You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ERGUVAN<br />
ÖZEL KASIMOĞLU ANADOLU VE FEN LİSESİ<br />
EDEBİYAT / KÜLTÜR / SANAT YAYINIDIR Aralık <strong>2012</strong> Sayı:3<br />
ERGUVAN, Özel Kasımoğlu Anadolu ve Fen Lisesi edebiyat,<br />
kültür, sanat yayın organıdır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
Sahibi: Bülent Yavuz<br />
Editör: Kerim Akın<br />
Bu Sayıdakiler: M. Ali Özemir, Ali Talha Gülle, Yusuf Yağız Öztürk,<br />
İhsan Alperen Çalışkan, Veysel Çolak, Tolunay Keskin, Ali Osman<br />
Toprak, Muhammed Musab Tuğrul<br />
1
Kerim Akın Şiir<br />
UZAKTA ÇOCUK<br />
ayaklarını sürüyen bir anne<br />
acısıyla eşikler aşınır<br />
ıslak kirpikli bir hane<br />
loş odalarında neler yaşanır<br />
incecik bir sızı hafiften ağıt<br />
dokunduğu yeri kanatan gül<br />
sahibini yitiren mukaddes söz<br />
kitaplardan çekilmiş, azalmış kağıt<br />
uzakta bahar, çokça da hasret<br />
menzile erildikçe uzayan gece<br />
sallanan minicik el, davet<br />
çocukluk içimde en güzel hece<br />
2
Ali Osman Toprak Gezi-İnceleme<br />
BURSA - ULU CAMİ<br />
Yıl 1396. Osmanlı sultanı Yıldırım Beyazıd Haçlı<br />
ordusunun İstanbul'u kuşatmak için hareket ettiğini ve Niğbolu<br />
önlerinde olduğunu duyunca ordusunu hazırlayıp yola çıkar.<br />
Eğer Niğbolu kuşatmasından zaferle dönerse elde edeceği<br />
ganimetle yirmi tane camii yapmayı vaat eder. Zafer<br />
kazanılmıştır, sıra yirmi camiinin yapılmasına gelmiştir. Damadı<br />
Emir Sultan ki Hz. Peygamberimizin soyundan ve Bursa<br />
evliyasının büyüklerindendir, kendisine yirmi camii yerine yirmi<br />
kubbeli büyük bir camii yaptırmasını tavsiye eder. Bu cami 1399<br />
yılında, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 100.<br />
yıldönümünde açılır. Açılışında namazı kıldıran Somuncu<br />
Baba’nın, açılış günü Ulu Caminin üç kapısından aynı anda<br />
çıktığının görüldüğü ve bu sırrı da açığa çıktığı için Bursa’yı terk<br />
ettiği söylenir.<br />
3
Ulu Caminin şadırvanının da ayrı bir hikayesi vardır.<br />
Yıldırım Bayezid Niğbolu zaferinde kazanılan ganimetlerle<br />
muhteşem bir mescit yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulu<br />
Cami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa<br />
üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir.<br />
Ancak yaşlı bir kadıncağız bir “Evim de evim” feryadı<br />
tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker,<br />
bütün tekliflere “olmaz” der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan,<br />
kadının ayağına gider, onu iknaya çalışırlar. Ama o direnir.<br />
Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan bu<br />
pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar<br />
“mal onun değil mi” derler, “satarsa satar, satmazsa satmaz!”<br />
Bayezid’in aklına damadı gelir. Emir Sultan’ı bulur<br />
meseleyi anlatır. Mübarek, Acele etme! der, bir gecede neler<br />
değişmez?<br />
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür.<br />
İnsanlar alemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz’in yanına<br />
koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir,<br />
ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecali yoktur. Feryat figan<br />
ağlamaya başlar.<br />
Tam o sırada Emir Sultan’ı görür: ‘Herkes cennete gitti, ben<br />
bir başıma kaldım burada.’ der. Mübarek, o tatlı sesiyle sorar:<br />
‘Kurtulmak istiyor musun?’ Kadın nefes nefese cevap verir: ‘Hiç<br />
istemez miyim?’ Emir Sultan, öyleyse Sultanımızı üzme!<br />
Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne<br />
konulan ücreti de bağışlar camiye. Ancak daha sonra, rızası zorla<br />
alınan yerde namaz kılınmanın uygun olup olmayacağı<br />
endişesiyle oraya şadırvan yapılmıştır.<br />
Bu camii, aslen zaviye olarak yapılıp, sonradan sadece<br />
cami olarak kullanılmaya başlanmış olmasına rağmen çok ayaklı<br />
cami şemasının en klasik ve anıtsal örneği sayılır.<br />
4
Dikdörtgen planlı cami yaklaşık toplam 5000 metrekare<br />
boyutlarında olup yirmi kubbe ile örtülüdür.<br />
Ulu Cami’nin en önemli özelliklerinden biri, burasının aynı<br />
