18.10.2020 Views

Febisa Dergisi Sayı 5

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

“Çünkü içten duyulan şeyler hep yanlış anlaşılır.”


Febisa

Liselilerin Aylık Felsefe, Bilim ve

Sanat Dergisi

Yıl 1 Sayı 5

Ekim 2020

Genel Yayın Yönetmeni ve

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

Yayın Yönetmeni

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

Yayın Danışma Kurulu

Tunakan Pullu

(Felsefe)

(tunakanpullu2003@gmail.com)

Sarp Ünan

(Felsefe)

(Sarpunan@hotmail.com)

Taha Emre Kurt

(Bilim)

(kurttahaemre@gmail.com)

Murat Taşdemir

(Sanat)

(muraattasdemir@gmail.com)

Yusuf Çetin

(Sanat)

(yusufcetix@gmail.com)

Editörler

İbrahim Durmuş

(Genel Editör)

(theriver9393@gmail.com)

Tunakan Pullu

(Felsefe Bölümü Editörü)

(tunakanpullu2003@gmail.com)

Taha Emre Kurt

(Bilim Bölümü Editörü)

(kurttahaemre@gmail.com)

Yusuf Çetin

(Sanat Bölümü Editörü)

(yusufcetix@gmail.com)

Grafik Tasarım

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

İletişim

internet sitesi www.febisa.com

e-posta adresi

febisadergisi@gmail.com

Felsefe, bilim ve sanat konularını liselilerin bakış açısından

sizlere ileten bu aylık dergi, beşinci sayısını gururla sunar. Bu sayıda

felsefe ve bilim bölümlerinde denemeler; sanat bölümünde

şiirler, fotoğraflar ve öykü göreceksiniz.

Febisa, hiçbir dünya görüşüne, insana, siyasi fikre veya kuruluşa

bağlı olmayan, özgür bir şekilde felsefe, bilim ve sanat

dallarında içerik üreten, ürettiklerini e-dergi olarak yayımlayan

liseli topluluktur. Febisa’nın amacı, bahsettiğim üç ana daldan

liselilerin -gençlerin- görüşlerini ön plana çıkarmaktır. Ancak

kimsenin sözüyle hareket etmememiz, yazdığımız yazılarda

görüşümüzün olmayacağı anlamına da gelmez. Dergi zaten

“liselilerin” görüşlerini ön plana çıkarmak için vardır. Bundan

dolayı yazarlar yazdıklarında subjektif davranabilirler. Derginin

zaman içerisinde büyümesine bağlı olarak deneme sayıları da

artmakta. Buna bağlı olarak farklı yazarların farklı fikirlerine

yer vermekteyiz. Bu, derginin toplu olarak bir çatı altında bağlı

kaldığı bir ideoloji olduğunu göstermez. Aksine tüm bunlar

yazarların bireysel görüşleridir. Yapabileceğiniz eleştirileri veya

şikayetleri bu yüzden dergi üzerine değil yazarlar üzerine yapmalısınız.

Yazarlar yazdıklarından sorumludurlar.

İnsanlara, içinde oldukları dönemdeki liseli gençlerin nasıl

ve ne düşündüğünü göstermek ve insanların, yeni gelen nesiller

hakkında bilgi sahibi olabilmeleri temel amacımızdır. Derginin

üç ana konu hakkında bulunan yazılarına ve diğer kayıtlarına

olan eleştirel bakış açınızı, bizim liseli gençler olduğumuzu ve

akademik yazı yazma amacımızın olmadığını düşünerek yapınız.

Bizlerin gençlik çağlarında yaptığı bu atılım, her ne kadar

amatörce olsa da kendimizi geliştirme açısından hayatımızda

minik, güzel bir yer tutabileceğini düşünüyoruz. Verdiğiniz her

türlü destek için sizlere en içten şekilde teşekkür ederiz.

Projemiz devam edebildiği kadar devam edecektir. Bu dergi,

gençlerin dergisi olarak kalacaktır. Bundan dolayı liseyi bitiren

yazarlarımız yerlerini yeni liselilere bırakacaktır.

Fazladan merak ettiklerinizi, dergiyi yayımladığımız internet

sitesinde veya bizle iletişime geçerek öğrenebilirsiniz.

Saygılarımızla,

İbrahim Durmuş

Yayım Tarihi 10.10.2020


İçindekiler

Çıkar-3 (deneme)

İbrahim Durmuş - sayfa 3-5

Hakikatin Dayanılmaz

Ağırlığı Altında Mutluluk

(deneme)

Ali Özçelik - sayfa 6, 7

Büyük Patlama’nın Tarihçesi

(deneme)

Yiğit Sevim - sayfa 8-11

Tanrı ve Bilim (deneme)

Taha Emre Kurt - sayfa 12-14

Ceset Günlüğü (öykü)

Dağçin Turgut - sayfa 15

Milenyum (şiir)

Efe Erbaş - sayfa 17

Kundakçı (şiir)

Efe Erbaş - sayfa 18

Kusur (şiir)

Yusuf Çetin - sayfa 19

Son Gülen (şiir)

Yusuf Çetin - sayfa 20

Fotoğraf (fotoğraf)

Efe Erbaş - sayfa 17

Fotoğraflar (fotoğraf)

Muhammet Ali Kaya - kapak,

sayfa 16, 18, 19, 20


febisa dergisi

Çıkar-3

Giriş

Önceki sayıda kurduğum plana göre bu yazıda devletten ve bu felsefenin ontolojisinden bahsetmem

gerekiyordu. Ancak bir süre düşündükten sonra devlet konusunun fazlaca geniş olmasıyla

beraber kavramların arasına eklenilmesi gereken birkaç şeyin olduğunu gördüm. Bu sayıda

özgürlük, korku, intihar tanımlarını ekleyip vicdan tanımını genişleteceğim. İncelediğim

kavramlarla insanın her hareketinde çıkar yatıp yatmadığını daha ayrıntılı olarak ele alacağım.

“Doğal ve Sağlıklı Farkı” ne kadar gerekliydi bilmiyorum ancak olmasında pek bir zarar yok diye

ekledim.

Eklemeler

Doğal ve Sağlıklı Farkı

Bu farkın tanımlanması insanın her hareketinde çıkar yatıp yatmadığını anlamakta bize yardımcı

olacak. Olagelen her eylem kendisini oluşturabilecek şartların bir ihtimali olduğundan

doğaldır. Doğal olmaması için ihtimaller arasında yer almayan bir şekilde olması gerekir ki bu

da imkânsızdır. Evrendeki her şey bu tanımdan anlaşılabileceği üzere doğaldır.

