02.02.2014 Views

22. ULUSAL BÄ°YOKÄ°MYA KONGRESÄ° 22th NATIONAL ...

22. ULUSAL BÄ°YOKÄ°MYA KONGRESÄ° 22th NATIONAL ...

22. ULUSAL BÄ°YOKÄ°MYA KONGRESÄ° 22th NATIONAL ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

CONTENTS<br />

<strong>22.</strong> <strong>ULUSAL</strong><br />

BİYOKİMYA KONGRESİ<br />

27 - 30 Ekim 2010, Eskişehir<br />

22 th <strong>NATIONAL</strong><br />

BIOCHEMISTRY CONGRESS<br />

27 - 30 October 2010, Eskişehir<br />

YER ALDI⁄I<br />

‹NDEKSLER<br />

[INDEXED BY]<br />

Türk Biyokimya Derne€i’nin yay›n organ›d›r.<br />

[Published by the Turkish Biochemical Society]<br />

2010<br />

Cilt [Volume] 35<br />

Özel Sayı [Special Issue] 1<br />

SCI Expanded,<br />

Journal Citation<br />

Reports/Science<br />

Edition,<br />

Chemical<br />

Abstracts,<br />

Directory of Open<br />

Access Journals,<br />

Index Copernicus,<br />

Embase, Scopus,<br />

Ulakbim Türk T›p<br />

Dizini, Ulrichís<br />

Periodical<br />

Directory,<br />

EBSCO<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

SAHİBİ ve YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

[OWNED and PUBLISHED BY]<br />

Nazmi Özer<br />

nozertbd@gmail.com<br />

YARDIMCI EDİTÖRLER<br />

[ASSOCIATE EDITORS]<br />

N. Leyla Açan<br />

nla@hacettepe.edu.tr<br />

Ergun Karaağaoğlu<br />

ekaraaga@hacettepe.edu.tr<br />

A. Kevser Pişkin Özden<br />

kpiskin@hacettepe.edu.tr<br />

Frank Vella<br />

f.vella@sasktel.net<br />

ÖZEL SAYI EDİTÖRLERİ<br />

[EDITORS OF THE SPECIAL ISSUE]<br />

Leyla Açık<br />

leylaacik@gmail.com<br />

Okhan Akın<br />

dr.okhanakin@gmail.com<br />

Ayşe Bilgihan<br />

ayseb@gazi.edu.tr<br />

Güler Buğdaycı<br />

gbugdayci@gmail.com<br />

Günnur Dikmen<br />

gunnur@hacettepe.edu.tr<br />

Nazmi Özer<br />

nozertbd@gmail.com<br />

Gül Saydam<br />

gsaydam@yahoo.com<br />

Mehmet Şeneş<br />

mehmetsenes@gmail.com<br />

Doğan Yücel<br />

doyucel@yahoo.com<br />

CİLT<br />

[VOLUME]<br />

35<br />

SAYI<br />

[NUMBER]<br />

ÖZEL SAYI 1<br />

[SPECIAL ISSUE 1]<br />

www.turkjbiochem.com<br />

BAŞ EDİTÖR<br />

[EDITOR-in-CHIEF]<br />

Yahya Laleli<br />

editor@turkjbiochem.com<br />

TEKNİK EDİTÖRLER<br />

[TECHNICAL EDITORS]<br />

Ebru Bodur<br />

bodurebru@yahoo.com<br />

Özlem Dalmızrak<br />

ozlemdalmizrak@gmail.com<br />

Aylin Sepici Dinçel<br />

asepici@yahoo.com<br />

Elvan Laleli-Şahin<br />

elvan@duzen.com.tr<br />

Samiye Yabanoğlu<br />

samiye@hacettepe.edu.tr<br />

Selçuk Tunalı<br />

tunali@hacettepe.edu.tr<br />

K. Okhan Akın (etik)<br />

dr.okhanakin@gmail.com<br />

YIL<br />

[YEAR]<br />

2010<br />

YAZI İŞLERİ<br />

[CORRESPONDENCE]<br />

Nermin Şahan<br />

Türk Biyokimya Dergisi, Hirfanlı Sokak 9/3<br />

Gaziosmanpaşa 06700 Ankara<br />

Tel: +90 312 447 0997 Fax: +90 437 9819<br />

submission@turkjbiochem.com<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi Özel Sayısı [22st National Biochemistry Congress Special Issue]<br />

Eskişehir, 27-30 Ekim 2010 [27-30 October, 2010]<br />

Üç ayda bir yayınlanır. Hakemli, Açık Erişim (Open Access) bir dergidir<br />

Özel sayılar dışındaki tüm sayılar sadece elektronik olarak yayınlanır.<br />

Yayın tarihleri: Mart-Haziran-Eylül-Aralık<br />

BİLİMSEL DANIŞMA KURULU<br />

[SCIENTIFIC ADVISORY BOARD]<br />

Nursabah Bascı (TR)<br />

Cumhur Bilgi (TR)<br />

Pika Mesko Brguljan (SI)<br />

Anyla Bulo-Kasneci (AL)<br />

Georghe Benga (RO)<br />

Adlija Causevic (BA)<br />

Nurten Dikmen (TR)<br />

Guy Dirheimer (FR)<br />

Miral Dizdaroğlu (US)<br />

Mustafa B. A. Djamgoz (UK)<br />

Georgy D. Efremov (MK)<br />

Joan Guinovart (ES)<br />

Mustafa Gültepe (TR)<br />

Gökhan Hotamişlıgil (US)<br />

Ivan G. Ivanov (BG)<br />

Baysal Karaca (TR)<br />

Levent Karaca (TR)<br />

Michael Karin (US)<br />

İrfan Küfrevioğlu (TR)<br />

Semra Koçtürk (TR)<br />

Valentina Koloska (MK)<br />

Nada Majkic-Singh (RS)<br />

Taner Onat (TR)<br />

İ. Hamdi Öğüş (TR)<br />

[Peer reviewed open access journal, published quarterly.<br />

This Journal is published only on-line with the exception of the special issues.]<br />

[Publication dates: March, June, September, December]<br />

Asım Örem (TR)<br />

İnci Özer (TR)<br />

İsrael Pecht (IL)<br />

Danica Popovic-Pribilovic (ME)<br />

Demetrios Rizos (GR)<br />

George Russev (BG)<br />

Fahri Saatçioğlu (NO)<br />

Aziz Sancar (US)<br />

Muhittin Serdar (TR)<br />

Engin H. Serpersu (US)<br />

Önder Şirikci (TR)<br />

Emin Sofic (BA)<br />

Ana Stavljenic-Rukavina (HR)<br />

Uğur Sezerman (TR)<br />

Adam Szewczyk (PL)<br />

Bolkan Şimşek (TR)<br />

Ajlan Tükün (TR)<br />

Kamen Tzatchev (BG)<br />

Hamdi Uysal (TR)<br />

Müjdat Uysal (TR)<br />

A.Süha Yalçın (TR)<br />

Doğan Yücel (TR)<br />

Donald Wiebe (US)<br />

YERALDIĞI İNDEKSLER<br />

[INDEXED BY]<br />

SCI Expanded, Journal Citation Reports/Science Edition, Chemical Abstracts, Directory of<br />

Open Access Journals, Index Copernicus, Embase, Scopus, Ulakbim Türk Tıp Dizini, Ulrich’s<br />

Periodical Directory, EBSCO<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İçindekiler<br />

Contents<br />

Hoşgeldiniz Mesajı<br />

Destekleyen Kuruluşlar<br />

Komiteler<br />

Bilimsel Program<br />

27 Ekim 2010, Çarşamba<br />

28 Ekim 2010, Perşembe<br />

29 Ekim 2010, Cuma<br />

30 Ekim 2010, Cumartesi<br />

Davetli Konuşmac› Özetleri<br />

Sözlü Sunum Özetleri<br />

Poster Özetleri<br />

Sergiye Kat›lan Firmalar›n Listesi<br />

Firmalar<br />

Stand Planı<br />

Welcome Letter<br />

Sponsor Companies<br />

Committees<br />

Scientific Program<br />

27 October 2010, Wednesday<br />

28 October 2010, Thursday<br />

29 October 2010, Friday<br />

30 October 2010, Saturday<br />

Abstracts of Invited Lectures<br />

Abstracts of Oral Presentations<br />

Poster Abstracts<br />

List of the Companies with Stand<br />

Companies<br />

Stand Area<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Hoşgeldin Mesajı<br />

Değerli Katılımcılar,<br />

Sizlere 27 - 30 Ekim 2010 tarihlerinde Eskişehir Anemon Otel’de düzenlenen <strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya<br />

Kongresinin Özet kitabını Türk Biyokimya Dergisi’nin Cilt 35 Ek 1’i olarak gururla<br />

sunuyoruz. Bu verimli Kongre, değerli bilim insanlarının güncel klinik ve moleküler biyokimyadaki<br />

son gelişmeleri sunup tartışabilecekleri aynı zamanda biyokimyacılar için büyük<br />

önem taşıyan konuların inceleneceği bir platform oluşturmayı amaçlamaktadır.<br />

Açılış Dersi, Avrupa Klinik Biyokimya Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Ian Watson tarafından<br />

verilen “Zehirlenmiş Hastaya Laboratuvar Desteği‘’ konferansı ile başlayacaktır. Profesör<br />

Watson’ın vereceği ikinci konferans da “BT Negatif Subaraknoid Kanama Tanısında Ksantokrominin<br />

Önemi” konusundadır. Kongre’de ayrıca Avrupa Biyokimya Dernekleri Federasyonu<br />

(FEBS) Genel Sekreteri de FEBS’le ilgili bilgilere ek olarak “Aktifleştirici Reseptör<br />

Aracılığı ile Bağışıklık Sistemi Hücre Yanıtının Engellenmesi” konusunda bir konferans verecektir.<br />

Kongre’de, yakın zamanda aramızdan ayrılan, çalışmalarını enzimler konusunda derinleştirmiş<br />

olan, Prof. Dr. E. Ferhan Tezcan adına özel bir oturum düzenlenmiştir.<br />

Kongre’nin kapsamı onbir ana konu başlığı altında toplanabilir: Laboratuvar Yönetimi-1<br />

(Kalite ile ilgili kavramlar), Laboratuvar Yönetimii-2 (Klinik uygulama klavuzları), Vücut<br />

Sıvıları Analizi, Genel konferanslar, Kanser: Direnç Mekanizmaları ve Tedavideki Yeri, Biyokimya<br />

Eğitimi, Sağlıkta ve Hastalıkta Sialik Asit, Tıbbi Biyokimyada Özel Konular ve<br />

Uygulamalar, Koagülasyon ve Tıbbi Laboratuar, İştah Regülasyonu, Yağ Dokusu, Nütrisyon<br />

Tedavisi ve Tıbbi Laboratuar, Tiroid Paneli, Sözlü ve Poster Sunumları. Ayrıca, Kongre<br />

öncesinde “Prokaryotik ve Ökaryotik Hücrelere Gen Aktarımı” ve “Bilgisayar Uygulamalı<br />

Metot Validasyonu (Yöntem Geçerliliğini Kanıtlama)” çalıştayları da düzenlenmiştir.<br />

Bu Kongre bize, istenirse kırsal iç-batı Anadolu’da bile, Avrupa şehirlerinin güzelliğini aratmayan<br />

bir güzelliğin ve kültür şehrinin yaratılabileceğini göstermektedir.<br />

Saygılarımızla<br />

Welcome Letter<br />

Dear Participants,<br />

We are proud to present you this “Volume 35, Supplement 1” of<br />

the Turkish Journal of Biochemistry as the Abstract Book of the<br />

22 nd National Biochemistry Congress which is held on 27 - 30 October<br />

2010, in the Anemon Hotel, Eskişehir. This fruitful Congress<br />

aims at forming a platform where eminent scientists present and<br />

discuss recent advances in contemporary Clinical and Molecular Biochemistry as well<br />

as addressing issues of utmost importance to biochemists.<br />

Opening Conference “The Laboratory Support of the Poisened Patient” will be presented<br />

by the President of the European Federation of Clinical Biochemistry (IFCC), Prof. Dr.<br />

Ian Watson. Prof. Watson’s second conference subject is “Xanthochromia: Its Place in<br />

the Diagnosis of CT-Negative Sub-Arachnoid Haemorrhage”. Also, Federation of European<br />

Biochemical Societies (FEBS) General Secretary Prof. Israel Pecht will hold a<br />

conference on “Inhibiting Immune System Cells’ Response via an Activating Receptor”<br />

and present the latest information about FEBS.<br />

A special session of this congress is dedicated to the recently deceased Prof. E. Ferhan<br />

Tezcan who focused his studies on enzymes.<br />

The Congress topics may be grouped under eleven major areas: Laboratory Management-1<br />

(Terms of Quality), Laboratory Management-2 (Clinical Application Guidelines),<br />

Bodily Fluids Analysis, General Conferences, Cancer: Resistance Mechanisms<br />

and Their Role in Treatment, Biochemistry Training, Sialic Acid in Sickness and Health,<br />

Special Subjects and Applications in Medical Biochemistry, Panel on Thyroid, Oral and<br />

Poster Presentations. There will also be pre-congress workshops on “Gene Transfer to<br />

Procaryotic and Eucaryotic Cells” and “Computer Applied Method Validation (Proving<br />

Procedural Validity)”.<br />

This congress proves us that a city of such beauty and culture that is comparable to the<br />

best European cities can be created in the rural mid-west Anatolia.<br />

CONTENTS<br />

Best regards,<br />

Prof. Dr. Nazmi Özer<br />

Organizasyon Komitesi Başkanı<br />

Professor Nazmi Özer, PhD, M.S.<br />

President, Organizing Committee<br />

22 nd National Congress of Biochemistry<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SPONSOR<br />

Aşa€›da listelenen kuruluşlara katk›lar›ndan dolay› teşekkür ederiz.<br />

(We wish to express our thanks to the institutions listed below for their sponsorship)<br />

DESTEKLEYEN KURULUŞLAR<br />

Aşa€›da listelenen kuruluşlara katk›lar›ndan dolay› teşekkür ederiz.<br />

(We wish to express our thanks to the institutions listed below for their sponsorship)<br />

TÜB‹TAK – TÜRK‹YE B‹L‹MSEL VE TEKN‹K ARAŞTIRMA KURUMU<br />

CONTENTS<br />

ESK‹ŞEH‹R BÜYÜKŞEH‹R BELED‹YES‹<br />

ESK‹ŞEH‹R TEPEBAŞI BELED‹YES‹<br />

ACIBADEM LABMED SA⁄LIK H‹ZMETLER‹ A.Ş.<br />

ALGEN D‹AGNOST‹K MED‹KAL LTD. ŞT‹.<br />

AREN TIBB‹ C‹HAZLAR SAN.T‹C. ‹THALAT ‹HRACAT LTD.ŞT‹.<br />

AS‹S SA⁄LIK ÜRÜNLER‹ SAN.VE T‹C.LTD.ŞT‹.<br />

AYBER ‹NŞ. MED‹KAL SA⁄LIK H‹ZMETLER‹ ‹Ç VE DIŞ T‹C. LTD. ŞT‹.<br />

BECKMAN COULTER B‹YOMED‹KAL ÜRÜNLER‹ A.Ş.<br />

BETAMED TIBB‹ MALZEME ‹TH. ‹HR.TAAH. SAN. VE T‹C.LTD.ŞT‹.<br />

B‹OBAK LABORATUVAR MALZEMELER‹ SAN. VE T‹C. A.Ş.<br />

BİO-RAD LABORATUVARLARI<br />

B‹O-TEK 987 MED‹KAL C‹HAZLAR S‹STEM LTD. ŞT‹.<br />

CEYLAN MED TIBB‹ ÜRÜNLER ‹Ç VE DIŞ T‹C. PAZ. LTD. ŞT‹.<br />

D‹AS‹S D‹AGNOST‹K S‹STEMLER T‹C. VE SAN. A.Ş. (DDS)<br />

DOLUNAY TEKN‹K C‹HAZ VE ‹NŞ.SAN. VE T‹C.LTD.ŞT‹<br />

ENGİN TIBBİ ÜRÜNLER<br />

EKOLMED MED‹KAL<br />

ENG‹N TIBB‹ ÜRÜNLER VE LAB.MALZ.T‹C.LTD.ŞT‹<br />

KROS TEKNOLOJ‹K ÜRÜN.SAN.T‹C.A.Ş.<br />

MED-K‹M K‹MYA SANAY‹ VE T‹C. LTD. ŞT‹.<br />

PERA MED‹KAL T‹C. VE SAN.LTD.ŞT‹.<br />

RADMED SA⁄LIK ÜRÜNLER‹ VE C‹HAZLARI PAZ. ‹THALAT SAN. VE T‹C. A.Ş.<br />

RNA MOLEKULER B‹YOLOJ‹K ÜRÜNLER SAN.T‹C.LTD.ŞT‹<br />

ROCHE D‹AGNOST‹K S‹STEMLER‹ T‹C. A.Ş.<br />

SIEMENS HEALTHCARE D‹AGNOST‹K T‹C. LTD. ŞT‹.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

KURULLAR / COMMIITTEES<br />

Onursal Başkan/ Honorary President<br />

Şerafettin Özkurt<br />

DÜZENLEME KURULU / ORGANIZING COMMITTEE<br />

Başkan/President: Nazmi Özer<br />

II. Başkan / Vice President: Doğan Yücel<br />

Sekreter / Secretary: Günnur Dikmen<br />

Sayman / Treasurer: Mehmet Şeneş<br />

Üyeler / Members<br />

Leyla Açık<br />

Gül Güner Akdoğan<br />

K. Okhan Akın<br />

Güler Buğdaycı<br />

Ayşe Bilgehan<br />

Nurten Dikmen<br />

İ. Hamdi Öğüş<br />

Gül Saydam<br />

Arzu Seven<br />

BİLİMSEL TEKNİK KURUL / SCIENTIFIC TECHNICAL COMMITTEE<br />

Yahya Laleli<br />

N. Leyla Açan<br />

A. Kevser Pişkin Özden<br />

Ergun Karaağaoğlu<br />

Ebru Bodur<br />

Özlem Dalmızrak<br />

Aylin Sepici Dinçel<br />

Elvan Laleli Şahin<br />

Frank Vella<br />

Selçuk Tunalı<br />

Samiye Yabanoğlu<br />

DANIŞMA KURULU / ADVISORY BOARD<br />

Lale Afrasyap (MUĞLA), Kıymet Aksoy (ADANA), Yakup Alıcıgüzel (AN-<br />

TALYA), Arif Altıntaş (ANKARA), Zeki Arı (MANİSA), Aysel Arıcıoğlu<br />

(ANKARA), Çetin Aslan (MARDİN), Diler Aslan (DENİZLİ), Oktay Arslan<br />

(BALIKESİR), Abdulkerim Bedir(SAMSUN), Orhan Canbolat (ANKARA),<br />

Sevtap Bakır (SİVAS), Kadir Batçıoğlu (MALATYA), Aslı Baykal (ANTALYA)<br />

Kemal Baysal (GEBZE-TUBITAK), Nalan Bayşu (AFYON), Hakan Berkkan<br />

(İSTANBUL), Cumhur Bilgi (ANKARA), Zeliha Büyükbingöl (ANKA-<br />

RA), Ferda Candan (SİVAS), Naime Canoruç (DİYARBAKIR), Cemil Celik<br />

(MALATYA), Erol Çakır (EDİRNE), Sefa Çelik (AFYON), Abdurrahim<br />

Koçyiğit (HARRAN), Salih Cengiz (İSTANBUL), Erol Çakır (EDİRNE), Ömer<br />

Çolak (ESKİŞEHİR), Namık Delibaş (ANKARA), Süleyman Demir (DENİZLİ),<br />

Ediz Demirpençe (ANKARA), Orhan Değer (TRABZON), Melahat Dirican<br />

(BURSA), Altan Eraslan (KOCAELİ), Füsun Erciyes (İZMİR), Özcan Erel (AN-<br />

KARA), M.Kemal Erbil (ANKARA), Selma Süer Gökmen (TRAKYA), Mustafa<br />

Gültepe (İSTANBUL), Saadet Gümüşlü (ANTALYA), Koray Gümüştaş<br />

(İSTANBUL), Ömer Güzel (İSTANBUL), Münire Hacıbekiroğlu (İSTANBUL),<br />

Goncagül Haklar (İSTANBUL), Gülşen Hasçelik (ANKARA), Gülay Hergenç<br />

(İSTANBUL), Yeşim Özarda İlçöl (BURSA), Mine E. İnal (ESKİŞEHİR), Murat<br />

Kaçmaz (KIRIKKALE), Bünyamin Kaptanoğlu (DENİZLİ), Baysal Karaca<br />

(İZMİR), Levent Karaca (ANKARA), Zihni Karaeren (ANKARA), Hilal Karagül<br />

(ANKARA), Aslıhan Karul (AYDIN), Yüksel Koca (ANKARA), Macit Koldaş<br />

(İSTANBUL), Tülay Köken (AFYON), Abdurrahİm Koçyiğit (URFA), Şebnem<br />

Kösebalan (ANKARA), Mehmet Köseoğlu (İZMİR), İsmail Kurt (ANKARA),<br />

Naciye Kurtul (KAHRAMANMARAŞ), Sevinç Kuşkay (KOCAELİ), İrfan<br />

Küfrevioğlu (ERZURUM), İdris Mehmetoğlu (KONYA), A. Görkem Mungan<br />

(ZONGULDAK), Serpil Nebioğlu (ANKARA), Mehmet Nizamlıoğlu (KONYA),<br />

Sabahattin Muhtaroğlu (KAYSERİ), Fehmi Odabaşıoğlu (ERZURUM), İ. Hamdi<br />

Ögüş (ANKARA), Asım Örem (TRABZON), Tamer Onat (İZMİR), Banu Özvural<br />

(İZMİR), Hüseyin Özyurt (TOKAT), Aysun Pabuççuoğlu (İZMİR), Hatice<br />

Paşaoğlu (ANKARA), Ferhan G. Sağın (İZMİR), Muhittin Serdar (ANKARA),<br />

Zerrin Söylemez (GAZİANTEP), Yaşar Nuri Şahin (ERZURUM), Erdinç Serin<br />

(BOLU), Önder Şirikçi (İSTANBUL), Kadirhan Sunguroğlu (ANKARA), Eser<br />

Yıldırım Sözmen (İZMİR), Ramazan Şekeroğlu (VAN), Alaattin Şen (DENİZLİ),<br />

Mehmet Tarakçıoğlu (GAZİANTEP), Suna Türkoğlu (ANKARA), Gülberk Uçar<br />

(ANKARA), Hamdi Uysal (ANKARA), Hüseyin Avni Uydu (RİZE), Müjdat<br />

Uysal (İSTANBUL), İbrahim Ünsal (İSTANBUL), Muzaffer Üstdal (KAYSERİ)<br />

Gül Fatma Yarım (SAMSUN), Özlem Yavuz (BALIKESIR), Çiğdem Yenisey<br />

(AYDIN), Sembol Türkmen Yıldırmak (İSTANBUL), Gültekin Yücel (ANTA-<br />

LYA), Meral Yücel (ANKARA), Haydar Yüksek (KARS)<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 27 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

08:30-18:00 Kayıt<br />

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ BİYOLOJİ BÖLÜMÜ LABORATUARLARINDA<br />

09:00-16:00 Prokaryotik ve Ökaryotik Hücrelere Gen Aktarımı kursu<br />

Mesude İşcan, Leyla Açık<br />

MANİSA SALONU<br />

08:30-18:00 Kayıt<br />

09:00-16:00 Bilgisayar Uygulamalı Metot Validasyonu<br />

(Yöntem Geçerliliğini Kanıtlama) Kursu<br />

Kadir Okhan Akın, İ. Hamdi Öğüş, Muhittin Serdar,<br />

Mehmet Şeneş, Doğan Yücel<br />

CONTENTS<br />

16:15-16:30 Açılış Konuşması<br />

Nazmi Özer<br />

16:30-17:15 Açılış Konferansı<br />

Oturum Başkanı: Nazmi Özer<br />

The Laboratory Support of the Poisoned Patient<br />

Zehirlenmiş Hastaya Laboratuvar Desteği<br />

Ian Watson (President-Elect of EFCCLM)<br />

18:00-19:30 Açılış Kokteyli<br />

Haller Gençlik Merkezi<br />

(Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla)<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 28 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

09:00-11:00 Laboratuvar Yönetimi Paneli-1<br />

Oturum Başkanları: Naime Canoruç ve M. Baysal Karaca<br />

MANİSA SALONU<br />

09:00-11:00 Konferanslar<br />

Oturum Başkanları: Turgay İsbir ve Mine Erden İnal<br />

CONTENTS<br />

09:00-09:30 Laboratuvar Test Sonuçlarının Değerlendirilmesi ve Tıbbi Karar<br />

DüzeyiLaboratuvar Test Sonuçlarının Değerlendirilmesi ve<br />

Tıbbi Karar Düzeyi<br />

Yahya Laleli<br />

09:00-09:30 Apoptoz ve Anjiyogenez; Hiperforin ve Stabil Bileşeni Olan<br />

Aristoforin Olası Bir Antikanser Ajan mı?<br />

Çiğdem Yenisey<br />

09:30-10:00 Analitik Standardizasyon ve Uyum Çalışmaları<br />

Muhittin Serdar<br />

09:30-10:00 Memeli Sirkadian Sisteminde Tip60 Histon Asetil Transferaz<br />

Geninin Karakterizasyonu<br />

Harun Budak<br />

10:00-10:30 Ölçüm Belirsizliği ve İzlenebilirlik<br />

Goncagül Haklar<br />

10:00-10:30 Propolis: Biyolojik ve Tıbbi Özellikleri<br />

Orhan Değer<br />

10:30-11:00 Kalite Kontrolde Yeni Bir Yaklaşım<br />

Abdurahman Coşkun<br />

10:30-11:00 Hücre Kültüründe Temel İlkeler<br />

Ali Uğur Ural<br />

11:00-11:30 Kahve arası<br />

11:00-11:30 Kahve arası<br />

11:30-12:00 Prof. Dr. E. Ferhan Tezcan Oturumu<br />

Oturum Başkanı: N. Leyla Açan<br />

Akılcı Tasarım Yoluyla Enzim Mühendisliği<br />

Uğur Sezerman<br />

12:00-12:30 Ders / Konferans Tıbbi Laboratuvarlarda Biyoinformatik<br />

Uygulamaları<br />

Abdullah Olgun<br />

12:30-13:30 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

12:30-13:30 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

13:30-14:10 Inhibiting Immune System Cells’ Response via an Activating Receptor<br />

“Aktifleştirici Reseptör Aracılığı ile Bağışıklık Sistemi Hücre<br />

Yanıtının Engellenmesi”<br />

Israel Pecht, Israel<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 28 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

14:10-14:15 Salonlara dağılma<br />

14:15-15:45 Panel: Vücut Sıvıları Analizi<br />

Oturum Başkanları: Eser Sözmen ve Pernur Öner<br />

MANİSA SALONU<br />

14:10-14:15 Salonlara dağılma<br />

14:15-15:45 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Figen Zihnioğlu ve Ali Ünlü<br />

CONTENTS<br />

14:15-14:45 Xanthochromia: Its Place in the Diagnosis of CT-Negative<br />

Sub-Arachnoid Haemorrhage<br />

“Ksantokromi ve CT- Negatif Sub Araknoid Kanamanın<br />

Teşhisindeki Önemi”<br />

Ian Watson (President-Elect of EFCCLM)<br />

14:15-14:30 Emodininin MCF-7 ve MDA-231 Hücrelerinde Sitotoksisitesi ve<br />

Apoptozis Gen Ekspresyonları Üzerindeki Karşılaştırmalı Etkileri<br />

Elif Sakallı<br />

14:30-14:45 Radyoaktif Talyum-201’in İnsan Karbonik Anhidraz Enzim<br />

Aktivitesine Etkisi<br />

Murat Şentürk<br />

14:45-15:00 Bitki Fenolik BileşiklerininKaraciğer Glutatyon-S-Transferaz<br />

Aktivitesi Üzerine İn Vitro Etkileri<br />

Serdar Karakurt<br />

14:45-15:30 Vücut Sıvılarının Klinik Biyokimyası<br />

A. Görkem Mungan<br />

15:00-15:15 Nigella Sativa L’nin Broiler Piliçlerin Eritrosit Lipid<br />

Peroksidasyonu ve Redükte Glutatyon Düzeyleri Üzerine Etkisi<br />

Halil Özkol<br />

15:30-15:45 Tükürük Analizi ve Tıbbi Laboratuvar<br />

Güler Buğdaycı<br />

15:15-15:30 Organik Pestisid Spinosad’ın Oreochromis niloticus’da Böbrek<br />

Dokusunda İn Vivo Toksik Etkileri<br />

Petek Piner<br />

15:30-15:45 Çeşitli Kanser Tiplerinin Tedavisinde Bitki Kök Hücre<br />

Ekstraktlarının Kullanımı<br />

Şebnem Kavaklı<br />

15:50-16:15 Kahve arası<br />

15:50-16:15 Kahve arası<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 28 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

16:15-17:15 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Abdullah Tuli ve Nuriye Mete<br />

MANİSA SALONU<br />

16:15-17:15 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Fehime Benli ve Hüseyin Avni Uydu<br />

CONTENTS<br />

16:15-16:30 Glikoz, Fruktozamin, HbA1c ve İnsülin Ölçümlerinde Ölçüm<br />

Belirsizliği ve Referans Değişim Değeri<br />

Aylin Haklıgör<br />

16:15-16:30 Patates ADP-Glikoz Pirofosforilazın Heterotetramer<br />

Oluşumunun Ters Genetik ile Kararlı Hale Getirilmesi<br />

A. Bengisu Seferoğlu<br />

16:30-16:45 İnsan Semeninin İncelenmesi ve İşlenmesi İçin Dünya Sağlık<br />

Örgütü Laboratuvar Kılavuzunun (5. Baskı) Tanıtımı<br />

Türkan Atik<br />

16:30-16:45 Rhodobacter capsulatus’daki Aktif Sitokrom cbb3 Oksidaz I.<br />

Altünitede Korunmuş Glutamat Rezidüsüne İhtiyaç Duymaktadır<br />

Şükriye Er<br />

16:45-17:00 Sarkoidozlu Hastalarda Serum ve Bronkoalveolar Lavaj VCAM,<br />

E-Selektin ve L-Selektin Seviyelerinin Tayini<br />

Fevzi Nuri Aydın<br />

16:45-17:00 V. cholerae Bakterisinde Cry-DASH ve CPD Fotoliaz<br />

Proteinlerinin Mavi Işığa Bağlı Fotoliaz Geni Ekspresyonunda<br />

Rol Alması<br />

Onur Öztaş<br />

17:00-17:15 Periton Diyalizi Hastalarında Farklı Diyaliz Solüsyonlarının Lipit<br />

Peroksidasyonu ve Asimetrik Dimetilarjinin Seviyelerine Etkisi<br />

Ayfer Meral<br />

17.00-17:15 Yakın Lactobacillus Türlerinin 16S rRNA PCR-RFLP<br />

Metodu ile Ayrıştırılması<br />

Yasin Aydın<br />

18:15- 18:45 Oturum Başkanı: Orhan Değer<br />

18:15-18:45 Oturum Başkanı: Mustafa Kavutçu<br />

Tıbbi Biyokimya@Ege’nin Öyküsü: Tıp Eğitiminde Bir<br />

E-Öğrenme Aracı Olarak Blog Kullanımı<br />

Ferhan Girgin Sağın<br />

Elektron Hayattır; Bilim ve Bilim Felsefesine Bakış<br />

Orhan Canbolat<br />

Organizasyon komitesi “Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumlarına”<br />

ikramlarından dolayı teşekkür eder.<br />

Organizasyon komitesi “Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumlarına”<br />

ikramlarından dolayı teşekkür eder.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 29 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

09:00-11:05 Panel: Klinik Uygulama Kılavuzları ve Tıbbi Laboratuvar Yönetimi<br />

Oturum Başkanları: Arzu Seven ve Namık Delibaş<br />

MANİSA SALONU<br />

09:00-11:05 Kanser: Direnç Mekanizmaları ve Tedavideki Yeri<br />

Oturum Başkanları: Belkıs Aydınol ve Fatih Akçay<br />

CONTENTS<br />

09:00-09:30 Klinik Uygulama Kılavuzlarının Hazırlanma Süreci ve<br />

Laboratuvar Tıbbındaki Uygulamalar<br />

Diler Aslan<br />

09:00-09:25 Kanserde İlac Direncliliğinin Molekuler Mekanizmalari ve<br />

Direncliligin Geri Çevrilmesi<br />

Yusuf Baran<br />

09:30-10:00 Türkiye’de Ulusal Klinik Uygulama Rehberleri Alanındaki Gelişmeler<br />

Seda Usubütün<br />

09:25-09:50 Oksidatif Stres ve Apoptozis: Kanser Tedavisindeki Önemi<br />

Tomris Özben<br />

10:00-10:30 Tıbbi Laboratuvarlarda Kuruluş Ve İşletme Yönetimi<br />

Ömer Güzel<br />

09:50-10:15 Meme Kanserinde Glutatiyon S-Transferaz İnhibisyonu ve<br />

Apoptotik Mekanizmadaki Önemi<br />

Yasemin Aksoy<br />

10:30-11:00 Toplam Kalite Uygulamalarının Laboratuvara Etkileri:<br />

Zorunluluk mu, Gereklilik mi?<br />

Aysun Bay Karabulut<br />

10:15-10:40 Mikobakteri Hücre Duvarı Ekstrelerinin Yüzeyel Mesane<br />

Tümörü Tedavisindeki Olası Rolü<br />

N. Leyla Açan<br />

11:00-11:05 Tartışma<br />

10:40-11:05 Doğal Fenolik Bileşikler, Antikanser Özellikleri ve Kanser<br />

Kemoterapi İlaçları ile Etkileşimleri<br />

Haydar Çelik<br />

11:05-11:30 Kahve arası<br />

11:05-11:30 Kahve arası<br />

11:30-12:30 Biyokimya Eğitimi<br />

Oturum Başkanları: Ferhan Girgin Sağın ve Yavuz Silig<br />

11:30-12:00 AB Uyumlandırma Çalışmaları Çerçevesinde Tıpta Uzmanlık<br />

ve Doktora Eğitiminin Yeri<br />

İ. Hamdi Öğüş<br />

12:00-12:30 Avrupa doktora eğitimine kısa bir bakış<br />

Gül Güner-Akdoğan<br />

12:30-13:30 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

12:30-13:30 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 29 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

13:30-15:10 Tıbbi Biyokimyada Özel Konular ve Uygulamalar<br />

Oturum Başkanları: Nurten Dikmen ve Kemal Erbil<br />

MANİSA SALONU<br />

13:30-13:55 Panel: Sağlıkta ve Hastalıkta Sialik Asit<br />

Oturum Başkanları: Sevtap Bakır ve Ahmet Alver<br />

CONTENTS<br />

13:30-13:55 Kanserin Önlenmesi ve Tedavisinde Vitamin D’nin Rolü<br />

Aysel Kıyıcı<br />

13:30-13:55 Sialik Asitlerin Biyolojik Fonksiyonları<br />

Hamdi Uysal<br />

13:55-14:20 Dolaşımdaki Endotel Hücreleri ve Tıbbi Laboratuvar<br />

Mesude Yılmaz Falay<br />

13:55-14:20 Yaşlanma Sürecinde Sialik Asit<br />

Sabire Karaçalı<br />

14:20-14:45 İskemi Belirteçleri<br />

S. Caner Karahan<br />

14:20-14:45 Ateroskleroz Patogenezinde Sialik Asit<br />

Selma Süer Gökmen<br />

14:45-15:10 Adiponectin, Resistin, İnsulin Direnci ve Trans-Yağ Asitleri<br />

Arasındaki İlişki<br />

Mehmet Gürbilek<br />

14:45-15:10 Enflamasyon ve Sialik Asit<br />

Gülsen Yılmaz<br />

15:10-15:30 Kahve arası<br />

15:10-15:30 Kahve arası<br />

15:30-17:00 Panel: Koagülasyon ve Tıbbi Laboratuvar<br />

Oturum Başkanları: Cumhur Bilgi ve Sevgi Eskiocak<br />

15:30-17:00 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Yasemin Baskın ve Hakan Erbaş<br />

15:30-16:00 Pıhtılaşma Faktörleri, Kanın Pıhtılaşması ve Fibrinoliz<br />

Tuncer Çaycı<br />

15:30-15:45 Talasemilerin Prenatal Tanısında Moleküler Yöntemler Her<br />

Zaman Çözümleyici midir?<br />

Abdullah Tuli<br />

15:45-16:00 Kan Glikozu Ölçümünde Dört Farklı Hastane Kullanımına Uygun<br />

POCT Aletinin Yoğun Bakım Ünitesinde Değerlendirilmesi<br />

Ayşe Demir Weusten<br />

16:00-16:30 Koagülasyon Testleri<br />

Yasemin Gülcan Kurt<br />

16:00-16:15 Sıvı Kromatografi-Tandem Kütle Spektrometrik Yöntem ile<br />

Metilmalonik Asit Ölçümünün Optimizasyonu<br />

Merve Akış<br />

16:15-16:30 LC-MS/MS ile Tam Kanda Siklosporin, Takrolimus, Sirolimus<br />

ve Everolimusun Aynı Anda Tayini<br />

Emin Özgür Akgül<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 29 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

16:30-17:00 Koagülasyon Testlerinin Klinik Kullanımı<br />

Erdinç Çakır<br />

MANİSA SALONU<br />

16.30-16:45 Neopterin Ölçümünde HPLC Yöntemlerinin Karşılaştırılması<br />

Mehmet Agilli<br />

CONTENTS<br />

16:45-17:00 İnvazif Olmayan Prenatal Tanı: Dolaşımdaki Serbest Fetal<br />

DNA’da Paternal Mutasyonların Belirlenmesi<br />

Ebru Dündar Yenilmez<br />

20:30-23:30 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlaması / Gala Yemeği<br />

Anemon Hotel / Eskişehir Salonu<br />

20:30-23:30 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlaması / Gala Yemeği<br />

Anemon Hotel / Eskişehir Salonu<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 30 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

09:00-11:00 Nütrisyon ve Tıbbi Laboratuvar<br />

Oturum Başkanları: İdris Mehmetoğlu ve Lülüfer Tamer Gümüş<br />

MANİSA SALONU<br />

09:00-11:00 Genel Konferanslar<br />

Oturum Başkanları: Hatice Pınarbaşı ve Ali Türkan<br />

CONTENTS<br />

09:00-09:30 İştah Regülasyonu ve Tıbbi laboratuvar<br />

Özlem Gülbahar<br />

09:00-09:30 Farmakogenetik ve İlaç Advers Etkileri<br />

Bensu Karahalil<br />

09:30-10:00 Yağ Dokusu ve Adipokinler<br />

Serkan Tapan<br />

09:30-10:00 Metal Kirliliği, Fitoremediasyon ve Hiperakümülasyonun<br />

Moleküler Mekanizması<br />

Leyla Açık<br />

10:00-10:30 Nütrisyon Tedavisinin İzlenmesinde Tıbbi Laboratuvar<br />

Gül Saydam<br />

10:00-10:30 Alkanna Türlerinden Sitotoksik Etkinliği Yüksek Naftokinon<br />

Grubu Bileşiklerin Elde Edilmesi ve Etki Mekanizmaları<br />

Üzerine İleri Çalışmalar<br />

Erdal Bedir<br />

10:30-11:00 Nutrasötikler ve Kanser<br />

Aslıhan Avcı<br />

10:30-11:00 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Hatice Pınarbaşı ve Hilal Koçdor<br />

10:30-10:45 B12 Vitaminin H-Ras Aktif 5RP7 Hücreleri ile Etkileşimi<br />

H. Mehtap Kutlu<br />

11:00-11:30 Kahve arası<br />

11:00-11:30 Kahve arası<br />

11:30-12:00 Konferans<br />

Oturum Başkanı: Nazmi Özer<br />

Sarkopeninin Önlenmesinde Egzersizin Uyardığı Sinyal Yolakları<br />

Ali Haydar Demirel<br />

12:00 14:00 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

12:00 14:00 Öğle Yemeği / Firma Sunumları<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 30 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

14:00-15:30 Panel: Tiroid<br />

Oturum Başkanları: Serhat Tokgöz ve Jale Çoban<br />

MANİSA SALONU<br />

14:00-15:30 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Naciye Kurtul ve Erol Demirbilek<br />

CONTENTS<br />

14:00-14:30 Tiroid Hastalıklarında Tıbbi Laboratuvar<br />

Taner Özgürtaş<br />

14:00-14:15 Kanser Enerji Metabolizması: Meme Kanseri Hücrelerinde<br />

Pirüvat Dehidrogenaz Enzim Kompleksi, alfa-Ketogluterat<br />

Dehidrogenaz Enzim Kompleksi, İzositrat Dehidrogenaz ve<br />

Süksinat Dehidrogenaz Aktivitelerinin İncelenmesi<br />

Ali Türkan<br />

14:15-14:30 Nöroblastom’da p14ARF Metilasyonunun Minimal Rezidüel<br />

Hastalıktaki Rolü<br />

Zübeyde Erbayraktar<br />

14:30-15:00 Tiroid Hastalıkarında Klinisyenin Laboratuvardan Beklentisi<br />

Alper Sönmez<br />

14:30-14:45 Glioblastoma Tedavisinde Noskapin’in İmatinib Mesilat ile<br />

Kombinasyonu ve Yeni Kemoterapi Direnç Faktörü Olarak Midkin<br />

Mine Ergüven<br />

14:45-15:00 Akciğer Adenokanserli Hastaların Sağkalım Tahmininde p53,<br />

GSTpi, Kaspaz-3 ve BCL-2’nin Etkisi<br />

Murat Kılıç<br />

15:00-15:15 Olgu sunumu 1 (Tiroid)<br />

15:00-15:15 Endotoksinle Uyarılmış HUVEC Kültürlerinde NO, ADMA ve<br />

Homosistein İlişkisi<br />

Özge Tuğçe Paşaoğlu<br />

15:15-15:30 Olgu sunumu 2 (Tiroid)<br />

15:15-15:30 Deneysel Olarak Hipertiroidizm Oluşturulan Ratlarda Kafeik Asit<br />

Fenetil Ester’in Plazma Homosistein, Asimetrik Dimetilarjinin,<br />

Nitrik Oksit ve Lipid Profili Üzerine Etkilerinin Araştırılması<br />

Funda Karabağ<br />

15:30-16:00 Kahve arası<br />

15:30-16:00 Kahve arası<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BİLİMSEL PROGRAM - 30 EKİM 2010<br />

ESKİŞEHİR SALONU<br />

16:00-18:00 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Türkan Atik ve Halil Yaman<br />

MANİSA SALONU<br />

16:00-18:00 Sözlü Sunumlar<br />

Oturum Başkanları: Eser Kılıç ve Ahmet Kahraman<br />

CONTENTS<br />

16:00-16:20 Ankilozan Spondilit Hastalarında Serum ADMA, Arginin ve<br />

Sitrullin Seviyeleri<br />

Abdullah Sivrikaya<br />

16:00-16:20 Deneysel Diyabetde Döteryumu Azaltılmış Su Tüketiminin<br />

Eritrositler Üzerine Etkisi<br />

Arif Çolak<br />

16:20-16:40 Behçet Hastalarında Serum Arginin ve Arginin Türev Düzeyleri<br />

Hüsamettin Vatansev<br />

16:20-16:40 Astrosit-Nöron Laktat Mekik Modeli Hipoksik Durumda Nörona<br />

Daha Fazla Enerji Sağlamaktadır - Hesaplamalı ve Deneysel<br />

Paralel Çalışma<br />

Işıl Aksan Kurnaz<br />

16:40-17:00 Kombine İlaç Terapisi Alan Göğüs Kanserli Hastalarda Serum<br />

L-Karnitin ve Glutatyon S-Transferaz Düzeylerinin<br />

Mikrospektrofotometrik Olarak İncelenmesi<br />

Ebru Saatci<br />

16:40-17:00 Ultraviyole C’nin Ratlarda İndüklediği Apoptozis ve Oksidatif<br />

Strese Karşı Keten Tohumu Yağının (Linum Usitatissimum L.)<br />

Fotoprotektif Etkisi<br />

Yasin Tülüce<br />

17:00-17:20 Yağsız Sütün Konstipasyon Şiddet Testi, Motilinin, Açile ve<br />

Desaçile Ghrelin Konsantasyonlarına Etkisi<br />

Süleyman Aydın<br />

17:00-17:20 Çeşitli Kumarin Türevlerinin Antioksidan ve Radikal Tutucu<br />

Özelliklerinin İncelenmesi<br />

Özkan Danış<br />

17:20-17:40 Asetilsalisilik Asit (ASA)’nın Antihiperglisemik Etkinliğine<br />

Karşı Yeni Bir Yaklaşım<br />

Serkan Şen<br />

17:20-17:40 Yeşil Çay ve Kemik Metabolizması<br />

Nuriye Mete<br />

17:40-18:00 Madımak Bitkisi (Polygonum Cognatum Meissn) Ülseratif Kolit<br />

İçin Yeni Bir Tedavi Aracı Olabilir<br />

Özge Çevik<br />

17:40-18:00 Diyetle İndüklenmiş Obez Ratlarda Karaciğer ve Böbreklerin<br />

Ghrelin Salınımlarının Değişimi<br />

İbrahim Şahin<br />

18:00-18:30 Kapanış ve Ödül Töreni<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

CONTENTS<br />

DAVETL‹ KONUŞMACI<br />

ÖZETLER‹<br />

[ABSTRACTS OF INVITED<br />

LECTURES]<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Davetli Konuşmacı Özetleri İndeksi<br />

A<br />

N. Leyla Açan<br />

Leyla Açık<br />

Yasemin Aksoy<br />

Diler Aslan<br />

Aslıhan Avcı<br />

B<br />

Yusuf Baran<br />

Erdal Bedir<br />

Harun Budak<br />

Güler Buğdaycı<br />

F<br />

Mesude Yılmaz Falay<br />

G<br />

Selma Süer Gökmen<br />

Özlem Gülbahar<br />

Gül Güner-Akdoğan<br />

Mehmet Gürbilek<br />

Ömer Güzel<br />

H<br />

Goncagül Haklar<br />

Abstracts of Invited Lectures Index<br />

M<br />

A. Görkem Mungan<br />

O<br />

Abdullah Olgun<br />

İ. Hamdi Öğüş<br />

Tomris Özben<br />

Taner Özgürtaş<br />

P<br />

Israel Pecht<br />

U<br />

Ali Uğur Ural<br />

Seda Usubütün<br />

Hamdi Uysal<br />

W<br />

Ian Watson<br />

Ian Watson- 2<br />

Y<br />

Çiğdem Yenisey<br />

Gülsen Yılmaz<br />

CONTENTS<br />

C<br />

Orhan Canbolat<br />

Abdurahman Coşkun<br />

Erdinç Çakır<br />

Tuncer Çaycı<br />

Haydar Çelik<br />

D<br />

Orhan Değer<br />

Ali Haydar Demirel<br />

K<br />

Aysun Bay Karabulut<br />

Sabire Karaçalı<br />

Bensu Karahalil<br />

S. Caner Karahan<br />

Aysel Kıyıcı<br />

Yasemin Gülcan Kurt<br />

L<br />

Yahya Laleli<br />

S<br />

Ferhan Girgin Sağın<br />

Gül Saydam<br />

Muhittin Serdar<br />

Uğur Sezerman<br />

Alper Sönmez<br />

T<br />

Serkan Tapan<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

BURAYA BAŞLIK GELECEKTİR<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

27 Ekim 2010, Çarşamba /Açılış Konferansı<br />

Zehirlenmiş Hastaya Laboratuvar Desteği<br />

Ian D. Watson<br />

Consultant Biochemist and Toxicologist<br />

Department of Clinical Biochemistry, University Hospital Aintree, Lower Lane,<br />

Liverpool, L9 7AL, UK<br />

Zehirlenmiş hastanın hikayesinin alınması, muayene edilmesi, laboratuar ölçümlerinin<br />

yapılması ve olası ilaç derişimlerinin belirlenmesi gerekmektedir.<br />

Akut vakalarda zehirlenme şekli bilinmesine veya bazı kronik durumlarda zehirlenmeye<br />

neden olan ajana dair bilgi sunabilmesine rağmen vakanın geliştiği<br />

olay yerine giden acil servis elemanları veya olay yerinde bulunan kişilerden elde<br />

edilen bilgiler tanıya yardımcı olabilir. Dikkatli bir klinik inceleme de toksik<br />

ajanın ne olduğuna dair ipucu sunabilmektedir.<br />

Bazı biyokimyasal/hematolojik parametrelerin ölçümü ve incelenmesi ile alınan<br />

zehrin ne olduğu saptanabileceği gibi gözlenen metabolik anormallikler morbidite<br />

ve ölüm ile korele edilebilinir. Örneğin organofosfat zehirlenmesine klinik bulgular<br />

ile tanı koymak mümkün iken plazma kolinesteraz aktivitesinin değerlendirilmesi<br />

zehirlenme şiddeti ve uygulanacak müdahaleyi belirleme de rol oynar.<br />

Rutin biyokimya, hipokalemi ile birlikte gözlenen hiperglisemi, teofiline maruziyetin<br />

belirtisi olup müdahale gerekip gerekmediğini saptanmasında kullanılabilinir.<br />

İlacın derişimi sadece bazen maruziyet şiddetini belirlenmesinde yardımcı olur.<br />

Örneğin digoksin zehirlenmelerinde aktif ölçümler Fab varlığının belirlenmesinde<br />

yardımcı olabilir.<br />

Tarama yapılması çok tercih edilen bir yol olmamasına rağmen klinisyen ve toksikolog<br />

arasında konsensusa ulaşılması durumunda yapılabilinir. Bu sunumda<br />

zehirlenmenin türü ve şiddeti hakkında bilgi sağlayabilecek laboratuvar parametreleri<br />

ile şu anda Birleşik Krallık’ta sık ve nadir karşılaşılan bazı zehirlenme<br />

vakaları için geçerli olan kılavuz hakkında bilgi verilecektir.<br />

Laboratory Support of the Poisoned Patient<br />

Ian D. Watson<br />

Consultant Biochemist and Toxicologist<br />

Department of Clinical Biochemistry University Hospital Aintree<br />

Lower Lane, Liverpool, L9 7AL, UK<br />

The poisoned patient will require a history to be taken, examination, laboratory assessment<br />

and possibly measurement of drug concentrations.<br />

While the context of poisoning may be known in acute situations or occasionally<br />

chronic situations may provide evidence as to the causative agent, information obtained<br />

from friends or relatives at the scene or the emergency services attending the<br />

scene may add to that information. Careful clinical examination may give clues as to<br />

the toxic agent.<br />

Laboratory investigation and measurement of common biochemical/haematological<br />

parameters may provide indicate an underlying metabolic abnormality reflecting<br />

the poison taken but the morbidity and mortality may be correlated with the degree<br />

of metabolic abnormality e.g. organophosphate poisoning may present with clinical<br />

symptoms but the assessment of plasma cholinesterase will indicate the severity of<br />

poisoning and inform intervention.<br />

Routine biochemistry e.g. hypokalaemia in conjunction with hyperglycaemia may be<br />

an indication exposure to theophylline and the need for intervention. The concentration<br />

of the drug is only occasionally the measure of the severity of exposure; where<br />

active measures e.g. of digoxin to inform FAB may be helpful.<br />

Screening is rarely justified, but may be performed after detailed discussion between<br />

a senior clinician and the toxicologist.<br />

The presentation will discuss a range of laboratory parameters which can be abnormal<br />

in poisoning providing information on the severity and type of poisoning; the<br />

guidelines currently in use in the United Kingdom for turnaround from laboratories<br />

of commonly encountered drugs and also for specialist drugs will also be considered.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

28 Ekim 2010, Perşembe / Eskişehir Salonu<br />

Laboratuvar Test Sonuçlarının Değerlendirmesi ve Tibbi Karar Düzeyi<br />

Yahya R. LALELİ<br />

Evaluation of Laboratory Test Results and Clinical Decision Level<br />

Yahya R. LALELİ<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Düzen Laboratuvarlar Grubu, Ankara<br />

Laboratuvar test sonuçlarının değerlendirilmesi testin kullanılma gayesine göre<br />

tarama, tanı, takip ve risk belirleme gibi farklı nedenlere göre, farklı kavramlarda<br />

yapılmaktadır. HIV, gebelik testi gibi tanı testlerinde, taranan analit(ler)in belirli<br />

düzeyin üstünde olması tanıyı teyit ederken, tarama veya durum belirlemede<br />

yaş ve cinse bağlı olarak değişen referans aralığı (RA) kavramı kullanılmaktadır.<br />

RA kavramı ilgilendiğimiz toplumun sağlıklı/normal kabul edilen fertlerinden<br />

elde edilen veri dağılımının %2,5–%97,5 aralığı içinde kalan kesimi temsil eder.<br />

RA kavramında hastalığı temsil eden değer yoktur. RA, testin hastalığı belirleme<br />

gücünü, hassasiyetini göstermez. RA dışı değer ferdin, %95 ihtimalle normal<br />

olarak değerlendirilen toplumun dışında kaldığını gösterir.<br />

Test sonuçlarını değerlendirirken kullandığımız RA 2 ana kavramı, ferdin kendi<br />

içindeki biyolojik değişimini (FIBD) ve fertler arasındaki değişimi (FABD) içinde<br />

barındırmaktadır (Fraser CG. Biological Variation: From Principles to Practice,<br />

2001). “Ferde bağımlılık indeksi (individuality index)” dediğimiz bu FIBD/FABD<br />

oranı ne kadar 1’e yakınsa, verinin sağlık/hastalık durumunu ayırma yeteneği o<br />

denli yüksektir. Bu indeksin düşük olduğu durumlarda bir tek bu teste dayanarak<br />

klinik karar verme özelliği, bilhassa hudut değerler çerçevesinde düşüktür.<br />

Testin klinik olarak değerli düzeyini (Tıbbi Karar Düzeyi-TKD; clinical decision<br />

level veya “cut-off”) belirlemek için de testin çoklu değişik sonuçlarına göre<br />

hastalığı belirlemedeki hassasiyetine (sensitivite) ve özgüllüğüne (spesifisite)<br />

dayanan ROC eğrisinden faydalanılmaktadır. ROC eğrisinin sol üst köşeye en<br />

yakın mesafesi, eğrinin kırılma noktası, TKD seçilebilir. Testin hastalığı belirleme<br />

gücü için analitik hassasiyet ve özgüllüğe bağlı olan TKD’nin yanında hastalığın<br />

prevalansının da bilinmesi gerekir. ROC eğrisi ve altında kalan alan kavramı görsel<br />

bir yaklaşım olduğundan bazı kısıtlamaları da beraberinde taşır. Bu nedenle,<br />

DeBari karar düzeyinin hesaplanması için sonuç olasılığını değişkenlerin birincil<br />

ve ikincil türevleri alınarak belirleme yöntemini önermiş ve bu lojistik regresyon<br />

yönteminde (LoRe) belirsizliğinin daha az olduğunu göstermiştir (2006).<br />

Bu tarihten çok önce, Statland, test sonuç düzeyi ile “test sonuçlarının belirleyici<br />

gücü” arasındaki ilişkiyi görmüş ve “Clinical Decision Levels for Lab Tests” adlı<br />

Duzen Laboratories Group, Ankara<br />

Evaluation of laboratory test results differs according to the usage purpose of the test<br />

such as screening, diagnosis, follow-up or risk determination. In diagnostic tests such<br />

as HIV and pregnancy, if the level of screened analyte(s) is over a designated value,<br />

then diagnosis is confirmed. On the other hand, reference range (RR) concept, differing<br />

according to age and gender, is used in screening or determination of a condition.<br />

Reference range represents the healthy/normal individuals of population at interest<br />

whose data are within 2.5-97.5% of the distribution. In RR concept, there is not a<br />

value indicating the disease. RR indicates neither the predictive value nor the sensitivity<br />

of the test. A test result outside the RR indicates that the individual is out of range<br />

of the population considered as normal by 95% possibility.<br />

RR includes 2 main concepts: within- (WSBV) and between-subject biological variation<br />

(BSBV) (Fraser CG. Biological Variation: From Principles to Practice, 2001). As<br />

the ratio of WSBV/BSBV (individuality index) reaches to 1, the ability of the data<br />

to distinguish between the healthy and sick conditions increases. If this ratio is low,<br />

then clinical decision should not be based solely to that test, especially if the result is<br />

around lower or upper limits.<br />

ROC Curve, based on the sensitivity and specificity of laboratory test at varying levels<br />

of predictive value, can also be used for the determination of clinical valuable level<br />

(clinical decision level-CDL or “cut-off”) of the test. The closest point to the upper<br />

left corner of the ROC Curve, the breaking point of the curve, can be chosen as CDL.<br />

However, predictive value of the test is related to the CDL, which is based on analytical<br />

sensitivity and specificity, as well as prevalence of the disease. There exists some<br />

limitations since the concept of ROC curve and the area under it is a visual approach.<br />

To overcome this, DeBari recommended to determine the outcome probability based<br />

on the 1 st and 2 nd derivatives of the variables for the calculation of decision level and<br />

showed that this logistic regression method (LoRe) is more definite (2006). Long before<br />

that, Statland pointed out the relation between test result level and “predictive<br />

value of test results” and correlates the level with clinical value by categorizing the results<br />

into 5 consecutive levels (Clinical Decision Levels for Lab Tests, 1987, 2 nd ed.).<br />

Clinical decision levels are required for the determination of quality control perfor-<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

kitabında (1987, 2. baskı), sonuçları bir birini takip eden 5 ayrı düzeyde kategorize<br />

ederek, düzey ile klinik değer arasında bağ kurmuştur.<br />

Tıbbi karar düzeyleri, laboratuvar tanı testlerinin kalite kontrol performanslarının<br />

(%CV ve yanlılık) belirlenmesinde istenen noktalardır (Westgard QC, Medical<br />

Decision Levels).<br />

Test sonuçlarına göre karar oluşturmada yardımcı diğer yaklaşımlar arasında ferdin<br />

fiziksel verileri, ailevi riskleri ve ferdin yeni sonucunun varsa eski sonucundan<br />

biyolojik varyasyondan fazla farklılık gösterip göstermediği de bulunmaktadır.<br />

Laboratuvar test sonucunu çok değerli kılacak bu yaklaşımı “ferde yönelik laboratuvar<br />

hizmeti” olarak adlandırabiliriz.<br />

Bu sunuda test verilerinin değerlendirilmesi ve tıbbi karar düzeyi hakkında<br />

yukarıda verdiğimiz kavramlara açıklık getirilecek ve kendi uygulamamızdan<br />

örnekler verilecektir.<br />

mances (%CV and bias) of laboratory diagnostic tests (Westgard QC, Medical Decision<br />

Levels).<br />

Physical data of the individual, familial risks, and whether the change between the<br />

previous and present results of an individual is higher or not than the within-subject<br />

biological variation are among other approaches for establishing a decision based on<br />

test results. This approach, which will lead to high value test result, can be called as<br />

“individual oriented laboratory service”.<br />

In this presentation, above mentioned concepts on evaluation of laboratory test results<br />

and clinical decision level will be clarified and examples based on personal experience<br />

will be given.<br />

Referanslar/References:<br />

•.DeBari VA. (2006) Computation of decision levels from differentiated logistic regression<br />

probability curves. Ann Clin Lab Sci 36:194-200.<br />

•.Fraser CG. (2001) Biological Variation: From Principles to Practice. American Association<br />

for Clinical Chemistry, Inc, USA.<br />

•.Statland BE. (1987) Clinical Decision Levels for Laboratory Tests, Second Edition.<br />

Medical Economics Books, Oradell NJ USA.<br />

•.Westgard QC. Medical Decision Levels. www.westgard.com/decision.htm, son<br />

erişim/last accessed: 14-09-2010.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Analitik Standardizasyon ve Uyum Çalışmaları<br />

Muhittin A. SERDAR<br />

GATA Tıbbi Biyokimya AD, Ankara<br />

Standardizasyonda temel hedef, laboratuvar sonuçları arasında varyasyonun<br />

azaltılması ve mümkün olduğunca uyumlu sonuç üretilmesidir. Farklı kit, reaktif,<br />

cihaz, ortam ve personel kullanımı nedeniyle standardizasyonu sağlamak<br />

önemlidir ve oldukça zordur. Klinisyenler testlerin hangi laboratuvar veya<br />

metod ile ölçüldüğünü göz ardı eder ve direkt sonuçlar üzerine (özellikle klinik<br />

karar eşik düzeyine göre) yorum yapar ve rehber oluştururlar. Kanıta Dayalı Tıp<br />

uygulamalarının hergeçen gün öneminin artması ile bu durum daha da ön plana<br />

çıkmıştır.<br />

Standadizasyon çalışmaları ilk olarak 1958 yılında, Amerikada Ulusal Sağlık<br />

Enstitüsü’nün isteği üzerine, lipid ve lipoproteinlerin sonuçlarının uyumunu<br />

sağlamak, doğru ve stabil sonuç üretmek amacıyle başlamıştır. Ozellikle kolesterol<br />

ölçümünde 1947 lerde %23.7 olan hatalı sonuç 2000 li yıllarda %3 lere kadar<br />

düşürüldüğü gösterilmiştir. Bugun CDC sini benzer amaçlarla yürüttüğü 20 nin<br />

üzerinde çalışma bulunmaktadır. Bu amaçla gruplar dünya üzerinde referans laboratuvarlar<br />

kurarak rereferans metodlar ile refarans materyaller (primer, çalışma<br />

ve rutin uygulama kalibratörleri ve kontroller gibi) üreterek kitlerin gelişimini<br />

uyumunu sağlamayı hedeflemektedirler. Bugün rutin uygulamalarımızda çok az<br />

metod referans metoddur (Glukoz, total protein, AST, ALT, CK gibi). Özellike<br />

immunolojik testlerde referans metod ve materyal konusunda önemli problemler<br />

bulunmaktadır. Laboratuvar testleri ile ilgili olarak International for Research<br />

Materials and Measurements (IRMM) , National Institute of Standards and Technology<br />

(NIST) ve IFCC gibi kuruluşlar referans materyaller üretmektedir. Referans<br />

metodlar Bureau International des Poids et Measres (http://www.bipm.org/<br />

jctlm/) tarafında yayımlanmıştır.<br />

IFCC standardizasyon konusunda HbA1c, eGFR , idrar albumin ölçümlerinde<br />

ve uygulama alanlarında oluşturdukları kurullar ile önemli yol almıştır. Bu<br />

çalışmalardaki önemli ilerlemelerinin nedeni ise, ilgili dernekleri ve üretici firmalarla<br />

ile beraber çalışmaları olmuştur (özellikle National Kidney Disease Education<br />

Program). İlave olarak IFCC 2010 yılında kurduğu ‘Allowable Errors for<br />

Traceable Results’ çalışma grubu ile metod bağımsız hasta sonuçlarında uyumu<br />

artırmayı amaçlamışlardır. IFCC çalışma gruplarının çalışmaları, firmaların ürün<br />

geliştirmelerine katkılar sağlayacağı için firmalar tarafından da desteklenmektedir<br />

(!). Bu açıklamalardan da görülebileceği gibi metodların farklılığına bağlı<br />

Analitical Standardization<br />

Muhittin A. SERDAR<br />

Gulhane School of Medicine, Department of Clinical Chemistry, Ankara<br />

The main goal of standardization is to reduce or eliminate the variations amongst<br />

laboratory results and to obtain consistent results. Due to different kits, reagents,<br />

equipment, environment and staff, it is often difficult to achieve. Clinicians usually<br />

ignore which lab or methods are used to measure the test parameters and<br />

have comments on in-hand results (especially based on clinical decision threshold<br />

levels.) That situation has gained great importance because of the increase in<br />

evidence-based medicine applications.<br />

Standardization studies were firstly performed upon the request of American Institute<br />

of National Health in 1958 to provide harmony and to produce accurate and<br />

unchanged results amongst the analyses of lipids and lipoproteins. By this way, it<br />

was observed that the errors in cholesterol results were decreased to %3 in years<br />

of 2000s while it was %23,07 in 1947s. CDC has currently performed more than<br />

20 studies performed for the same purposes. Therefore, study groups throughout<br />

the world have established reference laboratories aimed to provide an harmony in<br />

developing kits by means of reference methods and reference materials including<br />

primary, study and routine calibrators and control materials. We have currently<br />

very few reference methods in our routine application (glucose, total protein,<br />

AST, ALT, CK). Immunological methods have especially some problems and<br />

lacks regarding reference method and reference materials.<br />

Some organizations like IRMM, NIST and IFCC have produced reference materials<br />

for laboratory tests. Reference methods were published by Bureou international<br />

des Poids at Measures.<br />

IFCC has obtained some developments in standardization of the measurements<br />

of HbA1C, eGFR and urine albumin and their applications by means of various<br />

Boards. The main reason of their progress on the subject is to work with related<br />

Associations and producing companies like National Kidney Disease Education<br />

Program. Additionally, this method aimed to increase the harmony between independent<br />

patient results by means of “ Allowable Errors for Traceable Results”<br />

working group established by IFCC in 2010. Studies of IFCC working groups<br />

have been also supported by companies because they have made contributions to<br />

the development of products by the companies (!). As seen in this paragraph, the<br />

studies working on alterations in patient results depending on the method differences<br />

are almost limited and newly performed. Because there are possibly finan-<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

hasta sonuçlarındaki değişimler ve bunların giderilmesine bağlı çalışmalar oldukça<br />

kısıtlı ve yenidir. Çünkü bu gibi çalışmalar genellikle bağımsız kurumlar<br />

tarafından yapılması nedeniyle finansman problemlerinden kaynaklandığı<br />

düşünülmektedir.<br />

Metod, üretici ve laboratuvar bağımsız hasta sonuçları ile ilgili uyum konusunda<br />

en önemli kaynaklarımız dış kalite kontrol çalışmalarının yıllık raporlarıdır ve<br />

konu ile ilgili sınırlı araştırmlardır. Ancak burada kalite kontrol materyallerinin<br />

matriks etkisi göz ardı edilmemelidir. Bu etkiden dolayı, gönüllü hasta ile yapılan<br />

çalışmaların daha değerli olduğu bilinmektedir. Hizmet veren laboratuvarlar<br />

arasındaki uyum çalışmaları gerek ülkemizde gerekse dünyada oldukça sınırlıdır.<br />

Bizim ve Türkiye’de yapılan diğer çalışmalara göz önüne alındığında özellikle<br />

uyum konusunda sorunlarımız olduğu gözlenmektedir. KBUD tarafından yürütülen<br />

Dış Kalite Kontrol Çalışması, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı<br />

tarafından yeni başlatılmaya çalışılan kalite kontrol serum üretimi ülkemizdeki<br />

standadizasyon çalışmalarına katkı sağlayan gelişmelerdir. Ancak Kalite Kontrol<br />

uygulamaları, İyi Laboratuvar Uygulamalarının ufak bir bölümünü oluşturur. Bu<br />

sorunun temel çözümü Laboratuvar Uzmanlarının konu hakkında etkin farkındalık<br />

sağlaması ve ‘Ne yapabilirim?’ sorusuna yanıt aramalarından geçmektedir.<br />

cial problems, these studies are generally performed by independent organizations.<br />

Annual reports of external quality control studies and very few numbers of related<br />

studies are the most important sources about harmonization related with the method,<br />

producer and laboratory independent patient results. However, matrix effect<br />

of quality control materials should not be neglected. Because of this effect, studies<br />

carried out with voluenteering patients are supposed as of great importance.<br />

Harmonization studies amongst routine laboratories are ratherly limited both in<br />

our country and in the world. When studies of our own and studies performed in<br />

Turkey are taken into consideration, it has been observed that there are still some<br />

problems regarding harmonization. Some of the studies in our country contributing<br />

the increase in standardization include External Quality Control Program<br />

by the Association of Clinical Biochemists (KBUD) and production of quality<br />

control sera recently started by the Refik Saydam Hıfzıssıhha Center. However,<br />

it should be noted that Quality Control Programs are very minor portion of Good<br />

Laboratory Practices. Main solution of this problem may be considered as to effectively<br />

increase the level of awareness of Laboratory Experts on that issue and<br />

to make them finding answers to the question “What Can I Do?”.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Ölçüm Belirsizliği ve İzlenebilirlik<br />

Goncagül HAKLAR<br />

Biyokimya Ab.D., Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

Klinik laboratuvarlar analitik yöntemlerinin kalite hedeflerini koyarak ve<br />

sürdürerek test sonuçlarının klinik amaca uygunluğunu güvence altına almakla<br />

sorumludur. Ölçüm belirsizliği ve izlenebilirlik tüm kantitatif ölçümlerin<br />

temel özelliğidir. Ölçüm belirsizliği tek ölçümün gerçek miktarın en iyi tahmini<br />

olarak değerlendirildiği, merkezde bu değerin yer aldığı kombine belirsizlik<br />

ile oluşturulan bir aralığın belirtildiği ve bir kapsama olasılığının da yer<br />

aldığı bir yaklaşımdır. Belli bir ölçüm yöntemi için belirsizliğin klinik olarak<br />

kabul edilebilen sınırlarda olması sonuçların uygun kalite ve güvenilirlikte<br />

olması anlamına gelir. İzlenebilirlik ölçüm sonucunu uzun süreli kullanımda<br />

olan kalibratörler gibi bir referans ile ilişkilendirirken ölçüm belirsizliğinide sonuca<br />

yansıtır. Laboratuvar tıbbında izlenebilirliğin amacı hasta sonuçlarını kabul<br />

edilen bir referans ile ilişkilendirerek onları ölçüm sistemleri, yer ve zaman<br />

açısından karşılaştırılabilir yapmaktır. Ölçüm belirsizliği hesaplamaları analitik<br />

yöntemin neyi ölçtüğünü tanımlayarak, analitik hedefini belirleyerek, test sonucuna<br />

ne kadar güvenilebileceğini öngörerek ve testing gelişimine katkıda bulunarak<br />

test sonuçlarının klinik amaca uygunluğuna katkıda bulunur. İzlenebilir<br />

ölçüm sonuçları yönteme ait referans aralıkları yerine genel olarak kabul gören ve<br />

kullanılan referans intervallerini tanımlamaya, kanıta dayalı tıp ile iyi laboratuvar<br />

uygulamalarını desteklemeye ve değişik çalışmalaradan elde edilen sonuçları<br />

birleştirerek tıbbi araştırmaları desteklemeye yardımcı olur. Ölçüm belirsizliği<br />

ve izlenebilirlik verilerinin test sonuçları ile birlikte rapor edilmesi laboratuvarın<br />

performansının artması ve hasta takiplerinin iyileştirilmesi açısından gereklidir.<br />

Uncertainty of Measurement and Traceability<br />

Goncagül HAKLAR<br />

Biochemistry Department, Marmara University, School of Medicine, İstanbul<br />

Clinical laboratories are responsible for ensuring that test results are fit for their<br />

clinical purpose by setting and maintaining the quality of their analytical methods.<br />

Uncertainty and traceability are fundamental properties of all quantitative<br />

measurements. Uncertainty of measurement approach considers a single measurement<br />

result to be the best estimate of the measured quantity, and centred on this<br />

the combined standard uncertainty provides an interval of values within which<br />

the true value of the measured quantity is believed to lie, with a stated coverage<br />

probability. It is important that the uncertainty for a given measurement procedure<br />

falls within clinically acceptable limits, so that results are of appropriate quality<br />

and reliability for patient management. Traceability relates a measurement result<br />

to a stated reference through an unbroken chain of calibrators, each of which<br />

may contribute a stated level of uncertainty to the final test result. The aim of<br />

traceability in laboratory medicine is to link measurement results from a patient<br />

sample to a commonly accepted reference, making them comparable across measurement<br />

systems, location, and time. The principles of estimating uncertainty of<br />

measurement contribute to ensuring test outputs are fit for their clinical purpose<br />

by defining what an analytical method measures, meeting a defined analytical<br />

goal, indicating the confidence that can be placed in a test result, and contributing<br />

to defining, monitoring and indicating where a test procedure may be improved.<br />

Traceable measurement results allow for definition of generally accepted and usable<br />

reference intervals, rather than method-specific reference ranges; application<br />

of consistent standards of medical care, best practice guidelines, evidence-based<br />

medicine, and laboratory medicine practice guidelines, and pooling and comparison<br />

of data from various studies to facilitate medical research and research translation.<br />

Indication of uncertainty of measurement and traceability together with<br />

test results should be considered to enhance laboratory performance and increase<br />

efficiency in patient monitoring.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Kalite Kontrolde Yeni Bir Yaklaşım<br />

İç ve Dış Kalite Kontrolün Birleştirilmesi<br />

Abdurrahman COŞKUN<br />

Acıbadem Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı,<br />

Maltepe, İstanbul<br />

A New Perspectve in Quality Control<br />

Combination of Internal and External Quality Control<br />

Abdurrahman COŞKUN<br />

Acıbadem University, School of Medicine, Biochemistry Department,<br />

Maltepe, İstanbul<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Kalite kontrol kurallarının temel amacı hastaların teşhis, tedavi ve takiplerinde<br />

kullanılan test sonuçlarının hızlı, doğru ve eknomik olarak sunulmasını sağlamaktır.<br />

Ancak günümüzde özellikle dış kalite kontrol uygulamalarında kabul görmüş bir<br />

standardizasyon henüz yok. Daha da önemlisi hem iç ve hem de dış kalite kontrolde<br />

farklı materyaller kullanılmaktadır. İç kalite kontrolün prosedürleri daha<br />

iyi bilinmekte ve uygulanmaktadır. Oysa dış kalite kontrolde ülkelere ve organizasyonlara<br />

göre değişen çok farklı uygulamalar ve prosedürler var. Uluslararası<br />

Laboratuvar Akreditasyon Kurumu (ILAC) bile minimum dört yılda bir veya<br />

her akreditasyon denetiminden önce dış kalite kontrol’ün yapılmasını önermektedir.<br />

Daha da önemlisi farklı organizasyonlar farklı değerlendirme yöntemleri<br />

kullanmaktadır ve aynı test sonuçları bir organizasyon tarafından geçerli kabu<br />

edilirken bir diğeri tarafından red edilebilmektedir. Tüm bu karmaşanın içinden<br />

çıkabilmek için iç ve dış kalite kontrol uygulamalarının tek çatı altında toplanması<br />

ve aynı numunenin hem iç ve hem de dış kalite kontrolde kullanılması çok yararlı<br />

olacaktır.<br />

Analizden kaynaklanan ve test sonuçlarını etkileyen iki tür hata bulunmaktadır:<br />

rastgele ve sistematik hatalar. Hasta odaklı kalite kontrolde bunları tek başına<br />

değerlendirmenin fazla bir yararı yok. Bunun yerine toplam hatanın hesaplanması<br />

test sonucunun doğruluğunu değerlendirmede daha uygun olacaktır. Bu da ancak<br />

hem iç hede dış kalite kontrolde aynı matrisli numunelerin kullanılmasıyla mükün<br />

olacaktır.<br />

Sonuç olarak, aynı matriksli numunelerin kullanılmasıyla analizden kaynaklanan<br />

toplam hatanın hesaplanması kolaylaşacağı gibi kalite kontrol standardizasyonunda<br />

da önemli bir aşama kat edilmiş olacaktır.<br />

The main purpose of quality assurance procedures is to ensure that test results are<br />

appropriate to maintain excellence in the diagnosis, monitoring, and treatment of<br />

disease. However, in current practice, no standardized procedure or frequency<br />

for the evaluation of methods exists, particularly in external quality assessment.<br />

Furthermore, different quality control materials are used for both internal and external<br />

quality assessment. Procedures of internal quality control are well known<br />

and documaned. However in external quality control there are different procedures<br />

and aplications which is varying according to countries and organizations.<br />

According to the International Laboratory Accreditation Cooperation (ILAC), the<br />

minimum frequency of proficiency testing is defined as one activity prior to granting<br />

accreditation and one activity relating to each major subdiscipline within 4<br />

years. Furhermore different organizations use different evaluation methods and a<br />

test result which is accepted by an organizations may be rejected by another one.<br />

To overcome these discrepancies we thought that the best way is to combine internal<br />

and external quality assessment using the same quality control material and<br />

the same working procedure.<br />

Analytical errors which effect test results have two main components: random<br />

(imprecision) and systematic (bias) errors. In a patient-based quality approach,<br />

random or systematic errors alone are not adequate and Instead, total error should<br />

be considered to evaluate the accuracy of the tests. This can be achived by using<br />

the same matrix samples for both internal and external quality assessment.<br />

In conclussion, we suggest that the strategy of using the same matrix samples for<br />

both internal and external quality assessment will facilitate the calculation of total<br />

errors and the standardization of quality control in clinical laboratories.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Prof. Dr. E. Ferhan Tezcan’ın Özgeçmişi<br />

Prof.Dr. E. Ferhan Tezcan 1940 yılında İstanbul’da doğdu.<br />

İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra<br />

1965 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi, Kimya<br />

Yüksek Mühendisliği Dalı’ndan mezun oldu. Aynı yıl<br />

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Bilim<br />

Dalı’nda asistan olarak çalışmaya başladı. 1968 yılında<br />

biyokimyada uzmanlık, 1969 yılında aynı alanda doktora<br />

derecesini aldı ve 1970 yılında öğretim görevlisi kadrosuna atandı. 1975 yılında<br />

doçent, 1981 yılında profesör oldu.<br />

1976-1981 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde<br />

Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1981’de Sağlık Bilimleri Fakültesi<br />

Dekanlığı’na seçildi. 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası ile bu fakültenin enstitüye<br />

dönüştürülmesinden sonra Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne atandı ve<br />

1982-1988 yılları arasında Enstitü Müdürlüğü görevini yürüttü.<br />

1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fakülte Kurulu tarafından Biyokimya<br />

Bilim Dalı Başkanlığı’na, 1983 yılında ise Biyokimya Anabilim Dalı<br />

Başkanlığı’na atandı ve bu görevini 2003 yılına kadar sürdürdü.<br />

Prof. Dr. E. Ferhan Tezcan biyokimya alanında 1969 yılından başlayarak lisans<br />

düzeyinde, 1972 yılından başlayarak da lisansüstü düzeyde dersler verdi ve<br />

sayısız öğrenci yetiştirdi. Başlıca çalışma konuları olan enzim saflaştırılması ve<br />

kinetiği idi. Bu alanda çeşitli ulusal projelere katılan Prof.Dr. E. Ferhan Tezcan,<br />

13 yüksek lisans, doktora ve uzmanlık tezine danışmanlık yaptı; 50’nin üzerinde<br />

bilimsel makale yayınladı; ulusal ve uluslararası dergilerde editörlük ve hakemlik<br />

yaptı. 1989 yılında Avrupa Biyokimya Dernekleri Federasyonu FEBS’in 25.<br />

Kuruluş Yılı Ödülü’nü, 1994-1995 ve 1995-1996 akademik yılları için Hacettepe<br />

Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü aldı. Türk Biyokimya Derneği’nin kurucu<br />

üyelerinden olan Tezcan, 1976-1980 yılları arasında yönetim kurulu üyesi olarak<br />

görev yaptı.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

2007 yılında emekli olan Prof. Dr. E. Ferhan Tezcan, 2 Kasım 2009 tarihinde<br />

aramızdan ayrıldı. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Akılcı Tasarım Yoluyla Enzim Mühendisliği<br />

Uğur SEZERMAN<br />

Sabancı Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik Programı, İstanbul<br />

Enzimler çevreci nedenlerle yeşil teknolojilerin kulanılmasının zorunlu<br />

kılınmasından ötürü endüstriyel işlemlerde giderek daha fazla kullanılmaya<br />

başlanmıştır. Bu aşamada yaşanan en büyük sorun doğal ortamlarda bulunan<br />

enzimlerin yüksek pH ve yüksek ısı gibi zor endüstriyel koşullarda istenen aktiviteleri<br />

gösterememesidir. Bunların gerçekleştirilebilmesi için pek çok enzim<br />

mühendisliği yöntemleri geliştirilmiştir. Bu süreçte ki ilk aşama işlevi ve/veya<br />

çalışma koşulları değiştirilmek istenen enzimin 3 boyutlu yapısının belirlenmesidir.<br />

Proteinlerin üç boyutlu yapılarının sadece dizi bilgisinin kullanılarak belirlenmesi<br />

biyoinformatikteki en önemli ve zor problemlerden biridir. Yapının deneysel<br />

olarak belirlenmesi için X-ışını kristalografi ve Nükleer Magnetik Rezonans<br />

(NMR) gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bütün bu yöntemler emek yoğun<br />

ve masraflı olmalarından dolayı kullanımda sınırlı kalmışlardır. Bu yüzden proteinlerin<br />

yapılarının belirlenmesi ve işlev yapı ilişkilerinin bulunması için işlemsel<br />

yöntemlerin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu yöntemler, proteinlerin istenen etkiyi<br />

yaratmak için değişitirilmesinde kullanılacak ipuçlarının bulunmasını mümkün<br />

kılacaktır. Bu konuşma grubumuzda bu amaçla geliştirilmiş olan yöntemleri<br />

özetleyecektir. Bunlar yapı bulma algoritmaları, motif bulma algoritmaları ve belirlenen<br />

mutasyonların yapı ve fonksiyona etkisi belirlemek için kullandığımız<br />

Moleküler Dinamik (MD) ve Moleküler Mekanik (MM) algoritmalarını içermektedir.<br />

Geliştirdiğimiz yöntemlerin tüm uygulamaları lipazlar ve selülazların enzim<br />

mühendisliği yöntemleri ile değiştirilmesi üzerine verilecektir.<br />

Enzyme Engineering Using Rational Design<br />

Uğur SEZERMAN<br />

Sabancı Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik Programı, İstanbul<br />

Enzymes are frequently replacing the chemicals in industrial processes due to<br />

their environmental friendliness in green technology era. The biggest challenge<br />

at this level is the use of these natural enzymes in harsh conditions of industrial<br />

processes such as extreme pH and temperature at desired activity levels. Several<br />

enzyme engineering methods are being developed to realize this goal. The first<br />

step of the functional and/or working condition modification process is to determine<br />

the three dimensional structure of these enzymes.<br />

Determining the three dimensional structure of proteins starting from the sequence<br />

information only is one of the most challenging problems in bioinformatics. There<br />

are several experimental methods that are used to obtain the protein structure such<br />

as X-ray crystallography and NMR. All of these methods have their application<br />

limitations and they are not cost and labor effective. Therefore, there is an imminent<br />

need for computational methods to determine the protein structure and the<br />

rules governing the structure function relationship which will reveal clues about<br />

how the structure can be manipulated to create the desired impacts on the protein.<br />

This talk will focus on computational approaches we developed in our group to<br />

solve the protein structure determination problem and to understand the structure<br />

function relationship. These are three dimensional structure determination algorithms,<br />

functional motif finding algorithms and MD and MM methods we used<br />

to determine the impact of mutations on the protein’s stability and the function.<br />

All the applications of these methods will be on the use of these tools to enzyme<br />

engineering of lipases and cellulases.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tibbi Laboratuvarlarda Biyoinformatik Uygulamaları<br />

Abdullah OLGUN<br />

Biyokimya, Erzincan Askeri hastanesi, Erzincan<br />

Biyoinformatik, kompütasyonel biyoloji, sistem biyolojisi ve “-omiks” bilimlerindeki<br />

gelişmeler sayesinde laboratuvar tıbbı uygulaması dramatik şekilde<br />

değişmiş bulunmaktadır. Bu nedenle laboratuvar tıbbı alanında çalışanların bu<br />

yeni bilimlere ait kabiliyetlerle donanmaları gerekir. Hastalık mekanizmalarının<br />

daha iyi anlaşılması; tarama, tanı, takip, prognozun tahmini ve tedaviye yanıtın<br />

değerlendirilmesi için bu zorunludur. Sezgisel yaklaşımlar artık yeterli derecede<br />

tatmin edici sonuçlara ulaştıramamaktadır. İlgi alanına giren verilerdeki aşırı<br />

artışla ancak veri madenciliği ile baş edilebilir. Sadece kitapların ve literatürün incelenmesi<br />

yeterli olamayacağı için veritabanlarının derinlemesine analizi ile dizi<br />

hizalama, primer dizaynı, modelleme ve simülasyon, yüksek çıktılı veri inceleme<br />

gibi biyoinformatik uygulamalara tıbbi laboratuvar pratiğinin tüm seviyelerinde<br />

ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Bioinformatics Applications in Medical Laboratories<br />

Abdullah OLGUN<br />

Biochemistry, Erzincan Military Hospital, Erzincan<br />

Thanks to the developments in bioinformatics, computational biology, systems biology,<br />

and “-omics” sciences, the way of doing laboratory medicine has changed<br />

dramatically. Therefore, people in the field of laboratory medicine have to acquire<br />

the new skills concerning these sciences. This is almost mandatory for better<br />

understanding of disease mechanisms; detection of new molecular markers that<br />

can be used in screening, diagnosis, follow-up, estimation of prognosis and the<br />

response to treatment. Intuitive approaches do not result in satisfactory outcomes<br />

anymore. The huge increase of data to be dealt can only be managed by data mining<br />

techniques. The search of only textbooks and literature can not be sufficient,<br />

but an in depth analysis of databases and the use of bioinformatics tools such as<br />

sequence alignment, primer design, modelling and simulation, high throughput<br />

data analysis etc. can be required in all levels of medical laboratory practice.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Aktifleştirici reseptör aracılığı ile bağışıklık sistemi hücre yanıtının<br />

engellenmesi<br />

Anna ERDEI 1 and Israel PECHT 2<br />

1 Eötvös Lorand Üniversitesi, İmmunoloji Bölümü, Budapeşte, Macaristan, and<br />

2 , İmmunoloji Bölümü, Weizmann Enstitüsü, Rehovot, Israel.<br />

Inhibiting Immune System Cells’ Response via an<br />

Activating Receptor<br />

Anna ERDEI 1 and Israel PECHT 2<br />

1Dept.of Immunology Eötvös Lorand University, Budapest, Hungary, and<br />

2Dept. of Immunology, The Weizmann Inst.of Science, Rehovot, Israel.<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

B ve T hücrelerinden oluşan bağışıklık sistemi hücrelerinin antijen reseptörleri özgül<br />

antijenlerine bağlandıklarında kendilerine uyan hücreleri etkin kılar. Mast hücrelerinde<br />

bulunan IgE Tip-1 reseptör (FceRI) üzerine yaptığımız çalışmalarımızda,<br />

bu reseptörün aynı reseptöre yanıt olarak salgılama işlevini de düzenleyen/ inhibe<br />

eden bir işlevlerinin yetilerinin olduğunu belirledik. Kompleman sistemi bileşeni<br />

C3a’den köken alan peptitlerin mukoza tipi mast hücrelerinin Tip-1 reseptör (FceRI)<br />

aracılı degranülizasyonunu inhibe ettiği gösterilmiştir. Ayrıca doğal C3a7<br />

peptidi ve türevi C3a9 hem seröz hem de mukoza tipi mastositlerde yukarıda belirtilen<br />

uyarının güçlü birer inhibitörü olarak saptanmıştır. Bu peptitlerin FceRI<br />

uyarımlı membran-proksimal olayları inhibe ettiklerini gösterdik. Peptitler, FceRI<br />

b alt birimi, protein tirozin kinaz Lyn, fosforillenmesini ve sitoldeki serbest<br />

kaslsiyum seviyesinin geçici artşını baskılar. Ayrıca yanıtın geç dönemi de tümör<br />

nekrozis faktör-a salınmasının baskılanması ile gözlendiği şekilde inhibe olur.<br />

Farklı birbirinden bağımlı ve bağımsız yöntemler kullanılarak yapılan deneyler<br />

ile bu peptitlerin etkileşim bölgesinin FceRI b alt birimi olduğu saptanmıştır.<br />

Birlikte ele alındığında bu sonuçlar FceRI b alt biriminin düzenleyici rolüne sahip<br />

olduğunu kanıtlarken C3a dizinde birbirinden ayrı olarak “etkinleştirici” ve “inhibe<br />

edici” bölgelerin varlığına işaret eder. Her iki duruma yönelik yanıt fizyolojik<br />

koşullarda denge halindedir.<br />

Antigen receptors of the immune system cells, from the B- to the T-cell receptors<br />

are activating their respective cells upon binding specific antigens. In the frame of<br />

our studies of the Type-1 receptor for IgE (FceRI) on mast cells, we have resolved<br />

the capacity of this receptor to also produce a regulatory-inhibitory function of<br />

these cells secretory response to the same receptor. Peptides originally derived<br />

from complement component C3a were originally shown by us to inhibit the type<br />

1 Fce receptor (FceRI)-mediated degranulation of mucosal type mast cells. We<br />

have further shown that C3a7, a peptide with a natural sequence, and its modified<br />

derivative C3a9, are powerful inhibitors of the above response of both serosal<br />

and mucosal type mastocytes. We demonstrate that these peptides inhibit FceRIinduced<br />

membrane-proximal events: suppress phosphorylation of the FceRI b<br />

subunit, the protein tyrosine kinase Lyn, as well as the transient rise in free cytosolic<br />

Ca2+-level. We showed that also the late phase of response is also inhibited,<br />

as demonstrated by the suppression of tumor necrosis factor a (TNF-a) secretion.<br />

Experiments employing several different and independent methods provided<br />

evidence that the interaction site of these peptides is the FceRI b-subunit. Taken<br />

together these results establish the modulator role of the FceRI b-subunit and suggest<br />

presence of distinct “activating” and “inhibitory” motifs in the C3a sequence.<br />

Response to both is in balance under physiologic conditions.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Ksantokromi ve CT- negatif sub araknoid kanamanın<br />

teşhisindeki önemi<br />

Ian WATSON<br />

Consultant Biochemist and Toxicologist<br />

Department of Clinical Biochemistry<br />

University Hospital Aintree<br />

Lower Lane, Liverpool, L9 7AL, UK<br />

Sub-araknoid kanama (SAK) hastalar tarafından gökgürültüsü yada geçirdikleri en<br />

şiddetli baş ağrısı şeklinde tanımlanır. Sub-araknoid kanamanın saptanması genellikle<br />

bilgisayarlı tomografi (BT) kullanımı ile gerçekleştirilir. BT tekniklerinin<br />

gelişimi ile diyagnozda verim artmıştır. Bu sayede kanama sonrası ilk 24 saat<br />

içerisinde hastaların % 98’inde tanı koyulabilmektedir ki bu süreç içerisinde BT’<br />

de negatif bulgu veren SAK’lı hasta sayısı azdır. Ancak BT’de pozitif olarak gözlenen<br />

bulgular bu süreç sonrasında hızlı bir azalma gösterir. İlk hafta sonrasında bu<br />

hastaların sadece % 50’sinde BT ile pozitif tanı mümkün iken bu süre sonrasında<br />

tanı yüzdesi hızla düşüş göstermektedir. Ama kanama nedeni ile açığa çıkan Hem,<br />

intratekal olarak bilirubine dönüştürülür ki bu duruma da ksantokromi adı verilir.<br />

Daha önce beyin omurilik sıvısında (BOS) bilirubin varlığı görsel olarak saptanmakta<br />

olup tanı gözlemcinin görsel yetileri ile kısıtlanmış idi. Birkaç yüz<br />

hastanın değerlendirilmesi ile görsel yetilere oranla spektrofotometrik ölçümün<br />

BOS’ta bilirubin varlığının incelenmesinde çok daha etkin olduğu saptanmış ve<br />

bu konuda İngiltere’de bir kılavuz geliştirilmiştir. Tatminkar sonuç eldesi ve<br />

bilirubin ölçüm duyarlılığı için gereken kısıtlama ve önlemler ve diğer olası belirteçler<br />

araştırılmaktadır.<br />

Xanthochromia: its place in the diagnosis of CT-negative<br />

sub-arachnoid haemorrhage<br />

Ian WATSON<br />

Consultant Biochemist and Toxicologist<br />

Department of Clinical Biochemistry<br />

University Hospital Aintree<br />

Lower Lane, Liverpool, L9 7AL, UK<br />

Sub-arachnoid haemorrhage is typically characterised by the patient as a thunderclap<br />

or the worst headache ever. Detection of SAH is usually performed using<br />

CT and as CT techniques have improved the diagnostic yield has also improved<br />

so that following a bleed within the first 24 hours a 98% are detected by CT; so<br />

there are a small number of SAH positive patients in whom the CT is negative at<br />

this time. However positivity by CT falls after this time so that within a week it<br />

will be down to 50% positive, and falls off rapidly thereafter. However, the bleed<br />

will have resulted in the haem being released being converted intrathecally to bilirubin,<br />

this is xanthochromia.<br />

Historically bilirubin in CSF has been detected visually, this depends on the individual<br />

observer’s visual acuity. Guidelines issued in the UK following a review of<br />

several hundred patients found that variation in visual acuity resulted in positive<br />

patients being missed and that spectrophotometry was a far superior technique for<br />

examining CSF for bilirubin.<br />

The limitations and precautions required to obtain satisfactory results and the sensitivity<br />

specificity of bilirubin measurement and the options around other potential<br />

markers will be explored.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Vücut Sıvılarının Klinik Biyokimyası<br />

Ayça Görkem MUNGAN<br />

Tıbbi Biyokimya A.D., Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi,<br />

Zonguldak<br />

Clinical Biochemistry of Body Fluids<br />

Ayça Görkem MUNGAN<br />

Department of Medical Biochemistry, Karaelmas University, Faculty of Medicine,<br />

Zonguldak<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Bu sunumda, kan ve idrar dışındaki ter, BOS, amniyon sıvısı, tükrük, gözyaşı<br />

gibi vücut sıvılarının biyokimyası ve analiz yöntemleri anlatılacaktır. Bu sıvıların<br />

çoğu ilgili dokularda kanın ultrafiltrasyona uğraması ile oluşurken; bir kısmı<br />

da aktif transportla üretilir. Hastalıkların tanısı, seyri ve şiddetine bağlı olarak<br />

içerik ve hacimlerindeki değişiklikler kullanılarak önemli bilgiler elde edilmektedir.<br />

Matriks özellikleri de kan ve idrardan farklı olduğu için ölçümleri<br />

sırasında ve kalite kontrol uygulanmasında problemlere yol açar ve referans aralık<br />

oluşturulmasında da zorluk yaratır. Standart referans aralığın olmaması ve kalite<br />

kontrol zorluğu günümüz araştırmalarının kalite kontrol ve referans aralık üzerine<br />

yoğunlaşmasına neden olmuştur. Preanalitik hata açısından, örnek toplanmasının<br />

özellik gösterdiği daima akılda tutulmalıdır. Gelecekte proteomikler ve mass<br />

spektrometrik gibi teknolojilerin gelişimi ile vücut sıvılarının daha hassas, hızlı,<br />

doğru ve daha noninvaziv yöntemlerle incelenebilmesi bu belirteçlerin önemini<br />

daha da arttıracaktır.<br />

In this presentation, the biochemistry and analysis methods of body fluids as BSF,<br />

amnion fluid, saliva, eye drops except blood and urine will be explained. While<br />

some of these fluids are formed by active transport, most of them occur by ultrafiltration<br />

of blood in the related tissues. Significant information has been obtained<br />

by using the content and volume changes in relation with the diagnosis, process<br />

and severity of the diseases. As the matrix specifications are different from the<br />

blood and urine, problems arouse during measurement and quality control applications<br />

and development of reference range becomes complex. The absence<br />

of standard reference range and difficulty in quality control condensed the investigations<br />

on quality control and reference ranges. It must be always in mind that<br />

sample collection has specifity because of preanalytic error. In future, the quicker,<br />

exact, sensitive and more noninvasive examination of body fluids with the development<br />

of proteomitics and mass spectrometric technologies will increase the<br />

significance of these indicators.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tükürük Analizi ve Tibbi Laboratuvar<br />

Güler BUĞDAYCI<br />

Tıbbi Biyokimya, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu<br />

Kan hücresel ve kimyasal bileşenlerinin analizi, laboratuar tanı yöntemlerinde<br />

yaygın olarak kullanılmaktadır. Diğer biyolojik sıvılar da hastalık tanısında<br />

kullanılmaktadır. Tükürük kullanımı ise non-invaziv olarak ve sınırlı bir eğitimle<br />

bireysel olarak toplanabilmesi nedeniyle önerilmektedir. Tanı sıvısı olarak tükürük<br />

kullanımındaki ilerlemeler çağdaş teknolojik gelişmelerden belirgin olarak etkilenmektedir.<br />

Proteinler, genomikler, hormonlar, ilaçlar, metaller, patojenler, RNA<br />

ve DNA ölçümü serum bileşenleri ile karşılaştırıldığında; tükürüğün moleküler<br />

bileşenlerinin de geniş bir aralıkta ölçümü ve takibi mümkündür. Araştırma<br />

katılımcılarından çoğu durumda, pasif salya tekniği kullanılarak uyarılmamış<br />

tükürük örneği alınmaktadır. Pamuk bazlı emici materyallerin kullanımı tükürük<br />

yeterli örnek sağlamayı zorlaştırmasının yanı sıra çoğu tükürük belirteçlerinin immun<br />

deneylerini interfere etmektedir. Çoğu modern swaba pamuk yerine sentetik<br />

köpük bazlı materyaller kullanılmaktadır. Bazen emici materyal kullanımının<br />

sağlanması tercih edilebilmektedir. Tükürük hormon analizi, malign neoplazmlar,<br />

otoimmun hastalıklar, tedavi amaçlı ve yasadışı ilaç kullanımı takibi, infeksiyon<br />

hastalık tanısı ve adli tıp gibi laboratuar incelemeleri çoğu durumda zaten<br />

kullanılmaktadır. Tükürüğün kullanımı ile ilgili rahatsızlık veren şey ise biyolojik<br />

belirteç olarak plazma ile karşılaştırıldığında çoğu değer oldukça düşük düzeyde<br />

bulunmaktadır. Nanoteknolojideki gelişmeler bu durumu düzeltebilir.<br />

Salivary Analysis and Medical Laboratory<br />

Güler BUĞDAYCI<br />

Medical Biochemistry, Abant İzzet Baysal University, Bolu<br />

The most commonly laboratory diagnostic procedures involve the analyses of the<br />

cellular and chemical constitutes of blood. Other biologic fluids are utilized for<br />

the diagnosis of disease, and saliva offers some distinctive advantages. Whole<br />

saliva (mixed saliva) can be collected non invasively, and by individuals with<br />

limited training. Advances in the use of saliva as a diagnostic fluid have been<br />

tremendously affected by current techonological developments. For example the<br />

ability to measure and monitor a wide range of molecular components in saliva<br />

and compare them to serum components has made it feasible to study proteins,<br />

genomics, hormones, drugs, metals, pathogens, RNA, and DNA. In most circumstances,<br />

research participants can donate whole unstimulated saliva easily using<br />

the passive drool technique. Difficulty obtaining sufficient, saliva test volumes<br />

using cotton based absorbent materials, and the fact that cotton interferences in<br />

immunoassay of most salivary biomarkers. Most modern swab devices are no longer<br />

made of cotton; instead, they employ synthetic foam-based materials. In some<br />

situations, the preferred methods involve obtaining a sample using absorbent materials.<br />

In many situations, saliva already contributes for laboratory investigations,<br />

such as hormonal analysis, malignant neoplasias, autoimmune disease, pharmaceutical<br />

and illicit drugs monitoring, infectious disease diagnosis, and forensic<br />

medicine. An inconvenience in the use of saliva is the fact that concentrations of<br />

its biological markers are found in lower levels in comparison with plasma. The<br />

development of nanotechonology is improving this situation.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Tıbbi Biyokimya@Ege’nin Öyküsü: Tıp Eğitiminde Bir E-Öğrenme Aracı<br />

Olarak Blog Kullanımı<br />

Ferhan GİRGİN SAĞIN<br />

Tıbbi Kimya AD, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi , İzmir<br />

The Launch Story Of A Biochemistry Blog – Answers To Why, Tips For<br />

How…<br />

Ferhan GİRGİN SAĞIN<br />

Department of Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Ege University<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Blog (ağ günlüğü); \”web\” ve \”log\” kelimelerinin birleşmesinden oluşan bir<br />

kısaltmadır. Her türlü dosya paylaşımına, katılıma ve yoruma izin vermesi, çok teknik<br />

bilgi gerektirmemesi ve sık güncellenebilmesi nedeniyle sıklıkla kullanılagelmektedir.<br />

2009-2010 eğitim döneminde de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Kimya AD<br />

Uygulamaları’na destek olması amacıyla bir blog oluşturulmuştur. Blog, ücretsiz bir<br />

yazılım (www.blogger.com) kullanılarak hazırlanmış ve ilk olarak Ekim 2009’da<br />

yayınlanmıştır. Öğretim üyelerinin hazır bulunduğu bir oturumda, blog mantığı ve<br />

işleyişi öğrencilere tanıtılarak kullanımları özendirilmiştir. Her bir pratik öncesinde<br />

deneylere ait yönlendirmeler, güncellenmiş eğitim materyalleri, ödevler ve yapılması<br />

gereken hazırlıklar blogda yayınlanmıştır. Bloga ayrıca konularla ilgili önemli web<br />

sitelerinin ve kitap-yayınların link’leri de eklenerek konunun değişik kaynaklardan<br />

öğrenilmesi özendirilmiştir. İçerdiği yazılım aracılığıyla ziyaretçi sayısı, ziyaretçi<br />

profili, v.b. blogla ilgili istatistiki bilgilere de ulaşılabilmektedir. Ekim 2009’dan bu<br />

yana blogu 7 474 kişi ziyaret etmiştir. Bloga ilgi, pratiklerin yoğun olduğu dönemlerde<br />

anlamlı derecede yüksek olmuştur (2 468 kez/Ekim, 1 795 kez/Kasım). Blogun<br />

değişik sayfaları 21 708 kere ziyaret edilerek incelenmiştir (ortalama ziyaret süresi<br />

3.4 dakika). Öğrenci sayısı (n=362) ve pratik uygulama sayısı (n=12) göz önüne<br />

alındığında, blogun öğrenciler dışında da izlendiği açıktır. Bloga, bugüne dek, 31<br />

soru/yorum yazılmıştır. Başlangıçta öğrenciler bu konuda çekimser davranmışlardır,<br />

bu sorun blogu etkileşimli olarak kullanan öğrencilere sürpriz bir ödül verileceği<br />

duyurularak aşılmaya çalışılmıştır. Blog henüz uygulamasının ilk yılındadır, ancak<br />

uygulamanın öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında bir heyecan ve motivasyon<br />

yarattığı gözlemlenmiştir. Öğrencilerin sınıfa daha hazırlıklı gelmeleri, derse<br />

katılmayan öğrencilerin de blogu izleyebilmeleri önemli kazanımlardır. Gelecek için<br />

hedeflerimiz, bloga daha çok görsel materyal ve “online” egzersiz eklemektir.<br />

First year experience with the launch of a web log (MEDICAL BIOCHEMISTRY@<br />

EGE) as an innovative educational tool to support biochemistry practicals at Ege University<br />

Medical School is presented. The simplicity of creating, and publishing blogs<br />

made this tool an ideal venue for these purposes. The blog, prepared via a free blogging<br />

software (www.blogger.com) was launched in October 2009. An introductory session<br />

to clarify its facilities and also to encourage the usage was given. A week before each<br />

practical, updated material related to lab work, guidance on how the content will be<br />

covered, pre-lab assignments, etc. were announced. The blog incorporated links to<br />

that enabled student access to relevant materials. It also featured a hit counter. Since<br />

launch, there were 7 474 visits (2 468 visits/October and 1 795 visits/November) and<br />

21 708 page views. Considering the class size (n=362) and the number of practicals<br />

(n=12), the hit counter indicated that the readers are not only our students. We had 31<br />

posts with underutilization of the “comment and questions” feature at the beginning.<br />

A contest to choose the 5 most interactive blog user was announced after the second<br />

week, and students were encouraged to participate more. Although the launch of the<br />

blog is recent, this innovative tool created enthusiasm among students and faculty. It<br />

enabled students to come class prepared. An advantage that we had not foresee beforehand<br />

was communication with absent students. Our plans are to provide structured<br />

exercises to increase interaction and to include short audio or video segments.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

28 Ekim 2010, Perşembe / Manisa Salonu<br />

Apoptoz ve Anjiyogenez; Hiperforin ve Stabil Bileşeni Olan Aristoforin<br />

Olası Bir Antikanser Ajan mı?<br />

Çiğdem YENİSEY<br />

Apotosis and Angiogenesis; Are Hyperforin and It’s Stabil Derivate is<br />

Aristoforin Anticancer Agent?<br />

Çiğdem YENİSEY<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Biyokimya AD, AYDIN<br />

Apoptoz hücre sayısını kontrol eden ve hasarlı hücreleri yok eden bir proses olup,<br />

morfolojik ve biyokimyasal yönlerden hücresel nekrozdan farklıdır. Apoptozun en<br />

önemli yönü kanser tedavisinde kullanılabilir olmasıdır. Neoplazilerin birçoğunun<br />

ilerlemesi yeni kan damarlarının oluşumuna bağlı olup, bu proses anjiyogenez<br />

olarak adlandırılmakta olup, tümörden salgılanan faktörler ve matriks proteinleri<br />

yoluyla regüle edilmektedir. Anjiyogenezden sorumlu olan mekanizmanın<br />

tanımlanması ise tümörün ilerlemesi ve metastaz oluşumu hakkında değerli bilgiler<br />

sağlayabilmektedir. Anjiyogenez, kompleks bir proses olup, migrasyon, proliferasyon<br />

ve son olarak yeni kan damarlarının oluşumu ile sonuçlanmaktadır.<br />

.Hiperforin, St. John’s wort bitkisinde bulunan phloroglucinol derivatı olup, başlıca<br />

antidepresan etkisinin olduğu bilinmektedir. Son zamanlarda tümör hücrelerinde<br />

apoptozu indüklediği ve kanserin yayılımını ve metastaz oluşumunu inhibe ettiği<br />

gösterilmiştir. Hiperforin kültüre edilmiş endotel hücrelerinin büyümesini inhibe<br />

etmektedir. Matrigel üzerinde kapiller tüp formasyonunun hiperforin’in mikromolar<br />

konsantrasyonun bozulduğu saptanmıştır. Hiperforin’in in vivo anjiyogenezi<br />

ve in vitro olarak anjiyogenezin basamaklarını inhibe ettiği gösterilmiştir. Aynı<br />

zamanda, in vivo tümörün büyümesini herhangi bir toksik etki göstermeden inhibe<br />

etmekte ve antitümör aktivitesinin klinikte kullanılan bir ilaç olan paclitaxel<br />

ile mukayese edilebilir düzeyde olduğu saptanmıştır. Hiperforin saf halde ışığa<br />

ve oksijene karşı duyarlı olup, çözünürlüğü sulu çözeltilerde çok az olan bir maddedir.<br />

Bu nedenler terapötik olarak kullanımını sınırlandırmaktadır. Hiperforin’in<br />

derivatı olan maddenin tümör hücrelerinin proliferasyonu için daha etkili olduğu<br />

saptanmıştır. Bu bileşiklerden biri olan Aristoforin’in in vivo olarak antitümör<br />

aktivitesi olduğu gösterilmiş olup, kanser terapisinde klinik olarak kullanımına<br />

dikkat çekilmiştir. Aristoforin, hiperforin’in yüksek oranda stabil bir derivatı<br />

olup, aköz ortamda çözünürlüğünün daha fazla olduğu ve aynı zamanda hem in<br />

vivo ve in vitro olarak parental kullanımında antitümör aktivitesi gösterdiği rapor<br />

edilmiştir.<br />

Adnan Menderes University, Medice Faculty, Department of Biochemistry,<br />

Aydın<br />

Apoptosis is a process that regulates cell number or eliminates damaged cells,<br />

which differs morphologically and biochemically from cellular necrosis. An exciting<br />

aspect of apoptosis is that it can be utilized in the treatment of cancer. The<br />

progressive growth of most neoplasms is dependent upon the establishment of<br />

new blood vessels, a process named angiogenesis and regulated by tumor-secreted<br />

factors and matrix proteins. Defining the biologic mechanisms responsible for<br />

angiogenesis can provide valuable insights into tumor progression and the development<br />

of metastases. Angiogenesis is a complex process in which several key<br />

steps; migration, proliferation and finally differentiate to form new vessels.<br />

Hyperforin, a phloroglucinol derivative found in St. John’s wort related mainly<br />

to its antidepressant effects, has been reported recently to induce apoptosis in tumour<br />

cells and to inhibit cancer invasion and metastasis. Hyperforin inhibited the<br />

growth of endothelial cells in culture. Capillary tube formation on Matrigel was<br />

abrogated completely by addition of hypeforin at the low micromolar range. It is<br />

shown that hyperforin inhibits in vivo angiogenesis and is able to inhibit several<br />

key steps of angiogenesis in vitro. Also, it’s inhibit the growth of tumors in vivo<br />

without producing any overt toxicity, and its antitumor activity was determimed<br />

is comparable with that exerted by paclitaxel, a drug already in clinical use. As a<br />

pure compound, hyperforin is sensitive to light and oxygen, and it is also poorly<br />

soluble in aqueous solution. These factors are major limitations to its therapeutic<br />

use. Significantly, some of hyperforin derivatives are more potent in suppressing<br />

tumor cell proliferation. One of the compounds, which we named Aristoforin,<br />

also has potent antitumor properties in vivo, pointing to a possible clinical use<br />

in cancer therapy. It was reported that Aristoforin as a highly stable derivative of<br />

hyperforin that possesses enhanced solubility characteristics and retains the antitumor<br />

properties of the parental compound in vitro and in vivo.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Memeli Sirkadian Sisteminde Tip60 Histon Asetil Transferaz<br />

Geninin Karakterizasyonu<br />

Harun BUDAK<br />

Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji Bölümü,<br />

Atatürk Üniversitesi, Erzurum<br />

Characterization of Tip60 Histone Acetyltransferase Gene in<br />

the Mammalian Circadian System<br />

Harun BUDAK<br />

Science Faculty, Department of Molecular Biology and Genetics, Ataturk University,<br />

Erzurum<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

QMemelilerde, ventral hipotalamusun suprakiazmatik (SCN) çekirdeğin’de<br />

konumlanmış olan merkez ritim düzenleyici, sirkadian (~24 saat) ritimler ile<br />

davranış ve fizyoloji’yi kontrol eder. SCN saat ışık/karanlık döngüsünden gelen<br />

dışsal etkilerin retinadan yansıtılması vasıtası ile ayarlanır. Bu saat vücuda<br />

yayılmış olan periferal saatleri hormonal ve nöronal sinyaller ile senkronize<br />

eder. Moleküler düzeyde sirkadian saatler, saat genlerini içeren transkripsiyonel/<br />

translasyonel feedback döngüsü (TTLs) tarafından kontrol edilir. Bu proteinlerin<br />

ürünleri geribesleme ile kendi transkripsiyonlarını kontrol ederler. Asetilasyon<br />

ile saat proteinlerinin modifikasyonu, saat mekanizmasının salınımlarının devamı<br />

için kritik rol oynamaktadır. Histon asetiltransferaz (HATs) MYST protein ailesinin<br />

bir üyesi olan TİP60, metabolizmada DNA tamiri ve apoptozis gibi birçok<br />

fonksiyonu olduğu bilinmesine karşın sirkadian sistemdeki rolü hakkında bilinenler<br />

çok azdır. Sirkadian (TTLs) döngüsünün ana düzenleyici proteinlerinden biri<br />

olan cryptochrome 1 protein (CRY1)’i ile TİP60 proteinin ilişkisi, tarafımızdan<br />

gösterildi. SCN-spesifik Tip60 nakavt fareler ve Cry1-/-Tip60+/- ikili mutant<br />

fareler kullanılarak Tip60’nin sirkadian sistemdeki davranışsal düzenlemelerdeki<br />

fonksiyonel rolü araştırıldı. Elde ettiğimiz ilk datalara göre, sirkadian ritmin<br />

sürdürülebilmesi için Tip60’nin varlığının elzem olduğu önerildi.<br />

In mammals, a central pacemaker located in the suprachiasmatic nuclei (SCN) of<br />

the ventral hypothalamus, controls circadian (~24 hrs) rhythms in behavior and<br />

physiology. The SCN clock is entrained by the external light/dark cycle via direct<br />

projections from the retina. It synchronizes peripheral clocks throughout the body<br />

by both humoral and neuronal signals. On the molecular level, circadian clocks<br />

are governed by transcriptional/translational feedback loops (TTLs) involving a<br />

set of clock genes whose protein products feed-back on their own transcription.<br />

The modification of clock proteins via acetylation plays a critical role in maintaining<br />

the oscillation of the clock machinery. TIP60 is a member of the MYST family<br />

of histone acetyltransferases (HATs) with multiple functions in metabolism, DNA<br />

repair and apoptosis. However, little is known about its role in the circadian system.<br />

We show that TIP60 interacts with cryptochrome 1 protein (CRY1), which<br />

is one of the main regulators of the circadian TTL. We used SCN-specific Tip60<br />

knockout mice and Cry1-/-Tip60+/- double mutants to investigate the functional<br />

roles of Tip60 in circadian regulation of behavior. Our initial data suggest that<br />

Tip60 is essential for the maintenance of circadian rhythmicity.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Propolis: Biyolojik ve Tıbbi Özellikleri<br />

Orhan DEĞER<br />

Tıbbi Biyokimya, K.T.Ü, Tıp Fakültesi, Trabzon<br />

Propolis arılar tarafından toplanan çeşitli yapışkan bileşiklere (reçine) verilen<br />

isimdir. Bu bileşiklerin bir kısmı bitki sekresyonları iken bir kısmı da yaralardan<br />

çıkan bitki exüdalarıdır. Propolis, kovanı atmosfer elemanlarından korumak<br />

yanında bakteri, mantar ve virüs ataklarından da korur. Propolisin bileşimi<br />

oldukça karmaşıktır ve bitki orijinine göre değişiklik gösterir. Genellikle, %50<br />

reçine, %30 mum, %10 esansiyel ve aromatik yağlar, %5 polen ve %5 çeşitli diğer<br />

bileşiklerden ibarettir. Propoliste bulunan ana kimyasal sınıflar flavonoidler, fenolik<br />

ve çeşitli aromatik bileşiklerdir. Propolis, yüzyıllardır insanlar tarafından bilinmekte<br />

ve tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Son zamanlarda sağlığı düzeltmek ve<br />

hastalıkları önlemek amacıyla gıda ve içeceklerde kullanımı artmıştır. Dolayısıyla<br />

propolis fonksiyonel gıda,nutraceutical, dizayn edilmiş gıda , terapötik gıda olarak<br />

adlandırılmaktadır. Araştırma grubumuz son on yılda arı ürünleri (polen, propolis,<br />

arı sütü) ile çalışmaktadır. İlk çalışmamızda, polen ve propolis ekstraktları eritrositlerdeki<br />

lipid peroksidasyonunu inhibe etti.Miyeloid hücre serilerinde (HL-<br />

60), propolisin 6.25 ve 12.5 mg/ml konsantrasyonlardaki ekstraktlarının kaspaz-3<br />

aktivitesini arttırmak suretiyle apopitozisi indükleyebileceğini rapor etik. PMA<br />

(forbol miristat asetat) ile indüklenen izole PMN lökositlerde, akım sitometrik<br />

cellprobe testleriyle belirlenen solunumsal patlama aktivitesi ve PMN elastaz<br />

salınımı propolis konsantrasyonu arttıkça azaldı. Bir başka çalışmada da, K-562<br />

kanser hücre serilerinde solunumsal patlama propolis ekstraktları ile inhibe edildi.<br />

Diş hekimliğinde propolisin kullanımı ile ilgili çeşitli çalışmalar gerçekleştirildi.<br />

Propolisli ağız gargarası klorheksidinli kadar etkin bulunmamasına rağmen, insan<br />

gingival fibroblastlarına daha az sitotoksik etkide bulundu. Propolis,dentin hassasiyetinin<br />

giderilmesinde de etkin bir ajan olarak bulundu. Propolis çözeltilerinin,<br />

çıkmış dişler için en etkili saklama ortamı olduğu bulundu. PC-3 prostat<br />

kanseri serisinde,Nav 1.5 ve 1.7 voltaj kapılı sodyum kanalları (VGSC) mRNA<br />

ekspresyonlarının, propolisin dimetilsülfoksit ve su ekstraktları tarafından inhibe<br />

edildiği bulundu. Bu ekstraktların PC-3 serilerinde protein ekspresyon profillerini<br />

(proteomik) değiştirmek suretiyle antiproliferatif etkili olabilecekleri bulundu.<br />

Son çalışmamızda, propolisin fibroblast hücre kültüründe hidrojenperoksit ile<br />

oluşturulan DNA hasarını önleyebileceği COMET yöntemi ile gösterildi.<br />

Propolis: Biological And Medical Properties<br />

Orhan DEĞER<br />

Medical Biochemistry, Blacksea Technical University, Faculty of Medicine,<br />

Trabzon<br />

Propolis is the name given to various sticky substances (resins) which bees<br />

collect; some of these are plant secretions, and others are plant exudates from<br />

wounds. Propolis serves to protect bee hive from the elements of weather plus<br />

from attack by bacteria, fungi and viruses. The composition of all propolis is very<br />

complex, and varies according to the plant origin. In general, it is composed of<br />

50% resin, 30% wax, 10% essential and aromatic oils, 5%pollen, and 5% various<br />

other substances.The main chemical classes present in propolis are flavonoids,<br />

phenolics, and various aromatic compounds. Propolis has been known about and<br />

used by human beings for medicinal purposes for centuries ,and recently propolis<br />

has been extensively used in food and beverages to improve health and prevent<br />

diseases. Teherefore, propolis may be called as a functional food, a nutraceutical,<br />

a designed food, a therapeutic food. Our research group has been working on bee<br />

products (pollen,propolis,royal jelly) for about ten years. In the first study, pollen<br />

and propolis extracts inhibited lipid peroxidation in erythrocytes. In myeloid cell<br />

lines (HL-60), we reported that propolis may induce apoptosis by increasing caspase-3<br />

activity at 6.25 and 12.5 mg/ml concentrations. For isolated PMN leukocytes<br />

with PMA (phorbol myristate acetate) which induces respiratory burst, both<br />

respiratory burst and secretion of PMN elastase determined by flow cytometric<br />

cell probe tests decreased as propolis concentration increased. Also,in another<br />

study,respiratory burst within K-562 cancer cell lines was inhibited by propolis<br />

extracts.Various studies for use of propolis in dentistry were carried out. Mouthrinse<br />

containing propolis was not found as effective as mouthrinse containing<br />

chlorhexidine,but it was found to be less cytotoxic on human gingival fibroblasts<br />

than that of chlorhexidine. Propolis was found as an efective agent for dentine hypersensitivity.Propolis<br />

solutions were found to be more effective storage medium<br />

for avulsed teeth. mRNA expressions of voltage-gated sodium channels (VGSC),<br />

Nav 1.5 and 1.7,were found to be inhibited by dimethylsulfoxide (DMSO) and<br />

water extracts of propolis in PC-3 prostate cancer cell line. It was found that<br />

those extracts may have anti-proliferative activity through differentiating protein<br />

expression profile (proteomics) in PC-3 cell line. Finaly, propolis may prevent<br />

hydrogen peroxide-induced DNA damage determined by COMET assay in fibroblast<br />

cell lines<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Hücre Kültürünün Temel Prensipleri<br />

Ali Uğur URAL<br />

Hematoloji, GATA, Ankara<br />

Organ, doku ve hücrelerin büyüme faktörlerini, hücre besinlerini içeren media<br />

içerisinde, uygun sıcaklıkta ve bir inkübatörde yetiştirilmesine hücre/doku kültürü<br />

denir. Hücre kültürü ilk olarak 1907 yılında Ross Harrison tarafından kurbağa<br />

sinir hücresinin vücut dışında yetiştirilmesiyle başarılmıştır. O zamanlar hücre<br />

kültürü bir merak idi, ancak 1998’de tıbbın en iyi on keşfi arasında yer aldı. Kültür<br />

ortamında fibroblast gibi destek dokular, iskelet dokusu, deri, kemik iliği ve<br />

birçok tümör dokusu üretilebilir. Mekanik veya enzimatik olarak hücreler bir dokudan<br />

alınıp, bir kültür oramında büyütüldüklerinde buna primer kültür denir. Bunun<br />

yanında hücreler sınırsız sayıda pasajlanıp, uygun stabil fenotipini koruyor ve<br />

homojen bir hücre grubunu içeriyorsa buna da sürekli hücre dizisi denilmektedir.<br />

Hücre kültüründe teknik ilerlemeler ticari olarak büyüme medialarının temini, antibiyotiklerle<br />

kontaminasyonun kontrol edilmesi, hücreleri subkültür yapabilmek<br />

için tripsin’in kullanılması ve hava-temizleyici sistemlerin kullanıma girmesi ile<br />

mümkün olmuştur. Günümüzde hücre kültürü teknolojisi yeni ilaç etkilerinin belirlenmesi,<br />

aşı üretimi, kemik iliği gibi bazı hücrelerin farklılaştırılması, biyokimyasal,<br />

geneik ve üreme amaçlarıyla ve gen tedavisinde kullanılmaktadır.<br />

Basic Principles of Cell Culture<br />

Ali Uğur URAL<br />

Hematoloji, GATA, Ankara<br />

In vitro cultivation of organs, tissues, and cells, supplemented with a medium containing<br />

cell nutrients, growth factors using an incubator at defined temperature are<br />

collectively known as cell/tissue culture. Cell culture was first successfully undertaken<br />

by Ross Harrison by cultivating frog nerve cells in vitro in 1907. At that<br />

time, cell culture was a curiosity but in 1998, it was named as one of “medicine’s<br />

ten greatest discoveries”. Different types of cell are grown in culture including<br />

connective tissue elements such as fibroblasts, and skeletal tissue, skin, bone marrow<br />

and many types of tumor cells. Cells when mechanically or enzymatically<br />

removed from a tissue and plated on suitable culture environment, are called as<br />

primary culture. Moreover, populations of cells that can be passaged indefinitely<br />

and express reasonable stable phenotype and contain homogenous cell population<br />

are known as continuous cell line. The technical improvements in cell culture<br />

made by commercially available of media, control of contamination with antibiotics,<br />

use of trypsin to remove adherent cells to subculture, and the use of clean-air<br />

equipment. Today, cell culture technology has been used to determine the effects<br />

of new drugs; vaccine production; differentiation of some cells such as bone marrow;<br />

biochemical, genetic, and reproductive purposes; and gene therapy.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Elektron Hayattir; Bilim ve Bilim Felsefesi<br />

Orhan CANBOLAT<br />

Temal Bilimler, Gazi Üniversitesi, Ankara<br />

Bilgi karakteri itibariyle insan tarafından üretilen ve tüketilendir.” Bilgi ” tarifi<br />

tanımı oldukça geniş bir yelpazeyi içerir ve içerisinde metafizik ve fizik bilgi<br />

kavramlarını taşır. “Bilimsel bilgi” tarifi ise tanımlamayı oldukça daraltmakta ve<br />

elde edilen bilgiyi tamamen doğa bilimleri ve insan aklının üretebileceği bilgi<br />

ile sınırlandırmaktadır. Bilimsel bilgiyi üreten “bilim” ise olguya ve mantıksal ,<br />

seçici , genelleyici , eleştirel temellere dayanır . Bu tip bir bilimin ürettiği bilgiyi<br />

“bilimsel bilgi “diye tanımlayabiliriz . Bilgi üretim yolları sosyolojik , kültürel<br />

karakter taşıdığı için belli bir medeniyetin ürünüdür. Bu manada tümevarım<br />

, tümden gelim veya , hipotetik tümden gelimli yöntemlerden birini kullanarak<br />

ürettiğiniz bilgini karakteri de diğerlerinden farklı olacaktır. Biyokimya alnında<br />

veya diğer doğal bilimler alanında yer alanların esas ve temel görevi , ön yargıdan<br />

ve tabulardan uzaklaşmak ve bilimsel bilgiyi üreten bilimi özgürleştirmektir. Bu<br />

görev yerine getirmede temel işlevimiz ise ; bilginin elde edilme şeklini doğru<br />

anlamak ve elde edilen bilginin test edilme yöntemlerini bulmaktır Biyokimyasal<br />

süreçleri açıklamada veya kimyasal reaksiyonları anlamada kullandığımız<br />

yöntem; biyokimyayı , kimyaya , kimyayı fiziğe , fiziği ise kuantum fiziğine indirgemekten<br />

geçer. Biyokimya alanında Kimyasal bağlar başta olmak üzere bir<br />

çok süreç elektron ve onun ilişkileriyle açıklanmaktadır. Elektronların ilişkisine<br />

dayanarak ürettiğimiz bir çok bilgi bizi hayatı anlamada bilimsel bir yol gösterebilir.<br />

Biyokimya alanı ise ürettiği bilginin karakteristik özelliği dolayısıyla bu dilin<br />

kullanımına veya test edilmesine en açık alanlardan bir tanesidir.<br />

Electron is Life; Science and Philophy of Science<br />

Orhan CANBOLAT<br />

Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry, Ankara<br />

Knowledge is produced and consumed by human in respect to its characteristic.<br />

Explanation of “Knowledge” covers a wide area. It covers both Metaphysics and<br />

Physics concepts. On the other hand “Scientific Knowledge” definition is narrower.<br />

It restricts knowledge to natural sciences and human mind. Scientific Knowledge<br />

is the type of knowledge that can be perceived and can be tested in order to<br />

be proved. Science which produces the scientific knowledge forms its foundations<br />

on facts, mind, selection, generalization and review. Knowledge, produced by<br />

such a science can be defined as scientific knowledge. Understanding the production<br />

of the knowledge by Natural Sciences which include Biochemistry, with<br />

the use of the paradigms of west will help us to understand our field of interest<br />

or our field of work. Knowledge is the production of a civilization in order that<br />

the production process has sociological and cultural aspects. Characteristic of the<br />

knowledge which is produced by the use of Induction, Deduction or Hypothetical<br />

Deduction will expected to be different.<br />

The role of the ones that act in the field of biochemistry and other natural sciences<br />

is distant themselves from preconceptions and taboos and also let the science<br />

free. Our main function to accomplish such a task is to understand the way of the<br />

acquirement of knowledge and to find ways to test knowledge in order to prove<br />

it. In a universal sense; the process of the acquirement of knowledge depends on<br />

the history, a civilization and its language. It will be an illusion; to produce ideas<br />

over such knowledge or to claim such knowledge exists in the civilization without<br />

understanding the genetic codes of the language. Although the paradigms of the<br />

science of the west change in time, they always stand on same foundations. On the<br />

other hand methods used for testing the acquired knowledge diversify. The most<br />

important thing is to be open to criticism in order to test the knowledge, produce<br />

further knowledge, and expand the treasure of knowledge.<br />

The method we use to explain biochemical processes or chemical reactions is simply<br />

can be explained as reducing biochemistry to chemistry, chemistry to physics,<br />

physics to quantum physics. This reduction method is also used in other fields of<br />

medicine. Although the method of reduction is sound within itself, if the process<br />

reversed in other words if we reach chemistry through physics and biochemistry<br />

through chemistry, we face troubles to make explanations in molecular level. In<br />

the field of biochemistry starting from chemical bindings, most of the processes<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

are explained with the features of electrons and their relations. These explanations<br />

are made based on quantum physics by the use of reduction. The cabability<br />

of electrons to explain macro molecular relations based on micro molecules and<br />

chemical reactions can place them in the center of the journey to understand the<br />

life. Knowledge based on electron relations can help us to understand the life itself.<br />

The understanding of the structure of the field of science that we act in and the<br />

language we use to analyze is the most important tool to reach knowledge. Because<br />

of the characteristic of the knowledge produced within, Biochemistry is a<br />

promising field to use and test this language.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

29 Ekim 2010, Cuma / Eskişehir Salonu<br />

Klinik Uygulama Kılavuzlarının Hazırlanma Süreci ve Laboratuvar<br />

Tıbbındaki Uygulamalar<br />

Diler ASLAN<br />

Clinical Practice Guidelines Development Process and Laboratory<br />

Medicine Practice Guidelines<br />

Diler ASLAN<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tıbbi Biyokimya, Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Denizli<br />

Her türlü bilginin hızla arttığı ve yayıldığı günümüzde, karar verme sürecinde<br />

referans alınacak onaylı dokümanlara ihtiyaç vardır. Bu dokümanlar; yasal mevzuat,<br />

standard, kılavuz, protokol, klinik haritalar, uzman görüşleri, uzmanlardan<br />

ortak öneriler, politika ifadeleri, yayınlar vb. çeşitli başlıklarda toplanmaktadır.<br />

Kılavuzlar, sağlık bakımı ve hizmetleri alanında yaygın kullanılırlar. Kılavuzlar,<br />

belirli bir sağlık girişimi hakkında en uygun kararların verilebilmesi için bakım<br />

sağlayıcılar ve yararlananları ve diğer paydaşları yönlendiren, sistematik olarak<br />

üretilen, kanıta dayalı metinlerdir. Sağlık girişimi alanları; tedavi, operasyon,<br />

konsültasyon, tanı, değerlendirme, izleme, terapötik girişim, laboratuvar testi<br />

istemi ve sağlık ekonomisi alanındaki sağlık teknolojilerinin değerlendirilmesi<br />

gibi çeşitli alanlar olabilir. Kılavuzlar üretim yöntemlerine göre kanıt değeri en<br />

yüksek dokümanlardır. Klinik Uygulama Kılavuzları (KUKlar), belirli klinik durumlarda<br />

en uygun sağlık bakımı için sağlık bakımı sağlayıcısı (hekim ve diğer<br />

paydaşlar) ve hasta kararlarına yön veren kılavuzlardır. Laboratuvar Tıbbı Uygulama<br />

Kılavuzları (LTUKlar), laboratuvar testlerinin tanı, tedavi, izleme, korunma<br />

gibi durumlarda hasta yararına klinik ve maliyet etkili olarak kullanılmasında<br />

referanstırlar. Kılavuzlar en etkin ve verimli tıbbi kararlar için yararlı olmaları<br />

yanında çok yararlı eğitim materyalleridir. Kılavuzların hazırlanması çok<br />

kapsamlı, emek, bilgi yoğun ve masraflı bir süreçtir. Basılan ve yayımlanan<br />

kılavuzların da yaşam ömürleri vardır. Bu da oldukça bağlayıcı bir konudur. Bu<br />

bağlamda, ulusal kılavuzların ayrı hazırlanması yerine uluslararası kılavuzların<br />

ulusal koşullara uyarlanmasıyla hazırlanması görüşleri yoğunluk kazanmaktadır.<br />

Konuşma, izleyen konuları kapsamaktadır: Kılavuz tanımı; üretilme nedenleri;<br />

KUK’lar; tıbbi kararlarda KUK’lar ve anahtar ilkeleri; Kılavuz üretim süreci;<br />

LTUK’lar; kılavuz hazırlama kuruluşları. Etkin ve verimli laboratuvar yönetimi<br />

ve sağlık hizmetleri için KUK’ların geliştirilmesinde yer alınmalı ve LTUK’lar<br />

geliştirilmelidir. Konuşmamın temel hedefi, bunların gerçekleştirilebilmesi için<br />

tıbbi laboratuvar eğitimi müfredatına kanıta dayalı uygulamalar eğitimi modülünün<br />

eklenmesi gerekliliğine dikkat çekmektir.<br />

Medical Biochemistry, Pamukkale University, Faculty of Medicine, Denizli<br />

The reference documents are needed for effective and efficient decision-making. These<br />

documents are classified as follows: directives, acts, standards, guidelines, protocols, integrated<br />

care pathways, expert opinions, consensus recommendations, political statements,<br />

algorithms, etc. Guidelines are documents which are highly used in healthcare services.<br />

Guidelines are systematically developed evidence-based statements which assist providers,<br />

recipients and other stakeholders to make informed decisions about appropriate health interventions.<br />

Health interventions are defined broadly to include not only clinical procedures<br />

but also public health actions (WHO, Global Programme on Evidence for Health Policy,<br />

Definition, 2003) such as assessment of therapeutic intervention, counseling, diagnosis,<br />

evaluation, management, prevention, rehabilitation, risk assessment, screening, technology<br />

assessment, and treatment (US NGC Categorization). Guidelines have the highest level<br />

of evidence according to their development methods. Clinical Practice Guidelines (CPGs)<br />

are systematically developed statements to assist practitioner and patient decisions about<br />

appropriate healthcare (US Institute of Medicine 1990). In laboratory medicine, guidelines<br />

provide recommendations on the use of a wide range of tests in detecting or predicting a<br />

target condition, for staging and monitoring a disease, and for decisions to initiate, modify,<br />

or terminate treatments (Oosterhuis et al. ClinChem 2004). Guidelines are also used as<br />

educational materials as well as for supporting the medical decisions. The guidelines development<br />

process is highly complicated and challenging task required a multidisciplinary<br />

team, and a structured organization. The guidelines should be updated periodically. In this<br />

context, there are arguments about the production of national guidelines that the adaptation<br />

of international guidelines to the national circumstances might be better than original production<br />

in national level. My talk is composed of the following topics: Guidelines, CPGs;<br />

guidelines in decision-making; key principles for clinical practice guidelines; guideline<br />

development process; evidence-based practice guidelines, LMPGs, and guidelines providers.<br />

The main objective of my talk is to point out that the evidence-based practices training<br />

module should be included into the syllabus of medical laboratory training in order to take<br />

place in the development process of CPGs; the development of national LMPGs for effective<br />

and efficient laboratory management and also healthcare services.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Türkiye’de Ulusal Klinik Uygulama Rehberleri Alanındaki Gelişmeler<br />

Seda USUBÜTÜN<br />

Performans ve Kalite DB, Sağlık Bakanlığı, Ankara<br />

Sağlık Bakanlığı’nca 1992 yılında başlatılmış olan akılcı ilaç kullanımı<br />

çalışmalarının önemli bir kazancı, birinci basamak hekimlerine yönelik olarak<br />

sağlık sorunlarının tanısı ve tedavisinde kaynakların etkin kullanımını amaçlayan<br />

bir klinik rehberin hazırlanması olmuştur. 2002 yılında basımı yapılan, Birinci<br />

Basamağa Yönelik Tanı ve Tedavi Rehberi’nin bugünlerde yeni başlatılan Aile<br />

Hekimliği Sistemine uyumunu sağlamak üzere revizyonu yapılmaktadır. Sağlık<br />

Bakanlığı tarafından geliştirilen diğer klinik rehberler: Nisan 2007’de elektronik<br />

kitap olarak basılan, Birinci Basamağa Yönelik Zehirlenmeler Tanı ve Tedavi<br />

Rehberi; uygulamada birlikteliği sağlamak ve hekimlerin klinik pratiklerinde yol<br />

gösterici olması amacı ile 2008’de yayımlanan, Doğum Eylemi Yönetim Rehberi;<br />

ve 2010’da yayımlanan, Birinci Basamak Sağlık Çalışanlarına Yönelik Yaşlı<br />

Sağlığı Tanı ve Tedavi Rehberi’dir. Son geliştirilen ve basıma hazır olan, Sezaryen<br />

