28.02.2017 Views

lkel 2. Sayı

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Mustafa Kemal ATATÜRK<br />

Ey Türk Gençliği!<br />

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet<br />

muhafaza ve müdafaa etmektir.<br />

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel<br />

senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden<br />

mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir<br />

gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,<br />

vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini<br />

düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette<br />

tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar,<br />

bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili<br />

olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün<br />

tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her<br />

köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve<br />

daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip<br />

olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta<br />

bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi<br />

emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve<br />

bitap düşmüş olabilir.<br />

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi<br />

vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç<br />

olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!


Bir Adın Kalmalı Geriye<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar<br />

Ve ben seni sevdiğim zaman<br />

Bu şehre yağmurlar yağdı<br />

Yani ben seni sevdiğim zaman<br />

Ayrılık kurşun kadar ağır<br />

Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın<br />

Yine de bir adın kalmalı geriye<br />

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde<br />

Aynaların ardında sır<br />

Yalnızlığın peşinde kuvvet<br />

Evet nihayet<br />

Bir adın kalmalı geriye<br />

Bir de o kahreden gurbet<br />

Beni affet<br />

Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç


TEFRİKA<br />

Kerim KARAYEL<br />

Kitap: Fail-i Robin<br />

H<br />

er sabah lanet ederek<br />

uyanıyorum güne. Şairane bir<br />

üslupla topluyorum yatağımı<br />

ve bakıyorum doğan güne. Bir kez<br />

üzülüyorum sadece. Sonra gerçekten<br />

uyanıyorum hayata. Güne değil<br />

yaşama tutunuyorum.<br />

“Benim bu dünyada bir izim<br />

kalmayacaksa hayvandan ne farkım<br />

var ki?” diyorum içten ve samimi bir<br />

sesle. Tekrar çalışmaya tutunuyorum.<br />

Hiçbir kadına tutsak kalmadan<br />

ilerliyorum. İki çocuk yetiştiriyorum<br />

bu arada. Ömürleri uzun biliyorum.<br />

Kesmezlerse -onlar ağaç- benden<br />

yüzlerce yıl sonra ölecekler. En<br />

azından hiçbir şeyim olmasa da bu<br />

hayatta göçmen kuşlar için bir yuva,<br />

terlemiş deniz için bir gölge<br />

bırakıyorum. Üşürse çocuklar diye,<br />

kuru odun bırakıyorum geleceğe.<br />

“Tamam.” diyorum sonra “Çalışmaya<br />

ne gerek var? Bıraktım izimi.”<br />

diyorum ve koşmaya başlıyorum<br />

yarına. Ne var ki akrep yelkovanı<br />

kovalıyor ben ise ölümümü kovalıyorum.<br />

Ama ölmeye niyetim yok.<br />

Bencilim ben. Sen olmadığın için<br />

böyle, yaşayamadığım için böyle.<br />

Gülerek tatmin ediyorum bencil<br />

ruhumu ve sen gör diye süslüyorum<br />

yazılarımı. Bak gör diye muhtaçlığımı,<br />

her sabah ilaç içiyorum. Fotoğrafın<br />

görüyor odamı diye küfre bile<br />

kalkışmıyorum artık. Kırılmış ruhum<br />

sızlıyor, acıyor, nefessiz bırakıyor.


Karfalinka<br />

Bay Muan<br />

Uzayıp giden yollar var<br />

Hava güneşli, ellerim soğuk<br />

Bir felaket var içimde<br />

Öyle bir felaketti<br />

Ufuklar kapalı<br />

Yürüyoruz seninle<br />

Uzayıp uzanan<br />

Ve uzadıkça yılanlaşan<br />

Parlak ve tehlikeli yolların yanındaki<br />

Köhne kaldırımın kuytusunda<br />

Bir başkaldırı gösteriyoruz hayata<br />

Sanki el ele ihtilal yapıyoruz<br />

Başkalarına görse<br />

Yürüyoruz, el ele tutuşmuşuz<br />

Etrafta bembeyaz papatya örtüsü<br />

Sultanımın tacı eksik<br />

Papatyadan taç örüyorum, öpüyorum


Geç Kalınmışlığın Nihayetinde<br />

Begüm Atik<br />

ç<br />

ok da yaşlı sayılmazdın. Ayna da<br />

gördüğün 40 yaşlarında<br />

gözüken kendine baktın.<br />

Küçükken kendine has kumral renkli<br />

saçların artık eskisi kadar canlı değildi.<br />

Saçlarında tek tük beyazlarını da<br />

görüyordun. Göz altlarında hep torba<br />

vardı ama sanki biraz daha belirgindi<br />

bu sefer gördüklerin. Kendine<br />

bakmayı es geçmiştin. Şimdilik<br />

kendini görmesen de olurdu. Hep<br />

oturmayı çok sevdiğin koltuğuna<br />

yerleştin yine. Düşündün. Kendini,<br />

yaptıklarını… Hayat ne kısaydı oysa.<br />

Sen hiçbir zaman yaşlanacağını<br />

düşünmezdin.<br />

İlkokulda sınıfın en yaramazlarındandın.<br />

Hocan seninle baş<br />

edemezdi. En çok sen konuşurdun en<br />

çok sen zıplardın. O zamanlar hep<br />

büyümek isterdin. Büyümek, genç<br />

olmak... Yaşını büyük söylediğin bile<br />

olurdu. Liseye başladığında ise<br />

durulmuştun. Sana sunulan hayatı<br />

yaşıyordun. Ailenin sözünden<br />

çıkmayan, dersleri iyi bir genç kız<br />

olmuştun. Öğretmenlerin seninle hep<br />

ilgilenirdi. O zamanlar da hep 18<br />

yaşında olmayı isterdin. Özgür<br />

olacağım safsataları her genç gibi seni<br />

de heyecanlandırırdı. Sonra… Sonra<br />

reşit olmuştun işte! Doğum gününü<br />

kutlamamıştın bile. Oysa hayallerin<br />

daha başkaydı. Müthiş bir parti<br />

yapacaktın. Sense evde oturup film<br />

izlemeyi seçtin o gün. Hatta biraz da<br />

ağladın. Neden bilmiyordun, istediğin<br />

yerde olmadığından yakınıyordun<br />

hep. Üniversiteye geçmiş yine<br />

derslerle bitirmiştin dört seneyi.<br />

Sonra iş hayatına başlamıştın. İş<br />

hayatı çok zordu. Kendine bile vakit<br />

ayıramıyordun.


