30.11.2012 Views

Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye - Avrupa Birliği Genel Sekreterliği

Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye - Avrupa Birliği Genel Sekreterliği

Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye - Avrupa Birliği Genel Sekreterliği

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İçerik<br />

Sait Akşit, Çiğdem Üstün<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong> ................................... 3<br />

Nicolas Monceau<br />

Fransa ............................................................................ 11<br />

Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi<br />

Almanya.......................................................................... 25<br />

Yvonne Nasshoven<br />

Belçika ............................................................................ 37<br />

Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali<br />

İtalya ............................................................................... 47<br />

Eduard Soler i Lecha, Irene García<br />

İspanya ........................................................................... 61<br />

Athanasios C. Kotsiaros<br />

Yunanistan ...................................................................... 75<br />

Gunilla Herolf<br />

İsveç ............................................................................... 86


Cengiz Günay<br />

Avusturya ........................................................................ 97<br />

Costas Melakopides<br />

Güney Kıbrıs ................................................................. 109<br />

Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová<br />

Çek Cumhuriyeti ........................................................... 125<br />

Adam Szymański<br />

Polonya ........................................................................ 138<br />

Iulia Serafimescu, Mihai Sebe<br />

Romanya ...................................................................... 157<br />

Marin Lessenski<br />

Bulgaristan .................................................................... 171<br />

Özgehan Şenyuva, Sait Akşit<br />

<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler 182<br />

Yazarlar Hakkında Bilgi .............................................. 194<br />

2


Sait Akşit, Çiğdem Üstün*<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong><br />

3<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong><br />

Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde <strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> (AB)<br />

üyeliğine aday ülke statüsünü resmen kazanmış ve Ekim 2005’te üyelik<br />

müzakereleri sürecine başlamıştır. Bu <strong>Türkiye</strong> ile AB ilişkileri açısından<br />

birçok olumlu gelişmenin meydana geldiği bir dönem olmuş ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’de üyelik hedefinin gerektirdiği koşulları yerine getirmek<br />

amacıyla bir dizi reform paketi hazırlanmıştır. Aynı dönemde ilk olarak<br />

Ecevit hükümeti, ardından da Gül ve Erdoğan hükümetleri tarafından<br />

ülkenin iç ve dış politikasında bir dizi değişime işaret eden gelişmeler<br />

meydana gelmiştir. Zaman zaman bu çabalar bazı hassas konulara ciddi<br />

yaklaşımlar içermiştir. Bu dönemde meydana gelen en önemli gelişmeler<br />

arasında <strong>Türkiye</strong>’nin dış politika önceliklerinin yeniden<br />

değerlendirilmesi ve Yunanistan’la ilişkiler ile Kıbrıs Sorunu gibi uzun<br />

yıllardır süregelen sorunları çözme çabaları yer almaktadır.<br />

Müzakere sürecinin başlaması sonrasında bu tabloda bir değişim<br />

meydana gelmiş ve 2006-2009 dönemi inişli çıkışlı bir zaman dilimi<br />

olmuştur. Aslına bakılırsa bu dönemde inişlerin çıkışlardan daha fazla<br />

olduğu söylenebilir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bu dönemle<br />

ilgili olarak sıklıkla dile getirilen eleştirilerden biri <strong>Türkiye</strong>’nin 2006’dan<br />

bu yana fazla bir çaba göstermediğidir. Esasında reform sürecinin<br />

oldukça yavaşladığı, hatta bazı zamanlarda tümüyle durduğu iddia<br />

edilmektedir. <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> tarafında <strong>Türkiye</strong>’nin reform sürecinde<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


4<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ilerleme olmayışı müzakere sürecindeki yavaşlama için de önemli bir<br />

neden olarak gösterilmektedir.<br />

Müzakerelerin başlamasından kısa bir süre sonra AB tarafında bu<br />

iddialara <strong>Türkiye</strong>’nin tam üyeliğine alternatiflerden yana söylemler de<br />

eklenmiştir. Bu durum önce Almanya’da, sonra da Fransa’da iktidar<br />

değişimlerinde yansımasını bulmuştur. Kasım 2005’te Almanya’da<br />

iktidara gelen Şansölye Angela Merkel <strong>Türkiye</strong> için tam üyelikten ziyade<br />

imtiyazlı bir ortaklığın önde gelen savunucuları arasında yer almıştır. Bu<br />

yaklaşım Mayıs 2007’de Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilen Nicolas<br />

Sarkozy tarafından da önce seçim kampanyası sırasında, sonra da<br />

Cumhurbaşkanlığı görevinde sergilenmiştir. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine sert<br />

bir biçimde karşı çıkan Sarkozy’nin seçilmesi Fransa’nın <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB’ye tam üyeliğine resmi bakışı konusunda bir dönüm noktası teşkil<br />

etmekte 1 ve bunu <strong>Türkiye</strong>’de tam üyeliğe bir alternatif olarak algılanan<br />

Akdeniz <strong>Birliği</strong> önerisi izlemektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’de tablo biraz daha karışıktır. Öncelikle hem <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

kurumları hem de Merkel ve Sarkozy de dâhil olmak üzere bazı AB üye<br />

ülkeleri liderlerince <strong>Türkiye</strong>’ye verilen mesajlarda gittikçe artan bir<br />

muğlâklık olduğu inancı hâkim konuma gelmektedir. Üyeliğe alternatif<br />

önerileri ile <strong>Türkiye</strong>’nin hassas iç ve dış politika sorunları konusunda<br />

yapılan siyasi açıklama ve yorumlar bu muğlâklık hissini güçlendirmiş,<br />

ve bu durum da AB üyesi ülkelerin bazı liderlerinin <strong>Türkiye</strong>’yi <strong>Birliği</strong>n<br />

dışında bırakmak için müzakere sürecinin resmen bir parçası olmayan<br />

yeni koşul ve engeller çıkardığı yönünde yaygın bir inanışın doğmasına<br />

neden olmuştur. Nitekim <strong>Türkiye</strong>’de üyelik sürecinin ‘Kıbrıs<br />

Cumhuriyeti’nin’ 2 AB üyesi olmasından sonra kolay olmayacağı<br />

1 Bu durum bu kitapta Nicolas Monceau tarafından yazılan bölümde de vurgulanmıştır.<br />

2 Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse<br />

de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen


5<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong><br />

yönünde bir kanı vardı. Bu endişelerin yersiz olmadığı Kıbrıslı Rumların<br />

müzakere sürecinde bazı başlıkları resmen olmasa da engellemesi ve<br />

Aralık 2006’da bir “tren kazası” yaşanması ihtimali ile ortaya çıkmıştır.<br />

Nitekim <strong>Türkiye</strong>’nin müzakere süreci tahmin edilenden daha da zor bir<br />

yolda ilerlemekte olup beklenenden daha fazla engellerle karşılaşılacağı<br />

görülmektedir. İmtiyazlı ortaklık çağrıları, Akdeniz <strong>Birliği</strong> önerisi,<br />

Ankara Anlaşması protokolünün ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni da içerecek<br />

şekilde genişletilmesi yönünde yapılan çağrılar ve hava ve deniz<br />

limanlarının Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açılması talepleri <strong>Türkiye</strong>’de<br />

yeni engeller çıkarma ya da tam üyeliğe alternatif bir yolu öne çıkarma<br />

yönünde girişimler olarak değerlendirilmektedir. Dahası AB’de<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin ‘<strong>Avrupa</strong>lılığı’ konusunda süregelen tartışmalar ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığının tekrar tekrar sorgulanışı <strong>Türkiye</strong>’de AB<br />

hakkındaki mit ve önyargıları güçlendirmekten başka bir işe<br />

yaramamaktadır.<br />

Bir yandan <strong>Türkiye</strong>’de AB hakkında, bir yandan da AB’de <strong>Türkiye</strong><br />

hakkında ciddi ve sürece zarar veren mit ve önyargılar olduğuna<br />

inanıyoruz. Akademik Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu<br />

(Strengthening and Integrating Academic Networks - SInAN) projesine<br />

başlarken ele alınan noktalardan biri de bu muğlâk ilişkinin bir parçası<br />

olan böylesi mit ve önyargıları sorgulamaktı. Elinizdeki bu eserde<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin bir dizi AB üyesi ülkede nasıl algılandığı ortaya<br />

konmaya çalışılmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği ve tarafların<br />

tümü için yaratacağı fırsat ve zorluklar yaygın bir biçimde tartışılmakta<br />

ise de farklı ülkelerdeki aktörlerin pozisyon ve argümanlarını bir araya<br />

getiren kapsamlı bir analize rastlamak nispeten güçtür. Esasında genele<br />

bakıldığında <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> adaylığının hem AB<br />

hükümetleri, hem de üye ülke vatandaşları arasında tartışmalı ve<br />

‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve<br />

‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir.


6<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

toplumda bölünmelere yol açan konulardan biri olarak ortaya çıktığı<br />

söylenmektedir. Nitekim <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda<br />

<strong>Avrupa</strong>lıların algıları üzerine literatür son derece kısıtlı olup mevcut<br />

çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet, muhalefet, kamuoyu<br />

ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini medya’da buldukları yerle<br />

birlikte irdelemeye çalışmamaktadır. 3<br />

Elinizdeki bu eser <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> tarafından ‘AB ve <strong>Türkiye</strong><br />

arasındaki Sivil Toplum Diyaloğunun Geliştirilmesi Projesi:<br />

Üniversiteler Hibe Programı’ kapsamında finanse edilen Akademik<br />

Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu (SInAN) projesinin bir<br />

sonucudur. Bu çalışma, SInAN proje önerisinin en başında gündeme<br />

gelmiş bir çalışma olup proje ortağımız Köln Üniversitesi Jean Monnet<br />

Merkezince koordine edilen EU-CONSENT projesi kapsamında<br />

hazırlanan EU-27 Watch 4 örneğinin açtığı yoldan gitme amacıyla ortaya<br />

konmuştur. Elinizdeki bu eserle Orta Doğu Teknik Üniversitesi <strong>Avrupa</strong><br />

Çalışmaları Merkezi SInAN projesinin ana koordinatörü sıfatıyla<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB ile entegrasyon sürecine dair mevcut tartışmanın<br />

koşullarını niteleyen mitleri sorgulamayı ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB’de, AB’nin<br />

de <strong>Türkiye</strong>’de daha iyi bilinir ve anlaşılır kılınmasını amaçlamaktadır.<br />

Her ne kadar elinizdeki eserin içeriği zamanla öngörülenden daha farklı<br />

bir şekil almış ve sonuçta farklı AB üyesi ülkelerin <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

adaylığı konusundaki görüşlerini sergiler bir hale gelmişse de başlıca<br />

hedefler aynıdır. Bu çalışma <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığının 2006-2009<br />

döneminde AB üyesi ülkelerde ne şekilde algılandığı sorusunu ele<br />

3<br />

Bunun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie Tocci<br />

(der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Quaderni<br />

IAI, Aralık 2008. Ayrıca <strong>Avrupa</strong> kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız, Antonia R.<br />

Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession: Making Sense of<br />

Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working Paper no. 16,<br />

Mayıs 2007.<br />

4<br />

EU-27 Watch serisinin sayılarına http://www.eu-consent.net/content.asp? contentid=522 inernet<br />

adresinden ulaşılabilir.


7<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong><br />

almaktadır. Üye devletlerden çeşitli uzmanlara bu soruyu sorduk ve söz<br />

konusu ülkelerdeki belli başlı aktörlerin bazılarının (hükümetler,<br />

muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve medya) konuya bakışlarını<br />

göz önünde bulundurarak nitel gözlemlerini sunmalarını istedik.<br />

Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, İspanya, Yunanistan, İsveç,<br />

Avusturya, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ 5 , Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya<br />

ve Bulgaristan’dan farklı uzmanlar bize bu konuda ışık tuttular. AB üyesi<br />

ülkelerin bu alt kümesi bir dizi kritere göre oluşturulmuştur. Öncelikle bu<br />

ülkeler geniş bir coğrafi dağılımı temsil etmekte ve çalışma Güney,<br />

Kuzey, Orta ve Doğu <strong>Avrupa</strong>’dan üye ülkeleri içermektedir. Dahası, bu<br />

grup içerisinde <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin geçirmiş olduğu her bir genişleme<br />

dalgasından ülkeler mevcuttur. Üçüncüsü, bu grup çekirdek, eski, yeni,<br />

küçük ve büyük üye devletlerden örnekler içermektedir. Dördüncüsü,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyesi komşularını ve <strong>Türkiye</strong> ile iyi ekonomik ilişkileri<br />

olan ülkeleri de içermektedir. Beşincisi, bu grupta resmen <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini destekler bir tavır takınan ülkeler (ki bunlardan bazıları yalnızca<br />

koşullu destek vermektedir) ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine olumsuz bir bakışa<br />

sahip ülkeler birlikte yer almaktadır. İlgili tüm tarafları ele almayı<br />

amaçlayan bu akademik çalışmalar bir bütün olarak en baştaki<br />

varsayımımızı destekler bir tablo çizmektedir: Elitlerce sürüklenen bir<br />

süreç olduğu düşünülen ve uzun süredir de böyle kabul edilen bir süreç<br />

olmasına rağmen AB entegrasyon süreci <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığının çeşitli<br />

boyutlarıyla anlaşılması için farklı aktörlerin algılarını göz önünde<br />

bulundurmalıdır. 6<br />

Çeşitli ülke çalışmaları ile 2006-2009 dönemini göz önünde<br />

bulundurarak aşağıdaki sorulara yanıt aramaya çalıştık:<br />

5 Bkz. 3 numaralı dipnot.<br />

6 Bkz. Özgehan Şenyuva, “Turkey European Union Relations: A Quest For Mass And Elite<br />

Opinion”, SInAN Newsletter 2, <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları Merkezi, Ankara, 2009,<br />

http://sinan.ces.metu.edu.tr/dosya/newsletter2.pdf internet adresinden ulaşılabilir.


8<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

• <strong>Türkiye</strong> AB üyesi ülkelerde ne derece tartışma konusudur?<br />

• <strong>Türkiye</strong> hakkında yapılan tartışmalarda bilgi düzeyi nedir?<br />

• Farklı aktörlerin algılarının temelini neler oluşturmaktadır?<br />

• Ele alınan ülkelerde <strong>Türkiye</strong> hakkındaki tartışmalarda hâkim<br />

çeşitli mit ve önyargılar mevcut mudur?<br />

• <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin sunduğu fırsatlar ve zorluklar nelerdir?<br />

• Ülkeler arasında <strong>Türkiye</strong>’den yana veya <strong>Türkiye</strong>’ye karşı<br />

argümanların kesişimi söz konusu mudur?<br />

• <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleme ya da buna karşı çıkmanın<br />

başlıca nedenleri ve bu tutumların altında yatanlar nelerdir?<br />

• <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine ilişkin algılar genişleme süreci gibi daha<br />

geniş bir bağlamda mı ele alınmalıdır?<br />

Bu sorulara kapsamlı bir yanıt verebilmek için daha detaylı bir analiz<br />

gerekmektedir. Elinizdeki bu eser de bu tür çalışmalara katkı yapmayı<br />

amaçlayan bir girişimdir.<br />

Kitaba genel bakış<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine Fransızların bakışı analizinde Nicolas<br />

Monceau Fransa’nın <strong>Türkiye</strong> konusundaki kamuoyundaki tartışmaların<br />

en yoğun ve ateşli yaşandığı AB ülkelerinden biri olduğuna işaret<br />

etmektedir. Monceau, Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde üyeliğe<br />

karşı çıkışın altında yatan başlıca etkenleri ortaya koymakta ve partiler<br />

ile liderler arasında bu konuda bir bölünmüşlük olup olmadığını<br />

irdelemektedir.<br />

Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi Almanya’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

sorusuna farklı yaklaşımlar olduğunu belirtmekte ve kapsamlı bir soru<br />

yumağı ortaya koyan yaklaşımlara işaret etmektedir. Öte yandan Yvonne<br />

Nasshoven Belçika’da büyük ölçüde iç gündemdeki sorunlar nedeniyle


9<br />

<strong>Giriş</strong>: <strong>Avrupa</strong> <strong>Gündeminde</strong> <strong>Türkiye</strong><br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda ancak kısıtlı boyutta gerçekleşen bir<br />

tartışmaya ışık tutmaktadır. Yine de Belçika’nın konuya bakışı ülkede<br />

kayda değer bir Türk nüfusunun varlığı ile Belçika Başbakanı Hermann<br />

von Rompuy’un <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Konseyi Başkanlığı’nı 2009 ile 2012<br />

arasında iki buçuk yıllık bir süre için yürütecek olması nedeniyle önem<br />

arz etmektedir.<br />

İtalya, <strong>Türkiye</strong>’nin AB ile bütünleşme sürecinin en önemli destekçileri<br />

arasında yer aldığı için Emiliano Alessandri ve Sebastiano Sali’nin gözler<br />

önüne serdiği gibi İtalyanların konuya bakışı bilhassa dikkat çekicidir.<br />

Bu tabloya göre farklı aktörlerin algıları ile bunlar arasındaki ilişkiler<br />

daha da irdelenmesi gereken ilginç araştırma konuları olarak öne<br />

çıkmaktadır. İtalya’ya benzer biçimde İspanya da <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğini en çok destekleyen ülkelerden biridir. Eduard Soler i Lecha ve<br />

Irene García İspanyol pozisyonunu değerlendirmekte ve resmi düzeyde<br />

verilen desteğin farklı düzeylerde de yansımasını bulup bulmadığını<br />

sorgulamaktadır. Athanasios C. Kotsiaros ise <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

destek veren ve karşı çıkan unsurları değerlendirmesinde Yunanistan’da<br />

destekler olmakla birlikte biraz da isteksiz bir yaklaşıma işaret<br />

etmektedir. İsveç konusunda katkılarını sunan Gunilla Herolf<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine şartlı verilen desteği gözler önüne sermekte ve<br />

ülkesinin ilgisinin <strong>Türkiye</strong>’nin reform sürecine yoğunlaşmış olduğunu<br />

ifade etmektedir.<br />

Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliğine en sert muhalefeti yapan ülkeler<br />

arasında sayılabilir. Cengiz Günay bu bağlamda Avusturya’nın karşı<br />

duruşuyla ilişkili çeşitli unsur ve görüşleri tartışmakta ve bunları<br />

Avusturya’da en basit şekliyle <strong>Türkiye</strong> konusundaki tartışmaların ötesine<br />

geçen genel bir perspektifle ilişkilendirmektedir. Costas Melakopides’in<br />

Kıbrıslı Rumların algıları konusundaki değerlendirmesi <strong>Türkiye</strong><br />

açısından bazı son derece tartışmalı konu ve başlıklara dikkat çekmekte


10<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ve bu bağlamda Kıbrıslı Rumlar örneğinde bir toplumun konu hakkında<br />

ne kadar önyargılı olabileceğini göstermektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusundaki tartışma AB’nin yeni üyelerinden<br />

bazılarında daha kısıtlı ölçekte gerçekleşmektedir. Bu durum Petr<br />

Kratochvíl, David Král ve Dominika Dražilová’nın Çek Cumhuriyeti’ni,<br />

Adam Szymański’nin de Polonya’yı ele alan ve tartışmanın kısıtlı<br />

olduğuna dikkat çeken çalışmalarında görülmektedir. Her iki çalışma da<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda taraf olmanın ve buna karşı çıkmanın<br />

nedenlerini sorgulamaktadır. Öte yandan Iulia Serafimescu ve Mihai<br />

Sebe Romanya açısından konuyu ele almış ve büyük ölçüde bölgesel<br />

etkenlere odaklanmıştır. Bulgaristan ise ülkedeki büyük Türk azınlık ile<br />

bunun 1990’ların başından beri oynadığı siyasi rol nedeniyle son derece<br />

ilginç bir örnektir. Kitabın sonunda yer alan katkısında Marin Lessenski<br />

Bulgaristan’da konunun algılanışını etkileyen etkenlere bakmakta ve<br />

Türk azınlık, ikili ilişkiler ve iki komşu ülke arasındaki ilişkileri<br />

şekillendiren tarihsel ve kültürel arka plan üzerinde oluşan imaja<br />

odaklanmaktadır.


Nicolas Monceau *<br />

Fransa<br />

11<br />

Fransa<br />

Öz<br />

Fransa son yıllarda <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda<br />

yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği <strong>Avrupa</strong><br />

ülkelerinden biridir. Bu durum <strong>Türkiye</strong> ve Fransa arasında yüzyıllardır<br />

yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde<br />

bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir. Bu rapor, ilk olarak, Fransız<br />

kamuoyunun <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda geride kalan dönemde<br />

geçirdiği evrimi ele alacaktır. Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde<br />

<strong>Türkiye</strong> üyeliğine karşı olan çoğunluğun kendi konumlarını açıklamada<br />

kullandıkları ana etkenleri –siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal–<br />

betimlemektedir. Raporda, daha sonra, Fransa’daki siyasi arenaya<br />

odaklanılmakta ve Fransız siyasi partileri ile liderlerinin <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusundaki derin bölünmüşlüğünün altı çizilmektedir. Böylece<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda Fransızların görüşlerinin farklı<br />

<strong>Avrupa</strong> algılarıyla bağlantılı olduğu ve Fransa’nın Nicolas Sarkozy’nin<br />

Fransa Cumhurbaşkanı seçildiği 2007’den beri <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine<br />

resmi düzeyde karşı çıkar pozisyonunun evrimi anlatılmaktadır. Rapor<br />

Fransız medyasının ülkede <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda<br />

kamuoyunda bir tartışma başlatılmasındaki rolüne değinerek<br />

sonuçlandırılacaktır.<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


12<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Giriş</strong><br />

Fransa son yıllarda <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda<br />

yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği <strong>Avrupa</strong><br />

ülkelerinden biridir. Bu durum <strong>Türkiye</strong> ve Fransa arasında yüzyıllardır<br />

yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde<br />

bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine Fransız bakış açısının şekillenmesinde üç<br />

ana aşamadan bahsetmek mümkündür. İlk olarak, 2002 yılı Fransa’da<br />

<strong>Türkiye</strong> konusunun medyada yer bulması açısından bir dönüm noktası<br />

sayılabilir. Kasım 2002’de, o dönemde <strong>Avrupa</strong>’nın Geleceği<br />

Konvansiyonu’nun başkanlığını yürütmekte olan Valéry Giscard<br />

d'Estaing Fransa’da <strong>Türkiye</strong>’nin “<strong>Avrupa</strong>lılığı” konusundaki tartışmayı<br />

başlatmış ve <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’da yer almadığını belirterek üyeliğinin<br />

AB’nin sonu olacağını dile getirmiştir. Aynı ay içerisinde Adalet ve<br />

Kalkınma Partisi’nin (AKP) <strong>Türkiye</strong>’deki genel seçimlerde elde ettiği<br />

zafer sonucunda Fransız medyasında “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanan<br />

yeni bir hükümet kurulmuştur. 2004 ve 2005’te <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik<br />

başvurusu <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri için Fransa’da yürütülen<br />

kampanyalarda, sonrasında ise Mayıs 2005’te <strong>Avrupa</strong> Anayasası<br />

referandumunda ve Ekim ayında da <strong>Türkiye</strong> ile AB arasındaki üyelik<br />

müzakerelerinin başlaması ile siyasi bir tartışma konusu haline gelmiştir.<br />

Son olarak 2007’de Nicolas Sarkozy’nin Fransa Cumhurbaşkanı<br />

seçilmesi Fransa’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki resmi tavrı<br />

için de bir dönüm noktası oluşturmuştur. 1<br />

1 Bruno Cautrès et Nicolas Monceau, La Tentation du refus ? Européens, Français et Turcs face à<br />

l’adhésion de la Turquie à l’Union européenne, Paris, Presses de Sciences Po, 2010.


13<br />

Fransa<br />

Fransız vatandaşlarının çoğunluğu <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine<br />

karşı<br />

Çoğu kamuoyu yoklamasında aynı sonuca varılmaktadır: <strong>Avrupa</strong><br />

düzeyinde Fransa, Almanya, Avusturya ve Yunanistan ile birlikte<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine en kuvvetli muhalefetin bulunduğu ülkeler<br />

arasındadır. Avrobarometre’ye 2 göre Fransız vatandaşlarının çoğunluğu<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılma ihtimali konusunda çekinceler dile<br />

getirmektedir. Eylül 2006’da görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının<br />

%69’u <strong>Türkiye</strong>’nin gelecekte AB üyesi olmasına karşı çıkarken %22’si<br />

aksi yönde görüş bildirmişlerdir. 3 Transatlantik Eğilimler gibi diğer<br />

uluslararası kamuoyu yoklamaları da aynı eğilime işaret etmektedir.<br />

Fransa’nın bu konudaki muhalif tavrı zaman içinde istikrarlı bir seyir<br />

izlemiş, hatta son yıllarda kuvvetlenme eğilimi dahi göstermiştir:<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı olan Fransız vatandaşlarının oranı 2002<br />

baharı ile 2006 güzü arasında %64 ila %69 seviyesinde seyrederken 2008<br />

baharında %71 gibi bir orana ulaşmıştır. Aynı dönemde konuya olumlu<br />

yaklaşanlarda da bir artış meydana gelmişse de bu daha düşük bir oranda<br />

gerçekleşmiştir (%19’dan %22’ye). 2002’den bu yana “görüşüm yok”<br />

diyenlerin oranındaki azalış da <strong>Türkiye</strong> konusundaki tartışmaların<br />

kamuoyunun şekillenmesinde oynadığı rolü de göstermektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye tam üyeliğine Fransızların karşı çıkışı son yıllarda<br />

dile getirilen AB’nin genişlemesine bir genel karşı çıkış çerçevesi içinde<br />

de değerlendirilebilir. 2007 baharında Fransa’da ankete yanıt verenlerin<br />

%60’ı AB’nin genişlemesine karşı çıkarken %32’si karşıt yönde görüş<br />

belirtmiştir. 4 IFOP tarafından 2002 Aralık, 2003 Haziran ve 2004<br />

2<br />

Başka bir kaynak belirtilmediğinde raporda alıntılanan tüm oranlar Avrobarometre’den alınmış<br />

kabul edilmelidir.<br />

3<br />

Eurobaromètre 66, L’opinion publique dans l’Union européenne. Automne 2006. Rapport<br />

national France, Brüksel, Ocak 2007.<br />

4<br />

Eurobaromètre 67, L’opinion publique dans l’Union européenne. Printemps 2007. Rapport<br />

national France, Brüksel, Temmuz 2007.


14<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Haziran ve Eylül aylarında ulusal düzeyde gerçekleştirilen kamuoyu<br />

yoklamalarında ankete yanıt veren Fransızların %56 ila %61’i<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda olumsuz görüş bildirmiştir. 5<br />

Fransa’da çoğunluğun <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı çıkışını<br />

açıklayan ana etkenler nelerdir? <strong>Türkiye</strong>-<strong>Avrupa</strong> ilişkilerinin siyasi,<br />

iktisadi, kültürel ve göçle ilişkili boyutları <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusundaki Fransız bakış açısının şekillenmesinde önemli bir rol<br />

oynamaktadır. 2006 güz döneminde iktisadi ve siyasi koşulların, özellikle<br />

de insan hakları meselesine ilişkin olanların, üyelik şartlarına konmasına<br />

ankete yanıt veren Fransızların büyük bir çoğunluğu destek vermiştir.<br />

Üyeliğin <strong>Türkiye</strong>’den göçü teşvik eder bir rol oynayabileceği endişeleri<br />

de Fransızlar arasında yaygındır. Son olarak <strong>Türkiye</strong>’nin “<strong>Avrupa</strong>lılığı”<br />

konusundaki tartışmalarda sıklıkla duyulan kültürel uyumsuzluk savı da<br />

Fransızların başlıca endişeleri arasında yer almaktadır.<br />

Haziran 2008’de <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği Fransız vatandaşları veya<br />

liderlerinin görüşleri içinde öncelikli bir yer işgal etmemekteydi.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin olası AB üyeliği Fransızların en çok önem verdiği üç konu<br />

sorulduğunda (anketi yanıtlayanların %6’sı ile) ancak onüçüncü sırada<br />

yer almaktayken Fransız liderlerin hiçbiri bu konuya öncelik vermemişti.<br />

Benzer biçimde dış politika konuları arasında da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

toplumun (%14’ü) ve elitlerin (%13’ü) gündeminde sırasıyla ancak<br />

altıncı ve dördüncü sırayı almaktaydı. Son olarak <strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel<br />

AB üyeliği Fransızların gözünde Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin 2008’deki<br />

5 Bu anketlerin, özellikle de IFOP tarafından Aralık 2004’te beş <strong>Avrupa</strong> ülkesinde (Fransa,<br />

Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya) gerçekleştirilen Les Européens et la Turquie anketinin<br />

başlıca sonuçlarına IFOP internet sitesinden ulaşılabilir: www.ifop.com.


15<br />

Fransa<br />

AB dönem başkanlığı sırasında ele alması gereken iki öncelikli konudan<br />

biri değildi 6 .<br />

Hem Fransız toplumu hem de elitleri <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılımına<br />

karşı çıkan bir çoğunluk şeklinde özetlenebilecek benzer tavırlar<br />

takınmaktadır. Haziran 2008’de kamuoyunun geneli ile “liderler”<br />

arasında anketi yanıtlayanların sırasıyla %62 ve %63’lük kesimi<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemezken bu oran içinde kamuoyunun<br />

%36’lık kesimi kesinlikle üyeliği desteklemeyen bir tavır takınmaktaydı.<br />

Buna karşın görüşme yapılan vatandaş ve liderler arasında üyeliği<br />

destekleyen %35 ve %27’lik kesimler içinde %6’ya tekabül eden bir<br />

kısım üyeliğe çok olumlu bakmakta olduğunu ifade etmiştir. Sosyal<br />

kategorileri esas alan bir analiz bakış açılarındaki önemli farkları<br />

göstermektedir. Daha önceki nesiller <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

kabullenmekte yeni nesillere göre daha isteksiz görünmektedirler.<br />

Nitekim <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine itirazlar nüfusun daha yaşlı kesiminde<br />

daha yüksek oranda görülmektedir. Benzer biçimde siyasi yönelimler de<br />

Fransızların <strong>Türkiye</strong>’nin başvurusu hakkındaki görüşlerinde önemli bir<br />

rol oynamaktadır. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda<br />

Ségolène Royal’i destekleyenler arasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine olumlu<br />

yaklaşanlar (%54) François Bayrou destekçileri (%36) veya Nicolas<br />

Sarkozy yandaşları (%21) arasındakine kıyasla daha yüksek oranda idi.<br />

Ancak bu sonuçlar, Haziran 2008’de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı<br />

çıktıklarını beyan eden (örneklemin %62’si) ankete katılan Fransız<br />

vatandaşlarının neredeyse yarısı (%42) <strong>Avrupa</strong> Devlet ve Hükümet<br />

Başkanları Konseyi’nce konan tüm kriterleri (hukuki, iktisadi ve siyasi)<br />

yerine getirmesi halinde <strong>Türkiye</strong>’nin gelecekteki AB üyeliğine destek<br />

vereceklerini ifade ettiği için daha detaylı bir açıklamayı gerekli<br />

6 Paris’teki Türk Büyükelçiliği tarafından yaptırılan ve Haziran 2008’de Opinion Way tarafından<br />

yürütülen toplumu temsil eden bir örneklem ve önde gelen Fransızlardan bir grup üzerinde<br />

gerçekleştirilen <strong>Türkiye</strong>’nin Fransa’daki imajı konulu anket.


16<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

kılmaktadır. Aynı durum 2008’de muhalif tutumlarını dillendiren<br />

liderlerin de %25’i için geçerlidir. Burada zamanın <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

başvurusuna yönelik algılarda önemli bir rol oynadığı tekrar<br />

gözlemlenmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine itirazın nedenleri arasında<br />

şunlar sayılmaktadır: <strong>Türkiye</strong> görüşme yapılan vatandaşların %48’i,<br />

liderlerin ise %74’ü tarafından ya coğrafi ya da kültürel açıdan bir<br />

<strong>Avrupa</strong> ülkesi olarak düşünülmemektedir. Kamuoyu nezdinde siyasi ve<br />

hukuki argümanların –<strong>Türkiye</strong> hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir ülke<br />

(%19) veya gerçek bir demokrasi (%14) olamayacaktır– da önemli rol<br />

oynadığı, elitlerinse <strong>Türkiye</strong>’nin nüfusu nedeniyle AB’de haddinden<br />

fazla söz sahibi olacağı vurgusu yaptığı (%13) söylenebilir.<br />

Fransa’da hâkim <strong>Türkiye</strong> algısı da bu argümanların ulusal<br />

muhayyiledeki yerine ışık tutmaktadır. Anketi cevaplayanların çoğunluğu<br />

için <strong>Türkiye</strong> zengin tarihi olan bir ülkedir (vatandaşların %84’ü ve<br />

liderlerin %100’ü). Ayrıca genç, kültürel açıdan canlı, geleceğe bakan ve<br />

ekonomik açıdan dinamik bir ülke olarak da algılanmaktadır. Ankete<br />

katılan vatandaşların neredeyse yarısı ve elitlerin üçte biri <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

son tahlilde <strong>Avrupa</strong>’ya önemli bir katkı yapabileceğine inanmaktadır.<br />

Fakat <strong>Türkiye</strong> yanıt verenlerin ancak azınlığı tarafından demokratik<br />

(vatandaşların %38’i ve liderlerin %32’si), laik (%37 ve %55) ve insan<br />

haklarına saygılı (olumlu görüşlerin %27 ve %10’u) bir ülke olarak<br />

değerlendirilmektedir. Sonuç olarak diğer bulgular Fransız kamuoyunun<br />

ülke olarak tarihi, kültürü, siyasi sistemi, ekonomik ve sosyal<br />

gerçekleriyle <strong>Türkiye</strong> hakkında kısıtlı bir bilgi sahibi olduğunu<br />

göstermektedir. Fransa’da Temmuz 2009 ve Mart 2010 arasında sürecek<br />

olan “<strong>Türkiye</strong> Mevsimi” ile vatandaşların bu ülke hakkında daha fazla<br />

bilgi edinmesin teşvik edilmesi beklenmektedir.<br />

2009’da <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği hakkındaki Fransız algılamalarında<br />

daha olumlu yönde bir seyir gözlemlenmektedir. ABD Başkan<br />

Obama’nın Nisan 2009’da Prag’da düzenlenen AB-Amerika Birleşik


17<br />

Fransa<br />

Devletleri zirvesinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinden yana açıklaması<br />

sonrasında görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının %50’si karşı<br />

olduklarını bildirirken olumlu bakanların oranı %35 olarak<br />

gerçekleşmiştir. Merkez-Sağ Demokratik Hareket destekçileri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda olumsuz görüşlerin hâkim olduğu bir<br />

çoğunluk (%71) sergilerken onları sağ (%67) ve sol (%41) kesime destek<br />

verenler izlemektedir. Ankete yanıt veren Fransızlar arasında <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine olumlu baktığını ifade edenlerin %49’u sol eğilimliyken %21’i<br />

MoDem sempatizanı ve %19’u da sağ eğilimlidir. Bu sonuçlar önceki<br />

kamuoyu yoklamalarına kıyasla <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine Fransızların<br />

verdiği destekte bir artış göstermektedir. Haziran 2005’te aynı konudaki<br />

bir kamuoyu yoklamasında karşı çıkanlar %66, destekleyenler %28,<br />

görüş belirtmeyenler de %6 olarak gerçekleşmiştir.<br />

Son olarak Fransızların <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine bakışı kamuoyu<br />

yoklamalarında düzenli olarak araştırılmayan bazı ek etkenlerle de<br />

açıklanabilir. Laikliğin Fransız toplumunda oynadığı rol mutlaka<br />

değerlendirilmeye alınması gereken bir etken olup özellikle geçmişte<br />

İslami başörtüsünün kamuya açık alanlarda giyilmesi konusundaki<br />

tartışmaların etkisi önemli bir rol oynamaktadır. 2004 yılında “Stasi<br />

komisyonunun” önerileri doğrultusunda çıkarılan bir kanunla Fransız<br />

devlet okullarında dini semboller yasaklanmıştır. Bu tür tartışmaların<br />

Fransız kamuoyunun laiklik ve kamusal alanda din konularının sıklıkla<br />

tartışıldığı Müslüman bir ülke olarak algılanan <strong>Türkiye</strong>’nin başvurusu<br />

konusundaki görüşü üzerinde bir etkisi olması beklenmelidir. Kolonyal<br />

(özellikle Kuzey Afrika’daki) geçmişi nedeniyle Fransa’nın İslam dini<br />

algısının yanı sıra 2001’de Fransa’nın resmen Ermeni soykırımını<br />

tanıması sonucunu doğuran “devoir de mémoire” (hatırlama vazifesi)<br />

konusuna verilen önem de Fransızların <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusundaki görüşlerini açıklayabilecek önemli etkenler arasındadır.


18<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Siyasi partiler ve liderler arasında (şiddetli) bölünme<br />

Siyasi arenada Fransızların <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine bakışı Fransız<br />

siyasi partileri ve liderleri arasında 2000’li yılların başından bu yana bir<br />

bölünmenin kaynağı olmuştur. <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye tam üyelik başvurusu<br />

konusu ulusal siyasi bölünmenin ötesine gitmiş, hem sağ hem de soldan<br />

muhalif seslerin duyulmasına neden olmuştur. Aşağıdaki tablo Fransız<br />

siyasi partileri ile liderlerinin <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı –olumlu ya<br />

da olumsuz– duruşlarını göstermektedir.<br />

Milliyetçi Partiler<br />

Destekleyenler Karşı çıkanlar<br />

Ulusal Cephe Jean-Marie Le Pen<br />

Muhafazakâr partiler<br />

Halkçı Hareket <strong>Birliği</strong><br />

(UMP)<br />

Jacques Chirac, Pierre<br />

Lellouche<br />

Nicolas Sarkozy, Alain<br />

Juppé, Jean-Pierre<br />

Raffarin, Jean-François<br />

Copé<br />

Fransa Hareketi (MPF) Philippe de Villiers<br />

Avcılık, Balıkçılık, Doğa,<br />

Gelenekler (CPNT)<br />

Frédéric Nihous<br />

Cumhuriyetin Doğuşu Nicolas Dupont-Aignan<br />

Merkez partiler<br />

Demokratik Hareket<br />

(MoDem – önceden<br />

Fransız Demokrasi <strong>Birliği</strong><br />

idi)<br />

François Bayrou,<br />

Valéry Giscard d’Estaing,<br />

Jean-Louis Bourlanges<br />

Yeni Merkez (NC) Hervé Morin<br />

Yeşil partiler<br />

Yeşiller Dominique Voynet,


Parlamenter sol<br />

partiler<br />

Daniel Cohn-Bendit<br />

Sosyalist Parti (PS) Michel Rocard, Pierre<br />

Moscovici, Dominique<br />

Strauss-Kahn, Ségolène<br />

Royal, Martine Aubry<br />

Fransız Komünist<br />

Partisi<br />

Aşırı sol partiler<br />

Devrimci Komünist<br />

Birlik, Yeni Antikapitalist<br />

Parti (NPA)<br />

İşçilerin Mücadelesi<br />

(LO)<br />

Marie-Georges Buffet<br />

Olivier Besancenot<br />

Arlette Laguiller<br />

19<br />

Fransa<br />

Laurent Fabius, Hubert<br />

Védrine, Robert Badinter,<br />

Max Gallo<br />

Milliyetçi, sağcı ve merkez partiler <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine<br />

ekseriyetle karşı çıkarken aşırı sol ve sol partiler daha bölünmüş bir<br />

görüntü arz etmektedir. Yeşiller ve Fransız Komünist Partisi <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB üyeliğini Kopenhag kriterlerinde ortaya konan koşullar çerçevesinde<br />

desteklemektedir. Coğrafi, kültürel ve dinsel argümanlar sağ kanattaki<br />

partilerce daha çok tercih edilirken siyasi koşullara bağlı üyelik (insan<br />

hakları ve azınlıkların korunması) –ve Sosyalist Parti örneğinde Ermeni<br />

konusu– sol partilerce vurgulanmaktadır. Valéry Giscard d'Estaing<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini coğrafi zeminde reddeden ilk Fransız siyasi<br />

liderlerden biridir. 2002 Kasımında Le Monde’da yayınlanan bir<br />

röportajda Fransa’da <strong>Türkiye</strong> konusunda ateşli bir tartışmanın fitilini<br />

yakarken d’Estaing “<strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong> ile yakın bağları bulunan gerçek bir<br />

elit kitleye sahip önemli bir ülkedir, ancak bir <strong>Avrupa</strong> ülkesi değildir.<br />

(…) Başkenti <strong>Avrupa</strong>’da değildir. Nüfusunun %95’i <strong>Avrupa</strong> dışındadır:<br />

Bu bir <strong>Avrupa</strong> ülkesi değildir” ifadesini kullanmıştır. İslam ve Batı<br />

kültürleri ve değerleri arasında “uygarlıklar arası bir çatışma” tehdidine


20<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

odaklanan kültürel ve dini söylemler de Demokratik Hareketin başkanı<br />

François Bayrou veya 2002-2005 arasında Başbakanlık yapmış Jean-<br />

Pierre Raffarin gibi sağ ve merkezde yer alan çoğu politikacı tarafından<br />

dile getirilmiştir.<br />

Sol ve sağ arasındaki bölünmenin de ötesinde, <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusu Fransa’da önde gelen siyasi partiler ve hükümet arasında da<br />

bölünmelere neden olmuştur. De Gaulle’cü hareket içinde de önceki<br />

Cumhurbaşkanı Jacques Chirac <strong>Türkiye</strong>’nin “<strong>Avrupa</strong> uğraşını” yıllar<br />

boyu desteklemiştir. <strong>Avrupa</strong> arenasında <strong>Türkiye</strong>’nin başvurusunu<br />

desteklemede, özellikle de Aralık 1999’da Helsinki’deki <strong>Avrupa</strong> Devlet<br />

ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde <strong>Türkiye</strong>’ye aday ülke statüsü<br />

verilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Öte yandan, Ekim 2004’te<br />

Cumhurbaşkanı Chirac bundan sonraki AB genişlemeleri için referandum<br />

mecburiyeti getirilmesini istediğini ifade etmiş, böylece <strong>Avrupa</strong><br />

Anayasası tartışmalarını <strong>Türkiye</strong> konusundan soyutlamaya çalışmıştır.<br />

Bu şekilde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği referandumda Fransızların önüne<br />

getirilecektir. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda mecburi referandum<br />

konusu 2008 yazında Fransız Anayasası’nda değişiklikler tartışılırken<br />

yeniden gündeme getirilmiştir. AB’ye yeni katılımlar konusunda<br />

referandum mecburiyetinin kaldırılması tartışılmakla birlikte<br />

milletvekilleri AB’nin toplam nüfusunun %5’inden daha büyük nüfuslu<br />

ülkelerin, ki <strong>Türkiye</strong> için bu hüküm geçerli olmaktadır, AB üyeliği<br />

konusunda referandumu zorunlu kılan bir düzenlemeyi çoğunlukla kabul<br />

etmiştir. Ancak Fransız Senatosu bu hükmü kabul etmeyerek tartışmaya<br />

son vermiştir.<br />

2002-2007 döneminde Cumhurbaşkanı Chirac’ın <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğini destekleyen tavrı kendi partisinin (UMP) tavrı ve<br />

parlamentonun çoğunluğu ile karşıt bir pozisyon oluşturmuştur. <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu seçimleri kampanyası sırasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik<br />

başvurusu bazı siyasi partilerce önemli bir kampanya konusu yapılmıştır.


21<br />

Fransa<br />

Nisan 2004’te UMP ve o dönemdeki başkanı Alain Juppé bu konuda<br />

Jacques Chirac’tan ayrı görüşünü ifade etmiş ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine karşı olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı’nın partisi tam<br />

üyeliğe alternatif olarak <strong>Türkiye</strong> ile bir “imtiyazlı ortaklık” yoluna<br />

gidilmesi formülünü geliştirmiştir. Bu nevi bir ortaklık <strong>Avrupa</strong>’da,<br />

özellikle de Fransız ve Alman kamuoyundaki tartışmalarda son yıllarda<br />

öne çıkarılmaktadır. Bu alternatifin amacı AB’nin bütünlüğünü muhafaza<br />

ederken sınırlarında istikrar tesis etmektir.<br />

Nicolas Sarkozy’nin 6 Mayıs 2007’de Fransa Cumhurbaşkanı<br />

seçilmesi Fransa’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki resmi<br />

pozisyonunda bir dönüm noktası olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimi<br />

kampanyası boyunca, özellikle de iki aday, Ségolène Royal ve Nicolas<br />

Sarkozy arasındaki tartışmada Sarkozy seçilmesi halinde <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine karşı çıkacağını vurgulamıştır. Coğrafi savlardan –“<strong>Türkiye</strong><br />

Küçük Asya’dır”– alıntı yaparak bir Akdeniz <strong>Birliği</strong> alternatifi önermiş<br />

ve <strong>Türkiye</strong> Başbakanı Recep T. Erdoğan’ın da katılımı ile 2008<br />

Temmuz’unda Paris’te resmi başlangıcını yapmıştır. Nisan 2009’da<br />

Prag’da gerçekleştirilen AB-Amerika Birleşik Devletleri zirvesinde ABD<br />

Başkanı Barack Obama tarafından <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine verilen<br />

desteğe bir tepki olarak Cumhurbaşkanı Sarkozy böyle bir ihtimale karşı<br />

tavrını bir kez daha vurgulamıştır.<br />

Sol-sağ bölünmesinin de ötesinde, <strong>Türkiye</strong> hakkındaki tutumlar<br />

AB’nin geleceğine ilişkin vizyonla bağlantılı olarak da değişmektedir.<br />

Nitekim <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusu siyasi yelpazenin her iki tarafında<br />

da partizan ayrışmaların da ötesinde bir <strong>Avrupa</strong> gücü fikrini savunanları<br />

bir araya getirmektedir. Bunların arasında Laurent Fabius ve François<br />

Bayrou <strong>Avrupa</strong>’nın siyasi yapısını ciddi şekilde tehdit edeceği için<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Öte yandan, <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

adaylığı hem sağda hem de solda jeopolitik nedenlerle<br />

desteklenmektedir. Bu bağlamda UMP bünyesinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB


22<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

üyeliğinin az sayıdaki destekçilerinden Haziran 2009’da <strong>Avrupa</strong><br />

İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı görevine gelen Pierre Lellouche ve<br />

PS’den Dominique Strauss-Kahn <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> için jeopolitik<br />

önemi konusunda hemfikirdir. <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusu mevcut<br />

Fransız hükümeti bünyesinde de muhalif sesler yaratmaktadır.<br />

Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin görüşleri Dışişleri Bakanı sosyalist Bernard<br />

Kouchner ve 2007’den Aralık 2008’e kadar <strong>Avrupa</strong> İşlerinden sorumlu<br />

Devlet Bakanlığı yapmış olan Jean-Pierre Jouyet gibi <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine verdikleri desteği tekrar tekrar dile getiren bazı bakanlarca<br />

paylaşılmamaktadır.<br />

Sağ ve merkez partiler büyük ölçüde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı<br />

iken Sosyalist Parti bu konuda daha bölünmüş bir görüntü çizmektedir.<br />

Son yıllarda PS <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine uzun vadede destek vermiş ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı 1999’da Lionel Jospin’in Başbakanlığı döneminde<br />

<strong>Avrupa</strong> Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde kabul edilmiştir. Öte<br />

yandan <strong>Türkiye</strong> konusu parti içinde de önemli bir muhalefete neden<br />

olmaktadır. Parti’nin Laurent Fabius, Hubert Védrine veya Robert<br />

Badinter gibi bir kısım üyeleri <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine çeşitli nedenlerle<br />

açıkça karşı çıkmaktadır. Halen IMF direktörlüğü görevini yapmakta<br />

olan Dominique Strauss-Kahn veya önceki <strong>Avrupa</strong> İşleri Bakanlarından<br />

ve PS’nin uluslararası ilişkilere bakan ulusal sekreteri Pierre Moscovici<br />

gibi isimlerse <strong>Türkiye</strong>’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde<br />

“nedenleri açık bir evet” taraftarlığı yapmaktadır. Tüm Fransız Sosyalist<br />

politikacılar arasında geçmiş başbakanlardan Michel Rocard son yıllarda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığına en yoğun desteği veren kişidir. Rocard<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmesi halinde üyelik<br />

müzakerelerinin başlatılmasını destekleyen bir raporu Eylül 2004’te<br />

yayınlayan <strong>Türkiye</strong> konusunda Bağımsız Komisyon’a katılmıştır. Benzer<br />

biçimde çeşitli vesilelerle <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda<br />

kamuoyundaki tartışmalara katılmış ve görüşlerini Eylül 2008’de


23<br />

Fransa<br />

yayınlanan Yes to Turkey (<strong>Türkiye</strong>’ye Evet) adlı kitabında savunmuştur.<br />

Ségolène Royal uzun süredir <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda kararın<br />

Fransız halkına bırakılması gerektiğini ifade etmektedir. 2007 yılındaki<br />

Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

prensipte olumlu baktığını, ancak AB’nin süreci bir süre askıya alması<br />

gerektiğini iddia etmiştir. Son olarak önceki başbakanlardan Alain Juppé,<br />

önceki Dışişleri Bakanlarından Michel Barnier ve daha yakın tarihte de<br />

Bernard Kouchner gibi hem sol hem de sağdan daha evvelce <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine destek veren kimi önemli politikacıların <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusundaki fikirlerinde değişiklikler meydana gelmiştir.<br />

2009 baharında <strong>Türkiye</strong> konusu Fransız siyasi sahnesine <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu seçimleri nedeniyle yeniden kuvvetli bir dönüş yapmıştır.<br />

Cumhurbaşkanı Sarkozy <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu<br />

seçimlerinde öne çıkan bir konu haline getirmekte önemli bir rol<br />

oynamıştır. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine muhalefetini hem Mayıs ayında<br />

Nîmes’deki bir UMP mitingindeki konuşmasında, hem de Almanya<br />

şansölyesi Angela Merkel ile 10 Mayıs 2009’da Berlin’de yaptıkları<br />

ortak deklarasyonda dile getirmiştir. Sarkozy’nin duruşu AB içinde,<br />

özellikle hükümetleri <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini destekleyen Polonya,<br />

Portekiz veya İsveç gibi <strong>Avrupa</strong> ülkelerinden tepki almıştır.<br />

Fransız medyasına, özellikle radyo ve televizyona, bakıldığında ise<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda belirli bir tavır bulunmadığı<br />

söylenebilir. Son yıllarda ulusal basın, bilhassa “Opinions” (Le Monde<br />

veya Le Figaro) veya “Rebonds” (Libération) gibi bu konulara ayrılmış<br />

sütunlarda genel olarak akademisyenler ya da politikacılar gibi kanaat<br />

önderlerinin görüşlerini yayınlamıştır. Örneğin Le Monde Kasım 2002’de<br />

Giscard d’Estaing ile yapılan röportajı ön sayfasında manşetten ve buna<br />

gelen tepkileri de aynı sütunlardan vererek Fransa’da bir toplumsal<br />

tartışmanın başlatılmasında önemli bir rol oynamıştır.


24<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Sonuç<br />

Sonuç olarak, son yıllarda hem kamuoyu hem elit düzeyinde<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusuna Fransızların bakışı çoğunluğun<br />

istikrarlı bir karşı duruşu olarak görülmektedir. Yine de yakın tarihte<br />

yapılan bazı kamuoyu yoklamalarında daha fazla vatandaş <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

gerekli kriterleri yerine getirmesi halinde AB üyeliğine olumlu<br />

baktıklarını belirtmektedirler. Bu noktadan hareketle, Fransızların<br />

bakışına daha iyimser bir görüşün hâkim olmaya başladığı söylenebilir.<br />

Buna paralel olarak <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda Fransızların<br />

perspektifi AB üyesi ülkeler arasında da bir ayrışmayı ortaya çıkarmıştır.<br />

Sarkozy’nin 2009’daki <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri kampanyasındaki<br />

duruşu AB üyesi diğer devletlerin hükümetlerinin önemli bir bölümünce<br />

paylaşılmamıştır. Bu bağlamda gelecek yıllarda Fransızların bu konuya<br />

bakışının evrimi Fransa’nın <strong>Avrupa</strong>’daki yeri ve etkisi ile de ilintili<br />

olacaktır.


Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi*<br />

Almanya<br />

25<br />

Almanya<br />

<strong>Giriş</strong><br />

Almanya’da <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki algı incelenirken<br />

medya, hükümet ve muhalefet partileri ile sivil toplumda farklı duruşlar<br />

görülmektedir. Bu farklı duruşlar genellikle üç konuda birbirine zıt ve<br />

aktörden aktöre değişen derecelerde önem atfedilen bakış açılarında<br />

ifadesini bulur. Bu konulardan ilki kimlik sorunudur. Burada iki zıt görüş<br />

şöyle özetlenebilir: Bir yanda Hıristiyan <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile Müslüman<br />

<strong>Türkiye</strong> arasındaki ilişkinin Medeniyetler Çatışması kapsamında<br />

değerlendirilebileceği argümanı dile getirilmekte, diğer yanda ise insancıl<br />

bakış açısı hem referans noktası teşkil etmekte, hem de savunulmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği algılamasında belirleyici olan ikinci konu<br />

kurumsal istikrar(sızlık) olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda AB’nin<br />

arkaik içyapısı ya da Türk siyasi sistemi tartışma konusu edilmektedir.<br />

Bazıları <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik için hazır olmadığını ifade ederken diğerleri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin gerekli kriterleri yerine getirmeden zaten AB’ye<br />

giremeyeceği gerçeğinin altını çizmektedir. Bu bağlamda öne çıkan<br />

üçüncü konu ise stratejik jeopolitik ve güvenlik alanıyla ilintilidir. Bu<br />

kapsamda bir kesim <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin Irak, İran ve<br />

Afganistan’daki ihtilafları AB’nin (ziyadesiyle) yakınına getireceğini<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


26<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ifade ederken diğer kesim <strong>Türkiye</strong>’yi <strong>Avrupa</strong> ile Arap dünyası arasında<br />

bir tampon, hatta bir köprü olarak görmektedir. Yine de <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğini destekleyen ya da buna karşı çıkan tüm aktörlerin yukarıda<br />

sistematize edilen argümanların tümünü kullanmayabildiklerini de<br />

söylemek gerekir.<br />

Medya<br />

Alman medyasının bazı kesimleri son yıllarda <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyelik<br />

sürecini sürekli olarak ele almaktadırlar. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusuna<br />

temel yaklaşımlardaki bölünmüşlük devam etmekle birlikte medyadaki<br />

bu ele alışın tabiatında son dönemde bir değişim meydana gelmiştir. Öte<br />

yandan yazılı basın, televizyon ve radyoların bir diğer kesimi konuyla<br />

ilgili sessizliklerini dikkat çekici bir biçimde sürdürmektedirler. Ancak<br />

bu konunun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin entegrasyonu sürüp<br />

giden bir tartışma konusu olarak ön planda yer almaktadır.<br />

Siyasi (parti) bağlantıları ışığında Alman gazeteleri bir yanda üyelik<br />

yanlıları, diğer yanda da üyeliğe karşı çıkanlar şeklinde ikiye bölünmüş<br />

durumdadır. <strong>Genel</strong>likle muhafazakâr gazeteler Frankfurter Allgemeine<br />

Zeitung (FAZ) ve Die Welt üyelik sürecini eleştirel bir tahlille ele<br />

almakta ve <strong>Türkiye</strong> ile Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) tarafından<br />

2004’te önerilen imtiyazlı ortaklık gibi alternatif bir ortaklık tesis<br />

edilmesini tercih etmektedir. Bu kesimlerin argümanları <strong>Türkiye</strong> ve<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin arasında kültürel miras, kimlik ve tarihe dayalı<br />

farklılıklara dikkat çekmektedir. 1 Bunların aksi yönde ise Süddeutsche<br />

Zeitung (SZ) ve Frankfurter Rundschau gibi daha liberal / sol eğilimli<br />

gazeteler <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği çabasına Türk hükümetince üyelik<br />

1 A. Wimmel, ‘Beyond the Bosphorus? Comparing German, French and British Discourses on<br />

Turkey’s Application to Join the European Union’ (Boğazın Ötesinde? <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong> Üyeliği Başvurusuna dair Alman, Fransız ve İngiliz Söylemleri Karşılaştırması), Reihe<br />

Politik Wissenschaft/Siyaset Bilimi Serileri, No. 111, 2006, http://www.ihs.ac.at/publications<br />

/pol/pw_111. pdf. Ayrıca bkz. ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, Welt am Sonntag, 25<br />

Mayıs 2008, s. 31; Peter Graf Kielmansegg, ‘Europa braucht Grenzen’, FAZ, 27 Mayıs 2009, s. 7.


27<br />

Almanya<br />

kriterlerini yerine getirmek için başlatılan reform sürecinin ivmesine<br />

bağlı olarak daha olumlu bir değerlendirme ile yaklaşmaktadır. Sol<br />

eğilimli Tageszeitung ya da tabloid Bild konuya çok önem<br />

atfetmemektedir. Onun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin<br />

entegrasyonu gibi iç sorunlara vurgu yapılmaktadır.<br />

Enteresan bir biçimde başlıca gazetelerin bu konudaki yaklaşımları<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin iç siyasi durumuna odaklanmaktan AB projesinin gelecek ve<br />

kimliğine daha derinlemesine bir bakış yönünde bir değişim<br />

sergilemektedir. Bilhassa geçen yıl boyunca <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

çabası ile Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi gibi AB’nin kendi iç<br />

süreçleri köşe yazılarında bir arada ele alınmıştır. 2 <strong>Türkiye</strong> ile sürdürülen<br />

üyelik müzakerelerini bir örnek olarak kullanarak yorumcular etkili bir<br />

AB genişleme politikasının <strong>Avrupa</strong> kimliği konusundaki tartışmalarla<br />

ilişkilendirilmesinin olumlu ve olumsuz taraflarını değerlendirmeye<br />

almışlardır. Tartışmanın önde gelen tarafları FAZ ve SZ yorumlarını<br />

temelde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusuna dayandırsalar da ortaya<br />

koydukları görüşler konuları ayrı ayrı değerlendirmekten ziyade AB’nin<br />

iç işleri boyutuyla doğrudan bağlantılı bir seyir sürdürmüştür. Örneğin<br />

FAZ <strong>Türkiye</strong>’nin Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine<br />

itirazını “medeniyetler çatışmasının” bir örneği olarak yorumlamış ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin “şantajın çok zaman meyve verdiği” ve kimliğin günlük<br />

siyasi yaşamda önemli bir rol oynadığı AB sistemine dâhil olması<br />

durumunda bu tutumun artarak devam edeceğini ifade etmiştir. 3 SZ de<br />

Lizbon Anlaşması’nın sorunlu onay sürecinin genişleme politikasının<br />

geleceğini <strong>Avrupa</strong> kimliği ile bir arada değerlendirme gereğine işaret<br />

ettiğini göstermektedir. Aday ülkelerin <strong>Avrupa</strong>’nın Entegrasyon sürecine<br />

2 Peter Graf Kielmansegg ‘Europa braucht Grenzen’, s. 7; ‘Insel gegen Kontinent’, SZ, 30<br />

Temmuz 2009, s. 4; ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, s. 31.<br />

3 ‘Schöne Partner’, FAZ, 5 Nisan 2009, s. 14.


28<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

katkı yapma iradesi gelecekteki genişlemeler ve <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği için<br />

bir kriter olarak ortaya konmalıdır. 4<br />

Medyanın tüm türleri göz önünde bulundurulduğunda tartışmalar<br />

genellikle yazılı basında yer alan bir konu olarak göze çarpmaktadır.<br />

Çoğunlukla televizyonlar gibi diğer medya kanallarında yer alan haberler<br />

İslam’ın olumsuz çağrışımlarına yoğunlaşmaktadır. 5 Bu bağlamda çizilen<br />

resim kültürel farklılıklara dikkat çekmekte ve haberler çoğu zaman<br />

sosyal entegrasyon konusunda olumsuz örneklere ağırlık vermektedir. 6<br />

Alman medyası <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyelik isteğini farklı biçimlerde<br />

algılamaktadır. Muhafazakâr basın konuya şüpheyle bakan bir yaklaşımı<br />

savunurken liberal eğilimli gazeteler daha destekleyici bir tutum<br />

takınmaktadırlar. Medyanın genelinde İslam konusunda yayınlanan<br />

çoğunlukla olumsuz haberlerle birlikte değerlendirildiğinde Alman<br />

medyasının genelinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyelik sürecinde başarılı<br />

olacağı konusunda fazla bir iyimserlik görüldüğü söylenemez.<br />

Hükümet ve muhalefet<br />

Almanya’da 27 Eylül 2009’da bir genel seçim olduğu ve kısa süre<br />

içinde yeni bir hükümetin kurulması beklendiği için bu bölümde 2005-<br />

2009 dönemindeki hükümetin tutumu ile hükümeti oluşturan iki partinin<br />

konuya yaklaşımlarına kısaca değinilecektir. Bu bağlamda ele alınacak<br />

ikinci bir husus ise parlamentoda (Bundestag) yer alan daha küçük üç<br />

partinin, ki bunlar 2005-2009 döneminde muhalefette yer almışlardır, her<br />

birinin konuya yaklaşımları olacaktır. Üçüncü bir aşamada ise 2009<br />

güzünde gerçekleştirilen koalisyon müzakerelerinde dile getirilen<br />

görüşlere yer verilecektir.<br />

4 SZ (2009) ‘Insel gegen Kontinent’ 30 Temmuz 2009, s. 4.<br />

5 Kai Hafez / Carola Richter, ‘Das Islambild von ARD und ZDF’, ApuZ 26-27, 2007, ss. 40-46.<br />

6 Gürsel Gür, ‘Das Türkeibild der deutschen Presse’, Bürger im Staat 3, 2005, ss. 122-129.


29<br />

Almanya<br />

Şansölye Angela Merkel hükümeti Almanya’nın en büyük iki<br />

partisinden, yani muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve<br />

Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den oluşturmaktadır.<br />

Bu büyük koalisyon hükümetini oluşturan iki parti <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

adaylığı konusunda farklı pozisyonlara sahiptir. CDU imtiyazlı ortaklık<br />

isterken SPD AB üyeliğinden yanadır. CDU AB’nin kendi iç yapısından<br />

kaynaklanan nedenlerle kimlikle ilgili nedenleri öne sürerken SPD<br />

üyeliğin Türk demokrasisini istikrara kavuşturabileceğini, ve bu yolla da<br />

bir medeniyetler çatışmasının kaçınılmaz olduğu tezinin<br />

yanlışlanabileceğini iddia etmektedir.<br />

2005 yılında yapılan koalisyon sözleşmesi 7 AB’nin yeni bir üyeyi<br />

kabul edebilecek durumda olmaması ya da <strong>Türkiye</strong>’nin tüm üyelik<br />

kriterlerini yerine getirememesi halinde <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> ile mümkün<br />

olduğunca yakın kalmasını ve imtiyazlı ilişkilerin gelişmesini mümkün<br />

kılacak bir yapının tesis edilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla sözleşme<br />

her iki kurumsal yaklaşımı da içinde barındırmakta, hem AB’nin<br />

içyapılarına hem de Türk siyasi sistemine atıfta bulunmaktadır. Yine de<br />

her iki önkoşulun da yerine getirilmesi halinde ne olacağı konusunda bir<br />

görüş içermemekte ve sadece koşullardan biri ya da her ikisinin de yerine<br />

getirilememesi halinde olacaklara ilişkin bir yol haritası sunmaktadır.<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri kampanyasında AB’nin ilerideki<br />

genişlemeleri önemli bir konu teşkil etmemiştir. Yine de konuya seçim<br />

bildirgelerinde değinilmiştir.<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri bildirgelerinde 8 muhafazakârlar<br />

(CDU) <strong>Avrupa</strong> kimliğinin ve AB kurumlarının istikrara<br />

kavuşturulmasına öncelik verdikleri için imtiyazlı ortaklık yönündeki<br />

7<br />

CDU/CSU/SPD, ‘Gemeinsam für Deutschland. Mit Mut und Menschlichkeit’, 11 Kasım 2005,<br />

Berlin.<br />

8<br />

CDU, ‘Starkes Europa-Sichere Zukunft’, 16 Mart 2009, Berlin.