Doğum 1: Klinik Endikasyon Olmaksızın Planlı Sezaryen Doğum Kararı ve<br />

Sonuçları rehberi, 12 aylık bir süreçte Türkiye Sağlık Bakanlığı ile İngiltere<br />

Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü (NICE) arasında sürdürülmekte<br />

olan işbirliği ve ortak çalışmanın ürünüdür. Rehber, klinisyenler, hastalar<br />

ve Bakanlık personeli olan bir teknik ekipten oluşan multi-disipliner bir Rehber<br />

Geliştirme Grubu tarafından hazırlanmıştır. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın<br />

temel hedeflerinden biri, kalite iyileştirme çalışmalarının yanı sıra kanıta-dayalı<br />

klinik rehberlerin geliştirilmesi ve uygulamaya konmasıdır. Rehberler klinisyenlerin<br />

iyi uygulama standartlarının belirlenmesini sağladıkları gibi Türkiye’de<br />

hizmet kullanıcıların sağlık sisteminden ne beklemeleri gerektiği konusunda<br />

bilgilendirilmelerine yardımcı olmaktadır. Ayrıca, gerek performansa dayalı ek<br />

ödeme sistemine eklemlenerek klinisyenlere finansal teşvik sağlanması, gerekse<br />

rehber geliştirme süreçlerine klinisyenlerin doğrudan katkısının sağlanması yoluyla<br />

kanıta-dayalı rehberlerin sunulan sağlık hizmetlerinin kalitesi ve verimliliğini<br />

artırıcı etkisi olması ve genel sağlık sonuçlarının iyileştirilmesine katkı sağlaması<br />

beklenmektedir.<br />

Developments on National Clinical Practice Guidelines in Turkey<br />

Seda USUBUTUN<br />

Performance and Quality Management Unit, Ministry of Health, Ankara<br />

When Ministry of Health (MOH) started the rational drug use trainings in 1992,<br />

the significant gain from these trainings was the publication and dissemination of<br />

a guideline for primary care physicians. “The Primary Health Care Diagnosis and<br />

Treatment Guideline” is now being revised to be compatible with the new family<br />

medicine system. Other clinical guidelines published by MOH are: “The Guide<br />

for Diagnosis and Treatment of Poisoning” published in April 2007, “The Delivery<br />

Management Guideline” published in 2008, and “The Guideline for Diagnosis<br />

and Treatment of Elderly Health” published in 2010. The recent guideline:<br />

“Caesarean Section 1: Decisions and Outcomes of a Planned Caesarean Section in<br />

the Absence of a Clinical Indication”, is the product of the collaboration between<br />

MOH Turkey and National Institute of Health and Clinical Excellence (NICE)<br />

UK over a twelve months’ period. It is developed by a multidisciplinary group of<br />

clinicians, patients and technical staff from MOH. Developing and implementing<br />

evidence-based clinical guidelines alongside quality improvement initiatives is a<br />

key objective of the Health Transformation Programme. Guidelines will help set<br />

standards of best practice for clinical professionals and inform Turkish service<br />

users about what they should expect from the healthcare system. In addition it is<br />

expected that evidence-based guidelines, supported by both financial incentives<br />

through a performance-based supplementary payment system and by clinician engagement<br />

in the guideline development process will contribute to improving the<br />

overall quality and efficiency of the health services provided, and to health outcomes<br />

for patients in Turkey.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tıbbi Laboratuvarlarda Kuruluş ve İşletme Yönetimi<br />

Ömer GÜZEL<br />

Biyokimya, Biruni Centro Laboratuvarları, Istanbul<br />

Tıbbi laboratuvarların kuruluş koşulları ve işletmelerinin yönetiminde ülkeden ülkeye,<br />

kurumdan kuruma ve laboratuvardan laboratuvara çeşitli farklılıklar olması<br />

kaçınılmazdır. Hedef ,kurulacak laboratuvarın hizmet kalitesi ve işleyişi açısından<br />

iyi kalitede tıbbi hizmet üretebilir olmasını sağlamaktır. Laboratuvar yöneticilerinin<br />

başarılı olabilmeleri için sadece mesleki alandaki uzmanlıklarının üst düzeyde<br />

olmaları yeterli olamaz, aynı zamanda yönettikleri laboratuvarın tüm kaynaklarını<br />

da iyi yönetebilmeleri şarttır. Toplam süreci üç başlık altında değerlendirebiliriz:<br />

1) Kuruluş aşaması - Alt yapı - Cihaz, ekipman - İnsan kaynağı - Maliyet analizi<br />

- Tehditler ve fırsatlar - İş planı 2) İşletme aşaması - Test Maliyetleri - Hizmet<br />

segmentasyonu - Laboratuvar çalışanlarının eğitimi ve motivasyonu - Laboratuvar<br />

Bilgi Yönetim Sistemi - Toplam kalite yönetimi ve akreditasyon, ISO 15189 -<br />

Kaynakların verimli ve etkin kullanımı - İş akışı; Pre analitik, Analitik, post analitik<br />

3) Yönetim Laboratuvar yöneticisi tıbbi hizmet ve yönetsel sorumlulukları<br />

olan bir kişidir. Laboratuvarda; - Hizmet Kalitesinden - Çalışanların ve ortamın<br />

güvenliğinden - Cihaz, ekipman, alt yapının güvenli ve doğru çalışmasından -<br />

Malzeme kalitesinden - Kalite Yönetim sisteminin işletilmesinden - Klinisyenlerle<br />

iyi ilişkilerin sürdürülmesinden - Maliyet etkililiğin sağlanmasından - Yasal<br />

sorumlulukların yerine getirilmesinden - Çalışmaların verimli ve fizibil şekilde<br />

yapılmasından - Üst yönetime rapor vermekten Sorumludur. Ülkemizde Tıbbi<br />

Laboratuvar Uzmanlık Eğitimi ve sonrasındaki uygulama aşamasında en önemli<br />

eksiğimiz, laboratuvar yöneticisi olarak yetiştirdiğimiz kişilerin yönetim becerilerinin<br />

yeterince geliştirilememesidir.<br />

Essentials of Medical Laboratory Management<br />

Ömer GÜZEL<br />

Biochemistry, Biruni Centro Laboraories, Istanbul<br />

The needs of medical laboratories in general differ not only form country to country,<br />

institute to institute, but also from laboratory to laboratory. Main effort has to<br />

be focused on raising the quality and functionality of services to good level. Specialists<br />

in laboratory medicine are not only expected to be professional experts,<br />

but are also expected to be excellent managers of their laboratories, managing all<br />

sources they have in good condition. Total management process could be evaluated<br />

in three main categories; 1) Development - Infrastructure - Instruments - Human<br />

Resources - Cost containment - Threats and opportunities - Business plan<br />

2) Operational - Cost of the tests - Service areas/segmentation - Education and<br />

motivation of staff - Laboratory Information Management System - Total Quality<br />

Management and Accreditation, ISO 15189 - Efficient and effective management<br />

of resources - Work flow; preanalytic, analytic, postanalytic 3) Management Laboratory<br />

manager has medical and managerial responsibilities. Laboratory manager<br />

is responsible; - Quality of medical services provided - Safety of laboratory<br />

and staff - Proper maintenance and good performance of instruments - Quality of<br />

consumables - Performance of Quality Management system - Keep good contacts<br />

with physicians - Develop a system of activity based costing - Legal responsibilities<br />

- Efficiency and feasibility of performance - Reporting to board We have<br />

to overcome the lack/ weakness of Medical Laboratory Specialists education in<br />

managerial skills in our country.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Toplam Kalite Uygulamalarının Laboratuvara Etkileri:<br />

Zorunluluk mu, Gereklilik mi?<br />

Aysun BAY KARABULUT<br />

İnonu Universitesi Tıp Fakultesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

Efeect of Total Quality on the Laboratory Manegement :<br />

Is it Obligation or Necessity ?<br />

Aysun BAY KARABULUT<br />

Inonu University Faculty of Medicine, Department of Biochemistry, İstanbul<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Sağlıkta kalite çalışmaları bir lüks veya gereksiz bir uğraş değil artık zorunluluk<br />

halini almıştır. Kalite belgelendirme çalışmalarının temelinde Toplam Kalite<br />

Yönetimi anlayışı yatmaktadır. Kalite çalışmalarının bir başlangıç noktası var<br />

olmakla birlikte sonu yoktur. Teşhis ve tedavinin kontrol altında bulundurulması<br />

yönetimi, tasarımı da kapsayan ISO standartlarının yanı sıra akreditasyonu gündeme<br />

getirmekte, akreditasyon ise sağlık kurumlarını işletim sistemlerinde personel<br />

güvenliği ile doğru teşhis ve tedaviyi de ölçülebilir kılmaktadır. Sağlık<br />

hizmetlerinin olmazsa olmazı olan; laboratuvarlar niteliği bakımından hizmet<br />

sektörü içerisinde özel bir yere sahiptir. Onu diğer hizmetlerden ayıran ve kalite<br />

çalışmalarını daha da önemli hale getiren, sunulurken bir taraftan da tüketiliyor<br />

olması ve riskli süreçlerden oluşmasıdır. Bu nedenle laboratuvar ve Hastane<br />

organizasyonlarında kalite sistemleri gün geçtikçe artmaktadır.<br />

Sağlık hizmetlerinde önemli bir yeri olan Tıbbi laboratuvarların çalışma süreci,<br />

hastanın bakımı için laboratuvar sonuçları üreten teknik aktivitelerden ve<br />

teknik çalışmayı destekleyen yönetim aktivitelerinden oluşmaktadır. Bu anlamda<br />

laboratuvarın amacı; doğru<br />

çalışarak ve güvenilir sonuç vererek müşterilerini memnun etmektir. Güvenli<br />

sonuçlar verebilmek için de laboratuvarda kalite kontrol sisteminin uygulanabilmesi<br />

önemli bir yer tutar.<br />

ISO 9001:2008 ve ISO 15189 uluslararası bir standart olup, tıbbi laboratuvarların<br />

kalite yönetim sistemlerini geliştirmeleri ve yeterliliklerini değerlendirmeleri<br />

içindir. Akreditasyon kuruluşları tarafından, tıbbi laboratuvarların yeterliliğinin<br />

tanınması ve teyit edilmesi amacıyla kullanılmaktadır.<br />

Klinik kimya laboratuvarlarında uygulanmaya başlayan kalite kontrol<br />

uygulamaları, sonrasında laboratuvar sektörüne toplam kalite yönetimi<br />

kavramlarının uyarlanmasını, laboratuvarda uygulama disiplinin gelişmesini ve<br />

düzenli denetim anlayışının benimsenmesini sağlamıştır. Ayrıca tıbbi laboratuvarlarda<br />

analitik kalitenin iyi olması, kayıp anlamına gelen yeniden örnek çalışması<br />

ve istem tekrarlarını ortadan kaldırarak maliyetin azalmasına neden olmuştur.<br />

TKY anlayışı, sağlık kuruluşlarının diğer birimlerine göre klinik laboratuvarlarda<br />

daha kolay uygulanabilir. Çünkü klinik laboratuvarcılar, kaliteli laboratuvar<br />

uygulamaları, istatistiksel kalite kontrol ve kalitenin izlenmesi için veri analizi<br />

The quality of health care work is now not a luxury or an unnecessity has become<br />

an necessary work. On the basis of quality certification study lies in Total Quality<br />

Management approach. Quality of work has a starting point, although there is no<br />

end., Diagnosis and treatment be kept under the control of management, including<br />

design of the ISO standards are raised, as well as accreditation, the accreditation<br />

of health institutions in the operating system makes the correct diagnosis and<br />

treatment can also be measured.<br />

The Laboratory services sector, as sine qua non of health services, in terms of<br />

quality has a special place. And quality that separates it from other services that<br />

make their work even more important, is being offered on the one hand, are consumed<br />

in the process of being formed and is risky. Therefore, laboratory and hospital<br />

quality systems in organizations is increasing day by day.<br />

An important part of health care, the medical laboratory’s work process, producing<br />

laboratory results for patient care technical support activities and technical<br />

work consists of management activities. In this sense, the lab aim to provide accurate<br />

and reliable results by working to satisfy customers. To secure results in<br />

the laboratory is very important to the implementation of quality control systems.<br />

International standards are ISO 9001:2008 and ISO 15189, and these standarts<br />

improve their quality management systems of medical laboratories and to assess<br />

their qualifications.<br />

Clinical chemistry laboratory quality control practices was introduced to the laboratory<br />

sector, adaptation of the concepts of total quality management, laboratory<br />

development and application of discipline has led the adoption of a regular audit<br />

approach. In addition, medical laboratory analytical quality is good, which means<br />

the loss of the case study again and again to eliminate the cost of claims has led to<br />

the decrease. TQM concept, according to other units of health facilities more easily<br />

applicable in clinical laboratories. Developers because the clinical laboratory,<br />

quality laboratory practice, statistical data analysis for quality control and quality<br />

monitoring has experience in the field. This way of understanding the quality<br />

improvement of laboratory services must be provided at all stages spread. Overall<br />

approach to quality management how to do the job will be done by describing the<br />

general policies, including practices and procedures, quality laboratory processes,<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

alanlarında deneyimlere sahiptir.<br />

Bu şekildeki kalite geliştirme anlayışının laboratuvar hizmetlerinin tüm<br />

aşamalarında yaygınlaştırılması sağlanmalıdır. Klinik laboratuvarda kalite yönetimi<br />

için genel yaklaşım; işin nasıl yapıldığını ve yapılacağını açıklayan genel<br />

politikaları, uygulamaları ve prosedürleri içeren kaliteli laboratuvar süreçlerini,<br />

kalite kontrolü ve daha güncel kavram olarak kalite güvencesini vurgular.<br />

Bu bilgiler ışığında, “Turgut Özal Tıp Merkezinde kalite çalışmaları<br />

uygulamalarının yaygınlaştırılmasının hasta- personel tatminini artırıcı ve Laboratuara<br />

pozitif etkisi olup olmadığı konu edinilmiştir. Çalışmanın problem cümlesi<br />

“Toplam Kalite Uygulamalarının Laboratuvara Etkileri: Zorunluluk mu, Gereklilik<br />

mi?” şeklinde tasarlanmıştır. Biz merkezimizde 2007 tarihinde Kalite Yönetim<br />

Sistemi çalışmalarına başladık. Merkez laboratuarının akreditasyonu için<br />

çalışmalara başladık ve ISO belgesini 2008 ‘de aldık. Daha sonra tüm hastanenin<br />

bu uygulamaya katılımının gerekli olduğunu anladık. Çalışmalarımızın sistemli<br />

sürdürülmesi için eğitimleri, dökümantasyonun oluşturulmasını, kalibrasyon<br />

hizmetlerini kapsayan ve bunları öncelik sırasına göre tamamlamamızı sağlayan<br />

kalite takvimini oluşturduk. ISO 9001:2008 belgesini tüm hastaneye aldık. 2009<br />

ve 2010 yılları için klinisyen ve hasta memnuniyeti anketleri yapılmıştır. Klinisyenlere<br />

uyguladığımız anketlerden kalite çalışmalarının hem laboratuar memnuniyetinin<br />

arttığı hem de hasta memnuniyetini artırdığını gördük. Bu anketlerden<br />

elde edilen veriler neticesinde, kalite çalışmaları ve hasta hakları uygulamalarının<br />

yaygınlaştırılmasının, personel ve hasta tatminini artırıcı etkisinin olduğu ortaya<br />

konmuştur.<br />

quality control and ensure a more contemporary concept emphasizes quality in<br />

clinical laboratories,<br />

In this study, in light of the above information, quality work in Turgut Ozal Medical<br />

Center common practice to increase patient satisfaction and positive effect on<br />

whether the laboratory was obtained. Study the problems of the sentence, “The<br />

Effects of Total Quality Laboratory Practices: Do Obligation, Necessity?” we<br />

started to work on the Quality Management System on our hospital in 2007. Accreditation<br />

of laboratories have begun to work for the center. We have received<br />

ISO 9000 Labratory certification at the first . We understand to participation of all<br />

hospitals to implement then it becomes necessary,. Continuation of our work for<br />

systematic training, documentation creation, including calibration services, and<br />

enable us to finish them in order of priority to the quality and than we have created<br />

the calendar. We have received ISO 9001:2008 certification in all hospitals<br />

in 2010. For the clinician and patient satisfaction surveys were conducted. We<br />

with applied the quality of survey and laboratory clinicians to work, saw increase<br />

satisfaction and improve of patient. As a result, obtained data quality of this questionnaire<br />

studies and patients’ rights practice, the effect of quality on the patient<br />

satisfaction is increased.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Avrupa Birliği Uyumlandırma Çalışmalarında Tıpta Uzmanlık ve Doktora<br />

Programlarının Yeri<br />

İzzet Hamdi ÖĞÜŞ<br />

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

hamdi.ogus@hacettepe.edu.tr<br />

Medical Specialization and Ph.D. Programs in The Harmonization<br />

for European Union<br />

İzzet Hamdi ÖĞÜŞ<br />

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

hamdi.ogus@hacettepe.edu.tr<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Avrupa Tıp Uzmanları Birliği (UEMS) 1958’de kurulmuştur ve kendini en yüksek<br />

standartta tıbbi hizmeti sağlamaya ve bunu tüm Avrupa Birliği bireylerine<br />

uygulamaya adamıştır.<br />

UEMS, bu amaçla mezuniyet sonrası eğitim, sürekli tıp eğitimi ve uzmanlık hizmeti<br />

uygulamalarında kalite güvencesi için önemli alanlarda standartlar ve politikalar<br />

geliştirmiştir. Bu harmonizasyon kavramı, bütün AB ülkelerini tıbbi eğitim<br />

ve uygulama programları gelişmeye yönlendirmiştir.<br />

Çağdaş eğitim programları bazı temel özelliklere sahip olmalıdır: Eğitim<br />

konularının tanımlanması ve ayrıntılandırılması, ölçme ve değerlendirme, ölçeklenebilirlik,<br />

karşılaştırılabilirlik (ve ECTS ölçeklendirme sistemi) ve akreditasyon.<br />

Türkiye’de Tıpta uzmanlık programları henüz geliştirilme aşamasındadır. Bu<br />

çalışmalar Türk Tabipleri Birliği’nin bir alt kuruluşu olan Uzmanlık Dernekleri<br />

Eşgüdüm Kurulu (sırasıyla TTB ve UDEK) tarafından yönetilmektedir.<br />

Bu alanda tek yasal yetkili olmasına karşın, Sağlık Bakanlığı bu standardizasyon<br />

ve uyumlandırma çalışmalarının yeterince yeterince aktif olarak katılmamaktadır.<br />

Çeşitli üniversiteler ve hastanelerdeki kimi bölümler uluslar arası kuruluşlarca<br />

akredite edilmiştir. Bu konudaki temel uyarıcı ve yönlendiric faktörler UDEK ve<br />

tıpta uzmanlık dernekleridir.<br />

European Union of Medical Specialists (EMS), established in 1958, commits itself<br />

to ensuring that the highest quality standards of medical practice are applied<br />

throuhout Europe for the benefits of European citizens.<br />

The UEMS had developed standards and policies in the key areas of postgraduate<br />

training, continuing medical education and quality assurance in specialist practice<br />

for this purpose. This harmonization concept directed all the EU countries to develope<br />

medical education and training programs .<br />

A modern education program must have some essential characteristics : Teaching<br />

subject description and itemization, Testing and assessment, Scalability, Comparability<br />

(and ECTS grading system), and Accreditation.<br />

Medical specialization programs in Turkey are under development. These studies<br />

coordinated by Coordination Council of Societies of Medical Specialist (UDEK),<br />

a subdivision of Turkish Medical Association (TBB).<br />

Althouh it is the only legal authority in this area, The Ministry of Health is not active<br />

contributer of this harmonization and standization studies in Turkey.<br />

Some medical departments in various universities and hospitals are accredited<br />

by international organizations. UDEK and Societies of Medical Specialist are the<br />

major motivating factors.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Avrupa Standartlarında Doktora Eğitimine Genel bir Bakış<br />

Gül GÜNER-AKDOĞAN<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi- İzmir<br />

Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı – gul.guner@deu.edu.tr<br />

Overview of PhD Education in the European System<br />

Gül GÜNER-AKDOĞAN<br />

Dokuz Eylül University School of Medicine, İzmir<br />

gul.guner@deu.edu.tr<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

PhD derecesinin modern konsepti olan “izlem altında araştırma eğitimi”, 19.<br />

yüzyılda geliştirilmiş olup günümüzde dünya ülkelerinin çoğunluğuna yayılmış<br />

durumdadır (Nerad ve Heggelund, 2008). Genel amaç, nitelikli bir araştırmacı<br />

yetiştirmek olup bu da PhD tezinin değerlendirilmesi ve araştırma verilerinin sözlü<br />

olarak savunulması ile gerçekleşmektedir. Öteden beri, doktora eğitiminin<br />

kalitesini geliştirmek amacıyla çalışmalar gerçekleştirilmekte, ülkemizde,<br />

Avrupa’da ve tüm dünyada projeler yürütülmektedir. Bunlardan belli-başlıları:<br />

Avrupa Üniversiteler Birliği’nin Doktora Programları Projesi (EUA, 2006), Tıp-<br />

Sağlık Konseyinin Türkiye’de Tıp-Sağlık Bilimlerinde Lisansüstü Eğitimin ve<br />

İnsan Gücünün Planlanması-Bologna Süreci ile Uyumlandırma Projesi (2008),<br />

TÜBA’nın “Türkiye’de Doktora Eğitiminin Durumu Üzerine Görüşler” (2006)<br />

ile Ocak 2008’de hazırladığı “Türkiye’de Doktora Eğitiminin İyileştirilmesine<br />

Yönelik Öneriler”, YÖK’ün Yükseköğretim Stratejisi (2007), Uluslararası Biyokimya<br />

Birliğinin PhD Standartları Çalışması (2000–2010). Avrupa Biyokimya<br />

Dernekleri Federasyonu (FEBS) Eğitim Komisyonu, gerek FEBS’in yıllık kongrelerinde<br />

(İstanbul, 202, Atina, 2008, Göteborg, 2010), gerekse değişik ülkelerde<br />

düzenlediği Eğitim Çalıştaylarında - Sofya (2008), Kluj (2009), Atina (2010),<br />

Opatya-Riyeka (2010), doktora eğitimine yer vermekte, doktora eğitiminde kalite,<br />

danışmanlık gibi konuların üst düzey bilim insanları tarafından ele alınarak<br />

tartışılmasını sağlamaktadır (www.febs.org ve http://edu.febs.unibe.ch). Özellikle<br />

tıp ve sağlık alanında Avrupa genelinde doktora eğitiminin gelişmesine yönelik<br />

olarak 2005’de kurulmuş olan ORPHEUS (Organisation for PhD Education in Biomedicine<br />

and Health Sciences- www.orpheus-med.org ve www.orpheus2011izmir.<br />

org - 2005’den bu yana çok sayıda kongre ve çalıştay gerçekleştirmiştir. 2005 ve<br />

2006 yıllarında Zagreb’de, 2007 yılında Helsinki’de, 2009 yılında Aarhus’da,<br />

ve 2010 yılında Viyana’da düzenlenen ORPHEUS toplantılarında, Avrupa ve<br />

Avrupa’ya komşu ülkelerden giderek artan biçimde, gerek kurum ve kuruluş<br />

düzeyinde, gerekse bireysel düzeyde yoğun bir katılım gerçekleşmiştir. Tüm bu<br />

platformlarda, özellikle şu konular üzerinde durulmaktadır: doktora öğrencisinin<br />

kabul koşulları, danışmanlık kriterleri, doktora programının özellikleri, araştırma<br />

ortamı, PhD tezinin değerlendirilmesi, ortak doktoralar, doktora eğitiminde<br />

hareketlilik, işbirlikleri, uluslararası boyut, Bologna süreci ve doktora, vb. Tüm<br />

bu çalışma ve projelerde, önemli olan bir nokta şudur ki, genel amaç “doktoranın<br />

standardizasyonu” değil, “doktora eğitiminin standartlarının” belirlenmesidir<br />

(Mirecka, ve Mulvany, 2010).<br />

The modern concept of PhD education, “research education under supervision”, has<br />

been developed in the 19th century and is being practiced in the majority of the countries<br />

throughout the world (Nerad and Heggelung, 2008). The main objective is to<br />

educate a qualified researcher and this is assessed through the evaluation of the thesis<br />

and the defense of the research results. A great number of projects have been ongoing<br />

in Europe as well as throughout the world with the aim of enhancing the quality<br />

of doctoral education. The outstanding are: the “doctoral project” of the Association<br />

of European Universities (EUA, 2006), the project on “the planning and adaptation<br />

of the graduate education and human resources in medicine and health sciences with<br />

the Bologna process” (Turkish Council on Medicine and Health, 2008), report from<br />

the Turkish Academy of Sciences (TUBA, 2002, 2006), the strategy report of Turkish<br />

Council of Higher Education (YOK, 2007), and the project on “the PhD standards in<br />

the biomolecular sciences” of the International Union of Biochemistry and Molecular<br />

Biology (IUBMB). The Education Committee of FEBS (Federation of European<br />

Biochemical Societies) has focused on doctoral education both during the annual congresses<br />

of FEBS (Istanbul, 2002, Athens, 2008, and Gothenburg, 2010) and during<br />

the education workshops which have been organised in Sofia (2008), Cluj-Napoca<br />

(2009), Athens (2010), and Opatija near Rijeka (2010) (www.febs.org and http://<br />

edu.febs.unibe.ch). Standards and quality in PhD education, supervision, and related<br />

issues are discussed by experts in the field and interactive small-group discussions allow<br />

for the sharing of experiences from different countries.<br />

ORPHEUS (Organisation for PhD Education in the European System in Biomedicine<br />

and Health Sciences- www.orpheus-med.org and www.orpheus2011izmir.org ) has<br />

been inaugurated in 2005 with the aim of working for the enhancement of PhD education,<br />

specifically in biomedicine and health sciences. The ORPHEUS conferences<br />

held in Zagreb (2005 and 2006), Helsinki (2007), Aarhus (2009) and Vienna (2010)<br />

have witnessed increasing participation and interest from individuals and institutions<br />

dealing with PhD education.<br />

Some of the issues which have been intensely discussed are: acceptance criteria for<br />

PhD education, criteria for supervision, characteristics of a PhD curriculum, research<br />

environment, evaluation of PhD thesis, joint degrees, mobility in PhD education, collaborations,<br />

the international dimension of the PhD, the Bologna process and PhD, etc.<br />

It is important to note that in all these platforms, projects, and reports, the general aim<br />

is not “standardization of PhD”, but “determination of standards for PhD” (Mirecka<br />

and Mulvany 2010).<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Kanserin Önlenmesi ve Tedavisinde Vitamin D’nin Rolü<br />

Aysel KIYICI<br />

Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Tıp Fakültesi,<br />

Konya<br />

The Role of Vitamin D in Prevention and Treatment of Cancer<br />

Aysel KIYICI<br />

Department of Medical Biochemistry, Selcuklu Faculty of Medicine, Selçuk<br />

University, Konya<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Yağda eriyen vitaminler grubundan olan ve kolesterolden sentezlenen D vitamini,<br />

dolaşıma verilerek farklı dokular üzerinde etki göstermesi ve bu etkisinin<br />

çeşitli ‘feedback’ mekanizmalarla düzenlenmesi nedeniyle vitaminden çok<br />

steroid yapılı bir hormon olarak değerlendirilir. Kemik gelişimi ve kalsiyum<br />

homeostazı primer fonksiyonları olsa da; insülin ve prolaktin gibi hormonların<br />

salgılanmasından bağışıklık sisteminin düzenlenmesine kadar pek çok farklı fizyolojik<br />

olayda rol alır. Ayrıca D vitamininin güçlü antiproliferatif, prodiferansiyatif,<br />

proapoptotik ve immünmodülatör etkileri vardır. Yapılan çalışmalarda kuzey<br />

kutbunda yaşayan kişilerde kolon, meme, pankreas, prostat, akciğer ve hodgkin<br />

lenfoma gibi kanserlere yakalanma ve bu kanserlerden ölme riskinin güney kutbunda<br />

yaşayanlara kıyasla artmış olduğu görülmüştür. Yine bazı prospektif ve<br />

retrospektif araştırmaların sonuçlarına göre Vitamin D düzeyinin kolon, prostat<br />

ve akciğer kanserlerinde prognostik öneme sahip olduğu görülmektedir. Güneş<br />

ışınlarından faydalanma süresi uzadıkça ve D vitamininden zengin beslenmeyle<br />

de meme kanseri riskinin anlamlı oranda azaldığı bulunmuştur. Gerek hayvansal<br />

çalışmalar gerek de prospektif ya da retrospektif çok sayıda yüksek sayıda<br />

katılımcısı olan klinik araştırmalardan elde edilen sonuçlar, D vitamininin kansere<br />

karşı korunmada, kanser gelişimini engellemede ve kanserin teşhisinden sonra da<br />

mortalitenin azaltılması ve prognozun iyileştirilmesinde önemli etkileri olduğunu<br />

ortaya koymaktadır. Gelecekte D vitaminin bu etkilerinin mekanizmasının<br />

aydınlatılmasıyla kanser tedavisinde ve kanserden korunmada yeni bir çığır<br />

açılması muhtemeldir.<br />

Vitamin D, which is a member of fat soluble vitamins and synthesized from cholesterol,<br />

is considered as a steroid hormone because of its effects on various tissues<br />

and the regulation of these effects by feedback mechanisms after secretion<br />

to the circulation. It plays roles in various physiological processes in a broad<br />

range from regulation of secretion of hormones like insulin and glucagon to immunumodulation,<br />

besides bone development and calcium homeostasis are its primary<br />

functions. Vitamin D has antiproliferative, prodifferentiative, proapoptotic<br />

and immunomodulatory effects also. In previous studies it was observed that risk<br />

of developing cancers like colon, breast, pancreas, lung and Hodgkin lymphoma<br />

and mortality rates from these cancers are increased in individuals living in northern<br />

hemisphere compared to the southern. Similarly, it was demonstrated due to<br />

the results of some prospective and retrospective investigations that Vitamin D<br />

levels have prognostic value in colon, prostate and lung cancers. Significant decrease<br />

in risk for breast cancer was observed with prolongation of the period for<br />

exposure to sun light and by means of utilization of high Vitamin D containing<br />

diet. Results from experimental animal researches as well as prospective and retrospective<br />

clinical surveys which enroll high number of participants, exhibit the<br />

considerable effects of Vitamin D in protection against cancer, prevention to cancer<br />

and decreasing mortality rates and recruitment of prognosis after the diagnosis<br />

of cancer. In future, it is probable that the effects of Vitamin D in treatment and<br />

prevention of cancer will mark an era by identification of the underlying mechanisms.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Dolaşımdaki Endotel Hücreleri Ve Tıbbi Laboratuar<br />

Mesude YILMAZ FALAY<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ,Hematoloji Bölümü,<br />

Ankara<br />

Circulating Endothelial Cells and Clinical Laboratory<br />

Mesude YILMAZ FALAY<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ,Haematology Department,<br />

Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Endotel damar bütünlüğü, hücre büyümesi, angiogenez, inflamatuar yanıt, koagülasyon<br />

ve trombosit adezyonunda rol oynamaktadır. Dolaşımdaki endotel hücreleri:<br />

,matür endotel hücreler (CEC), endotelyal progenitör hücreler (EPC) ve endotelyal<br />

mikropartikülleri (EMP) içerir. Dolaşımdaki endotel hücreleri ilk olarak 1960’<br />

larda sentetik graft yerleştirilen hayvanlarda daha sonrada koroner by-pass yapılan<br />

insanlarda gösterilmiştir. Orak hücreli anemi, trombotik trombositopenik purpura<br />

(TTP), sitomegalo virus ve riketsia enfeksiyonları, akut myokard infarktüsü, endotoksemilerde<br />

ve intravasküler işlemlerde (kateter vb) CEC artmaktadır. Ayrıca<br />

tümör angiogenezine neden olarak tümör progresyonunda da rol oynamaktadır.<br />

Sağlıklı kişilerde periferik kanda 2,6±1,6 µl CEC bulunmaktadır. EMP’ler ise<br />

endotel hücre membranlarının fragmanlarıdır. CEC ve EMP artışı aktive olmuş<br />

ya da yaralanmış endotel göstergesi olarak kabul edilir. Kemik iliği kaynaklı<br />

olan dolaşımdaki diğer hücre ise endotelyal progenitör hücredir. (EPC). İskemi<br />

sonrası endotel bütünlüğünün tekrar sağlanmasında ve yeni kapiller oluşumunda<br />

rol oynadıkları gösterilmiştir. Hipoksi, hematopoetik sitokinler ve GM-GSF EPC<br />

salınımına neden olmaktadır. EPC’ in olgunlaşma yönünden hematopoetik kök<br />

hücrelerle endotel hücreler arasında bir yerde olduğu bilinmektedir. Sağlıklı bireylerde<br />

dolaşımda bulunan hücrelerin %0.01’ i kadardır. Tümoral oluşumlarda<br />

indüklenen angiogenezde EPC’ in rolü olduğu gösterilmiştir. Dolaşımda bulunan<br />

EPC sayısının azlığı ile kardio vasküler hastalık gelişimine yol açabilecek endotelyal<br />

tamir kapasitesinin düşüklüğü arasında korelasyon bulunmuştur. Tip II diyabetli<br />

hastalarda da EPC sayısında azalma gösterilmiştir. Yapılan araştırmalarda<br />

eritropoetinin ve östrojenin EPC mobilizasyonuna yol açtığı, statinlerinde EPC’ i<br />

artırdığı gösterilmiştir. Günümüzde EPC kardiovasküler hastalıkların ve tümörlerin<br />

tedavi yöntemlerini artırmada, gelişmelerini önlemede önemli bir şans olarak<br />

görülmektedir. . Pratikte CEC, CPC sayımı ile yapılan klinik çalışmalarda esas<br />

problem , perifer kanda sayıca az olmalarıdır. Bu nadir hücrelerin sayımı için<br />

immünhistokimyasal teknikler, immunomanyetik ayırma ve akım sitometrik yöntemler<br />

kullanılmaktadır. Akım sitometrik yöntemin avantajı diğer yöntemlere<br />

göre hızlı ve çok parametreli analiz yapılabilmesidir.<br />

Endothel vessel tone contributes to cellular growth, angiogenesis, imflammation,<br />

coagulation and adhesion of thrombosis. Circulatiıng endothel cells includes<br />

mature endothel cells (CEC), endothelial progenitor cells (EPC) and endotelyal<br />

microparticles. Circulating endothelial cells has detected first in animals planted<br />

with synthetic graft and subsequently in patients with coroner by-pass surgery.<br />

CEC count was shown as increased in cases of hook cell anemia, trombotic trombosithopenic<br />

purpura (TTP), cytomegalo virus and infections of ricetsia, acute<br />

myocard infarktüs, endotoximia and intravasculer processs like Catater. Moreover<br />

it acts in tumor progression as being reason of tumor angiogenssis.Healthy<br />

humans have 2,6±1,6 µl CEC in thier peripherial blood. EMPs are fragments of<br />

the membranes of endothelial cells. İncreased CEC and EMP are considered as<br />

indicators of an activated or injured endothelium. Other circulating cell derived<br />

from bone marrow is enothelial progenitor cell (EPC). İt is shown that they take<br />

part in the regaining of endothelial tone after ischemia and in the growth of new<br />

kapils.Hypoxia, hemathopoetic cytokins and GM-GSF causes EPC release. EPC<br />

is known as in between hematopoetic stem cells and endothelial cells in terms<br />

of maturation.İt is measured as 0.01% of circulating cells in an healthy person.<br />

The role of EPC is clearly shown in angiogenesis induced by tumoral cases. The<br />

corelation has been found between the less number of circulating EPC cells and<br />

low capabilkity of endothelial repair which may cause cardiovasculer disease.<br />

The decrease in EPC count has been shown in patients with diabetes type II.The<br />

sudies have shown that eritropoetinin and eustrogen causes EPC mobilization and<br />

statins increases EPCs. Recently EPC is considered as an important factor to<br />

incrase the chance of treatment methods of cardiovasculer disaeses and tumors<br />

as well as stoping thier growth. Main problem in practice in the clinical studies<br />

with CEC and CPC countis their less number in peripherial blood. To count for<br />

such rare cells, immunhistochemical techniques, immunomagnetic separation and<br />

flow cytometric methods are utilized.The advantage of flow cytometric method in<br />

compare to others is the capability of fast and multi parameter analysis.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

İskemi Belirteçleri<br />

S. Caner KARAHAN<br />

KTÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya AD, Trabzon<br />

scaner61@yahoo.com<br />

The Markers of Ischemia<br />

S. Caner KARAHAN<br />

KTÜ, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry, Trabzon<br />

scaner61@yahoo.com<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

.Miyokard nekrozunun ana nedeni olan iskemi koroner kan akımı ile miyokarda<br />

yeterli oksijen sağlanamadığında ortaya çıkan klinik durumdur. İskemi süresince<br />

miyositlerde anaerobik glikoliz, kas kontraksiyonlarının kısıtlanması, asidoz, sarkolemmal<br />

bozulma ve kardiak makromoleküllerin salınması gibi hücre nekrozuna<br />

neden olabilecek çeşitli değişiklikler meydana gelir. Miyokardial nekroz gelişme<br />

riski bulunan hastaların erkenden tanımlanabilmesi akut koroner sendromlar(ACS)<br />

ve iskemik strok gibi akut iskemik hastaların tansıı, risk sınıflaması ve prognozun<br />

belirlenmesinde önemlidir. Bu amaçla önerilen başlıca iskemi belirteçleri;<br />

iskemi tarafından modifiye edilmiş albümin(IMA), bağlanmamış serbest yağ<br />

asitleri(FFAu), kolin(Cho) ve SCUBE proteinleridir.<br />

.1990 yılında Albümin Kobalt Bağlama(ACB) testi denilen ve albümine kobalt<br />

bağlanmasını tayin etme esasına dayanan yeni bir biyokimyasal değerlendirme<br />

yöntemi geliştirilmiştir. Bu test miyokard iskemisinin oldukça erken zamanda<br />

değerlendirilmesinde kullanılan ve FDA onaylı ilk iskemi belirteci olan IMA dır.<br />

Uzun zincirli FFA memelilerdeki enerjinin büyük bir kısmını karşılaması ile fizyolojik<br />

homeostaz için esansiyeldirler. Plazmadaki uzun zincirli FFA gliserol esterleri<br />

ve albümine bağlanmış halde(büyük bir kısmı) taşınır iken küçük bir kısmı<br />

ise serbest haldedir ve bunlara bağlanmamış serbest yağ asitleri denir (FFAu).<br />

Göğüs ağrısı ile acil servise gelen hastalarda kan FFAu tayininin ACS ve balon<br />

anjiografisi gibi miyokard iskemisi görülen hastaları erkenden değerlendirme<br />

imkanı verebileceği rapor edilmiştir.<br />

Kuaterner yapıda bir amin bileşiği olan kolin fosfolipid metabolizması ve asetil<br />

kolin, fosfatidat gibi sinyal moleküllerinin sentezinde gereklidir. Aterosklerotik<br />

hastalarda trombin ve kollagen tarafından aktive edilen trombosit ve lökositlerdeki<br />

fosfolipaz D etkisiyle kan kolin seviyelerinin anlamlı olarak arttığı ileri<br />

sürülmüştür. Ayrıca, yükselmiş kan kolin seviyelerinin iskemi veya aterom plağı<br />

destabilizasyon markörü olarak kullanılabileceği gösterilmiştir.<br />

Son yıllarda, epidermal growth faktör süperfamilyasının bir grubu olan ve sinyal<br />

peptid-CUB-EGF benzeri domain proteinileri(SCUBEs) denilen yeni iskemi<br />

belirteçleri tarif edilmiştir. Trombositler ile endotel hücreleri arasındaki<br />

etkileşimlerde rol oynayan SCUBE proteinlerinin ACS ve AIS gibi akut iskemik<br />

olaylarda kullanılabilecek değerde olduğu ileri sürülmüştür.<br />

Myocardial ischemia, a major cause of myocardial necrosis, is initiated whenever the<br />

coronary arterial flow cannot supply sufficient oxygen to the myocardium. Within the<br />

times of myocardial ischemia several changes leading to cellular necrosis occur within<br />

myocytes such as onset of anaerobic glycolysis,cessation of concractions, acidosis, sarcolemmal<br />

distruption and leakage of cardiac macromolecules. The ability to identify a<br />

patient at risk for cell death, before it actually occurs, would represent an important advance<br />

for patients presenting with suspected acute ischemic events such as acute coronary<br />

syndrome or acute ischemic stroke. By now, the suggested markers of ischemia<br />

are ischemia-modified albumin(IMA), unbound free fatty acid(FFAu), choline(Cho)<br />

and signal-peptide-CUB-EGF like domain-containing proteins(SCUBEs).<br />

In 1990, a novel biochemical evaluation has been developed based on human serum<br />

albumin binding to a transitional metal, cobalt, Albumin Cobalt Binding (ACB) test.<br />

This test is used to detect the presence of Ischemia-Modified Albumin(IMA), an<br />

extremely early indicator of myocardial ischemia approved by FDA before necrosis<br />

occured.<br />

Free fatty acids(FFAs) play several essential roles in physiological homeostasis. Plasma<br />

long-chain fatty acids are either esterified to glycerol or nonesterified, most of<br />

which are bound to albumin. But, a small amount of FFAs is unbound referred as to<br />

unbound free fatty acid(FFAu). Current data suggest that monitoring of plasma FFAu<br />

concentrations in patients presenting with ischemic symptoms may provide an early<br />

indication of cardiac ischemia including ACS and percutaneous coronary intervention.<br />

.Choline is a quaternary saturated amine related to phospholipid metabolism and synthesis<br />

of signaling molecules. It has been hypothesized that a major factor causing<br />

choline increase in blood is the activation of platelet and leukocyte phospholipase D<br />

by thrombin and collagen in atherosclerotic patients. Hence, elevated levels of choline<br />

have been suggested of as marker of ischemia or coronary plaque destabilization.<br />

.In recent years, a novel marker for the detection of ischemia has been identified, signal-peptide-CUB-EGF<br />

like domain-containing proteins(SCUBEs), a group proteins<br />

of the epidermal growth factor superfamily. This marker, a protein associated with<br />

platelet-endothelial interactions, may be indicative of platelet activation occuring during<br />

acute ischemic events containing ACS and AIS.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Adiponectin, Resistin, İnsulin Direnci ve Trans-yağ Asitleri<br />

Arasındaki İlişki<br />

Mehmet GÜRBİLEK<br />

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı,<br />

Meram -KONYA<br />

gurbil@yahoo.com<br />

İnsülin direnci tip2DM’nin patofizyolojisinde önemli bir risk faktörüdür.<br />

Hastalığın sıklığı artan nüfus, yaşlanma, şehir hayatı, obezite ve sakin yaşam biçimi<br />

ile artmaktadır. Diabetin gelişimi obesite, hipertansiyon, dislipidemi ve düşük<br />

HDL kolesterol gibi birçok klinik ile ilişkilidir. Bu risk faktörlerinin altında yatan<br />

patofizyoloji ile insülin direnci arasındaki ilişki açık değildir. Ancak, çevresel<br />

faktörler, fiziksel aktivite azlığı, diyet alışkanlığı ve genetik faktörler hepbirlikte<br />

etkili olabilmektedir.<br />

Doymuş ve doymamış yağ asitlerinin insülin sensitivitesi üzerindeki rolü çeşitli<br />

klinik çalışmalar ile anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte trans yağ<br />

asitlerinin etkileri ile ilgili bilinen bilgiler oldukça azdır. (Lahham S.H. EJCI,<br />

2010).<br />

Diyetteki yağ asitleri insülin rezistansı oluşumunda önemli rol oynar. Rezistans<br />

gelişimi iskelet kasının ve adipoz dokunun yapısal yağ asidi kompozisyon<br />

değişikliği nedeniyle olabilir.<br />

Son yıllarda ülkemizde trans yağ asidinin diyet ile alımı, fast-food gıda alımı<br />

alışkanlığı ve margarin tüketiminin artması ile hızlanmıştır.<br />

Diyetteki yağ asitleri hem depo hem de yapısal yağ asitlerini etkiler. Böylece çeşitli<br />

fizyolojik fonksiyonların, örneğin, hücre zarı akışkanlığı, hormon bağlanma,<br />

hücresel sinyal iletimi ve eikozanoidlerin metabolizmasında değişikliğe neden<br />

olabilirler.<br />

Bizim önceki çalışmalarımızda, trans yağ asidi ile beslenen ratların plazma trigiliserit<br />

ve LDL- kolesterol düzeylerinin yükseldiği gösterilmiştir. Eritrosit hücre zarı<br />

fosfolipid kompozisyonunda da değişiklikler görüldü.<br />

Trans yağ asitlerinin insülin hassasiyetini azalttığı ile ilgili çeşitli hipotezler ileri<br />

sürülmüştür.<br />

İnsülin hemostasis, adiponektin ve resistinin biyokimyasal mekanizmaları üzerine<br />

etkileri ile ilgili de hipotezler ileri sürülmüştür.<br />

Adiponektin adipoz dokudan sekrete edilen bir peptid hormondur. Endotel ve<br />

damar hücrelerinin proliferasyonunun inhibe ettiği antiaterojenik bir hormon<br />

özelliğine sahiptir. Adiponektinin antiinflamatör aktivitesinin, insülin rezistansı<br />

Association Between Adiponectin, Resistin, Insulin Resistance,<br />

And Trans-Fatty Acids<br />

Mehmet GÜRBİLEK<br />

University of Selçuk, Faculty of Meram Medicine, Department of Biochemistry,<br />

KONYA<br />

gurbil@yahoo.com<br />

Insulin resistance is a major risk factor for pathogenesis of type II Diabetes mellitus.<br />

The prevalence of the disease appears to be increasing due to population<br />

growth, aging, urbanization the increasing prevalence of obesity and physical inactivity.<br />

The development of diabetes is associated with multiple clinical such as<br />

obesity, hypertension, dyslipidemia, glucose intolerance, high triglycerides, and<br />

low HDL cholesterol. However, the underlying pathophysiology of this all of risk<br />

factors is unclear in relation to insulin resistance. It appears enviromental factors<br />

such as physical inactivity, dietary attributes and genetic factors.<br />

While a great deal is now understood from a wealth of clinical studies on the role<br />

of SFA and unsaturated fatty acid in modulating insulin sensivity. Much less is<br />

known about effects of dietary TFAs (Lahham S.H. EJCI, 2010).<br />

Dietary fatty acids play an important role in the induction of insulin resistance.<br />

The resistance is possibly due to alterations in the fatty acid composition of structural<br />

lipids in skeletal muscle and adipose tissue.<br />

In recent years, TFA in take in Turkey has increased because of higher comsumption<br />

of fast foods products, packaged snacks, margarines.<br />

TFAs are produced artificially by heating liquid vegetable olives in the presence<br />

of metal catalysts and hydrogen. The partial hydrogenation causes the carbon atoms<br />

to bond in a straight configuration. TFAs are produced in large quantities industrially<br />

to harden margarine, turn vegetable oils into shortening, lenghhen shelf<br />

life by replacing fatty acids that would oxidize more quickly, and give a certain<br />

“mouth fell”.<br />

While, dietary fatty acids influence both stored and structural lipids. It is altered<br />

several physiological functions such as the physical state of the membrane fluidity,<br />

hormone binding, signal tranductions and eicosanoid production (Saravanan<br />

N, EJE, 2005).<br />

Our previous observations showed that feeding trans-fatty acids in rat increased<br />

plasma triglycerides and LDL-cholesterol levels. The changes observed in the<br />

eritrocytes plasma membrane phospholipids composition in the trans-fatty acidsfed<br />

groups.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

nedeniyle gelişen metabolik hastalıklara karşı koruyucu bir etkiye sahip olduğu<br />

düşünülmektedir. Böylece adiponektin diabetin gelişiminde majör bir role sahiptir.<br />

Diğer faktör ise resistindir. Bir sinyal peptidi olup, adipositlerden salgılanır ve<br />

insülin rezistansı oluşturan molekül olarak tanımlanır. Resistin monosit ve makrofajlardan<br />

da salgılanır. (Odegaard A. Nutr. Rev. 2006).<br />

Resistin, insülin hassasiyeti ile zıt ilişkili olan bir hormon olarak davranır. Ancak<br />

rezistin ve insülin direnci arasındaki ilişki çok açık değildir.<br />

It has been hypothesized that trans-fatty acids may reduce insulin sensitivity<br />

through their effects on impared biochemical mechanisms of resistin, adiponectin<br />

and insulin hemeostasis .<br />

Adiponectin, which is a peptide hormone, is secreted by the adipose tissue and<br />

has an antiatherogenic hormone effect that inhibits the proliferation of vascular<br />

smooth cell and endothelial cell. Adiponectin has to anti inflammatory activity<br />

and a protective effect agonist the development of metabolic disorders due to<br />

insulin resistance. Adiponectin plays a major role in pathogenesis of diabetes mellitus.<br />

Another factor, resistin is a signal peptit secreted from the adipocytes and insulin<br />

resistance-inducing molecule. Resistin is produced by monocytes and macrophages<br />

of peripheral blood (Odegaard A. Nutr. Rev. 2006).<br />

Resistin may act as a hormone that is associated with insulin resistance. İt is a<br />

pro-inflammatory factor. Resistin has been shown to be inversely associated with<br />

insulin sensitivity.<br />

However, the relationship between resistin and insulin resistance were not very<br />

clear. Biochemical mechanisms of dietary trans fatty acids, to insulin resistance<br />

and glucose hemeostasis need further study.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Pıhtılaşma Faktörleri, Kanın Pıhtılaşması ve Fibrinoliz<br />

Tuncer ÇAYCI<br />

GATA, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

Kanın dolaşımda sıvı halde kalmasını sağlayan, ayrıca damarlarda oluşan<br />

kanamaları durduran ve daha sonra aynı damarın fonksiyonunu devam ettirebilmesi<br />

için pıhtıdan temizlenmesini sağlayan mekanizmaların tümüne hemostaz denir.<br />

Hemostaz ile pıhtılaşma (koagülasyon) zaman zaman aynı anlamda kullanılmakta<br />

ise de koagülasyonun hemostazın sadece bir bölümü olduğu bilinmelidir.<br />

Hemostaz mekanizmasında vasküler yapılar, trombositler, koagülasyon faktörleri<br />

ve fibrinolitik sistem rol alır. Hemostaz üç aşamada gerçekleştirilir. ilk aşamada<br />

zedelenmiş damarda vazokonstrüksiyon meydana gelir. Damardaki daralma ile<br />

hem kanama azaltılır hemde kan akımı yavaşlatılarak trombositlerin hasarlı bölgedeki<br />

endotel altında bulunan kollojene yapışması sağlanır. Böylece kanamayı durduran<br />

ilk tıkaç oluşmuş olur. Akabinde plazmada bulunan pıhtılaşma faktörlerinin<br />

görev aldığı ve son olarak fibrin oluşumuyla sonuçlanan sekonder hemostaz meydana<br />

gelir. Bu haliyle hasarlı damardaki tıkaç sağlamlaştırılır ve kanama kontrol<br />

altına alınır. Son olarak plazminojenden meydana gelen plazminin, oluşan fibrini<br />

parçalamasıyla fibrinoliz meydana gelir ve bu son süreç tersiyer hemostaz olarak<br />

adlandırılır. Her üç hemostaz sürecinde rol alan faktörlerde meydana gelen eksiklikler<br />

ve yapısal bozukluklar hayatı tehdit eden çok ciddi sonuçlara sebep olabilir.<br />

Coagulation factors, Blood Coagulation and fibrinolysis<br />

Tuncer ÇAYCI<br />

Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, GATA, Ankara<br />

All of the mechanisms are called as hemostasis that keep the in liquid state the<br />

blood in circulating, and also stop bleeding in the vessel and then it can continue<br />

to function to be removed from the clot. Hemostasis and blood clotting (coagulation)<br />

is sometimes used in the same meaning. But coagulation should be known<br />

only as a phase of hemostasis. Vascular structures, platelets, coagulation factors<br />

and fibrinolytic system are played role in the mechanism of hemostasis. Hemostasis<br />

is performed in three stages. In the first stage, vasoconstriction occurs at vascular<br />

injury. With the narrowing of blood vessels reduces bleeding and slowe blood<br />

flow in the damaged area. in the conclusion, platelets adhese to collagen under<br />

endothelial cells. The first stopper is formed so that stop bleeding. Subsequently<br />

secondary hemostasis occurs in the formation of fibrin that involving the plasma<br />

clotting factors. Plugs secured in this state, and bleeding can be controlled. Finally<br />

plasmin occurring from plazminojen, degrades the fibrin and this last process is<br />

called as tertiary hemostasis. Deficiencies and structural errors of factors played<br />

role in the every three process of hemostasis can cause very serious consequences<br />

that are the life-threatening disorder.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Koagülasyon Testleri<br />

Yasemin GÜLCAN KURT<br />

GATA, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

Hemostaz kan damarlarının, plateletlerin ve koagülasyon faktörlerinin dâhil<br />

olduğu karmaşık bir süreçtir. Hemostazın farklı aşamalarını test edebilecek pek<br />

çok farklı laboratuar testi bulunmaktadır. Kanama bozukluğunu değerlendirmede<br />

öncelikle basit tarama testlerinden başlanarak daha spesifik testlere doğru bir algoritma<br />

izlenmelidir. Tarama testleri in vivo olayları taklit eden in vitro koşullarda<br />

yapılır, bu yüzden yorumlarken dikkatli olunmalıdır. Tarama testlerinin normal<br />

olması, hemostazın normal olduğu anlamına gelmez, hastanın klinik tablosuna<br />

göre daha spesifik ileri testler çalışılmalıdır.<br />

A. Trombosit Fonksiyon Testleri<br />

i. Trombosit Sayımı ve Periferik Yayma: Normal değeri 150000–450000/μl dir.<br />

Düşük değerler saptandığında periferik yayma ile değerlendirilmelidir.<br />

ii. Kanama Zamanı: Hemostazın vaskuler platelet fazını değerlendiren bir testtir.<br />

Ancak standardize olamaması tekrarlanabilirliğinin ve doğruluğunun az olması<br />

nedeniyle genellikle günümüzde kullanılmayan bir testtir.<br />

iii. Trombosit Agregasyonu: Plateletten zengin plazma ile çalışılır. Aggregometre<br />

ile optik dansite takip edilerek platelet agregasyonu ölçülür. Platelet agrege edici<br />

ajan (agonist) olarak ristocetin, ADP, kollajen, epinefrin, araşidonik asit kullanılır.<br />

B. Koagülasyon Testleri<br />

Başlıca iki koagülasyon tarama testi vardır; Protrombin Zamanı ve Aktive Parsiyel<br />

Tromboplastin Zamanı. Her iki test de pıhtı oluşana kadar geçen süreyi ölçer,<br />

sadece pıhtılaşmayı başlatmak için farklı vasıtaları kullanırlar. Bu testler sitratlı<br />

plazmada çalışılır. Sitrat konsantrasyonu NCCLS tarafından %3.2 olarak tavsiye<br />

edilmiştir.<br />

i. Protrombin Zamanı (PTZ): Tromboplastin eklenerek plazmadaki pıhtılaşmanın<br />

ölçülmesine dayanır. Ekstrinsik pıhtılaşma yolu (Faktör VII) ve ortak yolun (II,<br />

V, X, fibrinojen) bütün olarak çalışmasını ölçer.<br />

ii. Aktive Parsiyel Tromboplastin Zamanı (aPTT: PTT): Pıhtılaşma başlatıcısı<br />

olarak kontak faktörleri (yüzey aktivatörü) kullanılır. İntrinsek pıhtılaşma yolu<br />

(VIII, IX, XI, XII) ve ortak yolu (II, V, X,fibrinojen) ölçer. PTT reaktifi içerisinde<br />

fosfolipid ve kaolin, ellajik asit, silika gibi intrinsik yol aktivatörleri bulunur.<br />

iii. Normal Plazma ile Karıştırma Testleri: PTZ ve/veya aPTT testleri uzamış<br />

bulunduğunda, hasta plazması 1:1 oranında normal plazma ile karıştırılarak testler<br />

tekrar çalışılabilir.<br />

Coagulation Tests<br />

Yasemin GULCAN KURT<br />

GMMA, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry, Ankara<br />

Hemostasis is a complex process that involves blood vessels, platelets and coagulation<br />

factors. There are many of different laboratory tests for testing different<br />

stages of hemostasis In assessing bleeding disorders should be started firstly from<br />

the simple screening tests and an algorithm into a more specific tests should be<br />

monitored. Screening tests are done in vitro mimicing in vivo events, so it should<br />

be interpreted with caution. Screening tests to be normal, does not mean haemostasis<br />

is normal, according to the patients’ clinical status, more specific tests<br />

should be run.<br />

A. Platelet Function Tests<br />

i. Platelet Count And Peripheral Smear: Normal value is 150000-450000/μl. Lower<br />

values should be evaluated by blood smear.<br />

ii. Bleeding Time: Vascular plathelet phase of hemostasis is evaluated by this test.<br />

Today it is not commonly used due to its poor reproducibility inaccuracy and unable<br />

to be standardized.<br />

iii. Platelet Aggregation: Platelet rich plasma is used for this assay. Aggregometer<br />

measures patelet aggregation by monitoring the optical density. Various platelet<br />

agregating agents (agonists) such as ristocetin, ADP, collagen, epinephrine, arachidonic<br />

acid is used.<br />

B. Coagulation Tests<br />

There are two primary screening tests for coagulation, prothrombin time and activated<br />

partial thromboplastin time. Both test measures the time until the clot is<br />

formed just they use different means to start the clot process. These tests are run in<br />

citrated plasma. Citrate concentration of 3.2% as was recommended by NCCLS.<br />

i. Prothrombin Time (PT): It is based on the addition of thromboplastin and measure<br />

clotting in plasma. It measures the integrity of extrinsic (Factor VII) and the<br />

common coagulation path (II, V, X, fibrinogen).<br />

ii. Activated Partial Thromboplastin Time (aPTT: PTT): As the initiator of coagulation<br />

contact factors (surface activator) is used. Intrinsic (VIII, IX, XI, XII) and<br />

common coagulation path (II, V, X, fibrinogen) is measured. In the PTT reagent<br />

phospholipid and intrinsic path activators such as kaolin, ellagic acid, silica is<br />

found.<br />

iii. Mixing Studies: When PT and/or aPTT tests are prolonged patient plasma is<br />

mixed 1:1 with normal plasma and the test should run again.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

iv. Fibrinojen: Fibrinojen ölçümünde fonksiyonel aktivite ölçen metodlar olduğu<br />

gibi konsantrasyon ölçen immnoassay metodlar da vardır. Klinik laboratuarların<br />

çoğu fonksiyonel bir yöntem olan Clauss tekniğini kullanır.<br />

v. Trombin Zamanı: Hasta plazmasına trombin ilave edilerek yapılır. Fibrinojenin<br />

trombin vasıtasıyla fibrine çevrildiği koagülasyon kaskadının son basamağını<br />

ölçer. İntrensek ve ekstrensek yollardaki defektlerden etkilenmez. Çok düşük<br />

miktarlardaki heparine bile duyarlıdır.<br />

vi. Reptilaz zamanı: Trombin Zamanı testi gibidir ancak trombin yerine yılan zehiri<br />

olan reptilaz kullanılır.<br />

vii. Fibrin yıkım ürünleri; D-dimer: Fibrinoliz ürünleridir. Ama hemen tüm fibrinoliz<br />

pıhtılaşma sonrası meydana geldiği için trombotik durumu değerlendirmekte<br />

kullanılır.<br />

viii. Trombotik risk testleri ve hiperkoagülasyon paneli: Faktör V leiden, antitrombin<br />

III, protein C, protein S defektleri, protrombin mutasyonu<br />

iv. Fibrinogen: The methods for measuring the functional activity of fibrinogen,<br />

as immnoassay methods for measuring concentrations are also present. Most clinical<br />

laboratories use a functional method of Clauss technique.<br />

v. Thrombin Time: It is done by adding thrombin to patients’ plasma. Measures<br />

the final step of coagulation cascade, which is the conversion of fibrinogen to fibrine<br />

by thrombin. It is not affected by defects on the intrinsic and extrinsic paths.<br />

Very sensitive to low amounts of heparin.<br />

vi. Reptilase Time: Reptilase Time is similar to thrombin time, but the snake<br />

venom “reptilase” is used instead of thrombin.<br />

vii. Fibrin degradation products, D-dimer: These are the products of fibrinolysis.<br />

But almost all of fibrinolysis occur after coagulation, they are used to assess the<br />

thrombotic situation.<br />

viii. The Risk Of Thrombosis And Hipercoagulation Panel: Factor V Leiden mutation,<br />

antithrombin III, protein C, protein S deficiencies, prothrombin mutation<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Koagülasyon Testlerinin Klinik Kullanımı<br />

Erdinç ÇAKIR<br />

GATA Tıbbi Biyokimya AD, Ankara<br />

Hemostaz sürecindeki defektler kanama rahatsızlıklarına neden olur ve bu durumlar<br />

pıhtılaşma şelalesindeki proteinlerin seviyesi, trombosit aktivasyonu ve<br />

fonksiyonu, temas aktivasyonu ve antitrombin aktivasyonu ile belirlenir.<br />

Kanama bozukluklarının çok büyük bir çoğunluğu eğer tam kan sayımı, protrombin<br />

zamanı (PT (INR)), aktive parsiyel thromboplastin zamanı (aPTT), trombin<br />

zamanı (TT) ve kanama zamanı (KZ) gibi testlerin tümü normalse ekarte<br />

edilebilir. Bu testler, daha spesifik testlerle teyit edilebilen, kantitatif trombosit<br />

bozukluklarını ve koagülasyon faktörlerinin edinsel veya konjenital eksikliklerini<br />

ortaya çıkaracaktır. Bu testler, özellikle damarsal nedenlere ve von Willebrand<br />

hastalığına bağlı kanamalar başta olmak üzere tüm kanama bozukluklarını tespit<br />

edememekle beraber klinisyenlere kanama bozukluklarının araştırılmasında ve<br />

tanı-tedavi yaklaşımlarında yol gösterici olacaktır.<br />

Yukarıdaki pıhtılaşma testleri başlıca, olası bir kanama diatezine sahip hastaların<br />

değerlendirilmesinde ve warfarin ya da heparin tedavilerinin izlenmesinde<br />

kullanılır. Tedavi almayan hastada uzamış değerler anormal bir kanama durumuna<br />

işaret ederken, kısalmış değerler ise pıhtılaşmanın arttığını düşündürebilir.<br />

Eğer aPTT uzamış ve PT (INR) normal ise problem intrinsik yolağa lokalizedir.<br />

Eğer aPTT normal ve PT (INR) uzamış ise problem ekstrinsik yolakta(Faktör VII)<br />

yatmaktadır. Bu durumun en çok görüldüğü edinsel sebepler, warfarin kullanımı,<br />

kronik karaciğer hastalıkları ve vitamin K eksikliğidir.<br />

Eğer hem aPTT ve hem de PT (INR) uzamış ise problem muhtemelen son ortak<br />

yolaktadır. Bu durumda yolaktaki son basamak olan fibrinojenin fibrine<br />

dönüşümünü değerlendirmek için trombin zamanı (TT) kullanılır.<br />

Clinical use of Coagulation Tests<br />

Erdinc CAKIR<br />

GATA Department of Medical Biochemistry, Ankara<br />

Defects in the process of hemostasis, leading to bleeding disorders, have been<br />

identified at the level of the proteins of the clotting cascades, platelet activation<br />

and function, contact activation and antithrombin function.<br />

If the findings are all normal for blood and platelet counts, prothrombin time, activated<br />

partial thromboplastin time, fibrinogen or thrombin time and bleeding time<br />

so the vast majority of important bleeding disorders can be excluded. These tests<br />

will reveal quantitative platelet disorders and congenital or acquired deficiency of<br />

coagulation factors, which can be confirmed by specific assay. The tests will not,<br />

however, detect all bleeding disorders, especially those due to vascular causes and<br />

mild von Willebrand’s disease, and patients with a strong personal or family history<br />

of the condition, despite normal screening investigation, should be referred<br />

for specialist investigation and management.<br />

The above clotting tests are primarily used to evaluate a patient with a possible<br />

bleeding diathesis or for monitoring therapy with warfarin or heparin. Prolonged<br />

values are abnormal in the untreated patient, while shortened values may be predictive<br />

of an increase in coagulability.<br />

If the aPTT is prolonged and the PT (INR) is normal, the problem is localized to<br />

the intrinsic pathway.<br />

If the aPTT is normal and the PT (INR) is prolonged, the problem lies in the extrinsic<br />

pathway (factor VII). The most common acquired causes are the use of<br />

warfarin, chronic liver disease, and vitamin K deficiency.<br />

If both the aPTT and PT (INR) are prolonged, the problem is likely to be in the<br />

final common pathway. In this situation, the thrombin time (TT) can be used to<br />

assess the last step in the pathway, conversion of fibrinogen to fibrin.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

29 Ekim 2010, Cuma / Manisa Salonu<br />

Kanserde İlaç Direçliliğinin Moleküler Mekanizmaları ve Dirençliliğin<br />

Geri Çevrilmesi<br />

Yusuf BARAN<br />

Molecular Mechanisms of Drug Resistance and Reversal of Resistance<br />

in Cancer<br />

Yusuf BARAN<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Moleküler Biyoloji ve Genetik, İzmir İleri Teknoloji Enstitütüsü, İzmir<br />

Son dönemlerde insan ölümlerinde kalp hastalıklarından sonra ikinci sıraya<br />

yerleşen kanserin tedavisinde kullanılan en yaygın yöntem kemoterapidir. Ancak<br />

kanserli hücre ve dokuların uygulanan antikanser ajanlara karşı tedavinin başında<br />

veya ilerleyen dönemlerinde geliştirdikleri hücresel dirençlilik mekanizmaları,<br />

kanser tedavisinde başarıyı önemli ölçüde engelleyen ciddi bir problemdir. Kanserli<br />

hücrelerin yapı ve fonksiyon olarak birbirinden farklı sitotoksik ilaçlara karşı<br />

geliştirdiği dirençlilik, ‘çoklu ilaç dirençliliği’ olarak isimlendirilmiştir. Kanserli<br />

hücrelerde yoğun olarak gözlenen ilaç dirençliliğinin, uygulanan ilaca ve kanser<br />

türüne göre değişen farklı moleküler genetik ve biyokimyasal nedenleri vardır.<br />

Kanser hücrelerinde meydana gelen ikincil genetiksel değişim ve bozukluklar, ilaç<br />

dirençliliği ile sonuçlanabilmektedir. Dirençlilik mekanizmalarından biri bloke<br />

edildiğinde, kanser hücreleri diğer mekanizmaları etkin kılmaya çalışarak dirençli<br />

hale gelebilmekte ve böylece sürekli sağkalmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle,<br />

kanserde ilaç dirençliliği çalışmalarında hücresel mekanizmaları bir bütün olarak<br />

göz önüne almak ve incelemek son derece önemlidir. Çoklu ilaç dirençliliğine<br />

yol açan muhtemel mekanizmalar ana başlıklar ile aşağıya sıralanmıştır: 1. Artan<br />

ilaç atımına ya da azalan ilaç alımına bağlı hücre içi ilaç birikiminde meydana<br />

gelen azalmalar 2. Antikanser ajanın hedeflediği bölgede meydana gelen yapısal<br />

değişimler 3. İlacın hedeflediği molekülün hücre içi miktarındaki artışlar veya<br />

hedef molekülün tümü ile ortamdan uzaklaştırılması 4. Apoptozu kontrol eden<br />

genlerin ekspresyon düzeylerindeki değişimler 5. Seramid metabolizmasında meydana<br />

gelen bozukluklar 6. DNA hasar tamirindeki artışlar 7. İlaç metabolizması<br />

ile ilgili problemler<br />

Molecular Biology and Genetics, İzmir Advanced Technology Institute, İzmir<br />

Chemotherapy is the most widely used treatment strategy for cancer which is the<br />

highest second reason for humanbeing deaths after heart related diseases. However,<br />

cellular resistance mechanisms developed by cancer cells and tissues in the beginning<br />

or proceeding times to applied anticancer agents is a significant problem<br />

preventing succesfull therapy. Resistance developed by cancer cells to structurally<br />

and functionally different cytotoxic agents is called as multi drug resistance.<br />

Drug resistance mechanisms have different molecular genetics and biochemical<br />

reasons depending on the applied drug and the type of cancer. Secondary genetic<br />

alterations and disorders in cancer cells may also result in drug resistance. When<br />

one of drug resistance mechanisms is blocked, cancer cells can activate some<br />

others to become resistant to anticancer agents, and thereby maintain its survival.<br />

That is why it has vital importance to study and consider all signaling pathways, in<br />

multidrug resistance of cancer. The possible mechanisms of multidrug resistance<br />

in cancer are; 1. Decrease the intracellular concentrations of drugs to sublethal<br />

levels resulting from increased export or decreased inport. 2. Structural changes<br />

in anticancer agent binding site. 3. Increases in the numbers of drug targets or<br />

complete removal of the target from the cells. 4. Changes in expression levels of<br />

the apoptotic pathways controlling genes. 5. Aberrant ceramide metabolism. 6.<br />

Increases in DNA repair mechanisms. 7. Problems related with drug metabolism<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Oksidatif Stres ve Apoptozis: Kanser Tedavisindeki Önemi<br />

Tomris OZBEN<br />

Tip Fakultesi, Akdeniz Universitesi , Antalya<br />

Oksidatif stresin biyolojik fonksiyonları ve kanser oluşumu ve gelişmesindeki<br />

potansiyel rolü uzun zamandan beri araştırılmaktadır. Kanserin kendisi de intrinsik<br />

oksidatif stres oluşturur. Kanser tedavisi sırasında kullanılan bazı kemoterapötik<br />

ilaçlar ve radyasyon terapisi reaktif oksijen türleri (ROS) oluştururlar.<br />

Kanser hücrelerindeki oksidatif stresin hücre proliferasyonunun stimülasyonu,<br />

mutasyonların ve genetik instabilitenin promosyonu, antikanser ilaçlarına karşı<br />

hücresel hassasiyetin değişmesi gibi önemli sonuçları vardır. Öte yandan, kanser<br />

hücrelerinin devamlı yüksek oksidatif stres altında olması, malign hücreleri<br />

öldürmek için bir fırsat oluşturabilir. Serbest radikallerin, özellikle reaktif oksijen<br />

türlerinin (ROS), apoptozisin yaygın düzenleyicileri oldukları öne sürülmüştür.<br />

Oksidan sinyaller, hücre yaşam ve ölümünün önemli regülatörleridir. Apoptozisi<br />

indükleyen tedavilerin çoğu oksidatif stres oluşturur. Kanser hücrelerini apoptozisi<br />

indükleyerek seçici olarak öldürmeyi hedefleyen terapötik yaklaşımlar, birçok<br />

klinik durumda ümit verici görünmektedir. Son araştırmalar, hücrenin ölüm<br />

şeklinin oksidatif hasarın şiddetine bağlı olduğunu göstermiştir. ROS’lar, ilaç<br />

indüklü apoptoziste rol oynadığı için, antioksidanların ROS’ları inhibe ederek,<br />

kanser hücrelerinde apoptozisi önleyecekleri düşünülmüştür. Kanser tedavisi<br />

sırasında antioksidanlarin kullanımı ile ilgili yoğun tartışmalar vardır. Sunumda,<br />

apoptozis üzerinde oksidatif stres ve antioksidanlarla ilgili güncel paradokslar ele<br />

alınacak, oksidanların apoptozis yolaklarını regüle ediş mekanizmaları ve seçici<br />

olarak kanser hücrelerinde apoptozisi indükleyerek kanser hücrelerinin eliminasyonu<br />

üzerindeki güncel gelişmeler ele alınacaktır.<br />

Oxidative Stress and Apoptosis: Impact on Cancer Therapy<br />

Tomris OZBEN<br />

Faculty of Medicine, Akdeniz University, Antalya<br />

The biological functions of oxidative stress and its potential role in cancer development<br />

and progression have been investigated for several decades. Cancer<br />

itself induces oxidative stress. It is well established that some chemotherapeutic<br />

agents and radiation therapy generate reactive oxygen species (ROS) in patients<br />

during cancer therapy. Oxidative stress in cancer cells may have significant consequences,<br />

such as stimulation of cellular proliferation, promotion of mutations<br />

and genetic instability, and alterations in cellular sensitivity to anticancer agents.<br />

Since cancer cells are under increased oxidative stress, this may also provide an<br />

opportunity to kill the malignant cells. Free radicals, particularly reactive oxygen<br />

species (ROS) have been proposed as common mediators for apoptosis. Oxidizing<br />

signals are crucial regulators of cell life and death. Many of treatments inducing<br />

apoptosis also evoke oxidative stress. The therapeutic strategies involving induction<br />

of apoptosis to kill cancer cells selectively offers promise in a variety of clinical<br />

settings. Recent studies have demonstrated that the mode of cell death depends<br />

on the severity of the oxidative damage. Since ROS plays a role in drug-induced<br />

apoptosis, one might suspect that antioxidants may inhibit ROS and prevent apoptosis<br />

of cancer cells. There is an intense argument on the concurrent use of antioxidants<br />

with the conventional cancer treatments. In this presentation, I will address<br />

some of the current paradigms of oxidative stress and antioxidants on apoptosis,<br />

the potential mechanisms by which oxidants can regulate apoptotic pathways and<br />

new developments in eliminating cancer cells by selectively inducing apoptosis.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Meme Kanserinde Glutatyon S-Transferaz İnhibisyonu ve Apoptotik<br />

Mekanizmadaki Önemi<br />

Yasemin AKSOY<br />

Tıbbi Biyokimya, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

Glutathione S-Transferase Inhibition and the Importance of Apoptotic<br />

Mechanism in Breast Cancer<br />

Yasemin AKSOY<br />

Medical Biochemistry, Hacettepe University, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Bir çok kanser türünde olduğu gibi meme kanseri tedavisinde de karşılaşılan en<br />

önemli sorunlardan biri kullanılan ilaçlara karşı direnç gelişimidir. Kanser hücrelerinde<br />

kemoterapötik ilaçlara karşı gelişen ilaç direnci ile birlikte glutatyon ve<br />

glutatyona bağlı enzim düzeylerinin de değiştiği gözlenmektedir. Antikanser ilaçlara<br />

karşı gelişen ilaç direncinde, çoklu ilaç direnci protein ailesinin üyeleri ve<br />

Glutatyon S-transferaz izoenzimlerinin sinerjik olarak fonksiyon gösterdikleri<br />

kanıtlanmıştır. Kanser hücrelerinde, Glutatyon S-transferazların, özellikle de<br />

P1-1 izoziminin aşırı üretimi ve glutatyon konjugasyonu aracılığıyla kemoterapötik<br />

ajanları inaktive ederek ilaç direncini indüklediği bilinmektedir. Ayrıca,<br />

GSTP1-1 apoptotik sistemde anahtar bir enzim olan c-Jun N-terminal kinaz ile<br />

interaksiyona girmesi nedeniyle antiapoptotik aktiviteye de sahiptir. Bu nedenle<br />

glutatyon benzeri olan ve olmayan inhibitör bileşikler tasarlanmaktadır. Biz,<br />

çalışmamızda GST inhibisyonu yönünden daha aktif olması ihtimali ile GSH<br />

benzeri olmayan, lipofilik özellikleri nedeniyle de hücre membranını kolaylıkla<br />

geçebilen bileşiklerin muhtemel olumlu sonuçlarını araştırmayı hedefledik. Bu<br />

nedenle daha önce heterosiklik çekirdek taşıyan yapıları sayesinde kemoterapötik<br />

aktiviteye sahip olan benzoksazol, benzimidazol, benzotiyazol türevi bileşiklerin<br />

sentezlenmesi başlatilmıştır. Diğer yandan özgün bileşiklerin GSTP1-1 izozimi<br />

üzerindeki inhibitör etkilerinin kinetiği çalışılmaktadır. Daha sonra uygun inhibitörler<br />

meme kanseri hücre hatlarına uygulanarak apoptotik mekanizma ile<br />

GSH ve GST düzeyleri üzerinden, kemoterapötik ajanlara karşı duyarlılığı incelenecektir.<br />

Like most of cancer types, in the breast cancer theraphy one of the most encountered<br />

problem is progressing of drug resistance as a result of using chemotherapeutic<br />

agents. In cancer cells drug resistance develops and also glutathine and<br />

glutathione dependant enzyme levels change. The importance both multi drug<br />

resistance protein family members and Glutathione S-transferase isozymes synergitic<br />

expressions are emphasized. In cancer cells, over production of Glutathione<br />

S-transferase spesifically Pi isozyme makes more glutathione conjugated chemotherapeutic<br />

agents inactive and induce the drug resistance. In addition, GST Pi<br />

also plays a key role in apoptotic system by interacting with c-Jun N-terminal<br />

kinase and because of that it has also antiapoptotic effect in cells. For this reason,<br />

a lot of drugs similar or non similar to glutathione are designed. In our study is to<br />

choose a lipophilic compound, not similar structure to GSH so that it can easily<br />

enter the cell. By this way it can easily be more active to inhibit the GST. For this<br />

reason heterocyclic ring structure containing compound derivatives that has already<br />

been known about their chematherapeutic activity like Benzoxazole, Benzimidazole,<br />

Benzothiazole derivative compounds have been synthesized. On the<br />

other hand, inhibitory effects of new compounds on GST P1-1have been studied.<br />

Later, effective inhibitors will be applied to the breast cancer cells and apoptotic<br />

mechanism will be investigated.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Mikobakteri Hücre Duvarı Ekstrelerinin Yüzeyel Mesane Tümörü<br />

Tedavisindeki Olası Rolü<br />

N. Leyla AÇAN, Esra BÜBER<br />

Tıbbi Biyokimya, Tıp Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

Possible Role of Mycobacterial Cell Wall Extracts on the Treatment of<br />

Bladder Tumor<br />

N. Leyla AÇAN, Esra BÜBER<br />

Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Hacettepe University, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Bacillus Calmette-Guerin uygulaması, bazı yüzeyel mesane tümörlerinde altın<br />

standart tedavi olarak kullanılmaktadır. BCG etkin bir terapötik olmasına karşın,<br />

patojen olması ve ölüme kadar uzanan yan etkileri nedeniyle kullanımı sınırlıdır.<br />

Daha az toksik ve daha etkili ajanlar üzerinde yoğun olarak çalışılmaktadır. Bunlardan<br />

en önemlisi Mycobacterium phlei ile yapılan araştırmalardır. M. phlei’nin<br />

antitümöral etkinlik göstermesi için hücre duvar ekstresi yeterli olmaktadır. M.<br />

phlei hücreleri üretilmiş, çeşitli fizikokimyasal basamaklardan geçirilerek farklı<br />

özellikte ekstreler elde edilmiştir. Bu örnekler, insan makrofaj hücreleri ile inkübe<br />

edilmiş, bakteri duvarının proteinlerce zengin bileşenlerinin makrofajlarda interlökin<br />

12 ve tümör nekroz faktörü alfa üretimine yol açtığı ELISA tekniğiyle<br />

gösterilmiştir. Örneklerin MALDI-MS profilleri incelemesi ile 9207, 11533,<br />

12460 ve 21587 Da molekül ağırlığındaki peptidlerin aktivite ile ilişkili olduğu<br />

gösterilmiştir. 88 farklı mikobakteri suşu üretilmiş ve bu bakteri suşlarının insan<br />

makrofaj hücrelerinde interlökin 12 ve tümör nekroz faktörü a salgılanmasına yol<br />

açma yetenekleri M. bovis’in etkisi ile karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmalar sonucu<br />

M. bovis’in etkisine denk veya M. bovis’ten daha etkili olup, patojen olmayan<br />

ve hızlı üreyen 12 mikobakteri suşu seçilmiştir. Bu mikobakterilerin hücre<br />

duvarları, insan mesane tümörü hücreleri ile inkübe edilmiş, içlerinden altısının<br />

mesane tümörü hücreleri üzerinde sitotoksik etkisinin M. phlei’ye denk veya daha<br />

yüksek olduğu MTT testi ile gösterilmiştir. Bu suşlar arasındaki Mycobacterium<br />

brumae hücre duvarı ekstreleri HPLC ile daha ileri düzeyde ayrıştırılmıştır.<br />

Ters faz ve iyon değiştirici kolonlarda ayrıştırılan örneklerin MALDI-MS analizleri<br />

yapılmış ve immün stimülasyon aktiviteleri ELISA tekniği ile incelenmiştir.<br />

Molekül ağırlığı 1800 Da civarında organic çözücüde çözünmeyen ve molekül<br />

ağırlığı 3000 Da civarında, organik çözücüde çözünen yapıların immün stimülasyon<br />

aktivitesinde rolü olduğu görülmüştür.<br />

Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi araştırma Birimi (Proje No. 03G31) ve<br />

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafındanTÜBİTAK kanalıyla (SBAG-SANTEZ-5-<br />

105S361) desteklenmiştir.<br />

Bacillus Calmette-Guerin application is the golden standard treatment for some<br />

type of the superficial bladder carcinoma. Despite being an effective therapeutic,<br />

pathogenicity and lethal side effects of BCG limits its usage. Intensive researches<br />

are carried away to find less toxic and more potent therapeutic agents for the treatment.<br />

Researchers focus on Mycobacterium phlei for this purpose. Cell wall extract<br />

of M. phlei is sufficient for antitumoral activity. M. phlei cells were cultured<br />

and several different extracts were prepared by physicochemical procedures. Human<br />

monocytic cell lines were incubated with these extracts and shown by ELISA<br />

technique that protein rich cell wall extracts cause interleukin 12 and tumor necrosis<br />

factor a production in macrophages. MALDI- MS spectra of the samples<br />

show that 9207, 11533, 12460 ve 21587 Da peptides may be involved in the immunostimulation<br />

activity. 88 different mycobacteria strains were cultured and<br />

the interleukin 12 and tumor necrosis factor alpha production capacities of these<br />

strains on human macrophages were investigated. As a result 12 nonpathogenic<br />

and rapid growing mycobacteria strains which have equal or better cytokine production<br />

activity as compared to M. bovis were selected. The cell wall extracts of<br />

these mycobacteria were incubated with human bladder tumor cell lines and six of<br />

them were observed to have cytotoxic effects equivalent to M. phlei, by MTT test.<br />

Among these strains Mycobacterium brumae was analyzed further with HPLC.<br />

The samples fractionated by reverse phase and ion exchange columns were investigated<br />

by MALDI-MS, and activity of the fractions were measured by ELISA.<br />

As a result a ca. 1800 Da component which is insoluble in organic solvent and a<br />

ca. 3000 Da component which is soluble in organic solvent were detected to have<br />

immunostimulating activity.<br />

This work was supported by Hacettepe University Research Fund, Project No.<br />

03G31 and Ministry of Industry and Trade through Scientific and Technical Research<br />

Institute of Turkey (TUBITAK), Project No. SBAG-SANTEZ-5-105S361.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Doğal Fenolik Bileşikler, Antikanser Özellikleri ve Kanser Kemoterapi<br />

İlaçları ile Etkileşimleri<br />

Haydar ÇELİK 1 , Emel ARINÇ 2<br />

1 Gıda Mühendisliği, Erciyes Üniversitesi<br />

2 Biyolojik Bilimler, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara<br />

Natural Phenolic Compounds, Anticancer Properties and Interactions with<br />

Cancer Chemotherapy Drugs<br />

Haydar ÇELİK 1 , Emel ARINÇ 2<br />

1 Food Engineering, Erciyes University<br />

2 Biological Sciences, Middle East Technical University, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Fenolik asitleri ve geniş bir flavonoid ailesini içeren diyetsel fenolik bileşikler,<br />

insan sağlığını destekleyen etkilerinden dolayı, son yıllarda oldukça fazla toplumsal<br />

ve bilimsel ilgi görmektedir. Birtakım popülasyon çalışmaları, fenolikçe<br />

zengin gıdaların ve içeceklerin çokca tüketilmesini, kanser ve kardiyovasküler<br />

hastalıkların dahil olduğu bazı kronik ve dejeneratif hastalıklardan korunma ile<br />

ilişkilendirmiştir. Bu bileşikler in vitro şartlarda kuvvetli antioksidan aktiviteler<br />

göstermektedirler ve sahip oldukları kemopreventif ve koruyucu etkilerin antioksidan<br />

mekanizmalar yoluyla olduğu düşünülmektedir. Fenolikçe zengin diyetsel<br />

destekleyiciler radyasyon terapisi veya kemoterapiye maruz kalan kanser hastaları<br />

tarafından toksik yan etkilerin azaltılması umudu ile çoğunlukla onkologlarının<br />

bilgisi olmadan yoğun bir biçimde de tüketilmektedir. Antioksidanların kanser<br />

tedavisi sırasında kullanımı, bazı araştırmacıların antioksidanların kemoterapinin<br />

etkinliğini arttırabileceğini iddia ettikleri, diğerlerinin ise antioksidanlar tarafından<br />

ilaçların sitotoksik etkilerinin engellenebileceği konusunda endişe duydukları<br />

ihtilaflı bir tartışma konusudur. Kinon içeren alkilleyici ajanlar ve antrasiklin antikanser<br />

ilaçların dahil olduğu pekçok kemoterapatik ajan sitotoksik etkilerini oksidatif<br />

mekanizmalar yoluyla göstermektedir. Bu konuşma, bazı kemoterapatik<br />

ajanlarla diyetsel antioksidan bileşiklerin etkileşimlerini ele alan son çalışmamız<br />

üzerinde odaklanacaktır. Saflaştırılmış enzimlerle yürüttüğümüz çalışmalar, ikinci<br />

jenerasyon bir antrasiklin antikanser ajanı olan idarubisinin, NADPH-sitokrom<br />

P450 redüktaz tarafından redüktif biyoaktivasyona uğrayabileceğini ve<br />

neticede aerobik şartlar altında reaktif oksijen türleri (ROS) üreterek DNA zincir<br />

kırıklarına neden olan reaktif ve/veya redoks aktif metabolitlerin oluşabileceğini<br />

gösterdi. Bu bulgu, bu biyoaktivasyon yolağının, idarubisinin antitümör etkisine<br />

potansiyel olarak katkıda bulanan ilaç etki mekanizmalarından biri olabileceğini<br />

gösterdi. İdarubisinin DNA hasar verici aktivitesine karşı test edilen diyetsel fenolik<br />

bileşikler içerisinde, kuersetinin oldukça etkili bir antioksidan olduğu bulundu.<br />

Kuersetin plazmid DNA tek zincir kırıklarında doz bağımlı olarak bir azalma<br />

sağladı; 100 µM yaklaşık %95 koruma gösterdi. Kuersetinin glikozit konjugatı<br />

olan rutin ise, yaklaşık %93 koruma gösteren test edilen en yüksek konsantrasyon<br />

(2 mM) haricinde, herhangi bir koruma sağlamadı. Diğer antioksidanlar,<br />

Dietary phenolic compounds including a large flavonoid family and phenolic acids<br />

have attracted considerable public and scientific interest in recent years because<br />

of their potential health-promoting effects. Several population studies have<br />

linked increased consumption of phenolic-rich foods and beverages to protection<br />

from certain chronic and degenerative diseases including cancer and cardiovascular<br />

diseases. These compounds show strong antioxidant activities in vitro and are<br />

thought to exert their chemopreventive and protective effects through antioxidant<br />

mechanisms. Phenolic-rich dietary supplements are also extensively consumed by<br />

cancer patients undergoing radiation therapy or chemotherapy in the hope of reducing<br />

toxic side effects, mostly without the knowledge of their oncologists. The<br />

use of antioxidants during cancer therapy is a matter of controversy with some<br />

researchers claiming that antioxidants can increase the efficacy of chemotherapy,<br />

whereas others are concerned about the possible interference of cytotoxic actions<br />

of drugs with antioxidants. Many chemotherapeutic agents including quinonecontaining<br />

alkylating agents and anthracycline anticancer drugs utilize oxidative<br />

mechanisms for their cytotoxic effects. This presentation will focus on our recent<br />

work, which addresses the possible interactions of certain chemotherapeutic<br />

agents and dietary antioxidant compounds. Our studies carried out with purified<br />

enzymes have demonstrated that idarubicin, a second-generation anthracycline<br />

anticancer drug, can undergo reductive bioactivation by NADPH-cytochrome<br />

P450 reductase to reactive and/or redox active metabolites which causes DNA<br />

strand breaks under aerobic conditions through generating reactive oxygen species<br />

(ROS). This finding suggested that this bioactivation pathway could be one<br />

mode of idarubicin action potentially contributing to its antitumor effect. Among<br />

the dietary phenolic compounds tested against the DNA-damaging activity of idarubicin,<br />

quercetin was found to be the most potent antioxidant. Quercetin provided<br />

a dose-dependent reduction in plasmid DNA single-strand breaks; 100 µM<br />

giving about 95% protection. Rutin, a glycosidated conjugate of quercetin, on the<br />

other hand, did not show any protection except at the highest concentration tested<br />

(2 mM), which provied about 93% protection. Other antioxidants, resveratrol,<br />

naringenin and trolox, showed significantly less pronounced protective effects<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

resveratrol, naringenin ve troloks yüksek konsantrasyonlarda bile oldukça düşük<br />

koruyucu etkiler gösterdiler. Kuersetinin bir alkilleyici ön ilaç olan mitomisin C<br />

tarafından indüklenen DNA hasarına karşı da oldukça etkili bir koruyucu olduğu<br />

gösterildi. Bu sonuçlar, terapi esnasında değil de, kemoterapi bitimini takiben<br />

kemoterapi ile indüklenmiş ikincil tümörlerin ve toksisitelerin engellenmesinde<br />

kuersetince zengin diyetlerin yardımcı olabileceğini önermektedir. Diğer taraftan,<br />

yeterli deneysel ve klinik verinin halen bulunmayışı, klinisyenlerin hastalarına,<br />

kemoterapi ve radyoterapi uygulanması sırasında antioksidan kullanımına dair<br />

kesin tavsiyeler ve öneriler yapmalarına engel olmaktadır.<br />

even at high concentrations. Quercetin was shown to be also a highly effective<br />

protector against DNA damage induced by mitomycin C, an alkylating prodrug.<br />

These results suggest that quercetin rich diets may be helpful in prevention of the<br />

chemotherapy-induced secondary malignancies and toxicities not during therapy<br />

but after completion of the chemotherapy. On the other hand, the lack of sufficient<br />

experimental and clinical data at the present time prevents the clinicians to make<br />

specific recommendations or guidelines to patients about the use of antioxidants<br />

during chemotherapy or radiation therapy.<br />

Acknowledgement: Supported by a grant from TUBITAK (Project ID: 106T139).<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Sialik Asitlerin Biyolojik Fonksiyonları<br />

Hamdi UYSAL<br />

Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi,<br />

Ankara<br />

Biological Functions of Sialic Acids<br />

Hamdi UYSAL<br />

Faculty of Veterinar y Medicine, Department of Biochemistry, Ankara<br />

University, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Çoğunlukla glikoprotein ve gangliosit’lerde bulunan siyalik asit yaygın olarak<br />

hayvansal dokularda ve daha az olarak da bitki, mantar, maya ve bakterilerde bulunur.<br />

Sialik asitlerin biyolojik rollerini kısaca gözden geçirelim; Membranların<br />

yüzeyindeki glikokonjugatlarda (glikolipitler, glikoprotein, proteoglikanlar) bulunan<br />

sialik asit yönünden zengin oligosakkaritler hücrelerin yüzeyinde su tutmaya<br />

yardımcı olurlar. Sialik asit açısından zengin bölgeler hücrelerin yüzeyinde<br />

negatif bir yük oluşturmaya katkıda bulunur. Su iki hidrojen atomu üzerindeki<br />

kısmi pozitif yükler nedeniyle polar molekül olduğundan, hücre yüzeyleri<br />

ve membranlar için çekici özellik göstermektedir. Bu da hücresel sıvı alımına<br />

katkıda bulunmaktadır. Metastatik kanser hücrelerinin çoğu sialik asit açısından<br />

zengin glikoproteinleri yüksek yoğunlukla ifade ederler. Bu da geç dönem kanser<br />

hücrelerinin kana geçmesine yardımcı olur. Sialik asitlerin reseptör ilişkilerinin<br />

yanısıra, transmembran uyarıları, fertilizasyon, büyüme ve farklılaşma’yı içeren<br />

birçok süreci düzenlediği bildirilmiştir. Ayrıca, sialik asit molekülleri hücreleri<br />

proteaz ve glikosidazların saldırılarından korur. Sialik asitlerin bir başka göze<br />

çarpan rolü maskeleme ve tanınma bölgeleri olarak davranmalarıdır. İlk durumda,<br />

sialik asitler antijenik bölgeleri, reseptörleri ve daha önemlisi sondan bir<br />

önceki galaktoz kalıntılarını gizlerler. Sialik asit kayıplarından sonra, moleküller<br />

ve hücreler bağlanabilirler, örneğin galaktoz tanıma reseptörleri yoluyla makrofajlar<br />

ve hepatositler gibi. Bu olgu yaygın olarak serum glikoproteinleri ve kan<br />

hücrelerinde çalışılmıştır. Diğer yandan sialik asitler çeşitli mikrobiyal ve hayvan<br />

lektinlerine karşı ligand olarak hizmet ederler. Sialik asitlerin biyolojik görevleri<br />

çalışmalarımız ve güncel literatür ışığında ele alınıp tartışılacaktır.<br />

Sialic acids are found widely distributed in animal tissues and to a lesser extent<br />

in other species ranging from plants and fungi to yeasts and bacteria, mostly in<br />

glycoproteins and gangliosides. The biological roles of sialic acids are briefly<br />

considered; Sialic acid-rich oligosaccharides on the Glycoconjugates (glycolipi<br />

ds,glycoproteins,proteoglycans) found on surface membranes help keep water at<br />

the surface of cells. The sialic acid-rich regions contribute to creating a negative<br />

charge on the cells’ surface. Since water is a polar molecule with partial positive<br />

charges on both hydrogen atoms, it is attracted to cell surfaces and membranes.<br />

This also contributes to cellular fluid uptake. Metastatic cancer cells often express<br />

a high density of sialic acid-rich glycoproteins. This helps these late-stage cancer<br />

cells enter the blood stream. Sialic acids can regulate the affinity of receptors<br />

and are reported to modulate processes involved in transmembrane signaling, fertilization,<br />

growth, and differentiation. Furthermore, sialic acids can also protect<br />

molecules and cells from attack by proteases or glycosidases, extending their lifetime<br />

and function. Another major role of sialic acids is to act either as masks or<br />

recognition sites. In the first case, they mask antigenic sites, receptors, and, most<br />

importantly, penultimate galactose residues. After sialic acids loss, molecules and<br />

cells can be bound, for example, by macrophages and hepatocytes, via Gal-recognizing<br />

receptors, and can even be taken up and degraded. This phenomenon has<br />

been most extensively studied with serum glycoproteins and blood cells. On the<br />

other hand, sialic acids themselves can serve as ligands for a variety of microbial<br />

and animal lectins. Biological roles of sialic acids will be discussed according to<br />

our current studies and in the light of current literature.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Yaşlanma Sürecinde Sialik Asitler<br />

Sabire KARACALİ<br />

Biyoloji Bölümü, Ege Üniversitesi , İzmir<br />

Yaşlanmayı açıklayan teoriler, genel olarak hücrelerin nukleus ve sitoplazmalarında<br />

genetik olarak programlanan veya rastlantıyla meydana gelen hataların birikimine<br />

dayandırılır. Hücre yüzey glikokonjugatları oligosakkaritlerinin son ucunda yer alan dokuz<br />

karbonlu sialik asitler embriyonik ve patolojik hücre farklılaşmasında olduğu gibi<br />

hücre yaşlanmasında da çeşitli değişiklikleri ile moleküler etiketler olarak rol oynayabilirler.<br />

Omurgasız-omurgalı canlıların yaşlanan hücre ve dokularının glikokonjugatlarında<br />

sialik asit değişikliklerinin belirlenmesine yönelik ilgi gittikçe artmaktadır. Sialik asit<br />

değişiklikleri; glikosidik bağın tipinde (a veya b), bağlanma noktalarında (2,3; 2,6; 2,8<br />

ve 2,9 gibi), kimyasal modifikasyonlarında ve ölçülebilir miktarlarında aranmaktadır.<br />

Çünkü sialik asitler çok çeşitli moleküller arası ilişkilerde sorumlu tutuldukları biyolojik<br />

görevlerini esas olarak moleküler yapılarındaki değişikliklerle gerçekleştirirler.<br />

Bağlantı noktalarıyla bağ tipini de seçici olarak tanıyıp bağlanan işaretli lektinlerin<br />

uygulandığı optik yöntemler ile kimyasal modifikasyonların ve miktar belirlemelerinin<br />

yapıldığı analitik yöntemlerin birlikte kullanılması sialik asit çalışmalarına önemli<br />

katkı sağlamaktadır. Glikokonjugatlardaki sialik asit değişiklikleriyle yaşlanmanın<br />

ilişkilendirildiği iki mekanizma bilinir. Birinci mekanizma; Golgi sahasında GD3 sintaz<br />

enziminin katalizlediği seramid GD3 artışıyla ilgilidir. GD3, mitokondri zarlarında<br />

geçirgenlik değişikliklerine ve apoptotik faktörlerin salınmasına neden olarak<br />

yaşlanmayı uyarır. Bu mekanizmaya göre hücrelerde GD3 artışının engellenmesi basitçe<br />

yaşlanmayı baskılar. Baskılanmanın birinci yolunda GD3 sintaz aktivitesi engellenir,<br />

hücrede seramid GM3’e sialik asit bağlanmaz ve GD3 sentezlenmez. Baskılanmanın<br />

ikinci yolunda ise sentezlenmiş GD3’ten 9-O-asetil GD3 şekillendirilerek sialik asidin<br />

seçiciliği ve ilişkileri değiştirilir. Hücrelerde 9-O-asetil GD3 değişimi yaşlanmanın<br />

engellenmesini gösteren parametredir. İkinci mekanizma; glikokonjugatlardaki sialik<br />

asitlerin yaşlanma süresince azalarak değişmesiyle ilgilidir. Yaşlanmayla glikosidik<br />

bağ tiplerinde görülen bölgesel değişiklikler, sialik asitlerin farklı reseptörler<br />

olarak rol oynayabileceğini işaret eder. Bu bildiride; omurgasız-omurgalı canlıların<br />

yaşlanan glikoproteinleri ile çeşitli sistemlerinde sialik asit değişikliklerinin literatür<br />

bilgileri ve özgün çalışmaların sonuçlarının örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca Galleria<br />

mellonella’da gerçekleştirilen, doğal genç ve doğal yaşlı böcekler ile jüvenil hormon<br />

uygulamasıyla gençlik süresi uzatılan ve ekdizon hormonu uygulamasıyla erken<br />

yaşlandırılan böceklerin protorasik bezlerinde sialik asitlerin miktar, modifikasyon, bağ<br />

tipi ve 9-O-asetil GD3 değişikliklerinin belirlendiği sonuçlar sunulmaktadır.<br />

Sialic Acids During Ageing<br />

Sabire KARACALİ<br />

Department of Biology, Ege University , İzmir<br />

Theories on ageing are usually based on the accumulation of errors programmed<br />

genetically in cell nucleus and cytoplasm or occurring randomly. The nine-carbon<br />

sialic acids, located at the ends of cell surface glycoconjugate oligosaccharides,<br />

can play a role in cell ageing as molecular tags by means of various changes just<br />

as in embryonic and pathological cell differentiation. Interest in identifying the<br />

changes in sialic acids on the glycoconjugates of ageing invertebrate-vertebrate<br />

cell and tissues is increasing. Changes in sialic acids have been studied in terms<br />

of the glycosidic bond type (a or b), binding sites (2,3; 2,6; 2,8 and 2;9), chemical<br />

modifications and detected amounts, as sialic acids carry out their recognized<br />

biological functions between various types of molecules essentially via changes in<br />

their molecular structure. The use of analytical techniques that determine chemical<br />

modifications and amounts together with the optical methods using tagged<br />

lectins that bind specifically by recognizing the binding sites along with the bond<br />

type contribute greatly to sialic acid research. There are two known mechanisms<br />

that relate ageing and sialic acid changes in glycoconjugates. The first mechanism<br />

regards the increase in seramide GD3 catalyzed by the GD3 synthase in the Golgi<br />

aparatus. GD3 triggers ageing by causing permeability changes in the mitochondrial<br />

membranes and the release of apoptotic factors. According to this mechanism,<br />

prevention of the GD3 increase readily inhibits ageing. In the first inhibition<br />

way, the activity of GD3 synthase is halted, sialic acid cannot bind on to seramide<br />

GM3 and GD3 is not synthesized. In the second inhibition way, sialic acid specificity<br />

and interactions are altered by forming 9-O-acetyl GD3 from GD3. The<br />

change of 9-O-acetyl GD3 is a parameter that indicates the halting of ageing in<br />

cells. The second mechanism is linked to the reduction in the sialic acids on the<br />

glycoconjugates during ageing. The regional changes observed in the glycocidic<br />

bond types in ageing indicate that sialic acids can behave as alternate receptors.<br />

In this talk, sialic acid changes in ageing diverse systems and glycoproteins of invertebrate-vertebrates<br />

will be presented from the literature along with results from<br />

original studies. Results from a study carried out on Galleria mellonella identifying<br />

the changes in sialic acid amounts, modifications, bond type and 9-O-acetyl<br />

GD3 in prothoracic glands of naturally young and naturally old insects along with<br />

insects with elongated youth period via juvenile hormone administration and prematurely<br />

aged insects via ecdisone hormone will also be discussed.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Ateroskleroz Patogenezinde Sialik Asit<br />

Selma SUER GOKMEN<br />

Biyokimya, Trakya Universitesi, Tıp Fakültesi, Edirne<br />

Subendotelyal matrikste tutulmuş lipoproteinler oksidatif ve/veya non-oksidatif<br />

modifikasyonlara uğrarlar. Düşük dansiteli lipoproteindeki birbirini izleyen<br />

değişiklikler kaskadı olan multipl modifikasyon zinciri, bu lipoproteine aterojenik<br />

özellikler kazandırır. Plazma trans-sialidaz, düşük dansiteli lipoproteinden sialik<br />

asidin uzaklaştırılmasına (desialilasyonuna) neden olur. Multipl modifikasyon<br />

sırasında lipoprotein partikülü sialik asidini, nötral sakkaritlerini ve lipitlerini<br />

kaybeder, küçülür, elektronegatif yükü artar ve ardından lipit oksidasyonuna ve<br />

proteolitik yıkılıma uğrar. ApoB’nin değişmiş tersiyer yapısı, düşük dansiteli lipoproteinin<br />

agregat oluşturma eğiliminde artışa neden olur. Bu agregatların fagositozla<br />

alınması kolesterol esterlerinin aşırı birikiminde önemli rol oynar.<br />

Desialilenmiş düşük dansiteli lipoprotein, kendisine karşı üretilen antikorlarla<br />

etkileşime girer ve intrasellüler kolesterol birikimini uyaran immun komplekslerin<br />

oluşumuna neden olur. Desialilasyon, düşük dansiteli lipoproteinin in vivo en<br />

olası modifikasyonlarından biridir ve multipl modifikasyon zincirinde bu lipoproteinin<br />

aterojenik özelliklerinin gelişmesi için yeterli en erken olaydır. Bununla<br />

birlikte, reaktif oksijen türlerinin üretimi, multipl modifikasyon zincirinde, düşük<br />

dansiteli lipoprotein partikülünün desialilasyonunu ve ardından oksidasyona hassasiyetini<br />

tetikleyen olası anahtar olay olarak görünmektedir zira reaktif oksijen<br />

türlerinin indirgen olmayan terminal sialik asit kalıntılarını spesifik olarak<br />

kopardığı ve serbestleştirdiği gösterilmiştir. Lipoprotein partikülündeki multipl<br />

modifikasyon proçeslerini başlatan ve/veya sürdüren oksidasyon ve desialilasyon<br />

reaksiyonlarının birbirini tamamladığı açıktır<br />

Sialic Acid in the Pathogenesis of Atherosclerosis<br />

Selma SUER GOKMEN<br />

Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Trakya University, Edirne<br />

Lipoproteins retained in the subendothelial matrix can undergo oxidative and/or<br />

non-oxidative modifications. Multipl modification chain, a cascade of successive<br />

changes in low density lipoprotein, imparts atherogenic properties to this lipoprotein.<br />

Plasma trans-sialidase causes removal of sialic acid (desialylation) from low<br />

density lipoprotein. During the multipl modification, lipoprotein particle loses its<br />

sialic acid, neutral saccharides and lipids, reduces in size, increases its electronegative<br />

charge and then undergoes lipid oxidation and proteolytic degradation.<br />

An altered tertiary structure of apoB leads to an increase the ability of low density<br />

lipoprotein to form aggregates. The uptake of these aggregates by phagocytosis<br />

plays an important role in the massive accumulation of cholesterol esters. Desialylated<br />

low density lipoprotein interacts with antibodies produced against itself<br />

and cause the formation of immune complexes which induce the accumulation<br />

of intracellular cholesterol. Desialylation is one of the most likely modifications<br />

of low density lipoprotein to occur in vivo and is probably the earliest event in<br />

the chain of multipl modification which is sufficient for the development of atherogenic<br />

properties of this lipoprotein. However, it seems that the formation of<br />

reactive oxygen species is the likely key event which triggers the desialylation<br />

and subsequent susceptibility to oxidation of low density lipoprotein particles in<br />

the multipl modification chain because it has been shown that reactive oxygen<br />

species specifically cleave and liberate non-reducing terminal sialic acid residues.<br />

It is obvious that oxidation and desialylation reactions which trigger and/or maintain<br />

the multipl modification processes in the lipoprotein particle complement one<br />

another.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Enflamasyon ve Sialik Asit<br />

Gülsen YILMAZ<br />

Tıbbi Biyokimya, Sağlık Bakanlığı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Ankara<br />

Inflammation and Sialic Acid<br />

Gülsen YILMAZ<br />

Medical Biochemistry, Ministry of Health Education and Research Center,<br />

Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

İmmun sistemin sürekli uyarılması uzun dönemde enflamasyonla sonuçlanır ve<br />

tamir etmek yerine hastalığa neden olur. Enflamasyon interlökin-1 (IL-1), interlökin-6<br />

(IL-6) ve tümör nekroz faktör-a (TNF-a)’yı içerecek şekilde enflamasyon<br />

ilişkili sitokinlerin uyarımına yol açar. Bu sitokinler pozitif akut faz reaktanlarının<br />

sentez ve salınımını artıracak şekilde hepatositleri uyarır. Sialik asit (SA) kendisi<br />

bir akut faz reaktanıdır ve ayrıca akut faz proteinlerinin terminal oligosakkarid<br />

zincirinde de yer alır. Serum SA düzeyleri enflamasyonla ilişkili pek çok hastalıkta<br />

artar; kardiyovasküler hastalıklar, renal hastalıklar, nörolojik hastalıklar, diabetes<br />

mellitus, kanser, kas ve iskelet sistemi hastalıkları gibi. Bu hastalıkların artan<br />

insidansı güçlü bir enflamasyon belirtecinin öneminin altını çizmektedir. Son<br />

çalışmalarda serum SA, CRP gibi akut faz reaktanları ile karşılaştırılarak daha<br />

güçlü enflamasyon belirteci olarak tartışılmaktadır. Serum SA ölçümü için geçerli<br />

yöntemler ve hastalıklarda özellikle enflamatuar cevapta kullanımı irdelenecektir.<br />

Chronic stimulation of the immune system results in long term inflammation and<br />

causes disease instead of repair. Inflammation leads the stimulation of inflammation-associated<br />

cytokines, including interleukin-1 (IL-1), interleukin-6 (IL-6),<br />

and tumor necrosis factor-a (TNF-a). These cytokines stimulate hepatocytes to<br />

increase the synthesis and release of positive acute-phase proteins. Sialic acid<br />

(SA) is an acute-phase reactant by itself and moieties are found also at terminal<br />

oligosaccharide chains of acute phase proteins. Serum SA levels are increased<br />

in many diseases associated with inflammation; cardiovascular diseases, renal<br />

diseases, neurological disorders, diabetes mellitus, cancer, muscular and skeletal<br />

diseases eg. A rising incidence of these diseases underlines the importance of a<br />

robust marker of İnflammation. In recent studies, serum SA is discussed as a more<br />

robust marker of inflammation compared to classical acute-phase reactants such<br />

as CRP. Current methods for determining serum SA and the way of using in diseases<br />

especially for sustained inflammatory response are examined.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

30 Ekim 2010, Cumartesi / Eskişehir Salonu<br />

İştah Regülasyonu ve Tıbbi Laboratuvar<br />

Özlem GÜLBAHAR<br />

Tibbi Biyokimya, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Regulation of Appetite and Related Clinical Laboratory Methods<br />

Ozlem GULBAHAR<br />

Medical Biochemistry, Gazi University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Günümüzde obesite ve metabolik sendrom gibi obesite ile ilişkili hastalıkların<br />

prevalansı her geçen gün artmakta ve global pandemisi kabul edilmektedir.<br />

Bu durum karşısında obesite tedavisi için iştahı azaltmaya yönelik ilaçların<br />

üretimi hız kazanmaktadır. Bu nedenle hem obesitenin mekanizmasını ortaya<br />

çıkarmak ve önleyebilmenin yollarını aramak hem piyasada kullanılan ilaçları<br />

doğru değerlendirebilmek açısından iştahın biyokimyasal mekanizmasının bilinmesi<br />

son derece önem kazanmaktadır. Son dönemlere kadar iştahın düzenlenmesi<br />

ile ilgili kabul edilen mekanizma, hipotalamusta yer alan açlık ve tokluk<br />

merkezlerinin kan glukoz düzeylerine göre uyarılmasını temel almaktaydı. Ama<br />

artık iştahın daha kompleks mekanizmalarla düzenlenen biyokimyasal bir süreç<br />

olduğu biliniyor. Hipotalamus periferden ve beyinden gelen çok çeşitli uyarılara<br />

cevap olarak iştahın düzenlenmesini sağlayan merkezdir. Periferden gelen sinyaller<br />

sonucu hipotalamusun çekirdeklerindeki nöronların bazıları uyarılırken<br />

bazıları baskılanır. Bu uyarılar iştahın artmasına (oreksijenik etki) veya iştahın<br />

azalmasına (anoreksijenik etki) yol açabilir. Periferden gelen uyarılar gastrointestinal<br />

sistemden ve yağ dokusundan kaynaklanır. Gastrointestinal sistemde<br />

sentezlenen peptitler tokluk sinyalleri oluştururlar ve anoreksijenik etkilidirler.<br />

Gastrointestinal sistemden kaynaklanan oreksijenik etkili tek hormon ghrelindir.<br />

Yağ dokusunda sentezlenen leptin anoreksijenik etki gösterir. Bu periferik sinyaller<br />

farklı şekillerde hipotalamusa ulaşır. Hipotalamusta iştahın düzenlenmesine<br />

en büyük rolü arkuat nukleus oynar. Burada yer alan NPY/AgRP salgılayan<br />

nöronlar oreksijenik ve POMC/CART salgılayan nöronlar ise anoreksijenik etkili<br />

nöronlardır. NPY/AgRP hipotalamusun diğer çekirdeklerinde yer alan orexin-A<br />

ve B, MCH gibi peptitleri sentezleyen oreksijenik etkili nöronların uyarılmasını<br />

sağlar ve iştah artar. POMC/CART ise TRH, OXY, CRH gibi peptitleri sentezleyen<br />

anoreksijenik etkili nöronların uyarılmasını sağlar ve iştah azalır. Leptin<br />

ve insülin NPY/AgRP nöronların baskılarken POMC/CART nöronlarını uyararak<br />

iştahı azaltırlar. Gastrointestinal sistemden gelen ve gıda alınması sonrası ortaya<br />

çıkan tokluk sinyalleri ise dolaylı olarak nervus vagus aracılığıyla POMC/<br />

CART nöronlarını uyararak iştahı azaltırlar. Sonuçta iştah, periferden gelen sinyallerin<br />

santral değişikliklere yol açmasıyla düzenlenir. İştahın regülasyonu tüm<br />

The prevalence of obesity and metabolic syndrome like obesity associated diseases<br />

are on the increase every day and accepted as a global pandemic. Consequently<br />

increases in the production of drugs targeted at appetite suppression for obesity<br />

treatment have been accelerated. Therefore unveiling the biochemical mechanism<br />

of appetite is of most importance both for rational evaluation of drugs on the market<br />

and elucidating mechanisms underlying and preventing obesity. The accepted<br />

biochemical mechanisms for the regulation of appetite in standing years were<br />

mainly based on the stimulation of hypothalamic feeding and satiety centers related<br />

with blood glucose concentrations. Nowadays, it is believed that appetite is<br />

regulated by complex biochemical pathways. Hypothalamus can regulate the appetite<br />

by various stimuli from periphery and brain. While some of the neurons of<br />

the hypothalamic nuclei are inhibited by signals from periphery some can be stimulated.<br />

These signals also increase (orexigenic effect) or decrease (anorexigenic<br />

effect) the appetite. The origins of peripheral signals are generally gastrointestinal<br />

tract or adipose tissue and peptides that are synthesized from gastrointestinal tract<br />

can generate satiety signals and anorexigenic effects. However ghrelin is the only<br />

hormone that is originated from gastrointestinal tract and had an orexigenic effects.<br />

In addition, leptin has anorexic effects and synthesized from adipose tissue.<br />

Those peripheral signals have different pathways up to hypothalamus. Arcuate<br />

nucleus of hypothalamus plays a major role in appetite regulation. NPY/AgRP<br />

secreting neurons are effective as orexigenic and POMC/CART secreting neurons<br />

are effective as anorexigenic. NPY/AgRP provide stimulation of neurons effective<br />

orexican synthesized peptides such as orexin-A and B, MCH and increase<br />

appetite. POMC/CART provide stimulation of neurons effective anorexican synthesized<br />

peptides such as TRH, OXY, CRH, and decrease appetite. Leptin and<br />

insulin inhibit NPY/AgRP neurons, while they stimulate POMC/CART neurons,<br />

and reduce appetite. The satiety signals from the gastrointestinal tract reduce appetite<br />

indirectly by stimulating POMC/CART neurons through the vagal nerve.<br />

As a result, appetite is regulated by central changes generated by signals from<br />

periphery. Despite all these data, the regulation of appetite is still unclear. Most<br />

of our knowledge depends on the results of ELISA or RIA kits of peptide and<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

bu verilere rağmen hala tam olarak açıklanamamıştır. Şu an sahip olunan bilgilerin<br />

çoğuna, iştahın regülasyonunda rol oynayan peptit ve hormonların hazır<br />

ELISA veya RIA kitleriyle bakılması sonucu ulaşıldığı açıktır. Sonuçta iştahın<br />

biyokimyasal mekanizmalarını ortaya çıkarmaya yönelik iyi kurgulanmış modeller<br />

oluşturulduğu zaman basit analiz yöntemleriyle de yeni bilgilere ulaşmak<br />

mümkündür.<br />

hormones that have affects on regulation of appetite. Consequently, well designed<br />

models for understanding the biochemical pathways of appetite may lead us to<br />

reach the new data by simple analyze methods.<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Yağ Dokusu ve Adipokinler<br />

Serkan TAPAN<br />

Tıbbi Biyokimya, GATA, Ankara<br />

Yağ dokusu; yağ hücresi, endotel hücresi ve makrofaj gibi farklı sayıda hücre<br />

tiplerini içeren bağ dokusudur. Yağ dokusu morfolojisi ve fizyolojisi büyük<br />

oranda depoladığı içerik ve tipine göre farklılık gösterir. Kahverengi yağ dokusu,<br />

çok sayıda mitokondri içermesi ve multiloküler hücreleriyle karakterize<br />

olup, özellikle yeni doğanlarda termal regülasyonun sağlanmasında gerekli<br />

olduğu düşünülmektedir. Zıt olarak, üniloküler yağ hücrelerinin bulunduğu beyaz<br />

yağ dokusu vücutta triaçilgliserollerin primer olarak depolandığı merkezi lipid<br />

damlacığını içeren yapıya sahiptir. Adipokinler, adipoz dokudan salınan sitokinleri<br />

tanımlamakta kullanılan bir terimdir. Son yıllarda yapılan çalışmalar adipoz<br />

dokudan salınan adipokinlerin seviyelerindeki azalma ve artışların karbonhidrat<br />

ve lipit metabolizmasında önemli değişikliklere neden olduğunu göstermektedir.<br />

İlk olarak leptinin adipokin olarak tanımlanması beyaz yağ dokusunun önemli<br />

bir endokrin organ olarak görülmesini sağlamıştır. Adipokinler, gerek protein<br />

yapıları gerekse fonksiyonları ile önemli bir çeşitlilik göstermektedirler. Adipokinler,<br />

klasik sitokinler (TNFa, IL-6), kemokinler (MCP-1), alternatif kompleman<br />

sistem proteinleri (adipsin), vasküler hemostazda rol alan proteinler (PAI-1),<br />

kan basıncının düzenlenmesi (anjiotensinojen), lipit metabolizması (kolesterol<br />

ester transfer proteini, retinol bağlayıcı protein), glukoz homeostazı (adiponektin,<br />

resistin, apelin, visfatin, vaspin) ve anjiogenez (VGEF) ile ilişkilidir. Adipokinler<br />

obezite ve insülin resistansı arasında heyecan verici yeni bir bağlantı sağlarken,<br />

aynı zamanda obezite ve kardiovasküler hastalıklar, hipertansiyon ayrıca hiperlipidemi<br />

arasında da aynı bağlantıyı sunmaktadır. Önümüzdeki yıllarda çeşitli adipokinler<br />

insulin rezistansı ve obeziteyi tedavi etmede potansiyel hedefler haline<br />

gelecektir.<br />

Adipose Tissue and Adipokines<br />

Serkan TAPAN<br />

Medical Biochemistry, GATA, Ankara<br />

Adipose tissue is a connective tissue composed of a number of different cell types<br />

including adipocytes, endothelial cells, and macrophages. Adipose tissue morphology<br />

and physiology varies greatly among depots and type. Brown adipose<br />

tissue, characterized by its high mitochondrial content and multilocular cells, is<br />

thought to be essential for thermal regulation particularly in newborn infants. In<br />

contrast, unilocular adipocytes found in white adipose tissue (WAT) are characterized<br />

by a central lipid droplet that is the primary sight of stored triacylglycerol<br />

in the body. Adipokines is a term used to identify cytokines released from adipose<br />

tissue. Current evidence indicates that adipose tissue secretes several adipokines<br />

and that the absence or excess of individual adipokines can cause severe alterations<br />

in carbohydrate or lipid metabolism. Firstly, identification of leptin as an<br />

adipokine led to the recognition that white fat is an important endocrine organ.<br />

The diversity of the adipokines is considerable, in terms of both protein structure<br />

and function. The adipokines encompass classical cytokines (TNF-a, IL-6),<br />

chemokines (MCP-1), proteins of the alternative complement system (e.g., adipsin),<br />

and proteins involved in vascular hemostasis (PAI-1), the regulation of blood<br />

pressure (angiotensinogen), lipid metabolism (cholesteryl ester transfer protein,<br />

retinol binding protein), glucose homeostasis (adiponectin, resistin, apelin, visfatin,<br />

vaspin), and angiogenesis (VEGF). Adipokines are an exciting new link between<br />

obesity and insulin resistance but also obesity and cardiovascular disease,<br />

hypertension, as well as hyperlipidemia. Various adipokines are potential targets<br />

in the treatment of insulin resistance and obesity in upcoming years.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Nütrisyon Tedavisinin İzlenmesinde Tıbbi Laboratuvar<br />

Gül Sevim SAYDAM<br />

Sağlık Bakanlığı Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyokimya<br />

Bölümü, Ankara<br />

gsaydam@yahoo.com<br />

Medical Laboratory in Monitoring the Treatment of Nutrition<br />

Gül Sevim SAYDAM<br />

Turkey High Specialty Training and Research Hospital, Department of Medical<br />

Biochemistry, Ministry of Health, Ankara<br />

gsaydam@yahoo.com<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Yapılan çalışmalar medikal ve cerrahi hastalarının %50 kadarında protein enerji<br />

malnutrisyonunun (PEM) kanıtlandığını göstermektedir. PEM’nun medikal ve<br />

cerrahi hastalarında tedaviyi olumsuz etkilediği (infeksiyon sıklığı, mortalitede<br />

artış, hastanede yatış süresinde artış ve tıbbi bakım masraflarında artış gibi) bilinmektedir.<br />

PEM’li hastalarda uygulanan enteral ve parenteral (IV) nütrisyon tedavileri<br />

tıbbi tedavi kapsamında yer almaktadır. Nütrisyon tedavi kapsamında,<br />

hastalar için optimal beslenme şartlarının sağlanması gerekmektedir. Bu nedenle<br />

beslenme durumunun doğru ve özgül olarak değerlendirilmesi ve beslenme tedavilerinin<br />

etkinliğinin izlenmesi büyük önem taşımaktadır. Hastaların destek nütrisyon<br />

tedavisi alıp almayacaklarını belirlemek için vücut protein-enerji rezervlerinin<br />

ölçümü önemlidir. Hastanın nutrisyon açısından değerlendirilmesinin<br />

ve tedavi etkinliğinin izlenmesinin bileşenlerinden biri de laboratuar testleridir.<br />

Nütrisyon desteğinin yeterliliğinin saptanması için de doğru ve tekrarlanabilirliği<br />

yüksek biyokimyasal testler gereklidir. Bu amaca yönelik yapılan biyokimyasal<br />

ölçümler nütrisyon durumunun kantitatif ve en duyarlı ölçütüdürler. Güvenilir<br />

nütrisyon testleri ile beslenme eksikliği, biyolojik fonksiyonlar etkilenmeden<br />

önce ve eksiklik klinik muayene ile saptanamadan önce belirlenebilir. Bu nedenle<br />

klinik laboratuarcı nütrisyon durumunun değerlendirilmesi alanındaki ilerlemelerden<br />

haberdar olmalı ve klinisyenler için en uygun olacak testleri uygulamaya<br />

koymalıdır. Bu sunumda bu amaca yönelik yapılan çalışmalar ve uygulamada<br />

olan yenilikler yer almaktadır.<br />

The studies show that 50% of the hospitalized patients have the protein energy<br />

malnutrition (PEM) condition. It is widely known that PEM negatively affects<br />

the effectiveness of treatment of those patients (the frequency of infection, the<br />

increase in mortality, the increase in the period of hospitalization and in medical<br />

care expenses). Enteral and parenteral (IV) nutrition treatments applied to patients<br />

with PEM take part in the medical treatment procedures. In the procedure of nutritional<br />

treatment, the optimum conditions for nutrition should be provided for patients.<br />

Therefore, an accurate and specific evaluation of the nutritional condition<br />

and monitoring the effectiveness of the nutrition treatments is very important. The<br />

measurement of body protein-energy reserves of the patients is very important to<br />

determine if patient need or not for nutritional support. Laboratory tests are one of<br />

the fundamentals for evaluating in terms of nutrition of the patient and for monitoring<br />

the effectiveness of the treatment. Accurate and precise biochemical tests<br />

are required for evaluating the proficiency of the nutritional support. Biochemical<br />

measurements carried out for this specific purpose are quantitative and the most<br />

sensitive measurements of nutrıtional condition. With reliable nutritional tests,<br />

the lack of nutrition may be determined before biological functions have been not<br />

affected and before lack has been not determine with clinical examination. For<br />

that reason, a clinical chemist should be aware of all the improvements and developments<br />

in the field of the evaluation of nutritional condition and should apply the<br />

tests to be of most value to the clinician, in practice. In this presentation, studies<br />

intended for this purpose and new applications in the field take part.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Nutrasötikler ve Kanser<br />

Aslıhan AVCI<br />

Tıbbi Biyokimya A.D., Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi,<br />

Ankara<br />

Nutraceuticals & Cancer<br />

Aslıhan AVCI<br />

Department of medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Ankara University,<br />

Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Nutrasötikler insan sağlığı üzerinde medical etkileri olan yiyecek ekstreleri olma<br />

hakkına sahiptirler. Bir nutrasötik genel olarak medical bir formattan oluşur; kapsül,<br />

tablet veya reçete edilen bir toz şeklinde olabilir. Diğer bir deyişle nutrasötik;<br />

bir takım hastalıklara (ki bunlar hiperkolesterolemi, kanser,ateroskleroz gibi)<br />

karşı korunmada fizyolojik etkilere sahip bir yiyecek ektresi anlamına gelir. Son<br />

on yıldan uzun süredir yapılan çaışmalada meyve ve sebzelerde bulunan çeşitli<br />

mikronütrientlerin kanseri azalttığı gösterilmiştir. Kansere karşı koruyucu olan<br />

fitokimyasallar sıklıkla şunlardır: curcumin, genistein, resveratrol, diallyl sulfide,<br />

S-allyl cysteine, allicin, lycopene, capsaicin, diosgenin, 6-gingerol, ellagic acid,<br />

ursolic acid, silymarin, catechins, eugenol, isoeugenol, dithiolthiones, isothiocyanates,<br />

, isoflavones, protease inhibitors, saponins, phytosterols, Vitamin C,<br />

limonene, lutein, folic acid, beta carotene, selenium, vitamin E, flavonoidler ve<br />

diyetsel lifler. Bu ajanlarınkarsinogenezin başlangıcını, transformasyon ve hiperproliferasyon<br />

aşamalarını baskıladığına inanılmaktadır. Flavonoidler 15 karbon<br />

atomu içeren, suda çözünen polifenolik moleküllerdir. İki benzene halkasının üç<br />

tane kısa karbon zinciriyle bağlı olduğu görülür. Flavonoidler 6 major alt gruptn<br />

oluşurlar; chalcone, flavone, flavonol, flavonone, anthocyaninler ve isoflavonoidler.<br />

Bu diyetsel ajanların karsinogenezin özellikle anjiogenez ve metastaz<br />

basamaklarını suprese ettiğine inanılır. Bu bilgilerin yanısıra bazı bitkilerin kombinasyonu,<br />

antikanser tedainin başarısını değiştirebilir ve azaltabilir, bud a hayatı<br />

tehdit eden yat etkilere neden olabilir.<br />

Nutraceuticals are extracts of foods claimed to have a medicinal effect on human<br />

health. The nutraceutical is usually contained in a medicinal format such<br />

as a capsul, tablet or powder in a prescribed dose. In other words, nutraceutical<br />

implies that the extract or food is demonstrated to have a physiological benefit<br />

or provide protection against a some diseases like as hypercholesterolemia, cancer,<br />

atherosclerosis etc. Researches over the last decade have shown that several<br />

micronutrients in fruits and vegetables reduce cancer. The active components of<br />

dietary phytochemicals that most often appear to be protective against cancer are<br />

curcumin, genistein, resveratrol, diallyl sulfide, S-allyl cysteine, allicin, lycopene,<br />

capsaicin, diosgenin, 6-gingerol, ellagic acid, ursolic acid, silymarin, catechins,<br />

eugenol, isoeugenol, dithiolthiones, isothiocyanates, , isoflavones, protease inhibitors,<br />

saponins, phytosterols, Vitamin C, limonene, lutein, folic acid, beta carotene,<br />

selenium, vitamin E, flavonoids, and dietary fiber. These dietary agents are<br />

believed to suppress the transformation, hyperproliferation, and initiation of carcinogenesis.<br />

Flavonoids are water soluble polyphenolic molecules containing 15<br />

carbon atoms. Flavanoids can be visualized as two benzene rings which are joined<br />

together with a short three carbon chain. The flavonoids consist of 6 major subgroups:<br />

chalcone, flavone, flavonol, flavanone, anthocyanins and isoflavonoids.<br />

These dietary agents are believed to suppress the steps of carcinogenesis. Their<br />

inhibitory influences may ultimately suppress the final steps of carcinogenesis as<br />

well, namely angiogenesis and metastasis. The combination of some herbs with<br />

certain foods and drugs may reduce or change the success of anticancer therapy or<br />

cause life-threatening side effects.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Sarkopeninin Önlenmesinde Egzersizin Uyardığı Sinyal Yolakları<br />

Haydar A. Demirel<br />

Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği A.D., Ankara<br />

İskelet kasları genç erişkinde vücut ağırlığının %40-50’sini oluştururken bu oran<br />

75-80 yaşlarına doğru %25’lere düşmektedir. Sarkopeni adı verilen yaşlanmaya<br />

bağlı kas kitle kaybı, kas fonksiyonlarında ve kuvvet üretme kapasitesinde düşme<br />

yanı sıra mitokondriyal fonksiyon ve oksidastif kapasite kaybını da beraberinde<br />

getirir. Böylece fiziksel aktiviteye katılacak kas kitlesinde meydana gelen<br />

kayıplar bir kısır döngü şeklinde yaşlıda giderek inaktif bir yaşamın yerleşmesine<br />

neden olur. İskelet kas kitlesinin korunması, miyofibriler proteinlerin sentez ve<br />

yıkımı arasındaki denge ile ilişkilidir. İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF),<br />

büyüme hormonu (GH) ve testosteron (T) sentez yönünde rol oynarken, sitokinler<br />

ve kortizol protein yıkımında rol oynarlar. Bu süreçte myostatin miktarının<br />

artması da sentezin azalmasına neden olan bir diğer faktördür. Böylece, yaşlı kas<br />

hücresinde azalan protein sentezine, protein degredasyonunu tetikleyen bazı sinyal<br />

yolaklarının aktivasyonu da eklendiğinde sarkopeni kaçınılmazdır.<br />

Sarkopeninin azaltılması ya da önlenmesinde direnç egzersizlerinin ayrı bir önemi<br />

vardır. Protein sentezi ve kas kitlesinde artışa neden olduğu bilinen direnç<br />

egzersizlerinin yetişkin iskelet kasında Akt/mTOR ve ERK1/2 sinyal yolaklarının<br />

aktivasyonunu sağladığı bilinmektedir. Nitekim, direnç egzersizlerine bağlı<br />

S6K1 fosforilasyonunun özellikle uzun süreli kas hipertrofisi ile başat gittiği<br />

gösterilmiştir. Kuşkusuz hipertrofi ile ilişkili sinyal yolaklarının uyarılması atrofi<br />

ile ilgili yolakların inhibisyonu ile de yakından ilgilidir. Akt aktivasyonu, atrofiye<br />

neden olan atrogin-1/MAFbx ve MuRF1 genlerinin transkripsiyonel ‘upregülasyonunu’<br />

inhibe eder. Akt bu inhibisyonu hipertrofiyi negatif yönde etkileyen bir<br />

sinyal molekülü olan FOXO’yu inhibe ederek gerçekleştirir.<br />

Öte yandan bulgular yaşlı iskelet kasında protein sentezini artıran uyarılara karşı<br />

azalmış bir anabolik yanıt olduğu düşündürmektedir. Nitekim direnç egzersizleri,<br />

yaşlılarda da kas kitle ve kuvvetinde bir artışa yol açmakla birlike bu düzey gençlerden<br />

daha düşüktür. Esansiyel amino asitlerin direnç egzersizleri ile birlikte<br />

veya tek başına alınması miyofibriller protein sentezini artırmakla beraber bu<br />

artış yaşlılarda gençlerden daha azdır. Keza, tek doz yüksek frekanslı elektrik<br />

uyarısıyla yaşlı sıçanlarda iskelet kası mTOR, ERK1/2 ve p70S6K fosforilasyonunun<br />

arttığı ancak bu artışın gençler kadar olmadığı bildirilmiştir.<br />

Günümüzde insan ömrünün giderek uzaması ile iskelet kaslarının yaşamsal<br />

bir önemi olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Kas kitlesinin korunması ve<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

geliştirilmesinde düzenli fiziksel egzersizlerin rolü büyüktür. Giderek yaşlanan<br />

toplumumuzun sağlığının korunması ve geliştirilmesi için küçük yaşlardan itibaren<br />

egzersiz alışkanlığının kazandırılarak yaşam boyu fiziksel aktivitenin sürdürülmesi<br />

ciddi bir önem taşımaktadır.<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tiroid Hastalıklarında Tıbbi Laboratuvar<br />

Taner ÖZGÜRTAŞ<br />

GATA Biyokimya AD. Etlik 06018 ANKARA<br />

Endokrinologların en sık ve en önemli görevlerinden biri tiroid fonksiyon testlerinin<br />

(TFT) yorumlanması ve hastaya yaklaşımdır. Çoğu zaman TFT’ lerinin yorumlanması<br />

oldukça kolaydır, çünkü hasta en sık görülen iki tiroid rahatsızlığından (hipertiroidi,<br />

hipotiroidi) birine hem test sonuçları hem de klinik şikâyetleri ile uymaktadır. Bazı<br />

durumlarda ise, TFT’ lerin yorumlanması güç veya yanlış değerlendirilmesi mümkündür.<br />

Çünkü klinik laboratuarlarda kullanılan testlerin çoğu “tanımlama” değil<br />

“karşılaştırma” yöntemi ile istenen bileşiğin ölçümünü sağlar. Hemen hemen<br />

tüm ölçümlerde, bileşiğin bilenen miktarını içeren solüsyonlar kullanılarak, hasta<br />

örneğindeki bilinmeyen bileşik miktarı karşılaştırmalı olarak hesaplanır. Burada önceden<br />

kullanılan solüsyonla hasta örneğinin benzer olduğundan hareket edilir ancak<br />

böyle olmadığı durumlarda test sonuçları etkilenecektir. Aynı zamanda birçok test için<br />

inaccuracy derecesi kullanılan testle birlikte değişir, çünkü laboratuarlar hastaların<br />

klinik durumu veya test sırasında kullandığı ilaçlar konusunda yeterli bilgiye sahip<br />

değildirler.<br />

Başlangıç troid fonksiyon testlerinin seçimi, kabul edilen rehberlere ve lokal laboratuar<br />

protokollerine göre değişebilir. Birçok laboratuar, başlangıç tarama testi olarak<br />

high sensitive TSH testini kullanmaktadır. Başlangıç testi olarak yalnız başına T3<br />

veya T4 testlerini kullanmak subklinik tiroid disfonksiyonlarını gözden kaçırmaya<br />

neden olabileceği için tavsiye edilmez. Bazı laboratuarlar hala total tiroid testlerini<br />

kullanmaya devam etmektedirler. Ancak bu yaklaşım, tiroid-bağlayan protein düzeylerindeki<br />

değişikliklerden etkilendiği için teşhiste karışıklıklara yol açabilmektedir.<br />

