You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İÇİNDEKİLER
11
Diyaeddin ŞAHİN - Kahramanlarımız
İstanbul’da Hac Umre ve Turizm Fuarı Rüzgarı
Mehmet UZUNER - Hac ve Umreye
Gitmek O Kadar Kolay mı?
Umre Fiyatlarına Yapılan Zamlara Karşı İsyan Büyüyor!
TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya’dan
HURSAD’a Özel Açıklamalar
ÖZEL SÖYLEŞİ - Dünya Şampiyonu Güreşçimiz Rıza Kayaalp
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan
HURSAD’a Özel Açıklamalar
Melih Cem Kılıç - Helal Turizm’de Güncel Eğilimler
TÜMSİAD Başkanı Yaşar Doğan: Endüstri 4.0 Kaçırılmamalı
Kâbe’yi Gördüm
Nejat Özden - Anadolu ve Bereketli Hilâl,
İslam Dünyası’nın Kalpgâhıdır
Hüsamettin Aslan - Doğu Akdeniz’de Neler Oluyor?
Editörden - Fırat’ın Doğusunda Satranç Tahtası
Bilal Şenel - Ammuriye’den Nur-u Muhammediye’ye
Açılan Kapı: Afyonkarahisar, Selman-ı Farisi(r.a.)
Hatice Kübra Tongar - Tüketim Çağında
Şükreden Çocuklar Yetiştirmek
Şiir Köşesi - Ömer Lütfi Mete - Gülce
Mücahit Gültekin - İstanbul Sözleşmesi:
Ailenin Korunması mı İmhası mı?
Hikmet Barutçugil - Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır
Portre: Moro Cihadı’nın Şeyh Şamili, Hacı Murat İbrahim
Engin Uzun - Hac 2019: Kâbe’nin Eşsiz Fotoğrafları
Erol Bodur - Huzur Veren Şehirler:
Buhara, Bursa, Saraybosna
Ömer Kesmen - İslam Dünyası’nın
Yüzakı: Moro Müslümanları
Dr. Neslihan ÖZSOY - Kutsal Topraklarda Yapılan
Yolculuklarda Sıcağa Bağlı Rahatsızlıklar
1
3
5
7
11
13
17
21
28
31
35
39
41
43
49
52
53
59
64
65
69
73
77
Firuz Bağlıkaya
TÜRSAB BAŞKANI
17
Rifat Hisarcıklıoğlu
TOBB BAŞKANI
28
Yaşar Doğan
TÜMSİAD BAŞKANI
KÜNYE
HURSAD DERGİ
KÜLTÜR, SANAT VE SEYAHAT DERGİSİ
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Diyaeddin Şahin
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Nurcan Özökten
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Murat Kundak
EDİTÖR:
Bünyamin Baki
SAYI: 3
KASIM 2019
İMTİYAZ SAHİBİ: Hac, Umre ve Seyahat
Acenteleri Derneği
Yayın Türü: Süreli / 3 Aylık
COPYRIGHT @ 2019
Bu yayının tüm hakları Hac, Umre ve
Seyahat Acenteleri Derneği’ne aittir. Dergi
içeriği izin alınmadan elektronik veya basılı
şekilde kullanılamaz, çoğaltılamaz. Kaynak
göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. Yazıların
sorumluluğu yazarlarına aittir.
YAYIN KURULU
Muharrem Güldemir
Yasin Öztürk
Harun Yurdakul
Selami Çaylı
Mehmet Ali Menteşe
Murat Kundak
YAYIN KURULU DANIŞMANI
Mehmet Uzuner
Bünyamin Baki - Teknoloji Dünyasından
Dr. Ender Saraç - Sağlık Üzerine
79
81
FİNANS
Nevzat Altıner
GÖRSEL YÖNETMEN
Melih Cem Kılıç
Kitap Köşesi
Manşetlerin Dilinden “12 Eylül”
Bulmaca Köşesi
Basında Biz
85
86
87
88
İLETİŞİM
0 212 525 33 33
iletisim@hursad.org
ADRES
Akşemsettin Mahallesi
Ocaklı Sokak Adalet Apt.
No: 9/4 FATİH / İSTANBUL
BASIM YERİ
Ege Basım
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa
Cad. No:4/1 Sertifika 45604
Ataşehir/ İSTANBUL
Tel: +90 216 470 4 470
Faks: +90 216 472 84 05
1
Başkanın yazısı
KAHRAMANLARIMIZ
Bir kamu binasına verilmiş olan ismin kaynağını
sorduğumda, rehberimizin verdiği cevap
beni farklı düşüncelere sevk etti:
Milli Kahramanımız.
Küçük bir ada ülkesinin başkenti Male’de emniyet
binasına adını vermiş bir şehit kahramandan
bahsediyorduk.
Küçük bir ülke dahi halkını bir arada tutmak
için kahramanlarına bel bağlıyordu. Kahramanları
ve tarihi üzerinden varlığını açıklıyordu.
Toplumlara kimlik katan en önemli unsurlardan
biri ortak tarih ise diğeri bu ortak tarih şuurunun
toplumda yerleşmiş olmasıdır.
Toplumsal kahramanlar işte bu ortak tarih şuurunu
diri tutarak, geleceğe ümitle bakılmasını
sağlar.
En zor anlarında bir kahramanın çıkacağı, tüm
kötülükleri yerle bir edeceği inancı toplumda
hep var olur.
Bazı dönemlerin kahramanları çok adam öldüren
iken bazı dönemlerin kahramanları çok hayat
kurtaran olabiliyor.
Zamanın ruhuna ve ihtiyaçlarına göre toplum
kendi kahramanlarını üretiyor. Eğer bir kahraman
çıkmazsa da bir kahraman kurgulanıp
topluma anlatılır.
Peki kimdir kahraman?
Modern zamanda ve eski zamanda kahramanlık
algısı farklı mıydı?
Eski lügatlar kahramanı tarif ederken ‘yiğitlik
ve cesurluktan’ bahsederler. Modern zaman
farklı bir kahraman tanımıyla ortaya çıkar:
Övünç duyulan, yaptıklarıyla heyecan yaratan
kişi…
Farklı zamanların farklı kahramanlık ölçüleri
var.
Her çağın, her kavganın, her galibiyetin veya
mağlubiyetin bir kahramanı olur. Her kahramanın
bir hikâyesi, her hikâyenin kendine has bir
değerler bütünü olur.
Her kahraman kendi devrinin hikâyesini anlatır.
Ve o hikâyeyi destanlaştıran anlatıcılara ihtiyaç
duyar.
Tarihteki kahramanların hikâyesi türkülerle, şiirlerle
nesilden nesile aktarılır. Her aktarma istasyonunda
hikâye daha epik bir hal alır.
Her zaman kahraman kadar önemlidir anlatıcı.
Modern zamanların anlatıcıları da yazılı, görsel,
işitsel veya sosyal medyadır. Kahramanın ne
yaptığı değil nasıl anlatıldığı önemlidir.
Oysa keşke kahramanlara hiç ihtiyaç duyulmasaydı.
Hayatın barış ve düzen içinde sürdüğü bir ülkenin
neden kahramanlara ihtiyacı olsun?
Kahramanlar zor zamanların, ümitsiz dönemlerin,
toplumlardaki tüm bireylerin kendilerini
yalnız ve çaresiz hissettikleri dönemlerin ürünüdürler.
Başkanın yazısı
2
Hayatın barış içinde akıp gittiği, bireylerin birbirlerine
saygı duydukları, kimsenin kimseye
zarar vermediği ideal toplumda, bir kişi ne yapacak
da kahraman olacak?
Demek ki kahraman bekleyen bir toplum, kahramana
ihtiyaç duyan bir toplum, ciddi kriz
içindedir.
Ümidini kaybetmiş bir toplum kahraman bekler.
Kahraman beklentisi ümit aşılar.
Elbette kötü olan şey kahraman beklemek değil,
kahramana muhtaç durumda olmaktır.
Toplumlar ekonomik sosyal ve politik darboğazlara
düştüklerinde hemen bir kahraman
beklentisi içinde olmazlar.
Bu darboğazların mevcut şartlarla ve kişilerle
aşılamaz olduğu inancı yerleştiği zaman kahraman
beklerler.
2001 ekonomik krizi, 1998’den itibaren etkisini
gösteren krizin tepe noktasıydı. 2001 krizi toplumu
ithal kahraman beklentisi içine dahi soktu.
Oysa ekonomimiz hiç krize girmeseydi ne kahraman
beklentimiz olurdu ne de siyasal hayatımızda
ithal bir “bakan” olurdu.
Dünya Müslüman liderleri gerekli tepkiyi vaktinde
vermiş olsalardı, bin defa ‘one minute’
denseydi dahi etki uyandırmazdı.
Kahramanların doğduğu ilk iklim çaresizlik halinin
derinleşmesidir yani.
Fakat kahramanı doğuracak manevi iklim de
önemlidir.
Vatanseverlik duyguları yüksek, sorumluluk
alma hususunda sağa sola bakmayan gözü pek
insanlardır kahramanlar.
Dolayısıyla kahraman çıkması için toplumda
güçlü manevi duyguların olması gerekir.
Manevi duyguları güçlü olan bir toplum kahraman
yetiştirmekte pek mahirdir. 15 Temmuz
gecesi ‘Ölümüne ölümüne’ diyerek F16’ların
arasına dalan bir liderin ardından meydanlara
inen milyonları gördü bu ülke.
O gece milyonlarca kahraman çıktı bu ülkeden.
Tek tek kahramanları saymak imkansızdır.
15 Temmuz’da kıyama kalkan toplumun kendisi
kahramana dönüştü.
Gelişmiş toplumların kahramanları fertler değildir
çoğu zaman.
Kendi kendine yeten bir toplumda, eğitim seviyesi
ve sorumluluk düzeyi yüksek, işini hakkıyla
ve ahlaklı bir şekilde yapan bireylerin söz ve
etki sahibi olduğu bir toplumda kahramanlara
ihtiyaç yoktur.
Özelde Arap dünyası, genelde İslam dünyası
Kudüs’ün esaretine gerekli tepkiyi göstermiş
olsaydı, Davos’tan bir kahraman çıkmazdı.
Söylenemeyeni söylediği, konuşulamayanı konuştuğu
için bugün Arap sokaklarının kahramanıdır
Erdoğan.
Sadece Arap sokaklarının değil elbette, Uzakdoğulu
Müslümanlardan Avrupa’daki göçmen
Müslümanlara kadar geniş bir kesimin kahramanıdır,
sırf bu yüzden.
Böyle toplumların kahramanları kurumlarıdır.
Ordusu ayrı kahramandır, polisi ayrı ayrı meclisi
ayrı kahraman.
Biz ‘O gece’ ve sonrasında ülke olarak topyekûn
kahramanlara dönüştük.
Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı harekatlarıyla
halkının emrinde bir ordunun nasıl
kahraman olduğunu dünyaya ilan ettik.
Kahraman Ordumuza selam ve dua ile…
Diyaeddin ŞAHİN
HURSAD BAŞKANI
3
İSTANBUL’DA
“HAC UMRE VE
TURİZM FUARI”
RÜZGARI
4
İSTANBUL’DA
“HAC UMRE VE TURİZM FUARI”
RÜZGARI
21. Uluslararası Hac Umre Turizm
Forumu ve Hac Umre Turizmi Hizmetleri
Fuarı İstanbul’da yapıldı.
İki gün süren fuarın açılış töreni,
HURSAD Başkanı Diyaeddin
Şahin, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Osman Tıraşçı, Türkiye Seyahat
Acentaları Birliği (TÜRSAB)
Başkanı Firuz Bağlıkaya, fuarın
organizatörü Kılıç Tur Yönetim
Kurulu Başkanı Mustafa Kılıç ile
çok sayıda acenta yetkilisinin katılımıyla
gerçekleştirildi.
Şahin: Yetkisiz Acentalara
dikkat!
HURSAD Başkanı Diyaeddin Şahin
yaptığı konuşmada önemli mesajlar
verdi. Türkiye’de umre turizminde
çeşitli sebeplerden dolayı her
sene dalgalanmaların olabildiğine
dikkat çeken Şahin, 2017-2018 umresinin
sayı açısından Türkiye için tepe
nokta olduğunu belirtti. HURSAD
Başkanı, ”2020-2021 sezonunda da
2017-18’deki noktamıza ulaşmayı
hedefliyoruz.” ifadelerini kullandı.
Umreye gidecek vatandaşlara
tavsiyelerde bulunan Şahin, yetkisiz
acenta sorununa işaret etti.
Şahin, “Umre için bir vatandaş
900 dolardan daha ucuz olan
programlara rağbet etmemeli,
mağdur olabilir. 900 dolar ve
üzerindeki programlar ise, konaklama
şartına ve şekline bağlı
olarak değerlendirilmeli.” şeklinde
konuştu.
Bağlıkaya: Elimizi
acentaların cebinden
çektik
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği
(TÜRSAB), Başkanı Firuz Bağlıkaya
da yaptığı değerlendirmede
“TÜRSAB acentalar üzerine
yük olmak için değil, onlara
destek olmak için kuruldu. Söz
verdiğimiz gibi hac-umre acentalarının
cebinden elimizi çektik.
Bundan sonraki dönemde
de biz yönetimde olduğumuz
sürece hiçbir segment için
buna izin vermeyeceğiz.” ifadelerini
kullandı.
Fuarın ilk gününde HURSAD, çok
sayıda acenta ile birlikte kahvaltılı
toplantı da gerçekleştirdi. Geçen
yıllara nazaran daha büyük bir
alanda gerçekleştirilen fuara binlerce
ziyaretçi katıldı. Ulusal katılımcı
firmaların yanı sıra yabancı
otellerin ve uluslararası acentaların
da katıldığı fuarda, hac ve
umre organizasyonlarında servis
sağlayan, faaliyet gösteren çok
sayıda şirket yerini aldı.
Fuarda, yerli ve yabancı seyahat
acentaları, Mekke ve Medine’de
bulunan oteller, havayolu şirketleri
stand kurdu. Acentaların katılımıyla
gerçekleşen fuar, vatandaşlar
tarafından da ziyaret edildi.
5
Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?
HAC VE UMREYE
GİTMEK O KADAR
KOLAY MI?
Aşı fiyatları ve aşı sorunu…
Ülkemizde ulusal aşılar konusunda
bazı çarpıklıklar söz konusu.
Çarpıklığın konu olduğu durum
ise fiyatlar.
Örneklerle gidecek olursak;
Birçok Afrika ülkesi için ülkemizin
sağlık uyarısı veya ilgili ülke vize
kuralları sebebiyle aşı zorunluluğu
vardır. Bu durumda aşı yaptırmak
gerekiyor.
Devletimiz, milyonlarca evladımıza
her yıl ücretsiz aşı yapıyor.
Afrika ülkelerine yapacağınız bu
seyahatler için de bir sağlık kurumuna
gidip aşınızı ücretsiz olarak
yapabilirsiniz.
Afrika ülkeleri için durum böyleyken,
kutsal topraklara yapacağınız
ziyaretlerde durum karışık bir
hal alıyor.
Suudi Arabistan’ın vize için istediği
aşı, yani menenjit aşısını olmalısınız.
Buna rağmen, kutsal topraklara
yalnız gidemezsiniz.
Ziyaretinizde görevli hoca zorunluluğu
var. Bunun da ödemesini
yapıyorsunuz ama yine farkında
değilsiniz.
Mehmet UZUNER
HURSAD Onursal Başkan
Fakat bu aşı yerine menengokok
menenjit aşısı olmak gerekiyor.
Buraya kadar normal ama birçok
ülkede ücretsiz olan hatta 1999
yılından bu yana İngiltere’de kitlesel
yapılan bu aşı, ülkemizde
ulusal aşılar sınıfında sayılmadığı
için 22 Dolar ücret ödemek
zorundasınız.
Hatta aşı etki süresi, beş yıl olmasına
rağmen her gidişinizde 22
Dolar vermezseniz gerekli işlemleri
yerine getirmediğiniz için hac
veya umreye gidemiyorsunuz.
Bazılarınız “Biz umreye gittik aşı
parası vermedik” diyecektir. Verdiniz;
ancak bizlere ödediğiniz
paranın içinde olan bu ücreti biz
sizin adınıza ilgili makamlara ödemekteyiz.
Yönetmelik sorunu…
Söz gelimi, hac ve umre kitabı
yazacak derecede bu konuda
bilgi sahibisiniz. Orada çok rahat
ibadet edebilecek kapasiteniz de
mevcut.
Biz şirket olarak sizlere rehberlik
etmek için emekli olan Diyanet
İşleri Başkanlarımızdan birini
size rehber olarak eşlik etmesi için
ikna etmiş olsak bile yine gidemiyorsunuz.
Nedeni ise yönetmelik.
Söz konusu yönetmelik; Hac ve
umreye hiç gitmemiş, tecrübesi
olmayan, çoğu zaman gittiği yerleri
anlatabilme becerisine bile
sahip olmayan, bir Diyanet personelini
size rehber olarak vermeyi
şart koşuyor.
Yani emekli olmuş bir hoca, hac ve
umrede size rehberlik yapamaz.
Diyanet personeli olması şart!
Aslında, en verimli çağlarında
emekli olan hocalarımızı görevli
olarak çalıştırmak gerekiyor.
İmam hatip ve ilahiyat mezunu,
iş bulamayan arkadaşlarımızı, bir
sertifika programından geçirip,
rehber olarak hizmetlerinden faydalandırabilmenin
daha yararlı
olacağını düşünüyorum.
Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?
6
Yönetmelikle ilgili son bir not: Bu
yönetmeliği biz çıkartmadığımız
için konuyla ilgili lütfen şirketimize
mağduriyet bildirmeyin.
Sağlık hizmetleriyle ilgili
öneri…
Bitti mi? Hayır elbette.
Yazının uzamaması için, sağlık konusunda
detaya girmeyeceğim.
Fakat şunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Kutsal topraklarda ülkemize yakışmayacak
şartlarda sağlık hizmetleri
veriliyor.
Özellikle bu konuda Sağlık Bakanlığımızın
devreye girmesi gerektiği
kanaatindeyim. Zira, bu hizmetlerin
bakanlığa devredilmesi
veya Bakanlığın devreye girmesiyle
daha kaliteli olacağını düşünüyorum.
Bu devir yapılırsa, hastane ve
sağlık ocakları, acentalar da göz
önünde tutularak hizmet ederler.
Nede olsa umrede Diyanet’ten
%700 fazla, Hac’da ise yolcunun
%40’ını taşıyoruz ve bu misafirlerimizin
her biri için sağlık ücreti
ödüyoruz.
Özellikle belirtmek isterim ki, buradaki
aksaklıklar sistem ile alakalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı
kurumumuz ile bir sıkıntımız olmadığı
gibi tam tersine onların
yolcuları da bu anlatılanların bir
kısmından direk etkilenmektedir.
Mil nedir? Fiyata gelelim.
Bugün grubumuzu götürmek için
bir uçak kiralasak.
Uçak bu grubu götürecek ve boş
dönecek. Sonra boş gidip grubu
alacak. Umrede bu planlamada
yolcu başına ödenecek tutar sadece
550 Dolar’dır.
‘Biz hacca gideceğiz’ derseniz
durum değişir.
O zaman 950 Dolar öderseniz.
Mümkünse ‘neden’ diye sormayınız.
Bunun nedenini biz bile
öğrenemedik.
Tek aklımıza gelen “nasılsa seve
seve gidecekler” mantığı ile yapıldığından
başka açıklaması
yok.
İç hat tavan ücreti gibi hac
umre biletleri de kontrol altına
alınsa ne güzel olurdu.
İran havayollarının vatandaşlarını
teşvik olsun diye komik ücretlerle
kutsal topraklara taşıması
ne güzel bir çalışma.
Uzun lafın kısası, sizler ibadet niyetiyle
yola çıktığınız için el birliği
ile kolaylaştırmayıp, zorlaştırmaya
devam ediyoruz.
Elbette kendimize de çuvaldız
ayırdık…
Bizler vatandaşlarımızın değişik
dönemlerde adı kimi zaman
acenta olmasa bile acenta adıyla
dolandırıldığını, kasap mesleğiyle
giden vatandaşlarımızın uçak
probleminin hac acentalarımıza
mal edilerek haber yapıldığını,
kimi zaman gerçekten belgeli
acenta olmasına rağmen yanlış
işler yaptıklarını biliyoruz.
HURSAD olarak bunları da takip
ederek, ilgili makamlara bilgi
vermeye devam edeceğiz.
Unutulmaması gereken; belgeli
acentaların değil, teminat verip,
sigorta kullanan yetkili acentaların
yaptıkları sadece bizler tarafında
tartışılabilir.
Evet, sadece tartışılabilir ama
kabul edilemez. Yapılan yanlışlar
yine sistemi işleten kurumlar tarafından
yeterli tedbirler alınmadığı
için yapılabilmektedir.
Kurallar sadece konur ve işletilmez
ise orada her zaman kaos
hakim olacaktır.
Çözümü elbette daha önce söylediğimiz
gibi; işi sadece inanç
turizmi olan ve yetkili bir birliğin
devreye sokulması ile olacaktır.
Aksi takdirde bu anlattıklarım sizin
gibi değerli misafirlerimiz ile
sohbetten ileri gitmeyecektir.
Bir gün ibadet niyeti ile seyahat
eden vatandaşlarımızın da diğer
ülkelere seyahat edenler gibi hür
ve diledikleri gibi seyahat edebileceklerine,
ilgili kurum ve makamların
zorlaştırmayıp, kolaylaştıracaklarına
olan inancım tamdır.
2020 yılında hac ve umrenin meşakkat
olmasına sebep olan tüm
kuralların yıkılmasını temenni
ediyorum.
Allah (cc) kutsal topraklara gitmek
isteyen ve hizmet eden tüm
kardeşlerimizin yardımcısı olsun.
Selam ve Dua ile…
7
UMRE FİYATLARINA YAPILAN
ZAMLARA KARŞI
İSYAN BÜYÜYOR!
Suudi Arabistan Hac Bakanlığı, ülkeye gelen tüm ziyaretçilerden 300 Riyal vergi alınacağı
açıklaması tepki uyandırdı. 300 Suudi Arabistan Riyali (SAR) olarak belirlenen
verginin sıkıntılara yol açacağını belirten seyahat acentalarının yetkilileri, karardan geri
dönülmesini talep ediyor. Konuyu kamuoyunun gündemine ilk taşıyansa HURSAD
oldu. Yazılı ve görsel medyada bilgilendirme yapan HURSAD, karara tepki gösterdi.
RİYAD’DAN ‘AYAK BASTI’
PARASI
Suudi Arabistan yönetimi, ülkelerine
gelen her ziyaretçiden
300 riyal vergi alacak. Uygulamadan
400 binin üzerinde umre
Diyaeddin Şahin (HURSAD Başkanı)
ve 80 binin üzerinde hac yolcusu
olumsuz etkilenecek. Suudi Arabistan
Hac Bakanlığı, 2020 yılında
ülkeye yapılacak ziyaretler
için vize alan vatandaşlardan kişi
başı yaklaşık 300 Suudi Arabistan
Riyali (450 TL) alınmasına karar
verdi. Bakanlığın aldığı karara
göre daha önce kutsal topraklara
3 yıl içerisinde birden fazla seyahat
etmek isteyenlerden alınan
yaklaşık 2 bin Suudi Arabistan
Riyali (bin 300 lira) bundan sonra
alınmayacak.
Sağlık hizmetleri de
ücretli olacak
Getirilen 300 Riyallik verginin
yanında Suudi Arabistan cephesinden
maliyetleri artıracak
yeni adımlar da bekleniyor. Hac
ve Umre Seyahat Acentaları
Derneği (HURSAD), Yeni Şafak
Gazetesi’ne yaptığı açıklamada,
umreye gitmek isteyenleri
ve acentaları yeni vergilendirme
konusunda uyardı. HURSAD
Başkanı Diyaeddin Şahin, önceki
yıllarda umre ziyaretçilerinin
sağlık hizmetleri için herhangi
bir ücret alınmadığını fakat zaman
içerisinde yapılması beklenen
düzenleme ile bu hizmetin
de ücretli hale getirileceğini
aktardı. Şahin, getirilen ek verginin
yanı sıra Suudi Arabistan
cephesinde atılan yeni adımla
birlikte üç farklı online seyahat
platformu kurulduğunu ve rezervasyonlarda
bu platformlar
üzerinden gerçekleştirilme şartı
getirileceğini söyledi. Şahin, “Bu
platformlar üzerinden gerçekleşen
rezervasyonlardan da yüzde
8
10 ile yüzde 20 arası bir komisyon
alınmış olacak. Bu maliyetlerin
daha da artmasına neden
olacak” değerlendirmesinde bulundu.
Tur fiyatlarında 120 Dolarlık artış
daha önce uygulanan sistemin
2016 yılında uygulanmaya başlandığını
vurgulayan Diyaeddin
Şahin, 3 yılda ikinci defa umreye
gidecek vatandaşların pasaport
defterini değiştirerek bu ücreti
ödemekten kurtulduğunu belirtti.
Bu sebeple sistemde değişikliğin
uzun süredir gündemde
olduğunu dile getiren Şahin,
“Suudi Arabistan tarafı önceki
uygulamadan istediği sonucu
alamayınca kaldırdı. Artık ülkeye
hangi sebeple gidilirse gidilsin
300 Riyallik ücret ödemek koşulu
getirildi” diye konuştu. Bu uygulamanın
faaliyete girmemesi
adına yaptıkları girişimlerden
hiçbir sonuç alınamadığını söyleyen
Şahin, “Tur paketlerinde
düzenleme ile birlikte ortalama
120 dolarlık artış olacak. Şu ana
kadar sattığımız paketlerde bu
ücreti almadık ve kendimiz karşılayacağız.
Fakat bundan sonraki
rezervasyonlara bu ücreti de
yansıtacağız” ifadelerini kullandı.
300 RİYAL’LİK EK VERGİ
KARARINDAN GERİ ADIM
ATILSIN
Yanlış bir adım atıldı Hac, Umre
ve Seyahat Acenteleri Derneği
(HURSAD) Yönetim Kurulu Başkanı
Diyaeddin Şahin de Yeni Akit
Gazetesi’ne yaptığı değerlendirmede
Suudi yönetiminin ek vergi
kararının yanlış bir adım olduğuna
işaret etti. 300 SAR olarak ilan
edilen ek verginin 80 dolara karşılık
geldiğini dile getiren Şahin,
“Tabii burada yüzde 10’u bulan bir
vergi daha var ki; bu da Suudi Arabistan’a
adım atacak herkesin cebinden
330 SAR çıkması demek”
ifadelerini kulandı.
Daha evvel otellerle direkt irtibata
geçip anlaştıklarını ve vizeleri
aldıklarını hatırlatan Şahin, şunları
kaydetti: “Ama artık şartlar değişti.
Şu anda otellerle doğrudan
değil, dolaylı yoldan görüşüyoruz.
Çünkü arada üç rezervasyon portalı
bulunuyor. Bu portallardan
birine giriyoruz. Rezervasyonları
yaptırmamızı takiben onay kodunu
alıyoruz. Ardından vizeler aktif
hale geliyor. Ne yazık ki bu işlemler
için yüzde 10-20 komisyon ücreti
ödemek zorunda kalıyoruz.
Doğal olarak konaklama maliyetleri
yükseliyor. Gelinen aşamada
her bir müşterimizin otel masrafı
geçen yıla göre en az 120 SAR arttı.
Buna 450 liraya tekabül eden
300 SAR vergi de eklenince durum
daha vahim bir hal aldı.”
Çağrımıza kulak verilsin
Şahin, ek vergi kararının umre talebini
olumsuz etkileyeceğinden
endişe ettiklerini söyledi. Suudi
Arabistan Hac Bakanlığı’na
da “Kararı yeniden ele alın, rafa
kaldırın” çağrısı yaptı. Bakanlığa
“Sesimizi duyun, talebimize kulak
verin” diye seslenen Şahin,
“Uyarımız dinlensin, vergi kararından
geri dönülsün ki iyi başlayan
umre dönemi bereketli geçsin”
temennisinde bulundu.
Kayıt dışına dikkat
Umrecilerin belgesi ya da kaydı
bulunmayan birey veya kurumlardan
hizmet almaktan kaçınmaları
gerektiğini vurgulayan
HURSAD Yönetim Kurulu Başkanı
Şahin, “Kutsal toprakları
ziyaret edecekler; bakkalların,
berberlerin, imamların değil de
seyahat acentelerinin yolunu
tutsun” dedi. Şahin, ilgili mercilerin
de kayıt dışına karşı dikkatli
olması, denetimlerini arttırması
gerektiğini sözlerine ekledi.
ACENTALAR KARARA TEPKİLİ
HURSAD bünyesinde bulunan
300’den fazla acenta ise karar tepkili.
HURSAD Yönetim Kurulu Üyeleri
yaptıkları açıklamalarda, Suudi
Arabistan yönetiminin bu kararını
değiştirmesi gerektiği yönünde görüş
belirtti.
İşte o açıklamalar…
Nevzat ALTINER (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Suudi Arabistan
hükümeti umre ziyaretini zorlaştırmamalı,
son yapılan zam uygulamasını
kaldırmalıdır. Müslümanlar
Kâbe’yi kolayca ziyaret edebilmeli
ve umre ziyaretlerini turistik ziyaret
kapsamından çıkarmalıdır. Getirdiği
yeni vergi uygulaması, Müslümanların
Kâbe’yi ziyaret etmesini
azaltacaktır.
Mahmut ŞENADLI (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Suudi Arabistan,
içinde bulunduğu ekonomik buhranın
çıkış formülü olarak gördüğü
Hücacc’dan “vergi” adı altında
ayakbastı ücreti alması ne hakka ne
hukuka nede vicdana sığmaktadır.
Allah’ın evi tüm Müslümanlarındır.
Zira gelmeyi zorlaştırmanın hem
tarihsel hem de dinen vebalini asla
ödeyemezler.
