KONU ZAMAN - MEKÃN BOYUTLARI MEKAN VB EÄÄ°TÄ°M ...
KONU ZAMAN - MEKÃN BOYUTLARI MEKAN VB EÄÄ°TÄ°M ...
KONU ZAMAN - MEKÃN BOYUTLARI MEKAN VB EÄÄ°TÄ°M ...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>KONU</strong><br />
<strong>ZAMAN</strong> - MEKÂN <strong>BOYUTLARI</strong><br />
<strong>MEKAN</strong><br />
<strong>VB</strong><br />
EĞİTİM<br />
SORUNLARI<br />
VE<br />
BİR<br />
MEKÂN<br />
ANTROPOLOJİSİNE<br />
DOĞRU<br />
Bozkurt Güvenç<br />
Genç bir mimar olarak, kendi toplumumun aydınları<br />
ve müşterileriyle «mimarî mekân» konusunda<br />
bir türlü anlaşamadığım yılları hatırlıyorum.<br />
Ön projelerde, aileye (içe) dönük<br />
nasıl bir oturma odası (living room) önersem<br />
de, benden komşulara, çevreye, sokağa, ya<br />
da - daha iyisi - caddeye (dışa) dönük bir «salon»<br />
istendiğini görürdüm. Bu mekânın sadece<br />
bir salon değil, fakat vitrin-pencerelerle,<br />
bir «gözetleme kulesi» veya «akvaryum» olması<br />
da beklenirdi. O zamanlar, bu mekân<br />
anlaşmazlığını, kendi insanlarımın «gösteriş<br />
çabasına», en azından «meraklılığına» verirdim.<br />
Mimarî eğitimimin bana verdiği mekân<br />
kavramının önce fonksiyonel ve sonra estetik<br />
ve materiel olmak üzere üç boyutunu sezebiliyordum.<br />
Üçü de evrenseldi, her toplumda<br />
geçerliydi ya da öyle olmalıydı. Resim<br />
masasında kalmış bir düzüne mekân taslağından<br />
ve 8-10 yıllık bir antropoloji öğrenciliğimden<br />
sonra şimdi mekân sorununu çok<br />
farklı olarak algıladığımı açıklamak zorundayım.<br />
Mimarlık tahsil etmemiş olan müşterilerimin<br />
mekân kavramı ya da algılaması, benimkinden,<br />
belki de, çok daha nesnel ve<br />
gerçekçi idi.<br />
Bir yönü ile biolojik (evrensel), diğer yönü<br />
ile toplumsal (göreli), bir başka yönü ile kişisel<br />
(psikolojik) bir varlık olan insan, dünya<br />
üzerinde her yerde yaşar. İnsanoğlu, özelleşmemiş<br />
bir biolojik varlık olarak, çevre koşullarını<br />
kontrol etmeği, onu ihtiyaç ve tercihlerine<br />
göre biçimlendirmeği öğrenmiştir.<br />
Öyle ki, insan bugün her tür doğal çevrede<br />
(ekolojide) kültürü sayesinde yaşayabilir:<br />
Ekvatordan, kutuplara; tropik ormanlardan, kurak<br />
çöllere; göçebe çadırından, köylere ve<br />
büyük kentlere kadar! Bu yaşama biçimlerinin<br />
çeşitliğine ve görelliğine «kültür» adını<br />
veriyor, ilkel kültürlerin ayrışma (diverjans)<br />
eğilimini, modern ve teknolojik uygarlıkların<br />
benzeşme (konverjans) eğiliminden ayırmağa<br />
çalışıyoruz.<br />
Her kültür sistemi, yaşama biçimini görülür<br />
veya saklı bir semboller dizgesiyle yansıtılır.<br />
Bu görülür sembollerin başında, mekân anlayışı<br />
ve onun kullanılışı geliyor. Mekân (espace,<br />
space, Raum) kavramı, bir mimar için inşa<br />
edilecek, yaratılacak bir değişken olduğu halde,<br />
bir eğitimci ve antropolog için sosyal yapıyı<br />
ve ilişkileri, kişiliği belirleyen bir eğitim<br />
ortamı ve sürecidir.<br />
Avam kamarasının tamiri sırasında Çörçil'in<br />
söyledikleri tarihe geçmiştir: «Biz yapılarımıza,<br />
yapılarımız da bize biçim veriyor.»<br />
Muhafazakâr Çörçil, parlementonun mimarisi<br />
(iç mekânı) değiştiği takdirde, İngiliz parti<br />
ve siyasal düzenin değişeceğinden endişe ediyordu.<br />
Herhalde haklı idi!<br />
Bu denemenin konusu mekân sorunudur. Fakat<br />
yanlız biçim alan plastik bir mekân değil,<br />
anlam ve biçim veren bir mekân! Bir başka<br />
deyimle, mekân-eğitim ilişkileridir, konumuz<br />
ve sorunumuz.<br />
Çağımızdaki baş döndürücü teknolojik atılım,<br />
Nevvton fiziğindeki zaman ve mekân boyutlarını,<br />
«zaman-mekân» boyutu olarak birleştirirken;<br />
aydan yapılan bir TV yayını, geleneksel<br />
zaman ve mekân kavramlarımızı alt-üst etmektedir.<br />
Bir perşembe gecesi saat 22:30 - 23:00<br />
arasında oturma odamızda izlediğimiz bu yayın,<br />
bir hafta önce, 240 saatlik bir feza yolculuğu<br />
programının 123:39-124:09 saatlerinde<br />
bizden yüzbinlerce kilometre öteden yapılmıştı.<br />
Zaman ve mekân, evrensel kavram ve boyutlar<br />
değildir. Kültürel düzeni algılama boyutlarını<br />
yanlızca zamana ya da yanlızca mekâna<br />
icra eden kültürler yanında, iki boyutu birbirine<br />
veya tek boyuta irca eden (indirgeyen)<br />
kültürler de vardır. Bilim, sanat ve uygarlık,<br />
insanoğlunun, kişisel ve toplumsal varlığının<br />
uzantılarıdır. Batı uygarlığında, ilk bilimlerin<br />
tarih ve coğrafya olması rastlantı değildir.<br />
Çünkü birincisi zamanı, diğeri bölgesel ve<br />
yöresel bir mekânı (dünya yüzünü) inceliyordu.<br />
Aritmetiğin, zamanı ölçme (takvim) ilminden;<br />
geometrinin ise-adı üstünde-yer ölçümünden<br />
doğduğunu biliyoruz. Aynı şekilde,<br />
yazı, konuşma dilinin; resim ise mekânın u-<br />
zantısıdır. Telefon, insan sesinin; radyo toplumsal-kültürel<br />
dilimizin uzantısıdır. Tekerlek<br />
