önüne alındığında bağlanma; bireyin ruhsal sürecini<br />

değerlendirirken dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken<br />

önemli bir yapıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ainsworth MD (1989). Attachments Beyond Đnfancy. Am Psychol. Apr;44(4):709-16.<br />

2. Ainsworth MS (1997). The Personal Origins Of Attachment Theory. An Đnterview With<br />

Mary Salter Ainsworth. Interview By Peter L. Rudnytsky. Psychoanal Study Child. 52:<br />

386-405.<br />

3. Allen JP, Moore CM, Kuperminc G ve ark (1998). Attachment And Adolescent<br />

Psychosocial Functioning. Child Development . Oct; 69(5): 1406-19.<br />

156


4. Barnett D, Vondra JI (1999). Atypical Attachment Đn Đnfancy And Early Childhood<br />

Among Children At Developmental Risk. I. Atypical Patterns Of Early Attachment:<br />

Theory, Research, And Current Directions. Monogr Soc Res Child Dev. 64(3): 1-24<br />

5. Bartholomew K, Horovitz LM (1991). Attachment Styles Among Young Adults: A Test<br />

Of A Four-Category Model. Journal Of Personality And Social Psychology. 61(2): 226-<br />

244<br />

6. Bowlby J (1988). Developmental Psychiatry Comes Of Age. Am J Psychiatry.<br />

Jan;145(1): 1-10.<br />

7. Brown J, Cohen P, Johnson JG ve ark (1999). Childhood Abuse And Neglect:<br />

Specificity Of Effects On Adolescent And Young Adult Depression And Suicidality,<br />

Journal Of The American Academy Of Child And Adolescent Psychiatry. 2(38): 1490–<br />

1496<br />

8. Cassidy J (1988). Child-Mother Attachment And The Self Đn Six-Year-Olds. Child<br />

Dev. Feb; 59(1): 121-34.<br />

9. Cassidy J (1994). Emotion regulation: Influences of attachment relationships.<br />

Monogr Soc Res Child Dev 59: 228-49.<br />

10. Cook WI (2000). Understanding Attachment Security Đn Family Context. J Pers Soc<br />

Psychol. Feb; 78(2): 285-94<br />

11. Crittenden PM (1995). Attachment And Risk For Psychopathology: The Early Years.<br />

Developmental And Behavioral Pediatrics .16(3): 12–16.<br />

12. Crockenberg S, Lyons-Ruth K, Dickstein S (1993). The family context of infant<br />

mental health: II. Infant development in multiple family relationships. Handbook of<br />

ınfant mental health, CH Zeanah (Ed), New York Guilford Press, s. 38-55.<br />

13. Demulder EK, Denham S, Schmidt M ve ark (2000). Q-Sort Assessment Of<br />

Attachment Security During The Preschool Years: Links From Home To School. Dev<br />

Psychol. Mar; 36(2): 274-82.<br />

14. Denham SA (1994). Mother-Child Emotional Communication And Preschoolers'<br />

Security Of Attachment And Dependency. J Genet Psychol. Mar; 155(1): 119-21.<br />

15. Deniz ME, Hamarta E, Ari R (2005). An Investigation Of Social Skills And Loneliness<br />

Levels Of University Students With Respect To Their Attachment Styles In A Sample<br />

Of Turkish Students, Social Behavior And Personality. 33(1): 19-32.<br />

16. Goldberg S (1991). Recent Developments Đn Attachment Theory And Research. Can J<br />

Psychiatry. Aug; 36(6): 393-400.G<br />

17. Goodfriend MS (1993). Treatment Of Attachment Disorder Of Đnfancy Đn A Neonatal<br />

Đntensive Care Unit. Pediatrics. Jan; 91(1): 139-42<br />

18. Green J, Goldwyn R (2002). Annotation: Attachment Disorganisation And<br />

Psychopathology: New Findings Đn Attachment Research And Their Potential<br />

Đmplications For Developmental Psychopathology Đn Childhood. J Child Psychol<br />

Psychiatry. Oct; 43(7): 835-46<br />

19. Haight WI, Kagle JD, Black JE (2003). Understanding And Supporting Parent–Child<br />

Relationships During Foster Care Visits: Attachment Theory And Research, Social<br />

Work. Apr; 48(2): 195-207<br />

20. Hall SE, Geher G (2003). Behavioral And Personality Characteristics Of Children<br />

With Reactive Attachment Disorder. J Psychol. Mar; 137(2): 145-62.<br />

21. Holmes J (1994). Attachment Theory: A Biological Basis For Psychotherapy. Br J<br />

Psychiatry. Jan; 164(1): 129-30.<br />

22. Hortacsu N, Cesur S, Oral A (1993). Relationships Between Depression And<br />

Attachment Styles Đn Parent- And Đnstitution-Reared Turkish Children. J Genet<br />

Psychol. Sep; 154(3): 329-37.<br />

157


<strong>23</strong>. Horwitz AV, Widom CS, Mclaughlin J ve ark (2001). The Đmpact Of Childhood Abuse<br />

And Neglect On Adult Mental Health: A Prospective Study, Journal Of Health And<br />

Social Behavior. Jun; 42(2): 184-201<br />

24. Isabella RA, Belsky J (1985). Marital Change During The Transition To Parenthood<br />

And Security Of Đnfant-Parent Attachment. J Fam Issues. Dec; 6(4): 505-22.<br />

25. Isabella RA (1993). Origins Of Attachment: Maternal Đnteractive Behavior Across The<br />

First Year. Child Dev. Apr; 64(2): 605-21.<br />

26. Joseph B (1992). Psychic Change: Some Perspectives. Int J Psychoanal. Summer;73<br />

(Pt 2): <strong>23</strong>7-43.<br />

27. Kenny EM, Gallagher LA (2002). Instrumental And Social/Relational Correlates Of<br />

Perceived Maternal And Paternal Attachment Đn Adolescence. Journal Of<br />

Adolescence. 25(2): 203–219<br />

28. Kirkpatrick LA, Davis KE (1994). Attachment Style, Gender, And Relationship<br />

Stability: A Longitudinal Analysis. J Pers Soc Psychol. Mar; 66(3): 502-12.<br />

29. Lapsey D, Varshney N, Aalsma M (2000). Pathological Attachment And Attachment<br />

Style Đn Late adolescence. Journal Of Adolescence. <strong>23</strong>(2): 137-155<br />

30. Lieberman M, Doyle A, Markeiwicz D (1999). Developmental Patterns Đn Security Of<br />

Attachment To Mothers And Fathers Đn Late Childhood And Early Adolescence:<br />

Associations With Peer Relations. Child Development. Jan-Feb; 70(1): 202-13<br />

31. Lowinger S, Dimitrovsky L, Strauss H ve ark (1995). Maternal Social And Physical<br />

Contact: Links To Early Đnfant Attachment Behaviors. J Genet Psychol. Dec; 156(4):<br />

461-76.<br />

32. Mikulincer M, Nachshon O (1991). Attachment Styles And Patterns Of Self-<br />

Disclosure. J. Pers. Soc. Psychol. 2(61): 321–331.<br />

33. Meeus W, Oosterwege A, Vollebergh W (2002). Parental And Peer Attachment And<br />

Đdentity Development Đn Adolescence Journal Of Adolescence. 25(1): 93–106<br />

34. Mukaddes NM, Kaynak FN, Kinali G ve ark (2004). Psychoeducational Treatment Of<br />

Children With Autism And Reactive Attachment Disorder. Autism. Mar; 8(1): 101-9.<br />

35. Pehlivantürk B (2004).Otistik Bozukluğu Olan Çocuklarda Bağlanma Türk Psikiyatri<br />

<strong>Dergisi</strong> 15(1): 56-63<br />

36. Perry SE (1994). Maternal-Fetal Attachment. Res Nurs Health. Aug;17(4): 315-6.<br />

37. Sagi-Schwartz A, Koren-Karie N, Joels T (2003). Failed Mourning Đn The Adult<br />

Attachment Interview: The Case Of Holocaust Child Survivors. Attach Hum Dev. Dec;<br />

5(4): 398-408<br />

38. Troy NW (1995). The Time Of First Holding Of The Đnfant And Maternal Self-Esteem<br />

Related To Feelings Of Maternal Attachment. Women Health. 22(3): 59-72.<br />

39. Tyrrell C, Dozier M (1999). Foster Parents; Understanding Of Children's Problematic<br />

Attachment Strategies: The Need For Therapeutic Responsiveness, Adoption<br />

Quarterly. 2(4): 49–64<br />

40. Van Den Boom DC (1994). The Đnfluence Of Temperament And Mothering On<br />

Attachment And Exploration: An Experimental Manipulation Of Sensitive<br />

Responsiveness Among Lower-Class Mothers With Đrritable Đnfants. Child Dev. Oct;<br />

65(5): 1457-77.<br />

41. Waters E, Hamilton CE, Weinfield NS (2000). The Stability Of Attachment Security<br />

From Đnfancy To Adolescence And Early Adulthood: General Đntroduction. Child Dev.<br />

May-Jun; 71(3): 678-83.<br />

42. Zeanah CH, Boris NW, Larrieu JA (1997). Infant Development And Developmental<br />

Risk: A Review Of The Past 10 Years J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. Feb; 36(2):<br />

165-78.<br />

158


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 159-172, <strong>2007</strong><br />

BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐNĐN ERGEN AÇISINDAN DEĞERLENDĐRĐLMESĐ<br />

THE EVALUATION OF ATTACHMENT PROCESS POINT OF<br />

ADOLESCENCE<br />

Olcay ÇAM*<br />

Gülseren KESKĐN**<br />

*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />

** Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu<br />

Anahtar Sözcükler: Dezorganize bağlanma, Bağlanma, Ergen bağlanması, Yetişkin<br />

bağlanması<br />

Key Words: Attachment, Attachment process, Mental health<br />

ÖZET<br />

Bu yazıda bağlanma kuramı, bağlanma süreci, ergen bağlanması, bağlanma<br />

ile ilgili psikopatolojik bozukluklar, yetişkin bağlanması ile ilgili araştırmalar<br />

gözden geçirilmiştir. “PubMed” ve “ScienceDirect” tıbbi arama motorları<br />

kullanılarak, özellikle 1985-2004 yılları arasında yayımlanan makaleler,<br />

öncelikli olarak değerlendirilmeye alınmıştır. Bağlanma ebeveyn ve çocuk arasında<br />

oluşan ilk ilişkinin en önemli odağıdır. Bağlanma kuramı bebek psikolojisini<br />

temel almasına rağmen ergenleri anlamak içinde kullanılmıştır. Ergenin<br />

gelişimsel periyodu içerisinde yaşamın tekrar gözden geçirilmesi ile kimliğin<br />

oluşturulması esnasında, bağlanma figürlerinin değişmesi ve ergende yeniden<br />

organize olması nedeni ile ergenlik bağlanma ilişkisinde pek çok dramatik<br />

değişimin yaşandığı bir dönemdir. Bu değişiklikler güvenli veya tehlike<br />

oluşturacak şekilde bağlanılan figürün partnere aktarılmasıyla yaşanır. Bağlanma<br />

olgusu aile içerisinde ebeveynin olumlu ya da olumsuz fonksiyonlarından<br />

etkilenir. Ebeveyne bağlanma ile ilgili bozukluklar çocuk ve ergende davranışsal<br />

problemler, eğitimsel zorlantılar ve düşük benlik saygısı şeklinde yaşanır.<br />

Erken dönem çocukluk deneyimleri bilinmeyen bir şekilde yetişkinlik döneminde<br />

de tekrarlanarak yaşanır ve yetişkin bağlanma stili önceki bilişler duygulanımlar<br />

ve davranışlarla gelişir. Böylece çocukluktaki bağlanma yetişkinlikteki romantik<br />

ilişkilere ve akran ilişkilerine aktarılır. Sonuç olarak, bağlanma kuramı psikiyatrik<br />

yaklaşıma ve klinik uygulamalara farklı bir bakış açısı sunar. Bu bakış açısı<br />

doğumdan yetişkinlik sürecine kadar bireysel gelişim, bağlanma süreci,<br />

davranışsal gelişim sürecinin dikkate alınması gereğini vurgular. Böylece bu<br />

yaklaşımla bağlanma ile ilgili bozuklukların çözümüne olanak sağlanmış olur.<br />

SUMMARY<br />

This article reviews literature on attachment theory, process of attachment,<br />

adolescent attachment, attachment related psychopathological disorder, adult<br />

attachment. Articles, published in 1985-2004 and searched via “PubMed” and<br />

159


“ScienceDirect” medical search engines, are primarily included in the review. The<br />

attachment systems are at the heart of this crucial first relationship between<br />

child and parent. Attachment theory is central in infant psychology but is also<br />

more and more used to understand adolescent's vulnerability. Adolescence is a<br />

period of dramatic change in attachment relationships because of adolescence as<br />

a developmental period of change and reorganization might lead to changes in<br />

attachment representations by re-evaluating one’s life experiences in the course<br />

of general identity development. These changes enable attached children to<br />

become attachment figures for their spouses and to live safely in a world<br />

characterized by both safety and danger. Attachment bond affected negative or<br />

positive parental functioning in family. Disordered parental attachment can<br />

commit children, adolescence to lives characterised by relationship difficulties,<br />

behaviour problems, educational failure, and poor self-esteem. Early childhood<br />

patterns are unknowingly recreated in our adult relationships and adult<br />

attachment style is developmentally antecedent to cognitions, emotions and<br />

behaviours. So attachment in childhood were likely to be transferred to romantic<br />

and peer relationships. Hence attachment theory drawing up a new concepts to<br />

psychiatric aproach and clinical practice. Indeed, this concept permits to take into<br />

account in a combined manner individual development, processes of attachment,<br />

and behaviour adjustments, from birth throughout adulthood. So this aproach<br />

gives a permission to solution of related to attachment disorder.<br />

GĐRĐŞ<br />

Bağlanma (attachment), yaşamın ilk günlerinde başlayan, çevreyle<br />

olan etkileşim sonucu gelişen ve duygusal yönü ağır basan bir durumdur.<br />

Aynı zamanda bağlanma, çocuk ve bakım veren kişi arasında gelişen;<br />

çocuğun bakım veren kişiyi arama ve yakınlık arayışı davranışları ile<br />

kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, dayanıklı<br />

ve devamlılığı olan duygusal bir bağ olarak da tanımlanmaktadır<br />

(Ainsworth 1997). Bu gözden geçirme yazısında bağlanma kuramı ergen<br />

açısından irdelenmiştir.<br />

Bağlanma Kuramı: Anne-bebek arasında bağlanma gebelikte<br />

başlamaktadır (Fuller ve ark 1993). Gebelikle birlikte başlayan bağlanma<br />

süreci, doğum sonrası ilk ayları içeren hatta bazen ilk yıllara kadar<br />

uzayabilen bir süreci kapsar. Bu dönemde bebeğin bağlanma biçimi,<br />

annenin bebekliğindeki kendi bağlanma biçiminden etkilenir. Aynı<br />

zamanda anne de gebelik ve lohusalık döneminde, kendisinin<br />

bebekken, annesine bağlanma geliştirdiği süreçte yaşadığı güçlük ve<br />

çatışmaları tekrar yaşayabilir (Bowlby 1988, Benoit ve ark 1997,<br />

Zeanah ve ark 1997). Bağlanma sürecinde; anne kendisi bebekken,<br />

annesine bağlanmasının yarattığı güçlükleri ve çatışmaları yaşamasına<br />

“Đmge bebek” kuramı denilmektedir (Atasoy ve ark 1997).<br />

Doğum sonrası anne ve çocuk arasında güvene dayanan bir ilişki<br />

yapılanır. Anne-bebek arasındaki güvenli ilişki baba ve kardeşlerin<br />

katılımı ile güçlenmektedir. Bu sosyal desteğin niceliği ve niteliğiyle<br />

160


anne-bebek bağlanması arasında kuvvetli ilişkinin olduğu bildirilmektedir<br />

(Lowinger ve ark 1995). Bebekle ilişkide bu derin memnuniyet<br />

duyguları ebeveynler tarafından bebeği kabullenme durumunun en üst<br />

düzeye ulaşması için temeldir. Bebeğe, özel bir sevgi hissetmek ve<br />

anne/baba rolünün iyi bir şekilde yerine getirilmesi, bağlanmaya doğru<br />

duygusal bir atmosfer yaratır. Bebeğe yönelen annelik/babalık<br />

davranışları, bebeğin kendisine değer verme duygusunun gelişmesinde<br />

önemli bir rol oynamaktadır (Waters ve ark 2000,Troy 1995).<br />

Bağlanma oluşabilmesi için, bebeğin anneyi diğerlerinden ayırt<br />

edebilmesi, nesne sürekliliğinin olması gerektiği ve sembolik oyun<br />

yetisinin (oyunda nesneleri ve kişileri simgesel olarak temsil edebilme)<br />

önemli olduğu düşünülmektedir (Pehlivantürk 2004).<br />

Bowlby (1988) ve Ainsworth’ a (1997) göre, güven duygusunu<br />

arttıran bakıcı çocuğu tehlike ve strese karşı korumada önemli bir yere<br />

sahiptir. Çocuğun primer bakıcısı ya da bağlanma objesi yeterli düzeyde<br />

hassas, duyarlı ve uyumlu ise çocuk ileride güvenli bağlılık stili geliştirir.<br />

Bu güvenli bağlanma ile kişi kendi yeterliliğine, kişisel değerlerine<br />

(benliğin pozitif içsel çalışma modeline göre) gerçekçi ve geçerli olana<br />

güvenme modeli sergiler ve ilerde partneri ile olumlu ilişkiler geliştirebilir<br />

(diğerlerine karşı pozitif içsel çalışma modeli). Bu modeller kişisel<br />

yeterliliğe dayanır ve akranlarla olumlu ilişkiler geliştirilmesini sağlar<br />

(Bowlby 1988, Ainsworth 1997).<br />

Bağlanma anne–çocuk arasındaki pek çok etkileşim ve farklı<br />

dinamiklerden etkilenir ve birey farklı bağlanma stili deneyimler. Bir<br />

veya birden fazla bağlılık figürü genellikle uyumu bozar ya da duyarlılığı<br />

ortadan kaldırır ve çocuk güvensiz bağlanma şekli geliştirir. Bu bağlanma<br />

stili bireyin ileride kendine ve partnerine karşı olumsuz içsel çalışma<br />

modeli geliştirmesine neden olur Đçsel çalışan modeller, birbirleriyle<br />

ilişkili olan iki farkı boyuttan oluşmaktadır: Kendilik modeli, bireyin<br />

kendisini ne kadar değerli gördüğüne ve başkaları tarafından da ne oranda<br />

sevildiğine ilişkin algılarını; diğeri modeli ise, bireyin ihtiyacı olduğunda<br />

yakın çevresindeki insanlardan ne oranda yardım isteyebileceğine ve bu<br />

kişilerin güven vericiliğine ilişkin değerlendirmelerini yansıtmaktadır<br />

(Goldberg ve ark 2003, Green ve Goldwyn 2002).<br />

Yapılan araştırmalar annenin gebelik sürecinin bebeğin bağlanmasında<br />

etkili olduğunu göstermiştir. Özellikle erken doğan bebeklerde,<br />

bağlanma bozukluğu görülme riskinin yüksek olduğu saptanmıştır.<br />

Erken doğan bebeklerle, zamanında doğan bebeklerin anneleriyle ikili<br />

ilişkilerinin farklı olduğunu, erken doğan bebeklerin doğum haftalarına<br />

bağlı olarak uzun süre tıbbi gözlem altında tutulmaları ve bu nedenle<br />

de ailelerinden ayrı kalmaları nedeni ile erken doğan bebeklerin her<br />

durumda protesto davranışında bulundukları belirtilmiştir. Bu durum<br />

hem bebeği hem de aileyi olumsuz yönde etkilemiştir (Soysal ve ark<br />

2000).<br />

161


Ayrıca anne bebek bağlanmasının oluşumu ve anne bebek ilişkisinin<br />

gelişiminde, gebeliğin planlanması, gebeliğin istenmesi, annenin güven<br />

duygusu, ailenin sosyoekonomik ve kültürel durumu, eş ilişkileri, eş<br />

desteği, kadının ailesiyle ve sosyal çevresiyle olan ilişkileri, doğum<br />

şekli, ilk günlerde yaşanan anksiyete, anne ve bebeğin sağlık durumu,<br />

çocuk bakımı bilgisi, gibi faktörlerin etkili olduğu belirtilmektedir<br />

(Benoit ve ark 1997, Fuller ve ark 1993, Goldberg ve ark 2003).<br />

Ergende Bağlanma Süreci: Ergenlik, genellikle çocuk ve ailesinin<br />

yaşamında belirgin bir değişimin gözlendiği dönemdir. Ergen tarafından,<br />

sıklıkla kurallara karşı gelmelerle karakterize ciddi fırtınaların koptuğu<br />

stresli bir yaşantı deneyimlenir (Allen ve Land 1999, Lieberman ve ark<br />

1999).<br />

Ergenlik, ailenin dışındaki ilişkilerin yoğunlaştığı, ebeveynlerden<br />

bağımsızlaşmaya doğru yol alındığı, aile ile dürüst ve yakın ilişkilerin<br />

devam ettirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Ergenin ebeveyne güvenli<br />

bağlanma geliştirmesi, kimliğin ve benliğin gelişimi için önemlidir.<br />

Ergen ebeveynlerinden ayrılmaya ve otonomi kazanmaya başlamasına<br />

rağmen bu otonomi ebevynlerle güçlü bir ilişki kurmasına engel değildir.<br />

Bu güvenli bağlanma ergene benliğini oluşturmada ve geliştirmede,<br />

benlik saygısını arttırmada ve kimliğini yapılandırmada yardımcı olur<br />

(Allen ve ark 1989, Allen ve Land 1999, Kenny ve Gallagher 2002).<br />

Ergenin bağlanmasıyla ilgilenen pek çok çalışmada; ergenlik<br />

döneminde bağlanmanın ergenin inançları, hisleri, yakın arkadaşlıkları<br />

çevresinde şekillendiğini göstermiştir. Çocukluk döneminde temel<br />

bağlanma ögesi olan annenin ergenlik dönemine gelindiğinde bireyin<br />

üzerinde etkisinin azaldığı görülmektedir. Paterson ve arkadaşlarının<br />

(1995) yaptığı bir çalışmada, geç ergenlik döneminde kız ergenlerin<br />

anneden gördükleri desteğin arttığını ifade etmelerine rağmen, erkek<br />

ergenlerin desteğin azaldığını söylemesi ilginçtir.<br />

Ergenlik, bağlanma ilişkisinde belirgin bir değişimin yaşandığı<br />

dönemdir. Bu değişim hem güvenli hem de tehlikeli olan dünyada,<br />

güvenle yaşamak ve ileride kendi çocukları ve eşine karşı bağlanmanın<br />

oluşabilmesi için yaşanması gereken bir değişimdir. Ergenlik süreci,<br />

bireyin ailenin dışındaki yaşama hazırlanabilmesini sağlayan, çocukluk<br />

döneminin davranış ve düşüncelerinin şekillendiği bir dönemdir (Allen<br />

ve ark 1998, Lieberman ve ark 1999).<br />

Bağlanma süreci, ergenin aile fonksiyonlarını etkiler. Ergen<br />

tarafından geliştirilen güvenli bağlanma örüntüsü, aile fonksiyonlarını<br />

olumlu yönde etkiler. Ebeveynlere karşı geliştirilen güvenli bağlanma<br />

ancak aile içerisinde işbirliği ve etkileşimin yoğun olduğu aile çevresinde<br />

geliştiği ortaya çıkmıştır. Güvensiz bağlanma geliştiren ergen aile<br />

içerisinde problemler yaşamaya başlar. Çünkü güvensiz bağlanma<br />

geliştiren ergenlerin ebeveyn yapılarında çoğunlukla ergen tarafından<br />

162


ireyselliklerinin ellerinden alındığına dair bir düşünce gelişmiştir.<br />

Ayrıca güvensiz bağlanan ergen ebeveyni bireyselliğine yönelik tehdit<br />

olarak algıladığı için ebeveyni ile çatışma içerisine girer ve ebeveyn sık<br />

sık bu çatışmadan dolayı ergene yönelik bezginliğini dile getirir.<br />

Güvensiz bağlanan ergen çoğu zaman ebeveynlerini anlamaya ve<br />

duyumsamaya gerek duymadığından, kolaylıkla ebeveynler tarafından<br />

engellenir ve geri çevrilir (Kobak, Sceery 1988, Allen Hauser 1996).<br />

Joseph P. Allen ve Deborah Land’dan (1999) aktarıldığı üzere<br />

ergenlik gibi geçiş dönemi boyunca, ergenler ebeveynlerine daha az<br />

bağımlı olmaya başlarlar. Ancak bu ebeveynlerin onların hayatında önemli<br />

olmadığını göstermez. Ergenler ebeveynlere daha az bağlanmalarına<br />

rağmen, onlar ile daha fazla karşılıklı iletişim ve etkileşime girerler.<br />

Ergenin otonomisi ebeveynlere bağlanmayı olumsuz etkiliyor gibi<br />

görünse de, aksine arka planda ergenlik boyunca devam eden güvenli<br />

ilişkiler kurmaya yönelme şeklinde bağlanma şeklinde kendini gösterir<br />

(Allen ve Land, 1999.)<br />

Bu açıdan bakıldığında, ergenlik bağlanma ihtiyacının ve davranışlarının<br />

terk edildiği bir dönem gibi görünmesine rağmen, zamanla<br />

etkisini arttırarak akranlara aktarılmaktadır. Bu geçiş akranlara karşı<br />

geliştirilen bağlanma ilişkilerinden, öncelikle ebeveynlere karşı<br />

geliştirilen hiyerarşik bağlanma ilişkisine dönüşür.<br />

Gerilimli kaçınan bağlanma geliştiren ergenlerinse, çevrelerindekilere<br />

güvenemediklerinden genellikle kişileri kontrolleri altına alma<br />

eğiliminde oldukları ve öfkelerini doğrudan ifade edemedikleri, bütünlük<br />

duygusuna sahip olamadıkları, özdeğer duygusunu sürdüremedikleri<br />

tespit edilmiştir. Bu kişilerin kimlik organizasyonlarında sorunlar<br />

yaşanır (Tyrrell ve Dozier 1999, Rosenstein, Horovitz 1996).<br />

Bağlanma ve Psikososyal Uyum: Bağlanma, yaşamın ilk aylarında<br />

gelişmesine rağmen, yaşamın sonraki yıllarını olumlu ya da olumsuz<br />

yönde etkileyerek, yaşam boyunca sosyal ilişkilerin gelişiminin temelinde<br />

yer alır. Ergenlikten önce, bağlanma çocuğun kendini tehlike altında ya<br />

da rahatsız hissettiğinde kullandığı benliği koruma stratejilerini ifade<br />

eder. Daha sonra bağlanma; ilişkiler, benliği koruma stratejileri üzerine<br />

şekillenir (Lapsey ve ark 2000).<br />

Bağlanma ilişkisi ergende bilişsel gelişimi etkiler. Örneğin formal<br />

işlevsel düşünme kapasitesinin oluşması (özellikle zihinde hızla<br />

özetleyebilme kapasitesi) bir bakıma iyi bir bağlanma ilişkisinin<br />

geliştirilmesine bağlıdır. Benliğe aktarılarak farklılaşan bağlanma<br />

ilişkisi içsel süreçlerden etkilenir. Đçsel çalışma modelinde çocuğun yaşı<br />

ve çocuk tarafından bakım verenlerin ilişkisinin algılanış şekli önemli<br />

olmasına rağmen, içsel çalışma modeli çocuğun bilişsel gelişim<br />

sürecine göre, bireysel farklılıklar göstermesi de dikkate alınması<br />

gereken bir durumdur. Đçsel çalışma modeline göre davranışsal süreç<br />

163


(yakınlık arama, baş etme) ve duygusal süreç (algılama, yorum, beklenti)<br />

bağlanma stillerinden etkilenir. Ergenlerde içsel çalışma modeli ise<br />

ergenin bağlanmayla ilgili zihinsel sürecini, kişiler arası ilişkilerini<br />

yansıtır ve yaşamı boyunca değişmeden kişi üzerinde etkinliğini<br />

sürdürür (Meeus ve ark 2002).<br />

Ebeveynler ile geliştirilen sıcak, doyurucu bir ilişki, ileride ergenin<br />

akranlarıyla daha kaliteli bir ilişki kurmasına ve duygusal açıdan<br />

doyum sağlamasına yol açar. Olumsuz yaşantılar nedeniyle (travma,<br />

göç, annenin depresyonu) gelişen güvensiz bağlanma ise ilerde çocukta<br />

depresyon oluşmasına neden olur ve bu da ergenlik yıllarında daha<br />

fazla oranda davranış problemine yol açabilmektedir (Allen, ve ark<br />

1989). Yine çocukluk çağında annesi ile güvenli bir bağlanma geliştiren<br />

bireyler ergenlik döneminde yalnızlık yaşamamaktadırlar (Kerns,<br />

Stevens 1996).<br />

Bağlanma davranışının ebeveynden akranlara çevrilmesi sırasında<br />

herkes olumlu şeyler yaşamayabilir. Ailesi ile güvensiz bağlanma<br />

geliştiren ergenler bağlanma ihtiyacı ve otonomi arasındaki dengeyi<br />

kuramayabilir (Weiss 1982). Bu ergenlerde güven duygusu azalmıştır;<br />

bağlanma ilişkilerinde hep bir sonlanış, kararsızlık ya da problem yaşarlar,<br />

böylece yeni bir sorun yaşamamak için ilişkiye girmekten sakınırlar.<br />

Oysa güvenli bağlanan ergenle problemlerle karşı karşıya kaldıklarında<br />

hızla çözüme gidebilmektedirler. Kaçınma davranışı ile ilintili güvensiz<br />

bağlanma geliştiren ergenler bağlanma figürleriyle bir problem<br />

yaşadıklarında hızla depresyona girerler. Buradaki ergen depresyonu<br />

aslında ebeveyne güvensiz bağlanmasının uzantısıdır. Bu açıdan<br />

bakıldığında, ergenin ebeveynin desteğine ihtiyacı hiç bitmez ancak<br />

ergen daima kendini ebeveynlerinden bağımsız bir birey olarak algılar<br />

(Seiffge-Krenke 1993).<br />

Finnegan ve arkadaşlarının (1996) yaptığı bir çalışmada güvensiz<br />

ve ambivalan bağlanma geliştiren ilköğretim üçüncü ve yedinci sınıf<br />

erkek öğrencilerinim stresle karşılaştıklarında immatür davranarak<br />

suçu, kurban olarak seçtikleri başka bir akranının üzerine attıkları ve<br />

sürekli tedirgin ve tereddütlü davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmıştır<br />

(Finnegan ve ark 1996).<br />

Güvensiz, dezorganize bağlanma geliştirmiş olan ergenlerde ise<br />

stres ile başetmede organize bir davranış gösterememe, yabancı durum<br />

testinde stereotipik, asimetrik ve zamansız hareketlerin varlığı, donup<br />

kalma ya da hareketlerde yavaşlama görülmektedir (Hall ve Geher<br />

2003). Dezorganize bağlanma örüntüsünün altında yatan nedenin<br />

bakım veren tepkilerinde güven verici olmayan, tutarsız, kaba, ben<br />

merkezci ya da zorbalığa dayanan bir tutum sergilemesi ve bireyin<br />

bakım verenden korkması olduğu belirtilmektedir (Cooper, Shaver,<br />

Collins 1998). Bu ergenlerin sıklıkla fiziksel şiddet uyguladıkları ve<br />

164


düzeni bozucu davranışlar sergiledikleri, kurallara düşünmeden karşı<br />

çıktıkları ve aniden öfkelendikleri gözlenmiştir.<br />

Bağlanma bozukluklarında cinsel suçların görülme olasılığı fazladır.<br />

Cinsel istismar davranışının etiyolojisinde dağınık bağlanma bozukluğunun<br />

yattığı düşünülür. Ayrıca dağınık bağlanmış ergenlerde cinsel<br />

baş etme mekanizması olarak sık mastürbasyon davranışı sergileme<br />

gözlenir. Bu kişiler mahremiyetlerini kaybettiklerini düşünürler, kendilerini<br />

yalnızlığa itilmiş hissederler ve bu kişilerin cinsel bozukluklarının<br />

temelinde gelişimsel stresörlerle birlikte düşük benlik saygısı, zayıf baş<br />

etme mekanizmaları ve kişiler arası ilişkilerde bozulma yatar (Brown ve<br />

ark 1999, Burk, Burkhart 2003).<br />

Bağlanma Đlişkisi Ve Sosyal Yeterlilik: Bağlanma bir sosyal<br />

davranış çeşididir. Bowlby bağlanmayı çocuk gelişiminin erken<br />

döneminde aramıştır (Bowlby 1988).Doğumdan yaklaşık dört ay sonra<br />

yetişkinlerden farklı olarak bebek güvenli bağlanma figürü olarak<br />

öncelikle anneyi tercih etmektedir. <strong>Ü</strong>ç yaşının başlarında güvenli bağlanan<br />

çocuk öğretmeninin ve diğer insanların yanında kendini rahat ifade<br />

etmeye başlar. Bu dönemde ikincil bağlanma figürü öğretmeni ya da<br />

ona yakın olan bir başka kişi olmuştur.<br />

Ergenin bağlanma süreci, ergenin kurduğu sosyal ilişkilerin<br />

niteliğine göre; değerlendirilen içsel çalışma modeli üzerine kurulmuştur.<br />

Benliğin önceki bilinçli ve sonraki bilinçsiz ruhsal durumlarını temsil<br />

eden içsel çalışma modeli, bireylerin bağlanma figürlerinden etkilenir.<br />

Erken dönem bağlanma ilişkileri ergenin ebeveynle olan geçmişteki<br />

ilişkilerini ve ebeveynlerin verdiği tepkilerin kalitesini yansıtır (Allen ve<br />

ark 1989).<br />

Çocuklar, ergenlik dönemine geçtiğinde, geçişin ilk yıllarında<br />

ergenin ebeveynlerinden bağımsızlaşmasıyla birlikte akranlarıyla iletişimin<br />

ağırlıklı olduğu ilişkiler yaşamaya başlarlar. Ergenin akranlarıyla<br />

geliştirdiği her yeni ilişki, ergen için yeni bir güven kaynağı demektir.<br />

Akranlarla kurulan bu ilişkiler ergenin diğer ergenler ile düşüncelerini<br />

ve değerlerini karşılaştırmasını sağlar, ergen tek başına kaldığında ne<br />

yapacağını öğrenir ve bu şekilde ergenin kimlik gelişimine katkı<br />

sağlanmış olunur. Ebeveynlerle kurulan güçlü bağlanma, akranlarla<br />

geliştirilen bağlanma ile ilişkilidir. Ebeveynlere bağlanma yakınlıkla<br />

ilişkili değil, duygusal bağla ilişkilidir. Ebeveynlere karşı geliştirilen<br />

bağlanma benlik saygısı, yaşam kalitesi, affektif durum, psikolojik iyilik<br />

hali, kimlik ve okula karşı geliştirilen uyumla ilişkili bulunmuştur<br />

(Allen ve ark 1989, Kuperminc ve ark 1996).<br />

Ergenlik dönemindeki bağlanma özellikleri bireysel farklılıklardan<br />

etkilenir. Ergen farklı streslerle karşı karşıya kaldığında stresle baş<br />

edebilmek için güvenli bağlanmanın bir göstergesi olarak farklı uyum<br />

mekanizmaları ortaya koyar. Ebeveynleri ile uygun olmayan,<br />

165


ebeveynleri tarafından tutarsız ambivalan ya da tepkisiz kalma gibi<br />

yanıtlar verilmesi ile, zarar veren bir ilişki ile ebeveyne güvensiz<br />

bağlanan çocuk, stresle karşı karşıya kaldığında mahremiyetini yitirdiğini<br />

hisseder. Güvensiz bağlanan bu çocuklar, ergenlik dönemine geldiklerinde,<br />

çevrelerinde bulunan kişileri güvenilmez ve ilişkilerini de gereksiz<br />

bulmaya başlarlar. Güvensiz bağlanan ergen, bağlanmayla ilişkili<br />

deneyimlerinde tutarsızlık gösterir ve yakın arkadaşlıklarında zorluklar<br />

yaşar (Lieberman ve ark 1999). Güvensiz bağlanma gösteren ergenlerde<br />

agresyon ve öfke davranışı gösterme sıklığı artmaktadır (Thompson<br />

2002).<br />

Son 10 yılda ergenlerde agresyon dramatik bir şekilde artış<br />

göstermiştir. Ergenlerdeki bu agresyon genelde tehlikeli antisosyal<br />

davranış gösterme, saldırgan davranışa engel koyamama şeklinde<br />

kendini gösteren dürtü denetim bozuklukları şeklinde ortaya çıkmıştır.<br />

Bowlby’nin çalışma modeline göre; ebeveynle arasında güvensiz bağlanma<br />

geliştiren çocukta, kristalizasyon aşaması boyunca anne çocuk<br />

ilişkisinde dürüst olmayan, güvensiz, öfkeli ve kaosun egemen olduğu<br />

bir ilişki biçimi geliştirilir. Çalışma modeli sosyal bilişleri kapsamaktadır.<br />

Sosyal biliş bireyin diğerlerini ve çevreyi algılama, onlar hakkında<br />

düşünme biçimini belirler. Çocuğun çalışma modeline göre ilişki biçimi<br />

güvensizlik içeriyorsa, çocuk diğer insanların davranışlarına karşı hep<br />

bir olumsuz beklenti içerine girer. Çoğu zaman akranlarına karşı<br />

belirsizlik içeren, manüplatif, provakatif davranışlar sergiler.<br />

Ergen tarafından okul çevresinde antisosyal yıkıcı davranışlar<br />

şeklinde gösterilen agresyon, ebeveynlerin, çocuğun bağlanma sürecinde<br />

çocuğa karşı çekingen tavırlar sergilenmesi ya da ebeveynler tarafından<br />

çocuğun geri çevrilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (Waters ve ark<br />

2000). Bu ergenler farklı gelişimsel alanlarda problemler yaşarlar;<br />

duygusal açıdan stres altındadırlar, ilerleyen yaşamlarında sosyal<br />

alanlarda sık sık problemlerle karşılaşırlar, sıklıkla da kişilik bozuklukları<br />

vardır. Bu kişilik bozuklukları antisosoyal, narsistik, paranoid kişilik<br />

özellikleri olarak kendini gösterir (Allen ve ark 1989, Kenny ve Gallagher<br />

2002). Bağlanma ilişkisinin, yaşamın karmaşık dönemlerinde anksiyete,<br />

depresyon ve duygusal stres oluşturabilecek zararlı sonuçlarının<br />

olabileceği ifade edilmiştir. Ergenlerdeki depresif yapı kişinin benliğine<br />

karşı olumsuz inançları, başkaları tarafından sevilmediği, başkalarına<br />

güvenilemeyeceğine dair düşüncelerinin bağlanma süreci ile ilişkisi<br />

vardır. Depresyonda meydana gelen incinilebilirliğin özünde güvensiz<br />

bağlanma yatmaktadır. Erken ergenlik dönemindeki karamsar yapı,<br />

sıklıkla ergenlik ilişkilerinde değişimin doğasından kaynaklanmaktadır<br />

ve bu geçiş döneminde ergen ailesinden bağımsızlaşmak için uğraşmaktadır.<br />

Kaçınmacı (avoidant) ergenlerde korkulu bağlanma daha<br />

fazla gözlenmektedir. Bu kişiler genelde destekten yoksun, depresyona<br />

eğilimli bir yapı sergilerler (Brown ve ark 1999, Mikulincer ve Nachshon<br />

166


1991). Sonuç olarak, bağlanma ve bağlanma ilişkileri daha çok<br />

çocukluk dönemine özgü olarak açıklanmasına rağmen, ergenin<br />

yaşantısında da önemini korumaktadır (Allen ve ark 1989, Lapsey ve<br />

ark 2000, Brodsky, Lichtenstein 1999).<br />

Ergenler gelişimsel olarak yaşamakta oldukları dönemin gereği<br />

ayrılmaya ve kaybetmeye karşı daha da duyarlıdır. Bu onların ayrılık<br />

anksiyetesini daha şiddetli ve derinden yaşamaları ile ilgilidir. Ayrılık<br />

anksiyetesi bütün insanlarda olduğu gibi ergenlerde de kayıp<br />

psikolojisini ve bununla ilgili yas ve/veya depresif duyguları ortaya<br />

çıkarabilir. Böyle bir derin yaşantının sonucu yoğun bunaltı ve<br />

umutsuzluk gelişir ve ergenlerde bir çeşit yas reaksiyonu ortaya çıkar.<br />

Ergenlerin ebeveynleri ile bağlanma tarzı ambivalan özellikler taşıyorsa;<br />

bu normal yas sürecini patolojik duruma dönüştürerek ortaya açık<br />

veya gizli depresyon tablosunun çıkmasına neden olabilmektedir. Böylece<br />

zevk alamama, isteksizlik, umutsuzluk, karamsarlık, aşırı duyarlılık ve<br />

alınganlıkla birlikte iştahsızlık, uyku düzensizlikleri ve kilo kaybı gibi<br />

belirtiler gözlenir (Kenny ve Gallagher 2002, Lapsey ve ark 2000).<br />

Bağlanma bozukluklarından Reaktif bağlanma bozukluğu ergenlerde<br />

psikiyatrik bozukluklarla birlikte gözlenmektedir. Ciddi bağlanma problemleri<br />

yeme problemleri, aşırı kilo kaybı, istenmeyen agresif davranışlar,<br />

ya da içe kapanma ve sosyal izolasyon, sürekli kendini geri çevrilmiş ve<br />

stres altında hissetme, obsesyonların yoğunlaşması, ümitsizlik, kızgınlık<br />

şeklinde kendini gösterebilir. Reaktif bağlanma bozukluklarının nedenleri<br />

arasında; genetik yatkınlık, hamilelikte yaşanan maternal ambivalans,<br />

travmatik prenatal deneyimler, hamilelikte alkol kullanımı, doğum<br />

travması, seksüel ya da fiziksel istismarı ya da ihmali, çocukluk<br />

döneminde anneden ani ayrılma, kronik maternal depresyon sayılabilir<br />

(Burk ve Burkhart 2003, Lapsey ve ark 2000).<br />

Akranlar ve öğretmenler ile ilişkinin, ergenin okuldan memnuniyeti<br />

ve okulda gösterdiği performans üzerinde etkili olması nedeniyle,<br />

güvenli bağlanma ergenin okul sürecinde de önemli bir yere sahiptir.<br />

Özellikle ergenlik sürecinde gelişim dönemiyle ilişkili, içsel ve dışsal<br />

sorunlar bağlanmadan etkilenir ve bu sorunların ergenin okuldaki<br />

performans ve mutluluğunu etkilemesi de şaşırtıcı değildir. Sonuç<br />

olarak, bağlanma ergenin akranlarla ilişkisi ve akademik performansı<br />

üzerine etkilidir ve güvenli bağlanmayan birey kişiler arası ilişkilerde<br />

aşırı hassastır ve güçlükler yaşar, diğerleri ile etkileşime ve okul<br />

başarısına önem vermez (Kenny ve Gallagher 2002, Waters ve ark<br />

2000).<br />

Ergende Sosyal (toplumsal) Cinsiyet Rolü ve Bağlanma:<br />

Bağlanma davranışı ile sosyal cinsiyet rolünün gelişimi arasında ilişki<br />

olabileceği düşünülmektedir. Konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalar,<br />

bebek-bakıcı arasındaki duygusal bağın, onun sosyal cinsiyet rol<br />

167


gelişimini etkilediğini belirtmektedir. Sosyal cinsiyet rolü, bireyin<br />

erkeksiliği ve kadınsılığı algılamasıdır. Sosyal cinsiyet rolü ile ilgili<br />

literatür gözden geçirildiğinde, bireylerin sosyal cinsiyet özellikleri<br />

açısından dört gruba ayrıldığı görülmektedir. Bunlar "erkeksi cinsiyet<br />

rolü", "kadınsı cinsiyet rolü", "androjenik cinsiyet rolü" ve "belirsiz<br />

cinsiyet rolüdür. Geleneksel açıdan "erkeksi cinsiyet rolü", bilişsel ve<br />

sosyal olarak egemen bir şekilde davranma, amaç yönelimli olma ve<br />

hakim olma gibi özellikleri içerirken; "kadınsı cinsiyet rolü", duygusal<br />

olarak duyarlı ve destekleyici olma gibi özellikleri içermektedir". Daha<br />

önceki yıllarda insanların sosyal cinsiyet rolü, bir ucu kadınsı özellikler<br />