Hatta, serbest hormon ölçümleri kullanıldığında bile aşırı tiroid hormon bağlayıcı<br />

protein değişikliklerinde, tiroid dışı hastalıklarda ve bazı ilaçların varlığ ında teşhis<br />

güçlükleriyle karşılaşılmaktadır. Son zamanlardaki test iyileştirmelerine rağmen hala<br />

aynı testin iki farklı ticari kitle ölçümünde önemli farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Laboratuvarda<br />

kullanılan metodların Endokrinolog tarafından bilinen yöntemler olması<br />

da oldukça önemlidir, test sonuçları ile ilgili karmaşık durumlarda laboratuarla irtibata<br />

geçebilirler. Birçok durumda laboratuar interferans için ekstra testler uygulama veya<br />

değerlendirmede bulunabilir.<br />

Bu sunumda sizlere, laboratuardan sıkça istenen tiroid testlerinin yöntemsel<br />

detaylarından ve testlerle ilgili özel durumlarla testlere ait sınırlamalardan kısaca<br />

bahsedilecektir.<br />

Medical Laboratory in Thyroid Disease<br />

Taner ÖZGÜRTAŞ<br />

GATA Biyokimya AD. Etlik 06018 ANKARA<br />

Interpretation of thyroid function tests (TFT) is one of the most common and<br />

important duties of the endocrinologist. In most circumstances, interpretation of<br />

TFT results is straight forward, since the pattern of abnormal findings and clinical<br />

symptoms fall into one of two thyroid disfunctions (hyperthyroidism, hypothyroidism).<br />

In some situations, thyroid tests can provide misleading or inaccurate<br />

information, for most of the test methods used in clinical laboratories do not<br />

use “definitive” methods for measuring compounds but instead use “comparative”<br />

methods. In almost all cases, solutions containing known amounts of the<br />

compounds are used, unknown compounds in patient’s sample are measured with<br />

comparing. This requires the assumption that the a given sample and those of patients<br />

are similar in all other respects. When this assumption is not valid, then the<br />

results are affected. Besides, for a number of tests, the degree of inaccuracy varies<br />

with specific method used in a given laboratory, since the laboratories generally<br />

do not receive info about the clinical status of or medications taken by the patient<br />

at the time of analyses.<br />

The choice of first-line thyroid function tests depends on local arrangements and<br />

laboratory protocols. In many laboratories, a highly sensitive TSH assay is used<br />

for initial screening. T3 and T4 estimations alone as an initial screen, however,<br />

will miss subclinical thyroid dysfunction, and are not advised. Total-thyroid hormone<br />

assays are still used in some laboratories. Because of the changes in thyroidbinding<br />

proteins, these tests can cause diagnostic confusion. Note, however, that<br />

free-hormone assays by routine methods are still affected by extreme changes in<br />

binding- protein concentrations, non-thyroidal illness, and some drugs. Despite<br />

recent improvements in many assays, significant bias also exists between different<br />

commercial methods of same test. It is important for the endocrinologists to be<br />

familiar with the methods used in the laboratories, in order to be in contact with<br />

the laboratory in case of misleading test results. In many cases, the laboratory can<br />

perform additional test to evaluate the sample for possible interferences.<br />

In this presentation, briefly summarized details of methods for commonly required<br />

thyroid tests from laboratory and tests limitations about some special situations<br />

will be provided.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Tiroid Hastalıklarında Klinisyenin Laboratuvardan Beklentisi<br />

Alper SÖNMEZ<br />

Klinisyenler tiroid hastalıklarının tanı, tedavi ve takibinde kaliteli bir laboratuvara<br />

ve bilgili bir klinik biyokimya uzmanının desteğine ihtiyaç duyar. Laboratuvarlar,<br />

tiroid testleri için doğru ve tutarlı sonuçlar vermenin ötesinde, günlük uygulamalarda<br />

sık rastlanmayan sıra dışı durumlarda da yardımcı ve yol gösterici olabilmelidirler.<br />

Örneğin yüksek tiroglobulin antikorları nedeniyle serum tiroglobulin ölçümünün<br />

olması gerekenden düşük çıkması bir klinik biyokimya uzmanının dikkatinden kaçmayabilir<br />

ve kliniysen bu konuda uyarılabilir. Gene, tiroid dışı hastalıklar ve çeşitli<br />

ilaçlar tiroid fonksiyon testlerini etkileyebilir ve yanıltıcı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu<br />

yüzden klinik biyokimya uzmanı ile klinisyen arasında her zaman aktif bir işbirliği<br />

olmalıdır. Hizmet verilen hasta popülasyonun özelliklerine uygun ölçüm yöntemlerinin<br />

kullanılması da önemlidir. Örneğin, sıklıkla ambulatuvar bir hasta topluluğuna<br />

hizmet veren bir laboratuar için tiroid dışı hastalıkların FT4 ölçüm yöntemi üzerindeki<br />

etkilerini göz önüne almak çok gerekli olmayabilir. Oysa bir hastane laboratuarı<br />

için tiroid disfonksiyonunu tiroid dışı hastalıkların neden olduğu hatalı FT4 ölçümlerinden<br />

ayırmak önem taşır. İlaçlar ve diğer karıştırıcılar tüm laboratuar testlerinin<br />

%10’nunun hatalı sonuçlar vermesine yol açarlar. Tiroid fonksiyon testleri ise bu<br />

hatalardan en fazla etkilenenlerin başında gelmektedir. Bu nedenle, klinik tablo ile<br />

uyumsuz gibi gözüken her türlü tiroid fonksiyon testi sonucu klinisyen ve Biyokimya<br />

uzmanı tarafından birlikte değerlendirilip yorumlanmalıdır.<br />

Klinisyenlerin tiroid fonksiyon testlerini doğru yorumlayabilmek için klinik biyokimya<br />

uzmanlarından beklediği katkılar arasında testin söz konusu popülasyon<br />

(ör:gebe, yaşlı, çocuk vb.) için referans değerlerinin doğru olarak bildirilmesi, testin<br />

sınırlılıklarının, tespit etme limitlerinin, testi etkilemesi mümkün olabilecek ilaçlar<br />

ve diğer karıştırıcılar hakkındaki bilgilerin paylaşılması sayılabilir. Laboratuvarlar<br />

test yöntemlerinde sık değişiklikler yapmamalı ve bu değişiklikler öncesinde klinisyenlerle<br />

mutlaka bağlantı kurup bilgilendirmelidir. Biyokimya uzmanları yeni yöntemin<br />

klinik validasyonlarını klinisyenle birlikte geliştirmeli eski ve yeni yöntemler<br />

arasındaki ilişkinin kabul edilebilir olduğunu göstermelidir. Hatta gerekirse yeni yöntem<br />

için bir konversiyon faktörü tespit edip klinisyene bildirmelidir. Klinik biyokimya<br />

uzmanı gereğinde kendi inisiyatifi ile ilave ölçümler yapıp sonucu klinisyene bildirebilir.<br />

Örneğin, tarama amacıyla istenmiş bir TSH testi eğer baskılı bulunmuşsa FT4<br />

çalışabilir veya FT4 değeri yüksek olan bir olguda FT3 de birlikte çalışıp klinisyene<br />

bilgi verebilir. Tutarsız bulunan sonuçların yeniden çalışılması ve gereğinde referans<br />

laboratuar ile karşılaştırılması da biyokimya uzmanının yapması gereken önemli<br />

katkılar arasındadır.<br />

The Expectations of the Clinician From the Laboratory in Thyroid Disorders<br />

Alper SÖNMEZ<br />

The clinician always needs the support of a qualified laboratory and an experienced<br />

clinical biochemist during the diagnosis, treatment and the follow-up of<br />

thyroid disorders. The laboratories should not only give accurate and precise thyroid<br />

test results but also guide the clinician in the unusual cases. For example<br />

the low serum thyroglobulin levels due to high antithyroid antibodies should be<br />

noticed by the laboratory and the clinician should be informed from the situation.<br />

Again nonthyroidal disorders and several drugs may affect the results of thyroid<br />

tests and therefore there should be an active collaboration between the clinician<br />

and the laboratory. It is also important to use laboratory tests appropriate for the<br />

characteristics of the population being served by the laboratory. For example it<br />

may not be that important to rule out the effects of nonthyroidal disorders on the<br />

thyroid functions for a laboratory which mostly serves and ambulatory population<br />

while it is essential for a hospital laboratory. Chronic disorders, drugs and several<br />

other factors confound about the 10% of the laboratory results while the thyroid<br />

functions are among the most frequently confounded tests of all. Therefore any<br />

thyroid test result which seems to be discordant to the clinical feature should be<br />

interpreted together with the clinical biochemist and the clinician.<br />

In order to interpret the results of the thyroid function tests the clinician expects<br />

the laboratory to give information about the reference range for the screened population<br />

(children, pregnant, elderly etc), the detection limits and the limitations of<br />

the method and possible confounders for the method. The laboratories should not<br />

make frequent amendments in their methods and should always inform the clinicians<br />

before any alteration in their methods. The laboratory should always collaborate<br />

with the physician to develop clinical validation data with the implementation<br />

of any new method and provide data showing a favorable relation between<br />

the old and the new version. If required a conversion factor should be provided<br />

for the new test. The clinical biochemist should use his own initiative to perform<br />

additional tests in order to help the clinician to solve the case. For example a low<br />

TSH value during the screening procedure can be accompanied by measuring the<br />

FT4 levels. Or a high FT4 levels can be accompanied by FT3 levels. The discordant<br />

laboratory results are expected to be reevaluated by the laboratory. In these<br />

circumstances the laboratory by its own initiative should collaborate with the reference<br />

laboratories and help the case.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

30 Ekim 2010, Cumartesi / Manisa Salonu<br />

Farmakogenetik ve İlaç Advers Etkileri<br />

Bensu KARAHALİL<br />

Toksikoloji, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Pharmacogenetics and Adverse Drug Reactions<br />

Bensu KARAHALİL<br />

Department of Toxicology, Gazi University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

İlaç etkinliğinin olmaması ve öngörülemeyen ciddi advers ilaç reaksiyonları<br />

(AİR) günümüzde önemli bir sağlık problemidir. AİR için bugüne kadar dökümante<br />

edilmiş sayılar endişe vericidir.Yatan hastalarda ciddi ya da ölümcül AİR<br />

için en kapsamlı çalışma 1998 yılında bir meta analiz olarak yayınlanmıştır. Bu<br />

çalışma AİR konusundaki tüm çalışmalar da referans olarak gösterilmektedir. Söz<br />

konusu meta analiz çalışmasının verilerine göre, ABD’nde 1994 yılında hastanelerde<br />

yatan hastalarda 2.216.000 ciddi ve 106.000 ölümcül AİR görülmüştür. Bu<br />

rakamlara göre AİR ABD’nde ölüm sebeplerinin sıralamasında yıllara göre 4., 5<br />

veya 6. sırada yer almaktadır. 2005 yılında yapılan bir çalışmaya göre, yukarıda<br />

belirtilen sayılara kıyasla advers etkilerde bir azalma olduğu değil, artma olduğunu<br />

göstermiştir. Bu çalışmaya göre, ciddi advers ilaç olaylarında artış 2.6, ölümcül<br />

advers ilaç olaylarında ise 2.7 katlık bir artış gösterilmiştir. AİR’nın sebepleri<br />

arasında genetik faktörler önemli bir yer tutmaktadır. Rapor edilen AİR’nın %50’si<br />

bireyin genetik faktörlerinden, %42’si ise dozlama ve tıbbi hatalardan dolayıdır<br />

ki bu %42’lik oranın %50’sinden fazlasından yine ilaç metabolizmasında etkin<br />

olan enzimlerdeki genetik polimorfizmler yani bireyin genetik profili sorumludur.<br />

Polimorfizm, genlerdeki değişim ve mutasyonunun populasyonda %1’den daha<br />

fazla sıklıkta görülmesi olarak tanımlanmaktadır. İlaç metabolize eden enzimlerin<br />

polimorfik özellikleri ve bunun toksisite ile ilgisi anlaşıldıkça genetik faktörlerden<br />

kaynaklanan İAR’nın azaltılması mümkündür. Polimorfizm-ilaç toksisite<br />

ilişkisine örnek olarak Tiyopurinmetiltransferaz (TPMT) polimorfizmine<br />

bağlı olarak çocuklarda Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) tedavisinde kullanılan<br />

merkaptopürin, tiyoguanin gibi ilaçların oluşturdurduğu AİR verilebilir. TPMT<br />

enzim aktivitesi düşük bireylerde tiyopürin alındığında, karaciğer toksisitesi ve<br />

lökopeni gibi hayatı tehdit eden AİR meydana gelir. Bu tip AİR’ları akut lenfoblastik<br />

lösemi, kronik inflamasyonun tedavisinde immunosupresan kullananlarda<br />

ve organ transplantasyonundan sonra gelişmektedir. Düşük TPMT aktivitesine<br />

sahip bireylerde ilaç dozu azaltılsa da bu AİR önlenemez. Bu konuda en pratik<br />

yaklaşım kişiye özel ilaç geliştirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır.<br />

Lack of drug effectiveness and serious and apparently unpredictable adverse drug<br />

reactions (ADRs) continue to be a major public health problem. The numbers<br />

reported are worrying The most comprehensive study about serious or fatal ADR<br />

in hospitalized patients has published in 1998 as a meta-analysis. This study has<br />

been cited in all of the studies about ADR. According to the data in this metaanalysis,<br />

in 1994, 2 216 000 hospitalized patients had serious ADRs and 106<br />

000 had fatal ADRs, making these reactions between the fourth and sixth leading<br />

cause of death in USA. A study conducted in 2005 reported that the number of the<br />

adverse reactions did not decrease but increased. This study indicated that serious<br />

advers drug events increased 2.6-fold and fatal advers drug events increased<br />

4 times. Genetic factors take significant place among the ADR causes. The 50%<br />

of the reported ADR is due to the genetic factors while the 42% is because of the<br />

dosing/medical error/offlabel. More than 50% of this 42% is related to the drug<br />

metabolizing enyzme polymorphisms which again might be attributed to the personal<br />

genetic profile. Polymorphism is described as the occurence of a genetic<br />

variations and mutations in more than 1% of the population. Reduction in the arise<br />

of ADR because of the genetic polymorphisms is possible by understanding the<br />

characteristics of the drug metabolizing enzyme polymorphisms and their relation<br />

with toxicity. ADR due to the gene polymorphism of thiopurinemethyltransferase<br />

(TPMT) in children using the drugs like mercaptopurine and thioguanine for the<br />

treatment of acute lymphoblastic leukemia (ALL), is an example of polymorphism-drug<br />

toxicity related reaction. Individuals with reduced activity of TPMT<br />

are at risk of life-threatening adverse reactions like liver toxicity and leukopenia.<br />

Such ADRs can develop when patients with ALL are treated with the immunosuppressive<br />

drugs utilized to treat patients with chronic inflammatory diseases,<br />

and after organ transplantation. Even if the drug dosage is decreased, this ADR<br />

can not be prevented in individuals with low TPMT. Most practical approach in<br />

this subject appears to be the personalized drug development.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Metal Kirliliği, Fitormediasyon ve Hiperakümülasyonun Moleküler<br />

Mekanizması<br />

Leyla AÇIK 1 , Nezaket ADIGÜZEL 1 , Danica LEDUC 2<br />

1 Biyoloji, Gazi Üniversitesi, Ankara<br />

2 Kimya, California Üniversitesi, ABD<br />

Heavy Metal Pollution, Molecular Mechanism of Phytoremediation and<br />

Hyperacumulation<br />

Leyla AÇIK 1 , Nezaket ADIGÜZEL 1 , Danica LEDUC 2<br />

1 Biology, Gazi University, Ankara<br />

2 Chemistry, California University, USA<br />

CONTENTS<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Çevre kirliliği (Su kirliliği, toprak, hava kirliliği gibi) gezegenimizin en önemli<br />

sorunlarından biridir. Ağır metal kirliliği bir ttür çevre sorunudur. Kimyasal<br />

ve fiziksel tekniklerle temizlenmeye çalışılmaktadır. Bu teknolojiler pahalı<br />

ve zararlıdır. Alyssum cinsine ait bitkiler nikel ve kobalt elementlerini yüksek<br />

miktarlarına tolere etme özelliğine sahiptir. Bitkiler kuru ağırlığının %1 den fazla<br />

nikel biriktirme kapasitesine sahiptir. Metal hiperakülatör bitkiler biyokimyasal<br />

mekanizmalarının aydınlatılmasına ilave olarak fitoremediasyon açısından<br />

da önemlidir. Bitkiler nikeli çimlenme, büyüme, hastalıklara direnç, nitrojen<br />

metobolizması gibi olaylar için gereklidir. Fakat nikel konsantrasyonu çok yüksek<br />

olursa bitkide nikel toksikliğine neden olur. Bazı bitkiler ise nikel konsantrasyonu<br />

yüksek serpentin topraklarda yaşayabilir. Sadece tolere etmekle kalmaz, nikeli<br />

bol miktarda biriktirebilir. Her ne kadar A. murale bitkisi Ni hiperakümülasyonu<br />

için çok çalışılsa bile henüz nikel hiperakümülasyonunun moleküler mekanizması<br />

aydınlatılmamıştır. Bu çalışmada A. murale bitkisinin nikel alımından sorumlu<br />

genleri farklı ifade edilen genleri belirleme yöntemi ile belirlenmeye çalışılmıştır.<br />

Pollution (air, water and soil) is one of the important problem of the planet. Heavy<br />

metal pollution is one type of them. Chemical and physical processes involved to<br />

clean up heavy metal, however, these techniques are expensive and harmful. Alyssum<br />

species are examples of plants that can hyperaccumulate both nickel (Ni)<br />

and cobalt (Co), meaning that they tolerate and accumulate xtremely high concentrations<br />

of Ni (greater than 0.1% dry mass). Plants require nickel (Ni) for germination,<br />

growth, disease resistance, nitrogen metabolism, and senescence processes.<br />

However, if exogenous Ni concentrations are too high, plants can suffer from Ni<br />

toxicity. In contrast to this typical response, some plant species, native to high-Ni,<br />

serpentine soils, not only tolerate but also “hyperaccumulate” Ni. Although A.<br />

murale is one of the most studied Ni hyperaccumulators, relatively little is known<br />

about the biochemical mechanism underlying its ability to hyperaccumulate Ni.<br />

The full set of genes involved in these processes have yet to be identified. The<br />

present talk aims to identify the key genes in the Ni hyperaccumulation mechanisms<br />

in this species.<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

Alkanna Türlerinden Sitotoksik Etkinliği Yüksek Naftokinon Grubu<br />

Bileşiklerin Elde Edilmesi ve Etki Mekanizmaları Üzerine İleri Çalışmalar<br />

Canan SEVİMLİ-GÜR, Nuray BÖĞÜRCÜ, İsmail H. AKGÜN,<br />

İsmet DELİLOĞLU-GÜRHAN, Kemal S. KORKMAZ, Erdal BEDİR<br />

Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü, Bornova,<br />

35100 İzmir<br />

Biyoaktif bitkiler üzerinde yürütülen çalısmaların büyük kısmı kanserin tedavisi<br />

üzerine yoğunlaşmıştır. “Yeşil” tedaviye olan büyük ilgi ve takzol, etopozit,<br />

vinkristin, topotekan gibi bitkisel kaynaklı antikanser ilaçların başarısı bu eğilimin<br />

devam edeceğini göstermektedir.<br />

Kamptotesinler (topotekan, irinotekan), epipodofilotoksinler (etopozit), mitoksantron<br />

ve doksorubisin gibi klinik olarak kullanılan birçok antikanser ajanın<br />

topoizomeraz enzimleri inhibitörü olması, DNA topoizomeraz I ve II enzimlerinin<br />

antikanser ilaç tasarımı ve geliştirilmesinde ilgilenilen hedefler haline gelmesine<br />

öncülük etmiştir. Yapılan çalışmalarda, doğal kaynaklardan elde edilen birçok<br />

naftakinon türevi bileşiğin tümör hücreleri üzerindeki inhibisyon yeteneklerinin<br />

bu mekanizma ile yürüdüğü anlaşılmıştır.<br />

Boraginaceae familyası bitkilerinin naftakinon bileşikler yönünden zengin olması<br />

bilim adamlarını bu familyaya yöneltmişve antikanser özellikteki bileşikler bilime<br />

kazandırılmıştır. Bu familyanın üyesi olan Alkanna Tausch cinsi ülkemiz<br />

florasında 34 tür ve 40 taxa ile temsil edilmektedir (Davis, 1978). Bu cinsin hemen<br />

hemen tamamı endemik olduğundan (32 endemik tür) Anadolu’nun Alkanna<br />

cinsinin gen merkezi olduğunu söylemek yanlış olmaz.<br />

Ülkemizde A. tinctoria (L.) Tausch ve A. orientalis’in (L.) Boiss. kırmızı renkli<br />

köklerinden hazırlanan preparatlar kabızlığa karşın, yara iyi edici ve adet kesici<br />

olarak halk arasında kullanılmaktadır (Baytop, 1999). Günümüze kadar yapılan<br />

fitokimyasal çalışmalarda Alkanna türlerinden flavonoitler, pirolizidin alkaloitleri,<br />

yağ asitleri ve naftakinon türevi bileşikler elde edilmiştir. Bu türler arasında özellikle<br />

A. tinctoria köklerinden elde edilen boyar madde kozmetik sanayinde renklendirici<br />

olarak kullanılmaktadır ve bu alanda alınmış bir çok patent kayıtlıdır.<br />

Yapılan farmakolojik aktivite tarama çalışmaları, Alkanna türlerinden elde edilen<br />

naftakinonların yara iyi edici ve antimikrobiyal etkilerinin yani sıra DNA-<br />

Topoizomeraz I enzimini inhibe ettiğini göstermiştir (Papageorgiou ve ark. 1999).<br />

Ülkemiz florasında Alkanna cinsinin tamamına yakınının endemik olması ve naftakinonlarca<br />

zengin bu bitkiler üzerinde bugüne kadar sistematik bir fitokimyasal<br />

ve sitotoksik etki tarama çalışması yapılmamış olması grubumuzu bu konuda<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

DAVETLİ KONUŞMACI ÖZETLERİ<br />

çalışma yapmaya yöneltmiştir.<br />

Bu amaçla ülkemizin farklı noktalarından toplanan 16 Alkanna türünün toprak<br />

üstü ve köklerinden hazırlanan hekzan, diklorometan ve diklorometan:metanol<br />

(1:1) ekstrelerinin 4 kanser hücre hattına karşı sitotoksik etkileri taranmıştır. Bu<br />

çalışmalar sonunda 5 farklı türe ait kök ekstresi (A. tubulosa, A. pseudotinctoria,<br />

A. tinctoria subsp. subleiocarpa, A. pinardii ve A. cappadocica) 10 μg/ml’nin<br />

altında gösterdikleri IC 50<br />

değerleri ile ön plana çıkmıştır.<br />

İlerleyen çalışmalarımız en aktif türlerden biri olan A. cappadocica üzerinde<br />

yoğunlaşmış ve biyoaktivite rehberli izolasyon çalışmalarına geçilmiştir. Bu<br />

çalışmalar sonunda 8 bileşik saflaştırılarak spektral yöntemlerle yapı tayinleri<br />

yapılmıştır. Dört tanesi doğa ve bilim için yeni olan molekülün sitotoksik aktivitesi<br />

doza ve zamana bağlı olarak, 12 insan kanser hücre hattı 1 adet normal hücre<br />

hattında MTT testi kullanılarak taranmış ve yeni bileşiklerden ikisinin nanomolar<br />

seviyede etkin olduğu saptanmıştır.<br />

Daha sonra bileşiklerin DNA topoizomeraz I enzimini inhibe etme aktivitesi<br />

plazmit DNA’sı gevşeme testi kullanılarak analiz edilmiş ve bazı bileşiklerin, 2-6<br />

μM doz aralığında potent inhibisyon gösterdikleri bulunmuştur.<br />

Bileşiklerin hücre DNA hasarı oluşturma yetenekleri, tümör hücreleri DNA’sındaki<br />

g-H2AX düzeyinin immuno flüoresans ve Western blotlama yöntemleri kullanarak,<br />

nitel ve nicel olarak analiz edilmiştir. Bu çalışmaların sonunda sitotoksik<br />

etkinlikleri yüksek olan bileşiklerin diğer bileşiklere göre daha yüksek düzeyde<br />

tümör hücre DNA’sında çift zincir kırığı oluşturdukları tespit edilmiştir.<br />

Bileşiklerin kanıtlanan sitotoksik aktiviteleri ve DNA hasarı oluşturma yetenekleri<br />

sonunda meydana gelen hücre ölümünün apoptoz ve/veya nekroz olduğu anneksin<br />

V-FITC/PI boyamasından yararlanarak akış sitometri tekniği kullanılarak<br />

belirlenmiştir.<br />

Referanslar<br />

Baytop, T., (1999), Therapy with Medicinal Plants (Past and Present), 2nd Edition,<br />

Nobel Tip Kitapevleri Ltd., Istanbul.<br />

Davis, P. H., (1978), Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Edinburgh,<br />

Edinburg University Press Vol.VI: 414.<br />

Papageorgiou, V. P., Assimopoulou, A. N., Couladouros, E. A., Hepworth, D.,<br />

Nicolaou, K. C. Angew. Chem. Int. Ed. 1999, 38, 270-300.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF INVITED LECTURES<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM<br />

ÖZETLER‹<br />

[ABSTRACTS OF ORAL<br />

PRESENTATIONS]<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Sözlü Sunum Özetleri İndeksi<br />

A<br />

Mehmet Agilli<br />

Emin Özgür Akgül<br />

Merve Akış<br />

Türkan Atik<br />

Fevzi Nuri Aydın<br />

Süleyman Aydın<br />

Yasin Aydın<br />

C<br />

Özge Çevik<br />

Arif Çolak<br />

D<br />

Özkan Danış<br />

Ayşe Demir Weusten<br />

E<br />

Şükriye Er<br />

Zübeyde Erbayraktar<br />

Mine Ergüven<br />

H<br />

Aylin Haklıgör<br />

K<br />

Funda Karabağ<br />

Serdar Karakurt<br />

Şebnem Kavaklı<br />

Murat Kılıç<br />

Işıl Aksan Kurnaz<br />

H. Mehtap Kutlu<br />

M<br />

Ayfer Meral<br />

Nuriye Mete<br />

O<br />

Halil Özkol<br />

Onur Öztaş<br />

Abstracts of Oral Presentations Index<br />

P<br />

Özge Tuğçe Paşaoğlu<br />

Petek Piner<br />

S<br />

Ebru Saatci<br />

Elif Sakallı<br />

A. Bengisu Seferoğlu<br />

Abdullah Sivrikaya<br />

İbrahim Şahin<br />

Serkan Şen<br />

Murat Şentürk<br />

T<br />

Abdullah Tuli<br />

Yasin Tülüce<br />

Ali Türkan<br />

V<br />

Hüsamettin Vatansev<br />

Y<br />

Ebru Dündar Yenilmez<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Emodininin MCF-7 ve MDA-231 Hücrelerinde Sitotoksisitesi ve Apoptoziz<br />

Gen Ekspresyonları Üzerindeki Karşılaştırmalı Etkileri<br />

Elif SAKALLI 1 , Pembegul UYAR 2 , Mesude ISCAN 3<br />

1Biyokimya Anabilim Dalı, Fen Bilimleri Enstitüsü O.D.T.Ü., Ankara / elifsmar@yahoo.com<br />

2Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara<br />

3Biyokimya Anabilim Dalı, Fen Bilimleri Enstitüsü O.D.T.Ü., Ankara / Biyolojik<br />

Bilimler Bölümü, O.D.T.Ü., Ankara<br />

Emodin(1,3,8-trihydroxy-6-methylanthraquinone), eski zamanlardan beri tıpta tedavi<br />

için kullanılan bitkisel ilaçların bir bileşeni olup, inflamasyon ve kansere karşı etkiler<br />

gösteren bir antrakuinon türevidir. Biz araştırmamızda, emodinin MCF-7 (estrojen<br />

reseptör pozitif) ve MDA-231 (estrojen reseptör negatif) hücre hatlarındaki<br />

çoğalmaya ve apoptoziz genlerinin ekspresyonuna etkilerini karşılaştırmalı olarak<br />

inceledik. Hücreler 48 saat süreyle emodinin çeşitli konsantrasyonları (0-100 µg/ml)<br />

varlığında kültür edildi. Canlı hücrelerin yüzdesi Tryphan Blue ile hücre sayımı ve<br />

XTT (2,3-bis-(2-methoxy-4-nitro-5-sulfophenyl)-2H-tetrazolium-5-carboxanilide)<br />

yöntemiyle belirlendi. Emodinin, hücrelerin yaşamasını hücre tipine ve doza bağlı<br />

olarak farklı oranlarda etkilediği görüldü. 48 saatte hücrelerin % 50 sini öldürüren<br />

emodin konsantrasyonu (µg/ml), Trypan Blue ile hücre sayımı yöntemiyle MCF-7<br />

ve MDA-231 hücrelerinde sırasıyla 14,21 ve 17,69 XTT yöntemiyle 28,20 ve 20,43<br />

olarak belirlendi. Emodinin apoptoziz etkilerini incelemek için 5, 10, 20 µg/ml emodin<br />

konsantrasyonları kullanılarak büyütülen hücrelerin RNA’sı izole edildi, takiben,<br />

cDNA’sı sentezlendi. Bax ve Bcl-2 genlerinin aktivitelerine qRTPCR ile bakıldı.<br />

MCF-7 hücresinde en yüksek konsantrasyon olan 20 µg/ml emodin konsantrasyonu<br />

kullanıldığında DMSO kontrolüne göre Bax geninin ekspresyonunun 4,69± 2,32(kat<br />

değişim±SH) kat arttığı ve Bcl-2 geninin ekspresyonunun 0,29± 0,21(kat değişim±SH)<br />

kat azaldığı gözlemlendi. MDA-231 hücresinde kullanılan konsantrasyonlarda apoptoziz<br />

genlerinde önemli bir değişiklik gözlemlenmedi. Apoptozizin varlığı TUNEL<br />

yöntemiyle de gözlemlendi. 5 µg/ml emodin konsantrasyonuna 12 saat maruz kalan<br />

MCF-7 ve MDA-231 hücrelerinde DNA fragmantasyonu pozitif kontoldeki gibi çok<br />

olmasa da gözlendi.<br />

Cytotoxicity of Emodin and Comperative Effects on Apoptosis Gene<br />

Expression in MCF-7 and MDA-231 Cell Lines<br />

Elif SAKALLI 1 , Pembegul UYAR 2 , Mesude ISCAN 3<br />

1Graduate Program of Biochemistry, Middle East Technical<br />

University, Ankara / elifsmar@yahoo.com<br />

2Graduate Program of Biotechnology, Middle East Technical University, Ankara<br />

3Graduate Program of Biochemistry, Middle East Technical University, Ankara<br />

/ Department of Biological Sciences, Middle East Technical University, Ankara<br />

Emodin(1,3,8-trihydroxy-6-methylanthraquinone) which is found in certain<br />

plants, has been an active component in herbal extracts used for medical treatment<br />

from ancient times and shown anti-inflammatory and anti-cancer effects. In<br />

our research, we aim to study the effects of emodin on MCF-7(estrogen receptor<br />

positive) and MDA-231(estrogen receptor negative) cell lines by comparing its<br />

effects on proliferation and apoptosis genes. Cells were cultured in the presence<br />

of various concentrations of emodin (0-100 µg/ml) 48 hours. The percentage of<br />

cell viability was determined by Tryphan Blue cell counting and XTT (2,3-bis-(2-<br />

methoxy-4-nitro-5-sulfophenyl)-2H-tetrazolium-5-carboxanilide) method. The<br />

emodin concentration (µg/ml), that killed 50 % of cells in 48 hours was detected<br />

14,21 for MCF-7 cells and 17,69 for MDA-231 cells by Tryphan Blue cell counting<br />

method and the emodin concentration that killed 50 % of cells in 48 hours was<br />

detected 28,20 for MCF-7 cells and 20,43 for MDA-231 cells by XTT method.<br />

In order to investigate the effect of emodin on apoptosis, RNAs of cells treated<br />

with 5, 10, 20 µg/ml emodin concentrations for 48 hours were isolated followed<br />

by cDNAs were synthesized. The expression of Bax and Bcl-2 genes were examined<br />

by Real Time PCR. In comparison with DMSO control, it is observed that<br />

the expression of Bax gene was increased 4,69± 2,32 (fold change±SD) fold and<br />

the expression Bcl-2 was decreased 0,29± 0,21 (fold change±SD) fold in MCF-7<br />

cells upon treatment with the highest emodin concentration, 20 µg/ml whereas<br />

there wasn’t any significant change in MDA-231 cells. Furthermore, apoptosis<br />

was observed by TUNEL. DNA fragmentation was seen in both cells treated with<br />

5 µg/ml emodin concentration for 12 hours, but it was not intense as the positive<br />

control.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Radyoaktif Talyum-201’in İnsan Karbonik Anhidraz Enzim Aktivitesine<br />

Etkisi<br />

Murat ŞENTÜRK 1 , Ali ŞAHİN 2 , Mehmet ÇİFTCİ 3 , Ö. İrfan KÜFREVİOĞLU 3 ,<br />

Erhan VAROĞLU 2<br />

1Kimya Bölümü, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Ağrı<br />

2Nükleer Tıp Bölümü, Atatürk Üniversitesi, Erzurum<br />

3Kimya Bölümü, Atatürk Üniversitesi, Erzurum<br />

Bu çalışmada insan karbonik anhidraz I ve II izoenzimlerinin talyum-201 ( 201 Tl) ile inhibisyonu<br />

incelenmiştir. İnsan eritrosit hCA-I ve hCA-II izoenzimleri Sepharose-6Banilin-sulfanilamid<br />

afinite jel kromatografisi yöntemi kullanılarak sırasıyla 105,2 ve<br />

748,4 kat saflaştırılmıştır. 201 Tl çözeltisinin düşük konsantrasyonlarda CA enzim aktivitesi<br />

üzerine inhibisyon etkisi in vitro koşullarda esteraz metoduyla belirlenmiştir.<br />

%Aktivite-[I] grafiklerinden I 50<br />

değerleri CA için 40,35 μl; CA II için ise 29,83 μl<br />

olarak hesaplandı ([Tl + ]: 0.0036 μM, [Cu +2 ]: 0.0116 μM, [Fe +3 ]: 0.0132 μM). Ayrıca<br />

K i<br />

sabitleri ve inhibisyon tiplerinin belirlenmesi amacıyla Lineweaver– Burk eğrileri<br />

oluşturuldu. Buna ek olarak 5 hasta üzerinde talyum-201’in inhibisyon etkisi in vivo<br />

olarak tespit edildi. 0.00193 mg/kg talyum-201’in insan eritrosit CA enzimini 1 saatte<br />

önemli ölçüde (p ≤ 0.001) inhibe ettiği belirlendi.<br />

Effects of Radioactive Thallium-201 on Human Carbonic Anhydrase<br />

Enzyme Activity<br />

Murat ŞENTÜRK 1 , Ali ŞAHİN 2 , Mehmet ÇİFTCİ 3 , Ö. İrfan KÜFREVİOĞLU 3 ,<br />

Erhan VAROĞLU 2<br />

1 Department of Chemistry, Ağrı İbrahim Çeçen University, Agri<br />

2Department of Nuclear Medicine, Atatürk University, Erzurum<br />

3 Department of Chemistry, Atatürk University, Erzurum<br />

The inhibition of two human carbonic anhydrase (hCA, EC 4.2.1.1) isozymes,<br />

the cytosolic hCA-I and II, with thallium-201 ( 201 Tl) was investigated. Human<br />

erythrocyte CA-I and CA-II isozyme was purified using Sepharose-6B-anilinesulfanilamide<br />

affinity gel chromatography method. The overall purification was<br />

approximately 105.2-fold for hCA-I and 748.4-fold for hCA-II. The inhibitory<br />

effects of 201 Tl on CA activity were determined at low concentrations using the<br />

esterase method under in vitro conditions. I 50<br />

values for 201 Tl solution were calculated<br />

from Activity % -[I] as 40.35 μL for hCA-I and 29.83 μL for hCA-II respectively<br />

([T l+ ]: 0.0036 μM, [Cu +2 ]: 0.0116 μM, [Fe +3 ]: 0.0132 μM). Additonally, the<br />

Lineweaver– Burk curves obtained were used for the determination of K i<br />

and the<br />

inhibitor type. Moreover, in vivo studies was performed on five patients for thallium-201.<br />

00193 mg/kg Tl-201 was determined to inhibit human erythrocyte CA<br />

enzyme significantly (p ≤ 0.001) in 1 hour.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Bitki Fenolik Bileşiklerinin Karaciğer Glutatyon-S-Transferaz Enzim<br />

Aktivitesi Üzerine In Vitro Etkileri<br />

Serdar KARAKURT 1 , Melike SEVER 2 , Çiğdem SARAÇ 2 , Ewa DOĞRU 2 ,<br />

Orhan ADALI 2<br />

1Biyokimya A.D., ODTÜ, Ankara<br />

2Biyoloji A.D., ODTÜ, Ankara<br />

Glutatyon-S-transferaz (GST, EC 2.5.1.18) 50 kDa ağırlığında, soluble ve dimerik<br />

bir proteindir. Genel olarak GSH bağlı reaksiyonlar detoksifikasyon ile ilişkili olsa<br />

da bazı durumlarda GSH konjugasyonları toksisitenin artmasına neden olmaktadır.<br />

Aynı zamanda birçok organizmanın pestisit, herbisit ve antibiyotiğe karşı dirençli<br />

olması da artmış GST aktivitesi ile ilişkilendirilmektedir. Bunun yanında kemoterapötik<br />

ilaçlara karşı direnci arttırdığından dolayı tümör hücrelerinde yüksek miktarlarda<br />

sentezlendiği bulunmuştur. Bu çalışmada bitki fenolik bileşiklerinden tannik asit,<br />

elajik asit, kuersetin, naringenin, resveratrol, rutin ve hesperidin’in tavşan karaciğer<br />

GST enzimi üzerine olası etkileri incelenmiştir. Polifenolik bileşikler konsantrasyona<br />

bağımlı olarak GST enzim aktivitesini inhibe etmişlerdir. Tannik asit, elajik asit,<br />

kuersetin, naringenin, resveratrol, rutin ve hesperidin için IC50 değerleri sırasıyla<br />

0.33±0.02 µM, 142±6.36 µM, 80±1.38 µM, 260±1.92 µM, 75.9±2.06 µM, 164±3.42<br />

µM ve 242±4.17 µM olarak saptanmış olup, elde edilen Lineweaver–Burk ve Dixon<br />

grafiklerinden inhibisyon sabiti (Ki) ve inhibisyon tipi belirlenmiş olup sırasıyla<br />

0.4 µM (Nonkompetetif), 65 µM (Nonkompetetif), 61.5 µM (Kompetetif), 314 µM<br />

(Karışık Tip), 6.2 µM (Nonkompetetif), 245 µM (Karışık Tip) ve 143 µM (Kompetetif),<br />

olarak hesaplanmıştır. Bu sonuçlar ile bitki fenolik bileşiklerinin ksenobiyotik aktivasyon<br />

yolaklarında rol alan GST enzimini etkileyerek, bu enzim tarafından metabolize<br />

edilen birçok kimyasalın metabolizmasını değiştirebildiği ve bu fenoliklerin GST<br />

enzimi üzerindeki inhibe edici özellikleri nedeniyle kemoterapötik ilaçların etkinliğini<br />

arttırabileceği gösterilmiştir.<br />

In Vitro Effects of Plant Phenolic Componds on Liver Glutathione<br />

S-Transferase Activity<br />

Serdar KARAKURT 1 , Melike SEVER 2 , Çiğdem SARAÇ 2 , Ewa DOĞRU 2 ,<br />

Orhan ADALI 2<br />

1 Department of Biochemistry , METU, Ankara<br />

2 Department of Biology, ODTÜ Ankara<br />

Glutathione S-transferase (GST, EC 2.5.1.18) is a soluble and dimeric protein<br />

with typical molecular masses of around 50 kDa. Although the majority of GSHlinked<br />

reactions serve the function of detoxification, in some cases toxicity is<br />

increased by formation of a GSH conjugate. Besides, the resistance of cells and<br />

organisms to pesticides, herbicides and antibiotics was implicated in GST activities.<br />

Moreover, GSTs have been shown to be over-expressed in tumor cells hence<br />

it increases the resistance for chemotherapeutic drugs. This study was undertaken<br />

to elucidate the possible in vitro effects of plant phenolic compounds tannic acid,<br />

ellagic acid, quercetin, naringenin, resveratrol, rutin and hesperidin for their ability<br />

to modulate rabbit GST enzyme activities. Polyphenolic compounds showed<br />

an inhibitory effect on rabbit liver GST enzyme in a concentration dependent<br />

manner. IC50 values of tannic acid, ellagic acid, quercetin, naringenin, resveratrol,<br />

rutin and hesperidin on GST enzyme activity were determined as 0.33±0.02<br />

µM, 142±6.36 µM, 80±1.38 µM, 260±1.92 µM, 75.9±2.06 µM, 164±3.42 µM,<br />

and 242±4.17 µM, respectively. Ki constants of tannic acid, ellagic acid, quercetin,<br />

naringenin, resveratrol, rutin and hesperidin were calculated as 0.4 µM (noncompetitive),<br />

65 µM (noncompetitive), 61.5 µM (competitive), 314 µM (mixed<br />

type), 6.2 µM (noncompetitive), 245 µM (mixed type) and 143 µM (competitive),<br />

respectively. These results indicate that plant phenolic compounds may modulate<br />

Phase II enzyme, glutathione S-transferase and influence the metabolic activation<br />

of xenobiotics mediated by this enzyme. Moreover, those compounds due to their<br />

inhibitory effects on GST activity may have potency for use in cancer drug efficacy<br />

studies and as a chemoprotective agent against GST induced toxicities<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Nigella Sativa L’nın Broiler Piliçlerin Eritrosit Lipid Peroksidasyonu ve<br />

Redükte Glutatyon Düzeyleri Üzerine Etkisi<br />

Yasin TÜLÜCE 1 , Halil ÖZKOL 1 , Bünyamin SÖĞÜT 2 , İsmail ÇELİK 3<br />

1 Temel Tıp Bilimleri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van<br />

2 Zooteknik Bölümü, Bingöl Üniversitesi, Bingöl<br />

3 Biyoloji Bölümü, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van<br />

Nigella sativa L.’nın Broiler Piliçlerin eritrositlerinde redükte glutatyon (GSH) ve lipid<br />

peroksidasyon (malondialdehit, MDA) üzerine etkilerinin tespit edilmesi amaçlandı.<br />

100 Ross 308 piliç kullanıldı ve bunlar eşit olarak kontrol, % 0.5, % 1 ve % 1.5 Nigella<br />

sativa L. içeren dört gruba ayrıldı. Kontrol grubu piliç besini ile beslenirken,<br />

uygulama gruplarına 6 hafta süresince % 0.5, % 1 ve % 1.5 öğütülmüş Nigella sativa<br />

L. tohumları içeren besinler verildi. % 0.5 (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Organik Pestisid Spinosad’ın Oreochromis Niloticus’da Böbrek Dokusunda<br />

In Vivo Toksik Etkileri<br />

Petek PİNER 1 , Özge TEMİZ 2 , Nevin ÜNER 2<br />

1Fen Bilgisi Eğitimi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş<br />

2 Biyoloji, Çukurova Üniversitesi, Adana<br />

Tarımsal uygulamalarla artan çevre ve besin kirliliği konvansiyonel tarımın alternatifi<br />

olarak organik tarım uygulamalarını başlatmıştır. Organik tarım yönetmeliklerinde<br />

pirethrinler ve rotenone gibi bitkisel orijinli maddelerle mikroorganizmalarca üretilen<br />

maddelerin insektisid olarak kullanılmasına izin verilmektedir. Bu bileşiklerden spinosad<br />

dünyada ve ülkemizde organic tarımda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu<br />

çalışmada spinosadın böbrekte in vivo toksik etkileri ilk kez araştırılmıştır. Bu amaçla<br />

25 mg/L, 50 mg/L, 75 mg/L spinosad 24, 48 ve 72 saat sürelerle model organizma<br />

O. niloticus örneklerine uygulanmış ve spinosadın toksik etkileri glutatyon<br />

metabolizması, stres proteinleri ve lipid peroksidasyonu incelenerek belirlenmiştir.<br />

Glutatyon metabolizmasına etkileri total GSH (tGSH) miktarı, Glutatyon Peroksidaz<br />

(GPx), Glutatyon Redüktaz (GR), Glutatyon S-Transferaz (GST) enzim aktiviteleri;<br />

stres proteinlerine etkileri Hsp70 miktarı; lipid peroksidasyonuna etkileri de malondialdehid<br />

(MDA) miktarı belirlenerek araştırılmıştır. tGSH miktarı, GPx, GR, GST<br />

enzim aktiviteleri ve MDA miktarı spektrofotometrik yöntemlerle, HSP70 miktarı<br />

ELISA yöntemi ile belirlenmiştir. Spinosad O. niloticus’da böbrek dokusunda tGSH<br />

miktarı ve GPx, GR enzim aktiviteleri ile Hsp70 ve MDA miktarlarında artışa, GST<br />

enzim aktivitesinde ise inhibisyona neden olmuştur. Bu dokuda spinosadın lipid<br />

peroksidasyonu ve stress proteinlerini etkileyerek oksidatif lipid ve protein hasarı<br />

oluşturduğu belirlenmiştir. Spinosadın neden olduğu oksidatif stres etkisinin glutatyon<br />

metabolizması ile giderilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Araştırma bulguları<br />

GPx, GR, GST enzim aktiviteleri ile Hsp70 düzeyinin spinosad toksisitesinde olası<br />

biyomarkırlar olarak değerlendirilebileceğini de göstermektedir.<br />

In Vivo Toxic Effects of Organic Pesticide Spinosad on Kidney of<br />

Oreochromis Niloticus<br />

Petek PİNER 1 , Özge TEMİZ 2 , Nevin ÜNER 2<br />

1 Education of Science, Kahramanmaraş Sütçü İmam University, Kahramanmaras<br />

2 Department of Biology, Çukurova University, Adana<br />

Increasing environmental and food pollution related to agricultural practices initiated<br />

organic farming as an alternative to conventional applications. Agricultural<br />

regulations allow botanical substances like pyrethrins and rotenone, and substances<br />

produced by microorganisms to be used as insecticides in organic farming.<br />

Amongst these substances spinosad is widely used in organic farming both<br />

worldwide and in Turkey. This study is currently the only research on in vivo<br />

toxic effects of spinosad on the kidney. The results were achieved by applying 25<br />

mg/L, 50 mg/L, 75 mg/L of spinosad on model organism O. niloticus at durations<br />

of 24, 48 and 72 hours. Toxic effects of spinosad were determined by analysing<br />

glutathion metabolism, stress proteins and lipid peroxidation. Its effects on glutathion<br />

metabolism were investigated by determining the total amount of GSH<br />

(tGSH), Glutathion Peroxidase (GPx), Glutathion Reductase (GR), Glutathion<br />

S-Transferase (GST) enzyme activities; effects on stress proteins were investigated<br />

by determining the amount of Hsp70; effects on lipid peroxidation were<br />

determined by investigating the amount of malondialdehyde (MDA). Amount of<br />

tGSH and MDA, and GPx, GR, GST enzyme activities were determined by using<br />

spectrophotometric assay; amount of H70 was determined by using ELISA assay.<br />

Spinosad caused increase in the amount of tGSH, Hsp70 and MDA and GPx, GR<br />

enzyme activities and inhibition of GST enzyme activity in kidney of O. niloticus.<br />

The results show that spinosad generated oxidative lipid and protein damage<br />

by affecting lipid peroxidation and stress proteins. It was seen that the Oxidative<br />

stress effect induced by spinosad is tried to be overcome by GSH metabolism.<br />

Results of the study also indicate that GPx, GR, GST enzyme activities and Hsp70<br />

level can be considered as possible biomarkers in spinosad toxicity.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Çeşitli Kanser Tiplerinin Tedavisinde Bitki Kök Hücre<br />

Ekstraktlarının Kullanımı<br />

Şebnem KAVAKLI<br />

Biyoteknoloji, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir<br />

Using of Plant Stem Cell Extracts at Various Cancer<br />

Types Treatment<br />

Şebnem KAVAKLI<br />

Biyoteknoloji, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Günümüzde kültür ve yabani bitkiler içerisinden pek çok bitkinin tomurcuk, kökçük,<br />

genç sürgün ve tohum gibi embriyonik dokularından elde edilen bitki kök hücre<br />

ekstraktları kullanılarak farklı kanser türlerine karşı tedavi yolları üzerine araştırmalar<br />

yapılmaktadır. Çeşitli kanser çalışmalarında bitkilerden elde edilen bu ekstraktlarının<br />

kullanılması düşüncesi bitkilerin sahip olduğu onkofitoembriyonik özelliklerinden<br />

kaynaklanmaktadır. Bu terim bitkilerin genç dokularının fitokimyasal özelliklerinin<br />

onkolojide kullanılmasını ifade etmektedir. Çeşitli bitki türleri farklı kanser<br />

çeşitlerinde belirli fizyolojik fonksiyonları geliştirerek etki etmektedirler. Başta<br />

prostat kanseri olmak üzere kolon, yumurtalık, mide, deri, göğüs, lösemi ve akciğer<br />

kanserlerinde çalışmalar yapılmaktadır. Kanser çalışmalarında bitkilerdeki steroller,<br />

ligninler, stres hormonları, östrojen reseptörüne etki eden inhibitörler ve nötralize<br />

edici ajanlar, oksinler, sitokininler gibi bitki gelişim düzenleyicileri olarak çeşitli bitki<br />

kök hücre ekstraktları kullanılmaktadır. Bunlar vasıtasıyla kanser çalışmalarında<br />

antienflamatuar, antitümör, antimutajenik, progesteron üretimine yönlendirici, prolaktini<br />

azaltıcı, kanserli hücreyi apoptosize yönlendirici hatta metastazı önleyici gibi<br />

tedaviye yönelik uygulamalar üzerinde çalışılmaktadır. Bu çalışmada bitki kök hücre<br />

ekstraktlarının elde edildiği bitkiler ve bunların kanser çalışmalarındaki tedaviye<br />

yönelik uygulamalarının açıklanması hedeflenmektedir<br />

Today, researches is done about therapy against different forms of cancer by using<br />

of stem cell extracts derived from embryonic tissues such as many plant’s buds,<br />

rootlet, young shoots and seeds from inside of cultures and wild plants. The idea<br />

of using plant extracts obtained from plants in some cancer studies that are due to<br />

oncophytoembryonic characteristics of plants. The term is represents that using<br />

of phytochemical properties of young tissues of plants in oncology. Various plant<br />

species affect by improving certain physiological functions in different types of<br />

cancer. The studies are performed at particularly prostate cancer, including colonic,<br />

ovarian, stomach, skin, breast, leukemia and lung cancer. Plant sterols, lignin,<br />

stress hormones, inhibitors and neutralizing agents which effect the estrogen<br />

receptors, plant growth regulators such as auxins, cytokinins are used in cancer<br />

studies. Through these extracts therapeutic applications are working on cancer<br />

studies such as anti-inflammatory, antitumor, antimutagenic, guiding the production<br />

of progesterone, prolactin-reducing, apoptosize router and even preventing<br />

metastasis of cancer cells. In this study is aimed to explain that plant stem cell<br />

extracts were obtained from plant stem cells and their therapeutic application in<br />

cancer researches.<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Glikoz, Fruktozamin, HBA1C ve İnsülin Ölçümlerinde Ölçüm Belirsizliği<br />

ve Referans Değişim Değeri<br />

Aylin HAKLIGÖR 1 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Yalçın ARAL 2 , Doğan YÜCEL 1<br />

1 Tıbbi Biyokimya, S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

2 Endokrinoloji ve Metabolizma Kliniği, S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Ankara<br />

Ölçüm belirsizliği, ölçülen değerlerin dağılımını tanımlayan bir parametredir.<br />

Ölçüm belirsizliği hesaplamasına farklı yaklaşımlar olduğu görülmektedir. Referans<br />

değişim değeri (RDD) bir hastada, iki ardışık ölçümde elde edilen aynı analite ait<br />

sonuçlar arasında klinik açıdan önemli farkı tanımlar. Çalışmamızda bu iki kavramın<br />

hesaplanmasını, ölçüm belirsizliğine farklı yaklaşımları değerlendirmeyi ve bu iki hesaplama<br />

arasında bağıntı kurmayı amaçladık. Ölçüm belirsizliği ve RDD hesaplamaları<br />

glikoz, fruktozamin, HbA1c ve insülin testleri için yapıldı. Hesaplamalarda üreticinin<br />

sağladığı bilgiler, laboratuvar verileri (tekrarlanabilirlik, iç ve dış kalite kontrol, geri<br />

kazanım) ve biyolojik varyasyon verileri kullanıldı. Çalışmaya Diyabetes Mellitus<br />

(DM) tanısı ile takip ve tedavi edilen 151 hasta (yaş ortalaması 55 ± 10 yıl, 114 kadın,<br />

37 erkek) ve diyabet tanısı almayan 20 kişilik kontrol grubu (yaş ortalaması 50 ± 9 yıl,<br />

14 kadın, 6 erkek) alındı. Testlerin ölçüm belirsizliği küçükten büyüğe doğru şöyle<br />

sıralandı: HbA1c, glikoz, fruktozamin, insülin. Ölçüm belirsizliği sonuçları, belirsizlik<br />

kaynakları seçiminden hesaplama şekline kadar birçok etkenden etkilenmektedir.<br />

Sonuç olarak ölçüm belirsizliği hesabı için standardizasyon gereklidir. RDD formülüne<br />

sapmanın varyansı eklenerek RDD güçlendirilebilir. Böylece bu denklem hem<br />

ölçüm belirsizliği, hem de RDD hesabı için kullanılabilir.<br />

Measurement Uncertainty and Reference Change Value for the Assays of<br />

Glucose, Fructosamine, HBA1C, and Insulin<br />

Aylin HAKLIGÖR 1 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Yalçın ARAL 2 , Doğan YÜCEL 1<br />

1 Medical Biochemistry, S.B. Ankara Training and Research Hosptial Ankara<br />

2 Endocrinology and Metabolism Clinic, S.B. Ankara Training and Research<br />

Hospital, Ankara<br />

Measurement uncertainty is a parameter defining the dispersion of values that<br />

could reasonably be attributed to the measurand. It is noticed that there are various<br />

approaches dealing the estimation of measurement uncertainty. Reference change<br />

value (RCV) defines the clinically significant variation between two consecutive<br />

results obtained from the same measurand for the same patient. In our study<br />

we aimed to take up these two concepts, considering various approaches dealing<br />

the measurement uncertainty and establishing a connection between their calculations.<br />

Measurement uncertainty and RCV were estimated for glucose, fructosamine,<br />

HbA1c and insulin tests. Data supplied by the manufacturer, obtained from<br />

our laboratory data (such as repeatability, internal and external quality control,<br />

recovery) and those on biological variation were used. 151 patients (mean age ± s,<br />

55 ± 10 years; 114 women, 37 men) that were followed and treated for Diabetes<br />

Mellitus (DM) and 20 individuals without DM (mean age ± s, 50 ± 9 years; 14<br />

women, 6 men ) were enrolled in the study. Rank of the tests according to the increasing<br />

uncertainties was HbA1c < glucose < fructosamine < insulin. Calculation<br />

results of measurement uncertainty, vary due to many factors such as the choice<br />

or calculation of sources of uncertainty.In conclusion estimation of measurement<br />

uncertainty needs to be standardized. By inserting the coefficient of variation of<br />

bias into the RCV formula, it can be empowered. In that manner, this equation can<br />

be used for calculation of measurement uncertainty and RCV.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Dünya Sağlık Örgütü’nün(DSÖ) İnsan Semeninin İncelenmesi ve<br />

İşlenmesi için Laboratuvar Kılavuzu’nun-5. Basım Tanıtımı<br />

Türkan ATİK 1 , Gülşen AKTAN 2<br />

1Biyokimya, Devlet Hastanesi, İstanbul<br />

2Androloji, Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

İlk amaç insan semeninin hazırlanması ve tetkiki için Dünya Sağlık Örgütü’nün<br />

(DSÖ) hazırladığı Laboratuvar El Kitabının/ Kılavuzunun 5. basımını tanıtmaktır.<br />

İkinci amaç ise rutin semen analizinin içeriği ve raporlama biçiminin önemine dikkat<br />

çekmektir. Metod: DSÖ’nün 5. basımı yapılan insan semeninin hazırlanması ve tetkiki<br />

ile ilgili laboratuvar kılavuzunu inceledik. Daha sonra DSÖ’nün semen analizi laboratuvar<br />

kılavuzunu özetledik. Bulgular: Evrensel düzeyde daha kolay karşılaştırmalar<br />

yapabilmek için kılavuzun bu baskısı analizin farklı metotları tanıtıldığında mantıksal<br />

olarak açıklanmakta ve çok daha fazla ayrıntıyı içermektedir. Bu kılavuzun bir önceki<br />

baskısı ileri hareketli spermatozoaları hızlı ve yavaş olarak tanımlamakta ve “grade a”<br />

olarak değerlendirmekteydi. Bu baskı hareketin derecelendirilmesinin basit bir sistemle;<br />

hareketsizlerden, ileri hareketli ve ileri olmayan hareketli olarak ayırt edilmesini<br />

önermektedir. Diğer önemli değişiklik sperm morfolojisinin değerlendirilmesinde alt<br />

referans limitin, normal sperm % 4 (%3.0 – 4.0) olarak kabul edilmesidir. Sonuç:<br />

DSÖ Laboratuvar Kılavuzuna göre yapılan rutin semen analizi hastalar ve klinisyenler<br />

için ne yapacaklarına karar vermede son derece faydalı, kolay anlaşılabilen, çok<br />

güvenilir bir testtir.<br />

Introduction of the WHO Laboratory Manual for the Examination and<br />

Processing of Human Semen Fifth Edition.<br />

Türkan ATİK 1 , Gülşen AKTAN 2<br />

1 Department of Biochemistry, State Hospital, Istanbul<br />

2 Department of Andrology, Faculty of Medicine, Isatnbul<br />

Primary aim of the poster is introduction of the latest World Health Organization<br />

(WHO ) Laboratory Manual for The Examination and Processing of Human Semen,<br />

fifth edition. Second aim is, draw attention to the important of the routine<br />

semen analysis report form and content. Method: We examined the WHO laboratory<br />

manual for the examination and processing of human semen, fifth edition.<br />

We presented the summary of the WHO Laboratory Manual for semen analysis.<br />

Results: In order to make global comparisons easier, this edition of the manual<br />

includes much greater detail, and the rationale is explained when alternative methods<br />

of analysis are presented. The previous edition of this manual recommended<br />

that progressively motile spermatozoa should be categorized as rapid or slow defining<br />

“grade a” spermatozoa. In this edition a simple system for grading motility<br />

is recommended that distinguishes spermatozoa with progressive or non-progressive<br />

motility from those that are immotile. The other important modification is<br />

the acceptance of the lower reference limit for normal form is 4% (3.0-4.0%).<br />

Conclusions: Routine semen analysis is examined according to WHO Laboratory<br />

Manual is a very useful, most reliable, easy comprehensible test to decide what to<br />

do for clinicans and patients.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Sarkoidozlu Hastalarda Serum ve Bronkoalveolar Lavaj VCAM, E-Selektin<br />

ve L-Selektin Seviyelerinin Tayini<br />

Fevzi Nuri AYDİN 1 , Ergun UCAR 2 , Halil YAMAN 1 , Mehmet AGİLLİ 1 ,<br />

İbrahim AYDİN 1 , Yasemin Gulcan KURT 1 , Tuncer CAYCİ 1 ,<br />

Emin Ozgur AKGUL 1 , Deniz DOGAN 2 , Ergun TOZKOPARAN 2 , Erdinc CAKİR 1 ,<br />

Cumhur BİLGİ 1 , M Kemal ERBİL 1<br />

1 Biyokimya A.D., GATA, Ankara<br />

2 Gogus Hastalıkları A.D., GATA, Ankara<br />

Pulmoner sarkoidoz (SAR), lenfositik alveolitin eşlik ettiği etiyolojisi bilinmeyen kronik<br />

bir inflamatuar hastalıktır. SAR ve tüberküloz (TBC) hastalarının akciğerlerinde<br />

patolojik olarak granülom formasyonu oluşur. Granülom formasyonundaki hücrehücre<br />

etkileşiminin ve inflamatuar alana lökosit migrasyonunun temelini, adezyon<br />

moleküllerinin ekspresyonu ve up-regülasyonu oluşturur. Bu çalışmada, SAR’lu,<br />

TBC’lu ve sağlıklı bireylerde; serum ve bronkoalveolar lavaj (BAL) sE-selektin, sV-<br />

CAM-1 ve sL-selektin düzeylerini saptamayı amaçladık. Çalışmaya, 10 SAR’lu, 17<br />

TBC’lu ve 21 sağlıklı birey dahil edildi. Tüm bireylerden BAL ve kan örnekleri alındı.<br />

sE-selektin, sVCAM-1 ve sL-selektin düzeyleri ELISA yöntemleri ile ölçüldü. SAR<br />

grubunda, serum sVCAM-1 seviyeleri sağlıklı kontrol ve TBC gruplarına göre anlamı<br />

düşük bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Periton Diyalizli Hastalarda Farklı Dializ Solüsyonlarının<br />

Lipid Peroksidasyonu Ve Asimetrik Dimetilarginin Seviyelerine<br />

Etkilerinin Araştırılması<br />

Ayfer MERAL, M. Ramazan ŞEKEROĞLU, Serpil ÖZCAN<br />

Tıbbi Biyokimya Bölümü, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Van<br />

Asimetrik dimetilarginin (ADMA), NOS’ın endojen inhibitörüdür. NO sentezini azaltarak<br />

koroner arter hastalık gelişimi için bir risk faktörü olduğu kabul edilmektedir.<br />

Bu çalışmada periton diyalizi ile tedavi edilen hastalarda farklı iki diyaliz solüsyonu<br />

(Physioneal ve Dianeal) kullanımının kardiyovasküler risk faktörleri ve lipid peroksidasyonu<br />

üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Physioneal marka solüsyon<br />

ile tedavi gören 14 hasta çalışma grubuna alındı(Grup 1). aynı hastalarda tedaviye bir<br />

ay süreyle Dianeal marka solüsyon ile devam edildi(Grup 2). Sonra Physioneal ile bir<br />

aylık tedavinin sonunda üçüncü kez kan numuneleri alındı (Grup 3). Ayrıca 16 sağlıklı<br />

şahıstan kontrol grubu oluşturuldu. Her üç periton diyaliz grubunun serum ADMA seviyeleri<br />

kontrol grubundan yüksek bulunurken, Grup 2’nin ADMA seviyesi ise, Grup<br />

1 ve 3’ten daha yüksekti (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Patates ADP-Glikoz Pirofosforilazın Heterotetramer Oluşumunun Ters<br />

Genetik ile Kararlı Hale Getirilmesi<br />

A. Bengisu SEFEROĞLU, İbrahim BARIŞ, İ. Halil KAVAKLI<br />

Kimya Biyoloji Mühendisliği, Koç Üniversitesi , İstanbul<br />

Enhanced Heterotetrameric Formation of Potato ADP-Glucose<br />

Pyrophosphorylase Through Reverse Genetics<br />

A. Bengisu SEFEROĞLU, İbrahim BARIŞ, İ. Halil KAVAKLI<br />

Biology Chemistry Engineering, Koç University, Istanbul<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

ADP-glikoz pirofosforilaz (AGPaz), allosterik enzim olma özelliğiyle karbon akışını<br />

kontrol eden, bakterilerde glikojen; bitkilerde nişasta sentezinde görev alan anahtar<br />

bir düzenleyici enzimdir. Bakteri AGPaz ı tek alt birimden oluşmasına rağmen, bitki<br />

AGPaz’ı farklı görevli alt birimler içerip heterotetramer (a2b2) yapıdadır. Büyük alt<br />

birim (LS), katalitik olan küçük alt birimle (SS) etkileşerek allosterik düzenlemede<br />

görev alır. LS, SS’in katalitik aktivitesini, hetero-oligomerik enzimin allosterik regülatör<br />

cevabını artırarak düzenler. Bitki hücresinde AGPaz’ın kararsız halde bulunduğu<br />

bilinmektedir. Bu çalışmada ters genetik yaklaşımı kullanılarak kararlı AGPaz enziminin<br />

elde edilmesi hedeflenmiştir. Bu amaç için heterotetramer oluşumu göstermeyen<br />

patates (Solanum tuberosum L.) büyük alt birim mutant AGPaz’ı (R88A)<br />

hata-meyilli PCR ile rastgele mutasyona uğratıldı ve enzimin glgC(-) Escherichia coli<br />

hücresinde glikojen üretimini yeniden sağlama kapasitesine sahip olup olmadığına<br />

bakıldı. Mutant LS’ler, yabanıl tip SS ile ifade edildiğinde, glikojen üretimini yeniden<br />

sağlayan dominant mutasyonlar tespit edildi. Elde edilen ikincil mutantlar, LS<br />

-R88A’yı baskılayarak AGPaz’ı daha kararlı hale getirmiştir. Sekans analizlerine göre<br />

mutasyonların rastgele olmadığı; korunmuş N ve C terminal bölgelerinde bulunduğu<br />

görüldü. Bir sonraki aşamada, seçilen mutantlarda R88A mutasyonunun varlığında<br />

veya yokluğunda heterotetramer oluşumunun artıp artmadığına bakmak için R88A<br />

mutasyonu, bölgeye yönlendirilmiş mutajenez ile geri çevrildi. Şu anda bu mutantların<br />

heterotetramer oluşumundaki etkilerini yabanıl tip ile kıyaslayarak gerçekte AGPaz’ın<br />

karalı olup olmadığı araştırılmaktadır. Deneyler sonunda daha fazla nişasta üretimi ile<br />

birlikte daha kararlı heterotetramer yapısına sahip mutantlar bulunması beklenmektedir.<br />

Bu çalışmanın sonucu yönlendirilmiş evrim ile AGPaz’ın bitkilerde nişasta verimini<br />

artırmak için kullanılabilecek daha iyi birleşmiş varyantlarının elde edilmesinin<br />

mümkün olduğunu gösterecektir.<br />

ADP-glucose pyrophosphorylase (AGPase) is a key regulatory enzyme of bacterial<br />

glycogen and plant starch synthesis. Unlike bacterial enzyme that is composed<br />

of a single subunit type, the plant AGPase is a heterotetrameric enzyme. The large<br />

subunit (LS) is involved mainly in allosteric regulation through its interaction<br />

with the catalytic small subunit (SS). It is known that AGPase has an instable<br />

heterotetrameric structure in plant. In this study we aim to find mutants that have<br />

enhanced heterotetrameric AGPase through reverse genetics. A potato (Solanum<br />

tuberosum L.) AGPase LS heterotetrameric formation defect (R88A) was subjected<br />

to random mutagenesis using error-prone PCR and screened for the formation<br />

of an enzyme capable of restoring glycogen production in glgC(-) E.coli. Dominant<br />

mutations were identified by their capacity to restore glycogen production<br />

when the LS containing only the second site mutations was co-expressed with the<br />

wildtype SS. Sequence analysis showed that most of the mutations were decided<br />

nonrandom and were clustered at conserved N- and C-terminal regions. Subsequently,<br />

the R88A mutation was reversed with site directed mutagenesis in order<br />

to see whether the heterotetramer formation in selected mutants was enhanced or<br />

not in the presence/absence of R88A mutation. We are currently testing the effects<br />

of these mutants on the heterotetramer formation with wild type. Eventually we<br />

are expecting to find a mutant which enables more stable heterotetramer formation<br />

together with more starch synthesis. The results of this study will indicate that<br />

it is possible to obtain better assembled variants of AGPase by directed evolution<br />

which can be used for increased starch yield from plants<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Rhodobacter Capsulatus’daki Aktif Sitokrom CBB3 Oksidaz I. Altünitede<br />

Korunmuş Glutamat Rezidüsüne İhtiyaç Duymaktadır<br />

Şükrüye ER, Mehmet ÖZTÜRK<br />

Biyoloji Bölümü, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu<br />

Active Cytochrome CBB3 Oxidase from Rhodobacter Capsulatus Requires<br />

Conserved Glutamate Residue on Subunit I<br />

Şükrüye ER, Mehmet ÖZTÜRK<br />

Department of Biology, Abant İzzet Baysal University, Bolu<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Oksijen redüktazlar mitokondri, birçok areobik bakteri ve arkheaların solunum zincirinin<br />

son halkasını oluşturmaktadır. Yönlendirilmiş mutagenez deneyleri ve aa3-tipi<br />

sitokrom c oksidazın kristal yapıları D- ve K- kanalı olarak adlandırılan iki proton<br />

transfer kanalının olduğunu göstermektedir. Glutamat D kanalında oldukça korunmuş<br />

bir aminoasittir. Bu bölgedeki mutasyonların oksijen reaksiyonunu ve proton alınımını<br />

durdurması, bu rezidünün katalik mekanizmada önemli rol oynadığını ve proton yer<br />

değiştirmesi için de anahtar rezidü olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda sunulan<br />

sitokrom oxidaz’ın redoks merkezinin spektroskopik ve termodinamik özellikleri,<br />

glutamat rezidüsünün çeşitli enzimlerdeki histidine/glutamat/aspartat yapısal motifi<br />

için önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Katalitik alt ünitelerin sekans kıyaslamaları<br />

oksijen redüktazların C ailesindeki glutamat rezidüsünün korunmadığını göstermektedir.<br />

Bununla beraber, homoloji modeli helix IX üzerinde yer alan ve cbb3 tipi oksidazlarda<br />

tamamen korunmuş olarak bulunan E380’in aktif bölgedeki kayıp glutamat ile<br />

yer değiştirebileceğini göstermektedir. Proton pompolama kanalını moleküler olarak<br />

anlamak için R.capsulatus tan elde edilen cbb3 oksidaz’ın I. alt ünitesindeki IX. helikste<br />

yeralan korunmuş glutamate rezidüsü yönlendirilmiş mutagenez ile glutamine<br />

dönüştürülmüştür. Mutasyonun enzim aktivitesi üzerindeki etkisi NADİ boyama ile<br />

tayin edilmiş ve E380Q mutantının tamamıyla inaktif olduğu bulunmuştur. Sonuçlar<br />

C-tipi oksijen redüktazların A-tipi oksijen redüktazlardaki D-kanalına benzer bir<br />

proton iletim kanalına sahip olduğu önerisini desteklemektedir. Bu glutamat’ın aktif<br />

bölgedeki histidin ile çapraz bağlantı oluşturup oluşturmadığının tespit edilmesi daha<br />

ileri çalışmaları gerektirmektedir.<br />

Oxygen reductases are terminal respiratory oxidases in mitochondria, many aerobic<br />

bacteria and archaea. Site-directed mutagenesis experiments and the crystal<br />

structures of the aa3-type cytochrome c oxidases revealed two proton transfer<br />

pathways, named the D- and the K-pathways. Glutamate (E) is a highly conserved<br />

amino acid residue in D pathway. Mutations at this locus have been shown to<br />

block the oxygen reaction and the uptake of protons, suggesting that this residue<br />

plays an important role in the catalytic mechanism and that it is a key residue for<br />

proton translocation. Recently presented thermodynamic and spectroscopic properties<br />

of the redox centers in cytochrome c oxidase indicated that this glutamate<br />

residue was important for histidine-glutamate/aspartate structural motifs found<br />

in a variety of enzymes. A sequence comparison of the catalytic subunits show<br />

that this glutamate residue is not conserved in the C-family of oxygen reductases.<br />

However, homology modeling has suggested that E380 located in the helix IX and<br />

fully conserved among the cbb3-type oxidases, might replace the missing glutamate<br />

in the active site. To gain molecular understanding of proton pumping channel,<br />

conserved glutamate residue on helix IX of subunit I of the cbb3 oxidase from<br />

R. capsulatus were substituted for glutamine by site directed mutagenesis. The effects<br />

of these mutations on enzyme activity were evaluated by NADI staining and<br />

it was found that the E380Q mutant is completely inactive. The result supports<br />

the proposal that the C-type oxygen reductases have a proton-conducting channel<br />

that is analogous to the D-channel in the A-type oxygen reductases. Establishing<br />

whether this glutamate is cross-linked to a histidine will require further work.<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

V. Cholerae Bakterisinde CRY-Dash ve CPD Fotoliaz Proteinlerinin Mavi<br />

Işığa Bağlı Fotoliaz Geni Ekspresyonunda Rol Alması<br />

Onur ÖZTAŞ, İbrahim BARIŞ, İ. Halil KAVAKLI<br />

Kimya Biyoloji Mühendisliği, Koç Üniversitesi, İstanbul<br />

CRY-Dash and CPD Photolyase are Involved in Blue-Light Dependent<br />

Expression of CPD Photolyase Gene in V. Cholerae<br />

Onur ÖZTAŞ, İbrahim BARIŞ, İ. Halil KAVAKLI<br />

Biology Chemistry Engineering, Koç University, Istanbul<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Fotoliaz/kriptokrom ailesi mavi ışığı algılayan, flavin içeren proteinlerdir. Fotoliyaz<br />

ve kriptokrom yapısal olarak benzemelerine rağmen, farklı türlerde değişik görevlere<br />

sahiptirler. V. cholerae bakterisi, bir fotoliaz (Phr) ve iki kriptokrom (Cry1, Cry2) genine<br />

sahiptir. Çalışmalar CRY1 proteininin DASH ailesinde yer aldığını ve tek zincirli<br />

DNA’nın tamirinde rol aldığını göstermiştir. Yaptığımız çalışmada V. cholerae bakterisi<br />

farklı dozlarda mavi ışığa (10, 25, 50, 100, 200 µW/cm2) ve kırmızı ışığa maruz<br />

bırakıldığında, Cry2 ve Phr genlerinin ifadesinde ışığa bağlı artışın olup olmadığı gerçek<br />

zamanlı PCR metoduyla incelendi. Elde ettiğimiz sonuçlar fotoliaz (Phr) ifadesi<br />

mavi ışıkla doza bağlı olarak artış gösterirken kırmızı ışığın hiçbir etkisi olmadı. Bu<br />

etkinin mavi ışıkla oluşan oksijen radikallerinden kaynaklanmadığını göstermek için<br />

besiyerine metilen mavisi ve hidrojen peroksit eklenerek yapıldı. Sonuçlar Phr gen ifadesine<br />

radikal oluşumunun etkili olmadığı belirlendi. Mavi-ışığa bağlı Phr ifadesindeki<br />

artışın fotoliaz veya CRY1 etkisiyle mi artığını belirlemek için CRY-DASH genini<br />

taşıyan plazmidi V. cholerae bakterisine aktarılarak fazla ifadesi sağlandı. Yaptığımız<br />

çalışmada CRY-DASH proteininin miktarının artmasıyla mavi ışığın Phr ifade üzerindeki<br />

etkisinin arttığını gördük, fakat CRY2 proteinini artırdığımızda bir değişim gözlemlemedik.<br />

Fotoliaz geninin etkisini görmek için Phr genini susturulmuş hücreler<br />

kullanılarak yapılan çalışmalarda mavi-ışığın Phr geninde anlamlı bir artışa neden<br />

olmadığı tespit edilmiştir. Çalışmamız V. cholerae bakterisinde, DNA tamirinin mavi<br />

ışığa bağlı olduğunu, CRY-DASH ve CPD fotoliaz proteinlerinin birlikte fotoliaz geninin<br />

ifadesini düzenlediği, bu sayede bakterilerin kendilerini UV nedeniyle oluşan<br />

DNA hasarına karşı hazır hale getirdiklerini göstermiştir.<br />

The photolyase/cryptochrome family is blue-light sensing flavoproteins. Photolyase<br />

and cryptochromes are structurally similar proteins; however, they differ in<br />

function in the cell depending on the kingdoms. Studies showed that V. cholerae<br />

possess one photolyase and two cryptochrome genes. Subsequent study revealed<br />

that CRY1 is belongs to DASH family and responsible for the single strand DNA<br />

repair. In our study we wished to identify whether photolyase (Phr) gene expression<br />

is affected by blue-light by Real-Time PCR. To this end, the cells were exposed<br />

to different doses of blue light (10, 25, 50, 100, 200 µW/cm2) and red light,<br />

the quantity of Cry1, Cry2, Phr expressions were determined by Real-Time PCR.<br />

Our results indicated that only Phr gene expression was significantly increased<br />

when cells exposed to blue light compared with the control samples subjected to<br />

the same amount of red light. To see this effect is not due to free radical formation<br />

under blue-light, cells were subjected to the hydrogen peroxide and methylene<br />

blue and Phr gene expression levels monitored by RT-PCR. We observed there is<br />

no induction of Phr gene expression compared with control genes that are induced<br />

under the free radicals. To see Phr induction is mediated by photolyase or CRY-<br />

DASH, we first overexpressed Cry-DASH protein in bacteria by transferring the<br />

plasmid that carry CRY-DASH gene, the result indicated a significant increase<br />

of Phr gene compared with untransformed cells under the blue light condition.<br />

However Cry2 overexpression did not affect Phr expression under the same conditions.<br />

Also to see the effect on photolyase for its own expression, a similar experiments<br />

were performed on Phr knockout V. cholerae. We have not observed<br />

a significant induction of Phr gene when is no functional photolyase protein in<br />

the cell. All these results suggested that both photolyase and CRY-DASH are responsible<br />

for the induction Phr expression under the blue-light. The present study<br />

shows blue light dependency of repair activity in V. cholerae and it is possible that<br />

CRY-DASH and CPD photolyase together take role in induction of CPD photolyase<br />

expression and make cells ready to repair DNA damage, caused by UV light.<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Yakın Lactobacillus Türlerinin 16s Rrna PCR-RFLP Metodu ile<br />

Ayrıştırılması<br />

Memet ÖZTÜRK 1 , Yasin AYDIN 1 , İbrahim ÇAKIR 2<br />

1Biyoloji Bölümü, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu<br />

2Gıda Mühendisliği, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu<br />

Laktobasiller, bazı türleri probiyotik organizma olarak da kullanılan ve yaklaşık<br />

olarak 140 türü mevcut olan laktik asit bakterileridir. Probiyotik organizma içeren<br />

ürünlerin çoğunun sağlıkla ilgili antimikrobiyal aktivite, laktozun metabolize edilmesi,<br />

antimutajenik ve antikanserojenik etki, serum kolesterol miktarının düşürülmesi,<br />

antidiyeral özellik, bağışıklık sistemini uyarma ve Helicobacter pylori enfeksiyonunun<br />

baskılanması gibi sağlık açısından birçok fayda sağladığı düşünülmektedir.<br />

Bugüne kadar en çok çalışılmış ve kullanılmış probiyotik türleri; L. acidophilus, L.<br />

rhamnosus, L. plantarum, L. casei, L. gasseri ve L. reuteri’dir. Son on yılda laktobasillerin<br />

tespit ve tanısına yönelik birçok moleküler teknik geliştirilmiş olmasına rağmen,<br />

Lactobacillus cinsine ait çok fazla tür olması, ayrıca onların fenotipik ve fizyolojik<br />

olarak benzerliği nedeni ile cins içinde sınıflandırma karışıklığa ve çoğu zaman yanlış<br />

tanımlamaya neden olmaktadır. Son zamanlarda yapılan taksonomik tanımlamalar<br />

ile L. acidophilus olarak tanımlanan izolatlarının çoğu şimdilerde L. gasseri ya da<br />

L. crispatus olarak sınıflandırılırken L. fermentum suşlarının çoğunun ise L. reuteri<br />

ye ait olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, 7 referans Lactobacillus türü 16S rRNA<br />

PCR-RFLP metodu ile tanımlanmıştır. Bu Lactobacillus türlerine ait bilinen tüm 16S<br />

rRNA gen dizileri GenBankası’ndan elde edilmiştir. Bazı Lactobacillus türlerine ait<br />

16S rRNA dizileri çok fazla benzerlik gösterdikleri için 16S rRNA gen haritaları ve<br />

analizleri yapılmıştır. Restriksiyon haritası ve analizleri sonucunda BsuRI restriksiyon<br />

enziminin 7 adet Lactobacillus türüne ait 1.6 kb uzunluğundaki 16S rRNA geninden<br />

farklı fragmentler oluşturduğu bulunmuştur. Elde ettiğimiz bulgular 16S rRNA PCR-<br />

RFLP tekniğinin Lactobacillus türlerinin tanımlanmasında diğer tekniklerden daha<br />

başarılı ve yüksek etkiye sahip olduğunu göstermiştir.<br />

Differentiation of Closely Related Lactobacillus Species by 16S Rrna<br />

PCR-RFLP Method<br />

Memet ÖZTÜRK 1 , Yasin AYDIN 1 , İbrahim ÇAKIR 2<br />

1 Department of Biology, Abant İzzet Baysal University, Bolu<br />

2 Nutrition Engineering, Abant İzzet Baysal University, Bolu<br />

Lactobacillus is lactic acid bacteria with nearly 140 species some of which are<br />

used as a probiotic organism. A number of health benefits are claimed in products<br />

containing probiotic organisms including antimicrobial activity, improvement in<br />

lactose metabolism, antimutagenic and antikarsinogenic properties, reduction in<br />

serum cholesterol, anti-diarrheal properties, immune system stimulation and suppression<br />

of Helicobacter pylori infection. The most studied and accepted probiotic<br />

strains include L. acidophilus, L. rhamnosus, L. plantarum, L. casei, L. gasseri and<br />

L. reuteri. Although various molecular techniques were developed for detection<br />

and identification Lactobacillus spp. in the last decae, the large number of species<br />

within this genus and their similar phenotype and physiology put the taxonomy<br />

of this genus largely in confusion, and many times leads to misidentifications.<br />

On the basis of current taxonomy, most of the L. acidiphilus isolates nowadays<br />

are classified as L. gasseri and L. crispatus, and most of the L. fermentum strains<br />

belong to L. reuteri. In this research, 7 reference Lactobacillus species were identified<br />

by 16S rRNA PCR-RFLP method. All known 16S rRNA gene sequences of<br />

these Lactobacillus spp. were obtained from GenBank. Since 16S rRNA gene sequence<br />

similarities between some Lactobacillus spp. is very high, gene restriction<br />

maps of 16S rRNA gene and analysis are made. After the restriction mapping and<br />

analysis, it was found that BsuRI restriction enzyme generates different fragments<br />

from 1.6 kb long 16S rRNA genes of 7 Lactobacillus spp. Our findings indicate<br />

that 16S rRNA PCR-RFLP technique is more successful and high efficient technique<br />

than other molecular techniques for identification of Lactobacillu<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Talasemilerin Prenatal Tanısında Moleküler Yöntemler Her Zaman<br />

Çözümleyici midir?<br />

Ebru DÜNDAR YENİLMEZ, Abdullah TULİ, Duygu DÜZGÜNCE,<br />

Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya, Çukurova Üniversitesi, Adana<br />

Are Molecular Methods Analytical any Time for Thalassemias<br />

Prenatal Diagnosis?<br />

Ebru DÜNDAR YENİLMEZ, Abdullah TULİ, Duygu DÜZGÜNCE,<br />

Faculty of Medicine Medical Engineering, Çukurova University, Adana<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Beta Talasemiler, beta globin zincir sentezinin yokluğu veya azalması ile karakterizedir.<br />

Prenatal Tanı merkezlerine geç başvurularda ve mutasyonu bilinmeyen talasemi<br />

olgularında hızlı sonuç vermek için seçenek yöntemlere ihtiyaç vardır. Çalışmamızda<br />

kord kanı Hb A düzeyleri ölçülerek, çiftlere en kısa sürede sonuç verme açısından<br />

yardımcı bir yöntem olarak değerlendirilmesi amaçlandı. Beta talasemi majör çocuk<br />

sahibi olma riski taşıyan ve gebeliğin ikinci trimestirinde olan 20 gebeden ve eşinden<br />

alınan 5 mL tam kandan, HPLC ile HbA ölçümü ve klasik PCR ile moleküler tarama<br />

testleri yapıldı. Gebelerde 18-20nci haftalarında uygulanan kordosentez sonucu<br />

HPLC ile kord kanı HbA düzeylerine bakıldı. Sonraki dönemde dizi analizi ile mutasyonlar<br />

belirlendi. Yirmi kord kanı örneği HbA düzeyleri, belirlenen mutasyonlarla<br />

karşılaştırıldığında mutasyon tiplerine göre; mutasyon taşımayan 4 fetüste ortalama<br />

HbA düzeyi % 5’in üzerinde, b0 ve b+ mutasyonu taşıyanlarda ortalama HbA düzeyi<br />

% 2.8 - 4 arasında idi. Çalışmada yer alan tüm homozigot fetüslerin HbA düzeyleri<br />

< %1 olarak bulundu. Sonuç olarak bu yöntem mutasyonu tanımlanamayan çiftlerde<br />

ve koriyonik vilüs DNA analizinin yapılamadığı laboratuvar koşullarında kullanışlı<br />

bir yöntem olduğu görülmüştür. HPLC ile fetal kan HbA analizi, beta talasemilerin<br />

prenatal tanısında seçenek bir yöntem olmaktadır.<br />

The beta thalassemias are characterized by a reduction or absence of synthesis of<br />

the beta globin chain. Alternative methods required either when the mutation cannot<br />

be characterised or when the couples comes late for investigation. We aimed<br />

to evaluate kord blood analysis as an auxiliary method to give the couples the fast<br />

and accurate result. The blood samples (5 mL) observed from the couples at risk<br />

of having a child with beta thalassemia major and is at the second trimester of<br />

pregnancy. The beta thalassemia short programme has been used for quantitation<br />

HbA levels analyzed by HPLC and classic PCR for molecular screening. Cord<br />

bloods performed at the 18-20th weeks of pregnancy and HbA levels analyzed<br />

by HPLC system. Unknown mutations identified in the next period by sequencing<br />

analysis. Twenty cord blood samples HbA levels compared with the defined<br />

mutations; four cord bloods do not carry mutations HbA levels were over 5%, the<br />

mean of HbA levels of fetuses which were heterozygote for b0 and b+ mutations<br />

were found 2.8 - 4%. All the homozygote fetuses HbA levels in this study were<br />


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Kan Glikozu Ölçümünde Dört Farklı Hastane Kullanımına Uygun<br />

Point-Of-Care Aletinin Yoğun Bakım Ünitesinde Değerlendirilmesi<br />

Karlijn GİJZEN 1 , David MOOLENAAR 2 , Erik PLUİM 2 , Ayse Y DEMİR 1<br />

1Klinik Biyokimya ve Hematoloji, Meander Tıp Merkezi<br />

2 Yoğun Bakım Ünitesi, Meander Tıp Merkezi<br />

Sıkı glisemi kontrolünün (SGK) uygulanabilmesi ve hipogliseminin önlenebilmesi<br />

yoğun bakım hastalarında kan glikozunun sık analizini gerektirir. Bu hastane kullanımına<br />

uygun point-of-care (POC) glikoz ölçüm aletleri (GA) ile gerçekleştirilebilir. Bu<br />

çalışmada dört farklı hastane kullanımına uygun POC-GA yoğun bakım ünitesindeki<br />

hastalarda değerlendirildi. SGK gerektiren hastalar (n = 80) bu çalışmaya dahil edildi.<br />

Her bir hastada yoğun bakımda kalış sürelerine göre 3 ile 6 kez kan glikoz ölçümü<br />

(n = 394) yapıldı. Ölçümlerde şu POC-GA kullanıldı: Roche Accu-Inform II System,<br />

HemoCue Glu201DM, Nova StatStrip ve Abbott Precision Xceed Pro Check<br />

(PXP). Elde edilen sonuçlar merkez laboratuvarda kullanılan Beckman Coulter DxC<br />

800 glikoz ölçüm yöntemi ile karşılaştırıldı. Norm olarak ISO 15197 ve TNO kalite<br />

kılavuzda açıklanan (PG/TG/2001.045) kriterler (ölçümlerin %95’i belirlenen kriter<br />

aralığında olmalıdır) karşılaştırmalarda uygulandı. Tüm ölçümler aynı heparinize arter<br />

kan örneğinde yapıldı. ISO 15197’ye göre, Roche’ta ölçülen değerlerin %98.7’si kriter<br />

aralığında iken, HemoCue, Nova ve Abbott aletlerinde yapılan ölçümlerin sırasıyla<br />

%94,9’u, %94,7’si ve %97,7’si kriter aralığına girmiştir. TNO kalite kılavuzuna göre<br />

Roche, HemoCue, Nova ve Abbott aletlerinde yapılan ölçümlerin sırasıyla % 96.1’i,<br />

%91’i, %81.8’i ve %94.2’si kriter aralığında girmiştir. Bu çalışma ilk kez aynı hasta<br />

grubunda dört farklı hastane kullanımı için geliştirilmiş POC-GA karşılaştırılmıştır.<br />

Karşılaştırmalarda kişisel kullanım amacıyla geliştirilmiş POC-GA için tanımlanmış<br />

olan kriterler kullanılmıştır. Bunun nedeni hastane kullanımı amacıyla geliştirilmiş<br />

POC-GA için mevcut tanımlanmış bir kılavuzun ve dolayısıla kriterlerin eksikliğidir.<br />

Bu çalışma hastane kullanımı amacıyla geliştirilmiş POC-GA’ nin uyması gereken<br />

kriterler üzerindeki tartışmaya katkıda bulunmaktadır.<br />

Evaluation of Four Hospital use Point-Of-Care Glucose Meters in<br />

an Intensive Care Unit<br />

Karlijn GİJZEN 1 , David MOOLENAAR 2 , Erik PLUİM 2 , Ayse Y DEMİR 1<br />

1 Clinical Biochemistry and Hematology, Meander Medical Center<br />

2 Intensive Care Unit, Meander Medical Center<br />

Implementation of tight glycemic control (TGM) and avoidance of hypoglycaemia<br />

in intensive care patients require frequent analysis of blood glucose. This can<br />

be achieved by accurate point-of-care (POC) hospital use glucose meters (GM).<br />

In this study four hospital use POC-GM were evaluated in critically ill intensive<br />

care unit patients. All patients (n=80) requiring TGM were included in this study.<br />

For each patient on the basis of their stay 3 to 6 glucose measurements (n=394)<br />

were performed. Blood glucose was determined by the following meters; Roche<br />

Accu-Check Inform II System, HemoCue Glu201DM, Nova StatStrip and Abbott<br />

Precision Xceed Pro (PXP). The glucose results from these POC-GM were<br />

compared with the results obtained from the central laboratory method, Beckman<br />

Coulter DxC 800. The criterions (95% values within the range) described in<br />

ISO 15197 and in TNO quality guideline (PG/TG/2001.045) were applied in the<br />

comparisons. All measurements were performed in the same heparinized arterial<br />

whole blood sample. According to the ISO 15197, 98.7% of the measured values<br />

by Roche fulfilled the criterion, whereas for HemoCue, Nova and Abbott these<br />

values were 94.9%, 94.7%, 97.7%, respectively. According to the TNO quality<br />

guideline the percentage of the values that fulfilled the criterion by Roche, HemoCue,<br />

Nova and Abbott were 96.1%, 91%, 81.8%, 94.2%, respectively. This<br />

study compares for the first time four hospital use POC-GM on the same patient<br />

population. In the comparisons the criterions that are described for the house use<br />

POC-GM have been used. This is due to the lack of guidelines for hospital use<br />

POC-GM. Therefore our data contributes to the discussion on the necessity for<br />

guidelines describing the requirements for hospital use POC-GM.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Sıvı Kromatografi-Tandem Kütle Spektrometrik Yöntem ile Metilmalonik<br />

Asit Ölçümünün Optimizasyonu<br />

Merve AKIŞ, Melis DİNÇ, Hüray İŞLEKEL<br />

Tıbbi Biyokimya, Dokuz Eylül Tıp Fakültesi, İzmir<br />

Optimization of a Liquid Chromatographic Tandem Mass Spectrometric<br />

Method for Quantitation of Methylmalonic Acid<br />

Merve AKIŞ, Melis DİNÇ, Hüray İŞLEKEL<br />

Medical Biochemistry, Dokuz Eylül Faculty of Medicine, Izmir<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Metilmalonik asit (MMA) doğumsal metabolik hastalıklarda ve vit B 12 eksikliğinde<br />

kanda ve idrarda düzeyi artan bir dikarboksilik asittir. Vit B 12 eksikliği hematolojik,<br />

metabolik ve nöropsikiyatrik bir çok hastalık için risk faktörüdür; geri dönüşümsüz<br />

klinik bulgular ortaya çıkmadan eksikliğin belirlenmesi önemlidir. MMA vit B 12<br />

ölçümüne göre daha yüksek tanısal duyarlılığa sahip erken bir biyobelirteçtir. MMA<br />

ölçümünde kullanılan en yüksek analitik doğruluktaki yöntem LC-MS/MS yöntemidir.<br />

Laboratuvarımızda Triple Quadrapole Ion Trap MS/MS cihazında multiple reaction<br />

monitoring mass spectrometry (MRM-MS) ölçüm modunda hızlı (4 dk) bir<br />

MMA ölçüm yöntemi optimizasyonu gerçekleştirdik. Ultrafiltrasyonla deproteinize<br />

edilen plazma örneklerinin LC-MS/MS analizinde 0.5mL/dk akış hızında %5 metanol,<br />

2.33 mL/L formik asid içeren %95dH2O mobil faz ile reversed faz C18 kolonu<br />

kullanıldı. MRM yönteminde negatif iyon modunda, m/z 116.9/72.8 transitionı izlendi.<br />

0.1-2.5 µM standart aralığında çalışılan MMA yönteminin analitik performansının<br />

değerlendirilmesinde: En düşük tespit limiti referans değer altındaki analitlerin ölçümünü<br />

sağlayacak düzeyde bulundu (LOD:0.0337 µM). Yöntemin 100 µM a kadar<br />

doğrusal olduğu saptandı. Gün içi değişim katsayısı (%CV) düşük ve yüksek standartlar<br />

için sırasıyla 2.6 ve 0.9 olarak belirlendi. Sonuçlarımız plazmada MMA in optimize<br />

ettiğimiz rutin klinik laboratuara da uyarlanabilecek, yüksek analitik duyarlılık<br />

ve özgüllükteki MRM-MS yöntemi ile hızlı ve güvenilir bir şekilde ölçülebildiğini<br />

göstermektedir.<br />

Methylmalonic acid (MMA) is a dicarboxilic acid whose level can be increased<br />

in plasma and urine in patients with vit B 12 deficiency and inborn error of metabolism.<br />

Vit B 12 deficiency is a risk factor in a wide spectrum of hematologic,<br />

metabolic and neuropsychiatric diseases; thus determination of the deficiency is<br />

of great importance before irreversible clinical findings appear. MMA is an early<br />

biomarker of vit B 12 deficiency having higher diagnostic sensitivity and specificty.<br />

Liquid chromatographic tandem mass spectrometric (LC-MS/MS) method is<br />

the most robust and accurate one for MMA quantitation. We optimized a fast (4<br />

min) MMA assay method using triple quadrapole ion trap MS/MS in multiple<br />

reaction monitoring mass spectrometry (MRM-MS) mode. Ultrafiltration was applied<br />

to deproteinize the plasma samples. LC-MS/MS analysis was caried out<br />

using a mobile phase consisting of 5% methanol and 95% of a 2.33 mL/L formic<br />

acid solution in water on a reversed-phase C18 column at a flow rate of 0.5mL/<br />

min. In MRM method m/z 116.9/72.8 transition was monitored in negative ion<br />

mode. The results of the analytical performance evaluation of the method was as<br />

follows: In the 0.1-2.5 µM standard range, limit of detection was found to be below<br />

the lower limit of the reference values (LOD:0.0337 µM). The measurement<br />

of MMA was linear up to 100 µM. The intraday coefficient of variations (%CV)<br />

were 2.6 and 0.9 for the low and high standard values, respectively. Our results<br />

of the validation procedure shows that a stable, reliable and robust LC-MS/MS<br />

method has been introduced in our laboratory which can be routinely applied in a<br />

clinical laboratory<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

LC-MS/MS ile Tam Kanda Sıklosporın, Takrolımus, Sırolımus ve<br />

Everolımusun Aynı Anda Tayini<br />

Murat KIZILGÜN 1 , Emin Özgür AKGÜL 2 , Tuncer ÇAYCI 2<br />

1 Biyokimya Bölümü , T.C.Saglik Bakanligi Diskapi Ankara Cocuk Egitim ve<br />

Arastirma Hastanesi, Ankara<br />

2 Tibbi Biyokimya, GATA Askeri Tip Fakultesi, Ankara<br />

Giris: Amacimiz organ transplantasyonlarinda sik kullanilan siklosoprin (Cys A), takrolimus<br />

(TRL), sirolimus (SIR) ve everolimus (RAD)icin tam kanda olculebilen dayanikli,<br />

hassas ve secici bir LC-MS/MS metodunu gelistirmek ve valide etmekti. Metod:<br />

Dogrudan baglantili bir kati faz ekstraksiyon-LC-MS/MS sistemi ve oldukca secici<br />

ve hassas atmosferik basinc iyonizasyon tandem kulte spektrometrisi (API-MS-MS)<br />

ile coklu reaksiyon izleme deteksiyon modunda Cys A, TRL, SIR ve RAD ayni anda<br />

tam kanin cokturme solusyonu ile muamelesinde sonra analiz edildi. Sonuclar: Kisa<br />

analitik bir kolon,perfuzyon kolonu olarak SPE kartusunun kullanilmasi, yuksek akim<br />

hizi ve yuksek oranda organik fazli mobil faz (metanol 97: su 3, v/v)sayesinde toplam<br />

analiz suresimiz 2.5 dakikaya indi. Sonuc: Immunosupresantlarin (CysA, TRL, SRL<br />

and, RAD) tam kanda LC-MS/MS ile analiz metodunu gelistirmis olduk. Bu metod<br />

bize dayanikli, hizli, hassas, secici ve ayni anda miktar tayinini yapabilmemizi sagladi.<br />

Robust and Simultaneous Determination of Cyclosporine a Tacrolimus,<br />

Sirolimus and Everolimus in Whole Blood By LC-MS/MS<br />

Murat KIZILGUN 1 , Emin Ozgur AKGUL 2 , Tuncer CAYCI 2<br />

1 Department of Biochemistry, T.C.Ministry of Health Diskapi Ankara Infantile<br />

Education and Research Hospital, Ankara<br />

2Medical Biochemistry, GATA, Ankara<br />

Backround: Our aim was to develop and validate a robust sensitive and selective<br />

liquid chromatography-tandem mass spectrometry (LC–MS/MS) method in<br />

whole blood for cylosporin A (Cys A), tacrolimus (TRL), sirolimus (SIR) and<br />

everolimus (RAD) used in organ transplantation . Methods: By an integrated online<br />

solid phase extraction–LC-MS/MS system and and highly selective and sensitive<br />

atmospheric pressure ionisation tandem mass spectrometry (API–MS/MS)<br />

in the multiple reaction monitoring (MRM) detection mode, CyA, TRL, SIR and<br />

RAD are simultaneously analysed from whole blood treated with presipitation reagent.<br />

Results: The total analytical time was reduced until 2.5 min with the usage<br />

of a perfusion column as the SPE cartridge and a short analytical column at high<br />

flow rate and high percentage of organic modifiers (methanol 97: water 3, v/v).<br />

Conclusions: A LC-MS/MS assay has been developed for quantification of four<br />

(CysA, TRL, SRL and, RAD) in whole blood. This method permits robust, rapid,<br />

sensitive, selective and simultaneous quantification.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Neopterin Ölçümünde HPLC Yöntemlerinin Karşılaştırması<br />

Mehmet AGİLLİ, Fevzi Nuri AYDİN, Halil YAMAN, İbrahim AYDİN,<br />

Yasemin Gülcan KURT, Tuncer ÇAYCİ, Emin Özgür AKGÜL, Erdinc CAKİR,<br />

Cumhur BİLGİ, M Kemal ERBİL<br />

Biyokimya, GATA, Ankara<br />

Amaç: Bu çalışmada neopterin düzeylerinin ölçümünde kullanılan, farklı HPLC mobil<br />

fazlarını ve örnek hazırlama prosedürlerini karşılaştırmayı amaçladık. Metotlar: Serum<br />

neopterin düzeylerinin HPLC yöntemi ile ölçümünde 3 farklı yöntem karşılaştırıldı.<br />

KH2PO4/K2HPO4 tampon ve amonyum fosfat içeren 2 farklı mobil faz, ayrıca örnek<br />

hazırlama için askorbat-%50 triklorasetik asit (TCA), 2M TCA ve asetonitril içeren 3<br />

farklı prosedür değerlendirildi. Ayrıca total neopterin ölçümünde gerekli olan 7,8-dihidroneopterinin<br />

neopterine dönüşümü sağlayan oksidasyon basamağı için asidik iodit<br />

kullanıldı. Her bir yöntemi değerlendirmek için hazırlanan serum havuzu 12 gruba<br />

ayrıldı. Serum neopterin düzeyleri, floresans dedektörlü (ex:275, em:345 nm) HPLC<br />

cihazıyla ölçüldü. Analitik kolon olarak 5µ partikül çaplı C18 RP, 4.6x150 mm inertsil<br />

kolon kullanıldı. Sonuçlar: Neopterinin alıkonma zamanlarının, amonyum fosfat<br />

içeren mobil faz ile elde edilen kromatogramlarda 2.9’uncu dakikada, KH2PO4/<br />

K2HPO4 tampon içeren mobil faz ile elde edilen kromatogramlarda ise 4.2’nci dakikada<br />

olduğu görüldü. Pik yüksekliği ve genişliği dikkate alındığında kromatogramlar<br />

arasında anlamlı fark olmadığı gözlendi. Diğer taraftan, hem 2M TCA hem de asetonitril<br />

içeren prosedürlerle elde edilen kromatogramlar, askorbatlı prosedür ile elde<br />

edilen kromatogramlar daha iyiydi. Tartışma: Bu çalışma göstermiştir ki; amonyum<br />

fosfat içeren mobil faz ve hem 2M TCA hem de asetonitril prosedürlerinin kullanımı<br />

daha iyi neopterin sonuçlarının elde edilmesine ve çalışma süresininin kısaltmasına<br />

imkan sağlayacaktır.<br />

Comparison of Neopterin Assay Methods with HPLC<br />

Mehmet AGİLLİ, Fevzi Nuri AYDİN, Halil YAMAN, İbrahim AYDİN,<br />

Yasemin Gülcan KURT, Tuncer ÇAYCİ, Emin Özgür AKGÜL, Erdinc CAKİR,<br />

Cumhur BİLGİ, M Kemal ERBİL<br />

Biochemistry, GATA, Ankara<br />

Purpose: We aimed to compare different HPLC mobil phases and procedures that<br />

used in neopterin assessment. Methods: Three different methods were compared<br />

to measure serum neopterin levels by HPLC. Two different mobil phases including<br />

KH2PO4/K2HPO4 buffer and ammonium phosphate and three different procedures<br />

including ascorbat - %50 tricloracetic acid (TCA), 2M TCA and asetonitrile<br />

were evaluated. In addition, an oxidation step that yields converting 7-8<br />

dihydroneopterin to neopterin is neeed to measure total neopterin. To evaluate<br />

each group, serum pool was divided 12 groups. Serum neopterin levels were assessed<br />

by HPLC device with floresence detector (ex:275, em:345 nm). 5µ particle<br />

size, C18 RP, 4.6x150 mm inertsil analytical colon was used. Results: Retention<br />

times of neopterin were 2.9th minute obtained with ammonium phosphate mobil<br />

phase and 4.2th minute obtained with KH2PO4/K2HPO4 buffer from chromatograms.<br />

When considering peak width and height, there was no significant difference<br />

between chromatograms. On the other hand, the chromatograms were beter<br />

than procedures including either 2M TCA or asetonitrile than procedure including<br />

ascorbate. Conclusion: This study shows that, using ammonium phosphate mobil<br />

phase and either 2M TCA or asetonitrile procedures yields better neopterin results<br />

and this can supply diminishing the study time.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

İnvaziv Olmayan Prenatal Tanı; Dolaşımdaki Serbest Fetal DNA’da<br />

Paternal Mutasyonlarının Belirlenmesi<br />

Ebru DÜNDAR YENİLMEZ 1 , Abdullah TULİ 1 , İ.Cüneyt EVRÜKE 2<br />

1 Tıbbi Biyokimya AD, Çukurova Üniversitesi, Adana<br />

2 Kadın Hastalıkları ve Doğum AD, Çukurova Üniversitesi, Adana<br />

Maternal dolaşımda serbest feal DNA’nın bulunması ile geçtiğimiz on yılda<br />

girişimsel olmayan prenatal tanıda gelişmeler kaydedilmiştir. Maternal plazmada serbest<br />

fetal DNA analizinde yüksek çözünürlüklü erime noktası analizi gibi yeni yöntemler<br />

girişimsel olmayan prenatal tanı için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır.<br />

Çalışmamızda serbest fetal DNA’da beta globin geni açısından babadan kalıtılan alellerin<br />

erime noktası analizi ile saptanması amaçlanmıştır. Maternal plazma örnekleri<br />

koriyonik villüs örneklemesi öncesinde ilk trimestirinde olan 89 gebeden alınmıştır.<br />

Maternal kan hızlı bir şekilde 3000 g’de 10 dakika santrifüj edilmiştir. Fetal DNA 500<br />

µL plazmadan Roche High Pure Template LV kit ile izole edilmiştir. Paternal mutasyonlar<br />

erime noktası analizi ile beta globin geni için ilgili primerler kullanılarak 89<br />

gebeden 24’ünde belirlenmiştir. Fetal DNA’da saptanan babadan kalıtılan mutasyonlar<br />

arasında IVS1 110 (G-A), IVSII-848 (C-A), CD 15 (G A), IVS1-6 (T-C), IVSII-1<br />

(G-A) and Cd 8 (-AA) bulunmaktadır. Sonuçlar invaziv yöntem olan koriyonik vilüs<br />

örnekleriyle klasik PCR yapılarak doğrulanmıştır. Sonuç olarak erime noktası analizinin<br />

beta talasemilerin invasiv olmayan prenatal tanısında kullanılabilecek babadan<br />

kalıtılan alellerin taranması için hızlı ve kullanışlı bir yöntem olduğu görülmüştür.<br />

Fakat fetal DNA ile annenin mutasyonlarının aynı olduğu durumlarda bu yöntem<br />

yetersiz kalmaktedır. Bu durumlarda fetal DNA’daki mutasyonu anneden ayırmak<br />

için özgün belirteçlerin bulunmasına ihtiyaç vardır.<br />

Non-Invasive Prenatal Diagnosis; Detecting Paternally Derived Mutations<br />

in Circulatory Cell Free Fetal DNA<br />

Ebru DÜNDAR YENİLMEZ 1 , Abdullah TULİ 1 , İ.Cüneyt EVRÜKE 2<br />

1 Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Çukurova University,<br />

Adana<br />

2Department of Obstetrics and Gynecology , Faculty of Medicine, Çukurova<br />

University Adana<br />

The discovery of cell free fetal DNA in the maternal circulation has driven developments<br />

in noninvasive prenatal diagnosis for the past decade. Analysis of fetal<br />

DNA from maternal plasma by new techniques such as High Resolution Melting<br />

Analysis (HRM) offers great potential for noninvasive prenatal diagnosis. The<br />

aim of our study was to detect the paternal alleles derived from father in cell free<br />

fetal DNA by using HRM assay for beta globin gene. Maternal plasma samples<br />

obtained from 89 first trimester pregnant women before Chorionic Villus Sampling.<br />

Maternal blood was rapidly centrifuged at 3000 g for 10 min. Fetal DNA<br />

was extracted from 500 µL plasma using Roche High Pure Template LV kit. The<br />

paternally mutations were detected in cell free fetal DNA by HRM analysis, using<br />

related primers for beta globin gene. Paternally alleles were detected in 24<br />

of 89 cell free fetal DNA. The paternal beta thalassemia mutations which found<br />

in fetal DNA’s were IVS1 110 (G-A), IVSII-848 (C-A), CD 15 (G A), IVS1-6<br />

(T-C), IVSII-1 (G-A) and Cd 8 (-AA). Results confirmed by classic PCR using<br />

chorionic villus sample as invasive method. We concluded that HRM analysis is a<br />

rapid and useful mutation scanning method in non invasive prenatal diagnosis of<br />

beta thalassemias, to detect paternally derived alleles in cell free fetal DNA. But<br />

in cases which fetal DNA carries the same mutation with the mother, this method<br />

is insufficient. In such situations unique markers need to be found for detecting<br />

the mutation in fetal DNA to separate from maternal alleles.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

B12 Vitaminin H-Ras Aktif 5RP7 Hücreleri ile Etkileşimi<br />

H.Mehtap KUTLU 1 , Gamze GÜNEY 2 , Arzu İŞCAN 3<br />

1 Biyoloji Bölümü, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir<br />

2Biyoteknoloji Bölümü, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir<br />

3Bitki, İlaç ve Araştırma Merkezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir<br />

Kanser günümüzde önemi giderek artan bir sağlık ve yaşam sorunudur. Ölüm nedeni<br />

olarak, kalp ve damar hastalıklarının hemen ardından gelmektedir. Kanser, bazı etkilerle<br />

değişime uğramış hücrelerin, gerek yerel ve gerek uzak noktalarda kontrolsüz<br />

olarak çoğalıp büyümelerinin sonucu oluşan bir hastalıktır. Normalde hücreler bir<br />

taraftan programlı ölüm ya da \”apoptoz\” denen olay ile yok olurken, diğer taraftan da<br />

büyüme faktörlerinin etkisiyle çoğalır. Büyüme faktörleri normalde DNA\’daki çeşitli<br />

genlerin etkisiyle oluşan proteinlerdir. Bu genler mutasyona (değişime) uğrayarak<br />

hücrelerin aşırı büyümesine sebep olurlarsa, o zaman kanser oluşur. Vitaminler<br />

vücutta metabolik olayların normal bir şekilde meydana gelmesi ve sağlıklı durumun<br />

sürdürülmesi için gerekli olan, vücutta sentez edilemeyen veya yetersiz derecede sentez<br />

edilen ve besinler içinde çevreden ufak miktarda alınması zorunlu maddelerdir.<br />

B12 vitamini beyin ve sinirsel sistemin normal çalışmasında anahtar rol oynayan suda<br />

çözünen bir vitamindir. B12 vitamini özellikle DNA sentezinde ve düzenlemesinde<br />

etkisi olan, vücuttaki her hücrenin metabolizmasında yer alan bir vitamindir. B12 vitamini,<br />

alyuvarların oluşumunda folik asitle birlikte çalışır ve böylelikle kansızlığı önler,<br />

homosistein düzeylerini düşürmede kullanılabilir. B12 vitamini sayısız biyolojik<br />

özelliklere sahip olduğundan kanser çalışmalarında önemli bir yeri vardır. Bu çalışma<br />

da, B12 vitamininin H-Ras aktif 5RP7 hücreleri üzerinde etkilerini belirlemek için,<br />

MTT (3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide) yöntemi, TEM<br />

ve Konfokal Mikroskobu kullanılarak 5RP7 hücrelerine karşı olan sitotoksik, hücresel<br />

ve ince yapısal etkileri bulunmuştur.<br />

Vitamin B12 Interaction with H-Ras Transformed 5RP7 Cell Line<br />

H.Mehtap KUTLU 1 , Gamze GÜNEY 2 , Arzu İŞCAN 3<br />

1 Biology Department, Anadolu University, Eskisehir<br />

2 Biotechnology Department, Anadolu University, Eskisehir<br />

3 Plant, Drug and Research Center, Anadolu University, Eskisehir<br />

Cancer is increasingly important as a health and life issues in today. Cancer has<br />

come immediately as a cause of death, after heart and vascular disease. Cancer,<br />

which some effects of mutant cells, both local and distant points to the result of<br />

uncontrolled proliferation of the growth is a disease. While cell dead with programmed<br />

cell death or \”apoptosis,\” in a normal hand, cell increase under the<br />

influence of growth factors. Growth factors are formed normal proteins under<br />

the influence of various genes in DNA. This gene mutation (change) leads to<br />

overgrowth of the cells as they come, then the cancer occurs. Vitamins occur in<br />

the body of metabolic events in a normal way and health status be maintained<br />

as required, not synthesis or inadequate synthesis in the body and small amount<br />

required to take are substances in nutrients from the environment. Vitamin B12 is<br />

a water soluble vitamin with a key role in the normal functioning of the brain and<br />

nervous system. Vitamin B12 is normally involved in the metabolism of every<br />

cell of the body, especially affecting the DNA synthesis and regulation. Vitamin<br />

B12, folic acid in the formation of red blood cells anemia, and thus prevents the<br />

work, can be used to reduce homocysteine levels. Vitamin B12 have a number<br />

of biological roles that potentially make them important in cancer. In this study,<br />

in order to evaluate vitamin B12 effects on H-Ras transformed 5RP7 cell line,<br />

we determined the cytotoxic, cellular and ultrastructural effects of vitamin B12,<br />

against on 5RP7 cells by using MTT(3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium<br />

bromide) method, TEM(Transmission Electron Microscopy) and<br />

Confocal Microscopy.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Meme Kanseri Hücrelerinde PDC, a-KGDC, IDH ve SDH Aktivitelerinin<br />

İncelenmesi<br />

Ali TÜRKAN 1 , Ş. KALAY 1 , A. D. ZERGEROĞLU 2 , D. ÜSTEK 3<br />

1Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Fen Fakültesi,Kimya Bölümü, Gebze/<br />

KOCAELİ.<br />

2Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik<br />

Bölümü, Gebze/KOCAELİ.<br />

3İstanbul Üniversitesi, DETAE Genetik, Çapa-İSTANBUL.<br />

E-posta:a.turkan@gyte.edu.tr<br />

Tümör hücreleri büyüyebilmek ve yaşamak için yüksek miktarda enerjiye ihtiyaç<br />

duymaktadır. Bir çok tümör hücresi enerjisini, oksijen olsa bile, glikoliz yoluyla<br />

sağlamakta ve laktat üretmektedir (Warburg etkisi). Bazı kanser hücreleri aynı zamanda<br />

oksidatif fosforilasyonu da kullanabilmektedir. Kanser enerji metabolizmasında<br />

kilit rol oynayan enzimlerin hedef olarak seçilmesi kanser tedavisinde yeni uygulanan<br />

bir yöntemdir. Pirüvat dehidrogenaz enzim kompleksi (PDC), mitokondride, pirüvatın<br />

asetil-CoA’ya dönüşümünü katalizlemekte; asetil-CoA’ya TCA döngüsünde tamamen<br />

yükseltgenmekte ya da lipit sentezinde kullanılmaktadır. Bundan dolayı PDC, enerji<br />

metabolizmasında ve biyosentezde önemli bir role sahiptir. Bu çalışmada PDC’nin,<br />

MCF7 ve T47D meme kanseri hücrelerinde aktiviteleri incelenerek, bu hücrelerdeki<br />

rolü aydınlatılmaya çalışıldı. Bu amaçla, gerçek ve toplam PDC aktivitesi ölçüldü.<br />

Ayrıca, TCA döngüsünün işlevsel olup olmadığını anlamak için izositrat dehidrogenaz<br />

(IDH), [alp]-ketoglutarat dehidrogenaz enzim kompleksi ([alp]-KGDC) ve süksinat<br />

dehidrogenaz (SDH) aktiviteleri de incelendi. MCF7 hücresinde, gerçek ve toplam<br />

PDC aktivitesi, sırasıyla, ortalama 5 ve 22 mU/mg protein bulundu (n=4). IDH,<br />

[alp]-KGDC ve SDH aktiviteleri ise, sırasıyla, yaklaşık 25, 22 ve 14 mU/mg protein<br />

ölçüldü. T47D hücresinde ise gerçek ve toplam PDC aktivitesi, sırasıyla, 5 ve 22 mU/<br />

mg protein; IDH, [alp]-KGDC ve SDH aktiviteleri ise, sırasıyla, 4, 48 ve 12 mU/mg<br />

protein olarak hesaplandı (n=4). Bu sonuçlar, MCF7 hücresinde TCA döngüsünün<br />

işlevselliğini tam sürdürdüğünü, fakat T47D hücresinde ise kısmi olarak fonksiyon<br />

gösterdiğine işaret etmektedir.<br />

Determination of Activities of PDC, a-KGDC, IDH ve SDH in Breast Cancer<br />

Cells<br />

Ali TÜRKAN 1 , Ş. KALAY 1 , A. D. ZERGEROĞLU 2 , D. ÜSTEK 3<br />

1Gebze Institute of Technology, Faculty of Science, Department of Chemistry,<br />

Gebze/KOCAELİ.<br />

2Gebze Institute of Technology, Faculty of Science, Department of Molecular<br />

Biology and Genetics, Gebze/KOCAELİ.<br />

3İstanbul University, DETAE Genetics, Çapa-İSTANBUL.<br />

E-mail:a.turkan@gyte.edu.tr<br />

Tumor cells need an unusual amount of energy to grow and survive. Many tumor<br />

cells provide their energy from glycolysis despite abundant oxygen availability<br />

(the Warburg effect). However some cancer cells also can use oxidative phosphorylation.<br />

Targeting the enzymes playing key role in energy metabolism of<br />

tumor cells has been an important goal in cancer therapy. Pyruvate dehydrogenase<br />

complex (PDC) plays regulatory role in sugar metabolism in mitochondria by<br />

catalyzing conversion of pyruvate into acetyl-CoA, which is either further oxidized<br />

in TCA cycle or used in lipid synthesis. The objective of this study is to<br />

understand the contribution of PDC to the energy metabolism of the breast cancer<br />

cell lines, namely MCF7 and T47D. For this purpose, we measured the activity<br />

(actual and reactivated by phosphatase) of PDC in the mitochondrial extracts<br />

of the cancer cells. We also measured the activities of isocitrate dehydrogenase<br />

(IDH), [alp]-ketoglutarate dehydrogenase complex ([alp]-KGDC) and succinate<br />

dehydrogenase (SDH) to get information whether TCA cycle also is functional. In<br />

MCF7, actual and reactivated PDC activities were about 5 and 22 mU/mg protein,<br />

respectively. IDH, [alp]-KGDC and SDH activites were about 25, 22 and 14 mU/<br />

mg protein, respectively. In T47D, actual and reactivated PDC activities were<br />

about 10 and 20 mU/mg protein, respectively. IDH, a-KGDC and SDH activites<br />

were about 4, 48 and 12 mU/mg protein, respectively. These results suggest that<br />

MCF7 cells has a full functional Kreb’s cycle; whereas T47D has a truncated<br />

TCA cycle.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Nöroblastom’da p14ARF Metilasyonunun Minimal Rezidüel Hastalıktaki<br />

Rolü<br />

Zübeyde ERBAYRAKTAR 1 , Zeynep ZADEOĞLULARI 1 , Safiye AKTAŞ 2 ,<br />

Hülya ELLİDOKUZ 2 , Güldal KIRKALI 3 , Nur OLGUN 2<br />

1 Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

2 Onkoloji Enstitüsü, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

3 Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

Epigenetik değişiklikler, spesifik histon modifikasyonlarının azalması ve genlerin<br />

metilasyonu ya da demetilasyonu yoluyla malign tümörlerin oluşumunda<br />

ve progresyonunda belirgin rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı; iyi ve kötü<br />

prognozlu iki farklı nöroblastom hücre dizisinde, farklı tedavi uygulamaları ile<br />

p14ARF gen metilasyon paterni arasındaki ilişkinin karşılaştırılmasıyla, nöroblastom<br />

minimal rezidüel hastalıktaki epigenetik değişikliklerin klinik önemini ortaya<br />

koymaktır. YÖNTEM: Kelly (Nöroblastik, MYCN +) ve SH-SY5Y (Nöroblastik,<br />

MYCN -) insan nöroblastom hücre dizilerinde oluşturulan in vitro “minimal rezidüel<br />

hastalık modeli” nde, p14ARF geni 5-aza-CdR ile demetile edilerek Türk<br />

Pediatrik Onkoloji Grubu (TPOG) kemoterapi protokolünde kullanılan ilaçların<br />

tümör hücreleri üzerindeki sitotoksik etkileri değerlendirildi. İlaçların hücre<br />

canlılığı ve hücre hasarına etkisi tripan mavisi boyaması ile belirlendi. p14ARF<br />

ve MYCN mRNA ekspresyon düzeyleri real-time PCR ile, protein ekspresyonu<br />

ELISA yöntemi ile ölçüldü. BULGULAR: KELLY’deki 5-aza-CdR, Vinkristin,<br />

Vinkristin+5-aza-CdR, Dakarbazin, İfosfamid+5-aza-CdR, Doksorubisin+5-<br />

aza-CdR, Etoposid+5-aza-CdR gruplarında p14ARF gen ekspresyon düzeyleri,<br />

SHSY-5Y’deki aynı gruplara göre anlamlı yüksek bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Glioblastoma Tedavisinde Noskapin’in İmatinib Mesilat ile Kombinasyonu<br />

ve Yeni Kemoterapi Direnç Faktörü Olarak Midkin<br />

Mine ERGÜVEN 1 , Nuray YAZIHAN 2 , Ezgi ERMİŞ 3 , Akın SABANCI 4 ,<br />

Ayhan BİLİR 5<br />

1Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Yeni Yüzyıl Üniversitesi, İstanbul<br />

2Fizyopatoloji A.D., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

3Moleküler Biyoloji ve Genetik Araştırma Birimi, Ankara Üniversitesi, Ankara<br />

4Nöroşirürji A.D., İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

5Histoloji ve Embriyoloji A.D., İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi,<br />

İstanbul<br />

Bu çalışmanın amacı antineoplastik imatinib mesilat (IM) ile yeni belirlenen kemoterapotik<br />

etkileri ile antitussif noskapin (NOS) kombinasyonunun glioblastoma<br />

(GBM) için etkili bir tedavi olup olamayacağını ve bu tedavide midkinin (MK) rolünü<br />

araştırmaktı. Deneyler insan T98G GBM hücre hattının tek tabaka ve sferoid kültürlerinde<br />

gerçekleştirildi. Kontrol, IM (10 μM), NOS (10 μM) ve kombinasyon gruplarının<br />

tek tabakalı kültürlerinde proliferasyon indeksi, apoptotik indeks (Akım sitometri),<br />

MK düzeyleri (ELISA), bcl-2 ve çoklu direnç proteini-1 (MRP-1) düzeyleri (Western<br />

emdirimi) ve sferoid kültürlerinde hücre ince yapısı (TEM) 72 saat süreyle incelendi.<br />

Sonuçlar Student’s t-test ile analiz edildi. Tüm uygulamaların hücre çoğalmasını ve<br />

bcl-2 seviyelerini azalttığı ve apoptozu artırdığı saptandı, ancak etkili ilaçlar sırasıyla<br />

IM ve NOS olarak belirlendi. İlaç uygulamalarının tamamının MK düzeylerini 24<br />

saatte azalttığı fakat NOS ve kombinasyon gruplarının 72 saatte bu düzeyleri arttırdığı<br />

ve kombinasyon grubunun artırma oranının NOS’dan daha fazla olduğu belirlendi.<br />

İlginç olarak kombinasyon grubunun MRP-1 seviyelerini 72 saatte IM ve NOS’a<br />

oranla daha etkili bir şekilde azalttığı ve NOS grubunun MRP-1 seviyelerinin 72. saatte<br />

kontrol grubu ile aynı olduğu belirlendi. Kombinasyon grubunda görülen etkilerin<br />

diğer uygulamalarına göre daha zayıf olduğu saptandı. Buna ek olarak, IM ve NOS’da<br />

mitokondri hasarı gözlenirken kombinasyon grubunda çoğunlukla sağlıklı mitokondriler<br />

gözlendi. Sonuçlarımız NOS’un IM ile birlikte GBM tedavisinde antagonist<br />

etkiye sahip olduğunu ve MK’nin bu antagonist etkideki rolünü gösterdi.<br />

The Combination of Noscapine with Imatinib Mesylate in Glioblastoma<br />

Treatment and a Newly Pronounced Chemoresistance Factor Midkine<br />

Mine ERGÜVEN 1 , Nuray YAZIHAN 2 , Ezgi ERMİŞ 3 , Akın SABANCI 4 ,<br />

Ayhan BİLİR 5<br />

1 Department of Biochemistry, Yeni Yüzyıl University, Faculty of Medicine,Istanbul<br />

2 Department of Pathophysiology, Ankara University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

3 Molecular Biology and Genetic Research Unit, Ankara University, Ankara<br />

4 Department of Neurosurgery, İstanbul University, İstanbul Faculty of Medicine,<br />

Istanbul<br />

5 Department of Histology and Embryology, İstanbul Üniversitesi İstanbul Faculty<br />

of Medicine Istanbul<br />

The objective of this study was to investigate whether the combination of an<br />

antineoplastic imatinib mesylate (IM) and an antitussive noscapine (NOS) with<br />

new identified chemotherapeutic effects, can be an effective glioblastoma (GBM)<br />

treatment and the role of midkine (MK) in this treatment. Experiments were performed<br />

in monolayer and spheroid cultures of human T98G GBM cells. Groups<br />

were identified as control, IM (10 μM), NOS (10 μM) and their combination. Cell<br />

proliferation index, apoptotic index (Flow cytometry), MK levels (ELISA), bcl-2<br />

and multi-dug resistance protein-1 (MRP-1) levels (Western blotting) in monolayer<br />

cultures and cell ultrastructure (TEM) in spheroid cultures were evaluated<br />

for 72 hrs. Results were statistically analyzed using the Student’s t-test. All applications<br />

decreased cell proliferation and bcl-2 levels, and increased apoptosis, but<br />

the efficient ones were IM and NOS, respectively. Although all drug applications<br />

decreased MK levels at the 24th hr, NOS and the combination group increased<br />

these levels at the 72nd hr, and the effect of the combination group much more<br />

than NOS. Interestingly, the combination group reduced MRP-1 levels much<br />

more than IM and NOS for 72 hrs, but the MRP-1 levels of NOS were similar to<br />

the control group at the 72nd hr. The effects of the combination group was more<br />

weaker than others. Mitochondria damage was observed at IM and NOS, however<br />

healthy mitochondria was frequently observed at the combination group. Our results<br />

showed that the antagonist effect of NOS with IM in GBM treatment and the<br />

role of MK in this antagonism.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Akciğer Adenokanserli Hastaların Sağkalım Tahmininde P53, GSTPI,<br />

KASPAZ-3 ve BCL-2’nin Etkisi<br />

Murat KILIÇ 1 , Serpil OĞUZTÜZÜN 2 , Ebru ÇAKIR 3 , Aydın YILMAZ 4<br />

1Kırıkkale Üniversitesi Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Merkezi, Kırıkkale<br />

2Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Kırıkkale<br />

3İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji AD, Malatya<br />

4Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahi Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara<br />

Akciğer adenokarsinomu, insanlarda en ölümcül kanser türlerinden biridir ve birçok<br />

faktörün bu kanser türünün prognozu ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada,<br />

apoptoz düzenleyici ve kanser detoksifikasyon belirleyicilerinin, akciğer adenokanserli<br />

hastaların sağkalım tahminindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla<br />

Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne<br />

başvuran 89 hastanın tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelenmiş ve bilinen yöntemlerle<br />

parafine gömülü biyopsi örnekleri immunohistokimyasal olarak p53, GSTpi,<br />

kaspaz-3 ve bcl-2 antikorlarıyla boyanmıştır. İmmunohistokimyasal boyama<br />

sonuçları ile hastaların klinik özellikleri ve sağkalımları, Mann-Whitney U, Ki-Kare<br />

ve Kaplan-Meier istatistik testleri kullanılarak %95’lik güvenilirlik düzeyinde analiz<br />

edilmiştir. Hastaların ortalama sağkalım zamanı 14 ay, sınırlı evrede sağkalım zamanı<br />

ise 16 aydır. bcl-2 ve GST pi immunoreaktifleri ile klinik evre ve genel sağkalım<br />

arasında anlamlı bir ilişki bulunamazken (p>0,05), p53 ve kaspaz-3 ekspresyonları ile<br />

genel sağkalımları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (p0,05). However, there<br />

was a significant relationship between p53 and caspase 3 expressions and overall<br />

survival (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Endotoksinle Uyarılmış Huvec Kültürlerinde NO, ADMA ve<br />

Homosistein İlişkisi<br />

Özge Tuğçe PAŞAOĞLU 1 , Nurten TÜRKÖZKAN 1 , Mustafa ARK 2 ,<br />

Belgin POLAT 3 , Mehmet AĞILLI 4 , Halil YAMAN 4<br />

1Tıbbi Biyokimya A.D., Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

2Farmakoloji A.D., Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ankara<br />

3Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

4 Tıbbi Biyokimya A.D., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, İstanbul<br />

Çalışmamızın amacı endotoksinle uyarılmış insan umblikal ven endotel hücre (HU-<br />

VEC) kültürlerinde NO-ADMA-Homosistein arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Bu<br />

amaçla iki grup oluşturuldu. Kontrol grubuna hiçbir madde uygulaması yapılmazken,<br />

LPS grubuna 10μg/mL endotoksin (E.coli 0111:B4 suşu) uygulaması yapıldı. NO<br />

parametresi ölçümü için son ürünler olan nitrit ve nitratın Griess yöntemiyle spektrofotometrik<br />

ölçümünden yararlanıldı. ADMA ve Homosistein parametreleri HPLC<br />

cihazında floresan dedektörle ölçüldü. Çalışmamızın sonucunda endotoksemide<br />

NO, ADMA ve Homosisteinin üçünün de artışı saptandı. (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Deneysel Olarak Hipertiroidizm Oluşturulan Ratlarda Kafeik Asit Fenetil<br />

Ester’in Plazma Homosistein, Asimetrik Dimetil Arjinin, Nitrik Oksit ve<br />

Lipid Profili Üzerine Etkilerinin Araştırılması<br />

Funda KARABAĞ 1 , Nalan BAYŞU SÖZBİLİR 2<br />

1Biyokimya Ad., Akü.Tip Fakültesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi<br />

2Biyokimya Ad., Akü. Veteriner Fakültesi<br />

Tiroid hastalıkları, insanlar ve hayvanlarda sık görülen ve hemodinamik, renal ve<br />

kardiyak fonksiyonlarda önemli değişikliklerin eşlik ettiği endokrin bozukluklardır.<br />

Propolis kovanlarda bal arıları tarafından üretilen doğal bir üründür. Propolisin esas<br />

bileşenleri aynı zamanda biyolojik aktivitesinden de sorumlu olan kafeik asit esterleridir<br />

ve bu bileşiğin bir çok yararlı etkileri belirlenmiştir. Bu çalışma deneysel olarak<br />

hipertiroidizm oluşturulan ratlarda tiroid hormonlarının neden olabileceği endotel<br />

hasarı üzerine kafeik asit fenetil esterin (CAPE) koruyucu etkisinin araştırılması için<br />

tasarlanmıştır. Çalışmada 50 wistar (250-300g) albino erkek rat kullanıldı. Deney<br />

hayvanları kontrol, placebo (4 hafta, serum fizyolojik ip.), hipertiroid (HT) (4 hafta,<br />

0,3 mg/kg L-tiroksin ip.), CAPE(4 hafta, 10 μg/kg caffeic acid ip.) ve “CAPE+HT”<br />

(4 hafta, 0,3 mg/kg L-tiroksin +10 μg/kg caffeic acid ip.) olarak 5 gruba bölündü.<br />

Plazma serbest T3 (fT3), serbest T4 (fT4), total kolesterol, HDL ve trigliserid (TG)<br />

konsantrasyonları otoanalizör ile ölçüldü. Plazma homosistein konsantrasyonları floresan<br />

dedektörlü HPLC ile ölçüldü. Plazma NO ve ADMA konsantrasyonları ticari<br />

ELISA kitleri kullanılarak belirlendi. İstatistik analiz Windows One-Way ANOVA<br />

testi kullanılarak SPSS13.0 programında yapıldı. Tiroksin ile CAPE’nin birlikte<br />

verilişi yüksek plazma fT3, fT4, ADMA konsantrasyonlarını anlamlı olarak düşürmüş<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Ankilozan Spondilit Hastalarında Serum ADMA, Arginin ve<br />

Sitrullin Seviyeleri<br />

Abdullah SİVRİKAYA 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Sema YILMAZ 2 ,<br />

Alpaslan TANER 1 , Mehmet DAĞLI 3 , Fikret AKYÜREK 1 , Ali ÜNLÜ 1<br />

1Biyokimya, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

2Romatoloji, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

3Hematoloji, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

Asimetrik Dimetil Arginin (ADMA); endojen nitrik oksit sentaz inhibitörü olarak,<br />

NO sentezini azaltmaktadır. Artmış ADMA düzeylerinin aterosklerotik hastalıklarda<br />

ve hipertansif hastalarda yüksek düzeylerde bulunması Ankilozan Spondilit temelli<br />

hastalarda gelişen aterosklerotik süreçte rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Bu<br />

amaçla ankilozan spondilitli 44 hasta ve görünürde sağlıklı 34 bireyde serum ADMA,<br />

Arjinin ve Sitrülin düzeyleri floresans detektör kullanılarak HPLC ile ölçüldü. Ankilozan<br />

Spondilitli hastalar ile kontrol grubunun serum sitrülin ve ADMA düzeyleri<br />

arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi; serum arjinin ve buna bağlı olarak<br />

Arjinin/ADMA oranlarında ise AS hastalarda istatistiksel olarak anlamlı derecede<br />

düşüktü (sırasıyla p=0,042 ve p=0,017). Sonuç olarak azalmış arginin düzeyleri ve<br />

Arginin/ADMA oranının ankilozan spondilitli hastalarda ateroskleroz gelişiminde<br />

önemli bir rol oynayabileceği düşünülmektedir.<br />

Serum Arginine, ADMA and Citrulline Levels in Patients<br />

with Ankylosing Spondylitis<br />

Abdullah SİVRİKAYA 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Sema YILMAZ 2 ,<br />

Alpaslan TANER 1 , Mehmet DAĞLI 3 , Fikret AKYÜREK 1 , Ali ÜNLÜ 1<br />

1Biochemistry, Selçuk University Konya<br />

2Rheumatology, Selçuk University Konya<br />

3Hematology, Selçuk University Konya<br />

Asymmetric dimethylarginine (ADMA) is an endogenous inhibitor of nitric oxide<br />

synthase and is associated with atherosclerosis, vascular diseases and recently<br />

also with arthritic diseases. Increased plasma ADMA level has been observed in<br />

vascular diseases and is considered to be a vascular risk factor. Ankylosing Spondylitis<br />

is also related with increased atherosclerosis and cardiovacsular events.<br />

We aimed to determine the relation between circulating arginine, ADMA and<br />

citrulline levels and cardiovascular risk in ankylosing spondylitis (AS) patients.<br />

