21.08.2019 Views

Hursad 2-Sayi

  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Daima Daha İyiye...<br />

Kültür, Sanat ve Seyahat | Para ile Satılamaz<br />

2019 - Sayı 2<br />

ENGİN UZUN’UN<br />

ÜMMETİN<br />

YETİMLERİ<br />

O B J E K T İ F İ N D E N<br />

DİYAEDDİN şahİN<br />

Hırsın Kıskacında<br />

Direnen VEFA S. 2<br />

MEHMET UZUNER<br />

Birliğe Giden<br />

Yolda: HURSAD S. 6<br />

Gürkan GENÇ<br />

Demir Atlı Adam:<br />

Bisikletle Umre’ye<br />

Gitmek S. 14<br />

HİKMET BARUTÇUGİL<br />

“Sanat, Allah’ı<br />

Aramaktır” S. 34<br />

DENİZ UNAY<br />

Çocuklarımızı<br />

Teknoloji Bağımlılığından<br />

Nasıl Koruruz? S. 62<br />

EROL BODUR<br />

Huzur Veren Şehirler<br />

Mekke, Medine,<br />

Kudüs S. 68<br />

Özel Röportaj: Sinan Akçıl - Dualarım Kabul Oldu | Sayfa 46


İÇİNDEKİLER<br />

14<br />

Diyaeddin ŞAHİN - Hırsın Kıskacında Direnen Vefa<br />

Hui Müslümanları / Çin’de Ramazan ve Yeme-İçme Adetleri<br />

Mehmet UZUNER - Birliğe Giden Yolda: HURSAD<br />

Dr. Erkan Aydın - Kudüs ve Ramazan<br />

HURSAD Mobil Uygulama<br />

Demir Atlı Adam: Gürkan Genç<br />

Murat Kundak - Tarih ve İbret Dersi: Endülüs<br />

Melih Kılıç - İnanç Turizmi Firmaları İçin Sosyal Medya<br />

Surre Alaylarından HURSAD’a Hac Yolculuğu<br />

Suriyelilerle İlgili Meşhur Yalanlar<br />

Opr. Dr. Saadet Yılmaz - Güncel Katarakt Cerrahisi<br />

ve Göz İçi Lensleri<br />

Medine’de Unutulan Mescidler<br />

Ebrûzen Hikmet Barutçugil ile Özel Röportaj<br />

İki Gizemli Yangın: Fransa ve Kudüs (Editörden)<br />

Hiċretiṅ İlk Yurdu: Habeşiṡtan – Ediṫörden<br />

Bir Başarı Hikayesi: Ampute Kahramanları<br />

ile Özel Röportaj<br />

Bünyamin Baki - Büyüleyen Ada:<br />

Zanzibar (Siyahların Sahili)<br />

Umre Vizesinde Yeni Dönem: Elektronik Vize<br />

Dr. Neslihan Özsoy - Hac Yolculuğunun Kabûsû: İshal<br />

Engin Uzun’un Objektifinden: Ümmetin Yetimleri<br />

Farklı Çağların Dev Projeleri:<br />

İstanbul Havalimanı - Hicaz Demiryolu (Editörden)<br />

Deniz Unay - Teknoloji Bağımlılığı ve Siber Zorbalık<br />

2<br />

4<br />

6<br />

8<br />

12<br />

14<br />

18<br />

20<br />

24<br />

28<br />

30<br />

32<br />

34<br />

40<br />

42<br />

44<br />

50<br />

53<br />

54<br />

56<br />

58<br />

62<br />

Demir Atlı Adam<br />

Gürkan Genç<br />

18<br />

Tarih ve İbret Dersi: Endülüs<br />

Murat Kundak<br />

58<br />

Farklı Çağların Dev Projeleri: İstanbul<br />

Havalimanı - Hicaz Demiryolu<br />

KÜNYE<br />

HURSAD DERGİ<br />

KÜLTÜR, SANAT VE SEYAHAT DERGİSİ<br />

SAYI: 2<br />

TEMMUZ 2019<br />

İMTİYAZ SAHİBİ: Hac, Umre ve<br />

Seyahat Acenteleri Derneği<br />

Yayın Türü: Süreli / 3 Aylık<br />

COPYRIGHT @ 2019<br />

Bu yayının tüm hakları Hac, Umre ve<br />

Seyahat Acenteleri Derneği’ne aittir.<br />

Dergi içeriği izin alınmadan elektronik<br />

veya basılı şekilde kullanılamaz,<br />

çoğaltılamaz. Kaynak göstermek<br />

suretiyle alıntı yapılabilir. Yazıların<br />

sorumluluğu yazarlarına aittir.<br />

Dursun Ali Erzincanlı - Otuz Kuş Şiiri<br />

Manşetlerin Dilinden “15 Temmuz”<br />

Erol Bodur - Huzur Veren Şehirler: Mekke, Medine ve Kudüs<br />

İslam Coğrafyasından Kısa Kısa...<br />

66<br />

67<br />

68<br />

71<br />

GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />

Diyaeddin Şahin<br />

YAYIN KOORDİNATÖRÜ<br />

Nurcan Özökten<br />

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

Murat Kundak<br />

YAYIN KURULU<br />

Muharrem Güldemir<br />

Yasin Öztürk<br />

Harun Yurdakul<br />

Selami Çaylı<br />

Mehmet Ali Menteşe<br />

Murat Kundak<br />

Bünyamin Baki - Gökbiliminde Çığır Açan<br />

Gelişme: Kara Delik Nasıl Fotoğraflandı?<br />

72<br />

EDİTÖR:<br />

Bünyamin Baki<br />

YAYIN KURULU DANIŞMANI<br />

Mehmet Uzuner<br />

Osman Sarı - Hüzün Şiiri<br />

74<br />

FİNANS<br />

Nevzat Altıner<br />

GÖRSEL YÖNETMEN<br />

Melih Cem Kılıç<br />

Portre: Yeni Zelanda Başbakanı: Jacinda Ardern<br />

Şarkıcı Sinan Akçıl İle Özel Röportaj: “Dualarım Kabul Oldu”<br />

Kitap Köşesi<br />

Bulmaca Sayfası<br />

75<br />

76<br />

79<br />

80<br />

İLETİŞİM<br />

0 212 525 33 33<br />

iletisim@hursad.org<br />

ADRES<br />

Akşemsettin Mahallesi<br />

Ocaklı Sokak Adalet Apt.<br />

No: 9/4 FATİH / İSTANBUL<br />

BASIM YERİ<br />

Ege Basım<br />

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa<br />

Cad. No:4 34704 Ataşehir/<br />

İSTANBUL<br />

Tel: +90 216 470 4 470<br />

Faks: +90 216 472 84 05


2<br />

HIRSIN<br />

KISKACINDA<br />

DİRENEN<br />

VEFA<br />

Yapılan hizmetlere vefa…<br />

Temsil ettiği davaya vefa…<br />

Şer güçlerine karşı verdikleri<br />

mücadele cihetiyle ülkeye<br />

vefa…<br />

İnsanoğlu, gördüğümüz dokunduğumuz<br />

ve hissettiğimiz evrende tek özgür irade<br />

sahibi varlıktır. İnsanı diğer canlılardan<br />

üstün kılan da bu özelliğidir. İmtihan için,<br />

özgür irade sahibi olmak ise gerek şarttır.<br />

İnsan dünya hayatında, evvelden verdiği<br />

sözü tutup tutmama hususunda sıkı bir<br />

imtihana tabidir.<br />

Bundandır ki birçok özelliği aynı anda<br />

taşımaktayız. Sevgiyi-nefreti, güzeliçirkini,<br />

sabrı-isyanı, hırsı-azmi,<br />

nankörlüğü-vefayı, cömertliği-cimriliği<br />

ve daha birçok zıt özelliği aynı anda<br />

barındırırız. İmtihan gereği bazı arzu ve<br />

duygularımızı dizginlememiz, bazılarını<br />

ise daha güçlü hale getirmemiz gerekir.<br />

Tam da bunun içindir ki içtimai hayatın<br />

içinde her dem bulunan bizlerin vefayla<br />

ve hırsla olan münasebetimiz çok anlam<br />

taşımaktadır.<br />

Hırs, insanda bulunan duygulardan<br />

ve psikolojik zaaflardan birisidir.<br />

Hadisler incelendiğinde Hz. Peygamber<br />

(s.a.v)’in, telkinlerle bu duyguyu iyi<br />

şeyler yapmaya özellikle de ahireti<br />

kazanmaya yönlendirdiği ve böylece bu<br />

zaafı tedavi ettiği görülmektedir. Hırs,<br />

psikolojik bakımdan; doymak bilmeyen<br />

bir açlık, sınırsız bir tatminsizlik durumu<br />

olarak ifade edilmektedir. Mal edinme<br />

ve mal biriktirme hırsı, makam mevki<br />

hırsı, ne pahasına olursa olsun başarı<br />

hırsı hemen hepimizin zaman zaman<br />

karşılaştığımız duygulardır. Hepimiz,<br />

hırsın sebep olduğu olumsuzlukları<br />

yakinen görmekteyiz. Mesleğimizi icra<br />

ederken bazı rakiplerimizin gözünü<br />

karartan hırs, gayrimeşru yollara<br />

tenezzül etmeyi dahi sıradan bir durum<br />

gibi adeta meşrulaştırılmaktadır. Son<br />

yıllarda ayyuka çıkan Umrede sahte kart,<br />

bu hırsın ürünü değil de nedir? Yine<br />

haksız rekabete sebep olan birçok sistem<br />

dışı yönelimler de bu hırsın eseridir.<br />

Daha fazla yolcu götürmek, daha fazla<br />

para kazanmak için meslektaşlarımızın<br />

bayilerine yaptığımız akıl almaz transfer<br />

(!) teklifleri de dizginleyemediğimiz<br />

hırslarımızın sebep olduğu ahlaki<br />

zaaflarımız değil midir?<br />

Hırsımızın sebep olduğu diğer ve belki<br />

de en önemli tahribat ise vefayı yerle<br />

bir etmesidir. Birlikte çalıştığımız, iş<br />

yaptığımız, aynı kaderi paylaştığımız<br />

dostlarımıza, üç kuruşluk menfaat için<br />

nasıl da vefasızlık etmekteyiz. Oysa böyle<br />

mi olmalıydık? Peygamber Efendimiz<br />

(s.a.v) Müslümanlar arası vefanın nasıl<br />

yaşanacağı konusunda buyuruyor ki:<br />

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona<br />

hıyanet etmez. Ona yalan söylemez. Ona<br />

yardımı terk etmez. Her Müslüman’ın ırzı,<br />

malı ve kanı diğer Müslüman’a haramdır.”<br />

Vefa, sevgide saygıda sebat etmektir.<br />

Öyle ki sevgimiz, sevdiğimizin ölümünden<br />

sonra dahi sürmesi gerekir. Evlada<br />

hizmet babaya vefadır, anlayışıyla<br />

vefatından sonra ailesine göstermemiz<br />

gereken sevgi devamlılığıdır. Nicedir<br />

kaybettiğimiz vefanın yerini ‘Vefa


İstanbul’da bir semt adıdır’ ironisi<br />

aldı.<br />

Bir diğer vefa tanımı ise ahde vefa<br />

olarak karşımıza çıkan, sözünde<br />

durmak, sözünü yerine getirmek,<br />

sözünü tutmak, borcu ödemek<br />

şeklindedir. Rabbimiz sözümüzde<br />

durmayı, sözleşmelerimize uymayı<br />

emreder.<br />

Her alanda olduğu gibi meslektaşlar<br />

arası verdiğimiz sözlere sadık<br />

olmamız ve vefalı davranmamız<br />

gerekir. Eğer yapılmayacak bir söz<br />

ise söz verip sadakat göstermemek<br />

yerine, başlangıçta söz vermememiz<br />

daha doğru olur. Atalarımızın “Söz<br />

namustur” ifadesini unutmamak,<br />

verdiğimiz sözü namus saymak vefalı<br />

davranışın gereğidir. Oysa birkaç<br />

hacı için ne çabuk da sözümüzden<br />

döndük. Kasem ederek haykırdığımız,<br />

sözlerimiz ne çabuk unutuldu.<br />

Ne çabuk hırsımıza kurban gidip<br />

vefasızlık girdabına düştük. Acaba<br />

ahde vefasızlık yaparak kazandığımız<br />

üç kuruşa karşılık, neleri feda ettik.<br />

Ve sonuçta karlı mı çıktık zararlı mı?<br />

Bir de politik hırslarla ortaya çıkan<br />

vefasızlıklar var ki bizler gibi sıradan<br />

insanların anlaması gerçekten zor.<br />

Hiçbir makam ve mevki sahibi<br />

değilken (belki de o makamlara<br />

layık dahi değilken) siyasi liderin<br />

başdanışman, milletvekili, bakan,<br />

başbakan ve hatta cumhurbaşkanı<br />

yaptığı kişilerin menfaatleri<br />

henüz kesilmeden dahi, nasıl da<br />

liderlerine sırt döndüklerini çok yakın<br />

zamanlarda müşahede etmekteyiz.<br />

Hangi hırsla, liderlerine karşı<br />

hareketlere gönüllü katıldıklarını<br />

anlamak gerçekten zor. Hangi<br />

hırsın, hangi vefasızlıklara sebep<br />

olduğunu yakın zaman siyasi<br />

hayatında gözlemlemek çok kolay.<br />

Basın önünde-onlarca televizyon<br />

kanalının canlı yayınladığı bir<br />

ortamda-ömrünün sonuna kadar<br />

liderinin ve ailesinin aleyhine<br />

olacak hiçbir hareketin içinde<br />

olmayacağını oldukça net ifade eden<br />

saygın kimseler dahi, liderlerine<br />

ihanet etmekten, onları zaafa<br />

düşürecek projeler içinde olmaktan<br />

kaçınmıyorlar maalesef. Milletvekili<br />

aday listelerine yeniden giremeyen on<br />

beş yıllık vekiller, liderlerini yerden<br />

yere vurmaktan çekinmemektedirler.<br />

Bazı zamanlarda, liderin<br />

arkadaşlarına her zamankinden daha<br />

çok ihtiyacı vardır. Böyle zamanlarda<br />

bırakın aleyhte olmayı suskunluk dahi<br />

vefasızlıktır. Gezi ayaklanmasının<br />

yaşandığı dönemlerde, vandalların<br />

ağzıyla dönemin Başbakan’ına<br />

yapılan çağrıları hepimiz hatırlarız.<br />

Yine FETÖ’cü hainlerin 17-25<br />

Aralık’ta yapmaya çalıştıkları<br />

hükümeti devirme girişimine, kimlerin<br />

sessizlikle cevap verdiğini tekrar<br />

hatırlayalım. Liderin en çok desteğe<br />

ihtiyaç duyduğu zamanlarda liderin<br />

yanında bulunmak vefa, sessizliğe<br />

gömülmekse çok net bir şekilde<br />

vefasızlıktır. Bizler, herhangi bir siyasi<br />

makam peşinde koşmayan sıradan<br />

insanlar, yine iktidar nimetlerinden<br />

çok uzak olan insanlarız. İktidarın<br />

ülkeye yaptığı hizmetler kadar<br />

iktidardan faydalanan, sıradan (ki<br />

bu sıradanlıkla onur duymaktayız)<br />

insanlara düşen vefadır.<br />

23 Haziran seçimlerine dönük<br />

olarak, meslektaşlarımızın neredeyse<br />

tamamının takdirini kazanan açık ve<br />

net siyasi tavrımızın da sebebi işte<br />

bu vefa duygusudur.<br />

Yapılan hizmetlere vefa… Temsil ettiği<br />

davaya vefa… Şer güçlerine karşı<br />

verdikleri mücadele cihetiyle ülkeye<br />

vefa… Liderin en çok desteğe ihtiyaç<br />

duyduğu zamanda, sessiz kalmayarak<br />

gösterilen ahde vefa…<br />

Dünya hırsı insana vefasızlık<br />

yaptırmamalı. Hırslarımızı<br />

manevi dünyamızı güçlendirmeye<br />

yönlendirmeli, ülkemize milletimize<br />

ve sektörümüze hizmete kanalize<br />

etmeliyiz.<br />

Hırsın kıskacında direnen vefayı<br />

kurtarmak çok mu zor? Ne dersiniz?<br />

Diyaeddin ŞAHİN<br />

HURSAD BAŞKANI<br />

3


4<br />

HUİ<br />

MÜSLÜMANLARI<br />

ÇİN’DE RAMAZAN<br />

VE YEME-İÇME<br />

ADETLERİ<br />

Sait Hakim Gezente - Dil Uzmanı - Akademisyen<br />

Muhtelif dönemlerde hem kuzeyden<br />

kara yoluyla hem de güneyden<br />

deniz yoluyla Çin’e seyahat edip<br />

bu topraklara yerleşen Müslüman<br />

seyyah ve tacirlerin ahfadı olup,<br />

zamanla “Hanyü” yani Çince<br />

konuşmaya başlayan Müslüman<br />

Çinlilere “Hui” denilmektedir.<br />

Bazı tarihçiler, bu tayfanın<br />

hususiyetle Yuan döneminde yani<br />

Moğol hakimiyeti zuhur ettiğine<br />

kail olmuşlar, bazıları ise Tang<br />

dönemine kadar işi götürmüşlerdir.<br />

Bunların dilleri, ilk dönemlerde<br />

“picin” seviyesinde karma bir lisan<br />

keyfiyetine sahip iken zamanla<br />

“kreyol” sınıfına yükselmiş ve<br />

müşterek bir anlaşma aracı olmuş,<br />

daha sonra ise tamamen Çince’ye<br />

dönüştüğü için bu grup artık Han<br />

Çinlisi tabir edilen ana gruptan<br />

sayılmışlardır.<br />

Bazı tarihçiler ilk tacir-seyyah<br />

Müslümanların Çinlilerle yaptıkları<br />

evlilikten doğan çocukların epey<br />

bir süre Arapça, Farsça veya<br />

- geldikleri coğrafyaya bağlı<br />

olarak- Türkçe veya Moğolca<br />

konuştuklarını; zamanla dillerinin<br />

Çin kültürüne uyum sağlayarak<br />

“Hanyü”ye inkılab ettiğini<br />

düşünmektedirler. Bunların durumu<br />

kuzeydeki Orta Asya asıllı etnik<br />

gruplardan farklıdır. Huiler birçok<br />

anane ve dil bakımından tamamen<br />

Çinli gibidirler. Kendi adetlerini<br />

kanonize eden âlimler yetiştirmiş,<br />

Müslümanlığın ana kavramlarını<br />

ve pek çok islami-tasavvufi tabiri<br />

Çince ifade etmek için daha kadim<br />

zamanlardan kalma yerli Çin itikat<br />

ve adetlerinden faydalanmışlardır.<br />

Ancak bu yerlileşme süreci onların<br />

İslam’dan uzaklaştıkları anlamına<br />

gelmemektedir.<br />

Hui Müslümanları, Çin’in orta<br />

kuzeyindeki Gansu’dan ta en<br />

güneydeki Yunnan’a kadar her<br />

yerde mevcutturlar. Umumi olarak<br />

lokantacılık sektöründe göze<br />

çarpsalar da aslında her alanda az<br />

veya çok onlara rastlanmaktadır.<br />

Aralarında yüksek seviyede<br />

emniyet memurları, doktorlar,<br />

sporcular ve üniversite hocaları<br />

da vardır. Lokantalarında en<br />

lezzetli yemekleri noodle yani<br />

makarna türleridir. Kebap ve diğer<br />

et ürünleri konusunda asla Uygur<br />

lokantalarınn fevkine çıkamazlar.<br />

Güneydeki Yunnan eyaletinin en<br />

ücra köşelerinden Guangzhou’daki<br />

lokantalara kadar her yerde Hui<br />

yemeği yediğimizden, tavuk<br />

bacağından farklı tatlılara kadar<br />

geniş bir mutfak kültürüne sahip<br />

olduklarını müşahede ettik. Her ne<br />

kadar kebap tarzı et yemekleri ve<br />

farklı pilavları olsa da Orta Asya<br />

veya İran tarzında kebap, pilav, sulu<br />

yemek vesaire yapamamaktadırlar.<br />

En başarılı yemekleri aslen Çin<br />

tarzı olan ve helal standartlara<br />

dönüştürdükleri makarna ve sebze<br />

yemekleridir. Kuru eti de güzel<br />

kullanmakta, taze soğan, yeşil<br />

biber ve Çin baharatlarıyla servis<br />

etmektedirler.<br />

Güneydeki Yunnan Hui mutfağı<br />

biraz daha ağırdır, kullandıkları<br />

yağ ve baharat daha güçlü hazım<br />

sistemine sahip midelere hitap<br />

eder. Bütün bu özellikleri ile Hui<br />

mutfağının, Orta Asya veya Güney<br />

Asya’daki Müslüman mutfaklarına<br />

ait olmadıkları kesindir. Onları<br />

büyük Çin mutfağının Müslüman<br />

bir alt grubu olarak telakki etmek<br />

sıhhatli olacaktır.<br />

Huiler dış görünüş olarak bazı<br />

bölgelerde Han Çinlilerine pek<br />

benzememekte hem daha kıllı<br />

olmaları hem de burunlarının<br />

daha belirgin olmasıyla ayırt<br />

edilmektedirler. Bazı bölgelerde<br />

ise ana grup Çinlilerden onları<br />

ayırmak imkânsızdır. Boy ve burun<br />

oranlarına baktığımızda özellikle<br />

kuzeydeki Hui Müslümanların,<br />

(kadınlar dahil) ortalama bir Kanton


5<br />

Çinlisinden daha uzun boylu ve<br />

daha belirgin burunlara sahip<br />

olduğunu görmek mümkündür.<br />

Ten rengi olarak umumiyetle<br />

biraz daha koyu tenlidirler; ancak<br />

gayet açık tenli Huiler de vardır.<br />

Yunnan eyaletindeki Huilerin ten<br />

rengi daha koyudur ve onların<br />

genetik karışımı Kuzeydekilere hiç<br />

benzememektedir.<br />

Guandong’taki Hui’ler Kanton<br />

ananelerine uygun şekilde ticarete<br />

eğilimlidirler, çoğu eski zamanlarda<br />

daha kuzeyden, yani Gansu<br />

taraflarından gelmişlerdir. Onlar<br />

devlette ve özel sektörün her<br />

kesiminde mevcutturlar. Kadınlar<br />

ya geleneksel Hui eşarbı takarlar<br />

ki gayet pratiktir, uzaktan kumaş<br />

bir miğfere benzer veya İslam<br />

dünyasına giden-gelen varsa<br />

onlardan etkilendikleri gibi takarlar.<br />

Hiçbirisi yüzlerini kapatmazlar.<br />

Düzenli başörtü takanlar<br />

umumiyetle Ürdün ve Suriye tarzı<br />

takarlar. Arabistan tarzına hiç<br />

müşahede etmedik.<br />

Kuran okuduklarında kelimeleri<br />

sonlarına hareke verirler, dilleri<br />

bazı Arabi kelimeleri gerektiği gibi<br />

telaffuz etmeye kadir değildir.<br />

“R” harfini bilmezler, “L” yi farklı<br />

okurlar Sad ve diğer harfler de<br />

farklıdır. Ancak uzun süre İslam<br />

dünyasına giden-gelenlerin telaffuz<br />

ve tecvidi daha iyidir.<br />

Hui Müslümanları, ana babaya<br />

saygı, evde oturma kalkma,<br />

giyim kuşam gibi konularda<br />

Türklere benzer tarafları vardır.<br />

Hui Müslümanları kendilerine<br />

mahsus Kuran okuma makam ve<br />

nağmelerini kaybetmektedirler.<br />

Her yerde Abdussamed gibi<br />

okumaya çalışan çocuklar peyda<br />

olmaktadır. Ne yazık ki bu türden<br />

okuma adetleri Türkiye gibi<br />

farklı makamlarda Kuran okuyan<br />

hafızlar yetiştirmiş bir ülkeyi de<br />

istila etmektedir. Umumi tecvid<br />

kurallarına riayet edildikten sonra<br />

Mısırlı’nın Mısırlı gibi, Türk’ün<br />

Türk gibi, Afrikalı’nın Afrikalı gibi<br />

okumasında mahzur yoktur. Bunlar,<br />

bırakılınca bir daha yaşanmayacak<br />

muazzam antropolojik<br />

zenginliklerdir. Allah Teala’nın<br />

kitabının ışığı farklı gırtlaklarda<br />

farklı makamlarda ve farklı dillerde<br />

daha güzel yansır.<br />

Hui Müslümanları’nın din ve<br />

geleneklerinin devamı için düzenli<br />

olarak İslam bilgisine sahip hoca<br />

yetiştirmeye ihtiyaçları vardır. Aksi<br />

takdirde büyük Çin kitlesi içinde<br />

bu zenginlik kaybolma tehlikesi ile<br />

karşı karşıyadır.<br />

Huiler tıpkı diğer Müslümanlar<br />

gibi Ramazan ayında beraber<br />

iftar yapmayı severler. Kendi<br />

mutfaklarına uygun yemekleri<br />

misafirler ikram ederler. Soğuk<br />

suyu yemekte fazla kullanmazlar.<br />

Bunun yerine ılık çaya benzer<br />

sıvılar kullanırlar. Ilık çay yemeğin<br />

başında ortasında ve sonunda<br />

zaman zaman içilir ve asla bizim<br />

çaya benzemez. Bizim çay daha<br />

serttir ve koyudur. Huilerin<br />

yemekte içtikleri çay diğer<br />

Çinlilerinki gibi daha açıktır ve tadı<br />

daha belirsizdir. Ancak özel olarak<br />

çay içmek istediğinizde size onlarca<br />

farklı çay seçenekleri sunarlar.<br />

Burada hususi masası ve takımı ile<br />

çay hazırlama işi bir sanata benzer.<br />

Bazı çay türleri çok pahalıdır.<br />

Cuma namazı gibi geniş katılımlı<br />

ibadet zamanlarında cami etrafı<br />

daha kalabalık olur. Etraftaki<br />

kebaplar, tavuklar pilavlar iştahınızı<br />

açar. Bazılarının street-food<br />

tabir ettiği bu seyyar aşçı esnafı<br />

arasında nicelerinin eline kırk yıllık<br />

lokanta aşçısı su dökemez. Ama<br />

öyleleri de var ki yediğiniz yemek<br />

midenizi yakıp geçer. Muhakkak<br />

surette bir bilenin tavsiyesi ile<br />

erişin; baharatı ve eti doğru<br />

kullanan seyyar aşçıyı bulun.


6<br />

Birliğe Giden Yolda: HURSAD<br />

BİRLİĞE<br />

GİDEN<br />

YOLDA:<br />

HURSAD<br />

Kanunlar yapılır, kanunlar<br />

çıkarılır, yönetmelikler<br />

havada uçuşur. Fakat sizin<br />

derdiniz asla bu kadar<br />

sayfaların içinde yer almaz.<br />

Falanca maddeye mahsup<br />

edilir gidersiniz.<br />

Dernek çatısı altında, vatandaşlarımızın<br />

hizmet kalitesini arttırmak,<br />

eğitimlerine imkân sağlamak, sosyal<br />

sorumluluk projeleri içinde yer<br />

almak, acentalarımızın toplu hareket<br />

edebilmesini sağlamak, maliyetlerini<br />

düşürmek elbette yapılabilir ve<br />

yapmaktayız da. Fakat bu sadece resmin<br />

küçük bir bölümüdür.<br />

Vatandaşlarımızın mağduriyetini<br />

engelleyebilmek, tedbir alabilmek,<br />

hakkıyla hizmet veren ve vermeyeni<br />

Değişecek<br />

ayırabilmek, haksız rekabetin önüne<br />

geçebilmek, acentalarımız hakkında<br />

verilen kararlara imza atılırken temsil<br />

edebilmektir asıl önemli olan.<br />

Bu kararların alındığı masalarda resmi<br />

statü ile oturabiliyorsanız, yapılacak<br />

çok iş var demektir. Hatta çok daha<br />

fazla hizmet edebilmeniz için bu statüyü<br />

almanız şarttır.<br />

Daha önce de belirttiğimiz gibi<br />

Ülkemizde Hac ve Umre organizasyonları,<br />

Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulu<br />

tarafından verilen kararlar ve<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ilgili kanun<br />

ve yönetmeliklerine bağlı olarak<br />

yapılmaktadır. Bu kurulda acentalarımız<br />

TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları<br />

Birliği) tarafından temsil edilmeye çalışılmaktadır.<br />

“Maktadır” kısmı ilerleyen<br />

kısımlarda daha net anlaşılacaktır.<br />

TÜRSAB yaklaşık 10 bin üyesi bulunan<br />

büyük bir kurumdur. Bu kurum içerisinde<br />

yaklaşık bin kadar, Hac ve Umre seyahat<br />

acentası bulunmaktadır.<br />

Bugüne kadar, TÜRSAB başkanları<br />

hak verileceği üzere turizm kökenli<br />

olmuşlar, Hac ve umre acentaları ise<br />

yönetim kurulunda bir üye ile temsil<br />

edilebilmişlerdir.<br />

Seçim ile gelinen bir yönetimin, asli işi<br />

sizin uğraşınız değil ise her zaman geri<br />

planda kalmaya mahkûm olursunuz,<br />

seçime endeksli olarak dertleriniz<br />

ötelenir. Kuruldan çıkacak kararlar<br />

seçimde getireceği veya kaybettireceği<br />

oyla hesaplanır.<br />

Yeni TÜRSAB başkanının acentalarımıza<br />

karşı sergilediği tutum, son 18 yıldan<br />

sonra tarafımızdan saygıyla karşılandığını<br />

da ayrıca belirtmek isterim.<br />

Kanunlar yapılır, kanunlar çıkarılır,<br />

yönetmelikler havada uçuşur. Fakat sizin<br />

derdiniz asla bu kadar sayfaların içinde<br />

yer almaz. Falanca maddeye mahsup<br />

edilir gidersiniz.


