Gazi Üniversitesi
Basın-Yayın
Yüksek Okulu
(BYYO) Yıllığı
143 Kelimelik Başlangıç
Her yıl yüksekokul ve fakültelerde başarıyla oynanan
bir senaryo vardır. Senaryoda yöneticiler, hocalar,
öğrenciler, yönetmelikler, aşklar, acı, hüzün,
dehşet, kan her şey vardır. Bu senaryonun gerçekliği
belki “gerçekten” daha gerçektir.
Bir dönemin romanları “olaylar ve kişiler tamamen
hayal ürünüdür” diye başlarken, bizim hikâyemize
“olaylar ve kişiler tamamen gerçektir” diye
başlamamız en isabetli olandır.
Oynanan senaryonun tradeji mi, komedi mi,
yoksa dram mı olduğu herkese bırakıldığından
karışıklık ve çelişmelerin, güneş sisteminin Dünya
gezegeninden, Avrasya kıtasının Türkiye Cumhuriyeti
devletinin Başkenti Ankara’nın Emek
semtinde yüksekokulumuzun ‘Gazi’nin Sesi’ haber
merkezinde daktilo ve kâğıt sesleri arsında biz
komite üyeleri bu olayları ve kişileri kalıcı hale
getirdik. Ama…
Dünya basınının Atasözü haline gelmiş bir söz
vardır:
“Doktorlar yanlışlarını gömerler, avukatlar
cezaevine tıkarlar, gazeteciler ise altına imzalarını
koyup birinci sayfada yayınlarlar.”
İşte bizim fobimiz de bu…
En iyi dileklerimizi sunarken, sizi sizle/bizle baş
başa bırakıyoruz…
Sevgili öğrenciler,
Hayatınızın en mühim dönüm noktasında bulunuyorsunuz.
Şimdi sorumluluk taşıyan insanlar
olarak hayata atılacaksınız. Basın- yayın gibi
“etkili ve kutsal” bir mesleğin mensuplarısınız.
Bu mesleğin gerektirdiği sorumluluk içinde
davranacağınıza, millet bütünlüğüne, ülke menfaatlerine
ve insanlarımızı birbirine bağlayan ahlak
kurallarına sadık kalacağınıza inanıyorum.
Hepinize mutlu bir gelecek ve başarılı bir meslek
hayatı dilerim.
Ahmet Bican Ercilasun
BYYO Müdürü
Öğretim kadrosu
Prof. Dr. Bülent Daver
Prof. Dr. Alptekin Esin
Prof. Dr. Hasan Köni
Doç. Dr. Korkmaz Alemdar
Doç. Dr. Sacit Önen
Doç. Dr. Nevzat Gözaydın
Yrd. Doç. Dr. Hasan İşgüzar
Yrd. Doç. Dr. Alemdar Yalçın
EĞER…
EĞER, bir gün bütün çevrendekiler
Paniğe kapılıp da birer birer
Seni suçladıklarında sen,
Gene soğukkanlı kalabilirsen,
EĞER, herkes senden
Şüphe ederken, sen kendine güvenebilir
Ve öfkeni yenebilirsen
EĞER,
Bekleyebilir
Ve beklemekten yorulmazsan,
HERKESİN yalan söylediği yerlerde
Sen yalana sarılmazsan,
Ve senden nefret edildiğinde, sen nefrete
kapılmazsan,
Ve aynı zamanda çok iyi görünmeye
Bir bilgelik havasına bürünmeye
Gayret etmezsen,
EĞER, tutsak olmadan hayallerine
Hayal kurabilirsen,
EĞER, düşünebilir
Fakat düşüncelerin prangalarını kırabilirsen,
Felaket… Yahut zafer…
Bu iki hilekâra da eğer
Aynı tebessümle bakabilirsen
Ve senin söylediğin bir hakikatin
Sahtekârların elinde
Ahmak avlamak için bir tuzak halinde
Kullanıldığını görür de susabilirsen,
Ve durup seyrederken EĞER,
Bir ömre bedel varlığını,
Onun birdenbire yıkıldığını
Görür de sen yıkılmazsan,
Ve baştan başlayarak
Yorgun argın ellerinle
Aşınmış alın terine
Onu yeniden kurabilirsen
EĞER, bir ömür boyunca kazandığın
Her şeyi yığın yığın
Ortaya koyarak, üstüne hayatının
Büyük kumarına girebilirsen,
Ve de kaybettiğin zaman
Tek kelime konuşmadan
Yeniden, yeni baştan
Kendini işine verebilirsen
Ve bir gün dermanı tükenmiş
Kalbine ve yorgun sinirlerine hükmederek onları
emirlerine
Boyun eğdirirsen eğer,
EĞER, bütün bunlardan sonra sana
-Dayan… diye seslenen iradenden
Başka hiçbir şeyin kalmamışken
Dayanabilirsen,
EĞER, sefillerle gezerken kişiliğini
Ve krallarla gezerken halkla ilişiğini
Koruyabilirsen
EĞER, dostlarına hatta
Düşmanlarına karşı yücelterek barışı
Hiç kimseye kırılmazsan,
Ve herkese ayrı ayrı değer
Verir de hiçbirini diğer
Kişilerden fazla önemsemezsen eğer,
İhmali affedilmeyecek bir dakikanın
Altmış saniyesinin altmışını da
Teker teker iyi kullanabilirsen
EĞER, mutluluğu hep yanında bulursan
Her şeyiyle birlikte dünyalar senin olur
Hatta
Adam olursun oğlum
Adam olursun
D. Kipling’den
Çev: Gökhan Evliyaoğlu
Bu anlamlı fotoğrafı Osman Köse, O’nu kaybetmeden bir yıl önce ‘Temel Fotoğrafçılık Dersi
Uygulamaları’ içinde çekmişti. Ne bizim, ne de Osman’ın aklına gelirdi bu fotoğrafı böyle bir sayfada
kullanacağımız…. Sevgili Leziz, sen bizim yüreğimizdesin…
YILLIK KOMİTESİNE,
Hal hatır sormadan yazıma başlayacağım. İsterseniz hemen konuya gireyim: Efendim, ben sizin güzel bir
yıllık çıkarabileceğinize inanamıyorum. Sakın sizi suçladığımı sanmayın. Bu aslında hepimizin suçu. Ama
umarım beni utandırırsınız. Başarılar (Buna gerçekten ihtiyacınız var)
15.12.1986, Ankara
Zeynep Köse
DEMET ŞAHİN
Demet’in özelliği, yalnızca birçok derste yüksek
not alması ve özellikle çoğumuzun zorlandığı bölüm
derslerinde alınabilecek en yüksek notları alarak
geçmiş olmasından ibaret olsaydı, O’nun hakkındaki
yazımız burada son bulacaktı. Ancak Demet,
başarılarını perçinleyen, destekleyen, tamamlayan
kişiliği ile hep dikkatleri çekmiştir. Sıkı öğrenciydi
vesselam…
Daha okul sıralarında birçok dergi, ajans ve
gazetede iyi bir eleman olarak görev yaparak
hem tecrübe kazanan hem de çevresini genişleten
arkadaşımız, kuşkusuz örnek bir B.Y.Y.O. öğrencisi
olduğunu kanıtlamıştır. Kısa saçları, telaşlılığı ve
hep omuzunda taşıdığı oldukça ağır çantası ise bu
örnek öğrencinin hatırlanacak küçük birkaç ayrıntısı
olacak.
Demet arkadaşlar arası ilişkilerde hep uzlaştırıcı
olmasıyla, en zıt kutuplar arasına bile diyaloğu
sağlar. Aslında bize kalırsa Demet, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri olmalı…
Yıllık Komitesi Başkan Yardımcılığında da oldukça
başarılıydı. Bazen bütün işlerin yapılmasına tek
başına yetti. Demet’i Türkiye Soroptimist Kulübü’ne
aday gösteriyoruz.
Demet, en iyi dileklerimizle başarılarının
devamını diliyoruz.
ARANIYOR
Yıllık Komitesi’ne ilginç fikirleriyle ve
deklanşöre hızlı basması avantajı ile giren, fakat
daha sonra bunalımları tutarak bir daha uğramayan,
kimliği belirlenemeyen ve fotoğrafta görülen kişi,
Şair olduğu tartışılır ama pek çok güzel şiirlerinin
olduğu söyleniyor. Kendi döneminden arkadaşları
O’nu hep olumlu özellikleri ile tanıyorlar.
Bu, duyguları azgın bir deniz gibi dalgalı,
düşünceleri bir göl kadar durgun ve berrak ama
görünüş olarak bohem bir hayatı seçtiği sanılan kişi,
Adını hatırlayanlar ya da kendisini görenler, O’na
yıllar sonra bile, en iyi dileklerimizi söylesinler.
NOT: Hakan Coşkun adı unutulmaz.
ÇİĞDEM
BEKTAŞ
(.) Çiğdem’e, lise hatıra defterlerinde
denildiği gibi, “kalbi kadar
temiz” bir sayfa bırakıyoruz. Biz
bütün çabamıza rağmen kendisinden
ve arkadaşlarından yazı alamadık.
Başarabilene helal olsun, Çiğdem’e de
aşk olsun. (Komitenin notu)
HÜSEYİN KEKLİK
Yıllık için yazısı en son yazılan kişi unvanına
sahip olan Hüseyin, dersleri ve okuldaki faaliyetleri
umursamayan tavrıyla okulumuzda birçok
kişi tarafından haksız yere “aslında pek de hoş
olmayan bir çok unvanı” da kazandı. Komitenin
bütün çabalarına rağmen kendisine ilişkin bilgi
edinmede çok zorlandığı bu arkadaşımızın okul
dışında çok hareketli olduğu söyleniyor.
Hüseyin, Tunalı Hilmi’de dolaşmaya ayırdığı
zamanın yüzde birini ve düşünerek geçirdiği
vakitlerin binde birini, bu sayfa için ayırsaydı bu
sayda da böyle içeriksiz olmayacaktı. Ancak ne
yazık ki, Hüseyin –sınıftaki çoğu kişiden biraz
daha fazla- vurdumduymaz olmasıyla bu duruma
düştü.
Hüseyin, okul hayatı dışında okul hayatıyla
en az kesişen bir hayat çizgisinde yaşar ve son
derece de mutludur. Hüseyin’e okulda olduğu
gibi, hayatın ne içinde ne de büsbütün dışında
mutlu bir gelecek diliyoruz.
GÜRSEL
BAYRAKTUTAN
4 senelik candan arkadaşlığımız boyunca; gözlüklerini
hafiften kaldırarak nesnel bir açıdan
objelere yaklaşıp derinlemesine irdeleyerek özgün ve
realist sonuçlara ulaşmaya çalışan ütopist ve pessemizm
ile yoğrulan Gürsel, gerçek bir “Green Bursa”
evladıdır.
Başarılı ve esprili bu kardeşimiz, vaktinin büyük
bir bölümünü okul ve “Öteki”, beriki gibi yerlerde
geçirmektedir.
Şu son günlerde müziğe olan düşkünlüğüyle
ağzına mızıka alan Gürsel’in okulda Mızıka-i Hümayun
asistanı olarak kalması bekleniyor.
Başarı ve mutluluk dileklerimizle…
ŞENOL ANGIN
Yakın bir kaynaktan elde ettiğimiz
bilgiye göre Şenol,
Çok çabuk uyum gösteriyor, sabırlı,
uykuya düşkün, Hayyam’ı aratmayacak
şiirleri varmış; vasat-uysal-sorumlu…
Çok iyi futbol ve okey bilir, ayrıca
nihayet briç öğrendi. Bu yakın kaynak
Şenol’u tanıyanlar adına diyor ki;
“Şenol’a uykusunu bölmeyecek bir
iş, briçte kendisini anlayacak iyi bir
kare, Sümerbank’tan taksitle alacağı
mallar için kefil, güzel yemek yapacak
mutfak ve hepsinden önemlisi bunalımlı
anlarında O’nu idare edecek bir EŞ diliyorum.”
Biz de Şenol’u tanıyan herkesin
bildiği ve her zaman hatırlayacağı bir
esprisiyle, yukarıdaki dileklere katılarak
veda ediyoruz:
Şenol: Ehliyetin va mı?
X: Yok.
Şenol: Benim va da…
SİZLERİ ÇOK
SEVİYORUM
Hoşça kal…
Allahaısmarladık…
Zirvede görüşmek üzere…
Arkadaşım Metin,
Sana da bol şans.
Biliyor musun, şanslı olmak gibisi
yoktur.
Canan, “Çirkin kız”, seni
göremeyeceğim için bilsen ne kadar
mutluyum.
Alptekin bey,
Beni İstatistik’ten bıraktığınız için
size kızıyorum (Hâlâ)
Ama sonra da atmadığınız için
teşekkürler…
Sahi, neden atmadınız?
Kütüphaneci Tevfik Ağabey, nihayet
Galatasaray şampiyon.
Yıllık komitesi,
Sizlere söyleyecek bir şeyim yok,
Canınız cehenneme…
Yani, orada görüşürüz…
(Kütüphanenizde YANGINDA İLK
KURTARILACAK BİR YILLIK)
Bütün isteğim buydu!..
Bayan X, sizi gerçekten sevmiştim,
ama bu iş buraya kadar
Siz de cevabımı YILLIK’tan
aldınız…
Şevket Amca,
Sizi, çayınızı ve sohbetinizi
özleyeceğim.
O yüzden bir yıl daha burada olmak
bir kayıp değil benim için…
Fotoğraf mı?
Boş verin…
Unutacak mısınız?
Sanmıyorum…
ALİ YAKIŞIKLI
Komite Başkanı
CANAN AKIN
Canan’ın Almanya/Stadhagen
doğumlu olduğunu biliyor musunuz?
Şaşırdınız mı? Ama biraz
dikkatlice bakarsanız belki bazı
ipuçları yakalayabilirsiniz. Örneğin,
Almanca’dan muaf olmuştur ve son
iki yılda ortalaması 100 oln tek dersi
Almanca’dır.
Bizce Canan hakkında bilmediğiniz
yalnızca bu değil. Onun altın gibi bir
kalbi var. Yoo bu lafı hiç beğenmez,
yani iltifattan hiç hoşlanmaz. Ama
şaka olarak kendisine “Çirkin kız”
dense bunu arkadaşlık adına hoşgörü
ile karşılar.
Canan’ın okuldaki derslerden
çok yabancı dillere ilgi duyması
aslında onun iyi bir filoloji öğrencisi
olabileceğini düşündürür insana. Ancak
bunu duysa şunu söyleyeceğinden
eminiz, “Herhalde yani, bir parça”.
Hey ne oluyor? Biz ne yapıyoruz?
Herkesin akıllı ve uslu olarak
tanıdığı Canan’ı tutup size tanıtmaya
çalışıyoruz. Yukarıda söylediklerimizi
silmek için artık çok geç. Ama en iyisi
sözü Canan’a bırakmak:
……………………………………
………………………………………
………………………………………
……………………………….
……………………………………
………………………………………
………………………………………
………………………………..
……………………………………
………………………………………
………………………………………
…………………………………..
NOT: Yıllığınızı Canan’a verirseniz
noktalı yerlere sizin için bir şeyler
yazcaktır.
NURAY
DOĞDU
“Bütün kadınlar (kızlar) güzeldir”.
Bilemem ama siz de aynı görüşte
misiniz? Nuray biraz daha güzel
diğerlerinden galiba…
Yakın ve güvenilir kaynaklardan
elde ettiğimiz bilgilere göre, Nuray’ın
en bariz karakter özelliği “inatçılığı”
imiş. Aldığımız notta aynen şöyle
yazıyor:
“Öyle inatçı bir karakteri vardır ki,
hiç kimse onu aklına koyduğu şeyleri
yapmaktan alıkoyamaz.”
Bir gün Nuray ile karşılaşırsanız
kulağınıza küpe olsun.
Nuray’ın diğer bir özelliği de güzel
pastalar yapmasıymış. Bu haberi
yılsonunda öğrenen komita başkanı,
hafta sonları Nuray’ın memleketten
yaparak getirdiği nefis pastalardan
habersiz geçirdiği günlere son derece
üzüldü.
Kozmetik ve takı sanayii ürünlerinin
sadık bir takipçisi ve tüketicisi
olduğu da edindiğimiz diğer bir haber.
“Almazsa da bu ürünleri vitrinde
seyretmekten bile zevk duyar.” (Bu
satırlarımız da öncelikle Nuray’a
doğum gününde sürpriz yapmak isteyenlere
seslenmek istedik.)
Ve Nuray’a en yakın arkadaşından:
“Sevgili Nuray, hafta sonları Milli
Kütüphane’de akşamladığımız günleri,
sınav öncesindeki heyecanımızı,
ders boyunca yaptığımız konuşmaları
(pek tabi ki ders dışındaki konularda)
birlikte kurduğumuz hayalleri,
Kızılay’a yaptığımız gezintileri
hiç unutmayacağım. Senin de
unutmayacağını biliyorum.”
Bu pasajın aşağıdaki son bölümüne
hep beraber katılıyor ve diyoruz ki:
“HERŞEY GÖNLÜNCE OLSUN”
ERCAN
SEZGİN
Tokat’ın önde gelen eşraflarından
Selahattin Bey’in üçüncü ve tek
erkek çocuğudur. İlk, orta ve lise
öğrenimlerini Tokat’ta yaptıktan sonra
kendisi de nasıl olduğunu anlamadan
B.Y.Y.O’ya girmiş.
Ankara’ya geldiğinde hemen
ortama uyum sağlamış, toparlanmış
ve yükseköğretim gençliğinin tek
eğlencesi olan okey’e takılmaya
başlamıştır. Babasının memleketteki
dükkânında havlulardan kazandığı
parayı burada harcarken oldukça tutucu
davranmış, arkadaşlarına bir şey
ısmarladığını gören olmamıştır.