Serum arginine, ADMA and citrulline levels were measured in the total of 44<br />

patients with AS and 34 healthy individuals. Serum concentrations of arginine,<br />

ADMA and citrulline were determined with flourescence detector using liquid<br />

chromatography. Serum arginine levels and Arginine/ADMA ratio were significantly<br />

decreased in patients with AS compared to the healthy controls (p=0,042<br />

and p=0,017, respectively). However there was no significant difference between<br />

the groups for citrulline and ADMA concentrations. In conclution decreased arginine<br />

levels and Arginine/ADMA ratio may play an important role in the development<br />

of atherosclerosis in patients with ankylosing spondylitis.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Behçet Hastalarında Serum Arginin ve Arginin Türev Düzeyleri<br />

Sema YILMAZ 1 , Abdullah SİVRİKAYA 2 , Hüsamettin VATANSEV 1 ,<br />

Aysel KIYICI 1 , Alpaslan TANER 1 , Mehmet DAĞLI3, Ali ÜNLÜ 1<br />

1Romatoloji, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

2Biyokimya, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

3Hematoloji, Selçuk Üniversitesi, Konya<br />

Behçet hastalığı sistemik vaskülit ile karakterize bir hastalıktır. ADMA endojen nitrik<br />

oksit sentaz inhibitörü olarak vasküler hastalıklarda endotel disfonksiyonuna yol<br />

açmaktadır. Çalışmanın amacı Behçet hastalığı olan hastalarda arginin ve arginin<br />

türevlerinin düzeylerini ölçmektir. Bu amaçla 19 Behçet hastalığı tanısını almış ve<br />

görünürde sağlıklı 34 kişi çalışmaya dahil edilmiştir. ADMA, arginin ve sitrülin<br />

düzeyleri floresans elektrot kullanılarak sıvı kromatografisi ile tespit edilmiştir. Behçet<br />

hastaları kontrole göre kıyaslandığında, arginin, sitrülin ve ADMA düzeylerinde<br />

önemli bir değişikliğe rastlanılmazken; arginin/ADMA oranlarında önemli derecede<br />

azalma saptanmıştır (p=0,024). Çalışma ışığında azalmış arjinin/ADMA oranlarının<br />

Behçet hastalığında gelişen endotelyal disfonksiyon ve vasküler kompikasyonlarda<br />

rol oynayabileceği düşünülmektedir.<br />

Arginine and Arginine Metabolites in Behcet’s Disease<br />

Sema YILMAZ 1 , Abdullah SİVRİKAYA 2 , Hüsamettin VATANSEV 1 ,<br />

Aysel KIYICI 1 , Alpaslan TANER 1 , Mehmet DAĞLI3, Ali ÜNLÜ 1<br />

1Rheumatology, Selçuk University Konya<br />

2Biochemistry, Selçuk University Konya<br />

3Hematology, Selçuk University Konya<br />

Behcet’s disease has been known for many years and is characterized with systemic<br />

vasculitis, but the ethiology was stil unclear. ADMA, as an endogenous<br />

inhibitor of nitric oxide is involved in vascular diseases by its potential role in<br />

endothelial dysfunction. This study was performed to evaluate ADMA, citrulline<br />

and arginine levels in Behcet’s disease. A total of 19 patients with Behcet’s<br />

disease and 34 healthy individuals enrolled this study. Serum concentrations of<br />

citrulline, arginine and ADMA were determined with HPLC technique. Arginine/<br />

ADMA ratio was significantly decreased in patients with Behcet’s disease compared<br />

to the healthy controls (p=0,024), however there was no significant difference<br />

between the groups for citrulline, arginine and ADMA concentrations. We<br />

can suggest that decreased arginine/ADMA production may enroll in development<br />

of endothelial dysfunction and vascular complications in Behcet’s disease.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Kombine İlaç Terapisi Alan Göğüs Kanserli Hastalarda Serum L-Karnitin<br />

ve Glutatyon S-Transferaz Düzeylerinin Mikrospektrofotometrik Olarak<br />

İncelenmesi<br />

Ebru SAATCİ, Dilek KAAN, Ömer ERGİN<br />

Biyoloji, Erciyes Universitesi, Kayseri<br />

Bu çalışmada, sağlıklı kadınlardan (Kontrol, n=24), göğüs kanseri tanısı konmuş<br />

hastalardan (n=35), ilaç tedavisi öncesi (TÖ) ve kombine ilaç terapisi sonrası (TS)<br />

alınan serum örneklerinde L-karnitin ve GST düzeyleri 250μL’de mikrospektrofotometrik<br />

olarak incelenmiştir. Gruplar arası n sayıları eşitlenelerek, aktivite ortalama<br />

değerleri üzerinden İki örnek t-testi ile yapılan istatistiksel karşılaştırmalar sonucunda,<br />

L-karnitin için, Kontrol-TÖ ve Kontrol-TS arasındaki farklılık anlamlı bulunmuş<br />

(p0,05). CDNB’ye<br />

karşı GST aktiviteleri için, Kontrol-TÖ ve Kontrol-TS arasındaki farklılık anlamlı<br />

bulunmuş (p0,05).<br />

EA için, Kontrol-TS ve TÖ-TS arasındaki farklılık anlamlı bulunmuş (p0,05). Çalışma sonuçları,<br />

göğüs kanseri metabolizması ve tedavisi çalışmalarına dair bir göstergeç olarak<br />

kullanılabilinmektedir.<br />

Microspectrophotometric Detection of Serum L-Carnitine and Glutathione<br />

S-Transferase Activities on Breast Cancer Patients Whom Got Combined<br />

Drug Teraphy<br />

Ebru SAATCİ, Dilek KAAN, Ömer ERGİN<br />

Biology, Erciyes University Kayseri<br />

In this study, the blood samples were taken from healthy women (control) (n=24),<br />

breast cancer patients (n=35) before chemoteraphy (BC) and after chemoteraphy<br />

(AC). Paired Sample Test statistical analysis were used to compare calculated<br />

serum L-carnitine levels and GST activities. For the L-carnitine levels, the statistically<br />

significant differences were found for the comparison of control-BC and<br />

for the comparison of control-AC (p0,05). The statistically significant<br />

differences were found for the comparison of control-BC and for the comparison<br />

of control-AC (p0,05) for GST activities by using CDNB. Statistically<br />

significant differences were found for the comparison of control-AC and for<br />

the comparison of BC-AC (p0,05). The study shows that the results can be used as an indicator of some<br />

significant teraphies and cancer metabolism studies on breast cancer biology.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Yağsız Sütün Konstipasyon Şiddet Testi, Motilinin, Açile ve<br />

Desaçile Ghrelin Konsantasyonlarına Etkisi<br />

Süleyman AYDIN 1 , Emir DÖNDER 1 , Okhan Kadir AKIN 2 , Fatih ŞAHPAZ 1 ,<br />

Yalçın KENDİR 3 , Manar M. ALNEMAA 1<br />

1Tıp Fakültesi, Fırat Üniversitesi<br />

2Biyokimya Lab, Keçiören Eğitim Araştırma<br />

3Kimya, Celal Bayar Üniversitesi<br />

Sütün genel olarak konstipasyona neden olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte<br />

yağsız sütün insan gastrointestinal sistemi üzerine olan etkileri ile ilgili henüz bir<br />

çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle de, yağsız sütün konstipasyon şiddet testi üzerine<br />

etkisi olup olmadığını ve çeşitli peptidlerden motilin, açile ve desaçile ghrelin<br />

konsantrasyonları ile birlikte intestinal motiliteyi nasıl etkilediği araştırılarak, yağlı<br />

süt replasmanı yapılan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Olgular konstipasyon derecelerine<br />

göre gruplandırılarak yaş ve VKI’e göre eşleştirildi. Bireylere konstipasyon derecelendirme<br />

test sonucuna göre yağsız süt replasmanı yapıldı. Buna göre; hafif konstipasyonu<br />

olan gruba (n=10) 400mL, orta derecede konstipasyonu olan gruba (n=10)<br />

600mL ve ciddi derecede konstipasyonu olan gruba (n=10) 800mL günlük olarak<br />

yağsız süt içirildi. Sağlıklı kontrol grubuna yağlı sütten 400 mL içirildi. Tüm olgulardan<br />

hormon analizi için süt içirilmeden önce ve sonra kan örnekleri alındı. Motilin,<br />

açile ve des açile ghrelin düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçüldü. Yağsız sütün verildiği<br />

kontrol grubunun da dahil olduğu tüm gruplarda kan motilin, açile ve desaçile ghrelin<br />

düzeylerinde anlamlı artış tespit edildi (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Asetilsalisilik Asit (ASA)’ın Antihiperglisemik Etkinliğine Karşı<br />

Yeni Bir Yaklaşım<br />

Serkan ŞEN, Sefa ÇELİK<br />

Temel Tıp Bilimleri, AKÜ<br />

A New Approach to Antihyperglycemic Efficacy of<br />

Acetylsalicylic Acid (ASA)<br />

Serkan ŞEN, Sefa ÇELİK<br />

Basic Medical Sciences, AKÜ Afyon<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Gerek diyabette trombositlerin hiperaktif olması ve gerekse aterosklerozun diyabetik<br />

hastalarda çok sık görülmesi sebebi ile diyabetik hastalarda aspirin kullanımının önemi<br />

büyüktür. Yapılan çalışmalar da göstermektedir ki; diyabet koroner arter hastalığını<br />

artırdığı gibi serebrovasküler olayların hem sıklığını hem de ölüm oranını artırmaktadır.<br />

Bu çalışma ile deneysel tip 2 diyabet modeli oluşturulan ratlarda Asetilsalisilik asit<br />

(ASA)’in ozmoregülasyon, glisemik control, oksidatif stress ve inflamasyon üzerene<br />

etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada 24 adet Wistar cinsi erkek rat Kontrol<br />

(I), ASA Kontrol (II), Diyabet (III) ve ASA Diyabet (IV) olmak üzere 4 gruba<br />

ayrılmıştır. Diyabet modeli obez ratlara STZ enjeksiyonu (30mg/kg, çift enjeksiyon)<br />

ile oluşturulmuştur. ASA ise ASA Kontrol ve ASA Diyabet gruplarına gavaj ile 150<br />

mg/kg dozda 5 hafta boyunca oral olarak verilmiştir. Serum elektrolitleri (Na, K, Cl),<br />

creatinin, albumin, total protein analizleri biyokimya otoanalizörü aracılığıyla; proinflamatuvar<br />

sitokinler (IL-6, TNF-a, IFN-g), arjino vazopressin (AVP) ve insülin<br />

ölçümleri ELISA kitleri aracılığıyla; total antioksidan kapasite (TAC) ve total oksidan<br />

kapasite (TOC) analizleri spektrofotometrik olarak ölçülmüştür. Serum proteinleri<br />

elektroforez tekniği ile analiz edilmiştir. Çalışma sonunda ASA uygulamaları ile<br />

diyabetik ratlarda açlık kan glikozlarının düşürüldüğü ve serum AVP seviyelerinin<br />

yükseltildiği gözlemlenmiştir. Yine serum IL-6 seviyeleri ratlara ASA uygulanması<br />

neticesinde ilginç olarak yükseltilmiş bunun yanında serum sodyum düzeyleri ise<br />

düşürülmüştür. Bu çalışmada, diyabetik ratlarda ASA uygulamasının ozmoregülasyon<br />

ve glisemik kontroldeki önemi ortaya konulmuştur. Ayrıca diyabetik gruplarda<br />

ASA uygulaması AVP düzeylerini 2 kat arttırmıştır. İlk defa bu çalışmada ASA’nın<br />

hipoglisemik etkisi, AVP’ye bağlı olarak artan kan hacmi ile ilişkilendirilmiştir. Bu<br />

yorumun konu ile ilgili olarak literatürde yeni bir yaklaşım sergileyebileceği söylenebilir.<br />

Acetylsalicylic acid (ASA) treatment in diabetic patients is very important owing<br />

to increasingly hyperactivity thrombocytes and atherosclerosis. In several investigations,<br />

it was reported that diabetes caused to increased coronary artery disease<br />

cerebrovascular disease and death. In this study it was aimed to investigated the<br />

effect of ASA on osmoregulation, glysemic control, oxidative stress and inflammation<br />

in rats induced with experimantal diabetes type 2. 24 rats were randomly<br />

divided in four groups: Control (I), ASA Control (II), Diabetic (III) and ASA<br />

Diabetic (IV). Diabetes was induced by STZ treatment (30 mg/kg, twice injection)<br />

in obese rats. ASA (150mg/kg, bw,orally) was treated for five weeks in ASA<br />

Control and ASA Diabetic groups. Serum electrolytes (Na, K, Cl), creatinine,<br />

albumin, total protein levels were analyzed with an autoanalyzer. Proinflammatuary<br />

cytokines (IL-6, TNF-a, IFN-g), Argino Vasopressin (AVP) and insulin were<br />

measured with ELISA . Total Antioxidant Capasity (TOC) and Total Oxidant<br />

Capasity (TAC) levels were detected spectrophotometricaly. Serum proteins were<br />

analyzed by electrophoresis technique. At the end of the study ASA treatments<br />

decreased the fasting blood glucose levels in diabetic rats. ASA treatments interestingly<br />

increased the serum AVP levels in diabetics rats. Serum IL-6 levels were<br />

interestingly increased by ASA treatmets rats, but serum sodium levels were also<br />

decreased by ASA. In this study it was showed that important at ASA on osmoregulation<br />

and glysemic control in diabetic rats. Also, AVP levels were increased<br />

2-fold by ASA treatment in diabetic rats. Firstly in this study, hypoglysemic effect<br />

of ASA was attributed to increase in blood volume by AVP levels. This explanation<br />

may be a new approach to literature in this topic.<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Madımak Bitkisi (Polygonum Cognatum Meissn) Ülseratif Kolit için Yeni<br />

Bir Tedavi Aracı Olabilir<br />

Özge ÇEVİK, Azize ŞENER<br />

Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul<br />

ozge.cevik@marmara.edu.tr<br />

Ülseratif kolit mukozal inflamatuar bağırsak hastalığı olarak bilinir ve etiyolojisi<br />

hala aydınlatılamamıştır. Son yıllarda kolit modellerinde bitkisel kaynaklı tedavi<br />

çalışmaları yaygınlaşmaktadır. Madımak (Polygonum cognatum Meissn) bitkisi<br />

Anadolu’da özellikle Sivas yöresinde yetişen endemik bir bitki olup günlük diyet ile<br />

insanlar tarafından sıklıkla tüketilmektedir. Bu çalışma madımak bitkisinin ülseratif<br />

kolit modeli oluşturulmuş sıçanlar üzerinde etkisinin olup olmadığını görmeyi<br />

amaçlamıştır.<br />

Çalışmada, Sprague-Dawley sıçanlar asetik asit uygulaması ile deneysel kolit modeli<br />

oluşturuldu ve çeşitli gruplara ayrıldı. Madımak sulu ekstraktı (PcE) 10 gün süre ile<br />

2 g/kg oral olarak tedavi gruplarına verildi. Deney sonunda sıçanlarda bazı serum<br />

parametreleri, kolon miyeloperoksidaz (MPO), lipid peroksidasyonu (LPO) ve kolonun<br />

makroskopik skorları incelenmiştir.<br />

Kolit grubunda serum TNF-a, kolesterol, kreatinin (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Deneysel Diyabetde Döteryumu Azaltılmış Su Tüketiminin Eritrositler<br />

Üzerine Etkisi<br />

Arif ÇOLAK, Ayşen YARAT, Turay YARDIMCI<br />

Temel Tıp Bilimleri, Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

The Effect of Deuterium Depleted Water Consumption on Erythrocytes in<br />

Experimental Diabetes<br />

Arif ÇOLAK, Ayşen YARAT, Turay YARDIMCI<br />

Department of Basic Medical Sciences, Marmara University, Istanbul<br />

CONTENTS<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Diyabet komplikasyonlarının gelişmesinde hiperglisemi ve diğer metabolik<br />

değişiklikler sonucu oluşan oksidatif stres, önemli bir role sahiptir. Döteryumu<br />

azaltışmış suyun (DDW), kanser araştırmalarında tümör hücrelerinin<br />

çoğalmasında inhibe edici etkiye ve sağlıklı hücre zar yapısında hasara karşı<br />

koruyucu etkiye sahip olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada deneysel diyabette<br />

DDW’nin eritrositlerde oksidan ve antioksidan sistem parametreleri üzerine<br />

etkisi araştırıldı. STZ’nin (35 mg/kg) intraperitoneal enjeksiyonu ile diyabet<br />

oluşturuldu. Diyabet oluşumunu takiben ve diyabet oluşumundan 10 gün önce<br />

DDW (85 ppm) içme suyu olarak verildi. 30 gün sonunda alınan kan örneklerinde<br />

şeker ölçüldü ve eritrosit hemolizatları hazırlandı. Eritrosit hemolizatlarında lipid<br />

peroksidasyonu, Glutatyon (GSH) düzeyleri ile, glutatyon-S-transferaz (GST),<br />

Superoksid Dismutaz (SOD) ve Katalaz (CAT) enzim aktiviteleri tayin edildi.<br />

Literatürde diyabette eritrositler üzerine DDW’nin etkisini inceleyen bir çalışma<br />

bulunmamaktadır. 30 ve 40 günlük süre ile DDW tüketiminin eritrosit oksidanantioksidan<br />

sistem parametreleri üzerine farklı etkileri saptandı. Net etkisi GSH<br />

üzerine oldu. Hem kontrol, hem de diyabetik gruplarda eritrosit GSH düzeylerinde<br />

anlamlı artışa neden oldu. Kullanılan DDW konsantrasyonunun ve kullanım<br />

süresinin bu etkilerin oluşmasında önemli olduğu kanısına varıldı. DDW’nin etki<br />

mekanizmasının, yararlı dozunun ve uygulama süresinin tesbiti için daha detaylı<br />

çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu çalışma Marmara Üniversitesi Bilimsel<br />

Araştırma Projeleri Birimi Başkanlığı tarafından SAĞ-C-YLP-171108-0261<br />

numaralı proje ile desteklenmiştir.<br />

Oxidative stres caused by hyperglycemia and other metabolic disturbances in<br />

diabetes plays an important role in the development of diabetic complications.<br />

Deuterium depleted water (DDW) has not only tumor supressor effect in cancer<br />

cell line, but also has protective effect against cellular damage on healthy cell<br />

membrane. The purpose of this study was to examine and evaluate the effect of<br />

deuterium depleted water consumption on erythrocyte oxidant and antioxidant<br />

systems in experimental diabetes. Diabetes was created with 35 mg/kg dose of<br />

streptozotocin (STZ). Ten days before and following induction of diabetes, DDW<br />

(85 ppm) was given as drinking water. At the end of 30 days, after STZ injection,<br />

blood samples were taken and blood glucose levels were measured. Erythrocyte<br />

hemolysates were also prepared. Lipid peroxidation and glutathione (GSH) levels<br />

and glutathione-S-transferase, superoksid dismutase and catalase enzymes activities<br />

of erythrocytes were determined. There is no study about the effect of DDW<br />

on erythrocytes in diabetes in the literature. 30 or 40 days periods of DDW consumption<br />

has differently affected oxidant-antioxidant parameters of erythrocytes.<br />

The clear effect of has been recorded on GSH and then caused increasing GSH<br />

level on erythrocyte in both of control groups and diabetic groups. Be persuaded<br />

that, using period and consumption dose of DDW could be effective about results.<br />

In determining of mechanism of action and determining useful dosage and application<br />

period of DDW more researches need to be done This study was supported<br />

by a grant from Scientific Research Project Department of Marmara University<br />

(Project No: SAĞ-C-YLP-171108-0261.<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Astrosit-Nöron Laktat Mekik Modeli Hipoksik Durumda<br />

Nörona Daha Fazla Enerji Sağlamaktadır - Hesaplamalı ve<br />

Deneysel Paralel Çalışma<br />

Seda GENC 1 , Isil AKSAN KURNAZ 2 , Mustafa OZİLGEN 1<br />

1Chemical Engineering Department, Yeditepe University<br />

2Genetics and Bioengineering Department, Yeditepe University<br />

Nöro-gliyal etkileşimler beynin normal işlevi ve normal beyin enerji metabolizması<br />

için önemlidir. İki temel model bulunmaktadır – klasik görüşte hem nöronlar hem<br />

de astrositler oksidatif metabolizma ile enerji kaynağı olarak glikozu kullanabilmektedirler,<br />

oysa astrosit-nöron laktat mekiğinde astrositler anaerobic glikoliz ile glikozu<br />

piruvata sonar laktata dönüştürdükten sonar hücre dışı ortama salarlar; bu laktat<br />

daha sonra nöron tarafından alınarak oksidatif olarak parçalanır. Bu çalışmada ilk<br />

once in silico olarak bu metabolizmadaki enzimlerin hipoksiye bağlı regülasyonunu<br />

çalıştıktan sonra astrosit-nöron laktat mekiği modelinin her iki hücre tipi için de enerji<br />

arzını karşılamaya yönelik teoride herhangi bir avantaj sağlayıp sağlamadığına<br />

baktık. Hem normoksik hem de hipoksik koşullarda laktat mekiğinin gerçekten nörona<br />

daha fazla ATP kazandırdığını gösterdik. Bunlara parallel olarak aynı zamanda<br />

bazı kritik enzimlerin hipoksiye bağlı regülasyonunu da çalıştık ve metabolit analizlerine<br />

başladık. Her iki çalışmadaki sonuçlarımız ışığında, klasik ve mekik modelleri<br />

arasında enerji arzına bağlı ve hipoksik veya glikoz-ve-oksijen azlığı durumlarında<br />

nöronun sağkalımını artıracak şekilde bir geçiş olacağını öne sürmekteyiz.<br />

Astrocyte - Neuron Lactate Shuttle can Provide More Energy to the<br />

Neuron Under Hypoxic Conditions –Computational and Experimental<br />

Study in Parallel<br />

Seda GENC 1 , Isil AKSAN KURNAZ 2 , Mustafa OZİLGEN 1<br />

1Chemical Engineering Department, Yeditepe University<br />

2Genetics and Bioengineering Department, Yeditepe University<br />

Neuro-glial interactions are important for normal functioning of the brain and<br />

brain energy metabolism. There are two major working models – in the classical<br />

view, both neurons and astrocytes can utilize glucose as the energy source through<br />

oxidative metabolism, whereas in the astrocyte-neuron lactate shuttle hypothesis<br />

it is the astrocyte which can consume glucose through anaerobic glycolysis to pyruvate<br />

and then to lactate, and this lactate is secreted to the extracellular space to<br />

be taken up by the neuron for further oxidative degradation. In this study, we have<br />

first studied hypoxia-induced genetic regulation of these enzymes and transporters<br />

in silico, and analyzed whether the astrocyte-neuron lactate shuttle model can<br />

theoretically provide an advantage to either cell type in terms of supplying the energy<br />

demand. We show that under both normoxic and hypoxic conditions lactate<br />

shuttle model does indeed provide the neuron with more ATP than in the classical<br />

view. We have also conducted parallel experiments to sho hypoxia-dependent<br />

regulation of certain key enzymes, and started metabolite analysis. Based on both<br />

types of study, we would propose that there should be a switch between the two<br />

models based on the energy demand, so as to maintain the survival of the neuron<br />

under hypoxic or glucose-and-oxygen-deprived conditions.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Ultraviyole C’nin Ratlarda Indüklediği Apoptozis ve Oksidatif Strese Karşı<br />

Keten Tohumu Yağının (Linum Usitatissimum L.) Fotoprotektif Etkisi<br />

Yasin TÜLÜCE 1 , Halil ÖZKOL 1 , İsmail KOYUNCU 2<br />

1Temel Tıp Bilimleri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />

2Biyoloji Bölümü, Harran Üniversitesi<br />

Ultraviyole (UV) ışığının etkilediği hücreler, hücresel komponentlere zarar verebilen<br />

reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumunu indüklemektedir. Antioksidanlar üretilen<br />

ROS’a karşı mücadele etmektedir. Bu çalışmada Ultraviyole C (UVC) ışığına maruz<br />

bırakılan ratların serum, lens ve derilerinde malondialdehit (MDA), protein karbonil<br />

(PC) ve redükte glutatyon (GSH) düzeylerinin yanı sıra glutatyon peroksidaz (GPx)<br />

ile süperoksid dismutaz (SOD) aktiviteleri ölçüldü. Buna ilave olarak serumda b-carotene,<br />

vitamin A, C ve E ile retinada apoptozis tayini yapıldı. Ratlar kontrol, ultraviyole<br />

C (UVC), ve ultraviyole C + keten tohumu yağı (UVC+FSO) olarak üç gruba ayrıldı.<br />

UVC ve UVC+FSO gruplarındaki ratlar dört hafta süresince günde iki kere 1 saat<br />

UVC ışığı (1.25 mW/cm2) ile irrite edildi. UV+FSO grubuna her irritasyon periyodu<br />

öncesinde gavage yoluyla FSO (4 ml/kg bw) verildi. UVC grubunda MDA düzeyi<br />

kontrol grubuna göre tüm dokularda önemli derecede arttı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Çeşitli Kumarin Türevlerinin Antioksidan ve Radikal Tutucu Özelliklerinin<br />

İncelenmesi<br />

Özkan DANIŞ, Serap DEMİR, Başak YÜCE-DURSUN, Cihan GÜNDÜZ,<br />

Mustafa BULUT<br />

Kimya, Marmara Üniversitesi<br />

Canlı sistemlerde redoks dengesinin bozulması hücrelerde fonksiyon bozukluklarına<br />

yol açar. Bunun sonucunda, kanser, nörodejeneratif rahatsızlıklar ve artirit gibi çeşitli<br />

hastalıklar meydana gelir ve yaşlanma süreci hızlanır. Bu nedenle serbest radikal<br />

oluşumunun azaltılması ve serbest radikallerin tutulması için terapötik yaklaşımlar<br />

geliştirilmelidir. Serbest radikaller ve ROS olarak bilinen diğer reaktif oksijen türleri,<br />

normal fizyolojik koşullarda sürekli olarak oluşurlar, patolojik durumlarda ise<br />

oluşumları artar. Kumarinler 1,2-benzopiron türevleridir ve çeşitli bitkisel kaynaklarda<br />

yaygın olarak bulunurlar. Çok sayıda farklı biyolojik ve farmakolojik aktiviteler<br />

gösterdikleri bilinmektedir ve insan sağlığı üzerindeki yararlı etkileri nedeniyle bu<br />

moleküllere gösterilen ilgi hızla artmaktadır. Kumarinlerin yapı-antioksidan aktivite<br />

ilişkilerini inceleyen sistematik çalışmaların sayısı oldukça azdır. Çalışmamızda<br />

amino, hidroksi, metoksi, asetoksi ve nitro gibi farklı fonksiyonel gruplar içeren yirmi<br />

kumarin sentezlenmiş ve spektral verileri ile tanımlandı. Bu kumarinler radikal tutucu,<br />

Cu 2+ ve Fe 3+ indirgeyici ve metal şelatlayıcı özellikleri açısından yapı-aktivite ilişkisini<br />

göstermek üzere incelendi. Elde edilen sonuçlar trolox, a-tokoferol ve askorbik asit<br />

gibi standart antioksidanlar ile kıyaslandı. Çalışmalarımız orto dihidroksi kumarinlerin<br />

en yüksek antioksidan ve radikal tutucu etkiye sahip olduklarını göstermektedir. Bu<br />

çalışma, FEN-A-110908-0223 numaralı proje olarak Marmara Üniversitesi Bilimsel<br />

Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir.<br />

The Investigation of Antioxidative and Radical Scavenging Effects of<br />

Various Coumarin Derivatives<br />

Özkan DANIŞ, Serap DEMİR, Başak YÜCE-DURSUN, Cihan GÜNDÜZ,<br />

Mustafa BULUT<br />

Chemistry, Marmara University<br />

A redox imbalance in a healthy living system leads to malfunctioning of cells that<br />

ultimately results in various diseases, including cancer, neurological degeneration,<br />

and arthritis as well as accelerating the aging process. Therefore, therapeutic<br />

strategies should aim at reducing free-radical formation and scavenging free<br />

radicals. Free radicals and other reactive oxygen species, collectively known as<br />

ROS are generated continuously via normal physiological processes and more so<br />

in pathological conditions. Coumarins are a very large group of 1,2-benzopyrones<br />

derivatives that are widely distributed in a variety of natural plant sources and<br />

have been found to exhibit a variety of biological and pharmacological activities<br />

and have raised considerable interest because of their potential beneficial effects<br />

on human health. Very few systematic studies have been reported on structure-antioxidant<br />

activity correlations in coumarins. The twenty coumarins bearing different<br />

functionalities such as amino, hydroxy, methoxy, acetoxy and nitro have been<br />

synthesized and confirmed on the basis of their spectral data. They were examined<br />

for the first time for their effect on radical scavenging, Cu 2+ and Fe 3+ reducing and<br />

metal chelating activity, in order to establish structure activity relationship. The<br />

results were compared with standard antioxidants such as trolox, a-tocopherol<br />

and ascorbic acid. Our studies demonstrated that ortho dihydroxy coumarins were<br />

found to possess the highest antioxidant and radical scavenging activities. This<br />

work was supported by Marmara University, Commission of Scientific Research<br />

Project under grants FEN-A-110908-0223.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Yeşil Çay ve Kemik Metabolizması<br />

Nuriye METE, Gökhan ÇAKIRCA<br />

Tibbi Biyokimya, Dicle Üniversitesi<br />

Osteoporoz yaşlı erkek ve bayanlarda major bir problemdir. Epidemiyolojik<br />

çalışmalarda; çay tüketiminin yaşlı erkek ve bayanlarda görülen yaşla ilişkili kemik<br />

kaybının önlenmesi arsındaki ilişki gösterilmiştir. Yeşil çay ve biyoaktif içerikleri<br />

bu populasyonda kemik kaybını ve kırık riskini azaltmasında yararlı olabilir. Yeşil<br />

çayın kemik koruyucu mekanizmaları; 1. Antioksidatif stress etkisiyle kemik kaybını<br />

önlemesi; GTP’nin (green tea polyphenol) bilinen en önemli özelliği ROS (reactive<br />

oxygen species) yakalama ve detoksifiye etme yeteneği olan antioksidatif etkisidir.<br />

2. Antiinflamatuvar etkisiyle kemik kaybının önlenmesi; GTP’nin antiinflamatuvar<br />

etkisiyle birçok antiinflamatuvar hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde yararlı<br />

olduğu gösterilmiştir. Aterosklerozda düşük dereceli sistemik kronik inflamasyona<br />

bağlı olarak sistemik kemik kaybı görülebilir. Ateroskleroz gelişiminde normal kemik<br />

remodeling bozulmuş olabilir ve artmış kronik proinflamatuvar mediyatörler kemik<br />

kaybına yol açar. Bu mediyatörler direkt ve indirekt olarak osteoklastogenezisi artırır,<br />

osteoklast apoptozisi önler ve osteoblastik aktiviteyi artırır. 3. Osteoblastogenezi<br />

artırması; TNF-a ve IL-6 üretimini engelleyerek kemik yaşam süresini artırıyor. 4.<br />

Osteoklastogenezi baskılaması; Kollejen stabilizasyonu ile kemik rezorpsiyonunu<br />

inhibe eder. 5. Osteoimmünolojik aktivitenin düzenlenmesi; RANKL sinyalizasyon<br />

yoluyla osteoklastların differansiyasyonunu inhibe eder. İmmün hücreler tarafından<br />

sitokinlerin üretimini düzenler. Osteoporoz; kemik oluşumundan ziyade rezorpsiyon<br />

oranında dengesizlik sonucu oluşur. Yeşil çay ve biyoaktif bileşikleri osteoporoza<br />

karşı bir miktar koruma sağladığı in vitro, ex vivo ,in vivo hayvan deneyleri ve insan<br />

epidemiyolojik bulgularından elde edilen verilerle desteklenmiştir. Yeşil çay biyoaktif<br />

ürünlerinin yararlı etkilerinin antiinflamatuvar, antioksidan ve bunlarla ilişkili sinyalizasyon<br />

yoluyla oluştuğu görülmüştür. GTP düşük kemik kitleli hastalarda BMD<br />

kaybını önleyen etkili bir diyet desteği olarak yardımcı kullanılabilir.<br />

Green Tea and Bone Metabolism<br />

Nuriye METE, Gökhan ÇAKIRCA<br />

Medical Biochemistry, Dicle University<br />

Osteoporosis is a major health problem in both elderly women and men. Epidemiological<br />

evidence has shown an association between tea consumption and the<br />

prevention of age-related bone loss in elderly women and men. Ingestion of green<br />

tea and green tea bioactive compounds may be beneficial in mitigating bone loss<br />

of this population and decreasing their risk of osteoporotic fractures. Possible<br />

mechanisms of green tea on osteoprotection: 1. Mitigating bone loss through antioxidative<br />

stress action:The most widely recognized properties of GTP are their<br />

antioxidative activities, owing to their ability to capture and detoxify ROS. 2. Mitigating<br />

bone loss through anti-inflammatory action: Because of its anti-inflammatory<br />

activity, GTP has also been proven to be beneficial in the prevention and<br />

treatment of a number of inflammatory diseases. A low-grade systemic chronic<br />

inflammation occurring in atherosclerosis leading to inflammation can also result<br />

in systemic bone loss. In the development of atherosclerosis, normal bone remodeling<br />

can be disrupted, and bone loss can be caused by chronic elevation of proinflammatory<br />

mediators. In general, these mediators act directly on bone or indirectly<br />

to increase osteoclastogenesis, prevent osteoclast apoptosis, and/ or inhibit<br />

osteoblastic activity. 3. Increasing osteoblast numbers, osteoblastogenesis, and<br />

bone formation: Improving the survival of osteoblasts through inhibiting TNF-a<br />

and IL-6 production 4. Suppressing osteoclastogenesis and osteoclastic activity<br />

Inhibiting bone resorption by stabilizing collagen. 5. Modulating osteoimmunological<br />

activity by inhibiting differentiation of osteoclasts through RANKL signaling<br />

and modulating the production of cytokines by immune cells. Osteoporosis<br />

is the result of an imbalance in the ratio with more resorption than formation.<br />

Enhancing the activity of osteoblasts, plus reducing that of the osteoclasts, may<br />

help restore the balance in bone metabolism and limit bone loss in the development<br />

of osteoporosis. There is mounting evidence that green tea contains many<br />

bioactive ingredients that support some protection against osteoporosis. This is<br />

supported by data from invitro, ex vivo, and invivo animal studies and human<br />

epidemiological findings. The beneficial effects of tea bioactive products seem to<br />

be mediated through antioxidant or anti-inflammatory pathways and their related<br />

signaling pathways in the various cells that comprised bonecompartments. These<br />

significant beneficial effects on bone suggest that GTP may serve as an effective<br />

dietary supplement to prevent BMD loss in patients with low bone mass.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

SÖZLÜ SUNUM ÖZETLERİ<br />

Diyetle İndüklenmiş Obez Ratlarda Karaciğer ve Böbreklerin Ghrelin<br />

Salınımlarının Değişimi<br />

İbrahim ŞAHİN 1,2 , Süleyman AYDIN 2<br />

1Erzincan Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,<br />

Erzincan<br />

2Fırat Üniversitesi, Tıp Fakültesi (Fırat Hormon Araştırma Grubu), Biyokimya<br />

ve Klinik Biyokimya AD. Elazığ<br />

Son zamanlarda lipopeptid hormon olan ghrelinin karaciğer ve böbrekler tarafından<br />

üretildiği gösterilmiştir. İlaçlar ve peptidler; böbrekler, karaciğer yada her iki organda<br />

da metabolize edilmektedir. Obezite, endojen biyoaktif peptid sentezlerini<br />

değiştirerek yaşayan tüm canlıların neredeyse bütün organlarını etkiler. Normal ratlarla<br />

karşılaştırıldığında karaciğer ve böbreklerdeki ghrelin salınımlarının nasıl değiştiğini<br />

görmek için ratlarda diyet yöntemiyle obezite oluşturduk.<br />

Altı adet 60 günlük erkek rat (obezite grubu) kafeterya stili diyetle beslenirken 6 adet<br />

kontrol rat normal rat yemiyle beslendi. Hayvanlar 13 hafta beslendikten sonra sakrifiye<br />

edildi. Bir ELİSA kiti kullanılarak ghrelin miktarlarını belirlemek için karaciğer<br />

ve böbrek dokuları alındı ve homojenize edildi. Aynı zamanda obezite oluşumunda<br />

ghrelin yoğunluğunun nasıl değiştiğini ABC metoduyla immünohistokimyasal olarak<br />

görmek için, doku örneklerinin bir kısmından histolojik kesitler alındı.<br />

Kontrollerle karşılaştırıldığında obez ratların her iki dokusundaki açile ve desaçile<br />

ghrelin düzeyleri düşüktü, fakat farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05).<br />

İmmünohistokimya da obez ratların karaciğer ve böbrek dokularına paralel bir azalış<br />

gösterdi. Enerji harcanmasında ghrelinin önemli bir rol oynadığı bilindiğinden,<br />

karaciğer ve böbrek dokularında ghrelin düzeyinin azalışının bu organlarda enerji<br />

metabolizması yada homeostasisi düzenleyerek obezitenin oluşturduğu yükü telafi<br />

etmeye çalıştığı sonucuna varılabilir.<br />

Altered Ghrelin Expression of Rat’s Kidneys and Liver in Diet Induced<br />

Obese Rats<br />

İbrahim ŞAHİN 1,2 , Süleyman AYDIN 2<br />

1Erzincan University, Faculty of Health Sciences Department of Nutrition and<br />

Dietetics, Erzincan<br />

2Firat University, Medical School (Firat Hormones Research Groups) Department<br />

of Biochemistry and Clinical Biochemistry, Elazig<br />

It has recently been shown that the lipopepitide hormone, ghrelin, is produced<br />

by the liver and the kidneys. Drugs and peptides were metabolized through the<br />

kidneys, the liver, or both organs. Obesity effects almost all organs in living every<br />

organism by changing their endogenous bioactive peptide synthesis. We induced<br />

obesity in rats through dietary means in order to see how ghrelin expression was<br />

affected in the kidneys and liver compared with normal control rats.<br />

Six 60 day-old male rats (the obesity group) were fed with cafeteria style food<br />

while 6 control rats received normal rat food. The animals were fed for 13 th weeks<br />

and then sacrificed. Their kidneys and liver tissues were removed and homogenized<br />

in order to quantify their ghrelin using an ELISA assay. Some tissue was<br />

also taken for histological sectioning in order to carry out immunohistochemistry<br />

using ABC methods to see how ghrelin intensity was altered in induced obesity.<br />

In tissues, acylated and desacylated ghrelin were decreased in obese rats when<br />

compared with the controls, the differences being statistically insignificant<br />

(p>0.05). Immunohistochemistry also showed a parallel decrease in kidney and<br />

liver tissue of obese rats. It can be concluded that the decreased level of ghrelin in<br />

both kidneys and liver tissues tries compensate for the obesity burden by regulating<br />

energy metabolisms or regulating homeostasis in these organs, knowing that<br />

ghrelin plays an important role in energy expenditure.<br />

CONTENTS<br />

ABSTRACTS OF ORAL PRESENTATIONS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

CONTENTS<br />

POSTER ÖZETLER‹<br />

[POSTER ABSTRACTS]<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-001<br />

İn vitro Hemolizin, Serum Kreatin Kinaz ve Kreatin Kinaz MB Aktivite,<br />

Kreatin Kinaz MB Kütle, Troponin ve Miyoglobin Ölçümlerine Etkisi<br />

Oğuzhan ÖZCAN 1 , A. KARAKAŞ 1 , G.SAYDAM 2 , D.YÜCEL 1 ,T. TOKSÖZ 1<br />

P-001<br />

In Vitro Hemolysis on Serum Creatine Kinase, Creatine Kinase MB Activities,<br />

Creatine Kinase MB Mass, Troponin and Myoglobin<br />

Oğuzhan ÖZCAN 1 , A. KARAKAŞ 1 , G.SAYDAM 2 , D.YÜCEL 1 ,T. TOKSÖZ 1<br />

CONTENTS<br />

1 Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

2Yüksek İhtisas Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

drozan29 @hotmail.com<br />

Serumda kreatin kinaz MB izoenzim (CK-MB) aktivite ölçümü akut miyokard<br />

infarktüsünün tanısında kritik öneme sahiptir. Klinik laboratuvarlarda tanı aracı<br />

olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.<br />

Hemoliz klinik laboratuvarlarda sık karşılaşılan bir hata kaynağıdır. Hemolizin<br />

CK ve CK-MB aktivite ölçümünü, eritrositlerden açığa çıkan enzimlere ve ara<br />

ürünlere (adenilat kinaz, ATP, glikoz-6-fosfat) bağlı olarak pozitif yönde interfere<br />

ettiği bilinmektedir.<br />

Çalışmamızda hemolizin CK (Olympus), CK (Roche), CK-MB aktivite (Olympus),<br />

CK-MB aktivite (Roche), CK-MB kütle, Troponin ve Miyoglobin (DiaSorin)<br />

üzerine etkisi araştırılmıştır.<br />

Bu amaçla normal ve patolojik değerde analit konsantrasyonuna sahip serum<br />

havuzları hazırlandı. Bu havuzlara 21 g/L konsantrasyonlarında Hb değeri elde<br />

edilecek şekilde hemolizat eklendi ve seri dilüsyon yapıldı. Hemolizat eklendikten<br />

sonra tüm analitler her iki havuzda da çalışıldı. Elde edilen veriler kullanılarak<br />

ortalama yüzde değişim ve referans değişim değerleri hesaplandı ve interferograf<br />

halinde gösterildi.<br />

Sonuçta hemolizata bağlı pozitif interferansın CK-MB aktivite için, CK aktivite<br />

değerlerine göre daha düşük Hb düzeylerinde %10 sınırını aşmaya başladığı<br />

görülmüştür. CK-MB kütle, Troponin ve Miyoglobin ölçümlerinde ise hiçbir Hb<br />

derecesinde %10 sınırını aşan değişiklik saptanmamıştır.<br />

1 Ankara Training and Research Hospital, Medical Biochemstry Department,<br />

Ankara<br />

2Yüksek İhtisas Hospital, Medical Biochemstry Department, Ankara<br />

drozan29 @hotmail.com<br />

Measurement of serum creatin kinase MB isoenzyme activity has critical value in<br />

the diagnosis of acute myocardial infarction. It is widely used in clinical laboratories<br />

as a biochemical marker.<br />

Hemolysis is a common source of error observed in clinical laboratories. It is<br />

well known that hemolysis causes positive interference CK and CK-MB activity.<br />

These effects are resulted from the release of erythrocytic constituents (adenylate<br />

kinase, ATP, glucose 6 phosphate).<br />

In our study we examined the effect of in vitro hemolysis on serum creatine kinase<br />

activity (Olympus), creatine kinase activity (Roche), creatine kinase MB isoenzymes<br />

activity (Olympus), creatine kinase MB isoenzymes activity (Roche), creatine<br />

kinase MB mass, troponin and myoglobin (DiaSorin).<br />

For this purpose, we prepared serum pools which are consist of analyte concentrations<br />

at normal and pathological values. And sufficient hemolysate was added to<br />

obtain hemoglobin concentration of 21g/L. Later these pools were diluted serially.<br />

After hemolysate added, all analytes were measured in both serum pools.<br />

The data was used to calculate the mean percent changes and reference change<br />

values. It was also shown as interferografs.<br />

It was found that the positive interference due to hemolysis began to exceed the<br />

limit of 10% at lower Hb concentration for CK-MB activity than CK activity.<br />

And there were not observed any value exceeded the limit of %10 for creatine<br />

kinase MB mass, troponin and myoglobin at any level of hemoglobin values.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-002<br />

Astım olarak takip edilen hastalarda kistik Fibroz insidansı<br />

Nevin HATİPOĞLU, Hüsem HATİPOĞLU, Serdar ERKAL,<br />

Serdar TÜRKMEN, Özden TÜREL, Çiğdem AYDOĞMUŞ,<br />

Arzu BABAYİĞİT, Nuri ENGEREK, Keramettin KURT, Rengin ŞİRANECİ<br />

P-002<br />

The Incidence Of Cystic Fibrosis In Patients Evaluated As Asthma<br />

Nevin HATİPOĞLU, Hüsem HATİPOĞLU, Serdar ERKAL,<br />

Serdar TÜRKMEN, Özden TÜREL, Çiğdem AYDOĞMUŞ,<br />

Arzu BABAYİĞİT, Nuri ENGEREK, Keramettin KURT, Rengin ŞİRANECİ<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Çocuk Kliniği ve Biyokimya Laboratuvarı<br />

Istanbul Bakırkoy Maternity and Children’s Educational Hospital, Pediatrics<br />

Department and Biochemistry Laboratory<br />

Kistik fibroz solunum sistemi, bağırsak, pankreas, safra yolları ve üreme sistemi<br />

dahil olmak üzere birçok sistemin etkilendiği kronik, genetik geçişli bir<br />

hastalıktır. Tekrarlayan akciğer semptomları ve astım benzeri bulguları olan hastalarda<br />

ayırıcı tanıda kistik fibroz yer almalıdır. Ter testinde 60 mmol/L’nin üzerindeki<br />

klor değeri ile klinik özellikleri uyumlu hastalarda tanısı konulur. Tanının<br />

kesinleşmesi için ikinci bir test pozitifliği aranır.<br />

.Yöntem: Çalışma Eylül 2009-Ağustos 2010 döneminde gerçekleştirildi. En az<br />

üç kez hışıltı atağı ile hastanemize başvuran 0-18 yaş arası çocuklarda kistik fibroz<br />

araştırmak için ter testi istendi. Tekrarlayan hışıltı ile başvuran her hastanın<br />

akciğer grafisi, tüberkülin cilt testi, immün globülin değerleri gibi rutin incelemeleri<br />

yanında teri toplanarak terdeki klor düzeyi ölçüldü. Hastanemiz alerji<br />

laboratuarında Wescor Swert-Check Konduktiv-Osmometrik analizör yardımıyla<br />

ter testi çalışıldı.<br />

Son bir yıl içersinde alerji polikliniğimize kronik astım şikayetleriyle başvuran<br />

180 vakanın ikisinde ter testi pozitifliğinde saptandı. Tanısını kesinleştirmek için<br />

başka bir merkezde ter testleri tekrarlandı. Burada da aynı pozitiflik bulununca<br />

tanıları kesinleşti.<br />

Kistik fibrozda erken tanı çok önemlidir. Bu hastalarda oldukça kısa olan yaşam<br />

süresini uzatmak için yeterli beslenme, enfeksiyonlarla mücadele, solunum fizyoterapisi<br />

yanında esas olan tanı için girişimin erken yapılmasıdır. Tekrarlayan<br />

solunum semptomları olan çocuklarda noninvaziv tarama testi olarak ter testi<br />

yapılmalıdır.<br />

Cystic fibrosis is a chronic and genetically transmitted disease affecting respiratory,<br />

gastrointestinal, and reproductive systems as well as pancreas and biliary<br />

tract. This morbidity must be considered in patients with recurrent respiratory<br />

symptoms and asthma-like signs. The chlorine level above 60 mmol/L in sweat<br />

has been accepted as diagnostic for cystic fibrosis in patients with compatible<br />

clinical findings. The definitive diagnosis can be made after A second measure of<br />

chlorine level in sweat at a different laboratory.<br />

This study was performed between September 2009 and August 2010. Children<br />

aged 0 to 18 years old with at least three episodes of acute wheezing were enrolled<br />

in this study. Sweat was collected and chlorine level was measured in every patients<br />

besides routine work-up tests for recurrent wheezing (tuberculin skin test,<br />

chest X-ray, immune-globulin levels). The sweat test was performed in allergy<br />

laboratory of our hospital by Wescor Swert-Check Conductive Osmometer analyser<br />

and results were recorded.<br />

One hundred and eighty patients have been admitted to our allergy outpatient<br />

clinic with chronic asthma during last year and sweat tests were positive in two of<br />

them. The test was repeated for each patients and found to be positive in another<br />

laboratory, confirming the diagnosis of cystic fibrosis.<br />

Early diagnosis is essential for cystic fibrosis. The relatively short life span could<br />

be improved with adequate nutrition, combatting with infections, respiratory<br />

pysiotherapy, but timely diagnosis is of utmost importance. Sweat chlorine test<br />

should be used as a routine and noninvasive study for pediatric patients with recurrent<br />

respiratory symptoms.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-003<br />

Astımlı Çocuklarda Magnezyum Düzeyleri<br />

Nevin HATİPOĞLU, Hüsem HATİPOĞLU, Serdar ERKAL,<br />

Serdar TÜRKMEN, Özden TÜREL, Çiğdem AYDOĞMUŞ,<br />

Arzu BABAYİĞİT, Nuri ENGEREK, Keramettin KURT, Rengin ŞİRANECİ<br />

P-003<br />

Magnesium Levels In Asthmatic Children<br />

Nevin HATİPOĞLU, Hüsem HATİPOĞLU, Serdar ERKAL,<br />

Serdar TÜRKMEN, Özden TÜREL, Çiğdem AYDOĞMUŞ,<br />

Arzu BABAYİĞİT, Nuri ENGEREK, Keramettin KURT, Rengin ŞİRANECİ<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Çocuk Kliniği ve Biyokimya Laboratuvarı<br />

Istanbul Bakırkoy Maternity and Children’s Educational Hospital, Pediatrics<br />

Department and Biochemistry Laboratory<br />

Magnezyum insan vücudunda temel bir mineral olup vücudun metobolik<br />

işlemlerinin 300’ün den fazlası için gereklidir. Vücut magnezyumunun yaklaşık<br />

%60’ı kemik yapısında yer alır. Ayrıca enerji metabolizmasında yer alan pek<br />

çok enzimin kofaktörüdür. Magnezyum sülfatın etkisi düz kaslarda kalsiyum<br />

kanallarının bloke ederek kas kasılmalarının engelleme ve var olan spazmı çözme<br />

şeklindedir.<br />

Çalışma Ocak 2009 ve Ağustos 2010 tarihlerinde yapılmıştır. Magnezyumun düz<br />

kas gevşemesindeki etkisini araştırmak üzere 1-17 yaş arasındaki, astım krizine<br />

girmiş 50 hasta, astım bronşit tedavisinde olan 50 hasta ve sağlıklı 50 çocukta<br />

serum magnezyum düzeyleri çalışıldı. Test Roche-Hitachi Modular P biyokimya<br />

analizöründe fotometrik yöntemle ölçüldü. Magnezyum normal değerleri 1.59-<br />

2.10 mg/dL olarak kabul edildi.<br />

Sağlıklı ve astım bronşit tedavisi gören çocuklarda normal aralıktaki değerler (ortalama<br />

1,93 mg/dL) bulunmasına rağmen astım krizine girmiş çocuklarda serum<br />

magnezyum ortalaması (ortalama 1,62 mg/dL) bulunmuştur. Bu değerler normal<br />

sınırlarda olmasına rağmen alt değerlerdedir.<br />

QSon yıllarda magnezyum sülfat akut astım krizindeki hastaların tedavisinde<br />

kullanılan bir ajandır. Magnezyum tedavisinin hastanede yatış süresini azalttığı<br />

yönünde veriler mevcuttur. Klasik akut astım atağında magnezyumun standart<br />

tedavideki yerinin belirlenmesinde hastaların serum magnezyum değerleri yönlendirici<br />

olabilir.<br />

Magnesium is an essential mineral that is responsible from over 300 metabolic<br />

functions in human body. Approximately 60% of this element is deposited in bone<br />

tissue. Magnesium is also a cofactor involved in numerable enzymes of energy<br />

metabolism pathway. Magnesium sulphate blocks calcium canals of smooth muscle,<br />

hence preventing muscle contraction and leading relaxation of muscle spasm.<br />

This study was performed during the period of January 2009 and August 2010.<br />

Patient aged between 1 to 17 years old were enrolled to investigate the effects of<br />

magnesium on smooth muscle relaxation. Fifty patients at acute asthma attack, 50<br />

patients under chronic management of asthma, and 50 healthy children were included<br />

into this study. Serum magnesium levels were measured by Roche-Hitachi<br />

Modular P biochemistry analyser using photometric method. Normal levels of<br />

magnesium was accepted as 1.59-2.10 mg/dL.<br />

Levels at normal range (mean 1,93 mg/dL) were recorded in healthy children and<br />

patients with chronic asthma therapy, whereas the levels were lower (mean 1,62<br />

mg/dL) in those patients at acute asthma crisis, still within normal values but close<br />

to low levels.<br />

Magnesium sulphate has been used for acute attack therapy of asthma in last years.<br />

There is growing data that this therapy shortens lenght of hospital stay. Estimating<br />

serum magnesium levels may be a guide to determine the role of this agent in<br />

standard therapy of asthma crisis.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-004<br />

Deneysel Huntington Hastalığı Modelinde Alfa-Lipoik Asit Ve<br />

Deferioksamin’in Antioksidan Etkisi<br />

Hülya ŞAHİN, Meral YÜKSEL<br />

P-004<br />

The Antioxidant Effects Of Alpha Lipoic Acid And<br />

Deferrioxamine On Experimental Huntington’s Disease Model<br />

Hülya ŞAHİN, Meral YÜKSEL,<br />

CONTENTS<br />

Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />

Academy of Health Care, Marmara University, İstanbul<br />

3-Nitropropiyonik asit (NP) fungal bir toksin olup, deney hayvanlarına uygulandığında,<br />

Huntington hastalığı (HH) benzeri koreiform hareketlere ve striatal lezyonlara neden<br />

olmaktadır. Bu çalışmada hidrofilik ve hidrofobik bir antioksidan olan alfa lipoik asit<br />

(LA) ile demir tutucu bir molekül olan deferioksaminin (DE) NP verilen sıçanlara<br />

etkisi araştırıldı. Çalışmamızda, Sprague-Dawley sıçanlara (14 haftalık, dişi, n=64) 20<br />

mg/kg/gün NP verildi. Tedavi amaçlı LA (35 mg/kg/gün) ve DE (10 mg/kg/gün) eş<br />

zamanlı uygulandı. 10 günlük uygulama sonrası sıçanlar sakrifiye edilerek, beyinleri<br />

çıkarıldı. Striatumun birinci parçası kemilüminesans (KL) yöntemi ile serbest radikal<br />

ölçümü için kullanıldı. İkinci parçada ise doku glutatyon (GSH) ve malondialdehit<br />

(MDA) ölçümleri spektrofotometrik yöntemle gerçekleştirildi. Bulgularımız, lusigenin<br />

(O2.-) ve luminol (.OH, H2O2, HOCl) aracılı KL’ın NP-uygulanan sıçanlarda<br />

arttığını gösterdi. LA ve DE uygulamaları bu etkiyi azalttı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-005<br />

Demir Eksikliği Anemisi Olan Kişilerde Lökosit Ve Alt Gruplarının<br />

Değerlendirilmesi<br />

Ali ÖZCAN 1 , Muzaffer ÇAKMAK 2 , Ahmet Ruhi TORAMAN 3 ,<br />

Aslıhan ÇOLAK 2 , Hamza YAZGAN 4 , Mehmet DEMIRDÖVEN 4 ,<br />

Osman YOKUŞ 2 , Ahmet GÜREL 5<br />

1 Özel Central Hospital Biyokimya Laboratuvarı,<br />

2 Özel Sema Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği,<br />

3 Özel Sema Hastanesi İş Yeri Hekimi,<br />

4 Özel Sema Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniği,<br />

5 Özel Sema Hastanesi Biyokimya Laboratuvarı, İstanbul<br />

Çalışmada demir eksikliği anemisi olan hastalarda lökosit, granülosit, lenfosit ve<br />

monosit düzeyleri değerlendirildi.. Hastanemizin çocuk ve dahiliye polikliniğine<br />

başvuran ve demir eksikliği tanısı alan 84 kadın hasta ile sağlıklı 109 kadının tam kan<br />

sayım değerleri retrospektif olarak tarandı. Tam kan sayımı Micros60 tam kan sayım<br />

cihazında, serum demiri spektrofotometrik, ferritin ise immünokimyasal yöntemle<br />

ölçüldü. Demir eksikliği anemisi olan grupta granülosit sayısı yüksek tespit edilirken<br />

lenfosit sayısı düşük tespit edildi. Grupların monosit sayıları arasında fark bulunamadı.<br />

Total lökosit sayısı anemili grupta daha yüksek olmasına rağmen bu yükseklik istatistiksel<br />

olarak anlamlı değildi. Bu sonuçlar demir eksikliğinin, anemi ile birlikte hücresel<br />

savunma sistemi elemanları üzerinde de etkili olduğunu düşündürmektedir.<br />

P-005<br />

Evaluation Of Leucocyte And Its Subgroups In Iron Deficiency Anemia<br />

Ali ÖZCAN 1 , Muzaffer ÇAKMAK 2 , Ahmet Ruhi TORAMAN 3 ,<br />

Aslıhan ÇOLAK 2 , Hamza YAZGAN 4 , Mehmet DEMIRDÖVEN 4 ,<br />

Osman YOKUŞ 2 , Ahmet GÜREL 5<br />

1 Biochemistry Laboratory of Private Central Hospital ,<br />

2 Clinic of Internal Medicine of Private Sema Hospital,<br />

3 Health Services of Private Sema Hospital,<br />

4 Clinic of Pediatric of Private Sema Hospital,<br />

5 Biochemistry Laboratory of Private Sema Hospital, Istanbul<br />

In this study leukocyte, granulocyte, lymphocyte and monocyte levels were evaluated<br />

in patients with iron deficiency anemia.The 84 female patients who diagnosed<br />

with iron deficiency anemia and 109 healthy women, complete blood count data<br />

were evaluated retrospectively. Complete blood count analyses were performed with<br />

Micros60, serum iron was measured with spectrophotometric method and ferritin<br />

was measured with immunoassay method. While granulocyte count was found to be<br />

higher in the group having iron deficiency anemia, lymphocyte count was found to be<br />

lower. No difference of monocyte count was found between the groups. While total<br />

leukocyte count was higher in the group having anemia, the difference was not statistically<br />

significant. These results make us think that iron deficiency, besides resulting in<br />

anemia, is also effective on elements of cellular defense system.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-006<br />

Orak Hücre Anemisinde Biyokimyasal Parametrelerin Değerlendirilmesi<br />

Mehmet GENÇ 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 1 , Zafer YÖNDEN 1 , Nigar YILMAZ 1 ,<br />

Özgür Yıldırım KURTGÖZ 1 , Ahmet Burak GÜRPINAR 1 ,<br />

Mehmet Rami HELVACI 2 ,<br />

P-006<br />

The Assessment Of Biochemical Parameters In Sickle Cell Anemia<br />

Mehmet GENÇ 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 1 , Zafer YÖNDEN 1 , Nigar YILMAZ 1 ,<br />

Özgür Yıldırım KURTGÖZ 1 , Ahmet Burak GÜRPINAR 1 ,<br />

Mehmet Rami HELVACI 2 ,<br />

CONTENTS<br />

1 Tıbbi Biyokimya, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Antakya, Hatay<br />

2 Dahiliye, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Antakya, Hatay<br />

Bu çalışmada, orak hücre anemili hastaların ve orak hücre anemi taşıyıcıların biyokimyasal<br />

parametreleri sağlıklı kişilerle karşılaştırıldı. M.K.Ü. Araştırma ve Uygulama<br />

Hastanesi Hematoloji polikliniğine başvuran hastalardan 25 orak hücre anemili<br />

hasta, 24 orak hücre anemi taşıyıcısı çalışmaya dahil edildi. Hastaların serum demir<br />

(Fe), ferritin, serbest demir bağlama kapasitesi (SDBK), hemoglobin (Hb), hematokrit<br />

(Htc), total protein, total kolesterol, trigliserit, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol<br />

parametreleri otoanalizörler kullanılarak ölçüldü. Orak hücre anemili hastaların serum<br />

demir değerleri; sağlıklı kişilerin serum demir değerlerinden anlamlı olarak daha<br />

düşük bulundu. Orak hücreli anemi hastalarının ferritin değeri sağlıklı kişilere göre<br />

daha yüksek bulundu. Hemoglobin, hematokrit ve HDL kolesterol değerleri gruplar<br />

arası karşılaştırıldığında orak hücre anemili hastalarda daha düşük olmak üzere bütün<br />

gruplarda anlamlı fark tespit edildi. Orak hücre anemili hastalarda LDL kolesterol,<br />

total kolesterol ve serbest demir bağlama kapasitesi değerleri taşıyıcı ve sağlıklılara<br />

göre daha düşük saptandı. Sonuç olarak, bu parametreler açısından taşıyıcı ve sağlıklı<br />

grup arasında anlamlı bir fark saptanmazken, orak hücre anemili hastaların taşıyıcı ve<br />

sağlıklı gruba göre anlamlı değişkenlik gösterdiği tespit edildi.<br />

1 Medical Biochemistry, Faculty of Medicine of Mustafa Kemal University,<br />

Antakya, Hatay<br />

2 Internal Medicine, Faculty of Medicine of Mustafa Kemal University, Antakya,<br />

Hatay<br />

This study aimed at comparing the biochemical parameters of the patients having contracted<br />

sickle cell anemia (SCA) as well as the traits of disease with those of healthy<br />

people. To this end, out of the patients applying to the hematology clinic at the research<br />

hospital in M. K. University, 25 SCA patients in addition to 24 traits were put in the<br />

research. Serum iron (Fe), ferritin, free iron binding capacity (FIBC), hemoglobin<br />

(Hb), hematocrit (Htc), total protein, total cholesterol, trigliserid, LDL-cholesterol and<br />

HDL-cholesterol parameters were measured with autoanalyzers. Serum iron readings<br />

of SCA patients were detected to be significantly lower than those of healthy people.<br />

Ferritin readings of SCA patients were found to be higher than those of healthy ones.<br />

When the readings for hemoglobin, hematocrit and HDL-cholesterol were compared,<br />

a significant difference was detected among the groups, meanwhile the lower readings<br />

belonging to the SCA patients. LDL-cholesterol and total cholesterol values as well<br />

as free iron binding capacity of those patients proved to be lower than those of the<br />

traits as well as of the healthy people. In conclusion, while no significant difference<br />

was found between the trait and the healthy group in terms of those parameters, SCA<br />

patients differed significantly from the trait and the healthy group.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-007<br />

Anormal Hemoglobin Tanısında Selüloz Asetat Elektroforezi, HPLC, Ce<br />

Yöntemlerinin Karşılaştırılması<br />

Gülhan KARAKOYUN, Esin Damla ZİYANOĞLU KARAÇOR, Ali SÖNMEZ,<br />

Abdullah TULİ, Levent KAYRIN, Kıymet AKSOY, Nurten DİKMEN,<br />

P-007<br />

Comparison Of Cellulose Acetate Electrophoresis, Hplc, Ce At The Diagnosis<br />

Of The Abnormal Hemoglobin<br />

Gülhan KARAKOYUN, Esin Damla ZİYANOĞLU KARAÇOR, Ali SÖNMEZ,<br />

Abdullah TULİ, Levent KAYRIN, Kıymet AKSOY, Nurten DİKMEN,<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Biyokimya, Çukurova Üniversitesi<br />

Medical Chemistry, Çukurova Üniversitesi<br />

Çukurova de anormal hemoglobinlerin en sık görüldüğü bölgedir. Özellikle orak hücre<br />

anemisi taşıyıcı sıklığı bölgede çok yüksek olup bölgenin illeri arasında farklılıklar<br />

göstermekte, bu oran bazı yerlerde %50’lere kadar çıkabilmektedir. Çalışmada<br />

kliniğimize başvuran 50 anormal hemoglobinli olgu incelenmiştir. Bu olguların hemoglobin<br />

tipleri selüloz asetat elektroforezi (CAE), yüksek basınçlı sıvı kromatografisi<br />

(HPLC, Agilent 1100 kısa hemoglobin programı) ve kapiller elektroforez (CE) (Sebia)<br />

ile incelenmiştir. Çalışmanın amacı anormal hemoglobinlerin tanısında kullanılan<br />

bu yöntemlerin karşılaştırılmasıdır. Çalışma sonucunda, CAE ile 2 olgu Hb SS(F), 3<br />

olgu Hb AE, 45 olgu Hb AS olarak belirlenmiş; bunların HPLC ve CE çalışmasında<br />

CAE ile Hb AS gibi görünen 2 olgunun Hb AD olduğu, Hb SS görünen bir olgunun<br />

ise Hb SD olduğu belirlenmiştir. Bu olguların moleküler analizinde ise Hb AD<br />

gibi görünen bir olgunun Hb Stanleyville II olduğu belirlenmiştir. Selüloz asetat elektroforezi<br />

ucuz olmakla birlikte anormal hemoglobinlerin ayrımında yeterli değildir.<br />

Hb SD’li olgudaki hemoglobin piklerinin ayrımının HPLC’de CE’den daha belirgin<br />

olduğu gözlenmiş bu da kapiller elektroforez için dezavantajdır. Bu yöntemler tanı<br />

koymada yardımcı olmakla birlikte kesin tanının moleküler yöntemlerle konulması<br />

gerekmektedir.<br />

Çukurova region in Turkey, is one of the most common place for abnormal hemoglobins.<br />

Especially sickle cell anemia carrier’s frequency is very high in this region.<br />

Also the variation for this value is observed between the cities. On the other hand in<br />

some place the ratio reaches to 50%. In this study 50 samples were collected from<br />

the patient with abnormal hemoglobin which are applied to our clinic. The hemoglobin<br />

types of these specimens studied by cellulose acetate electrophoresis (CAE), high<br />

pressure liquid chromatography (HPLC, Agilent 1100, short hemoglobin program)<br />

and capillary electrophoresis (CE). The aim of this study was the comparison of these<br />

methods which are using for diagnosis of abnormal hemoglobins. At the end of the<br />

CAE studies we determined 2 events as Hb SS(F), 3 events as Hb AE and 45 events<br />

as Hb AS. But when the same samples were studied with HPLC and CE one of the<br />

sample was found Hb SD, not Hb SS, and 3 sample were found Hb AD, not Hb AS,<br />

and also among those one of them was found Hb Stanleyville II, not Hb AD when the<br />

molecular analyses were applied to those samples. Even if CAE is a cheaper method<br />

according to the others, the resolution is not enough. On the other hand the separation<br />

of Hb SD peaks is better with HPLC according to CE and this is the disadvantage of<br />

CE method. These methods were helpful for diagnosis of abnormal hemoglobin’s<br />

although diagnostically the most accurate method is the molecular one.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-008<br />

Adıyaman’da Beta Talasemi Prevalansı<br />

Ahmet GENÇ 1 , Deniz TAŞTEMİR 1 , Mehmet BÜYÜKLEYLA 2 ,<br />

Murat ÇELİKER 3 ,<br />

P-008<br />

Beta Thalassemia Prevalance In Adiyaman City<br />

Ahmet GENÇ 1 , Deniz TAŞTEMİR 1 , Mehmet BÜYÜKLEYLA 2 ,<br />

Murat ÇELİKER 3 ,<br />

CONTENTS<br />

1 Sağlık Hizmetleri MYO, Adıyaman Üniversitesi, Adıyaman<br />

2 Biyoloji, Çukurova Üniversitesi<br />

3 Biyokimya, Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi<br />

1 Academy of Health Care, Adıyaman University, Adıyaman<br />

2 Biology, Çukurova University<br />

3 Biochemistry, Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi<br />

Beta talasemi Türkiye genelinde major sağlık problemlerinden biridir. Ülke genelinde<br />

beta talasemi taşıyıcı sıklığının %2.1 olduğu tahmin edilmekle birlikte bazı bölgelerde<br />

bu oran %10’a kadar yükselmektedir. Özellikle Akdeniz, Marmara ve Ege Bölgelerinin<br />

33 ilinde evlilik öncesi hemoglobinopati taraması yapılırken, Doğu Anadolu<br />

ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ise sadece belirli merkezlerde (Şanlıurfa`da<br />

%6.4, Kahramanmaraş`ta %0.7, Gaziantep`te %3.9, Erzurum`da %0.7, Diyarbakır`da<br />

%3.6, Elazığ`da %0.7 ve Van`da %2.1) beta-talasemi insidansı belirlenmiştir. Bununla<br />

birlikte, Adıyaman ilindeki b-talasemi taşıyıcı sıklığı ve genotipleri bilinmemektedir.<br />

Bu çalışmada Adıyaman ilindeki beta talasemi taşıyıcı sıklığını ve taşıyıcıların<br />

genotiplerini belirlemek amacıyla evlilik öncesi tarama için başvuruda bulunan 1616<br />

kişinin HPLC ve kan sayımları incelendi. Bu kişilerin 1138’i Adıyaman merkezde,<br />

238’si Adıyaman ilçelerinde ve 206’sı Adıyaman ili dışında yaşamaktadır. Çalışmada<br />

HbA2 değerleri %3.7`den yüksek, MCV değerleri 80 fL`den düşük olan örnekler ile<br />

anormal hemoglobin taşıyan kişilerin mutasyonları DNA dizi analizi ile tanımlandı.<br />

Çalışmanın sonucunda Adıyaman merkezde 26 kişi, ilçelerde 2 kişi ve il dışından 2<br />

kişide beta talasemi taşıyıcılığı tespit edildi. Sonuç olarak Adıyaman ilinde beta talasemi<br />

taşıyıcı sıklığı %2.29 ve anormal hemoglobin sıklığı %0.07 olarak belirlendi.<br />

Adıyaman ilindeki beta talasemi taşıyıcı sıklığı ile ülkemizdeki sıklık birbirine yakın<br />

bulundu.<br />

Beta thalassemia is one of the major health problems overall Turkey. It is estimated<br />

that on a general scale, beta thalassemia carrier frequency is 2.1% and this ratio reaches<br />

even as high as 10% in certain regions. In 33 cities particularly from regions of Mediterranean,<br />

Marmara and Aegean, premarital hemoglobinopati survey is performed<br />

whereas in Eastern and Southeastern Regions only in a few centers has beta-thalassemia<br />

incidence been detected (in Şanliurfa 6.4%, Kahramanmaras 0.7%, Gaziantep<br />

3.9%, Erzurum 0.7%, Diyarbakir 3.6%, Elazig 0.7% and Van 2.1%). However, b-<br />

thalassemia carrier frequency and genotypes were not known for city of Adiyaman.<br />

In present study, in order to detect beta thalassemia carrier frequency and genotypes<br />

of carriers for city of Adiyaman, HPLC and blood counts of 1616 people who applied<br />

for premarital tests have been analyzed. Of all these applicants, 1138 live in Adiyaman<br />

city center and 238 in districts of Adiyaman and 206 live outside Adiyaman. In this<br />

research, samples with above 3.7% HbA2 values and below 80 fL, MCV values and<br />

mutations of individuals with abnormal hemoglobin have been completed via DNA<br />

sequencing. At the end of research in center of Adiyaman 26 people, in its districts 2<br />

people and outside city 2 people have been identified as carriers of beta thalassemia.<br />

To conclude the frequency of beta thalassemia carriers for city of Adiyaman is 2.29%<br />

and frequency of abnormal hemoglobin is 0.07%. A similarity has been witnessed<br />

between the overall Turkey and city of Adiyaman with respect to beta thalassemia<br />

carrier frequency.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-009<br />

Stabil Durumdaki Orak Hücreli Anemi Hastalarının Hemolizat Lipitlerinin<br />

Taşıyıcı Ve Sağlamlarla Kıyaslanması<br />

Yeşim ÖZTAŞ 1 , Selma ÜNAL 2 , Nuriman ÖZGÜNEŞ 1<br />

P-009<br />

Comparison Of Hemolysate Lipids Of Steady State Sickle Cell Anemia<br />

Patients With Carriers And Controls<br />

Yesim OZTAS 1 , Selma UNAL 2 , Nuriman OZGUNES 1<br />

CONTENTS<br />

1Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

2Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Hematoloji Ünitesi,<br />

Mersin<br />

Stabil durumdaki orak hücreli anemi (OHA) hastalarının hemolizat lipitlerinin<br />

miktar veya içerik yönüyle, taşıyıcı ve sağlıklı çocuklardan olası farkının<br />

araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Son 3 ayda krize girmemiş ve transfüzyon almamış 15 OHA hastası çocuk, 10<br />

taşıyıcı ve 10 sağlıklı çocuğa ait kan örneklerinden elde edilen eritrosit paketinden<br />

Folch yöntemiyle lipit ekstraksiyonu yapıldı. Ekstrelerde, kit ile kolesterol ve<br />

trigliserit (TG) tayin edildi. Sonuçlar, Drabkin yöntemiyle belirlenen, hemolizat<br />

hemoglobin (Hb) düzeyine oranlanarak verildi. Hemolizat, sitozol ve gost olarak<br />

ayrılarak, ayrıca lipit ekstraksiyonu yapıldı. Lipit ekstreleri ince tabaka kromatografisi<br />

(TLC) ile incelendi.<br />

Hemolizat lipit ekstrelerindeki kolesterol düzeyleri hastalarda 3.79±0.8 mg/g<br />

Hb, taşıyıcılarda 3.34±0.61 mg/g Hb ve sağlamlarda 3.26±0.54 mg/g Hb olarak<br />

bulundu. Hastalara ait hemolizat kolesterol düzeyleri rölatif olarak yüksekse de<br />

taşıyıcı ve sağlamlardan farkı anlamlı değildi (p=0.165). Hemolizat TG düzeyleri<br />

hasta, taşıyıcı ve sağlamlarda sırasıyla 0,66±0,29 mg/g Hb, 0,58±0,17 mg/g<br />

Hb ve 0,64±0,13 mg/g Hb olarak bulundu, sonuçlar benzerdi (p=0.627). TLC ile<br />

nötral lipitlerin incelenmesi sonucunda, tüm örneklerde hemolizat ve gostta daha<br />

yoğun olarak ve sitozolde az miktarda kolesterol görüldü. Her bir gruptan seçilen<br />

iki örnekle yapılan polar lipitlerin incelenmesinde sifingomyelin, fosfatidil kolin,<br />

fosfatidil inozitol ve fosfatidil etanolamin varlığı görüldü.<br />

SONUÇ: Stabil durumdaki OHA hastalarında, taşıyıcı ve sağlamlara kıyasla, hemolizat<br />

lipit içeriği ve miktarında farklılık gözlenmedi.<br />

1Hacettepe University, Faculty of Medicine, Department of Medical<br />

Biochemistry, Ankara<br />

2Mersin University, Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, Division of<br />

Hematology, Mersin<br />

The difference in the amount and content of hemolysate lipids of steady state<br />

sickle cell anemia (SCA) patients, carriers and healthy controls were investigated.<br />

15 SCA patients that had not been in crisis and had any transfusion for the last<br />

three months, 10 carriers and 10 healthy children were included in the study. After<br />

the blood samples were collected, erythrocyte packet was obtained and used<br />

for lipit extraction by using Folch’s method. Cholesterol and triglyceride (TG)<br />

levels were detirmined in the extract by using kits. Results were expressed per g<br />

hemoglobin in the hemolysate which was measured by Drabkin’s method. Ghost<br />

and cytosol was also obtained from the hemolysate and lipids were extracted. The<br />

extracts were applied in thin layer chromatography (TLC).<br />

Cholesterol levels in the lipid extract of the hemolysate samples were 3.79±0.8<br />

mg/g Hb in SCA patients, 3.34±0.61 mg/g Hb in SCA carriers and 3.26±0.54<br />

mg/g Hb in controls. There is a relative increase of cholesterol levels in the lipid<br />

extract, but the difference is not significant (p=0.165). Triglyceride levels in the<br />

hemolysate extract were not different between the groups, being 0,66±0,29 mg/g<br />

Hb in patients, 0,58±0,17 mg/g Hb in carriers and 0,64±0,13 mg/g Hb in controls<br />

(p=0.627). Investigating neutral lipids by TLC, cholesterol was observed highly<br />

in gost and hemolysate and to a less extent in cytosol of ll samples. Polar lipids<br />

were investigated in 2 children from each group and sphingomyelin, phosphatidiyl<br />

cholin, phosphatidyl inositol, and phosphatidyl ethanolamin were observed.<br />

The hemolysate lipids were not different in steady state sickle cell anemia patients,<br />

carriers and controls by means of content and quantity.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-010<br />

Fibronektine Bağlı H-ras aktif Hücrelerinin Apoptoz Mekanizmasının<br />

İncelenmesi<br />

Zerrin İncesu, Çağlar Fırat<br />

P-010<br />

Investigation of Apoptotic Mechanism of Fibronectin bound-H-ras<br />

active cells<br />

Zerrin İncesu, Çağlar Fırat<br />

CONTENTS<br />

Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri, Biyokimya A.D.,<br />

Eskişehir<br />

Anadolu University, Faculty of Pharmacy , Basic Pharmaceutical Sciences Department<br />

of Biochemistry, Eskisehir<br />

Fibronektin, ekstrasellüler matriksin glikoprotein ailesine ait yüksek moleküler kütleli<br />

bir proteindir. Hücre zarında lokalize olmuş integrin molekülleri ile etkileşimde bulunur.<br />

Bu protein; hücre gelişimi, hücre farklılaşması, doku oluşumu, apoptoz gibi bir<br />

çok hücresel olayda önemli etkiye sahiptir. Ayrıca fibronektin reseptörleri tümörojenik<br />

fenotiple ilişkilendirilmiş ve metaztaz oluşumu için önemlidir.<br />

Bu çalışmada, H-ras aktif sıçan embriyo fibroblast hücrelerinin fibronektin proteinine<br />

bağlanma kapasitelerinin ve bu bağlanmanın hücre apoptozu üzerine etkilerinin belirlenmesi<br />

amaçlanmıştır.<br />

Bu hücrelerin fibronektin proteinine bağlanması protein konsantrasyonuna bağlı<br />

olarak değişim göstermiş ve hücrelerin 30 ug/ml fibronektin’e maksimal oranda<br />

bağlandığı bulunmuştur. Buna karşın, 30 ug/ml fibronektin’e bağlanan hücrelerin<br />

canlılığını sürdürerek apoptoza gitmediği, 10 ug/ml fibronektin’e bağlanma gösteren<br />

hücrelerde ise apoptotik mekanizmanın tetiklendiği görülmüştür. Kaspaz-3 ve kaspaz-9<br />

enzimlerinin fibronektin’e bağlı fibroblast hücre apoptozu üzerine olan etkileri<br />

bu enzimlere spesifik inhibitörlerin kullanılması ile incelenmiştir. Her iki enzimin<br />

ayrı ayrı inhibisyonu sonucunda, fibronektin’e bağlı bu hücrelerin apoptoz oranında<br />

azalma tespit edilmiştir.<br />

Sonuç olarak, H-ras aktif hücrelerinin farklı dozlardaki fibronektin’e bağlanması sonucunda<br />

doza bağlı olarak apoptoz mekanizmasının indüklediği ve bu mekanizmanın<br />

tetiklenmesinde kaspaz-3 ve kaspaz-9’un rol oynadığı düşünülmektedir.<br />

Fibronectin is one of the extracellular matrix glycoproteins with high molecular<br />

weight. Integrins which are localised on cell membrane can be able to attach to the fibronectin<br />

proteins. Fibronectin plays an importan role in many cellular activities, such<br />

as cell growth, differentiation and migration, tissue formation and apoptosis. Fibronectin<br />

receptors are related to the tumorigenic phenotype and important for metastasis.<br />

The purpose of this study was to determine the adhesion capacity of H-ras active rat<br />

embryo fibroblast cells to fibronectin protein and the effects of this adhesion on cell<br />

apoptosis.<br />

The results obtained from adhesion assay, suggest that binding of these cells to a fibronectin<br />

substrate is dose dependent and cell adhesion increased to a maximum at 30 ug/<br />

ml concentration of fibronectin. The cells which adhered to 30 ug/ml fibronectin continued<br />

to survive however the cells which adhered to 10 ug/ml fibronectin was found<br />

to be apoptotic. The effects of caspase-3 and caspase-9 on fibronectin-bound cells<br />

was investigated by using spesific caspase inhibitor molecules. The results showed<br />

that inhibition of these apoptotic enzymes in H-ras active cells reduced the DNA fragmentation.<br />

As a results, apoptosis was induced on these cells by binding to fibronectin hovewer<br />

this effect seems to be dose-dependent. Both caspase-3 and caspase-9 might have a<br />

critical role on apoptosis of fibronectin bound-cells.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-011<br />

Hypericum Perforatum L. Hiperforin Ve Aristoforin’in MCF-7 Ve HeLa<br />

Hücreleri Üzerine Etkilerinin Araştırılması<br />

Çiğdem YENİSEY 1 , Zafer TEKE 2 , Viki KALDERON 3 , Sabriye TÜRKER 3 ,<br />

H. Kübra BAŞALOĞLU 4 , Mukadder SERTER 1 , Serhan SAKARYA 5<br />

P-011<br />

A Comparative Study Of Effects Of Hypericum Perforatum L., Hyperforin<br />

And Aristoforin On MCF-7 And HeLa Cell Lines<br />

Çiğdem YENİSEY 1 , Zafer TEKE 2 , Viki KALDERON 3 , Sabriye TÜRKER 3 ,<br />

H. Kübra BAŞALOĞLU 4 , Mukadder SERTER 1 , Serhan SAKARYA 5<br />

CONTENTS<br />

1 Tıbbi Kimya A.D, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi , Aydın<br />

2 Gastroenteroloji Cerrahi Kliniği Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Ankara<br />

3 Fen Bilimleri Bölümü, Özel Çakabey Anadolu Lisesi, İzmir<br />

4 Histoloji ve Embriyoloji, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi , Aydın<br />

5 Klinik Mikrobiyoloji ve Enfoksiyon Hastalıkları, Adnan Menderes Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi, Aydın<br />

Hiperforin, phloroglucinol derivatı olup, başlıca antidepresan etkisi bilinmekle birlikte son<br />

zamanlarda tümör hücrelerinde apoptozu indüklediği, kanserin invazyonunu ve metastazını<br />

inhibe ettiği rapor edilmiştir. Hiperforin ekstresinin 5 ve 15 µM konsantrasyonunun MCF-<br />

7 ve HeLa hücreleri üzerindeki apoptoz etkileri karşılaştırıldığında, aralarındaki farkın,<br />

p=0.006 ve p=0.05 düzeylerinde anlamlı olduğu görülmüştür. Bu nedenle, hiperforin’in<br />

HeLa hücrelerinde apoptotik etkiden çok anti-proliferatif etki gösterdiği düşünülmektedir.<br />

Aristoforin ekstresinde 15 ve 30 µM konsantrasyonunun MCF-7 ve HeLa hücreleri üzerindeki<br />

apoptoz etkileri kıyaslandığında, aralarındaki farkın, p=0.005 ve p=0.004 düzeylerinde<br />

anlamlı olduğu görülmekte olup, aristoforin’in MCF-7 hücreleri üzerinde etkisinin<br />

daha fazla olduğunu düşündürmektedir. Hypericum perforatum L. için 5, 15 ve 30 µM’luk<br />

çözeltilerinin MCF-7 ve HeLa hücreleri üzerindeki apoptoz etkileri, karşılaştırıldığında<br />

aralarındaki farın, p=0.03, p=0.05, p= 0.036 olduğu saptanmış olup, MCF-7 hücreleri<br />

üzerindeki apoptotik etkisinin çok daha fazla olduğu görülmektedir. Ayrıca, Hyperforin’in<br />

30 µM konsantrasyonu HeLa hücrelerinde anti-proliferatif etki göstermiş ve mikroskopta<br />

sayma alanında hemen hemen hiç canlı hücreye rastlanmazken, MCF-7 hücreleri üzerinde<br />

en fazla hücreyi apoptoza götürmüştür. Hiperforin hücre proliferasyonu üzerine, hücre<br />

tipine spesifik olmaksızın engelleyici etki gösterirken, Hypericum perforatum L.’un hücre<br />

tipi ve ortam CO2 miktarına göre farklı etki gösteren bir seçiciliğinin olduğu gösterilmiştir.<br />

Kanser hücreleri üzerindeki bu seçicilik tedaviye yönelik yeni stratejilerin geliştirilmesinde<br />

faydalı bir özellik olabilir. Açıklama: Çalışmamızda gerekli olan Hiperforin ve Aristoforin<br />

ekstrelerini sağlayan ve çalışmamızın her aşamasında bize destek olan Almanya, Leipzig<br />

Üniversitesi Organik Kimya Enstitüsünden Bölüm Başkanı Prof.Dr. Athanassios GI-<br />

ANNIS ve Doktora öğrencisi Aybike YEKTAOĞLU’na teşekkür ederiz.<br />

1 Medical Chemistry, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aydın<br />

2 Clinic of Gastroenterology Surgery Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

3 Department of Physical Sciences, Özel Çakabey Anadolu Lisesi<br />

4 Histology ve Embryology, Faculty of Medicine Adnan Menderes University<br />

5 Medical Chemistry, Faculty of Medicine Adnan Menderes University<br />

5 Clinic Microbiology and Infection Diseases, Faculty of Medicine Adnan Menderes University<br />

Although hyperforin, a derivative of phloroglucinol, is mainly known to have an antidepressant<br />

effect, it has been recently reported that this subtance induces apoptosis in tumor cells and inhibits<br />

invasion and metastasis of cancer. When the apoptotic effects of hyperforin extract on MCF-<br />

7 and HeLa cells were compared at 5 and 15 µM concentrations we found that there was a<br />

statistically significant difference (p=0.006 and p=0.05, respectively). Therefore, it is considered<br />

that hyperforin has an antiproliferative effect on HeLa cells rather than an apoptotic effect.When<br />

the apoptotic effects of aristoforin extract on MCF-7 and HeLa cells were compared at 15 and<br />

30 µM concentrations under a 5% carbon dioxide atmosphere, we found that there was a statistically<br />

significant difference (p=0.005 and p=0.004, respectively), suggesting that aristoforin<br />

has more powerful apoptotic effect on MCF-7 cellsWhen the apoptotic effects of Hypericum<br />

perforatum L. on MCF-7 and HeLa cells were compared at 5, 15 and 30 µM concentrations we<br />

found that there were statistically significant differences (p=0.03, p=0.05 and p=0.036, respectively).<br />

It appears that Hypericum perforatum L. has much more apoptotic effect on MCF-7<br />

cells. In addition, hyperforin at a 30 µM concentration had an antiproliferative effect on HeLa<br />

cells and no viable cells were seen during the cell counting procedure at the microscopic examination.<br />

It also showed more apoptotic effect on MCF-7 cells under the normal circumstances.<br />

According to our findings, although hyperforin demonstrated a preventive effect on cell proliferation<br />

that was not associated with cell type, Hypericum perforatum L. was shown to have a<br />

selective effect on the cell lines at the different amounts of carbon dioxide in the enviroment.<br />

This selective effect on cancer cells could be a beneficial tool in the context of development of<br />

new treatment modalities. Aknowledgement: We thank to Prof. Athanassios GIANNIS, who is<br />

Director of Institute of Organic Chemistry at the University of Leipzig, Germany, for providing<br />

us the extracts, hiperforin and aristoforin and giving us valuable suggestions, and also to Aybike<br />

YEKTAOGLU, Ph.D. candidate.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-012<br />

H-RAS Hücre Hattında Kafeik Asit Birikmesi Ve Histopatolojik<br />

Değişiklikler<br />

Arzu İŞCAN 1 , H.Mehtap KUTLU 2 , Gamze GÜNEY 3<br />

P-012<br />

Histopathological Alterations And Caffeic Acid Accumulations On H-RAS<br />

Transformed Cell Line<br />

Arzu İŞCAN 1 , H.Mehtap KUTLU 2 , Gamze GÜNEY 3<br />

CONTENTS<br />

1Bitki, İlaç ve Araştırma Merkezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir<br />

2Biyoloji, Anadolu Üniversitesi<br />

3Biyoteknoloji, Anadolu Üniversitesi<br />

1Phyto, Medicine and Research Center, Anadolu Üniversitesi , Eskişehir<br />

2Biology, Anadolu Üniversitesi<br />

3Biotechnology, Anadolu Üniversitesi<br />

Doğal bir fenolik antioksidan olan kafeik asit sebze, meyve ve içeceklerde yaygın<br />

bir şekilde bulunan ve insan beslenmesinde önemli bir yeri vardır. Kafeik asit bir<br />

antioksidandır ve karsinogenik inhibitör olarak görev alır. Karsinogenler, kanseri yapan<br />

ajanlar veya maddeler olarak yer alırlar. Kafeik asidin içinde olduğu antioksidanlar<br />

ise kanser ve koroner hastalıkları önlerler. Kafeik asit antioksidan aktivitesi,<br />

enzim aktivitesini inhibe etme, anti-inflamatuar aktivite ve HIV replikasyonunu inhibe<br />

etme gibi geniş biyolojik aktivitelere sahip olduğu bilinmektedir. Son zamanlarda,<br />

kafeik asit hücresel yanıtta oksidatif değişiklikleri düzenlediği gösterilmiştir.<br />

Bu çalışmanın amacı, kafeik asidin mekanizmasının ve 5RP7 hücrelerinde apoptozun<br />

araştırılmasıdır. Kafeik asidin 5RP7 hücrelerine hızlı bir şekilde girdiği ve zamana ve<br />

konsantrasyona bağlı olarak hücreleri öldürdüğü MTT (4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-<br />

diphenyltetrazolium bromide) methodu ile bulunmuştur. Kafeik asidin 5RP7 hücrelerinde<br />

ince yapıda yaptığı değişiklikler ve bu yapısal değişiklikler TEM( Geçirimli<br />

Elektron Mikroskobu) ve Konfokal Mikroskobu ile gösterilmiştir.<br />

Caffeic acid, a natural phenolic antioxidant, is widely distributed in vegetables, fruits,<br />

and beverages, and is therefore an integral part of the human diet. Caffeic acid is an<br />

antioxidant and it can also act as a carcinogenic inhibitor. Carcinogens refer to any<br />

substances or agents that are involved in the promotion of cancer. Antioxidants, including<br />

caffeic acid, are essential in preventing diseases such as cancer or coronaries.<br />

Caffeic acid has been reported to possess a wide spectrum of biological effects such<br />

as antioxidant activity, inhibition of enzyme activities (lipoxygenase, glutathione S-<br />

transferase, xanthine oxidase), antitumor activity, anti-inflammatory effect, and inhibition<br />

of HIV replication. More recently, caffeic acid has been demonstrated to modulate<br />

cellular response on oxidative challenge. The aim of this study was to investigate<br />

the mechanism of induce caffeic acid, apoptosis in 5RP7(H-ras transform cell line). It<br />

was found that caffeic acid entered in 5RP7 (H-ras transform cell line) very quickly<br />

and then inhibited their survival in a concentration- and time-dependent manner. Caffeic<br />

acid induced characteristic morphological changes typical of apoptosis in these<br />

cells by using MTT (4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide)<br />

methods. We investigated that ultrastructural effect of caffeic acid, against on H-ras<br />

transformed cell line and ultrastructural changes of these cells by using Transmission<br />

Electron Microscopy (TEM) and Confocal Microscopy.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-013<br />

Diyabetik Ratların Beyin Dokularında Apoptozis Oranları<br />

Kamil SEYREK 1 , Funda KIRAL 2 , Pınar Alkım ULUTAŞ 2 , Hasan AKŞİT 2 ,<br />

Turgut ŞEKERLER 2<br />

P-013<br />

Rate Of Apoptosis In Diabetic Rats Brain<br />

Kamil SEYREK 1 , Funda KIRAL 2 , Pınar Alkım ULUTAŞ 2 , Hasan AKŞİT 2 ,<br />

Turgut ŞEKERLER 2<br />

CONTENTS<br />

1 Temel Bilimler, Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir<br />

2Temel Bilimler, Adnan Menderes Üniversitesi<br />

1Basic Sciences, Balıkesir University, Balıkesir<br />

2Basic Sciences, Adnan Menderes University<br />

Yirmi adet rat iki gruba ayrılarak deney grubundakilere 50 mg/kg streptozotosin intraperitonal<br />

olarak verildi. Kontrol grubundaki hayvanlara ise aynı yoldan sodyum<br />

sitrat solüsyonu enjekte edildi. Apoptosisi gösteren stoplazmik histonlara sarılı DNA<br />

kırılmaları ELISA yöntemi ile tespit edildi. Ratların serum ve beyin dokularındaki<br />

glukoz, malondialdehit (MDA) ve askorbik asit düzeyleri ile total antioksidan kapasiteleri<br />

(TAS) tespit edildi. Apoptotik hücrelerin varlığını gösteren 405 nm\’daki<br />

ortalama absorbansın anlamlı (P < 0.05) bir artışla 0.33±0.24 U\’den 0.73 ± 0.39<br />

U\’ye çıktığı tespit edildi. Kontrol grubundakiler (2.97 ± 1.06 µmol/g protein ) ile<br />

karşılaştırıldığında diyabetik ratların beyin dokularındaki MDA düzeylerinde (3.86 ±<br />

2.83 µmol/g protein) bir artışın bulunduğu, ancak bunun istatistiksel bir anlam ifade<br />

etmediği (P > 0.05) tespit edildi. Diyabetik ratların serum MDA düzeylerinde (19.30<br />

± 3.46 µmol/L) kontrol grubuna göre (16.21 ± 2.85 µmol/L) istatistiksel anlamlı bir<br />

artışın varlığı saptandı. Diyabetik ratların beyin askorbik asit düzeyleri (4.07 ± 0.84<br />

mg/g protein) sağlıklı olanlarınkine (5.60 ± 1.85 mg/g protein) göre istatistiksel olarak<br />

anlamlı düzeyde (P < 0.05) düştüğü saptandı. Deney grubunun serum askorbik asit<br />

düzeylerinin de (6.78 ± 1.97 mg/L) kontrol grubundakilere oranla (11.28 ± 1.87 mg/L)<br />

anlamlı düzeyde (P < 0.001) azaldığı tespit edildi. Diyabetli ratların beyin TAS düzeyleri<br />

(0.38 ± 0.08 mmol trolox equivalent/g protein) kontrol grubunun TAS düzeylerine<br />

(0.54 ± 0.19 mmol trolox equivalent/g protein) oranla ve diyabetli ratların serum TAS<br />

düzeyleri (2.85 ± 0.28 mmol trolox equivalent/L) kontrol grubunun TAS düzeylerine<br />

göre (3.25 ± 0.42 mmol trolox equivalent/L) anlımlı şekilde (P < 0.05) düştüğü<br />

saptandı.<br />

Twenty rats were divided into control and experimental groups at random. In experimental<br />

animals diabetes was induced by intraperitoneal injection of a single 50 mg/<br />

kg dose of streptozotocin, while the animals in control group received sodium citrat<br />

buffer. At the end of the experiment, in brains of the control and experimental animals<br />

apoptosis rate was measured by detecting cytoplasmic histone-associated DNA<br />

fragmentation using ELISA test. Brain and serum levels of glucose, malondialdehyde<br />

(MDA) and ascorbic acid as well as total antioxidant status (TAS) were detected in all<br />

animals. Induction of diabetes with streptozotocin resulted in a statistically significant<br />

increase in the serum glucose from 174.20 ± 21.13 mg/dL in control rats to 376.30<br />

± 40.65 mg/dL in diabetic rats (P < 0.05). The mean absorbance at 405 nm, indicating<br />

apoptosis rate in brain tissue, for healthy brain tissue was 0.33±0.24 U, while it<br />

increased significantly to 0.73 ± 0.39 U in brain tissue from diabetic rats (P < 0.05).<br />

Compared to the control animals brain MDA levels in diabetic rats were remarkably,<br />

but not significantly (P > 0.05), higher (2.97 ± 1.06 µmol/g protein and 3.86<br />

± 2.83 µmol/g protein, respectively). On the other hand, a statistically significant (P<br />

< 0.05) increase from 16.21 ± 2.85 µmol/L to 19.30 ± 3.46 µmol/L was detected in<br />

serum MDA levels of the diabetic rats. Compared to the brain ascorbic acid levels of<br />

healthy rats (5.60 ± 1.85 mg/g protein), diabetic rats showed a significant decrease (P<br />

< 0.05) in their brain ascorbic acid concentration (4.07 ± 0.84 mg/g protein). Likewise,<br />

serum ascorbic acid concentration of experimental animals (6.78 ± 1.97 mg/L)<br />

was significantly (P < 0.001) lower than that of controls (11.28 ± 1.87 mg/L). As to<br />

brain and serum TAS, compared to the control rats a statistical significant (P < 0.05)<br />

decline was observed in diabetic rats. TAS of brain in diabetic rats decreased from<br />

0.54 ± 0.19 mmol trolox equivalent/g protein to 0.38 ± 0.08 mmol trolox equivalent/g<br />

protein. Similarly, serum TAS of diabetic rats reduced from 3.25 ± 0.42 mmol trolox<br />

equivalent/L to 2.85 ± 0.28 mmol trolox equivalent/L.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-014<br />

Hepatosellüler Karsinomda Apoptozis Mekanizması Ve Bazı Benzimidazol<br />

Türevlerinin Hepatosellüler Karsinom Üzerine Etkisi<br />

Ayşegül GÖRÜR 1 , Necmiye CANACANKATAN 1 , Oğuz Emre GÜL 1<br />

Öztekin ALGÜL 2 , Semra ERDOĞAN 3 , Figen DORAN 4<br />

P-014<br />

Mechanisms Of Apoptosis In Hepatocellular Carcinoma And The Effects<br />

Of Some Benzimidazole Derivatives On Hepatocellular Carcinoma<br />

Ayşegül GÖRÜR 1 , Necmiye CANACANKATAN 1 , Oğuz Emre GÜL 1 ,<br />

Öztekin ALGÜL 2 , Semra ERDOĞAN 3 , Figen DORAN 4<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Anabilim Dalı, Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi<br />

2Farmasötik Kimya, Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi<br />

3Biyoistatistik, Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi<br />

4Tıbbi Patoloji, Çukurova Üniversitesi ersitesi, Tıp Fakültesi , Adana<br />

1Department of Biochemistry, Faculty of Pharmacy, Mersin University<br />

2Pharmaceutic Chemistry, Faculty of Pharmacy, Mersin University<br />

3Biostatistic, Faculty of Pharmacy, Mersin University<br />

4Medical Patology, Faculty of Medicine, Çukurova University<br />

Hepatosellüler karsinom (HCC), dünyada en sık görülen malign tümörlerdendir ve<br />

kanser ilişkili ölümlerde 3. sırada yer almaktadır. Malign tümörlü olgularda uygulanan<br />

tedavi stratejilerinin amacı proliferasyon/apoptozis dengesinin tekrar sağlanmasıdır.<br />

Son yıllarda kanser tedavisinde kullanılmak üzere araştırmacıların yoğunlaştığı heterosiklik<br />

bileşiklerden biri de benzimidazol türevleridir. Bu çalışmada, karsinojen<br />

bir ajan olan N-nitrozodietilamin (DEN) ile oluşturulan deneysel HCC’de, apoptozis<br />

mekanizması ve benzimidazol türevi olan 2-(3-Metoksibenzil)-1H-benzimidazol<br />

(BB3) ile 2-(2,4-Diklorobenzil)-1H-benzimidazol (BB4) bileşiklerinin HCC üzerine<br />

etkisi araştırıldı. Kontrol (n=24), HCC (n=18), HCC+BB3 (n=18), HCC+BB4<br />

(n=18) ve HCC+DMSO (n=6) olmak üzere 5 farklı çalışma grubu oluşturuldu. 18<br />

hafta süresince 1 mg/kg/hafta i.p. BB3 ve BB4 uygulamaları yapıldı. Çalışmanın<br />

başlangıcında (0. hafta) kontrol grubundan 6 sıçan öldürüldü. Her bir gruptan rastgele<br />

seçilen 6 sıçan 6., 12. ve 18. haftalarda öldürüldü. Gruplar hem kendi içinde<br />

zamana bağlı olarak, ayrıca 6., 12. ve 18. haftalarda ise birbirleri ile karşılaştırıldı.<br />

Apoptozisin göstergesi olarak kaspaz-3, -8 ve -9 enzimleri kolorimetrik; Fas/FasL<br />

ekpresyonları ise immünohistokimyasal yöntemler ile belirlendi. HCC’ de kaspaz-3<br />

enzim aktivitesinin kontrol grubuna göre arttığı ve BB3’ün ise bu artışı daha fazla<br />

indüklediği saptandı. Ayrıca kontrol grubu ile karşılaştırıldığında HCC, HCC+BB3<br />

ve HCC+BB4 gruplarında Fas ve FasL ekspresyonunun arttığı saptandı. Histopatolojik<br />

incelemelerde HCC gelişiminin BB3 tarafından engellendiği ancak BB4’ ün aynı<br />

etkiyi göstermediği saptandı. Sonuç olarak BB3’ ün HCC tedavisinde umut verici bir<br />

yaklaşım olabileceği öne sürülebilir.<br />

Hepatocellular carcinoma (HCC) is one of the most frequent malign tumors worldwide<br />

which is ranked third among cancer related mortality. The aim of the treatment strategies<br />

in cases with malign tumors is regeneration of the proliferation/apoptosis balance.<br />

Benzimidazole compounds are one of the heterocyclic compound groups that researchers<br />

have been focused on cancer treatments. In this study, we aimed to determine<br />

the mechanisms of apoptosis in HCC and the effect of the benzimidazole derivatives<br />

2-(3-methoxybenzyl)-1H-benzimidazole (BB3) and 2-(2,4-Dichlorobenzyl)-1H-benzimidazole<br />

(BB4) on HCC. Experimental HCC was developed by N- nitrosodiethylamine<br />

(DEN), a carcinogenic agent. 5 groups were included as control (n=24), HCC<br />

(n=18), HCC+BB3 (n=18), HCC+BB4 (n=18), and HCC+DMSO (n=6). BB3 and<br />

BB4 were administered 1 mg/kg/week i.p. during 18 weeks. 6 control rats were killed<br />

at the beginning of the study. 6 rats were chosen randomly from each group and killed<br />

at the end of 6th, 12th and 18th weeks. All groups were evaluated time dependently in<br />

itself and also were evaluated between each other at 6th, 12th and 18th weeks. Apoptosis<br />

was evaluated by measurement of caspase -3, -8 and -9 enzymes by colorimetric<br />

methods and Fas/FasL expression by immunohistochemical staining methods. There<br />

was statistically significant increase in caspase-3 enzymes in HCC group compared<br />

to the controls and this increase was induced by BB3. Additionally, Fas and FasL<br />

expressions were significantly increased in HCC, HCC+BB3 and HCC+BB4 groups<br />

compared to the controls. Histopathological findings indicated that HCC development<br />

reduced by BB3 whereas BB4 failed to show the same effect. In conclusion, BB3 may<br />

be proposed as a promising approach in cancer therapy.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-015<br />

Deneysel Fibrosarkom Modelinde Curcuminin Apoptosis Üzerine Etkisi<br />

Ece Mine DEMİR 1 , Mukadder SERTER 2 , Kemal ERGİN 3 ,<br />

İbrahim METEOĞLU 4 , Kamil SEYREK 1 , Çiğdem YENİSEY 2<br />

1Biyokimya, Adnan Menderes Üniversitesi Devlet Hastanesi , Aydın<br />

2Tıbbi Kimya A.D, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın<br />

3Histoloji ve Embriyoloji, Adnan Menderes Üniversitesi<br />

4Patoloji, Adnan Menderes Üniversitesi<br />

Fibrosarkom bir yumuşak doku sarkomudur. Bcl-2 ve Bax, apopitoza aracılık eden<br />

bcl ailesine ait proteinlerdir. Bax proteini apoptotik, Bcl-2 proteini antiapoptotik etkiye<br />

sahiptir. Curcumin son yıllarda apoptotik etkisi ve bu etki nedeniyle kanserde<br />

tedavi amaçlı kullanımı çok araştırılan doğal bir moleküldür.Bu çalışmanın amacı;<br />

curcuminin fibrosarkom üzerine apoptotik etkisini ve Bcl-2, Bax proteinlerinin<br />

ekspresyonlarının nasıl etkilendiğini incelemektir. Çalışmaya 24 adet Wistar Albino<br />

erkek sıçan alındı. Sıçanlar kontrol (n=8), fibrosarkom (n=6), fibrosarkom+curcumin<br />

tedavi (n=5), sadece curcumin grubu (n=5) olmak üzere dört gruba ayrıldı. Apoptozun<br />

saptanması için doku kesitlerinde tunel yöntemi kullanılarak apoptotik hücre sayımı<br />

yapıldı. Bcl-2 ve bax proteinlerinin ekspresyonları Western blot ve immunohistokimyasal<br />

yöntemler kullanılarak gösterildi. Apoptotik hücreler fibrosarkom+curcumin<br />

grubunda fibrosarkom grubuna göre anlamlı olarak artmış bulundu (p=0.006). Sadece<br />

curcumin uygulanan grup ve kontrol grubu arasında değişiklik olmadığı görüldü.<br />

(p=0.448). Fibrosarkomda curcumin tedavisinin Bcl-2 protein ekspresyonunu istatistiksel<br />

olarak anlamlı olmamakla birlikte belirgin şekilde azalttığı saptandı (p=0.068).<br />

Bax ekspresyonu ise tedavi ile değişiklik göstermedi (p=0.223). Bizim çalışmamızda<br />

elde ettiğimiz sonuçlar, curcuminin fibrosarkom dokusu üzerine güçlü şekilde apoptotik<br />

etki yaptığını ve bu etkide bcl-2 ekspresyonunun rolü olduğunu, ancak Bcl-2<br />

ekspresyonundaki azalmanın apoptotik hücre sayısındaki artış kadar güçlü olmaması<br />

nedeniyle, muhtemelen curcuminin apoptotik etkisinde farklı mekanizmaların da rol<br />

oynuyor olabileceğini göstermektedir.<br />

P-015<br />

Effects Of Curcumin On Apoptosis In An Experimental Fibrosarcoma<br />

Model<br />

Ece Mine DEMİR 1 , Mukadder SERTER 2 , Kemal ERGİN 3 , İbrahim METEOĞLU 4 ,<br />

Kamil SEYREK 1 , Çiğdem YENİSEY 2<br />

1Biochemistry, Adnan Menderes Üniversity, State Hospital, Aydın<br />

2Medical Chemistry, Adnan Menderes University<br />

3Histology ve Embriyology, Adnan Menderes University<br />

4Patology, Adnan Menderes University<br />

Fibrosarcoma is a sarcoma of the soft tissue. Bcl-2 and Bax, proteins which belong<br />

to the bcl family, mediate apoptosis. Bax protein has apoptotic effects, whereas Bcl-2<br />

protein has anti-apoptotic effects. Curcumin is a natural molecule which has apoptotic<br />

effects. The aim of this study was to investigate apoptotic effects of circumin on fibrosarcoma<br />

and expressions of Bcl-2 and Bax proteins. The study was performed on<br />

24 Wistar Albino male rats. They were divided into four groups; i.e. control group<br />

(n=8), fibrosarcoma group (n=6), fibrosarcoma+curcumin group (n=5) and circumin<br />

group (n=5). Tunnel technique was used to count apoptotic cells in tissue sections to<br />

determine apoptosis. Western blot and immunohistochemical methods were used to<br />

determine expressions of Bcl-2 and bax proteins. There was a significant increase in<br />

the number of apoptotic cells in fibrosarcoma +curcumin group compared to fibrosarcoma<br />

group (p=0.006). There was not a significant change in circumin and control<br />

groups (p=0.448). Circumin was found to decrease Bcl-2 protein expression considerably<br />

in fibrosarcoma, though not significantly (p=0.068). There was not a significant<br />

change in Bax expression (p=0.223). The results of the study showed that circumin<br />

had a strong apoptotic effect on fibrosarcoma tissue and that bcl-2 expression had a<br />

role in this effect. However, the decrease in bcl-2 expression did not compensate for<br />

the increase in the number of apoptotic cells. This may suggest that different mechanisms<br />

other than apoptotic effects of circumin interplay.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-016<br />

Antikanser Ve Antibakteryel Etkili Bir Kimyasal Yapı Bankasının<br />

Tasarımı, Sentezi Ve Değerlendirilmesi<br />

F. Esra ÖNEN BAYRAM 1 , Daniel SCHERMAN 2 , Jean HERSCOVICI 3 ,<br />

Mehmet ÖZTÜRK 4 , Rengül ÇETIN-ATALAY 4 ,<br />

P-016<br />

Design, Synthesis And Evaluation Of Novel Compounds As Anticancer And<br />

Antibacterial Agents<br />

F. Esra ÖNEN BAYRAM 1 , Daniel SCHERMAN 2 , Jean HERSCOVICI 3 ,<br />

Mehmet ÖZTÜRK 4 , Rengül ÇETIN-ATALAY 4<br />

CONTENTS<br />

1Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Bölümü, Yeditepe Üniversitesi, İstanbul<br />

2Kimyasal ve Genetik Farmakoloji Enstitüsü, INSERM, Paris, France<br />

3Fen Fakültesi Kimyasal ve Genetik Farmakoloji Enstitüsü Moleküler Biyoloji<br />

ve Genetik Bölümü, INSERM, Paris, France<br />

4Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Bilkent Üniversitesi,<br />

Ankara<br />

1Department of Medical Biology, Faculty of Medicine, Yeditepe University<br />

2Chemical and Genetic Pharmacology Institute, INSERM<br />

3Faculty of Science, Chemical and Genetic Pharmacology Institute, Molecular<br />

Department of Biology and Genetic, INSERM<br />

4Faculty of Science, Department of Molecular Biology and Genetic, Bilkent<br />

University<br />

Biyolojik sistemlerin etki mekanizmalarını kontrol edebilecek küçük kimyasal yapıların<br />

geliştirilmesi tıbbi kimyanın ana temasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada antikanser ve<br />

antibakteryel etkiler gösterebilecek, etiltiazolidin-4-karboksilat halkasından türetilmiş<br />

102 kimyasal yapı sentezlenerek bir molekül bankasının oluşturulması amaçlanmıştır.<br />

İlk olarak, özel antibakteryel maddeler geliştirmek üzere, thymidilate synthase X (Thy<br />

X) enziminde etkinlik gösteren moleküller saptayabilmek için sodyum sianoborohidrit<br />

ortamında indirgeme ve “klik” tepkimeleri kullanılarak tiazolidin ve triazol grupları<br />

taşıyan bileşikler sentezlenmiştir. Elde edilen yapıların etkileri, Thy X enziminin<br />

katalitik aktivitesi ölçülerek gösterilmiştir. Bu ölçümler sonucunda enzimatik aktiviteyi<br />

submikromolar düzeyde engelleyen benzoil ve trifluoroasetik amid yan gruplarını<br />

içeren iki molekül saptanmıştır (Ki=0.13μM ve Ki=0.057μM). Ayrıca, sentezlenen<br />

bileşiklerin karaciğer ve meme kanser hücre hatları üzerindeki sitotoksik etkisi kolorimetrik<br />

Sulforhodamine B yöntemi kullanılarak araştırılmış ve uç alkin yan gruplu<br />

bir tiazolidinin antikanser etkisi gözlemlenmiştir (insan meme kanseri hücre hattında<br />

IC50=0.21µM). Hücre ölümünün Cytochrome C ve TUNEL boyama yöntemleri<br />

kullanıllarak, apoptoz sonucu meydana geldiği gösterilmiştir. Sonuç olarak, tiazolidin<br />

bileşiklerinin, antibakteryel ve antikanser tedavilerinde yenilik getirebileceği kanısına<br />

varılmıştır.<br />

The development of small organic molecules for the regulation of biological systems<br />

constitutes the main aim of medicinal chemistry. In our novel anticancer and antibacterial<br />

agent investigation, we developed a library of 102 compounds around an<br />

ethylthiazolidine-4-carboxylate ring. First of all, for the development of specific antibacterial<br />

agents, we aimed to design structures that could be potent Thymidilate synthase<br />

X (Thy X) inhibitors. We synthesized a library based on thiazolidine and triazole<br />

scaffolds using aminative reduction and click chemistry reactions. The properties of<br />

these molecules were evaluated by measuring the enzymatic activity of Thy X. This<br />

study revealed a benzoyl and a trifluoroacetic amide derivative that demonstrated inhibitory<br />

activity at submicromolar concentrations (Ki=0.13μM ve Ki=0.057μM). Furthermore,<br />

the analysis of the cytotoxic activity of the synthesized compounds on liver<br />

and breast cancer cells lines, using the colorimetric Sulforhodamine B assay, lead to<br />

the identification of a thiazolidine compound bearing a terminal alkyne moiety, with<br />

a promising lethal effect (IC50=0.21µM on human breast cancer cell lines). TUNEL<br />

and Cytochrome C staining assays indicated that the detected cell death was resulting<br />

from apoptosis. To conclude, thiazolidine derivatives gave promising results, suggesting<br />

that these structures can lead to effective antibacterial and anticancer agents after<br />

optimization.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-017<br />

Spc111 Ve SPC212 Malignant Mezotelioma Hücrelerinde PDC, A-KGDC,<br />

SDH Ve IDH Aktivitelerinin İncelenmesi*<br />

Şaban KALAY 1 , Ali TÜRKAN 1 , Asuman DEMİROĞLU-ZERGEROĞLU 2 ,<br />

Duran ÜSTEK 3 , Hülya AZAKLI 3<br />

P-017<br />

Investigation Of PDC, A-KGDC, SDH And IDH Activities In SPC111 And<br />

SPC212 Malignant Mesothelioma Cells*<br />

Şaban KALAY 1 , Ali TÜRKAN 1 , Asuman DEMİROĞLU-ZERGEROĞLU 2 ,<br />

Duran ÜSTEK 3 , Hülya AZAKLI 3<br />

CONTENTS<br />

1Kimya, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İstanbul<br />

2Moleküler Biyoloji ve Genetik, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü<br />

3Genetik, İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü<br />

Malignant mezotelioma hücreleri agresif ve ölümcül tümörlerdir. Günümüzde kanser<br />

tedavisinde, tümör hücre enerji metabolizması hedef olarak gösterilmektedir; özellikle,<br />

mitokondrideki enerji metabolizmasında etkili enzimler üzerinde durulmaktadır.<br />

Kanser hücreleri ATP’nin büyük çoğunluğunu mitokondriyel oksidatif fosforilasyon<br />

yerine oksijenli glikolizden elde ederek alışılmamış bir biyoenerjitik özellik göstermektedirler<br />

(Warburg etkisi). Son zamanlarda gerçekleştirilen çalışmalarda, Warburg<br />

hipotezinin aksine, bazı kanser hücrelerinde, ATP’nin mitokondriyel oksidatif fosforilasyondan<br />

elde edildiği gösterilmiştir. Kanserli hücrelerde mitokondriyel enzimlerin<br />

aktivitelerinin doğru ölçülmesi, kanser enerji metabolizmasının anlaşılabilmesi için<br />

önem arz etmektedir. Bu çalışmada SPC111 ve SPC212 mitokondri ekstraktlarında,<br />

PDC (pirüvat dehidrogenaz enzim kompleksi), a-KGDC (a-ketoglutarat dehidrogenaz<br />

enzim kompleksi), SDH (süksinat dehidrogenaz) ve IDH (izositrat dehidrogenaz)<br />

enzim aktiviteleri belirlendi. Her bir kanser hücre hattı PBS, NaHCO3 ve antibiyotikleri<br />

içeren RPMI 1640 ortamında yetiştirildi. Hücreler (2x107) kazınarak toplandı<br />

ve mitokondri izolasyonları gerçekleştirildi. PDC, a-KGDC, SDH ve IDH aktiviteleri<br />

(n = 4) spektrofotometrik yöntemlerle belirlendi. PDC aktivitesi SPC111’de 10.0±2.4,<br />

SPC212’de ise 5.7±0.8 mU/mg protein ölçüldü. İki kanser hücre hattında da IDH,<br />

SDH ve a-KGDC aktiviteleri sırasıyla 13.7±1.8, 35.0±3.2 ve 45.4±7.2 mU/mg protein<br />

olarak bulundu. Sonuçta, bu kanser hücre hatlarında PDC ve IDH aktivitelerine<br />

göre daha yüksek a-KGDC ve SDH aktivitesi elde edilmesi, anaplerozisin (kanda<br />

glikoz kadar mevcut olan glutaminden a-ketoglutarat oluşması gibi) TCA çevriminde<br />

işlevselliğin sürdürülmesinde önemli rol oynadığını göstermiştir. *Bu çalışma<br />

TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: 108T910)<br />

1Chemistry, Gebze Institute of Technology, İstanbul<br />

2Department of Molecular Biology and Genetic, Gebze Institute of Technology,<br />

İstanbul<br />

3Genetic, İstanbul University, Institute of Experimental Medical Research,<br />

İstanbul<br />

Malignant mesothelioma is an aggressive and lethal tumor. Nowadays, cancer energy<br />

metabolism is the new target of cancer therapy; particularly, mitochondrial enzymes<br />

that play key roles in the mitochondrial energy metabolism are of major interest. Cancer<br />

cells present abnormal bioenergetic properties characterized by a predominant<br />

production of ATP by aerobic glycolysis rather than mitochondrial oxidative phosphorylation<br />

(Warburg effect). But recent studies concluded that several tumors derive<br />

most of their ATP from mitochondrial oxidative phosphorylation, in striking contrast<br />

with Warburg’s hypothesis. Accurate measurements of activities of mitochondrial enzymes<br />

in cancer cells help us understand cancer energy metabolism. In this study, we<br />

determined the activities of such as PDC (pyruvate dehydrogenase), a-KGDC (a-ketoglutarate<br />

dehydrogenase), SDH (succinate dehydrogenase) and IDH (isocitrate dehydrogenase)<br />

in the mitochondrial extracts of SPC111 and SPC212. Each cell line was<br />

maintained in RPMI 1640 medium containing PBS, NaHCO3 and antibiotics. The<br />

cells (2x107) were harvested by scraping and mitochondria isolation were performed.<br />

PDC, a-KGDC, SDH, IDH activity measurements (n = 4) were done using spectrophometer.<br />

PDC activity was 10.0±2.4 mU/mg in SPC111 and 5.7±0.8 mU/mg protein<br />

in SPC212. IDH, SDH and a-KGDC activities were 13.7±1.8, 35.0±3.2 and 45.4±7.2<br />

mU/mg protein, respectively, in both cell lines. In conclusion, higher a-KGDC and<br />

SDH activities compared to that of PDC and IDH suggest that anaplerosis (i.e., formation<br />

of a-ketoglutarate from glutamine, which is found as much as glucose in the<br />

blood) plays important role in keeping full functionality of TCA cycle in these cancer<br />

cell lines. *This work was supported by TÜBİTAK (Project Number: 108T910)<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-018<br />

İki Farklı İon-Exchange HPLC Cihazında HbA1c Sonuçlarının<br />

Karşılaştırılması<br />

Handan NALBANT, Gökçe ATİKELER, Ayşe F. TUNCEL, Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

P-018<br />

Comparing HbA1c Results Which Are Measured By Two Different<br />

Ion-Exchange HPLC Analyzers<br />

Handan NALBANT, Gökçe ATİKELER, Ayşe F. TUNCEL, Şehri ELBEG, Hatice<br />

PAŞAOĞLU<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya Anabilimdalı, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Department of Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Gazi University<br />

HbA1c bütün dünyada diyabetli hastaların takibinde en çok kullanılan parametrelerden<br />

bir tanesidir. Biz çalışmamızda, iki farklı ion-exchange HPLC cihazının HbA1c<br />

sonuçlarını karşılaştırmayı hedefledik. Çalışmaya laboratuarımıza HbA1c ölçümü için<br />

gönderilen ve EDTA’lı tüpe alınan 298 hasta tam kanı dahil edildi. Her numune, iki<br />

ayrı cihazda çalışılarak sonuçlar karşılaştırıldı. İstatistik hesaplamalarında SPSS 15.0<br />

for Windows kullanıldı. HbA1c değerleri sola çarpık bir dağılım gösterdiğinden nonparametrik<br />

Wilcoxon Eşleştirilmiş İki Örnek Testi kullanıldı. P< 0.05 anlamlı olarak<br />

kabul edildi. Her iki cihazın HbA1c ortancaları (ortanca1 = % 6.0 ve ortanca2 = % 6.3<br />

) arasında 0.3’lük bir fark bulundu. Bu fark, istatistiksel olarak anlamlıydı. ( p< 0.001 )<br />

DCCT ( Diabetes Control and Complicarion Trial ) sonunda, HbA1c ölçümünde hem<br />

referans bir metodun hem de tek bir standardın olmamasının karışıklık yarattığına<br />

dikkat çekilmiştir. Sonra “American Association of Clinical Chemistry” ve “International<br />

Federation of Clinical Chemistry (IFCC) ‘nin altında, HbA1c metodlarının<br />

standardize edilmesi amacıyla komiteler kurulmuştur. (1995) National Glycohemoglobin<br />

Standardization Program (NGSP) ise 1996’da , HbA1c sonuçlarının DCCT<br />

değerlerine göre kalibre edilmesi için bir çalışma başlatmış ve bu çaba, sonuçlar<br />

arasındaki uyumu önemli derecede artırarak impresizyonu azaltmıştır. Ancak günümüzde<br />

hala bu konuda uluslar arası bir konsensus sağlanabilmiş değildir. İki cihaz<br />

arasındaki % 0.3’lük farkın, özellikle kan glukoz değeri sıkı bir şekilde regüle edilen<br />

diyabet hastalarında klinik açıdan da anlamlı olacağını düşünüyoruz. Sonuç olarak<br />

çalışmamız, HbA1c standardizasyonu konusunda tam bir uluslararası konsensus<br />

sağlanıncaya kadar hastaların mümkün olduğunca aynı laboratuarda takibinin önemli<br />

olduğun göstermiştir.<br />

HbA1c is one of the most used parameters in the follow-up of diabetic patients all over<br />

the world. In our study, we have aimed to compare the HbA1c results which are measured<br />

by two different HPLC analyzers. 298 whole blood samples were included in<br />

the study. Each sample was analyzed by two different HPLC analyzers and the results<br />

were compared. We have used SPSS 15.0 for Windows for biostatistical calculations.<br />

In comparing the results Wilcoxon test ( a non-parametric test ) was used. Because<br />

HbA1c results were skewed to left. P< 0.05 is accepted statistically significant. There<br />

was a difference of 0.3 between two medians of HbA1c results. ( median 1= 6% vs.<br />

median 2= 6.3 % ) This difference was statistically significant. ( p< 0.001) At the<br />

end of the Diabetes Control and Complication Trial, it was noted that the absence of<br />

both a reference method and a single HbA1c standard had generated confusion. After<br />

that, committees were established under the auspices of the American Association for<br />

Clinical Chemistry and International Federation of Clinical Chemistry and Laboratory<br />

Medicine to standardize HbA1c assays. The National Glycohemoglobin Standardization<br />

Program was implented in 1986 to calibrate HbA1c results to DCTT-equivalent<br />

values and this calibration effort has markedly improved harmonization of results and<br />

decreased imprecision. But nowadays there isn’t still an international consensus about<br />

this matter. We think that a difference of 0.3 in HbA1c result can be clinically important<br />

especially in patients whose plasma glucose concentrations are strictly regulated.<br />

As a result, we have showed that until there’s an international consensus it is important<br />

to follow-up diabetic patients in the same laboratory if possible.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-019<br />

Lipoprotein Altsınıf Düzeylerinin Koroner Kalp Hastalarında Ve Sağlıklı<br />

Kişilerde İncelenmesi<br />

Mehtap ATAK 1 , Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Adem DEMİR 1 ,<br />

Buket AKCAN 3 , Adnan YILMAZ 3 , Ahmet TEMİZ 2 , Asım ÖREM 3<br />

P-019<br />

Investigation Of Lipoprotein Subfraction Levels In Coronary Heart<br />

Patients And Healty People<br />

Mehtap ATAK 1 , Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Adem DEMİR 1 ,<br />

Buket AKCAN 3 , Adnan YILMAZ 3 , Ahmet TEMİZ 2 , Asım ÖREM 3<br />

CONTENTS<br />

1Kimya Bölümü, Rize Üniversitesi, Rize<br />

2Kardiyoloji A.D., Rize Üniversitesi, Rize<br />

3Biyokimya A.D., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon<br />

1Chemistry Department, Chemistry Department, Rize University, Rize<br />

2Cardiology Department, Faculty Of Medicine, Rize University, Rize 
<br />

3Biochemistry Department, Faculty Of Medicine, Rize University, Rize<br />

Tüm dünyada, koroner kalp hastalığına (KAH) yol açan ateroskleroza bağlı<br />

hastalıklar başlıca ölüm nedenlerinden biridir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda<br />

serum kolesterol düzeyleri normal seviyelerde olduğu halde bireylerde koroner<br />

kalp hastalıkları görülmektedir. Lipoprotein alt sınıflarının analizi bu durumu<br />

açıklamaya yardımcı olabilir. LDL ve HDL gradientli jel elektroforezi, NMR,<br />

HPLC ve ultrasantrifüjleme ile alt sınıflarına ayrılmaktadır. Bu çalışma; koroner<br />

damar tıkanıklık düzeyleri anjiyografi tekniği ile belirlenen denekler üzerinde<br />

gerçekleştirildi. Çalışmaya katılan denekler bir damarı tıkalı (n=13), iki<br />

damarı tıkalı (n=26), üç damarı tıkalı (n=22) hasta grupları ile damarı tıkalı olmayan<br />

kontrol grubu (n=24) olmak üzere 4 farklı grup oluşturuldu. Bu kişilerin<br />

plazmalarında Quantimetrix lipoprint sistem kullanılarak lipoprotein alt sınıfları<br />

tespit edildi. Çalışma gruplarının lipoprotein alt sınıflarının analizi sonucunda<br />

sadece üç damarı tıkalı olan hastalarda HDL’nin bazı alt sınıfları ile kontrol grubu<br />

arasında anlamlı derecede farklılık (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-020<br />

Esansiyel Hipertansiyon Hastalarında YKL-40 Düzeyinin Karotis İntima<br />

Media Kalınlığı Ve İnsülin Direnci İle İlişkisi<br />

Nezaket EREN 1 , Bedia ÖZDEMİR 1 , Alper ÖZEL 3 , Şebnem CİĞERLİ 1 ,<br />

Fatma TURGAY 1 , Berna ASLAN 1 , Yüksel ALTUNTAŞ 2 ,<br />

Ali Osman ÖZTÜRK 2<br />

1 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Laboratuarı, İstanbul<br />

2 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, İstanbul<br />

3 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İstanbul<br />

Yeni tanı almış hipertansif hastalarda ve sağlıklı gönüllülerde, Karotis İntima-<br />

Media Kalınlığı (KIMK) ölçümleri ve serum YKL-40 düzeyi ile serum CRP ve<br />

homosistein düzeylerini karşılaştırarak, insulin direnciyle ilişkisini araştırmayı<br />

hedefledik.<br />

Esansiyel hipertansiyonlu (n=50 ) ve normotansif kontrol grubunda ( n=30) vücüt<br />

kitle indeksi (VKİ), Sistolik kan basıncı (SKB), diastolik kan basıncı (DKB) ve<br />

bel çevresi ölçüldü, hsCRP, (Roche Modüler Otoanalizörde) insulin( DXI 800<br />

Access immünassay), homosistein (Immulite 2000), YKL-40 (sandwich ELISA)<br />

düzeyleri ölçüldü. İntima-media kalınlık (IMK) ölçümleri dupleks Doppler ultrasonografi<br />

cihazı ile gerçekleştirildi.<br />

Hasta grubunun ortalama CCA (Karotis Comunis Arteria) düzeyi (0,71±0,15 mm)<br />

kontrol grubundan (0,56±0,10 mm) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir<br />

(p 0.05, p>0.01).<br />

Çalışmamızda hipertansif hastalarda YKL-40 değerlerinin, KIMK’dan bağımsız<br />

yükseldiğini saptadık. Bu bulgu, bir inflamasyon belirteci olan YKL-40’ın, yine<br />

bir inflamatuar süreç olan hipertansiyonda yükselebileceğini ve bir inflamasyon<br />

markeri olarak kullanılabileceğini gösterdi. Fakat tedavi ile SKB ve DKB’si kontrol<br />

altına alınmış hastalarda, inflamasyonun azalmasına paralel olarak serum<br />

YKL-40 düzeylerinin azalıp, azalmadığına dair daha ileri çalışmalara ihtiyaç<br />

vardır.<br />

P-020<br />

Investigation Of Relationships Between YKL-40 Levels In Patients Of<br />

Essential Hypertension, Insulin Resistance And Carotid Intima Media<br />

Thickness<br />

Nezaket EREN 1 , Bedia ÖZDEMİR 1 , Alper ÖZEL 3 , Şebnem CİĞERLİ 1 ,<br />

Fatma TURGAY 1 , Berna ASLAN 1 , Yüksel ALTUNTAŞ 2 ,<br />

Ali Osman ÖZTÜRK 2<br />

1 Sisli Etfal Research and Training Hospital, Department of Biochemistry, İstanbul<br />

2 Sisli Etfal Research and Training Hospital , Department of Internal Medicine,<br />

İstanbul<br />

3 Sisli Etfal Research and Training Hospital , Department of Radiology, İstanbul<br />

50 patients who applied to the Hypertension Clinic of Şişli Etfal Education and<br />

Research Hospital and who were newly diagnosed of essential hypertension and<br />

30 normotensive controls totaling 80 cases were included in this study. BMI, SBP,<br />

DBP and waist measurements were measured for each of the case.<br />

Insulin, CIMT, hcCRP, and homocysteine levels were significantıy higher than in<br />

control group. However, There was no significant correlation between patients’<br />

serum YKL¬ 40 levels and serum total cholesterol, hsCRP, CIMT, SBP, DBP,<br />

homocysteine levels and gender (p>0.05). Meaningful correlation was found between<br />

serum YKL-40 levels and HOMA-IR, age, BMI, waist circumference, and<br />

triglyceride levels. YKL-40 levels are increased in obese and dyslipidemic patients.<br />

In hypertensive patient group, CIMT and YKL-40 levels were significantıy higher<br />

than in normotensive group (p0.05). This might be because of the fact that CIMT<br />

levels were close to each other in the patient group. We need more cases to come<br />

to a more clear conclusion.<br />

In conclusion, it can be said that increased levels of YKL-40 independentıy of<br />

atherosclerotic risk factors in hypertension is a new inflammatory indicator playing<br />

role in the pathogenesis of essential hypertension. However, futher studies are<br />

needed to investigate whether YKL-40 levels are decreased or not, in paralel with<br />

the decrease in inflammation, in patients whose diastolic and systolic blood pressures<br />

are under control as a result of the treatment.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-021<br />

Koroner Arter Hastalığında Serum Resistin Düzeylerinin İncelenmesi<br />

Nezaket EREN 1 , Elif KILIÇ 1 , Şebnem CİĞERLİ 1 , Fatma TURGAY 1 ,<br />

Celal KIRMA 2 , Şaban YAYLA 1<br />

P-021<br />

Investıgatıon Of Serum Resistin Levels in Coronary Artery Disease<br />

Nezaket EREN 1 , Elif KILIÇ 1 , Şebnem CİĞERLİ 1 , Fatma TURGAY 1 ,<br />

Celal KIRMA 2 , Şaban YAYLA 1<br />

CONTENTS<br />

1 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi , Biyokimya Laboratuarı, İstanbul<br />

2 Koşuyolu Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi , İstanbul<br />

Bu çalışmada, anjiyografik olarak koroner arter hastalığı tanısı alan grupla (darlık<br />

oranı >%25) (n=43), normal koroner arter lümen çapı (darlık oranı


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-022<br />

Kütahya Bölgesinde Kolesterol, Lipit ve Tiroit Metabolizması<br />

Hastalıklarının Karşılaştırmalı Olarak Araştırılması<br />

Mehmet YAKAR 1 , Zuhal YILDIRIM 2 , Yusuf ÖZAY 3 , M. Kasım ÇAYCI 1 ,<br />

Hayri DAYIOĞLU 1<br />

P-022<br />

Comparative Investigation of Lipid, Cholesterol and Thyroid Metabolism<br />

Diseases in Kütahya Region<br />

Mehmet YAKAR 1 , Zuhal YILDIRIM 2 , Yusuf ÖZAY 3 , M. Kasım ÇAYCI 1 ,<br />

Hayri DAYIOĞLU 1<br />

CONTENTS<br />

1Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Kütahya<br />

2Etimesgut Halk Sağlığı Laboratuvarı, 06770 Ankara, Turkiye<br />

3Ahi Evran Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Kırşehir<br />

zyildirim2004@yahoo.com<br />

1 Dumlupinar University, Faculty of Arts and Science, Department of Biology, Kutahya<br />

2Etimesgut Public Health Laboratory, Ankara<br />

3 Ahi Evran University, Health Institution, Kirsehir<br />

zyildirim2004@yahoo.com<br />

Bu çalışma Kütahya bölgesinde kolesterol, lipit metabolizması ve tiroit<br />

metabolizmasına bağlı hastalıkları araştırmak ve bu iki metabolik hastalığın birbiri ile<br />

ilişkisini değerlendirmek için yapılmıştır.<br />

Kütahya il merkezindeki 13 sağlık ocağından ve ilçelerden Kütahya Bölge Hıfzıssıhha<br />

Enstitüsü Laboratuvarına analiz için gönderilen 320 hastanın tiroit fonksiyon testleri<br />

incelenmiş (tiroit situmule edici hormon, total triiodotironin ve total tiroksin)<br />

ve total kolesterol, trigliserit, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol ve total lipit düzeyleri<br />

ölçülmüştür.<br />

Çalışmamızın sonucunda 250 kişide testler (% 78.12) normal sınırlarda, 42’sinde (%<br />

13.12) hipotiroidi değerleri, 28’inde ise (% 8.75) hipertiroidi değerleri bulunmuştur. Total<br />

kolesterol düzeyleri 200 mg/dl’nin üstünde olan hastalar total kolesterol düzeyleri 200<br />

mg/dl’nin altında olan hastalarla karşılaştırıldığında trigliserit, LDL-kolesterol, total lipit<br />

ve tiroit situmule edici hormon düzeyleri anlamlı olarak yüksek bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-023<br />

Mentha Spicata L. Kuru Tozunun Ve Nane Ekstrelerinin Bazi<br />

Biyokimyasal Parametreler Ve Total Antioksidan Kapasite Üzerine Etkileri<br />

Ayşe ÖZDEMİR 1 , Nalan Bayşu SÖZBİLİR 2<br />

1Hemşirelik Bölümü, Biyokimya A.D., Uşak Üniversitesi, Uşak<br />

2Afyon Kocatepe Üniversitesi, Veterinerlik Fakültesi, Biyokimya A.D., Afyon<br />

Mentha spicata( peppermint), Labiatae familyasına ait ve flavonoid içerikli bir bitkidir.<br />

Bu çalışma, Mentha spicata’nın bazı biyokimyasal parametrelere etkilerini<br />

ve antioksidan aktivitesini araştırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmamız<br />