Her şey doğaldır ancak her şey sağlıklı değildir. Öncelikle sağlık kelimesini kullanabilmemiz

için canlılığın olması gerekiyor. Sağlık, fiziksel zihinsel yani sahip olunan her durumsal işlevi

gerçekleştirebilen, referans olarak bilinen ortalama düzeye göre iyi olandır. Bilinen düzey çoğunluksa

tanımlanan sağlık, bilinmeyen işlevleri gerçekleştirmemesine rağmen var sayılabilir.

Bu da tam olarak kendisini bilmeyen bir canlının kendi hakkında sağlıkla ilgili varsayabileceği

durumların hatalı olabileceğini gösterir. Örneğin dünyada herkes zihinsel olarak geride olsaydı

bizim için normal ve sağlıklı gözüken durum, anlayamayacağımız beynimiz için düşük bir

seviyede olurdu. Buna göre de diyebiliriz ki sağlık belli bir algıya sahip olsa da referansa göre

değişebilir. Bir birey için sağlıklı olan başkası için olmayabilir ancak bu herkesin aynı kabul edebileceği

bir sağlık çizgisini oluşturur mu? Herkes için aynı bir çizgi olsaydı her hasta durumunu

biliyor olacaktı. Ancak bazı zihinsel engelliler sağlıksız olduğunu bilmiyor ve büyük ihtimalle

kendilerine göre sağlıklılar. Öyleyse mutlak bir sağlık kavramı yok. Ancak çoğu kişinin kabul

görebileceği bir çizgi var. Bunu da kendi “sağlık” tanımımız sayabiliriz. Özetle çıkar gibi sağlık

da bakış açısına bağlıdır. Ancak çıkar kadar serbest değildir.

Fiziksel açıdan sağlıklı olmayan bir şey zihinsel açıdan sağlıklı olabilir. Biri için sağlıklı olan

başkası için sağlıklı olmayabilir iyi kötü gibi. (Birinin bir çıkarını karşılayan diğerininkini karşılamayabilir.)

Sağlık kavramı çıkar gibi ikiye ayrılır. Yine onun gibi canlılığın her hareketinde

3


fe l s efe

bulunur. Ancak insanın her hareketinde sağlığı, çıkarı gözetme yatmayabilir. Bu da özgürlük

kavramını doğurur.

Özgürlük

Özgürlük yapabileceğimiz eylemlerin kısıtlanmaması, gözümüze batmayacak kadar fazla olabilmesi

ve serbestliktir. İnsan hem birçok canlıdan özgür hem de kısıtlanmıştır. İnsan öylesine

özgürdür ki kendi bile bunu bilmemek için çabalar. İnsan, kendini yok edebilecek kadar özgür

olduğu için insandır.

Fazla özgürlük veya gerçek özgürlük insanı sağlıklı olandan uzaklaştırabilir. Büyük çıkarını

karşılamasını engelleyebilir. Mutlu olsa da vücudunda bir uzuvu kaybedebilir. Bu da küçük çıkarı

karşılamaktır. Çıkarı karşılamamak sağlıksız olmayı getirir. Sağlıksız olan da evrimde elenir.

Çünkü ortada çıkara karşı koyabilecek, bir yasaya karşı koyabilecek irade vardır. Onun sağlıksızlığa

gidebilecek bu serbestliği vicdan, korku gibi doğal engelleyicilerle kısıtlanır. Doğanın

getirdiği kısıtlayıcıların dışında insanların kendi elleriyle yaptıkları kısıtlayıcılar da vardır. Ahlâk

buna örnektir. Zaten ahlâk vicdana doğrudan bağlıdır. Korkuyla oluşturulan ahlâklar cezayı

(korkuyu, vicdanı, empatiyi) öne çıkartırken farkındalıkla oluşturulmuş ahlâklar ödül almayı

(mutluluğu) öne çıkartır.

Sağlıklı olmamayı seçebildiği için fazla özgürlük çeşitli duygularla doğa tarafından cezalandırılır.

Bu ceza ölüm yani intihar bile olabilmektedir. Ceza diyorum ancak burada kastım elbette

insan gibi varlıkların koyabildiği cezadan çok evrimsel süreçte acı çektirenden uzak durmayı

gerektirebilecek olandır. Parmağımıza sıcak bir şey değdiğinde uzak durabilmemiz için reflekslerimizin

ve acı hislerimizin oluşması gibi.

Fazla özgürlük ve az özgürlük gerçek manada insanı öldürür. Korkusu, çoğu çıkarı olmayan

bir insan düşünün. Toplumda böyle birkaç tane olduğunda bile düzen bozulmaya başlıyorken

herkesin böyle olduğu bir toplum düşünülemez. İnsan öldüreceksem, hırsızlık yapacaksam ve

korkmuyorsam, vicdanla ceza çekmiyorsam yapacaklarım hakkında düşünmem bile. Gerçekten

de özgür sayılabilirim çünkü sağlıksızı seçebiliyorum, yasaların elde etmek istemeyeceğini

seçebiliyorum. Hem insanı öldürürüm hem de toplumdaki düzeni bozarak birçok insanı kötü

hayat şartlarında yaşatabilirim. Bu yüzden özgürlük öldürür. Ve bu yüzden insan ne kadar özgür

olabileceğini bilmemelidir.

Başka bir özgürlük göstergesi ise intihardır. İntihar insan dışındaki canlıların hiçbirinde neredeyse

yoktur. Kendimizi yok edebilecek kadar özgür olmamız sağlıklıyı getiren yasaların istemeyeceği

bir şey. Belki de intihar etmeyi düşünebilecek kadar sağlıksız düşünceleri bulunan

bireylerin toplumda yok olarak düşüncelerini yayamamaları bir doğal seçilimdir. Doğanın bıraktığı

özgürlüğün dışına çıkmanın bedeli.

