05.03.2021 Views

Çarçuba Psikoloji Dergisi

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ÇARÇUBA

AKTÜEL PSİKOLOJİ DERGİSİ

" YENİLİK "

05.03.2021 SAYI:1


02

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ

3

TASARıM KULÜBÜNDEN

4

EMEĞİ GEÇENLER

5

KUŞLARıN FELSEFESİ

6

UMUT IŞIĞI

7

YENİ DERGİ, YENİ’DEN İSTEKLER

8-12

YENİ NORMAL (Mİ?)

13-16

YENİLİKLERE HAZIRLIK

17-20

CESUR YENİ DÜNYA BİZE NELER ANLATIYOR?

21-25

‘MAĞARA’ KİTAP ANALİZİ

26-29

‘ÇİZGİLİ PİJAMALı ÇOCUK’ KİTAP ANALİZİ

30-33

OTİSTİKLER DERNEĞİ YENİLİK HAKKıNDA

34-41

PSİKOLOJİ KULÜBÜ HAKKINDA

42-43

SOSYAL SORUMLULUĞA YENİDEN BAKıŞ (DOSYA)

44-74


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

ÇARÇUBA NE DEMEK?

Başlığın işaret ettiği soru okuyucunun da merakına yanıt

olabilir diye düşündüm.

Farsça bir sözcük olan “çarçuba” dört çubuk anlamına geliyor

ve dilimizde “çerçeve” olarak yaşıyor.

Sevgili son sınıf öğrencilerimizin hayal ettiği bu dergi

bölümümüzün psikoloji kulübü ile işbirliği içinde hayat buluyor.

Son sınıf öğrencilerimizin yakıştırdığı isim, yani çarçuba, meslek

yaşamına epeyce yaklaşmış olan son sınıf öğrencilerimizin etik

duyarlılığına ilişkin çağrışımları içeriyor. Zira çerçeve kavramı,

psikoloji alanında üretilen tüm işlerin ayrılmaz parçası olarak

kavranmış ve kabul edilmiş demek ki! Evet; çerçevesiz iş

yapamayız. Ne yapıyoruz, ne için yapıyoruz, nasıl yapıyoruz, yapacağımız iş ne kadar süreyi

kapsayacak ve karşılığı ne olacak soruları ile düşünmek ve tasarlamak mesleki eylemlerimizin içine

yerleştiği çerçevedir. Çerçeve, belirli bir yaşantıyı veya işlemi yaşamın akışı içinde fakat ondan ayrı

bir zaman ve mekan ilişkisi ile tanımlayan bir kavram.

Derginin hazırlığı ve hayata geçişi gerçek anlamda bir öğrenci etkinliği olarak gelişti. Bölüm

hocalarımız ve öğrencilerimiz olarak bu dergi için heyecanlıyız. Öğrencilerimiz “alan –alıcı” rolünün

ötesine geçerek “veren, üreten” rolüne hazırlanmış oluyorlar. Bir bakıma meslek hayatına mesleki

üretim ile adım atmış oluyorlar. Düşüncelerini bilgileriyle birleştirip yazıya dökmek, ifade etmek,

cesaretini gösteriyorlar. Rektör hocamız Sn Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu’nun pek beğendiğimiz

tanımlarıyla “bilgiyi bilince dönüştürme” nin örneğini veriyorlar. Ne mutlu bize ki, öğrencilerimizin,

yakın zamanda meslektaşımız olacak gençlerin mesleki alana düşünsel emek ve üretimle kalıcı bir

adım atmış olmalarında bir parça payımız var.

Derginin oluşumunda ortaya atılan düşünceler, tasarımlar, planlar, yazılar, hepsi ama hepsi

gerçekten öğrencilerimizin kendi çabalarıyla gerçekleşti. Üniversitemiz ve fakültelerimizin öğrenci

kulüplerinden alınan desteklerle süreç ilerledi. Kurumsal yapı içinde sağlanan destek, derginin

sürdürülebilir olması ve geniş bir okuyucu grubuna ulaşabilmesi yönünde umut vericidir.

Çarçuba’ya hoş geldin ve yolun açık olsun dileklerimizle…

İYYÜ Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Öğretim Üyeleri adına

Bölümü Başkanı

Dr.Öğretim Üyesi Hatice Nevin Eracar


İYYÜ TASARIM KULÜBÜNDEN BİR MESAJ

Uzunca bir hazırlık döneminden sonra “Çarçuba Psikoloji Dergisi”nin yayın hayatına geçmesinde

Tasarım Kulübümüzün katkısından dolayı heyecan duyuyoruz. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

bünyesinde kulüpler arası iş birliğinin başarılı bir örneği olarak Çarçuba Psikoloji Dergisi

öğrencilerimizin ve Psikoloji Kulübüne Danışmanlık yapan değerli deneyimlerini paylaşarak

yönlendiren Dr. Öğretim Üyesi Nevin ERACAR hocamızın da başarısını temsil etmektedir.

Psikoloji Kulübü başkanı İrem YAZGAÇ ve Tasarım Kulübü başkanı Tuğçe KARAKÖZ (İF-Görsel

İletişim Tasarımı) ve Muratcan ŞAHİN (İF-Görsel İletişim Tasarımı) ile başlayan derginin yayın

serüveni değerli kulüp tasarım ekibimizdeki Aleyna DÖNERKAYALI (GSF-Grafik Tasarım) ve Bensu

Hilal EROL (GSF-Grafik Tasarım) sayesinde son aşamasına gelmiş ve derginin yayın hayatı

başlamıştır. Tasarım aşamasında günler ve geceler boyunca çalışan tasarım ekibi üyelerimiz ortaya

koydukları mizanpaj, görsel ve tipografi seçimleri sayfa düzeni ve renk seçimlerinde dengeli ve

bütünlükçü bir tasarım ile derginin imajını yansıtmışlardır. Dergiye ismini veren Çarçuba “Dört

Çubuk yani Çerçeve” anlamına gelmektedir. Keza tasarımda kullanılan ve metinleri çerçeveleyen

yatay ve dikey çizgiler metinlere ayrı bir önem atfederken onlara belli bir disiplin, ciddiyet aidiyet

duygusunu da vermektedir. Bu bakımdan gerek tasarım öge ve ilkelerini başarıyla bir araya

getirdikleri gerekse tasarım fikrini içerikle birleştirerek başarıyla tasarımlarına yansıttıkları için

Tasarım Kulübü ve Tasarım Ekibi üyelerini ayrı ayrı kutluyorum.

Derginin içeriği de oldukça heyecan verici… Keza öğrenciler tarafından hazırlanan yazı ve

tasarımlardan oluşan içerikler öğrencilerin sesini duyurabileceği, bilgi ve düşünceleri

paylaşabileceği bir ortam oluşturması bakımından önemli bir medya konumundadır.

Mart 2021 yılında yayın hayatına giren “Çarçuba Psikoloji Dergisi”nin uzun yıllar giderek artan

katılımla devam etmesi dileklerimle…

Tasarım Kulübü Danışman

Dr. Öğretim Üyesi Özlem VARGÜN

İYYÜ İletişim Fakültesi

Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

EMEĞi GEÇENLER

Psikoloji Kulübü Yönetim Kurulu

Danışman - Dr. Öğr. Üyesi Nevin ERACAR

Psikoloji Kulübü Başkanı - İrem YAZGAÇ

Psikoloji Kulübü Başkan Yardımcısı - Rümeysa ÇALIŞKAN

Psikoloji Kulübü Yazmanı - Gökçe AKYÜZ

Psikoloji Kulübü Yazmanı- Elif ÇAMCAN

Psikoloji Kulübü İletişim Sorumlusu - Elif DEĞİRMENCİ

Psikoloji Kulübü Afiş Sorumlusu - Emine ŞENGÜL

Psikoloji Kulübü Sosyal Medya Sorumlusu - Kader DEMİR

Tasarım Kulübü Yönetim Kurulu

Dr. Öğretim Üyesi Özlem Vargün - Tasarım Kulübü Danışmanı

Aleyna DÖNERKAYALI - Grafik Tasarım

Bensu Hilal EROL - Grafik Tasarım- Kapak Tasarım

Muratcan ŞAHİN - Grafik Tasarım

Tuğçe KARAGÖZ - Grafik Tasarım

ÇARÇUBA Aktüel Psikoloji Dergisi

Yazman - Gökçe Gülizar AKYÜZ

Yazman - Nisa Nur ATEŞ

Yazman - Elife EKER

Yazman - Rümeysa ÇALIŞKAN

Yazman - Elif ÇAMCAN

Ar-Ge - Elif DEĞİRMENCİ

Hakemler

Araş. Gör. Büşra Ceren TANGÜL

Araş. Gör. Gamze UZUNORMAN


KUȘLARıN FELSEFESi

Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek. Kuş,

sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. Bu, onun için

yaşamsaldır: Tüyleri mükemmel durumda değilse uçamaz. Bizim için de böyledir. Tüy

değiştiremememiz, geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur.

-Philippe J. Dubois

Gülay Şengül

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf

06


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

UMUT IȘıĞı

Karanlık yeniden yükseliyor, peki ya aydınlık?

Aydınlık yeniden …

Gülay Şengül

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf

07


YENi DERGi,

YENi’DEN İSTEKLER

Hepimizin yeni yıl, yeni ay, yeni

hafta için ya da yeni bir gün için bir

isteği vardır. Mesela yeni yaşımıza

dilek tutarak ya da yeni haftaya

diyetle başlarız ve zayıflamak isteriz.

Bazen bir şey eklemek isteriz bazen

de bir şey çıkartmak isteriz ama

isteriz. İnsanın doğasında istemek

vardır, insan istemiyorsa da oturup

düşünmek gerek acaba istememek

onun hangi isteği? Bu yazımda

sizlerle yeni dergimizin ilk sayısında

tuttuğum üç dileği paylaşacağım.

Öncelikle çil çil sosyallik ve gani gani

üretkenlik istiyorum. Bir de kadın

cinayeti, çocuğa şiddet ya da

herhangi bir insana yönlendirilmiş

bir saldırganlığın haberini görmek

istemiyorum. Bir insan olarak tüm

insanlıktan bunları diliyorum. Ne

dersiniz başarabilir miyiz?

Öncelikle çil çil sosyallik umarım isteyen herkesi bulur, bunlar sadece insanlıktan kendi

adıma değil de insanlıktan insanlık için dilediğim isteklerim olsun. Kendi adıma konuşacak

olursam 2020 benim için her şeyi evden yaptığım bir yıl oldu. Mesela evde alışverişe

çıkıyorum, eve yemek yemeye geliyorum, eve koştur koştur gelip derslerime yetişiyorum, evde

sevgilimle ve arkadaşlarımla telefonla buluşuyorum, eve gelip çalışıyorum, evde spora

yazıldım, ailemle evde yaşıyoruz. Yani anlayacağınız evden çıkıp koşa koşa evime dönüyorum.

Bu sıralar tüm sosyal yaşantımı eve taşımak benim üzerimde bir etki bırakıyor tabi.

İnsan biyopsikososyal bir varlıktır. İnsanın bu üç özelliğiyle insanı üçe böldüğümüzü

varsayarsak; insanın sadece bir parçasında bile değişiklik olsa insanın bütünü etkilenecektir.

Mesela depresyonda olan bir insanın yeme düzeni değişiyor ya da arkadaşlarıyla daha az

görüşebiliyor, işinden ayrılabiliyor. Benim ve benim gibi hayatını devam ettiren insanlar

asosyal olmuş olmuyor ama sosyalleşme biçimimiz değişiyor ve azalabiliyor. Değişen bu

sosyalleşme biçimimiz biyolojik ve psikolojik yönümüzde de bir etki bırakıyor. Bu etki yeni

düzene olan adaptasyonumuz diyebilirim ama ben bu yeni düzenden çok memnun değilim.

08


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

Minnettar olduğumuz teknoloji

sayesinde birçok işimizi evden

yapabiliyoruz ama evde yapmadığımız

zamanları birlikte hatırlayalım. Sabah

kalkıp okula hazırlanıp, kahvaltımı yapıp,

babamla muhabbet ederek makyajımı

yaptıktan sonra yola çıkardım. Yolda

müzik dinleyerek metrobüse binerdim,

okula yürüme yolunda ya da okulun

kapısında

arkadaşlarımla

karşılaşabiliyordum. Derse girdiğimde

bulunduğum konumun uyaranları

genelde daha dersle ilgili oluyordu.

Dersten sonra az bir aralığım varsa

arkadaşlarımla kahve içip kulüp toplantım

yoksa oradan spora, gönüllüsü olduğum

derneğe ya da staj yaptığım kuruma

giderdim. Tüm günüm yollarda ya da bu

saydığım yerlerde geçerdi, eve de

uyumaya giderdim. Cumartesi günümü

de dernekte geçirirdim ve tüm bunlardan

kalan boş vakitlerimi de aileme ve

sevgilime ayırırdım. Bunların çoğunu evde

de yapıyorum ama okuldan derneğe

geçerken kalan vaktim az olduğunda

kullandığım dolmuşun şoförüyle sohbet

etmiyorum ya da metroda yer verdiğim

teyzeye/amcaya yaşlı gözüktüğünden

değil de yorgun gözüktüğünden yer

verdiğim hakkında tatlı şakalar

yapamıyorum. Arkadaşlarımla bir saat

oturup konuşmak yerine beş on dakikalık

telefon görüşmeleri yapıyoruz. Sevgilimle

tüm günü geçirmek yerine en az iki günde

bir beş dakika da olsa görüntülü

görüşmeye çalışıyoruz. Manavımıza “Abi

domates taze mi?” diyemiyorum çünkü

online marketleri kullanmaya başladım.

Mesela tüm gün oradan oraya giderken

ayaklarım ağrırdı ama artık her şeyi online

yaptığım için bilgisayar başında oturmaktan

sırtım ağrıyor. Daha az hareket ediyorum ve

bu benim fizyolojim üzerinde bir etki

bırakıyor. Kilo alabiliyorum, kemiklerim

ağrıyabiliyor, yorgun hissedebiliyorum yani

fiziksel olarak işlemediğim için

paslanıyorum. İnsanın dünyası gördüğü

kadardır ve benim dünyam gitgide

küçülüyor. Artık evim, evimin etrafındaki

yürüyüş yolum ve son zamanlarda haftada

bir uğramaya başladığım derneğim kadar

bir dünyam kaldı. Dünya ile temas ediş

şeklim ve sıklığım benim sosyalliğimi ifade

ediyor ve her şey gibi sosyalleşme

biçimimin değişmesi ve azalması benim

psikolojim üzerinde bir etki bırakıyor. Ben bu

etkiden memnun değilim ve yeni dergimiz

aracılığıyla insanlıktan artık sırtımın değil

ayaklarımın ağrımasını diliyorum!

Ötekinden beklemeden insanlık olarak bu

konuda bir şeyler yaparsak belki de bizi çil

çil sosyallik bekleyebilir.

Tüm bunlar beni asosyal yapmıyor

ama benim insanlığıma bir şey yapıyor.

Yani benim sosyalliğime, biyolojime ve

psikolojime dokunuyor.

09


Gani gani üretkenlik… Sanırım

üretkenliğe olan isteğim hiç bitmek

tükenmek bilmeyen ve muhtemelen

ne bitmeyi ne de tükenmeyi hiç

bilemeyecek bir istek. Üretmenin

çoğaltmak, oluşturmak, yaratmak ve

meydana getirmek gibi pek çok

anlamı vardır. Türk Dil Kurumu

üretkeni üretme gücü olan ve çok

üreten olarak, üretken olma

durumunu ise üretkenlik olarak

adlandırmıştır. Tüm bu tanımlamalar

oldukça gerekli çünkü üretkenlik

kelimesinin pek çok kullanım alanı var.

Biz bu yazıda daha çok üretmenin

yaratmak ve meydana getirmek

anlamlarını kullanıyor olacağız.

Rollo May’in de dediği gibi “… ilgilendiğimiz hobiler, kendi işini kendin gör akımları, pazar

günü ressamlığı değil ya da boş zaman doldurma biçimleri değil. Yaratıcılığın anlamı sadece

hafta sonları yapılan bir şey olduğu düşüncesinden başka nerede bu kadar feci yitirilmiştir?”

(May, 2020: s.70). Yaratmanın ne olmadığını Rollo May en temel haliyle böyle açıklamış.

Yaratmayı nevrotik ruh halleriyle açıklayan görüşler de var ve bence bu görüşler çok da yanlış

sayılmazlar ama yaratıcılık nevrotik bir ruh halinden ibaret değildir. Yaratıcılığı sadece

nevrotiklikle açıklamak bizi en temel psikolog hatalarından birisi olan genellemeye götürür.

Yaratma eylemi o kadar da edilgen bir eylem değildir. Yaratma eylemi aynı zamanda normal

kişilerin kendilerini gerçekleştirme yolunda attıkları adımların dışavurumudur. Bazen içinde

zorlukların, umutsuzlukların veya kaygıların da bulunduğu bir süreçtir. Bazen üretim sürecinde

pes etmeye çok yaklaşır insan, cesareti kırılır. Rollo May “cesaretin umutsuzluğun yokluğu

olmadığı” düşüncesini ortaya atanlara ek olarak cesaretin daha çok “umutsuzluğa rağmen

ilerleyebilme yetisi” olduğunu söylemiştir (May, 2020: s.44). Yaratma evresi ya da üretim

sürecinde insanın en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi cesarettir ve ilginçtir ki cesaret ilk

yaşanan umutsuzlukta kırılmaya başlar. Oysaki cesaret umutsuzluğa rağmen ilerlemeymiş. O

zaman belki de gani gani üretkenlik için insanlık olarak ilk adımımız yaratma cesaretini

desteklemek olabilir.

Yalom’a göre “Hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır; aynı anda vardırlar, birbirine ardışık olarak

değil; ölüm, hayatın perdesi ardında sürekli olarak sesini duyurmakta ve yaşantı ve davranış

arasında büyük etkide bulunmaktadır. Ölüm anksiyetenin en eski sebebidir ve böylece

psikopatolojinin de birincil kaynağıdır.” (Yalom, 2018: s.47). Ölüm fikri sadece ölmek üzere olan

için değil tüm insanlar içindir çünkü insan ölüme doğar ve doğduğu andan itibaren artık

yaşamla birlikte ölümde insanın en temel meselelerinden birisi olur. Martin Heidegger ölüm

fikrinin insanı nasıl koruyabildiği sorusunu çalışmış ve yaşamımızdaki ölümün farkında

olmamızın kendimizi gerçekleştirme merdiveninde bizi bir sonraki basamağa taşıdığını

10


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

gözlemlemiştir. Heidegger’a göre iki temel var oluş biçimi vardır; var olmayı unutma ya da

düşünme durumu (Yalom, 2018: s.49). Eğer kişi var olmayı unutma durumunda yaşıyorsa onun

için kendisini dünya işine yaptırmış diyebiliriz. “Adaletin Bu mu Dünya?” şarkısında da dediği

gibi “Kimisi de ölüm yok gibi çalışır.” Kişi ölümü dolayısıyla varoluşunu unutup kendisini başka

bir eyleme yönlendirir. Var olmayı düşünen durumda sürekli var olmanın farkında olunur.

Bu durumda insan kendi var oluşuna ait sorumluluğun farkındadır ve kendini yaratma ve

değiştirme gücünü ancak burada anlayabilir. Üretmek kendi var oluşunun farkında olan ve

kendini gerçekleştirme yolunda ilerleyen insanlar tarafından başarılı bir şekilde

gerçekleştirilebilir. Hatta belki insanlar kendini gerçekleştirirken üreterek ölümün ötesine

geçebileceklerini fark ediyorlardır ve bu kaygılarını daha kontrollü hale getirebiliyorlardır.

Şiddet, saldırganlık, cinayet, normal olmayan ölüm, ruhsal şiddet, aşağılamak… Son

zamanlarda hiç de yabancılık hissetmediğimiz, medyada çok fazla maruz bırakıldığımız

sözcükler. Nasıl da canımızı sıkıyor değil mi? Aman, kapat haberleri ben kaldıramıyorum,

diyoruz. Size bir sır vereyim mi? Sizi bu kadar alt üst eden görüntüler, kelimeler bazı insanların

deneyimleri hatta yaşamları. Kadınlar birer birer ölmüyor, biri geçeli çok oldu. Çocuklar dayak

yiyor, istismar ve ihmal ediliyorlar. Bazen haberlerde görüyoruz bazen de yolda. Ne yapıyoruz

peki? Başımızı ağrıtmıyor yolumuza devam ediyoruz. Hadi gelin biz yolumuza devam ederken

neler oluyor birlikte bakalım.

Bazı insanlar şiddetin kötü olduğunu bilseler de şiddet uygulamaya devam ederler, bazıları

da vücutlarında morluk ve yara izleri oluşsa bile şiddet uygulayan kişiden uzaklaşmazlar. En sık

duyduklarımızdan birisi de babam gibi olmayacağım derken kendilerini çocuklarını döverken

bulanlardır. Bazılarının öfkesi saldırganlığa dönüşürken bazılarınınki dönüşmez. Peki, neden?

Öfkenin saldırganlığa dönüşmesinin altında yatan en temel motivasyon aşağılık hissidir.

Birey güç sömürüsüyle karşı tarafa uyguladığı şiddetle kendi varoluşunu besler ve o aşağılık

hissinden kurtulmaya çalışır. Aşağılık olan artık kendisi değil karşısındakidir çünkü onun için

güçsüz, yetersiz olan şiddetin ve saldırganlığın altında ezilendir. Bu güç gösterisini

yapabiliyorsa hala canlıdır ve ölmemiştir. Varoluşsal sürecimizde birtakım ihtiyaçlarımız vardır

11


ve bunlara sevilmek ve yaşam hakkımız

örnek olarak verilebilir. Bunlar

karşılanmazsa hayatımızın kalanında bu

karşılanmayan ihtiyaçlarımızın peşinden

koşarız. Bir babanın hoşuna bir şey gitmiyor

ve anneyi dövebiliyor sonrasında da bir

çocuk şiddete dolaylı ya da doğrudan

maruz kalıyor. Bu çocuk annesinin eşinin

dostunun annesine “Kaç kurtar kendini, bak

çocuğuna da sana da yazık olur.” dediğini

duyuyor. Baba sürekli anneyi dövüyor, anne

çaresiz ve güçsüz. Bir süre sonra baba

çocuğu da dövmeye başlıyor, o da anne

gibi çaresiz ve güçsüz. Zaman geçiyor ve

çocuk evden ayrılıyor. Peki şimdi o annesi

gibi güçsüz ve çaresiz mi olacak yoksa

babası gibi güçlü tarafta olup ezici mi

olacak? En başta söylediğim şiddete uğradığı halde uzaklaşamayan ve şiddete kötü dediği

halde şiddet uygulamaya devam eden insanların hikayeleri böyle oluşabiliyor. Ya annesi gibi

güçsüzler grubu olarak adlandırılan gruba geçiyor ve şiddete uğradığı halde eşinden

uzaklaşamıyor ya da babasından gördüğü gibi güçlü olan tarafta oluyor ve aşağılık hissinden

kaçmaya çalışıyor.

İlk dileğimde de biyopsikososyal bir canlı olan insandan bahsetmiştim. Kişinin mizacıyla

doğuştan getirdiği özellikleri saldırgan davranışlara sebep olabilir ama doğumundan sonra

anne babasının da katkısıyla mizacından gelen bu özelliklerin dışavurum şekli değişebilir.

Sosyal ortamda bu davranışlar onaylanmaz ve desteklenmezse hatta görüldüğünde verilmesi

gereken tepkiler verilirse de çok büyük farklar oluşabilir. Karısına misafirlerin yanında bağıran,

şiddet uygulayan birisine ‘Heyt be erkek’ demek yerine ‘Nasıl bir insansın?’ sorusunu sormak

daha uygun olacaktır. Hem cinsiyetlerin üzerine yüklenen lüzumsuz anlamlardan uzak hem de

onaylamayan ve desteklemeyen bir dönüş olacaktır.

Umuyorum ki yeni dergimiz aracılığıyla dilediğim bu dilekler gerçek olur. Üstelik dileklerimi

dilerken gözlerimi kapamıyorum, bizzat gözlerinizin içine bakıyorum. Yani anlayacağınız tüm

bu dilekleri insanlıktan dilememin bir anlamı var. İnsanlık derken onlardan değil; benden,

senden ve bizden bahsediyorum. Sosyallik, üretkenlik ve şiddet konularında ancak ve ancak

insanlık olarak biz bir şeyler yapabiliriz. Bir dahaki sayımızda görüşmek üzere. Sağlıkla ve

sevgiyle kalın.

Kaynakça:

Karaca, B. K. (2017) Ya Ezenle Ezilen Birse?. Psikeart, 54:62-63.

Rollo, M. (2020) Yaratma Cesareti. İstanbul: Metis Yayınları.

Vargel, S. (2017) Sömürü ile Gelen Yıkıcı Var Oluş Çabası. Psikeart, 54:46-53.

Yalom, I. D. (2018) Varoluşçu Psikoterapi. İstanbul: Pegasus Yayınları.

Türk Dil Kurumu: Sözlük. (t.y.). 14 Şubat 2021 tarihinde https://sozluk.gov.tr

adresinden erişildi.

Gökçe Gülizar AKYÜZ

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi

12


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

YENi NORMAL (Mi?)

Yeni… Bir kelimeye baktığımızda onun hakkında bir sürü anlam ve çıkarımlarda bulunabiliriz.