55 adet 2–3 aylık erkek Sprague-Dawley sıçanlardan oluşan ikisi kontrol, üçü deneme<br />

olmak üzere toplam 5 grupta yapılmıştır. Pozitif kontrol grubuna (K) standart<br />

rat yemi, negatif kontrol grubuna standart rat yemi ile 1ml %0,5lik sodyum karboksimetil<br />

selüloz (CMC)(gavajla); Mentha Spicata L. sulu ekstreli gruba (MS),<br />

standart rat yemi ve 1gr /kg Mentha Spicata L. sulu ekstresi (gavajla); Mentha<br />

Spicata L. dietileterli ekstreli gruba (MD),standart rat yemi ile 1gr/kg Mentha<br />

Spicata L.’nın dietileterli ekstresi ve 1ml %0,5lik sodyum karboksimetil selüloz<br />

(CMC)(gavajla) ; Mentha Spicata L. kuru tozu verilen gruba (MT) ise: 200 ppm<br />

Mentha Spicata L. kuru tozu standart rat yeminin içine karıştırılarak verilmiştir.<br />

MDA düzeylerinde MS grubunda, istatistiksel olarak anlamlı bir azalma, CMC<br />

grubunda bir düşüş, MD grubunda artış görülmektedir(p=0,000). Antioksidan<br />

kapasite düzeyinin MD grubunda istatistiki olarak azaldığı, GSH nın ise MT<br />

grubunda arttığı görülmektedir(p=0,001). Sonuç olarak ratların diyetine katılan<br />

200 ppm Mentha Spicata L. tozu ile sulu ve dietileterli ekstrelerinin, antioksidan<br />

kapasite ve bazı biyokimyasal parametreler üzerine istatistiksel olarak anlamlı<br />

değişiklikler yapmadığı belirlenmiştir.<br />

P-023<br />

The Effects Of Mentha Spicata L. Dry Powder And Its Different Types<br />

Extracts On Certain Biochemical Parameters And Total Anti-Oxidant<br />

Capacity<br />

Ayşe ÖZDEMİR 1 , Nalan Bayşu SÖZBİLİR 2<br />

1Health Sciences, Nursing Division, Department of Biochemistry,<br />

Uşak University, Uşak<br />

2Veterinary Faculty, Department of Biochemistry, Afyon Kocatepe University,<br />

Afyon<br />

The plant Mentha spicata, or peppermint, is a plant belonging to the Labiatae family<br />

and is the flavonoid content. The present study was carried out to investigate<br />

the effects of certain biochemical parameters and Mentha spicata, on antı-oxidant<br />

levels. Our study was carried out on 55 Sprague- Dawley rats, aged 2-3-monthsold<br />

divided into 5 groups as 2 control and 3 experimental groups. While positive<br />

control group (C) was fed with standard rat diet, negative control group (CMC)<br />

was fed with standard rat diet+ 1ml %0,5 sodium carboxymetyl cellulose (CMC);<br />

Mentha spicata aqueus group (MS) was fed with standard rat diet + 1gr /kg bwt/<br />

day Mentha spicata aqueus extract gavage, Mentha spicata dietyleter group (MD)<br />

was fed with standard rat diet + 1gr /kg bwt/day Mentha spicata dietyleter extract+<br />

1ml %0,5 sodium carboxymetyl cellulose (CMC) gavage whereas (MT)<br />

group was fed with standard rat diet + 200 ppm dead Mentha spicata powder.<br />

Malondialdehyde level was obtained a decrease in statistical significance in MS<br />

group, was obtained a increase in statistical significance in MD group (p=0,000).<br />

The CMC group showed a significant decrease of MDA levels. Antioxidant<br />

activity decrease significantly in group MD. Glutathione increase significantly<br />

in group MT. MD group had a decline(p=0,001). Consequently, It was observed<br />

that 200 ppm supplementation of Mentha Spicata L. powder to the diets,aqueous<br />

and dietyleter extract did not exhibit statistically significant changes on certaın<br />

bıochemıcal parameters and total antı-oxıdant capacıty<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-024<br />

Mersin Bölgesinde Homosistein, Vitamin A Ve Vitamin E\’Nin Referans<br />

Aralığının Belirlenmesi<br />

Serin AKBAYIR, Fikret ŞEN, Arzu YURTSEVER BAKIR, Gülhan ÖREKİCİ,<br />

Lülüfer TAMER GÜMÜŞ,<br />

P-024<br />

Determination Of Reference Intervals Of Homocysteine, Vit A And Vit E In<br />

Mersin Region<br />

Serin AKBAYIR, Fikret ŞEN, Arzu YURTSEVER BAKIR,<br />

Gülhan ÖREKİCİ, Lülüfer TAMER GÜMÜŞ,<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Mersin University<br />

Klinik laboratuar testlerinin tıbbi karar amacıyla kullanılabilmesi için her testin referans<br />

aralıklarının bilinmesi gerekir. Referans aralıklarının coğrafi bölge, ırk, cinsiyet,<br />

yaş ve beslenme alışkanlıkları gibi etkenlere bağlı olarak değişmesi nedeniyle<br />

her laboratuar kendi referans değerlerini belirlemelidir. Ancak referans aralıklarının<br />

hesaplanması oldukça zordur. Son yıllarda hastane verileri kullanılarak, referans<br />

aralıklarının indirekt yöntem ile daha kolay hesaplanabildiğine dair yayınların sayısı<br />

artmaktadır. Çalışmamızın amacı Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Klinik<br />

Biyokimya Laboratuarı’nda 01.01.2003 ile 30.06.2010 tarihleri arasında HPLC yöntemi<br />

ile çalışılan , Homosistein, Vitamin A ve Vitamin E düzeyleri kullanılarak indirekt<br />

yöntemle referans aralıklarının hesaplanmasıdır. Belirtilen tarihler arasında 7820<br />

veri elde edilmiştir. Alt gruplara ayırmada ise MARS (Multivariate Adaptive Regression<br />

Splines; Çok Değişkenli Uyumlu Regresyon Uzanımları Tekniği) analizinden<br />

faydalanılmıştır. Elde ettiğimiz verilere göre 0-47 ve 47 ve üzeri yaş aralığı için erkek<br />

Homosistein düzeyleri sırasıyla 6.51-56.85 ve 9.128+ (0.206xyaş) µmol/L olarak belirlendi.<br />

0-41 ve 41 ve üzeri yaş aralığı kadın homosistein düzeyleri ise sırasıyla 5-32<br />

ve 3.325+ (0.239xyaş) µmol/L olarak belirlendi. 0-22 ve 22 ve üzeri yaş aralığı için<br />

erkek Vit A düzeyleri sırasıyla 0.56-6.85 ve 2.840- (0.014xyaş) µmol/L iken aynı yaş<br />

gruplarındaki kadın Vit A düzeyleri ise sırasıyla 0.744-4.875 ve 2.219-(0.001*yaş)<br />

µmol/L olarak saptandı. Vit E düzeylerinin yaşa bağlı olarak değişmediği sadece cinsiyete<br />

bağlı değiştiği belirlendi. Kadın ve erkek Vit E referans aralıkları sırasıyla 11-<br />

59.99 ve 8.995-55.95 µmol/L olarak saptandı. Laboratuarımız için Homosistein ve<br />

Vit A düzeylerinin yaş ve cinsiyete göre Vit E düzeylerinin ise cinsiyete göre referans<br />

değerlerinin yeniden hesaplanması gerektiğini düşünmekteyiz.<br />

The reference intervals of the clinical laboratory tests have to be known for medical<br />

decision. As reference interval values vary due to factors such as geographical district,<br />

ethnicity, age and feeding, all laboratories have to determine their own values.<br />

However, it is quite difficult to estimate the reference intervals. Recently, publications<br />

are increasing which shows that estimating the reference intervals by indirect<br />

method is easier by using hospital data. The aim of this study was to analyze the<br />

reference intervals, by using HPLC methods,Homocystein, Vitamin A and Vitamin E<br />

which were performed at the Clinical Biochemistry Laboratory of Mersin University<br />

Medical Hospital between 01.01.2003 and 30.06.2010 by using data with indirect<br />

method. Between those days 7820 data were obtained. MARS (Multivariate Adaptive<br />

Regression Splines) analyze was used in order to seperate the subgroups. In our<br />

study, we found that the reference intervals for homocystein in men aged 0-47 and<br />

>47 were 6,51-56,85 and 9,128+(0,206x age) respectively. Homocystein in women<br />

aged 0-41 and > 41 are 5,32 and 3,325+(0,239x age) respectively. According to data<br />

for Vit A in men;reference interval for ages between 0-22 is 0,56-6,85 and ages>22 is<br />

2,84-(0,014xage). Vit A İn women, reference interval for ages between 0-31 is 0,744-<br />

4,875 and ages>31 is 2,219-(0,01xage). In this study, it was detected that the Vit E<br />

levels didn’t vary with regard to age but varied with sex. And it was detected that the<br />

reference intervals of VitE in women and men were 11-59,99 and 8,995-55,95 respectively.<br />

We believe that the reference intervals of Vit A,homocysteine and Vit E need<br />

to be computed according to sex & and sex respectively with respect to the results of<br />

our study.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-025<br />

Cedrus Libani A. Rich. İbrelerindeki Glutatyon S-Transferaz Enzim<br />

Aktivitesi Ve Glutatyon Miktarı Üzerine Mevsimsel Etkiler<br />

Ayşe ÇAKIR, Elif ÖZTETİK<br />

P-025<br />

Seasonal Effects On Glutathione S-Transferase Enzyme Activities And<br />

Glutathione Levels In Cedrus Libani A. Rich Needles<br />

Ayşe ÇAKIR, Elif ÖZTETİK<br />

CONTENTS<br />

Biyoloji, Anadolu Üniversitesi, eskişehir<br />

Biology, Anadolu University, Eskişehir<br />

Çevredeki kimyasal kirleticiler, klimatik ve diğer faktörlere bağlı olarak mevsimsel<br />

farklılık gösterirler. Kuraklık, yüksek / düşük sıcaklıklar, kontaminasyon ve hava<br />

kirliliği gibi çevresel stresler bitki hücrelerinde oldukça reaktif ve sitotoksik olan reaktif<br />

oksijen türlerinin (ROS) artmasına neden olmaktadır. Bu değişiklikler antioksidan<br />

enzimlerin aktivitelerinde değişen oksidatif stres etkisine bağlı olarak farklılıklar<br />

oluşturur. Bu çalışmanın amacı Cedrus libani A. Rich. ibrelerindeki glutatyon S-<br />

transferaz (GST) aktivitesi ve glutatyon (GSH) miktarlarının mevsimlere bağlı olarak<br />

değişimini incelemektir. Eskişehir merkez ilçede on farklı bölge ve merkeze uzak bir<br />

kontrol bölge seçilmiştir. Aralık ve Nisan aylarında her bölgeden beşer ağaç olmak<br />

üzere iğne yapraklar toplanmıştır. Cedrus libani A. Rich yapraklarındaki mevsimsel<br />

değişikliklerin detoksifikasyon seviyelerine etkisini tanımlamak üzere GST aktivitesi<br />

ve GSH içeriğinin absorbans değerleri sırasıyla Habig ve arkadaşlarına (1974) ve Ellman<br />

metoduna (1958) göre spektrofotometrik olarak belirlenmiştir. Ayrıca Lowry<br />

yöntemi (1951) kullanılarak ibrelerdeki total protein içerikleri belirlenmiştir. İki farklı<br />

mevsimde elde edilen deney sonuçları karşılaştırılmıştır ve Aralık ayında toplanan<br />

yapraklardaki GST enzim aktivitesinin Nisan ayında toplanan örneklere göre daha<br />

yüksek olduğu görülmüştür. Aynı şekilde bitkideki GSH içeriğinin de Nisan ayında<br />

toplanan örneklerde daha düşük seviyede olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte Nisan<br />

ayında toplanan örneklerin total protein içeriğinin daha yüksek olduğu gözlenmiştir.<br />

Chemical pollutants in the environment vary seasonally depending on climatic and<br />

other factors. Environmental stresses, such as drought, high / low temperatures, contamination<br />

and pollution cause an increase in quantities of reactive oxygen species<br />

(ROS) that are highly reactive and cytotoxic in plant cells. These variations cause<br />

some changes in antioxidant enzyme activities due to the varying effects of oxidative<br />

stress. The aim of this study is to find out the seasonal changes in glutathione S-transferase<br />

activity and quantity of glutathione in needles of Cedrus libani A. Rich. Ten<br />

different regions in downtown Eskisehir and one control region far from downtown<br />

were selected. Needles from five trees in every region were collected in December<br />

and April. Absorbance values for GST activities and GSH contents in Cedrus libani<br />

A. Rich needles were determined according to Habig et al (1974) and Ellman method<br />

(1958) respectively, by using spectrophotometer to identify seasonal changes in detoxification<br />

levels. Lowry method (1951) was also used to find out the total protein<br />

contents in needles. Results of the experiments were compared for two different seasons<br />

and GST enzyme activities were seen to be higher in needles collected in December<br />

than in those collected in April. The GSH content in the plant was also found out<br />

to be lower in the samples collected in April. However, higher content of total protein<br />

was identified in the needles collected in April.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-026<br />

Farklı Sıcaklık Uygulamalarının Türk Mercimek Çeşitlerinde Antioksidan<br />

Korunma Sistemi Üzerine Etkileri<br />

Mehmet Cengiz BALOĞLU, Oya ERCAN, Özge KALMAN, Osman YAŞAR,<br />

Hüseyin Avni ÖKTEM, Meral YÜCEL<br />

P-026<br />

Effects Of Heat Stress Applications On Antioxidant Defence System Of<br />

Turkish Lentil Cultivars<br />

Mehmet Cengiz BALOĞLU, Oya ERCAN, Özge KALMAN, Osman YAŞAR,<br />

Hüseyin Avni ÖKTEM, Meral YÜCEL<br />

CONTENTS<br />

Biyoloji, ODTÜ, Ankara<br />

Biology, METU, Ankara<br />

Mercimek, yüksek protein, folik asit ve lif içeriğiyle insan beslenmesinde oldukça<br />

önemli bir yer tutar. Türkiye dünyada mercimek üretiminde ilk sıralarda yer almakta ve<br />

ülke tüketimi için de yüzyıllardır tarımı yapılmaktadır. Kurağa ve yüksek sıcaklıklara<br />

oldukça toleranslı olmasına rağmen büyüme sezonunda orta seviyede neme ihtiyaç<br />

duyar. Türkiye’de mercimek üretimi Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerinde<br />

yapılmaktadır. Bu çalışmada yazlık (Meyveci) ve kışlık (Kafkas) olmak üzere<br />

iki mercimek çeşidinin farklı sıcaklıklarda gösterdikleri büyüme geriliği, oksidatif<br />

hasar ve antioksidan tepki karşılaştırıldı. 9 günlük mercimek tohumları farklı sıcaklık<br />

uygulamalarına (25 ˚C, 35˚C ve 40˚C )2 gün maruz bırakıldı ve çeşitli fizyolojik ve<br />

biyokimyasal parametrelerde meydana gelen değişimler incelendi. Kafkas çeşidi yüksek<br />

sıcaklıklarda su kaybı gösterirken yazlık çeşit meyvecide önemli bir değişiklik gözlenmedi.<br />

2 gün boyunca 40 ˚C uygulaması iki çeşitte de gövdede büyüme geriliğine<br />

sebep olurken, kökte anlamlı bir değişim meydana gelmedi. İyon sızıntısı ve lipid<br />

peroksidasyonu sonuçlarının gösterdiği gibi 40˚C uygulaması, meyvecide daha belirgin<br />

olmak üzere, iki çeşitte de hücre zarı hasarına sebep oldu. Yüksek sıcaklıklara<br />

maruz bırakılma nedeniyle önemli miktarda biriken prolin, Kafkas türünde daha az<br />

belirgin görülen membran hasarına sebep gösterilebilir. Askorbat peroksidaz (APX)<br />

ve Katalaz (KAT) enzimlerinin antioksidan aktivite ölçümleri iki çeşitte de benzer<br />

sabitlikte bir profil çizmiştir. Bu durum bazı ozmokoruyucu moleküllerin ve enzimatik<br />

olmayan antioksidan moleküllerin yüksek sıcaklıklarda antioksidan savunma<br />

sisteminde daha önemli rollerinin olabileceğini düşündürmektedirler.<br />

Lentil is a valuable component in human diet with its high protein, folic acid and fiber<br />

content. It has been widely cultivated in Turkey as one of the major lentil producing<br />

countries. Lentil plants slightly tolerant to drought and high temperature however<br />

they require at least moderate moisture during the growing season. In Turkey, lentil<br />

is cultivated in Eastern, South-Eastern and Central Anatolian Regions. In this study,<br />

two cultivars of lentil which were summer sown (cv. Meyveci) and winter sown (cv.<br />

Kafkas) were compared for their growth retardation, oxidative damage and antioxidant<br />

responses under heat stress conditions. 9 days old lentil seedlings were subjected<br />

to 2 days of different temperatures (25 ˚C, 35˚C and 40˚C ), and examined for the<br />

changes in various physiological and biochemical parameters. Kafkas cv. exhibited<br />

water deficit when subjected to elevated temperatures whereas no significant change<br />

was observed in summer sown cultivar Meyveci. Exposure to 40˚C for 2 days caused<br />

growth retardation in shoots of both cultivars but root lengths remained unchanged.<br />

As shown with electrolyte leakage and lipid peroxidation (MDA) results application<br />

of 40˚C also caused membrane damage in both cultivars but more apparently in cv.<br />

Meyveci. Significant proline accumulation upon exposure to elevated temperatures<br />

may also cause the mild status of membrane damage in cv. Kafkas. Antioxidative<br />

activities of ascorbate peroxidase (APX) and catalase (CAT) enzymes showed similar<br />

stable patterns for both cultivars which show that some osmoprotectants or non-enzymatic<br />

antioxidant molecules may have greater roles in antioxidant defence system<br />

against elevated temperatures.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-027<br />

Propolis Ekstraktlarının Fibroblast Hücre Serilerinde H2O2 İle Uyarılmış<br />

Dna Hasarı (Genotoksisite) Üzerine Etkisinin Comet Assay Yöntemi İle<br />

Araştırılması<br />

Selim DEMİR 1 , Yüksel ALİYAZICIOĞLU 1 , İbrahim TURAN 1 , Orhan DEĞER 1 ,<br />

Tuğba Nigar ÇAKIROĞLU 1 , İbrahim AKALIN 1 , Abdülkerim BEDİR 2<br />

1Tıbbi Biyokimya, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon<br />

2 Tıbbi Biyokimya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İzmir<br />

Propolis, polifenolik bileşikler ve flavonoidler açısından zengin, toplandığı bölgenin<br />

coğrafyasına ve iklimine göre kompozisyonu değişebilen, antibakteriyel, antitümöral,<br />

antiinflamatuar, antioksidatif, antimutajenik ve diğer faydalı aktiviteleri<br />

ile doğal bir ilaç olarak kullanılan önemli bir arı ürünüdür. Propolisin biyolojik etkisi,<br />

çoğunlukla flavonoidlerin varlığına atfedilmektedir. Reaktif oksijen ürünlerinin<br />

oluşumundaki artma, antioksidan enzim düzeylerindeki azalma ve/veya DNA onarım<br />

mekanizmalarında defekt olması, oksidatif DNA hasarı oluşumuna yol açmaktadır.<br />

Oksidatif hasara bağlı olarak DNA’da; tek ve çift zincir kırıkları, alkali labil bölgeler,<br />

baz modifikasyonları ve şeker-fosfat omurga hasarı meydana gelebilir veya DNA ile<br />

protein arasında çapraz bağlanma olabilir. Günümüzde genotoksisite çalışmalarında<br />

birçok yöntem kullanılmakla birlikte; basit, ucuz ve tekrarlanabilir bir metot olan<br />

comet analizi diğer yöntemlerden bir adım öne çıkmaktadır. Bu çalışmada, fibroblast<br />

hücre serileri kullanılarak Trabzon propolisinin etanolik ekstraktlarının 50 μg/mL’<br />

lik konsantrasyonda, H2O2 ile indüklenmiş DNA hasarı üzerine etkisi comet analizi<br />

ile incelendi. Hücrelerin, 50 μg/mL etanolik propolis ekstraktıyla; genotoksik ajandan<br />

önce, genotoksik ajanla aynı anda ve genotoksik ajandan sonra muamelesi sonucu<br />

DNA hasarındaki % azalma sırasıyla; %96, %98.92 ve %99.84 olarak saptandı.<br />

Sonuç olarak propolisin etanolik ekstraktlarının; fibroblast hücre serilerinde, H2O2<br />

kaynaklı DNA hasarını engellediği ve antimutajenik aktiviteye sahip olabileceği sonucuna<br />

varıldı.<br />

P-027<br />

Investigation Of Effect Of Propolis Extract On H2O2-Induced Dna Damage<br />

In Fibroblast Cell Lines By Comet Assay<br />

Selim DEMİR 1 , Yüksel ALİYAZICIOĞLU 1 , İbrahim TURAN 1 , Orhan DEĞER 1 ,<br />

Tuğba Nigar ÇAKIROĞLU 1 , İbrahim AKALIN 1 , Abdülkerim BEDİR 2<br />

1Medical Biochemistry, Karadeniz Teknik University<br />

2Medical Biochemistry, Ondokuz Mayıs University<br />

Propolis is an important bee product, rich of polyphenolic compounds and flavonoids,<br />

it has antibacterial, antitumoral, antiinflamatory, antioxidative, antimutagenic properties<br />

and changeable composition according to climate and geography of harvest region,<br />

and is used as a natural drug with other useful activites. Biological effect of<br />

propolis is predominantly attributed to its content of flavonoids. Increased reactive<br />

oxygen species, decreased antioxidant enzyme levels and/or defects in DNA repair<br />

mechanisms result in oxidative DNA damage. As a result of oxidative damage, single<br />

or double strand breaks, alkali-labile sites, base modifications and sugar-phosphate<br />

backbone damage can occur or cross-links between DNA and proteins may form.<br />

However many methods have been used in genotoxicity studies, comet analysis, a<br />

cheap, simple and repeatable method, steps forward other techniques. In the recent<br />

study the effect of ethanolic extracts of Trabzon propolis at the concentration of 50<br />

μg/mL to H2O2-induced DNA damage was investigated in fibroblast cell lines using<br />

comet analysis. Cells were treated with 50 μg/mL ethanolic extracts of propolis<br />

before, simultaneous and after the genotoxic agent and the % decline of DNA damage<br />

was determined as 96%, 98.92%, 99.84%, respectively. It was concluded that<br />

ethanolic extracts of propolis prevent H2O2-induced DNA damage in fibroblast cell<br />

lines and might have antigenotoxic activity.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-028<br />

Pepino Meyvesine (Solanum Muricatum) Ait Antioksidan Etkinin H2O2<br />

Aracılı Eritrosit Lipid Peroksidasyonunun Ve Dpph(2,2-Difenil-1-Pikrilhidrazil)<br />

Radikal Temizleme Aktivitesinin İncelenmesi<br />

Adem DEMİR 1 , Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehtap ATAK 1 , Hasan EFE 2<br />

1Kimya, Rize Üniversitesi, Rize<br />

2Biyokimya, Rize Üniversitesi, Rize<br />

Hızlı gelişen teknoloji insan hayatını kolaylaştırırken bir yandan da sigara, çevre<br />

kirliliği ve radyasyon gibi etkenler de oksijen molekülünü etkileyerek insan sağlığını<br />

tehdit etmektedir. Oksijenden türetilmiş serbest radikaller; membran yapılarında bulunan<br />

çoklu doymamış yağ asitlerini peroksidasyona uğratarak membran bütünlüğü ve<br />

fonksiyonunun bozulmasına yol açarlar. Vücutta bulunan antioksidanlar serbest radikalleri<br />

kontrol etmekte yetersiz kalacağından diyetle alınan antioksidanların desteğine<br />

ihtiyaç duyulmaktadır. Pepino bol miktarda C vitamini ve polifenolik bileşik içerir.<br />

Bu çalışmanın amacı; Pepino meyvesinin kabuğuna ve posasına ait özütlerin eritrosit<br />

hücreleri üzerinde antioksidan etkilerini karşılaştırmaktır. Bu bağlamda özütlerin 5<br />

farklı konsantrasyonu (50, 100, 250, 500,1000 µM) ile özüt bulundurmayan eritrositlerden<br />

6 çalışma grubu oluşturuldu. Stocks, J- Dormandy T. L. metoduna göre lipit<br />

peroksidasyonun son ürünü olan malondialdehit (MDA) düzeyleri belirlendi ve IC50<br />

değerleri bulundu. Bunun yanında özütlerin yine 5 farklı konsantrasyonu (25, 50, 75,<br />

100, 200 µM) ile özüt bulundurmayan 6 farklı ortamda DPPH radikal temizleme aktivitesi<br />

araştırıldı ve IC50 değerleri bulundu. Yapılan istatistiksel değerlendirme sonucunda<br />

pepino kabuk özütünün antioksidan kapasitesinin pepino posa özütüne göre<br />

anlamlı olarak (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-029<br />

Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Seçilmiş Tıbbi Bitkilerin<br />

Etanol Özütlerinin Antioksidan Özellikleri<br />

Melih ONAY 1 , Nursen ÇORUH 2<br />

P-029<br />

Antioxidant Activities Of Ethanolic Extracts Of The Selected Medicinal<br />

Plants From Southestern Anatolia In Turkey<br />

Melih ONAY 1 , Nursen ÇORUH 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, ODTÜ, Ankara<br />

2Kimya, ODTÜ, Ankara<br />

1Biochemistry, METU, Ankara<br />

2 Chemistry, METU, Ankara<br />

Serbest radikaller tarafından indüklenen birçok hastalığa karşı, antioksidanların yararlı<br />

etkileri yıllardır bilinmektedir. Bu çalışma ’nin Güneydoğu bölgesinden bazı tıbbi bitkilerin<br />

antioksidan özelliklerinin ve toplam fenol içeriğinin (TPC) tayin edilmesi için<br />

tasarlanmıştır. Biz bu çalışma içerisinde beş yerel bitki belirledik. Glycyrrhiza glabra<br />

(GG) bitkisinin kökü ve Lavandula stoechas,(LS) Melissa officinalis (MO), Ocimum<br />

basilicum (OB), and Tilia tomentosa (TT) nın arial kısımları alındı ve etanol özütleri<br />

elde edildi. Etanol bitki özütleri arasında en yüksek özüt ürünü % 11,78 ile LS de<br />

gösterilirken, en düşük özüt ürünü % 7,67 ile TT da bulunmuştur. GG, MO ve OB un<br />

özüt ürünleri ise sırası ile %11.08, 7.92 and 7,76 olarak belirlenmiştir. GG, LS, MO,<br />

OB, and TT nın etanol özütlerinin radikal yakalama özelliği (RSA), radikal yakalama<br />

yeteneği metodu ile incelendi. Bu çalışma için DPPH (2,2 diphenyl-1- picrylhydrazyl)<br />

metodu kullanıldı. Etanol özütlerinin RSA’leri 0.001- 2.5 mg/mL arasında çalışıldı<br />

ve grafiklerde en az yedi nokta incelendi. Seçilmiş etanol bitki özütlerinin yüzde elli<br />

etki yoğunluğu (EC50) µg/mL olarak belirlenildi. En yüksek RSA kapasitesi TT’da<br />

bulundu. Diğer taraftan en düşük RSA kapasitesi LS’de gösterildi. Buna ek olarak<br />

seçilmiş bitkilerin TPC’leri standart olarak gallik asit kullanılarak çalışıldı ve sonuçlar<br />

gallik asit eşdeğerine göre özütün mg’ında bulunan toplam fenolün µg olarak belirlendi.<br />

En yüksek TPC’i TT’de bulunurken, en düşük TPC’i LS’de gösterildi. Bu çalışma<br />

içerisinde biz söyleyebiliriz ki TT’nın etanol özütleri yüksek antioksidan özelliğine ve<br />

TPC’ine sahipken, LS yüksek antioksidan özelliğine ve TPC’e sahip değildir.<br />

Beneficial effects of antioxidants have been known against many diseases that are<br />

induced by free radicals for decades. This study was designed to evaluate antioxidant<br />

activities and total phenol contents of the some medicinal plants of southestern Turkey.<br />

In this current study, we selected five local plants . Roots of Glycyrrhiza glabra<br />

(GG) and aerial parts of Lavandula stoechas,(LS) Melissa officinalis (MO), Ocimum<br />

basilicum (OB), and Tilia tomentosa (TT) were taken and obtained their ethanolic<br />

extracts. The highest extraction yield among ethanolic plant extracts was displayed as<br />

11.78 % in LS while the lowest yield was found for TT as 7.67 %. Yields of GG, MO<br />

and OB were obtained as 11.08, 7.92 and 7.76 % respectively. Radical scavenging<br />

activities (RSA) of GG, LS, MO, OB, and TT ethanol extracts carried out with radical<br />

scavenging method. DPPH (2,2 diphenyl-1- picrylhydrazyl) method was used for this<br />

study. RSA of ethanolic extracts were examined in range of 0.001- 2.5 mg/mL and<br />

the seven points were studied on plots at least. Fifty percent effective concentrations<br />

(EC50) of selected ethanolic plant extracts were determined as µg/mL. The highest<br />

RSA was found for TT . On the other hand, it was shown that LS had the lowest radical<br />

scavenging activity. In addition, TPC’s of selected plants were studied by using<br />

gallic acid as standard and results were determined as µg of total phenolics including<br />

in mg of extracts as the gallic acid equivalents(GAE). The highest TPC was found for<br />

TT while the lowest TPC was displayed for LS. In this present study, we can say that<br />

ethanolic extract of TT has high antioxidant activity and TPC. In contrast, LS has no<br />

high antioxidant activity and TPC.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-030<br />

Çeşitli Çözücülerde Türk Propolisinin Çözünürlüğünün İncelenmesi<br />

Tuğba Nigar ÇAKIROĞLU, Orhan DEĞER, Yüksel ALİYAZICIOĞLU,<br />

Ahmet ALVER, Yaşam BARLAK, İbrahim TURAN, Selim DEMİR<br />

P-030<br />

Investigation Of Solubility Of Turkish Propolis In Different Solvents<br />

Tuğba Nigar ÇAKIROĞLU, Orhan DEĞER, Yüksel ALİYAZICIOĞLU,<br />

Ahmet ALVER, Yaşam BARLAK, İbrahim TURAN, Selim DEMİR<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Trabzon<br />

Propolis bal arıları tarafından çeşitli bitki kaynaklarından toplanan yapışkan, reçineli<br />

doğal bir üründür. Propolisin biyolojik aktivitesinden başlıca sorumlu olan yapılar<br />

flavonoidler gibi fenolik bileşiklerdir. Flavonoidler aynı zamanda antioksidan aktiviteden<br />

de sorumludur ve bu da özellikle flavonoidlerin radikal temizleme etkisine<br />

dayanmaktadır. Bu çalışmada, Trabzon ilinden toplanan Türk propolisinin sulu, etanollü,<br />

DMSO’ lu, gliserollü ve asetonlu ekstraktları hazırlanarak toplam polifenol ve<br />

flavonoid içerik, demir (Fe+3) indirgeyici güç ve toplam antioksidan statü tayinleri<br />

yapılarak, hangi çözücü içinde en fazla çözünebileceğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.<br />

Ayrıca propolisin liyofilize edilerek hazırlanan sulu, etanollü ve DMSO’ lu ekstraktları<br />

da aynı yöntemler kullanılarak tayin edilmiştir. Sonuçları desteklemek amacıyla her<br />

bir ekstrakt HPLC ile kalitatif olarak analiz edilmiştir. Normal ekstraktlar ile liyofilize<br />

edilerek hazırlanan ekstraktların toplam polifenol ve flavonoid içerikleri,<br />

demir (Fe+3) indirgeyici güçleri ve toplam antioksidan statüleri birbirleriyle uyumlu<br />

bulunmuştur. HPLC analizlerinde DMSO’ lu ve asetonlu ekstraktlar ile etanollü ve<br />

gliserollü ekstraktların piklerinin benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Sulu ektraktta<br />

ise temel olarak bir pik gözlenmiştir. Yapılan bu çalışmalar neticesinde propolisin<br />

en iyi DMSO içinde, daha sonra sırasıyla etanol, aseton, gliserol ve suda çözündüğü<br />

sonucuna varılmıştır.<br />

Medical Chemistry Tıbbi Kimya, Faculty of Medicine, Karadeniz Technical<br />

University, Trabzon<br />

Propolis is a sticky, resinous natural product collected by honeybees from various<br />

plant sources. Phenolic compounds such as flavonoids are mainly responsible for the<br />

biological activity of propolis. Flavonoids are also responsible for antioxidant activity<br />

which is principally based on their radical scavenging effects. In this study, a major<br />

aim is to investigate which solvent is the best for the solubility of the propolis by using<br />

concentrations of total polyphenols and flavonoids, assays of ferric reducing power<br />

and total antioxidant status in extracts of Turkish propolis prepared with water, ethanol,<br />

dimethyl sulfoxide (DMSO), glycerol and acetone. In addition, propolis samples<br />

were lyophilized in same solvents except that glycerol and acetone. Same analyses<br />

were carried out in lyophilized propolis samples. Each extract of propolis was also<br />

analysed qualitatively by HPLC method. Total concentrations of polyphenols and flavonoids,<br />

ferric reducing power and total antioxidant status of both normal and lyophilized<br />

extracts were found to be agree with each other. In HPLC analysis, peaks seen<br />

with DMSO and acetone were similar, and those of with ethanol and glycerol were<br />

also similar. In water extract of propolis, principally one peak was observed. It was<br />

concluded that propolis solubility was found to be greatest in DMSO, and ethanol,<br />

acetone, glycerol and water, respectively.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-031<br />

Değişik Ekstraksiyon Yöntemleri Uygulanan Çeşitli Bitkilerden Elde Edilen<br />

Ekstraktların Antioksidan Güçlerinin Belirlenmesi<br />

H. Serdar ÖZTÜRK, Ender ŞİMŞEK<br />

P-031<br />

Determination Of Antioxidant Strength Of Extracts Derived From Various<br />

Plants With Different Extraction Methods<br />

H. Serdar ÖZTÜRK, Ender ŞİMŞEK<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Bu çalışmada çeşitli bitkilerden farklı çözücüler ile elde edilen bitkisel ekstraktlarda<br />

antioksidan aktivite tayini yapıldı. Yöntem ve Gereç: 3 farklı çözücü (saf su, %80<br />

etanol ve %80 metanol) ile hazırlanmış 13 bitki (Nigella sativa, Urtica dioica, Trigonella<br />

foenum, Viscum album, Plantago major, Agropyron repens, Crataegus monogyna,<br />

Humulus lupulus, Lavandula stoechas, Achilla millefolium, Papaver rhoeas,<br />

Linum usitatissimum, ve Lepidum sativum) ekstraktının antioksidan aktivitesi ‘Difenilpikrilhidrazil<br />

(DPPH) radical scavenging assay’ yöntemine göre DPPH radikalinin<br />

% engellemesi olarak hesaplanmıştır. Bulgular: Seyreltmesiz bitkisel ekstraktlarda<br />

antioksidan aktivite %16.1 ile %93.3 arasında değişim göstermiştir. 13 bitki<br />

arasında Plantago major en yüksek ve Linum usitatissimum en düşük antioksidan<br />

aktiviteyi göstermiştir. DPPH yöntemi ile ‘antioksidan aktivitesi’ belirlenmiş bütün<br />

bitkisel ekstraktlarda Folin-Ciocalteu yöntemi ile ‘toplam polifenolik bileşen’ tayini<br />

yapılacaktır. Belirlenecek uygun bitki ekstraktlarının daha sonraki çalışmalarımızda,<br />

hayvan modellerinde deneysel olarak oluşturulacak kanser ve ateroskleroz vakalarında<br />

test edilmesi planlanmaktadır.<br />

Department of Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Ankara University,<br />

Ankara<br />

Aim: In this study, determination of antioxidant activity of plant extracts obtained<br />

from various plants with different solvents were performed. Methods and Materials:<br />

13 plant (Nigella sativa, Urtica dioica, Trigonella foenum, Viscum album, Plantago<br />

major, Agropyron repens, Crataegus monogyna, Humulus lupulus, Lavandula stoechas,<br />

Achilla millefolium, Papaver rhoeas, Linum usitatissimum, and Lepidum sativum)<br />

extracts were prepared with three different solvents (distilled water, 80% ethanol<br />

and 80% methanol) and their antioxidant activity was measured by \’Diphenylpicrylhydrazyl<br />

(DPPH) radical scavenging assay\’ according to the percentage inhibition of<br />

DPPH free radicals. Results: Antioxidant activity of undiluted herbal extracts varied<br />

between 16.1% and 93.3%. Among 13 plants, Plantago major showed the highest antioxidant<br />

activity and Linum usitatissimum had the lowest antioxidant activity. Conclusion:<br />

All herbal extracts, measured ‘the antioxidant activity’ by DPPH method, will<br />

be used for the determination of \’total polyphenolic compounds\’ by the method of<br />

Folin-Ciocalteu. Appropriate plant extracts to be determined at the end of this project<br />

are planned to be tested in subsequent studies on animal models with experimentally<br />

induced cancer and atherosclerosis.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-032<br />

Fare Ehrlich Asit Solid Tümör Modelinde Thymus Sipyleus Ve Taurinin<br />

Beyin Antioksidan Savunma Sistemine Etkisi<br />

Gamze TURNA 1 , Zuhal YILDIRIM 2 , Salih SARI 1 ,<br />

Melike EROL DEMİRBİLEK 3 , Nedret KILIÇ 1<br />

1 Tıbbi Kimya, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

2Etimesgut Halk Sağlığı Laboratuvarı, Etimesgut Halk Sağlığı Laboratuvarı,<br />

Ankara<br />

3Sağlık Yüksekokulu, Aksaray Üniversitesi, Aksaray<br />

Bu çalışmada Ehrlich asit solid tümör modelinde Swiss albino farelere taurin (200<br />

mg/kg/gün) ve Thymus sipyleus Boiss. subsp. sipyleus var. sipyleus (endemik tür)<br />

metanol özütü (1.5 g/kg/gün) uygulamasının, farelerin beyin dokusunda malondialdehit<br />

(MDA), ileri oksidasyon protein ürünleri (AOPPs) ve süperoksit dismutaz (SOD)<br />

aktivitesi üzerindeki etkisi araştırıldı. Denekler tümör kontrol (n=6), sağlıklı kontrol<br />

(n=6), kekik tedavi (n=6), kekik koruyucu (n=6), taurin koruyucu (n=6) ve taurin tedavi<br />

(n=6) olmak üzere altı gruba ayrıldı. Koruyucu gruplara tümör enjeksiyonundan<br />

sonraki ilk günden başlayarak 17 gün süreyle madde verildi. Tedavi gruplarına tümör<br />

enjeksiyonundan sonra 11inci günden itibaren 7 gün süreyle madde verildi. Tümör<br />

kontrol ve sağlıklı kontrol grupları karşılaştırıldığında sağlıklı kontrol grubunun SOD<br />

aktivitesinin anlamlı olarak yüksek, AOPP düzeyinin anlamlı olarak düşük olduğu<br />

saptandı (p0.05). Sonuç olarak Thymus sipyleus’un metanol özütü ve taurin uygulaması SOD<br />

aktivitesinin artmasında ve MDA düzeyinin azalmasında anlamlı etki yaratmazken,<br />

taurin uygulaması AOPP düzeyinin azalmasında etkili olmuştur.<br />

P-032<br />

Effects Of Thymus Sipyleus And Taurine On Brain Antioxidant Defence<br />

System In Mice Ehrlich Ascites Solid Tumor 94<br />

Gamze TURNA 1 , Zuhal YILDIRIM 2 , Salih SARI 1 ,<br />

Melike EROL DEMİRBİLEK 3 , Nedret KILIÇ 1<br />

1Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Gazi University, Ankara<br />

2Etimesgut Labrotary for Public Health, Ankara<br />

3Academy of Health, Aksaray University, Aksaray<br />

In this study, the effects of taurine (200 mg/kg/day) and methanol extract of Thymus<br />

sipyleus (an endemic species) (1.5 g/kg/day) on malondialdehyde (MDA), advanced<br />

oxidation protein products (AOPPs) and superoxide dismutase (SOD) activity<br />

in the brain tissue of Swiss albino mice in which oxidative stress was conducted by<br />

Ehrlich ascites solid tumor model. Animals were divided into 6 groups as healthy<br />

control(n=6), tumor control (n=6), thyme treatment (n=6), thyme protective (n=6),<br />

taurine protective (n=6) and taurine treatment (n=6). The protective groups received<br />

these substances for 17 days starting from the 1st day after the tumor injection. The<br />

treatment groups received these substances for 7 days starting from the 11th day after<br />

the tumor injection. It was found that the SOD activity increased significantly and<br />

AOPP level decreased significantly in the healthy control group in comparison with<br />

the tumor control group (p0.05). In<br />

conclusion, the methanol extract of Thymus sipyleus and taurine treatment neither<br />

increase SOD activity, nor decrease MDA level significantly. However, taurine treatment<br />

significiantly decreased AOPP level.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-033<br />

Bazı Medikal Gıdaların Sulu Ekstraktları İle Protein Glikasyonunun<br />

İnhibisyonu<br />

Ebru KOCADAĞ KOCAZORBAZ, Figen ZİHNİOĞLU<br />

P-033<br />

Inhibition Of Protein Glycation By Aqueous Extracts Of Some Medicinal<br />

Food.<br />

Ebru KOCADAĞ KOCAZORBAZ, Figen ZİHNİOĞLU<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi, İzmir<br />

Kocadage@hotmail.com<br />

Kandaki glukoz düzeyinin artmasının sonuçlarından biri, hemoglobin ve albumin gibi<br />

proteinlerin glikasyona (glukoz ve diğer indirgenmiş şekerler ile proteinlerin enzimatik<br />

olmayan reaksiyonu) uğramasıdır. Canlı organizmalarda; protein glikasyon reaksiyon<br />

ürünlerinin birikimi toksik, antijenik ve heterojen olan ileri glikasyon son ürünleri<br />

(AGEs) ve reaktif prekürsörlerin oluşumuna neden olmaktadır. İleri glikasyon son<br />

ürünleri (AGEs); diyabet, ateroskleroz, nefropati, romatoid artrit, nörodejenerasyon<br />

gibi hastalıkların patojenezini etkilemektedirler. Bu nedenle AGElerin oluşumunu engelleyen<br />

bileşenler, potansiyel törepatik ajanlar olarak ilgi görmektedir. Son yıllarda<br />

yapılan çalışmalarda bazı alkolik bitki ekstrelerinin fenolik içeriğinden dolayı protein<br />

glikasyonunu inhibe ettiği gözlenmiştir. Ancak sulu bitki ekstraktlarıyla yapılan<br />

bir çalışma henüz rapor edilmemiştir. Bu çalışmada, antidiyabetik olarak bilinen<br />

böğürtlen yaprağı (Rubus caesius), zeytin yaprağı (Olea europea), üzüm (Vitis vinifera),<br />

taflan (Prunus laurocerasus) ve tarhun (Artemisia dracunculus) bitkilerin<br />

sulu ekstraktlarının protein glikasyonuna inhibisyon etkisi sığır serum albumin ve<br />

glukoz model sistemi kullanılarak in vitro koşulda incelendi. 355nm/460nm alınan<br />

florometrik değerler, albumin glikasyonunun ve deglikasyonunun göstergesi olarak<br />

kullanıldı. Spesifik inhibitör aktiviteleri, % inhibisyon değerleri ve IC50 değerleri hesaplanarak<br />

deglikasyonda en etkin olan tür belirlendi. Ayrıca, çalışmada kullanılan<br />

tüm bitki ekstratlarının, doza bağımlı inhibisyon etkinliği gösterdiği gözlendi. Alınan<br />

sonuçlar doğrultusunda hazırlanan preparatların potansiyel antiglikasyon bileşenlerini<br />

içerdiği, ancak törepatik anlamda kullanımları için; ilgili bileşenlerin izolasyonu<br />

karakterizasyonları ve in vivo çalışmalar ile desteklenmesi gerektiği açıktır.<br />

Biochemistry, Ege University, İzmir<br />

One of the consequences of elevated blood glucose is an increase in glycated proteins<br />

(non-enzymatic reactions of proteins with glucose and other reducing sugars) such as<br />

hemoglobin and albumin. The accumulation of the reaction products of protein glycation<br />

in living organisms leads to heterogenous, toxic and antigenic advanced glycation<br />

end products (AGEs) and reactive precursors that have been implicated in the pathogenesis<br />

of age-related disease such as diabetes, atherosclerosis, end-stage renal disease,<br />

rheumatoid arthritis and neurodegenerative diseases. Consequently, inhibitors of<br />

AGE formation have recently gained attention as potential therapeutic agents. Some<br />

plant alcoholicic extracts have been shown to inhibit protein glycation by means of<br />

their phenolic contents, but aqueous plant extracts have not been stutied to date. In this<br />

study the protein glycation inhibitory activity of aqueous extracts from Rubus caesius,<br />

Olea europea, Prunus laurocerasus, Artemisia dracunculus and Vitis vinifera plants,<br />

which were known as antidiabetic, was evaluated in vitro using the model system of<br />

bovine serum albumin and glucose. Fluorescense at 355nm/460nm was used as an<br />

index of albumin glycation/deglycation. The data were expressed in terms of %inhibition.<br />

Specific inhibitory activities showed that all plants exhibited antiglycation property.<br />

Obtained date indicated clearly that all plant extracts tested, could be promising<br />

for an effective glycation inhibitor due to their IC50 values besides exhibiting dose<br />

dependent inhibitory activities. Further studies are warranted to isolate, characterize<br />

the inhibitor compunds and should be confirmed by in vivo studies for their potential<br />

therapeutic use.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-034<br />

Morus Alba (Beyaz Dut)Ve Morus Nigra (Kara Dut)’ nın Antioksidan Ve<br />

Antimikrobiyal Aktivitelerinin Belirlenmesi<br />

Emre AVCI 1 , Gülçin ALP 2 , Sibel GÖKŞEN 1 , Selda GÖKŞEN 1 ,<br />

Şule COŞKUN CEVHER 3<br />

P-034<br />

The Determination Of Antioxidant And Antimicrobial Activities Of Morus<br />

Alba (White Mulberry) And Morus Nigra (Black Mulberry)<br />

Emre AVCI 1 , Gülçin ALP 2 , Sibel GÖKŞEN 1 , Selda GÖKŞEN 1 ,<br />

Şule COŞKUN CEVHER 3 ,<br />

CONTENTS<br />

1Biyoloji, Hitit Üniversitesi , Çorum<br />

2Mikrobiyoloji, Hitit Üniversitesi, Çorum<br />

3Biyoloji, Gazi Üniversitesi, Ankara<br />

1Biology, Hitit University, Çorum<br />

2Microbiology, Hitit University, Çorum<br />

3Biology, Gazi University, Ankara<br />

Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ’de de tıbbi açıdan önemli olan bitkiler, yüzyıllardan<br />

beri halk arasında hastalıkların tedavisi amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde dut<br />

meyvelerinin taze tüketiminin yanı sıra işlenmiş ürünleri de önemli bir tüketim potansiyeline<br />

sahiptir. Bu çalışmada Çorum ve çevresinden toplanan Morus alba (beyaz dut)<br />

ve Morus nigra (kara dut)’nın olgun ve ham örneklerinin antioksidan aktiviteleri ticari<br />

kit kullanılarak spektrofotometrik yöntem ile tespit edildi. Antimikrobiyal aktivitenin<br />

belirlenmesinde ise disk difüzyon yöntemi kullanıldı (yöntemde Staphylococcus aureus<br />

ATCC 25923, Candida albicans ATCC 10231, Escherichia coli ATCC 25922,<br />

Enterecoccus faecalis ATCC 29212 ve Pseudomonas aeruginosa ATCC 27853 suşları<br />

kullanıldı). Antimikrobiyal aktivite açısından en duyarlı suş Staphylococcus aureus<br />

ATCC 25923 (13,5 ± 2,0 mm) ve en dirençli suş ise Escherichia coli ATCC 25922 (5,0<br />

±1,0 mm) olduğu idi. Antioksidan aktivite açısından olgun dutların ham dutlara göre<br />

daha yüksek aktiviteye sahip olduğu belirlendi.. Karadut ve beyaz dut kıyaslandığında<br />

ise karadutun antioksidan aktivitesinin (2,025- 2,711 mmol Trolox eguivalent/l) beyaz<br />

duta (0,446- 0,535 mmol Trolox eguivalent/l) göre daha yüksek olduğu tespit edildi.<br />

In addition to all the world countries, important medicinal plants have been used for<br />

the treatment of diseases for centuries in Turkey. Today the consumption of fresh<br />

Mulberry fruits as well as consumption of processed products are also important potantial..In<br />

this study Antimicrobial and antioxidant activities of mature and raw samples<br />

of Morus alba and Morus nigra were determined. Antioxidant activities were<br />

measured with spectrophotometric method by using commercial kits. Disc diffusion<br />

method was used to determine the antimicrobial activity ( Staphylococcus aureus<br />

ATCC 25923, Candida albicans ATCC 10231, Escherichia coli ATCC 25922, Enterecoccus<br />

faecalis ATCC 29212 and Pseudomonas aeruginosa ATCC 27853 strains<br />

was used).. In terms of antimicrobial activity the most sensitive strain was Staphylococcus<br />

aureus ATCC 25923 (13,5 ± 2,0 mm) and also the most resistance strain<br />

was Escherichia coli ATCC 25922 (5,0 ±1,0 mm). Antioxidant activities of mature<br />

mulberries were higher than raw mulberries. When comparing the antioxidant activities<br />

of white mulberry (0,446- 0,535 mmol Trolox eguivalent/l) and black mulberry<br />

(2,025- 2,711 mmol Trolox eguivalent/l), according to white mulberry black mulberry<br />

was higher antioxidant activity.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-035<br />

Asetik Asit İle Oluşturulan Kronik Mide Ülseri Modelinde Yeşil Çay Ve<br />

Whey Proteinlerinin Terapötik Etkileri<br />

Ayliz VELİOGLU OGUNC 1 , A. Ozer SEHİRLİ 2 , Berna KARAKOYUN LACİN 3 ,<br />

Hulya SAHİN 1<br />

P-035<br />

Therapeutic Effects Of Green Tea And Whey In Chronic Ulcer Model<br />

Induced Asetic Acid<br />

Ayliz VELİOGLU OGUNC 1 , A. Ozer SEHİRLİ 2 , Berna KARAKOYUN LACİN 3 ,<br />

Hulya SAHİN 1<br />

CONTENTS<br />

1Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Marmara Üniversitesi , İstanbul<br />

2Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilimdalı, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />

3Sağlık Bilimleri Fakültesi,Hemşirelik Bölümü, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />

Kronik mide ülseri tedavisi için son yıllarda değişik tedavi protokolleri uygulanmaktadır.<br />

Ancak her geçen gün, olgu sayısı da artmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, çok yönlü<br />

terapötik etkileri bildirilen yeşil çay ve whey proteinlerinin, deneysel sıçan kronik<br />

mide ülseri modelinde etkilerini ve bu etkinin sinerjistik niteliğini araştırmaktır.<br />

Çalışmamızın ilk aşamasında, Spraque Dawley sıçanlarda (n=40), ketamin anestezisi<br />

altında, mide dokusuna asetik asit uygulamasıyla kronik mide ülseri (peptik ülser)<br />

oluşturuldu. Uygulamadan sonra sıçanlara, 2 hafta süreyle yeşil çay (100 mg/kg doz)<br />

ve whey proteinleri (80gr/kg doz) oragastrik yolla verildi. Süre sonunda, sıçanların<br />

dekapitasyon ile sakrifiye edilmesini takiben karaciğer ve mide dokuları toplandı. Bu<br />

dokularda malondialdehit (MDA), Glutatyon (GSH) düzeyleri, Miyeloperoksidaz<br />

(MPO) enzim aktivitesi ölçüldü. Aynı dokuların reaktif oksijen türleri (ROT) ise kemilüminesans<br />

yöntemiyle ölçülmüştür. Mide dokularında ülser odakları makroskopik<br />

olarak skorlandı. Bulgularımıza göre, yeşil çay ve whey’in deneysel modelimizde<br />

karaciğer ve mide dokularında anlamlı derecede(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-036<br />

Endometriosis İle İnterlökin-18 -607 C/A Promotör Gen Polimorfizminin<br />

Fonksiyonel İlişkisi<br />

Lokman AYAZ 1 , Sevim KARAKAŞ ÇELİK 2 , Filiz ÇAYAN 3 ,<br />

Nurcan ARAS-ATEŞ 4 , Lülüfer TAMER 1<br />

P-036<br />

Functional Association Of Interleukin 18 Gene –607 C/A Promoter<br />

Polymorphisms With Endometriosis<br />

Lokman AYAZ 1 , Sevim KARAKAŞ ÇELİK 2 , Filiz ÇAYAN 3 ,<br />

Nurcan ARAS-ATEŞ 4 , Lülüfer TAMER 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mersin<br />

2Tıbbi Biyoloji, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi, Zonguldak<br />

3Kadın-Doğum Hastalıkları, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mersin<br />

4Tıbbi Biyoloji ve Genetik, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mersin<br />

Endometriosis uterus boşluğu dışındaki endometriyal dokunun varlığı olarak bilinir.<br />

Birçok bulgu, endometriosisin poligenik ve mutifaktöriyel bir hastalık olduğunu<br />

bildirmektedir. IL-18, menstrüel siklus süresince başlıca endometriyal epitel hücreleri<br />

ve stromal hücrelerde eksprese olmaktadır. Bu çalışmamızın amacı, interlökin-18 (IL-<br />

18) C607A polimorfizminin endometriosis riski ile ilişkili olup olmadığını, ve endometriozis<br />

evreleri ile IL-18 (-607) gen polimorfizminin potansiyel korelasyonunu<br />

araştırmayı amaçladık. Çalışma grubu cerrahi ve histopatolojik olarak endometriosis<br />

tanısı konulan 135 kadın ve laparotomi ya da laparoskopi incelemesi ile endometriosis<br />

tanısı almayan 85 kontrol olmak üzere toplam 219 kadından oluşmaktadır. Hasta<br />

ve kontrol grubundan elde edilen genomik DNA, “DNA high pure PCR template<br />

preparation” kiti kullanılarak lenfositlerden izole edildi. IL-18 (-607) polimorfizm<br />

genotiplendirilmesi PCR bazlı Restriksiyon Fragment Uzunluk Polimorfizmi (RFLP)<br />

yöntemi kullanılarak belirlendi. Endometriosis grubunda IL-18 -607 C/A gen polimorfizminin<br />

genotip dağılımı kontrol grubuna göre anlamlı bir fark gösterdi (CC / CA<br />

/ AA oranları sırası ile endometriosis için;% <strong>22.</strong>2, % 53.3, % 24.5 ve kontrol için;%<br />

40.5, % 50.0, %9.5). IL-18 -607 CA ve AA genotipleri kontrol grubuna göre endometriosis<br />

için risk oranı 1.1943 (95% CI: 1,044-3,166, P=0.036) ve 4.675 (95% CI<br />

1.872-11.67 P=0.001) kat olduğu belirlendi. Endometriosis evrelerine göre yapılan alt<br />

grup analizde ise IL-18 -607/AA genotipi ve endometriosis evreleri arasında pozitif<br />

bir ilişki belirlendi. Sonuç olarak, IL-18 -607 C/A gen polimorfizmi endomeriosis için<br />

artmış bir risk ile ilişkisi olabileceğini düşünmekteyiz.<br />

1Biochemistry, Faculty of Medicine, Mersin University, Mersin<br />

2Medical Biology, Faculty of Medicine, Zonguldak Karaelmas University, Zonguldak<br />

3Gynecologic Diseasesı, Faculty of Medicine Mersin University, Mersin<br />

4Medical Biology and Genetic, Faculty of Medicine Mersin University, Mersin<br />

Endometriosis is defined as the presence of endometrial tissue outside the uterine cavity.<br />

Increasing evidence suggests that endometriosis is a polygenic and multifactorial<br />

disease. IL-18 was constitutively expressed in endometrial epithelial cells and stromal<br />

cells throughout the menstrual cycle. The aim of the study is to investigate whether<br />

the interleukin-18 (IL-18) C607A polymorphism is associated with the risk of endometriosis,<br />

and to evaluate potential correlation of IL-18 (-607) gene polymorphism<br />

with the stages of endometriosis The study included 219 women; 135 patients with<br />

endometriosis diagnosed with surgery and histopathology, and 84 control subjects<br />

who had no evidence of endometriosis during exploratory laparotomy or laparoscopy.<br />

Genomic DNA of control and patients was extracted from whole blood using High<br />

Pure PCR template preparation kit. Genotype distribution of the C607A polymorphism<br />

in the IL-18 gene was detected by using a PCR-based restriction fragmentlength<br />

polymorphism (RFLP) method. The genotype distribution of the IL-18 -607<br />

C/A gene polymorphism in the endometriosis group was significantly different from<br />

that of the control group (CC/CA/AA rates were <strong>22.</strong>2%, 53.3%, 24.5% and 40.5%,<br />

50.0% and 9.5 % for the endometriosis and control groups, respectively). The odds<br />

ratio of endometriosis for the IL-18 -607 CA and AA genotypes were 1.1943 (95%<br />

CI: 1,044-3,166, P=0.036) and 4.675 (95% CI 1.872-11.67 P=0.001) compared with<br />

the control group. Further subgroup analyses according to the stage of endometriosis<br />

also revealed a positive association between the IL-18 -607/AA genotype and stages<br />

endometriosis patients in the population studied. In conclusion, we suggest that the<br />

IL-18 -607 C/A gene polymorphism may be associated with an increased risk for<br />

endometriosis.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-037<br />

Deneysel Olarak Oluşturulmuş Meme Tümöründe Tamoksifenin Lipid Ve<br />

Lipoproteinler Üzerine Etkisinin İncelenmesi<br />

Koray KODAL 1 , Erol ÇAKIR 1 , Sevgi ESKOCAK 1 , Hakan ERBAŞ 1 ,<br />

Ufuk USTA 2<br />

P-037<br />

The Effect Of Tamoxifen On Lipids And Lipoproteins In Experimental<br />

Breast Cancer<br />

Koray KODAL 1 , Erol ÇAKIR 1 , Sevgi ESKOCAK 1 , Hakan ERBAŞ 1 ,<br />

Ufuk USTA 2<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Kimya, Trakya Üniversitesi, Edirne<br />

2Patoloji, Trakya Üniversitesi, Edirne<br />

1 Medical Chemistry, Trakya University, Edirne<br />

2 Patology, Trakya University, Edirne<br />

Bu araştırmada, deneysel olarak farelerde solid meme kanseri oluşturularak tamoksifen<br />

tedavisinin lipid, lipoproteinler ve lipid peroksidasyonu üzerine etkileri incelendi.<br />

Denekler, 4 gruba ayrıldı. Tedavi 21 gün sürdü. Tamoksifen, zeytinyağı içinde<br />

çözündürülerek gavaj ile verildi. Serumda total kolesterol, trigliserid, yüksek dansiteli<br />

lipoprotein kolesterolü, çok düşük dansiteli lipoprotein kolesterolü ve malondialdehit<br />

düzeyleri ölçüldü. Total kolesterol düzeyinin, hem sağlıklı, hem de tümörlü kontrol<br />

grubuna göre tamoksifen tedavisi verilen gruplarda anlamlı olarak azaldığı gözlendi.<br />

Trigliserit düzeyinin, sağlıklı kontrol grubuna göre tümörlü grupta arttığı, tamoksifen<br />

tedavisinin anlamlı düşüşe yol açtığı bulundu. Yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol<br />

düzeyinin tümörlü gruplarda anlamlı olarak azaldığı, bu azalmanın tamoksifen tedavisiyle<br />

daha da arttığı bulundu. Çok düşük dansiteli lipoprotein kolesterolü düzeyinin,<br />

sağlıklı kontrol grubuna göre; tümörlü kontrol grubunda arttığı, tamoksifen tedavisi ile<br />

anlamlı olarak azaldığı gözlendi. Malondialdehit düzeyinin ise sağlıklı kontrol grubuna<br />

göre; tümörlü kontrol grubunda, düşük doz tamoksifen tedavisi verilen grupta,<br />

yüksek doz tamoksifen tedavisi verilen grupta anlamlı olarak artmış olduğu gözlendi.<br />

Malondialdehit düzeyinde görülen yükselme en çok yüksek doz tedavi grubunda idi.<br />

In this research, solid breast cancer is formed experimentally in mice and the effects<br />

of tamoxifen treatment on lipids, lipoproteins and lipid peroxidation are examined.<br />

The mice were grouped into 4. The duration of treatment was 21 days. Tamoxifen<br />

was dissolved in olive oil and given by gavage. The levels of total cholesterol, triglyceride,<br />

high density lipoprotein cholesterol, very low density lipoprotein cholesterol<br />

and malondialdehyde in serum were measured. The levels of total cholesterol were<br />

found to be significantly decreased in tamoxifen treatment groups when compared<br />

with both healthy control group and control group with tumors. Triglyceride level<br />

was found to be increased in group with tumors when compared with healthy control<br />

group. Tamoxifen treatment caused statistically significant decrease. The levels of<br />

high density lipoprotein cholesterol were found to be significantly decreased in groups<br />

with tumors. This decrease increased more with tamoxifen treatment. The level of serum<br />

very low density lipoprotein cholesterol was found to be increased in group with<br />

tumors, when compared with the healthy control group and the level decreased significantly<br />

with tamoxifen treatment. Serum malondialdehyde levels were measured to<br />

be increased significantly in control group with tumors, low dose tamoxifen treatment<br />

group and high dose tamoxifen treatment group when compared with healthy control<br />

group. The maximum increase in malondialdehyde level was in high dose group.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-038<br />

Karbohidratların Sulu Ortamda Tanınmasına Yönelik Boronik Asit Esteri<br />

Damgalı Polimerlerin Sentezlenmesi<br />

Burcu OKUTUCU, Seçil ÖNAL<br />

P-038<br />

Synthesis Of Boronic Acid Imprinted Polymers For The Recognition Of<br />

Carbohydrates In Aqueous Media<br />

Burcu OKUTUCU, Seçil ÖNAL<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, İzmir<br />

Biochemistry, Faculty of Science, Ege University, İzmir<br />

Boronik asit türevli taşıyıcılar ile karbohidratların, nükleotidlerin ve glikoproteinlerin<br />

tanınmasına yönelik çalışmalar son yıllarda oldukça ilgi çekici olmuştur. Mono- ve<br />

oligosakkaritlerin sulu ortamda boranat ve fenilboranat iyonlarıyla geri dönüşümlü<br />

oluşturduğu kompleksler ile ilgili çalışmalar uzun yıllardır yapılmaktadır. Moleküler<br />

damgalama, hedef molekül varlığında fonksiyonel monomer ve çapraz bağlayıcının<br />

insiyatör ile kopolimerizasyonu sonucunda mikrokavitelere sahip polimerik yapıların<br />

oluşturulmasıdır. Fenil boronik asitler, diol grubu içeren bileşiklerin kovalent olarak<br />

damgalanmasında yaygın olarak kullanılan fonksiyonel monomerlerdir. Şekerfenilboronik<br />

asit esterlerinin çapraz bağlayıcı ile oluşturdukları polimerik yapı hidrolizlenerek<br />

kalıp molekül uzaklaştırıldıktan sonra hazırlanan moleküler damgalı<br />

polimerler diol spesifiktir. Bu çalişmada, fruktoz-, galaktoz-, glukoz- ve rafinoz-fenilboronik<br />

asit esterleri sentezlenerek moleküler damgalı polimerlerde kalıp molekül<br />

olarak kullanıldı. Çapraz bağlayıcı (etilenglikoldimetakrilat; EDGMA) inisiyatör<br />

(2,2’-azobisbutirilonitril; AIBN), porojen (kloroform) ve kalıp molekül uygun oranlarda<br />

karıştırıldı. Termal polimerizasyon yöntemiyle moleküler damgalı polimerler<br />

hazırlandı. Kalıp molekülün polimerden uzaklaştırılması için farklı hidrolitik yıkamalar<br />

yapıldı ve her bir polimer için en uygun yıkama koşulları belirlendi. Hazırlanan polimerler<br />

ile geri bağlama çalışmaları yapıldı. Polimerlerin sulu ortamda farklı şekerleri<br />

tanıyabilirliği test edildi.<br />

Boronic acid derivative matrices which employed for the separation of carbohydrates,<br />

nucleotides and glycoproteins were attractive nowadays. Reversible complex formation<br />

of boronate and phenyl boronate ions with mono- and oligosaccharides in aqueous<br />

solutions is well known for many years. Molecular imprinting is a process synthesizing<br />

polymer that has microcavities by which functional and cross-linking monomers<br />

are co-polymerized in the presence of the target analyte. Phenyl boronic acid has been<br />

frequently used as functional monomer for the imprinting of diols. Cross-linking of<br />

sugar-phenyl boronic acid esters followed by the removal of templates via hydrolysis<br />

gives the molecularly imprinted polymers for the specific to diols. In this study, the<br />

esters of fructose, galactose, glucose, sucrose and raffinose were synthesized and used<br />

as template analytes in molecularly imprinted polymers. Cross-linking agent (ethylenglycol<br />

dimethacrylate; EGDMA), initiator (2,2’-azobisbutrylnitrile; AIBN), porogen<br />

(chloroform) and appropriate ratio of template were mixed. Thermal polymerization<br />

was used for preparation of carbohydrate imprinted polymers. In order to remove the<br />

template, different hydrolytic washings were made and the best condition was determined<br />

for each polymer. The batch rebinding studies were done for all polymers. The<br />

recognition of different saccharides by each polymer was tested.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-039<br />

Glukoz-Boronat Esteri Damgalı Polimer İle İdrardaki Bazı<br />

Karbohidratların Tanınması<br />

Burcu OKUTUCU, Seçil ÖNAL<br />

P-039<br />

Recognition Of Some Urinary Carbohydrates By Glucose-Boronate<br />

Imprinted Polymer<br />

Burcu OKUTUCU, Seçil ÖNAL<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, İzmir<br />

Biochemistry, Faculty of Science, Ege University, İzmir<br />

Metabolik hastaklıkların bazıları idrarda aşırı miktarda şekerin atılımı ile karakterize<br />

edilirler. İdrarda en fazla bulunan karbohidrat glukoz olmakla beraber diğer<br />

karbohidratların (glukuronik asit, fruktoz, galaktoz, laktoz, maltoz, mannoz, sükroz,<br />

arabinoz, riboz ve ksiloz) da idrarda bulunduğu bilinmektedir. Karbohidrat<br />

metabolizması hastalıklarının teşhisi ile tedavisinde ve patolojik öneminin<br />

anlaşılmasında klinik açıdan önemlidir. İdrarda karbohidrat analizleri kağıt kromatografisi,<br />

ince tabaka kromatografisi, yüksek performans sıvı kromatografisi ve kapiler<br />

elektroforez yöntemleri ile yapılmaktadır.<br />

Karbohidrat tanınmasına yönelik sentetik reseptörlerin hazırlanması ve bu tanımanın<br />

taklit edilmesi supramoleküler kimya alanında oldukça ilgi çeken bir alandır. Sentetik<br />

karbohidrat reseptörü hazırlama yöntemlerinden biriside moleküler damgalama<br />

teknolojisidir. Moleküler damgalama, sentetik polimerlerde yapay tanıma bölgelerinin<br />

oluşturulmasında kullanılan etkin bir tekniktir. Teknik oldukça basit olup genellikle<br />

sentetik polimerlerde fonksiyonel monomerler ve çapraz bağlayıcının kalıp molekül<br />

etrafında in situ kopolimerizasyonu ile spesifik tanıma bölgelerinin oluşturulmasıdır.<br />

Bu çalışmada, glukozun boronik asit esteri sentezlenerek kalıp molekül olarak<br />

moleküler damgalı polimerin hazırlanmasında kullanıldı. Hazırlanan bu polimerin<br />

idrarda farklı karbohidratların (galaktoz, glukoz, fruktoz, maltoz, laktoz, rafinoz, ksiloz)<br />

tanınmasında kullanılabilirliği test edildi. İdrara eklenen 100 μg /ml galaktoz, glukoz,<br />

fruktoz, maltoz, laktoz, rafinoz ve ksilozu glukoz boronik asit damgalı polimerin<br />

tanıma kapasitesi galaktoz (%47), glukoz (%66), fruktoz (%55), laktoz (%35), maltoz<br />

(%25), sükroz (%30), rafinoz (%32) ve ksiloz(%1) olarak bulundu.<br />

Several metabolic disorders are characterized by excretion of large quantities of carbohydrate<br />

in the urine. Although the most frequently found carbohydrate in the urine<br />

is glucose, different carbohydrates (glucuronic acid, fructose, galactose, maltose, lactose,<br />

sucrose, mannose, arabinose, ribose and xylose) are also present at low concentrations.<br />

Carbohydrate analysis of urine is clinically important in assisting diagnosis of<br />

disorders of carbohydrate metabolism and understanding its pathologic significance.<br />

Paper chromatography, thin layer chromatography, high performance liquid chromatography<br />

and capillary electrophoresis are the techniques that are often employed for<br />

the determination of urinary carbohydrates.<br />

The recognition of carbohydrates in their natural environment is diffucult, the mimicking<br />

of carbohydrate recognition by synthetic receptors has attracted much attention.<br />

Molecular imprinting has proved to be an attractive technique for the creation<br />

of artificial recognition sites within synthetic polymers. The technique involves construction<br />

of the sites of specific recognition commonly made in situ copolymerization<br />

of functional monomers and crosslinker around the template molecule.<br />

In this study, the ester of glucose was synthesized and used as template in molecularly<br />

imprinted polymer. Usability of the glucose- boronate imprinted polymer was tested<br />

to recognize the different urinary carbohydrates (glucose, fructose, galactose, lactose,<br />

maltose, raffinose, xylose). The 100 μg /ml amount of sugars; galactose, glucose, fructose,<br />

maltose, lactose, raffinose and xylose was spiked to the urine and the recognition<br />

capacity of glucose boronic acid imprinted polymer was found for galactose (47 %),<br />

glucose (66 %), fructose (55 %), lactose (35%), maltose (25%), sucrose (30 %), raffinose<br />

(32%) and xylose 1(%), respectively.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-040<br />

DNA İzolasyonunda Saflık Ve Miktar Bakımından Spin Kolon Metotlarının<br />

Karşılaştırılması<br />

Fatih KARA, Esra LALOĞLU, Abdulkadir YILDIRIM, Fatih AKÇAY,<br />

Ebubekir BAKAN<br />

P-040<br />

Comparison Of Spin Column Methods In Terms Of Purity And Amount In<br />

Dna Isolation<br />

Fatih KARA, Esra LALOĞLU, Abdulkadir YILDIRIM, Fatih AKÇAY,<br />

Ebubekir BAKAN<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzurum<br />

Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Atatürk University, Erzurum<br />

DNA izolasyonu, kan, semen, kıl, kemik ve tükürük gibi biyolojik örneklerden<br />

DNA’nın ekstraksiyonu işlemidir ve PCR tabanlı tekniklerin önemli bir parçasıdır.<br />

DNA’yı izole etmek için kullanılan metotlar, çalışmanın amacına ve numunenin<br />

tipine göre önemli ölçüde değişkenlik gösterir. Uygun DNA miktarı ve saflığı, izolasyonu<br />

müteakip işlemler için elzemdir. Bu çalışmanın amacı, -biri daha uzun santrifüj<br />

süreleriyle karakterize- iki spin kolon metodu arasında, miktar ve saflık bakımından<br />

bir karşılaştırma yapmaktı. Katılımcılardan elde edilen 40 adet venöz kan örneği, iki<br />

farklı DNA izolasyon kitinin (grup 1 için Invitrogen Pure Link Genomic DNA Mini<br />

Kit ve grup 2 için Invisorb Spin Blood Mini Kit) etkinliğini karşılaştırmak için, randomize<br />

bir şekilde iki gruba ayrıldı. Her bir grupta farklı bir kit kullanılarak DNA<br />

ekstraksiyonları yapıldı. DNA saflığı OD260/OD280 oranı kullanılarak belirlendi.<br />

DNA miktarı Biophotometer Plus (Eppendorf, Germany) cihazı ile ölçüldü. DNA<br />

saflığı, grup 1’de 1.59 ± 0.15 (mean ± SD) ve grup 2’de 2.08 ± 0.25 idi. DNA miktarı<br />

ise grup 1’de 63.82 ± 28.84 µg/mL ve grup 2’de 21.71 ± 5.40 µg/mL idi. Gruplar<br />

arasında saflık ve miktar bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-041<br />

Anormal Sperm Morfolojisine Sahip İnfertil Erkeklerdeki Sperm DNA<br />

Hasarının Komet Yöntemi İle Tespit Edilmesi<br />

Ayşen DURMAZ 1 , Nurten DİKMEN 1 , Ege Nazan GÖKER TAVMERGEN 2 ,<br />

Erol TAVMERGEN 2 , Nilüfer ÇALIMLIOĞLU 2<br />

P-041<br />

Detection Of Sperm DNA Damage With Comet Assay, Associated With<br />

Abnormal Morphology In Infertile Men<br />

Ayşen DURMAZ 1 , Nurten DİKMEN 1 , Ege Nazan GÖKER TAVMERGEN 2 ,<br />

Erol TAVMERGEN 2 , Nilüfer ÇALIMLIOĞLU 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Çukurova Üniversitesi, Adana<br />

2Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ege Üniversitesi, İzmir<br />

1 Biochemistry, Çukurova University, Adana<br />

2Research Center of Infertility and Practice, Ege University, İzmir<br />

Sperm DNA bütünlüğünün korunmuş olması; başarılı bir fertilizasyon, embriyogenezis<br />

ve embriyo gelişimi için gereklidir. Spermatogenez bir seri mayoz ve mitoz bölünmeyi,<br />

sitoplazmik yapıdaki değişiklikleri, somatik histonların geçiş proteinleri ile yer<br />

değiştirmesini ve son olarak da protaminlerin sperm DNA’sına katılımını içerir. Anormal<br />

spermatozoada DNA hasarı yüksek, ROT üretimi artmış ve antioksidan kapasite<br />

azalmıştır. Fertilizasyon, klivaj, blastosist gelişimi ve implantasyon gibi henüz<br />

tam olarak anlaşılamamış konulara da ışık tutacağı düşünülerek bu çalışmada paternal<br />

genomun incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Ege Üniversitesi Aile Planlaması<br />

Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezine başvuran oligospermik, astenospermik,<br />

teratospermik ve normospermik 40 infertil bireydeki sperm hücresine ait DNA hasarı<br />

Komet Yöntemi ile çalışılmış, sonuçlar CometScore15 Tritek bilgisayar programı<br />

kullanılarak hesaplanmıştır. Ayrıca yukarıda sayılan tüm sperm anomalilerini içeren<br />

%85’i kısa kuyruklu olan ve %100 baş anomalisine sahip olan oligoastenoteratospermik<br />

bir vakanın mikroenjeksiyonu gerçekleştirilmiş olup aynı zamanda sperm<br />

DNA hasarı da Komet Yöntemi ile hesaplanmıştır. Mikroenjeksiyon sonrası fertilizasyon,<br />

klivaj ve gebelik durumu takip edilerek DNA hasarı ile ilişkisi incelenmiştir.<br />

Çalışmanın sonuçları incelendiğinde spermdeki DNA hasarının pronükleus oluşumunu<br />

engellemediği bununla birlikte astenoteratozoosperminin artmış DNA hasarı ile ilişkili<br />

olduğu gözlenmiştir. Bunun sonucunda da embriyo kalitesinin azaldığı ve gebeliğin<br />

negatif yönde etkilendiği dikkat çekmiştir.<br />

Sperm DNA integrity is essential for successful fertilization, embriyogenesis and embryo<br />

development. Spermatogenesis involves a series of mitosis and meioses, changes<br />

in cytoplasmic architecture, replacement of somatic cell histones with transition proteins,<br />

and the final addition of protamines to the sperm DNA. Abnormal spermatozoa<br />

show high level of DNA damage, excessive reactive oxygen species (ROS) production<br />

and decreased antioxidant profile. In this study we aimed to look into the paternal<br />

genome considering it would shed light on subjects not yet clearly understood such<br />

as fertilization, cleavage, blastocyst formation and implantation. For that purpose, the<br />

DNA damage of sperm cells from 40 infertile oligozoospermic, asthenozoospermic,<br />

teratozoospermic and normozoospermic individuals who applied to Ege University<br />

Family Planning, Infertility Research and Treatment Center was studied with Comet<br />

Assay and the results were calculated using CometScore15 Tritek software. There<br />

was an oligoasthenoteratozoospermic case 85% of whose sperms were short tailed<br />

and 100 % had head anomalies and who had all the above-mentioned sperm anomalies.<br />

That patient’s microinjection was performed and also the sperm DNA damage<br />

was calculated with Comet Assay. Following microinjection, fertilization, cleavage<br />

and pregnancy were monitored and their relation to DNA damage was studied. When<br />

the results of the study were analyzed, it was found that the DNA damage of the sperm<br />

did not prevent pronucleus formation but it was related to the increased DNA damage<br />

in asthenoteratozoospermia. As a result, it was observed that DNA damage decreased<br />

embryo quality and affected pregnancy rate negatively<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-042<br />

Hipertiroidili Ve Hipotiroidili Hastalarda Oksidatif Stres Parametreleri Ve<br />

Adenozin Deaminaz Aktivitesi<br />

Kiran TUGBA RAİKA 1 , Bay Karabulut AYSUN 1 , Sahin IBRAHİM 2 ,<br />

Colak CEMİL 3<br />

P-042<br />

Oxidative Stress Variables And Adenosine Deaminase Activity In Patients<br />

With Hyper And Hypothyroiditis<br />

Kiran TUGBA RAİKA 1 , Bay Karabulut AYSUN 1 , Sahin IBRAHİM 2 ,<br />

Colak CEMİL 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

2Endokrinoloji, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

3İstatistik, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

1Biochemistry, Inonu University, Malatya<br />

2Endocrinology, Inonu University, Malatya<br />

3Statistics, Inonu University, Malatya<br />

Hipertiroidizm, dokuların yüksek miktarda tiroid hormonları ile karşılaşması sonucu<br />

bazal metabolik hız artışına sebep olan klinik bir durumdur. Hipotiroidizmde ise<br />

tiroid hormonlarının eksikliği veya etkisizliği sonucu metobolik yavaşlama görülür.<br />

Hipertirodizm ve hipotiroidizmde oksidatif stres parametreleri ile adenozin deaminaz<br />

aktivitesinin çalışılması amaçlanmıştır. Araştırmada sigara, alkol ve en az 20 gündür<br />

ilaç kullanmayan bireyler seçilerek hipertiroidi (n:20), hipotiroidi (n:20) ve kontrol<br />

(n:20) grupları oluşturulmuştur. Plazma NO, MDA düzeyleriyle, GSH ve ADA aktiviteleri<br />

spektrofotometrik metodlarla çalışılmıştır. Hipertiroidi plazma NO seviyeleri<br />

ile hipotiroidi plazma NO seviyeleri kontrollere kıyasla seviyeleri kontrollere kıyasla<br />

yüksek bulunmuştur. Hipertiroidi, hipotiroidili hastalarda GSH aktivitesi kontrol<br />

grubuna göre (p= 0.001) anlamlı derecede düşüktür. Hipotiroidi plazma ADA aktivitesi<br />

kontrol grubuna göre (p= 0.001) anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Hipertiroidili,<br />

hipotiroidili ve kontrol gruplarının ADA, GSH, NO, MDA, TSH, T3, T4, ST3,<br />

ST4, yaş değişkenleri korelasyon analiz sonuçlarına göre MDA ile NO arasında pozitif<br />

yönde güçlü ilişki (r= 0.832, r=0.948, r=0.850; p=0.0001) tespit edilmiştir. Hipertiroidili<br />

ve hipotiroidili hasta plazma MDA ve NO düzeylerinin yüksek bulunması<br />

artan oksidatif stresin, azalan GSH aktivitesiyle oksidatif strese cevabın yetersiz<br />

kaldığını düşündürmektedir. Hipertiroidizmde azalan GSH aktivitesi, artan ADA ve<br />

lipid peroksidasyonu ile otoimmun hastalıklarda artış gösteren nötrofil sayısı ve aktive<br />

olmuş T hücreleri ilişkilendirilebilir.<br />

Hyperthyroidism is a clinical condition that characterized by increased basal metabolism<br />

as a result of excessive production of thyroid hormones in tissues. On the other<br />

hand hypothyroidism is characterized by decreased metabolism resulting from insufficient<br />

production or ineffectiveness of thyroid hormones. The aim of this study was<br />

to examine oxidative stress variables and adenosine deaminase activity in patient with<br />

hyperthyroidism and hypothyroidism. In the study, individuals who do not smoke,<br />

consume alcohol and have not used drugs over at least the last 20 days were chosen<br />

to form hyperthyroiditis (n=20), hypothyrodiditis (n=20) and control (n=20) groups.<br />

Plasma Nitric oxide (NO), Malondialdehyde (MDA) levels and Glutathione (GSH) and<br />

Adenosine Deaminase (ADA) activities were measured by using spectrophotometric<br />

methods.Hyperthyroiditis plasma NO and ADA levels and hypothyroiditis plasma<br />

NO levels were significantly higher compared to controls. Hyperthyroiditis and hypothyroiditis<br />

GSH activities were significantly lower than control group (p=0.001). In<br />

hypothyroiditis, plasma ADA activity was found to be significantly lower than control<br />

group (p= 0.001). Strong positive correlation was found between ADA, GSH, NO,<br />

MDA, TSH, T3, T4, ST3, ST4 and age variables of hyperthyroiditis, hypothyroiditis<br />

and control groups and MDA and NO according to the results of correlation analysis<br />

(r= 0.832, r=0.948, r=0.850; p=0.0001). High levels of plasma MDA and NO found in<br />

patients with hyper and hypothyroiditis suggests that the response to oxidative stress<br />

is inadequate with decreasing GSH activity. GSH activity, which decreases in hyperthyroidism,<br />

may be associated with increasing ADA and lipid peroxidation with the<br />

number of neutrophils and activated T cells increasing in autoimmune diseases.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-043<br />

Diyabetik Sıçan Karaciğer Dokularında Proteazomal Aktivite<br />

Değişikliklerinin Araştırılması<br />

Burcu KIVRAKDAL, Ebru TAYLAN, Halil RESMİ<br />

P-043<br />

A Study On Proteasomal Activity Alterations In Diabetic<br />

Rat Liver Tissue<br />

Burcu KIVRAKDAL, Ebru TAYLAN, Halil RESMİ<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

Medical Chemistry, Dokuz Eylül University, İzmir<br />

Proteinlerin diyabette uzun süre hiperglisemiye maruz kalması, protein yapısında<br />

hasara neden olur. Hasara uğramış sitozolik proteinlerin yıkımında görev alan en<br />

önemli protein yıkım mekanizmalarından birisi proteazomlardır. Proteazomlar,<br />

hasarlı proteinler yanında hücre içi sinyal ileti yollarında görev alan proteinleri de<br />

etkin biçimde ortadan kaldırırlar. Proteazom üç farklı katalitik aktiviteye sahiptir<br />

ve diyabette artmış kas yıkımından sorumludur. Nitrik oksitin proteozomal aktiviteyi<br />

uyardığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, diyabetik hayvan modeli kullanılarak<br />

proteazom aktivitesinin kas olmayan bir dokudaki değişimleri ve nitrik oksidin proteazomal<br />

aktivite üzerine etkileri araştırılmıştır. Çalışmada üç deney grubuna ait<br />

karaciğer örnekleri incelendi. Bu gruplar, “kontrol grubu”, “streptozotosin enjeksiyonu<br />

ile oluşturulan diyabet grubu” ve diyabetik hayvanlara bir nitrik oksit vericisi<br />

olan NOC18 enjeksiyonlarının intraperitoneal olarak uygulandığı “nitrik oksit grubu”<br />

idi. Proteazomal aktiviteler floresan özelliğe sahip ürünlerin ölçümü ile protein sülfidril<br />

grupları ise mikroplaklara uyarlanmış Ellman reaksiyonu kullanılarak ölçülmüştür.<br />

Çalışma sonucunda elde edilen veriler, sadece tripsin benzeri aktivitenin diyabetik<br />

grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük olduğunu göstermiştir. Diyabetik<br />

karaciğer dokusunda proteazomal aktivite ile ilişkili çok az veri bulunmaktadır. Elde<br />

edilen sonuçlar diğer çalışmalarda saptanan kimotripsin benzeri aktivitedeki azalma<br />

ile uyumludur. Nitrik oksidin ise proteazomal aktivite üzerinde herhangi bir etkisinin<br />

olmadığı saptanmıştır.<br />

The exposure of proteins to hyperglycemia in diabetes causes damage in their structure.<br />

Proteasome is the major protein degradation pathway for the damaged proteins<br />

in cytosol. Besides the damaged proteins, proteasomes effectively eliminate the functional<br />

proteins in intracellular signal transduction. The proteasome has three different<br />

catalytic activities which responsible for increased muscle wasting in diabetes. It was<br />

indicated that nitric oxide stimulates proteasome activity. In this experimental study,<br />

the change in proteasomal activity was measured in a nonmuscle tissue. The effect of<br />

nitric oxide was also studied. In this study three groups of liver was examined. Tissue<br />

samples obtained from control group, diabetic group which was induced by streptozotocin<br />

injection and nitric oxide group. The nitric oxide group was developed via<br />

intraperitoneal injections of a nitric oxide donor, NOC18 to diabetic rats. The proteasomal<br />

activities and protein sulfhydryl oxidation were measured by flourometrically<br />

and Ellman’s reagent, respectively. We demonstrated that, among the proteasomal<br />

activities only trypsin-like activity was significantly decreased in diabetic group when<br />

compared to control group. There are a few data related to proteasomal activity in liver<br />

tissue. The data which presented here is consistent with decreased chymotrypsin-like<br />

activity detected in a previous study. We also found that nitric oxide did not affect<br />

proteasomal activity.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-044<br />

Hiperlipidemili Hastalarda Ldl Alt Grupları Dağılımının Belirlenmesi<br />

Ebru TAYLAN, Pınar TUNCEL<br />

Tıbbi Kimya, Dokuz Eylül Üniversitesi , İzmir<br />

Düşük dansiteli lipoproteinler (LDL) koroner arter hastalığı için temel risk faktörü<br />

olarak gösterilmektedir. LDL partiküllerinin boyut, yoğunluk ve kimyasal bileşimine<br />

bağlı olarak farklı alt grupları tanımlanmıştır. B paternine sahip kişilerde yüksek trigliserit<br />

ve düşük yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) kolesterol bulunma eğilimi yüksektir.<br />

Küçük yoğun LDL (kyLDL), artmış koroner hastalık riski ile ilişkilidir. Bu<br />

çalışmada, hipertrigliseridemi, hiperkolesterolemi ve kombine hiperlipidemili hastalarda<br />

LDL alt gruplarının dağılımını araştırdık. LDL alt gruplarının belirlenmesinde<br />

gradient jel elektroforezi ve heparin-magnezyum reaktifi ile basit çöktürme yöntemlerini<br />

kullandık. Jellerin dansitometrik analizi sonrası, partikül çapı 25.5 nm’den küçük<br />

olan partiküller kyLDL, büyük olanlar büyük hafif LDL (bhLDL) olarak kabul edildi.<br />

Lipid paneli ile LDL alt grupları arasında P


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-045<br />

N-Asetilsisteinin Kolitte Lipid Peroksidasyonu Üzerine Etkileri<br />

Gülben SAYILAN ÖZGÜN, Sevgi ESKİOCAK, Eray ÖZGÜN, Aylin YILMAZ<br />

BİYOKİMYA, Trakya Üniversitesi, Edirne<br />

P-045<br />

The Effects Of N-Acetylcysteine On Lipid Peroxidation Of Colitis<br />

Gülben SAYILAN ÖZGÜN, Sevgi ESKİOCAK, Eray ÖZGÜN, Aylin YILMAZ<br />

Biochemistry, Trakya University, Edirne<br />

CONTENTS<br />

Amaç: Çalışmamızın amacı asetik asit ile kolit geliştirilmiş sıçanlarda N-asetilsisteinin<br />

(NAC) lipid peroksidasyonu üzerine etkisini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmada 40<br />

adet Wistar sıçan rastlantısal olarak 4 gruba ayrıldı. Çalışma grupları; kontrol (n=10),<br />

kolit (n=10), NAC1 tedavi (n=10) ve NAC2 tedavi (n=10) olarak belirlendi. Deneysel<br />

kolit modeli, kolit ve NAC tedavi gruplarındaki sıçanlara asetik asidin (pH 2.4, % 4)<br />

intrarektal olarak uygulanması ile oluşturuldu. Asetik asit uygulamasının ardından 24.<br />

saatte, NAC1 grubundaki sıçanlara 100 mg/kg/gün dozunda, NAC2 grubundakilere<br />

ise 500 mg/kg/gün dozunda NAC intraperitonal olarak enjekte edildi. Lipidlerin oksidatif<br />

stresten etkilenme düzeyinin göstergesi olan plazmada malondialdehid (MDA)<br />

düzeyleri değerlendirildi. Bulgular: Kolit grubu plazma MDA düzeyi kontrol grubuna<br />

göre anlamlı derecede arttığı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-046<br />

Asetil Salisilik Asitle İndüklenmiş Gastrik Hasara Karşı b-Glukan’ In<br />

Koruyucu Etkisi<br />

Orhan Veli ÖZKAN 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 2 , Mehmet AYDIN 3 ,<br />

Nigar YILMAZ 3 , İbrahim YETİM 1 , Ahmet NACAR 4 ,<br />

Süleyman OKTAR 5 , Sadık SÖĞÜT 2<br />

P-046<br />

Protective Effect Of b-Glucan Pretreatment Against Acetyl Salicylic Acid<br />

Induced Gastric Damage<br />

Orhan Veli ÖZKAN 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 2 , Mehmet AYDIN 3 ,<br />

Nigar YILMAZ 3 , İbrahim YETİM 1 , Ahmet NACAR 4 ,<br />

Süleyman OKTAR 5 , Sadık SÖĞÜT 2<br />

CONTENTS<br />

1Genel Cerrahi, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay<br />

2Tıbbi Kimya, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay<br />

3Fizyoloji, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay<br />

4Histoloji ve Embriyoloji, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay<br />

5Farmakoloji, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay<br />

1 General Surgery, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

2 Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

3 Physiology, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

4Histology ve Embriyoloji, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

5Pharmacology, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

Gastrointestinal sistem hasarını tetiklediği iyi bilinen Nonsteroidal Antiinflamatuar<br />

(NSAİİ) ilaçların, son zamanlarda lipid peroksidasyonu ile ilişkili olduğu ileri<br />

sürülmüştür. Deneysel rat modelinde Asetil salisilik asit (ASA) ile indüklenmiş<br />

gastrik hasara karşı b-Glukanın antioksidan kapasitesi aracılığıyla koruyucu etkisi<br />

araştırılmıştır. 32 erkek Wistar albino rat 4 gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 10 gün<br />

serum fizyolojik verildi. b-glukan grubuna 10 gün boyunca 50mg/kg b - glukan verildi.<br />

ASA grubuna 10 gün serum fizyolojik verildi ve 4 saatte biticek şekilde tek doz<br />

300 mg/kg ASA verildi. ASA + b-glukan grubuna, 10 gün 50mg/kg b - glukan ve<br />

tek doz 4 saatlik 300mg/kg ASA verildi. Gastrik dokuda malondialdehit (MDA) ve<br />

nitrik oksit (NO) düzeyleri ile katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon<br />

peroksidaz (GSH-Px) aktivitelerinin oksidatif durumu belirlenmiştir. Gastroprotektif<br />

ve antioksidan etkisine bağlı olarak b - glukan, ASA’nın indüklediği gastik doku<br />

hasarında önemli histolojik düzelme sağlamıştır. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında<br />

ASA alan ratlarda MDA ve NO düzeyleri ile CAT ve GSH - PX aktiviteleri artmış,<br />

SOD aktivitesi ise azalmıştır. ASA + b - glukan grubunda MDA ve NO düzeyleri ile<br />

CAT ve GSH-PX aktiviteleri artmış, b - glukan grubunun tersine SOD aktivitesi de<br />

artmıştır.<br />

Nonsteroid antiinflammatory drugs are well documented to induce gastrointestinal<br />

tract damage which has been recently suggested to be mediated by lipid peroxidation.<br />

To investigate for the potential protective effect of b-glucan against acetyl salycylic<br />

acid (ASA) induced gastric damage by means of its antioxidant capacity in an experimental<br />

rat model. Thirty two male Wistar Albino rats were randomized into 4 groups.<br />

Control group received saline for 10 days. b-glucan group received 50mg/kg b-glucan<br />

for 10 days. ASA group, received saline for 10 days and 300mg/kg ASA as a single<br />

dose 4 hours. ASA+b-glucan group was administered 50mg/kg b-glucan for 10 days<br />

and 300mg/kg ASA was given as a single dose 4 hours . Gastric tissue malondialdehyde<br />

(MDA), nitric oxide (NO) levels, catalase (CAT), superoxide dismutase (SOD)<br />

and glutathione peroxidase (GSH-Px) activities were determined for oxidative status.<br />

b-glucan provided a significant histological improvement in ASA induced gastric tissue<br />

damage which is attributed to gastroprotective and antioxidant effects of b-glucan.<br />

When compared to control group, MDA and NO levels, CAT and GSH-PX activities<br />

were increased in stomachs of ASA treated rats whereas SOD activity was diminished<br />

in the same group. Increases in MDA and NO levels, CAT and GSH-PX activities<br />

were reversed by b-glucan administration whereas SOD activity was increased in<br />

ASA+ b-glucan group.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-047<br />

Kreatinin Tayinine Yönelik Enzim Temelli Hibrit Biyosensörlerin<br />

Geliştirilmesi<br />

Çağrı ALTUĞ, Erhan DİNÇKAYA<br />

P-047<br />

Enzyme Based On Hybrid Biosensor For The Development For<br />

Determination Of Creatinine<br />

Çağrı ALTUĞ, Erhan DİNÇKAYA<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, İzmir<br />

Biochemistry, Faculty of Science, Ege University, İzmir<br />

Bu çalışmada kreatinin amidohidrolaz, kreatin amidinohidrolaz ve sarkozin oksidaz<br />

enzimlerinden yararlanıldı. Bu enzimler , oksijen tayini amacıyla kullanılan çözünmüş<br />

oksijen probu yüzeyinde, glutaraldehid yardımıyla jelatin ile çapraz bağlanarak<br />

kreatin ve kreatinin biyosensörü hazırlandı. Ölçümler kreatin ve kreatinin derişimi ile<br />

doğru orantılı olarak tüketilen oksijen düzeyinin belirlenmesi yoluyla çizilen standart<br />

grafikler yardımıyla gerçekleştirildi. Hazırlanan kreatinin biyosensörü için optimum<br />

koşullar belirlendi. Kreatinin biyosensörünün optimizasyon çalışmaları sonunda kreatinin<br />

amidohidrolaz, kreatin amidinohidrolaz miktarı , sarkozin oksidaz miktarı, jelatin<br />

miktarı ve glutaraldehid yüzdesi sırayla 0,016mg/cm2 kreatinin amidohidrolaz(37U),<br />

0,56mg/cm2 kreatin amidinohidrolaz(16U), 0,38mg/cm2 sarkozin oksidaz(25U),<br />

5,90mg/cm2 jelatin ve %2,5 olarak bulundu. Yapılan optimizasyon çalışmaları sonucunda<br />

çalışma tamponu pH=8,0 , 50 mM lık fosfat Tamponu olmasına ve ölçümlerin<br />

37 0C gerçekleşmesine karar verildi. Geliştirilen kreatinin biyosensörünün karakterizasyon<br />

çalışmaları sonucunda, substrat olarak kreatinin kullanılması durumunda<br />

10μM-750uM doğrusal sonuçlar alınabildiği belirlendi. Tekrarlanabilirlik denemelerinde<br />

(n=10) 500uM kreatin derişimi ortalama değer =499,8 uM standart sapma (S.S)=<br />

+-6,957 uM ve varyasyon katsayısı VK= %1.4 bulundu.<br />

In this work, enzymes were used creatinine amidohydrolase, creatine amidinohydrolase<br />

and sarcosine oxidase. These enzymes was crosslinked with gelatine by using<br />

glutaraldehyde and fixed on pretreated Teflon membrane, served as and creatinine<br />

biosensor. Measurements were carried out by standart curves which were obtained by<br />

the determination of consumed oxygen level, related to creatinine concentration in the<br />

enzymatic reaction. Firstly, the optimum conditions for the creatinine biosensor and<br />

the creatinine biosensor were established. In the optimization studies of the creatine<br />

biosensor, creatinine amidohydrolase amount, creatine amidinohydrolase amount,<br />

sarcosine oxidase amount , gelatine amount and glutaraldehide ratios were determined<br />

as 0,016mg/cm2 (37U), 0,56mg/cm2 (16U), 0,38mg/cm2 (25U), 5,90mg/cm2 gelatine<br />

and 2,5% respectively. Phosphate buffer (50mM. pH= 8 ) and 37 0C were established<br />

as providing the potimum working conditions. The characterization studies of<br />

developed the creatinine biosensor proved a lineratiriy in the creatinine concentration<br />

range 10uM-750uM. The reproducibility experiments (n=10) revealed that for 500 M<br />

creatinine , the average value =499,8 uM, standart deviation (SD) was +-6,957 uM<br />

and, variation coefficient (C.V) was 1,4 %.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-048<br />

Türkiye’de Nadir Rastlanan Beta Talasemi Mutasyonlarının Dizi Analizi<br />

İle Belirlenmesi<br />

Duygu DÜZGÜNCE, Ebru DÜNDAR YENİLMEZ, Abdullah TULİ<br />

P-048<br />

Detecting The Beta Thalassemia Mutations Rarely Observed In Turkey By<br />

Sequence Analysis<br />

Duygu DÜZGÜNCE, Ebru DÜNDAR YENİLMEZ, Abdullah TULİ<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi , Adana<br />

Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Çukurova University, Adana<br />

mRNA üretimini değiştiren mutasyonlar sonucu normal globin sentezinin azalması<br />

veya yokluğu ile oluşan beta talasemi, hemolitik anemi ve mikrositoz ile karakterize<br />

otozomal resesif bir bozukluktur. Bugüne kadar beta talasemi fenotipine neden olan<br />

500’den fazla farklı mutasyon çeşidi tanımlanmıştır. Türkiye’de önemli bir sağlık problemi<br />

olan beta talasemilerin ülke genelinde gen frekansı %2,1 olarak tahmin edilmektedir.<br />

Bu sıklık Türkiye’nin güneyinde yer alan Çukurova Bölgesi’nde %3,7 olarak<br />

gösterilmiştir. Risk altındaki popülasyonlarda beta talaseminin önlenmesi, toplumdaki<br />

moleküler spektrumun bilinmesini gerektirir. Bu nedenle popülasyondaki beta<br />

talasemi mutasyonlarının tamamının tanımlanması hastalığın önlenmesindeki temel<br />

amaçtır ve özellikle erken prenatal tanı için yararlıdır. Bu amaçla çalışmamızda prenatal<br />

tanı merkezimize başvurmuş ve klasik yöntemlerle mutasyonu belirlenememiş 40<br />

bireye dizi analizi yapılarak Türkiye’de nadir gözlenen mutasyonların tespit edilmesi<br />

amaçlanmıştır. Dizi analizi sonucu bulunan mutasyonlar; Kodon 9/10, IVSI-130, IV-<br />

SII-848, Kodon 15, Fsc 22/23/24, Kodon 36/37, Cap+22, Kodon 17 ve IVSII-726. Dizi<br />

analizi ile tespit edilen mutasyonlar Türkiye’de nadir rastlanan mutasyonlar arasında yer<br />

almaktadır. Sonuç olarak, dizi analizi ile nadir görülen mutasyonların tanımlanmasının<br />

hastalığın önlenmesinde rol alan prenatal tanıya katkılar sağlayacağına ve mutasyon<br />

tiplendirilmesinin kesin ve hızlı bir biçimde yapılmasına olanak sağlayarak hastalara<br />

genetik danışmanlıkta yardımcı olacağına inanmaktayız.<br />

Beta thalassemia, formed by the reduction or absence of normal globin sythesis results<br />

from mutations that change mRNA production, is an autosomal ressesive disorder<br />

characterized with hemolytic anemia and microcytosis. Up to now more than 500<br />

kinds of mutations that is known to cause beta thalassemia phenotype has been identified<br />

in the world. Beta thalassemia is an important public health problem in Turkey<br />

and the gene frequency is estimated to be 2,1%. This frequency in the south of Turkey<br />

in Çukurova region was shown as 3.7%. Prevention of beta thalassemia implies<br />

knowledge of molecular spectrum occuring in population at risk. So the detection<br />

of all mutations of beta thalassemia in each population is the major goal in prevention,<br />

and is especially helpful for early prenatal diagnosis. For this purpose in our<br />

study we have aimed to detect mutations that rarely observed in Turkey by applying<br />

sequence analysis to 40 individuals have applied our prenatal diagnosis center and<br />

have unidentified mutations with conventional methods. The mutations identified by<br />

sequence analysis are Codon 9/10, IVSI-130, IVSII-848, Codon 15, Fsc 22/23/24,<br />

Codon 36/37, Cap+22, Codon 17 and IVSII-726. These mutations detecting by sequencing<br />

are among the rare mutations in Turkey. As a result, we believe that the<br />

announcement of these rare mutations will provide contribution to prenatal diagnosis<br />

that have a role in prevention the disease and asist genetic counselling to patients by<br />

enabling to certain and fast mutation typing.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-049<br />

Mesane Tümörü Tedavisinde Yararlı Olabilecek Mikobakteri Suşları<br />

Esra BUBER 1 , Zehra Stara YUKSEL 2 , Tanil KOCAGOZ 3 , Alpaslan ALP 4 ,<br />

Zeynep SARIBAS 4 , N. Leyla ACAN 1<br />

P-049<br />

Mycobacterial Strains As Candidates For The Treatment Of Bladder Cancer<br />

Esra BUBER 1 , Zehra Stara YUKSEL 2 , Tanil KOCAGOZ 3 , Alpaslan ALP 4 ,<br />

Zeynep SARIBAS 4 , N. Leyla ACAN 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Kimya, Hacettepe Üniversitesi , Ankara<br />

2Biyomühendislik, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />

3 Tıbbi Mikrobiyoloji, Acıbadem Üniversitesi , İstanbul<br />

4Tıbbi Mikrobiyoloji, Hacettepe Üniversitesi , Ankara<br />

1Medical Chemistry, Hacettepe University, Ankara<br />

2Bioengineering, Marmara University, İstanbul<br />

3Medical Microbiology, Acıbadem University, İstanbul<br />

4Medical Microbiology, Hacettepe University, Ankara<br />

Mesane içine Bacillus Calmette-Guerin uygulaması, yüzeyel mesane tümörü tedavisinde<br />

yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Daha güçlü ve daha az yan etkili terapötikler<br />

bulunması amacıyla yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bazı araştırmacılar bu<br />

amaçla Mycobacterium phlei üzerinde durmaktadırlar. Bu çalışma bilinen 88 mikobakteri<br />

suşu arasından mesane tümörü tedavisinde kullanılabilecek güçlü ve daha az<br />

yan etkili mikobakteri türlerini seçmeyi amaçlamaktadır. Middlebrook 7H9’da üretilen<br />

mikobakteriler, ısı muamelesinden sonra sonike edilmiş ve santrifüjlenmiştir. Süpernatanlar,<br />

monositik hücre hattı THP-1 ile inkübe edilmiş ve tümör nekroz faktörü alfa<br />

ve interlökin 12 cevapları ELISA yöntemi ile ölçülmüştür. Bu incelemeler sonucu M.<br />

bovis’in etkisine denk veya M. bovis’ten daha etkili olup, patojen olmayan ve hızlı<br />

üreyen 12 mikobakteri suşu seçilmiştir. Bu mikobakterilerin hücre duvarı ekstreleri,<br />

insan mesane tümörü hücreleri ile inkübe edilmiş, içlerinden altısının mesane tümörü<br />

hücreleri üzerinde sitotoksik etkisinin M. phlei’ye denk veya daha yüksek olduğu MTT<br />

testi ile gösterilmiştir. Bu 6 suşun hücre duvarı ekstreleri yüzeyel mesane tümörü tedavisinde<br />

M. bovis’e alternatif kemoterapi adayları olarak düşünülebilir. (Bu çalışma<br />

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın TÜBİTAK kanalıyla desteklediği SBAG-SANTEZ-<br />

5-105S361 No.lu projenin bir bölümüdür.)<br />

Intravesical application of Bacillus Calmette-Guerin is widely used in the treatment<br />

of the superficial bladder carcinoma. Intensive research has been carried out to more<br />

potent therapeutic agents with less side effects. Several researches focus on Mycobacterium<br />

phlei for this purpose. This study aims to identify powerful and less harmful<br />

mycobacteria for the treatment of bladder carcinoma among 88 species known to<br />

date. Mycobacteria strains grown in Middlebrook 7H9 medium were sonicated after<br />

heat treatment and centrifuged. The supernatants were incubated with monocytic cell<br />

line THP-1; followed by measurement of tumor necrosis factor alpha and interleukin<br />

12 response by ELISA method. As a result 12 nonpathogenic and rapid growing<br />

mycobacteria strains which have equal or better cytokine production activity as compared<br />

to M. bovis were selected. The cell wall extracts of these cells were incubated<br />

with human bladder tumor cells and the cytotoxicity of the extracts were measured<br />

by MTT test. The cell wall extracts of these 12 mycobacteria were incubated with human<br />

bladder tumor cell lines and six of them were observed to have cytotoxic effects<br />

equivalent to M. phlei by MTT test. The cell wall extracts of these six strains may be<br />

an alternative to M. bovis as a candidate for the chemotherapy of superficial bladder<br />

carcinoma. (This work is the part of a project supported by Ministry of Industry and<br />

Trade through Scientific and Technical Research Institute of Turkey (TUBITAK),<br />

Project No. SBAG-SANTEZ-5-105S361.)<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-050<br />

Telomeraz İnhibitörü GRN163l’nin (Imetelstat) Matriks<br />

Metalloproteinazlar Üzerine Etkileri<br />

İlgen MENDER 1 , Dimitris KLETSAS 2 , Z.Gunnur DIKMEN 1<br />

P-050<br />

The Effects Of Telomerase Inhibitor Grn163l (Imetelstat)<br />

On Matrixmetalloproteinases<br />

İlgen MENDER 1 , Dimitris KLETSAS 2 , Z.Gunnur DIKMEN 1<br />

CONTENTS<br />

1 BİYOKİMYA, HACETTEPE Üniversitesi , Ankara<br />

2BIYOLOJI, NCSR DEMOKRITOS, Yunanistan<br />

1 Biochemistry, HACETTEPE University, Ankara<br />

2 Biology, DEMOKRITOS, Greece<br />

Matriks metalloproteinazlar (MMP) ekstraselüler matriksin degredasyonuna yol açarak,<br />

tümörün invazyonunda ve metastatik oluşumlarında önemli rol oynamaktadırlar.<br />

Farklı kanser hücre serilerinde bir çok MMP’nin farklı ekspresyon seviyeleri gösterdiği<br />

bulunmuştur. GRN163L, telomeraz RNA’sının (hTR) kalıp bölgesine komplementer<br />

olan N3\’ g P5\’-tiyo-fosforamidat yapıda bir oligonükleotittir. Bu çalışmada, normal<br />

akciğer, meme dokusu ve akciğer, meme kanser hücrelerine uygulanan GRN163L’nin<br />

(1mM) MMP’ler üzerindeki etkisi incelenmiştir. GRN163L, hücre kültürü ortamında<br />

hücreler kültür kabına tutunduktan 24 st sonra uygulandı ve ilaç ilave edildikten 24 st<br />

sonra da hücreler toplandı. GRN163L uygulanmış DLF-4 normal akciğer hücreleri,<br />

H1299 ve A549 akciğer kanseri hücreleri, BNF-8 normal meme hücreleri, MDA-<br />

MB-231 meme kanseri hücre serisinde MMP-1 ve MMP-2 mRNA ekspresyonlarına<br />

Real-Time PCR tekniği ile bakıldı. DLF-4 normal akciğer hücreleri ile BNF-8 normal<br />

meme hücrelerinin MMP-1 ve MMP-2 mRNA ekspresyonlarında azalmaya<br />

neden olduğu tespit edildi. MDA-MB-231 meme kanseri hücre hattında GRN163L<br />

uygulandıktan sonra MMP-1 mRNA ekspresyonunda belirgin bir azalma gözlenirken,<br />

MMP-2 mRNA ekspresyonunda artış gözlendi. A549 akciğer kanseri hücrelerinde<br />

GRN163L uygulandıktan sonra MMP-1 ekspresyonunda belirgin bir değişiklik görülmemekle<br />

birlikte, MMP-2 mRNA ekspresyonunda belirgin bir azalma gözlenmektedir.<br />

H1299 akciğer kanseri hücrelerinde ise, MMP-1 ekspresyonunda artış gözlemlenirken,<br />

MMP-2 ekspresyonunda belirgin bir değişiklik gözlenmemektedir. Telomeraz<br />

inhibisyonuna ek olarak görülen bu etkiler, hücrelerin invazyonunu ve metastaz yapma<br />

potansiyellerini azaltmaktadır.<br />

Matrixmetalloproteinases have an important role in metastatic formations and invasion<br />

of tumor by causing degradation of extracelullarmatrix. In different cancer cell<br />

lines was found to show different expression levels of several MMPs. GRN163L,<br />

complement to template region of telomerase RNA, is oligonucleotite in structure<br />

of N3\’ g P5\’-thio-phosphoramidate. In this study was investigated for effecting of<br />

GRN163L (1mM) treated to normal lung, breast cells and lung, breast cancer cell lines<br />

on MMPs. GRN163L was treated following 24 hrs of plating and then cells were collected<br />

following 24 hrs of GRN163L incubation. MMP-1 and MMP-2 mRNA expressions<br />

of GRN163L treated DLF-4 normal lung cells, H1299 and A549 lung cancer<br />

cells, BNF-8 normal breast cells, MDA-MB-231 breast cancer cell lines were analyzed<br />

by Real-Time PCR assay. We observed that MMP-1 and MMP-2 expressions<br />

of GRN163L treated DLF-4 normal lung cells and BNF-8 normal breast cells were<br />

decreased. While observing that in MMP-1 expression of GRN163L treated MDA-<br />

MB-231 breast cell lines were decreased, in MMP-2 expression of same cell lines<br />

were increased following 24 hrs. Although MMP-1 expression of GRN163L treated<br />

A549 cancer cell lines weren’t altered, MMP-2 expression of same cell lines were<br />

decreased following 24hrs. While MMP-1 expression was increased, MMP-2 expression<br />

wasn’t altered in H1299 lung cancer cell lines. These effects besides telomerase<br />

inhibition decrease invasion and metastatic potential of cancer cells.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-051<br />

Akut Egzersizde Antioksidan Ve Adenozin Deaminaz Aktivitesi Üzerine<br />

Cinsiyetin Etkisi<br />

Aysun BAY KARABULUT 1 , M.Emin KAFKAS 2 ,<br />

Seyfi SAVAŞ 2 , Muhsin HAZAR 3 , Tugba Raika KIRAN 4 , Önder OTLU 1<br />

P-051<br />

Effect Of Acute Exercise On The Antioxidants And Adenosine Deaminase<br />

Activity With Gender<br />

Aysun BAY KARABULUT 1 , M.Emin KAFKAS 2 ,<br />

Seyfi SAVAŞ 2 , Muhsin HAZAR 3 , Tugba Raika KIRAN 4 , Önder OTLU 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

2Beden Eğitimi ve Spor Bölümü, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

3Beden Eğitimi ve Spor Bölümü, Gazi Üniversitesi, Ankara<br />

4Merkezi Araştırma Laboratuvarı, İnönü Üniversitesi, Malatya<br />

1Biochemistry, İnönü University, Malatya<br />

2Department of Pyhsical Training and Sports, İnönü University, Malatya<br />

3Department of Pyhsical Training and Sports, Gazi University, Ankara<br />

4Labrotary of Research, İnönü University, Malatya<br />

Aerobik solunumun doğal ürünlerinden serbest radikaller olarak da bilinen reaktif<br />

oksijen türleri, farklı biyolojik mekanizmalara sebebiyet vermektedir. Lipid peroksidasyonun<br />

son ürünü Malondialdehid (MDA), serbest radikallerden Nitrik oksid (NO),<br />

antioksidan ajan olarak Glutatyon (GSH), antioksidan enzimlerden Süperoksit dismutaz<br />

(SOD), pürin katabolize edici enzim olarak da Adenozin deaminazı çalıştık.<br />

Çalışmaya düzenli egzersiz yapan, yaş ortalamaları 21.67 ± 0.89, ortalama boyları<br />

180.0 ± 6:07 (cm) 12 bayan 12 erkek dahil edilmiştir. Çalışma grubundaki her birey,<br />

çalışmaya başlamadan önce oturur vaziyette kalp atış hızları 1 dakika süreyle stetoskop<br />

yardımıyla kayıt altına alınmış ve Max VO2 ölçümü olarak kaydedilmiştir. Bireylerin<br />

egzersiz öncesi ve egzersiz sonrası NO, MDA, SOD, ADA ve GSH aktivite<br />

sonuçlarını değerlendirmek üzere yapılan Wilcoxon Signed Ranks analiz sonuçlarına<br />

göre gruplar arası önemli farklılıklar olduğu tespit edilmiştir. Akut egzersiz öncesi<br />

ve sonrası oksidatif stres parametreleri ve adenozin deaminaz aktiviteleri üzerinde<br />

cinsiyet farkının etkisinin olup olmadığına dair bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bayanlarda<br />

egzersiz öncesi ve egzersiz sonrası adenozin deaminaz aktivitesi karşılaştırması<br />

sonucunda; egzersiz sonrası aktivitenin egzersiz öncesine göre anlamlı derecede yüksek<br />

olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, egzersiz sırasında serbest oksijen radikal<br />

seviyesinin artmasıyla birlikte antioksidan defans kapasitesi düşer.Bu çalışmanın<br />

ardından akut egzersiz sırasında antioksidan takviyesi yapılarak planlanan daha<br />

kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulabilir.<br />

Natural products of aerobic respiration, the reactive oxygen species, also known as<br />

free radicals in the body are caused by different biological mechanisms. We studied<br />

malondialdehyde (MDA) as lipid peroxidation end product, Nitric Oxide (NO) as free<br />

radical, Glutathione (GSH) antioxidant agent, Superoxide Dismutase (SOD) antioxidant<br />

enzyme, and Adenosine Deaminase (ADA) as purin catabolizing enzyme. Selection<br />

of subjects in the study of regular exercise habits, the average age 21.67 ± 0.89<br />

(years) and mean height 180.0 ± 6:07 (cm), 12 men and 12 women participated. Each<br />

subject’s 1-minute video in heart rate, were noted with sitting position before starting<br />

to work with the help of a stethoscope and were reported Max VO2 measurement.<br />

Subjects before and after exercise, NO and MDA, SOD, ADA, GSH activity were significantly<br />

differ in analysis of Wilcoxon Signed Ranks was used to determine the findings<br />

have been resolved. To our Knowledge, no study has determined whether there<br />

are gender differences in oxidative stres and Adenosine Deaminase with and without a<br />

preceding bout of acute exercise. Acute exercise for women with pre-test and post test<br />

subjects between only Adenosine Deaminase Activity were found increased in posttest<br />

and a significant difference. Consequently, the increase in the level of oxygen free<br />

radicals during exercise, the antioxidant defense capacity decreases.After our study,<br />

need to be planned more comprehensive studies and antioxidant supplementation during<br />

acute exercise.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-052<br />

İn Vitro Fare Embriyo Kültüründe İntrasellüler Reaktif Oksijen Türevleri<br />

İle Vitalite Arasındaki İlişkinin Araştırılması<br />

Şeref ERDOĞAN 1 , Hülya LEVENTERLER 2 , Nurten DİKMEN 3<br />

P-052<br />

Investigation Of The Relation Between The Intracellular Reactive Oxygen<br />

Species And Vitality In Mouse Embryo Cultured In Vitro<br />

Şeref ERDOĞAN 1 , Hülya LEVENTERLER 2 , Nurten DİKMEN 3<br />

CONTENTS<br />

1Fizyoloji, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi , Adana<br />

2Kadın Has. ve Doğum AD. Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezi, Çukurova Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi, Adana<br />

3Biyokimya, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adana<br />

1 Physiology Çukurova University Faculty of Medicine, Adana<br />

2 Gynecology and Obstetric- Center of Assisted Reproduction, Çukurova University<br />

Faculty of Medicine, Adana<br />

3 Biochemistry Çukurova University Faculty of Medicine, Adana<br />

İn vitro fertilizasyon (IVF) uygulamalarında başarıyı etkileyen en önemli faktörlerden<br />

biri transfer edilen embriyoların kalitesidir. IVF ile elde edilen embriyolardan<br />

implantasyon şansı yüksek olabilecek embriyo seçimine yönelik araştırmalar devam<br />

etmektedir. Çeşitli çalışmalarda serbest radikaller ile embriyo vitalitesi arasındaki<br />

ilişki bildirilmiştir. Serbest radikaller hücrelerde metabolik aktiviteler sonucunda<br />

oluşmaktadır. Yapılan çalışmalarda embriyo kültür ortamlarında reaktif oksijen türevlerinin<br />

(ROT) düzeylerinin belirlenmesinin embriyo seçiminde objektif bir yöntem<br />

olarak kullanılabileceği bildirilmiştir. İntrasellüler ROT düzeyleri ile embriyo vitaliteleri<br />

arasında ilişki kurabilecek objektif bir yöntem geliştirmek amacı ile Balb/c<br />

soyu fare embriyoları kullanılarak bu çalışma planlandı. Çalışmada PMSG-prime<br />

Balb/c dişi farelerden pronükleer (PN) zigotlar ve embriyolar elde edildi. KSOM ve<br />

Hepes-KSOM fare embriyo kültür medyumu kullanıldı. MII oosit, PN zigot ve farklı<br />

gelişim aşamalarındaki embriyolarda (2-, 4-, -8 hücre, morula ve blastosist) ve bunların<br />

bulunduğu kültür ortamında ROT düzeyi 2’,7’- dichlorofluroscein diacetate (DCF-<br />

DA, 50nM) ve epiflöresan mikroskop ile bağlantılı CCD kamera kullanılarak ölçüldü.<br />

Fare embriyo kültüründe ROT düzeyi saptanamadı. Farklı gelişim aşamasındaki<br />

embriyoların (2-, 4-, -8 hücre, morula ve blastosist) ROT üretiminde yükselen bir<br />

artış saptanmış olup en yüksek düzey blastosist basamağında tesbit edildi. Metabolik<br />

olarak aktif embriyolar, inaktif olanlardan daha fazla ROT üretmekte olup, ROTi<br />

düzeyi in vitro güvenli bir şekilde ölçülebildiği için in vitro embriyo kültürü ve embriyo<br />

seçiminde vitalite indeksi olarak kullanılabilir. Bu çalışma TF2007BAP20 nolu<br />

proje ile desteklenmiştir.<br />

Successful outcomes after in vitro fertilization (IVF) procedures depend on many factors,<br />

one of the most important being embryo quality. During recent years there have<br />

been extensive studies on selecting IVF embryos with high implantation potential.<br />

Several studies have shown a relation between free radicals and embryo vitality. Free<br />

radicals are formed in cells as a result of metabolic activities. In several studies it is<br />

explained that determination of the level of reactive oxygen species (ROS) in embryo<br />

culture media may be used as an invasive method for embryo selection. The objective<br />

of this study was to develop a method for exploiting the relationship between intracellular<br />

ROS (ROSi) level and embryo vitality by using Balb/c mouse embryos. Media<br />

were based on KSOM and Hepes-KSOM mouse embryo culture media. Pronuclear<br />

(PN) zygotes and embryos were obtained from PMSG-primed Balb/c female mice.<br />

Levels of ROS were determined in MII oocyte, PN zygote and embryos successive<br />

stages (2-,4-, 8-cell, morula and blastocyst stages) of development by the 2’,7’-dichlorofluorescein<br />

diacetate (DCF-DA, 50 nM) using intensified CCD camera attached<br />

to epifluorescence microscope, simultaneously. Level of ROS was not detected in<br />

mouse embryos culture. A gradual increase in ROS production was determined in<br />

successive stages of embryo development (2-,4-, 8-cell, morula and blastocyst stages)<br />

and it reached the highest level in blastocyst stage. Because of metabolically active<br />

embryos produce more ROS than inactive ones and ROSi can be determined in vitro<br />

safely, ROSi levels may be use as a vitality index in vitro embryo culture and embryo<br />

selection. This study was supported by Cukurova University Research Council (TF-<br />

2007BAP20)<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-053<br />

Α-Amilaz Aktivitesi Tayinine Yönelik Yüzey Korozyonunu Esas Alan Yeni<br />

Bir Elektrokimyasal İmpedans Spektroskopisi Temelli Biyosensör Sistemi<br />

Umut MENGÜLLÜOĞLU, Çağrı ALTUĞ, Cemre URAL, İkbal Cansu BARIŞ,<br />

İlkay ERTEKİN, Erhan DİNÇKAYA<br />

P-053<br />

A Novel Electrochemical Impedance Biosensor Based On Surface Corrosion<br />

For Α-Amylase Activity<br />

Umut MENGÜLLÜOĞLU, Çağrı ALTUĞ, Cemre URAL, İkbal Cansu BARIŞ,<br />

İlkay ERTEKİN, Erhan DİNÇKAYA<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi , İzmir<br />

Biochemistry, Faculty of Medicine, Ege University, İzmir<br />

Biyolojik materyallerin tutuklanmasında elektrokimyasal polimerizasyon yöntemlerinin<br />

kullanıldığı çeşitli polimerler mevcuttur. Bu polimerler iki ana grupta toplanabilir:<br />

İletken ve iletken olmayan polimerler. Her iki polimer türü de, nötral pH’ya<br />

yakın bir pH değerinde çalışılan tampon içerisindeki monomer ve biyomateryalin<br />

sulu çözeltisinden elde edilebilir. Polimerizasyon, çalışma elektrodunun belirli bir potansiyeldeki<br />

polarizasyonu ile gerçekleştirilir. Bu polarizasyon sonucunda ortamdaki<br />

monomerin oksidasyonu gerçekleştirilir ve sonuç olarak elektrod yüzeyinde istenilen<br />

biyomateryalin tutuklandığı polimerik film tabakası elde edilir. Bu çalışmada, Au<br />

elektrod yüzeyine polipirol ile nişasta molekülleri polimerize edildi. Çalışma tamponunda<br />

bulunan a-amilaz enzimi ile yüzeydeki nişasta moleküllerinin etkileşimi sonucu<br />

elektrod yüzeyinde meydana gelen korozyona bağlı olarak, elektrod-çözelti ara<br />

yüzeyindeki impedans özelliklerinin değişiminden yaralanılarak söz konusu enzimin<br />

aktivitesi ölçüldü. Çalışmada gerçekleştirilen tüm ölçümler fosfat tamponunda (pH<br />

7.0; 50 mM) ve 35°C’de gerçekleştirildi. Optimum pirol konsantrasyonu, optimum<br />

KCl konsantrasyonu, inkübasyon süresi ve karıştırma hızı sırasıyla 0,1M; 0.05M; 15<br />

dakika ve 100 rpm olarak bulundu. Geliştirilen biyosensör, a-amilaz aktivitesinin<br />

0,687 ve 4,122 U/mL değerleri arasında doğrusal tayin aralığına sahiptir.<br />

There are several different electrochemically grown polymers used for entrapment of<br />

biomaterials. These can be separated into two main groups: Conducting and nonconducting<br />

polymers. Both types of polymer can be obtained from an aqueous solution<br />

of monomer and biological material, near a neutral pH of working buffer. Polymerization<br />

can be performed by polarizing the working electrode at a potential at which<br />

the monomer will be oxidized resulting in the formation of a polymeric film containing<br />

the entrapped biomaterial on the electrode surface. Here, we polymerized starch<br />

molecules by using polyprrole on Au electrode surface to determine the activity of<br />

a-amylase enzyme according to the impedance changes of the electrode-solution interface<br />

when the electrode surface corroded by interaction of a-amylase and starch<br />

molecules. In this study, all measurements were carried out in phosphate buffer system<br />

(pH 7.0; 50 mM) and 35°C. Optimum pyrrole concentration, optimum KCl concentration,<br />

incubation time and stirring velocity were detected as 0.1M, 0.05M, 15<br />

minutes and 100 rpm respectively. The biosensor had a linear range for a-amylase<br />

activity between 0.687 and 4.122U/ml.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-054<br />

CYP2E1 ( Sitokrom P450 2E1) Gen Polimorfizminin Lenfoma Vakalarında<br />

Araştırılması<br />

Pelin EROĞLU 1 , Erdinç YALIN 2 , Burhan HAZAR 3 , Candan ÖZTÜRK 4 ,<br />

Mehmet BERKÖZ 5 , Serap YALIN 1<br />

P-054<br />

Investigation Of Gene CYP2E1( Sitokrom P450 2E1) Polymorphism In<br />

Lyphomas Cases.<br />

Pelin EROĞLU 1 , Erdinç YALIN 2 , Burhan HAZAR 3 , Candan ÖZTÜRK 4 ,<br />

Mehmet BERKÖZ 5 , Serap YALIN 1<br />

CONTENTS<br />

1 Mersin Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Mersin<br />

2 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Adana<br />

3 Ortadoğu Hastanesi, Adana<br />

4 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Mersin<br />

5Mersin Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Mersin<br />

Lenfoma, lenfositler olarak bilinen immun sistem hücrelerini içeren bir kanser tipidir<br />

ve tüm insan malignensilerinin yaklaşık % 20’sini oluşturur. Lenfomın iki esas tipi<br />

vardır: Hodgkin (HL) ve Non-hodgkin lenfoma (NHL). Çeşitli çevresel ve işsel maruziyetin<br />

NHL için bir risk faktörü olduğu düşünülmektedir. Sitokrom P450 (CYPs),<br />

enzimlerin en büyük ve en çeşitli gruplarından birini temsil eder. Çeşitli sitokrom<br />

P450 enzimleri, polimorfik olarak bilinen ksenobiyotiklerin aktivasyonu ve detoksifikasyonuna<br />

neden olur. Değişik sitokrom enzimlerinin (CYP1A1, CYP2D6 ve<br />

CYP2E1) insanlarda polimorfik olarak dağılımı gösterilmiştir. CYP2El, karsinogenezisde<br />

önemli bir role sahiptir. Bu çalışmanın amacı, Türk populasyonunda CYP2El<br />

polimorfizminin lenfoma ile ilişkisini araştırmaktır. Bu çalışma, 43 lenfomalı ve 68<br />

sağlıklı bireyden oluşmaktadır. Genomik DNA örnekleri Poncz yöntemi kullanılarak<br />

kandan izole edildi. PCR amlifikasyonu ve onu izleyen Rsa I ile kesim sonrası<br />

CYP2E1*5B bölgesindeki polimorfizm RFLP ile analiz edildi. Sonuçlar ki-kare ve lojistik<br />

regresyon analizi ile belirlendi. CYP2E1*5B polimorfizminde kontrol grubunun<br />

% 91,2’sinin wild type (c1/c1), % 8,8’inin heterozigot (c1/c2) genotipinde olduğu belirlendi.<br />

Lenfoma’lı hasta grubunun ise % 55,8’inin wild type (c1/c1), % 44,2’sinin ise<br />

heterozigot (c1/c2) genotipinde olduğu saptandı. Varyant (c2/c2) genotipine ise hiçbir<br />

olguda rastlanmadı. Lojistik regresyon analizi CYP2E1*5B polimorfizmi ve lenfoma<br />

arasında anlamlı bir bağlantı olduğunu ortaya çıkarmıştır (p < 0.05). Sonuç olarak,<br />

yaptığımız bu çalışmada CYP2E1 geninin lenfomaya yatkınlığı değerlendirmede<br />

önemli bir markır olabileceği kanısındayız.<br />

1Mersin University, Faculty of Pharmacy, Department of Biochemistry, Mersin<br />

2Cukurova University, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry, Adana<br />

3Ortadoğu Hospital, Adana<br />

4Mersin University, Faculty of Medicine, Department of Microbiology, Mersin<br />

5Mersin University, Faculty of Pharmacy, Department of Pharmaceutical Tecnology,<br />

Mersin<br />

Lymphoma is a type of cancer involving cells of the immune system, called lymphocytes<br />

and constitute approximately 20 % of all human malignancies. There are two<br />

major types of lymphoma: Hodgkin’s lymphoma (HL) and Non-Hodgkin lyphoma<br />

(NHL). Several environmental and occupational exposures have been suspected as<br />

risk factors for non-Hodgkin’s lymphoma The cytochromes P450 (CYPs) superfamily<br />

represent one of the largest and diverse group of enzymes. Several cytochrome<br />

P450 involved in the activation and detoxification of xenobiotics are known to be<br />

polymorphic. Several CYP enzymes (e.g. CYP1A1, CYP2D6 and CYP2E1) were<br />

shown to be polymorphically distributed in humans. CYP2E1 has been suggested to<br />

play a important role in carcinogenesis. The aim of the study was to investigate the<br />

association of CYP2E1 polymorphism with lymphoma in a Turkish population. The<br />

study composed of 43 lymphoma cases and 68 health person. Genomic DNA samples<br />

were obtained from blood using Poncz method and were assayed for restriction fragment<br />

length polymorphisms in the CYP2E1*5B loci by PCR amplification followed<br />

by digestion with RsaI. Statical analysis were evaluated by using chi-sqare and logistics<br />

regression. According to the result of study, among the control group 91,2 %<br />

were found of wild type genotype, 8,8 % were heterozygote genotype in CYP2E1*5B<br />

gene polymorphism. In patient goups with lyphoma 55,8 % were wild type genotype,<br />

44.2 % were heterozygote genotype and none showed homozygote mutated variant<br />

genotype. Logistics regression analysis clarified that there is meangful relationship<br />

between CYP2E1*5B polymorphism and lymphoma (p < 0.05). Finally in the study<br />

we found that, CYP2E*5B gene is a important marker for explain the suspectibility<br />

to lyphomas.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-055<br />

Hemoglobin A2 Ve F Düzeylerinin HPLC, Kapiller Elektroforez Ve Manuel<br />

Yöntemler İle Saptanması<br />

Esin Damla ZİYANOGLU KARACOR, Gülhan KARAKOYUN, Ali SÖNMEZ,<br />

Abdullah TULİ, Levent KAYRIN, Nurten DİKMEN<br />

P-055<br />

The Determination Of Hemoglobin A2 And F Levels By HPLC, Capillary<br />

Electrophoresis And Manual Methods<br />

Esin Damla ZİYANOGLU KARACOR, Gülhan KARAKOYUN, Ali SÖNMEZ,<br />

Abdullah TULİ, Nurten DİKMEN,<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Kimya, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adana<br />

Medical Chemistry, Faculty of Medicine, Çukurova University, Adana<br />

Sağlıklı yetişkin bireyde hemoglobin (Hb) A (a2 b2) %95 ten fazla bulunur, HbA2<br />

(a2d2) %2,5-3,5 olup, HbF (a2g2) ise % 1’in altındadır. Çukurova bölgesinde hemoglobinopatiler<br />

yaygın olarak görülmekte ve önemli sağlık problemlerine yol<br />

açmaktadır. HbA2 ve HbF düzeylerinin doğru ölçümü, hemoglobinopatilerin tanı<br />

ve yorumunda oldukça önemlidir. Bu çalışmada mikrokolon kromatografisi ile iyon<br />

değiştirici reçine kullanılarak HbA2 ölçümü ve Betke’ nin alkali denatürasyon yöntemi<br />

ile HbF ölçümü yapılmıştır.Diğer iki yöntem yüksek basınçlı sıvı kromatografisi<br />

(HPLC Agilent 1100 kısa hemoglobin programı ) ve kapiller elektroforez(Sebia) dir.<br />

Bu çalışmada HbA2 ve HbF düzeylerinin bu 3 yöntem ile ölçülerek,bu üç yöntemin<br />

karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmada 40 olgu incelendi. Bu olguların 14 tanesi<br />

HbAA, 20 tanesi HbAS, 3 tanesi HbAE, 2 tanesi HbAD,1 tanesi HbSF olarak<br />

saptandı. Bu olguların 3 farklı yöntem ile HbA2 ve HbF düzeyleri saptandı ve sonuçlar<br />

SPSS 13.0 paket programı ile değerlendirildi. HbA2 düzeylerinin saptanmasında<br />

her üç yöntemin de birbirleriyle iyi korelasyon gösterdiği; ancak bu korelasyonun<br />

anormal hemoglobinli olgularda bozulduğu belirlendi. Bunun nedeni, manuel ve kısa<br />

program HPLC yönteminin anormal hemoglobinli olgulardaki kısıtlılığıydı. HbF<br />

düzeylerinde ise iyi bir korelasyon saptanamadı. Bunun nedeni ise HPLC cihazında<br />

kullanılan kısa hemoglobin programının kısıtlılığı olarak açıklandı.<br />

In healthy adult, hemoglobin (Hb) A (a2 b2) is main hemoglobin, accounting for<br />

more than 95% of total Hb, followed by HbA2 (a2d2) representing 2.5-3.5% of the<br />

total, and HbF (a2g2) constituting less than 1%. Hemoglobinopathies are the most<br />

common genetic disorder and constitutes important health problems in Çukurova region.<br />

Therefore, an accurate measurement of HbA2 and HbF levels in the presence<br />

of other Hb variants is an essential step in the diagnosis and understanding of various<br />

hemoglobinopathies. In this study, we were used three different methods for the<br />

measurement of Hb levels. The manual HbA2 measurement was done by using ion<br />

exchanging resin with microcolumn chromatography and manual HbF measurement<br />

was done by Betke’s alkali denaturation method. The other two methods were capillary<br />

electrophoresis (Sebia) and High Pressure Liquid Chromatography (HPLC, Agilent<br />

1100 short hemoglobin programme). We aimed to compare these three methods<br />

for the measurements of HbA2 and F levels. In this study, 40 cases were examined. 14<br />

of the cases were with HbAA, 20 with HbAS, 3 with HbAE, 2 with HbAD and 1 with<br />

HbSF. HbA2 and HbF levels in the cases were detected by three different methods<br />

and the results were analyzed with SPSS 13.0 pack programme. Hb A2 levels of all<br />

three methods demonstrated good correlation with each other, but the discordance of<br />

correlations was observed in the cases with abnormal hemoglobin. This was probably<br />

due to the lack of the HPLC and manual method in these cases. The same correlation<br />

was not observed in HbF levels and we thought that the reason of discordance observed<br />

correlation was the limited characteristics of short programme of HPLC.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-056<br />