(araba-otomobil) insan elinin veya ayağının<br />
uzantılarıdır. Bilim, sanat ve teknoloji, insanın<br />
uzantılarını (çözümleyerek) geliştirirken,<br />
belli aşama dönemlerinde, bu gelişme uçlarının<br />
sentezlerini de görüyoruz. (1) Tiyatro,<br />
insanın kişisel dramının, opera ise dram ve<br />
müziğin toplumsal uzantısıdır. Fotoğraf ve<br />
repdüksiyon kişisel resmin, sosyal uzantısı;<br />
sinema ise tiyatro ve opera gibi kentsel mekânların,<br />
ulusal ve uluslararası ölçekli uzantıtılarıdır.<br />
Son olarak, televizyon, insanoğlunun<br />
bütün ses, yazı, resim, sanat ve bilgi gibi<br />
kültürel uzantılarının bir bileşkesidir. Bütün<br />
bu uzantıları bir mekân içinde ve birer mekân<br />
olarak algılıyoruz.<br />
EĞİTİM<br />
«Uzantılar» konusunu bu derece uzatmamızın<br />
bir nedeni, her kültürel uzantının, mekân kavramımızı,<br />
mekân algılayışımızı ve mekânı kullanışımızı<br />
yakından etkilemesidir. Gramofon,<br />
teyp, fotoğraf ve sinema, zaman, mekân ve<br />
olayın «konserve» leri olarak, zaman mekân<br />
boyutlarını çözümlemekte; bugünün olayı geleceğe,<br />
geleceğin olayı bugüne erişebilmektedir.<br />
Psikolojik varlık alanımızın ve zaman-mekân<br />
boyutundaki algılarımızın temel bir niteliği,<br />
evrensel biyolojik gereklerle, toplumsal<br />
çözüm yollarımızın bir bileşkesi olmasıdır.<br />
Bu dinamik ilişkileri Tablo'da görüyoruz. Her<br />
kültürel sistem, biyolojik gereklerimizin çözüm<br />
yollarını, sosyolojik düzeyde ve belli kül-
türel biçimler ve örüntülerle belirler. Kişi ve<br />
birey olarak, biz bu ihtiyaçlarımızı ve çözüm<br />
yollarımızı «kavramsal» ve«değersel» boyutlarda<br />
algılamak üzere şartlanıyoruz. Bu şartlama<br />
ve şartlanmaya en genel tanımıyla, eğitim<br />
süreci adı veriliyor (4).<br />
Söz gelimi, kültürel sistem bizi sadece doyurmaz,<br />
bu görevini belli zaman ve mekânda<br />
belli besinlerle yapar. Çayı sabah, çorbayı<br />
akşam içen toplumlar olduğu gibi; çorbayı sabah,<br />
çayı akşam veren sistemler de vardır.<br />
Beslenmenin yalnızca zamanını değil mekânını<br />
da belirten örnekler verebiliriz : Tarlada<br />
çorba içmek olumlu; büroda çorba içmek ise<br />
olumsuzdur. Alaturka ses konserinde zeytinyağlı<br />
dolma yemek olumlu; filharmoni konserinde<br />
ise çekirdek yemek olumsuzdur. Bu örneklerden<br />
görülüyor ki, mekân zamandan tüm<br />
bağımsız, soyut matematiksel bir uzay olmadığı<br />
gibi; sosyal-kültürel-psikolojik değerlendirmelerden<br />
bağımsız, fonksiyonel veya algısal<br />
bir boyut da değildir.<br />
İnsanın Evrimi ve Mekân Alıcıları<br />
İnsanın biyolojik evrimini kesin çizgileriyle<br />
bilmiyoruz. Bugün yaygın olarak kabul edilen<br />
bir teoriye göre, İnsanoğlu'nun atası daha<br />
yerde yaşayan bir antropoid iken, yırtıcı<br />
ve güçlü olan diğer türlerden sakınmak için<br />
bir süre ağaçlarda yaşamış olmalıdır. İnsanın<br />
aslında sahip olduğu stereoskopik (üç boyutlu,<br />
derinlik veren) görüşü bu dönemde daha<br />
da gelişmiştir. Ağaçlarda yaşayan diğer<br />
maymunlarda ve kuşlarda olduğu gibi, üç boyutta<br />
hareket, böyle bir görüşü gerektiriyordu<br />
(1). İnsanın ataları, bu evrimden sonra,<br />
daha güçlenerek tekrar yere ayak basmıştır.<br />
Kültürel evrim bu dönemde başlamış olmalıdır.<br />
Bu kısa hikâyenin anlamı odur ki, İnsan'ın<br />
mekân alıcıları arasında en son ve en<br />
çok gelişmiş olanı görme duygusudur, işitme,<br />
koku ve tat alma ve dokunma göreli olarak<br />
daha eski ve daha az gelişmiş duyulardır.<br />
İnsan, kültürü, aklı ve zekâsı en çok gelişmiş<br />
olan görme duyusu, (görüş alanı ve görüş<br />
dünyası) ile birlikte gelişmiştir, denebilir (2).<br />
Bütün duyu organlarımız bize çevremiz ve<br />
içinde yaşadığımız mekânlar hakkında bilgi<br />
verirler. Fakat, insan bütün bu bilgileri kavramsal<br />
bir görüş dünyasına tercüme eder. Örnek<br />
olarak suyun ıslaklığını, ekmeğin gevrekliğini,<br />
taşın sertliğini, balığın veya meyvanın<br />
tazeliğini, çiçeğin kokusunu, müziğin<br />
melodisini veya notasını görürüz. Belki de,<br />
fareler, bütün bu bilgileri kckuya, köpekler<br />
ise işitmeğe tercüme ediyorlar.<br />
Bu nedenle, mekânı algılamamızda, konuşmalarımızda,<br />
çevremizi görsel bir boyuta indirgemiş<br />
gibi davranır ve tavır alırız. Ancak,<br />
acaba mekân sadece görsel midir Elbette<br />
ki hayır I İşitilen, koklanan, dokunulan ısı ve<br />
tat olarak algılanan mekânlar da vardır. İnsan<br />
bütün bu mekân alıcılarının topladığı verileri,<br />
«görüş alanı» içinde değilse bile «görüş<br />
dünyası» içinde biriktirip, algılamakta, bütünleştirmekte<br />
ve değerlendirmektedir (1).<br />
Bir tartışma sırasında, bizi anlamamakta İsrar<br />
eden bir kimse için «problemi görmek istemiyor»<br />
dediğimizde işte bu gözlemi ve bu<br />
gerçeği dile getiririz. Oysa, kişi bizi dinliyor,<br />