Okul sıralarında tanıştığı Savaş ile
çok iyi anlaştığı halde, “Sen Toğat’ın
neresindesin oliysin?” sözüne sinirlenmekte
ve böyle durumlarda Savaş’ı
gizli sırlarını ve çektiği fotoğraflarını
açıklamakla tehdit etmektedir.
Okula gelirken her sabah aksatmadan
“Zürih”e uğrayan Ercan,
dört senenin sonunda nereden aklına
geldiyse bıyık bırakmaya başladı. Tüm
karşı çıkmalara rağmen hâlâ direnmektedir.
Ercan’ı pek şarkı, türkü söylerken
görmedik. Şarkı diyince aklına “Oy,
oy Eminem”, “Deh deyin kızlar, benim
atıma deh deyin” türküleri gelir.
Ercan, bazı arkadaşların ev görmeye
gittiğinde vaat ettiğin hidrofilli
havluları hâlâ bekliyorlar…
(.) Not, Ercan’ı bıyıksız hatırlayın
istedik…
ADNAN
ERDOĞAN
Dünyaya niçin geldiği konusunda
herhangi bir fikri yok ama okumaya
hiç gelmediği inancında. Ancak, bunu
16 yıllık (Son beş yılı B.Y.Y.O’da)
öğrencilik hayatının sonunda itiraf
etmesi de çok ilginç. Hele hele kendi
deyimiyle “pilot olacakken yerde
sürünmesi” Adnan’ın ilginç hayatının
bir başka bölümünü oluşturuyor.
Adnan’ın ıssız bir adaya gitmesi
durumunda yanına alacağı üç şey;
onun su katılmamış bir Türk olduğunu
gösteriyor: At, avrat ve silah. Doğrusu
bu ya ıssız adaya gitmekle zaman
tünelinde geriye doğru yolculuk aynı
şey…
“Ya sabır” tiyatro oyununun afişi
önünde poz veren Adnan’ın bize son
sözleri:
“Yıllığın çıktığından okulun son
günü haberim olduğundan ve telif
ücreti verilmediği için buraya özgün
yazımı yazmıyorum.
Bütün arkadaşlarıma, hocalarıma
gelecek yıllarda başarılar,
teşekkürler…”
KELİME ATA
Değerli arkadaşlar,
Ünlü Nietsche, “Bir şey hem haklıdır hem
haksızdır. Ama ikisi de aynı derecede haklıdır” der.
Habire “Mutlak gerçek vardır” diye bağıranlara inat.
Evet arkadaşlar, kendi gerçekliğinizi düşündüğünüz
an varlığınızın başkaları ile bütünleştiğini
aklınızdan çıkarmayınız. Nasıl ki, siz tek başına
var olmadıysanız, düşünceleriniz de haklı, haksız
yanlarıyla bütünlük gösterir. Düşünceleriniz geçicidir.
Bugün savunduklarınızın üç yüz yıl önce aynı
olduğunu kim iddia edebilir? Eğer, iddia ediyorsanız,
gelişmelerin dışında kalmak gibi bir düşünce ile
karşı karşıyasınız demektir. O halde neden değişen
olaylar uğruna korkunç bir öfke ve kininiz var.
Suya düşen bir ağacın gölgesi kadar bile bir hükmünüz
yokken, neden güzellikleri yok ediyorsunuz?
Yürekleriniz neden sevgisizlikten çorak bir toprak
gibi birbirinizden kopuk ve habersizsiniz. Dostluklardan
uzaksınız. Oysa dostluklar yıldızlar gibidir,
uzaktır ama hep vardır ve güzeldir.
Sevgili arkadaşlar,
Artık iletişimsizliği sona erdirin. Amacınız, umut
ve güzellikleri yeşertmek, sevgiyi en kutsal inanç
olarak kabul etmek olmalıdır. Çünkü hiçbir düşünce
ve ideoloji, “dünyanın en güzel sanat eseri olan
insanı” yok etmek için geçerli ve kutsal olamaz.
Yaşam çizginizde sağlık, mutluluk ve başarılar
diliyorum. Umudunuz hep bol olsun.
….
Selanik Caddesi’nde, “ünlü bir gazeteci”
olacağına ant içen arkadaşımız, sinema alanında
söz sahibi olmayı istediği için hiçbir filmi kaçırmaz.
O’nun Ankara’da bildiği tek buluşma yeri,
Kızılay’daki Gima’nın önüdür. Sıkıntılı ve meşgul
olduğu zamanlarda kırıcıdır ama aslında çok duygusal
ve düşüncelidir. İnsanlara duygularını pek
belli etmeyi sevmez. Bu nedenle onu yakından
tanımayanlar için soğuk ve sert bir görünüm çizer.
Ne iş olursa olsun işini hep ciddiye aldığı için çok
çalışır. Tek başına kendisine ve sevdiklerine güzel
bir yaşam sunabilmek için çok okur, çok düşünür
ve çok çalışır. Konuşmayı hele hele boş gevezelikleri
hiç sevmez. “Boş kafalar kişileri, orta kafalar
olayları, gelişmiş kafalar fikirleri tartışır” sözünü
benimseyen Kelime, yaşama, topluma ve insanlığa
ilişkin somut sorunları konuşmaktan, düşünce
üretmekten hoşlanır. Hoşlanmadığı bir diğer şey ise
kendi özel yaşamı hakkında konuşmaktır. Aslında
evini dostlarına ve arkadaşlarına hemen açar ama
özel yaşamını o kadar az insan ve o kadar sınırlı
paylaşır ki onun yaşamını ve sıkıntılarını bilen insan
sayısı oldukça azdır.
Ne yerse yesin masadan kalkarken eline bir parça
ekmek alan Kelime, okulun son yılında “özellikle
dış görünüşü ile –makyaj yapmaya başladı da-“ biraz
değişti. Geleceğini çok düşünen ve ulaşmak istediği
hedefe ilişkin yapması gerekenleri sabırla yerine getiren
Kelime’nin sabrı, kararlılığı, hoşgörüsü, çalışma
azmi ve tükenmeyen enerjisi ile bir gün mutlaka tüm
planlarını gerçekleştireceğine inanıyoruz. Mesela iyi
bir yönetmen, iyi bir senaryo yazarı, iyi bir gazeteci…
Sana film dolu yarınlar sevgili Kelime…
FİGEN
ÖZDERLİ
Yanında bulunduğunuz anlarda
gülmeden durabilmenizin imkânsız
olduğu Figen, sinirli olduğu zamanlarda
yanında durulmaması gereken
bir şahıstır. Öfkesi anlık ve geçicidir
ama sinirliyken yanına yaklaşan beş
kişiyi öldürdüğü de rivayet olmaktadır.
Kahkaha attığı zaman ve özellikle
küçük çocuk taklidi yaptığı zamanlar
çok sevimlidir.
Fedakâr ve candan bir arkadaş olan
Figen, yakın çevresindeki arkadaşları
için daima bir şeyler yapmaya çalışır.
Özel ilgiye bayılır. Eğer doğum
gününde onu “bir çiçek ile de olsa”
hatırlamışsanız artık onu ömür boyu
kazanmışsınız demektir.
Figen’in en önemli bir diğer özelliği
de el ve yüz mimikleridir. El ve yüz
mimiklerini bu kadar abartılı kullanıp
bu kadar kendine yakıştırabilen bir kişi
daha görebilmeniz zordur.
Konuşurken heyecanlı heyecanlı
salladığı elleri ve çabuk konuşması
bir bira içtiği zamanlar yavaşlamakta
ve gerçekten seyre değer manzaralar
ortaya koymaktadır.
Son zamanlarda merak saldığı telsiz
sohbetlerinde “Afrodit” kodunu kullanan
Figen’in güzelliklere karşı büyük
bir sevgisi vardır. Güzel olan her şeye
bakan Figen, kız-erkek ayrımı yapmaz.
Hayatın boyunca mutlu ol ve hep
gül.
Figen’in Çetin Altan alıntısı:
“Hayat yaşandığı sürece vardır.
Ötesi ya hafızalardaki hatıra
Ya da hayaldeki ümittir.
Hüsranı ise tek yerde kabul ediyorum:
Yaşamak mümkünken
Yaşamamış olmakta”
DUDU
KÜTÜK
Sevgili arkadaşımız Dudu da
olmazsa dışarıdan gelen misafirler,
bazı derslere bakarak B.Y.Y.O.’nu
ekstern okul sanıp, kayıt yaptırırlardı.
Derse devam etmeyi çok seven
Dudu’nun en büyük korkusu hastalanmak
ve dolayısıyla derslere girememektir.
Giriştiği işlerde ciddiyeti ve sonuca
ulaşmayı istemesiyle dikkati çeken,
ıssız bir adaya gittiğinde hemen geri
dönmek isteyecek kadar bu dünyayı
seven arkadaşımızın iki büyük tutkusu
var:
Doğa ve Müzik.
Hemen her yerde, her zaman birlikte
olduğu arkadaşı Nuray ile ideal
bir çift oluşturmuş olup eşlerini de iki
kardeşten seçmelerini diliyoruz.
Sevgili Dudu’ya her şeyiyle mutlu
bir gelecek diliyoruz.
Konfüçyus’un güzel bir sözünü,
arkadaşımız sizlere mesaj olarak iletiyor:
“Ara sıra isyana yönelecek
gibi olursan bile hatırla ki kâinatı
yargılamak imkânsızdır. Onun için
kavgalarını sürdürürken bile kendinle
barış içinde ol.”
HARUN KORKUT
NALBANTOĞLU
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Attila İLHAN
Aslıhan-ımı (gerçekten), onu “okulun kara ve ince
(!) kızı” olarak tanıyoruz. Saçları lacivert parlayan
bu kızımızı kimisi çok sessiz ve sakin bilirken kimisi
de çenesi düşük hatta geveze ve girişken biliyor.
Sabahları okula girer girmez önce “merhaba millet”
sonra “Çocuklar bugün otobüste ne oldu biliyor musunuz?”
diye söze başlar ve anlatır, anlatır...
Onun çok konuşmasının nedenlerini
araştırdığımızda gördük ki Aslı, kendisini kimsenin
doğru ifade edebileceğine inanmadığı için
düşüncelerini tekrarlar durur. Konuşmalarında sık sık
“Onu da anlıyorum ama…” ve “Hayret bir şey ya,
nasıl olur inanamıyorum” sözlerini kullanan Aslı’yı
bazıları çok konuşması nedeniyle “cazgır” bile buluyor.
Ancak yakın arkadaşları onun hep makul,
“içindeki iyiliği ve insani sıcaklığı” hiç yitirmeyen,
“vazgeçilmez, sağduyulu, uyumlu bir ekip arkadaşı”
olduğunu söylüyorlar, inanalım mı? Bu arkadaşımızın
bir başka derdi ise zayıflığıdır.
Kendisi, en büyük korkusunun “yerde topraktan,
gökte semadan başka yaşayıp öldüğünü kimsenin
bilmemesi” olduğunu söylüyor ama biz asıl korkusunun
“evde kalmak” olduğunu, kendisi asıl hobisinin
“yaşadığı döneme tanık olmak ve hiçbir şeyi
kaçırmamak” olduğunu söylerken biz bunun nedeninin
“dedikodu merakı” olduğunu düşünüyoruz.
Bazen çokça çekingen, kendi sorun ve sıkıntıları
konusunda çoğu kez ketum ama her daim müzmin
muhalif, çoğunlukla samimi, hoşgörülü ve içten olan
bu “ince kızımız (!)”, dört yıl boyunca “Tanrım,
Allahım” diyerek anketlere, halk oyunlarına, sinemaya
ve panellere koşuşturdu durdu. Arkadaşlarının
çenesinden kurtulmak için önüne koydukları Çin
damasında, şampiyonluğa oynadı. Damada tanık
olduğumuz coşkusunu derslerinde de göstererek bir
yıl daha fazla dayanılmayacağını söylediği okulu dört
yılda bitiren ender arkadaşlardan biri oldu. Kendisinden
çok yakınlarının yaşamı güzelleştirmeye
yönelik özverili çabasından vazgeçmeyen, sıklıkla
üstüne vazife olmayan sorumlulukları üstlenen,
hep soğukkanlı ve mantıklı olmaya çalışan ancak
duygusallığını da çoğu kez gözyaşlarıyla ele veren
sevgili Aslı, neden bizi duygusallığın konusunda
uyarmadın. (Okulu bitiriyorum diye kantinde Neşe ile
nasıl da gizli gizli ağlaşmıştınız, hatırlıyor musun?)
Biz senin inci gibi güzel yazını da unutmayacağız.
Cazgırlığına rağmen yitirmediğin hoşgörünün,
inatçılığının (hiç mi tanık olmadınız, iyi düşünün)
ve yüreğindeki insan sıcaklığının bir an bile sekteye
uğramamasını dilediğimiz Aslı’nın geride bıraktığı
arkadaşlarına şu mesajı var:
“Yine görüşürüz dostlarım benim, yine
görüşürüz… Beraber güneşe güler, beraber
dövüşürüz…”
ASLIHAN
BÜYÜKGÜL
ONUR
KURTOĞLU
Sınıfımızın sportmen, pardon sportgirl
ve canlı kızlarındadır. Kısa ve kıvırcık
saçları ve tavırlarıyla oldukça sempatiktir.
Çok samimi oldukları için onu anlatamayan
Lütfiye’nin –bu sayfada da ikisini
ayıramadık- yerine Hatice ve Memnune,
Onur’u şöyle anlatıyorlar:
“Onur’un kendi yurdundan çok bizim
yurtta kalması, bizden çok arkadaşı olmasına
yol açmıştır. Tabii bunun bir nedeni de
arkadaşın iletişim kanallarının sürekli açık
olmasıdır. Önüne gelenle iki dakikada
samimi olması yüzünden Ankara’daki
çevresi oldukça geniştir. Samimi, sıcak ve
hoşsohbet olması ona sürekli yeni arkadaşlar
kazandırmıştır. Derslerine fazla zaman
ayırmamasına rağmen Onur, gösterdiği
büyük gayret ile okulu beş yılda bitirdi.
Onur’a ömür boyu mutluluklar…” -Hatice
“Onur’un yardımseverliliği özellikle garsonlara
espritüelliği herkesçe bilinir. Ayrıca
kolay samimiyet kurar. Dün yurt müdiremiz
(Onun değil bizim) Onur’a bir tören ile
fahri üyelik unvanını ve yurdumuzun altın
anahtarını vereceğini açıklamıştır. (!) Yurtça
çok sevindik.
Canım Onur’cuğuma ömür boyu mutluluklar”-
Memnune
SİBEL
AKKAN
FSF’nin (Figen, Sibel ve Ful üçlüsünün)
hem en sakin hem de en hızlı üyesi. Aslında
belki onu sakin diye tanımlamak hatalı
olabilir. Çünkü, onu yakından tanıyanlar,
onun ne kadar çılgın olabileceğini de bilirler.
Özellikle enteresan ve haftada bir
değişik kestirdiği saç modelleri, düzgün
fiziği ve pürüzsüz cildi ile gözleri okşayan
Sibel’in –tipi nedeniyle- Uzak Doğu’yla bir
akrabalığının olup olmadığı araştırılıyor.
Her konuda olduğu gibi, iyi yemekler
konusunda da son derece duyarlı olan Sibel,
devamlı vücut formunun bozulmasından
yakınıp, “Bu ay mutlaka limnastiğe gitmeliyim”
diye sızlanır. Ancak gittiği
yabancı dil kurslarından dolayı hiçbir şeye
vakit bulamayan Sibel, artık İngilizce’yi
da kavramanın rahatlığıyla, İtalyanca’nın
planlarını yapmaktadır. Ha tabi bu arada
Sibel’in Almancası da çok iyidir. Belki onun
için yeni bir kelime türetmek ve “dilfoman”
demek doğru olur.
Oldukça rahat bir insan olarak da göze
çarpan arkadaşımız, hiçbir şeyle ilgilenmez
gibi görünüp mükemmel gözlemleriyle
sizi her an hayrete düşürebilir. Candan bir
dost, iyi bir arkadaş (çok üstüne gitmemek
kaydıyla) titiz, temizliğe önem veren sevgili
arkadaşımız…
Şen kahkahalarını her zaman duyabilmek
umuduyla, hoşça kal.
ŞULE YALÇIN
“Uykudan önce” programını izledikten
sonra hemen sütünü de içip yatan
ve rüyasında kendisini Konya’ya “gelin
giderken” görüp
“Dolmuş geliyor dolmuş,
Dolmuşun rengi solmuş,
Benim sevdiğim oğlan,
Dolmuşa şoför olmuş” sözlerini
mırıldanan Şule, babasının hışımla
kaldırmasıyla okula yollanır. Ancak ikinci
dersten sonra okulun kapısında görülür.
Kırk yıllık ayrılığın verdiği özlemle kendisini
Ayla’nın kollarına atan arkadaşımızın
ilk sorusu “Bugün ders c-var mıydı?” olur.
“Evet” cevabına her zaman “Yaa” demesi
ile ünlüdür.
Şule, Dudu ve Ayla sayesinde
devamsızlıktan çakmaktan kurtulan nadir
arkadaşlarımızdan biridir. Bu arada
Şule’nin en güzel özelliklerinden biri de Çin
damasından yenilerek takiplerinin moralini
yüksek tutmasıdır.
Bu sevimli arkadaşımızın kendisi için
“saf” kelimesinin kullanılmasına kızdığını
bildiğimizden biz onu “iyi niyetli” olarak
tanımlıyoruz. Ama şunu da belirtelim ki
“akilen saf olmak iyi değildir belki ama
kalben saf olmak hap iyidir”. Şule’miz her
söylenilene kandığı için özellikle Harun ve
Ömer tarafından işletilmesinden yakındı
durdu son bir yıl.