zamanda muhteşem bir hüsn-i hat sergisi olmasıdır. Zira burada<br />
dünyaca meşhur hattatların kaleminden çıkma seksen yedisi<br />
sabit, kırk beşi levha halinde yüz otuz iki yazı bulunmaktadır.<br />
Bu yazılarda Fatiha, İhlâs ve Nas sureleri olmak üzere üç<br />
adet sûre, üç ayrı tarzda Ayet’el-Kürsi, kırk yedi farklı ayet, on<br />
dört hadis-i şerif, Esma’ül-Hüsnâ’daki isimler, Allah (cc) lafızları,<br />
Muhammed (sas) ve islam büyüklerinin isimleri, yirmi beşten<br />
fazla dua ve tesbih sözü ile birkaç beyit ve iki şiir bulunmaktadır.<br />
Benden söylemesi, görmeyenler mutlaka bir fırsatını bulup<br />
yolunu düşürsün, görenler de daha dikkatli bir gözle tekrar<br />
gezip incelesin.<br />
5
Yusuf Yağız Öztürk Hikaye<br />
İLAÇ<br />
Kardeşim çok hastaydı ve annem kardeşime ilaç almam<br />
için yüklü bir miktar para vermişti. İlacı almak için yola çıkmıştım<br />
yolda giderken ayakkabıcı dükkanının vitrininde uzun zamandır<br />
arayıp da bulamadığım bir ayakkabı görmüştüm. Bütün parayı<br />
vererek ayakkabıyı almıştım ve eve dönünce de anneme parayı<br />
düşürdüğümü söyledim.<br />
Bunu nasıl yapmıştım, bencilliğimin sonucu kardeşim<br />
içeride hastalıktan kıvranıyor, annem ise koşturup duruyor.<br />
Bunların hepsi bir çift yeni ayakkabı içindi.<br />
Hemen yerimden fırladım, anneme bir şey söylemeden kendimi<br />
sokağa attım. Bir şeyler yapmalıydım ama ne? Bunun bir yolu<br />
olmalıydı. Hemen bodrum kata inip sakladığım ayakkabı<br />
kutusunu alıp yola koyuldum. Çok beğenerek aldığım o ayakkabı<br />
şimdi gözüme ne de çirkin görünüyordu. Vakit kaybetmeden<br />
ayakkabı mağazasının yolunu tuttum. Koşar adımlarla<br />
ilerliyordum ama yol sanki bitmiyor aksine uzuyordu, derken<br />
yağmur yağmaya başladı, neyse ki çok ıslanmadan mağazanın<br />
kapısına geldim, hava iyice kararmıştı. Mağazanın kapısından<br />
içeriye girdiğimde dünyalar benim olmuştu. Artık yaptığım<br />
yanlışları düzeltebilecektim. Acaba kardeşim nasıldı? Ona bir şey<br />
olursa kendimi hiç affetmeyecektim.<br />
Tezgâhtar halimi görünce yolunda gitmeyen bir şeyler mi<br />
var diye sordu. Ona yaptığım bütün her şeyi anlattım ve<br />
ayakkabıları geri vermek istediğimi söyledim. Tezgâhtar eliyle<br />
duvardaki yazıyı gösterdi “iade alınmaz.” O an tüm dünya başıma<br />
yıkıldı. Ama nasıl olur? Şimdi ben ne yapacaktım? Olduğum yere<br />
yıkılıp kaldım. Halimi gören tezgâhtar bana mı acıdı, yoksa<br />
kardeşime mi onu bilemiyorum. Bir dakika diyerek üst kattaki<br />
mağaza sahibinin odasına gitti. On an içimde bir umut ışığı<br />
doğmuştu. Kim bilir belki de yaptığım tüm yanlışlara rağmen<br />
bana acırlardı. Derken tezgâhtar bayan gülümseyerek geldi, “Bir<br />
şartla ayakkabıyı geri alabiliriz” dedi. Ben daha şartı duymadan<br />
evet dedim.” Bütün şartlarınızı kabul ediyorum.”<br />
6
Tezgâhtar: “ Bir hafta boyunca okul çıkışlarında burada çalışman<br />
şartıyla ayakkabıyı geri alıyorum” dedi. O anki sevincimi bir daha<br />
yaşar mıyım bilemiyorum. Kasaya doğru ilerleyen tezgâhtar<br />
ayakkabı için ödediğim parayı verirken “Yarın görüşürüz” dedi ve<br />
gülümsedi. “Teşekkürler” dedikten sonra mağazadan hızla çıktım.<br />
Şimdi eczaneye koşmalıydım. Neyse ki eczane çok uzak değildi.<br />
Birkaç dakika sonra eczanenin kapısından içeri girdim.<br />
Cebimdeki ilacın isminin yazılı olduğu kâğıdı eczacıya uzattım.<br />
Eczacı “Bu ne hal? Nefes nefese kalmışsın biraz dinlen” dedi.<br />
Ama ben bunların hepsini hak etmiştim. Bencilce davranışım<br />
bedelini ödüyordum. İlacı alıp parasını ödedikten sonra hızla çıkıp<br />
evin yolunu koyuldum. Vicdan azabım biraz olsun hafiflemişti.<br />
Kardeşim, aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Derken evin<br />
kapısına gelmiştim. Zili çaldım. Kapıyı açan annem halimi<br />
görünce “Aman Allah’ım! Ne oldu sana ?” dedi. Elimdeki ilacı ona<br />
uzattım. “Bunu nasıl aldın ?“diyince. “Sonra konuşuruz anne,<br />
önce ilacı kardeşime içirelim” dedim. Beraberce kardeşimin yanına<br />
gittik. Kardeşime ilacı içiren annem şaşkın gözlerle bana<br />
bakıyordu. Olanları tüm ayrıntıları ile anlattım. “Sen zaten<br />
yaptığın yanlışın bedelini yaşadıklarınla ödemişsin. Bencilce<br />