Abdullah DEMİRCİ (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Suud yönetiminin
hac ve umre vizelerine getirdiği
yeni harçlar ve ilave ücretler
Kâbe tarihinde görülmemiş bir olay.
Elbette tüm Müslümanları derinden
üzmüştür. Özellikle rezervasyonların
alâkasız siteler üzerinden
yapılması, “Acaba bir yerlere rant
kapısı mı aralanıyor?” sorularını
akla getirmektedir. Bu yanlıştan bir
an önce dönülmelidir.
Süleyman BORAZAN (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): 2019-2020 yılı
umre sezonu açılırken; umreye gidecek
vatandaşlar ve turizm firmalarını
şoke edecek bir karar alındı. Suudi
yönetiminin almış olduğu bu karar,
tüm dünya Müslümanlarını üzerken,
bu ekonomik şartlarda umreye gitmenin
iyice zorlaşmasına da sebep
olmuştur. Diğer yandan bu karar,
2030 yılında ciddi turist artışı planı
yapan Suud hükümetinin ne derece
tezatlık içerisinde olduğunu da ortaya
koymaktadır.
Fethullah AŞKIN (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Hac-Umre
acentaları olarak her yıl farklı kötü
sürprizlerle karşılaşıyoruz. Bu sezon
umre organizasyonuna gelen ilave
vergi ve sistem komisyonları bizi zor
durumda bıraktı. Bu ilave ücretler
sonucu fiyatların yükselmesini müşterilerimize
izah etmekte güçlük yaşıyoruz.
Haydar KILIÇOĞLU (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Ülkemizden
giden yolcuların çoğunluğu tekrar
giden ve ekonomik gruplardır.
Bu yüzden her yeni gelen sistem,
işimizi biraz daha kolaylaştırsa da
gelen zamlar müşteri sayımızı etkiliyor.
Hedeflerimiz her yıl daha fazla
umreci götürmek iken bir önceki
yılın sayılarını bile yakalayamıyoruz.
Sistemdeki fiyatların, vergilerin
ve zamların daha makul seviyelere
gelmesini ve aracı sistemlerin iptal
edilmesinin çözüm olacağını düşünüyoruz.
Erol BODUR (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Her yıl olduğu gibi,
bu sene de umre mevsimi başladıktan
sonra sürpriz ve yeni vergiler
açıklanmıştır. Umre mevsimi
sorunlu ve sancılı başlamıştır. Başka
ülkelere yapılan seyahatlerde
görülmeyen bu sistem değişiklikleri
gerek organizatörleri gerekse
Duyudurrahmanı (Allah’ın misafirlerini)
derinden üzmekte ve endişelendirmektedir.
Hadimü’l Haremeyn
olan ve Allah’ın misafirlerine
hizmeti vazife bilen Kral Selman
bin Abdülaziz’den bu gidişe “dur”
demesini ve kutlu umre yolculuğunu
zorlaştırmak yerine kolaylaştırmasını
bekliyoruz.
İbrahim DEMİR (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Kutsal topraklar
evvelden beri hassasiyetle üzerinde
durulan beldeler olmuştur. Beldelerde
ne siyaset yapılmıştır ne
de siyasete alet edilmiştir. Dünyada,
Müslümanlar üzerinde oynanan
oyunlar malumdur. Bu oyunlara
benzer bu tarz hareketler Müslümanların
en hassas yerine dokunur
ki bu da Allah (cc)’ın gücüne gider.
Kararların dar, dışa kapalı ve sorgulanma
imkanı olmayan bir anlayışla
2030 vizyonu ile çelişmektedir.
Bu yapılan uygulama, yıllara göre
düşen umre sayısını artırma politikası
ve 15 milyon umreci hedefine
de ayrıca ters düşmektedir. Yetkili
makamların ivedilikle bu yanlıştan
dönmesini temenni ediyoruz.
Bilal ŞENEL (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Hac organizasyonundaki
her alanda yapılan yenilikleri
(dijitalleşmeden operasyonlara
kadar) görünce umrenin de Rahman’ın
misafirleri için kolaylaşacağı
inancı artmıştı. Bu
seneye “daha kolay
ve bereketli bir sezon
olur” umuduyla hazır-
10
lanırken gelen vergiler ve oluşan
sistemin maliyetlerini görünce şaşırdık.
Allah’ın misafirlerine hizmet
etmenin şeref olduğunu düşünen
bir idarenin bu yapılanmaları tekrar
gözden geçireceğine olan inancımızı
kaybetmek istemiyoruz.
Mehmet Ali MENTEŞE (HURSAD
Yönetim Kurulu Üyesi): Her sene
gelen sürpriz zamlar ve sistemi
zorlaştırıcı işlemler, Allah’ın misafirleri
tarafından kendilerine ceza
olarak algılanmakta ve Hadimül
Haremeyn’e karşı büyük infiale sebebiyet
vermektedir. İnsanlar “Allah’ın
evi herkese aittir, bir ülkenin
inhisarında olmamalı, İslam ülkeleri
ortak bir platform oluşturarak
Haremeyn’i yönetmeli’ fikrini dillendirmeye
başlamışlardır. Dünya
kamuoyunda bu ve buna benzer
fikirlerin hızla Neşv-ü Nevâ bulmasının
önüne geçmek için -ki sosyal
platformlar günümüzde buna
çok müsait- Hadimül Haremeyn’in
Allah’ın misafirlerine karşı kolaylaştırıcı
sistem oluşturması ve ek
külfet yüklemek yerine külfetleri
azaltıcı önlemler alması hususunu
arz ederiz.
Murat KUNDAK (HURSAD Yönetim
Kurulu Üyesi): Bu sene yapılan
zamlar, aslında “Allah’ın misafirlerine
hizmet şerefimizdir” ilkesinden,
“Hac ve umre vizesi ile gelenler,
bizim için sadece ekonomik değer
anlamına gelmektedir.” gerçekliğine
evrilmesidir. Asıl korkutucu olan
bu düşünsel değişim.
11
TÜRSAB BAŞKANI
FİRUZ BAĞLIKAYA’DAN
HURSAD’A ÖZEL AÇIKLAMALAR
Firuz BAĞLIKAYA
TÜRSAB Başkanı
“Türkiye Seyanat Acentaları Birliği
(TÜRSAB) Başkanı Firuz Barbaros
BAĞLIKAYA, dergimizin bu sayısına
özel açıklamalarda bulundu… TÜRSAB
Başkanı Bağlıkaya, HURSAD’ın
sektördeki desteğinin kendilerine güç
kattığını söyledi… Bağlıkaya, Hac ve
Umre alanından yaşanan sorunları
da HURSAD ile birlikte aştıklarını
kaydetti…“
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği
olarak turizmin farklı alanlarında
faaliyet gösteren tüm seyahat
acentalarımıza eksiksiz bir şekilde
hizmet sunmayı, sorunlarını
çözmeyi kendimize ilke edinerek
çıktığımız yolda, görev yaptığımız
kısıtlı zamana rağmen önemli
adımlar attık. Bu bağlamda, Hac
ve Umre alanında faaliyet gösteren
ve geçmiş yıllarda ciddi
sorunlarla karşı karşıya bulunan
seyahat acentalarımızın yaşadıkları
birçok soruna öncelikli olarak
eğildik.
Bu süreçte Hac ve Umre alanında
ihtisaslaşmış seyahat acentalarımız
tarafından kurulan HURSAD,
sektörde yaşanan sorunları çözüme
kavuşturma noktasında en
önemli destekçilerimizden biri
oldu. İcra ettikleri mesleği ticari
bir eylem olmanın ötesinde, bir
vazife şuuruyla gerçekleştiren
Hac ve Umre acentalarımızı bir
araya getiren HURSAD, bu yönüyle
çok önemli bir misyonu da
üstlenmiş durumda.
Hizmet Bedeli Almayı
Değil, Üyelerimize
Hizmet Vermeyi Şiar
Edindik
TÜRSAB olarak biz de Hac ve Umre
acentalarımızın ifa ettikleri kutsal
görevleri sırasında yaşadıkları
sorunları çözüme kavuşturmak
için var gücümüzle çalıştık.
Üyelerimizden hizmet bedeli
almayı değil, üyelerimize hizmet
vermeyi kendimize şiar edindik.
Bu çerçevede hac organizasyonu
12
için alınan kişi başı 25 dolar hizmet
bedelini kaldırarak seyahat
acentalarımızın toplamda 1,5
milyon dolar tasarruf etmelerini
sağladık.
Uzun yıllardır Hac ve Umre faaliyeti
gösteren seyahat acentalarımızın
en büyük sorunlarından biri olan
45 yaş altı mahremsiz kadınların
vize problemlerini çözmek
için Suudi Arabistan Krallığı
Başkonsolosluğu ile üst düzey
temaslar kurarak, vize işlemlerinin
kolaylaştırılmasında rol oynadık.
Hac ve Umre acentalarımızın
hizmet kalitelerini artırmak için
Genel Merkezimizin konferans
salonunda Suudi Arabistan
Krallığı İstanbul Başkonsolos
Yardımcısı ve Diyanet İşleri
Kuru Başmüfettişi vasıtasıyla
seminerler düzenledik.
Mekke ve Medine
Ofislerini 12 Ay Hizmet
Veren Bir Kimlik
Kazandırdık
Hacı adaylarımıza kutsal
yolculuklarında yoğun destek
verdik. TÜRSAB ve üye
acentalarımızın görevlendirdiği
650 personel ile İstanbul
Havalimanı’nda ve Suudi
Arabistan’da 24 saat hizmet
sağladık. Mekke, Medine ve
Cidde’de hac işlemlerinin
yerine getirilebilmesi ve hacı
adaylarımıza eksiksiz bir şekilde
hizmet vermek amacıyla 7/24
aktif olarak görev yapan çok
sayıda ekip oluşturduk. Böylece
Mekke ve Medine ofislerine 12
ay boyunca, 7/24 hizmet veren
bir kimlik kazandırmış olduk.
Acentalarımız tarafından kutsal
topraklara götürülen hacı
adaylarımıza, 70 otobüs ve 100
kişilik bir ekiple hizmet verdik.
Havalimanları ve hastanelerde
tercümanlık hizmeti sağladık. Bu
çalışmalarımız doğrultusunda
Hacı adaylarımızın ve Umre
yolcularımızın mağduriyetlerini
ortadan kaldırdık.
Meslektaşlarımız adına TÜRSAB’a
verilen Hac ve Umre vizelerini eşit
şekilde acentalarımıza dağıttık.
Hac ve Umre organizasyonu
yapan acenta sahiplerine ve
munazzımlara eşit sayıda, uzun
süreli Suudi Arabistan vizesi
almak için çalışmalar yaptık.
Sektörün önemli sıkıntıları
arasında yer alan yetkisiz kişi ya da
kuruluşların kaçak faaliyetlerini
önlemek amacıyla denetimler
gerçekleştirdik. Seyahat acentası
olmayan hiç kimseye Hac ve Umre
kaydı yaptırmamaya çalıştık.
TÜRSAB’dan tur onay yazısı alma
zorunluluğunu kaldırdık. TÜRSAB
için tahsis edilen görevli vizelerini,
vize alamamış seyahat acentası
temsilcileri lehine ücretsiz
kullandırarak meslektaşlarımıza
fayda sağladık.
Bizler açısından maneviyatı ve
sorumluluğu yüksek olan Hac
ve Umre organizasyonlarında
üyelerimizin menfaatine olan
çalışmaları yapmaya, aktif
rol oynayarak üyelerimizin
yaşadıkları sorunları proaktif bir
yaklaşımla çözmeye bundan
sonra da devam edeceğiz.
13
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Milli Güreşçimiz)
4 kez Dünya Şampiyonu…
9 kez de Avrupa Şampiyonu...
Dünyanın konuştuğu Milli Güreşçimiz
Rıza KAYAALP, dergimize çok önemli
açıklamalarda bulundu.
RIZA KAYAALP
• Her kulvarda şampiyon olmak nasıl bir duygu?
• Son şampiyonluğunda piste çıkarken neler hissetti?
• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müsabakadan hemen sonrasında neler
konuştu?
• Başarısının sırrı ne?
Biz sorduk, Dünya Şampiyonumuz Rıza KAYAALP yanıtladı…
“EN ÇOK İSTİKLAL
MARŞIMIZI OKURKEN
DUYGULANIYORUM”
- 9 kez Avrupa şampiyonluğu,
4 kez Dünya Şampiyonluğu,
Olimpiyat Üçüncülüğü,
İkinciliği için öncelikle
tebrik ediyoruz. Türkiye adına
4. kez Dünya Şampiyonu
olmak nasıl bir duygu?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): 4. kez
dünya şampiyonu olmak ülkemiz
ve kendi adıma çok önemli. Çünkü
bu bir rekordu benim için. Çok
uzun zamandır çalışıyorum. Tabi
yılların da verdiği bir başarı bu,
ancak her şampiyonluktan sonra
bir diğeri için çalışmak, o aradaki
süreci gösteriyor. 2.5 ay içerisinde
çok iyi bir hazırlık dönemi geçirdim,
3 kamp gördüm. Ağrım
sızım yoktu. Kendime çok inanıyordum
zaten. Geçen sene bir
hedefim vardı. Dünya Şampiyonası’nı
4. kez kazanmak ve rekor
kırmaktı. Ancak nasip olmamıştı.
Boyun fıtığı ve kollarımdaki ağrılardan
dolayı başaramamıştım.
Şimdi bunu aştım, tedavi oldum
ve 20-21 yaşlarımdaki Rıza gibi oldum.
Hem Avrupa’da 9. kez altın
madalya kazandım. Hem de bu
dünya şampiyonluğumu ülkeme
kazandırmış oldum.
- Güreşte yaş ne kadar etkiler?
Yaşlandıkça güreşçinin
gücü devam ediyor mu?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): Tabii ki
20-21-22 yaşında hissetmemin
sebebi sakatlığım vardı. 4 yıldır
öyle güreşiyordum ve öyle kazanıyordum.
Sakatlığın tedavisini
gördükten sonra o yaştaki saldırganlığım
tekrardan geri geldi.
Performansım tekrardan eskisi
gibi oldu. Hem Avrupa’da hem
dünyada Türk halkına altın madalya
kazandırarak göstermiş
oldum.
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Milli Güreşçimiz)
14
“Hedefim
Olimpiyatlarda
altın madalya
almak”
- Önümüzdeki olimpiyatlarda
altın madalya için Rıza
Kayaalp ne yapar? Madalya
alır mı? Şampiyon olur mu?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): Bir
önceki dünya şampiyonasında
şampiyon olmuşsun. Avrupa’da
şampiyon olmuşsun. Benim en
büyük isteğim en büyük arzum,
ömür boyu mutlu olmak için ben
emek harcayacağım, alın terimi
fazlasıyla dökeceğim. Allah nasip
ederse en büyük arzum olimpiyat
altın madalyasıyla bu işi sonlandırmak
olacak ve yaşadığım
süre boyunca kendimi mutlu
mesut hissedeceğim.
- Güreşte Rıza Kayaalp ile özdeşleşen
hareket hangisidir?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): Tek kol
oyunum var. Uzun zamandır onu
yapıyorum. Yerde çırpma oyunum
var ama benim en büyük
özelliğim rakiplere saldırıp onları
yormam. Onlara baskı kurmam.
2-3 dakikada rakiplerimi yorup
puan toplayabiliyorum.
“Kendimden ziyade
beni destekleyenleri
düşünüyorum”
- Canlı olarak izledik, kürsüden
iner inmez Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan
aradı. Bu nasıl bir
motive oluşturuyor? İkincisi
de her şampiyonluktan sonra
biraz daha tanındınız. Sokakta
gören herkes “işte bu
şampiyonumuz” diyor, duygularınızı
alabilir miyiz?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): Tabi çok
güzel bir duygu. Bu ülkeyi temsil
ediyoruz, onları temsil ediyoruz.
İnanın kaç yıldır ben kendimi
değil, bizi destekleyenleri düşünüyorum.
Yenildiğimde en çok
onların üzüleceğini, “neden Rıza
kazanamadı” demelerini seyretmemek
için başarı kazanmak istiyorum.
15
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Milli Güreşçimiz)
“Marşımızı
söylerken
duygulanıyorum”
- Müsabakalarda sizi en çok
duygulandıran şey nedir?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): En çok
İstiklal Marşımızı söylerken duygulanıyorum.
Ağlamaya alışkın değiliz
ama insanın gözleri doluyor,
o kadar emek harcamışsın. Seni
sevenler sevinmiş. Tabii ki o İstiklal
Marşımızı söylerken televizyon
karşısında olan seyircileri ben hissediyorum.
En çok duygulandığım
bunlar.
- Cumhurbaşkanı’nın programı
çok yoğun. Maçınızın
olduğu günlerde Ankara’da
3’lü zirve vardı. Ancak ona
rağmen maçınızı takip etmesi
nasıl bir duygu?
Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu
Milli Güreşçimiz): Arkadaşlarıma
bilgi gelmiş. “Cumhurbaşkanı,
Rıza’nın maçını izleyecek” diye.
Ama ben bir şeyler döndüğünü
anladım. Başkanımızın bizi izleyip
takip etmesi, terimiz soğumadan
araması çok güzel bir şey bu. Tabi
başkanımızın spora ne kadar değer
verdiğinin göstergesi. Allah
razı olsun. Tek beni değil, başarı kazanan
tüm sporcuları tebrik ediyor
sağolsun. Nikahımda söz vermiştim;
“Dünya şampiyonu olacağım
ve olimpiyat kazanacağım” diye.
“İnşallah, bekliyorum zaten” demişti.
Maçı canlı izlemesi, unutmadığını
gösteriyor, çok sağolsun…
- Bize zaman ayırdığınız için
çok teşekkür ederiz.
17
TOBB BAŞKANI
RİFAT HİSARCIKLIOĞLU’NDAN
HURSAD’A ÖZEL AÇIKLAMALAR
M. Rifat HİSARCIKLIOĞLU
TOBB Başkanı
“Sizlerin yaptığı organizasyonlarla
huzurlu ve güvenli bir şekilde
vatandaşlarımız Hac ve Umre
farizalarını yerine getiriyorlar.
İş bu sebeple yaptığınız işi çok
önemsiyorum. Allah sizlerden ve
ekiplerinizden razı olsun.“
2019’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
19 Mayıs 1919’da Samsun’a
ayak basmasıyla başlayan, İstiklal
mücadelesinin 100. yıl dönümündeyiz.
1. Dünya savaşına 3 milyon kilometre
kare büyüklükle giren Osmanlı
Devleti, savaştan mağlup
çıkınca, topraklarının yüzde 85’ini
kaybetti. Anadolu’nun her köşesi
ve hatta Osmanlı’nın üç başkenti;
Bursa, Edirne ve İstanbul bile işgal
edildi. Ordusu dağılmış, ekonomisi
çökmüş, ciddi bir sanayisi
olmayan, yokluk içinde, ümitleri
tükenmiş bir ülkede, tüm bu
olumsuzluklara rağmen, istiklal
mücadelesi verildi.
Eğer Mustafa Kemal önderliğinde
Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı,
Anadolu da elimizden çıkacaktı.
Dolayısıyla bu toprakların hâlâ
vatan kalmasını, 1919’da başlayan,
1922’de büyük zaferle sonuçlanan
ve 1923’te Lozan’da başarısını
dünyaya kabul ettiren, “İstiklal
Harbine” borçluyuz.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah
arkadaşlarını, bu vatan için şehit
düşmüş tüm kahramanlarımızı,
rahmetle, minnetle, saygıyla anıyorum.
100 yıl sonra şimdi, ekonomik
alanda bir istikbal mücadelesi veriyoruz.
Dünya ekonomisi hassas
bir dönemden geçiyor ve yavaşlıyor.
Dünyada 2019 yılının, 2018’e
göre ekonomik açıdan daha zayıf
geçmesi bekleniyor. Geçen sene
ülkelerin yüzde 75’i, küresel canlanmaya
pozitif katkı sağlamıştı.
Yani dünyanın yüzde 75’i bir şekilde
büyümeyi hissetmişti.
Oysa bu sene, ülkelerin yüzde
70’inde yavaşlama tahmin ediliyor.
Yani dünyanın yüzde 70’inde
büyüme oranları, geçen seneye
göre daha az olacak.
Artan küresel korumacılık uygulamaları,
Avrupa’da yükselen popülizm,
Brexit sürecinin belirsizliği,
Trump’ın tavırlarıyla alevlenen
ticaret savaşları ve Çin’deki yavaşlama,
şu an dünya ekonomisini
en çok etkileyen faktörlerin başında
geliyor.
ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı
aslında Türkiye olarak bize
yeni fırsatlar da sunuyor. İki ülke
arasındaki 100 milyar $’lık ticaret
hacmi de bu fırsatı harekete geçirmek
için bize gereken altyapıyı
sağlayacak.
Ülkemizdeyse, Ağustos 2018’de
döviz piyasasında başlayan çalkantı,
hızla, ekonominin geneline
yayıldı. İç piyasada iş hacmi düştü,
nakit akışı azaldı, kredi akışı
yavaşladı, tahsilatlar gecikti. Ekonomide
bir durgunluk dönemine
girdik.
Hükümetimizin aldığı tedbirlerle,
ekonomide büyümenin yeniden
başlaması bekleniyor. İşte
tüm bu sıkıntılı dönemde, TOBB
ve Oda-Borsa camiası olarak,
üyemizin yanında olduk, hizmet
etmeyi sürdürdük. Memleketim
Kayseri’de ‘yakınma, yekin’ derler.
Biz yakınmadık, yekindik; yani
harekete geçtik. Burada halkımızın
merakla beklediği bir konuya
da özel bir parantez açmak istiyorum.
Cumhurbaşkanımız Sn. Recep
Tayyip Erdoğan’ın bize verdiği
görevle Türkiye’nin Otomobili
projesini başlattık.
Şirket olarak aldığımız prensip
kararı gereği çalışmalar sessiz, sedasız
ve yolunda ilerliyor. İnşallah
tamamen elektrikli olacak aracın
prototipinin ilk modelini yılsonunda
halkımızın beğenisine sunacağız.
Önümüzde seçimsiz dönemi iyi
değerlendirmeli, kesintisiz bir ic-
18
Yargı Reformu Stratejisi Tanıtım Toplantısı
raat dönemine çevirmeliyiz. Çünkü
Türk özel sektörü olarak biz istikrar
sürsün, Türkiye reformlarla
büyüsün arzusundayız. Rekabet
gücümüzü artıracak yapısal reformları
arka arkaya hayata geçirmeliyiz.
Zira ekonomide atılacak çok
adım, yapılacak çok iş var. Hükümetimiz,
attığı adımlarla bunun
sinyalini verdi. Bakın dünya ekonomisinde
de yeni bir dönem
başladı.
Düşük faizle ve bol sıcak paraya
dayalı, kolay büyüme dönemi bitti.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler,
verimlilik artışlarına ve inovasyona
dayalı, yeni ve farklı bir
büyüme sürecine odaklanmak
durumunda.
Bakanlıklarımız, bu konuda ilk
adımları attılar. Yeni Ekonomi
Programı, Yapısal Dönüşüm
Adımları, Yargı Reform Paketi,
İhracat Ana Planı, 2023 Sanayi ve
Teknoloji Stratejisi açıklandı. Bu
çalışmaları sürdürüp, genişletelim,
uygulamaya başlayalım.
Yeni bir Türkiye hikâyesi ve yeni
bir büyüme modeliyle, piyasalarda
güven artacak. Ülkemize karşı
oluşturulmak istenen olumsuz
algıların önüne geçilecek. Enflasyon
ve döviz kurları istikrara kavuşacak.
Ekonomiye bir destek de, Avrupa
Birliği katılım sürecini canlandırmaktır.
AB, vatandaşlarımıza karşı
vize uygulamasına son vermeli.
Gümrük Birliğini güncelleyecek
müzakereleri, daha fazla ertelemeden,
başlatmalıdır. İktisadi ve
teknik konular, bazı Avrupa ülkelerindeki
vizyonsuz siyasi yaklaşımlara
kurban edilmemelidir.
Siyasi reformların hayata geçirilmesinde
öncü bir rol üstlenen
Reform Eylem Grubu’nun, 2018
yılındaki başarılı çalışmaları, sürdürmeliyiz.
Yargı ve Temel Haklar ile Adalet,
Özgürlük ve Güvenlik fasıllarında
atılacak adımlar, Vize Serbestisi
Diyaloğu için de çok önemli.
Daha güçlü bir ekonomi için daha
etkin bir hukuk sistemine ihtiyacımız
var.
Ayrıca hukuk sistemini güçlendirecek
her adım ekonomiye destek
verecek, yüksek teknolojili ve
ihracat odaklı uluslararası yatırımları,
ülkemize çekmemizi sağlayacak.
Esasında tüm bunları yaptığımızı
geçmişte gösterdik. Kişi başı geliri
3 bin doların altında, “orta seviye
bir ekonomi” olmaktan çıktık.
Kişi başı geliri 10 bin doları geçen,
üst orta seviye bir ekonomiye dönüştük.
2002’den itibaren aldığımız mesafenin
önemini ve değerini hep
akılda tutalım.
Şimdi yine önemli bir noktadayız.
Çok işimiz var. Ama biliyoruz ki biz
güçlü bir ülkeyiz. Bizler, “Hak ile sabır
dileyip, akıl ve ahlakla çalışan”,
Kadim Ahilik teşkilatının, günümüzdeki
temsilcileriyiz. Dün yapabildiysek,
bugün de yapabiliriz.
İbn-i Haldun’un çok beğendiğim
19
bir sözü var: Kalpleri müteferrik,
yani “ayrılmış” olanların akılları
birleşmez. 82 milyon arasında
güven ve birlikteliği artırmalıyız.
İnsanlar birbirlerine güvenirlerse,
birlikte iş yaparlar. Birlikte yapılan
işlerin kıymeti de, başarısı da
yüksek olur.
100 sene önce yokluk içinde, yoksulluk
içinde, işgal altındayken,
Dumlupınar’da, Kocatepe’de istiklali,
Lozan’da istikbali birlikte
kazanmadık mı? Ankara’da Cumhuriyet’i
birlikte ilan etmedik mi?
Bizler, “Milletin bağımsızlığını
yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”
sözüyle yola çıkanların,
bitmiş-tükenmiş bir devletin küllerinden,
yeni bir devlet kurmayı
başaranların çocuklarıyız. Bizim
kökenimizde, ayrılık, gayrılık yok.
Doğduğumuz şehirler, inancımız,
fikrimiz farklı olabilir ama bu ülkenin
sorunları da, zenginliği de bizim.
Türkiye hepimizin.
15 Temmuz Hain
Darbe Girişiminin
3. Yıldönümünde;
Unutmadık,
Unutturmayacağız
Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi demokrasisine
ve hukuk devleti yapısına
kasteden hain ve alçakça bir
saldırıyı geri püskürterek şunu açıkça
göstermiştir: Gücünü sandıktan,
yetkisini milletten almayan bir idareyi
asla meşru kabul etmeyiz.
Demokrasi ve milletin iradesi dışında
bir seçeneğe de boyun eğmeyiz.
15 Temmuz hem Türkiye siyaseti,
hem de Türkiye ekonomisi için tarihi
bir stres testi oldu. Milletin dirayetiyle
bu test başarıyla geçildi.
Demokrasimiz ve kurumlarımız
kaba kuvvete teslim olmayacak
kadar olgunlaştıklarını kanıtladı.
Devlet içinde illegal örgütlenen
FETÖ çetesi ortaya çıkarıldı. Darbe
heveslilerine karşı ortaya konan
milli direniş sayesinde gelecekte
benzer kalkışma girişimi içinde
olabileceklerin önüne set çekildi.
FETÖ kaynaklı bu hain darbe girişiminin
ortaya çıkmasıyla birlikte,
TOBB ve Oda-Borsa camiası olarak
tepkimizi ilk anda ortaya koyduk.
Darbe girişimine karşı ilk harekete
geçen, ilk inisiyatif alan meslek
örgütü olduk. Daha darbe bildirisi
okunur okunmaz, gece saat
00:22’de çıktık dedik ki; “Milletin
iradesi ve demokrasi dışında hiçbir
iradeyi tanımıyoruz. Gün demokrasiye
sahip çıkma günüdür”.
365 Oda ve Borsamızla birlikte 81
il ve 160 ilçede eş zamanlı olarak
darbeye karşı tepkimizi gösterdik.
“Demokrasi Vazgeçilmezimiz, Milli
İrade Gücümüz, Kardeşliğimiz Geleceğimizdir”
dedik.
Sonrasında 81 ildeki Odalarımız ve
Borsalarımız ilk günden itibaren
Demokrasi Nöbetlerinde aktif bir
şekilde yer aldı. Ayrıca 15 Temmuz
Şehitleri Dayanışma Kampanyasına
en fazla katkıyı da TOBB, Odalar
ve Borsalar sağladı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hâkimiyet,
kayıtsız şartsız milletindir”
ilkesini şiar edinen TOBB ve
Oda-Borsa camiası olarak demokrasiyi
savunmaya devam edeceğiz.
Devletimizin yanında, milletimizin
emrinde olacağız.
Ülkemizin birliğine, kardeşliğimize
20
ve demokrasimize karşı olanların
da karşısına dikileceğiz. Çünkü
devletimiz ve ülkemiz var oldukça
biz de varız. Demokrasi varsa hepimiz
varız.
100 sene kahraman ecdadımız
“Milletin istiklalini, yine milletin
azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek
İstiklal Harbinin adeta ilk kıvılcımını
yakmıştı. 15 Temmuz 2016
gecesi aynı ilkeyle ve birlikte hareket
eden Türk Milleti bir büyük
felaketin önüne geçmiş oldu.
Kutsal Topraklar ve
HURSAD
Hac, müminin hayatının en önemli
miladıdır. Takvayı kuşanma ve
ömür boyu Allah’ı anma şuuruyla
yaşama gibi çok büyük manevi
kazanım imkânları sunan bu kutlu
yolculuk, müminin, hem kendi iç
dünyasına, hem mümin kardeşlerine
ve hem de tarihe doğru gerçekleştirdiği
bir seferdir.