(feminity), diğer ucu ise erkeksi özellikler (masculunity) olan tek bir<br />

boyut üzerinde gösterilirken, 1970'li yıllarda yapılan araştırmalarda,<br />

kadınsılığın ve erkeksiliğin birbirinden bağımsız boyutlar olduğu öne<br />

sürülmüştür ". Böylece bireyler sosyal cinsiyet açısından belli ölçülerde<br />

hem kadınsı hem de erkeksi özelliklere sahip olabilmektedirler. Bu<br />

şekilde hem kadınsı hem de erkeksi özellikleri belli ölçülerin üzerinde<br />

kendinde taşıyan bireylere "androjenik" bireyler adı verilirken, altında<br />

taşıyan bireylere ise "belirsiz" cinsiyet rolüne sahip bireyler adı<br />

verilmektedir (Juni ve ark 1994) .<br />

Kadınsı ve androjen ergenlerin, erkeksi ve belirsiz sosyal cinsiyet<br />

rolüne sahip olanlara göre ebeveynlerine daha fazla bağlanma geliştirmiş<br />

oldukları, bu bağlanmanın babadan daha fazla anneye olduğu, ayrıca<br />

kızların arkadaşlarına daha fazla bağlanma bildirdikleri belirtilmektedir.<br />

Ayrıca, sosyal cinsiyet gruplarındakilere oranla, androjen sosyal<br />

cinsiyet rol kimliğine sahip kız ergenlerin babalarına, erkek ergenlerin<br />

ise annelerine daha yakın oldukları bildirilmektedir. Arkadaşa bağlanma<br />

açısından ise, Haigler ve arkadaşlarının (1995) bulgularının aksine<br />

ergenler arasında cinsiyet açısından fark rapor edilmezken; sosyal<br />

cinsiyet açısından anlamlı farklılıklar belirtilmekte, androjen kızların<br />

diğer sosyal cinsiyet rollerine sahip olanlara oranla arkadaşlarına daha<br />

fazla bağlanma geliştirdikleri bildirilmektedir (Haigler ve ark 1995).<br />

Konuyu sosyal cinsiyet rol çatışmaları çerçevesinde inceleyen ve<br />

özellikle erkek ergenler üzerinde gerçekleştirilen araştırmaların sonucunda<br />

ise, sosyal cinsiyet rol çatışması ile ebeveyne bağlanma arasında olumsuz<br />

bir ilişki olduğu bildirilmektedir. Bir başka deyişle, erkek ergenlerin<br />

ebeveynlerine güvenli bağlanma düzeyleri arttıkça, geleneksel sosyal<br />

cinsiyet rollerini benimseme oranları azalmakta; bunun tersine güvenli<br />

bağlanma düzeyleri azaldıkça, geleneksel sosyal cinsiyet rollerini<br />

benimseme oranları artmaktadır. Bunun nedeni olarak da, ebeveynleri<br />

ile çatışmalı ilişkisi olan erkek çocukların, kadınları bağımsızlıklarını<br />

gasp edici görmelerine neden olduğu belirtilmektedir. Oysaki çocuk<br />

ebeveyn ilişkisi olumlu olan ve özellikle babaya güvenli bağlanan erkek<br />

çocuklar, duygularını anlatımda kendilerini rahat hissetmekte, sosyal<br />

cinsiyet rolü ile ilgili sıkıntı yaşamamaktadırlar (Lieberman ve ark<br />

1999, Smyke ve ark 2002).<br />

168


Çocuklukta ve Ergenlikte Gelişen Bağlanmanın Yetişkinliğe<br />

Aktarılması: Bowlby'nin (1988) bağlanma kuramının temel amacı,<br />

bebeklerin birincil bakıcılarına nasıl bağlandıklarını ve onlardan ayrıldıkları<br />

zaman yaşadıkları duygusal stresi açıklamak ve tanımlamaktır.<br />

Bowlby'nin (1988) bağlanma kuramı, bebeklerin ve çocukların birincil<br />

bakıcılarından (genellikle anne) belli sürelerle ayrı kalmaları sırasında<br />

gösterdikleri tepkilerin gözlenmesinden ortaya çıkmıştır.<br />

Çocukluk döneminde ebeveyne karşı geliştirilen bağlanma ilişkisi<br />

uzun dönem etkisini sürdürebilecek olan romantik ilişkiye dönüşebilmektedir.<br />

Bu ilişki biçiminde bireysellik ön planda gibi görünse de,<br />

ilişkinin uzun süre devam edebilmesi için bağlanmaya ihtiyaç duyulur.<br />

Romantik ilişkilerde doğurganlık, cinsel birleşme ön planda ise ilişki<br />

sürecinde sürekli ebeveynle çocuk ilişkisi yaşanmak istenir fakat kişi o<br />

dönemde ebeveyndir.<br />

Bir çalışmada babaya karşı geliştirilen bağlanmanın ileriki ergenlik<br />

dönemi romantik ilişkilerinde aşırı hassasiyet göstermeyi engellediği<br />

ortaya çıkmıştır (Ho M 2004). Bağlanma, yalnızca çocukluk ile sınırlı<br />

olmayıp yaşam boyunca sürer. Đlk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi,<br />

sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için örnek olur. Đnsanların<br />

bebeklik döneminde ebeveynleriyle (ağırlıklı olarak anne) kurdukları<br />

ilişki ile yetişkinlik dönemindeki romantik ilişkileri çeşitli açılardan<br />

benzerlikler göstermektedir. Bir çocuğun, bağlanma figürü (anne) yanında<br />

olduğunda ve gereksinimlerine duyarlılık gösterildiğinde, kendisini<br />

güvende hissetmesi gibi yetişkinler de, eşleriyle birlikte olduklarında ve<br />

gereksinimlerine doyum bulduklarında kendilerini güvende ve rahat<br />

hissederler. Bu durumda, eş, bireyin, örneğin iş yaşamında yaratıcı<br />

projeler geliştirmesini (bebeklik dönemindeki çevreyi keşfetme sürecindeki<br />

gibi) sağlayan güvenli bir temel olma özelliği taşır (Bartholomew<br />

1997). Birey, kendisini, gergin, hasta ya da tehlike içinde hissettiğinde<br />

eşi, güvenlik, rahatlık ve koruma sağlar. Bir başka deyişle, aşk<br />

yaşantısı, güvenlik duygusu sağlayan yetişkin bir eşle yaşanan duygusal<br />

bir bağdır. Bu noktada, bebeklik dönemi ile yetişkinlik dönemi<br />

bağlanma süreci arasındaki farklılıklara da değinilebilir. Bebek ile anne<br />

arasındaki bağ tek yönlüdür, bebek gereksinimlerinin karşılanması için<br />

rahatlık arar, anne de bu isteğe duyarlılık gösterir. Yetişkin romantik<br />

ilişkilerdeki bağlanma süreci ise, karşılıklıdır, her iki birey de hem<br />

bakım alan hem de bakım veren konumundadır (sevgi, şefkat, sıcaklık<br />

vb. almak ve vermek), ayrıca, yetişkin bağlanma süreci cinsel ilişkide<br />

bulunma ve ortak amaçlara sahip olma gibi faktörleri de içermektedir.<br />

Dolayısıyla, yetişkin romantik bağlanma sürecinin, bağlanma, ebeveynlik<br />

(bakım) ve cinsel ilişki ögelerinin bir bileşimi olduğu söylenebilir<br />

(Brodsky ve Lichtenstein 1999).<br />

169


Hazan ve Shaver (1987), Bowlby'nin zihinsel modeller ve bunun<br />

kişiliğe yansımaları ile Ainsworth'un bağlanma türlerine ilişkin görüşlerini<br />

romantik aşka uyarlamaya çalışmışlardır. Onlara göre bütün önemli<br />

sevgi ilişkileri Bowlby'nin ifade ettiği anlamda bağlanmalardır. Ayrıca,<br />

bağlanma türleriyle romantik aşkı ilişkilendirerek bunların kişilerin<br />

aşık oldukları kişilerle ilişkilerini belirlediğini savunmuşlardır. Bu<br />

görüşe göre, güvenli aşıklar başkalarına yaklaşmaktan ve başkalarının<br />

kendilerine yaklaşmasına izin vermekten rahatsız olmazlar ve terk<br />

edilme korkusu duymazlar. Kaçınıcı aşıklar, başkalarına fazla yakın<br />

olmaktan rahatsız olurlar. Başkalarına bağlanmak ve güvenmek onlar<br />

için güçtür. Kaygılı çelişkili aşıklar ise aşıklarının kendilerini yeterince<br />

sevmediğini düşünürler (Hortacsu ve ark 1993).<br />

SONUÇ<br />

Bağlanma, ilk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi ile başlayan,<br />

ancak sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar üzerinde etkinliği<br />

olan önemli bir süreçtir. Bireyin kişisel yeterlilik duygusuna ve olumlu<br />

benlik değerine sahip olması, güvenli bağlanma geliştirmesine dayanır.<br />

Güvenli bağlanma, sağlıklı duygusal ve sosyal gelişimi sağlar, bireyi<br />

stres yaratan koşullardan koruyabilir. Güvenli bağlanmanın gelişmesi<br />

sürecinde ebeveynin rolü büyüktür. Bireyin güven duygusunu kazandığı<br />

süreçte; ebeveynin bireye olumsuz yaklaşımlar sergilemesi, bu bireyin<br />

farklı bağlanma stilleri ortaya çıkarmasına neden olur. Bu farklı<br />

bağlanma örüntüleri, dönemlere göre farklı şekillere bürünerek, bireyin<br />

yaşantısına yön verir. Đleride partneri, akranları ile olumlu ya da<br />

olumsuz ilişkiler, geliştirmesinde etkili olur. Tüm bu süreçler göz<br />

önüne alındığında bağlanma; bireyin ruhsal sürecini değerlendirirken<br />

dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken önemli bir yapıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ainsworth MS (1997). The Personal Origins Of Attachment Theory. An Đnterview With<br />

Mary Salter Ainsworth. Interview By Peter L. Rudnytsky. Psychoanal Study Child. 52:<br />

386-405.<br />

2. Allen JP, Hauser ST (1996). Autonomy and relatedness in adolescent-family<br />

interactions as predictors of young adults' states of mind regarding attachment.<br />

Development and Psychopathology, 3, 793-809.<br />

3. Allen JP, Moore CM, Kuperminc G ve ark (1989). Attachment And Adolescent<br />

Psychosocial Functioning. Child Development . Oct; 69(5): 1406-19.<br />

4. Allen JP,Land D (1999). Attachment in adolescence. In J. Cassidy & P. R. Shaver<br />

(Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (pp. 319–<br />

335). New York: Guilford Pres.<br />

5. Atasoy Z, Ertürk D, Şener Ş (1997). Altı Ve Oniki Aylık Bebeklerde Bağlanma. Türk<br />

Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>. 8(4): 110-115.<br />

170


6. Bartholomew K (1997). Adult Attachment Processes: Đndividual And Couple<br />

Perspectives. Br J Med Psychol. Sep; 70(Pt 3): 249-63.<br />

7. Benoit D, Parker KC, Zeanah CH (1997). Mothers' Representations Of Their Đnfants<br />

Assessed Prenatally: Stability And Association With Đnfants' Attachment<br />

Classifications. J Child Psychol Psychiatry. Mar; 38(3): 307-13.<br />

8. Bowlby J (1988). Developmental Psychiatry Comes Of Age. Am J Psychiatry.<br />

Jan;145(1): 1-10.<br />

9. Brodsky SI, Lichtenstein B (1999). Don't Ask Questions: A Psychotherapeutic<br />

Strategy For Treatment Of Đnvoluntary Clients, American Journal Of Psychotherapy.<br />

3 (53): 215–220.<br />

10. Brown J, Cohen P, Johnson JG ve ark (1999). Childhood Abuse And Neglect:<br />

Specificity Of Effects On Adolescent And Young Adult Depression And Suicidality,<br />

Journal Of The American Academy Of Child And Adolescent Psychiatry. 2(38): 1490–<br />

1496.<br />

11. Burk LR, Burkhart BR (2003). Disorganized Attachment As A Diathesis For Sexual<br />

Deviance Developmental Experience And The Motivation For Sexual Offending<br />

Aggression And Violent Behavior. 3(8): 487–511.<br />

12. Cooper ML, Shaver PR, Collins NL (1998). Attachment styles, emotion regulation,<br />

and adjustment in adolescence. Journal of Personality and Social Psychology, 74,<br />

1380-1397.<br />

13. Finnegan, R. A, Hodges, E V E, & Perry, D G (1996). Preoccupied and avoidant<br />

coping during middle childhood. Child Development, 67, 1318-1328.<br />

14. Fuller SG, Moore LR, Lester JW (1993). Influence Of Family Functioning On<br />

Maternal-Fetal Attachment. J Perinatol. Nov-Dec; 13 (6): 453-60.<br />

15. Goldberg S, Benoit D, Blokland K ve ark (2003). Atypical Maternal Behavior,<br />

Maternal Representations, And infant Disorganized Attachment. Dev Psychopathol.<br />

Spring; 15(2): <strong>23</strong>9-57.<br />

16. Green J, Goldwyn R (2002). Annotation: Attachment Disorganisation And<br />

Psychopathology: New Findings in Attachment Research And Their Potential<br />

Đmplications For Developmental Psychopathology Đn Childhood. J Child Psychol<br />

Psychiatry. Oct; 43(7): 835-46.<br />

17. Haigler VF, Day HD, Marshall DD (1995). Paternal Attachment And Gender Role<br />

Đdentity. Sex Roles. (33): 203-221.<br />

18. Hall SE, Geher G (2003). Behavioral And Personality Characteristics Of Children<br />

With Reactive Attachment Disorder. J Psychol. Mar; 137(2): 145-62.<br />

19. Hazan C, Shaver P (1987). Romantic Love Conceptualized As An Attachment Process.<br />

J Pers Soc Psychol. Mar; 52(3): 511-24.<br />

20. Ho MJ(2004). Adolescent Attachment to Parents: Predicting Later Adolescent<br />

Rejection Sensitivity. Erişim adresi. www.people.virginia.edu/~psykliff/pubs/<br />

presentations/sra%202004/Ho.pp Erişim tarihi: 06.07.2006.<br />

21. Hortacsu N, Cesur S, Oral A (1993). Relationships Between Depression And<br />

Attachment Styles Đn Parent-And Đnstitution-Reared Turkish Children. J Genet<br />

Psychol. Sep; 154(3): 329-37.<br />

22. Juni S, Grimm DW (1994). Sex Roles As Factors Đn Defense Mechanisms And Object<br />

Relations. J Genet Psychol. Mar; 155(1): 99-106.<br />

<strong>23</strong>. Kenny EM, Gallagher LA (2002). Instrumental And Social/Relational Correlates Of<br />

Perceived Maternal And Paternal Attachment Đn Adolescence. Journal Of<br />

Adolescence. 25(2): 203–219.<br />

171


24. Kerns KA, Stevens AC (1996). Parent-child attachment in late adolescence: Links to<br />

social relations and personality. Journal of Youth and Adolescence, 25, 3<strong>23</strong>-342.<br />

25. Kobak R, Sceery A (1988). Attachment in late adolescence: Working models, affect<br />

regulation, and representations of self and others. Child Development, 59, 135-146.<br />

26. Kuperminc G P, Allen J P, Arthur M W (1996). Autonomy, relatedness and male<br />

adolescent delinquency: Toward a multi-dimensional view of social competence.<br />

Journal of Adolescent Research, 11, 397-420.<br />

27. Lapsey D, Varshney N, Aalsma M (2000). Pathological Attachment And Attachment<br />

Style Đn Late adolescence. Journal Of Adolescence. <strong>23</strong>(2): 137-155.<br />

28. Lieberman M, Doyle A, Markeiwicz D (1999). Developmental Patterns Đn Security Of<br />

Attachment To Mothers And Fathers Đn Late Childhood And Early Adolescence:<br />

Associations With Peer Relations. Child Development. Jan-Feb; 70(1): 202-13.<br />

29. Lowinger S, Dimitrovsky L, Strauss H ve ark (1995). Maternal Social And Physical<br />

Contact: Links To Early Đnfant Attachment Behaviors. J Genet Psychol. Dec; 156(4):<br />

461-76.<br />

30. Mikulincer M, Nachshon O (1991). Attachment Styles And Patterns Of Self-<br />

Disclosure. J. Pers. Soc. Psychol. 2(61): 321–331.<br />

31. Meeus W, Oosterwege A, Vollebergh W (2002). Parental And Peer Attachment And<br />

Đdentity Development Đn Adolescence Journal Of Adolescence . 25(1): 93–106.<br />

32. Paterson J, Pryor J, Field J (1995). Adolescent attachment to parents and friends in<br />

relation to aspects of self-esteem. Journal of Youth and Adolescence, 24, 365-376.<br />

33. Pehlivantürk B (2004). Otistik Bozukluğu Olan Çocuklarda Bağlanma Türk Psikiyatri<br />

<strong>Dergisi</strong> 15(1): 56-63.<br />

34. Rosenstein DS, Horowitz HA (1996). Adolescent attachment and psychopathology.<br />

Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64, 244-253.<br />

35. Seiffge-Krenke, I. (1993). Close friendship and imaginary companions in adolescence.<br />

In B. Laursen (Ed.). Close friendships in adolescence (pp. 73-87). San Francisco:<br />

Jossey-Bass.<br />

36. Smyke AT, Dumitrescu A, Zeanah CH (2002). Attachment Disturbances Đn Young<br />

Children I: The Continuum Of Caretaking Casualty. J Am Acad Child Adolescent<br />

Psychiatry. Aug; 41(8): 983-9.<br />

37. Soysal Ş, Öktem F, Ergenekon E ve ark (2000). Doğum Türü Değişkeninin Bağlanma<br />

Örüntüsü <strong>Ü</strong>zerindeki Etkilerinin Đncelenmesi. Klinik Psikiyatri <strong>Dergisi</strong>. 3(2): 75-85.<br />

38. Thompson C (2002). The Disposables: Our Treatment Of Violent Adolescents. Am J<br />

Psychoanal. Sep; 62(3): 273-84.<br />

39. Troy NW (1995). The Time Of First Holding Of The Đnfant And Maternal Self-Esteem<br />

Related To Feelings Of Maternal Attachment. Women Health. 22(3): 59-72.<br />

40. Tyrrell C, Dozier M (1999). Foster Parents; Understanding Of Children's Problematic<br />

Attachment Strategies: The Need For Therapeutic Responsiveness, Adoption<br />

Quarterly. 2(4): 49–64.<br />

41. Weiss RS (1982). Attachment in adult life. In C. M. Parkes & J. Stevenson-Hinde<br />

(Eds.), The place of attachment in human behavior (pp. 171-184). New York: Basic.<br />

42. Waters E, Hamilton CE, Weinfield NS (2000). The Stability Of Attachment Security<br />

From Đnfancy To Adolescence And Early Adulthood: General Đntroduction. Child Dev.<br />

May-Jun; 71(3): 678-83.<br />

43. Zeanah CH, Boris NW, Larrieu JA (1997). Infant Development And Developmental<br />

Risk: A Review Of The Past 10 Years J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. Feb; 36(2):<br />

165-78.<br />

172


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 173-182, <strong>2007</strong><br />

METABOLĐK SENDROM<br />

METABOLIC SYNDROME<br />

Asiye DURMAZ AKYOL<br />

E.<strong>Ü</strong> <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu Đç Hast. Hemşireliği AD<br />

Anahtar Sözcükler: Metabolik sendrom, sendrom X, insülin direnci.<br />

Key Words: Metabolic syndrome, syndrome X, insulin resistance.<br />

ÖZET<br />

Metabolik sendrom; abdominal obesite, hipergliseridemi, yüksek yoğunluklu<br />

lipoproteinin (HDL-K) düşük olması, hipertansiyon ve insülin direnci gibi<br />

parametreleri olan kalp hastalıkları, inme ve diyabetes mellitus için risk<br />

faktörleri arasında önemli bir sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır.<br />

Metabolik sendrom; insülin direnci sendromu,dismetabolik sendrome,<br />

Sendrome X, polimetabolik sendrome, ölümcül dörtlü gibi farklı terimlerle de<br />

tanımlanmaktadır<br />

Ulusal sağlık araştırmalarına göre; ABD’de her beş kişiden birinde<br />

metabolik sendrom görülmektedir.Yaşla birlikte artış görülürken, prevelans<br />

20-29 yaşları arasında %6,7,60-69 yaşlarında % 43,5,70 yaş ve üzerinde ise %<br />

42.0’dır.<br />

Türkiye’de metabolik sendromla ilgili durum saptaması için yapılan<br />

Türkiye Metabolik Sendrom Sıklığı Araştırması (METSAR) çalışması sonucunda;<br />

erişkinlerde metabolik sendrom görülme sıklığı % 33,9 olarak saptanmıştır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Ulusal Kolesterol Erişkin Eğitim<br />

Programı-Yetişkin Eğitimi Paneli III (ATP III) Metabolik Sendrom tanı<br />

kriterlerini belirlemiştir.<br />

Metabolik sendromda tedavi; diyet, egzersiz ve risk faktörlerine yönelik<br />

olarak seçilen ilaç tedavisini içermektedir.<br />

Hemşireler, metabolik sendromlu hastaların yaşam tarzı değişikliklerini<br />

oluşturmalarında; her hastaya özgü olan risk faktörlerini saptama, bunlara<br />

yönelik girişimlerini uygulama ve hastaların karşılaşacağı engelleri aşmada<br />

destek veren, yardım eden etkili kişilerdir.<br />

SUMMARY<br />

Metabolic syndrome is a loosely defined clustering of cardiovascular risk<br />

factors,including abdominal obesity, hypertrigliseridemia, low levels of high<br />

density lipoprotein cholesterol (HDL-C), hypertension and insülin resistance.<br />

173


Metabolic syndrome is also known by another names including insulin<br />

resistance syndrome,dismetabolic syndrome, syndrome X, polimetabolic syndrome<br />

and the deadly quartet.<br />

According to national survey research one in five Americans has metabolic<br />

syndrome. While it is increased with age,the prevelans range from 6,7 percent<br />

among peoples ages 20-29 to 43,5 percent for ages 60-69 and 42 percent for<br />

those age 70 and older.<br />

Turkey metabolic Syndrome Research (METSAR) studies shown that 33.9<br />

% of Turkey adults have metabolic syndrome.<br />

Treatment in metabolic syndrome include diet,exercize and use of<br />

pharmacologic agents address spesific risk factors.<br />

Nurses can be more effective in helping patients to change their lifestyle<br />

behaivors by assessing each patient for the presence of spesific risk factors<br />

,identifiying appropriate interventions to spesific risks, and assisting patients in<br />

identifying barriers to behaivor change.<br />

GĐRĐŞ<br />

Metabolik sendrom (MS); dünyada giderek çok sayıda insanı<br />

etkileyen önemli bir morbidite nedenidir (Işıldak ve ark., 2004). Toplumların<br />

gelişmesine paralel olarak yaşam biçimi değişiklikleri,<br />

beslenme alışkanlığındaki değişikliklerin yanı sıra ,kalıtım ve çevresel<br />

etkenler metabolik sendrom gelişiminde önemli rol oynamaktadır<br />

(http://www.narc-hnr.cam.ac.uk/downloads,Süzer 2006;Karadakovan<br />

2006). Ancak metabolik sendromda asıl bozukluğun genetik ve<br />

çevresel insulin direnci sonucunda olduğu kabul edilmektedir (Işıldak<br />

ve ark, 2004; Fadıloğlu 2005). MS, kalp hastalığı, inme, diabetes<br />

mellitus (DM) gelişme riskini arttıran sağlık risklerinin bir topluluğudur<br />

(Fadıloğlu 2005; Yürügen 2005; Deen ve ark., 2004; www.idf.org).<br />

MS bir hastalık değildir ama vücut metabolizmasının bozulduğunu<br />

gösteren bir ipucudur.Tansiyon arteriyel yüksekliği, yüksek insulin<br />

düzeyleri,aşırı vücut ağırlığı ve kolesterol düzeylerinin yüksek olması,<br />

diyabetes mellitus(DM), koroner arter hastalığı (KAH) ve inme gelişimi<br />

için birer risk faktörüdür.Bu bozuklukların bir araya gelmesi ile yaşamı<br />

tehdit eden ciddi olayların gelişimi de kolaylaşmaktadır (http://www.<br />

mayoclinic.com;http://www.jama.com;http://www.clevelandclinic.org/<br />

health).<br />

TANIM, ETYOLOJĐ VE RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />

Metabolik sendrom ile ilgili tanım ilk kez 1956 yılında Vague<br />

tarafından diyabet gelişimine yol açan “diyabetojenik obesite”, Reaven<br />

(1998) ise Sendrom X olarak tanımlama yapmıştır (Karadakovan 2006).<br />

Metabolik sendrom; insülin direnci sendromu,dismetabolik<br />

sendrome, sendrome X, polimetabolik sendrome, ölümcül dörtlü ve uygarlık<br />

174


sendromu gibi farklı terimlerle de tanımlanmaktadır (http://www.<br />

mayoclinic.com;http://www.jama.com;http://www.clevelandclinic.org/<br />

health;http://www.mrc-hnr.cam.uk;kılavuz 2005;Süzer 2006;www.idf.<br />

org;http://www.mydr.com.au).<br />

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ); 1998 yılında metabolik sendromu,<br />

diyabet, bozulmuş açlık glikozu, bozulmuş glikoz toleransı veya insulin<br />

direnci ile birlikte hipertansiyon (HT) (>160/90 mmHg), hiperlipidemi,<br />

santral obezite ve mikroalbüminüriden en az ikisinin olması olarak<br />

tanımlamıştır (tablo 1)( Işıldak ve ark.,2004;Kılavuz 2005;www.idf.org)<br />

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği çalışma grubu<br />

tanımına göre; metabolik sendrom;i nsülin direnci ile başlayan abdominal<br />

obesite, glukoz intoleransı veya diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon<br />

ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların<br />

birbirine eklendiği ölümcül bir endokrinopatidir (tablo 1)(Kılavuz 2005).<br />

Tablo 1: Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği Metabolik Sendrom Çalışma<br />

Grubunun Önerdiği Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri<br />

Aşağıdakilerden en az biri<br />

*Đnsülin direnci<br />

*Bozulmuş glikoz toleransı<br />

*Aşikar DM<br />

Aşağıdakilerden en az ikisi;<br />

*Hipertansiyon ( kan basıncı > 140 /90 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)<br />

*Dislipidemi (trigliserid düzeyi > 150 mg/dl veya HDL düzeyi; erkekte:< 35 mg/dl<br />

kadında < 39 mg/dl)<br />

*Abdominal obezite (BKI > 30 kg /m²veya bel/kalça oranı erkekte > 0.90,kadında<br />

>0.80)<br />

*Mikroalbüminüri (idrar albumin atılımı >20mcg /dk yada albumin /kreatinin<br />

oranı>30mg /dl.)görüldüğünde MS tanısı konmaktadır.<br />

2001 yılında, Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (National Chosterol<br />

Education Program-NCEP) Uzman Paneli, yetişkinlerde yüksek kan<br />

kolesterolü tespiti, değerlendirme ve tedavisi raporu (ATP III) hazırlamış<br />

ve beş kriterden üçünün varolmasının tanıda yeterli olduğunu<br />

vurgulamıştır (Tablo 2) (Işıldak ve ark., 2004; Kılavuz 2005; Deen.,<br />

2004; http://www.idf.org;http://www.americanheart.org; Karadakovan<br />

2006)<br />

Tablo 2: ATP III Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri<br />

Abdominal obesite (bel çevresi)<br />

Erkek >102 cm<br />

Kadın > 88 cm<br />

Trigliserid<br />

HDL düşüklüğü (erkeklerde = 130/85 mmHg)<br />

Hiperglisemi (AKŞ: >= 110mg/dl /110-125 mg/dl)<br />

175


Metabolik sendrom etyolojisinde üç önemli faktör vardır; obesite<br />

ve yağ dokusu bozuklukları, insülin direnci ve bağımsız faktörler (vasküler,<br />

hepatik, immünolojik kökenli moleküller gibi) (Işıldak ve ark. 2004;<br />

Karadakovan 2006)<br />

Risk Faktörleri; Metabolik Sendromda etkili olduğu düşünülen<br />

başlıca risk faktörleri şunlardır (Şekil 1);<br />

Irk: MS siyah ırkta ve meksika kökenli Amerikalılarda sık<br />

görülmektedir.<br />

Obesite: Bir kişinin obez olduğunun tespit edilmesi için öncelikle<br />

vücudundaki yağ miktarının ve dağılımının tespit edilmesi gereklidir.<br />

Bu amaçla pratikte kolay ve anlaşılır olması nedeniyle beden kitle<br />

indeksi (BKI) kullanılır.<br />

BKI’ye gore;<br />

18.5 kg/ m²altında olanlar zayıf,<br />

18.5-24.9 kg/ m²arasında olanlar normal ,<br />

25-29.9 kg/ m² arasında olanlar fazla kilolu,<br />

30-39.9 kg/ m²arasında olanlar şişman,<br />

40 kg/ m²üzerinde olanlar ileri derecede obez olarak değerlendirilir.<br />

BKI arttıkça mortalite,DM, kardiovasküler sistem hastalıkları,<br />

malignite, uykuda solunum problemleri ,osteoartrit ve sosyal izolasyon<br />

gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır (Yürügen 2005;.)<br />

Türkiye Diyabet Epidemiyoloji çalışması (TURDEP) sonuçlarına göre;<br />

<strong>Ü</strong>lkemizde 20 yaş ve üzerindeki kişilerin %24 ‘ünde abdominal obesite<br />

görülmektedir.<br />

Bel çevresindeki artış; insulin direncinin en önemli göstergesidir.<br />

Bel çevresinde oluşan yağlar metabolik açıdan aktif olurlar ve daha çok<br />

yağ dokusu oluştururlar. Çevresel faktörlerle birlikte, stresin de<br />

eklenmesi ile birlikte kortizol ve insulin seviyesi de artar. Bel ve göbek<br />

çevresindeki genişleme giderek artar ve bacak kaslarında erime<br />

meydana gelir. Bu durumun önüne geçilmez yada engellenmezse başta<br />

DM olmak üzere kalp krizi geçirme riski artar.<br />

DM Öyküsü; gebelik sırasında ortaya çıkan gestasyonel DM yada<br />

ailede birinci derecede DM olma öyküsü varsa Metabolik sendrom<br />

mutlaka incelenmelidir.<br />

Polikistik Over Sendromu; Đnsülin direnci ile ortaya çıkan<br />

kronik anovülasyon ve hiperandrojenizmle karakterizedir. Erken<br />

yaşlarda kardiovasküler sistem hastalıkları görülme riski artmakta ,%<br />

40 olguda bozulmuş glikoz toleransı yada aşikar DM görülmektedir.<br />

176


Diğer hastalıklar; non-alkolik yağlı karaciğer, koroner arter<br />

hastalığı, sublinik inflamasyon, hiperkoagülabilite ve endotel<br />

disfonksiyonudur.<br />

Genetik faktörler<br />

Çevresel faktörler<br />

Đnsülin Direnci<br />

Hiperkoagülopati<br />

Hipertansiyon<br />

Dislipidemi<br />

Ateroskleroz<br />

Tip 2 DM<br />

Şekil 1: MS etkili olduğu düşünülen başlıca risk faktörleri<br />

EPĐDEMĐYOLOJĐ<br />

Dünya’da ve <strong>Ü</strong>lkemizde metabolik sendromun görülme sıklığı<br />

artmakta ve bir pandemiye doğru gitmektedir.<br />

Metabolik sendrom prevalansı erişkinlerde ortalama %22 ‘dir.<br />

Prevalans yaş ile birlikte artış göstermektedir. 20-29 yaş grubunda % 6.7,60-<br />

69 yaş grubunda % 43.5 oranındadır.Okul çağı çocuklarında her 8 kişiden<br />

birinde metabolik sendrom tanı kriterlerinden üç yada daha fazlasının<br />

olduğu saptanmıştır (Deen 2004; Samur 2005; http://www.mayoclinic.com;<br />

http://www.americanheart.org).<br />

Amerikan Ulusal Sağlık Araştırmasına göre 5 Amerikalıdan biri bir<br />

başka deyişle 50 milyondan fazla Amerikalıda Metabolik sendrom vardır.Bu<br />

toplumun %<strong>23</strong>’ünü oluşturmakta olup her dört kişiden birinde metabolik<br />

sendrom olduğunu göstermektedir.<br />

Türkiye‘de METSAR çalışma sonuçlarına göre; Avrupa ve ABD ile<br />

paralellik göstermektedir.Kadınlarda Metabolik sendrom görülme sıklığı<br />

erkeklere göre daha fazla olup 40-49 yaş arası kadınlarda oranın beş kat<br />

daha fazla olduğu tespit edilmiştir.TEKHARF çalışma sonuçlarına göre,2000<br />

yılı itibarıyla Türkiye genelinde 30 yaş ve üzerindeki 9.2 milyon kişide<br />

Metabolik sendrom bulunduğu saptanmıştır. <strong>Ü</strong>lkemizde metabolik<br />

sendrom görülme sıklığı, erkeklerde 40-49 yaş grubunda %44,kadınlarda<br />

ise 60-69 yaş grubunda %56 gibi yüksek oranlardadır (kılavuz 2005).<br />

177


PATOGENEZ<br />

Metabolik sendromun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Metabolik<br />

sendromun tüm bileşenlerinin etyopatogenezini açıklayabilecek tek bir<br />

genetik, infeksiyöz yada çevresel faktör henüz tanımlanamamıştır. MS,<br />

insülin direnci zemininde gelişen heterojen bir hastalıktır (Kılavuz<br />

2005). Đnsülin direncinde temel bozukluk hiperinsülinemidir. Dokuların<br />

insülin duyarlılıkları birbirinden farklı olduğundan, insülin direnci<br />

başladığında öncelikle kasta glikoz yıkımı azalır ve bu postprandiyal<br />

hiperglisemiye ve karaciğerde glikoz çıkışı artışı sonrası açlık<br />

hiperglisemisine yol açmaktadır (Samur 2005; Işıldak ve ark., 2004).<br />

Karın içi yağ birikimi sonucu gelişen abdominal obesite<br />

hiperinsülinemiye yol açan ana bozukluktur. Đnsülin direnci plazma<br />

serbest yağ asitlerinin (SYA) artışına neden olarak karaciğerde<br />

trigliseridlerin birikimine neden olmaktadır. Obesitenin insülin direnci<br />

oluşumundaki rolü visseral yağ dokusunun metabolik özellikleri ile<br />

ilgilidir. Visseral yağ dokusu insülin aktivitesine karşı dirençli, lipolitik<br />

enzim aktivitelerine karşı duyarlı olduğu için portal sisteme SYA<br />

salınımı ve karaciğer trigliserid sentezinin artmasına neden olarak<br />

insülin direncini arttırmaktadır. Metabolik sendromlu hastalarda yağ<br />

dokusu lipolize neden olarak metabolik ve vasküler işlevlerde<br />

bozulmaya yol açmaktadır. Lipoliz insülin duyarlılığını azaltmakta ve<br />

trigliserdi artışına yol açmaktadır. Buna bağlı SYA’lerinin artışı endotel<br />

fonksiyon bozukluğuna ve mikroalbümüniriye yolaçmaktadır (Şekil 2)<br />

Metabolik sendromda mikroalbüminürinin yanı sıra kronik böbrek<br />

yetmezliği arasında da önemli bir ilişki vardır (Tablo 3) (Yürügen 2005;<br />

Nabel et al., 2005; Karadakovan 2006).<br />

MS; obesite, DM, HT ve inmelere neden olan hastalıklarla<br />

birliktedir (şekil 3) (Fadıloğlu 2005).<br />

Lipoliz <br />

<br />

SYA’nın ortaya çıkışında artış<br />

Kaslarda SYA oksidasyonunda artış<br />

Karaciğerde SYA oksidasyonunda artış<br />

Glukoz kullanımında<br />

Glukogenezis<br />

Hiperglisemi ve endotel fonksiyonunda bozulma<br />

Şekil 2: SYA’nın Tip 2 DM ve KVH gelişmesindeki Rolü<br />

178


Tablo 3: Metabolik Sendromda KVH Gelişimine Neden Olarak Miroalbüminüriye Yol<br />

Açan Risk Faktörleri.<br />

Abdominal obesite<br />

Đnsülin direnci<br />

HDL-K azalma<br />

Trigliserid düzeyinde yükselme<br />

Düşük yoğunluklu LDL<br />

partikülleri<br />

Sistolik hipertansiyon<br />

CRP ve diğer enflamatuar göstergelerde artış<br />

Kan basıncında ve kalp hızında geceleri azalma<br />

Oksidatif streste artış<br />

Endotel fonksiyonlarında bozulma<br />

Pıhtılaşma bozukluğu /fibrin yapımı<br />

Sol ventrikül hipertrofisi<br />

Obesite<br />

Dislipidemi<br />

Đnsülin direnci<br />

Diyabet ve<br />

Hipertansiyon<br />

Aterosklerozis<br />

Vasküler<br />

Hastalıklar<br />

Hiperinsülinemi<br />

Trombozis<br />

Hiperglisemi<br />

Şekil 3: Metabolik Sendrom ve Đlişkili Olduğu Durumlar (Fadıloğlu 2005)<br />

TEDAVĐ<br />

Metabolik sendromda tedavi hedefleri; insulin direncine neden<br />

olan risk faktörlerinin yaşam şekli değişiklikleri ile kontrol altına<br />

alınması ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak için ilaç tedavisinin<br />

başlanması, korunma ve kendine bakım ilkelerine bağlı kalınmasıdır<br />

(Tablo 4,5) (Deen 2004; Yürügen 2005; Fadıloğlu 2005; Samur 2005).<br />

Metabolik sendromda tedavi stratejileri (Deen 2004; Samur 2005;<br />

http://www.mayoclinic.com);<br />

179


Tablo 4: Metabolik Sendromlu Hastalarda Yaşam Tarzı Değişiklikleri Đçin Pratik Öneriler<br />

Anormallik Diyet ve Fiziksel Aktivite Uygulamaları Pratik Öneriler<br />

Abdominal Obesite *Kilo verilir<br />

*Fiziksel aktivite arttırılır.<br />

*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />

*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />

Hipertirigliseridemi *Kilo verilir<br />

*Fiziksel aktivite arttırılır<br />

*Düşük glisemik indeksli gıdaların alımı<br />

arttırılır.<br />

*Karbonhidrat alımı azaltılır.<br />

*Omega-3 yağlarının alımı arttırılır<br />

*Alkol alımı kısıtlanır.<br />

*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />

*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />

*Rafine karbonhidratların (patates,makarna,beyaz ekmek) yerini tam<br />

tahıl ürünleri, kurubaklagiller ve tekli doymamış yağlar (zeytinyağı,<br />

kanolayağı, fındık yağı) alır.<br />

*Su ve diyet içecekleri ,soda ve meşrubatların yerine tercih edilir.<br />

*Haftada en az bir kez balık tüketilir.<br />

*Günde erkeklerde en az iki, kadınlarda bir kadeh alkol tüketilebilir.<br />

Düşük HDL<br />

kolesterol düzeyi<br />

Yüksek kan basıncı<br />

Yükselmiş kan<br />

glikoz düzeyi<br />

*Kilo verilir<br />

*Fiziksel aktivite arttırılır<br />

*Tekli doymamış yağların tüketimi<br />

arttırılır.<br />

*Sigara içimi bırakılır.<br />

*Kilo verilir<br />

*Fiziksel aktivite arttırılır<br />

*Doymuş yağ alımı azaltılır<br />

*Tuz alımı azaltılır<br />

*Sebze ve meyve tüketimi arttırılır<br />

*Yağdan fakir olan gıdaların alımı arttırılır.<br />

*Alkol tüketimi azaltılır.<br />

*Kilo verilir<br />

*Fiziksel aktivite arttırılır<br />

*Karbonhidrat alımı azaltılır.<br />

*Diyet posası arttırılır.<br />

*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />

*Orta şiddette egzersizler 30 dk/gün yapılır.<br />

*Balık, fındık ve avakado yenmeli ve yemekleri hazırlama ve pişirmede<br />

kanola ve zeytinyağı kullanılır.<br />

*Sigara içmeyi bıraktıran programlara katılmaya teşvik edilir.<br />

*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür.<br />

*30 dak. orta yoğunluktaki egzersizler yapılır.<br />

*Kırmızı et, tereyağı ve çok yağlı ürünlerin tüketimi azaltılır, Yağ oranı<br />

düşük ürünler seçilmelidir.<br />

*Günlük sodyum alımı 2.4 g dan az alınır<br />

*>5 porsiyon /gün sebze meyve tüketimi<br />

*Günde erkeklerde en az iki, kadınlarda bir kadeh alkol tüketilebilir.<br />

*Kalori alımını azaltmak için porsiyonlar küçültülür<br />

*30 dak. orta yoğunluktaki egzersizler yapılır.<br />

*Rafine karbonhidratların (patates, makarna, beyaz ekmek) yerini tam<br />

tahıl ürünleri,kurubaklagiller ve tekli doymamış yağlar (zeytinyağı,<br />

kanolayağı, fındık yağı) alır.<br />

*Çözünür posa kaynağı meyve ve kurubaklagiller diyete eklenir.<br />

180


*Diyet<br />

*Egzersiz modifikasyonu<br />

*Ağırlık kaybı<br />

*Dislipidemiye yönelik tedavi<br />

*Hiperglisemi tedavisi<br />

*Hipertansiyon tedavisi<br />

Bu amaçlara yönelik olarak;<br />

*Kilo alınmamalı ;alındı ise verilmeli ve ideal kilo sınırlarına<br />

ulaşılmalıdır.<br />

*Düzenli fizik aktiviteleri yapılmalı ve yaşa uygun olan egzersizler<br />

seçilmelidir.<br />

*Đnsülin direnci tanısı konmuşsa önerilen ilaçlar düzenli kullanılmalı ve<br />

yaşam tarzı değişiklikleri benimsenmelidir.<br />

*Kan basıncını düşüren ilaçlar kullanılmalı,<br />

*Kolesterolü düzenleyen ilaçlar kullanılmalı,<br />

*Sigara içiliyorsa bırakılmalı,<br />

* Sağlıklı beslenme kurallarına uyulmalı diyette karbonhidrat,protein<br />

ve yağ oranları dengeli olmalı ,lifli gıdalara diyette yer verilmelidir.<br />

*Sağlıklı yaşam önerilerine uyulmalı ve uygulanmalı,<br />

*Düzenli aralıklarla check-up yaptırılmalıdır.<br />

Tablo 5: Metabolik Sendromlu Bireylerde Korunma ve Bireysel Bakım<br />

Korunma<br />

*Sağlıklı diyet önerilerini yerine getirme<br />

*Hareketli bir yaşam<br />

*Düzenli kontrollere gitme<br />

Bireysel Bakım (self –Care)<br />

*Kilo verme<br />

*Egzersiz yapma<br />

*Sigara içmeyi bırakma<br />

*Liften zengin gıdaları tüketme<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Deen, D, Metabolic Syndrome:Time for Action.www.aafp.org/afp.(erişim tarihi:<br />