Birliğe Giden Yolda: HURSAD<br />

7<br />

Vatandaş dolandırılır. Müdahil<br />

olacakların eli ayağı dolanır.<br />

Ne yapacaklarını bilemezler.<br />

Bunun nedeni dert onların derdi<br />

değildir ve bunun dermanını hiç<br />

aramamış olmalarıdır. Veya nereye<br />

bakacaklarını, ne yapmaları<br />

gerektiğini bilmemeleridir.<br />

Bu sadece TÜRSAB için değil. Aynı<br />

şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

ve Kültür, Turizm Bakanlığı için de<br />

geçerlidir. Şayet ne yapacaklarını<br />

bilseler son 3 yılda 50 binin üzerinde<br />

sahte evrakla yapılan umrelerin<br />

önüne geçebilirlerdi.<br />

Oysa çözülemeyen bu devasa<br />

sorun nefes almak kadar kolaydır.<br />

İyi niyetinden şüphemiz olmayan<br />

veya kendi öncelikleri bulunan bu<br />

kurumlarımızın ihtiyacı olan destek<br />

de ancak işi sadece Hac ve Umre olan<br />

bir Birlik tarafından karşılanabilir.<br />

Dolandırıcılık demişken, 100 Milyon<br />

dolar ciro ile batan Incoming acentası<br />

biliyoruz. Yine batan milyonlarca<br />

dolarlık Outgoing acentaları biliyoruz.<br />

Batıp mağduriyet yaşatanları<br />

biliyoruz. Ne hikmetse basınımız<br />

sadece “16 umreci hava limanında<br />

kaldı” haberlerine ilgi duymakta,<br />

muhatapları olmadığı içinde kulaktan<br />

dolma haber yapabilmektedir.<br />

Oysa basınımız, kendilerine doğru<br />

ve anında bilgi akışı sağlayacak<br />

muhataplara ulaşabilse elbette<br />

haberler de doğru yayınlanacak,<br />

bin kadar acentamız da bu haberler<br />

karşısında ezilmeyecektir. Otuz<br />

yılda, otuz sahtekarın günahını Hac<br />

ve Umre acentalarımızın tamamının<br />

çekmek zorunda kalması utanç<br />

vericidir.<br />

Bakınız, geçmiş zaman, ismini<br />

vermeyeceğim, turist getiren bir<br />

acenta batıyor, bazı üyelerin şerh<br />

koymasına rağmen, “aman Amerikalı<br />

grup mağdur olmasın” diye TÜRSAB<br />

bütçesi ile operasyon yapılıyor.<br />

Ama bir Hac-Umre acentasının<br />

yaşatmış olduğu mağduriyeti<br />

TÜRSAB kasasından giderdiklerini<br />

hatırlamıyorum. Veya basına bir yazı<br />

gönderip “haberi yanlış yaptınız.<br />

Muhatap acentalarımız değildir.”<br />

dediklerini ve bunu yayınlattıklarını<br />

hatırlamıyorum.<br />

Tüm acentalar tek bir kanunla<br />

muhatap olurken, Hac ve Umre<br />

acentalarımızın birden fazla kanun<br />

ve yine birden fazla ülkenin kural<br />

ve kaideleri ile hareket etmeleri,<br />

ibadet ile seyahat hizmetlerini bir<br />

arada verme zorunlulukları bile<br />

ayrı bir statüye sahip, ayrı bir çatı<br />

altında toplanarak temsil edilmesine<br />

yeterli gerekçeyi oluşturmaktadır.<br />

Diyanet İşleri Başkanlığımızın da<br />

bu organizasyonları yapması iyi bir<br />

örnektir.<br />

Hac, Umre ve Kudüs turları<br />

düzenleyen acentalarımızın<br />

kendi Birlik çatıları altında temsil<br />

edilebilmesine sağlamak, tüm<br />

idarecilerimiz için görev olmalıdır.<br />

1618 sayılı kanun içerisine, HURSAB<br />

(Hac, Umre Seyahat Acentaları<br />

Birliği) ilave edilerek yapılacak bir<br />

değişiklik sonrası, inanç turizmi<br />

yapan seyahat acentalarımız -Hgrubu<br />

statüsü alır ve faaliyetlerine<br />

devam eder. İnanç turları dışında<br />

yapılacak tüm faaliyetlerde TÜRSAB<br />

belgesi zorunluluğu da devam eder.<br />

Sıkıntıların aşılması, temsil, vatandaş<br />

mağduriyetlerinin engellenmesi bu<br />

kadar kolay mıdır? EVET. Bu kadar<br />

kolaydır.<br />

Bu kadar kolay olduğunu, kendi<br />

göbeğini kesebilme yetkisine<br />

sahip Hac ve Umre acentalarımızın<br />

ispatlayacağına olan inancımız da<br />

tamdır.<br />

Beraberce, BİRLİK çatısı altında<br />

hayırlı hizmetler verebilmemiz<br />

umuduyla.<br />

Mehmet UZUNER<br />

HURSAD ONURSAL BAŞKANI


8<br />

KUDÜS VE<br />

RAMAZAN<br />

“Adsız yerlerden geldim<br />

toprağım yok<br />

anavatanım belirsiz<br />

ateşler yakıyorum<br />

parmaklarımla<br />

ve sana şarkılar söylüyorum<br />

kalbimle<br />

yürek telim gönül yakıyor<br />

Filistin’de doğdum<br />

yerim yok, toprağım yok,<br />

yurdum yok…”<br />

Nací en Palestina, Emel Mathlouthi<br />

Dr. Erkan AYDIN<br />

İlk kıblemiz, ikinci mescidimiz, üçüncü<br />

haremimiz Mescid-i Aksâ’yı bağrında<br />

saklayan peygamberler diyarı, Mi‘racın<br />

Konağı Arz-ı Mukaddes… Vahyin “bâraknâ<br />

havlehû/etrafını mübarek kıldığımız”<br />

belde ifadesiyle kutsallık atfettiği, Hz.<br />

Süleyman’ın “Yâ Rab! Kim Mescid-i Aksâ’ya<br />

namaz kılmak için gelir ve namaz kılarsa,<br />

anasından doğduğu günkü gibi tertemiz<br />

olsun, hastalığı varsa şifa bulsun, derdi<br />

varsa deva bulsun.” duasını Allah’a<br />

arz ettiği, dünyanın gözbebeği, barışın<br />

anahtarıdır Kudüs.<br />

Bayram havası Ramazan’ın gelmesiyle<br />

başlar Kudüs’te. Bir gelin gibi süslenir<br />

Kudüs’ün Mescid-i Aksa’ya açılan<br />

sokakları. Eski şehir, cömert bir ev sahibi<br />

edasıyla, yüreği aşkıyla yanan misafirlerini<br />

karşılamaya hazırlanır âdeta. Ramazan,<br />

Filistinliler için bir vuslat, bir kavuşma…<br />

On bir ay boyunca mahrum bırakılmanın,


9<br />

hasretin son bulması demek<br />

pek çokları için. Hayatı boyunca<br />

ilk defa Kudüs’ü görebilecek<br />

olmanın sevinç ve neşesiyle<br />

dökülen gözyaşları kimilerine<br />

göre… Vatansızlığa, yurtsuzluğa,<br />

topraksızlığa, yıl boyu maruz<br />

kalınan baskıya küçük ve kısa<br />

bir avunma… Eski şehre sıkışmış<br />

bir avuç Müslüman içinse<br />

yalnızlıklarını gideren bir umut<br />

ışığı Ramazan…<br />

İşte Kudüs ve Mescid-i Aksa,<br />

biz Müslümanların yetimi, böyle<br />

karşılar mübarek Ramazan’ı...<br />

Buruk ama umutlu…<br />

“Her şehrin bir orucu vardır.<br />

Şehirler de oruç tutar. Farklı bir<br />

gurbet orucu tutuyor Kudüs;<br />

yeryüzü sürgünlüğünün orucu...”<br />

der Akif Emre.<br />

Kudüslüler Kudüs’ü oruç iklimine<br />

taşır, ama Kudüslülerin kendisi<br />

mahpus ve sürgün. Oruçla<br />

özgürleşir Kudüs…<br />

İstanbul’da görmeye alışkın<br />

olduğumuz mahyalar, eski<br />

Kudüs’ün dar sokaklarında yol<br />

boyunca tepeden sarkan renkli<br />

fener ve ışıklar olarak karşımıza<br />

çıkar. Kudüs’ün gençleri için<br />

sokakları süslemek sadece bir<br />

ışıklandırma çalışmasından ibaret<br />

değil elbette. Bu ışıklar, baskı<br />

ve zulüm altında yaşamlarını<br />

sürdürmeye çalışan gençlerin<br />

Kudüs’ün özgürlüğü için<br />

yaktığı birer meşale, özgürlük<br />

taleplerinin sessiz haykırışları…<br />

Kudüs’ün sokakları ayrı bir<br />

canlanır Ramazan’da. Ramazan<br />

hem manevi hem de maddi<br />

bir bereket getirir Kudüs’te<br />

yaşayanlara. Normal zamanda<br />

erkenden kapanan ufak<br />

dükkânların yanına seyyar<br />

satıcılar da eklenir. Sokaklardaki<br />

hareketlilik sabah ezanı okunup<br />

kalabalık dağılana kadar devam<br />

eder, ta ki akşam vakti yaklaşıp<br />

iftar hazırlıkları başlayana<br />

kadar…<br />

Mescid-i Aksa’nın avlusunda da<br />

düzenlemeler yapılır Ramazan<br />

için. Normal zamanda boş<br />

olan avluya demir çubuklarla<br />

gölgelikler kurulur ki oruç<br />

tutanlar bir nebze gölgelensin.<br />

İkindiden sonra avlu dolmaya<br />

başlar, iftar sofraları için<br />

hazırlıklar yapılır. Aralarında<br />

Türkiye’den de derneklerin<br />

olduğu pek çok yardım kuruluşu,<br />

Ramazan’da Mescid-i Aksa’da<br />

toplanan Müslümanlara iftar<br />

sofraları açar, Kudüs’teki<br />

ailelere yardımda bulunur. Biz<br />

Müslümanların dağılan kalplerini<br />

bir araya toplar Ramazan<br />

sofraları… Dualarımız Mescid-i<br />

Aksa’da her daim Ramazan<br />

ruhunun devam etmesi elbette…


10<br />

bin aydan daha hayırlı yapan<br />

mübarek Kadir Gecesi’nde,<br />

Kur’an’da “etrafını mübarek<br />

kıldığımız” diye müjdelenen<br />

Mescid-i Aksa’nın her karışında<br />

semaya dualar yükselir: Allah’ım<br />

Mescid-i Aksa’ya Özgürlük Ver…<br />

Ramazan ayında Kıble Mescidi<br />

erkeklerin, Kubbet-üs Sahra ise<br />

kadınların ibadeti için ayrılır. Dua<br />

etmek, Kur’an okumak, tefekküre<br />

dalmak ve teravih namazını<br />

eda etmek için binlerce kadın<br />

ve erkek, Mescid-i Aksa’ya akın<br />

eder. Ramazan haricinde, Kudüs<br />

dışında yaşayan Filistinlilerin<br />

Mescid-i Aksa’ya girişleri<br />

yasak olduğu için, Ramazan’a<br />

ayına özel verilen izinle diğer<br />

bölgelerden gelen Filistinliler<br />

özellikle son 10 gün Mescid-i<br />

Aksa’da itikafa girerler. Mervan<br />

Mescidi itikafa girenler için tahsis<br />

edilir.<br />

Teravih namazlarının yanı sıra<br />

son 10 gün Mekke ve Medine’de<br />

olduğu gibi teheccüd namazları<br />

kılınır. Cemaat Kıble Mescidi<br />

ile Kubbet-üs Sahra’nın dışına<br />

taşar. Sadece içerde yer olmadığı<br />

için değil, İsrail’e sayılarının<br />

az olmadığını göstermek için<br />

özelikle avluda kılınır namazlar…<br />

Morya Tepesi’ndeki Mescid-i<br />

Aksa’dan yükselen Kuran ayetleri<br />

tüm Kudüs’te yankılanır… Ezan<br />

seslerinin kısılmaya çalışıldığı<br />

Kudüs’te, Zeytindağı şahitlik<br />

eder Mescid-i Aksa’nın Ramazan<br />

özgürlüğüne…<br />

Kadir Gecesi bambaşka yaşanır<br />

Mescid-i Aksa’da. O güne özel<br />

Kudüs dışındaki tüm Filistinlilerin<br />

Kudüs’e girişine izin verilir,<br />

sabah saatlerinden itibaren<br />

otobüsler şehre girmeye<br />

başlar, iftar yaklaştığında avlu<br />

öylesine doludur ki iğne atsanız<br />

yere düşmez adeta. Binlerce<br />

yıllık zeytin ağaçlarının olduğu<br />

toprak avlu bile yüzlerce<br />

insana ev sahipliği eder.<br />

Normal zamanda beş dakikada<br />

yürünebilen Kıble Mescidi ile<br />

Aslanlı Kapı arasındaki mesafe<br />

bir saate çıkar dense abartı<br />

etmiş olunmaz. Ramazan’ı<br />

Kudüs’ün etrafında duvarlar<br />

yok belki ama orada yaşayan<br />

bir avuç mahpus Filistlinli, biz<br />

tüm Müslümanlar adına Mescid-i<br />

Aksa’yı koruyor, ona gözcülük<br />

yapıyor. Peygamber Efendimiz’in<br />

Bedir Savaşı’nda yüce Rabbimize<br />

“Ey Allah’ım! Eğer şu bir avuç<br />

Müslüman helâk olursa, artık<br />

yeryüzünde sana ibadet edecek<br />

kimse kalmaz!” niyazıyla biz<br />

de sana yalvarıyoruz Allah’ım:<br />

Sen Mescid-i Aksa’yı ve onu<br />

koruyanları koru, sen biz<br />

Müslümanlara birlik ve beraberlik<br />

ver, nerede olursa olsun ezanları<br />

susturmak isteyenlere fırsat<br />

verme…


12


13<br />

HURSAD Sesli Umre Rehberi<br />

Neden HURSAD<br />

Sesli Umre Rehberi?<br />

Bu çalışmadaki amacımız,<br />

Hacca veya Umreye giden<br />

tüm kardeşlerimizin,<br />

ibadetlerini ve<br />

yolculuklarını daha bilinçli<br />

bir şekilde yapmalarını<br />

sağlamaktır.<br />

Medine’yi, Mekke’yi<br />

ve buralardaki kutsal<br />

mekanları bilmenin;<br />

yapılan ibadetleri daha<br />

şuurlu yapmanın ruhuna<br />

vakıf olmanın gereği<br />

olarak görmekteyiz. Kutsal<br />

topraklara giden bütün<br />

kardeşlerimizin daha bilgili<br />

olmaları, ibadetlerinin<br />

kalitesi ve feyzini<br />

arttıracaktır.<br />

Bu çalışma, Umre’ye giden<br />

bütün müslümanlara<br />

hediyemizdir.<br />

Neden İhtiyaç Duyduk?<br />

Uzun bekleme ve hazırlık<br />

süresine rağmen bazı<br />

hacı adaylarımızın Hac<br />

ile ilgili yeterli bilgiye<br />

sahip olmadan kutsal<br />

topraklara gittiğini üzüntü<br />

ile gözlemliyoruz.<br />

Bu durumun başlıca<br />

sebepleri arasında,<br />

merkeze uzak beldelerde<br />

yaşayan hacı adaylarının<br />

hac toplantılarına<br />

katılamaması, ülkemizde<br />

yeterli çoklukta hac<br />

eğitimi verilememesi, hacı<br />

adayının bu eğitimlere<br />

ilgi göstermemesi gibi<br />

durumlar sıralanabilir.<br />

Teknolojik imkanların<br />

geliştiği, her türlü<br />

bilgi ve belgeye hızlıca<br />

erişilebildiği günümüzde,<br />

HURSAD olarak umre<br />

sırasında uyulması<br />

gereken kuralların, temel<br />

bilgilerin ve okunması<br />

gereken duaların<br />

erişiminin kolaylaşması<br />

ve gerektiğinde akıllı<br />

telefonlar vasıtasıyla bu<br />

bilgilerin edinilmesi, Umre<br />

ibadetinin daha doğru<br />

yapılabilmesi için büyük<br />

bir kolaylık sağlayacaktır.<br />

Nasıl Kullanılır?<br />

Ios kullanıcıları için<br />

AppStore’da, Android<br />

kullanıcıları için ise<br />

Google Play’de “HURSAD<br />

Sesli Umre Rehberi”<br />

şeklinde arama yapılarak<br />

uygulamamıza ulaşılabilir.<br />

Tüm bilgiler telefon<br />

hafızasına kaydedilir.<br />

Böylece internet<br />

bağlantısına ihtiyaç<br />

duyulmaz. Uygulama<br />

içinde Umre kuralları,<br />

İhram yasakları, tavaf ve<br />

say duaları yer almaktadır.<br />

Tüm içerik sesli olarak<br />

dinlenebilmektedir. Bu<br />

sebeple uygulamanın<br />

bir kulaklık vasıtası ile<br />

kullanılması tavsiye edilir.<br />

HURSAD<br />

SESLİ UMRE<br />

REHBERİ NEDİR?<br />

HURSAD Sesli Umre<br />

Rehberi, Umre ibadeti<br />

sırasında gerekli<br />

bilgilerin, kuralların<br />

ve okunması gereken<br />

duaların kolaylıkla<br />

erişilebileceği bir mobil<br />

uygulamadır.


14<br />

Demir Atlı Adam<br />

2012 yılından berİ Dünya’yı pedallayarak gezen bİr adam.<br />

Kendİ deyİmİ İle Demİr Atlı Adam: Gürkan Genç<br />

İlk yolculuk: Türkiye-Japonya<br />

Gürkan (fiili olarak olmasa<br />

da) dünya turuna önce<br />

Japonya’ya giderek başlıyor.<br />

Hikayesinin ilk ilginç yanlarından<br />

biri bu. Bu turu yaptığında<br />

aklında tüm dünyayı gezmek yok<br />

henüz. 2010 yılında Samsun’dan<br />

başladığı bu yolculuk, onu<br />

gelecekte tüm dünyayı<br />

gezebileceğine ikna ediyor olsa<br />

gerek ki, Japonya yolculuğunu<br />

bir röportajında mihenk taşı<br />

olarak gördüğünü belirtiyor.<br />

Tam 11 ay süren bu yolculuk<br />

Gürkan’a gereken cesareti veriyor<br />

ve sonrasında hikayesi başlıyor.<br />

İlk olarak bu projesini<br />

gerçekleştirdiğinde özel bir<br />

üniversite haricinde hiçbir<br />

yerden destek alamıyor. Bu<br />

cüzi desteğin yanında, o<br />

zamana kadar yapmış olduğu<br />

birikimlerini toparlayıp yola<br />

koyuluyor. Ailesi de bu süreçte<br />

kendisine büyük destek veriyor.<br />

Bisikletle Umre’ye...<br />

Dağları çölleri aşan bu çılgın<br />

Türk’ün 4 yıllık hikayesinin<br />

en ilginç detaylarından biri<br />

ise bisikletiyle yaptığı Hicaz<br />

yolculuğu… Başka bir deyişle<br />

Sürre Alayları’nın, Hicaz<br />

demiryollarının izinde gittiği<br />

Mekke-Medine yolculuğu...<br />

Ortadoğu turuna başladığında<br />

vize başvurusunu yapan<br />

Genç, Suudi Arabistan’dan<br />

bu vizeyi alabilmek için 4 ay<br />

uğraşmış. Sonunda Filistin’i<br />

pedallarken bizzat Arabistan<br />

krallığı tarafından vizesinin<br />

çıktığı haberini alıyor. Önce<br />

Ürdün, ardından da aldığı özel<br />

izinli vize ile Suudi Arabistan’a<br />

kuzeyden giriş yapıyor. Aslında<br />

Hacca gitmek için bizzat<br />

vize başvurusunda bulunan<br />

Gürkan’nın bu isteği geri<br />

çevriliyor ancak Umre ziyareti<br />

yapması için kendisine krallık<br />

vizesi veriliyor. Bununla da<br />

bitmiyor. Suudi Arabistan’da<br />

yaptığı yolculuk boyunca sivil ve<br />

resmi polisler de kendisine saatte<br />

20 km hızla eşlik ediyor. Gürkan<br />

Genç kendi web sitesinde sivil<br />

polisleri atlatabilmek için verdiği<br />

mücadeleyi ve yaşadıklarını<br />

ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Bu<br />

hikayelerin arasında en ilginç<br />

olanlarından birisi ise neredeyse<br />

çölün ortasında, hiçliğin arasında<br />

kalmak üzereyken yaşadıkları.<br />

Osmanlı Devleti tarafından inşa<br />

edilen ve şu anda kullanılmayan<br />

Hicaz demiryolunu takip ederek<br />

bu yolculuğunu gerçekleştiren<br />

Gürkan’ın kendi kaleminden;<br />

“Al Ula’dan çıktıktan hemen<br />

sonra Hicaz caddesi üzerinde<br />

ilerledim. Bu cadde üzerinde


Demir Atlı Adam<br />

15<br />

şehrin içinde bir adet eski<br />

istasyon vardı. Şehirden<br />

15 kilometre sonra bir tane<br />

daha istasyon karşıma çıktı.<br />

Gene aynı günün akşamında<br />

da bir istasyonun yanında<br />

konakladım. İstasyonların<br />

bir kısmı sanki daha yeni<br />

yapılmış. Önlerindeki demiryolu<br />

için yapılan tepeler Ana<br />

yolun yaklaşık 2 kilometre<br />

yanında ilerliyor. Tabi artık<br />

bu yolda demir namına bir<br />

şey kalmamış. Osmanlı<br />

tekrar geri dönmesin diye<br />

İngilizler tarafından Araplar’a<br />

söktürtülmüş demiryolunun<br />

rayları. Özellikle bağlantı<br />

noktalarındaki vidaları<br />

getirenlere paralar verilmiş.<br />

Fakat demir yolunun konduğu<br />

taşlarla yükseltilmiş alan<br />

hala ilk günkü gibi sağlam.<br />

Bisiklet o alanda oldukça<br />

rahat gidiyor. İşte bende Al<br />

Ula’dan ayrıldığımın ikinci<br />

günü bu alana girdim. Bu<br />

alana girdiğimi gören arkadan<br />

gelen otoban polisi de Jeep<br />

ile birlikte arkamdan gelmeye<br />

çalıştı fakat bir noktada isyan<br />

etti ve gelemedi. Sirenler<br />

çalarak durmamı istedi.<br />

– Hayırdır ne oldu?<br />

– Bu alana giremezsin?<br />

– Sebep?<br />

– Bu alan yasak bir bölge.<br />

– Devletin bu ülkeyi<br />

gezmem için bana özel<br />

izin verdi. Dağı taşı<br />

istediğim alanı gezerim.<br />

– Hayır gezemezsin<br />

– Hayır gezerim. İster<br />

gel ister gelme.<br />

Hareket etmeye başlıyorum<br />

Jeep ile gelip önümü kesiyor.<br />

Telefonla Büyükelçiliği<br />

arıyorum. Büyükelçilikten yetkili<br />

polisi telefona alıyor. Kendisine<br />

dediğim şekilde o adamın<br />

özel izinleri var, rahat bırakın<br />

diyor. Polis ise telefonu kapatıp<br />

kendi amirlerini arıyor. Amirleri<br />

de beni rahat bırakmasını<br />

fakat bir kâğıt imzalamamı<br />

istiyorlar. O noktadan sonra<br />

başıma ne gelirse mesuliyet<br />

Suudi yetkililerin değil.<br />

Kâğıdı imzalıyorum. Polis de<br />

beni orada bırakıp dönüyor.<br />

O dakikadan sonra çölün<br />

ortasında giden Hicaz demir<br />

yolunun üstünde tek başıma<br />

kalıyorum. Günler sonra<br />

yayınladığım fotoğrafların birine<br />

bölgede araştırma yapan ve<br />

jeeplerle gezmiş bir arkadaşım<br />

mesaj atıyor “Senin o alanı<br />

bisikletle nasıl gezdiğine hala<br />

aklım almıyor, biz Jeeplerle<br />

zor gezdik Gürkan”<br />

Bu alan içinde Osmanlı<br />

mühendislerinin yaptığı<br />

menfezleri, köprüleri<br />

görüyorum. Hiç mi tren<br />

geçmedi bu yapıların üzerinden<br />

veya kaç defa geçti. Yeni<br />

gibi duruyorlar. Bu alanda bir<br />

tane de istasyon görüyorum.<br />

Çok ilginç. Acaba bu noktaya<br />

neden istasyon yapılmış?<br />

Civarda yerleşim yeri yok.<br />

Demir yolu çölden çıkıyor ve<br />

vadinin içine giriyor. Bu yol<br />

bu şekilde Medine’ye kadar<br />

gidiyor. Önümde dağların<br />

arasına yapılmış bir tünel<br />

olduğunu biliyorum. Son<br />

50 kilometredir bu hattın<br />

üstündeyim daha fazla<br />

gidemeyeceğim… Suyum<br />

bu yolun tamamını bitirmeye<br />

yetmeyecek. Olacak iş mi<br />

arkadaş? Kendime hayret<br />

ediyorum. Bu alana bu kadar


16<br />

Demir Atlı Adam<br />

tedariksiz nasıl girdim? Tüh…<br />

Bisikletle tren yolu hattı<br />

üzerinde gidebiliyordum. Fakat<br />

sol taraftaki kum ve taşlık alana<br />

indiğimde bisikletle gitmek<br />

imkânsız. İtmek zorundayım.<br />

Asfalt yola kuş uçuşu 18 km<br />

var fakat oraya gitmek kolay<br />

olmayacak. Sol tarafımda bir<br />

dağ ve ilerde bir vadi var. O<br />

noktadan araya gireyim bakalım<br />

nereye geçecek. İtekleyerek<br />

o alana kadar gidip vadiden<br />

içeri girdim. 30 dakika geçti.<br />

Ama bisikleti iteklemek daha<br />

fazla su tükettiriyor. Çantalarda<br />

duran cevizleri çıkartıp yemeye<br />

başlıyorum. Vadi boyunca<br />

ilerledim karşıma bir dağ daha<br />

çıktı. Yol hem sola gidiyor<br />

hem sağa. Sağ yolu seçtim.<br />

Vadide ilerlemeye devam<br />

ediyor. Peki, ya bu yol ileride<br />

kapanıyorsa? Bisikleti boş<br />

yere itekliyor olabilirim. Öyle<br />

bir yerde geziyorum ki ne<br />

araç izi var, ne deve izi. Hayır,<br />

birinin izine denk gelsem onu<br />

takip edeceğim ama yok.<br />

Bisikleti bırakıyorum o noktaya<br />

sadece gidon çantasını alıp<br />

yürümeye başlıyorum. 1 saat<br />

yürüyorum ve karşıma bir<br />

dağ daha çıkıyor. O da ne?!<br />

Telefonda interneti çalışmıyor.<br />

Google’dan uydu görüntüsü<br />

alamadığımdan çevreye<br />

bakamıyorum. GPS’de de<br />

bölgenin topografik haritası<br />

yüklü değil. Karşıma çıkan<br />

dağın tepesine tırmanmaya<br />

başladım. 30 dakika da öyle<br />

geçiyor. Zirveye geldiğimde<br />

yanımdaki suyu bitiriyorum.<br />

Durum hiç iyi değil! Tepeye<br />

çıktığımda da duyabileceğim<br />

bir şekilde tek bir cümle<br />

kurdum. “Gürkan, işte şimdi<br />

hapı yuttun da”. Dünyanın<br />

bin bir coğrafyasını gezdim,<br />

o kadar zorlu alanda hayatta<br />

kalmayı başardım. Dağların<br />

arasında labirent içinde kendimi<br />

geberteceğim. Ana yol dağların<br />

arasında kalmış gözükmüyor.<br />

Bu dağları bisikletle aşmam<br />

imkânsız... Yürüyerek bile<br />

aşacak suyum yok! Damağım<br />

çok çabuk kurumaya başladı<br />

bisikletin yanına gidip kalan<br />

ne varsa yemeliyim.<br />

Galiba ilk defa yardım<br />

isteyeceğim. Uydu telefonundan<br />

elçiliğe haber vereyim. Bu<br />

koordinattan yüklü bisikleti<br />

itekleyerek çıkmam çok<br />

zor. Bisikletin yanına geri<br />

döndüğümde. Ceviz, badem ne<br />

varsa yiyorum. Müsliyi avucuma<br />

döküp kuru kuru yiyorum. Ton<br />

Balığı konservesinden birini<br />

çıkarıyorum. Kutuyu açıp önce<br />

yağını içiyorum sonra balığı<br />

da yiyorum. Hepsinin üzerine<br />

1 yudum su. Uydu telefonunu<br />

ön çantadan çıkartıyorum<br />

basıyorum açılmıyor. Hö? Bir<br />

defa daha basıyorum pil uyarısı<br />

veriyor. Haydaa. Çantanın<br />

içinde bir şekilde açılmış ve pili<br />

bitmiş... Gülmeye başlıyorum<br />

Hahahahahahhaha. Gülmeyip<br />

de ne yapayım? Şu durumda<br />

dinamodan şarj edemem.<br />

Bisikleti sürmüyorum. Dinamo<br />

pilini de telefona kullandım.<br />

Güzeeeeellllllll. Aslında<br />

bir yöntem var daha önce<br />

denemiştim ve işe yarıyordu<br />

fakat o yönetimi ancak ve ancak<br />

ölmeye yakın denerim. Geriye<br />

takip sisteminde ki S.O.S kaldı.<br />

Şu anda gücüm var. O düğmeye<br />

basmak da son nokta. Şimdi<br />

dünyayı ayaklandırmayalım o<br />

düğmeye basarak. Önce şu<br />

ayrıma geri gidip soldaki yolu<br />

deneyeyim. 40 dakika kadar<br />

bisikleti itekleyip geri döndüm<br />

ve o ayrıma girdim. Yarım litre<br />

suyum kaldı. Son senelerin<br />

en sağlam performansını ve<br />

adrenalini yaşadığım doğrudur.<br />

Soldaki yol gene bir yerden<br />

sonra sağa döndü. Sonra yine<br />

bir ayrım noktasına geldim.<br />

Bu sefer sol tarafı seçtim.<br />

Suyum bitmek üzere ayrıca<br />

ben de bitmek üzereyim. Bu<br />

arada hava 45 derece… Arada<br />

bir durup ortamın sessizliğini<br />

dinliyorum. Çok iyi ya... Şu<br />

anda bile bu sessizlikten<br />

keyif aldığımı söyleyebilirim.<br />

En azından başıma bir şey<br />

gelirse şurda huzur içinde<br />

uykuya dalmış olacağım.<br />

Soldan devam. Yine olmadı,<br />

çıkmaza geldim. S.O.S<br />

cihazını elime aldım sinyal<br />

kapağını açtım. İnanamıyorum.<br />

Hakikaten inanamıyorum! Şu<br />

geldiğim noktaya bak. Tam o<br />

ayrım noktasındayım yol gene<br />

ikiye ayrılıyor. Buradan çıkmam<br />

zor. Cihazdaki düğmeye<br />

basmanın vakti geldi. Sinyal<br />

önce ABD’deki merkeze<br />

gidecek, oradan Türkiye’deki<br />

merkeze. ABD’deki yetkililer<br />

en yakındaki ABD üstündeki<br />

kurtarma ekibine haber<br />

verecekler. Türkiye’deki ekip<br />

de Dışişleri Bakanlığı ve ailemi<br />

arayacak “Gürkan Genç‘e kayıtlı<br />

cihazdan S.O.S sinyali geliyor”<br />

yapacak bir şey yok, hem cihazı<br />

da test etmiş oluruz. Son bir kez<br />

sağa sola bakacağım tuttu...<br />

Hani gemi battı atlamadan şöyle<br />

bir kere daha bakayım dersin<br />

ya. Yukarı tarafa bakarken<br />

biranda yamacın arkasından<br />

bir deve çıktı. Aman Allah’ım.


Demir Atlı Adam<br />

17<br />

Bisikleti kaldırdım oraya doğru<br />

iteklemeye başladım. Kollarım<br />

artık kopmak üzere. 50 KG<br />

bisikleti (su ve yemekler bitince)<br />

bu kadar uzun süre iteklemek<br />

hakikaten bitirdi beni. Anamdan<br />

emdiğim süt burnumdan geldi<br />

denir ya. Aynen o şekilde.<br />

Deveyi gördüğüm yere gelince<br />

yolun sola kıvrıldığını gördüm.<br />

Labirentin içinde develerin<br />

ayak izlerini takip etmeye<br />

başladım. Derken bir aracın<br />

silik tekerlek izleri ortaya çıktı.<br />

İşte şimdi burada bisikleti<br />

sürebilirim, zor olacak ama gider.<br />

Dilim damağım yapıştı artık<br />

gebereceğim susuzluktan. 1 saat<br />

kadar sıcakta dağların arasında<br />

bir sağa bir sola gittikten sonra<br />

açık bir alana geliyorum.<br />

Ufuk çizgisinin biraz önünde<br />

yoldan geçen aracı görüyorum.<br />

Asfalt yol tam karşıdaydı.<br />

Tahmini 6-7 kilometre var. Hiç<br />

aklıma gelmezdi “oh be asfalt<br />

yolu buldum” diyeceğim. Vücut<br />

bitik durumda. Bunu gayet açık<br />

hissediyorum. Bisikletten<br />

indiğim anda ya bayılacağım<br />

veya tansiyonum falan<br />

düşecek. Pedal çevirmeye<br />

devam. Yola doğru ilerliyorum<br />

ki en azından bayıldığımda<br />

yoldan geçen biri görsün de<br />

dursun. Yol hafif yukarı da<br />

olduğundan bisikletle o alanı<br />

çıkabilecek gücüm bile yok. O<br />

alana geldiğimde bisikletten<br />

bir inişim var resmen attım<br />

bisikleti. Yukarı doğru çıkıp<br />

yola ulaştım bu sırada benim<br />

dağların arasından geldiğimi<br />

gören o ıssız alanda bir pickup<br />

hemen geldi. Tansiyonum<br />

düştü yere oturdum ve<br />

yolun kenarına uzandım.<br />

Araçtakiler indi, Arapça bir<br />

şeyler diyorlar. Su... Su... Su...<br />

(Ma... Ma... Ma...). Adamlar<br />

durumu anında anladı ve<br />

hemen araçtaki sulardan<br />

verdiler... Hayatımda böyle<br />

bir su içişi hiç yapmamıştım.<br />

Sulukların hepsini doldurdular,<br />

başımdan aşağıya buz<br />

gibi bir su döküldü. Hurma<br />

verildi. ‘İyi misin’ diye Arapça<br />

kaç defa sordular, kim bilir.<br />

Bisikleti aracın arkasına at,<br />

Medine’ye götürelim dediler.<br />

Dedim kalsın kendim giderim<br />

fakat ALLAH sizden razı<br />

olsun ne diyim her zaman Hızır<br />

ben olacak değilim ya...”<br />

Afrika ve Güney Amerika<br />

Suudi Arabistan’da geçirdiği 1<br />

ayda Umre vizifesini de yerine<br />

getiren Gürkan daha sonra<br />

Arap yarımadasından Doğu<br />

Afrika’ya geçiyor. Afrika’nın doğu<br />

kıyısını bisikletle bitirdikten sonra<br />

Güney Afrika Cumhuriyeti’nden<br />

uçakla Güney Amerika kıtasına<br />

gidip oradaki serüvenine<br />

başlıyor. Şu anda ise halen<br />

oralarda pedal çevirmekte.<br />

Sosyal Sorumluluk Projeleri<br />

Gürkan sadece bisikletle<br />

dünyayı gezmiyor, aynı<br />

zamanda birçok sosyal<br />

sorumluluk projelerine de imza<br />

atıyor. “Gürkan Genç bisiklet<br />

veriyor” adlı çalışmasında, belli<br />

aralıklarla gezdiği yerlerle ilgili<br />

sorduğu sorulara cevap veren<br />

genç akradaşlara sponsoru<br />

(kendisi onlara hayal ortağı<br />

diyor) aracılığıyla bisiklet hediye<br />

Gürkan Genç Kimdir?<br />

9 Eylül 2012 tarihinde<br />

Türkiye’den bisikletiyle<br />

seyahate başlayan Gürkan<br />

Genç, sadece kıta geçişlerinde<br />

gemi ya da uçak kullanıyor.<br />

Bunun dışında hiçbir araç<br />

kullanmadan dünyayı geziyor.<br />

Gezerken de yazıyor, fotoğraf<br />

çekiyor ve aynı zamanda<br />

birçok sosyal sorumluluk<br />

projesine de imza atıyor.<br />

45 ülkede toplam 80.000<br />

km yol yapan Gürkan Genç,<br />

hikayesiyle birçok kişiye ilham<br />

kaynağı olmuş durumda.<br />

Kendisini 21. Yüzyıl<br />

seyyahlarından biri olarak<br />

tanımlayan Genç, çocukluk<br />

hayali olan bisikletle dünyayı<br />

dolaşma fikrine her ne kadar<br />

10-15 yaşlarında kapılmış<br />

olsa da bunu gerçekleştirmek<br />

için ilk adımı atmak kendisine<br />

30 yaşında nasip olmuş.<br />

Büyük zorluklar ve fedakarlıklar<br />

gerektiren bu yolculuğa çıkmak<br />

için yaşadıklarını, bu imkân<br />

ve olanakları nasıl yarattığını<br />

gurkangenc.com adlı sayfada<br />

ayrıntılı bir şekilde hem<br />

fotoğraflarla hem videolarla hem<br />

de ses kayıtlarıyla anlatıyor.<br />

ediyor. Yine bu sorulara doğru<br />

cevap veren gençler arasında<br />

yaptığı çekilişle yabancı dil<br />

bursu da veren Gürkan Genç,<br />

milli sporculara da elinden<br />

geldiğince maddi ve manevi<br />

destek olmaya çalışıyor.<br />

Kendisi ile ilgili tüm ayrıntıları<br />

websitesinden öğrenebilirsiniz.<br />

HURSAD olarak yolunun<br />

açık olmasını diliyoruz.<br />

Demir Atlı Adam – Gürkan Genç<br />

• 2013 Ocak ve Şubat aylarında<br />

-35C ve -57C arasında<br />

Ukrayna, Rusya, Finlandiya<br />

ve İsveç’te pedallayıp Kuzey<br />

Kutup Dairesini geçti.<br />

• 2014 Temmuz ve Ağustos<br />

aylarında 61C’de Kuzey<br />

Afrika’da Sahra Çölü’nü geçti.<br />

• 2015 Temmuz ve<br />

Ağustos aylarında 59C’de<br />

Arabistan çölünü geçti.<br />

• 2015 Ekim ayında Kenya’da<br />

Ekvator çizgisini geçti.<br />

• 2016 Nisan ayında<br />

Botsvana’da Kalahari Çölü<br />

etrafında tam bir tur pedalladı.<br />

• 2017 Haziran, Temmuz<br />

ve Ağustos aylarında<br />

Güney Amerika’da tüm<br />

kışı Patagonya bölgesinde<br />

ve Patogonya Çölü’nde<br />

pedallayarak kıtanın<br />

sonunda yer alan Ushuaia<br />

şehrine varmayı başardı.<br />

• 2019 yılı yaz aylarında<br />

Şili’nin Atakama Çölü’nde 1<br />

ay pedallamış, sonrasında<br />

Bolivya 4000 metre üzerinde<br />

günlerce pedal çevirmiştir.<br />

• “Dünya turu” sırasında<br />

bisikleti ile 2013 Şubat ayında<br />

Kuzey Kutup dairesine<br />

Finlandiya’da ulaşmayı<br />

başaran ve yazları da çölleri<br />

bisikletle geçen sıra dışı tur<br />

bisikletçilerinden biridir.<br />

• 2015 Ocak ve 2015 Nisan<br />

tarihleri arasında Suudi<br />

Arabistan’ı 120 gün bisikletle<br />

gezmesine kral tarafından<br />

“özel izin” verilmiştir.