İnsan CXCL7 Geninin Seçici Sekans Sirna Yöntemi İle İn Vivo İnhibisyonu<br />

Dilay KIZIŞAR 1 , Güneş ESENDAĞLI 2 , Engin Umut AKKAYA 3 ,<br />

Mahinur S. AKKAYA 1<br />

P-056<br />

Sequence Selective Gene Inhibition By Sirna Of Human Cxcl7 Gene In Vivo<br />

Dilay KIZIŞAR 1 , Güneş ESENDAĞLI 2 , Engin Umut AKKAYA 3 ,<br />

Mahinur S. AKKAYA 1<br />

CONTENTS<br />

1Kimya, ODTÜ<br />

2Temel Onkoloji, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

3Kimya, Bilkent Üniversitesi, Ankara<br />

1 Chemistry, ODTÜ<br />

2Basic Oncology, Hacettepe University<br />

3Chemistry, Bilkent University<br />

siRNA’lar (küçük, hücresel süreçlere etki eden ribonükleik asit) 20-25 nükleotid<br />

boyundaki çift sarmallı ribonükleik asitlerin ribonükleaz III enzimi tarafından kesilmesiyle<br />

oluşur ki bu süreç RNAi tarafından etkilenen spesifik mRNA (Mesajcı<br />

RNA) degradasyonunu başlatır. siRNAlerin tüm ökaryotlarda gen regulasyon<br />

mekanizmasının önemli bir parçası olduğu bilinmektedir. Son yıllarda, gelecek vaadeden<br />

tedavi yöntemleri olarak çalışılmaktadır. Bu çalışmada, akciğer kanserinde<br />

görülen CXCL7 genini hem dsRNA ile, hem de insan hücrelerinin stabil transformasyonu<br />

ile hedefleyeceğiz. Her iki yöntemde de çift sarmallı RNA ve vektör tasarım<br />

optimizasyonu gereklidir. Susturma in vivo test edilecek ve düzeyleri qRT-PCR ile<br />

saptanacaktır. Hücre kültürü deneyleri Hacettepe Üniversitesi, Temel Onkoloji Bölümü<br />

ile ortaklaşa yürütülecektir.<br />

Small interfering RNAs (siRNAs), also known as short interfering RNAs are generated<br />

by ribonuclease III cleavage of 20-25nt in length dsRNAs which mediate RNAiinduced<br />

specific mRNA degradation. Small interfering RNAs are known to be an<br />

important part of the gene regulation mechanism in all Eukaryotes. Recently, siRNAs<br />

are being utilized as promising treatment approaches. In this study, we will target a<br />

gene involved in lung cancer CXCL7, a chemokine synthesized by platelets, either via<br />

introduction of dsRNAs or by stable transformation of a human cell line. Both of the<br />

methods require optimization of designing of dsRNA and the constructs. The silencing<br />

will be tested in vivo on cells and will be verified by qRT-PCR. The cell culture<br />

experiments will be conducted as a collaboration with Basic Oncology Department of<br />

Hacettepe University.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-057<br />

HIV-1 Transaktivatör Proteinin Aktivitesini Durduracak İnhibitörlerin<br />

Geliştirilmesi<br />

İlhan DEMİRHAN 1 , Canan ASLAN 1 , Erdoğan BERÇİN 2<br />

1Biyokimya, Erciyes Üniversitesi Kayseri<br />

2Farmasötik Kimya, Erciyes Üniversitesi<br />

Bu çalışmada İnsan immün yetmezlik virüsü HIV’in replikasyonundan sorumlu<br />

regülatör proteini olan Tat’ın (Trans activator of transcription), aktivitesini bloke<br />

edebilecek inhibitörlerin sentezlenmesi ve bu kimyasal maddelerin Tat-proteini üzerine<br />

olan etkilerinin in vitro deneyler ile tespit edilmesi amaçlanmıştır. S-[(1-fenil-2-<br />

metil-2-nitroetil)] sistein türevi bileşiklerin, Tat-proteinin aktivitesi üzerine etkileri<br />

Jurkat hücre kültüründe araştırılmıştır. Sentezlenen “S-(1-Fenil-2-metil-2- nitroetil)<br />

sistein, S-[1-(4-Dimetilaminofenil)-2- metil-2-nitroetil]sistein, S-[1-(2-Metoksifenil)-2-<br />

metil-2-nitroetil]sistein, S-[1-(4-Klorofenil)-2- metil-2-nitroetil]sistein”<br />

bileşikleri kullanılmıştır. Jurkat hücreleri biri Tat geni (pCV1), diğeri HIV-1-LTR<br />

ile Kloramfenikol asetiltransferaz geni (pC15CAT) içeren iki farklı plazmit ile transfekte<br />

edilmiştir. Transfeksiyon yapılan hücrelere inhibitörler tek dozda (50μg/ml)<br />

denenmiştir. Tat-proteinin aktivitesinin CAT ekspresyonu ile doğru orantılı olduğu<br />

prensibine dayanarak sonuçlar değerlendirilmiştir. Sonuçta 1. inhibitör “S-(1-Fenil-2-<br />

metil-2-nitroetil)sistein” CAT enzim aktivasyonunu %29 inhibe ederken, 2. inhibitör<br />

“S-[1-(4-Dimetilaminofenil)-2-metil-2-nitroetil]sistein” %25 inhibe etmiştir. Bunun<br />

yanında “S-[1-(2-Metoksifenil)-2-metil-2-nitroetil]sistein” ile %13’lük ve “S-[1-(4-<br />

Klorofenil)-2-metil-2-nitroetil]sistein” ile %31’lik inhibisyon gözlenmiştir. Ancak<br />

yapılan toksisite testi sonucu inhibitör etkisi araştırılan bu sistein türev bileşiklerinin<br />

hücreler üzerine toksik etkileri olduğu görülmüş ve tesbit edilen inhibisyonun anlamlı<br />

olmadığı sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak bu çalışmanın HIV enfeksiyonuna karşı<br />

geliştirilecek ilaçlar açısından aydınlatıcı olacağı düşünülmektedir.<br />

P-057<br />

Development Of Inhibitors To Stop The HIV-1 Transactivator Protein<br />

İlhan DEMİRHAN 1 , Canan ASLAN 1 , Erdoğan BERÇİN 2<br />

1Biochemistry, Erciyes University Kayseri<br />

2Pharmaceutical, Kimya, Erciyes University Kayseri<br />

In this study, it is aimed to develop and synthesize several inhibitors to block the activity<br />

of regulatory protein responsible from HIV replication called Tat (Trans activator<br />

of transcription), and to identify the in vitro effects of these chemicals on Tat- protein.<br />

Based on b-nitrostyrene and L-cystein, the effects of a cystein derivative formulized as<br />

S-(1-phenyl-2-methyl-2-nitroethyl)cysteine, on Tat-protein in Jurkat cell culture has<br />

been investigated. Synthesized “S-(1-phenyl-2-methyl-2- nitroethyl)cysteine, S-[1-<br />

(4- Dimethylaminophenyl)-2-methyl-2 nitroethyl] cysteine, S-[1-(2-Methoxyphenyl)-2-<br />

methyl-2-nitroethyl]cysteine, S-[1-(4- chlorophenyl)-2-methyl-2-nitroethyl]<br />

cysteine, ” compounds have been used. Jurkat cells were transfected with 2 different<br />

plasmids including Tat gene (pCV1), chloramphenycol acetyl transferase gene with<br />

HIV-1-LTR (pC15CAT). In the transfected cells single dose (50μg/ml) of chemicals<br />

were tried. The results were evaluated depending on the direct proportion between the<br />

CAT expression and Tat-protein. As a result, 1st inhibitor “S-(1-phenyl-2-methyl-2-<br />

nitroethyl)cysteine” has inhibited CAT enzyme activity %29, whereas the 2. inhibitor<br />

“S-[1-(4- Dimethylaminophenyl)-2-methyl-2 nitroethyl]cysteine” inhibited %25.<br />

Furthermore, a %13 inhibition was seen with “S-[1-(2-Methoxyphenyl)-2-methyl-2-<br />

nitroethyl]cysteine” and %31 inhibiton with “S-[1-(4- chlorophenyl)-2-methyl-2-nitroethyl]cysteine”.<br />

However, the toxicity tests performed during the experiments have<br />

shown that these cystein derivative compounds are highly toxic to the cell line and it<br />

was decided that this inhibition was not a significant inhibition of these compounds.<br />

As a result, this investigation can be informative for the other compounds that are being<br />

developed against HIV infection.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-058<br />

Türkiye ekmeklik buğdaylarında kalıcı direnç geliştiren lr34 geninin<br />

taranması<br />

Barış BOYLU, Kubilay YILDIRIM, Elif ATICI, Mahinur S. AKKAYA<br />

P-058<br />

Genetıc Screening Of Turkish Wheat Varieties For The Durable Resıstance<br />

Gene, Lr34<br />

Barış BOYLU, Kubilay YILDIRIM, Elif ATICI, Mahinur S. AKKAYA<br />

CONTENTS<br />

Biyoteknoloji, ODTÜ Ankara<br />

Biotechnology, METU Ankara<br />

Buğdayda bulunan pas hastalıkları (kızıl pas, kahverengi pas, sarı pas), dünyadaki<br />

buğday üretimini etkileyen en önemli ve eski hastalıklardır. Patojenin zaman içinde<br />

evrimi sonucunda bu özel direnç genlerinin dirençleri etkisiz olmaktadır . Bunun<br />

yanında bitkide patojene karşı özel direnç değil kalıcı direnç sağlayan genler ( durable<br />

resistance/ adult plant resistance) patojene karşı oluşturdukları dirençleri zaman<br />

içinde kaybetmemekte ve etkili olmaktadırlar. Bu önemli direncin ABC-transporter<br />

isimli tek bir gene bağlı olduğu bulunmuştur. Genin klonlandığının gösterildiği ve<br />

sonrasında sunulan yayınlara dayanılarak herhangi bir buğdaygil bitkide, basit bir kaç<br />

PCR reaksiyonu sonucunda LR34 geninin bulunup bulunmadığı ve eğer bulunuyorsa<br />

bulunan genin işlevlimi mi işlevsizmi (dirençli ya da hassas alel mi) olduğu saptanabilir.<br />

İşlevli Lr34 geniyle işlevsiz L34 geni birbirlerine büyük ölçüde benzemektedir.<br />

Dolayısıyla işlevli ve işlevsiz aleller arasındaki nükleotit değişiklikleri bunları<br />

saptayabilen PCR primerleri yardımı ile yapılan PCRlar sonucunda amplikonun sentezlenip<br />

sentezlenmediğne bağlı olarak izlenebilir. Bu çalışmamızda 62 adet türkiyede<br />

yetiştirilen ve kaynaklanan ekmeklik buğday türü, LR34 geninde bulunan mutasyon<br />

bölgelerine göre dizayn edilmiş moleküler markörler tarafından taranmıştır. Bu<br />

çalışmamızda 14 adet ekmeklik buğday cinsinin bu gene sahip olduğu belirlenmiştir .<br />

Bu çalışmamız türkiyede bulunan buğday türleri içinde kendi alanındaki ilk çalışmadır.<br />

Wheat diseases such as brown rust and yellow rust are among the most important and<br />

ancient diseases that effect wheat cultivation world wide The genes that confer resistance<br />

agains a specific pathogen cannot raise durable resistance. On the other hand<br />

genes that confer durable resistance ( adult plant resistance) does not lose their function<br />

with time. One of most important of durable resistances reported, are the gene<br />

loci, Lr34/Yr18/Pm38. This important resistance was found to be coded by a single<br />

gene, which encodes an adenosine triphosphate–binding cassette transporter (ABCtransporter)<br />

type protein. The presence of LR34 gene and whether it is resistance or<br />

susceptible can be detected. The difference between resistance and susceptible LR34<br />

gene is narrow . Accordingly the differences between resistance and susceptible alleles<br />

are detected by the specifically designed PCR primers that can detect these differences.<br />

By these method it can be easily detected that in any given wheat variety does<br />

contain Lr34 and which form of LR34.In our study, 62 different Turkish bread wheat<br />

varieties were screened by the gene specific molecular markers, developed from those<br />

Lr34 gene mutation sites. The 14 cultivars determined to contains the gene. This study<br />

is the first screening of Turkish cultivars for the presence of LR34 gene.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-059<br />

Orak Hücre Anemili Hastalarda Metilentetrahidrofolat Redüktaz<br />

Gen Polimorfizmi<br />

Onur ALBAYRAK 1 , Z. Özen GÜÇLÜTÜRK 1 , B. Şahin KARAGÜN 2 ,<br />

M. Akif ÇÜRÜK 1 , Yurdanur KILINÇ 2<br />

P-059<br />

Methylenetetrahydrofolate Reductase Gene Polymorphism In Patients With<br />

Sickle Cell Anemia<br />

Onur ALBAYRAK 1 , Z. Özen GÜÇLÜTÜRK 1 , B. Şahin KARAGÜN 2 ,<br />

M. Akif ÇÜRÜK 1 , Yurdanur KILINÇ 2<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adana<br />

2Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adana<br />

HbS, hemoglobin molekülünün yapısında yer alan beta globin zincirindeki 6. aminoasit<br />

olan Glutamik Asit yerine Valin geçmesi sonucu meydana gelen bir hemoglobin<br />

varyantıdır. Hemoglobinopatiler içinde önemli bir yere sahip olan orak hücre<br />

anemisi özellikle Çukurova bölgesinde sık görülen kalıtsal bir hastalıktır. Orak hücre<br />

hastalığında antitrombotik tedavi ile oklüzif hastalıkların önlenmesi amacıyla, vasküler<br />

hastalık gelişimi için genetik olarak yüksek riskli bireylerin tanınması yararlı olacaktır.<br />

Erken koagülopati gelişimi için yüksek riskli bireyleri belirlemek amacıyla Çukurova<br />

bölgesinden bir grup orak hücre hastasında Metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR)<br />

geni 677CgT ve 1298AgC polimorfizmlerinin sıklığı araştırıldı. Bu çalışmada 28<br />

orak hücreli hastadan alınan kan örnekleri hematolojik ve moleküler düzeyde incelendi.<br />

ARMS yöntemi ile olguların beşinde HbS-b-talasemi tespit edildi. MTHFR polimorfizmleri<br />

Real-Time PCR yöntemi ile belirlendi. 677CgT genotiplerinin hastalar<br />

arasındaki dağılımı CC % 54, CT % 39 ve TT % 7, 1298AgC genotiplerinin dağılımı<br />

ise AA % 43, AC % 50 ve CC % 7 olarak saptandı. Orak hücre hastalarında morbidite<br />

ve mortalitenin önemli bir nedeni iskemik komplikasyonlardır. Tromboembolik olaylarda<br />

MTHFR geni genel populasyonda ve orak hücre hastalarında araştırılan hedef<br />

genlerden biridir. MTHFR genindeki en yaygın mutasyonlar 677. nükleotitteki CgT<br />

ve 1298. nükleotitteki AgC değişimidir. Bu mutasyonların varlığında MTHFR’in<br />

termolabil formu meydana gelir ve vasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörü<br />

olan homosistein düzeyinin yükselmesine neden olur. Bu çalışma Ç.Ü. BAP<br />

tarafından TF2010BAP4 ve TF2010BAP16 no.lu projeler ile desteklenmiştir.<br />

1 Medical Biochemistry Department, Çukurova University Faculty of Medicine,<br />

Adana<br />

2 Pediatric Hematology, Çukurova University Faculty of Medicine, Adana<br />

HbS is a hemoglobin variant occuring as a result of the substitution of Glutamic Acid<br />

to Valine in the 6th amino acid of the β globin chain. Sickle cell anemia is prevalent in<br />

the Çukurova region and constitute the majority of hemoglobinopathies. In sickle cell<br />

disease, characterization of genetically high risk individuals for developing vascular<br />

disease would be useful; particularly for a potential primary prevention of occlusive<br />

disorders with antithrombotic therapy. We determined the frequences of the 677CgT<br />

and 1298AgC Methylenetetrahidrofolate reductase (MTHFR) gene polymorphisms<br />

in a group of sickle cell anemia patients from Çukurova region in order to identify<br />

individuals at risk of developing early coagulopathies. In this study, 28 blood samples<br />

taken from patients with sickle cell disease. In 5 patients, HbS-b-thalassemia were<br />

determined by ARMS method. MTHFR polymorphisms were analyzed by Real-Time<br />

PCR. The frequency of the 677CgT genotype was 54% CC, 38% CT, 7% TT and<br />

the frequency of the 1298AgC genotype was 43% AA, 50% AC, 7% CC. Ischemic<br />

complications are a major cause of morbidity and mortality in patients with sickle cell<br />

disease. MTHFR is one of the target genes investigated in thromboembolism events in<br />

the population as well as in the sickle cell anemia patients. The most common mutation<br />

in the MTHFR gene is the substitution of CgT at nucleotide position 677 and the<br />

substitution of AgC at nucleotide position 1298. The presence of these mutations is<br />

associated with a thermolabile variant of MTHFR leading to the elevated levels of homocysteine,<br />

which is known to be an independent risk factor for vascular disease. This<br />

study was supported by Ç.Ü. BAP with projects TF2010BAP4 and TF2010BAP16.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-060<br />

İnsan Koroner Endotel Hücresinde Oksidatif Hasara Karşı Resveratrolün<br />

Antioksidan Etkileri<br />

Oya SAYIN, Nur ARSLAN, Gül GÜNER-AKDOĞAN<br />

P-060<br />

Antioxidant Effects Of Resveratrol Against Oxidative Injury Of Human<br />

Coronary Artery Endothelial Cell<br />

Oya SAYIN, Nur ARSLAN, Gül GÜNER-AKDOĞAN<br />

CONTENTS<br />

Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül University İzmir<br />

Oksidatif stres, reaktif oksijen ürünlerinin oluşumu ve yıkılımı arasındaki bir dengesizlik<br />

olarak tanımlanmaktadır. Vasküler ve enflamatuvar hücrelerden kaynaklanan<br />

hidrojen peroksit, oksidatif stresi indükleyerek endotelde fonksiyon kaybına neden<br />

olmaktadır. Bu da koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, hipertansiyon, periferal<br />

arter hastalığı ve diyabette önemlidir. Resveratrol; stilbenlerin alt grubu olup, üzüm<br />

ve kırmızı şarapta bulunan polifenolik bir bileşiktir. Antienflamatuvar, antioksidan,<br />

antikanser, sitoprotektif ve kardioprotektif etkilere sahiptir. Literatürde resveratrolün<br />

hidrojen peroksit hasarı ile indüklenen endotel hücresi üzerine in vitro etkisinin<br />

araştırıldığı bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı, resveratrolün in vitro<br />

insan koroner arter endotel hücresini hidrojen peroksit hasarına karşı koruyucu<br />

etki gösterip göstermediğini araştırmaktır. Bu amaçla hücre sitotoksisitesi, reaktif oksijen<br />

ürünleri oluşumu, g-glutamil sistein sentetaz, glutatyon redüktaz ve glutatyon<br />

peroksidaz enzimlerinin protein ekspresyonları ve glutatyon düzeyi incelenmiştir.<br />

Resveratrolün antioksidan etkileri g-glutamil sistein sentetaz, glutatyon redüktaz ve<br />

glutatyon peroksidaz enzimlerinin protein ekspresyonları Western blot yöntemi ile<br />

değerlendirildi. İn vitro insan koroner endotel hücrelerinde resveratrolün glutatyon<br />

düzeyine etkisi de yüksek performanslı sıvı kromatografisinde değerlendirilmiştir.<br />

Bulgular: Resveratrol, indirgenmiş glutatyon düzeyiniı anlamlı olarak arttırmaktadır<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-061<br />

Obstruktif Uyku Apneli Hastalarda MMP-9 Aktivitesi İle Polimorfizminin<br />

Kardiyovasküler Risk Değerlendirmesi<br />

Meral YÜKSEL 1 , Hacer KUZU-OKUR 2 , Ayliz VELİOĞLU-ÖĞÜNÇ 1<br />

P-061<br />

MMP-9 Activity And Polymorphism As A Risk Factor For Cardiovascular<br />

Diseases In Obstructive Sleep Apnea Patients<br />

Meral YÜKSEL 1 , Hacer KUZU-OKUR 2 , Ayliz VELİOĞLU-ÖĞÜNÇ 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü, Marmara Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri<br />

Meslek Yüksekokulu , İstanbul<br />

2Uyku Ünitesi, S.B. Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi , İstanbul<br />

1Department of Medical Laboratory Techniques, Marmara University, Academy<br />

Of Health Care Istanbul<br />

2Uyku Ünitesi, S.B. Süreyyapaşa Chest Diseases and Thoracic Surgery Training<br />

and Research Hospital Istanbul<br />

Obstruktif uyku apnesi (OUA) kardiyovasküler morbidite ve mortalite ile ilişkilidir.<br />

Matriks metalloproteinazlar (MMP) çinko içeren bir endoproteaz ailesi olup, ekstrasellüler<br />

matriks degradasyonunu düzenlemekte, kardiyak ve vasküler yeniden<br />

yapılanmaları oluşturmaktadır. MMP-9 aktivitesi koroner arter hastalığı olan hastalarda<br />

artmakta ve kardiyovasküler mortalite için neden oluşturmaktadır. Bu çalışmanın<br />

amacı OUA hastalarında MMP-9 aktivitesi ile MMP-9 polimorfizminin incelenerek<br />

kardiyovasküler hastalık riski açısından değerlendirmektir. Hafif (n=23) ve orta-ağır<br />

seyirli (n=154) OUA hastaları çalışmaya dahil edildi. Gece boyu polisomnografik<br />

ölçümün ardından sabah hastalardan kan alındı. Biyokimyasal analizler ile DNA<br />

ekstraksiyonu gerçekleştirildi. MMP-9 polimorfizmi için spesifik primerlerle PZR-<br />

RFUP analizi yapıldı. MMP-9 aktivitesi ELISA yöntemi ile tayin edildi. MMP-9 aktivitesi<br />

hafif seyirli OUA hastalarında (290.0 ± 134.1 pg/ml) orta-ağır seyirli hastalara<br />

(427.0 ± 168.9 pg/ml) göre düşük bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-062<br />

Apo E Gen Polimorfizminin Koroner Arter Hastalık Şiddeti Üzerine<br />

Etkisinin Araştırılması<br />

Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Mehtap ATAK 1 , Adnan YILMAZ 3 ,<br />

Adem DEMİR 1 , Özlem FAİZ 1 , Ömer ŞATIROĞLU 2 , Ahmet TEMİZ 2<br />

P-062<br />

Investigation Of The Effect Of Apo E Gen Polymorphism On Severity Of<br />

Coronary Artery Disease<br />

Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Mehtap ATAK 1 , Adnan YILMAZ 3 ,<br />

Adem DEMİR 1 , Özlem FAİZ 1 , Ömer ŞATIROĞLU 2 , Ahmet TEMİZ 2<br />

CONTENTS<br />

1Kimya, Rize Üniversitesi, Rize<br />

2Dahili Tıp Bilimleri, Rize Üniversitesi, Rize<br />

3Temel Tıp Bilimleri, Rize Üniversitesi, Rize<br />

1Chemistry, Rize University, Rize<br />

2Internal Medicine, Rize University, Rize<br />

3Basic Medical Sciences, Rize University, Rize<br />

Ateroskleroz patogenezinin altında yatan genetik ve çevresel faktörlerle ilgili<br />

çalışmalar son yıllarda yoğunluk kazanmıştır. Koroner arter hastalığı (KAH) hem<br />

gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde görülen hipertansiyon, dislipidemi ve diyabet<br />

gibi onu oluşturan nedenlerin teşhisi ve tedavisine rağmen ölümlere yol açan<br />

bir hastalıktır. KAH’nın oluşumuna katkı sağlayan lipoproteinler, yapılarındaki proteinler<br />

aracılığıyla metabolize edilirler. Bu proteinlerden apolipoprotein E (apo E)<br />

düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) reseptörleri için ligand olarak görev yapan ve<br />

bu reseptörlerle etkileşimi sonucu çeşitli vücut hücrelerindeki kolesterol ve diğer lipidlerin<br />

taşınmasına katılan bir plazma proteinidir. Koroner arter hastalığının şiddeti ile<br />

apo E gen polimorfizmi arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla: 114 kişilik KAH<br />

hasta grubunda (33’ü bir damarı tıkalı, 54’ü iki damarı tıkalı ve 27’si üç damarı tıkalı)<br />

plazma lipid profili [TG, TK, LDL-K, HDL-K, apo AI, apo B and Lp (a)] enzimatik<br />

kolorimetrik ve monoklonal immünopresipitasyon metotlarını kullanarak, apo E gen<br />

polymorfizm ise polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) ve restriksiyon fragmen uzunluğu<br />

polimorfizm (RFLP) tekniği uygulanarak belirlendi. Hasta grubunu aterojenik genotip<br />

olan apo E4 alelinin varlığına göre gruplandırıldığında; gen ekspresiyonu ürünü olan<br />

apo E proteini E4 alelinin bulunmadığı grupda daha yüksek olduğu (E4 aleli bulunan<br />

grupta 3,50±0,74 mg/dL, E4 aleli bulunmayan grupta 4,66±1,56 mg/dL) diğer lipit<br />

parametrelerinde anlamlı bir değişim olmadığı saptanmıştır. Bu sonuçlar, apo E gen<br />

polimorfizminin ateroskleroz oluşumuna katkıda bulunan lipit fraksiyonları üzerine<br />

etkisinin sınırlı olabileceğini göstermektedir.<br />

The publications have recently focused on genetics and environments factors underlying<br />

atherosclerosis pathogenesis. Coronary artery disease (CAD) is a disease leading<br />

deaths in both development and developing countries although the causes such as<br />

hypertension, dyslipidemia and diabetes mellitus existing it are early estimated and<br />

treated. Lipoproteins contributing to CAD are metabolized via the proteins in their<br />

structure. Of these, apolipoprotein E (apo E) is a protein functioning as ligand for low<br />

density lipoprotein receptors and joining in transporting cholesterol and other lipids<br />

into the various somatic cells in result of interaction with these receptors. To exhibit<br />

the relationship between the severity of CAD and apo E gen polymorphism, plasma<br />

lipid profile [TG, TC, LDL-C, HDL-C, apo AI, apo B and Lp (a)] was analyzed in individuals<br />

with CAD (n: 114; 33 person 1 vessel disease, 54 person 2 vessel disease and<br />

27 person 3 vessel disease) using colorimetric and monoclonal immuneprecipitation<br />

methods and apo e gen polymorphism was studied polymerase chain reaction (PCR)<br />

and restriction fragment length polymorphism (RFLP) techniques. When the patients<br />

were classified according to apo E4 allele as atherogenic allele present or absent, apo<br />

E protein, gen expression product, was lower in group with apo E4 allele compared<br />

to group without apo E4 allel (3,50±0,74 mg/dL and 4,66±1,56 mg/dL, respectively).<br />

A significant change was no observed in other lipid parameters of the patients. These<br />

results show that the effect of apo E gen polymorphism on lipid fractions contributing<br />

to formation of atherosclerosis might be limited.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-063<br />

Tokat Bölgesinde Kistik Fibrozis İle İlişkili Mutasyonların Dağılımı<br />

Şemsettin ŞAHİN, İsmail BENLİ, Leyla AYDOĞAN, Oğuzhan ŞAYLAN<br />

Biyokimya, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tokat<br />

Kistik fibrosiz dış salgı bezlerini (ekzokrin bezleri) etkileyen otozomal resesif geçişli<br />

genetik bir hastalıktır. 7. Kromozomun uzun kolunda 31. bölgesinde lokalize olan<br />

gen kistik fibrozis ile ilişkilidir. Ailede kistik fibrozlu bir çocuk var ise, doğacak<br />

diğer çocuklarda kistik fibroz olabilir. Bu araştırmada Tokat bölgesinde kistik fibroz<br />

şüphelenilen 67 hastadan kistik fibrozis ile ilişkili 19 mutasyon (M.F508del,<br />

M.G542X, M.N1303K, M.W1282X, M.G551D, M.1717-1GgA, M.R553X,<br />

M.CFTRdele2,3(21kb), M.I507del, M.711+1GgT, M.3272-26AgG, M.3905insT,<br />

M.R560T, M.1898+1GgA, M.S1251N, M.I148T, M.3199del6, M.3120+1GgA,<br />

M.Q552X) tarandı. Kistik fibroz geni üzerindeki mutasyonların tespiti INNO-LiPA<br />

CFTR19 stripli mutasyon tarama kiti kullanılarak yapıldı. Sonuçlar verilere göre<br />

yorumlandı. Bu çalışmada kistik fibroz şüphesiyle hastanemiz pediatri polikliniğine<br />

başvuran 67 hasta alındı. Bu hastaların mutasyon taraması laboratuarımızda yapıldı.<br />

Araştırma sonucu 2 hastada homozigot M.N1303K mutasyonu tespit edildi. 1 hastada<br />

ise heterozigot M.I148T mutasyonu gözlendi. Geriye kalan hastalarda ise mutasyon<br />

tespit edilmedi.<br />

P-063<br />

The Distribution Of Mutations Associated With Cystic Fibrosis In Tokat<br />

Region<br />

Şemsettin ŞAHİN, İsmail BENLİ, Leyla AYDOĞAN, Oğuzhan ŞAYLAN,<br />

Biochemistry, Gaziosmanpaşa University Tokat<br />

Cystic fibrosis is autosomal recessive disease affecting exocrine gland. The gene<br />

associated with cystic fibrosis localized on region of 31 on long arm of chromozome<br />

7. If there is a child with cystic fibrosis in a family, other childs may be<br />

born with cystic fibrosis. In this search; in Tokat region, 19 mutations (M.F508del,<br />

M.G542X, M.N1303K, M.W1282X, M.G551D, M.1717-1GgA, M.R553X,<br />

M.CFTRdele2,3(21kb), M.I507del, M.711+1GgT, M.3272-26AgG, M.3905insT,<br />

M.R560T, M.1898+1GgA, M.S1251N, M.I148T, M.3199del6, M.3120+1GgA,<br />

M.Q552X) have been screened in 67 patients suspected with cystic fibrosis. Mutations<br />

analyses of cystic fibrosis gene were carried out with INNO-LiPA CFTR19 which is<br />

stripped cystic fibrosis mutation screening kit. Results were interpreted according to<br />

data. In this study; 67 patient who attended to our pediatric clinic with suspected cystic<br />

fibrosis were included. Mutations in these patients screened on our laboratory. As a<br />

result; M.N1303K mutation (homozygous) has been detected in 2 patients. M.I148T<br />

mutation (heterozygous) has been observed. Mutations were not detected in the other<br />

patients.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-064<br />

Tokat Bölgesinde Vkorc1 C1173T Ve G1639A Mutasyonlarının Dağılımı<br />

Şemsettin ŞAHİN, Erkan SÖĞÜT, Hüseyin ÖZYURT, Leyla AYDOĞAN,<br />

İsmail BENLİ, Cuma MERTOĞLU<br />

Biyokimya, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tokat<br />

Vitamin K epoksit redüktaz kompleksi (VKORC1) hepatositlerde lokalize olmuş<br />

bir membran proteinidir. VKORC1 kan koagulasyonu için temel olan vitamin K<br />

anabolizmasında önemli bir rol oynar. VKORC1’in yüksek aktivitesi daha yüksek<br />

kan koagulasyonuna yol açar. Varfarin gibi kumarin türevleri VKORC1’in kan koagulasyonun<br />

azalmasına yol açan aktivitesini inhibe eder. VKORC1’in en yaygın olarak<br />

çalışılan allelleri C1173T ve G1639A’dır. Bu çalışmaya Tokat bölgesinde koagulasyon<br />

bozukluğu nedeni ile hastanemize başvuran 101 hasta alındı. Bu hastaların VKORC1<br />

C1173T ve VKORC1 G1639A mutasyonlarının taranması laboratuarımızda yapıldı.<br />

Mutasyon tarama işlemi LightCycler 480 Real-Time PCR cihazı ile ticari kitleri<br />

kullanılarak Real-Time PCR yöntemi ile çalışıldı. Sonuç olarak; çalışmaya toplam<br />

101 hasta alındı. 21 hastanın (%20,7) taranan her iki mutasyon içinde homozigot, 46<br />

hastanın (%45,5) taranan her iki mutasyon içinde heterozigot olduğu belirlendi. 34<br />

hastada ise (%33,6) her iki mutasyonda görülmedi.<br />

P-064<br />

The Distribution Of Vkorc1 C1173T And G1639A Mutations In<br />

Tokat Region<br />

Şemsettin ŞAHİN, Erkan SÖĞÜT, Hüseyin ÖZYURT, Leyla AYDOĞAN,<br />

İsmail BENLİ, Cuma MERTOĞLU,<br />

Biochemistry, Gaziosmanpaşa University, Tokat<br />

Vitamin K epoxide reductase complex (VKORC1) is a membrane protein located hepatocytes.<br />

VKORC1 plays an important role in the anabolism of vitamin K which is<br />

essential for blood coagulation. High activity of VKORC1 leads to a higher blood coagulation.<br />

Cumarin derivatives like Warfarin inhibit VKORC1 activity which leads to<br />

a reduction of blood coagulation. In this study; 101 patient who attended to our clinic<br />

with coagulation disorder were included. VKORC1 C1173T and VKORC1 G1639A<br />

mutations in these patients were screened in our laboratory. Mutation scanning process<br />

was studied with LightCycler 480 device using Real-Time PCR comercial kits with<br />

Real-Time PCR method. As a result; 101 patients were included this study. 21 patients<br />

(20,7%) were homozigous for both mutations. 46 patients (45,5%) were heterozigous<br />

for both mutations. These mutations were not observed in 34 patients (33,6%).<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-065<br />

Fmf (Famılıal Medıterranean Fever) Mutasyonlu Hastalarda Süperoksid<br />

Dismutaz (SOD) Ve Glutatyon Peroksidaz (GSH-Px) Enzim Polimorfizmi<br />

Ali AKBAŞ 1 , Hüseyin ÖZYURT 2 , Şemsettin ŞAHİN 2 , İsmail BENLİ 2 ,<br />

Oğuzhan ŞAYLAN 2 , Leyla AYDOĞAN 2 , Fatih EKİCİ 3 , Mücahit EĞRİ 4 ,<br />

Bünyamin KISACIK 5 ,<br />

1Biyokimya, Sivas Devlet Hastanesi, Sivas<br />

2Biyokimya, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat<br />

3Fizyoloji, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat<br />

4Halk Sağlığı, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tokat<br />

5Dahiliye, 25 Aralık Devlet Hastanesi, Iğdır<br />

Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) otozomal resesif geçiş gösteren ve klinik olarak periyodik<br />

karın ağrısı, ateş, artralji/artrit ve deri döküntüleri ile kendini gösteren bir<br />

hastalıktır. Aktive olmuş enflamatuar hücreler tarafından üretilen serbest oksijen<br />

radikalleri FMF patogenezine katkıda bulunmakta ve FMF ile ilgili patofizyolojik<br />

değişikliklerden sorumlu tutulmaktadır. Bu çalışmada; FMF hastalarında SOD (Mn-<br />

SOD Val-9Ala) ve GSH-Px (GPX1 Pro198Leu) enzim polimorfizmlerinin rolünün<br />

değerlendirilmesi amaçlandı. Bu çalışma için; 129 FMF hastası ve 95 kontrol grubu<br />

seçildi. Real Time - Polymerase Chain Reaction (RT-PCR) yöntemi ile MnSOD Val-<br />

9Ala ve GPX1 Pro198Leu enzim polimorfizmleri incelendi. FMF mutasyonu gözlenen<br />

hastaların %52,7’sinde GSH-Px polimorfizmi, %77,5’inde ise SOD polimorfizmi<br />

görülmüştür. Bu da gösteriyor ki FMF hastalığında hem GSH-Px enzimi hem de SOD<br />

enzimi kısmen de olsa etkilenmiş ve büyük oranda polimorfizm görülmüştür. Sonuç<br />

olarak; SOD ve GSH-Px enzim polimorfizmlerinin FMF patofizyolojisinde etkin<br />

olduğunu söyleyebiliriz.<br />

P-065<br />

Evaluation Of Superoxide Dismutase (SOD) And Glutathione Peroxidase<br />

(GSH-Px) Enzymes Polymorphism In Fmf (Familial Mediterranean Fever)<br />

Patients<br />

Ali AKBAŞ 1 , Hüseyin ÖZYURT 2 , Şemsettin ŞAHİN 2 , İsmail BENLİ 2 ,<br />

Oğuzhan ŞAYLAN 2 , Leyla AYDOĞAN 2 , Fatih EKİCİ 3 , Mücahit EĞRİ 4 ,<br />

Bünyamin KISACIK 5 ,<br />

1Biochemistry, Sivas Devlet Hospital, Sivas<br />

2Biochemistry, Gaziosmanpaşa University Faculty of Medicine, Tokat<br />

3Phisiology, Gaziosmanpaşa University Faculty of Medicine, Tokat<br />

4Halk Sağlığı, Gaziosmanpaşa University Faculty of Medicine, Tokat<br />

5Internal, 25 Aralık State Hospital, Iğdır<br />

Familial Mediterranean Fever (FMF) is an autosomal recessive disease and clinically<br />

characterized by periodic abdominal pain, fever, arthralgia / arthritis and skin lesions.<br />

Free oxygen radicals that are produced by activated inflammatory cells are also supposed<br />

to contribute to the pathophysiologic changes in FMF. In this study, we aimed<br />

to evaluate the role of polymorphisms of SOD (MnSOD Val-9Ala) and GSH-Px<br />

(GPX1 Pro198Leu) enzymes in FMF patients. For this study, 129 FMF patients and<br />

95 healthy controls were selected. MnSOD Val-9Ala ve GPX1 Pro198Leu enzym<br />

polimorphisms were examined using Real Time - Polymerase Chain Reaction (RT-<br />

PCR) methot. GSH-Px polymorphism was seen in the 52,7% of patients observed<br />

FMF mutation, in the 77,5 % SOD polymorphism. This shows that both the FMF<br />

disease enzyme GSH-Px and SOD enzyme is partially affected, and was largely polymorphism.<br />

As a result; we can say that SOD and GSHPX enzyme polymorphism is<br />

effective on FMF pathophysiology.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-066<br />

Türkiye’de İlk Kez Gözlenen Anormal Hemoglobin: Hb Stanleyville II<br />

Figen GÜZELGÜL, Erdinç YALIN, Kıymet AKSOY<br />

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, 01330,<br />

Adana<br />

figenguzelgul@gmail.com<br />

Dünyada en sık görülen kalıtsal kan hastalığı hemoglobinopatilerdir. Dünya Sağlık<br />

Teşkilatının (WHO) verilerine göre; dünyadaki hemoglobinopati taşıyıcılarının<br />

sıklığı %5,1 ve Türkiye genelinde ise %2,1’dir.<br />

Çukurova yöresinde beta talasemi taşıyıcı sıklığı %3,7 ve alfa talasemi taşıyıcı<br />

sıklığı %3,3 olarak belirlenmiştir. Bu çalışmada Doğum Öncesi Tanı merkezimize<br />

başvuran bir olguda a globin geni Gap- PCR yöntemiyle incelendiğinde 3.7<br />

kb’lık delesyonu içerdiği ayrıca DNA dizi analizi sonucunda Türkiye’de ilk kez<br />

gözlenen Hb Stanleyville II [a78 (EF 7) AsngLys (AACgAAA)] anormal hemoglobin<br />

taşıyıcısı olduğu belirlenmiştir.<br />

P-066<br />

A Novel Abnormal Hemoglobin Observed in Turkey: Hb Stanleyville II<br />

Figen GÜZELGÜL, Erdinç YALIN, Kıymet AKSOY<br />

Cukurova University Medicine Faculty Biochemistry Department, 01330, Adana<br />

figenguzelgul@gmail.com<br />

.Hemoglobinopathies are the most frequent hereditary blood disorder worldwide.<br />

According to World Health Organization, the prevalance of hemoglobinopathy<br />

carriers are %5,1 and %2,1 for worldwide and for Turkey respectively.<br />

.The prevalance of alpha and beta thalassemia carriers in Cukurova region are<br />

%3,3 and %3,7 respectively. In this study, a case applied to our Prenatal Diagnosis<br />

Center was investigated for a globin gene with Gap- PCR method and was<br />

found to carry 3.7kb deletional mutation. Moreover, a novel abnormal a globin<br />

chain mutation for Turkey causing Hb Stanleyville II [a78 (EF 7) AsngLys<br />

(AACgAAA)] was observed by using DNA sequencing analysis.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-067<br />

Aktif Ve Pasif Sigara İçicilerde Serum Kotinin Düzeyleri Ve Böbrek<br />

Fonksiyonu İle İlişkisinin Araştırılması<br />

Haluk DÜLGER 1 , Ahmet DÖNDER 1 , M. Ramazan ŞEKEROĞLU 1 ,<br />

Reha ERKOÇ 2 , Bülent ÖZBAY 3<br />

P-067<br />

Investigation Of Relationship Between Serum Levels Of Cotinine And<br />

Renal Function In Active And Passive Smokers<br />

Haluk DÜLGER 1 , Ahmet DÖNDER 1 , M. Ramazan ŞEKEROĞLU 1 ,<br />

Reha ERKOÇ 2 , Bülent ÖZBAY 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Anabilim Dalı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Van<br />

2İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi, Van<br />

3Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Van<br />

Vücuda alınan nikotin, metaboliti olan “kotinin”e dönüşür ve bu şekilde idrarla dışarı<br />

atılır. Değişik şekillerde vücuda alınan nikotinin böbrek fonksiyonları üzerine olumsuz<br />

etkileri bulunmaktadır. Bu çalışmada, bilinen herhangi bir hastalığı bulunmayan,<br />

aktif ve pasif olarak sigara dumanına maruz kalan kişilerde glomerüler filtrasyon<br />

hızı, mikroalbuminüri ve b-2 mikroglobulin atılımının böbrek fonksiyonları üzerine<br />

etkisinin olup olmadığının araştırılması amaçlandı. Çalışmaya dahil edilen bireyler<br />

üç gruba ayrıldı, birinci grup aktif sigara içenlerden, ikinci grup pasif olarak sigara<br />

dumanına maruz kalanlardan ve üçüncü grup ise sigara içmeyen ve sigara içenlerle<br />

bir arada bulunmayan sağlıklı kişilerden oluşturuldu. Bu gruplara dahil edilen bireylerden<br />

kan ve idrar numuneleri toplandı. Alınan kanlarda serum glukoz, üre, kreatinin,<br />

total protein, albumin, globulin ve kotinin düzeyleri ölçüldü. Alınan idrar numunelerinde<br />

ise mikroalbumin, b-2 mikroglobulin ve kreatinin düzeyleri tespit edildi. Serum<br />

kotinin değerleri aktif içiciler ve pasif içiciler, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında<br />

anlamlı olarak yüksek bulunmasına rağmen, pasif içicilerdeki artış istatistiksel olarak<br />

anlamlı değildi. İdrar mikroalbumin ve kreatinin seviyeleri aktif içici grupta anlamlı<br />

olarak yüksek olmasına rağmen, b-2 mikroglobulin seviyelerindeki değişiklikler<br />

anlamlı değildi. İdrar mikroalbumin/kreatinin düzeyi, gerek aktif gerekse pasif sigara<br />

içici grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti. Sonuç olarak, aktif sigara<br />

içicilerde serum kotinin düzeylerinde ve mikroalbuminüride artış tespit edildi. Pasif<br />

sigara içicilerinde ise, serum kotinin seviyelerinde artış gösterilememesine rağmen,<br />

mikroalbumin/kreatinin düzeylerinin yüksek olduğu saptandı. Böylece böbreğin pasif<br />

içicilerde dahi sigara içiminden etkilenerek glomerüler fonksiyonlarının bozulmasına<br />

yol açabileceği ve idrar mikroalbumin/kreatinin oranının artmasının ateroskleroz riskini<br />

artırabileceğine işaret ettiği kanaatine varıldı.<br />

1Biochemistry Department, Yüzüncü Yıl University Faculty of Medicine, Van<br />

2Department of Internal Medicine, Nefroloji Bilim Dalı, Yüzüncü Yıl University<br />

Faculty of Medicine, Van<br />

3Department of Chest Diseases, Yüzüncü Yıl University Faculty of Medicine,<br />

Van<br />

Nicotine intake turns into “cotinin” with metabolite and is excreted with urine. Nicotine,<br />

taken in various ways, has adverse effects on renal functions. We investigated<br />

whether active or passive smoking has any advers effect on renal functions in term<br />

of glomeruler filtration rate, microalbuminuria and b-2 mikroglobulin excretion. The<br />

volunteers included in the study were classified into 3 groups: the first group consisted<br />

of active smokers, the second group were passive smokers, and the third group were<br />

controls as non active and passive smokers. Blood and urine samples were collected<br />

from the groups. In the collected blood, serum glucose, urea, creatinin, total protein,<br />

albumin, globulin, and cotinin levels were measured. In the collected urine samples,<br />

microalbumin, b-2 mikroglobulin and creatinin levels were measured. Although serum<br />

cotinin levels were found high compared with both passive and active smokers<br />

by control groups, the meaningfully increase in passive smokers were not found<br />

statistically meaningfull. Although urinary microalbumin and creatinin levels were<br />

meaningfully high in active smokers, the changes in b-2 microglobulin levels were<br />

not found meaningfull. Urinary microalbumin/creatinin ratio increased significantly<br />

in both active and passive smokers. Serum cotinin levels and urinary microalbumin/<br />

creatinin ratio was increased in active smokers, additionally despite no significant<br />

increase in cotinin levels, urinary microalbumin/creatinin ratio was also increased in<br />

passive smokers. Kidney may be affected by even passive smoking and glomeruler<br />

functions may be affected i.e. increased microalbumin/creatinin ratio may be indicating<br />

increased atherosclerosis risk in these persons.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-068<br />

Diyabetik Nefropati Gelişiminin Bir Göstergesi Olarak İdrar Proteini Ve<br />

8-Hidroksi-2\’- Deoksiguanozin (8-OHdG) Düzeylerinin Karşılaştırılması<br />

Erdim SERTOĞLU, Muhittin A. SERDAR, Metin UYANIK, Serkan TAPAN<br />

P-068<br />

Comparison Of Urinary Protein And 8-Hydroxy-2’-Deoxyguanosine (8-<br />

OHdG) Levels As A Predictor Of Development Of Diabetic Nephropathy<br />

Erdim SERTOĞLU, Muhittin A. SERDAR, Metin UYANIK, Serkan TAPAN<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

Department of Biochemistry, Gulhane Military Medical Academy, Ankara<br />

Diyabette artmış oksidatif stresin, diyabetin ve komplikasyonlarının ilerlemesine<br />

katkıda bulunduğu bilinmektedir. Son zamanlarda, idrardaki 8-Hidroksi-2\’-<br />

Deoksiguanozin’in (8-OHdG) diyabetik hastalarda in vivo oksidatif DNA hasarını ve<br />

diyabetik nefropati gelişimini tahmin etmede duyarlı ve kullanışlı yeni bir klinik biyobelirteç<br />

olarak görev yapabileceği öne sürülmüştür. Bu çalışmanın amacı, tip 2 diyabet<br />

hastalarında idrar 8-OHdG düzeylerini protein ile karşılaştırmak ve sağlıklı insanlardan<br />

hastaları ayırt etmede biyokimyasal belirteç olarak rolünü değerlendirmektir.<br />

Bu amaçla, proteinürinin eşlik ettiği 12 tip 2 diyabet ve 11 sağlıklı kontrol hastası<br />

çalışmaya dahil edilmiştir. İdrar 8-OHdG konsantrasyonları modifiye edilmiş LC-MS/<br />

MS metodu ile ölçülmüş ve aynı hastaların 24 saatlik idrardaki protein düzeyleri ile<br />

kıyaslanmıştır. Tip 2 diyabet hastaları idrarlarında kontrol hastalarından daha yüksek<br />

ancak istatistiksel olarak anlamsız 8-OHdG konsantrasyonlarına sahiptiler(hastalar ve<br />

kontrol grubu sırasıyla; 3,44±2,23, 2,18±1,24 nmol/mol kreatinin). Ancak, hastaların<br />

idrarlarındaki protein konsantrasyonları kontrol grubuna göre önemli ölçüde yüksek<br />

bulundu. Hastaların ve sağlıklı bireylerin idrarlarındaki protein düzeyleri arasında<br />

anlamlı derecede fark olmasına rağmen, modifiye edilmiş LC-MS/MS metodu ile<br />

tespit edilen 8-OHdG düzeyleri istatistiksel olarak anlamsız bulundu. Sonuçta, bu<br />

çalışma göstermiştir ki diyabetik hastalarda diyabetik nefropati gelişimini tahmin etmede<br />

idrar 8-OHdG düzeyleri proteinüri gibi yararlı bir klinik belirteç değildir.<br />

The increased oxidative stress in diabetes is known to contribute to the progression of<br />

diabetes and its complications. Recently, 8-hydroxy-2’-deoxyguanosine (8-OHdG) in<br />

urine has been suggested to serve as a new sensitive and useful clinical biomarker to<br />

predict the oxidative DNA damage in vivo and the development of diabetic nephropathy<br />

in diabetic patients. The aim of this study is to compare the levels of urine 8-OHdG<br />

with protein in patients with type 2 diabetes and to evaluate its role as biochemical<br />

marker for distinguishing these patients from healthy people. For this purpose, 12 patients<br />

with type 2 diabetes accompanied by proteinuria and 11 healty control subjects<br />

were included in this study. The urine concentrations of 8-OHdG were measured by<br />

modified LC-MS/MS method and compared with the 24-hour urine protein levels of<br />

the same patients. The type 2 diabetic patients usually have higher concentrations of<br />

8-OHdG in their urine than the control subjects but not statistically significant (patients<br />

and control group respectively; 3,44±2,23, 2,18±1,24 nmol/mol kreatinin). However,<br />

concentrations of protein in urine of patients were significantly higher than the control<br />

subjects. Although the levels of urinary protein between patients and healthy individuals<br />

were significantly different, 8-OHdG levels detected by modified LC MS/MS<br />

method were found to be statistically insignificant. Eventually, this study provides<br />

evidence that 8-OHdG in urine is not a useful clinical marker as proteinuria to predict<br />

the development of diabetic nephropathy in diabetic patients.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-069<br />

Kreatinin Düzeyiyle Lipid Profili Arasındaki İlişki Ve Statin Grubu İlaç<br />

Kullanımının Etkisi<br />

Ahmet Burak GÜRPINAR 1 , Nigar YILMAZ 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 1 ,<br />

Özgür Yıldırım KURTGÖZ 1 , Zafer YÖNDEN 1 , Cumali GÖKÇE 2 ,<br />

Mehmet AYDIN 3<br />

P-069<br />

The Relationship Of The Creatinin Level With The Lipid Profile And The<br />

Effect Of Statin Based Drugs<br />

Ahmet Burak GÜRPINAR 1 , Nigar YILMAZ 1 , Oktay Hasan ÖZTÜRK 1 ,<br />

Özgür Yıldırım KURTGÖZ 1 , Zafer YÖNDEN 1 , Cumali GÖKÇE 2 ,<br />

Mehmet AYDIN 3<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya, Mustafa Kemal Üni., Tıp Fakültesi, Hatay<br />

2Dahiliye, Mustafa Kemal Üni., Tıp Fakültesi, Hatay<br />

3Fizyoloji, Mustafa Kemal Üni., Tıp Fakültesi, Hatay<br />

Serum kreatinin, böbrek fonksiyonunu değerlendirmek için en sık kullanılan tahlillerden<br />

birisidir. Bu çalışmada, kreatinin değerleri ile lipid profili arasındaki ilişki ve<br />

statin kullanımının etkisi incelendi. Dahiliye polikliniğine başvuran kreatinin değeri<br />

1.3 mg/dl’ den yüksek olan 100 kişi; statin kullanmayan (Grup 1) ve statin kullananlar<br />

(Grup 2) olarak 2 gruba ayrıldı. Kreatinin düzeyi (Jaffe metodu) ve lipit paneli kolorimetrik<br />

yöntem ile biyokimya otoanalizöründe çalışıldı. Çalışmaya katılan grupların<br />

yaşları arasında anlamlı fark yoktu. Kreatinin düzeyi, grup 1 ile grup 2 kıyaslandığında<br />

grup 2’ de anlamlı olarak daha düşük bulundu. HDL-kolesterol değerleri kontrol<br />

grubuna kıyasla grup 1’ de anlamlı olarak daha düşüktü. Ayrıca grup 2’ nin HDLkolesterol<br />

değerleri grup 1’ den daha yüksek tespit edildi ama anlamlı fark yoktu.<br />

Grup 1 ile grup 2’ nin LDL-kolesterol seviyesi karşılaştırıldığında grup 2’ nin LDLkolesterol<br />

seviyesi daha yüksekti ama anlamlı fark yoktu. Sonuç olarak, kreatinin<br />

yükseldikçe HDL-kolesterol seviyesinin anlamlı olarak düştüğü, statin alan grupta ise<br />

HDL-kolesterol seviyesinin yükseldiği tespit edilmiştir. Statin kulanımının kreatinin<br />

seviyesini anlamlı şekilde düşürdüğü ve indirek olarak böbrek fonksiyonlarına olumlu<br />

etkisi olabileceği düşünülmüştür.<br />

1Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University,<br />

Hatay<br />

2Department of Internal Medicine, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University,<br />

Hatay<br />

3Department of Physiology, Faculty of Medicine, Mustafa Kemal University,<br />

Hatay<br />

Serum creatinine is one of the most commonly employed analyses used to assess how<br />

well the kidneys work. This study is aimed to investigate the relationship of the creatinine<br />

level with the lipid profile as well as the effect of statin based drugs. 100 patients<br />

applying to the internal medicine clinic with creatinine rate over 1.3 mg/dl were divided<br />

into 2 parts as group 1 that didn’t receive statin and group 2 that received statin.<br />

Creatinine level (Jaffe method) and lipid panel was studied with calorimetric method<br />

on biochemical automatic analyzer. There was no significant age difference between<br />

the groups. When the creatinine levels of group 1 and 2 were compared, that of group<br />

2 was found to be significantly lower. HDL-cholestrol levels of group 1 was detected<br />

to be lower than that of the control group. On the other hand, HDL-cholestrol levels<br />

in group 2 were found to be higher than those in group 1, though with no significant<br />

difference. When LDL-cholestrol levels of group 1 was compared with that of group<br />

2, the latter was found higher; yet there was no significant difference. In conclusion,<br />

it was detected that as the creatinine level rose, HDL-cholestrol level decreased more<br />

significantly while in the statin taking group this level increased. This suggests that<br />

statin administration reduces the creatinine level thus contributing to well functioning<br />

of kidneys.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-070<br />

Kronik Böbrek Hastalıklarında Hscrp, Nitrik Oksit, Adiponektin Ve Leptin<br />

Düzeyleri<br />

Hacer Ebru AÇIKGÖZ 1 , Nihal OCAK 1 , Emre SARANDÖL 1 , Zehra SERDAR 1 ,<br />

Kamil DİLEK 2 , Melahat DİRİCAN 1<br />

P-070<br />

High Sensitive C-Reactive Protein, Nitric Oxide, Adiponectin And Leptin<br />

Levels In Chronic Renal Diseases<br />

Hacer Ebru AÇIKGÖZ 1 , Nihal OCAK 1 , Emre SARANDÖL 1 , Zehra SERDAR 1 ,<br />

Kamil DİLEK 2 , Melahat DİRİCAN 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bursa<br />

2Nefroloji Bilim Dalı, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bursa<br />

Subklinik aterosklerozun erken belirteci olabilecek nitrik oksit (NO), hs-CRP, adiponektin<br />

ve leptin düzeylerinin sağlıklı kontroller ile çeşitli kronik böbrek yetmezlikli<br />

hasta gruplarında karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmaya böbrek nakli yapılmış<br />

hastalar (BN, n=18) ile hemodiyaliz tedavisi gören (HD, n=18) ve görmeyen (KBY,<br />

n=18) kronik böbrek yetmezlikli hastalar ve sağlıklı gönüllüler (n=18) alındı. Serum<br />

NO düzeylerinin HD ve BN gruplarında KBY ve sağlıklı kontrollerden daha yüksek<br />

olduğu gözlendi. hs-CRP; BN ve HD hastalarında kontrollere göre anlamlı olarak<br />

daha yüksekti. Plazma adiponektin konsantrasyonu KBY, HD ve BN hastalarında<br />

benzer olup, kontrollere göre ~2 kat yüksekti. Böbrek hastalarında serum leptin<br />

düzeyinin sağlıklı gruptan ~ 3 kat yüksek olduğu bulundu. BN hastaları takrolimus<br />

(n=9) ve siklosporin (n=9) kullanımına göre incelendiğinde NO, adiponektin ve<br />

leptin düzeyleri bakımından farklılık olmadığı; hs-CRP düzeyinin ise takrolimus kullananlarda<br />

anlamlı olarak daha yüksek olduğu görüldü. Tüm gruplarda adiponektin<br />

ile HDL-kolesterol arasında anlamlı pozitif korelasyon olduğu saptandı. KBY ve BN<br />

hastalarında NO ile hs-CRP düzeyleri arasında anlamlı pozitif; HD grubunda ise adiponektin<br />

ile hs-CRP ve leptin arasında anlamlı negatif korelasyonlar olduğu görüldü.<br />

Böbrek fonksiyonlarındaki azalmanın adipositokinlerin düzeylerinde artışa yol<br />

açabileceği; NO seviyelerindeki artışın ise inflamasyonla ilişkili olabileceği sonucuna<br />

varıldı. 1291<br />

1Department of Medical Biochemistry, Uludag University Faculty of Medicine,<br />

Bursa<br />

2Department of Nephrology, Uludag University Faculty of Medicine, Bursa<br />

The aim of the study was to compare nitric oxide (NO), hs-CRP, adiponectin and<br />

leptin levels in healthy controls with various groups of chronic renal failure patients as<br />

an early marker of subclinical atherosclerosis. In this study,we used patients with renal<br />

transplantation (RT, n = 18), chronic renal failure patients whose treated (HD, n = 18)<br />

and non-treated (CRF, n = 18) with hemodialysis and healthy volunteers (HC, n =<br />

18). NO serum levels in HD and RT groups were found to be higher than in CRF and<br />

healthy controls. hs-CRP in RT and HD patients was significantly higher than controls.<br />

Plasma adiponectin concentration was similar in patients with HD, CRF and RT,<br />

and ~ 2 times higher than in controls. Serum leptin levels in renal patients were found<br />

to be ~ 3 times higher than the healthy groups. When we examine the RT patients,<br />

who used tacrolimus (n=9) and cyclosporine (n=9), there is no difference between<br />

two groups in NO, adiponectin and leptin levels, but hs-CRP levels were significantly<br />

higher in patients who used tacrolimus. In all groups there were significant positive<br />

correlation between adiponectin and HDL-cholesterol. We observed that significant<br />

positive correlation between NO and hs-CRP levels in CRF and RT patients, and<br />

significant negative correlation between adiponectin with hs-CRP and leptin levels<br />

in HD groups. It was concluded that decline in renal function can lead to an increase<br />

in adipocytokine levels and increase in NO levels may be related with inflammation.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-071<br />

Sağlikli Çocuk Ve Erişkinlerde İdrar N-Acetyl-Ss-D-Glucosaminidase<br />

Aktivitesi: Ön Çalışma<br />

Özgür BAYKAN 1 , Tuncay SEYREKEL 1 , Rıdvan FIRAT 1 ,<br />

Meryem BENZER 2 , Harika ALPAY 2 , Goncagül HAKLAR 1<br />

P-071<br />

Urinary N-Acetyl-Ss-D-Glucosaminidase Activity In Healthy Children And<br />

Adults: A Preliminary Study<br />

Özgür BAYKAN 1 , Tuncay SEYREKEL 1 , Rıdvan FIRAT 1 ,<br />

Meryem BENZER 2 , Harika ALPAY 2 , Goncagül HAKLAR 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Ab.D., Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Istanbul<br />

2Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ab.D. Pediatrik Nefroloji Bd., Marmara<br />

Üniversitesi Tıp Fakültesi, Istanbul<br />

1Dept. Of Biochemıstry, School Of Medicine,Marmara Unıversity, Istanbul<br />

2Subdepartment Of Nephrology,Department Of Pedıatrıcs, School Of<br />

Medıcıne,Marmara Universıty, Istanbul<br />

Relatif olarak yüksek molekül ağırlığa (>130 kDa) sahip N-acetyl-ß-D-glucosaminidase<br />

(NAG) glomerüler bazal membrandan filtre edilememesi nedeniyle tübüler<br />

hücreler için özgül bir idrar belirtecidir. NAG aktivite artışı tübüler hücre hasarını<br />

göstermekle birlikte, hücresel hasar olmaksızın, artmış lizozomal aktiviteyi de<br />

yansıtabilir. İdrarda NAG düzeyinin belirlenmesi, diabetes mellitus, nefrotik sendrom,<br />

enflamasyon, vezikoüreteral reflü, idrar yolu infeksiyonları gibi nedenlerle<br />

oluşabilen renal hasarın oldukça hassas bir göstergesidir. Çalışmamızın amacı, 6-18<br />

yaş arası sağlıklı çocuklar ve 18-45 yaş arası sağlıklı erişkinlerde referans aralıkların<br />

belirlenmesi için bir ön çalışma yapmaktır. Çalışma Marmara Üniversitesi Hastanesi<br />

Merkez Laboratuvarında yapıldı. Kesinliğin değerlendirilmesi amacıyla sağlıklı<br />

kişilerden idrar havuzu oluşturuldu. Sabah ilk idrarlardan orta akım örnekleri toplanarak<br />

(n=33) aynı gün analiz edildi. İdrar NAG aktivitesi (Diazyme Laboratories,<br />

USA) Roche Modüler Analizöre (Roche Diagnostics GmbH, Mannheim, Germany)<br />

adapte edilerek spektrofotometrik olarak ölçüldü. İdrar kreatinin konsantrayonları da<br />

yine modüler analizörde kinetik Jaffe yöntemi kullanılarak çalışıldı. Enzimin idrarla<br />

atılımında hacim ve zaman etkisinin neden olabileceği değişkenliği azaltmak amacıyla<br />

idrar NAG değerleri kreatinin konsantrasyonuna oranlanarak ifade edildi (U-NAG/<br />

Cr=IU/L:mg/dL). Çalışmamızın istatistiksel değerlendirmeleri SPSS 15.0 programı<br />

kullanılarak yapıldı. Gün-içi kesinlik değerleri (%CV) %3 (2.92±0.09, ortalama±SD)<br />

olarak bulundu. Çocuk yaş grubunda idrar NAG/Cr medyan değeri ve dağılım aralığı<br />

3.26 IU/L:mg/dL (1.60-6.09) iken erişkinlerde 1.98 IU/L:mg/dL (1.48-4.24) olarak<br />

bulunmuştur (p130 kDa) which does not permit its<br />

filtration through the glomerular basal membrane. Increased NAG activity indicates<br />

damage to tubular cells, although it can also reflect increased lysosomal activity without<br />

cellular damage. The determination of urinary NAG provides a very sensitive<br />

indicator of renal damage such as injury due to diabetes mellitus, nephrotic syndrome,<br />

inflammation, vesicoureteral reflux, urinary tract infection, etc. The aim of our study<br />

was make a preliminary study for the establishment of reference ranges of urinary<br />

NAG/creatinine ratio in healthy children aged 6-18 and adults aged 18-45 years. The<br />

study was held at Marmara University Hospital Central Clinical Laboratory. Fresh<br />

urine pool from healthy subjects were used for precision estimation. Spot urinary samples<br />

(n=33) were collected after the first morning void and analysed same day. Urinary<br />

NAG activities were determined spectrophotometrically (Diazyme Laboratories,<br />

USA) adapted to Roche modular analyser (Roche Diagnostics GmbH, Mannheim,<br />

Germany). Urinary creatinine concentrations were estimated by Jaffe’s kinetic method<br />

again on modular analyser. The urinary NAG values were expressed as a ratio to<br />

urinary creatinine concentration (U-NAG/Cr ratio in IU/L:mg/dL), as this relationship<br />

shows less variability than the urinary enzyme excretions related to volume or time.<br />

The statistical analyses were performed using SPSS 15.0. The inter-assay CV was 3%<br />

(2.92±0.09, mean±SD). In pediatric age group U-NAG/Cr ratio was 3.26 IU/L:mg/dL<br />

(1.60-6.09) and for adults 1.98 IU/L:mg/dL (1.60-6.09) (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-072<br />

Kronik Böbrek Hastalarında İdrar Protein/Kreatinin Oranlarına Göre<br />

Serum Parametreleri<br />

Metin DEMİR, Nejla BARIŞ, Serap ÇUHADAR, Ayşenur ATAY,<br />

Mehmet KÖSEOĞLU<br />

P-072<br />

Serum Parameters According To Urinary Protein/Creatinine Ratio In<br />

Chronic Kidney Disease<br />

Metin DEMİR, Nejla BARIŞ, Serap ÇUHADAR, Ayşenur ATAY,<br />

Mehmet KÖSEOĞLU<br />

CONTENTS<br />

II. Biyokimya ve Klinik Biyokimya Laboratuvarı, İzmir Atatürk Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, İzmir<br />

II. Biochemistry and Clinical Biochemistry Laboratory, Izmir Ataturk Training<br />

and Research Hospital, İzmir<br />

Böbrek hastalığının saptanması için glomeruler filtrasyon hızı (GFR) değerleri<br />

kullanılmaktadır. Serum kreatinin üretimi kas kitlesi ile orantılıdır ve günler arasında<br />

belirgin farklılık göstermez. Klirens hızı ise büyük ölçüde GFR’yi yansıtır. Glomerüler<br />

kapiller duvarının hasarlanması, tübüler hasar gibi durumlarda proteinüri meydana<br />

gelir. Biz de yaptığımız bu çalışmada protein/kreatin oranlarına göre hasta<br />

grupları oluşturup, serum parametrelerindeki olası değişiklikleri araştırdık. Hastanemiz<br />

laboratuvarına Kasım 2009 – Mart 2010 tarihleri arasında gelen 248 hasta verisi<br />

incelendi. Bu çalışma için hastaların idrar protein ve kreatinin düzeylerine bakıldı.<br />

İdrar protein/kreatinin(mg/g) oranına göre 7 grup oluşturuldu. Kalsiyum (Ca), fosfor<br />

(P), paratiroid hormon (PTH) ve MDRD (Modification of Diet in Renal Diseases)<br />

değerleri için one sample kolmogorov-smirnov testi yapıldı. Bu test sonucuna göre<br />

Ca, P ve PTH için nonparametrik Kruskal Wallis testi, MDRD değerleri için ANOVA<br />

testi uygulandı. P


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-073<br />

Renal Fonksiyonlar icin Yeni Bir Belirtec Olarak Sistatin C<br />

Mine YAVUZ TASLİPİNAR 1 , Ayse Ozden SOYDAS 1 , Nilufer BAYRAKTAR 2 ,<br />

Sebnem KOSEBALABAN 1<br />

P-073<br />

Serum Cystatin C As A Novel Marker Of Renal Functions<br />

Mine YAVUZ TASLİPİNAR 1 , Ayse Ozden SOYDAS 1 , Nilufer BAYRAKTAR 2 ,<br />

Sebnem KOSEBALABAN 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Etlik Ihtisas Egitim ve Arastirma Hastanesi, Ankara<br />

2Biyokimya, Baskent Universitesi Hastanesi , Ankara<br />

1Biochemistry, Etlik Ihtisas Education and Research Hospital<br />

2Biochemistry, Baskent University Hospital<br />

Glomeruler filtrasyon hızı (GFH), sağlıklı ve hastalıklı dönemde renal fonksiyonel<br />

kapasitenin en sensitif ve spesifik göstergesidir. Bu nedenle renal yetmezliğin erken<br />

tanısının yanında doğru ve hızlı belirlenmesi de önem kazanır. Glomeruler filtrasyon<br />

hızı eksojen ve/veya endojen belirteçler kullanılarak belirlenmektedir. Bu endojen<br />

belirteçlerden biri olan serum kreatinin konsantrasyonu ile GFH hesabı (kreatinin<br />

klirensi) yaygın olarak kullanılmaktaysa da ideal belirteç arayışı devam etmektedir.<br />

Bundan dolayı biz bu çalışmamızda non-diabetik kronik böbrek yetmezlikli (KBY),<br />

diabetes mellituslu (DM) ve nefrotik sendromlu (NS) hastalarımızda bu belirteçlerden<br />

en çok ümit vaat edenlerinden biri olan sistastin C’nin değişimini araştırdık. Çalışmaya<br />

dahil edilen 22 KBY’li, 21 DM’li, 17 NS’li olguda serum sistatin C, serum kreatinin,<br />

idrar protein ve kreatinin ve 24 saatlik kreatinin klirens düzeylerini tayin ettik.<br />

KBY grubu ile DM ve NS grupları arasında sistatin C ve kreatinin klirensi parametrelerinde<br />

anlamlı farklılık bulundu. DM ve NS grupları arasında ise sadece Sistatin<br />

C’de anlamlı farklılık bulundu. Serum sistatin C’nin idrar proteini ve kreatinin klirensi<br />

ile korelasyonlarına baktığımızda, KBY’li grupta serum sistatin C ve idrar proteini<br />

arasında r= 0.556, p=0.007; serum sistatin C ve kreatinin klirensi arasında r=-<br />

0.815, p=0.000; DM’lu grupta serum sistatin C ve idrar proteini arasında r= 0.493,<br />

p=0.023; serum sistatin C ve kreatinin klirensi arasında r=-0.760, p=0.000 olarak bulundu.<br />

NS’li grupta ise serum sistatin C ile idrar proteini ve kreatinin klirensi arasında<br />

anlamlı korelasyon bulunamamıştır. Biz bu çalışmanın sonucunda, sistatin C’nin renal<br />

hasar gelişmiş ya da gelişmekte olan hastalarda böbrek fonksiyonlarının izlenmesinde<br />

kullanılabileceği özellikle de kreatinin klirensinin yeterli bilgi vermediği<br />

erken dönemde faydalı olabileceği kanısına vardık.<br />

Glomerular filtration rate (GFR) is generally considered the most sensitive and specific<br />

index of renal functional capacity in health and disease. Therefore, accurate and<br />

quick determination of GFR is essential for early diagnosis of renal failure. In clinical<br />

practice, GFR is usually estimated with exogenous and/or endogenous markers. Serum<br />

creatinin is one of these endogenous filtration markers. Although it is used commonly<br />

for GFR estimation (creatinin clearence), more ideal markers are still seeking.<br />

One of the most promising of the new serum markers is cystatin C. For this reason,<br />

we studied the differences in levels of cystatin C in patients with non-diabetic chronic<br />

renal failure (CRF), diabetes mellitus (DM) and nephrotic syndrome.(NS). We determined<br />

serum cystatin C, serum creatinine, urine protein and creatinin and 24-hour<br />

creatinine clearence levels in a total of 22 patients with CRF, 21 patients with DM and<br />

17 patients with NS. Serum cystatin C and creatinine clearence levels were significantly<br />

different between CRF group and DM and NS groups. Not creatinine clearence<br />

levels but only serum cystatin C levels were significantly different between DM and<br />

NS groups. Serum cystatin C was positively correlated with urine protein (r= 0.556,<br />

p=0.007) and negatively correlated with creatinin clearence (r=-0.815, p=0.000) in<br />

patients with CRF. Serum cystatin C was positively correlated with urine protein (r=<br />

0.493, p=0.023) and negatively correlated with creatinin clearence (r=-0.760, p=0.000)<br />

in patients with DM. There was no significant correlation between serum cystatin C<br />

and urine protein and creatinin clearence. As a result of this study, we concluded that<br />

using serum cystatin C levels may be used in patients with advanced/developing renal<br />

damage especially when creatinine clearence did not give enough information.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-074<br />

Sigara ve Maraş Otu Şeklinde Dumansız Tütün Kullanımının Plazma<br />

Nitrik Oksit Düzeylerine Etkisi<br />

Naciye KURTUL 1 , Saniye BÖYÜKKARA 1<br />

P-074<br />

The Effect of Smoke and Smokeless Tobacco Use as Maraş Powder on<br />

Plasma Nitric Oxide Level<br />

Naciye KURTUL 1 , Saniye BÖYÜKKARA 1<br />

CONTENTS<br />

1Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Fakültesi Kimya Bölümü,<br />

Biokimya AD, Kahramanmaraş<br />

beren_buyukkara@hotmail.com<br />

1University of Kahramanmaraş Sütçü İmam, Faculty of Science Department of<br />

Chemistry, Division of Biochemistry, Kahramanmaraş<br />

beren_buyukkara@hotmail.com<br />

Dumansız tütün kullanımı tüm dünyada yaygındır. Türkiye de özellikle<br />

Kahramanmaraş’ta ve diğer güney şehirlerinde, Maraş otu (MO) olarak bilinen ve tütün<br />

Nicotiana ructica L. cinsinden hazırlanan bir çeşit dumansız tütün, sigaraya alternatif<br />

olarak sıkça tüketilmektedir. Dumansız tütünle, artmış kardiyovasküler hastalıklar,<br />

ağız boşluğu, larinks ve farinks kanserleri riski birliktedir.<br />

Bu çalışmada, sigara içenlerde (Grup 1), Maraş otu kullanlarda (MOK; Grup 2) ve<br />

sigara içmeyen ve MO kullanmayan sağlıklı kontrol grubundan (Grup 3) elde edilen<br />

kan örneklerindeki plazma nitrik oksit (PNO) konsantrasyonları Griess reaksiyonuyla<br />

ölçüldü ve sonuçlar karşılaştırıldı.<br />

PNO konsantrasyonlarının, sigara içen grupta (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-075<br />

İki Farklı Organizma Tarafından Remazol Brillant Mavisinin<br />

Giderimlerinin Karşılaştırılması; GC-MS Ve FT-IR İle Metabolitlerin<br />

Araştırılması<br />

Hatice ARDAG AKDOGAN, Merve CANPOLAT<br />

Kimya, Pamukkale Üniversitesi, Denizli<br />

Çevre kirliliğine neden olan birçok organik maddenin biyolojik olarak yıkımında<br />

beyaz çürükçül funguslar görev almaktadır. Ağaçtaki lignini, içerdikleri ekstraselüler<br />

lignolitik enzimlerle parçalayabilme özelliğine sahip olup, çok çeşitli organik<br />

maddelerin yıkımında da rol almaktadırlar. Günümüzde özellikle boya ve tekstil<br />

endüstrisi işletmeleri tarafından kullanılan ve bu işletmelerden çevreye bırakılan atık<br />

su içerisindeki sentetik boyar maddelerin düşük maliyetle ve kısa sürede biyolojik<br />

olarak arıtılmasının araştırılmaktadır. Bu boyaların doğaya karışmaları durumunda<br />

beyaz çürükçül funguslar tarafından kolaylıkla biyolojik olarak giderilebildikleri<br />

gözlenmiştir. Bu amaçla, bu çalışmada, Remazol Brillant mavisinin Pleurotus ostreatus<br />

ve Coprinus plicatilis ile yıkımları araştırıldı. Bu boya (10.0 mg L–1) her iki organizma<br />

tarafından %100 giderildi. Lakkaz ve MnP enzim aktiviteleri de izlenlendi. Dekolorizasyon<br />

sonunda, GC-MS and FT-IR yoluyla metabolitler tanımlanmaya çalışıldı.<br />

Sonuçlar karşılaştırıldığında herhangi bir tayin edilebilir metabolit gözlenmemiştir.<br />

P-075<br />

Comparision Of Remazol Brillant Blue Removal By Two Different<br />

Organisms; Investigation Of Metabolites With GC-MS And FT-IR<br />

Hatice ARDAG AKDOGAN, Merve CANPOLAT<br />

Chemisty, Pamukkale University, Denizli<br />

White rot fungus participate in biological degradation of enviromental pollution<br />

caused by many organic matter. Also white rot fungus contain variety exstracelular<br />

enzymes and this enzymes are used for biological degradation of organic matters.<br />

The investigate the biological treatment of synthetic dyes, at a low cost and in the<br />

shortest possible time, which are used expecially dye and textile industries and are an<br />

important polluting agent in the waste water dumped into the environment by these<br />

industries. For this purpose, in this study, of Remazol Brillant Blue was researched to<br />

remove with Pleurotus ostreatus and Coprinus plicatilis. This dye was removed 100%<br />

(dye concentration; 10.0 mg L–1) by both organisms. Laccase and MnP enzyme activities<br />

were also monitored. There was an attempt to identify metabolites via GC-MS<br />

and FT-IR at the end of the decolorization. The results compared and did not contain<br />

any detectable metabolite.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-076<br />

Serbest Ve İmmobilize Pleurotus Ostreatus İle İki Farklı Disazo Boyarmaddenin<br />

Biyolojik Yıkımı<br />

Merve CANPOLAT, Hatice ARDAG AKDOGAN, Aykut DEMIRCALI,<br />

Fikret KARCI<br />

P-076<br />

Biodegradation Of Different Two Disazo Dyes By Free And Immobilized<br />

Pleurotus Ostreatus<br />

Merve CANPOLAT, Hatice ARDAG AKDOGAN, Aykut DEMIRCALI,<br />

Fikret KARCI,<br />

CONTENTS<br />

Kimya, Pamukkale Üniversitesi, Denizli<br />

Chemisty, Pamukkale University, Denizli<br />

Reaktif boyalar tektil endüstrisinin önemli kimyasal atıklarıdır. Bu amaçla; özellikle<br />

boya ve tekstil endüstrisi işletmeleri tarafından kullanılan ve bu işletmelerden çevreye<br />

bırakılan atık su içerisindeki önemli kirlilik faktörü olan sentetik boyar maddelerin<br />

düşük maliyetle ve kısa sürede biyolojik olarak arıtılması araştırılmıştır. Bu çalışmada;<br />

yeni sentezlenen iki disazo (2fp:5-[3’-metil-4’-(m-nitrofenilazo)-1’H-pirazol-5’-<br />

ilazo-6-hidroksi-4-metil-3-siyano-2-piridon and 2ip:5-[3’-metil-4’-(m-metilfenilazo)-<br />

1’H-pirazol-5’-ilazo-6-hidroksi-4-metil-3-siyano-2-piridon) boyarmaddelerin serbest<br />

ve immobilize Pleurotus ostreatus ile giderildi. Serbest P. Osteratus 145 dakikada 2fp<br />

ve 2ip boyarmaddelerinin 1ppm konsantrasyonunu %78 ve % 68 oranında giderdi.<br />

İmobilize P. Osteratus çalkalamalı sistemde 60 dakikada 2fp ve 2ip boyarmaddelerinin<br />

1ppm konsantrasyonunu %100 oranında giderdi. Lakkaz enzim aktiviteside<br />

izlendi. Dekolorizasyonun sonunda FT-IR ile metabolitler belirlenmeye çalışıldı. Bu<br />

sonuçlar karşılaştırıldığında tayin edilebilir bir metabolit içermediği gözlemlenmiştir.<br />

Reactive dyes are important chemical pollutants from textile industries. For this purpose,<br />

is to investigate the biological treatment of synthetic dyes, at a low cost and in<br />

the shortest possible time, which are used expecially dye and textile industries and<br />

are an important polluting agent in the waste water dumped into the environment by<br />

these industries. In this study, two disazo (2fp:5-[3’-methyl-4’-(m-nitrophenylazo)-<br />

1’H-pyrazole-5’-lyazo-6-hydroxy-4-methyl-3-cyano-2-pyridone and 2ip:5-[3’-meth-<br />

yl-4’-(m-methylphenylazo)-1’H-pyrazole-5’-lyazo-6-hydroxy-4-methyl-3-cyano-<br />

2-pyridone) dyes which were new synthesized removed by free and immobilizated<br />

Pleurotus ostreatus (P. osteratus). 2ip and 2fp was degraded about 68.8% and %78.8<br />

of 1.0 mg/L within just 145 minutes by free P.osteratus. The immobilized P. osteratus<br />

metabolized 100% of 1.0 mg L–1 within just 60 minutes in batch system. Laccase<br />

enzyme activity was also monitored in all samples. There was an attempt to identify<br />

metabolites with FT-IR at the end of the decolorization. These results indicate that the<br />

samples did not include any detectable metabolite.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-077<br />

Trametes Versicolor İle Direct Blue 15 Giderimi Üzerine Glisinin Etkisi<br />

Cemile CETIN, Merve CANPOLAT, Hatice ARDAG AKDOGAN<br />

Kimya, Pamukkale Üniversitesi, Denizli<br />

Ülkemizde çevre sorunları ve buna paralel olarak sorunların çözümüne yönelik<br />

çalışmalar giderek artmaktadır. Artan miktarda doğaya terk edilen atıklar, canlı<br />

hayatının temel taşlarından olan su, hava ve toprakta ciddi problemlere yol açmaktadır.<br />

Tekstil boyahanelerinde oluşan renkli atık suyun bazı boyarmaddelerin toksik özellik<br />

göstermesi riskinin yanında estetik kaygılardan dolayı da renginin uzaklaştırılmasına<br />

çalışılmaktadır. Atıktaki renk geleneksel arıtma metotları ile ancak kısmi olarak<br />

uzaklaştırılabilmektedir. Beyaz çürükçül fungus yardımı ile atık suyun sadece rengi<br />

uzaklaştırılmamakta aynı zamanda organik kirlilik miktarı da azaltılmaktadır. Bu<br />

çalışmada; Trametes versicolor ile direct blue 15 giderimi ve giderim üzerine başlangıç<br />

glisin konsantrasyonunun etkisi glisinin artan konsantrasyonlarında (%0,1’den %0,3<br />

(w/v)) araştırıldı. Metabolitler FT-IR metoduyla belirlenmeye çalışıldı. Serbest<br />

T.versicolor 3 günün sonunda 40.0 mg L-1 konsantrasyonunu %98 giderdi. Sonuçlar<br />

gösterdi ki artan glisin konsantrasyonu ile Direct blue 15 giderimi azaldı. Takip eden<br />

çalışmalarda diğer amino asitlerin etkisi incelenecektir.<br />

P-077<br />

The Effect Of Glycine On The Removal Of Direct Blue 15 By Trametes<br />

Versicolor<br />

Cemile CETIN, Merve CANPOLAT, Hatice ARDAG AKDOGAN<br />

Chemisty, Pamukkale University, Denizli<br />

Enviromental problems in our country and in parallel studies for the solution of the<br />

problem have been increasing. When these wastes were charged in the nature continually,<br />

live the life of the foundation stone of the water, air and soil leads to serious<br />

problems. The color of textile dyehouse effluents compose an aesthethic problem as<br />

well as toxcity in case of spome dyestuffs and removal of color is desired. Complete<br />

decolorisation of the colored effluent can not be achieved by conventional treatment<br />

processes. White rot fungus, not only removes the color of the effluent but also reduces<br />

the organic pollution values. In this study; the removal of direct blue 15 by<br />

Trametes verticolor and the effects of initial glycine concentration was researched by<br />

increasing the glycine concentration from 0,1 % to 0,3 % (w/v). There was an attempt<br />

to identify metabolites via FT-IR at the end of the decolorization. Free T. versicolor<br />

removed 98% of 40.0 mg L–1 within just 3 days in batch system. The results showed<br />

that increasing glycine concentration decreased the removal of direct blue 15. In the<br />

following studies, the other amino acides’s effects will be observed.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-078<br />

900 MHz’lik Elektromanyetik Radyasyonun(EMR) Rat Beyin Dokusu ve<br />

Serumunda Protein Oksidasyon, Lipit Peroksidasyon, NO, Paraoksanaz<br />

Düzeylerine Etkisi<br />

Birşen BİLGİCİ 1 , A. AKAR 2 , B. AVCI 1 , Ö. K. TUNÇEL 1<br />

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya AD, Samsun<br />

2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik AD, Samsun<br />

b_bilgici@yahoo.com<br />

Mobil telefon kullanımı ve baz istasyonlarının artışı EMR’ nin olumsuz etkilerinin<br />

olabileceğini düşündürmektedir. Çoğu ülkede, GSM network 900MHz ve 1800 MHz<br />

bantlarında çalışmaktadır.<br />

.Hücre düzeyinde oluşan hasar, reaktif oksijen ürünleri tarafından hücresel protein<br />

ve lipit yapıların oksidatif hasarına bağlı olarak gerçekleşmektedir . Yapılan pek çok<br />

çalışmada, garlic (sarmısak)’in antioksidan etkisi gösterilmiştir<br />

.Bu çalışmadaki amacımız 900 MHz’lik EMR’nin rat beyin dokusu ve serumdaki olası<br />

oksidan ve garlik ekstresinin antioksidan etkisinin araştırılması idi.<br />

66 wistar rat rastgele olarak üç gruba ayrıldı (Grup 1, 900 EMR/1saat/gün, Grup 2,<br />

900 MHz EMR/1saat/gün + 500mg/kg/gün Garlik ekstresi alan, Grup 3, kontrol grubu).<br />

Üç hafta sonunda ratlar sakrefiye edilerek beyin dokusu ve serumda lipit peroksidasyonu<br />

(MDA), protein oksidasyonu, paraoksanaz, NO seviyeleri çalışıldı.<br />

Beyin dokusunda; protein oksidasyon düzeylerinde kontrol ile grup 1, grup 1 ile grup<br />

3 arasında istatiksel olarak anlamlı fark gözlenirken ( p=0,001, p=0,001) kontrol<br />

ile grup 3 arasında fark gözlenmedi (p>0,05). Beyin dokusunda lipit peroksidasyon<br />

düzeyleri kontrol ile grup I, grup I ile grup III arasında anlamlı fark gözlendi(p0,05).<br />

.Bu çalışmaya göre 900 MHz EMR’ın beyin dokusunda lipit ve protein oksidasyonunu<br />

artırdığı, serumda NO düzeyini artırdığını, garlik uygulamasının ise bu artışı<br />

azalttığını söyleyebiliriz.<br />

P-078<br />

Effect of Electromagnetic Radiation(EMR) on the level of protein oxidation,<br />

lipit peroxidation, NO, paraoxanase in rat brain tissue and serum<br />

Birsen BILGICI 1 , A. AKAR 2 , B. AVCI 1 , Ö. K. TUNÇEL 1<br />

1Department of Biochemistry , Faculty of Medicine, Ondokuz Mayis University,<br />

Samsun<br />

2Department of Biophysics, Faculty of Medicine, Ondokuz Mayis University,<br />

Samsun<br />

b_bilgici@yahoo.com<br />

Recently, mobil phone using and the increase of the base stations made us think that,<br />

there might be some negative effects of EMR. 900 MHz and 1800 MHz EMR are<br />

commonly used by GSM network in many countries.<br />

.Damage at the level of cell caused by protein and lipid structures oxidations are due to<br />

ROS. However, many investigations indicate that garlic extract has on antioxidant effect.<br />

.The aim of this study is the investigation of probable oxidan effect of 900 MHz EMR<br />

and antioxidant effect of garlic extract on the rat brain tissue and serum.<br />

.The 66 wistar rat has been randomly grouped as follows: Group 1, exposed to 900<br />

MHz EMR (1 h/d for 3 weeks using an experimental exposure device), group 2, exposed<br />

to 900 MHz EMR plus 500 mg/kg/d garlic extract, group 3) as control. In all<br />

groups, the levels of protein oxidation, lipit peroxidation(MDA), nitric oxide and paroxonase<br />

have been measured in serum and brain tissue.<br />

.A statistically significant difference has been detected at the level of protein oxidatio<br />

in group 1 than control and group 3 in brain tissue ( p=0,001, P=0,001). Between<br />

control and group 3 has been not found statistically significant difference (p>0,05).<br />

Brain lipit peroxidation has been found statistically significant different between control<br />

and group 1 and group 3 (p0,05). As for paraoxanase has<br />

not been detected in brain tissue.<br />

Serum NO levels has been founding istatically significant diference between control,<br />

group 1 and group 3 (p=0,005), where as serum lipit peroxidation, protein oxidation,<br />

paraoxanase levels was not found different.<br />

Under the light of this study, 900 MHz EMR has made protein oxidation and lipit peroxidation<br />

increase in the brain tissue and NO levels increase in the serum. However,<br />

this effect has been decreased by garlic extract.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-079<br />

Cucumis Melo’ Dan Elde Edilen Biyosorbent Üzerine Pb2+ Biyosorpsiyonunun<br />

Kinetik Ve İzoterm Çalışmaları<br />

Tamer AKAR, Sercan ARSLAN, Tuğba ALP, Derya ARSLAN,<br />

Sibel TUNALI AKAR<br />

P-079<br />

Kinetic And Isotherm Studies To Biosorbent Obtained From Cucumis Melo<br />

For Biosorption Pb2+<br />

Tamer AKAR, Sercan ARSLAN, Tugba ALP, Derya ARSLAN, Sibel TUNALI<br />

AKAR<br />

CONTENTS<br />

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü 26480<br />

Eskişehir<br />

searslan@ogu.edu.tr<br />

Eskisehir Osmangazi University Faculty of Arts and Science Department of<br />

Chemistry 26480 Eskisehir<br />

searslan@ogu.edu.tr<br />

.Günümüzde sulardan ağır metallerin giderimi önemli araştırma konuları arasında<br />

yer almaktadır. Ağır metal, boyar madde gibi kirleticilerin, çeşitli biyosorbentler<br />

kullanılarak sulu çözeltilerden uzaklaştırılması olarak tanımlanan biyosorpsiyon, su<br />

arıtımında kullanılan geleneksel yöntemlere bir alternatif oluşturmaktadır [1,2].<br />

Bu çalışmada, Cucumis melo (C. melo) tohumlarından hazırlanan biyokütle ile<br />

sulu çözeltideki Pb2+ iyonlarının giderilmesine yönelik biyosorpsiyon koşulları<br />

araştırılmıştır. Biyosorbent ile Pb2+ giderimi için en uygun pH (5,5), biyokütle<br />

miktarı (1,8 g/L) belirlenmiş, biyosorpsiyon denge süresi çalışmaları yapılmıştır.<br />

Biyosorpsiyon 3 farklı sıcaklıkta (20, 30 ve 40 °C) kinetik ve izoterm parametreleri<br />

değerlendirilmiştir. Pb2+ biyosorpsiyon verimi %95,00’in üzerinde önemli<br />

sayılabilecek bir değere ulaşmıştır. Sıcaklık arttıkça biyosorpsiyon kapasitesinin de<br />

arttığı gözlemlenmiştir. Her 3 sıcaklıkta da kısa sayılabilecek biyosorpsiyon dengeleri<br />

gözlenmiştir (50 dakika). En yüksek biyosorpsiyon kapasitesi 40 °C’de bulunmuştur.<br />

Sonuç olarak biyosorpsiyon verileri C. melo biyokütlesinin sulu çözeltilerden Pb2+<br />

uzaklaştırılmasında yararlı bir biyosorbent olabileceğini düşündürmektedir.<br />

Anahtar kelimeler: Biyosorpsiyon, izoterm, kinetik, Pb2+, C. melo.<br />

In recent years, removal heavy metals from waters is among the major research topics.<br />

Biosorption is a considerable alternative process to traditional methods for the<br />

removal of pollutions such as heavy metals and dyes in water treatment form [1, 2].<br />

In this study, biosorption conditions were investigated with biomass prepared from<br />

Cucumis melo (C. melo) seeds for removal Pb2+ ions from aqueous solutions. Optimum<br />

pH (pH 5,5), biomass dosage (1,8 g/L) were determined and biosorption equilibrium<br />

studies were conducted for the removal Pb2+ ions. Biosorption kinetics and<br />

isotherms were evaluated at three different temperatures (20, 30 and 40 °C). Pb2+<br />

biosorption yield has reached a value of 95 % that can be considered significant. It<br />

was observed that biosorption capacity of biomass was increased with increasing temperature.<br />

A relatively biosorption equilibrium was observed at (50 minutes) all studied<br />

temperatures. Biosorption capacity was reached a highest value at 40 °C. Overall biosorption<br />

data suggest that C. melo biosorbent may be useful for the removal of Pb2+<br />

ions from aqueous solutions.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-080<br />

Örnekleme Zamanına Bağlı Olarak Mogan Gölü Suyu Ve Dip Çamurunda<br />

Ağır Metal Kirliliği’nin Araştırılması<br />

Mustafa KAVUTCU 1 , Mehmet DEMİRÖRS 2 , Cengiz GÜLSAYIN 2 ,<br />

Nilhan NURLU 1<br />

P-080<br />

Investigation Of Heavy Metal Pollution In Mogan Lake Water And Of Bottom<br />

Mud Depending On Different Sampling Times<br />

Mustafa KAVUTCU 1 , Mehmet DEMİRÖRS 2 , Cengiz GÜLSAYIN 2 ,<br />

Nilhan NURLU 1<br />

CONTENTS<br />

Gazi Üniversitesi,<br />

1Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya AD. Beşevler-Ankara,<br />

2Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Gölbaşı- Ankara<br />

Gazi University Faculty of Medicine<br />

1 Department of Medical Biochemistry. Beşevler-Ankara,<br />

2Gazi Üniversity Vovational School of Health Services, Gölbaşı- Ankara<br />

Sucul ekosistemler, hem taşıdıkları doğal değerler hem de insan yaşamına olan katkıları<br />

sebebi ile son derece önemlidirler. Mogan Gölü, doğal niteliğini henüz kaybetmemiş<br />

bir göl olarak, kurak ve karasal iklim karakteri gösteren Ankara ve çevresi için, sulak<br />

alan karakteriyle son derece önemlidir. 2004-2006 yılları arasında, 4 farklı istasyon<br />

ve 4 farklı zaman diliminde alınan su örneklerinin fizikokimyasal özellikleri yanı sıra,<br />

su ve dip çamuru örneklerde AAS ile ağır metal analizleri yapılmıştır. Göl suyuna ait<br />

bazı parametreler (ortalama) pH: 8.43, sıcaklık: 21.4 ˚C, iletkenlik: 957 µmhos/cm,<br />

çözünmüş oksijen: 7.9 mg/L, fosfat (PO4)3-: 0.63 mg/L, azot (NO3-, NO2- ve NH4+<br />

olarak): 6.4 mg/L olarak ölçülmüştür. Bu parametrelerden fosfat, nitrat ve amonyum<br />

seviyelerinde istasyonlar arası bir fark yok iken, numune alma zamanına bağlı olarak<br />

Mart ve Kasım aylarında Haziran ve Eylül aylarına göre anlamlı derecede yüksek<br />

bulunmuştur (pCr>Cd>Ni>Hg>Cu şeklinde bir sıralama sözkonusu iken<br />

dip çamurunda Pb>Cd>Cr>Ni>Hg>Cu şeklinde seyretmektedir. Göl çevresinden 2<br />

önemli karayolunun (Ankara-Konya Yolu ve Ankara Çevre Yolu) geçmesi, egzoz<br />

gazları içinde bulunan birçok kimyasal madde ile birlikte Pb gibi ağır metallerin göl<br />

ortamına ulaşmasından kaynaklanacağı düşünülebilir. Bu çalışma Gazi Üniversitesi<br />

BAP birimi tarafından desteklenmiştir (Kod no:21/2004-03) 1626<br />

Aquatic ecosystems are extremely important for both their natural values they carry<br />

and for their contribution to human life. Mogan Lake, yet not lose the natural qualities<br />

as being a lake, is extremely important with its wetland character for Ankara, that<br />

shows arid and continental climate environment. In between years 2004-2006, water<br />

samples that were collected from 4 different stations and on 4 different time sequences<br />

were examined for physicochemical characteristics and also for heavy metal content<br />

with AAS analysis. Some of the measured parameters of the lake water are as follows<br />

(values were shown as averages); pH: 8.43, temperature: 21.4˚C, conductivity: 957<br />

µmhos/cm, dissolved oxygen: 7.9 mg/L, phosphate: (PO4)3-: 0.63 mg/L, nitrogen (as<br />

NO3-, NO2- and NH4+): 6.4 mg/L. As phosphate, nitrate and ammonium parameter<br />

levels between different sampling stations were found same, those parameter levels<br />

that were examined according to sampling time were found significantly higher in<br />

June and September compared to March and November (pCr>Cd>Ni>Hg>Cu<br />

order and in the bottom mud they were found as Pb>Cd>Cr>Ni>Hg>Cu order. There<br />

are two main highways passing around the lake (Ankara-Konya and Ankara Orbital<br />

Highways) that causes one to consider that exhaust gases of vehicles which have many<br />

chemicals and heavy metals like Pb causes the pollution. This study was supported by<br />

Gazi University BAP unit (Project Code: 21/2004-03) 1727<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-081<br />

Mikrobiyal İsimlendirme Sistemi Kullanılarak Türkiye’deki Peynir,<br />

Örneklerinde Mikroflora Tanımlaması<br />

Hülya DEMİR 1 , Belinda ORAL 2 , Figen DÖNMEZ 3 , Fikrettin ŞAHİN 4<br />

P-081<br />

Naming System Using Microbial Cheese In Turkey, The Microflora In<br />

Samples<br />

Hülya DEMİR 1 , Belinda ORAL 2 , Figen DÖNMEZ 3 , Fikrettin ŞAHİN 4<br />

CONTENTS<br />

1Kimya, Gazi Üniv , Atatürk Meslek Yüksek Okulu, Ankara<br />

2Kimya, Atatürk Univ, Biyoteknoloji Araştırma Ve Uygulama Merkezi, Erzurum<br />

3Bitki Koruma, Atatürk Üniv, Ziraat Fak., Erzurum<br />

4Genetik, Yeditepe Univ, İstanbul<br />

1Kimya, Gazi University , Atatürk Vocational School, Ankara<br />

2Kimya, Atatürk Univ, Biyoteknoloji Araştırma Ve Uygulama Merkezi, Erzurum<br />

3Bitki Koruma, Atatürk Üniv, Ziraat Fak., Erzurum<br />

4Genetik, Yeditepe Univ, İstanbul<br />

Bu çalışma Erzurum/Şenkaya ilçesinden alınan peynir ‘Karınkaymağı’ örneklerinde<br />

bakteri ve mantar floralarını belirlemek için yapılmıştır. 20 örnekten 60 çeşit bakteri,<br />

20 çeşit mantar izole edilmiştir. Bunlar, Mikrobiyal Tanımlama Sistemi’ni (MIS;<br />

MIDI Inc., Newark, Del.) kullanan metilli yağ asit (FAMEs) analizi esas alınarak<br />

tanımlanmıştır. En baskın bakteri türleri sırasıyla Enterococcus faecalis, Staphylococcus<br />

hominis, Pseudomonas putida, Streptococcus sanguis, Weissella viridescence,<br />

Lactococcus lactis, mantar türleri Aspergillus versicolor, Penicillium spp., Fusarium<br />

spp., Exophiala salmonis, Torulomyces rubrum, Phoma spp., Ulocladium spp., ve Geotricum<br />

candidum izlemektedir.Tanımlamada kullanılan klasik metotlar ve rasgele<br />

seçilen izole edilmiş mikroorganizmalar MIS sonuçlarını doğrulamaktadır. Elde edilen<br />

sonuçlar; MIS sisteminin peynir örneklerindeki mikro floranın tanımlanmasında<br />

kullanılan çabuk ve güvenli bir metod olduğudur. 845<br />

This study Erzurum / Şenkaya cheese taken from the district \’Karınkaymağı\’ samples<br />

were done to determine the bacterial and fungal flora. 20 samples from 60 kinds<br />

of bacteria, fungi were isolated from 20 varieties. They use the Microbial Identification<br />

System with the methyl fatty acids (FAMEs) were identified on the basis of<br />

analysis. The dominant species of bacteria were Enterococcus faecalis, Staphylococcus<br />

hominis, Pseudomonas putida, Streptococcus sanguis, Weissella viridescence,<br />

Lactococcus lactis, fungal species Aspergillus versicolor, Penicillium spp., Fusarium<br />

spp., Exophiala salmonis, Torulomyces rubrum, Phoma spp., Ulocladium spp., and is<br />

followed Geotricum candidum. Classical methods are used to identify and randomly<br />

selected isolated microorganisms have confirmed the results of the MIS. Obtained<br />

results, the MIS system, the micro flora of the cheese samples used in the definition is<br />

that a quick and safe method. 808<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-082<br />

Potansiyel Antioksidan Olarak Myrtus Cummunis L<br />

Hülya DEMİR<br />

Kimya Bölümü, Gazi Universitesi, Atatürk Meslek Yüksekokulu, Ankara<br />

P-082<br />

Essential Oil Of Myrtus Communis L. As A Potential Antioxidant<br />

Hulya DEMİR<br />

chemistry Department, Gazi University, Atatürk Vocational School, Ankara<br />

CONTENTS<br />

Myrtaceae (Myrtus cummunis L.) Akdeniz boyunca kendiliğinden büyüyen Myrtaceae<br />

familyasına ait bir bitkidir. Türkiye’ninde içinde bulunduğu, Yunanistan,<br />

İtalya, Cezayir, Tunus ve Fas gibi Akdeniz ülkelerinin tipik bir yıllık çalısıdır. Bu<br />

çalışmada Türkiye’nin Akdeniz Bölgesinde yetişen Myrtus cummunis L. (Myrtaceae)<br />

yapraklarının antioksidan aktivitesi ve uçucu yağ içeriği araştırıldı. Yaprak<br />

ekstraklarının antioksidan aktivitesinin belirlenmesinde 2,2-diphenyl-1 picrylhydrazyl<br />

(DPPH) ve b-carotene-linoleik asit metodu kullanıldı. Yağ asitleri içeriğini belirlemede<br />

gaz kromatografisi yöntemi kullanıldı. Yaprak ekstraklarında a-terpinene<br />

(34.4%), cineole (9.6%), linalool (6.2%), a-pinene, camphene, cineole, terpineol, terpinen-4-ol,<br />

thymol,caryophyllene ana bileşiklerdir. Metanol ekstraktı için DPPH radikal<br />

giderici aktivite 84.52% idi. Bu sonuçlar gösteriyor ki Myrtus yaprak ekstreleri<br />

gıda katkı maddesi olarak kullanılabilir.<br />

Myrtaceae (Myrtus communis L.) is an evergreen shrub belonging to the family of<br />

Myrtaceae growing spontaneously throughout the Mediterranean area. It is a typical<br />

annual shrub of the Mediterranean countries including Turkey, Greece, Italy, Algeria,<br />

Tunisia, and Morocco. In this study the leaves of myrles, Myrtus cummunis L.<br />

accessions from the Mediterrenean region of Turkey were evaluated for their antioxidant<br />

activities and essential oil content. 2.2-diphenyl-1 picrylhydrazyl (DPPH)<br />

and b-Carotene-linoleic acid methods were used to determine antioxidant activity of<br />

leaf extracts. Gas chromatography was used to determine fatty acid composition .<br />

a-terpinene (34.4%), cineole (9.6%), linalool (6.2%), a-pinene, camphene, cineole,<br />

terpineol, terpinene-4-ol, carvacrol, caryophyllene are the main compounds of leaf<br />

extracts. DPPH radical antioxidant activity was %84.52 for methanol extract .These<br />

results show that leaf extracts of Myrtus may be used as food additives.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-083<br />

Bazı Bifidobakteri Türlerinin Ekzopolisakkarit (EPS) Üretimi Ve<br />

Kolesterol Giderimi Arasındaki İlişki<br />

Gülçin ALP 1 , Belma ASLIM 2<br />

P-083<br />

Relation Between Exopolysaccharide (EPS) Production And Cholesterol<br />

Removal By Some Bifidobacterium Spp<br />

Gülçin ALP 1 , Belma ASLIM 2<br />

CONTENTS<br />

1Mikrobiyoloji, Hitit Üniversitesi, Çorum<br />

2Biyoloji, Gazi Üniversitesi, Ankara<br />

1Microbiology, Hitit University, Çorum<br />

2Biology, Gazi University, Ankara<br />

Kolesterol vücut dokuları için önemli bir temel yapı taşıdır. Ancak yüksek kan kolesterolü<br />

koroner kalp hastalığı için bilinen önemli bir risk faktörüdür. Bu nedenle<br />

kan kolesterolünün düşürülmesinde probiyotik kullanımına ilgi sürekli artmaktadır.<br />

Çalışmanın amacı anne sütünden ve anne sütüyle beslenen bebeklerin dışkısından<br />

izole edilen Bifidobacterium breve A28, S4 ve S9 ile Bifidobacterium bifidum A10<br />

and S9 suşlarının kolesterol giderimi ile ekzopolisakkarit (EPS) üretimleri arasındaki<br />

olası ilişkiyi araştırmaktır. Herbir suşun total EPS üretim miktarı fenol-sülfürik asid<br />

metodu ile mg/ml olarak hesaplanmıştır. B. breve A28 and S4 suşlarının (97,64 ve<br />

93,67 mg/l, sırasıyla) B. bifidum A10 and B. breve S9 suşlarına (38,00 ve 39,85 mg/l,<br />

sırasıyla) göre daha yüksek miktarda EPS üretimine sahip olduğu belirlenmiştir.<br />

suşların kolesterol gideriminin belirlenmesinde Gilliland ve arkadaşlarının modifiye<br />

metodu kullanılmıştır. Yüksek EPS üretimine sahip B. breve A28 and S4 suşlarının<br />

kolesterol giderimi de düşük EPS üretimine sahip olan B. bifidum A10 and B. breve<br />

S9 suşlarına göre daha iyi olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırma göstermiştir ki, Bifidobakterilerin<br />

yüksek EPS üretimi kolesterol giderimi için probiyotik suşların seçiminde<br />

önemli olabilir.<br />

Cholesterol is an important basic building block for body tissues. However elevated<br />

blood cholesterol is a well known major risk factor for coronary heart disease. Therefore<br />

interest in use of probiotics for lowering blood cholesterol levels is increasing<br />

continuously The purpose of this study was to investigate a possible relation between<br />

exopolysaccharide (EPS) producing and cholesterol removal of Bifidobacterium<br />

breve A28, S4 and S9 and Bifidobacterium bifidum A10 and S9 strains that were isolated<br />

from breast fed infants feces and breast milk samples. Total EPS (expressed as<br />

mg/l) was estimated in each sample by phenol–sulphuric acid method. B. breve A28<br />

and S4 strains which produced high EPS (97.64 and 93.67 mg/L, respectively) and<br />

B. bifidum A10 and B. breve S9 strains which produced low EPS (38.00 and 39.85<br />

mg/L, respectively) were determined. Cholesterol removal was studied according to a<br />

modified method of Gilliland et. al. Cholesterol removal of high EPS production- B.<br />

breve A28 and S4 were found better than low EPS production- B. bifidum A10 and B.<br />

breve S9. This investigation showed that high EPS production of Bifidobacteria may<br />

be important in the selection of probiotic strains for cholesterol removal.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-084<br />

Hipotirodili Kadınlarda Serum Visfatin Ve Leptin Düzeylerinin İnsülin<br />

Sensivitesiyle İlişkisi<br />

Savaş GÜZEL 1 , Banu İLK 2 , Eda ÇELİK GÜZEL 3<br />

P-084<br />

The Relationship Between Serum Levels Of Leptin, Visfatin And Insülin<br />

Sensitivity In Hypothyroid Women.<br />

Savaş GÜZEL 1 , Banu İLK 2 , Eda ÇELİK GÜZEL 3<br />

CONTENTS<br />

1Tıp Fakültesi, Namık Kemal Üniversitesi, Tekirdağ<br />

2İç Hastalıkları Kliniği, Taksim Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

3Aile Hekimliği Polikliniği, Tekirdağ Devlet Hastanesi, Tekirdağ<br />

1Biochemistry, Namık Kemal University Faculty of Medicine, Tekirdağ<br />

2Internal Medicine, Taksim Education and Research Hospital, İstanbul<br />

3Family Medicine, Tekirdağ State Hospital, Tekirdağ<br />

Klinik hipotiroidizm insülin resistansının görüldüğü bir durumdur. Adipositlerden<br />

salgılanan visfatin ve leptin; insülin direnci üzerine etki eden hormonlardır. Çalışmanın<br />

amacı hipotiroidi hastalarda bu iki mediatörün insülin direnci ile ilişkisini araştırmaktır.<br />

Çalışmaya 40 hipotiroidili kadın hasta ve 25 sağlıklı kontrol grubu alındı. Serum visfatin,<br />

leptin, tiroid hormonları, glukoz, trigliserid, LDL, HDL, insülin düzeyleri ölçüldü.<br />

BMI ve HOMA-IR hesaplandı. Serum visfatin düzeyleri hipotiroidili hastalarda<br />

kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek saptandı (35,17±5,93 - 25,83±3,61 (ng/<br />

ml) P


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-085<br />

Yüksek İrtifada Santral Kornea Kalınlığı Ve Bazı Oksidasyon Sistem<br />

Parametreleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi<br />

Kıymet DOLBUN 1 , Işıl ÇAKIR 1 , Gülden BAŞKOL 1 , Eser KILIÇ 1 ,<br />

Metin MÜJDECİ 2 , Hatice ARDA 2 , Sarper KARAKÜÇÜK 2<br />

P-085<br />

Investigation Of The Relationship Between Central Corneal Thickness And<br />

Some Oxidation System Parameters At High Altitude<br />

Kıymet DOLBUN 1 , Işıl ÇAKIR 1 , Gülden BAŞKOL 1 , Eser KILIÇ 1 ,<br />

Metin MÜJDECİ 2 , Hatice ARDA 2 , Sarper KARAKÜÇÜK 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

2Göz Hastalıkları, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

1Biochemistry, Erciyes University Faculty of Medicine<br />

2Ophthalmology, Erciyes University Faculty of Medicine<br />

Bu çalışmada; yüksek irtifada gözün santral kornea kalınlığı ve antioksidan sistem<br />

arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu çalışmaya 57 gönüllü katıldı. Katılımcıların ilk<br />

muayene ve ölçümleri, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz kliniği’nde (1080 m)<br />

yapıldı. 24 saat sonra, Erciyes Dağı’na 2200 m’ye araçlarla gidilip 2800 m. irtifaya<br />

orta tempolu yürüyüşle ulaşılıp, aynı muayene ve ölçümler tekrarlandı. Katılımcıların<br />

santral korneal kalınlığı (SKK) ölçümleri yapılarak, 40 katılımcıda kan ksantin oksidaz<br />

(XO), tiyol, ve adenozin deaminaz (ADA) seviyeleri incelendi. Yüksek irtifada<br />

SKK’da istatistiksel olarak anlamlı artış bulundu (p0,05).<br />

Aynı şekilde korelasyon analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi<br />

(p>0,05). SKK’nın 2800 metrede artması, hipoksinin kornea endotel fonksiyonunu etkilemesi<br />

sonrası oluşan stromal ödeme bağlanmıştır. Çalışılan oksidan sistem parametreleri,<br />

iki irtifa arasında farklılık göstermemiştir. Aklimatize olmadan ve yüksek irtifaya<br />

süratla çıkılması nedeniyle santral kornea kalınlığında artış tespit edildi, fakat bu<br />

artış ve çalışılan oksidan sistem parametreleri arasında ilişki görülmedi.<br />

In this study, the relationship between central corneal thickness and the antioxidant<br />

system was investigated at the high altidude. 57 volunteers participated in this study.<br />

Participants\’ first examinations and measurements were performed in Erciyes University<br />

Faculty of Medicine Eye Clinic (1080 m). After 24 hours, they were taken to<br />

Erciyes Mountain (2200 m) with cars and they reached with mid-tempo march to 2800<br />

m. altitude and same examinations and measurements were made again. Participants\’<br />

central corneal thickness (CCT) measurements were performed and 40 participants<br />

xanthine oxidase (XO), thiol, and adenosine deaminase (ADA) levels were examined<br />

in blood at both high and low altitude. Although a statistically significant increase<br />

was seen in CCT (p0.05). There were no<br />

significant difference between correlation analysis (p> 0.05). The increase in CCT at<br />

2800 meters was due to the stromal edema caused from endothelial disfunction that<br />

was effected by hypoxia. Oxidant systems parameters showed no differences between<br />

the two altitudes. Because of unacclimatization and rapidly at which high altitude was<br />

attained, an increase in CTT was confirmed, but no correlation was seen between this<br />

increase and oxidant system parameters we studied.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-086<br />

Reoksijenizasyon Süresinin Uzatılması Reaktif Oksijen Radikali Düzeyi<br />

Artışı ile Paraleldir<br />

Püreda YAZICI<br />

P-086<br />

Enhancıng The Reoxygenatıon Perıod is Parallel wıth The Reactıve Oxygen<br />

Specıes Induce<br />

Pureda YAZICI<br />

CONTENTS<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma Laboratuvarı (ARLAB), İzmir<br />

pureda.yazici@deu.edu.tr<br />

Dokuz Eylul University Medical School Research Laboratory (ARLAB), Izmir<br />

pureda.yazici@deu.edu.tr<br />

.Bu çalışmada İnsan Koroner Arter Endotel Hücre Kültüründe (HCAEC) uygulanan<br />

hipoksi-reoksijenizasyonun reaktif oksijen radikali (ROS) düzeyini değiştirip<br />

değiştirmediğini görmek amaçlanmıştır.<br />

.HCAEC’de; epigallokateşin-galat (EGCG), Polifenon 60 ve Koenzim Q 10 ile 2 saat<br />

süreyle inkübasyon uygulanmış ardından 6 saat hipoksi ve sırasıyla 1-4-18 saat reoksijenizasyona<br />

maruz bırakılmıştır. EGCG; yeşil çayın içeriğinde %60 olarak en fazla<br />

bulunan bileşenidir. Polifenon 60 ise tüm yeşil çay bileşenlerinin bir karışımıdır.<br />

Hipoksi için hipoksik kabin (%95 N2, %5 CO2), reoksijenizasyon için (%95 hava,<br />

%5 CO2) CO2 inkübatörü kullanılmıştır.<br />

.Bu maddelerin farklı dozlarıyla (EGCG:50, 100, 200 µM; Polifenon 60:31.25, 62.5,<br />

125 µgr/ml, Koenzim Q10:10, 50 µM) yapılan 2 saat inkübasyon sonrasında aynı<br />

doz grubunda reoksijenizasyon süresinin artırılması ROS düzeyi artışı ile paralel<br />

bulunmuştur. 31.25 µgr/ml Polifenon 60 grubunda 18 saat reoksijenizasyon, 1 saat<br />

reoksijenizasyondan daha yüksek ROS düzeylerine neden olmuştur (p=0.029). 62.5<br />

µgr/ml Polifenon 60 grubunda 4 saat ve 18 saat reoksijenizasyon, 1 saat reoksijenizasyondan<br />

daha yüksek ROS düzeylerine neden olmuştur (p=0.029, p=0.029). 125<br />

µgr/ml Polifenon 60 grubunda 4 saat ve 18 saat reoksijenizasyon, 1 saat reoksijenizasyondan<br />

daha yüksek ROS düzeylerine neden olmuştur (p=0.029, p=0.05). 10 µM<br />

Koenzim Q10 grubunda 18 saat reoksijenizasyon, 1 saat reoksijenizasyondan daha<br />

yüksek ROS düzeylerine neden olmuştur (p=0.029).<br />

.Sonuç olarak şöyle söylenebilir, hipoksi süresinden bağımsız olarak, HCAEC’ de<br />

reoksijenizasyon süresi uzadıkça ROS düzeyi artmaktadır.<br />

.In this work; to see the changing at reactive oxygen radical (ROS) level in Human<br />

Coronary Artery Endothelial Cell (HCAEC) which is hypoxia-reoxygenation performed<br />

is aimed.<br />

.HCAEC is incubated for 2 hours in Epigallocatechin-gallat (EGCG), Polyphenon 60<br />

and Coenzyme Q 10 and later 6 hours hypoxia and by the way 1-4-18 hours reoxygenation.<br />

EGCG, is the most abundant component (% 60) of green tea. Polyphenon<br />

60 is the mixed of all green tea components. Hypoxic chamber (%95 N2, %5 CO2)<br />

for hypoxia and for reoxygenation (%95 air, %5 CO2) CO2 incubator is used.<br />

.After 2 hours incubation with different doses of components (EGCG:50, 100, 200<br />

µM; Polyphenon 60:31.25, 62.5, 125 µgr/ml, Coenzyme Q10:10, 50 µM), in same<br />

dose group enhancing the reoxygenation period is paralel with the ROS induce. In<br />

group of 31.25 µgr/ml Polyphenon 60, 18 hours reoxygenation is more than 1 hour<br />

reoxygenation ROS induce (p=0.029). In group of 62.5 µgr/ml Polyphenon 60, 4 and<br />

18 hours reoxygenation is more than 1 hour reoxygenation ROS induce (p=0.029,<br />

p=0.029). In group of 125 µgr/ml Polyphenon 60, 4 and 18 hours reoxygenation is<br />

more than 1 hour reoxygenation ROS induce (p=0.029, p=0.05). In group of 10 µM<br />

Coenzyme Q10; 18 hours reoxygenation is more than 1 hour<br />

reoxygenation ROS induce (p=0.029).<br />

.As a result we can say that separated from hypoxic period; in HCAEC when reoxygenation<br />

period gets longer ROS level is induced.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-087<br />

Hiperkolesterolemide Atorvastatin Tedavisinin Oksidatif Stres Ve Hdl<br />

Fonksiyonu Açısından Değerlendirilmesi<br />

Gülşen AKALIN 1 , İpek ERDOĞAN 2 , Aysen AKALIN 3 , Özkan ALATAŞ 2<br />

P-087<br />

Assesment Of Oxidative Stress And Hdl Function On Hypercholesterolemia<br />

Treatment With Atorvastatin<br />

Gülşen AKALIN 1 , İpek ERDOĞAN 2 , Aysen AKALIN 3 , Özkan ALATAŞ 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir<br />

2Biyokimya, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir<br />

3Endokrinoloji, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir<br />

1Biochemistry, Anadolu University, Eskişehir<br />

2Biochemistry, Osmangazi University, Eskişehir<br />

3Endocrinology, Osmangazi University, Eskişehir<br />

Hiperkolesterolemi, aterojenezin en önemli nedeni olarak düşünülebilir. Ayrıca hiperkolesterolemi<br />

serbest radikal oluşumunu da artırmaktadır. Hiperkolesterolemi tedavisinde<br />

kullanılan HMG CoA redüktaz enzim inhibitörü atorvastatin ateroskleroz<br />

gelişimini engelleyebilmektedir. Çalışmanın amacı hiperkolesterolemi tedavisinde<br />

kullanılan atorvastatinin oksidatif stres ve HDL antioksidan fonksiyonları açısından<br />

etkinliğini değerlendirmektir. Çalışmaya 30 hiperkolesterolemik hasta (yeni tanı almış<br />

(O.ay) ve 3 ay atorvastatin tedavisi alan) ve 30 sağlıklı birey dahil edildi. Serumda<br />

HDL’nin antioksidan kapasitesi florometrik bir yöntemle malondialdehid (MDA)<br />

konsantrasyonları HPLC ile antioksidan potansiyeli (AOP) ise spektrofotometrik<br />

yöntem ile ölçüldü. Kontrol (10,0+1,39 U/L ) ve 3.ay statin tedavi grubu (9,2+3,20<br />

U/L) AOP değerleri 0. Ay tanı grubuna (6,15+4,11 U/L) göre anlamlı düzeyde yüksekti<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-088<br />

Epigallokateşin Galatın Antioksidan Ve Prooksidan, Polifenon 60’ın Prooksidan,<br />

Koenzim Q’nun Antioksidan Etkisi<br />

Püreda YAZICI, Gül GÜNER-AKDOĞAN<br />

P-088<br />

The Effect Of Antioxidant And Prooxidant Epigallocatechin-Gallat,<br />

Prooxidant Of Polyphenon 60 And Antioxidant Of Coenzyme Q 10<br />

Pureda YAZİCİ, Gul GUNER-AKDOGAN<br />

CONTENTS<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma Laboratuvarı (ARLAB), İzmir<br />

pureda.yazici@deu.edu.tr<br />

Dokuz Eylul University Medical School Research Laboratory ( ARLAB), Dokuz<br />

Eylul University Medical School<br />

Bu araştırmada İnsan Koroner Arter Endotel Hücre Kültürü’nde (HCAEC) hipoksireoksijenizasyon<br />

hasarı oluturularak farklı dozlardaki epigallokateşin galat (EGCG),<br />

Polifenon 60 ve Koenzim Q10’un etkisi ölçüldü. Hipoksi-reoksijenizasyon öncesi<br />

maddelerle 2 saat preenkübasyon olarak uygulandığında etki oluşmadı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-089<br />

Türk Toplumunda Endotel Lipaz Gen Polimorfizm İlişkili İnflamasyon<br />

Marker Düzeyleri Ve Ateroskleroz Oluşum Riski Arasındaki İlişkinin<br />

Araştırılması<br />

Altay Burak DALAN 1 , Bahar TOPTAŞ 2 , E. Çiğdem KASPAR 1 ,<br />

Melike Zehra BUĞRA 2 , Nihat POLAT 2 , Turgay İSBİR 1<br />

P-089<br />

Investigation Of Endothelial Lipase (El) Gene (Lipg) Polymorphism,<br />

Related Inflammation Marker Levels And Risk Of Atherosclerosis<br />

Development In The Turkish Population<br />

Altay Burak DALAN 1 , Bahar TOPTAŞ 2 , E. Çiğdem KASPAR 1 ,<br />

Melike Zehra BUĞRA 2 , Nihat POLAT 2 , Turgay İSBİR 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıp Fakültesi, Yeditepe Üniversitesi, İstanbul<br />

2Tıp Fakültesi ve Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi,<br />

İstanbul<br />

1Faculty of Medicine, Yeditepe University , İstanbul<br />

2Faculty of Medicine and İnstitute of Research in Experimental Medicine,<br />

İstanbul University, İstanbul<br />

Aterosklerotik koroner arter hastalığı (KAH) bir çok toplumda ölüm nedenlerinin<br />

başında yer alan genetik ve çevresel faktörlerin neden olduğu kompleks bir hastalıktır.<br />

Çalışmamızda koroner arter ateroskleroz gelişiminde endotelyal lipaz (EL) geninin polimorfizmi<br />

ile inflamasyon belirteçleri (IL-1b,TNF a, IL-6,IL-8) ve (EL) düzeylerinin<br />

birarada incelenenerek ortaya koyulması ve daha önce Türk toplumunda çalışılmamış<br />

olan bu ilişkinin araştırılması hedeflenmiştir. Hasta ve kontrol gruplarında HDL ortanca<br />

değerleri arasında istatistik olarak anlamlı fark bulunmuştur (p0.5). EL ortanca değeri 95mg/dl üzerinde olan bireylerde EL ve<br />

IL-8 düzeyleri arasında negatif bir ilişki (r=-0.298; p= 0.049) saptanmıştır. EL -584<br />

C/T genotipine ait frekanslar hasta grubunda CC 45 (%42.1),TC 61 (%51.7), TT 1<br />

( %1) iken, kontrol grubunda CC 45 (%59.2), TC 29 ( %38.2), TT 2 (% 2.6) olarak<br />

saptanmıştır. Hasta ve kontrol grubu karşılaştırıldığında hasta gubunda TC genotipinin<br />

ististiksel olarak anlamlı şekilde yüksek olduğu gözlemlenmiştir (p=0.036).<br />

Ayrıca IL-6 düzeyi ile VLDL arasında düşük düzeyde pozitif bir ilişki saptanmıştır.<br />

Bulgularımız halkımızda koroner arter hastalığının inflamasyon belirteçleri lipid profilleri<br />

ve endotelyal lipaz polimorfizminin inflamasyon aterotrombogenezde etkin bir<br />

görev aldığına ilişkin ipuçlarının mevcut olduğunu göstermektedir.<br />

Atherosclerotic coroner artery disease (CAD) is a complex disease, which is the leading<br />

cause of mortality in many populations and is caused by various genetic and environmental<br />

factors. In motive of our study was to investigate the endothelial lipase<br />

gene polymorphism, inflammation marker (IL-1b,TNF-a,IL-6,IL-8) and endothelial<br />

lipase levels in the development of coronary artery atherosclerotic disease and<br />

to find out any possible relationship among these parameters, which was not previously<br />

studied in the Turkish population. In the patient and control groups the HDL<br />

median vaules have been found to be statistically significant (p0.05). In individuals whose EL median<br />

levels are above 95mg/dl a negative relation was detected between EL and IL-8 levels<br />

(r=-0.298; p= 0.049). The frequencies EL -584 C/T genotypes were detected as CC<br />

45 (%42.1),TC 61 (%51.7),TT 1 ( %1) in the patient group and as CC 45 (%59.2), TC<br />

29 ( %38.2), TT 2 (% 2.6) in the control group. There TC genotype was found to be<br />

statistically significantly higher in the patient proup (p=0.036). Additionally, a weak<br />

positive relationship was observed between IL-6 and VLDL levels. Our findings suggest<br />

that lipid profiles, endothelial lipase gene polymorphism and inflammation take<br />

effective roles in the atherothrombogenesis in the Turkish population.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-090<br />

Bozulmuş Glukoz Toleranslı Olgularda Aterojenik Moleküler Olan CD40<br />

Lıgand, P-Selectın Ve Von Wıllebrand Faktör Plazma Düzeyleri<br />

Serkan TAPAN 1 , Teoman DOGRU 2 , Halil GENÇ 2 , Nuri KARADURMUŞ 3 ,<br />

Alper SÖNMEZ 4 , İlker TAŞCI 5 , Cemal Nuri ERÇİN 2 , Ali Uğur URAL 6<br />

1Tıbbi Biyokimya, GATA, Ankara<br />

2Gastroenteroloji, GATA, Ankara<br />

3İç Hastalıkları, GATA, Ankara<br />

4Endokrinoloji, GATA, Ankara<br />

5İç Hastalıkları, GATA, Ankara<br />

6Hematoloji, GATA, Ankara<br />

Solubl CD40 ligand (sCD40L), solubl P-selektin (sP-selektin), ve von Willebrand<br />

faktör (vWF) platelet aktivasyonu ve endotel fonksiyonunun iyi bilinen belirteçleridir.<br />

Ayrıca aterosklerozun gelişmesi ve ilerlemesinde önemli rolleri vardır. Bozulmuş glukoz<br />

toleransı (BGT), Tip 2 diabetes mellitus ve kardiyovasküler hastalıklar için artmış<br />

risk oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı BGT’si olan bunun yanında hipertansiyon,<br />

dislipidemi ve morbid obezite gibi diğer ek metabolik bozukluğu olmayan olgularda,<br />

dolaşımdaki sCD40L, sP-selektin ve vWF düzeylerini araştırmaktır. 77 BGT’li<br />

olgu yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksi eş 81 sağlıklı normal glukoz toleranslı (NGT)<br />

kontrolde plazma sCD40L, sP-selektin ve vWF düzeyleri ELIZA metoduyla ölçüldü.<br />

Yüksek sensitif C-reaktif protein (hsCRP) düzeyleri serumda türbidimetrik metotla<br />

otoanalizörde ölçüldü. İnsülin rezistansının derecesi HOMA-IR ile tespit edildi.<br />

BGT ve NGT gruplar demografik ve antropometrik değişkenler açısından benzerken,<br />

BGT’li grupta metabolik sendromlu olgu daha fazlaydı. sCD40L, sP-selektin, vWF<br />

ve hsCRP düzeyleri açısından BGT ve NGT gruplar arasında farklılık bulunamadı.<br />

Buna rağmen, metabolik sendromu olan BGT’li olgularda plazma sCD40L düzeyleri<br />

NGT’li ve BGT’Lİ metabolik sendromu olmayan olgularla karşılaştırıldığında<br />

yüksek değerler bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-091<br />

Nikotin Uygulanan Veya Pasif İçicilik Oluşturulan Sıçanlarda Akut Stresin<br />

Hasar Oluşturucu Mekanizma Üzerindeki Rolleri Ve Kronik Orta Düzey<br />

Egzersizin Koruyuculuğu<br />

Tuncay SEYREKEL 1 , Özgür BAYKAN 1 , Pınar KURU 2 , Seyda BİLGİN 2 ,<br />

S.Tiber MENTEŞE 2 , Gökhan TAZEGÜL 2 , Goncagül HAKLAR 1 ,<br />

Özgür KASIMAY 3<br />

P-091<br />

The Role Of Acute Stress On The Injury Mechanism In A Rat Model Of<br />

Passive Smoking Or Nicotine Application And Protective Effects Of<br />

Chronic Mid-Level Exercise<br />

Tuncay SEYREKEL 1 , Özgür BAYKAN 1 , Pınar KURU 2 , Seyda BİLGİN 2 ,<br />

S.Tiber MENTEŞE 2 , Gökhan TAZEGÜL 2 , Goncagül HAKLAR 1 ,<br />

Özgür KASIMAY 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Ab.D., Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

2Tıp Fakültesi Öğrencileri, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />

3Fizyoloji Ab.D., Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul<br />

1Dept.of Biochemistry, School of Medicine,Marmara University, İstanbul<br />

2Student, School of Medicine,Marmara University, İstanbul<br />

3Dept.of Physiology, School of Medicine,Marmara University, İstanbul<br />

Sigara, büyük miktardaki reaktif oksijen türü içeriği nedeniyle oksidan hasar<br />

oluşturmaktadır. Bu oksidan etki belirgin olarak hücre zarının lipid bileşenleri üzerinedir.<br />

Egzersizin ise oksidatif stresten koruyucu etkileri gösterilmiştir. Çalışmamızda<br />

nikotin kullanımı veya pasif sigara içiciliği sonrası egzersiz uygulanımı ve akut<br />

stresin hasar oluşturucu mekanizma üzerindeki rollerini ve egzersizin olası koruyucu<br />

etkilerini araştırmayı amaçladık. Deneylerde 200-250 ağırlığındaki erkek Sprague-<br />

Dawley sıçanlar (n=48) kullanıldı. Birinci gruba nikotin bitartarat (0,1 mg/kg/gün,<br />

ip) verilirken, diğerlerine sigara dumanı inhalasyonu (0,1 mg/kg/gün) uygulandı.<br />

Uygulamaların 1 haftasında egzersiz grubundakiler 45 dak/gün, 5 gün/hafta, 4 hafta<br />

orta dereceli yüzme egzersizine başladılar. Beşinci haftada tüm gruplara alternatif<br />

akım (60V) ile elektrik şoku akut stresi oluşturuldu. Sıçanlar dekapite edildiler ve<br />

AST, ALT ölçümü için kan örnekleri ile hasar parametrelerinin değerlendirilmesi<br />

için akciğer, mide, karaciğer, kolon ve gastroknemius dokuları alındı. Dokularda lipit<br />

peroksidasyonu (LP) ve myeloperosidaz (MPO) aktiviteleri çalışıldı. Karaciğerde sigara<br />

dumanı uygulanan ve nikotin verilen grupta artan LP, egzersiz ile anlamlı olarak<br />

azaldı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-092<br />

Migren Hastalarında Homosistein Ve Adma Düzeyleri İle Enos Gen<br />

Polimorfizminin Araştırılması<br />

Aysel KIYICI 1 , Aynur KARAKUŞÇU 2 , Kamile MARAKOĞLU 3 ,<br />

Hüsamettin VATANSEV 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Ali ÜNLÜ 1<br />

P-092<br />

Investigation Of Homocysteine And Adma Levels And Enos Gene<br />

Polymorphism In Patients With Migraine<br />

Aysel KIYICI 1 , Aynur KARAKUŞÇU 2 , Kamile MARAKOĞLU 3 ,<br />

Hüsamettin VATANSEV 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Ali ÜNLÜ 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Konya<br />

2Nöroloji, Özel Farabi Hastanesi, Konya<br />

3Aile Hekimliği, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Konya<br />

1Biochemistry, Seçuk University Selçuklu Faculty of Medicine, Konya<br />

2Neurology, Farabi Hospital, Konya<br />

3 Family Medicine, Seçuk University Selçuklu Faculty of Medicine, Konya<br />

Homosistein, koroner arter hastalıkları ile serebral iskemi ve infarktla ilişkisi ortaya<br />

konmuş, vasküler endotel hücre hasarından sorumlu bir türev aminoasittir. Nitrik oksit<br />

ise arteriol düz kas gevşemesi ve trombosit agregasyon inhibisyonu yaptığından son<br />

yıllarda vasküler hastalıkların patogenezinde araştırılan bir moleküldür. Çalışmamızda<br />

nörovasküler bir hastalık olan migrenin ve migrende aura olarak tanımlanan nörolojik<br />

bozuklukların patogenezinde homosistein ve nitrik oksit aracılıklı bir mekanizmanın<br />

olabileceğini düşünerek, migrenli hastalarda homosistein ve bir nitrik oksit sentaz<br />

(NOS) inhibitörü olan asimetrik dimetil arjinin (ADMA) düzeyleri ile endotelyal nitrik<br />

oksit sentaz (eNOS) gen polimorfizmini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 91 migren<br />

hastası ile 77 sağlıklı kontrol dahil edildi. Hasta ve kontrol gruplarındaki bireylerin<br />

serum örneklerinde homosistein ve ADMA düzeyleri sırasıyla HPLC tekniği ve<br />

ELISA yöntemi ile ölçüldü. Real time PCR tekniği ile eNOS Glu298Asp polimorfizmi<br />

araştırıldı. Migren hastalarının ADMA düzeyleri kontrol grubundan anlamlı olarak<br />

düşük bulundu (p=0,0001). Homosistein düzeyleri her iki grupta da benzerdi. Migren<br />

hastalığı ile eNOS gen polimorfizmi arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Migren<br />

hastalarında ADMA düzeyleri azalmaktadır, bu da daha önce yapılan çalışmalarda bu<br />

hasta grubundaki artmış NO düzeylerini açıklayabilir. Ancak bu hastalıkla eNOS gen<br />

polimorfizmi arasında bir ilişki bulunamamıştır.<br />

Homocysteine is an amino acid which is responsible from vascular endothelial damage<br />

and which was found to be related with coronary artery diseases, cerebral ischemia<br />

and infarct. Nitric oxide is a molecule which is investigated frequently in the pathogenesis<br />

of vascular diseases because of its effects such as arteriolar muscle relaxation and<br />

platelet aggregation. In our study we aimed to investigate levels of homocysteine and<br />

asymmetric dimethyl arginine (ADMA) which is an inhibitor of nitric oxide synthase<br />

and endothelial nitric oxide synthase (eNOS) gene polymorphism due to the hypothesis<br />

that a mechanism related with homocysteine and nitric oxide in the pathogenesis<br />

of migraine and neurological disorders characterized as aura in migraine. A total of 91<br />

patients with migraine and 77 healthy individuals were contributed to this study. Homocysteine<br />

and ADMA levels in the serum samples of all participants were measured<br />

with HPLC and ELISA methods respectively. eNOS Glu298Asp polymorphism was<br />

investigated with real time PCR technique. ADMA levels in patients with migraine<br />

were significantly lower than the control group (p=0,0001). Homocysteine concentrations<br />

were similar in the groups. No significant relation exists between migraine and<br />

eNOS gene polymorphism. ADMA levels decrease in patients with migraine and this<br />

can explain the increased production of NO in this population which was previously<br />

demonstrated. However no relation was demonstrated between this disease and eNOS<br />

gene polymorphism.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-093<br />