Yeni kavramı da bu kelimelerden bir tanesi. Yeni, yenilik, yenilikçi, yenilenmek ve birçok şekilde

bu kavramı türetebiliriz. Ancak ben bu kelimelerden en yenisine değinmeyi tercih edeceğim.

‘Yeni normal’ kavramı. Peki, nedir yeni normal? Yeni normal kavramına birçok yerde ve birçok

alanda rastlamak mümkün. Benim burada değineceğim anlamı ise Mart ayından itibaren

yaşadığımız sürece gönderme niteliğinde. Mart ayında ilk koronavirüs vakasının yaşanmasıyla

beraber hayatımızda da bazı değişiklikler ve yenilikler yaşanmaya başlandı. Artık eskisi gibi

davranmadığımız, tepki vermediğimiz ve düşünmediğimiz birçok durum bulunmakta. Bunları

maske takmak, sokağa çıkma yasakları, evden çalışmak, derslere online şekilde katılmak ve

temizliğin öneminin artması şeklinde örneklendirebiliriz. Hatta bir örneğe öncesi ve sonrası

şeklinde de bakabiliriz. Maske takmak örneğini ele alacak olursak eğer yaşadığımız bu süreç

öncesinde insanlar maske takan bir kişi gördüğünde o kişiye oldukça farklı algılayarak

bakmaktaydı. Ve bu insanlara karşı ya uzak mesafe takınmakta ya da içsel anlamda acıdığı için

daha yakında durarak sürekli bir yardım etme çabasına girmekteydi. Şimdiki yaşantımızı

düşündüğümüzde maske takmak artık bizim için oldukça olağan hatta tam tersi maske

takmayan insanlara karşı artık sert bir tutumumuz var. Genel anlamda baktığımızda

yaşadığımız bu süreçleri ‘yeni normal’ olarak adlandırabiliriz. İlk başta belki zorlandık, belki yok

saymaya çalıştık ancak hastalığın ciddiyeti, tedbirler ve yaptırımlar arttıkça yaşanan bu sürece

de bir şekilde adapte olmaya başladık. Peki, yaşanan bu süreç bizde neler değiştirdi? Psikolojik

olarak nasıl etkileniyoruz, alışkanlıklarımız ne düzeyde değişti ve biz geriye dönüş hakkında

neler düşünüyoruz?

13


14

Bu süreç bittiğinde gerçekten her şey eskisi gibi olacak mı? Yoksa yeni normaller bizim yaşam

normallerimiz mi olacak? Bu konu her ne kadar yeni olsa da bu soruların yanıtlarına

ulaşabileceğimiz araştırmalar bulunmakta. Bu konuda yapılmış araştırmaları bir araya

getirerek, karşılaştırarak ve inceleyerek sizlere sunmaya ve sorularımızı yanıtlamaya

çalışacağım.

Koronavirüsün hayatımıza girmesiyle birlikte onunla ilgili bir sürü doğru ya da yanlış bilgiler

edindik ve edinmeye devam ediyoruz. Edindiğimiz bilgiler bizi harekete geçiren türden

olabiliyor. Bunları ne yemeliyiz, nasıl önlemler almalıyız, bağışıklık sistemimizi neler güçlendirir

gibi bir sürü soru şeklinde örneklendirebiliriz. Karşılaştığımız bu sorular ve haberlerin çokluğu

bizde kaygı durumu yaratabiliyor. Ayrıca, alınan önlemlerin de birtakım olumsuz psikolojik,

sosyal ve ekonomik sonuçları olacağı da bilinmekte.

Buna bağlı olarak da farklı psikolojik tepkilerle karşılaşabiliriz. Bu bilgileri nerelerden

edindiğimiz de bizim üzerimizde farklı bir etki bırakmaktadır. Tönbül’ün (2020), koronavirüs

sonrası bireylerdeki psikolojik dayanıklılıklarıyla ilgili yaptığı araştırmaya göre, sosyal medya

üzerinden bilgilenen bireylerin psikolojik dayanıklılıklarının resmi kurumlardan

bilgilenenlerden daha düşük olduğunu bulmuştur. ‘Bunun nedeni olarak sosyal medya

üzerinden gerçek olmayan bilgilerin yayılması söylenebilir. Sosyal medya üzerinden gerçek

dışı bilgilerin gerçekmiş gibi paylaşılması ve yayılması bireylerin psikolojik etkilenme düzeyini

olumsuz etkileyebilmektedir. Ayrıca resmi kurumların düzenli aralıklar ile bilgilendirme

yapması bireylerin bu süreçte kendini güvende hissetmesine ve psikolojik dayanıklılıklarının

artmasına katkı sağlamıştır.’ Çeşitli sorularla karşılaştığımızda resmi kurumların açıklamalarını

göz önünde bulundurmanın önemini bu şekilde görmüş oluyoruz.


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

Hacattepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü

tarafından 01.06.2020 tarihinde hazırlanan

‘COVID-19 Salgının Psikolojik Sonuçları Ve

Etkili Başa Çıkma Yöntemleri’ kitapçığına

göre “COVID-19 Salgını’nın Dünya Sağlık

Örgütü tarafından pandemi (küresel salgın)

olarak ilan edilmesi üzerine toplumda

yaşanan korku, çaresizlik ve endişe

düzeyinde artış olmuştur.” Kitapçıktan

alınan bir örnek ise şu şekildedir: “Çin’de

COVID-19 Salgını sonrası 7.143 üniversite

öğrencisi ile yapılan bir çalışmada

katılımcıların %0.9’u yoğun, %2.7’si orta

derecede ve %21.3’ü de hafif kaygı belirtileri

yaşadığını belirtmiştir (akt. Işıklı, 2020, sf.

10); (Cao ve diğ., 2020). Wang vd. (2020)

tarafından yapılan bir çalışmada ise Ocak

ayının sonu ve Şubat ayının başında Çin’in

farklı kentlerinde yaşamakta olan 1.210

katılımcıda salgının bireyler üzerindeki

psikolojik etkilerine bakıldığında,

katılımcıların %16.5’inin orta dereceden

şiddetliye varan depresyon belirtileri,

%28.8’inin orta dereceden şiddetliye varan

kaygı belirtileri ve %8.1’inin de orta

dereceden şiddetliye varan stres belirtileri

gösterdiklerini belirtmişlerdir (akt. Işıklı,

2020, sf. 10). Karantinada kalmak travma

sonrası stres belirtilerine, yüksek kaygı

düzeyine ve uyum bozukluğuna sahip

olmak ile ilişkili bulunmuştur (akt. Işıklı,

2020, sf. 15); (Rossi ve diğ., 2020).

Ortalama olarak 10 gün veya daha fazla

süre karantinada kalan bireylerin %29’u

psikolojik bir bozukluk için risk taşırken;

karantina süresinin uzaması bu oranın daha

da artması ile ilişkilendirilmiştir (akt. Işıklı,

2020, sf. 15); (Hawryluck ve diğ., 2004).

Karantinadan veya izolasyondan çıkan

bireylerin çevreleri tarafından aldıkları

tepkiler, yani bu bireylerin damgalamaya

maruz kalmaları da psikolojik bozukluk için

risk etkeni olarak ele alınmıştır (akt. Işıklı,

2020, sf. 15); (Bai ve diğ., 2004). Enfekte

olup karantinada kalmak kadar,

karantinaya alınan ve hayatını kaybeden

bireylerin yakınları da yaşadıkları kayıp

sebebiyle risk grubunda bulunmaktadırlar.

COVID-19 Salgını sırasında yapılan bir

çalışmada sevilen birini COVID-19

nedeniyle kaybetmek bireylerde travma

sonrası stres belirtileri, depresyon,

algılanan stres ve uykusuzluk ile ilişkili

bulunmuştur (akt. Işıklı, 2020, sf. 15); (Rossi

ve diğ., 2020).”

Alıntıladığım araştırmalardan

anladığımız üzere koronavirüsün insan

psikolojisi üzerinde birçok etkisi

bulunabilmektedir. Bunları; depresyon,

kaygı, stres, uyum bozukluğu, travma

sonrası stres ve uykusuzluk şeklinde

toparlayabiliriz. Bu etkiler için risk

faktörleri ise; karantinada-izolasyonda

kalmak, çevre tarafından damgalanmaya

maruz kalmak ve hayatını kaybeden bir

yakına sahip olmak olarak

değerlendirebiliriz. Genel anlamda

baktığımızda, yaşadığımız süreçte normal

yaşantımıza göre daha fazla kaygılı

olmamız doğal bir davranıştır. Kaygının

normal düzeyde olması aslında bizi

güdüleyen ve önlemler almamız için

motive eden bir duygudur. Bu anlamda bu

tepkilerin olağan olduğunu da unutmamız

gerekir.

Koronavirüsün sadece insan

psikolojisini etkilemediğini, bunun yanında

birçok değişkeni de etkilendiğini hepimiz

biliyoruz. Psikolojik etkilerinin yanında bir

de kültürümüzü, alışkanlıklarımızı ve geriye

dönüş hakkındaki düşüncelerimizi de

etkilemektedir. Bu etkenlerle ilgili yapılmış

bir çalışmaya bakacak olursak eğer; İnce

ve Yılmaz’ın (2020), koronavirüsün Türk

kültürüne etkisini araştıran bir çalışması

vardır. Bu araştırmada Türkiye genelinden

15


farklı yaş gruplarından 516 kişiye anket çalışması uygulanmıştır. Bu çalışmaya göre,

“katılımcıların büyük çoğunluğu salgın sürecinde uymak zorunda kaldıkları pek çok (tedbir ve)

uygulamaya bundan sonraki yaşamlarında da devam edeceklerini belirtmişlerdir. Çalışmada,

katılımcılar ‘Covid-19 hayata bakışımı tümüyle değiştirdi’ ifadesine %87,0 oranında kesinlikle

katılıyorum, katılıyorum ve orta düzeyde katılıyorum yanıtlarını vermişlerdir. Yine katılımcılar

‘Bundan sonra benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ ifadesine, %72,2 oranında kesinlikle

katılıyorum, katılıyorum ve orta düzeyde katılıyorum yanıtlarını vermişlerdir. Bu durum

katılımcıların büyük çoğunluğunun pandemiyle birlikte insanları yeni bir yaşam tarzının

beklediğini düşündükleri ve kendileri için artık ‘hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının’

bilincinde olduklarının ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, çalışmaya katılanların hemen hemen

yarısı (%48,3’ü) Covid-19 sürecinde tamamen ya da kısmen kendini çok yalnız hissettiklerini

belirtmişlerdir. Katılımcıların %65,7’si beslenme alışkanlıklarının, %70,1’i de uyku-dinlenme

alışkanlıklarının tamamen ya da kısmen değiştiğini beyan etmişlerdir. Bu durum geleneksel

beslenme ve dinlenme alışkanlıklarının bu süreçte değişikliğe uğradığını ortaya koymaktadır.”

Bu araştırmaya göre görülmektedir ki kişilerin çoğu yaşamlarının eskisi gibi olmayacağını

düşünmektedir. Aynı şekilde katılımcıların uyku ve beslenme alışkanlıklarıyla ilgili de

farklılaşmalar ön plandadır. Yapılan araştırmaları göz önüne aldığımızda başlangıçta

sorduğumuz soruları düşünürsek eğer birçok soruya yanıt bulabildiğimizi düşünüyorum.

Hayatımızda istesek de istemesek de artık birçok yenilik bulunmakta. Bu yeniliklerin çoğunun

artık yaşamımızın bir parçası haline geldiğini görmekteyiz. İyi ya da kötü. Alışabildik ya da

alışamadık. Birçok şekilde değerlendirme yapabiliriz. Geçmişten günümüze insanoğlunun

adapte oluş şeklini düşündüğümüzde pek çok hastalıkla ilgili insanoğlunun yüzyıllarca

edindiği deneyim, salgınlarla baş edebileceği konusunda umut verdiğini düşünmekteyim.

Yaşadığımız ‘yeni normal’ kavramının sadece bizim için olmadığını unutmamalıyız. Yaşadığımız

durumlar, psikolojik etkiler, kültürel farklılıklar, alışkanlıklar ve birçok şey tüm insanlar için

geçerlidir. Bu anlamda kendimizi yalnız ve farklı hissetmemeli ve bizi motive eden bir kaynak

bulmalıyız. Bu kaynağın ne olduğuna ben değinmeyeceğim. Çünkü birçok özellikte birbirinden

farklı olan insana belirli şeyleri sunmak onları kısıtlamak olur. Kendimizin, düşüncelerimizin ve

duygularımızın farkında olduğumuzda bu motivasyonu daha kolay bir şekilde

bulabileceğimize inanıyorum. Bu yazıyı konumuzla ilgisi olan bir sözle bitirelim.“Hayatta

kalanlar, türlerin ne en güçlüsü ne de en zekisidir; hayatta kalanlar kendini değişime en çok

uydurabilenlerdir…” (C.Darwin). Sağlıkla kalınız.

Kaynakça:

Bai, Y., Lin, C. C., Lin, C. Y., Chen, J. Y., Chue, C. M., & Chou, P. (2004). Survey of stress reactions among health care workers

involved with the SARS outbreak. Psychiatric Services, 55(9), 1055-1057; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).

Cao, W., Fang, Z., Hou, G., Han, M., Xu, X., Dong, J., & Zheng, J. (2020). The psychological impact of the COVID-19 epidemic

on college students in China. Psychiatry Research, 112934; (akt. Işıklı, 2020, sf. 10).

Hawryluck L, Gold W.L., Robinson S., Pogorski S., Galea S., & Styra R. (2004). SARS control and psychological effects of

quarantine, Toronto, Canada. Emerging Infectious Diseases,10(7) 1206-1212; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).

IŞIKLI S. (2020). COVID-19 SALGINI’NIN PSİKOLOJİK SONUÇLARI VE ETKİLİ BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ. Hacettepe

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü. https://corona.hacettepe.edu.tr/wp-content/uploads/2020/06/Covid-19_psikolojik_sonuclari_basa_cikma_yontemleri.pdf

adresinden 13.02.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır.

İNCE M, YILMAZ M. (2020). Olağanüstü Olayların Sosyal Yaşam ve Kültürlere Etkisi; Covid-19 Salgınının Türk Kültürüne

Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi (UKSAD), 2020 6(2): 552-571.

Rossi, R., Socci, V., Talevi, D., Mensi, S., Niolu, C., Pacitti, F., Di Marco, A., Rossi, A., Siracusano, A., & Di Lorenzo, G. (2020).

COVID-19 pandemic and lockdown measures impact on mental health among the general population in Italy. An N= 18147

web-based survey. medRxiv; (akt. Işıklı, 2020, sf. 15).

TÖNBÜL Ö. (2020). Koronavirüs (Covid-19) Salgını Sonrası 20-60 Yaş Arası Bireylerin Psikolojik Dayanıklılıklarının Bazı

Değişkenler Açısından İncelenmesi. Uluslararası Akademik Psikolojik Danışma ve Rehberlik Araştırmaları Dergisi, 2(2)

159-174.

Wang, C., Pan, R., Wan, X., Tan, Y., Xu, L., Ho, C. S., & Ho, R. C. (2020). Immediate psychological responses and associated

factors during the initial stage of the 2019 coronavirus disease (COVID-19) epidemic among the general population in

China. International Journal of Environmental Research and Public Health, 17(5), 1729; (akt. Işıklı, 2020, sf. 10).

Nisa Nur ATEŞ

İstanbul Yeni Yüzyıl üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi

16


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

YENİLİKLERE HAZIRLIK

Madem ilk sayımızın konusunu yenilik olarak seçtik o zaman bu dergide yazılar yazmayı

istedikten sonra kendi kendime nasıl sorgulamalar içine girdiğimle ve neler düşündüğümle

başlayabilirim. Yeni bir dergide yazmayı, yeni başlangıçlar yapmayı neden kabul etmiştim? Şart

mıydı ‘’Tamam.’’ demem? İşte önce bunlar kurcaladı zihnimi. Yazı yazarak bir şeyler üretmek

istiyor ya da aynı şeyleri yapmak yerine artık güvenli alanımdan sıyrılmak istiyor olabilirdim;

vardığım sonuçlar bu yöndeydi. Fark ediyorum ki ikisi de gelişimime katkı sağlayacak, beni

olumlu yönde etkileyecek düşünceler.

Bir diğer sorguladığım şey ise ilk sayımızın konusunu belirlemek için oylama yaparken diğer

konu yerine neden yenilik temasına oy vermiştim? Arkadaşlarım 2020 senesinde bir sürü

yenilikle karşılaştığımızdan ancak hayatımızı en çok etkileyen konunun COVID-19 olduğundan,

üzerine düşünüp yazabileceğimiz güncel bir konu olduğundan bahsetmişti. Evet, COVID-19

çok yeniydi. O an böyle düşünmemiştim ama beni bu konuyu seçmeme iten şeyin, bir merakın

giderilmesi isteği olabileceğini anladım. Sonuçta ben bu hastalığı deneyimlemiştim ve yeni

dediğimiz şey, deneyimlenmemiş olan demekti. Bana göre asıl bu hastalığı geçirdikten sonraki

yaşamım yeni olma özelliği taşıyordu. Arkadaşlarım için de tabi ki yeni olma özelliği taşıyor ama

onlar bu hastalığı geçirmemişti. Onlar için bu hastalıkla ilgili yeni ne demekti? Bu pencereden

baktığımda bile herkesin yeniye bakış açısı farklıydı.

17


En sonunda vardığım sonuç, konfor

alanımın dışına çıkarak kimi zaman da

kaygıya teslim olarak beraberinde daha

verimli ve üretken olmak benim için yeni

demekti. Bilişsel psikolojide öğrendiğim bir

metafor vardı. Yenilik metaforu… Bilincin

yenileri tercih ettiği ve eskilerin bilinçten

yavaş yavaş uzaklaşma eğiliminde olduğu

görülüyordu. Bu metafor çok önemli ancak

bu bilgiye ek olarak yeniliği tercih etmek

için belirli bir düzeyde psikolojik/zihinsel

esnekliğe sahip olunması gerektiğini de

öğrenmiştim. Bu esneklik amigdala ve

prefrontal korteks arasında daha fazla

yolak olması halinde sağlanıyordu. Yeni bir

deneyime veya öğrenmeye dahil

olunduğunda, bunlar tekrarlandığında

nöronlar arasındaki yollar ve iletişim artar

(CogniFit Research). Ben de dahil olduğum

bu yolculukla değişmeyi, gelişmeyi

umuyorum. Murathan Mungan ‘’Kimse

çıktığı yolda kendisi kalmaz. Yol insanı

başkalaştırır.’’ diye boşuna söylememiştir

herhalde.

Dergi toplantılarımızda önceden değil

de neden şimdi böyle faal olmak istediğimiz

üzerine konuştuklarımızı anımsıyorum. Şu

an yeniliklere ihtiyaç duymamızın sebebi

büyük ihtimalle hissettiğimiz baskı. Tamam,

koronavirüs yüzünden vaktimizin

neredeyse tümünü evde geçiriyoruz ama

neden hiçbir şey yapmadan gün öyle bitip

gidiyormuş gibi hissediyoruz? Bu baskının

olumlu bir sonucu aslında bu yazıyı yazıyor

olmam. Çünkü bize yeni düşüncelerin

oluşacağı, birleşeceği bir ortam hazırladı.

Bir dergide aktif olarak yazılar yazacak

olmak en başta çok iyi hissettirdi beni. Ama

beraberinde kaygıları da getirdi.Nasıl iyi

hissettirmesi üzerine yoğun düşüncelerim

oluştuysa kaygı içinde bu duyguyu yok

saymadan, tekrar gözden geçirmeler

yaparak ve neden böyle bir kaygı

hissettiğimi anlayarak gereken süreci

yaşamam gerekiyordu. Çünkü burada

sonuç yani yazı yazıyor olmak değil süreç

önemli benim için. Eğer böyle olursa hem

daha verimli çalışacağıma hem de kendimle

temas içinde olabileceğime inanıyorum.

Özellikle pandemi döneminde derslerim

bittiğinde veya odamda yalnız kaldığımda

kendime hemen bir uğraşı bulmalıyım, bir

şeyle meşgul olmalıyım diye düşünüyorum.

Kendime derinden bakmanın

sorumluluğundan mı kaçıyorum yoksa?

Sanki önceden olayların bana ne

düşündürdüğünü ne hissettirdiğini anlamak

için daha çok vakit harcıyordum. Ama yine

de kendimle temas etme konusunda güzel

bir adım attığımı ve sessizliğin aslında ne

kadar önemli olduğunu anladığımı

düşünüyorum. Çünkü almış olduğum

başlangıç kararlarının, yazmanın, kendime

zaman ve alan yaratmanın kendimle olan

ilişkimi geliştireceğini, duygu ve

düşüncelerimle bağ kurmamı

destekleyeceğini umuyorum. Bu

anlattıklarımı bir nevi anlam arayışı olarak

görüyorum. Hatta aklıma bir hocamızın

‘’Anlam arayışı, her an içimizde ve

peşimizdedir ya da biz onun peşindeyizdir.’’

sözü geldi. Öyle ki bu arayış, dış dünya ile

ilişkimizi azaltmakta ve kendi içimize

dönmekte oldukça etkili görünüyor.

18


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

Peki, insanlar yeni kararları uygulamak

için o an aksiyon almak yerine neden belirli

bir güne, belirli bir saate ihtiyaç duyar? Bu

bir savunma, zihinsel olarak hazırlanma

veya motive etme biçimi midir? Savunma

mekanizması olarak baktığımda; ilkel

beynimiz daha deneyimlememiş

olduğumuz durumlara karşı bir korku

geliştirir. İşlevi ise yeni olarak

adlandırdığımız olaylarda olası tehlikelere

karşı koruma sağlamaktır. Bu koruma

sırasında beynimiz bize mesajlar gönderir:

‘’Şimdi değil.’’, ‘’Yapamazsın.’’, ‘’Eski

alışkanlıkların daha güvenli!’’ Ama bu

olumsuz düşünceler bir yerden sonra bizi

sınırlamaktadır. Ne güzel söylemiş Irvin D.

Yalom: ‘’Tabii için korkuyla dolacak,

yaşamak demek tehlike içinde olmak

demektir. Büyümek zordur!’’ (Yalom, 2017:

280).

Zihinsel olarak hazırlanma süreci aslında

zihinsel olarak bir türlü hazır olamamayı

beraberinde getiriyor bence. Eyleme

geçmek için, motive hissetmek için bekleyip

durdukça eyleme geçtiğimiz o anı asla

göremiyoruz. Bu sürecin nasıl devam

ettiğine ilişkin aklımda bir senaryo oluşuyor.

İnsanlar yeni bir uyaranla karşılaştıklarında

bir şeyleri yapmaktaki yeterliliğini

sorguluyor ya da eski tepkileri bu yeni

konularda yetersiz kalıyor. İşte kişinin bu

durumu algılayışı, bu duruma bakış açısı

yeniliğe karşı arzu mu yoksa direnç mi

göstereceğini ortaya koyuyor. Yeniliğe

direnç de bir arzu olabilir pekâlâ. Kontrol

artışına kızgınlık duymamak, gelişimden

kaçınmak, stresle ve korkularla

yüzleşmemek için konfor alanının içinde

kalmaya duyulan bir arzu…

Bazı insanlar ise eski deneyimleri

olumsuz sonuçlanmışsa yeni bir olay için

yeterliliğini bile sorgulamaz. Bu yüzden

kararlar verirken, değerlendirmeler

yaparken zihinleri kestirme yollara

başvurma eğilimi gösterir (Sezen, 2015:

208). ‘’Yapamam.’’, ‘’Beceremem.’’, ‘’Başarılı

olamam.’’ gibi sabit düşüncelerin bir süre

sonra hayatı kolaylaştırıcı (!) bir işlevi olur.

Yeni bir durumla karşılaştıklarında nasıl bir

tepki geliştireceklerini işte bu zihinsel

şemalar sayesinde belirlerler. Kontrollü bir

düşünme ile daha olumlu sonuçlara

varılabilecekken otomatik düşüncenin

devreye girmesiyle belirsizlikten ve

kaygılardan korunmuş olduklarına inanırlar.

Psikolojide bu ve benzeri durumları

açıklayan çok sevdiğim bir kavram var:

‘bilişsel cimrilik’

19


Yazımı birkaç cümle daha söyleyerek tamamlamak istiyorum. İnsanın gerçeklik algısı, kendinin

ona verdiği anlamdan ibarettir. Yeni deneyimlere, yeni öğrenmelere, yeni duygulara açık

olmak, her bir yazımın birçok değişime tanıklık etmesi ve yine bu değişimlerden öğrendiklerimin

başka keşiflerde bana ışık olması benim gerçekliğimi oluşturuyor. Çoğu insan yeni başlangıçlar

yapmak için bulunduğu yeri terk etmenin, başka bir şehirde olmanın en iyi seçenek olduğunu

düşünebilir. Ama belki de yeni başlangıçlar için yeni bir yere değil de yeni bir zihne

ihtiyaç vardır.

Son olarak, hayatımız boyunca temas ettiğimiz her şeyden ve herkesten bilinçli ya da

bilinçsiz olarak etkileniyoruz (Çakmakkaya, 2017: 5). Umarım çıkaracağımız her sayı da sizde

güzel bir etki bırakır.

Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle. İyi okumalar…

Elife EKER

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4.Sınıf Öğrencisi

Kaynakça:

Beyin Esnekliği, Bilişsellik & Nörojenez. (t.y.). 15.02.2021 tarihinde https://www.-

cognifit.com/tr/brain-plasticity-and-cognition adresinden erişildi.