18<br />

Tarih ve İbret Dersi<br />

“ENDÜLÜS”<br />

Murat KUNDAK<br />

Allah’ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’in<br />

Âli İmrân Sûresinin 133.<br />

ayetinde “Sizden önce nice<br />

(milletler hakkında) ilâhî<br />

kanunlar gelip geçmiştir. Onun<br />

için, yeryüzünde gezin dolaşın<br />

da (Allah’ın âyetlerini) yalan<br />

sayanların âkıbeti ne olmuş,<br />

görün!” buyurmuştur.<br />

Bu emir mûcibince çantamız<br />

sırtımızda seyahat etmeye<br />

devam ediyoruz. Rabbim bizleri<br />

ibret alanlardan eylesin.<br />

Pusulamız bizleri Endülüs’e<br />

yönlendirdiğinde içimizde garip<br />

bir heyecan vardı bu sefer.<br />

Daha önce gezdiğimiz yerlerin<br />

aksine artık sadece tarihte bir<br />

İslâm beldesi idi gezdiğimiz<br />

yer. O şaşalı günlerinden bu<br />

güne sadece restore edilmiş<br />

bir kaç parça eser kalmıştı.<br />

Kalan bir kaç parça eser ise<br />

senede milyonlarca ziyaretçi<br />

çekecek güzellikteydi. İnsan<br />

bir de tamamı ayakta kalsaydı<br />

neler olurdu diye düşünmeden<br />

edemiyor.<br />

710 yılında İspanya’nın iç<br />

savaşları sırasında yardım<br />

için çağrılan Mağripteki (Fas)<br />

müslüman mücahitler için fetih<br />

aşkı başka bir kapı açmıştır.<br />

711’de bu sefer fetih için<br />

girdikleri İber yarımadasına<br />

1562’ye kadar inişli çıkışlı bir<br />

devlet kurdular.<br />

Kâh kendi içlerinde kavgaya<br />

tutuşup her şehir özgürlüğünü<br />

ilân etti. Kâh aynı anda iki-üç<br />

halife çıkarttılar. Fitne ve<br />

nifâkın sadece kendilerine zarar<br />

verdiğini görüp tekrar birleşip<br />

yeniden güç oldular. Sınırlarına<br />

şimdiki Portekiz’i hatta<br />

mevcut Fransa’nın bir kısmını<br />

kattılar. Sonra Müslümanların<br />

tarih boyunca veremediği<br />

imtihana takıldılar. Varlığı<br />

paylaşma sorunu? Ronda,<br />

Sevilla (İşbiliyye), Cordoba<br />

(Kurtuba), Granada (Gırnata) ve<br />

Malaga (Mâleka) sokaklarında<br />

dolaşırken zihnimizde bir büyük<br />

medeniyetin anıları canlanırken<br />

ortaokul tarih kitaplarının satır<br />

aralarında kalan Engizisyon<br />

Mahkemelerinin burada<br />

vücûd bulduğu gerçeği içimizi<br />

ürpertiyor.<br />

“Lâ Gâlibe İllâllah”(Allah’tan<br />

başka galip yoktur) ifadesinin<br />

her köşeye nakşedildiği El<br />

Hamra ve Nasrî saraylarında<br />

taş ve mermerle gergef<br />

dokunurcasına süslenen<br />

duvarları ve kapıları<br />

büyülenircesine izledikten sonra<br />

Kurtuba’ya geçiyoruz. 1419<br />

sütunlu her sütunu çift kemerli<br />

tarihin en görkemli mescidi<br />

bugün Cordoba Mescid Katedrali<br />

adı ile hizmet vermekte ve 812<br />

adet sütunu kalmış durumda.<br />

Neredeyse tam ortası<br />

yıkılarak inşa edilen<br />

Katedral, yüreğimizi biraz<br />

daha burkmakta.<br />

Kaybedişi, tükenişi,<br />

mağlubiyeti, acıyı ve hüznü<br />

o dönem Sultan Bayezid’e<br />

gönderilen elçi eliyle sunulan<br />

Endülüslü şair Ebu’l-Bekâ’nın<br />

mersiyesinde görüyoruz:<br />

Endülüs’e öyle bir felâlet çöktü<br />

ki, yok bir eşi.<br />

Dehşetinden Medine’de Uhud,<br />

Necid’deki Şehlan dağları<br />

yerinden oynadı.<br />

Bir deprem ki, yer yarıldı arz<br />

boyu<br />

Ah! Yarımada’da İslâm’a göz<br />

değdi, yağdı belâ yağmur gibi.<br />

Şimdi o canım Endülüs şehrinde,<br />

İslâm’ın ne namı var ne nişanı;<br />

Sanki hiç olmamıştı sanki baştan<br />

beri yoktu.<br />

Endülüs’ü gezerken<br />

günümüzü daha iyi anlıyor<br />

ve dünyayı daha iyi görmeye<br />

başlıyoruz. Diğer bir deyişle<br />

bugün yaşananları daha iyi<br />

kavrayabilmek için Endülüs’ü<br />

ve tarihini çok iyi anlamamız<br />

gerekiyor.<br />

Sonuç olarak gönül<br />

coğrafyamızın içinde özel<br />

bir yeri olan Endülüs bugün<br />

tarih ve ibret dersi vermek<br />

için bizleri bekliyor


19


20<br />

İnanç Turizmi Firmaları İçin Sosyal Medya Taktikleri<br />

İnanç Turİzmİ İrmaları İçİn<br />

Sosyal Medya Çağında<br />

Pazarlama Taktİklerİ<br />

İnanç Turizmi firmaları için<br />

pazarlama, ister sosyal medya<br />

üzerinden yapılsın ister diğer<br />

mecralar üzerinden gerçekleşsin<br />

basit bir amaca hizmet eder:<br />

“Hac ve Umre niyeti<br />

taşıyan insanların aklına<br />

gelen ilk marka olmak”<br />

Amaç basit ama rekabet büyük.<br />

Geçtiğimiz yıllarda Hac ve<br />

Umre firmalarının reklamlarını<br />

hem geleneksel hem de yeni<br />

tüm mecralarda gördük. İnanç<br />

turizmi sektöründe pazarlamaya<br />

bu kadar yatırım yapılmasının<br />

ise güzel bir sebebi var.<br />

TÜRSAB 2015 verilerine göre<br />

Türkiye’den kutsal topraklara<br />

Hac ve Umre için gidenlerin<br />

yaptıkları harcama 1,1 milyar<br />

dolar. TÜİK verilerine göre<br />

2015’te yurt dışına çıkan toplam<br />

9,2 milyon Türk vatandaşının<br />

yaptığı harcama ise 5.6 milyar<br />

dolar. Bu rakam yalnızca turizm<br />

faaliyetlerini değil, iş, eğitim,<br />

kültürel ve sportif faaliyetleri<br />

de kapsıyor. Dolayısıyla<br />

inanç turizmi harcamaları<br />

tek başına tüm outgoing<br />

harcamalarının neredeyse<br />

%20’sini oluşturuyor. Hem pazar<br />

boyutunun gittikçe büyümesi<br />

hem de Diyanet ve cemaatler<br />

gibi aktörlerin de pazarda yer<br />

alması rekabetin kaçınılmaz<br />

olarak büyümesine yol açıyor.<br />

TÜRKİYE’DE SOSYAL<br />

MEDYA KULLANIMI<br />

Peki İnanç turizminin öncelikli<br />

hedef kitlesini oluşturan 35 yaş<br />

üzeri tüketiciler sosyal medyayı<br />

ne sıklıkla kullanıyor?<br />

2019 TÜİK verilerine göre<br />

toplam nüfusumuzun %63’ünü<br />

oluşturan 52 milyon aktif sosyal<br />

medya kullanıcısı var. Bunların<br />

44 milyonu sosyal medyayı<br />

mobil cihazları üzerinden de<br />

aktif olarak kullanmakta.<br />

Aşağıdaki tabloda görülmektedir<br />

ki 35 yaş üzeri kullanıcı toplam<br />

sosyal medya kullanıcılarının<br />

%40’ına tekabül etmektedir.<br />

Dolayısıyla cevabımız evet,<br />

inanç turizminin hedef kitlesini


İnanç Turizmi Firmaları İçin Sosyal Medya Taktikleri<br />

21<br />

(Digital in Turkey 2019, We are Socail ve Hootsuite, 2019 Ocak)<br />

oluşturan nüfusa, sosyal medya<br />

üzerinden ulaşmak mümkün.<br />

İNANÇ TURİZMİ FİRMALARI<br />

İÇİN PAZARLAMA<br />

Pazarlama faaliyetleri işinizle<br />

ilgili farkındalık oluşturma ile<br />

başlar. Böylece potansiyel<br />

müşterileriniz öncelikle işinizi<br />

tanır. Ardından yapacağınız itibar<br />

çalışmaları ile müşterileriniz sizin<br />

iyi bir tercih olabileceğine inanır<br />

ve gerçek müşterilere dönüşür.<br />

İşte sosyal medya çağında<br />

inanç turizmi firmaları için<br />

pazarlama taktikleri:<br />

1. Size en uygun sosyal medya<br />

platformlarını seçin<br />

Küresel internet raporunun<br />

2018 yılı Ekim verileri açıklandı.<br />

Türkiye’nin Facebook<br />

kullanıcı sayısının 43 milyon,<br />

Instagram 37 milyon, Twitter<br />

ve Snapchat kullanıcıları<br />

9’ar milyon, Linkedin ise 4,3<br />

milyon kullanıcıya sahip.<br />

Bu rakamlar size genel bir bakış<br />

açısı kazandıracaktır ancak<br />

doğru mecrayı seçebilmeniz<br />

için kendi tüketicinizi iyi analiz<br />

etmeniz gerekmektedir. Örneğin<br />

lüks konaklamalı Umre turu<br />

hacılarına ulaşabilmek için 4,3<br />

milyon nüfuslu Linkedin iyi bir<br />

tercih olarak karşımıza çıkabilir.<br />

Pazarlama faaliyetinin<br />

yapılacağı platformlar<br />

seçildikten sonra ise üretilen<br />

içeriğin yayınlanacak platform<br />

ile uyumlu olması önemlidir.<br />

Örneğin Instagram’da<br />

yapılan kare format<br />

paylaşımlar, Twitter’da aynı<br />

şekilde paylaşılırsa düzgün<br />

görüntülenemeyecektir.<br />

Çünkü Twitter’ın mobil<br />

uygulaması akışta kare değil<br />

1:2 ölçekli dikdörtgen şeklinde<br />

görünmektedir. (Madde<br />

5’te konuyla ilgili ayrıntılı<br />

açıklamalar yer almaktadır.)<br />

2. Profilinizi profesyonelce<br />

oluşturun<br />

Bilgilerinizi eksiksiz ve doğru<br />

şekilde girerek faaliyet<br />

alanlarınızı ve sağladığınız<br />

hizmetleri net bir şekilde anlatın.<br />

Profil ve kapak görsellerinin<br />

seçiminde rakiplerinizi inceleyin<br />

ve çevrenizdeki insanlara<br />

mutlaka danışın. Ve aşağıdaki<br />

bilgilerin sayfalarınızda yer<br />

aldığından emin olun:<br />

• İletişim bilgileri (e-mail,<br />

telefon, adres)<br />

• Web sitenize link<br />

• Çalışma saatleri<br />

• Hizmet alanlarınız<br />

• Alanda kazanmış<br />

olduğunuz ödüller, gazete<br />

haberleri ve yayınlar<br />

• Kaç yıldır bu işi<br />

yaptığınız, tecrübeniz<br />

3. İçerik üretin<br />

Sosyal medyayı yalnızca<br />

fiyat ve duyuru amacıyla<br />

değil, tüketicilerinizin hoşuna<br />

gidebileceği içerikleri<br />

paylaşmak için de kullanın.<br />

Sosyal medya uzmanları<br />

arasında “80/20 kuralı”<br />

şeklinde isimlendirilen<br />

bir uygulama vardır.<br />

Doğrudan Hac-Umre<br />

pazarlaması gibi satış ya da<br />

müşteri kazanımına dayalı<br />

yayınlar sosyal medya<br />

faaliyetinizin %80’inden az<br />

olmalıdır. Bu her zaman makale<br />

yazmanız gerektiği anlamına<br />

gelmez. Örneğin müşterilerinizi<br />

ilgilendiren konuların haberlerini<br />

de paylaşabilirsiniz.<br />

Diğer %20 ise hizmetleriniz<br />

hakkında daha fazla<br />

konuşabileceğiniz ve firmanızın<br />

potansiyel müşterilere neler<br />

sunabileceğini anlattığınız<br />

paylaşımları ihtiva etmektedir.<br />

Marka bilincini artırın ve<br />

potansiyel müşterilerin<br />

hizmetleriniz hakkında bilgi<br />

almasını sağlayın, ancak<br />

bu hakkında konuştuğunuz<br />

tek şey olursa paragöz,<br />

sıkıcı ve samimiyetsiz bir<br />

izlenim uyandırabilirsiniz.<br />

4. İnsanları firmanızın sosyal<br />

medya profillerinizi<br />

beğenmeye davet edin<br />

Rakamlar bir çoğumuzu etkiler.<br />

Potansiyel müşteriler, firmanızın<br />

sosyal medya profilinin<br />

çok sayıda beğeniye sahip<br />

olduğunu gördüklerinde,<br />

olumlu bir etki yansıtır ve<br />

çok sayıda memnun ve ilgili<br />

müşteriniz olduğunu gösterir.


22<br />

İnanç Turizmi Firmaları İçin Sosyal Medya Taktikleri<br />

Firmanızın sosyal medya<br />

profilini desteklemek için<br />

arkadaşlarınızı ve ailenizi davet<br />

ederek başlayın. Ardından,<br />

davetiyenizi geçmiş (mutlu)<br />

müşterilerinize de sunarak size<br />

destek vermelerini isteyin.<br />

Doğru içerik türlerini paylaşmak,<br />

hashtag kullanmak ve<br />

birden fazla sosyal medya<br />

platformunda aktif olmak,<br />

firmanızın görünürlük<br />

kazanmasına yardımcı<br />

olacak ve böylece daha fazla<br />

potansiyel müşteri, hizmetleriniz<br />

hakkında bilgi sahibi olacaktır.<br />

5. Her platformu, kullanılması<br />

gerektiği gibi kullanın<br />

Twitter: Konuşmaya<br />

başlayabileceğiniz veya<br />

konuşmalara katılabileceğiniz<br />

bir yerdir. İnsanları konuşturan<br />

hashtag’leri kullanarak ilgili<br />

konuşmalara atlayan ilgi çekici<br />

paylaşımlar yapın. Ancak<br />

Twitter, diğer mecralara oranla<br />

çok daha fazla gündemle ilgili<br />

olduğundan planlı gönderilerden<br />

daha ziyade refleksif bir<br />

strateji gerekmektedir.<br />

Facebook: Planlı gönderiler<br />

için daha elverişli bir ortam<br />

sunmaktadır. Ayrıca ayrıntılı<br />

sayfa oluşturma seçenekleri,<br />

markanızın kurumsal<br />

kimliğini istediğiniz gibi<br />

sunmanız için de size olanak<br />

verir. Çalışanlarınızın ve<br />

ofisinizin görsellerinin yanı<br />

sıra, kutsal mekanlarla ilgili<br />

makaleler, videolar ve ilginç<br />

gönderilerinizi paylaşabilirsiniz.<br />

LinkedIn: Burada yaratacağınız<br />

kurumsal görünüm size kariyer<br />

odaklı insanlara ulaşma<br />

fırsatı verecektir. Potansiyel<br />

müşterilerinizin dışında<br />

organizasyonlarınızda iş birliği<br />

yapabileceğiniz veya yapmak<br />

istediğiniz kişilere de ulaşma<br />

fırsatı yakalarsınız. Kullanım<br />

oranı diğer mecralara göre daha<br />

az olduğundan öne çıkmanız da<br />

daha kolay olacaktır. Unutmayın<br />

Linkedin, uzmanlar için üretilmiş<br />

bir sosyal mecradır. Dolayısıyla<br />

diğer platformlara nazaran<br />

daha nezih bir ortam sunar.<br />

Instagram: Görsel ağırlıklı<br />

bir mecra olarak Instagram,<br />

markanıza samimiyet<br />

katma fırsatı sunar. Burada<br />

hacılarınızın görselleri, kutsal<br />

mekanlar, güzel fotoğraflar ve<br />

anılar paylaşarak potansiyel<br />

müşterilerinize sizinle kutsal<br />

yolculuklara çıkmanın nasıl bir<br />

şey olduğunu resmedebilirsiniz.<br />

6. Müşterilerinize firmanızın<br />

ödülleri, başarıları ve<br />

konu olduğu yayınlarla<br />

hakkında bilgi verin<br />

Hizmetinizin dini bir<br />

yükümlülüğü olduğu<br />

düşünüldüğünde “güven” bu<br />

sektördeki en önemli şeydir.<br />

Büyük ihtimalle potansiyel<br />

müşteriler, en iyi hac-umre<br />

firmasını bilmez, firma tercihi<br />

yapmadan önce katalogları,<br />

fiyatları ve hizmetleri<br />

araştırmakla kalırlar. Siz eğer<br />

ödüllerinizi, başarılarınızı<br />

görünür kılarsanız güven<br />

oluşturma anlamda rakiplerinizin<br />

önüne geçmiş olursunuz.<br />

7. Sosyal medyada aktif olun,<br />

yalnızca pa ylaşım yapmayın<br />

Sosyal medyada aktif olmanın<br />

amacı, firmanız için marka<br />

bilincini artırmaktır. Marka<br />

bilincinin oluşmasını sorular<br />

ve yorumlar takip edecektir.<br />

İzleyicilerinizle etkileşimde<br />

bulunmayı unutmayın. Sizinle<br />

kutsal yolculuğa çıkmış kişilerle<br />

bağlantı kurun. Bu sadece bir<br />

işi pazarlamak yerine potansiyel<br />

müşterilere ulaşmak ve iletişim<br />

kurmak anlamına gelmektedir.<br />

İletişiminizin görünür olması,<br />

işinize ne kadar profesyonel<br />

yaklaştığınızı da gösterecektir.<br />

8. Firmanızdan bahseden<br />

yorumları analiz edin<br />

Firmanızdan bahseden yorum<br />

ve gönderilerin takip edilmesi<br />

ve yanıtlanmasının yanı sıra,<br />

bu konuşmaları analiz etmek<br />

sosyal medya pazarlamasının<br />

önemli bir parçasıdır. Yorumlar<br />

olumlu mu, olumsuz mu?<br />

Hizmetlerinizi merak eden<br />

müşterileriniz var mı? Yoksa,<br />

sizinle yola çıkılmaması<br />

gerektiğini söyleyip duran<br />

memnuniyetsiz bir müşteriniz<br />

mi var? Bunları bilmeniz<br />

firmanızın imajı açısından<br />

hayati öneme sahiptir.<br />

Hac ve Umre yolculuğu<br />

meşakkatli bir yolculuktur.<br />

Dolayısıyla yolcularınızın<br />

büyük çoğunluğunun sizinle<br />

yola çıkmadan önce sizi<br />

Google’da araştıracağından<br />

şüpheniz olmasın.<br />

Potansiyel müşterilerinizin sizi<br />

internette nasıl gördüklerini<br />

bilin. Web’de gizlenen<br />

olumsuz bir yorum olması<br />

dünyanın sonu değil ama<br />

bundan haberdar olmanız,


İnanç Turizmi Firmaları İçin Sosyal Medya Taktikleri<br />

23<br />

durumu lehinize çevirmek<br />

için size bir fırsat sunar.<br />

9. Diğer inanç turizmi<br />

firmalarını inceleyin<br />

Diğer firmalarının dijital<br />

pazarlama faaliyetlerini<br />

takip edin, müşterilerinin<br />

şikayetlerini bilin. Bu size hem<br />

şirket yönetiminizle ilgili bir<br />

vizyon kazandıracaktır hem<br />

de güncel konularla ilgili zinde<br />

kalmanızı sağlayacaktır.<br />

Rekabette geri kalmak<br />

istemiyorsanız, en az<br />

rakipleriniz kadar çok<br />

çalışmanız ve hizmet<br />

kalitenizin en az onlarınki<br />

kadar iyi olması gerekir.<br />

Ayrıca rakiplerinizin<br />

sayfalarında cevaplanmamış<br />

sorular görürseniz, bu<br />

hizmet bekleyen birileri ile<br />

iletişime geçmeniz için size<br />

bir fırsat da sunabilir.<br />

10. Sosyal medya yönetiminde<br />

kullanabileceğiniz<br />

araçlar ve web siteleri<br />

sites.google.com: Hiçbir<br />

yazılım aracı bilmeden kendi<br />

web sitenizi oluşturmak<br />

için kullanabileceğiniz bir<br />

platformdur. Seçenekleri sınırlı<br />

olsa da firmanıza ücretsiz bir<br />

dijital vitrin oluşturabilirsiniz.<br />

desygner.com: Hiçbir tasarım<br />

programı kullanmayı bilmiyor<br />

olsanız bile göz alıcı tasarımlar<br />

yapabileceğiniz bir web sitesidir.<br />

Bu site üzerinden firmanız için<br />

paylaşımlar hazırlayabilirsiniz.<br />

canva.com: Tıpkı desygner.<br />

com gibi bir içerik oluşturma<br />

web sitesidir. Bir grafik<br />

tasarımcınız yoksa eğer<br />

size büyük kolaylık sağlar.<br />

spark.adobe.com: Tarayıcı<br />

üzerinden kullanabileceğiniz<br />

bir video editleme hizmeti<br />

sunmaktadır. Site üzerindeki<br />

şablonları kullanarak<br />

hizmetinizle ilgili video<br />

içerikler üretmenizi sağlar.<br />

hootsuite.com: Tüm sosyal<br />

mecralarınızı tek bir site<br />

üzerinden yönetmenizi,<br />

paylaşımlarınızı yapmanızı ve<br />

etkinlikler oluşturmanızı sağlar.<br />

tagboard.com: Sosyal medya<br />

içeriklerini araştırmak için<br />

kullanılan bir dinleme aracıdır.<br />

Bir terim, konu veya etiketi<br />

kullanarak bir konunun çevrimiçi<br />

olarak nasıl tartışıldığının<br />

görülmesini sağlar. Marka<br />

ve hizmetlerden bahseden<br />

şeyleri ve bunların pazarlama<br />

stratejinizle olan ilişkilerini<br />

izlemek için iyi bir yoldur.<br />

mailerlite.com: Mail şablonu<br />

oluşturma ve toplu mail<br />

gönderimi yapmanıza olanak<br />

sağlar. Mail ile pazarlama<br />

işini tahmin edemeyeceğiniz<br />

kadar kolaylaştırır.<br />

Google Analytics,<br />

Facebook Analytics, Twitter<br />

Analytics: Sosyal medya<br />

kullanımınızın nasıl gittiğine<br />

ilişkin istatistiksel verileri<br />

alabileceğiniz ve gündemle<br />

ilgili tüketici tutumlarına<br />

ulaşabileceğiniz mecralardır.<br />

Melih Cem Kılıç<br />

Sosyal Medya Uzmanı


24<br />

Surre Alaylarından HURSAD’a Hac Yolculuğu<br />

SURRE<br />

ALAYLARINDAN<br />

HURSAD’A ’ a<br />

HAC YOLCULUĞU<br />

Ecdadımızın nezaket ve<br />

hassasiyetle beslenen sayısız<br />

geleneklerinden belki de en<br />

dikkat çekeni ‘Surre Alayı’dır.<br />

İslam ansiklopedisinde “içine altın<br />

ve para gibi kıymetli eşyaların<br />

konulduğu kese” anlamına gelen<br />

“Surre” kelimesi terim olarak her<br />

yıl hac döneminden önce genellikle<br />

Mekke ve Medine halkına dağıtılmak<br />

için yollanan para, altın ve diğer<br />

eşyaları ifade eder.<br />

Osmanlı sultanları ‘Hâdimü’l-<br />

Haremeyn eş-Şerîfeyn’<br />

(Haremeyn’in Hizmetçileri)<br />

unvanını almalarıyla birlikte bu<br />

yolda faydalı olan “Ne yapabilirim”<br />

derdine düştüler ve hadimi oldukları<br />

beldelere çok güzel katkılar<br />

sağladılar.<br />

Kutsal olan Hicaz bölgesi ve Kudüs<br />

çevresi elbette en özel bölgelerdi.<br />

İstanbul her sene Peygamber<br />

diyarına hizmet edebilmenin hazzını<br />

yaşar, lezzetini duyardı.<br />

Bu geleneğin başlangıcı tam<br />

olarak belli olmamakla birlikte ilk<br />

olarak Abbâsî Halifesi Mehdî-<br />

Billâh zamanında (775-785)<br />

ortaya çıktığı görüşü hâkimdir.<br />

Haremeyn’e her yıl düzenli biçimde<br />

surre gönderilmesine ise yine bir<br />

Abbâsî Halifesi olan Muktedir-Billâh<br />

döneminde (908-932) başlandı.<br />

Aynı dönemde hac yollarının<br />

güvenliği, hac güzergâhı<br />

üzerinde bulunan su kuyularının<br />

bakımı, hacıların konaklama<br />

vb. ihtiyaçlarının karşılanması<br />

amacıyla bazı tedbirlerin alındığı da<br />

bilinmektedir.<br />

Hac yolcularına surre göndermek<br />

İslami açıdan büyük bir sevap<br />

sayılmasının yanında siyasi açıdan<br />

da halifenin Haremeyn üzerindeki<br />

gücünü gösteriyordu.<br />

Bir dünya imparatorluğu haline<br />

gelen Osmanlılar “Surre alayları” ile<br />

nam salmalarına rağmen bu âdeti<br />

hangi padişahın başlattığı ihtilaflıdır.<br />

Yıldırım Bayezid’in Edirne’den bir<br />

defa surre yolladığı zikredilmekle<br />

birlikte kuvvetli ve yaygın rivayete<br />

göre Çelebi Sultan Mehmed surre<br />

gönderen ilk Osmanlı sultanıdır ve<br />

1413-1421 yılları arasında iki defa<br />

surre yollamıştır.<br />

Âşıkpaşazâde’ye göre II. Murad<br />

her yıl Mekke, Medine, Kudüs ve<br />

Halîlürrahman’a surre göndermenin<br />

devlete ve kendine ait bazı gelirleri<br />

de Mekke ve Medine’ye vakfetti.<br />

Osmanlı padişahları, 923’te (1517)<br />

Haremeyn’in Osmanlı yönetimine<br />

girmesinden itibaren surreyi düzenli<br />

biçimde gönderdiler. Bu anlamda<br />

ilk surrenin daha Yavuz Sultan<br />

Selim Kahire’de iken yollandığı<br />

bilinmektedir. Osmanlılar döneminde<br />

surre, genellikle İstanbul ve<br />

Kahire’den gönderilmiş olmakla<br />

birlikte bazan Yemen ve Halep’ten<br />

de sevkedilirdi.<br />

SURRENİN YANI SIRA KABE<br />

ÖRTÜSÜ GELENEĞİ<br />

Osmanlılar’a ait en eski Kâbe kapı<br />

perdesi ve kuşağının 950 (1543)<br />

tarihli olmasından hareketle, eski<br />

bir gelenek olan surre ile birlikte<br />

Kâbe’ye örtü göndermenin<br />

Osmanlılar’da Kanûnî Sultan<br />

Süleyman zamanında başladığına<br />

hükmedilir.<br />

Kâbe örtüsünün yenisi genellikle<br />

Kahire’de dokunur ve surre alayı ile<br />

yollanırdı. Eskisi de surre alayının<br />

dönüşünde İstanbul’a getirilirdi.<br />

1916 yılına kadar süren bu gelenek<br />

bu yıl Vahhabi isyanı nedeniyle<br />

son buldu. Bu yıla ait surre,<br />

Şerîf Hüseyin’in isyanı sebebiyle<br />

Medine’de kaldı ve Mekke’ye<br />

ulaştırılamadı.<br />

SURRE ALAYI İLE İLGİLİ HERŞEY<br />

ARŞİVE KAYDEDİLDİ<br />

Osmanlılar döneminde sarayda


Surre Alaylarından HURSAD’a Hac Yolculuğu<br />

25<br />

gerçekleştirilen surre merasiminin<br />

bütün ayrıntıları belirlenmiş<br />

olup bunlar teşrifat defterlerine<br />

kaydedilirdi.<br />

Osmanlı Devleti’nde Surre-i<br />

Hümâyûn’un yola çıkması sebebiyle<br />

özel bir merasim yapılırdı. Öncelikle<br />

bu işten sorumlu ‘Surre Emini’ isimli<br />

bir görevli tayin edilerek sadrazam<br />

huzurunda kendisine ‘hilat’<br />

giydirilirdi.<br />

Recep ayının 12. gününde<br />

İstanbul’dan çıkması gereken Surre<br />

Alayı için Dârü’s-Saâde Ağası<br />

tarafından Defterdar, Reîsü’l-<br />

Küttâb ve Nişancı’ya davetiye<br />

yollanır, Sadaret Kethüdası da diğer<br />

bulunması gereken zevatı davet<br />

ederdi.<br />

Davetliler, Topkapı Sarayı’ndaki<br />

Kubbealtı önünde toplandıktan<br />

sonra Mekke Şerifi’ne gönderilecek<br />

mektup ile Surre-i Hümâyûn<br />

torbaları hâfızların okuduğu Kur’ân-ı<br />

Kerîm eşliğinde padişah huzurunda<br />

mühürlenerek Surre Emin’ine teslim<br />

edilirdi.<br />

Bundan sonra padişahın<br />

hediyeleriyle nâmesinden oluşan<br />

mahfil-i şerifi taşıyan deve başta,<br />

Surre torbalarının yüklendiği diğer<br />

deve ve katırlar arkada yola çıkılırdı.<br />

Padişah İstanbul çıkışına kadar<br />

refakat eder,mübarek topraklara<br />

saygısından dolayı mutlaka yaya<br />

yürürdü.<br />

BİR HÜZÜNLÜ HİKAYE: AYRILIK<br />

ÇEŞMESİ<br />

Sarayın orta kapısı olan Bâb-ı<br />

Hümâyûn’dan çıkan alay,<br />

Sirkeci’deki Kireç İskelesi’ne<br />

gelirdi. Oradan Kaptan Paşa’nın<br />

hazırlattığı çektirilere bindirilen<br />

Surre Alayı Üsküdar’a geçer ve<br />

Mekke-i Mükerreme’ye kadar kara<br />

yoluyla giderdi. (Mekke’ye gitmek<br />

üzere yola çıkan hacı kafileleri ve<br />

Surre Alaylarının burada toplaşıp<br />

uğurlandığı da bilinmektedir.<br />

uğurlandığı için çeşmenin adı<br />

Ayrılık Çeşmesi olarak halk diline<br />

yerleşmiştir.<br />

Mekke Emiri tarafından padişahın<br />

mektubu Mina mevkiinde<br />

okunduktan sonra Surre torbaları<br />

içindeki paralar defterde yazıldığı<br />

şekilde dağıtılırdı. Haccın bitimini<br />

müteakip Surre Emini, Mekke<br />

Emir’inin padişaha yazdığı cevabî<br />

mektup ve hediyeler ile beraber<br />

İstanbul’a dönerdi.<br />

SURRE ALAYININ GÜVENLİĞİ<br />

Surre alayının güvenliği güzergâh<br />

üzerinde bulunan sancak beyi,<br />

beylerbeyi veya valilerce sağlanırdı.<br />

1863 yılı surre alayının Payas<br />

civarında eşkıya saldırısına uğrayıp<br />

surrenin gasp edilmesi ve bir<br />

sonraki hac mevsimine kadar<br />

bölgede güvenliğin sağlanamaması<br />

yüzünden 1864’ten itibaren<br />

denizyolu tercih edildi ve Beşiktaş<br />

İskelesi başlangıç noktası oldu.<br />

Deniz yoluyla yolculuk daha kısa<br />

sürdüğünden surre alayı merasimi<br />

de şâban ayının ortasında yapılmaya<br />

başlandı ve Beyrut üzerinden Şam’a<br />

geçilerek ramazan bayramı burada<br />

kutlandı.<br />

Surrenin Şam’dan Haremeyn’e<br />

yolculuğu ise karayoluyla yapıldı.<br />

Suriye Valisi Midhat Paşa, 1879’da<br />

güvenlik ve tasarruf gerekçesiyle<br />

surre alayının İstanbul-Beyrut<br />

güzergâhından Şam’a ve oradan<br />

tekrar Beyrut üzerinden Cidde’ye<br />

deniz yoluyla gönderilmesini teklif<br />

etti. Uzun müzakerelerden sonra<br />

Şam’dan itibaren karayolunun<br />

kullanılmasına devam edilmesi<br />

kararlaştırıldı.<br />

1908’de Hicaz demiryolunun<br />

tamamlanmasından itibaren surre<br />

demiryoluyla gönderilmeye başlandı.<br />

Demiryoluyla daha kısa sürdüğü için<br />

surre alayı şevval ayına alındı ve<br />

hareket noktası olan Haydarpaşa’ya<br />

kadar daha önce yapılan<br />

merasimlere devam edildi.<br />

SURRE<br />

ALAYININ<br />

HACILARLA<br />

BULUŞMA<br />

NOKTASI:<br />

DIMAŞK<br />

Kara, deniz ve demiryoluyla<br />

gönderilen Surre-i Hümâyun için<br />

Dımaşk çok önemli bir merkezdi.<br />

Osmanlı öncesinden itibaren<br />

farklı bölgelerden gelen hacıların<br />

uğrak yeri olan Dımaşk, Osmanlı<br />

döneminde de Anadolu’dan,<br />

Irak’tan, İran’dan ve Halep’ten<br />

gelen hacıların yanı sıra Orta<br />

Asya hacılarının da bir toplanma<br />

merkeziydi. İstanbul’dan gönderilen<br />

surre alayı burada merasimlerle<br />

karşılanarak diğer hacılarla birleşirdi.<br />

Mahmil-i şerifin Dımaşk’tan ayrılışı<br />

ve Dımaşk’a dönüşü aynı şekilde<br />

merasimlerle olurdu. Dımaşk’tan<br />

Medine’ye kadar olan bölgenin en<br />

önemli dinî, siyasî ve ticarî olayı<br />

surre ve hac kervanı idi. Surre alayı<br />

Rivayete göre şehirden ayrılan<br />

kafileler son olarak buradan<br />

Surre-i Hümâyûn, Hac mevsiminden önce Mekke ve Medine halkının ihtiyaçlarını<br />

karşılamak için İstanbul’dan yola çıkardı.


26<br />

Surre Alaylarından HURSAD’a Hac Yolculuğu<br />

İtalyan oryantalist ressam Stefano Ussi’nin Dolmabahçe Sarayı’nda Surre Alayı ile ilgili dev bir tablosu bulunmaktadır.<br />

Şevval ayının on ikisiyle yirmisi<br />

arasında Dımaşk’tan hareket<br />

eder, zilkadenin sonundan önce<br />

Mekke’ye ulaşılması hedeflenirdi.<br />

Hama’dan itibaren surre alayının<br />

güvenlik sorumluluğu önceleri Şam<br />

beylerbeyiliğine, daha sonra Suriye<br />

Valiliğine aitti.<br />

Beylerbeyi veya Vali Emîr-i<br />

hac sorumluluğunu bazan<br />

kendisi üstlenir, çoğu zaman da<br />

bölgede güçlü eşraftan birine<br />

verirdi. Dımaşk’tan Medine’ye<br />

gidiş ve dönüşte surre alayının<br />

muhafazasından emîr-i hac sorumlu<br />

idi. Haremeyn’de ise en önemli<br />

sorumluluk Mekke emîrinde idi.<br />

Surre-i Hümâyûn geleneği İslâm<br />

toplumunda kaynaşabilmesinde rolü<br />

büyüktü.<br />

Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu bir<br />

yazısında Osmanlı’nın surre<br />

alaylarına bakışını şu sözlerle<br />

anlatıyor:<br />

“Sürre Alayı ile Hicaz’a yıllar boyu<br />

gönderilen yardımı “Anadolu’nun<br />

mali kaynaklarını Arap çöllerine<br />

gömmek” olarak görüp eleştirenlere,<br />

şu kadarını söyleyeyim ki, Osmanlı<br />

Devleti’nin varlık sebebi “İ’lâ-yı<br />

Kelimetullah”dı (Allah adını yüceltme<br />

ve yayma). Varlık sebebi böyle<br />

özetlenebilen bir devletin, o inancın<br />

kalbine hizmet etme mükellefiyeti<br />

olur...<br />

Bu inançla Yavuz Sultan Selim, Mısır<br />

fethi esnasında okunan bir cuma<br />

hutbesinde, kendisinden, “Hâkimul<br />

Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin<br />

hâkimi) olarak bahsedilince, hemen<br />

itiraz etmiş, “hâkim” değil “hâdim”<br />

(hizmetkâr) olduğunu hatibe<br />

hatırlatmıştı.<br />

Osmanlı, her yıl Haremeyn’e<br />

Sürre Alayı göndermek suretiyle<br />

Peygamber mirasına sadakatini<br />

vurguluyordu.“<br />

GÜNÜMÜZE GELİNCE…<br />

Bugün ne surre alayları ne de<br />

o alaylarla kutsal topraklara<br />

gönderilen hediyelere ve Hac<br />

yolundakilerin emniyetine önem<br />

verilmese de Hac yolculuğu aynı<br />

heyecanla devam etmekte.<br />

Mekke ve Medine çevresindeki<br />

otellerde konaklayan hacı adayları<br />

karayolundan ziyade havayolunu<br />

tercih ediyor.<br />

Arafat, Müzdelife, Mina arası ulaşım<br />

lüks otobüslerle sağlanıyor.<br />

İhtiyaçlar, alışkanlıklar çok farklı.<br />

Örneğin eskiden hassasiyetleri<br />

daha farklı olan hacı adaylarının<br />

günümüzdeki istekleri daha başka.<br />

Her ülke hacılarında olduğu gibi Türk<br />

Hacı adaylarında da yemek servisi<br />

ve menü içeriği en çok merak edilen<br />

konuların başında gelmekte.<br />

Otellerle Mescid-i Haram arasındaki<br />

mesafe nedeniyle geliş gidişin nasıl<br />

olacağı ve alış veriş gibi birçok<br />

konuda hacı adayları yeterli ve<br />

düzgün hizmet almak arzusundalar.<br />

Surre alaylarıyla yaklaşık 6-8 ay<br />

süren hac yolculuğu günümüzde<br />

1-40 gün arasında olduğundan<br />

bu hızlı akan hayatta uhreviyetini<br />

de kaybetmemek şartıyla kutsal<br />

yolculuğun layıkıyla yapılması<br />

elzemdir.


BAŞIMIZ SAĞOLSUN<br />

Bir dost yitip gider aramızdan, kelimeler boğazımızda<br />

düğüm olur.<br />

Yüreğimizde sızı, dilimizden geçmiş anıların dökülür.<br />

Geçtiğimiz ay içerisinde, çoğumuzun meslek hayatında<br />

yollarının kesiştiği büyüklerimizden Ercan DURMUŞ ve<br />

Ahmet ALKIŞ’ın kaybı bizleri derinden üzdü.<br />

Dualarımız sizlerle, Mekanınız Cennet olsun. Rabbimiz sizlere<br />

Rahmeti ile muamele etsin.<br />

Bu vesile ve aynı duygularla geçmişte aramızdan ayrılan<br />

dostlarımızı, büyüklerimizi rahmet ve dua ile anıyoruz.<br />

Sizleri her zaman güzel anılarımızla hatırlayacak ve yâd<br />

edeceğiz.<br />

Camiamıza ve yakınlarına başsağlığı dileriz.<br />

HURSAD AİLESİ


28<br />

Suriyelilerle İlgili Meşhur Yalanlar<br />

Suriyelilerle Ilgili<br />

MEŞHUR<br />

YALANLAR<br />

Suriyelilerle ilgili gerek sosyal medyada, gerekse televizyon ve gazetelerde yanlış<br />

bilgiler yer almakta. HURSAD olarak, bu bilgilerin doğruluğunu derledik. Uluslararası<br />

Mülteci Hakları Derneği’nin yaptığı çalışmayı Dergimizin bu sayısında yer vererek,<br />

bilinen yanlışların doğruluğu karşılaştırdık.<br />

İşte o bilinen yanlışlar…<br />

Ve gerçek bilgiler…<br />

“İş Yeri Açan Suriyeliler Vergi Vermiyor”<br />

Suriyeliler, her Türk vatandaşı ya da Türkiye’de<br />

yaşayan yabancılar gibi kanuni gereklilikleri<br />

yerine getirerek iş yeri açabilir. İş yeri açan her<br />

Suriyeli vergi mükellefidir.<br />

“Suriyeliler Dilencilikle Geçiniyor”<br />

İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, ülke genelinde<br />

17 ve 27 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen “Huzurlu<br />

Sokaklar” uygulamalarında dilencilik suçuyla ilgili<br />

toplam 3 bin 46 kişiye işlem yapılmıştır. Bunlardan ilk<br />

uygulamada 149 kişinin ikinci uygulamada ise 230<br />

kişinin Suriyeli olduğu tespit edilmiştir. Yakalananlardan<br />

bazıları Suriyeli kılığına girdiği anlaşılmıştır.<br />

“Suriyeliler Devlet Memuru Olarak İşe<br />

Girecek”<br />

657 sayılı Devlet Memurları Kanununda<br />

48. Maddede açıkça belirtildiği gibi devlet<br />

memuru olmanın ilk şartı Türk Vatandaşı<br />

olmaktır. Suriyeliler Türk vatandaşı değildirler.<br />

Suriyeliler Türkiye’de geçici koruma kapsamında<br />

yaşamaktadırlar. Yabancıların memur olma<br />

hakkı yoktur.<br />

“Suriyelilerin Suç İşleme Oranları Çok<br />

Fazla”<br />

Suriyelilerin Türkiye’de işlenen toplam suçlara<br />

oranı Türkiye’deki nüfusları göz önünde<br />

bulundurulduğunda ülkemiz genel suçlarına göre<br />

oldukça azdır. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre,<br />

Suriyelilerin karşılaştıkları olayların Türkiye’deki<br />

toplam asayiş olaylarına oranı 2014-2017<br />

yıllarında yıllık ortalama 1,32 düzeyindedir.<br />

“Suriyeliler Arabaları İçin Vergi Ödemiyor”<br />

Trafik şube veya bürolarında kayıtlı motorlu<br />

kara taşıtı olan herkes, motorlu taşıtar vergisi<br />

(MTV) ödemektedir. Herkes gibi Suriyeliler de<br />

sahip oldukları araçları için MTV ödemekle,<br />

sigorta ve fenni muayne gibi işlemleri<br />

yaptırmakla yükümlüdürler.<br />

“Seçimlerde Suriyeliler Oy Kullanacak”<br />

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan hiç<br />

kimsenin oy kullanma hakkı yoktur. Türkiye’de<br />

yapılan seçimlerde ve halk oylamalarında<br />

oy kullanabilmek için ilk şart T.C. vatandaşı<br />

olmaktadır.