Müminin hayatı açısından Hac,
başka bir dünyaya geçiş yapılmaktadır.
Bunun içindir ki Kâbe hedef değil,
belki sonsuzluğa giriş kapısı
gibidir. Hac yolcusu, bu hedefe
ulaşabilmek için tertemiz duygularla
ve sırf ibadet aşkıyla bu kutlu
yolculuğa çıkar, bu güzel niyet ve
duyguları manevi ve ahlaki hayatının
gelişiminde bir dönüm noktası
haline gelir.
Kutsal topraklara gittiğimde şüphesiz
her Müslüman gibi tarifsiz
duygular yaşadım ben de. Allah
her Müslümana kutsal toprakları
görmek için imkân versin, imkânı
olanlara da gitme kolaylığı versin.
İslam’ın beş esasından biri olan
bu büyük ibadeti eda etmek için
gittiğimiz kutsal topraklarda ettiğimiz
duaları Allah kabul etsin
inşallah.
Dinimiz açısından son derece
önemli olan Hac ve Umre için vatandaşlarımıza
sunduğunuz hizmetler
için öncelikle çok teşekkür
ediyorum sizlere.
Sizlerin yaptığı organizasyonlarla
huzurlu ve güvenli bir şekilde
vatandaşlarımız Hac ve Umre farizalarını
yerine getiriyorlar. İş bu
sebeple yaptığınız işi çok önemsiyorum.
Allah sizlerden ve ekiplerinizden
razı olsun.
Türk iş dünyası olarak, aynı ruh,
aynı inançla çalışmayı sürdürüyoruz.
Türkiye’nin dünyanın en büyük
ekonomileri arasında yerini
almasını ve lider ülke haline gelmesini
de, yine hep birlikte çalışarak
sağlayacağız.
aslında Kâbe’de noktalanıp biten
bir yolculuk değildir. Bu yolculuk
onun Rabbine doğru çıktığı bir
yolculuktur.
Kâbe’ye varınca onun etrafında
başlanan tavaf adeta bunun simgesi
gibidir. Bu dönüşler ile sanki
Allah gönlümüzü zengin, emeğimizi
ve kazancımızı bereketli,
milletimizin birliğini, dirliğini ve
kardeşliğini daim kılsın.
Yolumuz, bahtımız açık olsun.
Allah, yar ve yardımcımız olsun.
HELAL TURİZM’DE
GÜNCEL EĞİLİMLER
Melih Cem Kılıç
‘Helal Turizm’in odağındaki orta ve üst gelir grubu Müslüman aileler, gelenekçi
ve ortak kültürü bir güvenlik kaynağı olarak görmekte ve kısa seyahat
mesafesini çekici bulmaktadırlar. Ancak ulaşımın teknolojik gelişmelerle
birlikte kolaylaşması ve Türkiye’nin Müslüman coğrafyasındaki
etkinliğini arttırması ile birlikte Helal turizm, körfez ülkelerinden İstanbul’a
doğru genişleme trendindedir.
Güncel Eğilimler
Müslüman ülkelerdeki turizm ve
ağırlama endüstrisi, birçok gayrimüslim
turisti çekmeyi amaçlasa
da Arap ve Müslüman gezginlerin
sayısının artması ve petrol ülkelerinden
gelen yüksek satın alma
gücü, sektörü doğrudan Müslüman
turistlerin ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde Helal Turizm konusunda
motive etmektedir.
Başka bir deyişle, Müslüman gezginler,
özellikle Körfez bölgesinde,
önemli bir hedef pazar haline gelmiştir.
Sonuç olarak, Helal Turizm,
İslami kurallara dayanan yeni bir
kavram olarak ortaya çıkmıştır.
Shakiry (2007), “Helal Turizmi,
İslam’ın ahlaki ilkelerini benimseyerek,
geleneksel olanın yanı
sıra turizmin yeni boyutlarını da
ön plana çıkaran bir pratik” olarak
tanımlamaktadır.
Buna göre, birçok turizm firması,
İslami kuralları uygulamaya koymakta
ve helal turizme yatırım
yapmaktadır. Helal turizm, Ortadoğu
demografisine, özellikle
de muhafazakâr gelenekleri ve
alışkanlıkları olan, İslami öğretiler
için arzu sahibi olan Körfez
ailelerini hedef kitlesi olarak almaktadır.
22
Helal turizm, alışıldık turizm faaliyetlerinin
merkezinde bulunan
gece hayatı ve alkol tüketimi
gibi maliyetlerden sıyrıldığı için
bu alanlardaki tasarrufunu farklı
alanlara aktarmakta ve bolluktan
zevk alan bir tatilci kitlesine
hitap etmektedir.
‘Helal Turizm’in odağındaki orta
ve üst gelir grubu Müslüman aileler,
gelenekçi ve ortak kültürü
bir güvenlik kaynağı olarak görmekte
ve kısa seyahat mesafesini
çekici bulmaktadırlar. Ancak
ulaşımın teknolojik gelişmelerle
birlikte kolaylaşması ve Türkiye’nin
Müslüman coğrafyasındaki
etkinliğini arttırması ile birlikte
Helal turizm, körfez ülkelerinden
İstanbul’a doğru genişleme trendindedir.
Bununla birlikte Dubai yatırım
ajansları, turizm sektöründeki
bölgesel yatırımlardan yararlanmak
amacıyla, giderek daha popüler
hale gelen İslami otellerin
tanıtımı yoluyla ‘Helal Turizm’ine
yatırım yapmaktadır. Bu tür merkezlerde
yalnızca helal yiyecekler
ve alkolsüz içecekler sunulur ayrıca
sadece kadınların bulunabileceği
özel alanlar oluştururlar.
Dubai merkezli bir konaklama
grubu olan Almulla Hospitality,
Ekim 2007’de dünyanın ilk İslami
geleneklere uyumlu otel portföyünü
başlatmıştır. Cliftonwood,
Adham ve Wings gibi üç markayı
barındıran bu porföy Tablo 1’de
gösterilen evrensel İslam kuralları
çerçevesinde faaliyet göstermektedir.
Almulla Otelcilik bünyesinde yer alan Dubai’deki Holiday Inn Express Hotel
Tablo 1. Almulla Otelcilik İslami Kuralları
Alkol servisi yapılmaz
Gece kulüpleri gibi eğlence mekanları bulunmaz
Helal yemek servis edilir, domuz eti yasaktır
Bekar erkekler için erkek personel ve kadınlar için kadın personel ve
aileleri çalışır
Seminerlere ve vaaz oturumlarına ev sahipliği yapan kurum içi dini
figürler yer alır
Geleneksel üniformalar tercih edilir
Kur’an-ı Kerim, dua kitapları ve tesbih gibi dini eşyalar her odada
bulunur
Mekke yönünü gösteren kıble işaretleri yer alır
Personel, ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşturulur
Spor salonları gibi ayrı sağlık tesisleri yer alır
Cinsiyetlere ayrılmış mescitler bulunur
Muhafazakar TV kanalları tüketiciye sunulur
Tuvaletler kıble yönünde olamaz
Sanatsal ürünlerde insan tasviri bulunamaz
Yataklar, Kıble’yi göstermez
Kaynak: Almulla Otelcilik Kurum Kültürü (2008)
Bir sonraki bölümde helal turizm ile ilgili Müslüman
bir ülke olarak Malezya ve Müslüman olmayan bir ülke
olarak Japonya’nın çalışmaları incelenecektir.
23
Vaka 1.
MUHAFAZAKÂR OLMAYAN MÜSLÜMAN BİR ÜLKEDE
HELAL TURİZM İÇİN ÇOK ÇEŞİTLİ IRKSAL, KÜLTÜREL VE DİNSEL YAPIYI
DENGELEMEK:
MALEZYA
11 Eylül olayından bu yana, Malezya,
Müslüman turistler için en uygun
destinasyon noktalarından
biri haline geldi. (Hamzah, 2004) .
Batı’da Müslüman turistlere uygulanan
yasalar gittikçe katılaştığı
için Müslüman gezginler,
seyahat hedeflerini Doğu’ya kaydırmışlardır.
2014 yılında toplam
5,59 milyon olarak belirlenen
Müslüman turistin %11’inin Malezya’ya
geldiği tahmin edilmektedir.
Malezya’daki Müslüman turist
pazarı 2001’den bu yana yüksek
ve tutarlı bir büyüme göstermiştir.
(Mohd Salleh, Othman, Mohd
Noor ve Hasim, 2010).
Bu başarı özellikle Orta Doğu’dan
Müslüman turistleri Malezya’yı
ziyaret etmek için yapılan yoğun
turizm promosyonlarından
kaynaklanmaktadır. Orta Doğu
turistleri, Malezya turizm endüstrisinde
cömert harcama davranışlarından
dolayı kazançlı ve
önemli bir niş Pazar oluşturmaktadır.
(Mohamad Taiyab, 2009;
Risi, 2012).
Örneğin, UNWTO, her bir Orta
Doğulu turistin tatilde ortalama
14.000 USD harcadığını, diğer
turistlerin ise Malezya’ya yaptığı
her ziyarette ortalama yalnızca
551 USD harcadığını belirtmiştir.
(Risi, 2012).
Orta Doğu Müslüman turist pazarını
tatmin etmek amacıyla
hükümet, Orta Doğu kültürlerini
ve yemeklerini canlandıran, Arap
dilindeki tabelaları yaygınlaştıran,
restoranlarda çok dilli menü olan
“Ain Arabia” (Arabasitan Gibi)
kampanyasını başlatmıştır.
Turist bilgilendirme broşürü,
Arapça konuşan personelin otellerde
çalıştırılması, tur acenteleri
ve alışveriş kompleksleri gibi faaliyetlerle
de promosyon kampanyaları
desteklenmiştir. (Shafaei
ve Mohamed, 2015).
Büyük resme bakıldığında, Malezya,
turizm malzemeleri, ürünleri
ve hizmetlerinin çoğunda
zengin İslami değerler sunarak
kendisini popüler bir İslami turizm
ülkesi olarak konumlandırmaktadır.
Bu, Malezya’nın hemen hemen
her yerindeki Helal gıdaların mevcudiyetini,
zengin İslam mirası ve
kültürünü, dost canlısı Müslüman
nüfusu ve İslami seyahat zenginliğini
göstermektedir. (Shafaei ve
Mohamed, 2015).
Müslümanlar, gittikleri her yerde
sıkı bir diyet uygulamak zorunda
olduğu için, helal yiyecekler, yurtdışında
stressiz bir tatil geçirmesine
katkıda bulunan üç önemli
unsurdan biridir (Battour, Battor
ve Mohd Nazari, 2012).
Mohd Salleh, N. H., Othman, R., Mohd Noor, A. H. S., & Hasim, M. S. (2010). Malaysian tourism demand from the Middle East market: A preliminary analysis. Jurnal Antarabangsa
Kajian Asia Barat, 2(1), 37–52.
Hamzah, A. (2004). Policy and planning of the tourism industry in Malaysia. Paper presented at The 6th ADRF General Meeting, Bangkok, Thailand
Mohamad Taiyab, M. (2009). International Islamic tourism and halal week.
Risi, M. (2012). International tourism receipts surpass US$ 1 trillion in 2011. UNWTO world tourism barometer.
24
Bu nedenle, 2010 yılında Malezya
otelleri en azından ortak restoran
için Helal sertifikası almaya teşvik
edilerek Müslüman turistleri memnun
etmek amacıyla otellerdeki
Helal restoranlarda daha yüksek
bir standart oluşturmuştur. (Abdul
Hamid, 2010).
Bununla birlikte, helal yiyecek sağlamak,
nüfusun %60’ı Müslüman
olduğu için Malezya için büyük bir
zorluk değildir.
Turistler, Malezya’daki kaliteli restoranlarda
yemek yemek için sokak
tezgahlarında helal yiyecek bulabilmektedir.
Konaklama açısından muhafazakâr
olmayan bir İslam ülkesi olarak Malezya,
Müslüman turistlerin rahatı
için geniş bir yelpazede İslami konaklama
imkânı da sunmaya başlamıştır.
Müslüman dostu oteller,
otellerin sağladığı en geniş kapsamlı
İslami değerleri temsil eden
üç kategoriye ayrılmıştır. (Md Salleh,
2014).
Ayrıca Malezyalı yetkililer, Müslüman
turistlerin alışveriş deneyimini
geliştirerek turizmin
gelişmesini kolaylaştırmaya
çalışmaktadır. Örneğin, Malezya’daki
alışveriş merkezlerinde
mescit, abdesthane ve helal
restoranlar sağlaması bir gerekliliktir.
(İslami Turizm Merkezi,
2015).
Yerel yönetimler tarafından belirlenen
kurallar ve düzenlemeler
hizmet kalitesini iyileştirmiş
ve turistlerin Malezya’da alışveriş
yapması için rahatlık sağlamıştır.
Kuala Lumpur’daki başlıca alışveriş
komplekslerinin, Orta
Doğulu turistlerin kolaylığı için
Arapça dilinde yazılmış tabelaları
vardır.
Bununla birlikte, parklarda,
müzelerde ve tarihi mekanlarda
turistlerin ihtiyaç duyduğu
yerlerde Müslümanların ihtiyaç
duyduğu olanakların bulunmadığı
görülmektedir.
Maleka Boğaz Camii - Malaka Adası
artmaktadır ve turizm pazarında
Malezya turizm endüstrisinin
Müslümanlara yönelik çalışmaları,
diğer ülkeler için iyi bir örnek
olarak karşımıza çıkmaktadır.
(Md Salleh, 2014).
Daha fazla Müslüman turistin ilgisini
çekmek için İslami turizm
ile ilgili tesislerin iyileştirilmesi
önemlidir.
Oteller, restoranlar ve turistik
yerler gibi tüm ilgili alanlarda
sağlanan kaliteli turizm hizmetlerinin
arttırılması, Müslüman
turistlerin ihtiyaçlarını karşılama,
ziyaretleri tekrarlama ve
ülkelerin olumlu bir imaj oluşturabilmeleri
gibi olumlu etkilere
sahip olacaktır.
Tablo 2’de, Malezya’daki mevcut
Müslüman dostu otel seviyelerini
göstermektedir.
Dünyada seyahat eden Müslümanların
sayısı her geçen gün
Sky Bridge - Langkawi
Tablo 2. Malezya’da Müslüman Dostu Otel Seviyeleri
Tip
Temel
Helal yemek, alkolsüz mekan, kıble işaretleri, seccade, abdest çeşmesi
Orta
Genişletilmiş
Haremlik ve Selamlık alanlar, uygusuz eğlence mekanlarının bulunmaması, Cami,
Dini Rehber
Zekât Sayacı (Yapılan harcamaya göre zekât miktarının takip edilmesi), İslami
broşür, dersler, kat seviyesinde Ezan, İslami turizm paketleri
Shafaei, F., & Mohamed, B. (2015). Malaysia’s branding as an Islamic tourism hub: An assessment. GEOGRAFIA Online Malaysia Journal of Society and Space, 11(1), 97–106.
Battour, M., Battor, M., & Mohd Nazari, I. (2012). The mediating role of tourist satisfaction: A study of Muslim tourists in Malaysia. Journal of Travel & Tourism Marketing,
29,279–297.
Md Salleh, N. Z. (2014). Establishing the Shariah-compliance hotel from the Muslim needs perspective. Theory and practice in hospitality and tourism research. Croydon,
United Kigndom: CRC Press Taylor & Francis
25
Vaka 2.
MÜSLÜMAN OLMAYAN BİR DESTİNASYONDA
HELAL TURİZM GELİŞİMİ:
JAPONYA
Japonya’da turizm, 2014 yılında
Singapur’dan biraz daha fazla olmak
kaydıyla, 12 milyon yabancı
ziyaretçi çekmiştir. (Banka, 2013).
Japonya’da Himeji Kalesi ve Eski
Kyoto’nun Tarihi Anıtları dahil 16
Dünya Miras Alanı bulunmaktadır.
%24 ve %29,4 oranlarında arttığını
göstermektedir.
Özellikle 2012 yılında Malezya’dan
gelen turist sayısı %59,7 ve Endonezya’dan
%63 arttığının altını çizmek
gerekir.
Kōbe Camii - Kobe-shi
Bu toplamın oluşmasında, Japon
Yeni’nin değer kaybetmesi
ve Malezya ile Endonezya vatandaşlarının
Japonya’ya yapacakları
ziyaretler için uygulanan vize
muafiyeti anlaşmalarının etkisi
büyüktür. (Japonya, 2014).
Son üç yılda yabancı turist sayısının
2012 yılında 8,3 milyondan
2013’te 13,4 milyona yükseldiğini
de not etmek gerekir. Japonya
için, Müslüman turistler genellikle
Malezya ve Endonezya’dan gelmektedir.
Tablo 2, 2014 yılında Malezya ve
Endonezya menşeli pazarın Japonya’ya
doğru sırasıyla %34,4,
Yıl
Toplam Yabancı
Turist Sayısı
Japonya’ya Gelen Yabancı Turist Sayısı
% Malezya’dan
Gelen
% Endonezya’dan
Gelen
2011 6,218,752 - 81,516 - 61,911 -
2012 8,358,105 34,4 130,183 59,7 101,460 63,9
2013 10,363,904 24 176,521 35,6 136,797 34,8
2014 13,413,567 29,4 249,534 41,3 158,688 16
Kaynak: Japon Ulusal Turizm Örgütü
%
Islamic Tourism Centre (2015). Grab a bigger slice of Muslim market. Retrieved 12 April 2015 2015, from http://itc.gov.my/itc-news/grab-a-bigger-slice-of-muslimtourismmarket/.
Abdul Hamid, I. (2010). Islamic compliance in hotel and restaurant business. Paper presented at the Asia-Euro Conference: Transformation and modernisation in tourism, hospitality and
gastronomy.
Japonya Ulusal Turizm Örgütü’ne
göre, Japonya’yı başta Malezya
ve Endonezya vatandaşlarından
olmak üzere 2011’de 150.000;
2012 250.000, 2013’te 320.000 ve
2014’te 500.000’den fazla Müslüman
turist ziyaret etmiştir. Müslüman
turistlerin sayısının her
yıl artması, Japonya’yı ‘Helal Turizm’in
önemli pazarlarından birine
dönüştürmektedir.
26
Kuşkusuz bu başarının ardında,
Japonya’nın Müslümanlar için
konforlu bir turizm deneyimi
sunmasının katkısı çok büyüktür.
Müslüman turistlerin havaalanında
ve seçkin alışveriş komplekslerinde
rahatlığını sağlamak için
dua odaları kurulmuş, helal yiyecek
gibi Müslüman turistlerin temel
ihtiyaçları karşılanmıştır. Örneğin;
hem Narita hem de Kansai
Uluslararası havaalanlarında,
Müslümanlar için dua odaları yer
almaktadır. Ayrıca Udon ve Ramen
gibi popüler Japon yemekleri,
Müslüman turistlerin Japon
yemeklerini değerlendirebilmeleri
için helal sertifikası almıştır.
(www. halalmediajapan.com)
Bunun yanı sıra Japon Turizm
Bakanlığı, mobil teknolojiyi de
kullanarak Müslümanların helal
yemek restoranlarına ulaşabilmeleri
için mobil uygulamalar da geliştirmiştir.
Ancak Japon turizminde doğal
güzellikleri ve zengin doğu kültürüyle
öne çıkan Akita Prefecture
gibi kırsal alanlarda hâlâ İslamî
tesisler oluşturulmamıştır. Bunun
sebebi, İslami bilginin sınırlı
olarak bilinmesidir. Japonya’da
mevcut olan birçok helal standardı,
Japonya Müslüman Birliği
ve STK’ların yanısıra kâr odaklı
şirketler tarafından da takip edilmektedir.
Helal sertifika danışmanları,
helal sertifikanın nasıl
alınacağı konusunda ise daha
fazla kafa karışıklığı yaratmaktadır.
Bu sebeple, otel ve restoranlarda
Helal sertifikasının alınması
yavaştır, çünkü Helal sertifikasını
almak için şartlar zor ve bu standardın
bir danışmandan diğerine
göre farklı olduğu görülmektedir.
Ek olarak, dil engeli Japonya’daki
Müslüman turistleri ağırlamak
için de bir zorluktur. Kırsal kesimdeki
Japonlar, ana dili olan Japonca
ile iletişim kurduklarından, turistler
için bilgi edinme süreci zor
görünmektedir.
Şu anda, İngilizce iletişim kurabilecek
sınırlı sayıda tur operatörü
bulunmaktadır. Bu nedenle, İngilizce
bilgisini Japonya’da seyahat
ederken, Müslüman turistlere yardım
etmek için sosyal medyada,
seyahat web sayfasında ve mobil
uygulamalarda kullanılabilir.
Itsukushima Kapısı - Itakuma
Japonya’da Helal turizm, dünyadaki
Müslüman nüfusun artması
ve Müslümanlar arasında
yurtdışına seyahat etme eğilimi
nedeniyle büyük bir potansiyele
sahiptir. Helal yiyecek tüketmek,
seyahat sırasında bile Müslüman
için bir zorunluluk olduğu için,
Japonya’da, İslami turizmi sürdürmek
için, helal yiyeceklerin büyük
ve küçük şehirlerde kullanılabilir
hale getirilmesi zorluğuyla baş etmek
zorundadır.
27
MÜSLÜMAN GEZGİNLERİN PAZAR
DAVRANIŞLARI
Helal seyahat pazarının hızlı
büyümesini şekillendiren yedi
anahtar faktör:
• Artan Müslüman Nüfus:
Müslümanlar, dünyadaki
en hızlı büyüyen dini grup
olmaya devam ediyor. Yer
yüzünde yaklaşık olarak her
dört kişiden biri Müslüman.
Özellikle Asya Pasifik bölgesindeki
uygulamalar sayesinde,
2050 yılında her üç
kişiden birinin Müslüman olması
ve Müslüman nüfusun
yaklaşık olarak 2,8 milyar
olacağı tahmin ediliyor.
• Büyüyen Orta Sınıf / Harcanabilir
Gelir: Müslüman
Orta sınıf, Körfez ülkeleri,
Endonezya ve Malezya gibi
büyük Müslüman nüfuslu
destinasyonlarda yükselmeye
devam ediyor. Batı
Avrupa ve Kuzey Amerika’da
yetişen, yetenekli Müslüman
profesyonellerin sınıfı
ve dünyadaki kentli kadın
Müslümanların artması gibi
diğer gelişmeler, bu büyük
Müslüman tüketici tabanında
daha güçlü bir ekonomik
etkiye yol açacaktır.
• Genç Nüfus: Müslümanlar,
2015’te ortanca yaşı 24 olan
diğer tüm büyük dini gruplar
arasında en genç kesimdir.
Halihazırda ebeveyn de
olmaya başlayan bu genç
yetişkinler, gelececeğin misafirperverlik
standartlarını
şekillendiriyor.
• Seyahat Bilgilerine Erişimin
Artması: Sosyal medya
önemli bir rol oynamaya devam
ediyor. Bununla birlikte
her destinasyon noktasında
Müslüman gezginlerin ihtiyaçları
ile ilgili seyahat bilgilerini
paylaşan uygulamalar
yaygınlaşıyor. Teknolojik değişim
hızla devam edecek,
araştırmaya ve yeniliğe yatırım
yapan destinasyonlar ve
hizmetler belirgin bir avantaja
sahip olacak.
• Müslüman Dostu Seyahat
Hizmetleri ve Tesislerinin
Kullanılabilirliğinin Arttırılması:
Müslüman seyahat
pazarının büyümesinin artmasıyla
birlikte, birçok işletme,
Müslüman gezginlerin
ihtiyaç duyduğu ürün ve hizmetleri
kendi işlerine halihazırda
adapte etmiş durumda.
Bu erdemli döngünün
bir sonraki önemli aşaması
ise Müslüman Gezginler için
ürün ve hizmetleri daha da
farklılaştırmak ve yeni deneyimler
tasarlamak olacaktır.
• Ramazan Seyahati: Ramazan
artık birçok destinasyon
için okulların tatil dönemine
denk gelmiyor olsa bile, kutsal
ay boyunca benzersiz Ramazan
deneyimleri arayan
gezginlerin sayısı artmaya
devam edecek. Bu dönemde
Umre gezisinin popülerliği
ve iş gezilerindeki artış,
Ramazan seyahatlerinin popülerliğine
de katkıda bulunacaktır.
• İş Seyahati: Endonezya,
Malezya ve Türkiye gibi büyüyen
ekonomiler ile Körfez
İşbirliği Konseyi’ndeki (GCC)
ekonomileri temsil eden
çoğu Müslümanın oluşturduğu
güçlü kalkınmanın küresel
etkileri olacak. Yeni iş
fırsatlarının ortaya çıkması ve
işgücüne yeni katılan Müslüman
profesyoneller (hem
erkekler hem de kadınlar),
MICE (Toplantılar, Teşvikler,
Konferanslar ve Etkinlikler)
sektöründen Müslüman iş
gezginleri de bu bölümün
sağlıklı ve karlı büyümesine
katkıda bulunacak.
“Endüstri 4.0” Süreci Kaçırılmamalı
28
“ENDÜSTRİ 4.0”
SÜRECİ KAÇIRILMAMALI
TÜMSİAD Başkanı Yaşar DOĞAN, Dergimize
Türk Ekonomisiyle ilgili önemli
açıklamalarda bulundu. Merkez Bankası’nın
para politikası, Hazine ve Maliye
Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı
“Yeni Ekonomi Programı”, 2020 yılı
büyüme hedefi ve Türk Sanayisi için
büyük önem arz eden “Endüstri 4.0”
süreci… Tüm bunları sorduk, TÜMSİAD
Başkanı Yaşar DOĞAN yanıtladı…
- TÜMSİAD olarak İş Dünyası’na
katkınızı anlatır
mısınız?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): TÜMSİAD olarak kuruluş
amacımız; ülkemiz için üreten,
istihdam eden, katma değer
sağlayan; KOBİ’lere markalaşma,
inovasyon, katma değeri yüksek
üretim için öncü olmak ve aynı
zamanda iş kadar sosyal sorumluluk
projelerine de yönelmek,
AHİ geleneğinden irfan sahibi iş
adamları kuşağı yetiştirmek ve
kadim medeniyetimizin iş ahlakıyla
ticaret yapmak oldu.
Geride bıraktığımız 14 yıl boyunca
her zaman işveren kadar işçilerimizin
de sosyal hak ve refahını
ön planda tuttuk.
Üyelerimizi de bu konuda her zaman
teşvik ettik.
TÜMSİAD, kuruluş amacına uygun
olarak milletimize samimi bir
şekilde hizmete devam edecektir.
- TÜMSİAD’ın Türk Ekonomisindeki
rolü nedir?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): Son yıllarda dünya
genelinde yaşanan ekonomik ve
siyasi gelişmeler ülkemizin de
içinde bulunduğu global ticaret
ağlarını etkiledi.
Hepimizin malumu olduğu üzere
yakın ve uzak coğrafyamızda
ortaya çıkan siyasal, küresel ve
ekonomik krizler ile Türkiye’ye
yönelik algı değiştirme operasyonlarına
rağmen ülke ekonomimiz
buna kuvvetli bir direnç
göstermiştir.
2023 Vizyonun da hedeflenen
değerlere ulaşılması istikrar ile
mümkündür.
Demokrasi ve milli irade ile ekonomi
arasında hassas bir ilişki
vardır. İstikrarın sürdürülebilir olmadığı
bir ortamda ekonominin
güçlü olması ve büyümesi beklenemez.
Bunun farkında olan TÜMSİAD,
KOBİ’lerini çeşitli sektörel kümelenmelerle
ve ticari eğitimlerle
bir araya getirerek hem üretimine
katkı sağlamakta hem de KO-
Bİ’lerimize inovasyon ve katma
değeri yüksek üretimde öncülük
etmektedir.
- Türkiye’nin 2023 hedefleri
göz önüne alındığında ekonomide
atılması gereken
adımlar nelerdir? Şu anda
yapılanlar yeterli midir?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): 2023 hedefleri için firmalarımızın
dönüşümlerinin yeterli
olmadığını düşünüyoruz.
29
Bunun için bölgesel kalkınma
dinamiklerini göz önünde bulundurarak;
sektör, pazar ve ürün
çeşitlendirmesine gidilmeli, teknoloji
ve altyapı olanaklarını artırarak
üretim yapılarını yenilemeleri
gereklidir. Özellikle “Endüstri
4.0” olarak adlandırılan sürecin
kesinlikle kaçırılmaması gerekiyor.
Aksi takdirde uluslararası rekabette
elimizi güçlendirmemiz
zor olacaktır.
- Gelecek yıl ile ilgili ekonomiden
beklentileriniz
nelerdir? Ekonomide büyüme
bekliyor musunuz?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): 2019 yılı hem ülkemiz
için hem de dünya için zor bir yıl
oldu. ABD ve Çin arasındaki ticaret
savaşları küresel ekonomik
sisteme sıkıntılar yaşattı. Ülkemiz
özelinde ise seçim ve kur saldırıları
ekonomimizi olumsuz etkiledi.
Merkez Bankası’nın uygulamış
olduğu faiz indirimlerini çok yerinde
ve önemli bulduk. Bu durumun
özellikle inşaat ve otomotiv
sektöründe çarpanları ile birlikte
piyasada bir hareketlilik yaşattı.
Şu an piyasalarda bir dengelenme
söz konusu ve biz 2020 yılının
bir dengelenme yılı olacağını düşünüyoruz.
Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın
Berat Albayrak’ın açıkladığı
üç yıllık Yeni Ekonomi Programı
(YEP)’nın önümüzdeki yıl gerek
büyüme rakamlarını gerek enflasyon
rakamlarını gerekse işsizlik
rakamlarını olumlu yönde etkilemesini
bekliyoruz.