davranışınla kardeşinin hayatına sebep olabilirdin. Tüm bu<br />
yaşadıklarınla aslında, acı ilacı sen içmişsin.” dedi<br />
7
Muhammed Musab Tuğrul Deneme<br />
TEKNOLOJİ<br />
Şöyle bir bakıyorum da hayatımızda teknoloji ve makinelerin<br />
olmadığı neredeyse hiçbir şey yok. Öyle bir hale gelmişiz ki<br />
makineler olmadan yaşayamayacak hale geldik. Mesela bir hafta<br />
boyunca elektriklerin kesildiğini düşünün hayatımız ne kadar çok<br />
zorlaşırdı, bir sürü şeyden mahrum kalırdık. Teknoloji ve<br />
makinelerin aslında zararlı yanlarından çok yararlı yanları var. Ama<br />
zararlı yönlerini de göz ardı etmememiz lazım. Bunun en büyük<br />
örneklerinden birisi de cep telefonlarının yaydığı radyasyon<br />
miktarı. Uzmanlar bu konuda uyurken cep telefonlarını<br />
uyuduğumuz odada bulundurmamamız gerektiğini söylüyor. Hatta<br />
kanser hastalıklarının birçoğu da radyasyondan çıkıyor. Ama biz<br />
hala bunları hiç umursamıyormuş gibi davranıyoruz. Tamam, cep<br />
telefonlarını kullanalım ama her zaman elimizde, durmadan<br />
kullanmayalım. Biz bu zararları sadece o teknolojik alet<br />
bozulduğunda hatırlıyoruz. Yoksa tam gaz devam ediyoruz. Zaten<br />
hayatımızın büyük bir bölümünü teknolojik aletler kaplıyor.<br />
Teknolojik aletler yüzünden birbirimizle daha az konuşuyoruz. Eve<br />
gidip bilgisayar ya da televizyonun karşısına geçip saatlerce orada<br />
oturuyoruz. Sonra da “ben niye kilo aldım, benim niye başım<br />
ağrıyor?” gibi şikâyetlerde bulunuyoruz. Zaten dünyadaki kilo ve<br />
hastalık artışı bu yüzden oluyor. Bence siz siz olun geleceğinizi<br />
kurtarın.<br />
8
Ali Talha Gülle Hikaye<br />
BÜYÜK DURUŞMA<br />
Hakim bana dönüp ‘’Sayın Yusuf K.’’ dedi. ‘’Neden suç<br />
oranının artmasına sebep oldun cevap verecek misin?’’. Avukatım<br />
ayağa fırladı ve’’Bu çok saçma, dünyadaki suç oranının artmasına<br />
müvekkilimi sebep gösteremezsiniz o …’’ Hâkim sözünü kesip<br />
‘’Soruyu sanığın kendisine sordum ve yalnızca o cevap verebilir o<br />
yüzden şimdi sessizce oturun ve sanığın cevabını vermesini<br />
bekleyiniz!’’ dedi. Hâkim bana bakarak ‘’Evet, cevap verecek<br />
misiniz?’’ dedi. Sıkılmaya başlamıştım dava üç saattir sürüyordu<br />
ve hâkim bana hala aynı soruları soruyordu. ’’Neden insanların<br />
açlıktan ölmesine sebep oldun?’’ , ’’Neden ormanları yok edip<br />
yerlerine fabrikalar kurdun?’’ , ’’Neden, insanların birbirlerinden<br />
çok parayı sevmelerine sebep oldun’’ , ’’Neden insanları yoldan<br />
çıkardın.’’ Bir sürü neden, ama hiçbirinin bende bir cevabı yoktu<br />
ben de ya ‘’Bunlar benim suçum değil’’ ya da ‘’Ben buna sebep<br />
olmadım’’ diyordum hakimse bıkmak usanmak bilmeden elindeki<br />
dosyadan bir sayfa daha çeviriyor bana aynı soruları sormaya<br />
devam ediyordu. Avukatım da hep bunların saçma sorular<br />
olduklarını bunların bir kişiye sorulmaması gerektiğini, bunlar<br />
için sadece bir kişinin suçlanamayacağını söylüyordu. Bu sorular<br />
artık beni de sıkmaya başlamıştı, hakime dönüp: ‘’Çünkü bu soru<br />
da dahil sorduğunuz soruların her birindeki olaylar benim için<br />
önemsiz ve zararsız, bu yüzden herhalde başkaları için de sorun<br />
olmaz diye düşündüm ve bunlara sebep oldum.’’dedim.<br />
Avukatım şaşkınlığını gizleyemeden ‘’Ne!’’ diye bağırdı.’’Hakim<br />
bey bu üç saatlik süreç ve bütün bu sorular müvekkilimin kafasını<br />
karıştırdı, lütfen duruşmaya mola verelim veya başka bir zamana<br />
erteleyelim.’’ Hakim, ‘’Bu isteğiniz gereksiz, çünkü müvekkiliniz<br />
dediklerinizin aksine daha yeni uyanıyor ve farkına varıyor.’’<br />
dedi. Avukatım ‘’Bu çok saçma önce bir insanı yorup ve kafasını<br />
karıştırıp sonra dediklerinizi kabul ettirince bunları onun kendi<br />
fikriymiş gibi göstermek ,saçma!’’ Hakim ‘’Lütfen, saygınızı<br />
kaybetmeyiniz.’’dedi. Avukatımsa aldığı yüksek ücreti hak etmek<br />
istiyormuş gibi tekrar itiraz etti. ’’Sizin de müvekkilimin de<br />
9
düşüncesi yanlıştır, ikiniz de yanlış düşünüyorsunuz çünkü<br />
müvekkilim bırakın tüm bu olayları birinden bile sorumlu<br />
değildir.’’dedi. Hakim ’’Siz öyle düşünüyor olabilirsiniz, çünkü<br />