Küçükken sürekli sevdiğin, beraber<br />

oyunlar oynadığın annen seni<br />

aradığında her seferinde o aramayı<br />

reddetmek zorunda kalıyordun.<br />

''Kızım, bu hafta gel bari seni çok<br />

özledim. ''<br />

En son telefonda annen bunu<br />

demişti. Senin yine bir bahanen vardı.<br />

Yetiştirmen gereken dosyaların vardı.<br />

Anneni kibar bir dille reddetmiş ve en<br />

yakın zamanda geleceğini söylemiştin.<br />

O en yakın zaman bir türlü gelememişti.<br />

Zaman geçerken annen vefat etmişti.<br />

Kendini suçlayacak bir zaman bile<br />

bulamamıştın. Çünkü işlerin yoğundu.<br />

Evlenmek için doğru adamı bir türlü<br />

seçemiyordun. En sonunda kalbini hızlı<br />

attıramasa da güvendiğin bir adam çıktı<br />

karşına. Onunla evlendin. İki tane de<br />

çocuğun oldu. Onlara vakit ayıracağım<br />

derken yine işlerin girmişti araya.<br />

Çocukların büyürken sen de bakıcı<br />

tutmakta bulmuştun çareyi. Emindin,<br />

çocuklarına iyi bakardı. Çalışıyordun.<br />

Çocukların çoktan ilk dişini çıkarmış,<br />

yürümeye başlamıştı. Bahanen hazırdı.<br />

Sizin iyiliğiniz için, güzel bir gelecek için<br />

yavrularım. O güzel gelecek bir türlü<br />

gelmedi. Çünkü sen artık işe çok<br />

bağlanmıştın. Çocukların şimdi sekizinci<br />

sınıfa gidiyordu durumunuz oldukça iyi<br />

sayılırdı ama sen yine de bu işi<br />

bırakamıyordun. Çokça kez kocanla da<br />

vakit geçirememiştin zaten. Sen kimle<br />

vakit geçirebilirdin ki?<br />

Senin önceliklerin vardı, işlerin<br />

vardı. Kendine bile vakit ayırmamıştın ki<br />

bunca sene. Giyinmek, süslenmek...<br />

Bunların hepsi para demekti. Sen para<br />

kazanmayı seviyordun, harcamayı değil.<br />

Hep ertelediğin şeyler aklına geldikçe<br />

korkmaya başladın. Bu bir son muydu?<br />

Belki. Yarın ölürdün? Korkuyla kafanı<br />

salladın. Hayır, yarın ölmeyecektin. Çok<br />

erkendi. Daha yapacakların vardı. Bu<br />

doğru olamazdı. Ama bu korku sana<br />

yetecekti. Her an ölürüm korkusuyla<br />

yapmayı reddettiğin her şey ve<br />

kaybolan yılların, seni her zaman<br />

rahatsız edecek ve şimdi olduğu gibi<br />

kalbini sıkıştıracaktı.<br />

Keşke dedin, keşke... Zamanı biraz<br />

geriye alabilseydim.


Gel Ey Sevgili<br />

Kıymet Kurt<br />

Gözpınarlarımı kurutan sevgili, gelmeyişinden öperim.<br />

Gittiğin yolların ardından saygıyla eğilirim.<br />

Hasret rüzgarları kasırgalara dönüşmüş durumda buralarda.<br />

Saçlarım kökünden sökülecek az kaldı sevgili.<br />

Fotoğrafın nasıl gülümsüyor<br />

Kalbimi her saniye delip geçtiğinden habersiz.<br />

Küçük bir sızıyken okyanus oldun içimde.<br />

Gururum dedirtmez gel diyemem.<br />

Ama zaman kavramını delirtecek bir bekleyiş var yüreğimde.<br />

Gel sevgili, asırlar geçmiş olsa da gel.<br />

İçini kemirmesin şüpheler.<br />

Ben asırlık çınarlardan daha inatçıyım,<br />

Sen gelmeden gideceğim yok benim sevgili.


Sarkaç<br />

S<br />

arkaç solda. Damlalar göz<br />

kapaklarından süzülüyor.<br />

Öyle bir söylenişi var ki şu<br />

cümlenin, sanırsın güzel<br />

kürelerden akıyor sular. Oysaki<br />

kimse bilmiyor. Artık verimsiz o<br />

topraklar. Susuz, kurak.<br />

Betül Kalafat<br />

Kulağımda beni yaşadığım çağa<br />

ait yapan tek şey var. Minik müzik<br />

kutuları. Beni bulunduğum<br />

sokaktan öteye taşıyacak birkaç<br />

melodi mırıldanıyorlar. Aklım<br />

bambaşka ü<strong>lkel</strong>erin sokaklarında<br />

dolanırken bedenim fakirhanemin<br />

yolunu tutmuş. Bir bardak çay<br />

içmişiz arkadaşlarla. Çok<br />

almamışız sarhoş olur da evi<br />

bulamayız diye. Sessiz adamlar<br />

böyle sarhoş olur çünkü. Çok çay<br />

içerek veya hiç içmeyerek.<br />

İçmiyorsak aşktan içmiyorsak<br />

çaydan. Ben bu sefer hangisiyim<br />

şaşırmış durumdayım. Tek<br />

yaptığım eve yalpalamak. Belki<br />

biraz dengesiz yürüyor olabilir. Bir<br />

bardak içmiştim halbuki.


