10.07.2015 Views

Metin Akpınar - Mithat Alam Film Merkezi

Metin Akpınar - Mithat Alam Film Merkezi

Metin Akpınar - Mithat Alam Film Merkezi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

64<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011Tiyatrosu’nu kurduk. 1992’ye kadar zirvede kaldı Devekuşu.92’de tiyatromuzu kapattık. Bu arada tabii televizyon çıkışlarımızvar, reklam çıkışlarımız var, gazino çıkışlarımız var. Tiyatronundevam ettiği süre içinde, 1973’te -gene nur içinde yatsın-Ertem Eğilmez bizi keşfetti, oradan da sinemaya başladık,sonra da televizyon, diziler...Devekuşu Kabaresi nasıl kuruldu, ekibiniz nasıl bir arayageldi?<strong>Metin</strong> Akpınar: 1920’lerde, Almanya’da faşizmin ayak sesleriduyulurken bir tiyatro doğuyor. Bu bir başkaldırı tiyatrosu,bir isyan tiyatrosu. Bu bir eleştiri, şaka, alay ve ironi tiyatrosu.Olayı biraz büyütüyor, mübalağa ediyor, dev aynasına çıkarıyor,sivilceyi çıban yapıyor, gözüne sokuyor ki yapmayın, aynı durumadüşmeyin diye. Brecht işin başında tabii. Haldun Bey deoradan etkileniyor. Biz de böylece Türkiye’de ilk defa bir kabaretiyatrosu kurmak üzere yola çıktık. Haldun Bey’le ilk oyunumuz‘Vatan Kurtaran Şaban’dı. <strong>Mithat</strong> Bey (<strong>Alam</strong>) izlemiş, negüzel, kıvanç duydum. O oyunla başladık. O zaman böyle kültürbakanları falan yok, köşeli kapalı bir kültür müsteşarı var,‘Vatan Kurtaran Şaban’ da onu eleştiren bir oyun. Mesela plakçıdükkânına giriyor, “burada bilmemne var mı?” diyor, “var” diyorlar,“kapatın lan bu dükkânı” diyor. Sanayi-i Nefise Mektebiahalisine gidiyor, Güzel Sanatlar Akademisi’ne gidiyor, oradaVenüs heykelini peştemalla kapattırıyor, örttürüyor göğüslerini,o çizgide bir adamın eleştirisiydi. Tabii oyunumuz çok tuttu. İlkgün 13 kişiye oynadık, ondan sonra kapı baca kırılmaya başlandı.Ankara, İzmir turneleri, Anadolu turnesi... Geldik ikincioyuna. Kara kara düşünüyoruz ne yapacağız diye. ‘Bu Şehr-iİstanbul ki’ diye mükemmel bir oyun yakaladık. İçinde İstanbulolan, şiirler olan bir kolajdı. 1970-71’lerde ‘Astronot Niyazi’yioynadık. Aya giden ilk oyuncu benim. Sadri Abi’yi (Alışık) falansöylüyorlar ama ben ondan önce gittim, tam Apollo 11 atıldığızaman. Sonra küçük kabare tiyatrosundan çıktı olay, büyüdü.3 bin kişilik salonlarda, 5 bin kişilik salonlarda oynamayabaşladık. Kabare çok büyüdü. 1973 yılında da Ertem Eğilmez,Sadık Şendil, Münir Özkul gelip bizde oyun seyrettiler ve bizimsinemaya atılmamızı istediler. Biz o kancayla sinemaya geçtik.Sinemada da işte elliye yakın film çektik zannediyorum. Yaklaşıkkırk tane de oyunumuz var. Arada söylediğim gibi gazinolar,reklamlar oldu. Sanat emekçiliği şimdi de televizyon dizilerindedevam ediyor.


<strong>Metin</strong> Akpınar65Devekuşu Kabare’nin kapandığı 1992’den sonra tiyatroyubıraktınız zannediyorum, değil mi?<strong>Metin</strong> Akpınar: Evet, maalesef bıraktık. Ondan sonra da tiyatrodenememiz olmadı. Ama sinema ve televizyon devam etti.Devekuşu ekibi hep yeniliklere imza attı. Kabare, bilinenbir tiyatro türü değildi Türkiye’de; tecrübe edilmemişti. Nasılyaptınız tüm bu yenilikleri?<strong>Metin</strong> Akpınar: Çalışarak. Bu çok beylik bir laf gibi geliyorama gerçekten çalışarak. Çünkü inanın ne biz biliyorduk kabaretiyatrosunu, ne seyircimiz biliyordu, ne yazarımız, ne teknisyenimiz.Biz hep beraber birbirimizi eğittik. İşin çok keyiflibir yanıdır bu. Tabii yazar da yetişti bizde; Haldun Taner’densonra Kandemir Konduk ve Umur Bugay gibi kabare yazarlarıçıktı. Ferhan Şensoy da mesela gerçek bir kabarecidir. Sonrakendi tiyatrosunda çok ciddi başeserler verdi. Türkiye’de DevekuşuKabare’den yetişmiş çok sayıda eleman var, bu da kıvançverici bir şey.Oyunlarınızın hep toplumsal bir boyutu oldu; sürekli eleştiriler,göndermeler, politik taşlamalar yapıyordunuz o dönemde.<strong>Metin</strong> Akpınar: Ama dönem değil, kabare türünün gereği o.Format o, konsept o.Peki karşılığında dönemin hükümetlerinden nasıl tepkileraldınız? Ya da oyunlarınızı izlediler mi?<strong>Metin</strong> Akpınar: Ben dokuz başbakan gördüm. Tabii, kabaretiyatrosu eleştirel bir tiyatrodur. Ama ben şundan eminim kiarkadaşlar, yerinde ve dozunda söylendiği zaman her şey söylenir.Hitler Almanya’sında geçen o oyunda, “Bir siyah Mercedesdurdu, içinden beş tane siyah gömlekli, siyah çizmeli faşistindi, oradaki insanı sopalarla dövdüler ve gittiler.” diye bir lafgeçiyor. Faşist yönetim derhal buna el koyuyor ve “kaldırın bulafı!” diyorlar. Şöyle düzeltiyorlar: “Siyah bir Mercedes gelmedi,içinden siyah gömlekli, siyah çizmeli hiç kimse inmedi, kavgadövüş yoktu, onlar geçtiler gittiler.” Gene meramını anlattıama yasaksız söyledi. Biz kabare tiyatrosunda bunu başardık.Bizi eleştirenler de oldu tabii ki. En sevdiğimiz, en çok inandığımızliderlerden de eleştiri aldık. Mesela Bülent Ecevit’ten de