30<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

önerilerini birliğin geneline ilişkin bir konsolidasyon dönemi isteği ve<br />

tüm genişleme süreçlerinin yavaşlatılması ihtiyacına dayandırmaktadır.<br />

Daha 2000 yılında yenilenen programında 9 CDU <strong>Avrupa</strong>’nın sınırlarının<br />

Irak ve İran sınırına dayanmadan nerede çizileceği sorusunun<br />

cevaplanması gereğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla CDU <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

gelecekteki üyeliğini <strong>Avrupa</strong> ve Irak ve İran gibi ülkeler arasında bir<br />

köprü ya da tampon olarak görmekten ziyade Arap dünyasındaki<br />

çatışmalardan duyulan korkuyu ön plana çıkarmaktadır. 2009 sonrasına<br />

yönelik seçim programında 10 CDU <strong>Türkiye</strong>’nin eşit haklar, azınlıkların<br />

korunması ya da dini özgürlükler gibi alanlarda AB üyeliğinin ön<br />

koşullarını yerine getirmediğini vurgulamaktadır. Bu nedenle <strong>Türkiye</strong><br />

için AB tam üyeliği yerine imtiyazlı ortaklık önerisini<br />

desteklemektedirler.<br />

Bunun yanında, CDU’nun Bavyera eyaletindeki ortağı CSU yeni AB<br />

üyeleri için karar verilirken referanduma gidilmesini savunmaktadır. 11<br />

Aynı görüş Şansölye Merkel tarafından da dile getirilmiştir. Mayıs<br />

2009’da genç muhafazakârların bir toplantısında yeni genişlemeler<br />

AB’nin yönetimini imkânsız kılacaklarsa bunlarda ısrarcılığın anlamsız<br />

olacağını vurgulamıştır. 12 Dolayısıyla, bir kez daha gelecekteki<br />

genişlemeler için yetersiz kalan AB’nin içyapısına işaret etmiştir. Bu<br />

konudaki ifadeleri AB’nin bir diğer büyük üyesi olan ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine karşı çıkan Fransa tarafından da desteklenmektedir. CDU<br />

bünyesindeki küçük bir örgütlenme olan ve 400 üyesiyle Türk kökenli<br />

kişilerle CDU’yu daha yakınlaştırmayı amaçlayan Alman-Türk Forumu<br />

9<br />

CDU-Bundesvorstand, ‘Programmatische Offensive für Deutschland. Norderstedter Erklärung’,<br />

7/8 Ocak 2000, Norderstedt.<br />

10<br />

CDU/CSU, ‘Wir haben die Kraft. Gemeinsam für unser Land. Regierungsprogramm 2009-<br />

2013’, 28 Haziran 2009, Berlin.<br />

11<br />

CSU, ‘Wahlaufruf der Christlich-Sozialen Union zur Bundestagswahl 2009. Was unser Land<br />

jetzt braucht: Eine starke CSU in Berlin’, 17/18 Haziran 2009, Nuremberg.<br />

12<br />

Karşılaştırma için bkz., ‘Turkey shocked by Franco-German Rhetoric’ (<strong>Türkiye</strong> Fransız-Alman<br />

Retoriği ile Şokta), EurActiv.com, 11 Mayıs 2009.


31<br />

Almanya<br />

ise <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemektedir. 13 Bu forum özellikle<br />

farklı ya da birbiriyle uyumsuz değerler söylemine dayandırılan<br />

argümanlara karşı çıkmaktadır. Foruma göre CDU üyelerinin yalnızca<br />

azınlıkta kalan kısmı bu argümanlara destek verirken parti üyelerinin<br />

çoğunluğu <strong>Türkiye</strong>’nin büyüklüğü ve AB’nin kısıtlı yeni üye kabul etme<br />

kapasitesinden dem vurmaktadır. Alman-Türk Forumu gerçekten söz<br />

konusu iki kültür arasında bir uyumsuzluk olsaydı Türk kökenli kişilerin<br />

Alman toplumuna entegrasyonuna yönelik çabaların da başarısızlığa<br />

mahkûm olacağını belirtmektedir. Forumun hedefleri açısından <strong>Türkiye</strong><br />

Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şubat 2008’de Köln’de Türk<br />

topluluğuna hitaben asimilasyon konusunda yaptığı tartışmalara yol açan<br />

konuşma sonrasındaki süreç gibi olumsuzluklara rastlanılmaktadır. Bu<br />

konuşmanın ardından CSU <strong>Türkiye</strong> ile üyelik müzakerelerinin askıya<br />

alınmasını talep etmiştir. 14 İmtiyazlı ortaklık denilen alternatif pratikte<br />

nasıl bir şey olabilir? CSU ile ilişkili Hanns-Seidel-Vakfı için şimdiki<br />

Ekonomi Bakanı Karl-Tehodor zu Guttenberg tarafından kaleme alınan<br />

bir siyaset belgesi tam üyeliğin muhtemel alternatiflerini<br />

değerlendirmektedir. 15 Siyaset belgesi <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong>’nin boyunu aşacağı varsayımından yola çıkmakta ve<br />

alternatiflerin bulunması gerektiğini belirtmektedir. Belge özellikle dört<br />

serbestinin hepsinin de <strong>Türkiye</strong>’ye tanınamayacağını vurgulamaktadır.<br />

Belgede derinlemesine iktisadi işbirliği konusunda bir sorun<br />

öngörülmezken kişilerin serbest dolaşımı ile hizmetlerin serbest dolaşımı<br />

ve bunların yanında parasal birlik ve tarım sektörüne doğrudan ödemeler<br />

13 Karşılaştırma için bkz., Deutsch-Türkisches Forum der CDU, http://www.dtf-online.de.<br />

14 ‘Söder fordert einfrieren der Beitrittsverhandlungen’, FAZ, 15 Şubat 2008. Ayrıca bkz. Barbara<br />

Lippert ‘Wait-and-See. Attitudes of German Stakeholders Towards EU-Turkey’ (Bekle ve Gör.<br />

Almanya’da AB-<strong>Türkiye</strong> Konusuna Yaklaşımlar), Nathalie Tocci (der.) ‘Talking Turkey in<br />

Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy’ (<strong>Avrupa</strong>’da <strong>Türkiye</strong>’den Bahsetmek:<br />

Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Rome, IAI, 2008, ss. 135-160, özellikle s. 145.<br />

15 Karl-Theodor zu Guttenberg, ‘Die Beziehungen zwischen der Türkei und der EU- eine<br />

„Privilegierte Partnerschaft“’, Hanns-Seidel-Stiftung: Aktuelle Analysen 33, 2004.


32<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

şeklinde tezahür edecek büyük boyutlu mali destek ile Yapısal ve Uyum<br />

Politikaları konularında kısıtlamalar öngörülmektedir.<br />

Öte yandan Sosyal Demokratlar <strong>Türkiye</strong>’nin gerekli kriterleri yerine<br />

getirmesi halinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemektedirler. <strong>Avrupa</strong><br />

değerlerine bağlı bir <strong>Türkiye</strong>’nin diğer Müslüman ülkelere doğru bir<br />

köprü vazifesi görebileceğini, ve bunun da hem Almanya’nın, hem de<br />

<strong>Avrupa</strong>’nın çıkarına olduğunu vurgulamaktadır. Mart 2009’da Alman<br />

Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerin<br />

genişleme konusunda yürütüldüğünü, müzakerelere diğer alternatiflerin<br />

dâhil edilmediğini belirtmiştir. 16 Referandum konusunda ise, bu<br />

seçeneğin Almanya’da ulusal düzeyde söz konusu olmadığının altını<br />

çizmiştir. Dolayısıyla Steinmeier ne bu konuda, ne de başka herhangi bir<br />

konuda referanduma gitmenin siyaseten doğru olmadığı görüşündedir.<br />

Steinmeier <strong>Türkiye</strong>’nin ve Balkan ülkelerinin üyelik perspektifleri ile<br />

ilgili mevcut yükümlülükleri yerine getirmenin bir itibar meselesi<br />

olduğunu belirtmiştir. Dışişleri Bakanı yine de bu yönde ilerleme adına<br />

içeride reformların gerekli olduğu gerçeğini reddetmemektedir.<br />

En büyük iki parti arasında bu konulardaki neden-sonuç ilişkisine<br />

yaklaşım açısından farklılıklar görülmektedir. CDU nedenlere vurgu<br />

yapıp genişlemenin alternatifinin nedeni olarak iç ve dış reformların<br />

eksikliği varsayımından hareket ederken SPD sonuçlara odaklanıp<br />

üyeliğin bölgede istikrar ve barış sağlayacağını ifade etmektedir.<br />

Muhalefetteki küçük partiler arasında Yeşiller <strong>Türkiye</strong>’nin demokratik<br />

ve iktisadi dönüşümüne katkıda bulunacak ciddi üyelik müzakerelerini<br />

desteklemektedir. Parti <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği bölgede bir istikrar çapası<br />

16 Frank-Walter Steinmeier ile mülakat, Hürriyet, 21 Mart 2009.


33<br />

Almanya<br />

olabileceği için bunun AB’nin kendi çıkarına olduğunu kabul<br />

etmektedir. 17<br />

Liberal Federal Demokratlar (FDP) Lizbon Anlaşması ya da bir<br />

benzerini daha fazla genişleme için bir önkoşul olarak görmektedir. Parti<br />

ihtiyatlı bir yaklaşımla <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin önümüzdeki beş senenin<br />

gündeminde zaten yer almadığına vurgu yapmaktadır. 18 Üyeliğin anahtarı<br />

olarak reformların uygulanmasını ve AB’nin yeni üye alabilme<br />

yeteneğini gören partinin lideri Guido Westerwelle Mayıs 2009’daki bir<br />

mülakatta <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’dan AB üyeliğini kategorik olarak<br />

reddetmemesini beklemeye hakkı olduğunu ifade etmiştir.<br />

Westerwelle’ye göre üzerinde anlaşıldığı üzere muhtemel bir üyeliğin<br />

önyargısız bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. CSU’nun istediği<br />

gibi süreci askıya almanın “sağduyulu bir dış politikanın sonu”<br />

olacağını 19 belirten Westerwelle yine de üyeliğin kısa vadede<br />

gerçekleşeceğini beklememektedir. Üzerinde dikkatle durduğu nokta ise<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki reformlardır: <strong>Türkiye</strong> hukukun egemenliği, toplum,<br />

demokrasi ve ekonomi alanlarında doğru yolda olduğunu göstermelidir.<br />

Partinin hazırladığı belgelerde Sol (Die Linke) genel anlamda<br />

genişleme konusuna ya da özelde <strong>Türkiye</strong>’ye eğilmemektedir. 20 Yine de<br />

Şubat 2008’de partinin başkan yardımcısı Katina Schubert <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

17<br />

Bündnis 90/Die Grünen, ‘Volles Programm mit WUMS! Für ein besseres Europa’, 23-25 Ocak<br />

2009, Dortmund, s. 150.<br />

18<br />

FDP, ‘Ein Europa der Freiheit in der Welt des 21. Jahrhunderts. Programm der Freien<br />

Demokratischen Partei für die Wahl zum VII. Europäischen Parlament 2009’, 17 Ocak 2009,<br />

Berlin, s. 4.<br />

19<br />

Guido Westerwelle ile mülakat, Der Spiegel, 4 Mayıs 2009.<br />

20<br />

Die Linke, ‘Solidarität, Demokratie, Frieden – Gemeinsam für den Wechsel in Europa!<br />

Europawahlprogramm 2009 der Partei DIE LINKE’, 28 Şubat 2009, Essen; idem (2009)<br />

‘Konsequent sozial. Für Demokratie und Frieden. Bundestagswahlprogramm 2009’, 20/21<br />

Haziran 2009, Berlin.


34<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde yerinin AB olduğunun<br />

altını çizmiştir. 21<br />

CDU, CSU ve FDP arasında 27 Eylül 2009 seçimleri sonrasında<br />

yürütülen koalisyon görüşmelerinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği önde gelen<br />

konulardan olmasa da tartışmalara sahne olmuştur. FDP içindeki anlayış<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini kabul etme eğiliminde olsa da CDU imtiyazlı<br />

bir ortaklığı savunmaya devam etmektedir. 22 FDP’nin görüşünü<br />

değiştirip CDU ve CSU’nun yaklaşımına doğru kayıp kaymayacağı ilgi<br />

çekici bir soru olarak gündemde kalacaktır. Mevzuu <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusunda koalisyon sözleşmesinde net bir “Hayır” yanıtı<br />

bulunmasını isteyen CSU’dan Horst Seehofer ile hükümetin iktidarda<br />

kalacağı dört yıllık dönemde bu konunun bir sonuca bağlanması<br />

gerekmediğini belirterek bu fikre karşı çıkan FDP lideri Guido<br />

Westerwelle arasında tartışma konusu olmuştur. 23 Dışişleri bakanlığı ile<br />

şansölye yardımcılığı makamları geleneksel olarak koalisyon ortağına<br />

verildiği ve bu koltuklara da parti lideri Guido Westerwelle’nin oturması<br />

beklendiği için bahsedilen fikir ayrılığının gelecekte önemini koruyacağı<br />

düşünülebilir.<br />

Sivil toplum – Hıristiyan cemaatleri ve Türk topluluğu<br />

Alman sivil toplumunda <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik çabası algısından<br />

bahsedilirken iki ana gruba, Hıristiyan cemaatleri ve Almanya’daki Türk<br />

topluluklarına özel ilgi gösterilmesi gerekir. Her iki grup da konuyla ilgili<br />

özel bir hassasiyete sahip olup görüşleri birbirinin zıttı, perspektifleri de<br />

birbirinden farklıdır.<br />

Her ne kadar cemaat üyelik oranlarında son yıllarda sürekli bir azalış<br />

görülse de Alman toplumunun üçte ikisi bir Hıristiyan cemaatine<br />

21<br />

Katina Schubert,s ‘Europäisierung ist Perspektive gegen Nationalismus’, basın duyurusu, 13<br />

Şubat 2008.<br />

22<br />

Oliver Grimm, ‘Rückkehr der liberalen Pro-Europäer’, Die Presse, 28 Eylül 2009.<br />

23<br />

‘Seehofer und Westerwelle verkrachen sich wegen Türkei’, Spiegel Online, 13 Ekim 2009.


35<br />

Almanya<br />

bağlıdır. Katolik ve Protestan kiliseleri AB’nin <strong>Türkiye</strong>’yi içine alacak<br />

şekilde genişlemesine <strong>Türkiye</strong>’nin iç durumundan dem vurarak kuşkuyla<br />

yaklaşmaktadırlar. Bu kiliselerin önem verdikleri başlıca konular<br />

<strong>Türkiye</strong>’de din özgürlüğü, azınlıklara karşı ayrımcılık yapılmaması ve<br />

insan haklarıdır. Son yıllarda Protestan kilisesi AB ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki<br />

üyelik müzakerelerinin üyeliğin muhtemel sonuçlardan yalnızca biri<br />

olduğu ucu açık bir süreç olduğunu beyan etmiştir. 24 Bu pozisyonda, son<br />

yıllarda Hıristiyan azınlığın <strong>Türkiye</strong>’deki kabul edilemez durumuna atıfta<br />

bulunarak bir değişim de meydana gelmiştir. 25 Yoğun bir iktisadi<br />

işbirliğiyle kısıtlı olmak üzere AB üyeliğinin alternatifleri ön plana<br />

çıkarılmakta ve tam üyeliğe artık herhangi bir destek verilmemektedir.<br />

Bunun yanında Katolik Kilisesi de tam üyeliğe karşı çıkmaktadır.<br />

Almanya’daki Katolik Kilisesi <strong>Avrupa</strong> ve <strong>Türkiye</strong> arasındaki kültürel<br />

farkları vurgulayarak CDU tarafından önerilen imtiyazlı ortaklıktan yana<br />

tercih belirtmektedir. 26<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik çabasına ilişkin Türk toplumu içindeki genel<br />

perspektifi kavramak ise daha zordur. Almanya’daki 2,6 milyon Türk<br />

asıllı Alman’ı temsil ettiğini iddia eden birçok farklı örgüt vardır ve<br />

siyasi partilerle paralel bölünmeler sergilemektedirler. Bu örgütlerden<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda yapılan yorumlara nadiren<br />

rastlanmaktadır. Yine de Türk asıllı Alman siyasetçi ve Yeşillerin<br />

başkanı Cem Özdemir genel olarak Türk asıllı Alman nüfus içinde<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılma isteğine olumlu bir bakış gözlemlediğini<br />

24 Rahip Wolfgang Huber’in ‘Religionsfreiheit und Toleranz - Wie aktuell ist der Augsburger<br />

Religionsfriede?’ başlıklı konuşması, 22 Eylül 2005,<br />

http://www.ekd.de/vortraege/050923_huber_religionsfriede.html.<br />

25 Wolfgang Huber, Hamburger Abendblatt Online’da mülakat, 31 Mayıs 2009,<br />

http://www.abendblatt.de/politik/article1034762/Bischof-Huber-Die-Tuerkei-gehoert-nicht-indie-EU.html<br />

26 Alman Katolikleri Merkez Komitesi, basın duyurusu, 17 Nisan 2005,<br />

http://www.zdk.de/pressemeldungen/meldung.php?id=229.


36<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ifade etmektedir. 27 Örneğin Almanya’daki Türk Topluluğu (Türkische<br />

Gemeinde Deutschlands – TGD) Almanya’da 200’den fazla topluluğu<br />

temsil etmekte ve Almanya ve <strong>Avrupa</strong>’da yaşayan Türkleri üyeliğe<br />

çağırmakta ve yerel düzeyde oy kullanma hakkı gibi yaşamlarını<br />

etkileyecek kolaylıklar istemektedir. 28 Bunun yanında <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği <strong>Avrupa</strong>’daki Müslüman ve Hıristiyan cemaatlerini bir araya<br />

getiren, dolayısıyla da <strong>Avrupa</strong> ile Ortadoğu arasında jeopolitik ve<br />

kültürel açıdan köprü görevi gören bir gelişme olabilir.<br />

Özetlemek gerekirse, Alman Hıristiyan cemaatleri arasında<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine eleştirel bir bakış hâkimdir. <strong>Türkiye</strong>’nin iç<br />

durumuna yoğunlaşmakla birlikte kiliseler <strong>Avrupa</strong> ve <strong>Türkiye</strong> arasındaki<br />

kültürel farklılıkların AB ile başarılı bir işbirliği için fazlasıyla büyük<br />

olduğunu düşünmektedirler. Almanya’daki Türk topluluğu ise<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’nın içinde ve dışındaki Hıristiyan ve Müslüman<br />

topluluklar arasındaki kültürel farklılıklar arasında bir köprü olarak<br />

önemine dikkat çekmektedir. Bu iki grubun farklı görüşlerine bakarak<br />

Alman sivil toplumunun <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş<br />

olduğunu söylemek mümkündür.<br />

Sonuç: Karışık bir tablo<br />

Sonuç olarak Alman kamuoyunun <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine adaylığı<br />

konusunda farklı tavır ve söylemler arasında bölünmüş olduğunu ifade<br />

etmek mümkündür. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini destekleyenler ya da buna<br />

karşı çıkanlar arasındaki ayrılıklar üyelik sürecinin gelişiminin yanı sıra<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin iç kurumsal yapısındaki değişikliklere de bağlı<br />

olacaktır.<br />

27 Cem Özdemir, ‘Demokratie und Islam sind vereinbar’, Cafe Babel, 25 Şubat 2005,<br />

http://www.cafebabel.com/fre/article/1103/demokratie-und-islam-sind-vereinbar.html.<br />

28 Almanya’daki Türk topluluğu, faaliyet raporu 2006-2008, http://<br />

vww.tgd.de/index.php?name=News&file=article&sid=842&theme=Printer.


Yvonne Nasshoven*<br />

Belçika<br />

37<br />

Belçika<br />

Öz<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği konusundaki tartışmalarda Belçika<br />

hep olumlu bir duruş sergilemiştir. Yine de ülkede Flamanlarla Valonlar<br />

arasındaki gerilimde bir örneği görülen iç sorunlar ülkeyi iç politikaya<br />

daha fazla eğilmeye zorladığı için bu tartışmalar sınırlı düzeyde<br />

kalmıştır. Bu pasif duruş ancak kısa süreler için önemli boyutlara ulaşan<br />

medyadaki tartışmaların neredeyse yok denecek kadar az olmasında<br />

gözlemlenebilmektedir. Yine de 2010 yılının ikinci yarısında Belçika<br />

Krallığı AB Dönem Başkanlığını elinde bulunduracağı için <strong>Avrupa</strong><br />

siyasetindeki anahtar oyunculardan biri haline gelecektir. Ayrıca Belçika<br />

Başbakanı Hermann von Rompuy halen <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Devlet ve<br />

Hükümet Başkanları Konseyi’nin ilk başkanlığının önde gelen adayları<br />

arasındadır. Bu ışıkta <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği de dâhil olmak üzere<br />

<strong>Avrupa</strong> ve dış politika alanındaki gelişmeler siyasi coğrafyada öne<br />

çıkacaktır.<br />

<strong>Giriş</strong><br />

Belçika <strong>Avrupa</strong> Topluluğu’nun kurucu üyelerinden bir olup en<br />

başından beri <strong>Avrupa</strong> siyasetinin şekillendirilmesinde aktif bir rol<br />

oynamıştır. AB’nin küçük bir üyesi olarak Belçika için <strong>Avrupa</strong><br />

bütünleşmesi hep dünyada oynadığı rolü artırmanın bir yolu olagelmiştir.<br />

Dolayısıyla, Belçika <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin derinleşmesinden yana,<br />

bütünleşmeyi destekler kuvvetli bir tutum takınmıştır.<br />

Öte yandan son yıllarda Belçika’nın kendi içindeki federal yapı<br />

özellikle Hollandaca konuşan zengin Flanders’te ve bunun yanında<br />

Fransızca konuşan Valonya’daki ayrılıkçı ve bölgeci hareketler nedeniyle<br />

zarar görmüştür. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği ihtimali konusunda bu güç<br />

odakları Belçika siyasetinin genel seyrinden farklı olarak muhalif bir<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


38<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

tutum almışlardır. Her ne kadar başlıca iki ayrılıkçı parti olan<br />

Flanders’teki Vlaams Belang ve Valonya’daki Front National hükümette<br />

yer almasalar ve Belçika Parlamentosu’ndaki sandalyelerin ancak küçük<br />

bir kısmına sahip olsalar da iki bölge arasındaki mevcut sorunlar ülkeyi<br />

özellikle son iki yılda büyük ölçüde paralize etmiştir.<br />

a- Medya<br />

Belçika basınında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda tartışmalar önemli<br />

bir yer almamaktadır. Çoğunlukla bu konudaki tartışmalar ülke içinde<br />

Belçikalıların <strong>Türkiye</strong> algısını etkileyebilecek olaylar üzerine<br />

yogunlaşmaktadır. Bu bağlamda özellikle iki tartışmaya değinmekte<br />

fayda vardır: Brüksel’de Ekim 2006’daki belediye seçimlerinde bir<br />

“bozkurt”un seçilmesi ve 2009’da <strong>Türkiye</strong>’nin Belçika Büyükelçisi Fuat<br />

Tanlay’ın bir açıklaması sonrasında alevlenen tartışma.<br />

Murat Denizli’nin Brüksel’in ilçesi Schaarbeek’te seçilmesi üzerine<br />

tartışmalar başlamıştır. Bu, <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğiyle ilgili tartışmaların<br />

Belçika’da Türk nüfusla bağlantılı olaylar üzerinden alevlendiğini<br />

göstermesi açısından çok önemli bir örnek teşkil etmektedir. Burada<br />

özellikle Belçika’daki Türk sorunları Türk aşırı milliyetçi partileriyle<br />

ilgili genel sorunla bağlantılı olarak ele alınmıştır.<br />

İkinci bir olaysa yakın zamanda <strong>Türkiye</strong>’nin Belçika Büyükelçisi Fuat<br />

Tanlay’ın açıklaması üzerine meydana gelmiştir. Devrimci Halk Kurtuluş<br />

Cephesi ile ilgili bir dava bağlamında 2009 yazında Büyükelçi’nin<br />

Hürriyet’te yayınlanan açıklamasında terörizmin bir gün Belçika’yı da<br />

vuracağı ve o gün “terörizm” kelimesinin anlamının ülkede anlaşılacağı<br />

ifade edilmiştir. 1 Bu birçokları tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve<br />

ciddi şekilde eleştirilmiş bir açıklamadır.<br />

1 RTBF, L’ambassadeur turc souhaite du terrorisme en Belgique, 20 Temmuz 2009.


39<br />

Belçika<br />

<strong>Genel</strong>de Belçika medyası <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda özgün<br />

tartışmalara yer vermekten ziyade başka yerlerdeki tartışmaları<br />

aktarmakta ve onlara atıfta bulunmaktadır. Bu durum özellikle <strong>Avrupa</strong><br />

Komisyonu tarafından yayınlanan ilerleme raporlarının düzenli<br />

algılanmasında ve Nicolas Sarkozy ve Angela Merkel tarafından 2009’da<br />

başlatılan “imtiyazlı ortaklık” konusunun tartışılmasında göze<br />

çarpmaktadır. Dolayısıyla Belçika medyası <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusunda proaktif değil reaktif bir tutum sergilemektedir. Bunun altında<br />

yatan neden birçok kilit <strong>Avrupa</strong> kurumunun merkezini ve “<strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong>’nin başkenti”ni barındıran Belçika’nın kendi ulusal kimliğini<br />

<strong>Avrupa</strong> kurumları ve kimliğinden ayrı tutabilme çabasıdır. Yine de<br />

şaşırtıcı bir biçimde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği boyutunda genişleme konusuna<br />

kamuoyunun bakışı hükümetinkine nazaran daha az olumludur. Bu<br />

durumun bir işareti de %53 gibi ancak küçük bir çoğunluğun daha başka<br />

bir genişlemeden yana oluşunu gösteren Avrobarometre verilerinde<br />

görülmektedir. 2<br />

b- Hükümet<br />

Son dönemdeki Belçika dış politikası ülkenin kendi siyasi durumuna<br />

atıfta bulunmadan açıklanamaz. Parti sisteminin genel bölünmüşlüğü, 3<br />

hükümette süreklilik sıkıntısı ve Flaman ve Valon nüfus arasında artan<br />

gerilimler dış politika konularının hükümette ve diğer ortamlarda ikinci<br />

planda kalmasına neden olmuştur. Bu durum daha yakından<br />

irdelendiğinde 2006’dan bu yana Belçika Krallığı’nda dört hükümetin<br />

görev aldığı görülmektedir: 11 Temmuz 2003’ten 21 Aralık 2007’ye<br />

2 Eurobarometer 71, L’opnion publique dans l’Union Européenne, Bahar 2009, s. 50.<br />

3 Belçika’daki siyasi partiler Flaman ve Valon toplumlar bazında örgütlenmiş olup tüm ülkeyi<br />

kucaklayan bir Belçika partisi mevcut değildir. Başlıca partiler arasında Hıristiyan demokrat<br />

partiler (Hıristiyan Demokratik ve Flaman Partisi ile Centre Démocrate Humaniste), sosyalist<br />

partiler (Socialistische Partij Anders ve Parti Socialiste), liberal partiler (Flaman Liberal<br />

Demokratlar ve Mouvement Réformateur) ve yeşiller (Groen! ve Ecolo) sayılabilir. Bu çerçevede<br />

önemli bir rolü olan oyuncular Flaman ve Valon milliyetçisi partiler Vlaams Belang ve Front<br />

National olup Vlaams Belang 2007’deki genel seçimlerde oyların yaklaşık %11’ini almıştır.


40<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

kadar dört partiden oluşan bir koalisyon olan Verhofstadt II, 21 Aralık<br />

2007’den 20 Mart 2008’e kadar bir ara dönem hükümeti olarak<br />

Verhofstadt III, 20 Mart 2008’den 30 Aralık 2008’e kadar Leterme<br />

hükümeti, ve 30 Aralık 2008’den itibaren Herman van Rompuy<br />

Başbakanlığı’ndaki hükümet. 10 Temmuz 2007 genel seçimlerini takip<br />

eden hükümet kurma süreci Belçika tarihindeki örnekleri arasında en<br />

uzun süreni olmuştur. Bunların yanında geçmişte hükümetteki beş parti<br />

bir çoğunluğa sahip olabilmek için güç paylaşımına gitmekte, dolayısıyla<br />

uzlaşmaların ancak en küçük ortak paydada olabileceği bir ortam<br />

bulunmaktaydı. Bunun bir sonucu olarak hükümetlerin gündemlerinde iç<br />

politika konuları aslan payını almıştır.<br />

Yine de Belçika hükümeti geride kalan dönemde <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong> üyeliğine sıcak bakar bir tavır içindedir. Özellikle 1999’dan<br />

2008’e kadar Belçika Başbakanlığını yürütmüş olan Guy Verhofstadt<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda olumlu bir duruş sergilemiştir ve bu<br />

duruşu biraz daha serinkanlı bir şekilde olmakla birlikte <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu’nda Liberallerin (ALDE) lideri sıfatıyla sürdürmektedir.<br />

Bu olumlu duruş iki kaynaktan beslenmektedir: bir yanda özellikle<br />

Belçika’da yaşayan Türk nüfusla bağlantılı iç politika ve bilhassa<br />

güvenlik konuları gibi ülke içi boyutları olan konular, diğer yanda<br />

Belçika’nın dış politikaları ve <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyesi bir ülke olarak<br />

gündemi. Küçük bir ülke olması nedeniyle Belçika’nın bu bağlamda özel<br />

bir rolü vardır. Bir diplomatın sözleriyle: “Küçük bir ülke olduğu için<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkması bir şeyi değiştirmez.” 4<br />

Dahası Belçika’nın duruşunun altında yatan nedenler tartışmanın yer<br />

aldığı bağlam bazında farklılık gösterebilmektedir. Yine de üç ana başlığı<br />

ayırt etmek mümkündür:<br />

4 Pourqoi les Belges soutiennent la candidature de la Turquie, Le Soir, 08 Aralık 2004.


41<br />

Belçika<br />

(1) Jeopolitik nedenler ve <strong>Avrupa</strong>’nın dünyadaki rolü: Burada<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> ve Ortadoğu, hatta Orta Asya arasında<br />

oynayabileceği köprü rolünün altı çizilmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin Soğuk<br />

Savaş ve sonrasında Rusya’ya doğru muhtemel bir açılım nedeniyle dahi<br />

sorgulanmayan 1951’den bu yana NATO üyesi kimliğiyle sorunlu bir<br />

bölgede bir istikrar unsuru olması beklenmektedir. 5 Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong><br />

uluslararası örgütlerde güvenilir bir ortak olduğunu ispat etmiştir ve<br />

üzerine bir şeylerin bina edilebileceği bir güven atmosferi mevcuttur.<br />

(2) <strong>Avrupa</strong> perspektifinden güvenlik: <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

kurumları ve politikalarına entegrasyonu Belçika hükümetince hem<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki militarist ve köktenci güçlere karşı güvenliği tesis etmenin,<br />

hem de <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin enerji güvenliğini sağlamanın en iyi yolu<br />

olarak görülmektedir. Dolayısıyla iç güvenlik ve ekonominin bir karışımı<br />

enstrümentalist ve rasyonel tercih tabanlı bu gerçekçi duruşun temelini<br />

oluşturmaktadır.<br />

(3) <strong>Türkiye</strong> için bir reform vasıtası sağlamak: Belçika hükümeti aynı<br />

zamanda <strong>Türkiye</strong>’de bir reform ihtiyacını da ön plana sürmekte ve bunun<br />

en önemli sürükleyicisi olarak da genişleme sürecini görmektedir. 6 Bu<br />

bağlamda özellikle insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları konularına<br />

vurgu yapılmaktadır. Yine de azınlıklar konusundaki söylem Flaman-<br />

Valon ilişkileri sorunsalının ön planda olduğu Belçika’da diğer ülkelere<br />

nazaran daha az yer tutmaktadır.<br />

Hükümetin olumlu duruşu yalnızca ülkeyi ilgilendiren güvenlik<br />

nedenlerinin bir harmanından kaynaklanmayıp aynı zamanda işbirliği ve<br />

5 Chambre des Représentants de Belgique, Proposition de Résolution relative à l’adhésion de la<br />

Turquie à l’Union européenne, texte adopté par la Commission des relations extérieures, DOC<br />

502121/004, 10 Aralık 2002.<br />

6 Christen Demokraatisch und Vlaams CD&V, Movement Reformateur (MR), Parti Socialiste<br />

PS, Vlaamse Liberalen ve Democraten Open Vld ile Centre Democratie Humaniste<br />

müzakerecileri arasında ulaşılan koalisyon uzlaşması, 23 Aralık 2007.


42<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ortak değerlerin mevcudiyetinin Belçika ve Türk toplumlarının refahı<br />

için vazgeçilmez olduğu yönündeki kuvvetli görüşten de temelini<br />

almaktadır. Türk kökenli çok sayıda kişinin halen <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

ülkelerinde yaşamakta olduğu göz önünde bulundurulduğunda üyelik<br />

doğal bir gelecek adım olarak görülmektedir. Bu duruş son birkaç<br />

hükümet döneminde şu ya da bu şekilde telaffuz edilmekle birlikte<br />

Belçika hükümetleri aynı zamanda üyelik için öncelikle sağlanması<br />

gereken net koşulların var olduğunu da açıkça ortaya koymuşlardır:<br />

Öncelikle <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin Doğu yönündeki genişlemesinin de<br />

kılavuzu olan Kopenhag kriterlerinin katı bir şekilde uygulanması<br />

gerekmektedir. Bu Belçika açısından özellikle hukukun üstünlüğü, insan<br />

hakları ve sağlıklı sivil-asker ilişkileri konusundaki siyasi kriterlere<br />

vurgu yapılması anlamına gelmektedir. Ayrıca topluluk müktesebatının<br />

tam anlamıyla iç hukuka aktarımına da önem verilmekle birlikte iktisadi<br />

sistemin reform ihtiyacı Belçika hükümeti tarafından daha az dile<br />

getirilmektedir. İkinci bir koşul <strong>Türkiye</strong>’nin Kıbrıs ve Yunanistan ile<br />

arasındaki sorunları çözmesidir. Bu Guy Verhofstadt’ın 2005’te ifade<br />

ettiği gibi müzakereler için kilit önemdedir. 7<br />

Belçika 1 Temmuz 2010’dan itibaren <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Devlet ve<br />

Hükümet Başkanları Konseyi Dönem Başkanlığı’nı elinde<br />

bulunduracaktır. Bu yöndeki hazırlıklar henüz ilk aşamasında olmakla<br />

birlikte hâlihazırda bazı görüş alışverişleri gerçekleştirilmiştir. Bu<br />

bağlamda hazırlık amaçlı belgeler de aynı istikamete işaret etmektedir:<br />

Üyelik kriterleri bağlamında gerçekleşen ilerleme doğrultusunda <strong>Türkiye</strong><br />

ve Makedonya ile müzakereler sürdürülecektir. Yine de Kıbrıs ve insan<br />

7 Fernando Riccardi, Les divergences sur l’adhésion de la Turquie se radicalisent, dans bulletin<br />

Quotidien Europe n° 8861, 07 Ocak 2005, s.3.


43<br />

Belçika<br />

hakları konularındaki ilerlemelerin yetersiz olduğuna dikkat<br />

çekilmektedir. 8<br />

Bir özet vermek gerekirse <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği için lobi<br />

yapan grubun ön saflarında yer almamakla birlikte, Belçika sürekli olarak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini desteklemiş, ancak net standartlar da talep etmiştir.<br />

Bunlara ek olarak Belçika dönemin Dışişleri Bakanı Karel de Gucht’un<br />

20 Ocak 2009’daki sözleriyle <strong>Türkiye</strong> ile bir ortaklık ihtiyacından da<br />

dem vurmuştur: “[…] AB <strong>Türkiye</strong>’ye iyi, hatta eşit, bir muamele<br />

etmemiştir. […] <strong>Türkiye</strong> ile <strong>Avrupa</strong> arasındaki ortaklığın olgunlaşması<br />

vakti gelmiştir. Bu ortaklık kalıcı ve kırılmaz bir bağa dönüşmelidir. […]<br />

<strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong>’nın müttefikidir. <strong>Avrupa</strong> ailesinin ayrılmaz bir parçası<br />

ve aynı değerleri paylaşan bir ülke olarak <strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong>’nın Asya’nın<br />

öne çıkan güçleri ve Ortadoğu’ya köprüsüdür. Dahası, <strong>Türkiye</strong><br />

Müslüman dünyaya açılan bir kapı, ve modernleşme, laiklik ve<br />

demokrasi’nin İslam ile bir arada olabileceğinin en iyi örneğidir.<br />

Kısacası, <strong>Türkiye</strong> dünyanın gelecek yıllarda karşılaşacağı en önemli<br />

mücadelelerde vazgeçilmez bir müttefik olacaktır. Bu nedenle<br />

<strong>Avrupa</strong>’nın korkularını yenmesi ve bu büyük oyunun gerektirdiği ölçüde<br />

büyük düşünüp cömert davranması gerekmektedir.” 9<br />

c- Muhalefet<br />

Belçika’daki muhalefet partileri net bir biçimde <strong>Türkiye</strong>’yi kapsayan<br />

genişleme perspektifi konusunda, üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi<br />

koşuluyla genellikle hükümetin yaklaşımını paylaşmaktadır. Bunun bir<br />

örneği Flaman Yeşiller partisi Groen’in 2007 genel seçimleri için kaleme<br />

aldığı seçim programında <strong>Türkiye</strong>’nin insan hakları ve azınlıklar<br />

8 Sénat et Chambre des représentants de Belgique, Préparation de la présidence belge de l'Union<br />

européenne en 2010 (1), Rapport fait au nom du comité d’avis federal chargé des questions<br />

européennes par Mme Delvaux et M. De Croo, Document législatif n° 4-986/1, 9 Aralık 2008.<br />

9 Karel de Gucht, “An unbreakable bond” (Kırılmaz bir bağ), Europe’s world, 20 Ocak 2009<br />

http://www.europesworld.org/NewEnglish/Home_old/<br />

CommunityPosts/tabid/809/PostID/152/Default.aspx.


44<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

konusundaki kriterleri yerine getirmesi halinde üyelik müzakerelerinin<br />

ileriye gidebileceği yönündeki ifadeler de görülebilir. Bu perspektifte AB<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki reformlara aktif destek sunacaktır. 10<br />

Öte yandan, Belçika siyasetinde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakış homojen<br />

değildir. Özellikle Flaman ve Valon milliyetçisi partiler <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne üyeliği konusuna şiddetli bir karşı duruş<br />

sergilemektedir. Milletvekilleri Francis van den Eynde ve Alexandra<br />

Colen tarafından gündeme getirilen bir siyaset taslağına bakıldığında bu<br />

duruşun temelinde <strong>Türkiye</strong>’nin kültürel kökenlerinin <strong>Avrupa</strong>’da yer<br />

almayışı, Ermenistan, Kürtler ve Kıbrıs konularındaki durum, ülke<br />

topraklarının %97’sinin Asya kıtasında yer alması ile geride kalan 700<br />

yıllık dönemde <strong>Avrupa</strong> kıtası ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki genel düşmanlığın<br />

yattığı görülmektedir. Vlaams Belang ayrıca sivil-asker ilişkilerine de<br />

atıfta bulunmakta ve <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin <strong>Türkiye</strong>’yi bünyesine almakla<br />

Amerika Birleşik Devletlerinin jeopolitik çıkarlarına göre hareket etmiş<br />

olacağını öne sürmektedir. 11<br />

Bu söylemi marjinal bir söylem olarak değerlendirmek Vlaams<br />

Belang’ın ülkenin Flaman kesimindeki potansiyelini küçümsemek olur.<br />

Tam aksine, önceki seçimlerde halkın %11’i, geride kalan dönemde de<br />

hep iyi seçim sonuçları elde eden Flaman milliyetçilere oy vermiştir. Her<br />

ne kadar Belçika siyasetinde şu ana kadar milliyetçi partilere federal<br />

hükümette yer vermeme yönünde bir konsensüs mevcut olagelmişse de<br />

kayda değer sayıda seçmen Vlaams Belang’a oy vermeye devam<br />

etmektedir.<br />

d- Sivil Toplum<br />

10<br />

Groen!, De toekomst begint nu, Programma Groen! voor de federale verkiezingen van, 10<br />

Haziran 2007, s. 113.<br />

11<br />

Belçika Temsilciler Meclisi, Proposition de Résolution relative à la candidature de la Turquie à<br />

l’adhésion à l’Union Européenne, déposée par M. Francis Van den Eynde et Mme Alexandra<br />

Colen, DOC 520286/001, 07 Kasım 2007.


45<br />

Belçika<br />

Belçika şartlarında sivil toplum ele alınırken <strong>Avrupa</strong> kurumlarının<br />

merkezi olarak Belçika’daki sivil toplum tartışmaları ile <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusunda Belçika’nın kendi iç tartışmalarını birbirinden ayrı ele<br />

almak gerekmektedir.<br />

Belçika’da <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> eylemleri ile yakından ilişkili aktörlere<br />

bakıldığında Belçika’nın <strong>Avrupa</strong> Hareketi veya Belçika Genç <strong>Avrupa</strong><br />

Federalistleri tartışmanın aktif katılımcıları arasındadır. Bunların yanında<br />

Belçika’da faaliyet gösteren Kürt ve Ermeni dernekleri gibi “tek konuya<br />

odaklanan STK’lar” da bu tartışmalarda yer almaktadır.<br />

Yine de Belçika’daki sivil toplum <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin genişlemesi<br />

konusunda büyük ölçüde sessiz kalan bir kesim olarak değerlendirilebilir.<br />

Bu durum sendikalar için de geçerlidir.<br />

Bu sessizliğin altında yatan neden basittir: <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile ilgili<br />

konularda Belçika’daki tartışmalar <strong>Avrupa</strong> kurumlarının merkezi<br />

kimliğiyle Brüksel’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ve düşünce<br />

kuruluşlarınca hâlihazırda yeterince ele alınmaktadır. Dolayısıyla bu<br />

tartışmalara ilgi duyan Belçikalılar bu kuruluşlardaki tartışma ve<br />

faaliyetlere katılmakta ve merkezleri Brüksel’de yer alan ulus-aşan sivil<br />

toplum örgütlerinin çalışmalarıyla paralel ulusal yapılar oluşturma<br />

ihtiyacı hissetmemektedirler. Dolayısıyla Belçika sivil toplum<br />

örgütlerinin sessizliğinin altında yatan mantığı ilgisizlik olarak açıklamak<br />

ülkedeki sosyal hayatın farklı katmanları olduğu, ve ancak bunlardan<br />

birinin de <strong>Avrupa</strong> işleri ile ilgili olduğu gerçeğini göz ardı etmek<br />

anlamına gelir. Elbette ki Belçikalıların bakış açısı ile <strong>Avrupa</strong>lı ve<br />

uluslararası bakış açıları birbirinden kolay kolay ayrı düşünülemez.<br />

Belçika sivil toplumunda <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakış halen incelenen<br />

aktöre bağlı olarak farklı sonuçlara ulaştıracak şekilde bir kararsızlık<br />

içindedir.


46<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Sonuç<br />

Belçika’nın AB Dönem Başkanlığı’nı devralacağı 1 Temmuz 2010’a<br />

kadar <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ndeki durum büyük ölçüde değişmiş olacaktır.<br />

Lizbon Anlaşması ile <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ni daha etkin ve daha demokratik<br />

kılmayı amaçlayan yeni bir yasal çerçeve uygulamaya konacaktır. Bunun<br />

uygulaması ve finansal krizin sosyal ve iktisadi sonuçlarıyla mücadele<br />

2010’da <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ni bekleyen başlıca iki sorun olacaktır. Bu<br />

konuların zorluğu ve boyutları göz önünde bulundurulduğunda AB’nin<br />

genişleme konusundaki kararlarının gündemde ön sıralarda yer<br />

almayacağı muhtemeldir. Yine de 2004’teki Doğu <strong>Avrupa</strong>’ya doğru<br />

genişlemeden beri beklenen Anlaşma yapısındaki değişiklikler ile<br />

ekonomik krizin etkilerinden kurtulma umutları <strong>Türkiye</strong>’nin AB içindeki<br />

rolü üzerindeki tartışmaları canlandıracak bir katalizör görevi yapabilir.<br />

Birçok <strong>Avrupa</strong> kurumunun merkezi olarak Belçika’da Komisyon,<br />

Parlamento veya Konsey’de meydana gelen her türlü tartışma sırf coğrafi<br />

yakınlık nedeniyle bile dönem başkanlığının gündemine önemli etki<br />

yapabilecektir. Bu nedenle <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin gündemde önemli bir<br />

kalem haline gelmesi halinde Belçika süreci yavaşlatmaktan ziyade<br />

üyeliği destekler bir tavır sergileyecektir. Yine de tüm dönem<br />

başkanlıklarında olduğu gibi asli faaliyet alanlarını belirlemede çok<br />

sayıda dış etken belirleyici olacaktır. Dolayısıyla beklenmeyen<br />

gelişmeler için hazırlıklı olmak akıllıca bir hareket olacaktır.


Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali *<br />

İtalya<br />

47<br />

İtalya<br />

Öz<br />

İtalya AB ile entegrasyon konusunda <strong>Türkiye</strong>’nin en önemli<br />

taraftarlarından birisidir. Hem merkez sol hem de merkez sağ<br />

hükümetler ticari açıdan anlamlı olduğu ve <strong>Avrupa</strong>’nın dünyadaki<br />

konumunu güçlendirirken AB’yi çeşitliliği daha öne çıkan bir kurum<br />

haline getireceği gerekçesiyle tutarlı bir biçimde <strong>Türkiye</strong> yönünde AB<br />

genişlemesini savunmuşlardır. Yine de siyasi düzeyde partizan görüşler<br />

kamuoyunun genelinin görüşlerini yansıtmamaktadır. Diğer <strong>Avrupa</strong><br />

ülkelerinin kamuoyuna nazaran İtalyanlar bu konuya daha az karşı<br />

dursalar da <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> çabası konusuna yine de şüpheyle<br />

yaklaşmaktadırlar. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü çizmesine<br />

rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf ‘Hıristiyan<br />

kamuoyudur’. İtalya’da kimlik politikalarının net bir dini tınısı mevcuttur<br />

ve İslamofobi etkeni küçümsenmemelidir. <strong>Avrupa</strong>-<strong>Türkiye</strong> ilişkilerinin<br />

geleceğine yönelik sağlıklı tartışmaların önündeki büyük bir engel de bu<br />

konudaki büyük bilgisizliktir. İtalyan medyasının konu ile ilgili verdiği<br />

bilgiler ise çoğu zaman eksik ya da basitleştirme ya da klişeler nedeniyle<br />

çarpık bir görünüm arz etmektedir.<br />

<strong>Giriş</strong><br />

Geleneksel olarak <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile bütünleşme süreci<br />

İtalyan siyasi partileri ile en önemli endüstri ve iş çevreleri arasında<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


48<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

partizan tutumlardan bağımsız bir desteğe mazhar olmuştur. Kasım<br />

2008’de Roma’da gerçekleştirilen son ‘İtalyan-Türk Forumu’ sırasında<br />

İtalyan Dışişleri Bakanı Franco Frattini İtalya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

verdiği kararlı desteği yinelemiştir. 1 <strong>Türkiye</strong>’ye gerçekleştirdiği son<br />

ziyaretinde Başbakan Silvio Berlusconi İtalyan hükümetinin “AB’nin<br />

Çek ve İsveç dönem başkanlıkları ile üyelik sürecini yarı yarıya<br />

kısaltmak için her dönem başkanlığı sırasında açılan müzakere<br />

başlıklarının ikiden dörde çıkarılması için çaba sarf edeceği” 2 sözünü<br />

vermiştir.<br />

Öte yandan yaygın destek bu konuya karşı çıkanların var olmadığı<br />

anlamına gelmez. Diğer <strong>Avrupa</strong> ülkelerinde olduğu gibi kamuoyu<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine muhalif bir eğilim göstermektedir. 3 Dahası<br />

ilgili taraflardan bazıları, ki buna İtalya’nın önde gelen siyasi<br />

partilerinden bazıları da dâhildir, <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye tam entegrasyonu<br />

çabasına karşı çıkmaktadır. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü<br />

çizmesine rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf<br />

zaman zaman çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB’ye kabul<br />

edilmesi konusunda endişelerini dile getiren İtalyan Katolikler’dir.<br />

Siyasi taraflar<br />

İtalyan hükümeti <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin ilk ve önde gelen<br />

savunucuları arasında yer almaktadır. Hem merkez sol hem de merkez<br />

sağ hükümetler bu desteğin İtalya’nın genel dış politika çıkarları ile tam<br />

1<br />

‘Frattini appoggia la Turchia. ‘l’Italia al vostro fianco per l’adesione alla UE’’, La Repubblica, 6<br />

Kasım 2008, s. 26. Yıllar boyu İtalyan-Türk Forumu (‘Forum di dialogo Italo-Turco’) her iki<br />

ülkenin siyasi, ekonomik ve entelektüel elitlerini ortak ilgi konuları ve iki tarafı da ilgilendiren<br />

konuları tartışmak üzere bir araya getirmektedir.<br />

2<br />

F. Rizzi, ‘Berlusconi: ‘Russia provocata. E la Turchia subito in Europa’, Il Messaggero, 13<br />

Kasım 2008, s. 1.<br />

3<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine kamuoyunda verilen destek 2004’teki %74 seviyesinden 2006’da<br />

%49’a ve 2007’de %42’ye düşmüştür. Bkz. E. Alessandri ve E. Canan, ‘Mamma Li Turchi!: Just<br />

an Old Italian Saying’, N. Tocci (der.) Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated<br />

Communication Strategy, Quaderni IAI, Aralık 2008,<br />

http://www.iai.it/sections_en/pubblicazioni/iai_ quaderni/Indici/quaderno_E_13.htm


49<br />

İtalya<br />

bir tutarlılık içinde olduğu görüşüne sahiptir. İkinci Dünya Savaşı’ndan<br />

bu yana İtalya Atlantik ve <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesine büyük ölçüde olumlu<br />

ve birbirini destekleyen eğilimler gözüyle bakmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB’ye katılmasına izin vermek Ankara’nın Batı’nın güvenliğine yaptığı<br />

kritik katkı göz önünde bulundurulduğunda neredeyse tabii bir gelişme<br />

olarak görülmektedir.<br />

2007’de geçmiş başbakanlardan Massimo D’Alema İtalyan merkez<br />

sol bakış açısından <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemenin başlıca<br />

nedenlerini iyi bir şekilde özetlemiştir: 1- İtalya ve <strong>Türkiye</strong>’nin ortak<br />

“Akdeniz kimliği” ve AB’nin ağırlık merkezini orta ve doğu <strong>Avrupa</strong>’dan<br />

güney <strong>Avrupa</strong>’ya kaydırma arzusu; 2- <strong>Türkiye</strong>’nin özellikle enerji nâkil<br />

hatları konusunda Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki<br />

“merkez” konumu; 3- <strong>Türkiye</strong>’nin İslam ile laik ve demokratik kurumları<br />

bir araya getirmede başarılı bir örnek oluşu, ve 4- <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin<br />

AB’nin “kendisini ‘dışlayıcı’ bir kimliğe göre mi, yoksa açık bir siyasi<br />

proje olarak mı tanımladığı” konusunda önemli bir test oluşturması. 4<br />

Halen hükümetteki merkez sağ partilerse diğer etkenleri<br />

vurgulamaktadır: 1- <strong>Avrupa</strong>’nın NATO üzerinden ABD ile stratejik<br />

ortaklığının devamının güvencesi olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği; 2- Ticaret<br />

ve yatırım için çekici bir pazar ve İtalya için kilit bir ticari ortak olarak<br />

<strong>Türkiye</strong> (bu iş dünyası perspektifi özellikle başbakan Silvio Berlusconi<br />

tarafından vurgulanmaktadır) 5 ; 3- <strong>Avrupa</strong>’daki diğer muhafazakâr<br />

partilerin (örneğin Birleşik Krallık’taki) görüşlerinin bir yansıması olarak<br />

siyasi ve sosyal <strong>Avrupa</strong> projesini “sulandıracak” ve bir “uluslar<br />

<strong>Avrupa</strong>sı” ihtimalini kuvvetlendirecek bir araç olarak <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği. Ayrıca merkez sol görüşlere benzer biçimde (ancak muhtemelen<br />

4<br />

M. D’Alema, ‘L’Italia alleato critico della Turchia in Europa’, Il Sole 24 Ore, 13 Haziran 2007,<br />

s.1.<br />

5<br />

Bkz. E. Alessandri, “Fare Italia nel Mondo” Proje Direktörü Paolo Quercia ile mülakat,<br />

Fondazione FareFuturo, 8 Mayıs 2008.


50<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

daha az vurgu yaparak) merkez sağ da <strong>Türkiye</strong>’nin Orta Doğu ve<br />

Müslüman dünyaya bir köprü vazifesi yapabileceği görüşüne yer<br />

vermektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin tam üyeliğine şüpheyle bakan siyasi taraflar arasında<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki etnik azınlıkların içinde bulunduğu güç durum ve insan<br />

hakları alanındaki sorunlu geçmişin altını çizen İtalya’nın Komünist<br />

partileri yer almaktadır. Yeniden Kurulmuş Komünistler Partisi (PRC)<br />

geleneksel olarak <strong>Türkiye</strong>li Kürtlerin siyasi amaçlarını ve iddialarını<br />

desteklemiştir. Geçen sene PRC web sitesinde Demokratik Toplum<br />

Partisi (DTP) temsilcisi Fayik Yağızay’ın <strong>Türkiye</strong>’nin 13 ilinde DTP’ye<br />

karşı polis operasyonlarını yalnızca “pasif ve demokratik Kürt<br />

mücadelesini” değil aynı zamanda “demokrasi, insan hakları ve<br />

örgütlenme özgürlüğünü” de tehdit eden bir siyasi fiil olarak niteleyen<br />

mektubu yayınlanmıştır. 6 2009 <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Seçimleri için<br />

oluşturulan PRC platformu “Kürt sorununa siyasi bir çözüm ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin askeri baskılara son verip gerçek bir müzakere sürecini<br />

başlatmasını istemiştir”. 7<br />

İtalyan Komünistleri Partisi (PDCI) AB’nin <strong>Türkiye</strong> ile<br />

müzakerelerinin altında yatan vizyonun vatandaşlar ve emekçilerin<br />

haklarını koruyan sosyal ve siyasi AB idealinin aksine “pazar ve<br />

sermaye” <strong>Avrupa</strong>sı olduğunu iddia etmektedir. Dahası PDCI <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği elde ettikten sonra ‘ABD’nin Truva Atı’ gibi bir rol oynayarak<br />

AB’nin gerçekten bağımsız bir dış politika geliştirmesini<br />

engelleyebileceği uyarısını yapmaktadır. Tüm bunlar PDCI Dış İlişkiler<br />

6 ‘Elezioni In Turchia. Una pericolosa operazione contro il DTP’, 14 Nisan 2009,<br />

Rinfondazione.it http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5541/ 296/ (son erişim tarihi<br />

11-09-2009)<br />

7 ‘Programma Unitario per le Elezioni Europee’, Rifondazione.it, 9 Nisan 2009,<br />

http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5478/481/ (son erişim tarihi 11-09-2009)


51<br />

İtalya<br />

sözcüsü Iacopo Venier’in “<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye alınmasına karşıyız” 8<br />

ifadesinin temelini teşkil etmektedir.<br />

Eleştirel tutumlarına rağmen bu partiler üyelik müzakereleri ile<br />

birlikte daha ciddi bir siyasi tartışmanın da gerçekleşmesi halinde şu anki<br />

tutumlarını değiştirmeyi düşünebileceklerini ifade etmektedir. Nitekim<br />

Komünist partiler kendilerinin de tümüyle benimsediği etnik ve dini<br />

açıdan zengin kimliğini <strong>Avrupa</strong>’nın kabul etmesinin son derece önemli<br />

olduğunun altını çizmektedir. Bugün için PRC ve PDCI tam üyeliğe bir<br />

alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık” kavramını destekler görünmekte ve<br />

Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin <strong>Türkiye</strong>’yi de içerecek bir<br />

“Akdeniz <strong>Birliği</strong>” önerisini ilgi ile takip etmektedir.<br />

Üyeliğe kararlı bir biçimde karşı çıkanlarsa Kuzey <strong>Birliği</strong> (NL) ve La<br />

Destra’dır. Her ikisi de <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine esasen din, kimlik ve<br />

‘kültür’ nedenleri ile karşı çıkmaktadır. La Padania gazetesinde yakın<br />

tarihte yayınlanmış bir makalede NL <strong>Türkiye</strong> konusundaki tavrını şöyle<br />

özetlemektedir: “[<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı duruşun] çeşitli özel<br />

nedenlerini (insan hakları konusundaki sorunlar, Ermeni soykırımının<br />

reddedilmesi, azınlık hakları ihlalleri, yetersiz dini özgürlükler,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Irak’taki askeri varlığı, Kuzey Kıbrıs’ın askeri işgali) ikinci<br />

plana atmaksızın hem coğrafi, hem de kültürel ve sosyal açılardan<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin bir <strong>Avrupa</strong> ülkesi olmadığı ve dolayısıyla <strong>Avrupa</strong> ülkelerinin<br />

bir <strong>Birliği</strong>’ne alınamayacağı açıkça ifade edilmelidir”. 9<br />

NL’nin mevcut hükümetin önemli unsurları arasında bulunduğunu ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik sürecini başarıyla tamamlayabilmesi halinde<br />

referanduma başvurma tehdidini mükerrer defalar dile getirdiğini not<br />

8 I. Venier, ‘Turchia: Testa in Europa’, Iacopovenier.it, 8 Haziran 2007,http:/<br />

/www.iacopovenier.it/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=391&pagenum<br />

=4&mode=thread&order=0&thold=0 (son erişim tarihi 11-09-2009)<br />

9 ‘No all’ingresso della Turchia in Europa’, Giornale Elettorale Europee 2009, Mayıs 2009, s. 2,<br />

http://www.leganord.org/elezioni/2009/propaganda/Giornale_ elettora_europee09.pdf.


52<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

düşmek gereklidir. Son <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimlerinde NL aldığı<br />

oyları ikiye katlamış (2004’te %5’ten 2009’da %10,2’ye) ve İtalya’nın<br />

kuzeyindeki zengin kesimlerinde %20’nin üzerinde rakamlara ulaşmıştır.<br />

La Destra lideri Francesco Storace’nin sözleri İtalyan aşırı sağının<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki tutumunu iyi bir şekilde özetlemektedir. Storace<br />

yakın bir tarihte <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin AB fonlarını İtalya’nın<br />

güneyinden <strong>Türkiye</strong>’nin de bir parçasını teşkil ettiği <strong>Avrupa</strong>’nın<br />

Güneyine kaydıracağını iddia etmiştir. <strong>Türkiye</strong>’ye AB üyeliğinin<br />

verilmemesi “<strong>Avrupa</strong>’nın Hıristiyan kökenlerini korumanın” anahtarıdır:<br />

“Çok kültürlülüğü reddediyoruz”. 10<br />

Bu tablo İtalyan siyasetinde evvelden <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini<br />

destekleyen kesimlerin bu konudaki şevkini son yıllarda yitirdiği bulgusu<br />

ile daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Bu tür bir trendi<br />

açıklayabilecek etkenler arasında (son ekonomik krizin patlak vermesi ile<br />

daha da derinleşen) <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne kuşkucu bakış (Euroscepticism) ve<br />

İtalyan muhafazakârları arasında İtalya’nın günümüzün küreselleşen<br />

dünyasındaki işlevinin dini ve kültürel kimlikler başta olmak üzere tehdit<br />

altındaki kimliklerin “müdafaası” olduğu şeklindeki yaygınlaşan görüşü<br />

de saymak mümkündür. 11 Merkez sağ siyasi liderler iç ve dış politikada<br />

Hıristiyan değerlerin merkezi rolüne mükerrer atıflarda bulunmaktadır.<br />

İtalya’nın Hıristiyan kimliğine yeniden yapılan güçlü vurgu bugüne<br />

kadar hiçbir partinin <strong>Türkiye</strong> konusundaki resmi tutumunu önemli ölçüde<br />

değiştirmemiştir. 12 Öte yandan Özgürlük Halkı (İtalya’nın yeni kurulmuş<br />

merkez sağ partisi) içinde konuya şüpheyle yaklaşanların güç<br />

10<br />

‘Ue: Turchia; Storace, rifiutiamo multiculturalità’, Storace.it, 5 Mayıs 2009,<br />

http://www.storace.it/tag/turchia/ (son erişim tarihi 11-09-2009)<br />

11<br />

Bkz. M. Pera ve J. Ratzinger, Senza Radici. Europa, relativismo, cristianesimo, Islam, Milano,<br />

Mondatori, 2004. Ayrıca bkz. M. Veneziani, Contro i barbari. La civilità e i suoi nemici, interni<br />

ed esterni, Milano, Frecce, editore Mondadori, 2006.<br />

12<br />

E. Alessandri, İtalyan filozof ve Hıristiyan Demokratlar <strong>Birliği</strong> Başkanı Rocco Buttiglione ile<br />

mülakat, 12 Haziran 2008.


53<br />

İtalya<br />

kazanmakta olduğu anlaşılmaktadır. 13 Unione dei Democratici Cristiani e<br />

di Centro (Hıristiyan ve Merkez Demokratları <strong>Birliği</strong>) içinde çok sayıda<br />

kişi din ve kimlik esasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine katı bir şekilde karşı<br />

çıkmaktadır.<br />

Büyük bir ‘AB’de <strong>Türkiye</strong>’ye yer yok’ hareketinin yükselişinin aksi<br />

yönünü işaret eden çok sayıda etken de mevcuttur. Bunlardan ilki Papa<br />

16. Benedict’in önceki çekinceleri konusunda attığı geri adımdır. 14<br />

İkincisi, özellikle merkez sağ liderlerce dile getirilen ve <strong>Türkiye</strong> ile AB<br />

arasında daha yakın ilişkileri destekleyen güçlü ekonomik ilişkilerin<br />

mevcudiyetidir. Üçüncüsü, bazı İtalyan muhafazakârları <strong>Türkiye</strong>’deki<br />

iktidar partisi AKP’yi kendi partilerine oldukça yakın görmektedirler.<br />

Hıristiyan ve Merkez Demokratları <strong>Birliği</strong> Başkanı olan ve İtalyan<br />

Katolikleri arasında <strong>Türkiye</strong> konusuna soğuk bakanların önünde gelen<br />

Rocco Buttiglione <strong>Avrupa</strong> Halk Partisi ile AKP arasında kurulan yapıcı<br />

diyalogun mimarı olduğunu iddia etmektedir. 15<br />

İktisadi Taraflar<br />

İtalya 2008 yılında <strong>Türkiye</strong>’nin üçüncü büyük ticaret ortağı idi. 16<br />

2006’da <strong>Türkiye</strong>’deki İtalyan doğrudan yabancı yatırımlarının 4,4 milyar<br />

ABD doları (USD) düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Yatırımlar<br />

2008’de neredeyse üç katına çıkmıştır. 2009’da yatırımların daha da<br />

büyüyeceği tahmin edilmektedir. Halen 700’den fazla İtalyan firma ve<br />

şirketi <strong>Türkiye</strong>’de yatırım yapmakta ya da doğrudan faaliyet<br />

göstermektedir. İtalya’nın <strong>Türkiye</strong>’den ithal ettiği ürünler genellikle deri,<br />

13<br />

E. Alessandri, Vekiller Kamarasında Hıristiyan Demokratlar <strong>Birliği</strong> grubu geçmiş<br />

başkanlarından Luca Volontè ile mülakat, 3 Nisan 2008; E. Alessandri, L’Espresso Group’tan<br />

Vatikan uzmanı Sandro Magister ile mülakat, 6 Mayıs 2008; E. Alessandri, Il Giornale’den<br />

Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008.<br />

14<br />

Bkz., ‘Cardinal Ratzinger : Identifier la Turquie à l’Europe serait une erreur’, Le Figaro, 13<br />

Nisan 2004, s.3<br />

15<br />

E. Alessandri, Rocco Buttiglione ile mülakat, a.g.e.<br />

16<br />

Istituto Nazionale per il Commercio Estero (ICE), Odak ülke: <strong>Türkiye</strong>, 4 Aralık 2008,<br />

http://mefite.ice.it/CENWeb/ICE/News/ICENews.aspx?cod=8969 &Paese=52&idPaese=52.