- Türkiye’nin yeni bir sanayi
devrimine ihtiyacı var
mı?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): TÜMSİAD olarak Endüstri
4.0’ı sürekli dile getiriyoruz.
Çünkü üretim süreçlerinde
nitelikli ve bütüncül dönüşüm
anlamına gelen Endüstri 4.0 tasarrufu
mikro ve makro ölçüde
artıracak ve toplumsal refahımıza
çarpan etkisi yapacaktır. Bilginin
ve teknolojinin hızla yayıldığı
günümüzde işletmelerimizin
uluslararası rekabette avantaj
sağlayabilmeleri son derece
önemlidir.
- Türkiye sanayi alanında
hangi atılımlar yapmalı?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): Öncelikle gerek sanayi
gerekse diğer alanlarda nitelikli
üretime geçmemiz gerektiğini
düşünüyoruz.
Bizim öncelikli hedeflerimiz
katma değer artışı ve küresel
piyasalarla tam ve kesintisiz entegrasyon
olmalı. Bizim öncelikli
şiarımız katma değer olmalı.
- Türk Ekonomisi’ne yıllarca
operasyon çekildi. Son
olarak döviz kurları üzerinden
bir operasyon yapıldı.
Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): Döviz kurlarının son
dönemde hızlı artışı suni olarak
görünüyor. Bu kadar kısa sürede
bu derece artış yaşanması faiz
lobisinin icraatlarını bir kez daha
ortaya koyuyor. Türkiye’nin son
“Endüstri 4.0” Süreci Kaçırılmamalı
30
10 yılda gerçekleştirdiği ekonomik
performans paradan para
kazanan global sermaye odaklarını
ciddi anlamda rahatsız etti.
Devletimiz bu oyunlara karşı
hızla politika üretiyor. Türk Lirası
kullanımının yaygınlaştırılması
bu politikalardan bir tanesi.
Biz inanıyoruz ki Türk Lirası
güçlenirse KOBİ’ler güçlenir. İç
piyasada; yatırımlar artar, dış piyasada;
uluslararası rekabet gücümüz
artar. Bu hem milli bir bilinçtir
hem de ekonomiye sahip
çıkmaktır. Çünkü milli egemenliğimizin
bir sembolü de kendi
para birimimizdir.
- 15 Temmuz gecesi ülkemiz,
tarihinin en büyük
ihanet girişimlerinden birine
sahne oldu. Ülkenin
hem siyasi hem de ekonomi
bekası hedef alındı. Bu
konudaki görüşleriniz ne
olacak?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): 15 Temmuz gecesi ülkemiz,
tarihinde hiç yaşamadığı
hain bir girişimle karşı karşıya
kalmıştı.
Türkiye’nin büyümesinden rahatsız
olan güçlerin içerdeki hain
FETÖ terör örgütü ile birlikte
devletimizin Reisi Cumhuruna,
milletimizin bütünlüğüne ve istikbalinin
ortadan kaldırılmasına
yönelik olarak sergilediği bu işgal
girişimi, milletin sinesinde söndürülmüş
ve Türkiye, geleceğine
sahip çıkmıştır.
O uzun gece ve devamında bütün
vatan evlatları gibi bizim de
teşkilatlarımız ve gönül dostlarımız
Türkiye’nin her noktasında
canı pahasına olması gereken
yerde yani “Cumhur”un ve başkanının
yanında yerini alarak duruşunu
sergilemiştir.
- HURSAD 300’den fazla
Hac ve Umre Seyahat
Acentası üyesiyle Türkiye’nin
kendi dalında en
büyük STK’sı durumunda.
HURSAD hakkında düşüncelerinizi
öğrenebilir miyiz?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): TÜMSİAD üyelerimiz
arasında bulunan birçok hac ve
umre acentamızın da HURSAD
üyesi olması nedeniyle çalışmalarınız
hakkında bilgi sahibiyim.
Kuruluş amaçlarınız doğrultusunda
ilerlemeye devam etmeniz
durumda inanıyorum ki hem
sektöre hem de vatandaşlarımıza
önemli hizmetleriniz olacaktır.
- Hac ve Umre organizasyonlarının
daha iyi yapılabilmesi
için önerileriniz
nelerdir?
Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel
Başkanı): HURSAD AKADEMİ ile
başlattığınız vatandaşlarımızın
kutsal yolculuklarda bilinçlendirilmesi
yönelik uzaktan eğitim
programlarının daha geniş
kitlelere ulaşması durumunda,
vatandaşlarımızın görevlerini
bilinçli yapmaları sağlanacaktır.
Bununla birlikte, acentalarımızın
artan hizmet kalitelerinin yanında
personel eğitimlerine yönelik
yapılacak çalışmaların da acentalarımızı
daha ileriye taşıyacağı
düşüncesindeyim.
KÂBE’Yİ GÖRDÜM
Kâbe’yi Gördüm
32
Ersoy DEDE
Gazeteci
“Ben çıktım
ama kalbim
içeride
kaldı…”
Açıkçası yol üzerinde durup da
ihrama girene kadar her şey sanki
son anda bozuluverecek bir hayal
gibiydi. Ancak, bembeyaz giyinip
servis aracına geçtiğimizde
durumun ciddiyetini kavradım…
Artık kefenlerimiz üzerimizdeydi.
Onlarca kefenli insan. Her biri
birbirinin aynı. Hiç birimizin bir
diğerinden farkı yok. Telbiye,
tekbir ve Salavat-ı Şerifelerle
devam eden yolculuğumuzda
daha Kabe’yi görmeden
boşalan gözyaşları aslında
her şeyi anlatmaya yetiyordu.
Neden ağlıyordum ki? Daha
Kabe’yi görmemiştim bile…
Ama bir çember vardı gözle
göremediğimiz. O çemberin
içindeydik artık. Bedenlerimiz
üzerimizde fakat ruhlarımız
ulaşmıştı çoktan varması gereken
hedefe... Kabe’nin avlusuna
geldiğimde hiçbir şey yapmadan
dakikalarca durup yaşadığım anın
anlamını kavramaya çalıştım.
İşte oradaydım artık. Günün
her saati milyarlarca insanın
yüzünü döndüğü Kıblegahımın
tam önünde duruyordum. Ne
yapacağını bilemez halde öylece
bakakaldım. Oysa neler neler vardı
aklımda uçaktayken. İlk duamı
bile hazırlamıştım hesapta. Hepsi
uçtu gitti bir anda. Büyülenmiş
gibi kalmıştım öylece orta yerde.
Henüz kaybettiğim annem geldi
aklıma. Hasret gitmişti kutsal
topraklara. Hep ‘biraz iyi olayım
hemen gideceğim’ diyordu.
Sonra hiç iyi olmadı. Ona baktım.
Burada mıdır acaba diye. Öyle
çok istiyordu ki belki gelmiştir,
kim bilir?!.. Hacer-ül Esved’i
gördüm bir an karşımda. Ruhul
Esved... Resûlullah’ın öptüğü
el sürdüğü yerdeydim artık.
Dizlerim titriyordu. Dokunmak
ne mümkün bakamıyordum
bile. Her tavafta bir kez olsun
dokunabilmek için birbirlerini
ezen insanları izledim hayranlıkla.
Bu ne samimi bir sevgi. Bu ne
büyük ve güçlü bir aşk Allah’ım…
İçine girdiğim an dünya durdu.
Dönmüyordu artık. Bunun
fiziksel bir açıklaması olmadığının
farkındayım. Fakat bir insan kaç
kez böyle hissedebilir ki… Artık
dünyanın dönmediğini. Hayatın
merkezinde ayakta dimdik
duruyordum artık. Bunu bana
nasip ettiği için sonsuz kere
şükrederek Allah’a… Ne yana
döneceğimi bilemedim. Burada
namaz kılmayı nasip etti Rabbim
fakat aklımı aldığı için artık
düşünemiyordum. Sağa baktım
o yana dönmüş insanlar gördüm.
Sola baktım o yana dönmüş
insanlar. Olduğum yere çöktüm.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum artık...
Omzuma dokunan elle döndüm
dünyaya... Recep Tayyip Erdoğan
yanımdaydı… ‘Hadi’ diyordu...
Çıkalım artık... Daha ne kadar
kalacaksın burada? Kendi bilmez
mi bıraksalar yıllarca çıkmaz
ki insan... Dışarı çıktığımda
fark ettim ki kalbim kalmış
içeride... ‘Keşke bir rekât daha
kılabilseydim’ pişmanlığıyla...
Biri bana Nirvana’yı sorarsa eğer...
‘Tarifsiz duygu’ ne demektir, anlat
derse biri… Vereceğim tek örnek
budur herhalde…
33
Kâbe’yi Gördüm
Dr. Ender SARAÇ
Diyetisyen
“Oraya Bedenle,
Kalple ve Zihinle
Gitmek Lazım”
Bunlar çok özel ve derin konular
ama Kâbe’yi ilk görmeden
önce ben zaten görmüştüm
orayı. Daha oraya gitmeden
gitmiştim. Öyle söyleyeyim.
Dolayısıyla çok güzel bir enerji
aldım. Orası bu boyuttaki bütün
bilgilerin toparlanıp üst
makamlara transfer edildiği
bir geçiş kapısı gibi çok özel
bir yer. Oraya bedenle, kalple
ve zihinle gitmek lazım. Orada
çok üzüldüğüm bir şey var.
Bir hac veya umrede ben Sa’y
yaparken iki tane hanımefendinin
dolma tarifi verdiklerini
gördüm. Önümde yürüyorlardı
ve dolma tarifi veriyorlardı.
Nerede olduklarının bilincinde
bile değiller. Mana yok ibadetlerde...
Bu çok önemli…
Nuh ALBAYRAK
Star Gazetesi Genel
Yayın Yönetmeni
“Allah’ım Bu An
Hiç Bitmesin…”
Günlerdir o muhteşem vuslat
için hazırlanıyor, “kabul
garantili” dualarımı zihnimde
sıralıyordum.
Ama o an her şeyi unuttum.
“Arzın merkezine seyahat” ne
ki; ben kâinatın merkezine
gelmiştim.
Her biri birer “âlem” olan on
binler onun etrafında dönüyordu.
O ânı anlatan yazımın gazetedeki
başlığını görünce şaşırdım.
Böyle bir cümle yazdığımı
hiç hatırlamıyordum.
Oysa baktım ki o başlığı ben
yazmışım:
“Allah’ım bu an hiç bitmesin…”
Mekânın Rahatlıĝı,
Medîne’nin Rûhâniyeti
Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevi’ye komşu panoramik
manzarasıyla tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz geniş, lüks,
yenilenmiş 1295 oda ve suitleri, uluslararası tatların sunulduğu 9 adet
restaurantı, ayrıcalıklı hizmetlerin sunulduğu özel katları (executive kat
ve salon)(ücretsiz gün boyu sıcak ve soğuk içecek ve hafif yiyecekler,
business center) ile manevi atmosferin tadını çıkarın. Ayrıca otelimiz
içindeki çarşıda her türlü ihtiyaçlarınız için uluslararası ve yerel
markaların mağazaları (170 adet) B1 katında Bin Davud supermarket,
M katında Café-break kafeterya (Türk döneri), giriş katında Türk damak
tadına uygun Al Mudif restorant ile sizleri beklemektedir.
Rezervayon ve bilgi TR irtibat ofisi:
Flywell Travel&Tourism, Fatih/STANBUL
Tel: 0212 533 99 91 Fax: 0212 533 99 95
EMail: yakup.bozdogan@movenpick.com
www.movenpick/madinah-anwar
movenpick.com
“COĞRAFYA KADERDİR”
İbn-i Haldun
John Mackinder 1904 yılında
yayınladığı “Tarihin Coğrafi
Mihveri” adlı eserinde Dünyanın
Kalbi (Heartland) teorisini
işlemişti. Bu teoride dünyayı
üç bölgeye ayırmıştır.
Bu bölgeler;
1. Merkez bölge: Volga-Doğu
Sibirya, Kuzey Buz Denizi,
İran, Afganistan.
2. İç Hilal: Almanya, Avusturya,
Türkiye, Hindistan
ve Çin.
3. Dış Hilal: Britanya, Güney
Afrika, Avustralya, Birleşik
Devletler, Kanada ve Japonya.
Mackinder’e göre;
• Doğu Avrupa’ya kim hükmederse
Kalpgâh’a (Heartland)
hâkim olur.
• Kalpgâh’a (Heartland)
kim hâkim olursa Dünya
Adası’na hükmeder.
• Dünya Adası’na kim hükmederse
Dünya’ya hâkim
olur.
•
saptamalarını yapmıştır.
Almanya veya Rusya’nın dünya
hâkimiyetinin engellenmesi
için birlikteliklerinin engellenmesi
gerektiğini ifade etmiş
ve Alman kökenli olmayan 7
tampon devletin kurulması
gerektiğini belirtmiştir. Bu teori
öğünün şartlarında doğru
kabul edilebilirdi.
Diğer bir teori ise; Alfred Mahan‘ın
geliştirdiği Deniz Hakimiyeti
Teorisi olmuştur.
Mahan’a göre deniz yollarının
kontrolüyle birlikte dünya egemenliğinin
sağlanacağını savunmuştur.
A. Mahan bir devletin
büyüklüğünü, kıyıların
uzunluğu ve limanların özelliğiyle
ölçülebileceğini belirtmiş
ve uluslararası ilişkilerde
kontrolün deniz egemenliğine
bağlı olduğunu ileri sürmüştür.
Yayılma politikalarının denizlere
ve okyanus aşırı bölgelere
taşınmasıyla büyük bir devlet
olunabilir.
Başka bir hakimiyet teorisi
ise; hava üzerine geliştirilmiştir.
Havsy Scitaklian‘a göre
havaya hükmetmekle birlikte
dünyaya hükmedilebileceği-
36
ni söylemektedir. Bir milletin
dünya hâkimiyetini elinde tutabilmesi
için havada üstünlük
sağlayan güçlü bir hava
filosuna sahip olması gerekir.
Güçlü bir hava filosuyla birlikte
diğer devletler üzerinde
hakimiyet kurabileceğini ve
bu yolla dünya hakimiyetini
sağlayabileceğini savunmaktadır.
Soğuk savaşın bitip sıcak savaşın
başladığı 1990’larda
Huntington 21’nci asırda dünyadaki
mücadelenin ideolojik
ve ekonomik değil medeniyetler
arasında olacağını öne
sürdü. “İnsanlık arasındaki
büyük bölünmeler ve hâkim
mücadele kaynağı kültürel
olacaktır” diyen Samuel Huntington,
“Medeniyetlerin çatışması
global politikaya hâkim
olacak ve medeniyetler arasındaki
fay hatları geleceğin
savaş hatlarını teşkil edecektir”
ifadelerini kullanmıştı…
Huntington’a göre; “Dünyanın
en bölünmüş ülkesi olan Türkiye
kendine uygun misyonun
gereğini yapmalıdır.” Huntington
aynen şunları yazmaktadır:
“Kültürler her zaman merkezî
bir ülkeye göre gruplandırılır:
ABD ve Avrupa batı kültürünün,
Rusya Ortodoks kültürün
merkezidir. Bunların
karşısında Afrika ve İslâm dünyasının
merkezi zayıf kalmıştır.
Müslümanlara Türkiye’yi lider
devlet olarak seçmelerini tavsiye
eden Huntington’a göre,
Ankara’nın Avrupa’ya yönelik
gayretlerine kesin bir son verilmeli
ve Türkiye NATO’dan
çıkarılmalıdır.” demektedir.
(Huntington,2015)
Aslında Huntington, bir durum
tespiti yapmamakta, bu
tespite uygun durum oluşmasını
arzulamaktadır. O, medeniyetlerin
çatışması için, herkesin
kendi safına geçmesini
önermektedir. Samuel Huntington
1993’te kaleme aldığı
bir incelemede, 21. yüzyıldaki
büyük savaşların medeniyetler
arasında meydana geleceğini
ileri sürerken, karşıt
medeniyetlerin de Katolik
Dünyası, Ortodoks Dünyası,
İslam Dünyası ve Konfüçyen
devletler olduğunu belirtmektedir.
İleri sürdüğü tezin
özeti; 19. yüzyılda devletler,
20. yüzyılda ideolojiler çarpışmıştı
ve 21. yüzyılda ise
kültürler çarpışacaktır.” şeklindedir.
(Huntington, 2015)
37
Eğer Mackinder
yaşasaydı hakimiyet
teorisini
bu günün şartlarını
dikkate alarak “Anadolu
ve Bereketli Hilal’e hükmeden
eski dünyaya hükmeder,
eski dünyaya hükmeden
Dünya’ya hükmeder“ şeklinde
yeniden düzenlerdi.
Çünkü; Milletlerin kaderini
ve milli politikalarını belirleyen
üzerinde oturdukları
coğrafyalarıdır. İbn-i Haldun’a
göre; “Coğrafya kaderdir”
Coğrafyanın bu belirleyiciliğine
ters hareket
edenler varlıklarını sürdürememiştir.
Bazı coğrafyalar
çok önemli ve kilit konumdadır.
Anadolu ve bereketli
hilal bu coğrafyaların başında
yer almaktadır. Onun
içindir ki, küresel egemenlik
kurmak isteyenlerin sürekli
hedefi olmuştur.
Anadolu ve Bereketli Hilal
sahip olduğu jeopolitik, jeostratejik
ve jeoekonomik
imkanlar nedeniyle belalı
“Anadolu ve Bereketli Hilale Hükmeden,
Dünya Adası’na Hükmeden
Dünya’ya Hükmeder”
bir coğrafyadır ve bu coğrafyanın
Peki bunun sebebi nedir?
dayattığı milli poli-
tika öz olarak şöyledir; Güçlü
İkinci Dünya Savaşı ideolojiler
devlet, birlik ve bütünlük arasında gerçekleşmiş Mac-
içerisinde millet olmaktır. kinder’in tezine uygun bir savaştı.
Hiç şüphesiz Anadolu ve
İki blok arasında ki coğ-
Bereketli Hilal’in külfeti yanında,
nimeti de vardır. O da
zenginlik, refah ve küresel
güç olmaktır.
rafyayı Doğu Avrupa’yı yani
kalpgâhı ele geçiren dünyaya
hükmedebilirdi. Lakin bugün
1991 Körfez Harbi ile birlikte
Birinci Dünya Savaşı’nın
başlayan ve düşük yoğunluklu
olarak hala devam eden ve
sahnelendiği yer bu coğrafyadır
ve ne tevafuktur ki adı
ilan edilmemiş olan üçüncü
daha ne kadar devam edeceği
belli olmayan üçüncü dünya
savaşı medeniyetler arasında
dünya savaşı da bu coğrafyada
yaşanmaktadır. Bu savaşta
fakat düşük yoğun-
lukta üstelik batı ve doğu
imparatorlukları tarafından
dünyayı yöneten Siyonistlerin
hedefi, Türkiye, Suriye, Irak ve
Mısır’ı içine alan Bereketli Hilal’’in
paramparça edilmiş zayıf
işgalidir. Bir başka deyişle
ve güçsüz bırakılmış Alem-i
İslam’a ve Bilad-ı İslam’a yöneliktir.
İmparatorluklar zayıf
ve güçsüz devletçiklere
saldırmakta.
Arz-Mevud’tur. Bereketli Hilal
İslam Medeniyetinin kalpgâhıdır.
Dolayısıyla bugün bütün
karşı medeniyetlerin açık ya da
örtülü hedefi durumundadır.
Bu nedenle sömürgeci güçlerin
hedefi fiili işgaldir. Sıcak bir çatışmayı
göze alamadıkları için
terör örgütleri üzerinden vekalet
savaşları yürütmektedirler.
38
Bereketli Hilal’in en önemli üç
ülkesinden ikisi Suriye ve Irak
fiilen Mısır ise siyaseten işgal
altındadır. Türkiye ise 15 Temmuz’da
fiilen işgal edilmek
istenmiş fakat bu girişim milletimizin
feraset ve fedakarlığı
ile geri püskürtülmüştür. Yeniden
gelecekleri güne kadar
“milli güç unsurları” için her
türlü hazırlığı yapmamız gerekmektedir.
Evet, Türkiye’ye karşı sıcak bir
çatışmayı göze alamıyorlar.
Çünkü; Türkiye coğrafyası doğudan
batıya 1.650 km, kuzeyden
güneye 650 km, kıyı uzunluğu
ise 7.200 km’dir. Türkiye’ye
savaş açan devletler, ne kadar
büyük olurlarsa olsunlar, ancak
ve ancak Pirus Zaferi (Nihai getirisi,
kazanma yolunda ödenen
bedeli karşılamayan zaferlere
siyasi tarih literatüründe Pirus
Zaferi denir) kazanabilirler. Dahası
Türkiye’ye savaş açanlar,
Kuzey Afrika, Bereketli Hilal (Ortadoğu),
Balkanlar, Kafkaslar ve
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
kısaca gönül ve nüfus coğrafyamızı
da karşısına alacak içlerinde
barındırdıkları Müslüman
ve Türk nüfusun direnişi ile karşı
karşıya kalabilme riskine sahiptir.
Birinci Dünya savaşında
bunun sayısız örnekleri mevcuttur.
Bu nedenlerden dolayı, Türkiye’ye
karşı bölücü, yıkıcı ve
hain terör örgütleri eliyle kirli
bir savaş sürdürülüyor. Siyaseti
dizayn edilip espiyonaj ve algı
operasyonları ile sosyolojisi darma
duman edilmek isteniyor.
Anadolu toprakları Hıristiyanlık
için “Tanrı’nın üzerinde
yürüdüğü topraklardır” Siyonistler
için ise Arz-ı Mevud’tur.
Hristiyanlar ve Siyonist Yahudileri
aynı inançta birleştiren
ve ortak bir hedefe sevk eden
Evanjelik mezhebi “Tanrı İmparatorluğu”
kurulmadan önce,
o toprakların mutlaka işgal
edilmesini vaz etmektedir. Bu
inancın ve hedefin en önemli
aşaması, Anadolu ve Bereketli
Hilal’in lime lime edilerek parçalanıp
işgal edilmesidir.
Türkiye, kendisine yönelik ister
yerli isterse yabancı bütün terör
örgütlerinin arkasında Tanrı İmparatorluğu’nu
hedefleyen bu
evanjelik Hristiyanlar ile Arz-ı
Mevud’u hedefleyen Siyonistlerin
olduğunu görmezse, olaya
sadece yüzeysel bakmış olur.
Daha açık ifade ile ana hedef
Türkiye olmak üzere Bereketli
Hilal ülkeleri ve geniş dairede
bütün Müslümanlara yönelik
Evanjelik Hristiyan, Siyonistler
tarafından acımasız bir “kutsal
savaş” açılmıştır. Öyle ki, Körfez
Savaşı’na “Çöl Fırtınası” ve Irak’ın
işgaline “Irak’ı özgürleştirme”,
“Şok ve Dehşet” vermişlerdir.
”Şok ve Dehşet” eski Ahid’den
alıntılanmıştır. 15 Temmuz’da
ise çok ilginçtir Cumhuriyetin
batıya karşı güçsüz ve mahkûm
dönemlerine ait politik parolası
olan “Yurtta Sulh Cihanda
Sulh” kullanılmıştır.
Batılılar, “dış politika çıkarlar
üzerinden yürütülür” derler.
Bu bir aldatmacadır. Tarihte
hiçbir zaman bu böyle olmamıştır.
Batı tarih boyunca dış
politikada dini esas almıştır. Bu
uygulama, günümüzde ziyadesiyle
belirginleşmiş ve yaygınlaşmıştır.
ABD eski Başkanı
George W.BUSH Körfez savaşında
“Haçlı savaşını başlattık”
demiştir.
Siyonistlerin ve tabi ki kuklaları
evanjelik Hristiyanların
Alem-i İslam’a yönelik
yürüttükleri bu savaşın sıklet
merkezi Türkiye’dir. Dolayısıyla
Türkiye, Milli Güç
ve Milli Güç unsurlarını buna
göre inşa ve ihya etmek
mecburiyetindedir.
Nejat ÖZDEN
Güvenlik Uzmanı
39
“İsrail 2009 yılında Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan isimli iki doğalgaz yatağı tespit
ettiğinde, bu durum bölge ve komşu ülkeleri için de umut oldu. Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi, Lübnan ve Mısır, Akdeniz’de uluslararası enerji şirketleriyle birlikte doğalgaz
araştırmaya başladı. Nitekim Akdeniz’de hatırı sayılır bir rezerv de buldular. “
Doğu Akdeniz’de Neler
Oluyor?
Akdeniz’in doğusunda ‘sınırı
olmamasına’ rağmen ABD, İngiltere,
Fransa, Rusya ve İtalya
enerji şirketleriyle bölgede faaliyetlerde
bulunuyor. Türkiye ise
uluslararası hukuktan doğan
egemenlik haklarını korumak
için saha da askeri ve araştırma
gemileriyle birlikte petrol ve doğalgaz
aramaya devam ediyor.
Ancak Akdeniz’de en uzun kıyı
sınırı olan Türkiye, hem Doğu
Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, hem
de sınırı olmayan emperyalist
ülkeler tarafından saf dışı/uzak
bırakılmaya çalışılıyor. Çünkü
Türkiye büyük ülke olduğu için
enerji kaynaklarının paylaşımında
diğer ülkelere göre fazla pay
alabilecek. Ayrıca enerji transferinde
de tekel haline gelebileceği
için gücüne güç katmış
bir Türkiye’nin daha da ‘merkez
ülke’ olması istenmiyor. Bunun
dışında ve en önemli sebep
veya handikap diyeceğimiz husus,
Türkiye Münhasır Ekonomi
(MEB) ilan etmedi/imzalamadı.
Yani 1982’de BM’de 163 ülkenin
onay verdiği Uluslararası Deniz
Anlaşması, kıyısı olan ülkeye
200 deniz mili açığına kadar,
MEB ilan etme hakkı tanıyordu.
Türkiye, Akdeniz ve Ege’de bu
anlaşmanın uygulanmasının zor
olacağı gerekçesiyle imzalamadı.
Dolayısıyla bu hukuksal karar,
bölge ve bölge dışı ülkeler
tarafından kendi menfaatleri
doğrultusunda kullanılmak isteniyor.
Türkiye ise saha da savaş
gemileri ve sismik gemileriyle,
kendi egemenlik haklarına (Savaş
riskini de göz önüne alarak)
sahip çıkıyor.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, tek
taraflı ve Türkiye ile sınır anlaşması
yapmadan 13 rezerv bölge
ilan etti. Bu 13 bölgeden 11’i (10.
ve 11. bölgeler hariç) Türkiye ve
KKTC sınırları ile çakışıyor. Dolayısıyla
gerilim, Rum Kesimi’nin
çakışan bölgeleri dahil, 13
bölgeyi uluslararası şirketlere
arama ruhsatı vermesinden
kaynaklanıyor. Bunun üzerine
Türkiye ve KKTC de kendi ruhsat
alanlarını ilan ederek arama
yapmaya başladı. Kesişen noktalarda
ise henüz bir üretim söz
konusu değil.
Rum Kesimi, Türkiye’nin baskısına
karşı destek bulmak için tek
taraflı ilan ettiği rezervler üzerinde
ittifaklar kuruyor. Vatikan tarafından
fonlanan İtalyan enerji
şirketi ENI, Rus Rosneft, Birleşik
Arap Emirlikleri Mubadele Petroleum,
ABD’li ExxonMobil, Fransız
TOTAL, İngiliz BP… gibi şirketlere
ruhsatlar verdi. Hatta Fransızlara
bir askeri üs kurulması ve ABD
ambargosunun kaldırılması gibi
hususlarda da adımlar atıldı.
Türkiye, bölgesel gözüken ama
uluslararası şirketlerin de ana
aktör olduğu Doğu Akdeniz’de
egemenlik haklarını savunarak
hem sismik araştırmalarını sürdürüyor
hem de savaş gemileriyle
caydırıcılık yaratıyor. Bölgede
yaklaşık 3 trilyon dolarlık
rezerv olduğu tahmin ediliyor.
Bölge ülkeleri ise Güney Kıbrıs
Rum Kesimi, İsrail ve Yunanistan
bir ittifak kurarak Kıbrıs,
Girit, Yunanistan ve İtalya hattı
üzerinden deniz altından bir hat
kurmak istiyor. Ancak maliyetli
olduğu için efektif görülmüyor.
İsrail, Türkiye üzerinden kendi
gazını Avrupa ve Dünya piyasalarına
taşımak isterken, Türkiye
ile Filistin ve Gazze konuları üzerinden
gerilim yaşadığı için bu
durum şu an için pek mümkün
görünmüyor.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz’de
yaşanan gerilim, uluslararası
enerji şirketlerin daha fazla pay
alabilmek için bölge ülkelerini
karşı karşıya getirdiği bir durumdur.
ABD ve İsrail, Rum Kesimi’ni
Türkiye’ye karşı kullanırken,
Yunanistan ve Rum Kesimi
ise Türkiye’ye karşı emperyalist
ülkelerle dengeleme siyaseti
yürüyor. Ancak bölgede yapılacak
her türlü ortaklık ve ittifak,
Türkiye ile masaya oturulmadığı
ve Türkiye istemediği sürece
gerçekleşmesi pek mümkün
görünmüyor.
Hüsamettin Aslan
Gazeteci / Yazar
Doğu Akdeniz, güncel siyasi durum haritası
41
FIRAT’IN DOĞUSUNDA
SATRANÇ TAHTASI
ABD ve ardından da Rusya…
Türkiye iki dünya devi ile sınır
güvenliğine yönelik tehditleri
ortadan kaldırabilmek için
masaya oturdu. Bölgede herkes
kendi hesabınca bir rol oynuyor.
Ve malesef bu hesaplar
nedeniyle olan bölge insanına
oluyor. Konuya insani yönüyle
bakan tek ülke ise Türkiye.
ABD ve Rusya ile Suriye konusunda
varılan mutabakatlar,
Türkiye’nin güvenlik politikası
açısından çok önemli bir adım.