<strong>Metin</strong> Akpınar69sodyumun akıbetini mi anlatacağım, çıkın dışarı!” dedi, bizigönderdi. Sonradan da yargılandı zaten. Nur içinde yatsın, böylehocalarla yetiştik biz. Bu benim için çok büyük bir şanstı.Ben o yüzden okumayı sevdim. Övünmek gibi olmasın, 5-6 binkitaplık bir kütüphanem var benim, aralarında okumadığımkitap çok azdır. Buradan başlıyor ama sadece okumak yetmez.Bir de meslekî manipülasyonum benim öğrenmemi ve biriktirmemikolaylaştırdı. Bir şeyi yinelerseniz sizin malınız oluyor.Yeni bir şey öğrendiniz, onu yazarak ya da birine anlatarakaltı saat içinde tekrar ederseniz, artık unutmanız aşağı yukarıimkânsızdır. Benim mesleğim de böyleydi zaten; 600-700 kereaynı oyunu oynuyordum. Bu bende bir manipülasyon geliştirdi.Öğrendiklerimi ve biriktirdiklerimi kullanmaya başladım. Demekki okumak, biriktirmek, o konuda ısrarcı olmak ve bilgiyikullanmak, paylaşmak, dağıtmak gibi bir yöntem var.Bizim zamanımızda ‘empati’ kavramı yoktu. Empati tıpta vardı,genellikle de ruh hastalarıyla ilgili olarak kullanılırdı. Hastaalınır, psikoterapist onu konuşturur. Psikolojik bir araştırmayapar. Onu çocukluğuna kadar indirir. Anlattırır, anlattırır,anahtar kelimeyi yakalar, o anahtar kelimenin üzerine yirmiseans yaparak onu sağaltır, doğru bir yere getirir. Buradakiempati nedir? Hasta olayı bilmemektedir, doktor bilmektedir.Hastadan yakaladığı olayı kendi bünyesinde çözer ve o olayıhastasına anlatır. Empati bugün sosyolojide de kullanılıyor vebir toplumun sağlıklı gelişmesi için en önemli unsurlardan biri.Bizim empati kültürümüz maalesef yok, hâlâ yok, lafı var amakendisi yok. Empati bir, ‘biz paradigması’ iki. Bu ikisi toplumlariçin çok önemli. Bakınız mesela bizde ne vardır? Bir ‘ben paradigması’vardır. “Her şeyi ben bilirim kardeşim, sen nerdenbilecen, dur bakalım daha küçüksün. Bir beni dinle bakalım,ben ne anlatıyorum bak.” Bu ‘ben paradigması’. Karşısında da‘sen paradigması’ var. “Ben bilmem ağabey sen bilirsin, ben karışmam.Siz bilirsiniz efendim. Büyüklerim ne derse ben onuyaparım. Haberleri açarım orada büyükler ne diyorsa onu uygularım.Başbakanım Recep Bey ne diyorsa ona uyarım. Referandumaevet mi hayır mı, o ne derse onu yaparım, ben karışmamağabey” diyor. Bu da ‘sen paradigması’. Sen ilahsın, senbüyüksün, ben bir şey bilmiyorum. İkisi de yanlış. Doğrusu ‘bizparadigması’. “Sen ve ben, biz hepimiz doğruyu öğrenip bilmeliyiz,uygulamalıyız” yaklaşımı. Demokrasi bizde insanların herkonuda anlaştıkları bir rejim sanılır. Hayır, demokrasi anlaşamayanlarınbelli kurallar içinde yaşadıkları bir sistemdir. İşteburada da empati ve ‘biz paradigması’ öne çıkar.


70<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011Yansıttığınız karakterleri, oynadığınız karakterleri de bizesanıyorum bu şekilde sunuyorsunuz ve bu sayede bu kadar‘gerçek’ oluyorlar.<strong>Metin</strong> Akpınar: Gerçekçilik, samimiyet bizim işimizin ön şartlarındanbiridir. O da öğrendiğinizi, bildiğinizi kendi potanızdaeritmek, yazarın size getirdiğini alıp ona katmak, oradan birşey yoğurup çıkarmaktır. O artık sizin malınızdır. Siz onu ezberlemişdeğil, öğrenmiş olursunuz. O rol gibi konuşursunuz,o insan gibi davranırsınız. Elinizi cebinize sokuşunuz değişir,kaşınızı düzeltişiniz değişir, konuşmanız değişir, şiveniz değişir,aksan girer devreye. Bütün bunlar sizin dağarcığınızda vardır,yeni öğrendiğinizle onları birleştirirsiniz. Burada samimi olmak,o rolün karşı taraf tarafından benimsenmesinde başarılıolmanın ön şartlarından biridir.Oynarken karşınızdaki oyuncu ne kadar önemli oluyor? Tiyatrove sinema için bu sorunun farklı cevapları var herhalde...<strong>Metin</strong> Akpınar: Şüphesiz, şüphesiz. Tiyatro bir toplu hareket.Toplumcu hareket. Bütün dünyada liberal faşizm toplumculuğuyok etmek için çalıştığından bu endividüalist akım çokhızlı gelişti. İnsanlar hep bireyci. 20 tane stand-up komedi varTürkiye’de bugün. 20 tane tiyatro yok. Bu çok ciddi bir şanssızlıktırçocuklar.Eskiden tiyatro oyuncusu için tiyatrolara gidilirdi. Ama artıkoyuncu seçme, takip etme şansımız çok olmuyor bizim.<strong>Metin</strong> Akpınar: Niye? Televizyon var, ne güzel oradan seçiyorsunuz.Bütün şöhretler orada.Evet, televizyon girdi hayatımıza. Farklı, bağımsız bir sinemagelişiyor ama tiyatro özelinde bir durağanlık, bir kopuşvar sanki. Bir tiyatrocu olarak siz ne düşünüyorsunuz bukonuda?<strong>Metin</strong> Akpınar: İstanbul’da 70’li yıllarda sokakta kavga vardı,her gece 25 kişi öldürülürdü ama 42 perde açılıyordu ve 2500-3000 kişi sanat tüketimi için evden çıkıyordu. Bugün Türkiyegenelinde o kadar tiyatro yoktur, zannetmiyorum. Şehir Tiyatroları,Devlet Tiyatroları dahil. Bu içler acısı bir şeydir. Sinemaolmayan il var. Çok üzücü bir şeydir bu, o yüzden maaleseftiyatro bugün sayısal olarak yok demektir. Bakın siz kitapları