54<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

yün, giysi ve ayakkabı olup makine ve elektronik eşya ithalatı da artış<br />

göstermektedir. İtalya ise <strong>Türkiye</strong>’ye plastik ve metal ürünleri, tarımsal<br />

ürünler, ileri teknoloji ürünleri ve tipik İtalyan ürünlerini (“made in<br />

Italy”) ihraç etmektedir. Ticaret dengesi İtalya’dan yana olagelmiştir.<br />

Ticaret hacminin kayda değer olduğu ekonomik sektörler arasında enerji,<br />

özellikle de doğal gaz iletimi, asli konuma gelmektedir. Biyo ve nano<br />

teknolojiler de ticaret hacminin hızla büyüdüğü alanlar arasındadır.<br />

Daha Ankara AB üyeliği yoluna girmeden önce dahi <strong>Türkiye</strong> İtalya<br />

için önemli bir pazar teşkil etmekteydi. İtalyan iş dünyasının en güçlü<br />

aile ve grupları İtalyan hükümetine 1960’lardan beri Türk ekonomisine<br />

daha büyük bir açılım yapılması için baskı yapmakta ve <strong>Avrupa</strong><br />

Topluluğuna <strong>Türkiye</strong> ile bir gümrük birliği anlaşması yapılması talebini<br />

ileten ilk kesimler arasında yer almaktadır.<br />

İtalyan sanayini temsil eden başlıca örgüt olan Confindustria’nın<br />

önceki başkanlarından Luca Cordero di Montezemolo yakın bir tarihte iş<br />

adamı gözüyle “<strong>Türkiye</strong> zaten <strong>Avrupa</strong>’dadır” diye belirtmiştir. 17<br />

İktisadi alanda önemli taraflar arasında ENI ve ENEL gibi İtalya’nın<br />

önde gelen bazı enerji şirketlerini, Unicredit gibi İtalya’nın en önemli<br />

bankacılık firmalarını, Telecom gibi telekomünikasyon şirketlerini ve<br />

Finmeccanica gibi havacılık, uzay ve savunma sanayi firmalarını saymak<br />

mümkündür. İtalya’nın önde gelen otomotiv şirketi FIAT <strong>Türkiye</strong><br />

pazarına daha 1920’lerde girmiştir. 1968’de FIAT Koç Grubu ile bir iş<br />

ortaklığına gitmiş ve bu Bursa’da halen FIAT’ın “dünya otomobili”<br />

Palio’nun üretildiği Tofaş tesislerinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. La<br />

Repubblica AUTO’dan gazeteci Enrico Franceschini’nin deyimiyle<br />

17 ‘Italia Turchia: Montezemolo, per imprese Ankara già in UE’, Kataweb News, 8 Kasım 2007,<br />

http://news.kataweb.it//item/374601/italia-turchia-montezemolo-per-imprese-ankara-gia-in-ue.


55<br />

İtalya<br />

“FIAT’ta insanlar <strong>Türkiye</strong>’yi İtalya’nın bir şekilde Orta Doğu’ya doğru<br />

kaymış bir parçası olarak düşünürler.” 18<br />

İki ülke arasında İtalya’nın bazı stratejik sektörlerini de içeren bu<br />

güçlü ve dallı budaklı ekonomik bağlar <strong>Türkiye</strong>’nin hızlı bir şekilde<br />

AB’ye üye olmasını ciddi bir biçimde destekleyen bir “İtalyan ekonomik<br />

lobisinin” varlığını açıklayabilir.<br />

Bu bağlantıyı teyit edercesine İtalya’nın 22 Mayıs 2008’de İstanbul’da<br />

Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Tunus’ta da yatırım fırsatları yaratma<br />

amaçlı “Akdeniz Planına” imza koyduğunu not düşmek gerekir. İktisadi<br />

Kalkınma Müsteşarı Adolfo Urso tören sırasında bu ekonomik kriz<br />

döneminde dahi Türk pazarının İtalyan firmalara açık kalmasının<br />

öneminin altını çizmiştir. 19<br />

Öte yandan İtalya’dan bazı iktisadi taraflar da <strong>Türkiye</strong>’nin AB tam<br />

üyeliğine çok sıcak bakmamaktadır. Bu durum özellikle tarım sektöründe<br />

faaliyet gösteren bazı firmalar için geçerlidir. <strong>Türkiye</strong> ile 1996’da<br />

yürürlüğe giren Gümrük <strong>Birliği</strong> tarım ürünlerini kapsamamaktadır.<br />

İtalyan ve Türk tarımsal sektörleri arasında çok sayıda benzer nokta<br />

bulunduğu göz önüne alındığında İtalyan tarafında <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğinin İtalya’nın rekabetçiliğini olumsuz yönde etkileyebileceği<br />

endişeleri görülmektedir. Aynı durum <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği ile doğacak<br />

Ortak Tarım Politikası için ayrılan AB bütçesinin yeniden dağıtılması<br />

gereği için de geçerlidir. 20<br />

İtalyan iktisadi tarafları hakkındaki değerlendirme sendikalara yer<br />

vermeden tamamlanmış sayılamaz. Sendikaların görüşü <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

18<br />

E. Franceschini, ‘La scommessa della Turchia’, La Repubblica, Temmuz 1999,<br />

http://www.repubblica.it/online/auto_prima/fiat100anni/otto/otto.html; A. Ferigo, FIAT Yetkilisi<br />

ile mülakat, Mayıs 2008.<br />

19<br />

C. Antonelli, ‘Interview to Vice-Minister Urso’, LiberoMercato, 24 Mayıs 2009, s. 27.<br />

20<br />

E. Alessandri, Coldiretti Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Maurizio Reale ile mülakat, 17 Nisan<br />

2008.


56<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

üyeliğinden yana gibi görünmekle birlikte bu olumlu bakış Türk işgücü<br />

pazarını düzenleyen kuralların takviyesi ve Türk işçileri için daha fazla<br />

haklar getirilmesi koşuluna bağlıdır. “<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılmasından<br />

yanayım” diyen FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani “çünkü bir<br />

sendikacı olarak tecrübelerimle Türk toplumunun çıkarlarının ölçek ve<br />

kapsamdaki bazı farklılıklar dışında İtalyanlarla aynı olduğunu<br />

anladım” 21 diye konuşmaktadır. Cipriani’ye göre “üyelik ancak iktisadi<br />

standartların yanı sıra sosyal standartların da yakalanması durumunda<br />

gerçekleşebilir […] sendikalar önceden belirlediğimiz yönde çaba sarf<br />

etmeye devam edecektir: heyetlerce gerçekleştirilen ziyaretler, eğitim<br />

faaliyetleri, ortak kampanyalar ve dayanışmanın dışavurumu”.<br />

Medya<br />

Medya AB’nin genişlemesi konusu da dâhil olmak üzere birçok<br />

konuda kamuoyunun yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.<br />

Öte yandan İtalyan kamuoyu çoğu zaman eksik ya da yanlış bilgilere<br />

sahip ve hem <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği süreci hem de modern <strong>Türkiye</strong><br />

hakkında temel bilgilerden yoksun bir görünüm çizmektedir. 22 Bu<br />

konularda bilgi bazlı bir tartışmanın olmamasının sonuçları arasında<br />

yanlış algıların, klişeleştirmelerin ve önyargıların kök salması sayılabilir.<br />

İtalya Vekiller Meclisi (İtalyan parlamentosunun alt kanadı) Başkanı<br />

Gianfranco Fini Ankara’daki mevkidaşına Ekim 2008 sonunda bir<br />

ziyarette bulunmuş ve sorunu açıkça kabul edip <strong>Türkiye</strong> konusundaki<br />

tartışmaya zarar veren tüm önyargıların bir kenara bırakılmasını<br />

istemiştir. Fini “<strong>Türkiye</strong> çaba göstermektedir ve AB de Ankara’nın bu<br />

21 A. Ferigo, FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani ile mülakat, 12 Mayıs 2008.<br />

22 E. Alessandri, Messaggero Veneto’dan Associazione Europa Cultura Başkanı Giampaolo<br />

Carbonetto ile mülakat, 21 Nisan 2008; E. Alessandri, Sabah Roma muhabiri Yasmin Taşkın ile<br />

mülakat, 7 Mayıs 2008.


57<br />

İtalya<br />

çabalarına önyargısız ve dürüst bir bakış açısıyla yaklaşmalıdır” 23<br />

demiştir.<br />

Özellikle yakın geçmişte <strong>Türkiye</strong>’den haberler genellikle ülkenin laik<br />

bir demokrasi olarak geleceğine ilişkin belirsizliklere odaklanmakta idi<br />

(örneğin 2006’da Don Andrea Santoro’nun <strong>Türkiye</strong>’de öldürülmesi,<br />

2007’deki türban tartışmaları ve 2008’de AKP’ye yönelik kapatma<br />

davası). Burada ilgi çekici olan haberlerin kendinden ziyade veriliş<br />

şekilleridir. Öncelikle <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini destekleyen siyasi<br />

partilere yakın gazeteler dahi son zamanlarda <strong>Türkiye</strong>’deki iç gelişmelere<br />

ilişkin endişeleri dile getiren makaleler yayınlamakta ve bazen de bu<br />

gelişmeleri süregiden bir dini radikalleşmenin işareti olarak<br />

sunmaktadırlar. Bu durum Il Giornale ve Libero gibi muhafazakâr<br />

gazeteler için geçerlidir. 24 İkincisi, <strong>Türkiye</strong>’deki iç gelişmeler<br />

konusundaki endişeler henüz <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği ve <strong>Avrupa</strong>’daki<br />

geleceği konusuna sistematik biçimde yansıtılmamıştır.<br />

Eğer bu ikinci durum gerçekleşirse “<strong>Türkiye</strong> sorunu” dinle ilgili<br />

konuların yukarıda da ifade edildiği gibi daha dikkat çekici bir konuma<br />

geldiği ve göç gibi tartışmalı konulara da dini bir perspektiften<br />

yaklaşıldığı daha geniş bir iç tartışmanın bir parçası haline gelebilir.<br />

İçişleri Bakanlığı’nca yaptırılan bir ankette İtalyanların çoğunluğunun<br />

“Müslüman göçünün” İtalya’da diğer grupların göçlerinden daha fazla<br />

sorun yarattığını düşündüğü sonucunu ortaya koymaktadır. 25<br />

<strong>Türkiye</strong> konusunun bu tartışmanın bir parçası haline gelip<br />

gelmeyeceği sorusunun yanıtı halen çok net değildir ve İtalyan<br />

23<br />

A. Pannullo, ‘Fini: ‘L’Unione Europea dica no ai pregiudizi’’, Il Secolo d’Italia, 1 Kasım,<br />

2008, s. 6.<br />

24<br />

Bkz. Il Giornale’den F. Facci’nin makaleleri ile R. Camilleri, ‘Quell’omicidio allontana la<br />

Turchia dall’Europa’, Il Giornale 27 Ocak 2007, s.10. Ayrıca bkz. C. Taormina, ‘Sulla Turchia<br />

nella UE l’Italia dia ascolto alla lezione di Sarkozy’, Libero, 31 Ağustos 2007, s.11.<br />

25<br />

Bkz. Ministero dell’Interno, Report, 29 Nisan 2008, http://www.interno.it/<br />

mininterno/export/sites/default/it/assets/files/15/0673_Rapporto_immigrazione_BARBAGLI.pdf


58<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

kamuoyunun dini konularda özellikle hassas kesimlerini nitelemekte<br />

faydalı olan bir etiketle “Hıristiyan kamuoyunun” tepkisi büyük ölçüde<br />

belirleyici olacaktır. Hıristiyan kamuoyu İtalya’da önemli ölçüde<br />

etkilidir, İtalyan medyasında (gazeteler, TV) yaygın biçimde temsil<br />

edilmektedir ve üyeleri arasında <strong>Avrupa</strong>’nın siyasi geleceğini Hıristiyan<br />

bakış açısından yorumlayan lider ve aydınlar yer almaktadır. Bu kesimin<br />

görüşlerinin belki de geri dönülemez bir şekilde konsolidasyonunu<br />

tetikleyebilecek bir etken Vatikan’ın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine muhalefetidir.<br />

Daha önce de belirtildiği üzere son dönemde Papa’nın bu konudaki<br />

tutumu daha olumlu hale gelmiştir. 26 Il Messaggero’dan Franca<br />

Giansoldati’nin ifadesiyle “Papa’nın arzuladığı şey <strong>Türkiye</strong>’de Hıristiyan<br />

kilisesinin resmi statüsünün tanınmasıdır […] ki bu halen<br />

gerçekleşmemiş ve dolayısıyla Vatikan ve Türk makamları arasında<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB ile müzakereleri bağlamında pazarlık konusu olan bir<br />

mevzudur. 27<br />

Sivil Toplum<br />

İtalyan tarafların resmini tamamlamak üzere İtalyan STK’ları ve<br />

<strong>Türkiye</strong> üzerine veya <strong>Türkiye</strong>’de faaliyet gösteren uluslararası STK’ların<br />

İtalya’daki kollarını da ele almak gerekir.<br />

İtalyan STK’ları genel hatlarıyla <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği yönündeki<br />

nihai hedefini destekler bir tutumdadır. Öte yandan birçok STK ne üyelik<br />

müzakerelerinin bugünkü durumu, ne de muhtemel sonuçları konusunda<br />

resmi bir tavır dile getirmeye sıcak bakmamaktadır. Dahası, birçoğu<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin mevcut durumunun halen AB standartlarına ulaşmaktan uzak<br />

olduğunu vurgulamaktadır. İnsan haklarının korunması alanında ve<br />

çocukların, kadınların ve etnik azınlıkların durumları hakkında endişeler<br />

26<br />

Bkz. ‘Cardinal Ratzinger: Identifier la Turquie à l'Europe serait une erreur’, a.g.e. Ayrıca bkz.<br />

E. Alessandri, Il Giornale’den Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008.<br />

27<br />

E. Alessandri, Il Messaggero’dan Vatikan uzmanı Franca Giansoldati ile mülakat, 22 Mayıs<br />

2008.


59<br />

İtalya<br />

dile getirilmektedir. Uluslararası Af Örgütü İtalya şubesi sözcüsü Richard<br />

Noury “2009 raporumuzda ortaya konduğu gibi işkence ve kötü<br />

muamelenin polise bildiriminde, mültecilerin ülkelerine geri<br />

gönderilmesinde … ve kadınlara yönelik şiddette artış gözlemledik” 28<br />

ifadesini kullanmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren Un Ponte Per gibi<br />

İtalyan STK’ları sıklıkla Kürtlere yönelik şiddetin artışına vurgu<br />

yapmaktadır. 29<br />

Çevre sorunları da bir endişe kaynağı olarak sıklıkla dile<br />

getirilmektedir. Greenpeace-İtalya’dan Laura Cerani üyelik sürecinin<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’nin çevre ile ilgili standartlarını yükseltme yönünde bir<br />

rol oynayacağı ümidini dile getirmiştir. 30<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki faaliyetleri ile ilgili olarak İtalyan STK’lar misyonlarını<br />

tam ve özgürce yerine getirmekte karşılaştıkları zorluklardan şikâyet<br />

etmektedirler. Özellikle STK’lar ve yerel polis ve bazen de Ordu<br />

arasındaki ilişkiler çetrefilli bir hal alabilmektedir (bilhassa ülkenin<br />

güneyinde faaliyet gösteren STK’lar için). Bir diğer sorun da bilgi ve veri<br />

toplamanın her zaman mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Un<br />

Ponte Per’den Matteo Pasini Kürt göçleri konusunda 1990’larda bir<br />

belgesel hazırlarken Diyarbakır’da polis tarafından saatlerce gözaltında<br />

tutulup sorgulandığını ifade etmiştir. 31<br />

Son olarak, <strong>Türkiye</strong> konusundaki iç tartışmalarda, STK’lar İtalyan<br />

sivil toplumunun <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyelik süreci konusunda ciddi bilgi<br />

sahibi olmadığını kabul etmektedirler. <strong>Türkiye</strong>’de faaliyet gösteren<br />

STK’lar arasında yetersiz bir işbirliği ve bunlar ile İtalyan STK’larının<br />

28 S. Sali, Uluslararası Af Örgütü-İtalya’dan Richard Noury ile mülakat, 11 Haziran 2009<br />

29 S. Sali, Un Ponte Per’den Matteo Pasini ile mülakat, 12 Haziran 2009.<br />

30 S. Sali, Greenpeace İtalya’dan Laura Cerani ile mülakat, 16 Haziran 2009.<br />

31 S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e.


60<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

bütünü ve daha geniş ölçekte de İtalyan sivil toplumu arasında kısıtlı<br />

bilgi alışverişi bu konuda kısıtlayıcı rol oynamaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong> konusunda İtalya’daki tartışmaların bilgi bazlı ve canlı olup<br />

olmadığı sorulduğunda çoğu STK bu konudaki memnuniyetsizliklerini<br />

dile getirmektedir. Yukarıda adı geçen Matteo Pasini’nin ifadesiyle<br />

“tartışma durumun gerçek anlamıyla anlaşılması için gereken doğru bilgi<br />

unsurlarını içermemekte ve böylece kamuoyunun doğru ve nesnel bir<br />

yargıya varabilmesini imkânsız kılmaktadır”. 32 İtalyan Af Örgütü de<br />

yanlış algıların ve önyargıların tartışmada ve medyadaki yankılarında<br />

ziyadesiyle yer bulduğundan dem vurmaktadır.<br />

Sonuç<br />

İtalya <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda başlıca destekçileri arasında<br />

olagelmiştir. Bu desteğin geri çekilmesi çok olası görünmemektedir. Öte<br />

yandan <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin getireceği iktisadi ve jeopolitik faydaları<br />

kabule hazır siyasi taraflar arasında dahi bu konuya şüpheyle yaklaşanlar<br />

artış göstermektedir. Kamuoyu <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine gittikçe daha<br />

fazla karşı çıkar bir çizgi izlemektedir. Problemin kökeninde din ve<br />

kimlik konularının yattığı görülmektedir. İş dünyası üyeliği şiddetle<br />

desteklemekle birlikte bazı sektörler rekabet güçlerinde yaşayacakları<br />

muhtemel bir gerileme konusundaki endişelerini saklamamaktadır.<br />

Günümüz <strong>Türkiye</strong>’si hakkındaki temel bilgilerden yoksunluk ve<br />

önyargılarla yanlış algılamaların mevcudiyeti İtalya’da <strong>Türkiye</strong> hakkında<br />

gerçek anlamda açık ve yapıcı bir tartışmanın başlamasının önündeki<br />

engellerdir.<br />

32 S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e.


Eduard Soler i Lecha, Irene García*<br />

İspanya<br />

61<br />

İspanya<br />

<strong>Giriş</strong><br />

İspanyol-Türk ilişkileri son derece sağlıklı bir seyir arz etmektedir.<br />

Uluslararası bağlamda her iki ülkenin de 2004’ten beri Medeniyetler<br />

İttifakı gibi çalışmalarda nasıl işbirliği yaptığı görülmüştür. <strong>Avrupa</strong><br />

gündemi söz konusu olduğunda ise İspanya <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye girişini<br />

tümüyle desteklemekte ve bu ülkeye karşı ayrımcı bir yaklaşımı tümüyle<br />

reddetmektedir. İkili düzeyde ise ilk Nisan 2009’daki Üst Düzey<br />

Toplantı’nın düzenlenmesinden bu yana ilişkiler en üst düzeyde<br />

seyretmektedir.<br />

Almanya ve Fransa gibi diğer devletlerin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusunda tereddütlerini sergilediği bir dönemde İspanya üyeliği en çok<br />

destekleyen ülkelerden biri olarak göze çarpmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine verdiği destek net ve tutarlı bir şekilde sürmektedir. İspanyol<br />

siyasetçi ve diplomatlara bu durumun altında yatan neden sorulduğunda<br />

şu sebepler dile getirilmektedir: <strong>Türkiye</strong>’nin jeostratejik önemi, sağlam<br />

bir ekonomiyle kurulacak ticari bağlar, <strong>Türkiye</strong>’nin demokratikleşme<br />

sürecine yapılacak olumlu etki ile AB’nin Akdeniz eksenini<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


62<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

kuvvetlendirme yönündeki muhtemel katkı yoluyla AB’nin ağırlık<br />

merkezini güneye kaydırma konusunda elde edilecek kazanım. 1<br />

Söz konusu destekler tavır aynı zamanda İspanya’nın <strong>Avrupa</strong> siyaseti<br />

ile de tutarlıdır. AET’ye üyeliğinden, hatta adaylığından bu yana İspanya<br />

kendini her iki boyutunda da <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesine bağlı bir ülke<br />

olarak tanımlamaktadır: derinleşme ve genişleme. İşte bu mantık<br />

İspanyol hükümetlerinin yeni üyelerin Birliğe katılımını bu katılımların<br />

İspanya için kısa vadede fayda getirmediği hallerde bile desteklemesi<br />

bağlamında belirleyici olmuştur. Bu desteğin kökeninde İspanya’nın son<br />

yirmi yılda geçirmiş olduğu modernleşme ve kalkınma sürecinin kilit bir<br />

unsuru olarak görülen AET üyeliğinde özetlenen İspanya’nın kendi<br />

tecrübesi yatmaktadır. Dahası, bu konuda siyasi ve soysal tartışmaların<br />

yer almayışı İspanyol yürütme makamlarına <strong>Türkiye</strong> konusundaki<br />

politikaları oluşturma ve uygulamaya koymada daha geniş bir manevra<br />

alanı bırakmıştır.<br />

İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine yaklaşımı değerlendirilirken<br />

farklı aktörlerin görüşleri göz önünde bulundurulacaktır: Son beş yıllık<br />

dönemde hükümet, muhalefet, medya ve sivil toplum. Bu çalışmayı<br />

gerçekleştirmede iki neden ön plana çıkmaktadır: İlk olarak her ne kadar<br />

bugüne kadar <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destek istikrarlı bir şekilde<br />

devam etmişse de bu konudaki tereddütlerin muhafazakâr siyasetçiler ve<br />

toplum kesimlerinde artmakta olduğu gözlemlenmektedir. İkincisi,<br />

İspanya Ocak 2010’da AB’nin dönem başkanlığını devralacak olup bu<br />

bağlamda <strong>Avrupa</strong>-<strong>Türkiye</strong> ilişkilerinin evrimini yakın gelecekte<br />

etkileyebilecek bir konumda yer almaktadır.<br />

1 D. López Garrido, “España y Turquía: dos países y un destino”, Afkar/ideas, 22, 2009, ss. 30-31.


63<br />

İspanya<br />

Hükümet ve İspanyol Sosyalist İşçi Partisi<br />

14 Mart 2004 seçimleri İspanyol siyasi panoramasını alt üst etmiştir.<br />

1996’dan beri iktidarda olan José María Aznar liderliğindeki<br />

Muhafazakâr hükümet yerini Sosyalist José Luis Rodríguez Zapatero<br />

liderliğinde yeni bir yönetime bırakmıştır. Bu gelişme önde gelen iki<br />

büyük İspanyol siyasi akımı arasındaki kutuplaşma ve gerilimlerin arttığı<br />

bir dönemde meydana gelmiştir. Bu gerilim yalnızca iç politika alanında<br />

hissedilmekle kalmayıp Irak savaşı, Fas, Küba ve Venezüella ile ilişkiler<br />

gibi dış politika konularını da etkilemekteydi. <strong>Avrupa</strong> gündemi de iki<br />

taraf arasında verimli bir provokasyon alanı haline dönüşmüş ve<br />

İspanya’nın AB’deki çıkarlarını savunmanın en iyi yolu gibi konular<br />

şiddetli tartışmalara malzeme olmuştur. Yine de <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine hükümet düzeyinde verilen destek bu ihtilaf tablosunun dışında<br />

yer almakta ve ne İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), ne de ana<br />

muhalefet partisi Halk Partisi (PP) bu konuyu siyasi mücadelelerinde bir<br />

başlık haline getirmiştir.<br />

Sosyalist Parti, Başbakan Rodríguez Zapatero ve Dışişleri Bakanı<br />

Miguel Angel Moratinos tıpkı bugüne kadar Halk Partisi’nin yaptığı gibi<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye verdikleri desteği sürdürmüşlerdir. Yine de Sosyalist yönetim<br />

bu desteğin temelleri ve bir ölçüde de gerekçelerinde bazı değişiklikler<br />

getirmiştir. PP konunun dış politikadaki Atlantik ittifakı boyutuna<br />

kuvvetli bir vurgu yaparken Sosyalist yönetim <strong>Türkiye</strong>’nin Birlik ile<br />

İslam dünyası arasındaki daha uyumlu ilişkilerin geliştirilmesine katkısı<br />

ya da bu ülkedeki demokratik gelişim gibi işin diğer boyutlarına önem<br />

vermektedir.<br />

Bu farklarına rağmen İspanyol hükümeti bu alanda önde gelen siyasi<br />

gruplar arasındaki kesişimin altını çizmeye çaba sarf etmiştir.<br />

Moratinos’a göre İspanya’nın genişleme konusuna her daim destek<br />

vermesinin altında yatan nedenler “siyasi nedenlerdir, çünkü<br />

genişlemenin <strong>Avrupa</strong> kıtasında istikrar ve güvenliği takviye edeceğine


64<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

inanıyoruz; ekonomik nedenlerdir, çünkü yüksek bir ekonomik büyüme<br />

hızı sergileyen 80 milyonluk yeni bir pazarımız olacaktır; ve etik veya<br />

ahlaki nedenlerdir, çünkü genişleme aynasına baktığımızda kendi<br />

yansımamızı görüp yıllar süren dikta döneminden sonra AB’ye<br />

girişimizin demokrasi ve pazar ekonomisinin konsolidasyonunu nasıl<br />

sağladığını hatırlıyoruz” 2 .<br />

Sosyalist iktidar kendi partisi içinde bu konuda geniş destek<br />

bulmuştur. Örneğin 2007’de PSOE milletvekili ve parlamentonun<br />

Dışişleri Komisyonu üyesi Juan Moscoso del Prado dini özgürlük ilkesi,<br />

demokratik reformları destekleme gereksinimi ve <strong>Türkiye</strong>’nin Akdeniz<br />

<strong>Birliği</strong> gibi konulardaki katkısından başlayarak Ankara’nın stratejik<br />

öneminin altını çizmiştir. 3 Mayıs 2008’de <strong>Avrupa</strong> Günü kutlamalarında<br />

PSOE tekrar <strong>Türkiye</strong>’nin “şartları yerine getirdiğinde” üyeliği<br />

konusundaki desteğini dillendirmiştir. “Çevredeki ülkelerle iyi komşuluk<br />

ilişkilerini de sağlamanın AB genişlemelerinin sağladığı istikrar kadar<br />

önemli olduğunu” ifade etmeye devam etmişlerdir 4 .<br />

Aynı yılın sonunda Sosyalist Parti bir kez daha <strong>Türkiye</strong> ile “hem<br />

<strong>Türkiye</strong> hem de AB’nin bu çerçevedeki yükümlülüklerini yerine getirdiği<br />

ve net kriterlere dayalı” müzakerelere verdiği desteği yinelemiş ve<br />

AB’nin itibarı ile ahde vefa ilkesinin zarar görebileceğini vurgulamıştır. 5<br />

AB’nin <strong>Türkiye</strong> ve Hırvatistan’ı içeren mevcut müzakere dalgasına<br />

ilişkin benzer bir taahhüt partinin 2009 <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri<br />

için hazırladığı manifestosunda bulunmaktadır. 6<br />

2<br />

M.A. Moratinos, Diario de Sesiones del Congreso de los Diputados: Comisión de Asuntos<br />

Exteriores, c. 8 (24) Madrid: Cortes Generales, 2008.<br />

3<br />

J. Moscoso. “Por el amor laico entre la UE y Turquía”, El País, 30 Ağustos 2007.<br />

4<br />

PSOE, Compromiso con la igualdad, la calidad del empleo y el cambio de modelo de<br />

crecimiento:Manifiesto del PSOE con motivo del 1º de Mayo, İspanya, PSOE, 2008.<br />

5<br />

PSOE, Motivos para crecer. Programa Electoral 2008. (Programa electoral 2008) İspanya:<br />

PSOE, 2008.<br />

6<br />

PSOE, 2009. Manifiesto: Programa Electoral PSOE 2009. (EU 09 of 2009-17) İspanya: PSOE.


65<br />

İspanya<br />

Muhalefet partileri<br />

2004’ten beri Halk Partisi ana muhalefet görevini yerine<br />

getirmektedir. Parti 1996-2004 yılları arasında hükümette kaldığı<br />

dönemde <strong>Türkiye</strong> ile ikili ilişkilerin derinleştirilmesi yönünde bir tercih<br />

sergilemiştir. Aynı zamanda her aday ülkenin önüne konan kriterleri<br />

yerine getirmesi halinde <strong>Türkiye</strong>’yi <strong>Avrupa</strong> bütünleşme sürecine alma<br />

kararını da desteklemiştir. Halk Partisi temsilcileri en başından beri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin diğer aday ülkelerle eşit bir değerlendirmeye tabi tutulması<br />

gerektiğinde ısrar etmişlerdir. 7 Bu görüş Halk Partisinin 2004 seçim<br />

bildirgesinde de yer almaktadır. 8<br />

Geleneksel duruşundan ayrılmasa da Halk Partisi’nin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusundaki tavrında seçimleri kaybetmesinden bugüne bir<br />

farklılaşma söz konusudur. Örneğin 2005’teki bir seçim mitinginde<br />

partinin yeni lideri Mariano Rajoy İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

verdiği desteğin tartışma konusu olmayışını eleştirmiş ve AB’nin<br />

gelecekteki sınırları hakkında bir tartışma açılması gereğinden<br />

bahsetmiştir. 9 Halk Partisi’nin önde gelen üyelerinden Gustavo de<br />

Arístegui de partisinin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana olmasına rağmen<br />

AB’nin yeni üye alabilme kapasitesi göz önünde bulundurularak bu<br />

7<br />

Örneğin Dışişleri Bakanı Fernando Villalonga tarafından 1997’de yapılan şu açıklama: “İspanya<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> çabasını kabul etmekte ve <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile bütünleşmesinin<br />

hem <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi projesi, hem de Türklerin meşru niyetleri ile uyumlu olduğunu idrak<br />

etmektedir. (…) Bu bağlamda İspanya’nın verdiği destek genişlemenin açık, şeffaf ve ayrımcılığa<br />

yer vermeyen bir süreç olduğunu bize hatırlatan <strong>Avrupa</strong> projesi vizyonumuz temeline<br />

oturmaktadır. Dahası, açık üyelik müzakerelerine uygunluk ve müzakere süreci her bir aday<br />

ülkenin nesnel siyasi ve iktisadi koşullarını esas alacaktır. Bildiğiniz üzere AB <strong>Avrupa</strong><br />

bütünleşmesine ve daha birleşmiş, daha güvenli ve daha zengin bir <strong>Avrupa</strong>’ya katkıda bulunma<br />

niyetini taşıyan tüm <strong>Avrupa</strong> ülkelerine yer ayıran çoğulcu bir projedir.”, Diario de sesiones de las<br />

Cortes Generales, Comisión de Asuntos Exteriores, yıl 1997, n. 352, s.10400.<br />

8<br />

PP, Avanzamos Juntos: Programa de Gobierno del Partido Popular. (Programa 2004) İspanya,<br />

PP, 2004.<br />

9<br />

C. Segovia, “Rajoy cambia la posición proturca del PP en la UE para apoyar a Merkel y<br />

Sarkozy”, El Mundo, 26 Haziran 2005.


66<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

konuda verilen tarihlerin gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir. 10<br />

Dolayısıyla bazı PP üyelerinden gelen mesajlar <strong>Avrupa</strong>’nın diğer<br />

muhafazakâr liderleri ile, özellikle de Fransız ve Alman hükümetlerinin<br />

tutumu ile daha uyuşur hale gelmiştir.<br />

Bunun yanında İspanya’daki Sosyalist hükümet ile <strong>Türkiye</strong>’deki AKP<br />

hükümeti arasında bazı konulardaki ortak bakış açısı İspanyol<br />

muhafazakârları arasında fazla destek bulmamıştır. Medeniyetler İttifakı<br />

projesi ağır bir biçimde eleştirilmiştir. En başından beri Mariana Rajoy<br />

bu konuda şüpheciler arasında yer almış ve bunun baştan çıkarıcı ama<br />

sonunda tehlike olan bir süreç olduğunu, “kimse tarafından<br />

umursanmadığını” ve radikal İslamcı terörle mücadelenin doğru yolu<br />

olmadığını belirtmiştir. 11 Bir diğer tartışma da “Karikatür krizi” ile ortaya<br />

çıkmış ve Zapatero ile Erdoğan anlayış ve sükûnet çağrısı yaparken “söz<br />

konusu karikatürlerin yayınlanmasının kağıt üzerinde yasal olabileceğini,<br />

ancak fütursuzluğu nedeniyle ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilemez<br />

olduğunu” belirtmişlerdir. 12 Rajoy ise önceliğin ifade özgürlüğünün<br />

müdafaasına verilmesi gerektiğini belirtmiş ve bu hakkı kullananlarla yan<br />

yana durmuştur. 13<br />

2008 genel seçim kampanyası sırasında PP’nin <strong>Türkiye</strong>’ye<br />

programında yer vermemesi dikkat çekicidir. 2009 <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu<br />

seçimleri gündeminde “genişleme sürecine mevcut aşamasında destek<br />

10<br />

G. Arístegui, “Bin Laden y los suyos quieren convertir Al Ándalus en un símbolo del<br />

islamismo radical”. Heraldo de Aragón, 18 Ekim 2005. http://www.jimenezaybar.com/pdf/sala_lectura/entrevistas/aristegui.pdf<br />

adresinden erişilebilir (Erişim tarihi 11 Ekim<br />

2009).<br />

11<br />

EFE,. “López Garrido critica el desprecio de Rajoy hacia la Alianza de Civilizaciones”,<br />

WebIslam online, [internet] 15 Kasım 2006. http://www.webislam.com/?idn=7779 adresinden<br />

erişilebilir (Erişim tarihi 12 Ekim 2009).<br />

12<br />

R. T. Erdoğan ve J. L. Zapatero, “A call for respect and calm” (Anlayış ve sükunet çağrısı),<br />

New York Times, 5 Şubat 2006.<br />

13<br />

Europapress,. “Polémica por la publicación de caricaturas: Rajoy pide a Zapatero que “tenga en<br />

cuenta” los alteracados al hablar de la Alianza de Civilizaciones”, El Mundo online, [internet] 6<br />

Şubat 2006. http://www.elmundo.es/elmundo/2006/02/06/espana/1139250521.html adresinden<br />

erişilebilir (Erişim tarihi 9 Ekim 2009).


67<br />

İspanya<br />

verdiklerini” ve “<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile ortaklık için başka muhtemel formül<br />

ve çerçevelerin” de değerlendirilmesi ve böylece <strong>Avrupa</strong><br />

bütünleşmesinin zarar görmemesi gereğine atıfta bulunulması ışığında bu<br />

değişim daha da önemli bir hal almaktadır. 14 Özetlemek gerekirse<br />

geleneksel desteğini sürdürmesine rağmen PP’nin konumunda daha<br />

şüpheci bir yaklaşıma doğru bir kaymanın sinyalleri görülebilmektedir.<br />

Bu durum Jose María Aznar’ın bugünkü duruşunda da görülebilmektedir.<br />

Her ne kadar <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana hükümet tutumlarını<br />

benimsese de Aznar’ın bugünkü açıklamaları <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

sorgulayan muhafazakâr akıma daha iyi uymaktadır. Yakın tarihte<br />

yayınlan Europa: Propuestas para la Libertad’da Aznar <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB’ye girişine karşı çıkmakta ve <strong>Avrupa</strong>’nın Hıristiyan değerlerinin<br />

Transatlantik ittifakından daha önemli olduğunu ifade etmektedir. 15<br />

Siyasi arenadaki diğer güç odakları İspanya’nın AB genişlemesi<br />

konusundaki siyasetini daha küçük bir ölçüde etkileyebilmektedir. Yine<br />

de bunları tartışmaları ateşleyebilme ve siyasi ihtilafları başlatabilme<br />

yeteneklerinden ötürü değerlendirmeye almak gerekmektedir. Bugün için<br />

önde gelen AB ülkelerindeki durumun aksine küçük İspanyol siyasi<br />

partilerinin <strong>Türkiye</strong>’nin AB ile bütünleşme sürecine kısıtlı bir biçimde<br />

eğildiği söylenebilir. Yine de bu kesimle ilgili iki eğilim gözlemlenebilir.<br />

İlk eğilim Izquierda Unida (IU), Iniciativa per Catalunya Verds (ICV)<br />

ve Esquerra Republicana de Catalunya (ERC) gibi sol partilerde<br />

gözlemlenmektedir. Bu siyasi güç odakları doksanlı yıllarda, hatta daha<br />

da öncesinde <strong>Türkiye</strong>’deki insan hakları ihlalleri ve Kürt nüfusun durumu<br />

konularında en sert eleştirileri yönelten gruplar olarak öne çıkmışlardır.<br />

Ancak 2002’den, özellikle de 2004’ten beri bu partiler AB’nin<br />

14<br />

PP, Programa Electoral Extenso: Elecciones al Parlamento Europeo 7 junio 2009, İspanya,<br />

PP, 2009.<br />

15<br />

J. M. Aznar, A. Carnero, ve M. Herrera, Europa: Propuestas de Libertad., FAES, Madrid,<br />

2009.


68<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki demokratik reformlar için gereken çerçeveyi sağladığı<br />

konusunda uzlaşmaya varmışlar ve <strong>Türkiye</strong>’yi bazı tartışmalı konulardaki<br />

politikalarını değiştirmeye davet etmişlerdir. Izquierda Unida <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu Milletvekili ve Uluslararası Siyaset İdari Koordinatörü<br />

Willy Meyer’in <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda dile<br />

getirdiği gibi bu Ermeni soykırımının tanınması ve Kıbrıs’taki askeri<br />

varlık konularındaki talepleri de kapsamaktadır. 16 Benzer biçimde<br />

Esquerra Republicana de Catalunya İspanyol parlamentosunda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyeliğini desteklediğini göstermiştir. Yine de partinin<br />

Kürt halkının yetersiz temsilini ve “Türk Kürdistan’ında mevcut büyük<br />

askeri işgali” göz ardı edemeyeceği belirtilmiştir. 17<br />

Konuya daha serin bir duruşu Katalan Convergència i Unió (CiU) ve<br />

Bask Milliyetçi Parti (PNV) gibi merkez sağ milliyetçi partiler<br />

takınmaktadır. Her iki grubun da üyeleri sıkı bağlantılar içinde oldukları<br />

Alman Hıristiyan Demokratlarla aynı doğrultuda, imtiyazlı ortaklık<br />

yönünde tercihlerini dile getirmişlerdir. Örneğin CiU üyesi ve İspanya<br />

Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Josep Antoni Duran i Lleida<br />

yakın zamanda yayınlanan bir makalede kimsenin <strong>Türkiye</strong> ile tam üyelik<br />

yerine imtiyazlı ortaklığa gidilmesinin sağlayacağı faydaları yeterince<br />

değerlendirmediğinden dem vurmuştur. Duran i Lleida aynı zamanda<br />

AB’nin sorumlu davranması gerektiğini ve sözlerinden tek taraflı olarak<br />

dönemeyeceğini, ayrıca <strong>Türkiye</strong>’nin bir AB üyesi olma koşullarını yerine<br />

getirmemesi durumunu da göz önünde bulundurmanın meşru zemini<br />

olduğunu belirtmiştir. 18 Ayrıca Convergencia i Unió’da bu stratejik<br />

16<br />

Tu voz en Europa: Programa Electoral Elecciones Europeas 2009: Izquierda Unida, İspanya,<br />

IU, 2009.<br />

17<br />

ERC, Eleccions 2008 al Congrés dels Diputats: Programa Electoral. Objectiu: un país de 1ª<br />

(per això volem la independència), 2008.<br />

18<br />

J. A. Duran i Lleida, “Reflexiones sobre dos décadas de política exterior española”, Fundació<br />

CIDOB, Anuario Internacional Cidob 2009. Claves para interpretar la Política Exterior<br />

Española y las Relaciones Internacionales en 2008, Fundación CIDOB, Barcelona, 2009, s. 325-<br />

335.


69<br />

İspanya<br />

yaklaşımlar yanında Katalan fındık üretimini Türk ürünlerinden koruma<br />

endişesi taşıyan bir grubun da varlığından söz etmek gerekir. Yine de<br />

<strong>Türkiye</strong> bu partilerin uluslararası ya da <strong>Avrupa</strong> siyaseti gündeminde<br />

önemli bir konu olmayıp söz konusu partiler İspanyol siyasetindeki kilit<br />

konumlarını İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verdiği destek konusunda<br />

bir değişikliğe gidilmesi amacıyla kullanmamışlardır.<br />

Konuya medyada verilen yer<br />

İspanya’da <strong>Türkiye</strong> konusunda süregelen bir bilgisizlik söz<br />

konusudur. Yine de İspanyol medyası gittikçe artan bir biçimde ülkedeki<br />

gelişmelere yer vermektedir. Medyanın bir kesiminin, ki bunlar en<br />

yüksek tirajlı olanlar değildir, İstanbul’da muhabirleri ya da ülkedeki<br />

siyasi, iktisadi ve sosyal konuları ele alan düzenli yazarları mevcuttur. 19<br />

Bunlara ek olarak <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyelik süreci üzerine tartışmalar da<br />

Brüksel ve hatta Berlin ve Paris gibi başkentlerdeki muhabirler tarafından<br />

anlatılmaktadır.<br />

İspanyol gazetelerinde yer alan makale ve yorumlar yayınlanan<br />

haberlerden daha etkilidir. Bu bağlamda az sayıda örnek görülmekle<br />

birlikte köşe yazılarının ya da başyazıların büyük çoğunluğu <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB üyeliğini desteklemektedir. İspanyol basınında yer alan metinlerde<br />

anlayış, karşılıklılık, tutarlılık, bütünleşme ve demokrasi gibi kavramların<br />

altı çizilmektedir. Bunlara bir örnek olarak Antonio Elorza’nın El<br />

Pais’de yayınlanan ve AB’nin <strong>Türkiye</strong>’deki siyasi reformları teşvik<br />

etmek ve bunların yerleşmesini sağlamak istiyorsa üyelik müzakerelerini<br />

sürdürmesi gerektiğini ifade ettiği makalesine atıfta bulunulabilir. 20<br />

Aynı zamanda Medeniyetler İttifakı ya da karikatür krizi gibi<br />

konularla ilişkili olarak <strong>Türkiye</strong> mevzuu dönem dönem tartışmaların<br />

19 Bu La Vanguardia’da yazan Ricardo Ginés ile El Periodico de Catalunya’da yazıları yayınlanan<br />

Andrés Mourenza’da gözlemlenebilen bir tutumdur.<br />

20 A. Elorza, “España, Turquía, Alianza”, El País, 26 Ocak 2008.


70<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

odağına yerleşmiştir. Bu gibi örneklerde ABC ve El Mundo gibi<br />

medyanın muhafazakâr kanadından gelen eleştiriler İspanya ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin bu alanlardaki ortak tavrını sorgulama şeklinde<br />

görülebilmektedir. Hükümete daha yakın duran El País gibi medya<br />

kuruluşları ise daha farklı tutumlar takınmakta ve köşe yazarları Erdoğan<br />

ile Zapatero’nun uluslararası düzeyde yaptıklarını methetmektedir. Bu<br />

eğilimin bir örneği Fransa ve Almanya’nın muhafazakâr tutumunu<br />

eleştiren ve “İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’yi <strong>Avrupa</strong>’ya doğru çekme zamanı”nın<br />

geldiğini düşünerek Medeniyetler İttifakı projesinin eş başkanlığının<br />

muhalefetin iddia ettiği gibi “kendilerini kabul ettirme arayışındaki iki<br />

lidere hizmet eden bir kurgu” olmadığını ispatlama fırsatı olduğunu<br />

belirten Josep Ramoneda’nın makalesinde görülebilir. 21<br />

Kamuoyu ve Sivil toplum<br />

Kamusal alanda ve medyada bu konudaki tartışmaların düşük<br />

yoğunluğu kamuoyunun bu konudaki görüşüne de yansımaktadır.<br />

İspanyol toplumu <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine <strong>Avrupa</strong>’da en olumlu bakan<br />

toplumlardan biri olmakla birlikte aynı zamanda bu konuyu en az<br />

umursayanlardan biridir de. Üstelik İspanyol kamuoyunun aşağıdaki<br />

tabloda da gösterilen belirleyici niteliklerinden biri son yıllarda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine destek veren vatandaşların oranındaki artıştır.<br />

Hem yüksek oranda verilen destek, hem de İspanyol toplumunun<br />

konuya umarsız bakışı öncelikle <strong>Avrupa</strong> konularında, hem de genişleme<br />

hakkında genel bir bilgi eksikliği ile ilgilidir. Avrobaromatre verilerine<br />

göre İspanyol toplumu (%15), Portekizliler (%15), Yunanlılar (%17) ve<br />

Maltalılar (%17) ile birlikte AB’nin genişleme süreci hakkında en az<br />

bilgi sahibi toplumdur. 22 İkinci bir husus ise İspanya’da yerleşmiş Türk<br />

nüfusun 1000 kişiyi aşmaması, dolayısıyla da <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin<br />

21 J. Ramoneda, “Alianza por Estambul” in El País 5 Temmuz 2009.<br />

22 <strong>Avrupa</strong> Komisyonu, 2006. Avrobaromatre Özel Anketi 255.


71<br />

İspanya<br />

büyük bir Türk nüfus seline neden olacağı korkusunun diğer <strong>Avrupa</strong><br />

ülkelerine nazaran çok daha düşük düzeyde kalmasıdır. Son olarak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini savunan ya da bunu reddeden lobi faaliyetlerinin<br />

bulunmayışı da bu bağlamda açıklayıcı olabilir.<br />

60<br />

40<br />

20<br />

0<br />

<strong>Türkiye</strong>'nin üyeliğine İspanyol<br />

Kamuoyunda verilen destek<br />

(%)<br />

Evet Hayır Kararsız<br />

2006 35 35 30<br />

2008 46 32 22<br />

2006<br />

2008<br />

Kaynak: Avrobaromatre 69, 2008<br />

Yine de iş dünyası <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusuna hep olumlu<br />

yaklaşırken insan hakları grupları bu konuda daha serinkanlı bir duruş<br />

sergilemektedirler. Örneğin ülkede <strong>Türkiye</strong>’deki insan hakları durumuna<br />

ve Kürt sorununa eğilen örgütler bulmak mümkündür. Çeşitli bilgi ve<br />

dokümantasyon merkezleri Kürt halkıyla ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak<br />

ve mevcut tabloyu kınamak amacını gütmektedir. Bu yaklaşımın<br />

örnekleri olarak Madrid’teki bilgilendirme ve Kürdistan’la işbirliği<br />

merkezi veya Katalan STK’sı Sodepau’da göze çarpmaktadır. Ayrıca<br />

Bask örgütleri de kendileriyle özdeşleştirdikleri Kürt hareketlerinin kendi<br />

kaderini tayin etme hakkı mücadelesine kuvvetli bir vurgu<br />

yapmaktadırlar. Aynı zamanda, daha sessiz ve derinden bir akım olarak<br />

Ermeni soykırımının tanınmasını talep eden grupların sesi de duyulmaya


72<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

başlanmaktadır. 23 Tüm bunlara rağmen bu örgütlerin hiçbirinin <strong>Türkiye</strong><br />

konusunda İspanyol siyasetindeki tartışmaları şekillendirebilecek ve<br />

kamuoyunu etkileyecek güçte olmadığı söylenebilir.<br />

Her ne kadar İspanyol düşünce kuruluşları Amerika Birleşik<br />

Devletleri veya Birleşik Krallık’taki örnekleri kadar büyük ya da etkili<br />

olmasalar da son on yıllık dönemde önemli ölçüde büyüme<br />

kaydetmişlerdir. Hem Madrid’de (FRIDE, Real Instituto Elcano,<br />

Fundación Altnernativas) hem de Barselona’da (CIDOB, IEMed) önde<br />

gelen düşünce kuruluşlarının ya <strong>Avrupa</strong>-<strong>Türkiye</strong> ilişkileri üzerinde<br />

çalışmalar yürüttüğünü, ya da <strong>Türkiye</strong> konusuna eğilen analizler<br />

yayınladıklarını söylemek mümkündür. Tüm bu örneklerde perspektif<br />

üyelikten yana bir tavır olarak şekillenmiş ve ayrımcılığa işaret eden her<br />

türlü formüle karşı çıkılmıştır.<br />

Bu durumun istisnası Halk Partisi’nin en muhafazakâr kanadına<br />

yakın bazı düşünce kuruluşları ve vakıflardır. FAES Foundation ve<br />

Grupo de Estudios Estratégicos (GEES) bir yandan <strong>Türkiye</strong>’yi Batı’ya<br />

bağlı tutma ihtiyacını vurgulayan, öte yandan da <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong>lılığını sorgulayıp “imtiyazlı ortaklık” fikrini savunan platformlar<br />

olarak göze çarpmaktadır. 24<br />

Sonuç ve gelecek mülahazaları<br />

Bu makalede kaba hatlarıyla İspanya’nın AB ülkeleri içinde açık ve<br />

kuşkuya mahal bırakmaz bir biçimde <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyeliğinden<br />

yana olan duruşu gözler önüne serilmiştir. Diğer <strong>Avrupa</strong> ülkelerindeki<br />

gelişmelerin aksine bu konu siyasi tartışmalarda önemli yer tutmamakta<br />

ve kamuoyunun gündeminde ön sıralarda bulunmamaktadır. Yine de son<br />

23 Bkz. örneğin Barselona’daki Ermeni Kültürü Derneği (Asociación Cultural Armenia de<br />

Barcelona) veya İspanyol-Ermeni Derneği “Hokis”.<br />

24 F. Portero, “Es Turquía asimilable?” GEES [internet] 19 Eylül 2006.<br />

http://temporal.gees.org/articulo/2990/ adresinden erişilebilir (Erişim tarihi: 2 Ekim 2009).


73<br />

İspanya<br />

yıllarda bu konuya daha kuşkuyla yaklaşan bakış açıları dillendirilmeye<br />

başlanmıştır. Muhafazakâr siyasetçiler <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine verilen<br />

koşulsuz desteği sorgulamaya başlamakta, AB’nin üye kabul etme<br />

kapasitesinin sınırlı olduğunda ısrar etmekte, <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>lılığı<br />

konusunda şüpheleri dile getirmekte ve imtiyazlı ortaklık gibi<br />

alternatifleri öne sürmektedirler.<br />

Gelecek ile ilgili iki soru ön plana çıkmaktadır: (1) İspanya’nın yılın<br />

ilk yarısındaki AB dönem başkanlığından beklentiler ne olabilir?; (2)<br />

İspanya’da meydana gelebilecek bir hükümet değişikliği <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusunda bir tavır değişikliğini de beraberinde getirebilir mi?<br />

İlk soru bağlamında İspanya’nın mümkün olduğunca genişleme<br />

müzakerelerine hız vermeye çalışması beklenmektedir. Yeni başlıkların<br />

açılması önemli olmakla birlikte (ki bu dönemde gıda güvenliği<br />

başlığında çalışmaların başlatılması beklenmektedir) en az bunun kadar<br />

önemli olan bir diğer boyut da müzakerelerin nihai hedefi konusundaki<br />

şüphelerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu açıdan Bakan Moratinos başta<br />

olmak üzere İspanyol yetkililer adaylık sürecinin “geri dönülemez” bir<br />

süreç haline gelmesi için çaba sarf etmektedir. 25 Yine de Fransa ve<br />

Almanya’nın konuyla ilgili görüşlerini değiştirebilme ya da uzun süredir<br />

devam eden Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturma adına yapabilecekleri<br />

kısıtlıdır.<br />

İkinci sorunun yanıtı ise çok daha belirsizdir ve bir sonraki seçimlerin<br />

2012’de gerçekleşecek oluşu da bu konuda tahminlerde bulunmayı çok<br />

kolaylaştırmamaktadır. PSOE’nin seçimleri bir kez daha kazanması<br />

halinde verilen destek ve desteğin gerekçelendirilmesi Türk hükümeti<br />

gerekli reformları sürdürdüğü sürece devam edecektir. Daha belirsiz olan<br />

nokta ise ileride Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda ne<br />

25<br />

J.C.S., “España quiere que el proceso de adhesión de Turquía a la UE sea irreversible”, El País,<br />

21 Ekim 2008.


74<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

yapacağıdır. Bugüne kadar bu parti hükümette ya da muhalefette<br />

olmasına bağlı olarak farklı duruşlar sergilemiştir. Halk Partisi’nin<br />

iktidara gelmesi durumunda parti içinde <strong>Türkiye</strong> konusunda farklı bakış<br />

açıları görüldüğü için İspanya hükümetinin tavrı biraz da <strong>Avrupa</strong> ve<br />

uluslararası siyasetten sorumlu olacak kişilere bağlı olacaktır. Bu<br />

konudaki resmi tutum yeni hükümetle <strong>Avrupa</strong>’nın önde gelen liderleri<br />

arasında kurulacak ittifaklara ve <strong>Türkiye</strong> konusunun bu liderlerin<br />

gündemlerinde ne denli önemli olacağına bağlı olarak şekillenecektir.<br />

Özetlemek gerekirse, her ne kadar İspanya’nın <strong>Türkiye</strong> konusundaki<br />

siyasetinde bir süreklilikten söz etmek mümkünse ve bu konu<br />

kamuoyunda ciddi tartışmalara konu olmasa da İspanya’daki gelişmeler<br />

yakından izlenmelidir. Yakın gelecekte İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğinin önde gelen destekçilerinden olmayı sürdüreceği ve bu tutumun<br />

2010’un ilk yarısındaki İspanyol Dönem Başkanlığı sırasında da devam<br />

edeceği söylenebilir. Yine de muhafazakâr kesimlerde bu konuya daha<br />

şüpheyle bakan yeni bir akımın ön plana çıkma ihtimali mevcut olup bu<br />

gelişme İspanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verdiği tek sesli destek<br />

konusunda farklı bir duruşun ortaya çıkmasına neden olabilir.


Athanasios C. Kotsiaros*<br />

Yunanistan<br />

75<br />

Yunanistan<br />

Öz<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği AB’nin karşı karşıya olduğu en<br />

tartışmalı ve ihtilaflı konulardan birisidir. Hem AB üyesi ülkelerin<br />

hükümetleri, hem de vatandaşları <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyesi<br />

olması ya da olmaması konusunda şiddetli bir bölünmüşlük<br />

sergilemektedir. Yunanistan’da siyasi elitler, 1999 Helsinki Zirvesi’nde<br />

Yunan diplomasisinin önemli başarısının ardından, <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong><br />

ailesine katılımı ihtimalini tutarlı bir biçimde desteklemiştir. Öte yandan,<br />

Yunan medyası ve kamuoyu AB’nin genişleme siyasetini genel olarak<br />

desteklemekle birlikte, bu ihtimal karşısında biraz daha soğuk bir tavır<br />

sergilemektedir. Bu çerçevede, bu makale 2006-2009 döneminde Yunan<br />

medyası, vatandaşları ve siyasi elitlerinin <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusundaki görüşlerini öne çıkarırken hangi kilit öğelerin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine destek ya da karşıtlık konusunda belirleyici olduğunu<br />

incelemektedir.<br />

<strong>Giriş</strong><br />

Bir <strong>Avrupa</strong> kimliği oluşturmak, bunu güçlendirmek ve yaymak hep<br />

elitlerce sürüklenen ve tepeden aşağı yönelen bir süreç olmuştur. Bu<br />

durum <strong>Türkiye</strong> örneği için de geçerlidir. Ülkenin siyasi elitleri geleneksel<br />

bir biçimde modernleşme çabalarının motoru olmuşlar ve her fırsatta<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


76<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’nın bir parçası olduğu için Batı dünyasının bir üyesi<br />

olduğunu vurgulamışlardır. Bu çerçevede, <strong>Türkiye</strong> ilk olarak <strong>Avrupa</strong><br />

Ekonomik Topluluğu’na 1959’da ortak üyelik için başvurmuş ve 12<br />

Eylül 1963’te “Ortaklık Anlaşması” imzalanmıştır. On yıllar sonra, Türk<br />

ve <strong>Avrupa</strong>lı siyasi elitler arasında son derece önemli bir anlaşmaya<br />

varılmasının ardından 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde <strong>Türkiye</strong> AB<br />

üyeliği için resmi adaylık statüsü elde etmiştir. <strong>Türkiye</strong> ile üyelik<br />

müzakereleri sembolik olarak 3 Ekim 2005’te başlatılmış ve 12 Haziran<br />

2006’da AB ile somut üyelik müzakereleri başlamıştır.<br />

Müzakere çerçevesi 35 başlıktan oluşmaktadır ve bunların her biri tüm<br />

üye devletlerin oybirliği ile kabul ettiği ortak bir pozisyon ile ve tüm üye<br />

devletlerle <strong>Türkiye</strong>’nin katıldığı bir hükümetler arası konferansta yine<br />

oybirliğiyle varılan bir anlaşmaya göre açılmalı ve kapatılmalıdır.<br />

Helsinki Zirvesi’nin momentumu<br />

Yunanistan, Yunan diplomasisi için önemli bir atılım yaparak<br />

Helsinki Zirvesi’nde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği şansına karşı uyguladığı<br />

“veto siyasetinden” vazgeçmiş, böylece <strong>Türkiye</strong>’ye adaylık statüsü<br />

verilmesi ve üyeliğin hangi koşullarda uygun ve her iki tarafça da kabul<br />

edilebilir olacağının belirlenmesi çalışmalarının başlatılmasına katkıda<br />

bulunmuştur. Helsinki’de ayrıca Kıbrıs sorununun çözüme<br />

kavuşturulmasının Kıbrıs’ın AB üyeliği önünde bir önkoşul olmadığı ve<br />

ayrıca <strong>Avrupa</strong> Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin mevcut sınır<br />

sorunları ve diğer ilgili konuların Uluslararası Adalet Divanı (ICJ –<br />

International Court of Justice) tarafından en geç 2004 sonu itibariyle<br />

çözümlenmesini destekleyeceği hususlarında anlaşmaya varılmıştır. 1<br />

Hiç kuşkusuz Helsinki Yunan dış politikasında yeni bir safhanın<br />

doruk noktası ve Yunanistan’ın ulusal çıkarlarının eleştirel bir gözden<br />

1 Bkz. Helsinki <strong>Avrupa</strong> Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi, Dönem Başkanlığı Sonuç<br />

Bildirgesi, 10 - 11 Aralık 1999, paragraf 4 ve 9a.


77<br />

Yunanistan<br />

geçirilmesinin sonucudur. 2 Yunanistan <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> ile<br />

yakınlaşmasının kendi çıkarları açısından daha faydalı olacağı sonucuna<br />

varmıştır. Daha da önemlisi, Helsinki Yunan diplomasisi açısından bir<br />

taşla iki kuş vurmak sayılabilir: (a) Kıbrıs’ın AB’ye siyasi problemin<br />

çözülmesi ön koşulu olmaksızın girmesini sağlamış ve (b) iki komşu<br />

arasındaki her türlü ikili sorunun Uluslararası Adalet Divanı yoluyla<br />

çözümünü ön plana çıkarmıştır.<br />

İkili sorunların ICJ’ye götürülmesi konusuna ilişkin olarak<br />

Yunanistan’ın başlıca iki siyasi partisi arasında önemli bir görüş ayrılığı<br />

söz konusudur. Helsinki’deki müzakereleri yürüten sosyalistler, yani<br />

PASOK, kıta sahanlığı konusunun ICJ’ye götürülmesi fikrini öne<br />

sürmüşlerdir. 3 Daha sonraki yıllarda ise Yeni Demokrasi hükümeti<br />

Lahey’deki adli sürecin avantaj ve dezavantajlarının bir değerlendirmesi<br />

sonrasında bu duruşa “gerekirse” ibaresini eklemiştir. 4 Bugün siyasi<br />

elitlerin yalnızca küçük bir kısmı tüm ikili sorunların ICJ’ye götürülmesi<br />

konusundan bahsetmektedir.<br />

Yunan siyasetinde ve ulusal siyasi elitlerin söylemindeki<br />

değişim<br />

Son yıllardaki resmi Yunan ulusal söyleminin bir analizi, Yunan-Türk<br />

ilişkilerine yönelik başlıca endişeleri ortaya koymakla birlikte ulusal<br />

siyasi elitlerin görüşlerindeki değişimi de sergilemektedir.<br />

Yakın geçmişe kadar Milli Parlamento’da tartışılan başlıca konular<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Yunanistan için teşkil ettiği güvenlik sorunları idi. Sadece<br />

yetkililer arasında değil, kamuoyunda da bu konudaki ortak düşünce<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Yunanistan için bir güvenlik tehdidi oluşturduğu ve<br />

2<br />

Bkz. A. Wendt, “Anarchy is what states make of it: social construction of power politics”,<br />

International Organization, vol. 46, no. 2, Bahar 1992, ss. 391-425.<br />

3<br />

Yunanistan kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesini iki ülke arasındaki tek hukuki sorun olarak<br />

tanımaktadır.<br />

4<br />

İktisatçı ve <strong>Avrupa</strong> Komisyonu’nun geçmiş müşavirlerinden G. Glinos ile mülakat.


78<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

saldırgan tutumunun Ege’deki statükoyu değiştirmeyi amaçladığı idi.<br />

Helsinki Zirvesi ve 1999’daki iki depremden (ve takip eden “Deprem<br />

diplomasisi”nden) sonra ikili ilişkilerdeki iklim değişiklikleri sonrasında<br />

dahi, Yunanistan’ın başlıca endişesi <strong>Türkiye</strong>’nin dışarıya yönelik<br />

(saldırgan) tutumu olagelmiştir.<br />

Yakın tarihlerde, özellikle de 2005-2009 arasında iki ülke arasındaki<br />

yeni işbirliği döneminde resmi Yunan söylemi ulusal güvenlik<br />

belirsizliklerinden daha çok “<strong>Avrupa</strong>cı” bir yönelime gitmiş ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki reform sürecine yapılan daha olumlu atıflar ve ülkenin<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği adaylığına verilen destek ön plana çıkmıştır.<br />

Özellikle, iktidar partisi Yeni Demokrasi ile ana muhalefet partisi<br />

PASOK’un <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakışı nettir: <strong>Türkiye</strong> reform sürecini<br />

hızlandırmalı, <strong>Avrupa</strong> hedefine bağlı kalmalı ve “acquis<br />

communautaire”’i kademeli olarak uygulamaya koymalıdır. “<strong>Avrupa</strong>lı<br />

bir <strong>Türkiye</strong>” daha tehlikesiz bir komşu, daha önemli bir ekonomik ortak<br />

ve daha güvenli bir bölge anlamına gelmektedir. Benzer biçimde, böyle<br />

bir <strong>Türkiye</strong>, bir dizi ikili sorunun (örneğin Ege sorunu, azınlık hakları ve<br />

Kıbrıs sorunu) barışçıl bir çözümü için de gerekli ortamı sağlayabilir.<br />

2005-2009 döneminde, geleneksel olarak Yunan seçmeninin yaklaşık<br />

%70-75’ini temsil eden iki ana siyasi parti tutarlı bir biçimde <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini desteklemiştir. Yunan siyasi sahnesinin iki başrol oyuncusu<br />

arasındaki başlıca anlaşmazlık ve eleştiri konusu benimsenen strateji,<br />

belirlenen öncelikler ve Yunan ulusal çıkarlarının nasıl savunulduğudur.<br />

Yine de, her iki parti de Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi ve<br />

müktesebatın tam kabulü ile Ankara Protokolü’nün imzalanması, Kıbrıs<br />

sorununun çözümü ve <strong>Türkiye</strong>’deki Rum azınlığın korunmasının üyeliğin<br />

tartışmasız önkoşulları olduğunu vurgulamaktadır.<br />

Yunan hükümeti ve Yeni Demokrasi Partisi’ne göre, Yunanistan<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye tam üye olarak girişini, <strong>Türkiye</strong>’nin belirlenen koşul


79<br />

Yunanistan<br />

ve kriterleri tam olarak yerine getirmesi kaydıyla, desteklemektedir. Bu<br />

bağlamda Yunanistan <strong>Türkiye</strong>’den “siyasi reform sürecinin ve tatbikinin,<br />

özellikle de, Patrikhane’nin ekümeniklik meselesi ve Rum azınlık<br />

konularını kapsayan temel özgürlükler ve insan haklarına tam saygı<br />

konularındaki ilerlemelerin geri dönülemez kılınmasının teminini” ve<br />

ayrıca da “mevcut sınır anlaşmazlıklarının barışçı yollardan çözümünü”<br />

istemektedir. 5 Dahası, “<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği yolunda öncelikli bir husus,<br />

Kıbrıs da dâhil olmak üzere 27 üye ile Gümrük <strong>Birliği</strong>’nin işleyişini<br />

sağlamanın tek yolu olan AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nün<br />

onaylanıp uygulamaya konmasıdır.” 6<br />

Benzer biçimde, 90’ların sonunda Yunan dış politikasındaki kademeli<br />

değişimi başlatan ve AB-<strong>Türkiye</strong> üyelik müzakerelerinin başlamasının<br />

önünü açan sosyalist PASOK partisine göre de “<strong>Türkiye</strong>, <strong>Avrupa</strong><br />

kriterlerine uyması, Uluslararası Hukuka uygun davranması, Kıbrıs<br />

sorununun çözümüne katkıda bulunması ve adadan tüm Türk askerlerini<br />

çekmesi halinde <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nde kendine bir yer edinebilir.” 7 PASOK<br />

ayrıca yeni bir Bölgede Barış ve Güvenlik için Ulusal Strateji önermekte<br />

ve <strong>Türkiye</strong> ile bir “Barış ve Güvenlik Paktının” imzalanması fikrini öne<br />

sürmektedir. 8<br />

Siyasi yelpazenin daha küçük partileri ise <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusunda daha eleştirel ve kuşkucu bir tavır takınmaktadırlar. Özellikle<br />

Yunan Komünist Partisi KKE <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkmakta, hatta<br />

5<br />

Bkz. Yunan Dışişleri Bakanlığı, <strong>Türkiye</strong> konusunda resmi görüşler,<br />

http://www.ypex.gov.gr/www.mfa.gr/en-US/Policy/Geographic+Regions/South-<br />

Eastern+Europe/Turkey/Approach/Turkish+Accession+process/<br />

6<br />

A.g.e.<br />

7<br />

Bkz. PASOK lideri G. Papandreou’nun 4 Mayıs 2009’da Andreas Papandreou Stratejik ve<br />

Kalkınma Çalışmaları Enstitüsünde (ISTAME) yaptığı “İstediğimiz <strong>Avrupa</strong>” başlıklı konuşma<br />

(http://www.pasok.gr/portal/resource/contentObject/ id/9bf211e7-34cc-47da-a9e4-<br />

9579416132b2).<br />

8<br />

Bkz. PASOK’un siyasi duruşu: http://www.pasok.gr/portal/resource/section/<br />

TheOpenHorizonsOfGreece.


