25.09.2021 Views

pare eylül

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

PARE

E Y L Ü L 2 0 2 1

P A R E D E R G İ @ G M A İ L . C O M


İLHAM

D İ R E N M E K B İ Z İ M K A N U N U M U Z !

Sertap Erener`in bir şarkısı çalındı geçenlerde kulağıma ‘’ çok

kırılsam da eğilmedim söndü derlerken ben alevlendim’’ Bu söz

kulağıma geldiğinde hepimizin zaman zaman içine düştüğü bir

boşluktaydım. Öyle beklemediğim bir anda geldi ki sanki evren

bana bu ilk kırılışın değil daha önce nasıl ayağa kalktıysan yine

kalkabilirsin demek istiyor gibi. Benim odaklandığım,

algılayabildiğim tek şey ise her seferinde tek başıma nasıl ayağa

kalktığım değil her seferinde kırılışımdı. Sanki öylece dururken, bir

şey hayal ederken her an daimî olarak birileri beni kırıp döküyor.

Artık öylesine rutin ve öylesine alışılmış.


İşte bu hisler üzerime çöktüğünde düşünmeden

edemiyorum. Sevdiklerimiz, bizi sevdiğine

inandıklarımız ne kadar gerçek? Bir de şöyle

sevenler var sadece senin var olmanı, onun

yanında olmanı önemseyenler. Senin yokluğunu

ve uzakta olduğunu düşünememesini kutsal bir

sevgiymiş gibi algılayanlar. Bunun en büyük

örneği bazılarımızın çevresinde ebeveynleri

bazılarınınsa sevgilileri. İkisi de hayatımızın

merkezindeki insanlar. Böyle bir sevgiyi

anlamam ise mümkün değil. Sevmek demek,

onun hayalleri ve mutluluğu için ondan uzak

kalmayı göze alabilmek demek. Onun

mutluluğuyla mutlu olabilmek demek. Sadece

nefes alan bir süs bitkisi gibi yanında olması,

hayallerini, ideallerini, arkadaş çevresini,

hobilerini onu o yapan her şeyi bir köşeye atıp

sadece onu yanında tutmak değil. Bu ne sevgi ne

de aşk! Bu ne biliyor musunuz? Esaret! Kendi

kaygıları ve kompleksleri için birini kısıtlamak.

Sevgi hapsetmez. Sevgi üzmez, kırmaz. Sevgi,

nefes aldırır. Ee o zaman bakınca gerçek sevgi ne

kadar az kalıyor elimizde değil mi?

O boğucu sevginin esaretinde yaşayan kadınlar...

Alışkanlıktan, ekonomik kısıtlamalardan, toplum

baskısından o sevgiye esir olmuş kadınlar

çaresizce çocuklarını da bu esaretin içine

doğuruyor. Kendine güvenmeyen, ürkek, silik

çocuklar büyüdükçe ya kendini feda ediyor ya da

diğerini. Tıpkı esaretine razı olan fillerin hikayesi

gibi. Ama sanmayın ki gücümüz yok. Sanmayın ki

bu esaret ebedi. Biz yine kırılırız dökülürüz ama

yine en baştan başlar tek başımıza direniriz.

Çünkü direnmek bizim kanunumuz. Bazı kadınlar

içindeki kanuna göre yaşar. Kimsenin negatif

kompleksli sevgisini sırtına kambur etmez.

Dilerim ki tüm kadınlar içindeki kanunu keşfedip

amasız sevgiler yaşar.

B Ü Ş R A


eylül misafiri

BRIGITTE BARDOT


E Y L Ü L 2 0 2 1

BRIGITTE BARDOT

E Y L Ü L M İ S A F İ R İ

Fransa`ın İlk Ve En Özgür Kadını!

Bu ay güzelliğiyle ve cesur tarzıyla ünlenen, 1950 ve 1960 döneminin Fransız sinema

oyuncusu şimdilerin hayvan hakları aktivisti Brigitte Bardot misafirimiz. Bakınca

Yeşilçam aktristi Filiz Akın`ı andırsa da eşsiz bir güzelliğe sahip. Sapsarı kabarık

saçlarıyla ikon olmuş tam bir kapak kızıdır. Benim kendisiyle tanışmam şarkılarıyla

oldu. Genellikle sesi çok eleştirilmiş ve beğenilmemiş zamanında. Asıl mesleği

oyunculuk olan biri için fena bulmadığımı söyleyebilirim hatta birkaç şarkısını

gerçekten seviyorum. Şarkılarına rastlayınca güzelliği büyüledi beni araştırdığımda

bir sürü ikonik fotoğraflarla karşılaştım. Tam bir Fransız kadını.