sizin göreviniz müvekkilinizin haklarını savunmak. Suçunu itiraf<br />
etmek de şüphesiz onun bir hakkıdır ve siz tutmuş onun bu<br />
hakkını engellemeye çalışıyorsunuz’’dedi. Avukatımsa inatla itiraz<br />
etti tabi hala avukatlığımı yapıyor sayılırsa ’’Sizin bırakın bu<br />
yaptığınızı düşünceniz bile yanlış tüm bu olan..’’ Artık canıma tak<br />
etmişti bu adam resmen herkese yalan söylüyordu çünkü ben<br />
suçluydum ama o benim suçsuz olduğumu ve yanlış<br />
düşündüğümü söylüyordu bir anda cesaretimi toplayıp bağırarak<br />
sözünü kestim ‘’Yeter artık yalan söyleme bütün bu olanların<br />
sorumlusu benim, çünkü ben çocuklarıma, aileme, etrafımdakilere<br />
yalana teşvik ettim, onları kazanmak için her yolu kullanmaları<br />
gerektirdiğine inandırarak ahlaksızlığa ittim, ben çevremdekilere<br />
kendilerinin öteki insanlardan üstte ve üstün olduğunu söyledim.<br />
Bu ve benzeri şekillerde insanları sınıflandırdım!’’ İçimi dökmek<br />
beni rahatlatmıştı ama avukatım bu sözlerimden çok rahatsız<br />
olmuşa benziyordu zira kendisi bir anda çıkıştı: ’’Saçmalama sen<br />
sıradan bir bankacısın bu olanlarla senin hiçbir alakan yok,<br />
bunların hepsi büyük toplumların içinde oluşan sıradan sorunlar<br />
sen bunların hiç birinden sorumlu değilsin.’’dedi. İtiraz etmeye<br />
devam edecek gibi görünüyordu. Ben de bu yüzden hakime:<br />
’’Hakim bey ben suçumu itiraf ettim. Siz de lütfen cezamı<br />
kararlaştırın.’’ dedim. Avukatım memnun olmadığını ve pes<br />
ettiğini belirten bir sesle: ’’Tamam.’’dedi.’’ Hakim kararı sanki<br />
önceden belirlemişçesine ayağa kalktı ve: ‘’Yaz oğlum sanığın<br />
suçunu itiraf ettiği kesinleşmiştir ve işlediğini kabul ettiği tüm bu<br />
suçlardan dolayı idamına karar vermiştir. Sanığın idamının<br />
tarihinin ise sonradan kararlaştırılması uygun görülmüştür.’’<br />
Avukatım donakalmıştı ben ise suçumu itirafının rahatlığıyla<br />
idam cezası almamın şaşkınlığı ve korkusu arasında gidip<br />
geliyordum.<br />
10
İhsan Alperen Çalışkan Şiir<br />
Buz gibi bir rüzgar kavrar enseni<br />
Birden gözlerini açıp bakarsın<br />
Kıpkızıl yapraklar sarartmış seni<br />
Kara çalıların koynunda yarsın<br />
Duyup sürüklenen bir hışırtıyı<br />
Genzini yakar bir dalga kokusu<br />
Sezersin uzakta olan bir kıyı<br />
Yokluktan usulca inler sanki su<br />
GECELEYİN ORMANDA<br />
Kükreme duyduğun an kurtulursun<br />
Başlarsın koşmaya meçhule doğru<br />
Bedenini boğup binlerce yosun<br />
Eritir ruhların dumandan koru.<br />
Ormanın sırrına erdiğin zaman<br />
Eğilir üstüne hortlak ağaçlar<br />
Karanlık ruhlarla çöker bir duman<br />
Yapraklar savrulur, çatlar kayaçlar<br />
Aniden kaçmaya yeltendiğinde<br />
Topraktan fırlayan bir el yakalar<br />
Tutup bileğinden bekler derinde<br />
Yerin altındaki korkunç canavar<br />
11
Veysel Çolak Hikaye<br />
SONSUZA DEK MI ?<br />
New York'ta sıradan bir kış sabahıydı. Kar lapa lapa<br />
yağıyordu. Bu kartpostallık manzara yaşanırken birden saatin<br />
alarmı çalmaya başladı “Kalk ve bitir işlerini.” der gibi.<br />
O gün kalkmak, üzerimi giyinmek,kahvaltı edip 600<br />
metre ötedeki işyerine gitmek, asırlar boyu çalışmak gibi bir şey<br />
olarak geldi. Tam “ bitse de şu işler kurtulsak” diyordum ki<br />
sesimin çıkmadığını hissettim. Aman Allah'ım! Neler oluyordu<br />
böyle! Alarmı gayet iyi duyan kulaklarım kendi sesimi duymaz<br />
olmuştu. Bir iki saniye düşündükten sonra acı gerçeği anladım.<br />
Yapacak bir şey yoktu sadece alışabilirdim.<br />
Sonra evi topladım. Şaşkınlık içinde hazırlandıktan<br />
sonra evden çıktım kapıyı kilitledim, her günkü gibi. Ama sesim<br />
eksikti. Ayaklarım beni bilinçsizce işyerine taşırken bende bu<br />
duruma nasıl uyum sağlayacağımı düşünüyordum. O arada<br />
ayaklarımın beni o siyah ve büyük -hayatın acımasızlığı ve<br />
zorluğu kadar- binaya getirdiğini fark ettim.<br />
İşyerinde asansöre bindim. Daha nerede olduğumu<br />
anlayamadan bir içgüdüyle düğmeye bastım. Az sonra<br />
odamdaydım. Her günkü gibi kahvemi aldım, kağıtları<br />
hazırladım. Cetveller masanın kenarında her zamanki yerinde.<br />