Çakmakkaya, D. (2017) Değişime Giden Küçük Adımlar. Psychologies

Türkiye,7: 5.

Sezen, A. (2015) Değişime Direnç Psikolojisi Bağlamında Belirsizlik Duygusu ve

Dinsel Yönelimlerin Etkileri. Toplum Bilimleri Dergisi, 9 (17): 9-23.

20


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

CESUR YENİ DÜNYA BİZE

NELER ANLATIYOR?

Bu yazımda sizleri Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’

kitabıyla tanıştırmak istiyorum. Huxley kitap boyu yeni bir

bakış açısı kazandırarak etrafımızda olup biten olaylara

karşı farkındalığımızı arttırıyor. İlk başta çok ütopik gibi

gelen kitap ilerledikçe gelişen dünya ve teknolojileri de

göz önünde bulundurunca çok uzak bir ihtimal değilmiş

gibi gelmeye başlıyor. Huxley’in kitabı 1930’lu yıllarda

yazdığını görünce de şaşırmamak ve hayran kalmamak

elde değil.

Aldous Huxley.

Her mucit doğadan gözlemleriyle yola çıkarak bir icat ortaya koymuştur. Uçan sineğin kanadının

örnek alınıp uçağın icat edilmesi gibi… Huxley de yarattığı bu yeni dünyada gerçek hayattan

esinlendiğini yapay kanın akciğerde dolaşım hızı ve beyni oksijensiz bıraktığında zeka geriliğinin

oluşmasıyla açık bir şekilde belirtmiştir.

Artık normal doğum söz konusu değildir. Fabrikada üretilen bir ürün gibi şişelere yapılan aşılar,

yapay kan döngüleri, kuluçka odaları gibi aşamalardan geçerek kişiler dünyaya gelir. Buna karşılık

Ayrıbölge’de normal doğumlar hala devam etmekte ve tek eşlilik söz konusu olduğu için ‘doğanlar’ ve

‘şişeler’ (fabrikasyon üretimden söz edildiği için bireylerden şişe diye bahsediliyor) arasında bir

ayrımcılık vardır. Karşılıklı olarak dış gruplarla bir iletişimleri ve temasları olmadığı için bu ayrımcılığın

önüne geçilememiştir.

21


Şişelerin fabrikasyon üretimleri burada

son bulmamıştır. Şişeler hayata geldikten

sonra da belirli bir zaman boyunca her gece

uykularında tekrar ederek (hipnopedya)

işlenen kalıpyargılarla hayatlarına devletin

yönlendirmesiyle devam etmişlerdir. Kitapta

bu yöntemle toplumların her açıdan devlet

büyükleri tarafından yönlendirilmesine atıfta

bulunulduğunu görüyoruz. Uyku sırasında

öğrenme olup olamayacağı ile ilgili de birçok

tartışma mevcuttur. Bu konudaki şahsi

görüşüm öğrenmenin gerçekleşemeyeceği

fakat daha önce alt yapısı oluşturulan

kalıpyargıların güçlendirilebileceği yönünde.

Seri üretime geçilmiş bir şekilde dünyaya

gelen şişelerin gelişimsel çeşitliliği ve insanın

biricikliğinin yok edilmesi üzerine çalışılmış.

Her ne kadar kişilere isimleriyle hitap edilse

de kişiler bir nevi kimliksizleştirilmiş diyebiliriz.

Kişiler bu durumların farkında olmasalar da

bundan kaynaklanan sorunlar oluşmuş.

Gelişimsel çeşitlilik kast sistemine göre alfa,

beta, gama, delta ve epsilonlar olarak

sınırlandırılmış. Bireyler arasında kafalarının

içinde görünmez duvarlar örülmüş. Bu

görünmez duvarlardan oluşan bilişsel

hapishanelerde sıkışıp kalmışlardır.

Her kast sistemi ’Yeni Pavlovcu

Şartlandırma Odaları’nda kendi iç grubuna ait

koşullanmaları bilinçdışında işlenmiş. Çiçek

ve kitaplardan; şiddetli gürültüler ve elektrik

çarpmaları kullanılarak tiksindirilmiş ve

uzaklaşmalarına yönelik bir koşullanma

yapılmış. Bu şekilde insanları doğadan,

okumaktan, öğrenmekten, düşünmekten,

sorgulamaktan ve baş kaldırıp düzeni

bozmaktan da uzaklaştırmış oluyorlar. Cahil,

istediklerini yaptırdıkları robotlara

dönüştürmüş oluyorlar. Aynı zamanda bu

sistemde duygular da bastırılmıştır.

22


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

İlk olarak kişileri çiçekten uzaklaştırmanın sebebinin duygusuzlaştırmak olduğunu düşünsem de aynı

zamanda bir diğer amaç da tüketime teşvik etmektir. Doğanın içinde huzurlu bir ortamda oturmak ve

zaman geçirmek için para harcamaya ihtiyaç yoktur. İsteyen herkes (sosyal statü farkı olmaksızın) hiç

para harcamadan bu eylemi gerçekleştirebilir. Bu durumda hem para harcanmamış olur hem de bu

ortam düşünmemiz için de büyük bir fırsattır. Geçmişimizi ve geleceğimizi sorgulamaya başlayacağımız

huzurlu bir ortam sağlanmış olur. Bu da devletlerin istediği bir durum değildir. Bunun güzel bir örneği ise

Bernard’ın denizi izlerken toplumsal yapının bir parçası olmaktan kurtulduğundan bahsettiğinde

Lanina’nın yıllarca haftanın üç günü işlenen hipnopedyaların etkisiyle bir an önce oradan uzaklaşmaya

çabalamasıdır. Sahip olduğu bilginin kaynağını bilinçli olarak bilmese de bilgi çok tekrar edilerek

işlenmiş ve yerleştirilmiş bir düşüncedir. Aynı şekilde ölen şişelerin bitki yetiştireceğini öğrenen Lanina

kast sisteminde üst seviyelerde olan kişilerin öldükten sonra diğer seviyelerden hiçbir farkı olmamasına

şaşırıyor fakat bilişsel çelişkiye düşmemek adına kendisine bu durumu sorgulamak için fırsat vermiyor.

Eğitim ve sosyal hayatta da Duyusal filmler ve Duyu Mühendisliği Üniversitesi gibi insanları meşgul

edip zamanlarını öldüren aynı zamanda da bilime yönelmelerini engelleyen bir sistem söz konusudur. Bu

günümüzde de bahsedebileceğimiz bir durumdur. İlköğretim ve lise yıllarında ders saatlerinin niteliği ve

niceliği büyük bir tartışma konusudur. Yetişkinleri işlerle meşgul edebilirken öğrencileri de okulda

tutarak hayatları bir şekilde dolduruyorlar ve kargaşayı engellemeye çalışıyorlar.

Duyusal filmlerle aynı zamanda arttırılmış gerçeklik sistemi de söz konusudur. Bu da cesur yeni

dünyanın güzel yanlarından bir tanesidir. Arttırılmış gerçeklik sisteminde o kişinin yerine kendimizi

koyabiliyoruz. Filmi izlerken o kişiye dokunuluyorsa sizin de o uzvunuzda dokunma hissi oluşuyor,

hissettiği duyguları siz de hissediyorsunuz. Böylelikle o anı sanki yaşıyormuş gibi önceden deneyimleme

23


şansımız oluyor. Rüyalar ve zihinde canlandırma

yöntemleri gibi bizi olaylara karşı hazırlayan bir

durumdur.

Kitapta hakim olan diğer iki hipnopedya ise;

‘Herkes herkese aittir’ ve ‘herkes mutludur’

kalıpyargılarıdır. Bireylerin arzuları için çaba sarf

etmemesi ve istedikleri zaman elde etmesi

libidodaki yaşam ve cinsellik arasındaki dengeyi

de olumsuz anlamda etkileyen bir durumdur.

Bireylerin istedikleri şeyi çaba harcamadan elde

etmeleri, hızlı bir tüketim içerisinde olmaları ve

ölüm korkularının ortadan kaldırılması yaşam

amaçlarını ellerinden almış olur. Thanatos da bu

anlamda olumsuz olarak etkilenir. Ayrıca hayatta stres, kaygı ve üzüntü gibi duygularında en az mutluluk

kadar olması gerekir. Her şeyi istediğimiz zaman elde ettiğimizde ‘acaba başarabilecek miyim?’ diye

strese girip karın ağrıları çekmediğimizde yaşamak için duyduğumuz arzu körelir. Stres aynı zamanda bir

savunma mekanizmasıdır. Bizim yaşamımızı sürdürmemiz için işlevsel bir değeri vardır.

Stres ve kaygı yaratabilecek ufak ihtimallerde ise hemen somaya başvurulur. Soma bir çeşit

uyuşturucudur fakat günümüz uyuşturucusuyla arasındaki fark sonrasında olumsuz bir yan etki ve baş

ağrısı bırakmadan kişiyi farklı bir bilinç seviyesine taşımasıdır. Zaten mutluluk ve zevk üzerine

programlanan şişeler en ufak bir mutsuzluk ihtimalinden de soma ile uzaklaşıyorlar. Yönetim bireyleri

somaya bağımlı bir hale getirerek iş çıkışı soma dağıtımlarını sağlayarak da düzeni koruyorlar.

İnsanların ölüme yaklaştıkça kendi benliklerine döndüğünü ve dini bağlılığının arttığını söyleyen

dünya denetçisi bu noktada da duyguya ve manevi bağların güçlenmesine izin vermeyerek ‘Ölecek

Hastalar Hastanesi’nde şişeleri ölüme karşı duyarsızlaştırıyorlar.

Ayrıbölge’den bir istisna olarak karşı tarafa geçmek için izin alan John sistemdeki yanlışları dışarıdan bir

göz olarak fark edebiliyor. İnsanlar kurulu düzenlerini bozmadan yeniliklerden kaçarken insanlara özgür

olmaları için seslenmeye çalıştı. Grubun içine kabul edilmemesinden kaynaklı olarak fikirleri hiç ciddiye

alınmadı. Sonucunda John saldırganlaşmış ve polisler tarafından yakalanmıştı. Tabi ki kaynak önemlidir

fakat kaynağın nasıl yaklaştığı da çok önemlidir. John hakaretlerle dolu konuşmasına onlar için çok

değerli olan somaları yok ederek devam etti. Bu durum somaya bağımlı olan şişeler için büyük bir saldırı

olarak algılandı. Zaten güvenilirliği ve saygınlığı yüksek olmayan bir kaynak iken davranışları onu iyice

zor bir duruma soktu. Hiç bilmedikleri bir yerden geldiği için vahşi dikkatlerini geldiği günden beri

çekiyordu. Fakat her yaptığı harekette veya ortaya koyduğu düşüncede şaşırıyor, onaylamıyor ve tekrar

etmiyorlardı. İç gruplarında kendi alanında saygınlığı yüksek bir kişi tarafından iç gruplarına ait bir ortam

ve etkinlik olan duyusal sinema ekranlarına taşınıncaya kadar. Kendi sinema ekranlarına yansıyan

24


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

filmden sonra vahşiyi sürekli ziyaret

etmişler ve iki tarafta birbirine uyum

sağlayarak şişelerin rutinleri olan

dayanışma ayinini kırbaç ekleyerek

birlikte yapmışlardır.

Huxley kitabında elinde bir sihirli

değnek varmışçasına günümüz

dünyasını alt tabakalar için tamamen

yok etmiş ve eski yaşantıdan hiç

haberi olmadan yaşamalarını

sağlamıştır. Elinde güç bulunduran

üst kesimler ise geçmiş yaşantıda

özlemini çektiği eylemleri kilitli kapılar

Kast Sistemi Üçgeni.

ardında gerçekleştirecek kadar bir

pozitif ayrımcılığa sahiptir. Huxley

kitabında verdiği mesajlarla insanları

sorgulatarak farkındalığını arttırmayı amaçlamış. Kitabın dönüşlerinden de oldukça başarılı olduğunu

anlayabiliyoruz.

Cesur Yeni Dünya’da gelişim tek düzey, süreksiz ve durağandır. Şişeler yeni olan her şeyi reddeder.

Fakat insanlar, topluluklar ve toplumsal normlar; değişiklik gösterir, yenilenir. Olumlu veya olumsuz

sürekli bir değişim söz konusudur. Herkesin hayatının belirli dönemlerinde sihirli bir değneğe ihtiyaç

duyduğu zamanlar olmuştur. Hayatımızdan birden bir şeylerin kaybolmasını veya yeniliklerin

hayatımıza girmesini isteriz. Peki şu an elimizde öyle bir sihirli değnek olsa Huxley’in yarattığı dünyayı

mı yaratmak isterdik? Hiç sanmam. Fakat Huxley’in yarattığı cesur yeni dünyadan isteklerimizi de göz

ardı edemeyiz. Bazen duygularımız ön planda olsun isteriz bazen kendimize kızarak mantığımızı

kullanarak kararlar vermemiz gerektiğini düşünürüz, bazı durumlarda ortama uyum sağlamak en iyisidir

bazı durumlarda ise kendi duruşumuzu ortaya koymalıyızdır… Aslında hayatta siyahlar ve beyazlar

olduğu kadar griler de vardır. Önemli olan bunu kabullenerek taraflar arasındaki dengeyi

sağlayabilmektir.

Kısacası; ‘Cesur Yeni Dünya’dan çok uzak değiliz. Günümüz insanlarının da aileleriyle,

arkadaşlarıyla, doğayla ve kitaplarla arasına giren mesafe gittikçe artıyor. İnsanlar artık bir başarı elde

etmek için çabalamaktan çok uzak. Teknolojik gelişmişliğin yarattığı bilgiye ulaşmanın kolaylığının

sonucu olarak da sabırsız, hiç uğraş vermeden her arzu ettiğini elde ettiği için elindekinin değerini

bilmeyen ve bilişsel tembellikle internetteki bilgi kirliliğini sorgulamadan her okuduğunu doğru kabul

eden yeni bir nesil yetişiyor.

Sizlere de Cesur Yeni Dünyayı okumanızı ve kendi derslerinizi çıkarmanızı tavsiye ederim. Bir

solukta bitireceğinizden hiç şüphem yok. Keyifli okumalar dilerim…

Rumeysa ÇALIŞKAN

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 2. Sınıf Öğrencisi

25


MAĞARA

ENDÜSTRİ VE ÖRGÜT PSİKOLOJİSİ DERSİ

KAPSAMINDA MAĞARA ROMANININ İNCELENMESİ

Platon’un Mağara’sı, milattan önce 4. yy.’da ortaya atılmış ve milattan sonra 21.yy’da bile hala

geçerliliğini yitirmeyerek toplumlarda yaşanan olayları tasvir eden bir alegoridir. Muhtemelen birkaç

yüzyıl sonra da çoğu toplumun yapısını direkt olarak yansıtmaya devam ediyor olacaktır.

Kitapta ya da mağara alegorisinde olduğu gibi insanlar, toplumun koyduğu kurallar ve sınırlarla

zincirlenmiş, toplumun kendisine sunduklarını sorgulamadan benimsemiş ve o çerçevede

yaşamlarına devam edip, kendi konfor alanlarından çıkmayarak kendilerini aydınlığa çıkaran yola

sırtlarını dönmüşlerdir.

Hikayenin geçtiği ve bir Saramago klasiği olarak adı ve konumu belli olmayan ülke Merkez, Sanayi

Kuşağı, Tarım Kuşağı ya da kulağa daha güzel gelen haliyle Yeşil Kuşak, Kent ve Kırsal gibi bölümlere

ayrılmıştır. Ekonomik koşullar, güvenlik durumları ve kişilerin statüsü de bu bölgelere göre farklılık

göstermiş ve insanlar arasındaki sınıflama coğrafik olarak da gözler önüne serilmiştir.

Alt sınıfların hayalini süsleyen, rahatın, konforun, lüksün ve her şeyin ulaşılabilirliğinin sembolü

olan ama aslında içinde oradaki insanların dostları olan hayvanların yaşamasına dahi izin verilmeyen

Merkez; hayali kumsalları, sahte mevsimleri ile gerçeğe gözlerini kapatan, bir simülasyon içinde

kandırılmayı seçip, kendini mutlu hisseden ama aslında yaşadıkları yerde kendi iradeleriyle bir

pencereyi dahi açma hakkı bulunmayan insanlarla doludur. Bu şekilde hem insanların intihar etmeleri

hem de gökyüzünü yani gerçek dünyayı görmeleri engellenmiştir. ‘SİZE İHTİYACINIZ OLAN HER ŞEYİ

SATABİLİRİZ, AMA SATTIĞIMIZ ŞEYLERE İHTİYAÇ DUYMANIZI TERCİH EDERİZ.’ sloganıyla insanların

zevklerini ve isteklerini istediği gibi yönlendiren ve onları sürekli tüketmeye yönelten kapitalist

sistemin en somut halidir Merkez…

Ana karakter olan Cipriano Algor, değişen müşteri istekleri ve teknoloji doğrultusunda bu hıza

yetişememiş, merkez tarafından yaptığı işin artık yeterli görülmediği, satış bölümündeki müdürler

tarafından bu durum kendisine direkt olarak bildirilmiştir. Daha çok insan gücüne dayalı bir şekilde

elde yapılan taş ve kilden üretilen kaplar, ilerleyen teknoloji, işin değişen yapısı ile her şeyin

mekanikleştiği bir üretimin ürünü olan plastiklere bırakmıştır yerlerini. İşini tamamıyla kaybetme riski

karşısında sınıf dayanışması oluşturma çabası, herkesin ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ bakış

açısı yüzünden boşa gitmiştir. Birlik oluşturmaya çalıştığı diğer üreticiler zamanla sıranın kendilerine

gelip, işlerini kaybedecekleri, daha sonra küçük fabrikaların aynı süreçten geçeceği ve en sonunda

26


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

insan gücüne dayalı hiçbir şeyin ayakta

kalmayacağı gerçeğine sırtlarını dönmüşlerdir.

Modern teknolojinin hızına ayak uyduramayan

Cipriano Algor’un haberi aldıktan sonra killeri

çılgınca kırıp dağıtması içindeki öfkesinin ve

hayal kırıklığının herhangi birine karşı

saldırganlığa dönüşmeden önce nesnelere

yönelttiği ve boşalmasını sağlayan bir katarsis

örneğidir.

Değişen taleplere uyup hayatlarını devam

ettirebilmek için tüketiciyi doyurabilecek yeni

bir fikir ortaya atan ve kitaptaki 2. önemli

karakter olan Marta, içinde çizimlerin, fiyat

taleplerinin ve modellerin yer aldığı bir sunum

dosyası hazırlayarak yeni bir iş başvurusunda

bulunulmasını sağlamıştır. Hiyerarşik düzeyde

basamak atlatmayarak başlangıçta Cipriano

Algor’un satış müdürüyle konuşmasını

engelleyen müdür yardımcısının, sunumu

dinlemeye başladığında kendi iş tanımında

olmadığı ve aldığı maaşın konuyla ilgilenmesini

gerektirmediği düşüncesiyle Algor’u müdüre

yönlendirmesi işini içselleştirmediğinin

göstergesidir. Konuyla ilgilenen müdürün

tavırları karşısında Algor’un kimi zaman tepki

göstermemesi kimi zaman da hissettiği

boyutta ve şekilde olmayan minimal tepkiler

vermesi prekarizasyonun etkisidir. Birkaç gün

içerisinde personel müdürünün Algor’u dikey

iletişim sistemi dahilinde arayıp, yeni ürünlerin

miktarı ve üretim süreleriyle ilgili verdiği emir

doğrultusunda baba kız kendi aralarında görev

dağılımı yapmaya başlamıştır. Kilin

hazırlanması, kalıpların oluşturulması, fırınlama

gibi görevler Cipriano’nunken, çizim ve ve

boyama gibi görevler Marta’nın olmuş; ne

zaman hangi işleme başlanılacağı, ne kadar

sürede nelerin yapılacağı gibi sorular

doğrultusunda iş planı yapılarak hedefler

belirlenmiştir.

Bebeklerin üretiminin yetiştirilme

sürecinde hem zaman sıkıntısı olması hem de

konuyla ilgili bilgi ve tecrübelerinin

olmayışından dolayı ikisi de aşırı derecede

stres yaşamışlardır. Aşırı iş yükü ve bu üretim

sonucunda iş güvencesi garantisi olmaması

zaman zaman ikisinin de motivasyonlarını

kaybetmelerine neden olmuştur. Cipriano’nun

tüm meslek hayatının sıfırlanması, paralelinde

ortaya çıkacak maddi sıkıntılar, yaşı ve

hayattaki en büyük destekçisi olan eşinin artık

yaşamıyor olması direkt kendisi ile ilgili sahip

olduğu stres kaynaklarıdır. Erikson’a göre

üretkenliğe karşı durgunluk evresinin sonunda

olan Algor, artık ortaya yeni bir şey

koyamayarak bu dönemin sıkıntısını yaşarken,

geçmişe dönüp baktığında ömrünü verdiği her

şeyin artık bir hiç olduğunu görmüş,

geleceğinden de hiçbir beklentisi kalmayarak

benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk

beslemeye başlamıştır. Yeni sisteme adapte

olmak için artık çok geç olduğunun farkındadır.

Kaybettiği zamanı telafi etmek ister ama bir

yandan da bu deyimin dünyanın en saçma ve

en anlamsız deyimi olduğunu düşünerek,

yitirilen zamanı telafi etme şansının asla

olmayacağı acı gerçeğiyle yüzleşir. Tabakların

üretimi iptal olunca var olma ihtiyacından

dolayı yetersizlik döngüsüne girmiştir. Hem

maddi kaynağı sıfırlandığı için dışsal

motivasyonunu kaybetmiş hem de kendini

artık işe yaramaz hissettiği için içsel

motivasyonunu kaybederek artık daha az saygı

duyulacak biri olduğunu düşünmüştür.

27


Cipriano beklenti teorisine göre; toprak

kaplardan sonra bebekleri yapabilecek

yeterliliğe sahip olduğunu düşünüp, bu

beklenti doğrultusunda, maddi sıkıntılarından

kurtulma ve tekrar üretici olarak saygınlığını

geri kazanma amaç değeriyle, müdürlük

tarafından bebek üreticiliğine kabul edilmeleri

sonucuna ulaşmak istiyordu. Kazanılan para,

beklentileri doğrultusundaki dışsal bir

sonuçken, Algor’un kendini tekrar işe yarar

hissedip, kendine saygı duyması içsel bir sonuç

olacaktır.

Bir yandan biblo üretirken bir yandan da

eskiden üretilen tabakların yok edilmesi için

satın alma müdürünün yaptığı zaman

planlaması, yaratıcılık ve yok ediciliğin

psikolojik etkisi düşünülerek yapılmış ve bu

bağlamda psikolojinin üretimdeki ve kalite

artırımındaki önemi bir kez daha gözler önüne

serilmiştir. Plan yapılırken Algor ve müdür

arasında geçen konuşma, Merkez’deki

organizasyon şeması ve hiyerarşik

düzenlemelerin tanımının netliği hakkında bilgi

Jose Saramago Portre.

verirken, tamamen otoriteye itaat odaklı bir sistem içinde olduklarının da göstergesidir.

Yok edilecek ürünlerin taşınmasının planlanması aşamasında Marçal’ın yani damadın, izne ayrılmak

istememesi; aylardır kalıcı kadroya geçmek için verdiği emeğin bu izinle boşa gitme ihtimalini

düşünmesi, performans değerlendirmeden olumsuz bir dönüt almaktan kaçınmasından

kaynaklanmakta ve işçiler için performans değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunu

göstermektedir..

Cipriano Algor’un çömlekleri çukura koyarken, para gibi bir karşılığı olmamasına rağmen ürünlere ve

işe saygısından dolayı rafa dizer gibi tek tek dizmesi, çömlekçiliği içselleştirmesinin iş disiplinine

yansımasıdır.

Merkez, her yeni ürün için yaptığı iş analizini Algor’un bebekleri için de yapmaya karar vermiş, 50

müşteri seçilerek ürünlerin bu müşterilere ücretsiz dağıtılması sağlanmıştır. Araştırmanın örneklemini

oluştururken sosyokültürel ve sosyoekonomik açıdan farklı kişiler seçilerek örneklemin tüm evreni

temsil etmesi sağlanmış, kişilerden ürünler hakkındaki fikirleri alınarak pazar araştırması yapılmıştır.

Alınan sonuçlara göre üretimin devam edeceği ya da sonlandırılması kararı alınacağı üreticiye

bildirilmiştir. İş analizi kısa vadede masraflı ve zaman alıcı bir yöntem olmakla birlikte uzun vadede

Merkez’in yanlış adımlar atmasını engelleyerek kârını artıran ve doğru hamlelere yönlendiren bir

yöntemdir.

Üretim aşamasına geçmeden önce, bibloların mesleki ve sosyal kimliklerinin seçimi, müşteri

28


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

taleplerini

karşılayacak niteliklere göre yapılmıştır. Biblo

üretimi konusunda hiçbir tecrübeye sahip

olmayan baba-kız tüm sorularının çözümünü

kitaplarda bulmuşlardır. En sıkıştıkları anda

ihtiyaçları olan cevapları bize koca bir dünya

sunan kitaplar vermiştir. Bibloların üretimi

aşaması ise Tanrı vurgusu yapılarak fırın

metaforuyla anlatılmıştır.