Suriyelilerle İlgili Meşhur Yalanlar<br />

29<br />

“TOKİ Evleri Suriyelilere Bedava Verilecek”<br />

TOKİ’den ev sahibi olmanın ilk şartı T.C.<br />

vatandaşı olmaktır. Suriyeliler Türk vatandaşı<br />

olmadıkları için TOKİ’den ev satın alamazlar.<br />

TOKİ yabancılara ev satışı yapmamaktadır. Yani<br />

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan biri<br />

parasını ödese bile TOKİ’den ev satın alamaz.<br />

“Suriyelilein Tüp Bebek Masraflarını SGK<br />

Karşılıyor”<br />

Suriyelilerin sağlık problemleriyle SGK değil AFAD<br />

ilgilenmektedir. AFAD, Suriyelilere yönelik sağlık<br />

desteğini acil durumlar ve hayati hastalıklar için<br />

vermektedir. Tüp bebek, diş ve protez tedavilerinin<br />

hiçbirinden Suriyeliler ücretsiz faydalanamamaktadır.<br />

“Suriyeliler PTT’den Maaş Alıyor”<br />

UNCHR belirli aralıklarla tek seferlik olmak üzere<br />

Suriyelilere yardım göndermektedir. Bu yardımlar<br />

PTT kart üzerinden dağıtılmaktadır. Suriyeliler<br />

toplamda 60 ila 90TL arasında değişen nakit<br />

yardımları PTT üzerinden almaktadır.<br />

“Suriyeliler Üniversiteye Sınavsız Giriyor”<br />

Yabancı uyruklu öğrenciler hangi kanuna tabiyse,<br />

Suriyeli öğrenciler de o kanuna tabidir. Örneğin bir<br />

İngilizce genci Türkiye’de üniversite okumak için<br />

hangi kurallara uyuyorsa, Suriyeli gençler de aynı<br />

kurallara uymak mecburiyetindedir. Türkiye’de sınavsız<br />

üniversite okuyan tek bir Suriyeli yoktur.<br />

“Suriyelilere Kızılay Kart Dağıtılıyor,<br />

Devletten Maaş Alıyorlar”<br />

Suriyelilere dağıtılan Kızılay Kartı’nın üzerinde<br />

görülen Avrupa Birliği logosu bu kartlara yatırılan<br />

paranın AB’den geldiğini göstermektedir. AB’den<br />

gelen yardımlar bu kart aracılığı ile dağıtılmaktadır.<br />

Suriyelilerin maaş aldıkları iddiası doğru değildir.<br />

“Suriyeliler 5 Yıl Sonra Türk Vatandaşı Olacak”<br />

Suriyeli üniversite öğrencilerin bir kısmı gerçekten de<br />

1200 lira burs almaktadır ancak burs ücretinin tamamı<br />

Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmemektedir.<br />

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB)<br />

tarafından yapılan açıklamada, “Suriyelilere verilen<br />

1200 liralık bursun finansal kaynağının %85’i Avrupa<br />

Birliği tarafından, geriye kalan %15’lik kısım ise ulusal<br />

kaynaklardan karşılanmaktadır” denilmiştir. 2016-2017<br />

yılında bu burslardan yalnızca 1.425 Suriyeli öğrenci<br />

yararlanmıştır. Program kapsamında toplam 5 bin<br />

öğrenci burs olanaklarından faydalanmaktadır.<br />

“Devlet Suriyeli Öğrencilere 1200 Lira Burs<br />

Veriyor”<br />

Suriyeli üniversite öğrencilerin bir kısmı gerçekten<br />

de 1200 lira burs almaktadır ancak burs<br />

ücretinin tamamı Türkiye Cumhuriyeti tarafından<br />

ödenmemektedir. Yurtdışı Türkler ve Akraba<br />

Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından yapılan<br />

açıklamada, “Suriyelilere verilen 1200 liralık bursun<br />

finansal kaynağının %85’i Avrupa Birliği tarafından,<br />

geriye kalan %15’lik kısım ise ulusal kaynaklardan<br />

karşılanmaktadır” denilmiştir. 2016-2017 yılında<br />

bu burslardan yalnızca 1.425 Suriyeli öğrenci<br />

yararlanmıştır. Program kapsamında toplam 5 bin<br />

öğrenci burs olanaklarından faydalanmaktadır.


30<br />

Güncel Katarakt Cerrahi̇<br />

si̇<br />

ve Göz İçi̇<br />

Lensleri<br />

GÜNCEL<br />

KATARAKT<br />

CERRAHİSİ<br />

VE GÖZ İÇİ<br />

LENSLERİ<br />

OP. DR. F.SAADET YILMAZ<br />

Halk arasında göze perde<br />

inmesi, aksu olarak<br />

isimlendirilen katarakt,<br />

normalde şeffaf olan göz<br />

merceğinin kesifleşmesi ve<br />

bulanıklaşması sonucu ortaya<br />

çıkan bir göz hastalığıdır.<br />

Dünyadaki en yaygın körlük ve<br />

görme azalması nedenidir.<br />

Kataraktın 60 yaş ve üzerinde<br />

görülme oranı yaklaşık %20<br />

olmakla birlikte doğumdan<br />

itibaren her yaşta görülebilir.<br />

İleri yaş, kataraktın en sık<br />

rastlanılan nedeni olsa da çeşitli<br />

sistemik hastalıklar (diyabet,<br />

tiroid, böbrek, kas ve iskelet<br />

hastalıkları) göz içi hastalıkları,<br />

x-ışını, ultraviyole ışınları gibi<br />

zararlı ajanlar, kortizon ilaçları<br />

ve göze alınan darbelere bağlı<br />

olarak da gelişebilir. Genellikle<br />

yavaş ilerler ve çoğunlukla her<br />

iki gözü tutar.<br />

Belirtileri...<br />

• Çeşitli derecelerde görme<br />

azalması<br />

• Sisli, puslu, bulanık görme<br />

• Renkleri mat görme<br />

• Bazen çift görme, kamaşma<br />

ve gece araba kullanamama<br />

• Bebeklerde kataraktlı gözün<br />

içe veya dışa kayması<br />

TEDAVİ...<br />

Günümüzde, kataraktın<br />

gelişmesini önleyecek,<br />

geciktirecek ya da geriye<br />

döndürecek hiçbir konservatif<br />

tıbbi tedavi yöntemi yoktur.<br />

Kataraktın tek tedavisi cerrahi<br />

olup, bulanıklaşmış olan<br />

lensin ameliyatla boşaltılması<br />

ve yerine yapay bir göz içi<br />

merceğin takılmasıdır. Çok<br />

eski çağlardan beri katarakt<br />

ameliyatı tarif edilmiştir.<br />

Hindistan’da merceğin kıvrık<br />

bir iğne ile itilerek göz içindeki<br />

sıvı bölümün içine düşmesi<br />

sağlanmaktaydı. Antik Roma ve<br />

Arap kayıtlarında da benzer tür<br />

işlemlerden söz edilmektedir.<br />

Göz içine lens yerleştirme fikri<br />

ilk olarak MÖ 2. Yüzyıla dayansa<br />

da 1. Dünya savaşı sırasında<br />

İngiliz savaş pilotlarında travma<br />

sonrası göze giren pleksiglass<br />

maddesinin herhangi bir<br />

reaksiyon vermediği gözlenmiş<br />

ve aynı maddeden yapılmış<br />

göz içi lensler tasarlanmıştır.<br />

1949’da Ridley, lensi alınmış bir<br />

gözde pupilin arkasına akrilik<br />

bir lens yerleştirerek bir çığır<br />

açmıştır. Katarakt cerrahisi<br />

günümüzde çok büyük bir<br />

ilerleme kaydederek tüm tıbbi<br />

işlemler içinde en başarılı ve<br />

sonuçları en yüz güldürücü<br />

girişim haline gelmiştir.<br />

Ameliyat zamanı...<br />

Ameliyat zamanı, hastanın<br />

görme düzeyi ve yakınmalarına<br />

dayanarak belirlenir. Bu<br />

konuda katı ve kesin çizgiler<br />

yoktur. Hastanın yaşı, yaşam<br />

biçimi, aktivite düzeyi, görme<br />

gereksinimi, kataraktın tek<br />

veya çift taraflı olması gibi<br />

parametreler göz önünde<br />

bulundurulur.<br />

Anestezi...<br />

Günümüzde katarakt<br />

ameliyatlarının büyük<br />

çoğunluğu lokal anestezi altında<br />

yapılır. Göz çevresi civarına<br />

hiçbir iğnenin yapılmadığı<br />

topikal (anestezik maddenin<br />

damlatılmasıyla uygulanan)<br />

anestezi en sık uygulanan<br />

lokal anestezi çeşididir.<br />

Genel anestezi, çok az sayıda<br />

hastada, örneğin; çocuklarda<br />

ileri derecede endişeli, sinirli<br />

ya da zeka geriliği olan<br />

veya demansdaki hastalarda<br />

uygulanır.<br />

Ameliyat Yöntemleri...<br />

Ameliyatta iki yöntem<br />

kullanılmaktadır.<br />

Fakoemülsifikasyon yöntemi ve<br />

yeni jenerasyon Femtosaniye<br />

lazer yardımlı katarakt cerrahisi<br />

yöntemidir. Fakoemüisifikasyon


Güncel Katarakt Cerrahi̇<br />

si̇<br />

ve Göz İçi̇<br />

Lensleri<br />

31<br />

yönteminde alet yardımıyla çok<br />

küçük kesi yapılıp katarakt,<br />

ultrasonik tekniklerle parçalanır<br />

ve aspire edilir, Femtosaniye<br />

lazer yönteminde ise kesi<br />

ve kataraktın parçalanması<br />

işlemleri lazer yardımıyla<br />

yapılır ve göz içine yapay lens<br />

yerleştirilir.<br />

Göz içi lensinin gücü<br />

ameliyat öncesi biyometriyle<br />

hesaplanarak belirlenir. Hata<br />

payı genellikle düşüktür.<br />

İdeal bir göz içi lensi göz<br />

içine kolayca yerleştirilmeli,<br />

inflamasyonu uyarmayacak<br />

fiziksel ve kimyasal yapıda<br />

olmalı, göz içinde stabil kalmalı,<br />

herhangi bir göz dokusuna<br />

bası yapmamalı ve en iyi optik<br />

sonuçları vermelidir.<br />

Katarakt ameliyatı sırasında<br />

hastaya hangi merceğin uygun<br />

olacağına, muayene sırasında<br />

detaylı tetkikler yapılarak gözün<br />

yapısına göre hekim tarafından<br />

karar verilir.<br />

Göz içi lens tipleri...<br />

Monofokal(tek odaklı)<br />

lensler: Her lens bölgesi eşit<br />

güçtedir, ışıklarda yansıma ve<br />

harelenme yapmazlar. En net<br />

ve keskin görüşü sağlayan bu<br />

tip merceklerdir, uzak görüş<br />

sağlarlar, önceki astigmatı<br />

düzeltmezler ve hastaların yakın<br />

gözlük kullanmaları gerekir.<br />

Torik lensler: Astigmatı<br />

düzeltirler, belli bir pozisyonda<br />

durmaları gerekir. Hem tek<br />

odaklı hem de çok odaklı<br />

merceklerin astigmatı da<br />

düzelten torik çeşitleri vardır.<br />

Multifokal yani Bifocal (uzakyakın)<br />

lensler: Hem yakını hem<br />

de uzağı gözlüksüz görmeyi<br />

sağlarlar. Ara mesafede görüş<br />

yetersiz kalabilir. Özellikle<br />

geceleri ve çok ışıklı ortamlarda<br />

ışıklar etrafında saçılmalar,<br />

harelenmeler olabilir. Bunlar<br />

genelde geçicidir, ancak nadiren<br />

kalıcı da olabilir. Özellikle gece<br />

araba kullanmak zorunda olan<br />

kişilere uygun değildir.<br />

Trifokal (uzak-orta-yakın)<br />

lensler: Halk arasında akıllı<br />

lensler de denilen bu lensler;<br />

yakın, orta ve uzak mesafelerde<br />

net görme sağlar. Bu tip lens<br />

takılan hastalar gözlüksüz<br />

kitap okuyabilir, bilgisayar<br />

kullanabilir ve televizyon<br />

seyredebilir, günlük yaşamına<br />

gözlüksüz devam edebilir. Ancak<br />

loş ortamlarda görüş yetersiz<br />

kalabilir, çok ışıklı ortamlarda<br />

ışık saçılmaları olabilir.<br />

Sonuç olarak katarakt<br />

özellikle yaşla birlikte ortaya<br />

çıkan ve sık rastlanılan bir göz<br />

hastalığıdır. Bunun tedavisi<br />

cerrahidir. Katarakt cerrahisi<br />

ve göz içi lens yerleştirilmesi<br />

günümüzde ileri tekniklerle<br />

yapılan ve sonuçları yüz<br />

güldürücü olan bir girişimdir.


32<br />

Medine’de<br />

Unutulan<br />

Mescidler<br />

Hicret yurdu Medine’nin her<br />

bir metresinde iki cihan nuru<br />

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in<br />

(S.A.V.) ve ashabının kokusu<br />

hissedilir.<br />

Bizler ise bu yazımızda Umre<br />

ziyaretinde belki de gözden kaçan<br />

ancak unutulmaması gereken<br />

mescitleri ele alacağız.<br />

HZ. PEYGAMBER’İN YAĞMUR<br />

DUASINA ÇIKTIĞI MESCİD: GAMMAME<br />

Mescid-i Nebevi’nin yaklaşık 500 mt.<br />

Güneybatısında yer alan alan Musalla<br />

mescidi olarak da bilinir. Peygamber<br />

Efendimiz (s.a.v.)’in Medine-i<br />

Münevvere’deki ilk ve son dört<br />

sene bayram namazlarını da burada<br />

kıldırdığı rivayet olunur.<br />

Allah Resulü (s.a.v) Habeşistan kralı<br />

Necaşi’nin gıyabi cenaze namazını<br />

orada kılmıştı. Ayrıca Allah Resulü<br />

(s.a.v) orada namaz kıldığında bir<br />

bulut onu gölgelemişti. Bu nedenle<br />

buraya bulut manasına gelen GAMÂME<br />

adı verilmiştir.<br />

Osmanlı sultanı I. Abdülmecit<br />

tarafından yaptırılan ve irili ufaklı 10<br />

kubbeli mescid, bakıldığında bulutu<br />

andıran bir görünüme sahiptir. 1990’lı<br />

yıllarda Suudlular tarafından tamir<br />

ettirilmiştir.<br />

Ebû Hureyre’nin bildirildiğine göre<br />

Peygamberimiz (s.a.v.) bir seferden<br />

döndüğünde bu yere uğrar, kıbleye<br />

dönerek dua ederdi.<br />

Yine Peygamberimiz (s.a.v.) Uhud’a<br />

giderken ordusunu burada toplamış ve<br />

Uhud’a hareket etmiştir.<br />

Medine’ye gelen kafilelerin konakladığı<br />

Menaha adlı bu yerin bir bölümü<br />

musalla haline getirilmişti.


Gammame Mescidi, giriş ve namaz<br />

kılınan olmak üzere iki bölümden<br />

oluşur.<br />

EBU LUBABE’NİN<br />

YAĞMURLA İMTİHANI<br />

33<br />

Bir cuma günüydü... Çoktandır<br />

yağmur yağmamış, Medine’de<br />

kuraklık hüküm sürüyor idi. Böyle<br />

durumlarda Peygamberimiz dua<br />

eder, Allah’tan rahmet isterdi.<br />

Namazdan sonra Peygamberimiz<br />

mübarek ellerini kaldırdı, üç defa<br />

“Allah’ım, bize rahmetini gönder!”<br />

diye dua buyurdu. O sırada Ebû<br />

Lübâbe de orada hazır bulunuyordu.<br />

Peygamberimiz dua ettiği zaman<br />

yağmurun yağacağını biliyordu.<br />

Yağmur şiddetli yağarsa ambarı<br />

su basar ve hurmalar bozulabilirdi.<br />

Bu endişe içinde Resûli Ekrem<br />

Efendimizin yanına geldi, saf bir<br />

şekilde, “Yâ Resulallah, ambarda<br />

hurma var. Yağmur yağarsa<br />

zarar görebiliriz!” dedi.<br />

Peygamberimiz umumun menfaati<br />

için Allah’tan yağmur istiyordu,<br />

fakat Ebû Lübâbe ise kendi<br />

hurmalarının derdindeydi… Onun<br />

bu niyetini bilen Peygamberimiz,<br />

mescidinin önünde sahabelerin de<br />

hazır bulunduğu bir yerde latife<br />

olarak duasına şunları da ekledi:<br />

“Ya Rabbî, Ebû Lübâbe,<br />

ambarının deliklerini elbisesiyle<br />

tıkamaya mecbur kalıncaya<br />

kadar yağmur ver.”<br />

Ebû Lübâbe, “Gökyüzünde hiç<br />

bulut yoktur, yâ Resûlallah!”<br />

demeye kalmadı, hava karardı,<br />

şimşekler çaktı, şakır şakır, bardaktan<br />

boşanırcasına yağmur yağmaya<br />

başladı. Kısa zamanda her taraf su<br />

doldu. Ebû Lübâbe telaşlıydı. Sahabiler<br />

etrafına toplanarak şöyle dediler:<br />

“Ey Ebû Lübâbe, sen Resûlullah’ın<br />

dediğini yapıncaya kadar<br />

bu yağmur kesilmez.”<br />

Sonunda Ebû Lübâbe o hâle geldi<br />

ki, hurma ambarının açık yerlerini<br />

tıkamaya bir şey bulamadı, nihayet<br />

sırtından elbisesini çıkardı, su giren<br />

yerlere tıkamaya başladı. Böylece<br />

yağmur da kesildi. Ebû Lübâbe birazcık<br />

olsun zarar görmüşse de susuzluk ve<br />

kuraklık gitmişti. Peygamberimizin<br />

latifesine muhatap olan Ebû Lübâbe<br />

tam olarak rahmete kavuşmuştu.<br />

Ebu Bekir Mescidi<br />

Mescid-i Ebubekir diye bilinen<br />

bu yer Mescid-i Musallâ’nın<br />

kuzeybatısındaki Amîdiyye sokağının<br />

başındadır. Hz. Ebu Bekir (r.a.)<br />

halifeliği sırasında burada bayram<br />

namazı kıldırdığı için bu adı almıştır.<br />

Bu yerde Peygamber Efendimiz<br />

de bayram namazı kıldırmıştır.<br />

İlk defa Ömer b. Abdülaziz tarafından<br />

inşa edilen mescid, 1838’de Sultan<br />

II. Mahmud tarafından yenilenmiştir.<br />

1990’da tamirattan geçirilen ve 292<br />

m2’lik bir alanı kaplayan mescid halen<br />

Osmanlı mimari tarzını korumaktadır.<br />

Giriş kapısının üstünde Osmanlı<br />

tuğrasını gözden kaçırmamak gerekir.<br />

Hz. Ebu Bekir Es Sıddık Mescidi<br />

Girişinde Osmanlı Tuğrası Medine’deki<br />

diğer Osmanlı mescitleri gibi ibadete<br />

kapalı olan mescit, mahzun bir şekilde<br />

ibadete açılmayı beklemektedir.<br />

Hz. Ömer Mescidi<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in<br />

bayram namazlarını kıldırdığı<br />

yerlerden biri de Hz. Ömer<br />

Mescidi’nin yeridir.<br />

Büyük İslam Halifesi Hz. Ömer<br />

(r.a.) bayram namazlarını<br />

Efendimiz (s.a.v.)’e uymak<br />

amacıyla burada kıldırmıştır.<br />

Mescid-i Nebevi’den 455 m.<br />

uzaklıktadır. Osmanlı Sultanı<br />

II. Mahmud tarafından Hicri<br />

1411 yılında tamir ettirilmiştir.<br />

Hz. Ebu Bekir Es Sıddık Mescidi Medine-i Münevvere,<br />

Çevresinde yükselen otellerin<br />

arasında adeta kaybolan mescid<br />

günümüzde ibadete kapalıdır.<br />

Hz. Ali Mescidi<br />

Peygamber Efendimiz<br />

(s.a.v.)’in bayram namazlarını<br />

kıldırdığı yerlerden biridir.<br />

Mescid-i Nebevi’den 290 m<br />

uzaklıktadır. 1662’de Medine’yi<br />

ziyaret eden Ebu Salim el-Ayyaşı,<br />

Hz. Peygamber’in muhtelif yerlerde<br />

bayram namazı kıldırdığını bunlardan<br />

üç tanesinin meşhur olduğunu<br />

kaydeder. Bunlardan birisi de Mescid-i<br />

Ebu Bekir’in hemen kuzeyinde, Hz.<br />

Osman evinde isyancılar tarafından<br />

kuşatıldığında Hz. Ali’nin Medine<br />

musallasında bayram namazını<br />

kıldırdığı yerdir. İlk defa Ömer b.<br />

Abdülaziz tarafından inşa edilen<br />

Mescid-i Ali, 1990’da 882 m2’lik bir<br />

alan üzerine eski tarzına benzer bir<br />

şekilde yeniden inşa edilmiştir.


34<br />

1. Bölüm<br />

“SANAT, ALLAH’I ARAMAKTIR”<br />

Ebru sanatını ele alalım<br />

mesela. Görünen yönü<br />

nedir? Boyalı bir kâğıttır<br />

ya da bir laledir. Ebru<br />

deyince akla bu gelir<br />

fakat bu sadece işin<br />

görünen tarafıdır.<br />

-Başlarken, sanatı ve sanatçıyı<br />

nasıl tanımlarsınız?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Biraz zor bir soru bu. Ne<br />

sanatın ve sanatçının doğru<br />

dürüst bir tanımı var aslında.<br />

Sanatın tanımı binlerce belki<br />

on binlerce ama bu her<br />

tanım da tanımı yapana göre<br />

doğrudur. Herkes nasıl bunu<br />

hissediyorsa nasıl görüyorsa<br />

o şekilde doğrudur. Mesela<br />

modern çağdaş ressamlarından<br />

biri, “Elinin kirini pantolonuna<br />

silmek sanattır” diyor. Kendince<br />

haklı, onun içyapısına göre<br />

doğru ama özet olarak bizim<br />

anladığımız anlamda sanat<br />

biraz daha farklı. Şöylece<br />

çok kısaca özetleyebiliriz:<br />

Sanatçı, yaptığı sanat ile fark<br />

etmeksizin kendi iç dünyasını<br />

açığa çıkaran kişidir. Hedeflediği<br />

amaca uygun hareket eden<br />

kişidir. Örneğin şimdi bizim<br />

sanatlarımızın yani Türk ve<br />

İslam sanatlarının hedefinde bir<br />

ilahi güzellik arayışı vardır. Bunu<br />

da Necip Fazıl çok veciz bir<br />

sözle söylemiş demiş ki;<br />

“Anladım işi sanat Hakkı<br />

aramakmış<br />

Marifet bu gerisi çelik<br />

çomakmış...’’<br />

-Yani sanat Allah’ı aramak... İlahi<br />

güzellikleri taklit ederek yaradana<br />

yaklaşmak, sanattan murad<br />

görünene bakıp görünmeyene<br />

ulaşmaktır.<br />

Sanatçı kavramına gelecek<br />

olursak herkes bir şekilde<br />

sanatla mutlaka ilgilenir.<br />

Sanatın içindedir. Yani en<br />

azından giydiğiniz bir gömleğe<br />

uygun bir kravat ararken<br />

yakışıyor mu yakışmıyor mu<br />

diye baktığınızda da aslında<br />

orada bir estetik, bir güzellik<br />

arayışı içindesinizdir. Bu gibi<br />

estetik arayışı çocukluğumuzdan<br />

itibaren hayatımızın her<br />

çağında mutlaka bir şekilde<br />

karşılaştığımız, farkında olarak<br />

ya da olmayarak yaptığımız<br />

bir şeydir. Yani herkes sanatla<br />

iç içedir ama bunu amaç<br />

olarak, bunu yaşam tarzı<br />

olarak seçenler, meslek<br />

olarak seçenler, işte onlar<br />

zanaatkâr ya da sanatkâr olarak<br />

değerlendirilebilir.<br />

-Peki, sanatçı ve zanaatçı<br />

arasındaki fark nedir?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Şimdi bir şey sanat mıdır zanaat<br />

mıdır? Sanat ne için vadır?<br />

Önce bunu bilmemiz lazım. Bu<br />

tartışmalar tarihin başından<br />

beri vardı. “Sanat, sanat için”,<br />

“sanat, toplum için”, “sanat,<br />

inanç için” v.s. biz onların<br />

hiçbirine girmeden ve başka<br />

bir pencereden bakıp özet<br />

olarak, sanatın iki yönü vardır<br />

diyebiliriz. Zahiri ve batıni yönü.


35<br />

Yani görünen ve görünmeyen<br />

yüzü. Ebru sanatını ele alalım<br />

mesela. Görünen yönü nedir?<br />

Boyalı bir kâğıttır ya da bir<br />

laledir. Ebru deyince akla bu<br />

gelir fakat bu sadece işin<br />

görünen tarafıdır. Bu görünen<br />

tarafın peşinden koşanlar, yani<br />

daha evvel yapılmışları taklit<br />

ederek bu zanaatı icra edenler,<br />

işte onlar zanaatkârdırlar.<br />

Çünkü kendileri fikir olarak yeni<br />

bir şey katmıyorlar. Kendileri<br />

işçilikleri ile bir icraatçıdırlar.<br />

Başka bir örnek verelim,<br />

diyelim ki efendim siz çalgı<br />

aleti sanatçısınız ve bana<br />

dediniz ki “Ben ud çalıyorum.”<br />

Aman ne güzel. Ne yaptın ne<br />

ettin? “Efendim Cemal Reşit<br />

Bey’de bir konser verdik.<br />

İsmail Dede Efendi’den Kürdili<br />

Hicazkâr… Eserini çaldık.”<br />

Eee, şimdi bir dakika! Sen<br />

onun sanatçısı olmadın. Sen<br />

onun icraatçısı oldun. Onun<br />

sanatçısı Hamamizade İsmail<br />

Dede Efendi. O bir eser yapmış.<br />

Sen onun bir şekilde icra<br />

ediyorsun. Kendin bir yorumda<br />

katsan, kendinden bir şeyler<br />

de ilave etsen, ana hatlarıyla<br />

onun takip ettiğin zaman sen<br />

onun icraatçısı oluyorsun.<br />

Onun sanatçısı olamıyorsun.<br />

Diyelim ki bir Hattat ‘ben<br />

hat sanatçısıyım’ diyor. Ne<br />

yapıyorsun diye soruyorsun,<br />

“Geçenlerde sülüs bir besmele<br />

yazdım.” diyor. Şimdi bir dakika!<br />

Bak sen sülüs dediğin zaman,<br />

onun bir kalıbı var, ölçüsü var,<br />

şekli var. Onu değiştiremezsin.<br />

Elif’in boyunun bir uzunluğu<br />

var. 7 nokta kadar olacak. Azıcık<br />

uzun yaptım dersen olmaz. Biz<br />

görmüyoruz ama hattatların<br />

çok keskin gözleri var, onlar<br />

görürler o hatayı. Bir kalıba<br />

sokulmuş şeyi yapıyorsan sen<br />

onun icraatçısısın. Peki, sen ne<br />

zaman sanatçı olursun? Yeni bir<br />

yazı tarzı ortaya koyarsan ve<br />

yerine oturursa, hiç yapılmamış<br />

denenmemiş çalınmamış<br />

bilinmemiş bir makam ortaya<br />

koyduğun zaman, onun<br />

sanatçısı olursun. İnovasyon<br />

diye bir şey var. İnovasyon<br />

dediğimiz şey aslında bir yenilik<br />

manasında dört adımlık bir şey.<br />

Birincisi hayal. Yeni bir şeyler<br />

hayal edeceksin. Bu hayal<br />

uygulanabilir olacak. Yani kendi<br />

çağında uygulanamaz da olabilir<br />

aslında. Eğer bir ilham gelmişse<br />

bu mutlaka gerçekleşir. İnsanın<br />

aklına gelen başına da gelir<br />

gerçekleşmeyecek bir şey<br />

cenabı Allah asla ilham etmez.<br />

Üçüncüsü, pazarlanabilir olacak.<br />

Dördüncüsü satılacak. Satılabilir<br />

olacak. Bu dört adım olursa sen<br />

bir yenilik yapmış oluyorsun.<br />

Özetle, yeni bir şey hayal<br />

ediyorsun. Onu uyguluyorsun.<br />

Onu sen teşhir ediyorsun.<br />

Sergi açıyorsun ne bileyim<br />

galeriye götürüyorsun falan<br />

eleştirmenleri geliyor. Eğer<br />

birileri de ona para verirse işte<br />

o gerçekleşmiş olur. Sanatta<br />

başarı takdir tenkit ya da işte<br />

iltifat da değildir bu arada.<br />

Asıl başarı taklittir. Siz bir şey<br />

ortaya koyduğunuzda birileri<br />

de sizi taklit etmeye başlıyorsa<br />

o zaman siz başarıya ulaşmış<br />

oluyorsunuz. Senin işinin<br />

zanaatı yapılıyorsa sen sanatı<br />

yapmışsındır.<br />

-Ebrûyla siz nasıl tanıştınız?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

1973 yılında devlet Güzel<br />

Sanatlar Akademisi’nde<br />

eğitime başladım. Tesadüfen<br />

eğitime başladım. Hiç aklımda<br />

yoktu. Benim bütün sülalem<br />

hukukçudur. Ben de hukukçu<br />

olacaktım. Zaten rahmetli<br />

babam noterdi, ben de onun<br />

yanında başkâtiplik yaptım bir<br />

müddet. Ama işte suyolunu<br />

başka bir şekilde buldu. O sene<br />

tanıştığım ve talebesi olduğum<br />

rahmetli hocam Emin Barın,<br />

hat dersi, yazı dersine giriyordu<br />

ama kendisi aynı zamanda Arap<br />

alfabesini de çok iyi biliyor.<br />

O bize hat sanatının ne kadar<br />

yüce bir sanat olduğunu eski<br />

ustalardan menkıbeler anlatarak<br />

sevdirmeye çalıştı. Mesela<br />

meşhur Hafız Osman’ın bir<br />

“Vav” hikâyesi vardır. İlk kez<br />

hocamdan dinlemiştim.<br />

“Hafız Osman fırtınalı bir<br />

günde dolmuş kayıkla<br />

Beşiktaş’a geçecektir. Bir<br />

kayığa biner. Yol bitmek


36<br />

1. Bölüm<br />

üzereyken kayıkçı ücretleri<br />

ister. Fakat Hafız Osman<br />

o gün aceleyle çıktığı<br />

için yanına para almayı<br />

unutmuştur. Kayıkçıya,<br />

“Efendi, yanımda param<br />

yok, ben sana bir “vav”<br />

yazayım, bunu sahaflara<br />

götür karşılığını alırsın”<br />

der. Kayıkçı yüzünü ekşitip<br />

söylenerek yazıyı alır. Bir<br />

müddet sonra kayıkçının<br />

yolu sahaflar tarafına düşer.<br />

Bakar ki yazılar, levhalar<br />

iyi fiyatlarla alınıp satılıyor.<br />

Cebindeki yazıyı hatırlar<br />

ve götürür satıcıya. Satıcı<br />

yazıyı alır almaz “Hafız<br />

Osman vav’ı” diyerek açık<br />

artırmaya başlar. Sonuçta<br />

iyi bir fiyata “vav”ı satar<br />

kayıkçı. Kayıkçı bir haftalık<br />

kazancından daha fazlasını<br />

bu “vav” ile kazanmıştır.<br />

Bir gün Hafız Osman yine<br />

karşıya geçecektir ve yine<br />

aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır.<br />

Yol bitmek üzereyken yine<br />

ücretler toplanır. Hafız<br />

Osman da yol ücretini uzatır<br />

kayıkçıya. Kayıkçı “Efendi<br />

para istemez, sen bir “vav”<br />

yazıver yeter” der. Hafız<br />

Osman gülümseyerek der ki;<br />

“Efendi o “vav” her zaman<br />

yazılmaz.” Sen dua et para<br />

kesemi yine evde unutayım’<br />

der.”<br />

Bu 60’lı yılların sonlarında<br />

İstanbul Üniversitesi’nin<br />

‘Saatli Kapısı’nın kitabesi<br />

tamir edilmek istenmiş. O<br />

Türkiye’de onu yapacak bir<br />

usta bulamamışlar. İspanya’da<br />

uzman getirmişler. Orayı tamir<br />

ettirmişler. İşte şimdi siz kendi<br />

sanatınızla ilgilenmezseniz, bu<br />

kadar birikmiş kültür mirası<br />

İngiliz’e, Alman’a mı kalacak<br />

dedi? Ben de zaten mütedeyyin<br />

bir aileden geliyorum.<br />

Çocukluğumdan beri evimizde<br />

hatlar, Kur-an’lar vardır zaten.<br />

O yaşta bir delikanlılık yaptım.<br />

Dedim hocam peki bunu nasıl<br />

öğrenebilirim ben?<br />

‘Önce git, şu eserlere bir bak<br />

bakalım’ dedi, Süleymaniye<br />

Kütüphanesi’ne gönderdi.<br />

Gittim, Allah rahmet eylesin<br />

Muammer Ülker, müdür<br />

muaviniydi galiba. Kendisine<br />

hocamın selamını götürdüm.<br />

Hat eserlerini gösterirken<br />

baktım bazılarının zemininde,<br />

bazılarının köşelerinde boyalı<br />

bir şeyler var. Allah Allah öyle<br />

bakıyorum, fırça izi yok, yani<br />

fırça ile yapılmaz. Suluboya<br />

değil pistole işi hiç değil,<br />

yağlı boya değil. Hiç bir şeye<br />

uyduramıyorum. Ya hocam<br />

dedim; o kenarlarda boyalı bir<br />

şey var nedir? Ebrû’dur dedi.<br />

İşte o an nasıl oldu bilmiyorum<br />

bir aşktır düştü gönlüme ve<br />

ebrunun içinde çok farklı bir<br />

dinamizmin olduğunu hissettim.<br />

Ondan sonra bildiğim tek<br />

şey, suyun üstünde yapılıyor<br />

olmasıydı. Ne bir kitap var,<br />

ne usta var? Yalnızca Mustafa<br />

Düzgünman diye tek bir usta<br />

var. O da haklı olarak kırgın,<br />

küskün... Marifet gösteriyor,<br />

yüzüne bakan yok. 25 kuruşa<br />

ebrû satıyor, bir simit 25 kuruş<br />

o zaman düşünün. Sonradan<br />

kendisinin değeri anlaşıldı çok<br />

şükür de geç kalındı tabii.<br />

-Tam bir “rastlantı” olmuş, olması<br />

gerektiği gibi dosdoğru. Peki,<br />

ebrûda rüştünüzü nasıl ispat<br />

ettiniz?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Sonra elime hangi boya geçse<br />

şevkle su üzerinde yüzdürdüm.<br />

Klasik ebru nasıl yapılıyor<br />

onu bulmaya çalışıyorum ama<br />

bambaşka şeyler çıkıyor. Sonra<br />

1974 yılında, Bilim ve Teknik<br />

Dergisi’nin Mayıs sayısında bir<br />

fotoğraf gördüm. “Denizler<br />

kirleniyor” yazıyor işte başlıkta.<br />

Baktım benim yaptığım<br />

ebrûlara çok benziyor. O<br />

zaman dedim işte demek ki bu<br />

tabiatta var olan bir şey. Onun<br />

üzerine devam ettim. Önceleri<br />

arkadaşlarım almaya başladılar<br />

işte 25 kuruşa ebru satıyorum.<br />

Hocalarım da desteklediler.<br />

Nurullah Berk vardı, bizim<br />

resim hocamız, hep derdi ki;<br />

“ilk ben göreceğim.” Edip Hakkı<br />

Köseoğlu vardı bir de yine<br />

resim hocamız. O da “kimseye<br />

göstermeden bana göster”<br />

derdi. Aralarından güzel olanları<br />

seçerdi.


37<br />

Daha sonra benim yaptığım<br />

işler de gelişti. Bu tabiatla<br />

olan benzerliği, Teknik<br />

Üniversitesi’nde yaptığımız bir<br />

sergi ve kataloğunda ebrunun<br />

mermer yüzü olarak yer<br />

aldı. Sudan çıkan desenlerin<br />

tabiattaki benzerliklerini yan<br />

yana getirdiğimiz bir çalışma<br />

oldu. 1988 yılında İngiltere’de<br />

Royal College of Art adında<br />

bir sanat okulu var. Köklü de<br />

bir üniversite. 250. kuruluş<br />

yıldönümünde orada sergi teklif<br />

ettiler. Onun üzerine kalktım<br />

gittim. Orada değerli bir küratör<br />

var entelektüel bir hanımefendi,<br />

Rose Issa. Ebru hakkında da<br />

yayımlanmış makaleleri var. Time<br />

Out adında bir dergide o kullandı<br />

ilk kez “Barut Ebrusu”nu. O da tabii<br />

benim bu ebru grafiğinde çok<br />

ciddi bir zıplama yaptı.<br />

-Evet, internette bulduğunuz bu<br />

tekniği kimseyle paylaşmadığınız<br />

da söyleniyor, bu doğru mudur?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Yok, bu doğru değil. Kolaydan<br />

hazıra konmak isteyenlerin<br />

uydurduğu bir dedikodudur.<br />

Barut ebrusunu taklit eden<br />

de var, yapanlar da var. Bazı<br />

özel bilgiler hak etmeyene<br />

verilmez. Şimdi her şeyin bir<br />

vergisi vardır. İşte araban<br />

varsa taşıt vergisi, evin varsa<br />

emlak vergisi, gelirin varsa<br />

gelir vs... Bilginin de vergisi<br />

vardır. Şöyle bir durum daha<br />

var. Sen taşıt vergi ne götürüp<br />

emlak vergi dairesine, tüketim<br />

vergini götürüp başka bir vergi<br />

dairesine yatıramazsın. Hepsinin<br />

bir yeri var. Bilginin de vergisi<br />

öğretmektir ve yeri vardır.<br />

Herkese her şey verilmez. Bu<br />

iş hak edene verilir. Yoksa iş<br />

karmaşaya döner, amacından<br />

şaşar. Bilgi yanlış kişinin<br />

eline geçerse onu yanlış bir<br />

şekilde kullanılabilir. Şimdi<br />

benim buradaki biraz tutumlu<br />

olmanın başka bir amacı da,<br />

istiyorum ki insanlar birilerini<br />

taklit etmekten vazgeçsinler.<br />

Demek ki böyle burada başka<br />

bir şey daha yapılabiliyormuş,<br />

bak birileri yaptı başarılı oldu<br />

diyebilsinler. Hayal kursunlar.<br />

Bir arayışa yönelsinler. Biz de<br />

arayalım desinler. Aramayla<br />

bulunmuyor ama bulanlar hep<br />

arayanlardır. Böyle olsun ki bu<br />

sanatta yepyeni türler çıksın da<br />

daha ciddi tekâmüller olsun.<br />

Gönlüm istiyor ki bu Ebrû’da<br />

yenilikler olsun. Yani kendi<br />

içinde bir yenilenme olsun.<br />

Bu sanat Türklerle doğdu,<br />

İstanbul’da neşv ü nemâ<br />

(gelişti, büyüdü) buldu<br />

ve yine öyle devam etsin.<br />

Bizde gelişimini sürdürsün.<br />

O bakımdan insanları biraz<br />

teşvik etmek açısından, biraz<br />

da zora koşmak ve özendirmek<br />

açısından çok farklı şeyler<br />

yapıyorum. Belki bu sayede yeni<br />

bir şey ortaya çıkar. Ne bileyim<br />

bir barut ebrûsu çıktı, bir Ahmet<br />

– Mehmet, Ayşe - Fatma ebrûsu<br />

çıksın. Yani niyetim olur. Yoksa<br />

bu sır olarak saklı değil. Zaten<br />

yazılı olarak da var, benden<br />

sonraya da kalacak. Özellikle<br />

barut ebrûsunu ciddi ciddi<br />

yapanlar ve becerenler de var.<br />

-Peki, bu yapmış olduğunuz atılım<br />

için ebrûyu bir şekilde modernize<br />

ettiğinizi söyleyebilir miyiz?<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Rahmetli Mustafa Düzgünman<br />

benim ebrular için bu ifadeyi<br />

‘’biz bunlara ebru değil<br />

diyemeyiz, desek desek<br />

MODEREN ebru deriz’’ şeklinde<br />

kullanmıştır.<br />

Ancak, Modern dediğimiz şeyin<br />

de doğru düzgün bir tanımı yok<br />

aslında. Ne bileyim işte geçen<br />

yüzyıllarda Avrupa’da arnuvo<br />

(yeni sanat) diye bir tarz çıktı.<br />

Arap alfabesinden esinlenilerek<br />

bir takım desenler oluşturuldu.<br />

Fransa’dan o zaman çok<br />

moderndi ama şimdi 200 sene<br />

öncesinde kaldı o modernlik.<br />

Onu biz nasıl anlatacağız? Şimdi<br />

her an İnsanların iç duyguları<br />

değişiyor. Bu değişime paralel<br />

olarak da ürettikleri sanat<br />

eserleri değişiyor. Bu değişim<br />

içinde de klasik ve gelenek veya<br />

modern kelimelerinin çok ciddi<br />

bir tarifi yok. Gelenek diyoruz<br />

mesela. Ne geliyor akla? Daha<br />

önce yapılmış bitmiş ölmüş<br />

ve sabitlenmiş şeyler. Bağnaz<br />

fikirli veya yobazlar uğraşıyor<br />

denilebiliyor. Anlaşılan o. Ama<br />

biz bunu “gelene ek” olarak<br />

algılayacağız. Böyle anlamamız<br />

lazım. Eskiden ananevi derlerdi<br />

değil mi? Gelenekselin adı<br />

buydu. Onu da ben şöyle<br />

okuyorum an- an- nevi. Yani<br />

her an yeni... Biz geleneği ve<br />

modernizim’i böyle anlarsak<br />

onu daha iyi ihya ederiz daha<br />

iyi geliştiririz. Öteki türlü<br />

yaptığımız şey sadece bir<br />

hasret ile eskiyi taklit etmekten<br />

öteye gitmez. Taklit vs diyorum<br />

yanlış anlaşılmasın. Bunları<br />

ısrarla bilelim diyorum. Biz<br />

onu yapmayalım demiyorum.