Arkadaşım “Günaydın” dedi, cevap yok. “Naber” dedi yine cevap<br />
yok. “Ne o hiç sesin soluğun çıkmıyor dedi.” yine cevap yok. En<br />
sonunda kağıt kalemle durumu ifade ettim. O an kalbimde tarifi<br />
imkansız duyguların çatışmalarını hissettim.<br />
Yıllarca okulda, işyerinde kağıt kalem mecburiyeti<br />
yetmiyormuş gibi şimdi bir de not kağıdına mahkum olmak çekilir<br />
şey değil fakat ne yaparsın! Not kağıdı işyerinde fena fikir değildi<br />
yine de fakat günlük hayatta işe yarar mıydı? Denemekten zarar<br />
gelmezdi. Zaten çevredeki bir iki esnaftan başka kimseyle pek işim<br />
olmazdı. İlk günlerde çevremdekiler şaşırmıştı buna fakat onlar da<br />
alıştılar. Bu duruma alışmıştım fakat içim burkuluyordu çevremde<br />
konuşan, sohbet eden, hararetle tartışan insanları gördükçe.<br />
12
Bir gün internette araştırma yaparken benim gibi<br />
insanların kurmuş olduğu bir dernekle karşılaştım. Tesadüfe<br />
bakınız ki bu derneğin başkanı Cambridge yıllarımdan arkadaşım<br />
Trevor Blackfinger idi. Hemen binanın adresini alıp çıktım. Oraya<br />
vardığımda arkadaşımla uzun uzun hasret giderdik, tabii işaret<br />
diliyle. İlk günlerdeki hayattan soğumuşluğum, kendimi<br />
bırakmışlığım bu andan itibaren yerini yeni bir hayata yelken<br />
açmanın huzurlu sakinliğine bırakmıştı.<br />
Yeni hayatıma ısındığım günlerde gazetelerde<br />
üzüleceğimi mi yoksa sevineceğimi mi bilemediğim bir habere<br />
rastladım “Konuşma yeteneği kayıplarına bir saatte kesin çözüm”<br />
Durumu hemen Trevor'a bildirdim.<br />
Arkadaşım da dernektekilere haber vermiş 46 kişi aynı<br />
gün hastanede tedavi olduk. Bence Trevor hem mutlu hem<br />
üzgündü çünkü derneğin kapanması demekti bu. Tedaviden sonra<br />
doktor bir gün istirahat etmemiz gerektiğini söyledi. Bu<br />
istirahatten sonra da bir aylık istirahat çilesi -ki son günleri çile<br />
değildi eğlenceydi adeta- sona ermişti.<br />
Ve bu ay, hayatımın en ilginç anısı olarak kaldı. Ama<br />
henüz sesim geri gelmiş değil. Bu satırları kara kapaklı sırdaşıma<br />
dilimin sonsuza dek lal kalacağı endişesini duyduğum bir anda,<br />
hasta yatağımda, yazıyorum.<br />
13
Tolunay Keskin Şiir<br />
ÖĞRETMEN<br />
Öğretmen bir bahçıvan gibi,<br />
Bilgi pınarından sular öğrencileri.<br />
Verimli topraklar gibi,<br />
Yetiştirir en güzel çiçekleri.<br />
Bilgisizlikten çatlayan dudaklara sudur,<br />
Cana can katar, hayat buldurur.<br />
Yüreğimizi her zaman umutla doldurur,<br />
İşte hayalimdeki öğretmen budur.<br />
Güler yüzlü, yumuşak, sevecen,<br />
Muhtaçlara kol kanat geren,<br />
Yarının gençliğini yetiştiren,<br />
Hayalimdeki güzel öğretmen.<br />
14
Mehmet Ali Özdemir Gezi-İnceleme<br />
SICAK BİR YAZ GÜNÜ ADANA<br />
Çok sıcak bir yaz günü Adana’dan Ceyhan’a doğru giderken<br />
ailem bana hoş bir sürpriz yaptı. Bu gezi ve hikayesi bana çok enteresan<br />
geldi. Gittiğimiz yer Yılankale adında Adana ve çevresinden gelen<br />
insanların mutlaka gezip gördüğü tarihi bir kaleymiş. Adananın bu sıcak<br />
havasında gezmek zordur fakat gördüklerime değdi ve bunu sizlerle<br />
paylaşmak istedim. Öncelikle tarihi hakkında bilgi vermek istiyorum.<br />
Yılankale, bugünkü Adana-Ceyhan E-5 Karayolu üzerinde, Misis<br />
ile Ceyhan arasında birdenbire yükselen, ovaya hakim bir tepe üzerinde,<br />
karayolundan 3 km. içeride yer alır. İç Anadolu'dan gelip Külek Boğazı<br />
yoluyla Adana, Misis, Payas ve Antakya'dan geçen tarihi ordu ve kervan<br />
yolunun üzerinde bulunan Yılan Kale, dağ kaleleri zincirinin ilk<br />
halkasıdır.<br />
Yılankale, boyutları ve karmaşık tasarımı ile Ortaçağ'ın en etkileyici<br />
askeri yapıları arasındadır. Günümüze olabilecek en sağlam şekliyle<br />
ulaşan kale, yapım karakteri, malzemesi ve Ortaçağ kalesi olması<br />
yönüyle Bizans'a dahil edilmektedir. Korunması kolay, düşürülmesi çok<br />
güç bir kale olarak bilinen Yılan Kale çevresi dıştan 700 m. kadardır ve<br />
kale, ikişer katlı 8 yuvarlak burçla tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları<br />
tamamen mazgallı olup, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli<br />
bırakılmıştır. İç kısımda her iki yöne çıkışı sağlayan merdivenler iyi bir<br />