Temmuz 2006), ss: 2875-2887.<br />

2. Fadıloğlu Ç (2005). Metabolik sendromda iç hastalıkları ekibinin önemi. 7 Ulusal Iç<br />

Hastalıkları Hemşireliği Kongresi. Özet Kitabı, 16-20 Eylül 2005. Antalya.<br />

3. Işıldak M, Güven G, Gürlek A (2004). Metabolik Sendrom Ve Insulin Direnci<br />

.Hacettepe Tıp <strong>Dergisi</strong>, 35: 96-99.<br />

4. Karadakovan, A (2006). Metabolik Sendrom Ve Böbrek.Nefroloji Hemşireliği <strong>Dergisi</strong>,<br />

10-13.<br />

5. ----- Metabolic syndrome.http://www.americanheart.org (erişim tarihi:Haziran 2005)<br />

6. ----- Metabolic syndrome. http://www.mayoclinic.com.(erişim tarihi:Mayıs 2005)<br />

181


7. ----- Metabolic syndrome. http//www.cdc.gov (erişim tarihi: Haziran 2005)<br />

8. ---- Metabolic syndrome. http://www.clevelandclinic.org (erişim tarihi: Haziran<br />

2005)<br />

9. ----- Metabolic syndrome (syndrome X). http://www.mrc-hnr.ac.uk (erişim tarihi :<br />

Haziran 2005<br />

10. Samur, G (2005). Metabolik Sendrom Ve Tıbbi Beslenme Tedavisi. Sendrom Ekim,<br />

ss: 78-82.<br />

11. Süzer, Ö (2006). Farmakolog Gözüyle Metabolik Sendrom.www.onersuzer.com<br />

(erişim tarihi:Haziran 2006).<br />

12. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Metabolik Sendrom Çalışma Grubu.<br />

Metabolik Sendrom Kılavuzu, 2005. (Erişim Tarihi: Haziran 2005)<br />

13. ------The Metabolic Syndrome. JAMA, 295(7), 2006. http://www.jama.com (erişim<br />

tarihi:24 Temmuz 2006).<br />

14. -----The IDF consensus worldwide definition of the metabolic syndrome.<br />

http://www.idf.org. (erişim tarihi: 24 Temmuz 2006).<br />

15. ---Yürügen, B (2005). Metabolik Sendrom. Çağımızın Sağlıktaki En Büyük Salgını. 7<br />

Ulusal Iç Hastalıkları Hemşireliği Kongresi Özet Kitabı, 16-20 Eylül Antalya.<br />

182


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 183-194, <strong>2007</strong><br />

ANNE VE BABAYA AĐT BAĞLANMA VE HEMŞĐRENĐN ROL<strong>Ü</strong><br />

MATERNAL AND PATERNAL ATTACHMENT AND THE ROLE OF NURSE<br />

Oya KAVLAK<br />

Ahsen ŞĐRĐN<br />

E.<strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> YO. Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD<br />

Anahtar Sözcükler: Bağlanma, Maternal Bağlanma, Ebeveyn-bebek bağlanması<br />

Key Words: Attachment, Maternal Attachment, Parent-infant Attachment<br />

ÖZET<br />

Bir annenin bebeğine sevgiyle bağlanması, çocuğun sağlıklı büyüme ve<br />

gelişimini teşvik eden en önemli öğelerden biridir. Çocuğun yaşadığı ilk bağlanma<br />

deneyimi daha sonra yaşayacağı bağlanma deneyimleri için temel oluşturur.<br />

Eğer anne ile bebek arasında yaşamın ilk iki yılında güvenli bağlanmayı<br />

başarmada gerekli durumlar karşılanamazsa, bebek emosyonel, sosyal, fiziksel,<br />

zihinsel ve dil gelişimi problemleri yaşar. Maternal bağlanmada başarısızlıkların<br />

yaşandığı durumlarda bebek, ihmal ve istismar açısından da risk altındadır.<br />

SUMMARY<br />

A mother’s affectionate attachment to her infant is recognized as a major<br />

contributor to the child’s healthy growth and development. The child’s initial<br />

attachment experiences lay the foundation fort he development of all subsequent<br />

attachments. If an infant grows up with a mother who does not provide<br />

conditions necessary for secure attachment to be accomplished, he or she may be<br />

developmentally affected and at risk of developmental delays in areas such as<br />

emotional, social, cognitive, and linguistic skills. When maternal-infant<br />

attachment are impaired, the child is at risk of child abuse and neglect.<br />

GĐRĐŞ<br />

Bağlanma kelimesinin temelleri 13. yüzyıla dayanır, “to attach”,<br />

“bağ” kelimesinin etimolojik anlamı, bir göreve bağlılık ya da bir görevi<br />

yerine getirmedir. Fransız bir yazar ve 18.y.y filozofu olan Rousseau<br />

anne-bebek ilişkisi kavramını ilk kullanan kişidir. Onun bağlanma<br />

hakkındaki yazıları “annelik sevgisi” ile ilişkilidir (Bell ve ark. 1998).<br />

Bowlby 1969’da “bağlanma” kelimesini iki kişi arasındaki güçlü<br />

bir bağ olarak tanımlamış ve kavramın oluşumu için bir kilometre<br />

taşını oluşturmuştur. Bowlby çocuktan ebeveyne bağlanma sürecini<br />

tanımlamıştır, fakat bu tanım karşılıklı ebeveyn-bebek bağlanma<br />

sürecinin açıklanmasına yardımcı olmuştur (Bell ve ark. 1998).<br />

183


Bağlanma Kuramı (Attachment Theory) insanların kendileri için<br />

önemli olan başkalarıyla güçlü duygusal bağlar kurma eğiliminin<br />

nedenlerini açıklayan bir yaklaşımdır. Duygusal bağ kurma eğilimi ve<br />

gereksinimi bebeklerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli ve<br />

gelişimsel açıdan işlevsel olan bağlanma sistemini ifade eder. Bağlanma<br />

sistemi bebeklerin onlara bakan kişi/kişilerle fiziksel yakınlığını güçlü<br />

tutarak, hem bebeklerin çevreden gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını<br />

hem de onlara çevreyi keşfetmeleri için gerekli koşulları sağlar.<br />

Bu nedenle bakıcı ile yakınlığın korunması bağlanma sistemi içindeki<br />

en temel hedeftir ve bu sayede bebeklere güven içinde gelişebilecekleri<br />

bir alan sağlar (Sümer ve Güngör 1999, Solmaz 2002).<br />

BAĞLANMA EVRELERĐ<br />

Bağlanma, tanışma evresiyle başlayan ve bağlanmanın gelişimiyle<br />

sonuçlanan etkileşimsel bir süreçtir.<br />

Tanışma Evresi: Tanışma tüm insan ilişkilerinin temelidir ve<br />

bağlanma sürecinin ilk adımıdır. Bu evre doğumdan sonraki ilk 48<br />

saati kapsar. Bu evrede zamanın büyük çoğunluğu karşılıklı bakışma<br />

ile geçer. Anne/baba bebeğiyle, bebek de anne/babasıyla göz göze temas<br />

kurmaya çalışır. Anne/babalar bebeklerine sistematik olarak dokunarak<br />

bebeklerini keşfetmeye çalışırlar. Bu evrede anne/babalar bebekleri<br />

hakkında genel duygu ve düşünceler geliştirirler (Bell ve ark. 1998,<br />

Çoban 2003).<br />

Sahiplenme Evresi: Doğum sonrası üçüncü günde başlayan ve<br />

altı haftaya kadar süren ve anne/babalık rolü benimsendiği bu evrede,<br />

bebeğe ismiyle yada cinsiyetiyle (oğlum,kızım gibi) hitap edilir. Aileler<br />

bebekleri ile yakınlık kurarlar ve sözel ve sözel olmayan, genel pozitif<br />

duygular karşılıklı olarak yansıtılır. Anne/babalar bu evrede bebeğin<br />

temel gereksinimlerine verdiği yanıtları öğrenir ve zaman içinde doğru<br />

olarak yorumlarlar. Karşılıklı ilişki ve uyumun başarılması ile dayanıklı<br />

bağların gelişimine doğru ilerlenmiş olur (Bell ve ark. 1998, Çoban<br />

2003).<br />

Bağlanma: Doğumdan sonraki altı-sekiz haftayı kapsayan evre<br />

bağlanma evresidir. Anne/baba ve bebek arasında karşılıklı ilişki ve<br />

uyum belirgindir. Anne/baba, bebeklerinin bakımında yeterli hale<br />

gelmiştir. Anne/baba ve bebek arasındaki sevgi ve derin bağlanma<br />

duygusu tamamen oluşmuştur (Bell ve ark. 1998, Çoban 2003).<br />

BAĞLANMANIN ÖZELLĐKLERĐ<br />

Anne-baba ve bebek arasındaki bağlanma, zihinsel ve sosyal bir<br />

süreç olup bağlanmaya ilişkin karşılıklı memnuniyet duyguları ve<br />

pozitif geribildirimlerle gelişir (Ferketich ve Mercer 1995a).<br />

184


Yakınlık: Anne/babalar, annelik/babalık duygularının gelişmesi<br />

ve bebekle etkileşimlerinin desteklenmesi için bebekleri ile yakın temas<br />

kurarlar. Bebeğin doğduğu andan itibaren en erken dönemde kurulan<br />

yoğun temas anne/babanın bebeğini tanımasına olanak verir (Bell ve<br />

ark. 1998).<br />

Anne/babalar bebekle etkileşime girmek için çeşitli yollar kullanırlar.<br />

Dokunma ve göz teması kurma bebekle iletişimin en güçlü yollarıdır.<br />

Bebeğin ağlaması, gülmesi, emmesi, yapışma ve izlemesi bebeğin<br />

ihtiyaçlarının karşılanması ve anne/babasıyla yakınlığını sürdürmek<br />

istemesi bebeğin gösterdiği bağlanma davranışlarıdır. Bu davranışların<br />

sürekli olarak tekrarlanması sevgi, güven ve memnuniyet duygularını<br />

geliştirir. Tekrarlanmayan davranışlar bağlanma davranışları olarak<br />

değerlendirilemez (Foster ve ark 1989, Caye ve ark. 1992, Parke ve<br />

ark.1994, Soysal ve ark 1999).<br />

Bebeğe, özel bir sevgi hissetmek ve anne/baba rolünün<br />

kazanılmasıyla elde edilen başarı, bağlanmaya doğru duygusal bir<br />

atmosfer yaratır. Bebek bireysel gereksinimleri öğrenildiği ve karşılandığı<br />

şekilde farklı bir kişilik geliştirir. Bebeğe yönelen annelik/babalık<br />

davranışları, bebeğin kendisine değer verme duygusunun gelişmesinde<br />

önemli bir rol oynamaktadır (Ferketich ve Merker 1995b, Bell ve ark.<br />

1998, Söhmen 2002).<br />

Karşılıklı iletişim: Đyi bir ilişkinin kurulabilmesi için hem<br />

anne/babanın hem de bebeğin, iletişim yeteneklerinin olması gerekir.<br />

Dokunma ve göz teması kurma bebekle iletişimin en güçlü yollarıdır.<br />

Bebeğin ağlaması, gülmesi, emmesi, yapışma ve izlemesi ve anne/<br />

babasıyla yakınlığını sürdürmek istemesi bebeğin gösterdiği bağlanma<br />

davranışlarıdır. Karşılıklı geribildirimlerle, bebeğinden gelen bağlanma<br />

işaretlerini tanıyan anne/babalar duyarlı bir şekilde bebeğin ihtiyaçlarına<br />

cevap vermeyi öğrenirler. Ebeveynler, bebeğin dilini, reflekslerini, uykuuyanıklık<br />

dönemlerini, bakım zamanını ve belirli uyaranlara cevaplarını<br />

öğrendikleri zaman bebekleriyle uyum içinde olabilirler ve bebeklerinin<br />

bakımı için yeteneklilik duygusunu geliştirirler (Foster ve ark 1989,<br />

Caye ve ark. 1992, Parke ve ark.1994, Bell ve ark. 1998, Soysal ve ark<br />

1999).<br />

Sorumluluk almayı kabullenme (Süreklilik): Bağlanma, bebeğini<br />

hem fiziksel hem de duygusal olarak en iyi şekilde yetiştiren ve<br />

bebeğine karşı sorumluluk almayı kabul eden anne/babalarda değişmez<br />

ve sürekli bir ilişki anlamına gelir. Bebeğiyle güvenli bağlanmayı<br />

geliştiren anne/babalar, toplum tarafından desteklenen annelik/babalık<br />

duygusunu hissederler. Anne/babalar bebekleri sayesinde güven<br />

duygusunu yaşarlar, çünkü bebek onların devamıdır ve aileye<br />

ölümsüzlük yaşatır (Bell ve ark. 1998).<br />

185


BAĞLANMAYI KOLAYLAŞTIRAN FAKTÖRLER<br />

Bu faktörler, anne/babada önceden var olan ve bebeğe karşı<br />

geliştirilecek olan bağlanmayı kolaylaştıran özelliklerdir. Bunlar;<br />

Önceden yaşanılan bağlanma tecrübelerinin farkında olmak;<br />

Kişinin, ailesinden almış olduğu derin ilişkilerin önemini anlaması,<br />

kabul etmesi ve farkında olması bağlanma açısından önemlidir. Bu<br />

genellikle gebelik döneminde çiftlerin kendi anne/babalarından aldıkları<br />

annelik/ babalık rollerini yansıtmalarıyla görülür (Bell ve ark. 1998).<br />

Fiziksel ve psikolojik olarak yeterli olmak: Kişinin kendisini<br />

annelik/babalık konusunda yeterli hissetmesi ve bunun gereğini yerine<br />

getirebilmesidir.<br />

Gebeliği ve bebeği kabul etmek; Bebeğin anne karnında hareketlenmesi,<br />

ultrason görüntüleri, doğum, bebeğin ilk gülüşü, bebeğin<br />

isteklerinin karşılanmasına ve bağlanmanın gelişimine destek olur<br />

(Whaley ve Wong 1987, Merker ve Fercetich 1994, Bell ve ark. 1998).<br />

Bağlanma bilgisinin oluşumu ve olumlu çevre; Anne/babalar<br />

bebekleri ile karşılıklı etkileşim sonucunda bebeklerini tanırlar, böylece<br />

bebeğine yönelik amaçlı davranışlar geliştirebilir ve eyleme sokabilirler.<br />

Bebek anne/babasının oluşturduğu duygusal çevrenin bir parçasıdır ve<br />

bu çevrede gelişimine devam eder. Bu çevre anne/babanın yaşamındaki<br />

esnek özellikleri ve değişmez özelliklerin tümünü içerir. Bu etkileşiminin<br />

uygun bir çevrede gerçekleşmesi bağlanmanın gelişimi için kolaylaştırıcı<br />

bir faktör olarak görülmektedir (Caye ve ark 1992, Mercer ve Ferketich<br />

1994, Bell ve ark. 1998, Çoban 2003).<br />

BAŞARILI BAĞLANMA SONUCU GÖR<strong>Ü</strong>LEN DURUMLAR<br />

Annelik/babalık yeteneğinin sağlamlaşması: Annelik/babalık<br />

yeteneği, anne/baba ve bebek arasında, karşılıklı olarak pozitif duyguların<br />

değişimi ve memnuniyet davranışlarıyla anlam bulur. Bebeklerine<br />

bakabilmeyi öğrenen anne/babalar, annelik/babalık yeteneklerinin<br />

güçlendiğini hisseder ve bu konuda kendilerine güven ve yeterlilik<br />

duygusu yaşarlar (Fercetich ve Mercer 1995b, Bell ve ark. 1998).<br />

Bebeğin büyümesi ve gelişmesi: Bebekler uygun bir şekilde<br />

bakıldıkları zaman sevgi ve güven duygusunu geliştirirler. Böyle çocuklar<br />

kendilerine güvenen, bağımsızlık ve diğer çocuklarla ilişkilerinde daha<br />

fazla başarı gösteren çocuklardır. Bu durum bireyselliğinin diğer<br />

yönleri üzerine temel oluşturur. Bu bağlanmanın, bebekler için tüm<br />

gelişimsel faydalarının açıklanmayan tanımıdır. Örneğin, zihinsel gelişim<br />

bebeğin çeşitli uyarılarla oluşan tecrübelerinden çok, anne/babaların<br />

bağlanmaya yönelik geliştirdikleri zihinsel stillerle ilişkilidir (Bell ve<br />

ark. 1998).<br />

186


Sürekli ve Dayanıklı Bağların Oluşması: Pozitif bir bağlanma,<br />

anne/baba ve bebekleri arasında uyum ve sağlam bağlarla kanıtlanır.<br />

Bu bağlar her zaman dayanıklı olmalıdır. Kişi zor durumda kaldığında<br />

güçlü bir güven bağı sayesinde güçlüklerle daha kolay baş edebilir (Bell<br />

ve ark. 1998, Feeney 2000).<br />

MATERNAL (ANNE-BEBEK) BAĞLANMA ÖZELLĐKLERĐ<br />

Maternal bağlanma, anne ve bebeği arasında gelişen ve zaman<br />

içinde süreklilik gösteren eşsiz, şefkat dolu bir sevgi ilişkisidir. Bu ilişki<br />

çocuğun fiziksel, psikolojik ve entelektüel gelişimini derin bir şekilde<br />

etkiler. Anne ve bebek arasındaki bağlanma süreci gebelik, doğum ve<br />

postpartum periyod süresince gelişir. Bağlanma postpartum periyot<br />

süresince anne-bebek etkileşimi ile desteklenir. Sevgiyle bağlanma<br />

maternal rol adaptasyonunun bir parçasıdır ve bunun sonucunda<br />

bebekte güven duygusu gelişir (Mott ve ark 1990, Muller 1994, Mercer<br />

ve Merketich 1994, Muller 1996, Ard 2000).<br />

Doğumdan sonra kısa bir süre içinde, annelerin bebekleri ile bağ<br />

kurması için eşsiz bir yeteneğe sahip olduğu kritik bir perioda inanılır.<br />

Klaus ve Kennel (1976) bağlanma ilişkisinde annenin bakış açısına<br />

yoğunlaşan ilk yazarlardır. Onlar, anne-bebek bağının kurulmasında<br />

en uygun dönem olan ve doğumdan hemen sonra gelişen “maternal bir<br />

duyarlılık periyoduna” işaret etmişler ve “uzayan kontak hipotezi” ni<br />

kurmuşlardır. Klaus ve Kennel doğumdan sonraki 45-60 dakikalık<br />

periyodun duyarlılığına değinmişler (ayrıca doğumdan sonra ilk 45-60<br />

dakikalık dönemde bebek uyanık ve alıcı durumdadır) ve bu dönemin<br />

anne-bebek sevgisi ve etkileşiminin oluşması için en önemli zaman<br />

olduğunu savunmuşlardır. Klaus ve arkadaşları bağ kurma sürecinde<br />

olan annelerin davranışlarını incelemişler ve bu davranışların her<br />

annede tekrarlandığını görmüşlerdir. Bu davranışlar; bebekler çıplak<br />

olarak annelerine ilk gösterildiğinde, bebeğin kol ve bacaklarına<br />

dokunmaya başlayarak, parmak uçlarıyla bebeklerini incelerler,<br />

anneler bebeklerine 4–8 dakika süresince masaj yaptıktan sonra<br />

bebeklerine sarılırlar. Ayrıca anneler, bebeklerini gözlerinin karşılaştığı,<br />

aynı dikey düzlemde göz göze temas kurabilecekleri bir pozisyona<br />

getirirler, bu pozisyonun sevgi bağlarının oluşumunda önemli olduğu<br />

saptanmıştır. Klaus ve Kennel tarafından ileri sürülen bu maternal<br />

bağlanma davranışlar ispatlanamamasına karşın maternal bağlanmaya<br />

yönelik olarak “zaman içinde süreklilik göstermesi” konusundaki<br />

hipotezi kavramsal olarak hemşire araştırmacılar tarafından pek çok<br />

kez kullanılmıştır ( Whaley ve Wong 1987, Foster 1989, Muller 1996,<br />

Soysal 1999, Tilokskulchai 2002).<br />

Başarılı maternal bağlanmanın oluşumunda diğer bir özellik de<br />

karşılıklı ilişki yada karşılıklı etkileşim kavramıdır. Annenin bebeğini<br />

187


cevaplaması için bebeğin de anneye emme, ses çıkarma, göz kontağı<br />

kurma, yakalama yada yakın fiziksel temas süresince annesinin<br />

vücuduna uyum sağlama gibi bazı işaretlerle annesine karşılık vermesi<br />

gerekir. Karşılıklı pozitif anne-bebek etkileşimi, sekiz adımda tanımlanmaktadır:<br />

Đlk adım başlatmadır, annenin bebeğin dikkatini çekmesi ve<br />

bebeğin anneye yönelmesi ile kendini gösterir böylece anne ile bebek<br />

arasında etkileşim başlar. Bir sonraki adım yönelmedir. Bu adımda<br />

bebek annesinin yüzüne bakar, anne ve bebeğin etkileşim süresince<br />

birbirlerinden beklentileri oluşur. Bir sonraki adım dikkat durumudur,<br />

bebek anneye işaretler gönderir ve alır. Daha sonra hızlanma, annenin<br />

ve bebeğin tamamen birbirlerine yoğunlaştığı dönemdir. Bir sonraki<br />

evre, bebeğin sevgi sesleri çıkardığı konuşma evresidir. Daha sonra<br />

heyecanın doruğa ulaştığı evrede, bebek kollarını oynatır, bacaklarıyla<br />

tekmeler, düzensiz hareketlerde bulunur. Kısa bir süre sonra heyecan<br />

yavaşlar, hareketlilik, göz kontağı ve ses çıkarma azalır. Daha sonra<br />

bebeğin gözlerini annesinden uzaklaştırdığı ve etkileşimi bitirdiği<br />

geriçekilme evresi gerçekleşir. Bu dikkatsizlik evresi süresince bebeğin<br />

gözleri herhangi bir objeye odaklanır bebek, annenin görsel ve sözel<br />

uyaranlarına karşı duyarsızdır. Đyi bir etkileşimde hem anne hem de<br />

bebek uyumlu olarak evreleri yaşar. Anne, bebeğinin geri çekilme<br />

evresine geçmesine izin vermez ve bebeğiyle göz göze teması sürdürerek<br />

dikkat evresinin kapatılmasını engellerse, dikkatsizlik evresi uzar.<br />

Tanımlanan bu karşılıklı etkileşim davranışları, genellikle bebek 2–3<br />

haftalık olduğunda gözlenebilir (Olds ve ark 1984, Whaley ve Wong<br />

1987, Foster ve ark 1989).<br />

Sağlık çalışanları için özel bir anlam taşıyan bağlanmanın diğer<br />

bir özelliği monotropi (monotropy)dir. Monotropi; bir yetişkinin belirli<br />

bir zaman dilimi içinde yalnızca bir kişiye, en üst düzeyde<br />

bağlanabileceği prensibine dayanır (Whaley ve Wong 1987). Buna<br />

karşın bebekler bir kişiden daha fazla kişiye bağlanma kapasitesine<br />

sahiptir (Bell ve ark 1998).<br />

Bebeğin annesine bağlanmasının gelişiminde en önemli iki annelik<br />

davranışı bulunmaktadır. Annenin, bebeğin belirti ve işaretlerini anladığı,<br />

cevapladığı ve bebeğin fiziksel ve duygusal gereksinimlerini karşıladığı<br />

zaman ve bebeği gerçek sosyal etkileşime düzenli olarak soktuğu zaman en<br />

üst düzeyde bağlanma gerçekleşir. Fiziksel gereksinimleri hızlı bir<br />

şekilde karşılanan fakat sosyal etkileşime sokulmayan çocukların,<br />

annelerine güçlü bir şekilde bağlanmalarında başarısızlıklar ortaya<br />

çıkmıştır. Aynı zamanda yalnızca sosyal ilişki de yeterli değildir. Zevk<br />

veren sosyal aktivitelerde kardeşler, baba ve aile büyüklerinin de dahil<br />

edilmesi sosyal bağlanma biçimleridir (Caye ve ark 1992).<br />

Bir annenin bebeğine sevgiyle bağlanması, çocuğun sağlıklı büyüme<br />

ve gelişimini teşvik eden en önemli öğelerden biridir. Çocuğun yaşadığı<br />

188


ilk bağlanma deneyimi daha sonra yaşayacağı bağlanma deneyimleri<br />

için temel oluşturur. Eğer anne ile bebek arasında yaşamın ilk iki<br />

yılında güvenli bağlanmayı başarmada gerekli durumlar karşılanamazsa,<br />

bebek emosyonel, sosyal, fiziksel, zihinsel ve dil gelişimi problemleri<br />

yaşar. Maternal bağlanmada başarısızlıkların yaşandığı durumlarda<br />

bebek ihmal ve istismar açısından risk altındadır (Caye ve ark 1992,<br />

Muller 1994, Muller 1996, Tilokskulchai 2002).<br />

Maternal Bağlanmaya Etki Eden Faktörler:<br />

Anne-bebek etkileşimi zaman içinde gelişen bir süreçtir. Bu<br />

etkileşimin sağlıklı başlayıp sürdürülmesinde annenin yeni rolüne uyumu,<br />

karşılaştığı sorunlarla baş edebilmesinde çevreden aldığı destek ve<br />

eşler arasındaki uyum önemlidir (Başbakkal 1999).<br />

Anne bebek ilişkisinin gelişmesi ve anne bebek bağlanmasının<br />

oluşmasında, gebeliğin planlanması, gebeliğin istenmesi, annenin güven<br />

duygusu, ailenin sosyoekonomik ve kültürel durumu, eş ilişkileri, eş<br />

desteği, kadının ailesiyle ve sosyal çevresiyle olan ilişkileri, doğum<br />

şekli, ilk günlerde yaşanan anksiyete, anne ve bebeğin sağlık durumu,<br />

çocuk bakımı konusunda annenin bilgili olması gibi faktörlerin etkili<br />

olduğu belirtilmektedir (Mercer ve Ferketich 1994, Balcı ve Savaşer<br />

1998, Ohta 2001, Çoban 2003).<br />

Yapılan çalışmalarda, annenin çocukluğunda kendi annesiyle<br />

yaşadığı bağlanma ilişkilerinin, kendisinin bebeğiyle yaşadığı bağlanma<br />

ilişkilerini etkilediği saptanmıştır (Mercer ve Ferketich 1994, Kretchmar ve<br />

Jacobvitz 2002).<br />

Diğer taraftan güvenli bağlanma stiline sahip annelerin,<br />

çocuklarının da güvenli bağlanma stiline sahip olması arasında anlamlı<br />

ilişkiler olduğunu saptayan çalışmalar vardır (Manassis ve ark 1999,<br />

Steele ve ark 2002).<br />

Gebelik süresince aileler “hayali yada ideal” bir bebek imajı<br />

geliştirirler. Doğum ile birlikte hayali bebek, gerçek bebek olur. Hayallerdeki<br />

bebeğin gerçek bebeğe açık bir şekilde benzemesi maternal<br />

sevgiyle bağlanmayı olumlu etkileyen faktörlerden biri olarak görülmektedir<br />

(Whaley ve Wong 1987, Foster 1989).<br />

Çalışmalarda, gebelik süresince yaşanan fetüse bağlanmanın,<br />

doğum sonrası bebeğe bağlanmayı etkilediği düşünülmektedir (Muller<br />

1996, Ard 2000, Tilokskulchai ve ark 2002).<br />

Ard (2000)’ın, adölesan annelerle yaptığı çalışmada, adölesanlarda<br />

anne yaşı küçüldükçe, maternal bağlanma düzeyinin azaldığı<br />

bulunmuştur (Ard 2000).<br />

Doğum süreci de annenin bebeğine ilk bağlanmasına etki eden<br />

faktörlerden biridir. Đdeal olarak yaşamın ilk saatlerinde gerçekleşmesi<br />

189


eklenen bağ kurma eylemi, zor ve güç doğumlar ve genel anestezi<br />

nedeniyle engellenebilmektedir. Bu yüzden bu gibi durumlar maternal<br />

bağlanmayı olumsuz etkileyebilmektedir (Whaley ve Wong 1987,<br />

Merker ve Ferketich 1994, Çoban 2003).<br />

Doğumdan hemen sonra annenin bebeğinden ayrı olması erken<br />

temas kurmayı engellediği için maternal bağlanma üzerine negatif bir<br />

etkiye sahiptir (Tilokskulchai ve ark 2002). Ayrıca anne ve bebek<br />

arasındaki tensel temas hem bağlanmaya hem de emzirmeye yardımcı<br />

olmaktadır. Bunun nedeni prolaktin ve oksitosin salgılanmasının<br />

uyarılması ile anne sütünün üretiminin artmasıdır (Brandt ve ark<br />

1998, Çoban 2003).<br />

Merker ve Ferketich (1994)’in yaptığı çalışmada, annelerin bebek<br />

bakımı konusunda kendilerine güvenmeleri ve daha önce bebek<br />

bakmaları iki yıllık bir periyotta maternal bağlanmayı kolaylaştırıcı bir<br />

faktör olarak belirlenmiştir (Merker ve Ferketich 1994).<br />

Bebekte herhangi bir anomali olması ilk aylarda maternal<br />

bağlanmayı etkileyen faktörlerden biri olmasına karşın 6 ve 12 aylarda<br />

sağlıklı ve anomalili bebeği olan anneler arasında fark bulunamamıştır<br />

(Merker ve Ferketich 1994).<br />

Prematürelik de maternal bağlanmayı olumsuz etkileyen bir diğer<br />

faktördür. Gerek prematüre bebeklerin yenidoğan ünitesine yatma<br />

olasılığının yüksek olması nedeni ile erken anne- bebek temasının<br />

engellenmesi, gerekse prematüre bebeklerin normal bebeklere göre<br />

annelerine karşılıklı etkileşim sürecinde daha az tepki vermeleri,<br />

maternal bağlanmayı olumsuz etki eden bir faktör olarak görülmektedir<br />

(Tilokskulchai ve ark 2002, Soysal ve ark 2003).<br />

Bebek ile temasın fazla olması bağlanma davranışlarını arttırır.<br />

Doğum sonrası ekonomik yetersizlikler nedeni ile erken taburcu edilen<br />

(24-47 saatte) annelerin bağlanma davranışlarının, 48 saatten sonra<br />

taburcu edilen annelerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu farklılığın<br />

ev ortamında bebeklerle daha fazla temasa olanak bulunmasından<br />

kaynaklandığı düşünülmüştür (Merker ve Ferketich 1994).<br />

PATERNAL (BABA-BEBEK) BAĞLANMA ÖZELLĐKLERĐ<br />

Genellikle bağlanma üzerine yapılan araştırmalar baba içinde<br />

anneye benzer bir süreç göstermeye meyillidirler. Tıpkı anne gibi baba<br />

da gebelik süresince, bağlanma davranışları geliştirir. Eşiyle birlikte<br />

gebelik sürecini izleyen baba adayı, doğumdan sonra babalık rolünü<br />

kabullenmeye başlar. Bebek de babalık rolünün kabullenilmesinde<br />

önemli bir faktördür. Bebeğin iletişim yeteneği, babanın kendisini özel<br />

bir kişi olarak algılamasını sağlar (Başbakkal 1999, Bell ve ark 1998).<br />

190


Ferketich ve Mercer (1995) baba için erken postnatal bağlanmanın<br />

en iyi ön belirleyicisinin, fetüse bağlanmanın olduğunu bulmuştur.<br />

Fakat gebelik süresince anne, babanın fetüse olan yaklaşımını kontrol<br />

eder pozisyondadır. Bu nedenle babanın fetüse bağlanması, tam olarak<br />

evlilik ilişkisinin kalitesiyle ilişkilidir (Ferketich ve Mercer 1995a).<br />

Diğer taraftan, yapılan çalışmalarda güvenli bağlanma stiline<br />

sahip babaların çocuklarının da güvenli bağlanma stiline sahip olması<br />

arasında anlamlı ilişkiler bulunamamıştır (Manassis ve ark 1999,<br />

Steele ve ark 2002).<br />

Babalar ancak, doğumdan sonra bebeğine bakma ve sevme duygusunu<br />

geliştirebilirler. Doğumdan sonra babanın bebeğiyle duygusal<br />

ilişki kurabilmesi için fiziksel temasta bulunması gerekir. Anne ve<br />

bebek hastanede yattığı sürece babalar belirli saatlerde bebeklerini<br />

görebildikleri için bebekleri ile olan temas miktarı onlara yeterli<br />

gelmemektedir. Doğum eylemi ile ilgili koşullar babanın bebeğine<br />

bağlanma geliştirmesini engelleyebilir, çünkü babalar bu dönemde<br />

daha çok, verdikleri destek ve bebeğin iyi olması ile meşguldürler (Bell<br />

ve ark 1998).<br />

MATERNAL BAĞLANMA VE PATERNAL BAĞLANMA<br />

ARASINDAKĐ FARKLAR<br />

Doğumdan sonra bebeklerini hala kendilerinin bir parçası olarak<br />

gören annelerin, bebeklerinin farklı bir birey olduğunu kabul etmesi<br />

için bir zaman sürecine ihtiyaçları vardır. Babaların böyle bir sürece<br />

ihtiyaçları yoktur. Babaların bebeklerine pozitif duygularının gelişmesi<br />

ve bağ kurması doğum sonrası ikinci-üçüncü günde gerçekleşir (Foster<br />

ve ark 1989, Ferketich ve Merker 1995a, Bell ve ark 1998).<br />

Babaların bebeklerinin gereksinimlerini uygun şekilde cevaplamaları,<br />

annelerden çok daha yavaş gelişir (Ferketich ve Merker 1995a).<br />

Genellikle babalar bebekleriyle sözel olmayan iletişime girerler ve<br />

babaların babalık rolünü kabullenmeleri bir aylık bir süreç sonucunda<br />

gerçekleşir (Ferketich ve Merker 1995a, Ferketich ve Merker 1995b).<br />

Babalar annelere göre bebekleriyle daha çok oyun aktivitesinde<br />

bulunurlar bebek bakımına ise daha az katılırlar. Babalar bebekleriyle<br />

oyun oynarken yuvarlanma ve düşme gibi fiziksel oyunlar, anneler ise<br />

daha çok sözel ve sakin oyunları seçerler. Baba ve bebek arasındaki rol<br />

ilişkisi farklı olmasına karşın önem derecesi anne ve bebek arasında<br />

gelişen ilişkiyle aynıdır. :Bu durum bebeğin entelektüel ve duygusal<br />

gelişimini güçlü bir şekilde etkiler (Mott ve ark 1990).<br />

Babanın bağlanması çocuk üzerinde anneye göre ikinci derecede<br />

rol oynar. Babalar daha çok eşinin anneliğe hazırlanmasında duygusal<br />

191


destek sağlarlar. Baba, annenin çocuğuna geliştirdiği bakım kalitesi ve<br />

çocuk gelişiminde önemli bir faktör olarak görülmektedir (Kretchmar ve<br />

Jacobvitz 2002).<br />

BAĞLANMA S<strong>Ü</strong>RECĐNDE HEMŞĐRENĐN ROL<strong>Ü</strong><br />

Đnsan hayatında ilk sevgi duygusu anne ve bebek arasında oluşan<br />

derin bağdan kaynaklanır. Çocuğun gelişimi üzerinde önemli derecede<br />

etkisi olan bağlanma ve anne-bebek ilişkisinin önemi konusunda,<br />

günümüzde hemşirenin bilinçlenmesi gerekmektedir.<br />

Ebe/hemşireler; doğum sonrası olumlu anne-bebek ilişkisinin<br />

geliştirilmesinden kendilerinin sorumlu olduğu bilincinde olmalı ve<br />

maternal bağlanmayı sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmelidir (Balcı ve<br />

Savaşer 1998).<br />

Ebe/hemşireler doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası<br />

dönemlerde, aile ve bebeğe bilinçli hemşirelik yaklaşımı yaparak, bağlanma<br />

sürecinde sevgi oluşumunun başlatılması ve sürdürülmesinde yardımcı<br />

olmalıdır (Çoban 2003).<br />

Ebe/hemşireler bağlanmanın multifaktöriyel bir süreç olduğu<br />

gerçeğini göz önüne alarak, aile-bebek etkileşimi ve kalitesini arttırmaya<br />

yönelik aileyi desteklemeli ve cesaretlendirmelidir (Foster ve ark 1989).<br />

Ebe/hemşireler çeşitli nedenlerle bebekleriyle erken temas kuramayan<br />

ailelere bu durumun doğrudan bir probleme yol açmayacağı<br />

güvencesini vermeli ve endişelerini gidermelidir, çünkü erken temas<br />

bağlanmanın oluşum sürecini güçlendiren bir faktör olmasına karşın<br />

olmazsa olmaz bir öge değildir (Balcı ve Savaşer 1998, Soysal ve ark<br />

2003).<br />

Anneye taburcu olurken, çocuğu ile etkileşimini sürdürülmesinin<br />

önemini vurgulamalı ve bunun çocuğun tüm yaşamını etkileyeceğini<br />

açıklamalıdır (Çoban 2003).<br />

Doğum sonrası dönemde, anne–bebek ilişkisini değerlendirmek<br />

için hemşire düzenli olarak gözlem yapmalı ve annenin bebeğine bağlanma<br />

süreci ile ilgili notlar almalıdır. Annenin bebeğini sakinleştirmesi,<br />

okşaması, kucaklaması, onunla konuşması, uygun besleme tekniklerini<br />

kullanması, göz göze temas kurması ve adı yada cinsiyetiyle<br />

(kızım/oğlum) bebeğe seslenmesi, annenin gösterdiği uygun bağlanma<br />

davranışlarıdır. Ebe/hemşire sıcak, nazik ve karşılıklı ilişki ortamında,<br />

anneye bebeğinin özelliklerini açıklamalı, annenin de bebeği hakkındaki<br />

beklentilerini açıklamasına fırsat vermeli ve bunları tartışmalıdır.<br />

Ayrıca hemşire, bebeğin duyması, görmesi ve refleksleri konusunda da<br />

anneyi bilgilendirmelidir. Annenin bebeğini takma isimle çağırması,<br />

bebeğin yetersiz kilo alması, kirli ve bakımsız olması, hijyenik<br />

192


akımının aksatılması ve bebekte ciddi pişiklerin olması, annenin<br />

bebeğine bağlanmasında yetersizlik olduğunu gösteren ip uçlarıdır. Bu<br />

durumda ebe/hemşire anneye danışmanlık yapmalı, anneyle bebeği<br />

hakkındaki duygularını konuşmalı ve annenin bebek bakımı konusundaki<br />

eylemlerini desteklemeli ve öğretici olmalıdır. Ebe/hemşireler aile ile<br />

her karşılaştıklarında ailenin baş etme stratejilerini güçlendirmeli,<br />

bebek bakımı konusunda kendilerine olan güveni arttırmalı ve<br />

annelik/babalık rollerini geliştirmelerine yardımcı olmalıdırlar (Foster<br />

ve ark 1989, Taşkın 1997).<br />

Anneliğe ait adaptasyon davranışlarında bozukluk saptandığında,<br />

erken terapotik girişimlerin ve sapmaların değerlendirilmesi çocuk<br />

istismarını, mental hastalıkları ve birçok psikosomatik hastalıkları<br />

önleyebilir. Bu tür değerlendirme erken taburcu edilen anneler üzerinde<br />

yapılamayabilir. Bu yüzden ebe/hemşireler ileride gelişebilecek olan bu<br />

tip problemleri önleyebilmek için ev ziyaretlerinde uyanık olmak ve<br />

annenin davranışlarını iyi bir şekilde değerlendirmek zorundadır (Olds<br />

ve ark 1984, Foster ve ark 1989).<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ard NC (2000). Prenatal and postnatal attachment ın adolescent mothers, J Child<br />

and Family Nurs, 3 (5): 313-325.<br />

2. Balcı S, Savaşer S (1998). Annelerin bebeklerini algılama durumu, Uluslararası<br />

Katılımlı VI. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Kitabı, GATA <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu,<br />

Ankara, s. 215-221.<br />

3. Başbakkal Z (1999). Babaların bebek bakımındaki rolü, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

Yüksek Okulu, Yayınlanmamış Özgün Çalışma, Đzmir.<br />

4. Bell, L, St-Cyr Tribble D, Paul D, Long A. (1998). A concept analysis of parent- ınfant<br />

attachment, J Adv Nurs, 28(5): 1071-1081<br />

5. Brandt KA, Andrews CM, Klave J (1998). Mother ınfant ınteraction and breastfeeding<br />

outcome 6 weeks after birth, JOGNN, 27(2): 169-175.<br />

6. Caye J, Cooke L, McMahon J, Karen R (1992). Effect of Attachment and Seperation,<br />

Children’s Services, Practice Notes, For North Carolin’s Child Welfare Workers, From<br />

the NC Division of Social Services and the Family and Children Resource Program,<br />