38<br />

1. Bölüm<br />

Gelenek, yani eskiden yapılmış<br />

şeyler, bu işin alfabesidir. Bir<br />

Japon atasözü var çok hoşuma<br />

gider; “Eskiyi bil yeniyi öğren.”<br />

Eskiyi bilirsen yeniyi öğrenirsin.<br />

Eskiyi bilmeden yeni öğrendiğin<br />

zaman onun içi boş olur, altı boş<br />

olur. Kökü olmayan bir ağaç olur<br />

olmaz.<br />

SÖYLENEN SÖYLENDİ<br />

CANCAĞIZIM,<br />

BUGÜN YENİ ŞEYLER<br />

SÖYLEMEK LAZIM.<br />

Hz. Mevlana<br />

-Ebrûcu ve Ebrûzen tartışması var<br />

bir de...<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Şimdi bu ‘cu’ eki aslında<br />

Türkçe’yi zayıflatmak için<br />

uydurulmuş bir ektir maalesef.<br />

Türkçeleşiyoruz diye dilimizdeki<br />

çok güzel kelimeleri attık, sırf<br />

kökeni Arapça’da Farsça diye...<br />

Batıdan kelimeler ve ekler<br />

ithal ettik. Şimdi Hatçı dersek<br />

ne anlarız? Bu hat satan bir<br />

kimse mi? Hat ise neyin hattı?<br />

‘Demiryolu hattı mı, telefon<br />

hattı mı?’ diye düşünüyoruz.<br />

Ama hattat dediğimiz zaman<br />

aklımıza direkt olarak hat<br />

sanatını icra eden kişi geliyor.<br />

Bir hatıramı anlatayım. Yavuz<br />

Selim Kız Meslek Lisesi’ne bir<br />

talebem, cilt hocası olarak<br />

atanmış gitmiş. Benden de rica<br />

etti, çocuklara böyle bir teşvik<br />

olsun diye, “gel şunlara hocam<br />

bir ebru göster” dedi. Gittim.<br />

Cıvıl cıvıl gençler... Yapıyoruz,<br />

şakalaşıyoruz, fikir paylaşıyoruz.<br />

Kırmızı olsun mavili olsun, bana<br />

taraklı yap bana bilmem ne yap<br />

falan. İki kişi böyle dört beş<br />

metre geride küskün küskün<br />

oturuyor. Ama dikkat çekecek<br />

kadar ilgisizler. Herkes de çok<br />

eğleniyor. Biliyorsunuz ebru çok<br />

hızlı gelişen, sürpriz dolu bir<br />

sanattır. Dayanamadım ‘‘yahu<br />

kızım dedim bak arkadaşların<br />

ne güzel işler yapıyor bu<br />

ebruları kullanacaklar. Siz<br />

niye ilgisizsiniz?’’ Ay Hocam<br />

biz cilt bakımı diye seçtik<br />

bu bölümü karşımıza kitap<br />

çıktı dedi kızcağız. (Gülüyor)<br />

Şimdi, eğer dersin adı Mücellit<br />

olsaydı o zaman bu hataya<br />

düşmeyeceklerdi. Şimdi<br />

kudümcü veya neyci dersek ne<br />

anlarız, bunları yapıp, satan ya<br />

da işte koleksiyoneri gibi bir şey<br />

anlarız. Kudüm zen dediğimizde<br />

kudüm vuran (orkestra şefi),<br />

neyzen dediğimizde de Ney’i<br />

üfleyen anlaşılıyor. Ebrucu<br />

dediğimiz zaman evet bu<br />

insanlar belki Ebru’yu iyi bilirler,<br />

Koleksiyonerleridir. Malzemesini,<br />

ebrulanmış kâğıtları satar,<br />

ticaretini bilmem ne işse<br />

yapar ama Ebruzen dediğimiz<br />

zaman o işi bir fiil yapan,<br />

üreten anlamına gelir. Onun<br />

için Ebrucu da vardır; Ebruyu<br />

amatör olarak yapar, hayat<br />

tarzı olarak benimsenmiştir,<br />

malzemesini bilir ödü tanır,<br />

boyayı tanır, fırçayı tanır Ama<br />

sadece bir heves olarak yapar.<br />

O sanatı tümüyle icra ediyorsa<br />

Ebruzen olur. Şimdi resim yapan<br />

bir çocuğa ressam diyemeyiz.<br />

O yüzden Ebru ile sadece<br />

ilgilenen kişilerle, bu işi sanat<br />

olarak yapanları ayırabilmemiz<br />

için böyle bir kelime ayrımının<br />

kullanılması gereklidir<br />

kanısındayım.<br />

-Başka ne tür yanları var peki?<br />

Tasavvufi bir yönünün olduğunu<br />

da biliyoruz...<br />

Ahmet Hikmet Barutçugil:<br />

Tabii... Ebru ustalarımıza<br />

baktığımız zaman hepsi dindar<br />

kişiler, muhtemelen hepsi birer<br />

mutasavvıf. Bilmiyoruz tabi<br />

ama tahmin o yönde. Bildiğimiz<br />

kadarı ile, Özbekler tekkesi<br />

mürşidi Şeyh Sadık Efendi<br />

biliyorsun Nakşibendi şeyhidir.<br />

Onun oğlu İbrahim Edhem<br />

Efendi de öyle. Belki Necmettin<br />

Okyay da öyleydi. Mustafa<br />

Düzgünman’ın da tasavvufi<br />

birçok tarafı vardı. Aziz Mahmud<br />

Hüdai hazretlerinin türbedarı<br />

ve Ebru Name adlı eseri bunun<br />

kanıtıdır, onu da biliyoruz. Daha<br />

evvel bahsi geçmişti ya ebrunun<br />

iki tarafı vardır diye. Şimdi bu<br />

görünmeyen tarafında -hani<br />

‘amaçta ilahi güzellik arayışı<br />

vardır’ dedik ya- bir zanaatla<br />

uğraşarak huylar da yumuşama<br />

meydana getirmek sanatlarda,<br />

özellikle ebruda amaçlanmıştır.<br />

Bu sadece mutasavvıfların<br />

elinde değil, Osmanlı<br />

sultanlarının ve sultanlığa aday<br />

olanların hepsi mutlaka bir<br />

sanat ve zanaat eğitiminden<br />

geçmiş. Yeteneklerine göre,<br />

kabiliyetlerine göre ayrılmışlar.<br />

16 tane Bestekâr padişah var<br />

Osmanlı’da. Dünyadaki hiçbir<br />

hanedana nasip olmamış bir<br />

zenginlik bu. Marangoz padişah<br />

var. Kuyumcu padişah var.<br />

Hattat padişah var. Yarısı zaten<br />

şairdir. Şimdi bakın hepsi bir<br />

sanatlı bir şekilde yetiştirilmiş.<br />

Bu sanatlarla uğraşırken<br />

insanda, insan dimağında bir<br />

arınma oluyor. Kathersiz diyorlar


39<br />

de bir hayat duasıdır. Birkaç<br />

sene önce biri telefonda arıyor.<br />

- “Efendim işte Ben filancanın<br />

eşiyim.”<br />

Doktor, filanca…<br />

- “Bilmem ki önce çıkaramadım.<br />

Sonra hatırladım, bir hanım<br />

talebemin eşi.” Adam Estetik<br />

Cerrahı imiş. Ya “hocam” diyor.<br />

- “Ne kadar güzel bir dua<br />

öğretmişsiniz eşime her<br />

Ameliyata girerken bu duayı<br />

okuyorum” diyor. Estetik<br />

cerrahı!...<br />

Dua da şu şekilde;<br />

buna. Bunu ilk Aristo kullanmış<br />

Poetika’sında bu kelimeyi.<br />

Kısaca dimağın arınması<br />

diyebiliriz. Ondan sonra bugün<br />

psikolojide yaygın olarak<br />

kullanılıyor. İnsanı dinginleştirici<br />

etkisi var sanatın. Rahatlatıcı<br />

ve merhameti arttırıcı bir etkisi<br />

var.<br />

Hele günümüzde o kadar<br />

da yoğun bir olumsuz enerji<br />

bombardımanı altındayız ki<br />

kullandığımız kelimelerle bile<br />

biz bunu üretiyoruz. Eskiden<br />

şifahane diyorduk şimdi hastane<br />

diyoruz. Bakın bir Sağlık Evi bir<br />

hastalık evi. Eskiden zihinsel<br />

özürlülerin tedavi edildiği<br />

yerlerin adı Bimarhane idi,<br />

bugün Arapça‘da hala öyledir.<br />

Bir hikâyecik vereyim, bunu<br />

da İskender Pala’dan duydum.<br />

Öksüz ve yetim bir çocuğun<br />

sırtını sıvazladığında aldığı<br />

haz demekmiş Bimar. Bakın ne<br />

kadar güzel bir kelime! Öksüz<br />

ve yetim bir çocuğun sırtını<br />

sıvazladığını da aldığı haz<br />

anlamındadır. Müthiş bir şey!<br />

Onun evi demek ama biz ona<br />

tımarhane dedik. Tımar etmek...<br />

Sonra ondan da vazgeçtik ne<br />

dedik? Ruh ve Sinir Hastalıkları<br />

Hastanesi... İnsan adını duyunca<br />

hasta olur zaten. Bakın ne<br />

kadar olumsuz enerji altındayız.<br />

Haberlere bakamıyoruz, bir<br />

tane mi iyi haber olmaz mı? İyi<br />

haberin haber olma niteliğinin<br />

olmadığı bir dönemde yaşıyoruz.<br />

Bir basit kaza olmuş spiker<br />

anlatıyor işte şans eseri ölü<br />

ve yaralı yok diyor. Ya şans<br />

eseri kimse incinmedi de, değil<br />

mi? Onu söyleme şekli insan<br />

psikolojisinde önemli fark<br />

yaratır. Bu insanlar eğer bir<br />

zanaat eğitiminden geçseydi<br />

sanatla uğraşsaydı böyle nefret<br />

öfke korku dolu kelimeleri belki<br />

de kullanmazlardı. Gıybet,<br />

dedikodu, iftira gibi şeyler<br />

belki de bu kadar toplumda<br />

yer etmezdi. İşte Osmanlı bunu<br />

keşfetmiş ve sanatla daha us,<br />

hilm sahibi insanlar yetiştirip<br />

halka merhametli davransınlar<br />

diye uğraşmış. Şimdi bu<br />

anlattığım yön görünmeyen ile<br />

ilgili olan taraftı. Öteki taraf da<br />

var.<br />

Rahmetli Ahmet Yüksel Özemre<br />

Hoca’dan bahsedeyim. Kendisi<br />

Fizik Profesörü, bir atom<br />

profesörü Üsküdar’da bir<br />

Aktar Dükkânı diye kitabı da<br />

var. Bilmiyorum. Rastladınız<br />

mı? Mustafa Düzgünman’ın<br />

anlatıyor. Onunla zaten<br />

çocukluk arkadaşı kendisi ve<br />

9-10 yaşlarında iken Mustafa<br />

Düzgünman onun fotoğrafını<br />

çekmiş elinde bir kitapla böyle<br />

poz vermiş kısa pantolonlu<br />

çocuk. Bu Ahmet Yüksel<br />

Özemre’de. Allah rahmet<br />

etsin. Neredeyse 10 sene<br />

oldu vefat edeli. Biz ondan<br />

çok şey öğrendik. En önemli<br />

öğrendiğimiz şeylerden biri<br />

ebru duasıdır. Bu aslında<br />

sadece ebru duası değil, hem<br />

İslam sanatlarının evrensel<br />

beyannamesi gibi bir şey, hem<br />

“Bismillâhirrahmânirrrahiym,<br />

İlâhi yâ Rabbi! Ezel’deki<br />

Hükm’üne uygun olarak<br />

bu teknede zuhur edecek<br />

olan nakışların, Hilkat’in<br />

nakışlarında meknuz olan<br />

Hikmet’ini idrâkden âciz olan<br />

bu fakirin nefsini teshir edip<br />

de enâniyyetini azdırmasına<br />

izin verme! Nefsimi, senin<br />

gibi bir Hâlık olma vehminden<br />

de, bu vehmin tevlîd edeceği<br />

bir şirk-i hafîden de,<br />

hubb-ı riyasetten de koru,<br />

yâ Hâfız! Fakiri “Lâ fâile<br />

illallah” sırrının edebiyle<br />

techiz et! Bu tekne başındaki<br />

mesaiyi senin zikrinle taltif<br />

ve sana olan kulluğumun<br />

bir nişanesi olarak kabul<br />

et! Destûr yâ Hakk!”<br />

“Bismillâhirrahmânirrrahiym,<br />

İlâhi yâ Rabbi! Ezel’deki<br />

Hükm’üne uygun olarak<br />

bu teknede zuhur edecek<br />

olan nakışların, Hilkat’in<br />

nakışlarında meknuz olan<br />

Hikmet’ini idrâkden âciz olan<br />

bu fakirin nefsini teshir edip<br />

de enâniyyetini azdırmasına<br />

izin verme! Nefsimi, senin<br />

gibi bir Hâlık olma vehminden<br />

de, bu vehmin tevlîd edeceği<br />

bir şirk-i hafîden de, hubb-ı<br />

riyasetten de koru, yâ Hâfız!<br />

Fakiri “Lâ fâile illallah”<br />

sırrının edebiyle techiz et!<br />

Bu tekne başındaki mesaiyi<br />

senin zikrinle taltif ve sana<br />

olan kulluğumun bir nişanesi<br />

olarak kabul et! Destûr yâ<br />

Hakk!”


40<br />

İki Gizemli Yangın: FRANSA ve KUDÜS<br />

İKİ GİZEMLİ YANGIN:<br />

FRANSA VE KUDÜS<br />

Dünya, Fransa’da bulunan Notre Dame Kilisesi’nin yanışını canlı yayında izledi.<br />

Yangından saatler sonra 700 Milyon Euro’nun üzerinde bağış toplanması Hristiyan<br />

alemini heyecanlandırsa da katedral yangını yüzyıllardır süren tartışmanın alevine<br />

bir har daha kattı.<br />

Aslında Hristiyan alemi,<br />

kutsal mekanlarında yaşanan<br />

anlaşmazlıklardan çok çekti.<br />

Dünyaya barış mesajı vermesi<br />

gereken din adamları zaman<br />

zaman kavgaya tutuştu.<br />

Ama Notre Dame Katedrali’ndeki<br />

yangın çok başka bir tartışmayı<br />

barındırıyordu.<br />

Yalnızca Fransa’nın değil tüm<br />

Avrupa’nın ortak değeri olarak<br />

değerlendirilen Notre Dame<br />

Katedrali ile ilgili farklı komplo<br />

teorileri ortaya atıldı.<br />

Ancak bunlardan belki de<br />

en ilginç olanı Notre Dame<br />

Katedrali’nin yandığı esnada<br />

Kudüs’te bulunan tarihi yeraltı<br />

Mervan Mescidi’nin de Katedral<br />

ile eş zamanlı olarak yanmasıydı.<br />

Nitekim Kudüs’ün yağmalanması<br />

sırasında tapınak şövalyelerinin<br />

Mervan Mescidi’nde konakladığı<br />

rivayet ediliyor.<br />

Süreç içerisinde güçlenip<br />

Papa’nın nüfuzuna gölge<br />

düşürebilecek duruma gelince<br />

tapınak şövalyeleri tasfiye<br />

edilirler.<br />

9 kişilik grubun son lideri<br />

konumundaki Jocques de Molay,<br />

Notre Dame Katedrali önünde<br />

yakılarak idam edilir.<br />

Teorisyenlerden bazıları, Tapınak<br />

Şovalyeleri’nin bu idamın<br />

intikamını almak amacıyla<br />

hareket ettiğini ve Notre Dame<br />

Katedrali’nin bir intikam uğruna<br />

yakılmış olabileceğini de iddia<br />

ediyor…<br />

Böylece katedral yangını<br />

Hristiyan dünyasında yeni bir<br />

tartışmaya da neden oluyor.<br />

Kendi içindeki bu tartışma<br />

sürerken aynı saatlerde Mescid-i<br />

Aksa alanındaki Mervan<br />

Mescidi’nde de yangın çıkması<br />

kafaları iyice karıştırdı.<br />

Acaba Fransa ile Kudüs arasında<br />

gizli bir bağ, bir mesaj mı vardı?<br />

Bu gizemli sorunun yanıtını yakın<br />

zamanda öğrenemeyeceğiz.<br />

Ancak gerçek olan şu ki;<br />

tarihte hiçbir olay tesadüflerle<br />

açıklanmamıştır.


42<br />

HİCRETİN İLK YURDU<br />

“HABEŞİSTAN”<br />

İslam davetinin ilk yıllarıydı.<br />

Mekke Müşriklerinin zulmü, baskı<br />

ve şiddeti dayanılmaz noktaya<br />

ulaşmıştı.<br />

Yâsir ve Sümeyye şehit olmuş,<br />

Bilâl ve Habbâb’ın acısı, Zinnîre<br />

ve Lübeyne’nin feryatları<br />

yürekleri dağlıyordu.<br />

Müminler kendi kabilelerinden,<br />

akrabalarından bile işkence<br />

görüyorlardı.<br />

Terör ve şiddete teslim olan<br />

Mekke’nin sokaklarında<br />

Müslümanlara göz açtırılmıyor,<br />

dinlerinden dönmeleri için<br />

eziyetin bin bir türlüsü<br />

uygulanıyordu.<br />

Bu şehir artık Müslümanlar için<br />

her türlü emniyetini kaybetmişti.<br />

İşte tam bu sıralarda gelen bir<br />

ayet, adeta Allah Resulüne yol<br />

gösteriyordu.<br />

“Ey iman eden kullarım!<br />

Şüphesiz, benim arzım geniştir.<br />

O halde (nerede güven içinde<br />

olacaksanız orada) yalnız bana<br />

kulluk edin.” [Ankebut 56]<br />

Bu ve benzer ayetlerin ardından<br />

Allah Resulü, Erkam’ın evinde<br />

toplanan ashabına: “Siz<br />

isterseniz yeryüzüne dağılın,<br />

Allah (cc) elbette sizleri bir<br />

araya getirecektir” buyurdu.<br />

Sahabiler “Nereye gidelim ya<br />

Resûlallah!” diye sorduklarında<br />

ise; “Habeşistan’a gidin. Orada<br />

halkına zulmetmeyen adil<br />

bir hükümdar vardır. Orası<br />

doğruluk ülkesidir. Allah Teâlâ<br />

bir kolaylık gösterinceye kadar<br />

orada kalın.” cevabını verdi.<br />

615 ve 617 yıllarında iki ayrı<br />

kafile Habeşistan’a hicret etti.<br />

İşte bugünkü adıyla Etiyopya,<br />

İslam’ın bu ilk muhacirlerini<br />

ülkesinde ağırlayan ve Mekke<br />

müşriklerine teslim etmeyen<br />

Habeş Necaşisi Asheme’nin,<br />

Peygamber Efendimizin dadısı<br />

Ümmü Eymen’in ve İslam’ın<br />

ilk müezzini Bilal-i Habeşi’nin<br />

ülkesidir.<br />

Bu nedenle Etiyopyalılar,<br />

İslam’ın Medine’den önce<br />

ulaştığı ve yayıldığı ülke olmakla<br />

övünüyorlar.<br />

Habeşistan’ın İslam’la tanıştığı ilk<br />

hicret yıllarından sonra, İslam bu<br />

ülkede hızlıca yayılmış, halktan<br />

yoğun ilgi görmüştür. Bu durum<br />

dünyanın ilk Hristiyan devleti<br />

olan Habeşistan’ın krallarını<br />

endişe ve korkuya sevk etmiştir.<br />

Kadim bir Hristiyan geleneğine<br />

sahip olan Habeşistan’da<br />

zaman zaman Müslümanlarla<br />

Hristiyanlar arasında gerginlikler<br />

ve savaşlar yaşanmış,<br />

Müslümanlar bu topraklarda<br />

birçok Müslüman krallıklar ve<br />

medeniyetler kurmuşlardır.<br />

Hatta 1506-1543 yıllarında,<br />

içinde Osmanlı birliklerinin de<br />

bulunduğu bir orduyla Ahmet<br />

Bin. İbrahim El Gazi Habeşistan’ın<br />

tamamına yakınını fethetmiş,


Hicretin İlk Yurdu “HABEŞİSTAN”<br />

43<br />

halkın çoğunluğu da İslam<br />

ile müşerref olmuştur. Ancak<br />

Portekizlilerin güçlü desteğini<br />

alan Habeşistan ordusu<br />

fethedilen toprakları geri<br />

almış, bu savaşta Osmanlı<br />

birliklerinin de bir kısmı şehit<br />

olmuş, mezarları bile yok<br />

edilmiştir.<br />

Kral Necaşisi Asheme’den<br />

sonra bütün Habeş kralları<br />

Müslümanlara zulmettiler,<br />

binlerce Müslümanı katlettiler.<br />

Müslümanların dinlerini<br />

değiştirmesi için yoğun baskı<br />

ve şiddet uyguladılar.<br />

İslam’ın izlerini ülkenin her<br />

yanından silmeye çalıştılar.<br />

Müslümanlar sistematik<br />

olarak çağdaş eğitimin dışında<br />

bırakıldılar.<br />

“Kadim Bir Vefa Borcuna<br />

Çağrı”<br />

Ve bugün, O adil Habeşistan<br />

Necaşisi Asheme’nin ülkesinde,<br />

Müslümanlar hala baskı ve<br />

yokluk içinde yaşıyorlar.<br />

Ülkenin yönetiminde ve sosyal<br />

hayatında Müslümanların<br />

rolü yok denecek kadar az.<br />

Müslümanların eğitime katılma<br />

oranı %10 civarında. Akademik<br />

hayatına devam edenlerin<br />

sayısı ise bu sayı içinde sadece<br />

%5.<br />

Misyonerlerin Habeşistan<br />

topraklarındaki zengin<br />

imkânları ve baskıcı<br />

politikaları, Müslümanların<br />

geleceğini tehdit ediyor.<br />

Özellikle ülkenin eski İslam<br />

krallıkları olan Hadiya<br />

ve Sıdama Bölgelerinde,<br />

misyonerlerin yoğun çalışma<br />

yürüttüğü, insanların cahilliği<br />

ve yoksulluğunu da fırsat<br />

bilerek sundukları imkânlarla<br />

Müslümanları Hristiyanlaştırma<br />

konusunda çok ciddi sonuçlar<br />

elde ettikleri acı ama gerçek<br />

bir bilgidir, maalesef!<br />

Bölgede genç nüfus hızlıca<br />

İslam’ı terk ediyor.<br />

Yaşlılar çaresiz.<br />

İbadet yapacakları mescitleri,<br />

eğitim yapacakları okulları<br />

yok.<br />

İslam’ı anlatacak hocaları<br />

kalmamış.<br />

Misyonerler, yaptıkları okul,<br />

kilise ve sağlık kuruluşları ile<br />

cazip yeni hayatlar sunuyorlar<br />

özellikler gençlere…<br />

Ancak bu imkânlardan<br />

yararlanmanın bir tek şartı<br />

var; bu şart da Hristiyan<br />

olmak.<br />

Bu ülkeye yaptığımız<br />

ziyaretlerde gördüğümüz<br />

bu üzücü durumun sırtımıza<br />

yüklediği sorumluluk şüphesiz<br />

ki çok büyük.<br />

Bu bilgilerin kuru bir rapor<br />

olarak dağarcığımızda kalması<br />

vebaline karşı kısa, orta<br />

ve uzun vadeli projeler ve<br />

çözümler üretmeye mecbur<br />

kılıyor bizi.<br />

Özellikle eğitim ve ibadet<br />

mekanları hayati öneme sahip<br />

bu bölgelerde…<br />

Hicretin ilk yurdu olan<br />

Habeşistan’da yani bugünkü<br />

adıyla Etiyopya’da yaşayan<br />

ümmetin her bir mensubuna<br />

el uzatmak, her Müslümanın<br />

görev sayması gereken bir<br />

durum halini almıştır…<br />

Bu bilinçle yaşamak ve<br />

Habeşistan’ı bir zihnimizin bir<br />

yerinde canlı tutmak dileğiyle…


44<br />

2. Bölüm<br />

HİKAYELERİ,<br />

BAŞARILARI VE<br />

UNUTAMADIKLARI…<br />

BİR BAŞARI<br />

HİKAYESİ: AMPUTE<br />

KAHRAMANLARI<br />

Ampute Futbolunda<br />

Türkiye’nin adını dünyaya<br />

duyurdular… Onlar ‘Azmin<br />

Zaferi’nin ne demek<br />

olduğunu hem yetenekleri<br />

hem de hırslarıyla<br />

ispat ettiler. Ampute<br />

Futbolunun kahramanları<br />

nasıl hazırlanıyor? Özel<br />

hayatlarında neler<br />

yapıyorlar? HURSAD<br />

ile Kutsal Topraklara<br />

gittiklerinde neler<br />

hissettiler? Dergimizin bu<br />

sayısında yine kahramanlarla<br />

ilgili tüm bilinmeyenleri<br />

kendi ağızlarından<br />

okuyacağız…<br />

HURSAD ekimiz, Ampute<br />

Milli Takımı’yla yaptığı özel<br />

röportajın ilk bölümünde<br />

başarıya giden hikayelerini<br />

okuyucularımıza aktardı.<br />

Bu sayımızda futbolculara<br />

hem meslekleri hem de<br />

özel hayatlarına dair merak<br />

edilenleri sorduk.


ÖZEL RÖPORTAJ<br />

45


46<br />

ÖZEL RÖPORTAJ<br />

“Birçok kulübümüz<br />

altyapı çalışmalarını<br />

tamamladı ve bunda<br />

en büyük etken Spor<br />

İl Müdürlükleri ve<br />

belediyelerdir.”<br />

-Ne zamandır profesyonel oynuyorsunuz, hangi<br />

takımdasınız? Bize kendinizden bahseder misiniz?<br />

Ömer Güleryüz (Genç Milli Takım Kaptanı): Ben<br />

Ömer. 22 yaşındayım. 14 yaşında başladım ampute<br />

profesyonel futbola… Şu anda TSK’da oynuyorum.<br />

2014 yılından beri de Milliyim. Şimdiye kadar 6<br />

turnuvaya katıldım.<br />

-Nasıl başladın peki?<br />

Ömer Güleryüz (Genç Milli Takım Kaptanı): Zaten<br />

7 yaşından beri oynuyorum. Mahalle aralarında<br />

arkadaşlarımla oynamışlığım vardı. Amatörce halı<br />

sahada oynuyorduk. Bir gün yine böyle mahallede halı<br />

sahada oynarken bir abi geldi. Rastgele görmüş beni.<br />

Çağırdı yanına “Gel şu topa bi vur bakalım” dedi. Çok<br />

da dikkat etmedim aslında. Vurdum, iyi vurmuşum ki<br />

bana ampute futbolundan bahsetti. ‘Böyle bir takım var<br />

oynamak ister misin?’ gibisinden. Ben de televizyonda<br />

görüyordum, gazetede okuyordum, çok da istiyordum.<br />

“Tabii abi oynarım” dedim. Zaten en büyük hayalim<br />

benim bu. Onun sayesinde İstanbul-Yeditepe’de futbola<br />

başladım.<br />

Türkiye’de ampute futbolcusu olmak ne demek?<br />

Zorlukları ve güzellikleri nelerdir? Sadece futbol<br />

oynayarak geçiminizi sağlayabiliyor musunuz?<br />

Ömer Güleryüz (Genç Milli Takım Kaptanı): Ben<br />

şahsen zorlukla karşılaşmadım. 7-8 yaşımdan beri<br />

mahallede çift ayaklılarla oynadığım için zaten çok<br />

alışkınım. Benim için en zoru, sadece çok ufak yaşta<br />

başladığım için antrenmanlara gitmek problem<br />

oluyordu. Okulla beraber bu işi yürütmek çok zor. Onu<br />

da aştık.<br />

Şimdi sorusu gelmişken; ampute futbolcusu olmak<br />

konusuna değinmek istiyorum. Ben çok zorluk<br />

çekmedim ama aramızda başka meslek yapan birçok<br />

futbolcu var. İnşaatta bile çalışıp aynı zamanda kampa<br />

gelen, spor yapmaya çalışan arkadaşlarımız vardı,<br />

hala da varlar. Biz, A Milli Takım olarak 2017’deki<br />

şampiyonluktan sonra en çok manevi, sonra da maddi<br />

desteği (Cumhurbaşkanlığımız olsun, Federasyon olsun)<br />

aldık çok şükür.<br />

Açıkçası ondan sonra biraz belimizi doğrultabildik.<br />

Ancak bu her kademede aynı değil.<br />

Örnek olarak burada U23 milli takımını görüyorsunuz,<br />

akradaşların hepsi genç. Bir iş yapmaya, bir spora<br />

odaklanıp toplum içerisinde aktif bir birey olmaya<br />

çalışıyorlar. Milli takıma hizmet edebilmek için<br />

çalışıyorlar. Bunu yaparken de en çok manevi<br />

desteğe ihtiyaçları var bu arkadaşların. Ben Avrupa<br />

şampiyonu olmadan önce sokakta gezerken herkes<br />

acıyarak bakıyordu. Bunu insanların gözlerinden<br />

anlayabiliyorsun. Avrupa şampiyonu olduk, ilk golü<br />

de ben atmıştım finalde, mahalleye bi geldim beni<br />

konvoyla karşıladılar. Gezdirdiler. Şimdi mahalleye<br />

çıktığımda herkes gurur duyarak bakıyor bana. Bu<br />

desteğin başarılardan önce de gelmesini diliyoruz<br />

halkımızdan ve büyüklerimizden. Şu anda biz<br />

İngilterede yapılacak olan U23 Gençler Şampiyonasına<br />

hazırlanıyoruz. Temmuz ayında inşallah bu turnuvaya<br />

23 yaşın altında 15 genç arkadaşım gidecek.<br />

Bu arkadaşların hepsinin öncelikle manevi, sonrasında<br />

ise maddi desteğe ihtiyaçları olacak.<br />

Bu bir gerçek. Türkiye’de birçok iş adamı bir çok varlıklı<br />

insan var. Bunu yapacak gücümüz de var. Bizler<br />

gerçekten emek veriyoruz. Dünya kupasına giderken<br />

8 ay kamp yaptık, şimdi yine bu turnuva için 5 ay<br />

öncesinden kampa girmiş durumdayız. Temmuza kadar<br />

hazırlığımız sürecek. Eğer biz bu çalışmamızın karşılığını<br />

halk nezdinde manevi olarak, büyüklerimiz nezdinde<br />

de manevi ve maddi oalrak alırsak daha iyi yerlere<br />

geleceğiz. Finali oynadığımız gün Vodafone Arena’ya<br />

45.500 kişi geldi, maçı izlemek için. Büyük sevinç<br />

gösterileri oldu. Ve insanlar maçtan sonra bize teşekkür<br />

ettiler, dediler ki, “Bizim buna o kadar ihtiyacımız<br />

varmış ki.” Yani bir başarı görmeye aç halkımız.<br />

Çok şükür Allah’a bu sevinci insanlara yaşatmak<br />

bize nasip oldu. İlk bir hafta biz sokağa çıkamadık o<br />

zaman. Biz de burada A Milli Takımı’nın geleceğiyiz.