Okul kantininde bir masada sakin ve
mutlu bir şekilde otururken hatırlayacağımız
“Permalı Şula” için sakın “ne sakin kız”
demeyin. Çünkü o, o sırda evde oradan
oraya koşuşturmasının yorgunluğunu
çıkarmaktadır.
Son yıllarda hayranları artan okulumuzun
bu güzel kızı, B.Y.Y.O.’ya girdikten
sonra paspallaştığını iddia etmektedir.
Aslında normale döndü ama o farkında
değil. Çok titiz olan arkadaşımız titizliğini
Konya gezisi sırasında Konya’nın özel
yemeği “Kuyu Kebabı”nı 12 kişilik gruptan
çatal isteyen tek kişi olarak belli etti.
Sevgili Şulemiz, sakin ama aslında oldukça
telaşlı, çabuk sinirlenip çabuk gülen
bir arkadaşımızdır.
Az telaşlı, bol kahkahalı günle dileriz
sana….
YAŞAR
YILDIRIM
Yaşamı “hiçbir şeye” benzeten
arkadaşımız Yaşar, Basın Yayına gelmiş tüm
öğrenciler gibi dünyaya niçin geldiğini de bir
türlü anlayamamıştır.
Sonraki yıllarda Basın Yayın Yüksek
Okulu denildiğinde aklına “gazeteci değil
de kuzucuklar yetiştirilen bir yer” geleceğini
söyleyen Yaşar, kendi sessizliğini de buna
bağlamaktadır.
Fazla ihtirası olmayan, bazı hocalara
takılmayı huy haline getiren Yaşar, bu
yüzden son Osmanlı Padişahı ve (günümüz
İnkilap Tarihi hocası) Halil İbrahim Turanboy
tarafından “Paşa oğlum” rütbesine
eriştirilmiş olup bu nedenle “çok sevgili
hocasının çok sevgili dersini” ikinci kez
okuma fırsatına nail olmuştur.
Sevgili Yaşar’ımızın bir özelliği
de Nilüfer’e birinci sınıfta vurulduğu
ve bu gönül yarasının sonsuza kadar
geçmeyeceğidir.
“Her ne kadar bu yaşam adı verilen çarkın
işlemesine yarayan bir dişli de olsak, bir
şeylerden mutluluk duyuyoruz ya, bu da bize
yeter.
Değil mi?”
Bir ömür boyunca işlemesinde rahatsızlık
duymayacağın çarkın içinde her zaman
mutlu olman dileğiyle…
AYLA
KARAUSTA
Şen şakrak, güler yüzlü Ayla’mızın eve
geç kalma korkusu yüzünden son derslere
girmeyip eve gittiği bilinir.
Rivayetlere göre eve gittiğinde
Ankara’nın en kuytu köşelerinde alınan
pembe renkli yünleriyle hayaller içinde örgü
ören Ayla, ancak kedisi Tekir tarafından
tırmalandığında gerçek yaşama döner. İşte
o zaman acıktığını hisseder ve çürümüş
çileklerle bol karbonatlı meşhur pastalarını
yapar.
Kantini Şevket Amca ile birlikte açıp
O’na temizlik işlerinde de yardım eden
arkadaşımız radyasyonlu çayı yudumlarken
okuldaki çileli (!) yıllarına inat hep tatlı tatlı
gülümser, şen kahkahalarını arkadaşlarından
esirgemez.
Sınavlarda soruları sonra değil de sınav
sırasında tartışmasından dolayı sınav sonuna
kadar sınıfın en faal olması ve her
sınavda Şule ile arka arkaya oturması
nedeniyle gözetmenlerin boy hedefi haline
gelmiştir.
Son yılında damaya olan aşırı tutkusu
gözden kaçmazken, onun en az değer
verdiği şeylerin başında paranın geldiğini
söyleyelim. Söylentilere göre cüzdanı
çalınırken fark ettiği halde hiç sesini
çıkarmamıştır.
Okulumuzun “manevi ikizleri” olan Ayla
ile Şule, gördükleri tüm rüyaları birbirine
anlatıp yorumladılar her daim.
“Yine öyle bir gündü. Ayla gece gördüğü
rüyayı anlatmış, yorumlanmasını bekliyordu.
Şule, ‘Akıllım, senin başına talih kuşu
konacak’ diye bağırdı. Bağırmasıyla birlikte
bir hindi, gelip Ayla’nın başına kondu.
Hindinin başına tünemesine çok sevinen
Ayla, neşesine neşe katrak akşam özenle
hazırladığı çilekli pastasını bize sundu.
Yedikçe bir hoş oluyorduk ama nereden
bilirdik. Böyle bir şey aklımızın ucundan
bile geçmezdi. Bir güzel yiyip hepsini biz
bitirdik. Şimdi ondan uzaktayız ve ona şu
mesajı iletirseniz seviniriz:
‘Ayla, burası çok sıkıcı. Sen de gel…
Burada senin şen kahkahalarına çok
ihtiyacımız var.’
Cennetteki arkadaşların…”
Seni hep “çilekli pasta” tadıyla
anımsayacağız.
ALİ M. ARTAÇ
Sınıfımızın yakışıklı jönlerinden Ali,
nam-ı diğer “Pehlivan”, yaptığı tiyatro
çalışmalarıyla umut veren genç yıldızlar
listesine girmeyi başarmıştır.
Okulun ilk yıllarında pek gösteremediği
performansı son yıllarda her dersten
yüksek notlarla geçerek göstermiş ve
herkesi şaşırtmıştır. (Aslında bunda
şaşılacak bir şey yok. Çünkü, okulunu
bitirmemiş delikanlılara babalar kızlarını
vermiyorlarmış…)
Üstün rol ve taklit yeteneğinin yanında
güzel esprileriyle, güzel günler paylaştığımız
Ali’ye ve ailesine (!) ömür boyu mutluluklar
dileriz.
“Siz eski öğrencilerdensiniz” diye teşhis
edildiğiniz günden beri kendinize gelemediniz.
Aynı adı taşıyor olmamız aslında sınıfta
derslerde epey sorun olmuştu. Ama nihayet
bu sorun da bitti. Senin deyimiyle ‘perdeler
indi’. Benim adım Ali, senin adın Ali… Bu
yüzden artık sana ikinci adınla ‘Murteza’
diyelim şeklindeki önerimi geri alıyorum.
Her zamanki gibi, ‘Çok iyisin’ be adaşım.”
Ali’nin gelecekte, Türkiye’de oynanan
büyük oyunların birinde ve en güzel karakteri
başarı ile oynayacağına olan inancımızı
hiç kaybetmeyeceğiz.
SUNA KOVAR
Çitleri kar örterken
Ne tartışma, ne öfke, ne pişmanlık,
Ne de suçu paylaşma.
Ağu vardı kadehte – getiren kim
Bize ne!
Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına
Karanlıklarda esen,
Hüznün gülüşü yalnız, bir soluk kış manzarası,
çitleri kar örterken
Robert Graves, İngiliz (1895 – 1985)
Not: Suna, Kadriye ve Serpil’in geleneğini
bozmadı ve bir şiir ile Yıllığımıza girdi.
Başarılı, örnek öğrenci ve insan tipinin üç
güzel insanı, zincirin birbirinden ayrılmayan üç
halkasından üç güzel şiir.
HÜSEYİN
ÖZOĞUL
Yıllık komitesi olarak büyütülmüş
bir resminin etrafında toplanmış,
sayfanı doldurmaya çalışıyoruz.
Böylece çağdaş gazetecilik anlayışının
(yorulmadan iş yapmak) ilk örneğini
veriyoruz.
Evet ilk tespitler:
Halk arasında (yani sınıfta) “Amerikan
Hüseyin” diye ya da “çekirge”
diye tanınıyorsun.
Bu senin Amerika doğumlu ve
çekirge yakalamayı iyi bildiğini
anlatır. Üzerinde bu yılın modası olan
“kar yıkama kot” popüler kültürün
yorulmaz bir takipçisi olduğunu gösterir.
Amerikan stili kesilmiş saçların,
kar yağdı kot takımın, onu tamamlayan
spor ayakkabı ve spor çanta
ama bütün bunlara rağmen kullandığı
“Pipo” senin entel bir arkadaş grubu
ile doğum gününü kutladığını gösteriyor.
(Yılın Asparagas Ödülü)
SERPİL ÖZ
İnsan soyunun tanrı belasını versin!
deli olmak işten değil!
kaç kez niyet ettim,
topunu kendilerine tanrıya
ve şeytana bırakayım diye
ne halleri varsa görsünler
yine de rastlar rastlamaz bir insan yüzüne
sevmeden edemiyorum
Goethe
Not: Kadriye’nin arkadaşı demek yeterli
bir açıklama sanırız.
KADRİYE
ŞENEL
Başka türlü bir şey benim istediğim
Ne ağaca benzer, ne buluta benzer
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
Rengi başka, tadı başka
(Yapraktı)
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,
Yaşadığından uzun;
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince rüzgârda
Ve bir yeni ömür
Vardığım çimen yeşilince…
NOT: Kadriye, dönem birincimiz,
duymayan kaldıysa… O kadar yoğun bir
çalışma içinde idi ki bize, ‘Yıllık’ için
ancak bu şiiri bulabilecek kadar zaman
ayırabildi. Kutluyor, başarılarının devamını
diliyoruz.
ÖMER
DİŞBUDAK
Sana bir elveda bile yok
Bana bir merhaba bile yok canım,
Sana bile bir elveda yok…
Nabzımda çoğalıyorsun
Hırçın, vurdumduymaz yargıçlar bekliyor seni
Seni sevdiğimi söylüyorum suratlarına
Sözcüklerin anlamını dar tutuyor kalıplar
Sana bir elveda bile yok.
Cümle aşklar başbağlamış
Canevi suskun.
Dünyanın kuruluşu bir yana
Seni tanımak başka
Seni bildiğim gün uyanmış yılan
İnmiş balyoz,
Kurtulmuş bebek,
Senin mutluluğun dağlarda tutuşan gömlek.
Sana bir elveda bile yok canım,
Sevdiğimdendir, inan
Taze bir merhaba ile,
Geleceğim bir gün,
Bekle, büyüsün hülyan…
Bulutların üstünde, dağın yüreğinde,
rüzgârın içinde… Hayır … Çok uzakta
değilsin… Derdimiz olsa, canımız sıkılsa,
neşeli bir günde biramızı paylaşmak istesek,
birbirimizi ararız. Can kardeşim…
Sevginin, dostluğun eşsiz güzelliğini
yaşıyorum seninle. (H.K. N’den)
CENGİZHAN
AKTAN
Sessiz, sakin, kimsenin etlisine,
sütlüsüne karışmayan Cengiz, hiç
meraklı değilmiş gibi görünmesine
rağmen, “O ne, o ne?” sorusunu en sık
soran bir arkadaşımızdır.
Kurallardan nefret eder ve “Bütün
kuralları yıkın” felsefesine bayılır.
Hatta bu felsefenin mucidi olduğu da
kulağımıza gelmektedir.
Kitaplara olan aşırı düşkünlüğü
Cengizhan’ın arkadaşları tarafından
“kitapkolik” olarak nitelendirilmesine
sebep olmuştur. Kitaplarına uyguladığı
özel bakım ve gösterdiği itina, yakın
arkadaşları tarafından sık sık dile
getirilmektedir. Hatta elini sürmeye
kıyamadığı kitaplarını üç-dört kat
kapladığı ve haftada bir tozlarını aldığı
söylenmektedir.
“Bir şey yapmak zorunda” olma
fikrine dayanamayan Cengizhan’ın
yemek, bulaşık, çamaşır, ütü gibi
yeteneklerinin yanı sıra “ufak tefek
denemelerim” dediği tonlarca şiirinin
olduğunu şairliğinden söz etmezsek
haksızlık etmiş oluruz.
Nazik olmayı çok iyi bilen
arkadaşımızın tüm ideallerine
ulaşmasını ve sevdikleriyle mutlu bir
hayat sürmesini diliyoruz.
NİLGÜN
AYDEMİR
Derslerden pek hoşlanmayan ve bundan
dolayı okulun kıdemlileri arsında yer alan
Nilgün’ü hep o çok tatlı gülüşü ve afacan
bakışlarıyla hatırlayacağız.
Eleştirilmekten fazla hoşlanmayan Nilgün,
eleştirmekten hoşlanır ve eleştirilerini “Ne
kadar hoş bir …”den, “Ne kadar kıro bir …”e
değişen kısa ve özgün (!) anlatımlarla açıklar.
(Noktalı yerlere kıyafet, kız, oğlan, tip, hoca,
ders, vb konulabilir.)
Yakın arkadaşlarıyla çok paylaşımcı ve
uyumludur. Pek çok şeyi umursamaz. Ancak
yakın çevresindekilerle yakından ilgili, onlara
karşı çok özenli ve dikkatlidir.
Bu arada giyimine gösterdiği özenden de söz
etmeden geçmeyelim.
Son senede yaptığı ataklar sonucu sınavlarda
kazandığın başarıları finallerde de tekrarlaman,
Okul biter bitmez kuracağın yuvanda mutlu
olman
Ve günün birinde Serdar ile New York
sokaklarında el ele dolaşırken seninle
karşılaşmak dileğiyle hoşçakal…
HÜSEYİN G.
SERVEROĞLU
“İçelim dostlar”
-Hüseyin merhaba, ne bu suratının hali
böyle?
-Ya arkadaşlar bugün akşamdan kalmayım.
Hiç konuşacak halim yok. Kusura bakmayın…
-Nereye daldın yine Hüseyin?
-Şu kız kim arkadaşlar? Çok güzelmiş ya!...
-Hüseyin biraz yardım eder misin?
-Ayıpsın, ne oldu? Söyle hemen çaresine
bakarız…
İşte Hüseyin’i Hüseyin yapan, onu en iyi
anlatan üç diyalog. Ve onun üç tutkusu: İçki,
kadın ve dostluk. Başka ne desek boş…
Hayatta kendin gibi dürüst ve iyi değerlerle
karşılaşmanı diliyoruz.
Mutluluklar seninle olsun…
OSMAN KÖSE
Bakmayın siz onun soyadının “Köse” olduğuna, O’nun köselikle
yakından uzaktan bir ilgisi yoktur, kendisi tipik bir Türk
erkeği olarak gür bıyıklı-sakallıdır.
Derslerinden çok herkesin sorunuyla canla-başla uğraşan
Osman, son sınıfta olmasına rağmen 2, 3 ve 4. Sınıf derslerini
birlikte alarak türünün son örneğini vermektedir. Okul
yaşamı boyunca “idare ile en çok ilişkide bulunan öğrenci”
sıfatıyla “Okul-Öğrenci İlişkilerinin Sürekliliği” Ödülü’ne layık
bulunmuştur. Çünkü o; “modern insan kendi sorunlarına sahip
çıkan insandır” ilkesinin şaşmaz uygulayıcısıdır. Öyle ki,
sorunlarına sahip çıkmayan arkadaşların sorunlarını üstlenip
onların adına her türlü çabayı gösterir. Tabii bu arada kendi
sorununa sahip çıkmayan arkadaşlarına da çok ama çok kızar…
Osman’ın bu alışkanlığını biraz ileriye giderek kendi sorunu
olmayan konulara da yakın ilgiden dolayı kendisinin yakın bir
gelecekte “Lüzumsuz İşler Genel Müdürlüğü”ne atanacağına dair
söylentiler yaygınlık kazandı.
“İnci gibi beyaz ve düzgün dişleri”ni göstermek için mi bilinmez
ama çok güldüğü bilinir. Ancak O’na sadece kendi gülmesi
yetmediği için yaptığı soğuk esprilerle arkadaşlarını da güldürmeye
çalışır. Esprilerinin “soğuk” olarak değerlendirilmesinin
nedeni ise Osman’ın çok hızlı konuşması sonucu konunun
anlaşılmamasıdır. Çok hızlı konuşan Osman, esprisinin
anlaşılması için yine o hızlı ve anlaşılmaz konuşmasıyla espriyi
veya herhangi bir konuyu tekrarlar, tekrarlar, tekrarlar…
Osman’ın hızla anlattığı esprileri, kışın çekilmezse de yazın iyi
bir serinleticidir.
“İnsanların, insanca yaşadığı bir dünyada yaşamalarını”
isteyen Osman, “deve gibi sabırlı”, çevresiyle yakından ilgilidir.
Yardımsever, birlikte hareket etmeyi seven Osman, “sonuna
kadar paylaşımcı” ve YEŞİL GÖZLÜDÜR…O’nu okulda tek
başına görmek mümkün değildir, muhakkak birileriyle bilmem
ne problemine çözüm arıyordur. Bu arada ayıptır söylemesi kendisi
“Kahraman Çorumlu”dur. Bunu da herkesin yanında söyleme
gafletinde de bulunur. “Yüzme bilmeyen deniz hayranı” Osman’ı
arkadaşlarımız şaka olsun diye havuza attıklarında, çok şükür ki
Tanrı, bize ve milletimize bağışladı.
Okulda tüm arkadaşlarımızın kendisine ilişkin “sıcak”
düşünceler taşıdığı Osman’ın en sevilmeyen yanı ise fotoğraf
makinesiyle yaptığı işkenceleridir. İnsanları “suçüstü” basmayı
huy edinen arkadaşımızın bu uğraşısı Türkiye Fotoğrafçılık
Sanatına unutulmaz eserler kazandırmıştır.
Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil,
Sevginin ürünüdür insan, nefretin değil,
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil.
MÜJDE! Osman yüzme öğrendi, Saliha ile evlendi ve o artık
TRT’de çalışıyor. Ama hala çok hızlı konuştuğu için onu sunucu
ya da spiker olarak göremeyeceğiz galiba…
GÖKHAN ÖZCAN
Arkadaşlara sesleniyorum:
“İnsanın hükmedilmeyen en önemli
özelliği düşünmektir. Elinizdeki gerçek ile
ömür boyu idare etmek yerine ‘başkalarının
gerçeğini’ de yeni baştan düşünün.”
