25.01.2023 Views

dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Gal "O"

• G A Z İ A N A O L U L İ S E S İ •

Gal"o"

Yayım Tarihi: 24.01.2023

Gazi Anadolu Lisesi Dijital Dergisi

Editörler: Asya Yağmur Çebi & Ayşe

Berra Ay

Sorumlu Öğretmen: Demet Gökçe



Değişimin önderi değerli öğretmen arkadaşlarım, bu günümüzü ve

yarınlarımızı anlamlı kılan sevgili öğrencilerimiz, en kıymetli varlıklarının

geleceğe hazırlanması için bize inanan ve güven duyan saygıdeğer

velilerimiz;

İnsan yaşamındaki en hayati unsurlardan biri kuşkusuz eğitimdir. Her birey

bir bakıma almış olduğu eğitimle şekillenerek hayata hazırlanır. Almış

olduğu eğitim onun hayatına yön verir. Bireysel ve toplumsal ilişkilerini

şekillendirir. Özetle insanın eğitimi onun yaşamı için ilklerinin başında gelir.

Bu kadar hayati bir konuda sorumluluğunu üstlendiğimiz öğrencilerimizin,

bizler için önemi kelimelerle ifade edilenlerden daha ötedir. Böyle bir

sorumluluğu omuzlarımızda taşımanın bilinci ile onlar için her şeyin en iyisini

yapmanın gayretindeyiz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyetin kuruluşuyla hızlı bir

ivme kazanan eğitim öğretim faaliyetleri 1930 yıllarda Köy Enstitüleri

modeliyle ülke coğrafyasının neredeyse tamamına ulaştırılmış, ülkemiz

insanın çok daha fazla sayıda bu hizmetleri almasının önü açılmıştır.

Günümüzde eğitim öğretim faaliyetlerinde evrensel bakışla birlikte dünya

insanı yetiştirme anlayışı öne çıkmıştır. Bu doğrultuda, özellikle son yıllarda

eğitim öğretim altyapısı ve teknolojisinin geliştirilmesinde devletimiz

tarafından atılan güçlü adımlarla bu anlayışın hayata geçmesi

desteklenmiştir.

Gezegenimizdeki baş döndürücü gelişmeler ülke insanı olarak bizleri de

yakından etkilemekte, bu yarışın arkasında kalmamak için çok çalışmamız

gerektiği sorumluluğunu yüklemektedir. Değişimin bu denli hızlandığı

çağımızda, öğrencilerimizin bu değişime ayak uydurması temel hedef

olarak ortaya çıkmaktadır.

Gazi Anadolu Lisesi ailesi olarak, global gelişmeleri özümseyerek, bu

doğrultuda vizyon geliştirip, hedefe ulaşmak temel stratejimiz olmuştur.

Okulumuz öğrencilerinin hayata hazırlanmasında dünya insanı yetiştirme

stratejimiz bütün kurum çalışanlarımızın ortak paydası olmuştur.

Bu anlayış içerisinde öğrencilerine inanan ve güvenen, birey olarak onları

seven ve onlara saygı duyan, okulun yönetim erklerinde sorumluluk veren,

velilerimizin katkılarını önemseyen yaklaşımımız, okulumuz paydaşlarının

ortak değerleridir.

Gazi Anadolu Lisesi öğrencilerinin sahip olduğu “mutlu insan gülen okul

modeli” dünden bugüne, bugünden yarına varlığını koruyacaktır. Sevgi ve

saygı ikliminin hâkim olduğu okul iklimimizin nice gelecek yıllara taşınması

dileklerimle bu iklimin oluşması ve yaşatılmasına katkı veren eski ve yeni tüm

idareci ve öğretmenlerimize teşekkürlerimi sunuyor, saygılarımı iletiyorum.

Dr. İrfan BÜLBÜL

Gazi Anadolu Lisesi Müdürü


T A R İ H T E O C A K A Y I

GAZİ ANADOLU LİSESİ TARİH VE ATATÜRKÇÜLÜK KULÜBÜ TARİH DERGİSİ


İ Ç İ N D E K İ L E R

3

Küba Devrimi

4

Uğur Mumcu Suikasti

5

Ridaniye Savaşı

7

Karlofça Antlaşması

9

Misak-ı Milli

10

Yaş Antlaşması

11

1 . İnönü Savaşı

13

Ahali Mübadelesi

14

Sovyet birlikleri Doğu Avrupa'da

Nazi güçlerine karşı atağa geçti.

Diğer Haberler

15

Paris Barış Konferansı Açıldı

Diğer Haberler

16

Rus Çarı Korkunç İvan Taç Giydi

Diğer Haberler

17

Çöl Fırtınası Harekatının Hava Kısmı

Başladı

18

Halkçılık İlkesi

19

Kaynakça | 2


1 OCAK 1959 -

KÜBA DEVRİMİ

SON BULDU

T A R İ H T E O C A K A Y I

KÜBA DEVRİMİ

26 Temmuz Hareketi'yle birlikte

kovulan Fulgencio Batista rejimi

yerine Fidel Castro önderliğinde yeni

bir Küba hükûmeti kurulmasıdır.

Süreç 26 Temmuz 1953 Moncada

Kışlası isyanıyla başlar, 1 Ocak

1959'da Batista'nın kovulması ve

Santa Clara, Santiago de Cuba

şehirlerinin Fidel Castro, Che

Guevara, Raul Castro liderliğindeki

isyancılar tarafından ele

geçirilmesiyle son bulur. "Küba

devrimi" terimi, aynı zamanda kısaca

Batista'nın devrilmesi ve sosyalist

ilkelerin yeni Küba Hükûmeti

tarafından uygulanmasını da belirtir.

| 3


24 OCAK 1993-

UĞUR MUMCU

SUİKASTE

UĞRADI

T A R İ H T E O C A K A Y I

Suikastı; İslamî Hareket

Cephesi, İBDA-C, Hizbullah gibi

örgütler üstlendi.Suikastın

arkasında Mossad'ın ve

kontrgerillanın olduğu da iddia

edildi.

Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te

Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin

önünde, arabasına konan C-4 tipi

plastik bombanın patlaması sonucu

suikasta kurban giderek yaşamını

yitirdi. Suikastın hemen ardından

olay yerinde inceleme yapan

uzmanların hiçbir delil bulamadığı,

patlamayla etrafa dağılan ve

cımbızla toplanması gereken

delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü

iddia edilmiştir.

| 4


22 OCAK 1517-

RİDANİYE

SAVAŞI

T A R İ H T E O C A K A Y I

Mercidabık Muharebesi'nden sonra

Memlûk Sultanlığı'nın başına geçen

Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini

kabul etmediği gibi, barış teklifi için

gelen Osmanlı elçisini de

öldürtmüştü. I. Selim, ordusuyla

birlikte Sina Çölü'nü 13 gün içinde (3

Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridâniye'de

Memlûk Ordusu ile karşılaştı.

Ridâniye'de yeni Memlûk Sultanı

Tomanbay, Venedikliler'den top ve

silah alarak kuvvetli bir savunma

hattı kurmuştu. Memlûk Ordusu'na,

El-Mukaddam Dağı'nın etrafını

dolaşarak güneyden saldıran I. Selim,

bu manevra sayesinde Memlûk

Ordusu'nun yönleri sabit olan

toplarını etkisiz hale getirdi.

| 5


Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük

çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına

rağmen, 22 Ocak günü Ridâniye

Muharebesi'ni kaybetmekte olduğunu

anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik

kurup Osmanlı komuta merkezine bir

baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı

sandığı veziriazamın çadırına girdi ve

Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu

suikast baskınının da istenen hedefi

bulmaması sonucu, Tomanbay savaş

alanından çekildi. Böylece 22 Ocak 1517'de

Ridâniye Zaferi kazanıldı.