ABD KONUYA
KENDİ AÇISINDAN
YAKLAŞIYOR
Türkiye-Rusya mutabakatı ABD
tarafından olumlu karşılandı.
ABD’nin Suriye özel temsilcisi
James Jeffrey’nin ABD’nin Şam
yönetimi dışında, Türklerle,
Ruslarla ve SDG ile çalışmaya
başlayacağını açıklaması; Fırat’ın
doğusuyla ilgili sürecin
Türkiye, ABD ve Rusya arasında
koordineli bir şekilde yürütüldüğünü
göstermesi açısından
önemliydi.
Trump yönetiminin Suriye stratejisinde
kaybeden taraf olmamak
için attığı adımlar ABD
askerlerinin, Fırat’ın güneyine
çekilmesini açıklayabilir.
ABD çekilmeyle;
• Hem Suriye’de elde ettiği
stratejik konumunu tamamen
kaybetmedi.
• Hem de petrol yataklarında
kontrolü sürdürmeye
devam etti.
Daha da önemlisi, ABD Irak-Suriye
sınırı üzerinden İran lojistik
hattını tehdit edebilme noktasında
net bir adım atmış bulunuyor.
Gerektiğinde bu hattı kesebilmek
adına elinde bir koz olarak
terör örgütü PKK/PYD’yi tutmayı
da ihmal etmiyor.
RUSYA TEMKİNLİ
Türkiye, terör örgütünün güvenli
bölgenin dışına çıkarılması
koşuluyla, Şam yönetiminin
sürece Rusya üzerinden dahil
olmasına rıza gösterdi. Mutabakatın
birinci maddesine dayanarak
terör unsurlarının yanı
sıra Şam yönetiminden de Türkiye’nin
güvenliğine yönelecek
herhangi bir tehdide karşı Rusya
sorumluluk üstlenmiş bulunuyor.
Yapılan mutabakatlarla iki ülke
(ABD ve Rusya) Tel Abyad ve
Rasulayn’ı içine alan 32 km
derinliğindeki Barış Pınarı harekâtı
alanındaki yerleşik statükoyu
resmen kabul etmiş oldu.
Ayrıca Türkiye-Rusya ortak
devriyesiyle bölgenin yapısı ve
teröristlerin durumu hakkında
bölgeden sıcak, teknik bilgi de
elde edilecek.
Barış Pınarı harekâtının yapıldığı
bölgenin dışında kalan
bölgelerden (Münbiç vs.)
PYD’nin temizlenmesi sorumluluğu
Rusya ve Şam yönetimine
bırakıldığı için yapılan
anlaşmanın birkaç önemli sonucu
olacaktır.
1. Rusya bu sorumluluğunu
yerine getiremez ise itibar
kaybı yaşayacak.
2. PYD/PKK, sınırından uzaklaşmazsa
bu alanlara yönelik
Türkiye’nin tek başına
harekât başlatma hakkı
doğacaktır.
3. Fırat’ın doğusundaki bölgede
Türk-Rus ortak devriyesi
Şam yönetimine
bırakılan alan arasında
tampon bölge işlevi görürken
öte yandan Şam yönetimine
bağlı güçler ise
Türk-Rus ortak devriyesi
ile PYD arasında bir tampon
görevi sağlayacak.
4. Stratejik nitelikteki sonuçlarından
biri ise Barış Pınarı
harekâtının dışında kalan
geniş bir alanın kontrol
edebilmesi için hem Rusya
hem de Şam yönetimi
ülkenin batı kesimlerindeki
birliklerinin bir kısmını
bu alanlara kaydırmak
zorunda kalacağıdır.
Böylelikle rejimin İdlib’in
güneyinde birikmiş silahlı
güçlerinin bir kısmını bu
alanlara kaydırmak zorunda
kalacağı öngörülebilir.
5. Ayrıca Şam
yönetimi Suriye
barış süreci
ve siyasi
42
çözüm arayışına katkı sağlaması
yönünde zorlanmış
oluyor.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye
krizinin başlıca aktörlerinden
ABD ve ardından da Rusya
ile vardığı mutabakatlar, sınır
güvenliğine yönelik tehditlerin
bertaraf edilmesi açısından
çok önemli bir diplomatik
kazanım olmasının yanı sıra,
Suriye krizine siyasi çözüm bulunmasına
yönelik çabalara da
büyük katkı sağlayacaktır. En
önemlisi ise baştan beri vurgulandığı
üzere insani krizin
çözümü için de geleceğe dönük
sağlam bir adım atılmış
olmaktadır.
43
AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)
AMMURİYE’DEN NUR-U MUHAMMEDİYE ’YE
AÇILAN KAPI
AFYONKARAHİSAR
Selman-ı Farisi (r.a)
Selman-ı Farisi (r.a) Camii - Bağdat, Irak
Seyyahlar sultanı Evliya Çelebi
bir derviş sadeliğiyle Osmanlı
kültürüyle ele aldığı seyahatnamesinde
Afyonkarahisar’dan
şöyle bahsediyor:
“Karahisar münevver ve ruhani
bir şehirdir.
Girenin kalbi ve gözü açılır.
Bağında gamı kederi dağılır.
Canına can katar.”
Afyonkarahisar tarihler boyunca
(Hitit, Frig, Yunan, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı) önemli bir
yaşam kültür ve inanç merkezi
olmayı sürdüre gelmiştir.
Bu kadim tarihin önemli mihenklerinden
birisi de Ammuriye
(Amorium)’dir.
Amorium (Hisar), Afyonkarahisar’ın
Emirdağ ilçesinin 12 km
doğusunda yer alan M.Ö. 2000’li
yıllara dayanan kesintisiz yaşama
kültür, ilim ve inanç merkezi
olması Bizans’a birçok idareci
ve imparator çıkarması ve o dönemlerin
en büyük askeri ve ticari
merkezlerindendir.
Bu kadim merkezin İslam ve
Müslümanlar için önemi ise Selman-ı
Farisi ile başlamaktadır.
Selman-ı Farisi’nin hakikat arayışındaki
yolculukta Nuru Muhammediye’ye
ulaşmadan önceki,
son durağı, son mektebi, son halkasıdır.
Ammuriye Nuru Muhammediye’ye
Anadolu’dan açılan bir kapıdır.
Bu kapıdan yolculuk Selman’la
(r.a.) başlamıştır.
Selman, İstahan’ın Ceyy köyünde
dünyaya gelmiş, ailesi imtiyazlı
sayılan Dihkan sınıfındandı. Mecusi
alimi olan babasının gayretleri
ile Mecusilik’te önemli bir
mevki olan ateşgedeliğe (ateşkörükçülüğüne)
kadar yükselmiştir.
Selman (r.a.) Mecusilik’te kutsal
sayılan; ateşi yakmak ve sönmesine
engel olmakla sorumlu idi.
Bir gün babası çiftliğe gönderdiğinde
Selman’ın (r.a) gözü ve
AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)
44
gönlü, yoldaki bir kiliseye takılır.
İbadet eden bir topluluk görünce
de yanlarına yaklaşır, onları dinler
ve takip eder.
O günün hak ve tevhid dini olan
Hristiyanlığın Mecusilikten daha
hayırlı bir din olduğu kanaati oluşur.
Bunu koyu Mecusi olan babasına
anlatınca aralarında tartışma
çıkar ve babası Selman’ı ev hapsine
alır. Selman, Hristiyan tüccarların
yardımıyla Hristiyanlık’ta
dini bir merkez olan Şam’a kaçar.
Bizans’ta devam eden din ve
mezhep kavgaları sebebiyle
Hristiyanlık inancı bozulmuştur
ancak manastırlarda
tevhid inancının
bozulmadığını iddia
eden rahiplerde
bulunuyordu. Selman’ın
da yanlarında
kaldığı rahipler
bunlardan bir kaçıydı.
Şam’daki rahip ölüm
döşeğindeyken kendisinden
sonra tevhid
inancına sahip hangi rahibe
gitmesi gerektiğini sormuş ve
rahibin tavsiyesiyle Musul’a, oradaki
rahibin tavsiyesi ile Nusaybin’e,
buradaki rahibin de ölümle
buluşmasıyla Ammuriye’ye gelmiştir.
(Amoryum-Afyonkarahisar)
Burada yaklaşık 12 sene kadar
ilim ve hizmetle meşgul olmuş.
Geçimini sağlamak için de hayvan
yetiştiriciliğiyle uğraşan Selman’a
Ammuriye’deki zat, artık
yeryüzünde bildiği bozulmamış
bir manastırın ve rahibin kalmadığını
söyleyerek vefat etmeden
önce şöyle bir tavsiyede bulundu.
“Ahir zaman Resûlü’nün gelişi
yakındır. O, Hz. İbrahim’in dini
üzere gönderilecektir. O, Arap
toraklarından çıkacak iki harre
arasında hurmalık bir yere
hicret edecektir. Onun gizli olmayan
alametleri vardır: İki
omuz arasında nübüvvet mührü
bulunur, hediye kabul eder
ama sadaka yemez. Kavmi ona
“sihirbaz kâhin, mecnun” diyecektir.
Ona kavuşmaya gücün
yeterse hemen git.”
Afyonkarahisar
İçinde alevlenen hakikat nuruyla
yetiştirdiği hayvanları, bu nura
ulaşmak aşkıyla Arap tüccarlarından
Beni Kelp kabilesi ile anlaşarak
Hicaz’a ulaştırması için
verdi.
Ancak tüccarlar Vadi’l Kurâ’ya
gelince ona ihanet edip, onu köle
diye bir Yahudi’ye sattılar.
Hakikâta ram olan Selman, bu
arayışta bütün malını verdiği gibi
bedeni de vermiş. Ruhunun özgürlüğünde
bedeni bir köle olarak
devam ediyordu hayatına.
Daha sonra Benî Kurayza’dan
bir Yahudi’ye satılarak Medine’ye
kadar gelir ve Kuba köyünün yanında
Vadi Buthan civarında bir
bahçede çalışmaya devam eder.
Kendisine tarif edilen mekân
olduğunun hissiyle kulağı gelecek
olan Nebi’den haber beklemektedir.
Hicrete kadar Resûlullah’tan
hiç haber alamayan
Selman (r.a.), bir gün bahçede
çalışırken sahibine birisi geldi.
Yüksek sesle “Allah kahretsin!
Resûlullah dedikleri kimse Kuba’ya
gelmiş, Evs ve Hazrec Kabilesi
de başına toplanmışlar”
dedi. Selman, titreyerek ağaçtan
düşercesine ne dedin?
Ne dedin? diye sondu.
Sahibi ise bir tekme atarak
“bundan sana ne,
işine bak” diyerek onu
tersledi.
Selman (r.a.), o günü
zor geçirdi, akşamı
adeta iple çekti. Hava
kararınca biriktirdiği
hurmaları da alarak kendini
Rasûlullah’ın yanında
buldu. Hurmaları ona uzatarak
“İşittim ki salih bir zatsınız,
yanında da fakir kimseler varmış.
Şunları size sadaka olarak
getirdim” diyerek Rasûlullah’a
uzattı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz
onları aldı ve yanındaki
arkadaşlarına ikram etti. Kendisi
yemedi. Selman, ilk alametinin
mutluluğuyla bahçeye geri dönmüş,
ikinci alameti öğrenebilmek
için hurmalarını topladı ve
bir müddet sonra Rasûlullah’a
gelerek “Bunlar size hediyemdir”
diyerek takdim etti.
Bu defa ashabıyla birlikte yediler.
45
İkinci alameti görmenin
saadetiyle
Medine’ye göçen
Rasûlullah’ı ziyarete
gider. Baki-ül Gargat bugünkü
Cennet’ül Bâki bölgesinde Rasülullah’ı
bulur. Selman, üçüncü
alameti de görmek için Rasülullah’ın
etrafında dolanmaktadır.
Heyecan ve muhabbetini çok
belli eden Selman’ı, Rasülullah
(s.a.v.) Efendimiz sezer ve ridasına
hafif açarak iki kürek kemiği
arasındaki mührü gösteriverir.
Nübüvvet Mührünü gören Selman,
kendini tutamaz hüngür
hüngür ağlayarak mührü öper.
Efendimiz onu “bu tarafa” buyurdular.
Selman, iki cihan güneşi
efendimizin karşısına geçerek
Kelime-i Şahadet getirerek İslam’la
şereflendi. Hakikat yolculuğunda
nuru Muhammediye’yle
tanışma şerefine erdi.
O, ömrünü, malını, bedeni özgürlüğünü
vererek kavuştuğu
nuru Rasülullah’a, çektiği çileleri
başından geçenleri hadiseleri
bir bir anlattı. Rasülullah (s.a.v)
Efendimiz onun bu destansı arayışını,
İslam’a kavuşma hasretini,
aşkını, şevkini bu ibret dolu hayatını;
“Anlat ya Selman” diyerek
ashabına anlatmasını istedi.
O da, İbn-i Abbas’a (r.a.) tek tek
anlattı ve onun kanalıyla da bizlere
ulaştı.
O, Resûlullah’tan (s.a.v.) hiç ayrılmak
istemedi. Allah’ın habibinin
nur cemalini görüp de ondan
ayrı kalmak, onun için ne kadar
zordu… Ama kader bu… Henüz
hür değildi. Belki bir müddet
daha hasret çekecekti. Bu arada
o, fırsatını buldukça Efendimizin
yanına koşuyor, sohbetinde
bulunuyordu. İnananlarla-inanmayanlar
arasında savaşlar
dahi başlamıştı. O ise daha esaret
zincirinden kurtulamamıştı.
Bedir, Uhud Gazvelerine de bu
sebepten katılamamıştı. İçin
için kavruluyordu. Bu esaretten
kurtulacağı, İslâm için çarpışacağı
günleri bekliyordu. Bir gün
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizi
ziyarete gelmişti. Sevgili Peygamberimiz
ona “Selman kendini
mükâtebeye bağla. Kölelikten
kurtar” buyurdu.
Selman (r.a.) işareti alır almaz
derhal sahibine koştu ve teklifi
götürdü. 300 hurma ağacı
dikmek ve kırk ukiyye vermek
şartıyla onunla anlaştı. Durumu
Efendimize bildirince Fahr-ı Kainat
(s.a.v.) ashabına “Şu kardeşinize
yardım ediniz” buyurdu.
Hemen oracıkta 30-40-50 derken
300 hurma fidanı toplandı.
Efendimiz, Selman’a: “Bunların
çukurlarını hazırlayıp tamamlayınca
bana haber ver.” dedi.
Selman kısa zamanda, büyük
bir gayretle ve arkadaşlarının
yardımıyla çukurları kazdı. İki Cihan
Güneşi Efendimiz de bizzat
kendi elleriyle o fidanları dikti. O
hurmaların bir tanesi bile kurumadı.
Hepsi meyve verdi. Geriye
Selman-ı Farisi (r.a)’nin Yolculuğu
kırk ukiyye borcu kalmıştı. Onu
da bir ödeyebilseydi… Selman
tam hürriyetine kavuşacaktı.
Bir gaza dönüşünde Resûlullah
(s.a.v) ona yumurta büyüklüğünde
bir altın ayırmıştı. Ashabına
“Mükâteb olan Farisli ne
yaptı?” diye sordu. Hemen, Selman’ı
bulup huzura getirdiler.
Efendimiz ona: “Selman bunu
al, kalan borcunu öde.” buyurdu.
Selman altını küçücük gördü
ve: “Ya Resûlallah bu kadarcık
şey benim borcuma nerden
yetecek?” dedi. Efendimiz, Selman’ın
gönlünü hoş etmek için
o altını alıp mübarek dili üzerinde
dolaştırdı ve: “Hele sen bunu
al. Allah senin borcunu öder.”
buyurdu. Selman o altın parçasını
aldı ve tartmaya başladı. Kırk
ukiyye eksiksiz tartarak sahibine
ödedi ve azad oldu.
SELMAN-I FARİSİ’NİN
SADAKAT VE
TESLİMİYETİ
Selman artık hürdü. Gönlünü o
ilahı nur pınarından istediği gibi
doyuracaktı. Rahmet ve şefkat
Peygamberi Efendimizin inci
tanesi sözlerini, sohbetini hiç
kaçırmayacaktı. Bundan sonra
o, Peygamberimizden hiç ayrılmadı.
Tenhalarda o sevgili ile
başbaşa kaldı. Geceleri birlikte
çöllere çıkıp sohbet etti. Efendimiz,
Selman’daki sadakat ve
teslimiyeti, onun İslâm’a kavuşma
yolunda çektiği çileleri,
sabır, gayret ve azmi gördü ve
onunla daha yakından ilgilendi.
Onun Resûlullah (s.a.v.) başbaşa
kalışlarını Hz. Aişe annemiz şöyle
naklediyor: “Birçok geceler
Selman, Resûlullah ile yalnız
sohbet ederdi. O sırada zevceleri
dahi hizmetlerine giremezdi.”
İşte bu birliktelikler Selman’ı
veliler zincirinin başı yaptı. Onu
kölelikten mana sultanlığına çıkardı.
Bu ilahî feyizlenme kalpten
kalbe aktarılarak bugünlere
ulaştı. Rabbimiz bizlerin gönüllerini
o ilahî feyizle doldursun.
Bu yüce yolu insanlığın hizmetinde
daim kılsın. Âmin.
SELMAN UL-HAYR
Selman-ı Fârisi (r.a. ) kısa zamanda
ashabın sevgilisi, Resûlullah’ın
(s.a.v.) gözdesi oldu. O, Hendek
Savaşı’nın tek yıldızıydı. Hendek
kazma teklifi ondan geldi? Bu
savaşta o, bütün maharet ve becerisini
gayret ve hizmetini gösterdi.
Bu yüzden ona ‘Selman ul-
Hayr’ lakabı verildi.
da: “Selman bizdendir.” diyordu.
(minnene ve min ehlibeytina)
Bu durumu gören iki Cihan Güneşi
Efendimiz: “Selman bizdendir.
Ehl-i Beyt’tendir.” buyurarak
hem ashabın arası telif edilmiş
oldu, hem de Selman’a iltifat ederek
kendi ailesine dahil edildiğini
duyurdu.
Ne yüce şeref !.. Ne mutluluk!..
Ne seâdet !.. Allah’ım bu şeref ve
mutluluğu bizlere de nasib et!..
Selman her şeyiyle kendini İslâm’ın
hizmetine vermişti. İslâm,
onun kanı, canı, damarıydı. Bir
gün Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a.) ona,
nesebini sordu. O da: “İslâm’a
dahil olduktan sonra neseb aramam.
Lâkin ben Selman İbn-i
İslâm’ım.” dedi. Hz. Ömer de (r.a.)
Selman’ı destekleyerek “Ben de
Ömer İbn-i İslâm’ım” dedi.
PEYGAMBERİMİZİN TAV-
SİYESİ
O son derece sâde ve zâhidâne
yaşadı. Ömrü boyunca bir yolcuya
yetecek kadar dünyalığı
kendine kâfi gördü. Evlendiği
gece odasının süslendiğini
görünce “Resûlullah bana,
dünyadaki eşyan bir yolcunun
azığı kadar
olsun.” buyurdu
diyerek eve girmedi.
Süs eşyaları
46
kaldırıldı da öyle girdi. Aynı tavrı
ölüm döşeğinde de gösterdi.
Ziyarete gelenlere hem sevinir
hem de ağlardı. Ağlayışını şöyle
izah ederdi: “Dünyadan ayrılıp,
ölümden korktuğum için
ağlamıyorum. Resûlullah’ın
(s.a.v.) tavsiyesine uyamadığım
için ağlıyorum. O, bana;
Dünyadan ayrılırken sermayeniz
bir yolcunun azığından
fazla olmasın.” buyurmuştu.
İşte buna ağlıyorum derdi. Halbuki
o vefat ettiğinde geriye
bir leğen bir kap bir de abdest
ibriği bıraktı. Hepsine 15-20 dirhem
kıymet biçildi.
İşte saadet çağı simâları!.. O
yıldız insanlar, inançlarını hayata
geçirmek için tavsiyelere
böylesine titizlik gösterirlerdi.
Rabbimiz cümlemize uyanıklık
versin. Halimizi ıslah edip bizi
onlara lâyık etsin. Âmin.
“Cennet üç kişiye müştaktır.
Ali, Ammar ve Selman.”
Hz. Ömer (r.a) devrinde İran fethine
katılan Selman (r.a ) Medain’e
“SELMAN BİZDENDİR.
EHL-İ BEYT’TENDİR”
O, tek başına on kişinin kazdığı
yeri kısa zamanda bitirmişti.
Onun hizmetteki sürati, feraseti
ve işbilirliliği herkesin dikkatini
çekti. Ensar ve muhacir arasında
paylaşılamaz oldu. Her iki taraf
Amorium Antik Kenti - Afyonkarahisar
47
Karahisar Kalesi
vali olarak atanmıştır. Vâlilik
onun hayatını değiştirmedi.
Aldığı maaşı fakirlere dağıttı.
Sepet örer ve kendi el emeği
ile geçinirdi. Doğru dürüst ne
evi ne giyeceği ne de yiyeceği
vardı. Bunlar onun için bir gaye
değildi. Yemekte ısrar edenlere
Resûlullah’tan şöyle duyduğunu
söylerdi: “Dünyada iken
karınlarını çokça doyuranlar
kıyamet günü en çok acıkanlar
olacaktır.”
Hakikat yolculuğunda her şeyden
vazgeçerek teslimiyet gösteren
Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a)
döneminde valilik yaptığı Medain’de
vefatı gerçekleşmiştir.
Ammuri’ye, Anadolu’dan hakikat
yolcularına, Selman (r.a) ile
açılan bir kapıdır.
İşte Hacılar ve umreciler de bu
hakikat nuruna, Nuru Muhammediye’ye
İbrahim’i bir davetle
davet edilmiş elçiler ve Allah’ın
misafirleridir.
Bizler de bu hakikat yolcularının
Hakkın elçilerinin ve misafirlerinin
bu yoldaki hizmetçileriyiz.
Allah yolumuzu hak,
hizmetimizi hakikatte daim ve
sabit eyleyiverir inşallah Ümmeti
Muhammedi bu nura
ulaştırıverir, hayırlı eyleyiverir,
kolaylaştırıverir…
İnşallah...
Bilal Şenel
49
Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek
TÜKETİM ÇAĞINDA
ŞÜKREDEN
Hatice Kübra TONGAR
Aile Danışmanı-Yazar
ÇOCUKLAR
YETİŞTİRMEK
Günümüz çağı ister teknoloji, ister
milenyum, ister altın çağ olarak
adlandırılsın, tüm bu tanımları
kuşatan bir gerçeğimiz var
ki; ismi “tüketim”. Büyük-küçük
demeden hepimiz tüketiyoruz.
Zamanı, parayı, bilgiyi, ilişkileri,
eşyayı, doğayı yavaş yavaş tüketiyoruz.
‘Tüketim Çağı’nın tüketen
çarkı içerisinde o kıyafetten bu
eşyaya, o oyuncaktan bu sanal
dünyaya doğru savrulup duruyoruz.
Konu çocuklarımız olunca da
durum böyle ne yazık ki… Hafta
sonları “Havalar soğudu, dışarıda
çocuklar hasta olur, bir
AVM’ye gidelim bari” diye başlayan
cümleler, çoğunlukla yavrularımızın
tutturması sonucu
oyuncakçılarda nihayet buluyor.
“Almayacağım” denilenler alınıyor,
koyduğumuz sınırlar kaldırılıyor,
gereksiz tükettikçe içimizde
can bulan ‘Haz Canavarı’ bir yaşına
daha giriyor. Üstelik bu durumdan
ebeveynler olarak bizler
mutsuz olduğumuz gibi, yeni
aldığı oyuncağını henüz daha
açmadan bir diğeri için gözyaşı
döken yavrumuz da çoğunlukla
mutsuz oluyor.
İşte bütün bu kısır döngülerin
içinde, uçsuz bucaksız çimlerde
koşuşurken fark etmeden üzerine
basıp geçtiğimiz kır çiçekleri
misali ezdiğimiz bir mana var:
“Şükür”
Şükür; yüce Mevla’nın Kur’an-ı
Kerim’de defaten sorduğu ‘Hala
şükretmez misiniz?’ sorusunun
bizi çağırdığı yaşam tarzının adıdır
aslında… Fark etmeyi, akletmeyi,
minnet duymayı, değerini
bilmeyi, yetinmeyi, paylaşmayı,
infak etmeyi, acizliği, Allah’a duyulan
muhabbeti arttıran bir manadır
bu. Çocuklarımızın yaratılıştan
sahip olduğu ‘haz merkezli
yönelimi’ dengelemek ve hazzın
kaynağını ‘maddeden’ çıkarıp,
‘manaya’ yöneltmek için her yaş
çocuğuna öğretmemiz gereken
bir hakikattir.
Çocuğuma şükretmeyi
nasıl öğretebilirim?
Ben yapayım ki çocuğum da
yapsın: Nesiller boyu “Ben yapamadım,
bari çocuğum yapsın”
düşüncesiyle yap(a)madıklarımızı
evlatlarımızdan talep ettik. “Ben
okuyamadım çocuğum okusun,
ben kitapları sevemedim çocuğum
sevsin, ben televizyonu çok
izliyorum çocuğum izlemesin,
ben doktor olamadım çocuğum
olsun…” gibi cümlelerle yapıyor
olmanın sorumluluğunu üzerimizden
atmaya yeltendik. Bunu
yaparken de, Kur’an-ı Kerim’in
‘usvet’ül hasene’ -yani en güzel
örnek- olarak tanımladığı Peygamberimizin
(sav) en önemli
öğretisinin ‘örnek olmak’ olduğunu
fark edemedik.
Oysa pedagojinin temel prensiplerinden
bir tanesi; çocukların
‘kal’ diliyle değil, ‘hal’ diliyle
öğrendikleridir. Nitekim insan
Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek
50
vermemektir. Hayvanları ve
bitkileri büyük bir hassasiyetle
koruyalım. Evimizde
mümkün olduğunca canlı
bitki bakalım. Onları sularken
konuşalım, yapraklarını
sevelim, değer atfedelim.
Böylelikle çocuklarımıza
bizim dışımızdaki canlıların
bir şükür kaynağı olduğunu
fark ettirelim.
beyni duyduğunu “bilir”, gördüğünü
“öğrenir”, yaşadığını “içselleştirir”.
Şükür konusunda da biz
ebeveynlerin ne noktada durduğu,
evlatlarımızın da ne noktada
duracağının en temel tohumu
gibidir.
Eğer biz ‘sırf modası geçti’ diye
eşya değiştiren, markası/modeli
için teknolojik gereçleri tercih
eden, giyebilecek on tane eteğimiz
varken on birincinin derdine
düşen, ‘ihtiyaca binaen’ değil de
‘isteğe binaen’ alan, edinen ve
tüketen yetişkinlersek, çocuğumuzun
da aynı yönde eğilimler
gösterme ihtimali oldukça yüksektir.
Yine elimizde telefon varken
“bırak artık şu bilgisayarı”
diye çocuğa çıkışmak, o diziden
bu kadın programına “zapping”
yapıp bir yandan da “bu zamanın
çocukları çok televizyon izliyor”
diye dert yanmak pedagojik
açıdan hiç doğru ve tutarlı yöntemler
olmayacaktır.
Bu noktada anne-babalar olarak
şu maddeleri hayatımıza geçirerek
işe başlayabiliriz:
• Zamanın şükrü, onu doğru
ve değerli kullanmaktır.
Günlük planlar yapalım ve
saatlerimizi televizyon, internet,
sosyal medya gibi boş
aktivitelerle geçirmeyelim.
• Yiyeceğin şükrü, onu israf
etmemek ve az yemektir.
‘En güzel diyet, sünnet’ sloganından
yola çıkarak her
gün 1-2 çeşidi aşmayacak
menüler belirleyelim. Çöpe
kesinlikle gıda atmayalım.
Kalan yiyecekleri hayvanlara
vererek, evlatlarımızda
diğerkâmlık duygusunun
ateşini yakalım.
• Eşyanın şükrü, onu görevi
doğrultusunda ve bozmadan
kullanmaktır. Kırılan
oyuncakları, bozulan eşyaları
hemen atmaya yanaşmayalım.
Tamir etmeye
gayret edelim. Tamir olmayacak
eşyalarımızı ise başka
bir işte değerlendirmeye
uğraşalım. Mesela; kırılmış
bir tabağın parçalarını porselen
boyasıyla boyayıp değişik
bir mozaik tablo oluşturalım.
• Doğanın şükrü, ona zarar
• Bedenin şükrü, sağlığımızı
korumak adına kararlı olmaktır.
Hazır ve sağlıksız gıdalardan
uzak duralım. Teknolojik
cihazların bedensel
zararlarını unutmayalım ve
hayatımızda kapladıkları
alanı sınırlandıralım. Erken
yatıp, erken kalkalım. Açık
havada yürüyüş yapalım,
hayatımıza sporu katalım.
Azı karar çoğu zarar: Bizlerin
çocukluğu -bırakın bu kadar
çeşit oyuncak olmasını- meyvelerden
muzun bile lüks sayıldığı
yokluk yıllarıydı. Bugün çocuklarımızın
sahip olabildiği birçok
şey lükstü. Zaten yoktu. Eğer
varsa, muhakkak bizden büyük
bir akrabamızdan bize kalmıştı
ve bizden sonra da kendimizden
küçüklere devrolacaktı. Bu yüzden
hoyrat kullanılmaz, değeri
bilinirdi.
Bugünün çocukları “kırılırsa yenisini
alırız” mantığıyla, varlığın
imtihan olma halini yaşıyorlar.
Bu nedenle ellerindeki değerlerin
farkında bile olamadan –yani
şükrünü yaşayamadan- har vurup
harman savurabiliyorlar.
Bu noktada biz yetişkinlere düşen
şey, ‘istek’ değil ‘ihtiyaç’
51
odaklı hareket etmek…
Çocuğum
cep telefonu istiyor
olabilir ve hatta
tüm arkadaşlarının telefonu
olabilir. Lakin bir telefonunun
olması onun gerçekten ihtiyacı
mı? Telefonu ne için kullanacak?