Üretim sırasında, aralarına sonradan katılan

ve ailenin bir üyesi haline gelen köpek

Buldum’un bir köpek olarak eğitilmesi edimsel

koşullanma yöntemiyle yapılmış, raflardaki

bebeklere dokunduğunda 2. tip ceza

uygulanarak özgürlüğü elinden alınmış, uzak

durup dokunmadığı her an da olumlu

pekiştireçler verilerek, davranışın sıklığı

artırılmaya çalışılmıştır. Buldum’un Marçal’ı

üniformasıyla gördüğü anda ona saldırması,

üniformaya koşullandığı ve onu tehlike ile

eşleştirdiğinin göstergesiyken; aynı

üniformanın polislerde güvenilirlik algısı

yaratması sayesinde yolculukları sırasında

hiçbir zaman onlar tarafından

durdurulmamaları ve soyguncular için de aynı

üniformanın otoriteye hizmet anlamına

gelmesinden dolayı onlar tarafından da

saldırıya uğramamaları algının ve bu

doğrultuda tepkilerin kişiden kişiye nasıl

değiştiğinin göstergesidir.

Marçal’ın informal iletişim yolları ile öğrendiği,

emeklerinin karşılığını alıp kalıcı kadroya terfi

edeceği bilgisi adalet algısından dolayı içsel

doyum sağlarken buna paralel olarak maaşının,

çalışma koşullarının ve yaşam şartlarının

iyileşmesi gibi faktörler iş doyumunu sağlayan

dışsal faktörlerdir. Zamanla gördüklerinden

sonra örgüte olan güveninin azalması ve bakış

açısının değişmesi sonucu bir zamanlar kendini

özdeşleştirdiği işten manevi olarak uzaklaşmış

ve iş doyumunu sağlayan içsel faktörlerde

azalma görülmüştür. Doyumu azalmasına

rağmen işinin tüm sorumluluklarını yerine

getirmesi ve işten ayrılmaması,

kaybedeceklerinin bilincinde olmasından

kaynaklı mecburiyetten ileri gelmektedir. Her

şeye rağmen Merkez’de Mağara’ya inince

yaşadıkları ve yüzleştikleri bardağı taşıran son

damla olmuş ve duygusal tükenmişliklerinin

sonucu olarak birkaç arkadaşıyla birlikte istifa

etmişlerdir.

Merkez’in duvarlarında yazan ‘PLATON’UN

MAĞARASI ÇOK YAKINDA AÇILIYOR.

DÜNYADA EŞİ BENZERİ OLMAYAN BU

OLAYDA YERİNİZİ ŞİMDİDEN AYIRTIN.’

sloganıyla biten kitap; Platon’un alegorisine

göre tüm ailenin diğerlerinin gözlerini

açmalarını sağlamak amacıyla Merkez’e dönüp

o esaretten hiçbir zaman kurtulamamalarıyla

biter. Ama Cipriano ve ailesi zor olanı yaparak

kendi konfor alanlarından çıkıp, köpeklerini de

dahil edebilecekleri yeni bir hayat kurmak için

yola çıkmıştır. Ya da ben anlamak istediğim gibi

bitirmişimdir kitabı…

Jose SARAMAGO’nun Körlük ve Ölüm Bir

Varmış Bir Yokmuş adlı kitapları da her

satırında yine tanıdık gelen birçok durumla

karşı karşıya bırakıp sizi çok etkileyerek

düşündürecek romanlar arasındadır. Okuma

listenize eklemenizi tavsiye ederim.

Keyifli okumalar…

Şule ERGÜL

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf öğrencisi

29


ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK

Yüzyıllardır süregelen ve insanların yok olması gibi ciddi

vahşetlere yol açan ayrımcılığın maalesef hayatımızda

yer edindiğini görüyoruz. 21. Yüzyılda olmamız hiçbir

şeyi değiştirmiyor. 2020 başlarında ayrımcılık kurbanı

olan George Floyd, sonlarında da bir futbol maçında

hakem tarafından yine ırk ayrımına maruz kalan Pierre

Webo ve geçmişten günümüze kadar yaşanan daha

nice utanç verici, insanlık dışı ayrımcı olaylar var. Bunun

sembollerinden biri Nazi toplama kamplarında yapılan

Yahudi katliamı. 2. Sınıf dersimiz olan Sosyal Psikoloji’de

işlediğimiz ayrımcılık, stigma, insan hak ve özgürlüğü

ihlalleri konularına bu kitapta oldukça yer verilmiştir. İlki

Bruno’nun yaşından ötürü çokça uğradığı -kendince

haksızlık olup- gördüğümüz üzere de yaş ayrımcılığıdır.

Ona bu ayrımcılığı tıpkı Teğmen Kotler gibi ailesi

dışındaki insanlar hatta tüm aile fertleri yaşatmaktadır.

Shmuel ve Bruno’nun acı içinde geçen yaşamında okuyucu da kendisinden izler bulabiliyor. Aile

büyüklerinin sözünün kesilemeyeceği, onlara saygısızlık edilemeyeceği, büyüklerin yapıp da

Bruno’nun yapamayacağı şeyler, ablasının ve Kotler’in Bruno’nun yaşının küçüklüğünden ötürü

onu ayırıp Bruno ile onun rahatsız olduğu şekilde konuşmaları ve çok daha fazlası. Burada aslında

etken madde, otorite. Babanın tüm eve, annenin çocuklara, Gratel’in Bruno’ya… Aslında sadece ev

içinde değil iş yaşamında da bu böyle. Örneğin; Bruno’nun annesinin başlarda dediği ‘’Bazı insanlar

bizim adımıza karar veriyor.’’ ve ‘’Bazı insanlar ve onların yükselme hırsı.’’ diyerek yakındığı bu

sözlerde otorite’nin izlerini görebiliyoruz… Buna otoritenin otoritesi diyebiliriz. Bruno’nun otoritesi

olan ailesi de bir otoriteye boyun eğiyor. Burada mevkii saygınlığından, bir diğer deyişle statü

ayrımcılığından bahsedilebilir. Örneğin babanın Fury evlerine geleceği zaman çocuklara ‘’Hazırda

bekleyin ve o konuşmadan konuşmayın soru sorarsa net cevap verin’’ demişti. Burada da statünün

sebep olduğu ayrımı görüyoruz. Yalnız burada da değil… Örneğin; Kamptakiler ve askerler grup

olarak anılıyor fakat bu gruplar birbirinden tamamen farklı. Burada askerler kamptaki insanlara

zulmediyor, kamptaki insanlar askerler gelince ‘hazır ol’a geçiyor. Ya da babanın konumu Kotler’den

üstün olduğu için Kotler babanın emrinden çıkamıyor. İşin özü, herkes gücünün yettiği kişi üzerine

otorite kuruyor. Günümüzde de öyle değil mi zaten. Gücün varsa ve en çok da paran varsa senden

öte güç ve otorite yok. Çocuklar da her zaman hiyerarşide en alt konumda kalanlar oluyor; ne kolay

bir çocuğu sırf çocuk olduğu için istenilen şekle sokmaya çalışmak. Büyüklerin sözü kesilmez,

30


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

onlara cevap verilmez vb. Ne de olsa çocuk o

öyle değil mi? Ama Shmuel de bir çocuktu

Bruno’nun uğradığı ayrımcılığı içinde

bulunduğu siyasi(dini) ayrımcılığa tercih

ederdi eminim. Shmuel’in daha çocuk yaşında

o küçük bedeniyle gördüğü zulümler,

çalıştırıldığı boyundan büyük işler; bunların

yanı sıra yaşadığı kendince güzel hayatının

elinden alınması da yaşadığı büyük

haksızlıklardan birkaçıdır. Günümüzde bile

hala yaşanıyorken buna neden daha çok

şaşırıyoruz? Oysa uzun zamandır burnumuzun

dibindekini görmeden yaşıyoruz. En büyük

örnek Çin’in Doğu Türkistan’da sırf Müslüman

oldukları için insanları katletmesi, aynı şekilde

İsrail’in Gazze’deki Müslümanları her gün

bombalaması, Suriye’de siyasi çıkarımlar

uğruna ne çok canlar gitti, kalan canlar da

Dünya’nın farklı yerlerinde belki dilenerek belki

çalışarak yaşama çabasında…

Bütün bu ayrımcılığa ve işkenceye maruz

kalmasının tek sebebi ise Yahudi olması. O ne

yapmıştı ki ondan bu kadar korkuluyordu, ne

yapabilirdi ki onlara ya da ne zararı olabilirdi?

Jose Saramago Mağara Kitap Kapağı.

Onun elinde olan bir şey yoktu onun tek

(sözde) sorunu Yahudi bir ailenin çocuğu olup

Yahudi olarak dünyaya gelmiş olmak. Bunda

Shmuel’in suçu ne olabilir? Shmuel’i Bruno’dan

ayıran şey de sadece Yahudi oluşuydu. Oysaki

doğum günleri bile aynıydı ve birbirleriyle hiç

oynayamasalar bile birbirlerini çok sevmişlerdi.

Bu da ayrımcılığın doğuştan gelmediğinin

başka bir kanıtı olmalı. Peki ya Bruno’nun o

insanlar orada ne yapıyor derken babanın

onlar insan değil deyişi? Ne acı kendinden

olmayanı kimliksizleştirmek. Giyindikleri çizgili

pijamalarla tek tipleştirilişleri de bunun büyük

31


kanıtıdır. Çizgili pijama giyenlerin köleleştirilip

çalıştırılması, insandan sayılmaması, onca

işkenceyi gördükten sonra da yakılarak

öldürülmeye layık görülmelerinde tek suç var o

da dini inanışları ve Hitler ile aynı soydan

olmamaları. Bunun yanı sıra askerler de bence

kimliksizleştirilenlerdendi. Çünkü onlara

sadece asker deniyordu herhangi bir ismi

yoktu hiçbirinin. Hatta onlar da başlıca bir

gruptu tıpkı Çizgili Pijamalılar gibi. Bu insanlar

bireysel olarak değerlendirildiğinde belki

ayrımcı, zalim olmayacaklardı ancak

bulundukları gruba aidiyet hissiyle

kimliksizleştirilerek zalim kuklalara dönüştüler;

kendi duygularını, kimliklerini, değer yargılarını

yok saydılar. Aslında grup demişken aklıma

gelen Bruno’nun Shmuel’le onların neden

birbirlerinden farklı olduklarını ve farklı

ortamlarda kaldıklarını konuştuktan sonra

pişman olduğu, babası ve dedesinden

duyduğu cümle geldi. ‘Biz üstünüz’. Burada her

ne kadar bir anda ve istemeden söylese de

aslında dedesi ve babasından ona geçen bir iç

grup kayırmacılığı söz konusu. Yani kendi

Jose Saramago Mağara Kitap Kapağı.

olduğu grubu kayırıp üstün tutma başka grubu

kendinden aşağı görmüş olmasıydı. Keskin bir

geçişle sosyal kimliğe değinmek istiyorum. En

çok da çocukların babalarının mevkilerinden

etkilenmelerinden söz edeceğim. Onlar için

kişilerin manav, öğretmen, şef veya komutan

olmaları önemli değil asıl önemli olanın işinde

ve hayatında ciddi olmaları gerektiğidir.

Ciddiyet saygınlığı ve itaati getirir. Başka bir

örnek Gretel’in taşınmaları hususunda

Bruno’ya söylediği ‘Belki bizden önceki adam

işini iyi yapamadı ona sen çık dışarı, bu işi daha

iyi yapacak birini getirelim diyerek babayı

32


ÇARÇUBA

KİTAP

‘‘YENİLİK’’

ANALİZİ

getirdiler.’. Burada da sanki babası hiç yanlış

yapamaz, hiç kızmazmış gibi konuşuyordu.

Çalışanlardan biri olan Maria da sosyal kimlikle

beraber kimliksizleşmişlerdendi. Pavel ve diğer

çizgili pijamalılar gibi. Ve hatta statü

ayrımcılığına onlar da maruz kalıyorlardı. İşte

Gretel Maria’ya banyoyu hazırla derken

Bruno’ya ‘O bir çalışan ve bu onun görevi’

demişti. Maria’nın dahil olduğu bir diyalog

vardı. Bruno soru sorduğunda kendisinin ne

düşündüğünün önemli olmadığını söylemesi

ile görevinden dolayı hükümsüz ve isimsiz

olduğunu dile getirmişti tıpkı Pavel gibi.

Pavel’in de Bruno’yla aralarında geçen bir

anıları vardı. Bruno ona karşı başta ön yargılı

olsa bile salıncaktan düştüğünde Pavel onu

tedavi etmişti. Pavel ona aslında doktor

olduğunu ama bunu kimsenin bilmemesi

gerektiğini söylemişti. Yazık kendi ülkesinde

uğraşlarla okuyup doktor olmuş birinin

soydaşlarıyla bir araya getirilip her türlü

sıfattan yoksunlaştırılması çok acı. Yani demem

o ki ayrımcılığın gözle görülür olmasına gerek

yok kendini her yerde belli ediyor zaten. Son

olarak söylemek istediğim çok önemli bir konu

daha var o da eğitim ayrımcılığı. Bruno ve

Gretel’in aldıkları özel eğitimlerin (Tarih ve

Coğrafya) yanında Shmuel ve daha nice

Shmuellerin asla eğitim alamayışı, bu haktan

mahrum bırakılması da eğitim ayrımcılığını

okuyuculara net bir şekilde gösteriyor. Bunun

üzerine söylenecek söz çok elbette. Eğitim

hakkı elinden alınmış, kimliksizleşmiş, geçmişi

unutturulmaya çalışılmış ve olmaları gereken,

layık görüldükleri yerin aslında orası olduğu da

içselleştiriliyor. En büyük ayrımcılık ve

haksızlıklardan biri de bu değil mi zaten?

Ben bu kitapta genel itibariyle statü, eğitim,

cinsiyet, siyasi, yaş, mevkii ayrımcılığı gördüm.

Burada da kendi çıkardığım sonucu

paylaşmak isterim.

Dünya’nın artık bir kanunu haline gelen

gelip gitmekte. Her başa gelen tek olmak isteği

ve açgözlülüğüyle insan ırkının sonunu bu

şekilde hazırlamaktadır. Her gelenin gidenden

farklı olduğu düşüncesi ve umudu her

seferinde yanıltıcı olmuştur. Tarihten ders

almayanlar yüzünden de böyle sürmekte bu

düzen. Biri de çıkıp demiyor ki başkaldırıp el ele

değiştirelim. Her biri diğerinden kötü. Bu

yüzdendir ki her yüz yılda onlarca katliam,

soykırım ve savaşlar olmakta. Bunları,

okuduğumuz bu kitapta birbiriyle hiç oyun

oynamadan, birbirlerini arada tel örgüler

olmadan asla görmeyen, birbirlerini koşulsuz

seven iki çocuğun ve onlarla beraber yanarak

kayıp giden binlerce canın sebebini

düşündüğümden dolayı söylüyorum. Bizler

tanık olmamış bile olsak tarihte yer alan

soykırımlar üzerimizde ağır yükler bırakıyorken

bunu en güçlü olmak ve bu uğurda bu ırkın

başına bela olmasını istemeyenlerin neden

bunları yaparken bu kadar rahat olduğunu

merak edişimdendir.

Dilerim ki bu haksız ölümler bir gün son

bulur. Dilerim ki insanlığın, vicdanın ve

merhametin sonunu getiren bu cehalet bu

eğitimsizlik bir gün son bulur. Dilerim vicdanlı

ve bencil olmayan bir gelecek bizimle olur.

Yüksel Goral

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 3. Sınıf öğrencisi

33


OTİSTİKLER DERNEĞİ

YENİLİK HAKKıNDA

Dergimizin ilk sayı konusunu yenilik olarak

belirlemişken otistik bireylere yer vermemek

elde değil. Otizmle ilgili bilgi edinmek ve

farkındalık yaratmak için Otistikler

Derneği’nden Dinç Orkun Yontar ile bir

röportaj gerçekleştirdik. Şimdiden kendisine

çok teşekkür ediyorum…

Merhaba Orkun Bey. Orkun Yontar kimdir?

Bize biraz kendinizden ve Otistikler

Derneği’nden bahsedebilir misiniz?

Dinç Orkun Yontar

Klinik psikolog, Psikoterapist ve aynı

zamanda normal gelişimden sapmış farklıgelişen bireylerle (otistik, psikotik özellikli, down

sendromlu…) çalışıyorum. Sadece bu grupla çalışmıyorum tabii ki daha nevrotik ve

yetişkinlerle de çalışıyorum ama bu grupla da özel bir deneyimim var.

2008 yılında otistikler yaz entegrasyon kamplarında gönüllü olarak Otistikler Derneği ile ilk

temasım başladı. O zamandan beri Otistikler Derneği’nin bir üyesi ve gönüllüsüyüm. Daha

önce yönetim kurulunda bulunduğum bir dönem olsa da şu an sade bir üyesiyim. Şu anda

Otistikler Derneği’nin farklı gelişen bireylere yönelik olan en kapsamlı projesi olan Alternatif

Gelişim Programlarında koordinatörlük yapmaktayım.

Otistikler Derneği ise Nevin Eracar’ın 1994 yılında Otistikler Kulübü adıyla başlattığı bir oluşum.

Buradan hareketle iki yıl sonra Otistikler Derneği kuruluyor. Farklı gelişen bir bireyin annesi

olan Nevin Hanım’ın “Benim kızımın neden arkadaşları olmasın?” diyerek gerçekten otistik bir

bireyin sosyal ihtiyaçlarını gözeten bir şeyler yapmak için yola çıkmış ve hikâye böyle başlamış.

20 yılı aşkın süredir başka bir yerde daha önce örneği olmayan şekilde farklı gelişen çocuk,

genç ve yetişkinleri; sıkı bir süpervizyon eğitiminden geçen alandan gönüllülerimiz ile

ailelerinden ayrı olarak bu kamplara katıldı ve katılmaya devam ediyor.

Otistikler Derneği farklı gelişen bireylerin toplumda haklarının teslim edilmesi, daha çok onlara

yer açılması, sosyalleşmelerinin sağlanabilmesi ve bunun için korunaklı alanların inşa edilmesi

(onlara dair yaşam alanları kurmak, istihdam sağlamak olabilir) gibi alanlarda projeleri yapmış

ve hala yapmakta olan bir dernek. Bir hak savunuculuğu yaparak devlete model teşkil ediyor

ve bu tarz projelerin yaygınlaştırılmasını amaçlayan bir dernek.

Sizin için yeniliğin önemi nedir? Otizm ve yenilik denildiğinde aklınıza ilk neler geliyor?

Yenilik bizim gelişebilmek için ihtiyacımız olan ve bildiğimizin dışındaki karanlık alana adım

attığımız nokta. O yüzden kolay değil. Bazen öngörülemez. Yenilik çoğu insan için

korkutucudur. Fakat yeni deneyimlere açık olmak ve zamanın getirdiklerine hazır olmak

gelişimin anahtarıdır. Tabii bu tümden her şeyin değişmesi anlamında değildir. Savrulmak

istemeyiz. Uçuşan yapraklar gibi değil güçlü bir şekilde yere tutunup köklenmiş bir ağaç olmak

isteriz. Yeniliği sert rüzgarlar gibi düşünelim… Çok sert, katı, içi kuruyup koflaşmış ağaçlar

34


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

kırılabilir. O yüzden esneyip yeni koşullara

adapte olabilmek önemlidir. Bu rüzgarlar o

zaman belki de bize çok yararlı mineraller

taşıyacak.

Yenilik çok geniş bir kavram. Çok farklı

yerlere temas edebiliriz. Bir dolu yenilikten

geçiyoruz. Hayatın getirdiği bazı yeni

koşullar var. Virüs mutasyona uğruyor

diyoruz. Nevin Hoca’mızın deyimiyle: “Virüs

mutasyona uğradı. Bizi de uğrattı.” Biz de

değişiyoruz ve yeniliğe adım atmak zorunda

kalıyoruz.

Eğer ki konu otistik bir bireyse, değil fiziksel

teması sosyal temasın dahi tehdit edici

algılandığı bir durumdan bahsediyoruz.

Direkt göz teması kurmaktan bile kaçınan

bir birey söz konusu. Aslında onun ruhsal

gerçekliği bakımından düşünüldüğünde

sosyallik tehdit edicidir. O yüzden bu tip

kendi kabuğuna çekilmek veya takıntılara

kendini kaptırıp o takıntılarla yaşamaya

devam etmek kendini korumaya almak

anlamına geliyor. Çok hassas bir ruh

sağlıkları var. Bir yandan bebeksi ruh sağlığı

ve ihtiyaçları varken bir yandan büyüdükçe

yetişkin bedeni içerisinde olurlar. Normal

denilen bizlerin yaygın olarak kullandığı

iletişim dillerini kullanmakta bir güçlük

yaşıyorlar. Kimisi konuşmayı öğrenmek için

konuşma terapileri alıyor veya sosyal arzu

duymak ve bir insanla yakınlaşabilecek

kadar korkularının azalması için oyun

terapileri almaları gerekebiliyor. Bu şekilde

kendilerini ifade edebiliyorlar ve rahat

hissediyorlar. Temas bakıştan da yoğun bir

durum belki. Temasa ihtiyaçları tabii ki var o

35


ayrı bir konu ama temasa açık ve hazır

olmak çok ayrı bir şey. Pandemi döneminde

mesafeli olmak onlara iyi geliyor diyebiliriz.

Fakat maske takmak, daha az oksijen almak

ve yeni kurallar onlar için zorlayıcıdır.

Otistiklerin bir özelliği de yeniliklere zor

adapte olmalarıdır. Pandemi döneminde

dışarıda çıkıp aileleriyle bir şeyler yapmak

veya yürümek için hemen izin

çıkmadığından dolayı takıntılarının,

stereotipik hareketlerinin ve sürekli

yaptıkları rutinlerinin dışına çıkmak zorunda

kaldılar (bu rutinler onları rahat ve güvende

hissettiren şeylerdir). Otistikler için bu

rutinlerin dışına çıkmak çok zor bir

durumdur. Ailede evde onunla durduğu için

o derecede zorlanıyor. Pandemi döneminde

otistik bireylerin evlerinde çok krizler

yaşandı. Aileler de çok zorlandı ve uzaktan

desteğe ihtiyaç duydular. Biz de bu

dönemde çalışmalarımızı değiştirmek

zorunda kaldık. Terapilerimizi online olarak

yaparak onlara uzaktan destek vermek

durumunda kaldık. Çünkü onların

güvendiği ve rutinlerinde olan kişiler olarak

bizlerde hayatlarından çıkamazdık. Online

destek vermek hayatlarından tamamen

çıkmış olmaktan daha iyi bir seçenekti. Yan

yana olmaktan çok farklı gibi görünse de

onlar da bu online sisteme adapte olabildi

ve uzaktan desteğimizin yararını gördük. Biz

de tabii ki bu süreçte çok daha yaratıcı ve

adaptif olmak zorunda kaldık. Aynı şekilde

onlar da yaratıcılık sınırlarını zorladılar.

DSM 5’te de otizm spektrumu

bozukluklarında az, orta ve çok destek

gerektiren gibi bir derecelendirme var.

Yüksek işlevli otistik bireyler veya farklı

gelişenler olabilir. Onları bu tarz yeniliklere

adaptasyonu daha yüksek olabilir. Ama

daha alt düzey belirtileri olan ya da uyumu

düşük olan farklı gelişenlerin ihtiyaçları

daha farklıdır. Kişi özelinde bakmak gerekir.

Otistik bireylerde yeniliğe geçiş süreci

nasıl olmalıdır?

Böyle hassas bir grup ile çalışırken ya da

bakım verenleri olduğumuz zaman

değişiklikler hazırlayabilmek ve önden bu

değişiklikleri konuşmak çok önemlidir.

Diyelim ki bu değişiklik taşınma olsun. Bir

sürü insan pandemi döneminde taşındı

veya evlerini yeniledi. Yeni mekana alışmak

bile kritik bir durum olabilir. Zor gelebilir.

Fakat önden bunun konuşması yapılarak

zihin ısıtılırsa kişiler bu yeni durumu daha

kolay kabullenebilir. Evet, yine birtakım

zorluklar yaşayabilir ama önden bu

hazırlama süreci ona verildiğinde çok fazla

krizli olmayabilir. “Bir süre sonra şu şu

nedenlerle yeni bir eve geçmemiz

gerekiyor.” gibi açıklamalar yapılabilir.

Anlıyor mu, anlamıyor mu, benim gibi

konuşabiliyor mu? Bunları düşünmeden bu

açıklamaların yapılması gerekir. En başta bu

açıklamalar yapılırken insan yerine

koyulmuş oluyor ve bu değerli hissettiriyor.

Bu insanlar bizleri duyabiliyor sadece her

zaman bizim “normal” dediğimiz insanlar

gibi tepki veremiyorlar. Bu yüzden

zihinlerini hazırlamak çok önemlidir. Böyle

bir gereklilikten dolayı taşınmamız

gerekiyor açıklamasını yaparken “Merak

etme bu eşyalar da bizimle birlikte gelecek,

biz yine hep beraber olacağız orada”

diyerek güven sağlayabiliriz. Çünkü belki

mekan değişince bile bütün dünyası

değişecekmiş gibi bir tehdit algılayabilir.

Onlar için yeniliğe geçmek o yüzden bu

kadar zordur. Bu zorluğu zihni ısıttıkça, o

yolu hazırladıkça ve tarih yaklaştıkça ara

ara hatırlatarak azaltabiliriz. Bunlar

yapılmadığında o geçiş süreci daha sert,

ağır, krizli olabilir.

Bazen de durum gereği hızlı hareket etmek

36


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

gerekebilir. Diyelim ki karşıdan karşıya

geçerken ve arabanın üstünüze doğru

geldiği bir anda yolun ortasında bir lekeyi

takıntı haline getirdi ve yolun ortasında

durası geldi. Öyle bir anda da önce durum

gereği araba mı durdurulur, otistik bireyi

hızlı bir şekilde çekmeniz mi gerekir?