durumdadır. Kale içerisindeki bölümleri ise yıkılmıştır.<br />
15
Aslında bu kalenin tarihinden çok, hikayesi beni cezbetti.<br />
Hikaye şöyle: Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla<br />
giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran'a götürülür.<br />
Şahmeran adama canını bağışlayacağını ancak kendisini misafir etmek<br />
zorunda olduğunu söyler. Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi<br />
hayatlarını tehlikeye atmak istememektedir.<br />
Şahmeran adama çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden<br />
bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölümünü<br />
Şahmeran'la sohbet ederek geçirmektedir. Ne kadar rahat da olsa, gerçek<br />
dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün<br />
yeryüzüne dönmek için Şahmeran'dan izin ister.<br />
Şahmeran adama güveninin tam olduğunu, yerini kimseye<br />
söylemeyeceğine inandığını belirterek gitmesine izin verir. Ancak<br />
kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden<br />
vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de tembih eder.<br />
Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran'ı gördüğünü<br />
hiç kimseye söylemez. Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için<br />
bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri<br />
de vezirdir.<br />
16
Gerçek amacı kızla evlenip oğlu olmayan padişahın yerine<br />
ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak,<br />
bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi, Şahmeran'ın<br />
bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların<br />
kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran'ı<br />
bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler.<br />
Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak,<br />
Şahmeran'ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran'ı öldüreceğini vaat<br />
ederek mağaraya gider.<br />
Şahmeran'a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması<br />
gerektiğini sorar. Şahmeran: "Ölümümün senin elinden olacağını zaten<br />
biliyordum" diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli<br />
tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar,<br />
insanlardan öç almaya kalkacaklardır. Daha sonra: "Kuyruğumun<br />
suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu<br />
kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kaynat ve iç ki Lokman<br />
Hekim olasın" diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları<br />
dinler. Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun<br />
yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve<br />
yeryüzüne çıkarlar. Ondan sonrası da tabii ki tahmin ettiğiniz gibi.<br />
17
Kerim Akın Hikaye<br />
ASİTANENİN SUSKUNLARI<br />
Koca göğün altında ben bir dut ağacı. Görmüş geçirmişlik<br />
bizimkisi işte. Kimi tatlı kimi acı. Onca kurda kuşa yarenlik nice<br />
dertliye dayelik etmişliğimiz de oldu. Görüyorum ki günlerim sayılı<br />
artık. An değilse yarındır yarın değilse ertesi gün. Kim bilir hangi<br />
merhametsiz elin tuttuğu balta ömrümün son acısı olacak.<br />
Yaşımı başımı unuttum. Aylar yıllar hükümsüz birer cetvelken<br />
artık nazarımda onca yaşanmışlıktan bir iz bırakamamanın sancısı<br />
dilimi sana çözdüren. Yazarmışsın. Yaz. Gördüklerimi yaz yani ki<br />
hafızasını mekânın. Görmeden duyduklarımı, ödünç aldığım<br />
kelimeleri sana mukaddes bir mirası ehline bırakanların huzuruyla<br />
teslim ettiğimi yaz.<br />
Bundan böyle susmak bana düşer gayrı konuşmak sana...<br />
Buraların ıssız ıpıssız olduğu zamanlardan geldim. O zamanlar<br />
buralar ıpıssızdı dediysem de bugünkü gibi kargaşa curcuna yoktu<br />
da ondan öyle dedim. Öyle gecekondular filan yoktu. Şehrin<br />
mekanın bir ruhu vardı. O canım köşklerin yalıların küçük küçük<br />
de olsa ahşap cumbalarında huzurla merak içinde evin<br />
büyüklerinin beklendiği hanelerin huzuru dolduruyordu buraları.<br />
Her bir hanenin bir mendil kadar bile olsa bağı bahçesi olurdu<br />
rengârenk çiçekleriyle envai çeşit kokularıyla gönüllere huzur<br />
taşırlardı. Bütün kurtlar kuşlar çiçekler böcekler âdemoğluyla<br />
