Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ÇARÇUBA
AKTÜEL PSİKOLOJİ DERGİSİ
" YENİLİK "
05.03.2021 SAYI:1
02
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
3
TASARıM KULÜBÜNDEN
4
EMEĞİ GEÇENLER
5
KUŞLARıN FELSEFESİ
6
UMUT IŞIĞI
7
YENİ DERGİ, YENİ’DEN İSTEKLER
8-12
YENİ NORMAL (Mİ?)
13-16
YENİLİKLERE HAZIRLIK
17-20
CESUR YENİ DÜNYA BİZE NELER ANLATIYOR?
21-25
‘MAĞARA’ KİTAP ANALİZİ
26-29
‘ÇİZGİLİ PİJAMALı ÇOCUK’ KİTAP ANALİZİ
30-33
OTİSTİKLER DERNEĞİ YENİLİK HAKKıNDA
34-41
PSİKOLOJİ KULÜBÜ HAKKINDA
42-43
SOSYAL SORUMLULUĞA YENİDEN BAKıŞ (DOSYA)
44-74
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
ÇARÇUBA NE DEMEK?
Başlığın işaret ettiği soru okuyucunun da merakına yanıt
olabilir diye düşündüm.
Farsça bir sözcük olan “çarçuba” dört çubuk anlamına geliyor
ve dilimizde “çerçeve” olarak yaşıyor.
Sevgili son sınıf öğrencilerimizin hayal ettiği bu dergi
bölümümüzün psikoloji kulübü ile işbirliği içinde hayat buluyor.
Son sınıf öğrencilerimizin yakıştırdığı isim, yani çarçuba, meslek
yaşamına epeyce yaklaşmış olan son sınıf öğrencilerimizin etik
duyarlılığına ilişkin çağrışımları içeriyor. Zira çerçeve kavramı,
psikoloji alanında üretilen tüm işlerin ayrılmaz parçası olarak
kavranmış ve kabul edilmiş demek ki! Evet; çerçevesiz iş
yapamayız. Ne yapıyoruz, ne için yapıyoruz, nasıl yapıyoruz, yapacağımız iş ne kadar süreyi
kapsayacak ve karşılığı ne olacak soruları ile düşünmek ve tasarlamak mesleki eylemlerimizin içine
yerleştiği çerçevedir. Çerçeve, belirli bir yaşantıyı veya işlemi yaşamın akışı içinde fakat ondan ayrı
bir zaman ve mekan ilişkisi ile tanımlayan bir kavram.
Derginin hazırlığı ve hayata geçişi gerçek anlamda bir öğrenci etkinliği olarak gelişti. Bölüm
hocalarımız ve öğrencilerimiz olarak bu dergi için heyecanlıyız. Öğrencilerimiz “alan –alıcı” rolünün
ötesine geçerek “veren, üreten” rolüne hazırlanmış oluyorlar. Bir bakıma meslek hayatına mesleki
üretim ile adım atmış oluyorlar. Düşüncelerini bilgileriyle birleştirip yazıya dökmek, ifade etmek,
cesaretini gösteriyorlar. Rektör hocamız Sn Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu’nun pek beğendiğimiz
tanımlarıyla “bilgiyi bilince dönüştürme” nin örneğini veriyorlar. Ne mutlu bize ki, öğrencilerimizin,
yakın zamanda meslektaşımız olacak gençlerin mesleki alana düşünsel emek ve üretimle kalıcı bir
adım atmış olmalarında bir parça payımız var.
Derginin oluşumunda ortaya atılan düşünceler, tasarımlar, planlar, yazılar, hepsi ama hepsi
gerçekten öğrencilerimizin kendi çabalarıyla gerçekleşti. Üniversitemiz ve fakültelerimizin öğrenci
kulüplerinden alınan desteklerle süreç ilerledi. Kurumsal yapı içinde sağlanan destek, derginin
sürdürülebilir olması ve geniş bir okuyucu grubuna ulaşabilmesi yönünde umut vericidir.
Çarçuba’ya hoş geldin ve yolun açık olsun dileklerimizle…
İYYÜ Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Öğretim Üyeleri adına
Bölümü Başkanı
Dr.Öğretim Üyesi Hatice Nevin Eracar
İYYÜ TASARIM KULÜBÜNDEN BİR MESAJ
Uzunca bir hazırlık döneminden sonra “Çarçuba Psikoloji Dergisi”nin yayın hayatına geçmesinde
Tasarım Kulübümüzün katkısından dolayı heyecan duyuyoruz. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
bünyesinde kulüpler arası iş birliğinin başarılı bir örneği olarak Çarçuba Psikoloji Dergisi
öğrencilerimizin ve Psikoloji Kulübüne Danışmanlık yapan değerli deneyimlerini paylaşarak
yönlendiren Dr. Öğretim Üyesi Nevin ERACAR hocamızın da başarısını temsil etmektedir.
Psikoloji Kulübü başkanı İrem YAZGAÇ ve Tasarım Kulübü başkanı Tuğçe KARAKÖZ (İF-Görsel
İletişim Tasarımı) ve Muratcan ŞAHİN (İF-Görsel İletişim Tasarımı) ile başlayan derginin yayın
serüveni değerli kulüp tasarım ekibimizdeki Aleyna DÖNERKAYALI (GSF-Grafik Tasarım) ve Bensu
Hilal EROL (GSF-Grafik Tasarım) sayesinde son aşamasına gelmiş ve derginin yayın hayatı
başlamıştır. Tasarım aşamasında günler ve geceler boyunca çalışan tasarım ekibi üyelerimiz ortaya
koydukları mizanpaj, görsel ve tipografi seçimleri sayfa düzeni ve renk seçimlerinde dengeli ve
bütünlükçü bir tasarım ile derginin imajını yansıtmışlardır. Dergiye ismini veren Çarçuba “Dört
Çubuk yani Çerçeve” anlamına gelmektedir. Keza tasarımda kullanılan ve metinleri çerçeveleyen
yatay ve dikey çizgiler metinlere ayrı bir önem atfederken onlara belli bir disiplin, ciddiyet aidiyet
duygusunu da vermektedir. Bu bakımdan gerek tasarım öge ve ilkelerini başarıyla bir araya
getirdikleri gerekse tasarım fikrini içerikle birleştirerek başarıyla tasarımlarına yansıttıkları için
Tasarım Kulübü ve Tasarım Ekibi üyelerini ayrı ayrı kutluyorum.
Derginin içeriği de oldukça heyecan verici… Keza öğrenciler tarafından hazırlanan yazı ve
tasarımlardan oluşan içerikler öğrencilerin sesini duyurabileceği, bilgi ve düşünceleri
paylaşabileceği bir ortam oluşturması bakımından önemli bir medya konumundadır.
Mart 2021 yılında yayın hayatına giren “Çarçuba Psikoloji Dergisi”nin uzun yıllar giderek artan
katılımla devam etmesi dileklerimle…
Tasarım Kulübü Danışman
Dr. Öğretim Üyesi Özlem VARGÜN
İYYÜ İletişim Fakültesi
Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
EMEĞi GEÇENLER
Psikoloji Kulübü Yönetim Kurulu
Danışman - Dr. Öğr. Üyesi Nevin ERACAR
Psikoloji Kulübü Başkanı - İrem YAZGAÇ
Psikoloji Kulübü Başkan Yardımcısı - Rümeysa ÇALIŞKAN
Psikoloji Kulübü Yazmanı - Gökçe AKYÜZ
Psikoloji Kulübü Yazmanı- Elif ÇAMCAN
Psikoloji Kulübü İletişim Sorumlusu - Elif DEĞİRMENCİ
Psikoloji Kulübü Afiş Sorumlusu - Emine ŞENGÜL
Psikoloji Kulübü Sosyal Medya Sorumlusu - Kader DEMİR
Tasarım Kulübü Yönetim Kurulu
Dr. Öğretim Üyesi Özlem Vargün - Tasarım Kulübü Danışmanı
Aleyna DÖNERKAYALI - Grafik Tasarım
Bensu Hilal EROL - Grafik Tasarım- Kapak Tasarım
Muratcan ŞAHİN - Grafik Tasarım
Tuğçe KARAGÖZ - Grafik Tasarım
ÇARÇUBA Aktüel Psikoloji Dergisi
Yazman - Gökçe Gülizar AKYÜZ
Yazman - Nisa Nur ATEŞ
Yazman - Elife EKER
Yazman - Rümeysa ÇALIŞKAN
Yazman - Elif ÇAMCAN
Ar-Ge - Elif DEĞİRMENCİ
Hakemler
Araş. Gör. Büşra Ceren TANGÜL
Araş. Gör. Gamze UZUNORMAN
KUȘLARıN FELSEFESi
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek. Kuş,
sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. Bu, onun için
yaşamsaldır: Tüyleri mükemmel durumda değilse uçamaz. Bizim için de böyledir. Tüy
değiştiremememiz, geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur.
-Philippe J. Dubois
Gülay Şengül
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf
06
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
UMUT IȘıĞı
Karanlık yeniden yükseliyor, peki ya aydınlık?
Aydınlık yeniden …
Gülay Şengül
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf
07
YENi DERGi,
YENi’DEN İSTEKLER
Hepimizin yeni yıl, yeni ay, yeni
hafta için ya da yeni bir gün için bir
isteği vardır. Mesela yeni yaşımıza
dilek tutarak ya da yeni haftaya
diyetle başlarız ve zayıflamak isteriz.
Bazen bir şey eklemek isteriz bazen
de bir şey çıkartmak isteriz ama
isteriz. İnsanın doğasında istemek
vardır, insan istemiyorsa da oturup
düşünmek gerek acaba istememek
onun hangi isteği? Bu yazımda
sizlerle yeni dergimizin ilk sayısında
tuttuğum üç dileği paylaşacağım.
Öncelikle çil çil sosyallik ve gani gani
üretkenlik istiyorum. Bir de kadın
cinayeti, çocuğa şiddet ya da
herhangi bir insana yönlendirilmiş
bir saldırganlığın haberini görmek
istemiyorum. Bir insan olarak tüm
insanlıktan bunları diliyorum. Ne
dersiniz başarabilir miyiz?
Öncelikle çil çil sosyallik umarım isteyen herkesi bulur, bunlar sadece insanlıktan kendi
adıma değil de insanlıktan insanlık için dilediğim isteklerim olsun. Kendi adıma konuşacak
olursam 2020 benim için her şeyi evden yaptığım bir yıl oldu. Mesela evde alışverişe
çıkıyorum, eve yemek yemeye geliyorum, eve koştur koştur gelip derslerime yetişiyorum, evde
sevgilimle ve arkadaşlarımla telefonla buluşuyorum, eve gelip çalışıyorum, evde spora
yazıldım, ailemle evde yaşıyoruz. Yani anlayacağınız evden çıkıp koşa koşa evime dönüyorum.
Bu sıralar tüm sosyal yaşantımı eve taşımak benim üzerimde bir etki bırakıyor tabi.
İnsan biyopsikososyal bir varlıktır. İnsanın bu üç özelliğiyle insanı üçe böldüğümüzü
varsayarsak; insanın sadece bir parçasında bile değişiklik olsa insanın bütünü etkilenecektir.
Mesela depresyonda olan bir insanın yeme düzeni değişiyor ya da arkadaşlarıyla daha az
görüşebiliyor, işinden ayrılabiliyor. Benim ve benim gibi hayatını devam ettiren insanlar
asosyal olmuş olmuyor ama sosyalleşme biçimimiz değişiyor ve azalabiliyor. Değişen bu
sosyalleşme biçimimiz biyolojik ve psikolojik yönümüzde de bir etki bırakıyor. Bu etki yeni
düzene olan adaptasyonumuz diyebilirim ama ben bu yeni düzenden çok memnun değilim.
08
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
Minnettar olduğumuz teknoloji
sayesinde birçok işimizi evden
yapabiliyoruz ama evde yapmadığımız
zamanları birlikte hatırlayalım. Sabah
kalkıp okula hazırlanıp, kahvaltımı yapıp,
babamla muhabbet ederek makyajımı
yaptıktan sonra yola çıkardım. Yolda
müzik dinleyerek metrobüse binerdim,
okula yürüme yolunda ya da okulun
kapısında
arkadaşlarımla
karşılaşabiliyordum. Derse girdiğimde
bulunduğum konumun uyaranları
genelde daha dersle ilgili oluyordu.
Dersten sonra az bir aralığım varsa
arkadaşlarımla kahve içip kulüp toplantım
yoksa oradan spora, gönüllüsü olduğum
derneğe ya da staj yaptığım kuruma
giderdim. Tüm günüm yollarda ya da bu
saydığım yerlerde geçerdi, eve de
uyumaya giderdim. Cumartesi günümü
de dernekte geçirirdim ve tüm bunlardan
kalan boş vakitlerimi de aileme ve
sevgilime ayırırdım. Bunların çoğunu evde
de yapıyorum ama okuldan derneğe
geçerken kalan vaktim az olduğunda
kullandığım dolmuşun şoförüyle sohbet
etmiyorum ya da metroda yer verdiğim
teyzeye/amcaya yaşlı gözüktüğünden
değil de yorgun gözüktüğünden yer
verdiğim hakkında tatlı şakalar
yapamıyorum. Arkadaşlarımla bir saat
oturup konuşmak yerine beş on dakikalık
telefon görüşmeleri yapıyoruz. Sevgilimle
tüm günü geçirmek yerine en az iki günde
bir beş dakika da olsa görüntülü
görüşmeye çalışıyoruz. Manavımıza “Abi
domates taze mi?” diyemiyorum çünkü
online marketleri kullanmaya başladım.
Mesela tüm gün oradan oraya giderken
ayaklarım ağrırdı ama artık her şeyi online
yaptığım için bilgisayar başında oturmaktan
sırtım ağrıyor. Daha az hareket ediyorum ve
bu benim fizyolojim üzerinde bir etki
bırakıyor. Kilo alabiliyorum, kemiklerim
ağrıyabiliyor, yorgun hissedebiliyorum yani
fiziksel olarak işlemediğim için
paslanıyorum. İnsanın dünyası gördüğü
kadardır ve benim dünyam gitgide
küçülüyor. Artık evim, evimin etrafındaki
yürüyüş yolum ve son zamanlarda haftada
bir uğramaya başladığım derneğim kadar
bir dünyam kaldı. Dünya ile temas ediş
şeklim ve sıklığım benim sosyalliğimi ifade
ediyor ve her şey gibi sosyalleşme
biçimimin değişmesi ve azalması benim
psikolojim üzerinde bir etki bırakıyor. Ben bu
etkiden memnun değilim ve yeni dergimiz
aracılığıyla insanlıktan artık sırtımın değil
ayaklarımın ağrımasını diliyorum!
Ötekinden beklemeden insanlık olarak bu
konuda bir şeyler yaparsak belki de bizi çil
çil sosyallik bekleyebilir.
Tüm bunlar beni asosyal yapmıyor
ama benim insanlığıma bir şey yapıyor.
Yani benim sosyalliğime, biyolojime ve
psikolojime dokunuyor.
09
Gani gani üretkenlik… Sanırım
üretkenliğe olan isteğim hiç bitmek
tükenmek bilmeyen ve muhtemelen
ne bitmeyi ne de tükenmeyi hiç
bilemeyecek bir istek. Üretmenin
çoğaltmak, oluşturmak, yaratmak ve
meydana getirmek gibi pek çok
anlamı vardır. Türk Dil Kurumu
üretkeni üretme gücü olan ve çok
üreten olarak, üretken olma
durumunu ise üretkenlik olarak
adlandırmıştır. Tüm bu tanımlamalar
oldukça gerekli çünkü üretkenlik
kelimesinin pek çok kullanım alanı var.
Biz bu yazıda daha çok üretmenin
yaratmak ve meydana getirmek
anlamlarını kullanıyor olacağız.
Rollo May’in de dediği gibi “… ilgilendiğimiz hobiler, kendi işini kendin gör akımları, pazar
günü ressamlığı değil ya da boş zaman doldurma biçimleri değil. Yaratıcılığın anlamı sadece
hafta sonları yapılan bir şey olduğu düşüncesinden başka nerede bu kadar feci yitirilmiştir?”
(May, 2020: s.70). Yaratmanın ne olmadığını Rollo May en temel haliyle böyle açıklamış.
Yaratmayı nevrotik ruh halleriyle açıklayan görüşler de var ve bence bu görüşler çok da yanlış
sayılmazlar ama yaratıcılık nevrotik bir ruh halinden ibaret değildir. Yaratıcılığı sadece
nevrotiklikle açıklamak bizi en temel psikolog hatalarından birisi olan genellemeye götürür.
Yaratma eylemi o kadar da edilgen bir eylem değildir. Yaratma eylemi aynı zamanda normal
kişilerin kendilerini gerçekleştirme yolunda attıkları adımların dışavurumudur. Bazen içinde
zorlukların, umutsuzlukların veya kaygıların da bulunduğu bir süreçtir. Bazen üretim sürecinde
pes etmeye çok yaklaşır insan, cesareti kırılır. Rollo May “cesaretin umutsuzluğun yokluğu
olmadığı” düşüncesini ortaya atanlara ek olarak cesaretin daha çok “umutsuzluğa rağmen
ilerleyebilme yetisi” olduğunu söylemiştir (May, 2020: s.44). Yaratma evresi ya da üretim
sürecinde insanın en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi cesarettir ve ilginçtir ki cesaret ilk
yaşanan umutsuzlukta kırılmaya başlar. Oysaki cesaret umutsuzluğa rağmen ilerlemeymiş. O
zaman belki de gani gani üretkenlik için insanlık olarak ilk adımımız yaratma cesaretini
desteklemek olabilir.
Yalom’a göre “Hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır; aynı anda vardırlar, birbirine ardışık olarak
değil; ölüm, hayatın perdesi ardında sürekli olarak sesini duyurmakta ve yaşantı ve davranış
arasında büyük etkide bulunmaktadır. Ölüm anksiyetenin en eski sebebidir ve böylece
psikopatolojinin de birincil kaynağıdır.” (Yalom, 2018: s.47). Ölüm fikri sadece ölmek üzere olan
için değil tüm insanlar içindir çünkü insan ölüme doğar ve doğduğu andan itibaren artık
yaşamla birlikte ölümde insanın en temel meselelerinden birisi olur. Martin Heidegger ölüm
fikrinin insanı nasıl koruyabildiği sorusunu çalışmış ve yaşamımızdaki ölümün farkında
olmamızın kendimizi gerçekleştirme merdiveninde bizi bir sonraki basamağa taşıdığını
10
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
gözlemlemiştir. Heidegger’a göre iki temel var oluş biçimi vardır; var olmayı unutma ya da
düşünme durumu (Yalom, 2018: s.49). Eğer kişi var olmayı unutma durumunda yaşıyorsa onun
için kendisini dünya işine yaptırmış diyebiliriz. “Adaletin Bu mu Dünya?” şarkısında da dediği
gibi “Kimisi de ölüm yok gibi çalışır.” Kişi ölümü dolayısıyla varoluşunu unutup kendisini başka
bir eyleme yönlendirir. Var olmayı düşünen durumda sürekli var olmanın farkında olunur.
Bu durumda insan kendi var oluşuna ait sorumluluğun farkındadır ve kendini yaratma ve
değiştirme gücünü ancak burada anlayabilir. Üretmek kendi var oluşunun farkında olan ve
kendini gerçekleştirme yolunda ilerleyen insanlar tarafından başarılı bir şekilde
gerçekleştirilebilir. Hatta belki insanlar kendini gerçekleştirirken üreterek ölümün ötesine
geçebileceklerini fark ediyorlardır ve bu kaygılarını daha kontrollü hale getirebiliyorlardır.
Şiddet, saldırganlık, cinayet, normal olmayan ölüm, ruhsal şiddet, aşağılamak… Son
zamanlarda hiç de yabancılık hissetmediğimiz, medyada çok fazla maruz bırakıldığımız
sözcükler. Nasıl da canımızı sıkıyor değil mi? Aman, kapat haberleri ben kaldıramıyorum,
diyoruz. Size bir sır vereyim mi? Sizi bu kadar alt üst eden görüntüler, kelimeler bazı insanların
deneyimleri hatta yaşamları. Kadınlar birer birer ölmüyor, biri geçeli çok oldu. Çocuklar dayak
yiyor, istismar ve ihmal ediliyorlar. Bazen haberlerde görüyoruz bazen de yolda. Ne yapıyoruz
peki? Başımızı ağrıtmıyor yolumuza devam ediyoruz. Hadi gelin biz yolumuza devam ederken
neler oluyor birlikte bakalım.
Bazı insanlar şiddetin kötü olduğunu bilseler de şiddet uygulamaya devam ederler, bazıları
da vücutlarında morluk ve yara izleri oluşsa bile şiddet uygulayan kişiden uzaklaşmazlar. En sık
duyduklarımızdan birisi de babam gibi olmayacağım derken kendilerini çocuklarını döverken
bulanlardır. Bazılarının öfkesi saldırganlığa dönüşürken bazılarınınki dönüşmez. Peki, neden?
Öfkenin saldırganlığa dönüşmesinin altında yatan en temel motivasyon aşağılık hissidir.
Birey güç sömürüsüyle karşı tarafa uyguladığı şiddetle kendi varoluşunu besler ve o aşağılık
hissinden kurtulmaya çalışır. Aşağılık olan artık kendisi değil karşısındakidir çünkü onun için
güçsüz, yetersiz olan şiddetin ve saldırganlığın altında ezilendir. Bu güç gösterisini
yapabiliyorsa hala canlıdır ve ölmemiştir. Varoluşsal sürecimizde birtakım ihtiyaçlarımız vardır
11
ve bunlara sevilmek ve yaşam hakkımız
örnek olarak verilebilir. Bunlar
karşılanmazsa hayatımızın kalanında bu
karşılanmayan ihtiyaçlarımızın peşinden
koşarız. Bir babanın hoşuna bir şey gitmiyor
ve anneyi dövebiliyor sonrasında da bir
çocuk şiddete dolaylı ya da doğrudan
maruz kalıyor. Bu çocuk annesinin eşinin
dostunun annesine “Kaç kurtar kendini, bak
çocuğuna da sana da yazık olur.” dediğini
duyuyor. Baba sürekli anneyi dövüyor, anne
çaresiz ve güçsüz. Bir süre sonra baba
çocuğu da dövmeye başlıyor, o da anne
gibi çaresiz ve güçsüz. Zaman geçiyor ve
çocuk evden ayrılıyor. Peki şimdi o annesi
gibi güçsüz ve çaresiz mi olacak yoksa
babası gibi güçlü tarafta olup ezici mi
olacak? En başta söylediğim şiddete uğradığı halde uzaklaşamayan ve şiddete kötü dediği
halde şiddet uygulamaya devam eden insanların hikayeleri böyle oluşabiliyor. Ya annesi gibi
güçsüzler grubu olarak adlandırılan gruba geçiyor ve şiddete uğradığı halde eşinden
uzaklaşamıyor ya da babasından gördüğü gibi güçlü olan tarafta oluyor ve aşağılık hissinden
kaçmaya çalışıyor.
İlk dileğimde de biyopsikososyal bir canlı olan insandan bahsetmiştim. Kişinin mizacıyla
doğuştan getirdiği özellikleri saldırgan davranışlara sebep olabilir ama doğumundan sonra
anne babasının da katkısıyla mizacından gelen bu özelliklerin dışavurum şekli değişebilir.
Sosyal ortamda bu davranışlar onaylanmaz ve desteklenmezse hatta görüldüğünde verilmesi
gereken tepkiler verilirse de çok büyük farklar oluşabilir. Karısına misafirlerin yanında bağıran,
şiddet uygulayan birisine ‘Heyt be erkek’ demek yerine ‘Nasıl bir insansın?’ sorusunu sormak
daha uygun olacaktır. Hem cinsiyetlerin üzerine yüklenen lüzumsuz anlamlardan uzak hem de
onaylamayan ve desteklemeyen bir dönüş olacaktır.
Umuyorum ki yeni dergimiz aracılığıyla dilediğim bu dilekler gerçek olur. Üstelik dileklerimi
dilerken gözlerimi kapamıyorum, bizzat gözlerinizin içine bakıyorum. Yani anlayacağınız tüm
bu dilekleri insanlıktan dilememin bir anlamı var. İnsanlık derken onlardan değil; benden,
senden ve bizden bahsediyorum. Sosyallik, üretkenlik ve şiddet konularında ancak ve ancak
insanlık olarak biz bir şeyler yapabiliriz. Bir dahaki sayımızda görüşmek üzere. Sağlıkla ve
sevgiyle kalın.
Kaynakça:
Karaca, B. K. (2017) Ya Ezenle Ezilen Birse?. Psikeart, 54:62-63.
Rollo, M. (2020) Yaratma Cesareti. İstanbul: Metis Yayınları.
Vargel, S. (2017) Sömürü ile Gelen Yıkıcı Var Oluş Çabası. Psikeart, 54:46-53.
Yalom, I. D. (2018) Varoluşçu Psikoterapi. İstanbul: Pegasus Yayınları.
Türk Dil Kurumu: Sözlük. (t.y.). 14 Şubat 2021 tarihinde https://sozluk.gov.tr
adresinden erişildi.
Gökçe Gülizar AKYÜZ
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi
12
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
YENi NORMAL (Mi?)
Yeni… Bir kelimeye baktığımızda onun hakkında bir sürü anlam ve çıkarımlarda bulunabiliriz.