<strong>Metin</strong> Akpınar71basıyorsunuz, bu kayda geçsin diye söyleyeyim. Normalde nüfusunyüzde 10’unun sanat tüketicisi olduğu düşünülür ve tiyatrosayısı, koltuk sayısı buna göre düşünülür. Bugün bizdeiyimser bir hesapla aşağı yukarı 30-35 bin aktif tiyatro koltuğuvar. Hadi uçtum, 50 bin diyelim. 2-3 bin oyuncu var ve omiktarda da seyirci var. Yani matematiksel olarak Türkiye’detiyatro yok. 75 milyonun yüzde 10’unu düşünün, rakamlarınnerelerde olması lazım, görürsünüz. O yüzden, kötü dahi olsayaşayan her tiyatro benim başımın tacıdır, velinimettir. Hepsinebakmak lazım. Tiyatroyu desteklemek lazım çocuklar, gidiniztiyatroya. Bu çok önemli bir şey. Ayrıca tiyatro demin sözünüettiğimiz empati kültürünün katedralidir. Eğitim yeridir,mabedidir. Orada öğrenilir. Siz orda kendinizi birinin yerinekoyup vicdan muhasebesi yaparsınız. Kendinizi eleştirirsiniz,kendinizi sorgularsınız. O yüzden tiyatro bir toplumun vazgeçilmezidir.Mutlaka olması gereklidir. İnşallah da olacaktır.Tabii tiyatronun olması için sanat tüketicisinin bunu talepetmesi lazım. “Efendim seyirci istemiyor, böyle bir şeye lüzumyok” falan diyorlar ya, televizyon için de söylendi bu. Seyircikarnından şerbet akan buzdolabı istiyor mu? Onu yapıyorsunuz,buradan vişne akıyor, buradan limon akıyor. Anlatıyorlarsana, beynine sokuyorlar, reklam reklam reklam. Ondan sonragidip alıyorsun. Tiyatro da öyle, hem devlet hem yerel yönetimlerhem sermaye desteklemeli. Millet istemeli, o zaman siyasi otoritebunu görmezden gelemez, yapar, yani gene her şey size bağlı.Peki tiyatro oyunculuğu ve sinema oyunculuğunu karşılaştırırsanız?<strong>Metin</strong> Akpınar: Karşılaştırılamaz. Tiyatroda üç boyutlusunuz;teninizle, kokunuzla, her şeyinizle varsınız. İzleyici de öyle. Oan yaşanıyor, o salise, o saniye yaşanıyor. Sinema çok farklıbir şey. Bir kere bir boyut eksik. Ama perdenin büyüklüğü, resimlerinhareketliliği, o boyut eksikliğini tamamlıyor. Tiyatrodaseyirci uzak olduğu için ‘büyük oynamak’ zorundasın. Kaşınıkaldırdığın zaman en arkadaki seyirci görmeli. Bunu perdedeyaparsan yarım metre oynar, çok ayıp olur. O yüzden sinemaoyunculuğu daha ekonomik olmak zorundadır. Tabii televizyonda öyle. Ama tiyatro oyunculuğu farklıdır. Hatta tiyatro oyunculuğusalonda kaç kişi varsa, seyircinin algılama kapasitesinegöre her akşam değiştirilir. Mesela kabare tiyatrosunun bir buçukay dinamik bir seyircisi olmuştur, beş seneden sonra. Onlarabiz çok tempolu oynardık. Ondan sonra dramatik tiyatro


72<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011seyircisi gelir, Kenter Tiyatrosu seyircisi gelir, Gazanfer ÖzcanTiyatrosu gelir, 3-4 ay da onlar devam eder. Onlara mesela oyunubiraz açardık, envanterleri biraz açardık, fazla yüklenmezdik.Kaç dakika fark eder biliyor musun oyunda? Yirmi dakika.Oyunu açardık, bir-bir buçuk saatlik oyunda 20 dakika farkolurdu. Ondan sonra zaten averaj vatandaş gelir. Ona vur Allahvur, ne verirsen gelir.Zeki Alasya ile oluşturduğunuz ikili, hem tiyatroda hem desinemada çok önemli bir yenilikti.<strong>Metin</strong> Akpınar: Biz hep yenilikler yaptık onunla. Türkiye’depalyaço hiç yokken biz ilk palyaçolar olduk mesela. İlk kabaretiyatrosunu yaptık. Gazinoda yapılmayan şeyleri yaptık. Millipiyango reklamlarında yedi sene neler yaptık, otuz saniyeye onlarısığdırmak gerçekten büyük bir işti. Radyofoni skeçler yazdıkve oynadık.Bu güzel birliktelik güzel oyunlarla bize de yansıdı. Kuşaktankuşağa aktarıldı. Dostluk kısmını saymazsak, otuz yediyıllık bir ikili performans. Ama canlandırdığınız karakterlerinisimleriyle bilinmediniz. Hep <strong>Metin</strong> Akpınar ve ZekiAlasya olarak bilindiniz.<strong>Metin</strong> Akpınar: Yok, öyle değil, bizi hep karıştırırlar. Bana çokZeki Akpınar derler. Zeki’ye çok <strong>Metin</strong> Alasya derler. “Çok yanyanayız, algılamakta zorluk çekiliyor” diye yorumlamıyorumbunu. Gerekli özen gösterilmiyor. O yüzden de hep Zeki’nin adıönde yazar. Zeki Alasya, <strong>Metin</strong> Akpınar yazar. Ama mesela benbaşrol oynuyorumdur o oyunda, orada başrol oyuncusu baştayazılır sehabiyle ben Zeki Alasya olurum, o <strong>Metin</strong> Akpınar olur.Sonra bir karışır Zeki Akpınar, <strong>Metin</strong> Alasya olur. Zeki’ye ZekiMüren diye bile bağırdılar. “Zeki Müren Amca geçiyor! Zeki MürenAmca geçiyor!” diye. Böyle bir kargaşa vardır yani.Usta oyuncuların bazı rolleri üzerlerine yapışır. MeselaKemal Sunal hep Şaban rolüyle hatırlanır. Sizi ise tek birkarakterle anamıyoruz. Tiyatroda, sinemada, televizyonda,çok çeşitli karakterleri canlandırdınız. Bu sizin tercihinizmi oldu?<strong>Metin</strong> Akpınar: Hem bizim tercihimiz oldu hem de türümüzöyleydi. Mesela ben bir oyunda 6-7 farklı kompozisyon oynuyordum.Düşün, 38 sene, her oyunda 6-7 kompozisyon, toplam kaçkompozisyon yapar? İnsan dağılır, aklın yerinde kalması mu-