SAVAŞIN SONUÇLARI

Bu zaferle birlikte Memlûk Sultanlığı yıkılmış,

bütün toprakları Osmanlı egemenliğine

girmiştir. Memlûk Sultanlığı tarihe karışmış,

Osmanlı Devleti Mısır'a hakim olmuş ve

Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır'daki

Kutsal Emanetler İstanbul'a getirilmiştir.

Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'in ve Baharat

Yolu'nun tek hakimi durumuna yükselmiş;

Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır.

| 6


26 OCAK 1699-

KARLOFÇA

ANTLAŞMASI

İMZALANDI

T A R İ H T E O C A K A Y I

KARLOFÇA ANTLAŞMASI

Karlofça Antlaşması, 26 Ocak 1699

tarihinde Osmanlı ile başlarında

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu

bulunan diğer Kutsal İttifak devletleri

(Avusturya, Venedik ve Lehistan)

arasında imzalanmış olan bir barış

antlaşmasıdır. Gerileme Dönemi'nin

başlangıcı olarak sayılmaktadır.

Karlofça( Сремски Карловци )

bugünkü Sırbistan'ın sınırları içinde

yer alan küçük bir kasabadır.

Antlaşma, 1683-1698 yılları arasındaki

Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları'nın

sonucunda imzalanmıştır.

| 7


OSMANLI-KUTSAL İTTİFAK SAVAŞLARI

Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları

(1683-1699), Osmanlıların II. Viyana

Kuşatması'nda başarısızlığa

uğramasından cesaret alan bir

grup Avrupa ülkesinin Kutsal İttifak

adı altında birleşip Osmanlılara

karşı giriştikleri ve bu ülkelerin

Macaristan, Ukrayna ve

Dalmaçya'da hâkimiyet kurup

Balkanlar'daki

Osmanlı

hâkimiyetine büyük darbe

vurmaları ile sonuçlanmış bir

savaşlar dizisidir. Osmanlı tarihinde

Felaket Seneleri veya Küçük

Kıyamet olarak da geçer. Avrupa

tarihinde ise genelde Büyük Türk

Savaşı olarak bahsedilir.

A P R İ L E D İ T İ O N

| 8


28 OCAK 1920-

OSMANLI MEBUSAN

MECLİSİ'NİN GİZLİ

OTURUMUNDA

MÎSÂK-I MİLLÎ KABUL

EDİLDİ.

T A R İ H T E O C A K A Y I

Misak-ı Millî'nin ana hatları Erzurum

Kongresi (22 Temmuz - 7 Ağustos 1919) ve

Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919)

biçimlendi.Anadolu'nun her ilinde

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gösterdiği

adaylar kazandı. Seçilen adaylar Aralık ayı

ve 1920 Ocak ayının ilk günleri boyunca

ikişer üçer kişilik gruplar halinde Ankara'ya

gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i

Temsiliye (Temsil Heyeti) üyeleriyle

görüştüler. Bildiri metni bu görüşmelerde

son halini aldı. Heyet-i Temsiliye

üyelerince imzalanan metin, Trabzon

mebusu Hüsrev Sami Bey (Gerede)

aracılığıyla İstanbul'a gönderildi.

12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayan

Meclis, yönetim organlarını seçtikten hemen sonra bildiri

konusunu ele aldı. 28 Ocak'ta yapılan bir kapalı

oturumda “Ahd-ı Millî Beyannamesi” kabul edildi.

| 9


9 OCAK 1792 –

YAŞ

ANTLAŞMASI

İMZALANDI

T A R İ H T E O C A K A Y I

YAŞ ANTLAŞMASI

Osmanlı Devleti’nin, Kırım’ı geri almak

gayesiyle, 19 Ağustos 1787’de,

Rusya’ya açtığı savaş, Avusturya’nın

da savaşa dâhil olmasıyla aleyhte

gelişti. Özi, Kili, İsmail, Anapa ve

Soğucak gibi kaleler, Rusların eline

geçti. Neticede, İngiltere, Prusya ve

İspanya’nın arabuluculuğuyla, 18

Ağustos 1791 tarihinde, Osmanlı

Devleti ile Rusya arasında, sekiz aylık

bir süre için Kalas Mütarekesi

imzalandı.

Arkasından, Kasım 1791’de, Yaş kentinde barış

görüşmelerine başlandı. Yaklaşık iki buçuk ay süren uzun

ve çetin müzakerelerden sonra, 10 Ocak 1792 tarihinde,

Sadrazam Yusuf Paşa tarafından temsil edilen Osmanlı

Devleti’yle Prens Bezborodko’nun temsil ettiği Rusya

arasında Yaş Barış Antlaşması imzalandI.

| 1 0


6-11 OCAK

1921- 1. İNÖNÜ

MUHAREBESİ

T A R İ H T E O C A K A Y I

1.İNÖNÜ MÜHAREBESİ

I. İnönü Muharebesi, 6 Ocak 1921

tarihinde iki koldan taarruza geçen

Yunan kuvvetleriyle İnönü

mevzilerinde savunmada olan

Ankara Hükümeti kuvvetleri arasında

yapılan muharebedir. 6 Ocak 1921

tarihine kadar Uşak ve Bursa

bölgesinde hazırlıklarını sürdüren

Yunanlar, Türk-Batı Cephesi

birliklerinin Çerkez Ethem

Kuvvetlerinin Tenkili harekâtı ile

meşgul olmasından da

faydalanarak, İnönü-Eskişehir

istikametinde taarruza başladılar.

6-9 Ocak 1921 tarihleri arasındaki muharebeler, örtme ve

emniyet kuvvetleri harekâtı şeklinde cereyan etti. İnönü

mevzilerindeki muharebeler 10 Ocak 1921 tarihinde

başlamış, Yunan kuvvetlerinin taarruz çıkış hatlarına

çekildiği 11 Ocak 1921 tarihine kadar sürmüştür.

| 1 1


Savaşın Sonuçları

Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan

bu savaş Batı cephesinde kazanılan

ilk savaştır. Bu zafer düzenli ordunun

önemini ortaya çıkarmış, ulusal birlik

ve beraberliği sağlamış aynı

zamanda TBMM'nin siyasal açıdan

güçlenmesini sağlamıştır.TBMM bu

zaferden sonra Londra Konferansı'na

davet edilmiştir.

| 1 2


30 OCAK 1923 -

YUNANİSTAN İLE

TÜRKİYE ARASINDA

AHALİ MÜBADELESİ

ANTLAŞMASI YAPILDI

T A R İ H T E O C A K A Y I

Ahali Mübadelesi

30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan

sözleşme, on dokuz maddeden

oluşuyordu. Sözleşme gereği, 1 Mayıs

1923 tarihi itibarıyla Türkiye

topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus

ile Yunanistan topraklarındaki

Türk/Müslüman nüfus arasında

zorunlu göç uygulaması şarta

bağlanmış oluyordu.

Mübadeleye tabi tutulmayacak

olanlar sözleşmenin ikinci

maddesinde belirtildiği üzere Batı

Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları idi.

| 1 3


12 OCAK 1945 - II. DÜNYA

SAVAŞI: SOVYET

BİRLİKLERİ DOĞU

AVRUPA'DA NAZİ

GÜÇLERİNE KARŞI ATAĞA

GEÇTİ.

T A R İ H T E O C A K A Y I

18 OCAK 1943 - Sovyetler Birliği,

Leningrad'da(St. Petersburg) hüküm

süren Alman kuşatmasını kırdığını

açıkladı.