Ve Tanrı Kadını Yarattı

Bu ikonik kadın oyunculuk

kariyerinden önce Paris

Konservatuarı`nda eğitim almış bir

balerindir. Zarifliği buradan geliyor

demek. Bardot, oyunculuk

kariyerine başladıktan sonra Roger

Vadim`in tartışmalı filmi olan Et

Dieu… Créa La Femme ( Ve Tanrı

Kadını Yarattı ) filmiyle uluslararası

bir üne kavuştu. Ayrıca Bardot, ünlü

Fransız yazar Simone de Beauvoir`

in denemesine konu oldu ve

Beauvoir, Bardot` yu ıı. Dünya

Savaşı sonrası Fransa`nın ilk ve en

özgür kadını ilan etti. Brigitte

Bardot oyunculuktan ayrıldıktan

sonra kendini hayvan haklarını

korumaya adadı. Ayrıca 1990`lı yıllar

süresince siyasal düşünceleri ile

sözünü esirgemeyen bir kadın olarak

bilinir.

Brigitte Bardot

Şarkıları:

- Bonnie And Clyde

- Moi je joue

- La madrague

- Bubble Gum

B Ü Ş R A


RENKLİ PALET

G E N Ç K A D I N G İ R İ Ş İ M C İ L E R

Herkese merhabalar, ben Tuğçe. Hayalerinin peşinden koşan bir kızın kurduğu küçük bir

işletmenin sahibiyim. Bunu söylemek şuan çok keyif veriyor, birde geçen süreci dinlemek

dinlemek ister misin ? Eveeet ! Dediğini duyar gibiyim,o halde başlayalım. İlla çocuk

gelişimi olsun diye başladığım kız meslek lisesinde bu serüvenimi başlatan resim

öğretmenim oldu. Resime yeteneğim o dönem de pek yoktu ama ilgim tarif edilemezdi.

Hep çok iyi resim yapmak isteyen bununla ilgili hep hayaller kuran biriydim. Okulumuzun

açtığı resim kursuna başladım. Belli bir süre sonra öğretmenimiz benim grafik bölümünde

yeteneğimi geliştirebileceğimi ve çok daha iyi yerlere gelebileceğimi söylemişti. Tabi bunu

duyan hayalperest ben her zaman ki gibi türlü türlü hayaller kurdum. 3 yıl grafik

bölümünde okudum lisede,çokça çalıştım ama sırada benim için aşılması zor bir sınav

vardı. Yetenek sınavı… Sınavlara son 3 ay kala özel bir kursa gidip kendimi daha da çok

geliştirdim ama kendimi hiç yeterli görmedim. Sanırım bu önemli bir nokta biliyor musun ?

Eğer’’ tamam ben oldum artık’’ deseydim deseydim, o sınavı hiç kazanamazdım. Gayret

olmadan sadece niyetlenmek önemli değildi. Büyük bir mutluluk ve gururla söylüyorum ki

yüzlerce kişi arasından ilk yirmiye girmenin mutluluğu tarif edilemezdi. 4 yıllık eğitim

serüvenim böylece başlamış oldu…


PEKİ BU SOSYAL MEDYA MERAKI

NEREDEN ÇIKTI?

Biliyorsunuz ki sosyal medya artık hayatımızın

vazgeçilmez bir parçası. İşimle ilgili bir çok yararlı

sayfalar incelerdim,tabi birazda özenirdim ve

heveslenirdim. Tatlı bir hevesti bu. Üniversite

yıllarımda bir instagram hesabı açtım ama o

dönemde bu konuda hiç verimli olamadım. Taa ki

pandemi sürecine kadar… Pandemi süreci benim

okulumun bitmesine 3 ay kala başlayan bir

süreçti. Tam anlamıyla koca bir kaos ve

boşluktaydım. Ama bir yandan da içimde hiç

durmak bilmeyen bir kıpırtı vardı. Bu kıpırtıya

‘’Üretme İsteği’’ diyebilirim. Bilen bilir o istek öyle

hoştur ki, sadece isteğinizi bir an önce olmuş

bitmiş olarak görmek istersiniz.’’ Bir suluboya, bir

defter yeter ‘’diyerek çalışmaya başladım. Her

yaptığım çalışma bir sonrakine öncülük etmeye

başladı. Yaptıklarımı sosyal medyaya neden

taşımayayım ki diye bir düşünce geçti aklımdan.