<strong>Metin</strong> Akpınar73cizedir. Tabii ki tekrarlara düşüyorsunuz ama çok az düştüğümüzkanaatindeyim. Rahmetli Kemal, benim çocuğum gibiydi;hep beraber yaşardık, hem tiyatroda hem dışarıda. Bizden ayrılırkendedim ki “evlat bak gidiyorsun. Senaryo seç, zinhar aynırolü oynama. Seni alır sinema, sömürür, eritir, posanı kenaraatar, uzun yaşayamazsın, yapma.” İyi ki beni dinlememiş çocuk,dinlese aç ölürdü. Bir Şaban tiplemesi oldu, Şaban aşağı Şabanyukarı gitti, onunla da öldü. Propaganda’da dahi Şaban’a kaymasındiye çırpındık, hem Sinan Çetin hem ben, 2-3 yerde genekaçtı. Mesela televizyonda güzel diziler denedi ama Şaban’ın dışınaçıktığı zaman o kadar etkili olmadı. Bir şans mıdır, şanssızlıkmıdır, bunu artık siz değerlendireceksiniz.Tiyatrodan sinemaya geçişiniz nasıl oldu?<strong>Metin</strong> Akpınar: Hiçbir şey bilmiyorduk o zaman. Aslında biz sinemayagirdiğimiz zaman, sinemada kimse bir şey bilmiyordu.Zeki tarihî rollere çok meraklıdır. Biliyorsunuz, onlar genelde uydurmaolur. Bizans imparatoru 7. Jüstiyanüs. Bu böyle garip birimparator, garip bir monark. Yılan besliyor ve yılanlarına yemolarak güvercinlerin kafasını koparıp atıyor. Şimdi senaryodayazılmış. Zeki merhametli bir adamdır, güvercin müvercin koparamaz.O zaman Aya İrini felaket bir haldeydi, onarılmamıştıdaha. Aya İrini’nin ortasına bir çukur kazdık. Çukurun içinde birboa yılanı olacak, Zeki güvercinin kafasını koparıp atacak, boayılanı kapacak. Hava çok soğuk, Aya İrini de buzdolabı gibi, hepimizkaşkollarla duruyoruz. Yılan gerçekten büyüktü, kocamansepette zor getirdiler. Çukura indirdik. O zaman böyle dijital kameralarda yok, film yanıyor. “Motor” dedin mi para gidiyor. Neyse,Zeki geldi. Oradan bir figüran arkadaşa rica ettiler. Nispetenaz merhametli bir arkadaş, “ben koparırım” dedi. Yakın planda okoparacaktı, Zeki’nin eline verecekti kafası kopmuş güvercini, okafese atacaktı. Neyse, adamcağız geldi, “motor”, kopardı, Zeki’yeverdi, Zeki attı güvercini. Pır pır pır yaptı güvercin, yılanın güvercinlehiç alakası yok. Sahibinin şivesi vardı, “abi ayvan tok.Ben ona üç gün evvel geyik yedirdim. Koskoca geyiği yediği içinbu güvercini yemez abi” dedi. Peki o zaman, dedik, sepeti getirin,yılanı sepetin içine koyalım, güvercinleri kafasını koparmadansepetin içine koyalım, motor diyelim, misinaya bağlı sepetin kapağıaçılsın, bakalım yılanla güvercin ne yapıyorlar. Hazırlandıher şey, kapatıldı sepet, misinalar bağlandı. Ertem Abi (Eğilmez)“motor” dedi, şak, sepet açıldı. Yılan yavaş yavaş çıkıyor çocuklar,güvercin de yanında. O yürüdükçe bu pıt pıt oynuyor. Mükemmel


74<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011bir resim fakat amaca hizmet etmiyor. Adam “ava soğuk abi, buayvan bir şey yemez” dedi. Haydi, dört tane soba bulduk. O sobalarıçukura çevirdik yılan ısınsın diye. Nihayet yılanın ağzınıaçıp güvercinin kafasını yarıya kadar soktuk, “motor” dedik, o dagüvercini yuttu, bu sahne de çekildi. Bu kadar ilkel koşullardaçalışıyorduk.Gene bu tarihî filmlerden birinde, Zeki kahramanın seyisinioynuyor. Beyaz at denizden çıkacak, böyle yazılmış. Yenikapı’dafalan, sahildeyiz. Bir beyaz at bulmuşlar. Durmuyor tabii denizde,huysuz, iki tane set işçisi var, çocuklar boğulacak. “Motor”demeden önce suya giriyorlar. Bir arıza oluyor, at huysuzlanıyor,gitmiyor, boğulacak herifler. “Oğlum çıkın” diyorlar, bu sefer deduymuyor çocuklar. Derken bunlara hortumdan nargile yaptıkbiz, nargilenin ucundan nefes alıyorlardı. Neyse, kavga dövüşatı çektik. Arabacıya gerekli para verilmemiş, ikinci gün beyazat yok. Çılgınlar gibi 5-6 kişi İstanbul’da beyaz at arıyor. Derkenbir at geldi, fizik olarak çok benziyor ama kahverengi. Ertem Abigelecek, hepimizi kesecek. Biz bunu bir güzel boyadık, beyaz atoldu. Hayvan suya girdi. Birinci çekim yapıldı, olmadı, tekraredildi, bir daha derken bir plaka düştü. Ertem Abi görmedi fakatbiz gördük. Tekrar mı alsak falan derken, olmadı. Kızılderiliatları var ya al-beyaz at karışık, öyle bir at haline geldi evladım.Bizimki delirdi, kıyamet koptu.Atıf Yılmaz’la da çalıştınız, onunla ilişkiniz nasıldı?<strong>Metin</strong> Akpınar: Kimseyi Ertem Abi’yle kıyaslayamam çünküErtem Abi’yle baba-oğul gibiydik. Sadece ben değil, hepimiz.Ama beni biraz ayrı severdi, farkındayım. Ben de çok severdimonu. Her şeyini yapardım, her şeye koştururdum. Ertem Abi’ninçok büyük başarısı, insanları önce hazırlamasıdır. Bütün senaryoçalışmalarında zaten biz varız. Sette biz varız, oyundabiz varız, montajda biz varız. Böyle bir bütünlük olunca zatenkaynaşıyorsunuz. Katiyen “Sen oradan buraya geç, şuraya gel”falan demez. Bırakır oyuncuyu, o çeker. Sonra kurguda kendinegöre canavar bir film yaratır. Tabii sinemada kameranın yeri,resim, kamera hareketleri çok önemli şeyler. Bunları da çok iyiyapan bir adamdı, özellikle de kalabalık sahnelerde. Ama hakikatenöldürürdü bizi. Mesela biri koşacaksa, sağ profilden çeker,arkadan çeker, burnunu çeker, kaşını çeker, nefesini çeker,karnını çeker. 20 defa çeker. Ama o sahneyi bağladığın zaman,müthiş bir sahne olur. Taksim’de, yemekten sonra çekilen birsahnede, afedersiniz kustuğumu bilirim ben. Bütün bunlar