47<br />

Buradan gençler yetişecek ve belki<br />

de bizim yaşadığımız başarının çok<br />

daha büyüklerini yaşayacaklar. Bu<br />

arkadaşların çalışanı var, okuyanı<br />

var. Bu arkadaşlara maddi ve manevi<br />

destek verilirse biz her daim Türk<br />

halkına bu sevinci yaşatmaya talibiz.<br />

- Sana bir de Umre geziniz<br />

hakkında soru sormak istiyorum.<br />

O gezinde, özellikle Kâbe’yi ilk<br />

gördüğünde neler hissettin?<br />

Ömer Güleryüz (Genç Milli<br />

Takım Kaptanı): Bizler Avrupa<br />

şampiyonu olduktan sonra HURSAD<br />

aracılığıyla Umreye gittik. Kemal<br />

arkadaşım da oradaydı. Kâbe’ye<br />

girerken gözlerimizi kapattırdılar.<br />

İlk gördüğünde ettiğin dua kabul<br />

olur dediler. Çok heyecanlanlıydım.<br />

Gözlerimi bir açtım, içim kıpır kıpır<br />

oldu. Maç heyecanından bile fazlaydı.<br />

Direkt gözlerim doldu zaten. Büyük<br />

bir duygu yoğunluğu yaşadım. Ne<br />

dileyeceğimi de bilemedim ilk başta.<br />

Şu anda anlatamıyorum gerçekten,<br />

çok farklı duygu. HURSAD’a da çok<br />

teşekkür ediyorum bu tecrübeden<br />

dolayı. Anlatılmaz yaşanır.<br />

-Senin de hikayeni dinleyelim<br />

Kemal.<br />

Kemal Güleş: Ben Kemal Güleş.<br />

20 yaşındayım. 2011’de bacağımı<br />

kaybettim. 2013’te de futbola<br />

başladım. 2015 yılında profesyonel<br />

oldum.<br />

- Önceden spor yapıyor muydun?<br />

Kemal Güleş: Yok. Ben öyle çok<br />

futbol oynamazdım. Arada okulda<br />

arkadaşlarla denk gelirse işte. Ne<br />

zaman ki kaza geçirdim, ondan sonra<br />

ilgilenmeye başladım. Bacağımı 2011<br />

de Şırnak’ta kaybettim. Okuldan<br />

çıktım arkadaşım vardı yanımda, ana<br />

yolda yürürken kaya yuvarlanarak<br />

bacağıma düştü. İş makinası<br />

çalışıyormuş yukarıda. Sonrasında<br />

protez için Ankara’ya geldim. TSK’ya<br />

gelmiştim. Uğur hocam geldi, gördü<br />

beni, anlattılar biraz. Yaşım da ufak<br />

olduğu için pek anlamadım, “bacağım<br />

yok nasıl futbol oynarım” falan<br />

diyordum kendi kendime. “Tamam<br />

dedim bi gidelim”. Gittik sahaya bir<br />

çıktım, o gün bugündür çıkamadım<br />

futbol sahasından… (Gülümsüyor)<br />

-Bir futbolcu gözünden, ampute<br />

futbolunun ya da siz futbolcuların<br />

ne gibi hityaçları var?<br />

Kemal Güleş: Aslına bakarsak<br />

Milli Takım düzeyinde ilgi<br />

görüyoruz. Kendimiz çalışıp kamp<br />

yapabileceğimiz bir alanımız olsun<br />

diye konuşuyorduk ama şu anda<br />

Riva’daki TFF tesislerine, yan tarafa<br />

bizler için de saha inşa ediliyor.<br />

Tüm engelli futbol takımları için<br />

yapılıyor. En büyük ihtiyacımız budur.<br />

Tesisleşmedir.<br />

-Umreye giden kafiledeydin.<br />

Kabe’yi ilk gördüğünde ne hissettin<br />

Kemal Güleş: Bu konu hakkında<br />

kendimi ifade edemiyorum. Aileme<br />

de anlatamadım çok. Bize Osman<br />

kaptan çok anlatırdı. Gitmeden<br />

hemen önce de anlatmıştı ama oraya<br />

gittiğinde çok farklı hissediyorsun.<br />

Ama benim aklımdan çıkmayan<br />

şey, oradaki kokuydu. Girdiğim<br />

anda hissettiğim kokuyu hiç<br />

unutamıyorum. Bir de dileğim var<br />

tabi, o da bende kalsın. (Gülüyor)<br />

-Seni de dinleyelim Hüseyin…<br />

Hüseyin Yıldırım (Kaleci): 19<br />

yaşındayım. 2005 yılında bir<br />

trafik kazası sonucunda kolumu<br />

kaybettim. GATA’da olaydan 7 saat<br />

sonra kolum geri dikildi. Yaklaşık 15<br />

gün kadar yoğun bakımda kaldım.<br />

Küçüklüğümden beri, hangi mesleği<br />

yapmak istersin diye sorduklarında<br />

hep futbolcu olmak istediğimi<br />

söylerdim. Benim en büyük hayalim<br />

buydu. Bu kazanın ardından kolum<br />

böyle olduktan sonra ümidim çok<br />

sarsıldı. Yaklaşık 1.5 sene hastanede


48<br />

ÖZEL RÖPORTAJ<br />

“Yeditepe’de<br />

oynarken, burada<br />

Ömer’le birlikte<br />

oynuyorduk. O<br />

sene bir sezonda<br />

3 penaltı oldu,<br />

şansımız yaver<br />

gitti, hepsini<br />

çıkardık.”<br />

yattım. Ondan sonra 2014’te bir abi<br />

aracılığıyla beni ampüte futboluna<br />

kazandırdılar. Şu an Pendikspor ampute<br />

takımında oynuyorum. Önceden<br />

Ömer abimin bahsettiği gibi, transfer<br />

konusunda olsun, eğitim konusunda<br />

olsun, maddi olsun, bir sürü engel<br />

geldi. Ama aşa aşa ilerledim. Buradaki<br />

arkadaşımla 1 sene aynı kulüpte<br />

oynadık. Onun yedeği oldum. Geçen<br />

sene Selim abinin (A Milli Takım kalecisi)<br />

yedeği oldum. Ama başıma gelen her<br />

zorluktan bir şeyler kapmaya çalıştım.<br />

-Kazadan önce futbol oynuyor<br />

muydun?<br />

Hüseyin Yıldırım (Kaleci): Ben<br />

oynardım. Çok oynardım hem de.<br />

İki ayağımı da kullanabiliyordum<br />

futbol oynarken. İyi de futbolcuydum<br />

diyebilirim ama kolum böyle olduktan<br />

sonra ümidi kestim ciddi ciddi. Sonradan<br />

tabi her şey mümkünmüş onu gördüm.<br />

Ben solaktım mesela, şimdi sol kolum<br />

yok ama sağı da kullanmaya alıştım<br />

tamamen. Yine de bazen soluma<br />

atlarken iç güdüsel olarak bir çekince<br />

oluyor insanda. Kırılır mı diye korumak<br />

istiyorsun. Bir de benim kolumda his<br />

var hala mesela, böyle olunca daha bir<br />

korkarak oynayabiliyorsun bazen. Ama<br />

tabii aştık bunları.<br />

-Sol kolunu hiç kullanmaman<br />

gerekiyor maç içerisinde?<br />

Hüseyin Yıldırım (Kaleci): Hayır. Penaltı<br />

olur. Zaten sol kolum hep tişörtün<br />

içerisinde, hiçbir şekilde topa temas<br />

etmiyor.<br />

-Lafı açılmışken penaltı vuruşlarını<br />

sorayım. Rakip penaltıyı atarken daha<br />

çok kullanmadığın kolunun olduğu<br />

tarafa mı atıyor, yoksa farketmiyor<br />

mu?<br />

Hüseyin Yıldırım (Kaleci): Bence bu<br />

soruyu Umutcan’a sorun. O penaltı<br />

kalecisi. (Gülüyor) Çok penaltı çıkarıyor.<br />

Ona penaltı atarken biz iki kere<br />

düşünüyoruz.<br />

Umutcan (Kaleci): Valla Yeditepe’de<br />

oynarken, burada Ömer’le birlikte<br />

oynuyorduk. O sene bir sezonda 3<br />

penaltı oldu, şansımız yaver gitti, hepsini<br />

çıkardık.<br />

Hüseyin Yıldırım (Kaleci): İyi hissediyor<br />

adam abi, şans değil.<br />

-3 tane kurtarmışsın, bu yetenektir<br />

bence de.<br />

Umutcan (Kaleci): Ya tabi normal<br />

kalecilikten çok, penaltı kaleciliği farklı<br />

bir olay. İstediğin kadar iyi kaleci ol,<br />

hislerin kuvvetli değilse yapamıyorsun.<br />

Ben de güvenirim hislerime... 3 penaltıyı<br />

kurtardım o sene. Sonra da milli takıma<br />

çağırdılar.<br />

İsmail Parlak (Futbolcu): Ampute<br />

kalecilerde şöyle bir şey var, ters tarafa<br />

çok iyi atlayabiliyorlar. Yani adamın<br />

kullanmadığı kolunun tarafına atmak<br />

aslında çoğu zaman işe yaramayabiliyor.<br />

Böyle ilginç bir özellik var.


49<br />

-Umut önce hikayeni anlat bize o<br />

zaman, sonra da sen en çok hangi<br />

tarafa atlmayı seviyorsun onu<br />

soralım sana…<br />

Umutcan (Kaleci): Ben 1998<br />

doğumluyum. Normalde doğum<br />

sırasında doktor kafadan çekmesi<br />

gerekirken omzumdan çekiyor, omuz<br />

kapsüllerimde yırtık oluyor. Brakial<br />

pleksus denilen bir hastalık oluşuyor.<br />

2 kere bu yüzden Fransa’da ameliyat<br />

oldum. His kaybı vardı biraz kolumda.<br />

Tamamen hissetmiyordum. Ondan<br />

sonra 2013 yılında ampute futbolla<br />

tanıştım. Ampute futbolun kurucusu<br />

TSK takımı. Ben de o takımda<br />

yetiştim. O takımda oynadım. 6 sene<br />

süper ligde oynadım, bir sene de 1.<br />

ligde oynadım.<br />

-20 yaşındasın ve 7 senedir<br />

profesyonel futbol mu oynuyorsun?<br />

Umutcan (Kaleci): Evet, 13<br />

yaşında başladım. Uzun zamandır<br />

oynuyorum.<br />

Uğur hoca: 7 senedir profesyonel<br />

ama hep kırmızı kart yiyor. Onu bir<br />

türlü aşamadı.<br />

-Neden kırmızı kart yiyorsun?<br />

Umutcan (Kaleci): 2016 yılında<br />

ilk defa A Milli takıma çağırıldım. 3<br />

senedir zaten A Milli takım kamplarına<br />

gidiyorum. Allah bi şekilde nasip<br />

etmedi biz de gününü bekliyoruz.<br />

Sıramızı bekliyoruz, azimle çalışmaya<br />

devam ediyoruz (Bir yandan Uğur<br />

hocaya bakıyor, gülümseyerek)<br />

Uğur Hoca: Duydum, duydum<br />

tamam.<br />

Umutcan (Kaleci): Şimdi U23<br />

kaptanlığı nasip etti Allah. Sıradan<br />

gideceğim inşallah yavaş yavaş.<br />

Hırslı bir yapım var. bazen bu<br />

hırsıma hakim olamıyorum o kadar.<br />

Acelem yok. Turnuvaya gideceğiz<br />

mesela, çok iyi hazırlanıyoruz. Mart<br />

ayından başladık hazırlanmaya. Ben<br />

sanmıyorum ki diğer ülkeler bu kadar<br />

erkenden hazırlıklara başlamış olsun.<br />

Ayrıca şunu da söylemek istiyorum,<br />

şu anda dünya ampüte futbolunda,<br />

en iyi kaleciler bizde.<br />

İsmail Parlak: Bunlardan biri de<br />

Umutcan. Bence öyle.<br />

Umutcan (Kaleci): Estağfurullah.<br />

Ama gerçekten bizim ligimizde<br />

Dünya’nın en iyi kalecileri var, böyle<br />

bir yerde yarıştığımın bilincindeyim<br />

ben de. 23 yaş altı 13 kaleci var<br />

burada ve çocuklar gerçekten<br />

muhteşemdir.<br />

-Koşan futbol ile ilişkilendirerek<br />

söylersek eğer?<br />

Umutcan (Kaleci): Koşan futbola<br />

göre söyleyecek olursak, bizim ligimiz<br />

Premier lig... De Gea, Buffon, Neuer<br />

hepsi bizde.<br />

Uğur Hoca: Acaba “bu çocuk benim<br />

yerim garanti” falan mı demye çalıştı<br />

Baki anlamadım ben? Doğru mu<br />

anladım acaba?<br />

Gülüşmeler<br />

-Peki son bir sorum var hepinize...<br />

En unutamadığınız maç ya da an<br />

neydi arkadaşlar?<br />

Umutcan (Kaleci): Tabi. Burada<br />

İstanbul’da Yeditepe TSK maçı vardı.<br />

Biz de o zaman Yeditepe olarak<br />

şampiyonluğa oynuyorduk. TSK da<br />

benim eski takmımdı. Çok güzel bir<br />

maçtı ve ben de çok güzel toplar<br />

çıkarmıştım. Maçtan sonra da Uğur<br />

hocayla el sıkışmıştık. (Uğur hoca aynı<br />

zamanda TSK teknik direktörü) O anı<br />

unutamıyorum.<br />

Ömer Güleryüz: Benimki kesinlikle<br />

Avrupa şampiyonası finali. O<br />

kadrodayım zaten. Toplam 8 maç<br />

yaptık milli takım olarak, ben 4<br />

maçta oynadım. O turnuva komple<br />

unutulmazdı benim için. Final maçını<br />

Vodafone Arena’da oynadığımız an...<br />

Unutamam. O maçtan önce taraftar<br />

rekoru Arjantin’deydi 15.000 kşi<br />

ile. Şu anda ise bu rekor Türkiye’de<br />

45.000 kişiyle... İnanılmaz bir<br />

atmosferdi.<br />

Hüseyin Yıldırım: Benim en<br />

unutamadığım maç da TSK maçları.<br />

Bir azim geliyor bana o maçlarda.<br />

İsmail Parlak: TSK’nın hocası, milli<br />

takımın da hocası olunca...<br />

Gülüşmeler...<br />

Hüseyin Yıldırım: Evet tabi onun da<br />

etkisi var.<br />

Ömer Güleryüz: Bizde o yok ama<br />

abi, biz TSK’lıyız.<br />

-Siz sürekli ateş altındasınız o<br />

zaman?<br />

Gülüşmeler<br />

Uğur Hoca: Biz Fenerbahçe gibiyiz<br />

ya ligde. Herkes bize gelince aslan<br />

kesiliyor. (Gülüyor)<br />

Hüseyin Yıldırım: Onlara karşı<br />

aldığımız bir beraberliğimiz var.<br />

Unutamıyorum o maçı. Bizim o<br />

maçta sadece 1 yedeğimiz vardı<br />

sakat oyunculardan ötürü. 7 oyuncu<br />

ve tek yedekle gitmiştik ve 1-1<br />

berabere kalmıştık. Bir tane hatalı<br />

gol yemiştim ama bunun yanında<br />

aşırı uç kurtarışlarım da vardı. Tam<br />

günümdeydim.<br />

İsmail Parlak: 21 yaşındayım bende.<br />

12 yaşında başladım. Bu sezon bitince<br />

10. Sezonum olacak. 6 yıl süper<br />

lig, 3 yıldır da 1. Ligde oynuyorum.<br />

Profeyonelim. 2015 te A Milli takım<br />

ile bir avruğa şampiyonası yaşadım.<br />

17 yaşındaydım o zaman. Şimdi<br />

Antalya Büyükşehir’de oynuyorum.<br />

2018’de Meksika’ya gidemedim ama<br />

şimdi yeni hedef önce İngiltere sonra<br />

da 2020’deki Avrupa şampiyonası<br />

inşallah.<br />

-Sen de TSK maçlarında ekstra<br />

motivasyonla oynuyor musun?<br />

İsmail Parlak: Evet. Şöyle aslında<br />

TSK’nın sahası çok güzel. Stat<br />

mükemmel. Vodafone’da ya da Şükrü<br />

Saracoğlu’nda maç yapıyormuş gibi<br />

hissediyorsun. Saha güzel olunca da<br />

insan ister istemez oynuyor. Yedek<br />

kulübeleri bile inanılmaz rahat.<br />

Koltukları yumuşacık. Ben ilk defa<br />

yedek olmak istiyorum dedim yani o<br />

derece. Isıtması rahatlığı her şeyiyle<br />

çok güzel. Ben ilk başladığımda yine<br />

bir TSK maçı, o zamanlar Rahmi<br />

abiler falan da var. Bir onlar atıyor, bir<br />

biz atıyoruz. 5-4 bitmişti mesela. Çok<br />

heyecanlı maçtı, hiç unutamam. Uğur<br />

hocamdı TSK’nın teknik direktörü.<br />

-TSK en çok şampiyon olan takım<br />

mıdır peki?<br />

Uğur Hoca: Hayır. Ama en çok ikinci<br />

olan biziz.<br />

Gülüşmeler.<br />

Uğur hoca: Ama bizim takımda<br />

mesela hiç yabancı oyuncu oynamaz.<br />

Takım politikasıdır bu. Yüzde yüz yerli.


50<br />

Büyüleyen Ada “Siyahların Sahili” ZANZİBAR<br />

BÜYÜLEYEN<br />

ADA<br />

‘Siyahların Sahili’<br />

ZANZİBAR<br />

Zanzibar, Afrika’nın orta<br />

doğusunda, Tanzanya’ya bağlı<br />

bir özerk bölgle.<br />

Doğu Afrika ana karasına 90 km<br />

mesafede Hint Okyanusu’nun<br />

maviliğine saklanmış ikisi büyük<br />

çok sayıda adadan oluşan bir<br />

adalar topluluğu.<br />

Bünyamin Baki<br />

Ekvator çizgisini yalnızca 100<br />

km geçtikten sonra hemen solda<br />

kalan bu eşsiz mekân,<br />

Afrika’nın yükselen turizm<br />

destinasyonlarından biri.<br />

Berrak okyanusu, incecik altın<br />

rengi kumu, uçsuz palmiye<br />

ormanları ve içinde barındırdığı<br />

yaban hayatıyla gidilip görülmesi<br />

gereken en güzen alternatif<br />

rotalardan birisi.<br />

“Siyahların Sahili”<br />

Ünlü Portekizli kâşif Vasco Da<br />

Gama’nın Hindistan dönüşünde<br />

uğradığı lokasyonlardan biri<br />

olan Zanzibar, 8. yüzyılda Arap<br />

tüccarların uğrak yeri haline<br />

gelmiş.<br />

Araplar arasında popüler hale<br />

gelmesinin hemen ardından<br />

nüfus hızlı bir şekilde müslüman<br />

olmuş.<br />

Özellikle 20. yüzyılda<br />

şiddetlenen misyonerlik ve<br />

sömürgecilik faaliyetine rağmen<br />

günümüze kadar bu özelliğini<br />

kaybetmemiştir.<br />

Yaklaşık 2 milyon insanın<br />

yaşadığı bu güzel ülkenin şu anki<br />

nüfusunun %99’u müslümandır.<br />

Farsça “Zengi” ve “Bar”<br />

kelimelerinin birleşmesi ile<br />

oluşan Zanzibar, ‘Siyahların<br />

Sahili’ demek…<br />

Zanzibar, 1832 yılında Umman<br />

İmparatorluğu’nun başkentliğini<br />

yapmış ve altın çağını bu<br />

dönemde yaşamıştır.<br />

Bu tarihe kadar doğu Afrika’nın<br />

en büyük köle pazarlarından<br />

birine ev sahipliği yapan<br />

Zanzibar, Umman Krallığı’ndan<br />

sonra bir süre refaha kavuşmuş.<br />

Yaklaşık 100 yıl kadar süren bu<br />

barış yıllarının ardından İngilizler<br />

tarafından sömürülmeye<br />

başlamış ve misyonerlik<br />

faaliyetlerinin merkezlerinden<br />

birisi haline gelmiştir.<br />

Günümüzde bile neredeyse<br />

tamamı müslüman olan bu<br />

ülkede, camiiden çok kilise<br />

bulunmaktadır. Her ne kadar<br />

Avrupalı turistler hariç kimse<br />

gitmese de bu kiliseler Ada’da<br />

varlıklarını sessiz bir şekilde<br />

sürdürmektedirler.<br />

Ayrıca ‘beyaz adamlar’ın<br />

sömürge ve kölelik<br />

faaliyetlerinden kaynaklı yaşanan<br />

acılar da Ada halkını politize<br />

etmiş gibi görünüyor.<br />

Kölelik karşıtı ve Afrika halkının<br />

özgürlüğünü amaçlayan<br />

Rastafari anlayışı, ülkenin<br />

müslüman gençleri arasında<br />

da bir kültür olarak yer bulmuş<br />

durumda.<br />

Müslüman olduğunuzu<br />

anladıklarında gülümseyerek<br />

Selamun Aleyküm diyen Bob<br />

Marley vari rastalı insanlar<br />

görebiliyor, hatta camiide aynı


Büyüleyen Ada “Siyahların Sahili” ZANZİBAR<br />

51<br />

safta namaz kılabiliyorsunuz.<br />

Ada’yı en ilginç kılan<br />

ayrıntılardan biri de bu olsa<br />

gerek.<br />

Safari, Off-Road, Dalış,<br />

Uçurma sörfü…<br />

Doğal açıdan çok zengin olan<br />

bu adada dolu dolu bir tatil<br />

yaşamanız için gereken her<br />

türlü aktivite mevcut.<br />

Her çeşit deniz<br />

organizasyonunu<br />

yapabileceğiniz Zanzibar, Kite<br />

Surfing adı verilen uçurtma<br />

sörfünün başkentlerinden birisi.<br />

Her gün okyanusta oluşan<br />

yaklaşık 10 km’lik gel-git<br />

sayesinde bu spora en elverişli<br />

mekanlardan birisi olmakla<br />

birlikte, dalış meraklılarının<br />

da dünya üzerindeki en uğrak<br />

noktalarından birisi.<br />

Eğer dalış yapmayı<br />

düşünmüyorsanız bile şnorkel<br />

ile okyanusun güzelliklerini<br />

keşfetmenizi şiddetle öneririz.<br />

Bunun dışında Afrika’nın<br />

baharat başkentlerinden biri<br />

olan Zanzibar’a giderseniz,<br />

baharat ağaçlarından<br />

oluşan adalarını ziyaret<br />

edip, sevdiklerinize çok<br />

güzel hediyelerle ülkenize<br />

dönebilirsiniz. Afrika’dan<br />

bahsedip safariden<br />

bahsetmemek olur mu hiç?<br />

Eğer Zanzibar adasındaysanız<br />

ve doğa hayatını merak<br />

ediyorsanız en doğru<br />

noktalardan birisindesiniz.<br />

Çok titiz bir şekilde korunan<br />

sit alanlarında safari yapabilir,<br />

aslanlardan zebralara,<br />

zürafadan çitalara her türlü<br />

hayvanı görebilir, fil sürme<br />

tecrübesi edinebilirsiniz.<br />

Adayla ilgili vermek istediğimiz<br />

en heyecan verici aktivite ise<br />

eğer ehliyetiniz varsa bir adet<br />

motor kiralayıp bu güzel adanın<br />

kıyı bölgesini baştan sona<br />

keşfetmeniz olacaktır.<br />

Off-road motosikletler için<br />

çok uygun yolların ve rotaların<br />

bulunduğu Ada’yı karışlarken<br />

nefesiniz kesilecek.<br />

Ayrıca bu yolculuk sırasında<br />

samimi ve sıcakkanlı<br />

halkının –özellikle müslüman<br />

olduğunuzu öğrendikten<br />

sonra- sofrasına konuk olabilir,<br />

kendi elleriyle yaptıkları<br />

hediyelik eşyalardan satın<br />

alarak bölge halkına destek<br />

olabilirsiniz.


52<br />

Büyüleyen Ada “Siyahların Sahili” ZANZİBAR<br />

Yemek kültürünün genelde<br />

su ürünlerine dayalı olduğu<br />

Zanzibar’da okyanustan çıkan<br />

lezzetli ve bir o kadar da çeşitli<br />

balıkların her birisi ayrı ayrı<br />

tadılmalı.<br />

Bunun yanında hayatınızda<br />

yiyeceğiniz en güzel ananası da<br />

bu Ada’da yiyeceğinize eminiz.<br />

Her köşe başında tezgahlarda<br />

satılan lezzetli torpikal meyveleri<br />

inanılmaz ucuz fiyatlara yiyebilir,<br />

hormonsuz ve doğal mevyelerin<br />

tadını çıkarabilirsiniz.<br />

Bir dünya mirası…<br />

Adanın içerisinde turistik<br />

akvititeler haricinde gezilip<br />

görülecek çok fazla yapı<br />

bulunmakta.<br />

Şehir merkezi konumunda<br />

bulunan Stone Town ise mutlak<br />

suretle görülmesi gereken bir yer.<br />

Mercan kayalıklarından inşa<br />

edilen taş yapılarının bulunduğu<br />

bu mekânda büyülenmemek elde<br />

değil. 2000 yılından beri UNESCO<br />

dünya mirası listesinde bulunan<br />

Stone Town sanki Ada içerisinde<br />

değil de başka bir şehirdeymiş<br />

hissiyatı veriyor.<br />

Afrika, Hint, Arap, Pers ve Avrupa<br />

etkilerinin hepsini bir arada<br />

görmek mümkün.<br />

Meydanın aşağısında, deniz<br />

kenarında bulunan Forodhani<br />

bahçesi 3 milyon USD harcanarak<br />

2009 yılında yenilenmiş.<br />

Akşamları adeta Ramazan<br />

ayındaki Sultanahmet Meydanı<br />

gibi bir panayır yerine dönmekte.<br />

Ayrıca şu anda müze olarak<br />

kullanılan, ünlü müzisyen Freddie<br />

Mercury’nin doğduğu ev en çok<br />

turist çeken yerlerden birisi.<br />

Bunun dışında, Umman kralının<br />

sarayı “Beytül Acayip” de<br />

görülmeye değer bir yapı.<br />

Saraya bu ismi Ada halkı koymuş.<br />

Nedeni ise ilk yapıldığında Ada’nın<br />

en yüksek yapısının bu saray<br />

olması ve ilk defa elektriğin bu<br />

saray içerisinde kullanılmak<br />

suretiyle Zanzibar’a getirilmesi.<br />

Ayrıca yere halk ilk defa asansörü<br />

de bu sarayda görmüş.<br />

Bundan dolayı buraya acayip ev<br />

anlamına gelen Beytül Acayip<br />

denilmiş.<br />

Beytül Acayip in hemen<br />

yanıbaşında bulunan ve Ada’yı<br />

Portekizlilerden korumak için<br />

inşa edilmiş Arap Klaesini de<br />

görmeden geçmeyin.<br />

Umman Kralı’nın Ada<br />

savunmasına bir hediyesi olan<br />

bu kalenin içerisindeki antik<br />

tiyatroda dünyaca ünlü Zanzibar<br />

Jazz festivali ve Film festivalleri<br />

de düzenleniyor.<br />

Zanzibar’ı keşfetmek…<br />

Zanzibar’a direkt uçuş<br />

bulunmamakta.<br />

Öncelikle Türkiye’den<br />

Tanzanya’nın başkenti Daar-es<br />

Selam’a gidilmesi gerekiyor.<br />

Havaalanına ulaşıldığında 50 USD<br />

karşılığında kapı vizesi aldıktan<br />

sonra önünüzde iki seçenek<br />

bulunmakta.<br />

Bunlardan birisi uçakla Ada’ya<br />

geçmek, diğeri ise feribot ile.<br />

Uçak ile geçiş çift yön ortalama<br />

200 USD olup toplamda yalnızca<br />

15 dk sürüyor.<br />

Hızlı feribotla ulaşım ise yaklaşık<br />

15-20 usd ve ortalama 45 dk<br />

kadar sürüyor.<br />

Feribotla gidişler çok<br />

problem olmamakla beraber<br />

dönüş yolunda okyanustaki<br />

ters akıntıdan dolayı ciddi<br />

manevralara maruz kalınıyor.<br />

Her ne kadar biraz eğlenceli gibi<br />

dursa da eğer deniz tutuyorsa<br />

en azından dönüş yolunda pırpır<br />

uçak kullanılması gerekiyor.<br />

Zanzibar’da kullanılan para birimi<br />

Tanzanya Şilini.<br />

Giderken dolar götürmek<br />

gerekiyor.<br />

Euro götürmek hiç mantıklı değil<br />

çünkü euro neredeyse dolarla<br />

aynı kurdan çevriliyor.<br />

Ülkemize göre gayet ucuz olmakla<br />

birlikte turistik atraksiyonlar<br />

genelde dolara endeksli.<br />

Son olarak, gitmeden önce<br />

birkaç kelime bile olsa Swahili<br />

öğrenmenizi tavsiye ediyoruz.<br />

Her ne kadar İngiliz sömürgesi<br />

olmalarından kaynaklı, genel<br />

olarak ingilizce biliyor olmalarına<br />

rağmen, sizlerin ağzından çıkacak<br />

birkaç kelime yerel halkı çok<br />

mutlu ediyor.<br />

Güneşin okyanustan doğup<br />

okyanustan battığı bu güzel<br />

diyar, alternatif lokasyon arayan<br />

tatilcileri bekliyor.<br />

Hakuna Matata!


Umre Vizesinde Yeni Dönem: Elektronik Vize<br />

53<br />

Umre Vizesinde Yeni Dönem:<br />

Elektronik Vize<br />

Mayıs ayında Hac ve Umre<br />

acentalarını yakından ilgilendiren<br />

bir haber geldi.<br />

Suudi Arabistan Krallığı,<br />

Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla<br />

acentalara gönderdiği kararında,<br />

bundan sonra Umre vizelerinin<br />

tamamen elektronik ortamda<br />

alınacağı bilgisini verdi.<br />

Gelen karara göre, artık<br />

acentalar Umre vizesi<br />

almak istediği yolcularının<br />

pasaportlarını konsolosluğa<br />

götürmek zorunda kalmayacak.<br />

Tamamen elektronik ortamda<br />

sisteme yükelenecek olan<br />

pasaport ve gerekli evraklar,<br />

Suudi Arabistan yetkilileri<br />

tarafından incelenip<br />

onaylandıktan sonra yine başka<br />

bir online platform üzerinden,<br />

Mofa numarası ve Pasaport<br />

numarası bilgileri girilerek kağıda<br />

dökülebilecek.<br />

Yeni uygulama sayesinde birçok<br />

acenta zaman ve enerjiden<br />

tasarruf edecek. Bunun yanında,<br />

firmaların korkulu rüyası olan<br />

‘son dakika yolcuları’ da daha<br />

az risk alınarak gruplara dahil<br />

edilebilecek.<br />

Firmalar Dikkat!<br />

Bu kolaylığın yanında firmaların<br />

dikkat etmesi gereken yeni<br />

hususlar da oldu. Her ne kadar<br />

tüm başvuru süreci online<br />

ortamda yapılsa bile bazı<br />

durumlarda Suudi Arabistan<br />

yetkilileri gerekli gördükleri<br />

pasaportların konsolosluğa<br />

getirilmesini talep edebilir.<br />

Pasaportunu istemese bile bazı<br />

yolcuların gerekli evraklarının<br />

aslını da konsolosluğa<br />

isteyebilir. Yeni sistemde Suud<br />

hükümeti tarafından yapılan<br />

denetlemelerin sıklaşacağı ve<br />

daha da katı olacağı tahmin<br />

ediliyor. Öncelikle Mofası düşen<br />

yolcuların 14 gün içerisinde<br />

vizesinin basılması gerekiyor.<br />

Vizesi basılan kişinin de, vize<br />

basım tarihinden itibaren 14<br />

gün içerisinde Suudi Arabistan<br />

topraklarına giriş yapması<br />

gerekiyor. Bu şartlar yerine<br />

getirilmediğinde ise yolcu<br />

Arabistana giriş yapamayacağı<br />

gibi, tekrar vize alabilmesi için<br />

de eski vizesinin iptal edilme<br />

sürecini beklemesi gerekecek.<br />

Bu vize iptal süreci kimi zaman<br />

kısa zamanda hallolabilirken kimi<br />

zaman ayları bulabiliyor.<br />

TÜRSAB’DAN<br />

ACENTALARA<br />

KONSOLOSLUK BİLDİRİSİ<br />

3 Mayıs tarihinde TÜRSAB’dan<br />

Hac ve Umre Acentalarına uyarı<br />

niteliğinde bir bildiri geldi.<br />

Bildiri, TÜRSAB’a Suudi Arabistan<br />

Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu<br />

tarafından gönderilmiş ve net bir<br />

uyarıyı kapsıyordu.<br />

Bildirinin içeriği;<br />

“Suudi Arabistan Krallığı vize<br />

işlemleri için şifre almış bulunan<br />

Türkiye’de yerleşik bazı seyahat<br />

acentaları, yurtdışında bulunan<br />

başka firmaların şifrelerini<br />

kullanmak suretiyle, Trükiye’de<br />

bulunan yabancı uyruklu şahısların<br />

vizelerini aldıkları tespit edilmiştir.<br />

Bu itibarla, 6 Mayıs 2019<br />

Pazartesi gününden itibaren<br />

yabancı firmların şifreleri ile<br />

giriş yapan Türkiye’de yerleşik<br />

seyahat acentalarının sistemlerinin<br />

Suudi Arabistan Krallığı İstanbul<br />

Başkonsolosluğu tarafından<br />

kapatılacağı” şeklinde olmuştur.<br />

Bu hususta, HURSAD olarak<br />

yetkili acentalarımızın belirtilen<br />

hususlara dikkat etmelerini<br />

ve mevzuata uygun hareket<br />

etmelerini rica ediyoruz.


54<br />

Hac Yolculuğunun Kabûsu: İSHAL<br />

HAC YOLCULUĞUNUN<br />

KABÛSU: İSHAL<br />

Dr. Neslihan ÖZSOY<br />

Hac, İslâm’ın beş şartından<br />

biridir ve dünyadaki en büyük<br />

kitlesel toplanma şeklidir.<br />

Önceki yazımız, hac ve umrede<br />

sık görülen solunum yolu<br />

enfeksiyonları ve önlenmesi<br />

ile ilgiliydi. Bu yazımız ise<br />

gelişmekte olan ülkelere<br />

uluslararası seyahat edenlerin;<br />

yaklaşık %20-50’sinde<br />

görülen seyahat ishalleri ve<br />

riski azaltmak için yapılması<br />

gerekenler ile ilgili…<br />

İshal Nedir, Nasıl Oluşur?<br />

İshal, bağırsaklarda bulunan<br />

sıvının yeterince emilmemesi<br />

ve klinik olarak 24 saat içinde<br />

normal şeklini kaybetmiş,<br />

3 veya daha fazla sayıda<br />

dışkılama olarak tarif edilir. 2<br />

haftayı aşmayan ishaller akut,<br />

4 haftayı aşanlar ise kronik<br />

ishal olarak tanımlanabilir.<br />

İshal genellikle bağırsak<br />

enfeksiyonunun bir belirtisidir.<br />

Bulaşma yolları çoğunlukla<br />

etkenlerin ağız yoluyla alınması<br />

ile edinilir. Dışkı-ağız yoluyla<br />

bulaşma su, gıda veya kişiden<br />

kişiye dokunma yoluyla<br />

olmaktadır.<br />

Nedenleri…<br />

Akut ishale yol açan<br />

enfeksiyona bağlı ve<br />

enfeksiyona bağlı olmayan<br />

birçok neden vardır. Akut<br />

ishal olgularının çoğundan<br />

enfeksiyon etkenleri<br />

sorumludur. Seyahat<br />

ishallerinin %80’ine bakteriler<br />

neden olur.<br />

Enterotoksijenik E.Coli, Shigella<br />

türleri ve Campylobacter türleri<br />

en sık görülen patojenlerdir.<br />

Daha seyrek Aeromonas,<br />

Salmonella, Kolera dışı<br />

Vibriolar, E.hystolitica ve<br />

G.lamblia’dır. Diğer nedenler<br />

bilinmeyen bir besin ve içecek,<br />

yaşam alışkanlıklarındaki<br />

değişiklikler, seyrek<br />

görülen viral enfeksiyonlar<br />

(adenovirüsler ve rotavirüsler)<br />

ve bağırsak florasındaki<br />

değişikliklerdir.<br />

Kimlerde daha sık görülür?<br />

Seyahat ishali gelişmekte<br />

olan ülkelerde sıklıkla görülür.<br />

Bağışıklık sistemi baskılanmış<br />

veya bağışıklık sistemini<br />

baskılayıcı tedavi alanlar,<br />

şeker hastaları, inflamatuar<br />

bağırsak hastalığı olanlar, mide<br />

rahatsızlıkları için antiasit<br />

kullananlarda seyahat ishaline<br />

yakalanma riski yüksektir.<br />

Seyahat ishali belirtileri…<br />

Seyahat ishali genellikle<br />

seyahatin ilk haftasında<br />

görülür. Hastada sıvı dışkılama,<br />

acil dışkılama isteği ve büyük<br />

abdestini tutamama, fazla<br />

dışkılama, bulantı, kusma,<br />

halsizlik, karın bölgesinde ağrı<br />

ve gaz, susuzluk hissi ishalin<br />

belirtileridir.<br />

Tanı, hastanın şikayetleri,<br />

öyküsü ve fizik muayene<br />

bulguları ile doktor tarafından<br />

konulabilir. Olguların sadece<br />

%10’unda laboratuvar<br />

değerlendirmesi gerekmektedir.<br />

Ciddi sıvı kaybı, ateş 38,3<br />

derece ve yüksek, belirgin<br />

kanlı ve cerahatli ishali<br />

olan hastalarda, dışkının<br />

bakteriyolojık kültürü ve<br />

parazitolojık incelemeleri<br />

yapılır.<br />

Yapılması gerekenler…<br />

Tedavide ilk yapılması<br />

gereken, hastanın sıvı kaybını<br />

değerlendirerek, sıvı kaybı var ise<br />

yerine koymaktır. Dengelenmiş<br />

elektrolitlerle vücudun su oranı<br />

korunmalıdır. Ağızdan sıvı-elektrolit<br />

tedavisi evde hazırlanacak ise; 1<br />

litre içme suyuna, 1 çay kaşığı tuz,


Hac Yolculuğunun Kabûsu: İSHAL 55<br />

Ağızdan sıvı-elektrolit<br />

tedavisi şu şekilde<br />

kullanılır:<br />

• 2 yaş altındaki<br />

bebekler: Her sulu<br />

dışkıdan sonra ¼ - ½<br />

fincan (50-100 ml)<br />

• 2-10 yaş arası<br />

çocuklar: Her sulu<br />

dışkıdan sonra ½ - 1<br />

fincan (100-200 ml)<br />

• Daha büyük çocuklar<br />

ve yetişkinler: Ağızdan<br />

sıvı elektrolit tedavisini<br />

içebildikleri kadar<br />

almalılar<br />

• Bu karışım yukarıda<br />

belirtilen oranlarda<br />

kullanılır (Bir çay<br />

kaşığı= 5 ml)<br />

6 çay kaşığı şeker, 1 fincan portakal<br />

suyu ilave edilerek hazırlanır. Ciddi<br />

sıvı kaybı var ise sıvı tedavisi damar<br />

yolu ile verilir.<br />

Seyahat ishalinin süreci<br />

neler yemeli/içmeli?<br />

Seyahat ishali genellikle 1-5 günde<br />

geriler. Semptomatik, bağırsak<br />

hareketlerini azaltıcı ilaçlar ile tedavi<br />

yeterli olmaktadır. Fakat ileri derecede<br />

sıvı kaybına yol açan, ateş, karın<br />

ağrısı, kanlı ishali olan ve bağışıklık<br />

sistemi baskılanmış olgularda<br />

antibiyotik tedavisi gereklidir.<br />

İshal süresince diyete dikkat edilmesi<br />

uygun olur. Baharatlı gıdalar,<br />

sütlü ürünler, yağlı gıdalar, yüksek<br />

miktarda lif içeren gıdalardan<br />

kaçınarak bağırsakları istirahate<br />

almak gerekir. Çay, yumuşak ve<br />

kolay sindirilen gıdalar, muz, patates,<br />

pirinç, elma püresi tavsiye edilir.<br />

Önleyici tedbirleri uygulayarak<br />

seyahat ishali riski azaltılabilir.<br />

Tüm hacılar su ve<br />

yiyecekler ile bulaşan<br />

hastalıklardan<br />

korunma konusunda<br />

bilgilendirilmelidir.<br />

• Tuvalet sonrası ve<br />

yemek öncesi elleri<br />

mutlaka sabun ve suyla<br />

yıkamak veya alkol<br />

bazlı el dezenfektanları<br />

kullanmak.<br />

• Hijyenik olmayan yerleri<br />

ve sokak satıcılarını<br />

tercih etmemek.<br />

• Çiğ veya iyi pişmemiş<br />

et, deve eti ve deniz<br />

ürünlerinden uzak<br />

durmak.<br />

• Çiğ meyveleri ve<br />

sebzeleri temiz su ile<br />

yıkayıp, kabuğunu<br />

soyarak yemek.<br />

• Açıkta beklemiş<br />

yemekleri tercih<br />

etmeyip, taze<br />

hazırlanmış ve iyi<br />

pişirilmiş yemekleri<br />

tercih etmek.<br />

• Krema, mayonez,<br />

patates salatası gibi<br />

çabuk bozulan gıdaları<br />

tercih etmemek.<br />

• Pastörize edilmiş süt ve<br />

süt ürünlerini kullanmak.<br />

• Musluk suyu ve musluk<br />

suyundan yapılmış buz<br />

yerine kaynatılmış veya<br />

şişelenmiş su gibi kapalı<br />

kaplarda olan ürünleri<br />

tercih etmek.<br />

• Gıdaları yıkarken, yemek<br />

hazırlarken, dişleri<br />

fırçalarken güvenli<br />

olmayan suları mutlaka<br />

kaynatmak veya kapalı<br />

şişe sularını tercih<br />

etmek.