hemhal olur yabancılık çekmezlerdi birbirine karşı.<br />
18
Böyle olunca bütün şehir yemyeşil görünür her taraftan nefes alırdı.<br />
Sadece mabetler ihtişamlı devasa olurdu ki insanların ruhlarında bir<br />
azamet haşmet uyandırsın, insana acizliğini küçüklüğünü<br />
hatırlatsın diye. Kısacası özlediğim o günlerde evler binalar da<br />
huzurluydu, bağlar bahçeler de. Cümle hayvanat ve nebatat da<br />
huzurluydu bütün insanlar da. Kimse kimsenin evine gölge etmiyor<br />
güneşini havasını kesmiyor şimdilerdeki gibi daracık daracık<br />
sokaklara sıkıştırıp günsüz güneşsiz bırakmıyordu. Bina dibine bina<br />
yapmak konu komşunun hakkına hukukuna saygısızlık kabul<br />
ediliyor, mahremiyetine müdahale sayılıyordu. O ortamda yetişen<br />
herkes adından sonra saygıyı öğreniyordu. Hal böyle olunca da ne<br />
kavga gürültü oluyor ne de hır gür çıkıyordu. Hele hele bugünlerde<br />
artık beni bile boğacak hale gelen böyle kalabalık, curcuna, gürültü<br />
patırtı, koşuşturmacanın; sıkış tepiş binalar arasında havasızlıktan<br />
boğulacak hale gelmenin hayali bile korkunçtu. Ama neylersiniz<br />
göreceğimiz çekeceğimiz varmış. İşte o asude günlerden ve<br />
mekanlardan sonra size az sonra anlatacağım hale döndü buralar ve<br />
bu canım şehir, şehirlerin şehri Şehristanbul, yani ki Asitanem.<br />
Artık yavaş yavaş tenhalığını yitirmeye başlamıştı buralar.<br />
Yavaş yavaş dememe bakma sen yine de bana göre yavaş<br />
anlayacağın. O dingin tenhalık sakin atmosfer yerini<br />
ademoğullarının hay huyuna bıraktı. Önceleri gece demeden<br />
gündüz demeden dur durak nedir bilmeden derme çatma<br />
kulübecikler kondurmaya başladılar birer ikişer.<br />
19
Telaşlardaydılar. Sevinçliydiler, şendiler. Geldiler. Hep beraber<br />
kondular. Gündüz kondular gece kondular. Çoluk çocukla dört<br />
duvar bir tavan. Hane-i saadetti aslolan gerisi teferruat. O ne<br />
sevinçlerdi ya Rabbi ne mutluluk. Görülmeye değer. Hele o<br />
çocuklarınki hele o çocukların. Dallarıma kurdukları salıncaklara<br />
önceleri kızsam da sonraları pek bir alıştım.<br />
Yıllar öncesinde gençlik yıllarımda misafir ettiğim, ilk yuvasını<br />
dallarıma konduran serçelerin sevinci gibiydi sevinçleri, cıvıltıları.<br />
Gel zaman git zaman evciklerin sayısı artmaya başladı.<br />
Kalabalıklaştılar. Ahali evlerinden daha erken çıkar daha geç döner<br />
oldu. Çocuklarla beraber işler de dertler de büyüdü anlaşılan evler<br />
gibi. Büyüdü ve değişti her şey. Kadınlar kızlar çıkmazdı önceleri<br />
dışarıya pek.<br />
İlkin bu değişti. Sonra yavaş yavaş başlardaki sütbeyazı<br />
örtülerin rengi bozuldu. Giderek küçüldüler haliyle küçüldükçe<br />
etekler gibi açılmaya da başladı. Anladım ki bu şehrin damarlarında<br />
dolaşan onların da damarına sızmış. Korktum. Gözlerdeki pırıltılar<br />
ve masum heyecanlar da silindi simalardaki huzurun ardından.<br />
Kılık kıyafet neredeyse tamamen değişti. Ellerdeki küçük poşetler<br />
giderek büyüdü. Zamanla kocaman kocaman bavullara dönüştü.<br />
Çocuk cıvıltılarının yerini ne idüğü belirsiz dım tıs dım tıs<br />
gürültüler aldı.<br />
Bütün bu olup biteni benimle beraber endişeyle izleyen biri<br />
daha vardı. Esma nine. Konuşuyorsam ondan. Çözüldüyse dilimin<br />
kilidi o istediği için ilkin. Bilmem o evdekilerin neyi olurdu.<br />
Anneleriydi herhalde. Değişmeyen bir o kaldı. Eski çınar olduğu<br />
her halinden belli. Sabır iffet ve sükut abidesi gibi dimdik hep.<br />
Dudakları kıpır kıpır. Yüzünde nurani bir huzur. İçine kapanmıştı<br />
iyice. Çevresinde bu pirifaniden nasiplenecek birinin olmayışı onu<br />
iyice küstürmüş olmalıydı.<br />
20
Bir sabah evin reisi olduğunu<br />
tahmin ettiğim adamı çağırdı<br />
yanına. Oğluydu muhtemelen de<br />
en büyükleri. Belliydi ki pek sabrı<br />
kalmamıştı. Dökmese içini biraz<br />
daha sussa canı bir nefes olup<br />
uçuverecekti sanki. Kulak<br />
kesildim konuşmalarına:<br />
─ Oğlum, bu gidiş nereye? Nedir<br />
bu halimiz, gelinlerin kızların<br />
kızanların hali? Niye geldik<br />
buralara? Allah’a şükür başımızı<br />
sokacak bir evimiz oldu.<br />