78<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011dönemindeyim. Sinemada ve tiyatroda aldığım ödülleri koyacakyerim yok. Kenan Evren gibi denize de atamıyorum, yakamıyorum.Tabaklarım, çanaklarım, şiltlerim miltlerim, heykellermeykeller, hamdolsun hepsi var. Bunların hepsi aktif olduğumuzdönemde, oyunculuk adına verilen ödüllerdi. Şimdi artıkOnur Ödülü alıyorum. Onur Ödülü demek, artık sen ihtiyarladın,amca oldun, artık her şeyi oynayamazsın da demektir.O yüzden benim artık sinemada Hamlet oynama şansım yokmesela. Aslında şişman Hamlet de var, kadın Hamlet de var.Hatta bizde Nur Sabuncu oynamıştı. Ama bugünkü koşullardaben ancak mezarcıyı oynarım orada. Böyle bir gerçekle karşıkarşıyayız. O yüzden bizim artık her şeyi seçme hakkımız yok.Seçilme şansımız olursa, önümüzdeki dönemde sinema olabilir.Mesela Güle Güle’de böyle bir başarı yakalanmıştı.Biraz salondan, öğrencilerden de soru alalım mı?<strong>Metin</strong> Akpınar: Tabii, ne güzel olur. Ben özellikle onu severim.Buyurun arkadaşlar.İzleyici: Öncelikle hoşgeldiniz. Çok klişe olacak belki ama benyasaklarla büyüdüm. Küçüklüğümde betamax bir kasetinizvardı. Tek kanal zamanıydı, Susam Sokağı bitince, onu izlerdim.Hâlâ da izliyoruz. Bunun için size de, Zeki Bey’e de gerçektençok teşekkür ediyorum. “Tonton işi biliyor”, “Tonton burayı görmesin,termik santral yapar” gibi cümleler geliyor aklıma. Birde bugünkü gazete kupürleri aklıma geliyor. Hiçbir şey değişmedimi ki biz hâlâ aynı muhabbetleri yapıyoruz?<strong>Metin</strong> Akpınar: İnanın ben de karar veremiyorum. Övünmekgibi olacak ama bizim öncü bir görüş sahibi olduğumuz bir gerçek.Biz biraz daha uzaklara seslenebilmişiz. Ama galiba ülkede çok kımıldamadı ki bugün dahi her şey geçerli. Değişen nevar biliyor musunuz? Enflasyon. Enflasyonu biz abartarak anlattığımızhalde bugün yetersiz. Bir tek ona yenildik. Ötekilerinhepsi aynı, aynen geçerli. Bu vesileyle biraz şu termik santralolayına, daha doğrusu nükleer santral olayına girelim. Şimdibu ülkenin elektrik açığı var. Bu ülke hızlı büyüyor. Ve bütçeninaçığının da yüzde 70’i enerji yüzünden oluyor. Böyle giderse debizim açığımız hızla büyüyecek. Bir de buna verimlilik adı altındabüyüme eklenince, cari açık yarın karşılanamaz hale gelipülkeyi sarsabilir, sallayabilir. O yüzden de bir nükleer santralyapılması çok zor ve çok imkânsız gibi görünmesine rağmen,karşı olmama rağmen ben dahi “hadi ulan, acaba yapılsa


<strong>Metin</strong> Akpınar79mı?” diye düşünmeye başladım. Biraz orayı inceledim. Nükleersantralin bizim elektrifikasyonumuza katkısı yüzde 3. Bütünbu kıyamet sadece yüzde 3 için kopuyor. Yüzde 16-17 kaçakve hırsızlık var. Büyük bir özenle o yüzde 17’den 3’ünü alsan,buraya koysan, toprağın zehirlenmeyecek. Çünkü Türk toprakları,bu bakımdan biraz şanslı, nükleer atık olarak sıfır. Birtek Karadeniz’de 7-8 tane varil attılar, onları gömdüler betonuniçine. Onun dışında nükleer atık olarak tertemiz ülke. Dünyadaise nükleer atık birikti ve bunların temiz ülkelerde gömülmesikonusunda çok ciddi ve gizli bir çalışma var. Yani sen deniz kenarınanükleer santralini kurdun mu, bil ki senin atığını gömeceğinyere, 2-3 komşunun da atığı gelecek. Buna dikkat etmeklazım, bu bir. İnsan kusurunu sıfıra indiren teknolojiyi, birincijenerasyonu kullanmak lazım, iki. Bunu ihaleyle yapmak lazım,üç. O yüzden, biz o gün “Tonton gelir, yapar” derken, yapmıştı.Tonton’un yaptığı yeri biliyorsunuz, Gökova’dır. Gökova’da birbaca çıktı, ki biz o bacayı eleştirdik. Boynu lekeli bir bakanımızvardı, “yeşile boyarız” dedi ve boyadı. Tabii orada başka şeylerde vardı, orada uranyum vardı. O uranyum yüzünden oralar ohale geldi. Termik santral de orada, yaşıyor işte. Termik santralinsoğutmasını da deniz suyuyla yapıyorlar. Su 5 derecedenalınıyor, sistemi soğuttuktan sonra 40-50 derece olarak geriveriliyor. 50 derecede balık ne olur? Pişer. O yüzden oralardacanlı mahluk kalmıyor. Zamanında dile getirmişiz ama hâlâçözülmemiş. Bu çok ciddi bir ayıp, çok ciddi bir handikap, çokçok üzülüyoruz. Ama düşünün, yirmi tane kabare tiyatrosuolsaydı belki de utanırlardı, belki de o seyirciler bunları seçmezdi.Oy verirken bir siyasi partinin manifestosunda, istek veamaçlarında, programında sanata ayrılmış bir yer isterdi. Neyazık ki yok. Hele hele bizim inandığımız sol partilerde hiç yok.Kayda geçsin diye söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisinde ihmaledilmiştir bu iş, başından beri. Yakında inşallah bir yemekverecekler de, Müjdat (Gezen), ben falan gideceğiz, bağıracağızorada... Kılıçdaroğlu’na meramımızı anlatmaya çalışacağız. 27Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde yapılacaktı bu. Benimle ilgilialtyazı geçiyor televizyonda, “<strong>Metin</strong> Akpınar anjiyo oldu” diye,dört tane AKP’li bakandan geçmiş olsun alıyorum, bizimkileryok. Böyle garip bir ihmal var.İzleyici: Merhaba, ben yeni dönem Türk sinemasına bakıyorum,hepsi çok karanlık filmler. Gülmeyi unuttuk mu biz? Bugünbirçok sorunumuz var ama 40 yıl önce de Türkiye çok iyibir durumda değildi. Yani gülmek düşünmeye engel değil.