Sarkaç sağda. Kara bulutlar<br />

üzerimizden sularını çekmiş.<br />

Gölgeleri ile hüzne boğuyor bizi.<br />

Güzel keman sesleri eşliğinde<br />

arşınlıyorum yolu. Kaldırımlar artık<br />

çok tanıdık. Bu sokak bile ev gibi<br />

sanki. Gerçi kaç gecenin sabahını bu<br />

kaldırımlarda gördüm bilinmez.<br />

<strong>Sayı</strong>sızdır çay sarhoşu olup<br />

buralarda ağladığım. Evet sarhoşlar<br />

güler. Ama istisnalar kaideyi<br />

bozmaz değil mi? Teneke kutudan<br />

değil cam bardaklardan aldık biz<br />

baş dönmelerimizi. Kasetlerden,<br />

CD’lerden değil plaklardan aldık<br />

hayata tutunmamızı sağlayan<br />

melodileri. Belki de en çok ben<br />

öyleydim. Aşkı içine hapsetmiş,<br />

dışarıdan baksan normal sıfatının<br />

beden bulmuş hali olan bir zaman<br />

kaçkını. Birkaç yüzyıl geriden<br />

geliyorum ben. İnsanların<br />

duygularını derinden yaşadığı,<br />

radyasyon girmemiş evlerin yer<br />

aldığı ; komşuluk , kardeşlik , yardım<br />

kavramlarının anlam bulduğu<br />

yıllardan geliyorum.<br />

Sarkaç solda. Aklımdan bunlar<br />

geçerken iki kez taşa takılmış zavallı<br />

ayaklarım. Zaman kaçkını bu<br />

bedenin arabalara takındığı nefret<br />

yüzünden yıllardır her yere<br />

yürümüşler. Gözlerimle kıyaslarsak<br />

şanslılar tatbikî. Onca güzel gülüşü<br />

ardından terkedilişi, onca dostu<br />

veya düşmanı gören gözlerim<br />

olmadıkları için şanslılar. Bir adamın<br />

gözü olup ağlamadıkları için.<br />

Sarkaç sağda. Belki zamana bu<br />

kadar düşman bir olmasam<br />

kaybetmezdim onu. Bu kadar içten<br />

olmasam. Özel olmasam. Kolay<br />

kelimelermiş gibi seni seviyorum<br />

desem herkese. Diğer erkekler gibi<br />

olsam belki gitmezdi. Akşam<br />

kollarımı keseceğimi bilmeden<br />

sarılırdım her kıza. Ama olmazdı.<br />

Beni onlarca kez ağlatan bu tutkulu<br />

aşktı. Ve vücudum başka kollarda<br />

bu aşkı yitiremezdi. Dili yanardı<br />

çaydan, gözleri yanardı ağlamaktan<br />

ama hayır, yüreğini yakmazdı. O<br />

zaten kül olmuştu. Onun yüzünden


Sarkaç solda. Eve bir kaç adım<br />

kalmış. Kısa yolculuğum bitmek<br />

üzere. Diğer yolculuklar ise yarım<br />

kalmış. Keşke karşımda olsa şu an.<br />

Mutluluğa yolculuk sana idi derdim.<br />

Ve ders bileyim kesilmişti. Güzel<br />

yüzü aydınlanırdı heyecandan. Sarı<br />

saçları ve kahverengi gözleri ile<br />

bana bakardı. Mırıldanırdı utançla.<br />

"Yine şair oldun be adam !"<br />

Sarkaç sağda. Düşünceler<br />

denizinden boğulmadan kurtulmak<br />

için çıkarırım müzik kutularımı<br />

kulaklarımdan. Onun hediyesiydi<br />

bir zamanlar. O yüzden hemen<br />

cebine koyarım. Kapının önüne<br />

geldiğim zaman ne bulacağımı<br />

bilmeden yavaş yavaş çıkarım<br />

merdivenleri. Hayatın anlamsız<br />

oluşu genel bir problemken bir de<br />

hayatım diye sevdiği kadını<br />

kaybetmiş bir adamımdır ben. Her<br />

gün yanınızdan geçen onca erkek<br />

gibi. Fark etmezsiniz ama büyük<br />

adamlarız biz. Sesimiz çok çıkmaz,<br />

her kıza bakmayız. Bu yüzden fark<br />

etmezsiniz zaten.<br />

Sarkaç solda. Eve girince bir çay<br />

daha içerim belki. Bağımlı olduğum<br />

için kusura bakma. Ama çok<br />

sevdiğim bir şairin sözüdür; "İşte<br />

yalnızlık böyle bir şey/ Yalnızlık<br />

yaşarken ölmek." Bu yüzden çay<br />

gerek bana. Yaşamam için bir<br />

bağlantı hayatla.<br />

Sarkaç sağda. Kapının önünde bir<br />

mektup bulurum. Cümleler doğru<br />

ise, odur bana yollayan. Bana<br />

yazdığı bu cümleler doğru mu yoksa<br />

sarhoşluk mı bendeki?<br />

"Sen böyle seversin bilirim. E-posta<br />

değil mektup istersin benden. Seni<br />

özlediğimi söylemek istedim<br />

sadece. Bir bardak da çay içmek.<br />

Müsaitken gel bana. Ama taksiyle<br />

gel. Yürüme! " Sarkaç solda.<br />

Kulağımda evin içinden gelen saat<br />

sesleri. Ne ayıptır ki birazda üşümüş<br />

ellerim. Sarkacın hareketlerini<br />

duyuyor kulaklarım. Zamanı daha<br />

da yavaşlatıyor bu sesler. Kendime<br />

çay koyuyorum.


Sarkacın sesi hala evdeki tek ses.<br />

Seviniyorum o saati aldığıma.<br />

Mutluluk sarhoşu olmuşum biraz.<br />

Düşünüyorum. Ben yokken, o<br />

mektup kapıdayken, hareket etmiş<br />

o sarkaçlar. Her adımımda daha da<br />

yaklaşırken bir sağa bir sola kaymış.<br />

Beni beklemiş. O zaman daha<br />

manalı gözüküyor gözüme saat.<br />

Mutlu bir kahkaha eşliğinde<br />

koyduğum çayı içmeden<br />

döküyorum. Sarkacın hareketini<br />

izliyorum saatin karşısına geçip.<br />

Sarkaç sağda. Sana geleceğim.<br />

Sarkaç solda. Ama çay içmeyeceğiz.<br />

Sarkaç sağda. Aşk sarhoşu<br />

olmuşum çünkü. Sarkaç solda.<br />

Hayatımın anlamını bulmuşum.<br />

Sarkaç sağda. Zaman kaçkını ben<br />

artık zamana aşık olmuşum.<br />

Ne İçindeyim Zamanın<br />

Ne içindeyim zamanın,<br />

Ne de büsbütün dışında;<br />

Yekpare, geniş bir anın<br />

Parçalanmaz akışında.<br />

Bir garip rüya rengiyle<br />

Uyuşmuş gibi her şekil,<br />

Rüzgârda uçan tüy bile<br />

Benim kadar hafif değil.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar<br />

Başım sükutu öğüten<br />

Uçsuz bucaksız değirmen;<br />

İçim muradına ermiş<br />

Abasız, postsuz bir derviş.<br />

Kökü bende bir sarmaşık<br />

Olmuş dünya sezmekteyim,<br />

Mavi, masmavi bir ışık<br />

Ortasında yüzmekteyim.