Bütün uzuvlarıma “insan” olmayı
öğütledim
GAZEL-İ HARİÇ
“Teybiniz vardır beyler… Dışardan
gazel okumak yasaktır.”
Okuldaki beraberliğimiz başlayalı uzun
zaman oldu desek yalan olmaz. Çok sesli
bir atmosferin bitiş noktasındayız. Umarım
faydası dokunmuştur her birimize…
Bunca zamandan sonra ben bir gazel-i
hariç olmaya niyetliyim. Ama sesimin en
tatlı tonuyla…
Teypler kapanıncaya dek…
“Geceyle gölgelemek mümkün mü sevgileri
Mümkün mü sevebilmek gölgeleri gecede”
Sadece kalbim sözümü tuttu…
Her sabah kapı önlerinde
Yorgun kelimelerin dişlerini
Silvirterek
Ürkek bir sevda tımarlıyorum.
Baki kalan kubbede tek
ama, hoş sadalara yer var her zaman
DOĞRUDA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE…
FATMA AĞAÇ
Yakın arkadaşlarının deyimiyle “Fato (!)”,
okulumuzda kendini belli etmeyen hemşirelerden
birisidir. Bizimle buluşuncaya kadar önce
Öğretmen Okulu sonra Sağlık Koleji’nde okumuş
ama sonunda gazetecilikte karar kılmıştır.
“Nokta kadar çıkar için virgül kadar eğilmek”
istemeyen Fato, bu huyu nedeniyle birçok güzel
fırsatı kaçırmıştır. Hep mükemmeli arayan
Fato’nun kendine ters gelen her harekete karşı
“asabı sinirlenir”. Ama ne yazık ki insan özellikle
ilişkilerde duyarlı olmayan insanlar etrafta
çoğaldığı için Fato’nun daha çok asabının sinirlenmeye
devam edeceği bilinmektedir.
Her şeyin altında bir “bit yeniği” arar ve
çoğunlukla da bulur. Bu nedenle ilişkilerinin
duvarını hep yüksek tutar. İnsanlara çok çabuk
“kırılan” bu arkadaşımızın ağzında sık sık “Ama
ben sana alındım” sitemini duyarsınız.
Yurttaki arkadaşlarının bildirdiğine göre Fato,
çok uykucudur. Ayrıca derslerine de bunalacak
kadar yoğun çalışırmış. Ancak hocalar O’nun o
güzelim (!) yazısını çözemedikleri için sınavlarda
hak ettiği notu vermezlermiş.
Arkadaşımız “yeşil gözleri”ni gözlüklerin
arkasına saklamak istemediği için, aç da kalsa
lenslerinden vazgeçmez. Şekere ihtiyacı olduğu
gerekçesiyle okulda çıkan tüm tatlıları yemeye
kendine zorunlu hissederken Ankara’ya gelen tüm
filmleri de kaçırmamaya çalışır.
Dört yıl boyunca en çok uğradığı yerlerden
olan Milli Kütüphane ve sinemalarda boy gösteren
bu ufak tefek kızımız, küçüklerin bakışlarından
rahatsız olduğunu, büyüklerin bakışlarından
hoşlandığını tekrarlayıp durdu.
Çılgın Fato, senin hastanelere, sinemalara
koşuşturmandan, lenslerinde, baş ağrılarında,
sinirlenmelerinden, karamsarlıklarında, derslerde
uyumaktan bıktık (!)…
YALNIZLIK PAYLAŞILMAZ
PAYLAŞILSA YALNIZLIK OLMAZ
Sevgili Fato, sana asabının sinirlenmeyeceği,
huyu huyuna uygun bir eş ile huzuru bulacağın
güzel yıllar diliyoruz…
MÜJGAN
MIZRAK
Yaşça bizden küçük olmasına rağmen
bunu pek belli etmez. Çünkü ağırbaşlılığı,
hanımlığı ve sakinliği ile bunu yalanlar ve
hepimizden daha olgun davranışlar sergiler.
Müjgan, aslında çocukları çok sevdiği
için, en büyük idealinin öğretmen olmak
olduğunu söyler durur. Fakat şansızlık
eseri bu okula gelmiş ve inşallah bir gün
bitirip gidecek. Bazen umudunu yitirse de
–çünkü beşinci seneyi e oluma şansızlığını
elde edenler arasındadır- bunu bir gün
gerçekleştireceğine inanıyoruz.
Kendisi “notları temize çekme”
hastasıdır. Derslerde tuttuğu notları hiç
üşenmeden, büyük bir sabırla temize çeker.
Notları temize çekerken aynı zamanda alt
sınıflar için de yatırım yaptığını söylemeyi
unutmaz.
O’nun futbol konusunda başvurulacak
kaynaklar arasında olduğunu biliyor muydunuz?
Maçları büyük bir ilgiyle izler.
Eğer pazartesi günü sınav varsa ve Pazar
günü televizyonda maç yayını yapılıyorsa
maç izlemeyi ders çalışmaya tercih eder.
Okula geldiğinde de tabi ki maçın kritiğini
yapmayı ihmal etmez.
Gelecekte de arkadaşlığımızın sürmesi
umuduyla sağlık, mutluluk ve başarı dolu
yıllar seninle olsun…
Aysel
UĞUR IŞIK
Uğur’un soyadı “Işık”tır ama kendisi
etrafına ışık falan saçmaz. O’nu görenler
müthiş bir karamsarlığın içinde
kaybolduğunu sanırlar. Elindeki sigarası ile
habire aşağı-yukarı gezinen, çoğu zaman
girişteki pencerenin önünde aydınlık ufuklara
bakan Uğur, karamsar ve hüzünlü haliyle
hatırlanır. O’nun dalgınlığı herkes tarafından
bilinir. Uğur’u hep dalgın ve derin derin
düşünürken görürsünüz.
Okuldaki altı yıllık mazisini düşünür,
insanların –özellikle okuldaki çocuklarıngeleceğini
düşünür. Düşündükçe canı sıkılır.
Okuldan ve kantinin kalabalık anlarından
hiç hoşlanmadığını söyler. Ancak Anıl’dan
çay içip bir sigara alıp gelmeyi geçmeyen bir
uzaklaşmayı da başaramamıştır.
Dersi olsun, olmasın okula hep en erken
gelenlerden biridir O. Kızlara bakmayı,
onlara takılmayı seven Uğur, entelektüel
bunalımları ile okulumuzun unutulmaz
simaları arasına girmeye hak kazanmıştır.
Arkadaşlığımız boyunca seni;
Paçaları ve papuçları çamursuz,
Biraz neşeli,
Sigarasız
Gözleri buğusuz
Kalabalıklar içinde iki dirhem bir çekirdek
Olarak göremedik ya
Alacağın olsun, aşk olsun…
Mutluluklar ve aydınlık
günler seninle olsun…
Aynı odayı ve iki yılımı uğruna
harcadığım canım, ciğerim, tatlım (Biraz
iltifat edeyim de stresleri yatışsın). Ahh!
Seni uyandırmak için sabahları kendimi
nasıl hazırlar, sinirlenmeyeceğime söz
verir, uyandırma girişimimin sonunda nasıl
da mat olurdum ama. Bu hiç unutulur mu?
Sabahları seni uyandıracak Zat’a acıyorum.
Canım arkadaşımın arabalara olan
merakı yüzünden Ankara trafiği alt-üst olur
sık sık.
Tasarruf kelimesinin anlamını en iyi
bilen ve uygulayan arkadaşımız, özellikle
ihtiyacı olan maddeleri almak için
çıkıp nereden aldığını ve ne işe yardığını
bilmediği maddelerle ali kolu dolu olarak
yurda dönerdi çoğu zaman. Türkiye ekonomisinin
ayakta durması Hatice’ğimin üstün
gayretleri sonucu mümkün olmaktadır.
Hatta bir ara bu dersi (Türkiye Ekonomisi)
ben vereceğim diye tutturmuştur.
HATİCE SU
Ayrıca kozmetik alanına yaptığı
yatırımlar, Türkiye ekonomisini ayakta
tutma çabasına önemli katkılar vermiştir.
Bu arada –her zaman bakımlı ve yapılı
saçlarıyla-kuaförleri de unutmamak gerekir.
Onların ekmek kapısı da bizim biricik
arkadaşımızdır. İnşallah bütün gayretlerine
rağmen kalan tek dersini de verip mezun
olacaktır. (Lütfiye)
Uzun süre Mercedes’e binmekten, aynı
yüzü uzun süre görmekten, kazak örmek
varken sevdiklerinin başına çorap örmekten,
yürümek varken otobüse binmekten nefret
eder. Sevdiği şeyler de yok değil yani;
mesela rüzgâr olsun, olmasın yüksekten
uçmayı sever. Hızlı yaşamaktan hoşlanır,
en az bir karınca kadar da hızlı koşar…
(Aniden hatlar karışı.) (Vahap)
Hatice, her dükkâna girip tüm malları inceledikten
sonra hiçbir şey almadan çıktığı
için ve tabii maalesef yanında ben olduğum
için Ankara sokaklarında şöyle ilanlara sık
sık rastlanır:
WANTED
Hatice Su and Onur Kurtoğlu
1.000.000.000 &
(Onur)
MELİHA GÜNEL
KOLEJDEYKEN
Sevecenliği, dostluğu, cömertliği, tutarlı
davranışları ve azmi ile örnek bir insan…
Ancak bu sevgili arkadaşımızın kötü bir
alışkanlığı var. Neşeli ve üzüntülü anlarında
tek dostu ve vazgeçemediği sigarası en kötü
alışkanlığı… Tabii bu kötü bir alışkanlık
sayılırsa…
Meliha, hemşirelik ve öğrenciliği bir
arada yürüterek, iki karpuzun bir koltuğa
sığabileceğinin en güzel örneğini vermektedir.
Onun üstlendiği bir başka görev ise okulun
ayaklı eczanesi olmasıdır. Özellikle Vedat
ve Atalay tarafından bu görevi ister istemez
yerine getirmeye zorlanmıştır.
Gece nöbetlerinden sonra okula gelen
arkadaşımız bütün beklemelerimize rağmen
derslerde hiç uyumamıştır.
O’nun gülme krizleri meşhurdur. İsimleri
uzatarak söyler ve nazlı nazlı konuşur.
Söylentilere göre, derslerini hastalarıyla
birlikte çalışan arkadaşımız, bununla
hastaların kültürünü arttırmayı da görevleri
arasına katmıştır.
İNSANCIL SEVGİLERE MUHTAÇ
YÜREK NASIL OLUR Kİ TAŞ,
BÜTÜN KÖTÜLÜKLERDEN UZAĞIM,
MERHABA ARKADAŞ
DERYA KILIÇ
Çevresi tarafından çok sevilen Derya, bu
sevgiden mahrum olmak istememesinin yanı
sıra okula olan aşırı ilgi ve bağlılığı yüzünden
okulu altı yılda bitiren kıdemlilerden olma
şerefine erişmiştir.
İlk önceleri Anaokulu öğretmeni, sonra
Psikolog, en sonunda Gazeteci olmaya karar
veren Derya, bu mesleğin yapısına ters
düştüğünü anlayınca okulu bitirip hemen diş
kliniği açma planları yapmaya başlamıştır.
Sürekli zaman yetersizliğinden yakınan
Derya, kısacık bir sürede birçok işi yapma
yeteneğini geliştirerek rekor kılmıştır.
Bir gecede birkaç dersin notlarını temize
çekmek, örgü örmek, TV seyretmek ve
saçlarını yıkamak gibi birçok işi aynı gecede
gerçekleştirmiştir.
Senelerdir midesinden yakınıp kendisini
öğle yemeklerinden mahrum eden Derya,
bu yüzden yemek kuyruğundaki da kendine
dert etmeme gibi bir şansa sahiptir. Ancak
arkadaşları tarafından sık sık kandırılıp
Spesiyal ve Hamburger’e götürülen Derya,
sonunda buraların gediklisi haline gelmiştir.
Sen her zaman hatırlanmaya layıksın.
Hayatta her istediğin olsun… Sevgiler…
YALNIZ KALSAM DA
Durmadan kendini dağıtıverir
Havalı bir türkü gibidir gençlik
Irak mı dediniz, çalar gider o
Dağ mı dediniz, dağlardan yüce
Bulutlar üstünde esirlik
…
Durmadan kendini dağıtıverir
Kış ortası bir güneş gibidir gerçek sevgi
Yüreği titretir bir dost ılıklığı
Toprağı diriltir o üfürünce
Hep ona bağlıdır dirlik-düzenlik
Durmadan kendini dağıtıverir
Bir düğün sofrası gibidir gerçek dostluk
Verdikçe artar bereketi
Sevdikçe büyür gece gündüz
Yüreğe takılan bir altın bilezik
Durmadan kendini dağıtıveririm ben
Hoyrat bir çeşme gibidir benim yüreğim
Şiir derim, sevgi derim, dost derim
İlklerin sahneden çekildiği gündüz veya gece
Yalnız kalsam bile başım dik yine dik
FUL EKESAN
Son senesinde gazeteciliğe attığı hızlı
adımlarla mesleğini icra etmeye başlayan Ful,
bu alanda başarılı bir gelecek konusunda bir
hayli umut vaat ediyor.
Dünyayı Merihlilerin bastığı haberini,
“Olabilir, ne var bunda?” diyerek
karşılayacağından emin olabileceğimiz Ful’e,
bir şeye karar verdiğinizi söyleyip fikrini
isterseniz alabileceğiniz karşılık şu olacaktır,
“Hadi bakalım.” Aslında onaylamıyordur
belki ama size karışmayacaktır da… Bu adeta
onun hayat felsefesi gibidir.
Sevmediği yok, çok sevdiği azdır…
Yakın çevresinin fedakâr ve hoşgörülü
bir insan olarak tanıdığı Ful, herkesle belli
bir düzeyde tuttuğu ilişkilerinden sıyrılıp son
zamanlarda sosyal yaşama hızlı katılmasıyla
ilgiyi çekmiştir. Sakin görüntüsünün ardında
aslında herkesle ve her şeyle kurduğu ve
sadece kendisinin bildiği yakın bir ilgi vardır.
Aslında insanlara karşı çok ilgilidir ama bunu
hep düzeyli bir ilişki çerçevesinde yürütür.
Saçlarını kuaföre kestirmeye bir türlü
kıyamayıp sonunda Sibel’e uçlarından
aldıran, ancak 1 cm’lik fazla bir kesimden
dolayı kıyameti koparan Ful’un bu saç hobisinin
nasıl giderileceği merak konusudur.
Hocalarımızla kurduğu iyi diyaloglar
sonucu mezuniyetinden sonra çok iyi
işler başaracağından kesinlikle şüphe
duymadığımız Ful’e (Tabi ki şaka yapıyoruz,
çalışkanlığının hepimiz tanığıyız) hayatı
boyunca mutluluklar ve mesleğinde başarılar
diliyoruz.
Nasıldı
Senin derdin benimdi,
Benim ki senin
Paylaşmazsam bir sevinci seninle
Yoktu benim de sevincim
SELMA ÖZTÜRK
“Çekingen insanım. Karşı taraftan ilgi
gelmeyince kolay kolay insanlara yanaşmam.
Onların ilgisini beni tanımaya değer verdikleri
şeklinde yorumlarım ki, bu da iyi bir arkadaşlığın
başlangıcını oluşturur.
Sevgi benim özümü oluşturur. İnsanları gerçekten
çok severim. Sevildiğimi bilmek, görmek,
duymak çok hoşuma gider. En çok kızdığım da
‘Bana bile güvenme’ diyen insanlardır. Ne olursa
olsun, ben insanların güvenilecek birer varlık
olduğuna inanıyorum. Bir de ara sırada güvenimi
sarsan insanlara çok kızıyorum.
Bir özelliğim vardır ki –çok eleştiri alırım- iyi
de kötü de olsa kendi dediğimden şaşmam. Bir
iş yaparken başkasına danışmak gibi bir huyum
yoktur. Ceremesine ben katlanacağıma göre niye
başkasına danışayım ki?
Bir de yapmacıklıktan hiç hoşlanmam. Zamanı,
bu insanlara yapmacık diller dökerek harcamaktansa
arkadaşlarıma gerçek sevgimi göstermekle
harcamak hoşuma gider.
Hepinizi seviyorum.”
Biz de seni seviyoruz…
TURCİYE
ŞEKERCİ
“Aman! Herkes attığı adımlara dikkat
etsin. Hele okul sıralarında…” yaklaşımıyla
okulda pek aktif olmayan arkadaşımızı tarif
etmek istediğimizde, uzun saman sarısı
saçlarından ve inceliğinden söz ederdik öncelikle…
“Aman boşver” cümlesi onun hayat
felsefesini tanımlar. Onu yakından tanıyan
arkadaşları en önemli özelliği olarak,
kendisi dışında herkesi çok sevdiğini
vurgulamamızı istediler. Zaten insanlara
olan sevgisi, hiç eksik etmediği gülümsemesi
ile yüzüne yansımaktadır. Sessiz, mahzun
ve kendi halindeki duruşuyla duygularınız
fazla belli etmeyen, daima mutlu görünmeye
çalışan bu arkadaşımızı şu üç kelime
ile de tanımlayabiliriz: Akmaz, kokmaz,
bulaşmaz…
Turciye’nin ders konusundaki akıl
almaz rahatlığını bilmeyen yoktur. O hep
çalışmalarını son saatlere bırakmaya bayılır.