Hem zaten çok aşina olduğum bir konuydu

bu,çokça gözlem yapmıştım. Tekrar bir hesap

açarak yaptığım çalışmaları paylaşmaya

başladım. Bir süre sonra seramiğe de ilgim

artmaya başladı ama hiçbir bilgim yoktu bu

konuda. Bir çok video izledim bu konuda işin ehli

olan kişileri takip ettim. Onların önerilerini

dikkate alarak amatörce çalışmalar yapmaya

başladım. Bir süre sonra çalışmalarım insanların

ilgilerini çekmeye başladı. Şunu söylemeyeliyim ki

geri dönüşlerden bana iletilen mesaj, yaptığım

çalışmaların fotoğraf konseptlerinin özenli

olmasıydı. Ortada bir bütünlüğün olması

insanların içinde ki ahengi uyandırıyordu ve

bunun mutluluğu paha biçilemezdi…


BENDEN SANA

Tüm bunlarla birlikte insanlarla

kurduğumuz iletişim,samimiyet duygusu ve

güven bu işin olmazsa olmaz parçaları.

Henüz yolun çok başında olsamda

hayallerimi destekleyen insanlar ve içimde

yaşattığım tutkuyla birlikte çok daha iyi

yerlere geleceğime inanıyorum. Bir Renkli

Palet atölyesi… Kimisine tatlı bir mola

olurken,kimisinin hayallerine bu yolda

eşlik edecek bir atölye…

Kim bilir belki bir gün bu yazdıklarımı

birlikte resim yaparken konuşuruz ne

dersin ? - Benden sana

Seni sen yapan ,yoluna ışık olan hiçbir

şeyden vazgeçme. Sen ve istediklerin çok

kıymetlisiniz…

Sevgilerimle..

TUĞÇE (RENKLİ PALET)


İSTANBUL'UN TILSIMLARI

EYLÜL GİZEMİ

Geçmişten günümüze kadar her daim

güzelliğini koruyan, hayran olunası

şehir İstanbul. Bu şehrin korunduğuna

dair tılsımlı taşlar bulunmakta. Kimisi

harap olmuş, kimisi depremlerden

dolayı günümüze kadar yalnızca bir

kısmı ulaşabilmiş. Bazı tılsımların

İstanbul’u depremlerden koruduğuna

inanılırken bazılarının da yılanlardan

ve sineklerden koruduğuna

inanılırmış. Bunlardan birkaçına

bakalım şimdi beraber.

Arkadyüs Sütunu

Bu tılsımlı sütunun tamamı beyaz

mermerlerden oluşmakta ve aynı

zamanda en tepesinde peri yüzlü bir

heykelin bulunduğu bilinmekte. Bu

heykel ne zaman feryat etse binlerce

kuş etrafına toplanır ardından ölerek

yere düşermiş. Yılda bir kez olan bu

durumda halk yere düşen bu kuşları

yermiş. Yani şehir bu sayede kıtlıktan

korunurmuş. Tüm şehri açlıktan

koruduğuna inanılması oldukça ilginç.

Tüm yıl yalnızca bir kez görülmesi ise

bu tılsımı daha da değerli yapıyor

bence.


Veba Sütunu

Yine bilinen rivayete göre bu sütunun tılsımı

sayesinde şehrin tümü vebadan korunurmuş.

Fakat Sultan 2. Beyazıd hamam yaptırmak

için yıktırdığında bir oğlu vebadan hayatını

kaybetmiş. Daha sonrasında İstanbul'u veba

hastalığı sarmış. Tılsımlar zarar gördüğünde

ve korunmadığında İstanbul’un

engelllenemez bir felaketle karşılaştığı

gerçeğine daha yakından tanık oluyoruz bu

sayede.

Genç Çift Sütunu

Bu sütunun üzerinde genç bir çift resmi

bulunmakta. Sevdiğiyle arası iyi olmayan ve

barışmak isteyen iki sevgiliden birinin bu

tılsımlı sütuna sarılması yeterliymiş.

Tılsımlar, tüm şehri felaketlerden koruduğu

gibi bireyler arası ilişkilerin düzeltilmesinde

de etkiliymiş demek ki.