işitiyor ve belki de işittiklerini çok iyi anlıyordur.<br />
Mekân alıcılarımız, çoğu zaman biribirini<br />
destekledikleri halde bazen birbirlerine parazit<br />
yaparlar. Hacim olarak büyük bir mekânda<br />
daha yavaş okuruz. Gürültülü ya da<br />
sağır bir mekânda o kadar iyi göremeyiz. Fena<br />
kokulu bir mekânda iyi işitemeyiz. Soğuk<br />
bir mekânda pek iyi düşünemeyiz. Çok sıcak<br />
bir mekânda çevremizdeki eşyaya dokunmak<br />
istemeyiz.<br />
Mekânın Algılanması (İdraki) Boyutları<br />
Mekânın algılanması sorunu sadece alıcılarımızın<br />
verdiği bilgilerin tüm değerlendirilmesine<br />
değil, bunlardan bazılarının filtre edilmesine<br />
yani parazitin kesilmesine veya algı şiddetinin<br />
azaltılmasına bağlıdır. Gece klübünde<br />
ışığın, lokantada sesin kısılması ise algı<br />
şiddeti yerine uyarıcı şiddetinin azaltılmasına<br />
örnektir.<br />
Duyu organlarımızla veri toplama işi, iradî<br />
bir fonksiyon olmamakla birlikte, şiddetin<br />
(ses veya hacim düğmesinin açılıp kapatılması)<br />
ayarı eğitim ve tecrübeyle öğrenilen bir<br />
beceridir. Doğu kültürleri genellikle görüş<br />
perdesini, Batı kültürleri ise ses düğmesini<br />
kapalı tutuyorlar (1). Sonuç: Batılı duyduklarından,<br />
doğulu gördüklerinden daha çok rahatsız<br />
olur.<br />
T A B L O<br />
KÜLTÜR H A Y A T I M I Z I N BÖLÜM VE <strong>BOYUTLARI</strong> (4)<br />
Biyolojik<br />
(evrensel)<br />
Gereksinmeler<br />
Sosyolojik<br />
Yolları<br />
Çözüm<br />
Psikolojik Algılama<br />
Boyutları<br />
Korunmak - Barınmak<br />
— Yönetim<br />
Kavramsal<br />
Değersel<br />
(güvenlik duymak)<br />
Yemek-içmek<br />
Uyumak-dinlenmek<br />
Çoğalmak<br />
Çalışmak<br />
— Üretim-Teknoloji<br />
— Konuşma-paylaşma<br />
— Eğitim<br />
— Yaratma<br />
O<br />
— Zaman<br />
— Mekân<br />
— Olumlu<br />
— Olumsuz<br />
— Kararsız ()<br />
Bireysel ve Ailesel<br />
Toplumsal<br />
Kisisel
İŞİTİLEN MEKÂN<br />
«Japon evinde sır olmaz» diye bir söz vardır.<br />
Çünkü kâğıttan bölmeler görüşü perdeler, ama<br />
sesi geçirir. Rahatsız olmamak için, alıcının<br />
kendi ses alma düğmesini kapatması gerekir.<br />
Japon lokantası gürültülüdür ama çoğu kimse<br />
rahatsız görünmez. Ses düğmeleri kapalıdır.<br />
Kuzeyliler ise, duymamak ve duyulmamak<br />
için ses geçirmeyen kalın duvarlar, çift<br />
ağır kapılar inşa ederler.<br />
İnsanlar, yetiştikleri kültürün örüntüsüne göre,<br />
mekân alıcılarını eğitimden geçirerek, parazitleri<br />
filtre etmeği öğrenirler. Anneler<br />
bebeklerin ağlamalarına karşı ses alıcılarını<br />
sonuna kadar açık tutmağı öğrenirler. Fakat<br />
bu duyarlık, zorunlu olarak, başka seslere<br />
karşı «seçici olmağı» gerektirir. Anne onları<br />
duymaz.<br />
Batıya giden Doğu'lular, gürültücü olmalarıyla<br />
dikkati çekerler. Kendi kültürlerine döndüklerinde<br />
ise, bir süre, mevcut gürültü eşiğini<br />
aşamayacak kadar alçak sesle konuşurlar.<br />
Klakson Batı'da bir sorun olmamıştır,<br />
çünkü önce çalanı rahatsız eder. Bilgi toplamada,<br />
göze nazaran yüzlerce kez az gelişmiş<br />
olan kulaklarımızın bir mekân alıcısı olduğu<br />
bilincinde değilizdir. Çünkü, işitme yoluyla<br />
algıladığımız mekânı hemen görülen mekâna<br />
tercüme ederiz. Oysa, işitilen mekân<br />
görülen mekâna, derinlik ve yön algılarımıza<br />
en büyük yardımcıdır. Ana dilimizi, kültürümüzün<br />
sözlü hazinelerini, şiiri, musikiyi, konuşmayı<br />
(dili) işiterek öğreniriz. Görülen<br />
mekânı, akustik malzeme ile akord ederiz. İşitilen<br />
mekân, kontrol ve filtre edilmesi, istenmediğinde<br />
perdelenmesi en zor olanıdır.<br />
Kulak refleksle kapanmadığı ve kapatılamadığı<br />
için, korunması en zor olan mekân alıcımızdır.<br />
Onun en büyük düşmanı, istenme- ,<br />
yen sesler yani «gürültü» lerdir. Sağırlığın,<br />
körlükten de önemli bir duyu ve alıcı kaybı<br />
olduğu ileri sürülmüştür.<br />
benzin ve akü durumunu, anne zamanı, küçük<br />
delikanlı sürat ibresini, büyük abla ise, başka<br />
arabalardaki «hür gençleri» algılar. Astronom,<br />
makrokozmik mekânı, mikrobiolog ise<br />
mikrokozmik mekânı, bir mimardan daha iyi<br />
algılar.<br />
Bu gözlemler yalnız kuşaksal, kişisel, cinsel<br />
ve meslekî gruplarda değil, kültürel düzeyde<br />
de doğru ve geçerlidir. Çünkü bu yetenekler<br />
doğuştan veya genetik yolla değil, eğitim<br />
süreciyle kazanılmaktadır.<br />
Gelenek olarak, bir dikdörtgenler uygarlığından<br />
geliyor ve kartezyen bir mekânda yaşıyoruz.<br />
Kaçınılmaz bir biçimde, bu mekânın diklik,<br />
düşeylik, paralellik ve iki kaçış noktalı<br />
perspektif görüş gibi ilke ve ögeleriyle şartlanıyoruz<br />
(4). Dik olmayan köşeler, düşey<br />
olmayan sütunlar, paralel olmayan düzlemler,<br />
çok kaçış noktalı (veya kaçış noktasız) perspektifler<br />
bizi genellikle rahatsız eder. Alışık<br />
olmadığımız için kolaylıkla alılayamıyoruz onları<br />