80<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi fikrini tümüyle reddetmektedir. 9 Dolayısıyla hiçbir<br />

ülkenin liberalizm, kapitalist sömürü, işçi haklarının baskı altına alınması<br />

ve militarizasyonu temsil eden <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne ihtiyacı olmadığını<br />

iddia etmektedir.<br />

Radikal Sol Koalisyonu, SIRIZA, siyasi programında <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

ile üyelik müzakerelerini desteklediğinin altını çizmektedir. Öte yandan<br />

aday ülkenin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi, demokratikleşme<br />

sürecini hızlandırılması ve insan ve azınlık haklarını koruması<br />

gerektiğinin altını çizmektedir. İkili ilişkiler konusunda parti uluslararası<br />

hukuk temelinde bir diyalogdan yanadır ve <strong>Türkiye</strong>’den “casus belli”nin<br />

kaldırılması, kıta sahanlığı sorununun ICJ’ye götürülmesi ve askeri<br />

harcamaların azaltılması gibi olumlu jestler beklemektedir. 10<br />

Son olarak radikal sağın partisi LAOS <strong>Türkiye</strong>’ye karşı daha ulusalcı<br />

bir siyasi söylem benimsemekte ve <strong>Türkiye</strong>’nin Kopenhag kriterlerini<br />

yerine getirmemesi ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunmaması<br />

halinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini açıkça reddetmektedir. 11<br />

Yunan siyasi elitlerinin <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> yolculuğunu<br />

destekleyen argümanı<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye adaylığına Yunanistan’ın verdiği destek,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin gelecekteki üyelik beklentisi ile iç siyasi ve ekonomik<br />

sorunlarını çözme çabası göstereceği ve <strong>Avrupa</strong> topluluğunun sorumlu<br />

bir üyesi gibi davranacağı inancını temel almaktadır. Yunanistan,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Yunanistan ile ilgili iddiaları ile Kıbrıs sorununun<br />

Yunanistan’ın tek başına çözmesinin beklenemeyeceği <strong>Avrupa</strong> sorunları<br />

olduğu konusunda <strong>Avrupa</strong>lı ortaklarını ikna etmekte başarılı olmuştur.<br />

Muhtemelen Yunan siyasi elitleri <strong>Türkiye</strong>’nin tüm süreç boyunca yapıcı<br />

9 Bkz. Yunan Komünist Partisi’nin 2009 <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri kampanyası.<br />

10 Bkz. Synaspismos Partisi programı, hedef 12.<br />

11 Bkz. LAOS partisi programı, s. 27.


81<br />

Yunanistan<br />

ve olumlu bir rol oynadığı ve Kıbrıslı Türklerin kabul ettiği Annan<br />

Planı’nı 2004’te reddeden tarafın Kıbrıslı Rumlar olduğu gerçeğini<br />

bilerek göz ardı etmektedir. Önerilen çözümün uygun ve işleyebilir bir<br />

çözüm olmadığı iddialarına rağmen Annan Planı’nın başarısızlığının<br />

kabahati Türk tarafına ait değildir.<br />

Yunan tarafının söylemlerine göre <strong>Türkiye</strong>’yi <strong>Avrupa</strong>’ya yaklaştırmak<br />

Güneydoğu <strong>Avrupa</strong>’yı daha güvenli ve istikrarlı bir hale getirecek, ve<br />

bölgedeki tüm ülkeler arasında bir güvenlik, iktisadi kalkınma,<br />

demokratikleşme ve artan işbirliği ortamı doğmasına yardımcı olacaktır.<br />

Bu çerçevede görünüşe göre bugünkü Yeni Demokrasi hükümeti önceki<br />

PASOK hükümetlerinin görüşleri ile aynı doğrultuda hareket ederek<br />

Ankara ile arasındaki bir dizi sorunu (Ankara Protokolü’nün onaylanması<br />

ve bölünmüş Kıbrıs konusundaki ihtilaf da dâhil olmak üzere) üyelikten<br />

yana oy kullanmak yoluyla çözmeyi ummaktadır. Bu bağlamda Yunan<br />

kamuoyunun çekincelerine rağmen <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda<br />

olumlu yaklaşımını açıkça dile getirmiştir.<br />

Yunan kamuoyunun görüşü: açıkça dile getirilen ret<br />

Yunan kamuoyunda <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destek sadece<br />

düşük bir düzeyde olmakla kalmayıp, aynı zamanda daha da azalma<br />

trendi içindedir. Batı Balkanlardan aday olan ülkeler 2004’teki genişleme<br />

nedeniyle genişlemeye kamuoyunda verilen desteğin artmasından fayda<br />

görürken <strong>Türkiye</strong> bu eğilimin bir istisnasını oluşturmaktadır.<br />

2005-2009 döneminde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği son zamanlarda<br />

gerçekleşen AB genişleme süreçleri arasında Yunanlılar için popülerliği<br />

en az olanı olarak dikkat çekmektedir. Gerçekleştirilen Avrobarometre 12<br />

anketlerine göre Yunan vatandaşları genişlemenin bütününü<br />

desteklemekte ancak <strong>Türkiye</strong>’nin AB beklentilerine destek<br />

12 Bkz. Avrobarometre, Yunanistan Ulusal Raporu, 65, 66, 67, 68, 69, 70. sayılar.


82<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

vermemektedirler. Özellikle 2005 ve 2006’da Yunanlılar genişlemeyi<br />

desteklerken (2005’te %56 ve 2006’da %71), <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

beklentisine karşı (2006’da Yunanlıların yalnızca %24’ü<br />

desteklemekteydi) bir tutum içindelerdi. 2007’de Yunan kamuoyunun<br />

%56’sı Genişlemeden yana görüş bildirmiştir (konuyla ilgili<br />

Avrobarometre anketlerinde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda bir soru<br />

bulunmamaktadır). 2008’de Yunan kamuoyunun %62’si daha fazla<br />

genişlemeden yana iken %78’i (!) <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyesi olması<br />

ihtimaline karşı idi.<br />

Yunanistan’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine kamuoyunda destek verilmemesi<br />

şu nedenlere bağlanabilir: (a) kamuoyu <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye muhtemel<br />

üyeliğinin sağlayacağı faydaları kabullenmemektedir (veya idrak<br />

edememektedir), (b) <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik niteliklerini taşımadığını<br />

düşünmektedir (Yunan kamuoyunda yaygın görüş <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

ekonomisini geliştirmesi, demokratikleşme sürecine ivme kazandırması<br />

ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunması gerektiğidir), (c)<br />

<strong>Türkiye</strong> tarihsel nedenlerle <strong>Avrupa</strong>’nın bir parçası değildir (2006’da<br />

Yunanlıların %83’ü bu görüşü paylaşmaktaydı 13 ) ki coğrafi nedenler bu<br />

konuda çok önemli görülmemektedir (2006’da %41’lik bir oran 14 ) ve (d)<br />

Yunanlılar <strong>Türkiye</strong>’den sürekli bir göç dalgası beklemektedir (2006’da<br />

%82’lik bir oran).<br />

AB vatandaşlarının çoğunluğunun aksine Yunan kamuoyu için dini<br />

kimlik ile ilgili argümanlar önemli bir rol oynamamaktadır. Yunanistan<br />

dinin rolünün baskın olduğu muhafazakâr bir toplumdur. Yine de Yunan<br />

kamuoyunun <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakışı dini öğelerden (<strong>Türkiye</strong>’nin<br />

Müslüman bir ülke oluşu) değil tarihten gelen ve bir zamanların zalim<br />

hükümdarlarının bugün de halen bir tehdit olarak algılanmasından<br />

13 66 no’lu Avrobarometre’ye göre, Yunanistan Ulusal Raporu, s. 37.<br />

14 A.g.e.


83<br />

Yunanistan<br />

kaynaklandığı söylenebilir. Bu durum, neden özellikle son beş yılda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki ulusal tartışmaları “<strong>Avrupa</strong>” boyutuna<br />

taşımayı amaçlayan her stratejinin başarısızlığa uğradığını açıklama<br />

konusunda da yardımcı olabilir.<br />

Sonuç olarak, <strong>Türkiye</strong> konusundaki tartışma güvenlik boyutunda<br />

sürdürüldükçe <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen desteğin düşük düzeyde<br />

seyredeceğini söylemek mümkündür. Bu durumun aksine, Yunanistan’ın<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel AB üyeliğinden sağlayacağı faydaların<br />

tartışılması da verilen desteğin artmasına yol açabilir. Bu bağlamda ise<br />

Yunan medyasının oynadığı rol kilit önem taşımaktadır.<br />

Yunan Medyası: <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığına karşı gönülsüz duruş<br />

Yunanistan ve <strong>Türkiye</strong> konusu söz konusu olduğunda medya<br />

geleneksel olarak ikili ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır.<br />

2005’ten sonraki dönemde Ege’nin her iki kıyısında da bir değişim<br />

meydana gelmiştir. <strong>Türkiye</strong>’nin AB adaylığı konusunda, bu ihtimalin<br />

gerçekleşmesi konusunda şüpheci kalmakla birlikle Yunan medyası<br />

olumlu bir yaklaşım göstermiştir. AB Komisyonu’nca yayınlanan<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki her İlerleme Raporu incelenmekte, bu konudaki her<br />

AB Konseyi veya AB Dönem Başkanlığı Sonuç Bildirgesi’ne geniş yer<br />

verilmektedir. Bununla birlikte haber başlıklarına bakıldığında Yunan<br />

medyasının <strong>Türkiye</strong>’nin iç politika meseleleri ile ülkenin AB ile<br />

müzakerelerinde alınan mesafeye nazaran çok daha fazla ilgilendiği<br />

söylenebilir. Son zamanlarda her türlü ikili temas ile siyasi liderler<br />

arasındaki anlaşmalara ayrı bir önem atfetmek suretiyle bir işbirliği<br />

havasının başlatılmasına yardımcı olduklarını ifade etmek de<br />

gerekmektedir.<br />

Yunan Medyası, Kemalistler ile İslamcılar arasındaki “savaşa” ve<br />

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin politikadaki önemli rolüne dayandırılan<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin iç siyasetindeki gerilimlere geniş yer vermektedir. Buna


84<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

mukabil, ülkenin işleyen bir demokrasiye sahip olmadığı, ordunun iç<br />

siyasi meselelere müdahalede bulunduğu, azınlık ve insan haklarının<br />

yeterince korunmadığı imajı hâsıl olmaktadır. Hepsinin ötesinde, Rum<br />

Ortodoks azınlığın hakları, Patrikhane’nin ekümenik statüsü, Heybeliada<br />

Ruhban Okulu’nun açılması 15 konularına atıf yapılırken güvenlik konusu<br />

ile Kıbrıs sorunundaki gelişmelere de önem verilmektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği konusunda Yunan medyası<br />

gönülsüz bir tutum takınmaktadır. Kimlik, <strong>Avrupa</strong>’nın sınırları ya da<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel üyeliğinin etkileri konularında <strong>Avrupa</strong>’da<br />

süregiden konular tartışılmamakta, dolayısıyla da Yunan toplumuna<br />

ulaşmamaktadır. Medyadaki tartışmalar <strong>Türkiye</strong>’nin kendisinin<br />

kaydettiği ilerleme (demokratikleşme süreci ve reformlar) ve ulusal<br />

boyutta ilgi çeken sorunlar (örneğin Kıbrıs sorunu, Heybeliada Ruhban<br />

Okulu’nun açılması vs.) ile sınırlıdır. Bunların yanı sıra Yunan medyası<br />

ikili sorunların <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> projesi aracılığıyla çözüme<br />

kavuşturulabileceği konusunda şüphelerini dile getirmektedir. Bununla<br />

bağlantılı olarak Yunan medyası bu projenin kendisinin de doğru bir<br />

yönelim olup olmadığını da sorgulamaktadır. Son dönemde, ABD<br />

Başkanı B. H. Obama’nın <strong>Türkiye</strong> ziyareti Yunan medyasında yer<br />

bulmuş ve Obama’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine verdiği desteğin altı<br />

çizilmiştir.<br />

Sonuç<br />

Halen konunun ucu açık olmakla birlikte Yunan siyasi elitleri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini kuvvetli bir biçimde desteklemektedir. Resmi<br />

Yunan söyleminde son dönemde meydana gelen değişimler <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliği yoluyla iki ülke arasında güvenli bir ortam<br />

15 28 Haziran 2009’da <strong>Türkiye</strong> Cumhuriyeti Kültür Bakanı Ertuğrul Günay AKP hükümetinin<br />

okulun yeniden açılmasına sıcak baktığını, ancak bu konuda nihai bir kararın henüz alınmadığını<br />

söylemiştir.


85<br />

Yunanistan<br />

oluşturmayı amaçlayan ulusal siyasi elitlerin görüşlerinde önemli bir<br />

değişime işaret etmektedir. Yunan parlamenterlerin “güvenlik<br />

konularını” tartışmaktan <strong>Avrupa</strong>cı ve <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekler bir<br />

söyleme geçişi Yunan siyasi elitlerinin <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik<br />

müzakerelerine verdiği desteği ortaya koymaktadır.<br />

Öte yandan mevcut analiz açıkça Yunan kamuoyunun <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusuna soğuk baktığını göstermektedir. Benzer biçimde Yunan<br />

medyası da bu konuda gönülsüz bir tutum takınmakta ve <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

“<strong>Avrupa</strong> projesi” konusundaki belirsizlikleri açıkça ortaya koymaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı ihtimaline destek verme konusuna sıcak bakmayan<br />

kamuoyu eğiliminin sürdüğü ve Yunan medyasının da aynı eğilimi<br />

paylaştığı göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda Yunan<br />

kamuoyunda bir görüş birliğine varmanın zor olacağı ortadadır. Bu da<br />

siyasi elitleri AB-<strong>Türkiye</strong> müzakerelerine resmen destek veren tek kesim<br />

olarak ortaya koymaktadır.<br />

Bu perspektif bizi tekrar en baştaki argümanımıza götürmektedir:<br />

<strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi elitlerce yürütülmektedir ve yürütülmeye devam<br />

edecektir. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine destek vermesi gerekenler de,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği yolunu açması gerekenler de bu kesimdir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusu iç siyasi gündemin belirlenmesine doğrudan<br />

doğruya etki etmediği sürece Yunan kamuoyu sürecin tümü üzerinde<br />

hayati bir rol oynamayacaktır. Dolayısıyla Yunanistan için <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

“<strong>Avrupa</strong> projesi” siyasi elitleri ilgilendiren bir konu olagelmiştir, ve<br />

böyle olmaya da devam edecektir.


Gunilla Herolf*<br />

İsveç<br />

86<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Öz<br />

İsveç hükümetinin <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> adaylığına bakışı uzun bir<br />

süredir olumlu olagelmiştir. Kopenhag kriterlerini yerine getiren<br />

demokratik ve açık bir <strong>Türkiye</strong> AB’ye önemli katkılarda bulunabilir ve<br />

<strong>Avrupa</strong> ile Müslüman dünya arasında bir köprü görevi görebilir. İsveç<br />

Parlamentosu’nda temsil edilen tüm partiler konuya olumlu baktığı için<br />

İsveç’te <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda bir tartışmanın varlığından söz<br />

etmek zordur. Dolayısıyla bu konuda ilgi odağı olan hususlar<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki reform sürecinin hızı ile AB’nin <strong>Türkiye</strong>’yi bu reformları<br />

baltalayıcı yöne sevk edecek sinyaller göndermemesi olarak ortaya<br />

çıkmaktadır. Her ne kadar İsveç dönem başkanlığı sırasında<br />

müzakerelerde umulan ilerleme mümkün olmayacaksa da İsveç bu<br />

bağlamda <strong>Türkiye</strong>’ye yardımcı olmak için girişimlerde bulunmuştur ve<br />

<strong>Avrupa</strong>’da ve İsveç toplumunda konuya karşı direncin zamanla kırılacağı<br />

yönünde ümitler mevcuttur.<br />

<strong>Giriş</strong><br />

İsveç Hükümeti devam eden AB genişlemesini büyük ölçüde destekler<br />

tavrı ile Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş bir <strong>Türkiye</strong>’yi AB’nin<br />

doğal bir üyesi olarak görmektedir. Ayrıca İsveç Hükümeti bu yönde<br />

çabalar da sarf etmektedir. Öte yandan <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin<br />

önünde aşılması gereken çok sayıda engel mevcuttur.<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


87<br />

İsveç<br />

Medya<br />

İsveç medyası <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda özel bir rol<br />

oynamamaktadır. <strong>Genel</strong> hatlarıyla gazetelerin başyazar sütunları İsveç<br />

siyasi partilerinin <strong>Türkiye</strong>’nin Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi<br />

kaydıyla Birlik üyesi olması yönündeki görüşlerini yansıtmaktadır. Buna<br />

ek olarak bu konuda ve diğer konularda tartışmaya zemin tanıyarak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda farklı görüşleri olan kişilere bu<br />

görüşlerini savunma imkânı tanımaktadırlar.<br />

Söz konusu sütunlar ayrıca İsveçlilerin konuya yönelik tavırları<br />

üzerine yorumlar da içermektedir. Başta gelen günlük gazetelerden biri<br />

2007 Mayıs’ında tüm İsveç siyasi partilerinin paylaştığı <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine olumlu bakan tavır, ki bu neden bu konuda kamuoyunda kayda<br />

değer bir tartışma olmadığını açıklamaktadır, ile son dönemde daha<br />

olumsuz bir perspektife kayan İsveç toplumunun tavrı arasındaki farka<br />

dikkat çekmiştir. Yorumcunun öne sürdüğü üzere <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

destekler bir tavrın bir çok anlamlı sebebi mevcutsa da kurulu siyasi<br />

partilerle halkın geneli arasındaki görüş ayrılığı göz önünde<br />

bulundurulduğunda bu sebeplerin daha yüksek sesle ve net bir dille açık<br />

bir tartışmada dile getirilmesi gereği söz konusudur. 1<br />

İsveç Hükümetinin <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakışı<br />

İster Sosyal Demokrat Parti (1994-2006), ister şimdi olduğu gibi<br />

sosyalist olmayan partilerin bir ittifakı (Ilımlılar, Liberaller, Hıristiyan<br />

Demokratlar ve Merkez Parti) iktidarda olsun, İsveç hükümetinin<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine bakışı olumlu olagelmiştir. İsveç Hükümetleri<br />

1 S. Holmberg and R. Lindahl, ”Positiva opinionsvindar för EU” [”AB için olumlu görüş<br />

rüzgarları”] S. Holmberg ve L. Weibull (der.) Det nya Sverige, Trettiosju kapitel om politik,<br />

medier och samhälle, SOM-undersökningen 2006, SOM-rapport nr 41[Yeni İsveç, Siyaset, medya<br />

ve toplum konusunda otuzyedi başlık, SOM Survey 2006, SOM Rapor no. 41], Göteborg: SOMinstitutet,<br />

2007, Svenska Dagbladet, ”Massiv opinion mot turkiskt medlemskap” [”<strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine karşı büyük kamuoyu”], 8 Mayıs 2007. Ayrıca bkz. ref. no. 16.


88<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin genişlemesine en olumlu bakışa sahip hükümetler<br />

grubu içinde yer almaktadır.<br />

İsveç Başbakanı Frerdik Reinfeldt Nisan 2009’da <strong>Türkiye</strong>’yi<br />

ziyaretinde İsveç’in tutumunu şu şekilde ifade etmiştir: “İnancım AB’nin<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye, <strong>Türkiye</strong>’nin de AB’ye ihtiyacı olduğu yönündedir. Bu<br />

nedenle İsveç <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemektedir. <strong>Türkiye</strong> yeri<br />

<strong>Avrupa</strong>’da olan laik bir demokrasidir. <strong>Türkiye</strong> Doğu ile Batı’yı bir araya<br />

getirmektedir ve farklı kültürleri birleştirme adına eşsiz imkânlara<br />

sahiptir. AB bunu göz ardı edemez.” 2<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin koşulsuz olacağı ya da hızlı bir şekilde<br />

gerçekleşeceği ise öngörülmemektedir. AB İşlerinden Sorumlu Bakan<br />

Cecilia Malmström’ün ifadesiyle “<strong>Türkiye</strong>’nin –kriterleri yerine<br />

getirdiğinde– üye olmasını destekliyoruz çünkü demokratik ve açık bir<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye büyük katkıları olacağına ve bu ülkenin <strong>Avrupa</strong> ile<br />

Müslüman dünya arasında önemli bir köprü görevi göreceğine<br />

inanıyoruz. Elbette ki üyelik uzak gelecekte gerçekleşecektir ancak<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye, Başbakan ile Hükümetin <strong>Avrupa</strong> yönünde hareket etmesini<br />

ve ülkeyi AB’ye üye yapmalarını isteyenlere olumlu sinyaller iletmemiz<br />

önemlidir.” 3<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB sürecini daha da ileri götürmek ve <strong>Türkiye</strong> ile İsveç<br />

arasındaki ikili ilişkileri derinleştirmek için İsveç Uluslararası Kalkınma<br />

İşbirliği Ajansı (SIDA) ve İstanbul Başkonsolosluğu ile işbirliği içinde<br />

İsveç Dışişleri Bakanlığı özel bir “<strong>Türkiye</strong> Programı” başlatmıştır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin müzakerelere başladığı 3 Ekim 2005’ten sonra start alan bu<br />

2 Tal av statsminister Fredrik Reinfeldt i Kulu, Turkiet, den 21 april 2009 [Başbakan Fredrik<br />

Reinfeldt tarafında <strong>Türkiye</strong>, Kulu’da 21 Nisan 2009’da yapılan konuşma],<br />

http://www.regeringen.se/sb/d/11738/a/124859.<br />

3 C. Malmström, Minister for EU Affairs, ”Turkiet och EU” [<strong>Türkiye</strong> ve AB], Europaforum,<br />

Hässleholm 8 Nisan 2008, www.regeringen.se/sb/d/10173/a/ 102489.


89<br />

İsveç<br />

program demokrasi süreci ve insan haklarına saygı alanındaki çalışmaları<br />

desteklemeyi amaçlamaktadır. 4<br />

İsveç hükümetinin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyesi bir <strong>Türkiye</strong> konusundaki<br />

olumlu bakışı İsveç’i İsveç dönem başkanlığının başlangıcının hemen<br />

ardından 3 Temmuz’da ziyaret eden Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy<br />

gibi başkaları tarafından paylaşılmamaktadır. İsveç ve Fransa - kilit<br />

önemdeki bir takım - AB konularında hemfikir olmakla birlikte<br />

genişleme, özellikle de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği bu konulardan biri değildir.<br />

Bu bağlamda Reinfeldt İsveç’in görüşünün iyi bilindiğini ve AB içinde<br />

farklı görüşlere saygı göstereceğini ifade etmiş ve işinin başka görüşleri<br />

olan ülkelere İsveç’in görüşlerini paylaşmaları yönünde baskı yapmak<br />

olmadığını düşündüğünü belirtmiştir. 5<br />

<strong>Türkiye</strong> ve Kriterler<br />

Olumlu ve olumsuz boyutlarıyla <strong>Türkiye</strong>’nin reform süreci birçok<br />

konuşmada yoruma mazhar olmuş bir konudur. AB İşlerinden sorumlu<br />

Bakan 8 Nisan 2008’deki bir konuşmasında önemli değişimler olarak<br />

gördüğü bir dizi noktaya dikkat çekmiştir:<br />

• İdam cezası kaldırılmış ve –halen uygulamada yaşanan bazı<br />

sorunlara rağmen– hükümet işkenceye sıfır tolerans<br />

politikasını uygulamaya koyup bu yönde kanunlar çıkarmıştır.<br />

Yeni ceza kanunu kadınlara özellikle “töre suçları” adı verilen<br />

konularda daha ileri haklar tanımaktadır.<br />

• Ordunun siyasi hayattaki etkisi halen önemli bir boyutta<br />

olmakla birlikte yeni kanunlar bunu sınırlama yönündedir.<br />

Yine de bu alanda yapılması gereken daha çok şey vardır.<br />

4 Turkietprogrammet [<strong>Türkiye</strong> Programı], www.regeringen.se/sb/d/6131/a/ 60079.<br />

5 I. Hedström, ”Barroso svår nöt för Reinfeldt” [”Barroso Reinfeldt için zor bir konu”], Dagens<br />

Nyheter, 3 Temmuz 2009, www.dn.se/fordjupning/europa2009 / 1.904853?rm=print


90<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

• İfade özgürlüğü <strong>Türkiye</strong>’de anayasal güvence altındadır ancak<br />

birçok davada yazarlar ve diğer aydınlar yargılanmaya devam<br />

etmektedir ve bu alanda ele alınması gereken birçok tabu<br />

mevcuttur. Ceza kanununun meşhur 301. maddesinin esasında<br />

değişiklik ya da tümüyle kaldırılması gerekmektedir. Bu<br />

madde devletin ve sembollerinin korunması konusunda aşırıya<br />

kaçmanın bir örneğidir. Geçtiğimiz haftaki İsveç ziyareti<br />

sırasında Türk Başbakanı Erdoğan Türk parlamentosunun bu<br />

kanunu değiştirmeye hazırlandığı güvencesini vermiştir. Öte<br />

yandan değiştirilmesi gereken aynı nitelikte başka kanunlar da<br />

mevcuttur.<br />

• İsveç’in AB işlerinden sorumlu Bakanı’na göre Sayın Erdoğan<br />

aynı zamanda anayasada değişiklikler ve ifade özgürlüğü<br />

konusunun tekrar gündeme getirileceği sözünü vermiştir.<br />

• Bunun yanında kültürel haklar konusunda da ilerleme<br />

kaydedilmiştir. Kürtlerin kendi dillerini açıkça<br />

kullanabilmeleri alanında bir miktar ilerleme kaydedilmiştir.<br />

Devlet ve özel sektöre ait radyo ve TV yayınlarında Kürtçe’ye<br />

bir derece yer verilmektedir. Bununla birlikte Bakan<br />

ayrımcılığın halen büyük ölçüde devam ettiğini ve Kürtlerin<br />

bulundukları yerlerde büyük bir azınlık olarak tanınmadıklarını<br />

ifade etmiştir.<br />

• Geçmişte görülen ve halen de <strong>Türkiye</strong>’yi hedef almaya devam<br />

eden terör diyalog ve karşılıklı güven tesis etmeye yönelik<br />

çabalara darbe vurmaktadır. Bakan İsveç’in Başbakan Erdoğan<br />

tarafından söylenen “Kürt sorunu benim sorunumdur”<br />

sözlerinin eyleme dönüştürüleceğine ve Güneydoğu<br />

Anadolu’nun sürdürülebilir iktisadi ve sosyal kalkınmasını


91<br />

İsveç<br />

sağlamaya yönelik politikaların hayata geçirileceğine duyduğu<br />

güveni ifade etmiştir.<br />

• Birleşik Kıbrıs konusunda geride kalan aylarda olumlu bir<br />

gelişme görülmüş ve Lefkoşa’daki Ledra Palas sınır kapısı<br />

açılmıştır (bu konuşmanın Nisan 2008’de yapıldığı<br />

unutulmamalıdır). Türk hükümeti iç politikada hassas bir konu<br />

olan Annan planına verdiği destekten ötürü takdiri hak<br />

etmektedir ve Kıbrıslılar, <strong>Türkiye</strong> ve AB için trajik olanın<br />

Kıbrıslı Rumların planı reddetmesi olduğu görülmektedir.<br />

İsveç ve AB’nin gelişmeleri bütün güçleriyle desteklemek için<br />

her türlü nedeni mevcuttur. <strong>Türkiye</strong> içinse bu alanda ulaşılacak<br />

bir çözüm <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik müzakerelerine ivme<br />

kazandıracaktır. 6<br />

<strong>Türkiye</strong>’yle Müzakere Süreci<br />

2008 baharında İsveç’in niyeti 18 aylık Fransız-Çek-İsveç üçlü dönem<br />

başkanlığı döneminde halihazırda açılmış altı başlığa yenilerini ve<br />

Slovenya dönem başkanlığı sırasında açılması ümit edilen iki-üç başlığı<br />

eklemekti. AB İşlerinden sorumlu Bakan’ın ifadesiyle bu sürecin hızını<br />

nihai olarak belirleyecek olan Ankara’nın reformlar konusundaki<br />

iradesidir. Kopenhag Kriterlerinin takibi şarttır. 7<br />

İsveç’in AB’nin dönem başkanlığını devralması bağlamında bir<br />

mülakatta Başbakan Reinfeldt <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerde devam eden<br />

ilerlemenin öncelikli bir konu olduğunu, ancak bu konudaki başarının<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin kendi reform çabalarına dayandığını ifade etmiştir. İsveç<br />

dönem başkanlığı sırasında Ankara Protokolü’nün uygulanmasında<br />

kaydedilen ilerlemenin takibi ve gözden geçirilmesi gerekmektedir.<br />

Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının elbette ki <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

6 C. Malmström (bkz. ref.no. 3)<br />

7 C. Malmström, (bkz. ref. no. 3)


92<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

üyeliği süreci ile bölge ve AB’nin tümü üzerinde olumlu etkileri<br />

olacaktır. 8<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine AB’nin Bakışı<br />

Nisan 2008’deki konuşmasında Bakan Malmström diğer AB üyelerine<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki tutumlarından dolayı eleştirel bir tavrı<br />

dillendirmekteydi. Malmström’e göre <strong>Türkiye</strong>’nin bu konudaki şüpheleri<br />

kısmen AB’nin <strong>Türkiye</strong>’yi müzakere masasına çağırma şekliyle<br />

bağlantılıdır. Sonuç bildirgesinde Konsey müzakerelerin üyelikle<br />

sonuçlanmasının garanti olmadığını ve işgücünün serbest dolaşımına<br />

getirilecek istisnaların kalıcı olabileceğini belirtmiştir. Malmström bazı<br />

ülkelerin <strong>Türkiye</strong>’yi üye olarak görmek istememelerinin altında yatan<br />

nedenin artan işsizlik ve küreselleşme konusundaki endişelerin yanı sıra<br />

Konsey’de değişecek güç dengeleri ve <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin AB’ye<br />

getireceği maliyet olduğunu ifade etmektedir. Bazı durumlarda yabancı<br />

düşmanlığı ve İslam fobisinin de rol oynaması söz konusudur. Bu<br />

bağlamda Türklere verilen mesaj <strong>Türkiye</strong> AB’nin tüm istediklerini yerine<br />

getirse de –karar günü geldiğinde– AB’nin yine de <strong>Türkiye</strong>’yi isteyip<br />

istemediğini ve Türkleri Birliğe almayı kaldırıp kaldıramayacağını kendi<br />

kendisine soracağı olmuştur. 9<br />

Yine de Bakan Malmström’e göre AB üyesi devletler arasında hâkim<br />

görüşün AB’nin <strong>Türkiye</strong>’ye makul bir şans sözü verdiğidir. <strong>Türkiye</strong><br />

AB’nin tüm taleplerini yerine getirmesi halinde üye olabilecektir. Bu<br />

perspektif son yıllarda <strong>Türkiye</strong>’de gerçekleşen reform sürecinin de<br />

arkasında yatmaktadır. Bu, aynı zamanda, Malmström’e göre İsveç’in<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye verdiği sinyaldir de. O gün geldiğinde <strong>Türkiye</strong>’nin kriterleri<br />

yerine getirmesi halinde yeri <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> tam üyeliğidir. AB’nin bu<br />

8 Det svenska ordförandeskapet kommer att arbeta för en långsiktig ekonomisk återhämtning i EU<br />

[İsveç Dönem Başkanlığı AB’nin uzun vadeli ekonomik toparlanması üzerine çalışma niyetinde],<br />

www.consilium.europa.eu/showFocus. aspx?id=1&focusId=387&lang=EN<br />

9 C. Malmström (bkz. ref.no. 3).


93<br />

İsveç<br />

konuda net bir tavır takınmaması reform sürecini zayıflatma, ve hatta<br />

daha da kötüsü, <strong>Avrupa</strong>’nın dünyanın en sorunlu bölgesi olan Ortadoğu<br />

ile komşu kesiminde istikrar ve demokrasiye en çok ihtiyaç duyduğumuz<br />

anda <strong>Türkiye</strong>’yi reddetmek sonucunu doğurabilir. Bu bağlamda <strong>Türkiye</strong><br />

çok önemli bir ortak olarak öne çıkmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin AB sürecinden<br />

ayrılması yalnızca <strong>Türkiye</strong>’deki reform sürecini tehlikeye atmakla<br />

kalmaz, aynı zamanda tüm diğer aday ülkeler ile potansiyel adayları da<br />

riske sokar. Bu durum aynı zamanda AB ile <strong>Türkiye</strong> arasında ciddi bir<br />

krize neden olup AB’nin bölgesel, hatta küresel itibarına ve<br />

müzakerelerde bir ortak olarak güvenilirliğine önemli bir darbe vurur. 10<br />

İnsan Hakları<br />

İsveç Dışişleri Bakanlığı tarafından 2007’de yayınlanan bir rapor<br />

<strong>Türkiye</strong>’de insan hakları konusunu ele almaktadır. <strong>Genel</strong> görüş son<br />

yıllarda AB ile yakın ilişkilerin bir sonucu olarak çok sayıda reforma<br />

girişildiği yönündedir. Anayasa’nın önemli parçaları ile başka bir dizi<br />

kanun Kopenhag kriterleri doğrultusunda gözden geçirilmiştir. 2007 yılı<br />

ise parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilintili bir dizi krizin<br />

gölgesinde geçmiştir. Bu krizlerden demokrasi güçlenerek çıkmış ve<br />

seçmenler cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemek için demokratik<br />

olmayan yollara başvuranlar konusundaki net karşı duruşlarını ortaya<br />

koymuş olup, Meclis seçimlerin ardından temsil açısından daha başarılı<br />

bir hale gelmiştir. Yine de reform çalışmaları bu dönemde sekteye<br />

uğramıştır. 11<br />

Bunların dışında rapor devam eden reformlar yönünde anayasanın<br />

değiştirilmesini de içeren büyük vaatlere atıfta bulunmaktadır. Türk<br />

hukukunda kişilerden ziyade devleti, en yüksek yetkililerini, kurumlarını<br />

10 C. Malmström (bkz. ref. no. 3)<br />

11 Mänskliga rättigheter i Turkiet 2007 [<strong>Türkiye</strong>’de insan hakları 2007] Regeringskansliet,<br />

Utrikesdepartementet [Hükümet Daireleri, Dışişleri Bakanlığı]


94<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ve bayrağını koruma eğiliminin mevcudiyetine dikkat çekilmiştir. Bu<br />

konuda ifade edilen diğer boyutlar Kürtlerin yaşadığı alanlarda<br />

gelişmenin azlığı ve kadınların siyaset ve çalışma hayatında kısıtlı<br />

temsilinde nitelenen durumudur. Dahası kadınlar arasında okuma yazma<br />

oranının erkeklere nazaran daha düşük olduğu ve kadına karşı şiddetin<br />

yaygın bir sorun olduğudur. 12<br />

Muhalefet ve <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine İlişkin Tartışmalar<br />

İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm siyasi partiler konuya olumlu<br />

baktığı için <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği İsveç’teki siyasi tartışmalarda ön plana<br />

çıkmamaktadır. (Oyların eşik değer olan yüzde dördünden daha azını<br />

alabildikleri için) İsveç parlamentosunun dışında kalan yabancı düşmanı<br />

İsveç Demokratları, <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye ait olmadığını iddia<br />

etmektedirler. Bunlar, üyeliğin devasa ekonomik maliyetine, <strong>Avrupa</strong>’da<br />

İslam’ın kazandığı ivmeye, İsveçlilerin kazançlarında düşüşe neden olan<br />

göçmenlerin sayısındaki artışa, ve İsveç’in gelecekte <strong>Türkiye</strong>’yi Irak<br />

Kürdistanı’nda muhtemel bir çatışmada korumasının gerekmesi<br />

ihtimaline atıfta bulunmaktadır. 13<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine muhalif duruş İsveç’te bireysel ölçekte de<br />

görülebilmektedir ki bu durumun örneklerine liderlik kademesinin<br />

konuya büyük ölçüde destekler yaklaşımda bulunduğu partilerin üyeleri<br />

arasında da rastlanabilmektedir. Bu durumun bir örneği İsveç<br />

hükümetinin Kürt sorunu konusunda <strong>Türkiye</strong>’ye fazlasıyla yumuşak<br />

davrandığı görüşünü savunan ve Liberal Parti üyesi Fredrik Malm’da<br />

görülmektedir. Malm’a göre <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerde ilerleme<br />

kaydedilmemesine neden olan asıl problem <strong>Türkiye</strong>’nin AB tarafından<br />

talep edilen reformları yerine getirmemesidir. Erdoğan’ın partisi AKP<br />

<strong>Türkiye</strong>’de altı yıldan fazla bir süredir iktidarda olup Parlamento’da da<br />

12 A.g.e.<br />

13 Sven-Olof Sällström, www.newsmill.se/artikel/2009/06/02/


95<br />

İsveç<br />

çoğunluğu elinde tutar haliyle daha fazla şey yapabilir konumda<br />

olmalıydı. Malm’a göre sorun <strong>Türkiye</strong>’nin Müslüman ya da büyük bir<br />

ülke olması değil, AB’nin temelini oluşturan değerlerin Türk devletinin<br />

temelini oluşturanlardan farklı olmasıdır. Gelecekte <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine olumlu baktığını belirtirken Fredrik Malm bu üyelikten önce<br />

açık kalpli bir reform niyetinin gelmesi gerektiğini ve İsveç dönem<br />

başkanlığının <strong>Türkiye</strong>’den reform talebinde daha ısrarlı olması ihtiyacını<br />

vurgulamaktadır. 14<br />

Siyasi parti üyesi bireyler arasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda bir<br />

tartışma yaşanmaktadır ki bu da bu konudaki savlar arasındaki<br />

farklılıkların işaretidir. Bunun bir örneği İsveçli Ilımlıların Sosyal<br />

Demokratlar tarafından <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verdikleri destek nedeniyle<br />

değil de <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’ndaki ortakları olan EPP Grubu’nun<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımına soğuk bakışı nedeniyle eleştirilmesidir. 15<br />

Aynı sitede yer alan bir başka makale de örneğin “AB’de yer alan bir<br />

<strong>Türkiye</strong> İslam ile demokrasinin birlikte yaşayabileceğini gösterir”,<br />

“Üyelik <strong>Türkiye</strong>’yi liberal bir pazar ekonomisine dönüştürebilir” ve<br />

“önce Kıbrıs sorunu çözülmelidir” demektedir.<br />

Öte yandan İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm partilerce<br />

paylaşılan <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılmaya hakkı olduğu görüşü toplum<br />

tarafından kabul görmemektedir. 2008’deki Göteborg Üniversitesi SOM<br />

Anketinde yüzde 48 <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkarken yüzde 13<br />

olumlu yaklaşmaktadır. (Bu rakamlar 2007’de yapılan ankette elde edilen<br />

yüzde 49 karşı, yüzde 12 olumlu bakış oranlarına oldukça yakındır). Her<br />

iki yıl yapılan anketlerde katılanların yüzde 39’a varan bir oranı<br />

14<br />

Svenska Dagbladet, Fredrik Malm, Stäng dörren för Turkiet [<strong>Türkiye</strong>’ye kapalı kapı], 28 Mayıs<br />

2009.<br />

15<br />

Andreas Sjölander, Newsmill, http://wwwnewsmill.se/artikel/2009/05/31/ turkiet -ar-intevalkomna-i-hogerns-eu.


96<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

kararsızdır. 16 Kararsızların sayısının bu denli yüksek oluşunun bir nedeni<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin gelecekte ele alınacak bir konu oluşu ve birçok ön<br />

şarta bağlı olmasıdır. Bu nedenle bugün insanlar bu konuda bir görüş<br />

oluşturmakta zorlanmaktadır.<br />

Sivil Toplum<br />

İsveç’te <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalarda belirli bir<br />

görüş sahibi görünümü veren ya da tartışmalara katılan bir sivil toplum<br />

kesimi göze çarpmamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere oturmuş<br />

siyasi partiler aynı görüşe sahip olup, aralarında aykırı görüş<br />

dillendirenler ancak gazetelerin yorum köşelerinde ya da bloglarda<br />

rastlanan bireylere aittir.<br />

Sonuç<br />

İsveç hükümeti <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’ya önemli katkılarda<br />

bulunabileceğini ve <strong>Türkiye</strong>’nin kendisinin de <strong>Avrupa</strong>’ya ihtiyacı<br />

olduğunu düşünerek <strong>Türkiye</strong>’yi AB üyeliği hedefine yaklaştırma adına<br />

önemli çabalarda bulunmuştur. “<strong>Türkiye</strong> Programı” bunlardan biri olup<br />

<strong>Türkiye</strong>’de ihtiyaç duyulan reformlara odaklanmaktadır. Bu alanda<br />

gelişme kaydedilmeden AB üyeliği gerçekleşemeyecektir. İsveç Dönem<br />

Başkanlığı müzakerelerde umulan ileri adımları atma konusunda başarılı<br />

olamayacaksa da İsveç açıkça bu konuyu dönem başkanlığı sırasında ve<br />

sonrasında desteklemeye devam edecektir. Kuvvetle muhtemeldir ki,<br />

zamanla <strong>Avrupa</strong> ülkeleri <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini kabul edeceklerdir. Yine<br />

de <strong>Türkiye</strong>’nin çeşitli alanlarda büyük çabalar sarf etmesi gerekmektedir.<br />

16 S. Holmberg, ”Ökat opinionsstöd för EU”, [“AB için artan kamuoyu desteği”] Europapolitisk<br />

analys 2008:5; Stockholm: SIEPS; Ayrıca bkz. S. Holmberg, ve R. Lindahl, 2007, ref. no. 1.


Cengiz Günay*<br />

Avusturya<br />

97<br />

Avusturya<br />

Öz<br />

Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

üyeliğinin en kararlı muhalifleri arasında sayılabilir. Konu ülkede ateşli<br />

tartışmalara sahne olmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda<br />

Avusturya’daki söylem <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>lı olmamasından hareketle<br />

ortaya konan kültürel tartışmaların güçlü etkisi altındadır. Yine de bu<br />

söylemin daha yakından incelenmesi ile konunun <strong>Türkiye</strong> ile ilgili<br />

olmaktan ziyade gittikçe büyüyen göçmen topluluğunun bütünleşmesi gibi<br />

halen çözüme kavuşmamış iç meseleler ekseninde tartışıldığı ortaya<br />

çıkmaktadır. Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin bütünleşmesine dair söylemin<br />

Avusturya’nın köklü değişimler geçiren dünyada kendine yeni bir çokkültürlü<br />

kimlik arayışının bir çok boyutunu da içerdiği sonucuna<br />

varılabilir. Türk kamuoyunun geneli Avusturya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

büyük ölçüde eleştirel yaklaşımından haberdar olduğu halde birçokları<br />

Avusturya hükümetinin 2005’te müzakerelerin başlangıcını engellemek<br />

ve geciktirme amacıyla uyguladığı taktikleri halen unutmuş olmadığı<br />

halde sadece çok küçük bir kesim Avusturya’nın tavrında müzakerelerin<br />

başlangıcından sonra son yıllarda meydana gelen değişimlerin ya da<br />

istikrarın ve meselenin arka planında yatan nedenlerin farkındadır.<br />

Arka plan<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne üyeliğinden sonra geçen 15 yıllık dönemde<br />

Avusturya kamuoyu yalnızca sonraki genişleme süreçleri konusuna<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


98<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

soğuk bakmakla kalmayıp aynı zamanda AB’nin kendisi hakkında da<br />

eleştirel bir yaklaşım geliştirmiştir. 1995’te yapılan referandumda halkın<br />

yüzde 66’su AB üyeliğini tasvip ederken son 14 yıllık dönemde AB<br />

üyeliğine verilen tasvip önemli miktarda azalmış ve ancak 2008’de<br />

Lizbon Anlaşması tartışmaları sırasında tekrar yükselebilmiştir. Yine de<br />

mevcut küresel mali krizin Avusturyalılara yalnız olmaktansa <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong>’nin bir parçası olmanın avantajlarını gösterdiği anlaşılmaktadır.<br />

Dolayısıyla, AB üyeliğine verilen destek tekrar bir artış eğilimine<br />

girmiştir. 1<br />

<strong>Genel</strong> hatlarıyla bakıldığında küreselleşme ve liberalleşmenin<br />

tetiklediği büyük ekonomik değişimler karşısında Avusturyalıların çoğu<br />

ülkenin bu konularda sesinin fazla duyulmadığını hissetmeleri ve<br />

siyasilerin pek popüler olmayan kararlar için Brüksel’i bir günah keçisi<br />

olarak gösterip başarıları kendi adlarına kaydetme ikiyüzlülüğü nedeniyle<br />

Birlik ve kurumları hakkındaki belirsizlik ve güvensizlik hissiyatı<br />

artıştadır. 2 Bu bağlamda Brüksel’deki iç tartışmalar artan enerji<br />

fiyatlarının nedeni olarak gösterilmiş, Brüksel sıklıkla nükleer enerji<br />

lobilerinin veya genetik mühendisliğinin bir sembolü olarak sunulmuş, ve<br />

sağ kanadın popülist söyleminde Brüksel’deki bürokrasinin kaynak israfı<br />

çok zaman kınanır olmuştur.<br />

Önde gelen partiler, ÖVP (Muhafazakârlar) ve SPÖ (Sosyal<br />

Demokratlar) referandum öncesinde geliştirdikleri AB’den yana söylemi<br />

sürdürmeyi, hatta hayata geçirmeyi başaramamışlardır. İktisadi<br />

tasarruflar konusunda kamuoyunun beklentileri yüksek olmakla birlikte,<br />

ki bu hükümetin AB’den yana kampanyasının başlıca bileşenlerinden<br />

birini oluşturmuştur, üyelik sonrasında fiyatlar sürekli artmış ve işgücü<br />

1 Bkz. “Zustimmung zu EU laut Umfrage auf Rekordwert“, orf online,19 Kasım 2009<br />

2 Avusturyalıların yüzde 46’sı ülkelerinin AB kararlarında çok küçük bir etkisi olduğunu<br />

düşünmektedir. Bkz. “EU-Skepsis: Die Kommission kritisiert Politik und “Krone”, Die Presse, 14<br />

Temmuz 2008.


99<br />

Avusturya<br />

piyasasındaki durum gittikçe daha sorunlu bir hal almıştır. 3 Hem siyasi<br />

partiler hem de medya, akademi ve sivil toplum örgütleri AB üyeliğinin<br />

avantajlarını anlatma konusunda sürekli olarak başarısız olmuşlardır.<br />

Bunun yerine konu merkez sağın tekelinde kalmış ve bu kesim de<br />

kamuoyunu gittikçe “Brüksel’in diktatörlüğü” konusunda kışkırtmıştır.<br />

Avusturya Doğu <strong>Avrupa</strong>’nın eski komünist ülkelerinin Birliğe üye<br />

olmasından iktisadi açıdan en büyük faydayı sağlayan ülkelerden olduğu<br />

halde Avusturya kamuoyu bu süreç konusunda da eleştirel bir tavır<br />

takınmıştır. AB’nin doğu yönündeki genişlemesi ülkenin siyasi,<br />

entelektüel ve ekonomik elitleri tarafından kuvvetle desteklenmekle<br />

birlikte bu desteğin halka yayılması yönünde fazla çaba sarf<br />

edilmemiştir. Elitler bu konuda duydukları heyecanı halka da yansıtmayı<br />

başaramamış ve sıradan kişilerin duyabileceği korku ve endişelere bir<br />

yanıt sunamamışlardır. Üstelik kamuoyunun geneli de genişlemenin<br />

kayda değer bir olumlu etkisini görememiştir. Nispeten büyük ölçekli<br />

şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri komşu Doğu <strong>Avrupa</strong> ülkelerine<br />

doğru <strong>Birliği</strong>n genişlemesinden fayda sağlamışsa da bu şirketlerin<br />

iktisadi başarısı sıradan Avusturyalıya pek yansımamıştır. Aksine küçük<br />

ölçekli firmalar yeni rekabet ortamına uyum sağlamakta zorlanmış ve<br />

özellikle el sanatları alanında çalışanlar, imalat sanayindeki işçiler ve<br />

hizmet sektöründe çalışan vasıfsız beyaz yakalılar komşu doğu<br />

ülkelerinden gelecek damping konusunda ciddi endişelere sahiptir.<br />

Kamuoyunun genelinde genişleme ve bunun getireceği muhtemel<br />

olumsuz etkiler konusundaki belirsizliklere rağmen konunun<br />

derinlemesine tartışıldığı söylenemez. Kendisini bir tür “Robin Hood”<br />

gibi gören ve insanların zamanla sönmekte olan korku ve öfke<br />

duygularını fütursuzca alevlendirerek sokaktaki adamın çıkarlarını<br />

3 Bkz. Cengiz Günay, “AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, Natalie Tocci (der.),<br />

<strong>Avrupa</strong>’da <strong>Türkiye</strong>’den Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru, Quaderni IAI,<br />

Aralık 2008, s. 67.


100<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

elitlere ve ayrıca da “tehditkâr” “yabancılara” (Ausländer) karşı savunan<br />

aşırı sağ Özgürlük Partisi (FPÖ) dahi muhafazakâr ÖVP ile bir koalisyon<br />

içinde bulunduğu ve hükümette yer almanın bir önkoşulu doğu<br />

yönündeki genişlemeyi kabul etmek olduğu için bu konuyu<br />

siyasallaştırmaktan imtina etmiştir.<br />

İlginç bir biçimde o tarihe kadar <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği bir tartışma<br />

konusu değilken “<strong>Türkiye</strong> Sorunu” adı verilen mesele üzerine tartışmalar<br />

2004’teki doğu yönündeki gelişme ile hız kazanmıştır. Aşırı sağ hareket<br />

içindeki bir bölünme de bu tartışmaları tetiklemiştir.<br />

“<strong>Türkiye</strong> Sorunu” da doğu yönündeki genişlemenin bir<br />

sonucu<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki tartışmaların son iki genişleme dalgası üzerine<br />

tartışmaların eksikliğini telafi ettiğini söylemek mümkündür. Romanya<br />

ve Bulgaristan’ın üyeliklerinin getiri ve maliyeti konusunda kamuoyunun<br />

her iki ülkenin üyeliği konusundaki olumsuz tavrına rağmen<br />

kamuoyunda herhangi bir tartışma vuku bulmamıştır. 4<br />

Öte yandan, <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki söylemin gittikçe çokkültürlü<br />

bir toplum olma yönündeki dönüşümle bağlantılı birçok korku,<br />

belirsizlik ve önyargıyı ihtiva ettiği söylenebilir. Bu bağlamda büyüyen<br />

Müslüman göçmen toplulukları Avusturya kültürü addedilen olgunun<br />

karşılaştığı en büyük sorun olarak özellikle metropolitan alanlarda ön<br />

plana çıkmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki tartışmalar 11 Eylül sonrasında<br />

küresel çapta hâkim olan ve İslam ile Müslümanlara karşı önyargı, endişe<br />

ve şüphe yüklü kültürcü bir söylem ile kesişim göstermektedir. Aşırı sağ<br />

4 Her ne kadar Avusturya şirketleri ve sanayi kuruluşları Bulgar ve Romen mali sektörü ve enerji<br />

piyasalarında oldukça aktif bir biçimde faaliyet göstermektelerse de bu yüksek düzeyde seyreden<br />

iktisadi faaliyet söz konusu iki ülkenin üyeliği konusunda kamuoyunda bir kabul haline<br />

dönüştürülememiştir.


101<br />

Avusturya<br />

kampanyalarında <strong>Türkiye</strong>’yi ve Avusturya’daki en büyük Müslüman<br />

göçmen topluluğu olan Türkleri Hıristiyan ve <strong>Avrupa</strong> medeniyeti ile eş<br />

sayılan Avusturya kültürüne önemli bir tehdit ve İslam’ın temsilcileri<br />

olarak lanse etmiştir. Özgürlük Partisi (FPÖ) Taliban’ın ve çarşaflı<br />

kadınların görüntülerini billboardlara taşımış ve bu yolla “İslam Tehdidi”<br />

diye anılan olguya karşı bir seferberlik yaratmaya çalışmıştır. Özgürlük<br />

Partisi kolektif hafızanın derinlerinde yer bulan tarihi anlatımlarla ülkeye<br />

yönelmiş en büyük tarihsel tehditlerden biri olan “korkunç” ortaçağ<br />

Türkleri imajını gün yüzüne çıkarmıştır. Partinin mavi gözlü lideri H.C.<br />

Strache tarihsel bağlamda Viyana’yı 1683’teki Türk kuşatmasından<br />

kurtaran tarihi karakter Prens Eugene gibi takdim edilmiştir ve 2006<br />

genel seçimleri kampanyasında parti Viyana şivesi ile “İslam yerine<br />

Evimiz” veya “Türk bir AB’ye Hayır” gibi sloganlara yer vermiş, İslam<br />

ve Türklüğün Avusturya ve <strong>Avrupa</strong> ile görünürdeki uyumsuzluğuna<br />

işaret etmiştir.<br />

Diğer <strong>Avrupa</strong> ülkelerinde sol bu tür yabancı düşmanlığı içeren<br />

çıkışlara karşı dururken Avusturya’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki<br />

tartışmanın kalitesi muhalefetteki Sosyal Demokratların 2004’te<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine kararlı bir şekilde karşı çıkar bir pozisyon almaları<br />

ile daha da kötüye gitmiştir. Sosyal Demokratların U dönüşü partinin<br />

gittikçe aşırı sağın kültürcü, yabancı düşmanı ve Müslüman karşıtı<br />

sloganlarına eğilimli hale gelen işçi sınıfındaki tabanını ve emeklileri<br />

tekrar kazanmaya yönelik taktik bir manevradan kaynaklanmaktadır. O<br />

dönemdeki ana muhalefet partisi olarak Sosyal Demokratlar muhafazakâr<br />

Halk Partisi (ÖVP) ve FPÖ ile Avusturya’nın Geleceği <strong>Birliği</strong>’nden<br />

(BZÖ) oluşan koalisyon hükümetine <strong>Türkiye</strong> ile üyelik müzakerelerinin<br />

başlatılmasını engelleme konusunda baskı yapmıştır.<br />

Referandum fikri tartışmaları yatıştırırken<br />

Hem muhalefet partileri, hem de kendi muhafazakâr tabanı tarafından<br />

bu konuda sıkıştırılan hükümet üyelik müzakerelerinin başlatılmasını


102<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

engelleme ve geciktirme yönünde çaba sarf etmiştir. O dönemde<br />

Almanya’da muhalefette bulunan Sosyal Demokratların da kuvvetli<br />

desteği ile Şansölye Schüssel bir “imtiyazlı ortaklık” kavramını ön plana<br />

çıkarmaya çalışmıştır. Hükümetin müzakerelerin başlatılmasını<br />

engelleme ve geciktirmeye yönelik taktikleri aynı zamanda diğer üye<br />

devletleri önceki dönemde Komisyon tarafından Lahey’deki Savaş<br />

Suçları Mahkemesi ile yeterli işbirliği yapmadığı nedeniyle eleştirilen<br />

Hırvatistan ile üyelik müzakerelerini başlatmaya zorlamaya da yönelikti.<br />

Kapalı kapılar ardında uzun saatler süren tartışmalardan ve<br />

müzakerelerin açık uçlu olduğunun altını çizen ifadelerden sonra bu<br />

konuda yalnız kalan Avusturya Şansölyesi ile dışişleri bakanı geri adım<br />

atmak zorunda kalmışlardır. Bunun karşılığında ise Birlik, Hırvatistan ile<br />

müzakerelerin de başlatılmasına karar verdi. Hükümet Brüksel’de<br />

takındığı sert tutumu bir başarı ve Avusturya’nın da Birlik’te söz hakkı<br />

olduğunun bir delili olarak pazarladı. Eleştirileri susturmak için Şansölye<br />

müzakereler tamamlandıktan sonra <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda bir<br />

referandum yapılacağını açıklamıştır.<br />

Yeşiller ve bir referandumun neden olabileceği yabancı düşmanlığı<br />

eksenli bir kutuplaşmanın tehlikelerine işaret eden birkaç yorumcu<br />

dışında bu fikir siyasi elitler tarafından AB’nin politikalarının demokratik<br />

popüler destekten yoksun olduğu eleştirilerine karşı bir savunma olarak<br />

benimsenmiştir. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine olumsuz bakış ve son kararı halka<br />

bırakma fikri partiler arası nadir rastlanan bir uzlaşmanın oluşmasına<br />

neden olmuştur. Dahası, siyasi elitlerin Hırvatistan gibi diğer<br />

genişlemeler konusunda referandum istemekten imtina etmeleri de bu<br />

konuda hayli açıklayıcıdır.<br />

Avusturya’nın tarihsel olarak siyasi ve ekonomik etki alanı olan<br />

Balkanlar bölgesinin Birliğe entegrasyonu ülkenin siyasi ve iktisadi<br />

hiyerarşisinin önde gelen hedefleri arasında yer alırken (örneğin<br />

Hırvatistan’da Avusturya tüm doğrudan yabancı yatırımların %25’i ile en


103<br />

Avusturya<br />

büyük yabancı yatırımcıdır 5 ) <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini açıkça destekleyen ve<br />

savunan lobi faaliyeti hemen hemen hiç yapılmamaktadır. Yine de<br />

elitlerin Doğu komşularını entegre etmede yatan çıkarlarına rağmen<br />

Avusturya kamuoyu daha fazla genişlemenin muhalifleri arasında<br />

Makedonya’nın üyeliğine karşı çıkan yüzde 62, Arnavutluk’un üyeliğine<br />

karşı çıkan yüzde 73, Bosna-Hersek’in üyeliğine karşı çıkan yüzde 59 ve<br />

Sırbistan’ın üyeliğine karşı çıkan yüzde 65 ile başı çekmektedir. Yalnızca<br />

Hırvatistan’ın üyeliği tartışmalardan uzak olup yüzde 55 oranında<br />

Hırvatistan’ın üyeliğinin destekleneceği ifade edilmiştir. 6 Yalnızca birkaç<br />

yıl önce çoğunluk Hırvatistan’ın üyeliğini de reddeder tutumda idi; ancak<br />

elitlerin Hırvatistan’dan yana takındığı tutum ile özellikle de<br />

muhafazakâr Katolik çevrelerin desteği bu ülke hakkındaki olumlu<br />

görüşleri artırmıştır. Aşırı sağ Özgürlük Partisi bile bu konuda olumsuz<br />

tavrından vazgeçmiş görünmektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda bir referandum vaadi 2006 güzünde<br />

yapılan seçimler sonrasında Sosyal Demokratlar ile Halk Partisi arasında<br />

kurulan koalisyon hükümetince de benimsenmiştir. 7 İki parti arasında<br />

imzalanan koalisyon sözleşmesi Balkanların ülkenin dış politika ve<br />

güvenlik siyasetinin odağı olarak değerlendirilmesini resmileştirmiş ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin reddi noktasındaki tutumu <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong><br />

değerleri ve standartlarına uyum hedefini <strong>Türkiye</strong>’ye özel bir ilişkiyle,<br />

yani bir başka deyişle “imtiyazlı ortaklık” ile destek verilmesini ön plana<br />

çıkarmıştır. 8 Şansölye Gusenbauer hükümeti Aralık 2006’da <strong>Türkiye</strong><br />

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kapsayacak şekilde gümrük birliği protokolünü<br />

uygulamayı reddettiğinde takındığı sert tutum ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusundaki olumsuz tavrını derhal sergilemiştir. Avusturya bu<br />

5 Avusturya Ticaret Odası’ndan alınan bilgi.<br />

6 Bkz. Cengiz Günay, “AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 68.<br />

7 Alfred Gusenbauer liderliğindeki Sosyal Demokratlar sürpriz bir biçimde bu seçimlerden zaferle<br />

çıkarken muhafazakâr Halk Partisi yaklaşık olarak yüzde 8 gerilemiştir.<br />

8 Bkz. Margaretha Kopeinig, “Regierung lehnt Türkei – Beitritt ab“, Kurier, 12 Ocak 2007.


104<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

bağlamda Fransa, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar ile birlikte hareket ettiği<br />

halde dört ülkenin stratejik çıkarları arasında büyük farklar olduğundan<br />

dolayı bu cephe kısa zamanda bölünmüştür. Avusturya bu vesileyi<br />

müzakere sürecini sona erdirme fırsatı olarak değerlendirirken<br />

Yunanistan ve Kıbrıs’ın çıkarları müzakerelerin devamını<br />

gerektirmekteydi.<br />

Bu arada 2008’de Avusturya’da Sosyal Demokratların AB politikaları<br />

konusundaki U dönüşü ile koalisyon hükümeti dağıldığında bir kez daha<br />

erken seçimlere gidilmiştir. Sosyal Demokratların liderliğindeki bir<br />

değişim AB’ye karşı daha eleştirel bir duruşla bir araya gelmiştir.<br />

Gözlemciler partinin taktik kaymasının popülizm önünde verilen bir<br />

diğer taviz olduğu yorumlarını yapmışlardır. Daha önce de belirtildiği<br />

üzere AB’yi eleştiren sesler Lizbon Anlaşması konusunda İrlanda’da<br />

yapılan referandumda alınan ret yanıtının ardından yükselmiş ve gittikçe<br />

daha büyük bir kesim Avusturya’da da benzer bir referanduma<br />

gidilmesini talep etmeye başlamıştır. Kamuoyu yoklamalarında gerileyen<br />

pozisyonları nedeniyle Sosyal Demokratlar da bu seslere katılmış ve<br />

Avusturya anayasasını etkileyebilecek ya da değiştirebilecek tüm AB<br />

anlaşmalarının halkın iradesi önüne getirilmesi gerektiğini ifade<br />

etmişlerdir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini reddetme yönündeki tercihin tekrar tekrar<br />

gündeme getirilmesi <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini sessiz bir biçimde destekleyen<br />

Yeşiller dışında siyasetin genelinin bir yaklaşımı haline gelmiş ve konu<br />

zamanla momentumunu kaybetmiştir. Hatta son dört yıllık dönemde<br />

<strong>Türkiye</strong> Sorunu’nun zamanla gündemden düştüğünü bile söylemek<br />

mümkündür. Dolayısıyla referandum yapma kararının fazlasıyla kızışmış<br />

siyasi tartışmaları konuyu uzak bir gelecekte halkın iradesinin önüne<br />

getirmek yoluyla yatıştırma şeklinde bir etkisi olduğu sonucuna varmak<br />

yanlış olmayacaktır.