2(4): 1-3. http://sswnt7.sowo.unc.edu/fcrp/Cspn/vol2_no4/cspnv2-4pdf<br />

7. Çoban A (2003). Doğum sonrası anne-yenidoğan etkileşimini etkileyen bazı<br />

etmenlerin incelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đzmir, Sağlık Bilimleri<br />

Enstitüsü..<br />

8. Feeney JA (2000). Implications of attachment style for patterns of health and ıllness<br />

Child Care Health Dev. 26(4): 277-280.<br />

9. Ferketich SL, Mercer RT (1995a). Parental-ınfant attachment of experienced and<br />

ınexperienced fathers during ınfancy, Nursing Research, 44(1): 31-37.<br />

10. Ferketich SL, Mercer RT (1995b). Predictors of role competence for experienced and<br />

ınexperienced fathers, Nursing Research, 44(2), 89-95.<br />

11. Foster RLR, Hunsberger MM, Anderson JJT (1989). Family- centred nursing care of<br />

children, WB Sounders Company, London, s. 168-171.<br />

193


12. Kretchmar MD, Jacobvitz DB (2002). Observing mother-child relationships across<br />

generations: boundary patterns, attachment, and the transmission of caregiving,<br />

Family Process, 41(3): 351-375.<br />

13. Manassis K, Owens M, Adam KS, West Malcolm, Sheldon-Keller AE (1999).<br />

Assessing attachment: convergent validity of the adult attachment ınterview and the<br />

parental bonding ınstrument, Australian and New Zealand Journal of Psychiatry,<br />

33(4): 559-566.<br />

14. Mercer RT, Ferketich SL (1994). Maternal–ınfant attachment of experienced and<br />

ınexperienced mothers during ınfancy, Nursing Research, 43(6): 344-351.<br />

15. Mott SR, James SR, Sperhac AM (1990). Nursing care of children and families,<br />

Second Edition, Adivision of The Benjamin/Cummings Publishing Company,<br />

California, s.188-191.<br />

16. Muller ME (1994). A questionnaire to measure mother-to-ınfant attachment, Journal<br />

of Nursing Measurement, 2(2): 129-141.<br />

17. Muller ME (1996). Prenatal and postnatal attachment: a modest correlation, JOGNN,<br />

25(2): 161-166.<br />

18. Ohta N (2001). Development maternal attachment ınventory maı-revised for<br />

japanese and analysis of factor ınfluencing scores, The Journal of the Japan Pediatric<br />

Society, 105 (8), Abstract, http://plaza.umin.ac.jp/jpeds/english/Journal/105-<br />

08e.html<br />

19. Olds SB, London ML, Ladewig PA (1984). Maternal-newborn nursing, Second<br />

Edition, Addison-Wesley Publishing Company,California, s. 953-970.<br />

20. Parke RD, Ornstein PA, Rieser JJ, Zahn-Waxler C (1994). A century of<br />

develeopmental psychology, ınge, bretherton., the origins of attachment theory: John<br />

Bowlby and Mary Ainsworth, Chapter 15, APABOOKS, s. 431-471.<br />

21. Solmaz T (2002). Psikolojinin alt alanları, romantik bağlanma: bebeklik dönemi<br />

bağlanma süreci, yetişkin bağlanma sitilleri ve romantik ilişkiler, Türk Psikoloji<br />

Bülteni, 24-25: 105-113.<br />

22. Soysal, A. Ş, Ergenekon, E, Aksoy, E (1999). Yenidoğan Döneminde Hastanede Uzun<br />

Süreli Tedavi Görmenin Bağlanma Örüntüsü <strong>Ü</strong>zerine Etkileri: Bir Olgu Sunumu,<br />

Klinik Psikiyatri, 2: 266-270.<br />

<strong>23</strong>. Soysal AŞ, Öktem F, Ergenekon E, Erdoğan E (2003). Doğum türü değişkeninin<br />

bağlanma örüntüleri üzerindeki etkilerinin incelenmesi, Klinik Psikiyatri, 3: 75-85.<br />

24. Söhmen T (2002) Çocuk ruhsal gelişiminin temel ilkeleri, http:///www.gata.edu.tr/<br />

dahilibilimler/cocukruh/gelişim.htm<br />

25. Steele M, Steele H, Johansson M (2002). Maternal predictors of children’s social<br />

cognition: an attachment perspective, Journal of Child Psychology and Psychiatry, 43<br />

(7): 861-671.<br />

26. Sümer N, Güngör D (1999). Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin türk örneklemi<br />

üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürlerarası bir karşılaştırma, Türk<br />

Psikoloji <strong>Dergisi</strong>, 14(43): 71-106<br />

27. Taşkın L (1997). Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği, Genişletilmiş II. Baskı, Sistem<br />

Ofset Matbaacılık, Ankara, 374.<br />

28. Tilokskulchai F, Phattanasiriwethi S, Vichitsuko K, Serisathien Y (2002). Attachment<br />

behaviors in mother of premature infants: a descriptive study in thai mothers,<br />

Journal of Perinatal &Neonatal Nursing, 3(16): 69-83.<br />

29. Whaley LF, Wong DL (1987). Nursing care of ınfants and children, The CV Mosby<br />

Company, Toronto, 326-335.<br />

194


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 195-206, <strong>2007</strong><br />

ÇOCUK VE ERGENLERDE CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIM VE<br />

HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMLARI<br />

SEXUAL ABUSE OF CHILDREN AND ADOLESCENTS AND NURSING<br />

APPROACH<br />

Şeyda D<strong>Ü</strong>LGERLER<br />

Olcay ÇAM<br />

Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Bornova/ĐZMĐR<br />

Anahtar Sözcükler: Cinsel kötüye kullanım, çocuk ve ergen, hemşirelik yaklaşımları<br />

Key Words: Sexual abuse, child and adolescent, nursing approach<br />

ÖZET<br />

Çocuk ve ergenin cinsel kötüye kullanımı, yetişkin bir kimsenin cinsel<br />

arzuları ve gereksinimi için çocuk veya ergeni, cinsel bir nesne olarak kullanması<br />

olarak tanımlanmaktadır. Cinsel kötüye kullanımının çocuk ve ergenlerde<br />

çeşitli olumsuz sonuçları vardır. Cinsel kötüye kullanımın olası sonuçları;<br />

cinsellik üzerine etkiler, emosyonel etkiler, depresif duygudurum, anksiyete,<br />

davranışsal etkiler, kişilik değişiklikleri ve diğer etkilerdir. Bu yazıda cinsel<br />

kötüye kullanıma uğramış çocuklar ve ergenlerdeki belirtiler, bulgular, olası<br />

sonuçlar,önleme ve hemşirelik yaklaşımları gözden geçirilmiştir. Cinsel kötüye<br />

kullanımın çocuk ve ergen üzerine etkilerini bilmek; değerlendirme, önleme,<br />

tedaviyi planlama ve uygun hemşirelik yaklaşımları geliştirmede önemlidir.<br />

SUMMARY<br />

Child and adolescent sexual abuse is defined as the use of a child or an<br />

adolescent as an object of gratification for adult sexual needs and desires. There<br />

are a variety of negative consequences of sexual abuse for child and adolescents.<br />

The possible consequences of sexual abuse are sexualizing effects, emotional<br />

effects, depressed mood, anxiety, behavioral effects, personality alterations and other<br />

effects. In this article, we reviewed symptoms, findings, possible consequences<br />

and prevention in children and adolescents who had sexual abuse.<br />

Understanding of the consequences of sexual abuse on child and adolescent is<br />

important for assessment, prevention, therapeutic planning and nursing approach.<br />

GĐRĐŞ<br />

Çocuk ve ergenin cinsel kötüye kullanımı, yetişkin bir kimsenin<br />

cinsel arzuları ve gereksinimleri için çocuğu cinsel bir nesne olarak<br />

kullanması şeklinde tanımlanmaktadır (Canat 1994). Yapılan araştırmalar<br />

çocuklukta ve ergenlikte cinsel kötüye kullanımın sanıldığı kadar<br />

ender olmadığını düşündürtmektedir. Geniş ölçekli bir araştırmada,<br />

195


toplum örneklemindeki her on erkek ve her üç kız çocuktan birinin<br />

onsekiz yaşından önce cinsel kötüye kullanıma uğrama riski taşıdığı<br />

saptanmıştır (Smith and at all 1994). Bunların gerçek oranları<br />

tahminlerden daha yüksektir; çünkü bunların tanınmaları zor olmakta,<br />

aile veya çocuk tarafından çeşitli nedenlerle gizlenmektedir. Çocuk ve<br />

ergenlerin çoğu suçluluk duyguları, utanma, ailelerinin dağılması,<br />

kötüye kullananın tehdidi ve katı yasalar gibi korkular nedeniyle<br />

uğradıkları istismarı açıklayamamaktadır. Çocuk ve ergenlerde cinsel<br />

kötüye kullanımın ülkemizde de sanıldığının aksine daha yüksek<br />

oranlarda olduğu tahmin edilmektedir. Trakya <strong>Ü</strong>niversitesi'nde yapılan<br />

bir çalışmada aile içi cinsel kötüye kullanım yaşantısının %1.4<br />

oranında olduğu bulunmuştur (Koten ve ark. 1996).<br />

Cinsel kötüye kullanımın örseleyici etkilerinin çocuk ve ergenlerde<br />

daha sık olması nedeniyle, bu gruplarda daha doğru ve etkin hemşirelik<br />

yaklaşımlarında bulunulabilmesi için, ne gibi olumsuz etkiler yaptığının<br />

bilinmesi gereklidir. Bu yazıda çocuk ve ergenin cinsel kötüye kulanımına<br />

işaret eden klinik belirti ve bulguları, çocuğun şimdiki yaşantısı<br />

ile yetişkinlik yaşamı üzerine olası etkileri, korunma ve hemşirelik<br />

yaklaşımları ele alınmıştır.<br />

CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMA ĐŞARET EDEN KLĐNĐK<br />

BELĐRTĐLER VE BULGULAR<br />

Cinsel kötüye kullanıma işaret eden klinik belirti ve bulguların<br />

tanınması fiziksel kötüye kullanıma oranla daha zordur. Ayrıca çoğu<br />

olguda cinsel kötüye kullanımı kanıtlayacak fiziksel bulgular yoktur.<br />

Özgün bulgular olmamasına karşın, çocuk ve ergenler kuşkuyu artırıcı<br />

birçok davranış örüntüsü ve klinik bulgular gösterebilmektedir (Hymel,<br />

Jenny 1994). Çocukla ilgilenen kişinin veya sağlık çalışanlarının<br />

muayene sırasında dikkatini çeken fiziksel belirti ve bulgular şunlar<br />

olabilmektedir; genital bölgedeki sıyrıklar, kaşınma, ağrı, yırtılmış<br />

himen, vajina veya makat kanaması, perine yırtığı ya da çürükleri,<br />

yürüme ve oturmadaki güçlüktür. Ayrıca çocuk ve ergenlerde cinsel<br />

yolla bulaşan hastalıklar, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, penis<br />

iltihabı veya vajinal akıntı durumlarında cinsel kötüye kullanım<br />

olabileceği düşünülmelidir.<br />

Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanıma işaret eden birçok<br />

davranışsal değişiklik de gözlenmektedir. Davranışsal değişiklikler ile<br />

ilişkili belirti ve bulgular yaşlara göre farklılıklar göstermektedir.<br />

Yaşlara göre gözlenen davranışsal değişiklikler şunlardır (Smith and at<br />

all 1994, Hymel Jenny 1994, Yalın 1990).<br />

Bebeklik - 4 Yaş<br />

Tuvalet eğitiminde bozulmalar (idrar veya dışkı kaçırma)<br />

196


Cinsel içerikli sözcüklerde artma<br />

Cinsel organları ile aşırı fiziksel uğraş<br />

Oyunlarında cinsel içeriğin fazlalığı (cinsel eylemlerin diğer<br />

çocuklarla veya bebeklerle taklit edilmesi )<br />

Uyku bozuklukları<br />

4 - 6 Yaş<br />

Korku (yetişkinlerden, özellikle erkeklerden aşırı derecede korkma)<br />

Cinsel içerikli sözcük ve davranışlarda artma (cinsel organları<br />

gösterme, cinsel organları ile aşırı fiziksel uğraş veya açık<br />

masturbasyon)<br />

Cinsel ilişkiyi ayrıntılı bilme (cinsel ilişkiye tanık olma veya<br />

katılmadan kuşkulanılmalıdır)<br />

7 - 12 Yaş<br />

Okul başarısında düşme<br />

Korku (özellikle yetişkinlerden)<br />

Depresif belirtiler<br />

Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri<br />

Yaşa uygun olmayan davranışlarda artma (anne ya da abla<br />

davranışı gösterme)<br />

Cinsel konularla aşırı uğraşma<br />

Cinsel saldırganlık (başkalarını cinsel ilişkiye zorlama)<br />

Aşırı veya açıktan masturbasyon<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Ergenlerde<br />

Evden kaçma veya eve gitmede isteksizlik<br />

Duygulanımda dalgalanma<br />

Kendine zarar verme, özkıyım girişimleri<br />

Đlaç ve alkol kötüye kullanımı<br />

Uygunsuz cinsel davranışlar (flörte erken başlama, kışkırtıcılık,<br />

arkadaşlarını cinsel ilişkiye zorlama)<br />

Davranış bozuklukları (okuldan ve evden kaçma, yalan söyleme,<br />

çalma ve saldırgan davranışlar )<br />

Okul öncesi çocukların bilişsel ve dil gelişiminin yeterli olmaması<br />

nedeniyle değerlendirilmeleri güçtür. Bu çocuklarda bu tür yaşantıları<br />

oyunlar veya fantazilerle açığa çıkarmak mümkün olabilir (Everson,<br />

Boat 1990).<br />

197


CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMIN YETĐŞKĐNLĐK YAŞANTISI<br />

<strong>Ü</strong>ZERĐNE OLASI ETKĐLERĐ<br />

Çocuklukta veya ergenlikte yaşanan cinsel kötüye kullanımın<br />

şimdiki yaşantısına ilaveten yetişkinlik yaşantısı üzerine de olumsuz<br />

etkileri olduğuna dair bir çok yayın vardır (Beitchman JH and at all<br />

1991, Beitchman JH and at all 1992, Green AH.1993). Yapılan bir<br />

çalışmada, çocukluğunda cinsel kötüye kullanıma uğrayanların<br />

yetişkin yaşamlarında psikolojik sorun görülmesi, böyle bir öyküsü<br />

olmayanlara oranla yaklaşık iki kat daha fazla bulunmuştur (Hooper<br />

1990).<br />

Cinsel kötüye kullanımın olası sonuçları şunlardır (Smith and at<br />

all 1994, Koten ve ark. 1996, Kaplan 1994, Fergusson and at all 1996).<br />

1. Cinsellik üzerine etkiler<br />

2. Emosyonel etkiler<br />

3. Depresif duygudurum üzerine etkiler<br />

4. Anksiyete şeklindeki etkiler<br />

5. Davranışsal etkiler<br />

6. Kişilik gelişimi üzerine etkiler<br />

7. Diğer etkiler<br />

Cinsellik üzerine etkiler:<br />

Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocuklarda, büyük olasılıkla<br />

gözlenen en özgün cevap artmış cinsel davranışlardır. Yapılan çalışmalarda<br />

bu çocukların, yetişkin veya diğer genç çocuklarla daha sık cinsel<br />

ilişkiye girdikleri, arkadaşları ile cinsel içerikli oyunlar oynadıkları ve<br />

hastaneye yatırıldıklarında sağlık personeline karşı baştan çıkarıcı<br />

davranışlarda bulundukları saptanmıştır (Beitchman and at all 1991,<br />

Beitchman and at all 1992, Green 1993, Adams and at all 1995, Yates<br />

1991).<br />

Bu veriler "acaba cinsel davranışlardaki artış, cinsellikle erken<br />

tanışma veya cinselliği erken öğrenmenin sonucu mu oluşmuştur,<br />

yoksa cinsel kötüye kullanıma uğrayan çocukların baştan çıkarıcı<br />

(sedüktif) bir yönü mü vardır" sorusunu akla getirmektedir.<br />

Kötüye kullananın birden fazla olması, kötüye kullanımın sık<br />

olması, uzun süreden beri olması ve güç kullanılması çocuklarda<br />

uygunsuz cinsel davranış gelişimini artırmaktadır (Kohan and at all<br />

1987, Friedrich and at all 1992, Mc Clellan and at all 1996). Ayrıca<br />

yapılan bir araştırmada cinsel kötüye kullanıma ne kadar erken yaşta<br />

maruz kalınmışsa uygunsuz cinsel davranış gösterme oranın daha<br />

fazla olduğu saptanmıştır. Bu araştırmada özellikle 0-3 yaşları<br />

arasında cinsel tacize uğrayanlarda aşırı cinsel davranışlar ve<br />

198


teşhircilik anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (Friedrich and at all<br />

1992, Mc Clellan and at all 1996).<br />

Cinsel kötüye kullanıma maruz kalan kızların erkeklere oranla<br />

daha fazla uygunsuz cinsel davranışlar gösterdiği belirtilmektedir<br />

(Adams and at all 1995, McClellan and at all 1996). Cinsel kötüye<br />

kullanıma uğramış kız çocuklarının arkadaşları arasında cinsel ilişkiyi<br />

başlatma eğiliminin daha fazla olduğu ve davranışlarının daha çok<br />

yetişkinin cinsel davranışlarını andırdığı ileri sürülmektedir. Ergenlik<br />

döneminde ise kişilerarası ilişkilerde çoğu davranışlarını cinselleştirerek<br />

diğer insanları kullanmaya çalıştıkları belirtilmektedir (Fergusson and<br />

at all 1996).<br />

Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocukların bebekleri ile<br />

oynamaları gözlemlendiğinde ve çizdikleri resimler incelendiğinde daha<br />

fazla cinsel içerikli oyun, davranış ve çizimler sergiledikleri saptanmıştır<br />

(Everson, Boat 1990, Hibbard and at all 1988). Çocuklukta cinsel<br />

kötüye kullanıma uğrama yetişkinlik yaşamında cinsellikten korkma,<br />

karşı cinsle ilişkilerde sorunlar yaşama gibi cinsel yaşantı üzerinde<br />

belirgin olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Kadınlarda frijidite,<br />

vajinusmus gibi cinsel sorunlar artmaktadır.Erkekler de ise sıklıkla<br />

cinsel kimlik karmaşası gözlenmektedir (Finkelhor and at all 1990,<br />

Mullen and at all 1993).<br />

Emosyonel etkiler:<br />

Klinik çalışmalar, çoğu kurbanın cinsel kötüye kullanım<br />

yaşantısından kendisini sorumlu tuttuğunu ve suçladığını göstermiştir<br />

(Summit 1983, Elliott, Tarnowski 1990). Bu bulgular çocukların<br />

"isteseydim, arzu etseydim bu durumu durdurabilirdim" düşüncesi<br />

olduğunu desteklemektedir. Eğer kötüye kullanımda rıza ve baştan<br />

çıkarıcılık olmuşsa suçluluk duygularının arttığı belirtilmektedir (Summit<br />

1983). Kurbanlarda yetersizlik ve izolasyon duyguları gelişebilmektedir.<br />

Bir kısmında karşı cinse güvensizlik gelişirken, bir kısmında ters<br />

etkiyle uygunsuz cinsel nesneye çabuk bağlanmanın söz konusu<br />

olduğu bildirilmiştir (Elliott, Tarnowski 1990).<br />

Depresif duygu durum üzerine etkileri:<br />

Cinsel kötüye kullanıma uğrayanlarda depresyon gelişme riski<br />

artmaktadır. Klinik gözlemlerde depresif duygudurumunun sıklıkla<br />

kızgınlıkla birlikte olduğu görülmektedir (Elliott, Tarnowski 1990,<br />

Monck and at all 1993). Bu gibi çocukların gelecek hakkında olumsuz<br />

düşüncelere ve düşük benlik saygısına sahip olduğu saptanmıştır<br />

(Elliott, Tarnowski 1990). Çocukluk döneminde cinsel kötüye kullanıma<br />

uğramış olanların yetişkin dönemlerinde depresyon gelişme riskinin<br />

arttığı belirtilmektedir (Mullen and at all 1993).<br />

199


4. Anksiyete şeklindeki etkiler:<br />

Çocukluğunda cinsel kötüye kullanıma uğramış yetişkinlerde<br />

anksiyete bozukluğu prevalansının yüksek olduğu saptanmıştır.<br />

Yapılan araştırmalarda çocukluğunda cinsel kötü kullanım öyküsü<br />

olanlarda yetişkinlikte daha sık olarak agarafobi, obsesif kompulsif<br />

bozukluk ve sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarının ortaya çıktığı<br />

bulunmuştur (Mullen and at all 1993, Stein, Wolker, Anderson 1996).<br />

Anksiyete belirtileri; korku, bedensel yakınmalar, uyku örüntüsü<br />

değişiklikleri ve kabuslar tarzında kendini göstermektedir. Bu belirtiler<br />

daha çok travma sonrası stres bozukluğu ile uyumlu bir klinik<br />

tablodur. Çocuk olayı canlı bir şekilde yeniden yaşamakta, gerginlik ve<br />

çabuk tepki verme gibi belirtiler göstermektedir. Yapılan bir çalışmada<br />

cinsel kötüye kullanıma uğramış grubun fiziksel kötüye kullanılan<br />

gruba göre daha fazla travma sonrası stres bozukluğu tanı ölçütleri<br />

gösterdikleri belirlenmiştir (Deblinger and at all1989 ). Cinsel kötüye<br />

kullanıma uğrayan çocuk ve ergenlerde disosiyatif belirtilerin sık<br />

olduğu saptanmıştır. Bu çocuk ve ergenlerin yetişkinlik yaşamlarında<br />

disosiyatif belirtiler gösterme olasılıkları yüksektir (Ch, Dill 1990)<br />

5. Davranışsal etkiler:<br />

Cinsel kötüye kullanıma uğramış erkek çocuklarda en sık görülen<br />

davranış tepkisi, saldırgan davranışların gelişimi şeklindedir. Bu erkek<br />

çocuklarda davranım bozukluğu niteliğindeki davranışlar sıklıkla<br />

gözlenmektedir. Bazı araştırmacılar bunu, erkek kimliğini yeniden<br />

oluşturma olarak yorumlamaktadır. Kızlarda en sık gözlenen davranış<br />

tepkisi ise, intihar ve kendine zarar verme davranışlarıdır. Kendine<br />

zarar verici davranışlar genellikle vücudunda sigara söndürme ve<br />

bileğini kesme gibi davranışlar şeklinde kendini göstermektedir. Bazı<br />

araştırmacılar, bunun kendini cezalandırma ve çekiciliği azaltmak<br />

amacı güttüğünü ileri sürmektedirler (Rogers, Tery 1984). Yetişkin<br />

yaşamdaki kendine zarar verme ve intihar davranışının, çocuklarda<br />

cinsel kötüye kullanıma maruz kalışla bağlantılı olabileceği sıklıkla<br />

düşünülmüştür. Kendine zarar verme davranışı veya intihar<br />

düşünceleri olan yetişkin kadınları değerlendirirken çocukluğunda<br />

cinsel kötüye kullanıma uğramış olma olasılığı bir klinisyen tarafından<br />

göz ardı edilmemelidir (Romans 1995, Briere, Zaidi 1989).<br />

6. Kişilik gelişimi üzerine etkiler:<br />

Çalışmaların çoğunda borderline kişilik bozukluğuna sahip<br />

hastalar arasında çocuklukta cinsel kötüye kullanım sıklığının yüksek<br />

olduğuna ilişkin bulgular vardır (Briere, Zaidi 1989). Silk ve<br />

arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, borderline kişilik bozukluğunun<br />

gelişiminin "cinsel kötüye kullanımın süresi" ile ilişkili olduğu<br />

200


elirlenmiştir. Devam eden cinsel kötüye kullanım, borderline kişilik<br />

bozukluğu gelişme olasılığını artırmaktadır (Silk 1995).<br />

7. Diğer etkiler:<br />

Heins ve arkadaşları yaptıkları bir araştırmada, çocuklukta cinsel<br />

kötüye kullanımı takiben varsanıları araştırmışlar, çocukluktaki cinsel<br />

kötüye kullanım sonrası varsanıların oluşabileceğini ve bunların yıllarca<br />

sürebileceğini saptamışlardır. Burada gözlenen varsanıların şizofrenideki<br />

varsanılardan farklı, yalancı varsanılar olduğu belirtilmektedir (Heins,<br />

Gray, Tennat 1990). Yapılan bir çalışmada cinsel tacize uğramış<br />

ergenlerde, daha sık olarak uyuşturucu madde kullanımı ve aşırı alkol<br />

kullanımı olduğu saptanmıştır (Singer, Patchers, Hussey 1989).<br />

CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMI ÖNLEME<br />

Çocukların cinsel kötüye kullanımlarının özellikle 7 yaşın altındaki<br />

çocuklarda anlamlı düzeyde saptanması, bir çok girişim yöntemlerinin<br />

ve önleme programlarının geliştirilmesini sağlamıştır. (Kolko, Moser,<br />

Weldy 1988, Wurtele and at all 1987). Etkili ve işe yarar programların<br />

geliştirilebilmesi için anne ve babaların eğitilmesi ve uzmanlarla<br />

işbirliği yapılması gerekir. Bu eğitimde ailenin çocuğa öğretmesi<br />

gereken bilgileri Yalın ve arkadaşları şöyle sıralamaktadırlar (Yalın<br />

1990).<br />

Cinsel organları yaralandığı ya da hastalandığında, yalnız doktorların<br />

veya ana babalarının dokunabileceği öğretilmelidir.<br />

Kendilerini cinsel açıdan kötüye kullanmak isteyen kişilere "hayır"<br />

demeleri öğretilmelidir.<br />

Rahatsız olacakları herhangi bir biçimde, kendilerine dokundurtmama<br />

hakkına sahip oldukları öğretilmelidir.<br />

Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan biriyle karşılaştıklarında<br />

oradan hemen uzaklaşmaları öğretilmelidir.<br />

Cinsel yönden kötüye kullanıma uğramaları halinde, hiç bir zaman<br />

bunun kendi suçları olmadığı öğretilmelidir.<br />

Cinsel organlarına dokunan bir büyük ile ilgili "sır" saklamamaları<br />

öğretilmelidir.<br />

Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan birisi ile karşılaştıklarında<br />

"yüksek sesle bağırmaları" öğretilmelidir.<br />

Cinsel kötüye kullanıma kalkışan biriyle mücadele etmede "vurma,<br />

tekme atma" gibi davranışlar öğretilmelidir.<br />

Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını kime (anne ve babaya) ve<br />

nasıl anlatacakları öğretilmelidir.<br />

Cinsel organların anatomik isimleri doğru olarak öğretilmelidir.<br />

201


Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını bildirdiklerinde bazen<br />

yetişkinlerin inanmadıkları anlatılmalıdır.<br />

Çocuğun kötüye kullanım sırasında yüksek sesle bağırmasının<br />

bazen de olumsuz etkileri olabileceği unutulmamalıdır. Kötüye kullanan<br />

bireyin, bağırma sırasında telaşlanıp kurbana zarar verme, hatta<br />

öldürme riski bulunabilmektedir. Çocuğa cinsel ilişki tarif edilirken<br />

veya cinsel eğitim verilirken nasıl ve nereye kadar bir eğitimin verileceği<br />

dikkatle planlanmalıdır. Eğitim sırasında, yaşa uygun olmayan tarzda<br />

veya aşırı ayrıntılı bilgi verilmesi, çocuğun cinselliğe merakında aşırı<br />

artışa neden olabileceği unutulmamalıdır. Önleme programlarına çocuğa<br />

cinsel davranışların öğretilmesini içeren konular konulacaksa, anne<br />

babalara, çocuğun yaşa özgü cinsel davranış ve gelişim özelliklerinin de<br />

anlatılması gerekmektedir Cinsel kötüye kullanım çocuk tedavi için<br />

hekime getirildiğinde, eğer kötüye kullanım aile içerisinden birisi tarafından<br />

yapılmışsa mutlaka çocuğun aileden uzaklaştırıp tedavi edilmesi<br />

gereklidir. Sonuç olarak; çocuktan anamnez alımı ve fizik muayenesi<br />

sırasında cinsel kötüye kullanım şüphesi uyandıran ifadelerin, davranışların<br />

ve bulguların uzmanlar tarafından dikkatle değerlendirmesi<br />

gerekmektedir. Cinsel kötüye kullanım açısından erken önlemlerin<br />

alınması ve tedavi çocuğu ileriye yönelik olumsuz etkilerden koruyacaktır.<br />

CĐNSEL KÖT<strong>Ü</strong>YE KULLANIMDA HEMŞĐRELĐK<br />

YAKLAŞIMLARI<br />

Çocukların ve ergenlerin mutlu, üretken ve uyumlu olabilme<br />

yetilerini bozan “cinsel kötüye kullanım” bulgularının tanınması ve<br />

sağaltımı çocuğun ve ergenin sağlıklı gelişimi ve sağlıklı bir yetişkin<br />

olabilmesi sürecinde oldukça önemlidir. Çocuk ve ergenlerin fizik ve<br />

ruh sağlığı, işlevselliği ve sağlıklı gelişimi üzerinde duran, sağlığın<br />

korunması, sürdürülmesi ve çocuğun “cinsel kötüye kullanımı” ile<br />

ortaya çıkan bozuklukların tanı, tedavi, bakım ve rehabilitasyonu ile<br />

ilgilenen psikiyatri hemşirelerinin bu alanda yapacakları hizmetin<br />

kalitesi önemlidir. “Cinsel kötüye kullanım” sürecini yaşayan çocuk ve<br />

ergene yönelik hemşirelik bakım hizmetleri çocuğun ve ergenin temel<br />

gereksinimleri, günlük yaşam aktiviteleri ve çocuk ruh sağlığı ve hastalıklarına<br />

yönelik hemşirelik uygulama standartlarına uygun olarak<br />

bağımsızlığı arttırıcı, işlevselliği sürdürücü, güvenliği sağlayıcı, tedavi<br />

edici ve komplikasyonları önleyici girişimleri içermektedir (Canat 1994,<br />

Beitchman and at all 1991, Beitchman and at all 1992, Green 1993,<br />

Adams and at all 1995).<br />

1987 yılında Amerikan Hemşireler Birliği, çocuk ruh sağlığı ve<br />

hastalıklarına yönelik hemşirelik bakımının kalitesini belirleyici standartlar<br />

geliştirmiştir. Her profesyonel hemşire gibi psikiyatri hemşireleri<br />

de “Cinsel kötüye kullanım” durumunu yaşayan çocuğa bu standartlar<br />

202


doğrultusunda bilgi ve becerilerini kullanarak gereken bakım ve<br />

hizmeti vermektedir (Beitchman and at all 1991, Beitchman and at all<br />

1992, Green 1993, Adams and at all 1995).<br />

Psikiyatri hemşiresi hemşirelik tanılarını oluşturmadan önce<br />

çocuk ya da ergenle mümkün olduğu kadar ayrıntılı öykü alabileceği<br />

bir görüşme yapmalıdır. Görüşme sırasında şunlara dikkat edilmelidir:<br />

Çocuktan öykü alırken çocuk veya ergenle yalnız bulunulmalı,<br />

dostça ilişkili kurulmalı ve destekleyici olunmalıdır.<br />

Tanışma sonrasında kendisiyle neden görüşüldüğü anlatılmalı ve<br />

görüşmenin amacı açıklanmalıdır.<br />

Çocuk veya ergen ile aynı düzeyde oturulmalı, Görüşmeye arkadaşları,<br />

okulu veya ilgileri hakkında yumuşatıcı konuları sorarak başlanmalıdır.<br />

Hemşirenin ses tonu ve yüz ifadesi yargılayıcı bir tarzda olmamalıdır.<br />

Çocuğu ya da ergeni tehdit edici konuşmalar yapılmamalı, Onun<br />

güvenini kazanmalı ve konuşulanların ikinizin arasında kalacağına<br />

yönelik güvence verilmelidir.<br />

Başlangıçta açık-uçlu sorular sorulmalıdır. Açık uçlu sorular şu<br />

şekilde olabilir: "Birileri sana hoşlanmadığın bir tarzda dokundu<br />

mu", "Birileri senin özel bölgelerine dokundu mu", " Nasıl oldu",<br />

"Konuyu biraz daha açar mısın", "Hatırladığın başka birşeyler daha<br />

var mı", "En son olan olayı bana anlatabilir misin".<br />

Taciz olayından sonra ağrı, kanama veya idrar yaparken yanma olup<br />

olmadığı sorulmalıdır. Taciz yapanın ismini ve tacizin nerede olduğu<br />

öğrenilmelidir.<br />

Tekrarlayıcı sorulardan kaçınılmalıdır.<br />

Açık uçlu soruların sorulması bitmiş ve hala cinsel taciz olayı açığa<br />

kavuşmamışsa, daha özel sorular sorulmalıdır.<br />

Görüşme sırasında çocuğun davranışları gözlemlenmeli ve kaydedilmelidir.<br />

Kayıtlar çocuğun ifade ettiği tarzda yazılmalıdır.<br />

Görüşme sonlanırken çocuğa olan şeyleri anlatmasının doğru bir<br />

davranış olduğu söylenmelidir.<br />

Kuzey Amerika <strong>Hemşirelik</strong> Tanı Birliği- North American Nursing<br />

Diagnosis Association (NANDA) (2002)’nin geliştirdiği tanı sınıflamaları<br />

arasında çocuklarda görülen “Cinsel kötüye kullanım” tepkilerine<br />

ilişkin hemşirelik tanıları yer almaktadır. Psikiyatri hemşiresi çocuk ya<br />

da ergenle ayrıntılı ve açık bir görüşme yaptıktan sonra bu tanı<br />

sınıflaması doğrultusunda hemşirelik tanılarını oluşturmaya başlar<br />

Psikiyatri hemşireleri, çocukların “Cinsel kötüye kullanım”a karşı olan<br />

tepkileri ile çalışırken bu tepkileri nedene yönelik yaklaşımlarla<br />

değerlendirip, sistematik bir problem çözme yöntemi olan hemşirelik<br />

203


süreci doğrultusunda hemşirelik tanılarını kullanarak, uygulamalarını<br />

yaparlar. Örneğin; “çocuğun geleceğe yönelik olumsuz ifadeleri ve<br />

kötümserliğine bağlı umutsuzluk duygusu”, “nedensellik ve anlam<br />

hakkında aşırı uğraşmaya bağlı düşünce sürecinde değişiklik” ya da<br />

“bireysel başetmede yetersizlik”, “öfke ve öfke dışavurumuna bağlı<br />

kendine ya da başkalarına zarar verme potansiyeli”, “ kendini kınama<br />

ve utanca bağlı benlik saygısında azalma” “Cinsel kötüye kullanıma<br />

bağlı öfkeyi kendisine yöneltmeyle ilişkili suçluluk duygusu” gibi<br />

hemşirelik tanıları bu süreci yaşayan bir çocuk ya da ergen için en sık<br />

kullanılan hemşirelik tanılarıdır<br />

Psikiyatri hemşirelerinin cinsel kötüye kullanım durumu yaşayan<br />

çocuğa yönelik oluşturdukları bu hemşirelik tanılarına uygun hemşirelik<br />

girişimlerini planlayıp, uygulama sürecinde doğru yaklaşımları<br />

göstermeleri çok önemlidir. Bu girişimler, çocuğun yaşına ve gelişim<br />

dönemine uygun olarak, hemşirelik girişimleri sınıflandırma sistemi<br />

(Nursing Đntervention Classification-NIC)’ nde belirtilen girişimler listesi<br />

kullanarak seçilir.<br />

Yaşanan olay nedeniyle çocuk ve aile suçlanmamalıdır. Çocuğa<br />

kendisinin hatası olmadığı anlatılmalıdır. Çocuklara, bazı çocukların<br />

başına da benzer şeylerin geldiği veya gelebileceği anlatılmalıdır. Cinsel<br />

kötüye kullanıma uğramış çocuklara uygun yaklaşımın sağlanması,<br />

çocuğun olayı çözümlemesi ve sıkıntısıyla başa çıkması konusunda<br />

yardımcı olacaktır. Bu sebeple cinsel kötüye kullanım olguları ile<br />

karşılaşan psikiyatri hemşireleri nasıl davranacakları konusunda<br />

eğitimli olmalı ve klinik yaklaşımları bilmelidir.<br />

Sonuç olarak hemşirenin bu durumdaki rolü cinsel kötüye kullanım<br />

vakalarını tanılayabilmesi, mağduru anlamaya çalışarak, yardım ve<br />

destek sunabilmesi olarak sıralanabilir. Hemşire tarafından yapılan iyi<br />

bir değerlendirme, iyi bir girişimi ve yapılandırılmış bir uygulamayı<br />

getirir. Cinsel kötüye kullanım döngüsünün kırılması açısından hemşire<br />

önemli bir yere sahiptir. Çocuk ve ergene yaklaşımda, durumun erken<br />

tanısı ve çözümünde hemşirenin de içinde bulunduğu multidisipliner<br />

bir yaklaşım gereklidir. Tüm disiplinlerin ortaklaşa çalıştığı bu yaklaşım<br />

sayesinde çocuğun ve ergenin topluma tekrar kazanımı sağlanacaktır.<br />

Bumun için hemşirelik girişimlerinin esas alındığı, cinsel kötüye<br />

kullanıma uğramış çocuk ve ergenin ailesinin de terapi sürecine dahil<br />

edildiği aile merkezli eğitim ve destek programlarının yürütülmesi<br />

gerekmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Adams J, McClellan J, Douglass D, McCurry C, Storck M. (1995). “Sexually<br />

Đnappropriate Behaviors Đn Seriously Mentally Đll Children And Adolescents”. Child<br />

Abuse Negl;19:555-68.<br />

204


2. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, DaCosta GA, Akman D, Cassavia E. A(1992)<br />

“Review Of The Long-Term Effects Of Child Sexual Abuse”. Child Abuse Negl;16:101-<br />

18.<br />

3. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, DaCosta GA, Akman D. A(1991) “Review Of The<br />

Short Term Effects Of Child Sexual Abuse”. Child Abuse Negl;15:537-56.<br />

4. Bifulco A, Brown GW, Adler Z. (1991) “Early Sexual Abuse And Clinical Depression<br />

Đn Later Life”. Br J Psychiatry: 159:115-22.<br />

5. Briere J, Zaidi LY.( 1989) “Sexual Abuse Histories And Sequelae Đn Female<br />

Psychiatric Emergency Room Patients”. Am J Psychiatry; 146:1602-6.<br />

6. Canat S.(1994). “Ergenlerde Aile Đçi Cinsel Taciz”. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı<br />

<strong>Dergisi</strong>;(1):18-22.<br />

7. Chu JA, Dill DL.( 1990) “Dissociative symptoms in relation to childhood physical and<br />

sexual abuse”. Am J Psychiatry; 147:887-92.<br />

8. Deblinger E, McLeer SV, Atkins M, Ralphe D, Foa E.( 1989). “Post-truamatic stress<br />

in sexually abused, physically abused, and nonabused children”. Int J Child Abuse<br />

Negl: 13 (3):403-8.<br />

9. Elliott DJ, Tarnowski KJ.( 1990) “Depressive characteristics of sexually abused<br />

children”. Child Psych Hum Dev; 21:37-48.<br />

10. Everson MD, Boat BW.(1990) “Sexualized doll play among young children:<br />

implications for the use of anatomical dolls in sexual abuse evaluations”. J Am Acad<br />

Child Adolesc Psychiatry: 29 (5):736-42.<br />

11. Fergusson DM, Horwood LJ, Lynskey MT.(1996) “Childhood sexual abuse and<br />

psychiatric disorder in young adulthood: II. Psychiatric outcomes of childhood<br />

sexual abuse”. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 35(10):1365-74.<br />

12. Fergusson DM, Lynskey MT, Horwood LJ.(1996) “Childhood sexual abuse and<br />

psychiatric disorder in young adulthood: I. Prevalance of sexual abuse and factors<br />

associated with sexual abuse”. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 35(10):1355-64.<br />

13. Finkelhor D, Hotaling G, Lewis IA, Smith C.(1990) “Sexual abuse in a national<br />

survey of adult men and women: prevalence, characteristics, and risk factors”. Child<br />

Abuse Negl;14 (1):19-28.<br />

14. Fothergill J.(1994) Çocuğun kötüye kulllanımı. Pediyatrik Đleri Yaşam Desteği II.<br />

Bozkurt K (çev.). Đstanbul: Turgut Yayıncılık ve Tic.A.Ş, <strong>23</strong>3-42, 1994.<br />

15. Friedrich WN, Grambsch P, Damon(1992). The child sexual behavior inventory:<br />

normative and clinical findings. Psychol Asses; 4:303-11.<br />

16. Foye HR, Sulkes ZB. Sexual abuse. Behrman RE, Kliegman RM (ed.)( 1994). Nelson<br />

Essentials of Pediatrics. Second edition, Philadelphia: W.B.Saunders Company,: 81-<br />

83.<br />

17. Green AH.(1993) Child sexual abuse: immediate and long-term effects and<br />

interventions. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 32 :890-902.<br />

18. Heins T, Gray A, Tennant M.(1990) Persisting hallucinations following childhood<br />

sexual abuse. Aust NZ J Psychiatry, 24:561-65.<br />

19. Hibbard RA, Brack CJ, Rauch S, Orr DP.(1988) Abuse, feelings and health behaviors<br />

in a student population. Am J Dis Child;142:326-330.<br />

20. Hooper PD. (1990). Psychological sequelae of sexual abuse in childhood. Br J Gen<br />

Pract.; 40 (330):29-31.<br />

205


21. Hymel KP, Jenny C.(1996). Child sexual abuse. Pediatrics in Review; 17 (7):<strong>23</strong>6-49.<br />

22. Kaplan HI(1994) . Sexual abuse. Kaplan and Saddock's Synopsis of Psychiatry,<br />

Kaplan HI, Saddock B (ed.). 7 th edition, Williams and Wilkins, Baltimore,1788-95.<br />

<strong>23</strong>. Kohan MJ, Pothier P, Norbeck JS.(1987). Hospitalized children with a history of<br />

sexual abuse: incidence and care issues. Am J Orthopsychiatry; 57:258-64.<br />

24. Kolko DJ, Moser JT, Weldy SR.(1988) Behavioral-emotional indicators of sexual<br />

abuse in child psychiatric inpatients: a controlled comparison with physical abuse.<br />