Korku

Korku canlının her tür çıkarı için oluşturabildiği ön sezidir. Onun sayesinde hareketlerimizi

daha mantık çerçevesinde oluşturabilir ve sağlıksız olmayanlardan uzaklaşabiliriz. Korkuyu bu

kadar önemli yapan hareketlerimizi oluşturan çıkarcılığın sonuçlarını zihinsel sağlığa bağlayarak

çok daha etkili kılmasıdır. Zihinsel sağlığa bağlama sayesinde önceki sayıda bahsettiğim

ahlâkın iradesi kavramı doğar ve bireyin hareketlerini doğal olarak bir endişe ile sorgulayabilmesini

sağlar. Her canlıda bulunabilir. En güçlü duygulardan birisidir. Çünkü olmadığında

çıkarı karşılayamayabilir veya çok daha az verimle karşılayabiliriz. Bu da sağlıksız olmayı getirir.

Kanunların elde etmek isteyeceği en son şeylerden birisini engellemek için vardır. Korku o kadar

güçlüdür ki ızdırabı veya can sıkıntısını engellemek için sonuçta çekilecek acıdan daha fazlasını

4


febisa dergisi

çektirebilir. Her çıkar türüyle, çıkar kavramıyla bağlantısı vardır. Bu da onu çok güçlü bir duygu

haline getiren etkenlerden birisidir.

Çıkarda bulunan her tür korkuda da vardır. Bu türler doğal olarak var olabileceği gibi sonradan

da bireyde yer alabilir, etkisi artabilir. Bunlar tamamen yetiştirilişteki çıkarların hayatta

kapladığı yere bağlıdır. Örneğin Anadolu’da fazlaca olan sosyal statü korkusu, orada yetişen bir

çocuğa da fazlaca etki edebilmekte böylece çocuğun normal bir bireyden daha fazla sosyal statü

korkusu olabilmektedir. Bu da normalden farklı şekilde bireyin hareketlerinden gereksiz bir endişe

duyabilmesini doğurur. Kısaca bireyin büyüdüğü yere, büyüme şekline göre ağırlık verdiği

korkuları ve böylece çıkarları değişebilmektedir.

Korkunun yan etkilerinden birisi hareketleri fazlaca kısıtlayabilmesidir. Belli bir kısıtlama

özgürlükte de bahsettiğim üzere gereklidir ancak sağlıksız ortamlarda yetişen bir insanın gelecekteki

hareketlerinde başkalarına fazlaca olumsuz etki edebilecek olması, korkunun gerekli

olmasının yanında dozunun da oldukça önemli olduğunu göstermektedir.

Korkunun bu kadar güçlü bir duygu olması onu nihayetinde büyük bir silah yapabilmektedir.

Eğer insanları kullanmak, yönetmek istiyorsanız en büyük korkularını bulup onlara yönelik

hareket etmeniz yeterli olacaktır. Bu bilgiyi göz önüne alırsak şu sonuca ulaşabiliriz: Eğer yaptığımız

eylemleri sırf korkularımızdan dolayı yapıyorsak kullanılıyor olma olasılığımız yüksektir.

Bu duygunun güçlülüğü ona maruz kaldığımızda sağlıklı düşünebilmemizi kısıtlayabildiği için

ondan çıkmamız da zordur.

Vicdan

Vicdan, özgürlüğü kısıtlamanın empatiyle geliştirilmiş halidir. Empatide de hayali kurulabilen

bir korku gerçekliği olduğundan dolayı bunun da özünde korku olduğunu söyleyebiliriz.

Doğadan gelen bir ahlak söz konusudur. Yani özgürlük, doğa tarafından kısıtlanması gerekilen

bir şey olarak görülür haklı olarak.

Sonuç

İnsanın doğa için sağlıklı olmayanı seçebilmesi onun hareketlerinde birçok canlıdan özgür olduğunu,

yine insanın bu özgürlüğünde sağlıklı olanın yakalanabilmesi için yasaların kısıtlamaları

olması onun birçok canlıdan daha kısıtlanmış olduğunu gösterir. Hayvanın ahlâka ihtiyacı

olamayacak kadar özgürlüğü kısıtlıdır. İnsanın da ahlâkla ve vicdanla özgürlüğü fazlasıyla kısıtlıdır.

Özgürlük kapasitesinin arttığı oranla kısıtlanma da artmalıdır ki sağlıklı olan işleyebilsin.

“İnsanın her hareketinde çıkar var mı?” sorusuna gelecek olursak: Çıkarı tercih etmemek sağlıklı

olabildiği gibi sağlıksız da olabilir. Sağlığın değişken bir kavram olmasının yanında belli bir

çizgiye sahip olduğunu da biliriz. Ben vücudumu aç bırakarak (belli bir çizgiye göre sağlıksız)

savunduğum görüş için kendimi öldürürsem gururumu yani benim için zihinsel sağlık olanı

korumuş olurum. Yine bir çıkarım için can veririm. Acı çeken birisinin intihar etmesi de acısını

bitirmek içindir. İntihar gibi en uçlarda olabilecek bir hareketin bile çıkar taşıyor olması onun

öncesinde yatan eylemlerde de çıkar yattığını gösterebilir. Yani her harekette çıkar yatıyor diyebiliriz

her ne kadar anlamsız ve basit gözüken olaylar olsa da. Bireyin çıkarını okuyamadığımız

onun çıkarının olmadığını göstermez hele de çok karmaşık canlılar olduğumuzu varsayarsak.

İkinci bir yol şu: Bir eylemi gerçekleştirmemizin sebebi her zaman temelde çıkarda yatar.

Eğer çıkarsız olabilseydik hareket etmez, eylem gerçekleştirmeyebilirdik. Çıkarsız olan bir varlık

eylem gerçekleştirmezdi çünkü buna gerek yoktur. İnsan eylemsiz kaldığında yok olacağından

hareket etmek zorundadır. Özetle eylem gerçekleştirmediğinde yok olmayan bir canlı çıkarsızdır.

Her canlı eylem gerçekleştirmediğinde yok olacağına göre her canlının her hareketinde çıkar

vardır. Bu kendi sonunu getirmek de olsa.

İbrahim Durmuş

5


fe l s efe

Hakikatin Dayanılmaz Ağırlığı Altında Mutluluk

Yüzyıllardır insanın peşini bırakmayan “Nasıl mutlu olurum? Ne beni mutlu eder? Cahillik

mutluluk mudur?” sorularını zaman zaman biz de kendimize sormuşuzdur, ben de bu konu hakkındaki

fikirlerimi yazdım.