56<br />

Engin Uzun’un<br />

Objektifinden:<br />

Ümmetin<br />

Yetimleri<br />

SRİ LANKA<br />

ENDONEZYA<br />

SRİ LANKA SRİ LANKA SRİ LANKA


57<br />

SRİ LANKA<br />

ENDONEZYA<br />

SRİ LANKA<br />

NEPAL<br />

NEPAL<br />

SRİ LANKA<br />

NEPAL<br />

SRİ LANKA<br />

SRİ LANKA<br />

SRİ LANKA


Farklı Çağların Dev Projeleri:<br />

İSTANBUL HAVALİMANI<br />

HİCAZ DEMİRYOLU


Kapasitesi, teknolojisi, iş gücüne katkısı ve birçok<br />

özelliğiyle Türkiye’nin gözbebeği olan İstanbul<br />

Havalimanı’nın kendi döneminde dünyaya parmak<br />

ısırtan bir başka proje olan Hicaz Demiryolu ile<br />

karşılaştırmasını yaptık.<br />

İstanbul Yeni Havalimanı’nda<br />

• 3 adet veri merkezi (data center), 102 adet entegre sistem, 467 adet<br />

sunucu, 780 telekomünikasyon odası, 3257 adet kartlı geçiş noktası,<br />

3267 uçuş bilgi monitörü, 4549 destek verilen bilgisayar, 9000 adet<br />

güvenlik kamerası olacak.<br />

• 20 milyon GB’lık data alanının fiber kablo uzunluğu ise İstanbul-Berlin<br />

arasındaki 1700 km’ye eşit.<br />

• Bu hizmet dünya çapında alanında verilen en büyük hizmet niteliğinde<br />

olacak.<br />

Hicaz Demiryolu’nda<br />

• Demiryoluna 1,05 m. açıklıkta dar hatlı raylar döşendi. Dar hattın tercih<br />

edilmesindeki en önemli sebep maliyetinin daha ucuza çıkması, yapımının<br />

daha kolay gerçekleşmesi ve çok yoğun olmayan bir trafik için kâfi<br />

geleceğinin düşünülmesiydi.<br />

• Demiryolunun teknik işlerinin önce on yedisi Türk, diğerleri gayrimüslim<br />

olmak üzere kırk üç mühendis çalışıyordu. İnşaat ilerledikçe Avrupalı<br />

mühendislerin sayısı azalırken Osmanlı mühendislerinin sayısı arttı ve<br />

edindikleri tecrübe sayesinde kutsal topraklardaki inşaatı tamamen<br />

müslüman mühendisler gerçekleştirdi.<br />

• 1900 yılında yayınlanan iradeyle başlanan projede son durak olan<br />

Medine’ye 1908’de varıldı. Bu bir rekordu.<br />

• Hayfa şubesiyle birlikte 1464 kilometreyi bulan Hicaz demiryolu 1 Eylül<br />

1908 tarihinde yapılan bir törenle bizzat II. Abdülhamid tarafından<br />

işletmeye açıldı.


60<br />

“İstanbul<br />

Havalimanı’nın<br />

destinasyon avantajı<br />

hava ulaşımında söz<br />

sahibi olan Almanya,<br />

İngiltere gibi bazı<br />

ülkelerin etkisini<br />

azaltacak”<br />

Her iki projenin de destekçileri olduğu kadar düşmanlarının da bulunması<br />

bir başka ilginç noktadır. Hem Hicaz demiryolu projesi hem de İstanbul<br />

Yeni Havalimanı yapılış amacı incelendiğinde sadece taşımacılıktan öte<br />

daha derin ve farklı anlamlar içermektedir.<br />

Hicaz Demiryolu<br />

• Hicaz demiryolu, bölgeye asker sevkini<br />

hızlandıracağından muhtemel ayaklanmalara ve<br />

dışarıdan vuku bulacak saldırılara karşı savunma<br />

rolü üstlenecekti.<br />

• Osmanlı Devleti’nin askerî etkinliğinin artması<br />

siyasî otoritenin de bölgede güçlenmesine yardım<br />

edecekti.<br />

• Yalnız savaş ve isyan durumlarında değil<br />

normal zamanlarda da Hicaz ile Yemen’e asker<br />

ve mühimmat sevkiyatı demiryoluyla yapılacak,<br />

böylece Süveyş Kanalı’na duyulan ihtiyaç ortadan<br />

kalkacaktı.<br />

• Projenin dini yönü ise tartışılmazdı. Hicaz hattı,<br />

büyük zahmet ve meşakkatlerle yapılabilen hac<br />

yolculuğunu kolaylaştırarak, büyük bir dinî hizmete<br />

vesile olacaktı; çünkü Suriye’den Medine’ye yaklaşık<br />

kırk, Mekke’ye elli gün süren uzun ve bedevîlerin<br />

saldırıları sebebiyle tehlikeli olan yolculuk dört beş<br />

güne inecekti.<br />

• Üstelik demiryolu, hacıların gidiş geliş masraflarını<br />

öncekiyle kıyaslanamayacak derecede azaltacak<br />

ve bu durum yakın gelecekte hacıların sayısını da<br />

arttıracaktı.<br />

• Proje aynı zamanda II. Abdülhamid’in İslâm<br />

âlemindeki itibar ve nüfuzunu da kuvvetlendirecek,<br />

müslümanların ortak bir eser ve amaç etrafında<br />

dayanışmasını sağlayacaktı.<br />

• Bunların yanı sıra demiryolunun işletmeye<br />

açılmasıyla birlikte ticarî faaliyetlerin gelişeceği,<br />

ekonomik canlılıkla birlikte şehirleşmenin de<br />

hızlanacağı tahmin ediliyordu.<br />

İstanbul Yeni Havalimanı<br />

• Günümüzün en büyük uçaklarından Airbus A380 ve<br />

Boing 737-800 gibi uçakların iniş kalkışı mümkün olan<br />

ve 500 apron kapasitesiyle göz dolduran ayrıca 150<br />

milyona yakın yolcu kapasitesi ile İstanbul dünyanın<br />

ulaşım merkezi haline gelecek<br />

• İstanbul Havalimanı’nın destinasyon avantajı hava<br />

ulaşımında söz sahibi olan Almanya, İngiltere gibi bazı<br />

ülkelerin etkisini azaltacak.<br />

• Havalimanında Türk mühendislerinin öne çıkmasıyla<br />

dünyada Türkiye’nin teknolojide de var olduğunu<br />

gösterecek.<br />

• Müslüman bir ülkenin gerçekleştirdiği bu dev proje ile<br />

dünya Müslümanlarının da kendine güveni artacak.<br />

• Türkiye ekonomisine muazzam bir destek<br />

sağlayacak.<br />

• Türkiye’nin bölgedeki nüfusunu ve gücünü<br />

arttıracak.


61<br />

Bir başka ilginç ayrıntı ise iki projenin<br />

maliyetleri karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor.<br />

Hicaz demiryolunun tahminî maliyeti 4 milyon<br />

lira olarak hesaplanmıştı. 1901 yılı devlet<br />

bütçesindeki harcamaların %18’ini aşan bu<br />

miktar o dönem Osmanlı maliyesi için çok<br />

büyük bir meblağdı ve projenin finansmanı<br />

konusu önemli bir problem teşkil ediyordu.<br />

Bunun üzerine finansman meselesinin<br />

müslümanlardan toplanacak bağışlarla<br />

çözümlenmesine, inşaatın başlangıcında<br />

ortaya çıkacak acil para ihtiyacını karşılamak<br />

üzere de Ziraat Bankası’ndan kredi alınmasına<br />

karar verildi.<br />

İslâm ülkelerindeki resmî-sivil birçok kişi<br />

bağış kampanyasına destek verdi ve ilk bağış<br />

50.000 lira ile II. Abdülhamid’den geldi. Onu<br />

diğer devlet adamları ve bürokratlar takip etti;<br />

bu arada çok sayıda memur kendi arzusuyla<br />

birer maaşını bağışladı. Resmî nitelikteki<br />

yardımların ardından halkın bağışları<br />

geldi. Başta Hindistan, Mısır, Rusya ve Fas<br />

müslümanları olmak üzere Endonezya’dan,<br />

Singapur’dan, Güney Afrika’dan, Avrupa’daki<br />

bazı İslâm cemiyetlerinden, Tunus, Cezayir,<br />

hatta Amerika’dan bağışta bulunuldu.<br />

Fas emîri, İran şahı ve Buhara emîri gibi<br />

müslüman devlet idarecilerinden de yardımlar<br />

geldi. Bu geniş katılım, Hicaz demiryolu<br />

projesinin bütün dünya müslümanlarınca<br />

benimsendiğinin bir işaretiydi.<br />

İstanbul Havalimanı’nda ise durum biraz daha<br />

farklı.<br />

Yapım maliyeti açısından 25,6 milyar Euro<br />

ile dünyanın en pahalı havalimanı olarak<br />

belirlenen yeni havalimanı yolcu başına<br />

maliyet hesabına göre ise 4. sırada yer alıyor.<br />

Üstelik bu rakam girişimciler tarafından<br />

karşılanıyor. Devlet ise işletme garantisi<br />

veriyor.


62<br />

ÇOCUKLARIMIZ TEHLİKEDE!<br />

Deniz UNAY<br />

Sosyal Medya Uzmanı<br />

Teknoloji bağımlılığı her yaştan<br />

bireyleri olumsuz etkilese de en<br />

çok çocuklarımızı ve gençlerimizi<br />

tehdit etmektedir. Çocuklarımız<br />

bizlerin geleceğidir, gençlerimiz<br />

yarınımızın inşasını yapacak<br />

olanlardır. Onları korumalı<br />

ve kollanmalıyız. Bunun için<br />

öncelikle çocuklarımızı teknolojik<br />

elitlerden en verimli şekilde<br />

faydalanacak şekilde eğitip<br />

onları bu akıllı cihazlara emanet<br />

etmeyelim.<br />

HURSAD Ekimiz, Teknoloji<br />

bağımlılığına dikkat çekmek ve<br />

siber çağında çocuklarımızı nasıl<br />

korumamız gerektiğiyle ilgili<br />

özel dosya hazırladı…<br />

Konuyu Sosyal Medya Uzmanı<br />

Deniz Unay ile konuştu…<br />

“Anne ve Babalar Teknolojik<br />

Cihazlar Çocuklarınızın Bakıcısı<br />

Değildir.”<br />

İnsan, hayatını kolaylaştıracak<br />

her şeyi kullanabilen ve<br />

onu geliştirebilen aklıyla,<br />

becerileriyle ve amaçlarıyla<br />

yaşayan üstün bir canlıdır.<br />

Hayatı kolaylaştıran en önemli<br />

unsurlardan biride teknolojidir.<br />

Teknoloji, günlük hayattaki<br />

karmaşık ve zor olan işleri<br />

kolaylaştırdığı sürece çok değerli<br />

olan bu alan, insanın diğer<br />

duygulularına hitap etmeye<br />

başladığı andan itibaren dikkat<br />

edilmezse tehlikeli bir şeye<br />

dönüşeceği ve dönüştüğü bir<br />

gerçektir. Gelişen teknolojiyle<br />

beraber, hayatımıza hızlı<br />

şekilde giren akıllı cihazlar<br />

artık vazgeçilmez hale geldiği<br />

görülüyor ve bu vazgeçilmez<br />

olan cihazlara bağlılık artık yeni<br />

bir safhaya geçmiş durumda,<br />

bağımlılık yani “Teknoloji<br />

bağımlılığı”…<br />

Yaklaşık 20 yıl önce ile bugün<br />

arasındaki teknolojik fark<br />

ile bugünden 20 yıl sonrası<br />

arasındaki farkın bu gidişle daha<br />

çok olacağını söylemek gerçekçi<br />

bir yaklaşım olacaktır. Telefonun<br />

icadı ve üstünden geçen<br />

yıllar sonrası akıllı telefonlara<br />

dönüşmesi, televizyonun zaman<br />

yolculu, bilgisayarın gelişerek<br />

hayatımızın vazgeçilmez bir<br />

unsuru oluşu ve diğer tüm<br />

değişimler baktığımız zaman<br />

bir yönüyle bizleri çok etkiledi,<br />

“Bağımlılık.”<br />

Bağımlılık kişiye, aileye,<br />

topluma; psikolojik, sosyolojik<br />

ve ekonomik zararlara yol açan,<br />

bedensel, ruhsal ve sosyal hayatı<br />

olumsuz etkileyen bir olgudur.<br />

Bizler ne kadar bu bağımlılığı<br />

sadece madde, alkol ve kumar<br />

bağımlılığı olarak ele alsak da<br />

hayatımıza değişen ve gelişen<br />

teknolojiyle beraber insanların<br />

duygularını, hırslarını ve<br />

arzularını yaşama fırsatı veren<br />

platformların getirdiği yeni bir<br />

bağımlılıkla tanıştık, “Teknoloji<br />

Bağımlılığı”. Bugün tüm dünyada<br />

ve ülkemizde Yeşilay tarafından<br />

bağımlılık listesine alınan bu<br />

sosyal rahatsızlık her yaştan<br />

insanımızı etkilemektedir.<br />

Bu büyük sorunu tarif ettikten<br />

sonra aklımızdaki soruyu bu<br />

konuya yıllarını vermiş olan bir<br />

kişiye yöneltelim, Sosyal Medya<br />

Uzmanı Deniz Unay’a…<br />

-Peki, nedir bu Teknoloji<br />

Bağımlılığı ve ne tür zararları<br />

vardır?


Çocuklarımız Tehlikede! Teknoloji Bağımlılığı ve Siber Zorbalık 63<br />

Deniz Unay: Teknoloji<br />

bağımlılığı diğer bağımlılıklarda<br />

olduğu gibi kişinin bağımlısı<br />

olduğu teknolojik ürüne<br />

ulaşamadığında yoksunluk<br />

yaşadığı bir durum olarak<br />

tanımlanabilir. Bu bağımlılığı<br />

bedensel ve sosyal olarak<br />

sınıflandırabiliriz. Bedensel<br />

olarak bakarsak, aşırı<br />

derece ekrana bakmaktan<br />

kaynaklanan gözlerde yanma,<br />

özellikle telefon kullanırken<br />

sürekli başın önde olmasına<br />

bağlı boyun kaslarında ağrı ve<br />

sertleşme, beden duruşunda<br />

bozukluk. Yazı yazmak için<br />

yoğun bir şekilde parmakları<br />

kullanmaktan elde uyuşukluk,<br />

halsizlik vb. sonuçları olacağı<br />

gibi sosyal olarak da aşırı<br />

yoğunlaşmayla kişinin yapması<br />

gerekenleri erteleme ve<br />

yapmama sonucunda akademik<br />

başarıda düşüş, kişisel, aile<br />

ve okul sorunları, zamanı<br />

idare etmede başarısızlık.<br />

Vaktinin büyük çoğunluğunu<br />

harcayarak geç saatlere<br />

kadar kullanımdan dolayı<br />

uyku bozuklukları, aşırı uğraş<br />

sonucu unutulan öğünlerden<br />

dolayı yemek problemleri,<br />

aktivitelerde azalma. Çocuğun<br />

vaktinin büyük kısmını bu<br />

cihazlarla geçirmesinden dolayı<br />

toplumsal yaşamdan kaçma,<br />

içe kapanıklık, depresyon,<br />

otizm, dikkat eksikliği ve<br />

pipolar bozukluk gibi sorunlara<br />

yol açmaktadır.<br />

“İnsan yaşamı esnasında<br />

3 tip varlık gibi görünür;<br />

bedensel, ruhsal ve sosyal<br />

varlık. Teknoloji bağımlılığı<br />

varlığımızı olumsuz yönde<br />

etkilemektedir.”<br />

-Siber Zorbalık nedir? Ve<br />

Teknoloji Bağımlılığıyla olan<br />

ilişkisi nedir?<br />

-Teknolojiyle beraber gelen<br />

ve sizin zorbalık olarak<br />

adlandırdığınız siber tehlikeler<br />

nedir?<br />

Deniz Unay; “Siber Zorbalık”<br />

derken burada internet<br />

üzerinden bilgisayar olsun,<br />

akıllı cihazlar olsun girilebilen<br />

ve menşei belli olamayan oyun<br />

ve oyun tarzı uygulamaları<br />

kastediyoruz. Burada her<br />

türlü suç ve suça teşvik<br />

hatta intihara sürükleme<br />

gibi birbirinden farklı çok<br />

hayati anlamda problem<br />

oluşturan sıkıntılar mevcut.<br />

Son zamanlarda adını sık<br />

duyduğumuz Mavi Balina ile<br />

başlayalım. Oyunun resmi<br />

bir internet adresi ve yasal<br />

satışı olmadığını, sosyal<br />

medya organları üzerinden<br />

bir yöneticinin gönderdiği<br />

kişiye özel linkler aracılığı ile<br />

oynanabildiğini belirtelim.<br />

Mavi Balina türevleri aslında<br />

bir oyun değil, “Siber<br />

Zorbalık”… Bu siber zorbalık<br />

önce gönderdiği bir linkle<br />

çocuğun bilgisayarını, cep<br />

telefonunu ya da tabletini ele<br />

geçiriyor, oradaki bütün kişisel<br />

bilgilere ulaşıyor. Kişinin özel<br />

fotoğrafları, kimlik bilgileri,<br />

malindeki yazışmalara kadar<br />

her şey var bunun içerisinde.<br />

Sonrasında çocuğa bazı emirler<br />

gitmeye başlıyor. 50 görev,<br />

her gün bir tanesi olmak üzere<br />

veriliyor. İlk görev mesela ‘bir<br />

kâğıda mavi balina çiz gönder’<br />

gibi oluyor. Bu süre zarfında<br />

çocuktan bazı müzikleri<br />

dinlemesi, bazı filmleri izlemesi<br />

isteniyor. Bu müzik ve filmlerle<br />

çocuğun duyguları manipüle<br />

edilerek subliminal mesajlar,<br />

olumsuz tepkiler çocuğa<br />

yerleştirilmeye başlanıyor.<br />

“Gece 04.20’de kalk şu filmi<br />

izle” gibi talimatlar var hatta…<br />

Facebook’ta kurulan 4’ü 20<br />

geçe grubuna 250 binden fazla<br />

insan katıldı ve o saatte “evet<br />

buradayız” dediler.<br />

Bu tarz oyunların, teknik<br />

olarak kaynağı bulunamadığı<br />

için engellenemediğine dikkat<br />

çeken Unay, “İnternetin


64<br />

deep web dediğimiz karanlık<br />

dünyasından gelen bu<br />

oyunlarla teknik açıdan baş<br />

etmek çok zor. Maalesef<br />

bu tarz oyunların sayısı<br />

ve türevi artmaya devam<br />

edecek. Çocuklarımızın<br />

özellikle sosyal medyada<br />

kurdukları arkadaşlıklara,<br />

bilgisayarda vakit geçirdiği<br />

unsurlara çok dikkat etmemiz<br />

gerekiyor. Evlatlarımızın<br />

15-16 yaşından önce sosyal<br />

medya hesabı açmalarına<br />

izin vermeyelim. 9. sınıfa<br />

gelmeden önce çocuklarımıza<br />

akıllı telefon almayalım. Kişilik<br />

gelişimleri belli bir noktaya<br />

ulaştıktan sonra bu imkânları<br />

çocuklarımıza sağlarsak daha<br />

güzel olur.”<br />

Farkındalık oluşturmalıyız<br />

Milli Eğitim Bakanlığı’na<br />

sunulan ve izni alınan Sosyal<br />

Medya Etkileri ve Mobil Yaşam<br />

Üzerine Teknoloji Bağımlılığı<br />

projesiyle dört yıldır okulları<br />

gezerek seminerler veren<br />

Unay, sadece 2018 yılında<br />

100 binin üzerinde öğretmen,<br />

öğrenci ve veliye ulaşmış.<br />

Unay, “Okullara gittiğimizde<br />

görüyoruz ki çocukların<br />

yüzde 90’nı bu oyunlardan<br />

haberdar. Hem basın çok<br />

ilgi gösterdi hem çocuklar<br />

arasında çok yaygınlaştı<br />

hem de çocukların sevdiği<br />

Youtuberlar “bu oyunlar çok<br />

tehlikeli dikkat edin” şeklinde<br />

videolar yayınladılar. Bu<br />

videoların çok olumlu etkileri<br />

oldu. Biz çocuklara ‘bu oyunları<br />

oynamayın, çok tehlikeli’<br />

demiyoruz, bu zaten onların<br />

bildiği bir şey. Bir arkadaşınız<br />

oynuyorsa davranış modeliniz<br />

ne olmalı? Sorusundan yola<br />

çıkarak çocuklara farkındalık<br />

kazandırmaya çalışıyoruz.<br />

Çocuk, Mavi Balina oynayan<br />

birine acil bir şekilde müdahale<br />

etmesi gerektiğini hissetmeli.<br />

‘Arkadaşımı vazgeçirmeliyim,<br />

sokağa çıkarıp onunla daha<br />

fazla vakit geçirmeliyim,<br />

gücüm yetmiyorsa ailesine,<br />

öğretmenine haber vermeliyim<br />

ve bunu acil bir şekilde<br />

yapmalıyım” farkındalığını<br />

kazandırmaya çalışıyoruz.<br />

Bunu başarırsak o çocuğun<br />

önüne 100 tane Mavi Balina<br />

türevi oyun da gelse hiçbir<br />

şekilde etkilenmeyecektir.<br />

Okullarımızda, bu oyunları<br />

oynayan arkadaşlarına<br />

müdahale ederek belki de<br />

onların hayatlarını kurtaran<br />

çocuklarımız var.”<br />

Bu, masum bir iş değil!<br />

Gittikçe daha büyük bir<br />

sorun haline gelen teknoloji<br />

bağımlılığı ve yanında getirdiği<br />

siber zorbalık ve diğer tehlikeli<br />

unsurları teknik bir yol izliyor<br />

ve bugün ve yarın başta<br />

çocuklarımız olmak üzere hep<br />

tehlike altında olacağız.<br />

Sosyal Medya Uzmanı Deniz<br />

Unay, “Teknik olarak çok<br />

kısa bir sürede milyonlarca<br />

sahte hesap açılabiliyor,<br />

Whatsapp’tan doğrulama<br />

kodları alınıyor. Bu numaralar<br />

doğuyor ve ölüyorlar,<br />

kendini imha ediyor, o<br />

yüzden izini süremiyorsunuz.<br />

Bugün ülkemizde telefon<br />

numaralarının nasıl başladığını<br />

biliyoruz. Hazırlanacak<br />

bir yazılımla belli bir<br />

numara aralığı girilerek o<br />

numaralardan kaç kişinin<br />

Whatsapp kullandığını tespit<br />

etmek çok kolay. Ortaya çıkan<br />

listeden ister seçerek ister


Çocuklarımız Tehlikede! Teknoloji Bağımlılığı ve Siber Zorbalık<br />

65<br />

rast gele numara belirleyerek<br />

mesaj gönderebilirsiniz.<br />

Mesajlara geri dönme oranı<br />

dünyada yaklaşık binde<br />

3’tür. Reklam SMS’lerine<br />

bile insanların geri dönüş<br />

oranları binde 3 civarındadır.<br />

Bu karşı konulamaz bir<br />

istatistik, insanlar mutlaka<br />

geri dönüyorlar. Çocuklar<br />

daha çabuk tuzağa düşüyor.<br />

Ülkemizde bu tarz vakalar<br />

var, benim de gördüğüm<br />

görüştüğüm çocuklar var.<br />

Bu masum bir iş değil,<br />

masumlaştırılacak bir iş hiç<br />

değil” şeklinde konuşuyor.<br />

-Peki, bu problemi nasıl<br />

aşacağız yani nasıl bertaraf<br />

edeceğiz?<br />

Deniz Unay: Teknoloji<br />

bağımlılığına karşı en<br />

keskin çözüm farkındalığın<br />

artması yönünde atılacak<br />

adımlarla gerçekleşecektir.<br />

Farkındalığı artan bireyler<br />

teknolojiyi ihtiyacın dışında<br />

fazla kullanmamakla<br />

beraber bulundukları<br />

hayatın sosyal ve kültürel<br />

dokusunu kaybetmemekte ve<br />

bağımlılığın sosyal ve bedensel<br />

zararlarından korunacaktır.”<br />

Unay şu konulara dikkat<br />

çekiyor…<br />

“Bağımlılığı azaltmanın en<br />

güzel yolu eski alışkanlıklara<br />

dönmek şeklinde olacaktır.<br />

Çocuklarımızı parklardan<br />

bahçe ve sokaklardan alıp<br />

eline tehlikeli bir cihaz verip<br />

dünyanın tüm kötülükleri ile<br />

buluşturduk. Artık bu tehlikeli<br />

duruma el atma vakti geldi.<br />

Çocuklarımızı arkadaşları ile<br />

doğal yollardan görüşmeleri<br />

için yönlendirmeliyiz,<br />

Böylelikle arkadaş çevresi<br />

genişleyecek ve yalnızlık<br />

gibi duyguları yenecektir.<br />

Çocuklarınızı yetenek ve ilgi<br />

alanlarına uygun spor dallarına<br />

yönlendirerek boş vakitlerine<br />

daha güzel bir amaç için<br />

kullanmasını sağlayabiliriz.<br />

Çocuğumuzun arkadaşlık<br />

ilişkilerini destekleyip onları<br />

bir araya getirecek aktivite<br />

planlayıp kötü ve zararlı<br />

şeylerden uzak tutabilir<br />

aynı zamanda arkadaşlarını<br />

bilip çocuğumuzun güvenli<br />

dostluklar kurmasını<br />

sağlayabiliriz. Çocuğumuzun<br />

bilgisayar kullanımını<br />

kontrol edip ve sanal<br />

ortamdaki arkadaşlarını<br />

tanımak kötü niyetli<br />

insanlardan uzak kalmasını<br />

sağlamamıza yardımcı olur.<br />

Bilgisayarlarınızda güvenli<br />

internet uygulamalarının<br />

olmasına özen göstermeliyiz.<br />

Uzun süreli bilgisayar<br />

kullanan çocuğumuzu<br />

engelleyemiyorsanız mutlaka<br />

uzman yardımı alıp onu<br />

alışkanlık yapacak şeylerden<br />

koruyabiliriz. Akıllı telefon/<br />

tablet vs. gibi aletleri çocukları<br />

teselli etmek, susturmak için<br />

asla kullanmamalıyız çünkü<br />

çocuk istediği şeye ulaşmak<br />

için ebeveynleri kullanmayı<br />

çok iyi bilir buna engel olup<br />

istediği şey eğer faydalıysa<br />

verebileceğinizi, zararlıysa<br />

vermeyeceğimizi öğretmeliyiz.<br />

Yemek ve çay saatlerinde<br />

bilgisayar başındaki çocuğa<br />

servis yapmayarak onun<br />

bizlere katılıp aile olgusunu<br />

güçlendirmeli ve bütünleşmeyi<br />

sağlamalıyız. İş hayatı ne<br />

kadar yoğun olsa da mutlaka<br />

çocuklarımıza vakit ayırmalıyız<br />

onlara değerli olduklarını<br />

hissettirmeli ve onların iyiliği<br />

için mücadele ettiğimizi<br />

göstermeliyiz.”


66<br />

“OTUZ KUŞ”<br />

Dursun ALİ ERZİNCANLI<br />

Ben, babamın en hüzünlü yanıyım.<br />

Ben, babamın aslan kahramanıyım<br />

Öyle değil mi baba!<br />

Gözlerin kıpkırmızı.<br />

Çok mu ağladın?<br />

Baba, o geceyi birde benden dinle.<br />

Ama her zamanki gibi dinle,<br />

Tebessümle.<br />

Rüyamda kanat sesleri<br />

duydum, mevsim yazdı.<br />

Kanat seslerinin ardından,<br />

Muhteşem bir koku yayıldı etrafa.<br />

Sanki biraz gül biraz leylaktı.<br />

Sonra otuz kuş gördüm, hepsi beyazdı.<br />

Otuz kuş, gökyüzüne şehadet diye yazdı.<br />

Bir ses duydum, sala sesiydi.<br />

“Hayırdır” dedim.<br />

“Hayırdır” dediler.<br />

Çukur Kuyu’daki gökyüzü<br />

gibiydi uçtukları yer.<br />

Ve beni tutup gökyüzüne yükselttiler.<br />

Kanatlarında kan vardı.<br />

“Hayırdır” dedim.<br />

Hadi sende uç,<br />

Bizden hızlı uçabilirsin dediler.<br />

Otuz kuş, beni boşluğa bıraktı Baba.<br />

Birden uyandım.<br />

“Hayrolur” dedim.<br />

Meğer, gecesi vatanım için kâbus<br />

olacak bir güne uyanmışım.<br />

Gökyüzünün yıldızlarını çalıp omuzlarına<br />

takan hain yüzler gördüm o gece.<br />

Ruhları yoktu.<br />

Korkar mı senin oğlun, korkmaz..<br />

Korkmadım!<br />

Zekai paşamı aradım.<br />

“O makam senin<br />

namusundur Ömer.<br />

Ben gelene kadar namusunu koru.<br />

Gerekirse o vatan hainini vur.<br />

Vazifenin sonunda<br />

şehadette var Ömer.<br />

Hakkını bana helal et..”<br />

Paşam, şehadet der demez,<br />

Yine kulağıma kanat sesleri geldi.<br />

Rüya değil bu kez.<br />

Uyanıktım.<br />

Muhteşem bir koku yayıldı odaya.<br />

Bir şey oldu o an..<br />

Sanki Ellerim, omuzlarım<br />

çeliktendi.<br />

Sanki tek başıma tüm<br />

dünyayla savaşabilirdim.<br />

Vatan hainine döndüm,<br />

Arkasında karanlık yüzlü<br />

adamları vardı.<br />

“Giremezsiniz!” Dedim.<br />

Bir aslanın karşısında duran<br />

çakallar gibiydiler.<br />

Ve saldırdılar.<br />

Silahımı çekip baş haini<br />

alnından vurdum.<br />

Yine kuşları gördüm baba.<br />

Bana doğru uçuyordu.<br />

Otuz kuş, kanat sesleri,<br />

vücuduma dokunan..<br />

Ve kanatlarında kan.<br />

Sala sesi, gökleri yırtan.<br />

Muhteşem bir koku.<br />

Gül mü? leylak mı? içime yayılan<br />

Ve Çukur Kuyu’nun gökyüzü,<br />

Masmavi, Bulutsuz ve sessiz.<br />

Ve sessizlik…<br />

İçimde huzur, Gökyüzündeyim.<br />

Ama artık kuşlar beni<br />

tutmuyor baba.<br />

Uçuyorum.<br />

Ve onlardan hızlıyım.<br />

Meğer ben, şehit olmuşum baba.<br />

Bil ki yalnız değilim burada.<br />

Yine ordudayım,<br />

Şehitler ordusunda.<br />

Baba, ne oldu biliyor musun?<br />

Peygamber alınlarımızdan öptü.<br />

Şehitlere dedi ki;<br />

“Kardeşlerinizi tebrik edin,<br />

Bunlar benim garip şehitlerimdir.<br />

Çünkü sizler düşmanla<br />

savaşırken şehit oldunuz,<br />

Onlar kardeş bildikleri<br />

hainlerle savaştı.<br />

Sizlerin silahları vardı,<br />

Ama bunlar silahsızdı.<br />

Sizler tanklarla savaştınız,<br />

Bunlarsa kendi tanklarının<br />

altında ezildi.<br />

Sizler uçaklarla düşmanı<br />

bombalarken şehit oldunuz,<br />

Ama bunlar kendi uçaklarından atılan<br />

bombalara göğüslerini siper etti.<br />

Bunlar benim gariplerimdir.<br />

Tebrik edin kardeşlerinizi.”<br />

Baba, milletime söyle;<br />

Al bayrağın dalgalandığı<br />

her yerde biz varız.<br />

Paşama söyle;<br />

Namusumu çiğnetmedim.<br />

Anama, çocuklarıma, eşime,<br />

kardeşlerime söyle;<br />

Deki Ömer size bir vatan bıraktı.<br />

Çekinmeden, bu vatan<br />

bizim diyebilirsiniz.<br />

Çünkü bedelini ödedim.<br />

Baba, ben oğluma, Ertuğrul’a<br />

bu vatan için ölmeyi öğrettim.<br />

Sende bana öğrettiğin gibi,<br />

Vatan için yaşamayı öğret.<br />

Bu vatan sizin baba!<br />

Otuz kurşun yedim,<br />

Bedelini ödedim.<br />

Babacığım;<br />

Hürmetle ellerinden öperim.<br />

Ben, babamın en hüzünlü yanıyım,<br />

Ben, babamın aslan kahramanıyım<br />

Ben, vatanımın asil kahramanıyım…


MANŞETLERİN DİLİNDEN<br />

67<br />

15 TEMMUZ 2016<br />

İHANET GİRİŞİMİ


68<br />

EROL BODUR<br />

HUZUR VEREN ŞEHİRLER<br />

MEKKE-MEDİNE-KUDÜS<br />

İslam Medeniyeti, bir şehir medeniyetidir. İslam Medeniyetinde şehirler, fiziki ve sosyal özelliklere sahiptir.<br />

Fiziki olarak bir daire şeklinde planlanır ve bu dairenin merkezinde cami bulunur.<br />

Diğer yapılar, bu mabedin çevresinde sıralanır.<br />

Madde ile mana bir uyum<br />

içerisindedir.<br />

Sivil mimari oldukça mütevazi,<br />

dini mimari ise görkemli olur.<br />

Bunun en güzel örneğini<br />

mütevazi Topkapı Sarayı ile<br />

onun karşısındaki görkemli<br />

Sultanahmet Camii’nde<br />

görebiliriz.<br />

İslam şehirlerinde en yüksek<br />

bina minarelerdir.<br />

Maddi yaşantıda bile ibadet<br />

şuuru verilmek istenir.<br />

Çeyrek asırdır, mesleğim gereği<br />

şanslı bir gezgin olarak, değerli<br />

dostlarımızla dünyanın birçok<br />

ülkesindeki şehirleri geziyorum.<br />

Antik Çağ, Roma, Bizans, Emevi,<br />

Selçuklu ve Osmanlı’nın izlerini,<br />

gezdiğim yerlerde sürerek bir<br />

ders çıkarmaya çalışıyorum.<br />

Bu şehirlerin bir kısmının<br />

insanlara huzur verdiğini<br />

rahatlıkla söyleyebilirim.<br />

Bu yazımda sizlere, huzur veren<br />

şehirlerden Mekke ve Medine’yi<br />

anlatmak istiyorum.<br />

Şehirlerin Anası<br />

Mekke…<br />

Bir Haremeyn şehri olan Mekke,<br />

tarihi Hz. Adem ve Hz. Havva’ya<br />

kadar gittiğinden, “Şehirlerin<br />

Annesi” demek” ne kadar<br />

doğrudur.<br />

Yaklaşık 12 bin dağıyla adeta<br />

dünyanın maddi manevi ağırlık<br />

merkezidir.<br />

Namazlarımızda yöneldiğimiz<br />

Kabe’nin burada oluşu, birçok<br />

peygamberin uğrak yeri olması,<br />

ulu’lazm Peygamberlerden<br />

Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail,<br />

Hz. Hacer, zemzem mucizesi,<br />

Hz. Peygamber’in doğumu ve<br />

peygamber oluşu, bu şehre ayrı<br />

bir önem kazandırır.<br />

Müslümanlar için Mekke’yi ziyaret<br />

özel bir huzur vesilesidir.<br />

Şair, bu mutluluğu şöyle ifade<br />

ediyor;<br />

“Her kime Kâbe nasip olsa<br />

Hüda rahmet eder,<br />

Sevdiği kişiyi Hak hanesine<br />

davet eder”<br />

Bu kutlu şehir her yıl, üzerine<br />

güneş doğan günlerin en hayırlısı<br />

Arafat Gününü yaşamaktadır.<br />

Dünyanın kendi çevresinde<br />

dönüşünü sembolize eden tavaf<br />

ibadeti burada yapılır.<br />

Bir hicret hatırası Sevr mağarası,<br />

ilk vahye muhatap olan Hira<br />

mağarası, Hz. İbrahim’i hatırlatan<br />

Mina ve şeytan sembolleri,<br />

Müzdelife, Hz. Peygamber’in<br />

Mekke’nin fethinde sancağını<br />

diktiği yerdeki Raye Mescidi,<br />

O’nun mucizelerinden biri olarak<br />

kendisine gelen ağacın olduğu<br />

Şecere Mescidi, cinlere namaz<br />

kıldırdığı yerdeki Cin Mescidi,<br />

hayat arkadaşı müminlerin annesi<br />

Hz. Hatice’nin hatırası Cennet’ül<br />

Mualla Kabristanı, İslam tarihinin<br />

en önemli mekanlarından<br />

Hudeybiye, Hz. Meymune<br />

annemizin kabri, Zübeyde ve<br />

Mihrimah Sultanları hayırla<br />

yad edeceğimiz Ayn-i Zübeyde<br />

su kanalları ve daha niceleri<br />

Mekke’dedir.<br />

Bu denli hatıra yüklü bir şehre<br />

girer girmez bir huzur kaplar<br />

içinizi.<br />

Diliniz tutulur.<br />

Kalbiniz çarpar. Tarifi mümkün<br />

olmayan hallerle karşılaşırsınız.<br />

Şairin dediği gibi:<br />

“İçsen bu sudan dostum bir<br />

daha susamazsın.<br />

Bir hal gelir, ağlayamazsın,<br />

susamazsın.”