Child Abuse Negl; 12(4):529-41.<br />

25. Koten Y, Tuğlu C, Abay E.(1996). <strong>Ü</strong>niversite öğrencileri arasında ensest bildirimi.<br />

Özşahin A (yayın sorumlusu) XXXII Ulusal Psikiyatri Kongresi: Eylül 25-28; Ankara.<br />

GATA Basımevi1996;154.<br />

26. McClellan J, McCurry C, Ronnel M, Adams J, Eisner A, Strorck M.(1996) Age onset<br />

of sexual abuse. Relationship to sexually inappropriate behaviors. Am Acad Child<br />

Adolesc Psychiatry:35(10):1375-83.<br />

27. Monck E, Bentovim A, Goodall G, Hyde C, Lwin R, Sharland E.(1993) Child sexual<br />

abuse: A descriptive and treatment study. London: Her Majesty's Stationery Office.<br />

28. Mullen PE, Martin JL, Anderson JC, Romans SE, Herbison GP.(1993) Childhood<br />

sexual abuse and mental health in adult life. Br J Psychiatry; 163:721-732.<br />

29. Rogers CN, Terry T.(1984). Clinical interventions with boy victims of sexual abuse.<br />

Stuart IR and Greer JR (ed.). Victims of Sexual Aggression: Treatment of children,<br />

Women and Men .Newyork: Van Nostrand Reinhold press.<br />

30. Romans S.(1995). Sexual abuse in childhood and deliberate self-harm. Am J<br />

Psychiatry;152:1336-42.<br />

31. Sedney MA, Brooks B.(1984) Factors associated with a history of childhood sexual<br />

experience in a nonclinical female population. J Am Acad Child Psychiatry. <strong>23</strong>: 215-<br />

18.<br />

32. Silk K.(1995).Borderline personality disorder symptoms and severity of sexual<br />

abuse. Am J Psychiatry;152:1059-64.<br />

33. Singer MI, Patchers MK, Hussey D.(1989). The relationship between sexual abuse<br />

and substance abuse among psychiatrically hospitalized adolescents. Child Abuse<br />

Negl: 13(3):319-25.<br />

34. Smith M, Bentovim A. Sexual abuse. Rutter M, Taylor E, Hersov L (ed.)(1994). Child<br />

and Adolescent Psychiatry. Third Edition, Newyork: Science Ltd, <strong>23</strong>0-43.<br />

35. Stein M, Walker J, Anderson G.(1996). Childhood physical and sexual abuse and<br />

with anxiety disorders and in a community sample. Am J Psychiatry:153:275-77.<br />

36. Summit RC.(1983). The child sexual abuse accommodation syndrome. Child Abuse<br />

and Negl; 7: 177-93.<br />

37. Wurtele SK, Currien LL, Gillespie EI, Fraklin CF. (1987). The efficacy of a parentimplemented<br />

program for teaching preschoolers personal safety skills. Behaviour<br />

Therapy; 22:69-83.<br />

38. Yalın A.(1995). Okul öncesi çocuklarda cinsel istismarı önleme programı. Çocuk ve<br />

Gençlik Ruh Sağlığı <strong>Dergisi</strong>; 2(1):19-27.<br />

39. Yates A.(1991). Childhood Sexuality. Lewis M (ed.). Child and Adolescent Psychiatry.<br />

Baltimore, Williams and Wilkins, 195-215.<br />

206


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 207-221, <strong>2007</strong><br />

KĐŞĐLERARASI ĐLĐŞKĐLERDE ÇATIŞMA VE ÇATIŞMA YÖNETĐMĐ<br />

CONFLICT AND CONFLICT MANAGEMENT IN RELATIONSHIPS<br />

Olcay ÇAM*<br />

Ebru AKG<strong>Ü</strong>N**<br />

*Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />

**Dokuz Eylül <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu<br />

Anahtar Sözcükler: Çatışma, Çatışma Yönetimi<br />

Key Words: Conflict, Conflict management<br />

ÖZET<br />

Kişilerarası ilişkilerde kaçınılmaz bir durum olan kişilerarası çatışmalar,<br />

birbirleriyle etkileşim halinde bulunan iki veya daha fazla kişi arasında<br />

uzlaşmaz hedefler, düşünceler, duygular ve davranışların varlığından kaynaklanır.<br />

Kişilerarası çatışmaların nedenleri incelediğinde; farklı biliş, algı, duygu,<br />

bilinçdışı ihtiyaçlar, iletişim becerileri gibi kişisel faktörlerden, kültürel<br />

faktörlerden, rol farklılıklarından, sosyal ve fiziksel çevreden kaynaklandığı<br />

ortaya çıkmıştır. Çatışma kişilerarası ilişkilerin bozulmasına, kişilerin stres<br />

yaşamasına, mide rahatsızlıkları, baş ağrıları gibi somatik rahatsızlıklar ve<br />

depresyon, anksiyete gibi psikolojik belirtiler göstermelerine neden olurken;<br />

olumlu yönetildiğinde ise bireysel gelişimi sağlayan, problem çözme becerilerini<br />

geliştiren bir durumdur. Literatürde çatışma çözümüne yönelik beş yaklaşım<br />

veya yöntem belirtilmiştir, kaçınma, hükmetme, uyma, uzlaşma ve bütünleştirme.<br />

Kişiler içinde bulundukları durumu tanımlamalı ve duruma uygun çatışma<br />

çözme yöntemine karar vermelidirler.<br />

SUMMARY<br />

Conflict is a natural part of human relationships. Conflict has been defined a<br />

tension arising from differences in ideas, values or feelings between two or more<br />

people. The causes of interpersonal conflicts are individual differences like; cognition,<br />

perception, feelings and communuciation skills, cultural factors, role differentiation,<br />

social and pyhsical enviroment. Being in conflict threatens relationships, cause<br />

stress and psychosomatic complaints such as persistent headaches, upset stomach,<br />

anxiety and depression. Managing conflict succesfully promotes individual<br />

growth and enhances problem solving skills. Five common approaches or<br />

strategies to conflict resolution have been identified within the literature;<br />

dominating, avoiding, obliging, compromising and integrating.. People need to<br />

identify situation and decide which conflict management strategy they will use.<br />

207


GĐRĐŞ<br />

Đnsanların etkileşim halinde olduğu her ortamda çatışma kaçınılmaz<br />

bir olgudur. Çatışma psikolojik bir süreç olarak, ya bireyin kendi içinde<br />

ya da bireyler arasında en az iki temel farklılığın uyuşmazlığı şeklinde<br />

tanımlanabilir ( Arnold, Boggs 1999, Karip 2003, Kavalcı 2001). Birinin<br />

davranışları diğer kişi veya kişilerin gereksinimlerine ters düşüyor,<br />

karşılanmasını engelliyor ya da değerleri birbirine uymuyorsa bu kişiler<br />

arasında ortaya çıkan anlaşmazlıktır ( Arnold, Boggs 1999, Almost<br />

2006, Kavalcı 2001, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Çatışmalar günlük<br />

hayatın bir parçasıdır. Ancak pek çok kişi tarafından çatışma,<br />

ayrılıklara, strese, sosyal kargaşaya ve şiddete sebep olduğu için<br />

olumsuz olarak görülmekte hatta bir ilişkinin iyi olduğunun en önemli<br />

işaretinin çatışma içermemesi olduğu düşünülmektedir. Oysa çatışma<br />

içermeyen bir ilişkinin sağlıklı bir ilişki olduğu düşünülemez.Çatışma<br />

‘‘en az iki taraf arasında, değer, fikir, inanç, ilgi, algı, kültürel faktörler,<br />

sosyal roller, ihtiyaçlar, iletişim becerileri yönünden farklılıklar olduğu<br />

durumlarda yaşanabilen, gerilim, engellenme, rekabet, değişiklik ve<br />

müdahaleler yaşanan durumlardır” şeklinde tanımlanabilir (Arnold,<br />

Boggs 1999, Cüceloğlu 2005).<br />

Çatışma olumlu yönetildiğinde kişinin kendini tanımasına, karşıdaki<br />

kişinin özellikleriyle ilgili farkındalığını arttırmasına, ilişkilerde çözülmesi<br />

gereken problemlerin farkına varılmasına, değişimi cesaretlendirmesine,<br />

problem çözme için enerji ve güdülemenin artmasına, büyük problemler<br />

olarak algılanan küçük sorunları ortaya çıkarmasına katkıda bulunur.<br />

Çatışma iyi yönetilemediğinde ise kişiler stres yaşar, ilişkileri bozulur,<br />

kişiler mutsuz olur, somatik (mide rahatsızlıkları, baş ağrıları) ve<br />

psikolojik (depresyon, anksiyete) belirtiler gösterirler (Arnold, Boggs<br />

1999, Almost 2006, Balzer 1999).<br />

ÇATIŞMANININ AŞAMALARI<br />

Tekarslan ve Kılınç’ın (2000) belirttiğine göre; Pondy ( 1967)<br />

çatışmada beş aşama olduğunu belirtmiştir.<br />

1.Gizil Dönem: Çatışmanın oluşabilmesi için gerekli koşullar<br />

mevcuttur fakat çatışma henüz ortaya çıkmamıştır.<br />

2. Algılanan çatışma: Bireyler çatışmanın farkına varmışlardır.<br />

3. Hissedilen çatışma: Çatışma bu dönemde kişiselleşmiştir ve<br />

kişiler anksiyete, öfke hissetmektedirler. Gerilim oluşmuştur ancak<br />

henüz çatışma hala açığa çıkmamıştır.<br />

4. Çatışmanın Görülmesi: Çatışma artık taraflar için açık hale<br />

gelmiştir, çatışma ilgili davranışlar açık bir şekilde gözlemlenir.<br />

208


5. Çatışmanın sonuçlanması: Çatışma herhangi bir yöntemle<br />

sonlandırılır ve yeni koşullar oluşur.<br />

Almost’un belirttiğine göre (2006) çatışma aşamaları; farkındalıkla<br />

başlar, bu dönemde kişilerde çeşitli duygu ve düşüncelere olası tepkilerin<br />

gelişme aşamasıdır. Bütün bu tepkilerle kişiler, gözlenebilir davranışların<br />

oluşmasıyla sonuçlanacak çatışma durumuyla baş etmeye çalışırlar.<br />

Diğer kişiden tepki gelmesiyle süreç devam eder, çünkü her bireyin<br />

tepkisi diğerinin tepkisini uyarır. Etkileşim geliştikçe davranışları<br />

doğrudan etkileyen çatışmayla ilgili duygu ve düşünceler değişebilir.<br />

Daha sonra çatışma sonuçlanır. Bu sonuçlar her iki kişi içinde ortak<br />

bir anlaşma, her iki kişininde kaçınması, tek bir kişinin kontrolü veya<br />

çatışmanın çözümsüzlüğü şeklinde olabilir (Almost 2006).<br />

ÇATIŞMA NEDENLERĐ<br />

Kişiler arası çatışmalar, birbirleriyle etkileşim halinde bulunan iki<br />

veya daha fazla kişi arasında uzlaşmaz hedefler, düşünceler, duygular ve<br />

davranışların varlığından kaynaklanır. Kişilerarası çatışmaların başlangıç<br />

nedenleri farklı biliş, algı, duygu, bilinçdışı gereksinimler, iletişim becerileri<br />

gibi kişisel faktörlerden, kültürel faktörlerden, rol farklılıklarından,<br />

sosyal ve fiziksel çevreden kaynaklanabilir. Bireyler tüm bu özellikleri<br />

yönünden birbirlerinden farklı olduklarından çatışma yaşamaları<br />

kaçınılmazdır (Arnold, Boggs 1999, Almost 2006, Cox 2003, Dökmen<br />

1994, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />

KĐŞĐSEL FAKTÖRLER<br />

Her birey kendine özgüdür. Farklılaşan fikirler ve değerler çatışma<br />

yaratır. Benzer değerlere sahip olan kişiler birbirleriyle daha kolay<br />

iletişim kurarlar ve kişilerarası gerilim riski düşer. Kişilerin birbirlerine<br />

duydukları güven ve saygı artar. Yapılan araştırmalarda kişilik ve<br />

tutum gibi bireysel özelliklerin çatışma üzerinde minör etkisi olduğu<br />

bulunmuştur. Demografik farklılıklar kişilerarası iletişimde çatışmayı<br />

etkileyen diğer bir faktördür (Almost 2006, Valentine 1995). Valentine<br />

ve arkadaşlarına göre (1995) cinsiyet farklılıkları çatışmayı arttırır.<br />

Çatışmaya neden olan bir diğer kişisel faktör algılamadır.<br />

Algılama bireyin yaşadığı dünyayı hissetmesi, yorumlaması ve kavrama<br />

deneyimleridir. Algılama kişilerin davranışlarını, duygularını ve fiziksel<br />

tepkilerini etkiler. Đletişim sürecinde karşı taraf gönderilen mesajı alırken<br />

onu algıladığı biçimde yorumlar ve anlam verir. Duygu ve davranışlar<br />

bu yorumlar ve anlamlar sonucunda ortaya çıkar. (Duygulanım süreci,<br />

şekil 1)<br />

209


Görmek<br />

Duymak<br />

Tatmak<br />

Koklamak<br />

Dokunmak<br />

Davranışsal<br />

Tepkiler<br />

Çevresel olay<br />

5 duyu ile algılanır<br />

Kavramsal<br />

Tepkiler<br />

Đnanç, yorum,<br />

değer kalıpları<br />

Olayla ilgili<br />

düşünceler<br />

Đç konuşmalar<br />

DUYGULANIM S<strong>Ü</strong>RECĐ<br />

Biyofizyolojik<br />

Tepkiler<br />

DUYGU HALĐ<br />

Şekil 1: Özer K. : Ben Değeri Tiryakiliği, Sistem yayıncılık, Đstanbul, (2000a).<br />

Şekilde görüldüğü gibi olay veya durum kişi tarafından beş<br />

duyusuyla algılanır. Algılama sonucunda kişi inançları, değerleri,<br />

önceki deneyimleri sonucunda iç konuşmalar yapar ve otomatik<br />

düşünceler ortaya çıkar. Bu konuşmalar ve düşünceler doğrultusunda<br />

olayla ilgili duygu ve davranışları ortaya çıkar. Algılama sürecini<br />

kişilerin içinde bulundukları ortam (ses, ısı, başka insanların varlığı),<br />

kavramsal tepkileri ise kişilere bağlı özellikler; bilgi, daha önceki<br />

yaşanmışlıklar, kültürel özellikler, değerleri, otomatik düşünceleri<br />

etkiler. Kişiler verilen mesajı farklı bir şekilde yorumlar ve tepki<br />

verirler. Bu durum çatışmaların yaşanmasına neden olabilir. Otomatik<br />

düşünceler, bilişsel çarpıtma ve yanılgıların ortaya çıkmasına neden<br />

olabilir. Bilişsel çarpıtma ve yanılgılar değişik iletişim çatışmalarına<br />

neden olabilir. Örneğin aşırı genellemeci ve değiştirme gayreti olan bir<br />

kişi önyargılı ve toptan reddedici davranabilir. Çatışmalara neden olan<br />

bilişsel çarpıtma ve yanılgılar aşağıda belirtildiği gibidir ( Cüceloğlu<br />

2005, Dökmen 1994, Özer 2000b, Tekarslan ve Kılınç 2000, <strong>Ü</strong>stün,<br />

Akgün, Partlak 2005);<br />

Filtreleme, Kişi belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye<br />

dayalı olarak diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir<br />

körlük geliştirerek değerlendirmesidir.<br />

Aşırı genelleme; Birey karşılaştığı olumsuz bir durumu ya da<br />

olayı aşırı derecede genellemeye yönelir. Aşırı derecede genelleme<br />

yapma eğilimi olan kişiler karşılarında bulunan kişilerle ilgili herhangi<br />

bir olumsuzluğu, bireye yönelik genel bir olumsuzluk yargısına<br />

dönüştürürler.<br />

210


Kişiselleştirme; Kişinin, aslında hiç bir etkisi olmadığı halde,<br />

başkalarının uğradığı sıkıntılardan, ortaya çıkan sorunlardan kendisini<br />

sorumlu tutması, kişiselleştirmesidir.<br />

Kutuplaşmış düşünce; (ya hep ya hiç yaklaşımı) Kişiler orta yolu<br />

düşünmezler.<br />

Akıl okuma; Birey karşısındaki kişiye önyargılarla yaklaşır ve<br />

karşısındaki kişiyi dinlemek ve söylediklerini onun ifade ettiği biçimde<br />

anlamak yerine onun davranışlarını varsayımlarla açıklar ve bu<br />

varsayımların doğruluğunu kontrol etmeden, bu doğrultuda hareket<br />

eder. Karşı tarafın davranışının nedeni bilinmeden, davranış olumsuz<br />

bir düşünce ya da niyete dayandırılır.<br />

Olumsuz abartma (facialaştırma); Kişi küçücük bir olayı<br />

abartarak bir felaket olacakmış gibi algılar.<br />

Meli,- malı’lık; Belirsizlik, olasılık, seçenekçilik yaşamsal bir olgu<br />

değildir. Her şey açık “bireysel yasalara” bağlıdır. Hem kişi, hem de<br />

başkaları için nerede ne yapılması ve yapılmaması gerektiği kuralların<br />

denetimindedir. Bu tarz düşünen kişi en doğru davranışaları<br />

kendisinin gösterdiğine inanır, kişilerarası ilişkilerde neyin doğru neyin<br />

yanlış olduğunu çok iyi bilir. Diğer kişilerin davranışları, bireyin kendi<br />

doğrularına uymuyorsa onlara karşı öfke duyar, sürekli olarak<br />

görüşlerinin, dünya hakkındaki düşüncelerinin ve davranışlarının<br />

doğruluğunu ispatlamaya çalışır. Başkalarının görüşlerindeki farklılığa<br />

ilgisi yok denecek kadar düşüktür. Bu yüzden sık çatışma yaşarlar<br />

(Cüceloğlu 2005, Dökmen 1994, Özer 2000b, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak<br />

2005).<br />

Değiştirme yanılgısı; Kişiler diğer kişilere kendi doğrularını<br />

kabul ettirerek, onların kendi istekleri doğrultusunda davranmalarını<br />

isterler.<br />

Suçlama; Suçlama başkalarına ve kişinin kendisine yönelik<br />

olabilir. Kişi ilişkilerde ya sorumluluğu almaz karşısındaki kişiyi suçlar,<br />

yada bütün sorumluluğu alarak kendisini suçlar.Kişinin karşısındaki<br />

bireyi suçlaması çatışmalara yol açarken, kendisini suçlaması çatışma<br />

yaşanmasını engeller.<br />

Özveri seferberliği; Kişi başkalarının saptanmış olduğu doğrular<br />

için, onların istekleri doğrultusunda yaşaması gerektiğine, ama eninde<br />

sonunda bu seferberliğin ona mutluluk getireceğine inanır (Cüceloğlu<br />

2005, Dökmen 1994, Özer 2000, <strong>Ü</strong>stün Akgün, Partlak 2005).<br />

Bir diğer faktörde kişilerin yaşama bakış tarzları, gösterdikleri<br />

davranış tarzlarıdır. Kişiler atılgan, pasif, saldırgan olmak üzere üç<br />

değişik davranış tarzında davranabilirler.<br />

211


Bir çok insan diğerleriyle ilişkilerinde benzer iletişim örüntüleri<br />

gösterirler. Kişilerarası ilişkilerde bu tip özellikler tarz olarak<br />

nitelendirilir. Đnsanlar kendi iletişim tarzlarını geliştirirler. Kişilerin bir<br />

çok tarzı kullanmaları olasıdır. Fakat her insan belli durumlarda belli<br />

iletişim tarzlarını tekrarlar. <strong>Ü</strong>ç farklı iletişim tarzı vardır (Arnold,<br />

Boggs1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />

PASĐF DAVRANIŞ: Pasif davranış gösteren kişiler genellikle özür<br />

dilerler, nadiren farklı düşünürler. Her zaman diğerlerinin onaylarına<br />

ihtiyaçları vardır. Kendi haklarını, gereksinimlerini göz ardı ederler ve<br />

istediklerini açıkça ifade etmezler. Kendilerine çok az saygı gösterirler.<br />

Çatışmalardan kaçınırlar, hayır demekte zorlanırlar, insanların<br />

duygularını incitmekten korkarlar.<br />

SALDIRGAN DAVRANIŞ: Saldırgan davranış gösteren kişilerin<br />

kişilerarası ilişkilerdeki temel amaçları kazanmak, baskın olmak,<br />

zorlamak diğer insanlardan daha güçlü olmaktır. Genellikle yakın ilişki<br />

kurma konusunda başarısızdırlar. Her zaman kendi isteklerinin olmasını<br />

isterler. Çatışmalarda genel yaklaşımları kendi isteklerinin olması<br />

yönündedir. En çok çatışmaya yol açan davranış tarzı saldırgan davranış<br />

tarzıdır. Kişi bencil olduğu için kendi istekleri ve amaçları diğer<br />

kişilerin istek ve amaçlarından daha önemlidir. Saldırgan davranış açık<br />

bir şekilde görülebildiği gibi, karşı tarafı suçlu hissettirerek, duygu<br />

sömürüsü yaparak ve imalı konuşarak gizli bir şekilde de görülebilir.<br />

ATILGAN (GĐRĐŞKEN) DAVRANIŞ: Kendine güvenir. Kendine ve<br />

başkalarına saygılıdır. Duygu ve düşüncelerini rahatça ifade eder.<br />

Diğer insanların gereksinim ve beklentilerine duyarlıdır. Ne istediğinin<br />

ve neye gereksinimi olduğunun farkındadır. Gereksinimlerini karşılarken<br />

başkalarının gereksinimlerine saygılıdır. Gerek olduğunda yardım ve<br />

bilgi isteyebilir. Postürleri dik, kendinden emin görünürler. Eylemleri<br />

sözleriyle uyuşur. Açık iletişim kurarlar. Çatışmalarda her iki taraf<br />

içinde sorunun çözülmesini isterler (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999,<br />

Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Duygular çatışma sürecinin en<br />

önemli öğelerinden birisidir. Duygusal tepkiler, ve duygulardan<br />

kaynaklanan davranışlar çatışmanın ortaya çıkmasını ve etkili bir<br />

şekilde yönetilmesini etkiler. Çatışma sürecinde görülen suçlama,<br />

gizleme, bastırma, yansıtma gibi duygusal tepkiler çoğu zaman bilinçli<br />

ve isteğe bağlı değildir. Çoğunlukla bireyler bu tepkilerin farkına<br />

varma, tepkileri belirleme ve yapıcı bir biçimde ifade etmede güçlük<br />

yaşarlar. Kişilerin tepkilerinin ve duygularının farkına varması, kişinin<br />

kendini tanıması ile mümkündür. Kendini tanıma, kişinin kendisiyle,<br />

düşünce ve duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal<br />

ve düşünsel süreçtir. Kendini tanıyan bir kimse dış dünyadaki<br />

olayların ve iç dünyasında oluşan yaşantıların çoğu kez farkındadır.<br />

Böyle biri çevresindeki kişilerin kendisini nasıl etkilediğinin farkında<br />

212


olduğu kadar, kendisininde çevresini nasıl etkilediğini bilir, böylece<br />

kendi yaşamını yönetebilir. Kişinin kendini tanıması, çatışma<br />

durumlarında verdiği tepkilerin ve duyguların farkında olması,<br />

duygularını kontrol edebilmesi çatışmanın ortaya çıkmasında ve<br />

çatışma sürecinde etkin olarak önemli bir rol oynar (Arnold, Boggs<br />

1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />

“Kendini yetersiz gören insan tereddüt içinde beklerken,<br />

girişken insan hata yapmaktan korkmadığından daha üstün<br />

hale gelir.”<br />

Henry C. Link<br />

Çatışma sürecinde yaşanan ve süreci etkileyen en önemli duygu<br />

öfke duygusudur. Öfke, bireysel bir tehdit algılandığında veya engellenme<br />

ile karşılaşıldığında, yaşanan çaresizliğin, tehdidin özelliğine göre basit<br />

bir sinirlilik veya kızgınlık halinden, şiddete kadar değişen bir duygudur.<br />

Öfkenin kontrol edilememesi çatışma sürecini olumsuz etkiler ve<br />

çatışmanın yıkıcı sonuçlarının ortaya çıkmasına neden olur (Arnold,<br />

Boggs 1999, Balzer 1999, Pettrey 2003, <strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005) .<br />

Çatışmalara yol açan kişisel faktörler incelendiğinde, en önemli<br />

faktörlerden birisi kişinin sahip olduğu iletişim becerileridir. Đletişim en<br />

az iki kişi arasında sözel yada sözel olmayan iletilerin sunulması ve<br />

alınması sürecidir. Đletişim sürecinde taraflar düşüncelerini, duygularını ya<br />

da bir bilgiyi sözcüklerle, ses tonuyla, fizyolojik görünüm, hareket ve<br />

duruşlarıyla karşı tarafa iletmeye çalışır. Đletişim sürecinde ortaya çıkan<br />

problemler nedeniyle iletişim kurulamadığında çatışmalar yaşanabilir.<br />

Dinleme, empati, geribildirimde bulunma, sözsüz iletişimi doğru kullanma,<br />

ben dilinin kullanımı gibi iletişim becerilerinin doğru kullanılması<br />

çatışmaların ortaya çıkmasını engellerken, var olan çatışmaların etkili<br />

bir şekilde yönetilmesine neden olur. Dinleme karşıdaki kişinin iletmek<br />

istediği mesajı onun iletmek istediği şekilde duymayı sağlar. Dinleme<br />

etkili iletişimin kurulmasında ve sürdürülmesinde ön koşuldur. Kişiler<br />

dinlenmediklerini hissettiklerinde iletişimi keserler. Dinleme ve empati<br />

becerileri çatışma sürecinde karşıdaki kişiyi anlamayı sağlar. Ben<br />

dilinin kullanımı bireyin karşılaştığı durum ya da davranış karşısında<br />

bireysel tepkisini duygu ve düşüncelerle açıklamayı sağlar. Ben dilinin<br />

kullanılarak kişi kendi duygu ve düşüncelerini ifade ettiği için<br />

karşısındaki kişi kendisinin suçlandığını yargılandığını hissetmez. Kişinin<br />

suçlanmasını ve yargılanması kişinin savunucu iletişime geçmesini<br />

sağlar. Savunucu iletişim kişinin benliğine yönelik bir tehdit karşısında<br />

benlik bilincini koruma gereksiniminden kaynaklanır. Savunucu durumda<br />

olan kişi konudan söz etmek yerine, karşısındaki kişiye nasıl göründüğünü<br />

düşünür. Karşısındaki kişiyi nasıl alt edeceğini, tartışmayı nasıl<br />

kazanacağını, nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki kişinin sözel<br />

213


saldırısına nasıl karşı koyacağına zihnini yorar. Kişi savunucu iletişimi<br />

kullanıyorsa karşı tarafta savunucu olur. Đletişimde savunuculuk<br />

sadece sözel iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve<br />

ses tonunda da kendisini gösterir. Savunuculuk arttıkça iletişimin<br />

bozulduğu ve yanlış anlamaların arttığı belirlenmiştir (Arnold, Boggs<br />

1999, Almost 2006, Balzer 1999, Cüceloğlu 2005, Dökmen 1994,<br />

Kunakviktikul, Nuntasupawat 2000).<br />

Sözcükler iletişim sürecinde tek başına bir anlam taşımaz,<br />

sözcüklerin ifadesi yüz ifadesi, el-kol hareketleri, beden duruşu, ses<br />

tonuyla yani beden diliyle anlam kazanır. Çatışmalara yol açan hatalı<br />

sözsüz iletişim davranışları yüksek ve kısık sesle konuşma, yüzüne<br />

bakmama, yok sayma ve sözlü mesajlara uygun olmayan beden dilidir<br />

(Arnold, Boggs 1999, Almost 2006, Balzer 1999, Cüceloğlu 2005,<br />

Dökmen 1994, Kunakviktikul, Nuntasupawat 2000).<br />

KĐŞĐLERARASI FAKTÖRLER; Güven, kişilerin davranışları/<br />

olayları yorumlamalarında önemli bir rol oynamaktadır. Güven kişilerin<br />

ilişkilerinde risk almalarını ve kişilerin davranışlarını ilişki sürecinde<br />

davranışlarını tahmin etmeyi sağlar. Eğer kişiler birbirlerine güvenirlerse,<br />

anlamsızlıkları kabul eder ve davranışları negatif olarak daha az<br />

yorumlarlar. Adaletsizlik ve saygısızlık olduğuna dair algılar çatışmaya<br />

neden olur (Almost 2006).<br />

ÇATIŞMA ÇÖZ<strong>Ü</strong>M<strong>Ü</strong><br />

Çatışma çözümü genel olarak uyuşmazlıkları yatıştırma için bir<br />

süreç olarak tanımlanmıştır. Karip (2003) çatışma çözümünü “tarafların<br />

çatışmayı uygun bir sonuca götürmek için kendi uyuşmazlıkları için<br />

uğraştıkları bir süreç” olarak tanımlamaktadır. Çatışma çözümünde birden<br />

fazla yöntem kullanılmaktadır. Ancak hangi çatışmada hangi yöntemin<br />

kullanılacağına karar verilebilmesi için kullanılan yöntemlerin olumlu<br />

ve olumsuz sonuçları bilinmelidir.<br />

Çatışma yönetim stratejilerinde iki boyut vardır. Bunlardan birincisi<br />

taraflardan her birinin kendi ilgi ve ihtiyaçlarının doyurulmasına<br />

verdikleri önemin derecesi, ikinci boyut ise taraflardan her birinin diğer<br />

tarafın ilgi ve ihtiyaçlarına verdikleri önemdir.<br />

Çözülmemiş çatışmalar zaman ve enerji kaybettirir ve yeni<br />

çatışmaların oluşmasını sağlar. Çatışma çözümlendiğinde ise ilişkileri<br />

güçlendirir. Başarılı bir çatışma çözümünün anahtarı uygun tepkiyi<br />

verebilmek ve uygun tekniği kullanabilmektir. Her bir teknik sonuca<br />

ulaşabilmek için farklı yollar sunar. Çatışma çözümleriyle ilgili üç<br />

değişik yaklaşım vardır (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Iocana 2003,<br />

Pettrey 2003);<br />

214


1-Kazan-Kaybet Yaklaşımı; Kazan-kaybet yaklaşımında ben<br />

kazanayım karşı taraf kaybetsin düşüncesi hakimdir. Bu yöntemde gereksinimleri<br />

karşılamak için güç kullanılır. Karşı tarafın gereksinimleri<br />

giderilmez. Sonuçları şu şekilde olabilir. Güç kullanıldığı için korku<br />

vardır. Arkadan sürekli olarak eleştirilir. Açık bir iletişim söz konusu<br />

değildir. Saldırgan ve maniplatif davranış tarzına sahip, yaşama bakış<br />

açısı bencil olan kişiler bu yaklaşımı benimserler. Önemli olan onların<br />

gereksinimleridir (Arnold, Boggs 1999, Coleman 2000, Karip 2003,<br />

Kavalcı 2001).<br />

2-Kaybet-Kazan yaklaşımı; Kaybet-kazan yaklaşımında karşımızdaki<br />

kişinin gereksinimleri karşılanır, kişinin kendi gereksinimlerimi<br />

karşılanmaz. Sürekli olarak boyun eğen, benlik saygıları düşük olan<br />

pasif davranış tarzına sahip insanların kullandığı yöntemdir. Sürekli<br />

kaybeden kişi kendisine olan saygısını yitirir, sorun ve gereksinimlerini<br />

söylemekten vazgeçer, engellenir ve öfke yaşar (Arnold, Boggs 1999,<br />

Coleman 2000, Karip 2003, Kavalcı 2001).<br />

3-Kazan-Kazan Yöntemi; Kazan- kazan yöntemi her iki tarafında<br />

gereksinimlerinin karşılandığı hem de güç kullanmalarını gerektirmeyen<br />

bir yöntemdir. Her iki tarafta çatışma çözümünü, birlikte arayıp kabul<br />

edecekleri bir sorun olarak görür. Bu yöntemde problem çözme yöntemi<br />

kullanılır. Kazan- kazan yaklaşımını atılgan davranış tarzına sahip,<br />

yaşama bakış açısı biz olan kişiler kullanırlar (Arnold, Boggs 1999,<br />

Coleman 2000, Karip 2003, Kavalcı 2001).<br />

Rahim ve Magner’e göre (2000), hükmetme, kaçınma, uyma,<br />

uzlaşma ve bütünleştirme olmak üzere kişilerin beş farklı çatışma biçimleri<br />

vardır. Kişiler çatışmayla karşılaştıklarında bu çatışma biçimlerini<br />

kullanırlar.<br />

ĐLĐŞKĐ<br />

Çok önemli<br />

UYMA<br />

B<strong>Ü</strong>T<strong>Ü</strong>NLEŞTĐRME<br />

UZLAŞMA<br />

KAÇINMA<br />

H<strong>Ü</strong>KMETME<br />

Az Önemli<br />

AMAÇ<br />

Rahim A., Magner N. Do justice perceptions ınfluence styles of handling conflict with<br />

supervisors: What justice perceptions, precisely The International Journal of Conflict<br />

Management, Vol.11,No: 1, 2000, pp: 11.<br />

215


Hükmetme biçimiyle çatışma çözmeye çalışan kişiler için<br />

kendileri, ilişkilerinden daha önemlidir. Bu kişiler çatışmalarda kendi<br />

çözümlerini karşı tarafa kabul ettirmeye çalışırlar. Diğer kişinin veya<br />

kişilerin ihtiyaçlarıyla ilgilenmezler ve çatışmanın mutlaka bir kişinin<br />

kaybetmesi ve bir kişinin kazanmasıyla sonuçlandığını düşünürler.<br />

Zorlayıcı, hükmedici davranışla birlikte, suçlayıcı, reddedici, emredici,<br />

sorgulayıcı, önyargılı ve sorumluluğu kabul etmeyen bir dil kullanırlar.<br />

Ayrıca çatışmanın çözümü için güçlerinide kullanırlar. Kullanılan bu<br />

yöntemde, zorlayıcı ve hükmedici davranışla birlikte kullanılan dil,<br />

ilişkinin bütünüyle bozulmasına ve hükmeden tarafın da kısa dönemde<br />

elde ettiği sonuçların uzun dönemde geçersiz hale gelmesine neden<br />

olabilir (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003,<br />

Şahin 2005).<br />

Uyma biçimiyle çatışmaları çözmeye çalışan kişiler için ilişkileri<br />

kendilerinden ve kendi ihitiyaçlarından daha çok önem taşır. Bu kişiler<br />

çatışmadan karşıdakine uyarak kaçınabileceğini ve çatışmaların ilişkilere<br />

zarar vermeden çözülemeyeceğini düşünürler. Onlar eğer çatışma devam<br />

ederse birisinin zarar göreceğinden ve bunun ilişkiyi yıkacağından<br />

korkarlar. Uyma stratejisini kullanan birey diğeri ile aynı görüşte<br />

olduğunu, onun beklenti ve isteklerini kabul ettiğini belirten ifadeler<br />

kullanır. Kendi beklentilerini ifade etmeyerek, işbirliği ve uyum yerine,<br />

yalnızca taraflardan birinin diğerine uyması söz konusudur. Uyma<br />

yöntemi ilişkide diğerinin istekleri karşılandığı için ilişkide sorun<br />

yaratmaz, ancak uymayı kullanan kişinin kendi istekleri ve ihtiyaçları<br />

karşılanmadığı için uzun dönemde bireyi olumsuz etkileyeceğinden<br />

etkili bir iletişim biçimi ve çatışma çözme yöntemi değildir. Uyum gösteren<br />

birey problemin çözümüne yönelik olarak iletişime anlamlı bir katkı<br />

sağlamaz. Taraflardan biri kendisinin hatalı olduğunu düşünüyorsa,<br />

konu diğer taraf için çok önemliyse, taraflardan biri diğerine göre daha<br />

zayıfsa ve ilişkinin devamlılığı çok önemliyse bu yöntem tercih edilebilir<br />

(Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />

Uzlaşma biçimiyle çatışmalarını çözmeye çalışan kişiler kendi<br />

amaçlarına ve başkalarıyla ilişkilerine karşı ılımlıdırlar. Bir uzlaşma<br />

yolu ararlar, kendi amaçlarından taviz verirler ve karşı tarafı da kendi<br />

amaçlarından taviz vermeleri için ikna ederler. Đki tarafında bir şeyler<br />

kazanacağı bir çözüm yolu ararlar. Taraflar kısa yoldan bir çözüm<br />

bulabilmek için nelerden vazgecebileceklerini ve diğerinin orta yolu<br />

bulmak için nelerden vazgeçmesi gerektiğini ifade ederler. Böylece her<br />

iki tarafında ihtiyaçları belirli bir ölçüde olsa karşılanmış olur. Đşbirliği<br />

stratejisi ile karşılaştırıldığında taraflar kendilerini iletişimde daha az<br />

yeterli görürler. Her iki tarafında amacı kısmen karşılandığı için<br />

taraflar iletişimde ancak belirli düzeyde etkili olurlar. Tarafların işbirliği<br />

yapamadıkları bir durumda uzlaşmak zorunluluğunu hissetmeleri,<br />

durumun ve ilişkinin niteliğinden kaynaklanır. Eğer görüş birliği<br />

216


sağlanamıyorsa, her iki tarafta eşit ölçüde güçlüyse karmaşık bir soruna<br />

geçici bir çözüm ihtiyacı varsa kullanılabilir. Bu anlamda uzlaşmayı hiç<br />

bir zaman taviz ya da ödün vermekle eş değer görmemek gerekir.<br />

(Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />

Kaçınma biçimiyle çatışmalarını çözmeye çalışan kişiler için<br />

kendi kişisel amaçlarından ve ilişkilerinden vazgeçerler. Kaçınma<br />

biçimini benimseyenler çatışma yaratacak kişi ve konulardan fiziksel ve<br />

psikolojik olarak uzak durmaya çalışırlar. Bu tepkilerle birlikte konuyu<br />

değiştirmeye çalışan, problemin varlığını ret eden, problemi hafife alan,<br />

karşı tarafı aslında problem yokken problem çıkarmakla suçlayan<br />

ifadeler kullanabilirler. Bazı durumlarda ise kaçınma stratejisini kullanan<br />

taraf, diğeri ile etkileşimi mümkün kılmayacak biçimde fiziksel olarak<br />

uzak durmayı tercih edebilir. Kaçınma davranışı etkili ve ilişkinin<br />

sürekliliği ve sağlığı bakımından uygun bir yöntem değildir. Kaçınmada<br />

kullanılan dil, bu dili kullanan tarafın amaçlarının gerçekleşmesine<br />

katkı sağlamayacağı gibi, diğerinin de ihtiyaçlarını karşılamaz, hatta<br />

daha saldırganlaşmasına, daha çok stres hissetmesine, ilişkinin<br />

dahada gerilmesine neden olabilir. Ancak kaçma yöntemi yüzleşmenin,<br />

çatışmaya girmenin çok olumsuz sonuçlar doğuracak olması gibi,<br />

zaman kazanmaya ihtiyaç varsa uygun bir yöntem olabilir (Arnold,<br />

Boggs 1999, Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin 2005).<br />

Bütünleştirme biçimiyle çatışmaları çözmeye çalışan kişiler için<br />

hem amaçları hem de ilişkileri önemlidir. Bu kişiler çatışmaları<br />

çözülmesi gereken problemler olarak görürler ve hem kendilerinin hem<br />

de karşılarındaki kişilerin amaçlarına ulaşabilecekleri çözüm yolları<br />

ararlar. Bu kişiler çatışmayı bir problem olarak görürler, her iki tarafı<br />

da memnun edecek çözümlere ulaşmadan, gerilimi ve olumsuz<br />

duyguları tümüyle çözmeden tatmin olamazlar. Bu yöntem analitik,<br />

bütünleştirici- uzlaştırıcı bir dil kullanımını içerir. Analitik bir dilin<br />

kullanımı; problemin tanımlanması açıklanması, sınırlarının ve niteliğinin<br />

belirlenmesine yönelik ifadelerin kullanılması ve karşı tarafın nezaket<br />

kuralları çerçevesinde çözüme katkısının istenmesi demektir. Bütünleştirici-uzlaştırıcı<br />

bir dilin kullanımı, destekleyici, sorumlulukları<br />

kabul eden ifadeleri içerir. Birey diğerini dinleyerek kendi bakış<br />

açısında uyarlamalar yapabilir ve probleme ilişkin algısında ortaya<br />

çıkan değişiklikleri paylaşabilir. Bütünleştirme yöntemi kişiler için hem<br />

uygun hemde etkili bir çözümü mümkün kılar.<br />

Đşbirliği yöntemi aşağıda belirtilen altı adımdan oluşmaktadır<br />

(Arnold, Boggs 1999,Balzer 1999, Karip 2003, Kavalcı 2003, Şahin<br />

2005).<br />

1. Problemi Tanımlama; Bu süreçte taraflar kendileri için<br />

önemli olan noktaları açıklamalı ve probleme ilişkin gerçek duygu ve<br />

düşüncelerini paylaşmaya özen göstermelidir. Problemin tanımlanmasında<br />

217


ortak bir anlayışın geliştirilmesi tarafların ve çıkarlarında farklılıklarını<br />

ortadan kaldırmaz. Ancak, problemin ne olduğuna, niteliğine ve<br />

tarafların ihtiyaçlarına ilişkin ortak bir algı ve anlayış, iyi bir çözümün<br />

önkoşulu olarak değerlendirilmelidir. Problemin tanımlanabilmesi için<br />

aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi aşağıdaki gibidir ( <strong>Ü</strong>stün, Akgün,<br />

Partlak 2005) ;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Problem genel değil somut ifade edilmelidir.<br />

Problem küçük parçalara ayrılmalıdır.<br />

Kişiler problemi sahiplenmelidir.<br />

Problem çözümlenebilecek şekilde ifade edilmelidir.<br />

2. Nedenlerin Bulunması; Birçok faktör aynı soruna kaynaklık<br />

ediyor olabilir. Bütün bu faktörleri ortaya çıkarabilmek ve hangilerinin<br />

önemli olduğunu belirleyebilmek gerekir. Kimi zaman sorunların<br />

belirtileri veya görünür nedenleri ile ona kaynaklık eden faktörler<br />

farklıdır. Görünür nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çözümler uzun<br />

vadede etkili olmaz. Sorunun kaynak nedenini bulmak her zaman<br />

kolay değildir. Bunun en önemli nedeni, sorunlarla ilgili önemli bir<br />

gerçeğin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Nedenlerin<br />

bulunabilmesi için aşağıdaki soruların yanıtları taraflar tarafından<br />

yanıtlanmalıdır.<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Bu durum neden bir problem oldu<br />