105<br />

Avusturya<br />

Dolayısıyla konuyu artı ve eksileriyle ele alan haber, yorum ve köşe<br />

yazıları büyük ölçüde azalmıştır, hatta öyle ki AB ile ilgili konularda<br />

hazırlanan harita veya tablolarda çoğu zaman <strong>Türkiye</strong>’den aday ülke<br />

olarak bahsedilmemektedir. İlerlemeleri ve duraklamalarıyla müzakere<br />

süreci konusundaki haberler azalmakla birlikte <strong>Türkiye</strong>’nin iç ve dış<br />

politikaları ile ekonomik ve bölgesel rolü konusuna gösterilen alaka ilgi<br />

çekici bir biçimde artış göstermiştir. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda<br />

bundan önceki dönemlerdeki tartışmaların mevcut önyargıları,<br />

“Türklerin” imaj ve algılanışını güçlendirmesine rağmen son yıllarda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin yakaladığı ekonomik yükseliş ile ülkenin bir enerji dağıtım<br />

merkezi olarak artan önemi daha fazla ilgi çekmesine neden olmuştur.<br />

<strong>Türkiye</strong>’de genişleyen Avusturya iş dünyası<br />

Siyasetçilerin sert tutumuna karşın Avusturya şirketleri sessiz bir<br />

biçimde <strong>Türkiye</strong>’de büyümektedirler. İki ülke arasındaki ticaret hacmi<br />

2002-2008 döneminde yüzde 60 oranında büyümüştür. Sadece 2006’da<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye yapılan ihracat yüzde 14,4 artış göstermiştir. 2008’de<br />

Avusturya’nın bu ülkeye ihracatı 965,9 milyon Avroya ulaşırken aynı<br />

dönemde <strong>Türkiye</strong>’den yapılan ithalat 909,5 milyon Avro rakamına<br />

ulaşmıştır. 9 <strong>Türkiye</strong>’deki 1,2 milyar Dolar doğrudan yatırımı ile<br />

Avusturya <strong>Türkiye</strong>’ye en büyük yabancı yatırımı yapan onuncu ülke<br />

olmuştur. 10 Avusturya’nın önde gelen firmalarından bazıları (Red Bull,<br />

Mayr Mellenhof, Manga, OMV, Verbund, BankAustria) <strong>Türkiye</strong><br />

pazarına girerken küçük ve orta ölçekli firmalar daha temkinli bir<br />

yaklaşım içerisindedirler. 11 Beklenebileceği üzere Avusturya Sanayi<br />

Federasyonu ve Ticaret Odaları <strong>Türkiye</strong>’yi büyük potansiyeli olan çok<br />

önemli bir iş ortağı olarak görmektedir. Mayıs 2008’de Daily Standard<br />

9<br />

http://www.bmeia.gv.at/botschaft/ankara/bilaterale-beziehungen/wirtschaft. html, 26 Kasım<br />

2009.<br />

10<br />

H. Hercher, „Türkei: Bei Investitionen spielt Österreich in der „Superliga““, Wirtschaftsblatt,<br />

11 Şubat 2008.<br />

11<br />

Cengiz Günay, “AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 79.


106<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ismini açıklamak istemeyen bir iş adamından alıntı ile Avusturya’nın<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki siyasetinin <strong>Türkiye</strong>’de iş yapan<br />

Avusturya firmaları için büyük zorluk çıkaracağını belirtmiştir. 12<br />

Avusturya Sanayi Federasyonu bu tür etkileri yalanlasa da Avusturyalı<br />

siyasetçilerin Avusturya’nın sert tutumundan dem vuran retoriğinde bir<br />

yumuşama gözlemlenebilmekte ve Avusturya’nın tutumundaki tutarlılığı<br />

vurgularken Fransa gibi üyeliği destekler tavırdan sert bir muhalefete<br />

geçen diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Avusturya’nın tutumunun<br />

dürüstçe olduğunu ve ülkeler arasındaki dostluğun da dürüstlüğü<br />

gerektirdiğini belirtir bir hal almıştır.<br />

Son dönemde Avusturya’nın en büyük şirketi OMV <strong>Türkiye</strong>’yi<br />

büyüme hedefleri arasında önde gelen pazarlardan biri olarak<br />

tanımlamıştır. Şirket <strong>Türkiye</strong>’de Petrol Ofisi hisselerini satın almış ve bu<br />

şirketteki payını yüzde 100 oranına çıkarma niyetini beyan etmiştir.<br />

OMV ayrıca Samsun yakınlarında bir elektrik santrali inşa etmekte ve<br />

Orta <strong>Avrupa</strong>’yı <strong>Türkiye</strong> üzerinden Hazar Denizinin gaz kaynaklarına<br />

bağlamayı amaçlayan Nabucco boru hattı projesinde de başı çekmektedir.<br />

Gelişen iş ilişkilerinin ikili ilişkilerin iyileşmesine de katkı yapması<br />

kaçınılmaz olup, <strong>Türkiye</strong>’ye son dönemde gösterilen kamuoyu ilgisinin<br />

olumlu bir yan etkisi olduğundan da bahsetmek de mümkündür. <strong>Türkiye</strong><br />

konusunda verilen detaylı haberler bir grup gazetecinin <strong>Türkiye</strong>-AB<br />

konularında uzmanlaşması sonucunu doğurmuştur. Bunlardan bazıları<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki siyasi durum ve önemli siyasi oyuncular ile <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

sosyal ve tarihi yapısı hakkında önemli bir bilgi birikimi edinmişlerdir.<br />

Dahası, belki hepsinden de önemlisi, bu kişiler <strong>Türkiye</strong>’deki<br />

meslektaşları, akademisyenler, siyasiler, diplomatlar ve iş çevreleri ile<br />

12 A.g.e., s. 78.


107<br />

Avusturya<br />

bağlantılar kurmuşlardır. Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong> ile ilgili konularda verilen<br />

haberlerin kalitesinde gözle görülebilir bir artış meydana gelmiştir. 13<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki söylemin AB üyeliği sürecinden ayrıştırılması<br />

da tartışmanın kalitesini artırıcı bir etki yapmıştır. Aynı şey üniversiteler<br />

ve düşünce kuruluşları tarafından <strong>Türkiye</strong> ile ilgili konular üzerinde<br />

organize edilen konferanslar, seminerler ve çalıştaylar için de<br />

söylenebilir. Daha bir iki yıl önce <strong>Türkiye</strong> konusundaki her türlü tartışma<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin tehlikeleri konusundaki söylemlerle korku ve<br />

endişe kokan ateşli bir münazaraya dönüşürken bugünkü argümanlar,<br />

sorular ve yorumlar çok daha somut olabilmektedir.<br />

Sonuç<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki fazla kızışmış tartışmaların 2006’dan<br />

bu yana durulduğu sonucuna varmak mümkündür. Her ne kadar<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destek son derece düşük bir düzeyde kalsa<br />

da bu, özellikle <strong>Türkiye</strong> ile sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerin<br />

gelişimi konusuna artan ilgi karşısında durumun değişemeyeceği<br />

anlamına gelmez. Medya <strong>Türkiye</strong> konusundaki haberlere geniş yer<br />

vermektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin iç sorunları konusunda özel tartışmalar, örneğin<br />

üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması konusu bile Avusturya<br />

medyasının ilgisini çekmektedir. Radyo ve TV kanalları ile gazeteler bu<br />

konuya geniş yer vermişlerdir.<br />

İki ülke arasındaki ticaret hacmi sürekli olarak büyüdükçe, ki<br />

ekonomik ilişkiler sadece mevcut ekonomik kriz nedeniyle 2009’da bir<br />

gerilemeye sahne olmuştur, iş çevreleri ve şirketler <strong>Türkiye</strong> konusundaki<br />

söylemin kalitesi konusunda bir değişimden yana muhtemel lobileri<br />

oluşturabilirler. Bu iş çevrelerinin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini kesin bir<br />

biçimde destekleyeceği anlamına gelmese de bu çevrelerin konu üzerinde<br />

13 A.g.e, s. 80


108<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

daha dengeli bir tartışma ve hükümetin müzakere sürecine daha yumuşak<br />

bir tavırla yaklaşımında bir çıkarı olduğunu söylemek mümkündür.<br />

Dolayısıyla gelecekte referandum yapılacağı açıklaması ile tartışma<br />

havasının durulması bu konudaki bakışı daha olumlu kılma şansı olarak<br />

da değerlendirilebilir.


Costas Melakopides*<br />

Güney Kıbrıs<br />

109<br />

Güney Kıbrıs<br />

<strong>Giriş</strong><br />

“Kıbrıs” <strong>Türkiye</strong> ve Kıbrıslı Türkler (KT) ya da Kıbrıslı Rumlar (KR)<br />

ve <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> (AB) de dâhil olmak üzere uluslararası toplum bakış<br />

açılarından farklı şeyler ifade etmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası<br />

tanınmaya mazhar bir devlet ve 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB üyesi bir<br />

ülke olmasına rağmen <strong>Türkiye</strong> bu devleti tanımayı reddetmektedir. Buna<br />

karşın <strong>Türkiye</strong> ülkeden kopan ve dünyada başka hiçbir ülke tarafından<br />

tanınmayan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC)” tanımaktadır.<br />

Tüm bu tablo <strong>Türkiye</strong>’nin 1974’de adaya askeri müdahalesi ve ayrılıkçı<br />

rejimin 1983’teki tek taraflı bağımsızlık ilanı (TTBİ) sonucunda ortaya<br />

çıkmıştır. <strong>Türkiye</strong>’nin sorunu, öte yandan, uluslararası toplumun - BM,<br />

AT/AB ile <strong>Avrupa</strong> İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve <strong>Avrupa</strong><br />

Toplulukları Adalet Divanı gibi yargı kurumları aracılığıyla - 1974’teki<br />

müdahaleyi fiili bir işgal olarak, yani yasadışı bir müdahale olarak<br />

değerlendirmesidir. Uluslararası toplum aynı zamanda TTBİ’yi<br />

uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kınamıştır. Bu nedenle<br />

uluslararası toplumun söz konusu olguyu tanıması mümkün değildir.<br />

Ancak <strong>Türkiye</strong>’nin kayda değer jeostratejik önemi ve kaba kuvvetinden<br />

kaynaklanan diğer özellikleri Washington, Londra ve NATO gibi güç<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


110<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

odakları ve güç oluşumları gözünde önem taşımakta, ve bu nedenle bu<br />

ülke küresel hukuk kültürünün ilkeleri ve kurallarına uymaya ikna<br />

edileceği yerde aşırıya kaçan ihtiraslarına göz yumulmaktadır.<br />

Bugün AB <strong>Türkiye</strong>’ye karşı Kıbrıs’ı desteklemektedir: Kıbrıs<br />

topraklarının %37’sinin işgal altında oluşu durumu sürekli gündeme<br />

getirilmektedir; 1983 TTBİ derhal kınanmıştır; <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik<br />

başvurusu 1989’da reddedilmiştir, ki bunun nedenleri arasında yukarıda<br />

bahsi geçen iki yasadışı fiil de yer almaktadır; son olarak AB Kıbrıs<br />

Cumhuriyeti’ni bir bütün olarak üyeliğe kabul etmiştir. Ancak KR için<br />

bunlar yeterli değildir: öncelikle hem kendilerinin hem de KT’nin insan<br />

haklarının geniş çaplı ihlalleri çok uzun bir süredir devam etmektedir;<br />

ayrıca Kıbrıs toprakları yasadışı bir işgal altında olduğu için AB<br />

toprakları da işgal altında sayılmaktadır.<br />

KR Kıbrıs sorununu bir çözüme kavuşturmaya istekli olduklarında<br />

ısrarcıdırlar. KR iyi niyetlerinin KT’ye uzattıkları dostluk eli ve maddi<br />

destek ile gözler önüne serildiğini, <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

müzakerelerinin başlatılmasına ne 2004 ne de 2005’te herhangi bir engel<br />

çıkarmadıklarını, ve tüm meşru Kıbrıslıların çıkarı için adil ve işlevsel bir<br />

çözüm üzerinde çalıştıklarını ifade etmektedirler. Bunun yanı sıra<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin kötü niyetle hareket ettiğini, uluslararası hukuk ve etiği göz<br />

ardı ettiğini, kaba kuvvetinden kaynaklanan bir kibre sahip olduğunu,<br />

“bölgesel süper güç” olma ihtirasının bulunduğunu, ve işgali gelecekteki<br />

AB üyeliği için bir koz olarak kullandığını belirtmektedirler. Ayrıca tüm<br />

adanın AB üyesi olmasına rağmen 40.000 kişilik Türk işgal kuvvetlerinin<br />

mevcudiyeti müktesebatın işgal altındaki topraklara ülkenin<br />

(hukuki/siyasi/etik) sorunu çözülene kadar uygulanmasını<br />

engellemektedir.<br />

Mahut sorunu çözüme kavuşturmaya yönelik çok sayıda uluslararası<br />

girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu minvalde “Annan planı” adıyla<br />

bilinen son girişim KT ve “KKTC”deki binlerce (yasadışı) Türk


111<br />

Güney Kıbrıs<br />

yerleşimci tarafından kabul edilmiş olmasına rağmen KR adil ve<br />

uygulanabilir olmadığı için planı %76’lık büyük bir çoğunlukla<br />

reddetmiştir. 1 Bu plana göre Kıbrıslı taraflardan herhangi birinin reddi<br />

planı “hükümsüz” kılacaktı. Yine de planın kabulü yönünde çaba<br />

gösteren güçler, özellikle İngiltere, ABD ve <strong>Türkiye</strong>, bu planı yeniden<br />

canlandırmak için çaba göstermektedirler. Tüm bunlar KR’nın içinde<br />

bulundukları kabul edilemez durumun neden olduğu kızgınlık ve hüsran<br />

duygularını açıklamaktadır. Bu hisler 2004’teki AB’ye üyelik ve 1 Ocak<br />

2008’deki Avro bölgesine katılım nedeniyle biraz yatışmıştır. Yine de ne<br />

bu başarılar, ne de yukarıda aktarılan şekilde elde edilen ve AB’nin<br />

ilkeleri ve değerlerine bağlılıkta ifadesini bulan “etik birikim” Kıbrıslı<br />

Rumların karşılaştığı dayanılmaz haksızlığı gidermeye yetmez.<br />

Eylül 2008’de Cumhurbaşkanı Demetris Christofias ve KT lideri<br />

Mehmet Ali Talat arasında “yüz yüze” görüşmeler başlamıştır. Bu<br />

görüşmeler bilinmezliklerle ve dolayısıyla çeşitli sırlarla örtülü olmasına<br />

rağmen Lefkoşa hükümeti iyimserliğini korumaktadır. Ancak birçok<br />

siyasi aktör bu sürece artan bir şüpheyle yaklaşmaktadır. Şaşırtıcı bir<br />

biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vetosu sayesinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyelik<br />

süreci üzerinde belirleyici bir gücü bulunmasına rağmen 2004<br />

sonrasındaki dönemde göreve gelen hükümetler bu gücü kullanmaktan<br />

imtina etmişlerdir. Atina ile işbirliği içinde ve Topluluk bünyesinde ciddi<br />

bir çatışmaya neden olmaktan kaçınmak için Lefkoşa uzlaşmanın en iyi<br />

yolu olarak <strong>Birliği</strong>n çatışmadan kaçınan ilke ve değerlerini diplomatik<br />

yaklaşımı ile tevdi etmiştir. Bu siyaset ise bir sonuç getirmemiştir. Yine<br />

de kamuoyu, siyasi elitler, etkili görüş belirleyiciler ve bazı saygın<br />

akademisyenlerin artan baskısı altında konuya genel yaklaşımda bir<br />

değişim meydana gelmektedir. Tam da <strong>Türkiye</strong> asimetrik kaba kuvvetini<br />

1 Bkz. Costas Melakopides, Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU (Haksız<br />

Oyun: Kıbrıs, <strong>Türkiye</strong>, Yunanistan, İngiltere ve AB), Kingston, Canada, Queens´s Centre for<br />

International Relations, 2006.


112<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

her boyutuyla seferber etme noktasındaki ısrarını sürdürdüğü, ve bunun<br />

bir örneği de Kıbrıs’ın münhasır iktisadi alanındaki hidrokarbon<br />

kaynakları konusunda askeri gücünü tekrar kullanabileceği yönünde<br />

yakın zamanda yinelenen tehditler olduğu için entelektüel, analitik ve<br />

siyasi baskılar Lefkoşa hükümetini diplomatik yolla ödüller sunmayla<br />

sınırlı politikasını değiştirip siyasi gücüyle <strong>Türkiye</strong>’yi cezalandırmaya<br />

çağırmaktadır. Bu bağlamda aşağıda Kıbrıs’lıların <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

adaylığı konusundaki algı ve niyetleri (a) Hükümet, (b) Muhalefet, (c)<br />

medya ve (d) sivil toplum çerçevesinde ele alınacaktır.<br />

Lefkoşa Hükümeti<br />

Aralık 2004’te bu konuda (kamuoyu ve uzmanların) seferber olmasına<br />

rağmen Lefkoşa hükümeti <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik müzakerelerini<br />

desteklemiştir. Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos Kıbrıs’ın üyeliğinin<br />

hemen akabinde veto yetkisini kullanmaktan imtina etmiştir. Aralık<br />

2005’te <strong>Türkiye</strong>’nin devam eden inadıyla mücadele için Kıbrıs/AB<br />

topraklarından işgal kuvvetlerinin çekilmesini, yasadışı kolonileşme<br />

sürecinin sona erdirilip tersine döndürülmesini, işgal altındaki bölgede<br />

kalan KR mülklerinin satışına bir son verilmesini vb. talep etmek gibi<br />

“sözlü eylemler” ile baskı uygulanmıştır. Ankara’nın Kıbrıs<br />

Cumhuriyeti’nin tanınması konusundaki tek taraflı “deklarasyonunun”<br />

“hiçbir hukuki etkisi” olmadığı, dolayısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin hava ve deniz<br />

limanlarını Kıbrıs uçak ve gemilerine açması ve dolayısıyla Lefkoşa ile<br />

ilişkilerini normalleştirmesi yönünde AB’nin 21 Eylül 2005’teki “karşı<br />

deklarasyon” birçok KR için ilham vericidir.<br />

Papadopoulos’un veto kullanmayı reddetmesi Lefkoşa’nın<br />

Yunanistan’la paylaştığı “<strong>Avrupa</strong>lılaşma varsayımından”<br />

kaynaklanmakta idi. 1999’daki Helsinki <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Konseyi<br />

Zirvesinde Atina 180 derecelik bir dönüşle <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığını<br />

Kıbrıs’taki işgal nedeniyle engellemekten vazgeçip Ege denizindeki<br />

sorunlara rağmen <strong>Türkiye</strong> ile bir detanta gitmiş ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB ilke


113<br />

Güney Kıbrıs<br />

ve değerlerini benimsemesinin uzun vadede ikili ilişkiler, işbirliği ve<br />

dostluk açısından faydaları olacağını ve Kıbrıs konusunda da olumlu<br />

etkilerinin olacağını öngörmüştür.<br />

2006 boyunca Lefkoşa yukarıda belirtilen “varsayım” ile AB’nin ilkeli<br />

ve yerinde baskısının <strong>Türkiye</strong>’ye etkili bir biçimde uygulanacağına dair<br />

bir iyimserlik içerisinde hareket etmiştir. Komisyon ve öncelikli olarak<br />

da <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu zaten Ankara’ya Kıbrıs konusunda esasen<br />

AB’ye karşı yükümlülükler olan hukuki ve siyasi yükümlülüklerini<br />

yerine getirmesi yönünde baskı yapmaktaydı. Ancak tüm bunların etkisiz<br />

olduğu görüldü ve 2006 Aralık ayında <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Konseyi <strong>Türkiye</strong><br />

üç yıl içinde “karşı deklarasyon”da dile getirilen taleplere uyum<br />

sağlayana kadar sekiz “başlıkta” müzakereleri “dondurdu”.<br />

Bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı Papadopoulos “adanın yeniden<br />

birleşmesine” karşı olduğu yönündeki iddiaların aksini iki kez<br />

göstermiştir. Kofi Annan ile toplumlararası müzakereleri “uygun<br />

hazırlıklar sonrasında” yeniden başlatmayı kabul etmiş (Paris, Şubat<br />

2006) ve BM’den İbrahim Gambari yönlendirmesinde Talat’la<br />

müzakereleri “teknik bir düzeyde” yeniden başlatmayı kabul etmiştir. Bu<br />

“8 Temmuz (ya da Gambari) anlaşması” müteveffa Cumhurbaşkanının<br />

tüm çabalarına rağmen ne yazık ki uygulamaya konamamıştır.<br />

Papadopoulos’un açık sözlülüğü ile Kıbrıs müzakerelerinin Lefkoşa ile<br />

Ankara arasında yapılması gerektiğini ifade etmesine rağmen,<br />

Lefkoşa’nın iyi niyetini teyit etmesi nedeniyle bu “8 Temmuz anlaşması”<br />

yine de dikkat çekicidir.<br />

Ne yazık ki toplumlararası ilişkiler işgal altındaki bölgede bulunan<br />

KR mülkleri üzerine ev ve otel inşa edilmesinin bir türlü durmak<br />

bilmeyişi ve binlerce yasadışı yerleşimcinin adaya gelişi nedeniyle daha<br />

da gerilimli bir hal almıştır. 2001’de yasadışı yerleşimcilerin sayısı


114<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

120.000 kadardı. 2 2004’teki referandumdan bu yana sayıları 200.000’i<br />

aşarken adanın yerlisi KT nüfusunun 85.000’in altında kaldığı<br />

bildirilmektedir. Dolayısıyla KR’nın sinirleri zorlanmakta ve Ankara’nın<br />

mağrur “iki devletli, iki hükümetli ve iki halklı” Kıbrıs söylemi ile<br />

birlikte dünyanın ve AB’nin hukuki ve etik konsensüsü hiçe<br />

sayılmaktadır.<br />

Şubat 2008’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yıllar boyunca<br />

“Annan Planı” umuduna sarılan kesimlerin şiddetle muhalefet ettiği<br />

Tassos Papodopoulos, Kıbrıs sorununu tümüyle ve en kısa zamanda<br />

bitirmeyi vaat eden sol lider Demetris Christofias tarafından yenilgiye<br />

uğratıldı: Christofias “arkadaşı ve yoldaşı” Talat ile ulaşılabilecek bir<br />

“çözümü elinde bulunduruyordu”. Dolayısıyla yeni retorik “Kıbrıslılar<br />

için Kıbrıslılarca” çözümü vurguluyor ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

ihtimaline yapılan atıflar çok kullanılan alışılmış bir ifade olan<br />

“<strong>Türkiye</strong>’nin AB yolu Lefkoşa’dan geçer” yaklaşımı ile sınırlı tutulurken<br />

“<strong>Avrupa</strong>lılaşma varsayımı”nın zımnen geçerliliğini koruduğu<br />

anlaşılmaktaydı. Dahası toplumlararası müzakerelerin başarısızlığa<br />

uğraması halinde “bir B planı” olup olmadığı sorulduğunda<br />

Cumhurbaşkanı Christofias çok net bir ifadeyle “bir B planı yoktur”<br />

diyerek müzakerelerin başarısının kesin olduğunu ve kötümserliğe mahal<br />

olmadığını ortaya koymuştur.<br />

Yine de kısa zamanda kötümser bir hava hâkim olmaya başlamıştır.<br />

Siyasi elitler ve yorumcular başlangıçta elde edilen başarıların aksine<br />

müzakerenin iki tarafının oyunun kuralları ya da en temel terimlerin<br />

anlamı konusunda bile tam bir uyum içerisinde olmadığını dile getirmeye<br />

başlamışlardır. Üstelik kamuoyu (İngiltere kaynaklı) yeni slogan olan<br />

2 Bkz. <strong>Avrupa</strong> Konseyi, Parlamenterler Assemblesi, Colonisation by Turkish settlers of the<br />

occupied part of Cyprus, (Kıbrıs’ın işgal altındaki kesiminin Türk yerleşimcilerce kolonizasyonu)<br />

Doc. 9799, 2 Mayıs 2003, Raportör Jaakko Laakso (Finlandiya), s.2.


115<br />

Güney Kıbrıs<br />

“Kıbrıslılarca vs.” konusunda derin bir şüphe duymaya başlamaktaydı.<br />

Kamuoyu öncelikle Talat’ın önerilerinde “hükümsüz” “Annan Planı”nın<br />

sürekli masaya getirilmek istendiğini görebilmekteydi. Ayrıca KT<br />

tarafının önerileri yıllar önce üzerinde anlaşmaya varılmış Federatif yapı<br />

yerine konfederatif bir yapı imasını somutlaştırmaktaydı. Üçüncüsü,<br />

Talat Ankara ile sürekli bir diyaloga ne kadar bağımlı olduğunu tekrar<br />

tekrar itiraf etmekteydi. Yine de Christofias hükümeti sürecin doğru<br />

yolda ilerlediğinde ısrarını sürdürmekteydi. Ancak 2008’in sonuna<br />

gelinirken Talat’ın sözcüsü Christofias’tan Talat’tan bahsederken<br />

“yoldaşı” olduğunu belirtmeyi bırakmasını istediğinde Christofias’ın<br />

elindeki kozlardan birisi maziye gömülmüş oldu. O noktadan sonra<br />

Christofias da apaçık ortada olan “sorunlarımızın çözümü Ankara’dadır!”<br />

söylemine katılmak zorunda kalmıştır. Gerçekleri ortaya döken bu tablo<br />

birçok iç politika aktörünün 2009 Aralık tarihi göz önünde<br />

bulundurularak “bir B planı” hazırlanmasına başlanması çağrılarının<br />

yoğunlaşmasına neden olmuştur.<br />

Kostas Karamanlis’in Nisan 2009’da Lefkoşa’ya yaptığı resmi ziyaret<br />

sırasında dikkat çekici açıklamalar yapılmıştır. Ortak bir basın<br />

toplantısında Karamanlis <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda en sevdiği<br />

söylemi yinelemiştir: “[Şartlara] Tam uyum, tam üyelik”. Bunun<br />

ardından Christofias şunları söylemiştir:<br />

Yunanistan gibi Kıbrıs da <strong>Türkiye</strong>’nin belirli koşullar altında<br />

Ankara’nın adil, uygulanabilir ve işlevsel bir çözüme yönelmesine<br />

yardımcı olabilecek üyeliğini desteklemektedir… Elbette ki <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyelik yolunda ilerlemesinin ilk ve en önemli önkoşulu hem AB’ye hem<br />

de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluklarını yerine getirmesidir ki,<br />

bu ne yazık ki şimdiye kadar gerçekleşmiş değildir. 3<br />

3 Simerini (Lefkoşa’da yayınlanan günlük gazete), 23 Nisan 2009, s.7.


116<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Christofias ve Karamanlis birlikte Kıbrıs sorununun kaçınılmaz bir<br />

<strong>Avrupa</strong> boyutu olduğunu, dolayısıyla AB’nin burada belirleyici bir rol<br />

oynayacağını, bu nedenle <strong>Türkiye</strong> gibi “garantörlükten” bahsetmenin yeri<br />

olmadığını, ve bunun AB ilkelerine aykırı olmasından ötürü devrinin<br />

artık kapandığını vurgulamışlardır. Son olarak Cumhurbaşkanı<br />

Christofias “sabra, sükûnete, zorlukları göğüslemeye ve bunları da<br />

birilerine ‘yalvararak’ değil, <strong>Türkiye</strong>’nin davranışını kınayarak yapmaya<br />

ihtiyaç vardır” diye eklemiştir. 4<br />

6 Haziran 2009 <strong>Avrupa</strong> seçimleri yaklaşırken Hükümet <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB adaylığı konusunu daha dolaysız bir biçimde ele almak zorunda<br />

kalmıştır. Siyasi arenadaki güçler “<strong>Avrupa</strong>” konusuna az, Kıbrıs’ın<br />

işgalden kaynaklanan “varoluşsal” problemine fazla ağırlık veren<br />

platformlarda mücadele etmişlerdir. İktidardaki AKEL’in seçilmiş iki<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Milletvekiline gelince Kyriakos Triantaphylides<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusuna geniş bir çerçeve içinde yer vermiş ve<br />

“<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunu <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Raporları bazında<br />

izlemeye devam etme” 5 sözü vermiştir. <strong>Genel</strong>likle yumuşak üslubuyla<br />

bilinen sol eğilimli yeni <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Milletvekili Takis<br />

Hatzigeorgiou tüm Kıbrıslı <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Milletvekillerinin ilk<br />

hedefinin “siyasi zeminlerimizden bağımsız olarak ve Hükümetle tam bir<br />

işbirliği içerisinde <strong>Türkiye</strong>’ye Kıbrıs sorununun çözümü yönünde<br />

iradesini göstermemesi halinde mümkün olduğunca fazla engel<br />

çıkarmak” 6 olduğunu beyan etmiştir.<br />

Bundan bir hafta sonra Lefkoşa’nın en çok okunan günlük gazetesi<br />

Phileleftheros’da Christofias ile bir mülakata yer verilmiştir.<br />

Müzakereler konusunda yaptığı “açıklamalar” “çözümsüzlük halinde<br />

uygulanacak bir ‘B planı’ olup olmadığı” sorulana kadar “yeni” bir bilgi<br />

4 A.g.e.<br />

5 Simerini, 9 Haziran 2009, s.8<br />

6 A.g.e., vurgular yazara aittir.


117<br />

Güney Kıbrıs<br />

içermemekteydi. Ancak bu soru üzerine Christofias “Yunan Hükümeti ve<br />

[Kıbrıslı] siyasi partilerle tüm senaryoları değerlendireceğimizi<br />

söylediğimizde ne demek istiyorum? [Demek istediğim] söylememize<br />

bile gerek yok, bir B planımız mevcuttur.” 7<br />

Son olarak Jose Manuel Barroso’nun Kıbrıs’a yaptığı resmi ziyaret<br />

sırasında AKEL <strong>Genel</strong> Sekreteri Andros Kyprianou Kıbrıs Yayın<br />

Kuruluşu CyBC’de <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik süreci konusunda Aralık ayında<br />

yapılacak değerlendirme ile ilgili olarak iki dikkat çekici noktaya<br />

değinmiştir. Birincisi, AKEL konuyu değerlendirmeye başlamış olup<br />

vardıkları sonuçları Cumhurbaşkanı’na sunacaktır. İkincisi Kıbrıs<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik yolunda ilerlemesini “belirli önkoşullar çerçevesinde<br />

desteklemekle birlikte zorluklar da çıkarmaya devam edecektir.” 8<br />

Sakin geçen yaz aylarının ardından toplumlararası müzakerelere<br />

ilişkin kötümserlik artmaya devam etmiştir. Aynı nedenle Demetris<br />

Christofias’ın Ankara’nın ve geçmişteki yoldaşı Talat’ın tutumlarından<br />

kaynaklanan rahatsızlığı da artmıştır. Bunun bir sonucu olarak<br />

Cumhurbaşkanı Christofias 24 Eylül 2009’da BM <strong>Genel</strong> Kurulu’nda üç<br />

“paradoksun” altını çizmiştir: Bunlardan ilki <strong>Türkiye</strong>’nin BM Güvenlik<br />

Konseyi’nin geçici üyelerinden biri sıfatıyla BM’nin ve AB’nin<br />

üyelerinden birini tanımaması; ikincisi, aynı BM Güvenlik Konseyi<br />

üyesinin bir diğer BM/AB üyesi ülkede işgal gücü bulundurması; ve<br />

üçüncüsü, <strong>Türkiye</strong>’nin 541 ve 550 sayılı BM Güvenlik Konseyi<br />

Kararlarına açıkça aykırı bir biçimde adada bir başka devlet vücuda<br />

getirmek amacıyla Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü ihlal etmesidir. Yine de<br />

Christofias şunları yinelemiştir: “Kıbrıs Cumhuriyeti <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğini desteklemektedir ve tüm sürecin tıpkı üyelik gibi<br />

komşularımıza faydalı olacağını ve hem bölge hem de kendimiz<br />

7<br />

Androula Taramounda ve Costas Venizelos ile mülakatlar, Phileleftheros, 14 Haziran 2009,<br />

vurgular yazara aittir.<br />

8<br />

Paris Potamitis ile mülakat, ´Extensions` (Uzantılar), CyBC, 25 Haziran 2009.


118<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

açısından yararlı sonuçlar doğuracağına kaniiyiz.” 9 Ancak Lefkoşa’nın<br />

bir diğer değişmez tutumuna da değinmiş, “Bu destek koşulsuz değildir:<br />

<strong>Türkiye</strong> hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, hem de AB’ye karşı<br />

sorumluluklarını yerine getirmelidir” demiştir. 10<br />

Bir ay sonra yeni seçilen George Papandreou’nun Lefkoşa’ya resmi<br />

ziyaretinde Papandreou ve Christofias Atina ve Lefkoşa’nın nihayetinde<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine <strong>Türkiye</strong>’nin tüm mevcut şartları yerine getirmesi<br />

koşuluyla verdikleri destek yönündeki uzun süredir geçerli olan<br />

politikalarını yeniden vurgulamışlardır. Babası Andreas Papandreou’yu<br />

andıran nadir günlerinden birinde George Papandreou Kıbrıs<br />

Parlamentosuna hitaben yaptığı konuşmasında Kıbrıs Sorununu “bir işgal<br />

sorunu” olarak “tanımlamıştır.” Ayrıca Atina’nın “her anlamda<br />

Lefkoşa’nın yanında yer alacağında” ısrar etmiştir. Ancak bunun<br />

ardından “<strong>Türkiye</strong> için yeni bir yol haritasına” atıfta bulunarak bu yeni<br />

yol haritasının 2009 Aralık öncesinde mi, sonrasında mı işlerliğe<br />

konacağını açıkta bırakmıştır.<br />

Son olarak Cumhurbaşkanı Christofias ve Dışişleri Bakanı Marcos<br />

Kyprianou Ekim 2009’da son Ulusal Konsey’in oybirliği ile aldığı kararı<br />

yinelemeye devam etmiştir: 11 <strong>Türkiye</strong>’nin AB’nin koyduğu<br />

yükümlülükleri göz ardı etmekteki ısrarı göz önünde bulundurulduğunda<br />

“<strong>Türkiye</strong>’nin Aralık 2009’u ‘yara almadan’ atlatamaması gerekir.”<br />

Muhalefet<br />

Günümüzün Kıbrıs siyasetinde (siyasi) muhalefetin anlamı çok net bir<br />

biçimde açıklanamaz. AKEL’den gelen Cumhurbaşkanı Christofias iç<br />

siyasette hem merkezdeki DIKO hem de merkezin solundaki EDEK ile<br />

sık sık da Kıbrıslı Yeşiller’in desteğine mazhar olmaktadır. Kıbrıs sorunu<br />

9<br />

Phileleftheros, 25 Eylül 2009.<br />

10<br />

A.g.e.<br />

11<br />

Parlamentodaki tüm siyasi partiler bu Konseye iştirak ederek Kıbrıs sorununu<br />

tartışmaktadırlar.


119<br />

Güney Kıbrıs<br />

söz konusu olduğunda ise Hükümet zaman zaman merkez sağ ve EPP<br />

üyesi DYSI’den de destek görmektedir. Bu tablo da “<strong>Avrupa</strong> Partisi”ni<br />

(EVROKO) teori ve pratikte tek kalıcı muhalefet olarak bırakmaktadır.<br />

Yine de bugünlerde yürütülen toplumlararası müzakereler sürecinde<br />

DIKO, EDEK ve Yeşiller sıklıkla Christofias’ın Cumhuriyet’in<br />

çıkarlarını savunma şeklini açıktan eleştirmişlerdir.<br />

Özellikle Talat’tan karşılık bulmadan en başta verilen iki “büyük<br />

taviz” eleştirilmiştir: öngörülen federal cumhuriyette 50.000 (yasadışı)<br />

yerleşimciye izin verme “önerisi” ve “dönüşümlü cumhurbaşkanlığı”.<br />

Dahası bu partiler müzakere sürecini çevreleyen “sis perdesi”, Ulusal<br />

Konsey’e verilen bilgilerin kısıtlı oluşu ve müzakerelere destek veren<br />

teknik komitelerin üyelerinin “tarafgirliği” hakkında da endişelerini dile<br />

getirmişlerdir. Dolayısıyla başlangıçta “Annan Planını” benimsemiş olan<br />

Cumhurbaşkanı Christofias’ın esasen bu plandan kalıntı unsurları<br />

reddetmeye pek yatkın olmadığından şüphelenilmektedir.<br />

EDEK Başkanı Yiannakis Omerou ve Onursal Başkanı Vassos<br />

Lyssarides uzun zamandır Aralık ayında Kıbrıs vetosunun kullanılması<br />

fikrine sıcak bakan elitler arasında sayılabilir. Geçen Nisan ayında<br />

Omerou “<strong>Türkiye</strong>’nin başının üzerinde duran Demokles kılıcını<br />

kaldırmaya karşı” çıkarak “Vetolar önceden ilan edilerek kullanılmaz,<br />

tıpkı vetoya başvurmama niyetinin önceden açıklanamayacağı gibi” 12<br />

demiştir. EDEK’ten bu önde gelen kişilere Christofias’ı Cumhuriyet’in<br />

AB’deki haklarını sert bir şekilde savunmak yerine müzakerelerde<br />

“yumuşak” bir tutum sergilediği için eleştiren EVROKO liderleri<br />

Demitris Sylouris ve Nikos Koutsou da eklenebilir. Ayrıca DIKO’nun<br />

Parlamento Sözcüsü Andreas Angelides uzun bir süredir “Kıbrıs’ın<br />

haklarını kullanmak” ihtiyacını savunmaktadır. Buna benzer yaklaşımlar<br />

ve bunlarla ilgili argümanlara DIKO’nun önde gelen diğer üç liderinde<br />

12 Phileleftheros, 24 Nisan 2009.


120<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

de rastlanmaktadır: Parlamento Başkanı Marios Karoyan, DIKO’nun<br />

İkinci Başkanı Giorgos Kolakasides ve Başkan Yardımcısı Nikolas<br />

Papodopoulos (müteveffa Tassos Papodopoulos’un oğlu). Aylar boyu bu<br />

kişilere Yeşiller Milletvekili Giorgos Perdikis ve Yeşiller’in yeni lideri<br />

Ioanna Panayiotou da eklenmiş ve yılmaz mücadeleci yaklaşımlarını<br />

ortaya koymuşlardır. Bu kişiler Kıbrıs’ın sesinin <strong>Avrupa</strong> arenasında<br />

“1974’teki işgalin ve devam eden kanun dışı işgalin kurbanı” olarak<br />

sesini duyurması ve dolayısıyla elindeki tüm diplomatik silahlar ile siyasi<br />

ittifaklarını <strong>Türkiye</strong>’ye karşı kullanması gerektiğini açıkça ortaya<br />

koymaktadırlar.<br />

Medya<br />

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “hükümetin kontrolündeki” kesimindeki basın<br />

organlarının çoğu “ideolojik” önyargılardan uzak olup siyasi partilerle<br />

yakın ilişkilere sahip değildirler. AKEL’in resmi organı Haravgi ile<br />

(DYSI’yi destekleyen) Alithia dışında Lefkoşa’nın önde gelen günlük<br />

gazeteleri Phileleftheros ve Simerini açıkça bağımsızdır. Dolayısıyla<br />

bunlar “sol” Christofias Hükümeti karşısında 100 gün kadar müdahil<br />

olmayan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Ancak zamanla ortaya koydukları<br />

görüşleri açıkça muhalif bir tavra işaret etmektedir. Örneğin<br />

Karamanlis’in resmi ziyaretinin ilk gününde Phileleftheros başyazısı şu<br />

sonuca varmaktaydı: “<strong>Avrupa</strong>-<strong>Türkiye</strong> konularında bir B Planına<br />

ihtiyacımız var” (23 Nisan 2009). “Veto ilan edilmez” başlıklı ertesi<br />

günkü başyazı ise “Küçük ve zayıf ülkelerin çıkarlarını koruyan önemli<br />

bir silah [veto] cephaneliğimizde mevcuttur ve kullanılmalıdır.<br />

Benimsenen taktiklerin <strong>Türkiye</strong>’nin sonuçta yükümlülüklerinden<br />

kaçınmasına izin vermeyeceğine inanmak istiyoruz.”<br />

Phileleftheros ve Simerini Cumhurbaşkanı’nın Talat’a karşı<br />

“yumuşak” bir görünüm çizdiğinde ya da Talat ve Ankara’nın sözlü ya<br />

da sessiz eylemlerinin “uzlaşmaz”, “tehditkâr” ya da “provokatif” haller<br />

aldığı dönemlerde yüksek sesle eleştirilerini duyurmaktadırlar.


121<br />

Güney Kıbrıs<br />

Başyazıları ve önde gelen köşe yazarları aracılığıyla bu gazeteler Gül,<br />

Erdoğan ve Davutoğlu’nu “Kıbrıs’ta iki ulus, iki hükümet ve iki devlet”<br />

bahsini her açtıklarında sert bir biçimde kınamışlardır. Benzer şekilde<br />

Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs’ın hidrokarbon arama faaliyetleri<br />

konusunda gücünü sergilemesi konusu da bu gazetelerde oldukça ateşli<br />

bir yanıta neden olmuştur. Bu yayın organları Angela Merkel ve Nicolas<br />

Sarkozy tarafından yapılan ve <strong>Türkiye</strong>’ye AB tam üyeliğinden daha<br />

azının verilmesinden yana açıklamalar da dâhil olmak üzere <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

uzlaşmaz tutumuna karşı tüm ciddi söylemlere düzenli olarak yer<br />

vermektedir. Çoğu köşe yazarı da başyazarın yaklaşımını yansıtmaktadır.<br />

Bu durum bilhassa uzun süredir Aralık ayında Kıbrıs’ın vetosunu<br />

kullanmasını savunan Simerini yazarları Savvas Iakovides ve Lazaros<br />

Mavros’da göze çarpmaktadır.<br />

TV ve Radyo alanında ise devlete ait CyBC’nin bu “ulusal sorun”<br />

karşısında nesnelliğini korumakta zorlandığı ve muhabirlerinin aynı<br />

zamanda “pedagojik” bir rol de oynadığı söylenebilir. Olgun<br />

muhabirlerin yönetiminde bu yayın kuruluşunun çoğu siyasi programı<br />

hem konukları hem de konuları işleyişi açısından bir denge yakalamayı<br />

amaçlamaktadır. Yine de Christofias’ın iktidara gelişinden sonra soru<br />

sormayı seven izleyiciler CyBC akşam haberlerini izlemeyi bırakıp daha<br />

eleştirel bir tavır takınan ANT1 TV veya Sigma’ya kaymıştır. Son olarak<br />

Lazaros Mavros’un Radio Proto’daki hareketli Sabah Radyo Programı<br />

gittikçe büyüyen bir takipçi kitlesine sahiptir. Mavros’a <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

Kıbrıs siyasetinin cesur bir muhalifi olan yetenekli Brüksel muhabiri Dr.<br />

Yiannos Charalambides yardımcı olmaktadır. Dolayısı ile Ankara’nın<br />

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni harika bir dönüş ile şaşırtmaması halinde Aralık<br />

ayında veto kullanılması yönünde güçlü bir çağrının yapılması<br />

muhtemeldir.


122<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Sivil Toplum<br />

“Kıbrıs sorunu” ile ilgilenen aktörler dışında Kıbrıs sivil toplumunun<br />

canlılığı büyük ölçüde AB üyelik sürecine bağlanabilir. “Annan planına”<br />

destek vermeye odaklanan çok sayıda “barış grubu” ve “ikinci kulvar<br />

diplomasisini” savunan STK’lar toplumlararası yakınlaşmanın<br />

tohumlarını plan ortaya konmadan çok önce atmakta ve planın kabulü<br />

yönündeki kampanyada da son derece aktif bir rol oynamaktaydılar.<br />

“İdeolojik” ve mali açıdan UNDP ve Norveç’ten PRIO gibi yabancı<br />

merkezlerden aldıkları yardımlar ve açık bir şekilde AB Büyük Elçiliği<br />

ve İngiliz Yüksek Temsilciliği’nden “moral” destek alarak bu kesimler<br />

2004’teki referandumda “Evet” diyen tarafın %24’e ulaşmasına katkıda<br />

bulundular. Bugünlerde ise bu gruplar fazla seslerini yükseltmemekte ve<br />

muhtemelen müzakerelerin sonucunda tüm Kıbrıslıların önüne konacak<br />

sonucu beklemektedirler.<br />

Eşzamanlı olarak çok sayıda vatandaş “Annan planını” eleştiren<br />

oluşumlarda buluşmuş ve son tahlilde plana muhalefetin %80’in hemen<br />

altında kalmasını sağlamıştır. Aralık 2004’teki popüler toplantıları “Veto<br />

Siyasi bir Seçenektir” sloganı altında organize eden bu kişiler arasında<br />

avukatlar, siyasetçiler, gazeteciler, gençlik önderleri ve akademisyenler<br />

göze çarpmaktadır. Bunların önemli bir kısmı “Kıbrıs’ta bir <strong>Avrupa</strong><br />

Çözümünden Yana Komite”yi oluşturup bunun üzerinden diğer<br />

faaliyetlerin yanı sıra “Annan planını” detaylı bir biçimde eleştiren ve<br />

rasyonel çözümler öneren “Uluslararası Uzmanlar Paneli”<br />

oluşturmuşlardır. 13 Bugün bu komitenin önde gelen simaları ile bunlara<br />

katılan kişiler bir arada her türlü “Annancı” melez çözüme karşı çıkmak<br />

üzere bir araya gelmişlerdir. Diğer aktivistler de “çift bölgeli, çift<br />

toplumlu federasyon” çözümünün mantığını sorgulamakta ve bunun<br />

13 Bkz. Costas Melakopides ve diğerleri (der.) The Cyprus Yearbook of International Relations<br />

2006, (Kıbrıs Uluslararası İlişkiler Yıllığı, 2006) ss. 206-218.


123<br />

Güney Kıbrıs<br />

Kıbrıs Helenizminin “kaybı” ile sonuçlanmasından endişe<br />

duymaktadırlar.<br />

Son olarak Kıbrıslı üç siyaset bilimci en can alıcı soruya yanıt<br />

vermişlerdir (burada yalnızca uzunluk açısından düzenlemeden<br />

geçirilerek verilecektir).(Kıbrıs Üniversitesi’nden) Dr. Maria Hatzipavlou<br />

şöyle yazmaktadır: “Resmi olarak Lefkoşa [<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini]<br />

desteklemektedir; kişisel olarak da <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> kuralları ve<br />

ilkelerine uyduğu farz edildiğinde bunun [diğer şeylerin yanında] 40.000<br />

Türk askerinin adadan çekilmesine neden olacağını kabul ediyorum…<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği ayrıca uzun yıllardır süren Kıbrıs sorununun çözüme<br />

kavuşturulması ile <strong>Türkiye</strong>’nin kendi iç meselelerinden birçoğunun da<br />

çözülmesine katkıda bulunacaktır… [Üyelik] aynı zamanda bölgesel<br />

istikrara da neden olacaktır. <strong>Türkiye</strong> Yunanistan ve Kıbrıs’a komşu bir<br />

ülke olup bunların ortak çıkarları mevcuttur… ve her üçünün de AB’de<br />

yer alarak farklı düzeylerde işbirliği ve barışçı ilişkilere hız kazandırması<br />

söz konusu olacaktır: siyasi, ticari, eğitsel ve kültürel. Bu bir birlikte<br />

yaşama örneği de sunarak böylece <strong>Avrupa</strong>’nın farklılıkların birliği<br />

geleneğinin bir sergilenişi olacaktır.”<br />

(Kıbrıs Üniversitesi’nden) Profesör Dr. Kyriakos Demetriou ise şu<br />

yanıtı vermiştir: “<strong>Türkiye</strong>’nin ortaya konmuş AB ilke, değer ve<br />

kurallarına uyacağı varsayımı esasında <strong>Türkiye</strong>’nin gelecekte Birliğe üye<br />

olmasından yanayım. Öte yandan <strong>Türkiye</strong>’nin askerlerini ve<br />

yerleşimcilerini Aralık 2009 öncesinde adadan çekmeye başlamak gibi<br />

kayda değer bir iyi niyet nişanesi sergilememesi halinde Lefkoşa’nın<br />

<strong>Türkiye</strong>-AB müzakerelerinde her türlü yeni başlık açılışını reddetmesi<br />

gerektiğine inanıyorum. Söylemeye gerek olmasa da <strong>Türkiye</strong> içeride de<br />

AB değerleri ve normlarına uyma yönündeki iradesini göstermelidir.”<br />

Son olarak (Lefkoşa Üniversitesi’nden) okutman Giorgos Kentas<br />

şunları yazmıştır: “<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne katılma yönünde<br />

sergilediği irade yalnızca kendi ‘nevi şahsına münhasır’ koşullarına


124<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

uygun bazı özel şartlar esasında vücuda gelmekte olduğu<br />

anlaşılmaktadır… Görünüşe göre <strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong>lılaşma yolunda kendi<br />

koyduğu kurallara göre yol almak istemektedir… Bunlar kabul edildiği<br />

takdirde AB’nin ilkeleri ve standartları ile uyuşması mümkün değildir.<br />

Ankara Annan Planını destekleyerek Kıbrıs’taki tüm yükümlülüklerini<br />

yerine getirdiğini düşünmektedir. Bu elbette ki AB açısından kabul<br />

edilemez… <strong>Türkiye</strong> Aralık 2009’a kadar yükümlülüklerini yerine<br />

getirmediği takdirde AB yeni bir karara varacaktır. Benim görüşüme göre<br />

bu yeni karar müzakerelerin altı aylık bir dönem için (Haziran 2010’a<br />

kadar) geçici olarak askıya alınması yönünde olmalıdır. Bu süreç<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin ilerlemesini yeniden izlemek ve ileriye yönelik olarak<br />

atılacak adımları belirlemek için kullanılabilir.”<br />

Sonuç<br />

Son aylarda gittikçe artan sayıda Kıbrıslı hükümet, siyaset, diplomasi<br />

ve sosyal boyutlarda daha sert bir tutum alınması çağrısı yapmaktadır.<br />

Ankara’nın gittikçe artan kibri, KT’ler arasındaki gelişmeler, KT’lerin<br />

Christofias’ın “cömert önerilerine” karşılık vermemesi ve Türk silahlı<br />

kuvvetlerinin tehditleri Kıbrıs müzakerelerini çevreleyen atmosferi<br />

kirletmiştir. Yine de <strong>Türkiye</strong> tarafından atılacak askerlerini ve onbinlerce<br />

yasadışı yerleşimciyi çekmeye başlamak gibi her türlü rasyonel ve açık<br />

görüşlü adım ile “karşı deklarasyon”dan kaynaklanan hukuki<br />

yükümlülüklerin yerine getirilmesi toplumlararası iklimde bir dönüşümü<br />

başlatabilir. KR, tıpkı Yunanlılar gibi <strong>Türkiye</strong> ile işbirliği ve dostluk<br />

hedefiyle üç taraflı ilişkilerde yeni bir aşamaya başlamaya uzun süredir<br />

heveslilerdir. Öte yandan <strong>Türkiye</strong> bu isteğe gereğince yanıt vermez ise<br />

Kıbrıslı Rumların siyasi örgütlenmelerinden birçoğu medya ve sivil<br />

toplum ile birlikte Christofias Hükümetini Aralık 2009’da “<strong>Türkiye</strong>’nin<br />

karşısına çok sayıda (etkili) engel çıkarmaya” mecbur bırakabilir.


Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová*<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

125<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

Öz<br />

Bu makalede Çek Cumhuriyeti’nde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine ilişkin<br />

politik ve sosyal söylemler irdelenmektedir. Çoğu siyasi parti katılıma<br />

kerhen destek verdiklerini ifade etmekle birlikte üyelik konusu bu<br />

partilerin dış politika gündemlerinde önemli bir yer tutmamaktadır. Konu<br />

medya ya da akademik çevrelerde nadiren tartışılmaktadır. Çek<br />

vatandaşlarının yüzde kırkından fazlasının genişlemeyi desteklemesine<br />

rağmen <strong>Türkiye</strong> hakkındaki bilgisizlikleri ve umursamazlıkları toplumun<br />

genelinde konuyla ilgili tartışmaların yokluğunu açıklayabilmektedir.<br />

<strong>Giriş</strong>: Söylemin ve Sonuçlarının Dört Kısıtı<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği hakkında Çek Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar<br />

dört açıdan kısıtlıdır. İlk olarak 2004 sonrasındaki dönemde Çek<br />

Cumhuriyeti yalnızca AB üyeleriyle sınırı olan (ve deniz hududu da<br />

olmayan) az sayıdaki AB üyesi devletten biri oldu. Bu coğrafi konum,<br />

genişlemenin coğrafi açıdan uzakta gerçekleşen ve Çek vatandaşların<br />

hayatları üzerinde doğrudan etkisi çok kısıtlı olacak bir gelişme olarak<br />

gösterilmesi nedeniyle, Çek Cumhuriyeti’nde daha fazla genişlemeye<br />

ilişkin tartışmalar üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum (Çek<br />

Cumhuriyeti’ne <strong>Türkiye</strong>’den daha yakın olmakla birlikte) Doğu <strong>Avrupa</strong><br />

ve Balkanlara yönelik Çek tutumuna da aynı derecede etki etmektedir.<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


126<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

İkincil olarak, <strong>Türkiye</strong> de dâhil olmak üzere aday üyelere coğrafi<br />

uzaklık Çek Cumhuriyeti’nin geçmişinde de <strong>Türkiye</strong> ile ilgili olayların az<br />

yer tutması ile de perçinlenmektedir. Her ne kadar Çek toprakları<br />

Osmanlıların Orta <strong>Avrupa</strong>’ya doğru genişlediği dönemde Avusturya<br />

İmparatorluğu’nun parçası olsa da bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin<br />

toprakları hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası<br />

olmamıştır. Dolayısıyla Macaristan veya Avusturya, hatta daha da<br />

ötesinde Balkanlar’da görülen <strong>Türkiye</strong> örneğine etki eden klişeler ve<br />

önyargıların varlığından Çek Cumhuriyeti’nde söz edilememektedir.<br />

Üçüncü olarak tarihe dayanan bağlantıların bulunmamasının yanı sıra<br />

<strong>Türkiye</strong>’den gelmiş göçmenlerin de bulunmaması Çek Cumhuriyeti’ni<br />

bölgedeki önemli ölçüde Türk azınlık barındıran ülkelerden (Almanya,<br />

Avusturya vs.) ayırmaktadır. 1 Buna ek olarak <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine<br />

karşı çıkanların sıklıkla başvurduğu bir araç olan Türk azınlığın<br />

Müslümanlarla yaygın (ve muhtemelen hatalı) özdeşleştirilmesinin Çek<br />

Cumhuriyeti’nde geçerliliği bu ülkede yaşayan Müslümanların sayısının<br />

göz ardı edilebilir düzeyde olması nedeniyle de oldukça kısıtlıdır.<br />

Dördüncü olarak <strong>Türkiye</strong> hakkındaki tartışmaların genellikle daha<br />

büyük ölçekli bir genişleme tartışmasının bir parçası olarak<br />

addedilmesinden bahsedilebilir. Yine de bu tartışma sıradan Çeklerin<br />

aklında daha büyük bir yeri olan Ukrayna veya Sırbistan gibi ülkelerle<br />

özdeşleştirilmektedir. Bunun nedeni olarak ortak (Komünist) geçmiş,<br />

coğrafi yakınlık veya Hırvatistan örneğinde görüldüğü gibi bu ülkeleri<br />

ziyaret eden Çek turistlerin sayısı gibi bir dizi etken gösterilebilir. Çekler<br />

Hırvatistan’ın üyeliğine büyük destek verdikleri için genellikle Doğu<br />

<strong>Avrupa</strong>’da daha fazla genişlemenin de taraftarları arasında sayılırlar ve<br />

1 Türkler Çek Cumhuriyeti’nde yaşayan en kalabalık onsekiz etnik grup listesinde dahi yer<br />

almamaktadır. Bakınız: Çek İstatistik Bürosu verileri<br />

http://www.czso.cz/csu/2003edicniplan.nsf/p/4114-03.


127<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin katılımı ile ilgili muhtemel olumsuz tavırlar daha fazla<br />

genişlemenin gördüğü genel kabulün gerisinde kalmaktadır.<br />

Bu durumun <strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımı konusunda Çek<br />

Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar üzerinde iki önemli etkisi olmaktadır.<br />

Bunlardan birincisi tartışmaların nüfusun geneline yayılmaması<br />

nedeniyle sadece siyasetin üst kademelerinde kalan ve nadiren de<br />

akademi çevrelerine taşan bir seyir izlemesidir. Bunun bir sonucu olarak<br />

da AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkilerine ilişkin hususların tutarlı ve detaylı bir<br />

incelemesine medya veya sivil toplumda rastlanmamaktadır. İkinci etki<br />

ise tartışmada kullanılan savların özgünlüğü ile ilgilidir. Yukarıda da<br />

bahsi geçtiği üzere konu ile ilgili derinlikli bir sosyal tartışmanın izine<br />

rastlanmayan bir ortamda seslendirilen savlar da dış kaynaklara bağlı<br />

kalmaktadır.<br />

Bu durum Çek Cumhuriyeti’nde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı yürütülen<br />

ve görünürlüğü olan tek kampanyanın analiziyle de gösterilebilir. 2005<br />

yazında başlatılan kampanya yerel düzeyde organize edilen bir oluşum<br />

olmayıp <strong>Avrupa</strong>’nın Sesi adı verilen uluslararası bir inisiyatifin parçası<br />

idi ve amacı da genel olarak <strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımına ve özellikle<br />

de <strong>Türkiye</strong> ile katılım müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkanlardan<br />

imza toplamak idi. 2 AB’de <strong>Türkiye</strong>’ye karşı en sesli muhalefeti yapan<br />

kişilerden ve <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’nun bir üyesi olan Josef Zeleniec<br />

(EPP) bu inisiyatife verdiği desteği hemen dile getirmişti. 3<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin katılımına kerhen verilen destek kamuoyu yoklamalarının<br />

sonuçlarında da görülmektedir. Çek Cumhuriyeti vatandaşları arasında<br />

2 Kampaň proti vstupu Turecka do Evropské unie [online]. Econnect, 23 Ağustos 2005,<br />

www:zpravodajstvi.ecn.cz/index.stm?x=481540 adresinden ulaşılabilir.<br />

3 Voice for Europe v Bruselu proti vstupu Turecka do EU [online], 2005,<br />

www.zieleniec.eu/index.php?dok=00830000000299,det adresinden erişilmiştir. İnisiyatifin<br />

faaliyetleri sona ermiştir (orijinal web sitesi olan http://www.eu-turkey.info/ artık faaliyette<br />

değildir).


128<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye muhalif olanların oranı büyük ölçüde sabit bir düzeyde<br />

seyretmektedir: 2005 baharındaki Avrobarometre anketinde %51’den üç<br />

yıl sonrasında %49’a inmiştir. 4 Avrobarometre’ye göre AB’de <strong>Türkiye</strong><br />

yanlısı olanların oranı şu anki %43 oranına yavaş bir artışla ulaşmıştır. 5<br />

Her ne kadar anketler sorunun anket yapılan kişiler için ne kadar önemli<br />

olduğunu ya da bu kişilerin konu ile ilgili bilgi düzeylerini irdelemese de<br />

soruyla ilgili hiçbir görüşü olmayanların oranının %12’den 8’e düşmesi<br />

anlamlıdır. 6<br />

Siyasi Partiler<br />

Çek Cumhuriyeti’nin siyasi arenasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusuna<br />

Çek Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı bağlamında bazen<br />

değinilmektedir: vergilendirme başlığı altında müzakerelerin Haziran<br />

2009’da açılması örneğinde olduğu gibi. Nisan 2009’da iç politikada<br />

görülen beklenmeyen karışıklıklar ve geçici bir hükümetin kurulması<br />

nedeniyle burada analizi hükümet ve muhalefetin görüşleri üzerinden<br />

yürütülen bir tartışma şeklinde sınıflandırmak mümkün değildir. Bu<br />

nedenle her bir siyasi parti ve aktörün pozisyonu üzerine<br />

odaklanılacaktır.<br />

Demokratik Yurttaşlık Partisi (ODS) muhtemelen parlamentodaki<br />

siyasi partiler arasında <strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımına en olumlu yaklaşan<br />

partidir. Partinin <strong>Türkiye</strong> ile ilgili söylemleri şu şekilde özetlenebilir.<br />

Öncelikle <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesinin daha da ileri bir aşamaya gelmesine<br />

genel olarak karşı çıkan bir parti olarak ODS <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini bu<br />

4 Avrobarometre 63,4, 2005, www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/<br />

eb63/eb63_nat_cz.pdf adresinden erişilebilir; Avrobarometre 69, Mart-Mayıs 2008<br />

www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_part3_en.pdf adresinden erişilebilir.<br />

5 a.g.e.<br />

6 Mayıs 2009 sonunda yerel bir kamuoyu araştırması kuruluşunca gerçekleştirilen ve “görüşüm<br />

yok” yanıtına izin verilmeyen ulusal bir ankette sonuçlar <strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımına daha<br />

büyük bir çoğunluğun (yüzde 62) karşı olduğunu gösteren biraz daha farklı bir şekilde tezahür<br />

etmiştir. Bkz, http://img1.ct24.cz/multimedia/documents/9/900/89917.doc.


129<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

süreci yavaşlatacak bir araç olarak görmektedir. İkincisi, ODS katılım<br />

müzakerelerinin her iki tarafta da reform gerektirdiğini ifade ederek,<br />

dolayısıyla bu süreçte AB bünyesinde Demokratik Yurttaşların talep<br />

ettiği tarım ve bölgesel politika reformlarının da gerçekleştirilmesine<br />

atıfta bulunmaktadır. Üçüncüsü, ODS AB’nin bir Hıristiyan kulübü<br />

olarak görülmesine karşı çıkmakta ve AB’nin Müslüman dünya ile de<br />

daha derin ilişkiler içine girmesini önermektedir. Bu bağlamda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe katılımı Müslüman ülkelerle daha iyi ilişkiler<br />

yönünde bir ilk adım olarak görülebilir. 7 Son olarak, Demokratik<br />

Yurttaşlık Partisi’nin Atlantik ittifakından yana olan kuvvetli vurgusu<br />

nedeniyle <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne katılımına hem geçmiş ABD<br />

Başkanı George W. Bush, hem de mevcut ABD Başkanı Barack Obama<br />

tarafından verilen destek <strong>Türkiye</strong> ile ilgili siyasetin şekillendirilmesinde<br />

önemli bir rol oynayabilir. Yine de ODS <strong>Türkiye</strong>’nin reform sürecinde<br />

devamlılığın ve Kopenhag kriterlerine sıkı bir şekilde bağlılığın altını<br />

çizmektedir.<br />

Bu tartışmaların en aktif katılımcıları arasında parti üyelerinden Jan<br />

Zahradil, Mirek Topolánek ve Miroslav Ouzký sayılabilir. 8 Bilhassa Jan<br />

Zahradil <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleyen çabalarıyla tanınmaktadır.<br />

İmtiyazlı ortaklık kavramına şiddetli bir biçimde karşı çıkan Zahradil<br />

Çek Cumhuriyeti’nin, bir Türk azınlık barındırmaması ve geçmişte<br />

<strong>Türkiye</strong> ile çatışmalar yaşamamış olması nedeniyle <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong><br />

yolunda bir arabulucu rolü oynayabileceğini düşünmektedir. 9 2008<br />

yılında Ankara’ya resmi ziyaretinde Mirek Topolánek Çek Cumhuriyeti<br />

ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki ilişkilerin ortalamanın üzerinde dostane bir<br />

7 D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006,<br />

www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir.<br />

8 ODS’nin başkanı Mirek Topolánek Ağustos 2006, Mayıs 2009 arasında Başbakan olarak görev<br />

yapmıştır. Jan Zahradil ve Miroslav Ouzký <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu üyeleridir.<br />

9 Česká republika podporuje vstup Turecka do Evropské unie, CT24, 15 Kasım 2007<br />

www.ct24.cz/o-cem-se-mluvi/4355-ceska-republika-podporuje-vstup-turecka-do-evropske-unie/<br />

adresinden erişilebilir.