Beklemek yerine durumun gereğini yapmak

zorunda kalırsınız. Fakat daha sonrasında

geriye dönerek bunun üzerine konuşmak

değerlidir. Acil bir durum değilse hemen bir

şey yapmaktansa ne hissediyor acaba diye

bakmak, anlamaya çalışmak çok değerlidir.

Zaten bu krizlerin çoğuna bakım verenin

hem kendisine hem de farklı gelişene

anlamak için olan bu süreyi tanımaması

sebep olmaktadır. Bu zamanı ve alanı ona

açmamız gerekir. Zaten o olabildiği haliyle

orada durabiliyor. Başka türlü orada

duramıyor. Krizli ve ağlamalı bir hal

alabiliyor. Bir insanın dünyada bu halde

bulunmaya hakkı vardır. Öncelikle bunu

hatırlamalıyız. Hemen onun bu halinin

değiştirilmesi gerekmez ki bazen çok

müdahale edildiğinde otizmin büyüdüğünü

görürüz. Çünkü onu anlamıyorsunuz o an ve

müdahale ederek onun ruhsal gerçekliğine

olan uzaklığınızı daha çok hissettirmiş

oluyorsunuz. Sonra zaman geçtikçe

sakinleştikçe, alana girdikçe konuşmalar

olabilir. Çünkü kendi tepkilerini

anlayamayan ve ne hissettiğini bilemeyen

bir insandan bahsediyoruz. Onun

duygusunu okumak, dış dünyasına dair, ne

hissettiğine dair tahminler yürütmek ve

konuşmak çok onarıcı olur. Böylelikle

bütünlük hissini kaybetmiş birisine

bütünlük hissini sağlayabilmesi için bir el

uzatmış oluruz.

Otistik bireylerin aslında tepkilerinden çok

o tepkileri verirken altında yatan duygu ve

düşüncelerini merak ediyorum. Uzun

yıllardır farklı gelişen bireylerle yakın

temasta olmanızdan dolayı iç

yansımalarının nasıl olduğunu size sormak

istiyorum. Verdikleri tepkilerin altında

yatan duygu ve düşünceler nedir?

Bunu tabii çok durum özelinde

düşünmemiz gerekir. O anki tepkisi

durumdan duyduğu memnuniyetinin,

zorlanmasının veya korkmasının da tepkisi

olabilir. Ama bizim bildiğimiz yolla

duygularını ifade etmiyor olabilir. Örneğin;

çok korktuğu bir anda kendi zihninin

içerisinde kaybolup eskiden onda bu

çağrışımı yaratan çok benzeri bir sahneye

savrulabilir ve orada kendini

sakinleştirmenin bir yolunu bulduğu bir

takıntısı olabilir. O takıntıyı tekrar etmeye

başlayabilir veya gerçekliği bozarak

oradaymış gibi davranabilir. Kendisini

rahatlatmak için bu şekilde bir savunma

mekanizması geliştirebilir. Biz bunu

dışarıdan hezeyanlı, stereotipik bir şekilde

nesneyi sallarken veya etrafında dönerken

görebiliriz ama içeride böyle şeyler yaşıyor

olabilir. Bu tabii ki sadece bir örnek. Her

zaman bu şekilde olması gerekmez ama

muhtemelen böyle oluyor. İç dünyasında

bir yerlere savruluyor ve gerçeklikle bağı

gevşiyor veya bazen tamamen yitiriyor.

37


Korkuları ayaklandığı zamanlarda ise

çevresindeki insanlardan kendisine zarar

geleceğini düşünerek sakinleşmesi

güçleşebilir.

Otistik bireylerin yeni bir durum ve

ortamda hangi tepkileri neden verdiğini

konuştuk. Peki otistik bireylerin girdiği bu

yeni ortamdaki kişilerin yaklaşımları ve bu

yaklaşımın altında yatan nedenler

hakkında neler söylemek istersiniz?

Şöyle ki insanlar kendilerinden farklı yapıda

olan ve ayrı bir dili konuşan birisiyle karşı

karşıya olduğunu bilmek normal dediğimiz

insan grubu için öncelikle alarm durumu

yaratıyor. “Bana bir zarar verebilir mi?”

korkusu ister istemez insanın içine

doğabilir. Temelinde korku vardır diyebiliriz.

Herkesin temelde psikotik bir çekirdeği

içinde vardır. Delirme korkusu, zarar görme

korkusu… Hayatlarına devam edebilmek

için bu korkulara ihtiyacı da vardır. Tabii bu

korkular çok ortaya çıktığı zaman ilk tepkiler

korkulu, kaygılı ve kaçıngan oluyor. Çünkü

karşısında tanımadığı bir insan yapısı var.

Korkup bir adım uzak durmak, fazla

yaklaşmamak, ilişki kurmamayı tercih etmek

ve ilişki kurmaktan kaçınmak… Bunlar

aslında doğal karşılanabilecek bir haldir.

Temelinde korku yatan normal insan

tepkileridir. Fakat aynı zamanda böyle anlar

gelişim için büyük bir fırsattır. Orada o

korkuyla kalıp merak edebilmek, bunun için

cesaret gösterebilmek, onunla aynı yeri

paylaşmak, rahatsız etmeyecek bir şekilde

gözlemek veya bir karşılama sözcüğü

söylemek değerlidir. Bunlar yaratıcılık

gerektirir. Yaratıcılığı burada korkusundan

sıyrılıp merakını ve oyuncu tarafını

etkinleştirmek anlamında kullanıyorum.

Burada çok fazla öğrenme fırsatı olur

özellikle de meslektaşımız olacak psikoloji

ya da ruh sağlığıyla ilgili bölümlerden

mezun olacak öğrenciler için bunlar çok

önemli deneyimlerdir. Çünkü belki de en

ağır ruhsal bozukluktan bahsediyoruz

Otistik bireyleri hayata katmak için birey

düzeyinde farkındalık yaratmaktan

bahsettik. Peki, daha büyük kitlelere de

ulaşmak adına yapılabilecek devlet

kampanyaları, öğrenci standları vs. daha

yeni sizce neler yapılabilir? Bu konuda

öneri ve görüşlerinizi bizimle paylaşabilir

misiniz?

Otizm alanında yapılması gereken çok fazla

şey var. Otistikler Derneği de bunun için en

temel ihtiyaçların altını çizerek ve somut

gerçeklere değerek adımlar atıyor.

Düşündüğümüzde somut gerçeklik ne?

Ailelerin “Ben bugün varım yarın yokum.

Çocuğuma ne olacak?” korkusu. Ona

benden sonra insanca bir bakım verilecek

mi? Bunu kim yapacak? Tabii ki insanca

bakım ihtiyacına yönelik doğru yaklaşım

nasıl olur? Temel soru bu aslında. Otistikler

Derneği de gündüz ve yatılı çalışmalarında

bu insanca yaklaşım temelinde çalışıyor. Bu

ilişkisel temel onları iyileştirecektir.

İyileşecek derken tabii ki bu semptomlar

bitecek demek istemiyorum. Otizm kronik

nöro-gelişimsel bir bozukluktur. Kastetmek

istediğim yaşam kalitelerini artırmaktan,

rahat ve güvende hissetmelerinden

bahsediyorum. Aileleri olmasa da orada

yaşayabilecekleri gelişimlerini destekleyici

güvenli bir ortam yaratmak… Otistikler

Derneği’nin de çalışmaları bu mantıkla

yapılıyor. Süpervizyon eğitimi alan alandan

gönüllülerimiz ve stajyerlerimizle kamplar

ve yaşam evlerinde ailelerinden uzakta

bireyselleşebiliyorlar. Buradan bunun

duyurusunu da yapmış olalım. Mesleği

öğrenmek için de çok değerli bir durum.

Böyle ağır ruhsal bozukluklardan birisiyle

temas etmek insanın içinde yaratıcılığını

geliştirebilmesi ve mesleğine

38


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

uygulayabilmesi için çok büyük bir vizyon

veriyor. Ben de oralardan başladığım için

kendimi çok şanslı hissediyorum.

Yüksek işlevli otistikleri işlerini eline almış,

evli, çocuklu olarak görebiliyoruz. Ama daha

çok yoğun ve orta desteğe ihtiyaç duyan

kısma yöneltmek lazım bu soruları. Bu

insanlar ne olacak? Bir iş yapıp, bir şey

üretip sonucunda da gerçek bir takdir

görebilecekler mi? Bu hayatta insanın işe

bunun için de ihtiyacı var. Sadece para

kazanıp gıdasını alması ve kirasını ödemesi

değil. Tabii onlarda çok gereklidir fakat bir iş

yapıyorsak bir şeyler ürettiğimizi ve bu

üretimin işe yaradığını görmeye ihtiyacımız

vardır. Bu alan oluşturulmalı onlara yönelik

üretim atölyeleri belki. Çok faydalı

olabilecekleri işler elbette var. Daha önce

bunları yaptık. Kafelerde çalışan farklı

gelişen bireyler oldu. Başkalarının çok

çabuk sıkılacağı tekrar gerektiren işleri uzun

süreler rahatlıkla yapabiliyorlar. Zaten

tekrar onlara güven veren bir durumken

bunu yaptığı işle birleştirebilirsek ortaya

güzel sonuçlar çıkıyor. Onlara illa her şeyi

öğretmeliyiz gibi bir bakış açısıyla

yaklaşmamamız gerekiyor. Herkesin aynı

donanımlara sahip olup üniversiteden

mezun olması gerekmez. Onların

donanımlarını işlevselleştirdiğimiz alanlar

açmamız gerekiyor.

Özetle bu insanın ailesinden de ayrı

yaşayabilmesi için bu alanın genişletilmesi

gerekiyor. Bu ilişkisel temelde güvenli ve

rahat hissedip üretebileceği korumalı bir iş

yeri, yaşam eksik. Yoksa bu bina-mekan işi

değil. Duyuyoruz devlet tarafından bir sürü

rehabilitasyon merkezi gibi bakım evi açıldı.

Ama ne yapılıyor acaba diye merak

ediyoruz. Çünkü furyası çok baskın yani

eğitim denildiğinde sadece eğitim yapılır

düşüncesiyle hareket ediliyor. Tamam

eğitim çok değerli ve gerekli fakat

otistiklerde ve psikotik bozukluklarda

39


sosyallik arzu uyandırılamadığı zaman

dışarıdan ek olan müdahaleler çocukken

klasik koşullama ile işe yarıyor gibi

görünürken ergenliğe gelindiğinde büyük

patlamalara yol açtığını görüyoruz. Kendine

hakim olamıyor ve eğitime de devam

edemiyor. Adaptasyonu iyice bozuluyor.

Böyle yetişkinler bize çok geliyorlar. Çünkü

burada eğitim denilen konu dıştan içe

sürekli bir şeylerin öğretilmesi ile ilgili. İç

dünyaya yer verilmemiş. İç dünyaya yer

açabilecek terapötik bir alana ihtiyaç var.

En çok psikoterapiye ihtiyaç var.

Psikoterapi, iş yeri, yaşam evi ve dışarıdaki

sosyal hayat bu ilişkisel temelde olmalıdır.

Farkındalık bilinç denen şey öyle kolayca

doğmuyor ve yeterli değil. Duyarlılığın da

oluşması gerek. Bu insanlar nasıl insanlar?

Biraz birilerinin yapıp model olması

gerekiyor ve dışarıdan insanların görüp

merak etmesi gerekiyor. Model teşkil ederek

çalışıyoruz. Bizden ilham alıp çalışmalar

yapanlar ve bizimle ortak çalışmalar yapan

kurumlar var. Devlet de bunu sahiplensin,

gerçek ve ihtiyaca yönelik çözümler bulalım

istiyoruz.

Bütün bu konuştuklarımızla ilgili bizimle

paylaşabileceğiniz farkındalık yaratan

sanatsal etkinlik, kitap, film vs. önerileriniz

var mı? Var ise bizlerle paylaşırsanız

konuya ilgi duyanlar ve bizi okuyanlar

adına çok sevinirim.

Sanat güzel bir nokta. Soruna hemen

döneceğim ama öncelikle bu konuyla ve

sorunla da ilgili bir şeyler söylemek

istiyorum. Bugün çok bahsedemedik belki

ama konuşurken yaratıcılık olarak değindik.

Farklı gelişenlerin ruhsal gelişimle

rahatlayabilmesi için sanat (oyun) çok

önemli. Bunlar kendini ifade etme aracıdır.

Çünkü söz yeterince işlevsel ve yerinde

kullanılamıyor. Normal dediğimiz insanlar

ne kadar sağlıklı ifade edebiliyor duygu ve

düşüncelerini?

Farklı gelişenler için sanatın çok ayrı

terapötik bir değeri vardır. Sanatla terapi

atölyeleri bu anlamda çok değerli ve biz de

çalışmalarımızda kullanıyoruz. Bu alanda da

bir şeyler görmek isteyen müstakbel

meslektaşlarımız için staj programlarımızı

önerebilirim. Bunun için tabii

duygusal-düşünsel sorumluluk anlamında

ciddi bir yatırım yapmak demek oluyor.

Bunun bazı kuralları ve ciddi çalışma ritmi

var. Yaptığımız işi çok ciddiye alıyoruz

çünkü bu grupla böyle çalışılmasına ihtiyaç

var.

Senin soruna gelecek olursam genellikle

dahi insanların hayatlarını bazı filmlerde

görürüz. Shine filmi gibi… Bir farklı gelişenin

hayatı nasıl olabilir? Beni etkileyen

filmlerden biri olduğu için galiba aklıma ilk o

geliyor. David Helfgott bir virtüöz. Benim de

Türkiye’ye geldiğinde konserine gitme

şansım oldu. Psikotik bir farklı gelişen ve

çok büyük bir sanat ustası. Onun hayatını

görmek, geçmişteki travmatik aile

yaşantılarını, semptomlarını görme şansı da

elde etmiş oluyorsunuz. Shine filmini

önerebilirim. Barfi filmi var. Dernek olarak

toplu film izleme etkinliği yaparak

göstermiştik. Hindistan’da bir farklı

gelişenin hayatını anlatıyor. Bu alan tabii

dizilere konu olmaya başladı. İnsanlar

oralardan da görmeye başladı.

Temple Grandin’i okumanızı öneririm. İlham

alınası bir hayatı var. Ağır bir otizmden

hayata başlamış çeşitli terapilerle büyük

emeklerle hayata adapte olabilmiş. Şu anda

bir hayvan bilimci olarak hayatına devam

ediyor. Kendi hayatını yazdığı bir kitap var.

Adını şu an hatırlayamadım ama onu edinip

okuyabilirsiniz. İngilizce’de var sanırım

Türkçe olmayabilir. Otizmi tanımak için çok

40


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

önemli. Şöyle bir şey de var somut algı çok

gelişmiş olduğu için işitsel ve görsel hafıza

da çok gelişmiş durumda. Sürekli bir kamera

gibi kayıt halinde yaşıyor. Özellikle söz

öncesi dönemi hatırlayabiliyor. Biz söz

öncesi dönemimizi hatırlamayız. Bu insanlar

hatırlıyor bir de anlatıyor. Otizmi

anlayabilmek için Grandin’in hayatını

anlattığı kitap da çok değerli bir başvuru

kaynağıdır. Kitapta yeni giydirilen bir

çamaşıra bir haftada alışmak zorunda

kaldığını söylüyor. Biz bunun üzerine

düşünmeyiz. Otizmli bir kişinin ağzından

otizm nasıl bir şey bunu görmek açısından

da gelişip hayatta nerelere gelebileceğini

görmek açısından da güzel bir örnek.

Nevin Eracar’ın kitaplarını da önerebilirim

ama şu an baskısı var mı bilmiyorum. “Biraz

Yer Açar Mısınız?” diye bir kitabı var. Bu

alanda çalışmak isteyen ruh sağlığı

öğrencileri veya çalışanları için “Sözden

Öte” kitabını önerebilirim. Bu tabii sanatla

terapinin kullanımı üzerine bir kitap ve farklı

gelişenlerle neler yapılabilir üzerine de

güzel bir kaynak. Daha çok sanatla terapi

dersinde kaynak olarak kullanılabilecek bir

kitap. Zaten ben de o şekilde kullanıyorum.

İlk aklıma gelenler bunlar fakat birçok film

ve kitap var. Otistikler Derneği’nin sayfasına

girip kaynak tavsiyelerine de ulaşabilirsiniz.

insan giriş-çıkışını azalttık. Hem gündüz

hem de geceli çalışmalarımızda hiçbir sorun

yaşamadan bugünlere kadar geldik. Bir

dönem stajyersiz çalıştık ama şimdi yavaş

yavaş devam ediyoruz. Şimdi projelerimizin

büyümesini istiyoruz, o yüzden bizim bakış

açımızı da insanlara anlatmak istiyoruz.

Gelen stajyerlerimizi de bir dernek

gönüllüsü gibi vizyonlarının genişliği ve

sadece farkındalık değil duyarlılık da sahibi

olmasını umut ediyoruz. Farklı gelişenlerle

olan staj programımızdan bahsediyorum.

Oraya başvurmak, bunu denemek, bu

cesareti gösteriyor olmak çok büyük bir

gelişim fırsatıdır. Tabii sınırlı bir alım

yapabiliyoruz. Hassas bir grupla çalıştığımız

için bizim de titizlenmemiz gerekiyor. Bu

kişileri hazırlıyoruz bir anda gece yatılı bir

yerde kalmıyorlar. Eğitimi ve bir

oryantasyon süreci var. Yavaş yavaş bu

temas başlıyor.

Otistikler Derneği Instagram Adresi:

otistiklerdernegi

Otistikler Derneği Web Sayfası:

https://otistiklerdernegi.org.tr/

Otistikler Derneği Staj Başvurusu İçin:

mls.ylmz95@gmail.com

Röportajımızın sonuna geldik. Zamanınızı

ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son

olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Beraber güzel bir alana temas ettik. Bu

konuların konuşulmasını ve duyurulmasını

değerli bulduğum için ben de zaman

ayırmak istedim. Pandemi koşullarında da

Otistikler Derneği olarak çalışmalarımıza

tedbirlerimizi çok güzel bir şekilde alarak

sürdürdük. Tabii bazı çalışmalarımızı ve

41


?

PSİKOLOJİ KULÜBÜ

HAKKINDA

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Psikoloji

Kulübü, psikoloji bilimindeki çalışmaları ve

yenilikleri, ulaşabildiğimiz tüm bireylerin

bilgi birikimlerine katmak için çalışmalar

yürüten, Psikoloji bölümü öğrencilerinin

bölümlerine daha akademik bir

perspektiften bakabilmelerine katkı

sağlayan bir kulüptür. Kulübümüz

bölümümüz kurulduktan bir yıl sonra yani

bundan 6 yıl önce faaliyete geçmiştir.

Kuruluşundan bu yana birçok etkinlik,

panel, söyleşi vb. şeyler düzenlemiştir ve

hala aktif olarak düzenlemeye devam

etmektedir. Kulübümüz, psikoloji bölümü

başkanı Nevin Eracar önderliğinde faaliyet

göstermektedir. Kulübümüz, eğitim, öğretim

ve topluma hizmet faaliyetleri ile farklılığını

ortaya koyan yaratıcı ve üretken bir kulüp

olmayı kendine görev edinmiştir ve

psikolojinin; eğitim, sanat, müzik, spor,

sağlık, bilim gibi birçok alanla iç içe

olduğunu ifade etmeyi kendine hedef

edinmiştir. Kulübümüz, okulumuzun online

olarak eğitim verdiği şu dönemde de bir çok

etkinlikte bulunmuştur. Bu etkinlikler; seri

halinde gerçekleştirdiğimiz sanat ve terapi

atölyeleri, film-dizi-kitap analizleri, çeşitli

derneklerle düzenlenen söyleşiler, sosyal

sorumluluğu ve farkındalığı artıran

instagram canlı yayınları ve daha

niceleridir. Kulübümüz yalnızca psikoloji

öğrencilerine değil diğer farklı bölümlerdeki

öğrencilere de hitap etmektedir. Örnek

vermek gerekirse sanat ve terapi atölyeleri

bütün öğrencilerin katılıp kendilerinde

farkındalık hissedecekleri hem eğlenceli

hem de sanatı psikoloji ile içe içe olduğunu

bize en güzel şekilde ifade eden bir

etkinliktir. Kulübümüz yönetimine

sorduğumuz ‘ bu kulüpte olmak sizde nasıl

farkındalıklar yarattı’ sorusuna alınan

cevaplar da şu şekildedir;

“Sorumluluk bilincinin gölgesinde grup

etkileşimini içeren dinamik bir süreçtir. Grup

bir zemindir. Önce bu zemini kurmanız

gerekir. Yoksa çökersiniz. Zeminsiz hiçbir iş

sağlam olmaz. Bir binanın zemini ve

kolonları sağlam değilse çöker. Bir kulübün

de zemini sağlam değilse çöker. Binayı

sağlam hale getiren, emeği geçen gruba

teşekkür ederim.

Kulüp Başkanı-İrem Yazgaç

“Şuan ufukta olsa bir iş hayatına atıldım

oradaki resmiyet, düzen, hitap birçok

konuda yararını gördüm ileride de

göreceğimi düşünüyorum bunu fark ettim.”

Başkan Yardımcısı-Rümeysa Çalışkan

“Kulüpte olmak benim sosyal yaşantıma,

akademik gelişimime ve kariyer gelişimime

katkı sağladı ama en çokta yaratma

cesaretimi besledi. Bu yüzden sevgili Nevin

hocama teşekkür ederim, dört yıl boyunca

kulüpte oluşturduğu kültürü solumak beni

çok geliştirdi. Şimdide kulübümle iş birliği

içerisinde yazman arkadaşlarımla birlikte

çıkardığım bu dergide yazmak benim için

oldukça keyifli. Umarım biz bu yıl mezun

olduktan sonra da sevgili çalışma

arkadaşlarım bizim yaptıklarımızın ve

gelişimimizin de önüne geçebilir.”

Kulüp Yazmanı-Gökçe Akyüz

“Üniversite hayatına online olarak

başladığım bir dönemden geçerken

yollarımızın kesiştiği bu çok nadide kulüp,

42


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

okulumu daha görmeden, kokusunu henüz

solumadan bana okul disiplini ve okul

hayatını fazlasıyla hissettirdi. Daha bir defa

olsun yüz yüze görüşme fırsatı

yakalayamadığım çok güzel bir ekiple

tanıştım ve onlarla çalışmak gerçekten

büyük bir şans. Kulüp yönetimde olmak en

başlarda ciddiyet gibi görünse de bir yılın

içerisinde bana her anlamda destek

sağlayan bir ekiple çalıştığım için şanslıyım

ve o ciddiyeti yalnızca işim yaparken

göstermem gerektiğinin geri kalan

zamanlarda bir telefon kadar uzağımda

olduklarının farkındayım. Bu kulüpte olup

sorumluluk bilincimi ve sosyalleşme

aktivitemi geliştirdim, bunların bana

gelecekteki hayatımda çok şey katacağına

inanıyorum.”

Kulüp Yazmanı-Elif Çamcan

“Kulübümüz aktif olan kulüplerden ve bu

dinamikliği sürekli olarak organize bir

şekilde tutabilmek aslında bizlerinde

motivasyonunda olumlu artışlara yol açıyor.

Etkinlikler üzerine düşünmeyi, sorgulamayı,

eleştirmeyi kendi alanımızın temelinde yer

aldığı için bilgilerimizi uygulama kısmında

hayata geçirilmesinde yardımcı oluyor.

Bunu yaparken farklı kişilerle grup

çalışmasında buluşmak farklı insanlar

tanımak da bakış açımın genişlemesine

katkı sağlıyor. Alana dair öğrendiğim

bilgileri hayata geçmesinde, soru

işaretlerinin cevapları bulmasında yardımcı

oluyor.”

sorumluluğunun üstesinden geldim,

gelmeye de devam ediyorum.

Etkinliklerimiz de farklı bakış açısı ve güzel

farkındalıklar yaratıyor. Kendimi tanımam

için çok fayda sağladı.”

Kulüp Afiş Sorumlusu-Emine Şengül

Cevaplardan da anlayacağımız gibi bu

kulüpte olmak ve çalışmak bir ayrıcalıktır.

Genç, aktif ve dinamik bir alt yapıya sahip

olan kulübümüz faaliyetlerini titizlikle

sürdürmüş ve sürdürmeye devam

etmektedir. Bu etkinliklerin bir parçası

olmak ve bizlerle etkileşime geçmek için

kulübümüz instagram sayfasını takip

edebilirsiniz çünkü biz sizlere güzel

etkinlikler sunmak için çalışmalara devam

etmekteyiz ve sizleri de aramızda gördükçe

motivasyonumuz ve yaptığımız işe olan

inancımız daha da artmaktadır. Bu yazıyı

sonuna kadar ilgiyle okuyup vakit

ayırdığınız için sizlere kucak dolusu

sevgilerle teşekkür ederim. Dergimizi

takipte kalın çünkü siz bunu okurken biz

ikinci sayımız için kolları çoktan sıvamış

çalışıyor olacağız.