Yazıya başlamadan önce mutluluk kavramını açıklamakta fayda var. Ayrıca yazımda mutlu

kişi ve mutsuz kişi ifadelerini kullanırken, hayatlarında genel olarak nasıl hissettiklerini ifade

ediyorum. Mutlu kişi kimi zaman mutsuz hissedebileceği gibi, mutsuz kişi de kimi zaman mutlu

hissedebilir. Mutluluğu; insanın bir şeyi başarma, bir isteği veya özlemi yerine getirdiğinde duyduğu

sevinç olarak tanımlıyorum. Ayrıca unutmayın ki bu bir zihinsel durumdan çok, beynin

salgıladığı birkaç hormondan ibarettir.

Beyin, biz belirli istekleri yerine getirdiğimizde, yapılan eylemin istikrarını korumak amacıyla

mutluluk hormonu salgılar. Ancak bu durum her zaman böyle devam etmez. Biz ne kadar

başarılı iş yaparsak yapalım, beyin her zaman bizden daha başarılı işler beklemektedir. Bu yüzden

belli bir yerden sonra eşit derecedeki başarılar (Burada başarının derecesini, onu gerçekleştirmek

için harcanan enerjiye göre karar veriyorum) beyni daha az mutlu, bir süre sonra da

neredeyse hiç mutlu etmez. Tahmin edilebileceği gibi sürekli olarak bir şeyler başarmak zordur.

Peki öyleyse kimler daha mutludur?

Bu soruyu basit insanlar (hakikate uzak olan insan) şeklinde cevaplandırıyorum. Çünkü kişi

ne kadar hakikatten uzaksa, dünyaya olan bakış açısı da o kadar dardır. Bu da onun sahip olduğu

bilgilerin ve onu işleme biçiminin zayıf olduğuna işarettir. Basit insanın başarıları ne kadar

küçük olursa olsun, bu onu mutlu etmeye yeter. Bunlar az gelince de biraz daha büyük başarılar

elde eder. Fakat bu başarılar genellikle kompleks insanın (hakikate yakın olan insan) gerçekleştirdiği

veya arzuladığı başarıların yanında çok küçük kalır. Bunu örneklendirecek olursak; basit

insan, kahvaltıda yaptığı yumurtadan veya okuduğu romandan mutluluk duyabilir. Fakat kompleks

insan bunlarla mutlu olamaz. Çünkü beyinleri bu olayları birer başarı olamayacak kadar

basit görür. Onları; felsefi bir metni kavramak, hayata anlam yüklemek, bir buluş yapmak gibi

büyük ve bir o kadar da zorlayıcı şeyler mutlu eder. Bunu da sürekli olarak gerçekleştiremeyeceği

için, kimi zaman da başarısız olacağı için mutsuz olur.

Kompleks insanların mutsuz olmalarının bir diğer nedeni ise hakikatin getirdiği ağırlıktır.

Çünkü onlar hakikate asla erişemeyeceklerinin bilincindedirler, bu da onları doğal olarak mutsuz

eder. İnsan gibi basit bir varlığın anlamlandıramadığı, belki de daha varlığından bile haberdar

olmadığı birçok kavram varken insan nasıl huzurlu olabilirdi ki? Özellikle de bu konuyla

sürekli iç içe olan kompleks insan nasıl huzurlu olabilirdi? Peki öyleyse kompleks insanlar mutsuzlukla

mı lanetlenmişti?

Kısmen öyle olsa da bu insanların da mutlu olması için yollar vardır. İnsan bazı durum, eylem

6


febisa dergisi

olgu ve hakikati reddetmeden bunları görmezden gelecek bir düşünme şekli oluşturursa (stoacılık

buna büyük bir örnektir) kendi tanımımla, kendini kör ederse mutluluğa yaklaşmış olur. Bu

ne kadar hakikat arayışı için yanlış bir yol olsa da, kişi mutlu olmak istiyorsa bu bedeli ödemelidir.

Bu bedeli ödeyen insanları kör insan olarak tanımlıyorum.

“Tabii acı çekeceksin, görmenin bedelidir bu.”

-Nietzsche Ağladığında, Irvin D. Yalom

Nietzsche ve Schopenhauer gibi insanlar görmek uğruna mutsuz olan kişilerdendir diyebiliriz.

Bu insanları gören insan olarak tanımlıyorum.

“Aklı başında olan kişi mutluluğun değil, acı vermeyenin peşindedir.”

-Nikomakhos’a Etik, Aristoteles

Aklı başında insanlar (gören insanlar), mutluluk peşinden koşmayı anlamsız bulurlar. Bu alıntıdan

anlaşılacağı gibi Antik Yunan’da bile ilk izleri olduğunu görebiliriz.

Kompleks insan, kör olmadan da mutluluğa yaklaşabilir. Bu yolun ise sanattan geçtiğini düşünüyorum.

Bu konu hakkında Nietzsche’den bir alıntı yapmak istiyorum.

“Gerçeklerden ölmemek için sanata sahibiz”

Nietzsche’nin bu sözü sanatın ne kadar kurtarıcı bir uğraş olduğunu vurgular. Kendisi de sanatla

iç içe birisiydi, hayatı boyunca bestelediği müziklerden rahatça anlayabiliriz. Sanat, gören

insanı kısa süreli olsa da rahatlatır. Bunu yaşamın bir parçası haline getiren kişinin ise daha mutlu

olacağı kesindir.

Ali Özçelik

7


b i l i m

Büyük Patlama’nın Tarihçesi

Giriş

20. yüzyıl kozmolojinin altın çağını yaşadığı bir dönemdi. İnsanoğlunun evrene karşı bakış

açısının rasyonel bir biçime büründüğü bu dönemde çeşitli kuramlar ve gözlemsel keşifler ile

kozmoloji adeta bir çağ atlamıştı. Ben de bu dönemin en büyük kazanımlarından biri olan Büyük

Patlama’nın tarihçesini derginin bu ayki sayısında yazmaya karar verdim.

Kozmoloji, Büyük Patlama Teorisi öncesi karmaşa halindeydi gelen son veriler evrenin, tespit

edilen en yaşlı yıldızdan genç olduğunu belirtiyordu yani bilimsel bir olanaksızlık mevcuttu.