Arkadyüs Sütunu'nun günümüzde kalan

parçası

Örme Sütun

At Meydanı’ndaki Örme Sütunun tepesinde

devasa bir mıknatıs olduğuna inanılırmış ve

bu mıknatısın şehri depremlerden koruduğu

düşünülürmüş. İstanbul’da halen devam eden

birçok depremden dolayı bu tılsımın zarar

görmüş olabileceği düşünülmekte. Gelecek

yıllarda gerçekleşeceği söylenen İstanbul

depremini de düşününce; keşke böyle bir

tılsımın etkisi altında olsaydık demekten de

alıkoyamıyor insan kendini.

Beyazıt Hamamı Temelinin Güneyinde

Bulunan Teodosius Sütunu‟nun Parçası


Dikilitaş

Sultanahmet’te bulunan bu tılsımlı taş

üzerinde bulunan sembol ve şekillerin bir

kâhin tarafından çizildiği ve İstanbulun

geleceğine dair bilgilerin yer aldığı

söylenmekte. Yine bu tılsımda sarıklı

insanlar (Osmanlılar) ve yeniçeri kıyafetli

kişilerin şehri ele geçireceği de İstanbul'un

fethinden yüzyıllar önce bu tılsıma işlenmiş.

Görünen o ki tılsımlar koruma gücünün

yanında gelecek ile ilgili tahminlerde de

yardımcı oluyormuş insanlara.

Yılanlı Sütun

Yine bu sütun da Sultanahmet Meydanı’nda

yer alıyor. Şehri haşerat ve yılanlardan

koruyan üç başlı bir ejderha olarak tasvir

edilmekte. Ancak yılan başları ortadan

kaybolmuş. Yılan başlarının şehre dönük

olması sebebiyle uğursuzluk getirdiğine

inanılmış ve halk tarafından taşlanmış.

Böylece başların düştüğü söyleniyor. Açıkçası

yapı itibarı ile en göz alıcı ve merak

uyandırıcı tılsım diyebilirim.

Dikilitaş

İstanbul’un tılsımlarını okudukça ve

öğrendikçe tılsımların gücüne ve İstanbul’ a

hayran olmamak elde değil. Yüzyıllar önce

inşa edilen bu tılsımlı sütunlar İstanbul’un

mistik ve gizemli havasını korumaya devam

ediyor.

Yılanlı Sütun

Feyza


ŞİFA

D O Ğ A D A N G E L E N Ş İ F A

İnsanoğlu yıllardır nesilden nesile aktarılan kadim bilgileri modern

hayat dediğimiz bu teknoloji ve dijital rüyasının içinde tüketti ve

unuttu. Şifanın kaynağı doğadan uzaklaştı. Hatta uzaklaşmakla

kalmayıp dönüşü olmayan zararlar verdi. Yaktı, yıktı, kesti, biçti.

Sonra da lüks bir beton yığının içinde ferah bir nefes almayı

bekledi. Şifayı çok uzaklarda, çok karmaşık yollarda aradı. İçinde

yaradılıştan var olan kadim bilgileri yok saydı. Uykuya daldı. Artık

uyanma vakti! Bizim olanı bulma, yeniden keşfetme vakti! Doğaya

bakmayı bildiğinde doğa sana o sonsuz kucağını açar, tıpkı bir ana

gibi sarıp sarmalar. Şifa verir, huzur verir, ilham verir. Kaynağı

sonsuzdur.


DOĞANIN ÖLÜMÜ HİÇBİR

ÖLÜME BENZEMEZ

Bir ağaç toprağa kök salar. Yağmur yağar,

toprağa düşer toprağı besler. Toprak tüm

kaynağıyla ağacı besler. Güneş tüm ışıltısıyla

ağaca ışık olur hayat verir. Doğanın rahminden

bir ağaç dünyaya gelir. Bu ağaç insanoğlu için

yaşam kaynağı olur. Meyvesi şifa, gölgesi nefes

olur. İşin sonundaysa doğaya gelen ufacık bir

zarar aslında insana ta kendisine gelir. Ama doğa

kin tutmaz. Sabreder, yeniden doğar ve yeniden

hayat verir. Tüm ihtişamıyla yeniden yeşerir,

çiçek açar. Bence asıl sorun bu. Geçmişimizden,

kültürümüzden bu denli koptuğumuz bu yüzyılda

canı yanınca bile çiçek açan, karşılıksız veren bu

eşsiz dengeyi aklın almaması. Kırıldıkça daha çok

kıran, yandıkça daha çok yakan zihniyet aciz

kalıyor bu bereket karşısında. Daha dalında

tomurcukken koparıp atıyor çiçeğini. Bir daha

yeşil görmeye ömrünün yetmeyeceği güzelliği

yakıp kül ediyor. Oysa doğanın ölümü hiçbir

canlının ölümüne benzemez. İnsan ölür yaşam

baki kalır, doğa ölür yaşam biter. Ben hiçbir

canlıda görmedim ki şifasını kendi eliyle

öldürsün. Artık yaşatalım. Yaşatalım ki şifamızı

bulalım.