27 OCAK 1945 - Sovyetler Birliği'nin

Kızıl Ordu birlikleri, Almanya'nın

Polonya'da kurduğu Auschwitz-

Birkenau kampını ele geçirdi.

| 1 4


18 OCAK 1919 –

PARİS BARIŞ

KONFERANSI

AÇILDI

T A R İ H T E O C A K A Y I

I. Dünya Savaşı'nın askeri safhası

ateşkes antlaşmalarıyla sona

erdikten sonra galip devletler

imzalanacak olan antlaşmaların

maddeleri üzerinde karşılıklı olarak

anlaşmak ve kendi aralarındaki

siyasi, ekonomik problemleri

çözümlemek amacıyla 18 Ocak

1919’da Paris’te bir araya gelmiştir.

21 OCAK 1925 – ARNAVUTLUK

CUMHURİYETİ İLAN EDİLDİ

Arnavutluk'un 1925-1928 yılları arasındaki

resmi adıdır. 1925 Anayasası ile

Arnavutluk cumhuriyet haline geldi.

Arnavutluk 1926 ve 1927 Tiran Antlaşmaları

ile fiilen İtalya Krallığı'nın himayesine girdi.

1928 yılında cumhurbaşkanı Zogu'nun

kendisini kral ilan etmesiyle cumhuriyet

sona erdi.

| 1 5


16 OCAK 1547- RUS

ÇARI KORKUNÇ

KORKUNÇ İVAN

TAÇ GİYDİ

T A R İ H T E O C A K A Y I

Henüz üç yaşında Moskova

Knezliği'nin başına geçti. 1547'de taç

giydiKararlı, etkileyici ve acımasız bir

portre çizen İvan, büyük hırsları olan

ve intikam duygusu oldukça yüksek

bir Rus lideriydi. Yaptığı çeşitli

seferlerle Moskova Knezliği'ni

genişletti. Bu durumdan

faydalanarak kendini "Tüm

Rusya'nın Çarı" ilan etti. Böylece

devlet, Çarlık yönetim sistemine

geçmiş oldu.

3 OCAK 1521 – MARTİN LUTHER AFOROZ

EDİLDİ

Reform hareketinin önderi Cermen

kökenli teolog ve filozof Martin Luther,

Roma Katolik Kilisesi tarafından aforoz

edildi.

| 1 6


17 OCAK 1991-

ÇÖL FIRTINASI

HAREKATI’NIN

HAVA HAREKATI

BAŞLADI

T A R İ H T E O C A K A Y I

Çöl Fırtınası Harekatı, ABD uçaklarının

Irak ve Kuveyt'teki hedefleri

vurmalarıyla başladı. Irak, misilleme

olarak İsrail'e 8 adet Scud füzesi

yolladı.

| 1 7


ATAMIZ VE

HALKÇILIK

İLKESİ

T A R İ H T E O C A K A Y I

Halkın halk tarafından ve halk için idaresi

halkçılık olarak bilinmektedir. Bu

doğrultuda sosyal, ekonomik, toplumsal

ve kültürel alanlar halkçılıkla ilgilidir. Yani

diğer bir deyişle tüm bu unsurlar halka ve

halkçılığa dayanır. Özellikle Mustafa Kemal

Atatürk'ün halkçılık ilkesi 3 temel esas

üzerinden ele alınmaktadır;

- Siyasi demokrasi (Halk yönetimi)

- Yasalar önünde eşitlik

- Sosyal dayanışma ile beraber sınıf

mücadelesinin reddi

Tüm bu maddeler halkın iyiliği, halkın eşit

şekilde ve adaletli biçimde yaşaması

amaçlı ele alınmaktadır. Böylece daha

barışçıl, daha özgür ve ekonomik yönden

güçlü şekilde halkın ön plana çıkması

amaçlanmaktadır. Aynı zamanda halkın

yönetim konusunda çoğunluğu sağlamak

suretiyle seçim hakkını elinde

bulundurması da yine halkçılık ile ilgilidir.

| 1 8


TARİHTE OCAK AYI

K A Y N A K Ç A

https://avim.org.tr/images/uploads/Blog/j565f

mk.jpg

https://www.nkfu.com/wpcontent/uploads/2013/03/ridaniye-savasi.jpg

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/com

mons/a/a8/Ataturk1930s.jpg

https://avim.org.tr/images/uploads/Blog/j565f

mk.jpg

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/Dosy

a:Paris_Bar%C4%B1%C5%9F_Konferans%C4%

B1.jpg

https://www.tarihiolaylar.com/img/tarihiolay

lar/tarihi_olaylar_paris-baris-konferansijpg_837954707_1442857123.jpg

http://www.ekrembugraekinci.com/resimler/

kavala.jpg

https://i.cnnturk.com/i/cnnturk/75/1200x650

/5fbcffec5cf3b00ba87ee023.jpg

https://tr.wikipedia.org/wiki/Te%C5%9Fk%C

3%AEl%C3%A2t-

%C4%B1_Es%C3%A2siye_Kanunu#:~:text=Te%

C5%9Fkilat%2D%C4%B1%20Esasiye%20Kanu

nu%20(Osmanl%C4%B1,%C3%A7er%C3%A7ev

e%20anayasa%22%20niteli%C4%9Finde%20bi

r%20belgedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Vikipedi:Tarihte

_bug%C3%BCn/Ocak

https://www.ataturkinkilaplari.com/ao/77/ata

turk-un-halkcilik-ilkesi-ile-ilgili-sozleri.html

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/halkc

ilik-ilkesi/

https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCba_Devrimi

| 1 9


Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz,

almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve

medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en

kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal

sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve

yaşatacak sizsiniz.

-Mustafa Kemal ATATÜRK



Sular Şehri

Bursa

Bursa’nın antik çağlardaki adı Prusa’dır. Bugünkü ismi de buradan gelir. Şehrin

genellikle Bithinya krallarından Prusias tarafından kurulduğu kabul edilir. Antik

dönemdeki Prusa adlı diğer şehirlerden ayırt edilmek için “Prusa ad Olympum”

(Olimpos Prusası) adıyla anılmıştır. Şehrin kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir.

Bazı kaynaklarda M.Ö. 2. yüzyıl sonlarında Prusias’a iltica eden Kartacalı Annibal’ın

teşebbüsü ile kurulduğu kaydedilir. Ayrıca Bithinya kralları tarafından şimdiki hisarın

yerinde bulunan daha eski bir yerleşimin üzerinde yeniden tesis edildiği de belirtilir9.

Bithinya’nın merkezi İzmit diye geçer. Lidya kralı Krezüs, Bithinya topraklarını ele

geçirmiş, Persler Lidya’yı yenerek 200 sene valilik olarak idare etmiştir. Persleri

Makendonya kralı İskender, yenerek bu bölgeye hakim olmuştur10. Bu dönemde zaman

zaman müslüman Arap ordularının ve ardından da Türklerin hücumlarına maruz

kalmıştır. Anadolu fatihi Süleyman Şah 1080’de İznik’i alarak kendisine merkez

yaptıktan hemen sonra Bursa’yı fetheder. İznik’in 1097’de yeniden Bizans hakimiyetine

girmesinin ardından buranın da zapt edilip edilmediği hakkında bir bilgi yoktur11.