Bir İhtimal Daha Var<br />

İlayda İğci<br />

D<br />

üşünmek, her tarafı<br />

denizlerle çevrili bir ada,<br />

öyle uçsuz bucaksız sınırı<br />

olmayan bir ülke, bazen de yukarı<br />

baktığımızda sadece bulutları ve<br />

gökyüzünü gördüğümüz bir dünya.<br />

İçinde dünya gibi birçok gök<br />

cisimlerini gezegenleri ve daha<br />

bilmediğimiz şeyleri bulunduran<br />

bir uzay boşluğu. Düşünmek,<br />

istemsizce yararlı. Düşünürken<br />

elinde bir bardak huzur olduğunu<br />

düşün. Ey düşünmek! Sen ne kadar<br />

keyiflisin. Ne çok düşünecek şey<br />

var bilmediğim uçsuz bucaksız.<br />

Çalan şarkı da tam benlik, beni aldı<br />

götürdü sanki yetmişlere. Tabi<br />

bilmem o zamanları ama az çok<br />

duymuşluğum, okumuşluğum,<br />

izlemişliğim var. Bir yaşamadığım<br />

kalmış, evet. Evin en güzel köşesi<br />

ve radyo açık. Radyodaki kadın,<br />

sıradaki şarkıyı açıklıyor; bende<br />

etrafı izliyorum. Gözüme takılan<br />

bir resim var -tükenmez kalemle<br />

çizilmiş annemle babamın resmive<br />

hafifçe gülümsüyorum. Yaz<br />

tatilimin bir kısmını çalışarak<br />

geçirmiştim o sırada dünyanın<br />

birçok yerinden insanlar<br />

rastlaşıyordum.


Yine o insanlardan biri -Japon<br />

tatlı bir kadın- kafemize geldi ve<br />

oturdu. Siparişler alındı. Farklı bir<br />

kadındı, yanında fotoğraf<br />

makinesi, elinde tükenmez bir<br />

kalem, önünde telefonu açık,<br />

kâğıda bir şeyler çiziyor. Siparişini<br />

vermeye gittiğimde gördüm ne<br />

çizdiğini, erkek arkadaşı ile<br />

fotoğrafını çiziyordu ama her<br />

detayını telefondakinden de<br />

güzel duruyordu. Çok hoş<br />

göründüğünü söyleyip tezgâha<br />

koştum, tezgahtakilere gördüğümü<br />

anlattım. Babamda hemen<br />

kadının yanına gidip ondan<br />

annemle resimlerini çizmelerini<br />

istemişti. Ama aynı zamanda bir<br />

çalışanımız Semih ağabey de<br />

nişanlısıyla resmini çizdirmek<br />

istiyordu.<br />

Kadında iki tanesini yapacak<br />

vakti olmadığını anlattı ve birisini<br />

seçmelerini istedi. Babam ilk<br />

geldiği için o yaptırdı işte bugün<br />

gözüme çarpan bu resmin anısı<br />

buydu ama bu anının aklımda<br />

kalmasını sağlayan asıl olay Semih<br />

ağabeyin nişanlısından o akşam<br />

ayrılmasıydı. Bu üzünç durumun<br />

altında Semih ağabeyin nişanlısına<br />

yeterince zaman ayırmayıp,<br />

değer göstermemesiymiş.<br />

Belki o gün, o kadın<br />

resimlerini çizseydi şu an her şey<br />

bambaşka olabilirdi. Ya da on beş<br />

yıllık evli olan babam resmini<br />

çizdirmeseydi olanlar bambaşka<br />

olabilirdi. Hayatın bir kez daha<br />

çok ilginç olduğunu düşünüp bir<br />

yudum daha aldım. Çoktan bitmiş<br />

İkinci kadehim. Üçüncü kadehte<br />

ağzım hafif uyuşmaya başlar,<br />

kendi kendime konuşurum. O<br />

uyuşmuşlukla konuşmak o kadar<br />

rahat ki birde şu koltukta oturup<br />

istediğini düşünebilmek.<br />

Zihnimizde özgür olduğumuzu<br />

biliyorum. Ama düşüncelerimi<br />

bugün hiç toparlayamıyorum.<br />

Aklım başka yerdeydi ve sürekli<br />

bu olur. Kalbim bir yerlere gider<br />

aklım gider kafam takılır bir<br />

yerlerde bir şeyler sürekli kalırdı.


Gizli Bahçe<br />

Maide Pak<br />

B<br />

u hayatın elle tutulacak bir yanı<br />

yoktu. Ben de vazgeçmeyi<br />

dileyenler arasında yerimi<br />

aldım. Bu kendime göre veya başkasına<br />

göre bir vazgeçişti. Belki bir semtin<br />

sokaklarından, belki de bir caminin<br />

kapısından...Dilediğim bir bahçede<br />

buldum kendimi. Elimde duran<br />

sımsıcak çay ve çay bardağımın<br />

üstünde dolanan o eşsiz dumanı...<br />

Birden firar ettiyse ruhum bu bahçeye,<br />

diyeceği vardır elbette, dedim. Birden<br />

çayımın dumanından hem kara<br />

bulutlar hem güz yağmurları hem de<br />

gün yüzü belirdi. Hatalarımı yüzüme<br />

tokat gibi vurdu. Canım biraz acıyınca<br />

ağlamaya başladım. Sabır diye nidâ<br />

ettim. Yine de dayanamadım. Geceyi<br />

yine bu bahçede geçirdim. Bahçe bana<br />

zindan, ömrüme dert olmuştu. Birden<br />

güz yağmurları yağdı. Sonbaharın en<br />

güzel tonunu ilk defa seyretmiştim.<br />

Kollarımı açıp, yaratandan bir ferahlık<br />

istedim.<br />

O esnada bahçemden ayak sesleri<br />

duyulmaya başladı. Benden kimse<br />

yoktu oysa, yoksa delirmişmiydim.<br />

Olamazdı hayır hayır kesinlikle. Birden<br />

sırtımı döndü. Bana zindan olan<br />

bahçem artık hürriyeti karşımda duran<br />

ise derdimin dermanı olmuştu. Bu artık<br />

bahis olmuştu. Ya kazanacaksın ya da<br />

kaybedeceksin, diyordu. Sahi ya ben<br />

kaybeden olmaya alışıktım. Herkes<br />

şansın bende olduğunu söylerdi, ben<br />

ise başkalarında olduğunu söylerdim.<br />

İçimden kaybetmeye dayanabilecek<br />

misin diye söylenirken, bela buldu<br />

beni.<br />

Tekrar ve tekrar aynı bahçe zindan<br />

olmaya hazırlanıyordu. Sanki gün yüzü<br />

çehremden düşmeye yeminliydi.<br />

Bense ne zaman bitecek bu bahis diye<br />

söyledim. "Kırk kere söylersen olur"<br />

sözünü, doğrulamak ister miydim?<br />

Bilmiyorum. Zira çayımın dumanı<br />

bulutlara karışmıştı. Ve bu hikâyenin<br />

sonunu ne kahve falından ne de sakız<br />

dalından öğrenebilirdim. Ve şu bir<br />

gerçek ki tüm gerçekleri, hayat denen<br />

filmin perdesini kendi ellerimle<br />

kapatırken öğrenecektim...