Gelen veriler evrenin 8 ile 12 milyar yıl aralığında bir yaşta olduğunu gösterirken bazı akademisyenler

en yaşlı yıldızın 14 milyar yaşında olduğunu iddia ediyordu. Arizona Üniversite’si öğretim

üyesi Christopher Impey bu konuyla “Annenden yaşlı olamazsın.’’ diye alay ediyordu. Tartışma

sadece kozmologlar arasında da kalmamıştı Time dergisinin 6 Mart 1995 tarihli sayısında sarmal

bir gökada olan Messier100’ü gösteren kapağı “Kozmoloji Kaos İçinde’’ iddiasını taşıyordu.

Kozmolojiyi bu kaostan kurtaracak kişiler ise Georges Lemaitre, Edwin Hubble, George Gamow

ve Fred Hoyle’du.

Edwin Hubble

1899 yılında doğan Hubble gökyüzüne aşırı derecede ilgiliydi kariyerini de kozmoloji alanında

planlıyordu ancak avukat ve sigortacı olan babası ona üniversitede hukuk okuması yönünde

baskı yapıyordu. Babasına bu konuda karşı çıkamayan Hubble aldığı saygın bir bursla Oxford’da

hukuk okumaya hak kazandı fakat 1913’te babası ölünce kariyerinde cesurca bir değişiklik yaparak

astronomiye yöneldi bir süre sonra da Chicago Üniversitesi’nin laboratuvar asistanı olarak

Mount Wilson gözlemevinde çalışmaya başladı. Hubble çalışmalarına devam ettiği sırada kozmolojide

yeni bir tartışma ortaya çıktı. Harvard gözlemevi yöneticisi Harlow Shapley ile Lick

gözlemeviden Heber Curtis arasında “Evrenin Oranı’’ temalı bu tartışmada, Shapley evrenin

Samanyolu Gökadası’ndan oluştuğunu iddia ediyor Curtis ise Samanyolu’nun dışında sayısızca

sarmal bulutsu adı verilen puslu girdap demetleri olduğuna inanıyordu. Hubble tartışmaya dâhil

olmasa da bu çatışma onun da ilgisini çekmişti. Bu sıralarda Andromeda Gökadası’na yoğunlaşan

Hubble Andromeda Gökadası’nda belirli periyotlarla parlaklığı değişen bir değişken yıldız

buldu. Bu yıldız, o zamanlarda Henrietta Leavitt tarafından üzerinde çalışılan atınım döngüsüyle

parlaklık arasındaki ilişkiyi açıklamakta büyük önem taşıyordu. Çünkü bulunan atınım

döngüsü yıldız parlaklığını, parlaklık ise bize yıldızın uzaklığını veriyordu. Bu uzaklık hesabı

yıldızın bulunduğu Andromeda Gökadası’nın başlı başına bir gökada olduğunu gösterdi sonraki

8


febisa dergisi

zamanlarda ise gökadaların sayısı arttı ve Samanyolu Galaksi’mizin bu uçsuz bucaksız evrende

gökadalar seması içindeki tek bir gökada olduğu anlaşıldı.

Galaksilerin keşfi her ne kadar insanoğluna evren haritası çıkartmakta yardım etse de bizi

Büyük Patlama’ya götüren asıl yol evrenin genişlemesiydi. Peki evrenin genişlediği nasıl oldu da

yine Hubble tarafından fark edildi. Hubble uzaktaki gökcisimlerinin hızını ölçmek için cisimlerin

yaydıkları ışıktaki değişimi ölçmesi gerektiğini kısacası Doppler etkisini biliyordu. Doppler

etkisi frekanstaki değişim ile hızı tespit etmemizi sağlar bu yöntem polislerin kullandığı radarlarda

da bulunur. İşte Hubble da tam bu işlemi yıldızlara uyguladığında dalga boyunun büyüdüğünü

fark etti kısacası yıldızlar bizden uzaklaşıyordu. Aslında bu yöntem 1912’de Amerikalı Astronom

Vesto Slipher tarafından kullanılmış ve gökadaların bizden hızla uzaklaştığı gösterilmişti

fakat yinede asıl verileri insanlığın hizmetine Edwin Hubble sundu.

Georges Lemaitre

Galaksilerin bizden uzaklaştığı bilgisi bazı bilim insanlarını tüm her şeyin tek bir noktadan

başladığı kısacası başlangıcı olan bir evren fikrine yaklaştırdı. Bu bilim insanlarından biri olan

Louvine Üniversitesi gökbilim profesörü ve aynı zamanda bir rahip olan Georges Lemaitre gazların

sıkıştıkça ısındığından, evrenin başlangıcının inanılmaz sıcaklık ve yoğunlukta olan bir

süper atom olması gerektiğini sonrasında ise aniden dışa doğru patlayarak Hubble tarzı genişleyen

evrene yol açtığını öne sürdü. Ancak onun bu fikri pek önemsenmedi hatta Einstein’ın Genel

Görelilik Kuramı’nı anlayan ilk 3 bilim insanından biri olduğu iddia edilen Arthur Eddington

bile bu fikre inanmadığını ve kendisine itici geldiğini söyledi.

George Gamow

Alexander Friedmann’ın öğrencisi olan Gamow, eğitimini Leniningrad Üniversitesi’nde gördü.

Fizik adına birçok öğretici ve eğlenceli kitaplar yazdı. Mizacı bakımından şakacıydı kaleme

aldığı birçok karikatürü vardı. Eğitim yıllarını tamamladıktan sonra ise Kopenhag’a gitti orada

Niels Bohr gibi dönemin önde gelen fizikçileri ile tanıştı. Sonraki yıllarında ise kuantum tünellemesi

olgusunu kullanarak alfa bozunumunu açıkladı ve radyoaktivitenin temel sorunlarından

birini çözdü. Bu başarısının bile o dönemde birçok kişi tarafından Nobel’e layık olduğu söylendi

ancak aday gösterilmesine rağmen Nobel’i kazanamadı. Gamow 1940’larda ise gözünü kozmolojiye

çevirdi amacı ise Büyük Patlama’ya dair kanıt bulmaktı. Büyük Patlama’ya dair kanıt bulmak

için Büyük Patlama’nın bıraktığı kalıntıların peşine düştü, hedefi hafif elementlerdi. Çalışmaları

sonuç verdi ve evrenin hafif elementlerinin doğumunu açıklayan nükleer tepkimeleri buldu.