Benim bir katkım var mı<br />

Karşıdaki kişi veya kişilerin katkısı var mı<br />

Çevrenin katkısı nedir<br />

3. Ulaşılabilir ve Gerçekçi Hedeflerin Belirlenmesi; Hedefler<br />

olabildiğince gerçekçi ve ulaşılabilir bir şekilde ifade edilmelidir.<br />

Belirlenen hedefler birey tarafından benimsenmeli ve bireyler yönünden<br />

ifade edilmelidir. Eğer bireyin hedefi bir başkasının davranışını<br />

değiştirmekse hedef benimsenmemiş demektir. Hedefler genel değil,<br />

somut ve ölçülebilir bir biçimde ifade edilmelidir.<br />

4. Çözüm Aramak;Çözüm arama evresi üç aşamadan oluşmaktadır<br />

(<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005). Bunlar:<br />

*Seçenekler üretme; Belirlenen soruna yönelik hedeflere<br />

ulaştıracak akla gelen tüm çözümler listelenir. Bu basamakta seçenek<br />

bireylere anlamsız ve uygulanamaz gelse de dikkate alınmalıdır. Beyin<br />

fırtınası yöntemi kullanarak yalnızca çözüm önerileri üretilmeli,<br />

belirlenen hiçbir seçeneğin olma olasılığı değerlendirilmemelidir. Saçma<br />

görünen öneriler bile başka fikirlerin oluşumuna katkı sağlayabilir.<br />

Tarafların ihtiyaç ve çıkarlarının tatmin olabilmesi için olası çözümlere<br />

ilişkin düşüncelerin açık ve net olarak ifade edilmesi gerekir. Çözüm<br />

önerileri, karşı tarafın düşüncelerini eleştirmeden ve yargılamadan<br />

218


yapıcı bir yaklaşımla sunulmalıdır. Taraflar diğerinin düşüncelerine ve<br />

önerilerine açık olmalıdırlar (<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />

*Seçenekleri değerlendirme; Burada üretilen alternatiflere ilişkin<br />

avantaj ve dezavantajlar iki farklı liste halinde yazılır ve değerlendirilir.<br />

Tercih edilen seçenek uygulandığında kazançlar ve kayıplar ne olabilir<br />

belirlenir ve yazılır. Burada bireyler en uygun olan seçeneğin ne<br />

olduğuna karar verilebilmesi için bazı özellikleri dikkate alması gereklidir.<br />

Bireylerin değerleri ile uyuşan seçenekler seçilmelidir. Eğer seçilen<br />

yollar, bireylerin değer sistemi ile çatışırsa bireyler çözmeye çalıştıkları<br />

problemlerden daha çok büyük problemler yaşabilir. Uygulanabilir ve<br />

başarıya ulaşma olasılığı yüksek olan seçenekler seçilmelidir. Seçenekler<br />

uygun bir biçimde sıralanmalıdır. Bir hedefe doğru aşamalı olarak adım<br />

adım yol almak, bu hedefe ulaşma olasılığını artırma yöntemlerinden<br />

biridir.<br />

*Uygun seçeneği seçme; Uygun seçenek seçilerek, seçeneğin<br />

uygulnamasına yönelik uygulama bir eylem planı (zaman, yer, kişiler<br />

vs.) hazırlanmalıdır.<br />

5. Uygulama; Hedefe ya da hedeflere ulaşmak için seçilen<br />

seçenekler uygulamaya konur. Problem çözmenin temel noktası, yapılan<br />

uygulamalardır. Eğer uygulama programı dikkatlice oluşturulmuşsa<br />

birey programda adım adım ilerleyebilir. Eğer birey birçok şeyi hemen<br />

yapmaya çalışırsa problemi çözme şansı olmaz ve eyleme de devam<br />

edemez ya da birey program boyunca amaçsız davranışlarda bulunabilir.<br />

Burada birey eyleme geçtikçe uygulamaya ilişkin bazı sorunlar ortaya<br />

çıkabilir. Birey değişmeyi hem gelişmesini sağlayan hem de acı veren<br />

bir yaşantı olarak yaşabilir. Yapılan uygulama sonucunda daha önce<br />

belirlenmiş olan sorunla ilgili yeni boyutlar yada yeni sorunlar ortaya<br />

çıkabilir (<strong>Ü</strong>stün, Akgün, Partlak 2005).<br />

6. Değerlendirme; Bazı durumlarda uygulamaya geçer geçmez<br />

başarılı olunup olunmadığı kolaylıkla anlaşılır. Bazı durumlarda ise<br />

problemin çözümü daha uzun zaman alabilir ya da sonuçların olumlu<br />

ve olumsuz yanlarını birbirinden ayırt etmek ve değerlendirmek oldukça<br />

güç olabilir. Her ne olursa olsun, hedeflere ulaşmada seçilen seçeneklerin<br />

işe yarayıp yaramadığını değerlendirecek bir tarih koymak yararlıdır. O<br />

tarihte sorun ortadan kalkmayabilir. Fakat sorun üzerinde çalışmaya<br />

başlandıktan sonra, yaşanan sıkıntıda bir azalma olup olmadığına<br />

bakılabilir ve sonucuna göre uygulamaya devam edilebilir ya da geriye<br />

dönüp problemin esas kaynağının doğru belirlenip belirlenmediğine<br />

bakılabilir. Özellikle karmaşık problemlerin çözümünde, çözümlerin<br />

işleyip işlemediğinin belirli aralıklarla kontrol edilmesi gerekir.<br />

Çözümler işlemiyorsa, çözümlerin yeniden gözden geçirilmeli ve gerekli<br />

düzenlemeler yapılmalıdır (Arnold, Boggs 1999, Balzer 1999, Karip<br />

2003, Kavalcı 2001, Şahin 2005, Smith, Strickler, Lipsky 2002).<br />

219


Çatışma Çözümü Yöntemlerinin olumlu ve olumsuz yönleri aşağıdaki gibidir:<br />

Zorlama<br />

Uyma<br />

Uzlaşma<br />

Kaçınma<br />

Đşbirliği<br />

Uygun olduğu durumlar<br />

Konu basit önemsiz<br />

Acil olarak karar verilmesi gerekiyor<br />

Hoşa gitmeyecek bir karar<br />

uygulanacak.<br />

Karşı taraf karar için gerekli<br />

yeterliliğe sahip değil<br />

Konu sizin için çok önemli<br />

Taraflardan biri kendisinin hatalı<br />

olduğunu düşünüyor<br />

Konu diğer taraf için çok önemli<br />

Taraflardan biri diğerine göre daha<br />

zayıf<br />

Đlişkinin devamlılığı çok önemlidir.<br />

Görüş birliği sağlanamıyor<br />

Her iki taraf eşit ölçüde güçlü<br />

Đşbirliği ve zorlama stratejileri<br />

başarısız.<br />

Karmaşık bir soruna geçici bir<br />

çözüm ihtiyacı var<br />

Konu basit önemsiz<br />

Diğer tarafla karşı karşıya gelmenin<br />

potansiyel olumsuz etkileri<br />

çözümün sağlayacağı yararlardan<br />

daha fazla<br />

Durulma süresine ihtiyaç var<br />

Konu karmaşık<br />

Çözüm için görüşlerin sentezi<br />

gerekli<br />

Çözüm için karşı tarafın katkısına<br />

ihtiyaç var<br />

Problem çözme için yeterli zaman<br />

var<br />

Uygun olmadığı durumlar<br />

Konu karmaşık<br />

Her iki taraf eşit güce sahip<br />

Acil bir karara ihtiyaç yok<br />

Diğer taraf yüksek düzeyde<br />

yeterliliğe sahip<br />

Konu sizin için çok önemli<br />

Haklı olduğunuza inanıyorsunuz<br />

Diğer taraf hatalı ya da haksız<br />

Bir taraf diğerinden daha güçlü<br />

Sorun problem çözme yaklaşımını<br />

gerektirecek kadar karmaşık<br />

Konu sizin için çok önemli<br />

Karar sizin sorumluluğunuzda<br />

Taraflar geri atmaya isteksiz ve<br />

çözüm zorunlu<br />

Acil olarak çözüm gerekli<br />

Problem basit<br />

Acilen karar verilmesi gerekli<br />

Diğer taraf sonuçla pek ilgilenmiyor<br />

Diğer taraf problem çözme becerisine<br />

sahip değil.<br />

Karip E. Çatışma Yönetimi, 3. Baskı, Pegama Yayıncılık, Ankara, 2003 ss: 71.<br />

Bireylerin çatışmayı çözmek için kullandıkları biçimler, çatışmanın<br />

yapıcı ya da yıkıcı olduğunu belirlemektedir. Hükmetme, kaçınma ve<br />

uyma yöntemleri genel olarak çatışmanın yıkıcı sonuçlandığı biçimlerdir ve<br />

bu biçimlerin uygulanması durumunda kişinin çatışma sonucunda<br />

yaşadığı duygular olumsuzdur ve kendini tatmin olmamış hissetmektedir.<br />

Uzlaşma ve bütünleştirme ise yapıcı çatışma çözme biçimleridir ve kişiler<br />

bu biçimlerle çatışmaları çözdüklerinde, olumlu duygular yaşamaktadırlar<br />

(Kunaviktikul, Nuntasupawat 2000, Smith, Strickler, Lipsky 2002).<br />

Kişilerarası ilişkilerde çatışmaların olabildiğince yapıcı çatışma çözüm<br />

biçimleriyle çözümlenebilmesi için çaba gösterilmesi gerekir. Çünkü bu<br />

düzeydeki kişilerin ve kişilerarası ilişkilerin yaşandığı toplumların<br />

demokratik anlayış ve medeniyet düzeyiylede ilgili durum hakkında da<br />

fikir vermektedir. Benito Juarez’in değerli sözleriyle yazıyı sonlandırmak<br />

uygun olacaktır. “Milletler arasında olduğu gibi, insanlar arasında<br />

da birbirlerinin haklarına saygı barışın güvencesidir”.<br />

220


KAYNAKLAR<br />

1. Almost J (2006). Conflict within nursing enviroments: concept analysis. Journal of<br />

Advanced Nursing, 53: 4, 444-453.<br />

2. Arnold E, Boggs K (1999). Interpersonal relationship professional communication<br />

skills for nurses. Third Edition. WB Saunders Company, 3<strong>23</strong>-340.<br />

3. Balzer J (1999). Communications in nursing. Mosby-Year Book.<br />

4. Coleman P (2000). The Handbook of Conflict Resolution. Josey- Bass Publishers.<br />

5. Cox K (2003). The effects of intrapersonal, intragroup and intergroup conflict on<br />

team performance effectiveness and work satisfaction. Nursing Administration, 27:<br />

2,153-163.<br />

6. Cüceloğlu D (2005). Yeniden insan insana, 33. basım, Đstanbul, Remzi Kitapevi, 195-<br />

219.<br />

7. Dökmen <strong>Ü</strong> (1994). Đletişim Çatışmaları ve Empati. 13. basım,Sistem Yayıncılık, 45-<br />

135.<br />

8. Iacona M (2003). Conflict, communuciation, and collabration: improving interactions<br />

between nurses and physicians.Journal of PeriAnesthesia Nursing,18: 1, 42-46.<br />

9. Karip E (2003). Çatışma yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Pegama Yayıncılık.<br />

10. Kavalcı Z (2001). Çatışma çözme becerileri eğitimi programının üniversite<br />

öğrencilerinin çatışma çözme biçimleri üzerine etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans<br />

Tezi Ankara: Hacettepe <strong>Ü</strong>niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 5-30.<br />

11. Kunaviktikul W, Nuntasupawat R (2000). Relationships among conflict, conflict<br />

management, job satisfaction, intent to stay, and turnover of professional nurses in<br />

Thailand. Nursing and Health Sciences, 2,9-16.<br />

12. Özer K (2000a). Ben Değeri Tiryakiliği, Đstanbul ,Sistem yayıncılık.<br />

13. Özer K (2000b). Đletişimsizlik Becerisi, Đstanbul, Sistem yayıncılık.<br />

14. Pettrey L (2003). Who let the dogs out, managing conflict with courage and skill.<br />

Critical Care Nurse, February, 21-24.<br />

15. Rahim A, Magner N (2000). Do justice perceptions ınfluence styles of handling<br />

conflict with supervisors: What justice perceptions, precisely. The International<br />

Journal of Conflict Management, 11: 1, 11.<br />

16. Smith S, Strickler R, Lipsky M (2002). Resolving conflict. Journal of Psychosocial<br />

Nursing, 39: 11, 37-44.<br />

17. Şahin Ö (2005). Hemşirelerde örgütsel çatışma türleri ve çözümleme yaklaşımlarının<br />

incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Đzmir: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık<br />

Bilimleri Enstitüsü.<br />

18. Tekarslan E, Kılınç T (2000). Davranışın sosyal psikolojisi, Đstanbul .Đ.<strong>Ü</strong>. Đşletme<br />

Fakültesi.<br />

19. <strong>Ü</strong>stün B, Akgün E, Partlak N (2005). <strong>Hemşirelik</strong>te iletişim becerileri öğretimi , Đzmir,<br />

Okullar Yayınevi, 218-221.<br />

20. Valentine P (1995). Mangement of conflict: do nurses / women handle it differently .<br />

Journal Of Advanced Nursing, 22, 142-149.<br />

221


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 2<strong>23</strong>-<strong>23</strong>2, <strong>2007</strong><br />

OVERYEN HĐPERSTĐMULASYON SENDROMU (OHSS) VE<br />

HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI<br />

OVARIAN HYPERSTIMULATION SYNDROME AND NURSING APPROACH<br />

Selma ŞEN<br />

Oya KAVLAK<br />

E.<strong>Ü</strong>. <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Kadın Sağlığı ve Hastalıkları AD. Bornova/Đzmir<br />

Anahtar Sözcükler: Overyen hiperstimulasyon sendromu, önleme, tedavi,<br />

hemşirelik yaklaşımı<br />

Key Words: Ovarian Hyperstimulation Syndrome, Prevention, Treatment, Nursing<br />

Approach<br />

ÖZET<br />

Kontrollü hiperstimülasyon, invitro fertilizasyon-embriyo transferinin<br />

başarısındaki temel faktördür. Kontrollü hipersitümülasyonun major komplikasyonlarından<br />

biri overyen hipersitimülasyon sendromudur. Bu sendrom<br />

1943’ten beri bilinmektedir. Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (OHSS)<br />

ovulasyon indüksiyonunu takiben gelişir. OHSS, overlerde büyüme, asit,<br />

plevral efüzyon, hipovolemi ve hemokonsantrasyonla karakterize ciddi bir<br />

komplikasyondur.<br />

Overyen Hiperstimulasyon Sendromunun hemşirelik bakımında hastanın<br />

değerlendirilmesi, eğitimi, tıbbi müdahale için hazırlanması çok önemlidir.<br />

<strong>Hemşirelik</strong> tanıları sıvı volümü ve öz bakım ile ilişkili sorunları içermelidir.<br />

OHSS’nin komplikasyonları abdominal ağrı, abdominal distansiyon, bulantı,<br />

kusma ve diyaredir.<br />

Kontrollü overyen hiperstimülasyon tedavisi alan tüm kadınlara, OHSS’nun<br />

semptomları ve bulguları ile ilgili yazılı materyaller verilmelidir. Ve kadınlar bu<br />

semptomların başladığını anında rapor etmeleri için teşvik edilmelidir. OHSS,<br />

bu belirti ve semptomların erken tanısı ve minimal bir tedavi ile kontrol altına<br />

alınabilir.<br />

SUMMARY<br />

Controlled hypersitumulation is basic factor that for successfull invitro<br />

fertilizaion-embrio transfer. Overyen Hiperstimulasyon sendrom is major<br />

complication of controlled hypersitumulation. Since 1943 this sendrome has<br />

known. OHSS can develop after the ovulation induction. OHSS is a serious<br />

problem which is caracterized by groving over, aside, plevral effusion,<br />

hypovolemia and hemoconsantration.<br />

2<strong>23</strong>


Nursing care of the OHSS patient emphasizes ongoing assessment,<br />

patient education and preparation of the patient for medical intervention.<br />

Appropriate nursing diagnoses include risk for imbalanced fluid volume and<br />

knowledge deficit related to self care issues That complications are abdominal<br />

pain, abdominal distension, vomiting, sickness and diarrhea.<br />

Whole women who take ovarian hyperstimulation medication, written<br />

education material can be given about OHSS symptoms and findings. Women<br />

should be encoureged for report to started the symptoms immediately. OHSS was<br />

controlled with minimal treatment and early diagnosis of this symptoms and<br />

findings.<br />

GĐRĐŞ<br />

Kontrollü hiperstimülasyon, invitro fertilizasyon-embriyo transferinin<br />

başarısındaki temel faktördür. Kontrollü hipersitümülasyonun major<br />

komplikasyonlarından biri overyen hipersitimülasyon sendromudur<br />

(OHSS)(11). Bu sendrom 1943’te gonodotropinlerin ovulasyon indüksiyonu<br />

için ilk kullanıldıklarından beri bilinmektedir. Genellikle çoğul gebelik,<br />

hipotroidizm ya da polikistik over sendromunda görülen bu durum<br />

spontan overyen sikluslarda görülmez (4).<br />

Overyen hiperstimulasyon sendromu tamamen iyatrojeniktir<br />

(7,20). Overyen Hiperstimulasyon Sendromu eksojen gonadtropinlerle<br />

ovulasyon indüksiyonunu takiben gelişen, overlerde büyüme, asit,<br />

plevral efüzyon, hipovolemi ve hemokonsantrasyonla karakterize ciddi<br />

bir komplikasyondur (18).<br />

OHSS’de overlerin hacimce büyümesine abdominal rahatsızlık<br />

eşlik eder. Đlerlemiş formlarında overlerde kistik oluşumlar meydana<br />

gelir ve bunun sonucunda abdominal distansiyon, ağrı, bulantı,<br />

kusma, bazende diyare oluşur (7).<br />

OHSS TANIMI<br />

OHSS herhangi bir ovulasyon indüksiyonu veya çok nadirde olsa<br />

doğal sikluslarda gelişebilen, masif overyen büyüme, stromada ödem,<br />

multipl overyen kistler ve çok sayıda corpus luteum ile karakterize,<br />

steroid hormonların aşırı üretimine bağlı olduğu düşünülen, kapiller<br />

geçirgenliğin artması sonucu üçüncü boşluğa(hücreler arası boşluk)<br />

sıvı, elektrolit ve protein kaybının olduğu bir sendromdur (13). OHSS<br />

genellikle genç yaştaki kadınlarda görülmektedir. Çünkü OHSS<br />

hastanın over rezervine bağlıdır (14).<br />

Bu sendromun geniş yelpazesinin bir ucunda ancak laboratuvar<br />

metotlarıyla tanımlanabilen kimyasal hiperstimulasyon, diğer ucunda<br />

hayati tehlikenin söz konusu olduğu klinik tablo vardır (10).<br />

224


OHSS’DA RĐSK FAKTÖRLERĐ<br />

Ovulasyon indüksiyonu protokolüne alınan hastalar OHSS'nin<br />

gelişimi açısından risk taşıyor olabilirler. OHSS insidansını arttıran bu<br />

risk faktörleri şunlardır:<br />

1. Duyarlı overyen cevap<br />

a. PCOS (Polikistik Over Sendromu)<br />

b. Genç yaşta (35 yaş ve ↓) ve zayıf olmak<br />

2. Yetersiz takip<br />

3. Ovulasyon için HCG kullanımı veya gebelik<br />

4. Geçirilmiş benign over operasyonu<br />

5. Bir overin alınmış olması<br />

6. Overyen kist varlığı<br />

7. HCG uygulanacağı sırada yüksek serum östradiol (E2) düzeyi<br />

(1500pg/ml.'nin üzeri ) ve çok sayıda follikül varlığı (10).<br />

OHSS’NUN SINIFLANDIRILMASI<br />

OHSS’nun ilk sınıflandırılması 1967 yılında hem laboratuvar hem<br />

de klinik bulgularla birlikte hazırlanmıştır fakat daha sonra yeniden<br />

organize edilerek değiştirilmiştir. Bu sınıflandırma üç temel klinik<br />

kategoriye ve semptomların, belirti ve laboratuvar bulgularının şiddetine<br />

göre altı dereceye ayrılmıştır. Yeni bir sınıflandırma ile 1989’da üç<br />

kategori ve beş derece ortaya çıkmıştır (2).<br />

OHSS tipik olarak HCG verildikten 7-12 gün sonra başlamakta ve<br />

hafif olabileceği gibi çok şiddetli de olabilmektedir. Hastaların %8.4<br />

ünde hafif, %6-7 sinde orta derecede hiperstimulasyon ve %0.8 inde<br />

şiddetli hiperstimülasyon görülür (20).<br />

Hafif hipertimulasyon overlerde hafif büyüme minimal semptomlarla<br />

karakterizedir. Orta derecedeki formunda hafif hiperstimulasyon<br />

bulgularına ek olarak ultrasonografik olarak saptanabilen asit de<br />

mevcuttur. Şiddetli formu oldukça kötü sonuçlara yol açabilir. Overlerde<br />

ileri derecede büyüme, asit, plevral efüzyon, hemokosantrasyon ve<br />

hiperkoagubilite, over torsiyonu ve rüptürü, ileri derecede elektrolit<br />

bozuklukları, epileptik nöbet, solunumda bozulma, böbrek yetmezliği<br />

ve ölüme kadar giden bir tabloya yol açabilir (15,20).<br />

Overyen hiperstimulasyon sendromu şöyle derecelendirilebilinir;<br />

Grade1: Abdominal distansiyon<br />

Grade2: Abdominal distansiyon, bulantı, kusma ve /veya diyare<br />

225


Grade3: Hafif hiperstimulasyon bulgularına ek olarak ultrasonografik<br />

olarak saptanan asit<br />

Grade4: Klinik asit, hidrotoraks, dispne<br />

Grade5: Hemokonsantrasyon, koagülasyon bozuklukları, böbrek fonksiyonunda<br />

bozulma (2).<br />

OHSS'DA SPESĐFĐK KOMPLĐKASYONLAR<br />

Özellikle orta ve ağır formlarda prognozu kötüleştiren, morbidite ve<br />

mortalite oranını arttıran çok çeşitli komplikasyonlar söz konusudur.<br />

Bunlar;(10)<br />

Asit: OHSS'nin klinik tablosundan sorumlu olan ana neden<br />

kapiller permeabilitenin artması sonucu intravasküler volümün üçüncü<br />

boşluğa toplanmasıdır. Kapiller permeabilitenin artış şiddeti ile OHSS'nin<br />

ciddiyeti arasında belirgin korelasyon mevcuttur. Kayıp üçüncü boşluk<br />

olarak özellikle peritoneal alana olmaktadır. Gelişen asit OHSS’nin<br />

ilerleyişi açısından son derece önemlidir. Artan asit sonucunda<br />

intraabdominal basınç artacak ve böylece vena kava inferior üzerine<br />

olan basınç nedeniyle venöz dönüşü azaltacaktır. Sonuçta bir yandan<br />

alt ekstremitelerde ödem meydana gelirken, diğer yandan venöz<br />

dönüşün azalmasıyla beraber kardiyak output düşecektir. Gerek<br />

kardiyak outputun düşmesi ve gerekse de gelişen hipovolemi nedeniyle<br />

renal perfüzyon azalacak böylece prerenal tipte bir böbrek yetmezliği<br />

gelişecektir. Artan asitin aynı zamanda diyaframı itip hareketlerini<br />

kısıtlaması ve özellikle de plevral effüzyon sonucunda solunum<br />

problemleri de ortaya çıkacaktır(10).<br />

Tromboembolik Olaylar: OHSS'de arteriovenöz tromboz, derin<br />

ven trombozu, geçici iskemik ataklar gibi tromboembolik<br />

komplikasyonlar gelişir ki bunun nedeni hakkında çeşitli hipotezler söz<br />

konusudur. Bunlar:<br />

1-Hemokonsantrasyon<br />

2-Venöz staz<br />

3-Östrojenin koagulasyon sistemi üzerindeki etkisi<br />

4-Antitrombin III seviyesinin düşmesidir. Tedavide heparin<br />

kullanılır(18).<br />

Karaciğer Fonksiyon Testlerinde bozulma: Bazı OHSS vakalarında<br />

karaciğer fonksiyon testlerinde (transaminazlar, bilirubinler, alkalen<br />

fosfataz) bozulma görülebilir. Bunun sebebinin kolestatik ve hepatoselüler<br />

yapıda gelişen değişiklikler olduğu sanılmaktadır. Bu değişikliklerin<br />

sebebi hakkında tam bir fikir birliği olmasına karşın bazı hipotezler söz<br />

konusudur. Bunlar;<br />

226


1- Östrojen ve progesteronun özellikle kolestatik natüre etkisi; Bu<br />

hormonlar hepatosit bazolateral membranında safra asit alımını<br />

azaltır (16).<br />

2- Artmış geçirgenliğin karaciğer hücrelerini yıkıcı etkisi şeklinde olup<br />

takibi yapılmalıdır. Gebelik söz konusu değil ise bozulmuş karaciğer<br />

fonksiyon testleri bir hafta içinde normale döner (9).<br />

Renal yetmezlik: Gelişen hipovolemi ve kardiak outputun azalması<br />

sonucunda renal perfüzyon azalır ve olügüri, üremi, hiperkalemi, idrar<br />

dansitesinin artmasıyla kendini gösteren prerenal tipte böbrek<br />

yetmezliği gelişir (10).<br />

Erişkin Solunum Zorluğu Sendromu (ARDS): Özellikle OHSS'nin<br />

ağır formunda nadir olarak gözlenen morbidite ve mortalite oranı<br />

yüksek olan bir komplikasyondur. Bu sendromun tanısı bir an önce<br />

konup, tedavisi aktif bir şekilde yapılmalıdır. Tedavisi; bir yandan<br />

solunum desteği yapılırken diğer yandan plazma onkotik basıncı<br />

arttırılarak kapiller kaçışın azaltılması şeklinde olmalıdır (10).<br />

Bu spesifik komplikasyonların yanı sıra nonspesifik<br />

komplikasyonlar da gelişebilir. Bu komplikasyonlar;<br />

Over Torsiyonu<br />

Đntraperitoneal Hemoraji<br />

Kist Rüptürü gibi cerrahi müdahale gerektirebilecek komplikasyonlardır<br />

(11).<br />

OHSS’NUN ÖNLENMESĐ VE TAKĐBĐ<br />

Teorik olarak OHSS'nun gelişimi önlenebilirse de pratikte bu<br />

imkânsızdır. Ancak özellikle plazma östrojen düzeyi ve USG ile yapılan<br />

iyi bir monitorizasyonla ve iyi bir proflaksi ile OHSS'nin insidansı<br />

azaltılabilir(6).<br />

Östrojen ile:<br />

Ovulasyon indüksiyonunun östrojen ile yapılan takiplerinden en<br />

iyisi plazma E2 düzeyinin takibi ile yapılanıdır. Direkt olarak yapılan<br />

takip yöntemlerinden biri olan 24 saatlik idrardaki östrojen düzeyinin<br />

ölçümünün kullanımı son yıllarda yaygınlaşmıştır(10).<br />

Servikal skor servikal mukusun niteliğine, fern testine, spinnbarkeit<br />

testine, eksternal ostaki değişikliklere göre hesaplanır. Eğer<br />

ovulasyon indüksiyonu bu yöntemle takip edilecekse o takdirde HCG'ye<br />

cevap verebilecek ovum maturasyon zamanını saptayabilmek için<br />

infertil hasta çok sık aralıklarla muayene edilmelidir. Genelde servikal<br />

reaksiyonun başlangıcından folliküIün HCG'ye cevap vereceği ana<br />

kadar olan süre 1-5 gün arasındadır. Bu yöntemin; çok sık muayene<br />

227


gereğinin olması, ovulasyon gününü tam olarak tahmin edememek gibi<br />

dezavantajları vardır(10).<br />

Ultrasonografi ile:<br />

Gerek abdominal, gerek transvaginal ultrasonografik yöntemler<br />

ovulasyon indüksiyonu takibinde olduğu kadar, OHSS'nin teşhis ve<br />

sınıflandırılmasında da oldukça önemli olan pratik yöntemlerdir(10).<br />

Ovulasyon indüksiyonunun takibi 1960'da plazma östrojen<br />

düzeyinin ölçümü ile yapılırken, bu gün için takip çok daha pratik ve<br />

ucuz olan USG'ye indirgenmiştir. Dışardan yapılan hiçbir yöntemle<br />

ovum maturasyonu hakkında kesin bir bilgi elde edilemez. Ancak USG<br />

ile ölçülen folliküIün boyutu ovum maturasyonu ve plazma E2 seviyesi<br />

hakkında fikir verebilir(10).<br />

OHSS’NUN TEDAVĐSĐ<br />

OHSS'nun hafif ve orta formunda aktif bir tedavi gerekmez,<br />

bunların yapılan takiplerinin yanı sıra oral yoldan sıvı verilerek hidrate<br />

edilmeleri ve gerekirse semptomatik tedavilerinin yapılması yeterlidir.<br />

Ancak, gebelik söz konusu ise; OHSS’nun orta formu çok hızlı bir<br />

şekilde ağır forma dönüşebilir. Bu yüzden orta şiddete OHSS’u olan<br />

kişiler hastaneye yatırırlarak takip edilmelidirler(10).<br />

Ağır formda ise hayati tehlike mevcut olduğundan bu kişiler bir<br />

an önce hastaneye sevk edilip, aktif bir biçimde tedavi ve takiplerinin<br />

yapılması gerekmektedir. Hastanede; vital bulgular, aldığı-çıkardığı sıvı<br />

takibi, kan biyokimyası ve kan sayımı ile hasta takip edilmelidir.<br />

Özellikle ciddi formda saatlik idrar çıkışı ve mümkünse santral venöz<br />

basınç (CVP) ile takip, hem verilen sıvının kontrolü hem de klinik<br />

tablonun takibi açısından son derece önemlidir. Kan sayımı ve<br />

biyokimyası klinik tablonun ciddiyetine göre 2-3 günde bir veya daha<br />

sık tekrarlanırken, kişinin günlük ağırlık ve karın çevresi ölçümü takip<br />

edilmelidir(10).<br />

Ayrıca koagulasyon durumu, karaciğer fonksiyon testleri, böbrek<br />

fonksiyon testleri ve akciğer grafisi gözden geçirilmelidir(3).<br />

OHSS'un tedavisi bu sendromun başlıca nedeni olan kapiller<br />

geçirgeliğin artmasına bağlı olarak üçüncü boşluğa olan sıvı, elektrolit<br />

ve protein kaybının önlenmesi ve yeterli intravasküler volümünün<br />

sağlanması şeklinde olmalıdır(3).<br />

OHSS’DA SPESĐFĐK KOMPLĐKASYONLARA YAKLAŞIM<br />

OHSS'de prognozu kötüleştiren, morbidite, mortalite oranını<br />

arttıran ve özellikle de ciddi formda ortaya çıkan spesifik komplikasyonların<br />

var olduğu durumlarda hastaya yaklaşım spesifik olmalıdır(3).<br />

228


Karaciğer Fonksiyon Bozukluğu: Spesifik bir tedavi gerektirmez.<br />

Ancak takip edilmelidir. Nadiren belirgin olan karaciğer fonksiyon<br />

testlerindeki bozukluk eğer gebelik yoksa çoğunlukla bir hafta içinde<br />

düzelir. Gebelik varsa 30 güne kadar uzayabilir(9).<br />

Erişkin Solunum Zorluğu Sendromu (ARDS): Bir an önce<br />

tanısının konup tedavisinin yapılması gerekmektedir. Tedavisi; bir<br />

yandan %100 O 2 verilip solunum desteği yapılırken diğer yandan<br />

plazma onkotik basıncı artırılarak alveole olan sıvı kaçışının önlenmesi<br />

şeklinde olmalıdır(3).<br />

Renal Yetmezlik: OHSS'de gelişen renal yetmezlik prerenal tipte<br />

olup renal perfüzyonun azalmasına bağlıdır. Dolayısıyla tedavisi yeterli<br />

intravasküler volümü sağlayarak renal perfüzyonu arttırma şeklinde<br />

olmalıdır. Yeterli perfüzyonun göstergesi ise saatlik idrar çıkışının 30<br />

cc'nin üzerinde olması durumudur. Ciddi renal yetmezliği olan vakalar<br />

sıvı kısıtlanması gibi standart metodlarla ve gerekiyorsa diyalizle tedavi<br />

edilmelidir(11).<br />

Asit: Asit, OHSS' kliniğinin bir bölümünden sorumludur.<br />

Tedavisi plazma onkotik basıncı arttırarak kapiller kaçışın önlenmesi<br />

şeklinde olmalıdır. Fakat asit çok yoğunsa ve özellikle solunum<br />

problemlerine sebep oluyorsa, o zaman USG eşliğinde parasentezle bir<br />

kısmı boşaltılmalıdır (10).<br />

Tromboembolik Olaylar: OHSS'li bireyde tromboembolik olaylar<br />

söz konusu ise antikoagülan tedaviye başlanması gerekir. Tedavide<br />

heparin ilk seçenek olmalıdır. Tedaviye başlamadan önce kişide<br />

intraperitoneal kanamanın olmadığı kesinleştirilmelidir (18).<br />

CERRAHĐ GĐRĐŞĐM<br />

Kist rüptürü sonucunda intraperitoneal kanama olmamış ise<br />

veya over torsiyonu söz konusu değilse cerrahi bir müdahaleye gerek<br />

yoktur. Đntraperitoneal kanamanın en önemli göstergesi hemodilüsyonla<br />

birlikte kliniğin kötüleşmesidir. Cerrahi müdahale gerekli ise mümkün<br />

olduğunca over korunmalıdır. Bazen gebelikle birlikte görülen OHSS'de<br />

terapotik abortus hayat kurtarıcı bir girişim olabilmektedir (11).<br />

OHSS’DA HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI<br />

OHSS’nun hemşirelik bakımında hastanın değerlendirilmesi, eğitimi,<br />

tıbbi müdahale için hazırlanması çok önemlidir. <strong>Hemşirelik</strong> tanıları sıvı<br />

volümü ve öz bakım ile ilişkili sorunları içermelidir. Çoğu kadında<br />

birçok komplikasyon oluşabilir. Bu komplikasyonlar abdominal ağrı,<br />

abdominal distansiyon, bulantı, kusma, ve diyaredir. <strong>Hemşirelik</strong> tanılaması<br />

hastanın sıvı volümü ve özbakımı üzerine odaklanmalıdır (1,9).<br />

229


Abdominal rahatsızlığın belirtileri, bulantı, kusma, diyare ve nefes<br />

darlığıdır.<br />

Giriş\çıkış: Oral giriş ve üriner çıkış arasındaki göze çarpan fark<br />

nedeniyle sıvı dengesizliği gelişebilir.<br />

Asit: Asitin belirtisi kilo artışı ve abdomen çapının artmasıdır. Kilo<br />

alımının 1 kg’dan daha fazla olması yada abdominal çapın 2cm’den<br />

daha fazla artması, abdominal sıvının önemli miktarda değiştiğini<br />

gösterir.<br />

Vital bulgular: Hipotansiyon ve taşikardi hipovolemik durumun<br />

göstergesi olabilir.<br />

Laboratuvar testleri, tam kan sayımı, elektrolit, serum albumin ve<br />

kreatinini içerir(1,9).<br />

Hematokrit 44’ün üzerinde ise göze çarpan hemokonsantrasyon<br />

ve potasyum düzeyinin yükselmesi yaygın belirtilerdendir(1,7).<br />

OHSS’ nin ayakta tedavisi, öz bakım ve hasta eğitimini içermelidir.<br />

Kontrollü overyen hiperstimülasyon tedavisi alan tüm kadınlara, OHSS’in<br />

semptomları ve bulguları ile ilgili yazılı materyaller verilmelidir.<br />

Kadınlar bu semptomların başladığını anında rapor etmeleri için teşvik<br />

edilmelidir. Bu belirti ve semptomların erken tanısı ile OHSS minimal<br />

bir tedavi ile kontrol altına alınır(1,9).<br />

Günlük olarak takip edilmesi gerekenler:<br />

Günlük kilo alımı: Kilo artışı asitin bir belirtisi olduğundan dolayı<br />

günlük kilo kontrolü yapılmalıdır. Sıvı durumu ile ilgisi ve önemi<br />

açıklanmalıdır. Günlük aldığı ve çıkardığı sıvı miktarı takip edilip,<br />

alınan kilo miktarı, tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir.<br />

Hastanın algılama, kavrama durumu, zamana oryantasyonu<br />

izlenmelidir(5,8).<br />

Abdominal çap: Asitin belirtisi kilo artışı ve abdomen çapının<br />

artmasıdır. Bu nedenle düzenli olarak abdominal çap ölçülmeli<br />

tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir(5,8).<br />

Đdrar miktarı: OHSS'nin önemli komplikasyonlarından renal yetmezlik<br />

genellikle prerenal tipte olup renal perfüzyonun azalmasına bağlıdır.<br />

Yeterli perfüzyonun göstergesi ise saatlik idrar çıkışının 30 cc'nin<br />

üzerinde olması durumudur. Bundan dolayı saatlik idrar takibi<br />

yapılmalıdır. Günlük aldığı ve çıkardığı sıvı miktarı takip edilip,<br />

tedavi durumu ve semptomlar ile ilişkilendirilmelidir(5,8).<br />

Oral olarak alınan sıvı miktarı: Oral giriş ve üriner çıkış arasındaki<br />

göze çarpan fark nedeniyle sıvı dengesizliği gelişebilir. Bundan<br />

dolayı bireyin oral olarak aldığı sıvı miktarı takip edilmeli ve yeterli<br />

hidrasyon sağlanmalıdır(5,8).<br />

<strong>23</strong>0


Bulantı\Kusma: OHSS vakalarında bulantı\kusma abdominal<br />

distansiyondan dolayı gelişir. Birey az az ve sık sık yemeye teşvik<br />

edilmelidir. Soğuk, hafif-fazla tatlı olmayan besinler ve sıvılar tercih<br />

edilmelidir. Yemek yenilen yerdeki hoş olmayan görüntüler ve<br />

kokuların olmaması sağlanır. Bireyin aşırı sıcak ya da soğuk sıvılar,<br />

yağ ve posa içeren, baharatlı gıdalar, kafein tüketmesi önlenir.<br />

Yemekten sonra semi-fowler pozisyonunda dinlenmesi ve<br />

pozisyonunu yavaşça değiştirmesi sağlanmalıdır(5,8).<br />

Diyare: Abdominal rahatsızlık nedeniyle OHSS vakalarında diyare<br />

oluşabilir. Eğer diyare geliştiyse; diyare’yi azaltmak için katı<br />

besinlerin alımı kısıtlanmalıdır. Bunun yerine potasyum ve sodyum<br />

içeren sıvı besinler tercih edilmelidir. Süt ürünleri, yağ, posalı<br />

yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Çok sıcak ya da soğuk sıvılar<br />

tüketilmemelidir(5,8).<br />

Nefes darlığı: Artan asitin aynı zamanda diyaframı itip hareketlerini<br />

kısıtlaması ve özellikle de plevral efüzyon sonucunda solunum<br />

problemleri oluşmaktadır. Hastanın solunum hızı, ritmi ve solunum<br />

sesleri değerlendirilir. Hastaya etkili solum için derin soluk alıp<br />

vermesi öğretilir. Hastanın semi-fowler pozisyonunda dinlenmesi<br />

sağlanır. O 2 verilip solunum desteği sağlanır. Gerekirse hava yolları<br />

aspire edilir(5,8).<br />

Abdominal ağrı: Over boyutlarının artması nedeniyle abdominal<br />

bölgede ağrı oluşur. Abdominal ağrıyı azaltan ya da arttıran faktörler<br />

değerlendirilir ve izlenir. Ağrıya karşı olan duygusal tepkiler ve baş<br />

etme şekli değerlendirilir. Gereksiz hareketlerden kaçınılır. Ağrı<br />

kontrolü için en uygun ilaç planına karar verilir. Anksiyete ve<br />

korkuları gidermek için açıklayıcı bilgi verilmelidir (5,8).<br />

KAYNAKLAR<br />

1. …....Caring for Patients with Ovarian Hyhperstimulation Syndrome, Royal College of<br />

Nursing, www.rcog.org.uk, Tarama tarihi: 11.08.06.<br />

2. Aboulghar, M A, Mansour, R T, Serour G L, Amin Y (1990). Ultrasonicalli guided<br />

vaginal aspiration of ascites in the of severe ovarian hyperstimulation syndrome,<br />

Fertil-Steril, 53(5): 933-5<br />

3. Aboulghar1, M A, Mansour, R T (2003). Ovarian Hyperstimulation Syndrome:<br />

Classifications and critical analysis of preventive measures, European Society of<br />

Human Reproduction and Embryology, 9(3): 275-289<br />

4. Baksu, A, Baksu, B, Göker N (2004). Laparoscopic unwinding and cyst aspiration of<br />

an ovarian torsion in spontaneous ovarian hyperstimulation syndrome associated<br />

with a singleton pregnancy, Australian and New Zealand Journal of Obstetrics and<br />

Gynaecology 44: 270–272<br />

<strong>23</strong>1


5. Birol L (2004). NANDA Tarafından Onaylanan Fonksiyonel Sağlık Örüntülerine Göre<br />

Gruplandırılmış <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları, <strong>Hemşirelik</strong> Süreci, VI. Baskı, Etki Matbaacılık<br />

Yayıncılık, Đzmir, ss: 267-278, 279-400<br />

6. Brinsden PR, Wada I,Tan SL,Balen A, Jacobs HS (1995). Diagnosis, prevention and<br />

management of ovarian hyperstimulation syndrome, British Journal of Obstetrics<br />

and Gynaecology, 102: 767-772.<br />

7. Delvigne A, Rozenberg, S (2002). Epidemiology and prevention of ovarian<br />

hyperstimulation syndrome (OHSS): a review, European Society of Human<br />

Reproduction and Embryology, 8(6): 559-577<br />

8. Erdemir F (2005). <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları, <strong>Hemşirelik</strong> Tanıları El Kitabı, Nobel Tıp<br />

Kitabevleri, Ankara, ss: 3-446.<br />

9. Fa´bregues F, ve ark (1999). Ascites and liver test abnormalities during severe<br />

ovarian hyperstimulation syndrome, The Amerıcan Journal Of Gastroenterology,<br />

94(4): 994-999<br />

10. Gül, A, Şimşek, Y (2000). Overyen hiperstimulasyon sendromunun teşhisi<br />

önlenmesi ve tedavisi, Dicle Tıp <strong>Dergisi</strong> (Journal Of Medical School), 27: 41-59<br />