Allah ve Şiir<br />

Doğancan Kaya<br />

Beni duyunca şiir ;<br />

sevilir, eskilerin ne kadar<br />

sandık içi ,yastık altı<br />

varsa<br />

bir bir.<br />

Beni duyunca iner gökten<br />

bir çocuk,<br />

akranlarına ıslık çalar ve<br />

der : "Burası ne kadar soğuk!"<br />

Sevecenliği yine üstünde olur<br />

tartıştığın, tanıştığın, oynaştığın<br />

kim varsa.<br />

O kız, o sözü söylemez<br />

meselâ<br />

diyelim ki söyledi,<br />

ruhun onu iplemez<br />

seni duyunca şiir.


Beni duyunca Allah<br />

emrimdedir yazılmış tüm metinler.<br />

Seçerim içinden binaenaleyh<br />

benimle beraber yürür melekler.<br />

Yürürüm<br />

yürürüm ama yetişme arzumu yok ederek.<br />

Yürümek yalnızca bana<br />

hoş bir güven tahsis eder.<br />

Yolda gördüğüm her güzele<br />

güzelleme yapmam fakat<br />

onu görmeyecek kadar da kör değilim.<br />

Yüzüstü kapaklanıp saklanacağım sanma.<br />

Sen güzelsen, elbet<br />

biri çıkar ve sana bunu söyler.<br />

Aramızdakini sağda solda anlatma.<br />

Ben buraya yazmışım.<br />

Elimde resmin.<br />

Çekindiğin resme bakarken<br />

aklımdan geçenleri<br />

çekinerek te olsa söyledim.<br />

Baktım<br />

yazgımı hesaba katmamışım.<br />

Avunup, tutuşup<br />

yakınıp, yanmam.


Kar<br />

Emine Şahin<br />

İ<br />

ki gün oldu. Kar durmadan ama<br />

farklı telaşlarla kâh koşuyor dünya<br />

denen fani fanusa kâh kederliymişçesine<br />

yavaşça aheste aheste<br />

arzı endam ediyor. Bazen de<br />

gökyüzünden, bulutlardan birer<br />

parçaymışçasına kocaman kocaman<br />

süzülüyor yeryüzüne. Bazen çok<br />

öfkeli, asi... Savuruyor kendini oradan<br />

oraya... Birbirlerine karılmıyorlar<br />

ama. Herkes kendi halinde düşüyor<br />

toprağa, çatılara, ağaçlara,<br />

çocuklara...<br />

Şehrin karmaşasında binaların<br />

arasına sıkışmış azcık ötesinde başka<br />

bir hayatın yer aldığı taş duvarlar,<br />

binalar kapatıyor önümü. Bu haksızlık<br />

diyorum göremiyorum... Kar yağıyor<br />

ve ben insanoğlunun bana verdiği<br />

kadarını görebiliyorum. Binalar<br />

acımasız. İzin vermiyor iki metre öteyi<br />

görmeme. Kıyıdan köşeden bazen<br />

camdan sarkarak izlemeye<br />

çalışıyorum karın misafirliğini. Evet<br />

kar misafir. Çok kalmaz yağmurla da<br />

pek anlaşamazlar. O gelince kaybolup<br />

gider. Güneşle de arası yoktur.<br />

Tahammül edemez sızar derinliklere<br />

kaybolur.


Küçükken kar yağınca içimizi bir<br />

sevinç kaplardı. Telaşlı, mutlu,<br />

paçalar dizlere kadar ıslak... Kış<br />

demek kar demekti. Kardan adamlar<br />

demekti. Adamlar çünkü her gün<br />

yenisi ve en büyüğü yapılırdı. Geceye<br />

kadar kartopu savaşı demekti. Bazen<br />

mahallenin büyüklerinin de katıldığı.<br />

Bir güzel ıslanırdık. Eyvah evde anne<br />

bekler bir de güzel dayak atar şimdi<br />

ıslandık diye. Sanki sızlayan parmak<br />

uçlarının acısı yetmezmiş gibi. Bir de<br />

yokuş varsa o mahalle de demeyin<br />

kışın keyfine. Kızak yoksa leğen ya da<br />

poşet elbet vardır. Geceden su<br />

dökerdik sabaha buz olsun kayalım<br />

diye. Şimdi burun kıvırıyoruz<br />

kızıyoruz düşüp de bir yerimiz<br />

acımasın aman.<br />

Benim küçüklüğüm de Bayramlar<br />

kışa denk geldi. Karda kapı kapı gezip<br />

şeker toplardık üç beş arkadaş<br />

toplanıp. O zamanlar korkmazdık<br />

çocuk kaçırmaları duymazdık şimdi<br />

çoğaldı dünya çekilmez oldu. Sonra<br />

babamlı kış günlerim vardır benim bir<br />

de. Karda yuvarlanıp kartopu savaşı<br />

yaptığımız. Lisedeyim ama küçük<br />

sayılmam. Yine de aksatmazdı dışarı<br />

çıkarır çocukluğumu verirdi bana<br />

birkaç saatliğine de olsa. Benim<br />

çocukluğumda kar oyun demekti,<br />

düşsen de canın acımayacak<br />

demekti, ıslansan da ev sıcak<br />

demekti, hasta olsan da annen bakar<br />

demekti...<br />

Şimdi yine kar yağıyor. Bu kez 25<br />

yaşımdayım. Çeyrek asırdır bu<br />

hayattayım. Öyle büyükmüşüm gibi<br />

kallavi laflara gerek yok. Ama şimdi<br />

kar farklı yağıyor bana ve bi çok<br />

kişiye. Bana hissettirdikleri farklı.<br />

Şimdi kar oyun gelmiyor. Soğuk<br />

geliyor. Acımasız. Üşüyen eller<br />

geliyor aklıma ısıtacak sobaları<br />

olmayan. Sahi onları da anneleri<br />

dövüyor mudur ıslandılar diye ?<br />

Çaresizliklerine mi öfkeliler yoksa...<br />

Bir de sokakta yaşayan hayvanlar<br />

var. Susuyorlar ama konuşamıyorlar.<br />

Acıkıyorlar ama yemek bulamıyorlar.<br />

Her yer kar kaplı.<br />

Demem o ki Kar herkese eşit<br />

mesafede yağmıyor. Kış herkesi aynı<br />

üşütmüyor...