Yeni kavramı da bu kelimelerden bir tanesi. Yeni, yenilik, yenilikçi, yenilenmek ve birçok şekilde
bu kavramı türetebiliriz. Ancak ben bu kelimelerden en yenisine değinmeyi tercih edeceğim.
‘Yeni normal’ kavramı. Peki, nedir yeni normal? Yeni normal kavramına birçok yerde ve birçok
alanda rastlamak mümkün. Benim burada değineceğim anlamı ise Mart ayından itibaren
yaşadığımız sürece gönderme niteliğinde. Mart ayında ilk koronavirüs vakasının yaşanmasıyla
beraber hayatımızda da bazı değişiklikler ve yenilikler yaşanmaya başlandı. Artık eskisi gibi
davranmadığımız, tepki vermediğimiz ve düşünmediğimiz birçok durum bulunmakta. Bunları
maske takmak, sokağa çıkma yasakları, evden çalışmak, derslere online şekilde katılmak ve
temizliğin öneminin artması şeklinde örneklendirebiliriz. Hatta bir örneğe öncesi ve sonrası
şeklinde de bakabiliriz. Maske takmak örneğini ele alacak olursak eğer yaşadığımız bu süreç
öncesinde insanlar maske takan bir kişi gördüğünde o kişiye oldukça farklı algılayarak
bakmaktaydı. Ve bu insanlara karşı ya uzak mesafe takınmakta ya da içsel anlamda acıdığı için
daha yakında durarak sürekli bir yardım etme çabasına girmekteydi. Şimdiki yaşantımızı
düşündüğümüzde maske takmak artık bizim için oldukça olağan hatta tam tersi maske
takmayan insanlara karşı artık sert bir tutumumuz var. Genel anlamda baktığımızda
yaşadığımız bu süreçleri ‘yeni normal’ olarak adlandırabiliriz. İlk başta belki zorlandık, belki yok
saymaya çalıştık ancak hastalığın ciddiyeti, tedbirler ve yaptırımlar arttıkça yaşanan bu sürece
de bir şekilde adapte olmaya başladık. Peki, yaşanan bu süreç bizde neler değiştirdi? Psikolojik
olarak nasıl etkileniyoruz, alışkanlıklarımız ne düzeyde değişti ve biz geriye dönüş hakkında
neler düşünüyoruz?
13
14
Bu süreç bittiğinde gerçekten her şey eskisi gibi olacak mı? Yoksa yeni normaller bizim yaşam
normallerimiz mi olacak? Bu konu her ne kadar yeni olsa da bu soruların yanıtlarına
ulaşabileceğimiz araştırmalar bulunmakta. Bu konuda yapılmış araştırmaları bir araya
getirerek, karşılaştırarak ve inceleyerek sizlere sunmaya ve sorularımızı yanıtlamaya
çalışacağım.
Koronavirüsün hayatımıza girmesiyle birlikte onunla ilgili bir sürü doğru ya da yanlış bilgiler
edindik ve edinmeye devam ediyoruz. Edindiğimiz bilgiler bizi harekete geçiren türden
olabiliyor. Bunları ne yemeliyiz, nasıl önlemler almalıyız, bağışıklık sistemimizi neler güçlendirir
gibi bir sürü soru şeklinde örneklendirebiliriz. Karşılaştığımız bu sorular ve haberlerin çokluğu
bizde kaygı durumu yaratabiliyor. Ayrıca, alınan önlemlerin de birtakım olumsuz psikolojik,
sosyal ve ekonomik sonuçları olacağı da bilinmekte.
Buna bağlı olarak da farklı psikolojik tepkilerle karşılaşabiliriz. Bu bilgileri nerelerden
edindiğimiz de bizim üzerimizde farklı bir etki bırakmaktadır. Tönbül’ün (2020), koronavirüs
sonrası bireylerdeki psikolojik dayanıklılıklarıyla ilgili yaptığı araştırmaya göre, sosyal medya
üzerinden bilgilenen bireylerin psikolojik dayanıklılıklarının resmi kurumlardan
bilgilenenlerden daha düşük olduğunu bulmuştur. ‘Bunun nedeni olarak sosyal medya
üzerinden gerçek olmayan bilgilerin yayılması söylenebilir. Sosyal medya üzerinden gerçek
dışı bilgilerin gerçekmiş gibi paylaşılması ve yayılması bireylerin psikolojik etkilenme düzeyini
olumsuz etkileyebilmektedir. Ayrıca resmi kurumların düzenli aralıklar ile bilgilendirme
yapması bireylerin bu süreçte kendini güvende hissetmesine ve psikolojik dayanıklılıklarının
artmasına katkı sağlamıştır.’ Çeşitli sorularla karşılaştığımızda resmi kurumların açıklamalarını
göz önünde bulundurmanın önemini bu şekilde görmüş oluyoruz.
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
Hacattepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
tarafından 01.06.2020 tarihinde hazırlanan
‘COVID-19 Salgının Psikolojik Sonuçları Ve
Etkili Başa Çıkma Yöntemleri’ kitapçığına
göre “COVID-19 Salgını’nın Dünya Sağlık
Örgütü tarafından pandemi (küresel salgın)
olarak ilan edilmesi üzerine toplumda
yaşanan korku, çaresizlik ve endişe
düzeyinde artış olmuştur.” Kitapçıktan
alınan bir örnek ise şu şekildedir: “Çin’de
COVID-19 Salgını sonrası 7.143 üniversite
öğrencisi ile yapılan bir çalışmada
katılımcıların %0.9’u yoğun, %2.7’si orta
derecede ve %21.3’ü de hafif kaygı belirtileri
yaşadığını belirtmiştir (akt. Işıklı, 2020, sf.
10); (Cao ve diğ., 2020). Wang vd. (2020)
tarafından yapılan bir çalışmada ise Ocak
ayının sonu ve Şubat ayının başında Çin’in
farklı kentlerinde yaşamakta olan 1.210
katılımcıda salgının bireyler üzerindeki
psikolojik etkilerine bakıldığında,
katılımcıların %16.5’inin orta dereceden
şiddetliye varan depresyon belirtileri,
%28.8’inin orta dereceden şiddetliye varan
kaygı belirtileri ve %8.1’inin de orta
dereceden şiddetliye varan stres belirtileri
gösterdiklerini belirtmişlerdir (akt. Işıklı,
2020, sf. 10). Karantinada kalmak travma
sonrası stres belirtilerine, yüksek kaygı
düzeyine ve uyum bozukluğuna sahip
olmak ile ilişkili bulunmuştur (akt. Işıklı,
2020, sf. 15); (Rossi ve diğ., 2020).
Ortalama olarak 10 gün veya daha fazla
süre karantinada kalan bireylerin %29’u
psikolojik bir bozukluk için risk taşırken;
karantina süresinin uzaması bu oranın daha
da artması ile ilişkilendirilmiştir (akt. Işıklı,
2020, sf. 15); (Hawryluck ve diğ., 2004).
Karantinadan veya izolasyondan çıkan
bireylerin çevreleri tarafından aldıkları
tepkiler, yani bu bireylerin damgalamaya
maruz kalmaları da psikolojik bozukluk için
risk etkeni olarak ele alınmıştır (akt. Işıklı,
2020, sf. 15); (Bai ve diğ., 2004). Enfekte
olup karantinada kalmak kadar,
karantinaya alınan ve hayatını kaybeden
bireylerin yakınları da yaşadıkları kayıp
sebebiyle risk grubunda bulunmaktadırlar.
COVID-19 Salgını sırasında yapılan bir
çalışmada sevilen birini COVID-19
nedeniyle kaybetmek bireylerde travma
sonrası stres belirtileri, depresyon,
algılanan stres ve uykusuzluk ile ilişkili
bulunmuştur (akt. Işıklı, 2020, sf. 15); (Rossi
ve diğ., 2020).”
Alıntıladığım araştırmalardan
anladığımız üzere koronavirüsün insan
psikolojisi üzerinde birçok etkisi
bulunabilmektedir. Bunları; depresyon,
kaygı, stres, uyum bozukluğu, travma
sonrası stres ve uykusuzluk şeklinde
toparlayabiliriz. Bu etkiler için risk
faktörleri ise; karantinada-izolasyonda
kalmak, çevre tarafından damgalanmaya
maruz kalmak ve hayatını kaybeden bir
yakına sahip olmak olarak
değerlendirebiliriz. Genel anlamda
baktığımızda, yaşadığımız süreçte normal
yaşantımıza göre daha fazla kaygılı
olmamız doğal bir davranıştır. Kaygının
normal düzeyde olması aslında bizi
güdüleyen ve önlemler almamız için
motive eden bir duygudur. Bu anlamda bu
tepkilerin olağan olduğunu da unutmamız
gerekir.
Koronavirüsün sadece insan
psikolojisini etkilemediğini, bunun yanında
birçok değişkeni de etkilendiğini hepimiz
biliyoruz. Psikolojik etkilerinin yanında bir
de kültürümüzü, alışkanlıklarımızı ve geriye
dönüş hakkındaki düşüncelerimizi de
etkilemektedir. Bu etkenlerle ilgili yapılmış
bir çalışmaya bakacak olursak eğer; İnce
ve Yılmaz’ın (2020), koronavirüsün Türk
kültürüne etkisini araştıran bir çalışması
vardır. Bu araştırmada Türkiye genelinden
15
farklı yaş gruplarından 516 kişiye anket çalışması uygulanmıştır. Bu çalışmaya göre,
“katılımcıların büyük çoğunluğu salgın sürecinde uymak zorunda kaldıkları pek çok (tedbir ve)
uygulamaya bundan sonraki yaşamlarında da devam edeceklerini belirtmişlerdir. Çalışmada,
katılımcılar ‘Covid-19 hayata bakışımı tümüyle değiştirdi’ ifadesine %87,0 oranında kesinlikle
katılıyorum, katılıyorum ve orta düzeyde katılıyorum yanıtlarını vermişlerdir. Yine katılımcılar
‘Bundan sonra benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ ifadesine, %72,2 oranında kesinlikle
katılıyorum, katılıyorum ve orta düzeyde katılıyorum yanıtlarını vermişlerdir. Bu durum
katılımcıların büyük çoğunluğunun pandemiyle birlikte insanları yeni bir yaşam tarzının
beklediğini düşündükleri ve kendileri için artık ‘hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının’
bilincinde olduklarının ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, çalışmaya katılanların hemen hemen
yarısı (%48,3’ü) Covid-19 sürecinde tamamen ya da kısmen kendini çok yalnız hissettiklerini
belirtmişlerdir. Katılımcıların %65,7’si beslenme alışkanlıklarının, %70,1’i de uyku-dinlenme
alışkanlıklarının tamamen ya da kısmen değiştiğini beyan etmişlerdir. Bu durum geleneksel
beslenme ve dinlenme alışkanlıklarının bu süreçte değişikliğe uğradığını ortaya koymaktadır.”
Bu araştırmaya göre görülmektedir ki kişilerin çoğu yaşamlarının eskisi gibi olmayacağını
düşünmektedir. Aynı şekilde katılımcıların uyku ve beslenme alışkanlıklarıyla ilgili de
farklılaşmalar ön plandadır. Yapılan araştırmaları göz önüne aldığımızda başlangıçta
sorduğumuz soruları düşünürsek eğer birçok soruya yanıt bulabildiğimizi düşünüyorum.
Hayatımızda istesek de istemesek de artık birçok yenilik bulunmakta. Bu yeniliklerin çoğunun
artık yaşamımızın bir parçası haline geldiğini görmekteyiz. İyi ya da kötü. Alışabildik ya da
alışamadık. Birçok şekilde değerlendirme yapabiliriz. Geçmişten günümüze insanoğlunun
adapte oluş şeklini düşündüğümüzde pek çok hastalıkla ilgili insanoğlunun yüzyıllarca
edindiği deneyim, salgınlarla baş edebileceği konusunda umut verdiğini düşünmekteyim.
Yaşadığımız ‘yeni normal’ kavramının sadece bizim için olmadığını unutmamalıyız. Yaşadığımız
durumlar, psikolojik etkiler, kültürel farklılıklar, alışkanlıklar ve birçok şey tüm insanlar için
geçerlidir. Bu anlamda kendimizi yalnız ve farklı hissetmemeli ve bizi motive eden bir kaynak
bulmalıyız. Bu kaynağın ne olduğuna ben değinmeyeceğim. Çünkü birçok özellikte birbirinden
farklı olan insana belirli şeyleri sunmak onları kısıtlamak olur. Kendimizin, düşüncelerimizin ve
duygularımızın farkında olduğumuzda bu motivasyonu daha kolay bir şekilde
bulabileceğimize inanıyorum. Bu yazıyı konumuzla ilgisi olan bir sözle bitirelim.“Hayatta
kalanlar, türlerin ne en güçlüsü ne de en zekisidir; hayatta kalanlar kendini değişime en çok
uydurabilenlerdir…” (C.Darwin). Sağlıkla kalınız.
Kaynakça:
Bai, Y., Lin, C. C., Lin, C. Y., Chen, J. Y., Chue, C. M., & Chou, P. (2004). Survey of stress reactions among health care workers
involved with the SARS outbreak. Psychiatric Services, 55(9), 1055-1057; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).
Cao, W., Fang, Z., Hou, G., Han, M., Xu, X., Dong, J., & Zheng, J. (2020). The psychological impact of the COVID-19 epidemic
on college students in China. Psychiatry Research, 112934; (akt. Işıklı, 2020, sf. 10).
Hawryluck L, Gold W.L., Robinson S., Pogorski S., Galea S., & Styra R. (2004). SARS control and psychological effects of
quarantine, Toronto, Canada. Emerging Infectious Diseases,10(7) 1206-1212; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).
IŞIKLI S. (2020). COVID-19 SALGINI’NIN PSİKOLOJİK SONUÇLARI VE ETKİLİ BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ. Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü. https://corona.hacettepe.edu.tr/wp-content/uploads/2020/06/Covid-19_psikolojik_sonuclari_basa_cikma_yontemleri.pdf
adresinden 13.02.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır.
İNCE M, YILMAZ M. (2020). Olağanüstü Olayların Sosyal Yaşam ve Kültürlere Etkisi; Covid-19 Salgınının Türk Kültürüne
Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi (UKSAD), 2020 6(2): 552-571.
Rossi, R., Socci, V., Talevi, D., Mensi, S., Niolu, C., Pacitti, F., Di Marco, A., Rossi, A., Siracusano, A., & Di Lorenzo, G. (2020).
COVID-19 pandemic and lockdown measures impact on mental health among the general population in Italy. An N= 18147
web-based survey. medRxiv; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).
TÖNBÜL Ö. (2020). Koronavirüs (Covid-19) Salgını Sonrası 20-60 Yaş Arası Bireylerin Psikolojik Dayanıklılıklarının Bazı
Değişkenler Açısından İncelenmesi. Uluslararası Akademik Psikolojik Danışma ve Rehberlik Araştırmaları Dergisi, 2(2)
159-174.
Wang, C., Pan, R., Wan, X., Tan, Y., Xu, L., Ho, C. S., & Ho, R. C. (2020). Immediate psychological responses and associated
factors during the initial stage of the 2019 coronavirus disease (COVID-19) epidemic among the general population in
China. International Journal of Environmental Research and Public Health, 17(5), 1729; (akt. Işıklı, 2020, sf. 10).
Nisa Nur ATEŞ
İstanbul Yeni Yüzyıl üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi
16
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
YENİLİKLERE HAZIRLIK
Madem ilk sayımızın konusunu yenilik olarak seçtik o zaman bu dergide yazılar yazmayı
istedikten sonra kendi kendime nasıl sorgulamalar içine girdiğimle ve neler düşündüğümle
başlayabilirim. Yeni bir dergide yazmayı, yeni başlangıçlar yapmayı neden kabul etmiştim? Şart
mıydı ‘’Tamam.’’ demem? İşte önce bunlar kurcaladı zihnimi. Yazı yazarak bir şeyler üretmek
istiyor ya da aynı şeyleri yapmak yerine artık güvenli alanımdan sıyrılmak istiyor olabilirdim;
vardığım sonuçlar bu yöndeydi. Fark ediyorum ki ikisi de gelişimime katkı sağlayacak, beni
olumlu yönde etkileyecek düşünceler.
Bir diğer sorguladığım şey ise ilk sayımızın konusunu belirlemek için oylama yaparken diğer
konu yerine neden yenilik temasına oy vermiştim? Arkadaşlarım 2020 senesinde bir sürü
yenilikle karşılaştığımızdan ancak hayatımızı en çok etkileyen konunun COVID-19 olduğundan,
üzerine düşünüp yazabileceğimiz güncel bir konu olduğundan bahsetmişti. Evet, COVID-19
çok yeniydi. O an böyle düşünmemiştim ama beni bu konuyu seçmeme iten şeyin, bir merakın
giderilmesi isteği olabileceğini anladım. Sonuçta ben bu hastalığı deneyimlemiştim ve yeni
dediğimiz şey, deneyimlenmemiş olan demekti. Bana göre asıl bu hastalığı geçirdikten sonraki
yaşamım yeni olma özelliği taşıyordu. Arkadaşlarım için de tabi ki yeni olma özelliği taşıyor ama
onlar bu hastalığı geçirmemişti. Onlar için bu hastalıkla ilgili yeni ne demekti? Bu pencereden
baktığımda bile herkesin yeniye bakış açısı farklıydı.
17
En sonunda vardığım sonuç, konfor
alanımın dışına çıkarak kimi zaman da
kaygıya teslim olarak beraberinde daha
verimli ve üretken olmak benim için yeni
demekti. Bilişsel psikolojide öğrendiğim bir
metafor vardı. Yenilik metaforu… Bilincin
yenileri tercih ettiği ve eskilerin bilinçten
yavaş yavaş uzaklaşma eğiliminde olduğu
görülüyordu. Bu metafor çok önemli ancak
bu bilgiye ek olarak yeniliği tercih etmek
için belirli bir düzeyde psikolojik/zihinsel
esnekliğe sahip olunması gerektiğini de
öğrenmiştim. Bu esneklik amigdala ve
prefrontal korteks arasında daha fazla
yolak olması halinde sağlanıyordu. Yeni bir
deneyime veya öğrenmeye dahil
olunduğunda, bunlar tekrarlandığında
nöronlar arasındaki yollar ve iletişim artar
(CogniFit Research). Ben de dahil olduğum
bu yolculukla değişmeyi, gelişmeyi
umuyorum. Murathan Mungan ‘’Kimse
çıktığı yolda kendisi kalmaz. Yol insanı
başkalaştırır.’’ diye boşuna söylememiştir
herhalde.
Dergi toplantılarımızda önceden değil
de neden şimdi böyle faal olmak istediğimiz
üzerine konuştuklarımızı anımsıyorum. Şu
an yeniliklere ihtiyaç duymamızın sebebi
büyük ihtimalle hissettiğimiz baskı. Tamam,
koronavirüs yüzünden vaktimizin
neredeyse tümünü evde geçiriyoruz ama
neden hiçbir şey yapmadan gün öyle bitip
gidiyormuş gibi hissediyoruz? Bu baskının
olumlu bir sonucu aslında bu yazıyı yazıyor
olmam. Çünkü bize yeni düşüncelerin
oluşacağı, birleşeceği bir ortam hazırladı.
Bir dergide aktif olarak yazılar yazacak
olmak en başta çok iyi hissettirdi beni. Ama
beraberinde kaygıları da getirdi.Nasıl iyi
hissettirmesi üzerine yoğun düşüncelerim
oluştuysa kaygı içinde bu duyguyu yok
saymadan, tekrar gözden geçirmeler
yaparak ve neden böyle bir kaygı
hissettiğimi anlayarak gereken süreci
yaşamam gerekiyordu. Çünkü burada
sonuç yani yazı yazıyor olmak değil süreç
önemli benim için. Eğer böyle olursa hem
daha verimli çalışacağıma hem de kendimle
temas içinde olabileceğime inanıyorum.
Özellikle pandemi döneminde derslerim
bittiğinde veya odamda yalnız kaldığımda
kendime hemen bir uğraşı bulmalıyım, bir
şeyle meşgul olmalıyım diye düşünüyorum.
Kendime derinden bakmanın
sorumluluğundan mı kaçıyorum yoksa?
Sanki önceden olayların bana ne
düşündürdüğünü ne hissettirdiğini anlamak
için daha çok vakit harcıyordum. Ama yine
de kendimle temas etme konusunda güzel
bir adım attığımı ve sessizliğin aslında ne
kadar önemli olduğunu anladığımı
düşünüyorum. Çünkü almış olduğum
başlangıç kararlarının, yazmanın, kendime
zaman ve alan yaratmanın kendimle olan
ilişkimi geliştireceğini, duygu ve
düşüncelerimle bağ kurmamı
destekleyeceğini umuyorum. Bu
anlattıklarımı bir nevi anlam arayışı olarak
görüyorum. Hatta aklıma bir hocamızın
‘’Anlam arayışı, her an içimizde ve
peşimizdedir ya da biz onun peşindeyizdir.’’
sözü geldi. Öyle ki bu arayış, dış dünya ile
ilişkimizi azaltmakta ve kendi içimize
dönmekte oldukça etkili görünüyor.
18
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
Peki, insanlar yeni kararları uygulamak
için o an aksiyon almak yerine neden belirli
bir güne, belirli bir saate ihtiyaç duyar? Bu
bir savunma, zihinsel olarak hazırlanma
veya motive etme biçimi midir? Savunma
mekanizması olarak baktığımda; ilkel
beynimiz daha deneyimlememiş
olduğumuz durumlara karşı bir korku
geliştirir. İşlevi ise yeni olarak
adlandırdığımız olaylarda olası tehlikelere
karşı koruma sağlamaktır. Bu koruma
sırasında beynimiz bize mesajlar gönderir:
‘’Şimdi değil.’’, ‘’Yapamazsın.’’, ‘’Eski
alışkanlıkların daha güvenli!’’ Ama bu
olumsuz düşünceler bir yerden sonra bizi
sınırlamaktadır. Ne güzel söylemiş Irvin D.
Yalom: ‘’Tabii için korkuyla dolacak,
yaşamak demek tehlike içinde olmak
demektir. Büyümek zordur!’’ (Yalom, 2017:
280).
Zihinsel olarak hazırlanma süreci aslında
zihinsel olarak bir türlü hazır olamamayı
beraberinde getiriyor bence. Eyleme
geçmek için, motive hissetmek için bekleyip
durdukça eyleme geçtiğimiz o anı asla
göremiyoruz. Bu sürecin nasıl devam
ettiğine ilişkin aklımda bir senaryo oluşuyor.
İnsanlar yeni bir uyaranla karşılaştıklarında
bir şeyleri yapmaktaki yeterliliğini
sorguluyor ya da eski tepkileri bu yeni
konularda yetersiz kalıyor. İşte kişinin bu
durumu algılayışı, bu duruma bakış açısı
yeniliğe karşı arzu mu yoksa direnç mi
göstereceğini ortaya koyuyor. Yeniliğe
direnç de bir arzu olabilir pekâlâ. Kontrol
artışına kızgınlık duymamak, gelişimden
kaçınmak, stresle ve korkularla
yüzleşmemek için konfor alanının içinde
kalmaya duyulan bir arzu…
Bazı insanlar ise eski deneyimleri
olumsuz sonuçlanmışsa yeni bir olay için
yeterliliğini bile sorgulamaz. Bu yüzden
kararlar verirken, değerlendirmeler
yaparken zihinleri kestirme yollara
başvurma eğilimi gösterir (Sezen, 2015:
208). ‘’Yapamam.’’, ‘’Beceremem.’’, ‘’Başarılı
olamam.’’ gibi sabit düşüncelerin bir süre
sonra hayatı kolaylaştırıcı (!) bir işlevi olur.
Yeni bir durumla karşılaştıklarında nasıl bir
tepki geliştireceklerini işte bu zihinsel
şemalar sayesinde belirlerler. Kontrollü bir
düşünme ile daha olumlu sonuçlara
varılabilecekken otomatik düşüncenin
devreye girmesiyle belirsizlikten ve
kaygılardan korunmuş olduklarına inanırlar.
Psikolojide bu ve benzeri durumları
açıklayan çok sevdiğim bir kavram var:
‘bilişsel cimrilik’
19
Yazımı birkaç cümle daha söyleyerek tamamlamak istiyorum. İnsanın gerçeklik algısı, kendinin
ona verdiği anlamdan ibarettir. Yeni deneyimlere, yeni öğrenmelere, yeni duygulara açık
olmak, her bir yazımın birçok değişime tanıklık etmesi ve yine bu değişimlerden öğrendiklerimin
başka keşiflerde bana ışık olması benim gerçekliğimi oluşturuyor. Çoğu insan yeni başlangıçlar
yapmak için bulunduğu yeri terk etmenin, başka bir şehirde olmanın en iyi seçenek olduğunu
düşünebilir. Ama belki de yeni başlangıçlar için yeni bir yere değil de yeni bir zihne
ihtiyaç vardır.
Son olarak, hayatımız boyunca temas ettiğimiz her şeyden ve herkesten bilinçli ya da
bilinçsiz olarak etkileniyoruz (Çakmakkaya, 2017: 5). Umarım çıkaracağımız her sayı da sizde
güzel bir etki bırakır.
Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle. İyi okumalar…
Elife EKER
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4.Sınıf Öğrencisi
Kaynakça:
Beyin Esnekliği, Bilişsellik & Nörojenez. (t.y.). 15.02.2021 tarihinde https://www.-
cognifit.com/tr/brain-plasticity-and-cognition adresinden erişildi.
Çakmakkaya, D. (2017) Değişime Giden Küçük Adımlar. Psychologies
Türkiye,7: 5.
