08.12.2016 Views

EYLÜL 2016 Dijital

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Fıskiyeli havuzun güneyinde sıralı üç büyük çınar vardı.<br />

Soldakine bakmak için yükselirken kulağıma gelen<br />

ağlamaları takip ederek en sağdakine doğru yöneldim.<br />

Güçlü bir kolun ortasındaki dalların üzerindeydi yuva.<br />

Yavrular sanki annelerinin dönüşlerini hızlandıracakmış<br />

gibi aralıksız bağırıyorlar, düzensiz olarak da parmağımdan<br />

küçük ağızlarını açıp dillerini çıkarıyorlar. Üçünün de<br />

gözleri açılmamış, tüysüz keratalar. Kanatlarının olması<br />

gereken yerde kabartı var hepsi bu. Açlıklarını gidermek<br />

için yanımda getirdiğim simidin bir parçasını çıkarıp<br />

verdim, yiyemediler. Susam vereyim diyorum bir türlü kakıp<br />

da denk getiremiyorum. Annelerinin acelesine bakılırsa<br />

fazla zamanım yok, bir şekilde onları beslemem gerekiyor.<br />

Aklıma anne serçenin topladığı pizza artıkları geldi. Ben de<br />

İstiklal’deki ilk pizzacının kapısına uçtum. Sadece bir insan<br />

görünce açılan kapı açıldığı gibi içeriye daldım. Pizzacının<br />

müşterileri hayatlarında ilk defa gördükleri bu sahneyi ağız<br />

dolusu tepkilerle karşıladılar.<br />

- ‘’Martılar da iyice zıvanadan çıktılar artık. Şuna<br />

bak! Gelip bizimle masada yiyecek neredeyse’’.<br />

Yemesine yerim aslında ama acelem var. Bu yüzden masalarından<br />

toplayabildiğim kadar mısır toplayıp kapının<br />

açılmasını beklemek için sorti yapmaya başladım. Mekân<br />

alışılmadık ölçüde basık olduğundan ne kadar yüksekte de<br />

olsam ulaşılabilir bir vaziyetteydim. İşletmecinin aceleyle<br />

tuvaletten getirdiği paspas ile bana vurma şansı vardı.<br />

Sadece insanlara açılan kapının önüne artık bir insan<br />

gelmeliydi. Tam altı tur atmama rağmen kapıya uğrayan<br />

olmadı. İstiklal Caddesi’nin ortasındaki bu pizzacıya iki<br />

dakikadır hiç kimsenin gelmemesine şaşırmadım. İçerisi<br />

tıklım tıkış, insanlar oturmak için birbirlerinin üstüne<br />

çıkıyor, para alan ile yemek veren adam aynı yerde farklı bir<br />

iş yapacakmış gibi dönüp duruyor. İnsan böyle bir yere<br />

ancak bir kere gelir. İşte o ilk gelecek olanlardan da ümidi<br />

kesme zamanı geldi. Çünkü işgüzar bir müşteri beni haklamak<br />

için devreye girdi. Kendisi işletmeciden en az iki kafa<br />

uzun ve paspası beynime indirebilir. Başka çarem<br />

kalmayınca merdivenlerin olduğu tarafa gidip üst kattan<br />

bir çıkış aramaya karar verdim. Aman Allah’ım bu nasıl<br />

merdiven? Aynı anda sadece bir insan kullanacak<br />

büyüklükte. Fazladan bir martıya bile yer yok. Bereket bu<br />

sırada bir kadın yukarı çıkıyordu da ensesini takiben ben de<br />

yukarı çıkabildim. Yukarı kat aşağıya göre daha ferah<br />

olmasına rağmen pencereler kapalıydı, kaçacak bir yer<br />

bulamadım. Merdiven boşluğundan, elinde sancağıyla<br />

uzun boylu müşteri de belirdi. Çare yok, tekrar alt kata<br />

uçmak için müşterinin hamle yapamayacağı masaların<br />

üzerinden, gözümü kapatıp merdiven boşluğuna daldım.<br />

Kimseyle çarpışmayınca da gözümü açıp kapıya baktım.<br />

Bu kez kapıya doğru gelen bir aile vardı. Çarşaflı kadın<br />

kapıya yöneldi ama yanındaki adam onu geri çekti. Buna<br />

rağmen çocukları kapıya adım atınca, otomatik kapı açıldı<br />