Soluk<br />

B<br />

ir akşamüstü ikindisi,<br />

metrodan yeni çıktım. Her<br />

yer ekmek kırıntısı görmüş<br />

karınca misali. Hava buz, vakit güz.<br />

Ellerim ceplerimde, yürüyorum<br />

kestirmelerden. Nefes alıyorum,<br />

verdiğimde havaya duman<br />

yolluyorum. Gökyüzüyle ancak<br />

böyle haberleşiyoruz. Eee tabii,<br />

gökyüzü hâlâ bize aitse.<br />

Yürüyorum kestirmelerden, nasırlı<br />

ellerim hâlâ ceplerimde. Karşı<br />

kaldırımdan insanlar üzerime göç<br />

ediyor. Kaçıyorum. Dönüp geriye<br />

bakıyorum, her tarafta insan, her<br />

tarafta dilini bilmediğim bağırış<br />

çağırış, her tarafta semânın<br />

Sena Kaymak<br />

varlığından habersiz suratlar.<br />

Kaçmaya çalışıyorum bu<br />

gürültüden. Tek aradığım<br />

sessizliğin sesi. Dilini bilmediğim<br />

sesler peşimi bırakmıyor.<br />

Kaçıyorum,<br />

kaçıyorum,<br />

soluklarımla cebelleşiyorum.<br />

Gökyüzüne bakıyorum, nereden<br />

göç ettiğini kestiremediğim sarı bir<br />

yaprak düşüyor ayak ucuma. Eğilip<br />

kaldırıyorum, en az benim kadar<br />

bitkin olan bu yaprağı. İnceliyorum<br />

gökyüzüne tutarak. Ardımdan<br />

sessizliğin o naif sesi. Oturuyorum<br />

bir banka, yaprak da yanımda. Güz<br />

giyinmişim de, yaprak mı<br />

döküyorum adeta?"