<strong>Metin</strong> Akpınar81reken yerde hüngür, herkes ağlıyor. Millet de ağlamayı seviyorherhalde. Ama gerçek şudur: Mizah zekâya hitap eder, dramduyguya hitap eder. Biz de çok duygusal bir toplumuz herhalde,çok hisli bir milletiz. Böyle hisleniyoruz.İzleyici: Sinemada, tiyatroda aktif olduğunuz dönemdeki, Yeşilçamdönemindeki zorluklardan bahsettiniz, özellikle de teknolojikanlamda. Büyük bir gönülle çalıştınız, emek verdiniz ve büyükaktörler, büyük oyuncular, büyük yönetmenler ortaya çıktı.Teknoloji ilerledi ama bugün büyük oyuncuların, büyük yönetmenlerinsayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?Özellikle oyuncular, “ben bir tiyatro oyuncusuyum”veya “ben bir sinema oyuncusuyum” diyemiyorlar. Mecburen televizyonakayıyorlar ve işin sanatsal boyutu da geride kalıyor.<strong>Metin</strong> Akpınar: Şimdi bakın, deminden beri “Türkiye’de tiyatroyok” diyoruz. Sinema oyunculuğu eğitimi de yok. Ancak tiyatrolarsinemayı besliyor ve bu sinemanın icat edildiği, zindeolduğu, çalıştığı dönemlerde böyle. Tiyatro besliyor sinemayı,tiyatro oyuncuları sinemada oynuyorlar. O yüzden gelişiyor. Ebugün Türkiye’de tiyatro yok. O zaman sinemada da yeni oyuncuyok. Hâlâ bizlerle idare ediyorlar. Birkaç genç arkadaşımızvar, genellikle de manken ağırlıklı. Bakın “mankenden oyuncuolmaz” demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Manken her yerdeolabilir. İnsan her yerde olabilir. Özellikle sinema ‘ben yaptımoldu’su olan bir sanattır. Hani ‘odunu koysam oynatırım’vardır ya, sinemada vardır. Odunu koyarsın oynatırsın. Herkesde seyreder, odun ne güzel oynuyor diye ve odun ödülü verilir.(gülüşmeler) Sinema bu kadar subjektif bir şeydir. Demekki oyuncu yetişmiyor, böyle bir talep de olmuyor. Sinemadanyetişmeyince, sinema oyuncusu yetişmeyince, tiyatrodan dadestek az olunca -çünkü tiyatro yok- o zaman bu dediğiniz olayçıkıyor. Oyuncular kimlerdir diye bakmak lazım. Yeni şeyleriben maalesef takip edemiyorum, hiç zamanım yok. Ne sinemayagidebiliyorum, ne tiyatroya. Onun için de mesela iyi oyuncudeseniz ben bilemem. Kimler var mesela? Kenan İmirzalıoğlu iyioyuncu mu sizce? Resmi iyi, 1-2 tane de güzel oynadı. Ama işteburun kanatlarından başka bir şey hatırlamıyorum ben. Güzeladam... Her şeyi de oynadı yani. Kabadayıyı da oynadı, Osmanlıdelikanlısını da, hakimi de oynadı, polisi de oynadı. Bir deBehzat var. Biraz fazla “ulan, mulan” diyor ama adam oynuyor,canavar gibi oynuyor bence. İyi oyuncu. Dozu fazla mı? Fazla.Kim düzeltecek? Yönetmen. El etmiyor o da herhalde. Ya da bir


82<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011de böyle olsun dediler. Ama dikkat edin, tiyatrodan gelen oyuncular,sinemada da genelde başarılılar.İzleyici: Sinemayla ilgilenen gençlere ne tavsiye edersiniz, ortambu kadar karanlıkken?<strong>Metin</strong> Akpınar: Şimdi, ne yapacağınıza bağlı. Nerede çalışmakistiyorsunuz? Kamera önü mü, kamera arkası mı?İzleyici: Gerek kamera arkası olsun, gerek oyunculuk anlamındaolsun. Yönetmen olmak ya da oyuncu olmak isteyengençler ne yapmalı?<strong>Metin</strong> Akpınar: Bir defa işin nazariyatını bileceksin. 1840’tanalacaksın bu olayı, buraya kadar getireceksin. Tarihçesini bileceksin.Kim nerede ne yapmış, teknolojisi nedir, sinema nedemek, göz ne demek, perde ne demek, el ne demek, beyin nedemek, bu resim niçin hareketli. Artı, yapılmış ürünleri seyredeceksin.Ve kendi beynine, gönlüne göre bir tür saptayacaksın,ona odaklanacaksın. Onlarla ilgili bir daha, çok şey seyredeceksin.Ondan sonra da yapacaksın. Rahmetli Kemal Tahir’i-gene bak çok şanslı bir adamım ben, sofrasında oturdum 6-7defa- biraz Osmanlıcı, gerici falan tutarlar ama iyi bir romancıdır.Derdi ki: “Ben bir roman yazacağım zaman, altı tane kitapokurum. Bir tane Stendhal okurum, bir tane Hemingway okurum,bir tane Hugo okurum, bir tane Knut Hamsun okurum,vb. Altı tane kitap okurum, üç gün dinlenirim. Ondan sonraoturur çalakalem yazarım, bırakırım, tatile çıkarım, gelip düzeltirim,eşime dostuma gönderirim taslağı. Onların reaksiyonlarınagöre bir daha düzeltirim. Ondan sonra basarım.” Bir romanyazmak için bunları yapıyor. Şimdi sinema için de, eğeryönetmen olacaksa, sinema tarihini, tekniğini, artı ürünlerinibiriktirmek zorundadır ve oradan özümsediği doğruları, kendiamacıyla birleştirerek belki önce kısa, sonra da uzun metrajfilm yapmalıdır.İzleyici: Merhaba, biz de Devekuşu Kabare’yi ses kasetlerindenyıllarca dinledik. Şu anda daha bilinçli olarak düşünüyorum,Devekuşu Kabare Tiyatrosu bir yerde sadece izleyicileredeğil, görme engellilere de böylelikle ulaşarak önemli birmisyon yerine getirdi, dönemin teknolojisini kullanarak. ‘Sözuçar yazı kalır’ diye bir söz vardır. Bizlerle paylaştığınız ve yıllarınızıverdiğiniz, sanata dair tecrübelerinizi kitaplaştırmayıdüşündünüz mü?


<strong>Metin</strong> Akpınar83<strong>Metin</strong> Akpınar: Nasıl düşünürüm, yazılmamış kitaplar biletoplatılıyor. Bu dönemde “kitap yaz” denir mi adama, Silivri’yemi gideyim istiyorsun? (gülüşmeler)İzleyici: Bir de şunu sormak istiyorum: Fikir ve sanat eserlerininânında kopyaları yapılıyor. Bu meselenin hukuki boyutuylailgili ne düşünüyorsunuz? Çok teşekkür ediyorum.<strong>Metin</strong> Akpınar: Ben teşekkür ediyorum, hem övgüleriniz içinhem de haklı bir talepte bulunduğunuz için. Nazım Usta’nındediği gibi, “şehvetle konuşmayı” severim ben, Karadenizli gibi.Ama yazma konusunda özürlüyüm. Burada biraz perfeksiyonistolmanın da etkisi yok değil. Hiç mi birşey yazmadım? Çok var,hatta ses kayıtlarım da var. Ben gittikten sonra bir araştırmacıepey şeyler çıkarabilir. Ama sizin söylediğiniz olay doğrudur.Bir süre daha ömrüm olursa, bir Devekuşu Kabare tiyatrosutarihi yazmayı düşünüyorum. Onun dışında kitap yazmaktaoyunculuğum kadar içtenlikli davranamayacağım kanaatindeyim.Mesela bir anı kitabı yazsam, doğruları söylesem çok ayıpolur. Söylemesem bana çok ayıp olur, kendime saygım azalır.Bizim üstatlarımız vardır, anılarında Mustafa Kemal’le balkondaoturuyorlar. Orada da asker nöbet tutuyor, ayışığı miğferdenparlıyor, onun gözünü alıyor, kendilerinden geçiyorlar o ışıkla.Sigara dumanı Mustafa Kemal’in yüzüne değmişse “beraberoturduk rakı içtik” diyenler vardır... Anı kitabı yazmak çok zorbir şey. Ben özgeçmişimi, yaşamımı ve arkasındaki politikayıyazacağım -ki onu ikinci kitap olarak düşünüyorum- ama birDevekuşu Kabare Tiyatrosu borcumuz var. Belki Zeki’yle beraberyaparız.Sanat ürünlerinin istismarına gelince. ‘Düşünce Hakları’daha Türkiye’de yerleşmedi, yok böyle bir şey. Vergi vermemekiçin korsan yapan arkadaşlar biliyoruz. Yani daha film çıkmadankasedi çıkıyor. Bu neden oluyor? Birileri veriyor, birilerikopyalıyor, birileri sızdırıyor. İşte 50 bin, 100 bin bandrollü alıyorsa,200 bin bandrolsüz sürüyor piyasaya. Anlaşmalı yapıyor,vergi ödemiyor. Çünkü onun kendi vergisi var. Korsan biraz buyüzden önlenemiyor. Bir gün Kadıköy’deyim, orada kitapçılarvar. Üç katlı bir eski binayı almışlar, ahşap yenilenmiş, ortalıktemizlenmiş, raflar kitap dolu. Yahu nasıl kıvanç duydum, galibaülke değişiyor biz farkında olmadan diye düşündüm. Hepsikorsanmış! Ciddi paralar kazanıyorlar, ciddi paralar harcıyorlar,böyle şeyler yapıyorlar. Ama bu da gene nedir? Gene iş sizedüşüyor. Yani üç santim hamsiyi yemeyeceğiniz gibi, korsan ki-