B Ü Ş R A


DENİZDEN SESLER

Ş İ İ R

ALTIN TOZU

Ben senin gözlerine baktığımda

Altından bir maden buldum

O kirli, kara toprağının altında

Bambaşka bir ruh gördüm.

Ben senin sesini duyduğumda

Bir melodi çaldı çok uzaklarda

Üşenmedim, arayıp buldum

Senin sandığın benim yanımda.

Ben senin kalbine dokunduğumda

Kırık bir cam gibi kestin elimi

O, taştan zırhlı duvarların ardında

Küçük bir çocuk var aslında

DENİZ


OKUR ÖNERİSİ

E Y L Ü L F A V O R İ L E R İ

Patriyarkanın kadınlar üzerinde yarattığı baskıcı ortamı hepimiz her gün tecrübe ediyor, her

gün daha da nefret ediyoruz. Tüm zorluklara rağmen cahiliyetle ve baskıcı sistemle

savaşmak adına kendimizi bir adım ileriye taşıyoruz. Bazen çok yoruluyoruz ama en azından

özgürlüğümüz için savaşmak bile bir şans çünkü Orta Doğu’daki milyonlarca kadın ne yazık

ki savaşabilmekten bile mahrum. Oradaki kadınlar gönüllerince hareket edemez,

konuşamaz, gülemez, âşık olamaz, kariyer yapamaz ve belki hayal bile kuramazlar. Neye

inanıp neye inanmayacaklarını bile seçemezler. Onların tamamen ne yaşadığını asla

bilemeyiz fakat bizzat tecrübe eden insanları dinleyerek, araştırarak ve okuyarak bir nebze

de olsa empati kurabiliriz. Son zamanlarda Afganistan’da Taliban’ın yönetimi ele

geçirmesiyle bu konularda daha da bilgilenmemiz gerektiğine inanıyorum ve sizlere tabir-i

caizse yürek dağlayan iki kitap önermek istiyorum. Bunlardan birisi Zana Muhsen’in Annemi

Bir Kez Daha Görebilsem isimli kitabı. Bu kitap hakkında beni en çok yaralayan şeylerden

biri kitapta anlatılanların gerçek olması. İngiltere’de doğup büyüyen Yemen asıllı iki kız

kardeş Zana ve Nadia yaz tatilinde babaları tarafından Yemen’e akrabalarını görmeye

gideceklerini öğrenirler. Bunun kısa bir tatil olacağını düşünen kızlar, oraya evlendirilmek

için gideceklerinden bir haberdirler. Yaklaşık 300 sayfalık olan bu kitap, kızların yaşadıkları

şokla bulundukları yerden kaçma çabalarını, o dönemin kadın haklarını ve yaşadıkları olayın

nasıl uluslararası bir problem haline geldiğini anlatıyor.


"BU KENTİN NE ÇATILARINI IŞILDATAN

AYLARI SAYABİLİRSİN, NE DE

DUVARLARININ GERİSİNE GİZLENMİŞ

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞİ."

Önermek istediğim ikinci kitap ise

Afgan asıllı Amerika’da yaşayan yazar

Khaled Hosseini’den Bin Muhteşem

Güneş. Bu kitabı okurken kendimi ana

karakterlerin yerine koyduğumda

hissettiğim başlıca duygu çaresizlikti.

Kitap savaş içindeki Afganistan’da

yaşamakta olan Meryem ve Leyla’nın

kesişen hayatlarını anlatıyor.

Taliban’ın ülkede hüküm sürmesiyle

kadınların hakları sıfırlanıyor ve kitabı

okurken sürekli neden diye

sorguluyorsunuz çünkü içten içe

kitaplarda okuduğumuzdan çok daha

kötü durumda olan Leylalar ve

Meryemler olduğunu biliyorsunuz ve

onlara hiçbir şekilde yardımcı

olamamak sizi öldürüyor.