130<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

düzeyde seyrettiğini ifade etmiş ve Çek Cumhuriyeti’nin <strong>Türkiye</strong>’nin tam<br />

üyeliğini desteklediğini ve Çek Dönem Başkanlığı’nda müktesebatın yeni<br />

başlıklarının açılacağını belirtmiştir. 10<br />

Siyasi yelpazenin diğer ucunda ise, Hıristiyan ve Demokratik Birlik-<br />

Çekoslovak Halk Partisi (KDU-ČSL) <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine en eleştirel<br />

tavırla yaklaşan parti olarak göze çarpmaktadır. Ancak bu partinin<br />

üyeliğe karşı tavrı tamamen karşı olmaktan ziyade çekinceli olarak<br />

tanımlanabilir. KDU-ČSL’nin duruşu AB’deki diğer Hıristiyan ve<br />

Demokratik partilerin, özellikle de Almanya’dan CDU/CSU’nun<br />

görüşlerinden esinlenmektedir. KDU-ČSL <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> için<br />

önemini kabul etmekle birlikte AB’nin esas tabiatı ile tutarlı görmedikleri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin tam üyeliği yerine başka işbirliği formlarından yana olan<br />

tercihini dillendirmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> adaylığı ile ilgili<br />

tartışmalarda çeşitli argümanlar öne sürülmektedir. Bunlardan ilki<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin kültürel ve sosyal bağlamda “<strong>Avrupa</strong>lı” olarak<br />

görülmediğidir. İkinci bir argümana göre ise Müslüman bir ülkenin<br />

üyeliği <strong>Birliği</strong>n Hıristiyan değerleri üzerine kurulu bir topluluk<br />

kimliğinde bir değişime yol açacaktır. Üçüncüsü, <strong>Türkiye</strong> hâla daha<br />

Kopenhag kriterlerini yerine getirmemiş olup insan haklarının korunması<br />

açısından da eleştirilmektedir. Son olarak AB içindeki hassas dengelerin<br />

başka bir büyük üye ülkenin varlığından zarar görebileceği ifade<br />

edilmektedir. 11<br />

Öte yandan 2005’te partinin önde gelen üyelerinden Cyril Svoboda 12<br />

Josef Zieleniec’in 13 eleştirel bir makalesine 14 yanıtında üyelik<br />

10<br />

Premiér M. Topolánek v turecké Ankaře podpořil vstup Turecka do Evropské unie, Vláda ČR, 8<br />

Ekim 2008, www.vlada.cz/scripts/detail.php?id=43090 adresinden erişilebilir.<br />

11<br />

Král, 2006.<br />

12<br />

Cyril Svoboda KDU-ČSL’nin genel başkanı olup daha önceden Bölgesel Kalkınma ve Dışişleri<br />

Bakanlıkları yapmıştır..<br />

13<br />

Önceki dönemlerde <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu üyesi idi.<br />

14<br />

1 Eylül 2005’te Právo’da yayımlanmıştır.


131<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

müzakerelerinin sonuçları önceden belli olmayan ucu açık bir süreç<br />

olduğu ve <strong>Türkiye</strong>’nin tam üyeliği ile sonuçlanmasının şart olmadığını<br />

belirtmiştir. 15 Bu tartışmalarda sesi duyulan diğer Hıristiyan Demokrat<br />

siyasetçiler de <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu milletvekillerinden Jan Březina ve<br />

Zuzana Roithová’dır (her ikisi de EPP’den). 16 İki milletvekili de üyelik<br />

müzakerelerinin başlatılmasına muhalefet etmişlerdir.<br />

Yeşil Parti (SZ) <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye entegrasyonunu<br />

desteklemektedir 17 ancak genele bakıldığında partinin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusundaki tartışmalara katılımı oldukça kısıtlıdır. Yine de Yeşil<br />

Parti sözcüsü ve geçmiş Dışişleri Bakanlarından Karel Schwarzenberg bu<br />

konuda çok sayıda açıklama yapmıştır. Schwarzenberg <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong>lı olmayan kimliğini bir sorun olarak algılamamaktadır.<br />

Schwarzenberg’e göre <strong>Türkiye</strong> Bizans’a dayanan geçmişi nedeniyle<br />

<strong>Avrupa</strong> ile çok fazla ortak paydaya sahiptir. 18 2009 Ocak ayında<br />

Schwarzenberg <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verdiği desteği yinelemiş ve<br />

stratejik öneminin altını çizmiştir. 19 Biraz daha dikkatli bir yaklaşımla<br />

Schwarzenberg Nisan 2009’da <strong>Türkiye</strong>’deki reformların yeni bir itici<br />

güce ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş ve <strong>Türkiye</strong>’den gelen temsilcilerden<br />

reform siyasetini sürdürmelerini istemiştir. 20<br />

Çek siyasi parti sistemindeki iki önemli unsurdan biri olan Çek Sosyal<br />

Demokrat Partisi (ČSSD) (ki diğeri ODS’dir) de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

15<br />

EU potřebuje impuls v podobě Turecka, 10 Eylül 2005, www.cyrilsvoboda.cz<br />

/index.php?option=com_content&task=view&id=63&Itemid=49 adresinden erişilebilir.<br />

16<br />

KDU-ČSL’nin önceki başkanı Miroslav Kalousek Mayıs 2009’a kadar Maliye Bakanı<br />

görevinde bulunmuştur. Roman Línek KDU-ČSL’nin önceki başkan yardımcılarındandır. Jan<br />

Březina ve Zuzana Roithová <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Milletvekilleridir.<br />

17<br />

A. Berdych ve V. Nekvapil, Česká zahraniční politika a volby 2006, AMO, 2006, s. 30.<br />

18<br />

Turecký advokát 26 Kasım 2007, www.zeleni.cz/7054/clanek/turecky-advokat/ adresinden<br />

erişilebilir.<br />

19<br />

Schwarzenberg: Turecko musí kvůli přiblížení k EU urychlit reformy, 22 Nisan 2009<br />

www.rozhlas.cz/evropskaunie/zpravodajstvi/_zprava/573559 adresinden erişilebilir.<br />

20<br />

Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU, 30 Nisan 2009, Euroscop.<br />

www.euroskop.cz/38/11824/clanek/klaus-podporuji-vstup-turecka-do-eu/ adresinden erişilebilir.


132<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

destek vermektedir. Bu destek kısmen <strong>Avrupa</strong>’daki Sosyal Demokrat<br />

partilerin benimsediği ve <strong>Avrupa</strong>’da istikrar ve refah ihtiyacı ile<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin demokratik karakterinin pekiştirilmesi gereğinin altını çizen<br />

strateji ile açıklanabilir. Öte yandan Sosyal Demokratlar geniş ve büyük<br />

ölçüde tarıma dayalı bir ülkenin üyeliğinin bütünleşme sürecini<br />

yavaşlatabileceği ve AB’deki kurumsal dengeleri önemli ölçüde<br />

değiştirebileceği gerçeğini bir sorun olarak görmektedirler. 21<br />

Çek Sosyal Demokrat Partisi’nden <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda<br />

görüşlerini dile getiren ilk siyasetçilerden biri 2003 yılında Çek<br />

Cumhuriyeti’nin <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik arzusuyla hemfikir olduğunu iddia<br />

eden Vladimír Špidla idi. Daha sonraki dönemde Špidla üyelik<br />

müzakerelerinin başlatılmaması noktasında <strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel<br />

“doğuya kayışı” konusunda endişelerini dile getirmiştir. <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine olumlu yaklaşımlar Stanislav Gross ve Jiří Paroubek 22 gibi<br />

önde gelen diğer Sosyal Demokratlarca da paylaşılmaktadır.<br />

Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM) <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusundaki tartışmalara pek sık katılmamaktadır. Yine de<br />

KSČM’nin <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’ndaki tüm temsilcilerinin müzakere<br />

sürecinin başlatılmasına destek vermiş olmaları da partinin bu konuyla<br />

ilgili olumlu bir bakış açısı olduğunun işaretini vermektedir. 23<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği hakkındaki tartışmalara etki edebilecek diğer<br />

önemli siyasi aktörler arasında üyeliğe destek veren Cumhurbaşkanı<br />

Václav Klaus da sayılabilir. Nisan 2009’da <strong>Türkiye</strong> Cumhurbaşkanı<br />

Abdullah Gül ile görüşmesinin ardından Klaus bu görüşünü yinelemiştir.<br />

<strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi hakkında şiddetli kuşkuları olan bir kişi olarak<br />

21 Král, 2006.<br />

22 Ibid.<br />

23 Ibid.


133<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

Klaus başlıkların açılma ve kapatılmasını <strong>Türkiye</strong>’nin gerçekte yaptıkları<br />

ile ilgisi olmayan bir “bürokratlar oyunu” olarak görmektedir. 24<br />

Sivil toplum ve araştırma kuruluşları<br />

Sivil toplum ve araştırma kuruluşlarına bakıldığında yalnızca birkaç<br />

düşünce kuruluşunun bu konuya eğildiği görülebilir. Bunlar arasında<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini bir ölçüde destekleyenlerin en önde geleni<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin getirecekleri ve götürecekleri üzerine<br />

makaleler yazan 25 üyeleri bulunan Europeum’dur. 26 Bunun yanında<br />

Europeum ülkede <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalar<br />

konusunda kapsamlı bir rapor hazırlamış tek düşüncü kuruluşudur. 27 Her<br />

ne kadar rapor 2006’da yayımlanmış olsa da çoğu kısmı halen<br />

güncelliğini muhafaza etmektedir. Ayrıca Europeum bir Türk yazarın,<br />

Seda Domaniç’in, 28 bir makalesini Çek dilinde yayımlamış muhtemelen<br />

tek düşünce kuruluşudur. Bu makalede asıl sorunun her iki tarafta da (AB<br />

ve <strong>Türkiye</strong>) <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden asıl faydayı karşı tarafın<br />

sağlayacağı görüşünün hâkim olduğu, bunun delili olarak da 2006’da<br />

Türklerin yalnızca üçte biri ile AB vatandaşlarının sadece beşte birinin<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin her iki taraf için de faydalı olacağını<br />

düşünmelerinin gösterilebileceği şeklinde özgün bir sav öne sürülmüştür.<br />

Diğer düşünce kuruluşları ve araştırma kurumlarına ilişkin olarak da<br />

<strong>Türkiye</strong> konusuna bir ölçüde ilginin ülke ve bölge üzerine çalışan<br />

24 Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU.<br />

25 Bkz. Örneğin Lukáš Pachta tarafından yazılan makale http://www.integrace.cz<br />

/integrace/koment_zobraz.asp?id=43.<br />

26 Kurumun tam adı şöyledir: Europeum, the Institute of European Policy,<br />

http://www.europeum.org/index.php?lang=en.<br />

27 D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006,<br />

www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir.<br />

28 S. Domaniç, Vstup Turecka do Evropské unie: Výhodný pro obě strany? Možný pro obě strany?<br />

EUROPEUM, 2006, www.europeum.org/doc/pdf/ 864.pdf adresinden erişilebilir.


134<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

analistlerin bulunduğu Uluslararası İlişkiler Derneği 29 ve Uluslararası<br />

İlişkiler Enstitüsü’nde 30 gösterildiği söylenebilir.<br />

Ülkede uluslararası ilişkiler konusunda yayımlanan dergilerden en çok<br />

okunanı Mezinárodní politika (Uluslararası Siyaset) Eylül 2007’de<br />

“<strong>Türkiye</strong> Yol Ayrımında” konulu özel bir sayı çıkarmıştır. Sayıda sadece<br />

AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkilerine odaklanılmamakla birlikte bu sorunsala atıfların<br />

sayının tümünde bulunduğunu söylemek mümkündür. Bilhassa<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye girişi konusunda biri Çek gazeteci Zbyněk Petráček<br />

tarafından kaleme alınmış ve üyeliğe olumlu bakan, diğeri de<br />

muhafazakâr düşün adamı olan Alexandr Tomský tarafından yazılmış<br />

daha eleştirel yaklaşımlı iki polemiksel makale yayımlanmıştır. 31 Konu<br />

ile ilgili bir makale de Pilsen’deki Çek-Slovak Siyaset Bilimi Öğrencileri<br />

<strong>Birliği</strong>’nin siyaset bilimi dergisi olan E-Polis’de yayımlanmıştır. 32<br />

Sivil topluma bakıldığında da <strong>Türkiye</strong> ile ilgili beyin fırtınalarına<br />

nadiren rastlanır. Bu durumun bir istisnası “<strong>Avrupa</strong> Değerleri”<br />

STK’sıdır. Daha derin bir bütünleşmeden yana olmakla birlikte bu STK<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Birliğe girişine karşı çıkmakta ve tam üyelik yerine bir tür<br />

özel ortaklığın savunuculuğunu yapmaktadır. Bu kuruluş aynı zamanda<br />

yukarıda anılan ve <strong>Türkiye</strong> ile AB üyelik müzakerelerinin başlatılmasına<br />

karşı çıkan kampanyaya da katılmıştır.<br />

Medya<br />

Basılı medyada yalnızca ülkenin dört ciddi gazetesi (Mladá fronta<br />

Dnes, Právo, Hospodářské noviny ve Lidové noviny) konuya sürekli<br />

29 http://www.amo.cz/vyzkum/analytici.htm.<br />

30 www.iir.cz.<br />

31 Z. Petráček, Turecko na evropské cestě, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21.<br />

www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir; A.<br />

Tomský, Turecko do Evropy nepatří, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21.<br />

www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir.<br />

32 S. Marešová, Cesta Turecka do EU-problematika vstupu, E-polis.cz, 6. červen 2008. www.epolis.cz/evropska-unie/280-cesta-turecka-do-eu-problematika-vstupu.html<br />

adresinden erişilebilir.


135<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

olarak yer vermektedir. Dördü de <strong>Türkiye</strong> ve AB konusundaki haberlere<br />

odaklanmaktadır ve bu gazetelerde analitik rapor veya yorumlara pek sık<br />

rastlanmamaktadır. Bahsi geçen haberlerden hiçbiri Çek Cumhuriyeti’nin<br />

iç meseleleri ile bağlantılı değildir. Çek siyasetçilerin (yukarıda<br />

değinilen) görüşlerine ayrılan yer bir kenara bırakılırsa, Çek medyasında<br />

Çek Cumhuriyeti ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda sürekli ele alınan iki<br />

bağlantıdan bahsetmek mümkündür: (1) AB çapında gerçekleştirilen ve<br />

Çek nüfusunun da görüşlerini içeren <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki en<br />

son kamuoyu yoklamaları ile (2) nispeten yakın zamanlarda Çek<br />

Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı’nın AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkilerini<br />

geliştirmekte oynayabileceği rol.<br />

AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkileri ile ilintili makaleler genellikle üç geniş<br />

kategoriden birinde sınıflandırılabilir. 33 Bunlardan ilki üyelik<br />

müzakerelerinin gelişimi, açılan ya da bloke edilen başlıklar, <strong>Avrupa</strong><br />

Komisyonu’nun hazırladığı değerlendirme raporları veya özellikle insan<br />

hakları ve azınlıkların korunması gibi bazı hususlarda <strong>Türkiye</strong>’ye<br />

yöneltilen eleştiriler gibi konularla ilgili haberlerdir. Ancak bu makaleler<br />

çoğu zaman bir görüş ifade etmekten kaçınıp sadece olayları<br />

belirtmektedirler.<br />

İkinci kategoride ülkelerin AB’nin bütünü ile ilişkilerini etkileyen özel<br />

ikili ilişkileri anlatan makaleler bulunmaktadır. Örneğin Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nin <strong>Türkiye</strong>’nin Batı’nın NATO kapsamında güvenilir<br />

bir müttefiki olduğu için AB’ye kabul edilmesi yönündeki ısrarına büyük<br />

yer verilmiştir. 34 Bu makaleleri tamamlayıcı bir unsur olarak diğer<br />

ülkelerin, özellikle de Fransa’nın, <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki<br />

33 Aynı kategori ve konu başlıkları aynı zamanda belli başlı radyo istasyonları ile televizyon<br />

kanallarında da mevcuttur. Ancak özellikle Çek Radyosunda Çek siyasetçilerin (bilhassa da<br />

Başbakan ve Dışişleri Bakanı mevcut ve geçmiş Cumhurbaşkanlarının) görüşlerine daha fazla<br />

zaman ayrılmaktadır.<br />

34 Stín summitu: turecké členství v EU, 5 Nisan 2009, Lidovky.cz. www.lidovky.cz/stin-summituturecke-clenstvi-v-eu-due-/ln_eu.asp?c=090405_<br />

170326 _ln_eu_ter adresinden erişilebilir.


136<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

şüpheci yaklaşımı da dillendirilmektedir. İlginç olan husus Amerika<br />

Birleşik Devletleri ve Fransa’dan <strong>Türkiye</strong>’nin AB isteğine dair<br />

basitleştirilmiş bir ikili tahayyülde iki zıt görüşü temsil eden örnekler<br />

olarak bahsedilirken Çek Cumhuriyeti’ne daha çok orta yolu temsil eden<br />

bir konum atfedilmesidir. Ayrıca Fransa’nın, özellikle de Cumhurbaşkanı<br />

Sarkozy’nin açık tutumu bazen fazlasıyla eleştirel görülmekte, ve<br />

dolayısıyla Fransa’nın <strong>Avrupa</strong> Komisyonu ile nasıl zıtlaştığını ya da<br />

İsveç AB Dönem Başkanlığı’nı <strong>Türkiye</strong>’ye karşı çok olumlu bir tavır<br />

takındığı için nasıl “cezalandırdığını” anlatan makalelere<br />

rastlanmaktadır. 35 Bu tür makalelerin bir diğer örneği de <strong>Türkiye</strong>-<br />

Yunanistan veya <strong>Türkiye</strong>-Kıbrıs ilişkilerine yer veren makalelerdir. Bazı<br />

makalelerde bu ilişkilerin tarihçesi anlatılırken bazıları ise <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

bu ilişkileri nasıl AB üyeliği sürecinden ayrı tutmaya çalıştığını analiz<br />

etmektedir. 36<br />

Üçüncü bir kategori ise belirli bazı konuları ele almaktadır: Bunun bir<br />

örneği <strong>Türkiye</strong>’nin AB’nin enerji güvenliğinin korunmasında oynadığı<br />

rol (Nabucco boru hattı) 37 ; bir diğeri <strong>Türkiye</strong>’nin vize işlemlerinin<br />

kolaylaştırılmasına, hatta vizenin kaldırılmasına verdiği önem 38 ; bir<br />

başkası ise <strong>Türkiye</strong>’nin büyük Ortadoğu’daki jeostratejik konumu ve<br />

bunun AB’ye etkileridir.<br />

Sonuç<br />

35 Sarkozy zdůraznil: Turecko v EU nechci, 24 Mayıs 2007, iHned.cz,<br />

www.zahranicni.ihned.cz/c4-10149910-21228220-003000_d-sarkozy-zduraznil-turecko-v-eunechci<br />

adresinden erişilebilir.<br />

36 EU „potrestala“ Turecko za jeho postoj vůči Kypru, 29 Haziran 2006, iHned.cz,<br />

www.zahranicni.ihned.cz/c1-18798680-eu-potrestala-turecko-za-jeho-postoj-vuci-kypru<br />

adresinden erişilebilir.<br />

37 Bkz. Turecko kývlo na plynovod Nabucco, Evropa sníží závislost na Rusku 8 Mayıs 2009,<br />

idnes.cz, www.ekonomika.idnes.cz/turecko-kyvlo-na-plynovod-nabucco-evropa-snizi-zavislostna-rusku-1fn-/eko-zahranicni.asp?c=A090508_<br />

132551_eko-zahranicni_fih adresinden<br />

erişilebilir.<br />

38 Cf. „Ale hlavně zrušte ta víza“, 10 Aralık 2008, www.lidovky.cz/ale-hlavne-zruste-ta-viza-0h6-<br />

/ln_noviny.asp?c=A081210_000044_ln_noviny_sko&klic= 228990&mes=081210_0 adresinden<br />

erişilebilir.


137<br />

Çek Cumhuriyeti<br />

Buradaki analizden varılabilecek genel izlenim Çek Cumhuriyeti’nde<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye ilişkin bakışın hafif bir iyimserliğe imkân olduğudur. Yine de<br />

bu iyimserliğe darbe vurabilecek bazı etkenlerden bahsetmek gerekir.<br />

Önde gelen siyasi partilerce <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destek ne<br />

ölçüde güçlü olursa olsun bu partilerin aslında <strong>Türkiye</strong>’nin kendisiyle<br />

ilgilenmeyip kendi gizli maksatları nedeniyle bu konuda bir tavır<br />

takındıklarını ifade etmek gerekir. İlk olarak, Demokrat Yurttaşlar gibi<br />

siyasi partiler süregiden genişleme sürecini daha derin bir siyasi<br />

bütünleşmesini engelleyebilecek en güvenilir etken olarak<br />

görmektedirler. İkincisi, Çek siyasi partileri bu konularda derinlemesine<br />

görüşlere sahip olmayıp genellikle AB’deki kardeş partilerinin<br />

söylemlerini benimsemektedirler. Üçüncüsü, <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin<br />

maliyeti ortaya çıktıkça (örneğin Çek Cumhuriyeti’nin AB fonlarının<br />

alıcısı konumundan çıkıp finansmanını sağlar konuma gelmesi halinde)<br />

hem toplumda hem de partilerde bu konu ile ilgili direnç artabilir.<br />

Belirsiz siyasi tablo ile <strong>Türkiye</strong>’nin Çek dış politikasında önemli bir yer<br />

teşkil etmemesi nedeniyle bu tablo her an büyük ölçüde değişebilir.


Adam Szymański*<br />

Polonya<br />

138<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Öz<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği Polonya’da kamuoyundaki tartışmalar arasında<br />

üst sırada yer almamaktadır. Öte yandan bu konudaki tartışmalara<br />

katılan belli başlı tarafların genel tutumlarını kaba hatlarıyla çizmek<br />

mümkündür. Bu çalışmada Polonya hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın,<br />

siyasi partilerin, toplumun ve medyanın 2006-2009 dönemindeki<br />

tutumları ile bu tutumlarının altında yatan nedenlere yer verilecektir.<br />

Polonya’nın AB’nin genişleme sürecinin tümüne verilen desteğin bir<br />

sonucu olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana duruşuna rağmen hem<br />

elitler hem de toplum <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş<br />

durumdadır. Dahası, bu konudaki tutumların çok oturmuş olduğu<br />

söylenemez ve tek bir gelişme dahi bu tutumlar üzerinde etkili<br />

olabilmektedir.<br />

Polonya’nın tavrını belirleyen genel etkenler<br />

AB’nin 2006 yılında formüle edilen yeni genişleme stratejisi 1<br />

Polonya’nın AB’nin genişlemesi konusundaki siyasetinin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusunda belirleyici rol oynayan ilkelerini değiştirmemiştir.<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.<br />

1<br />

“Communication from the Commission to the European Parliament and the Council. EU<br />

Enlargement Strategy and Main Challenges 2006-2007 (Including Annexed Special Report on the<br />

EU’s Capacity to Integrate New Members)” (Komisyon’dan <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu ve Konseye<br />

Bildirim. AB’nin Genişleme Stratejisi ve Belli Başlı Sorunlar 2006-2007 (AB’nin Yeni Üyeleri<br />

Entegre Edebilme Kapasitesi Üzerine Özel Rapor Eki ile)), Brüksel, 8 Kasım 2006, Com (2006)<br />

649, www.ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2006/Nov/com<br />

_649_strategy_paper_en.pdf


139<br />

Polonya<br />

2006 öncesinde olduğu gibi Polonya yeni stratejinin oluşturulması<br />

sürecinde de süreçte devamlılık ve “açık kapı” siyasetin sürdürülmesini<br />

desteklemiştir. Dışişleri Bakanı Stefan Meller Ocak 2006’da “AB’nin<br />

genişlemesinden vazgeçilemez ve tüm adaylar kabulümüzdür (…)”<br />

demiştir. 2<br />

Ancak Polonya makamları farklı ülkelerin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyeliklerini<br />

farklı ölçülerde desteklemektedirler. AB’nin doğu yönünde genişlemesi<br />

önceliklidir ve bu bağlamdaki stratejik hedef Ukrayna’nın AB<br />

üyeliğidir. 3 Resmen adaylık statüsü verilmiş ülkeler ile potansiyel aday<br />

ülkelerin (<strong>Türkiye</strong> ve Batı Balkan ülkeleri) üyeliği de Polonya’nın siyasi<br />

elitlerince desteklenmektedir. Bu tutum <strong>Avrupa</strong>’nın altında yatan temel<br />

fikrin açıklık olduğu algısından kaynaklanmakla birlikte Ukrayna’nın<br />

adaylığı da bu bağlamda etkili (ve öncelikli) bir rol oynamaktadır.<br />

Dolayısıyla Polonya’nın doğu komşusunun üyeliği konusundaki tutumu<br />

AB genişleme sürecinin geneline olumlu bakışını büyük ölçüde<br />

belirleyen bir etkendir.<br />

Güneydoğu <strong>Avrupa</strong>’da aday ülkelerin birliğe kabul edilmesi Polonya<br />

için Ukrayna’nın kabul edilmesine göre ikinci planda kalmaktadır ve bu<br />

da Polonya’nın dış politikasının doğu ve güney eksenleri arasındaki<br />

eşitsizlikten kaynaklanan bir yaklaşımdır. Polonyalı siyasi elitler<br />

Güneydoğu <strong>Avrupa</strong> ülkelerinin AB üyeliğinin Polonya’ya doğrudan bir<br />

getirisi olacağını düşünmemektedirler. Bu elitlere göre konu <strong>Türkiye</strong><br />

olunca da muhtemel AB üyeliği en azından ülkenin kendisi gibi uzaktadır<br />

ve bu durum Polonya’da yaşayan Türklerin sayısının çok küçük oluşu<br />

(bu ülkedeki Türk diasporası ancak birkaç yüz kişiden oluşmaktadır) ve<br />

iki ülke toplumları arasındaki ilişkilerin pek yakın olmayışı nedeniyle de<br />

2 “Rußland hat keine Orientierung. Gespräch mit Außenminister Meller”, Die Welt, 7 Ocak 2006,<br />

www.welt.de/print-welt/article189286/Russland_hat_keine_ Orientierung.html<br />

3 Anna Fotyga, “Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy” (<strong>Türkiye</strong> ve Ukrayna’nın <strong>Avrupa</strong>’daki<br />

geleceği), Devlet İşleri Enstitüsü’ndeki konferansta yapılan konuşma, 2 Aralık 2005.


140<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

pekişmektedir. İki ülke arasındaki iktisadi ilişkiler son yıllarda gelişme<br />

göstermekle birlikte (2008’deki ticaret hacmi yaklaşık 4,3 milyar<br />

dolardır 4 ) <strong>Türkiye</strong> Polonya için öncelikli ülkeler arasında yer almamakta<br />

ve bu ülkeden dışişleri bakanlarının açıklamalarında hiç<br />

bahsedilmemektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong> ve Batı Balkan ülkelerinin AB üyeliklerinin siyasi<br />

tartışmaların ve seçim kampanyalarının (2007 parlamento seçimleri,<br />

2009 <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri) önde gelen konuları arasında yer<br />

almayışının ana nedeni de budur. Bu ülkeler konusunda Polonya<br />

hükümeti ve muhalefetten gelen açıklamalar bu konudaki tutumun<br />

dengeli, kısa, öz ve nispeten detaysız bir yaklaşıma dayandığını<br />

göstermektedir. 5 Siyasi elitler AB’nin yukarıda adı geçen ülkelere açık ve<br />

net bir üyelik şansı vermesi gerektiğini iddia etmektedirler. Öte yandan<br />

Ukrayna özelinde “adil bir başlama noktası” veya ahde vefa gibi<br />

konulardan daha sık bahsetmekte ve AB yolundaki ilerlemenin büyük<br />

ölçüde aday devletlerin hazırlıklarına dayandığını ifade etmektedirler.<br />

Polonya hükümeti resmi ve potansiyel aday ülkelere ilişkin AB’nin<br />

kararlarını onaylamakta ancak bu konuda heyecan belirtileri de<br />

sergilememektedir. Bu konudaki tutumunu ortaya koymak için<br />

bilgilendirme kampanyaları yürütmemekte ve aday ülkelerden yana<br />

tutumunu aktif bir şekilde dile getirmemektedir.<br />

Ülkeler arasındaki mesafe ve dolaysız faydaların ve bu ülkeler<br />

hakkındaki bilgilerin kısıtlı oluşu da <strong>Türkiye</strong> ve Balkan ülkelerinin AB<br />

üyeliği konusunun Polonya toplumunda ve medyadaki kamuoyu<br />

tartışmalarında ön planda yer almamasının altında yatan başlıca<br />

4<br />

“Wicepremier Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Başbakan Yardımcısı Pawlak:<br />

Polonya ve <strong>Türkiye</strong> Kriz Dönemlerinde Güçlü Ülkeler), 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl.<br />

5<br />

Adam Szymański, “Postura de Polonia frente a la ampliación de la Unión Europea”, La Musa,<br />

C. 5, 2006, ss. 121-136.


141<br />

Polonya<br />

nedenlerdir. Bu konu ancak nadiren dikkat çekici boyutta ele alınmakta<br />

ve bu durumlarda bile tekrar eden birkaç soruya odaklanılmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB Üyeliği konusunda Polonya’nın tutumu<br />

I. Hükümet ve Cumhurbaşkanı<br />

2006-2009 dönemindeki her üç hükümet 6 de genel olarak <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB üyeliğini desteklemiş ya da desteklemektedir, ki üyelik de resmi<br />

kriterlerin yerine getirilmesinden sonra hayata geçirilebilecek bir<br />

durumdur. Hukuk ve Adalet hükümetleri <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini önemli<br />

bir sorun olarak kabul etmişlerdir. Dışişleri Bakanı Anna Fotyga şöyle<br />

konuşmuştur: “<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı değiliz. Ancak bu sürecin<br />

zorlu olacağının farkındayız.” 7 Aynı zamanda <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini<br />

hem Polonya’ya hem de AB’ye fayda getirecek bir adım olarak<br />

görmektedirler. Yukarıda bahsi geçen “Ukrayna etkeni” ve <strong>Birliği</strong>n<br />

itibarını koruma ihtiyacı ile iktidardaki elitler <strong>Türkiye</strong>’den NATO’da bir<br />

müttefik ve Polonya ile (geçmişe dayanan) iyi ilişkileri olan ABD’ye<br />

yakın bir ülke olarak bahsetmektedir. Polonya hükümetine göre AB üyesi<br />

olarak <strong>Türkiye</strong> Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı (ODGP) daha güçlü<br />

kılacak ve AB’nin terörizmle mücadele gibi konularda küresel bir aktör<br />

olarak daha aktif rol almasını sağlayacak bir ülkedir. 8 AB’nin<br />

genişlemesinin genel olarak arkasında duran Polonya’nın bu tutumunun<br />

6<br />

Kazimierz Marcinkiewicz hükümeti Ekim 2005 ile Temmuz 2006 arasında iktidarda kalmıştır.<br />

Nisan 2006’ya kadar yalnız muhafazakâr parti Hukuk ve Adalet’in (PiS, Prawo i Sprawiedliwość)<br />

katıldığı bir azınlık hükümeti olarak yola devam ederken Mayıs 2006-Temmuz 2006 döneminde<br />

PiS sağ eğilimli Polonyalı Aileler İttifakı (LPR, Liga Polskich Rodzin) ve popülist Nefsi Müdafaa<br />

(Samoobrona) ile bir koalisyon kurmuştur. Temmuz 2006 ile Kasım 2007 arasındaki dönemde<br />

Hukuk ve Adalet Jarosław Kaczyński liderliğinde önce Polonyalı Aileler İttifakı ve Nefsi<br />

Müdafaa ile, daha sonra da Ağustos-Kasım 2007 döneminde tek başına hükümette kalmıştır.<br />

Kasım 2007’den itibaren Donald Tusk liderliğindeki Polonya hükümeti merkez sağ eğilimli<br />

Yurttaşlık Platformu (PO, Platforma Obywatelska) ve Polonya Köylü Partisi (PSL, Polskie<br />

Stronnictwo Ludowe) arasında kurulmuştur. İncelenen dönemin tümünde PiS tarafından<br />

desteklenen Lech Kaczyński Polonya Cumhurbaşkanı görevini sürdürmüştür.<br />

7<br />

“Chcemy otwartego dialogu z Rosją” (Rusya ile Açık Bir Diyalog İstiyoruz), Gazeta Wyborcza,<br />

20-21 Mayıs 2006.<br />

8<br />

Fotyga, Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy.


142<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ardında yatan jeopolitik neden bu bağlamda kilit bir rol oynamaktadır.<br />

Hükümet <strong>Türkiye</strong>’nin AB ve Polonya için önemli bölgelerdeki (Güney<br />

Kafkaslar ve Karadeniz) rolünü anlamaya başlamıştır. 9<br />

Tusk hükümeti de <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklemekte ve bu<br />

bağlamda aynı ana argümanlara sırtını dayarken yakın tarihteki bazı<br />

gelişmelerle ilgili etkenlere, özellikle de <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’nın enerji<br />

güvenliği açısından önemine daha fazla vurgu yapmaktadır. 10 <strong>Türkiye</strong><br />

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Varşova’ya Kasım 2008’de<br />

gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Polonyalı meslektaşı Radosław Sikorski<br />

tıpkı <strong>Türkiye</strong>’nin Polonya’nın NATO üyeliğinden yana oluşu gibi<br />

Polonya’nın da <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini desteklediğini ifade etmiştir.<br />

Sikorski Babacan’a Polonya’nın diğer AB ülkelerini <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini kabul etme yönünde ikna çabalarını sürdüren <strong>Türkiye</strong>’nin dostu<br />

ülkeler arasında yer aldığını hatırlatmıştır. 11 Mayıs 2009’da (Başbakan<br />

Recep Tayyip Erdoğan’ın Polonya’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında<br />

Başbakan Tusk Polonya’nın <strong>Türkiye</strong> ve AB arasındaki müzakere<br />

sürecine zamanla katkıda bulunacağı güvencesini verirken “<strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB’ye katılımı sürecinin yakın zamanda olumlu sonuçlanacağına derin<br />

bir inancımız mevcuttur” 12 ifadesini kullanmıştır. Tusk 2011 yılında<br />

Polonya AB dönem başkanlığını devraldığında müzakereleri<br />

hızlandırmayı ümit etmektedir. Tusk’a göre <strong>Türkiye</strong>’nin AB çabası haklı<br />

nedenlere dayanmaktadır. Polonya’nın AB’deki ortaklarına daha önce<br />

9 Polonya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği hakkındaki 2006’daki duruşu hakkında daha fazla bilgi için<br />

bkz. Przemysław Osiewicz, “Polskie stanowisko w kwestii przystąpienia Republiki Turcji do Unii<br />

Europejskiej” (<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Üyeliği Konusunda Polonya’nın Tutumu), Przegląd<br />

Politologiczny, C. 11, No. 2, 2006, ss. 61-71.<br />

10 Dışişleri Bakan Yardımcısı Witold Waszczykowski’nin “Annapolis Sonrasında Ortadoğu Barış<br />

Süreci” konferansında konuşması, Varşova, 3 Nisan 2008.<br />

11 “’Polska popiera aspiracje Turcji do UE’” (Polonya <strong>Türkiye</strong>’nin AB çabasını<br />

desteklemektedir), Wprost, 18 Kasım 2008, www.wprost.pl/ar/144764/Polska-popiera-aspiracje-<br />

Turcji-do-UE<br />

12 “Premier Turcji w Warszawie” (<strong>Türkiye</strong>’nin Başbakanı Varşova’da), Rzeczpospolita, 14 Mayıs<br />

2009, www.rp.pl/artykul/23,305263.html.


143<br />

Polonya<br />

kimsenin <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin önüne mevcut kriterlere ek olarak<br />

yeni kriterler koyma ihtiyacından bahsetmediğini hatırlatacağını belirten<br />

Tusk’a göre evrensel üyelik kriterlerinin <strong>Türkiye</strong> tarafından yerine<br />

getirilmesinden sonra <strong>Türkiye</strong>’nin AB yolu önünde herhangi bir engel<br />

kalmaması gerekir. 13<br />

Polonya hükümetlerinin bu konudaki tutumunu teyit eden bir yaklaşım<br />

da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński tarafından Weimer<br />

Üçlüsü’nün Mettlach’da Aralık 2006’daki toplantısında sergilenmiştir.<br />

Cumhurbaşkanı Kaczyński gümrük birliği anlaşmasının protokolünden<br />

kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmeyen <strong>Türkiye</strong>’ye karşı daha<br />

sert koşulların getirilmesine karşı çıkmıştır. Üyelik müzakerelerinin<br />

sürdürülmesinden yana tutumunu dile getirirken sürecin zorlu olduğunu,<br />

ancak uzun yıllar sonra meyvelerinin alınabileceğini ifade etmiştir. 14<br />

Ocak 2007’de ise Polonya Cumhurbaşkanı <strong>Türkiye</strong>’nin bölgesel istikrar,<br />

enerji güvenliği, rekabetçilik ve kültürlerarası diyalog açısından önemine<br />

işaret etmiştir. 15<br />

Öte yandan Polonya Cumhurbaşkanı’nın tutumu bazı Polonya<br />

makamlarının <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusundaki duruşlarının sabit<br />

olmayabileceğini ve önemli gelişmelerin etkisi altında kalabileceğini<br />

göstermektedir. Nisan 2008’de Cumhurbaşkanı Kaczyński <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB yolunda bir sorun olarak kültürel farklılıkların altını çizmiştir. 16<br />

Cumhurbaşkanı’nın bu konuda verdiği desteğin zayıflaması <strong>Türkiye</strong>’de<br />

üniversitelerde türban takılabilmesini mümkün kılan anayasa<br />

değişiklikleri ile istikrarsızlaşan tabloya bir tepki olarak görülebilir. Bu<br />

13 “’Polska popiera starania Turcji o wejście do UE’” (Polonya <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye girme<br />

çabalarını desteklemektedir), Wprost, 14 Mayıs 2009, www.wprost.pl/ar/161297/Premier-Turcjiz-wizyta-w-Polsce<br />

14 “Pressekonferenz nach dem Treffen des Weimarer Dreiecks in Mettlach”, 5 Aralık 2006,<br />

www.bundesregierung.de.<br />

15 Türk dergisi “Hakikat”te yayınlanan Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Ocak 2007,<br />

www.prezydent.pl.<br />

16 Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Reuters, 9 Nisan 2008, www.prezydent.pl.


144<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

bağlamda kültür etkenine değinilmesi Cumhurbaşkanı’nın net bir şekilde<br />

ilişkili olduğu Hukuk ve Adalet Partisi’nin tutumu ile de büyük ölçüde<br />

ilgilidir.<br />

II. Siyasi partiler<br />

Polonya’daki siyasi partilerin <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine genel<br />

yaklaşımları 2006-2009 döneminde tutarlı bir seyir izlememiştir.<br />

Polonya’daki partilerin farklı eğilimlerde kesimleri olması ve ele alınan<br />

dönemde partilerin muhalefetten iktidara ya da iktidardan muhalefete<br />

geçişleri nedeniyle parti üyelerinin görüşleri arasında farklılıklar<br />

mevcuttur. Üstelik parti üyelerinin bireysel görüşleri nerede<br />

belirtildiklerine (örneğin Polonya parlamentosu, <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu<br />

vs.) bağlı olarak da farklılık göstermiştir. Dolayısıyla bu bağlamda bir<br />

sınıflandırmaya gitmek oldukça zordur. Yine de partinin siyasi profilinin<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki tutumu üzerinde etkili olduğu<br />

anlaşılmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin destekçileri merkez sağ Yurttaşlık<br />

Platformu ile sol eğilimli iki partidir, Demokratik Sol İttifak (SLD,<br />

Sojusz Lewicy Demokratycznej) ve Polonya Sosyal Demokrasisi<br />

(Socjaldemokracja Polska). Yurttaşlık Platformu’nun üyeleri realist bir<br />

bakış açısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin 10-15 yıllık dönemde<br />

gerçekleşmeyeceği öngörüsünde bulunmakta ve bu konudaki sorunlar<br />

arasında demokratik kurallar ve insan haklarına saygının altını<br />

çizmektedirler. Yine de hükümette de, muhalefette de <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine açık bir şekilde karşı çıkmamışlardır. Bu demek değildir ki hem<br />

2007 parlamento seçimleri öncesinde, hem de sonrasında bu konuda bazı<br />

çekinceleri olmasın. Tüm partiler gibi <strong>Avrupa</strong> Parlamentosundaki<br />

milletvekilleri (EPP-ED, şimdiki EPP) farklı tutumlar sergilemişlerdir.<br />

Bu kesimden, örneğin 2004’te (ve sonrasında da) <strong>Türkiye</strong> için “evet”<br />

dendiğinde bunun Ukrayna için de “evet” anlamına gelmesi gerektiğini<br />

ifade eden Jacek Saryusz-Wolski gibilerinden gelen çekinceler 2007


145<br />

Polonya<br />

seçimleri öncesinde göze çarpmıştır. 17 2008/2009 dönemindeki bir ankete<br />

göre <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini “kesin bir biçimde” destekleyen<br />

milletvekilleri ile (<strong>Avrupa</strong> ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki kültürel farkların altını<br />

çizen AP Başkanı Jerzy Buzek gibi) “kısmen” destekleyen milletvekilleri<br />

ve hatta “bu konuda bir şey söylemenin zor olduğunu”, veya “kısmen”<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı olduklarını belirten arasında bir ayrımdan<br />

söz edilebilir. 18<br />

Ana muhalefetteki Demokratik Sol İttifak <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini<br />

desteklemektedir ve bu durum partinin hükümette kaldığı dönemdeki<br />

(2001-2005) politikasının bir devamı niteliğindedir. Bu PES’in (bugünkü<br />

S&D) tutumunu izleyen ve <strong>Türkiye</strong> ile açık kriterler bazında ve hem<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin hem de AB’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi kaydıyla<br />

müzakere sürecini destekleyen bir yaklaşımdır. 19 Bu partinin önde gelen<br />

siyasetçilerinden biri, Tadeusz Iwiński, <strong>Türkiye</strong>’nin AB yolundaki önde<br />

gelen destekçilerinden biri olup muhtemel üyeliğin katkısını AB’nin<br />

2004’teki genişlemesi ile mukayese edilebilir görmektedir. 20 Partinin<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’ndaki milletvekilleri ise <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusunda çok kararlı bir tavır sergilememektedirler. 2008/2009<br />

döneminde yapılan ankette konu ile ilgili olarak ya “kısmen evet” ya da<br />

“bu konuda bir şey söylemek zor” yanıtlarını vermişlerdir. Yine de<br />

tartışmaların duygusal boyuta taşınmasına ve <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı<br />

“kültürel” argümanlara yer verilmesine karşı çıkmışlardır. 21<br />

17<br />

“Warunki dla Turcji” (<strong>Türkiye</strong> için Koşullar), Gazeta Wyborcza, 7 Ekim 2004.<br />

18<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’nun Polonyalı Milletvekillerinin Siyaseti Şekillendirmedeki Rolü başlıklı<br />

araştırma projesinden (bu makalenin yazarının da katkıları ile) 2008 Kasım-2009 Şubat<br />

dönemindeki anketler, <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları Kürsüsü, Gazetecilik ve Siyaset Bilimi Fakültesi,<br />

Varşova Üniversitesi; ‘Davutoğlu AB Parlamentosu Başkanını Eleştirdi’, Hürriyet Daily News,<br />

16 Kasım 2009.<br />

19<br />

“Manifest PES 2009” (PES Manifestosu 2009), s. 57, www.sld.org.pl/program/p-r-m-a-<br />

1958/manifest_pes_2009.htm<br />

20<br />

Ankieta Wirtualnej Polski-Tadeusz Iwiński (“E-Polonya” Anketi-Tadeusz Iwiński),<br />

http://eurowybory.iwinski.pl/debaty/articles/ankieta-wirtualnej-polski. html<br />

21<br />

Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.


146<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Benzer bir tutum 2007 seçimleri sonrasında Polonya parlamentosunda<br />

(Demokratik Sol İttifak ve iki küçük parti ile birlikte) muhalefette yer<br />

alan ve 2009 AP seçimleri öncesinde de AP’de yer bulan Polonya Sosyal<br />

Demokrasisi tarafından takınılmıştır. Parti lideri Marek Borowski<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin, üyeliğin AB tarafından etraflıca değerlendirilen demokratik<br />

ve ekonomik kriterlerini yerine getirmesi kaydıyla AB üyeliğinden<br />

yanadır. 22 Yine AP’deki milletvekilleri (2004-2009 döneminde) ve PES<br />

üyeleri bu konuda farklı görüşler sergileyebilmektedir. Józef Pinior<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği için tarih verilmesinden yana olan önemli bir<br />

destekçidir. Diğer siyasetçilerse bu konuda o kadar kararlı görünmemekte<br />

ve 2008/2009 anketinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine “kısmen karşı” duruş<br />

sergileyebilmektedirler. 23<br />

2007 parlamento seçimleri öncesinde önemli bir rol oynayan (ve<br />

2007’den bu yana Polonya parlamentosu dışında ve 2009 sonrasında da<br />

AP dışında kalan) Nefsi Müdafaa siyasetçileri de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

destekler bir görünümdedir. Bu durum daha 2004’te partinin AP<br />

milletvekillerinin çoğunluğunun <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerin başlatılması<br />

yönünde oy kullanmasında görülmüştür. 24 Yine de milletvekili Jan<br />

Masiel (UEN) 2008/2009 anketinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine net bir<br />

şekilde karşı olduğunu belirtmiştir. 25<br />

Polonya Köylü Partisi’nin pozisyonu net olmayıp, tanımlanması da<br />

zordur. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini kısmen destekler görünmekle birlikte<br />

2004’te partinin AP milletvekilleri (EPP-ED) Parlamento’nun <strong>Türkiye</strong> ile<br />

22 “Zatrzeć różnice między "starą" i "nową" Unią” (“Yeni” ve “Eski” <strong>Avrupa</strong> arasındaki farklar<br />

bulanıklaşırken), Marek Borowski’nin resmi web sitesi,<br />

www.borowski.pl/wiadomosci/wiadomosc_982.phtml<br />

23 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.<br />

24 Polscy eurodeputowani podzieleni w sprawie otwarcia negocjacji z Turcją (<strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu’ndaki Polonyalı Milletvekilleri <strong>Türkiye</strong> ile Üyelik Müzakerelerinin Başlatılması<br />

Konusunda Bölünmüşlük İçinde), Polonya Basın Ajansı, 15 Aralık 2004,<br />

www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_ depeszy=15630277.<br />

25 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.


147<br />

Polonya<br />

üyelik müzakerelerine başlama kararı aldığı oylamada oy kullanmamayı<br />

tercih etmişlerdir. Partinin Ortak Tarım Politikası konusundaki<br />

hassasiyetleri nedeniyle <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bazı itirazları olması<br />

beklenebilir. 26<br />

Polonya’daki partiler arasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleyenler<br />

<strong>Avrupa</strong>’daki tartışmalarda ortaya konan argümanları tekrarlamaktadırlar.<br />

Bunlar arasında <strong>Türkiye</strong>’nin AB’nin dünyadaki ekonomik önemini<br />

artıracağı, enerji güvenliği sorununu çözmeye ve çok kültürlü bir<br />

<strong>Avrupa</strong>’nın gelişimine katkıda bulunacağı ve ODGP’nin rolünü<br />

oynamasına yardımcı olacağı nedeniyle Birlik için önemli olduğu<br />

sayılabilir. Ayrıca Polonya’nın bakış açısından da argümanlar ortaya<br />

konmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini destekleyenlere göre bu gelişme<br />

Ukrayna’nın AB üyeliğini kolaylaştıracak, Rusya ile ilişkiler boyutunda<br />

Polonya’nın çıkarlarına hizmet edecek, AB içinde ‘transatlantik bloğu’<br />

güçlendirecek, Polonya ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki iktisadi ilişkileri<br />

geliştirecek ve Polonya’nın enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine<br />

katkıda bulunacaktır. 27<br />

Hukuk ve Adalet ile Polonyalı Aileler <strong>Birliği</strong> gibi sağ eğilimli partiler<br />

ise <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda daha çekinceli bir tavır<br />

sergilemektedir. Her ne kadar Hukuk ve Adalet’in tutumu 2004’ten beri<br />

bir evrim içindeyse de partinin siyasetçileri hep <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine karşı bir duruş sergilemişlerdir. Jarosław Kaczyński 2004’te<br />

<strong>Türkiye</strong> ile <strong>Avrupa</strong> arasındaki kültürel farklılıklar ve <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

26 Adam Balcer, “AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Polonyalı Taraflar”, Nathalie Tocci (der.), Talking<br />

Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, (<strong>Avrupa</strong>’da <strong>Türkiye</strong>’den<br />

Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Quaderni IAI, Aralık 2008, s. 49,<br />

http://www.iai.it/pdf/ Quaderni/Quaderni_E_13.pdf<br />

27 Daha fazla bilgi için bakınız örneğin, Piotr Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), Piotr<br />

Kaźmierkiewicz, The EU Accession Prospects for Turkey and Ukraine. Debates in New Member<br />

States (<strong>Türkiye</strong> ve Ukrayna’nın AB üyeliği şansları. Yeni Üye Devletlerdeki Tartışmalar),<br />

Institute of Public Affairs, Varşova 2006, ss. 138-141.


148<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

üyeliğinin muhtemel maliyeti nedeniyle karşı bir duruş sergilemiştir. 28<br />

2005-2007 döneminde parti liderlerinin tavrında iktidarda yer almanın<br />

neden olduğu bir değişim gözlemlenmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere<br />

Hukuk ve Adalet hükümeti <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini (faydalarından<br />

daha sonra söz etmek üzere) önemli bir sorun olarak ortaya koymuştur.<br />

Hükümet “<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı olmadığını” ifade ederken açıkça<br />

olumlu bir duruştan da imtina etmiştir. Dahası, sadece Lech Kaczyński<br />

değil, aynı zamanda kardeşi Jarosław da kültürel argümanlardan dem<br />

vurmuştur. Kültürel ve dini farklılıkların 2009’daki tartışmalarda<br />

jeopolitik etkenle dengelendiği görülmüşse de bunlar partinin yeni<br />

programında da görüldüğü üzere halen önemli bir rol oynamaktadır. 29<br />

AP’deki milletvekillerinin bir çoğu (UEN, şimdiki ECR) <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Konrad Szymański’ye göre <strong>Türkiye</strong> ile<br />

Ukrayna arasındaki farklılıklar giderilene kadar Polonya <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

önde gelen destekçileri arasında yer almamalıdır. Szymański’ye göre<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği <strong>Avrupa</strong> kimliğinin sonu olacaktır. Szymański için<br />

<strong>Türkiye</strong> ekonomik ve siyasi açıdan AB için önemli olmakla birlikte bu<br />

açılardan önemli olan değerleri Birlik tarafından tam üyelik verilmeden<br />

de kullanılabilir. 30 Tarihçi Wojciech Roszkowski gibi AP’deki diğer<br />

birçok PiS milletvekili de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine “kısmen” karşıdır. 31<br />

Polonyalı Aileler İttifakı da <strong>Türkiye</strong> ile <strong>Avrupa</strong> arasındaki kültürel<br />

farklılıklar nedeniyle <strong>Türkiye</strong> ile AB arasında “imtiyazlı ortaklık”tan<br />

28 Bu partinin AP milletvekilleri üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı oy kullanmış ve<br />

bunun yerine imtiyazlı ortaklık önermişlerdir. Daha fazla bilgi için bakınız: Balcer, “AB-<strong>Türkiye</strong><br />

Tartışmalarında Polonyalı Taraflar”, s. 49; Polscy eurodeputowani,<br />

www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_depeszy =15630277<br />

29 Doğu ve Balkanlar yönünde AB genişlemesinden bahsedilmekle birlikte <strong>Türkiye</strong>’nin adı<br />

geçmemektedir. Bkz. “Nowoczesna, Solidarna, Bezpieczna Polska. Program Prawa i<br />

Sprawiedliwości” (Modern, Sadık, Güvenli Polonya. Hukuk ve Adalet Programı), Kraków 2009,<br />

ss. 172-185, www.pis.org.pl/ download.php?g=mmedia&f=program_pis_2009.pdf<br />

30 Konrad Szymański, “Z poparciem Turcji powinniśmy się wstrzymać” (<strong>Türkiye</strong>’ye Destek<br />

Vermekten İmtina Etmeliyiz), Nasz Dziennik, 21 Kasım 2008.<br />

31 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.


149<br />

Polonya<br />

yana tercihini belirtmiştir. AP’deki milletvekilleri üyelik müzakerelerinin<br />

başlatılmasına karşı çıkmışlardır. 2008/2009 anketinde <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusundaki soruya “kısmen karşı” yanıtını vermişlerdir. 32<br />

Yukarıda zikredilen argümanlar dışında bu konuya eleştirel yaklaşan<br />

siyasetçiler <strong>Avrupa</strong>’daki tartışmalarda olduğu gibi <strong>Türkiye</strong>’nin fakir,<br />

büyük ve Müslüman bir ülke olduğunu, insan haklarına saygı<br />

göstermediğini ve istikrarsız bir bölgede yer aldığını belirtmektedir. Bu<br />

siyasetçilere göre <strong>Avrupa</strong>’daki Türk azınlıkların entegrasyonu konusunda<br />

bile hâlihazırda zorluklar yaşanmaktadır. 33<br />

III. Toplum<br />

Son yıllarda Polonya toplumunda <strong>Türkiye</strong> konusuna en azından bazı<br />

kesimlerde (örneğin öğrenciler veya akademisyenler arasında) artan bir<br />

ilgi gözlemlenmektedir, ki bu durum <strong>Avrupa</strong> ile ilgili gittikçe daha çok<br />

sayıda konunun <strong>Türkiye</strong> konusuna bağlanması ve Türk kültürünün<br />

özellikle Orhan Pamuk’un aldığı Nobel Ödülü’nden sonra daha popüler<br />

hale gelmesi ile açıklanabilir. Öte yandan <strong>Türkiye</strong> halen Polonya<br />

toplumunun geneline uzak bir konu olup eğitimli Lehler bile bu ülke<br />

hakkında çok az şey bilmektedir. Dahası bu konudaki bilgi kaynakları<br />

medya ya da turistik seyahatler olup bu da bilgileri seçici, yüzeysel ve ne<br />

yazık ki bazen de önyargılı kılmaktadır. Polonya basınında <strong>Türkiye</strong><br />

konusundaki makaleler çoğunlukla son zamanlardaki terör olayları ya da<br />

insan hakları ihlalleri gibi olumsuz konulara yoğunlaşmaktadır. Tüm<br />

bunlardan ötürü Polonya vatandaşları <strong>Türkiye</strong>’nin teokratik bir tür İslam<br />

devleti ve aynı zamanda da bir askeri dikta rejimi olduğu fikrine sahip<br />

olabilmektedir.<br />

32<br />

A.g.e. Polscy eurodeputowani, www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=<br />

UE&id_depeszy=15630277<br />

33<br />

Daha fazla bilgi için bkz. Adam Szymański, “Przyszłe członkostwo Turcji w Unii Europejskiej<br />

– skutki dla Polski” (“<strong>Türkiye</strong>’nin Gelecekteki AB Üyeliği- Polonya’ya Etkisi”), Polski Przegląd<br />

Dyplomatyczny, No. 5, 2006, ss. 35-54.


150<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Polonya’da Müslümanlar hakkında güç kazanan olumsuz bakışla 34<br />

birlikte bu olgu son yıllarda <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine Polonya’nın<br />

verdiği desteğin zayıflamasına neden olmuştur. Transatlantik Eğilimler<br />

anketine göre daha 2004’te Lehlerin yüzde 27’si <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

“iyi bir şey” olarak değerlendirirken yüzde 13 “kötü”, yüzde 37 ise “ne<br />

iyi ne kötü” bir şey olarak nitelemiştir. 35 Bu durum o dönemde<br />

Polonya’da yapılan anketlerle de paralellik arz etmekte ve medyada<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin hâkim olumlu imajı, <strong>Türkiye</strong>’nin çabasına Polonya<br />

Kilisesi’nden verilen “yumuşak destek” ve Polonya’da kayda değer bir<br />

Türk azınlık bulunmamasından kaynaklanmakta idi. 36 Ancak son yıllarda<br />

yukarıda bahsi geçen olumsuz etkenler daha fazla kişinin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini “ne iyi ne de kötü” bir şey olarak değerlendirmesine ve 2009’da<br />

böyle niteleme yapanların oranının Lehlerin yüzde 47’sine ulaşmasına<br />

neden olmuştur. 2009’da aynı ankete katılan Polonya vatandaşlarının<br />

yüzde 18’i <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini iyi bir şey olarak nitelerken yüzde<br />

17’si kötü bir şey olacağını düşünmektedir. 37<br />

Yine de <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen genel destek Balkan ülkeleri ya<br />

da Ukrayna için verilene kıyasla düşük olmakla birlikte halen nispeten<br />

yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Bu durum AB’nin genişlemesine bir<br />

bütün olarak oldukça olumlu bakıştan kaynaklanmaktadır.<br />

34<br />

Pew Araştırma Merkezi’nin 2008’de yayınlanan anketine göre 2005’te Lehlerin yüzde 30’u<br />

Müslümanlar hakkında olumsuz görüş sahibi iken 2008’de bu rakam yüzde 46’ya ulaşmıştır:<br />

Unfavourable Views of Both Jews and Muslims Increase in Europe (Hem Yahudiler hem de<br />

Müslümanlar hakkında olumsuz görüşler <strong>Avrupa</strong>’da yükselişte), 17 Eylül 2008,<br />

http://pewresearch.org /pubs/955/unfavourable-views-of-both- jews-and-muslims-increase-ineurope<br />

35<br />

Transatlantic Trends, Topline Data 2009, (Transatlantik Eğilimler, Üst düzey Veriler 2009)<br />

www.gmfus.org/trends/2009/docs/2009_English_Top.pdf.<br />

36<br />

Daha fazla bilgi için bkz. Wojciech Forysiński, Przemysław Osiewicz, “Polonya <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB Üyeliğini Desteklemeli midir? Kesişen ve Ayrışan Çıkarlar”, Jarosław Jańczak (der.),<br />

Rediscovering Europe: Political Challenges in the 21 st Century EU, (<strong>Avrupa</strong>’yı Yeniden<br />

Keşfetmek: 21. Yüzyılın AB’sinin Önünde Duran Siyasi Sorunlar), Adam Mickiewicz University,<br />

Poznań, 2007, ss. 132-134.<br />

37<br />

Transatlantic Trends, (Transatlantik Eğilimler) www.gmfus.org/trends/2009/<br />

docs/2009_English_Top.pdf.


151<br />

Polonya<br />

Avrobarometre 71’e göre Polonya vatandaşlarının %69’u genişlemeden<br />

yana (%17’si karşı) olup bu da AB ülkeleri arasında Polonya’yı en üst<br />

sıraya yerleştirmektedir. 38<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki tartışmalar Polonya toplumunun<br />

örgütlü kesimleri arasında fazla derinlemesine ele alınmamaktadır. Yine<br />

de Polonya’daki sivil toplumun en önemli kesimlerinin konuya<br />

bakışlarını ortaya koymak mümkündür. Polonya’da önemli bir yeri olan<br />

Katolik Kilisesi Polonya toplumunun diğer örgütlü kesimlerine kıyasla<br />

daha büyük ölçüde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine eleştirel yaklaşmakta ve<br />

<strong>Avrupa</strong> ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki kültürel farklılıkların altını çizmektedir.<br />

Yine de kilise bu konuda bölünmüş bir görünüm sergilemektedir.<br />

Kilisenin önde gelen temsilcileri <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine hiç resmen karşı<br />

çıkmamışlardır. Tüm yaptıkları <strong>Türkiye</strong>’deki Hıristiyan azınlıkların<br />

haklarına saygı gösterilmesini istemek olmuştur. Başpiskopos Alfons<br />

Nossol dayanışma ruhu ve İslam ile Hıristiyanlık arasındaki ilişkileri<br />

iyileştirmenin bir yolu olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik isteğini desteklemenin<br />

Hıristiyanların bir yükümlülüğü olduğundan bahsetmiştir. Öte yandan<br />

Başpiskopos Józef Glemp veya Polonya ordusundan piskopos Tadeusz<br />

Płoski gibi başka din adamları Viyana kuşatması öyküsünü hatırlatan ve<br />

<strong>Avrupa</strong>’nın bir <strong>Avrupa</strong> Halifeliği’ne dönüşmesi tehlikesinden bahseden<br />

eleştirel görüşleri dile getirmişlerdir. 39 Sıradan rahiplerin ifadelerine<br />

bakıldığında bu kesimin de bu konuda bölünmüş bir görünüm arz ettiği<br />

söylenebilir. Bunlardan bazıları <strong>Türkiye</strong> Müslüman bir ülke olduğu için<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkarken diğerleri bu konuya bir itirazları<br />

olmadığını, yalnızca üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi gerektiğini<br />

ifade etmektedirler. Bazı rahipler siyasi partilerle yakın ilişkiler içinde<br />

38<br />

Eurobarometer 71. Public Opinion in the European Union, (Avrobarometre 71. <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong>’nde Kamuoyu Görüşü) s. 162, http://ec.europa.eu/public_<br />

opinion/archives/eb/eb71/eb71_std_part1.pdf.<br />

39<br />

Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate”, (AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Polonyalı<br />

Taraflar) ss. 54-55.


152<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

olup bunların tutumlarına benzer bir tutum sergilemektedirler. Bu<br />

durumun en iyi örneği aynı zamanda Polonya’daki Ermeni lobisinin de<br />

gayrı resmi lideri olan ve 1915-1916 yıllarındaki Ermeni katliamlarını<br />

<strong>Türkiye</strong> soykırım olarak tanımadıkça <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine eleştirel<br />

yaklaşan Tadeusz Isakowicz-Zalewski’dir.<br />

Üniversiteler ve düşünce kuruluşları gerek kamuya (örneğin Polonya<br />

Uluslararası İlişkiler Enstitüsü veya Doğu Çalışmaları Merkezi), gerekse<br />

özel sektöre (örneğin Kamu İşleri Enstitüsü, demosEuropa, Birlik ve<br />

Polonya Vakfı, Amicus Europae Vakfı, Sobieski Enstitüsü) ait olsun son<br />

yıllarda <strong>Türkiye</strong>-AB ilişkileri konusunda (çok sayıda olmamakla birlikte)<br />

paneller, seminerler ve konferanslar düzenlemiş ya da bu konuda<br />

yayınlar yapmışlardır. Bunun sebebi de bu konunun ilgi çekici bir<br />

araştırma konusu olmaya başlamasıdır. <strong>Türkiye</strong> ve AB ülkelerinden<br />

yaklaşık 150 kişinin katılımıyla Doğu Enstitüsü ve <strong>Türkiye</strong>’den TASAM<br />

tarafından Sopot’ta Aralık 2008’de birlikte düzenlenen <strong>Avrupa</strong>-<strong>Türkiye</strong><br />

Forumu bu bağlamda en büyük organizasyon olmuştur. Bu konu<br />

üzerindeki tartışmalar Polonyalı akademisyenler ve analistlerin de<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş olduğunu göstermektedir.<br />

Polonya’da bizatihi <strong>Türkiye</strong>-AB ilişkilerini çalışan fazla akademisyen<br />

veya analist bulunmamakta, <strong>Türkiye</strong>’nin genel dış politikası veya<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin komşuları ile ilişkilerini çalışanlara daha sık rastlanmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>-AB ilişkileri üzerinde çalışan az sayıdaki kişi, örneğin Adam<br />

Balcer (demosEuropa, Varşova Üniversitesi), Przemysław Osiewicz<br />

(Ponzań, Adam Mickiewicz Üniversitesi, Sobieski Enstitüsü) ve bu<br />

makalenin yazarı genel olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini desteklemekle<br />

birlikte konuya nesnel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Bunun anlamı<br />

da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleyen mevcut argümanları (örneğin<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’nin dış ilişkilerindeki veya enerji güvenliğindeki<br />

önemine yapılan vurgular) sunmakla birlikte konuya eleştirel bir şekilde<br />

de yaklaşabildikleri ve karşı tarafın argümanlarını da anlayabildikleridir.