Eğer ona ulaşmam için bir telefon
gerekiyorsa, bu telefon akıllı
bir telefon mu olmalı? Yoksa
sadece arama özelliği olan basit
bir model de bu ihtiyacını giderir
mi?
Bu ve bunun gibi sorular sorarak,
gereğinden fazla alışverişin
ve ihtiyacı aşan tüketimin önüne
geçmeye çalışmalıyız. Böylece
elindekine şükretme ve bir şeye
ulaşabilmek için sebat etme, dua
etme, gayret etme bilinçlerini evlatlarımıza
kazandırmış oluruz.
‘Evde bir şey yok’ günü: İmam-ı
Gazali bir öğretisinde ‘Ayda bir
gün evinizde hiçbir şey olmasın.
Çocuklarınıza kuru ekmek verin’
der. Günümüz ebeveynliği için
bu öneri ne kadar ‘Ayy ben kıyamam
yavruma’ gibi gözükebilse
de, işin aslı insanın en önemli haz
kaynağı midesidir. Midesini kontrol
altına alan hazlarını da kolaylıkla
yönetebilir. Bu gerçeği başta
Peygamberler olmak üzere pek
çok zatın hayatının parçası kıldığı
‘riyazet’ ten ve her Müslümana
farz olan oruç ibadetinden açıkça
görebiliriz.
Bizler de ayda bir gün kuru ekmekle
ya da haftada bir gün
sadece basit bir çorbayı bölüşerek
‘Evde bir şey yok günü’
yapabiliriz. Masanın ortasına
konulmuş ve herkes tarafından
ortak yenecek bir tabak tarhana
çorbası, midemizi olduğu kadar,
tükettikçe doymayan nefsimizi
de dizginlemek için güzel bir yol
olacaktır.
Nasıl oynayalım?
ŞÜKÜR
KAVANOZU
Malzemeler
• Cam kavanoz
• Renkli karton
• Renkli kalemler
1. Bir cam kavanozun üzerine dilediğiniz tasarımda “şükür kavanozu”
yazarak yapıştırın.
2. Kartondan küçük parçalar kesin ve kavanozun içine koyun.
3. Çocuğunuzla birlikte her gün kavanozun içinden bir kart alın
ve o gün en çok şükrettiğiniz şeyi karta yazıp, kavanoza geri
atın. (Bugün annem çikolatalı pasta yapmıştı, çok lezzetliydi,
teşekkür ederim Allah’ım… gibi çocuksu ifadeler bolca
olacaktır)
4. Aradan bir ay geçip kavanozunuz dolduğunda, şükürlerinizi
tek tek açıp okuyun. Her ay, kartlarınızı ve şükürlerinizi
yenileyin.
“
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
52
“
GÜLCE
(ÖMER LÜTFİ METE-1981)
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce’m uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz’dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
A İ LENİ N
KORUNMASI MI?
.
IMHASI MI?
1945 sonrası Türk-Amerikan ilişkilerini
dönemin gazetelerinden araştırırken,
1950 yılındaki Cumhuriyet ve Zafer
gazetelerinde yer alan “cinsiyet
değiştirme” haberleri ilgimi çekti.
Cumhuriyet’i biliyorsunuz. Zafer
de Demokrat Parti’nin yarı resmi
yayın organıydı. 27 Şubat 1950 tarihli
Zafer’deki “Üç defa cinsiyet değiştiren
kadın” haberi 3 sütuna tam sayfa
olarak verilmişti. Özel bir araştırma
yapmadım konuya ilişkin. Ama bu
haberlerin, Akşam, Cumhuriyet, Zafer
gibi yayın organlarında çıkması,
Kinsey’in araştırmasının 1948 yılında
yayınlandığını ve o yıllarda yönümüzü
tam gaz ABD’ye döndüğümüzü
düşündüğümüzde, daha bir ilgi çekici
hale geliyor.
Demek ki, trans kimlikler mevzusu en
az 70 yıldır Türk basınında işleniyor.
Bunu bir kenara not ettikten sonra son
15-20 yılda ülkemizde olup bitenlere
hızlıca bir göz atalım önce.[1]
[1] Bu yazı, bir önceki yazının devamı olarak kaleme alınmıştır.
55
1 Ocak 2001 yılında
Türk Medeni Kanunu’nda
bazı önemli
değişiklikler yapıldı.
“Ailenin reisi kocadır.” ibaresi
kaldırıldı. Meslek seçiminde
eşlerden birinin diğerinin iznini
alma zorunluluğu kaldırıldı. Ancak
konumuz açısından önemli
olan gelişme, yeni kanunun evlenme
yaşını erkek ve kadın için
eşitlemiş ve 17’ye yükseltmiş olmasıydı.
7 Mayıs 2004 tarihinde ise, uluslararası
anlaşmaların iç kanunla
çelişmesi halinde uluslararası
sözleşmelerin esas alınacağına
ilişkin olan Anayasanın 90.
maddesine, daha sonraları çok
önemli olduğunu anlayacağımız,
küçük bir ekleme yapıldı:
“temel hak ve özgürlüklere ilişkin
[milletlerarası anlaşmalarla]...”
Buna göre, biraz sonra ele
alacağımız, İstanbul Sözleşmesi
de “temel hak ve özgürlüklere”
ilişkin olması sebebiyle, hukuk
hiyerarşisinin en üstünde yer
alacaktı.
Aynı tarihte 5237 sayılı yeni Türk
Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan
bir değişiklikle evlilik içi tecavüz
kavramı getirildi. TCK’da yapılan
değişiklikler bununla sınırlı
kalmadı; ırz, namus, ahlak, ayıp,
edebe aykırı davranış gibi “erkek
egemen” söylemler TCK’dan çıkarıldı.
Bakire, bakire olmayan
ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı.
Burada bir parantez açıp, biraz
duralım. Türk Ceza Kanunu’nun
değiştirilmesinde Türkiye’deki
feminist STK’ların etkisi ayrıca
önem taşımaktadır. Bu dernekler,
2002-2004 yılları arasında
Kadın Bakış Açısından Türk Ceza
Kanunu başlığıyla bir araya gelmiş
ve bir kampanya düzenlemiştir.
Kampanya sonuçlarını
değerlendirdikleri yazılarında
TCK’da 30’a yakın değişiklik yapıldığı
belirtilmektedir. Hande
Eslen Ziya (2012) Sosyoloji Araştırmaları
Dergisi’nde bu hareketlerin
Meclis’e nasıl “sızdıklarına”
ilişkin 2000 yılından oldukça ilginç
bir örnek aktarmaktadır:
“Söz konusu dönemde kadından
sorumlu devlet bakanı Hasan
Gemici’nin danışmanı olan
Selma Acuner Türk Ceza kanunu
değişikliğinde kadın hareketinin
lobi stratejilerinin başarısından
şöyle bahsetti:
Biz, KSSGM’nin [Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü.
Daha Sonra Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi]
genel müdürü ile birlikte
Şubat 2000 tarihinde yapılan
bakanlar toplantısına resmen
sızdık. O toplantıda öncelikli
hedefler belirleniyordu, resmen
oraya sızdık ve Hasan Gemici
aracılığı ile kadınlar ile ilgili
bazı konuları öncelikli hedefler
arasına soktuk. Bunlardan birisi
Anayasa’nın 10. maddesidir, birisi
KSSGM’dir, bir başkası da Medeni
kanunun öne çekilmesidir.”
Devam edelim.
Türkiye’de bu gelişmeler yaşanırken,
2004 yılında ise dünya
ilk pedofili partisinin yasallaştığına
şahit olmuştu. Hollanda’da
kurulan PNVD (Kardeşçe Sevgi,
Özgürlük ve Farklılık Partisi!)
isimli bir parti çocuklarla ve hayvanlarla
cinsel ilişki kurulmasını
savunuyordu. Halk partinin
kapatılması için Lahey Bölge
Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak
mahkeme başvuruyu “özgürlük”
gerekçesiyle reddetti ve parti
yasallaştı.
Aynı yıl Türkiye ile AB arasında
“zina krizi” patlak verdi. Zinayı
suç ve ceza kapsamına alan teklif
AB’yi ayağa kaldırmıştı. Gül’ün
danışmanı Ahmet Sever anılarını
anlattığı kitabında: “AB’nin
en önemsediği reformlardan
biri de Türk Ceza Kanunu’nun,
AB standartlarıyla uyumlu hale
getirilmesiydi.” dedikten sonra,
krizin nasıl aşıldığını ayrıntılarıyla
anlatmaktadır. AB, zina varsa
AB’yi unutun, demiş. 22 Eylül
2004 tarihinde Başbakan Brüksel’e
gelmiş, Conrad Oteli’nde
yapılan toplantıda, zina meselesi
tekliften çıkarılmış, konu “tatlıya”
bağlanmıştı.
Bir yıl sonra, 2005’te, ilk LGBT
dernek, KAOS GL kuruldu. Ankara
Valiliği “Hukuka ve ahlâka
aykırı dernek kurulamaz” hükmü
gereğince derneğin kapatılması
için Ankara Cumhuriyet
Savcılığı’na başvurdu. Savcılık,
AB siyasi kriterleri, Katılım Ortaklığı
Belgesi ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’ni gerekçe
göstererek kapatılma istemini
reddetti. O tarihten kısa bir süre
önce Ankara, ironik bir şekilde,
Brüksel’den müzakere tarihi
alan hükümetin bu başarısını
Kızılay Meydanı’nda kutlamış,
AB’ye girecek olmanın coşkusunu
yaşamaya başlamıştı.
2006 yılında “namus cinayetlerinin”
önlenmesine yönelik Başbakanlık
genelgesi yayınlandı.
[2]
2009 yılında, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı tarafından
Türkiye’nin o güne kadarki en
büyük örneklemli araştırması
yayımlandı. Türkiye’nin 51 ilinde
24 bin 48 hanede yapılan araştırmada
“Aile Kadınlar İçin Ne
Kadar Güvenli?” başlığının altında
şu ifadeler yer alıyordu[3]:
“Araştırma sonuçları hem kadınlar
hem de toplum tarafından
en güvenli ortam olarak düşünülen
ailenin aslında kadınlar
için güvenli bir ortam olmadığını
göstermektedir. 10 kadından
4’ünün birlikte yaşadıkları
erkekler tarafından şiddete
maruz kalmaları, aile ortamının
kadınlar için tehdit edebilecek
bir kurum haline dönüştüğünü
göstermektedir.”
Üzerinde aile bakanlığının logosunun
bulunduğu bir araştırmada
“aile kadınlar için güvenli
değildir.”ifadesinin yer alması
kıyametler filan koparmadı. Bilakis
benzer ifadeler, yine Aile
Bakanlığı’nın 2014 yılında yaptığı
araştırmada da yer aldı. Bu
iki araştırmanın Türkiye’deki aile
politikalarının yönlendirilmesinde
ve buna ilişkin yasal düzenlemelerde
önemli bir etkisi vardı.
2009 yılında ilginç bir olay daha
yaşandı. Aileden Sorumlu Devlet
Bakanı Selma Aliye Kavaf,
Viyana’da AB Aileden Sorumlu
Devlet Bakanları Toplantısına
katılmıştı. Kavaf, sonuç bildirgesindeki
“farklı aile formları” ifadesine
itiraz etmiş ve bildirgeyi
imzalamamıştı. Sebep, “farklı
aile formları” ifadesinin “eşcinsel
aileleri” de kapsıyor olmasıydı.
Bunun üzerine Türkiye’de kızılca
kıyamet koptu. Bakan aleyhine
feminist hareketler deyim yerindeyse
bir “cadı avı” başlattı. AK
Parti içinden de Kavaf’a yönelik
eleştiri sesleri yükseldi. Ak Parti
Sivas Milletvekili Nursuna Memecan
Kavaf’ın sözlerini “talihsiz
sözler” olarak niteledi. O dönem
AB Başmüzakerecisi olan
Egemen Bağış “Ben
eşcinselliği bir hastalık
olarak görmüyorum.”
dedi. Kavaf
56
sonraki dönem aday olmadı.
Yerine Fatma Şahin geldi. Şahin,
Bakan koltuğuna oturduktan
hemen sonra, Eylül ayında
yeni anayasaya ilişkin eşcinsel
derneklerin de davet edildiği bir
toplantı yaptı. Toplantıda, eşcinsel
hakların anayasaya alınmasına
“pozitif” baktığını ifade etti.
2010 yılında, Anayasa’nın 41.
maddesinde yer alan “Aile, Türk
toplumunun temelidir.” ifadesinin
yanına usulca, “ve eşler arasında
eşitliğe dayanır.” hükmü
eklendi. Böylelikle aile kurumu
temsilden mahrum bırakılmış
oluyordu.
Ancak asıl önemli gelişme, 2011
yılının mayıs ayında yaşandı.
Türkiye kısa adı İstanbul Sözleşmesi
olan “Kadınlara Yönelik
Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye
İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesi” başlıklı uluslararası
sözleşmeye imza atan ilk ülke
oldu ve sözleşme hiçbir maddesine
çekince konulmadan ve
tek bir ret oyu almadan 25 Kasım
2011’de Meclis’ten geçti; 29
Kasım 2011’de Resmi Gazete’de
yayınlandı ve 1 Ağustos 2014
2019 Yılı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf
[2] Bu genelgenin ve Türkiye’de konuya ilişkin yayınlanmış başka resmi belgelerin analiz edildiği araştırma raporu için Bkz.:
-http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi
Diğer raporlar için bkz.:
-http://aileakademisi.org/arastirma/arastirma-toplumsal-cinsiyet-esitligine-dayali-politika-uygulayan-uelkelerde-kadin-ve-aile
-http://aileakademisi.org/arastirma/aile-politikalari-ve-istanbul-sozlesmesi
57
tarihinde yürürlüğe
girdi. Bu anlaşmanın
önemi
LGBT’lerin sözleşmenin
4. maddesi gereği
yasal güvence altına alınmış
olmasıydı.
Dahası, Sözleşmenin tanımlar
bölümünde aynen şu ifade yer
alıyordu: “Kadınlar kelimesi 18
yaşın altındaki kız çocuklarını
da kapsar.”.
Sözleşmenin bunlar kadar
önemli olan bir başka maddesi
ise, 48. maddeydi ve buna göre
karı-koca arasındaki problemlerde,
“arabuluculuk ve uzlaştırma
da dahil olmak üzere”
alternatif “çatışma çözüm süreçleri”
yasaklanıyordu. Ülkemizde
Adalet Bakanlığı’na bağlı
Arabuluculuk Daire Başkanlığı
bulunuyordu. Çek senet meselelerinden,
başka pek çok konuya
ilişkin “arabuluculuk” imkanı
tanınan ülkemizde, karı-koca
arasındaki “şiddet iddiası” içeren
sorunların çözümünde arabuluculuğa
izin verilmiyordu.
Ardından, 2012 yılında 6284 sayılı
kanun çıkarıldı. Kanunun
ikinci maddesi, -hukukçulara
göre, alışılmadık bir biçimde-
İstanbul Sözleşmesi’ni esas
aldığını belirtiyordu. Diğer bir
ifadeyle, aile ve kadına ilişkin
çıkarılan kanun, AB Konseyi’nin
kadın ve aile algısını temel alıyordu.
Yeni kanunla yapılan
düzenlemelerin en dramatik
sonucu, kadına yönelik şiddetin
önlenmesi gerekçesiyle kadının
“beyanının esas” kabul edilecek
olmasıydı. Buna göre, hukukun
“masumiyet karinesi” rafa kaldırılıyor,
kadının beyanıyla koca
hakkında en hızlı şekilde “yasal
tedbir” uygulanıyordu. 6284
sayılı kanunun uygulama yönetmeliği
18 Ocak 2013 tarihinde
Resmî Gazete’de yayınlandı.
Yönetmeliğin 30. maddesinin 3.
bendi şöyle demektedir:
“Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi
için, şiddetin uygulandığı
hususunda delil veya
belge aranmaz. Önleyici tedbir
kararı, geciktirilmeksizin verilir.
Kararın verilmesi, Kanunun
amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye
sokabilecek şekilde geciktirilemez.”
Şeffaf Ev: Ailenin Kamu
Denetimine Açılması
Daha önceki bir yazımızda Rockefeller
Vakfı’nın finanse ettiği
çalışmalarla ABD’de hukuk
sisteminin nasıl değiştirildiğini
aktarmıştık. Bugün, ülkemizde
benzer bir süreç yaşanmaktadır.
Reisman’ın ABD için vurguladığı
tehlikenin bir adım ötesine
geçmiş bulunuyoruz: Aile sinoptik
evrene dahil edilmelidir.
Ülkemizde hukukun aileye karşı
yeniden yapılandırılması bu
bakımdan garipsenecek bir şey
değildir.
Fakat hukukun yapılandırılma
süreci henüz bitmemiştir.
Bugün ardı ardına yayınlanan
“istismar”, “tecavüz”, “ensest”
haberlerinden yeni bir hukuk
üretileceğinden kimsenin şüphesi
olmasın.
Artık ev şeffaf hale gelecektir.
Byung-Chul Han’ın Flusser’den
(1997) aktardığı şu sözler olup
biten şeyleri özetlemektedir:
“Duvar, çatı, pencere ve kapıdan
oluşan sağlam ev maddi ve
gayri maddi kablolarla delik deşik
edilmiş, çatlaklardan iletişim
rüzgarlarının estiği bir harabeye
dönmüştür.” Han, şunu ekliyor:
“İletişim ve enformasyonun dijital
rüzgarı her şeyin içine işler ve
her şeyi şeffaf hale getirir.”.
İlgilendiği her şeyi bir pazar
olarak gören küresel sermaye,
görünmeyene düşmandır.
Çocuklara, kadınlara, gençlere
doğrudan ulaşmayı engelleyen
her şeyi “şeffaf olmamak”la canavarlaştırır.
Görünmeyen şey
kötüdür. “Şeffalık mecburiyeti”
der, Han, “Görünürlüğe tabi olmayan
her şeyi şüpheli bulur.
Şiddeti buradadır.”.
Hukuk, hepimizi birer teşhir
ürününe dönüştürmek için manipüle
ediliyor. Sadece devletin
değil, toplumun da göremediği
her şeye “şüpheyle” bakması
tavsiye ediliyor. Yukarıda bahsettiğim
araştırmada ailenin
“güvenilmez” olarak kodlanması
boşuna değildir. Metis Yayınlarından
çıkan Pınar İlkkaracan,
Leyla Gülçür ve Canan Arın’ın
yazdığı kitabın adı da bu güvenilmezliği/şüpheyi
açıkça yansıtır:
Sıcak Yuva Masalı.
Ev şeffaflaşana kadar, herkes
tarafından görülebilir hale getirilene
kadar bu şüphe devam
edecektir. Han’ın sık sık söylediği
gibi: “Şiddet buradadır.”
Artık hepimiz şüpheliyiz. Hepimiz,
sadece olası bir mağdur
Byung-Chul Han’ın teknolojinin aile kurumu üzerindeki
etkisini açıklayan kitabı “Şeffaflık Toplumu”
[3] Bu araştırmada ve Türkiye’de kadına şiddet söyleminde kullanılan diğer istatistiklerdeki manipülasyonları ele alan rapor için bkz.:
http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi
değiliz, aynı zamanda her birimiz
olası bir sapık olarak görülüyoruz:
Gizleyecek/örtecek/saklayacak bir
şeyimizin olması, bizi sadece şüpheli
hale getirmez, aynı zamanda
bize yapılacak formel ve informel
müdahaleler için esaslı bir gerekçe
oluşturur. Neo-liberal kültür, sadece
kayıt dışı ekonomiyi değil, kayıt
dışı ilişkiyi de problemli olarak
görür. Mahremiyet ya da akrabalık
ilişkileri görünür olmamaya gerekçe
olarak sunulamaz. Görmek asıldır.
Şeffaflık mecburidir. Feministlerin
sloganında söylendiği gibi:
“Özel olan politiktir”.
Fakat evin şeffaflaşması, sadece
evi görünür kılacaktır. Tehlike burada
bitmez. İçimden geçenler de
görünür kılınmalıdır. Michia Kaku
Zihnin Geleceği kitabında, beynimizin
içinden geçenleri görselleştirilebilecek
bir makinenin -ilkel
düzeyde de olsa- yapılabildiğini
bize haber vermektedir. Sonuçta
“iyi dokunuşla”, “kötü dokunuşu”
ayırt edebilecek bir makineye ihtiyacımız
var. Niyet de görünebilir
olmalıdır.
Sorun istismar değildir. Bir şeylerin
görünemiyor olmasıdır.[4] Niedzviecki
(2010) Dikizleme Kültürü kitabında
Padme adındaki bir ev hanımının
açtığı kişisel bloğu anlatır.
Padme, kocasıyla yaşadığı her şeyi
bloğunda yazmaktadır. Yazmakla
kalmamakta, kocasıyla yaşadıklarını
da videoya kaydedip bloğuna
koymaktadır. Bloğunun adı şeffaflık
ideolojisinin bir cümlelik anlatımıdır:
Karanlık Tarafa Yolculuk.
Zaten Padme de, 1 milyon 600 bin
takipçisinin ardındaki sırrı şöyle
açıklıyor: “Pek çok insan şeffaflığımızdan
hoşlanıyor.”. Padme’nin
anlattıklarında ilginç olan bir şey
daha var: Padme kocasını “Efendi”
kendisini ise “köle” olarak tanımlıyor.
İzleyicileri bu Efendi-Köle ilişkisini
merak ediyor. Padme, artık bloğuna
reklam da almaya başlamış.
Şeffaflık, dünyamızda ödüllendiriliyor.
Han’ın deyimiyle: Şiddet buradadır.
Ancak Padme’nin kamuya
açtığı hayatını bilmeyen birileri var.
Çocuklarının ya da yakınlarının bir
gün bloğundan haberdar olmasından
korkuyormuş. Padme burada
korkmalı mıdır? Ya da kendini ev
hayatını ifşa ettiği için suçlu hissetmeli
midir? Soruyu şöyle sorarsak
cevabı daha kolay bulabiliriz: Şeffaf
olmak suç mudur?
Ev/aile bugün kamunun denetimine
çoktan açıldı bile. Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı 2012 yılında
Han’ın bahsettiği maddi kablolardan
birini uygulamaya koydu. 18
Ekim 2012 tarihinde “panik butonu”
ve “elektronik kelepçe” uygulamaları
için Bursa pilot bölge seçilmişti.
Birkaç yıl sonra akıllı telefonlara
indirilebilen panik butonu uygulamaları
hizmete sunuldu.
1946 yılında ABD Michigan Senatörü
Arthur Vandenberg Başkan
Truman’a, halkını savaşa ikna etmek
istiyorsan, onların “ödünü
patlatmalısın” demişti. Klein buna
Şok Doktrini diyor. Korkutulmuş ve
şoke edilmiş bir toplum her türlü
telkine açık hale gelecektir.
Uzmanların “istismarı önlemek
için” verdiği nasihatlerden biri çok
ilginçtir: Çocuğa, en yakınlarının
bile vücuduna dokunmaması için
eğitim verilmelidir. Frank Furedi,
Paranoyak Anne-Babalık kitabında
tam da bu konuya değinir. Artık bir
çocuğun başını okşamak da şüpheli
bir şeydir; ebeveyni bile olsanız.
Dahası, çocuk da en yakınlarını
“güvenilmez” olarak algılar. Ne de
olsa, istismar “en yakından” gelmektedir.
İstismarın en yakından gelmesi
önemli bir şeydir. “En yakınların”
kişiliklerinin ne olduğu, “en yakının
eyleminin beslenme kaynakları” vs.
önemli değildir. Hatta en yakının
eyleminin cezalandırılması
da asıl değildir.
58
“Ceza” o yüzden tartışılması
gereken bir
şeydir: İdam olmamalıdır. Eylemden
daha çok “en yakın” olmanın
önemi vardır. “En yakınlık” olağan
şüphelilik demektir. Artık günümüzde,
amca, dayı, yeğen olmak
riskli bir şeydir; ebeveyn olmak da.
En yakınların “uzaklaşması ya da
uzaklaştırılmasının” bir kamu meselesi,
hukuk meselesi haline gelmesi
garipsenmemelidir. Ev şeffaflaşana
kadar sürekli bir “olay
mahalli” muamelesi görecektir.
Mekan şeffaflaşacak, “olağan şüpheliler”
çocuktan uzaklaştırılacaktır.
Şeffaflık ideolojisi, hedefiyle
arasında bir şeylerin olmasına tahammül
edemez.
“Şeffaflık, neoliberal bir aygıttır.”
der Hal, “Buna karşın gizlilik, yabancılık
ve ötekilik sınırsız iletişime
engel oluşturur. Şeffaflık adına
bunlardan kurtulmak gerekir. Şeffaflık
insanı camlaştırır. Şiddeti de
buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim
topyekûn kontrol ve gözetime
dönüşüyor.”
Şiddet, tam da buradadır.
Mücahit GÜLTEKİN
Yazar
[4] Bkz. http://www.islamianaliz.com/yazi/istanbul-kids-fashion-ve-yapisal-istismarin-gorunmez-kilinisi-3577#sthash.ILZMAqvs.dpbs
Not: Bu yazı daha önce www.islamianaliz.com sitesinde yayınlanmıştır.
“TAKDİR-İ EZEL,
GAYRETE ÂŞIKTIR”
“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)
60
Ebrû sanatının yaşayan ustalarından
Ahmet Hikmet Barutçugil…
Söyleşimizin ikinci bölümünde,
Barutçugil’in İslam sanatları ile Batılı
sanatlarını konuştuk.
Ahmet Barutçugil, İslam sanatlarının
‘Gönül’e hitap ettiğini ifade ediyor.
Sanat için kullandığı ifade ise başlıkta da
görüleceği üzere, “Takdir-i Ezel Gayrete
Âşıktır”
HURSAD Ekibi olarak, Ebrû sanatının
üstadına gelecekteki hayalini de sorduk…
- İslam sanatlarını Batılı sanatlardan
ayıran bir kavrayış,
bir bakış var mıdır?
Ahmet Hikmet Barutçugil: Tabii
batı sanatlarında önce estetik
esas alınır. Ancak estetik kelimesi
bizim sanatlarımızı tanımlamak
için yeterli değildir. Estetik,
Yunanca kökeniyle duyu bilimi
demektir. Bu kelime ilk defa tanrıların
varlığını ispat eden yedi
delilden biri olarak kayıtlara geçiyor.
İşte denge, oran, biçim, gece
gündüz, şudur budur…
Ama şimdi bizim sanatlarımızda
bunlar yeterli kalmıyor. Öte yandan
bizim Allah’ın varlığını ispat
etmek için herhangi bir delile de
ihtiyacımız yok. Her an hayretle
bakamayacağımız hiç bir şey yok
değil mi? İslam sanatlarında bu
estetik kelimesinin yerine bizim
“letafet” kelimesi kullanmamız
lazım. Letafet kelimesi, estetiğin
içerdiği bütün manaları içeriyor.
Ayrıca kendinden geçercesine,
vecd halinde anlamlarını da içeriyor
ki bizim sanatlarımıza da
uyan tam olarak bu.
Bitirmeden bir parantez açayım;
batılı sanatlar genel olarak göze
hitap eder, İslam sanatları Gönül’e.
Gönül kelimesinin ise batılı
dillerinin hiç birinde bir karşılığı
yoktur. Vefa gibi, muhabbet gibi…
Çünkü o duygularla yapmıyorlar.
- Bu letafet anlayışı kendisiyle
birlikte bir alçak gönüllülük
de getiriyor o halde
sanırım sanatçıya değil mi?
Ahmet Hikmet Barutçugil: Burada
duamızı hatırlayalım; ezeldeki
hükmüne uygun olarak başlangıç
cümlesine kadere iman
ile başlıyor. Ezelde bir hüküm
var. Eyvallah diyorsun: “La faile
illallah. (Allah’tan başka yapan
yoktur.)” Kendini aradan çekiyorsun.
Aman diyorsun beni işte
araya koyup da şirke düşmekten
hasetten koru diyorsun. Benlikten
enaniyyetten vazgeçiyorsun.
Onun için imza atma geleneği de
yoktur İslam sanatlarında. Mimar
Sinan’ın hiçbir eserinde adı geçiyor
mu? Hiçbirinde yok, mali kayıtlardan
falan buluyorlar kimin
ne yaptığını.
“TAKDİR-İ EZEL,
GAYRETE ÂŞIKTIR”
- Eserleri imzasız bırakma
geleneği tamamen geçmişte
mi kaldı peki? Yoksa bugün
de bu geleneği devam
ettiren ustalar var mı?
Ahmet Hikmet Barutçugil: Ben
kendi adıma konuşayım. Günüz
61
değerlerine göre imza atmak durumunda
kalıyorum. Ne yazık ki
imzasız eser bugün değersiz eser
şeklinde algılanıyor. Eskiden bu
ustalar çok azdı. Herkesin kendi
tarzından, tavrından ne yaptığı
bilinirdi. Ama bu gün bu sanatlarla
uğraşanlar arttı. Bir de üzerine
birbirini taklit edenler çıkınca
işleri ayırt etmek iyice zorlaştı.
2000 yılına kadar bu imza işinden
ben çok sıkıntı çektim. Kaç defa
eserleri çerçevelerinden çıkartıp
imza atmak durumunda kaldım.
2000’den sonra ise bu imza işine
bir çare buldum. Eserlerin altına
Hikmet-i Hüda yazıyorum. Biz
şimdi bunu Arapça gibi okursak;
“Hüda” doğru yol demek. Hidayetten
geliyor. Doğru yolun bilinmeyen
sırları: Hikmet-i Hüda.
Eğer Farsça okursak: Allah’ın
bilinmeyen sırları. Yani ebrûnun
görselinin tanımı anlamına geliyor.
Ben şimdi şu görseli (bir
ebrû eserini gösteriyor) tanımlayamam.