Ama korkarım, daha fazlası, deyişiniz felaketimiz helaketimiz olur.<br />
Ağzından çıkan cümleler daha çıkar çıkmaz kristal vazonun<br />
birden elden kayıp mermere düşünce paramparça olması gibi tuz<br />
buz oluyordu. Acıdan dudaklarını ısıra ısıra konuşuyordu. Oğlu<br />
olacak adam da başı önünde dinliyordu. Aslında dinler gibi yapıyor<br />
demeliyim.<br />
─Ana bak biz geleli daha ne oldu. İş bulduk, arsa aldık evimizi<br />
yaptık. Şimdi de hep beraber onların borcunu ödüyoruz. Tek<br />
başıma nasıl öderim onca borcu, nasıl altından kalkarım? Hele bir<br />
ödeyelim borçlarımızı elimiz rahatlasın sonra her şey senin istediğin<br />
gibi olacak ana. Hem fena mı oldu bak hepsi iş güç sahibi oldu<br />
çocukların. Ellerinde birer mesleği oldu. Aç kalmayacaklar ya darda<br />
kalırlarsa. Kimseye muhtaç olmayacaklar.<br />
─ Hani bu çocuklar okuyacaklardı? Ondan gidelim demedik<br />
mi? Ondan değil mi ata ocağını boynu bükük bacasını dumansız<br />
bırakışımız? Ondan değil mi gurbeti taş gibi bağrımıza basışımız?<br />
─ Büyükler çalışmak ister ana. Küçükler elbet okuyacak. Hele<br />
bi okul çağları gelsin.<br />
Epey dedikten sonra da ihtiyarın bir şey demesine fırsat<br />
vermeden kaçar gibi çekip gitti. Oracıkta bir başına kederleriyle<br />
bıraktı gitti onu.<br />
21
İhtiyarın göz pınarlarından birkaç inci peş peşe büyüyerek<br />
süzülüp indi, toprağa değdi usulca. Toprağa karışan Esma ninenin<br />
gözyaşları değildi sadece. Onca yıllık yaşanmışlık, bütün hatıratıyla<br />
tertemiz bir mazi ve öpüp başa konulası ekmeğin emeğin<br />
bereketiydi. Yutkundu acı acı. Ta ciğerime kadar işledi o gözlerde<br />
ve yüzde gördüğüm acı, kördüğüm. Bir dilim olsun istedim<br />
feryadına ortak olayım. Derdine dert ortağı biri çıksın da yükünü<br />
azıcık hafifletsin. Yine eskisi gibi olsun gelsin benimle halleşsin<br />
dertleşsin konuşsun. Ondan sonra bir daha görmedim Esma ninenin<br />
konuştuğunu. Bir hüzün abidesine döndü günden güne büyüyen<br />
sükûtuyla. Zaman bu sular seller gibi akıp gider. Gitti de. O<br />
kulübeler gecekondular büyüdü, kocaman binalar oldu. Bahçeler<br />
sahte güzelliklere büründü. O mini mini serçeler gibi cıvıldaşan<br />
çocuklar kocaman kızlar oğlanlar oldu. Oğlanlar siyah siyah<br />
kıyafetler giyip asık suratlar takındılar. Evlerdeki şen kahkahalar<br />
çoktan sırra kadem bastı. Huzur bereket pılını pırtısını toplayıp<br />
ardına bile bakmadan terk-i diyar eyledi.<br />
Bir zaman sonra oğlanlardan biri görünmez oldu. Ne olduğunu<br />
soracak oldum ihtiyara. Sormaya hacet kalmadan öğrendim. “Yazık<br />
ettiler, yazık ettiler kendilerine de gençliklerine de bize de” deyip<br />
deyip gizli gizli dizlerimin dibinde ağlayışından öğrendim. O<br />
zamandan sonra her sabah oturağını koltuğunun altına alıp yanıma<br />
gelir oldu. Başkalarına kilitli dili bizim için açıktı her daim yine<br />
eskilerdeki gibi. Kurtlar kuşlar çiçeklerle konuşur oldu yine mırıl<br />
mırıl. Hoş başka dinleyen de yoktu ya zaten.<br />
Son zamanlarda iyice elden ayaktan düşmüştü. Bizim bile<br />
hatrımızı sormaya zar zor gelir olmuştu. Bir acı haber daha<br />
duymaya mecali kalmamış gibiydi. O günlerden birinde en küçük<br />
oğlanın koşarak içeri girdiğini gördüm. Ardından da evde bir feryat<br />
figan koptu. Hayli meraklansam da elimden gelen bir şey yoktu.<br />
Nasıl olsa sabah Esma nineden öğrenirim diyordum. Ama kısmet<br />
olmadı. Sabah Esma ninenin sessizce evden çıktığını gördüm. Çok<br />
sevinçli olmalıydı ki hep gülümsüyordu. Dertleri bitmiş, bütün<br />
yüklerden kurtulmuş olmanın huzuruyla ellerin üstünde uçarcasına<br />
yol alıyordu.<br />
22
Ali Talha Gülle Şiir<br />
FIRTINA<br />
Rüzgarın ürkekçe uzaklara esişi,<br />
Adamı uzaklara yokuşlara saldı,<br />
Parlak yıldırımın sessizliği kesişi,<br />
Adamı bir ceylanın titremesi sardı<br />
Boğuşan şeffaf damlaların sesi,<br />
Adamı bıraktığı küçük semte çağırdı,<br />
Koskoca kasvetli bulutların geçişi,<br />
Adamı efkara dalmaya çağırdı<br />
Serseri bir adamın yolu kesişi,<br />
Adamın ruhunu çaresizlik kapladı,<br />
Komşusunun evi sessizce terk edişi,<br />
Adamı yalnızlığın garip hüznü sardı.<br />
23