Kulüp İletişim Sorumlusu-Elif Değirmenci

“İçinde bulunduğum psikoloji kulübü,

sorumluluk bilincimi geliştirdi. Hiç

bilmediğim bir konuda kendimi geliştirerek

hayal gücümün de katkısıyla afiş tasarımı

43


Özel Dosya

Bu sayıda sosyal sorumluluk kavramını ele alıyoruz. Üniversite eğitimi sırasında gençlerin

toplumsal meselelere bakışı, algılayışı ve değiştirmek istedikleri… evet, gençler tarih boyunca

coğrafya ayırt etmeksizin değişimin en önemli dinamiğini oluşturdular. Eskiyi yenileme, işlevsiz

olanı işlevli hale getirme, tazelenme,… geri olanı ileri çekme…

Cesaret, umut…

Bu sayıda psikoloji bölümü lisans programında 7. Yarıyılda verilen Sosyal Sorumluluk Projesi

dersi kapsamında ortaya çıkan sonuçları bir araya getirdik. Dersi veren Oğuz Burak İsmanur’un

Psikoloji Öğrencileri ve Toplumsal Sorumluluk başlıklı yazısı güz dönemi boyunca son sınıf

öğrencilerinin deneyimlerini özetliyor ve sosyal sorumluluk kavramı üzerinde yeniden

düşünmeye davet ediyor.

Dosyamızın içeriğinde ders kapsamında yürütülen projelerin kısa birer özetini de bulacaksınız.

İyi okumalar dileriz.

44


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

SOSYAL SORUMLULUĞA YENiDEN BAKıȘ

PSİKOLOJİ ÖĞRENCİLERİ VE

TOPLUMSAL SORUMLULUK

İSTANBUL YENi YÜZYıL ÜNiVERSiTESi

PSiKOLOJi BÖLÜMÜ DÖRDÜNCÜ

YıLıNDA VERiLEN SOSYAL

SORUMLULUK PROJESi DERSi iLE iLGiLi

BU METiN 2020-21 GÜZ DÖNEMiNDE

47 ÖĞRENCiNiN KATıLıMıYLA

GERÇEKLEȘEN DERSLERiN KıSA BiR

ÖYKÜSÜDÜR.

“Sosyal sorumluluk” kavramına neden ihtiyacımız

var?

Üniversitelerde son yıllarda giderek artan sayıda

Uzm. Psk. Oğuz Burak İsmanur

sosyal sorumluluk başlığı ve teması içeren

derslerin programlara girdiğini görüyoruz. Gençlerimizin üniversite eğitimi sırasında toplumsal

sorumluluk bilincini geliştirmelerinin gerekliliği hissediliyor demek ki. Bu, elbette iyi bir şey…

Sosyal sorumluluk kavramı üniversite eğitimi dışında da birçok yerde karşımıza çıkıyor.

Kurumlar mutlaka “sosyal sorumluluk” çalışmaları yapıyor, planlıyor, bununla ilgili

departmanlar kuruyorlar. Günlük hayatımızda da çok kullanıyoruz sosyal sorumluluk

kavramını. O denli yerleşti ki dilimize, sanki toplum için karşılıksız yapılan iyi bir şeylerin genel

adı haline geldi bu kavram.

Şurası açık ki toplum olarak sosyal sorumluluk kavramına olumsuz bakmıyoruz. Aksine

yüceltiyor, gerekliliğine inanıyoruz. Peki, sosyal sorumluluk derken aslında neyi anlatmaya

çalışıyoruz, neyi anlatamıyoruz? Bu isimle yola çıkan her çalışma gerçekten karşılıksız ya da

toplumsal fayda sağlıyor mu?

Sosyal sorumluluk deyince; yardım etmek, yardım eden birilerine yardım etmek, gönüllüleri

takdir etmek, sorumluluk alanları desteklemek vb. tanımlar ilk akla gelenler herhalde. Sadece

bunlar mı? Bu ve benzeri kavramlarla düşündüğümüzde meselenin sadece karşılıksız yapılan

iyi bir şey olmadığını görebiliriz.

Öte yandan, uygulamaların yaygınlaşmasının aksine kavramın giderek içinin boşaldığını, ifade

ettiği çalışmaların çoğu kez basit düzeyde yardımlarla sınırlı kaldığını görüyoruz. Kurum ve

kuruluşların gerçekleştirdikleri sosyal sorumluluk projelerinin çok iyi niyetlerle yola çıktığını

45


ancak çoğu kez çok sınırlı popülasyonlara

erişebildiğini ve ne yazık ki bazı durumlarda

da yapmış olmak için yapılan bir prosedür

olduğunu görebiliyoruz. Bu bakış açısının,

üzerine çalışılan sorunun kökenine

inemediğini, inemeyince de “en azından

birilerine yardım etmiş olduk”, “katılanlar

farkındalık kazandı” gibi sonuçlarla

çıkarıldığını görüyoruz. Sorunlar ise

katlanarak büyüyor.

Tekrar soralım: Sosyal sorumluluk yardım

etme kavramıyla mı düşünülmeli?

Yardım etmek düşüncesinin ve eyleminin;

yardım edeni güçlü, yardıma muhtaç

durumda olanı küçülten bir çağrışımı var.

Aslına bakarsak eylemde de böyle

olduğunu görmekteyiz. Yoksul insanların

neden yaşamları boyunca yoksul

kaldıklarını düşünelim. Eğer geçici bir süre

için bir yardımda bulunursak yoksul

kalmalarına sebep olan asıl nedenleri

unutuveririz. Yardım, yardım edenin

gönlünü ferahlatır ve gerçeklerin peşine

düşmekten ister istemez saptırır. Buna

benzer örnekleri çoğaltabiliriz.

Toplumun belli bir kesimine ait sorunun

toplumun tüm üyelerince ortak algılandığı,

sadece kendisi için değil, başkaları ve

herkes için de, sorunların kökensel olarak

çözülme iradesinin gösterilmesini ifade

eden bir kavram olmalı sosyal sorumluluk.

Bu yönüyle bakarsak bireyin keyfine

bırakılmış “gönüllü” faaliyetler bütünü

olarak değil, toplumun tüm bireylerinin

ortak gelecekleri için gönüllü işbirliğine

gittiği toplumsal bir zorunluluk olmalı.

Derslerimizde ne yaptık?

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde

2020−2021 güz döneminde Psikoloji

Bölümü son sınıf öğrencileri ile

gerçekleştirdiğimiz Sosyal Sorumluluk

Projesi başlıklı derslerde ilk yaptığımız iş

temel kavramları ele almak oldu. Sosyal

sorumluluktan basitçe ne anlamamız

gerektiğini tartışarak işe başladık. Ardından,

kavramla ilişkilenebilecek; gönüllülük,

farkındalık, kolektif çalışma, sosyal hizmet,

bilinç, duyarlılık, sivil toplum, birey ve

toplum vb. bir dizi yan terimleri de

tanımlayarak bir kavram seti oluşturduk.

Çıkarsadığımız öz şöyleydi:

Sosyal sorumluluk iddiası olan bir çalışma

eleştirel olmalıydı. Çünkü yukarıda da sözü

geçen ve giderek yerleşiklik kazanan sosyal

sorumluluk anlayışını sorgulamalıydık.

Bilinç geliştirmek için duyarlılığın üzerine

sorgulama ve eylem eklenmeliydi.

Sosyal sorumluluk çalışmalarının bir

özelliği de bilimsel temellere dayanması

olmalıydı.

Çünkü ortada bir sorun varsa akıl yoluyla,

sistematik olarak çözüme gidilmesi

gerekirdi.

Sosyal sorumluluk çalışması için mutlaka

bir hedef ve strateji doğrultusunda

planlama olmalıydı. Çünkü her şey gibi

sorunları çözebilmek için de bir çerçeve

içinde düşünebilmek ve ilerlemek

gerekiyordu.

Bu tartışmalar sürerken öğrencilerin ilgi

duydukları temaları gözden geçirdik.

Konularını özgürce seçmeleri ve

odaklanmalarını sağladık.

Öne çıkan çalışma alanları şöyle idi:

Halk sağlığı, şiddet, eğitim, aile, engelliler,

yaşlılar, gençler, çocuklar, cinsel kimlikler,

kadınlar, iklim ve çevre konuştuklarımız

içinde daha fazla tema ve alan vardı.

Temaların fazlalığı ve sorunların şiddeti

46


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

dünyamızın içinde bulunduğu krizlerin

gençlerimizi ciddi şekilde etkilediğini

gösteriyordu. Birçok konu için endişeli ve

öfkeliydiler. Ve bir şeyler yapmak için

heyecan duyuyorlardı. Endişelerini ve

öfkelerini kolektif çalışma, dayanışma ve

eyleme geçebilme cesaretine yönlendirdik.

Heyecanlarını ise; kırmadan, sistemli ve

bilimsel düşünmeye, duygusal açıdan

tahammüllü olmaya sevk ettik.

Derslerimizde temel hedeflerimizden biri de

kolektif çalışma bilincini geliştirmekti. Hiç

de kolay bir hedef değildi bu, zaten kolay da

olmadı. Çeşitli yol kazaları geçirdik. Fikir

çatışmaları, kişilerarası uyuşmazlıklar çıktı

karşımıza. Çatışmalardan, olumsuzluklardan

kaçınmadık. Birlikte yaşamanın olağan birer

gerçeği olarak kabul edip çözmek için hep

birlikte çalıştık.

Dünya genelinde on yıllar boyunca

dayatılan bireyci ideolojik yaklaşımın bizi

toplumsal düşünebilme ve birlikte hareket

edebilmekten nasıl alıkoyduğuna şahit

olduk çalışmalarımız sırasında. Her şeyi

açıkça tartışabilme ve zorlukları aşma

yönünde birlikte gösterdiğimiz irade bizi

ilerleten en önemli etkenler oldu. Bunları

gerçek bir amaç birliği içinde olduğumuzu

birbirimize sık sık hatırlatarak başarabildik.

Kolektif üretimi geliştirme hedefine uygun

olarak ekipler halinde çalışma yöntemini

seçtik ve buna uygun teknikleri çok sık

kullandık. Sunum yapma pratiğini

geliştirmek derslerde sürekli etkin bir

öğrenci profili ortaya çıkardı. Dinamik ve

esnek bir çalışma anlayışıyla tekdüzeliği

aşmaya ve dar kalıpların içine sıkışmamaya

çalıştık. Öğrencilerimiz zorluklarla baş başa

kalırken yaratıcı potansiyellerinin açığa

çıkmasından, zorlukları aşma konusunda

dayanışma içinde olmaktan, birlikte

üretmekten ve eylemekten haz

duyuyorlardı.

Dönem boyu on bir konu başlığında çalışan

öğrencilerimiz haftalar geçerken giderek

artan bir performans gösterdiler. 3 ila 6

kişilik ekipler halinde çalıştılar. Her bir ekip

bir çalışma alanı/tema belirleyip üzerine

çalıştı. Öğrenciler haftalar ilerledikçe

birlikte zorlanıyorlar ve birlikte

öğreniyorlardı. Ders dışı faaliyetlerden biri

de bulundukları ekibin haftalık toplantılarını

sürdürmekti. Bu toplantılar; tartışma, yeni

fikirleri ortaya koyma, eksiklikleri giderme, iş

listeleri çıkarma gibi işbirliğini güçlendiren

ve yaratıcılığı geliştiren bir zemin

sunuyordu. Bu toplantıların dışında her bir

ekibimiz kendi konusuyla ilgili kurum ve

kuruluşlara ulaşmayı denedi. Resmi

kuruluşlar, özel kurumlar ya da sivil toplum

örgütlerinin içinde yer aldığı bu temas

havuzunda çok değerli ilişkiler gelişti ve

veriler toplandı. Her bir ekibin içine

kapanmış, bir diğeriyle rekabet halinde

olmasından özellikle kaçındık. Çünkü

rekabet de bireyci ideolojinin yarattığı bir

çürümenin sonucuydu. Rekabeti sınıfın

dışına attık ve ekipleri birbirine destek

vermeye özendirdik. Rekabetin yerine

dayanışmayı yücelttik.

Dersin çıktıları

Dersin temel çıktıları öğrencilerin ödev ve

sınavlarda gösterdiği performansın

değerlendirilmesi olarak görülür. Biz farklı

bir yere odaklanmaya çalıştık: Not kaygısını

da sınıfın dışına gönderdik. Dersi geçme

kaygısının yerine “insanlığa nasıl faydalı

olunabilir” düşüncesini öne çıkardık.

Çıktılarımızı değerlendirebileceğimiz birkaç

47


temel unsur oldu:

Niceliksel veriler (anket ve çeşitli

ölçekler)

Diğer veriler ve kamuoyu yoklamaları

(sokak röportajları, uzman söyleşileri ve

kurumlardan edinilen bilgiler)

Ekip çalışmalarının verimliliği (tartışma

kültürü yaratma, sorgulayıcı-eleştirel bakış,

birlikte üretebilme becerilerinin niteliği)

Düşünceyi yayma, halkla buluşma,

eyleme geçme (canlı yayınlar, uzmanlarla

söyleşiler, dergi ve sosyal medya

hareketleri)

Toplumsal sorumluluğa bilimsel bakış

(sempozyum)

Öğrencilerimiz pandemi döneminde bir

zorunluluk olarak yaygınlaşan canlı yayın

tekniğini çok sık kullandılar. Sosyal medya

araçları üzerinden söyleşiler

gerçekleştirdiler. 8 çalışmada 200 ‘ün

üzerinde kişiye doğrudan ulaşıldı.

Engel düşüncede (mi) başlığı ile engellilik

konusu üzerine çalışmalarını yürüten

öğrencilerimizin yayınına konuk olarak

katılan Dr. Öğr. Üyesi Gökçe Özkılıççı ve

Öğr. Gör. Oğuz Burak İsmanur engelliler,

damgalanma ve ayrımcılık üzerine çok

değerli bir tartışma yürüttüler.

Aile içi şiddet konulu buluşmaya Psikoloji

Bölümü hocalarından Öğr. Gör. Gülderen

Kılıç konuk oldu. Şiddetin toplumsal

yaşamın bir parçası haline geldiği

günümüzde meseleye aile ve çocuk

açısından yaklaşmaya çalıştılar.

Ders verme (!) rahat ver başlıklı yayına

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nden

Nilda Baltalı konuk olarak katıldı. Son

yıllarda iyice çığırından çıkmış olan kadına

yönelik baskı ve şiddet konusu ele alındı.

Depremin ötesinde başlığı altında çalışan

öğrencilerimiz yine bölüm hocalarımızdan

Öğr. Gör. Masum Aydın’ı konuk ettiler.

Türkiye’de değişmeyen gündem

maddelerinden deprem konusunda neden

bu denli geri kaldığımıza ilişkin bir tartışma

yürüttüler. Özellikle geleceğin

psikologlarının bu son derece kaygı verici

konuyla ilişkili olarak duyarlılığı ve

yapabilecekleri hakkında bilinç

geliştirmeye odaklandılar.

Türkiye'de mobbing artıyor! başlıklı

yayınımıza Birleşik Metal-İş’ten sendika

uzmanı Nuran Gülenç’i konuk ettik.

Kendisiyle iş yaşamında giderek artan ve

neredeyse bir kural haline gelen yıldırma ve

haksız uygulamalarla ilgili söyleştik. İşçi

sınıfının bir mücadele konusu olan hak

gaspları da bu söyleşinin başlıklarından biri

oldu.

Günümüz ve geleceğin ebeveynleri adlı

programda bölüm hocalarımızdan Öğr. Gör.

Masum Aydın konuk oldu. Anne-babalık ile

ilgili ciddi bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıyayız.

“Geleceği ebeveynlerinden günümüz

ebeveynlerine mesaj var” sloganıyla

yayınlanan bu söyleşide konuya ebeveyn

adaylarının gözüyle de bakıldı.

Otizmde sosyalleşme - Farklı olanla temas

sosyal sorumluluğumuzdur! başlıklı

söyleşiye Otistikler Derneği yönetim kurulu

üyesi Psikolog Elif Uzer, dernek üyesi Mimar

Prof. Dr. Ayla Antel ve gönüllü

çalışmacılardan psikolojik danışman

Mustafa Korhan katıldılar. Gelişimsel

bozukluklar alanında kuramsal bilgilerin

ışığında saha çalışmalarından deneyimler,

uygulanan modeller ve otizmde sivil toplum

örgütü çalışmalarından bilgiler aktardılar.

48


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

Dün genç, bugün yaşlı, daima insan!

Başlıklı yayınla yaşlılar ve huzurevleri

konusuna dikkatleri çeken bir başka

ekibimiz bölüm hocalarımızdan Dr. Öğr.

Üyesi Nevin Eracar’ı, Dr. Öğr. Üyesi Fatma

Pınar Uysal Cantürk’ü ve Öğr. Gör. Oğuz

Burak İsmanur’u konuk olarak davet ettiler.

Özellikle pandemi döneminde dünyanın

birçok ülkesinde yaşlı nüfusun nasıl kolayca

gözden çıkarıldığına dair insanlıkdışı

durumlar ve daha fazlası hakkında fikirlerini

ortaya koydular ve katılımcılarla verimli bir

tartışma gerçekleştirdiler.

Bu çok değerli yayınların yanısıra her bir

çalışma ekibinin sosyal medya

hesaplarından yayınladıkları mesaj ve

içerikler binlerce kişiye ulaştı. Bu hesaplar

halen aktif durumda. Bağımlılık konusunda

çalışan ekibimiz ise dergilerinin ilk sayısını

yayınladılar. Çok ilgi çekici bu çalışma

bağımlılıkla ilgili sanatsal çalışmaları da

içeriyor.

Bazı öğrencilerimizin bahar döneminde

verilen seçmeli Proje Uygulamaları dersi

için de çok hevesli olmalarını Sosyal

Sorumluluk Porjesi dersindeki

üretkenliklerinin hazzına bağlayabiliriz.

Ayrıca bir grup öğrencimizin ders dışında

da toplumsal meseleler üzerine gerçek

çalışmalar yapmak için harekete geçtiğini

de eklemeliyim.

Bir diğer önemli çıktı da dönem sonunda

gerçekleşen sempozyum oldu. Dersimiz

kapsamında ortaya çıkan sonuçları bir

çerçeve içinde sunmanın faydalı olacağı ve

yaygınlaşma hedefine uygun düşeceği

düşüncesiyle dönem sonunda bir bilimsel

etkinlik düzenlemeye karar verdik. İsmini

Sosyal Sorumluluğa Yeniden Bakış

koyduğumuz bu sempozyumun temasını da

Duyarlılık, Dayanışma, Farkındalık olarak

belirledik. DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası,

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği ve

Otistikler Derneği sempozyuma destek

veren kuruluşlar oldular.

Etkinlik rektörümüz Prof. Dr. İ. Yaşar

Hacısalihoğlu, rektör yardımcımız Prof. Dr.

Ayşegül Topal Sarıkaya ve fakülte

49


dekanımız Prof. Dr. Günseli İşçi ve bölüm

başkanımız Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar’ın

açış konuşmalarıyla başladı. Gün boyu

devam eden bu çevrimiçi sempozyumda

kısmi katılımlarla birlikte katılımcı sayısı

70−80 civarında idi. Üniversitemizin

genişliğine bakılırsa bu sayı yeterli

sayılamazdı elbette ama katılımcıların ilgi,

dikkat ve katkıları belli bir niteliğe işaret

ediyordu. Öğrencilerin sunuşları,

organizasyon ve zamanlama açısından

kusursuzdu. Sunum içerikleri sade, akıcı ve

olabilecek en öz haliyle gerçekleşti.

Katılımcıların soru ve katkıları da içerikleri

zenginleştirdi. En önemlisi, toplumsal

sorumluluklarımız adına bizleri daha

derinden düşünmeye sevk etti, eyleme

geçme konusunda cesaretlendirdi. Bu

bağlamda derslerimizde ortaya çıkan

enerjinin bu denli bir etki yapması elbette

sevindirici. Sempozyumların her yıl düzenli

olarak gerçekleştirilmesi ve daha geniş

kitlelere ulaşması hedef olarak önümüzde

duruyor.

Sosyal sorumluluk temalı bir derse ihtiyaç

olmayacağı, insan olma sorumluluğunun

toplumsal zorunluluk bilincine erişeceği

günlere…

Uzm. Psk. Oğuz Burak İsmanur

Öğretim Görevlisi

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji Bölümü

Tüm bu hikâyenin sonunda bu dersi, dersin

hocası olarak beni, keyifle çalışmamı

sağlayan ve üretken hale getiren sevgili

öğrencilerime teşekkür etmeliyim. Dersimizi

bu şekliyle ilerletmemize destek veren

bölüm başkanımız Dr. Nevin Eracar ve

katkılarıyla içeriği zenginleştiren tüm

Psikoloji Bölümü hocalarımıza ve

asistanlarımıza ayrı ayrı teşekkürlerimi

sunuyorum.

Sanıyorum toplumsal meselelere duyarlılığı

belli ölçüde gelişmiş olarak mezun edeceğiz

öğrencilerimizi. Geleceğin psikologlarını

sadece ruhsal gelişim ve sağlığa değil,

insanlığın tüm sorunlarına duyarlı ve

bunları aşma yönünde iradesini ortaya

koymaktan çekinmeyen bireyler olarak

göreceğimizden şüphe duymuyorum.

50


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

SOSYAL SORUMLULUK

PROJESi DERSiNDEN

ÖĞRENDiKLERiM

Günümüzde hem bireylerin hem de

kurumların toplumsal sorunların tartışılıp

çözümlenmesinde görev alarak sosyal

sorumluluk üstlenmeleri önemli hale

gelmektedir. Bilinçli bir toplum için

duyarlılık ve dayanışmayı yansıtan proje

gölgesinde farkındalık yaratmaktır. Ekip

çalışmasının bütüncül dokunuşu vardır.

Sosyal etkileşim, rasyonellik, iş birliği,

sorumluluk, yaratıcılık, mizah, eleştirel

düşünme ve kolektif çalışma bilinci eşlik

etmektedir. Sosyal misyon doğrultusunda

kurduğumuz girişim aracılığı ile kimlik

açısından da sorumluluk sahibi olduğumu

göstermektedir. Sosyal sorumluluk

hayırseverlikten ayrı bir noktada

değerlendirilmekte, bu çalışmalar sosyal

geri dönüş sağlayan bir yönetim faaliyeti

olarak görülmektedir.

Toplumda sosyal sorumluluk bilinci

içerisinde hareket eden bireyleri açıklamak

için öncelikle bireysel sorumlulukları

anlamak gerekmektedir. Toplumun

gelişmesi ve ilerlemesine aktif bir şekilde

katılmak ve toplumsal problemleri çözmek

için birlikte çalışma yükümlülükleri bireysel

sosyal sorumluluğun merkezinde yer

almaktadır. Sosyal sorumluluk bilincine

sahip olması toplumsal fayda sağlamak ve

toplumda bir fark oluşturmak etik ve ahlaki

problemlerine karşı daha ilgili olmasını da

sağlamaktadır. Bu bakış açısı ile

“stigmatizasyon” kavramına dikkat etmeyi

gerekli kılmaktadır. Yani kişinin sosyal

sorumluluk bilincine sahip olması hem

toplumsal bir problemi kabul eden ve

toplumda olumlu sosyal değişim için yüksek

düzeyde sosyal farkındalığa sahip olduğu

bilinen sosyal girişimci rolünü daha çekici

bulmasını ve sosyal bir ihtiyacın yenilikçi bir

şekilde ele alınması için etik ve

sürdürülebilir bir iş modelleri geliştirmesini

sağlar.

Sosyal sorumluluk, bireyin tüm

davranışlarının bütün toplumu

etkileyebileceği esasına dayanır. Bu

nedenle birey, davranışlarının

sonuçlarından topluma karşı sorumludur ve

sağlıklı bir toplum için bireyin sosyal

sorumluluk bilincine sahip olması gerekir.

Çünkü bireysel sorumluluklarının bilincinde

olmayan bireyin sosyal sorumluluk bilincine

sahip olması beklenilemez.

İrem YAZGAÇ

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Psikoloji 4. Sınıf Öğrencisi

51


OTiZMi DÜȘÜNMEK

iÇiN OTiZMLi OLMAYA

GEREK VAR Mı?

Otizmde Alternatif Sosyal Gelişim

modelleri hakkında bir çalışma

Çalışmamızda otizmli bireylerin sosyal

gelişimini etkileyen ve sosyal gelişimini

sağlayan etmenleri inceledik. Amacımız bu

etmenleri araştırıp, bulup ve yayabilmekti.

Bunun için öncelikle otizmle çalışan

kuruluşlarla röportaj yaptık ve literatür

tarayarak otizm ve otizm çalışmalarıyla ilgili

bilgi topladık. Bunları kısa bir video ile

yaymayı ve kabul eden kuruluşlara

sonuçlarımızı sunmayı hedefledik. Otistikler

Derneği’nden yetkililer ve rehabilitasyon

merkezlerinde çalışanlar ile röportajlar

yaptık. “Farklı Olanla Temas Sosyal

Sorumluluğumuzdur.” başlığı altında

Otistikler Derneği ile birlikte Zoom

uygulaması üzerinden bir canlı yayın

gerçekleştirdik. Yayınımıza Otistikler

Derneği’nin yönetim kurulu sekreteri

Psikolog Elif Uzer, gönüllüsü psikolojik

danışman Mustafa Korhan ve hem derneğin

üyesi hem de bir farklı gelişen annesi mimar

Prof. Dr. Ayla Antel katıldı. Yayınımızda

otizm, otizmde erken tanı, otizmde

sosyalleşme, otizmli bireylerle çalışmak ve

otizmli bir bireyin ailesi olmak konularına

değindik.

Otizmli bireylerin sosyal gelişimine ilişkin

yaşanan süreçlerle ilgili çalıştık ve sunduk.