Ancak 1107’de I.Kılıçarslan’ın ölümü ile şehzadeler arasında başlayan mücadeleler

sırasında şehrin Türklerin hakimiyetinden çıktığı tahmin edilmektedir. Şehir 1113’de

Türk kuvvetleri tarafından tekrar zapt edildiyse de daha sonra imparator Aleksis

Kommenos tarafından geri alınmıştır. Böylece Osmanlıların bu bölgede faaliyet

göstermelerine kadar Bizans’ın elinde kalmıştır. XIV. yüzyıl Bizans tarihçisi

Pachymeres’in kaydına göre 1300’lerde Türklerin Batı Anadolu’ya yayılışları sırasında

Bizans’ın elinde kalan üç önemli kale yani şehirlerden biri de Bursa’dır12.

Su, canlıların yerleşimine, toplumların yerleşim birimleri meydana getirmelerine

tesir eden coğrafi faktörlerden birisidir. İnsanlar her zaman, sudan en iyi şekilde

yararlanmanın yollarını aramışlardır. Uygarca yaşayabilmenin önde gelin unsurlarından

biri de su ihtiyacının karşılanması olmuştur.

Uludağ’ın eteklerinde yer alan Bursa, birçok özelliğinin yanında sıcak (kaplıca) ve soğuk

sularıyla da meşhur olmuş bir şehirdir. Bursa’nın Uludağ’dan beslenen soğuk suları şehrin

su ile anılmasına neden olacak kadar boldur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, kısacası

Bursa sudan ibaret bir sözdür. demiştir.

Bursa, Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra her alanda büyük bir gelişme

göstermiştir. Bu gelişmelerden şehrin suyolları ve tesisleri de nasibini almıştır. Öyle ki,

özellikle Osmanlı döneminde içme suyu temini açısından gerek idari yönetimler ve gerekse

kişiler tarafından2000’den fazla çeşme (hayrat) yapılmıştır. Aynı zamanda su ihtiyacının

karşılanması amacıyla, çeşitli mesafelerde hizmet eden isale hatlarının döşenmesi

çalışma Bu suların değişik ihtiyaçlara cevap verecek şekilde kullanılması, mevcut bulunan

alt yapının sürekli olarak bakımını ve onarımını sağlamakla mümkün olabilirdi. Osmanlı

döneminde bu işin gerçekleştirilmesinde vakıfların büyük rolü vardı.

Bursa tarihi olarak bir su hazinesine sahip olmakla birlikte günümüzdeki temel sorun su

temini çalışmalarının amacı, yeterli miktar ve kalitedeki suyun istenildiği anda tüketicilere

en az maliyetle sunulması sorunudur.Su teminine ilişkin çalışmalar bir bütündür ve bir

zincirin halkalarını oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda, Bursa’da gelecek yıllarda su

sorununun yaşanmaması her şeyden önce, su sorununa yol açabilecek unsurların ortadan

kaldırılmasına, diğer bir anlatımla su temini

çalışmalarının eksiksiz bir şekilde yürütülmesine bağlıdır.

.


BURSA’NIN

GÜNÜMÜZE

KALAN

BELLİ BAŞLI

TARİHİ

ÇEŞMELERİ

NDEN

GÖRSELLER

VE BİLGİLER

Kırkodalar Anibal Çeşmesi Görünümü

M.Ö. 202 yılında Kumandan Kartacalı Anibal

tarafından yaptırılmıştır. Anibal tarafından, Pınarbaşı

suyu künklerle yapılan isale (iletim) vasıtasıyla

Bursa’ya getirilmiş ve küçük bir şebeke inşa edilmiştir.

Bursa şehrinin kuruluşundan günümüze kadar

gelebilmiş bir yer altı çeşmesidir. Bursa’nın en eski

tarihli çeşmesi olarak bilinir.


Bursa Devlet Hastahane’sinin

arkasında Alaaddin Caddesi

sonundaki Allaaddin Camii’nin

duvarındadır. Üzerinde kitabesi

olmayan çeşmenin camiyle beraber

XIV. yüzyılda yaptırıldığı

düşünülmektedir 86 . Çeşme 1960

yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler

Kurumu tarafından onarılmış ve

bugünkü görüntüsünü almıştır

Alaaddin Camii Çeşmesi Genel Görünüm

Muradiye MedreseÇeşmesi Genel Görünümü

Muradiye Mahallesinde, Muradiye

Medresesi’nin batısında Kaplıca

Caddesine bakan köşededir. Çeşmenin

kitabesi yoktur. Ancak külliye içinde yer

alan cami inşa kitabesine göre Sultan II.

Murat tarafından 828 H.- 1425/ 830 H.-

1426 M. tarihinde yaptırılmıştır 106 .

Buna göre çeşme de cami ve medrese ile

birlikte aynı tarihlerde inşa edilmiş

olmalıdır


Umur Bey Mahallesinde, Kapıcı

Caddesinde, Umur Bey Camii

avlu duvarındadır.Hacı Umur

Bey Bin Timurtaş tarafından,

931 H.-1524 M. yılında

yaptırılmıştır

Umurbey Camii Çeşmesi Genel Görünümü

Muradiye Camii Çeşmesi Genel Görünümü

Muradiye Camii’nindoğu girişinde avlu

duvarına bitişiktir. Çeşmenin kitabesi

bulunmamaktadır. Aynı adla anılan

Muradiye Camii Sultan II. Murat

tarafından 828 H.-1425 M. yılında

yapımına başlanmış, 830 H.-1426 M.

yılında tamamlanmıştır


Çinili (MünirPaşa) Çeşme Batı Cephesi

Osmangazi Semtinde, Bursa Ulu Camii’nin güneybatısında

köşede yer alır. Çinili Çeşme, 1321 H.-1903 M. yılında

yaptırılmıştır158. Zamanla dökülen bu çeşmenin çinileri

Kütahya’dan getirilerek, yenileri ile 1952 yılında

değiştirilmiştir. Sonradan bu çeşme, 1959 yılında Bursa Ulu

Camii’nde yapılan onarım esnasında “muhdestir” kararı

alınarak yıktırılmıştır159. Sonradan 1994 yılında aslına uygun

olarak tekrardan yaptırılmıştır.

Hisar içinde Zindankapı Sokağında, Veled-i

Yaniç Mescidinin duvarında yer alır. Çeşme

mermer ayna taşı üzerinde bulunan kitabeye

göre, 1331 H.-1912-1913 M. Tarihlidir. Sultan

Murat zamanında aynı adla anılan mescitin

giriş kapısı üzerindeki kitabede, Yaniçoğlu

Hacı Hayrüddin’in oğlu Hacı Mahmut Çelebi

tarafından 844 H.- 1440-1441 M. tarihinde

yaptırılmıştır

Veled-i Yaniç Çeşmesi Genel Görünümü


GAZİ ANADOLU ÖĞRENCİLERİ

İKLİM KRİZİ İÇİN

İZNİK'TE İŞ BAŞINDA

TÜBİTAK 4004

NE YAPTIK?

4004 programı; bilginin toplum ile

buluşturulmasını ve yaygınlaştırılmasını, bilginin

mümkün olduğunca görselleştirilerek, etkileşimli

uygulamalarla anlaşılır bir biçimde

kazandırılmasını amaçlamaktadır. Program

kapsamındaki projelerde; katılımcıların bilimsel

olguları fark etmeleri sağlanarak, merak

duygularının, araştırma, sorgulama ve öğrenme

isteklerinin teşvik edilmesi hedeflenmektedir.

İKLİM KRİZİ

NEDİR?