Kendisi buna “Evrenin Tarih Öncesi Mutfağı’’ demeyi seviyordu. Gamow’un hesaplarından çıkan

sıcaklık evrenin %25’ini içeren helyumu üretmek için yeterliydi. Buraya kadar her şey yolunda

gidiyordu. Gamow’un kuramı hafif elemetleri açıklama da başarılıydı ancak 5 ile 8 nötron

ve proton sahibi elementler yüksek sayıda proton ve nötronu olan elementlerin üretimi sırasında

köprü görevi göremiyordu. Gamow’un kuramının bu eksikliği tüm elementlerin Büyük Patlama

sırasında meydana geldiğini açıklama hayalinin sonu oldu. Sonrasında ise Büyük Patlama’dan

geriye kalan ısının evrende hala dolaşabileceğini düşündü. Evrenin sıcaklığı üzerinde hesaplamalar

yaptı ilk tahmini mutlak sıfır noktasının 5 derece üstüydü (Bugünkü veriler evrenin

sıcaklığının mutlak sıfır noktasından 2,7 derece fazla olduğunu gösteriyor.) ancak diğer bilim

insanları ve Gamow’un yakın dostları olan Alpher ve Herman’ın yaptığı hesaplar evrenin sıcaklığının

ölçülemeyecek kadar düşük olduğunu gösteriyordu. En sonunda bu kadar zayıf olan bir

ışımayı tespit edebilecek bir araç olmadığı konusunu da düşünüp mikro dalga arka plan ışıması

konusunda ümidini kesti.

9


b i l i m

Fred Hoyle

İngiliz bir astronom olan Fred Hoyle Büyük Patlama Teorisi’nin şaşırtıcı olacak şekilde en

büyük düşmanıdır. Fred Hoyle, meslaktaşları Thomas Gold ve Hermann Boldi ile Büyük Patlama’ya

karşı oluşturdukları Durağan Durum Kuramı’nın saflarındadır. Ona göre evrenin başı ya

da sonu yoktur evren bir döngüdür. Her ne kadar Büyük Patlama’ya karşı olsa da Büyük Patlama

Teorisi için büyük önem taşıyan bir kanıtı da Fred Hoyle buldu. Bu kanıtı bulmadan önce evrenin

geçmişi hakkında tartışma yürütmek için Büyük Patlama Teorisi’nin en güçlü savunucularından

George Gamow ile BBC’nin bir radyo programına konuk oldu. Programda “Bu kuramlar evrendeki

tüm maddenin, uzak geçmişteki belirli bir zamanda tek bir büyük patlama ile yaratıldığı

hipotezine dayanıyordu.’’ diyerek farkında olmaksızın Büyük Patlama Teorisi’ne isim babalığı

yaptı. Onun bu biraz da aşağılayıcı olan söylemi teoriye yapışıp kaldı sonraki yıllarda Büyük Patlama

Teorisi savunucuları bu isimden kurtulmak için ne kadar çabaladılarsa da başarısız oldular

artık bu kuramın ismi dünyaca bilinen adıyla Büyük Patlama Teorisi’ydi. Fred Hoyle daha sonra

Gamow’un inandığı elementlerin Büyük Patlama’da oluştuğu fikri, yerine elementlerin yıldızların

merkezinde oluştuğu fikri üzerinde çalıştı böylece Büyük Patlama teorisine karşı argüman

üretebilecekti. Çalışmaları sonuç verdi ve yıldızlardaki nükleosentezi yani yıldızın merkezi içinde

olan nükleer tepkimeleri açıkladı. Yaptığı bu çalışmalar fark etmeksizin olsa da Gamow’un

ağır metalleri üretememe hafif elementlerden “köprü’’ oluşturamama sorununu çözdü. Bilim

dünyasında her ne kadar Büyük Patlama’ya karşı olsa da bu kurama istemeden büyük bir katkı

sağladı. Tüm bunların yanında kendi teorisi gelen veriler eşliğinde ağır hasarlar aldı. Durağan

Durum Kuramı’nın evren tarzı evrimleşmeyen sürekli yeni madde yaratılan bir tarzdaydı ancak

bugünkü evren veriler doğrultusunda geçmişteki evrene benzemiyordu ayrıca evrendeki helyum

miktarı da Durağan Durum Kuramı’nın öngördüğüne göre daha fazlaydı bu sebepler Hoyle’un

kuramının önemini kaybetmesi yol açtı.

Sonuç

Büyük Patlama Teorisi Durağan Durum Kuram’ı ile yaptığı mücadele Arno Penzias ve Robert

Wilson adlı iki fizikçinin Bell Laboratuvarları’nda bulunan Horn Radyo teleskopu üzerinde çalışırlarken

aldıkları istenmeyen bir parazit almasıyla bitti. Bu parazitin başta bir sapma olduğu

düşünülerek bir yıldız ya da gökadadan geldiği düşünüldü ancak sonrasında teleskopun yönünün

çevrilmesine rağmen kesilmeyince yıldız veya gökadalardan gelmediği anlaşıldı. Penzias bir

ihtimal olarak bu parazitin sebebinin radyo teleskopunun ağzını kapatan kuş pislikleri olduğunu

düşündü ancak yanıldı kuş pisliklerini temizlemesine rağmen parazit daha da artmıştı. O gün

gelen parazit Büyük Patlama Teorisi’nin en büyük kanıtlarından biri olan Gamow’un zamanında

tahmin ettiği Mikrodalga Arka Plan ışımasıydı. Bu ışıma o kadar önemliydi ki sırf onun için

sırasıyla COBE, WMAP, Planck2013 uyduları uzaya gönderildi ve onların verileri ile evrenin basit

bir haritasını çıkartıldı. Sonuç olarak Büyük Patlama Teorisi’nin evrendeki helyum-hidrojen

oranı ile uyumlu olması, evrenin genişlemesi, dalga boyundaki kızıla kayma ve mikrodalga arka

plan ışıması bize Büyük Patlama Teorisi’nin evrenin kökeni açıklamakta lider bir teori olduğunu

gösteriyor.