Vals<br />

Akis Hülya Atalar<br />

E<br />

ski ahşap pencerenin<br />

çatlaklarından sızan yağmur<br />

damlaları göz kapakları henüz<br />

düşmüş genç kadının yüzünde<br />

gezinerek irkilmesine yol açtı.<br />

Refleksle açtığı gözlerini, hemen yanı<br />

başındaki komodinin üzerinde duran,<br />

söndürmeyi unuttuğu gaz lambasının<br />

keskin ışığı nedeniyle kapamak, bir<br />

süre bekledikten sonra ise kısmak<br />

zorunda kaldı. Hem uykunun hem de<br />

bu tür uyandırılmanın verdiği şaşkınlık<br />

ve merakla etrafına bakındıktan sonra<br />

duyduğu rahatlama ile hiç<br />

doğrulmadan gaz lambasının<br />

kenarındaki çıkıntıyı çevirerek<br />

bölünen uykusuna dönmek için<br />

hazırlandı -ki bu imkansızdı. Bir defa<br />

gözlerini araladıktan sonra tekrar<br />

uyumaya çalışmak yorucuydu onun<br />

için. Üzerindeki pikeyi isteksizce<br />

kenara doğru iteleyerek doğruldu.<br />

Bacaklarını büküp karnına doğru<br />

çektikten sonra dirsekleri dizlerinde,<br />

başını iki avucuna kapayarak bir süre<br />

öylece bekledi. Bomboş… Haftanın bir<br />

önceki haftayı sildiği bir silsilede, var<br />

olan, kendisi için çizilen labirentte<br />

rutine uyan bir eskiz kuklasına vücut<br />

vermekten ibaretti. Belleği,<br />

benliğinde müphem duygular<br />

uyandırmanın ilk kıvılcımlarını<br />

akşamın gecede erimeye başlamasıyla<br />

vermişti. -Yağmur- İlk çisenin çatıdaki


çıtıltısı, acı bir haz ifadesinin çehrede<br />

korku ile griftleşmesine, bellekteki<br />

görüntüsüzlük duyumsanan<br />

yoğunluğa verdiği anlamsızlıkla bir<br />

sinir krizinin ucundan dönülmesine<br />

kaynak olmuştu. Jöle kıvamındaydı<br />

yatakta uzun süre. -Yağmur- Aniden<br />

nefes alamadığını hissederek<br />

pencereye yöneldi, kilidi büyük bir<br />

hızla çevirerek eski yazılar ile oyulmuş<br />

kanatları birbirlerine zıt yönlere doğru<br />

savurdu. Vücudunu öne doğru<br />

sürükledi. Kısa kısa soluklarla içini<br />

hava ile doldurmaya başladıktan<br />

birkaç dakika sonra, uzun ve derin bir<br />

nefes alışla soluk alışverişi düzene<br />

girdi. Pencere pervazını sıkarak sarkan<br />

bedenini geri çekmek için destek aldı.<br />

Yan dönüp kanatlardan birine sırtını<br />

vererek dizlerinin üzerine oturdu. Bir<br />

sancısı varmış gibi kollarıyla karnını<br />

sarmalayıp sıkıyor, ıslak saçlarından<br />

sızan suların göğsüne doğru<br />

süzülmesine imkân tanımamak için<br />

arada, bir eliyle engel oluşturuyordu.<br />

Karanlığa saplanan gözlerini bazen<br />

sokağa çeviriyor, etrafı şöyle bir süzüp<br />

tekrar eski halini alıyordu. Tüm evler<br />

karanlık, bütün sokak fenerlerinin<br />

ışıkları çekilmiş ve tüm ruhlar<br />

kendilerini rüyanın efsununa<br />

kaptırmış. Birkaç serserinin<br />

bağrışmalarından ve hemen evin<br />

etrafındaki çöp tenekelerinden yemek<br />

bulma umuduyla gezinen kedilerden<br />

başka ses de çıkmıyordu. Yana doğru<br />

kayarak dizlerini yataktan sarkıttı ve<br />

ufak ayakları terliklerini buldu.<br />

Komodinin çekmecesini karıştırarak -<br />

hatta içindekileri dışarı boşaltarak- el<br />

fenerini buldu. Sarsak adımlarla,<br />

mutfağa ulaşan dar koridorda<br />

ilerleyerek kapı koluna hafifçe<br />

dokundu. Feneri masaya koyarak<br />

tahmini olarak dolabın olduğu tarafa<br />

yöneldi, eli kapağı buldu, kendine<br />

doğru çekti. Sürahiyi seçerek kapağı<br />

itti ve masanın üzerinde onu her<br />

zaman hazır bekleyen bardağını aldı.<br />

Tekrar tekrar sahnelenen bir oyun,<br />

tekrar tekrar sergileyen bir oyuncu.<br />

Hareketlerinin intizamı, mekanikliği,<br />

duyduğu tat… Bir tanışıklık sorunsalı.<br />

Vücudu yaşıyor, son buluyor ve<br />

yeniden diriliyor. Dirilirken farklı bir<br />

çizgide değil. Mevcudiyeti için çizilen<br />

sınırlar hükmoluyor. Bardağı yarısına<br />

kadar doldurarak dudaklarına götürüp<br />

suyu yudumladı. Birkaç saat önce<br />

dolaba koyduğu içi buz dolu suyun<br />

soğukluğunu dudaklarında,<br />

damağında, boğazında hatta tüm<br />

vücudunda hissettikten sonra bir<br />

sandalye çekerek kendini ona attı.<br />

Dirseklerini masaya dayayıp çenesini<br />

avuçlarının içine alarak havı dökülmüş


tavandan önündeki meyve tabağına<br />

düşen damlaları takip etmeye başladı.<br />

Tavanda tutunamayıp tabağa kayan<br />

damlaları takip eden bakışlar donuk,<br />

hissiz ve sakin; bu bakışlara sahip olan<br />

gözkapakları uykusuzluktan biraz da<br />

ağlamaktan olsa gerek şişmiş,<br />

kararmış. Gözlerinin içi kırmızılıklarla<br />

sarmalanmıştı. Gözlerinin altında<br />

birkaç kırışıklık da kendini belli<br />

ediyordu. Her geçen saniye her düşen<br />

damla ile bedeni kasılıyor; düşen<br />

gevşek omuzları dikleşerek<br />

katılaşıyor, dişleri birbirini itiyor; ufak<br />

sivri çenesi kilitleniyor; elleri yüzünü<br />

sıkıyor; tırnakları yanağına geçiyordu.<br />

Kısa ince kaşları sinirden çatılmış, ufak<br />

bir mandal ile tutturduğu siyah saçları<br />

mandalın esaretinden kurtularak<br />

kırmızı geceliğinin açıkta bıraktığı<br />

omuzlarına doğru dökülmüştü.<br />

Dokunulmasa asırlar boyu böylece<br />

kalacağı düşünülen genç kadının,<br />

yatak odasından gelen büyük bir<br />

patırtıyla dikkati dağılmış, sandalyesi<br />

zeminde tiz bir inilti çıkarmış, kadının<br />

elleri masanın kenarlarını bulurken<br />

kendisi de ayağa kalkmış; bunun<br />

sonucunda tavan-masa arasında<br />

bakışların oluşturduğu hayali düz çizgi<br />

de eriyip kaybolmuştu. Ürkek,<br />

tökezleyen adımlarla dar koridoru<br />

geçip odaya vardığında açık bıraktığı<br />

pencere kanatlarının dinen yağmurun<br />

sonunda doğan rüzgâr tarafından<br />

hareketlendiğine vakıf olup hep<br />

yaptığı gibi başını sola doğru eğerek<br />

zayıflığına dudak büktü. Ne acınasılık!<br />

Birkaç adım attıktan sonra patırtının<br />

sadece hareketlenen, birbirine ya da<br />

duvara çarpan kanatlardan<br />

kaynaklanmadığını; önce karanlık<br />

zeminde göze çarpan ışıltılar<br />

sayesinde sonra başını pencere<br />

tarafına yönelttiğinde sağ kanatta<br />

oluşan çatlakların ve boşluğun kendini<br />

ele vermesiyle anlamış bulunuyordu.<br />

Dikkatli bir şekilde, adeta sekerek<br />

pencereye ilerleyip tüm camı yere<br />

boşalttıktan sonra kilidi üzerine vurdu<br />

ve yatağın kenarına oturdu. Rutin<br />

döngüsünü yalanlıyor bu gece diye<br />

geçirdi zihninden. Bir döngünün<br />

içerisinde var olduğunu bilmesine, en<br />

çok da döngüyü sezebilecek bir algıya<br />