Sezen, A. (2015) Değişime Direnç Psikolojisi Bağlamında Belirsizlik Duygusu ve
Dinsel Yönelimlerin Etkileri. Toplum Bilimleri Dergisi, 9 (17): 9-23.
20
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
CESUR YENİ DÜNYA BİZE
NELER ANLATIYOR?
Bu yazımda sizleri Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’
kitabıyla tanıştırmak istiyorum. Huxley kitap boyu yeni bir
bakış açısı kazandırarak etrafımızda olup biten olaylara
karşı farkındalığımızı arttırıyor. İlk başta çok ütopik gibi
gelen kitap ilerledikçe gelişen dünya ve teknolojileri de
göz önünde bulundurunca çok uzak bir ihtimal değilmiş
gibi gelmeye başlıyor. Huxley’in kitabı 1930’lu yıllarda
yazdığını görünce de şaşırmamak ve hayran kalmamak
elde değil.
Aldous Huxley.
Her mucit doğadan gözlemleriyle yola çıkarak bir icat ortaya koymuştur. Uçan sineğin kanadının
örnek alınıp uçağın icat edilmesi gibi… Huxley de yarattığı bu yeni dünyada gerçek hayattan
esinlendiğini yapay kanın akciğerde dolaşım hızı ve beyni oksijensiz bıraktığında zeka geriliğinin
oluşmasıyla açık bir şekilde belirtmiştir.
Artık normal doğum söz konusu değildir. Fabrikada üretilen bir ürün gibi şişelere yapılan aşılar,
yapay kan döngüleri, kuluçka odaları gibi aşamalardan geçerek kişiler dünyaya gelir. Buna karşılık
Ayrıbölge’de normal doğumlar hala devam etmekte ve tek eşlilik söz konusu olduğu için ‘doğanlar’ ve
‘şişeler’ (fabrikasyon üretimden söz edildiği için bireylerden şişe diye bahsediliyor) arasında bir
ayrımcılık vardır. Karşılıklı olarak dış gruplarla bir iletişimleri ve temasları olmadığı için bu ayrımcılığın
önüne geçilememiştir.
21
Şişelerin fabrikasyon üretimleri burada
son bulmamıştır. Şişeler hayata geldikten
sonra da belirli bir zaman boyunca her gece
uykularında tekrar ederek (hipnopedya)
işlenen kalıpyargılarla hayatlarına devletin
yönlendirmesiyle devam etmişlerdir. Kitapta
bu yöntemle toplumların her açıdan devlet
büyükleri tarafından yönlendirilmesine atıfta
bulunulduğunu görüyoruz. Uyku sırasında
öğrenme olup olamayacağı ile ilgili de birçok
tartışma mevcuttur. Bu konudaki şahsi
görüşüm öğrenmenin gerçekleşemeyeceği
fakat daha önce alt yapısı oluşturulan
kalıpyargıların güçlendirilebileceği yönünde.
Seri üretime geçilmiş bir şekilde dünyaya
gelen şişelerin gelişimsel çeşitliliği ve insanın
biricikliğinin yok edilmesi üzerine çalışılmış.
Her ne kadar kişilere isimleriyle hitap edilse
de kişiler bir nevi kimliksizleştirilmiş diyebiliriz.
Kişiler bu durumların farkında olmasalar da
bundan kaynaklanan sorunlar oluşmuş.
Gelişimsel çeşitlilik kast sistemine göre alfa,
beta, gama, delta ve epsilonlar olarak
sınırlandırılmış. Bireyler arasında kafalarının
içinde görünmez duvarlar örülmüş. Bu
görünmez duvarlardan oluşan bilişsel
hapishanelerde sıkışıp kalmışlardır.
Her kast sistemi ’Yeni Pavlovcu
Şartlandırma Odaları’nda kendi iç grubuna ait
koşullanmaları bilinçdışında işlenmiş. Çiçek
ve kitaplardan; şiddetli gürültüler ve elektrik
çarpmaları kullanılarak tiksindirilmiş ve
uzaklaşmalarına yönelik bir koşullanma
yapılmış. Bu şekilde insanları doğadan,
okumaktan, öğrenmekten, düşünmekten,
sorgulamaktan ve baş kaldırıp düzeni
bozmaktan da uzaklaştırmış oluyorlar. Cahil,
istediklerini yaptırdıkları robotlara
dönüştürmüş oluyorlar. Aynı zamanda bu
sistemde duygular da bastırılmıştır.
22
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
İlk olarak kişileri çiçekten uzaklaştırmanın sebebinin duygusuzlaştırmak olduğunu düşünsem de aynı
zamanda bir diğer amaç da tüketime teşvik etmektir. Doğanın içinde huzurlu bir ortamda oturmak ve
zaman geçirmek için para harcamaya ihtiyaç yoktur. İsteyen herkes (sosyal statü farkı olmaksızın) hiç
para harcamadan bu eylemi gerçekleştirebilir. Bu durumda hem para harcanmamış olur hem de bu
ortam düşünmemiz için de büyük bir fırsattır. Geçmişimizi ve geleceğimizi sorgulamaya başlayacağımız
huzurlu bir ortam sağlanmış olur. Bu da devletlerin istediği bir durum değildir. Bunun güzel bir örneği ise
Bernard’ın denizi izlerken toplumsal yapının bir parçası olmaktan kurtulduğundan bahsettiğinde
Lanina’nın yıllarca haftanın üç günü işlenen hipnopedyaların etkisiyle bir an önce oradan uzaklaşmaya
çabalamasıdır. Sahip olduğu bilginin kaynağını bilinçli olarak bilmese de bilgi çok tekrar edilerek
işlenmiş ve yerleştirilmiş bir düşüncedir. Aynı şekilde ölen şişelerin bitki yetiştireceğini öğrenen Lanina
kast sisteminde üst seviyelerde olan kişilerin öldükten sonra diğer seviyelerden hiçbir farkı olmamasına
şaşırıyor fakat bilişsel çelişkiye düşmemek adına kendisine bu durumu sorgulamak için fırsat vermiyor.
Eğitim ve sosyal hayatta da Duyusal filmler ve Duyu Mühendisliği Üniversitesi gibi insanları meşgul
edip zamanlarını öldüren aynı zamanda da bilime yönelmelerini engelleyen bir sistem söz konusudur. Bu
günümüzde de bahsedebileceğimiz bir durumdur. İlköğretim ve lise yıllarında ders saatlerinin niteliği ve
niceliği büyük bir tartışma konusudur. Yetişkinleri işlerle meşgul edebilirken öğrencileri de okulda
tutarak hayatları bir şekilde dolduruyorlar ve kargaşayı engellemeye çalışıyorlar.
Duyusal filmlerle aynı zamanda arttırılmış gerçeklik sistemi de söz konusudur. Bu da cesur yeni
dünyanın güzel yanlarından bir tanesidir. Arttırılmış gerçeklik sisteminde o kişinin yerine kendimizi
koyabiliyoruz. Filmi izlerken o kişiye dokunuluyorsa sizin de o uzvunuzda dokunma hissi oluşuyor,
hissettiği duyguları siz de hissediyorsunuz. Böylelikle o anı sanki yaşıyormuş gibi önceden deneyimleme
23
şansımız oluyor. Rüyalar ve zihinde canlandırma
yöntemleri gibi bizi olaylara karşı hazırlayan bir
durumdur.
Kitapta hakim olan diğer iki hipnopedya ise;
‘Herkes herkese aittir’ ve ‘herkes mutludur’
kalıpyargılarıdır. Bireylerin arzuları için çaba sarf
etmemesi ve istedikleri zaman elde etmesi
libidodaki yaşam ve cinsellik arasındaki dengeyi
de olumsuz anlamda etkileyen bir durumdur.
Bireylerin istedikleri şeyi çaba harcamadan elde
etmeleri, hızlı bir tüketim içerisinde olmaları ve
ölüm korkularının ortadan kaldırılması yaşam
amaçlarını ellerinden almış olur. Thanatos da bu
anlamda olumsuz olarak etkilenir. Ayrıca hayatta stres, kaygı ve üzüntü gibi duygularında en az mutluluk
kadar olması gerekir. Her şeyi istediğimiz zaman elde ettiğimizde ‘acaba başarabilecek miyim?’ diye
strese girip karın ağrıları çekmediğimizde yaşamak için duyduğumuz arzu körelir. Stres aynı zamanda bir
savunma mekanizmasıdır. Bizim yaşamımızı sürdürmemiz için işlevsel bir değeri vardır.
Stres ve kaygı yaratabilecek ufak ihtimallerde ise hemen somaya başvurulur. Soma bir çeşit
uyuşturucudur fakat günümüz uyuşturucusuyla arasındaki fark sonrasında olumsuz bir yan etki ve baş
ağrısı bırakmadan kişiyi farklı bir bilinç seviyesine taşımasıdır. Zaten mutluluk ve zevk üzerine
programlanan şişeler en ufak bir mutsuzluk ihtimalinden de soma ile uzaklaşıyorlar. Yönetim bireyleri
somaya bağımlı bir hale getirerek iş çıkışı soma dağıtımlarını sağlayarak da düzeni koruyorlar.
İnsanların ölüme yaklaştıkça kendi benliklerine döndüğünü ve dini bağlılığının arttığını söyleyen
dünya denetçisi bu noktada da duyguya ve manevi bağların güçlenmesine izin vermeyerek ‘Ölecek
Hastalar Hastanesi’nde şişeleri ölüme karşı duyarsızlaştırıyorlar.
Ayrıbölge’den bir istisna olarak karşı tarafa geçmek için izin alan John sistemdeki yanlışları dışarıdan bir
göz olarak fark edebiliyor. İnsanlar kurulu düzenlerini bozmadan yeniliklerden kaçarken insanlara özgür
olmaları için seslenmeye çalıştı. Grubun içine kabul edilmemesinden kaynaklı olarak fikirleri hiç ciddiye
alınmadı. Sonucunda John saldırganlaşmış ve polisler tarafından yakalanmıştı. Tabi ki kaynak önemlidir
fakat kaynağın nasıl yaklaştığı da çok önemlidir. John hakaretlerle dolu konuşmasına onlar için çok
değerli olan somaları yok ederek devam etti. Bu durum somaya bağımlı olan şişeler için büyük bir saldırı
olarak algılandı. Zaten güvenilirliği ve saygınlığı yüksek olmayan bir kaynak iken davranışları onu iyice
zor bir duruma soktu. Hiç bilmedikleri bir yerden geldiği için vahşi dikkatlerini geldiği günden beri
çekiyordu. Fakat her yaptığı harekette veya ortaya koyduğu düşüncede şaşırıyor, onaylamıyor ve tekrar
etmiyorlardı. İç gruplarında kendi alanında saygınlığı yüksek bir kişi tarafından iç gruplarına ait bir ortam
ve etkinlik olan duyusal sinema ekranlarına taşınıncaya kadar. Kendi sinema ekranlarına yansıyan
24
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
filmden sonra vahşiyi sürekli ziyaret
etmişler ve iki tarafta birbirine uyum
sağlayarak şişelerin rutinleri olan
dayanışma ayinini kırbaç ekleyerek
birlikte yapmışlardır.
Huxley kitabında elinde bir sihirli
değnek varmışçasına günümüz
dünyasını alt tabakalar için tamamen
yok etmiş ve eski yaşantıdan hiç
haberi olmadan yaşamalarını
sağlamıştır. Elinde güç bulunduran
üst kesimler ise geçmiş yaşantıda
özlemini çektiği eylemleri kilitli kapılar
Kast Sistemi Üçgeni.
ardında gerçekleştirecek kadar bir
pozitif ayrımcılığa sahiptir. Huxley
kitabında verdiği mesajlarla insanları
sorgulatarak farkındalığını arttırmayı amaçlamış. Kitabın dönüşlerinden de oldukça başarılı olduğunu
anlayabiliyoruz.
Cesur Yeni Dünya’da gelişim tek düzey, süreksiz ve durağandır. Şişeler yeni olan her şeyi reddeder.
Fakat insanlar, topluluklar ve toplumsal normlar; değişiklik gösterir, yenilenir. Olumlu veya olumsuz
sürekli bir değişim söz konusudur. Herkesin hayatının belirli dönemlerinde sihirli bir değneğe ihtiyaç
duyduğu zamanlar olmuştur. Hayatımızdan birden bir şeylerin kaybolmasını veya yeniliklerin
hayatımıza girmesini isteriz. Peki şu an elimizde öyle bir sihirli değnek olsa Huxley’in yarattığı dünyayı
mı yaratmak isterdik? Hiç sanmam. Fakat Huxley’in yarattığı cesur yeni dünyadan isteklerimizi de göz
ardı edemeyiz. Bazen duygularımız ön planda olsun isteriz bazen kendimize kızarak mantığımızı
kullanarak kararlar vermemiz gerektiğini düşünürüz, bazı durumlarda ortama uyum sağlamak en iyisidir
bazı durumlarda ise kendi duruşumuzu ortaya koymalıyızdır… Aslında hayatta siyahlar ve beyazlar
olduğu kadar griler de vardır. Önemli olan bunu kabullenerek taraflar arasındaki dengeyi
sağlayabilmektir.
Kısacası; ‘Cesur Yeni Dünya’dan çok uzak değiliz. Günümüz insanlarının da aileleriyle,
arkadaşlarıyla, doğayla ve kitaplarla arasına giren mesafe gittikçe artıyor. İnsanlar artık bir başarı elde
etmek için çabalamaktan çok uzak. Teknolojik gelişmişliğin yarattığı bilgiye ulaşmanın kolaylığının
sonucu olarak da sabırsız, hiç uğraş vermeden her arzu ettiğini elde ettiği için elindekinin değerini
bilmeyen ve bilişsel tembellikle internetteki bilgi kirliliğini sorgulamadan her okuduğunu doğru kabul
eden yeni bir nesil yetişiyor.
Sizlere de Cesur Yeni Dünyayı okumanızı ve kendi derslerinizi çıkarmanızı tavsiye ederim. Bir
solukta bitireceğinizden hiç şüphem yok. Keyifli okumalar dilerim…
Rumeysa ÇALIŞKAN
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 2. Sınıf Öğrencisi
25
MAĞARA
ENDÜSTRİ VE ÖRGÜT PSİKOLOJİSİ DERSİ
KAPSAMINDA MAĞARA ROMANININ İNCELENMESİ
Platon’un Mağara’sı, milattan önce 4. yy.’da ortaya atılmış ve milattan sonra 21.yy’da bile hala
geçerliliğini yitirmeyerek toplumlarda yaşanan olayları tasvir eden bir alegoridir. Muhtemelen birkaç
yüzyıl sonra da çoğu toplumun yapısını direkt olarak yansıtmaya devam ediyor olacaktır.
Kitapta ya da mağara alegorisinde olduğu gibi insanlar, toplumun koyduğu kurallar ve sınırlarla
zincirlenmiş, toplumun kendisine sunduklarını sorgulamadan benimsemiş ve o çerçevede
yaşamlarına devam edip, kendi konfor alanlarından çıkmayarak kendilerini aydınlığa çıkaran yola
sırtlarını dönmüşlerdir.
Hikayenin geçtiği ve bir Saramago klasiği olarak adı ve konumu belli olmayan ülke Merkez, Sanayi
Kuşağı, Tarım Kuşağı ya da kulağa daha güzel gelen haliyle Yeşil Kuşak, Kent ve Kırsal gibi bölümlere
ayrılmıştır. Ekonomik koşullar, güvenlik durumları ve kişilerin statüsü de bu bölgelere göre farklılık
göstermiş ve insanlar arasındaki sınıflama coğrafik olarak da gözler önüne serilmiştir.
Alt sınıfların hayalini süsleyen, rahatın, konforun, lüksün ve her şeyin ulaşılabilirliğinin sembolü
olan ama aslında içinde oradaki insanların dostları olan hayvanların yaşamasına dahi izin verilmeyen
Merkez; hayali kumsalları, sahte mevsimleri ile gerçeğe gözlerini kapatan, bir simülasyon içinde
kandırılmayı seçip, kendini mutlu hisseden ama aslında yaşadıkları yerde kendi iradeleriyle bir
pencereyi dahi açma hakkı bulunmayan insanlarla doludur. Bu şekilde hem insanların intihar etmeleri
hem de gökyüzünü yani gerçek dünyayı görmeleri engellenmiştir. ‘SİZE İHTİYACINIZ OLAN HER ŞEYİ
SATABİLİRİZ, AMA SATTIĞIMIZ ŞEYLERE İHTİYAÇ DUYMANIZI TERCİH EDERİZ.’ sloganıyla insanların
zevklerini ve isteklerini istediği gibi yönlendiren ve onları sürekli tüketmeye yönelten kapitalist
sistemin en somut halidir Merkez…
Ana karakter olan Cipriano Algor, değişen müşteri istekleri ve teknoloji doğrultusunda bu hıza
yetişememiş, merkez tarafından yaptığı işin artık yeterli görülmediği, satış bölümündeki müdürler
tarafından bu durum kendisine direkt olarak bildirilmiştir. Daha çok insan gücüne dayalı bir şekilde
elde yapılan taş ve kilden üretilen kaplar, ilerleyen teknoloji, işin değişen yapısı ile her şeyin
mekanikleştiği bir üretimin ürünü olan plastiklere bırakmıştır yerlerini. İşini tamamıyla kaybetme riski
karşısında sınıf dayanışması oluşturma çabası, herkesin ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ bakış
açısı yüzünden boşa gitmiştir. Birlik oluşturmaya çalıştığı diğer üreticiler zamanla sıranın kendilerine
gelip, işlerini kaybedecekleri, daha sonra küçük fabrikaların aynı süreçten geçeceği ve en sonunda
26
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
insan gücüne dayalı hiçbir şeyin ayakta
kalmayacağı gerçeğine sırtlarını dönmüşlerdir.
Modern teknolojinin hızına ayak uyduramayan
Cipriano Algor’un haberi aldıktan sonra killeri
çılgınca kırıp dağıtması içindeki öfkesinin ve
hayal kırıklığının herhangi birine karşı
saldırganlığa dönüşmeden önce nesnelere
yönelttiği ve boşalmasını sağlayan bir katarsis
örneğidir.
Değişen taleplere uyup hayatlarını devam
ettirebilmek için tüketiciyi doyurabilecek yeni
bir fikir ortaya atan ve kitaptaki 2. önemli
karakter olan Marta, içinde çizimlerin, fiyat
taleplerinin ve modellerin yer aldığı bir sunum
dosyası hazırlayarak yeni bir iş başvurusunda
bulunulmasını sağlamıştır. Hiyerarşik düzeyde
basamak atlatmayarak başlangıçta Cipriano
Algor’un satış müdürüyle konuşmasını
engelleyen müdür yardımcısının, sunumu
dinlemeye başladığında kendi iş tanımında
olmadığı ve aldığı maaşın konuyla ilgilenmesini
gerektirmediği düşüncesiyle Algor’u müdüre
yönlendirmesi işini içselleştirmediğinin
göstergesidir. Konuyla ilgilenen müdürün
tavırları karşısında Algor’un kimi zaman tepki
göstermemesi kimi zaman da hissettiği
boyutta ve şekilde olmayan minimal tepkiler
vermesi prekarizasyonun etkisidir. Birkaç gün
içerisinde personel müdürünün Algor’u dikey
iletişim sistemi dahilinde arayıp, yeni ürünlerin
miktarı ve üretim süreleriyle ilgili verdiği emir
doğrultusunda baba kız kendi aralarında görev
dağılımı yapmaya başlamıştır. Kilin
hazırlanması, kalıpların oluşturulması, fırınlama
gibi görevler Cipriano’nunken, çizim ve ve
boyama gibi görevler Marta’nın olmuş; ne
zaman hangi işleme başlanılacağı, ne kadar
sürede nelerin yapılacağı gibi sorular
doğrultusunda iş planı yapılarak hedefler
belirlenmiştir.
Bebeklerin üretiminin yetiştirilme
sürecinde hem zaman sıkıntısı olması hem de
konuyla ilgili bilgi ve tecrübelerinin
olmayışından dolayı ikisi de aşırı derecede
stres yaşamışlardır. Aşırı iş yükü ve bu üretim
sonucunda iş güvencesi garantisi olmaması
zaman zaman ikisinin de motivasyonlarını
kaybetmelerine neden olmuştur. Cipriano’nun
tüm meslek hayatının sıfırlanması, paralelinde
ortaya çıkacak maddi sıkıntılar, yaşı ve
hayattaki en büyük destekçisi olan eşinin artık
yaşamıyor olması direkt kendisi ile ilgili sahip
olduğu stres kaynaklarıdır. Erikson’a göre
üretkenliğe karşı durgunluk evresinin sonunda
olan Algor, artık ortaya yeni bir şey
koyamayarak bu dönemin sıkıntısını yaşarken,
geçmişe dönüp baktığında ömrünü verdiği her
şeyin artık bir hiç olduğunu görmüş,
geleceğinden de hiçbir beklentisi kalmayarak
benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk
beslemeye başlamıştır. Yeni sisteme adapte
olmak için artık çok geç olduğunun farkındadır.
Kaybettiği zamanı telafi etmek ister ama bir
yandan da bu deyimin dünyanın en saçma ve
en anlamsız deyimi olduğunu düşünerek,
yitirilen zamanı telafi etme şansının asla
olmayacağı acı gerçeğiyle yüzleşir. Tabakların
üretimi iptal olunca var olma ihtiyacından
dolayı yetersizlik döngüsüne girmiştir. Hem
maddi kaynağı sıfırlandığı için dışsal
motivasyonunu kaybetmiş hem de kendini
artık işe yaramaz hissettiği için içsel
motivasyonunu kaybederek artık daha az saygı
duyulacak biri olduğunu düşünmüştür.
27
Cipriano beklenti teorisine göre; toprak
kaplardan sonra bebekleri yapabilecek
yeterliliğe sahip olduğunu düşünüp, bu
beklenti doğrultusunda, maddi sıkıntılarından
kurtulma ve tekrar üretici olarak saygınlığını
geri kazanma amaç değeriyle, müdürlük
tarafından bebek üreticiliğine kabul edilmeleri
sonucuna ulaşmak istiyordu. Kazanılan para,
beklentileri doğrultusundaki dışsal bir
sonuçken, Algor’un kendini tekrar işe yarar
hissedip, kendine saygı duyması içsel bir sonuç
olacaktır.
Bir yandan biblo üretirken bir yandan da
eskiden üretilen tabakların yok edilmesi için
satın alma müdürünün yaptığı zaman
planlaması, yaratıcılık ve yok ediciliğin
psikolojik etkisi düşünülerek yapılmış ve bu
bağlamda psikolojinin üretimdeki ve kalite
artırımındaki önemi bir kez daha gözler önüne
serilmiştir. Plan yapılırken Algor ve müdür
arasında geçen konuşma, Merkez’deki
organizasyon şeması ve hiyerarşik
düzenlemelerin tanımının netliği hakkında bilgi
Jose Saramago Portre.
verirken, tamamen otoriteye itaat odaklı bir sistem içinde olduklarının da göstergesidir.
Yok edilecek ürünlerin taşınmasının planlanması aşamasında Marçal’ın yani damadın, izne ayrılmak
istememesi; aylardır kalıcı kadroya geçmek için verdiği emeğin bu izinle boşa gitme ihtimalini
düşünmesi, performans değerlendirmeden olumsuz bir dönüt almaktan kaçınmasından
kaynaklanmakta ve işçiler için performans değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunu
göstermektedir..
Cipriano Algor’un çömlekleri çukura koyarken, para gibi bir karşılığı olmamasına rağmen ürünlere ve
işe saygısından dolayı rafa dizer gibi tek tek dizmesi, çömlekçiliği içselleştirmesinin iş disiplinine
yansımasıdır.
Merkez, her yeni ürün için yaptığı iş analizini Algor’un bebekleri için de yapmaya karar vermiş, 50
müşteri seçilerek ürünlerin bu müşterilere ücretsiz dağıtılması sağlanmıştır. Araştırmanın örneklemini
oluştururken sosyokültürel ve sosyoekonomik açıdan farklı kişiler seçilerek örneklemin tüm evreni
temsil etmesi sağlanmış, kişilerden ürünler hakkındaki fikirleri alınarak pazar araştırması yapılmıştır.
Alınan sonuçlara göre üretimin devam edeceği ya da sonlandırılması kararı alınacağı üreticiye
bildirilmiştir. İş analizi kısa vadede masraflı ve zaman alıcı bir yöntem olmakla birlikte uzun vadede
Merkez’in yanlış adımlar atmasını engelleyerek kârını artıran ve doğru hamlelere yönlendiren bir
yöntemdir.
Üretim aşamasına geçmeden önce, bibloların mesleki ve sosyal kimliklerinin seçimi, müşteri
28
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
taleplerini
karşılayacak niteliklere göre yapılmıştır. Biblo
üretimi konusunda hiçbir tecrübeye sahip
olmayan baba-kız tüm sorularının çözümünü
kitaplarda bulmuşlardır. En sıkıştıkları anda
ihtiyaçları olan cevapları bize koca bir dünya
sunan kitaplar vermiştir. Bibloların üretimi
aşaması ise Tanrı vurgusu yapılarak fırın
metaforuyla anlatılmıştır.