İklim krizi genel olarak iklim koşullarında meydana gelen

olumsuz değişimler ve zararlı sonuçlarının bütünü

şeklinde tanımlanabilir. İklim krizi küresel ısınma gibi

sorunlarla yakından ilişkisi olan bir olgudur. Bu da

beraberinde ciddi boyutlara ulaşan kuraklaşma,

öngörülemeyen küresel yağışlar ve meteorolojik olayların

sıklığı, küresel boyutta sıcaklık artışı gibi insanların

ihtiyaç duyduğu yaşam alanının hızlı bir şekilde yok

olmasına sebep olan durumları meydana getirir. İklim

krizi uluslararası organizasyonlar ve dünya genelindeki

devletlerin desteği ile engellenmeye çalışılmaktadır.

Biz bu projede Tübitak 4004 Programı kapsamında

bir hafta boyunca İznik'te iklim krizi hakkında çeşitli

etkinliklere katıldık. Bu konu hakkındaki bilinç

düzeyimizi, farkındalığımızı arttırdık ve dünyamızın

sonunu getirecek olan iklim krizine dur demeye

çalışacak çözüm önerileri aradık.

İZNİK'TE İKLİM KRİZİ

İZLERİNİ ARADIK

İKLİM KRİZİ HAKKINDA

FARKINDALIĞIMIZI

ARTTIRAN ETKİNLİKLERE

KATILDIK

İKLİM KRİZİNE DUR

DEMEK İÇİN ÇÖZÜM

ÖNERİLERİ ARADIK









Ben Kimim?

Bu sonsuz yolculukta yaşadıklarımız bize varlığımızı ve kainatı sorgulatır.

İnsan doğduğu andan itibaren merak etmeye başlar. Konuşmaya

başladığı andan itibaren sorular sormaya başlar. Bu sorular hayat boyu

devam eder. Sorular soruları doğurur ve bu uzun yolda bize yol

gösterirler. Bu sorulardan en önemlisi muhakkak ki “Ben kimim?”

sorusudur. Şayet insan kim olduğunu bilmezse tüm bu sorular anlamsız

kalır. Bu noktada ilk akla gelen tasavvuftur. Tasavvuf düşüncesi varlığı

ayırmak yerine varlığın bir olduğunu savunur. Varlık maddenin

ötesindedir ve kelimelerle tarif edilmesi zordur. Yalnızca hissedilebilir.

Tasavvuf felsefesindeki en büyük sorular sanılanın aksine “Tanrı var

mıdır?” veya “Ölümden sonra yaşam var mıdır?” gibi sorulardan ziyade

“Ben kimim?” sorusudur. Tasavvuf düşünürleri bu soru hakkında epeyce

düşünmüşlerdir. Tasavvuf ’un önde gelen isimlerinden İbn Sina uçan

adam metaforunu öne sürmüştür. Kendini maddeden ayırmış ve

duyularının ötesinde bir hiçlikte olduğunu

düşünerek kendi varlığını

sorgulamıştır. Kendisini bir hiçliğin ortasında bir hiç olarak düşünse bile

var olduğunu hissetmiştir. Peki İbn Sina’ya varlık hissini ne vermiştir veya

kim vermiştir? Bu soruya cevap verebilecek olan isimlerden biri Hallacı

Mansur’dur. Hallacı Mansur bu hiçlik deneyimini yaşamıştır. Ve “Enel-

Hak” yani “Ben Tanrıyım.” diyerek şirk koştuğu düşünülerek idam

edilmiştir. Fakat o şirk koşmamıştır. O kendisinin olmadığını yalnızca

Tanrı’nın olduğunu anlatmak istemiştir. Hallacı Mansur’u en iyi anlayan

düşünürlerden biri olan Farabi bu konu hakkında “Var mısın ki yok

olmaktan korkuyorsun?” demiştir. O bu düşüncesinde yalnızca Tanrı’nın

olduğunu ve bütün alemin ve insanın yalnızca Tanrı’nın birer parçası

olduğundan bahsetmiştir. Farabi’nin bu sözü söylerken Antik çağın en

büyük filozoflarından biri olan Platon’un, idealar kuramından ilham

aldığını söyleyebiliriz. Ona göre idealar evreni Tanrı’dır. İnsan ve kainat

onun yansımasıdır. Aslında zaman yoktur. Mekan yoktur. İnsan yoktur.

Hepsi birer yanılsamadır. Tasavvufta nefsin 7 mertebesi vardır. Eğer bu

yanılsamalardan kurtulursak nefsin 7. mertebesi olan Nefsi Kamile’ye

erişiriz ve o an yalnızca Tanrı vardır. Bir ağaca baktığımızda orada

Tanrı’yı görürüz. Güneşe baktığımızda Tanrı’yı görürüz. Kendimize

baktığımızda ise yine Tanrı’yı görürüz. Belki bu yüzdendir ki Hallacı

Mansur “Enel Hak” demiştir


O halde Tanrı nedir? Tanrı’dan korkarız. Ona dua ederiz. Fakat gerçekten

neyden korkarız? Neyden isteklerde bulunuruz? Ondan korkarız çünkü ateş

vardır. Ondan cenneti isteriz çünkü cennette zenginlik vardır. Fakat bu

çıkarlarımız için ona inanmak demek değil midir? Bu onu öğretmen olarak

görmek değil midir? Eğer sınavdan yüksek alırsak cennet ve zenginlik eğer

düşük alırsak ateş ve ızdırap vardır. O halde bu kainat yalnızca sınav

odasından mı ibarettir? Belki de yaradan yarattıklarında gizlidir. Tanrı

bazen güneştir. Bazen ağaçtır. Bazen güzel bir kokudur. Güzel bir odaya

girdiğimizde içimizde oluşan duygudur. Belki de Tanrı hissettiklerimizdir.

Gördüklerimize anlam verendir. Tanrı güneştir ve tüm kainatı aydınlatır.

İnsan ise onu gören gözdür. Eğer güneş olmazsa göz göremez. Eğer Tanrı

olmazsa insan karanlıkta kalır ve anlamını kaybeder. Diğer yandan eğer

güneşi gören göz olmazsa güneşin anlamı kalmaz. Eğer insan olmazsa

Tanrı’nın anlamı kalmaz. Zaten bu yüzden “Ben gizli bir hazine idim;

bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” dememiş midir? Bu yüzden Tanrı

yarattıklarındadır. Bu yüzden İbrahim putları devirmiştir. Çünkü o güneşe

baktığında Tanrı’yı görmüştür. Aya baktığında Tanrı’yı görmüştür. Kainata

baktığında Tanrı’yı görmüştür. O Tanrı’yı taş parçalarına sığdıramamıştır.

Çünkü Tanrı her yerdedir. Nasıl bir resime baktığımızda orada sanatçının

imzasını görüyorsak hayata baktığımızda da Tanrı’nın imzasını görürüz.

Hayata baktığımızda Tanrı’ya aşık oluruz. Zaten ne demiş Mevlana

“Allah’a ulaşacak birçok yol var. Ben aşkı seçtim.” O Tanrı’ya aşık olmayı

seçmiştir. Tanrı’ya aşık olmak demek varlığın özünü yani onu her yerde ve

her şeyde görebilmektir. Her şeyin özü Tanrı’dır. Yaratılışın sebebi aşk-ı

zâti yani Hakk’ın kendisine olan sevgisidir. O kendini görmek için ayna

misali mahlukatı yaratmıştır. Her şey onun aynadaki yansımasıdır. Mevlana

Tanrı’ya aşkla ulaşmıştır. Fakat tek yol bu değildir. Bazı mutasavvıflar

Tanrı’ya ulaşmanın Hz. Muhammed’in sünnetlerine sarılıp ibadet etmek

olduğunu savunmuşlardır. Bir başka grup ise bunlara ilaveten nefisle

mücadeleyi benimsemişlerdir. Bu grup Tanrı’ya ulaşmanın ona teslim

olmak olduğunu düşünmüşlerdir. Nefislerini Tanrı’ya ulaşmak adına terbiye

etmişlerdir. Bu dünyadaki geçici aşklardan vazgeçmişlerdir. Diğer yandan

Mevlana gibi aşk yolu ile Tanrı’ya ulaşmayı savunan grup ise bu dünyadan

vazgeçmek yerine Yaradan’ı yarattıklarında aramış Yaradan’a aşık olmak

için yarattıklarına aşık olmak gerektiğini savunmuştur. Yunus Emre bu

konuyla ilgili “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” sözünü söylemiştir.