I Yabancı ve yeni fikirlerden ve ideolojilerden<br />
rahatsız olduğumuz gibi.<br />
Klasik Yunan mimarisinin, kolonları düşey, döşemeleri<br />
yatay, saçak ve basamak çizgilerini<br />
tam paralel göstermek için katlandığı sıkıntıları<br />
hep biliriz. Rönesans resminin ve mimarisinin<br />
klasik sanata getirdiği yenilik, mekân<br />
problemini yapısal ve maddesel hilelerle<br />
değil, görsel buluşlarla çözümlemesidir ki ileri<br />
bir adımdır. Kepeş'e göre Leonardo'daki<br />
mekân genişliği, temelde, bir perspektif zenginliğidir<br />
(3).<br />
Ne var ki, dikdörtgenliğin belirlediği bir mekân<br />
grameri evrensel değildir-(4).<br />
Siyah Afrika'da, temel tasarı ve mekân birimi<br />
(dikdörtgen yerine) çember olan küçük<br />
kültürler yaşamaktadır. Bu kültürlerde, diklik,<br />
düşeylik, doğrusal paralellik ve yataylık,<br />
mekân gramerinin kuralları ve ilkeleri değildir.<br />
Bu kültürlerin insanları, verev duran bir<br />
masadan, çarpık bir halıdan, eğri konmuş bir<br />
örtüden, eğik bir tablodan ve eksenel simetrisizlikten<br />
pek rahatsız olmamalıdır. Çünkü<br />
bu dikdörtgensel ilke ve öğeler, çember için<br />
geçerli değildir.<br />
duruma hakim olur. Bu fenomen, gözlüğü çıkarınca<br />
tekrarlanır. Öyleyse, görüş alanımızla<br />
değil, görüş dünyamızla algılıyoruz-mekânı.<br />
Yani duyu organlarımız ve algı alanlarımız hata<br />
veya hile yapsa bile, görüş dünyamız bunları<br />
düzeltebiliyor. Öyleyse, yürümeyi, konuşmayı,<br />
yazmayı ve düşünmeyi öğrendiğimiz gibi,<br />
görmeyi de deneyip-yanılarak öğreniyoruz<br />
(4). Bu eğitimde diğer mekân alıcılarımız<br />
bize yardımcı oluyor. Erkeklerin dikiş<br />
kutusundaki kocaman makası kadınların kütüphanedeki<br />
kırmızı dosyayı bulamamaları bir<br />
«alan» farkı değil bir eğitim farkıdır.<br />
Eskimo'ya röpersiz (güneşsiz, yıldızsız, ağaçsız<br />
ve engebesiz) bir mekânda yol ve yön gösteren<br />
şey, bir iç-görüş değil, türleri ve isimleri<br />
50'yi aşan arktik rüzgârlardır. Eskimo yolunu,<br />
gözle değil, esen rüzgârın yönüne ve şiddetine<br />
göre yani derisindeki «rüzgâr yıldızı»<br />
ile görmektedir. (1) Oysa yönlerini gözle tayin<br />
edenler,bir kar fırtınasına tutulunca, küçük<br />
bir çember çevresinde dönüp dururlar,<br />
donuncaya kadar. Referans noktası veya değişkeni<br />
olmayan bir mekân algılayamıyoruz.<br />
(3) Ancak algılayabildiğimiz herhangi bir şey,<br />
mekânı görmemize hizmet edebiliyor.<br />
Isısal Mekân (Mekân Termal)<br />
Görme, işitme ve koku alıcılarımız, mekân<br />
algılarımızda öyle önemli bir ağırlık taşıyorlarki,<br />
çoğu zaman, ısı radyosyonuna karşı çok<br />
duyarlı olan derimizin, bir mekân alıcısı olduğunu<br />
unuturuz. Otel Termal'deki tatili hatırlasak<br />
bile I aslında, ısıya duyarlı olmasak<br />
- sıcaktan veya soğuktan - ölürdük. Vücudumuz,<br />
sıcağa soğuğa ve neme karşı en karmaşık<br />
bir air condition sistemi ve termostatla<br />
donatılmıştır. Öyle ki, normalden yarım derecelik<br />
bir fark, hekimlere göre, hastalık göstergesidir.<br />
Bu air condition ve termostat sistemi,<br />
gelen ısıyı aldığı gibi radyasyon yoluyla<br />
ısı verererk, dereceyi sabit tutar. İnsan derisi<br />
hem ısısal mekânı algılar hem de kendisi<br />
termal bir kaynak ve mekândır.<br />
Görsel Mekân<br />
İnsan görerek öğrenir; öğrendikleri de görüşünü<br />
etkiler. Bu yeni görüş, yeni algılarımızı<br />
etkiler. Aynı eşya ve olgulara baktığımız<br />
zaman ve mekânda bile, onları ve olanları<br />
farklı algıladığımızı psikologlar ve sosyal psikologlar<br />
deneysel olarak tesbit etmişlerdir<br />
(2).<br />
«Seçici algılama» kuramı bu ayrıcalıkların<br />
doğmuştur, denilebilir. Sevdiğimiz, hoşlandığımız,<br />
ilgilendiğimiz sorun edindiğimiz olguları,<br />
sahne ve olayları daha iyi algılıyoruz. Bir<br />
ailenin oto-gezisi sırasında, baba motorun<br />
Psikolog Gibson'a göre, gözün retinasında<br />
oluşan görüntü (imge) ile algıladığımız simge<br />
birbirinden farklıdır. Birincisine «görüş<br />
alanı», ikincisine «görüş dünyası» adı verilir<br />
(2). Görüş alanı, görüş dünyasını besler<br />
ama onu belirlemez. Gözümüzle değil beynimizle<br />
görürüz I Neleri, nasıl ne biçimde<br />
ve ne değerde algıladığımız ise, çoğunlukla<br />
içinde yetiştiğimiz ya da yaşadığımız çevrece<br />
(kültür) belirlenir (4). Sanat severle, sanatkârın<br />
farklı görüş dünyalarını, onların farklı<br />
görme eğitimleri belirler (1).<br />
Retinadaki görüntü, optik kanunlarına göre,<br />
baş aşağı düştüğü halde eşyayı doğru (yani<br />
olduğu gibi) görürüz. Retinadaki ters görüntüyü,<br />
doğru olarak düşüren bir gözlük takınca<br />
ne olur Deneylere göre ilk üç-beş gün<br />
için görüş alanı alt-üst olur, ama sonra yavaş<br />
yavaş her şey tekrar düzelir, «görüş dünyası»<br />
Sinirlenmiş kişilerin kızardığını ve soluduğunu<br />