Üretim sırasında, aralarına sonradan katılan
ve ailenin bir üyesi haline gelen köpek
Buldum’un bir köpek olarak eğitilmesi edimsel
koşullanma yöntemiyle yapılmış, raflardaki
bebeklere dokunduğunda 2. tip ceza
uygulanarak özgürlüğü elinden alınmış, uzak
durup dokunmadığı her an da olumlu
pekiştireçler verilerek, davranışın sıklığı
artırılmaya çalışılmıştır. Buldum’un Marçal’ı
üniformasıyla gördüğü anda ona saldırması,
üniformaya koşullandığı ve onu tehlike ile
eşleştirdiğinin göstergesiyken; aynı
üniformanın polislerde güvenilirlik algısı
yaratması sayesinde yolculukları sırasında
hiçbir zaman onlar tarafından
durdurulmamaları ve soyguncular için de aynı
üniformanın otoriteye hizmet anlamına
gelmesinden dolayı onlar tarafından da
saldırıya uğramamaları algının ve bu
doğrultuda tepkilerin kişiden kişiye nasıl
değiştiğinin göstergesidir.
Marçal’ın informal iletişim yolları ile öğrendiği,
emeklerinin karşılığını alıp kalıcı kadroya terfi
edeceği bilgisi adalet algısından dolayı içsel
doyum sağlarken buna paralel olarak maaşının,
çalışma koşullarının ve yaşam şartlarının
iyileşmesi gibi faktörler iş doyumunu sağlayan
dışsal faktörlerdir. Zamanla gördüklerinden
sonra örgüte olan güveninin azalması ve bakış
açısının değişmesi sonucu bir zamanlar kendini
özdeşleştirdiği işten manevi olarak uzaklaşmış
ve iş doyumunu sağlayan içsel faktörlerde
azalma görülmüştür. Doyumu azalmasına
rağmen işinin tüm sorumluluklarını yerine
getirmesi ve işten ayrılmaması,
kaybedeceklerinin bilincinde olmasından
kaynaklı mecburiyetten ileri gelmektedir. Her
şeye rağmen Merkez’de Mağara’ya inince
yaşadıkları ve yüzleştikleri bardağı taşıran son
damla olmuş ve duygusal tükenmişliklerinin
sonucu olarak birkaç arkadaşıyla birlikte istifa
etmişlerdir.
Merkez’in duvarlarında yazan ‘PLATON’UN
MAĞARASI ÇOK YAKINDA AÇILIYOR.
DÜNYADA EŞİ BENZERİ OLMAYAN BU
OLAYDA YERİNİZİ ŞİMDİDEN AYIRTIN.’
sloganıyla biten kitap; Platon’un alegorisine
göre tüm ailenin diğerlerinin gözlerini
açmalarını sağlamak amacıyla Merkez’e dönüp
o esaretten hiçbir zaman kurtulamamalarıyla
biter. Ama Cipriano ve ailesi zor olanı yaparak
kendi konfor alanlarından çıkıp, köpeklerini de
dahil edebilecekleri yeni bir hayat kurmak için
yola çıkmıştır. Ya da ben anlamak istediğim gibi
bitirmişimdir kitabı…
Jose SARAMAGO’nun Körlük ve Ölüm Bir
Varmış Bir Yokmuş adlı kitapları da her
satırında yine tanıdık gelen birçok durumla
karşı karşıya bırakıp sizi çok etkileyerek
düşündürecek romanlar arasındadır. Okuma
listenize eklemenizi tavsiye ederim.
Keyifli okumalar…
Şule ERGÜL
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf öğrencisi
29
ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK
Yüzyıllardır süregelen ve insanların yok olması gibi ciddi
vahşetlere yol açan ayrımcılığın maalesef hayatımızda
yer edindiğini görüyoruz. 21. Yüzyılda olmamız hiçbir
şeyi değiştirmiyor. 2020 başlarında ayrımcılık kurbanı
olan George Floyd, sonlarında da bir futbol maçında
hakem tarafından yine ırk ayrımına maruz kalan Pierre
Webo ve geçmişten günümüze kadar yaşanan daha
nice utanç verici, insanlık dışı ayrımcı olaylar var. Bunun
sembollerinden biri Nazi toplama kamplarında yapılan
Yahudi katliamı. 2. Sınıf dersimiz olan Sosyal Psikoloji’de
işlediğimiz ayrımcılık, stigma, insan hak ve özgürlüğü
ihlalleri konularına bu kitapta oldukça yer verilmiştir. İlki
Bruno’nun yaşından ötürü çokça uğradığı -kendince
haksızlık olup- gördüğümüz üzere de yaş ayrımcılığıdır.
Ona bu ayrımcılığı tıpkı Teğmen Kotler gibi ailesi
dışındaki insanlar hatta tüm aile fertleri yaşatmaktadır.
Shmuel ve Bruno’nun acı içinde geçen yaşamında okuyucu da kendisinden izler bulabiliyor. Aile
büyüklerinin sözünün kesilemeyeceği, onlara saygısızlık edilemeyeceği, büyüklerin yapıp da
Bruno’nun yapamayacağı şeyler, ablasının ve Kotler’in Bruno’nun yaşının küçüklüğünden ötürü
onu ayırıp Bruno ile onun rahatsız olduğu şekilde konuşmaları ve çok daha fazlası. Burada aslında
etken madde, otorite. Babanın tüm eve, annenin çocuklara, Gratel’in Bruno’ya… Aslında sadece ev
içinde değil iş yaşamında da bu böyle. Örneğin; Bruno’nun annesinin başlarda dediği ‘’Bazı insanlar
bizim adımıza karar veriyor.’’ ve ‘’Bazı insanlar ve onların yükselme hırsı.’’ diyerek yakındığı bu
sözlerde otorite’nin izlerini görebiliyoruz… Buna otoritenin otoritesi diyebiliriz. Bruno’nun otoritesi
olan ailesi de bir otoriteye boyun eğiyor. Burada mevkii saygınlığından, bir diğer deyişle statü
ayrımcılığından bahsedilebilir. Örneğin babanın Fury evlerine geleceği zaman çocuklara ‘’Hazırda
bekleyin ve o konuşmadan konuşmayın soru sorarsa net cevap verin’’ demişti. Burada da statünün
sebep olduğu ayrımı görüyoruz. Yalnız burada da değil… Örneğin; Kamptakiler ve askerler grup
olarak anılıyor fakat bu gruplar birbirinden tamamen farklı. Burada askerler kamptaki insanlara
zulmediyor, kamptaki insanlar askerler gelince ‘hazır ol’a geçiyor. Ya da babanın konumu Kotler’den
üstün olduğu için Kotler babanın emrinden çıkamıyor. İşin özü, herkes gücünün yettiği kişi üzerine
otorite kuruyor. Günümüzde de öyle değil mi zaten. Gücün varsa ve en çok da paran varsa senden
öte güç ve otorite yok. Çocuklar da her zaman hiyerarşide en alt konumda kalanlar oluyor; ne kolay
bir çocuğu sırf çocuk olduğu için istenilen şekle sokmaya çalışmak. Büyüklerin sözü kesilmez,
30
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
onlara cevap verilmez vb. Ne de olsa çocuk o
öyle değil mi? Ama Shmuel de bir çocuktu
Bruno’nun uğradığı ayrımcılığı içinde
bulunduğu siyasi(dini) ayrımcılığa tercih
ederdi eminim. Shmuel’in daha çocuk yaşında
o küçük bedeniyle gördüğü zulümler,
çalıştırıldığı boyundan büyük işler; bunların
yanı sıra yaşadığı kendince güzel hayatının
elinden alınması da yaşadığı büyük
haksızlıklardan birkaçıdır. Günümüzde bile
hala yaşanıyorken buna neden daha çok
şaşırıyoruz? Oysa uzun zamandır burnumuzun
dibindekini görmeden yaşıyoruz. En büyük
örnek Çin’in Doğu Türkistan’da sırf Müslüman
oldukları için insanları katletmesi, aynı şekilde
İsrail’in Gazze’deki Müslümanları her gün
bombalaması, Suriye’de siyasi çıkarımlar
uğruna ne çok canlar gitti, kalan canlar da
Dünya’nın farklı yerlerinde belki dilenerek belki
çalışarak yaşama çabasında…
Bütün bu ayrımcılığa ve işkenceye maruz
kalmasının tek sebebi ise Yahudi olması. O ne
yapmıştı ki ondan bu kadar korkuluyordu, ne
yapabilirdi ki onlara ya da ne zararı olabilirdi?
Jose Saramago Mağara Kitap Kapağı.
Onun elinde olan bir şey yoktu onun tek
(sözde) sorunu Yahudi bir ailenin çocuğu olup
Yahudi olarak dünyaya gelmiş olmak. Bunda
Shmuel’in suçu ne olabilir? Shmuel’i Bruno’dan
ayıran şey de sadece Yahudi oluşuydu. Oysaki
doğum günleri bile aynıydı ve birbirleriyle hiç
oynayamasalar bile birbirlerini çok sevmişlerdi.
Bu da ayrımcılığın doğuştan gelmediğinin
başka bir kanıtı olmalı. Peki ya Bruno’nun o
insanlar orada ne yapıyor derken babanın
onlar insan değil deyişi? Ne acı kendinden
olmayanı kimliksizleştirmek. Giyindikleri çizgili
pijamalarla tek tipleştirilişleri de bunun büyük
31
kanıtıdır. Çizgili pijama giyenlerin köleleştirilip
çalıştırılması, insandan sayılmaması, onca
işkenceyi gördükten sonra da yakılarak
öldürülmeye layık görülmelerinde tek suç var o
da dini inanışları ve Hitler ile aynı soydan
olmamaları. Bunun yanı sıra askerler de bence
kimliksizleştirilenlerdendi. Çünkü onlara
sadece asker deniyordu herhangi bir ismi
yoktu hiçbirinin. Hatta onlar da başlıca bir
gruptu tıpkı Çizgili Pijamalılar gibi. Bu insanlar
bireysel olarak değerlendirildiğinde belki
ayrımcı, zalim olmayacaklardı ancak
bulundukları gruba aidiyet hissiyle
kimliksizleştirilerek zalim kuklalara dönüştüler;
kendi duygularını, kimliklerini, değer yargılarını
yok saydılar. Aslında grup demişken aklıma
gelen Bruno’nun Shmuel’le onların neden
birbirlerinden farklı olduklarını ve farklı
ortamlarda kaldıklarını konuştuktan sonra
pişman olduğu, babası ve dedesinden
duyduğu cümle geldi. ‘Biz üstünüz’. Burada her
ne kadar bir anda ve istemeden söylese de
aslında dedesi ve babasından ona geçen bir iç
grup kayırmacılığı söz konusu. Yani kendi
Jose Saramago Mağara Kitap Kapağı.
olduğu grubu kayırıp üstün tutma başka grubu
kendinden aşağı görmüş olmasıydı. Keskin bir
geçişle sosyal kimliğe değinmek istiyorum. En
çok da çocukların babalarının mevkilerinden
etkilenmelerinden söz edeceğim. Onlar için
kişilerin manav, öğretmen, şef veya komutan
olmaları önemli değil asıl önemli olanın işinde
ve hayatında ciddi olmaları gerektiğidir.
Ciddiyet saygınlığı ve itaati getirir. Başka bir
örnek Gretel’in taşınmaları hususunda
Bruno’ya söylediği ‘Belki bizden önceki adam
işini iyi yapamadı ona sen çık dışarı, bu işi daha
iyi yapacak birini getirelim diyerek babayı
32
ÇARÇUBA
KİTAP
‘‘YENİLİK’’
ANALİZİ
getirdiler.’. Burada da sanki babası hiç yanlış
yapamaz, hiç kızmazmış gibi konuşuyordu.
Çalışanlardan biri olan Maria da sosyal kimlikle
beraber kimliksizleşmişlerdendi. Pavel ve diğer
çizgili pijamalılar gibi. Ve hatta statü
ayrımcılığına onlar da maruz kalıyorlardı. İşte
Gretel Maria’ya banyoyu hazırla derken
Bruno’ya ‘O bir çalışan ve bu onun görevi’
demişti. Maria’nın dahil olduğu bir diyalog
vardı. Bruno soru sorduğunda kendisinin ne
düşündüğünün önemli olmadığını söylemesi
ile görevinden dolayı hükümsüz ve isimsiz
olduğunu dile getirmişti tıpkı Pavel gibi.
Pavel’in de Bruno’yla aralarında geçen bir
anıları vardı. Bruno ona karşı başta ön yargılı
olsa bile salıncaktan düştüğünde Pavel onu
tedavi etmişti. Pavel ona aslında doktor
olduğunu ama bunu kimsenin bilmemesi
gerektiğini söylemişti. Yazık kendi ülkesinde
uğraşlarla okuyup doktor olmuş birinin
soydaşlarıyla bir araya getirilip her türlü
sıfattan yoksunlaştırılması çok acı. Yani demem
o ki ayrımcılığın gözle görülür olmasına gerek
yok kendini her yerde belli ediyor zaten. Son
olarak söylemek istediğim çok önemli bir konu
daha var o da eğitim ayrımcılığı. Bruno ve
Gretel’in aldıkları özel eğitimlerin (Tarih ve
Coğrafya) yanında Shmuel ve daha nice
Shmuellerin asla eğitim alamayışı, bu haktan
mahrum bırakılması da eğitim ayrımcılığını
okuyuculara net bir şekilde gösteriyor. Bunun
üzerine söylenecek söz çok elbette. Eğitim
hakkı elinden alınmış, kimliksizleşmiş, geçmişi
unutturulmaya çalışılmış ve olmaları gereken,
layık görüldükleri yerin aslında orası olduğu da
içselleştiriliyor. En büyük ayrımcılık ve
haksızlıklardan biri de bu değil mi zaten?
Ben bu kitapta genel itibariyle statü, eğitim,
cinsiyet, siyasi, yaş, mevkii ayrımcılığı gördüm.
Burada da kendi çıkardığım sonucu
paylaşmak isterim.
Dünya’nın artık bir kanunu haline gelen
gelip gitmekte. Her başa gelen tek olmak isteği
ve açgözlülüğüyle insan ırkının sonunu bu
şekilde hazırlamaktadır. Her gelenin gidenden
farklı olduğu düşüncesi ve umudu her
seferinde yanıltıcı olmuştur. Tarihten ders
almayanlar yüzünden de böyle sürmekte bu
düzen. Biri de çıkıp demiyor ki başkaldırıp el ele
değiştirelim. Her biri diğerinden kötü. Bu
yüzdendir ki her yüz yılda onlarca katliam,
soykırım ve savaşlar olmakta. Bunları,
okuduğumuz bu kitapta birbiriyle hiç oyun
oynamadan, birbirlerini arada tel örgüler
olmadan asla görmeyen, birbirlerini koşulsuz
seven iki çocuğun ve onlarla beraber yanarak
kayıp giden binlerce canın sebebini
düşündüğümden dolayı söylüyorum. Bizler
tanık olmamış bile olsak tarihte yer alan
soykırımlar üzerimizde ağır yükler bırakıyorken
bunu en güçlü olmak ve bu uğurda bu ırkın
başına bela olmasını istemeyenlerin neden
bunları yaparken bu kadar rahat olduğunu
merak edişimdendir.
Dilerim ki bu haksız ölümler bir gün son
bulur. Dilerim ki insanlığın, vicdanın ve
merhametin sonunu getiren bu cehalet bu
eğitimsizlik bir gün son bulur. Dilerim vicdanlı
ve bencil olmayan bir gelecek bizimle olur.
Yüksel Goral
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 3. Sınıf öğrencisi
33
OTİSTİKLER DERNEĞİ
YENİLİK HAKKıNDA
Dergimizin ilk sayı konusunu yenilik olarak
belirlemişken otistik bireylere yer vermemek
elde değil. Otizmle ilgili bilgi edinmek ve
farkındalık yaratmak için Otistikler
Derneği’nden Dinç Orkun Yontar ile bir
röportaj gerçekleştirdik. Şimdiden kendisine
çok teşekkür ediyorum…
Merhaba Orkun Bey. Orkun Yontar kimdir?
Bize biraz kendinizden ve Otistikler
Derneği’nden bahsedebilir misiniz?
Dinç Orkun Yontar
Klinik psikolog, Psikoterapist ve aynı
zamanda normal gelişimden sapmış farklıgelişen bireylerle (otistik, psikotik özellikli, down
sendromlu…) çalışıyorum. Sadece bu grupla çalışmıyorum tabii ki daha nevrotik ve
yetişkinlerle de çalışıyorum ama bu grupla da özel bir deneyimim var.
2008 yılında otistikler yaz entegrasyon kamplarında gönüllü olarak Otistikler Derneği ile ilk
temasım başladı. O zamandan beri Otistikler Derneği’nin bir üyesi ve gönüllüsüyüm. Daha
önce yönetim kurulunda bulunduğum bir dönem olsa da şu an sade bir üyesiyim. Şu anda
Otistikler Derneği’nin farklı gelişen bireylere yönelik olan en kapsamlı projesi olan Alternatif
Gelişim Programlarında koordinatörlük yapmaktayım.
Otistikler Derneği ise Nevin Eracar’ın 1994 yılında Otistikler Kulübü adıyla başlattığı bir oluşum.
Buradan hareketle iki yıl sonra Otistikler Derneği kuruluyor. Farklı gelişen bir bireyin annesi
olan Nevin Hanım’ın “Benim kızımın neden arkadaşları olmasın?” diyerek gerçekten otistik bir
bireyin sosyal ihtiyaçlarını gözeten bir şeyler yapmak için yola çıkmış ve hikâye böyle başlamış.
20 yılı aşkın süredir başka bir yerde daha önce örneği olmayan şekilde farklı gelişen çocuk,
genç ve yetişkinleri; sıkı bir süpervizyon eğitiminden geçen alandan gönüllülerimiz ile
ailelerinden ayrı olarak bu kamplara katıldı ve katılmaya devam ediyor.
Otistikler Derneği farklı gelişen bireylerin toplumda haklarının teslim edilmesi, daha çok onlara
yer açılması, sosyalleşmelerinin sağlanabilmesi ve bunun için korunaklı alanların inşa edilmesi
(onlara dair yaşam alanları kurmak, istihdam sağlamak olabilir) gibi alanlarda projeleri yapmış
ve hala yapmakta olan bir dernek. Bir hak savunuculuğu yaparak devlete model teşkil ediyor
ve bu tarz projelerin yaygınlaştırılmasını amaçlayan bir dernek.
Sizin için yeniliğin önemi nedir? Otizm ve yenilik denildiğinde aklınıza ilk neler geliyor?
Yenilik bizim gelişebilmek için ihtiyacımız olan ve bildiğimizin dışındaki karanlık alana adım
attığımız nokta. O yüzden kolay değil. Bazen öngörülemez. Yenilik çoğu insan için
korkutucudur. Fakat yeni deneyimlere açık olmak ve zamanın getirdiklerine hazır olmak
gelişimin anahtarıdır. Tabii bu tümden her şeyin değişmesi anlamında değildir. Savrulmak
istemeyiz. Uçuşan yapraklar gibi değil güçlü bir şekilde yere tutunup köklenmiş bir ağaç olmak
isteriz. Yeniliği sert rüzgarlar gibi düşünelim… Çok sert, katı, içi kuruyup koflaşmış ağaçlar
34
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
kırılabilir. O yüzden esneyip yeni koşullara
adapte olabilmek önemlidir. Bu rüzgarlar o
zaman belki de bize çok yararlı mineraller
taşıyacak.
Yenilik çok geniş bir kavram. Çok farklı
yerlere temas edebiliriz. Bir dolu yenilikten
geçiyoruz. Hayatın getirdiği bazı yeni
koşullar var. Virüs mutasyona uğruyor
diyoruz. Nevin Hoca’mızın deyimiyle: “Virüs
mutasyona uğradı. Bizi de uğrattı.” Biz de
değişiyoruz ve yeniliğe adım atmak zorunda
kalıyoruz.
Eğer ki konu otistik bir bireyse, değil fiziksel
teması sosyal temasın dahi tehdit edici
algılandığı bir durumdan bahsediyoruz.
Direkt göz teması kurmaktan bile kaçınan
bir birey söz konusu. Aslında onun ruhsal
gerçekliği bakımından düşünüldüğünde
sosyallik tehdit edicidir. O yüzden bu tip
kendi kabuğuna çekilmek veya takıntılara
kendini kaptırıp o takıntılarla yaşamaya
devam etmek kendini korumaya almak
anlamına geliyor. Çok hassas bir ruh
sağlıkları var. Bir yandan bebeksi ruh sağlığı
ve ihtiyaçları varken bir yandan büyüdükçe
yetişkin bedeni içerisinde olurlar. Normal
denilen bizlerin yaygın olarak kullandığı
iletişim dillerini kullanmakta bir güçlük
yaşıyorlar. Kimisi konuşmayı öğrenmek için
konuşma terapileri alıyor veya sosyal arzu
duymak ve bir insanla yakınlaşabilecek
kadar korkularının azalması için oyun
terapileri almaları gerekebiliyor. Bu şekilde
kendilerini ifade edebiliyorlar ve rahat
hissediyorlar. Temas bakıştan da yoğun bir
durum belki. Temasa ihtiyaçları tabii ki var o
35
ayrı bir konu ama temasa açık ve hazır
olmak çok ayrı bir şey. Pandemi döneminde
mesafeli olmak onlara iyi geliyor diyebiliriz.
Fakat maske takmak, daha az oksijen almak
ve yeni kurallar onlar için zorlayıcıdır.
Otistiklerin bir özelliği de yeniliklere zor
adapte olmalarıdır. Pandemi döneminde
dışarıda çıkıp aileleriyle bir şeyler yapmak
veya yürümek için hemen izin
çıkmadığından dolayı takıntılarının,
stereotipik hareketlerinin ve sürekli
yaptıkları rutinlerinin dışına çıkmak zorunda
kaldılar (bu rutinler onları rahat ve güvende
hissettiren şeylerdir). Otistikler için bu
rutinlerin dışına çıkmak çok zor bir
durumdur. Ailede evde onunla durduğu için
o derecede zorlanıyor. Pandemi döneminde
otistik bireylerin evlerinde çok krizler
yaşandı. Aileler de çok zorlandı ve uzaktan
desteğe ihtiyaç duydular. Biz de bu
dönemde çalışmalarımızı değiştirmek
zorunda kaldık. Terapilerimizi online olarak
yaparak onlara uzaktan destek vermek
durumunda kaldık. Çünkü onların
güvendiği ve rutinlerinde olan kişiler olarak
bizlerde hayatlarından çıkamazdık. Online
destek vermek hayatlarından tamamen
çıkmış olmaktan daha iyi bir seçenekti. Yan
yana olmaktan çok farklı gibi görünse de
onlar da bu online sisteme adapte olabildi
ve uzaktan desteğimizin yararını gördük. Biz
de tabii ki bu süreçte çok daha yaratıcı ve
adaptif olmak zorunda kaldık. Aynı şekilde
onlar da yaratıcılık sınırlarını zorladılar.
DSM 5’te de otizm spektrumu
bozukluklarında az, orta ve çok destek
gerektiren gibi bir derecelendirme var.
Yüksek işlevli otistik bireyler veya farklı
gelişenler olabilir. Onları bu tarz yeniliklere
adaptasyonu daha yüksek olabilir. Ama
daha alt düzey belirtileri olan ya da uyumu
düşük olan farklı gelişenlerin ihtiyaçları
daha farklıdır. Kişi özelinde bakmak gerekir.
Otistik bireylerde yeniliğe geçiş süreci
nasıl olmalıdır?
Böyle hassas bir grup ile çalışırken ya da
bakım verenleri olduğumuz zaman
değişiklikler hazırlayabilmek ve önden bu
değişiklikleri konuşmak çok önemlidir.
Diyelim ki bu değişiklik taşınma olsun. Bir
sürü insan pandemi döneminde taşındı
veya evlerini yeniledi. Yeni mekana alışmak
bile kritik bir durum olabilir. Zor gelebilir.
Fakat önden bunun konuşması yapılarak
zihin ısıtılırsa kişiler bu yeni durumu daha
kolay kabullenebilir. Evet, yine birtakım
zorluklar yaşayabilir ama önden bu
hazırlama süreci ona verildiğinde çok fazla
krizli olmayabilir. “Bir süre sonra şu şu
nedenlerle yeni bir eve geçmemiz
gerekiyor.” gibi açıklamalar yapılabilir.
Anlıyor mu, anlamıyor mu, benim gibi
konuşabiliyor mu? Bunları düşünmeden bu
açıklamaların yapılması gerekir. En başta bu
açıklamalar yapılırken insan yerine
koyulmuş oluyor ve bu değerli hissettiriyor.
Bu insanlar bizleri duyabiliyor sadece her
zaman bizim “normal” dediğimiz insanlar
gibi tepki veremiyorlar. Bu yüzden
zihinlerini hazırlamak çok önemlidir. Böyle
bir gereklilikten dolayı taşınmamız
gerekiyor açıklamasını yaparken “Merak
etme bu eşyalar da bizimle birlikte gelecek,
biz yine hep beraber olacağız orada”
diyerek güven sağlayabiliriz. Çünkü belki
mekan değişince bile bütün dünyası
değişecekmiş gibi bir tehdit algılayabilir.
Onlar için yeniliğe geçmek o yüzden bu
kadar zordur. Bu zorluğu zihni ısıttıkça, o
yolu hazırladıkça ve tarih yaklaştıkça ara
ara hatırlatarak azaltabiliriz. Bunlar
yapılmadığında o geçiş süreci daha sert,
ağır, krizli olabilir.