84<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011tabı da okumayacaksınız, 14 santim çinekobu yemeyeceğinizgibi, korsan kitabı da tüketmeyeceksiniz. Korsan kasedi almayacaksınız.Dört lira ucuz diye ona düşmeyeceksiniz. Ancak sizyaparsanız. Yok bunun başka çaresi, güç sizde. Bunu çok samimisöylüyorum. Kendinizi sömürülmeye bırakmayın. Bakın buyüzden, sömürülenler yüzünden bu iktidar başımızda. Siz, siziyönetenleri seçeceksiniz. Onlarla beş senelik, yazılı metne bağlıbir akit yapıyorsunuz. Bu akde vefa isteyiniz. Sorgulayınız. İşsizde, başka türlü olmaz. Adam çıkarıyor kardeşim, satıyor da.Ne yapıyor? Kötü kâğıt kullanıyor, kalın oluyor. Daha iyiymişgibi geliyor tüketiciye de o, onu tercih ediyor, onu alıyor. Bir dekâğıt, cilt o kadar önemli ki. Yani bir kitap yirmi sene sonra, ellisene sonra yok olacaksa ne kadar günah, değil mi? Bu sabahişte İnönü Ansiklopedisi’nde, Türk Ansiklopedisi’nde sinemayabaktım da, fasiküllerden bazıları ciltlenmemiş. Daha açarkenkopuyor. Hemen kapattım, kenarına bant koydum, tamire gidecekdiye ayırdım. Kitap o kadar önemli bir şey. Kitap can,kitap ruh. Ama Türkiye’de 5 bin satan kitap bestseller oluyorsa,korsanda da şu kadar satıyorsa, hakikaten günah, yazık. Yazarınbeynine de yazık, gönlüne de yazık. Bütün mesele eğitimdir.“Aman eğitim çok uzun süreli bir şey, eğitimden vazgeçelim”olmaz. Eğitim şu an da var, yarın da olacak, 10 sene sonra daolacak, 50 sene sonra da olacak. Bugün siyasi otorite 2023’te neyapacağını anlatıyorsa, eğitim niçin uzun zaman istiyor? Heran eğitim olmalı. Ama bunu televizyonlar da yapmalı, eğitimkurumları da yapmalı. Derdimiz büyük.Telif haklarının da bence, birçoğu halledildi esasında, dahaönce hiç yoktu. Müzik bölümü daha kolay halledildi. Sinemadahiç değilse bir sinema yasası var. O da halledildi. Meslekbirlikleri biraz takipçi olabiliyorlar. Bu bir gelişme ama kitapta,bütün kimyasal ürünlerde, bilimde, telif aşağı yukarı sıfır.Herkes birbirinin malını çalıyor, basıyor, yazıyor, gidiyor. O işinde mutlaka çözülmesi gerekiyor. Partilerin programlarında telifhaklarıyla ilgili cümle var mı diye de bakacaksınız. Demek kisanata ve telife bakılacak.İzleyici: Ben biraz sosyolojik bir soru sormak istiyorum, Türktoplumuyla ilgili. “Kültürle, sanatla uğraşan aydın insanlarhalktan kopuk olmamalıdır” diye bir görüş var. Ben buna katılmıyorum.Kültür ve sanatla uğraşan insanların kültür seviyesininhalkınkinden ciddi bir şekilde yukarıda olması gerektiğineinanıyorum. Bir örnek verdiniz: Kemal Tahir bir kitap yazarken,dünyada çıkmış olan çok ciddi eserleri okuyormuş. Çok ciddi


<strong>Metin</strong> Akpınar85bir bilgi birikimi yapıyor. Ondan sonra kitabını yazıyor. Halkınböyle bir imkânı yok. Kültür ve sanatla uğraşan insanlar günümüzde,Türk toplumunda bu bilgi birikimini oluşturmuş değillerbence. Sinemada da böyle, sizi tenzih ederek konuşuyorum...<strong>Metin</strong> Akpınar: Sinemada tenzih etmeyebilirsiniz.İzleyici: Görebildiğim kadarıyla hiçbir alanda çok ciddi bir kültürbirikimi yok. İkincisi de, kültür ve sanatla uğraşan aydıninsanlar halkla bir köprü oluşturabilmiş değiller, halkı besleyemiyorlar.Ciddi bir bilgi birikimin olur, o köprü yoluyla halkıbeslersin. Böyle olmayınca, yalnızlaşıyorlar. Bir klan gibi kalıyorlar.Bir beslenme olmuyor aralarında. Bu iki görüşüme, yanihem aydınların entelektüel birikim oluşturamadıklarına hemde halkla iletişim kuramadıklarına katılıyor musunuz? Aydındediğimiz insanların, kültür ve sanatla uğraşan insanlarınbunu yapamamış olmasının sonucunda, Türk toplumu şu anböyle bir durumda diyebiliriz. Katılıyor musunuz bu görüşlere?<strong>Metin</strong> Akpınar: İki görüş anlatmış gibi olmana rağmen aslında5-6 görüş anlattın. Bunlardan birini seçmek yanlış olur. Benbiraz kökünden başlayarak anlatmaya çalışayım. Kültür nedir,ona bakmak lazım. Kültür folklorün, harsın, özün geçirgen olması,sızdırgan olması ve uzun yıllar birikmesiyle olur. Yanibir Türk kültüründen, bir Kürt kültüründen, bir Arap kültüründen,bir Anglosakson kültüründen söz etmek için bunlarıngeçirgen ve uzun yıllar birikmiş olması gerekir. Demek kikültürlü insan bu geçirgen ve uzun yıllar birikmiş olan bilgiyesahip. Aydın deyince iş biraz karışıyor. Aydın kim? Aydınıntanımlanması lazım. 1640’ta vahyi tartışana aydın deniliyor.Aydınlanma üç tanedir: Bir, Antik Aydınlanma; Yunan filozofları,Anaximenes, Aristo, hepsi. İki, Kant’tan sonraki pozitivistaydınlanma. Üç, Mustafa Kemal Aydınlanması. Eğer bir insan1640’taki gibi, tartışmayı açıp tarıtışabiliyorsa, hiçbir şeye körükörüne iman ve itikat, artı tapma derecesinde inanç beslemiyorsa,karşı fikirler oluşturabiliyorsa -ki bunu en iyi Marksistleryapar- ona aydın denir. Kültürü tanımladık, aydını tanımladık,iletişimi tanımlamamız lazım. Aydınla averaj vatandaş arasındakiiletişim neyle sağlanır? Yazıyla sağlanabilir. Sağlanabiliyormu? Hayır. Niçin? Ekonomik seviye bunu gerektiriyor. Kimsekitap almıyor, alamıyor. Böyle bir gereksinimi de yok çünküzaten tam aydınlanmamış. Vaazla eğitim alıyor. Hoca efendicuma hutbesinde ne söylerse ondan eğitim alıyor. Karşıt bir