153<br />

Polonya<br />

Bu kişiler aynı zamanda Birlik ve Polonya Vakfı gibi düşünce<br />

kuruluşlarından Krzysztof Bobiński gibi kişilerle birlikte bu konunun<br />

popülerleştirilmesine de katkıda bulunmaktadırlar. Elbette ki ana<br />

uzmanlık alanı <strong>Türkiye</strong> olmayan birçok başka kişi de <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusunda kamuoyundaki tartışmalarda sesini duyurabilir. Bu<br />

gibi kişiler ise Varşova Üniversitesinden <strong>Türkiye</strong>’nin kültürel açıdan<br />

<strong>Avrupa</strong>’da yeri olmadığı (ancak İsrail’in yeri olduğu) konusunda çok<br />

bilinen bir argümanı dile getiren Roman Kuźniar örneğinde görüldüğü<br />

üzere <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine olumsuz bir yaklaşım sergilemektedirler. 40<br />

Her iki ülke arasında son yıllarda büyük ölçüde gelişen ekonomik<br />

ilişkilerin getireceği faydaları en yakından takip eden Polonya’daki iş<br />

dünyasının <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin destekçisi olması beklenebilir.<br />

Polonya tarafında neredeyse 30 firmadan oluşan ve Mayıs 2007’de<br />

kurulan Polonya-<strong>Türkiye</strong> Ticaret Odası bu konudaki destekçiler arasında<br />

yer almaktadır. Bu grup Ekim 2008’de ve 2009 baharında tekrarlanan<br />

Polonya-<strong>Türkiye</strong> Ekonomik Forumunu düzenlemişlerdir. 41<br />

Polonya’da pek etkili olmamakla birlikte <strong>Türkiye</strong> konusunda faaliyet<br />

gösteren bazı kuruluşlar mevcuttur. Bunlar arasında <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da bulunmaktadır. İlk<br />

grupta iki toplum arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan Leh-Türk<br />

Dostluk Derneği sayılabilir. Buna karşın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı<br />

çıkan küçük ve kısa süre faaliyet gösteren kuruluşların da zaman zaman<br />

faaliyetlerine rastlanmaktadır. Bunun bir örneği Wrocław ve Varşova’da<br />

gençlerce kurulan ve 2005’te <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı bir kampanya<br />

düzenleyen, <strong>Avrupa</strong> STK’ları grubu “<strong>Avrupa</strong> Sesi” üyesi ve <strong>Avrupa</strong> ile<br />

ulusal kurumlara verilmek üzere dilekçe ile imza toplayan “Geleceğin<br />

<strong>Avrupa</strong>’sı” topluluğudur. Bu topluluk <strong>Türkiye</strong> ile <strong>Avrupa</strong> ülkeleri<br />

40 Roman Kuźniar, “UE-kluczowe problemy” (AB-Kilit Sorunlar), Dziennik, 9 Ağustos 2006.<br />

41 “Waldemar Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Waldemar Pawlak: Polonya ve<br />

<strong>Türkiye</strong> Kriz Döneminde Güçlü Ülkeler), Ekonomi Bakanlığı, 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl.


154<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini desteklemekle birlikte <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

insan haklarına saygı göstermemesi, fakir bir ülke olması ve istikrarsız<br />

komşuları bulunması nedeniyle AB üyeliğine karşı çıkmıştır. 42<br />

IV. Medya<br />

Polonya medyası <strong>Türkiye</strong>, ya da bu ülkenin AB ile ilişkileri<br />

konularına çok ilgi duymamaktadır ve bu durum da <strong>Türkiye</strong>’de<br />

muhabirlerinin bulunmayışında görülmektedir. Son yıllarda Polonya<br />

basını ve televizyonları <strong>Türkiye</strong> konusuna ancak zaman zaman, AB<br />

zirveleri öncesinde ya da bu ülkede önemli bir olay meydana geldiğinde<br />

yer vermektedirler. Özellikle ikinci durumda Rzeczpospolita’da Jacek<br />

Przybylski tarafından kaleme alınan ve paradoksal bir biçimde Nisan<br />

2009’daki NATO zirvesinde <strong>Türkiye</strong>’nin tutumu hakkındaki makale gibi<br />

<strong>Türkiye</strong>’yi öven bazı köşe yazılarına rağmen maalesef olumsuz<br />

gelişmelere daha sık rastlanmaktadır. 43 <strong>Türkiye</strong> hakkındaki bilgilerin ve<br />

ülkenin Polonya için de önemli olduğu konusundaki anlayışın eksikliği<br />

bu konuya daha geniş yer verilmesini imkânsız kılmaktadır.<br />

TV ve radyo kanalları <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda kamuoyunu<br />

yönlendirmeye çalışmaktan ziyade elitlerin ya da kamuoyunun bu<br />

konudaki en popüler görüşlerini yansıtmayı tercih etmektedirler. 44 Ancak<br />

bu gazeteler ve dergiler için geçerli değildir. 45 Liberal Gazeta Wyborcza<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğini destekler bir yaklaşımdadır. <strong>Genel</strong> olarak bu<br />

konuda olumlu yorumlar (örneğin gazeteci Dawid Warszawski tarafından<br />

yazılan makaleler) yayımlamakla birlikte bazen eleştirel yazılara da yer<br />

42<br />

Dominika Pszczółkowska, “Kampania przeciwko wpuszczeniu Turcji do UE” (<strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong>’ya girişine karşı kampanya), Gazet Wyborcza, 17 Mayıs 2005, www.gazeta.pl.<br />

43<br />

Jacek Przybylski, “Mistrzowie szachów dyplomatycznych” (Diplomatik Satrancın Ustaları),<br />

Rzeczpospolita, 14 Nisan 2009.<br />

44<br />

Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Polonyalı<br />

Taraflar), s. 51.<br />

45<br />

Polonya gazeteleri ve dergileri <strong>Türkiye</strong> konusunda bilgili ve bazen de Türkçe konuşabilen<br />

yazarlara sahiptir (örneğin Gazeta Wyborcza’dan Dawid Warszawski ve Witold Szabłowski,<br />

Dziennik’ten Jakub Kumoch ya da Przekrój için yazan Łukasz Wójcik).


155<br />

Polonya<br />

vermektedir. Bu durum 2006 öncesinde gazeteci Marek Rapacki<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel üyeliğinin Polonya’nın AB fonlarından yararlanan<br />

durumuna yapabileceği olumsuz etki konusundaki endişelerini dile<br />

getirmesinde bir örneğini sergilemektedir. 46 Daha muhafazakâr gazeteler<br />

olan Rzeczpospolita veya Dziennik ise daha farklı söylemlere yer<br />

vermektedir. Bu gazetelerin bazı yazarları <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini<br />

desteklerken diğerleri Papa’nın 2006’da Regensburg’da yaptığı konuşma<br />

ve <strong>Türkiye</strong>’nin buna tepkisi örneğinde görüldüğü üzere daha eleştirel bir<br />

duruş sergileyebilmektedir.<br />

<strong>Genel</strong> olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin ılımlı destekçileri jeopolitik<br />

argümanlara işaret etmektedirler. Bu konuya şüpheyle bakanlarsa<br />

<strong>Avrupa</strong>’da tartışılan konulara, yani kültürel farklılıklara, demokratik<br />

sistemin eksikliğine, istikrarsız ülkelerle sınırları oluşuna vurgu<br />

yapmaktadırlar. Öte yandan bu kesimler “Polonyalı” argümanlara da yer<br />

vermektedir: <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin Ukrayna’nın üyeliği veya AB<br />

bütçesi konusundaki olumsuz etkileri. 47<br />

Sonuç<br />

Özetlemek gerekirse Polonya’da AB’nin genişleme sürecinin tümüne<br />

verilen genel desteğin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki tutuma da olumlu<br />

bir etki yaptığı söylenebilir. Ancak bu konu bu Orta <strong>Avrupa</strong> ülkesi için<br />

gündemin üst sıralarında yer almamaktadır. Polonya’nın genel olarak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana olduğu söylenebilir. Yine de daha detaylı<br />

bir analiz Polonya’nın tutumunun ilk bakışta göründüğünden daha<br />

karmaşık olduğunun işaretini vermektedir. Elitler ve toplum içindeki bazı<br />

gruplar <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda eleştirel söylemler dile<br />

getirebilmekte, hatta üyeliğe karşı çıkmaktadırlar. Üstelik Polonya’daki<br />

46<br />

Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), s. 133.<br />

47<br />

Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-<strong>Türkiye</strong> Tartışmasında Polonyalı<br />

Taraflar), s. 52.


156<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

olumlu bakışa garanti gözüyle de bakmak doğru değildir. Hem<br />

yetkililerin hem de sıradan vatandaşların bu konudaki tutumu tek bir<br />

olayla ya da <strong>Türkiye</strong>, Polonya veya <strong>Avrupa</strong>’nın genelindeki eğilimlerle<br />

değişebilmektedir. Bu da <strong>Türkiye</strong> konusundaki iletişim stratejisinin<br />

Polonya örneğinde de geliştirilmesi gereğine işaret eder. Böylelikle<br />

tektipleştirmenin ve basite indirgemelerin Polonya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliğine bakışı üzerindeki olumsuz etkisi sınırlandırılabilir.


Iulia Serafimescu, Mihai Sebe *<br />

Romanya<br />

157<br />

Romanya<br />

Öz<br />

<strong>Birliği</strong>n çeşitli başkentlerinde genellikle <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik süreci ile<br />

ilişkilendirilen konuların Bükreş’te sık tartışılan mevzular olmamasına<br />

rağmen <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’da bir aktör olarak yer almasının önemi<br />

özellikle Karadeniz bölgesi söz konusu olduğunda azımsanamaz. Hem<br />

yetkililer hem de sivil toplum <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyesi olmasını<br />

desteklemekte, ileri düzeydeki ikili ekonomik ilişkiler, ortak tarih ve ortak<br />

bakış açısı ile <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’nın enerji güvenliğiyle ilgisi gibi<br />

stratejik açıdan sofistike nedenler ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin ardından<br />

<strong>Birliği</strong>n dünyanın önemli alanlarındaki ağırlığının artacağı bu desteğin<br />

nedenleri olarak dillendirilmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin AB<br />

düzeyindeki kurumsal etkileri ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Romanya<br />

özelinde yapacağı etkiye ilişkin derinlikli tartışmalarsa görülmemektedir.<br />

<strong>Giriş</strong><br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleyen iktisadi ve siyasi argümanlar 1 ya<br />

doğrudan ya da dolaylı olarak ikili ilişkiler veya çeşitli bölgesel işbirliği<br />

bağlantıları gibi bir dizi somut boyuttan ve Romanya ve <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

güvenlik gibi belirli konulara yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.<br />

1<br />

1 Ocak 2007’den sonra Romanya kendisini “<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ile bütünleşmesine tam<br />

ve sarsılmaz bir destek verdiğini” teyit etme konumunda bulmuştur: Bkz. Romen Dışişleri Bakanı<br />

Cristian Diaconescu’nun 3 Temmuz 2009 tarihli Basın Açıklaması.<br />

http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id= 39782&idlnk=2&cat=4 adresinden 10 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.


158<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Aşağıda bu unsurların kısa bir özeti ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik müzakerelerini<br />

çevreleyen başlıca konuların Bükreş’teki yansımaları birlikte<br />

verilmektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB Üyeliğine Destek<br />

Kasım 2008 gibi yakın bir tarihte Romanya ve <strong>Türkiye</strong> iki ülke<br />

arasında resmi diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin 130. yıldönümünü<br />

kutlamışlardır. Bu vesileyle iki ülkenin ortak tarihleri ve “Mükrim<br />

Deniz” kıyılarını paylaşmaları dolayısıyla meselelere bakışları ve<br />

görüşlerinin birlik içinde bulunduğu tekrar vurgulanmıştır, ki bu nedenler<br />

aynı zamanda Romanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine verdiği desteğin<br />

altında yatan nedenlerdir.<br />

Romanya’da siyasi yelpazenin tümünde ve incelenen zaman diliminde<br />

(2006-2009) ne <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda, ne de Romanya’nın<br />

<strong>Türkiye</strong> konusundaki duruşunu ilgilendiren diğer hususlarda siyasi<br />

tartışmalar önemli bir değişim sergilemezken yüksek mevkilerdeki<br />

Romen yetkililer <strong>Türkiye</strong>’nin AB çabasına verdikleri destekle tüm<br />

seviyelerdeki işbirliği yanlısı tavırlarını dile getirmişlerdir. Diğer üye<br />

devletlerden farklı olarak Romen sivil toplumundan yükselen sesler de<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine devlet düzeyinde verilen destekle paralel bir seyir<br />

arz etmekte 2 ve yakın zamanlarda yapılan anketler <strong>Avrupa</strong>’da<br />

Romenlerin <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyesi olmasına en sıcak bakanlar arasında<br />

yer aldığını göstermektedir. 3 Romanya’nın 2007’de AB üyesi olması bu<br />

söylemde ancak küçük farklılıklar oluşturabilmiştir: artık “işbirliği”<br />

2 Örneğin bkz. Magdalena Boiangiu, “Ispita superiorităţii” (Büyüklüğün cezbediciliği), Dilema<br />

Veche, 12-18 Ocak 2007, http://www.euractiv.ro/User Files/article/Supli%20intreg_01120723.pdf<br />

adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. (“Kendisini taraflardan birine bağlamaksızın (ki bunu<br />

yapmakla bir tarafın kazanmasını sağlayamayız ancak diğer tarafın düşmanlığını kazanırız)<br />

Romanya AB’ye katılmayı isteyen Türklerin tarafında olmalıdır”).<br />

3 Transatlantic Trends 2009 (Transatlantik Eğilimler 2009), German Marshall Fund,<br />

http://www.gardianul.ro/German-Marshall-Fund-Rom%C3%A2nilor-nu-le-pasa-de-Obama,-darvor-ca-Turcia-sa-intre-in-UE-s144028.html,<br />

15 Eylül 2009’da erişilmiştir.


159<br />

Romanya<br />

kelimesine tüm bölgesel politikalara yeni (<strong>Avrupa</strong>lı) tarafların katılımı<br />

gibi yeni anlamlar yüklenmektedir, ki bu bağlamda Romanya Karadeniz<br />

konusunu gündeme taşırken <strong>Türkiye</strong>’nin de <strong>Avrupa</strong>lı bir aktör olarak rol<br />

almadığı hiçbir senaryoda <strong>Avrupa</strong>’nın Karadeniz politikasının işlerlik<br />

kazanamayacağını vurgulamaktadır.<br />

İkili çıkarların yer aldığı arka plan ve bununla bağlantılı olarak 2006-<br />

2009 döneminde iki ülke arasında hem Romanya’nın üyeliği öncesinde,<br />

hem de sonrasında devam eden kuvvetli ekonomik ilişkiler göz önünde<br />

bulundurulduğunda “iki ülke arasındaki ilişkileri daha kuvvetli siyasi<br />

bağlar ile perçinleme ihtiyacı ortadadır.” 4 Bu durum iki ülke arasındaki<br />

siyasi ilişkilerin adeta kâğıttan bir kaplan gibi, geleceğe yönelik somut<br />

ikili projelerden yoksun olduğu iddiaları karşısında daha da önemli bir<br />

hal almaktadır. 5<br />

Brüksel’de sıcak, Bükreş’te serin<br />

<strong>Avrupa</strong> başkentlerinde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda dile getirilen<br />

endişeler Bükreş’teki sıcak tartışmalara konu olmaktan oldukça uzaktır.<br />

Bu nedenle <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyeliğinin tartışılması, örneğin Romen<br />

Cumhurbaşkanı’nın bakış açısından “<strong>Türkiye</strong> ile üyelik müzakerelerine<br />

başlama kararı bir kez alınmış olduğu için” 6 uygun olmayacaktır;<br />

belirlenmiş kriterlerin yerine getirilmesi halinde AB’nin <strong>Türkiye</strong>’ye<br />

vermiş olduğu sözü yerine getirmesi gerekmektedir.<br />

Bu açıdan bakıldığında 2006’da AB ile müzakerelerin kilitlenmesine<br />

neden olan Kıbrıs sorununun dahi <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik sürecini süresiz<br />

4 Başbakan Călin Popescu-Tăriceanu’nun <strong>Türkiye</strong>’ye resmi ziyaret dönüşünde 2 Şubat 2006’da<br />

yaptığı basın açıklaması http://www.gov.ro/declaratii-de-presa-ale-primului-ministru-calinpopescu-tariceanu-la-sosirea-din-vizita-oficiala-in-turcia__l1a54512.html<br />

adresinden 3 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.<br />

5 Önceki Dışişleri Bakanlarından Adrian Cioroianu “A Romanian priority: Turkey” (Bir Romanya<br />

Önceliği: <strong>Türkiye</strong>), Foreign Policy Romania, Eylül/Ekim 2009, s. 80.<br />

6 Fransa’da yayınlanan Dernières Nouvelles d'Alsace’de Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu<br />

ile mülakat, 17 Aralık 2006. http://www.presidency.ro/?_RID=<br />

det&tb=date&id=8298&_PRID=search adresinden erişilebilir.


160<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

olarak engellemesine izin verilmemelidir: “Kıbrıs’ın yeniden tek ülke<br />

haline gelmesine yönelik çabaların sürdürülmesine kaniiyiz. AB’nin de<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye verdiği sözleri, yani <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerin<br />

gerçekleştirilmesi ve <strong>Türkiye</strong>’nin Kıbrıs gibi AB üyesi devletlerle<br />

ilişkileri gibi tüm koşulları yerine getirdiğinde AB üyesi olacağı vaadini<br />

yerine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” Türk hava ve deniz limanlarının<br />

Kıbrıs Rum Kesimi uçak ve gemilerine kapalı olması konusunda Romen<br />

yetkililer mevcut durumun <strong>Birliği</strong>n kurallarına ve ruhuna aykırı olduğunu<br />

ifade etme eğilimindedirler: “İki AB Üyesi Devletin kendi hava veya<br />

deniz limanlarına AB Üyesi Devletlerin bayrağını taşıyan araçların<br />

girmesine kısıtlama koyabilmesi düşünülemez.” 7<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği bağlamında özellikle Eski <strong>Avrupa</strong> ülkelerinde<br />

sıcak bir tartışma konusu olan Kürt azınlık mevzuunda ise Romanya<br />

AB’nin 2007 sonunda PKK saldırılarına cevaben <strong>Türkiye</strong>’nin Kuzey<br />

Irak’a girişi konusunda takındığı tutumu desteklemişlerdir: “Romanya<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin meşru güvenlik çıkarlarına anlayışla bakmakta ve her<br />

ülkenin kendini terör tehdidine karşı savunma hakkına inanmaktadır.<br />

Romanya’nın bu konudaki tutumu AB’nin tutumu ile bir olup terörizmle<br />

başarılı mücadelenin ancak devletlerin işbirliği ile olabileceğini ifade<br />

etmektedir.” 8<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’ya katılımı tartışılırken –<strong>Avrupa</strong>’nın çeşitli<br />

başkentlerinde özellikle büyüyen Müslüman göçmen dalgası bağlamında<br />

kuşatma altında olduğu düşünülen– AB’nin kültürel kimliği konusu da<br />

dikkat çekmektedir. Romanya’nın birliğe katılımının ertesi yılında<br />

7 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias’ın<br />

ortak basın açıklaması, 15 şubat 2007,<br />

http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=8483&_PRID=search, adresinden 17 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.<br />

8 Romen Başbakanı Călin Popescu-Tăriceanu ve <strong>Türkiye</strong> Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip<br />

Erdoğan’ın ortak basın açıklaması, 25 Ekim 2007, http://www.gov.ro/declaratii-de-presasustinute-de-primul-ministru-calin-popescu-tariceanu-si-de-primul-ministru-al-republicii-turciarecep-tayyip-erdogan-la-palatul__l1a66958.html<br />

adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.


161<br />

Romanya<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’ndaki Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı<br />

Grubu’ndan (S&D) <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu üyesi ve geçmiş dışişleri<br />

bakanlarından Adrian Severin <strong>Birliği</strong>n kültürel kimliğini laiklik potasında<br />

belirleme ihtiyacının altını çizmekte idi: “Çeşitli kültürlere saygı<br />

gösteriyoruz, farklı dinlerle de bir araya gelebilmenin de bir platformunu<br />

oluşturmalıyız. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği AB’nin ne kadar laik olduğunun<br />

da bir göstergesi olacaktır.” 9<br />

Diğer <strong>Avrupa</strong> başkentlerinden farklı olarak Bükreş’te <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği konusu bu yılki <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu seçimleri eksenindeki<br />

tartışmalarda belirleyici bir rol oynamamıştır. Öte yandan Kasım 2007’de<br />

Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında gerçekleştirilen önceki<br />

seçimlerde bir Romen STK’sı önde gelen Romen siyasi partilerine dış<br />

politika önceliklerini sormuştur. Demokratik Parti’nin 10 yanıtı, tüm<br />

yanıtlar içinde en içi dolu olanı görüntüsü çizmekle birlikte,<br />

Romanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki perspektifinin ne<br />

olabileceğinin de çeşitli ipuçlarını içermekte idi. <strong>Genel</strong> hatlarıyla<br />

“Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin iktisadi ve siyasi kalkınması ile<br />

bölgedeki enerji güvenliği ancak bu yolla temin edilebileceği için<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye katılması Romanya’nın çıkarınadır”, ancak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda AB’nin karar alma süreçlerine ilişkin bir<br />

sorun örneğinde görüldüğü üzere, çeşitli sorunlar da mevcuttur: “20 yıl<br />

içerisinde <strong>Türkiye</strong>’nin nüfusunun 80-85 milyona ulaşacağı ve bu nüfusu<br />

ile AB’nin en kalabalık nüfuslu ülkesi olacağı öngörülmektedir […]<br />

böyle bir durumda <strong>Türkiye</strong>’nin bir AB Üyesi olabilmesi için AB<br />

düzeyindeki karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesi<br />

gerekmektedir […] <strong>Türkiye</strong>’nin mevcut kurumsal yapılanma formülü ile<br />

9 Bkz. http://www.trt.net.tr/international/newsDetail.aspx?HaberKodu=b5a04fd8 -a8bd-4f63b80e-5f710c5e5537<br />

adresinden 25 Haziran 2009’da erişilmiştir.<br />

10 Demokratik Parti Aralık 2007 itibariyle ortadan kalkmıştır. Öncesinde (şu anki Romanya<br />

Cumhurbaşkanı) Traian Băsescu ve daha sonra da (şu anki Romanya Başbakanı) Emil Boc<br />

liderliğinde mevcut hükümet koalisyonundaki Demokratik Liberal Parti ile birleşmeye gitmiştir.


162<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

AB’ye katılması durumunda karar alma mekanizması felce<br />

uğrayabilir.” 11<br />

Muhtemelen Romanya’nın yeni bir üye olması nedeniyle gelecekteki<br />

genişlemelere, özellikle de <strong>Türkiye</strong>’nin ve Batı Balkanlardaki ülkelerin<br />

üyeliğine Romenlerin bakışı genellikle destekler yöndedir. Romanya’nın<br />

artık AB’nin bir parçası olduğu göz önünde bulundurulduğunda şekil<br />

üzerinden yapılacak bir fizyolojik karşılaştırma AB mekanizmasının daha<br />

hızlı çalışması gereğinin altını çizer: “Sorun aday ülkelerin ya da yeni<br />

üyelerin hazmının zor olması değildir: sindirim sistemimiz çok yavaş<br />

çalışmaktadır. Ya hızlı bir şekilde iyi bir sindirim kolaylaştırıcı bulmalı<br />

ya da uzun bir süre aç kalmaya kendimizi mahkûm etmeliyiz.” 12<br />

Genişleme konusuyla ilişkili bu aciliyet hissinin arkasında iki neden<br />

yatmaktadır: Bunlardan ilki genişlemenin AB’ye güç veren boyutlardan<br />

biri olması ve yalnızca küresel bir dünyada güçlü bir aktör olma yoluyla<br />

AB’nin vatandaşlarına güvenlik sağlayabileceği, diğeri ise S&D <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu Milletvekili Adrian Severin’in ortaya koyduğu gibi AB’nin<br />

güçlü olmaya ihtiyacının olduğu kadar rekabetçi olmaya da ihtiyaç<br />

duymasıdır: “Genişleme aday ülkelere verilen bir taviz değildir.<br />

“Ukrayna, Sırbistan, Moldova ve <strong>Türkiye</strong> gibi bazılarının ellerinde<br />

alternatifler de vardır, bunlar belki daha kötü alternatiflerdir ancak yine<br />

de alternatif alternatiftir. Bu ülkeler için diğer alternatifler ile bir rekabet<br />

içindeyiz. Bunların iç sorunlarının bazıları dışarıdan <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

düzeyinde çözümlerden ziyade içeriden daha başarılı bir şekilde<br />

11 “Teme Europene pentru Alegeri Europene” (<strong>Avrupa</strong> seçimlerine yönelik <strong>Avrupa</strong> Konuları),<br />

STK Anketi Clubul “România-UE”, Ekim 2007, http://www.euroclub.org/documente/PD%20ChestionarClubRo-UE.pdf<br />

adresinden 25 Haziran 2009’da<br />

erişilmiştir.<br />

12 S&D <strong>Avrupa</strong> Parlamenteri Adrian Severin, <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’nda görüşme, 9 Temmuz<br />

2008, http://www.europarl.europa.eu/ sides/getDoc.do?pub Ref=-<br />

//EP//TEXT+CRE+20080709+ITEM-012+DOC+XML+V0//RO&languag<br />

e=RO&query=INTERV&detail=3-320 adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.


163<br />

Romanya<br />

çözülebilir. Bu ülkelere şans vermezsek kendi vatandaşlarımıza güvenlik<br />

de sağlayamayız.” 13<br />

Genişleme konusunda <strong>Türkiye</strong> için üyeliğe bir alternatif olarak<br />

“stratejik ortaklıktan” bahsedilmezken “çok vitesli <strong>Avrupa</strong>” fikri yapıcı<br />

bir yaklaşım olarak görülmektedir: “bu ifade bu anlamda kullanılmasa<br />

bile zamanla (yalnızca <strong>Avrupa</strong> Ekonomik Topluluklarının var olduğu<br />

dönemden beri) farklı viteslerde hareket eden <strong>Avrupa</strong> parçalarının<br />

varlığının genişleme sürecinin bir gerçekliği olduğu görülmüştür. […]<br />

AB’nin bir sonraki genişlemesi de farklı viteslerden bahsedilecek bir<br />

süreç olacaktır: Hırvatistan, <strong>Türkiye</strong>, Sırbistan.” 14<br />

Bölgesel işbirliği ve <strong>Avrupa</strong>’nın Karadeniz gündemi<br />

Bükreş’te <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine verilen destek genellikle dile<br />

getirilmekle birlikte üzerinde fazla düşünülmemektedir. 15 2006-2009<br />

döneminde Romanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik sürecinde verdiği desteğe<br />

dair resmi açıklamaların büyük çoğunluğu Romanya’nın kendi müzakere<br />

sürecinde edindiği uzmanlığın paylaşımı ve gerekli iktisadi ve siyasi<br />

reformları yerine getirebilmek için ihtiyaç duyulan (eşleştirme projeleri<br />

gibi araçlarla) teknik destek sağlanması yönünde vaatleri dile<br />

getirmekteydi. Sözler verilmekte ve destek dile getirilmektedir ancak<br />

13 A.g.e.<br />

14 Renate Weber, ALDE <strong>Avrupa</strong> Parlamenteri, “UE facilitează existenţa liderilor supranaţionali,<br />

mai departe contează persoanele” (AB uluslarüstü liderlerin varlığını kolaylaştırsa da önemli olan<br />

kişilerin kendisidir)’de mülakat, Adevărul, 6 Haziran 2009,<br />

http://www.adevarul.ro/articole/renate-weber-ue-faciliteaza-existenta-liderilor-supranationalimai-departe-conteaza-persoanele.html<br />

adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.<br />

15 Bu bağlamda bir gazetecinin gözlemini kaydetmek ilgi çekicidir: “<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusu sorulan üst düzey Romen yetkililer ancak «<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> yolundaki ilerlemesini<br />

destekliyoruz» gibi bir şey geveleyebilmektelerdi. Neden? Çünkü bu konuda iyi düşünülmüş<br />

ulusal bir pozisyon alınmamıştır. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Romanya’nın çıkarına olup olmayacağını<br />

bile bilmiyoruz, ki eğer çıkarınaysa da, daha hızlı mı, yoksa daha yavaş mı bir üyelik süreci tercih<br />

edeceğimizi de bilmiyoruz.” Bkz. Sever Voinescu, “Departe de Europa reală” (Gerçek<br />

<strong>Avrupa</strong>’dan Uzakta), Cotidianul, 18 Haziran 2007,<br />

http://www.cotidianul.ro/departe_de_europa_reala-27990.html adresinden 17 Haziran 2009’da<br />

erişilmiştir.


164<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

çoğu durumda bunların yanında <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik kriterlerini yerine<br />

getirmesi şartı da koşulmaktadır.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destek yönündeki ifadelere genellikle<br />

işbirliği gündeminde mevcut çeşitli başlıklar bağlamında yer<br />

verilmektedir. Bu bağlamda ikili ilişkiler düzeyinde Köstence-İstanbul su<br />

altı elektrik kablosunun inşası gibi önemli enerji projeleri yürürlükte olup<br />

bölgesel boyutta iki devlet Güneydoğu <strong>Avrupa</strong> ve Karadeniz Bölgesi’ne<br />

odaklanan çeşitli bölgesel teşkilatlarda işbirliği içerisindedir.<br />

<strong>Avrupa</strong>’nın güneydoğusunda işbirliği çalışmaları (siyasi niteliklere<br />

haiz bir örgütlenme olan) Güney Doğu <strong>Avrupa</strong> İşbirliği Süreci (SEECP –<br />

South East European Cooperation Process) ve (SEECP’nin işlevsel<br />

çerçevesi) Bölgesel İşbirliği Konseyi (RCC – Regional Cooperation<br />

Council) bünyesinde talihli bir form bulmuş olmakla birlikte, Karadeniz<br />

bölgesindeki işbirliği konusunda Romen bakış açısı burada mevcut<br />

işbirliği teşkilatlarının ve ilgili tarafların, özellikle de enerji ile ilgili<br />

konuların (geniş) Karadeniz bölgesini <strong>Avrupa</strong> gündemine taşıdığı şu<br />

günlerde, mevcut tehditlerle mücadele edebilmesini sağlayacak siyasi<br />

boyutun eksik olduğu yönündedir. Dolayısıyla, işbirliğinin (örneğin<br />

Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nda görülen) iktisadi yönelimin<br />

ötesine geçmesi gerekmektedir. Bu bağlamda mevcut örgüt/ misyonlar ya<br />

sadece güvenlik alanına odaklanmakla yetinmekte (BLACKSEAFOR-<br />

Karadeniz Deniz işbirliği Deniz Görev Grubu, Karadeniz Uyum<br />

Harekatı) ya da, Romanya’nın gönülden destek olmasına rağmen, çok<br />

somut sonuçlar vermemektedir (Karadeniz Sinerjisi). Karadeniz’de<br />

böylesi bir kurumsallaşmış siyasi boyuta yönelik ihtiyaç üzerinde Romen<br />

ve Türk yaklaşımları farklılık göstermektedir.<br />

2006’da <strong>Avrupa</strong> İçin Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE)<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamenteri ve geçmiş Maliye Bakanlarından Daniel Dăianu<br />

Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında siyasi istişare sürecini<br />

canlandırmaya yönelik bir Romen girişimi olan Karadeniz Forumu’nun


165<br />

Romanya<br />

başlangıç toplantısında Rusya ve <strong>Türkiye</strong>’den üst düzey yetkililerin<br />

bulunmamasının altını çizmekteydi. Bu faaliyet sırasında bazı kesimler<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Karadeniz’de atacağı gelecekteki adımlara dikkat<br />

çekmişlerdir. Dăianu, Romen dış politikası ve güvenlik politikasının<br />

mimarlarını Ankara ve Moskova arasındaki diyaloğu Karadeniz’de<br />

muhtemel bir <strong>Türkiye</strong>-Rusya ekseni oluşmasına karşı yakından takip<br />

etmeye çağırmaktaydı: “<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyelik müzakereleri daha da<br />

çetrefilli bir hal aldıkça Ankara stratejik seçeneklerini tekrar<br />

değerlendirme eğilimine girecektir. […] Kendi gözünde ve komşularının<br />

gözünde büyük bir ülke ve bölgesel bir güç olan <strong>Türkiye</strong> (ekonomik<br />

sistemdeki kayıtdışılık kaynaklı bazı süregiden zayıflıklar dışında)<br />

dinamik ekonomisi ve korku veren ordusu (yaklaşık yarım milyon asker<br />

ve modern hava kuvvetleri vs.) ile nihayet <strong>Birliği</strong>n kapısını çalmaya<br />

devam etmeyecektir. Bu görüş yalnızca Türk insanının onurunu temel<br />

alan bir görüş olmayıp küresel bağlamdaki dinamiklerle ilişkili pragmatik<br />

nedenlere de dayanmaktadır: Çin ve Hindistan’ın ekonomik yükselişi,<br />

İran’ın bölgede bir rakip olarak ortaya çıkışı, (Kürt nüfusu konusu da<br />

dâhil olmak üzere) Irak’taki hassas durum, ve bunların yanında Rusya ile<br />

çok düzeyli işbirliğinin avantajları.” 16<br />

Karadeniz’de bir Ankara-Moskova eksenine kadar gitmeden de<br />

Romanya’nın Karadeniz dış politika perspektifinin mimarı sayılabilecek<br />

Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu 2006’da bu görüşe katılmış,<br />

bölgesel büyük güçler olan <strong>Türkiye</strong> ve Rusya’yı dışlayan güç<br />

dengelerinin Karadeniz’deki sorun dağıyla başa çıkamayacağının altını<br />

çizmiştir. 17 Romanya’nın Birliğe katılımından sonra bu perspektif<br />

16 Daniel Dăianu, “O nou axă?” (Yeni bir eksen?), Jurnalul Naţional, 11 Haziran 2006,<br />

http://www.jurnalul.ro/stire-editorial/o-noua-axa-16981.html adresinden 17 Haziran 2009’da<br />

erişilmiştir.<br />

17 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun 20 Ocak 2006 tarihli basın açıklaması<br />

http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7039&_PRID= search adresinden 10 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.


166<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Karadeniz’e yönelik bir <strong>Avrupa</strong> stratejisi arayışında göz önünde<br />

bulundurulması gereken boyutlardan biri haline gelmiştir. Karadeniz’de<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin oyun kurucu olmadığı hiçbir ciddi planın işleyemeyeceği<br />

görüşü aynı zamanda Romen Senatosu Başkanı Mircea Geoană<br />

tarafından daha geniş bir perspektifte de ele alınmıştır: Bir üye devlet (ve<br />

İpek Yolunun duraklarından biri) olarak Romanya, küresel bir aktör olan<br />

AB ile birlikte, <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>’yı Orta Asya üzerinden Çin’e<br />

bağlayan ve belli başlı tüm küresel aktörlerin önemli çıkarlarının<br />

bulunduğu “Avrasya koridoru”nun bir parçası olan Karadeniz<br />

kompleksindeki stratejik önemini göz ardı edemez. 18<br />

Karadeniz konusundaki hâkim Romen dış politikası perspektifi ele<br />

alınması gereken tehditlerin tümü karşısında denize kıyısı olan ülkeler<br />

arasında da bir birliğin varlığına atıfta bulunur. Başka bir deyişle, ortak<br />

bir asimetrik tehdit kümesiyle (AB üyesi ülkelere doğru bir ilaç ve silah<br />

kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, soğuk çatışmaları) karşı karşıya olunduğu<br />

için söz konusu ülkelerin bu tehditlerle mücadele etme konusundaki<br />

görüş ve bakış açılarının da birbirine benzemesi doğaldır. Bu durumun<br />

bir açıklaması olarak devletlerin <strong>Avrupa</strong>-Atlantik yapıları ile (üye ya da<br />

aday sıfatıyla) birbirlerine bağlı olduğu ve dolayısıyla <strong>Avrupa</strong>-Atlantik<br />

bölgesi oyuncularıyla aynı düşünce tarzını benimsemelerinin tabii olacağı<br />

gösterilebilir: “<strong>Türkiye</strong>, Romanya ve Bulgaristan NATO üyesidir. Üç<br />

NATO üyesinin şu ya da bu şekilde ortak hedeflerinin olacağından<br />

şüpheye mahal var mıdır? NATO ülkelerinin NATO’nun müdahil<br />

olmasına karşı çıkacağı düşünülebilir mi?” 19 Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

18 Romanya Senatosu Başkanı ve Sosyal Demokratik Parti Lideri Mircea Geoană, Tartışmada söz<br />

alma “20 Yıl Önce-İzlenecek 20 Yıl: Doğu ve Orta <strong>Avrupa</strong>’nın Aşamaları ve Perspektifi”, The<br />

Aspen Institute Romanya, 10 Eylül 2009, Bükreş (yazarın katılımı).<br />

19 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ile mülakat, Zaman, 31 Mayıs 2006<br />

http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7602&_PRID=search adresinden 3 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.


167<br />

Romanya<br />

üyeliği yalnızca <strong>Türkiye</strong>’nin hâlihazırdaki taahhütlerinin fiilien bir<br />

yansıması olarak görülmektedir.<br />

Karadeniz konusundaki Romen dış politikasının ilginç bir tahlilinde<br />

haftalık yayınlanan Revista 22 analistleri 2005’ten sonra Romen dış<br />

politikasının mimarlarının Karadeniz konusundaki Romen girişimlerine<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin desteğini sağlamadaki başarısızlıklarının bu girişimlerin<br />

başarısızlığa uğramasının nedeni olduğunu ifade etmişlerdir. 20<br />

Dahası, <strong>Avrupa</strong>’nın girişimleri de siyasi açıdan arkası boş<br />

görünmektedir: S&D <strong>Avrupa</strong> Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu’ya göre<br />

Karadeniz Sinerjisi kredibilitesinden önemli kayıplar verme tehlikesi ile<br />

karşı karşıyadır. Karadeniz’deki sorunlar bütünü, yani enerji ve soğuk<br />

çatışmalar, sektör bazında, yani örneğin <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik müzakereleri<br />

ışığında, ele alındıkça bu girişimlerden kayda değer bir sonuç elde<br />

edilmesi mümkün görünmemektedir. 21<br />

Küresel Düzeyde AB: Güvenlik boyutu<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik müzakereleri Bükreş’te <strong>Avrupa</strong>’nın güvenliği<br />

üzerine birçok boyutta doğrudan etkisi olacak bir gelişme olarak<br />

yorumlanmaktadır.<br />

Bu boyutlardan ilk akla geleni <strong>Türkiye</strong>’nin rolünün <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne<br />

enerji arzının çeşitliliğinin temininde “en ön planda” 22 olduğu enerji<br />

güvenliğidir. AB’ye girdikten sonra Romanya <strong>Avrupa</strong> enerji güvenliği<br />

önceliğini Karadeniz Bölgesindeki somut çıkarlarına bağlamış ve<br />

20 Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu”<br />

(Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009,<br />

http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html<br />

adresinden 10 Haziran 2009’da erişilebilir.<br />

21 S&D <strong>Avrupa</strong> Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu, <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu’nda söz alma, 12 Mart<br />

2009, http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=-<br />

//EP//TEXT+CRE+20090312+ITEM-004+DOC+XML+V0//EN&query=INTE R V&detail=4-<br />

021 adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir.<br />

22 Romen Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu’nun 12 Mayıs 2009 tarihli basın açıklaması<br />

http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id=39110 adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir.


168<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

“Kafkaslar ve Karadeniz koridoru bölgedeki ülkelerin iktisadi<br />

kalkınmasına önemli bir katkıda bulunabilecek dolaysız ve güvenli bir<br />

enerji hattı haline getirmenin bir vasıtası olarak” 23 Nabucco boru hattı<br />

projesine yüksek sesle destek verdiğini ortaya koymuştur. Bu projeye<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin verdiği destek Ankara’nın <strong>Birliği</strong>n stratejik enerji<br />

ihtiyaçlarına yönelik anlayışının ve enerji oyununu fiilien bir <strong>Avrupa</strong>lı<br />

aktör gibi oynama niyetinin işaretini vermektedir. Yine de analistler<br />

üyelik müzakerelerinin hız kaybetmesinin neden olacağı hayal kırıklığı<br />

ile <strong>Türkiye</strong>’nin yalnızca bir transit ülke olmaktan vazgeçip bölgesel bir<br />

enerji merkezi olmaya yönelebileceği yönünde uyarılarda bulunmaktadır.<br />

Bu tür bir değişim sonucunda Nabucco’ya verilecek Azeri gazının bir<br />

kısmının <strong>Türkiye</strong> tarafından yeniden ihraç edilmesinin <strong>Avrupa</strong> ve<br />

dolayısıyla da Romen pozisyonu ile bağdaşmayacağı da aşikârdır. 24<br />

<strong>Avrupa</strong> güvenliğinin bir boyutu olarak enerji güvenliği konusundaki<br />

Romen perspektifi 2005, 2006 ve 2008’de birçok defalar <strong>Avrupa</strong>-<br />

Atlantik kurumları çerçevesinde de ortaya konmuştur. Bu perspektif<br />

alttan alta “Karadeniz’in uluslararasılaştırılmasına” dayanmakta ve<br />

bunun da enerji iletim hatlarının güvenliğinin NATO gündemine<br />

alınması yoluyla gerçekleşmesini öngörmektedir. Karadeniz bölgesindeki<br />

NATO mevcudiyeti konusunda analistler bir kez daha Romen ve Türk<br />

görüşlerinin pek bağdaşmadığının altını çizmekte, hatta Türk tavrının<br />

Rus bakış açısıyla daha uyum içinde olabileceğini de ifade etmektedirler:<br />

“Karadeniz’e kimin gireceğine karar veren <strong>Türkiye</strong>’dir. Bölgede<br />

NATO’nun varlığı Rusya tarafından bir tarafın kaybının diğer tarafın<br />

kazancı sayılacağı bir oyun olarak algılanabilir ve bu da <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

23 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun Nobel Enstitüsü’ndeki konuşması, Oslo, 7 Kasım<br />

2007, http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date &id=9281&_PRID=search adresinden 3<br />

Haziran 2009’da erişilmiştir.<br />

24 Prof. Dr. Adrian Pop, Ulusal Siyasi ve İdari Çalışmalar Okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi,<br />

Bükreş, “<strong>Türkiye</strong>’deki siyasi değişimler. Türk-Romen ikili ilişkilerinin geleceği” konferansında<br />

söz alma, Friedrich Ebert Stiftung, 4 Mayıs 2009, Bükreş (yazarların katılımı).


169<br />

Romanya<br />

isteyeceği en son şeydir. Açıkçası Rusya ve <strong>Türkiye</strong> arasında bölgedeki<br />

jeopolitik konumlarını etkileyebilecek her türlü AB, NATO veya ABD<br />

girişimini bir tehdit olarak algılama ve reddetme konusunda benzer bakış<br />

açıları olduğunun farkındayız.” 25 .<br />

Öte yandan Karadeniz güvenliği konusunda <strong>Türkiye</strong>’nin bakış açısı<br />

“bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” yaklaşımından yanadır.<br />

Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong> Aktif Çaba Harekatı’nın (Operation Active<br />

Endavour) Akdeniz’den Karadeniz’e sıçramasına muhalefet etmekte ve<br />

“Karadeniz Uyumu” projesinden yana tavır almaktadır. Çatışmaların<br />

Engellenmesi ve Erken Uyarı Merkezi’nden analist Iulian Chifu<br />

«güvenliğin bölge altı boyuta indirgenmesi» adı verilen bu yaklaşımı<br />

“soruna taraf olan aktörlerden birine ya da bir uzlaşıya öncelik vermek<br />

amacıyla bölgedeki durumu küresel bağlamdan soyutladığı” 26 ve<br />

bölgedeki <strong>Avrupa</strong> stratejisine hiçbir şekilde uygun olmadığı için yanlış<br />

olarak nitelemektedir.<br />

Son tahlilde <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği <strong>Avrupa</strong>’nın küresel nüfuzu<br />

bağlamında da değerlendirilecektir. S&D <strong>Avrupa</strong> Parlamenteri Adrian<br />

Severin üyeleri arasında <strong>Türkiye</strong> yer almadıkça <strong>Birliği</strong>n küresel bir<br />

oyuncu olamayacağına inanmakta 27 , geçmiş Romen<br />

Cumhurbaşkanlarından Ion Iliescu ise bu perspektifi <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğinin Birlik için doğuracağı sonuçlarla açıklamaktadır: “<strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong> etkisini ve istikrar sağlama etkenini Ortadoğu ve Orta Asya<br />

25 Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu”<br />

(Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009,<br />

http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html<br />

adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir.<br />

26 Iulian Chifu, “Marea Neagră, lac rusesc sau baltă regională?” (Karadeniz? Rus gölü mü,<br />

bölgesel havuz mu?) Dilema Veche, 10 Şubat 2006<br />

http://www.dilemaveche.ro/index.php?cmd=articol&id=1124&nr=107 adresinden 3 Haziran<br />

2009’da erişilmiştir.<br />

27 7. dipnota bakınız.


170<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

bölgelerine doğru yayabilecektir.” 28 <strong>Türkiye</strong>’nin potansiyelinin AB’ye<br />

Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’da getirecekleri Bükreş’te<br />

azımsanmamaktadır.<br />

Sonuç<br />

Romanya daha kararlı bir biçimde üyelikten kaynaklanan<br />

sorumluluklarını özümsedikçe ve <strong>Avrupa</strong>’daki komşuları arasında sesini<br />

yükseltmeye başladıkça <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği konusunda daha içerikli<br />

tartışmaların vuku bulacağı beklenebilir. Yine de hem Romanya’nın<br />

üyeliği öncesinde hem de sonrasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine sürekli olarak<br />

verilen desteğin ışığında, Bükreş’teki tartışmaların sonucu olarak<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB üyesi olması yönünde daha somut argümanlar doğurması<br />

olasıdır. Bu gerçekleşene kadarsa siyasi desteğin içinin doldurulması için<br />

henüz vakit vardır.<br />

28 Ion Iliescu, “Viziune a foştilor şefi de stat asupra Europei şi a Planetei” (Önceki devlet<br />

başkanlarının <strong>Avrupa</strong> ve Dünya perspektifleri), 4 Mayıs 2008,<br />

http://ioniliescu.wordpress.com/2008/05/04/interventie-masa-rotunda-turcia/ adresinden 10<br />

Haziran 2009’da erişilmiştir.


Marin Lessenski*<br />

Bulgaristan<br />

171<br />

Bulgaristan<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik çabasına dair Bulgaristan’daki algı ve<br />

duruşlar: Belirleyici faktörlerin arka planı<br />

2008 baharında yapılan bir kamuoyu yoklaması Bulgar<br />

vatandaşlarının üçte birinin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana, üçte birinin<br />

buna karşı, üçte birinin ise konu hakkında kararsız olduğu sonucunu<br />

ortaya koymuştur (Açık Toplum Enstitüsü – Sofya, Nisan 2008). Bu<br />

tablo Bulgaristan’ın bir bütün olarak <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığına bakışını da<br />

özetlemektedir: eşit bir biçimde destekleyen, karşı çıkan ve kararsız<br />

gruplar arasında bölünmüşlük. Bu tabloda belirleyici ve etkili olan en az<br />

üç etkenden söz etmek mümkündür. Bunların ilki iç siyasi resimde<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik çabasının Bulgaristan’daki Türk toplumunu temsil<br />

eden partinin, Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH), rolü ve<br />

davranışı ile çok zaman ilişkilendirilmesidir. Bu nedenle <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusundaki iç tutumlar HÖH ile ilgili iç siyasi hesaplamalar<br />

etrafında şekillenmektedir, ki bu olumlu ya da olumsuz bir yaklaşıma<br />

zemin hazırlamaktan ziyade konu ile ilgili kesin ve net bir tavır almaktan<br />

çekinilmesi sonucunu doğurmuştur. HÖH’ün kamuoyundaki imajı<br />

yolsuzluklar ve ülkedeki Türk ve Müslüman toplumlar nezdinde<br />

konumunu istismar ettiği iddiaları ile zedelendiği için zaman zaman bu<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.


172<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

ilişkilendirme <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı için olumlu sonuçlar ortaya<br />

koymamıştır.<br />

İkincisi, iki ülkenin sınır komşusu olması nedeniyle üst düzeyde<br />

ekonomik ve ticaret ilişkileri, doğrudan yabancı yatırımlar, NATO<br />

bünyesinde güvenlik ve savunma ilişkileri, ve iki ülkenin halkları<br />

arasında turizm vb. yolu ile farklı türlerde tezahür eden ilişkiler<br />

bağlamında ikili ilişkilerden söz etmek mümkündür. İkili ilişkilerin<br />

oldukça iyi seyrinden dolayı bu faktörün büyük ölçüde olumlu etkisinden<br />

söz edilebilir.<br />

Kamuoyundaki algılar düzeyinde sözü edilebilecek üçüncü etken<br />

tarihi ve kültürel bağlamdır. Birçok Balkan devleti gibi Bulgar ulus<br />

devleti ve kimliği “öteki”sini Osmanlı İmparatorluğu ve “Türk”te bulmuş<br />

ve bunlara bir muhalefet şeklinde biçimlenmiştir. Bu ifade şu anki<br />

tutumlar üzerinde uzak geçmişin ciddi bir etkisi olduğu şeklinde<br />

algılanmamalıdır (ki ikili ilişkilerin seyri de bunun bir ispatıdır). Öte<br />

yandan <strong>Türkiye</strong>’nin “yeni-Osmanlıcılık” siyaseti (başarılı bir siyaset<br />

olarak değerlendirilebileceği Arap dünyasının aksine) Bulgaristan’da<br />

“yeni-emperyalizm” ihtirası olarak değerlendirilebilir ve büyük ölçüde<br />

olumsuz bir algıya kaynaklık edebilir. Bu sayılan etkenlerin her birinin<br />

aynı ağırlıkta olduğu ya da konuyla aynı düzeyde ilgili olduğu<br />

söylenemezse de bunların etkileşimleri bugünkü ihtiyatlı tutumu<br />

doğurmakta, ve birkaç istisna dışında <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda<br />

detaylı ve dişe gelir bir tartışmaya rastlanmamaktadır.<br />

a- Medya<br />

Hâkim medya’nın tarafsızlığı ve televizyon dizilerinin<br />

“yumuşak gücü”<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin AB adaylığına medyada verilen yer ülkenin kamuoyunda<br />

ve siyaset arenasındaki tartışmaları yansıtmakta, ve medya çoğunlukla<br />

haberleri iletmekte ancak çok nadiren yorumlara yer vermektedir. Üstelik<br />

bu nadir yorumlar bile <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığını Bulgaristan


173<br />

Bulgaristan<br />

perspektifinden değerlendirmekten ziyade çoğunlukla ya AB, ya da<br />

<strong>Türkiye</strong> açısından üyeliğin artıları ve eksilerini çoğu zaman tarafsız bir<br />

bakış açısıyla yinelemek şeklinde tezahür etmektedir. Bu da hâkim ve<br />

ciddi medya kanallarında yer verilen haber ve yorumların çoğu zaman<br />

nispeten nesnel ve genellikle de iki tarafı da eleştirmekten kaçınan bir<br />

tonda verilmesi anlamına gelmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin reformlar<br />

konusundaki ilerlemesi, siyaset ve ekonomi alanındaki iç gelişmeleri ve<br />

dış politikası da medyada düzenli aralıklarla yer bulmaktadır.<br />

Dolayısıyla medyadaki yayınların genel değerlendirmesi komşu ile bu<br />

önemli konuya düzenli, tarafsız ve dengeli haberler ile Bulgaristan’ın<br />

konu ile ilgili doğrudan çıkarlarına değinen çok nadir yorumlar<br />

aracılığıyla yer verildiği şeklindedir.<br />

Milliyetçi partilerin medya kanalları ise <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusuna<br />

olumsuz bakma eğilimleri nedeniyle elbette bu trendin dışında<br />

değerlendirilmelidir. Ataka partisinin gazetesi Ataka ile (geçmişte Ataka<br />

ile ilişkilendirilen) Skat TV kablo kanalındaki siyasi talk show’lar<br />

düzenli olarak <strong>Türkiye</strong>’nin AB adaylığı konusuna olumsuz bir bakış açısı<br />

sergileyen haber ve yorumlara yer vermektedir.<br />

Son zamanlarda ise müzakerelerle doğrudan ilgisi olmayan ancak<br />

Bulgar-Türk ilişkileri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir başka<br />

gelişme de dikkat çekmektedir. Bu da <strong>Türkiye</strong>’nin 2009’da televizyon<br />

dizileri yoluyla “gönülleri kazanma” yolundaki ilerlemesidir. Bu diziler<br />

oldukça başarılı olmuş ve önde gelen iki TV kanalı altı diziye aynı anda<br />

yer vermişlerdir. Dizilerin kamuoyundaki algıları ve önyargıları olumlu<br />

yönde değiştirdiği ve kamuoyunun medya kanalıyla güneydeki komşuyu<br />

algılaması konusunda faydalı olduğu bildirilmektedir.<br />

b- Hükümet<br />

Bulgaristan’ın resmi tutumu AB’nin <strong>Türkiye</strong> için üyelik kriterlerini<br />

katı bir biçimde uygulaması koşulu ile AB ile <strong>Türkiye</strong> arasındaki


174<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

müzakereleri desteklemek yönündedir. Önceki Bulgar hükümeti<br />

tarafından ikili ilişkiler bağlamında 20. Yüzyılın başlarındaki savaşlar ve<br />

nüfus hareketleri sırasında yerinden olan Doğu Trakyalı mültecilerin hak<br />

taleplerini karşılaması yönünde konulan bir şart bulunmaktadır ve<br />

Temmuz 2009’da iktidara gelen yeni hükümet de bu şartı koşmaya<br />

devam etmektedir. Yine de genel hatları ile Bulgar hükümetleri AB’nin<br />

genelini takip etmektedirler. Bulgar siyasi partileri de kendilerine yakın<br />

<strong>Avrupa</strong> siyasi şemsiyelerinin genel duruşunu kaba hatlarıyla<br />

izlemektedir. Yine de konu ile ilgili olarak (ATE tarafından Sofya’da<br />

2008’de) yapılan araştırmalar partilerin tutumlarının nispeten muğlâk<br />

olduğunu ve hem sağ hem de solda, partilerin içinde ve tabanlarında bu<br />

konuda farklı görüşlerin mevcut bulunduğunu göstermektedir.<br />

Ağustos 2005 – Haziran 2009 döneminde Bulgaristan üçlü bir<br />

koalisyon iktidarı tarafından yönetilmekteydi ve bu <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

de dâhil olmak üzere birçok konuda net bir kararın alınamadığı, denge<br />

arayışı, karşılıklı tavizler ve uzlaşmalarla nitelenen bir dönemdi.<br />

Koalisyon Bulgar Sosyalist Partisi, 2. Simeon Ulusal Hareketi (daha<br />

sonra İstikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi adını almıştır) ve Haklar ve<br />

Özgürlükler Hareketi (Türk azınlığın partisi) tarafından oluşturulmuştu.<br />

Bu nedenle <strong>Türkiye</strong> konusundaki iktidar politikaları HÖH’nin hükümetin<br />

devamı açısından önemini ve <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı duruşun<br />

koalisyonu tehlikeye atacağını göz önünde bulundurmak durumunda idi.<br />

Öte yandan HÖH’nin kendisi bir başka ülkenin çıkarlarını savunuyor<br />

görüntüsü vermemek için açıkça <strong>Türkiye</strong> taraftarlığı yapmaktan da<br />

çekinmiştir. Koalisyonun büyük ortağı Bulgar Sosyalist Partisi genel<br />

hatlarıyla <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekler bir tutum içinde olup aynı<br />

zamanda Trakyalı mültecilerin talepleri ile <strong>Türkiye</strong>’ye müzakere<br />

sürecinde esneklik tanınmaması hususlarını da öne sürmektedir.<br />

Sonuçta iç politikadaki özel durum nedeniyle önceki hükümet (2005-<br />

2009) döneminde <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda destekler ya da karşı


175<br />

Bulgaristan<br />

çıkar bir çizgi belirlenememiştir. Bu durumu üç olguda gözlemlemek<br />

mümkündür. Resmi açıdan hükümet komşu ülkenin üyeliğini<br />

desteklediğini hiç reddetmemiştir. Aynı zamanda hükümetin<br />

bakanlarından biri (Bayan Emel Ete Ocak 2007’de) Ankara’ya yaptığı bir<br />

ziyarette <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine tam destek verildiğini açıkladığında bu<br />

bir gaf olarak nitelenmiş ve resmi tutumu yansıtmadığı belirtilmiştir.<br />

Aslında daha iki ay öncesinde (Aralık 2006’da) Başbakan Sergey<br />

Stanishev Ankara protokolünün uygulamaya konmaması nedeniyle<br />

müzakerelerin askıya alınmasını desteklemiştir.<br />

Dönemim Bulgar hükümetinin hiçbir zaman müzakerelere ve üyeliğe<br />

doğrudan bir karşı çıkış içinde bulunmamasına ve “özel ilişkiler” gibi<br />

üyelik alternatiflerine destek vermemesine rağmen iki ülke arasındaki bir<br />

sorunu AB gündemine taşıma ve bunu üyelik süreci ile ilişkilendirme<br />

konusunda başarılı olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere bu konu<br />

(Balkan savaşlarının ardından meydana gelen gelişmelere atıfla) “Trakya<br />

mültecilerinin” mülkiyet hakları ve tazminat konusu olup henüz bir<br />

çözüme kavuşturulamamıştır. Soruna <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Dışişleri<br />

Komisyonu <strong>Türkiye</strong> İlerleme Raporu 2007’de “Bölgesel konular ve dış<br />

ilişkiler” başlığı altında yer verilmiştir ((2007/2269(INI)). Trakyalıların<br />

haklarıyla ilgili konunun (mültecilerin soyundan gelenlerin haklarının)<br />

merkez sol gündeminde yer alan önemli bir siyasi mesele olması<br />

nedeniyle iktidardaki BSP’den <strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Milletvekilleri bu<br />

şarta AP raporunda yer verilmesine ön ayak olmuşlardır.<br />

2006-2009 döneminde hükümetteki ve muhalefetteki partiler Temmuz<br />

2009 seçimleri ile rolleri değişmişlerdir. BSP, HÖH ve İİUH seçimleri<br />

kaybederken GERB merkez sağın (DSB ve UDF), Ataka ve Düzen,<br />

Hukuk ve Adalet Partisi’ndeki milliyetçilerin zımni desteğiyle bir azınlık<br />

hükümeti kurmuştur.<br />

Temmuz 2009 seçimleri sonrasında iktidara gelen bugünkü GERB<br />

hükümetinin hükümet politikalarını büyük ölçüde değiştirmesi


176<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

beklenilmemektedir. Dışişleri Bakanı (ve Bulgaristan’ın 2009 yılı için<br />

<strong>Avrupa</strong> Komisyoneri olarak atadığı) Rumiana Jeleva hâlihazırda<br />

mülkiyet hakları iddialarına desteği dile getirmiştir. Bireysel bazda<br />

GERB üyelerinin müzakerelerden “açık uçlu bir süreç” olarak bahseden<br />

ifadelerine rastlanmışsa da partinin ve hükümetin genel tavrı daha ılımlı<br />

ve AB geneline hâkim görüşlere daha yakındır, yani kriterlere uyum<br />

sağlayan <strong>Türkiye</strong> ile ilerleme kaydetmek için müzakerelere devam<br />

edilmesi yönündedir.<br />

c- Muhalefet<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusundaki siyasi tutumları<br />

sınıflandırmak zordur<br />

Bulgaristan’da <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda partilerin tutumları<br />

üzerine kesin saptamalar yapmak yanıltıcı olabilir. Nitekim merkez sağın<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda daha çekimser bir yaklaşımda, merkez<br />

solun ise daha destekleyici bir tavır içinde olduğu söylenebilirken hem<br />

sağda, hem de solda ve ister merkez sağ, isterse merkez sol olsun farklı<br />

partiler içinde farklı görüşlerin varlığından söz edilebilir.<br />

Ülkedeki başlıca partiler arasında yalnızca Ataka <strong>Türkiye</strong> ile her türlü<br />

müzakerelere açıkça karşı çıkmakta, diğerleri ise genel olarak<br />

müzakereleri desteklemekle birlikte bazı detaylar üzerinde farklılaşan<br />

tutumlar sergilemektedirler. Parti üyelerinin bireysel olarak zaman zaman<br />

“açık uçlu bir süreç” ya da “imtiyazlı ortaklık” gibi yaklaşımlara<br />

verdikleri desteği dile getirebilmelerine rağmen şu anda hiçbir partinin<br />

resmi tutumu bu seçeneklerden yana değildir.<br />

Yine de ilk bakışta çelişkili görünebilecek bir biçimde yalnızca tek bir<br />

parti Bulgaristan’ın bakış açısından <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda<br />

detaylı ve iyi tanımlanmış bir tutum belirlemiştir. Bu parti de merkez<br />

sağdan Daha Güçlü Bir Bulgaristan için Demokratlar’dır. DGBD<br />

tarafından yayınlanmış Mayıs 2006 tarihli bir bildiride “bu tutumun<br />

temelinde AB ile müzakerelerin bu komşu ülkedeki genel reformlar için


177<br />

Bulgaristan<br />

bir araç teşkil edeceği ve bu ülkenin demokratikleşmesi ve refahının<br />

Bulgaristan’ın çıkarına olacağı inancının yatmakta” olduğu<br />

belirtilmektedir. Bir başka deyişle DGBD müzakerelerin devamını<br />

gerekli görmekte, ancak aynı zamanda da <strong>Türkiye</strong>’nin vaktinden önce<br />

Birliğe dâhil edilmesinin AB bütünleşme sürecinin yanında AB<br />

ülkelerinin ulusal çıkarları ve hatta güvenliğini bile tehlikeye atabilecek<br />

bir gelişme olarak değerlendirmektedir. DGBD aynı zamanda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin Bulgaristan’ın iç işlerine karışması, özellikle de Haklar ve<br />

Özgürlükler Hareketi’nin seçimle müdahalesine destek vermesi<br />

konusunda uyarılar yapmaktadır. DGBD’nin tutumu 2006’dan beri bir<br />

değişim göstermiş olup parti artık açık uçlu müzakereler konusundaki<br />

ısrarından vazgeçmiştir, ancak üyelik kriterlerinin katı bir biçimde<br />

uygulanması gereğine vurgu yapmaya devam etmektedir. Öte yandan<br />

DGBD kelimenin tam anlamıyla “<strong>Türkiye</strong> karşıtı” bir parti sayılmaz ve<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin bir komşu ve güvenlik ortağı olarak oynadığı kilit rolü kabul<br />

edip bu rolün altını çizmektedir.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusunda net bir sol-sağ ayrımından söz etmek<br />

de mümkün değildir ve bu durum DGBD ile bir diğer merkez sağ parti<br />

Demokratik Güçler <strong>Birliği</strong> arasındaki yaklaşım farklılıklarında da<br />

görülebilmektedir. Her ne kadar DGB merkez sağ ve EPP üyesi bir parti<br />

olsa da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini desteklemektedir. DGBD ile (Mavi<br />

Koalisyon) içerisinde bu tavrını değiştirip değiştirmeyeceği<br />

bilinmemekle birlikte DGB yönetimine yakın çevreler DGBD’nin bu<br />

konudaki çekinceli tavrını DGB üzerine de empoze edeceğinden endişe<br />

duymaktadır.<br />

Aşırı milliyetçi Ataka <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine karşı dik duruşunun<br />

meyvelerini toplama peşindedir. Esasında Ataka’nın 2009 <strong>Avrupa</strong><br />

Parlamentosu seçimlerindeki sloganı “AB’de bir <strong>Türkiye</strong>’ye Hayır” olup<br />

bu konu iktisadi krizin ortasında yaşayan ve ülke çapında yaklaşan genel<br />

seçim atmosferini hisseden toplumun gündeminde olmayışı ile dikkat


178<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

çekmiştir. Bu açıdan Ataka’nın başarısının azınlıklara karşı duruşundan<br />

ziyade yolsuzluklara ve kurulu düzene karşı söyleminden<br />

kaynaklandığını belirtmek daha yerinde olur.<br />

Parlamentoya bu yıl giren Düzen, Hukuk ve Adalet (DHA) partisi<br />

kendi tanımıyla muhafazakâr bir parti olup İngiliz Muhafazakâr partisi<br />

etrafındaki grupla bağlantılıdır. Öte yandan parti Muhafazakârların<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye verdiği sağlam desteği paylaşmamakta ve DHA üyeleri<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik çabasına soğuk yaklaşmaktadırlar.<br />

Önceki iktidardan BSP ile HÖH bugün muhalefette yer almaktaysa da<br />

bu durum bu partilerin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakışını değiştirecek gibi<br />

görünmemektedir. HÖH üyeliğin yılmaz bir savunucusu olarak kalmaya<br />

devam edecek ve BSP de parti tabanının bu konudaki resmi parti tutumu<br />

etrafında kenetlenmiş olduğu söylenemese de bu konudaki üyeliği büyük<br />

çlçüde destekler tavrını hem tutarlılığını korumak adına, hem de HÖH ile<br />

devam eden ortaklığı ve <strong>Avrupa</strong>lı sosyalistlerin etkisi ile devam<br />

ettirecektir.<br />

d- Sivil Toplum<br />

Kamuoyu: yanıt verenlerin görüşleri eşit biçimde<br />

dağılmaktadır<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda “sivil toplumun” tutumu tartışılırken<br />

göz önünde bulundurulması gereken iki unsur söz konusudur. Bunlardan<br />

ilki kamuoyunun geneli, diğeri ise ülkedeki sivil toplum örgütleridir.