Bazen de durum gereği hızlı hareket etmek
36
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
gerekebilir. Diyelim ki karşıdan karşıya
geçerken ve arabanın üstünüze doğru
geldiği bir anda yolun ortasında bir lekeyi
takıntı haline getirdi ve yolun ortasında
durası geldi. Öyle bir anda da önce durum
gereği araba mı durdurulur, otistik bireyi
hızlı bir şekilde çekmeniz mi gerekir?
Beklemek yerine durumun gereğini yapmak
zorunda kalırsınız. Fakat daha sonrasında
geriye dönerek bunun üzerine konuşmak
değerlidir. Acil bir durum değilse hemen bir
şey yapmaktansa ne hissediyor acaba diye
bakmak, anlamaya çalışmak çok değerlidir.
Zaten bu krizlerin çoğuna bakım verenin
hem kendisine hem de farklı gelişene
anlamak için olan bu süreyi tanımaması
sebep olmaktadır. Bu zamanı ve alanı ona
açmamız gerekir. Zaten o olabildiği haliyle
orada durabiliyor. Başka türlü orada
duramıyor. Krizli ve ağlamalı bir hal
alabiliyor. Bir insanın dünyada bu halde
bulunmaya hakkı vardır. Öncelikle bunu
hatırlamalıyız. Hemen onun bu halinin
değiştirilmesi gerekmez ki bazen çok
müdahale edildiğinde otizmin büyüdüğünü
görürüz. Çünkü onu anlamıyorsunuz o an ve
müdahale ederek onun ruhsal gerçekliğine
olan uzaklığınızı daha çok hissettirmiş
oluyorsunuz. Sonra zaman geçtikçe
sakinleştikçe, alana girdikçe konuşmalar
olabilir. Çünkü kendi tepkilerini
anlayamayan ve ne hissettiğini bilemeyen
bir insandan bahsediyoruz. Onun
duygusunu okumak, dış dünyasına dair, ne
hissettiğine dair tahminler yürütmek ve
konuşmak çok onarıcı olur. Böylelikle
bütünlük hissini kaybetmiş birisine
bütünlük hissini sağlayabilmesi için bir el
uzatmış oluruz.
Otistik bireylerin aslında tepkilerinden çok
o tepkileri verirken altında yatan duygu ve
düşüncelerini merak ediyorum. Uzun
yıllardır farklı gelişen bireylerle yakın
temasta olmanızdan dolayı iç
yansımalarının nasıl olduğunu size sormak
istiyorum. Verdikleri tepkilerin altında
yatan duygu ve düşünceler nedir?
Bunu tabii çok durum özelinde
düşünmemiz gerekir. O anki tepkisi
durumdan duyduğu memnuniyetinin,
zorlanmasının veya korkmasının da tepkisi
olabilir. Ama bizim bildiğimiz yolla
duygularını ifade etmiyor olabilir. Örneğin;
çok korktuğu bir anda kendi zihninin
içerisinde kaybolup eskiden onda bu
çağrışımı yaratan çok benzeri bir sahneye
savrulabilir ve orada kendini
sakinleştirmenin bir yolunu bulduğu bir
takıntısı olabilir. O takıntıyı tekrar etmeye
başlayabilir veya gerçekliği bozarak
oradaymış gibi davranabilir. Kendisini
rahatlatmak için bu şekilde bir savunma
mekanizması geliştirebilir. Biz bunu
dışarıdan hezeyanlı, stereotipik bir şekilde
nesneyi sallarken veya etrafında dönerken
görebiliriz ama içeride böyle şeyler yaşıyor
olabilir. Bu tabii ki sadece bir örnek. Her
zaman bu şekilde olması gerekmez ama
muhtemelen böyle oluyor. İç dünyasında
bir yerlere savruluyor ve gerçeklikle bağı
gevşiyor veya bazen tamamen yitiriyor.
37
Korkuları ayaklandığı zamanlarda ise
çevresindeki insanlardan kendisine zarar
geleceğini düşünerek sakinleşmesi
güçleşebilir.
Otistik bireylerin yeni bir durum ve
ortamda hangi tepkileri neden verdiğini
konuştuk. Peki otistik bireylerin girdiği bu
yeni ortamdaki kişilerin yaklaşımları ve bu
yaklaşımın altında yatan nedenler
hakkında neler söylemek istersiniz?
Şöyle ki insanlar kendilerinden farklı yapıda
olan ve ayrı bir dili konuşan birisiyle karşı
karşıya olduğunu bilmek normal dediğimiz
insan grubu için öncelikle alarm durumu
yaratıyor. “Bana bir zarar verebilir mi?”
korkusu ister istemez insanın içine
doğabilir. Temelinde korku vardır diyebiliriz.
Herkesin temelde psikotik bir çekirdeği
içinde vardır. Delirme korkusu, zarar görme
korkusu… Hayatlarına devam edebilmek
için bu korkulara ihtiyacı da vardır. Tabii bu
korkular çok ortaya çıktığı zaman ilk tepkiler
korkulu, kaygılı ve kaçıngan oluyor. Çünkü
karşısında tanımadığı bir insan yapısı var.
Korkup bir adım uzak durmak, fazla
yaklaşmamak, ilişki kurmamayı tercih etmek
ve ilişki kurmaktan kaçınmak… Bunlar
aslında doğal karşılanabilecek bir haldir.
Temelinde korku yatan normal insan
tepkileridir. Fakat aynı zamanda böyle anlar
gelişim için büyük bir fırsattır. Orada o
korkuyla kalıp merak edebilmek, bunun için
cesaret gösterebilmek, onunla aynı yeri
paylaşmak, rahatsız etmeyecek bir şekilde
gözlemek veya bir karşılama sözcüğü
söylemek değerlidir. Bunlar yaratıcılık
gerektirir. Yaratıcılığı burada korkusundan
sıyrılıp merakını ve oyuncu tarafını
etkinleştirmek anlamında kullanıyorum.
Burada çok fazla öğrenme fırsatı olur
özellikle de meslektaşımız olacak psikoloji
ya da ruh sağlığıyla ilgili bölümlerden
mezun olacak öğrenciler için bunlar çok
önemli deneyimlerdir. Çünkü belki de en
ağır ruhsal bozukluktan bahsediyoruz
Otistik bireyleri hayata katmak için birey
düzeyinde farkındalık yaratmaktan
bahsettik. Peki, daha büyük kitlelere de
ulaşmak adına yapılabilecek devlet
kampanyaları, öğrenci standları vs. daha
yeni sizce neler yapılabilir? Bu konuda
öneri ve görüşlerinizi bizimle paylaşabilir
misiniz?
Otizm alanında yapılması gereken çok fazla
şey var. Otistikler Derneği de bunun için en
temel ihtiyaçların altını çizerek ve somut
gerçeklere değerek adımlar atıyor.
Düşündüğümüzde somut gerçeklik ne?
Ailelerin “Ben bugün varım yarın yokum.
Çocuğuma ne olacak?” korkusu. Ona
benden sonra insanca bir bakım verilecek
mi? Bunu kim yapacak? Tabii ki insanca
bakım ihtiyacına yönelik doğru yaklaşım
nasıl olur? Temel soru bu aslında. Otistikler
Derneği de gündüz ve yatılı çalışmalarında
bu insanca yaklaşım temelinde çalışıyor. Bu
ilişkisel temel onları iyileştirecektir.
İyileşecek derken tabii ki bu semptomlar
bitecek demek istemiyorum. Otizm kronik
nöro-gelişimsel bir bozukluktur. Kastetmek
istediğim yaşam kalitelerini artırmaktan,
rahat ve güvende hissetmelerinden
bahsediyorum. Aileleri olmasa da orada
yaşayabilecekleri gelişimlerini destekleyici
güvenli bir ortam yaratmak… Otistikler
Derneği’nin de çalışmaları bu mantıkla
yapılıyor. Süpervizyon eğitimi alan alandan
gönüllülerimiz ve stajyerlerimizle kamplar
ve yaşam evlerinde ailelerinden uzakta
bireyselleşebiliyorlar. Buradan bunun
duyurusunu da yapmış olalım. Mesleği
öğrenmek için de çok değerli bir durum.
Böyle ağır ruhsal bozukluklardan birisiyle
temas etmek insanın içinde yaratıcılığını
geliştirebilmesi ve mesleğine
38
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
uygulayabilmesi için çok büyük bir vizyon
veriyor. Ben de oralardan başladığım için
kendimi çok şanslı hissediyorum.
Yüksek işlevli otistikleri işlerini eline almış,
evli, çocuklu olarak görebiliyoruz. Ama daha
çok yoğun ve orta desteğe ihtiyaç duyan
kısma yöneltmek lazım bu soruları. Bu
insanlar ne olacak? Bir iş yapıp, bir şey
üretip sonucunda da gerçek bir takdir
görebilecekler mi? Bu hayatta insanın işe
bunun için de ihtiyacı var. Sadece para
kazanıp gıdasını alması ve kirasını ödemesi
değil. Tabii onlarda çok gereklidir fakat bir iş
yapıyorsak bir şeyler ürettiğimizi ve bu
üretimin işe yaradığını görmeye ihtiyacımız
vardır. Bu alan oluşturulmalı onlara yönelik
üretim atölyeleri belki. Çok faydalı
olabilecekleri işler elbette var. Daha önce
bunları yaptık. Kafelerde çalışan farklı
gelişen bireyler oldu. Başkalarının çok
çabuk sıkılacağı tekrar gerektiren işleri uzun
süreler rahatlıkla yapabiliyorlar. Zaten
tekrar onlara güven veren bir durumken
bunu yaptığı işle birleştirebilirsek ortaya
güzel sonuçlar çıkıyor. Onlara illa her şeyi
öğretmeliyiz gibi bir bakış açısıyla
yaklaşmamamız gerekiyor. Herkesin aynı
donanımlara sahip olup üniversiteden
mezun olması gerekmez. Onların
donanımlarını işlevselleştirdiğimiz alanlar
açmamız gerekiyor.
Özetle bu insanın ailesinden de ayrı
yaşayabilmesi için bu alanın genişletilmesi
gerekiyor. Bu ilişkisel temelde güvenli ve
rahat hissedip üretebileceği korumalı bir iş
yeri, yaşam eksik. Yoksa bu bina-mekan işi
değil. Duyuyoruz devlet tarafından bir sürü
rehabilitasyon merkezi gibi bakım evi açıldı.
Ama ne yapılıyor acaba diye merak
ediyoruz. Çünkü furyası çok baskın yani
eğitim denildiğinde sadece eğitim yapılır
düşüncesiyle hareket ediliyor. Tamam
eğitim çok değerli ve gerekli fakat
otistiklerde ve psikotik bozukluklarda
39
sosyallik arzu uyandırılamadığı zaman
dışarıdan ek olan müdahaleler çocukken
klasik koşullama ile işe yarıyor gibi
görünürken ergenliğe gelindiğinde büyük
patlamalara yol açtığını görüyoruz. Kendine
hakim olamıyor ve eğitime de devam
edemiyor. Adaptasyonu iyice bozuluyor.
Böyle yetişkinler bize çok geliyorlar. Çünkü
burada eğitim denilen konu dıştan içe
sürekli bir şeylerin öğretilmesi ile ilgili. İç
dünyaya yer verilmemiş. İç dünyaya yer
açabilecek terapötik bir alana ihtiyaç var.
En çok psikoterapiye ihtiyaç var.
Psikoterapi, iş yeri, yaşam evi ve dışarıdaki
sosyal hayat bu ilişkisel temelde olmalıdır.
Farkındalık bilinç denen şey öyle kolayca
doğmuyor ve yeterli değil. Duyarlılığın da
oluşması gerek. Bu insanlar nasıl insanlar?
Biraz birilerinin yapıp model olması
gerekiyor ve dışarıdan insanların görüp
merak etmesi gerekiyor. Model teşkil ederek
çalışıyoruz. Bizden ilham alıp çalışmalar
yapanlar ve bizimle ortak çalışmalar yapan
kurumlar var. Devlet de bunu sahiplensin,
gerçek ve ihtiyaca yönelik çözümler bulalım
istiyoruz.
Bütün bu konuştuklarımızla ilgili bizimle
paylaşabileceğiniz farkındalık yaratan
sanatsal etkinlik, kitap, film vs. önerileriniz
var mı? Var ise bizlerle paylaşırsanız
konuya ilgi duyanlar ve bizi okuyanlar
adına çok sevinirim.
Sanat güzel bir nokta. Soruna hemen
döneceğim ama öncelikle bu konuyla ve
sorunla da ilgili bir şeyler söylemek
istiyorum. Bugün çok bahsedemedik belki
ama konuşurken yaratıcılık olarak değindik.
Farklı gelişenlerin ruhsal gelişimle
rahatlayabilmesi için sanat (oyun) çok
önemli. Bunlar kendini ifade etme aracıdır.
Çünkü söz yeterince işlevsel ve yerinde
kullanılamıyor. Normal dediğimiz insanlar
ne kadar sağlıklı ifade edebiliyor duygu ve
düşüncelerini?
Farklı gelişenler için sanatın çok ayrı
terapötik bir değeri vardır. Sanatla terapi
atölyeleri bu anlamda çok değerli ve biz de
çalışmalarımızda kullanıyoruz. Bu alanda da
bir şeyler görmek isteyen müstakbel
meslektaşlarımız için staj programlarımızı
önerebilirim. Bunun için tabii
duygusal-düşünsel sorumluluk anlamında
ciddi bir yatırım yapmak demek oluyor.
Bunun bazı kuralları ve ciddi çalışma ritmi
var. Yaptığımız işi çok ciddiye alıyoruz
çünkü bu grupla böyle çalışılmasına ihtiyaç
var.
Senin soruna gelecek olursam genellikle
dahi insanların hayatlarını bazı filmlerde
görürüz. Shine filmi gibi… Bir farklı gelişenin
hayatı nasıl olabilir? Beni etkileyen
filmlerden biri olduğu için galiba aklıma ilk o
geliyor. David Helfgott bir virtüöz. Benim de
Türkiye’ye geldiğinde konserine gitme
şansım oldu. Psikotik bir farklı gelişen ve
çok büyük bir sanat ustası. Onun hayatını
görmek, geçmişteki travmatik aile
yaşantılarını, semptomlarını görme şansı da
elde etmiş oluyorsunuz. Shine filmini
önerebilirim. Barfi filmi var. Dernek olarak
toplu film izleme etkinliği yaparak
göstermiştik. Hindistan’da bir farklı
gelişenin hayatını anlatıyor. Bu alan tabii
dizilere konu olmaya başladı. İnsanlar
oralardan da görmeye başladı.
Temple Grandin’i okumanızı öneririm. İlham
alınası bir hayatı var. Ağır bir otizmden
hayata başlamış çeşitli terapilerle büyük
emeklerle hayata adapte olabilmiş. Şu anda
bir hayvan bilimci olarak hayatına devam
ediyor. Kendi hayatını yazdığı bir kitap var.
Adını şu an hatırlayamadım ama onu edinip
okuyabilirsiniz. İngilizce’de var sanırım
Türkçe olmayabilir. Otizmi tanımak için çok
40
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
önemli. Şöyle bir şey de var somut algı çok
gelişmiş olduğu için işitsel ve görsel hafıza
da çok gelişmiş durumda. Sürekli bir kamera
gibi kayıt halinde yaşıyor. Özellikle söz
öncesi dönemi hatırlayabiliyor. Biz söz
öncesi dönemimizi hatırlamayız. Bu insanlar
hatırlıyor bir de anlatıyor. Otizmi
anlayabilmek için Grandin’in hayatını
anlattığı kitap da çok değerli bir başvuru
kaynağıdır. Kitapta yeni giydirilen bir
çamaşıra bir haftada alışmak zorunda
kaldığını söylüyor. Biz bunun üzerine
düşünmeyiz. Otizmli bir kişinin ağzından
otizm nasıl bir şey bunu görmek açısından
da gelişip hayatta nerelere gelebileceğini
görmek açısından da güzel bir örnek.
Nevin Eracar’ın kitaplarını da önerebilirim
ama şu an baskısı var mı bilmiyorum. “Biraz
Yer Açar Mısınız?” diye bir kitabı var. Bu
alanda çalışmak isteyen ruh sağlığı
öğrencileri veya çalışanları için “Sözden
Öte” kitabını önerebilirim. Bu tabii sanatla
terapinin kullanımı üzerine bir kitap ve farklı
gelişenlerle neler yapılabilir üzerine de
güzel bir kaynak. Daha çok sanatla terapi
dersinde kaynak olarak kullanılabilecek bir
kitap. Zaten ben de o şekilde kullanıyorum.
İlk aklıma gelenler bunlar fakat birçok film
ve kitap var. Otistikler Derneği’nin sayfasına
girip kaynak tavsiyelerine de ulaşabilirsiniz.
insan giriş-çıkışını azalttık. Hem gündüz
hem de geceli çalışmalarımızda hiçbir sorun
yaşamadan bugünlere kadar geldik. Bir
dönem stajyersiz çalıştık ama şimdi yavaş
yavaş devam ediyoruz. Şimdi projelerimizin
büyümesini istiyoruz, o yüzden bizim bakış
açımızı da insanlara anlatmak istiyoruz.
Gelen stajyerlerimizi de bir dernek
gönüllüsü gibi vizyonlarının genişliği ve
sadece farkındalık değil duyarlılık da sahibi
olmasını umut ediyoruz. Farklı gelişenlerle
olan staj programımızdan bahsediyorum.
Oraya başvurmak, bunu denemek, bu
cesareti gösteriyor olmak çok büyük bir
gelişim fırsatıdır. Tabii sınırlı bir alım
yapabiliyoruz. Hassas bir grupla çalıştığımız
için bizim de titizlenmemiz gerekiyor. Bu
kişileri hazırlıyoruz bir anda gece yatılı bir
yerde kalmıyorlar. Eğitimi ve bir
oryantasyon süreci var. Yavaş yavaş bu
temas başlıyor.
Otistikler Derneği Instagram Adresi:
otistiklerdernegi
Otistikler Derneği Web Sayfası:
https://otistiklerdernegi.org.tr/
Otistikler Derneği Staj Başvurusu İçin:
mls.ylmz95@gmail.com
Röportajımızın sonuna geldik. Zamanınızı
ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son
olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Beraber güzel bir alana temas ettik. Bu
konuların konuşulmasını ve duyurulmasını
değerli bulduğum için ben de zaman
ayırmak istedim. Pandemi koşullarında da
Otistikler Derneği olarak çalışmalarımıza
tedbirlerimizi çok güzel bir şekilde alarak
sürdürdük. Tabii bazı çalışmalarımızı ve
41
?
PSİKOLOJİ KULÜBÜ
HAKKINDA
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Psikoloji
Kulübü, psikoloji bilimindeki çalışmaları ve
yenilikleri, ulaşabildiğimiz tüm bireylerin
bilgi birikimlerine katmak için çalışmalar
yürüten, Psikoloji bölümü öğrencilerinin
bölümlerine daha akademik bir
perspektiften bakabilmelerine katkı
sağlayan bir kulüptür. Kulübümüz
bölümümüz kurulduktan bir yıl sonra yani
bundan 6 yıl önce faaliyete geçmiştir.
Kuruluşundan bu yana birçok etkinlik,
panel, söyleşi vb. şeyler düzenlemiştir ve
hala aktif olarak düzenlemeye devam
etmektedir. Kulübümüz, psikoloji bölümü
başkanı Nevin Eracar önderliğinde faaliyet
göstermektedir. Kulübümüz, eğitim, öğretim
ve topluma hizmet faaliyetleri ile farklılığını
ortaya koyan yaratıcı ve üretken bir kulüp
olmayı kendine görev edinmiştir ve
psikolojinin; eğitim, sanat, müzik, spor,
sağlık, bilim gibi birçok alanla iç içe
olduğunu ifade etmeyi kendine hedef
edinmiştir. Kulübümüz, okulumuzun online
olarak eğitim verdiği şu dönemde de bir çok
etkinlikte bulunmuştur. Bu etkinlikler; seri
halinde gerçekleştirdiğimiz sanat ve terapi
atölyeleri, film-dizi-kitap analizleri, çeşitli
derneklerle düzenlenen söyleşiler, sosyal
sorumluluğu ve farkındalığı artıran
instagram canlı yayınları ve daha
niceleridir. Kulübümüz yalnızca psikoloji
öğrencilerine değil diğer farklı bölümlerdeki
öğrencilere de hitap etmektedir. Örnek
vermek gerekirse sanat ve terapi atölyeleri
bütün öğrencilerin katılıp kendilerinde
farkındalık hissedecekleri hem eğlenceli
hem de sanatı psikoloji ile içe içe olduğunu
bize en güzel şekilde ifade eden bir
etkinliktir. Kulübümüz yönetimine
sorduğumuz ‘ bu kulüpte olmak sizde nasıl
farkındalıklar yarattı’ sorusuna alınan
cevaplar da şu şekildedir;
“Sorumluluk bilincinin gölgesinde grup
etkileşimini içeren dinamik bir süreçtir. Grup
bir zemindir. Önce bu zemini kurmanız
gerekir. Yoksa çökersiniz. Zeminsiz hiçbir iş
sağlam olmaz. Bir binanın zemini ve
kolonları sağlam değilse çöker. Bir kulübün
de zemini sağlam değilse çöker. Binayı
sağlam hale getiren, emeği geçen gruba
teşekkür ederim.
Kulüp Başkanı-İrem Yazgaç
“Şuan ufukta olsa bir iş hayatına atıldım
oradaki resmiyet, düzen, hitap birçok
konuda yararını gördüm ileride de
göreceğimi düşünüyorum bunu fark ettim.”
Başkan Yardımcısı-Rümeysa Çalışkan
“Kulüpte olmak benim sosyal yaşantıma,
akademik gelişimime ve kariyer gelişimime
katkı sağladı ama en çokta yaratma
cesaretimi besledi. Bu yüzden sevgili Nevin
hocama teşekkür ederim, dört yıl boyunca
kulüpte oluşturduğu kültürü solumak beni
çok geliştirdi. Şimdide kulübümle iş birliği
içerisinde yazman arkadaşlarımla birlikte
çıkardığım bu dergide yazmak benim için
oldukça keyifli. Umarım biz bu yıl mezun
olduktan sonra da sevgili çalışma
arkadaşlarım bizim yaptıklarımızın ve
gelişimimizin de önüne geçebilir.”
Kulüp Yazmanı-Gökçe Akyüz
“Üniversite hayatına online olarak
başladığım bir dönemden geçerken
yollarımızın kesiştiği bu çok nadide kulüp,
42
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
okulumu daha görmeden, kokusunu henüz
solumadan bana okul disiplini ve okul
hayatını fazlasıyla hissettirdi. Daha bir defa
olsun yüz yüze görüşme fırsatı
yakalayamadığım çok güzel bir ekiple
tanıştım ve onlarla çalışmak gerçekten
büyük bir şans. Kulüp yönetimde olmak en
başlarda ciddiyet gibi görünse de bir yılın
içerisinde bana her anlamda destek
sağlayan bir ekiple çalıştığım için şanslıyım
ve o ciddiyeti yalnızca işim yaparken
göstermem gerektiğinin geri kalan
zamanlarda bir telefon kadar uzağımda
olduklarının farkındayım. Bu kulüpte olup
sorumluluk bilincimi ve sosyalleşme
aktivitemi geliştirdim, bunların bana
gelecekteki hayatımda çok şey katacağına
inanıyorum.”
Kulüp Yazmanı-Elif Çamcan
“Kulübümüz aktif olan kulüplerden ve bu
dinamikliği sürekli olarak organize bir
şekilde tutabilmek aslında bizlerinde
motivasyonunda olumlu artışlara yol açıyor.
Etkinlikler üzerine düşünmeyi, sorgulamayı,
eleştirmeyi kendi alanımızın temelinde yer
aldığı için bilgilerimizi uygulama kısmında
hayata geçirilmesinde yardımcı oluyor.
Bunu yaparken farklı kişilerle grup
çalışmasında buluşmak farklı insanlar
tanımak da bakış açımın genişlemesine
katkı sağlıyor. Alana dair öğrendiğim
bilgileri hayata geçmesinde, soru
işaretlerinin cevapları bulmasında yardımcı
oluyor.”
sorumluluğunun üstesinden geldim,
gelmeye de devam ediyorum.
Etkinliklerimiz de farklı bakış açısı ve güzel
farkındalıklar yaratıyor. Kendimi tanımam
için çok fayda sağladı.”
Kulüp Afiş Sorumlusu-Emine Şengül
Cevaplardan da anlayacağımız gibi bu
kulüpte olmak ve çalışmak bir ayrıcalıktır.
Genç, aktif ve dinamik bir alt yapıya sahip
olan kulübümüz faaliyetlerini titizlikle
sürdürmüş ve sürdürmeye devam
etmektedir. Bu etkinliklerin bir parçası
olmak ve bizlerle etkileşime geçmek için
kulübümüz instagram sayfasını takip
edebilirsiniz çünkü biz sizlere güzel
etkinlikler sunmak için çalışmalara devam
etmekteyiz ve sizleri de aramızda gördükçe
motivasyonumuz ve yaptığımız işe olan
inancımız daha da artmaktadır. Bu yazıyı
sonuna kadar ilgiyle okuyup vakit
ayırdığınız için sizlere kucak dolusu
sevgilerle teşekkür ederim. Dergimizi
takipte kalın çünkü siz bunu okurken biz
ikinci sayımız için kolları çoktan sıvamış
çalışıyor olacağız.