11. Olesanya OA, Parsons JH, Collins WP, Campbell S (1996). Intrafollikular<br />

hemodmamics before the administration of human chorionic gonadotropin inwomen<br />

at risk of the ovarian hyperstimulation syndrome, Fertility and Sterility, 65: 874-6<br />

12. Orvieto R ve ark (2004). Serum P-selectin level during controlled ovarian<br />

hyperstimulation–a preliminary report, American Journal of Reproductive<br />

Immunology, 52: 139–142<br />

13. Shimono J Ve Ark (1998). A rare case of hepatic injury associatedwith ovarian<br />

hyperstimulation syndrome, The Amerıcan Journal Of Gastroenterology (AJG), 93(1):<br />

1<strong>23</strong>-124<br />

14. Shıbahara, H Ve Ark (2005). Severe ovarian hyperstimulation syndrome in A 42-<br />

year-old woman with successful pregnancy after intracytoplasmic sperm injection<br />

embryo transfer, Reproductive Medicine And Biology, 4: 265–269<br />

15. Sushanek E, Simunic V, Juretic D, Grizelj V (1994). Foolcular fluid contents of<br />

hyaluranic acid, follicle stimulating hormone and steroids relative to the success of<br />

in vitro fertilization of human oocytes, Fertil Steril, 62: 347-52<br />

16. Şahan, C (2004). Gebeliğin intrahepatik kolestazı, Güncel Gastroenteroloji, 8(3): 205-<br />

211<br />

17. Tetikkurt, C Ve Ark (2004). Nadir bir plevral efüzyon nedeni: Over hiperstimulasyon<br />

sendromu, Cerrahpaşa Tıp <strong>Dergisi</strong>, 35 (4): 2002-2004<br />

18. Togay-IşıkayC, ÇelikT, <strong>Ü</strong>stüner I, Yiğit A (2004). Ischaemic stroke associated with<br />

ovarian hyperstimulation syndrome and factor V leiden mutation, Australian And<br />

New Zealand Journal Of Obstetrics And Gynaecology, 44: 264–266<br />

19. Wagner C (2005). Ovarian hyperstimulation syndrome: The nurse’s role in<br />

outpatıent management, Fertility Nurses First, www.ivpcare.com. Tarama tarihi:<br />

11.08.06.<br />

20. Weinstein D, Shenker JG (1987). Ovarian hyperstimulation syndrome, A current<br />

survey, Fertil Steril, 30: 225-26858<br />

<strong>23</strong>2


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : <strong>23</strong>3-241, <strong>2007</strong><br />

T<strong>Ü</strong>RKĐYE’DE VE D<strong>Ü</strong>NYADA EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />

MIDWIFERY EDUCATION IN TURKEY AND IN THE WORLD<br />

Derya KAYA*<br />

Mine YURDAKUL**<br />

*Mersin Merkez 5 Nolu Sağlık Ocağı(Ebe)/MERSĐN<br />

** Mersin <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>( Yard.Doç.Dr.)/MERSĐN<br />

Anahtar Sözcükler: Ebelik, Ebelik Eğitim, Tarihsel Gelişim, Türkiye<br />

Key Words: Midwifery, Midwifery Education, Historical Development, Turkey<br />

ÖZET<br />

Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan ebeliğin uygulama alanı<br />

ülkeler için çok önemli bir sağlık alanı olan Ana-Çocuk Sağlığı alanına<br />

özelleşmiştir. Bu özel alanda verilen hizmetin başarısı ülkenin sağlık<br />

sorunlarının çözümlenmesinde anahtar olacak boyuttadır. Ebelik uygulamaları<br />

gebelik, doğum, doğum sonu dönem ve yenidoğan bakımı ile birlikte kadına<br />

tüm yaşamı boyunca bakım vermeyi kapsamaktadır. Ayrıca ebelerin aileye ve<br />

topluma danışmanlık yapma ve eğitim verme gibi görevlerinin bulunması<br />

sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve sağlık sorunlarının çözümlenmesinde<br />

rollerinin önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada dünyada ve ülkemizde<br />

ebelik eğitiminin tarihsel gelişimi ve gelecekte ebelik eğitimin yeniden<br />

düzenlenmesine yönelik yaklaşımlar tartışılmıştır.<br />

SUMMARY<br />

The practice field of midwifery which is one of the oldest occupations of<br />

the world has specialized in the field of Mother-Child Health, which is a very<br />

important field for most of the countries. The success of this special field will be<br />

the key in solving the problems of a country. Midwifery applications include the<br />

pregnancy, the birth, and the period after birth, caring the baby and caring the<br />

mother throughout her life. Moreover, midwives’ duties such as, being a<br />

consultant to the family and to the society and educating them show the<br />

importance of their roles in giving health service and solving health problems. In<br />

this study, the historical development of midwifery in our country and in the<br />

world and some approaches related to reorganizing the education of midwifery in<br />

the future have been discussed.<br />

GĐRĐŞ<br />

Ebelik, sağlık meslekleri içinde tarihi en eski ve işlev yönünden<br />

de en önemli olanıdır. Ebelik uygulamaları gebelik, doğum, doğum<br />

sonu dönem ve yenidoğan bakımı ile birlikte kadına tüm yaşamı<br />

<strong>23</strong>3


oyunca bakım vermeyi kapsamaktadır (Barger 2005). Ebelerin aileye<br />

ve topluma danışmanlık yapma ve eğitim verme gibi görevlerinin<br />

bulunması sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve sağlık sorunlarının<br />

çözümlenmesinde rollerinin önemini ortaya koymaktadır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre ebe; gebelik sırasında,<br />

doğumda ve doğum sonrası dönemlerde annelere gerekli bakım ve<br />

danışmanlığı sağlamak, normal doğumları kendi sorumluluğunda<br />

yaptırmak ve yeni doğan bakımını yapmak üzere eğitilmiş kişidir (WHO<br />

1983).<br />

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre; ebelerin aktif olarak<br />

çalıştıkları ülkelerde anne ölümlerinin, perinatal bebek ölümlerinin,<br />

sezaryenle doğum oranlarının azaldığı, doğum aralıklarının uzadığı,<br />

ebelik hizmetlerinin yeterli olmadığı ülkelerde bu göstergelerin oldukça<br />

yüksek olduğu bilinmektedir. Ebelik, yeterli doğum, yenidoğan, jinekoloji<br />

ve çocuk bakımı bilgisi gerektiren temelde bağımsız, gerektiğinde sağlık<br />

ekibinin parçası olabilen bir meslektir. Ebenin verdiği bakım koruyucu<br />

önlemleri, anne ve bebekteki anormal durumları belirlemeyi, tıbbi<br />

yardım sağlamayı ve bu yardımın yokluğunda acil müdahaleyi içerir.<br />

Sağlık danışmanlığı ve sağlık eğitimi yalnız kadınlar için değil aynı<br />

zamanda aile ve toplum içinde önemli bir görevdir. Ebe hastanelerde,<br />

kliniklerde, sağlık ünitelerinde, evlerde ve diğer çalışma alanlarında<br />

görev alabilir (Midwifery Cirruculum 2004).<br />

Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan ebeliğin uygulama alanı<br />

sadece doğum olarak görülmekle birlikte çok daha geniştir. Mesleğin ilk<br />

yıllarında ebelik eğitimi doğum, gebelik ve yenidoğan bakımına odaklı<br />

verilmekteydi. 1950’lerde servikal smear alma, 1960’lardan sonra da<br />

doğum kontrol yöntemlerini uygulama ebelik kapsamına girmiştir<br />

(Barger 2005). Eski çağlarda Asurlularda, Mısır’da, Eski Yunan’da,<br />

Hititlerde ve Romalılarda ebelik mesleği tanımlanmaktadır. Çin’de<br />

saygın bir statüye sahip olan ebenin toplumsal konumu prenseslerden<br />

daha üstündür. Yunanlılar ve Romalılarda ebelerin okur-yazar olmaları<br />

zorunlu kılınmıştır. Romalı hekim Soranus ebelerin yararlanması için<br />

Gynaecology adında bir kitap yazmıştır. Fransa’da ise 1560 yılında<br />

Henry III ebelerin yalnız pratik eğitim değil, aynı zamanda kadın<br />

anatomisi ve fizyolojisi konusunda da eğitim görmelerini zorunlu<br />

kılmıştır (Eren, Uyer 1991). Dünyada ilk ebelik okulları 1673’te<br />

Fransa’da, 1701’de Almanya’da, 1725’te Londra’da açılmıştır. Osmanlı<br />

Đmparatorluğunda ise ebelik eğitimi 1869 yılında başlamıştır (Köker<br />

1997). Ebe Osmanlı Döneminde eve, hareme girebilen ve bağımsız<br />

çalışabilen en önemli sağlık çalışanı olmuştur.<br />

Türkiye’de ebelik, anadan kıza geçen, görgü ve deneyime dayanan<br />

bir meslek olarak başlamıştır. 19. YY’da Đstanbul ve Đzmir gibi büyük<br />

kentlerde isim yapmış ebelerin yanında usta-çırak yöntemi ile yetişen,<br />

<strong>23</strong>4


“küçük ebe” adı verilen genç hanımlar ebelik görevini yürütmüşlerdir<br />

(Eren 1991). 1846-1848 yılında Mekteb-i Tıbbiye’de (Tıp Okulu) ebelik<br />

yapan kadınlara doğum bilgisi vermek üzere iki yıl süreli ebelik kursu<br />

açılmıştır. 1880’de Dr Besim Ömer Akalın kursun kayıt, kabul<br />

şartlarını ve ders programını yeniden düzenlemiş, Türkçe bilen ve otuz<br />

yaşını geçirmemiş olan kadınlar kursa kabul edilmiştir (Eren 1991,<br />

Köker 1997). Đlk ebe okulu ve kadın doğum kliniği 1909 yılında<br />

Đstanbul‘da açılmıştır. Müdürlüğünü Dr Besim Ömer Akalın’ın yaptığı<br />

bu okul ülkemizde bilimsel bir temelle ebe yetiştiren ilk ebe okuludur.<br />

Đlkokul mezunu ve 30 yaşını geçmemiş kadınlar alınmış ve ders<br />

programında klinik uygulamalara yer verilmiştir (Köker 1997)<br />

Ebeliği ayrı bir meslek dalı olarak değerlendiren Dr. Besim Ömer;<br />

ebelik eğitiminde adeta yeni bir çağ açarak Ebe Okulu'nu çağdaş bir<br />

özelliğe kavuşturmuştur. Ebelik alanında ilk kitaplara da imza atarak<br />

"Doğurduktan Sonra", "Ebe Hanımlara Öğütlerim" ve "Ebelik" isimli<br />

kitapları yayınlanmıştır (Hot 1996).<br />

1920’de Đçişleri Bakanlığına bağlı Sağlık Genel Müdürlüğü<br />

tarafından değişik illerden gelen ilkokul mezunu kızlar Kadırga Kızılay<br />

barakalarında yatılı olarak iki yıl eğitilerek diğer illerin ebe ihtiyacı<br />

karşılanmaya çalışılmıştır (Eren 1991, Karanisoğlu 2000). Cumhuriyetin<br />

kurulmasından sonra 1924’te Tıp Fakültesi bünyesindeki okullara<br />

ortaokulu bitirmiş kız öğrenciler alınarak 3 yıl süreli eğitilmişlerdir.<br />

1928 yılında ise “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı Đcrasına Dair<br />

Kanun” ile eğitim almamış (diplomasız) ebelerin doğuma yardım etmeleri<br />

yasaklanmış ve suç sayılmıştır (Köker 1997, Karanisoğlu 2000).<br />

1942 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB) Köy Ebe<br />

Okulu adı altında 9 aylık eğitimle ebe yetiştirilmiştir. Daha sonra bu<br />

okulların süresi 1,5 yıla çıkarılmıştır. 1943 yılında Köy Enstitülerinde<br />

Ebelik bölümü açılmıştır (Eren 1991). 1961 yılından itibaren üç yıllık<br />

eğitimi olan Sağlık Okulları açılmıştır. Böylece ilkokula dayalı üç yıllık,<br />

düzenli bir program uyarınca, kuramsal bölümü okulda ve uygulamalı<br />

bölümü doğumevlerinde yer alan bir eğitim sistemine geçilmiştir (Köker<br />

1997, Karanisoğlu 2000). Hemşire yardımcılığı hizmetleri ve köy ebeliği<br />

görevlerini yürütecek elemanların yetiştirildiği iki bölümü bulunan<br />

sağlık okulları 1978 yılında kapatılmıştır.<br />

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1975 yılında ebe ve hemşire<br />

okullarını birleştirmiş ve “ebe-hemşire” yetiştirme kararı almıştır (Eren<br />

1991). 1978-1979 eğitim-öğretim yılında “Sağlık Kolejleri’’, “Sağlık Meslek<br />

Liselerine’’ dönüştürülmüştür (Köker 1997, Karanisoğlu 2000). Lise<br />

dengi olan bu okullarda müfredatın %40’ı normal lise derslerinden,<br />

%60’ı meslek derslerinden oluşmakta idi.<br />

1996 yılında eğitimine son verilen sağlık meslek liseleri 2001<br />

yılında eski müfredat içeriği ile tekrar açılarak ebe yetiştirilmeye<br />

<strong>23</strong>5


yeniden başlanmıştır. 2004 yılında bu okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na<br />

devredilerek çok programlı liseye dönüştürülmüş ve ebelik, hemşirelik<br />

bölümlerine bu yıldan itibaren öğrenci alınmamıştır (http://sdb.meb.<br />

gov.tr, Erişim Tarihi:12.10.2004). 1985-1986 eğitim-öğretim yılında ise<br />

liseye dayalı Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulları bünyesinde iki<br />

yıllık ebelik programları açılmıştır. Bu programdan mezun olan<br />

öğrencilere ön lisans diploması ve sağlık teknikeri (ebe) ünvanı<br />

verilmiştir. 1986-89 eğitim-öğretim yılında SSYB liseyi bitiren kızlara<br />

8,12,18 aylık kurslarla tamamlama programı adı altında hemşire/ebe<br />

diploması vermiştir (Eren 1991, Köker 1997). 1990-1991 eğitim-öğretim<br />

yılında Anadolu <strong>Ü</strong>niversitesi Açık Öğretim Fakültesi ebelik ön lisans<br />

programı açılmıştır. 1999’da ise önlisans mezunlarına lisans eğitimine<br />

dikey geçiş hakkı verilmiştir (Köker 1997, 15.10.1999 tarih ve <strong>23</strong>847<br />

sayılı resmi gazete) 1992-1993 eğitim-öğretim yılında Sağlık Bakanlığı<br />

ile Yüksek Öğretim Kurumu Başkanlığı arasında imzalanan protokol<br />

gereği sağlık meslek lisesi binaları içinde sağlık hizmetleri meslek<br />

yüksekokulları açılmıştır. <strong>Ü</strong>niversite bünyesinde 11 yıllık temel eğitim<br />

üzerine iki yıllık mesleki eğitim veren bu yüksekokullar 1996 yılında<br />

kapatılmıştır.<br />

1995 yılında Yüksek Sağlık Şura’sının kararı doğrultusunda<br />

ebelik, hemşirelik ve sağlık memurluğu eğitiminin lisans düzeyinde<br />

yapılması amacıyla 1996 tarih ve 96/8655 sayılı kararı ile Sağlık<br />

Yüksek Okulları kurulmasına karar verilmiş ve 1997-1998 eğitim<br />

öğretim yılında sağlık yüksekokulu bünyesinde ebelik lisans eğitimine<br />

başlanmıştır (Karanisoğlu 2000). Halen 71 Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>nun<br />

30’unda Ebelik Programı bulunmaktadır (ÖSYS Klavuzu 2006).<br />

Sağlık Yüksek Okulu ebelik eğitim programları, Dünya Sağlık<br />

Örgütü’nün ebe tanımı ve ebelik eğitimi ile ilgili uluslar arası<br />

standartlar göz önüne alınarak ve Avrupa Topluluğu’nun 80/155/EEC<br />

sayılı konsey direktifleri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu okulların<br />

müfredat programları öğrenciye;<br />

Ebelik faaliyetlerini yürütebilecek temel bilgi ve beceriyi<br />

Doğum öncesi, doğum, doğum sonu dönem ve yenidoğan konusunda<br />

ayrıntılı bilgi ve beceriyi<br />

Meslek etiği ve mevzuatı hakkında yeterli bilgiyi<br />

Sağlık ekibinde ve toplumda etkin bir üye olarak görev alabilecek<br />

beceriyi kazandırmak amacı ile planlanmıştır (Wallace 2001).<br />

Dünyada ebelik eğitimi ve hizmetleri ülkenin tarihsel, kültürel,<br />

sosyo-politik durumlarından etkilenmiştir (Arslan 1998). Dünyada<br />

ebelik eğitimi incelendiğinde ülkeler arasında farklılık bulunmaktadır.<br />

Batı ve Güney Avrupa ülkelerinde diğer ülkelere göre ebeler daha<br />

bağımsız role sahip olup, otonomi ve profesyonellik yönünden daha<br />

gelişmiş olduğu görülmektedir (Arslan 1998, Arslan 2005).<br />

<strong>23</strong>6


Teorik ve pratik eğitimin eşit derecede önemli olduğu Đngiltere’de<br />

ebelik eğitimi hem hemşirelik eğitimi sonrası kurslarla hem de<br />

doğrudan giriş programlarıyla verilmektedir (Arslan 1998, http://www.<br />

midwifery school org). Belçika’da bir yıl hemşirelik eğitiminden sonra<br />

özel alan olarak, Finlandiya’da eğitimin başlangıcında dört hemşirelik<br />

dalından biri olarak ebelik seçilebilmektedir (Arslan 1998). Amerika’da<br />

ebelik eğitimi, en az 3 yıl eğitim alarak yetişen lisans mezunu ebeler<br />

(licenced midwife) ve hemşirelik eğitimi üzerine 18 aylık eğitimle<br />

yetiştirilen hemşire ebeler (nurse-midwife) olmak üzere iki düzeyde<br />

yapılmaktadır. Lisans mezunu ebeler evde ve doğum merkezlerinde<br />

doğum yaptırabilmekte, serbest çalışabilmekte ve birçok ilacı reçete<br />

edebilmektedirler. Bu durum ebelerin daha kapsamlı bakım vermelerini<br />

sağlamaktadır (http://www.acnm.org.,http://www.hscbklyn.edu)<br />

AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />

Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde Avrupa Birliği’nin direktifleri<br />

doğrultusunda Ebe olabilmek için üç ayrı yol önerilmektedir. Bunlar;<br />

En az 10 yıllık temel eğitim üzerine teori ve uygulama dahil en az üç<br />

yıllık tam zamanlı ebelik öğretimi,<br />

AB direktifleri ile uyumlu hemşirelik eğitimi üzerine en az iki yıllık ya<br />

da 3600 saatlik tam zamanlı ebelik öğretimi,<br />

AB direktifleri ile uyumlu hemşirelik eğitimine ilave olarak 18 ay<br />

(3000 saat) kurs ve 1 yıl sertifikalı pratik eğitim,<br />

AB direktifleri doğrultusunda ebelik programını bitirecek olan<br />

adaydan;<br />

a) Obstetri ve jinekoloji başta olmak üzere ebelik uygulamalarının<br />

dayandığı bilimler hakkında yeterli bilgi,<br />

b) Meslek etiği ve meslek mevzuatı hakkında yeterli bilgi,<br />

c) Gebelik, doğum ve doğum sonu dönemler ile fetus ve yenidoğanın<br />

fizyolojisini ve anatomisini açıklayabilecek düzeyde ayrıntılı bilgi,<br />

d) Kişilerin sağlığı ile davranışlarının fiziksel ve sosyal çevre ile olan<br />

ilişkisini açıklayabilecek düzeyde ayrıntılı bilgi,<br />

e) Programın özüne uygun, eğitimli personelin denetimi altında ve<br />

onaylanmış kurumlarda kazanılmış yeterli klinik deneyim,<br />

f) Sağlık profesyonellerinin eğitimleri ve çalışmaları üzerine yeterli bilgi<br />

ve deneyim kazanmış olması beklenmektedir (Wallace 2001).<br />

GELECEKTE EBELĐK EĞĐTĐMĐ<br />

Günümüzde kadınların üreme yaşantıları ve sağlık alışkanlıkları<br />

değişmiştir. Farklı yaşam biçimleri veya sosyal gerçekler, evlenme ve<br />

<strong>23</strong>7


oşanma gibi değişiklikler, üreme sağlığını ve cinselliği önemli derecede<br />

etkilemektedir. Ailelerdeki ideal çocuk sayısının azalması, eğitim süresinin<br />

uzunluğu, evlenme yaşının artması, modern ve etkili kontraseptif<br />

yöntemlerin yaygınlaşması bu durumla ilgili etmenlerdir. Sonuç olarak<br />

bakıldığında yeni bir kadın grubu ve farklı gereksinimler karşımıza<br />

çıkmaktadır. Bu durumda, istenmeyen gebelikler ve güvenli olmayan<br />

düşükler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, aile içi şiddet, cinsel<br />

şiddet ve istismar, gençler arasında cinselliğin yaygın yaşanması ve<br />

diğer risk faktörleri ortaya çıkmaktadır (Neglia 2003). Ebelik hizmetleri<br />

adolesanların sadece gebelik bakımı değil, aynı zamanda en yüksek<br />

seviyede jinekolojik ve tıbbi bakım almasını ve bazı toplumlarda<br />

psikolojik olarak desteklenmesini de kapsamaktadır (Barger 2005).<br />

Ebelerin bu doğrultuda kendi eğitimlerini ve uygulamalarını yeniden<br />

düzenlemeleri gerekmektedir.<br />

Gelecekte Ebelik Eğitim Sistemin Düzenlenmesinde Odak Noktalar;<br />

Eğitim ve uygulamalarda standartların tespit edilmesi ve<br />

desteklenmesi,<br />

Toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap verecek uygulama taslaklarının<br />

oluşturulması,<br />

Yetenek ve becerilerin yükseltilmesi için desteğin sağlanması,<br />

Sağlık bakımı politikalarının tanımlanmasında ebelerin katılımının<br />

sağlanması ve desteklenmesidir (Neglia 2003).<br />

Ebelik tarihi incelendiğinde, birçok ülkede ebelik ve hemşirelik<br />

mesleğinin sınırları birbirinden tam olarak ayrılmadığı görülmektedir.<br />

Ebelik müfredat içeriğinin oluşmaması, ebelik ve hemşirelik eğitim<br />

programlarının karıştırılması, ebeliğin yasal bir tanımının olmaması,<br />

eğitim programı ve sertifikalandırma için mesleki kimliğin elde edilememesi<br />

ve gelişememesi bu durumun önemli nedenleridir (Burst 2005).<br />

Günümüzün ebelik bakım modeli üreme sağlığı alanında güvenli, etkili,<br />

uygun zamanda ve kadın merkezli hizmeti kapsamaktadır. Bu model<br />

hastalıktan koruma veya sağlığın sürdürülmesi, hastalık durumunda<br />

sağlığın yeniden kazanılması, hastalık ile uyumu sağlama ve yaşam<br />

kalitesini artırmayı içermektedir (Neglia 2003). Ebelerin kendi ülkesinin<br />

gerçeklerine göre kazanması gereken birçok farklı beceri vardır.<br />

Örneğin istenmeyen gebelikler ve istemli düşükler birçok ülkede önemli<br />

bir toplum sağlığı sorunudur. Ebelik uygulamalarında, istemli düşük<br />

ve komplikasyonlarının önlenmesi için kontrasepsiyon eğitimi, güvenli,<br />

kabul edilebilir ve uygun zamanda hizmet sunulması, ve manuel<br />

vakum aspirasyonunun uygulanması gibi güvenli teknik kullanılması<br />

önem taşımaktadır.<br />

Ebelik eğitiminde bilgi ve becerilerin geliştirilmesi için uygulamalı<br />

öğretimin düzenlenmesi çok önemlidir. Ebeliğin tanımı, eğitimi ve<br />

<strong>23</strong>8


uygulamaları ülkelere göre farklıdır. Ebelerin kendi ülkesinin gerçeklerine<br />

göre kazanması gereken becerileri, günlük çalışmalarındaki rollerine ve<br />

eğitim seviyesine bağlı olarak değişmektedir. Beceri geliştirilmesi için<br />

klinik eğitimin ve ekonomik desteğin sağlanması da önemlidir. Ayrıca,<br />

ebelikte eğitimin ilerlemesi ve devamının sağlanması, eğitim fırsatlarının<br />

tanınması için ebelikte yükseklisans ve doktora programlarının<br />

geliştirilmesi gerekmektedir (Mc.Kenna ve ark. 2003). Ebelik eğitiminin<br />

desteklenmemesi ve standart bir müfredat olmaması, eğitim ortamının<br />

uygunsuzluğu önemli sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır<br />

(Mc.Kenna ve ark. 2003, Mansouri ve ark. 2006).<br />

Türkiye’de ebelikte yüksek lisans eğitimine 2000 yılında<br />

başlanmıştır, halen toplam 4 üniversitede ebelikte yüksek lisans<br />

eğitimi devam etmektedir.<br />

<strong>Ü</strong>lkemizde 30 sağlık yüksek okulunun bulunduğu illerin dokuzunda<br />

doğum evi yoktur. <strong>Ü</strong>niversite hastanesi bulunan illerde ise asistan<br />

eğitimi nedeni ile ebelik öğrencileri doğuma müdahale edememektedirler.<br />

Bu durum öğrencilerin hem yeteri kadar doğum yaptıramamasına hem<br />

de klinik eğitim için devlet hastanelerinde yığılmalara neden olmaktadır.<br />

Eğitimde önemi büyük olan eğitimci sayısının da sağlık yüksekokullarında<br />

yetersiz olduğu ve özellikle ebelik eğitimi almış eğitimcilerin<br />

olmadığı görülmektedir (YÖK Raporu 2001). Ebelik eğitiminde başarıya<br />

gidilmesi için nitelikli eğitimcilere gereksinim vardır. Eğitimcilerin<br />

taşıması gereken bir takım özellikleri olmalıdır. Nitelikli ebelik<br />

eğitimcisi, yeterli klinik beceriye, değerlendirme yeteneğine sahip<br />

olmalıdır. Ebelik eğitimcileri klinik çalışmalardan önce kendi uygulama<br />

becerilerini geliştirmelidir. Bunun için de 2-5 yıllık bir klinik deneyim<br />

gerekebilmektedir (Thompson 2003, Barton 1998).<br />

Eğitimcilerin eğitim ve değerlendirme becerilerini geliştirmeleri,<br />

kendi sorumluluklarının, rollerinin ve yetkilerinin farkında olması<br />

özellikle önemlidir (Mc.Kenna ve ark. 2003, Ali 2005). Eğitimci klinik<br />

ortama hakim olmalıdır. Eğitimde büyük öneme sahip teori ve klinik<br />

becerilerin kazandırılması, eğitim için uygun ortam ve yöntemlerin<br />

kullanılması ve klinik beceriler için klinik ortamın sağlanması çok<br />

önemlidir (Thompson 2003, Ali 2005). Ayrıca ebenin uygulama alanı<br />

olan Ana Çocuk Sağlığı alanı sağlığı geliştirme ve sağlığı koruma<br />

kavramları ile doğrudan ilgili alanlardır. Ebelik eğitiminin öğrencide,<br />

bu bilinç ve beceriyi geliştirecek yapıda olması ve uygulamalarının<br />

daha çok toplum içinde yer alacak biçimde planlanması gerekir. Ebeyi<br />

sadece doğum yaptırma becerisi ile sınırlandırmak, toplumun ebeden<br />

hak ettiği biçimde yararlanmasını sınırlayacağı gibi ebelik mesleğinin<br />

kapsamını da daraltacaktır.<br />

Ebe ve hemşirelerin ulusal sağlık hedeflerine ulaşmada kilit<br />

personel oldukları ve eğitimlerinin de bu rollerini yerine getirecek<br />

<strong>23</strong>9


şekilde yapılandırılması gerektiği, ülkemizin de imza koyduğu birçok<br />

uluslar arası belgede belirtilmektedir. WHO Avrupa bölgesi sağlık<br />

bakanlarının katılımı ile 2000 yılında Münih’te yapılan toplantı da<br />

ebelerin günümüzün ciddi toplum sağlığı sorunlarını çözmede anahtar<br />

ve giderek önem kazanan rol oynadıklarına dikkat çekilmiştir. Ebeliğin<br />

ve hemşireliğin karar alma mekanizmalarına katılmalarının sağlanması,<br />

kariyer geliştirilmesi için maddi destek ve olanakların sağlanması, ebe<br />

ve hemşirelerin sağlık ekibi ile işbirliği içinde etkin ve etkili, tam<br />

kapasite çalışmalarının sağlanması, eğitimlerinin bu rollerini yerine<br />

getirecek şekilde yapılandırılması gerekliliği vurgulanmaktadır.<br />

Sonuç olarak topluma kaliteli ebelik hizmeti sunabilmek toplumsal<br />

bir görevdir. Kaliteli hizmetin verilmesinde temel ölçüt ise iyi yetişmiş<br />

insan gücüdür. Ebelik eğitimi hedefleri ve sınırları ülke ihtiyacına göre<br />

düzenlenmiş eğitim programları ile nitelikli eğitimciler tarafından ve<br />

yeterli uygulama alanına sahip eğitim kurumlarında verilmelidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ali E. (2005). A Midwife Teaching Medikal Students: Can It Work The Clinical<br />

Teacher, 2005; 2(2): 97-103.<br />

2. Arslan H. (2005). Ebenin Çalışma Alanları ve Ebeden Beklenen Hizmetler. <strong>Hemşirelik</strong><br />

Formu <strong>Dergisi</strong>, (Eylül-Aralık); 4-11.<br />

3. Arslan H (1998). Ebelik Eğitiminde Kalite. <strong>Hemşirelik</strong>-Ebelik Eğitimi ve<br />

Uygulamalarında Kalite Sempozyumu. Kayseri.<br />

4. Barger M.K. (2005). The History of Nurse-Midwife / Midwifery Practice. Journal of<br />

Midwifery & Women’s Health, 50; 129-137.<br />

5. Barton TD (1998). The Integration of Nursing and Midwifery Education Within Higher<br />

Education: Implications for Teachers- A Qalitative Research Study. Journal of<br />

Anvanced Nursing, (27): 1278.<br />

6. Bennett R, Brown LK (1989). Myles Textbook for Midwives,The British Council, 11th<br />

Edition,.<br />

7. Burst HV (2005). The History of Nurse-Midwife/Midwifery Education. Journal of<br />

Midwifwry & Women’s Health, 2(50): 129-137.<br />

8. Eren N. Uyer G. (1991). Sağlık Meslek Tarihi ve Ahlakı.4. Baskı. Ankara.Hatiboğlu<br />

Yayınevi, 94-105.<br />

9. Hot Đ (1996). Besim Ömer Paşa’nın Anne ve Çocuk Sağlığı Açısından <strong>Ü</strong>lkemiz Nüfus<br />

Meselesi Hakkındaki Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi. Đstanbul: Đ.<strong>Ü</strong>. Sağlık Bilimleri<br />

Enstitüsü.<br />

10. Clinical education of midwifery students, http://www.acnm.org. Erişim Tarihi:<br />

20.09.2004.<br />

11. Midwifery-The Program, http://www.hscbklyn.edu, Erişim Tarihi: 20.09.2004.<br />

12. http://sdb.meb.gov.tr. Erişim Tarihi: 12.10.2004.<br />

240


13. Programe-academic.htm, http://www. midwifery school org Erişim Tarihi:<br />

21.08.2004.<br />

14. Karanisoğlu H (2000). Türkiye’de Ebelik ile Đlgili Gelişmeler. 2000’li Yıllarda Sağlık<br />

Yüksekokullarında Eğitimin Geleceği Sempozyumu. Malatya.<br />

15. Köker HA (1997). Doğum ve Ebelik Tarihi. Erciyes <strong>Ü</strong>niversitesi Gevher Nesibe Tıp<br />

Tarihi Enstitüsü. Yayın No:26. Ankara. Erciyes <strong>Ü</strong>niversitesi Matbaası, 1-9, 27-34.<br />

16. Mansouri P, Soltani F, Rahemi S, ve ark (2006). Nursing And Midwifery Student’s<br />

Approaches to Study and Learning, Journal of Anvanced Nursing, (54)3: 351-358.<br />

17. Mc.Kenna H, Hasson F, Smith M (2003). Training Neeeds of Midwifery Assistants.<br />

Journal Of Advunca Nursing,, 44(3): 308-317.<br />

18. Midwifery Cirruculum-A Global Prespective Transforming the Architecture of<br />

Midwifery Education, Royal Collage of Midwives National Conference, <strong>23</strong> July 2004.<br />

19. Neglia BH (2003). The Future of Midwifery Education. Midwifery, (19): 3-9.<br />

20. ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu. Ankara. 2006.<br />

21. Thompson EJ (2003). Competencies for Midwifery Teachers. Midwifery, 18: 256-259.<br />

22. Türkiye’de <strong>Hemşirelik</strong>: Temel Meslek Eğitimi ile Đnsangücü’ne Đlişkin Sorunlar ve<br />

Çözüm Önerileri, YÖK Raporu 2001<br />

<strong>23</strong>. Wallace M (2001). <strong>Hemşirelik</strong> ve Ebelikle Đlgili Avrupa Birliği Standartları, 6-8.<br />

24. World Health Organization, The Role of Nursing / Midwifery Personel in the Strategy<br />

of Health for All , Resolution WHO 36.11,1983.<br />

25. 15.10.1999 tarih ve <strong>23</strong>847 sayılı Resmi Gazete.<br />

241


Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> Yüksek Okulu <strong>Dergisi</strong> <strong>23</strong> (2) : 243-253, <strong>2007</strong><br />

YAŞLILIK VE CĐNSEL YAŞAM<br />

SEXUALITY IN THE AGED PEOPLE<br />

Hilmiye AKSU*<br />

Ahsen ŞĐRĐN**<br />

*Adnan Menderes <strong>Ü</strong>niversitesi, Aydın Sağlık <strong>Yüksekokulu</strong>, Doğum-Kadın Sağlığı<br />

Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı<br />

**Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, Doğum-Kadın Sağlığı Hastalıkları<br />

Hemşireliği Anabilim Dalı<br />

Anahtar Sözcükler: Yaşlılık, cinsel yaşam<br />

Key Words: Old age, Sexuality<br />

ÖZET<br />

Đnsan yaşamının giderek uzaması, yaşlı nüfusun toplam nüfus içinde<br />

artması, insanın ileri yaşlarında da sağlıklı kalmasını gündeme getirmiştir. Her<br />

yaş grubunda olduğu gibi yaşlılıkta da cinsellik önemlidir. Dünya Sağlık<br />

Örgütü (DSÖ), cinsel sağlığı; cinsel yaşamın sosyal, entelektüel, duygusal,<br />

somatik yönlerin bileşimi ve aşk, iletişim ve kişisel değişimlerin pozitif bir<br />

anlatım yolu olarak tanımlamaktadır. Bazı bilim adamları isteniyorsa hala<br />

doyurucu (tüm ilişkiyi içeren) cinsel sevginin yaşlı insanlarda da mümkün<br />

olacağını ifade etmektedirler. Bununla beraber yaşlılıkta cinselliği etkileyen<br />

fiziksel, psikolojik ve sosyokültürel faktörler vardır. Hemşireler, genellikle<br />

yaşlılıkta cinselliğe çok negatif bir tutum sergilerler veya bunun varlığına<br />

bütünüyle dikkat etmezler. Eğer biz hemşireler her hasta için cinselliği<br />

varsaymazsak onun temel insan gereksinimlerini inkâr etmiş oluruz. Bu<br />

makalenin amacı, yaşlılıkta cinsellik, cinselliği etkileyen faktörler konusunda<br />

bilgi vermek ve hemşirelerin yaşlıların cinselliğine ilişkin olumlu yaklaşım<br />

geliştirmeleri açısından dikkatlerini çekmektir.<br />

SUMMARY<br />

As the life spans of the people get longer and the ratio of the old people’s<br />

population increases in total population, they result in human’s being healthy<br />

even in their late ages. As in every age –group, sexuality is also very important in<br />

the old ages. WHO (World Health Organisation) defines the sexual health as the<br />

combination of the sexual life’s social, intellectual, sensitive and somatic<br />

features; and a positive way of description of love, communicative and personal<br />

changes. Some scientists state that the satisfying sexual love- containing the<br />

whole intercourse is also possible in the very old people if they still want.<br />

However there are physical, psychological and socio-cultural factors affecting the<br />

sexuality in the old ages. Nurses usually have a negative attitude towards the<br />

sexuality in the old ages and they never completely take care its existence. If we<br />

243


nurses don’t suppose that there is sexuality for each patient, we deny their<br />

essential human necessities. The aim of this article is to inform about the factors<br />

which affect the sexuality and the sexual life in the aged people and to take the<br />

nurses’ attentions on the sexuality of aged people and to get their positive<br />

approaches on this subject.<br />

GĐRĐŞ<br />

Dünyada yaşlı nüfus giderek artmakta olup 2020 yılına kadar<br />

toplam popülasyonun %22’sinin 65 yaş ve üzerinde olacağı tahmin<br />

edilmektedir (Yıldırım 2005). Đnsan yaşamının giderek uzaması, yaşlı<br />

nüfusun toplam nüfus içinde artması, insanın ileri yaşlarında da<br />

sağlıklı kalmasını gündeme getirmiştir (Özsoy ve Başalan 2002).<br />

Yaşlanma bireysel olmakla birlikte toplumsal değerler ve diğer etkenler<br />

toplumda yaşlı ve yaşlılığa verilen değeri ve yeri belirlemektedir. Bu<br />

nedenle yaşlılık sadece biyolojik bir olay olmayıp aynı zamanda<br />

toplumsal ve kültürel bir olaydır (Sertbaş ve Bahar 2003).<br />

Birleşmiş Milletler’in yaşlılıkla ilgili yayınladığı raporlarda ve<br />

ülkemizde yaşlılığın başlangıcı 60 yaş olarak temel alınmaktadır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı, 60-74 arası yaşlılık, 75- 84 arası ileri<br />

yaşlılık, 85 yaş ve üstü ise ihtiyarlık olarak sınıflandırmıştır (Sertbaş ve<br />

Bahar 2003).<br />

Dünya genelinde 60 yaş üzerindeki nüfusun 2025 yılında 1.2<br />

milyara, 2050 yılında 2 milyara ulaşması beklenmekte ve her 5 kişiden<br />

birinin 65 yaş ve üzerinde olması tahmin edilmektedir. Bu durum<br />

yaşlılığı bireysel bir sorun olmaktan çıkarıp toplumsal bir sorun haline<br />

getirmektedir (Sertbaş ve Bahar 2003).<br />

Cinsellik yaşamın anlamına bir güzellik katabilir. Davranışlar<br />

doğrultusunda toplumda yaşlı yetişkinler hakkında cinsellik, değerinin<br />

azaldığı yönündedir. Bu davranışlar yaşlılarda cinselliğin kaybolduğu<br />

şeklindedir (Pangman ve Sequire 2000). Her yaş grubunda olduğu gibi<br />

yaşlılıkta da cinsellik önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), cinsel<br />

sağlığı; cinsel yaşamın sosyal, entelektüel, duygusal, somatik yönlerin<br />

bileşimi ve aşk, iletişim ve kişisel değişimlerin pozitif bir anlatım yolu<br />

olarak tanımlamaktadır. Yaşlıların sağlıklı yaşlanmada uyumlarını<br />

kolaylaştırmak ve genel iyilik halini desteklemek için cinsel duygulara,<br />

en önemlisi de bunların sözel yada davranışsal ifadesine gereksinimleri<br />

vardır (Parke 1991).<br />

Genellikle seksüel duygular ileri yaşlarda unutulur. Parke, (1991)<br />

“Hemşireler gerçekten yaşlılara bütüncül bir bakım vermeyi istiyorlarsa<br />

yaşlı insanların cinsel gereksinimleri konusunda farkında olmalıdırlar”<br />

demiştir. Türkiye’de yaşlılık her yönüyle az incelenmiş bir konudur.<br />

Yaşlılık dönemi sorunları, gereksinimleri, yaşlıların ve aile bireylerinin<br />

bu konudaki görüşleri ile ilgili çalışmalar yetersizdir (Sertbaş ve Bahar<br />

244


2003). Ancak günümüzde seks ve yaşlanma giderek artan popüler bir<br />

konu olmaya başlamıştır.<br />

Son yıllarda yaşlılık biliminde yaşlılığın imajı konusu gündemde<br />

iken yaşlı insanların cinsel yaşamı ile ilgili araştırma sayısı sınırlıdır<br />

Bildtgard, (2000) çalışmasında Đsveç’te 1990 ile 1995 yılları arasında<br />

sadece dokuz filmde ve tiyatrolarda sadece bir oyunda yaşlılara başrol<br />

verilmiş olduğunu belirtmiştir. Bu filmlerde yaşlıların cinselliğine yer<br />

verilmemiş ve sadece bir filmde yaşlıların cinselliğinin nasıl olduğuna<br />

dair çok az bir bölüm sahnelenmiştir (Bildtgard 2000). ABD’de yaşlı<br />

insanların cinselliği hem yetersiz olarak ele alınmakta hem de doğru<br />

olarak ifade edilmemektedir. Yaşlı cinselliği, yanlış bilgilerle dolu, belirsiz<br />

ve inkâr etme şeklinde tanıtılmaktadır. Yaşlıların cinselliği adolesanlar<br />

gibi yetişkinlerin çoğunluğunda korkulara yol açmaktadır. Konu ile<br />

ilgili gelişmeler doğrultusunda yaşlıların cinselliğinin olmadığına dair,<br />

geleneksel yaklaşımların değişeceği umut edilmektedir. Popüler literatür,<br />

yaşlı ve orta yaş grubu insanların sağlıklı, enerjik ve çekici portresini<br />

artırmayı amaçlamaktadır. Çünkü yaygın düşünce, çekicilik ve<br />

cinselliğin yakından ilişkili olduğu yönündedir. Bu değişikliğin delilleri<br />

olarak da toplumda sağlıklı, genç görünen ve kendine iyi bakmış<br />

yaşlıların sayısı artması olarak belirtilmektedir (Walz 2002).<br />

Bunun yanı sıra, bazı konularda özellikle cinsellik ve cinsel yaşamda<br />

hala büyük bir sessizliğin egemen olduğu bilinmektedir. Çocuk cinselliği,<br />

gençlerin cinsel yaşamı, evlilik öncesi ve evlilik dışı yaşanan cinsellik,<br />

eşcinsellik, yaşlılıkta cinsellik, akıl ve beden yoksunluğu olanlarda<br />

cinsellik, cezaevlerinde ve de hastanelerde cinsellik gizlenmesi ve<br />

bastırılması gereken davranışlar olarak görülmektedir (Kömürcü 1992).<br />

Bununla beraber, insanlar doğumdan ölüme kadar kendi cinselliklerini<br />

ifade ederler. Yaşlılıkta, kronik bir hastalık veya sakatlık gibi<br />

durumlarda cinselliği, ifade etmenin bir yolu olan uyuma gereksinim<br />

duyulabilir, fakat cinsel yaşam sona ermemektedir (Parke 1991). <strong>Ü</strong>reme<br />

sağlığı her yaşı ve herkesi ilgilendirmektedir. Kadın ve erkek herkesin<br />

tüm yaşamlarında normal büyüme ve gelişme sürecinden kaynaklanan<br />

üreme ve cinsel sağlık gereksinimleri vardır (DSÖ,2001) Bu yaklaşımda<br />

doğumdan ölüme kadar kadın ve erkeğin yaşamının bir bütün olarak<br />

ele alınması gerektiği yaşama sağlıklı başlamanın ilk adım olduğu,<br />

bireyin sağlık gelişiminin bir çok faktörün kümülatif etkisiyle oluştuğu<br />

vurgulanmaktadır(htpp://www.un.org.tr/who/bulten/turk/bul4ureme<br />

.HTM,http://www.geocities.com/HotSpribngs/Villa/3625/cinsel/yasls<br />

ex.html).<br />

Cinselliğin kapsamı, ilişkinin fiziksel bileşenlerinden çok daha<br />

fazladır. Cinsellik, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel öğelerden oluşur.<br />