179<br />

Bulgaristan<br />

Sivil toplum örgütleri bahsinde yerel STK’ların sınır aşan faaliyetler<br />

alanında oldukça aktif olduğunu ve pratik işbirliğine odaklandıkları<br />

söylenebilir. STK’lar arasında <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana ya da buna<br />

karşı net bir siyasi tavır alan kuruluşlardan bahsetmekse mümkün<br />

değildir. Siyaset araştırma enstitüleri kamuoyunu bilinçlendirme<br />

faaliyetlerinde aktif bir rol oynamakta ve <strong>Türkiye</strong> ile AB arasındaki<br />

müzakerelere dair bilinç düzeyini artırmaya çalışmaktadır. Değinilen<br />

dönemde Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün <strong>Avrupa</strong> politikaları programı<br />

konu üzerinde bilhassa yapıcı bir etki yapmış ve <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı<br />

konusunda analitik bir tartışma ortamı için gereken malzemeyi<br />

sağlayarak nesnel ve bilgi ağırlıklı bir tartışmaya zemin hazırlamıştır.<br />

Enstitü <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Bulgaristan ve AB üzerinde yapacağı<br />

etkiye dair siyasi ve ekonomik tahliller yayınlamış, başlıca partilerin<br />

tutumları ile kamuoyu yoklamaların sonuçlarını etüt etmiştir. Ayrıca<br />

(2008 baharında) büyük çaplı bir uluslararası forum düzenlemiş ve bu<br />

yolla kamusal alandaki bir eksikliği gidererek konu üzerinde ciddi ve<br />

kayda değer bir tartışma yapılmasını sağlamıştır.<br />

Kamuoyunun konu hakkındaki algısı karışık bir görüntü çizmekte<br />

olup Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün 2008’deki bir çalışması (sonuçlar<br />

Nisan 2008’de yayınlanırken anketler Şubat-Mart 2008’de


180<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

gerçekleştirilmiştir) <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine bakışlar arasındaki farkları ve<br />

görüşler arasındaki dengeyi detaylı bir biçimde ortaya koymuştur. Ankete<br />

yanıt verenlere <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda o gün bir referandum<br />

yapılsaydı nasıl oy kullanacakları sorulmuştur. Yanıtlar %33 “Hayır”,<br />

%31 “Evet” ve %36 “Fikrim yok” oranları ile neredeyse tam olarak eşit<br />

bir dağılım sergilemiştir.<br />

Siyasi partiler bazında dağılım da bu bağlamda oldukça açıklayıcı<br />

olup aynı partinin taraftarları arasında da net görüş ayrılıkları mevcuttur.<br />

Merkez sağ UDF yanlılarının yüzde altmışyedisi üyeliği desteklerken<br />

bugünün iktidar partisi GERB taraftarlarının %35’i ve resmen<br />

müzakerelere karşı çıkan Ataka partisi yanlılarının %21’inden fazlası<br />

üyeliğe destek vermiştir. Bulgar Sosyalist Partisi taraftarları ise nispeten<br />

daha karşıt bir duruş sergilemişlerdir: yaklaşık %37 “karşı”, %28<br />

“destekler”.<br />

Anketi yanıtlayanın partilerine göre cevapları destekl karşı<br />

er<br />

GERB (Bulgaristan’ın <strong>Avrupa</strong> Gelişiminden Yana<br />

Yurttaşlar; merkez sağ)<br />

%34,40 %41,90<br />

Bulgar Sosyalist Partisi (merkez sol) %27,90 %37,20<br />

Haklar ve Özgürlükler Hareketi (Türk azınlık) %67 %2,2<br />

Demokratik Güçler <strong>Birliği</strong> (merkez sağ) %44 %24<br />

Ataka (aşırı milliyetçi) %21,50 %64,60<br />

Sofya Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan ve Nisan 2008’de açıklanan anket<br />

Etnik köken bazında da verilen yanıtlara bakıldığında şaşırtıcı<br />

olmayan bir biçimde etnik Türklerin %59,1’lik bir çoğunluğu üyelikten<br />

yana iken etnik Bulgarlar arasında bu oran %27,1 ve Romanlar arasında<br />

da %32,7 olarak gerçekleşmiştir.<br />

Üyeliği destekleyen ya da karşı çıkanların öne sürdükleri argümanlar<br />

da oldukça ilgi çekicidir. Ankette sorulan iki soru seti ile AB’nin bakış<br />

açısından ve Bulgaristan’ın bakış açısından üyeliğin artı ve eksileri<br />

irdelenmiştir. Bulgarlara göre <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin Birliğe en


181<br />

Bulgaristan<br />

önemli üç getirisi (1) Ortadoğu ve Asya ile daha iyi ilişkiler, (2) çok<br />

kültürlülüğün ve daha fazla toleransın geliştirilmesi ve (3) <strong>Avrupa</strong><br />

güvenliğine katkılar olacaktır. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Bulgaristan’a<br />

getirileri arasında da (1) artan güvenlik, (2) etnik istikrar ve (3) artan<br />

ticaret başı çekmektedir. Üyeliği destekleyenlerin yaklaşık olarak %59’u<br />

Bulgaristan ve <strong>Türkiye</strong>’nin devlet çıkarlarının kesiştiğini belirtmiştir.<br />

Karşı çıkanlar ise AB açısından argümanlar içinde bir Müslüman ülke<br />

olan <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> ile dini açıdan uyumsuz oluşunu en ön sırada<br />

zikretmektedirler. Ancak üyeliğe karşı çıkanların sadece %9,8’i<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin AB’nin sonunu getireceğini ifade etmiştir. Karşı<br />

çıkanların Bulgaristan özelinde dile getirdikleri başlıca argümanlar ise<br />

sırasıyla Bulgaristan’da artan etnik gerilimler, ülkenin güvenliğinin<br />

sekteye uğraması ve işsizlik oranında artış olarak göze çarpmaktadır.<br />

Özetle, hem üyeliği destekleyen, hem de karşı çıkanların öne sürdüğü ilk<br />

iki argüman da farklı bakış açılarıyla olsa da etnik ilişkilere ve güvenlik<br />

konusuna değinmektedir.<br />

Avrobarometre Anketi 69 (2008) AB’nin geneli ile bir mukayese<br />

temeli ortaya koymaktadır. Bulgaristan’da üyeliği kuvvetle<br />

destekleyenlerin (%16) ve bir ölçüde destekleyenlerin (%29) toplamdaki<br />

oranı %45 olup kuvvetle karşı çıkanlar (%22) ve bir ölçüde karşı çıkanlar<br />

(%17) toplamda %39’luk bir kesimi temsil etmektedir. Dolayısıyla<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine genel olarak verilen destek %35 olan AB<br />

ortalamasının üzerinde yer alırken karşı çıkanlar da AB27 ortalaması<br />

olan %35 rakamının biraz üzerindedir.


182<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Özgehan Şenyuva, Sait Akşit *<br />

<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong><br />

Değerlendirmeler<br />

Elinizdeki eserde yer alan çalışmaların amacı <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin<br />

genişlemesi tartışmaları arasında son derece popüler bir konuyu ele<br />

almaktır: <strong>Türkiye</strong> <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin farklı üye devletlerindeki taraflarca<br />

nasıl algılanmaktadır? <strong>Giriş</strong> bölümünde belirtildiği üzere ilgili tüm<br />

tarafları ele alan ve bunların pozisyonları ile argümanlarını bir araya<br />

getiren kapsamlı çalışmalar pek bulunmamaktadır. <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

üyeliği konusunda <strong>Avrupa</strong>lıların algıları üzerine literatür son derece<br />

kısıtlı olup mevcut çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet,<br />

muhalefet, kamuoyu ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini ve medyada<br />

buldukları yer konusunu birlikte irdelemeye çalışmamaktadır. 1<br />

Dolayısıyla elinizdeki bu eserdeki çalışmalar <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığının AB<br />

üyesi ülkelerde 2006 - 2009 yılları arasındaki dönemde nasıl<br />

algılandığına ışık tutmaya çalışmaktadır. Bu amaçla söz konusu<br />

çalışmalar giriş bölümünde ortaya konan sorulara yanıtlar bulmayı<br />

*<br />

Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu<br />

yansıtmamaktadır.<br />

1<br />

Bu tablonun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie<br />

Tocci (der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy,<br />

Quaderni IAI, Aralık 2008. Ayrıca <strong>Avrupa</strong> kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız,<br />

Antonia R. Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession:<br />

Making Sense of Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working<br />

Paper no. 16, 2007.


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

hedeflemiştir. Varılan ana sonuç <strong>Türkiye</strong> konusunda sadece bir <strong>Avrupa</strong><br />

tartışmasının bulunmadığı, ancak kesişen tartışmalardan söz etmenin<br />

mümkün olduğudur.<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> üyesi ülkeler ve <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

üyeliği konusundaki duruşları<br />

Eduard Soler i Lecha ve Irene Garcia <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği<br />

konusuna İspanyolların bakışının mükemmel bir tahlilini sunmaktadır.<br />

Soler ve Garcia’nın ifadesiyle İspanya AB ülkeleri içinde açık ve kuşkuya<br />

mahal bırakmaz bir biçimde <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye üyeliğinden yana olanlar<br />

arasındadır. İspanya aynı zamanda <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine kamuoyunda<br />

verilen desteğin son yıllarda <strong>Avrupa</strong> ülkelerinin çoğunluğunda gösterdiği<br />

net düşüşün aksine artış gösterdiği nadir ülkelerden biridir. İspanya’nın<br />

tavrı iki önemli nedenden dolayı dikkat çekicidir. Birincisi, İspanyol-<br />

Türk ilişkileri son derece iyi bir seyirde sürmektedir ve Medeniyetler<br />

İttifakı girişimi gibi çok sayıda ortak uluslararası girişim birlikte<br />

yürütülmektedir. Dahası, İspanya <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini Soler ve<br />

Garcia’nın detaylarıyla ortaya koyduğu bir dizi nedenle her daim tam<br />

anlamıyla desteklemiştir. Yine de Soler ve Garcia’nın bulguları<br />

İspanya’da <strong>Türkiye</strong>’ye verilen net desteğe rağmen bu konuda bir miktar<br />

tereddüdün özellikle muhafazakâr siyasetçiler ve toplumun belirli<br />

kesimleri içinde ortaya çıkmaya başlamış olduğunu göstermektedir. Soler<br />

ve Garcia bu tereddüdün asli nedenlerinin neler olduğunu detaylarıyla<br />

irdelemekte ve bu tabloyu düzeltmek için yapılabileceklere<br />

değinmektedir. İkinci bir husus ise İspanya’nın Ocak 2010 itibarıyla<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin dönem başkanlığını devralacak olması nedeniyle ve<br />

Fransa ve Almanya’nın yükselen eleştiri ve muhalefeti göz önünde<br />

bulundurulduğunda, <strong>Türkiye</strong> ile müzakerelerde son derece önemli bir rol<br />

oynayacağı için üzerinde dikkatle çalışılması gereken bir ülke olduğudur.<br />

Almanya’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı duruşun güçlenmesi<br />

konusunda Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi detaylı bir analiz<br />

183


184<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

sunmaktadır. Almanya üzerine yaptıkları katkı vaktinde ortaya konmuş<br />

ve son derece önemli bir çalışma olup Almanya’daki farklı aktörlerin<br />

pozisyonlarının dışarıdan göründüğü kadar yekvücut ve değişmez<br />

olmadığını göstermektedir. Böttger ve Maggi Almanya’da <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini destekleyen ve buna karşı çıkan taraflar arasında son derece<br />

ateşli bir tartışma bulunduğunu ortaya koymaktadır.<br />

Almanya’nın yanında Fransa ve Avusturya’yı <strong>Türkiye</strong>’ye karşı çıkan<br />

grupta sesi en çok duyulan ve kamuoyunun <strong>Türkiye</strong> konusunda<br />

görüşünün en olumsuz şekillendiği ülkeler arasında görmekteyiz. Nicolas<br />

Monceau Fransız algılarını ele aldığı analizinde sağ ve sol partilerin<br />

<strong>Türkiye</strong> konusunda ideolojik bir bölünmenin tarafları olduğunu<br />

belirtmektedir. Merkez sol ve sol partiler <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana<br />

iken merkez ve sağ partiler kuvvetli bir biçimde karşı çıkmaktadır. Yine<br />

de bu ayrımların yalnızca siyasi elitler arasında mevcut olduğu<br />

görülmektedir; Fransız kamuoyu <strong>Türkiye</strong>’nin AB’ye girmesine net bir<br />

biçimde karşıdır.<br />

Avusturya’da <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı konusundaki tartışmalar hukuki ve<br />

teknik konulardan ziyade kültürel ve dini unsurlarla şekillenir<br />

görünmektedir. Cengiz Günay, konunun Avusturya’da nasıl ‘fazlasıyla<br />

sertleşmiş’ bir hale geldiğinin açık ve kısa bir özetini vermekte ve Orta<br />

Çağ’dan bugüne gelen Türk imajı gibi tarihi unsurları nasıl gün ışığına<br />

çıkardığını ya da yabancı düşmanlığı ve ırkçılık sınırlarına uzandığını<br />

anlatmaktadır. Yine de Günay’ın da belirttiği üzere Avusturya’daki<br />

tartışmalar <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığı özelinden çok göçmenlerin topluma<br />

entegrasyonu ve bir çok yeni etnisiteli, çok dinli Avusturya toplumunun<br />

kabullenilmesi ile ilgilidir. Bu durum Avusturya kamuoyunun<br />

Hırvatistan’ın üyeliği dışında AB’nin her türlü genişlemesine karşı<br />

çıkışında da görülmektedir. Kamuoyu Hırvatistan konusundaki karşı<br />

duruşunu da ancak yakın zamanda değiştirmiş ve özellikle muhafazakâr


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

Katolik kesimlerin içinde bulunduğu elitlerin kuvvetli desteği ile bu<br />

üyeliği destekler bir noktaya varmıştır.<br />

Özel bir ilgi gösterilmesi gereken bir diğer katkıyı ise Kıbrıslı<br />

Rumların algıları oluşturmaktadır. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ 2 2004’te tam üye<br />

olduğundan beri <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik süreci adada devam eden çözüme<br />

kavuşturulamamış sorundan doğrudan etkilenmektedir. Birbirini takip<br />

eden Kıbrıs Rum hükümetleri resmen vetoya başvurmamış olsalar da<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkan diğer ülkelerle birlikte <strong>Türkiye</strong>’nin AB<br />

ile müzakere sürecinde pratikte engeller yaratmaktadır. Bunun bir sonucu<br />

olarak da <strong>Türkiye</strong> üyelik süreci içerisinde Kıbrıs sorunu nedeniyle sekiz<br />

başlıkta müzakerelere başlayamamaktadır.<br />

Costas Melakopides çalışmasında Kıbrıslı Rumlar arasında <strong>Türkiye</strong>-<br />

AB ilişkilerine genel bakış ve yaklaşımın genel bir resmini sunmaktadır.<br />

Ortaya konan bu Kıbrıslı Rum perspektifinde dikkat çekici olan ise<br />

Kıbrıslı Rumların kategorik olarak <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine genelde karşı<br />

çıkmadığı ve <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong>lılığı konusunda fazla bir tartışmanın<br />

olmadığıdır. Ancak <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik yönündeki arzusunu bir koz<br />

olarak kullanma ve AB’yi Kıbrıslı Rumların talepleri için bir platform<br />

olarak görme eğilimi vardır. Bu bütüncül bir yaklaşım olarak göze<br />

çarpmaktadır: <strong>Türkiye</strong> ancak Kıbrıslı Rum toplumunun adadan Türk<br />

askerlerinin tümüyle çekilmesi ve <strong>Türkiye</strong>’den adaya yerleşen kişiler<br />

sorunu da dâhil olmak üzere taleplerini yerine getirdiğinde AB üyesi<br />

olmalıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların <strong>Türkiye</strong>’nin adaylığına bakışı<br />

her şeyin ötesinde Kıbrıs sorununun ışığında ele alınan bir konudur.<br />

Nitekim Kıbrıslı Rumların algıları <strong>Türkiye</strong> konusunda kökenleri<br />

derinlere dayanan ve neredeyse duygusal bir nitelik kazanmış olup,<br />

2 Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse<br />

de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen<br />

‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve<br />

‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir.<br />

185


186<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

<strong>Türkiye</strong>-AB ilişkilerindeki her tökezlemeyi <strong>Türkiye</strong>’nin Kıbrıs sorunu<br />

konusundaki siyasetine bağlamaya çalışan mit ve önyargıların açık<br />

örneklerini sunmaktadır. Bu durum bazen AT Komisyonu’nun 1989’da<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyelik başvurusu üzerine yaptığı değerlendirmenin reddetme<br />

olarak algılanması örneğinde olduğu gibi gerçeklerin yanlış aktarılması<br />

ile de sonuçlanabilmektedir. 3 Bazı durumlarda ise bu yaklaşım abartmaya<br />

neden olmakta ve uygulamada tek bir sebep üzerinden yürütülen bir<br />

nedenselliğe, örneğin Türk askerlerinin adada bulunmasının topluluk<br />

müktesebatının Kıbrıs’ın kuzeyine uygulanamamasının tek nedeni olarak<br />

ortaya konmasına neden olmaktadır. Sonuçta elde edilen ise Kıbrıs<br />

sorununun büyük ölçüde tek taraflı ve adil olmayan bir yorumu olup<br />

Kıbrıslı Rumların taleplerinin geçerli ve adil olan tek talep kümesi<br />

olduğu şeklinde bir algı ve Kıbrıslı Türklerin isteklerinin tümüyle göz<br />

ardı edilmesidir. Bununla birlikte <strong>Türkiye</strong>’nin adada adil bir çözüm<br />

olarak müzakere edilecek başlıca taraf olduğu yargısına ulaşılmaktadır.<br />

Kıbrıslı Türklerin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın fikir ve<br />

yorumlarının daha büyük ölçüde dikkate alınması gerekmektedir. 4 Derin<br />

kökleri olan algılar aynı zamanda <strong>Türkiye</strong> ile AB arasındaki gelişmelerin<br />

de yalnızca <strong>Türkiye</strong>’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili ‘jestleri’ ile ilişkili olduğu<br />

değerlendirmelerine de yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Aralık<br />

2009’da <strong>Türkiye</strong>-AB ilişkileri konusunda meydana gelebilecek<br />

gelişmelerin adadaki gelişmelerle yakın bir ilişki içinde<br />

değerlendirileceği ve bu bağlamdaki koşullar ışığında AB tarafının da<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye karşı değilse bile Kıbrıs Türk toplumuna karşı belirli<br />

3<br />

AT Komisyonu’nun 1989’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyelik başvurusu ile ilgili görüşünde özellikle Tek<br />

Pazar’ın tamamlanması gereği ve <strong>Türkiye</strong> ekonomisinin zayıf yapısı vurgulanmaktadır. Buna<br />

istinaden AT’nin <strong>Türkiye</strong>’yi hemen resmen üye olarak kabul etmesinin mümkün olmadığı dile<br />

getirilmektedir. Ancak, bu durum <strong>Türkiye</strong>’nin AT’ye üye olma niteliğine sahip olmadığı veya<br />

üyelik başvurusunun reddi anlamına gelmemektedir. Görüşün tam metni için bakınız Commission<br />

of the European Communities. Commission opinion on Turkey's request for accession to the<br />

Community, SEC (89) 2290 final. Brussels: 20.12.1989.<br />

4<br />

Erdal Güven, ADAM: Talat’ın Kıbrıs’ı, Söyleşi, İstanbul: Doğan Kitap, Kasım 2009. Özellikle<br />

onbir ve onikinci kısımlar.


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

beklentileri yerine getirmedeki eksikliklerinin bulunduğu<br />

unutulmamalıdır.<br />

Yunan kamuoyu da Kıbrıslı Rumlarınkine benzer bir tutum<br />

içerisindedir. Ancak Athanasios Kotsiaros Yunan toplumunun ve<br />

siyasetinin çok önemli bir niteliğine dikkat çekmektedir. Kotsiaros<br />

Yunan diplomasisinin önemli bir açılımını teşkil eden 1999 Helsinki<br />

Zirvesi sonrasında siyasi elitlerin bazı koşullar altında <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine tam destek vermeye başladığını ifade etmektedir. 1999’daki<br />

açılım sonrasında Yunanistan’ın <strong>Türkiye</strong> konusundaki diplomatik<br />

stratejisinde çatışmadan işbirliğine doğru bir kayma gözlemlenebilmekte<br />

ve Yunanistan’ın <strong>Türkiye</strong> karşısında çıkarlarını <strong>Avrupa</strong> çerçevesinde<br />

daha iyi savunabileceği inancı yerleşmektedir. Yine de Yunan kamuoyu<br />

ve medyası siyasi elitlerle bu konuda tam bir uyum içinde değildir ve<br />

özellikle kamuoyu, ekonomiden muhtemel bir Türk göçmen akışına<br />

kadar birçok argümanın ışığında <strong>Türkiye</strong>’nin muhtemel üyeliğine<br />

şiddetle karşı çıkmaktadır. Elbette ki Kotsiaros’un belirttiği üzere iki ülke<br />

arasındaki sorunlu geçmişin bu bağlamda ciddi bir etkisi söz konusudur.<br />

Yunan kamuoyunun gözünde <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği tarihten gelen<br />

sorunların bir uzlaşmaya bağlanabilmesi için bir fırsat teşkil<br />

etmemektedir. Yine de Kotsiaros’a göre Yunan siyasi elitlerinin bu<br />

konudaki irade ve desteği sürekliliğini koruduğu müddetçe kamuoyunun<br />

etkisi nispeten sınırlı kalacaktır.<br />

Bulgar ve Romenlerin algıları da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği tartışmaları<br />

bağlamında önem arz etmektedir. Öncelikle bu ülkeler son genişleme<br />

dalgasında Birliğe katılan son iki ülkedir. İkincisi, her iki ülke de adaylık<br />

süreçleri boyunca tarım konusu gibi halen <strong>Türkiye</strong>’nin önünde yer alan<br />

sorunlara benzer sorunlarla mücadele etmişlerdir. Son olarak, bu ülkeler<br />

coğrafi konumları itibariyle <strong>Türkiye</strong>’ye oldukça yakın olup bu nedenle de<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği bu ülkeler için son derece önemli bir gelişme teşkil<br />

etmektedir.<br />

187


188<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Iulia Serafimescu ve Mihai Sebe Romanya’da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine<br />

ciddi bir desteğin mevcut olduğunu kaydetmektedir. Dahası, yazarlar<br />

Romen tarafların konuya son derece pragmatik bir pencereden<br />

baktıklarını ve Romanya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden elde edeceği<br />

potansiyel kazançlara odaklanmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Batı<br />

<strong>Avrupa</strong> ülkelerinin aksine, <strong>Türkiye</strong> nüfusunun büyük ölçüde Müslüman<br />

olması Romanya için bir sorun teşkil etmemektedir. Güvenlik ve<br />

Karadeniz işbirliği konuları Romanya’daki tartışmalarda daha belirleyici<br />

etkenler olarak öne çıkmakta ve bunlar da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine çok<br />

daha olumlu bir bakışı doğurmaktadır.<br />

Türk-Bulgar ikili ilişkileri son yıllarda önemli ölçüde gelişme<br />

göstermiştir. İki komşu ülke arasında uzun bir geçmişe dayanan kültürel,<br />

siyasi ve ekonomik ilişkiler bulunmaktadır. Yine de Marin Lessenski ikili<br />

ilişkilerin bu iyi seyrinin <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine destek verilmesi yönünde<br />

doğrudan bir tercihe dönüşemeyebileceğini göstermektedir.<br />

Bulgaristan’da kayda değer bir Türk azınlığın bulunması ve bu azınlığın<br />

Bulgar siyasetine aktif katılımı Bulgar toplumunu bu konuda biraz<br />

kararsız kılmaktadır. Bu nedenle <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen destekle<br />

üyeliğe karşı çıkış yaklaşık olarak birbirine eşit düzeylerde seyrederken<br />

kararsızlar da Bulgar kamuoyunun neredeyse üçte birini oluşturmaktadır.<br />

Kamuoyunun bu konuya bakışı siyasi tabloya da yansımaktadır.<br />

Lessenski’nin belirttiği üzere partilerin pozisyonları nispeten muğlâk<br />

olup hem sağ hem de sol partiler arasında ve hatta bu partilerin kendi<br />

içlerinde ve taraftarları arasında farklı görüşler mevcut olabilmektedir.<br />

Yine de Bulgaristan’ın resmi tutumu <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekler<br />

niteliktedir.<br />

2004 genişleme dalgasında AB’ye katılan iki ülke daha bu eserdeki<br />

incelemeye dâhil edilmiştir: Çek Cumhuriyeti ve Polonya. Müzakere<br />

sürecinde Polonya ve <strong>Türkiye</strong> arasında nüfusları ve tarım sektörlerinin<br />

boyutları üzerinden paralellikler kurulması yönünde çabalar göze


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

çarpmıştır. Yine de bu tür benzerliklerin Polonya’da fazla bir yansıması<br />

olmadığı gözlemlenmektedir. Adam Szymański çalışmasında<br />

Polonya’nın <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki tutumunun Polonya’nın<br />

başka genişleme dalgalarına verdiği destekle doğrudan ilişkili olduğunu<br />

ifade etmektedir. Batı <strong>Avrupa</strong> ülkelerinin aksine Polonya <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

için bir ‘açık kapı siyasetinden’ yana tutumuyla doğusundaki komşusu<br />

Ukrayna’nın gelecekteki üyeliğine tüm gücüyle destek vermektedir.<br />

Gelecekteki genişlemeler yönünde verilen bu desteğe ek olarak<br />

Polonya’nın siyasi elitleri ve parti liderleri aynı zamanda ahde vefa<br />

ilkesinin de ardında durmaktadırlar. Bu da <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin olumlu<br />

bir yaklaşım içerisinde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Yine de<br />

Szymański yerinde bir tespitle bu olumlu bakışı değiştirebilecek üç<br />

önemli konuya dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki tarım konusudur.<br />

Tarımsal bir toplum olan Polonya için <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Ortak<br />

Tarım Politikası bağlamında ciddi bir tartışmaya neden olması ve bunun<br />

da Polonya ekonomisine muhtemel etkilerinin görülmesi oldukça<br />

olasıdır. İkinci bir etken ise Katolik Kilisesi’nin rolü ve etkisidir. Katolik<br />

Kilisesi muhafazakâr Polonya toplumu üzerinde önemli bir güce sahiptir<br />

ve tavırları oldukça belirleyici olmaktadır. Son olarak, Polonya’da<br />

kamuoyunun <strong>Türkiye</strong> konusuna fazla ilgi duymaması ve bu konudaki<br />

bilgisizliği de <strong>Türkiye</strong>’nin aleyhine işleyebilecek bir etkendir. Kamuoyu<br />

yoklamaları Polonya kamuoyunun <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda büyük<br />

ölçüde umursamaz bir tavır içinde olduğunu ve vatandaşların klişeler ve<br />

basmakalıp düşüncelerle tavırlarını belirlediğini göstermektedir.<br />

Szymański böylesi bir tablonun ters tepmeye müsait olduğunu ve en<br />

küçük bir olayla bile ciddi bir dalgalanmaya sahne olabileceğini<br />

belirtmektedir.<br />

Petr Kratochvíl, David Král, ve Dominika Dražilová’nın çizdiği<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine Çeklerin bakışı ise başka ülkelerde de rastlanan<br />

bazı özellikleri sergilemektedir: konuya fazla ilgi duymayan ve pek de<br />

189


190<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

bilgili olmayan, bu nedenle de <strong>Türkiye</strong> konusunda bir görüş oluştururken<br />

alışılmış klişelere başvuran bir kamuoyu, genel olarak AB genişlemesine<br />

verilen kayıtsız bir destek, ve <strong>Türkiye</strong> konusunda somut bir tartışmanın<br />

eksikliği.<br />

Gunilla Herolf makalesinde İsveç’in <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğine<br />

nispeten farklı yaklaşımını incelemektedir. İsveç’teki taraflar,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin gerekli kriterleri yerine getirmesi kaydıyla <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

AB’ye üye olmasından yana bir konsensüse varmış görünmektedirler.<br />

Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusundaki siyasi tartışmalar daha<br />

ziyade <strong>Türkiye</strong>’nin eksiklikleri ve gerekli reformları yapmada sergilediği<br />

performans konusuna odaklanmaktadır. Öte yandan İsveç’in hukuka ve<br />

<strong>Türkiye</strong> ile AB arasındaki tarihten gelen ilişkiler ve anlaşmalara saygı<br />

bağlamındaki dik duruşu diğer ülkeler için de önemli bir örnek teşkil<br />

edebilir ve İsveç <strong>Türkiye</strong>’nin bütünleşme sürecinin sekteye uğramadan<br />

devam edebilmesinde önemli bir rol oynayabilir.<br />

Öte yandan Belçika <strong>Türkiye</strong> konusundaki tartışmalarda başı<br />

çekmekten uzak bir ülkedir. Yvonne Nasshoven, hükümetin <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine olumlu yaklaşımına karşın Belçika’daki siyasi tablonun 2006-<br />

2009 döneminde iç sorunların tekelinde kaldığını ve <strong>Türkiye</strong> konusu bir<br />

yana, başka hiçbir konuda ciddi bir tartışma meydana gelmediğini açıkça<br />

göstermiştir. Ülkedeki kayda değer Türk toplumu nedeniyle <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliği Belçika toplumunun çeşitliliğini daha da oturmuş bir hale<br />

getirmek için bir fırsat olarak görülmektedir. Her ne kadar hem Flaman<br />

hem de Valon toplumları içinde bazı aşırı unsurlar <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

<strong>Avrupa</strong>lılığı konusunu kararlı bir biçimde sorgulasalar da bu kesimlerin<br />

rollerinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Belçika’nın 2010’un ikinci<br />

yarısında AB dönem başkanlığını devralacağı göz önünde<br />

bulundurulduğunda bu ülkenin tavrının devam eden müzakerelerin<br />

gelecekteki şeklini belirlemede önemli olacağı söylenebilir.


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği konusunda karmaşık sinyaller gönderen bir diğer<br />

ülke ise İtalya’dır. Sebastiano Sali ile birlikte Emiliano Alessandri<br />

<strong>Türkiye</strong> konusunda mevcut güçlü desteğin uzun vadede yanıltıcı<br />

olabileceğini iddia etmektedir. Özellikle son yıllarda gittikçe <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğine karşı bir tavır takınmaya başlayan İtalyan kamuoyu bu konuda<br />

kuşkucu ve bölünmüş bir tavır sergilemektedir. Alessandri, dini bir unsur<br />

içeren kimlik politikalarına karşı bir uyarıyı dile getirmekte ve<br />

İslamofobi’nin ‘Hıristiyan kamuoyu’ adını verdiği kesimi etkileme<br />

ihtimalinden dem vurmaktadır. Ayrıca İtalyan partilerinin de bu konuda<br />

bölünmüş olduğu ve partilerin ideolojik tutumlarından bağımsız bir<br />

biçimde <strong>Türkiye</strong>’den yana ya da <strong>Türkiye</strong>’ye karşı partiler arası<br />

koalisyonların ortaya çıkabileceği düşünülmektedir.<br />

<strong>Genel</strong> Değerlendirme<br />

Yukarıda değinilen ülkelerden alınan her bir analiz temelinde <strong>Türkiye</strong><br />

ve <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliğinin nasıl algılandığı konusunda belirli<br />

hususların ortaya çıktığını göstermektedir:<br />

1. Medya görüşlerin şekillendirilmesinde, özellikle de kamuoyunun<br />

tavrının belirlenmesinde büyük ölçüde etkilidir. Tüm ülkelerden gelen<br />

katkılarda kamuoyunda <strong>Türkiye</strong> konusunda inatçı bir bilgisizliğe<br />

değinildiğinden medya ilgisiz bir kamuoyunun yanıtları arayacağı temel<br />

bilgi kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Elinizdeki eserde yer alan<br />

makaleler <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin Almanya gibi bazı ülkelerdeki belirli<br />

medya kanallarında son derece popüler bir tartışma konusu olarak yer<br />

almasına rağmen İspanya ya da Polonya gibi başka ülkelerde tartışmalar<br />

ya çok daha kısıtlı boyutta yer bulmakta, ya da hiç gerçekleşmemektedir.<br />

Bununla birlikte her bir çalışma göz önünde bulundurulduğunda<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> genelinde yaygın medya kanallarının çoğunluğunda<br />

adil bir muamele gördüğünü ve nesnel bir biçimde anlatıldığını söylemek<br />

pek de mümkün değildir. Haber ve yorumlarda <strong>Türkiye</strong>’nin teşkil ettiği<br />

191


192<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

sorunlara ağırlık verilirken nesnel değerlendirmelere, hatta en basit<br />

şekliyle gerçeklere dayalı argümanlara nadiren rastlanmaktadır.<br />

Bu durum yine de <strong>Türkiye</strong>’nin eksiklikleri için bir bahane olarak<br />

kullanılmamalıdır. İhtiyaç duyulan adil ve nesnel bir yaklaşımdır. Türk<br />

siyaseti, toplumu, hatta ekonomisi hakkında <strong>Avrupa</strong> kamuoyundaki bilgi<br />

düzeyinin yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda medyadaki<br />

yayınlar konunun sadece olumsuz yanlarına ısrarla değinmekten imtina<br />

etmelidir. Tocci’nin (2008) de vurguladığı gibi <strong>Türkiye</strong>’nin ihtiyacı olan<br />

şey bir marka imajı ya da pazarlama stratejisi değil, <strong>Avrupa</strong> kamuoyunu<br />

bilgilendirmektir.<br />

2. <strong>Türkiye</strong>’nin AB üyeliği siyasi partileri aşan bir konu olarak ortaya<br />

çıkmaktadır. Tüm çalışmalarda gösterildiği üzere <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği<br />

konusunda açık ve net parti pozisyonlarına rastlamak oldukça zordur.<br />

İspanya ve Fransa gibi ülkelerde hükümet ile muhalefet partileri arasında<br />

bazı farklılıklar görülse de <strong>Türkiye</strong> ve AB’ye üyeliği konusunda<br />

partilerin kendi içinde de bölünmeler yaşandığı ortadadır. Ancak Fransa<br />

örneğinde olduğu gibi <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı çıkan merkez ve<br />

merkez sağ partiler ile <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğini destekleyen merkez ve sol<br />

partiler arasında da tartışmalar yaşanmaktadır.<br />

3. Gerekli kriterlerin yerine getirilmesi konusu, özellikle de insan<br />

hakları ve demokrasi konularında tekrar tekrar dile getirilmektedir.<br />

Fransa ve Almanya gibi üyeliğe en çok karşı çıkan ülkelerde bile<br />

kamuoyu ve elitler <strong>Türkiye</strong>’nin gerekli reformları yapması ve insan<br />

hakları ile demokrasi alanında kriterlere uyması durumunda <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

üyeliğini onaylar yönde bir kayma olabileceğinin işaretlerini<br />

vermektedirler. Bu da <strong>Türkiye</strong>’nin AB ile tam bütünleşmesini<br />

destekleyenler için önemli bir sonucu ortaya koymaktadır: Bu kesimler<br />

somut sonuçlar elde edebilmek için <strong>Türkiye</strong>’nin bu kriterleri yerine<br />

getirme kapasite ve iradesini göstermeye odaklanmalı ve <strong>Türkiye</strong>’nin


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

<strong>Avrupa</strong>lılığı gibi sonu gözükmeyen tartışmalarda enerji ve kaynak sarf<br />

etmemelidirler.<br />

4. Elinizdeki eserdeki çalışmalar aynı zamanda <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinin<br />

<strong>Avrupa</strong>’daki daha büyük bir tartışma bağlamında buzdağının görünen<br />

kısmını oluşturduğunu da ortaya koymaktadır. Her ne kadar <strong>Türkiye</strong><br />

konusundaki tartışma büyük ölçüde göç-kimlik-din ekseninde yürüse de,<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin üyeliği tartışması <strong>Avrupa</strong>’nın geleceğiyle ilişkili bir dizi<br />

çözüme kavuşmamış tartışma ile de yakından ilişkilidir: AB’nin<br />

kurumsal yapısı; yakın zamanda gerçekleşen Doğu <strong>Avrupa</strong>’ya yönelik<br />

genişlemenin etkileri; <strong>Avrupa</strong>’nın sınırları; İslam sorunu; göç ve<br />

göçmenlerin entegrasyonu. Avusturya, Fransa ve Almanya gibi<br />

ülkelerdeki kamuoyunun yalnızca <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine karşı olmakla<br />

kalmayıp AB’nin daha fazla genişlemesine de karşı olması şaşırtıcı<br />

değildir.<br />

Dolayısıyla <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğine verilen desteğin ya da bu üyeliğe<br />

karşı duruşun doğru bir analizini gerçekleştirebilmek için daha geniş<br />

tartışmaları da yakından incelemek gerekmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin AB ile<br />

bütünleşmesi konusuna destek ya da karşı duruş bağlamında birleşik<br />

bloklardan söz edilemeyeceği ortadadır. Her iki tarafta da farklı nedenler<br />

ve nedenselliklere rastlamak mümkündür. <strong>Türkiye</strong>’nin üyeliğinden yana<br />

olan kesimler için bu nedenleri tek tek belirlemek ve hukuki, mantıki ve<br />

teknik açılardan tartışmaya katılmak anlamlı olacaktır. Bunun dışında<br />

kalan duygusal, basmakalıp önyargılardan beslenen hezeyanların bu<br />

sürece zarar vermesini de mümkün olduğunca engellemek<br />

gerekmektedir. Ancak bu, <strong>Türkiye</strong>’nin tek başına yapabileceğinden<br />

fazlasına, özellikle karşılıklı iyi niyet ve çabaya ihtiyaç duymaktadır.<br />

Gerekli reformların yapılması tam da bu nedenle çok büyük önem arz<br />

etmektedir.<br />

193


Yazarlar Hakkında Bilgi<br />

Sait Akşit<br />

194<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Dr. Sait Akşit doktorasını Uluslararası İlişkiler alanında Orta Doğu<br />

Teknik Üniversitesi, Ankara, <strong>Türkiye</strong>’de tamamlamıştır. Halen <strong>Avrupa</strong><br />

Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde araştırmacı<br />

olarak görev yapmaktadır. Temel araştırma alanları arasında siyasal<br />

iktisat, Doğu <strong>Avrupa</strong> ve Balkanlar’da siyasi ve ekonomik dönüşüm<br />

süreçleri ve AB genişlemeleri yer almaktadır. Ayrıca Türk dış politikası<br />

ve Kıbrıs üzerine de çalışmaktadır. Son yayınlarından bazıları şunlardır:<br />

Sait Akşit, “Doğu <strong>Avrupa</strong>’da Radikal Neo-liberal Dönüşüm”, İstanbul<br />

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı 41, Ekim 2009, ss.<br />

61-86; Sait Akşit ve Costas Melakopides (yazarlar), Graham Avery<br />

(Editör), “The Influence of Turkish Military Forces on Political Agenda-<br />

Setting in Turkey, Analysed on the Basis of the Cyprus Question”,<br />

<strong>Avrupa</strong> Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi için hazırlanan Bilgilendirme<br />

Yazısı, 18 Şubat 2008, http://www.europarl.europa.eu/<br />

activities/committees/studies. do?language=EN adresinden erişilebilir;<br />

Mustafa Türkeş ve Sait Akşit, “International Engagement,<br />

Transformation of the Kosova Question and Its Implications”, The<br />

Turkish Yearbook of International Relations, Cilt. 38, 2007, ss. 79-114.<br />

Emiliano Alessandri<br />

Emiliano Alessandri Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (IAI)<br />

çalışmalarını yürütmektedir. Transatlantik güvenlik ilişkileri ve AB’nin dış<br />

ilişkileri konularında uzmanlaşmıştır. Ağırlıklı olarak NATO, <strong>Avrupa</strong><br />

güvenliği ve AB genişlemesi üzerine yazılar yazmıştır. Son olarak<br />

Riccardo Alcaro ile birlikte yakında ‘European Foreign Affairs Review’<br />

dergisinde yayınlanacak olan "Engaging Russia. Prospects for a longterm<br />

European security compact" başlıklı makaleyi yazmıştır. SAIS-<br />

Johns Hopkins Üniversitesi’nde Amerikan Dış Politikası programında<br />

yüksek lisans çalışmasını tamamlamış ve kısa süre önce Cambridge


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

Üniversitesi’nde Amerika dış ilişkiler tarihi konusundaki doktora<br />

çalışmasını savunmuştur.<br />

Katrin Böttger<br />

Katrin Böttger, “<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin Doğu Komşularıyla İlişkileri-<br />

Komşuluk ve Genişleme Politikası Arasında” başlıklı araştırma projesinin<br />

Proje Takım üyelerinden biri olarak Berlin <strong>Avrupa</strong> Politikaları<br />

Enstitüsü’nde (IEP) çalışmalarını yürütmektedir. 2004 yılında Leipzig<br />

Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Basın ve İngiliz dili alanında Master<br />

(Magister) derecesi almıştır. 2005-2006 yılları arasında Tuebingen’de<br />

<strong>Avrupa</strong> Federalizm Araştırmaları Merkezi’nde araştırma görevlisi olarak<br />

çalışmıştır. 2007’den beri Leipzig Üniversitesi’nde misafir öğretim<br />

görevlisi olarak çalışmaktadır. Çok sayıda yayını olan Katrin Böttger<br />

yakın zamanda Bonn Friedrich-Ebert Vakfı bursu ile Tuebingen<br />

Üniversitesi’nde, <strong>Avrupa</strong> Komşuluk Politikası Gelişimi üzerine yazdığı<br />

tezini tamamlamıştır. <strong>Avrupa</strong> Politikaları Enstitüsü’ndeki temel araştırma<br />

alanları <strong>Avrupa</strong> Komşuluk Politikası, AB Genişlemesi ve AB Anayasal<br />

süreçleridir.<br />

Irene García<br />

Irene Garcia Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB)<br />

araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. İspanya Granada Üniversitesi<br />

Mütercim Tercümanlık Bölümü mezunu olan Garcia Hukuki Tercüme<br />

alanında AB Hukuku üzerine Master derecesine ve Barselona<br />

Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden (IBEI) Uluslararası İlişkiler<br />

alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Temel araştırma alanları<br />

arasında Magrip bölgesinde insan hakları, Akdeniz bölgesi göç<br />

hareketleri, güvenlik ve savunma alanında özellikle Orta Doğu’ya<br />

yönelik AB dış politikası yer almaktadır.<br />

Cengiz Günay<br />

Cengiz Günay Viyana’daki Avusturya Uluslararası İlişkiler<br />

Enstitüsü’nde (OIIP) araştırmacı olarak çalışmalar ve Viyana<br />

Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır. Temel araştırma alanları<br />

arasında <strong>Türkiye</strong> ve Orta Doğu toplumlarındaki demokratikleşme<br />

süreçleri, sosyo-ekonomik gelişmeler ve İslami hareketlerin dönüşümü<br />

yer almaktadır. Yayınlarından bazıları şunlardır: ‘Flags against Fears<br />

and Uncertainties. The rise of Nationalism in Turkey’, Turkish Policy<br />

Quarterly, 2007; Austrian stakeholders in the EU-Turkey debate’,<br />

Nathalie Tocci (editör), Talking Turkey in Europe: Towards a<br />

Differentiated Communication Strategy, Rome, IAI, Aralık 2008, ss. 59-<br />

85.<br />

195


Gunilla Herolf<br />

196<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

Gunilla Herolf doktorasını Stockholm Üniversitesi’nde tamamlamıştır.<br />

Araştırma alanlarından bir tanesi özellikle Fransa, Almanya, Birleşik<br />

Krallık ve İskandinav ülkeleri bağlamında AB ve NATO’daki güvenlik<br />

işbirliğidir. İlgilendiği diğer konular arasında ABD-AB işbirliği ve<br />

komşuluk politikaları yer almaktadır. 2007’de SIPRI’ye katılmadan önce<br />

İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde çalışmıştır. Gunilla Herolf AB<br />

tarafından desteklenen birçok projeye katılmıştır ve halen AB 7. Çerçeve<br />

Programı kapsamında yürütülen MERCURY projesinde görev<br />

almaktadır. Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği (TEPSA) yönetim<br />

kurulu üyesidir.<br />

Athanassios C. Kotsiaros<br />

Dr. Athanassios Kotsiaros Atina Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı<br />

Bölümü’nde eğitim görerek dilbilimi konusunda uzmanlaşmıştır. Yüksek<br />

lisans çalışmasını yüksek başarı derecesi ile “<strong>Avrupa</strong> ve Uluslararası<br />

İlişkiler” programında Atina Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi<br />

Bölümü’nde tamamlamıştır. Dr. Kotsiaros doktorasını (en yüksek onur<br />

derecesi ile) Siyaset Bilimi alanında Atina Üniversitesi’nde<br />

tamamlamıştır. Halen Yunanistan Ulusal Parlamentosu’nda danışman<br />

olarak çalışmasının yanı sıra Atina Üniversitesi <strong>Avrupa</strong> Bütünleşmesi ve<br />

Politikası Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapmakta ve de<br />

Yunanistan <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları ve Araştırma Merkezi (EKEME) ile ortak<br />

çalışmalar yürütmektedir. Almanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca,<br />

İtalyanca ve Türkçe konuşabilmektedir. Temel araştırma alanları<br />

arasında <strong>Türkiye</strong> siyaseti, <strong>Türkiye</strong>’deki siyasi İslam, AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkileri,<br />

AB genişlemesi, İslam ve yeni teknolojiler, nitel ve nicel analizler yer<br />

almaktadır.<br />

Petr Kratochvíl<br />

Dr. Petr Kratochvíl Prag Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Başkan<br />

Yardımcısı ve Prag Ekonomi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev<br />

yapmaktadır. Doktorasını 2004 yılında Rus dış politikası üzerine Prag<br />

Ekonomi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde tamamlamıştır.<br />

Temel araştırma alanları arasında <strong>Avrupa</strong> entegrasyonu, kurumsal<br />

reform ve AB genişlemesi, Rus dış politikası, Sovyet sonrası dönemde<br />

siyasi ilişkiler, Uluslararası İlişkiler teorileri ve uluslararası ilişkilerde dinin<br />

rolü yer almaktadır. Bazı yayınları şunlardır: Teorie evropské integrace<br />

[<strong>Avrupa</strong> Entegrasyon Teorileri]. Portál, Praha 2008; Slovník teorie<br />

mezinárodních vztahů [Uluslararası İlişkiler Teorileri Sözlüğü]. Prague:<br />

University of Economics, 2007; "Constructing the EU´s External Roles:


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

Friend in the South, Teacher in the East?", in: Delcour Laure, Tulmets<br />

Elsa (der.), Pioneer Europe? Testing EU Foreign Policy in the<br />

Neighbourhood, Baden-Baden: Nomos, 2008, ss. 217-227; "Discursive<br />

Constructions of the EU’s Identity in the Neighbourhood: An Equal<br />

Among Equals or the Power Centre?" In: European Political Economy<br />

Review, Cilt 9 (Sonbahar 2009), ss. 5 - 23.<br />

Marin Lessenski<br />

Marin Lessenski <strong>Avrupa</strong> Politikaları İnisiyatifi’nde politika analisti<br />

olarak çalışmakta ve Sofya’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün <strong>Avrupa</strong><br />

Politikaları ve Sivil Katılım Programı’nda uzman olarak görev<br />

yapmaktadır. 1998’den beri Bölgesel ve Uluslararası Çalışmalar<br />

Enstitüsü (IRIS) Program Direktörlüğü’nü sürdürmektedir. Budapeşte<br />

Central Eruopean Üniversitesi’nde Güneydoğu <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları<br />

programında ve Sofya Üniversitesi’nde tarih alanında yüksek lisans<br />

çalışmalarını tamamlamıştır. Hudson <strong>Avrupa</strong> ve Avrasya Çalışmaları<br />

Merkezi ve Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde Freedom House<br />

misafir araştırmacısı olarak bulunmuştur. Ayrıca Berlin’deki Apen<br />

Enstitüsü’nün Transatlantik Genç Liderler Programı’na katılmıştır. Temel<br />

araştırma alanları arasında AB dış politikası, güvenlik, komşuluk ve<br />

genişleme politikası, demokratikleşme, Güneydoğu <strong>Avrupa</strong> ve Karadeniz<br />

bölgesindeki dış politika, güvenlik ve kurumsal gelişmeler, kimlik siyaseti<br />

ve etnik kimlikler arası ilişkiler yer almaktadır.<br />

Eva-Maria Maggi<br />

Eva-Maria Maggi Helmut Schmit Üniversitesi (Hamburg, Almanya)<br />

Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi alanında doktora<br />

adayıdır. Tezinde <strong>Avrupa</strong> Akdeniz Politikaları’nın Kuzey Afrika’daki<br />

etkilerini incelemektedir. Şu anda Washington Üniversitesi (Seattle,<br />

ABD) Henry M. Jackson Uluslararası İlişkiler Okulu’nda misafir<br />

araştırmacı olarak bulunmaktadır. 2008’de Almanya, Tuebingen<br />

Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Hukuk alanında yüksek<br />

lisans (Magister) derecesi almıştır. Temel araştırma alanları arasında,<br />

özellikle <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi ve onun komşu ülke ve toplumlar üzerine<br />

etkisine odaklanarak, karşılaştırmalı politika ve dönüşüm süreçleri yer<br />

almaktadır.<br />

Costas Melakopides<br />

Costas Melakopides 1996 yılından beri dersler verdiği Lefkoşa’daki<br />

Kıbrıs Üniversitesi Sosyal ve Siyasi Bilimler Fakültesi’nde Uluslararası<br />

İlişkiler alanında doçent olarak çalışmaktadır. Atina Üniversitesi<br />

(Yunanistan), Kent Üniversitesi (İngiltere) ve Queen’s Üniversitesi’nde<br />

197


198<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

(Kanada) hukuk, felsefe ve siyaset okumuştur. Queen’s Üniversitesi<br />

Uluslararası İlişkiler Merkezi ile ortak araştırmalar yürüttükten sonra,<br />

Manitoba Üniversitesi, Queen’s Üniversitesi ve Kanada Kraliyet Askeri<br />

Koleji’nde Uluslararası İlişkiler dersleri vermiştir. Son yayınlarından<br />

bazıları şunlardır: Is There an Ethics in World Politics? (2003)<br />

(Yunanca); Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU<br />

(2006); The Cyprus Yearbook of International Relations 2008-2009<br />

(2009).<br />

Nicolas Monceau<br />

Nicolas Monceau Fransa’daki PACTE Araştırma Merkezi (CNRS,<br />

Grenoble Siyasi Çalışmalar Enstitüsü, Pierre Mendès-Fransa<br />

Üniversitesi) ile ortak çalışmalar yürütmekte ve aynı zamanda İsviçre<br />

Fribourg Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak<br />

görev yapmaktadır. Daha önce İstanbul’daki Fransız Anadolu<br />

Çalışmaları Merkezi’nde araştırmacı olmuş ve Marmara ve Galatasaray<br />

Üniversiteleri’nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Temel araştırma<br />

alanları arasında <strong>Avrupa</strong> ve <strong>Türkiye</strong> Karşılaştırmaları Politikaları (Elit ve<br />

Kamuoyu Görüşü), AB-<strong>Türkiye</strong> ilişkileri ve güncel Türk siyasi hayatı yer<br />

almaktadır. “French Perceptions” adlı bölümü <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları<br />

Merkezi (Sciences Po, Paris) desteği ile tamamlamıştır. Güncel bazı<br />

yayınları şunlardır: “Turkish Elites and Public Opinion's Attitudes and<br />

Opinions towards the European Union within the Framework of Turkey's<br />

full Membership Process to the European Union”, Senem Aydın Düzgit<br />

ve Ayhan Kaya (editör), Civil Society Dialogue between France and<br />

Turkey : Transcending Stereotypes, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi<br />

Yayınları, 2009, ss. 99-120; L’Europe au miroir de la Turquie (eds),<br />

Politique européenne, L’Harmattan, n°29, automne 2009 ; Générations<br />

démocrates. Les élites turques et le pouvoir, Paris, Dalloz, 2007.<br />

Yvonne Nasshoven<br />

Yvonne Nasshoven Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği<br />

(TEPSA) idari direktörü olarak görev yapmaktadır. Siyaset Bilimi<br />

alanında Köln Üniversitesi’nden Master (Magister Artium) derecesine<br />

sahiptir ve Bruges <strong>Avrupa</strong> Koleji’nde <strong>Avrupa</strong> Siyasi ve İdari Çalışmaları<br />

programında yüksek lisans çalışmasını tamamlamıştır. Yvonne<br />

Nasshoven Komisyon Başkanı’nın atanması üzerine Köln Üniversitesi ve<br />

Sciences Po Paris’te devam ettiği doktora çalışmasını bitirmek üzeredir.<br />

Temel araştırma alanları arasında AB’nin kurumsal mimarisi, <strong>Avrupa</strong><br />

<strong>Birliği</strong>’nin genişlemesi ve <strong>Avrupa</strong> Bütünleşmesi teorileri yer almaktadır.


Mihai Sebe<br />

<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

Mihai Sebe Romanya <strong>Avrupa</strong> Enstitüsü <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları ve Analizi<br />

Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı zamanda<br />

Romanya <strong>Avrupa</strong> İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü yapmaktadır.<br />

Halen Bükreş Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında, Romanya’da iki<br />

savaş arası dönemdeki entelektüel düşüncelerin tarihi konulu doktora<br />

çalışmalarını yürütmektedir. Diğer ilgi alanları arasında <strong>Avrupa</strong> fikri tarihi,<br />

19-20. Yüzyıl Romanya siyasi düşünce tarihi, modern ve çağdaş tarih,<br />

eğitim, sosyal politikalar, iş hukuku, uluslararası ve anayasal hukuk yer<br />

almaktadır.<br />

Iulia Serafimescu<br />

Iulia Serafimescu Romanya <strong>Avrupa</strong> Enstitüsü <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları ve<br />

Analizi Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı<br />

zamanda Romanya <strong>Avrupa</strong> İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü<br />

yapmaktadır. Bükreş Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi’nden Siyaset<br />

Bilimi alanında lisans ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans<br />

derecesine sahiptir. Başlıca araştırma alanları arasında <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong><br />

meseleleri ve eski Yugoslavya devletleri ile ilişkili çeşitli konular yer<br />

almaktadır.<br />

Eduard Soler i Lecha<br />

Eduard Soler i Lecha Barselona Özerk Üniversitesi Siyaset Bilimi<br />

bölümü mezunudur ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora derecesine<br />

sahiptir. Halen Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB)<br />

araştırmacı olarak çalışmakta ve Barcelona Uluslararası Çalışmalar<br />

Enstitüsü’nde dersler vermektedir. Aynı zamanda, Aralık 2009’dan beri<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> dönem başkanlığı süresince Dış İşleri Bakanlığı’nda<br />

Akdeniz İlişkileri üzerine danışmanlık yapmaktadır. Observatory of<br />

European Foreign Policy üyesidir ve EuroMeSCo ve Inex gibi çeşitli<br />

araştırma proje ağlarına dahildir. Çalışmaları monografik ciltler olarak ve<br />

Mediterranean Politics, Insight Turkey ve Europe’s World gibi dergilerde<br />

yayınlanmıştır. Temel uzmanlık alanları arasında <strong>Avrupa</strong>-Akdeniz<br />

İlişkileri; <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’ne Katılımı; İspanya’nın Akdeniz<br />

politikası ve Akdeniz güvenliği yer almaktadır.<br />

Adam Szymański<br />

Dr. Adam Szymański Polonya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde<br />

analist ve Varşova Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde öğretim<br />

üyesi olarak çalışmaktadır. <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin genişlemesi, <strong>Türkiye</strong>’deki<br />

siyasi sistem ve Türk dış politikası-özellikle AB ile olan ilişkileri<br />

199


200<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

konusunda uzmandır. <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi, bazı ülkelerin siyasi<br />

sistemleri ve de uluslararası ilişkiler konularında birçok kitap (örneğin<br />

Constitutional System of Turkey, 2006; Between Islam and Kemalism.<br />

Problem of Democracy in Turkey, 2008), makale, analiz ve rapor<br />

yazmıştır.<br />

Özgehan Şenyuva<br />

Dr. Özgehan Şenyuva doktorasını <strong>Avrupa</strong> Kamuoyu ve AB’ye desteği<br />

belirleyen faktörler üzerine yaptığı çalışması ile Siena Üniversitesi,<br />

Italya’da tamamlamıştır. Şu anda Orta Doğu Teknik Üniversitesi,<br />

Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.<br />

Temel araştırma alanları arasında AB hakkındaki kamusal algı, kamuoyu<br />

ve elitler arasındaki etkileşim, araştırma yöntemleri yer almaktadır. 2008<br />

yılından beri Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün Erasmus koordinatörlüğü<br />

görevini sürdürmektedir. Erasmus Mundus dış işbirliği penceresi, lot 6<br />

kapsamında Nisan- Mayıs 2009 tarihlerinde Moldova Devlet<br />

Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Son<br />

yayınlarından bazıları şunlardır: Senyuva, Ö. (2009), "<strong>Türkiye</strong> Kamuoyu<br />

ve <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> 2001-2008: Beklentiler, İstekler ve Korkular",<br />

Uluslararası İlişkiler, Cilt. 6, Sayı. 22, ss. 97-123; Şenyuva, Ö. (2009), "<br />

<strong>Türkiye</strong>-<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> İlişkileri ve Kamuoyu", Oğuz Esen & Filiz Başkan<br />

(editörler) <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> ve <strong>Türkiye</strong> İlişkileri, Ankara: Eflatun, ss. 33-60;<br />

Şenyuva, Ö. (2010), "Parliamentary elections in Moldova, April and July<br />

2009", Electoral Studies, 29:1, ss. 190-195.<br />

Çiğdem Üstün<br />

Dr. Çiğdem Üstün doktora sonrası araştırmacı olarak <strong>Avrupa</strong><br />

Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde görev<br />

yapmaktadır. Doktorasını <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları alanında Güvenlik<br />

Tehditlerinin Küreselleşmesi ve AB ve <strong>Türkiye</strong>’nin Güvenlik Kültürlerinin<br />

Karşılaştırması konusunda Limerick Üniversitesi’nde (İrlanda)<br />

tamamlamıştır. <strong>Avrupa</strong> Çalışmaları Merkezi’nde çalışmaya<br />

<strong>Avrupa</strong>lılaşma sürecinde Kıbrıs’ta gerçekleşen değişimlere odaklanan<br />

bir araştırma projesi kapsamında 2007 yılında başlamıştır. Şu anda dahil<br />

olduğu projeler AB’nin dış ilişkilerine ve <strong>Türkiye</strong>-AB ilişkilerine<br />

odaklanmaktadır. Temel araştırma alanları arasında Güvenlik<br />

Çalışmaları, AB Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası, özellikle Karadeniz<br />

ve Akdeniz bölgeleri bağlamında Komşuluk Politikası yer almaktadır.<br />

Yayınları <strong>Avrupa</strong>lılaşmanın, özellikle Karadeniz bölgesi bağlamında Türk<br />

Dış Politikasının etkileri ile karşılaştırmalı güvenlik kültürü konularına<br />

yoğunlaşmaktadır.


<strong>Avrupa</strong>’dan <strong>Türkiye</strong>’ye Bakış: <strong>Genel</strong> Değerlendirmeler<br />

<strong>Avrupa</strong> Çalışmaları Merkezi - Orta Doğu Teknik Üniversitesi<br />

(AÇM-ODTÜ)<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bilimsel, teknik ve<br />

profesyonel alanlarda nitelikli mezunlar vermesi ile tanınan <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

önde gelen devlet üniversitelerindendir. ODTÜ bünyesindeki <strong>Avrupa</strong><br />

Çalışmaları Merkezi (AÇM) 1997 yılında İktisadi ve İdari Bilimler<br />

Fakültesi’ne (İİBF) bağlı olarak <strong>Avrupa</strong> bütünleşmesi sürecini<br />

karşılaştırmalı bir biçimde çalışma ve araştırmaya olanak sağlayan<br />

disiplinlerarası bir ortam geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Merkez,<br />

kurulduğundan bu yana genel olarak <strong>Avrupa</strong> politikaları, özel olarak ise<br />

AB üyeliği yolundaki <strong>Türkiye</strong>’nin sosyal ve politik dönüşüm süreci<br />

konusunda eğitim ve araştırma faaliyetlerinde aktif olarak yer almaktadır.<br />

Bu çerçevede temel araştırma alanları arasında <strong>Avrupa</strong>lılaşma, toplumsal<br />

cinsiyet eşitliğini içeren AB Sosyal Politikaları, iş gücü piyasası,<br />

demokratikleşme, uluslarüstü, ulusal ve yerel aktörlerin rollerindeki<br />

değişim, siyasi süreçler, <strong>Avrupa</strong> Komşuluk Politikası ve sınır ötesi<br />

konuları bulunmaktadır. AÇM 2008 yılında Jean Monnet Mükemmeliyet<br />

Merkezi olmuştur.<br />

Merkez, İİBF’nin Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi ve Kamu<br />

Yönetimi, İktisat ve İşletme bölümleri ile yürüttüğü yakın işbirliği<br />

sayesinde birçok eğitim faaliyetinde bulunmaktadır. Merkez, 2001’den<br />

beri “<strong>Avrupa</strong> Çalışmaları” ve Eylül 2006’dan beri de “<strong>Avrupa</strong><br />

Bütünleşmesi” olmak üzere iki farklı yüksek lisans programı<br />

yürütmektedir. Bu programlarda verilen birçok ders <strong>Avrupa</strong> Komisyonu<br />

tarafından Jean Monnet dersleri (Jean Monnet Permanent Courses) ve<br />

<strong>Avrupa</strong> modulleri (European modules) ünvanları ile ödüllendirilmiştir ve<br />

Merkez Başkanı da <strong>Avrupa</strong> Bütünleşmesi politikaları konusunda Jean<br />

Monnet Kürsüsü Profesörüdür.<br />

Ayrıca Merkez, <strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong>’nin resmi yayınlarını toplayan ve<br />

sistematik olarak düzenleyen <strong>Avrupa</strong> Dokümantasyon Merkezi’ne<br />

(ADM) ev sahipliği yapmaktadır. ADM, öğrencilerin, uzmanların ve<br />

konu ile ilgili kişilerin AB konusundaki materyal ihtiyacını karşılamak<br />

201


202<br />

AB Ülkelerinden <strong>Türkiye</strong>’nin Üyeliğine Bakış<br />

amacıyla kitap, rapor, koleksiyon, süreli yayınlar, broşür, istatistikler ile<br />

<strong>Avrupa</strong> <strong>Birliği</strong> Resmi Gazetesi’nin tüm koleksiyonunu<br />

bulundurmaktadır.<br />

AÇM, tüm bu özellikleri yapısında bir araya getirerek, <strong>Avrupa</strong><br />

bütünleşmesi ve genişleme süreci konusundaki çeşitli araştırmalar ve<br />

disiplinlerarası yaklaşımlar için önemli bir buluşma noktası olmaya<br />

devam etmektedir. Bu anlamda, Merkez, ulusal ve uluslararası<br />

düzeylerdeki politika yapıcılar, akademisyenler ve uygulamada yer alan<br />

uzmanlar arasında <strong>Türkiye</strong>-AB ilişkilerinin geleceği bağlamında odak<br />

noktası olarak rol almaktadır.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!