Bu niye böyle oldu, bu
çizgi niye daha kalın olmadı, niye
burada döndü? Allah’ın bilinmeyen
sırları. Ve işin en ilginç tarafı
bu görüntülerin hepsi zaten tabiatta
var. Yahu ayet var: “Her şeyin
sudan yaratıldığını bilmezler mi,
inanmazlar mı?” diye. Bu arada
itiraf edeyim, adımın Hikmet
olma avantajını da kullanarak,
herkes imza zannediyor.
- Ebrûda herhangi bir eserin
de reprodüksiyonu asla
yapılamıyor o halde?
Ahmet Hikmet Barutçugil:
Evet. Her biri bir tane, ikincisi de
asla olmaz. Batılı gözüyle bakıldığında
bunları sanattan saymıyorlar,
tesadüfi diyorlar. Güzel bir
kelime kullanıyorlar aslında ama
anlamını bilmeden. (Gülüyoruz.)
Şimdi tesadüfi kelimesi Arapça,
Türkçeleştirdik “rastlantı” dedik.
Köküne bakın: “Rast” dost-doğru,
olması gereken, olması gerekenin
en iyisi, hedefi vurmak
anlamına geliyor. Evden çıkarken
anneler, “işin rast gitsin” der
mesela. Bu rastlantı anlamında
değil tabii. Ya da balığa çıkana
“rastgele kaptan” denir. Bu bir
ilahi tecellidir sadece boyalı bir
kâğıt parçası değildir.
- Gerçekten bu kavrayış
karşısında hayran olmamak
mümkün değil. Bu açıklamayı
yapmayı denediniz mi
acaba hiç yurt dışında?
Ahmet Hikmet Barutçugil: 1992
Yılında Kaliforniya’da, San Francisco’da
Uluslararası bir ebrû
ustaları toplantısı vardı. “International
Marbelers Gathering.”
diye geçer. Bu 4-5 yılda bir yapılır.
Daha sonra 97’de aynı toplantıyı
İstanbul’da düzenledim. Neyse,
San Fransisco’daki toplantının
açılış konuşmasını benim yapmamı
istediler. Çünkü Ebrû ile
uğraşanlar bu sanatın Türk kökenli
olduğunu bilirler. Altı ay kadar
ne anlatacağımı düşündüm.
Eski ustalarımızdan, Türk ebrûsundan
falan bahsetmek yerine
bizim sanat anlayışımızdan
bahsedeyim biraz dedim. ‘’İslam
Sanatlarının Estetik Prensipleri’
’başlıklı bir konuşma metni hazırladım.
O zamanlar barkovizyon
falan yoktu slayt gösterisi
vardı. İşte arkada İslam şaheserlerinden
görseller dönüyor. Bir
de Oruç Güvenç’ten su ve ney
“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)
62
sesiyle hafif bir müzik ayarladık. Benim
konuşma metnini de sonradan
Müslüman olan bir arkadaş var, Abdul
Hay. Radyo spikeri kendisi, ona
okuttum. Baktım birileri ağlıyor.
(Gülüyoruz)
Sonra o metin bir dergide yayımlandı.
San Francisco Üniversitesi’nde
bir sanat tarihçisi, Charles
Helminski adında biri görmüş onu.
Konuştuk, baktım İslam Sanatlarını
çok iyi biliyor. Sanat tarihine de bakışı
bizimkilerden çok farklı. Öyle
bir dönem bu vardı, şu üslup modaydı
gibi değil. Sanatçı ne hissediyordu
da bu eseri verdi? Eser yapısı
itibariyle dönemin hangi ruhunu
yansıtıyordu, neye inanıyordu, nasıl
yaşıyordu gibi daha içe bakan
bir anlayış. İstanbul’a davet ettim
kendisini. Geldi, İstanbul’u görünce
Adam dedi ki “size ne olmuş? Nasıl,
oldu da kendi geçmişinize o yüce
duygularınıza bu kadar ihanet ettiniz?”
Bunları dediği zaman da 1994!
Şimdi görse ne der kim bilir? Ne
diyecek kalkar vurur herhâlde bizi.
(Gülüyoruz)
- Geçtiğimiz yıl Yeditepe bienalin
’de “Gezegenler” adında
bir eseriniz sergilendi. Alışılmış
ebrû uygulamalarına göre oldukça
farklı. Bu eserinizde ne
anlatmak istediniz?
Ahmet Hikmet Barutçugil: Barut
ebrûları mikro ve makro kozmos
arasındaki sonsuz görüntülere, tabiattaki
birçok biçilmelere benziyor.
Venüs’ün, Satürn’ün fotoğraflarına
bakarsanız benzer desenleri
görebilirsiniz. Ben de bu bienaldeki
“Mekândan Taşanlar” sergisinde
teknolojiyi de kullanarak bir enstalasyon
yapmak istedim. Normalde
o eser, tek bir noktadan aydınlatı-
63
“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)
larak kimisi hilâl, kimisi dolunay,
yarımay gibi çeşitli evrelerde
görülecek şekilde sergilenecekti.
Ama bienalin ilk kez yapılmasından
kaynaklı olarak bir takım
eksiklikler oldu. Mesela işlerden
biri kapıya sığmadığı için sergide
yer alamadı. Yine de güzel bir katılım
oldu.
- Geleneksel sanatlarda
pek karşılaşmadığımız türden
bir uygulama. Peki, konuşmamızın
başında geçti.
Bir müze kurma hayalim var
dediniz. Biraz daha bahseder
misiniz fikirlerinizden?
Ahmet Hikmet Barutçugil: O
yaşayan özel bir müze olmalıdır.
Dünyanın hiçbir yerinde benzer
bir uygulama yok. Ben istiyorum
ki bizden sonraki nesillere kalan,
statik değil de dinamik bir müze
olsun. Bu fikir de benim aklıma
Basel’de geldi. Orada bir kâğıt
müzesi var “Paper Mill” diye bir
yer. 1453’te kurulmuş. Aynı yöntemle
tıpkı 1453’teki gibi kâğıt
üretiyorlar, hâlâ faal. Ayrıca aynı
yerde sergiler, seminerler düzenliyorlar.
5 kez, yılda bir hafta
olmak üzere orda ders verdim.
Orası yaşayan bir müzedir. Kâğıt
yapıyorlar, isteyen kendisi de
deniyor, yaptığını parasını verip
götürüyor, çalıştaylar düzenleniyor,
dinamik bir yapıda yani. Ben
de içinde ebrûların yapıldığı, fikir
üretme toplantılarının, sergilerin,
seminerlerin düzenlendiği dinamik
bir müze hayal ediyorum.
1830‘lu yıllardan kalan halen içinde
yaşadığımız ve atölye olarak
kullandığımız mekânı bizden
sonra ebrû sanatına yaşayan bir
müze olarak hediye etmek.
Ahmet Hikmet Barutçugil Kimdir?
1952’de Malatya’da doğan araştırma ve çalışmalarını
Hikmet Barutçugil, 1973’de
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi, Uygulamalı
aralıksız sürdürdü. Akademik
eğitimden aldığı sanat altyapısını
gelenekli sanatlarla
Endüstri Sanatları Yüksek birleştirerek yepyeni ufuklar
Okulu’nda tekstil eğitimine
başladı. Yüksek öğreniminin
ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi
olduğu Prof. Emin Barın’ın
açtı. Geleneği geçmişten geldiği
gibi yaşatırken, çağdaş
yorumları ile ilgi alanını son
derece farklı mecralara çekti.
teşvikiyle hat sanatına
ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili
çalışmalarına başladığı sırada
ebru sanatını fark eden ve
içindeki dinamizmi keşfeden
Barutçugil’in bu sanata duyduğu
sevgi kısa zamanda
tüm benliğini sardı. Öğrencilik
yıllarında araştırmalarını
tek başına sürdürüp kendisini
geliştirdi.
Türk Ebru Sanatını tanıtmak
ve yaymak amacı ile yurtiçi
ve yurtdışında 36 ülkede,
119 kişisel ve 122 karma sergi
açtı. 195 kurs ve seminer,
126 konferans ve uygulamalı
ebru gösterimi ile 6 sanat
terapisi gerçekleştirdi. Ebru
sanatı ile ilgili birçok TV
programına katılan, dergilerde
röportajları yayınlandı,
1977’de Akademi’den tekstil
desinatörü olarak mezun
olduktan sonra çalışmalarını
ebru üzerine yoğunlaştırdı.
1978-1981 yılları arasında ihtisas
için gittiği Londra’da
kongrelere bildiriler verdi.
Hikmet Barutçugil’in yayımlanmış
birçok mülakat ve
makalelerinin yanı sıra yayınlanmış
kırık kitabı bulunmaktadır.
PORTRE
64
MORO CİHADI’NIN ŞEYH ŞAMİLİ
HACI MURAT İBRAHİM
2003 yılında Müslümanlar, Ebubekir Kampı’nı terk ettikten sonra Selamet Haşimi yine
Bangsamoro’da bulunan Malavi bölgesindeki bir adaya geçti.
Mücadelesine orada devam etti.
2003 sonlarına doğru da kendisini daha önce almış olduğu bir yaradan dolayı -vücudundaki
şarapnel parçasından vücuduna yayılması- rahatsızlandı.
2003 yılının sonlarında hayatını kaybetti, şehit oldu.
O vefat ettikten sonra merkezi komite dediğimiz Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin yönetim
kurulu üyeleri kendi aralarında toplanıp yeni bir lider üzerinde ittifak etmek istediler.
Bu liderin adı da Selamet Haşimi’nin askeri kanat komutanı olan o dönemde başına çok büyük
ödüller konulan dünyanın sayılı gerillalarından biri olarak adlandırılan Hacı Murat İbrahim’di.
Başa geçtikten sonra 2005 ve 2007 yılında çok büyük zaferler kazandılar.
2010 yılına kadar bu şekilde devam etti.
Moro Müslümanlarının özgürlük mücadelesinde elde ettiği başarı kadar savaşın en çetin anlarında
bile İslami kurallar çerçevesinde hareket etmesiyle tanınan Hacı Murat İbrahim bu yönüyle saygı
duymayı hak ediyor.
Bir gün radyoda mücahitlere seslendi.
Ve şunları söyledi:
“Bizim mücadelemiz meşru bir mücadeledir. Sivil halka zarar veren, savaştığımız Filipinler’in
devlet kurumlarına, elektrik hatlarına zarar veren bizden değildir. Bizler asla bu yoldan
dönmeyeceğiz”
65
Engin Uzun’un
Objektifinden
HAC 2019
Kâbe’nin Eşsiz
Fotoğrafları
66
HUZUR
VEREN
ŞEHİRLER
Buhara, Bursa,
Saraybosna…
Şerefü’l mekân bi’lmekin
demiş büyüklerimiz.
Mekanların şerefi orada
yaşayanların şerefi iledir.
İslam şehirleri, bağrında
sakladığı Allah’ın güzel kulları
ve bu değerli zevatın şehre
kattığı değerlerle birlikte
anılmışlardır.
Tarihi İpekyolu’nun ve İslam
tasavvuf medeniyetinin
önemli durakları Buhara,
Bursa ve Bosna, bu anlamda
huzur veren şehirlerdendir.
Kalyan minaresi
70
Buhara
Çin’den başlayıp Avrupa’ya uzanan
tarihi İpekyolu’nun incisidir
Buhara... Semerkand’a 250 km
mesafede, Orta Asya’nın en kadim
şehirlerindendir. Buhara’da
birçok ilim adamı yetişmiş, şehrin
tarihi cami ve medreseleri
dünyaya ün salmıştır. Bu özelliği
ile kahverengi ve mavinin şehri
denilmiştir. Tarihi çarşısında asırlar
öncesine yolculuk yaparsınız.
Eski kervansaraylar, günümüzde
el işleri ve el sanatlarının sergilenip
satıldığı merkezler. Buhara
halıları, kilimler, şapkalar rengarenk
bu çarşıda. Bu kadim şehir,
ünlü İslam bilginlerini de yetiştirmiş.
İbn-i Sina, İmam Buhari
ve Şah-ı Nakşibend hazretleri
bunların öne çıkanları. Özellikle
Şah-ı Nakşbend’in türbesi, geniş
bahçesi ve ahşap sütunlu revaklarıyla
çok güzel bir ziyaret yeri.
Gelenler huzur buluyor burada.
Dünyanın en prestijli okulları
Buhara’daymış bir zamanlar…
Şehirde 366 medresenin varlığı
tarih kitaplarına geçmiş.
Kalesi, Leb-i Havuz meydanı,
Mir Arap Medresesi, 4 Minare,
mavi yeşil çinili medreseleri ve
camileriyle adeta bir açık hava
müzesi Buhara…
Buhara / Özbekistan
Eyyub as Asa Suyu da önemli
bir ziyaret yeri.
Ünlü Buhara pilavı, mantısı ve
yeşil çayı çok güzel.
Buhara, tüm güzellikleriyle ziyaretçilerini
huzura çağırıyor.
Cengiz Han’ın yakıp yıktığı şehir,
Timur zamanında yeniden ayağa
kaldırılmış.
Samanîler’den kalma İsmail Samanî’nin mezarı
71
Huzur Veren Şehirler
Bursa
Osmanlı’yı kuran tarihi başkent.
Asırlarca Türk İslam coğrafyasından
kendisine koşanları sevgiyle
bağrına basmış. Orta Asya, Kafkasya
ve Balkanlar’dan çok sayıda
insanı misafir etmiş, halen de
misafir etmeye devam ediyor.
Babası Osman Gazi’nin vasiyeti
ile Bursa’yı fetheden Orhan Gazi
ve eşi Nilüfer Hatun şehre ilk İslam
mühürlerini vurmuş. Cami,
medrese, imarethane gibi İslam
külliyelerinin önemli eserlerini
şehre kazandırmışlar. İlk altı
Osmanlı sultanı Bursa’da sırlanmış,
ilk mütevazi Osmanlı sarayı
Bursa’da yapılmıştır. Yapıldığı
dönemde İslam dünyasının en
büyük mabedi olan Ulucami,
günümüzde de şehre gelenlerin
ilk durağı ve huzur kaynağıdır.
1855 depremi ile kıyameti yaşayan
şehirde, Sultan Abdülmecit
döneminde yeniden ayağa
kaldırılmış, adeta bir hüsn-i hat
müzesi olmuştur. Yeşil, tek başına
adeta Bursa’nın simgesi ve
özetidir. Hüdavendigar Külliyesi,
Osmanlı’nın tek şehid padişahı,
halen aramızda yaşayan ve rızıklanan
1.Murad Han’ın mekanıdır.
Bursalıların ve ziyaretçilerin
huzur bulduğu, mutlu çaylarını
yudumladıkları huzur mekanıdır.
Bursa’nın Topkapısı; Muradiye,
Sultan Fatih’in aile kabristanıdır.
Bir de manevi sultanları vardır
Bursa’nın... Emirsultan, Buhara’dan
Bursa’ya huzur yolculuğu
Hüdavendigar Külliyesi
yapmış ve günümüzde de ziyaretçilerine
huzur vermeye devam
etmektedir. Erguvan Bayramı
onun bir hatırasıdır. Bursa
kadısı Aziz Mahmud Hüdayi huzuru
Muhyiddin-i Üftade’de bulmuştur.
Yunuslardan bir Yunus,
Bursalı Aşık Yunus çok sevdiğimiz;
“Şol Cennetin ırmakları,
Akar Allah deyu deyu..”
dizelerini Bursa’da söylemiştir.
İslam dünyasın en çok okunan
manzumesi olan Mevlid-i Şerifin
nazımı Süleyman Çelebi Bursa’dadır.
Yüzyıllarca Hristiyan rahiplere
bir okul olan Keşiş Dağı
Uludağ, teleferiğiyle, kışın karı,
yazın tertemiz ve serin havasıyla
ziyaretçilerine huzur vermeye
devam ediyor. Bir de şelaleleri
vardır Bursa’nın… Kimi keşfedilmiş,
kimi keşfedilmeyi beklemektedir.
Hiç ayrılmak istenmeyen
şehirlerin başındadır Bursa…
Bursa Ulu Camii
Huzur veren Bursa.
Huzur Veren Şehirler
72
Saraybosna
Gazi Hüsrev Bey’in fethiyle İslam
ile tanışmış, ovasındaki saray nedeniyle
Saraybosna olarak isimlendiriliyor.
Ünlü sebil çeşmesiyle Başçarşı
Bosna’nın kalbi. Hünkâr Camii
bizlere Fatih’i hatırlatıyor. Kültürler
buluşması diye bir çizgi var Başçarşıda.
Bir tarafta Avusturya Macaristan
döneminin soğuk eserleri, diğer
tarafta Osmanlı’nın sıcak ve kuşatıcı
ruhu. Şehri ikiye bölen ırmağının
üzerinde çokça tarihi köprü
var. 1.Dünya savaşı da burada patlak
vermiş. 1992-1995 yıllarında acımasız
bir soykırıma uğradı Bosna…
Ama direndi. O umut dolu direnişin
hüzünlü bir öyküsü Yaşam Tüneli.
Ziyaretçilerine hayata umutla bakışı
sesleniyor. Gazi Hüsrev Bey Camii’nde
Boşnak gençleriyle birlikte
namaz kılmanın huzurunu anlatmaya
kelimeler yetmiyor. Çeşmelerinden
soğuk ve tatlı sular akıyor. En
güzel kahveler hoş sohbetlerle yudumlanıyor.
Acıkınca Boşnak köftesi
cevabı ve saç börekleri imdada
yetişiyor.
Yaşam Tüneli
Saraybosna ziyaretçilerine huzur
veriyor.
Erol BODUR
Başçarşı / Sebil Çeşmesi
İSLAM DÜNYASI’NIN YÜZAKI
MORO MÜSLÜMANLARI
Katliama uğradılar ama
yılmadılar
Moro ile ilgili ve bu mücadele ile
alakalı bilgi vermeden önce Moro’nun
tarihine bakmak lazım.
Moro, 1200’lü yıllarda Yemenli tüccarların
bölgeye ulaşmasıyla İslamlaşmış.
Kısa sürede de Filipinler’in
neredeyse tamamı Müslüman coğrafyaya
dahil olmuştur. Daha sonra
Moro, 300 yıla kadar yani 1570 yılına
dek Müslümanların hâkimiyetinde
kaldı. Kâşif diye bilinen aslında misyoner
olan Macellan’ın bölgeye gelmesi
ile de işgaller başladı.
Müslümanlar katledildi. İspanyollar
tarafından tecrit edildiler. Bölge, İslami
kimliğinden yavaş yavaş uzaklaşmaya
başladı. İspanyollar bölgede
yine 300 yılı aşkın süre kaldılar.
1897 yılına kadar İspanyollar bölgede
hakimiyetlerini sürdürdüler.
1897 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin
bölgeye ulaşmasıyla
birlikte, işgal İspanyollar’dan devralındı
ve bölge Amerika’nın kontrolüne
girdi.
Müslümanlara eziyet hiç
bitmedi!
1946 yılına kadar 50 yılda İslami
bütün hassasiyetleri ortadan kaldırdılar.
300 yıllık İspanyol işgalinden
daha fazla katliamlar yaptılar.
Müslümanlar, İspanyollara karşı
verdiği mücadeleyi bu sefer
ABD’lilere karşı vermeye başladı.
Asya’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da
bağımsızlık hareketlerinin başladığı
o dönemlerde ABD, Filipinliler’e
“özerklik” hakkı verdi. Zira
kendilerinden birilerini iktidara
geçirip yine sömürgeleşmeye devam
ettirdiler.
Filipinler’i yönetenler, ABD’ye hizmet
eden isimlerden oluştu.
Hem İspanyollar hem Amerikalılar
burada Katolik Hristiyan bir topluluk
oluşturmuştur. Aşırı dinci Katolikler
de Müslüman mahallelerinde
katliamlar yapmaya başladı.
Müslümanlar, Filipinler’in de aynı şekilde
katliam yaptığını görünce yabancılara
karşı verdikleri mücadeleyi
hükümete çevirmeye karar verdi.
1950’li yılların sonlarına doğru Mısır’da
öğrenim gören ve Müslümanların
Mısır’daki temsilcisi olan
bir öğrenci, yapılan bu katliamların
karşısında duyarsız kalmadı.
Uzun süren toplantıların ardından
Hristiyan milislere karşı mücadele
kararı aldılar.
Sonunda Mindanao dediğimiz
yerde Cotobato bölgesi ilk kurtarılmış
bölge ilan edildi. Orada
silahlı mücadele başladı. Müslümanlar
bu mücadeleyi görünce,
bu gençlere destek olma kararı
aldı. Hem maddi hem manevi
destek vermeye başladılar.
Cihadın ilk tohumları
böyle atıldı
1967 senesinde küçük gruplar
bir araya geldi ve Moro Ulusal
Kurtuluş Cephesi adı altında bir
oluşumun çatısı altında mücadele
etmeye başladılar. O dönemde
akademisyen olan Nurmisvani
adında birisini de lider olarak
seçtiler. 1971 senesinde Markos
döneminde Müslümanlara kıyım
yapıldı. Aynı yıl Moro Ulusal Kurtuluş
Cephesi lideri Nurmisvani
ile Markos bir anlaşma yaptı.
Dünyanın yüzünü
karartan katliamlar
Mücadele bu şekilde İslami cephede
devam etti. Dönemsel olarak
çok büyük katliamlara maruz
kaldılar.
Kadınlara tecavüz edildi. Camileri
yakıldı, yıkıldı. Yapılan mücadelede
2003 yılında çok büyük bir katliam
yapıldı.
Dönemsel olarak da ateşkesler
ilan edildi.
Filipinler ile barış görüşmeleri
başlatıldı.
Moro’lu Müslümanların Kurtuluş
Cephesi’nin Merkezi konumunda
olan Ebubekir kampına çok büyük
operasyon düzenlendi.
Kampı ele geçiren Filipin askerleri
o dönemde 30 binden fazla mücahidi
şehit etti.
Barış süreci başlıyor
2011 yılında Filipin ordusu yine çok
büyük katliam yaptı. 2012 yılında
barış görüşmeleri devam ediyordu.
2012 yılının sonuna doğru bir
74
ateşkes ilan edildi.
Sonra da biz de (İHH
İnsani Yardım Vakfı)
bölgeye gidip gelmeye
başlamıştık o yıllarda.
Ateşkes ilanından sonra da İslami
Kurtuluş Cephesi yetkilileri barış
görüşmelerinde uluslararası bir
heyetin gözlemci olması gerektiğini
ifade etti. Çünkü yapılan
birçok görüşmede Filipin tarafı
anlaşmayı tek taraflı ihlal etti. Dolayısıyla
böyle bir ihlal olduğunda
uluslararası camianın da bilgi sahibi
olması için bir gözlemci heyet
oluşması kararı verildi.
Müslümanlar bu gözlem heyetinin
içerisinde Türkiye’den de İHH
İnsani Yardım Vakfı’nın olmasını
istediler.
Filipin tarafı ilk etapta bu talebi
kabul etmedi. Ama ısrarlar sonucunda
İHH İnsani Yardım Vakfı bu
heyetin içerisinde gözlemci olarak
görevine başladı.
2013 senesinde Malezya’daki toplantıya
gözlemci olarak gittiğimizde
Moro’lu Müslümanların nasıl
bir zafer kazandığına gözlerimizle
şahit olduk.
Selamet Haşimi ise Müslümanların
menfaatine uygun olmadığı
gerekçesiyle bu anlaşmaların yapılmaması
gerektiğini ifade etti.
1977 senesinde Selamet Haşimi
ve arkadaşları Ulusal Cephe’den
ayrıldıktan kısa süre sonra Moro
İslami Kurtuluş Cephesi’ni kurarak
Moro’daki mücadelenin, ulusal
cepheye geçmesini sağladılar.
Müslümanlar, bu konuda hassasiyetleri
olduğu için büyük oranda
İslami cepheye geçtiler.
75
2014 senesinde
devlet başkanı olan
Akino görüşmelerin
hızla sürdüğü bir
dönemde kendilerinden
iyi niyet göstergesi olarak
silah bırakmalarını istedi. Müslümanlar
da sembolik olarak bir silah
bırakma merasimi düzenlediler.
2016 senesinde Bangsamoro
Müslümanları özerk bir yapının
ilan edileceğini söylemişti, fakat
2015’te büyük bir provokasyon
oldu. Mamasapono denilen bölgede
büyük bir çatışma çıktı. O
çatışmada onlarca asker öldürüldü
Bütün anlaşmalar iptal edildi. Süreç
neredeyse bitme noktasına geldi
1 yıllık aradan sonra devlet başkanlığına
burada Mindanao Adası’ndaki
Davao ilinin belediye başkanı
olan Rodriguez Deuterte seçildi.
Çok tanınan biri olmamasına rağmen
ciddi bir oy aldı. Bölgeyi çok
iyi biliyordu. Müslüman nüfusun
hassasiyetleri biliyordu, onun için
de sürecin tamamlanması daha
kolay olacaktı.
Deuterte görüşmelere başladı ve
çok kısa sürede uzun mesafeler
kat edildi. 2017’nin sonuna doğru
da Elhamdülillah süreç Filipin
Meclisi’nde onaylandı. En sonunda
Deuterte de imzaladı. Böylece
Bangsamoro yarı özerk otonomi
bölgesinin kurulması kararı verildi.
2019 yılında referandum yapıldı.
2019’un Ocak ayında bu referandumda
şöyle söylenildi “Biz meclisten
onay verdik, senatörler
onayladılar. Devlet başkanı
onayladı ama bir de halka sormak
gerekir.”
Referandum kararı alındı. 2019’un
Ocak ayının 21’inde de referandum
yapıldı. Halkın ezici çoğunluğu
“Evet” diyerek yüzde 83 ile
destek verdi. Şubat ayının sonuna
doğru da hükümet oluşturuldu.
İçerisinde bir başbakan var, bakanlar
var. 80 tane milletvekili var.
2022 yılına kadar bu meclis devam
edecek. Şu anda geçiş hükümeti
güzel bir şekilde çalışmalarına
devam ediyor. Tabi alınan
kararların neticesinde bunu da
Filipin Devleti’nin Bangsamoro
otonom bölgesine göndereceği
%5 oranında bir bütçe var, bu
bütçeyi kullanıyorlar.
“Morolu Müslümanlar bu zaferi
nasıl elde ettiler?” sorusunu
sorduğumuzda bize 4 adımdan
bahsettiler.
1. Sadece ve sadece Allah rızası
için bu mücadeleye başladılar.
Herhangi bir devlete herhangi
bir gruba güvenerek değil sadece
Allah’tan yardım bekleyerek
hareket ettiler.
2. Dertlerini amaçlarını hedeflerini
Bangsamoro’da Müslümanlara
anlattılar ve ciddi bir
teşkilatlanmaya gittiler.
3. Bu teşkilatları hem ilmi yönden
hem de askeri yönden çok
iyi yetiştirdiler.
4. Dışarıdan hiçbir yabancı mücahidin
bölgeye girmesine izin
vermediler. Bugün Ortadoğu’da
yaşanan hadiselere baktığımızda
ne kadar isabetli bir
karar olduğunu görmekteyiz.
Moro İslami Kurtuluş Cephesi kurulduğu
tarihten itibaren her zaman
barış taraftarı olmuştur.
Bangsamoro temel yasası Müslümanların
tamamıyla lehine olan bir
yasa. Müslümanların çok ciddi kazanımları
var burada. Şeriat mahkemelerinin
oluşturulması bunlardan biri.
Tabii bunun dışında toprak kazanımı
var, yani bu da çok önemli bir şey.
Filipinler’in tamamında azınlık durumunda
olan Müslümanlar, şu andaki
Bangsamoro Devleti’nin kurulacağı
toprakların hakim olacaklar.
Bu topraklarda bir milyona yakın
bir Hristiyan azınlık olacak.
Hacı Murat İbrahim bu konuda
şunları söyledi. “Azınlık psikolojisini
ne olduğunu biz çok iyi biliyoruz.
Bizler de şimdi bu azınlık
vatandaşlarımıza adaletli yaklaşacağız.
Onların yaşam haklarını
asla kısıtlamayacağız. Çünkü
biz bu işten yıllarca çektik. “
Anlaşma yapıldıktan sonra Müslümanlar
ciddi haklara sahip oldular.
Hem sabırla beklediler hem de
omurgalı duruşlarını hiçbir zaman
kaybetmediler. Moro İslami Kurtuluş
Cephesi halk nazarında da
çok itibarı olan ve güçlü bir yapısı
olan hareket. Umuyoruz ki 2022’de
ki seçimlerde MILF’in kurmuş olduğu
parti iktidara gelecek.
45 yıldır bölgede savaş var. Halk
hem eğitim hem ekonomik alanda
geri kalmış. Bundan sonraki
süreçte tamamıyla eğitim ve
ekonomi alanına destek verilmesi
sağlanmalıdır.
İslam dünyası bölgeye uzak olduğu
için çok fazla bilgi sahibi olmadığını
düşünüyorum. Ama şöyle
iddialı bir tabir kullanıyorum. Müslümanlar
genelde hep savaş alanlarında
kazanıp müzakere masalarında
kaybediyorlar. Bu sefer hem
savaş alanında kazandılar hem de
masada kaybetmediler.
Dünya Müslümanları ve Arap ülkelerinin
bölgeye ciddi ekonomik
yatırımlar yapmaları gerekmekte.
Eğitim alanında Türkiye’de yaptığınız
bir çalışma var. Öğrencilerimiz
şu anda Master ve doktora yapıyorlar.
Bu çocuklar geri geldiklerinde
İnşallah Bangsamoro Devleti’nde
değerlendirilerek sürece katkı
vereceklerini umuyorum.
Böyle ahlaklı bir
mücadele az görüldü
Moro mücadelesi dünyada nâdir
görülen ahlaklı mücadelelerden
biridir. Rahmetli Selamet Haşimi’nin
mücahitlere manifestosunda
en önemli şeylerden biri;
hiçbir sivile zarar verilmeyecek olmasıdır.