Muhammed Emir Erat 11/F 2609


Yedinci Bahar

“Merhaba” Helen,

Prusa, 7. Bahar

Denize bakan / kıyıları

Rüzgarlı Phemeia’dan…

Hatırlıyorum da, sana bu sözcüğü her söyleyişimde gizemli dudaklarında eşsiz bir kıvrım

belirir ve gülümseyerek; “Her merhaba deyişini saklı bir davet olarak algılıyorum

nedense, gülüşüm ondan…” derdin. Bilmem yedi yıl sonra gelen bu merhabaya da

gülümseyebilecek misin, yoksa nerede ve nasıl yaşadığımı özlemekten gülmeyi unutmuş

mudur şimdiki gözlerin?

Ah güzelim, okuduğum kitapların bir gün beni yoldan çıkarıp serseri bir rüzgârın önüne

sinsice atacağını daha önce sezinleseydim, o şiirleri-öyküleri yüreğime bezemek yerine

sadece her sabah sana merhaba der ve dudaklarında beliren eşsiz kıvrımın ardından

gelen gülümseyişini izlerdim doya doya; mutluluğum için bu yeterdi. Oysa…

Oysa nasıl da severek okurdum bana yeni hayatlar, yeni düşler ve bambaşka düşünüş

biçimleri kazandıran o kitapları büyük bir hazla! Aslında o şair ve yazarların

Nietzsche’nin sözünü ettiği, “Kendi zincirlerini kıramadıkları için başkalarını ateşe

iteleyen özgürlük savaşçıları” olduklarını anladığımda çok geçti, ateşin içindeydim. Bu

ateşte yanmam, kül olmam ve küllerimden yeni bir adam yaratmam gerekiyordu. Sen

bana bir gün şöyle demiştin çünkü: “Eğer mutsuzsan beni bırak… / Okuduğun, bildiğin

her şeyi unut ve at / Yeniden doğmak istiyorsan küllerinden / kendini yak! / Yeni insanlar

tanı, yeni kitaplar oku; / yeni bir milat yarat kendine / yeni bir hayat…” Ah, Helen!

Simyacı’yı hatırlar mısın? Ya da dur, onu bırak, 85 yaşında yazdığı pişmanlık şiiri ile yeni

bir şans daha dilenen o zavallı Latin şairi? Hatırladın mı, ne çok okurdum onun dizelerini

sana: “Yeniden yaşama şansım olsaydı eğer / Pabuçlarımı fırlatıp atardım / Ve sonbahar

bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla / Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına

varırdım.”


Seni uykuda bırakıp terk ettiğim o gece… Nasıl da coşkulu, nasıl da heyecanlı ve kendinden

emindi bu zavallı Don Kişot, bu yeni Simyacı, bu çocuk Sinbat; merhaba diyordu yeni

maceralara, uzak diyarlara, rüzgârlı kıyılara, yeni hayata! Sen, Rehn kıyısındaki küçük

tepemizde, asmalar arasından yarısı görünen o iki katlı beyaz evimizde uyandığında, ben

Gordion’un taşlı yollarında yürüyordum pabuçsuz, yalınayak ve tek başıma. Sen

yokluğumun farkına varıp benim için ilk kez telaşlandığında, ben Midas’ın mezarında

ağlıyordum sana. Konia ovasından süzülüp Kapadokya gölgeliklerinde dinleniyordum, sen

de benim için ilk ağladığında… Oysa ağlamak niye? İkimiz de, insan yüreğinin sesini

dinlemeli ve “yüreğinin götürdüğü yere git” meli diyorduk ya!

Biliyorsun Anadolu (senin Küçük Asya’n) gençlik günlerimizden beri ortak tutkumuzdu.

Orada tanışıp orada yaşamıştık sevdamızı, o sonbahar ikliminin tarih kokulu coğrafyasında.

İlk ayrılık gecesinde, çoktandır özlediği bir özgürlüğü yaşadı hoyrat Yürek: Selime’de, dere

boyu söğütleri altında yan yana görünen ama birbirinden fersah fersah uzaktaki iki yıldıza

bakıp bizi düşündü. Anadolu’nun çok sesli melodisi içinde eski çağları, eski uygarlıkları

düşleyerek uyudu kaldı… Rüyasında, Hitit savaş arabaları arasında koşuyordu Yürek;

Hattuşa’dan gelmişti Kadeş’e, Firavun hazinelerini yağmalıyordu! Tutan-kamun, binlerce

işçi çalıştırarak benzersiz büyüklükte bir mezar yaptırıyordu kendisine ve mumyasına

konulmak üzere hoş kokulu bitkiler topluyordu Kadeş düzlüğünden! Ra, yeniden güç

kazanacağı çocuk bedenleri arıyordu kendisine ve önünden geçenlerin hiçbirini

beğenmiyordu! Üstleri çıplak, esmer, püskül saçlı kadınlar, Nil kıyısındaki papirüsleri kesip

yığıyordu tarlalara. Daha neler neler… Sevgili Helen, yolculuğuma ait daha bir yığın şeyi

anlatmak isterdim sana, belki başka baharlara…

Tam üç ay Küçük Asya’da gezindim durdum. Nerelere gitmedim, hangi yollarda yürümedim,

hangi dağı aşıp hangi nehri geçmedim ki… Kilikya’ya indim bir akşam, Toroslar’ı aşıp

oğlumuzun doğduğu eve gittim. Son depremde yıkılmış, çökmüş… Eski kalasların arasında

oturup baktım çevreye, bizi çoktan unutan yıkık duvarlarda izler aradım, mutlu

günlerimizden kalma çocuk izleri… Bir başka akşam Anavarza kayalarına çıktım, ovaya

baktım. Kral kızının çığlıklarını duydum yine; surlardan aşağı kendini atan kızın öyküsünü

bekçi anlattı, ben hatırladım: “Bu yüksek kayalardan bakıyordu kız, ovadan kente su

getirmek için yarışan Kozan ve Misis krallarının çocuklarına. Misis kralının oğlu yarışı

kazanacakken, kız bırakıverdi kendini bu yüksekten düz ovaya. Kozan kralının oğlunda

kalmıştı çünkü kızın yüreği…”

Bekçi su dökünce canlanıverdi yine mozaikte iki oğlan ve ortadaki iri gözlü, ırmak saçlı kız;

baktılar bana su kuruyuncaya zaman. Bir de arada karayılan… Yılankale’de uyurdu koca

Şahmeran, Tarsus hamamında kalmıştı kanı. Misis’teki köprüde ölümsüzlük reçetesini

uçururken elinden Lokman, Kleopatra geçiyordu büyük kemerler altından Tarsus’taki

kapıdan. Toprakkale’nin eşsiz gün batımı çukur ovada uzanırken, İssos’ta İskender,

Darius’u bozguna uğratıyordu beyaz atında. Eski kemerlerden hala sular akıyor, zakkumlar

Gâvur Dağları’nı süslüyordu… Bir türkünün dizeleri için sırf, Kozan Dağı’na tırmanıyordu