Uzun Süreli Alkol Tüketiminin İndüklediği Pro-Matriks Metalloproteinaz-9<br />

Seviyeleri Üzerinde Quercetinin İnhibitör Etkisi<br />

Ahmet KAHRAMAN, Hamdullah ÇAKAR, Tülay KÖKEN<br />

P-093<br />

The Inhibitory Effect Of Quercetin On Long-Term Alcohol<br />

Consumption-Induced Pro-Matrix Metalloproteinase-9 Levels<br />

Ahmet KAHRAMAN, Hamdullah ÇAKAR, Tülay KÖKEN<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Biyokimya, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Afyon<br />

Biochemistry, Afyon Kocatepe University, School of Medicine, Afyon<br />

Uzun süreli alkol tüketiminin karaciğer üzerinde inflamasyon, fibrozis ve oksidatif<br />

hasar gibi zararlı etkilere neden olduğu ileri sürülmektedir. Fibrozisin non-invaziv<br />

bir belirteci olan Matriks metalloproteinazlar (MMPs) ekstrasellüler matriks proteinlerinin<br />

yıkılmasında önemli bir rol oynarlar. Tümör nekroz faktör-alfa (TNF-a) da<br />

inflamasyon, proliferasyon ve tümörogenezisi provoke eden anahtar inflamatuvar<br />

bir sitokindir. Amacımız uzun süreli etanol kullanımının indüklediği pro-MMP-9<br />

(pMMP-9) ve TNF-alfa seviyeleri üzerinde bir polifenol olan quercetin’in inhibitör<br />

etkisini araştırmaktır. 28 rat rasgele 4 gruba ayrıldı: Kontrol grubu (C), etanol verilen<br />

grup (EtOH) (1 ml/gün, 30 gün boyunca, %80 intragastrik olarak (i.g.); quercetin<br />

verilen gurup (Q) (100 mg/kg rat, 3 günde 1 kez, , 30 gün boyunca) i.g. ve<br />

etanol+quercetin verilen grup (EtOH+Q) (1 ml/gün,%80 etanol, 3 günde bir ve 100<br />

mg quercetin/kg rat, 30 gün boyunca) i.g. Etanol verilmesi alkolik hasarın genel bir<br />

biomarkırı olarak plazma AST aktivitesini artırdı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-094<br />

Akut Bruselloz Ve Kırım Kongo Kanamalı Ateş Hastalarında Serum<br />

Amiloid A Düzeylerinin Ayırıcı Tanıdaki Önemi<br />

Kenan ÇELİK 1 , İsmail SARİ 1 , Deniz BAKIR 1 , Aynur ENGİN 2 , Sevtap BAKIR 1<br />

1Biyokimya AD., Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fak., Sivas<br />

2Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikorbiyoloji AD, Cumhuriyet Üniversitesi<br />

Tıp Fak., Sivas<br />

Bu çalışmada, akut brusella ve kırım kongo kanamalı ateşi (KKKA) hastalarına ait<br />

serum amiloid A (SAA) düzeylerinin belirlenmesi ve SAA’nın KKKA’nın bakteriyel<br />

enfeksiyonlardan ayırıcı tanısında ayırt edici bir belirteç olup olamadığının<br />

araştırılması amaçlandı. Akut brusella tanısı konulmuş 30, Kırım Kongo Kanamalı<br />

Ateş tanısı konulmuş 40 hastadan ve herhangi bir sistemik rahatsızlığı bulunmayan<br />

40 gönüllü bireyden kan alınarak serumları ayrıldı. Daha sonra bu serumlarda Serum<br />

Amiloid A düzeyleri, Human A-SAA ELISA kiti (Biosource) kullanılarak, kit<br />

prosedürü doğrultusunda belirlendi. Yapılan analizler sonucunda hem Kırım Kongo<br />

Kanamalı Ateş hasta grubu (152,88 ± 58,37 μg/mL) ve kontrol grubu (4,29 ± 1,51 μg/<br />

mL) Serum Amiloid A düzeyi ortalamaları arasında hem de Akut Brucella (206,42<br />

± 79,39 μg/mL) ve kontrol grubu Serum Amiloid A düzeyi ortalamaları arasında<br />

istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-095<br />

Soğuk Stresine Maruz Kalan Sıçanlarda Kortizol Ve Lipit Peroksidasyon<br />

Düzeyleri<br />

Aysun ÇETİN 1 , Berkay SARAYMEN 2 , Didem BARLAK KETİ 1 ,<br />

Seda ARTIŞ 3 , Cem SÜER 3<br />

1Biyokimya ve Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesi, Kayseri<br />

2 Biyokimya Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Kayseri<br />

3Fizyoloji Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kayseri<br />

Soğuğa maruz bırakma belirgin olarak strese neden olur. Bu çalışmada akut ve kronik<br />

soğuk stresinin kortikosteron düzeyleri, antioksidan enzim aktiviteleri ve lipit peroksidasyonu<br />

üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Lipit peroksidasyonu hücre<br />

membranında çoklu-doymamış yağ asitlerinin oksitlemesi ile oluşan bir kimyasal<br />

reaksiyon olup, serbest radikallere bağlı hasarın saptanmasında önemli bir göstergedir.<br />

Çalışmada 18 adet, 220 ± 20 g ağırlığında, 3 aylık Sprague-Dawley cinsi sıçan<br />

kullanıldı. Sıçanlar kontrol grubu, akut soğuk stresi grubu ve kronik soğuk stresi grubu<br />

olmak üzere her biri altı hayvandan oluşan üç eşit gruba bölündü. Akut stres grubundaki<br />

sıçanlar 1.gün +4 ºC sıcaklığındaki soğuk odada, 2 saat süreyle, sadece bir kez<br />

soğuğa maruz bırakıldıktan sonra sakrifiye edildi. Kronik stres grubundaki sıçanlar<br />

ise 15 gün boyunca, +4 ºC sıcaklığındaki soğuk odada, günde 2 saat süreyle soğuğa<br />

maruz bırakıldı. 16. gün kontrol ve kronik stres grupları da sakrifiye edildi. Grupların<br />

hepsinden kan ve beyin dokusu örnekleri alındı. Kan örneklerinde plazma kortikosteron<br />

düzeyleri ölçülürken, beyin dokusu örneklerinde ise antioksidan enzim aktiviteleri<br />

ve lipit peroksidasyon seviyeleri değerlendirildi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında<br />

kronik soğuk stresi grubunda kortikosteron ve malondialdehit düzeylerinde anlamlı<br />

artış (p< 0.001), antioksidan enzimlerden glutatyon peroksidaz ve süperoksit dismutaz<br />

aktivitelerinde ise anlamlı azalma (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-096<br />

Metabolik Sendrom İle İskemi Ve İnflamasyon Belirteçleri Arasındaki<br />

İlişki<br />

Banu Arslan ŞENTÜRK 1 ,Türkan YİĞİTBAŞI 1 , Ruhan UZUN 1 , Gonca ORU 2 ,<br />

Yasemin BASKIN 3 , Nesil GÖREN 2 , Füsun ÜSTÜNER 1<br />

P-096<br />

The Relation Between Metabolic Syndrom With Ischemia And<br />

Inflammation Markers<br />

Banu Arslan ŞENTÜRK 1 ,Türkan YİĞİTBAŞI 1 , Ruhan UZUN 1 , Gonca ORU 2 ,<br />

Yasemin BASKIN 3 , Nesil GÖREN 2 , Füsun ÜSTÜNER 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir<br />

2Endokronoloji Enstitüsü, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir<br />

3Onkoloji Enstitüsü, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

Metabolik sendrom (MS) kardiyometabolik risk faktörlerinin toplandığı bir durum<br />

olarak tanımlanmaktadır. İskemi modifiye albumin (İMA) düzeyleri son yıllarda akut<br />

miyokart iskemisini gösteren erken bir belirteç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu<br />

çalışmanın amacı, MS ile İMA arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntemler:<br />

Yapılan vaka-kontrol çalışmasında yaş ve cinsiyet eşleşmesi yapılmış 31<br />

sağlıklı birey (23 kadın, 8 erkek) ve 47 MS’lu vakada (34 kadın, 13 erkek); İMA, ürik<br />

asit, c-reaktif protein (CRP), fibrinojen, demir ve MS parametreleri ölçüldü. Bulgular:<br />

MS grubunda İMA düzeyleri (0.800 ± 0.186) kontrol grubu ile kıyaslandığında (0.551<br />

± 0.103) (p < 0.001) daha yüksek bulundu. Ayrıca ürik asid (5.19 + 1.48 ; 3.90 + 1.17)<br />

(p < 0.001), CRP (0.93 + 0.82 ; 0.29 + 0.41) (p< 0.001), fibrinojen (329.51 + 70.40 ;<br />

280.07 + 38.82) (p < 0.001) düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek,<br />

serum demir (66.11 + 24.33 ; 86.71 + 30.40) (p < 0.001) düzeylerinin istatistiksel<br />

olarak anlamlı düzeyde düşük olduğu görüldü .Olgular ile İMA düzeyleri arasında<br />

güçlü ve pozitif yönde (r:0.613, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-097<br />

CCl4 İle Sıçanlarda Oluşturulmuş Akut Karaciğer Toksisitesinde<br />

Yabanmersininin Koruyucu Etkileri<br />

Gülin GÜNER 1 , Hatice KALKAN 2 , Funda YILMAZ 3 , Eser SÖZMEN 1 ,<br />

Yasemin AKÇAY 1<br />

P-097<br />

The Protective Effects Of Wild Blueberry On Carbon Tetrachloride-<br />

Induced Acute Liver Injury In Rats<br />

Gülin GÜNER 1 , Hatice KALKAN 2 , Funda YILMAZ 3 , Eser SÖZMEN 1 ,<br />

Yasemin AKÇAY 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

2Gıda Teknolojisi, Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği, İzmir<br />

3 Tıbbi Patoloji, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

1Biochemistry, Ege Üniversity, Faculty of Medicine, İzmir<br />

2Biotechnology, Faculty of Food Engineering, Ege University, İzmir<br />

3Pathology, Faculty of Medicine, İzmir<br />

Yabanmersini meyvesinin yapısında bulunan fenolik asitler ve flavonoidler yüksek<br />

antioksidan ve antiinflamatuar özellik göstermektedir. Yabanmersininin bu özellikleriyle<br />

karaciğer dokusunda inflamatuar süreci yavaşlatacağı ve hasarın düzeyini<br />

azaltacağı düşünülmektedir. Bu çalışmada, çay ve şarap olarak iki farklı formda verilen<br />

yabanmersininin, sıçanlarda CCl4 ile oluşturulmuş akut karaciğer hasarı üzerine<br />

olan etkilerini araştırmayı amaçladık. Her grupta 8 sıçan olmak üzere normal diet;<br />

normal diet ve karaciğer hasarı; karaciğer hasarı ve diete ilave yabanmersini çayı;<br />

karaciğer hasarı ve diete ilave yabanmersini şarabı olan 4 grup oluşturuldu. Çalışmanın<br />

8. gününde karaciğer dokusu ve kan örneklerinde biyokimyasal (SOD, CAT, TBARS,<br />

serum oksidasyonu, TEAC, FRAP) ve histopatolojik tetkikler yapıldı. Sonuç olarak<br />

çalışmamızda, yabanmersini çayının içerdiği fenoller, antosiyanidinler ve flavonoidler<br />

nedeniyle steatozis, balonlaşma dejenerasyonu, lobüler nekro-inflamasyon skorlarında<br />

azalma, mitoz skorunda artma ile hem histopatolojik, hem de doku CAT, doku SOD<br />

aktivitesinde artma, doku TBARS düzeyleri ve serum oksidasyonunda düşme gibi biyokimyasal<br />

parametrelerle CCl4’ün karaciğerde oluşturduğu toksik etkileri azalttığını<br />

göstermiştir. Bu sonuçlar, yabanmersini çayının daha yüksek dozda ve daha uzun süre<br />

verildiğinde, karaciğere koruyucu etkisinin daha da artabileceğini ve karaciğer rejenerasyon<br />

kapasitesini arttırma yönünde etkili olabileceğini düşündürmektedir. Buna<br />

karşın daha yüksek oranda fenol içeren yabanmersini şarabının CCl4 ile oluşturulan<br />

karaciğer hasarında anlamlı bir koruyucu etkisi olmadığı gösterilmiştir. 1452<br />

Flavonoids and phenolic acids which are contents of blueberry fruit, have high level<br />

of antioxidant and antiinflammatory effects. We think that this feature of blueberry<br />

fruit can reduce inflammation and the level of damage on liver tissue. In our study,<br />

we aimed to search the effect of blueberry fruit on acute liver damage which made<br />

by CCl4. And we applied blueberry fruit as tea and wine, to the rats. Totally 32 rats<br />

were divided into four groups (n=8). Groups are arranged as; 1. normal diet; 2. normal<br />

diet and liver damage; 3. liver damage and blueberry tea; 4. liver damage and<br />

blueberry wine. Following day of the study completion (8th day), we investigated<br />

some biochemical (SOD, CAT, TBARS, serum oxidation, TEAC, FRAP) and histopathological<br />

parameters on liver tissue and blood samples. As a result, we found both<br />

histopathological (lowering of steatosis, ballooning degeneration and lobular necroinflammation<br />

scores and increase of mitosis score) and biochemical (increase in tissue<br />

CAT and SOD activity, decrease in TBARS level and serum oxidation) parameters<br />

indicates that blueberry tea can reduce the toxic effect of CCl4 on liver through its<br />

phenolic, anthocyanidin and flavonoids contents. These findings suggest that, its useful<br />

effects (hepatoprotective effect, increase of liver regeneration) may improve, when<br />

we give blueberry tea for a longer time and higher dose. On the other hand, this study<br />

showed that blueberry wine which has higher phenolic activity, has no significant<br />

protective effects on CCl4 induced acute liver damage. 1318<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-098<br />

Farelerde Preterm Doğumun Önlenmesinde Anti-Makrofaj Migrasyon<br />

İnhibitör Faktör Antikorunun Etkinliği<br />

Nesin AKDEMİR 1 , Gamze TUNA 2 , Feriha ÖZKAYA 3 ,<br />

Fatoş GÜLDAL KIRKALI 2 , Namık DEMİR 1<br />

P-098<br />

The Efficiency Of Anti-Macrophage Migration Inhibitory Factor Antibody<br />

On Preservation Of Preterm Delivery In Mice<br />

Nesin AKDEMİR 1 , Gamze TUNA 2 , Feriha ÖZKAYA 3 ,<br />

Fatoş GÜLDAL KIRKALI 2 , Namık DEMİR 1<br />

CONTENTS<br />

1Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

2Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

3Moleküler Tıp Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

1Obstetrics And Gynecology, Faculty Of Medicine, İzmir<br />

2Medical Biochemistry, Faculty Of Medicine, İzmir<br />

3Molecular Medicine, Health Science Institute, İzmir<br />

Preterm doğum 37. gebelik haftasından önce doğumun gerçekleşmesi olarak<br />

tanımlanmaktadır ve preterm doğumların %25-40’ı intrauterin enfeksiyon ile<br />

ilişkilidir. Makrofaj migrasyon inhibitör faktör (MIF), proinflamatuar sitokinlerin<br />

sentezini arttırarak ve glukokortikoidlerin antiinflamatuar etkilerini inhibe ederek inflamatuar<br />

yanıtları düzenlemektedir. MIF’in özellikle intrauterin enfeksiyon ile ilişkili<br />

preterm doğumun başlamasında rol oynayabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada,<br />

farelerde lipopolisakkarit (LPS) ile oluşturulmuş preterm doğum modelinde anti-<br />

MIF antikorunun preterm doğumun önlenmesinde etkili olup olmadığını araştırmak<br />

ve IL-6 ve TNF- a düzeyleri üzerindeki etkisini belirlemek amaçlandı. Balb/c cinsi<br />

gebe farelerde gebeliğin 17. gününde intraperitoneal (IP) olarak verilen LPS ile preterm<br />

doğum modeli oluşturuldu. Kontrol grubu, yalnız LPS uygulanan, LPS ile eş<br />

zamanlı ve LPS’den 2 saat önce anti-MIF uygulanan grup olmak üzere dört alt grup<br />

içeren iki ayrı deney grubu oluşturuldu. Birinci deney grubunda gebelik süresi ve fetus<br />

ağırlıkları ölçüldü. İkinci deney grubunda ise her gruptan LPS uygulamasından 8 saat<br />

sonra gestasyonel doku örnekleri alındı ve bu örneklerde TNF-a ve IL-6 düzeyleri<br />

ölçüldü. LPS den 2 saat önce anti-MIF verilen grupta, doğuma kadar geçen süre yalnız<br />

LPS verilen gruba göre anlamlı olarak uzun bulundu ( p= 0.004). LPS ile eş zamanlı<br />

anti-MIF tedavisinin gebelik süresine etkisinin olmadığı izlendi (p= 0.26). LPS ile<br />

eş zamanlı ve 2 saat önce anti-MIF verilen gruplarda gestasyonel dokularda TNFa<br />

(sırasıyla p=0.01, p=0.01) ve IL-6 (sırasıyla p=0.025, p=0.006) düzeyleri yalnız<br />

LPS verilen gruba göre anlamlı olarak düşük bulundu. Anti-MIF tedavisinin preterm<br />

doğumu önlemedeki etkinliğinin ilk kez araştırıldığı bu çalışmada, MIF’in preterm<br />

doğum patogenezinde önemli olduğu ve anti-MIF antikorlarıyla nötralizasyonunun<br />

preterm doğumu geciktirebildiği gösterildi.<br />

Preterm births are happened to be before the 37th pregnancy week and %25-40 of<br />

those are related to the intrauterine infection. Macrophage migration inhibitory factor<br />

(MIF) regulates inflammatory responses, by inducing the expression of pro-inflammatory<br />

cytokines and by inhibiting anti-inflammatory effects of glucocorticoids. MIF<br />

may play a role in initiation of preterm birth associated with intrauterine infection. In<br />

this study, it is aimed to investigate the possible effect of anti-MIF antibody on preservation<br />

of preterm birth in mice induced by Lipopolysaccharide (LPS) and its effect on<br />

the IL-6 and TNF- a levels. On day 17 of gestation, LPS was administered intraperitoneally<br />

to pregnant Balb/c mice to induce preterm delivery. Two different experimental<br />

groups ,both of which are consist of 4 subgroups ,were performed: control group, only<br />

LPS injection group, simultaneous anti-MIF and LPS injection group and anti-MIF<br />

administration 2 hours prior to LPS injection group. In the first experimental group,<br />

the gestation duration and fetal weight were measured. In the second experimental<br />

group, 8 hours after LPS injection, gestational tissue samples were obtained and TNFa<br />

and IL-6 levels were measured in those samples. The duration of gestation in anti-<br />

MIF administration 2 hours prior to LPS injection group was significantly longer than<br />

only LPS injection group (p=0.004). Simultaneous injection of anti-MIF and LPS<br />

had no effect on duration of gestation (p=0.26). TNF-a and IL-6 concentrations in<br />

gestational tissues were significantly lower in simultaneous anti-MIF and LPS injection<br />

group (respectively p=0 .010 ve 0.025), and in anti-MIF administration 2 hours<br />

prior to LPS injection group (respectively p= 0.010 ve 0.006) compared to only LPS<br />

injection group. We have demonstrated in this study for the first time that anti-MIF<br />

antibody can retard LPS induced preterm birth in mice. Results from these study suggest<br />

that MIF play a role in the pathophysiology of preterm birth.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-099<br />

Lipopolisakkarit Uygulanan Sıçanlarda Yüksek Doz Eritropoetin’in<br />

Karaciğer Ve Böbrek Hasarı İle İnflamasyon Üzerine Etkisi.<br />

Jale ÇOBAN 1 , Zehra EREN 2 , Ferda ÖZKAN 3 , Fatma Kübra YEŞİL 1 ,<br />

Gülsen ÖZMEN 1 , Serdar ÖZTEZCAN 1<br />

P-099<br />

The Effect Of High Dose Erythropoeitin On Hepatotoxicity, Nephrotoxicity<br />

And Inflamation Induced By Lipopolysaccharide Pretreatment In Rats.<br />

Jale ÇOBAN 1 , Zehra EREN 2 , Ferda ÖZKAN 3 , Fatma Kübra YEŞİL 1 ,<br />

Gülsen ÖZMEN 1 , Serdar ÖZTEZCAN 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

2Nefroloji, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

3Patoloji, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

1Biyokimya, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

2Nefroloji, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

3Patoloji, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, İstanbul<br />

Lipopolisakkarid (LPS) uygulamasına bağlı olarak gelişen karaciğer ve böbrek<br />

hasarında inflamasyon önemli bir rol oynamaktadır. Kupffer hücre aktivasyonun<br />

önlenmesi LPS’ye bağlı karaciğer hasarını azaltmada etkili bir yöntem olabilir.<br />

Kronik böbrek yetmezliğine bağlı aneminin tedavisinde yaygın olarak kullanılan<br />

Eritropoetin’in (EPO) hücre koruyucu ve anti-inflamatuar etkilerini Eritropoetin<br />

reseptörü aracılığıyla gerçekleştiği düşünülmektedir. Çalışmamızda LPS’ye bağlı<br />

karaciğer be böbrek hasarının ve inflamasyonun önlenmesinde EPO’in etkisi incelendi.<br />

Bu amaçla, Sprague-Dawley yetişkin erkek sıçanlarkullanıldı. Sıçanlar kontrol<br />

grubu (grup I), LPS uygulanan grup (grup II) ve LPS’den önce EPO uygulanan grup<br />

(grup III) olarak gruplandırıldı. LPS uygulamasından dört saat sonra dekapite edilen<br />

deneklerin kan örneklerinde böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri, TNF l, İL-<br />

6, CRP ve tam kan sayımı parametreleri ölçüldü. Ayrıca histopatolojik inceleme de<br />

yapıldı. LPS uygulaması karaciğer ve böbrek hasarını gösteren üre, kreatinin, AST,<br />

ALT ve inflamasyon parametrelerinde (TNF l , İL-6) yükselmelere neden olmuştur.<br />

Bu parametreler Grup II’de Grup I’e göre anlamlı olarak artmış bulundu. Endotoksemi<br />

oluşturmadan önce EPO uygulamasının karaciğer ve böbrek hasarını azalttığı<br />

ve inflamasyon parametrelerinde yükselmeyi önlediği gözlendi. Grup III’te Grup<br />

II’ye göre AST, ALP, GGT; üre ve kreatinin değerleri anlamlı olarak daha düşüktü.<br />

Yapılan histopatolojik incelemelerde tek başına LPS uygulanan sıçanların karaciğer<br />

parankim hücrelerinde dejenerasyon bulguları, portal alanlarda hafif derecede iltihabi<br />

infiltrasyon, sinüzoidlerde Kupffer hücre proliferasyonu izlenirken, LPS öncesi EPO<br />

uygulanan gruptaki sıçanların karaciğerlerinde bu bulgular minimumdu. Sonuç olarak<br />

EPO’nin, LPS ile oluşturulan endotokseminin erken evresinde gelişen inflamatuar<br />

süreçleri baskılayarak, organ hasarını önleyici etkisi olabilir.<br />

Inflammation plays an important role in the damage of liver and kidney caused by<br />

lypopolysaccharide (LPS) administration. Kupffer cells are the most important source<br />

of proinflammatory cytokines. Therefore, the inhibition of Kupffer cell activation<br />

may decrease the damage of the liver caused by LPS. Anemia induced by chronic<br />

renal insufficiency is treated with Erythropoietin (EPO), and it is belived that EPO<br />

performs cell protection and anti-inflammatory effects via erytropoietin receptors. In<br />

our study we examined the erythropoietin effects in prevention of inflammation and<br />

renal and liver cell destruction related to LPS. We used Sprague-Dawley mature male<br />

rats. We categorized the rats into three groups as group I- control group, group II- LPS<br />

administered rats, group III- EPO administered rats before LPS application. The rats<br />

were decapitated 4 hours after the LPS administration, and the blood samples were<br />

examined for renal and liver function tests, TNF- l, IL-6, CRP and also whole blood<br />

counts were performed. Histopathologic examination was also performed. The results<br />

revaluated that LPS administration caused an increase in blood urea, creatinine, AST,<br />

ALT levels as well as inflammation parameters such as TNF- l, IL-6. Those parameters<br />

were significantly higher in group II than in Group I. The results revealed that<br />

EPO administration before endotoxemia, prevents increase in inflammation parameters<br />

and decreases liver and renal cell damage. Histopatologic examination revealed<br />

that LPS administered group showed hepatocyte degeneration, mild inflammatory infiltration<br />

in portal areas and Kupffer cell proliferation in sinuzoids. EPO administred<br />

rats before LPS aplication showed minimal histopatologic changes. We concluded<br />

that EPO is helpful in prevention of inflammatory process induced by LPS related<br />

endotoxemia and decrease organ damage.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-100<br />

Serum Prokalsitonin Analizinde Eclıa Ve Elfa Yöntemlerinin<br />

Karşılaştırılması<br />

Burçin ERDEM KINAŞ 1 , Aybala EREK 2 , Şule BATÇIK 3 , Ahmet Rıza URAS 2<br />

1Biyokimya Laboratuvarı, Karadeniz Ereğli Devlet Hastanesi, Zonguldak<br />

2Biyokimya Laboratuvarı, Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

3Anestezi Ve Reanimasyon Bölümü, Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, İstanbul<br />

Sistemik inflamasyon belirtileri veren yoğun bakım hastalarında, olası infeksiyonun<br />

erken tanısında ve sepsis şiddeti ile prognozunun değerlendirilmesinde prokalsitonin<br />

(pct) ölçümü istenmektedir. Çalışmamızda ECLIA ( Elektrochemiluminesans<br />

immunoassay) yöntemini kullanan Roche Modular E170 otoanalizör cihazı ile<br />

ELFA (Enzymed-Linked Fluorescent Assay) yöntemini kullanan VIDAS cihazı ile<br />

karşılaştırmayı amaçladık. Roche Modular E170 otoanalizör cihazında yapılan tekrarlanabilirlik<br />

çalışmasında gün içi ve günler arası düşük ve yüksek konsantrasyonlarda<br />

sırası ile %CV değerleri % 3,97 , % 1,18 ve % 3,16, % 1.77 bulundu. VIDAS cihazının<br />

iki farklı seviye de gün içi ve günlerarası % CV değerleri sırasıyla %3.30, %3.18, ve<br />

%2.65, %3.93 olarak bulundu. 54 ng/ml değerindeki Geri elde çalışmasında yüzde<br />

geri elde edilen miktar %94 ve %95 bulundu. Yaptığımız linearite çalışmasında PCT<br />

ölçümleri 0.041-62.15 ng/ml değerleri arasında lineer bulundu. İki cihaz arasındaki<br />

ilişki regresyon analizi yapılarak incelendi ve korelasyon katsayısı olarak ifade edildi<br />

( r= 0.996, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-101<br />

Koroner Arter Hastalık Düzeyinin Gösteriminde Enflamasyon<br />

Belirteçlerinin Karşılaştırılması<br />

Mehmet BOSTAN 1 , Hüseyin Avni UYDU 2 , Adnan YILMAZ 1 , Adem DEMİR 2 ,<br />

Mehtap ATAK 2 , Ömer ŞATIROĞLU 1 , Ahmet TEMİZ 1 , Mustafa ÇETİN 1<br />

P-101<br />

The Comparison Of Inflammation Markers In Projection Of Severity Of<br />

Coronary Artery Disease<br />

Mehmet BOSTAN 1 , Hüseyin Avni UYDU 2 , Adnan YILMAZ 1 , Adem DEMİR 2 ,<br />

Mehtap ATAK 2 , Ömer ŞATIROĞLU 1 , Ahmet TEMİZ 1 , Mustafa ÇETİN 1<br />

CONTENTS<br />

1Dahili Tıp Bilimleri, Rize Üniversitesi, Rize<br />

2Kimya, Rize Üniversitesi, Rize<br />

1Internal Medicine Sciences, Rize University, Rize<br />

2Chemistry, Rize University, Rize<br />

Ateroskeroz ve onun belirtileri koroner arter hastalığının (KAH) alt yapısını oluşturan<br />

ve bütün dünyada yaygın olarak gözlenen sistemik bir hastalıktır. Enflamasyon<br />

aterosklerozun gelişiminde ve oluşan plağın ruptüründe önemli bir rol oynar. Biyokimyasal<br />

belirteçler biyolojik bir durumun gösteriminde kullanılan madde olarak<br />

tanımlanır ve enflamasyonun serum markörleri aterosklerotik olaylarla ilgili risk faktörlerinin<br />

bir parçası olarak değer kazanmaktadır. Mevcut çalışmanın amacı sağlıklı<br />

gönüllülede (n:60) ve KAH’larında (n:114) enflamasyon markörlerinden high sensitive<br />

C reaktif protein (hsCRP), myeloperoksidaz (MPO) ve lipoprotein ilişkili fosfolipaz<br />

A2 (Lp-PLA2)’nin serum düzeylerini karşılaştırmak ve KAH şiddetiyle (tıkalı<br />

damar sayısı olarak) ilişkili olarak bu markörlerdeki değişimi belirlemektir. Serum<br />

MPO düzeyleri ELISA yöntemiyle, hsCRP seviyesi yüksek hassasiyetli turbidimetrik<br />

analiz ile ve Lp-PLA2 düzeyleri ise kolorimetrik yöntemle belirlendi. Serum lipit<br />

profili [TG, TK, LDL-K, HDL-K, Lp (a)] ise enzimatik kolorimetrik metotla tayin<br />

edildi. Hasta grubunun serum hsCRP ve Lp-PLA2 düzeyleri anlamlı olarak daha yüksek<br />

gözlenirken (sırasıyla p: 0.003 ve p: 0.000), MPO düzeyindeki artış ise istatiksel<br />

olarak anlamlı değildi (p: 0.737). Hasta grubuna ait HDL-K düzeylerindeki anlamlı<br />

azalma (p: 0.008) LDL-K seviyelerindeki anlamlı artışa (p: 0.013) göre daha belirgindi.<br />

Hastalık şiddetine bağlı olarak enflamasyon markörlerinde anlamlı bir değişim<br />

saptanmadı. Sonuç olarak serum hsCRP düzeyine göre Lp-PLA2 seviyelerindeki<br />

artışın daha belirgin olması, onun damara özgü yeni bir enflamatuar bir markör<br />

olduğunu gösterebilir.[sb1]<br />

Atherosclerosis and its clinical manifestations observed widely prevalent throughout<br />

the world are a systemic disease and underlie coronary artery disease (CAD). Inflammation<br />

plays an important in atherogenesis and rupture of vulnerable plaque. Biomarkers<br />

are defined as a substance used as an indicator of a biological state and serum<br />

markers of inflammation have emerged as component of risk factor burden. The aim<br />

of present study is to compare serum levels of inflammation markers such as high<br />

sensitive C reactive protein (hsCRP), myeloperoxidase (MPO) and lipoprotein-associated<br />

phospholipase A2 (Lp-PLA2) in healthy volunteers (n: 60) and individuals with<br />

CAD (n: 114) and determine the change in these markers as associated with severity<br />

of CAD (as a number of vessel disease). Serum levels of MPO, hsCRP and Lp-PLA2<br />

were assayed by ELISA, a high sensitivity turbidimetric method and a colorimetric<br />

assay, respectively. Serum lipid profile [TG, TC, LDL-C, HDL-C, Lp (a)] is estimated<br />

using enzymatic colorimetric method. Serum levels of hsCRP and Lp-PLA2 were<br />

statistically higher in patients group compared to healthy volunteer (p: 0.003 and p:<br />

0.000, respectively) but the increment of MPO level was no significant (p: 0.737). A<br />

significant decrease (p: 0.008) in HDL-C concentration as to a significant increase (p:<br />

0.013) in LDL-C concentration belong to patient group compared to control group<br />

was more clear. There was no a significant change in inflammation markers depended<br />

on severity of cardiovascular disease. As a result, becoming clearer of an increase in<br />

Lp-PLA2 level compared to hsCRP level in individuals with CAD may indicate to be<br />

a novel biomarker of vascular-specific inflammation intravascular specific marker.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-102<br />

Akut Koroner Sendromda CA 125<br />

Güler TOPÇU 1 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 , Müjgan MİHMANLI 2 ,<br />

Tufan GUNAY 3, Doğan YÜCEL 1<br />

P-102<br />

CA 125 In Acute Coronary Syndrome<br />

Güler TOPÇU 1 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 , Müjgan MİHMANLI 2 ,<br />

Tufan GUNAY 3, Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Ankara EAH<br />

2Biyokimya, Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi EAH, İstanbul<br />

3Kardiyoloji, Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi EAH, İstanbul<br />

Karbonhidrat antijen 125 (CA125) epiteliyal serozal hücrelerden sentez edilen yüksek<br />

moleküler ağırlıklı bir glikoproteindir. Özgüllüğü düşük olduğundan kullanımı<br />

sınırlı olmakla beraber over kanserinde hastanın takibinde yararlı bir tümör belirtecidir.<br />

Konjestif kalp yetmezliğinde ve aort stenozu olan hastalarda CA 125 yüksekliği<br />

saptanmış, ancak bu yüksekliğin mekanizması iyi anlaşılamamıştır. Buna rağmen<br />

prognostik değeri olduğu belirtilmektedir. Bu çalışmada akut koroner sendrom (AKS)<br />

ile başvuran, Troponın I (TnI) pozitif olan hastalarda CA 125’in kardiyovasküler riski<br />

değerlendirmedeki yerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 43<br />

hasta alındı. Kan örnekleri acil servise başvuran ve TnI >0.06 ng/mL olan hastalardan<br />

6 saat sonra alındı. Brain Natriuretic peptide (BNP), CA 125 immünometrik yöntemle<br />

ölçüldü. Bütün hastalara kılavuza uygun olarak erken koroner anjiyografi uygulandı.<br />

Koroner arter hastalığının boyutu ve şiddeti Gensini skoru indeksine göre hesaplandı.<br />

Sonuçlar: Gensini skoru ile BNP ve CA 125 arasında pozitif bir korelasyon saptandı<br />

(sırasıyla; r=0.5600, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-103<br />

Deneysel Distal Kolit Rat Modelinde Hiperbarik Oksijen Ve Medikal Ozon<br />

Tedavilerinin Karşılaştırılması<br />

Özcan ALTINEL 1 , Şeref DEMİRBAŞ 2 , Tuncer ÇAYCI 3 , Emin Özgür AKGÜL 3 ,<br />

İsmail Hakkı ÖZERHAN 1 , Eyüp DURAN 1 , Bülent UYSAL 4 , Bülent KURT 5 ,<br />

Nail ERSÖZ 1 , Halil YAMAN 2 , Mehmet YAŞAR 1 , Şükrü ÖTER 4<br />

P-103<br />

Comprasion Of Hyperbaric Oxygen And Medical Ozone Therapies In A<br />

Rat Model Of Experimental Distal Colitis<br />

Özcan ALTINEL 1 , Şeref DEMİRBAŞ 2 , Tuncer ÇAYCI 3 , Emin Özgür AKGÜL 3 ,<br />

İsmail Hakkı ÖZERHAN 1 , Eyüp DURAN 1 , Bülent UYSAL 4 , Bülent KURT 5 ,<br />

Nail ERSÖZ 1 , Halil YAMAN 2 , Mehmet YAŞAR 1 , Şükrü ÖTER 4<br />

CONTENTS<br />

1Genel Cerrahi AD., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

2İç Hastalıkları BD., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

3Tıbbi Biyokimya AD., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

4Fizyoloji AD., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

5Patoloji AD., Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara<br />

Önceki çalışmalar, akut distal kolit (ADK)’in şiddetini azaltmada hiperbarik oksijen<br />

(HBO)’in etkili olduğunu göstermiştir. Diğer taraftan, ozon tedavisi (OT) çeşitli patolojik<br />

durumlarda inflamasyonu azaltır. Bu çalışmanın amacı, deneysel bir ADK rat<br />

modelinde HBO tedavisi ve OT’nin etkilerini karşılaştırmaktır. Kırk rat rasgele dört<br />

gruba (sham, ADK, ADK+HBO, ADK+OT) ayrıldı. Diğer gruplardaki sıçanlarda %4<br />

asetik asit intrakolonik uygulama ile verilirken, Sham grubundaki ratlara serum fizyolojik<br />

verildi. ADK grubundaki ratlara hiçbir tedavi uygulanmadı. ADK+HBO ve<br />

ADK+OT gruplarında, HBO ve ozon tedavileri uygulandı. Asetik asidin verilmesi<br />

tüm hayvanlarda bir inflamatuvar yanıta neden oldu. Ratların distal kolonları ve kan<br />

örnekleri alındı. ADK grubundaki histopatolojik skor diğer gruplardakinden önemli<br />

bir şekilde daha yüksekti. ADK+HBO ve ADK+OT gruplarındaki histopatolojik<br />

skorlar, ADK grubuyla karşılaştırıldığında önemli bir şekilde daha düşüktü (her ikisinde<br />

de p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-104<br />

İmmobilize Çoklu Enzim Sistemlerinin Modellenmesi<br />

Alper AKKAYA, Arif Hikmet USLAN<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi, İzmir<br />

P-104<br />

Developing Of Multi Enzyme Systems<br />

Alper AKKAYA, Arif Hikmet USLAN<br />

Biochemistry, Natural And Applied Sciences, Ege University, İzmir<br />

CONTENTS<br />

Bu çalışmanın amacı, sıralı reaksiyonları katalizleyen farklı enzimlerin uygun bir<br />

materyale immobilizasyonu ile multienzim kompleksi oluşturulması için model<br />

geliştirmektir. Bu amaçla taşıyıcı materyali hazırlamak için glisidil metakrilat (GMA),<br />

sodyum aljinata aşılandı. Böylece reaktif epoksi grupları,<br />

olduğu belirlendi ve immobilize ürünün aktivitesi 196,6 U/g taşıyıcı olarak bulundu.<br />

Epoksi grubundan üreaz immobilizasyonu, pH 8’de yapıldı. Optimum reaksiyon süresi<br />

2 saat ve immobilize ürünün aktivitesi 284,8 U/g taşıyıcı olduğu belirlendi.<br />

Objective of this study was to realize appropriate enzyme immobilization onto a suitable<br />

support material and to develop a model which enables reactions catalyzed with<br />

different enzymes arranged in order. Glycidyl-methacrylate (GMA) was grafted onto<br />

sodium-alginate and grafting product was used as immobilization material. Thus reactive<br />

epoxy groups were added to sodium-alginate which also has carboxyl groups.<br />

Average molecular weight of sodium-alginate was determined using Ubbelohde viscosimetri.<br />

The molecular weight of sodium-alginate was calculated as 15885 Da.<br />

Graft polymerization was made in two steps. Firstly, sodium-alginate was activated<br />

with benzophenone using UV-light at 254 nm. Secondly, GMA was grafted under<br />

UV-light at 365 nm onto activated sodium-alginate. Grafted GMA was determined<br />

gravimetric and titrimetric. Additional groups after grafting were showed with FT-<br />

IR spectrum. 1-Ethyl-3-(3-dimetylaminopropyl)-carbodiimide (EDC) was used for<br />

immobilization urease from carboxyl groups at pH 5.0. Suitable EDC/-COOH ratio<br />

was found 1/10 and immobilized product activity was 196.6 U/g support. Reaction<br />

medium pH was 8.0 for immobilization from epoxy group. Optimum immobilization<br />

reaction time was found as 2 hours and immobilized product activity was 284.8 U/g<br />

support.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-105<br />

Tavuklarda Deneysel Ornithobacterium Rhinotracheale Enfeksiyonlarında<br />

Antibiyotik Ve Kafeik Asit Fenetil Ester’in Bazı Biyokimyasal Parametreler<br />

Üzerine Etkisi<br />

Sema TEMİZER OZAN 1 , Fulya BENZER 2 , Mine ERİŞİR 1 , Ayşe KILIÇ 3 ,<br />

Bülent TAŞDEMİR 2 , Halil ŞİMŞEK 4 , Osman GÜLER 2<br />

1Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Elazığ<br />

2Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü, Elazığ<br />

3Fırat Üniversitesi, Sivrice Meslek Yüksek Okulu, Elazığ<br />

4Bingöl Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Bingöl<br />

Gram negatif bakteri olan Ornithobacterium rhinotracheale (ORT) kanatlı hayvanlarda<br />

solunum sistemi hastalığına yol açan bulaşıcı bir hastalıktır. Bu çalışma; tavuklarda<br />

deneysel ORT enfeksiyonlarında antibiyotik (ANT; Enrofloxacin) ve antibakteriyel<br />

madde olan kafeik asit fenetil ester’in (KAFE) bazı kan parametreleri üzerine etkilerini<br />

araştırmak amacıyla yapıldı. Uygulama sonucunda kan örnekleri alınarak serbest<br />

radikal hasarı olarak serum malondialdehit (MDA) düzeyine, antioksidan olarak eritrosit<br />

glutatyon peroksidaz (GSH-Px), katalaz (KAT) enzimleri ile glutatyon (GSH)<br />

düzeylerine bakıldı. Serum MDA düzeyleri kontrole (3,19±0,03 nmol/ml) göre enfeksiyon<br />

(4,18±0,24 nmol/ml) grubunda arttı. Antibiyotik (3,44±0,26 nmol/ml) ve KAFE<br />

(3,65±0,16 nmol/ml) verilmesi MDA düzeyini düşürdü. Ancak ANT ve KAFE’nin<br />

birlikte verilmesi (4,12±0,32 nmol/ml) MDA’yı değiştirmedi. Kontrol grubuna<br />

göre enfeksiyon grubunda KAT (10,44±0,32 k/gHb; 8,07±0,19 k/gHb) ve GSH-Px<br />

(38,39±2,02 U/gHb; 20,71±1,83 U/gHb) aktiviteleri düştü, ancak GSH (0,38±0,02<br />

nmol/ml; 0,39±0,02 nmol/ml) düzeyi değişmedi. Antibiyotik ve KAFE’nin tek başına<br />

veya birlikte verilmesi KAT ve GSH-Px aktivitelerini normal seviyeye getirmede<br />

etkili olmamıştır. ORT enfeksiyonunun serum MDA düzeyini artırdığı ve ANT ile<br />

KAFE’nin tek başına verilmesinin MDA düzeyini düşürdüğü belirlenmiştir. 1193<br />

P-105<br />

Effect Of Antibiotic And Caffeic Acid Phenethyl Ester In Chickens Infected<br />

With Experimental Ornithobacterium Rhinotracheale On Some<br />

Biochemical Parameters<br />

Sema TEMİZER OZAN 1 , Fulya BENZER 2 , Mine ERİŞİR 1 , Ayşe KILIÇ 3 ,<br />

Bülent TAŞDEMİR 2 , Halil ŞİMŞEK 4 , Osman GÜLER 2<br />

1Department of Biochemistry, Faculty of Veterinary, Firat University, Elazığ<br />

2Veterinary Control and Research Institute, Elazığ<br />

3Sivrice Vocational School, Firat University, Elazığ<br />

4Health Services, Vocational School, Bingöl University, Bingöl<br />

Ornithobacterium rhinotracheale (ORT), a gram negative bacteria, is an infectious<br />

disease causing respiratory tract disease at poultry. This study was done to examine<br />

effects of an antibiotic (Enrofloxacin) and Caffeic Acid Phenethyl Ester (CAPE)<br />

which is an antibacterial substance in chickens with experimental ORT infections on<br />

some blood parameters. After the application, the level of malondialdehyde (MDA)<br />

as free radical damage, erythrocyte glutathione peroxidase (GSH-Px), catalase (CAT)<br />

enzyme activities and glutathione (GSH) levels as antioxidants were examined in taking<br />

blood samples. The level of serum MDA increased in infected groups (4,18±0,24<br />

nmol/ml) compared to the controls (3,19±0,03 nmol/ml). Giving ANT (3,44±0,26<br />

nmol/ml) and CAPE (3,65±0,16 nmol/ml) decreased MDA level. However, giving<br />

ANT and CAPE together did not change MDA (4,12±0,32 nmol/ml). The activities<br />

of CAT (10,44±0,32 k/gHb; 8,07±0,19 k/gHb) and GSH-Px (38,39±2,02 U/gHb;<br />

20,71±1,83 U/gHb) decreased at infectious group compared to the controls but the<br />

level of GSH (0,38±0,02 nmol/ml; 0,39±0,02 nmol/ml) had no change. Giving ANT<br />

and CAPE together or alone could not increase to normal levels CAT and GSH-Px<br />

activities. It was determined that while ORT infection increased serum MDA level,<br />

giving ANT and CAPE alone decreased MDA level. 1138<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-106<br />

Radyoterapinin İskelet Kasında Kasılma Mekaniği Ve Oksidatif Stres<br />

Üzerine Etkisi<br />

Serap YALIN 1 ,Ülkü ÇÖMELEKOĞLU 2 , Nejat YILMAZ 3 , Mehmet BERKÖZ 4 ,<br />

Suat ASLANTAŞ 5 , Pelin EROĞLU 1 , Fatma SÖĞÜT 2<br />

P-106<br />

Influence of Radiotherapy on Contraction Mechanics and Oxidative Stress<br />

in Skeletal Muscle<br />

Serap YALIN 1 ,Ülkü ÇÖMELEKOĞLU 2 , Nejat YILMAZ 3 , Mehmet BERKÖZ 4 ,<br />

Suat ASLANTAŞ 5 , Pelin EROĞLU 1 , Fatma SÖĞÜT 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya, Mersin Üniversitesi, Mersin<br />

2Biyofizik, Mersin Üniversitesi, Mersin<br />

3Histoloji-Embriyoloji, Mersin Üniversitesi, Mersin<br />

4Farmasötik Teknoloji, Mersin Üniversitesi, Mersin<br />

5Radyoloji, Adana Numune Hastanesi, Adana<br />

Radyoterapi birçok kanser türünü tedavi etmede kullanılan en etkili yöntemlerden biridir.<br />

Ancak radyoterapi bir taraftan kanser hücrelerini yok ederken diğer taraftan normal<br />

hücrelerin ölümüne de yol açabilmektedir. İskelet kaslarının radyasyona duyarlılığı<br />

birçok dokuya göre düşüktür. Bu çalışmada radyoterapinin normal iskelet kasında<br />

kasılma mekaniği ve oksidatif stres üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.<br />

Deneylerde 30 Adet sıçan kullanılmıştır. Sıçanlar grup I (kontrol), grup II (3. ay) ve<br />

grup III (6.ay) olmak üzere rastgele üç gruba bölünmüştür (n=10). Grup II ve grup<br />

III’deki sıçanlara Picker C-9 60Co teleterapi cihazıyla günlük 1Gy dozunda 10 gün<br />

boyunca radyoterapi uygulanmıştır. Son uygulamadan üç ay sonra Grup I ve grup<br />

II’deki sıçanların gastroknemius kasından 3 mm genişliğinde kas şeritleri çıkarılarak<br />

Krebs çözeltisi içeren ortama alınmıştır. Kasın bir ucu kuvvet transduserine bağlanmış,<br />

diğer ucu ise sabitlenmiştir. Kaslar Ag/AgCl elektrotlar kullanılarak supramaksimal<br />

pulslarla uyarılmıştır. Transdusere gelen kuvvet sinyalleri bilgisayara aktarılmış ve<br />

kayıtlanan kasılma eğrilerinden kasılma kuvveti, kasılma süresi ve gevşeme süresi<br />

ölçülmüştür. Oksidatif stres için kas örnekleri homojenize edilmiş ve malondialdehid<br />

(MDA) düzeyi, superoksit dismutaz (SOD) ve katalaz aktiviteleri saptanmıştır.<br />

Kasılma kuvveti, kasılma süresi ve gevşeme süresi açısından kontrol grubu ile 3. Ay<br />

grubu arasında istatistiksel olarak önemli bir fark gözlenmezken, 6. Ay grubunda<br />

kasılma süresi ve gevşeme süresinde önemli miktarda artış gözlenmiştir. 6.ay grubunda<br />

MDA düzeyi artmış, SOD ve katalaz enzim aktiviteleri azalmıştır; diğer gruplarda<br />

ise bu parametrelerde bir değişiklik gözlenmemiştir. Sonuç olarak oksidatif stresin<br />

artması ve kasılma ve gevşeme süresinin uzaması radyoterapinin iskelet kasında<br />

kasılmadan sorumlu iyonik mekanizmaları bozduğu şeklinde yorumlanabilir.<br />

1 Mersin University, Pharmacy Faculty, Biochemistry Department, Mersin<br />

2 Mersin University, Faculty of Medicine, Biophysics Department, Mersin<br />

3 Mersin University, Faculty of Medicine, Histology-Embryology Department, Mersin<br />

4 Mersin University, Pharmacy Faculty, Pharmaceutical Technology Department,<br />

Mersin<br />

5 Numune Hospital, Radiology Dapartment, Adana<br />

Radiotherapy is one of the most effective tool used to treat many kinds of cancer. Radiation<br />

may also lead to death of normal cells while destroying cancer cells. Radiation<br />

sensitivity of skeletal muscle tissue is low compared to many other tissues. The aim<br />

of this study was to investigate the effect of radiation on contraction mechanics and<br />

oxidative stress in normal skeletal muscle. Thirty rats were used in experiments. Rats<br />

were divided into three groups to be random as group I (control), group II (3 months)<br />

and group III (6 months) (n = 10). One Gy daily dose of radiotherapy for 10 days was<br />

applied by Picker C-9 with 60Co teletherapy device to the group II and group III rats.<br />

Three months after the last application, 3 mm wide strips of muscle from the gastrocnemius<br />

muscle was removed from group I and group II rats and was taken to the environment<br />

containing Krebs solution. One end of muscle was connected to force transducer,<br />

the other end was fixed. Muscles were stimulated with supramaximal pulses<br />

using Ag/AgCl electrodes. Force signals coming to transducer were transferred to the<br />

computer and the contraction force, duration of contraction and relaxation were measured<br />

via the curve of the contraction records. For oxidative stress, muscle samples<br />

were homogenized and malondialdehyde (MDA) level, superoxide dismutase (SOD)<br />

and catalase activities were determined. Contraction force, duration of contraction and<br />

relaxation were not statistically different in the control and 3 months groups. Duration<br />

of contraction and relaxation were significantly increased during 6 months period.<br />

MDA levels were increased, SOD and catalase enzyme activities were decreased in 6<br />

months group however, these parameters were not changed in other two groups. As<br />

a result, increased oxidative stress and prolonged contraction duration and relaxation<br />

may be interpreted as radiotherapy cause to disruption of ionic mechanisms responsible<br />

for contraction in skeletal muscle.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-107<br />

Bazı Antidiyabetik Bitkilerin Dipeptidil Peptidaz Iv İnhibitör Etkilerinin<br />

Araştırılması<br />

Ali ZEYTUNLUOGLU, Figen ZİHNİOĞLU<br />

P-107<br />

Screening Of Dipeptidyl Peptidase Iv Inhibitory Effects Of Some<br />

Antidiabetic Plants<br />

Ali ZEYTUNLUOGLU, Figen ZİHNİOĞLU<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Ege Üniversitesi, İzmir<br />

Biochemstry, Ege University, İzmir<br />

Dipeptidil peptidaz IV (DPP IV); tip 2 diyabet, immun cevap, T hücre aktivasyonu,<br />

sinyal transdüksiyonu, proliferasyon ve metabolik homeastazın kontrolü gibi birçok<br />

fizyolojik olayda kritik öneme sahip biyolojik aktif peptidlerin hidrolizinde görev<br />

alan serin proteazdır. Tip 2 diyabet açısından bakıldığında, DPP IV insülin salınımını<br />

ve kan glukoz düzeyini düzenleyici etkilere sahip olan glukagon benzeri peptid<br />

(GLP-1ve GLP-2) ve glukoz bağımlı insülinotropik peptid (GIP)’in hidrolizinden<br />

sorumludur. Bu nedenle DPP IV inhibisyonu ile inkretinlerin degredasyonlarının<br />

engellenmesi glisemik kontrol açısından önemli olup, son yıllarda araştırmacılar antidiyabetik<br />

ajanlar için yeni bir grup olan DPP IV inhibitörlerinin geliştirilmesi üzerine<br />

yoğunlaşmışlardır. Doğal kaynaklardan elde edilen inhibitörlerin sentetik orjinli<br />

olanlara oranla daha düşük toksisite, fizyolojik koşullarda yüksek stabilite gösterdikleri<br />

bilinmektedir. Bu çalışmada antidiyabetik ve serin proteaz inhibitörlerince<br />

zengin olduğu bilinen bazı bitkilerin(19 farklı tür) sulu ekstraklarında DPP IV peptid<br />

inhibitör aktivitesinin taranması ve ön karakterizasyonu gerçekleştirildi. DPP IV inhibisyon<br />

etkinliklerinin belirlenmesi amacıyla öncelikle farklı koşullarda hazırlanan bitkilerin<br />

sulu ekstraklarının protein değerleri esas alınarak spesifik inhibitör aktiviteleri<br />

belirlendi. En yüksek inhibitör etkisine sahip 6 türün IC50 değerleri hesaplanarak<br />

Lineweaver-Burk grafiği ile inhibisyon tiplerinin kısmi karışık olduğu gözlendi.<br />

Sonuç olarak hazırlanan bitki ekstrelerinin DPPIV inhibisyonu ile Tip 2 diyabet tedavisinde<br />

kullanılabilecek potansiyel peptid inhibitörleri içerdiği belirlendi. Ancak ileri<br />

aşamada peptid bileşenlerin izolasyonları, yapı analizleri ve invivo testlerle sonuçların<br />

teyit edilmesi gerekmektedir.<br />

Dipeptidyl peptidase IV (DPP IV) enzyme is a multifunctional type II transmembrane<br />

serine peptidase protein which regulates various processes most notably plasma glucose<br />

homeostasis by cleaving incretin peptide hormones as glucagon-like peptide-1<br />

(GLP-1) and glucose-dependent insulin releasing polypeptide (GIP). Inhibitors of the<br />

Dipeptidyl peptidase IV reversibly block DPP IV mediated inactivation of these incretin<br />

hormones resulted in glycemic control. Because of this fact recently researches<br />

focused on the development of DPP IV inhibitor compounds as a major new class<br />

of oral anti-diabetic agents. In the present study we evaluated the screening and preliminary<br />

characterization of DPP IV inhibitory activity in aqueous extracts of traditional<br />

antidiabetic medicinal plants so that inhibitors from natural sources have some<br />

advantages in comparison with those of synthetic origin such as low toxicity, high<br />

stability in physiological conditions Nineteen plants having antidiabetic property were<br />

screened for their ability to inhibit DPP IV activity in correlation with their protein<br />

content. Preliminary characterization of DPP IV inhibition was evaluated by the spesific<br />

inhibitory activity of aqueous extracts of plants prepared without ant with heat<br />

(60 0C). IC50 values of the species with the highest inhibitor effect were judged and<br />

Lineweaver-Burk plots showed that inhibition mode was of partial mixed type. This<br />

study could provide a new insight into DPP IV inhibitors from plants that could be<br />

useful for treatment of Type 2 diabetes<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-108<br />

Türkiye’deki Helicoverpa Armigera’nın Piretroidlere Karşı Geliştirdiği<br />

Dirençte Glutatyon S-Transferaz İzozimlerinin Rolü<br />

Metin KONUŞ 1 , Sakine UĞURLU 2 , Mesude İŞCAN 3<br />

P-108<br />

Role Of Glutathıone S-Transferase Isozymes On Pyrethroıd Resıstance In<br />

Helıcoverpa Armıgera From Turkey<br />

Metin KONUŞ 1 , Sakine UĞURLU 2 , Mesude İŞCAN 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Yüksek Lisans Programı, ODTÜ, Ankara<br />

2Bitki Koruma Merkez Araştırma Enstitüsü, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Ankara<br />

3Biyokimya Yüksek Lisans Programı ve Biyolojik Bilimler Bölümü, ODTÜ, Ankara<br />

1Graduate Program of Biochemistry, METU, Ankara<br />

2Plant Protection Central Research Institute, Ankara<br />

3Department of Biological Sciences, METU, Ankara<br />

Helicoverpa armigera, pamukta yeşilkurt, ekonomik olarak önemli pamuk, baklagiller,<br />

soya fasülyesi, nohut ve sebzelerde ciddi ürün kayıplarına neden olan zararlılardan biridir.<br />

Pamukta yeşilkurt piretroidli insektisitlere karşı direnç kazanmaktadır. Dünyanın<br />

değişik bölgelerindeki H. armigera populasyonlarının piretroidlere karşı direnç<br />

geliştirdikleri rapor edilmektedir. Glutatyon S-transferazların (GST) direnç gelişimine<br />

neden olduğu iddia edilmektedir. Literatürdeki birçok araştırmada glutatyon S-transferaz<br />

enzim aktivitesinin analizinde bu enzimlerin genel substratı olan 1-kloro-2,4-<br />

dinitrobenzen (CDNB) kullanılmaktadır. Bununla birlikte, diğer GST izoenzimlerininde<br />

direnç gelişiminde belirli bir sorumluluğu olabilir. Bu çalışmada, H. armigera’nın<br />

Çanakkale (n=30) ve Mardin (n=30) tarla populasyonları ile Almanya’dan getirilen<br />

hassas (n=30) populasyonun mide bölümleri GST izozimlerinin metabolik dirençlilikteki<br />

rolünün araştırılması amacıyla kullanıldı. GST aktiviteleri 4-nitrobenzilklorid<br />

(PNBC), 3,4-dikloronitrobenzen (DCNB), CDNB ve 1,2-epoksi-3-(p-nitrofenoksi)<br />

propan) (EPNP) substratları varlığında ölçüldü. PNBC substratıyla yapılan ölçümlerde<br />

Çanakkale ve Mardin populasyonları hassas populasyona göre sırasıyla istatistiksel<br />

olarak anlamlı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-109<br />

Benzoksazol ve Nitrofenil Halkası Taşıyan Bazı Bileşiklerin Glutatyon<br />

Transferaz P1-1 Üzerindeki İnhibisyon Etkileri<br />

Yaman MUŞDAL 1 , Yasemin AKSOY 1 , Esin AKI 2 , İlkay YILDIZ 2 ,<br />

Usama HEGAZY 3 , Bengt MANNERVIK 3<br />

P-109<br />

The Inhibitory Effect of Some Benzooxazole and Nitrophenyl Ring Containing<br />

Compounds on Glutathione Transferase P1-1<br />

Yaman MUŞDAL 1 , Yasemin AKSOY 1 , Esin AKI 2 , İlkay YILDIZ 2 ,<br />

Usama HEGAZY 3 , Bengt MANNERVIK 3<br />

CONTENTS<br />

1Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya ABD, Ankara<br />

2Ankara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Kimya ABD, Ankara<br />

3 Uppsala Üniversitesi, BMC, Biyokimya ve Organik Kimya ABD, Uppsala,<br />

İsveç<br />

ymusdal@hacettepe.edu.tr<br />

Glutatyon transferazlar, endojen ve eksojen elektrofilik bileşiklerin glutatyona<br />

konjugasyonunu katalizleyen, detoksifikasyonda rol alan faz II metabolizması<br />

ailesi enzimlerindendir. Birbirinden bağımsız genler tarafından sentezlenen bu<br />

ailenin sitozolik sekiz tane alt birimi bulunmaktadır. Bunlardan biri olan GST P1-<br />

1, birçok kanser hücresinde aşırı ekspresyon göstermekte ve bazı kemoterapötik<br />

ilaçların inaktivasyonuna neden olarak ilaç direncinin oluşumuna yol açmaktadır.<br />

Çalışmamızda benzoksazol ve nitrofenil grubu, GST P1-1 için olası inhibitör<br />

bileşikler tasarlandı. Bu amaçla, E.coli XL-1 Blue hücrelerinde ekspresyonu<br />

sağlanan GST P1-1 enzimi, S-hekzilglutatyon sefaroz 6B afinite kromatografisi<br />

kullanılarak saflaştırıldı. Enzim inhibisyon kinetik çalışmaları sentezlenen özgün<br />

bileşiklerle gerçekleştirildi. Bileşiklerden benzoksazol halkası taşıyan XT4B<br />

(IC50= 15 µM), XT5B (IC50= ~50 µM), XT9B (IC50= ~20 µM) kodlu bileşikler<br />

GST P1-1 üzerinde inhibisyon göstermektedir. Buna karşın diğer benzoksazol<br />

halkalı XT2B, XT12B, XT17B kodlu bileşikler ile nitrofenil halkası taşıyan XT1,<br />

XT2, XT3, XT9, XT11, XT12 kodlu bileşikler GST P1-1 üzerinde herhangi bir<br />

inhibisyon göstermemektedir. Bileşiklerin IC50 değerlerinin belirlenmesinde<br />

Graphpad Prism 4.0 yazılımı kullanıldı.<br />

1 Hacettepe University, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry<br />

2 Ankara University, Faculty of Pharmacy, Department of Pharmaceutical<br />

Chemistry<br />

3 Uppsala University, BMC, Department of Biochemistry and Organic Chemistry<br />

ymusdal@hacettepe.edu.tr<br />

Glutathione transferases, are a family of phase II detoxification enzymes that catalyze<br />

the conjugation of endogenous and xenobiotic electrophilic compounds to<br />

glutathione. There are eight cytosolic isozymes of this family which are synthesized<br />

by independent genes. GST P1-1 is one of the member of this family and it<br />

is overexpressed in many cancer cell lines. It inactivates some of the cancer drugs<br />

in overexpressed cells and leads to formation of drug resistance. In our study,<br />

benzoxazole and nitrophenyl ring containing compounds were designed for the<br />

inbition studies for GST P1-1. For this reason, recombinant GST P1-1 enzyme<br />

was expressed in E. coli XL-1 Blue cells and then purified by using S-hexylglutathione<br />

Sepharose 6B affinity chromatography. Enzyme inhibition kinetic studies<br />

were performed with synthesized compounds. Benzoxazole ring containing compounds,<br />

coded as XT4B (IC50= 15 µM), XT5B (IC50= ~50 µM), XT9B (IC50=<br />

~20 µM) show inhibition on GST P1-1. However, other benzoxazole ring compounds<br />

XT2B, XT12B, XT17B and the nitrophenyl ring containing compounds<br />

XT1, XT2, XT3, XT9, XT11, XT12 does not have inhibition on GST P1-1. IC50<br />

values of the compounds were determined by using GraphPad Prism 4.0 software.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-110<br />

Sıçan Ince Barsak Dokusundan Butirilkolinesteraz Saflaştırılması, Karakterizasyonu<br />

Ve Statin Türevi Ilaçlar Ile Etkileşiminin Incelenmesi.<br />

Ebru BODUR<br />

P-110<br />

Purification And Characterization Of Butyrylcholinesterase From Rat<br />

Intestine And Its Interactions With Statin Compounds<br />

Ebru BODUR<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Biyokimya, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Medical Biology, Hacettepe University Faculty of Medicine, Ankara<br />

Butirilkolinesteraz (BChE) kolinesteraz ailesi içinde yer alan, yaygın olarak tüm<br />

dokularda bulunan ve farklı ester bileşiklerini parçalayabilme yetisine sahip bir<br />

enzimdir. “Çöpçü enzim” olarak da bilinen BChE, bağırsak mukoza hücrelerinde,<br />

sindirim yoluyla alınan toksik bileşiklerin detoksifikasyonunda rol oynar.<br />

Ayrıca BChE’ın lipid metabolizmasında henüz belirlenememiş bir rolü olduğu<br />

düşünülmektedir. Diyabetik ve obez farelerde BChE seviyeleri normale oranla daha<br />

yüksek olarak bulunmuş ve ayrıca hiper-lipoproteinemik hastaların serumlarında<br />

BChE seviyelerindeki artışa paralel olarak HDL seviyesinin azaldığı saptanmıştır.<br />

Bu bilgilerden yola çıkarak planlanan çalışmada; BChE, sıçan ince barsak dokusundan<br />

G-25 jel filtrasyon kromatografisi ve ardından Prokainamid-Sepharose 4B<br />

afinite kromatografisi kullanılarak yaklaşık 286 kez saflaştırılmıştır. Saflaştırılan<br />

BChE ile substrat olarak butiriltiyokolin kullanılarak yapılan çalışmada enzime ait<br />

kinetik parametreler olan Km, Kss, katalitik etkinlik sabiti kcat ve üçlü kompleks<br />

oluşum sabiti b değerleri sırası ile, 0.046 ± 0.02 mM, 1.465 ± 0.243 mM, 3.828<br />

± 0.149 ve1.863 olarak bulunmuştur. Substrat olarak benzoyilkolin kullanılan<br />

çalışmalarda ise Km, b ve kcat değerleri sırası ile 0.056 ± 0.014 mM, 1.00 ± 0.622,<br />

2.531 ± 0.449 olarak saptanmıştır. Saflaştırılan BChE ile simvastatin ile kinetik<br />

etkileşimi incelendiğinde simvastatin’in IC50 değeri 133 μM olarak saptanmıştır.<br />

Substrat olarak butiriltiyokolin ile yapılan kinetik çalışma sonucunda ise simvastatin<br />

BChE üzerine kompetitif tipte inhibisyon gösterdiği bulunmuş ve Ki değeri<br />

non-lineer regresyon ile 47.1 ± 2.05 μM olarak hesaplanmıştır. 1458<br />

Butyrylcholinesterase (BChE), a member of the Cholinesterase family, is an enzyme<br />

capable of hydrolyzing different ester compounds found ubiquitously in all<br />

tissues. Known also as bioscavenger enzyme BChE of the intestinal mucosa plays<br />

a role in detoxification of toxic compounds ingested through the gastrointestinal<br />

track. Also there are reports on an as yet unidentified role for BChE involving<br />

lipid metabolism. In a study on diabetic and obese rats BChE levels were found<br />

to be higher as opposed to the controls. Furthermore a decrease in HDL levels of<br />

hyperlipoproteinemic patients parallel to an increase in serum BChE levels has<br />

been noted. In this study BChE is purified from rat intestine by G-25 gel filtration<br />

chromatography followed by procainamide-Sepharose 4 B affinity chromatography<br />

approximately 286 times. Kinetic parameters Km, Kss, kcat and b obtained<br />

for purified rat intestinal BChE using butyrylthiocholine as substrate was found<br />

as 0.046 ± 0.02 mM, 1.465 ± 0.243 mM, 3.828 ± 0.149 and 1.863, respectively.<br />

Using benzoylcholine as substrate, the Km, b and kcat values were found as 0.056<br />

± 0.014 mM, 1.00 ± 0.622, 2.531 ± 0.449, respectively. Interaction of simvastatin<br />

with pure rat intestinal BChE was investigated and the IC50 value for simvastatin<br />

was found as 133 μM. Further kinetic analysis with butyrylthiocholine as<br />

substrate yielded that simvastatin is a competitive inhibitor of rat intestinal BChE<br />

with a Ki value of 47.1 μM through non-linear regression analysis. 1269<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-111<br />

Biomass Ve Sigara Dumanının Rat Karaciğerindeki Bazı Zenobiyotik-<br />

Metabolizma Enzimleri Üzerine Etkileri<br />

Serap ŞAHİN BAŞAK 1 , Yavuz SİLİĞ 2 , Ömer Tamer DOĞAN 3<br />

P-111<br />

Effects Of Biomass And Cigarette Smoke On Some Xenobiotic-<br />

Metabolizing Enzymes In Rat Liver<br />

Serap ŞAHİN BAŞAK 1 , Yavuz SİLİĞ 2 , Ömer Tamer DOĞAN 3<br />

CONTENTS<br />

1Kimya Bölümü, Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas<br />

2Biyokimya, Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas<br />

3Göğüs Hastalıkları, Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas<br />

Biomass gelişmekte olan ülkelerde, ısınma ve yemek pişirme gibi günlük ihtiyaçlar<br />

için enerji elde etmek amacıyla yakılmaktadır. Biomass yakıtının dumanı<br />

karbon monoksit, nitrik oksit, sülfür oksitler (başlıca kömürden), formaldehit ve<br />

polisiklik organik maddeler gibi zararlı materyaller ile benzo(a)piren gibi karsinojenlerle<br />

birlikte daha birçok diğer toksik organikleri de içermektedir. Sitokrom<br />

P450 (CYP)-bağımlı monooksigenazlar, birçok ilaç, çevresel kirleticiler ve kimyasal<br />

karsinojenlerin bioaktivasyon ve detoksifikasyonlarını içeren birincil oksidasyon<br />

enzim sistemlerini içermektedir. Bu çalışmada; Biomass (tezek) ve sigara<br />

dumanına maruz kalan ratların karaciğerlerinde, NADPH-sitokrom c-redüktaz,<br />

NADH sitokrom b5 redüktaz, N-nitrosodimethylamine N-demethylase, aminopyrine<br />

N-demethylase, Anilin hidroksilaz enzim aktiviteleri incelendi. Bu çalışmada<br />

normal şartlar altında beslenen 300 g ağırlığındaki yetişkin erkek Wistar-strain<br />

albino ratlar kullanıldı. Ratlar, her biri yedi hayvan içeren beş gruba ayrıldı. Grup<br />

1; Biomass dumanı, Grup 2; sigara dumanı, Grup 3; sigara dumanı + Biomass<br />

dumanına 3 ay boyunca günde bir saat maruz bırakıldı. Kontrol grubu hayvanlar<br />

ise herhangi bir uygulamaya maruz değildi. Tüm deney gruplarında, NADHsitokrom<br />

b5 redüktaz, NADPH-sitokrom c-redüktaz enzim aktivitelerinde kontrol<br />

gruplarına göre önemli artışlar gözlendi. Diğer yandan, aminopiridin N-demetilaz,<br />

Anilin hidroksilaz, N-nitrozidimetilamin N-demetilaz enzim aktivitelerinde<br />

ise tüm deney gruplarında kontrol grubuna göre ılımlı değişiklikler gözlendi.<br />

1Department of Chemistry, Faculty of Medicine, Cumhuriyet University,<br />

Sivas<br />

2 Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Cumhuriyet University,<br />

Sivas<br />

3 Department of Respiratory Disease, Faculty of Medicine, Cumhuriyet<br />

University, Sivas<br />

Biomass fuel is burned to obtain energy for daily necessities like heating and cooking<br />

in developing countries. Biomass fuel smoke contains a number of noxious<br />

materials such as carbon monoxide, nitrous oxides, sulphur oxides (principally<br />

from coal), formaldehyde, and polycyclic organic matter, including carcinogens<br />

such as benzo(a)pyrene and many other toxic organic. Cytochrome P450 (CYP)-<br />

dependent monooxygenase is the primary oxidation enzyme systems involved in<br />

the detoxication and bioactivation of a number of drugs, environmental pollutants<br />

and chemical carcinogens. In this study, we investigated effects on aminopyrine<br />

N-demethylase, Aniline hydroxylase, NADPH-cytochrome c-reductase, NADH<br />

cytochrome b5 reductase, and N-nitrosodimethylamine N-demethylase in liver<br />

of rats exposed to biomass (dried dung) and cigarette smoke. Adult male Wistarstrain<br />

albino rats weighing about 300 g each and nourished under normal conditions<br />

were used in this study. Rats were divided into five groups each of which<br />

contains seven animals. Animals were exposed to biomass smoke (group 1), to<br />

cigarette smoke (group 2) and to both cigarette smoke and biomass smoke together<br />

(group 3), for an hour daily for three months. Whereas the control group<br />

animals was not subjected to any application. It has been found out that the activities<br />

of NADH cytochrome b5 reductase and NADPH-cytochrome c-reductase<br />

enzymes activity in all experimental groups were significantly elevated than seen<br />

in the control group. On the other hand, aminopyrine N-demethylase, Aniline hydroxylase<br />

and N-nitrosodimethylamine N-demethylase enzymes activities were<br />

found to be moderately changed in all experimental groups when compared to the<br />

control group.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-112<br />

Türk Popülasyonunda Manganez-Süperoksit Dismutaz (SOD2)<br />

Polimorfizmi<br />

Yavuz SİLİG, Ayça TAŞ, Hatice PİNARBASİ<br />

P-112<br />

Manganese-Superoxide Dismutase (SOD2) Polymorphisms in Turkish<br />

Population<br />

Yavuz SİLİG, Ayça TAS, Hatice PINARBASI<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya Anabilim Dalı Tıp Fakültesi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas<br />

aycaca_2222@hotmail.com<br />

Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Cumhuriyet University, Sivas<br />

aycaca_2222@hotmail.com<br />

Mangan süperoksit dismutaz (MnSOD), süperoksit radikali, hidrojen peroksit ve<br />

oksijen de içeren reaktif oksijen türlerinin dismutasyonunu katalizler. Reaktif oksijen<br />

türlerinin birikimi, DNA, proteinler ve lipidlerin yapı ve fonksiyonlarına<br />

zarar verebilir. MnSOD, hücresel metabolizmada reaktif oksijen türlerinin en çok<br />

oluştuğu mitokondride bilinen tek süperoksit süpürücü ve antioksidan savunma<br />

siteminin önemli bir enzimidir. MnSOD translasyon sonrası N-terminal sinyal<br />

düzeniyle mitokondriye transfer edilmiş nükleer şifreli bir proteindir. Sinyal düzeni<br />

proteinlerin mitokondri tarafından doğru transfer edilebilmesi için önemlidir.<br />

MnSOD geninin(SOD2) ikinci ekzondaki bir polimorfizm, MnSOD enziminin<br />

sinyal düzeninin -9 pozisyonuda olarak adlandırılan 16 pozisyonda alanin amino<br />

asiti valin ile yer değiştirir. Bu polimorfizm MnSOD ‘un yapısal düzenini ve mitokondriyal<br />

transferini değiştirebilir. Sonuç olarak alanin içeren enzim normal<br />

transfer gösterir ve valin yapılı enzimden % 30–40 daha fazla aktivite gösterir.<br />

Bu çalışmada, toplam 440 (kadın: 201,% 46 ve erkek: 239,% 54) Türk sağlıklı<br />

bireyler incelendi. Çalışma grubunun yaş ortalaması 56,3 ± 11,1 yıl (erkek, 57,4 ±<br />

6,6; kadın, 55,5 ± 4,1) idi. Türk toplumunda bu polimorfizmin dağılımı bir PCR-<br />

RFLP yöntemi kullanılarak incelenmiştir. Mangan süperoksit dismutaz gözlenen<br />

genotip frekansları sırasıyla Ala16Ala : % 17,5 Ala16Val: % 50,5 ve Val16Val<br />

için % 32,0 olarak tespit edildi.<br />

Manganese superoxide dismutase (MnSOD) catalyzes the dismutation of a specific<br />

type of reactive oxygen species, superoxide radicals, into hydrogen peroxide<br />

and oxygen. Accumulation of reactive oxygen species can damage structures<br />

and functions of DNA, proteins, and lipids. MnSOD, the only known superoxide<br />

scavenger in mitochondria, may be particularly important for antioxidant defense<br />

because mitochondria are the major sites for cellular metabolism and hence production<br />

of reactive oxygen species. MnSOD is a nuclear-encoded protein that<br />

is transported, after translation, into mitochondria via an N-terminal signal sequence.<br />

The signal sequence is essential for correct transport activity of proteins<br />

by mitochondria. A polymorphism on the second exon of the MnSOD gene<br />

(SOD2) results in an alanine-to-valine change at amino acid position 16 (Ala-<br />

16Val), also described as the -9 position of the signal sequence of the MnSOD<br />

enzyme. This polymorphism may change the structural conformation and mitochondrial<br />

transport of MnSOD. As a result, the alanine-containing protein shows<br />

normal transport and generates 30-40% more active enzyme than does the valine<br />

form of the enzyme. In the present study, a total of 440(females: 201, 46% and<br />

males: 239, 54%) Turkish healthy individuals were studied. The mean age of the<br />

study population was 56,3±11,1years (males, 57.4±6.6; females, 55.5±4.1). The<br />

distribution of these polymorphisms in a Turkish population was examined using<br />

a PCR-RFLP method. The observed geno¬type frequencies of Manganese<br />

superoxide dismutase were 17.5, 50.5 and 32.0% for Ala16Ala, Ala16Val and<br />

Val16Val, respec¬tively.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-113<br />

İn Vitro Fertilizasyon (Ivf) Hastalarının Folikül Sıvılarında Adenozin<br />

Deaminaz, 5’nükleotidaz Ve Guanaz Enzim Aktiviteleri İle Oksidasyona<br />

Duyarlık Seviyelerinin Araştırılması<br />

Z.Esra DURAK, Cengiz KARAKAYA, Mustafa KAVUTCU<br />

P-113<br />

Investigation Of Adenosine Deaminase, 5’Nucleotidase And Guanase<br />

Enzyme Activities And Susceptibility Of Oxidation Levels From Follicular<br />

Fluids In Patients With In Vitro Fertilization<br />

Z.Esra DURAK, Cengiz KARAKAYA, Mustafa KAVUTCU<br />

CONTENTS<br />

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Gazi University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

Bu çalışmada, invitro fertilizasyon hastalarından zayıf, normal ve yüksek<br />

cevap gruplarına ait toplam 45 hastanın folikül sıvılarında purin-pirimidin<br />

metabolizmasında görev alan enzimlerden Adenozin Deaminaz (ADA), 5’Nükleotidaz<br />

( 5’NT), Guanaz ( GUA) enzim aktiviteleri ile oksidan antioksidan durum<br />

hakkında bilgi sahibi olamak için oksidasyona duyarlık (OD) araştırıldı. ADA<br />

aktivitesinde, normal- zayıf, normal- yüksek ve zayıf-yüksek cevap grupları<br />

karşılaştırıldığında, hem zayıf ve hem de yüksek grupta normal gruba göre bir azalma<br />

olmasına karşılık, istatistiksel olarak normal-yüksek ve zayıf-yüksek grupları<br />

arasında anlamlı bir düşme olmuştur ( sırası ile p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-114<br />

Kolorektal Kanserde Kras Mutasyonlarının Taraması: Arms Pcr İle Dna<br />

Dizileme Analizinin (Altın Standart) Karşılaştırılması<br />

Yasemin BASKIN 1 , Gizem ÇALIBAŞI 1 , Emre CANDA 2 , Sülen SARIOĞLU 3 ,<br />

Uğur YILMAZ 4<br />

P-114<br />

Kras Mutation Screening İn Colorectal Cancer: A Comparison Between<br />

Arms Pcr And Dna Sequencing (As A Gold Standard)<br />

Yasemin BASKIN 1 , Gizem ÇALIBAŞI 1 , Emre CANDA 2 , Sülen SARIOĞLU 3 ,<br />

Uğur YILMAZ 4<br />

CONTENTS<br />

1Temel Onkoloji, Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Ankara<br />

2Genel Cerrahi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

3Patoloji, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

4Klinik Onkoloji, Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Ankara<br />

Klinik onkolojide moleküler hedeflenmiş sağaltımların önemi artmaktadır.<br />

Moleküler hedefle ilişkili biyobelirteçler antitümöral etkiyi öngörerek olumlu<br />

ve olumsuz etkilenecek hastaların seçilmesinde yardımcı olabilirler.Kolorektal<br />

kanserde, KRAS mutasyonları, cetuximab ve panitumumab gibi EGRF inhibitörlerinin<br />

tümör yanıtları için prediktif belirteç olarak bildirilmiştir.Bu<br />

nedenle, KRAS mutasyon test, kolorektal kanserlerde hastaların sağaltımlarının<br />

planlanmasında standart bir prosedür haline gelmiştir. Biz, kolorektal kanserin<br />

sağaltım planlamasında KRAS mutasyon analizini kullanan bir onkoloji merkezi<br />

olarak, ARMS-PCR kitini DNA dizileme ile karşılaştırılması yanı sıra her iki yöntemin<br />

klinik ve laboratuar uygulamalarındaki duyarlılıklarını sunuyoruz. KRAS<br />

mutasyonlarının tanımlanmasında, altın standart olarak DNA dizileme ve analiz<br />

için mutasyon spesifik amplifikasyon (ARMS) ve amplifikasyonun saptanmasında<br />

flüoresan teknolojisi (Scorpions) kullanılmıştır. KRAS mutasyonları, DNA dizilemede<br />

%56.6 hastada ve ARMS-PCR ile %43.3 hastada saptanmıştır (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-115<br />

Wistar Erkek Sıçanlarında Plazma Okratoksin Düzeyinin Testis Bağımlı Değişimi<br />

Firdevs MOR a , Mehmet A. KILIÇ b , İlknur EKER c , Mesut Yılmaz b,d ve<br />

Kemal URAN b,e<br />

aMehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veterinerlik Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji<br />

Anabilim Dalı, Burdur .<br />

bAkdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Antalya .<br />

cAkdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Antalya.<br />

dAkdeniz Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Su ürünleri Yetiştiriciliği Bölümü, Antalya,<br />

eİl Kontrol Laboratuar Müdürlüğü, Kalıntı Laboratuarı, Antalya.<br />

fmor@mehmetakif.edu.tr<br />

Okratoksin, insan ve hayvanlara birçok gıda kaynağı ile geçebilen bir toksindir.<br />

Sıçanlarda cinsiyete bağımlı böbrek bozukluklarına ve tümörlerine neden olabilmektedir.<br />

Bu durumun erkek sıçanlar tarafından yüksek düzeyde üretilen alpha-2uglobulin<br />

adlı bir protein ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, Wistar<br />

çeşidi sıçanların plazma okratoksin düzeylerinin gelişim ve testise bağlı değişimi<br />

incelenmiştir. Wistar çeşidi sıçanların idrar plazma okratoksin düzeyleri 6 ay süresince<br />

izlenmiştir. Sıçanlar, 4. aylarından itibaren okratoksinli yem (100 microg/mg) ile<br />

beslenmişler ve erkek sıçanların bir gurubu 6 hafta toksin alımından sonra kastre<br />

edilmiştir. Sıçan plazma okratoksin düzeyleri de HPLC kullanılarak belirlenmiştir.<br />

Erkek sıçanlar ile dişi sıçanlar ve kastre edilen sıçanlar ile edilmeyen erkek sıçanlar<br />

arasında, okratoksin miktarları bağlamında önemli faklılıkların olduğu bulunmuştur.<br />

Sıçanların plazma okratoksin düzeyi zamana bağlı olarak artış göstermiş, erkek<br />

sıçanlarda toksin düzeyi altı hafta sonra plato düzeyine ulaşırken, dişilerin toksin düzeyi<br />

artmaya devam etmiş ve 25. haftalarında maksimuma ulaşmıştır. İlerleyen haftalarda<br />

hem dişilerin ve hem de erkeklerin plazma okratoksin düzeylerinde (dişilerde daha<br />

belirgin olmakla birlikte) bir düşüş gözlenmiştir. Okratoksin alımlarının 6. haftasında<br />

erkek sıçanların testislerinin uzaklaştırılması, plazma toksin düzeylerinde bir düşüş<br />

başlatmış ve 26. haftada kastre edilen erkek sıçanların plazma okratoksin düzeyleri<br />

minimuma ulaşmıştır. Bu bulguların ışığında şu sonuçlar elde edilmiştir: 1- Dişilerin<br />

plazma okratoksin düzeyi erkeklerden yaklaşık 2 kat daha fazladır ve 2- Erkek<br />

sıçanların testislerinin uzaklaştırılması, erkek sıçanlarda plazma okratoksin düzeyinin<br />

zamana bağlı olarak kararlı ve kademeli olarak düşüşüne neden olmaktadır. Bu<br />

çalışma göstermiştir ki, testosteron erkeklerin plazma okratoksin düzeyini belirleyen<br />

önemli faktörlerden biridir.<br />

P-115<br />

Testosterone-Dependent Change In Plasma Ochratoxin Levels Of Wistar<br />

Male Rats<br />

Firdevs MOR a , Mehmet A. KILIÇ b , İlknur EKER c , Mesut Yılmaz b,d ve<br />

Kemal URAN b,e<br />

aMehmet Akif Ersoy University, Veterinary Faculty, Department of Pharmacology and<br />

Toxicology, Burdur .<br />

bAkdeniz University, Faculty of Science and Literature, Department of Biology, Antalya.<br />

cAkdeniz University, Faculty of Science and Literature, Department of Chemistry, Antalya.<br />

dAkdeniz University, Faculty of Aquaculture, Department of Fishery, Antalya,<br />

eMinistry of Agriculture, Food Safety Laboratory, Antalya.<br />

fmor@mehmetakif.edu.tr<br />

Ochratoxin reaches humans and animals through the food chain. It leads to renal<br />

pathologies including renal tumors in rats with sex-dependent manner. A2uglobulin,<br />

which is a rat urinary protein, is also thought to be related to these renal<br />

pathologies. In this study, sex- and age-dependent changes in plasma ochratoxin<br />

levels in Wistar rats were examined. The plasma ochratoxin levels of Wistar rats<br />

were observed for six months via a weekly blood sample collection. Male and<br />

female rats were fed with ochratoxin contaminated food (100 microg/mg) from<br />

the age of 4 months. A group of male rats were castrated after six weeks of feeding<br />

ochratoxin contaminated food. The ochratoxin levels of rat plasma were determined<br />

using HPLC. Significant differences in the ochratoxin levels of male,<br />

female, castrated and non-castrated males were found. The ochratoxin levels of<br />

male and female rats increased during the following weeks. In male rats, the ochratoxin<br />

reached a steady level after six weeks, but in females it continued to rise<br />

to week 25. During the following weeks, ochratoxin levels started to decrease<br />

in male and female rats (with a significant decrease in females). Within the six<br />

weeks of ochratoxin uptake, male rats were castrated and the plasma ochratoxin<br />

level of the castrated rats decreased steadily and reached a minimum at week 26.<br />

The study revealed that; 1- the level of ochratoxin in females is approximately<br />

two-fold higher than in male rats and 2- removal of testes from male rats causes a<br />

gradual and steady decrease in the plasma ochratoxin levels of the rats in a timedependent<br />

manner. The study shows that testosterone plays an important role in<br />

the ochratoxin levels of male rats.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-116<br />

Prediyaliz Ve Hemodiyaliz Hastalarında Kalp Yapı Ve Fonksiyonlarının<br />

Karşılaştırılması<br />

Rabia Bilge ÖZDEMİR 1 , Cüneyt MÜDERRİSOĞLU 1 , Mine BESLER 2 ,<br />

Çetin SARIKAMIŞ 3 , Alper Tunga ÖZDEMİR 4 , Hale ARAL 5 ,<br />

Zeynep GÜRCAN 1 , Murat USTA 4<br />

P-116<br />

The Comparison Of Heart Structure And Functions In Predialisis And<br />

Hemodialisis Patients<br />

Rabia Bilge ÖZDEMİR 1 , Cüneyt MÜDERRİSOĞLU 1 , Mine BESLER 2 ,<br />

Çetin SARIKAMIŞ 3 , Alper Tunga ÖZDEMİR 4 , Hale ARAL 5 ,<br />

Zeynep GÜRCAN 1 , Murat USTA 4<br />

CONTENTS<br />

1İç Hastalıkları A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

2Nefroloji A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

3Kardiyoloji A.D., Apeks Tıp Merkezi, İstanbul<br />

4Tıbbi Biyokimya, Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Erzurum<br />

5Tıbbi Biyokimya, Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul,<br />

Bu çalışmada prediyaliz ve hemodiyaliz hastalarında yüksek PTH değerleri ve bunun<br />

sebep olduğu kalsiyum-fosfor metabolizması bozukluklarını araştırdık, kalp<br />

yapı ve fonksiyonlarını transtorasik ekokardiyografi verileri ile değerlendirdik.<br />

Hemodiyaliz Ünitesi’nde sürekli hemodiyalize giren 51 ve Nefroloji polikliniğinde<br />

takip edilen diyaliz programında olmayan prediyaliz döneminde 54 olgu çalışmaya<br />

alındı. Sol ventrikül hipertrofisine sebep olabilecek diğer nedenler, bilinen kalp ve<br />

periferik damar hastalığı, diyabet, anemi, regüle olmayan hipertansiyon, malnütrisyon,<br />

sıvı yüklenmesi dışlandı.<br />

Prediyaliz hastalarına kıyasla serum PTH, fosfor, kalsiyum x fosfor, ALP düzeyleri<br />

diyaliz hastalarında istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-117<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Lipoprotein Ilişkili Fosfolipaz A2, Arjinaz Ve<br />

Nitrik Oksit Düzeyleri.<br />

Ayşegül TEKTAŞ 1 , Sema USLU 1 , Ahmet Uğur YALÇIN 2 , Gökhan TEMİZ 2 ,<br />

Mehmet KARA 1 , Halide Edip TEMEL 1 , Emine SÜTKEN DEMİRKAN 1 ,<br />

Ertuğrul ÇOLAK 3 , Ömer ÇOLAK 1<br />

P-117<br />

Lipoprotein-Associated Phospholipase A2, Arginase And Nitric Oxide<br />

Levels In Hemodialysis Patients.<br />

Ayşegül TEKTAŞ 1 , Sema USLU 1 , Ahmet Uğur YALÇIN 2 , Gökhan TEMİZ 2 ,<br />

Mehmet KARA 1 , Halide Edip TEMEL 1 , Emine SÜTKEN DEMİRKAN 1 ,<br />

Ertuğrul ÇOLAK 3 , Ömer ÇOLAK 1<br />

CONTENTS<br />

1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

Eskişehir<br />

2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Eskişehir<br />

3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı<br />

Eskişehir<br />

suslu@ogu.edu.tr<br />

Bu çalışmada serum arjinaz aktivitesi ile lipoprotein ilişkili fosfolipaz A2 (Lp-<br />

PLA2) ve nitrik oksit (NO) düzeylerinin, hemodiyaliz hastalarındaki endotel<br />

disfonksiyonu ve kardiyovasküler riskteki olası rollerini incelemeyi amaçladık.<br />

Çalışma, yaşları 29-78 arasında değişen, 70 hemodiyaliz hastası ile yaş ve cinsiyet<br />

uyumlu 18 kontrol grubunda yapıldı. Hasta ve kontrol grubunun serum örneklerinde<br />

lipit profili, yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hsCRP), Lp-PLA2 ve NO<br />

düzeyleri ile arjinaz aktiviteleri ölçüldü. Hemodiyaliz grubunda kontrol grubuna<br />

göre, Lp-PLA2 düzeyleri ve arjinaz aktiviteleri yüksek, NO düzeyleri ise düşük bulundu.<br />

Lp-PLA2 düzeyleri ve arjinaz aktiviteleri trigliserid, total kolesterol, LDLkolesterol,<br />

yaş, ve vücut kitle indeksi ile pozitif, HDL-kolesterol, ve NO düzeyleri<br />

ile negatif korelasyon gösterdi, hsCRP ile korelasyon bulunmadı. Hastaları<br />

ayrıca, makrovasküler komplikasyon ve/veya diyabeti olup olmamalarına göre<br />

gruplandırdığımızda arjinaz aktivitelerini LpLA2 düzeylerini en fazla makrovasküler<br />

komplikasyonlu grupta yüksek, NO ise en fazla diyabetik grupta düşük<br />

bulduk. Sonuç olarak arjinaz ve Lp-PLA2 artışları ve azalmış NO düzeyleri, hemodiyaliz<br />

hastalarında endotel disfonksiyonu ve buna bağlı gelişebilecek kardiyovasküler<br />

riskleri yansıtmada yararlı parametreler olarak görünmektedir.<br />

1Eskisehir Osmangazi University, Faculty of Medicine, Department of<br />

Medical Biochemistry, Eskişehir<br />

2Eskisehir Osmangazi University, Faculty of Medicine, Department of<br />

Nephrology, Eskişehir<br />

3Eskisehir Osmangazi University, Faculty of Medicine, Department of<br />

Biostatistics, Eskişehir<br />

suslu@ogu.edu.tr<br />

In this study we aimed to investigate the possible roles of serum arginase activity,<br />

lipoprotein-associated phospholipase A2 (Lp-PLA2) and nitric oxide (NO) levels<br />

in endothelial dysfunction and cardiovascular risk in hemodialysis patients. The<br />

study was conducted with 70 hemodialysis patients, aged between 29 and 78,<br />

and 18 age-and sex-matched controls. Lipid profile, high sensitivity C-reactive<br />

protein (hsCRP), Lp-PLA2 and NO levels and arginase activity were determined<br />

in serum samples obtained from patient and control groups. In patient group, Lp-<br />

PLA2 levels and arginase activities were higher and NO levels were lower compared<br />

to control group. Lp-PLA2 levels and arginase activity were found to be<br />

positively correlated with triglyceride, total cholesterol, LDL-cholesterol, age and<br />

body mass index and negatively correlated with HDL-cholesterol and NO levels,<br />

while there was no correlation with hsCRP. When we grouped patients according<br />

to having macrovascular complications and/or diabetes, we found the highest<br />

arginase activity and LpLA2 levels in patients with macro vascular complications<br />

and in addition to that diabetic group had the lowest NO levels. In conclusion,<br />

increased arginase and Lp-PLA2 and decreased NO levels seems to be beneficial<br />

parameters in terms of reflecting endothelial dysfunction and associated cardiovascular<br />

risks in hemodialysis patients.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-118<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Serum Vegf Düzeyleri Ve Hipertansiyonla<br />

İlişkisi<br />

Şerif ERCAN 1 , Nihal YÜCEL 1 , Zerrin BİRİCİK 2 , Asuman ORÇUN 1<br />

P-118<br />

The Serum Vegf Levels And Their Relations With Hypertension In<br />

Hemodialysis Patients<br />

Şerif ERCAN 1 , Nihal YÜCEL 1 , Zerrin BİRİCİK 2 , Asuman ORÇUN 1<br />

CONTENTS<br />

1Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyokimya, İstanbul<br />

2Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nefroloji Kliniği, İstanbul<br />

Vaskular endoteliyal büyüme faktörü (VEGF),esas olarak endoteliyal hücre proliferasyonu,<br />

anjiogenezis ve vaskular permabilite artışı şeklinde etki gösteren bir<br />

glikoproteindir.Ayrıca,vazodilatasyon aracılığıyla kan basıncı regülasyonunda da<br />

rol aldığı ve sentezinin hipertansiyon tarafından indüklendiği düşünülmektedir.<br />

Bu çalışmada, hemodiyaliz hastalarında serum VEGF düzey değişikliği ve hipertansiyon<br />

ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem:Hemodiyaliz tedavi<br />

süresi ortalama 53±44 ay olan diyabetes mellitus tanısı almamış 39 kronik böbrek<br />

yetmezliği hastası çalışmaya dahil edildi. Hemodiyaliz hasta grubunda 14 hipertansiyon<br />

tanısı almış hasta bulunmakta idi ve bunlar arasında 5 hasta antihipertansif<br />

tedavi ile normal kan basıncına sahip bulunurken (ortalama 116±5 mmHg)<br />

diğer 9 hastanın kan basıncı tedaviye rağmen yüksek olarak bulundu (ortalama<br />

151±9 mmHg).Diğer 25 hemodiyaliz hastasının ise hipertansiyon tanısı bulunmamakta<br />

idi.Çalışmaya ayrıca kontrol grubu olarak normotansif, böbrek yetmezliği<br />

ve diğer bilinen bir hastalığı olmayan 30 sağlıklı birey dahil edildi.Hem hasta<br />

hem de kontrol grubunda serum VEGF düzeyleri enzim-bağlı immünosorbent<br />

ölçüm yöntemiyle belirlendi. Serum VEGF düzeyi, hemodiyaliz hasta grubunda<br />

ortalama 380,4±203,1 pg/ml, kontrol grubunda ise 112,3±25,4 pg/ml olarak<br />

belirlendi ve bu farklılık istatistik olarak anlamlı bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-119<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Bütirilkolinesteraz Aktivitesi Ve Total<br />

Antioksidan Kapasite<br />

Halide Edip TEMEL 1 , Sema USLU 2 , Ahmet Uğur YALÇIN 3 , Gökhan TEMİZ 3<br />

P-119<br />

Butrylcholinesterase Activity And Total Antioxidant Capacity In<br />

Hemodialysis Patients<br />

Halide Edip TEMEL 1 , Sema USLU 2 , Ahmet Uğur YALÇIN 3 , Gökhan TEMİZ 3<br />

CONTENTS<br />

1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya AD, Eskişehir<br />

2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya AD,<br />

Eskişehir<br />

3 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nefroloji Bilim Dalı,<br />

Eskişehir<br />

heincedal@gmail.com<br />

Oksidatif stres genel olarak kronik renal yetmezlikli, özellikle hemodiyaliz tedavisi<br />

alan hastalarda, yüksek morbidite ve mortalitenin temel nedeni olan kardiyovasküler<br />

hastalıklarda rol oynayan önemli bir fizyopatolojik mekanizma olarak<br />

değerlendirilmektedir. Son yıllarda, bütirilkolinesteraz (BuChE) enzim aktivitesi<br />

ile kardiyovasküler risk faktörleri ve mortalite ilişkisi önem kazanmıştır. Bu<br />

nedenle hemodiyaliz hastalarında mortalite açısından risk faktörü olabileceği<br />

ileri sürülen BuChE aktivitesi ile oksidatif stres arasındaki muhtemel bağlantının<br />

aydınlatılması önem taşımaktadır. Çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında serum<br />

bütirilkolinesteraz aktivitesi ile oksidatif stres belirteci olan total antioksidan<br />

kapasite arasındaki ilişkinin araştırılması hedeflenmiştir. Çalışmaya hemodiyaliz<br />

tedavisi alan 52 hasta ve 17 sağlıklı birey dahil edilmiştir. Hastalardan ve sağlıklı<br />

bireylerden alınan serum örneklerinde BuChE aktivitesi Ellman yöntemi, total<br />

antioksidan kapasite kit ile belirlenmiştir. Kontrol grubu serum BuChE aktivitesi<br />

(1,58±0,19 µmol/ml/dak) ile kıyaslandığında hemodiyaliz hastalarında serum<br />

BuChE aktivitesinin (1,28±0,31 µmol/ml/dak) anlamlı düzeyde (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-120<br />

Son Dönem Böbrek Yetmezlikli Hemodiyaliz Hastalarında Etyolojilere<br />

Göre Kan Serumunda Albumin Değerlendirmesi<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Sadık BÜYÜKBAŞ 2 ,<br />

Bekir Cahit KAYHAN 3 , A. Yeşim GÖÇMEN 1<br />

P-120<br />

The Assessment Of Etiology In With End – Stage Renal Disease Adult<br />

Hemodialysis Patients And Blood Serum Albumin Levels.<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Sadık BÜYÜKBAŞ 2 ,<br />

Bekir Cahit KAYHAN 3 , A. Yeşim GÖÇMEN 1<br />

CONTENTS<br />

1Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Yozgat<br />

2Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Diyarbakır<br />

3Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Yozgat<br />

1Department of Biochemistry, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

2Department of Biochemistry, Dicle University, Faculty of Medicine, Diyarbakır<br />

3Department of Microbiology, Government of Hospital, Yozgat<br />

Hemodiyaliz, böbreklerin fonksiyonlarını kaybettiği renal bozuklukta asid/baz<br />

dengesi, sıvı düzenlenmesi, toxinlerin atılması gibi işlevleri sebebi ile, yaygın<br />

kullanılan bir tedavi şeklidir. Son dönem böbrek yetmezliğinde (SDBY) böbreklerin<br />

elektrolit dengesi ve sıvı atılımının yaklaşık %90’ına yardımcı olur.<br />

Hipoalbuminemi SDBY’ li hemodiyaliz hastalarında, mortalite ile ilişkilidir. Bu<br />

çalışmada amaç, hemodiyaliz tedavisi gören SDBY hastalarının etyolojileri ile<br />

kan albumin seviyeleri arasında bir ilişkinin olup olmadığının ortaya konmasıdır.<br />

Yöntemler: SDBY’ li hemodiyaliz hastalarının etyoloji gruplarında albumin seviyeleri<br />

değerlendirildi. Retrospektif özellikli bu çalışma, izinleri alınarak kabul<br />

edilen 70 SDBY hastasının değerlendirmesini içermektedir. Özel bir hemodiyaliz<br />

merkezinde 24 ay devam eden çalışmamızın değerlendirmeleri ise total 24 aylık<br />

ve yıllık olarak yapıldı. Etyoloji gruplandırması; 1.grup : etyolojisi bilinmiyor,<br />

2.grup: uzun süren ve tedavi edilememiş hipertansiyon, 3.grup: tip II DM , 4.grup:<br />

FMF(renal amiloidozis), 5.grup: polikistik böbrek, 6.grup: ürolojik hastalıklar,<br />

7.grup: pyelonefrit, 8.grup: diğerleri şeklinde nefroloji 2007-2008 registry raporuna<br />

göre düzenlendi.<br />

Bulgular: 1.grup: 24 aylık total insidans %16.5 (n=11), 2.grup: %19.9 (n=14),<br />

3.grup: %38.9 (n=27), 4.grup: %4.3 (n=3), 5.grup: %6.7 (n=5), 6.grup: %3.7<br />

(n=3), 7.grup: %1.7 (n=5), 8.grup: %8.3 (n=2), etyoloji grupları tespit edildi.<br />

Tip II DM grubumuzda serum albumin değerinin minimal seviyede bulunması,<br />

hipoalbumineminin mortaliteyle olan ilişkisi göz önüne alındığında, bu konunun<br />

tartışılması gerektiğini ve çok merkezli çalışmalar ile sürdürülmesini öneriyoruz.<br />

Hemodialysis is a commonly used treatment for renal failure when a kidney has<br />

lost its ability to regulate fluids, electrolytes, acid/base balance and toxin removal<br />

from the blood. It helps the kidneys to excrete wastes and maintains the electrolyte<br />

balance in approximately 90% of end – stage renal disease (ESRD) patients.<br />

Hypoalbuminemia is associated with mortality in patients with ESRD and maintaining<br />

optimum albumin levels is crutial in on hemodialysis (HD). In this study,<br />

we aimed to group ESRD patient having HD treatment in accordance to their<br />

etiology and investigate their blood albumin levels.<br />

Methods: Methods: ESRD ‘etiology groups with albumin levels in hemodialysis<br />

patients were evaluated. Featured in this retrospective study, 70 ESRD patients<br />

agreed assessment includes taking permissions. Designated a hemodialysis center<br />

in the on going 24-month study of the total 24-month and annual reviews<br />

were performed. Etiology grouping, group 1: the etiology is unknown, group 2:<br />

long-lasting and could not be treated hypertension, group 3: type II DM, group<br />

4: FMF (renal amyloidosis), group 5: polycystic kidney, group 6: urological diseases,<br />

group 7: pyelonephritis, group 8: 2007-2008 nephrology as others held in<br />

the registry according to the report.<br />

Results: 24 month totally incidence (%); 1.group: 16.5 % (n=11), 2.group: 19.9<br />

% (n=14), 3.group: 38.9 % (n=27), 4.group: 4.3 % (n=3), 5.group: 6.7 % (n=5),<br />

6.group: 3.7 % (n=3), 7.group: 1.7 % (n=5), 8.group: 8.3 % (n=2), etiology causes<br />

was accounted.<br />

Serum albumin levels were found in minimal in group 3, hypoalbuminemia considering<br />

its relationship with mortality, and multicenter studies should be discussed<br />

more clearly seen as an issue to prove.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-121<br />

Yetişkin son dönem böbrek yetmezlikli hemodiyaliz hastalarında, etyolojilere<br />

göre sekonder hiperparatroidizm ve kaşıntı değerlendirmesi.<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Bekir Cahit KAYHAN 3 ,<br />

Sadık BÜYÜKBAŞ 2 , M Fevzi. POLAT 1<br />

P-121<br />

The Assessment Of Etiology, Secondary Hyperparathyroidism And Ichting<br />

In With End – Stage Renal Disease Adult Hemodialysis Patients<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Bekir Cahit KAYHAN 3 ,<br />

Sadık BÜYÜKBAŞ 2 , M Fevzi. POLAT 1<br />

CONTENTS<br />

1Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Yozgat<br />

2Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Diyarbakır<br />

3Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Yozgat<br />

1Department of Biochemistry, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

2Department of Biochemistry, Dicle University, Faculty of Medicine, Diyarbakır<br />

3Department of Microbiology, Government of Hospital, Yozgat<br />

SDBY tedavisi gören hastalarımız ile ilgili daha önce yaptığımız çalışmalarda<br />

dikkatimizi çeken SHPT görülme sıklığı ve kaşıntı semptomu ile etyolojiler<br />

arasındaki muhtemel ilişkinin ortaya konulmasıdır.<br />

Yöntemler: Hastalarımızın kan numuneleri; hemodiyaliz tedavisi başlamadan<br />

önce alınmış, kanlar pıhtılaştıktan sonra, ünitemizde santrifüj edilmiş ve serumlar<br />

laboratuvara soğuk zincirle iletilmiştir (iPTH, P, Ca, Albumin). Çalışma 2008<br />

Kasım - 2009 Ekim dahil olmak üzere toplam 12 ay sürmüştür.<br />

Bulgular: Çalışma grupları geneli için SHPT görülme sıklığı eşit çıkmamıştır<br />

(P=0.003). SHPT görülme sıklığı yıllık bazda, en çok FMF grubunda toplam 3<br />

hastanın 2 sinde çıkmış, tip II DM’ de ise üçüncü sıklıkta, toplam 27 hastanın 12<br />

sinde görülmüştür. Tüm gruplarda kaşıntı semptomu ve SHPT hastalarında kaşıntı<br />

semptomu görülme sıklığı: Kaşıntı semptomu tüm hastalarımızda %23, SHPT<br />

tanısı konan (26 hasta) hastalarımızda ise %50 (13 hasta) olarak bulunmuştur.<br />

Kaşıntı semptomunun gruplara göre dağılımı; 1.grup: %10, 2.grup: %21, 3.grup:<br />

%18, 4.grup: %66, 5.grup: %40, 6.grup: %50, 7.grup: %16, 8.grup: %50. SHPT<br />

tanısı konulan hastalarımızda gruplara göre kaşıntı semptomu dağılımları: 1.grup:<br />

%50, 2.grup: %60, 3.grup: %33, 4.grup: %100, 5.grup: %50, 6.grup: %100,<br />

7.grup: %0, 8.grup: %100 olarak tespit edilmiştir.<br />

Sonuçlar: Bu araştırma kapsamındaki hastalarımızda çalışılan parametrelerden<br />

SHPT görülme sıklığı benzer araştırmalar ile uyumlu çıkmıştır. Kaşıntı semptomu<br />

ise %23 gibi yüksek oranda çıkmış ve bu oran SHPT tanısı konulan hastalarda<br />

daha da artmış olup %50 olarak saptanmıştır. Bu durum , hemodializ ünitesindeki<br />

hastaların %70’ inin uzun süredir diyaliz tedavisi görmesi ile açıklanabilir.<br />

Objective: In our previous studies of end-stage renal disease (ESRD) patients<br />

treated with secondary hyper parathyroidism (SHPT) have noticed a possible correlation<br />

between the incidence and etiologies manifest with symptoms of itching.<br />

Methods: Blood samples of patients, taken before the start of hemodialysis treatment,<br />

blood clots you’ve, in our unit was centrifuged and the sera were submitted<br />

by laboratories comply with cold chain (iPTH, Ca, P, ALP, Albumin).<br />

Results: Overall incidence for all groups of SHPT patients were equal (P = 0.003<br />


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-122<br />

Etyolojik Tanıları Fmf Olan Yetişkin Hemodiyaliz Hastaları Ve Diğer<br />

Etyolojik Tanılı Hastaların Kan Serumlarında, Bazı Laboratuar Testlerinin<br />

Değerlendirilmesi.<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Sadık BÜYÜKBAŞ 2 ,<br />

Esef BOLAT 3 , Bekir Cahit KAYHAN 4<br />

P-122<br />

The Assesment Of Etiology In Familial Mediterranean Fewer And Other<br />

Etiologies Adult Hemodialysis Pati<br />

Ents, Some Laboratory Testing In The Blood Serum.<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Sadık BÜYÜKBAŞ 2 ,<br />

Esef BOLAT 3 , Bekir Cahit KAYHAN 4<br />

CONTENTS<br />

1Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Yozgat<br />

2Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Diyarbakır<br />

3Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi A.B.D, Yozgat<br />

4Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Yozgat<br />

1Department of Biochemistry, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

2Department of Biochemistry, Dicle University, Faculty of Medicine, Diyarbakır<br />

3Department of Anestesia, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

4Department of Microbiology, Government of Hospital, Yozgat<br />

CREDIT çalışması (Chronic Renal Disease In Turkey) raporlarına göre Türkiye’de<br />

hemodiyaliz hasta sayısı 50.000’e ulaşmıştır. FMF ise ülkemizde 1/1000 oranında<br />

görülmekte olup, hastalığın taşıyıcılığı ise oldukça yüksektir (1/5). Amacımız; insidans<br />

ve prevalansı giderek artan SDBY’ nin, etyolojik tanıları FMF olanlarının<br />

diğer etyolojik tanılı olanlar ile mukayesesini yapmaktır.<br />

Yöntemler: Çalışma; 2007 Mart -2009 Mart ayı arasında gerçekleştirilmiştir. Kriterlere<br />

uyan hastalarımız, toplam sekiz grup olan etyolojik tanı gruplandırmasına tabi<br />

tutulmuştur. Tüm grupların Ca, K, P, CaxP, dztCaxP, PTH değerlerine bakılarak<br />

FMF ile diğer grupların istatistiksel açıdan değerlendirilmeleri yapılmıştır.<br />

Bulgular: Hastaların tamamı üzerinden, grupların % değerlendirme bulguları 25<br />

aylık olarak şu şekilde çıkmıştır: % 16.5 1.grup etyolojik özelliğe sahip olan hastalar,<br />

2.grup %19.9, 3.grup %38.9, 4.grup %4.3, 5.grup %6.7, 6.grup %3.7, 7.grup<br />

%1.7 ve 8.grup hastalar tüm hastaların %8.3’ ünü oluşturmaktadır. Düzeltilmiş<br />

(dzt) CaxP, fmf grubu için 50.820±16.918, diğer gruplarda 44.530±16.845. Dzt<br />

CaxP fmf ve diğer gruplar arasında anlamlı (P=0.029


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-123<br />

Son Dönem Böbrek Yetmezliğinde Kt/V Üre Değerlerinin Etiyolojik<br />

Farklılıklar Ve Mortalite İle İlişkileri<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Bekir Cahit KAYHAN 3 ,<br />

Sadık BÜYÜKBAŞ 2 , Ahmet BAL 4<br />

P-123<br />

The Relation Of Etiologic Factors And Mortality With Kt/V Urea In<br />

Patients With End Stage Renal Disease<br />

Hayrullah YAZAR 1 , Mustafa Kemal BAŞARALI 2 , Bekir Cahit KAYHAN 3 ,<br />

Sadık BÜYÜKBAŞ 2 , Ahmet BAL 4<br />

CONTENTS<br />

1Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Yozgat<br />

2Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Diyarbakır<br />

3Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Yozgat<br />

4Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.B.D, Yozgat<br />

1Department of Biochemistry, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

2Department of Biochemistry, Dicle University, Faculty of Medicine, Diyarbakır<br />

3Department of Microbiology, Government of Hospital, Yozgat<br />

4Department of General Surgery, Bozok University, Faculty of Medicine, Yozgat<br />

Günümüzde diyaliz yeterliliğinin de belirteci olarak karşımıza çıkan Kt/V üre<br />

değeri mortalite için de önem taşımaktadır. Bu nedenle çalışmamızda SDBY<br />

vakalarında etiyolojik gruplama yapılarak Kt/V üre ile mortalite ilişkisinin<br />

araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Yöntemler: 34 ay süreyle izlenen SDBY hastalarının hemodiyaliz öncesi ve<br />

sonrası kan örneklerinde üreaz yöntemiyle saptanan üre değerlerinden Kt/V üre<br />

hesaplamaları Barth formülü kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Türk registry 2007<br />

dikkate alınarak etiyolojik tanı gruplandırılması ile sekiz grup ve fraksiyone üre<br />

klirensini gösteren Kt/V üre değerine göre gruplandırma ise dört grup olarak<br />

belirlenmiştir.<br />

Bulgular: 34 ay sürede Huzur Diyaliz merkezimizde tedavi gören tüm hastalar<br />

üzerinden yapılan etiyolojik tanı gruplarının % dağılımı; 1. grup için %16,5, 2.<br />

grup için %19,9, 3.grup için %38,9, 4.grup için %4,3, 5.grup için %6,7, 6.grup<br />

için %3,7, 7.grup için %6,3 ve 8.grup için %2 olarak saptandı. Kt/V üre grupları<br />

% dağılımı ise; 1.grup %7.5 (Kt/V üre


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-124<br />

Kronik Böbrek Yetmezliğinin PSA Düzeylerine Etkisi<br />

Mehmet ŞENEŞ 1 , Güler TOPÇU 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 ,<br />

Mehmet ERYILMAZ 1 , Yasemin KIRAÇ 2 , Murat DURANAY 2 ,<br />

Doğan YÜCEL 1<br />

P-124<br />

Effects Of Chronic Renal Failure On Psa Levels<br />

Mehmet ŞENEŞ 1 , Güler TOPÇU 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 ,<br />

Mehmet ERYILMAZ 1 , Yasemin KIRAÇ 2 , Murat DURANAY 2 ,<br />

Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

2Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nefroloji Bölümü, Ankara<br />

mrylmz@hotmail.com<br />

1Ankara Training and Research Hospital, Department of Medical Biochemistry,<br />

Ankara<br />

2Ankara Training and Research Hospital, Department of Nephrology, Ankara<br />

Prostat spesifik antijen (PSA) prostat bezinden sekrete edilir ve seminal sıvıda en<br />

bol bulunan kallikrein benzeri serin proteazdır. Serbest PSA (fPSA) glomerüler filtrasyon<br />

ile elimine olurken kompleks PSA(cPSA) muhtemelen karaciğerde metabolize<br />

olmaktadır. Bu çalışmada kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan hemodiyaliz<br />

(HD) ve periton diyalizi (PD) uygulanan hastalarda PSA ve moleküler formlarının<br />

renal disfonksiyondan, tedavi yöntemlerinden etkilenip etkilenmediğini sağlıklı<br />

bireylerle karşılaştırma yaparak değerlendirmeyi; aynı örnekleri iki farklı cihazda<br />

çalışarak yöntem karşılaştırmayı; HD öncesi ve sonrası kan düzeylerinde farklılık<br />

olup olmadığını saptamayı amaçladık.<br />

HD hastalarından diyaliz öncesi ve sonrası, PD hastalarından ise sabah rutin kan<br />

numuneleri alındı. tPSA, fPSA ve cPSA, iki farklı cihazda immunometrik; kreatinin<br />

ise spektrofotometrik teknikle ölçüldü.<br />

Bulgular: tPSA Hasta ve kontrol grubunun kreatinin ile tPSA; fPSA ve cPSA<br />

düzeyleri arasında bir korelasyon yoktu. HD öncesi ve sonrası sonuçlarda da fark<br />

saptanmadı. Advia Centaur XP’de çalışılan cPSA sonuçlarına göre hesaplanan<br />

fPSA ile direkt ölçülen fPSA arasında istatistiksel olarak anlamlı fakat zayıf derecede<br />

ilişki saptandı (r: 0.552; p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-125<br />

Hemodiyaliz ve Periton Diyalizi Hastalarında<br />

Serum “Undercarboxylated Osteocalcin” Düzeyleri<br />

Medine BİTİGİÇ 1 , Vildan FİDANCI 1 , Gül SAYDAM 2 , Alper AZAK 3 ,<br />

R.YILMAZ 3 , Murat DURANAY 3 , Mehmet Fatih ALPDEMİR 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

P-125<br />

Serum “Undercarboxylated Osteocalcin” Levels<br />

İn Hemodialysis and Periton Dialysis Patients<br />

Medine BİTİGİÇ 1 , Vildan FİDANCI 1 , Gül SAYDAM 2 , Alper AZAK 3 ,<br />

R.YILMAZ 3 , Murat DURANAY 3 , Mehmet Fatih ALPDEMİR 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1 S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

2 S.B Yüksek İhtisas Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

3S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği, Ankara<br />

bitigic @hotmail.com<br />

Böbrek yetmezliği olan hastalarda renal fonksiyondan etkilenmeyecek ama kemik<br />

turnover’ini belirlemede kullanılabilecek biyokimyasal belirteçler gerekmektedir.<br />

undercarboxylated osteocalsin (UcOC) osteokalsinin gama karboksilasyona<br />

uğramamış inaktif formudur. UcOC’e hidroksiapatit kristaleri bağlanamaz ve bu<br />

durum sonucunda kemik matriksinde değişikler meydana gelir. Çalışmamızda<br />

hemodiyaliz veya periton diyalizi uygulanan hastalarda UcOC’in bir kemik<br />

turnover’i göstergesi olup olmadığı araştırıldı. Ayrıca UcOC’nin osteokalsin, kemik<br />

spesifik ALP, kalsitonin, vit D, iPTH, Ca, P, Mg ve kemik mineral dansitesi<br />

(KMD) ile ilişkilerine bakıldı.<br />

Çalışma grubu, 30 periton diyalizi, 24 hemodiyaliz ve 30 sağlıklı kontrolden<br />

oluşuyordu. UcOC öçlümünde, karboksile osteokalsinin baryum sülfat (BS) ve<br />

hidroksiapatit (HA) ile bağlanma özelliğinden yararlanıldı. Çöktürme sonrası supernatanda<br />

ELISA yöntemi ile UcOC ölçümü yapıldı.<br />

Çalışmamızda serum UcOC (BS) ve UcOC (HA) düzeyi hem periton diyalizi<br />

hem de hemodiyaliz giriş ve çıkış gruplarında kontrol grubuna göre yüksek,<br />

istatistiksel olarak anlamlıydı. Tüm grupların ortak korelasyonunda UcOC (BS)<br />

ve UcOC (HA) düzeyleri ile OC, K-ALP, ALP, iPTH, P ve Mg arasında pozitif<br />

korelasyon bulundu. Ayrıca UcOC (BS) ve UcOC (HA) düzeyleri ile KMD<br />

değerleri arasında negatif anlamlı bir korelasyon bulundu.<br />

UcOC, son aşama böbrek yetmezliğinde hemodializ ve periton dializi uygulanan<br />

hastalarda kemik metabolizmasının değerlendirilmesinde yararlı bir belirteçtir.<br />

1 S.B. Ankara Education And Research Hospital Medical Biochemistry Department,<br />

Ankara<br />

2 S.B High Specialization Hospital Medical Biochemistry Department , Ankara<br />

3s.B. Ankara Education and Research Hospital Clinique of Nephrology , Ankara<br />

bitigic @hotmail.com<br />

For patients with renal failure biochemical inidicators are required to determine<br />

bone turnover that are unaffected from renal functions. Undercarboxylated osteocalsin<br />

(UcOC) is the inactive form of osteocalcin that is not subjected to gamma<br />

carboxylation. Hydroxyapatite crystals cannot form bonds with UcOC, which results<br />

in changes in the matrix of the bones. In our study, we investigated whether<br />

the UcOC is an indicator of bone turnover for patients treated with hemodialysis<br />

or periton dialysis. Furthermore, we have examined the relationships of between<br />

UcOC levels and other bone inidicators such as osteocalsin, bone specific ALP,<br />

calcitonin, vit D, iPTH, Ca, P, Mg and bone mineral density (BMD).<br />

Study group was consisted of 30 peritoneal dialysis, 24 hemodialysis patients<br />

and 30 control subjects. UcOC measurements were based on precipitation of carboxylated<br />

osteocalcin with barium sulfate or hydroxyapatite. After precipitation,<br />

UcOC was measured in supernatant by ELISA.<br />

We observed that UcOC (BS) and UcOC (HA) levels for both peritoneal dialysis<br />

and hemodialyis entry and exit groups were higher compared to that of control<br />

group and statistically significant. UcOC (BS) and UcOC (HA) levels were<br />

positively correlated with OC, B-ALP, ALP, iPTH, P and Mg levels. There were<br />

negative and significant correlations between UcOC (BS), UcOC (HA) levels and<br />

BMD values.<br />

UcOC is a useful marker to evaluation of bone metabolism in patients undergone<br />

hemodialysis or peritoneal dialysis in end stage renal failure.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-126<br />

Hemolizin Rutin Acil Biyokimya Testlerine Etkisi Ve Hemoliz Etkisinin<br />

Ortadan Kaldırılması<br />

Türkan YİĞİTBAŞI 1 , Banu ASLAN ŞENTÜRK 1 , Yasemin BASKIN 2 ,<br />

Mutlu ÖNEY 1 , Füsun ÜSTÜNER 1<br />

P-126<br />

The Effect Of Hemolysis On Routine Emergency Biochemistry Tests And<br />

Elimination Of These Effects<br />

Türkan YİĞİTBAŞI 1 , Banu ASLAN ŞENTÜRK 1 , Yasemin BASKIN 2 ,<br />

Mutlu ÖNEY 1 , Füsun ÜSTÜNER 1<br />

CONTENTS<br />

1İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya A.D., İzmir<br />

2Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir<br />

1 Department of Biochemistry, Izmir Ataturk Training and Research Hospital, İzmir<br />

2 Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Dokuz Eylul University, İzmir<br />

Hemolizin preanalitik hata olarak laboratuar test sonuçlarına etkisi ile ilgili<br />

yapılmış pek çok çalışma olmakla birlikte, çalışma koşullarına ve kullanılan<br />

metotlara bağlı olarak farklılık gösterebilen sonuçlar bulunmuştur. Bu çalışma,<br />

acil servise başvuran hastalarda hemolizin kullandığımız rutin yöntemlere etkisini<br />

araştırmak ve hemoliz etkisini ortadan kaldırmak amacıyla yapılmıştır. Hemolizat<br />

kullanılarak final hemoglobin konsantrasyonları 0-3060 mg/dl arasında değişen 9<br />

serum havuzu oluşturuldu. Elde edilen hemolizatın hemoglobin miktarı CELL-<br />

DYN 3700 tam kan sayımı cihazında (Abbott Diagnostic Systems, Illinois, USA)<br />

tespit edildi. Aynı gün serum havuzlarında glikoz, üre, ALT, AST, total bilirubin,<br />

direkt bilirubin, CK, amilaz, kalsiyum, klor, kreatinin, sodyum ve potasyum testleri<br />

için rutin yöntemlerle ardışık test ölçümleri yapıldı.(Architect C 8000, Abbott<br />

Diagnostic Systems, Illinois, USA). Hemoliz’in test sonuçlarına etkisi CLIA<br />

88 kriterleri kullanılarak değerlendirildi. Biyokimyasal ölçüm sonuçlarına göre<br />

187 mg/dl ‘ye kadar hemoglobin içeren serum örneklerinde hemolizin etkisi kabul<br />

edilebilir bulundu.375 mg/dl Hb konsantrasyonunda ALT, AST, direkt bilirubin,<br />

sodyum ve potasyum; 750 mg/dl Hb içeren serum örneklerinde ilave olarak açlık<br />

kan şeker,total bilirubin, klor; 1500 mg/dl Hb konsantrasyonunda üre ve kalsiyum<br />

ölçümlerindeki farklılığın kabul edilebilir değerlerin dışında olduğu saptandı.<br />

Sonuç olarak Architect C 8000 otomatik analizöründe numune inferferans indeks<br />

salin protokolünün bulduğumuz değerlere göre düzenlenmesi hemolizin test<br />

sonuçlarına etkisini azaltacaktır.<br />

Although there has been many studies about the preanalitic errors of hemolisis<br />

:on laboratuary tests, different results were found with different work enviroments<br />

and differen methods. This study was put together to investigate the effects of<br />

hemolisis on routine methods performed to incoming emercency patients and to<br />

eliminate these effects. 9 serum pools containing 0-3060mg/dl final hemoglobin<br />

concentrations were formed using hemolizat. The amount of acquired hemoglobin<br />

of hemolizat was measured in CELL-DYN 3700 hemogram analyzer(Abbott Diagnostic<br />

Systems, Illinois, USA). The same day routine tests were consecutively<br />

done on the serum pools including glucose, urea, ALT, AST, total bilirubine,<br />

direkt bilirubine, CK, amilase, calcium, chloride, creatinine, sodium, potassium<br />

tests. (Architect C 8000, Abbott Diagnostic Systems, Illinois, USA). Effect of hemolisis<br />

on test results were evalueted using CLIA 88 criterias. According to biochemical<br />

measurement results serum samples which included up to 187 mg/dl hemoglobin<br />

had acceptable hemolisis effects. At 375 mg/dl Hb concentration ALT<br />

AST direkt bilirubine sodium and potassium; serum samples that had 750mg/dl<br />

Hb concentration blood glucose, total bilirubine, chloride tests were included;<br />

at 1500 mg/dl the difference in urea and calcium measurements were outside of<br />

acceptable levels.In conclusion, using automatic analyzer Architect C 8000, after<br />

readaptations with our finding according to sample interference indices saline<br />

protocol would decrease the effect of hemolisis on test results.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-127<br />

İntakt Parathormon Ölçümünde Santrifüj Hızının Etkisi<br />

Güler BUĞDAYCI, Erdinç SERİN, Fatih ÖZCAN<br />

Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya AD.Bolu<br />

İntakt parathormon (iPTH), yaygın olarak iki yönlü immunometrik deneyle ölçülmektedir.<br />

Kan örnek toplamada NCCLS klavuzunu uygulamamıza rağmen, iPTH<br />

değerlerinde yanlış yüksek olduğu gözlenmiştir. Bazı üreticiler iPTH ölçümlerinde<br />

yüksek hızda santrifüj önermektedir. Tüm analitik süreçler kontrol edildikten<br />

sonra santrifüj hızları değiştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, iPTH ölçümünde<br />

farklı santrifüj hızlarının ölçüme etkisini araştırmaktır. Laboratuarımıza gelen 30<br />

hastadan (18 kadın, 12 erkek, 53 ± 17 yaş) iki K3EDTA’lı tüpe kan alınmıştır.<br />

Tüplerden biri 1,250 RCF’de 15 dakika (Group I) diğeri 10,000 RCF de 10 dakika<br />

(Grup II) santrifüj edilmiştir. Sanrifugasyon oda ısısında yapılmıştır. iPTH düzeyi<br />

aynı gün Immulite 2000 XPi de (Siemens Healthcare Diagnostics IL, ABD)<br />

ölçülmüştür. iPTH düzeylerinde (Group I n=30, 211 ± 161 pg/ml, Group II n=30,<br />

191 ± 159 pg/ml, p=0.001, t=3.728) önemli değişiklik olduğu görülmüştür. iPTH<br />

ölçümünün farklı santrifüj hızlarından etkilenebildiği görülmektedir. Sonuçlar<br />

daha fazla çalışma ile doğrulanmalıdır.<br />

P-127<br />

Effects Of Centrifugation Speed On Measurements Of Intact Parathormone<br />

Güler BUĞDAYCI, Erdinç SERİN, Fatih ÖZCAN<br />

Abant Izzet Baysal University, Faculty of Medicine Deparment of Medical Biochemistry,<br />

Bolu<br />

Intact parathyroid hormone (iPTH) is commonly measured with two-site immunometric<br />

assays. Although we followed NCCLS guidelines for the collection of<br />

blood specimens, we observed falsely elevated iPTH values. Some manufacturer<br />

suggests high speed centifugation on measurements of iPTH. After all preanalytic<br />

processes were controlled, centrifugation speeds were changed. The aim of<br />

this study was to determine the effects of different centrifugation speeds on measurements<br />

of intact parathormone. Blood was drawn succesively into 2 tubes two<br />

K3EDTA tubes from 30 patients ( 18 female, 12 male, 53 ± 17 years) who were<br />

admitted to our laboratory. Then, one of the tubes were cenrifuged at 1,250 RCF<br />

for 15 minute (Group I) and the other one were centrifuged at 10,000 RCF for 10<br />

minute (Group II) in room temperature. iPTH levels were measured on Immulite<br />

2000 XPi immunoassay systems on the same day of blood collection (Siemens<br />

Healthcare Diagnostics,IL,USA). Paired t-test was used for evaluating the statistical<br />

difference. The iPTH levels (Group I n=30, 211 ± 161 pg/ml, Group II n=30,<br />

191 ± 159 pg/ml, p=0.001, t=3.728) underwent significant changes. It seems iPTH<br />

measurements may affect different centrifugation speed. But further studies and<br />

confirmations are needed.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-128<br />

Tiroid Hastalarında Tükürük Çinko Ve Bakır Konsantrasyonlarının<br />

Araştırılması<br />

Sevil KURBAN 1 , İdris MEHMETOĞLU 1 , F. Hümeyra YERLİKAYA 1 ,<br />

Sait GÖNEN 2<br />

P-128<br />

Investigation Of Zinc And Copper Concentrations In Saliva Of Patients<br />

With Thyroid Diseases<br />

Sevil KURBAN 1 , İdris MEHMETOĞLU 1 , F. Hümeyra YERLİKAYA 1 ,<br />

Sait GÖNEN 2<br />

CONTENTS<br />

1Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, Konya<br />

2Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD, Endokrinoloji<br />

ve Metabolizma Bölümü, Konya<br />

svlkrbn@yahoo.com<br />

Tiroid hormon bozukluklarının vücutta çinko (Zn) ve bakır (Cu) gibi iz elementlerin<br />

homeostazına etki edebildiği çok iyi bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı<br />

tiroid hastalarında tükürük Zn ve Cu seviyelerini belirlemektir. Çalışmamız 126<br />

(21E, 105K) tiroid hastası (31 hipertiroid, 30 hipotiroid, 31 subklinik hipertiroid<br />

ve 34 subklinik hiportiroid) ve 38 (7E, 21K) sağlıklı kontrol üzerinde yapıldı.<br />

Çalışmaya katılanların tükürük örnekleri alınarak Zn ve Cu seviyeleri atomik absorbsiyon<br />

spektrofotometresi ile ölçüldü. Sonuçlarımız hipotiroidi (Zn için p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-129<br />

Malign Ve Bening Tiroid Hastalarında Serum Bakır Seviyesi<br />

Funda KOSOVA 1 , Bahadır ÇETİN 2 , Melih AKINCI 3 , Sabahattin ASLAN 4 ,<br />

Zeki ARI 5<br />

P-129<br />

Serum Copper Levels In Benign And Malignat Thyroid Disease<br />

Funda KOSOVA 1 , Bahadır ÇETİN 2 , Melih AKINCI 3 , Sabahattin ASLAN 4 ,<br />

Zeki ARI 5<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya A.D., Celal Bayar Üniversitesi, Manisa<br />

2 Genel Cerrahi A.D., Ankara Onkoloji Hastanesi , Ankara<br />

3 Genel Cerrahi A.D., Dışkapı Araştırma ve Uygulama Hastanesi , Ankara<br />

4Genel Cerrahi A.D., Ankara Onkoloji Hastanesi, Ankara<br />

5 Biyokimya A.D., Celal Bayar Üniversitesi, Manisa<br />

Bening ve malign tiroid hastalarında serum Cu düzeyindeki değişiklikleri<br />

araştırmayı amaçladık Method: Bu çalışmaya total troidektomi yapılacak olan 47<br />

papiller tiroid kanser, 46 bening multinoduler guatr ve kontrol grubu dahil edildi.<br />

Hastalar ve kontrollerin hepsi bayandı. Serum bakır seviyeleri atomik absorbsiyon<br />

spektrofotometrisi ile ölçüldü. Sonuçlar: Cerrahi öncesi malign grupta serum<br />

Cu seviyesi 131.61±33.9 μg/ dL ve cerrahiden 20 gün sonra 120.81±30.4 μg/dL<br />

dir. Bening grupta serum Cu seviyesi 84,75±12.1 μg/dL ve operasyon sonrası<br />

68.01±9.4 μg/dL dır. Bu sonuçlar 105.87±10.68 μg/dL olan kontrol değerleri<br />

ile karşılaştırıldı. Malign grupta pre ve postoperative serum Cu seviyesi kontrol<br />

grubu (pb0.05) ile karşılaştırıldığı zaman belirgin olarak yüksek bulunmuştur.<br />

Postoperative serum Cu seviyeleri preop seviyelerle karşılaştırıldığında belirgin<br />

olarak azalmasına rağmen, kontrolden hala yüksektir. Bening grupta pre ve<br />

postoperative serum Cu seviyeleri kontrol grubundan(pb0.05) belirgin olarak<br />

düşüktür. Bening grupta postoperative serum Cu seviyeleri pre-op seviyesi ile<br />

karşılaştırıldığında belirgin olarak azalmıştır. Tartışma: Bu öncü çalışmada bening<br />

ve malign tiroid hastalarında serum Cu seviyeleri karşılaştırıldı. Bu seride,<br />

serum Cu seviyeleri malign tiroid hastalarında arttı ve benin grupta azaldı. Hasta<br />

sayısı bu öncü çalışmada geniş bir tartışma yapmak için azdır ancak malign hastalarda<br />

seviyelerin yüksek olmas ve bening grupta seviyelerin düşük olması daha<br />

fazla serilerde araştırma yapma ihtiyacını düşündürmektedir.<br />

1Department of Biochemistry, Celal Bayar University, Manisa<br />

2Department of General Surgery, Ankara Oncology Hospital, Ankara<br />

3Diskapi Research and Training Hospital, Department of<br />

General Surgery, Ankara<br />

4Department of General Surgery, Ankara Oncology Hospital, Ankara<br />

5Department of Medical Biochemistry, Celal Bayar University, School of<br />

Medicine, Manisa<br />

The objective was to examine changes in serum Cu levels in benign and malignant<br />

thyroid disease in humans. Design & Methods: 47 papillary thyroid cancer and 46<br />

benign multinodular guatre patients (mean age 39±14 years) who had undergone<br />

total thyroidectomy and control subjects were included in this study. All of the<br />

patients and controls were female. Serum Cu levels were detected with atomic<br />

absorption spectrophotometer. Results: In the malignant group serum levels of<br />

Cu were 131.61±33.9 μg/ dL before surgery and 120.81±30.4 μg/dL 20 days after<br />

from surgery. In the benign group serum Cu levels were 84,75±12.1 μg/dL<br />

and 68.01±9.4 μg/dL postoperatively.These results were compared with control<br />

values 105.87±10.68 μg/dL. In the malignant group pre-and postoperative serum<br />

Cu levels were significantly higher when compared to control group (pb0.05). Although,<br />

postoperative serum Cu levels were significantly decreased compared to<br />

those of pre-op levels, it was still higher than the controls. In the benign group preand<br />

postoperative serum Cu levels were significantly lower than the control group<br />

(pb0.05).Postoperative serum Cu levels were significantly decreased compared to<br />

those of pre-op levels in the benign group. Conclusion: This is a pioneer study to<br />

compare cu levels in benign and malignant thyroid patients. In this series; serum<br />

cu levels increased in the malignant thyroid patients and decreased in the benign<br />

group. Patient numbers were small in this pioneer study to rich a conclusion but<br />

higher levels in the malignant patients and decreased levels in the benign group is<br />

needed to be searched in higher series.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-130<br />