En basit derslerden bile kalması tembelliğine
de yorumlansa, aslında bu onun hobileri
arasında sayılmalıdır. Derslere genellikle geç
kalan bu sakin arkadaşımız, genellikle nasıl
olsa geciktim bahanesiyle ancak öğleye doğru
gelir okula…
Sade giyiminle, çoğu zaman üzerine
gelişigüzel salıverdiğin ama sardığı zaman
çok güzel görünen sarı saçlarınla, mahzun
duruşun ve gülüşünle hep hatıralarımızda
kalacaksın….
Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi
NESRİN ER
İlk gençlik özlemleri,
Nasıl girerse
Pembe düşlerimize,
Delidolu ve yarım,
Öylesine girdik koynuna
Yaşamın…
“Alımlıydı, çalımlıydı, uzun siyah saçlarını
savururdu rüzgâra… Alnını eğer bakardı kızınca
ters, ters… Sevdikleri vardı, dostları. Canları
için damasında süründürdükleri, sevda konusunda
hindi gibi düşündürdükleri vardı…
İri yarı sarılmazdı ama bileğine kuvvetliydi.
‘Altındağlıyım’ der çalımından geçilmezdi. Dostum
dedi mi doğru duracaksın. Az çektirmedi,
az kızdırmadı ama varsa beri gelsin öylesi…”
(Aysel)
“Çok sıcak, candan, paylaşımcı bir arkadaştır.
Kendisinden ayrı kaldığımda içimde bir boşluk
hissediyorum.” (Mehmet Ali)
“Okul hayatı boyunca uzun siyah saçını, kot
pantolonunu ve montunu hiç değiştirmeyen
güleç yüzlü can arkadaşım. Esprilerin, açık
sözlülüğün ve içten tavırlarınla en çok dostu
olan sensin. Seni masal kahramanlarından biri
olarak tanımlamam gerekirse “Pamuk Prenses”
derim. Sadece tip olarak değil -ak pak yüzün,
zeytin gibi siyah saç ve gözlerinle- o insan, o
sevecen ve insana huzur veren yanınla okulumuzun
en hatırlanmaya değer kahramanlarından
birisin benim için. Seninle muhabbet etmek hele
hele dost olmak insanın aslında kendini görmesi
ve kendisiyle tanışması adına korkutucuydu
ama bir taraftan da vazgeçilmez güzellikle
bir alışkanlıktı. Ben de “Altındağlıyım”, yani
eteklerinde ortaokul ve lise hayatım geçti, biliyorsun
değil mi? Ben seni unutmayacağım sen
de beni unutma olur mu?” (Aslıhan)
“Crazy, senden nefret ediyorum. Bu yıl
beni bırakıp gidiyorsun. Okulu değil ama
beni arayacağından eminim. Ben de seni
arayacağım. Ancak birlikte TRT’de çalışma
hayali kurduğumuz için mutlu bir sonla bitecek
ayrılığımız –film gibi- ” (Harun)
ALİ ALAKOÇ
Bir öykümüz var:
CİN ALİ VE KUZUSU
Cin Ali tipik bir Çorumlu ailenin son mahtumu
olarak dünyaya geldi. Ailenin küçüğü
olduğu için baba mesleği manifaturacılığı
abilerine kaptıran Cin Ali, aile meclisinin karar
ile türkücü olmayı kafaya koydu. Bu arada sesi
güzel olsun diye bol bol acılı leblebi yemeye
başladı. Babasının kendisine aldığı sazı at sanan
ve sokaklarda kovboyculuk oynayan Cin Ali,
“Atnı süren kovboy” filminde de rol aldı. Filmin
iş yapmaması onun voleybola başlamasına neden
oldu. Ancak takımı onun güzel oyunlarıyla
küme düşünce üstüne para verilip Çorumspor’a
transfer edilmek istendi. Ama uyanık Çorumspor
yetkilileri sınav yapıyoruz diye onu üniversite
sınavına soktular. Bilgisayarın azizliği
sonucu okulumuz Cin Ali gibi değerli bir roman
kahramanı kazandı.
Kısa sürede mesleğin inceliklerini kazanan
Ali, TÜRKİYE gibi büyük bir ÜLKEDE gazeteci
olarak çalışmaya başladı. Çorumlu olduğunun
öğrenilmesi meslek hayatının sonu oldu. Meslekten
atılan Ali, okulda ilkyazını yaşamaya
başladı. Kuzusu “Minyatür” ile tanışması bu
dönemde oldu…
Galatasaray’ın 14 yıl sonra şampiyon
olmasından sonra kederlenecek başka bir şey
kalmadığını düşünen Ali, okulu bitirmeye karar
verdi.
Gökten üç elma düştü: biri Cin Ali’nin biri
kuzusu minyatür’ün biri de bizim başımıza…
En güzel deyişlerin söylendiği bir Türkiye’de
kendi ilkelerince yaşa.. (Emi)…
(.) NOT: Bu yazı komite dışında, Alakoç’u
tanımak amacıyla ona yakın kaynaklardan biri
tarafından yazılmıştır. İsmini vermiyoruz. Bilenler
bilmeyenlere söylesin…
BAŞARAN
DÜZGÜN
Bir yabancı(!) diyor ki:
“Bu okula gelmeden önce benim de
özgünlüklerim vardı. Ne olduysa 1983
yılının o soğuk ekim ayında oldu. Önce
özgünlüğüm gitti, sonra o güzelim gençlik
yılları. Keşke hiç tanışmasaydık. Belki o zaman
daha mutlu olurduk. Çatlayan tohumun
sesi, dostların aydınlık yüzleri de olmazsa
bu okul çekilmezdi. Yeşeren yaşamdan
umutluyum ve her şeyi seviyorum. Yalnız
44.maddeden korkuyorum.
Kadınlar, yüksek sesle konuşmasını
bilenlerinizden hoşlanıyorum ve ıssız bir
adada kalmak durumunda olsam yanımda
sadece sizi görmek istiyorum.”
Henüz tam olarak ne olduğunu
keşfetmemekle birlikte, senin bu dünyada
nesli tükenmekte olan ve kaybedilmemesi
gereken ender insanlardan biri olduğuna
karar verdik.
İyisin, dostsun. Bir de şu doğrulara mahsusu
alınganlığın olmazsa…
İnsan sevgin, umutların ve yeni fikirleri
üretme isteğinle seni Rauf Denktaş’ın halefi
olarak görmek içten bile değil.
Başaran, senin her şeyi başaracağına
inanıyoruz. Bu arada ne olur birine hitap
ederken uzun uzun hem ismini hem de soy
ismini birlikte söyleme olur mu? Ayrıca
konuşurken kelimeleri yutma ve hızlı
konuşma ki insanlar seni daha rahat anlayabilsinler…
ARKADAŞLAR, bu çemberin ya
içindesiniz ya da dışında yer alacaksınız.
ORTA YOL YOK.
NEZAKET
EROĞLU
“Ses tonunun ne olduğunu henüz
tam olarak anlayamadığımız Nezaketi,
kantinde görmek de çok zordu. Boş
sınıfları kendisine ders çalışma mekanı
olarak seçen arkadaşımız sıcak olduğu
sürece kütüphanenin de nadide müdavimleri
arasında yer aldı. Oldukça sakin olan
arkadaşımız, çok cana yakındır. Dört yıl
boyunca bir kez bile olsa sesini yükselttiğini
duymadık. Onun hep böyle sakin, mutlu
ve her isteğinin gerçekleşmesini dilerim.”
(Bedriye Tanrıverdi)
“Dünyanın en yumuşak en kibar
insanlarındandır. İnsan, ondan her zaman
bir şeyler öğrenebilir. Karşısına çıkacak
insanların da onun kadar iyi olmasını
dilerim.” (Didem Ünsal)
Sakin, mahzun, başarılı, nazik, yumuşak,
dürüst bir dost: İşte Nezaket.
Nazik, sakin, dürüst ve yumuşak… İşte
bu dört kelime Nezaketi tanımlayan bir şiir
olabilir.
TÜRKAN İZGİ
Hiçbir zaman uykuya doymayan
Türkan’a, “Nasılsın?” diye sorduğunuzda,
hep şu yanıtı alırsınız: “Uykum var.” Ve
ardından uzun bir esneme gelir.
Derslerde genellikle başka konularla
ilgilendiği ve uyukladığı için, ancak
sınavlarda kendine gelir. O günlerde bile
uyanık kalmayı zor başarır.
Film yıldızları kadar güzel olan
arkadaşımız okula en yakın yurtta
kalmasına rağmen sınıfa en geç girenlerimiz
arasındadır. İlk girdiği derslerde, hocaların
ilgi çekici söz ve hareketlerinin etkisinden
uzun süre kurtulamayan Türkan, büyük
bir taklit yapma yeteneğine sahiptir. Bu
yeteneğini bir tiyatro grubunda oynayarak
değerlendirseydi herhalde bu okula gelmesine
gerek kalmazdı.
Derslerde genellikle not tutma
alışkanlığını bir türlü kazanamamış
olmasına rağmen notları kötü denmeyecek
kadar iyidir. Yine de “kaderin bir
oyunu mudur ne?” seneye de okulun asli
elemanları arasında yerini alacak.
Güzelliğinin –hele hele o güzel gözleri
ve ipek gibi yüzü- yanı sıra arkadaşlarıyla
olan iyi ve seviyeli ilişkisi, hanımefendiliği,
temizliği ve titizliğini unutmayacağımız,
Tartışmalarda kendi fikrini azimle pes
etmeden savunan ve kolay kolay pes etmeyen
Türkan’la tartışmaya kalkanların vay
haline!
Mutlu ve güzel bir yaşam seninle olsun.
TURGAY
DEMİREL
Okulumuzun en kıdemlerinden olan Turgay,
okumaya olan tutkusu yüzünden askere
gitmeyip bu sıralarda sürünmektedir.
Turgay’ın dış görüşüne bakıp da çok
ciddi bulanlar, O’nu tanıyınca ne kadar dost
canlısı, iyi bir arkadaş ve esprili olduğunu
anlarlar.
Evde kalmaktan son derece korkan Turgay,
üç yaşındaki yeğenini parka götürüp
kızların ilgisini çekmeyi düşünmektedir. İyi
yol değil mi? Ne dersiniz?
Okula gelip giderken ara sıra kullandığı
Murat arabası başının en büyük belası…
Arabası bir gün yolda kalınca bakımını
yaptırmak zorunda kalacak, yoksa
parçalarını toplayacak.
(.) KAMERAMANI BEKLERKEN…
HERHALDE çokoprens almaya gitti.
AYSEL MELEMEZ
“Hocaların öz evladı” diye nitelendirilen
arkadaşımız, derslerden yüksek notlar
almasıyla çevresinin sürekli takdirini
kazanmıştır.
Aysel’imiz de ders programının
gazabına uğrayarak okulu yarım dönem
daha uzatmaya hak kazanmıştır. Tuttuğu
ders notlarıyla sınıfın sayılı başvuru
kaynaklarındandır. Dersi derste öğrenmeyi
prensip saymasının yanı sıra çok erken
saatlerde yollara düşüp sınıfın kapısını
ilk açanlardandır. Memleketinin de uzak
olması nedeniyle karnede devamsızlık
hanesinin boş olması ona “sınıfın
demirbaşı” niteliğini de kazandırdı.
Son derece sert, her an birini
azarlayacakmış gibi görünen bakışı,
“Saf Akdeniz kanı” taşımasından
kaynaklanmaktadır. Herkesin dertlerini
dinlemeyi, sorunlarına çareler aramayı ve
bir psikolog gözüyle insanlara yaklaşmayı
kendisine ilke edinmiştir.
Duygu ve düşünceleri değişikliğe
uğramadan memleketine dönecek olan sevgili
Aysel’e başarı, huzur ve mutluluk dolu
bir yaşam diliyoruz.
CANDAN
ÇULHAOĞLU
Adı gibi candan olan arkadaşımız,
candanlığını, içtenliğini kimseden esirgemeyen,
herkesin yardımına koşan bir yapıya
sahiptir. Sürekli canının sıkıldığından
söz eden Candan’ın sınav zamanı etekleri
tutuşur.
“Yine zayıf alacağım” der ama notu her
zamanki gibi iyidir.
Başkalarının düşüncelerine çok önem
veren, konuşmayı çok seven Candan’ın
en önemli özelliklerinden biri de meraklı
oluşudur. Bu nedenle yakında, “Perihan
Abla” dizisinde “Meraklı Melahat’ın”
yerine Candan’ı transfer ederlerse hiç
şaşırmayın.
Candan’ın diğer bir özelliği de açlığa
hiç dayanamamasıdır. Açsa ve yanında siz
varsanız vay halinize! “Açım, açım nerde
benim tacım” diye diye başınızın etini yer.
Candan’ın bu kadar çok yemesine karşın
bir gram bile kilo almaması bizi hayrete
düşürür.
Azimli ve bakımlı olmayı kendine prensip
edinen Candan’a güzel günler ve mutluluklar
dileriz.
ŞAİRLER ASILDI
Güney Afrikalı şair Benjamin’in anısına
Güzele doğru gidilsin diye
Şairler haykırdı
Şairler haykırmasın diye
Mahkemeler kurulup
Şairler asıldı.
Yılmadı, yine haykırdı
Sabahın üçlerinde
Kimi, yerde asıldı
Kimi, yerde kurşunlandı
Ve kısacası
Bu yüzyıl kanlıydı.
Egemen düzene kandı
Sınıfta kaldı.
Yirmi birinci yüzyılda,
Zincirli telleriyle
Açlıktan ölen bebeleriyle,
Bütün değerleriyle
Neyin, niçin olduğunu
Bir bir hesap verecek
Bu suçlarda
Mücadele dışında kalan herkesin
Birkaç fazlası var.
HASAN YILMAZ
Sen de görüyorsun ki!
Köhne düzen içinde,
Boğazlara takılıyor yağlı ilmeler
Düzine yıkmak için
Alay ediyor yaşamlar
Ölmeyi bilenler.
DİDEM ÜNSAL
Derste tuttuğu notlarla arkadaşlar,
hatta hocalar arasında ünü yayılan Didem,
ayrıca iyi kalpliliği ve yardımseverliği ile
de haklı bir üne sahiptir. Dört yıl boyunca
aldığımız bütün derslerde geçen konuşma
ve esprileri Didem’in ders zabıtlarından
(!) öğrenebilirsiniz. Sevimli, çok çok
heyecanlı, kimsenin kızmaya ve kırmaya
kıyamayacağı kadar iyi bir insan. Güleç
yüzlü, işini çok ciddiye alan sevgili Didem,
şimdi başarılı bir öğrenci, eminiz gelecekte
de başarılı bir gazeteci olacaktır.
Okulda tanıdığım ve sevdiğim
arkadaşlarımın başında yer alır. Benim
için onu tanımak büyük bir mutluluktur.
Çünkü Didem, iyi gün olduğu kadar kötü
gün dostudur da. Onunla ayrı kalmayı
düşünemiyorum. Ömür boyu mutluluklar ve
başarılar… (Bedriye)
Her derdimize koşan bir arkadaştır.
Didem’i tanıyıp da sevmemek mümkün
değildir. İnsanları kırmaktan korkar. İyi bir
öğrenci olduğu kadar hamarat bir ev kızıdır
da. Kitapçı vitrinlerine bakmayı çok sever.
Orhan Veli’nin şiirlerinden hoşlanır.
Gelecekte karşılaşacağın güçlüklerle
yorulmaman dileğiyle sevgili Dido’muz…
(Nezaket)
(.) Resim arkasındaki satırlar: 15 Ekim
1986- Okulumuzun kantini dördüncü sınıf
olarak nasıl da sevinçliyiz.
BEDRİYE
TANRIVERDİ
Tanıdığım arkadaşlarımın arasında en
tatlı, en iyi anlaştığım ve en sevdiklerimden
birisidir. Onunla ayrı kalmayı
düşünemiyorum. Düşünceli olmasının yanı
sıra esprili oluşu ve iyiliği de sevdiğim
yanlarıdır. Ömür boyu mutluluklar diliyorum.
(Didem)
Uzun, dalgalı saçları, spor giyimi
ve ışıl ışıl gözleriyle dikkati çeken bir
arkadaşımızdır. Gazetecilik derslerinde
yaptığı iyi mizanpajlar ve çektiği güzel
fotoğraflar, arkadaşımızın meslekteki
yeteneğinin kanıtıdır. Her zaman gülen
yüzü, hepimize yaşama sevinci verirken
“Şeker kız” denebilecek kadar tatlı olması
da onu bizim için daha değerli kılmaktadır.
Her zaman böyle iyi ve mutlu olmasını
diliyorum. (Nezaket)
LÜTFİYE
ÇEVİK
Sınıfın kendi halinde, uslu gibi görünen
(!) kızlarından olan Lütfiye’nin son sene
ortaya çıkan hızlı ve çılgın yaşama felsefesi,
herkesi şaşkına çevirmiştir. Bu çılgınlıkları
Hatice ve Memnune şöyle anlattılar:
“Lütfiye’nin her konuda çok değişik
zevkleri olduğu gibi Türkiye standartlarına
uymayan dünya görüşleri de mevcut.
Hatta bu yüzden bir sürü kısmetini tepti.
Lütfiye’nin sanırım en büyük özelliği bizi
çılgına çeviren o yürüme merakı. Arkadaşın
otobüse binme gibi bir alışkanlığı olmadığı
için, kendinizi o gün G.Ü. acil servisinde
ayaklarınız şişmiş bir vaziyette bulabilirsiniz.
Can dostu arkadaşıma gönlünce dolu
dolu bir yaşam ve mutluluklar… (Hatice)
Lütfiye’nin asla kompleksi olmayan
kalçaları ve çarpık bacakları hiç gündeme
gelmez. Sadece her zaman giydiği şeyden
sonra “Kalçalarım çıktı mı, bacaklarımın
çarpıklığı belli oluyor mu?” sorularına
hepimiz alıştığından hiç bakmadan “Evet”
cevabını veriyoruz. Zaten aksine asla
inanmaz. Ayrıca bizi çılgına çeviren sesli
sakız çiğneme huyunu da belirtmek istiyorum.