Yürek. Memed mein Falke’i tanıyan köylüler, beni tanımıyordu. Cennet’te bir yudum su,

Cehennem’de bir parça taş olup Ashab-ı Kehf’te uyuyordum. Efes, eski Efes değildi, kralların

yolu Sardis’te başlamıyordu artık. Ve zaman Göksu’da akmıyordu suyunda boğduğu kraldan

bu yana. Ömürler bitiyor yollar hiç bitmiyordu Küçük Asya’da…


Giysilerim solmuş, saçım sakalım birbirine karışmış bir halde batıya döndüm bir gün

yüzümü. Beni avareye çeviren deli Yürek; “Özgürlük güzel de…” diye fısıldamıştı,

“Amaçsız olan da anlamsızdır.” İlk soğuk rüzgâr ve ilk sonbahar damlası, Anadolu’nun

batı kıyılarında yakaladı beni; Hisarlık tepesinde Troya’nın bilmem kaçıncı katmanını

inceler, Homeros kardeşle İsa’dan önceki yılları yâd ederken! Aşağıda Skamendros

ovasında hala çılgın atlar dörtnala geçiyor, Akhilleus, parlak tolgasının altındaki sarı

saçlarını savurarak Hektor’u kovalıyordu. Zavallı Hektor, tanrıların oyununa geliyordu

çok kötü!

Yüreğimde Patraklos’unu yitiren Akhilleus’un öfkesi ve Hektor’unu yitiren Priamos’un

evlat acısı birbirine karışırken Troya’da, son yıkıntılar arasında bahardan kalma bir

pembe gelincik, soğuk rüzgârda ipil ipil titreşerek hayata tutunmaya çalışıyordu… Ki,

Menelaos, Helen’ini özledi. Karısını yitirmiş kral haklıydı; taş taş üstünde kalmamalıydı

Troya’da! Helen’i unutmak için (seni unutmak için) bir Troya’nın yakılması yetmezdi;

yeniden yapmalı yeniden yakmalı, yeniden yapmalı yeniden yakmalıydı. İşte bu yüzden

kaç kez yakılıp yıkılmıştı Troya ve kaç kez küllerinden yeniden doğmuştu. Troya

yanmanın, Troya unutmanın, Troya yeniden doğuşun kenti olmalıydı.

Yağmur hızını arttırmıştı, yönümü uzak Bithynia toprağına çevirdiğimde… Artık,

kaçışın ilk anlarındaki Ben yoktu; üstü başı parça parça, gözleri donuk, Yürek ezik

yürüyordu. Olası değildi bazen dönmeyi ne kadar istese de insan; dönmenin de bir vakti

vardı, kaçırınca insan o vakti, anlamsızdı dönmek de. Küllerimden yeniden doğacağım

yeri bulmak için, yıllar önce seninle yürüdüğümüz uzak Bithynia toprağına doğru

yürüdüm, yürüdüm…

Sevgili Helen, meğer yanıp kül olmak değilmiş asıl zor olan, küllerinden yeniden

doğmakmış.

………..

Sonunda bir gün, küçük bir tepeyi aşınca karşıma çıkıverdi o yer: Denize bakan kıyıları

rüzgârlı bir koyun içine gizlenmiş küçük bir köy; köydeki ahşap evlerin arasında

dolanarak, gündelik sıradan işlerini çok ama çok önemseyen insanlar… Sanki yüzlerce

yıldır bu evlerde yaşamış bu insanlar bundan sonra da aynı evlerde yüzlerce yıl daha

yaşayacaklardı. Burada bir elma, bir zeytin tanesi ile saatlerce oyalanabilirdi insan;

denize aylarca bakabilir, karıncaları günlerce izleyebilirdi. İnsanlar burada hayatın her

anını “sincap gibi” büyük bir ciddiyetle yaşıyorlardı. Zeytin, tahıl, meyve ve hayvan (yani

bir insanın yaşaması ve mutlu olması için yeterli olabilecek her şeyi) yetiştirip ağır

adımlarla yürüyor, hafif sözlerle konuşuyorlardı. Gürültü yerine doğal sesler vardı her

yerde, hayvanların ve değişen rüzgârların sesi huzurla yankılanıyordu dört bir yanda…

Bu köyün adı Phemeia idi, küllerim kımıldanıverdi…

Sokakta rastladığım yaşlı adama, geldiğim küçük tepedeki yarı çökmüş evi gösterdim:

“Ha, şu tepedeki taş yıkıntı mı?” dedi, “Bize çok şey öğreten bir bilgeye aitti. Yıllar önce

ölüp gitti kendisi…”


Şimdi denize bakan o tepedeki taş evde yedi yıldır ben yaşıyorum Helen; (Sen öyle

derdin) Phemeia ad Prusa’da… Bir bahçe oluşturdum; akşamsefaları, kasımpatılar,

sardunyalar, kına çiçekleri ektim. Bir kayısı ağacım var, iki de zeytin…

Toprağımda her bahar kendiliğinden gelincikler, papatyalar bitiyor. Onların

günbatımlarındaki çırpınışlarını sana anlatabilmek için büyük cümleler

kuruyorum içimden, yetmiyor. (Keşke papatyalarımı görebilseydin!) Çatımda deli

poyrazlar uğulduyor geceleri; kendimi uzak zamanlarda, ahşap bir geminin

güvertesinde, ıssız ve karanlık bir denizin ortasında yolculuk eder sanıp uykulara

dalıyorum. Yeni kitaplar aldım kendime, yeni insanlar tanıdım, yeni şeyler

söylüyor cancağızım! Peki, mutlu muyum? Bilmem…

Eğer mutluluk seni özlemek, istemek ve bu isteyişin sürekli olması için senden uzak

kalmaksa; sana kavuşmaktan korkarak özlemini yüceltmekse… Eğer mutluluk,

gece rüzgârlarının bahçe kapısını kalaslara vurarak çıkardığı seste ne kadar yalnız

ve ne kadar sana ait olduğumu düşünmekse… Eğer mutluluk, bir akşamüstü o bahçe

kapısından senin uysal ve ürkek adımlarla gireceğini hayal ederek beklemekse…

(Henüz değil ama bir gün benim için geleceğini biliyorum.) Eğer mutluluk, bu

âlemde olmasa bile başka bir âlemde seninle yeniden buluşacağımı söyleyen bir

sese sahip olmaksa… Kim bilir, belki mutluyumdur Helen!

Yolculuğuma dört çocuğumu da yanıma alarak çıkmıştım: Onur, daha ilk günlerde

rahatsızlandı, bir daha eski sağlığına kavuşamadı ve son dilenciliğimin ardından

dün akşam öldü! Mavi gözlü kızım Melek, son kez onu yıkadı ve usulca toprağına

yatırdı. Beni bu yolculuğa kandıran Yürek, o deli çocuk, kayısı ağacının altına

çökmüş vaziyette dalgın gözleriyle uzaklara bakıyordu. Şeytan, kara çocuğum, az

önce köye kadar indi; beni teselli edip eski halime döndürecek yeni bir kadın arıyor

şimdi!

Phemeia’da eskinin küllerinden (unutarak) yeni bir hayat kuruyorum kendime. Bir

tek… Bir zamanlar beni seveni; “Nedense her merhaba deyişini saklı bir davet

olarak algılıyorum” diyen sesini, nedense silemiyorum aklımdan…

“Merhaba” Helen!

Engin SALGUT


Sorular

Güneşler açar

Bilirim.

Senin mi o saçlar?

Yâr yüreğini bana getiren,

Ilgıt ılgıt esen rüzgar?