Görüşlerim

Büyük Patlama Teorisi kozmoloji için bir viraj noktasıydı. Bu teori sayesinde 21 ve 20. Yüzyıl

kozmolojisi şekillendi, bu teori sayesinde evrenin kabataslak bir haritası oluşturuldu ancak ne

kadar başarılı bir kuram olsa da Büyük Patlama teorisi evrenin başlangıcı hakkındaki tüm sorulara

cevap veremedi. Büyük Patlama teorisi evrenin ilk anındaki ışıktan hızlı genişleme ya da

evren oluşmasından sonraki 380 bin yıl içinde yaşanan faz durumları gibi sorularda bize cevap

sunamadı. Bu soruları yanıt verememesi onun şanını azaltmaz o yine de insanlığın en büyük

10


febisa dergisi

başarımlarından biridir ancak bu teoriye sahip olmak dağın zirvesinde olduğumuzu göstermez, bizim

daha yolun başında hatta sonu görünmeyen bir dağa yeni tırmanmaya başlayan bir gezgin olduğumuzu

gösterir.

Yiğit Sevim

*Michio Kaku, Paralel Dünyalar

*Lawrence M. Krauss, Hiç Yoktan Bir Evren

*New Scientist dergisi

Kaynakça

11


b i l i m

Tanrı ve Bilim

Gödel ve Tanrı

Bu sayımızda Eksiklik Teoremi ile bilim felsefesine damga vuran, Princeton Üniversitesi’nde

yıllarca ders veren; Albert Einstein’ın sadık dostu; matematik, fizik ve felsefe alanlarında önemli

çalışmalar yapan; psikolojik rahatsızlığı nedeniyle eşinin ölümden sonra “Yemeklerimde zehir

var.” düşüncesiyle yemek yemeyi bırakıp hayata 30 kilo olarak veda eden Kurt Gödel’in ontolojik

kanıtını inceleyeceğiz.

Ontolojik Kanıt; Aziz Anselmus, İbni Sina, Descartes, Leibniz gibi önemli insanlar tarafından

kullanılan bir deist argümanıdır. Kurt Gödel bu argümanı modern bir mantık sistemi içinde

yazmayı başarabilmiştir. Yaşadığı süre içerisinde bunu yayınlamazken öldükten sonra 1987 yılında

arkadaşları tarafından ortaya çıkarılıp yayınlanmıştır. Bu karışık önermelerin doğruluğu

ilk başta ispatlanamamıştır. Sonraki yıllarda bilgisayarların da yardımıyla doğruluğu kanıtlanmıştır.

Bazı insanların yapılan bilgisayar kanıtlarını matematiğin doğasına ve estetiğine aykırı

bulup reddetse de ben bu yazımda bu kanıtı doğru kabul edeceğim ve yazımda bu önermelerin

bize neler anlattığını en sade haliyle anlatmaya çalışacağım.

İspata başlamadan önce modal mantığı ve ispatta karşımıza çıkacak kavramları açıklayacağım.

Modal Mantık

“Zorunluluk” ve “Olasılık” kavramlarını mantıkla birleştiren bir kuramdır. Modal mantıkta,

bir önerme olası tüm olası dünyalarda kıyasladığımızda her dünyada geçerli ise bu zorunlu

gerçekliktir. Yalnızca bizim dünyamızda geçerli ise bu olası gerçekliktir. Dünyanın %70’inin su

olması her dünyada geçerli olmayacağı için bu olası gerçekliktir. 2+2=4 ise olası her dünyada

geçerli olacağı için zorunlu gerçekliktir.

Model mantıkta “□” gereklilik, “◊” mümkündür anlamına gelmektedir. Buna göre:

□P⟹ ◊ P, P gerekliyse P mümkündür anlamına gelmektedir.

Kavramlar

P: Pozitif özellik anlamına gelmektedir. İspattaki en yoruma açık olan kavram budur. Bir özelliğin

pozitif olması kişiye, zamana ve yere göre değişebilen bir olgudur. Tanrının özelliklerin

pozitif olarak görülmesi hatta tanrının özellikleri olan bir varlık olarak görülmesi tartışmaya

açıktır.

12


febisa dergisi

φ (Fi) ve ψ (Psi): Özellik.

G (God): Tanrı.

ess (essence): Öz, esans.

NE (necessary existence): Varlığı gerekli.

İspat:

1. ∀φ(¬P(φ)⟺P(¬φ))

Belit 1: Her φ özelliği için, φ özelliği pozitif değildir ancak ve ancak φ özelliğinin değili pozitiftir.

2. ∀φ∀ψ([P(φ)⋀□∀x(φ(x)⟹ψ(x))]⟹P(ψ))

Belit 2: Her φ ve ψ için, φ pozitif ve φ önermesi ψ’yi gerektiriyorsa ψ pozitiftir.

3. ∀φ[P(φ)⟹ ◊ ∃xφ(x)]

Teorem 1: Her φ özelliği için φ pozitif ise φ özelliğinin pozitif oluğu en az bir durum mümkündür.

4. G(x)⟺∀φ[P(φ)⟹φ(x)]

Tanım 1: Tanrı vardır ancak ve ancak tüm pozitif özelliklere sahiptir.

5. P(G)

Belit 3: Tanrı pozitif özelliktir.

6. ∃xG(x)

Ara sonuç: En az bir özelliğin tanrısal olması mümkündür.

7. ∀φ(P(φ)⟹□P(φ))

Belit 4: Her φ için, φ pozitif özellikse zorunlu olarak φ özelliği pozitiftir.

8. φ ess x⟺φ(x)⋀(∀ψ(ψ(x)⟹□∀y(φ(y)⟹ψ(y))))

Tanım 2: φ özelliği her ψ için de sağlanıyorsa φ özelliği zorunludur. φ özelliği zorunlu ise ψ

özelliğidir. Buna φ’nin özü denir.

9. ∀xG(x)⟹G ess x

Teorem 2: Tanrısal tüm özellikler tanrının özüdür.

10. NE(x)⟺∀φ(φ ess x⟹□∃yφ(y))

Tanım 4: Her φ özelliği için, φ özelliğinin özü ise en az bir özellik için φ zorunludur. Bu durumda

bu özellik gereklidir.

11. P(NE)

Belit 5: Varlığı zorunlu olmak pozitif özelliktir.

12. □∃xG(x)

Teorem 3: En az biri tanrı zorunlu olarak vardır.

Kurt Gödel Tanrı’yı bu şekilde ispatlamıştır. Yaklaşık bir yılda anlayabildiğim bu ispatı ilk

bakışta anlamak neredeyse imkânsız. Önerilerin üstüne düşüp inceleyip çürütmeye çalışarak

ilerlediğinizde bu önermeleri anlama olasılığınız artacaktır.

Sonuç

Bu komplike önermelerin sonucu doğru olması gerçekten de Tanrının olduğunu kanıtlar mı?