Hepimizin Güzin Abla’sı olan Lütfiye’ye
gelecek yaşamında mutluluklar dilerim.
(Memnune)
NİHAT DOĞAN
“Arkadaşlar; artık mezun olup iş
hayatına atılma zamanı gelmiştir. Dileğim
hepimizin vatana ve milletine hayırlı birer
insan olmanızdır.”
Nihat’ın herkese ulaştırmamızı istediği
temel mesaj bu. Aynı tema Nihat’ın hayat
felsefesinde ve idealinde de var:
“Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”
temel gayem Türk milletine hizmet etmek
ve onun yücelmesi için elinden geleni
yapmaktır. İdealim Türk-İslam ülküsüdür.
‘Kitle iletişim hakkındaki görüşleriniz’
bölümüne gayet alçakgönüllülükle ‘Yahu
kitle iletişim uzmanları bile bu konuda
kesin bir şey söyleyemiyor. Bizim gibi
cahillerin işi mi bu?” diyen arkadaşımız
“Dil” konusunda ise, anket formumuzdaki
“özgün-sorun-yanıt-sözcük-olanaklar
elverdiğince” yerine “orijinal-problemcevap-kelime-imkanlar-müsait
olduğunca”
diye değiştirerek tavrını ve titizliğini kesin
olarak ortaya koymaktan çekinmemiştir.
“Allah’tan başka kimseden korkusu
olmayan” Nihat, “meselelere” dolaylı
değil doğrudan doğruya koyduğu teşhis ve
çözümlemeleri ile akıllarda kalacak.
“En büyük kötülüğün dalkavukluk”
olduğunu belirten Nihat’ın şu son teşhisi ise
bizi daima düşündürecektir:
“Türkiye’de birçok basın-yayın organı
hayatını yalan söylemekle sürdürüyor.”
M. ÖZCAN BAYRAM
“Her şeyin başı denge”, “El uzatana
el, kol uzatana kol” işte Özcan’ı
anlatan hayat felsefesi.
Dostluğunu sadece paylaşmasını
bilene veren, yardımını ihtiyacı olana
yapan, sevmeye layık olanı seven
Özcan’ı uzun uzun anlatmaya gerek
yok. Sınıfın muhabbetlerine doyulmayan
–özellikle içki- esprilerine
sık sık olmasa da her zaman gülünen
harbi delikanlılarındandır.
Onu gerçekten tanıyanlarca hiç
unutulmayacak olan arkadaşımıza
başarılar.
İşte Özcan’a göre bir mesaj:
Arayanı ararım: Ankara (0312)
223 90 87
MEHMET ALİ ÇITAK
Güzel kızlara dayanamayan,
arkadaşlarının deyimiyle Memo
(!), kendi sınıfından çok diğer
sınıflara takılırdı hep. O hayallerini
süsleyen kendi boyunda bir kız
aradı durdu, dört yıl boyunca gizli
çapkınlıklarıyla…
Memo’nun Türkçe derslerine karşı
bir zaafı vardı. Üç yıl boyunca üst
üste aldığı Türkçe dersini sonunda
bütün gücünü toplayarak geçmeyi
başardı.
Onun kızgın ya da sinirli bir anını
görmediniz değil mi? Çünkü o mutlu
olmasını bilen ender insanlardan
biridir. Memo, en çok gevrek gevrek
gülüşü ve her sözünün başında
“Ciddi misin?” demesiyle tanınır.
Düşündüğü, dinlediği, özellikle de
Çin daması oynadığı zamanlarda
bıyıklarını yolmadan edemez.
Arkadaşlığa önem veren Memo,
öyle kıskançtır ki, arkadaşlarını
başkalarıyla paylaşmak istemez. Onu
böyle kabul edenleri sürekli bir dostluk
beklemektedir.
(*) Mehmet Ali, kendisine bağlı
klan üyeleriyle…
Oturanlar: (Soldan sağa) Ayla,
Fatma, Aslıhan, Nezaket, Şule ve
Neşe
Ayaktakiler: (Soldan sağa) Harun,
Nesrin, Ömer ve tabi ki kendisi-
Memo
Sokakta giderken kendi kendime/
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman/
Beni deli zannedeceklerini düşünüp/ Gülümsüyorum.
Başta hiciv edebiyatının en büyük şairi
Nef’i, Türk-Rus savaşında Erzurum’un
Aziziye Tabyası’nda gösterdiği
kahramanlıkla adını tarihe kazandıran Nene
Hatun, Kazım Karabekir, Cemal Gürsel,
Eşber Yağmurdereli, Altan Erbulak, Refik
Durbaş, Arif Sağ, Erol Taş, Fatih Ürek
gibi birçok ünlü şahsiyetin memleketi olan
Erzurum’un BYYO’ya bir hediyesidir
Neşe… O ki gerçekten de bulunduğu her
ortamın hareketi, coşkusu ve neşesidir…
“Sabunu koydum leğene/ Gör başıma
ne gele. Ben canımı veririm/ Kadir, gıymet
bilene.”
Erzurum nire, Ankara nire… O, her an
her yerde; her an akıllarda, anılarda… İçten,
samimi, çokça rahat hatta biraz da şımarık…
Saçlarını atkuyruğu yapmaktan vazgeçmeyen
bu sevimli arkadaşımızın sessizlik, yalnızlık,
oturmak ve beklemekten hiç hoşlanmadığını
sanırım onunla tanışan herkes bilir. Evet,
biz onu sessiz ve sakin bir şekilde otururken
görme şerefine hiçbirimiz erişemedik.
Hep coşkulu, neşeli, gülen ve hareketli…
Arkadaşlarıyla birlikteyken sürekli konuşan,
hem kendisi hem de insanlarla dalga geçmeyi
NEŞE DOĞAN
seven, tüm olumsuzluklara gülerek bakabilen,
her şeyi şaka ile karışık anlatabilen bir candır
o… Onun sık sık kullandığı yöresel terim ve
benzetmeler sayesinde tüm okulun, Erzurumlulara
sempati duyduğunu söylemek yanlış
olmaz.
Tüm arkadaşları gibi kendisi de
yaşlandığında nasıl biri olacağını merak ediyor.
Biz onun derse erken girdiğini görmedik
sanırım. Özellikle Hakkı Bey’in derslerine
hep geç giren, bu arada Nevzat Bey’e
istese de istemese de kendini zorla sınıfa
aldıran Neşe, dersi dinlemeyen arkalarda
–aslında pek fark etmedi- hep bir şeylerle
uğraştı. Özellikle Aslı ile oturduğunda
yanında bulunmamaya dikkat etmeniz gereken
ufaklıktır o. Sınavlarda bile mırıl mırıl
konuşan, etrafındakileri kendine yardım
etmeye zorlayan ve uzun uzun yazı yazmaktan
hoşlanmadığı için sınavlarda sınıfı ilk terk
eden afacandır o.
Eşyalarını orada burada bırakan, yanında
geçtiği herkese bir laf atan, her an konuşan ve
gülen, arkadaşlarına sıkı sıkıya bağlı, sık sık
hayırlı bir evlat olarak memleketine gitmeyi
ihmal etmeyen Neşe’cik biz son yıllarda
paraların seni neden hep terk ettiğini merak
ediyoruz.
Neşe, Ankara’ya gelirken sakın ha
kadayıf, dolma, kurabiye, nefis peynir ve Erzurum
selamlarını getirmeyi unutma olur mu?
SENİ ÇOK SEVİYORUZ ÇİTLENBİK
ALİ ATEŞ
Kantinin köşelerinden bir
yerlerden kahkahalar yükseliyorsa
bilin ki Ali, o güzel fıkralarından
birini anlatıyordur. Dersleri
pek sevmemesinden dolayı
kıdemliler kıdemlisi olmaya azimli
gördüğümüz Ali’yi, özellikle
İnkilap derslerini çok sevmemesinden
dolayı devamlı bu dersten
kalmayı sürdürmektedir (!).
Ankara’yı hiç sevmediği için o
kadar sık İstanbul’a gitmektedir ki,
insanlar onun İstanbul’da okuyup
Ankara’da ziyarete geldiğini
sanırlar.
Şakacılığı, sevimliliği yüzünden
çevresi tarafından çok sevilen Ali,
kendisinden haftalardır istenen
anket formlarını, yıllık yazısını
ve fotoğraflarını zamanında
getirmediği için “Yıllık komitesi”
tarafından pek sevilmedi (!)
Okul yaşamı boyunca uyumlu
bir insan, candan bir dost olarak
tanıdığımız Ali’nin hayatta tüm
istediklerinin gerçekleşmesi ve
sevdikleriyle mutlu olmasını diliyoruz.
(.) Ali İstanbul’a gitmiş
Derya: İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
Cengizhan: Peki, gözlerini
açtığında Ali’yi de görebiliyor
musun?
Nilgün: Ali, yine İstanbul’da
da…
GÜLER YILMAZ
Onun ufak tefek görünüşüne
aldanmayın. O, okulumuzda birçok
erkeğe taş çıkartacak kadar (!)
kabadayıdır. Hani çevresinde “harbi
kız” olarak da bilinir.
İyidir, hoştur ama okeye sürükleyerek
götürdüğü arkadaşlarını eze eze
yenmesi tepkilere yol açmıştır.
Okula renk veren ve daha fazla
çekilir kılan sevilir tiplerindendir.
Paylaşmacılığının, içtenliğinin yanı
sıra katmerli kahkahaları ve her lafın
başında “Yok ya” demesi kişiliğinin
en bariz özelliğidir.
“Mücadele benim karakterimdir”
diyen arkadaşımız bunu derslere
aralıksız girmesi ve (burası
çok önemli) derslerde uyumayarak
başın dimdik tutması, hocaların
gözü önünde yoklamanın önemli bir
bölümünü cesaretle doldurmasıyla
kanıtlamıştır.
Ne diyelim Güler, her şey gönlünce
olsun (Nesrin)
ÖMER SELVİ
“Gazeteci olunmaz, doğulur”
sözüne nerden bakarsanız Ömer’i
görürsünüz. Çünkü o, hem gazeteci
doğmuştur, hem de gazeteci
olmuştur. Bunu da okulu bitirmeden
Anadolu Ajansı adına “Adliye”
koridorlarını en çok aşındıran hızlı
gazeteci olarak göstermiştir.
Her zaman “demokrat”lığından
dem vuran bu arkadaşımız
Kelime’den edindiğimiz bilgiye göre
tipik bir “Osmanlı erkeği”dir.
“Gözünüzü seveyim arkadaşlar”
sözünü dilinden hiç düşürmeyen
Ömer, ara sıra kendini kaybederek
hocalara da böyle seslenmiştir.
Ömer’in kaliteli, yetişmiş adam
sıkıntısı çeken basınımıza taze kan
olarak girmesi herkesten önce biz
dostlarını sevindirmiştir. Ömer’den
daha iyi haberler bekliyoruz ve
alacağımıza inanıyoruz.
(.) Kamere çantası hep sol
omuzundaydı…
AYŞE BULDAN DÖNMEZ
“Dünyaya iradem dışında geldim.
Ancak gördüm ki yaşamak güzel
şey.”
Hemen hepimiz arkadaşımızın
bu sözlerini paylaşıyoruz. Ve
arkadaşımıza “mavi” dünyamızda,
“yeşil” Türkiye’mizde tek katlı
bir evde ve birinci katta olan bir
işyerinde çalışmasını diliyoruz. Ve
de Muhlis Bey’in köpekleri koruma
derneğinin çalışmalarında başarılı
olmasını. Çünkü Ayşe’nin iki fobisi
var: Asansör ve köpek.
Okuldaki sosyal faaliyetlerin hem
kıtlığı hem de olanlara karşı ilginin
azlığı konusunda birçok fikirler
ileri sürmesi, bu konuya ne kadar
önem verdiğini gösteriyor. Darısı
diğerlerinin başına…
Asansör ve köpek fobisini yendiği
gün New York’taki Dünya Ticaret
Merkezi gökdelenlerinin en üst
katlarındaki basın bürosunun Türk
temsilcisi olmam dileğiyle…
(.) Önce gazete ve sonra ders
HÜSEYİN ÖZALP
Ben karanlıkların şehzadesi
Tül perdeler ardında beni bekleyen kızlar istedim,
Düşlerimdeki beyaz at öldüğü gün
Köroğlu kadar yalnızdım
Ve dağlar uzaktı ve bağırmak yasaktı
İsyanım sessiz bir kaçış ince bir gurur oldu
Medeni bir hayduttum
Umut çaldım gözlerinden…
(Kendi şiiri)
NOT: Çok uzun olan bu şiirin bir parçasını aklında tutarak kâğıda geçirip
yıllıkta yer almasını sağlayan Nesrin Er’e “Yıllık komitesi” olarak teşekkür ederiz.
Zira Hüseyin de yoğunluğu arasında bize zaman ayıramadı bir türlü…
HANDAN AKBULUT
Senaryo yazmak hepimizin
zorlandığı, çoğu kez istek duymadan
zorunluluktan yaptığı ödevlerdendir.
Ama Handan için bir zevk, hatta
zevkin de ötesinde bir anlam ve
değer taşır.
Daktilo sesleri kütüphanenin
sessiz ortamını bozarken vurulan
son tuşlarla sona eren her senaryo
Yeşilçam’ın zengin kız/ fakir oğlan,
fakir kız/zengin oğlan edebiyatına
son verir diye düşünür.
En yakın arkadaşı Ayşe, onun
soğukkanlı ve sessiz, sakin durumuna
bakarak “soğuk nevale” diye
takılır. Ama onu bu görünüşüyle
değerlendiremeyiz. Ayşe de böyle
diyor zaten. Ne demişler “Ainesi iştir
kişinin…”
Yakında film haline gelmiş
senaryolarını seyretmek dileğiyle…
HALİDE ÖZKUL
Biz bu tepeye kılıçlarla
Bir savaş vermeye geldik
Yaşamı zor bir amaç uğrunda harcayarak
Yitirmeden akıllıca da değil üstelik
Ama bazıları gibi ölebiliriz yine de
Bir yol açarken doğacak güneşe
Dersin bitmesine az kaldı. Herkesin
sigara, kantin ve çay krizinin son
aşması… İşte son hazırlıklar da
tamam, geriye sayış başladı. 10, 9,
8, … Aman Tanrım! Yine o kol ve
o işaret parmağı kalktı, yine o ses:
“Hocam bir soru sorabilir miyim?”
Biz onun sadece bu son anlardaki
soru sormalarını hiç sevmedik. O,
sadece derslerde hocalara değil,
her yerde, her zaman, herkese soru
sorar…
Halide, kendisini ekonomi
alanında kanıtlama düşüncesindedir.
Bu amaçla büyük çaba harcar.
Herkesin belli bir alanda söz sahibi
olması gerektiğine inanır ve bu
çabayı sergilemeyenleri anlamadığını
söyler durur…
“Ayı sevmediği postu yerden yere
vururmuş” ya O da insanları sevdiği
halde “nefret ediyorum şu insanlardan”
sözünü dilinden düşürmez.
Arkadaşımız uzun boyu nedeniyle
oldukça büyük ve olgun bir imaj çizer
ancak o çocukluğu elden bırakmak
istemez. Hareketleri, özellikle birçok
kişinin sözünü kesen heyecanıyla
yaramaz bir çocuğu andırır. Coşkulu
bir tartışmacı olan Halide, oldukça
titiz ve güzel seslidir. Girdiği her
ortamda kendini belli eden Halide’yi
okulda tanımayan yoktur.
Saygısızlık, sorumsuzluk, ilgisizlik
ve bilgisizlik onun tahammül
edemediği olgulardır.
Yazı makinemi salona koy
Salonun tam ortasına
Bir sayfa da yaprak tak
O yarım satıra söyle
Çıkınca tamamlarım
Masallarda atlar bekler sahiplerini
Beklesin beni
1966 yılının karlı bir Ağustos
günü doğduğunda sesindeki
yanıklıktan ebesinin ve mahalle
efradının mekankolik olmasına yol
açan Oktay, küçük şarkıcı modasının
o zamanlar olmaması nedeniyle
meşhur olmak için büyümeyi
beklemiştir.
Görünüşüyle asil İspanyolları, iç
dünyasıyla Bach’ı yansıtır (Vallahi
kendisi söyledi). Uykulu bir anında
CSO sanarak konser dinlemeye
giren ancak girdiği yeri B.Y.Y.O.
olduğunu dört yıl sonra kafasına
saksı düşünce anlayan Oktay, “Bir
tane okul yetmez diyerek konservatuara
girmiştir.
OKTAY ÇETİN
Gitar çalması nedeniyle yanında
hep törpi taşır. Ve uzun tırnaklarını
törpilemesini yanlış anlayana bozulur.
Bunun yanında sesini açmak ve
şan sınavına hazırlanmak bahanesiyle
okul civarında attığı çığlıkları
sık sık Emek Mahallesi’ne itfaiye,
hızır ekibi ve Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastanesi doktorlarının doluşmasına
yol açar.
Oktay, her şeye rağmen dünya
tatlısı bir arkadaştır.
Yeteneklerini ve meziyetlerini
ömür boyu yitirmemesini ve hayatın
sana her zaman mutluluk vermesini
dilerim. (Gürsel)
METİN MUDANYA
İşte mizanpaj ve fotoğraf
dalında iki ödül alan okulumuzun
yayın organı GAZİ’NİN SESİ
GAZETESİ’nin Genel Koordinatörü…
Ayrıca ellinci sayıya ulaşmış olan
“İç Haberler Bülteni”nin son kırk
sayısı onun bu okula bıraktıkları
arasında.
1.98 metre. Beşiktaşlı. Alaplı’lı.