Ki senin saçlarının rüzgarıdır

Sonra,

Sonra yüreğime akan sıcaklık

Senin yüzün suyu hürmetinedir.

Akar, durmadan akar bana doğru.

Can veren topraktır, sudur.

Peki ya bakışların?

Bakışların değil midir,

Beni divane eden

Ve sona doğru akan ırmak?

Sonra dudakların,

Bir çocuk entarisi,

Peşinde elvan elvan çiçekler

Birer birer savrulur

Hep sana doğru, hep…

Sahi,

Çiçek neyin olur senin?

Saçında kekik kokuları,

Işık neyin olur senin?

Çok beklersin de

‘’Gelmez artık’’ dediğin biri

Ve unutma

Geçmişte olan geçmişte kalmaz, biliriz.

Çıkıp geliverir aniden yüreğinin

kapısını çalarak.

Elinde bir demet gülümsemen kokan

çiçeklerle.

Aydınlık bir nisan ayında… çiçeklerle.

Sahi,

Sahi,

Sevda neyin oluyor senin,

Aydınlık neyin olur senin?

Bu apansız sevda?

Nisan, neyin olur senin?..

Beni bulunca sevdan,

Gün olur doğarım, bilir misin?

Akla ziyan sorular, akla ziyan ah bir

bilsen.

Zafer Öztürk


Oku

Benim şiirim yoktu

Sen okudun.

Aynam yoktu benim

Sana baktım.

Göz alabildiğine uçsuz bucaksız

topraktım,

Sen sürdün beni.

Herkes beklerken yağmuru,

Sen ıslattın gözyaşlarınla

Çatlayan ve sana hasret, suya hasret

topraklarımı.

Yarasalar fink atarken mağaramda,

Sen değil miydin bana ışık tutan,

Ve bakışların.

Güneşim de

Yağmurum da

Toprağım da sensin.

Sensin ey bereketli sevgili

Sensin.

Gün aydı, serin yemişler toplamanın

zamanıdır şimdi…

Yanım yanındır,

Yanın yanımdır.

Canın canım,

Canım canındır şimdi.

Hoş geldin!..

Zafer Öztürk


Leyla

Şayet inse şeytan yeryüzüne

Kavrulup gelse cehennem ateşinde

Seninkiler kadar şaçları,

Yanakları al olamaz.

Tanrıyı görüp gelse elçi beri

Gözleri yine seninkiler kadar nurlu bakmaz

Havva yasak elmayı yese de gelse

Dudakları seninkiler kadar parıldamaz.

Sen bir melek kadar güzel, bir şeytan kadar

kibirlisin.

Sen bir tanrı gibi yüce, yalnız son nefesini veren

kul gibi geçicisin.

Sen dünya güzeli ama yalnız bakmasını bilenesin.

Sen, sen; mihrimahım,

Benim yeryüzündeki nefesim, mabedimsin.

Berra Ay


Uç güzel kuşum

Yalnızsın artık bu dünyada

Kanadın kırık, tüylerin yok, gagan

zedelenmiș

Yine uç, olur mu?

Kusurlu vücudun

Korku dolu bakışların

Acıyla dolu yüreğin

Uçmayı öğrenemeyecek kadar

kimsesizsin

Kırık kanatlarınla havalanmaya

çalışma

Yağmur yağarken uçma sakın

Ben yokum, biz yokuz

Ama sen yükselmeyi unutma

Ece Aydogan


Uzakken yakın, yakınken uzak

Sensin bana, benden uzak

Yolunda ettin beni tutsak

Şimdi sana giden her yol uzak.

(*)

Gözlerindeki okyanusta

boğuldum

Kalp atışına vuruldum

Bak şimdi bir bana

Ben sende kayboldum.

(*)

Yalnız sen ve ben,

Yanımıza sadece

kahkahalarımızı alalım

Gecenin o sessizliğinde,

Tek duyulan biz olalım.

Esma Simsek


Hayat Hanıma Tembihler

Benim şiirim geldi Hayat Hanım

Uyandır beni sabah mesai saatinde

İşe gitmeyeceğim

Bir şeyler karalayacağım baş harfleri

anlamlı

Titreyerek ruhum kalem mürekkebinde

Defter kağıdında

Şair sözünde

Ömrümü sakın alma Hayat Hanım

Daha yazacak mısralar var hülyalarımda

Ben de bir gün ilhamı aşkta bulacağım

Ya da ilahilerde

Ama bulacağım Hayat Hanım

Ne biliyorsun benim şair olamayacağımı

Belki ruhum gezinmeyi bırakacak yıkık

mabetlerde

Ruhum mabede dönüşürse seni ararım Hayat

Hanım

Mehmet Kerem Çoban


Gözleriniz bayım

Sahip çıkın gözlerinize

Durup değmesinler

gözlerime

Zira gözlerinizin

üzerindeki ipek

kirpikleriniz dolanır

ruhuma

Ruhum kirpiklerinizin

kurbanı olmak üzere

Kelebek misalidir aşk

anlamayana günlük,

anlayana ömrü günlük...

Yaren Tuana Varol


Ağrı Kardeş Okul

Siirleri

Yalnızlık

Gerçeklerle karanlığa

gömüldüm bu hayatta

Düşüncelerim yetmedi

ışıkları aydınlatmaya

Yalnızlığıma dost

bulamadım bu fani

dünyada

Bulamazsın yalnızı bu

ortamda

Yalnızlığımı hissettim

her seferinde

Umutlarımla nefes aldım

gerektiğinde

Karanlığın nefesimi

kestiğinde

Yalnızlığı hissettim her

seferinde

Sedat DURSUN

1613 9/E

Sensizlik

Yine yağmurlu bir günde,

Sensiz sessiz bir köşede,

Yine kaldım tek başıma

hayalimle,

Geri gelseydin buluşurduk

gecede,

Eski günlerdeki gibi...

Sensiz olmayan günlerde,

Hayat boş, sensizlik

zordu.

Dayanmaya çalışırken,

Her şey ters gitti.

Düzeltmeye çalışırken,

Her şey mahvoldu.

Elanur BATUR 1481 9/E

Sevgül ÖZER 1539 9/E

Fatma Rana KURBAN 23 9/E


Çanakkale

Dört ayak üstünde duran abide

Kimin abidesi,

Ya peki onca yazılmış;

Destan, şiir, roman

Ya onlara ne demeli?

Hepsinin var bir bedeli

Hor bakma sen toprağa

Toprakta kimler yatar

Hani bunca asker?

İki yüz elli bin şehit yatar

Mehmetçiği yavi kılan

Kurt ile bir kılan

Selvi boylu asker yatar

Git bak her yere sor herkese

Zirvelerdeki tepelerdeki ulu çınar kime

Kan dökmüş Mehmetçiklerimize

Kimi nişanlı, kimi evli

Son nefese kadar savaşarak

Öldü hepsi

Yasımız var

Kimse gülmesin

Alkışlanmasın kimse

Uzaktır her şeyi, gökyüzü deniz

Her an peşimizden koşan gölgemiz

Tıpkı bayrağımız gibi

Rengi ak Hilal’i yıldızı ak

Nereden gelir böyle

Allığı şehitlerimizin kanından

Aklığıda kan üzerinde beliren ay ve yıldızınındır

Boşuna dememişler Çanakkale Savaşı iki yüz elli bin

Şehidin yattığı ve bir devrin başladığı yerdir.

Berfin AKBAŞ 1638 9/E



Puzzle

https://www.jigsawplanet.com/?rc=play&pid=14cabae37a2f

Prepared by 11/G


https://www.emaze.com/@ALRWOWLTR/2021-22-resm-sergs

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!