yalnız gözlerimizle görmeyiz fakat burnumuzla<br />
koklar, kızgınlıklarını (yani sıcaklıklarını)<br />
ısı olarak derimizde algılarız (1).<br />
Batı'da yapılan bazı psikolojik araştırmalarda,<br />
genç kızlar, erkek arkadaşlarının duygusal ilgi<br />
ve yakınlık eşiklerini, ısı olarak hissettiklerini<br />
ve aradaki mesafeyi bu ısıya göre ayarladıklarını<br />
belirtmişlerdir (1). Balo salonlarına<br />
açılan serin teraslar, yalnız çiftlerin görsel<br />
ve işitsel mekândan ayrılmalarını değil,<br />
ısısal mekânın kontrolünü sağlar. Aynı termal<br />
amaçla, bizim kültürümüzde, hava alma,<br />
hava aldırma, hava değiştirme gelenekleri<br />
vardır. Bunlar, «ısısı» artan kişilerin otomatik<br />
termostat mekanizmasına yardımcı tedbirlerdir.<br />
«Tebdili mekândaki ferahlık» ta belki<br />
bu yardımdan ileri gelmektedir. Genellikle<br />
kapalı dar ve basık hacimleri sıcak; açık ge-
niş ve yüksek yerleri serin, kalabalığı sıcak,<br />
tenha yerleri ise serin olarak algılarız. Bu<br />
algılamalarımızda^ radyasyonun etkisini biliriz.<br />
Fakat ısısal mekânı algılayan derimizi<br />
çoğu kez ihmal ederiz. «Ateşli» aşıkların tenhf.<br />
yerleri tercih etmeleri, gözden ve kulaktan<br />
uzak olmak eğilimi yanında, tenhanın sağladığı<br />
havalandırma ve serinliktendir. «Sıcak<br />
bir nefesi yüzde duymak» her zaman arzulanan<br />
bir algı değildir. Müşterilerini, başkasının<br />
«sıcağına» oturtmamak için berberler deri<br />
kaplı minderleri alt-üst edip durular. Başkasının<br />
sıcağı hastalık değilse bile, rahatsızlık<br />
verir. Mekânı ısı olarak algılamamız, sahip<br />
olduğumuz mükemmel bir termostat kontrol<br />
sistemi yüzünden belki de en az etüt edilmiş<br />
fenomenlerden birisidir (1).<br />
Dokunma Yoluyla Mekân<br />
Psikolog Gibson, dokunma (temas/lems) yoluyla<br />
algıladığımız mekânı incelemiş ve bunu<br />
görel olarak algıladığımız mekânla karşılaştırmıştır.<br />
Yapılan deneylerden ilginç ve biraz<br />
beklenmeyen sonuçlar alınmıştır. Dokunma<br />
(aktif) ile dokunulma (passif) arasında önemli<br />
algılama farkları var (2) I Yalnız dokunarak<br />
algıladığımız bir eşyanın ne olduğunu % 95<br />
doğrulukla bildiğimiz halde; bize dokunan eşyanın<br />
ne olduğunu ancak % 50 doğrulukla tahmin<br />
edebiliyoruz. Sonuç : dokunma pozitif,<br />
dokunulma negatif bir algılama değeri taşıyor.<br />
Tıpkı, görme, işitme ve koklamanın pozitif;<br />
görülme, işitilme ve koklanmanın negatif<br />
algı değerleri taşıması gibi. Yasal ve disipliner<br />
bağışıklık anlamında kullandığımız<br />
«parlamenter dokunulmazlık» bu algısal değerlendirmemizi<br />
yansıtır. Oysa, Hindistan'daki<br />
Parya'lara Batı'lılar «dokunulmaz» adını verirken<br />
başka bir değer yargısını dile getirir.<br />
Dokunma, bilgi verir; dokunulma ise bizden<br />
bilgi alır-karşıt olarak. Bu nedenle dokunmayı<br />
sever, dokunulmaktan çekinir ve kaçarız.<br />
Akademik özgürlüğün, idarî özerklik ve âdeta<br />
«yasal dokunulmazlık» kavramlarına dönüşmesinde,<br />
yine bu algısal değerlerin rolü olmuştur.<br />
Dokunulma sıkıntı verici bir algıdır, özellikle<br />
irademiz ve isteğimiz dışında oluyorsa.<br />
Kızdığımız kişilere, «bana dokunma» deriz.<br />
Psikoanalist Balint, dokunma yoluyla algılama<br />
ile, görme yoluyla algılama biçimlerini karşılaştırmalı<br />
olarak incelemiştir (1).<br />
Dokunma yoluyla algılama içten, görme yoluyla<br />
algılama ise biçimseldir. Bir göz veya<br />
baş selâmı ile; el sıkmak, kucaklaşmak, sarılmak<br />
ve öpüşmek arasındaki algı ve anlam<br />
farkları bellidir. Elleri soğuk ve terli olanlar,<br />
el sıkmaktan kaçınırlar, çünkü hararetle el<br />
sıkamazlar.<br />
Süspansiyonları genellikle daha zayıf olan küçük<br />
ve hafif otomobilleri, büyük ve ağır otolara<br />
tercih edenler, bu tip araba kullanmanın<br />
mekânı algılamak yönünden daha doyurucu<br />
olduğunu söylerler (1). Bu değerlendirme<br />
belki de bir «züğürt tesellisi» değildir. Otomobilde<br />
direksiyon, atlı arabada dizgin, yelkenlide<br />
dümen tutma eğilimlerimiz, mekân<br />
algılama ihtiyacımızın bir belirtisi değil midir<br />
Sandaldaki çocuğun suya, otomobildeki<br />
çocuğun ise pencereye ve dışarıya uzanması,<br />
aynı mekân algılama ihtiyacını göstermez<br />
mi Bütün gürültü ve sarsıntısına rağmen<br />
tren yolculuğunun tercih edilmesi, onun<br />
verdiği zengin bir mekân algılama olanağıdır.<br />
Jet uçağı ile yapılan iki saatlik bir uçuşun,<br />
dört saatlik bir yürüyüşten veya planör uçuşundan<br />
daha yorucu olması bizi mekân algılamasından<br />
yoksun bırakması değil midir<br />
Doku (tekstür) görülebildiği halde, dokunularak<br />
algılanması tercih edilen bir mekândır.<br />
Dokunma, mekân algımızı zenginleştirir. Beğendiğimiz<br />
eşyaya, sevdiğimiz kişilere dokunmak<br />
isteriz. Dokunma, bütün mekân alıcılarımız<br />