sahip oluşuna şaşırdı. Rutin! Çıplak<br />

kalan kanattan içeriye sokulan rüzgâr,<br />

genç kadının odasında geziniyor; -<br />

yatağın çaprazında- masanın<br />

üzerindeki kağıtları karıştırarak<br />

havaya uçurduktan sonra odaya<br />

serpiştiriyor, kadının tuzdan çatlamış<br />

dudağını sızlatıyordu. Dudağını ısırdı.<br />

Gözlerini kapadı ve kollarını iki yana<br />

doğru açarak rüzgarın bedenine<br />

işlemesine, geceliğine yön vermesine


izin verdi. Zihnini serbest, hür bıraktı<br />

bu sürece. Su sesinin oluşturduğu<br />

ahengin rüzgârın uğultusu ile beraber<br />

kulağına fısıldadığı melodiyi dinledi.<br />

İçinde tuhaf bir istek uyandı, gözleri<br />

parıldadı. Hemen yataktan sıyrılarak<br />

dolabından uzun gri hırkasını eline<br />

geçirip evin giriş kapısına doğru<br />

koşturdu. Kapının üzerindeki anahtarı<br />

aldıktan sonra hırkayı üzerine atıp<br />

terlikleriyle beraber kendisini dışarı<br />

attı ve kapıyı üzerine vurdu.<br />

Merdivenleri koşar adım inip kaldırım<br />

taşlarına adım attı ve durdu. İçinde<br />

uyanan tuhaf istek? Etrafına bakındı.<br />

Şimdi ne serserilerden ne de<br />

kedilerden eser vardı. Sokak ıssızdı,<br />

karanlıktı, ıslaktı ve… Ve onundu.<br />

Dudağında hafif bir gülümsüme belirir<br />

gibi oldu. Çapraz adımlarla ilerlemeye<br />

başladı. Kendini esintiye bıraktı.<br />

Yağmur, toprak kokusunu içine çekti.<br />

Arada bir kollarını evdeki gibi havaya<br />

kaldırıyor, kontrolü rüzgâra bırakıp<br />

dans eder gibi dönüyordu. Bazen<br />

kendini yere bırakıyor, yanındaki su<br />

birikintilerinden kendi yansımasını<br />

seyrediyor bazen de başını geceye,<br />

kaybolmamış birkaç yıldıza çeviriyor,<br />

ardından tekrar rüzgarla dans<br />

ediyordu. Sarı, kırmızı, turuncu kısaca<br />

sonbahar renklerini emmiş önceden<br />

kurumuş fakat; şimdi ıslak olan<br />

yaprakların üzerinden geçerek ufak<br />

ağaç topluluğunun arasındaki banka<br />

oturdu. Yorgundu, uykusuzdu.<br />

Tükenmek… Yorgunluğun kekremsi<br />

tadının dudaklarına bulanmasına her<br />

geçen an biraz daha alışıyordu.<br />

Kendisine mi öyle geliyordu -ki- bu tat<br />

zamanla mevcudiyet alanını<br />

genişletiyordu. Terliklerini çıkararak<br />

ayaklarını bankın üzerine aldı ve<br />

kıvrılarak başını kollarına bıraktı. Zihni<br />

dağınık, bulanık; davranışları<br />

pervasızdı. Karmakarışıktı. Boğazı<br />

düğümlendi. Yutkunmak istiyor,<br />

başaramıyor, kıvranıyordu. Acımsı,<br />

tuzlu bir tat diline yayılıyordu.<br />

Gözlerini sımsıkı kapatıyor, elleriyle<br />

kulaklarına engel oluşturuyor; hiçbir<br />

şey duymak, görmek, hissetmek<br />

istemiyordu. Midesi, tüm vücudu,<br />

parmak uçlarına kadar her yanı<br />

bulanıyor, tiksiniyordu. Ruhu<br />

daralıyor, sıkışıyor, eziliyordu. Erimek,<br />

kaybolmak, tükenmek istiyordu.<br />

Uyuşmak ve hissizleşmek… Bir saate<br />

kadar aynı sahneyi tekrar tekrar<br />

yaşayıp aynı hislerle boğularak<br />

çırpındıktan sonra gözyaşları dinmiş,<br />

sakinleşmiş ve beraberinde<br />

durgunlaşmış bir şekilde<br />

dudaklarından dökülen hafif bir<br />

melodinin rüzgar uğultusuna<br />

karışmasını ve uğultunun sarı, kırmızı,


turuncu cesetleri valse davet etmesini<br />

izledi. Minik minik adımlar. Sağ ve sol.<br />

Minik minik…Sol…Şimdi! Naif bir<br />

biçimde dönüyorlar, dönerlerken de<br />

zemin kayganlaşıyor, görüntüler<br />

çekiliyordu. Tüm bunlar olurken genç<br />

kadın fark etti. Gözleri! Artık mavi<br />

değillerdi. Motif viran olurken melodi<br />

biçim değiştiriyor, bir ses diğer sesle<br />

perçinleşiyor,<br />

Görüntüler silik. Göz önünde ama<br />

sanki gerideler. Zemin derinleşiyor,<br />

derinleştikçe de şekiller uzakta<br />

kalıyor. Uzakta kalan anlamından<br />

sıyrılıyor. Çıplaklaşıyor hareketler.<br />

Notalar süzülüyor kutudan.<br />

Derinlerdeki hareketleri daha iyi<br />

seziyor olacak ki melodi ahengini<br />

şekilden alarak kayıyor, dağılıyor,<br />

derinliği kuşatıyor, her köşeye sızıyor,<br />

notalar duruyor ve ses, görüntü,<br />

hareket -şekil- belirginleşiyor. Öne<br />

doğru yayılıyor zemin. Notalar havada<br />

asılı kalıyor. Eski bir konakta asılı kalan<br />

tozlu örümcek ağları misali. Hemen<br />

sonra dağılıp yere düştükçe toz halini<br />

alıyorlar. Ve erir gibi yok oluyorlar.<br />

Yeni bir melodi itmeye başlıyor<br />

zemini. Gözler var olanı istemiyor<br />

olacak. Zemin uzaklaştığında hemen<br />

arzu edilen ya da korkulan bir tanesi<br />

inşa ediliyor. Melodi parçacıkları ile<br />

birlikte. Tebessüm bazen de devrik<br />

gözler veya sarkık bir yüz inşa edilene<br />

atmosfer oluveriyor. Fakat gerçek<br />

olan kuvvetli ki fazla dayanmıyor<br />

yapay olan. Dökülüveriyor. Ne kadar<br />

da hassas. Yenisini oluşturmak ise güç.<br />

Her nota başka bir zemine hizmet<br />

etmekte zira. Bazen koşuyorsa notalar<br />

bazen süzülmeyi yeğliyorlar.<br />

Yayılıyorlar, sürünüyorlar, sıçrıyorlar,<br />

yapışıyorlar, Yapışıyorlar. Tene.<br />

Nesnelere. Zaman ve zemin hatta<br />

şekil seçmeden. Sokuluyorlar.<br />

Saçlara. Saçların arasına. Hüküm<br />

sürebildikleri ana dek. Bazen zemin<br />

ilerlemeden şekil rahatsız etmekte.<br />

Göz kırpmaktan ziyade derine<br />

yapışmakta, soymakta. Notanın<br />

kokusu sönüyor kendisi ise kırılıp<br />

saçılıyor. Diğer bir melodi de<br />

hakimiyeti yeniden kurmaya<br />

yetmiyor. Ayrışıyordu. Başka bir<br />

zemin, başka bir mekanda yeni bir<br />

melodiye ulaşıyordu.


Salıncaktan Düşmüş Bir Çocuk Gibi<br />

Kerim Karayel<br />

Düşüyorum gecenin düş maviliğine<br />

Gözümün gördüğünce ortalık siyah<br />

Güller öksürüyor veremli ayrılıkta<br />

Salıncak düşen bir çocuk gibi gözlerim<br />

Evvelsi günlerin takviminin arasında<br />

Kurumuş bir mürekkep ilintisini buldum<br />

Baktım gök, yüzü gibi buz mavisine kesmiş<br />

Salıncaktan düşen bir çocuk gibi gözlerim<br />

Yürüdüğün yollara gölgen düşmüş uzunca<br />

Boyundan çok sevdiğim doğrudur<br />

Ama şimdi uzunca biri var yanında<br />

Salıncaktan düşmüş bir çocuk gibi gözlerim<br />

Üşüyorum sanki ölüyorum gibi<br />

Ellerimin ta içine işlemiş soğuk<br />

Tenin tenimden düşüyor<br />

Gözlerim salıncaktan düşmüş bir çocuk gibi<br />

İmkansızdı varlığın bir sevgilinin gününde<br />

Artık yokluğunda beliriyor gökyüzünde<br />

Ben seni tam gün yüreğimde seviyorum<br />

Sevdamız salıncaktan düşmüş bir çocuk gibi


ve -da<br />

ayrı yazılır bazen

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!