ve dışarıya çıkabildim.<br />

Bu yaşıma kadar uçtuğumun en hızlısını uçtuğuma yemin<br />

edebilirim. Çınarın yapraklarından bir kaçı süratimden<br />

kopup yere süzüldü. Yuvanın tepesine geldim, cüssemden<br />

çekindiğim için yuvaya basmayıp hemen yanındaki irice<br />

dala tutundum. Yavrulardan biri hiç ses çıkarmıyor ağzını<br />

açmış öylece duruyor. İlk ona verdim ağzımda ezdiğim<br />

mısır tanesini. Tırnak ucum kadarını yutabildiğini görünce<br />

sevindim ama gerisini yiyemedi. Diğerleri ise hiç yiyemediler.<br />

Bir şeyleri doğru yapmadığım belliydi. Aklıma Taklacı<br />

güvercin geldi. Onların yiyeceklerini insanlar verdiği için<br />

her çeşidi bulmak mümkündü. Yuvayı tek başıma bizim<br />

semte taşıyamayacağım için yavruları biraz daha bekletmeyi<br />

göze alarak bizim çatıya uçtum. Yolda bir serçe<br />

görmek için gözlerimle yol boyu taradım. Fakat kimsecikler<br />

yoktu. Çatıya geldiğimde Cevdet Abi ile beraber iki arkadaş<br />

daha oturuyorlardı. Yanlarına gidip, durumu anlattım.<br />

Cevdet Abi yanlış yaptığımı belirten bir ifadeyle kaşlarını<br />

ortada buluşturdu:<br />

- ‘’Kırca kardeşim yuvaya dokunulmaz! Hem<br />

babası vardır onların yuvalarının yerini değiştirirsek<br />

bulamaz’’ dedi. -‘’Babası benim’’ dedim.<br />

Mahalleden arkadaşları yanıma alıp yola düştüm. Cevdet<br />

Abi ise Taklacıyı bulmak için Kasımpaşa’ya gitti. Çınarın dal<br />

ve yapraklarına, yuvayı taşırken çarpma olasılığımızı<br />

ortadan kaldırmak için önce alçak uçuşla parktan çıkmayı<br />

sonra yükselip semte gitmeyi planladık. Hala<br />

endişelendiğim bir şey vardı. Uçarken birbirimizle aynı<br />

ritimde uçamazsak sallanan yuvadan yavrular düşebilirdi.<br />

Bu yüzden çöpte uçuşan market poşeti ile yuvanın üstünü<br />

örtmeye karar verdik. Nihayet yuvayı yerinden oynattıkça<br />

yavrular çıldırır gibi bağırmaya başladılar. İçim kıyılsa da<br />

bu halde üstlerine poşeti geçirdim. Arkadaşlar iki yanından<br />

kaptıkları yuvayla alçak uçuşa geçtiler. Uyumlarına diyecek<br />

yoktu. Zaten bu ikisi çocukluktan beraber büyüdüler.<br />

Birbirlerini en iyi tanıyan iki martı desem abartmış olmam.<br />

Ben de tam altlarından ve bir boy gerilerinden onları takip<br />

etmeye başladım. Parktan çıkınca Kuleye doğru caddeyi<br />

dikey kesen sokakların üzerinden yükselerek devam ettik.<br />

Dolunay, önümüzde yol gösterir gibi parlıyordu. Çatıya<br />

gelmemize iki sokak kala yuvayı taşıyan arkadaşlar önce<br />

birbirlerine baktılar sonra da kanatları sabitlediler. Bir<br />

esinti gibi iki sokak boyunca alçalıp öylece kondular<br />

yastıkların üzerine. Geldiğimizde Cevdet Abi ve Taklacı da<br />

bizi bekliyordu. Önlerinde yuvayı tepeleme dolduracak<br />

kadar yem vardı. İlk defa gördüğüm mor, yeşil, kırmızı<br />

yemler bile vardı. Yavrular en çok da yeşil olanları yediler.<br />

Diğer ikisine göre daha cılız olana Alaca adını verdik.<br />

Diğerleri adlarını, onları taşıyanlardan aldılar: Ahmet ve<br />

Mehmet. İnsanlar kendi yavrularının leylekler tarafından<br />

getirildiğini söyleyip çocuklarını kandırırmış.<br />

‘’Ben de yalan yok, yavrularıma onları<br />

martıların getirdiğini anlatacağım.’’<br />

<br />

15<br />

<strong>EYLÜL</strong> <strong>2016</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!