arasında en kişisel olanıdır. Görülen,<br />
işitilen ve koklanan genellikle ve çoğunlukla<br />
başkalarına açık olan kamusal bir mekândır.<br />
Oysa dokunduğumuz ve dokunabildiklerimiz<br />
sadece bizimdir. Başkası dokunamadığı<br />
sürece. Çocuklardaki ve büyüklerdeki<br />
kolleksiyon merakının bu zengin duygudan<br />
doğduğu ileri sürülebilir. Ayrıca, biriktirilen<br />
eşya ve sanat eserleri arasında biblo, parapul<br />
ve heykel gibi elle tutulabilen eşyanın<br />
önemli bir yer tutması çok anlamlıdır.<br />
Bu çeşit kolleksiyonlarını sergileyenler, algılama<br />
tekellerini kaybetmemek için «lütfen<br />
dokunmayınız» etiketini kullanırlar.<br />
Bir Mekân Antropolojisine Doğru<br />
İnsanın yarattığı ve insanı yaratan her kültürel<br />
konuda olduğu gibi, mekânın da bir antropolojisi<br />
olabilir. Böyle bir antropoloji oluşup<br />
gelişmektedir (1). Konusu, mekân türlerinin,<br />
boyutlarının ve mekân algılamalarının kültüriç<br />
; ve kültürlerarası fark ve benzerliklerinin<br />
incelenmesi olacaktır. Bu denemenin önceki<br />
bölümlerinde, bu yaklaşımın olgusal örnekleri<br />
verilmiştir. Antropolog Stevvard, daha 1948<br />
lerde, kullandığı «tarımsal verimlilik», «nüfus<br />
yoğunluğu», «sosyal örgütlerin karmaşıklığı»<br />
gibi ölçütler ve bu ölçütlerin bileşkesi olarak<br />
geliştirdiği «yerleşme örüntüleri» kavramıyla,<br />
böyle bir antropolojinin temelini atmış oluyordu<br />
(6). «Yerleşmeler kuramı» çeşitli kültürlerdeki<br />
mekân kullanma biçimleri üzerinde<br />
duruyordu. Kültür ile mekân türleri ve mekân<br />
kullanma biçimleri arasında fonksiyonel<br />
ve organik ilişkiler vardı.<br />
Her kültür, belli mekân biçimlerine; her mekân<br />
belli bir kültürel fonksiyona ve her mekân<br />
algılaması belli bir kültürel şartlanmaya<br />
tekabül eder.<br />
Kültür Açısından Mekân Türleri<br />
Kültür ve kültürel sistem açısından üç tür<br />
mekân var :<br />
1. Hareketsiz mekân<br />
2. Yarı-hareketli mekân<br />
3. Hareketli mekân (1).<br />
Hareketsiz (Statik) Mekân<br />
Köy, kasaba ve kent gibi yerleşmeler, yollar<br />
yapılar, bazı değişmez boyutlarıyla doğal çevre,<br />
birer hareketsiz mekândır. Estetik dilinde<br />
buna plastik mekân da diyebiliriz. Yerleşmeler<br />
ve onları oluşturan yapı ve yollar, bireylerin<br />
ve grupların mekân algılayışlarını, dolaylı<br />
olarak, bilgi, tutum ve davranışlarını, kısaca,<br />
«dünya görüşlerini» düzenleyen ve belirleyen<br />
hareketsiz mekânlardır. Mimarlık, bu<br />
mekânsal düzenin adı; mimar onun yöneticisidir<br />
- geniş anlamıyla.<br />
Doğa ve mimarî, gördüğümüz işittiğimiz, kokladığımız,<br />
tattığımız ve dokunarak algıladığımız<br />
mekânların boyutlarını dış ve ara sınırlarını<br />
belirler. Fakat görülen mimarlık mekânı,<br />
diğer mekân türleri gibi, yalnız kendi<br />
içindeki faaliyet ve ilişkileri değil, kendi dışındaki<br />
mekân boyutlarını da etkiler ve onlardan<br />
etkilenir. Bu ilişkileri şöyle özetleyebiliriz :<br />
Doğa yerleşme (Yapı-yol) İnsan (4)<br />
Kullanış Açısından Mekân Türleri<br />
Her mimarî mekânın alt bölümleri, türlü biyolojik<br />
gereklere ve belli sosyal çözüm yollarına<br />
öznel mekânlar tahsis ederek onları örgütlediği<br />
gibi, kurulu bu örgütün bozulmasına<br />
da yol açabilir. İnsan, mekân alıcıları yoluyla,<br />
bu örgütleri veya anarşiyi algılamağı<br />
öğrenir ve ona şartlanır.<br />
Philippe Aries'e göre, 18. Yüzyıl'a kadar, Avrupa<br />
mimarisinde yapıların alt-bölümleri (odaları)<br />
fonksiyonel değildi (5). Odanın (chambre)<br />
Salon'dan ayrılması (Fransa; room veya<br />
Raum) ların yatma, yemek yeme oturma,<br />
pişirme, temizleme ve çalışma gibi özel görev<br />
ve isim almaları (İngiltere), geniş ailenin,<br />
nükleer (çekirdek) aileye dönüşmesini<br />
beklemiştir (5). Holler, antre ve koridorlar,<br />
odalara öznellik kazandıran ara mekânlar olarak<br />
sonradan yaratılmıştır. O zamana kadar,<br />
her odada her türlü iş yapılabiliyordu. Bu<br />
değişimin önemi şuradadır: öznel mekâna göre<br />
davranış; evde ailede ve çok küçük yaşta<br />
başlamaktadır. Mekânın eğitimdeki yeri ve<br />
değeri genişlemiştir.<br />
Davranış bilimcileri, iş adamlarının evdeki ve<br />
iş yerindeki sosyal kişiliklerinin (rollerinin)<br />
farklı olduğunu çok önceden farketmişlerdir.<br />
Evin büro, büronun lojman olarak kullanılmasının<br />
çok seyrek rastlanan bir olgu olması,<br />
davranış ve tutumlarımızın mekâna göre biçim<br />
alışından ileri geliyordu. Davranışın farklı<br />
olması gereği, mekânın değiştirilmesini de<br />
zorluyordu. Çocuk davranışının çocuklaşması<br />
(yani kendini bulması), belki de evlerimizde<br />
çocuklara ayırdığımız çocuk odaları, kreşler,
okullar ve oyun yerleriyle başlamaktadır. Bunu<br />
yapmayan kültürlerde, çocuklar sürekli olarak<br />
büyüklerle aynı mekânları paylaşır, onlar<br />