Bana kalırsa hayır. Burada bazı belitlerin üstüne tanrı fikri inşa edilmiştir. Tüm önermeler bir

önceki önermelerle tutarlı olacak şekilde yazılmıştır. Öklid geometrisi belirli aksiyomlar üzerine

inşa edilmiş ve bir tutarlılık sağlanmıştır.

13


b i l i m

Riemann geometrisinde de farklı belitler üzerine yine tutarlı bir sistem inşa edilebilmiştir. Farklı

aksiyomlar üzerine inşa edilmiş bu iki geometri birbirleri ile çelişse de ikisi de doğrudur. Bundan

yola çıkarak tanrının olmadığı belitler belirleyip yine tutarlı bir sistem oluşturulabilir.

Pozitif özellikler üzerine kurulu bir sistemde pozitif özelliklerin belirsiz olması da bu kanıtı

biraz “eksik” bırakıyor. Pozitif özellik temel kavram olduğu için kendinden daha basit bir

kavramla açıklamak imkânsızdır. Pozitiflik kavramı tanımlanmadığı durumlarda da önermeler

kesinliğini kaybetmektedir.

Taha Emre Kurt

Kaynakça

*https://matkafasi.com/524/godelin-tanrinin-varliginin-matematiksel-kanitini-verdigi

*https://gsumathfasikul.files.wordpress.com/2014/09/fasikulikinumara.pdf sayfa 21-23

*https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188525 sayfa 78-80

*https://en.wikipedia.org/wiki/Higher-order_logic

*https://en.wikipedia.org/wiki/Modal_logic#Axiomatic_systems

14


febisa dergisi

Ceset Günlüğü

“Tavan arasında öldürdüğüm insanların derilerini yüzüyorum ve etlerini nazikçe iskeletlerinden

ayırdıktan sonra organlarını sırayla yerlerinden çıkarıyorum. Akan kanın birazı önceden

ayarladığım oluktan bir kavanoza dolarken geri kalanı diğer oluktan yere dökülüyor. Yere dökülen

kan dolunay olduğu günlerde odamdaki camın önünden aşağı damlıyor ve ben buna aydan

kan damladı artık öldürme zamanı geldi diyorum. Ve o gün yeni taptaze bir cinayet işliyorum.

İstediğim üne de kavuştum. Artık gazetelerde bana “Dolunay’ın Katili” diyorlar. Herkes beni

konuşuyor ve tanıdığını zannediyor; yanından geçtiğim insanlar, parkta oturan gençler, kafedeki

sevgililer… Bu da işlediğim cinayetleri daha keyifli hale getiriyor.

Aslında herkesi aynı şekilde öldürmüyorum. Bulabildiğim en ilginç fikirleri deniyorum. Bu

yüzden “Karın Deşen Jackson” gibi lakapları almıyorum ve özel kalıyorum ayrıca saklama yöntemim

var sadece kişinin öldüğünü kanıtlayacak izler bırakıyorum ve geri kalan her şey benim,

onları güzelce parçalara ayırıp istifliyorum. Kavanozlarım genelde göz, diş, parmak ve kan ile

dolu oluyor ama bazen nazikliğimi kaybedip organları da parçaladığımda onları da kavanozlara

yerleştiriyorum. Ne güzel değil mi Ceset Günlüğü’m! Bunları sana anlatmak bile cinayet işlemiş

hissi veriyor. Neyse artık bir ay önce işlediğime gelelim, özgürlüğüne kavuşturduğum bir kişi

daha ve bu biraz tuhaftı çünkü sanırım ona âşık olmuştum. Kanı bana bir şeyler fısıldıyordu bu

seferkinde sürekli teşekkür ediyor ve benim olmak için beni dürtüyordu ben de onu kurtardım.

Hastanede karşılaşmıştık ameliyatını yaparken onun harika bir ceset olabileceği fikrine vardım

ve hemen planı hazırladım. Onu en güzel şekilde öldürdüm. Nasıl mı? İntihar etmesini sağladım.

Kendine nasıl çizikler attığını görmeliydin Ceset Günlüğü hayatında görüp görebileceğin en güzel

ve gerçekçi tiyatroydu.

Dağçin Turgut

15


16

s a n a t


febisa dergisi

Milenyum

Silüetler gri ve bulutlar çelik.

Biliyorum, merak etmeyin

Bu şehir gerçek değil.

Bu kanlı gök var ya,

Apartmanların deldiği.

Bu kanlı gök benim,

Bu kanlı gök benim gerçekliğim.

Fakat unutmayın!

Milenyumda hiçbir şey gerçek değil.

Efe Erbaş

17


s a n a t

Kundakçı

Doğmayacak günün eşiğindeyim,

Batmayacak bir ay var üstümde.

Yürüyorum bu şehrin sokaklarını,

Sokaklar ki adları benim adım.

Her adımda bin şiir ve bir kadın.

Göz kapaklarım kurşun sanki,

Kulaklarımda dinmeyen bir çatırtı.

Öyle bir nefret birikti ki içimde,

Hiç düşünmeden yaktım bir kibrit

İçimde ne pişmanlık ne şaşırtı.

Kundakçıların cepleri boştur.

Benimkinde kalanlar ise iki kibrit,

Bir kalem ve tam on yedi hece.

Duyun beni yıldızlar duyun!

Ben koca bir şehri yaktım bu gece.

Efe Erbaş

18


febisa dergisi

Kusur

Her fırsatında dönüp

Bizlere laf edenler,

Büyüdükçe anladım,

Bizden daha beterler.

Her insan hata yapar,

İnsanoğlu acizdir.

Değil gözlere sokmak,

Saklaması caizdir.

Kusurlu her bir insan,

İçinden gururludur.

Kim varsa kusur bulan,

En çok o kusurludur.

Yusuf Çetin

19


s a n a t

Son Gülen

İki büklüm boynunu kaldır en yukarı,

Çünkü ey gariban, hak ettiğin yer orası.

Mazlumu öylece ezenler utansın

O var olmasa sen de olamazsın.

Biri ezilecek ki diğerleri yükselsin,

Ezerek yükselen tepe taklak devrilsin.

Zalimler mutludur, mazlumlarsa derbeder,

Lakin unutmasınlar son gülen iyi güler.

Yusuf Çetin

20


febisa

Tarafsız liseli dergisi

Tamamen ücretsizdir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!