Hatta “sivillerin olduğu
yerlerde çatışmalar çıktığında
mutlaka zarar görmemesi için
mücadele edeceksiniz” diyerek
mücahitleri bu konuda uyarmıştır.
Hıristiyan bölgesinde çatışma çıktığında
oradaki mücahitler Hristiyan
evlerinin etrafını güvenlik
çemberine alarak herhangi birini
taşkınlık yapmasını engellemişlerdir.
Bundan dolayı da Hristiyanlar,
mücahitlere saygı duymaktadır.
Bu da son yüzyılda çok görmeye
alışkın olmadığımız bir özellik.
Yine çok önemli hususlardan biri
yine Selamet Haşimi’nin manifestosunda
belirttiği gibi “Esirlere
ne yiyorsanız ondan yedireceksiniz
ne giyiyorsanız ondan giyeceksiniz”
diyerek İslam hukukunda
bir cihadın nasıl yapılması
gerektiğini ortaya koymuştur.
Ömer Kesmen
İHH MORO SORUMLUSU
77
Kutsal Topraklara Yapılan Yolculuklarda Sıcağa Bağlı Rahatsızlıklar
KUTSAL TOPRAKLARA YAPILAN
YOLCULUKLARDA
SICAĞA BAĞLI RAHATSIZLIKLAR
Dr. Neslihan ÖZSOY
Hac, İslam’ın beş şartından
biridir ve dünyadaki en büyük
kitlesel toplanma şeklidir.
Önceki yazılarımız hac
ve umrede sık görülen solunum
yolu enfeksiyonları,
önlenmesi ve seyahat ishalleri
riskini azaltmak için yapılması
gerekenler üzerineydi.
Bu sayımızda ise sıcak
bir iklime sahip olan Suudi
Arabistan’da, sıcağa bağlı
oluşabilecek rahatsızlıklar ve
korunma yolları olacak.
Termoregülasyon
Vücut Isının Kontrolü
İnsan vücudunun ısı dengesini
ayarlayan mekanizma ‘termoregülasyon’
beyinde yer
alan çok fonksiyonlu bir bez
olan hipotalamus ile düzenlenir.
İnsanlar normal olarak vücut
ısısını 37 derecede düzenler
ve sağlıklı çevreye uyum gösteren
kişilerde 35 derece ve
41 derece arasındaki dalgalanmalar
tolere edilebilir.
Sıcağa bağlı rahatsızlıklarda
belirtiler nelerdir?
Halsizlik, yorgunluk, yüksek ateş,
baş dönmesi, bulantı, kusma ve
ishal gibi sindirim sistemi yakınmaları,
baş ağrısı, kuru sıcak ve
ağrılı cilt, eğer kişi yoğun bir egzersiz
yapmış ise daha çok terli
bir cilt görülebilir.
Çarpıntı, kasların gergin ve sert
olması, kas krampları, hızlı nefes
alma, uyuklama, anlamsız konuşma,
çevreyi tanıyamama, bayılma
ve koma görülebilir.
Sıcağa bağlı rahatsızlıklar hafiften
şiddetliye gruplanabilir.
Kutsal Topraklara Yapılan Yolculuklarda Sıcağa Bağlı Rahatsızlıklar
78
Kimler risk altındadır?
Yaşlılar, çocuklar ve kronik hastalığı
olanlar risk altındadır.
• Yaz aylarında güneşin dik açı
ile geldiği 11-16 saatleri arasında
güneş altında çalışanlar
• Sauna gibi sıcak, buharlı ve
nemli ortamlarda bulunanlar
• Kalp yetmezliği olanlar
• Şeker hastalığı olanlar
• 5 yaş altı çocuklar, 65 yaş üstü
yaşlılar
• Aşırı alkol tüketenler
• Sıvı tüketmeyen veya sıvı
kaybı fazla olanlar
• Aşırı kilolu olanlar
• Sedef hastalığı veya egzama
gibi bazı cilt hastalığı olanlar
ve bazı mesleklerde çalışanlar…
Örneğin;
• Fırıncılar
• Cam sanayide çalışanlar
• Çiftçiler
• Askerler
• Sıcak ortamda egzersiz yapanlar
• Terlemeyi baskılayıcı ilaç
kullanalar
Sıcağa bağlı döküntü (İsilik): Ter
bezlerinin gözeneklerinin kapanmasından
kaynaklanan durumdur.
Sıcak ödemi: Sıcağa bağlı kan
damarlarının genişlemesi sonucu
kanın özellikle bacaklarda ve
ayaklarda göllenmesi durumudur.
Serin bir alanda istirahat yapılmalı
ve ödemli bacak yüksekte
tutulmalıdır.
Sıcak krampları: Genelde aşırı
egzersiz yapma veya uzun mesafe
yürüyüşlerde vücudun susuz
kalmasına bağlı kas hücrelerinin
işlevinin bozulmasına bağlı kaslarda
gelişen ağrılı durumdur. Sıvı
alınması, istirahat, gerekirse kalsiyum
ve magnezyum verilebilir.
Sıcağa bağlı bitkinlik: Susuzluk
hissi, vücutta kasılmalar, baş ağrısı,
bulantı, kusma, ateş, terleme,
susuzluğa ikincil olarak gelişen
çarpıntı ve tansiyon düşüklüğü
durumudur.
Sıcak krampları ve sıcak bitkinliği
sıcak ortamda aşırı terleme
sonrası oluşur…
Sıcağa bağlı baygınlık: Sıcağa
maruz kalan ve uzun süre ayakta
bekleyen kişinin kan damarlarının
ısıdan dolayı genişlemesine
bağlı olarak hayati organlardan
olan beyne kanın pompalanmaması
sonucu gelişen geçici bir
durumdur. Kan dolaşımını başa
doğru yönlendirmek için ayakları
yukarı kaldırılmalıdır. Şuuru
yerinde olmayan hasta, kusma
ihtimaline karsı yan yatırılmalıdır.
Sıcak çarpması: En ciddi formu
olup ısı düzenleyici mekanizmanın
tamamen bozulmasına bağlı
olarak vücut sıcaklığının 40⁰C
üzerine çıkması durumudur. Baş
ağrısı, bulantı, kusma, anlamsız
konuşma, davranış bozuklukları,
nöbet, bilinç kaybı ve koma
gelişebilir… Karaciğer ve böbrek
fonksiyonları bozulabilir…
Sıcağa bağlı rahatsızlıkları
nasıl tedavi edilir?
Tedavide amacımız; vücut ısısını
düşürmektir. Erken tanı ve tedavi,
geri dönüşü olmayan böbrek
ve karaciğer yetersizliğine ilerleyişi
engellemektedir. Sıvı alınması
ve soğuk uygulama şarttır.
• Sıcak çarpmasında hasta,
serin ve havalanan bir ortama
alınmalı ve giysileri gevşetilmeli,
mümkünse ılık duş
yaptırılmalıdır.
• Vücut ısısını düşürmek amacıyla,
göğsüne, başına ve koltuk
altlarına soğuk su ile ıslatılmış
havlu uygulanmalıdır.
• Hastanın bilinci açıksa en
kısa sürede şekerli ve tuzlu
su, ayran içirilmelidir.
• Bilinci kapalıysa ağızdan sıvı
ya da katı gıda verilmemeli,
damar yolu ile verilmelidir.
• Hastanın solunum yolu açık
tutulmalı ve ayakları yükseltilmelidir.
• Şuuru yerinde olmayan hasta,
kusma ihtimaline karşı
yan yatırılmalıdır.
Sıcağa bağlı rahatsızlıklardan
nasıl korunabiliriz?
• Özellikle risk grubundakiler,
hava sıcaklığının yüksek ve
nemli olduğu günlerde, 10-16
saatleri arasında güneş altında
kalmamalıdır.
• Sıcak havalarda açık renkli,
sentetik olmayan, ince, bol, pamuklu
giysiler seçilmeli, şapka
ve şemsiye, güneş koruyucu
kremler kullanılmalıdır.
• Günde 2.5-3 litre su içmeye
özen gösterilmelidir.
• Yağlı ve yüksek kalorili gıdalardan
ve gazlı içeceklerden uzak
durulmalıdır.
• Sık ılık duş alınabilir.
• Uzun ve ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır.
Bünyamin Baki
TEKNOFEST’e rekor katılım!
İstanbul’da 4 gün süren Türkiye’nin tek havacılık,
uzay, teknoloji festivali ‘’TEKNOFEST’’ sona erdi.
Festivalde nefes kesen hava gösterilerine
imza atıldı, gençler teknolojiyle buluştu, drone
yarışmaları yapıldı.
Teknoloji yarışmalarının kazananlarına ödüller
verildi.
1 milyondan fazla kişinin katıldığı festivalin son
gününde, yine yeri göğü inleten hava gösterileri
vardı. Festivalde en çok ilgiyi MİLLİ UÇAN ARABA
“CEZERİ” oldu. Gelecek dönemde Cezeri’nin hem
kargo hem de kentsel hava taşımacılığına yön
vermesi hedefleniyor. Yakın zamanda ise aracın
bir saatlik uçuş kapasitesine ulaşması bekleniyor.
Türkiye Uzay Ajansı’nın A Takımı toplandı
2019 yılının başında Resmî Gazete’de yayımlanarak
kurulan Türkiye Uzay Ajansı, ilk defa Teknoloji ve
Sanayi Bakanı Mustafa Varank’ın başkanlığında
toplandı. Bakan Varank, büyük ve güçlü Türkiye
yolunda uzay çalışmalarının çok önemli olduğunu,
Türkiye’nin uzaydaki geleceğine yön verecek
çalışmalara imza atacağına inandığını belirtti.
Ajans, ülkemizin uzay çalışmaları alanında milli
menfaatlerini koruyacak çalışmalar yapacak.
Ajansın logo çalışması ise devam ediyor ve
vatandaşlar logo seçimine katılabilecek.
Teknoloji devlerinin cep telefonu savaşı
Teknoloji devlerinin cep telefonu savaşı devam
ediyor. Apple, üst düzey fotoğraf çekme kapasitesini
öne çıkardığı IPhone 11’i tanıttı.
Şubat ayında teknoloji dünyasına hızlı bir giriş
yapan Xaomi ise Mi 9 Lite markasını 16 Eylül’de
İspanya’da tanıttı. Cihazın öne çıkartıldığı en
önemli özelliği ise 48 megapixellik arka kamerası…
Bunun yanında akıllı telefon piyasasında söz
sahibi olmak isteyen Google, Pixel 4 ve Pixel 4XL
modelli telefonlarının resmi tanıtımını yapamadan,
cihazlarla ilgili tüm detaylar basına sızdı. Kasıtlı
sızdırma olduğu yönünde yorumları da beraberinde
getiren bu cihazlar, bakalım Google’ı “büyük
biraderlerin” arasına sokmayı başarabilecek mi?
İranlı Hackerlar’dan büyük saldırı
Günümüzde ülkeler arasında fiziksel savaşın
haricinde siber savaşlar da artık revaçta. Özellikle
birinci dünya ülkeleri gizli bilgilere ulaşabilmek ya
da birbirlerinin çalışmalarını sekteye uğratabilmek
adına ardı ardına siber saldırılar düzenliyor.
Eylül ayının son haftasının en büyük atağı ise
‘İranlı hackerlar’dan geldi. Başta ABD, İngiltere
ve Avustralya olmak üzere 14 ülkedeki 60’tan
fazla üniversiteye siber saldırı düzenleyen Cobalt
Dickens adlı İranlı grup, birçok akademisyen ve
üniversitelerin kullanıcı adı, parola ve şifrelerine
saldırı düzenledi. Operasyonun ne kadar başarılı
olduğu bilinmiyor ancak ağustos ayından bu
yana İran tarafından 30 ülkede toplam 380 adet
üniversiteye belirli aralıklarla saldırı yapıldığı
öğrenildi.
Google, kendisine verilen vergi cezasını kabul etti
Mayıs 2016 da Fransız vergi makamları Google’a
karşı başlattığı denetimde sona gelindi. Google’ın
Paris’teki binasına düzenlenen baskında birçok bilgi
ve belgeye el konulmuş, kapsamlı bir operasyona
başlanıldığı duyurulmuştu. Operasyonun faturası
ise Eylül ayında netleşti. Buna göre Amerikan devi
Google’ın, Fransız hükümetine toplamda 1 Milyar
Euro vergi ödemesine karar verildi. Google ise bu
cezayı kabul ettiğini açıkladı.
81
Ender Saraç İle Sağlık Üzerine
Dr. Ender Saraç
Diyetisyen
HURSAD ekimiz, dergimizin bu sayısında Dr. Ender
SARAÇ ile bu başlıkları konuştu. Ender SARAÇ, manevi
değerlerin insan sağlığı üzerindeki etkisini anlattı.
İnsan sağlığı için anahtar niteliğindeki detayları açıkladı…
Biz sorduk, Dr. Ender SARAÇ cevap verdi.
• Besmele bir çilingir anahtar gibidir.
• Bir insanın sağlıklı olması helal kazançla başlıyor.
• Zihin gücü insan fiziğini nasıl etkiler?
• Zemzem en çok hangi özelliği ile vücuda direnç sağlıyor?
• Renklerin doğa ve insan üzerindeki etkileri neler?
- Bir sözünüz var, yemeğe
besmele ile başlayıp şükürle
sonlandırmanın metabolizmaya
faydalı olduğunu
belirtiyorsunuz. Bunu biraz
açabilir misiniz?
Dr. Ender SARAÇ: Tabii. Şimdi
tıp, biraz gözle görünmeyen, şu
anki teknolojiye göre aletlerin
henüz tespit edemediği ama
insanların binlerce yıldır deneyimle
gözlemleyip, artı veya eksi
etkilerini gözlemlediği birtakım
enerjilere ilgi duymaya başladı.
Hangi enerjiler bunlar? Nazar,
hayır duası, beddua veya “Ne
kadar nurlu yüzü var” gibi çeşitli
sıfat ve sözlerle insanlar bu enerjileri
açıklamaya çalışmışlar. Bu,
bir aletle gelip te elektrik akımı
ile vesaire tespit edilmemiş ama
bundan 50 yıl önce de birçok şey
tespit edilemiyordu. Dolayısıyla
ben inanıyorum ki teknoloji ilerledikçe
bizim nazar, kem göz,
belki büyü, hayır duası gibi şeylerin
altında da bir enerji alışverişi
olduğunu saptayacağız.
“Besmele bir
çilingir anahtar
gibidir”
Şimdi yiyecek ve içecekler bizim
dış dünya ile yaptığımız en büyük
alışverişimiz. Çünkü insan
atomlarının yüzde 99.9’u aslında
her gün yeniliyor. Fakat bunu
yaparken son dönemlerde fast
food, tv, cep telefonu gibi şeyler
yüzünden, enerjiye dikkat etmeden
sadece besin değerine
dikkat ederek tüketim yapıyoruz.
Oysa insanın bilinç düzeyi, kendisini
yemeğe oturmadan önce
fizyolojisini hazırlaması, yemek
yerkenki yemek yeme tarzı ve
yemek bittikten sonraki noktayı
koyup başka bir fizyolojiye geçişi
arasındaki enerji transferi yapan
birtakım dualar, tesbihatlar, zikirler
çok önemli. Bunlar Musevilerde
de vardır. Örneğin; Yahudiler
bu konuda geleneklerini bizden
daha iyi korumuşlar. Koşer beslenirler
(bizdeki helalin karşılığı).
Haham, onların belli şeylerini
kutsarlar, Sofu olan Museviler
öyle beslenirler. Uzak Doğu’da
da yemek ritüellerine çok önem
verilir. Tasavvuf kültüründe de
çok belirgin olmasına rağmen,
Ender Saraç İle Sağlık Üzerine
82
biz her şeyi fast food yaptığımız
için maneviyatı da fast fooda
döndürdük. Burada dikkat edilmesi
gereken konu, bir fizyolojik
durumdan başka bir fizyolojik
duruma gerçerken, örneğin uyku
halinden uyanıklığa geçerken ya
da normal durup eşinizle birlikte
olurken veya tuvalete gittiğinizde
ya da normal durumdan
yemek yemeye geçerken gibi
durumlarda bütün fizyoloji değişiyor.
Araya bir “Es” koymakta
fayda var bu durumlarda. Bizim
inanç sistemimize göre Besmele
bir çilingir anahtar gibidir. Orada
yeni bir fizyolojik durum için
daha düzgün bir enerji kanalından
giriş yapmak için bir anahtari
şifre gibi bir şeydir. Tabii bunun
amacına ulaşması açısından dilin
söylemesi yetmez, kalbin de
bunu onaylaması gerekir. Besmeleyi
bir çilingir, bir anahtar olarak
kabul edersek şükür etmeyi
de bir şükran ve kapanış hareketi
olarak görebiliriz. Bizim hücrelerimiz
çok akıllı. Biz bunun farkında
değiliz. Beynimizin durumu,
enerji akışımız, zihnin gücü o kadar
etkiliyor ki fizyolojimizi... Stres
altında yemek yemek, sigara ile
yemek yemek, ayakta ve hızlı
yemek yemek, iyi çiğnemeden
yemek yemek ile bilinçli, şükrederek,
onun bir nimet olduğunu
bilerek, sakin bir şekilde, tadına
lezzetine vararak yemek çok çok
daha iyi. Tabi artık her şeyi çok
hızlandırdık, yemek yemek de
artık ağızdan içeri bir şeyler ittirmeye
döndü.
- Peki konusu açılmışken, tasavvufi
yaklaşımın fizyolojik
etkileri nelerdir?
Dr. Ender SARAÇ: Tasavvuf dergahlarında,
tekkelerinde şeyhten
sonra, en önemli kişi kimdir? Aşçıdır.
Yani yemeği pişiren kişidir.
Çünkü yemek o kadar önemli, o
kadar kutsal ki... O insanı besliyor,
bizim yakıtmız. Onun en iyi şekilde
yapılması lazım. O yüzden dervişler
alışverişe gittikleri zaman
düzgün ve helal hareket ederler.
Bence bir insanın sağlıklı olması
helal kazançla başlıyor. Helal
kazanç ile elde ettiğiniz parayla,
ona o pozitif enerjiyi vererek
yaptığınız alışverişten daha çok
fayda alırsınız. Sonrasında o helal
parayla alınan yiyecekleri uygun
bir şekilde, tazeliğine ve pişirme
şekline dikkat edilerek yapılan
yemeğe dönüştürme yöntemi
var. Ama bu yemeğe başlarken
genelde sağ elle ve saat yönünün
tersi yönünde ve doğal bir madde
ile –mesela tahta bir kaşıkladualarla
pişirilirmiş. Dua okurken
aslında oraya sürekli olarak bir
şifa, bir pozitif enerji yükleniyor.
O zaman bu zihin gücü ile yapılan
şeyler, şimdi nasıl renk moda
oldu, meditasyonlar, zihin teknikleri
moda oldu... Bunlar zaten
vardı. Yiyeceği kutsamak diyorlar
mesela bunlar hep zaten vardı.
Ha bir de şey var: “Ayyy ne iğrenç,
aynı tabaktan yiyorlar...”. Hayır, iğrenç
değil! Orada bir gelenek ve
kültür var. Orada tahta kaşığın dış
kısmıyla alıyorlar, iç kısmı dudakların
ucuna değdirerek yiyorlar.
Böylece aslında kimsenin salyası
kimseye değmiyor. Bu sayede
herkes ortak enerjiyle, paylaşarak
yiyorlar ve hak da geçmiyor.
- Yapılan diyetlerde zihin
gücünün etkisi nelerdir
peki? Ne kadar kuvvetli bir
etkisi vardır?
Dr. Ender SARAÇ: Kesinlikle zihin
gücü direkt olarak fiziğimizi etkiler.
Her şey kuantum düzeyinden
çıkar. Bir silsile vardır burada. Her
şey önce zihinde başlıyor, sonra
düşünceye dönüşüyor ve düşünce
de maddeye dönüşüyor. Biz
kolumuzu ‘pat’ diye kaldırmıyoruz.
Önce zihin diyor ki bu kolu
kaldır, biz sonra kaldırıyoruz. Do-
83
Ender Saraç İle Sağlık Üzerine
layısıyla önce olumlu düşünmek
çok önemli. Bu devirde kolay değil
tabi. Çünkü negatif enerji ve onun
temsilcisi olan, istediğiniz ismi
koyabilirsiniz, şeytan da diyebiliriz,
müthiş kuvvetli. O da vesvese
adını verdiğimiz bir virüs bulaştırıyor
ve sizin normal zihin işleyiş ve
akışınızı bozuyor ve sizin de olumsuz
üşünerek olumsuz eylemin
gerçekleşmesini sağayabiliyor. O
yüzden ısrarla hep olumlu düşünmeye
gayret edip, sevgi kutbunda
kalmak çok önemli. Bu her şeyde
geçerli olan bir şey.
- Hocam renklerin de öneminden
bahsediyorsunuz.
Bunu biraz açmanız mümkün
müdür?
Dr. Ender SARAÇ: Şimdi şöyle,
dünya neden siyah beyaz değil?
Allah neden renkleri yaratmış?
Hiçbir şey nedensiz yaratılmaz.
Mesela, arılar sadece mor ötesini
görebiliyor. Biz morun ötesini
göremiyoruz ama arı sadece mor
ötesini görebiliyor. Bazı canlılar
sadece kızıl altını görüyor, biz göremiyoruz.
Biz o kadar egosantriğiz
ki sadece kırmızı ve mor arasındaki
skalaya var diyoruz çünkü
o kadarını görüyoruz. Gerisini yok
sayıyoruz. Böyle bakınca da biz
belli başlı gökkuşağı renklerini
görebilyoruz. Kırmızıdan başlayıp
morda biten sklaya hakimiz.
Bunların nedeni de var. İnsanın 7
enerji merkezi var. Kırmızı daha
hayvani şehvetli mesela şeklinde.
Ama en ulvi olan renk ise mor.
Taş yani. Kafanın üzerindeki renk.
Burada 4. enerji merkezimiz kalp
olan yerde. Bu enerji merkezimizin
rengi ise yeşil. O yüzden mesela
yeşillikler kalbe iyi gelir. Kalp
çakrasının rengi yeşildir. Bundan
dolayı İslamiyet’te yeşil ve mor da
kullanılmıştır. O da en ulvi boyutumuza
hitap eden renktir.
- Zemzem suyu konusuna
da değinelim. Doktorlar çok
fazla içilmemesini tavsiye
ediyorlar?
Dr. Ender SARAÇ: Zemzem’in en
büyük özelliği alkali oluşu. Çünkü
Ph derecesi 8… Hatta bazen 8’den
de yüksek. Dolayısıyla çok güçlü
bir alkali su. Siz sürekli yürüyorsunuz
ve ayaklarınızda laktik asit
birikiyor, yorgun oluyorsunuuz.
Zemzem kuvvetli alkali özelliği
ile buna iyi geliyor ve tok tutuyor.
Ben zemzemi çok içerim, gayet
de iyi gelir. Bana iyi geliyor en
azından.
- Doğru bir dua pozisyonu
var mıdır? Böyle bi şeyden
bahsedebilir miyiz?
Dr. Ender SARAÇ: Bence kulun
Allah’a en yakın olduğu an secde
halidir. Doğru dua pozisyonu kişinin
kendisini en iyi hissettiği pozisyondur.
Fizyolojik olarak böyle
kesin doğrusu olan bir tanımdan
bahsedemeyiz.
- Vejetaryenlik ve veganlık
son zamanlarda moda olmaya
başladı. Vegan ya da
vejetaryen olarak sağlıklı
beslenmek mümkün müdür?
Bu konu ile ilgili düşünceniz
nedir?
Dr. Ender SARAÇ: Esasında biraz
zor ama saygı da duyuyorum.
Neden? Çünkü çok fazla et yedi.
Bugün global ısınmanın en büyük
nedeni, özelikle büyük baş hayvanların
çıkardığı gazlar. Dolayısıyla
eğer dünyada herkes daha
az et yiyip daha çok sebze meyve
bakliyat tüketse zaten global
ısınma büyük ölçüde düzeliyor. 1
Ender Saraç İle Sağlık Üzerine
84
dönüm yer, arazi bir vejetaryeni doyurabilirken,
çok etobur kişi için 22
dönümlük arazi olması gerekiyor.
Yani ekolojik düzen için çok fazla,
gereğinden fazla et ve hayvansal
gıda yiyoruz. O yüzden felsefe olarak
veganlara ve vejetaryenlere
saygım var, felsefe olarak çok güzel
ama Kur’an’da bununla ilgili şöyle
buyuruluyor. “Allah’ın size helal kıldıklarını
kendinize haram kılmayın.”
Ben 22 yıl vejetaryendim, sırf bu
ayet yüzünden et yemeye başladım
ki bu ayete karşı durmayalım.
- Eklemek isteidğiniz bir şey
var mıdır?
Dr. Ender SARAÇ: Son olarak ‘sağlıklı
yaşam’ vesaire diyoruz tabi
ama değişmeyecek olan tek gerçek
ölüm. Biliyorsunuz ezanı okunmadan
kılınan tek namaz, cenaze
namazıdır. Neden? Çünkü doğduğumuzda
sağ kulağımıza ezan, sol
kulağımıza kamet okundu. Ve Allah
boyutunda, o boyutta zaman yok.
Şu an hepimizin cenaze namazı
kılınması içn bekleniyor. Hepimizin
ezanı ve kameti okundu. Bunu
unutmayalım. Herkes cenaze namazına
hazır mı? Değişmeyecek
tek gerçek olan ölüm. Bu dünya
bu boyut esasında yok, burası bir
barkovizyon alanı, bir transit yolcu
salonu. Buraya kendimizi çok kaptırmayalım.
Kul hakkı yemeden,
büyük günahları işlememeye çalışalım
ama insan olduğumuzu, mükemmel
olmadığımızı bilelim. Tövbe
edelim, her an ölümün kapıda
olduğunu unutmayalım. O yüzden
bu yazıyı okuyan herkese çok rahat
can vermelerini ve kitaplarının sağ
ellerine gelmesini temenni ederim.
Dr. Ender SARAÇ Kimdir?
M. Ender Saraç 1959 yılında İzmir’de doğdu. 1990
yılından bu yana Ayurveda çalışmaları yapan
Ender Saraç evli ve 3 çocuk babasıdır. İzmir’den
İstanbul’a geldiği ilk yıllarda Nükhet Duru ile beraber
UNİFORM Sağlık ve Estetik Merkezi’nde
çalıştı. Daha sonra Türkiye’nin ilk Doğal Tıp ve Estetik
Merkezi olan Hay Sağlık Merkezi’ni 1994’te
kurdu ve genişleterek bugüne kadar geldi. Ayrıca
Türkiye’nin ilk Doğal Arınma Merkezi olan
Ulus’taki Doğa Arınma Merkezi’nin de kurucularındandır.
EĞİTİM
• Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mezunu
• T.C. Sağlık Bakanlığı Aile Hekimliği Uzmanı
• İsviçre, Hollanda, Almanya ve Hindistan’da
Ayurveda eğitimi ve sertifikası Türk Akupunktur
Derneği’nden Sağlık Bakanlığı
onaylı Akupunktur Eğitimi ve Sertifikası
• T.C. Sağlık Bakanlığından onaylı Estetik Medikal
Hekimliği Eğitimi ve Sertifikası
• Türk Tabipler birliğinden alınan İş Yeri Hekimliği
Eğitim ve Sertifikası
KİTAP KÖŞESİ
Reis Bey
Necip Fazıl KISAKÜREK
Kitabın ana karakteri Reis Bey, bir ağır ceza reisidir.
Ömrü otel odalarında geçmiş, yapyalnız ve tuhaf bir
adam. Taş kalpli bir kanun tatbikçisi... Onun nazarında
merhamet, idamlık bir suçtur ve “cemiyette bir ferdi
korumak için bin kişiye idam gömleği giydirmekten
kaçınmamalıdır.” Günün birinde, annesini öldürdüğü
iddiasıyla huzuruna çıkarılan bir gencin idamına karar
verir. Artık olaylar çok farklı gelişecek ve Reis Bey’in buz
gibi iç dünyası müthiş bir sarsıntıyla yerle bir olacaktır...
Bu Ülke
Cemil MERİÇ
“Bu ülke”, Cemil Meriç’in “aynı kaynaktan fışkırdılar”
dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. “Bir çağın,
daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakimize
vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek,
Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları
yıkmak” isteği Cemil Meriç’in düşünme ve yazma
çabasına her zaman yön vermiştir. “Bu Ülke”, bu
isteğin belki de en fazla berraklaştığı eseridir.
Ah Endülüs
Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA
Kalbin Sesi
Mustafa KUTLU
İslam Tarihi konusundaki çalışmalarıyla tanınan ve
bugüne kadar binlerce okuyucuya tarihi sevdiren Prof. Dr.
İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınlarından çıkan eserinde,
Endülüs Emevileri’ni konu ediniyor. Ah Endülüs adıyla
yayımlanan kitap, okuyucuyu hem İspanya’da hem de
Endülüs tarihinde gezintiye çıkararak, bu günkü Endülüs’le
tarihi arasında bağlantı kurmamızı kolaylaştırıyor.
Gün gelir hakikate giden yola barikatlar kurulur. Bu defa
sorulan soru şudur: ‘Ne yapmalı?’
Önce niyet edeceğiz, ardından kalbin sesine uyarak
sonsuzluğa yöneleceğiz. Üç hakîmin hükmünde hata
aranmaz: Kalbin, kaderin, ölümün.
Aramak vazifedir. ‘Aramakla bulunmaz fakat bulanlar
ancak arayanlardır’ denilmiş. İnanmak ve sevmek şart…
Arayışta esas olan samimiyettir.
MANŞETLERİN DİLİNDEN
12 EYLÜL 1980
İŞKENCELERİN VE UTANÇ SAHNELERİNİN DARBESİ: 12 EYLÜL
DARBE DÖNEMİ MANŞETLER
BULMACA
88