Aynı zaman da Otistikler Derneği’nin

etraflıca çalışmalarını incelendik ve tanıttık.

Bizim gibi dinleyenler de Otistikler

Derneğinin çalışmalarından oldukça

etkilendiler. Bu çalışmaları sunarak, bireyler

üzerinde farklı bir bakış açısı sağlandı.

Son olarak otizmle organik bir bağı olmayan

bizler otizmli bireylerin sosyal gelişimini

nasıl destekleyebileceğimiz hakkında

düşünmeye devam ediyoruz. Elbette sizleri

de düşünmeye ve eyleme geçmeye davet

ederek.

Otistikler Derneği iletişim:

www.otistiklerdernegi.org.tr

facebook.com/OtistiklerDernegi

otistiklerdernegi@instagram.com

twitter.com/OtistikDernegi

Gökçe Gülizar AKYÜZ

İrem YAZGAÇ

Kadriye NARİN

Meryem Nur ACAR

Rabia Sultan ARKAN

52


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

Yaptığınız sunumda otizmi anlamak ve kavramak konusunda neler yapabileceğimizi, onlara

nasıl yaklaşmamız gerektiğini çok güzel ve etkili bir biçimde anlattınız. Aslında ne kadar çok

doğru bilinen yanlışlar varmış.

Kerem Arslan

Otizm konulu sunum hem bilgi verici hem de sosyal sorumluluklarımızın farkına varmamız

sağlayan nitelikteydi. Ayrıca Otizmlilere daha hassas bir şekilde yaklaşmam gerektiğini ve bu

durumdan sadece onların değil ailelerinin de etkilendiğini bundan dolayı sosyal sorumlulukta

destek olunması gerekenlerin onlar kadar ailelerin de olduğunu anladım.

Helin Çiftçi Avsar

Sunumdan önce otizmli bireyler hakkında bildiklerim herkesin bilebileceği ya da genel yorum

yapabileceği kadar kısıtlıydı. Sunumdan sonra farkettim ki aslında otizmli bireylerin de aldıkları

eğitim, onlara özel davranışlar sonucunda kendi yeteneklerini, görüşlerini keşfedebileceklerini

öğrendim. Bu sunum benim açımdan fazlasıyla bilgilendiriciydi.

Didem Nurcan

53


LGBT NEDiR?,

NE DEĞiLDiR?

LGBT hakkında bilinen doğru ve yanlışlara

dair bir çalışma.

Çalışma grubu, proje içeriğini dergimizde

yayınlanmasını istememiştir.

‘LGBT Nedir Ne Değildir?’ başlığı ile kendi

projelerinden bahseden grup oldukça

kıymetli bir konuya değindi. Ötekileştirilen

bir grup olanlardan bahsettiler ve insanların

ötekileştirirken birçok yanlış düşünce ile

ötekileştirdiği hatta bazen de ne olduğunu

bilmeden ötekileştirdiği sonucuna

ulaşmışlar. Ötekileştirmek insanlara sanırım

anlamaktan daha kolay geliyor, insanlar da

basit olanı yapmayı seçiyorlar ama zor olan

kısmı şu ki; kimin öteki olacağını veya

olduğunu bilemiyoruz. ‘Ötekileştirmeyin’i

vurgulayan arkadaşlarımız oldukça güzel bir

çalışma yapmış. Kendilerine teşekkür ediyor,

çalışmalarının devamını diliyorum.

Gökçe Gülizar AKYÜZ

54


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

LGBT konusu aslında her zaman

yaşamımızda olan ve insanların bilgi

eksikliğini en fazla yaşadığı konulardan bir

tanesidir. Proje sunumlarındaki bilgiler,

cinsiyete göre bakış açısının farklılaşması

gibi birçok konunun çok güzel bir şekilde

sunulduğunu düşünüyorum. Bu alandaki

makalelerle örtüşen araştırma yazılarını

paylaşmaları da var olan konu üzerindeki

farkındalığın artması gerektiğinin bir

göstergesi niteliğindeydi. Oldukça güzel ve

bilgilendirici bir sunumdu.

Nisa Nur ATEŞ

Eşcinsellik olgusu 1980’lere kadar yanı

başımız Avrupa’da dahil hastalık kabul

edilmiştir. Dolayısıyla toplumumuzda

yaşayan insanların eşcinselliği tuhaf

bulmasını anlayışla karşılıyorum çünkü

zamana ihtiyacımız var. Bu süreç içerisinde

böyle araştırmaların yapılması, halkın

bilgilendirilmesi, cinsel yönelim ve onların

da topuma katılması vurgusu çok önemli.

Bu çalışmalarından ötürü arkadaşlarıma

teşekkür ediyorum.

Oğuzhan DOĞAN

55


TÜRKiYE’DE MOBiNG

ARTıYOR, PEKi NE YAPMALı?

YALNıZ KALMA, YALNıZ BıRAKMA

Bizim temel çalıştığımız problem iş

yaşamında mobbing ve haksız

uygulamalardı. Bu konuyla ilgili çalışma

yapmamızı sağlayan en büyük etken

çevremizdeki çalışanların yaşadıkları

problemleri görmemizdi ve onlarla empati

kurarak yaşayabilmemizdi. Amacımız ruh

sağlığı alanında öğrenim gören öğrenciler

olarak bu çalışanların yaşadıkları

durumların kendi ruhsal sağlıklarına ne gibi

etkiler yapıyor bunları ölçebilmekti.

Hedefimizde aslında tam bu noktaya

oturmaktadır. Yaşamın her alanında çalışan

insanlar, mezun olup bizler gibi iş yaşamına

atılacaklar ve bu çalışanların yakınlarını,

girdikleri sosyal çevreyi de oldukça

etkilemesi önemli hususlardır.

Aynı zamanda bu kapsamda, Birleşik

Metal İş Sendikasındaki bu konuda uzman

kişi Nuran Hanım ile yazılı röportaj

gerçekleştirdik ve Nuran Hanım ile

dersimizin hocası Oğuz Burak İsmanur’un

da katılımlarıyla herkese açık canlı bir yayın

gerçekleştirdik, aynı zamanda bu canlı

yayınımızda hocamıza da yönelttiğimiz

sorular ve hocamızın katkılarıyla ruh sağlığı

açısından da konuyu

inceleyebildik.Üniversite öğrencilerimiz ve

iş yaşamında çalışan kişilerle anket yaptık,

broşür hazırladık, medya taraması yaptık,

mobbing’e uğrayan bir sağlık çalışanıyla

online görüştük ve neler yaşadığını

öğrenmeye çalışarak doğrudan iş

yaşamında kişiyle bağlantı kurarak

mobbing nedir, nasıl gerçekleşir, gibi

soruların cevaplarına da sahadan alarak

ulaşmış olduk.

Mobbingi ve zorbayı tanıyalım!

Bireyin mobbingi fark etmesini

sağlayan şey nedir?

Aslında bunun ilk aşaması kendinde kusur

arama oluyor. Daha sonra tekrar ettiğinde

ve diğerlerinden farklı davranıldığını

sezdiğinde bunun anlık ya da kendi kusuru

olmadığını anlıyor, ama herkes bunu evet

bu benim yaşadığım mobbing diye

adlandıramıyor. İnsanda psikolojik

sorunların ortaya çıkmasına, sağlığın

bozulmasına, düşünme sistematiğimizin

bozulmasına neden olabiliyor. Bu nedenle,

insanının özgüvenini yerle bir eden, hasta

eden, depresyona sokan hatta intihara

kadar gidebilecek sonuçları olan mobbing’e

karşı bilgilendirmek, farkındalık çalışmaları

yapmak, mücadele yöntemleri geliştirmek,

mobbing’e maruz kalanla dayanışmak, en

önemlisi de mobbing’in ortaya çıkmasına

engel olmak çok önemli.

Mobbing veya haksız uygulamalar

fiziksel bir şiddet olmadığı için bunun

ispatlanmasında zorluklar yaşanılıyor mu?

Yaşanılıyorsa bunlar nelerdir?

Genelde belgeye dayalı ispatlar beklendiği

için zorluklar yaşanıyor. Çünkü mobbing

psikolojik olarak insanı yıpratıyor ve yıkıyor…

bunun belgesini bulmak da çok zor… Birde

davranışın mobbing olabilmesi için belli bir

süre içinde tekrar eden davranışlar şeklinde

gerçekleşmesi gerekiyor… Sizden beklenen

ruhunuzda yarattığı tahribatı belgelemeniz

bu da çok zor. Her insan klinik aşamaya

gelmeyebilir. Bizler arkadaşlara günlük

tutmalarını, günlük yaşadıklarını arkadaşları

ile paylaşmalarını mümkünse

56


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

mailleşmelerini öneriyoruz olası bir dava

için. Örgütlü olduğumuz işyerlerinde, işçi

temsilcilerini durumda haberdar etmelerini

öneriyoruz ki erken müdahale kişinin süreci

tek başına uzun süre göğüslemesini önler…

İşveren, çalışma arkadaşı veya kişinin

özel hayatından biri olsun neden mobbing,

bezdirme davranışları yapmaya çalışır?

Kişiyi işyerinden uzaklaştırma, sindirme

amacı güder, kontrol amacı güder, güç

gösterir, özgüveni zedeleyerek kendine

mahkûm bırakmayı amaçlar.

Sonuç;

Proje kapsamında yaptığımız etkinliklerin

işlevselliğini görerek mobbing hakkında

çevremizdeki insanlara bu konu hakkında

bilinç uyandırdık. Mobbing’in kavramsal

olarak literatürdeki yerini öğrendik. Daha

sonrasında bu çalışmamızın devamını

başlamak isteyen kişiler için başlangıç

oluşturacak alanları tanıttık. Kişi,

kurum,uygulamaları göstererek kavramın

diğer kavramlarla bağdaşıklık kurduğunu ve

ilginin odağı olarak bakış açısı bakımından

farkındalık oluşturduğumuzu düşünüyoruz.

Arkadaşlara önerimiz projenin her alanını

ilgiyle okuyup incelenmesi ve iletişime

geçtiğimiz kişi ve kurumlara ek olarak farklı

sektördeki insanlara nasıl dokunabiliriz

kaygısını taşıyarak düşünülmesidir. Görev

bilincinin vermiş olduğu inanç

doğrultusunda bunu kendine görev

edinmenin bu yolda ışık tutacağına

inanıyoruz.

Ülkemizde bulunan mobbingi çok güzel bir

şekilde ifade eden arkadaşlarıma

çalışmalarından ötürü tebrik ederim.

Biliyoruz ki kapitalist sistem insanları

narsistik kişilik oluşturuyor. Dolayısıyla bu

narsistik kişilik özelliği başarılı iş arkadaşlara

yönelik kıskançlıklar oluşturmakta ve ona

yönelik psikolojik yıpratma olarak

nitelendirebileceğim

mobbing

uygulanmaktadır. Kişiye uygulanan

mobbing ise kişide tükenmişlik sendromu

oluşturmaktadır.

Celil Doğukan Çelikten

Mobbing hayatın her alanında gittikçe

gerçekten hem Ülkemizde hem de tüm

Dünyada oldukça yaygınlaşan bir davranış

eğilimidir. Bu anlamda iş yaşamında

mobbing ekibi de diğer ekipler gibi gayet

konuya hâkim bir şekilde hazırlık yapmıştı.

Özellikle sundukları argümanlar arasından,

uyguladıkları anket beni aşırı derecede

etkiledi. Çünkü; orada toplumun mobbingi

bilip bilmediğini görmek veya bu konuyla

ilgili insanların neyi bilip neyi bilmiyor

olması bende merak uyandırdı ve dikkatimi

daha çok vermeme sebep oldu. Bende

bankacılık sektöründe çalışan bir insanım,

bu yüzden bu ve bunun gibi sosyal

sorumluluğu, toplumsal bilinci ve o

farkındalığı daha da çok uyandıracak

çalışmalar yapılmasını istiyorum.

Nuran Osmanoğlu

Mobbing grubundaki sınıf arkadaşlarım ve

diğer başka ekiplerde yer alan tüm

arkadaşlarımın yaptıkları çalışmalar oldukça

beni etkiledi ve hepsi çok anlamlı, kıymetli

çalışmalardır. Ama iş yaşamında mobbing

ekibi mezun olmama az kalmışken ilerideki

çalışma hayatımla ilgili hem de mobbing’e

maruz kalan biri olarak bu konuda daha çok

bilgilenmemi ve duyarlı olmamı sağladı.

Broşürlerini ve diğer yaptıkları çalışmalarını

beğendim, dikkatle izledim. Hatta o

broşürleri de oldukça açıklayıcıydı, net bir

şekilde toplumun da bilgilendirmesini

sağlamaktadır.

Büşra Taş

57


?

DEPREMiN ÖTESiNDE

SADECE DEPREMi DEĞiL,

DEPREMiN ÖTESiNDE KALANLARı

DA KONUȘMAK…

Çalışmamızın Konusu: Deprem konusunu

seçmemizin nedeni; ülkemizde sık sık

depremlerin gerçekleşmesi, güncel olması

ve çalışmalara rağmen hala kişilerin zarar

görmesidir. Deprem gerçeğini sadece

deprem olgusu üzerinden değil, depremin

dokunduğu yeterince ele alınmayan

alanlardan bahsederek farklı bir açıdan ele

almak istedik.

Amaçlarımız: Depremde ne yapılacağının

neden içselleştirilemediğiyle ilgili tartışma

ortamı hazırlamak, Depremim zararlarının

azaltılmasının mümkün olduğu bilindiği

halde neden bir çözüm bulunamadığı ve

içselleştirilemediği konularının ele alınması,

Depremde ve deprem sonrasında insan

psikolojisinin anlaşılması.

Burada bahsedilen içselleştirilememe

kavramı, ülkemizde birçok şekilde

depremden bahsedilmesine rağmen neden

hala hayatlarımızda uygulamaya

geçilemediğinin anlaşılması üzerine ele

alınmıştır.

Çalışmalarımız: Hedef kitleye

ulaşabileceğimiz bir sosyal medya hesabı

oluşturduk. İnstagram: depremin ötesinde.

Bu sayfada çeşitli içerikler paylaştık.

Literatür taraması yaptık. Amaçlarımıza

uygun çeşitli makalelerden yararlanarak

sayfamızda bilgilendirici paylaşımlar

oluşturduk. Röportajlarımız: -Kâğıthane İlçe

Milli Eğitim Müdürlüğü Sivil Savunma ve

Deprem Sorumlusu Şube Müdürü Ergin Şen

Röportaj -Öğretim Görevlisi Mimar Ömer

Yeşildal Röportaj -Gaziosmanpaşa

Belediyesi Gopkent Genel Müdürü ile

Röportaj - Okulumuzun Halkla İlişkiler ve

Reklamcılık Bölümü Dr. Öğretim Görevlisi

Sevil Bektaş Durmuş ile Röportaj. Yaptığımız

bu röportajları projemizin başında belirtilen

amaçlarımıza uygun görüşme soruları

hazırlayarak gerçekleştirdik. Çeşitli

alanlardan, alanlarında uzman kişilerden

görüşler alarak çalışmamıza farklı bir boyut

kazandırmak istedik. Öğretim Görevlisi

Uzman Psikolog Masum AYDIN hocamız ile

Depremin Ötesinde adlı canlı yayınımızı

gerçekleştirdik. Bu canlı yayınımızda

kulübümüzün instagram sayfasını takip

eden birçok kişiye ulaşım sağladık. Canlı

yayınımızda amaçlarımız doğrultusunda

sorulan sorulara cevaplar aldık. Deprem

bölgesindeki deneyimler, deprem sonrası

insanlar ve insan psikolojisi, etkilemen

gruplar, deprem bölgesindeki insanlara

nasıl yaklaşılması, depremin medya ve insan

üzerindeki yansıması, çalışmaların

içselleştirilmemesi ve eksikler, çalışma

tavsiyeleri ve tedbir konuları tartışıldı.

Sonuçlar; Sosyal medya hesabımızda

yaptığımız bilgilendirici makale içerikli

paylaşımlarımız düzenli bir hedef kitle

tarafından beğenildi ve olumlu geri

bildirimler aldık.

- Canlı yayınımıza yayın süresince

değişmek üzere 50−55 kişi katılım sağlandı.

Katılımcılar soru panelinden katılımlarda

bulundular ve olumlu geri bildirimler alındı.

- Röportajlarımızda alanlara göre

kişilerde düşünce ve bakış açısı farklılıkları

olduğunu gözlemledik. Yönetici konumdaki

kişilerin daha iş odaklı yaklaştığı

58


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

gözlemlenirken çalışan konumundaki

kişilerin daha eleştirel yaklaşımlarda

bulunduğu sonucu elde edildi.

Röportajlarımızın çoğunda içselleştirme

açısından yetersiz kalındığı ve çözümler

üretilmesi gerektiği sonucuna varıldı.

Çalışmaların ve bilgilendirmelerin yapıldığı

halde depremin içselleştirilememesi

hipotezimiz doğrulandı.

- İçselleştirilememe problemine çözüm

olarak aldığımız geri bildirimlerde eğitim

politikalarının uygulanması gerektiği ön

plana çıktı. Eğitim kavramının üzerinde sık

sık duruldu.

- Genel olarak paylaşımlarımız ve

çalışmalarımız için aldığımız geri

bildirimlerde Depremin Ötesi’nde projesinin

tam istediğimiz sonuçlara ulaştığını

söyleyebiliriz.

İnstagram hesabı: @depreminotesinde

Deprem konusunun bu şekilde ele alınması

ilgimi çekti. Depremde yapılacaklardan çok

sorunları oluşturan nedenler üzerinde

durulması çalışmayı daha ilgi çekici hale

getirmiş. Projenin ve sunumun akıcı bir

şekilde ilerleyip istenen mesajı verdiğini

düşünüyorum.

Kübra Doğan

Deprem konusu özellikle son zamanlarda

oldukça gündem olan bir konu. Aslında ne

yapmamamız gerektiğimiz bilsek bile

uygulama konusunda sıkıntılar

yaşayabiliyoruz, uygulamadaki bu zorluğun

içselleştirme kavramıyla açıklanması ve

örneklendirilmesi benim için yeni bir bilgi

oldu. Bu anlamda beğendiğim bir sunumdu.

Sueda Zafer

Karşısında çaresiz hissettiren doğal

afetlerden depremin başımıza gelmediği

müddetçe önlem almadığımız hatta üzerine

düşünmediğimiz bir konu olduğunu

düşüyorum sunulan projede de

röportajlardan bu gibi çıkarımlarda

bulundum, bu afetin doğurduğu felaketleri

en aza indirmenin en başta ekonomik,

politik ve bilinç kazanarak olduğunu

öğrendim işin kader kısmından ziyade

önlem alarak yani bilinç kısmına hizmet

ederek çok büyük şeylerin önüne

geçilebileceği ortada proje ekibi de bunu

tekrardan gözler önüne serdi emeğinize

sağlık herkese teşekkür ederim.

Dilan Sırdaş

Deniz Yıldız

Nisa Nur Ateş

İrem Nur Yılmaz

59


ENGEL DÜȘÜNCEDE (Mi)

ENGELLiK OLGUSUNA DAiR

DÜȘÜNDÜRÜCÜ BiR ÇALıȘMA…

Çalışmanın amacı: Bedensel engellilere

yönelik yapılan stigmatizasyonun

(damgalanma) bedensel engeli

bulunmayan bireyler tarafından yapılması

ve bu sorunun tarafımızca durum tespiti

yapılıp çalışmamızı izleyen sınıf

arkadaşlarımızın,

gerçekleştirmiş

olduğumuz canlı yayını ve sempozyuma

katılan bireylere sunulup farkındalık

kazandırılması amaçlanmış olup ve

sistemsel bir soruna değinilmiş, problemler

ortaya atılıp çözüm ve fikirler üretilmiştir.

Çalışmamıza yapılan geri dönüşler: Yapmış

olduğumuz zoom canlı yayınına yaklaşık

35−40 katılımcı olup başta katılımcı

hocalarımız olmak üzere olumlu geri

dönüşler alınmış olup, bireysel yani özel

olarak ise birkaç arkadaşımızın tarafımıza

iletmiş olduğu ‘farkındalığım arttı.’’

Engellilere olan bakış açım değişti, daha

önce onlara acıma duygusuyla bakarken şu

an ise durumun çok daha farklı boyutlarda

olduğunu ve engelin bedenlerde değil,

düşünce ve sistemde olduğunu’ aktardılar.

Yaptığımız uygulamalar: zoom üzerinden

gerçekleştirdiğimiz canlı yayın, anket

çalışması, Bayrampaşa belediyesi fizik

tedavi ve rehabilitasyon tedavi merkezinde

engelli bir bireyle gerçekleştirdiğimiz

röportaj, engeli bulunmayan bireylerle

engelli bireyler hakkında bakış açılarını

anlayabilmek için gerçekleştirdiğimiz

röportaj çalışması.

Sonuç: Çalışmaya başlamadan önce çeşitli

kavramları daha iyi kavrayıp

(stigmatizasyon, ayrımcılık, farkındalık)

kolektif bir çalışmanın bilincinin kazanılması

ve bu kazanımları bizleri izleyen, dinleyen

değerli katılımcılara, hocalarımıza şeffaf bir

şekilde özet bir biçimde aktarılıp

farkındalığın ve bakış açısının önemine

değinildi. Sistemden kaynaklanan

sorunların ve engeli bulunan bireylerin

daha çok söz sahibi olması için bu

kazanımları aktarmayı amaçladığımız bir

toplum inşasını, eşitliğin esas alındığı ve her

düşüncenin saygıyla dinlenmesi gerektiği

kazanımlarına ulaştık.

Muhammed Malik Öztürk

Mustafa Yıldız

Ufuk Kekeç

Salih Uyar

Yasin Murat Kaymak

60


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

Engellilerin yaşadığı sorunları belki çoğu insan görmezden gelebiliyor. Gördüğümüzde

birçoğumuz ne yapabiliriz diye düşünmekten çok üzülmekle yetiniyoruz. Gerçekleştirdiğiniz

seminer bu konuda insanları bilgilendirmek için oldukça verimliydi. Gerek hocalarımızın katkısı

gerekse sizin katkılarınız oldukça bilgilendiriciydi. Bu semineri düzenlediğiniz için teşekkür

ederim.

Emin DUMAN

Farkındalığımızı arttırdı, bilinci ve özverili bir çalışma olduğunu hissettirdi. Kendimi sorguladım

ve keyifli bir sunum sekliydi basit ve anlaşılırdı.

Umut ÖZTÜRK

Hayatımda ilk defa bir sempozyum ortamı gördüm ve bu da online olarak nasip oldu. Bu

sempozyumda emeği geçen herkese teşekkürler çok verimli geçti benim adıma.

Arkadaşlarınızın değindiği sorunlar hakkında farkındalık kazandım diyebilirim.

Beyza Koçer

61


AiLEYE DEĞiL,

ȘiDDETE EL KALDıR

Çalışma grubu, proje içeriğini dergimizde

yayınlanmasını istememiştir.

Aile içi şiddet günümüzün önemli

problemlerinden birisidir. Ekip olarak bu

konuya dikkat çekmek amacıyla yaptığınız

çalışma oldukça güzeldi.

Gerçekleştirdiğiniz seminer gerek slayt

sunumu gerek soru cevaplarla ve

hocamızın katkılarıyla oldukça verimli bir

çalışma oldu. Konuya hâkim olup bize

aktardığınız için teşekkür ederim.

sağladı gerçekten bilinçlendirici bir

sunumdu.

Betül Kostik

Uzun süredir herhangi bir sunuma

katılmadığım için kendi adıma oldukça

fayda sağladığını söyleyebilirim. Aile içi

şiddete yönelik ise birçok konuda

farkındalık kazandığımı ve bunu çevreme de

yansıtıp, bilinçlendirmekten mutluluk

duyacağım, bu nedenle arkadaşlarıma

sunumları için çok teşekkür ederim.

Furkan Candan

Sıla Pantu

Sunum benim için çok bilgilendirici oldu

özellikle son yıllarda sıkça haberlerde

gördüğümüz korkunç şiddet olayları hep

tüylerimi ürpertiyor bu konu hakkında bir

sunuma katılmak birçok bilgiye ulaşmamı

62


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

İKLiMi DEĞiL, KENDiNi DEĞiȘTiR

İKLiM DEĞiȘiKLiĞi HAKKıNDA

ÜNiVERSiTE ÖĞRENCiLERi NE

DÜȘÜNÜYOR?

Çalışmamızın amacı, üniversite

öğrencileriyle yapılan röportajlar sonucu

ortaya çıkan videolarla toplumun

bilinçlenmesini ve bu konuyu

içselleştirmesini sağlamaktı. Proje boyunca

hedefimiz; topluma bir mesaj, bilgi vermek

değil; bu konu üzerine düşünmelerini ve

varsa değiştirmeleri gereken davranışlarını

fark etmelerini sağlamaktı. İklim değişikliği

birçok biçimde ele alındı. Bu gibi birçok

projeyle hayatımızın daha sürdürülebilir

olmasını sağlayabiliriz.

İklimde değişiklik var mı? İklim değişiyorsa

bu insan kaynaklı mıdır? Türkiye’de insan

faaliyetlerinin iklim değişikliğine nasıl

neden olduğunun bilinmemesinin

kaynakları nelerdir?

Kesinlikle var. Dışarı çıktığımızda

gözlemleyebiliyoruz. Hava olaylarına

baktığımız zaman çok net bir şekilde

görüyoruz. İnsan kaynaklı olduğunu

düşünüyoru. Doğa, hiçbir şekilde kendine

zarar veremez; verse bile bir şekilde kendini

telafi edebilir. Yeni bir döngüsü vardır. Ama

biz insanlar o halkalara, işleyişe çok fazla

müdahale ediyoruz. Ülkemizde iklim

değişikliği hakkında çok çalışma

göremiyorum. İnsanlar çok önemsemiyor.