gibi giyinir ve onlar gibi davranırlar (5). Bu<br />
açıdan bakıldığında, bugünkü gençlik hareketlerinin<br />
acaba ne kadarı kökenini çağdaş mimariden<br />
alıyor sorusu akla gelir.<br />
Mutfaklar, evde en çok şikâyet edilen mekânların<br />
başında gelir (1). Bu şikâyet, nükleer<br />
ve yardımcısız ailede erkeği, (o zamana kadar<br />
mutfağı planlayan ve inşa eden fakat orada<br />
çalışmayan erkeği) mutfağa sokmuştur.<br />
Kullanışlı ve rahat olduğu söylenen Amerikan<br />
mutfağı bundan sonra düzelmiştir: Bulaşık<br />
yıkayan veya kurulayan erkekler arasında, herhalde,<br />
bazı mimarlar da bulunuyordu. Yerleşme<br />
ve mimarlıkta, Batı uygarlığı, dikdörtgenlerin<br />
belirlediği Descartes'in kavramlaştırdığı<br />
«kartezyen sistemin» doğrularından hareket<br />
eder. Hattâ dünyanın enlem ve boylam<br />
çemberleri, analitik geometrinin, küresel arzımıza<br />
bir uzantısı ve uygulaması değil midir<br />
Bu sistemde hacimleri ve mekânları, noktalar<br />
ve doğru parçaları belirler. Resim masası,<br />
T-cetveli ve gönyelerimiz, aynı algılamanın<br />
sembolü bir alt-uzantısı değil midir <br />
Oysa, geleneksel Japon mimarlığı ve tasarı<br />
noktalardan hareket ediyordu. Yollar ve yersel<br />
mekânlar, noktalarla belirleniyordu. Bu<br />
kültürde, sıralama (numaralama) mekâna göre<br />
değil, zamana göredir. Yapılar inşa sırasına<br />
göre numara alır (1). Japonlar tarihselliğe<br />
(zamana), Batı'lılar (mekâna) değer vermişlerdir.<br />
Yerleşmelerimiz, bu açıdan, ne Batı'ya<br />
ne de Japonya'ya benziyor. Kültürümüz<br />
(Mors alfabesi dışında ne doğruyu ne de noktayı<br />
vurguluyor. Mekân birimi, köy, mahalle<br />
veya semt'dir. Fatih ve Harbiye birer nokta<br />
değil, yerleşme mahallesidir.<br />
Gideceğiniz adresi, taksi şoförüne cadde, sokak<br />
ve numara olarak verdiğimizde onun aklından<br />
geçeni duyar gibi oluruz : «Muradiye'-<br />
den mi yoksa Mühürdar'dan mı gitsem » diye<br />
düşünür. İmdadına yetişiriz : «Teşvikiye'-<br />
ye çıkacağız». Sonra yöneltme başlar : «Sağa<br />
sola tekrar sola, vs.» Milyonluk yerleşmeler<br />
arasında koordinatlı ve alfabetik bir cadde-sokak<br />
rehberi olmayan kaç kent kalmıştır,<br />
doğrusu bilmiyorum.<br />
Konu, mekân ve zaman boyutunda büyümeğe<br />
öylesine elverişli ki (4), yarı yareketli mekân<br />
unsurlarını (eşya, mobilya ve kimi teçhizatı)<br />
tartışamayacağız. Ancak, hareketli mekânın,<br />
yani insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak algıladığı<br />
mekân türleri üzerinde kısaca durmalıyız.<br />
İnsan Açısından Mekân<br />
Duyu organlarımızın topladığı mekân bilgilerini;<br />
yakın-uzak, hızlı yavaş, sıcak-soğuk, rahat-sıkıntılı,<br />
dar-geniş, içten-biçimsel vb. boyutlar<br />
üzerinde kavramlaştırırız. Ne var ki,<br />
bu mekân türlerinin sınır koşullarını ve ölçütlerini<br />
çoğunlukla belirleyemeyiz. Yakın, sıcak,<br />
rahat, yavaş, geniş veya samimi olanın<br />
ölçüsü nedir Yapılan araştırmalara göre ve<br />
genellikle insan açısından 4 mekân türü tanımlayabiliyoruz<br />
:<br />
1. Yakın (entim) mekân,<br />
2. Kişisel-bireysel mekân<br />
3. Toplumsal mekân,<br />
4. Kamusal mekân (1).<br />
Yakın Mekân, başkalarıyla fiziksel olarak dokunma<br />
mesafesi içinde veya dokunma halinde<br />
bulunduğumuz durumlarda algıladığımız<br />
mekândır ki boyutları (0-50 sm) arasında değişir.<br />
El-sıkışma, kucaklaşma, sevişme, dans,<br />
güreş ve kavga mekânıdır bu. Duygusal mekândaki<br />
diğer bireyleri, gözle değilse bile, işiterek,<br />
koklayarak, dokunarak, tadarak, sıcak<br />
ve soğuk alarak algılarız. Uyum mesafesinin<br />
altına düşüldüğü için gözler genellikle kapalıdır.<br />
Açık olsa da net göremez (1).<br />
Kişisel-bireysel Mekân, 50-120 sm. arasında<br />
algıladığımız ve algılamağı tercih ettiğimiz<br />
yaşantılarımızın toplamıdır. Diğer bireyleri<br />
tam olarak değerlendirebileceğimiz bir mekândır.<br />
Yemekte, yatakta, yolculukta, sokakta,<br />
okulda sinemada, muhafaza edilmesi gereken<br />
minimum bir koruyucudur. Konuşma paylaşma<br />
mekânıdır. Bunun altında, arzu edilmeyen<br />
çatışma ve sürtüşmeler olabilir. Kişi ve<br />
eşyayı üç boyutlu olarak algılarız, durum ve<br />
ilişkilere hakimizdir. Vücut ısısı (kişisel radyasyon)<br />
hissedilmez; arzu edilen veya edilmeyen<br />
kokular çemberin alt ve üst yarı çap<br />
sınırlarını belirler. Yüz ve giyimdeki detaylar<br />
ve mimikler iyi değerlendirilir (1).<br />
Toplumsal Mekân, 120-360 sm. içinde yaptığımız<br />
veya yapmağı tercih ettiğimiz işler sırasındaki<br />
algılarımızın toplamıdır. Birden fazla<br />
kişiyi bir arada ve bireysel mekân ve ilişkileri<br />
içinde algılayabiliriz. Resmî iş görüşmelerinde,<br />
ticarî ilişkilerde, toplantı ve ziyaretlerde,<br />
bekleme salonlarında tercih edilen bir<br />
yarı çaptır. Baş ve yüz ifadesi iyi algılanır.<br />