Cinselliğin biyolojik öğeleri; cinsel organlar ve hormonlar gibi anatomik<br />

yapılar ve fizyolojik süreçleri içerir. Psikolojik öğeler; cinsel benlik imajı<br />

245


ve beden imgesi ile ilişkilidir. Bireysel bir gereklilik olan olumlu cinsel<br />

benlik imajı ve beden imgesi özsaygı anlamındadır (Parke 1991).<br />

Cinsellik özel parçaların bütünüdür, temel insan gereksinimidir<br />

ve eğer hemşireliğin gerçekten bütüncül bir yaklaşımı varsa bakım<br />

planında insanoğlunun temel bir parçası olan cinselliğinde yer alması<br />

gerekir.<br />

YAŞLILIK VE CĐNSELLĐK<br />

Bazı bilim adamları isteniyorsa hala doyurucu cinsel yaşamın,<br />

yaşlı insanlarda da mümkün olacağını ifade etmektedirler. Seksten<br />

alınan keyifin yaşla bir ilgisi olmadığı ve seksüel yaşamın devam etmesinde<br />

fiziksel ve ruhsal sağlığın yerinde olması gerektiği vurgulanmaktadır<br />

(htpp://www.agingsex.htm). Çoğu insan yaşlıların seks ile ilgilenmediğine<br />

inanır. Gerçekte seksüel yaşam, yaşla birlikte olumlu ve olumsuz<br />

yönleri ile değişiklik gösterir (htpp://aging sex in the later years.htm).<br />

Menopozdan sonra kadınlar birden fazla orgazm olabilir, deneyimleri ve<br />

seksüel isteklerinde artma görülebilir. Bunun olası nedenleri, gebe<br />

kalma korkusunun ortadan kalkması ve çocuk yetiştirme yıllarının<br />

sona ermesinden sonra enerjinin artmasıdır (Parke 1991).<br />

Ginsberg ve ark. 2005, katılımcıların %63’ünü kadınların<br />

oluşturduğu araştırmalarında, yaşlıların çoğunluğunun, bir cinsel<br />

ilişkiyi sürdürmek istediklerini bu ilişkinin dokunma ve öpmeyi içermesi<br />

gerektiği ve geçmişte yaşadıklarından daha çok cinsel deneyimler<br />

istediklerini belirlemişlerdir (Ginsberg ve ark. 2005).<br />

Yaşlılıkta cinselliğin boyutları farklı ve daha geniştir, ileri<br />

yaşlarda cinsellik; birlikte rahatlama, gevşeme, bir haz paylaşma ve<br />

karşılıklı alış verişi sürdürme amaçlarına daha çok yönelik olmaya<br />

başlar. Cinsel birleşme artık aile oluşturmak, çocuk doğurmak gibi bir<br />

nedenden dolayı yaşanmaz, bu durum bireylere bir çeşit özgürlük<br />

duygusu getirir. O güne kadar birbirlerine bu şekilde yönelme fırsatı<br />

bulamamış eşler, kendilerini ve birbirlerini yeni baştan keşfedebilirler.<br />

Cinsellik kişilerin birbirlerine karşı sevgi ve bağlılıklarını ifade etmelerine<br />

aracı olabilir. Kişinin bedenini algılayarak kendisi ve bedeni ile barışık<br />

bir yaşam sürmesini sağlayabilir. Bu yaşlarda cinsel kimliğini<br />

sürdürmek yani kadınlığını ve erkekliğini unutmamak genellikle morali<br />

ayakta tutmak anlamına gelir. Ayrıca çocukların büyüyüp evden<br />

ayrıldığı, çalışma yaşamından el çekildiği günlerde bu cinsel kimlik en<br />

azından kişinin bir dayanak noktası olabilir. Birlikte yaşanan hazların<br />

yanı sıra cinsel faaliyet, yaşamın fırtınalarına karşı birlik olma<br />

duygusunu verir (Parke 1991).<br />

Bununla beraber yaşlılıkta cinselliği etkileyen fiziksel, psikolojik<br />

ve sosyokültürel faktörler vardır. Minichiello ve ark. (2004), yaşlılarla<br />

246


yaptıkları çalışmalarında; yaş, evlilik durumu, inkontinans, fiziksel<br />

iyilik hali, cinsel bilgi durumu, cinsellik algısı, genel iyilik hali, partner<br />

sayısı ile cinsel aktivite durumu arasında anlamlılık bulmuşlardır.<br />

Ginsberg ve ark. (2005) çalışmalarında yaşlıların sağlık durumları ile<br />

seksüel aktivite isteklerinin yakından ilişkili olduğunu ve seksüel<br />

aktiviteye en önemli engeli, yaşlıların cinsel partnerlerinin eksikliği<br />

olarak belirtmişlerdir (Ginsberg ve ark 2005).<br />

Yaşlılıkla birlikte gündeme gelen ve cinsel yaşamı etkileyen<br />

fiziksel değişimler:<br />

Yaşlılıkla birlikte kadınlarda; Vulvada damarlanma, elastikiyet<br />

ve derialtı yağ dokusunda azalma nedeni ile atrofi, pubik kıllanmada<br />

azalma, labialarda düzleşme, vajina epitelinde incelme, vajinada<br />

kuruluk, alkali ortam, florada değişiklik, serviks ve uterusta küçülme,<br />

tuba ve overlerde atrofi, ovülasyon ve östrojen üretiminde azalma,<br />

disparoni, memelerde sarkma görülebilir (Kömürcü ve Aksayan 1992,<br />

Şirin 1995, Taşkın 1997). Yaşlı kadınlarda, vajinal yağlanmada azalma,<br />

klitorial uyarımlarda ve uterin spazmlarda orgazm süresince ağrı<br />

yaşanabilir. (Parke 1991, http//male health center-aging and sex.htm).<br />

Yaşlılıkta erkeklerde ise, testislerde küçülme ve sertleşme<br />

(testesteron üretiminde azalma olmaksızın), ereksiyon süresinde uzama,<br />

yavaş ve güçsüz ejekülasyon, prostatta büyüme görülebilir. (Kömürcü<br />

ve Aksayan 1992). Altmış yaşın üzerindeki erkeklerde ereksiyonu<br />

başarmak için daha uzun zaman ve daha direkt genital uyarı gerekebilir.<br />

Ejekülasyon sıvı volümünde ve orgazm yoğunluğunda azalma olabilir.<br />

Ancak erken boşalma problemi yaşlılıkta hemen hemen hiç yaşanmaz.<br />

Sonuç olarak yaşlı erkekler genellikle performanslarından dolayı<br />

anksiyete yaşarlar ve yaşlılıkla beraber yaşanan bu değişikliklerin<br />

normal olduğundan habersizdirler (Parke 1991,http:// aging sex in the<br />

later years.htm).<br />

Yaşlılıkta Cinsel Aktiviteyi Etkileyen Durumlar;<br />

Cinsel aktivite yaşam boyu sürmesine rağmen ilaçlar, hastalıklar<br />

seksüel aktiviteyi etkilemektedir (Nusbaum ve ark. 2005). Hastalık<br />

süresince cinsel aktivitede bir duraklama periyodu görülebilir.<br />

Romotoid artiritin varlığı ağrı ve eklemlerde tutulmaya yol açmasından<br />

dolayı cinsel ilişkiden memnuniyetsizliğe neden olabilir. Ayrıca artirit<br />

sonucu oluşan vücut deformiteleri bireysel beden imajını da olumsuz<br />

olarak etkilemektedir. (Parke 1991).<br />

Çok yaygın olarak görülebilen problemlere bir diğer örnek,<br />

yaşlılarda inkontinanstır. Đnkontinans durumunda özel ped kullanma<br />

ve pantolon giyme, katater kullanma bireyin kendini daha az çekici ve<br />

mutsuz hissetmesine yol açabilmektedir.<br />

247


Cinselliği etkileyen hastalıklara örnek olarak, kardiovasküler<br />

sistem hastalıkları, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH),<br />

hipotroidizm, hipertirodidizm, diabetus mellitus, periferik nöropati,<br />

hipertansiyon, dejeneratif eklem hastalıkları, plejiler, kanser, cinsiyet<br />

hormon yetersizliği, enfeksiyonlar vb. sayılabilir.<br />

Bazı ilaçların her iki cinste cinsel isteği azaltma ve erkeklerde<br />

impotans yapma gibi genel etkileri olabilmektedir. Örneğin antihipertansif<br />

ilaçlar gibi. Antiparkinson ilaçlar aynı zamanda aşırı ve uygunsuz<br />

seksüel davranışlara da yol açabilir. Alkol kullanma, psikotroplar,<br />

bazı diüretikler, testesteron sentez inhibitörleri, antidepresifler, antipsikotikler,<br />

Santral Sinir Sistemi depresanları, sedatifler, hipnotikler<br />

seksüel aktiviteyi etkilemektedir. Bu gibi etkileri yaygın olarak bilinen<br />

ilaçların reçete edilmeden önce düşünülmesi gerekir (Parke 1991).<br />

Yaşlıların cinselliğini etkileyen psikolojik faktörler arasında;<br />

Yaşlılığa bağlı psişik ve kişilerarası ilişkilerdeki değişiklikler, fiziksel<br />

değişimlerin yanlış yorumu, yineleyen ilişki ile monotonluk yaşanması,<br />

mental ve fiziksel hasar görme, emeklilikte beklentilerin azalması,<br />

rollerin azalması, beden imajının değişmesi, başarısızlık korkusu,<br />

cinsel ilişki sırasında ölme korkusu, gebelik korkusundan kurtulma,<br />

kişilik yapıları, olaylar karşısında savunma ve baş etme şekilleri,<br />

programlı listelerden kurtulma sayılabilir (Kömürcü ve Aksayan 1992).<br />

Yaşlılıkta cinselliği etkileyen sosyokültürel faktörler kapsamında;<br />

Yaşlıların entelektüel durumu ve yaratıcı yetenekleri, toplumun<br />

yaşlı cinselliğini tamamen yok kabul etmesi, çevresel değişiklikler,<br />

yaşlının kendine ait bir ev ortamı, hatta odasının bile olmaması,<br />

sosyoekonomik koşulların güçlüğü, aile desteğinin olmaması olarak<br />

belirtilmektedir (Kömürcü 1992). Birey yaşlandığında sahip olduğu<br />

vatandaşlık, işçi ve aktif aile rolünü kaybedebilir veya daha azına sahip<br />

olabilir, bu gibi durumlarda cinselliği etkileyebilir (Parke 1991).<br />

Bunların yanı sıra yaşlılarda görülen cinsel işlev bozukluklarına<br />

yol açabilen diğer durumlar şunlardır:<br />

Eşin yaşlı olması, evlilik ile ilgili sorunlar, geçmişte olumsuz<br />

cinsel deneyimler, emeklilik, gelir kaybı, eşin terk etmesi, aldatması,<br />

boşanma, kurumda yaşama, erkeklerde performans anksiyetesi,<br />

kadında menopoz, histerektomi, mastektomi gibi yaşlı tarafından yanlış<br />

algılanan durumlarda cinsel aktiviteyi etkilemektedir (Parke 1991,<br />

Nusbaum 2005).<br />

Yaşlıların kurumlarda yaşaması;<br />

Yaşlı bireylerin bazıları kişisel görünümleri için giysilerin seçimi,<br />

satın alınması, saçların taranması, ve diğer normal aktivitelerde<br />

bakıcılara bağımlıdır. Fiziksel görünüm ve giyim cinselliğin ve<br />

bireyselliğin gözle görülen bölümüdür.<br />

248


Kurumda yaşayan yaşlılar için cinselliğin ifadesi daha da güçtür.<br />

Bu nedenle kurumlarda çalışan hemşire ve diğer çalışanlar, yaşlılar<br />

için cinsel yaşamın gizliliğini sağlayabilecek kurum ortamının oluşmasında<br />

yardımcı olmalı ve kurumun cinselliğin ifadesi konusundaki otoriteyi<br />

yıkmak için uygun yolları araştırmalıdır. Burnside’nın (1976) yaptığı bir<br />

araştırmada doktor, hemşire, diğer yardımcı personel ve ailelerin yaşlı<br />

hastanın bekar hayatı yaşamasını beklediklerini belirlemiştir (Burnside<br />

1976).<br />

Yaşlılıkta cinsel yaşama alternatif yaklaşımlar geliştirilebilir,<br />

homoseksüellik, lezbiyen ilişkiler ve bazen de teşhircilik yaşlılar<br />

arasında sık karşılaşılan durumlardır. Bunlar özellikle kurumlarda<br />

yaşayan yaşlıların başvurdukları yollardır.<br />

Kültürel inançlar, önyargılar yaşlı insanların cinselliğinin<br />

kabulünde yaygın bir direnç gösterilmesine yol açmaktadır. Batı<br />

toplumunda genç yaşlarda, güzellik ve fiziksel çekiciliğin, romantizm ve<br />

cinsellikte önemi ciddi olarak ele alınır. Yaşlanma ile beraber fiziksel<br />

değişikler cinselliği ve istekleri azaltır. Sonuçta genç toplumun<br />

düşüncesinde seksüel aktivite yaşlılar için anormal veya sapıkça olarak<br />

sınıflandırılır. Ayrıca bu davranışların geri yansımaları yaşlıları da<br />

etkilemektedir ve genellikle toplumun inanç ve beklentilerine göre<br />

yaşayan yaşlılarda böyle düşündüklerini belirtmektedirler. Yaşlılıkta<br />

cinsel aktiviteyi azaltan ana öğeler, isteksizlik veya kapasitesizlik değil<br />

beklentilerin azalması, kişilerarası ilişkilerin ve beden imajının<br />

olumsuz etkilenmesidir (Parke 1991).<br />

Yaşlılıkta cinsel yaşama hemşirelerin yaklaşımı:<br />

Toplumda yaşlıların oranı artarken gençlerin sayısı azalmakta ve<br />

kronik hastalık prevelansı artmaktadır. Bu bağlamda hemşireler, yaşlı<br />

cinselliği ile daha çok karşılaşacaktır. Gelecekte hemşireler, geriatri<br />

bakımı ve cinsellik konuları ile ilgilenmek üzere önemli bir pozisyonda<br />

olacak ve yaşlıların cinselliği ile ilgili yaşlı yetişkinlere, sağlık eğitimi ve<br />

cinsel danışmanlık yapacaktır (Pangman ve Sequire 2000).<br />

<strong>Hemşirelik</strong> araştırmaları ve politikaları, tanımlayıcı çalışmalar<br />

aracılığı ile yaşlılarda cinselliği, özellikle kronik hastalık yaşayan yaşlılarda<br />

cinselliği ele almalıdır. <strong>Hemşirelik</strong> stratejileri, yaşlı yetişkinlerin<br />

haklarını tanımalarında hemşirelere, kolaylık sağlayacaktır. Bu haklar,<br />

yaşlıların yaşamında kaliteyi artırmak için cinselliklerine saygı duyma<br />

ve sosyal yargıda değişiklik oluşturmadır. (Pangman ve Sequire 2000).<br />

Hemşireler genellikle yaşlılıkta cinselliğe çok negatif bir tutum<br />

sergilerler veya bunun varlığına bütünüyle dikkat etmezler. Tüm<br />

hemşireler cinsellikte bireysel değerler ve standartlara sahiptirler ve<br />

veremedikleri özgürlük ve önyargısız davranışları başkalarından<br />

beklerler (Parke 1991). Brogan (1996), hemşireler tarafından yaşlı<br />

249


insanların cinselliği son zamanlara kadar inkâr edildiğini ve holistik<br />

hemşirelik bakımı verebilmek için yaşlıların cinselliği inkâr edilmemesi<br />

gerektiğini vurgulamaktadır (Brogan 1996).<br />

Griffiths (1988), hemşirelerin cinsellikle ilgili eğitimi almadıklarını<br />

belirtmiştir. <strong>Hemşirelik</strong> tanıları bireyin tüm tedavisinde önemli<br />

olmasına rağmen cinsellik konusu, tedavinin aşamalarına daha az<br />

katılmış bir bölüm olarak görülmektedir (Griffiths 1988). Zalar (1982),<br />

çalışmasında bu görüşü ifade ederek hemşirelerin sadece hastalığın<br />

fiziksel ve emosyonel tanılaması ile ilgili unsurları belirlemeleri için<br />

eğitildiklerini söylemiştir. Psikoseksüel gelişim bilgisi olmadan belirsiz<br />

davranışlara sahip olunacağından hemşire eğiticiler müfredatlarında<br />

cinselliği içeren bilgilere de yer vermelidirler. Eğitim programlarında<br />

kazandırılacak tutumlar, yaşlılıkta cinselliğin değiştiği ve bir<br />

gereksinim olduğu yönünde olmalıdır (Zalar 1982).<br />

Hemşireler, sadece kendi davranışlarını değiştirmeyi bir amaç<br />

edinmemeli aynı zamanda topluma ve yaşlılara uygun rol model<br />

olmalıdırlar. Tutumların tüm düzeylerde değişmesi gerekir ve bu<br />

değişim hemşirelik eğitimi ile başlayabilir. Örneğin; yaşlıların bakımında<br />

olumlu tutumlar desteklenmeli, yaşlılıkla ilgili genel yargılarla mücadele<br />

edilmelidir. Bu yaşlı nüfusta cinselliğin kabulünün yaygınlaşmasını<br />

kolaylaştırabilir (Parke 1991).<br />

Gott ve Hinchliff (2003) çalışmalarında yaşlılarda cinsel<br />

problemlere ilişkin profesyonel yardım almayı engelleyen pek çok faktör<br />

belirlemiştir. Bu faktörleri; utanma, korku, seksüel problemi algılama,<br />

ciddi bir problem olarak görmeme, uygun hizmeti almada bilgi eksikliği<br />

olarak tanımlamıştır (Gott ve Hinchliff 2003). Gott (2006) , yaşlılar<br />

sağlık personeli ile cinsel sağlıklarını konuşmak istediklerini ve sağlık<br />

personelinin de yaşlıların cinselliği hakkında eğitime ihtiyacı olduğunu<br />

belirtmiştir. Her iki grup arasındaki kördüğüm olan iletişimin yeniden<br />

düzenlenmesi ve yaşlılıkta cinselliğin olmadığına ilişkin görüşün uzun<br />

yıllar devam etmemesi için hizmet içi eğitim yapılabilir (Gott 2006).<br />

Hemşireler seks terapisti değildir, ancak hemşirelik süreci ile<br />

yaşlı hastaların cinsellikle ilgili fiziksel, emosyonel ve sosyal korkularına<br />

olası çözümler bulabilirler. Yaşlılara önyargılı olunmamalıdır çünkü her<br />

hastanın cinselliği özeldir. Örneğin yaşlı insanların bazıları ahlaki<br />

kısıtlamalar nedeni ile ilişkide evliliğin gerekliliği veya menopozdan<br />

sonra ilişkinin sona ereceği, sadece zevk için değil doğurganlık için<br />

ilişkinin gerekliliğine inanabilirler (Parke 1991).<br />

Hemşireler için yaşlıların cinsel danışmanlığında kullanılabilecek<br />

rehber<br />

1. Đletişim Becerileri:<br />

Kendi inanç, değer ve tutumlarınızı gözden geçirin<br />

250


Đletişim becerilerinizi değerlendirin<br />

Cinsel fizyoloji ve işlevlere ilişkin bilgilerinizi gözden geçirin<br />

Kendinize “Ne tür sözsüz mesajlar veriyorum” sorusunu sorun<br />

2. Sorunun değerlendirilmesi:<br />

Anatomi ve fizyolojiye ilişkin bilgi gereksinimi var mı<br />

Özel bir cinsel sorunu var mı<br />

Sorun cinsel işlev ile doğrudan ya da direk ilgili klinik bir durum<br />

oluşturmuş mu<br />

Organik bir sorun var mı<br />

Yaşlı beklentilerine ters düşen başarısızlık için kendini suçluyor mu<br />

Fiziksel hastalık veya ilaçları var mı<br />

Yitirilen değil şu andaki kapasite durumu nedir<br />

3. Tartışmanın sürdürülmesi:<br />

Çocuklukta cinselliğe ilk yönelişi<br />

Çocukluğundaki mastürbasyon deneyimi nedeni ile kalıcı duyguları<br />

Geçmiş cinsel deneyimleri (özellikle ilk deneyimi)<br />

Cinsel deneyiminin toplum yapısı ve dinsel inanışlarla bağlantısı<br />

Yanıtlarda varsa tutarsızlığı değerlendirin<br />

Görüşmenin gizliliği konusunda güven verin<br />

Konuşmaktan kaçınmayın<br />

Danışmanlık sırasında yaşlının kendi yanıtlarını bulmasına yardım<br />

edin ve bulduğu yanıtı destekleyin<br />

4. Açık cinsel davranışları ve uygunsuz önerileri sınırlandırma:<br />

Çevreyi ve neden olan olayları gözden geçirin<br />

Cinselliği kanıtlama gereksinimini araştırın<br />

Duygusal yoksunluğunu değerlendirin<br />

Erkek yada kadın olarak yaşama ve işlev görme, gereksinim ve<br />

kapasitesini tanımlayın<br />

Sağlıklı çıkış yollarını gösterin<br />

Cezalandırmayın<br />

5. Pis, yaşlı adam imajı:<br />

Bu imaj ile ilgili olarak siz ve diğer çalışanlar ne düşünüyor ve<br />

duyuyorsunuz Kültürümüz, yaşam biçimimiz vb. den etkilenen bu<br />

duygu ve düşüncelerin ekip halinde tartışılması, paylaşılması ve<br />

çözümü yararlı olabilir.<br />

251


6. Mastürbasyon:<br />

Mastürbasyonun normal ve sağlıklı olduğunu kabullenin<br />

Kendi tutumlarınızı değerlendirin<br />

Gizlilik gerektirdiğinden uygun yer ve zaman için destekleyin<br />

Yargılamayın ve cezalandırmayın<br />

7. Alternatif öneriler:<br />

Soruna yönelik uygun öneriler ve çözümler üretilebilir (Kömürcü ve<br />

Aksayan 1992).<br />

Eğer biz hemşireler her hasta için cinselliği varsaymazsak onun<br />

temel insan gereksinimlerini reddetmiş oluruz. Hemşirelerin yaşlıların<br />

cinselliğine ilişkin tutumlarının olumlu olması gerekir. Burnside’ın<br />

(1976) dediği gibi yaşlıların ölünceye kadar bizim bakımımıza ve<br />

şefkatimize hakları vardır, çünkü insanoğlunun bu dilek ve isteklerinin<br />

bir zamanı yoktur.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Bildtgard T (2000). The sexuality of elderly people on film-visual limitations. Journal<br />

of Aging &Identity. 5(3): 169-183<br />

2. Brogan M (1996). The sexual needs of elderly people :adressing the issue. Nursing<br />

Standard. 10(24): 42-45<br />

3. Burnside I. M (1976). Nursing and the aged. New York: McGraw Hill.Book.Cop.<br />

4. Ginsberg T. B, Pomerantz S. C, Kramer- Feeley V (2005). Sexuality in older adults:<br />

behaviours and preferences. Age & Aging 34(5): 475-480<br />

5. Gott M (2006). Sexual health and the new ageing. Age and Ageing, 35(2): 10-107<br />

6. Gott M, Hinchliff S (2003). Barriers to seeking treatment for sexual problems in<br />

primary care: a qualitative study with older people. Family Practice, 20(6) 690-695<br />

7. Griffiths E (1988). No sex please. Nursing Times 84(1): 34-35<br />

8. htpp://www. aging sex htm erişim 12.07.2006<br />

9. htpp://aging sex in the later years.htm erişim 12.07.2006<br />

10. http://www.geocities.com/HotSiprings/Villa/3625/cinsel/yaslsex.html erişim<br />

03.07.2003.<br />

11. http// male health center-aging and sex.htm erişim 12.07.2006<br />

12. http://www.un.org.tr/who/bulten/turk/bul4ureme.htm erişim. 03.07.2003<br />

13. Kömürcü N, Aksayan S (1992). Sağlıklı yaşlanmanın bir boyutu, yaşlılıkta cinsellik.<br />

Uluslararası Hemşireler Birliği 1992 Teması Sempozyumu Kitabı, Ankara. 208-213.<br />

14. Kömürcü N (1992). Ebe ve hemşirelerin cinselliğe ve bu konudaki danışmanlık<br />

rollerine ilişkin tutumları. III. Ulusal <strong>Hemşirelik</strong> Kongresi Kitabı, Sivas: Esnaf Ofset.<br />

Matbaacılık, 267-272.<br />

252


15. Minichiello V, Plummer D, Loxton D (2004). Factors predicting sexual relationships<br />

in older people: an Australian study. Australian Journal on Ageing, <strong>23</strong>(3): 125-130<br />

16. Özsoy Karabulut Ö, Başalan Đz F (2002). Yaşlılarda yaşam kalitesi. <strong>Hemşirelik</strong><br />

Forumu, 5 (6): 51-53.<br />

17. Pangman V, Sequire M (2000). Sexuality and the chronically ill older adult: a social<br />

justice issue. Sexuality & Disability, 18(1): 49-59<br />

18. Parke F (1991). Sexualty in later life. Nursing Times, 87 (50): 40-42<br />

19. Sertbaş G. Bahar A (2003). Huzurevinde yaşayan yaşlıların yaşlılığa ilişkin görüşleri<br />

ve sosyal uyumlarının değerlendirilmesi. <strong>Hemşirelik</strong> forumu, 6 (5): 33-39<br />

20. Şirin A (1995). Kadın ve Menopoz: Seksüel sıkıntılar. Bornova-Đzmir. E.<strong>Ü</strong>. Basımevi,<br />

.36-38.<br />

21. Taşkın L (1997). Kadın hayatının devreleri: Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği.<br />

Ankara, Sistem Ofset Mat, 435-451<br />

22. Walz T (2002). Crones, dirty old men, sexy seniors: representations of the sexuality of<br />

older persons.Journal of Aging & Identity, 7(2): 99-112<br />

<strong>23</strong>. Yıldırım Y K (2005). Yaşlı istismarı ve önlenmesi. Ege <strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong><br />

<strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong>, 21(1): 167-174<br />

24. Zalar M. K (1982). Role preparation for nurses in human sexual functioning. Nursing<br />

Clinics of North America, 17(3): 351-363<br />

253


<strong>2007</strong> YILI BĐRĐNCĐ SAYI ĐÇĐNDEKĐ MAKALELER<br />

Araştırmalar<br />

- <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> Mezunlarının Aldıkları Lisans Eğitimine Đlişkin<br />

Görüşleri<br />

The Investigation Of The Opinions of Graduated Nurses About Bachelor’s<br />

Degree Education<br />

Leyla KHORSHID…………………………………………………………………….…1-14<br />

- <strong>Hemşirelik</strong> Uygulamalarının Farklı Kliniklerde Gerçekleştirilme Sıklığının<br />

Đncelenmesi<br />

The Investigation of the Realizing Frequency of Nursing Interventions of Nurses<br />

Working in Different Clinics<br />

Leyla KHORSHID, Yeliz DEMĐRCĐ…………………………………………….....15-26<br />

- Ameliyat Öncesi Dönemde Hastaların Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi (TAT)<br />

Yöntemlerini Kullanma Durumlarının Đncelenmesi<br />

Examination of Patients’ Use of Complementary and Alternative Methods in the<br />

Preoperative Period<br />

Yelda CANDAN DÖNMEZ, Arzu ÖZCAN ĐLÇE, Meryem YAVUZ,<br />

Alev DIRAMALI……………………………………………………………………….. 27-36<br />

- Đlköğretim 1. Sınıf Öğrencileri Sağlık Eğitiminde Öykülerin Etkisinin<br />

Araştırılması<br />

An Investigation The Effects of Short Stories on the Health Education of Firsth<br />

Class Students At The Primary School<br />

Sami OLUK, Tuğba ÇAY………………………………………………………….… 37-50<br />

- Ebe /Hemşirelerin Ruhsal Sorunlu Bireylere Yönelik Tutumlarına Ruh Sağlığı<br />

Eğitiminin Etkisi<br />

Effective of Mental Health Education Introduced to Attitudes Toward<br />

Indivudials With Mental Problem of Nurses/Midwives<br />

Olcay ÇAM, Đlknur PEKTAŞ, Ayşegül BĐLGE………………………………..… 51-66<br />

- <strong>Hemşirelik</strong> Kararları Đçin Eleştirel Düşünme Modeli’nin Uygulamada<br />

Kullanımı<br />

A Critical Thinking Model For Nursing Judgement in Clinical Application<br />

Candan ÖZT<strong>Ü</strong>RK, Gonca KARAYAĞIZ MUSLU……………………………..… 67-74<br />

- Maneviyat ve Manevi Bakım Dereceleme Ölçeği’nin Türkçe Formunun<br />

Geçerlilik ve Güvenilirliği<br />

Validity And Reliability Of Tthe Spirituality And Spiritual Care Rating Scale”<br />

Türkish Version<br />

Şafak ERG<strong>Ü</strong>L, Ayla BAYIK TEMEL………………………………………….…… 75-87<br />

- <strong>Hemşirelik</strong> Öğrencilerinin Öğretim Sistemine Đlişkin Görüş ve Önerileri<br />

The Opinion and The Proposal Related To The Teaching System Of The Nurse<br />

Students<br />

Fatma ORGUN, Nilay ÖZK<strong>Ü</strong>T<strong>Ü</strong>K, Ayla BAYIK TEMEL…………………..... 89-102<br />

XIII


Derleme Yazılar<br />

- Onkolojik Aciller<br />

Oncologic Emergencies Bowel Obstruction<br />

Öznur USTA YEŞĐLBALKAN…………………………………………………….103-113<br />

- Sağlık Kurumlarında Çatışma<br />

Conflict In The health Care Organization<br />

Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N……………………………………………..………..115-124<br />

- <strong>Hemşirelik</strong>te Çatışma ve Çatışma Yönetimi<br />

Conflict And Conflict Management In Nursing<br />

Olcay ÇAM, Ebru AKG<strong>Ü</strong>N……………………………………………………….125-134<br />

- Sepsisli Hastada <strong>Hemşirelik</strong> Bakımı<br />

Nursing Care In Sepsis Patient<br />

Asiye AKYOL………………………………………………………………………..135-151<br />

- Cerrahi Dışındaki Yöntemlerle Yara Debridmanı<br />

Wound Debridement With Nonsurgical Methods<br />

<strong>Ü</strong>lkü G<strong>Ü</strong>NEŞ, Đsmet EŞER……………………………………………………..153-162<br />

- Kritik Bakım Alan Hastalarda Görülen Psikosasyal Değişiklikler ve <strong>Hemşirelik</strong><br />

Girişimleri<br />

Psychosocial Alterations Seen In patients Taking Critical Care And Nursing<br />

ınterventions<br />

Özgül EROL, Nuray ENÇ………………………………………………………..163-171<br />

- Romatizmal Hastalıklarda Multidisipliner Ekip ve Romatoloji Hemşiresinin<br />

Rolü<br />

Multidisciplinary Team In Rheumatic Diseases And Role Of Rheumatology<br />

Nurse<br />

Yasemin TOKEM, Gülümser ARGON, Gökhan KESER………………….173-183


DERGĐ YAZIM KURALLARI<br />

Yayının Kabulü: basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği şekilde,<br />

3 kopya halinde hazırlanıp dergi editörlüğüne gönderilecektir. Adres: Ege<br />

<strong>Ü</strong>niversitesi <strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong> <strong>Dergisi</strong> Editörlüğü, Ege <strong>Ü</strong>niversitesi<br />

<strong>Hemşirelik</strong> <strong>Yüksekokulu</strong>, 35100 Bornova-ĐZMĐR. Makaleler üç bağımsız<br />

hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra yayınlanabilir.<br />

Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik önerebilirler. Makalenin<br />

yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile Dergi Yayın Kuruluna aittir.<br />

Dergiyi gönderilen yazılar geri gönderilmez. Dergide yayınlanan azılar için,<br />

herhangi bir ücret yada karşılık ödenmez.Gönderilen yazıların kabul edilip<br />

edilemeyeceği yazarlara bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların<br />

altına yazar ad(lar)ı eklenip diskete kaydedilerek gönderilmelidir.<br />

Makalenin Hazırlanışı: Makale A4 boyutlarında beyaz kağıda<br />

yazılmalıdır. Macintosh bilgisayarda Design Studio programında, satır<br />

aralığı 13, paragraf aralığı 7’ye ayarlanmalı, üstten 4, soldan 4, en az 12.5<br />

boy 20 olacak şekilde formatlanarak; başlık 10 punto Bookman, Özet 9<br />

punto Bookman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak<br />

şekilde yazılmalıdır. IBM formatlı bilgisayarda yazılması halinde; Ms Office<br />

Version 5.0’da üst-alt boşluklar 2.54 cm, sağ-sol boşluklar 3.17 cm, en az<br />

19 cm, boy 26.5 olacak şekilde formatlanarak; başlık 10 punto bold, özetler<br />

9 punto bold, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak<br />

şekilde hazırlanmalıdır. Araştırma raporları 16, derleme ve olgu sunumları<br />

10 sayfayı (kaynakça dahil) geçmemelidir.<br />

Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir.<br />

1. Başlık Sayfası<br />

Türkçe Başlık (Büyük harf ile),<br />

Đngilizce Başlık (Büyük harf ile),<br />

Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile)<br />

Yazarların Yazışma adresleri,<br />

Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu<br />

toplantı ve yılı belirtilmelidir.<br />

2.Özet Sayfası<br />

Özetler Türkçe ve Đngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının<br />

Türkçe ve Đngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını metne<br />

bakmayı gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile yansıtmalıdır.<br />

XV


Araştırma Makalelerinde; Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Sonuç,<br />

Tartışma ve Anahtar Sözcükler.<br />

Abstract’ta; Objective, Material Method, Results, Conclusion, Key Words.<br />

Derleme Makalede; Derleme özetleri (Türkçe, Đngilizce) giriş (amaç),<br />

gelişme, sonuç anlamı taşıyacak şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır.<br />

Özetler sayfası metnin birinci sayfası olacak şekilde numaralandırılmalıdır.<br />

3. Metin: Dil ve biçim (üslup): Yayınlarda;<br />

Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe Kullanılmış,<br />

Gramer ve yazım kurallarına uyulmuş,<br />

Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında<br />

Türkçe eşanlamlarına yer verilmiş,<br />

Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez<br />

içinde kısaltması belirtilmiş olmalıdır.<br />

Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür taramasına<br />

dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanmış ve<br />

uygun bir sonuç anlatımıyla bağlanmış olmalıdır. Kaynakça kullanım<br />

kurallarına uyulmalıdır.<br />

Araştırma Raporları: Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışma , Sonuç<br />

ve Öneriler, kaynakça başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşmalıdır.<br />

Araştırmaya katılmamış, ancak destek sağlamış olan kişi ve kuruluşlara<br />

teşekkür başlığı altında teşekkür edilebilir. Verilerin toplanmasında,<br />

örneklem gruplarının haklarının korunması açısından etik kurallara<br />

uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik gruplarla yürütülen çalışmalarda etik<br />

kurul veya kurum izin belgelerinin fotokopileri eklenmelidir.<br />

Tablo ve Şekiller: (Grafik, fotoğraf ve çizimler)’ e sıra numarası verilmelidir.<br />

Her tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve şekilleri kısaca<br />

açıklayan bir anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları derleme ve olgu<br />

sunumları için en çok 4 şekil kabul edilmektedir. Tablo, şekil ve grafikler,<br />

bilgisayarda çizilip metin içinde olması gereken yere yerleştirilmelidir. Başka<br />

bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına, alındığı kaynak şu şekilde<br />

belirtilmelidir.<br />

Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir<br />

deneme. Ankara, s.51’den alındı.<br />

Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde<br />

fotoğrafın yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli açıklama<br />

yapılmalıdır. Fotoğrafın dergide basım ücreti yazara aittir.


4. Kaynak Kullanımı:<br />

Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte belirtilmeli,<br />

yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. Đki yazarlı kaynaklarda,<br />

yazarların her ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise, birinci yazarın<br />

soyadı ve “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.<br />

Örnekler<br />

Graydon (1988), depresyonun…<br />

Sarna ve Mc Corkle (1996), araştırmalarında……<br />

Lasry ve ark. (1987), yaptıkları çalışmada……<br />

………Saptanmıştır (Graydon 1998).<br />

….ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955).<br />

Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b)<br />

şeklinde belirtilmelidir.<br />

Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde<br />

virgülle ayrılarak gösterilmelidir.<br />

Örnek:<br />

(Argon 1992), Karadakovan 1992).<br />

Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad (lar) ının<br />

baş Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. <strong>Ü</strong>ç Yazara kadar<br />

çoğul yazarlı kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş harfini izleyerek<br />

aralarına virgül konulmalıdır. <strong>Ü</strong>çten fazla yazarlı kaynaklar, ilk üç isimden<br />

sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.<br />

Dergi isimleri, Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmalıdır. Dergi<br />

makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük, diğerleri<br />

küçük harfle yazılmalıdır.<br />

Kaynakların Yazılışı Đle Đlgili Örnekler<br />

Dergi Makalesi<br />

Lorig K, Gonzales VM, Ritter P ve ark. (1997). Coparison of three methods of<br />

data collecetion in an urban Spanish-speaking population. Rurs res, 46: 4,<br />

<strong>23</strong>0-<strong>23</strong>4<br />

Dergi Eki (Supplement)<br />

Weiss ME (1991) Tymapanic infrared thermometry for fullterm and preterm<br />

neonates. Clin. Pedatr, 30 (Suppl. 4), 42-45.<br />

Kitap:<br />

Karasar N (1995) Araştırmalarda rapor hazırlama. 8. basım, Ankara: 3A<br />

Araştırma Eğitim danışmanlık Ltd., 101-112.<br />

XVII


Kitap Bölümü:<br />

Kaufman CA, Wyatt RJ, (1987). Neuroleptic Malignant Syndrome. (içinde)<br />

Melszer HY (ed). Psychopharmacology. New York: Raven Press, 1421-31.<br />

Kitap Çevirisi:<br />

Wise MG, Rundell JR (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi (Çev. TT Tüzer, V<br />

Tüzer). Compos Mentis yayınları, Ankara, 1997.<br />

Metin içinde “Wise ve Rundell (1994)” şeklinde gösterilir.<br />

Yazar Adı Olmayan Yayınlar<br />

(Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler):<br />

American Psikiyatri birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal ve<br />

<strong>Sayı</strong>msal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) (Çev.ed.: E Köroğlu) Hekimler<br />

Yayın Birliği, Ankara, 1995.<br />

Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir.<br />

Dünya Sağlık Örgütü (1992) IDC-10 Ruhsal ve Davranışsal<br />

Bozukluklar Sınıflandırılması. (Çev. Ed.;MO Öztürk, B Uluğ, Çev.:<br />

F.Çuhadaroğlu, Đ.Kaplan, G. Özgen, MO Öztürk, M rezaki, B Uluğ). Türkiye<br />

Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara, 1993.<br />

Metin içinde “Dünya Sağlık Örgütü (1992)” şeklinde gösterilir.<br />

Kongre Bildirileri:<br />

Kayır A (1986). Tek ve kardeşli ergenlerde şahsiyet yapısı. XXI. Ulusal<br />

Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Kitabı, Đstanbul: Mimeray Ofset,<br />

546-52.<br />

Kongre bildirileri kitap haline getirilmemişse, sunulduğu kongrenin adı,<br />

yeri, yılı ve sözel yada poster bildiri olduğu belirtilmelidir.<br />

Yayınlanmamış Tez<br />

Yavaş O (1993). Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş doyumu<br />

ve örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış Yüksek<br />

Lisans Tezi, Đzmir: Ege <strong>Ü</strong>niversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 53-55.<br />

Yazarı Editör Olan Yayınlar<br />

Uyer G (Ed) (1986). Yeni bir birimin planlanması ve organizasyonu. (içinde)<br />

<strong>Hemşirelik</strong> hizmetleri yönetimi el kitabı. 1. Baskı, Đstanbul: Birlik Ofset Ltd.<br />

şti., 52-61.<br />

Basılmamış Yayınlar<br />

Gordes G, Cole JO, Haskell D ve ark. The naturel history of tardive<br />

dyskinesia. J.Clin Psychophormacol, (Baskıda).<br />

Gazete Makalesi<br />

Akbal O (1992). Bilimin özgürlük savaşı. Milliyet Gazetesi, 7 Temmuz 12.


Sadece Đnternette Yayınlanan Bir Dergide Yer Alan Makale Kaynak<br />

Olarak Kullanılıyorsa;<br />

1. Tam yayın tarihi kullanılır.<br />

2. Genellikle cilt ve dergi sayıları, sayfa numaraları yoktur.<br />

3. Makaleye doğrudan ulaşım adresi ve indirilen tarih verilemlidir.<br />

Frederickson BL (2000, Mart 7). Cultivating positive emotions to<br />

optimize health and well being. Prevention& Treatment 3,<br />

Makale0001a. 20 Kasım 2000’de http://Journals.apa.org/<br />

prevention/volume3/ pre0030001a. html adresinden indirildi.<br />

Kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Doğrudan<br />

yararlanılmayan ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar<br />

belirtilmemeli, basılmamış eserler, kişisel haberleşmeler, Medline<br />

taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak gösterilmemelidir.<br />

XIX

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!