69<br />

Hicret ve Kardeşlik<br />

Yurdu Medine…<br />

Medine, şehir demektir.<br />

Resul-i Ekrem’in ravzası ve<br />

Mescid-i Nebevi merkezlidir.<br />

Adeta bize şu mesaj verilir: Şehir,<br />

Medine gibi olmalıdır.<br />

Medine-i Münevvere’deki<br />

huzurun kaynağı, kâinatı nuruyla<br />

aydınlatan Efendimizdir. Şair<br />

bunu ne güzel ifade ediyor:<br />

“Ol Resul-ü Mücteba hem<br />

rahmeten li’l -alemin,<br />

Bende medfundur deyu,<br />

eflake fahreyler zemin.<br />

Ravzasın ziyaret edip, dedi<br />

Cibril-i Emin, Hazihi Cennat-ü<br />

adnin fedhuluha halidin.”<br />

Fahr-i Kâinat Efendimiz, “Bana<br />

diğer şehirleri silip süpürecek<br />

bir şehre hicret emri verildi.<br />

Oraya Yesrib diyorlar, halbuki<br />

o bir medeniyet merkezidir. Bu<br />

şehir, demirci körüğünün, demirin<br />

pasını attığı gibi kötülükleri<br />

dışarıya atar” demektedir.<br />

Hz. Peygamber, 14 günlük bir<br />

yolculukla önce Kuba’ya geldi.<br />

Orada ilk İslam Mescidini inşa<br />

etti.<br />

Sonra, “Ay doğdu üzerimize<br />

Veda tepelerinden…” şarkılarıyla<br />

görkemli bir şekilde o zamanki<br />

adıyla Yesribe girdi.<br />

Yesrib hastalıklı anlamına<br />

geldiğinden ismini Medine olarak<br />

değiştirdi.<br />

Herkes O’nu evinde misafir<br />

etmek istiyordu. “Devemi serbest<br />

bırakın, o gideceği yeri bilir”<br />

diyerek, Hazreti Halid b.Zeyd<br />

Ebu Eyyub’a misafir oldu. Asırlar<br />

öncesinden kendisine bağlılığını<br />

ifade eden ve bu evi O’nun için<br />

hazırlayan Yemen tubbasının<br />

mektubunu Hazreti Halid ona<br />

verdi.<br />

Medine günleri mucize ile başladı<br />

ve öyle de devam etti.<br />

Ensar ile Muhacir kardeş yapıldı.<br />

Çarşının kuralları konuldu.<br />

“İbrahim (a.s)’ın Mekke’yi harem<br />

ilan ettiği gibi, ben de Medine’yi<br />

harem ilan ediyorum” dedi.<br />

Medine, hürmet edilmesi gereken,<br />

muhterem ve muazzam bir şehir<br />

oldu.<br />

Bu ışıltılı, nurlu şehirde huzur<br />

bulabileceğiniz birçok mekân<br />

vardır. “Evim ile minberim<br />

arası cennet bahçelerinden<br />

bir bahçedir“ dediği Ravza-i<br />

Mutahhara,<br />

“Uhud bizi sever, biz de Uhud’u”<br />

dediği Uhud Dağı ve mis kokulu<br />

Şehitlerin Efendisi Hz. Hamza,<br />

günlerce ziyarete konu olabilecek<br />

hatıralarla dolu Cennetü’l Baki,<br />

Mekke ve Kudüs’ü hatırlatan<br />

Kıbleteyn Mescidi, temeli takva<br />

üzere atılan ilk mescid Kuba…<br />

Medine’de, şehri surlarla ören,<br />

Mescid-i Nebi’ye mihrab yapan<br />

Kanuni Sultan Süleyman’ı,<br />

yeşil kubbeyi yapan Sultan 2.<br />

Mahmud’u, minberini gönderen<br />

Sultan 3. Murad’ı, kubbelerini<br />

yaptırıp mescidi yenileyen<br />

Sultan Abdülmecid’i, Anberiye<br />

tren istasyonu ve raylı sistemi<br />

yaptıran Sultan Abdülhamid’i,<br />

hatlarını yazan Abdullah Zühdi’yi<br />

hatırlarsınız her gün.<br />

Bir de ezanları vardır Medine’nin.<br />

Okundukça yürekleri coşturan,<br />

huzur veren…<br />

Saadet Asrı’nın güllerinden Ebu<br />

Hureyre’yi hatırlatan Ashab-ı<br />

Suffası vardır.<br />

Huzurla dualar edilen iftar<br />

sofraları, yemyeşil hurma<br />

bahçeleri vardır.<br />

Huzur Şehri Mekke ve Medine.<br />

Size ve sizi ziyaret eden<br />

bahtiyarlara selam olsun.<br />

“Dünya neye sahipse, O’nun<br />

vergisidir hep,<br />

Medyun O’na cemiyet,<br />

medyun O’na ferd.<br />

Medtyundur O masuma<br />

bütün beşeriyet,<br />

Ya Rab! Bizi mahşerde bu<br />

ikrar ile haşret!..”


70<br />

Huzur Veren Şehirler<br />

Şehirlerin Çiçeği<br />

Kudüs..<br />

Birçok tarihçi tarafından ”şehirlerin<br />

çiçeği“ olarak isimlendirilmesi,<br />

Kudüs’e verilen değeri ve önemi<br />

göstermektedir.<br />

Üç semavi dinin anıtsal yapılarını<br />

bünyesinde bulundurmaktadır.<br />

Kudüs için “Gökte tasarlanıp, yere<br />

kurulmuş şehir” denilmektedir.<br />

Müslümanların ilk kıblesi ve<br />

miraç mucizesinin gerçekleştiği<br />

Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra<br />

buradadır.<br />

Hz. Meryem, Hz. Davud, Hz.<br />

Süleyman, Hz. Selman-ı Farisi,<br />

Hz. Rabiatül Adeviyye Kudüs’te<br />

bulunuyor.<br />

Hz. İbrahim, Hz. Sare, Hz. İshak,<br />

Hz. Yakup ve Hz. Yusuf Kudüs’e<br />

bir saat mesafedeki El-Halil<br />

şehrindedir. Hz. Yunus Helhul’de,<br />

Hz. Musa ise Eriha yolu üzerindedir.<br />

Müslümanlar için “Burak Duvarı“,<br />

Yahudilikte ise kutsal “Ağlama<br />

Duvarı” Kudüs’tedir.<br />

Hristiyanların Via Dolorosa<br />

dedikleri, hacı oldukları “Çile Yolu”<br />

Kudüs’tedir.<br />

Hristiyanlara göre, Hz. İsa’nın<br />

ilk mezarının bulunduğu Kıyam<br />

Kilisesi, anahtarları Müslüman<br />

ailede olan önemli bir ziyaret<br />

yeridir ve Kudüs’tedir.<br />

Kudüs ve Mescidi Aksa’nın<br />

Zeytindağı’ndan seyrine doyum<br />

olmaz.<br />

İslam’ın sembolü Mescid-i Aksa<br />

alanı içerisindeki altın kubbeli<br />

Kubbetü’s Sahra, Emevi Halifesi<br />

Abdülmelik bin Mervan tarafından<br />

691’de yaptırılmıştır.<br />

Ayakta duran en eski İslam eseri<br />

olarak kabul ediliyor.<br />

Asılı taş anlamına gelen Hacerul<br />

Muallak burada olduğundan<br />

“Kayanın Kubbesi” anlamına gelen<br />

Kubbetü’s Sahra ismiyle anılıyor.<br />

140 dönümlük Mescid-i Aksa’nın<br />

alanı içinde Aksa Camii, Kadim<br />

Mescid, Mervan Mescidi, Burak<br />

Mescidi, şadırvanlar, su sebilleri,<br />

hatıra su kuyuları, mihraplar ve<br />

mermer minber bulunmaktadır.<br />

Mescid-i Aksa’nın surlarını<br />

yenileyen, Kubbetü’s Sahra’yı<br />

çinilerle donatan Kanuni Sultan<br />

Süleyman’ı rahmet ve saygıyla<br />

anarsınız her daim.<br />

Her mevsim latif havasıyla Kudüs,<br />

huzur vermeye devam ediyor.<br />

Merhum M.Akif İnan’ın Mescid-i<br />

Aksa’ya olan özlemimizi ifade eden<br />

sözleri ne güzeldir.<br />

“Mescid-i Aksa’yı gördüm<br />

düşümde,<br />

Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu.<br />

Dayanamıyorum bu ayrılığa,<br />

Kucaklasın beni İslam diyordu.”


SUDAN’DAN DARBE<br />

ULUSLARARASI HUKUKA AYKIRI<br />

“TANIMA”<br />

ABD Başkanı Donald<br />

Trump, Golan Tepeleri<br />

üzerinde İsrail’in<br />

işgalini, ülkesinin<br />

resmen tanıdığını<br />

ilan etti. Karar tüm<br />

dünyadan tepki geldi…<br />

Trump’ın uluslararası<br />

hukuka aykırı kararının<br />

tanınmayacağı<br />

vurgulandı.<br />

Sudan’da sokak gösterilerin ardından<br />

askeri darbe oldu. Darbeyle birlikte 30<br />

yıllık Ömer El Beşir dönemi de sona<br />

erdi. El Beşir ile birlikte hükümetteki üst<br />

düzey birçok isim cezaevine gönderildi.<br />

Yönetime gelen askeri yönetimde de<br />

belirsizlik başlarken, ülke uzun süreceği<br />

düşünülen bir kaos ortamına sürüklendi.<br />

GAZZE’YE SALDIRIP,<br />

SEÇİM YAPTILAR<br />

İsrail, Gazze’ye saldırı düzenleyip<br />

sandığa gitti. Erken genel seçimde<br />

Başbakan Netanyahu’nun partisi Likud,<br />

çok az oy farkıyla önde tamamladı…<br />

Rakip parti Mavi-Beyaz İttifakıyla aynı<br />

sayıda sandalye kazandı. İki parti de<br />

meclise 35’er milletvekili gönderecek.<br />

Netanyahu’nun sağ bloğun desteğiyle<br />

yeniden başbakan olması bekleniyor.<br />

Başbakan Binyamin Netanyahu’nun<br />

yeni koalisyon hükümetini kuramaması<br />

üzerine 17 Eylül’de yeniden erken<br />

seçime gidilmesi kararı alındı.<br />

MERVAN CAMİİ’NDE YANGIN<br />

İşgal altındaki Doğu Kudüs’te<br />

Mescid-i Aksa’da akşam<br />

saatlerinde yangın çıktı.<br />

Yangın, Mescid-i Aksa’nın doğu<br />

tarafında bulunan Mervan<br />

Camii’ndeki cami muhafızları<br />

odasında başladı. İtfaiye<br />

ekipleri yangını söndürürken,<br />

konuyla soruşturma başlatıldı.<br />

CAMİLERE TERÖR SALDIRISI<br />

Yeni Zelanda’nın Güney Adası’ndaki<br />

Christchurch kentinde cuma<br />

namazı esnasında 2 camiye saldırı<br />

düzenlendi. Teröristler, saldırı anında<br />

canlı yayın yaptı. Terör saldırısında<br />

49 müslüman şehit düştü. Ülkede<br />

yas ilan edildi, dünyadan da saldırıya<br />

ilişkin tepki mesajları yağdı.<br />

MUHAMMED MURSİ VEFAT ETTİ<br />

Mısır’ın demokratik yöntemlerle seçilmiş<br />

ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi (67)<br />

mahkeme salonunda hayatını kaybetti.<br />

Mursi’nin duruşma esnasında hakimden söz<br />

alarak konuştuğu belirtildi. Duruşmanın sona<br />

ermesinin ardından mahkeme salonunda<br />

bayılan Mursi, şehit oldu. Mursi’nin şahadet<br />

haberinin ardından dünya genelinde birçok<br />

ülkede gıyabi cenaze namazı kılındı.


GÖK BİLİMİNDE<br />

ÇIĞIR AÇAN<br />

GELİŞME<br />

KARA DELİK<br />

NASIL<br />

FOTOĞRAFLANDI?<br />

İnsanlık 10 Nisan 2019 tarihinde<br />

yeni bir başarıya daha imza attı.<br />

Bundan yaklaşık 100 yıl önce, ünlü fizikçi Albert<br />

Einstein tarafından ortaya atılan ‘genel görelilik<br />

teorisi’ ile varlıkları kâğıt üzerinde teorik olarak<br />

ispatlanmış olan kara deliklerin görüntüsüne<br />

ulaşıldı. Yaklaşık 2 yıldır beklenen büyük olay<br />

gerçekleşti ve insanoğlu ilk defa bir kara deliği<br />

görüntülemiş oldu.<br />

Kara Delik Nedir?<br />

Basitçe anlatmak gerekirse, yakınına gelen<br />

nesnelerin kendi çekim alanından kaçmasına izin<br />

vermeyecek kadar büyük bir kütlenin bulunduğu<br />

uzay bölgesidir.<br />

Bir alan düşünün ki, çekim kuvvetinden dolayı<br />

içine aldığı maddelerin atom yapılarını bile<br />

bozsun. Hatta bu güç o kadar yüksek olsun ki,<br />

ışığın bile yapısını bozarak görünemeyecek<br />

hale getirsin. Bundan dolayıdır ki teoride<br />

varlığı ispatlanan kara deliklerin insan gözüyle<br />

gözlemlenip gözlemlenemeyeceği konusu uzun<br />

zaman tartışıldı.<br />

Şimdiye kadar kara delikle ilgili birçok<br />

illüstrasyon yapıldı ancak bunların hepsi sadece<br />

bir tahminden ibaretti.<br />

Bu illüstrasyonlarda ortası yuvarlak ve karanlık


ir yapı, bu yapının etrafında ise çekim<br />

alanına girmek üzere olan maddelerin son kez<br />

verdiği görüntülerden oluşan bir ışık hüzmesi<br />

bulunuyordu.<br />

Olay ufku dediğimiz bu ışık değneği, aslında kara<br />

deliğin kütle çekiminden dolayı halka şeklinde<br />

etrafını sarıp içine sürüklenen maddelerin son<br />

kez verdiği bir görüntü.<br />

İşte bilim insanlarının görüntülediği şey<br />

de aslında kara deliğin kendisi değil, bu<br />

bahsettiğimiz olay ufkuydu.<br />

Olay ufkunun, dolayısıyla kara deliğin<br />

fotoğrafı çekildiğinde ise<br />

elde edilen görüntü, yapılan<br />

illüstrasyonlarla birebir<br />

uyuşuyordu.<br />

Yani Einstein haklıydı, kara<br />

delik gerçekti ve fizikte<br />

‘açıklanamamış olan güçler’<br />

kavramının en büyüğü olarak<br />

karşımızda duruyordu.<br />

Peki bu fotoğraf nasıl<br />

çekildi?<br />

İşin en ilginç kısımlarından biri<br />

de burası.<br />

Aslında insan zekasının<br />

nerelere ulaşabileceğinin de<br />

en büyük kanıtıdır bu proje.<br />

Öncelikle M87 adındaki galakside bulunan kara<br />

delik hedeflendi.<br />

40 milyar km çapında ve galaksimizden<br />

53 milyon ışık yılı uzaklıkta olan bu kara<br />

deliğin seçilmesinin nedeni, Samanyolu<br />

Galaksisi’ndeki kara delikten çok daha büyük<br />

olması ve daha yavaş hareket etmesi. Bu<br />

kadar uzaktaki bir cismin görüntülenebilmesi<br />

için Dünya büyüklüğünde bir teleskopa ihtiyaç<br />

duyuluyordu.<br />

Dünyanın 8 farklı yerine teleskop yerleştirildi ve<br />

bu teleskoplar koordineli bir şekilde çalışarak<br />

sanki çok büyük, tek bir makine gibi kullanıldı.<br />

Biri Güney Kutbu’nda olan bu teleskoplar atom<br />

saatine göre ayarlandı ve aynı anda görüntü<br />

almaya başladılar.<br />

4 gün boyunca alınan bu görüntüler o kadar<br />

büyüktü ki internet üzerinden gönderilemedi.<br />

Bu yüzden mega harddisklerde toplandı.<br />

Bu harddiskler Almanya ve ABD’de bulnan<br />

gözlemevlerine taşındı. (Güney Kutbu’nda<br />

bulunan Harddiski almak epey zaman almış<br />

helikopterler iniş yapmakta<br />

zorlandığı için)<br />

Daha sonra mega<br />

bilgisayarlarda işlenen bu<br />

verilerin ardından ise elimize<br />

bu görüntü geldi.<br />

Tam olarak bir fotoğraf<br />

olmayan bu görüntü, düşük<br />

pikseline ve anlaşılmaz<br />

görünen yapısına rağmen<br />

insanlık için çok büyük bir adım<br />

olarak karşımızda duruyor.<br />

Bu fotoğraf sayesinde kara<br />

deliğin kütlesi ölçülebilmiş,<br />

saat yönüne döndüğü<br />

keşfedilmiş ve gelecek<br />

çalışmalar için birçok veri de<br />

ele geçirilmiş oldu.<br />

Kısa kısa bilgiler;<br />

• Bulunan verilerin hiçbiri Einstein’in<br />

teorisiyle çelişmiyor.<br />

• M87 Galaksisi dünyamıza 50 milyon ışık yılı<br />

uzaklıkta. Bu da demek oluyor ki çekilen<br />

görüntü 50 milyon yıl öncesine ait. Başka<br />

bir deyişle çekilmiş en eski fotoğraf.<br />

• Güneşin 6,5 milyar katı büyüklüğünde ve<br />

bilinen en büyük kara delik burası.<br />

Bunun üzerine dahiyane bir fikir ortaya atıldı.<br />

• Fotoğrafın net maliyeti 44 milyon Euro.


74<br />

HÜZÜN ŞİİRİ<br />

osman sarı<br />

Çöl çöl olmuş kalbimiz bir hal olmuş bize<br />

Ne bülbül ne gül kalmış bir hal olmuş bize.<br />

Yağmalanmış kalbimin ülkesi Kudüs<br />

Filistin ve Endülüs bir hal olmuş bize.<br />

Buhara nerede ey baharı unutmuş kalbim.<br />

Şam nerede bu akşam bir hal olmuş bize.<br />

Sürülmüş sahipleri canım İstanbul’un<br />

Tükenmiş gurbetlerde bir hal olmuş bize.<br />

“Yağmalanmış<br />

kalbimin ülkesi Kudüs<br />

Filistin ve Endülüs<br />

bir hal olmuş bize.“<br />

Bizlere sunulmuş gerçi şarabı kevser<br />

Nerdedir içenleri bir hal olmuş bize.<br />

Önümüzde uçuşan sayfaları tarihin<br />

Savrulmuş dört bir yana bir hal olmuş bize.<br />

Geride paramparça bir şiir coğrafyası<br />

Yakılmış, viran olmuş bir hal olmuş bize.<br />

Sen niçin susmaktasın ey şiiri şairin<br />

Bu zulüm boğmuş bizi bir hal olmuş bize.<br />

Çıkmaz olmuş nerdedir kahraman dergilerin<br />

Kahraman sayfaları bir hal olmuş bize.<br />

Öpsek yeridir hüzünlü gözlerinden<br />

Narin minarelerin bir hal olmuş bize.<br />

Kan gölleri içinde şimdi Endülüs gülleri<br />

Kapanmış Kudüs yolları bir hal olmuş bize.<br />

Deli divane olmuş atları Kurtuba’nın<br />

Dolaşır boynu bükük bir hal olmuş bize.<br />

Dalıvermişler birden Elhamra avlusuna<br />

Bulamamış bizleri bir hal olmuş bize.<br />

Şiir videomuzu izlemek için<br />

aşağıdaki QR Kodunu, mobil<br />

cihazınızdaki QR kod okuyucu<br />

uygulamayı kullanarak okutunuz<br />

Derin uykular tutmuş bizi ey<br />

Dağlar gürleyin bir hal olmuş bize.<br />

Ey bizi bekleyip bekleyip hüzünlenen çağ<br />

Bir hal olmuş bize bir hal olmuş bize.


PORTRE<br />

75<br />

JACINDA ARDERN<br />

(Yeni Zelanda Başbakanı)<br />

Dünyanın neredeyse tüm coğrafyalarına uzak ada ülkesi Yeni Zelanda… 52<br />

Müslümanın şehit edilmesi tarihi gördüğü en vahşi terör saldırısıydı.<br />

Eline makineli tüfeğini alan saldırgan aslında yıllardır Batı dünyasından<br />

yükselen bir ayrımcılığın; “İslamofobi”nin vücuda gelen haliydi aslında.<br />

Gördüğü her Müslümanı “terörist” ilan eden siyasetçilerden, iki cihan nuru Peygamber<br />

Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) e etmediği hakareti bırakmayan sözümona<br />

mizahçılar, gazeteci görünümlü ajan provokatörlerle dünyayı ateş çemberine<br />

sürükleyecek İslam karşıtı söylemin zirvesiydi belki de Christ Church kasabasındaki<br />

El Nur Camii’nde Cuma namazı kılan Müslümanlara toplu katliam yapmak.<br />

Cılız sesler geldi Batı dünyasından… “Ama... Eğer... Sanki…” gibi<br />

kelimelerle başlayıp, Müslüman kanı dökmenin haklı bir sebebini arayan<br />

cümlelerle zar zor kınayanlar oldu bu vahşi terör saldırısını.<br />

Haksız olanların sesini yükselttikleri anlarda hakkı savunmak zor iştir.<br />

Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in vicdanlı tutumu işte bu yüzden alkışlanmayı hak ediyor.<br />

Ardern, şu hareketleriyle dünyaya örnek oldu:<br />

• Müslümanlara sıcak tavrı takdir topladı<br />

• Yeni Zelanda meclisinde Kur’an-ı Kerim okuttu.<br />

• ‘Selamünaleyküm’ diyerek konuşmaya başladı.<br />

• Cani saldırgan Brenton Tarrant’a eğip bükmeden “terörist” dedi.<br />

• Herkesi kucaklayan bu tavrı nedeni ile kendisine ‘Ulusun annesi’ denmeye başlandı.<br />

Tüm bunların birer sembolik anlamı ve değeri vardı. Vicdanlı bir yaklaşıma hasret kalan<br />

İslam coğrafyası Yeni Zelanda Başbakanı’nın olayı nasıl ele alacağını merak ediyordu.<br />

38 yaşında ülkenin en genç başbakanı olan Jacinda Ardern dünyanın örnek<br />

alacağı bir şekilde davrandı. Cani saldırgan Brenton Tarrant’a terörist<br />

demesi, adını dahi anmak istemediğini dile getirmesi takdir topladı.<br />

Hayatını kaybeden Müslümanların ailelerini tek ziyaret eden samimiyetle sarılan<br />

genç başbakan ülkesinde yaşanan acının hafiflemesine yardımcı oldu.


76<br />

“DUALARIM KABUL OLDU”<br />

Şarkıcı Sinan Akçıl, Umre ziyaretini HURSAD Dergimize anlattı…<br />

Kabe’yi ilk gördüğünde neler hissetti?<br />

Kutsal Topraklarda yaşadığı ve hiç unutamadığı anısı neydi?<br />

Ziyareti sonrasında hayatında ne gibi değişiklikler oldu?<br />

Ve en merak edileni, ilahi yazıp okuyacak mı?<br />

Ekimiz sordu, Sinan Akçıl yanıtladı…<br />

Öncelikle yakın zamanda yapmış<br />

olduğunuz Umre ziyaretiyle<br />

ile başlamak istiyorum. Sizi bu<br />

yolculuğa iten gerekçe neydi? Bu<br />

yola çıkmaya nasıl karar verdiniz?<br />

Sinan Akçıl: Bu çağrı bende her<br />

zaman vardı. Çocukluğumdan beri<br />

içimde olan bir şeydi bu. Allah’la<br />

çok yakın bir iletişmim ve kalbi bir<br />

yakınlığım var. Hatta bu yakınlık<br />

şarkılarımda da etkisini gösteriyor.<br />

500’den fazla hit şarkım var ve hala<br />

onları duyduğumda şükrediyorum.<br />

Sürekli kendi kendime de<br />

söylüyordum, ‘Allah’ım çok teşekkür<br />

ederim’ diye. Ve işin sonunda<br />

O’na daha yakın olmak için, aynı<br />

zamanda şimdiye kadar yaşadığım<br />

bu başarıların bir teşekkürü için<br />

Umre yolculuğunu yapmaya<br />

karar verdim. Çok sevdiğim bir<br />

abim var Alpaslan Aslancı, onunla<br />

beraber bu kararı verdik. Kendisinin<br />

doğum gününe denk geliyordu<br />

hatta, doğum gününü Kabe’de<br />

karşılamak üzere yola çıktık.<br />

Dergimizin geçen sayısında<br />

“Kabe’yi gördüm” bölümümüzde<br />

Umre’ye veya Hacca gidip<br />

Kabe’yi gören ünlü kişilerin<br />

o anki hislerini sormuştuk…<br />

Aynı soruyu size de yöneltmek<br />

isterim. Kabe’yi ilk görüdğünüz<br />

anda neler hissettiniz?<br />

“Kabe’yi gördüğümde...”<br />

Sinan Akçıl: Ya bu tabi lafla<br />

anlatılacak bir duygu değil. O anda<br />

kolkola girmiştik Kabe’nin içerisine.<br />

Kafam önümde gittim. Çünkü<br />

bana uzaktan görmememi, kafamı<br />

kaldırdığım anda tüm heybetiyle<br />

karşımda görmemi tavsiye ettiler.<br />

İçeri girip kafamı kaldırdığımda<br />

Kabe tam karşımdaydı. O an benim<br />

için tüm hayat durdu. Yaşadığım<br />

her şey gözümün önünden<br />

film şeridi gibi geçti. Aslında<br />

bu dünyada yaşadığımız tüm<br />

mücadelenin, sanat camiasındaki<br />

kavga-gürültülerin veya başarı<br />

çabalarının ne kadar boş olduğunu<br />

ve sonunda hepimizin gelmesi<br />

gereken yerin orası olması<br />

gerektiğini düşündüm. Hala sözleri<br />

çok iyi anlatan söz yazarı olmama<br />

rağmen bunları kelime ile tarif<br />

edemiyorum ama büyüleyici bir<br />

andı diyebilirim. Defalarca yaşamak<br />

istediğim bir andı o ilk görüş.<br />

Yüzlerce söz yazmış birisiniz.<br />

İlerleyen zamanlarda yazacağınız<br />

sözlerde buraya bir atıf<br />

bulabilir miyiz acaba?<br />

“En büyük aşk, en büyük<br />

ilham kaynağım…”<br />

Sinan Akçıl: Mutlaka. Zaten<br />

gizli gizli sinyallerini veriyorum<br />

bazı şarkılarımda ama daha belli<br />

ederek bunu yapacağım. Umre’den<br />

döndükten sonra Lübnanlı ünlü<br />

şarkıcı Maher Zain’le bir düet<br />

yaptık. “Gülmek sadakadır” şarkısını<br />

yazdım bir hadisten yola çıkarak.<br />

İlk meyvesi o şarkı oldu ve bundan


77<br />

sonra devam edecek. Bu yolculuk<br />

aynı zamanda bana ilham<br />

kaynağı da oldu. Bu, dünyadaki<br />

tartışmasız en büyük aşk. O<br />

yüzden bundan daha büyük bir<br />

ilham kaynağı olamaz benim için.<br />

Derler ki, Kabe’yi ilk<br />

gördüğünüzde ettiğiniz dua<br />

kabul olurmuş. Özel olmazsa<br />

bu duanızı sorabilr miyim?<br />

“Dualarım kabul oldu”<br />

Sinan Akçıl: Aslında bir sonraki<br />

yapacağım projenin, istediğim<br />

kadar insana ulaşmasını<br />

dilemiştim. Ailemde ufak tefek<br />

sağlık problemleri vardı onların<br />

yok olmasını istemiştim. İkisi de<br />

kabul oldu. Bu tarz dileklerim<br />

oldu. Bu duayı ederken karşılık<br />

beklemiyorsun aslında, onu<br />

orada unutuyorsun. Ama<br />

sonra hayatının bir döneminde<br />

bir bakmışsın o duan tam da<br />

istediğin şekilde kabul olmuş.<br />

Sizi bu yolculukta en çok<br />

etkileyen şey ne oldu?<br />

“Bu eşitlik ve hiçlik duygusu…”<br />

Sinan Akçıl: Her bir kulun ne<br />

kadar sıfır olduğunu ve ne kadar<br />

eşit olduğunu… Herkes bizi iftar<br />

için sofrasına davet ederken;<br />

zenginle fakirin aslında tamamen<br />

bir olduğunu tavafı yaparken,<br />

hepimizin Allah’ın sıradan bir kulu<br />

olduğunu ve onun yolunda hizmet<br />

etmenin ne kadar karşılıksız bir<br />

duygu olduğunu herkesle omuz<br />

omuza namaz kılarken hissettim.<br />

Dedim ki dünyanın bütün kulları<br />

aslında sudan çıkmış birer balıklar<br />

ve Allah katında çırıl çıplaklar. Bu<br />

eşitlik ve hiçlik duygusu, Allah’ın<br />

büyüklüğünü size aslında en iyi<br />

anlatan duygu haline geliyor.<br />

İşte tüm bu duygular bütünü,<br />

beni en çok etkileyen şey oldu.<br />

Başınızdan geçen ilginç<br />

bir olay oldu mu peki?<br />

Sinan Akçıl: Çok enteresan<br />

bir şey yaşadım. Tüyleri diken<br />

diken edecek bir şey. Orada<br />

ben namaz kılarken beni çok<br />

seven birisi benim fotoğrafımı<br />

çekiyordu ve titriyordu adeta.<br />

Sonra ben de namaz bittikten<br />

sonra yürümeye devam ettim.<br />

Arkamdan koştu geldi, elinde bir<br />

kâğıt vardı. Kağıtta adım yazıyor.<br />

Kabe’ye geldiğinde ailesine selam<br />

gönderme amaçlı onların adını<br />

kâğıda yazıp fotoğrafını çekmiş.<br />

Beni de o kadar seviyormuş<br />

ki kağıda ailesiyle beraber<br />

benim adımı da yazmış. Ve<br />

beni orada karşısında gördü.<br />

Yani resmen Allah bizim orada<br />

bulunmamız için çağırmış gibi. Bu<br />

arkadaşımız 14 gün önce kendi<br />

instagram hesabında bu hikâyeyi<br />

paylaşmış. Bundan 14 gün sonra<br />

ise Umre’de karşılaşıyoruz.<br />

İnanılmaz bir hikaye. Tarifi,<br />

duygusu anlatılmaz bir olaydı.<br />

Ünlü birisiniz, sevenleriniz<br />

ve tanıyanlarınız var. Bu ilgi<br />

Suudi Arabistan topraklarında<br />

ne seviyedeydi?<br />

Sinan Akçıl: Evet, çok çok<br />

fazla, sağolsunlar Türk<br />

vatandaşlarımızdan çok fazla<br />

ilgi oldu. Fotoğraflar vesaire.<br />

Tabii bir süre sonra Allah’la baş<br />

başa kalmak istiyorsun ve rica<br />

ediyorsun insanlardan. Ama şu<br />

da hoşuma gitti, beni görüp<br />

de gülümseyen sayısız insan<br />

gördüm. O ufak gülümseme bile<br />

bir selamlaşma gibi oldu aramızda<br />

ve iki tarafı da mutlu etmeye<br />

yetti. Şaşıranlar da vardı ama<br />

genel olarak güzel seviyede bir<br />

ilgi gördüğümü söyleyebilirim.<br />

Peki birazcık bu konunun<br />

dışında doğru açılalım. Pop’dan<br />

önce bir klasik müzik geçmişiniz<br />

var. Bazı sanatçılar klasik<br />

müzik ve tasavvuf müziği<br />

arasında bağlantılar görürler.<br />

Sizin bu konudaki görüşünüz<br />

nedir? Tasavvuf müziği ile<br />

ne kadar ilgilisiniz? Bu yönde<br />

bir çalışmanız olacak mı?<br />

“Tasavvuf müziği yapmak ve<br />

eser sunmak<br />

istiyorum”<br />

Sinan Akçıl:<br />

Kesinlikle...<br />

Kesinlikle<br />

klasik müzik ve<br />

tasavvuf müziği<br />

bir noktada,<br />

teknik olarak<br />

bağdaştırılabilir.<br />

Bu yönde<br />

çalışmalarım da<br />

olacak. Modernleştirmek istiyorum<br />

aslında biraz tasavvuf müziğini.<br />

Bu dediğin enstrümanları, gitar<br />

ve piyanoyu kullanarak tasavvuf<br />

müziği yapmak ve bir eser<br />

sunmak istiyorum. Bu bir ilahi<br />

olabilir, modern bir ilahi olabilir<br />

ya da başka bir perspektiften<br />

baktığımızı belli eden bir çalışma<br />

olabilir. Yeter ki bizi sevenlere ve<br />

takip edenlere ve genç nesile,<br />

onları yormadan bu müziği<br />

anlatabilmek istiyorum.<br />

Hac ve Umre dışında da birkaç<br />

soru sormak isterim. Geçmiş<br />

röportajlarınızdan birinde<br />

siyasete atılmak istediğinizi<br />

belirtmiştiniz. Bu düşünceniz<br />

hala devam ediyor mu?<br />

“Siyasetin gülen yüzü<br />

olmak istiyorum”<br />

Sinan Akçıl: Evet, kesinlikle.<br />

Çünkü millete vatana çok düşkün<br />

bir çocuk olduğum için müziğim<br />

ve şarkılarım dışında da Türk<br />

insanına hizmet etmek istiyorum.<br />

Bundaki tek amacım budur. Nasip<br />

olursa hala aklımda var. İlerleyen<br />

yıllarda bunu düşünüyorum.<br />

Peki, diyelim ki siyasetçi<br />

oldunuz. Sinan Akçıl nasıl<br />

bir siyasetçi olur?<br />

Sinan Akçıl: Bence siyasetin<br />

gülen yüzü olur. Ve mutluluk<br />

mesajları veren, birleştirici<br />

mesajlar veren ve gençliği<br />

doğru bir yola itmeye çalışan<br />

bir siyasetçi olacaktır. Daha<br />

ziyade gençlik ve sanat<br />

alanında çalışmalar yapan bir<br />

siyasetçi olmak istiyorum.<br />

Peki siyasi konuda bir<br />

idolünüz var mıdır?<br />

Sinan Akçıl: Ülkesine iyi bir<br />

şekilde hizmet eden ve bundan<br />

karşılık beklemeyen her<br />

siyasetçi benim idolümdür.


KİTAP KÖŞESİ<br />

79<br />

Mahrem ve Münzevi<br />

Nurullah GENÇ<br />

Peygamber efendimize yazdığı ödüllü naatı Yağmur<br />

ile gönüllere taht kuran şair Nurullah Genç’in tüm<br />

şiirleri tek bir kitapta toplandı: Mahrem ve Münzevi.<br />

Usta şairin kaleminden hayata armağan ettiği<br />

kelimelerle Allah ve Peygamber sevgisini yaşatan,<br />

aşkla tanıştıran, ayrılık acısını tattıran, hasret<br />

çektiren ve yalnızlığa merhem olan şiirlerinin<br />

bulunduğu bu özel eser, okura Nurullah Genç<br />

hissiyatından oluşan bir hayat serüvenine tanık<br />

olma fırsatı sunuyor: Ömür denilen nehre lirik bir<br />

akıntı oluyor Yağmur’la gelen şair...<br />

Taşları Yemek Yasak<br />

İsmet ÖZEL<br />

“İşte Allah’ın insanlar için gönderdiği emir ve nehiyler<br />

böyledir. İnsan ancak bu emir ve nehiylerle<br />

hakikatin nasıl tecelli edebileceğini öğrenebilir.<br />

Eğer Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeylerle<br />

ilk karşılaşan insan bunu tabii karşılarsa, aklına<br />

uygun bulursa bu emir ve nehiylerden hiçbir şey<br />

öğrenemez. Ama bazı izleri takip edip emir ve nehiylerin<br />

nelere tekabül ettiğini öğrenebilirse hakikate<br />

varabilir.”<br />

İpek Yolu’ndan Afganistan’a<br />

Erdem BAYAZIT<br />

Mesel<br />

İskender PALA<br />

1970’li yılların sonunda patlayan Afganistan olayı, Erdem<br />

Bayazıt ve arkadaşlarının en çok üzerinde durduğu, İslam<br />

dünyasının kanayan yaralarından biri olmuş tur hep. “Bir<br />

yüzüm Batıya dönük/Bir yüzüm Doğuya/ Arkamda bütün<br />

yönler/Önümde kıble!” dizelerinin şairi bu acıya duyarsız<br />

kalamazdı ve kalmadı da. Olaylara, yönü kıbleye dönük<br />

olarak baktı. Pergelin bir ayağını hep sabit tuttu. Bayazıt ve<br />

arkadaş grubu yazılarıyla, şiirleriyle, hikâye ve romanlarıyla<br />

dünyanın seyirci kaldığı bu dramı biteviye gündeme getirmeye<br />

çalıştılar. Bilhassa Cahit Zarifoğlu, şiir ve yazılarında<br />

Afganistan konusunu o kadar çok işledi ki adı “Afganistan<br />

şairi”ne çıktı. Erdem Bayazıt da “Afganistan yazarı” olarak<br />

akıllarda kaldı. İşte bu kitap da “içeriden bir gözün” kaleminden<br />

bir İslâm coğrafyası hikâyesidir.<br />

“Doğu kültürü sosyal hayatı hikâyelerle harmanlamayı,<br />

kuşaktan kuşağa aktarırken büyük veya küçük hikâyeler<br />

üzerinden ilerlemeyi sever. Bazen kulağımızdan<br />

kısa bir hikâye girer, zihnimize veya kalbimize yerleşir,<br />

benliğimiz ile özdeşlik kurarak bize bir ders verir. Modern<br />

zamanlar maalesef bu devamlılığı bozdu ve bizi<br />

o tür medeniyet taşıyıcı hikâyeciklerden, mesellerden<br />

mahrum bıraktı.<br />

Bu coğrafyanın ve medeniyetin bağrında özenerek ve<br />

göz nuru ile üretilen iğne oyaları maalesef ucuz pahaya<br />

feda edildi. Ve şimdi bazısını restore veya tamir<br />

etmeye, kimisinin imitasyonunu yapmaya, kimisini de<br />

inşa ve ibda usulüyle yeniden üretmeye mecburuz.”


80<br />

BULMACA<br />

SUDOKU


81

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!