86<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011görüş söylediğin zaman dinsiz imansız olmakla suçlayabiliyor,hatta boğazını kesebiliyor. Şimdi bu toplumla aydın iletişiminidüşünürsen iş biraz zor. Peki bu sağlanamaz mı? Sağlanır.Neyle sağlanır? Televizyon çok ciddi bir alan, sinema çok ciddibir icat, tiyatro çok güzel bir sanat dalı. Bunlarla sağlanacak,bunlardan geçecek, bunlarla sirayet edecek, bunlarla yayılacak.Bir kitap okuduğunuz zaman, tek başına sizde kalırsa, ona dayazık size de yazık. Hiç değilse eşinle tartışırsın. Biz eskidenöyle yapardık okuduğumuz zaman. 10-15 kişi kitap okurdukve bir araya gelip tartışırdık. Bir oyuna gittiğin zaman bile, birtiyatro nasıl bir iletişimdir, anlatamam size. Gitmeyi düşünürsün,bir eğitimdir, paranı ayarlarsın ikinci eğitimdir, yolunu hesaplarsın,üçüncü eğitimdir, girdiğinde pardesüyü portmantoyaverirsin, bir eğitimdir. Aynı yere bakan sıralarda oturursun,sıraya girersin, fedakârlık yaparsın, eğitimdir. Karanlıkta ikisaat doksan santim yükseklikte, üzerine ışık yapılmış bir yerebakarsın, sabır eğitimidir. Oyundan çıkarsın, 15 gün tartışırsın,bir ay tartışırsın, bir eğitimdir. Yürüyüşün değişir, tarzındeğişir. Böyle bir iletişim aracıdır.Aydınların yazıları, eserleri, tiyatrolarda, sinemada, televizyondao seviyeye, doğru ve güvenilir bilgiye ulaşamamış popülasyona,yani halka iletilmedikten sonra, aydın da fildişi kulesindekalır, halk da o çizgisinde kalır maalesef. Bütün meselebudur. Ama maalesef 60’lı yıllardan beri aydını suçlamak çokmoda. 61 Anayasası çok ciddi bir anayasadır. Yani “büyük geldi,küçük geldi” salaklıklarını bırakarak -ihtilalden yana asladeğilim ama- 61 Anayasası dünyaya da örnek olabilecek biranayasadır. Bir kusuru vardır, herkesi memnun etmek istemesi.Bakın başbakan ne diyor? “Ben de yargıya karışmayacağım,yargı da bana karışmayacak” diyor. Böyle şey olur mu? Yargısana karışacak, hem de çok ciddi karışacak. Senin hukukdışıyaptığını yasaklayacak, engelleyecek. 1961 Anayasasındakondu bu beğenilmeyen Anayasa Mahkemesi, sendikalar o dönemdekuruldu, aydın düşünce o zamanda kuruldu, kitaplar ozaman dağıtıldı. Kitap yakılır mı yahu? Ne kadar günah. Benturnedeydim, babam günlerce bakır kazanda yakmıştı kitaplarını.Yaktığı da işte 3-5 tane komünist kitap. Yazık, günah değilmidir? Bir ülkede kitap yakılırsa, basılmamış kitap yargılanırsa,aydın halkıyla nasıl ilişki kurar? Aydınları suçlamayalım.Aydın olalım ve vatandaşa, halka, doğru ve güvenilir bilgiyi iletmeyensiyasi otoriteye karşı olalım. En büyük aydınlık budur.Doğru bilgiye ulaşmalı. Doğru olan 15 senelik eğitim sürecindeancak 7-8 seneden sonra kendi tercihiyle seçebileceği din eği-


<strong>Metin</strong> Akpınar87timi midir? Aminoasitlerden mi meydana geldi insan yavrusu,yoksa cennetten Adem’in kovulmasıyla mı meydana geldi?İzleyici: Sinema filmi yönetmeyi hiç düşündünüz mü?<strong>Metin</strong> Akpınar: Ah ne güzel soru. Düşündüm fakat tekniği bilmiyorum.Maalesef beyin olarak tekniğe direncim var benim.Cep telefonuna daha yeni yeni alıştım. O yüzden hep süpervizörolarak çalıştım. Bizim dizilerde, oyun işlerine ben bakarım amaresmi resimle bağlamak, teknik işleri bende zayıf...


88<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<strong>Metin</strong> Akpınar kimdir?1941’de İstanbul’da doğdu. Pertevniyal Lisesi’nin ardından İstanbulÜniversitesi Hukuk Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi’ndeeğitim gördü. 1964 yılında Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda ‘GözlerimiKaparım Vazifemi Yaparım’ adlı oyunla profesyonelliğe adımattı. 1967 yılında Türkiye’nin ilk kabare tiyatrosu olan DevekuşuKabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer alan Akpınar,kuruluşundan kapanışına kadar tiyatronun idari müdürlüğünüyaptı. 60’lı yıllardan günümüze tiyatro ve sinemadaki çalışmalarınısürdüren Akpınar, 90’lı yıllardan itibaren televizyondizilerinde de yer aldı.Başlıca <strong>Film</strong>leriTatlı Dillim, 1972Köyden İndim Şehire, 1974Salak Milyoner, 1974Mavi Bocuk, 1974Nereye Bakıyor Bu Adamlar, 1976Vay Başımıza Gelenler, 1979Şaka Yapma, 1981Propaganda, 1999Güle Güle, 1999Abuzer Kadayıf, 2000Rus Gelin, 2002Döngel Kârhanesi, 2005Eve Giden Yol 1914, 2006Bazı Ödülleri2008 İsmail Dümbüllü Ödülleri Yaşam Boyu Onur Ödülü2010 İsmail Cem Televizyon Ödülleri Yaşam Boyu Onur Ödülü2010 Altın Portakal <strong>Film</strong> Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü2011 Uluslararası İstanbul <strong>Film</strong> Festivali Onur Ödülü

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!