Bilinçsizlik ve aktivizm problemleri önemli

faktörler.

Teknolojik ilerlemelerin iklim sorununa

çözüm bulabileceğini düşünüyor

musunuz?

Teknolojik ilerlemelerin hem iklim sorununu

ortaya çıkardığını hem de iklim krizine

çözüm sağladığını düşünüyorum. O zaman

nötrlüyor. Bu büyüme ve gelişme iklimi

olumsuz etkilemeye devam edecek.

Düşünüyorum. Ama biz şu an teknolojiyi

bunun için kullanmıyoruz. Kendi çıkarlarımız

için kullanıyoruz. Dünya olarak böyleyiz.

Güneş paneli kullanmıyoruz mesela.

Kullanmak istersek de vergi veriyoruz.

Teşvik yok. Kendimizi teknolojiyle de

bağdaştıramıyoruz.

Sizin için iklim değişikliğinin etkilerine

direkt maruz kalma, bu problemi kabul

etmede ve değiştirmeye yönelik

sorumluluk almada etkili midir?

Biz biraz ‘’Bana dokunmayan yılan bin

yaşasın.’’ mantığındayız ve öyle yaşıyoruz.

Ama buna maruz kaldığımız zaman, mesela

su sıkıntısı yaşayacağız. Şu anda çok rahat

davranan insanlar 3−4 ay sonra o sıkıntıyı

yaşayıp içme suyu veya temizlik için su

bulamadığı zaman biraz daha dikkatli olmak

zorunda kalacaklar. Çünkü sonrasında

başlarına gelecek şeyin ne olacağını

görecekler. Ceza olacak ama en güzel ceza,

maruz kalmak. Bir yandan da öğretici

olacak.

Röportaj yaptığımız kişiler, bu konuya ve

kendilerine eleştirel bir gözle baktıklarını

belirttiler. Ayrıca bu projeyle birlikte

sorumluluk konusunda değişimi

istediklerine dair cesaretlerini paylaşanlar,

daha fazla ne yapabilirim diye düşünenler

oldu. Bu, projemizin niteliği bakımından

oldukça önemli. Ortaya çıkan videolarla

bireysel ve toplumsal hizmet

motivasyonunu arttırmak istedik.

63


Herkesi ilgilendiren ilgilendirmesi gereken

bir konu olan iklim konusunun psikoloji

bilimiyle beraber ele alınması bence çok

kıymetli. Yapılan röportajın içeriği bu

röportajın sosyal medya platformunda

sunulması farkındalık oluşturmak açısından

çok etkiliydi. Emeğinize sağlık.

Rabia Nur Köse

Sadece belirli bir grubu değil tüm dünyayı

etkileyen bir sorun olduğu vurgulanıp, hem

bireysel olarak kendi üzerimize düşenler

hakkında ne kadar sorumluluk alıyoruz hem

de fazladan neler nasıl yapılabilir diye

düşündüren yoğun bir çalışma ürünü olduğu

belli olan bir sunumdu.

Şule Ergül

64


ÇARÇUBA KİTAP ‘‘YENİLİK’’ ANALİZİ

İkim konusu üzerine yapılan bu çalışmada,

iklim değişikliği hakkında nasıl farkındalık

oluştuğu, iklim konusu üzerine bilgi sahibi

olup olmadığımız, herkesin bir kendi

yaşantısına bakıp acaba biz iklimin

değişmesinde nasıl rol alıyoruz ve bu

konuyla ilgili üstümüze düşen

sorumlulukları yerine getirebiliyor muyuz

diye düşündüren gayet başarılı bir röportaj

olmuş. Üniversite öğrencileriyle yapılmış

olması daha çok bilinç kazandırılması

açısından çaba sarfettiklerini gösteriyor.

Eylem Tekin

YouTube hesabımız:

İklim Değişikliği

https://youtube.com/channel/UC4qpdiBd

QxWgwa1SmQvvzGw

65


KADıNA DEĞiL, ȘiDDETE EL KALDıR

KADıNA VE ȘiDDETE DAiR SORGULATıCı ÇALıȘMALAR

Projemizin amacı; kadına yönelik şiddet

hakkında farkındalık yaratmak, bireylerin bu

konu hakkında ki görüşlerini ve alınması

gereken önlemler hakkındaki görüşlerini

gözlemlemek ve "neler yapılabilir"i

tartışmak. Aynı zamanda yapılan anketler

doğrultusunda sorulan sorular ile kitlelerin

cevaplarını almak ve bu cevaplar

doğrultusunda ortalama bir çıkarım

yapmak.

Katılımcılar;

Önce Kadınlar Ve Çocuklar Derneği

Avukatı: Nilda Baltalı

Canlı Yayın Moderatörlüğünü Yapan:

Ceren Algan

Öncelikle bir sokak röportajı yapıp

yayımladık. Yaptığımız röportaj sonucunda

halk kadına şiddetin en büyük nedeninin

maddiyat olduğunu, bunun yanında

eğitiminde büyük etkisinin olduğunu

söyledi. Sonra yaklaşık 10 soruluk bir anket

hazırlayıp 200 kişilik bir örneklem grubuna

ulaştırdık. Sonra anket sorularını önce

kadınlar ve çocuklar derneğinin avukatı

olan Nilda Baltalı ile canlı yayın yapıp

tartıştık. Nilda Hanım bize şiddete maruz

kaldığımızda başvurmamız gereken yerler

hakkında bilgi verdi. Bunun yanı sıra

başvurmamız gereken yerlere mutlaka

yanımızda birini de götürmemizi söyleyerek

bu konuda bizi bilgilendirdi. Ayrıca sokak

röportajını da izleyicilerimize önerdik. Bir

yanda da şiddete uğramış bir kadın ile yazılı

röportaj yapıp gazetede yayımladık. Bunun

dışında gazetede yine biri köşe yazısı biri

makale formatında 2 yazı yayımladık.

Yazılarımız yüzlerce kişiye ulaştı. Tüm bu

projelerimizin sonucunda bir sempozyumda

sunum yaptık burada kazanımlarımızı

topluca dinleyicilerimizle paylaştık. Bu

sunum bir kadının şiddete uğradığında

neler yapacağından tutun şiddetin

sebeplerini şiddete psikoloji bilimi

açısından bakışı, şiddeti halka kendi içinde

sorgulatmaya dair kazanımlarımızı paylaştık.

Sunumunuz sayesinde ne yazık ki birçok

ülkenin yaşadığı kadına şiddet olaylarının,

nasıl engellenebileceği veya başımıza böyle

durum geldiğinde nerelere başvurmamız

gerekeceğini öğrendim.

66


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

Umarım tüm dünya bu gibi korkunç olaylardan tamamen kurtulur, kadınların kıymeti hatta

çocukların, hayvanların, insanların, yaşlıların kıymeti daha iyi bilinir ve daha pozitif duygularla

onlara yaklaşılır.

Kadriye Narin

Kadına Yönelik Şiddet sunumunda eşit, özgür korkusuzca bir yaşam mücadelesinde yalnız

olmadığımızı ve bu davamızdan asla vazgeçmeyeceğimizin ruhunu kazandırdı. Umut dolu bu

sunum dinlerken beni mutlu hissettirdi. Yer yer üzülsem de bütün bu şiddetin bir gün en aza

indirgenebileceğini düşünüyorum

Rabia Arkan

Öncelikle yaptığınız çalışma oldukça güzel ve bir o kadar bilgilendirici, yapıcı bir çalışma

olmuş. Kadına yönelik şiddete maruz kalındığında veya buna şahit olunduğunda neler

yapılabileceği konusunda kapsamlı bir bilgi verilmiş umarım tüm insanlık adına

farkındalığımız daha fazla artar ve bu zor süreçlere daha az maruz kalırız hatta hiç kalmayız,

çok güzel bir çalışma tebrik ederim ve teşekkür ederim.

İlayda Su Altunoğlu

YouTube hesabımız:

KADINA ŞİDDETE HAYIR

https://www.youtube.com/channel/UCq4a6QvJOS9qBo2TOm7r-hg

67


?

DÜN GENÇ,

BUGÜN YAȘLı;

DAiMA İNSAN

Çalışma grubu projeleri hakkında paylaşım yapmak istememiştir.

Yaş almış bireylerin psikolojilerini, hayata bakışlarını ve beklentilerini anlamamız için bizlere ışık

tutan bir çalışma izlediğimizi düşünüyorum. Hem istatistiksel verilerin olması hem de yaşlı

bireylerin bizzat kendilerine ulaşmış olmaları çalışma için ne kadar emek verdiklerini

gösteriyor. Dün genç bugün yaşlı daima insan sloganları bence hepimizin mottosu olmalı.

Merve Tepeyurt

Çok akıcı ve bilgilendirici bir sunumun ardından inanılmaz etkileyici bir video ile herkesi

duygusal olarak sarstığını ve etkilediğini düşündüğüm bir çalışmaydı.

Çağrı Ceylan

Umut dolu ufuklarını simgeleyen gençlerimizin yanı sıra geçmişten gelen rehberliğinin ifadesi

olan yaşlılarımız da toplumumuzun yegâne değerlerinden biridir. Bu sunum ve çalışma

sayesinde yaşlılarımızın bizler için anlamını, onların toplumdaki değerini ve yerini bir kez daha

anladım. Onlar için neler yapılabileceği konusunda benim için oldukça verimli bir toplantı

oldu. Bunun gerçekleşmesinde önemli katkısı olan öğrenci arkadaşlarımıza ve değerli

hocalarımıza teşekkürü borç bilirim.

Deniz Tosunoğlu

68


ÇARÇUBA ‘‘YENİLİK’’

BUGÜNÜN GENÇLERi

EBEVEYN OLMAYA HAZıR Mı?

BUGÜNÜN GENCi YARıNıN EBEVEYNi

Bugünün Genci Yarının Ebeveyni adlı

projemizle ebeveynlerin çocuk yetiştirirken

doğru bildiği yanlışlar üzerinde durduk.

Geleceğin ebeveyn adaylarından günümüz

ebeveyn tutumları hakkındaki görüşlerini

aldık ve günümüz ebeveyn adaylarında

farkındalık yaratmayı amaçladık.

Bu kapsamda üniversite öğrencileriyle

anne-baba-çocuk ilişkisini içeren 4 sorudan

oluşan bir röportaj yaptık. Sorular şu

şekildeydi; “Günümüz ebeveynlerini

beğeniyor musunuz?”, “Çocuklar

ebeveynlerinden ne ister?”, “Ebeveyn

olduğunuzda asla yapmam dediğiniz şeyler

neler?”, Günümüz ebeveynleri sizin

gözlemlerinize göre neleri ön planda

tutuyor?”.

Röportaj sonucunda sorulara verilen

cevaplar birbirlerine yakın cevaplardı.

Birinci soruya verilen ağırlıklı cevap:

Beğenmiyorum çünkü çocuklarına

yeterince vakit ayırmıyorlar, çocuklarının

duygu ve düşüncelerini önemsemiyorlar,

İkinci soruya: Sevgi, saygı, ilgi, anlaşılmak,

ihtiyaçlarının karşılanmasını ister, üçüncü

soruya: Şiddet ve baskı uygulamam, duygu

ve düşüncelerini önemserim, dördüncü

soruya ise kendi istek ve arzularını ve

kendileri nasıl yetiştirildiyseler o şekilde

yetiştirilmeyi ön planda tutuyorlar, oldu.

Bu sonuçlar doğrultusunda soruların

cevaplarını bir uzmandan dinlemek ve

doğru bilinen yanlışların düzeltilmesi için

farkındalık oluşturmak ve bilgilendirmek

amacıyla Uzman Psikolog Masum AYDIN

hocamızla zoom üzerinden bir seminer

düzenledik. Bu seminere ebeveynler,

ebeveyn adayları, öğrenciler katılım

gösterdi.

Seminer sonucunda:

Benim çocuğum en iyisi olsun düşüncesi

çocuğun üstüne büyük bir sorumluluk ve

yük bindirmektir. Ebeveynler çocuklarına

çocuk olmaya dair bir yaşam alanı açmalıdır.

Ebeveynler çocuklarına güvenirse

çocukta kendine güvenir. Çocukların

üzerine yapıştırdığımız rollere dikkat

etmeliyiz çünkü çocuk o roller

doğrultusunda yaşar.

Sevgi, ilgi ve önemsenmenin yeri

oyuncakla doldurulabilecek ihtiyaçlar

değildir.

Çocuğun sınırlarını ihlal etmek, hoşuna

gitmeyen bir durumu ona yüklemek, hayal

dünyasını zenginleştirici birtakım

uyaranlardan mahrum etmek bir istismardır,

verilerine ulaştık.

Bence bu arkadaşlarımın seçtiği konu

çok değerliydi. Hep gelecek nesil nereye

gidiyor der büyükler, ama bana bu tarz

çalışmaları yapıyor olması üniversite

öğrencilerinin gayet düşünen aklı başında

ayakları yere basan bir nesil geldiğini

gösteriyor. Özellikle yaptıkları röportajlar

sayesinde ben de kendime bakma, kendimi

nasıl bir ebeveyn olurum diye düşünme

fırsatı buldum. Bu farkındalığı verdikleri için

kendilerine çok teşekkür ederim.

Merve TEPEYURT

69


?

Psikolojinin en temel konularından biri olan çocuk gelişimi hakkında bir proje yapılması

oldukça önemli ve etkileyiciydi. Öncelikli olarak gençlerle röportaj yapılması ve sonrasında bu

nitelikli sorulara verilen cevapların bir uzman gözünden değerlendirilmesi çalışmanın

etkililiğini gösteriyordu. Bu çalışmanın günümüzdeki ve gelecekteki ebeveynler için oldukça

değerli olduğunu düşünüyorum.

Elife Eker

Yaptıkları çalışmayla çocuğun anne babadan bağımsız düşünülemeyeceğini bir kez daha

bize hatırlattılar. Gençlerle anne babalar hakkında yaptıkları röportajda oldukça ilgi çekici ve

düşündürücüydü. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum, umarım bu alandaki çalışmaları

devam eder.

Gökçe Gülizar Akyüz

70


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

BiR KEREDEN BiR ȘEY OLUR

BiR KADEH BiR SANAT ADLı

EKiBiN BAĞıMLıLıK OLGUSU

HAKKıNDAKi ÇALıȘMASı

Proje özeti –amacı-hedefi

Bağımlılık ve Sanat teması altında yapmış

olduğumuz sosyal sorumluluk projemizi

Dionysos Ve Orkestrası adlı dergi olarak

hayata geçirdik. Dergimiz de bağımlılığı

sanatla buluşturarak ve bağımlılık türleri,

çeşitli bilimsel çalışmalarını aynı zamanda

bireylerin kendilerini test edebilecekleri

bağımlılık testlerine yer vererek izleyicisine

sunduk. Projemizde ele aldığımız bağımlılık

sorununda yaratmak istediğimiz farkındalığı

en etkileyici, akılda kalıcı ve hedef

kitlesinde sarsıcı etkiyi nasıl elde edebiliriz

diye düşündüğümüzde en yaratıcı, özgün,

estetik ve etkileyici yolun sanat

olabileceğine inandık. Dergimizin amacını

belirlerken dikkat ettiğimiz en temel

noktalardan biri ele aldığımız sorunla ilgili

mücadele eden çeşitli kurumlar bu sorunun

neden açan faktörleri, nasıl uzak

duracağımızı gibi doğrular ve bilgiler

vererek insanları aydınlatmaya çalışıyor

bizlerde sadece belli yönergeler sunmakla

kalmayıp öncelikli olarak ‘Bir bağımlının

dünyasını ne kadar biliyoruz, Bağımlılığı

gerçekten ne kadar tanıyoruz?’ sorularının

cevabı olmak bizim temel amacımızdı. Bu

soruların cevabını vererek bir farkındalık

yaratacağımıza ve etiketleyici söylemleri

azaltacağımıza inandık. Soruları

cevaplamak adına dergimizde öncelikle

bağımlılar ile çalıştık onların dünyaları

anlamak adına onlardan göz fotoğrafları

bağımlısı oldukları nesneler onlar için ne

ifade ediyor bunun için birer cümle ve

çizimler aldık.

Aynı zamanda toplumun bu gerçeğini

sanatçılar nasıl işaret ettiklerini göstermek

adına ressamlarla çalıştık ve resim

çalışmalarıyla projemize destek oldular.

Uzman bilgileri ve halk bilgilerinin

karşılaştırarak bilinen yanlışlara dikkat

çektik. Bağımlılığın birçok türüne yer

vererek ve bağımlılık testleri koyarak

bireylerin hem bağımlılık hakkında hem de

kendileri hakkında bilgi edinmelerini

sağladık.

Katılımcılar: Bağımlılar, Sanatçılar, Uzmanlar

ve Halk

Kapsam: Bu proje Türkiye genelinde çeşitli

illerde yaşayan bağımlılar, sanatçılar, uzman

ve halktan bazı katılıcılara röportaj ve yüz

yüze görüşmelerle gerçekleştirilmiştir.

71


Röportaj Uygulaması: Uzman Psikolog Masum Aydın ile röportaj yapıldı. Sorular halka da

sorularak yanlış bilinen doğrulara dikkat çekildi ve bağımlılık ile ilgili en merak edilen sorular

cevaplandı. Bir kısmına ekte yer verdik.

Mor olan: Halktan, Siyah olan: Uzman

UZMANA SORDUK - HALKA SORDUK

Bağımlılık nedir?

Ø Bence bağımlılık sigara ve alkoldür.

Ø Hayata devam edebilmeni insana

nesneye amaca hedefe bağlayarak onsuz

yapamama halidir.

BAĞIMLILIK?

Bir maddenin ruhsal, fiziksel ya da sosyal

sorunlara yol açmasına rağmen, alımına

devam edilmesi, bırakma isteğine karşılık

bırakılamaması ve maddeyi alma isteğinin

durdurulamamasıdır. Bağımlılık kronik bir

beyin hastalığıdır. Bağımlılık nesneye kişiye

ya da bir duruma karşı olabilir. Bu mefhum

ortamda olmadığında yoksunluk tepkisi

diye adlandırdığımız vücudun birtakım

tepkiler vermesine yol açar.

Bağımlılığın tedavisi mümkün müdür?

Ø Bağımlılığın tedavisi tıpta vardır ama

normalde yoktur. Çünkü bağımlılık kafada

biten bir şeydir. Bunu anca bir insan kendi

içinde halledebilir.

Ø Bence kişi bağımlı olduğunun farkına

varmadıkça, tedavisi mümkün değildir, zira

görünmeyen bir düşmana karşı başarı

kazanılamaz.

Ø Bağımlılığın tedavisi mümkündür ama

bunu bağımlı kişinin isteyip istememesinin

de büyük payı vardır.

Elbette mümkün. Tedavi olup düzelen

insanlarda var ve bu konu ile ilgili yapılan

deneysel çalışmalar da mevcut. Maddenin

oluşturduğu yıkıcı etkiyi azaltmak adına

tedavi yönetimi olarak Avrupa’nın bazı

ülkelerinde madde bağımlısı olan kişiler için

ulaşabilecekleri belli başlı bazı noktalara

enjektör koyuyorlar. Bunun sebeplerinden

bazıları bağımlı olurda maddeye

ulaşamazsa çevresine yıkıcı davranmasın

diye ve kendi sağlığını koruma adına.

İnsanlar sosyalleşir, ilişkilerini geliştirirse

muhtemelen ona zarar verici bir şeye

nesneye bağımlılık ilişkisi geliştirmez.

Kişinin sosyalleşememesinin sebebi

72


ÇARÇUBA ? ‘‘YENİLİK’’

yaşadığı negatif deneyimler olmuş olabilir.

Ya da bu negatif deneyimler olmasa bile

sosyal ilişkiyi geliştirecek beceri ya da

yetenek zayıflığı olabilir. Buralara değinmek

gerek.

Sosyal medya neden bağımlılık yapar?

Ø Beğenilmek ve merak bizim için önemli

olduğu için sosyal medya önemlidir.

Ø Çünkü insan olarak sosyal bir hayvanız ve

dışarıdan onay almak bizi her daim iyi

hissettirir. Sahte hayatların yaşandığı bu

platformlar bir şeyleri kanıtlamak ve

insanlara ulaşmanın en iyi yoludur.

Kendimizi kandırmaya devam. Ve

bağımlılığa

Ø Sosyal medyanın ilgi açlığından dolayı

bağımlılık yaptığını düşünüyorum.

Bir sosyalleşme ihtiyacından

kaynaklanmakta. Görünür olma ve

algılanma ihtiyacına dayanır. Kişi dış

dünyadaki gerçeklikten uzaklaşıp sanalı

gerçek dünyaya çevirirse bununla

bağlantılı olarak en nihayetinde gerçekliği

birincil ve ikincil gerçeklik olarak ayırabiliriz.

Bizim birincil gerçekliğimiz içinde

bulunduğumuz beş temel duyu ile

ilişkilendirdiğimiz sosyalliktir. İkincil

gerçeklik ise neredeyse sadece görsel

eğitsel duyularımızla ilişkilenen sosyal

ağdan söz edebiliriz. Kişi bu birinci

gerçeklikteki elde edemediği sosyalliği yani

kendisini sunamaması ya da haberdar

olamadığı konulara ikincil gerçeklikte daha

kolay ulaşır, kendini daha kolay sunabilir. Bu

gerçekleşme ise bireyin ihtiyacı

doğrultusunda oluşur. Aynı şekilde

bağımlılıkta ihtiyaçtan kaynaklanır. Doğal

bağımlılıktan sosyal medya ile ilişkilenme

ihtiyacını, kendini ortaya koyma ihtiyacını

karşıladığı için bağımlılık oluşabilir.

Psikolog veya psikiyatristlerin bağımlıları

tedavi edebileceğini düşünüyor musunuz?

Siz olsanız psikologlara güvenir miydiniz?

ØTedavi edileceklerine inanıyorum sonuçta

bunun için eğitim alıyorlar.

Ø Güvenmem ama denerim.

Ø Evet, güvenirim tedavi edebilirler çünkü

kimse durduk yere bağımlı olmaz illaki

altında yatan sebepler vardır bir boşluk

vardır psikologlarda bu yaraları iyileştirip

tedavide olumlu sonuçlara vesile olabilirler.

Evet, tabi ki de mümkündür. Zaten uzman

yardımı almadan bağımlılıktan kurtulmak

zorlayıcı etki olabilir.

Bağımlılar bağımlı olduklarını

kabullenmekte neden zorlanır?

Ø İnsanlar kendinde suç aramaz suçlu arar.

Ø Bağımlılar bağımlı olduklarını kabul

73


?

etmek istemezler çünkü bağımlılık biraz da

acizlik gibi gelebilir. Yani kişi bir durumun

kendi iradesi dışında kontrol edildiği

düşüncesinden çok hoşlanmaz ve bu

yüzden bunu inkâr etmeye çalışır.

Ø Aslında içten içe ederler ama bunu dışa

vurmak işlerine gelmez çoğu zaman

Farkındalık çok önemlidir. Fakat bağımlı

olan bireylerin bağımlı olmalarını bazen

kendilerine ve başkalarına itiraf etmeme

amacıyla inkâr ve bastırma gibi savunma

mekanizmalarına başvurabilirler.

Sonuç: Dergi Projemiz gerek sosyal medya

mecralarında gerek basılı ve dergi

formatında ulaşabileceği en fazla kitleye

ulaşacak şekilde okuruna sunuldu. Olumlu

geri bildirimler alındı.

Öncelikle bu sempozyumu organize eden

hocalarımıza ardından bu sempozyuma

katılıp bizi onurlandıran rektörümüze ve

projeleriyle keyifli saatler yaşatan

arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Benim

adıma çok verimli geçti diyebilirim. Online

sempozyum nasıl olabilir acaba diye

düşünürken ön yargılarımı yıkan bir

program oldu. Önümüzdeki yıl da

düzenlenirse eğer seve seve katılacağımı

söyleyebilirim.

anlamama ve nasıl yardımcı olmama imkân

sağladığı için bile emek verenlere teşekkür

edebilirim. Benim beğendiğim ve devamını

destekleyebileceğim bir çalışma olmuştu.

Merve Dinçer

Bu projede özellikle bir arkadaşımın

böylesine sanatçı bir kimliğe sahip olması

farkındalık çalışmasında işin içine bunu

koyması çok güzeldi bağımlılık sorununu

sanatsal bir dille sunmuş olması

etkileyiciydi. Bağımlı insanların gözlerinin

resimleri, çizimleri vardı ve bunları dergi

sunumuyla bize gösterdiler. Arkadaşımızın

kendi resimlerini de burada göstermesi

hocalarım karşısında övünç duymamı

sağladı emeği geçen herkese teşekkür

ediyorum.

Dilan Sırdaş

Salih Uyar

Bağımlılık konusu çok derin ve detaylı bir

konu. Fakat çevremize baktığımızda bu

konu çeşitli bahanelerle hafifletilmeye

çalışılıyor. Önceden bağımlılık denildiğinde

belli başlı bağımlılık çeşitleri aklıma gelirdi.

Ama bu çalışma sonrasında bağımlılığın

yalnızca iki üç konuda değil birçok konuda

olabileceği ve bu bağımlılıkların ne sebeple

oluşabileceğini öğrendim. Sırf bu kişileri

74



Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!