Kulüp İletişim Sorumlusu-Elif Değirmenci
“İçinde bulunduğum psikoloji kulübü,
sorumluluk bilincimi geliştirdi. Hiç
bilmediğim bir konuda kendimi geliştirerek
hayal gücümün de katkısıyla afiş tasarımı
43
Özel Dosya
Bu sayıda sosyal sorumluluk kavramını ele alıyoruz. Üniversite eğitimi sırasında gençlerin
toplumsal meselelere bakışı, algılayışı ve değiştirmek istedikleri… evet, gençler tarih boyunca
coğrafya ayırt etmeksizin değişimin en önemli dinamiğini oluşturdular. Eskiyi yenileme, işlevsiz
olanı işlevli hale getirme, tazelenme,… geri olanı ileri çekme…
Cesaret, umut…
Bu sayıda psikoloji bölümü lisans programında 7. Yarıyılda verilen Sosyal Sorumluluk Projesi
dersi kapsamında ortaya çıkan sonuçları bir araya getirdik. Dersi veren Oğuz Burak İsmanur’un
Psikoloji Öğrencileri ve Toplumsal Sorumluluk başlıklı yazısı güz dönemi boyunca son sınıf
öğrencilerinin deneyimlerini özetliyor ve sosyal sorumluluk kavramı üzerinde yeniden
düşünmeye davet ediyor.
Dosyamızın içeriğinde ders kapsamında yürütülen projelerin kısa birer özetini de bulacaksınız.
İyi okumalar dileriz.
44
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
SOSYAL SORUMLULUĞA YENiDEN BAKıȘ
PSİKOLOJİ ÖĞRENCİLERİ VE
TOPLUMSAL SORUMLULUK
İSTANBUL YENi YÜZYıL ÜNiVERSiTESi
PSiKOLOJi BÖLÜMÜ DÖRDÜNCÜ
YıLıNDA VERiLEN SOSYAL
SORUMLULUK PROJESi DERSi iLE iLGiLi
BU METiN 2020-21 GÜZ DÖNEMiNDE
47 ÖĞRENCiNiN KATıLıMıYLA
GERÇEKLEȘEN DERSLERiN KıSA BiR
ÖYKÜSÜDÜR.
“Sosyal sorumluluk” kavramına neden ihtiyacımız
var?
Üniversitelerde son yıllarda giderek artan sayıda
Uzm. Psk. Oğuz Burak İsmanur
sosyal sorumluluk başlığı ve teması içeren
derslerin programlara girdiğini görüyoruz. Gençlerimizin üniversite eğitimi sırasında toplumsal
sorumluluk bilincini geliştirmelerinin gerekliliği hissediliyor demek ki. Bu, elbette iyi bir şey…
Sosyal sorumluluk kavramı üniversite eğitimi dışında da birçok yerde karşımıza çıkıyor.
Kurumlar mutlaka “sosyal sorumluluk” çalışmaları yapıyor, planlıyor, bununla ilgili
departmanlar kuruyorlar. Günlük hayatımızda da çok kullanıyoruz sosyal sorumluluk
kavramını. O denli yerleşti ki dilimize, sanki toplum için karşılıksız yapılan iyi bir şeylerin genel
adı haline geldi bu kavram.
Şurası açık ki toplum olarak sosyal sorumluluk kavramına olumsuz bakmıyoruz. Aksine
yüceltiyor, gerekliliğine inanıyoruz. Peki, sosyal sorumluluk derken aslında neyi anlatmaya
çalışıyoruz, neyi anlatamıyoruz? Bu isimle yola çıkan her çalışma gerçekten karşılıksız ya da
toplumsal fayda sağlıyor mu?
Sosyal sorumluluk deyince; yardım etmek, yardım eden birilerine yardım etmek, gönüllüleri
takdir etmek, sorumluluk alanları desteklemek vb. tanımlar ilk akla gelenler herhalde. Sadece
bunlar mı? Bu ve benzeri kavramlarla düşündüğümüzde meselenin sadece karşılıksız yapılan
iyi bir şey olmadığını görebiliriz.
Öte yandan, uygulamaların yaygınlaşmasının aksine kavramın giderek içinin boşaldığını, ifade
ettiği çalışmaların çoğu kez basit düzeyde yardımlarla sınırlı kaldığını görüyoruz. Kurum ve
kuruluşların gerçekleştirdikleri sosyal sorumluluk projelerinin çok iyi niyetlerle yola çıktığını
45
ancak çoğu kez çok sınırlı popülasyonlara
erişebildiğini ve ne yazık ki bazı durumlarda
da yapmış olmak için yapılan bir prosedür
olduğunu görebiliyoruz. Bu bakış açısının,
üzerine çalışılan sorunun kökenine
inemediğini, inemeyince de “en azından
birilerine yardım etmiş olduk”, “katılanlar
farkındalık kazandı” gibi sonuçlarla
çıkarıldığını görüyoruz. Sorunlar ise
katlanarak büyüyor.
Tekrar soralım: Sosyal sorumluluk yardım
etme kavramıyla mı düşünülmeli?
Yardım etmek düşüncesinin ve eyleminin;
yardım edeni güçlü, yardıma muhtaç
durumda olanı küçülten bir çağrışımı var.
Aslına bakarsak eylemde de böyle
olduğunu görmekteyiz. Yoksul insanların
neden yaşamları boyunca yoksul
kaldıklarını düşünelim. Eğer geçici bir süre
için bir yardımda bulunursak yoksul
kalmalarına sebep olan asıl nedenleri
unutuveririz. Yardım, yardım edenin
gönlünü ferahlatır ve gerçeklerin peşine
düşmekten ister istemez saptırır. Buna
benzer örnekleri çoğaltabiliriz.
Toplumun belli bir kesimine ait sorunun
toplumun tüm üyelerince ortak algılandığı,
sadece kendisi için değil, başkaları ve
herkes için de, sorunların kökensel olarak
çözülme iradesinin gösterilmesini ifade
eden bir kavram olmalı sosyal sorumluluk.
Bu yönüyle bakarsak bireyin keyfine
bırakılmış “gönüllü” faaliyetler bütünü
olarak değil, toplumun tüm bireylerinin
ortak gelecekleri için gönüllü işbirliğine
gittiği toplumsal bir zorunluluk olmalı.
Derslerimizde ne yaptık?
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde
2020−2021 güz döneminde Psikoloji
Bölümü son sınıf öğrencileri ile
gerçekleştirdiğimiz Sosyal Sorumluluk
Projesi başlıklı derslerde ilk yaptığımız iş
temel kavramları ele almak oldu. Sosyal
sorumluluktan basitçe ne anlamamız
gerektiğini tartışarak işe başladık. Ardından,
kavramla ilişkilenebilecek; gönüllülük,
farkındalık, kolektif çalışma, sosyal hizmet,
bilinç, duyarlılık, sivil toplum, birey ve
toplum vb. bir dizi yan terimleri de
tanımlayarak bir kavram seti oluşturduk.
Çıkarsadığımız öz şöyleydi:
Sosyal sorumluluk iddiası olan bir çalışma
eleştirel olmalıydı. Çünkü yukarıda da sözü
geçen ve giderek yerleşiklik kazanan sosyal
sorumluluk anlayışını sorgulamalıydık.
Bilinç geliştirmek için duyarlılığın üzerine
sorgulama ve eylem eklenmeliydi.
Sosyal sorumluluk çalışmalarının bir
özelliği de bilimsel temellere dayanması
olmalıydı.
Çünkü ortada bir sorun varsa akıl yoluyla,
sistematik olarak çözüme gidilmesi
gerekirdi.
Sosyal sorumluluk çalışması için mutlaka
bir hedef ve strateji doğrultusunda
planlama olmalıydı. Çünkü her şey gibi
sorunları çözebilmek için de bir çerçeve
içinde düşünebilmek ve ilerlemek
gerekiyordu.
Bu tartışmalar sürerken öğrencilerin ilgi
duydukları temaları gözden geçirdik.
Konularını özgürce seçmeleri ve
odaklanmalarını sağladık.
Öne çıkan çalışma alanları şöyle idi:
Halk sağlığı, şiddet, eğitim, aile, engelliler,
yaşlılar, gençler, çocuklar, cinsel kimlikler,
kadınlar, iklim ve çevre konuştuklarımız
içinde daha fazla tema ve alan vardı.
Temaların fazlalığı ve sorunların şiddeti
46
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
dünyamızın içinde bulunduğu krizlerin
gençlerimizi ciddi şekilde etkilediğini
gösteriyordu. Birçok konu için endişeli ve
öfkeliydiler. Ve bir şeyler yapmak için
heyecan duyuyorlardı. Endişelerini ve
öfkelerini kolektif çalışma, dayanışma ve
eyleme geçebilme cesaretine yönlendirdik.
Heyecanlarını ise; kırmadan, sistemli ve
bilimsel düşünmeye, duygusal açıdan
tahammüllü olmaya sevk ettik.
Derslerimizde temel hedeflerimizden biri de
kolektif çalışma bilincini geliştirmekti. Hiç
de kolay bir hedef değildi bu, zaten kolay da
olmadı. Çeşitli yol kazaları geçirdik. Fikir
çatışmaları, kişilerarası uyuşmazlıklar çıktı
karşımıza. Çatışmalardan, olumsuzluklardan
kaçınmadık. Birlikte yaşamanın olağan birer
gerçeği olarak kabul edip çözmek için hep
birlikte çalıştık.
Dünya genelinde on yıllar boyunca
dayatılan bireyci ideolojik yaklaşımın bizi
toplumsal düşünebilme ve birlikte hareket
edebilmekten nasıl alıkoyduğuna şahit
olduk çalışmalarımız sırasında. Her şeyi
açıkça tartışabilme ve zorlukları aşma
yönünde birlikte gösterdiğimiz irade bizi
ilerleten en önemli etkenler oldu. Bunları
gerçek bir amaç birliği içinde olduğumuzu
birbirimize sık sık hatırlatarak başarabildik.
Kolektif üretimi geliştirme hedefine uygun
olarak ekipler halinde çalışma yöntemini
seçtik ve buna uygun teknikleri çok sık
kullandık. Sunum yapma pratiğini
geliştirmek derslerde sürekli etkin bir
öğrenci profili ortaya çıkardı. Dinamik ve
esnek bir çalışma anlayışıyla tekdüzeliği
aşmaya ve dar kalıpların içine sıkışmamaya
çalıştık. Öğrencilerimiz zorluklarla baş başa
kalırken yaratıcı potansiyellerinin açığa
çıkmasından, zorlukları aşma konusunda
dayanışma içinde olmaktan, birlikte
üretmekten ve eylemekten haz
duyuyorlardı.
Dönem boyu on bir konu başlığında çalışan
öğrencilerimiz haftalar geçerken giderek
artan bir performans gösterdiler. 3 ila 6
kişilik ekipler halinde çalıştılar. Her bir ekip
bir çalışma alanı/tema belirleyip üzerine
çalıştı. Öğrenciler haftalar ilerledikçe
birlikte zorlanıyorlar ve birlikte
öğreniyorlardı. Ders dışı faaliyetlerden biri
de bulundukları ekibin haftalık toplantılarını
sürdürmekti. Bu toplantılar; tartışma, yeni
fikirleri ortaya koyma, eksiklikleri giderme, iş
listeleri çıkarma gibi işbirliğini güçlendiren
ve yaratıcılığı geliştiren bir zemin
sunuyordu. Bu toplantıların dışında her bir
ekibimiz kendi konusuyla ilgili kurum ve
kuruluşlara ulaşmayı denedi. Resmi
kuruluşlar, özel kurumlar ya da sivil toplum
örgütlerinin içinde yer aldığı bu temas
havuzunda çok değerli ilişkiler gelişti ve
veriler toplandı. Her bir ekibin içine
kapanmış, bir diğeriyle rekabet halinde
olmasından özellikle kaçındık. Çünkü
rekabet de bireyci ideolojinin yarattığı bir
çürümenin sonucuydu. Rekabeti sınıfın
dışına attık ve ekipleri birbirine destek
vermeye özendirdik. Rekabetin yerine
dayanışmayı yücelttik.
Dersin çıktıları
Dersin temel çıktıları öğrencilerin ödev ve
sınavlarda gösterdiği performansın
değerlendirilmesi olarak görülür. Biz farklı
bir yere odaklanmaya çalıştık: Not kaygısını
da sınıfın dışına gönderdik. Dersi geçme
kaygısının yerine “insanlığa nasıl faydalı
olunabilir” düşüncesini öne çıkardık.
Çıktılarımızı değerlendirebileceğimiz birkaç
47
temel unsur oldu:
Niceliksel veriler (anket ve çeşitli
ölçekler)
Diğer veriler ve kamuoyu yoklamaları
(sokak röportajları, uzman söyleşileri ve
kurumlardan edinilen bilgiler)
Ekip çalışmalarının verimliliği (tartışma
kültürü yaratma, sorgulayıcı-eleştirel bakış,
birlikte üretebilme becerilerinin niteliği)
Düşünceyi yayma, halkla buluşma,
eyleme geçme (canlı yayınlar, uzmanlarla
söyleşiler, dergi ve sosyal medya
hareketleri)
Toplumsal sorumluluğa bilimsel bakış
(sempozyum)
Öğrencilerimiz pandemi döneminde bir
zorunluluk olarak yaygınlaşan canlı yayın
tekniğini çok sık kullandılar. Sosyal medya
araçları üzerinden söyleşiler
gerçekleştirdiler. 8 çalışmada 200 ‘ün
üzerinde kişiye doğrudan ulaşıldı.
Engel düşüncede (mi) başlığı ile engellilik
konusu üzerine çalışmalarını yürüten
öğrencilerimizin yayınına konuk olarak
katılan Dr. Öğr. Üyesi Gökçe Özkılıççı ve
Öğr. Gör. Oğuz Burak İsmanur engelliler,
damgalanma ve ayrımcılık üzerine çok
değerli bir tartışma yürüttüler.
Aile içi şiddet konulu buluşmaya Psikoloji
Bölümü hocalarından Öğr. Gör. Gülderen
Kılıç konuk oldu. Şiddetin toplumsal
yaşamın bir parçası haline geldiği
günümüzde meseleye aile ve çocuk
açısından yaklaşmaya çalıştılar.
Ders verme (!) rahat ver başlıklı yayına
Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nden
Nilda Baltalı konuk olarak katıldı. Son
yıllarda iyice çığırından çıkmış olan kadına
yönelik baskı ve şiddet konusu ele alındı.
Depremin ötesinde başlığı altında çalışan
öğrencilerimiz yine bölüm hocalarımızdan
Öğr. Gör. Masum Aydın’ı konuk ettiler.
Türkiye’de değişmeyen gündem
maddelerinden deprem konusunda neden
bu denli geri kaldığımıza ilişkin bir tartışma
yürüttüler. Özellikle geleceğin
psikologlarının bu son derece kaygı verici
konuyla ilişkili olarak duyarlılığı ve
yapabilecekleri hakkında bilinç
geliştirmeye odaklandılar.
Türkiye'de mobbing artıyor! başlıklı
yayınımıza Birleşik Metal-İş’ten sendika
uzmanı Nuran Gülenç’i konuk ettik.
Kendisiyle iş yaşamında giderek artan ve
neredeyse bir kural haline gelen yıldırma ve
haksız uygulamalarla ilgili söyleştik. İşçi
sınıfının bir mücadele konusu olan hak
gaspları da bu söyleşinin başlıklarından biri
oldu.
Günümüz ve geleceğin ebeveynleri adlı
programda bölüm hocalarımızdan Öğr. Gör.
Masum Aydın konuk oldu. Anne-babalık ile
ilgili ciddi bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıyayız.
“Geleceği ebeveynlerinden günümüz
ebeveynlerine mesaj var” sloganıyla
yayınlanan bu söyleşide konuya ebeveyn
adaylarının gözüyle de bakıldı.
Otizmde sosyalleşme - Farklı olanla temas
sosyal sorumluluğumuzdur! başlıklı
söyleşiye Otistikler Derneği yönetim kurulu
üyesi Psikolog Elif Uzer, dernek üyesi Mimar
Prof. Dr. Ayla Antel ve gönüllü
çalışmacılardan psikolojik danışman
Mustafa Korhan katıldılar. Gelişimsel
bozukluklar alanında kuramsal bilgilerin
ışığında saha çalışmalarından deneyimler,
uygulanan modeller ve otizmde sivil toplum
örgütü çalışmalarından bilgiler aktardılar.
48
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
Dün genç, bugün yaşlı, daima insan!
Başlıklı yayınla yaşlılar ve huzurevleri
konusuna dikkatleri çeken bir başka
ekibimiz bölüm hocalarımızdan Dr. Öğr.
Üyesi Nevin Eracar’ı, Dr. Öğr. Üyesi Fatma
Pınar Uysal Cantürk’ü ve Öğr. Gör. Oğuz
Burak İsmanur’u konuk olarak davet ettiler.
Özellikle pandemi döneminde dünyanın
birçok ülkesinde yaşlı nüfusun nasıl kolayca
gözden çıkarıldığına dair insanlıkdışı
durumlar ve daha fazlası hakkında fikirlerini
ortaya koydular ve katılımcılarla verimli bir
tartışma gerçekleştirdiler.
Bu çok değerli yayınların yanısıra her bir
çalışma ekibinin sosyal medya
hesaplarından yayınladıkları mesaj ve
içerikler binlerce kişiye ulaştı. Bu hesaplar
halen aktif durumda. Bağımlılık konusunda
çalışan ekibimiz ise dergilerinin ilk sayısını
yayınladılar. Çok ilgi çekici bu çalışma
bağımlılıkla ilgili sanatsal çalışmaları da
içeriyor.
Bazı öğrencilerimizin bahar döneminde
verilen seçmeli Proje Uygulamaları dersi
için de çok hevesli olmalarını Sosyal
Sorumluluk Porjesi dersindeki
üretkenliklerinin hazzına bağlayabiliriz.
Ayrıca bir grup öğrencimizin ders dışında
da toplumsal meseleler üzerine gerçek
çalışmalar yapmak için harekete geçtiğini
de eklemeliyim.
Bir diğer önemli çıktı da dönem sonunda
gerçekleşen sempozyum oldu. Dersimiz
kapsamında ortaya çıkan sonuçları bir
çerçeve içinde sunmanın faydalı olacağı ve
yaygınlaşma hedefine uygun düşeceği
düşüncesiyle dönem sonunda bir bilimsel
etkinlik düzenlemeye karar verdik. İsmini
Sosyal Sorumluluğa Yeniden Bakış
koyduğumuz bu sempozyumun temasını da
Duyarlılık, Dayanışma, Farkındalık olarak
belirledik. DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası,
Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği ve
Otistikler Derneği sempozyuma destek
veren kuruluşlar oldular.
Etkinlik rektörümüz Prof. Dr. İ. Yaşar
Hacısalihoğlu, rektör yardımcımız Prof. Dr.
Ayşegül Topal Sarıkaya ve fakülte
49
dekanımız Prof. Dr. Günseli İşçi ve bölüm
başkanımız Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar’ın
açış konuşmalarıyla başladı. Gün boyu
devam eden bu çevrimiçi sempozyumda
kısmi katılımlarla birlikte katılımcı sayısı
70−80 civarında idi. Üniversitemizin
genişliğine bakılırsa bu sayı yeterli
sayılamazdı elbette ama katılımcıların ilgi,
dikkat ve katkıları belli bir niteliğe işaret
ediyordu. Öğrencilerin sunuşları,
organizasyon ve zamanlama açısından
kusursuzdu. Sunum içerikleri sade, akıcı ve
olabilecek en öz haliyle gerçekleşti.
Katılımcıların soru ve katkıları da içerikleri
zenginleştirdi. En önemlisi, toplumsal
sorumluluklarımız adına bizleri daha
derinden düşünmeye sevk etti, eyleme
geçme konusunda cesaretlendirdi. Bu
bağlamda derslerimizde ortaya çıkan
enerjinin bu denli bir etki yapması elbette
sevindirici. Sempozyumların her yıl düzenli
olarak gerçekleştirilmesi ve daha geniş
kitlelere ulaşması hedef olarak önümüzde
duruyor.
Sosyal sorumluluk temalı bir derse ihtiyaç
olmayacağı, insan olma sorumluluğunun
toplumsal zorunluluk bilincine erişeceği
günlere…
Uzm. Psk. Oğuz Burak İsmanur
Öğretim Görevlisi
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji Bölümü
Tüm bu hikâyenin sonunda bu dersi, dersin
hocası olarak beni, keyifle çalışmamı
sağlayan ve üretken hale getiren sevgili
öğrencilerime teşekkür etmeliyim. Dersimizi
bu şekliyle ilerletmemize destek veren
bölüm başkanımız Dr. Nevin Eracar ve
katkılarıyla içeriği zenginleştiren tüm
Psikoloji Bölümü hocalarımıza ve
asistanlarımıza ayrı ayrı teşekkürlerimi
sunuyorum.
Sanıyorum toplumsal meselelere duyarlılığı
belli ölçüde gelişmiş olarak mezun edeceğiz
öğrencilerimizi. Geleceğin psikologlarını
sadece ruhsal gelişim ve sağlığa değil,
insanlığın tüm sorunlarına duyarlı ve
bunları aşma yönünde iradesini ortaya
koymaktan çekinmeyen bireyler olarak
göreceğimizden şüphe duymuyorum.
50
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
SOSYAL SORUMLULUK
PROJESi DERSiNDEN
ÖĞRENDiKLERiM
Günümüzde hem bireylerin hem de
kurumların toplumsal sorunların tartışılıp
çözümlenmesinde görev alarak sosyal
sorumluluk üstlenmeleri önemli hale
gelmektedir. Bilinçli bir toplum için
duyarlılık ve dayanışmayı yansıtan proje
gölgesinde farkındalık yaratmaktır. Ekip
çalışmasının bütüncül dokunuşu vardır.
Sosyal etkileşim, rasyonellik, iş birliği,
sorumluluk, yaratıcılık, mizah, eleştirel
düşünme ve kolektif çalışma bilinci eşlik
etmektedir. Sosyal misyon doğrultusunda
kurduğumuz girişim aracılığı ile kimlik
açısından da sorumluluk sahibi olduğumu
göstermektedir. Sosyal sorumluluk
hayırseverlikten ayrı bir noktada
değerlendirilmekte, bu çalışmalar sosyal
geri dönüş sağlayan bir yönetim faaliyeti
olarak görülmektedir.
Toplumda sosyal sorumluluk bilinci
içerisinde hareket eden bireyleri açıklamak
için öncelikle bireysel sorumlulukları
anlamak gerekmektedir. Toplumun
gelişmesi ve ilerlemesine aktif bir şekilde
katılmak ve toplumsal problemleri çözmek
için birlikte çalışma yükümlülükleri bireysel
sosyal sorumluluğun merkezinde yer
almaktadır. Sosyal sorumluluk bilincine
sahip olması toplumsal fayda sağlamak ve
toplumda bir fark oluşturmak etik ve ahlaki
problemlerine karşı daha ilgili olmasını da
sağlamaktadır. Bu bakış açısı ile
“stigmatizasyon” kavramına dikkat etmeyi
gerekli kılmaktadır. Yani kişinin sosyal
sorumluluk bilincine sahip olması hem
toplumsal bir problemi kabul eden ve
toplumda olumlu sosyal değişim için yüksek
düzeyde sosyal farkındalığa sahip olduğu
bilinen sosyal girişimci rolünü daha çekici
bulmasını ve sosyal bir ihtiyacın yenilikçi bir
şekilde ele alınması için etik ve
sürdürülebilir bir iş modelleri geliştirmesini
sağlar.
Sosyal sorumluluk, bireyin tüm
davranışlarının bütün toplumu
etkileyebileceği esasına dayanır. Bu
nedenle birey, davranışlarının
sonuçlarından topluma karşı sorumludur ve
sağlıklı bir toplum için bireyin sosyal
sorumluluk bilincine sahip olması gerekir.
Çünkü bireysel sorumluluklarının bilincinde
olmayan bireyin sosyal sorumluluk bilincine
sahip olması beklenilemez.
İrem YAZGAÇ
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi
51
OTiZMi DÜȘÜNMEK
iÇiN OTiZMLi OLMAYA
GEREK VAR Mı?
Otizmde Alternatif Sosyal Gelişim
modelleri hakkında bir çalışma
Çalışmamızda otizmli bireylerin sosyal
gelişimini etkileyen ve sosyal gelişimini
sağlayan etmenleri inceledik. Amacımız bu
etmenleri araştırıp, bulup ve yayabilmekti.
Bunun için öncelikle otizmle çalışan
kuruluşlarla röportaj yaptık ve literatür
tarayarak otizm ve otizm çalışmalarıyla ilgili
bilgi topladık. Bunları kısa bir video ile
yaymayı ve kabul eden kuruluşlara
sonuçlarımızı sunmayı hedefledik. Otistikler
Derneği’nden yetkililer ve rehabilitasyon
merkezlerinde çalışanlar ile röportajlar
yaptık. “Farklı Olanla Temas Sosyal
Sorumluluğumuzdur.” başlığı altında
Otistikler Derneği ile birlikte Zoom
uygulaması üzerinden bir canlı yayın
gerçekleştirdik. Yayınımıza Otistikler
Derneği’nin yönetim kurulu sekreteri
Psikolog Elif Uzer, gönüllüsü psikolojik
danışman Mustafa Korhan ve hem derneğin
üyesi hem de bir farklı gelişen annesi mimar
Prof. Dr. Ayla Antel katıldı. Yayınımızda
otizm, otizmde erken tanı, otizmde
sosyalleşme, otizmli bireylerle çalışmak ve
otizmli bir bireyin ailesi olmak konularına
değindik.