B E L İ Z


SEYİRCİ ÖNERİSİ

E Y L Ü L F A V O R İ L E R İ

Filmimizin yönetmen ve senarist koltuğunda Woody Allen oturuyor. 1986 yapımı klasik bir

Woody Allen filmi. Uzun diyaloglar, iç monologlar derin ve bol karakterler… Allen tarzına

alışkın olmayanlar başta biraz sıkılabilir fakat tarzını anladıkça kendinizi filmin içinde

bulacağınıza eminim.

Woody Allen sevenler bilirler ki uzun diyaloglar yazmada ustadır fakat bu filmde gerçekten

kendini aşmış. Karakterlerin kendini arayış öyküsü, duygusal değişimleri ve Allen’ın

anlatmayı çok sevdiği ‘insan ilişkileri’ çok başarılı bir şekilde perdeye yansıtılmış.

Oyunculuklar da inanılmaz başarılı. Allen filmlerinin en sevdiğim yanı mekanların,

şehirlerin ön planda tutulup görsel bir şölene dönüşmesi. Bu filminde Manhattan’dayız.

Film klasik bir Amerikan filminde göreceğimiz gibi bütün ailenin toplandığı bir şükran günü

yemeği ile başlıyor ve iki yıl sonraki şükran günü yemeği ile bitiyor. Bu iki yıl bölümlere

ayrılmış epizodik bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Filmde ana kahramanlar 3 kız kardeş

Hannah, Lee ve Holly. Lee kendisinden yaşça büyük hocasıyla aşk yaşmakta. Holly ise

hiçbir işi tutturamamış daha doğrusu kendi yeteneğini arayan küçük kardeş. Hannah,

başarılı bir oyuncu iyi bir anne, iyi bir kardeş ve iyi bir eş kısacası örnek bir insan. Fakat eşi

Elliot kardeşi Lee’ye aşık. Aynı zamanda Hannah’ın eski eşi Mickey varoluş sancısı

çekmekte ve hayatın anlamını bulmaya çalışmakta. Bunlardan sonra size söyleyeceğim her

şey spoiler olur aşağıdaki soruların cevaplarını bulmanız için filmi izlemenizi tavsiye

ederim. Elliot&Lee aşkı gerçekleşecek mi? Hannah gerçekleri öğrenecek mi? Holly bir iş

edinebilecek mi? Mickey varoluş sancısı çekerken yolu kiminle kesişecek? İyi seyirler.


Shang-Chi ve On

Halka Efsanesi

Shang-Chi ve On Halka Efsanesi

Marvel sinematik evreninin yeni filmlerinden

birine daha kavuştuk. Sinema salonlarına

uzak kaldığımız bu dönemde hasret

gidermek için güzel bir film.

Çinli anne ve babanın çocuğu olan Shang-Chi,

üstün bir güce sahip olan babası tarafından

Kung Fu ustası olması için eğitilir. Böylelikle

inanılmaz yeteneklere sahip olur. Shang-Chi

babasının kendisini bir suikastçı olarak

yetiştirdiğini fark edince onu terk eder. Yıllar

sonra babasının güçlerini kötülük için

kullanacağını öğrenince bu yeteneklerini

babasına karşı kullanacaktır.

Dövüş sahneleri oldukça yoğun ve kaliteli.

Marvel filmi izlediğinizi unutup Jet Li izliyor

sanabilirsiniz bu yönü filmi daha da keyifli

kılıyor. Oldukça iyi açılan bir senaryo

yapısına sahip akıcı ve özgün. Hiç Marvel

filmi izlemediyseniz korkmayın diğer

filmleriyle hiçbir bağlantısı yok. Dediğim gibi

film bir Marvel filmi olduğunu unutturuyor,

diğer filmlerine göre çok bağımsız bir

hikâyeye sahip. Fantastik film severlerin

kesin izlemesi gereken, sevmeyenlerin ise bir

şans vermesi gerektiğini düşündüğüm bir

yapım. İyi Seyirler..

E C E


KÜNYE

büşra

feyza

deniz

beliz

tuğçe

ece


Birine ulaşması gereken mesajın en

hayırlı şekilde ve en hayırlı vakitte

ulaşmasını dileriz.

Bu yolculukta bizimle olduğunuz için

sonsuz teşekkürler.

Ekim sayısı için öneri, istek ya da

eleştirilerinizi @paredergi instagram

adresimizden ya da

paredergi@gmail.com`dan

iletebilirsiniz.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!