İyi müzik, iyi futbol, iyi eğlence,
iyi arkadaşlık, iyi araba ve hatta iyi
yemek… Yani Metin yaşantısının her
bölümünde, her ayrıntısında daima
iyiyi daha iyiyi arayan ve ulaşan bir
yapıya ve şansa sahiptir.
O’nu içinizde tanımayan yoktur.
Bundan eminiz. O zaman rahatlıkla
itiraf edebiliriz ki o (yani M.M.)
bütün övgüleri hak emiştir. Metin
için unutulmak kaygısı pek yoktur.
Hepimiz O’nu çok farklı kişiliği ile
zaman zaman hatırlayacağız. Bu
elinizde değil. Söyleyin Allah aşkına
en azından birini çok sevdiğimizi
söylemek istersek “Metin kadar” diye
ifade etmez miyiz?
Haa… Metin hakkında önemli,
çok önemli bir şeyi yazmadan
geçemeyeceğiz. Metin şimdiye dek
hayatında bir kere 1.80’den aşağıya
baktı. Ve… Olan oldu…
İBRAHİM ARSLAN
Var olmanın dayanılmaz
hafifliğini yaşamak için dünyaya
geldiği yolunda inanca sahiptir.
Çok şeylere sahip olmak yerine
“çok şey” olmak istiyor. Ama ortaokul
sıralarında Burhan Felek, lisede
İlhan Selçuk, üniversitede ise Günter
Wallraf olmaktı ideali. Ancak Hakkı
Sayın’ın bir öğrencisi oldu.
Issız bir adaya gitmeyi
tarikatçılıkla eş anlamlı bulmaktadır.
En çok politikacıların “Sayın”
sözcüğünü, türkücülerin “Oy, oy”,
Atatürkçü olmayanların “Atatürkçülük”,
Devrim Tarihi hocasının da
“Aslan evladım” lafını söylediklerini
ve sonuçta herkesin “vatan, millet,
Sakarya” diye tutturup gittiğini
söylüyor.
En büyük fobisi şu anda kamuoyu
ve demokratik çevrelerinin ortak
korkusu olan irtica…
Her şeye rağmen iyi arkadaşları
olduğunu düşünen İbrahim, Uğur
Işık’ı arkadaş, Aslıhan Büyükgül’ü
çok iyi bir insan, Kelime Ata’yı
entelektüel, Ömer Selvi’yi teşkilatçı,
Neşe Doğan’ı ise sempatik buluyor.
Arkadaşımızın kitle iletişim
alanındaki görüşlerini aktarıyoruz:
“Kitle iletişim üzerine tezler ileti
sürecek kadar örneğin Althusser’in
yüzde 25’i olabildik, Korkmaz
Alemdar’ın sayesinde. Günün modası
olan ‘İnce leberter’ düşünler ışığında
bilge bir özdeyişle, görüşlerimi
belirtmek istiyorum: İletişim,
iletişimsizliktir aslında.”
İLHAN ERTÜRK
İlhan, bütün arkadaşlara özlemini
duyduğumuz bir mesajla sesleniyor
ve diyor ki:
“Bütün arkadaşlarıma başarılı ve
mutlu bir hayat geçirmelerini dilerim.”
Esmerleri tercih eder, fobisi olmayan,
okula geldiğinde uğradığı yer
kantin olur. Issız adaya gittiğinde üç
şeyin kendine yetmeyeceği şeklinde
anket formunu yanıtlayan İlhan’ın
amacı doktor olmaktı. Kitle iletişim
konusundaki düşüncelerinde ise
idealine uygun bir görüşle adeta bir
reçete yazıyor:
“Bıraksınlar da kitleler kafalarını
dinlesinler”
Bu iki kelime yan yana geldiğinde
yalnızca bizim Servet’i tanımayanlar,
“Servet Avcısı” yakıştırmacasına
gidebilirler. Servet’in benim bildiğim
tek serveti, sevgiyle dolu gönlüdür.
“Avcı”lığına gelince ırsi futbol
yeteneği, kale önlerinde yarattığı
tehlikeler. Şimdi Servet hakkında
“en yetkili” kişilerin sözlerine kulak
verelim:
“Karadeniz gibi hırçın. Finallere
girmeye girmeye finallerin nasıl
yapıldığını unutmuştur.” (Ahmet)
“Hayatta güvendiğim, saygı
duyduğum ender insanlardandır.”
(Esma)
SERVET AVCI
“Özel şakaları çok sever, fakat
kendisine yapılmasını istemez.”
(Mahmure)
“Sevilen, saygı duyulan, fedakâr,
değerli bir arkadaş.” (Hatice)
“Şekerpareyi çok güzel yaptığın
söyler.” (Sevinç)
“Okulumuzun en yakışıklısı.”
(Hakan)
“Futbol, voleybol, masa tenisi,
aletli jimlastik vb. spor dallarında bir
dahi, hele ders çalışmadan not çekmede.”
(Hayati)
“Göründüğü gibi olup olduğu gibi
görünen değerli kardeşim.” (Naşit)
NEBAHAT
ERGÜN
Kendi doğru bildiği yolda, fazla
kimseye bağlı kalmadan yürüyen
arkadaşımız, soğuk görünüşlüdür.
Ancak yüreği çok sıcaktır. Soğukluğu;
sessizliğinden kaynaklanmaktadır. Çok
dakik olan Nebahat, her şeyi yerinde
ve zamanında yaparak yurtta kendi
odasının reisliğini üstlenmiştir. Onun
reisliği otoriteye dayanmamaktadır.
Sadece tertip ve düzen içindir. Yüksek
sesle konuştuğunu kimse duymamıştır.
Arkadaşımız tüm dersleri, düşük not
almaktan “ölüm” gibi korktuğu için hiç
kaçırmamaya dikkat etti.
SATI BAL
Ufak tefek boyu, incelikli
yapısıyla ansızın giriverdi
hayatımıza. Okulun ilk iki yılı
gönüllü psikoloğumuzdu. Bütün
bunalımlılar ona takılırdı.
Hareketli, sevecen, deli dolu bir
ufaklık olan Satı’nın arkadaşlarca
pek bilinmeyen ve şu sıralar en
hafif şiddette seyreden feminizm
taraftarlığı da vardır.
Paylaşımcılığı, sır saklamasını
bilen ve toplumu fazla takmayan bir
kişiliğe sahip olan arkadaşımızın en
büyük korkusu saat 24’ten önce evde
olmaktır.
Bir yıl kadar emek verdiği “Yankı
Dergisi” her ne kadar onu değerini
anlamadıysa da gelecekte iyi bir
gazeteci olacağına inanıyoruz.
Mutluluk dolu yıllar ufaklık….
FATİH ERGÜN ERTÜRK
“İnsanca ve özgür olarak var
olmak ve var etmek” için yaşayan
Fatih, bir gün ıssız bir adaya elinde
bir çantayla giderken görürseniz çantada
şunlar vardır: Tarak, walkmen
ve bir koli kitap.
“Ben güzele güzel demem, güzel
benim olmayınca” inancına bağlı
olan arkadaşımızın erkek tipi ise Bülent
Sınıkçı.
İşte Fatih’in fobileri:
Çay ısmarlatacak, sigara
bulamayacağı günler. Hüseyin
Keklik’in pingponda onu yenmesi.
Entel Bülent’in masa tenisine merak
sarması.
ZEYNEP KÖSE
Ruhsal durumuna göre, hayat
felsefesi değişen Zeynep’in buna
rağmen değişmeyen prensipleri var:
Yalanı asla bağışlamamak ve her
şeyi sevmek gibi.
Bir vize sınavı öncesi yanıtladığı
anket formuna dayanarak bir yazı
yazmak da sağlıksız olacaktı. Ancak
Zeynep için “şudur” demek öyle zor
ki. Bu yüzden Zeynep’in birlikte
olduğumuz süre içinde zihinlerimizde
yarattığı unutulmayacak imaja
katacak herhangi bir şey yok.
Yıllığın parasız eki olarak
dağıtabileceğimiz bir kitapçık
hazırlayacak kadar arkadaşları
hakkında yazabileceğini söyleyen
Zeynep, bunu Ful Ekesan bir gazete
patronu, Kelime Ata bir yazar
olduğunda yaptığında daha çok okuyucu
bulacaktır kuşkusuz.
Kütüphaneyi Adnan Ötüken’den
farklı olarak “kitap morgu” olarak
tanımlayan Zeynep, bizim okul
kütüphanesine uğruyor, hem de
çoook… Ama Nilüfer Abla ile
sohbet etmek için. G.Ü. B.Y.Y.O.
denildiğinde aklına gelecek olanlar;
Korkmaz Alemdar, Nevzat Gözaydı
ve Nilüfer Abla…
Ve Zeynep’e dair son bir söz,
Ondan hepimize mesaj:
“Savaşma sev. Doğrulu har zaman
ilkeniz olsun.”
(.) Kendisini her zaman
başkalarından ayırmasını bilen
Zeynep
ATALAY ERENAY
Onu okulda tanımayan pek yoktur.
Sakala göre tıraş vurmasını iyi
bilir. İlgi alanında bir alt sınıflarda
karşı cinslerine “Abilik” etmek de
vardır. Bu nedenle onu çoğu zaman
bir alt sınıfın masa muhabbetlerinde
görmüşsünüzdür.
Atalay’ın gelecek hakkındaki
projeleri de güzeldir. Ancak bunları
her zaman uzak durmaya çalıştığı
ve ne için döndüğü belli olmayan
çarkın dişlerine kaptırmaktan
gerçekleştirmesi de onun en büyük
düşü. Belki de O da oyunu kuralına
göre oynar.
Arkadaşımız ataktı, dosttu,
gezmeyi, eğlenmeyi ve birçok
şeyi paylaşmayı iyi bilirdi. Ancak
dostlukları ağaca benzer kurudu mu
yeşermez artık…
İŞ OLSUN DİYE
Bütün güzel kadınlar zannettiler ki
Aşk üzerine yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin.
Orhan Veli Kanık
HASAN ÇALIŞKAN
“20. Yüzyıl insanı modern yaşam
içinde huzursuz olarak yaşamaktadır.
İnsanlar tüketim mallarının esaretinden
kurtulamamıştır. Bireylere,
mutluluğa tüketim maddelerini
kullanarak, modayı takip ederk
erişebilecekleri telkin edilmektedir.
Artık insanlık değerinin ölçülmesi de
bireylerin zenginliklerine göre ölçülmektedir.
Yani beş kuruşun varsa,
beş kuruşluk insan denmektedir.
İnsanlar, ihtiyaçları olmadığı halde
ihtiyaç olarak kabul ettirilen eşyalara
sahip olmak için akla gelmedik işlere
girişebilmektedir. Tabi böylece
rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık
yaygınlaşmaktadır.
Zenginliğin huzur ve mutluluk
getirdiği mutlak değildir. Bugün
batının zengin kesimden intihar
olayları devamlı artmaktadır.
Bence para zenginliği, insanlık
için en önemli değer ölçüsü değildir,
gönül zenginliği çok daha önemlidir.
Mutluluğu, huzuru, yaşam zevkini
tadanlar da gönlü zengin kişilerdir.”
Hasan’dan, Hasan Köni esprileri:
-Gaddar sorulara gaddar cevaplar
verebilirsiniz.
-Gariban, fakiran, hakiran, hüsran
hale düşmeyin.
Ey cahil cühela, okuyan müntela…
-Sizi yakiciyim.
-Ben de köylüyüm, köy köy
dolaştım. Arnavutköy, Bakırköy,
Bakırköy…
TALİP GÖKHAN YÜMSEL
Ben…
Talip Göksel Yümsel
Hepinize merhaba…
Şimdi anket formunda bazı sorulara cevap vereceğim:
….
Issız bir adaya gitme durumunda yanma almayı ihmal etmeyeceğim üç şey
var: traş makinesi, diş fırçası ve Alaattin’in sihirli lambası.
….
Bunu söylememi gerektirecek ama Deep Purple’nin “April” parçasını
beğenirim.
Dinleyin, seveceksiniz…
Beni hatırlayın dinlerken de…
….
Mesajıma gelince de sıkı durun:
“Bir şey sorduğunuzda cevap vermek için düşünürken istediğiniz kadar
istediğiniz kadar düşünebilirsiniz diyen biri çıkarsa alnından öperim.”
Ben Talip Göksel Yümsel
Hepinize ELVEDA…
LATİF ŞİMŞEK
GÜZEL ÖLÜM
Eğer ölüm
Toprak kokan birkaç arşın beze sarılmış
Güzel bir yolsa
Güzele bir yolculuksa
Eğer ölüm çelenklerle ve marşlarla kutsanmıyorsa
Saygı duruşlarının sessizliğinde ve hareketsizliğinde
Sessiz ve hareketsiz
Çaresiz ve feryadını duyuramayan bir çırpınmadaysa
Rükulu, secdeli ve kıyamlı bir gidişle
Fatihalarla sahibine bir uğurlaşsa
Güzeldir.
Eğer, ölümü ışığın aksedip yokolması gibi düşünüyorsunuz
Bir bitiş, bir tükeniş
Many-tıklı bir yokoluşsa ölüm
Size sözü yok
Dedim ya güzeldir ölüm
Ve güzeller ölür.
Ne taze gelinlerin zifafsız yataklarına sinen
Ölümün vuslatı yalnızlığa çeviren dul kokusu
Ne anaların en dikta yürekleri bile hüznüyle yaktığı ağıtlar
Ne babaların başlarını duvarlara gömüp
Erkek ağlayışları
Ne yetimlerin boyun büküşlerindeki o
Açlığa ve sefalete gebe duruşlar
Ne de başka bir şey gölgelenebilir ölümün güzelliğini
NALAN ÖRKİ
Bekledim oysa bağıran çocukluğumla bekledim
Saydım günleri, uykuyu, yemeği, şiiri saydım
Gelmedi
Yıllar geçti geçmekte devam ediyor
Yalandır daha çok benim için geçiyor zaman
Solsam da kalırsın sen kurşun soyutluklarda
Yalandır sende durmuş duranlar
Serpilip bölersin kendini bin bir sonsuzluğa anlamın
Akarsın benden uzak ılık bir toprak kadar yakın suyarıma
Ama ben hep böyle kendimi sana ulaştırmak
Ne etsem yalandır benim zamanla birlik geçen
Sen benden uzak dondurulmuş kaynak.
Bu şiiri Nalan yazmadı ama çok
seviyor. Şiirin adı: “Sen benden
uzak”… Nalan, işte sansürsüz olarak
hayat felsefesine şöyle yer veriyor:
“İnsanca, onurlu bir yaşam
sürdürmek… Surat asmamak,
beklentileri, umutları, güzellikleri
yitirmeden ayakta kalabilmek.
İnsanları sevmek…”
Nalan, kitle iletişim üzerine ise
pragmatik açıdan yaklaşıyor ve sonuç
olarak şöyle bağlıyor:
“Kitle iletişim araçlarının minimumda
kullanılmasını yeğlerim.
Birbirinden hoşlanan, birbirini seven
iki insanın konuşmak yerine sürekli
olarak TV izlemeyi yeğlemesi çok
tehlikelidir, bence…”
NOT: Nalan için “ARIZA SLAY-
TI” kullandık. Özür dileriz.
Yıllık komitesi bir
toplantı ve çalışma
sırasında
Fotoğrafta 20 Kasım 1986 tarihinde ve
7nolu kararla çıkarılması gelenek haline
gelmiş yıllığı çıkarmakla görevli “Yıllık
komitesi” toplu halde (!)…
Solda, bundan sonraki sayfaların
çıkarılması için görev alan ve kod ismi
ANGARYACIlAR : Osman Köse, Hakan
Coşkun, Harun Korkut Nalbantoğlu ve grup
lideri Figen Özderli.
Sağda ise siz değerli yıllıkzadelerin
sayfalarını teker teker hazırlama görevini
alan ve kod adı LAKLAKÇILAR : Ömer
Dşbudak, Halide Özkul, Aslıhan Büyükgül,
Ömer Selvi ve grup lideri Sibel Akkan ile
başkan yardımcısı Demet Şahin.
Bütün bu arkadaşlarımızın dışında bize
yıllıktaki yegane karikatürü çizen Ahmet
Şahin, yazıların büyük bir kısmını yeniden
daktilo eden Dudu Kütük, Nesrin Er,
fotoğrafların basımı ve mizanpajları konusunda
yardımını esirgemeyen Murat Özcan’a ve
bütün konularda elinden geldiğince yardımda
bulunan, zaman zaman bazı konuları
danıştığımız Metin Mudanya’ya bu satırların
yazarları olarak teşekkürü bir borç biliriz.
Görüldüğü gibi sevgili arkadaşlar, elinizdeki
çalışma her ne olursa olsun geniş
bir kadro (!) ile fotoğrafta görüldüğü üzere
yoğun bir çalışma sonucu çıkarılmıştır.
Ben, “Persone nun Grata” ilan edilmek ve
bütün şimşekleri üzerime çekmek pahasına
bu yıllığı baskıya verdim. Bundan sonrası ise
dünyada sadece Basın-Yayın Müzelerinde
sergilenen Baskı Tekniği’ne “Typo” değil;
yıllığın en iyi şekilde çıkarılması için günlerce
titizlikle çalışan matbaa elemanlarımıza
güveniyorum.
Okulumuzda, “Yılan hikâyesi” deyimi
“Yıllık hikâyesi” olarak değişmeye yüz
tutarken bana son birkaç ayda en çok sorulan
sorunun “Yıllık çıktı mı?” cevabı nihayet
verildi. Çıkıyor, çıkacak, çıkmıyor derken…
İŞTE YILLIK ÇIKTI
Not: Yukarıdaki fotoğraf çekecek kimse bulunamadığında otomatik ayarla çekilmiştir.