Otizmli bireylerin sosyal gelişimine ilişkin
yaşanan süreçlerle ilgili çalıştık ve sunduk.
Aynı zaman da Otistikler Derneği’nin
etraflıca çalışmalarını incelendik ve tanıttık.
Bizim gibi dinleyenler de Otistikler
Derneğinin çalışmalarından oldukça
etkilendiler. Bu çalışmaları sunarak, bireyler
üzerinde farklı bir bakış açısı sağlandı.
Son olarak otizmle organik bir bağı olmayan
bizler otizmli bireylerin sosyal gelişimini
nasıl destekleyebileceğimiz hakkında
düşünmeye devam ediyoruz. Elbette sizleri
de düşünmeye ve eyleme geçmeye davet
ederek.
Otistikler Derneği iletişim:
www.otistiklerdernegi.org.tr
facebook.com/OtistiklerDernegi
otistiklerdernegi@instagram.com
twitter.com/OtistikDernegi
Gökçe Gülizar AKYÜZ
İrem YAZGAÇ
Kadriye NARİN
Meryem Nur ACAR
Rabia Sultan ARKAN
52
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
Yaptığınız sunumda otizmi anlamak ve kavramak konusunda neler yapabileceğimizi, onlara
nasıl yaklaşmamız gerektiğini çok güzel ve etkili bir biçimde anlattınız. Aslında ne kadar çok
doğru bilinen yanlışlar varmış.
Kerem Arslan
Otizm konulu sunum hem bilgi verici hem de sosyal sorumluluklarımızın farkına varmamız
sağlayan nitelikteydi. Ayrıca Otizmlilere daha hassas bir şekilde yaklaşmam gerektiğini ve bu
durumdan sadece onların değil ailelerinin de etkilendiğini bundan dolayı sosyal sorumlulukta
destek olunması gerekenlerin onlar kadar ailelerin de olduğunu anladım.
Helin Çiftçi Avsar
Sunumdan önce otizmli bireyler hakkında bildiklerim herkesin bilebileceği ya da genel yorum
yapabileceği kadar kısıtlıydı. Sunumdan sonra farkettim ki aslında otizmli bireylerin de aldıkları
eğitim, onlara özel davranışlar sonucunda kendi yeteneklerini, görüşlerini keşfedebileceklerini
öğrendim. Bu sunum benim açımdan fazlasıyla bilgilendiriciydi.
Didem Nurcan
53
LGBT NEDiR?,
NE DEĞiLDiR?
LGBT hakkında bilinen doğru ve yanlışlara
dair bir çalışma.
Çalışma grubu, proje içeriğini dergimizde
yayınlanmasını istememiştir.
‘LGBT Nedir Ne Değildir?’ başlığı ile kendi
projelerinden bahseden grup oldukça
kıymetli bir konuya değindi. Ötekileştirilen
bir grup olanlardan bahsettiler ve insanların
ötekileştirirken birçok yanlış düşünce ile
ötekileştirdiği hatta bazen de ne olduğunu
bilmeden ötekileştirdiği sonucuna
ulaşmışlar. Ötekileştirmek insanlara sanırım
anlamaktan daha kolay geliyor, insanlar da
basit olanı yapmayı seçiyorlar ama zor olan
kısmı şu ki; kimin öteki olacağını veya
olduğunu bilemiyoruz. ‘Ötekileştirmeyin’i
vurgulayan arkadaşlarımız oldukça güzel bir
çalışma yapmış. Kendilerine teşekkür ediyor,
çalışmalarının devamını diliyorum.
Gökçe Gülizar AKYÜZ
54
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
LGBT konusu aslında her zaman
yaşamımızda olan ve insanların bilgi
eksikliğini en fazla yaşadığı konulardan bir
tanesidir. Proje sunumlarındaki bilgiler,
cinsiyete göre bakış açısının farklılaşması
gibi birçok konunun çok güzel bir şekilde
sunulduğunu düşünüyorum. Bu alandaki
makalelerle örtüşen araştırma yazılarını
paylaşmaları da var olan konu üzerindeki
farkındalığın artması gerektiğinin bir
göstergesi niteliğindeydi. Oldukça güzel ve
bilgilendirici bir sunumdu.
Nisa Nur ATEŞ
Eşcinsellik olgusu 1980’lere kadar yanı
başımız Avrupa’da dahil hastalık kabul
edilmiştir. Dolayısıyla toplumumuzda
yaşayan insanların eşcinselliği tuhaf
bulmasını anlayışla karşılıyorum çünkü
zamana ihtiyacımız var. Bu süreç içerisinde
böyle araştırmaların yapılması, halkın
bilgilendirilmesi, cinsel yönelim ve onların
da topuma katılması vurgusu çok önemli.
Bu çalışmalarından ötürü arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Oğuzhan DOĞAN
55
TÜRKiYE’DE MOBiNG
ARTıYOR, PEKi NE YAPMALı?
YALNıZ KALMA, YALNıZ BıRAKMA
Bizim temel çalıştığımız problem iş
yaşamında mobbing ve haksız
uygulamalardı. Bu konuyla ilgili çalışma
yapmamızı sağlayan en büyük etken
çevremizdeki çalışanların yaşadıkları
problemleri görmemizdi ve onlarla empati
kurarak yaşayabilmemizdi. Amacımız ruh
sağlığı alanında öğrenim gören öğrenciler
olarak bu çalışanların yaşadıkları
durumların kendi ruhsal sağlıklarına ne gibi
etkiler yapıyor bunları ölçebilmekti.
Hedefimizde aslında tam bu noktaya
oturmaktadır. Yaşamın her alanında çalışan
insanlar, mezun olup bizler gibi iş yaşamına
atılacaklar ve bu çalışanların yakınlarını,
girdikleri sosyal çevreyi de oldukça
etkilemesi önemli hususlardır.
Aynı zamanda bu kapsamda, Birleşik
Metal İş Sendikasındaki bu konuda uzman
kişi Nuran Hanım ile yazılı röportaj
gerçekleştirdik ve Nuran Hanım ile
dersimizin hocası Oğuz Burak İsmanur’un
da katılımlarıyla herkese açık canlı bir yayın
gerçekleştirdik, aynı zamanda bu canlı
yayınımızda hocamıza da yönelttiğimiz
sorular ve hocamızın katkılarıyla ruh sağlığı
açısından da konuyu
inceleyebildik.Üniversite öğrencilerimiz ve
iş yaşamında çalışan kişilerle anket yaptık,
broşür hazırladık, medya taraması yaptık,
mobbing’e uğrayan bir sağlık çalışanıyla
online görüştük ve neler yaşadığını
öğrenmeye çalışarak doğrudan iş
yaşamında kişiyle bağlantı kurarak
mobbing nedir, nasıl gerçekleşir, gibi
soruların cevaplarına da sahadan alarak
ulaşmış olduk.
Mobbingi ve zorbayı tanıyalım!
Bireyin mobbingi fark etmesini
sağlayan şey nedir?
Aslında bunun ilk aşaması kendinde kusur
arama oluyor. Daha sonra tekrar ettiğinde
ve diğerlerinden farklı davranıldığını
sezdiğinde bunun anlık ya da kendi kusuru
olmadığını anlıyor, ama herkes bunu evet
bu benim yaşadığım mobbing diye
adlandıramıyor. İnsanda psikolojik
sorunların ortaya çıkmasına, sağlığın
bozulmasına, düşünme sistematiğimizin
bozulmasına neden olabiliyor. Bu nedenle,
insanının özgüvenini yerle bir eden, hasta
eden, depresyona sokan hatta intihara
kadar gidebilecek sonuçları olan mobbing’e
karşı bilgilendirmek, farkındalık çalışmaları
yapmak, mücadele yöntemleri geliştirmek,
mobbing’e maruz kalanla dayanışmak, en
önemlisi de mobbing’in ortaya çıkmasına
engel olmak çok önemli.
Mobbing veya haksız uygulamalar
fiziksel bir şiddet olmadığı için bunun
ispatlanmasında zorluklar yaşanılıyor mu?
Yaşanılıyorsa bunlar nelerdir?
Genelde belgeye dayalı ispatlar beklendiği
için zorluklar yaşanıyor. Çünkü mobbing
psikolojik olarak insanı yıpratıyor ve yıkıyor…
bunun belgesini bulmak da çok zor… Birde
davranışın mobbing olabilmesi için belli bir
süre içinde tekrar eden davranışlar şeklinde
gerçekleşmesi gerekiyor… Sizden beklenen
ruhunuzda yarattığı tahribatı belgelemeniz
bu da çok zor. Her insan klinik aşamaya
gelmeyebilir. Bizler arkadaşlara günlük
tutmalarını, günlük yaşadıklarını arkadaşları
ile paylaşmalarını mümkünse
56
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
mailleşmelerini öneriyoruz olası bir dava
için. Örgütlü olduğumuz işyerlerinde, işçi
temsilcilerini durumda haberdar etmelerini
öneriyoruz ki erken müdahale kişinin süreci
tek başına uzun süre göğüslemesini önler…
İşveren, çalışma arkadaşı veya kişinin
özel hayatından biri olsun neden mobbing,
bezdirme davranışları yapmaya çalışır?
Kişiyi işyerinden uzaklaştırma, sindirme
amacı güder, kontrol amacı güder, güç
gösterir, özgüveni zedeleyerek kendine
mahkûm bırakmayı amaçlar.
Sonuç;
Proje kapsamında yaptığımız etkinliklerin
işlevselliğini görerek mobbing hakkında
çevremizdeki insanlara bu konu hakkında
bilinç uyandırdık. Mobbing’in kavramsal
olarak literatürdeki yerini öğrendik. Daha
sonrasında bu çalışmamızın devamını
başlamak isteyen kişiler için başlangıç
oluşturacak alanları tanıttık. Kişi,
kurum,uygulamaları göstererek kavramın
diğer kavramlarla bağdaşıklık kurduğunu ve
ilginin odağı olarak bakış açısı bakımından
farkındalık oluşturduğumuzu düşünüyoruz.
Arkadaşlara önerimiz projenin her alanını
ilgiyle okuyup incelenmesi ve iletişime
geçtiğimiz kişi ve kurumlara ek olarak farklı
sektördeki insanlara nasıl dokunabiliriz
kaygısını taşıyarak düşünülmesidir. Görev
bilincinin vermiş olduğu inanç
doğrultusunda bunu kendine görev
edinmenin bu yolda ışık tutacağına
inanıyoruz.
Ülkemizde bulunan mobbingi çok güzel bir
şekilde ifade eden arkadaşlarıma
çalışmalarından ötürü tebrik ederim.
Biliyoruz ki kapitalist sistem insanları
narsistik kişilik oluşturuyor. Dolayısıyla bu
narsistik kişilik özelliği başarılı iş arkadaşlara
yönelik kıskançlıklar oluşturmakta ve ona
yönelik psikolojik yıpratma olarak
nitelendirebileceğim
mobbing
uygulanmaktadır. Kişiye uygulanan
mobbing ise kişide tükenmişlik sendromu
oluşturmaktadır.
Celil Doğukan Çelikten
Mobbing hayatın her alanında gittikçe
gerçekten hem Ülkemizde hem de tüm
Dünyada oldukça yaygınlaşan bir davranış
eğilimidir. Bu anlamda iş yaşamında
mobbing ekibi de diğer ekipler gibi gayet
konuya hâkim bir şekilde hazırlık yapmıştı.
Özellikle sundukları argümanlar arasından,
uyguladıkları anket beni aşırı derecede
etkiledi. Çünkü; orada toplumun mobbingi
bilip bilmediğini görmek veya bu konuyla
ilgili insanların neyi bilip neyi bilmiyor
olması bende merak uyandırdı ve dikkatimi
daha çok vermeme sebep oldu. Bende
bankacılık sektöründe çalışan bir insanım,
bu yüzden bu ve bunun gibi sosyal
sorumluluğu, toplumsal bilinci ve o
farkındalığı daha da çok uyandıracak
çalışmalar yapılmasını istiyorum.
Nuran Osmanoğlu
Mobbing grubundaki sınıf arkadaşlarım ve
diğer başka ekiplerde yer alan tüm
arkadaşlarımın yaptıkları çalışmalar oldukça
beni etkiledi ve hepsi çok anlamlı, kıymetli
çalışmalardır. Ama iş yaşamında mobbing
ekibi mezun olmama az kalmışken ilerideki
çalışma hayatımla ilgili hem de mobbing’e
maruz kalan biri olarak bu konuda daha çok
bilgilenmemi ve duyarlı olmamı sağladı.
Broşürlerini ve diğer yaptıkları çalışmalarını
beğendim, dikkatle izledim. Hatta o
broşürleri de oldukça açıklayıcıydı, net bir
şekilde toplumun da bilgilendirmesini
sağlamaktadır.
Büşra Taş
57
?
DEPREMiN ÖTESiNDE
SADECE DEPREMi DEĞiL,
DEPREMiN ÖTESiNDE KALANLARı
DA KONUȘMAK…
Çalışmamızın Konusu: Deprem konusunu
seçmemizin nedeni; ülkemizde sık sık
depremlerin gerçekleşmesi, güncel olması
ve çalışmalara rağmen hala kişilerin zarar
görmesidir. Deprem gerçeğini sadece
deprem olgusu üzerinden değil, depremin
dokunduğu yeterince ele alınmayan
alanlardan bahsederek farklı bir açıdan ele
almak istedik.
Amaçlarımız: Depremde ne yapılacağının
neden içselleştirilemediğiyle ilgili tartışma
ortamı hazırlamak, Depremim zararlarının
azaltılmasının mümkün olduğu bilindiği
halde neden bir çözüm bulunamadığı ve
içselleştirilemediği konularının ele alınması,
Depremde ve deprem sonrasında insan
psikolojisinin anlaşılması.
Burada bahsedilen içselleştirilememe
kavramı, ülkemizde birçok şekilde
depremden bahsedilmesine rağmen neden
hala hayatlarımızda uygulamaya
geçilemediğinin anlaşılması üzerine ele
alınmıştır.
Çalışmalarımız: Hedef kitleye
ulaşabileceğimiz bir sosyal medya hesabı
oluşturduk. İnstagram: depremin ötesinde.
Bu sayfada çeşitli içerikler paylaştık.
Literatür taraması yaptık. Amaçlarımıza
uygun çeşitli makalelerden yararlanarak
sayfamızda bilgilendirici paylaşımlar
oluşturduk. Röportajlarımız: -Kâğıthane İlçe
Milli Eğitim Müdürlüğü Sivil Savunma ve
Deprem Sorumlusu Şube Müdürü Ergin Şen
Röportaj -Öğretim Görevlisi Mimar Ömer
Yeşildal Röportaj -Gaziosmanpaşa
Belediyesi Gopkent Genel Müdürü ile
Röportaj - Okulumuzun Halkla İlişkiler ve
Reklamcılık Bölümü Dr. Öğretim Görevlisi
Sevil Bektaş Durmuş ile Röportaj. Yaptığımız
bu röportajları projemizin başında belirtilen
amaçlarımıza uygun görüşme soruları
hazırlayarak gerçekleştirdik. Çeşitli
alanlardan, alanlarında uzman kişilerden
görüşler alarak çalışmamıza farklı bir boyut
kazandırmak istedik. Öğretim Görevlisi
Uzman Psikolog Masum AYDIN hocamız ile
Depremin Ötesinde adlı canlı yayınımızı
gerçekleştirdik. Bu canlı yayınımızda
kulübümüzün instagram sayfasını takip
eden birçok kişiye ulaşım sağladık. Canlı
yayınımızda amaçlarımız doğrultusunda
sorulan sorulara cevaplar aldık. Deprem
bölgesindeki deneyimler, deprem sonrası
insanlar ve insan psikolojisi, etkilemen
gruplar, deprem bölgesindeki insanlara
nasıl yaklaşılması, depremin medya ve insan
üzerindeki yansıması, çalışmaların
içselleştirilmemesi ve eksikler, çalışma
tavsiyeleri ve tedbir konuları tartışıldı.
Sonuçlar; Sosyal medya hesabımızda
yaptığımız bilgilendirici makale içerikli
paylaşımlarımız düzenli bir hedef kitle
tarafından beğenildi ve olumlu geri
bildirimler aldık.
- Canlı yayınımıza yayın süresince
değişmek üzere 50−55 kişi katılım sağlandı.
Katılımcılar soru panelinden katılımlarda
bulundular ve olumlu geri bildirimler alındı.
- Röportajlarımızda alanlara göre
kişilerde düşünce ve bakış açısı farklılıkları
olduğunu gözlemledik. Yönetici konumdaki
kişilerin daha iş odaklı yaklaştığı
58
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
gözlemlenirken çalışan konumundaki
kişilerin daha eleştirel yaklaşımlarda
bulunduğu sonucu elde edildi.
Röportajlarımızın çoğunda içselleştirme
açısından yetersiz kalındığı ve çözümler
üretilmesi gerektiği sonucuna varıldı.
Çalışmaların ve bilgilendirmelerin yapıldığı
halde depremin içselleştirilememesi
hipotezimiz doğrulandı.
- İçselleştirilememe problemine çözüm
olarak aldığımız geri bildirimlerde eğitim
politikalarının uygulanması gerektiği ön
plana çıktı. Eğitim kavramının üzerinde sık
sık duruldu.
- Genel olarak paylaşımlarımız ve
çalışmalarımız için aldığımız geri
bildirimlerde Depremin Ötesi’nde projesinin
tam istediğimiz sonuçlara ulaştığını
söyleyebiliriz.
İnstagram hesabı: @depreminotesinde
Deprem konusunun bu şekilde ele alınması
ilgimi çekti. Depremde yapılacaklardan çok
sorunları oluşturan nedenler üzerinde
durulması çalışmayı daha ilgi çekici hale
getirmiş. Projenin ve sunumun akıcı bir
şekilde ilerleyip istenen mesajı verdiğini
düşünüyorum.
Kübra Doğan
Deprem konusu özellikle son zamanlarda
oldukça gündem olan bir konu. Aslında ne
yapmamamız gerektiğimiz bilsek bile
uygulama konusunda sıkıntılar
yaşayabiliyoruz, uygulamadaki bu zorluğun
içselleştirme kavramıyla açıklanması ve
örneklendirilmesi benim için yeni bir bilgi
oldu. Bu anlamda beğendiğim bir sunumdu.
Sueda Zafer
Karşısında çaresiz hissettiren doğal
afetlerden depremin başımıza gelmediği
müddetçe önlem almadığımız hatta üzerine
düşünmediğimiz bir konu olduğunu
düşüyorum sunulan projede de
röportajlardan bu gibi çıkarımlarda
bulundum, bu afetin doğurduğu felaketleri
en aza indirmenin en başta ekonomik,
politik ve bilinç kazanarak olduğunu
öğrendim işin kader kısmından ziyade
önlem alarak yani bilinç kısmına hizmet
ederek çok büyük şeylerin önüne
geçilebileceği ortada proje ekibi de bunu
tekrardan gözler önüne serdi emeğinize
sağlık herkese teşekkür ederim.
Dilan Sırdaş
Deniz Yıldız
Nisa Nur Ateş
İrem Nur Yılmaz
59
ENGEL DÜȘÜNCEDE (Mi)
ENGELLiK OLGUSUNA DAiR
DÜȘÜNDÜRÜCÜ BiR ÇALıȘMA…
Çalışmanın amacı: Bedensel engellilere
yönelik yapılan stigmatizasyonun
(damgalanma) bedensel engeli
bulunmayan bireyler tarafından yapılması
ve bu sorunun tarafımızca durum tespiti
yapılıp çalışmamızı izleyen sınıf
arkadaşlarımızın,
gerçekleştirmiş
olduğumuz canlı yayını ve sempozyuma
katılan bireylere sunulup farkındalık
kazandırılması amaçlanmış olup ve
sistemsel bir soruna değinilmiş, problemler
ortaya atılıp çözüm ve fikirler üretilmiştir.
Çalışmamıza yapılan geri dönüşler: Yapmış
olduğumuz zoom canlı yayınına yaklaşık
35−40 katılımcı olup başta katılımcı
hocalarımız olmak üzere olumlu geri
dönüşler alınmış olup, bireysel yani özel
olarak ise birkaç arkadaşımızın tarafımıza
iletmiş olduğu ‘farkındalığım arttı.’’
Engellilere olan bakış açım değişti, daha
önce onlara acıma duygusuyla bakarken şu
an ise durumun çok daha farklı boyutlarda
olduğunu ve engelin bedenlerde değil,
düşünce ve sistemde olduğunu’ aktardılar.
Yaptığımız uygulamalar: zoom üzerinden
gerçekleştirdiğimiz canlı yayın, anket
çalışması, Bayrampaşa belediyesi fizik
tedavi ve rehabilitasyon tedavi merkezinde
engelli bir bireyle gerçekleştirdiğimiz
röportaj, engeli bulunmayan bireylerle
engelli bireyler hakkında bakış açılarını
anlayabilmek için gerçekleştirdiğimiz
röportaj çalışması.
Sonuç: Çalışmaya başlamadan önce çeşitli
kavramları daha iyi kavrayıp
(stigmatizasyon, ayrımcılık, farkındalık)
kolektif bir çalışmanın bilincinin kazanılması
ve bu kazanımları bizleri izleyen, dinleyen
değerli katılımcılara, hocalarımıza şeffaf bir
şekilde özet bir biçimde aktarılıp
farkındalığın ve bakış açısının önemine
değinildi. Sistemden kaynaklanan
sorunların ve engeli bulunan bireylerin
daha çok söz sahibi olması için bu
kazanımları aktarmayı amaçladığımız bir
toplum inşasını, eşitliğin esas alındığı ve her
düşüncenin saygıyla dinlenmesi gerektiği
kazanımlarına ulaştık.
Muhammed Malik Öztürk
Mustafa Yıldız
Ufuk Kekeç
Salih Uyar
Yasin Murat Kaymak
60
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
Engellilerin yaşadığı sorunları belki çoğu insan görmezden gelebiliyor. Gördüğümüzde
birçoğumuz ne yapabiliriz diye düşünmekten çok üzülmekle yetiniyoruz. Gerçekleştirdiğiniz
seminer bu konuda insanları bilgilendirmek için oldukça verimliydi. Gerek hocalarımızın katkısı
gerekse sizin katkılarınız oldukça bilgilendiriciydi. Bu semineri düzenlediğiniz için teşekkür
ederim.
Emin DUMAN
Farkındalığımızı arttırdı, bilinci ve özverili bir çalışma olduğunu hissettirdi. Kendimi sorguladım
ve keyifli bir sunum sekliydi basit ve anlaşılırdı.
Umut ÖZTÜRK
Hayatımda ilk defa bir sempozyum ortamı gördüm ve bu da online olarak nasip oldu. Bu
sempozyumda emeği geçen herkese teşekkürler çok verimli geçti benim adıma.
Arkadaşlarınızın değindiği sorunlar hakkında farkındalık kazandım diyebilirim.
Beyza Koçer
61
AiLEYE DEĞiL,
ȘiDDETE EL KALDıR
Çalışma grubu, proje içeriğini dergimizde
yayınlanmasını istememiştir.
Aile içi şiddet günümüzün önemli
problemlerinden birisidir. Ekip olarak bu
konuya dikkat çekmek amacıyla yaptığınız
çalışma oldukça güzeldi.
Gerçekleştirdiğiniz seminer gerek slayt
sunumu gerek soru cevaplarla ve
hocamızın katkılarıyla oldukça verimli bir
çalışma oldu. Konuya hâkim olup bize
aktardığınız için teşekkür ederim.
sağladı gerçekten bilinçlendirici bir
sunumdu.
Betül Kostik
Uzun süredir herhangi bir sunuma
katılmadığım için kendi adıma oldukça
fayda sağladığını söyleyebilirim. Aile içi
şiddete yönelik ise birçok konuda
farkındalık kazandığımı ve bunu çevreme de
yansıtıp, bilinçlendirmekten mutluluk
duyacağım, bu nedenle arkadaşlarıma
sunumları için çok teşekkür ederim.
Furkan Candan
Sıla Pantu
Sunum benim için çok bilgilendirici oldu
özellikle son yıllarda sıkça haberlerde
gördüğümüz korkunç şiddet olayları hep
tüylerimi ürpertiyor bu konu hakkında bir
sunuma katılmak birçok bilgiye ulaşmamı
62
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
İKLiMi DEĞiL, KENDiNi DEĞiȘTiR
İKLiM DEĞiȘiKLiĞi HAKKıNDA
ÜNiVERSiTE ÖĞRENCiLERi NE
DÜȘÜNÜYOR?
Çalışmamızın amacı, üniversite
öğrencileriyle yapılan röportajlar sonucu
ortaya çıkan videolarla toplumun
bilinçlenmesini ve bu konuyu
içselleştirmesini sağlamaktı. Proje boyunca
hedefimiz; topluma bir mesaj, bilgi vermek
değil; bu konu üzerine düşünmelerini ve
varsa değiştirmeleri gereken davranışlarını
fark etmelerini sağlamaktı. İklim değişikliği
birçok biçimde ele alındı. Bu gibi birçok
projeyle hayatımızın daha sürdürülebilir
olmasını sağlayabiliriz.
İklimde değişiklik var mı? İklim değişiyorsa
bu insan kaynaklı mıdır? Türkiye’de insan
faaliyetlerinin iklim değişikliğine nasıl
neden olduğunun bilinmemesinin
kaynakları nelerdir?