Sesin yükselip alçaltılması, mekânı daraltıp<br />
genişletebilir. Yarı-hareketli mekân öğeleri,<br />
mekânın büyüyüp küçülmesinde kullanılabilir.<br />
Önemli yöneticilerin çalışma odası (masa ve<br />
koltuklan) bu mekân ölçülerine göre düzenlenil<br />
(1).<br />
Kamusal Mekân, 360 sm. ve ötesindeki ilişkiler<br />
ve algılar mekânıdır. Bunun da kendi<br />
içinde yakın ve uzak tip ve sınırları var : 360-<br />
750 sm. arasındaki yakın; 750 ve ötesi uzak<br />
kamusal mekândır. Toplumsal mekândan, kamusal<br />
mekâna geçişte, kişilerin konuşma ve<br />
seslerinde önemli değişmeler görülür. Bu ölçülerin<br />
altındaki kamusal mekânlar küçük, bu<br />
ölçülerin ötesindeki toplumsal mekânlar ise<br />
büyüktür. Bu ölçülerin, bir konut salonunun<br />
optimum ölçüleri olması herhalde tesadüf değildir.<br />
Uzaklık, bir sinema perdesi, tiyatro<br />
sahnesi, konferans masası, kongre salonu ve<br />
anfi için minimum konuşma icra ve seyir<br />
mesafesidir. Bunun altında, icracılar ses düğmesini<br />
açmazlar, mikrofon ve oparlör gerekir.<br />
5.00 m. den sonra göz ve ten rengi belli<br />
olmamağa, bireylerin duygusal durumları ve<br />
tutumları gizlenmeğe başlar. Devlet reislerinin,<br />
önemli yabancı konukların korunma mekânıdır.<br />
Gruplar ve grup ilişkileri, hareketler<br />
bütünüyle algılanabilir (1).<br />
Görgü ve Mekân<br />
Kültürel sistemler, her mekân sınırları içinde<br />
yapılabilecek ve yapılamayacak işleri ve<br />
davranışları görgü kurallarına bağlarlar. Yakın<br />
ve kişisel mekânda kurulabilecek ilişkilerin<br />
toplumsal ve kamusal mekânda teşhiri genellikle<br />
hoş karşılanmaz. Fakat bu konuda, kültürler<br />
arasında önemli farklar vardır. Bir<br />
Türk köyünde, karı-kocanın yakın ve bireysel<br />
mekân içinde durup-dinelmeleri topluma saygısızlık;<br />
Paris'te sokakta öpüşme, Kuzey ülkelerinde<br />
parkta sevişme olağan sayılır.<br />
Batı kültürlerinde, kamu yerlerinde başkasının<br />
bireysel mekânın içinden geçmek, sürtünmek,<br />
değmek, çarpmak, saygısızlık olduğu halde,<br />
Orta Doğu'da değildir (1). Batılı, dokunmasa<br />
bile, bireysel mekândan geçerken özür diler;<br />
Orta Doğu'lu dokunsa veya çarpsa bile<br />
özür dilemeyebilir. Yolda yürüme biçimleri,<br />
otobüs veya dolmuş bekleme kuyruklarındaki<br />
kişilerarası uzaklık, ulaştırma araçlarının ayakta<br />
durma kapasiteleri, toplumsal mekândaki<br />
kişisel görüşmeler, bireysel ve yakın mekânların<br />
bazı kültürlerdeki çakışmasının bir işareti<br />
olabildiği gibi, özür dilemek gerekip gerekmediğinin<br />
bir ölçütü olabilir. Çünkü başkasının<br />
özür dilemesi gerekmeyen yerde, kişinin<br />
özür dilemesi, züppelik, demagoji ve hakaret<br />
gibi alınabilir.<br />
Mimar ve Mekân, buraya kadar, mekânın, biolojik,<br />
fonksiyonel (sosyolojik) ve psikolojik tür<br />
ve boyutlarını sergilemeğe çalıştık. Mimar'ın<br />
ve şehircinin yaratacağı mimarî mekân, bütün<br />
bu tür ve boyutları içine alan yüksek dereceden<br />
karmaşık, fakat kolay algılanması gereken,<br />
bir mekânlar sistemidir.<br />
Ekonomik zorunluklar mimarı istatistiksel ortalamalara,<br />
minimax standardlara zorlamaktır :<br />
«Bir kişiye kaç metre kare, ya da kaç liraya<br />
bit metre kare » gibi. Oysa alansal ve bireysel<br />
yoğunluk standartları evrensel olmadığı<br />
gibi, bir yerleşmeden diğerine geçerli değildir<br />
I<br />
Sonuç olarak, mimarlıkta bir dizi eklektik ve<br />
yüksek dereceden soyutlanmış meslekî terminolojinin<br />
koruduğu fırsatları arkasına gizlenmiş<br />
estetik mekânlar yaratılmaktadır. Birey,<br />
grup ve toplum olarak, bu mekânlardan kuşkusuz<br />
etkileniyoruz. Ancak bu mekânların,<br />
davranış ve tutum değişmelerimiz üzerindeki<br />
yapıcı, düzenleyici ve eğitici etkilerinin neler<br />
olduğu ve olabileceği, mekân düzenleyicisi ve<br />
halk eğitimcisi olarak mimarın kişisel ve mimarlık<br />
mesleğinin kollektif sorumluluğunun<br />
ne olacağı ayrı araştırma konularıdır I<br />
Bibliografya ve Kaynaklar<br />
1. Denemenin plan ve muhtevasının hazırlanmasında,<br />
«Sessiz Dil» {The Silent Language) yazarı, antropolog<br />
Edward T. Hall'ün «Saklı Boyut» {The<br />
Hidd.cn Dimension), Doubleday Anchor Books,<br />
N. Y. 1966, eserinden cömertçe yararlanılmıştır.<br />
2. GİBSON, J. J. The Perfection of the Visual world.<br />
Boston: Honghton Miftlin, 1950.<br />
3. KEPEg, G. The Language of Vision. Chicago:<br />
Paul Theobald, 1944.<br />
4. Kültür kavramı ve sorunu için Bkz: Güvenç,<br />
B. Kültür Kuramında Biitüncülük Sorunu Üzerine<br />
Bir Deneme. Ankara, 1970.<br />
5. AİRES, Philippe. Centuries of Childhood. N. Y.:<br />
Alfred A. Knopf, 1962.<br />
6. STEWARD, J. «A Functional Developmental<br />
Classification of American High Culturess» A<br />
Reappraisel of Peruvion Archeology. Society for<br />
Americak Archeology, 1948.