ÖZELEŞTİRİ
GAZİ’NİN SESİ VE İÇ
HABERLER UYGULAMA
ÇALIŞMALARI ÜZERİNE
Yüksekokulumuzda Gazetecilik ve Halkla
İlişkiler Bölümü’nün çalışmaları daha çok
“Gazi’nin Sesi” Gazetesi ile “İç Haberler
Bülteni” üzerinde yoğunluk kazandı.
İç haberler bülteninin aksamadan
çıkarılmasıyla başarıya ulaşıldı. Fakat
Gazetecilik Bölümü’nün uygulamalı derslerini
tamamlayıcı nitelikteki bu çalışmalara
öğrenci arkadaşlarımızın tam katılımı bir türlü
sağlanamadı. Bundan dolayı öğretim süresi
içinde yaptığımız çalışmalarda bazı engellerle
karşılaştık. “Haber Toplama ve Yazma
Tekniği” adlı uygulamalı dersimiz de olmazsa
çalışmalara katılım daha da azalacaktı.
Arkadaşlarımızın en önemli şikâyetlerden bir
tanesi ve en önemlisi uygulamalı, yani pratik
çalışmaların sürekli yapılmamasıydı. Gerçekten
durum hiç de böyle değildi. Yüksekokulumuzun
sağladığı bir takım imkânlardan dahi
yararlanmak için bir çaba sarf edilemiyordu.
Yapılan çalışmalara katılanlar çok değerli
teorik ve pratik bilgiler kazanacaklardı.
Yüksekokulumuzun imkânlarının
kısıtlığının yanında arkadaşlarımızın
çalışmalara müspet bir şekilde katılmamaları
gibi iki engel vardı karşımızda. Bu engellere
rağmen bu işe gönül vermiş, gazeteciliği
öğrenmek isteyen az sayıdaki arkadaşımızın
çalışmalarıyla bilhassa haber bültenimizi her
hafta çıkarmaya gayret gösterdik. Başlangıçta
teknik ve içerik olarak hatalar oldu. Fakat bu
hatalar giderek düzeltildi ve bülten her hafta
düzenli olarak çıkmaya başladı.
Bültenimiz, okul yönetimi ile öğrenciler
arasındaki iletişim kurma açısından faydalı
oldu. Bültenimizin daha iyi çıkarılması için
her geçen an gerek hocalarımızdan gerek
öğrenci arkadaşlarımızdan yeni öneriler
gelmesini bekledik. Beklentilerimizin gelecek
senelerde gerçekleşmesini diliyorum. Ayrıca
bizi üzen ikinci bir nokta ise, bültenimize
gereken önemin verilmemiş olmasıdır.
Gördüğümüz kadarıyla bültenimiz, haftalık
yemek listesine bakıp bir kenara atılmaktadır.
Bazen düşünüyoruz acaba bülteni sadece
yemek lisesi olarak mı çıkarsak? Rasyonel
düşünürsek önemli olan bültenimizde
verdiğimiz haberler değil okulumuzda
böyle bir çalışmanın yapılmasıdır. Bültenin
çıkarılmasında karşılaştığımız en önemli
güçlük, haberlerin çok az olmasıdır. Bazı
saylarımızda içeriğin dışına çıkıldıysa bunun
tek nedeni: haber kıtlığıdır.
Gazetemizin yayınlanması çalışmaları çok
daha yavaş ilerlemiştir. Gazetemizin uygulamam
çalışmaları katılım bültenine göre
daha az oldu. Dördüncü sınıf öğrencilerinin
çalışmalara çeşitli sebeplerden dolayı ilgi
göstermemeleri başarımızı etkileyen bir
başka faktör olmuştur. Bunun yanında mizah
kabiliyeti olan, karikatür çizebilenleri
çalışmalarımıza beklediğimiz ilgi ve istekleri
bir türlü gerçekleşmedi.
Yine de eldeki kısıtlı imkânlara rağmen
yapmış olduğumuz bülten ve gazete uygulama
çalışmalarının başarılı geçtiğine
inanıyorum.
Metin Mudanya
Genel Koordinatör
DÜNYAYA NİÇİN GELDİNİZ?
NEDEN YAŞIYORSUNUZ?
“Yaşamak için, ölmek için” – Şule Yalçın
“Gazeteci olmak için geldim. Gazeteci
olmak için çalışıyorum.” – Didem Ünsal
“Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime”
– Nezaket Eroğlu
“Annemin bir unutkanlığı yüzünden.
Yaşamak mı of be…” Hüseyin Selveroğlu
“Dünyaya annem ve babamın ‘yeryüzünün
aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini sevdikleri’
için değil tabii, birbirlerini sevdikleri için
geldim ve olabildiğince memnunum. ‘Topraktan/
Ateşten/ ve denizden/ doğanların/
en mükemmeli doğacak bizden’ inancıyla
yaşıyorum.” Aslıhan Büyükgül
“Evin ilk çocuğuyum. Sanırım dünyaya
neden geldiğim sorusuna oldukça açık bir cevap.
Ölmediğim için yaşıyorum.” – Zeynep
Köse
“Ben de bu soruyu sık sık annemle babama
soruyorum. Eh dünyaya geldiğimize
göre yaşayalım bari.” – Onur Kurtoğlu
“Varolmanın dayanılmaz hafifliğini
yaşamak için geldim. Yaşama … gibi
bağlılığımda yaşıyorum.” – İbrahim Arslan
“Ben Merkür’e inecektim ama
uyuyakalmışım, yanlışlıkla dünyaya geldim.
Geri gidemediğim için yaşıyorum.” –
İlhan Ertürk
“İnsanların dünyaya niçin geldiklerini
merak ediyorsanız size bir ansiklopedi tavsiye
edeyim.” – Ali Ateş
“Aslında buna ben karar vermedim.
Ama Cenab-ı Hakk’ın takdiriyle madem
bu dünyaya gelmişiz, herhalde hayatımın
temel gayesi de O’nun emir ve yasaklarına
uymaktır.” – Nihat Kaşıkçı
“Randevum vardı. Dünya nimetlerinden
pay almak için yaşıyorum.” Özcan Bayram
“Dünyaya bir imtihan için geldim. Şu anda
hâlâ imtihan içindeyiz. Bu imtihanı kazanmak
isterim. Bunu için yaşıyorum.” -
Hasan Çalışkan
“Dünyaya bir tesadüf sonucu gelmiş
biriyim. Çağırsalardı gelmezdim. Son bir iki
umudumu gerçekleştirmek için yaşıyorum.” –
Candan Çulhaoğlu
“Orianna Fallaci, ‘Doğmamış Çocuğa
Mektup’ta dünyaya kendi isteğiyle
gelmediğini söylüyor.
Benim için de başka seçeneğim yoktu.
Yaşamak güzel şey be kardeşim.”
Nalan Örki
“Gazeteci olmak için geldim. Gazeteci
olmak için çalışıyorum.” – Didem Ünsal
“Annemin bir unutkanlığı yüzünden.
Yaşamak mı of be…” Hüseyin Selveroğlu
“Dünyaya annem ve babamın ‘yeryüzünün
aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini sevdikleri’
için değil tabii, birbirlerini sevdikleri için
geldim ve olabildiğince memnunum. ‘Topraktan/
Ateşten/ ve denizden/ doğanların/
en mükemmeli doğacak bizden’ inancıyla
yaşıyorum.” Aslıhan Büyükgül
“Evin ilk çocuğuyum. Sanırım dünyaya
neden geldiğim sorusuna oldukça açık bir
cevap. Ölmediğim için yaşıyorum.”
Zeynep Köse
“Ben de bu soruyu sık sık annemle babama
soruyorum. Eh dünyaya geldiğimize
göre yaşayalım bari.” – Onur Kurtoğlu
“Varolmanın dayanılmaz hafifliğini
yaşamak için geldim. Yaşama … gibi
bağlılığımda yaşıyorum.” – İbrahim Arslan
“İnsanların dünyaya niçin geldiklerini
merak ediyorsanız size bir ansiklopedi tavsiye
edeyim.” – Ali Ateş
“Aslında buna ben karar vermedim.
Ama Cenab-ı Hakk’ın takdiriyle madem
bu dünyaya gelmişiz, herhalde hayatımın
temel gayesi de O’nun emir ve yasaklarına
uymaktır.” Nihat Kaşıkçı
“Randevum vardı. Dünya nimetlerinden
pay almak için yaşıyorum.” Özcan Bayram
“Dünyaya bir imtihan için geldim. Şu anda
hâlâ imtihan içindeyiz. Bu imtihanı kazanmak
isterim. Bunu için yaşıyorum.” -
Hasan Çalışkan
“Dünyaya bir tesadüf sonucu gelmiş
biriyim. Çağırsalardı gelmezdim. Son bir iki
umudumu gerçekleştirmek için yaşıyorum.” –
Candan Çulhaoğlu
“Orianna Fallaci, ‘Doğmamış Çocuğa
Mektup’ta dünyaya kendi isteğiyle
gelmediğini söylüyor. Benim için de başka
seçeneğim yoktu. Yaşamak güzel şey be
kardeşim.” –Nalan Örki
“Ben Merkür’e inecektim ama
uyuyakalmışım, yanlışlıkla dünyaya geldim.
Geri gidemediğim için yaşıyorum.”
İlhan Ertürk
“Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime”
Nezaket Eroğlu
HAYAT FELSEFENİZ…
-Hayat kısa, sanat uzun, tecrübe aldatıcı,
karar vermek ise güçtür. (Türkan İzgü)
-YA OL, YA ÖL… (Müjgan Mızrak)
-Hak bildiğin yolda yalnız olsan da yürü.
(Çandan Çulhaoğlu)
-İçimdeki çocuksu yönleri yok etmeden,
dürüst, insanca yaşamaya çalışmak. (Ali S.
Ateş)
-Her şeyin bir bedeli var. Hatta KDV’si
bile vardır. (İlhan Ertürk)
-“Yaşadım” diyebilmek ve tozlu bir
tarih sayfasında “1965 yılında K. Maraş’ta
doğdu… Türkiye’de yaşadı” dedirtebilmek.
(Aslıhan Büyükgül)
-Bu alem yanlış alem. (Adnan Erdoğan)
-Denge… Herşeyin başı denge… El uzatana
el, kol uzatana kol. (Özcan Bayram)
-Yuvarlak bir dünyada yaşıyoruz. Her an
her şey olabilir. (Ali Alakoç)
-Ben kimim? Ne işim var buralarda?...
(Neşe Doğan)
-Yaşamaya bak, bir gün perde kapanacak.
(Şule Yalçın)
-Bir insanı sevmekle başlar her şey… (S.
Faik’ten… Didem Ünsal)
-Nokta kadar çıkarın için virgül kadar
eğilme. (Fatma Ağaç)
-Bilir isen söyle, ilim bilsinler/ Bilmez
isen söyleme, arif sansınlar. (Nezaket Eroğlu)
-İnsanca, onurlu bir yaşam sürdürmek…
Surat asmamak, beklentileri, umutları, güzellikleri
yitirmeden ayakta kalabilmek.
İnsanları sevmek… Nalan Örki
-İnsancıl sevgilere muhtaç yürek, nasıl
olur ki taş; Bütün kötülüklerden uzağım, merhaba
arkadaş… (Meliha Günal)
-Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı
olsun… (Lütfiye Çevik)
-Hızlı yaşa ama genç de ölme… (Ayla
Karausta)
-“Çok şeylere sahip olmak” yerine “çok
şey” olmak istiyorum. Vardığım insanlık
budur. (İbrahim Arslan)
NELERDEN KORKUYORUZ…
-Başarısız olmak… (Kelime Ata)
-Havasızlıktan boğulmak.
(Özcan Bayram)
-Kendim (Ali Artaç)
-Karanlıktan, yüksekten, galaksiden, soğuk
suyla banyo etmekten (Candan Çulhaoğlu)
-Bir iş bulamayıp evde bulaşık rekoru
kırmak, asansörde kalmak (Nezaket Eroğlu)
-Evlenmek zorunda kalmak (Ne demekse)…
(Zeynep Köse)
-Gece lambasını yakmadan uyumak.
(Nalan Örki)
-Hobim denizcilik ve balık tutmak
olduğuna göre fobim de sualtında bir
köpekbalığını saldırısına uğramaktır.
(Ali Ateş)
-Halil İbrahim Toranboy, trende olabilecek
bir sapıklık olayı ve pırasa. (Neşe Doğan)
-Allah’tan başka kimseden korkum yok.
Bilhassa despot şahsiyetlerden.
(Nihat Kaşıkçı)
-Çok uzun boylu biriyle evlenmek,
spor ayakkabımı giydiğim zaman yağmur
yağması, paramın bitmesi.
(Lütfiye Çevik)
-Ben hiçbir şeyden korkmam.
(Hüseyin G. Selveroğlu)
-44. Madde (Başaran Düzgün)
-Ölüm, haşereler (Ayla Karausta)
-Yanarak veya boğularak ölmek, fön
çektirdiğim zaman yağmur yağması.
(Onur Kurtoğlu)
-Mehtaplı gecede kar üzerinde yürümek/
Mum ışığında düşünmek/ Tabiatla baş başa
kalmak/ Ney dinlemek. (Hasan Çalışkan)
-Güzel sözleri bitirmek ve ezberleyememe.
(Meliha Günal)
SINIFIN “EN”LERİ…
En pehlivan: Ali Artaç
En gitaristi: Oktay Çetin
En değişkeni: Zeynep Köse
En pankı: Sibel Akkan
En ayyaşı: Hüseyin Serveroğlu
En klasiği: Ful Ekesan
En yakışıklısı: Ali Yakışıklı
En muhalifi: Halide Özkul
En hoşgörülü (!) kavgacısı: Aslıhan Büyükgül
En sevimli gevezesi: Neşe Doğan
En melankoliği: Gürsel Bayraktutan
En inatçısı: Demet Şahin
En seveceni: Didem Ünsal
En sessizi: Nezaket Eroğlu
En afacanı: Figen Özderli
En gazetecisi: Ömer Selvi
En fotoğrafçısı: Osman Köse
En bunalımlısı: Hakan Coşkun
En hanımı: Nilgün Aydemir
En çalışkanı: Kadriye Şenel
En asabisi: Nihat Kaşıkçı
En vurdumduymazı: Hüseyin Keklik
En kitapkoliği: Cengizhan Aktan
En İstanbullusu: Ali Ateş
En şirini: Derya Kılıç
En efendisi: Turgay Demirel
En boylusu: Metin Mudanya (198.cm)
MESAJ… MESAJ… MESAJ…
-“Biz bu ellerden gider olduk, kalanlara
selam olsun.” Osman Köse
-“ Arkadaşlar, mezun olduktan sonra
birbirinizi görünce selam vermeyi ihmal
etmeyin.” Nezaket Eroğlu
-“Arkadaşlar, artık mezun olup iş hayatına
atılma zamanı gelmiştir. Dileğim, hepinizin
vatanına, milletine hayırlı birer insan
olmasıdır.” Nihat Kaşıkçı
-“İnsanın hükmedilmeyen en önemli
özelliği düşünmektir. Elinizdeki ‘gerçek’ ile
ömür boyu idare etmek yerine ‘başkalarının
gerçeğini’ de düşünün.” Gökhan Özcan
-“Her şeyin çoraklaştığı ortamda
korumamız gereken şeyin ‘sevgi’ olduğuna
inanıyorum. Bir gün her şeyi kaybedebilirsiniz
ama sevgiye olan inancınızı
yitirmemişseniz, zenginsinizdir. Değer
vereceğiniz şey sevgi, umut olsun ve zaman
olsun. Zamanı elinizde tutamazsınız, suyu
tutamadığınız gibi. Tutmaya çalışsanız da
kaybedersiniz. Yapmanız gereken şey, bu
bilince varmak, onu yaşamaktır. Yaşınızın
gerektirdiği çılgınlıkları yapmaktan çekinmeyin.
Genç olduğunuzu hatırlayın…
Ama çılgınlıkları yaparken bile geleceğin
düşüncesi yakanızı bırakmamalı. Bir şeyi
kolay elde etmekten kaçının, çünkü kolay
elde ettiğinizi o kadar da çabuk kaybedersiniz.”
Kelime Ata
olanı yaşıyoruz biz… Uzaklığı aştıkça hep
aynı yerde, zamanı aştıkça hep aynı anın
içindeyiz… Böyle hep birlikte olacağımızı
düşünmedin mi? – R. Bach’dan” Nalan Örki
-“Savaşma, sev. Her zaman doğruluk ilkeniz
olsun.” Zeynep Köse
-“ Yolcu, yolun şarksa, bahçelerinde/
güllerin üstüne silah çatılan,/baharı kan olan
illere in de,/ o yeri özleyen gönülleri an.
Yolcu, yolun şarka uğrarsa yarın,/elinde
zaferden kopan çiçekle, /göklere dayanan
karlı dağların,/ ardında yükselen güneşi
bekle. Nazım Hikmet” Aslıhan Büyükgül
-“Umudunuzu yitirmeyiniz.” M. Ali Artaç
-“Kendimi sizlerden ayrı, sizlerin dışında
düşünemiyorum. Hepinizi çok seviyor ve ayrı
ayrı değer veriyorum. Hiç ayrılmayalım olur
mu?” Didem Ünsal
-“Belirli bir amacı olmayan aklını, kendini
yitirir. Çünkü söylendiği gibi her yerde
olmak, hiçbir yerde olmamaktır.” Onur
Kurtoğlu
-“Benim arkadaşlarım beş yılın sonunda
bu okuldan gerekli mesajı almıştır.” Ali Alakoç
-“Arayanı ararım: (0312) 223 90 87 Özcan
Bayram
-“Dostluğumuzun zaman ve mekân ile
sınırlı değildir; zaman ve mekân ile sınırlı
-“Şşşşşt… Çocuklar beni unutmayın
haaa….” Hüseyin G. Selveroğlu