Kesinlikle var. Dışarı çıktığımızda
gözlemleyebiliyoruz. Hava olaylarına
baktığımız zaman çok net bir şekilde
görüyoruz. İnsan kaynaklı olduğunu
düşünüyoru. Doğa, hiçbir şekilde kendine
zarar veremez; verse bile bir şekilde kendini
telafi edebilir. Yeni bir döngüsü vardır. Ama
biz insanlar o halkalara, işleyişe çok fazla
müdahale ediyoruz. Ülkemizde iklim
değişikliği hakkında çok çalışma
göremiyorum. İnsanlar çok önemsemiyor.
Bilinçsizlik ve aktivizm problemleri önemli
faktörler.
Teknolojik ilerlemelerin iklim sorununa
çözüm bulabileceğini düşünüyor
musunuz?
Teknolojik ilerlemelerin hem iklim sorununu
ortaya çıkardığını hem de iklim krizine
çözüm sağladığını düşünüyorum. O zaman
nötrlüyor. Bu büyüme ve gelişme iklimi
olumsuz etkilemeye devam edecek.
Düşünüyorum. Ama biz şu an teknolojiyi
bunun için kullanmıyoruz. Kendi çıkarlarımız
için kullanıyoruz. Dünya olarak böyleyiz.
Güneş paneli kullanmıyoruz mesela.
Kullanmak istersek de vergi veriyoruz.
Teşvik yok. Kendimizi teknolojiyle de
bağdaştıramıyoruz.
Sizin için iklim değişikliğinin etkilerine
direkt maruz kalma, bu problemi kabul
etmede ve değiştirmeye yönelik
sorumluluk almada etkili midir?
Biz biraz ‘’Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın.’’ mantığındayız ve öyle yaşıyoruz.
Ama buna maruz kaldığımız zaman, mesela
su sıkıntısı yaşayacağız. Şu anda çok rahat
davranan insanlar 3−4 ay sonra o sıkıntıyı
yaşayıp içme suyu veya temizlik için su
bulamadığı zaman biraz daha dikkatli olmak
zorunda kalacaklar. Çünkü sonrasında
başlarına gelecek şeyin ne olacağını
görecekler. Ceza olacak ama en güzel ceza,
maruz kalmak. Bir yandan da öğretici
olacak.
Röportaj yaptığımız kişiler, bu konuya ve
kendilerine eleştirel bir gözle baktıklarını
belirttiler. Ayrıca bu projeyle birlikte
sorumluluk konusunda değişimi
istediklerine dair cesaretlerini paylaşanlar,
daha fazla ne yapabilirim diye düşünenler
oldu. Bu, projemizin niteliği bakımından
oldukça önemli. Ortaya çıkan videolarla
bireysel ve toplumsal hizmet
motivasyonunu arttırmak istedik.
63
Herkesi ilgilendiren ilgilendirmesi gereken
bir konu olan iklim konusunun psikoloji
bilimiyle beraber ele alınması bence çok
kıymetli. Yapılan röportajın içeriği bu
röportajın sosyal medya platformunda
sunulması farkındalık oluşturmak açısından
çok etkiliydi. Emeğinize sağlık.
Rabia Nur Köse
Sadece belirli bir grubu değil tüm dünyayı
etkileyen bir sorun olduğu vurgulanıp, hem
bireysel olarak kendi üzerimize düşenler
hakkında ne kadar sorumluluk alıyoruz hem
de fazladan neler nasıl yapılabilir diye
düşündüren yoğun bir çalışma ürünü olduğu
belli olan bir sunumdu.
Şule Ergül
64
ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ
İkim konusu üzerine yapılan bu çalışmada,
iklim değişikliği hakkında nasıl farkındalık
oluştuğu, iklim konusu üzerine bilgi sahibi
olup olmadığımız, herkesin bir kendi
yaşantısına bakıp acaba biz iklimin
değişmesinde nasıl rol alıyoruz ve bu
konuyla ilgili üstümüze düşen
sorumlulukları yerine getirebiliyor muyuz
diye düşündüren gayet başarılı bir röportaj
olmuş. Üniversite öğrencileriyle yapılmış
olması daha çok bilinç kazandırılması
açısından çaba sarfettiklerini gösteriyor.
Eylem Tekin
YouTube hesabımız:
İklim Değişikliği
https://youtube.com/channel/UC4qpdiBd
QxWgwa1SmQvvzGw
65
KADıNA DEĞiL, ȘiDDETE EL KALDıR
KADıNA VE ȘiDDETE DAiR SORGULATıCı ÇALıȘMALAR
Projemizin amacı; kadına yönelik şiddet
hakkında farkındalık yaratmak, bireylerin bu
konu hakkında ki görüşlerini ve alınması
gereken önlemler hakkındaki görüşlerini
gözlemlemek ve "neler yapılabilir"i
tartışmak. Aynı zamanda yapılan anketler
doğrultusunda sorulan sorular ile kitlelerin
cevaplarını almak ve bu cevaplar
doğrultusunda ortalama bir çıkarım
yapmak.
Katılımcılar;
Önce Kadınlar Ve Çocuklar Derneği
Avukatı: Nilda Baltalı
Canlı Yayın Moderatörlüğünü Yapan:
Ceren Algan
Öncelikle bir sokak röportajı yapıp
yayımladık. Yaptığımız röportaj sonucunda
halk kadına şiddetin en büyük nedeninin
maddiyat olduğunu, bunun yanında
eğitiminde büyük etkisinin olduğunu
söyledi. Sonra yaklaşık 10 soruluk bir anket
hazırlayıp 200 kişilik bir örneklem grubuna
ulaştırdık. Sonra anket sorularını önce
kadınlar ve çocuklar derneğinin avukatı
olan Nilda Baltalı ile canlı yayın yapıp
tartıştık. Nilda Hanım bize şiddete maruz
kaldığımızda başvurmamız gereken yerler
hakkında bilgi verdi. Bunun yanı sıra
başvurmamız gereken yerlere mutlaka
yanımızda birini de götürmemizi söyleyerek
bu konuda bizi bilgilendirdi. Ayrıca sokak
röportajını da izleyicilerimize önerdik. Bir
yanda da şiddete uğramış bir kadın ile yazılı
röportaj yapıp gazetede yayımladık. Bunun
dışında gazetede yine biri köşe yazısı biri
makale formatında 2 yazı yayımladık.
Yazılarımız yüzlerce kişiye ulaştı. Tüm bu
projelerimizin sonucunda bir sempozyumda
sunum yaptık burada kazanımlarımızı
topluca dinleyicilerimizle paylaştık. Bu
sunum bir kadının şiddete uğradığında
neler yapacağından tutun şiddetin
sebeplerini şiddete psikoloji bilimi
açısından bakışı, şiddeti halka kendi içinde
sorgulatmaya dair kazanımlarımızı paylaştık.
Sunumunuz sayesinde ne yazık ki birçok
ülkenin yaşadığı kadına şiddet olaylarının,
nasıl engellenebileceği veya başımıza böyle
durum geldiğinde nerelere başvurmamız
gerekeceğini öğrendim.
66
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
Umarım tüm dünya bu gibi korkunç olaylardan tamamen kurtulur, kadınların kıymeti hatta
çocukların, hayvanların, insanların, yaşlıların kıymeti daha iyi bilinir ve daha pozitif duygularla
onlara yaklaşılır.
Kadriye Narin
Kadına Yönelik Şiddet sunumunda eşit, özgür korkusuzca bir yaşam mücadelesinde yalnız
olmadığımızı ve bu davamızdan asla vazgeçmeyeceğimizin ruhunu kazandırdı. Umut dolu bu
sunum dinlerken beni mutlu hissettirdi. Yer yer üzülsem de bütün bu şiddetin bir gün en aza
indirgenebileceğini düşünüyorum
Rabia Arkan
Öncelikle yaptığınız çalışma oldukça güzel ve bir o kadar bilgilendirici, yapıcı bir çalışma
olmuş. Kadına yönelik şiddete maruz kalındığında veya buna şahit olunduğunda neler
yapılabileceği konusunda kapsamlı bir bilgi verilmiş umarım tüm insanlık adına
farkındalığımız daha fazla artar ve bu zor süreçlere daha az maruz kalırız hatta hiç kalmayız,
çok güzel bir çalışma tebrik ederim ve teşekkür ederim.
İlayda Su Altunoğlu
YouTube hesabımız:
KADINA ŞİDDETE HAYIR
https://www.youtube.com/channel/UCq4a6QvJOS9qBo2TOm7r-hg
67
?
DÜN GENÇ,
BUGÜN YAȘLı;
DAiMA İNSAN
Çalışma grubu projeleri hakkında paylaşım yapmak istememiştir.
Yaş almış bireylerin psikolojilerini, hayata bakışlarını ve beklentilerini anlamamız için bizlere ışık
tutan bir çalışma izlediğimizi düşünüyorum. Hem istatistiksel verilerin olması hem de yaşlı
bireylerin bizzat kendilerine ulaşmış olmaları çalışma için ne kadar emek verdiklerini
gösteriyor. Dün genç bugün yaşlı daima insan sloganları bence hepimizin mottosu olmalı.
Merve Tepeyurt
Çok akıcı ve bilgilendirici bir sunumun ardından inanılmaz etkileyici bir video ile herkesi
duygusal olarak sarstığını ve etkilediğini düşündüğüm bir çalışmaydı.
Çağrı Ceylan
Umut dolu ufuklarını simgeleyen gençlerimizin yanı sıra geçmişten gelen rehberliğinin ifadesi
olan yaşlılarımız da toplumumuzun yegâne değerlerinden biridir. Bu sunum ve çalışma
sayesinde yaşlılarımızın bizler için anlamını, onların toplumdaki değerini ve yerini bir kez daha
anladım. Onlar için neler yapılabileceği konusunda benim için oldukça verimli bir toplantı
oldu. Bunun gerçekleşmesinde önemli katkısı olan öğrenci arkadaşlarımıza ve değerli
hocalarımıza teşekkürü borç bilirim.
Deniz Tosunoğlu
68
ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’
BUGÜNÜN GENÇLERi
EBEVEYN OLMAYA HAZıR Mı?
BUGÜNÜN GENCi YARıNıN EBEVEYNi
Bugünün Genci Yarının Ebeveyni adlı
projemizle ebeveynlerin çocuk yetiştirirken
doğru bildiği yanlışlar üzerinde durduk.
Geleceğin ebeveyn adaylarından günümüz
ebeveyn tutumları hakkındaki görüşlerini
aldık ve günümüz ebeveyn adaylarında
farkındalık yaratmayı amaçladık.
Bu kapsamda üniversite öğrencileriyle
anne-baba-çocuk ilişkisini içeren 4 sorudan
oluşan bir röportaj yaptık. Sorular şu
şekildeydi; “Günümüz ebeveynlerini
beğeniyor musunuz?”, “Çocuklar
ebeveynlerinden ne ister?”, “Ebeveyn
olduğunuzda asla yapmam dediğiniz şeyler
neler?”, Günümüz ebeveynleri sizin
gözlemlerinize göre neleri ön planda
tutuyor?”.
Röportaj sonucunda sorulara verilen
cevaplar birbirlerine yakın cevaplardı.
Birinci soruya verilen ağırlıklı cevap:
Beğenmiyorum çünkü çocuklarına
yeterince vakit ayırmıyorlar, çocuklarının
duygu ve düşüncelerini önemsemiyorlar,
İkinci soruya: Sevgi, saygı, ilgi, anlaşılmak,
ihtiyaçlarının karşılanmasını ister, üçüncü
soruya: Şiddet ve baskı uygulamam, duygu
ve düşüncelerini önemserim, dördüncü
soruya ise kendi istek ve arzularını ve
kendileri nasıl yetiştirildiyseler o şekilde
yetiştirilmeyi ön planda tutuyorlar, oldu.
Bu sonuçlar doğrultusunda soruların
cevaplarını bir uzmandan dinlemek ve
doğru bilinen yanlışların düzeltilmesi için
farkındalık oluşturmak ve bilgilendirmek
amacıyla Uzman Psikolog Masum AYDIN
hocamızla zoom üzerinden bir seminer
düzenledik. Bu seminere ebeveynler,
ebeveyn adayları, öğrenciler katılım
gösterdi.
Seminer sonucunda:
Benim çocuğum en iyisi olsun düşüncesi
çocuğun üstüne büyük bir sorumluluk ve
yük bindirmektir. Ebeveynler çocuklarına
çocuk olmaya dair bir yaşam alanı açmalıdır.
Ebeveynler çocuklarına güvenirse
çocukta kendine güvenir. Çocukların
üzerine yapıştırdığımız rollere dikkat
etmeliyiz çünkü çocuk o roller
doğrultusunda yaşar.
Sevgi, ilgi ve önemsenmenin yeri
oyuncakla doldurulabilecek ihtiyaçlar
değildir.
Çocuğun sınırlarını ihlal etmek, hoşuna
gitmeyen bir durumu ona yüklemek, hayal
dünyasını zenginleştirici birtakım
uyaranlardan mahrum etmek bir istismardır,
verilerine ulaştık.
Bence bu arkadaşlarımın seçtiği konu
çok değerliydi. Hep gelecek nesil nereye
gidiyor der büyükler, ama bana bu tarz
çalışmaları yapıyor olması üniversite
öğrencilerinin gayet düşünen aklı başında
ayakları yere basan bir nesil geldiğini
gösteriyor. Özellikle yaptıkları röportajlar
sayesinde ben de kendime bakma, kendimi
nasıl bir ebeveyn olurum diye düşünme
fırsatı buldum. Bu farkındalığı verdikleri için
kendilerine çok teşekkür ederim.
Merve TEPEYURT
69
?
Psikolojinin en temel konularından biri olan çocuk gelişimi hakkında bir proje yapılması
oldukça önemli ve etkileyiciydi. Öncelikli olarak gençlerle röportaj yapılması ve sonrasında bu
nitelikli sorulara verilen cevapların bir uzman gözünden değerlendirilmesi çalışmanın
etkililiğini gösteriyordu. Bu çalışmanın günümüzdeki ve gelecekteki ebeveynler için oldukça
değerli olduğunu düşünüyorum.
Elife Eker
Yaptıkları çalışmayla çocuğun anne babadan bağımsız düşünülemeyeceğini bir kez daha
bize hatırlattılar. Gençlerle anne babalar hakkında yaptıkları röportajda oldukça ilgi çekici ve
düşündürücüydü. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum, umarım bu alandaki çalışmaları
devam eder.
Gökçe Gülizar Akyüz
70
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
BiR KEREDEN BiR ȘEY OLUR
BiR KADEH BiR SANAT ADLı
EKiBiN BAĞıMLıLıK OLGUSU
HAKKıNDAKi ÇALıȘMASı
Proje özeti –amacı-hedefi
Bağımlılık ve Sanat teması altında yapmış
olduğumuz sosyal sorumluluk projemizi
Dionysos Ve Orkestrası adlı dergi olarak
hayata geçirdik. Dergimiz de bağımlılığı
sanatla buluşturarak ve bağımlılık türleri,
çeşitli bilimsel çalışmalarını aynı zamanda
bireylerin kendilerini test edebilecekleri
bağımlılık testlerine yer vererek izleyicisine
sunduk. Projemizde ele aldığımız bağımlılık
sorununda yaratmak istediğimiz farkındalığı
en etkileyici, akılda kalıcı ve hedef
kitlesinde sarsıcı etkiyi nasıl elde edebiliriz
diye düşündüğümüzde en yaratıcı, özgün,
estetik ve etkileyici yolun sanat
olabileceğine inandık. Dergimizin amacını
belirlerken dikkat ettiğimiz en temel
noktalardan biri ele aldığımız sorunla ilgili
mücadele eden çeşitli kurumlar bu sorunun
neden açan faktörleri, nasıl uzak
duracağımızı gibi doğrular ve bilgiler
vererek insanları aydınlatmaya çalışıyor
bizlerde sadece belli yönergeler sunmakla
kalmayıp öncelikli olarak ‘Bir bağımlının
dünyasını ne kadar biliyoruz, Bağımlılığı
gerçekten ne kadar tanıyoruz?’ sorularının
cevabı olmak bizim temel amacımızdı. Bu
soruların cevabını vererek bir farkındalık
yaratacağımıza ve etiketleyici söylemleri
azaltacağımıza inandık. Soruları
cevaplamak adına dergimizde öncelikle
bağımlılar ile çalıştık onların dünyaları
anlamak adına onlardan göz fotoğrafları
bağımlısı oldukları nesneler onlar için ne
ifade ediyor bunun için birer cümle ve
çizimler aldık.
Aynı zamanda toplumun bu gerçeğini
sanatçılar nasıl işaret ettiklerini göstermek
adına ressamlarla çalıştık ve resim
çalışmalarıyla projemize destek oldular.
Uzman bilgileri ve halk bilgilerinin
karşılaştırarak bilinen yanlışlara dikkat
çektik. Bağımlılığın birçok türüne yer
vererek ve bağımlılık testleri koyarak
bireylerin hem bağımlılık hakkında hem de
kendileri hakkında bilgi edinmelerini
sağladık.
Katılımcılar: Bağımlılar, Sanatçılar, Uzmanlar
ve Halk
Kapsam: Bu proje Türkiye genelinde çeşitli
illerde yaşayan bağımlılar, sanatçılar, uzman
ve halktan bazı katılıcılara röportaj ve yüz
yüze görüşmelerle gerçekleştirilmiştir.
71
Röportaj Uygulaması: Uzman Psikolog Masum Aydın ile röportaj yapıldı. Sorular halka da
sorularak yanlış bilinen doğrulara dikkat çekildi ve bağımlılık ile ilgili en merak edilen sorular
cevaplandı. Bir kısmına ekte yer verdik.
Mor olan: Halktan, Siyah olan: Uzman
UZMANA SORDUK - HALKA SORDUK
Bağımlılık nedir?
Ø Bence bağımlılık sigara ve alkoldür.
Ø Hayata devam edebilmeni insana
nesneye amaca hedefe bağlayarak onsuz
yapamama halidir.
BAĞIMLILIK?
Bir maddenin ruhsal, fiziksel ya da sosyal
sorunlara yol açmasına rağmen, alımına
devam edilmesi, bırakma isteğine karşılık
bırakılamaması ve maddeyi alma isteğinin
durdurulamamasıdır. Bağımlılık kronik bir
beyin hastalığıdır. Bağımlılık nesneye kişiye
ya da bir duruma karşı olabilir. Bu mefhum
ortamda olmadığında yoksunluk tepkisi
diye adlandırdığımız vücudun birtakım
tepkiler vermesine yol açar.
Bağımlılığın tedavisi mümkün müdür?
Ø Bağımlılığın tedavisi tıpta vardır ama
normalde yoktur. Çünkü bağımlılık kafada
biten bir şeydir. Bunu anca bir insan kendi
içinde halledebilir.
Ø Bence kişi bağımlı olduğunun farkına
varmadıkça, tedavisi mümkün değildir, zira
görünmeyen bir düşmana karşı başarı
kazanılamaz.
Ø Bağımlılığın tedavisi mümkündür ama
bunu bağımlı kişinin isteyip istememesinin
de büyük payı vardır.
Elbette mümkün. Tedavi olup düzelen
insanlarda var ve bu konu ile ilgili yapılan
deneysel çalışmalar da mevcut. Maddenin
oluşturduğu yıkıcı etkiyi azaltmak adına
tedavi yönetimi olarak Avrupa’nın bazı
ülkelerinde madde bağımlısı olan kişiler için
ulaşabilecekleri belli başlı bazı noktalara
enjektör koyuyorlar. Bunun sebeplerinden
bazıları bağımlı olurda maddeye
ulaşamazsa çevresine yıkıcı davranmasın
diye ve kendi sağlığını koruma adına.
İnsanlar sosyalleşir, ilişkilerini geliştirirse
muhtemelen ona zarar verici bir şeye
nesneye bağımlılık ilişkisi geliştirmez.
Kişinin sosyalleşememesinin sebebi
72
ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’
yaşadığı negatif deneyimler olmuş olabilir.
Ya da bu negatif deneyimler olmasa bile
sosyal ilişkiyi geliştirecek beceri ya da
yetenek zayıflığı olabilir. Buralara değinmek
gerek.
Sosyal medya neden bağımlılık yapar?
Ø Beğenilmek ve merak bizim için önemli
olduğu için sosyal medya önemlidir.
Ø Çünkü insan olarak sosyal bir hayvanız ve
dışarıdan onay almak bizi her daim iyi
hissettirir. Sahte hayatların yaşandığı bu
platformlar bir şeyleri kanıtlamak ve
insanlara ulaşmanın en iyi yoludur.
Kendimizi kandırmaya devam. Ve
bağımlılığa
Ø Sosyal medyanın ilgi açlığından dolayı
bağımlılık yaptığını düşünüyorum.
Bir sosyalleşme ihtiyacından
kaynaklanmakta. Görünür olma ve
algılanma ihtiyacına dayanır. Kişi dış
dünyadaki gerçeklikten uzaklaşıp sanalı
gerçek dünyaya çevirirse bununla
bağlantılı olarak en nihayetinde gerçekliği
birincil ve ikincil gerçeklik olarak ayırabiliriz.
Bizim birincil gerçekliğimiz içinde
bulunduğumuz beş temel duyu ile
ilişkilendirdiğimiz sosyalliktir. İkincil
gerçeklik ise neredeyse sadece görsel
eğitsel duyularımızla ilişkilenen sosyal
ağdan söz edebiliriz. Kişi bu birinci
gerçeklikteki elde edemediği sosyalliği yani
kendisini sunamaması ya da haberdar
olamadığı konulara ikincil gerçeklikte daha
kolay ulaşır, kendini daha kolay sunabilir. Bu
gerçekleşme ise bireyin ihtiyacı
doğrultusunda oluşur. Aynı şekilde
bağımlılıkta ihtiyaçtan kaynaklanır. Doğal
bağımlılıktan sosyal medya ile ilişkilenme
ihtiyacını, kendini ortaya koyma ihtiyacını
karşıladığı için bağımlılık oluşabilir.
Psikolog veya psikiyatristlerin bağımlıları
tedavi edebileceğini düşünüyor musunuz?
Siz olsanız psikologlara güvenir miydiniz?
ØTedavi edileceklerine inanıyorum sonuçta
bunun için eğitim alıyorlar.
Ø Güvenmem ama denerim.
Ø Evet, güvenirim tedavi edebilirler çünkü
kimse durduk yere bağımlı olmaz illaki
altında yatan sebepler vardır bir boşluk
vardır psikologlarda bu yaraları iyileştirip
tedavide olumlu sonuçlara vesile olabilirler.
Evet, tabi ki de mümkündür. Zaten uzman
yardımı almadan bağımlılıktan kurtulmak
zorlayıcı etki olabilir.
Bağımlılar bağımlı olduklarını
kabullenmekte neden zorlanır?
Ø İnsanlar kendinde suç aramaz suçlu arar.
Ø Bağımlılar bağımlı olduklarını kabul
73
?
etmek istemezler çünkü bağımlılık biraz da
acizlik gibi gelebilir. Yani kişi bir durumun
kendi iradesi dışında kontrol edildiği
düşüncesinden çok hoşlanmaz ve bu
yüzden bunu inkâr etmeye çalışır.
Ø Aslında içten içe ederler ama bunu dışa
vurmak işlerine gelmez çoğu zaman
Farkındalık çok önemlidir. Fakat bağımlı
olan bireylerin bağımlı olmalarını bazen
kendilerine ve başkalarına itiraf etmeme
amacıyla inkâr ve bastırma gibi savunma
mekanizmalarına başvurabilirler.
Sonuç: Dergi Projemiz gerek sosyal medya
mecralarında gerek basılı ve dergi
formatında ulaşabileceği en fazla kitleye
ulaşacak şekilde okuruna sunuldu. Olumlu
geri bildirimler alındı.
Öncelikle bu sempozyumu organize eden
hocalarımıza ardından bu sempozyuma
katılıp bizi onurlandıran rektörümüze ve
projeleriyle keyifli saatler yaşatan
arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Benim
adıma çok verimli geçti diyebilirim. Online
sempozyum nasıl olabilir acaba diye
düşünürken ön yargılarımı yıkan bir
program oldu. Önümüzdeki yıl da
düzenlenirse eğer seve seve katılacağımı
söyleyebilirim.
anlamama ve nasıl yardımcı olmama imkân
sağladığı için bile emek verenlere teşekkür
edebilirim. Benim beğendiğim ve devamını
destekleyebileceğim bir çalışma olmuştu.
Merve Dinçer
Bu projede özellikle bir arkadaşımın
böylesine sanatçı bir kimliğe sahip olması
farkındalık çalışmasında işin içine bunu
koyması çok güzeldi bağımlılık sorununu
sanatsal bir dille sunmuş olması
etkileyiciydi. Bağımlı insanların gözlerinin
resimleri, çizimleri vardı ve bunları dergi
sunumuyla bize gösterdiler. Arkadaşımızın
kendi resimlerini de burada göstermesi
hocalarım karşısında övünç duymamı
sağladı emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum.
Dilan Sırdaş
Salih Uyar
Bağımlılık konusu çok derin ve detaylı bir
konu. Fakat çevremize baktığımızda bu
konu çeşitli bahanelerle hafifletilmeye
çalışılıyor. Önceden bağımlılık denildiğinde
belli başlı bağımlılık çeşitleri aklıma gelirdi.
Ama bu çalışma sonrasında bağımlılığın
yalnızca iki üç konuda değil birçok konuda
olabileceği ve bu bağımlılıkların ne sebeple
oluşabileceğini öğrendim. Sırf bu kişileri
74