Diyabetik Rat Karaciğer Dokularında İnsülin Ve Tiroid Hormonlarının<br />

Çinko-Bakır Düzeyleri Üzerine Etkisi<br />

Duygu ŞAHİN 1 , Aylin SEPİCİ-DİNÇEL 1 , Nilgün KOCAMANOĞLU 2<br />

Funda KOSOVA 3 , Atilla ENGİN 4 , Nilgün ALTAN 1<br />

P-130<br />

The Effects Of Insulin And Thyroid Hormones On Zinc-Copper Levels In<br />

Diabetic Rat Liver Tissues<br />

Duygu ŞAHİN 1 , Aylin SEPİCİ-DİNÇEL 1 , Nilgün KOCAMANOĞLU 2<br />

Funda KOSOVA 3 , Atilla ENGİN 4 , Nilgün ALTAN 1<br />

CONTENTS<br />

1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya AD, Ankara<br />

2Yüksek İhtisas Hastanesi, Diyaliz Ünitesi, Ankara<br />

3Celal Bayar Üniversitesi, Biyokimya AD, Manisa<br />

4Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD, Ankara<br />

duygusahin@gazi.edu.tr<br />

Biyomoleküllerin çeşitliliği için hücrelerin proliferasyonu, fonksiyonu ve yapısının<br />

devamlılığında çinko (Zn), bakır (Cu) ve demir (Fe) esansiyel minerallerdir. Bu iz<br />

elementlerinin homeostazı, farklı proteinlerin katıldığı hücre içi olayların kontrolü<br />

altındadır. Zn, Cu ve Fe’nin bozulmuş metabolizması diyabet patogenezinde rol<br />

almaktadır. Çalışmamızda, streptozotosin ile diyabet oluşturulan ve tiroidektomi<br />

yapılan ratların karaciğer dokularında çinko-bakır düzeyleri incelendi. Bu amaç<br />

doğrultusunda Sprague Dawley ratlar, 8 gruba ayrıldı: Grup 1; kontrol, Grup 2;<br />

diyabet (DM), Grup 3; diyabet + insülin (DM+İ), Grup 4; tiroidektomi ( T ), Grup<br />

5; T + DM, Grup 6; T + DM + İnsülin, Grup 7; T + DM + İnsülin + 1/2Doz T4 (2,5<br />

mg/kg) Grup 8; T+ DM + İnsülin + Tam Doz T4(5 mg/kg). Kan glukoz seviyeleri<br />

glukoz oksidaz metodu ile serum tiroid hormon düzeyi TOSOH Immunoassay<br />

Sistemi ile ölçüldü. Doku çinko ve bakır seviyeleri Unicam Atomik Absorbsiyon<br />

Spektrofotometresi ile analiz edildi. Cu düzeyleri kontrol grubuna (10,16±1,47)<br />

göre Grup 2 (15,48±2,84), Grup 6 (11,77±0,77) ve Grup 7 (13,45±1,15)’ de<br />

anlamlı artış gösterirken, Zn düzeylerindeki artış istatistiksel olarak anlamlı<br />

değildi. Diyabet grubuna (15,48±2,84) göre Cu değerleri Grup 3 (10,79±2,81),<br />

Grup 4 (11,09±1,79), Grup 5 (11,44±2,08) ve Grup 6 (11,77±0,77)’da istatistiksel<br />

olarak azaldı. Sonuçlar, diyabette bozulmuş Cu ve Zn düzeylerinin insülin ile<br />

regülasyonunda tiroid hormonlarının rolü olabileceğini düşündürmektedir.<br />

1Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,<br />

Ankara<br />

2Yüksek İhtisas Training and Research Hospital, Dialysis Unit, Ankara<br />

3University of Celal Bayar, Department of Biochemistry, Manisa<br />

4Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Surgery, Ankara<br />

duygusahin@gazi.edu.tr<br />

Zinc (Zn), copper (Cu) and iron (Fe) are essential minerals that are required for<br />

a variety of biomolecules to maintain the normal structure, function, and proliferation<br />

of cells. The homeostasis of these trace elements results from a tightly<br />

coordinated regulation by different proteins involved in their uptake, excretion<br />

and intracellular storage/trafficking. Abnormal metabolism of Zn, Cu and Fe can<br />

lead to several chronic pathogenesis, such as diabetes or diabetic complications.<br />

The aim of our study was to evaluate the effects of insulin and thyroid hormone<br />

treatments on zinc-copper levels in diabetes and hypothyroidism. Sprague-Dawley<br />

rats were assigned to eight groups: Group1; control, Group2; diabetes (DM),<br />

Group3; DM+insulin, Group4; thyroidectomized control, Group5; thyroidectomized<br />

+ DM, Group6; thyroidectomized + DM + insulin, Group7; thyroidectomized<br />

+ DM + insulin + 1/2 T4 (2,5 mg/kg), Group8; thyroidectomized + diabetes<br />

+ insulin + T4 (5 mg/kg). Glucose levels were determined by glucose oxidase<br />

enzymatic assay (Glucometer, Ames) and free and total T3, T4 levels were measured<br />

in serum samples by TOSOH otoanalyzer. Zinc and copper metals determinations<br />

were performed with a Unicam Atomic Absorption Spectrophotometer<br />

(Cambridge, UK). Cu levels in liver tissue were significantly increased in Group<br />

2 (15,48±2,84), Group 6 (11,77±0,77) and Group 7 (13,45±1,15) compared to<br />

control group (10,16±1,47) but increased Zn levels were not statistically significant.<br />

Cu levels were significantly decreased in Group 3 (10,79±2,81), Group 4<br />

(11,09±1,79), Group 5 (11,44±2,08) and Group 6 (11,77±0,77) compared to diabetic<br />

group (15,48±2,84). Consequently, it was observed that the possible contribution<br />

of thyroid hormones to insulin effect on dysregulation Cu and Zn levels in<br />

diabetes.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-131<br />

Doksorubisin Uygulanan Ratlarda Coq10 ’Nin İz Element Düzeyleri<br />

Üzerine Etkisi<br />

Fatih Çağlar ÇELİKEZEN 1 , Semih YAŞAR 2 , Ali ERTEKİN 3 , Fatmagül YUR 4<br />

P-131<br />

The Effect Of Coq10 On Trace Element Levels In Doxorubucin Induced<br />

Rats<br />

Fatih Çağlar ÇELİKEZEN 1 , Semih YAŞAR 2 , Ali ERTEKİN 3 , Fatmagül YUR 4<br />

CONTENTS<br />

1Kimya A.D., Bitlis Eren Üniversitesi, Bitlis<br />

2Kimya A.D., Bingöl Üniversitesi, Bingöl<br />

3Sağlık Yüksek Okulu, Karabük Üniversitesi, Zonguldak<br />

4Biyokimya, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van<br />

1 Department of Chemistry, Bitlis Eren University, Bitlis<br />

2 Department of Chemistry, Bingöl University, Bingöl<br />

3 Health Academy, KarabükUniversity, Zonguldak<br />

4 Department of Biochemistry, Yüzüncü Yıl University, Van<br />

Bu çalışmada doksorubusin uygulanan ratlarda CoQ10’nin iz element düzeyleri<br />

üzerine etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Materyal ve Yöntem: Çalışma için 6<br />

aylık Wistar Albino ırkı ratlar üç gruba ayrıldı. Her bir grup on rattan oluşturuldu.<br />

Grup 1; doksorubusin uygulama grubu, grup 2; doksorubusin ve CoQ10 uygulama<br />

grubu, grup 3 ise CoQ10 uygulama grubu olarak belirlendi. Çalışmaya başlamadan<br />

önce ratlardan alınan kanlar kontrol grubu oluşturmak amacıyla kullanıldı. Bulgular:<br />

Doksorubisin uygulama grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında Zn ve Cu<br />

düzeylerinde gözlenen azalmalar istatistiki olarak anlamlı bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-132<br />

K562 Hücrelerinin Hemin İle Farklılaşmasında Bazı Antioksidan Minerallerdeki<br />

Değişiklikler<br />

Bahire KÜÇÜKKAYA 1 , Lale AFRASYAP 2 , Ümmühani ÖZEL TÜRKCÜ 2<br />

P-132<br />

Hemin-Mediated Changes In Some Antioxidant Minerals During Erythroid<br />

Differentiation Of K562 Cells<br />

Bahire KÜÇÜKKAYA 1 , Lale AFRASYAP 2 , Ümmühani ÖZEL TÜRKCÜ 2<br />

CONTENTS<br />

1Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi,Biyofizik Bölümü,Istanbul<br />

2Muğla Üniversitesi, Muğla Sağlık Yüksekokulu, Muğla<br />

tuyap@mu.edu.tr<br />

1Department of Biophysics, Faculty of Medicine, Maltepe University,Istanbul<br />

2Muğla School of Health Sciences, Muğla University, Muğla<br />

tuyap@mu.edu.tr<br />

İnsan eritrolösemik hücresi K562, hemin gibi farklı kimyasal ajanlarla<br />

indüklendiğinde hücresel proteinlerde ve biyoaktif faktörlerde farklılıklar meydana<br />

gelir. Bu çalışmada hemin ile K562 hücreleri indüklenerek antioksidan<br />

özellikleri olan Fe, Se, Zn minerallerinin düzeylerine bakıldı. Bu amaçla K562<br />

hücreleri RPMI ortamında çoğaltıldı ve beş gün boyunca 20µM hemin ile muamele<br />

edildi. 2.5x106 sağlam hücrede Fe,Se,Zn düzeylerinin absorbansları üç kere<br />

çalışılarak inductively coupled plasma optical emission spektrometresinde ölçüldü.<br />

İstatistiksel analizlerde SPSS 11.5 paket programı kullanıldı. Değerlendirmede<br />

p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-133<br />

Dimension Rxl Max Cihazında Çalışılan Hcg Testine Ait Linearite,<br />

Doğruluk, Tekrarlanabilirlik Ve Geri Elde Çalışması<br />

Ayşe Özden SOYDAŞ, Mine TAŞLIPINAR, Şebnem KÖSEBALABAN<br />

P-133<br />

Lineerity, Accuracy, Precision And Recovery Studies Of Hcg Assay On<br />

Siemens Dimension Rxl Max<br />

Ayşe Özden SOYDAŞ, Mine TAŞLIPINAR, Şebnem KÖSEBALABAN<br />

CONTENTS<br />

Ankara Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği<br />

aobarazi@gmail.com<br />

Ankara Etlik İhtisas Research and Training Hospital, Biochemistry Department<br />

aobarazi@gmail.com<br />

Koryonik gonadotropin, glikoprotein yapıda alfa ve beta alt birimlerinden<br />

oluşan heterodimerik bir hormondur. Laboratuvarımızda genellikle gebeliğin<br />

doğrulanmasında ve takibinde kullanılmaktadır. Yapılan ölçümlerin kalitesinde<br />

analitik faktörler oldukça etkilidir. Bu çalışmada hCG tetkikine ait<br />

metodu değerlendirmek üzere linearite, doğruluk, tekrarlanabilirlik ve geri elde<br />

çalışmalarının yapılması amaçlanmıştır. Çalışmada Siemens Diemension Rxl<br />

Max cihazında sandviç immünassay yöntemi ile hCG ölçümleri yapılarak linearite,<br />

doğruluk, tekrarlanabilirlik ve geri elde değerlendirilmeleri yapıldı. Linearite<br />

çalışması için 2500 mIU/mL değerindeki numuneden dilüsyonlar yapılarak<br />

solüsyonlar hazırlandı (2500, 1250, 625, 250, 100, 25 ve 0 mIU/mL) ve her numune<br />

iki kez ölçüldü. Gün içi presizyon çalışması için Level 1(14,8-20,0 ortalama<br />

17,4) kontrol serumu ardı ardına 10 kez çalışılarak Ortalama, SD ve CV değerleri<br />

hesaplandı. Level 1 için çalışma içi presizyonu kabul edilebilir düzeydedir. Günler<br />

arası presizyon çalışması için 5 farklı gün Level 1(14,8-20,0 ortalama 17,4)<br />

kontrol serumu çalışılarak Ortalama, SD ve CV değerleri hesaplandı ve kabul<br />

edilebilir olarak değerlendirildi. Yöntemin doğruluğunu değerlendirmek için bias<br />

değeri hesaplandı ve geri elde çalışmaları yapıldı. Bias değeri 1,351 ve % Geri<br />

elde değeri %91,9 olarak bulundu. Linearite, doğruluk, tekrarlanabilirlik ve geri<br />

elde çalışmaları ile Dimension Rxl Max cihazında çalışılan hCG testine ait yöntem<br />

uygun olarak değerlendirildi.<br />

Human chorionic gonadotrophin (hCG) is a heterodimeric hormone composed of<br />

alpha and beta subunits of glycoprotein. It is used as a pregnancy test intended to<br />

indicate the presence of pregnancy and in the course of following process. Analytical<br />

factors are strongly influential on measurement quality. The purpose of<br />

this report is to study linearity, accuracy, precision and recovery for evaluation<br />

of the method of hCG test. We made linearity, accuracy, precision and recovery<br />

studies by measuring hCG levels with sandwich immunoassay method in Siemens<br />

Dimension Rxl Max. Solutions for linearity study were prepared by dilutions of<br />

the sample which’s concentration was 2500 mIU/ml (2500, 1250, 625, 250, 100,<br />

25 and 0 mIU/ml) and each sample was measured two times. Level 1 control serum<br />

(14,8-20,0 ; mean 17,4) was measured in series of ten times and mean, SD<br />

and CV values were estimated for within-run precision. Within-run precision for<br />

level 1 was acceptable. Level 1(14,8-20,0 mean 17,4) control serum is performed<br />

on five different days for betweeen-run precision study. Mean, SD, CV values<br />

are calculated and the values were acceptable. Bias value calculated and recovery<br />

studies were done for evaluating accuracy. Bias value was 1.351 and % Recovery<br />

was found as %91.9. By linearity, accuracy, precision and recovery studies the<br />

performance of hCG assay on Siemens Dimension Rxl Max is verified.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-134<br />

Serum Sistatin C Analizinde Türbidimetrik Ve Nefelometrik Yöntemlerin<br />

Karşılaştırılması<br />

Aybala EREK 1 , Burçin ERDEM KINAŞ 2 , Ahmet Rıza URAS 1<br />

P-134<br />

Comparison Of Turbidimetric And Nephelometric Methods For Analyzing<br />

Serum Cystatin C<br />

Aybala EREK 1 , Burçin ERDEM KINAŞ 2 , Ahmet Rıza URAS 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya A.D., Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi,İstanbul<br />

2Biyokimya A.D., Karadeniz Ereğli Devlet Hastanesi, Zonguldak<br />

Klinik laboratuvarlarda yeni bir metodun uygulamaya geçmeden önce yöntem<br />

performansının değerlendirilmesi önemli bir adımdır. Bu çalışmada böbrek<br />

fonksiyon belirteci olarak kullanılan Sistatin C ölçümünde nefelometrik ve türbidometrik<br />

yöntemler karşılaştırıldı. Sistatin C’ nin Roche Cobas integra 800<br />

otoanalizörde türbidometrik ölçüm yönteminin tekrarlanabilirlik, linearite, geri<br />

kazanım ve hemoliz interferans çalışmaları yapıldı. Varyasyon katsayısı (CV)<br />

değerleri düşük ve yüksek konsantrasyonda olmak üzere sırasıyla gün içi ; 3,97 ;<br />

1,32 günler arası 4,16 ; 1,09 olarak bulundu. Yöntem 7,37 mg/dl konsantrasyona<br />

kadar lineer idi. Geri kazanım % 81 idi. 200 mg/dl hemoglobin konsantrasyonuna<br />

kadar interferans saptanmadı. Dade Behring BN 2 nefelometre ve Roche Cobas<br />

Integra 800 otoanalizöründe 100 hasta numunesi ile karşılaştırtma çalışması<br />

yapıldı. Korelasyon katsayısı r 2 =0,95 , Deming Regresyon denklemi y =0,98x +<br />

0,22 bulundu. Sistatin C ölçümünde türbidimetrik ve nefelometrik yöntemlerin<br />

uyumlu olduğu sonucuna varıldı.<br />

1 Department of Biochemistry, Vakıf Gureba Education and Research<br />

Hospital,İstanbul<br />

2 Department of Biochemistry, Karadeniz Ereğli Hospital, Zonguldak<br />

Method performance evaluation is a key step in the process of implementing new<br />

methods in clinical laboratories.In this study nephelometric and turbidimetric<br />

methods which are analyzing a renal function marker, Cystatin C were compared.<br />

Precision, linearity, recovery and hemolysis interferance experiments were conducted<br />

with Roche Cobas integra 800 otoanalyzer which utilizes turbidimetric<br />

method.Coefficient of variation (CV) values for low and high concentrations were<br />

intraday; 3.97 , 1.32 and day to day; 4.16 , 1.09 respectively.The calibration curve<br />

was linear up to 7.37 mg/dl. Percent recovery was %81.There was no hemolysis<br />

interferance up to 200 mg/dl hemoglobin concentration. Method comparison experiment<br />

between Dade Behring BN 2 nephelometry and Roche Cobas Integra<br />

800 otoanalyzer was conducted with 100 samples. Correlation coefficient r 2 =0,95<br />

and deming regresion equation ; y =0,98x + 0,22 was obtained. It was concluded<br />

that turbidimetric method in Roche Cobas integra 800 otoanalyzer and Dade Behring<br />

BN 2 nephelometry are comparable for analyzing Cystatin C.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-135<br />

Arsenat Detoksifikasyonunda Glutatyonun Rolü<br />

Yeliz ÇAKIR, Deniz YILDIZ, Zeynep EKER<br />

Biyoloji Bölümü, Mustafa Kemal Üniversitesi , Hatay<br />

P-135<br />

The Role Of Glutathione In The Detoxification Of Arsenate<br />

Yeliz ÇAKIR, Deniz YILDIZ, Zeynep EKER<br />

Department of Biology, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

CONTENTS<br />

Çalışmanın ana amacı Arsenat detoksifikasyonun insan eritrositlerinde glutatyon<br />

boşalımında gerekli bir adım olup olmadığını araştırmaktır. Daha önceki<br />

çalışmalarda inorganik arsenik bileşiklerinin eritrositlerindeki glutatyon düzeyine<br />

olan etkileri yaygın bir şekilde araştırılmıştır. Bununla birlikte inorganik arsenikli<br />

bileşiklere maruz kaldıktan sonra eritrositlerden azaltılmış formdaki glutatyon<br />

akışı henüz araştırılmamıştır. Bu çalışmada arsenata maruz kalmış eritrositlerin<br />

hücre içi ve hücre dışındaki sulfhidril düzeyi değişimleri ölçülmüştür. Arsenat<br />

(V) zaman ve konsantrasyona bağlı olarak hücre içi NPSH seviyesini büyük bir<br />

ölçüde boşaltmıştır. Eritrositler 10 mM arsenata (V) 4 saat süreyle maruz kaldıktan<br />

sonra NPSH düzeyi 0,28 ± 0,025 µmol/ml eritrosite düşmüştür. Hücre içi NPSH<br />

seviyesinin azalmasıyla birlikte zaman ve konsantrasyona bağlı olarak hücre dışı<br />

NPSH seviyesinde artış saptanmıştır. Hücre dışı NPSH düzeyi 4 saatte 0,180 ±<br />

0,010 µmol/ml eritrosite ulaşmıştır.4 saat süreyle arsenata (V) maruz kalmanın<br />

LDH aktivite ölçümü sonucunda ortamdaki hücresel zarlarda hasara yol açmadığı<br />

gözlemlenmiştir.<br />

.Sonuçlarımız arsenatla muamele edilen eritrositlerde membran hasarı olmaksızın<br />

hücre dışına NPSH çıkışı olduğunu göstermektedir. Bu sonuç arsenat detoksifikasyonu<br />

sırasında eritrositlerden arsenat yada arsenatın metabolik ürünleriyle<br />

birlikte glutatyonunda dışarı atılabileceğine işaret etmektedir.<br />

The main objective of the present study was to investigate if Arsenate (V) and<br />

Arsenite (III) exposure result in glutathione efflux from human erytrocytes as<br />

a required step in their detoxification process. In previous studies the effects of<br />

inorganic arsenic compounds on glutathione levels in erythrocytes have been extensively<br />

investigated. However, glutathione efflux, in the reduced form from the<br />

erythrocytes following exposure to inorganic arsenic compounds has not been<br />

investigated. In the present study we measured the change in intracellular and<br />

extracellular nonprotein sulfhydryl levels in arsenate exposed erythrocytes. Arsenate<br />

(V) extensively depleted intracellular sulfhydryl levels in a time- and concentration-dependent<br />

manner. Nonprotein sulfhydryl level was decreased to 0.28<br />

± 0025 μmole/ml erythrocyte when erythrocytes were exposed to 10 mM of Arsenate<br />

(V) for 4 hours. Concomittant with the decrease in intracellular sulfhydryl<br />

levels, a time- and concentration- dependent increase in extracellular nonprotein<br />

sulfhydryl levels was detected. Extracellular nonprotein sulfhydryl level reached<br />

to 0.180 ± 0.010 μmole/ml erythrocyte in 4 hours. Exposure to Arsenate (V) for 4<br />

hours did not damage the cellular membranes as evaluated by the Lactate Dehydrogenase<br />

Activity in the media.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-136<br />

Elecsys 2010 Ve Cobas E411 Cihazlarının Analitik Karşılaştırması<br />

Sedefgül YÜZBAŞIOĞLU ARIYÜREK, Ertuğrul KAHRAMAN<br />

Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi, Merkez Laboratuvarı, Adana<br />

syuzbasioglu@cu.edu.tr<br />

Çukurova Üniversitesi Balcalı hastanesi merkez laboratuarının akredite belgesi<br />

2 Nisan 2010 tarihinde yinelenmiştir. Joint Commission International akreditasyon<br />

standartlarına göre yeni kurulacak her sistem için validasyon çalışmasının<br />

yapılması gerekmektedir. Laboratuvarımız acil biyokimya biriminde kullanılan<br />

Elecsys 2010 cihazı yerine Cobas e411 cihazının kullanılabilmesi için validasyon<br />

çalışması yapıldı. Merkez laboratuvarına gelen rutin tam kan örneklerinden rastgele<br />

seçilen örneklerle çalışıldı. Tüm örneklerde CK-MB, Troponin-T ve Miyoglobin<br />

düzeyleri her iki cihazla ölçüldü. Veriler istatistiksel olarak analiz edildi ve bütün<br />

parametrelerin sonuçlarının korele olduğu görüldü. En düşük korelasyon katsayısı<br />

olan (r=0,996) CK-MB parametresinin regresyon denklemi y=1,0126x+0,0111<br />

iken en yüksek korelasyon katsayısı olan (r=0,999) Troponin-T parametresi için<br />

regresyon denklemi y=1,0099x-0,0017 olarak bulundu. Bu çalışmada cobas e411<br />

cihazının elecsys 2010 cihazı yerine kullanılabileceğine karar verildi.<br />

P-136<br />

Analytical Comparison Of Elecsys 2010 And Cobas E 411 Instruments<br />

Sedefgül YÜZBAŞIOĞLU ARIYÜREK, Ertuğrul KAHRAMAN<br />

Çukurova University, Balcalı Hospital, Central Laboratory, Adana<br />

Accreditation certificate of Cukurova University Balcalı Hospital, Central Laboratory<br />

was repeated at 2 april 2010. According to Joint Commission International<br />

accreditation standards, the validation study for all recently established systems<br />

is necessary. In order to use cobas e411 as a replacement for elecsys 2010 validation<br />

study was performed. Randomly blood samples from central laboratory were<br />

tested. CK-MB, troponin-t, and miyoglobin levels were measurement by both instruments.<br />

Data analyzed as statistical and results of all the parameters were correlated.<br />

The regression equation of CK-MB, which has the lowest r value (r=0.996),<br />

was y=1,0126x + 0,0111; where as y=1,0099x - 0.0017 for the Troponin-T parameter,<br />

which has the highest correlation coefficient (r=0.999). In this study, it was<br />

considered that Cobas e411 can be used as a replacement to Elecsys 2010.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-137<br />

Türk Popülasyonunda 17 Hidroksilaz(CYP17) Gen Polimorfizmi İle Prostat<br />

Kanseri Arasındaki İlişki<br />

Yavuz SİLİĞ 1 , H. PİNARBAŞI 1 , E. AKGÜN 3<br />

P-137<br />

The Association Of 17 Hydroxylase (CYP17) Gene Polymorphisms With<br />

Prostate Cancer Patients In The Turkish Population<br />

YAVUZ SİLİG 1 , H. PINARBASI 1 , E. AKGUN 2<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya Anabilim Dalı Tıp Fakültesi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas<br />

2Sağlık Bilimleri Fakültesi, Giresun Üniversitesi, Giresun<br />

ysilig@cumhuriyet.edu.tr<br />

Prostat kanseri birçok ülkede erkeklerde en sık görülen kanser türüdür. Prostat<br />

kanserinin etiyolojisi büyük ölçüde bilinmemesine rağmen, genetik ve çevresel<br />

faktörler etkili olmaktadır. İleri yaş, androjen metabolizması ve kalıtım olası risk<br />

faktörleri olarak bildirilmiştir. Seks steroidlerinin sentezinde iki önemli basamağı<br />

sentezine aracılık eden sitokrom P450c17a enzim için CYP17 geni tarafından<br />

kodlanır. Bu çalışmada, CYP17 gen ile prostat kanseri riski arasındaki ilişkisi<br />

304 Türk bireyler (152 prostat kanseri hastaları ve 152 yaşları ayarlanmış erkek<br />

kontrol grubu) araştırıldı. CYP17 geni, A1/A2 genotip hasta (% 53) ve kontrol<br />

grubunda (% 59) yaygındır. Biz CYP17 genotipleri ile prostat kanseri arasında<br />

bir ilişki bulamadık (A1/A1 genotip (referans); A1/A2 genotip: OR, 0.62; 95%<br />

CI (0.36-1.06) ; (P = 0.065), A2/A2 genotip: OR 0.48; 95% CI (0.21-1.11) ; (P<br />

= 0.058). Sonuç olarak Türk toplumunda CYP17 polimorfizmi ve prostat kanser<br />

riski arasında bir ilişki olduğuna dair delil bulunmamıştır.<br />

1Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Cumhuriyet University,<br />

Sivas<br />

2Faculty of Health Sciences, Giresun University, Giresun<br />

ysilig@cumhuriyet.edu.tr<br />

Prostate cancer is the most common cancer among men in many countries. Although<br />

the etiology of prostate cancer largely is unknown, both genetic and environmental<br />

factors may be involved. Advanced age, androgen metabolism and<br />

heredity-race have been reported to be possible risk factors. The CYP17 gene<br />

codes for the cytochrome P450c17a enzyme, which mediates two key steps in the<br />

sex steroid synthesis. In this study, association of the prostate cancer risk with<br />

CYP17 gene was investigated in 304 Turkish individuals (152 prostate cancer patients<br />

and 152 age-matched male controls). CYP17 gene, the A1/A2 genotype is<br />

common (53%) in cases and controls (59%). We found no associations of CYP17<br />

genotypes and risk of prostate cancer (A1/A1 genotype (reference); A1/A2 genotype:<br />

odds ratio, 0.62; 95% confidence interval, (0.36-1.06); (P = 0.065), A2/A2<br />

genotype: odds ratio, 0.48; 95% confidence interval, (0.21-1.11) ;(P = 0.058). We<br />

conclude that there was no evidence of an association between CYP17 polymorphism<br />

and Prostate cancer risk in the Turkish population.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-138<br />

Isırgan Otunun Dimetilbenzantrasen Uygulanan Tavşanlarda Lipit<br />

Peroksidasyonu, Antioksidan Maddeler Ve Nitrit-Nitrat Düzeyleri Üzerine<br />

Etkisi<br />

Ali ERTEKİN 1 , İdris TÜREL 2 , Gökhan OTO 2 , Fatih Çağlar ÇELİKEZEN 3 ,<br />

SemihYAŞAR 4<br />

P-138<br />

The Effect Of Nettle Herb On The Levels Of Lipid Peroxidation,<br />

Antioxidant Substances And Nitrite - Nitrate In Rabbits Induced With<br />

Dimetylbenzanthracene<br />

Ali ERTEKİN 1 , İdris TÜREL 2 , Gökhan OTO 2 , Fatih Çağlar ÇELİKEZEN 3 ,<br />

SemihYAŞAR 4<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya A.D., Karabük Üniversitesi, Zonguldak<br />

2 Farmakoloji A.D., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van<br />

3Biyokimya A.D., Bitlis Eren Üniversitesi, Bitlis<br />

4Biyokimya A.D., Bingöl Üniversitesi, Bingöl<br />

Bu çalışmada, ısırgan otu ekstresinin 7,12-dimetilbenzantrasen(DMBA) verilen<br />

tavşanlarda nitrik oksit oksidasyon ürünleri, lipit peroksidasyon ürünleri ve antioksidan<br />

maddeler düzeyleri üzerine etkileri araştırıldı. Çalışmayı 21 dişi Yeni Zelanda<br />

ırkı tavşan oluşturdu. Tavşanlar üç gruba bölündüler. Deneme süresi 150 gün<br />

olarak belirlendi. Kontrol grubuna 0.5 ml/kg/gün dozunda % 10’luk dimetilsülfoksit<br />

(DMSO) çözeltisi, DMBA grubuna %10’ luk DMSO’da çözündürülen DMBA<br />

maddesi 0.5 ml/kg/gün olarak verildi. Diğer gruba DMBA’ ya ilaveten ısırgan<br />

otu ekstraktı 0.2 ml/kg/gün şeklinde uygulandı. Deneme sonunda kan örnekleri<br />

alındı. Yapılan analizlerde kontrol grubu ölçümlerine göre hem DMBA verilen<br />

hem de DMBA+ısırgan otu verilen grupta nitrit ve nitrat düzeylerinde gözlenen<br />

artışlar istatistik olarak anlamlı bulundu(P


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-139<br />

Östrojen Uyarımlı Meme Karsinogenezinde Evreye Özel Glut-1, Glut-3 Ve<br />

Glut-12 Ekspresyonları<br />

CANCER<br />

Hilal KOÇDOR 1 , Mehmet A. KOÇDOR 2 , Julia S. PEREIRA 3 ,<br />

Johana E. VANEGAS 3 , Irma H. RUSSO 3 , Jose RUSSO 3<br />

1Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji AD, İzmir<br />

2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi AD, İzmir<br />

3Fox Chase Cancer Center, Breast Cancer Research Laboratory,<br />

Philadelphia, Pennsylvania<br />

Malign hücreler, “normoksik” koşullarda dahi, hemen daima enerji substratı<br />

olarak glukoz kullanır. Bu hücrelere ait en temel metabolik özellik, hızlanmış /<br />

hızlandırılmış glikoliz, anormal yüksek glukoz alımı, tüketimi ve doğal olarak<br />

hızlandırılmış membran glukoz taşıyıcı proteinlerindeki (GLUT) artıştır. Şu zamana<br />

kadar 14 ayrı GLUT tipi tanımlanmıştır. Kanser hücrelerindeki ekspresyon<br />

profili, normal koşullardan farklılık göstermektedir. GLUT-1, GLUT-3 ve<br />

GLUT-12 meme kanseri ve kanserin kötü prognozuyla ilişkili bulunmuştur. Yine<br />

yapılan çalışmalarda meme karsinogenezinde önemli rolü bulunan östrojenin aynı<br />

zamanda GLUT regülasyonunda da rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak karsinogenezin<br />

hangi aşamasında, hangi GLUT formunun eksprese olduğu belirsizdir.<br />

Bu çalışmada östrojen uyarımlı meme karsinogenez modelinde GLUT ekspresyon<br />

paternleri incelenmiştir. Genetik kökeni aynı ancak karsinogenezin farklı<br />

aşamalarındaki 4 hücre hattında (MCF10F: Normal meme epiteli hücreleri; E2:<br />

transforme hücreler; C5: transforme hücrelerin invaziv alt grubu; T4: invaziv<br />

hücrelerin tumorijenik alt grubu) GLUT ekspresyonları, duktulojenite kaybı,<br />

tümöral kitle formasyonu, ve invazivlik dereceleri incelendi. RT-PCR, 17-β östradiol<br />

tedavisinden sonra GLUT-1 ekspresyonunun MCF10F, E2 ve C5 downregule<br />

olduğunu gösterdi. Transforme hücrelerde (E2), C5 ve T4 hücrelerinde progresiv<br />

ve çok yüksek GLUT-3 ekspresyonu saptandı. Bu hücrelerde aynı zamanda belirgin<br />

invazivlik, duktulojenite kaybı ve solid kitle formasyonu gözlendi. GLUT-12,<br />

invaziv hücrelerde downregüle bulundu. Sonuç olarak, östrojen uyarımlı meme<br />

malign transformasyonu belirgin GLUT-3 ekspresyonu; karsinogenezin ileri<br />

aşamalarında GLUT-1 re-ekspresyonu ve GLUT-12 downregülasyonu ile ilişkili<br />

bulundu.<br />

P-139<br />

Stage-Specific Expressions Of Glut-1, Glut-3 And Glut-12 In Estrogen Induced<br />

Breast<br />

Hilal KOÇDOR 1 , Mehmet A. KOÇDOR 2 , Julia S. PEREIRA 3 ,<br />

Johana E. VANEGAS 3 , Irma H. RUSSO 3 , Jose RUSSO 3<br />

1Dokuz Eylul University, Oncology Institute, Department of Clinical Oncology,<br />

İzmir<br />

2Dokuz Eylul University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery,<br />

İzmir<br />

3Fox Chase Cancer Center, Breast Cancer Research Laboratory, Philadelphia,<br />

Pennsylvania<br />

Increased glucose uptake and glycolysis are main metabolic characteristics of malignant<br />

cells. Facilitative glucose transporter-1 (GLUT-1), GLUT-3 and recently<br />

GLUT-12, have been previously shown in breast cancer cells and are found to<br />

be associated with poor prognosis. In addition, it has been shown that Estrogen<br />

plays critical roles on GLUT regulation, however,the stage-specific GLUT regulation<br />

of mammary carcinogenesis is unclear. Thus in the present study, we are<br />

investigating the GLUT expression patterns in a model of estrogen induced carcinogenesis.<br />

In this model, different stages of tumor initiation and progression<br />

are represented, MCF-10F being the normal stage, trMCF cells (E2) the transformed<br />

stage, bsMCF cells, the invasive stage (C5), and caMCF cells the tumorigenic<br />

stage (T4). In addition, loss of ductulogenesis and solid mass formation<br />

in collagen matrix and invasiveness of the cells were counted. Real time PCR t<br />

showed that GLUT1 expression was downregulated in MCF10F after treatment<br />

with 17β-estradiol (E2), and in the invasive cell type (C5), but not in the tumor<br />

cells (T4), which had no changes compared to MCF10F. C5 and T4 cells showed<br />

the highest rate of GLUT-3 expression. These cells were also found to be associated<br />

with loss of ductulogenesis, solid mass formation and higher invasive<br />

capacity, whereas, GLUT-12 was downregulated in C5 and T4 cells. In conclusion,<br />

estrogen-induced malignant transformation is associated with remarkable<br />

GLUT-3 expression, GLUT-1 re-expression at further stages, as well as GLUT-12<br />

downregulation<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-140<br />

Taurinin Deneysel Kırık İyileşmesi Üzerine Etkisi<br />

Elcil KAYA BİÇER 1 , Nilgün YENER 2 , Başak DOĞANAVŞARGİL 3 ,<br />

Mehmet ARGIN 4 , Akın KAPUBAĞLI 1<br />

P-140<br />

The Influence Of Taurine On Experimental Fracture Healing<br />

Elcil KAYA BİÇER 1 , Nilgün YENER 2 , Başak DOĞANAVŞARGİL 3 ,<br />

Mehmet ARGIN 4 , Akın KAPUBAĞLI 1<br />

CONTENTS<br />

1Ortopedi ve Travmatoloji A.D., Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

2Biyokimya A.D., Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

3Patoloji A.D., Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

4Radyoloji A.D., Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

1 Department of Orthopaedics and Traumatology, Ege University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

2 Department of Biochemistry, Dokuz Eylul University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

3 Department of Pathology, Ege University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

4 Department of Radiology, Ege University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

Kırık iyileşmesi sürecinde, oksidatif doku hasarlanması gözlenmektedir. Kırık<br />

oluşumu sonrasında antioksidan kullanılan çeşitli çalışmalarda bu moleküllerin<br />

kırık iyileşmesini olumlu etkileyebildiği gösterilmiştir. Bu çalışmada antioksidan<br />

etkinliği bilinen yapısal olmayan, yarı esansiyel bir amino asit olan taurinin, kırık<br />

iyileşmesi üzerine etkileri araştırılmıştır. Gereç – Yöntem: Bu çalışmada 30 adet<br />

erişkin, erkek, Yeni Zelanda tavşanı randomize olarak kontrol ve ilaç olmak üzere<br />

iki gruba ayrılmış ve cerrahi olarak sağ tibialarında kırık oluşturulmuştur. Her iki<br />

grupta kırığın cerrahi onarımı sonrası ilaç grubuna kırık sonrası beş gün süreyle<br />

orogastrik tüple taurin, kontrol grubuna aynı yöntemle su verilmiştir. Çalışma<br />

21. günde sonlandırılmıştır. Eksitus olan ve çalışma dışı bırakılan denekler<br />

çıkarıldığında; kontrol grubunda dokuz, ilaç grubunda yedi denek olmak üzere<br />

toplam 16 denek çalışmaya dahil edilmiştir. Deney öncesi, postoperatif yedinci,<br />

14. ve 21. günlerde oksidatif stresi göstermek için serum malondialdehit (MDA)<br />

ve kemik oluşumu hakkında fikir edinmek için alkalen fosfataz (ALP) düzeyleri<br />

ölçülmüştür. Radyolojik olarak kaynama direk grafi ve bilgisayarlı tomografiyle<br />

değerlendirilmiştir. Kallusun mineral yoğunluğu ölçülmüştür. Kallusun histolojik<br />

olgunlaşma derecesi değerlendirilmiştir. Bulgular: Kırık iyileşmesi sürecinde<br />

enflamatuvar dönemde MDA düzeyleri her iki grupta başlangıç düzeyine<br />

göre yüksek bulunmuş; ancak iki grup arasında MDA ve ALP düzeyleri arasında<br />

istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanamamıştır. Radyolojik ve histolojik<br />

olarak taurin verilen grupta kaynamanın kontrol grubuna göre olumlu etkilendiği<br />

gözlenmiştir. Kallusun mineral yoğunluğu açısından gruplar arasında anlamlı<br />

bir fark saptanmamıştır. Sonuç: Bu çalışmada taurinin kırık iyileşmesi üzerine,<br />

olumlu bir etkisinin olabileceği gözlenmiştir. Bu etki, ilacın antioksidan aktivitesiyle<br />

doğrudan ilişkilendirilememiştir. Diyetle taurin alınımının kırık iyileşmesini<br />

olumlu yönde etkileyebileceği kanaatine varılmıştır.<br />

Reactive oxygen species are produced following fracture of a bone. Several experimental<br />

studies revealed that during the fracture healing period, administration<br />

of an antioxidant has a positive effect on the outcome. In this study, it is aimed<br />

to evaluate the effects of taurine, a non-structural, semi-essential amino acid with<br />

antioxidant effects, on fracture healing. Material – Method: Thirty male, adult<br />

New Zelland rabbits were randomly divided into two groups. An open tibial osteotomy<br />

followed with fixation was performed to all of the subjects. Taurin was administrated<br />

to the drug group orogastrically for five days while the control group<br />

received only tap water utilising the same method. The subjects were sacrificed at<br />

the 21st day. The study was completed with 16 subjects, nine being in the control<br />

group and seven in the drug group. In order to measure the oxidative stress, plasma<br />

malondialdehyde (MDA) levels were measured at day zero, seventh, 14th, and<br />

21st postoperative days along with alkaline phosphatase (ALP) levels to evaluate<br />

the bone formation. Cortical bridging and fracture union were evaluated with X-<br />

ray graphies and computed tomography (CT) scanning. The mineral density of the<br />

callus was measured via CT scans while the maturity of the callus tissue was determined<br />

by histologic measures. Results: During the inflammatory period of the<br />

fracture healing, the MDA levels were found to be higher when compared to the<br />

baseline values. A statistically significant difference between groups by means of<br />

the MDA and ALP values could not be found. The fracture healing was observed<br />

to be superior in the drug group by means of radiological and histological evaluation.<br />

The mineral density measurements did not reveal any significant difference<br />

between groups. Conclusion: These findings suggest that taurine supplementation<br />

has a positive on the fracture union. Though the relation between the fracture<br />

healing and the antioxidant effect of taurine could not be established in this study;<br />

diet supplementation with taurine may positively influence the fracture healing<br />

process.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-141<br />

Son Dönem Böbrek Yetmezlikli Hastalarda Görülen Osteoporozda<br />

Homosisteinin Olası Rolü<br />

Sebahat ÖZDEM 1 , F. Fevzi ERSOY 2 , Vural YILMAZ 2 , Levent DÖNMEZ 3 ,<br />

Adil BOZ 4 , Dilek ÇOLAK 5 , Gültekin SÜLEYMANLAR 2<br />

P-141<br />

Possible Role Of Homocysteine In Osteoporosis In Patients With Terminal<br />

Renal Failure<br />

Sebahat ÖZDEM 1 , F. Fevzi ERSOY 2 , Vural YILMAZ 2 , Levent DÖNMEZ 3 ,<br />

Adil BOZ 4 , Dilek ÇOLAK 5 , Gültekin SÜLEYMANLAR 2<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya ABD, Akdeniz Üniversitesi , Antalya<br />

2İç Hastalıkları ABD, Akdeniz Üniversitesi, Antalya<br />

3Halk Sağlığı ABD, Akdeniz Üniversitesi, Antalya<br />

4Nükleer Tıp ABD, Akdeniz Üniversitesi, Antalya<br />

5Tıbbi Mikrobiyoloji ABD, Akdeniz Üniversitesi, Antalya<br />

1 Department of Medical Biochemistry, Akdeniz University, Antalya<br />

2 Department of Internal Medicine , Akdeniz University, Antalya<br />

3 Department of Health Sciences, Akdeniz University, Antalya<br />

4 department of nuclear medicine, Akdeniz University, Antalya<br />

5 department of Medical Biochemistry, Akdeniz University, Antalya<br />

Osteoporoz, kemik kütlesinde azalma ve kemik dokusunun mikro-mimarisinde<br />

bozulma sonucu kırılganlığında artmayla karekterize bir hastalıktır. Böbrek yetmezlikli<br />

hastaların çoğunda osteoporoz gelişmektedir. Homosistein düzeylerindeki<br />

artma osteoporoz oluşumunda bağımsız bir risk faktörüdür. Böbrek yetmezlikli<br />

hastaların çoğunda homosistein düzeyleri yükselmektedir. Bu çalışmada kronik<br />

böbrek yetmezliği (KBY) nedeniyle periton diyalizi uygulanan hastada, plazma<br />

homosistein düzeyi ile kemik metabolizması ile kemik yapım ve yıkım belirteçleri<br />

arasındaki ilişki incelendi. Çalışmaya periton diyalizi uygulanan 51 hasta alındı<br />

(21 kadın, 30 erkek, yaş ortalaması 50.90±16.46 yıl). Kontrol grubu, kemik mineral<br />

yoğunluğu normal, benzer yaştaki sağlıklı 41 kişiden (22 kadın, 18 erkek, yaş<br />

ortalaması 45.68±11.56 yıl) oluşturuldu. Çalışma gruplarında plazma homosistein,<br />

serum vitamin-B12 ve folat düzeyleri, biyokimyasal kemik yapım ve yıkım<br />

belirteçleri ile tüm vücut ve femur kemik mineral yoğunluğu ölçüldü. Periton<br />

diyalizi grubunda, kemik yapım ve yıkım belirteçlerinin kontrole göre anlamlı<br />

değişiklikler gösterdiği tespit edildi. Homosistein düzeyleri periton diyalizi<br />

grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti ve bazı kemik belirteçleri<br />

ile anlamlı korelasyonlar gösterdi. Mevcut bulgular KBY’li hastalarda osteoporoz<br />

gelişiminde birbirleri ile etkileşen pek çok mekanizmanın rol oynayabileceğine<br />

ve homosistein düzeylerindeki artışın kemik yapım ve yıkım dengesinin yıkım<br />

yönüne kaymasına yardımcı olabileceğine işaret etmektedir.<br />

Osteoporosis is a disease characterized by increased bone fragility due to reduced<br />

bone mass and disturbance in bone tissue micro-architecture. Osteoporosis develops<br />

in most of the renal failure patients. Increment in homocysteine level is<br />

an independent risk factor for osteoporosis development. Homocysteine levels<br />

increase in most of the renal failure patients. In the present study, we investigated<br />

the relations of plasma homocysteine levels with bone metabolism and bone formation<br />

and resorption markers in chronic renal failure (CRF) patients on peritoneal<br />

dialysis. Studied 51 patients who underwent peritoneal dialysis (21 females,<br />

30 males, mean age 50.90±16.46 years). Control group included 41 age-matched<br />

healthy subjects (22 females,18 males, mean age 45.68±11.56 years) with normal<br />

bone mineral density. Plasma homocysteine, serum vitamin-B12 and folate, biochemical<br />

markers of bone formation and resorption and whole body and femur<br />

bone mineral densities were measured in experimental group. Bone formation<br />

and resorption markers significantly altered between CRF and control groups.<br />

Homocysteine levels increased in patient group and correlated significantly with<br />

certain bone markers. Present findings suggested that multiple interacting mechanisms<br />

play a role in development of osteoporosis in CRF patients and the increment<br />

in homocysteine levels may contribute to the process by shifting the balance<br />

between bone formation and resorption in favor of the latter.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-142<br />

D-Dımer Olçumunde Yontem Karşılaştırılması<br />

N. Yasemın ARDICOGLU AKISIN 1 , Abbas TANER 2<br />

1Biyokimya ve klinik biyokimya, Özel MESA Hastanesi, Ankara<br />

2Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji, Özel MESA Hastanesi, Ankara<br />

P-142<br />

A Method Comparison For D-Dimer Measurement<br />

N. Yasemın ARDICOGLU AKISIN 1 , Abbas TANER 2<br />

1Biocemistry And Clinical Biochemistry, Mesa Hospital, Ankara<br />

2Microbiology and Clinical Microbiology, MESA Hospital, Ankara<br />

CONTENTS<br />

D-Dimer bir fibrin yıkım ürünüdür. Fibrinoliz sonucu küçük bir protein fragmanı<br />

olarak ortaya çıkar. Tromboembolik durumların tanısına yardımcı olmak amacıyla<br />

bakılmaktadır. Pulmoner emboli, venöz tromboz ve dissemine intravasküler koagülasyon<br />

varlığında plazma düzeylerinde artış gözlenir. Normal seviyeleri<br />

trombozu ekarte ettirmesine rağmen yüksek değerleri tek başına tromboz tanısı<br />

koyduramaz. Bu çalışmada enzim bağlı floresans yöntemi ile ölçüm yapan Vidas<br />

D-Dimer Exclusion (MiniVidas - Bio Merieoux) kiti ile monoklonal antikor<br />

kaplı lateks parçacıları kullanarak türbidimetrik ölçüm yapan otomatize STA- Liatest<br />

D-Di’yi (StaCompact – Diagnostico Stago) karşılaştırdık. Laboratuvarımıza<br />

başvuran 41 hastadan alınan sitratlı kan numunlerinden elde edilen plazma santrifüjden<br />

hemen sonra iki cihazda eş zamanlı olarak çalışılmış ve aralarındaki korelasyon<br />

OLP (Ordinary least products regression) analizi ile belirlenmiştir. Elde<br />

edilen verilere göre sırasıyla Vidas D-Dimer Exclusion ve STA- Liatest D-Di için<br />

ortanca değerleri 2.0 ve 1.83 ng/ml, test ölçüm aralıkları ise 0.03-13.08 ve 0.1-<br />

10.0 ng/ml idi. Regresyon analizi sonucunda y=0.105+1.42x, r= 0,933 bulundu ve<br />

iki yöntem arasında anlamlı pozitif korelasyon olduğu saptandı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-143<br />

Venöz Tromboz Ön Tanısı Olan Hastalarda Faktör V Leıden, Protrombin,<br />

Mthfr C677T Ve Mthfr A1298C Mutasyonlarının Dağılımı<br />

Hatice YILDIRIM YAROĞLU, Gülcan GÜNEŞ, Gökçen ALICI SERT,<br />

Şenay BALCI, Lülüfer TAMER GÜMÜŞ<br />

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya AD. Mersin<br />

Venöz tromboz risk faktörlerinin belirlenmesi ven tıkayıcı olayların önlenmesinde<br />

ve komplikasyonların en aza indirilmesinde yardımcı olacaktır. Bu nedenle<br />

çalışmamızda tromboembolik olaylar görülen hastalarda; Faktör V Leiden,<br />

protrombin G20210A, MTHFR C677T ve MTHFR A1298C mutasyonlarının<br />

dağılımını saptamayı amaçladık. Çalışma grubumuzu son üç yıldır Mersin Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi hastanesinde venöz tromboz ön tanısı konulan 220 hasta<br />

(182 kadın, 38 erkek) oluşturmaktadır. Kan EDTA içeren tüplere alındı ve DNA<br />

high pure template preparation kiti ile lökositlerden elde edildi. Faktör V Leiden,<br />

Protrombin G20210A, MTHFR C677T ve MTHFR A1298C mutasyonları Light-<br />

Cycler mutasyon belirleme kitleri ile Real Time-PCR kullanılarak belirlendi.<br />

Çalışmamızda Faktör V Leiden mutasyonu %6.4 heterozigot, %2.3 homozigot<br />

ve %91.4 wild tip, Protrombin G20210A mutasyonu ise, %3.2 heterozigot, %0.5<br />

homozigot ve %96.4\’i wild tip olarak bulundu . MTHFR C677T % 45.9 heterozigot<br />

, %7.3 homozigot ve %46.8 wild tip ve MTHFR A1298C mutasyonu %<br />

51.4 heterozigot, % 10.9 homozigot, % 37.7 wild tip olarak bulundu.Sonuç olarak<br />

MTHFR A1298C heterozigot genotip dağılımı wild genotipe göre daha yüksek<br />

bulunmuştur. Mersin bölgesinde tromboembolik olaylarda bu genetik faktörlerin<br />

rolünü araştırabilmek için daha geniş bir çalışma grubuna gerek duyulmaktadır.<br />

P-143<br />

Distrubution Of Factor V Leiden, Prothrombin G20210A, Mthfr C677T<br />

And Mthfr A1298C Mutations In Patient With A Preliminary Diagnosis Of<br />

Venous Thrombosis<br />

Hatice YILDIRIM YAROĞLU, Gülcan GÜNEŞ, Gökçen ALICI SERT,<br />

Şenay BALCI, Lülüfer TAMER GÜMÜŞ<br />

Department of Medical Biochemistry, Mersin University Faculty of Medicine,<br />

Mersin<br />

Determination of risk factors in venous thrombosis will help to prevent the venoocclusive<br />

events and minimize its complication. So the aim of this study is to<br />

determine the frequency of Factor V Leiden, prothrombin G20210A, Methylenetetrahydrofolate<br />

reductase (MTHFR) C677T and MTHFR A1298C mutations in<br />

patients with thromboembolic events.The study population consisted of 220 patients,(182<br />

females and 38 males) with a preliminary diagnosis of venous thrombosis<br />

for last three years in Mersin University Medicine Faculty Hospital. Blood<br />

was collected in EDTA-containing tubes and DNA was extracted from leucocyte<br />

by high pure PCR template preparation kit. Factor V Leiden, prothrombin<br />

G20210A, MTHFR C677T and MTHFR A1298C mutations were detected by<br />

using a LightCycler mutation detection kits in Real Time PCR. In our study; Factor<br />

V Leiden mutation was found heterozygotes (6.4%), homozygotes (2.3%) and<br />

wild type (91.4%). Prothrombin G20210A mutation, 3.2% were heterozygous,<br />

only 0.5 % homozygous and 96.4% were wild type. The C677T MTHFR analysis<br />

showed that 45.9% were heterozygous, 7.3% were homozygous and the remaining<br />

46.8% were wild type. MTHFR A1298C mutation was present in 51.4% of heterozygotes,10.9%<br />

homozygotes, 37.7% wild type. As a result . MTHFR A1298C<br />

heterozygous genotype distrubition was higher than wild genotype . Establishing<br />

the role of these genetic factors in thromboembolic events in Mersin population<br />

will require conducting an association study with a larger sample size.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-144<br />

Trombolitik Tedavide Glikojen Fosforilaz Bb, Total Sialik Asit, Oksidan Ve<br />

Antioksidan Parametrelerin Önemi<br />

Elif EMRE DOĞRUK 1 , Aysun ALTIN 1 , Gökhan BİLGİLİ 2 ,<br />

Özlem TÜYSÜZ 1 , Zehra SERDAR 1<br />

P-144<br />

Importance Of Glycogen Phosphorylase Bb, Total Sialic Acid, Oxidant And<br />

Antioxidant Parameters In The Thrombolytic Therapy<br />

Elif EMRE DOĞRUK 1 , Aysun ALTIN 1 , Gökhan BİLGİLİ 2 ,<br />

Özlem TÜYSÜZ 1 , Zehra SERDAR 1<br />

CONTENTS<br />

1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

2Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı<br />

ozlemt@uludag.edu.tr<br />

1Uludağ University Faculty of Medicine, Deparment of Medical Biochemistry<br />

2Uludağ University Faculty of Medicine, Deparment of Cardiology<br />

ozlemt@uludag.edu.tr<br />

Bu çalışmanın amacı, akut miyokard infarktüslü (AMI) hastalarda trombolitik<br />

tedavinin oksidan ve antioksidan parametreler ve glikojen fosforilaz izoenzim<br />

BB (GPBB) konsantrasyonları üzerine etkisini araştırmaktır. Çalışmaya, AMI’nü<br />

düşündüren bir göğüs ağrısının başlamasından sonra 3 saat içinde acil servise<br />

başvuran ve travmaya uğramamış hastalar alındı. AMI tanısı klinik özellikler,<br />

elektrokardiyografik bulgular ve artmış biyokimyasal kardiyak marker düzeylerine<br />

göre konuldu. Çalışmaya AMI’lü total 75 hasta (50 hasta trombolitik tedavi<br />

aldı, 25 hasta trombolitik tedavi almadı) ve 45 kontrol alındı. Trombolitik<br />

tedavi doku tipi plazminojen aktivatör (t-PA) ile yapıldı. Kan örnekleri t-PA<br />

tedavisinden önce ve 2 ile 24 saat sonra alındı. Serum malondialdehid (MDA)<br />

ve E vitamini yüksek performanslı sıvı kromatografisi ile analiz edildi. Serum<br />

total sialik asit ve diğer oksidan ve antioksidan parametreler spektrofotometrik<br />

olarak ölçüldü. GPBB konsantrasyonu immünoenzimometrik ölçüm ile belirlendi.<br />

Başarılı reperfüzyon sonrası serum MDA, protein karbonilleri, total sialik asit<br />

ve GPBB konsantrasyonları arttı, antioksidan vitamin ve enzimler ise azaldı. Bu<br />

bulgular AMI’lü hastalarda reperfüzyon hasarında serbest radikal oluşumunun<br />

önemini göstermekte ve trombolizis uygulanan AMI’lü hastaların tedavisinde<br />

antioksidanların da yer almasının gerekliliğini belirtmektedir. Aynı zamanda<br />

bu parametreler, özellikle GPBB, trombolitik tedavinin etkinliğinin noninvaziv<br />

olarak değerlendirilmesi için de kullanılabilir.<br />

The aim of this study was to investigate the effect of thrombolytic therapy on<br />

oxidant and antioxidant parameters and glycogen phosphorylase isoenzyme BB<br />

(GPBB) concentrations in patients with acute myocardial infarction (AMI). The<br />

authors enrolled non-traumatized patients arriving at the emergency department<br />

within 3 hours after the onset of chest pain suggestive of AMI. The diagnosis of<br />

AMI was established according to clinical features, electrocardiographic findings<br />

and increased biochemistry cardiac marker levels. The study was carried out on<br />

a total of 75 patients with AMI (50 patients received thrombolytic therapy and<br />

25 patients did not receive thrombolytic therapy), and 45 controls. Thrombolytic<br />

therapy was performed with tissue-type plasminogen activator (t-PA). Blood<br />

samples were collected before, 2 and 24 hours after t-PA therapy. Serum malondialdehyde<br />

(MDA) and vitamin E were analyzed by high-performance liquid<br />

chromatography. Serum total sialic acid and other oxidant and antioxidant parameters<br />

were studied spectrophotometrically. Determination of GPBB concentration<br />

is based on immunoenzymometric assay. Successful reperfusion was followed by<br />

increased serum MDA, protein carbonyls, total sialic acid and GPBB concentrations<br />

and by decreased antioxidant vitamins and enzymes. These findings indicate<br />

the significance of free radical generation processes in reperfusion injury in AMI<br />

patients, and suggest the potential involvement of antioxidants in the management<br />

of AMI treated by thrombolysis. Also, these parameters especially GPBB can be<br />

used for the noninvasive assessment of the effectiveness of thrombolytic therapy.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-145<br />

Gastrointestinal Kanserli Hastalarda Lipid Ve Protein Oksidasyonu<br />

Burcu BABA 1 , Aymelek GÖNENÇ 1 , Sebahattin ASLAN 2 ,<br />

Aysun HACIŞEVKİ 1<br />

P-145<br />

Lipid And Protein Oxidation In Patients With Gastrointestinal Cancer<br />

Burcu BABA 1 , Aymelek GÖNENÇ 1 , Sebahattin ASLAN 2 ,<br />

Aysun HACIŞEVKİ 1<br />

CONTENTS<br />

1Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya A.D., Ankara<br />

2Onkoloji A.D., Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

Reaktif nitrojen türleri (RNS) kadar reaktif oksijen türleri (ROS) de normal<br />

hücresel metabolizmanın ürünleridirler fakat son derece reaktif olduklarından,<br />

yüksek konsantrasyonlarda DNA, proteinler ve lipidlere zarar verebilirler. Normal<br />

koşullar altında ROS’un oluşumu ve nötralizasyonu arasında iyi yönetilen<br />

bir denge vardır. “Oksidatif stres” oksidanlar ve antioksidanlar arasındaki denge<br />

oksidanların lehine kontrolden çıktığı zaman oluşur. Oksidatif stresin kanser gibi<br />

pek çok dejeneratif ya da kronik hastalığın patogenezinde önemli rol oynadığı<br />

düşünülmektedir. Gastrointestinal kanserler dünyada kansere bağlı ölümlerin<br />

başlıca nedenlerinden biridir. Çalışmamızda gastrointestinal kanserli hastalarda<br />

sağlıklı kontrol grubuna göre protein oksidasyonunun ve peroksinitrit oluşumunun<br />

göstergesi olarak nitrotirozin (NT), reaktif nitrojen türlerinin bir indikatörü olarak<br />

nitrik oksit (NO) ve lipid peroksidasyon göstergesi olarak malondialdehit (MDA)<br />

düzeylerindeki değişiklikleri ve bu parametreler arasında bir korelasyon olup<br />

olmadığını araştırmayı amaçladık. Gastrointestinal kanserli hastalarda serum<br />

MDA, NO ve plazma NT düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre ölçülmüştür.<br />

MDA düzeyleri spektrofotometrik olarak, NO ve NT düzeyleri ise kit kullanılarak<br />

tayin edilmiştir. Hasta grubunda MDA, NO ve NT düzeyleri kontrol grubuna göre<br />

anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-146<br />

Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Ortalama Trombosit Hacmi,<br />

Trombosit Dağılım Genişliği Ve Trombosit Sayısının Değerlendirilmesi<br />

Gökhan ÇAKIRCA, 1 Nuriye METE, 1 , Birgül IŞIK, 1<br />

Beri HOCAOĞLU BOZARSLAN, 1 Ümit İNCİ, 2<br />

P-146<br />

Evaluation Of Mean Platelet Volume, Platelet Distribution Width And<br />

Platelet Count In Patients With Acute Myocardial Infarction<br />

Gökhan ÇAKIRCA, 1 Nuriye METE, 1 , Birgül IŞIK, 1<br />

Beri HOCAOĞLU BOZARSLAN, 1 Ümit İNCİ, 2<br />

CONTENTS<br />

1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Diyarbakır<br />

2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Diyarbakır<br />

gokhanmardin47@hotmail.com<br />

Koroner kalp hastalığı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hem mortalite,<br />

hem de morbidite nedeni olarak ilk sırada yer almaktadır. Trombosit ve<br />

beyaz kan hücreleri, damar duvarındaki endotel ve düz kas hücreleri ile makrofajlarda<br />

oluşan hücresel olaylar aterogenezin önemli bileşenleridir. Artmış trombosit<br />

reaktivitesi kanama zamanının kısalmasına ve trombosit hacminin artmasına<br />

neden olmaktadır. Bazı çalışmalarda koroner arter hastalıkları ve akut myokard<br />

infarktüsünde ortalama trombosit hacminin arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmaya<br />

Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde yatarak tedavi gören 30 hasta ile 30 sağlıklı<br />

birey kontrol grubu alındı. Bireylerden EDTA’lı tüplere alınan kanlar CELL-<br />

DYNE 3700 hemogram cihazı ile çalışıldı. Hasta grubunda trombosit, ortalama<br />

trombosit hacmi (MPV) ve trombosit dağılım genişliği (PDW) düzeyleri sırayla<br />

238633.3±52557, 9.8±1.7 ve 18.2±1.1 olarak, kontrol grubunda ise trombosit,<br />

MPV ve PDW düzeyleri sırayla 242300.0±37400.1, 6.7±0.6 ve 17.1 ±0.6 olarak<br />

bulundu. Hasta grubu trombosit düzeyi ile kontrol grubu arasında fark istatistiksel<br />

olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05). Hasta MPV ve PDW kontrol grubuna<br />

göre yüksek, aradaki fark istatiksel olarak anlamlıdır(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-147<br />

Yağlı Karaciğerde Basit İnvazif Olmayan Belirteçler Ve İndekslerin Tanısal<br />

Yeri<br />

Hüseyin KAYADİBİ 1 , Bülent YAŞAR 2 , Mustafa GÜLTEPE 3<br />

P-147<br />

Diagnostic Utility Of Simple Non-Invasive Markers And Indexes For Fatty<br />

Liver<br />

Hüseyin KAYADİBİ 1 , Bülent YAŞAR 2 , Mustafa GÜLTEPE 3<br />

CONTENTS<br />

1İskenderun Asker Hastanesi, Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı, İskenderun<br />

2Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenterohepatoloji<br />

Servisi, İstanbul<br />

3GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Biyokimya Servisi, İstanbul<br />

mdkayadibi@yahoo.com<br />

Yağlı karaciğerin invazif olmayan testler ve indeksler ile tespiti rutin klinik pratikte<br />

önemli bir husustur. Bu nedenle, yağlı karaciğerin tahmini için ALT, AST,<br />

AST/ALT, APRI, FIB-4, FORNS ve API indekslerinin tanısal yerini belirlemeyi<br />

amaçladık. USG ile karaciğer yağlanması ispat edilmiş 57 hastaya karaciğer<br />

biyopsisi yapıldı. Yağlı infiltrasyonun derecesi Textbook of Pathology of the<br />

Liver’ da belirtilen skorlama şemasına göre yapıldı. Yağlı karaciğer alt grupları<br />

arasında ALT, AST ve AST/ALT oranı değerleri istatistiksel olarak anlamlıydı<br />

(sırasıyla, P=0.003, P=0.015 ve P=0.046), fakat diğer incelenen parametreler<br />

anlamlı değildi. 0., 1., 2. ve 3. derece yağlı karaciğer hastalarının ALT değerleri<br />

sırasıyla [22(18-36) U/L, 35(28-54) U/L, 35(26-72) U/L ve 71(51-82) U/L, medyan(25.-75.<br />

çeyreklik)] iken AST değerleri sırasıyla [23(21-27) U/L, 25(24-37)<br />

U/L, 29(23-43) U/L ve 37(34-46) U/L, medyan(25.-75. çeyreklik)] idi. AST/<br />

ALT oranları ise sırasıyla [0.96(0.72-1.35), 0.80(0.59-1.01), 0.77(0.56-0.95)<br />

ve 0.59(0.44-0.76), medyan(25.-75. çeyreklik)] idi. ALT, AST, AST/ALT ve<br />

APRI değerleri karaciğer yağlanmasının derecesi ile anlamlı düzeyde korelasyon<br />

gösterdi (sırasıyla, r=0.462, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-148<br />

Taenıa Sagınata İle Enfekte Çocuklarda Protein Oksidasyonunun<br />

Değerlendirilmesi<br />

Işıl ÇAKIR 1 , Eser KILIÇ 1 , Ülfet ÇETİNKAYA 2 , Sinem SÖYLEMEZ 1 ,<br />

Gülden BAŞKOL 1 , Salih KUK 2 , Ali ÇELİKÖZ 3 , Süleyman YAZAR 3<br />

P-148<br />

Investigation Of Protein Oxidation In Children Infected With Taenia<br />

Saginata<br />

Işıl ÇAKIR 1 , Eser KILIÇ 1 , Ülfet ÇETİNKAYA 2 , Sinem SÖYLEMEZ 1 ,<br />

Gülden BAŞKOL 1 , Salih KUK 2 , Ali ÇELİKÖZ 3 , Süleyman YAZAR 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri<br />

2Parazitoloji A.D., Tıp Fakültesi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri<br />

3Parazitoloji, Tıp Fakültesi, Cumhuriyet Üniversitesi , Sivas<br />

1 Department of Biochemistry, Erciyes University, Faculty of Medicine, Kayseri<br />

2 Parasitology, Erciyes University, Faculty of Medicine, Kayseri<br />

3 Parasitology, Cumhuriyet University, Faculty of Medicine, Kayseri<br />

Bu çalışmada, tenya pozitif çocukların serumlarında antioksidan statünün<br />

değerlendirilmesinde bir belirteç olan total tiyol düzeyleri ile protein oksidasyon<br />

hasarının bir göstergesi olan AOPP (ileri protein oksidasyon ürünleri) düzeyleri<br />

tespiti ve protein peroksidasyonunun rolünün araştırılması amaçlandı. Sonuçlar<br />

kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Çalışma grubuna intestinal bir parazit olan<br />

T.saginata pozitif 39 çocuk ile yaş ve cinsiyet bakımından uyumlu 31 T.saginata<br />

negatif sağlıklı çocuk dahil edildi. Bütün katılımcılardan, bir gece açlığını takiben<br />

sabah venöz kan örnekleri alındı. Serum numuneleri -70 o C ’de AOPP ve total tiyol<br />

düzeyleri ölçümüne kadar saklandı. AOPP düzeyleri T.saginata pozitif çocuklarda<br />

kontrol grubuyla karşılaştırıldığında (40.96 ±13.30 micromol/L), rakamsal<br />

olarak yüksek bulunurken istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p=0.27).<br />

Total tiyol düzeyleri T.saginata pozitif çocuklarda (559,20±170.44 micromol/L)<br />

kontrol grubuna göre (742.86±177.24 micromol/L) daha düşük ve istatistiksel<br />

olarak da anlamlı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-149<br />

Kronik Hepatit C Hastalarında Protein Oksidasyonu<br />

Cevat YAZICI 1 , Feray ERDEM 1 , Didem BARLAK KETİ 1 , İnci KILIÇ 2<br />

Orhan YILDIZ 2<br />

P-149<br />

Protein Oxidation In Patients With Chronic Hepatitis C<br />

Cevat YAZICI 1 , Feray ERDEM 1 , Didem BARLAK KETİ 1 , İnci KILIÇ 2<br />

Orhan YILDIZ 2<br />

CONTENTS<br />

1 Erciyes Üniversitesi Biyokimya Anabilim Dalı, Kayseri<br />

2 Erciyes Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim<br />

Dalı, Kayseri<br />

1Erciyes University Faculty of Medicine Department of Biochemistry, Kayseri<br />

2Erciyes University Faculty of Medicine Department of Infectious Diseases and<br />

Clinic Microbiology, Kayseri<br />

Kronik hepatit C (KHC) enfeksiyonu; sıklıkla siroz, karaciğer yetmezliği ya da<br />

karaciğer kanserine ilerleyen önemli bir sağlık problemidir. Hastalığın patogenezi<br />

açık değildir fakat etkili olan faktörlerden biri oksidadif strestir. Bu çalışmanın<br />

amacı; KHC hastalarında, protein oksidasyonuna bağlı oksidadif stresi, plazma<br />

ileri okside protein ürünleri (advanced oxidation protein products: AOPP) ve<br />

tiyol düzeyleri üzerinden değerlendirmektir. Yaşları 19-63 arasında değişen 15<br />

KHC hastası (11 kadın, 4 erkek) ve 15 sağlıklı kişi (11 kadın, 4 erkek) çalışmaya<br />

alındı. Hastalar ve kontrol grubundan elde edilen plazma örneklerinde, protein<br />

oksidasyon ürünlerinden AOPP ve plazmanın en önemli antioksidanı olan tiyol<br />

düzeyleri tayin edildi. Kontrolle karşılaştırıldığında, KHC hastalarında AOPP<br />

düzeyleri daha yüksek (23.52±2.39 / 33,16±12.89 µmol/L; p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-150<br />

Deneysel Kolit Modelinde Glukagon Like Peptid–2’ Nin Protein<br />

Oksidasyonuna Etkisi<br />

S. MUHTAROĞLU 1, Didem BARLAK KETİ 1, F. ERDEM 1,B. HALAÇLA<br />

R2, A. AKCAN 2<br />

P-150<br />

The Effect Of Glucagon-Like Peptide–2 On Protein Oxidation In<br />

Experimental Colitis Model<br />

S. MUHTAROĞLU 1, Didem BARLAK KETİ 1, F. ERDEM 1,B. HALAÇLA<br />

R2, A. AKCAN 2<br />

CONTENTS<br />

1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Kayseri<br />

2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri<br />

dbarlakketi@erciyes.edu.tr<br />

1Erciyes University, Faculty of Medicine Department of Biochemistry, Kayseri<br />

2Erciyes Universitesi of Medicine Department of Surgery, Kayseri<br />

dbarlakketi@erciyes.edu.tr<br />

Ülseratif kolit; kronik, ilerleyici, remisyon ve relapslarla seyreden inflamatuvar<br />

bağırsak hastalığıdır. Patogenezinde oksidatif stresin rol oynadığı ileri sürülmektedir.<br />

Glukagon like peptid-2 (GLP-2)’nin mukozal hasarı ve bakteriyel translokasyonu<br />

azaltıcı etkisi, terapötik bir ajan olarak kullanımını gündeme getirmiştir.<br />

Bu çalışmanın amacı; GLP-2’nin protein oksidasyonu ve lipid peroksidasyonuna<br />

etkisini; tiyol, ileri oksidasyon protein ürünleri (AOPP) ve malondialdehit (MDA)<br />

düzeyleri üzerinden değerlendirmektir. Bu çalışmada 21 erkek Wistar rat; kontrol<br />

(n=7), kolit (n=7) ve tedavi grubu (kolit + GLP-2 n=7) olarak 3’e ayrıldı. Kolit ve<br />

tedavi gruplarına trinitrobenzen sülfonik asit etanol karışımı; kontrol grubuna ise<br />

serum fizyolojik (SF) intrarektal yoldan uygulandı. Kolit oluşumu sonrası tedavi<br />

grubuna 7 gün GLP-2 (50µg/kg/gün tek doz subkutan) verildi. Serum AOPP, tiyol<br />

ile doku MDA düzeyleri ölçüldü. Kontrolle karşılaştırıldığında, kolit grubunda<br />

AOPP düzeyleri daha yüksek (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-151<br />

Majör Depresyonlu Hastalarda Plazma Tiyol Ve AOPP Düzeyleri<br />

Melike Sinem SÖYLEMEZ 1 , Figen NARİN 1 , Kıymet DOLBUN 1 ,<br />

Murat AYDIN 2<br />

P-151<br />

AOPP And Thiol Levels In Patients With Major Depression<br />

Melike Sinem SÖYLEMEZ 1 , Figen NARİN 1 , Kıymet DOLBUN 1 ,<br />

Murat AYDIN 2<br />

CONTENTS<br />

1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya AD, Kayseri<br />

2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD, Kayseri<br />

mssoylemez@erciyes.edu.tr<br />

1Erciyes University, Faculty of Medicine Department of Biochemistry, Kayseri<br />

2Erciyes University, Faculty of Medicine Department of Psychiatry, Kayseri<br />

mssoylemez@erciyes.edu.tr<br />

Major depresyon; antioksidan savunma sistemindeki bozuklukla ilişkili bir durum<br />

olup; bu sistemde yer alan tiyol grupları, enzimatik-nonenzimatik mekanizmalarla<br />

ROS (Reactive oxygen species) ve diğer serbest radikalleri yok eden önemli<br />

bir üyedir. AOPP (advanced oxidation protein products) ise oksidatif hasarın<br />

markırlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışmada, antidepresan tedavi<br />

alan majör depresyonlu hastalarda oksidatif stresi değerlendirmek için plazma<br />

tiyol ve AOPP düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaya majör<br />

depresif bozukluk tanısı alan 20 hasta ve 20 kontrol olmak üzere 40 kişi dahil<br />

edildi.Hastalara antidepresan tedavi olarak sitalopram başlandı.Tedavi öncesi ve<br />

sonrası gruplardan alınan EDTA’lı plazma örneklerinde tiyol ve AOPP düzeyleri<br />

ölçülerek, 20 kontrolün sonuçları ile karşılaştırıldı. Plazma tiyol düzeyleri Hu<br />

ve ark.’nın, AOPP düzeyleri Witko-Sarsat ve ark.’nın metoduna göre spektrofotometrik<br />

olarak ölçüldü. Tedavi öncesi ve sonrası grupta plazma AOPP düzeyleri<br />

kontrole göre anlamlı olarak yüksek bulunurken (p0.05).<br />

Her üç grup arasında plazma tiyol düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı<br />

bir fark bulunamadı (p>0.05). Majör depresyonda oksidatif hasarın arttığı ve antidepresan<br />

olarak sitalopramın oksidatif stres üzerine anlamlı bir etkisinin olmadığı<br />

düşünüldü.<br />

Major depression is associated with a defect in an antioxidant defensive system.<br />

The thiol groups, which are the members of this system, destroy ROS (Reactive<br />

oxygen species) and other free radicals by both enzymatic and nonenzymatic<br />

mechanisms. AOPP (advanced oxidation protein products) is also known as the<br />

marker of oxidative damage. The aim of this study is to determine plasma thiol<br />

and AOPP levels in the patients who were diagnosed with major depression and<br />

taken antidepressant drugs to investigate oxidative stress. Present was applied to<br />

20 patients with major depression and 20 controls. Patients were treated with an<br />

antidepressant drug, was called citalopram. Plasma samples were collected into<br />

blood tubes containing EDTA before and after the therapy.We measured thiol and<br />

AOPP levels in these samples and compared the results to the control group’s results.<br />

Plasma thiol and AOPP levels were determined using the spectrofotometric<br />

methods of Hu et al. and Witko-Sarsat et al., respectively. Plasma AOPP levels<br />

were significantly higher in both pre-therapy and post-therapy groups than in the<br />

control group (p0.05).Plasma thiol levels were<br />

not significantly different in all 3 groups (p>0.05). Oxidative damage increases<br />

in major depression and we expected that citalopram doesn’t have a significant<br />

effect on oxidative stress.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-152<br />

Psoriazis Hastalarına Uygulanan N-Asetilsistein’in Lipid Ve Protein<br />

Oksidasyonu Üzerine Etkisi<br />

Esen TANRIKULU 1 , Kader KÖSE 1 , Serap UTAŞ 2 , Cevat YAZICI 1 ,<br />

Nazan TAŞLIDERE 2 , Seval KAYA 1<br />

P-152<br />

The Effect Of N-Acetylcysteine On Lipid And Protein Oxidations In<br />

Patients With Psoriasis<br />

Esen TANRIKULU 1 , Kader KÖSE 1 , Serap UTAŞ 2 , Cevat YAZICI 1 ,<br />

Nazan TAŞLIDERE 2 , Seval KAYA 1<br />

CONTENTS<br />

1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Kayseri<br />

2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı, Kayseri<br />

etanrikulu@erciyes.edu.tr<br />

1Erciyes University Faculty of Medicine Department of Biochemistry, Kayseri<br />

2Erciyes University Faculty of Medicine Department of Dermatology, Kayseri<br />

etanrikulu@erciyes.edu.tr<br />

Etiyolojisinde oksidatif stresin de rol oynadığı öne sürülen psöriasiste, immunosupresyon<br />

etkileri nedeniyle, lezyonların tedavisinde kullanılan psoralen+ultraviolet<br />

A (PUVA) ve dar band (DB)-UVB’nin serbest oksijen radikalleri (SOR)’nin üretimini<br />

artırdığı ve oksidatif strese neden olabileceği öne sürülmektedir. Bu nedenle<br />

psöriatik hastalarda, fototerapinin yanı sıra antioksidanların kullanımı; tedavi<br />

etkinliğinin artmasında önemli rol oynayabilir. Son yıllarda, güçlü bir antioksidan<br />

olduğu gösterilen N-asetilsistein (NAC)’in bu etkisi, redükte glutatyon prekürsörü<br />

olmasına ve doğrudan SOR’u toplayabilmesine bağlanmaktadır. Bu çalışma, fototerapi<br />

uygulanan psöriatik hastalarda, lipid ve protein oksidasyonu üzerinden<br />

oksidatif stresin varlığını göstermek amacıyla yapıldı ve tedavi protokolüne ilave<br />

edilen NAC’ın, bu parametrelere ve klinik iyileşmeye etkisi araştırıldı. Çalışmaya<br />

alınan 14 sağlıklı gönüllünün yanı sıra, PUVA veya DB-UVB ile tedavi edilen<br />

29 psoriazis hastası; NAC (2x600 mg NAC/gün; n:15) ve Plasebo (2x600 mg<br />

plasebo/gün; n:14) olmak üzere, rastgele iki gruba ayrıldı. Hastalığın şiddeti PASI<br />

skoru ile değerlendirildi. NAC ve Plasebo gruplarından tedavi öncesi ve bir aylık<br />

tedavi sonrası elde edilen serum örneklerinde ve kontrol grubunda lipid peroksit<br />

ile pirrolize protein düzeyleri ölçüldü. Kontrollere göre; hastalarda tedavi öncesi<br />

yüksek (p0.005); NAC grubunda ise azalarak<br />

(p0.005) belirlendi. Tedaviyi takiben her<br />

iki hasta grubunda da PASI skoru düşük bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-153<br />

Metabolik Sendromu Olan Kişilerde Kırmızı Şarabın Oksidan Stres Ve<br />

Antioksidan Savunma Sistemlerine Etkisi<br />

Eser Y. SÖZMEN 1 , Muammer KARADENIS 2 , Hatice K. YILDIRIM 3 ,<br />

Yasemin D. AKÇAY 4 , Candeğer YILMAZ 2<br />

P-153<br />

Effect Of Red Wine Consumption On Antioxidant System In Patients Wi̇th<br />

Metabolic Syndrom<br />

Eser Y. SÖZMEN 1 , Muammer KARADENIS 2 , Hatice K. YILDIRIM 3 ,<br />

Yasemin D. AKÇAY 4 , Candeğer YILMAZ 2<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya A.D., Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi , İzmir<br />

2Endokrınoloji A.D., Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

3Biyoteknoloji A.D., Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Fakültesi, İzmir<br />

4Tıbbi Biyokimya A.D., Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Fakültesi, İzmir<br />

1 Department of Medical Biochemistry, Ege University, Medıcal Faculty, İzmir<br />

2 Department of Endocrinology, Ege University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

3 Department of Biotechnology, Ege University, Faculty of Food Engıneerıng, İzmir<br />

4 Department of Medical Biochemıstry, Ege University, Food Engineering , İzmir<br />

Son yıllarda yürütülen çalışmalarda kırmızı şarap alımının kardiyovaskuler<br />

hastalıkları azalttığı gösterilmiştir. Kırmızı şarabın içeriğinde bulunan fenolik<br />

bileşiklerin serbest radikalleri zararsız hale getirdiği ve lipid peroksidasyonunu<br />

önlediği düşünülmektedir. Metabolik sendrom insulin direnci, kolesterol<br />

yüksekliği ile birlikte olan bir sendrom olup kardiyovaskuler hastalıklar için için<br />

önemli bir risk faktörüdür. Bu çalışmanın amacı, metabolik sendromu olan hastalarda<br />

kırmızı şarabın serum oksidasyonu, antioksidan kapasite ve antioksidan<br />

enzim aktiviteleri üzerine etkisini araştırmaktır. Çalışmada, 12 hasta ve 14 sağlıklı<br />

kişi 3 ay boyunca günde 200 mLkırmızı şarap (Cabernet Sauvignon) içmişlerdir.<br />

Çalışmanın başlangıcında ve sonunda alınan kan örneklerinde serum oksidasyonu,<br />

paraoksonaz ve arilesteraz aktiviteleri, adiponektin, Leptin düzeyleri<br />

belirlenmiştir. Şarap alımı hastalarda arilesteraz aktivitesinde istatsitiksel anlamlı<br />

olmayan bir artışa (p=0.073), paraoksonaz aktivitesinde (p=0,057) ve bazaluyarılmış<br />

LDL dien düzeylerinde düşmeye neden olmuş, sağlıklı kişilerde bu etkiler<br />

gözlenmemiştir. Her iki grupta şarap alımı sonrası total antioksidan aktivite<br />

artmıştır (p0,05) both in two groups following<br />

to wine administration period. Current data consider that the regularly red wine<br />

consumption may be beneficial for the antioxidant potential on LDL oxidation in<br />

patients with metabolic syndrome.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-154<br />

Deneysel Miyokard İnfarktüslü Sıçanların Serum Ve Eritrositlerinde<br />

Oksidatif Stres Göstergeleri<br />

Betül EVRAN , Eesra Betül KALAZ, Semra DOĞRU-ABBASOĞLU,<br />

Müjdat UYSAL<br />

P-154<br />

Oxidative Stress Parameters In Serum And Erythrocytes In Rats With<br />

Experimental Myocardial Infarction<br />

Betül EVRAN , Eesra Betül KALAZ, Semra DOĞRU-ABBASOĞLU,<br />

Müjdat UYSAL<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, Çapa, İstanbul<br />

evranbetul@hotmail.com<br />

Miyokard infaktüsü (MI) iskemik kalp hastalığının yaygın görülen bir şeklidir.<br />

MI’daki doku hasarında oksidatif stresin önemli bir rol oynadığı bildirilmektedir.<br />

İzoprenalin (İP) sentetik b-adrenerjik agonisttir ve deney hayvanlarına yüksek<br />

dozlarda uygulandığında insanlardaki MI’a morfolojik olarak benzeyen “infarktüs<br />

benzeri” lezyonlar oluşturur. Çalışmamızda sıçanlara 24 saat ara ile iki doz 85 mg/<br />

kg İP periton içi yolla uygulandı ve son uygulamadan 6 ve 24 saat sonra sıçanlar<br />

öldürüldü. Bu sıçanların serumunda ve eritrositlerinde oksidatif stres göstergesi<br />

olarak malondialdehit, isoprostan ve protein karbonil düzeyleri saptandı. Kalp<br />

dokusundaki hasarın göstergesi olarak ise, serum troponin, kreatin kinaz ve laktat<br />

dehidrojenaz aktiviteleri ölçüldü. Bunlara ek olarak, MI’lı sıçanlarda oksidatif<br />

stres göstergeleri ile kalp hasarı göstergeleri (kardiyak markerler) arasındaki<br />

korelasyonlar araştırıldı. Sonuçlarımız İP uygulaması ile oluşturulan miyokard<br />

infarktüsünde kardiyak “markerlerde” ve oksidatif stres göstergelerinde bir artış<br />

olduğunu göstermektedir. 946<br />

İstanbul University, İstanbul Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

İstanbul<br />

evranbetul@hotmail.com<br />

Myocardial infarction (MI) is a common presentation of ischemic heart disease.<br />

It has been reported that oxidative stress plays an important role in tissue damage<br />

in MI. Isoprenaline (IP) is a synthetic b-adrenergic agonist when administered to<br />

experimental animals in high doses, produces “infarct-like” lesions in the heart,<br />

which morphologically resembles MI in man. In our study, IP (85 mg/kg/i.p.) was<br />

given to rats as two doses with a 24-h interval. All rats were killed 6 and 24 hrs<br />

after last IP injection. Malondialdehyde, isoprostane and protein carbonyl levels<br />

as oxidative stress parameters were determined in the serum and erythrocytes of<br />

these animals. Serum troponin T levels and creatine kinase and lactate dehydrogenase<br />

activites were measured to reflect cardiac damage. In addition, the correlations<br />

between oxidative stress parameters and cardiac markers were investigated<br />

in rats with MI. According to our results, oxidative stress parameters and cardiac<br />

markers increased in serum of rats with IP-induced myocardial infarction. 893<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-155<br />

Hashimoto Tiroiditinde İnterlökin-10 (-1082) Gen Polimorfizminin<br />

Değerlendirilmesi<br />

Merve BAKİ 1 , Fevziye Emin AKMAN 1 , Müge KANMAZ-ÖZER 1 ,<br />

Ayşenur ÖZDERYA 2 , Berrin KARADAĞ 2 , Pervin VURAL 1 ,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1 , Müjdat UYSAL 1<br />

1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

2Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Dahiliye Kliniği, İstanbul<br />

mugekanmazozer@yahoo.com<br />

Hashimoto tiroiditi (HT) tiroid bezinin en sık görülen otoimmün hastalıkları<br />

arasında yer almaktadır. Etyopatogenezi tam olarak aydınlatılmamış olmakla<br />

birlikte, kronik inflamasyon, endotel harabiyeti ve çeşitli sitokinlerin önemli<br />

olabileceği düşünülmektedir. IL-10 immünosüpresif ve anti-inflamatuar özellikleri<br />

olan bir sitokindir. Ateroskleroz, diabetes mellitus ve çeşitli otoimmün<br />

hastalıklarda plazma IL-10 düzeylerinin azalması söz konusudur. Plazma IL-10<br />

düzeyleri genetik kontrol altındadır. IL-10 geninin promoter bölgesinde (-1082)<br />

mutant A allelin varlığı azalmış transkripsiyonel aktivite ve plazma IL-10 düzeylerinin<br />

azalması ile ilişkili bulunmuştur. Çalışmamızda IL-10 (-1082) polimorfizminin<br />

HT için bir risk faktörü olup olmadığını incelemek istedik. Çalışmamıza<br />

131 HT ve 82 sağlıklı kontrol dahil edildi. Periferik kan lökositlerinden genomik<br />

DNA izolasyonu yapıldı. IL-10 -1082 G/A genotiplemesi allel spesifik<br />

oligonükleotid-PCR (ASO-PCR) tekniği kullanılarak gerçekleştirildi. HT ile bu<br />

polimorfizm arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak,<br />

IL-10 (-1082) polimorfizmi HT için bir risk oluşturmamaktadır. Bununla birlikte<br />

örnek sayısı arttırılarak bulgularımız desteklenecektir. 1088<br />

P-155<br />

Evaluation Of Il-10 (-1082) Gene Polymorphism In Hashimoto Thyroiditis<br />

Merve BAKİ 1 , Fevziye Emin AKMAN 1 , Müge KANMAZ-ÖZER 1 ,<br />

Ayşenur ÖZDERYA 2 , Berrin KARADAĞ 2 , Pervin VURAL 1 ,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1 , Müjdat UYSAL 1<br />

1Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

Istanbul<br />

2Şişli Etfal Education and Research Hospital 2. Internal Medicine Clinic,<br />

İstanbul<br />

mugekanmazozer@yahoo.com<br />

Hashimoto thyroiditis (HT) is one of the most common autoimmune disorders<br />

of thyroid gland. The etiopathogenesis of HT has not been clearly elucidated although<br />

the role of chronical inflammation, endothelial damage and various cytokines<br />

have been established. IL-10 is a cytokine with immunosuppressive and<br />

antiinflammatory properties. There is a decrease of plasma IL-10 levels in atherosclerosis,<br />

diabetes mellitus and various autoimmune disorders. Plasma IL-10<br />

levels are under genetic control. The presence of mutant A allele in the promoter<br />

region of IL-10 (-1082) was shown to be related with decreased transcriptional<br />

activity and decreased plasma levels. The aim of our study was to investigate<br />

is the IL-10 (-1082) polymorphism a risk factror for HT. 131 patients with HT<br />

and 82 healthy controls were included in the study. Genomic DNA isolation was<br />

performed from peripheral blood leukocytes. Detection of the IL-10 -1082 G/A<br />

polymorphism was done by a allele specific oligonucleotide- PCR (ASO-PCR)<br />

technique. There was no a significant relationship between this polymorphism<br />

and HT. In conclusion, IL-10 -1082 polymorphisms are not risk factors for HT.<br />

However, greater number size will support our findings. 1039<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-156<br />

PON1 55/192 Ve ACE I/D Gen Polimorfizmlerinin Diabetik Nefropati<br />

Üzerine Etkisi<br />

Canan KÜÇÜKGERGİN 1 , Şeyda ALSANCAK 1 , Elif ÖZKÖK 3 ,<br />

Alaattin YILDIZ 2 , Makbule AYDIN 3 , Şule SEÇKİN 1<br />

P-156<br />

Effects Of PON1 55/192 And ACE I/D Gene Polymorphisms On Diabetic<br />

Nephropathy<br />

Canan KÜÇÜKGERGİN 1 , Şeyda ALSANCAK 1 , Elif ÖZKÖK 3 ,<br />

Alaattin YILDIZ 2 , Makbule AYDIN 3 , Şule SEÇKİN 1<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya1, Nefroloji2 Anabilim<br />

Dalı, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü3, Çapa, İstanbul<br />

Diabet hastalarında nefropati gibi diabetik komplikasyonların gelişmesinde anjiotensin<br />

konverting enzim (ACE) ve paraoksanaz 1 (PON1) genlerinin önemli<br />

rol oynadığı belirtilmektedir. Bizim bu çalışmadaki amacımız diabetik nefropati<br />

gelişmesinde PON1 ve ACE gen polimorfizmlerinin etkisini incelemektir. Yöntem:<br />

Çalışmamız 124 nefropatili tip 2 diabet hastası , 95 nefropati içermeyen tip<br />

2 diabet hastası ile 117 sağlıklı kişiden oluşmaktadır. PON1 192 ve PON1 55 ve<br />

ACE gen polimorfizmleri polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tekniği ile çalışıldı.<br />

Genotip dağılımı pearson’s c2 testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular:<br />

Hem kontrol hem de diabetik hasta grubunda yaş, cinsiyet, BMI açısından<br />

anlamlı bir farklılık saptanmadı. Diabetik hastaların ACE genotip dağılımı kontrol<br />

ile karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık bulunmadı. PON1 55 ve 192 genotip<br />

ve allel dağılımı açısından diabetik hasta grubuyla kontrol arasında anlamlı bir<br />

farklılık bulunmadı. Diğer yandan, PON1 55/192 ve ACE gen polimorfizmleri nefropatisi<br />

olan diabet hastaları ile nefropatisi olmayan diabet hastaları arasında da<br />

anlamlı bir farklılık bulunmadı. Sonuç: Sonuçlarımıza göre, ACE ve PON1 55/192<br />

gen polimorfizmlerinin hem diabette hem de diabetik nefropati oluşumunda bir<br />

rolü olmadığını ileri sürebiliriz.<br />

1,2Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of<br />

Biochemistry1,Nephrology2 A.B.D.,3Istanbul University Institute of Experimental<br />

Medicine Research, Department of Neuroscience, Çapa,Istanbul<br />

Angiotensin-converting enzyme (ACE) and paraoxonase1 (PON1) genes involved<br />

in oxidative stress are considered as candidates for diabetic nephropathy<br />

since oxidative stress may play an important role in the development of diabetic<br />

complications. The aim of this study was to investigate the association between<br />

PON1 and ACE gene polymorphisms and diabetic nephropathy. A total of 124<br />

type 2 diabetic patients with nephropathy and 95 type 2 diabetic patients without<br />

nephropathy and 117 healty controls were included in this study. Genotypes for<br />

PON1 192 and PON1 55 and ACE were determined by polymerase chain reaction<br />

(PCR) technique. Statistical analysis for genotype distribution was performed by<br />

using Chi-square test. Control and both diabetic patient groups had similar distributions<br />

in terms of sex, age and BMI. When distributions of ACE genotypes<br />

in diabetic patients were compared with those of controls, no significant difference<br />

was detected. There was also no significant difference in allele and genotype<br />

frequencies of PON1 55 and 192 between diabetic patients and controls. On the<br />

other hand, no association was found between the PON1 55/192 and ACE polymorphisms<br />

and the presence of nephropathy in diabetic patients. According to our<br />

findings, there is no association between the ACE and PON1 55/192 polymorphisms<br />

and diabetes and its complication such as nephropathy.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-157<br />

Kronik Böbrek Hastalarında Gerçek Kreatinin Ölçüm Yöntemlerinin<br />

Karşılaştırılması<br />

Bülent AYDINBELGE 1 , Aytün Ş. KILINÇ 1 , Banu KAPLAN 2 ,<br />

Murat DURANAY 2 , Gül Sevim SAYDAM 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

P-157<br />

Comparison Of “True” Creatinine Methods In Patients With Chronic<br />

Renal Disease<br />

Bülent AYDINBELGE 1 , Aytün Ş. KILINÇ 1 , Banu KAPLAN 2 ,<br />

Murat DURANAY 2 , Gül Sevim SAYDAM 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi , Ankara<br />

2Nefroloji Kliniği, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi , Ankara<br />

Kreatinin böbrek fonksiyonunun değerlendirilmesinde değerli bir analittir.<br />

Kreatinin ölçümünde en yaygın kullanılan Jaffe yöntemidir. Çeşitli kreatinin<br />

dışı bileşikler Jaffe yöntemini interfere eder. Bu çalışmada amacımız, “gerçek”<br />

kreatinin ölçümüne yönelik yöntemler geliştirerek otomatize etmek ve bu yöntemlerin<br />

performans özelliklerini karşılaştırmaktı. Çalışmada 102 kronik böbrek<br />

hastası (KBH) ile yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş 37 sağlıklı kontrolden elde<br />

edilen serumlarda şu yöntemlerle kreatinin ölçümleri yapıldı: Enzimatik yöntem,<br />

Jaffe reaksiyonuna dayanan kinetik ölçüm yöntemi, asidifikasyon yöntemi, farklı<br />

pH’da tamponlanan [(pH 7.8 Tamponlu1) ve pH 9,65(Tamponlu2)] pikrik asit<br />

ayıraçlarına dayanan yöntemler, Fuller’s earth reaktifine kreatininin adsorbsiyonuna<br />

dayanan yöntem. Yöntemlerin performans özellikleri karşılaştırıldı. Ayrıca,<br />

kreatinin yöntemleri KBH’nın evrelerine göre de [evre 1, evre 2, evre 3, evre 4]<br />

karşılaştırıldı. Yöntemlerin karşılaştırılmasında enzimatik yöntem referans olarak<br />

alındı. Enzimatik yönteme (x) göre diğer yöntemlerin (y) ilişkisini ortaya koyan<br />

regresyon denklemleri belirlendi. Kreatinin ölçüm yöntemlerini klinik yarar<br />

açısından degerlendirmek için MDRD formülünü kullanarak GFR hesaplaması<br />

yapıldı. Kullanılan yöntemlerin tümü de kinetik Jaffe yöntemine göre daha düşük<br />

kreatinin değerleri verdi. Fuller’s earth dışında, tüm yöntemler otomatize edilebilmektedir.<br />

Performans özellikleri genel olarak kinetik Jaffe ve enzimatik yöntem<br />

ile uyumludur. Bunlar içinde enzimatik yöntemle en iyi uyum gösteren yöntem<br />

tamponlu 2 yöntemidir. Yöntem ucuzdur ve ayıraç stabilitesi yüksektir.<br />

1Department of Medical Biochemistry, Ankara Training and Research Hospital<br />

Ministry of Health, Ankara<br />

2Department of Nephrology, Ankara Training and Research Hospital Ministry<br />

of Health, Ankara<br />

Creatinine is a very important analyte for determination of kidney function. Commonly<br />

used creatinine methods are based on Jaffe method. Jaffe method is interfered<br />

by various interferents. Our aim in this study was to improve and automatize<br />

“true” creatinine measurement methods, and to compare the performance of these<br />

methods. In this study, sera were collected from patients with chronic kidney<br />

disease (CKD, n = 102) and healthy control subjects (n = 37) whose age- and sexmatched<br />

with patients. Creatinine was measured by enzymatic method, kinetic<br />

method based on Jaffe reaction, acidification method, and “buffered methods”<br />

based on reaction of picric acid and creatinine in different pH buffers [(pH 7.8,<br />

Buffered1) and (pH 9.65, Buffered2)] and a method based on creatinine adsorption<br />

to Fuller\’s earth. Performance characteristics of the methods were compared.<br />

Furthermore creatinine methods are also compared regarding to CKD stages<br />

(stage-1, stage-2, stage-3, and stage-4 ). Enzymatic method was considered as a<br />

reference for comparison of methods. In order to evaluate the clinical efficiency<br />

of creatinine methods, GFR was calculated with MDRD formula. All the methods<br />

used in this study gave lower creatinine concentrations than Jaffe kinetic method.<br />

In conclusion, all methods can be automated except Fuller\’s earth method. In<br />

general, performance characteristics of the methods are comparable with Jaffe kinetic<br />

and enzymatic methods. Among these methods, buffer2 is the best consistent<br />

method with enzymatic method. It is cheaper and has a higher reagent stability.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-158<br />

Tip Iı Diyabetli Hastalarda Hscrp, İL-6, İL-12 Ve Neopterin<br />

Konsantrasyonu Arasındaki İlişki<br />

Aylin HAKLIGÖR 1 , Yalçın ARAL 2 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

P-158<br />

Relationship Between Hscrp, IL-6, IL-12 And Neopterin Concentrations In<br />

Patients With Type Ii Diabetes<br />

Aylin HAKLIGÖR 1 , Yalçın ARAL 2 , Mehmet ŞENEŞ 1 , Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya Bölümü, S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

2Endokrinoloji ve Metabolizma Kliniği, S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, Ankara<br />

Diabetes mellitus (DM) kronik, inflamatuar, metabolik bir hastalıktır. Enflamatuar<br />

sitokinler tip 2 DM’li hastalarda enflamasyonun derecesini belirler. Bu çalışmanın<br />

amacı tip 2 diyabetli hastalarda hsCRP, İL-6, İL-12 ve neopterinin glisemik kontrol,<br />

insülin rezistansı ve obesite ile ilişkisini araştırmaktır. Çalışmaya 61 tip 2<br />

diyabetli hasta (21 erkek, 40 kadın, yaş: 53 ± 12) ve 20 sağlıklı birey (10 erkek,<br />

10 kadın, yaş: 49 ± 11) alındı. Deneklerde serumda açlık ve tokluk glikozu, üre,<br />

kreatinin, albumin, fruktozamin, HbA1c, insülin, hsCRP, İL-6, İL-12, neopterin,<br />

kolesterol, trigliserid, LDL ve HDL kolesterol; spot idrarda mikroalbumin ve<br />

kreatinin ölçüldü. Vücut kütle indeksi (VKI), HOMA-IR ve OUICKI indeksleri<br />

hesaplanarak karşılaştırıldı. Gruplar arasında sadece İL-6 konsantrasyonları<br />

anlamlı farklılık gösterdi (p=0.038). VKİ>35 kg/m 2 ve VKİ35 kg/m 2 and<br />

BMI


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-159<br />

Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalarında Serum Sitokin Düzeyleri<br />

Hakan TÜRKÖN, Ömür YILDIZ, Hülya YALÇIN, Ayfer ÇOLAK,<br />

İsmail KARADEMİRCİ, Işıl ÇOKER<br />

P-159<br />

Serum Cytokine Levels In Patients With Nonalcoholic Fatty Liver<br />

Hakan TÜRKÖN, Ömür YILDIZ, Hülya YALÇIN, Ayfer ÇOLAK,<br />

İsmail KARADEMİRCİ, Işıl ÇOKER<br />

CONTENTS<br />

Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Bölümü,İzmir<br />

hzafer44@hotmail.com<br />

Department of Clinical Biochemistry, Tepecik Research and Education,İzmir<br />

hzafer44@hotmail.com<br />

Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı(NAYKH), dünya nüfusunu büyük oranda<br />

etkileyen ve görülme sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Biz çalışmamızda,<br />

hastalığın patogenezinde önemli rol oynayan sitokinlerden IL-6, IL-8 ve TNFalfa<br />

düzeylerini ölçmeyi ve karaciğer fonksiyon testleri ile olan ilişkilerini incelemeyi<br />

amaçladık. Çalışmaya toplam 85 olgu dahil edildi. 42 (%49.4) kişi hasta, 43<br />

(%50.6) kişi kontrol grubu olarak belirlendi.IL-6,IL-8 ve TNF-alfa düzeyleri kemilüminesan<br />

immunassay yöntemi ile ölçüldü. İstatistiksel incelemede Student’s<br />

t testi ve Pearson korelasyon testi kullanıldı. Hastaların ortalama VKİ değerleri<br />

30,2 ± 4,1 kg/m2 olarak tespit edildi. Hasta grubunun TNF-alfa düzeyi 14.2 ±<br />

5.5 pg/ml, IL-6 düzeyi 3.3 ± 1.8 pg/ml, IL-8 düzeyi 16.7 ± 13.9 pg/ml olarak<br />

saptandı. Çalışmamızda, hasta grubunda TNF-alfa (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-160<br />

Bronşiyolit Tanısıyla İzlenen Hastalarda Akut Faz Göstergeçleri<br />

Serdar ERKAL, Hüsem HATİPOĞLU, Nevin HATİPOĞLU, Özden TÜREL,<br />

Çiğdem AYDOĞMUŞ, Keramettin KURT, Serdar TÜRKMEN,<br />

Nuri ENGEREK, Rengin ŞİRANECİ<br />

P-160<br />

Acute Phase Response In Children Diagnosed As Bronchiolitis<br />

Serdar ERKAL, Hüsem HATİPOĞLU, Nevin HATİPOĞLU, Özden TÜREL,<br />

Çiğdem AYDOĞMUŞ, Keramettin KURT, Serdar TÜRKMEN,<br />

Nuri ENGEREK, Rengin ŞİRANECİ<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Çocuk Kliniği ve Biyokimya Laboratuvarı<br />

Istanbul Bakırkoy Maternity and Children’s Educational Hospital, Pediatrics<br />

Department and Biochemistry Laboratory<br />

Akut bronşiyolit çocukluk çağında hastaneye başvuru ve yatışların önemli bir<br />

kısmını oluşturmaktadır. Küçük yaştaki hastalarda viruslar bronşiyolitin sık etkenleridir.<br />

Respiratuvar sinsisyal virus viral bronşiyolitten sorumlu en sık nedendir.<br />

Bu hastaların yönetiminde oksijen ve intravenöz sıvı desteği yanında bronkodilatör<br />

ve steroid inhalasyon tedavileri de uygulanmaktadır. Klinik durum takibinde<br />

akut faz göstergeçlerindeki yükseklik dolayısıyla bakteriyel süperenfeksiyondan<br />

şüphelenildiğinde antibiyotikler tedavi için seçilebilir.<br />

Bu çalışmada, 1 Ekim 2009 – 31 Mart 2010 tarihleri arasında hastanemiz çocuk<br />

kliniğine bronşiyolit tanısıyla yatırılan 1 ay – 5 yaş arasındaki çocuklarda lökosit<br />

sayısı, lökosit formülü ve polimorf nüveli lökosit (PNL) hakimiyeti ve C-reaktif<br />

proteini (CRP) çalışıldı; akciğer grafisi çekildi. Sonuçlar bakteriyel ko-enfeksiyon<br />

varlığı açısından yorumlandı.<br />

Çalışmaya alınan 52 hastanın %61.5’i (32 hasta) erkek, 40’ı (%76.9) 2 yaş ve<br />

altında idi. Hastaların CRP değerleri 1-142 mg/L düzeylerinde (ortalama 24 ±<br />

16 mg/L) idi. Lökosit değerleri 3,500-28,000/mm3 arasında (ortalama 12,665 ±<br />

4958/mm3) bulundu. PNL yüzdeleri %24-74 (ortalama %48 ± 17) arasında idi.<br />

Hastaların ortalama hastanede kalış süresi ortalama 5.6 gün bulundu. Bu bulgulara<br />

göre bronşiyolitli hastaların akut faz göstergeleri normal değerlerde olabildiği<br />

gibi akut bakteriyel enfeksiyondan ayırd edilemeyecek düzeylere çıkabileceği<br />

görüldü.<br />

Çoğu viral sebeplerle ortaya çıkan akut bronşiyolitleri bakteriyel ko-enfeksiyonlardan<br />

ayırmada akut faz göstergeleri her zaman yardımcı değildir. Etkenin tespiti,<br />

tedavi yaklaşımında gereklidir. Bununla birlikte mikrobiyolojik tanı olanaklarının<br />

yetersiz olduğu durumlarda kan sayımı, formül ve CRP gibi daha yaygın testlere<br />

başvurulmalıdır.<br />

Acute bronchiolitis is a frequent cause of hospital admissions in pediatric age.<br />

Viruses are the leading cause of bronciolitis of young children. Respiratory syncytial<br />

virus is the most frequently isolated etiology among viral bronchiolitis. The<br />

management of these patients include oxygen and intravenous fluid therapy in<br />

addition to bronchodilators and steroid inhalation. Antibiotics should be added if<br />

acute phase reactants are high pointing out any suspected bacterial superinfection<br />

in clinical course.<br />

Children aged 1 month and 5 years who were admitted to our hospital due to<br />

bronchiolitis between 1 October 2009 – 31 March 2010 were studied. Leukocyte<br />

counts, leukocyle differentials, C-reactive protein (CRP) levels and percentage<br />

of polymorphonuclear cells (PNL) were analysed, chest X-rays obtained and all<br />

results were evaluated for bacterial co-infection.<br />

61.5% (32 patients) of 52 cases were male, and 76.2% (40 patients) were at or<br />

under 2 years of age. CRP levels were between 1-142 mg/L (mean 24 ± 16 mg/L).<br />

leukocyte counts were 3,500-28,000/mm3 (mean 12,665 ± 4958/mm3), PNL differentials<br />

24-74% (mean 48 ± 17%). The average duration of hospital stay was<br />

2.5 days. These findings has shown that acute phase response was within a wide<br />

range in bronchiolitis, can be totally normal or very high and co-bacterial infections<br />

could not be differentiated solely on these laboratory results.<br />

Evaluation of acute phase response is not always sufficient to discriminate bacterial<br />

infections from viral ones. Microbiological isolation of causative agent is<br />

necessary for correct desicion of therapy. However, more common tests such as<br />

determination of CRP, blood count and leukocyte differentials should be referred<br />

in case of microbiological diagnostic tools are limited.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-161<br />

Koroner Arter Hastalığında Yüksek Duyarlıklı C-Reaktif Protein:<br />

Hastalığın Yaygınlık Ve Şiddeti İle İlişkisi<br />

F.Demet ARSLAN İNCE 1 , Ayşenur ATAY 2 , Mehmet KÖSEOĞLU 2 ,<br />

Murat YEŞİL 3<br />

P-161<br />

High Sensitive C-Reactive Protein In Coronary Artery Disease: Relation To<br />

Extent And Severity Of The Disease<br />

F.Demet ARSLAN INCE 1 , Aysenur ATAY 2 , Mehmet KOSEOGLU 2 ,<br />

Murat YESIL 3<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya ve Klinik Biyokimya Laboratuvarı, Aksaray Devlet Hastanesi,<br />

Aksaray<br />

2Biyokimya ve Klinik Biyokimya Laboratuvarı, Atatürk Egitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, İzmir<br />

3Kardiyoloji Kliniği, Atatürk Egitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir<br />

1Department of Biochemistry and Clinical Biochemistry, Aksaray State<br />

Hospital, Aksaray<br />

2Department of Biochemistry and Clinical Biochemistry, Ataturk Training and<br />

Research Hospital, Izmir<br />

3Department of Cardiology, Ataturk Training and Research Hospital, Izmir<br />

Bu çalışmada yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hs-CRP) düzeylerinin koroner<br />

arter hastalığının yaygınlık ve şiddetini değerlendirmede bağımsız bir belirteç<br />

olarak kullanımı ve serum lipid ve lipoprotein düzeyleri ile ilişkisi araştırıldı. Koroner<br />

yoğun bakım ünitesinde koroner anjiografi ile tanıları konmuş, yaşları 55±10<br />

olan 50 (35 E, 15 K) hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalık şiddeti ve yaygınlığının<br />

sayısal tespiti için Reardon’ın koroner arter skorlaması kullanıldı. Total kolesterol<br />

(TK), yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol (HDL-K), trigliserid (TG) düzeyleri<br />

spektrofotometrik, apolipoprotein A (Apo A) ve B (Apo B) nefelometrik, hs-<br />

CRP düzeyleri lateks immun yöntemle ölçüldü. Düşük yoğunluklu lipoprotein<br />

kolesterol (LDL-K) Friedewald formülü ile hesaplandı. Bulgular: Hastaların serum<br />

hs-CRP düzeyleri 2.6±2.7 mg/L olarak bulundu. Koroner arter hastalığının<br />

yaygınlık (p= 0.96, r= 0.006) ve şiddeti (p= 0.32, r= -0.144) ile hs-CRP arasında<br />

anlamlı korelasyon saptanmadı. Ayrıca lipid metabolizması ile ilişkili olmadıkları<br />

gözlendi. Diğer lipid ve lipoprotein düzeyleri ile anlamlı bir ilişki olmamasına<br />

karşın, hs-CRP ve trigliserid (p= 0.02, r= -0,322) arasında negatif anlamlı korelasyon<br />

saptandı. Serum hs-CRP düzeyleri, lipid ve lipoprotein düzeyleri ile<br />

koroner arter hastalığı yaygınlık ve şiddeti arasında anlamlı ilişki görülmemesi<br />

nedeniyle, koroner arter hastalığının yaygınlık ve şiddetinin inflamasyon ve lipid<br />

metabolizması dışında başka mekanizmalar ile ilişkili olabileceği düşünülmelidir.<br />

High-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP) levels were investigated as an independent<br />

marker in the evaluation of extent and severity of coronary artery disease<br />

and relation to serum lipid and lipoprotein levels in this study. Fifthy patients<br />

aged 55±10 years, (35 M, 15 F) consecutively referred to coronary intensive care<br />

unit due to an acute myocardial infarction and who underwent coronary angiography<br />

were enrolled in our study. Reardon’s coronary artery scoring was used.<br />

Total cholesterol (TC), high density lipoprotein cholesterol (HDL-C), triglycerides<br />

(TG) levels were measured by spectrophotometry, apolipoprotein A (apo A)<br />

and B (Apo B) were measured by nephelometry. Latex immunoassay method was<br />

used for measuring hs-CRP levels. Low-density lipoprotein cholesterol (LDL-C)<br />

was calculated by Friedewald formula. Results: Serum hs-CRP levels were 2.6 ±<br />

2.7 mg/L in patients. There were no significant correlations between the extent<br />

of coronary artery disease (p= 0.96, r= 0.006) and severity of coronary artery<br />

disease (p= 0.32, r= - 0.144) with hs-CRP. Also we observed that there was no<br />

association with lipid metabolism. Although there was no relationship with other<br />

lipid and lipoprotein levels, a significant negative correlation between hs-CRP<br />

and triglycerides (p= 0.02, r = - 0.322) was found. Because there were no relation<br />

between serum hs-CRP levels, lipid and lipoprotein levels with extent or severity<br />

of coronary artery disease, we concluded that it should be considered not only<br />

inflammation and lipid metabolism but other mechanisms may be related to coronary<br />

artery disease.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-162<br />

Ekinokokkus Granulosus İle İnfekte Olmuş Bireylerde Antioksidan Ve<br />

Nitrik Oksit Düzeyleri<br />

Eser KILIÇ 1 , Süleyman YAZAR 2 , Gülden BAŞKOL 1 , Tarık ARTIŞ 3 ,<br />

Dilara ERSAYİT 1<br />

P-162<br />

Antioxidant And Nitric Oxide Status In Patients Diagnosed With<br />

Echinococcus Granulosus<br />

Eser KILIÇ 1 , Süleyman YAZAR 2 , Gülden BAŞKOL 1 , Tarık ARTIŞ 3 ,<br />

Dilara ERSAYİT 1<br />

CONTENTS<br />

1Biyokimya A.D., Erciyes Üniversitesi, Kayseri<br />

2Parazitoloji A.D., Erciyes Üniversitesi, Kayseri<br />

3Genel Cerrahi A.D., Erciyes Üniversitesi, Kayseri<br />

1 Department of Biochemistry, Erciyes University, Kayseri<br />

2 Department of Parasitology, Erciyes University, Kayseri<br />

3 Department of General Surgery, Erciyes University, Kayseri<br />

Bu çalışmada, kistik ekinokokzis ile infekte olmuş bireylerde oksidatif stres seviyesinde<br />

görülen değişiklik antioksidan ve oksidan ajanlar ölçülerek tayin edilmeye<br />

çalışıldı, bunun için plazma süperoksit dismutaz ve glutatyon peroksidaz<br />

enzimleri ile nitrik oksid oluşum seviyesi tayin edildi. 23 hasta ve 25 sağlıklı<br />

birey kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Plazma süperoksit dismutaz<br />

ve glutatyon peroksidaz seviyeleri ve nitrik oksid oluşum düzeyleri kolorimetrik<br />

metodla tayin edildi. Hasta grubunda, süperoksit dismutaz ve glutatyon peroksidaz<br />

seviyeleri ve nitrik oksid oluşum düzeyleri kontrol grubuna göre istatistiksel<br />

olarak anlamlı düşük tespit edildi. Yapılan korelasyon analizlerinde süperoksit<br />

dismutaz ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı<br />

negatif korelasyon gözlendi (p < 0.001). Benzer şekilde, glutatyon peroksidaz ve<br />

süperoksit dismutaz aktiviteleri ile nitrik oksid seviyesi arasında da istatistiksel<br />

olarak anlamlı negatif korelasyon tespit edildi (p < 0.001). Elde edilen bu sonuçlar<br />

ilk olarak infekte bireylerde oksidatif strese karşı oluşan yanıtın düşüklüğünü<br />

akla getirmektedir. Ayrıca nitrik oksid seviyesinde görülen azalma hücre aracılı<br />

immün sistemin uyarılmasındaki düşüklüğü düşündürmektedir.<br />

In the present study, we tried to investigate whether infection with cystic echinococcosis<br />

provokes oxidative stress in the host by measuring changes in plasma<br />

levels of anti-oxidant enzymes such as; superoxide dismutase and glutathione peroxidase<br />

and oxidant agents of nitric oxide production. 23 patients and 25 control<br />

individuals were included in the study. Plasma superoxide dismutase [Cu–Zn superoxide<br />

dismutases, cytoplasmic form/ superoxide dismutase 1] and glutathione<br />

peroxidase [Cytoplasmic gluthatione peroxidase 1] activities and plasma nitrite<br />

levels were all determined based on the colorimetric methods. Statistically significant<br />

decreased cytoplasmic glutathione peroxidase and superoxide dismutase activities<br />

with decreased nitric oxide production, which produce superoxide radical<br />

were found in patients with cystic echinococcosis. Correlation analysis and statistical<br />

evaluation together showed that there was a significant negative correlation<br />

between glutathione peroxidase and superoxide dismutase activities (p < 0.001)<br />

and also significant negative correlation between glutathione peroxidase activity<br />

and nitric oxide level (p < 0.001). In addition, there was a significant negative correlation<br />

observed between superoxide dismutase activity and nitric oxide level (p<br />

< 0.001). These results clearly indicate that a decline in the response to oxidative<br />

stresses. It may also be concluded that a decrease in the nitric oxide level can be<br />

associated with the low stimulation of the cell mediated immune system.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-163<br />

Obesıte İle Oksıdatif Stress Ve Kardıyak Belirteçler Arasındaki İlişki<br />

Pinar BAKİ ÜNVER 1 , A. BAY KARABULUT 1 A. SERTKAYA 2 ,<br />

T. R. KIRAN 3<br />

1İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya<br />

2İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrin ve İç Hastalıkları Anabilim Dalı,<br />

Malatya<br />

3İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Merkezi Araştırma Laboratuarı, Malatya<br />

aysunbay@hotmail.com<br />

Obezite tanısı konulmus hastalarda kardiyak belirteç olan miyoglobin ve homosistein<br />

ile obesite ve oksidatif stres markerlari olan leptin ve nitrik oksit duzeyleri<br />

arasindaki iliskiyi arastirmayi amacladik. Bu calisma Inonu Universitesi<br />

Turgut Ozal Tip Merkezine obezite tedavisi almak uzere basvuran hastalar ile<br />

saglikli bireylerden gruplar olusturulmak uzere planlanmistir. Calisma icin 30<br />

saglikli birey ve baska bir rahatsizligi olmayan 30 obezite hastasi secilmistir.<br />

Nitrat, Griss reaktifi ile nitrit uzerinden 545 nm’de spektroskopik olarak olculmustur.<br />

Serumda leptin ve standart olcumleri Insan Leptin ELISA Reaktifi ile<br />

Biyokimya laboratuvarinda mevcut bulunan Seac Radim analizorunde yapilmistir.<br />

Ornekler deproteinize edildikten sonra homosistein olcumleri reaktif hazirlayarak<br />

HPLC’de yapilmistir.Myoglobin duzeyleri CLEIA (kemilüminesans<br />

enzim immunoassay ) metoduyla olculmustur. Nitrik oksit(NO), Homosistein,<br />

Leptin, Miyoglobin duzeyleri obez hastalarda kontrol grubuna kıyasla yüksek<br />

bulunmustur. NO duzeyleri miyoglobin ile ilişkilidir ve miyoglobinin konsantrasyonunu<br />

değiştirir. Obez ve kontrol grubu bireylerinde; homosistein ve leptin<br />

duzeyleri ile yaş arasinda anlamli bir iliskiye rastlanmazken; cinsiyet ile pozitif<br />

yönde zayıf bir ilişki gözlenmiştir. Miyoglobin cinsiyet ve yaşla kıyaslandığında<br />

negatif yönde güçlü bir ilişki göstermiştir. BMI ile homosistein arasında pozitif<br />

bir ilişki vardır. Çağımızın en önemli hastalıklarından olan obezitenin nedenleri<br />

tam olarak açıklanamamıştır. Obezite sebebinin leptin rezistansi mi yoksa leptin<br />

yetersizliğinden mi olduğunu açıklamak için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Yapılan literatür araştırmalarında obezitede nitrik oksit, homosistein, leptin ve<br />

miyoglobinin ile yapilan kombine bir çalışmaya rastlanmamıştır.<br />

P-163<br />

The Relationship Between Obesity And Oxidative Stress And Cardiac<br />

Markers<br />

Pinar BAKİ ÜNVER 1 , A. BAY KARABULUT 1 A. SERTKAYA 2 ,<br />

T. R. KIRAN 3<br />

1Inonu University Faculty of Medicine, Department of Clinical Biochemistry,<br />

Malatya<br />

2Inonu University Faculty of Medicine, Department of Endocrinology and Internal<br />

Medicine, Malatya<br />

3Inonu University, Central Research Laboratory, Malatya<br />

aysunbay@hotmail.com<br />

We aimed to investigate obese individuals relationship with diagnosis of obesity<br />

and myoglobin, homocysteine as cardiac markers and the levels of nitric oxide,<br />

leptin oxidative stress and obesity markers.This study was planned prospective<br />

study that, 30 patients having obesity diagnosis and 30 control individual applying<br />

to Inonu University Turgut Ozal Medical Center were included. Nitrate,<br />

Griess reactive via nitrite was measured in 545 nm, spectrophotometrically, Leptin<br />

measurements were performed with Human Leptin ELISA reactive in Brio Seac<br />

Radim analyzer. Homocystein was measured with HPLC by precipation reactive,<br />

after sample is deproteinized. Myoglobine measurements were performed with<br />

CLEIA (Chemi-luminescence Enzyme Immuno Assay) method. NO, Homocystein,<br />

leptin, myoglobin statiscally significant increased in obese individuals compared<br />

to control. NO level is related to myoglobin levels and alters the myoglobin<br />

concentration. Whereas no correlation was detected between homocysteine and<br />

leptin levels and age of obese and control group however weak and positive correlation<br />

was determined with gender. A strong correlation in a negative way was<br />

determined when myoglobin is compared with the gender and age. There is a<br />

positive correlation between BMI and homocysteine.The reasons for the obesity,<br />

one of the most important illnesses of our time, have not been explained clearly<br />

yet. The further studies are needed to be done to define whether the obesity is because<br />

of the lack of leptin or leptin resistance. To our knowledge, this is the first<br />

study to investigate the relationship with nitric oxide, leptin, homocysteine and<br />

myglobin combined parameters with obesity.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-164<br />

Esansiyel Hipertansiyonlu Hastalarda Plazma IL-18 Ve Adma Düzeyleri<br />

Serkan TAPAN 1 , Nuri KARADURMUŞ 2 , Alper SONMEZ 3 , İsmail KURT 1 ,<br />

M. Kemal ERBİL 1<br />

P-164<br />

Plasma Levels Of IL-18 And Adma In Patients With Essential Hypertension<br />

Serkan TAPAN 1 , Nuri KARADURMUŞ 2 , Alper SONMEZ 3 , İsmail KURT 1 ,<br />

M. Kemal ERBİL 1<br />

CONTENTS<br />

1GATA, Tıbbi Biyokimya AD., Ankara<br />

2GATA, İç hastalıları BD., Ankara<br />

3GATA, Endokrinoloji, BD., Ankara<br />

serkantapan7@yahoo.com<br />

1Gulhane School of Medicine, Department of Medical Biochemistry, Ankara<br />

2Gulhane School of Medicine, Department of Internal Medicine, Ankara<br />

3Gulhane School of Medicine, Department of Endocrinology, Ankara<br />

serkantapan7@yahoo.com<br />

Genç erişkinlerde hipertansiyona neden olan mekanizmalar hala belirsizdir. Esansiyel<br />

hipertansiyonlu (EHT) hastalarla ilgili klinik ve populasyon çalışmalarında<br />

plazma IL-18 düzeyleri yüksek bulunmuştur. Ayrıca genç esansiyel hipertansiyonlu<br />

hastalarda vasküler tonusunun düzenlenmesinde ADMA’nın önemli rol<br />

aldığı çalışmalarla gösterilmiştir. Biz bu çalışmada genç esansiyel hipertansiyonlu<br />

olgularda plazma IL-18 ve ADMA düzeylerini araştırdık. Yeni tanı konmuş ve hiç<br />

tedavi edilmemiş genç 51 erkek hasta ve yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksi (VKİ)<br />

benzer 44 kontrol olgusu çalışıldı. Hastalarda eşlik eden başka bir patoloji yoktu.<br />

Plasma IL-18 ve ADMA düzeyleri ELİSA metodu ile ölçüldü. Yaş, VKİ, açlık<br />

glukozu, total kolesterol, LDL kolesterol ve Trigliserit seviyeleri iki grupta da<br />

benzerdi. EHT hastalarında ADMA düeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında<br />

anlamlı olarak yüksekken (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-165<br />

Esansiyel Hipertansiyonlu Hastalarda Kitotriozidaz Aktivitesi<br />

Serkan TAPAN 1 , Nuri KARADURMUŞ 2 , Alper SÖNMEZ 3 , Emel ÇAĞLAR 1 ,<br />

Erdim SERTOĞLU 1 , İsmail KURT 1 , M. Kemal ERBİL 1<br />

P-165<br />

Chitotriosidase Activity In Patients With Essential Hypertension<br />

Serkan TAPAN 1 , Nuri KARADURMUŞ 2 , Alper SONMEZ 3 , Emel ÇAĞLAR 1 ,<br />

Erdim SERTOĞLU 1 , İsmail KURT 1 , M. Kemal ERBİL 1<br />

CONTENTS<br />

1GATA, Tıbbi Biyokimya AD., Ankara<br />

2GATA, İç hastalıları BD., Ankara<br />

3GATA, Endokrinoloji, BD., Ankara<br />

serkantapan7@yahoo.com<br />

1Gulhane School of Medicine, Department of Medical Biochemistry, Ankara<br />

2Gulhane School of Medicine, Department of Internal Medicine, Ankara<br />

3Gulhane School of Medicine, Department of Endocrinology, Ankara<br />

serkantapan7@yahoo.com<br />

Kitotriozidaz enzimi (ChT) aktive olmuş makrofajlar tarafından salgılanmakta<br />

ve insan immun yanıtında aktif rol oynamaktadır. Plazma ADMA seviyeleri, esansiyel<br />

hipertansiyon ile endotel disfonksiyonu ve ateroskleroz ile ilişkili diğer<br />

birçok duruma sahip olan hastalarda daha yüksektir. EHT olan hastalarda ChT’ın<br />

endotel disfonksiyonu ve ADMA ile olan ilişkisini inceledik. Çalışmaya 51 yeni<br />

tanı konmuş ve tedavi edilmemiş genç hipertansif olgu ve yaş, cinsiyet ve vücut<br />

kitle indeksi benzer 39 sağlıklı kontrol alındı. Plazma ADMA düzeyleri ELISA<br />

ile ölçüldü. ChT aktiviteleri floresans metotla ölçüldü. Hastalarda yüksek sistolik,<br />

diastolik kan basınçları, ADMA düzeyleri (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-166<br />

Normal Gebelikte Homosistein Düzeyi<br />

Fatma TUFAN 1 , Pınar EKER 2 , Erkan ŞENGÜL 3 , Yasemin TUNAKAN 2<br />

1 Aile Hekimiliği, Eskişehir Mihallıççık Gün Sazak İlçe Hastanesi, Eskişehir<br />

2 Biyokimya, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

3 Kadın Doğum, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

Hiperhomosisteinemi gebelikte nöral tüp defekti, preeklampsi, spontan abortus,<br />

tekrarlayan gebelik kayıplarında ve prematur doğum gibi nedenlere sebep olabilmektedir.<br />

Çalışmamızın amacı normal gebelikte 1.-2.-3. ve doğumda ölçülen<br />

homosistein konsantrasyon değerlerini karşılaştırmak. Çalışmamızda 1.trimesterda<br />

52 , 2.trimesterda 51, 3.trimesterda 62 ve doğumda 55 gebe çalışmaya dahil<br />

edilmiştir. Gruplar arasında yaş, homosistein, vitaminB12( VitB12) ve folat<br />

değerleri karşılaştırılmıştır. Çalışma dışı bırakılma kriterleri fizik muayenede hipertansiyon<br />

(sistolik 140, diastolik 100 üzeri ) varlığı; sigara ve alkol kullanımı;<br />

preeklampsi, düşük, tekrarlayan gebelik kaybı ve akraba evliliği öyküsünün<br />

bulunması; aktif enfeksiyon; renal yetmezlik, hipotroidi ve anemi olarak belirlendi.<br />

Olguların yaşları 17 ile 42 arasında değişmektedir. Grupların homosistein<br />

düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmektedir (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-167<br />

Trombosit Disfonksiyonu İle Glikozile Hemoglobin Arasındaki İlişki<br />

Giray BOZKAYA, Emrah ÖZGÜ, Nuriye UZUNCAN, Baysal KARACA<br />

Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya ve Klinik Biyokimya<br />

Bölümü, İzmir<br />

baysalkaraca@isbank.net.tr<br />

P-167<br />

The Relation Of Platelet Dysfunction And Glycated Hemoglobin<br />

Giray BOZKAYA, Emrah ÖZGÜ, Nuriye UZUNCAN, Baysal KARACA<br />

Bozyaka Training and Research Hospital, Department of Biochemistry and<br />

Clinical Biochemistry, Izmir<br />

baysalkaraca@isbank.net.tr<br />

CONTENTS<br />

HbA1c olarak bilinen glikozile hemoglobin geçmiş 8-12 haftadaki kan glukoz<br />

kontrolunu ortaya koyarak, uygulanan diyabet tedavisinin yeterliliği konusunda<br />

bilgi verir. Trombosit hacmi, trombosit fonksiyon ve aktivasyonunun bir belirleyicisidir<br />

ve otomatik kan sayım cihazları tarafından ölçülmektedir. Bu çalışmada,<br />

ortalama trombosit hacmi (MPV) düzeylerinin glisemik kontrol seviyelerine göre<br />

değerlendirilmesi ve MPV ile HbA1c arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı.<br />

Hastanemize HbA1c ölçümü için başvuran 3891 hastanın MPV ve HbA1c düzeyleri<br />

laboratuar bilgi sisteminden elde edildi. Hemoglobin düzeyleri 12-16g/dL<br />

arasında olan örnekler seçilerek glisemik kontrol düzeylerine göre 3 gruba ayrıldı.<br />

Glukoz ve HbA1c düzeyleri sırasıyla hekzokinaz ve HPLC yöntemleri kullanılarak<br />

tespit edildi. Normal dağılıma sahip olmayan değişkenler Mann Whitney U testi<br />

ile karşılaştırıldı. Değişkenler arası ilişkinin belirlenmesinde ise Spearman korelasyon<br />

katsayısı kullanıldı. Anlamlılık düzeyi olarak p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-168<br />

2. Ve 3. Trimester Gebelerde Serum TSH Ve Beta HCG İlişkisi<br />

Gökçe ATİKELER, Handan NALBANT,Ayşe F. TUNCEL,Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

Gazi üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi biyokimya A.D. ,Ankara<br />

Gebelikte meydana gelen reverzıbl fizyolojik değişiklikler sonucu tiroit fonksiyon<br />

parametreleri normale göre değişmektedir. Bilindiği gibi serum beta HCG<br />

düzeyi gebeliğin başından itibaren hızla yükselerek yaklaşık 10. haftada pik yapar<br />

ve sonrasında gebeliğin sonuna kadar yavaş yavaş düşer. Beta HCG, TSH’ya<br />

olan yapısal benzerliğinden dolayı tiroit bezini uyarmakta ve tiroit hormanlarının<br />

salınımını artırmaktadır.Tiroit hormonlarının hipofiz bezine olan negatif feedback<br />

etkisiyse hipofiz bezini inhibe ederek TSH salınımını azaltmaktadır. Buna bağlı<br />

olarak gebeliğin özellikle 1. trimester’ında serum TSH düzeyinde beta HCG’ye<br />

zıt bir değişim olmaktadır. Çalışmamızda laboratuarımıza 1. Ve 2. Trimester’da<br />

tarama testi için başvuran gebelerin serumlarından TSH düzeyi de çalışarak beta<br />

HCG ve TSH ilişkisine bakmayı amaçladık. Çalışmaya toplam 44 gebe dahil<br />

edildi;21 hasta 1. Trimester,23 hasta 2. Trimester’daydı. 1.trimester’daki gebelerde<br />

serbest beta HCG ve TSH; 2. trimester’daki gebelerde total HCG ve TSH<br />

arasındaki ilişki çizgi grafikle gösterildi. Buna göre gebeliğin 17.haftasına kadar<br />

serum TSH ve HCG konsantrasyonlarının birbirleriyle ters orantılı bir ilişki<br />

içinde oldukları gözlendi.<br />

P-168<br />

The Relationship Between Serum TSH And Beta HCG Levels In The First<br />

And Second Trimesters During Pregnancy<br />

Gökçe ATİKELER, Handan NALBANT,Ayşe F. TUNCEL,Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

Gazi University, Faculty of Medicine, Medical Biochemıstry Department,Ankara<br />

In result of reversible physiologic changes during pregnancy , thyroid function<br />

parameters can change mildly.As known, serum beta HCG concentrations begins<br />

to rise at the beginning of the pregnancy and peaks at approximately 10th weeks.<br />

Then it begins to drop slowly until the end of the pregnancy. Because beta HCG<br />

is structurally similar to TSH ,it stimulates thyroid gland and increases secretion<br />

of the thyroid hormones.The negative feedback effect of thyroid hormones<br />

on hypophysis gland inhibits TSH release from hypophysis gland. As a result ,<br />

especially in the first trimester of pregnancy serum TSH level changes inversely<br />

beta HCG . In our study we aimed to define the relationship between beta HCG<br />

and TSH levels in pregnant women whose samples arrived to our laboratory for<br />

Down Syndrome screening tests. 44 pregnant women were involved in our study.<br />

(21 pregnants were in first trimester and 23 pregnants were in second trimester).<br />

In first trimester pregnants the relationship between free beta HCG and TSH and<br />

in the second trimester pregnants the relationship between total HCG and TSH<br />

were shown on the line graph.According to the line graph ,an inverse relationship<br />

was determined between serum TSH and HCG concentrations until 17th weeks<br />

of pregnancy<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-169<br />

Majör Depresyon Hastalarında Plazma Oreksin-A Düzeyleri<br />

Özlem GÜLBAHAR 1 , Aslıhan SAYIN 2 , Esra ETYEMEZ 2 , Duygu ÇABUK 2 ,<br />

Selçuk CANDANSAYAR 2<br />

P-169<br />

Plasma Orexin-A Levels Of Patients With Major Depression<br />

Özlem GÜLBAHAR 1 , Aslıhan SAYIN 2 , Esra ETYEMEZ 2 , Duygu ÇABUK 2 ,<br />

Selçuk CANDANSAYAR 2<br />

CONTENTS<br />

1 Tıbbi Biyokimya AD, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

2 Psikiyatri AD, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

mdzengin@yahoo.com<br />

Depresyonun temel klinik belirtileri uyku ve iştah düzensizlikleri ile emosyonel<br />

durumda değişimi içerir. Oreksin-A, dorsal ve lateral hipotalamusta üretilen bir<br />

nörotransmitterdir ve uyku, iştah, enerji tüketimi, ödül ve emosyonel değişim<br />

davranışlarının düzenlenmesinde etkilidir. Çalışmamızın amacı, tek uçlu majör<br />

depresyon hastalarında oreksin-A düzeylerini ve oreksin-A sentezi üzerinde etkili<br />

olan leptin ve ghrelin düzeylerini araştırmaktır. Çalışmamızda 43 tek uçlu major<br />

depresyon hastasının akut dönem ve tedavi sonrası oreksin-A düzeyleri ile yaş ve<br />

cinsiyet açısından uyumlu 44 sağlıklı bireyin oreksin-A düzeyleri karşılaştırıldı.<br />

Ayrıca, oreksin-A düzeyleri ile leptin ve ghrelin düzeyleri arasındaki ilişki incelendi.<br />

Plazma oreksin-A, leptin ve ghrelin düzeyleri enzim immünoassay yöntemi<br />

ile analiz edildi. Hastaların depresyon düzeylerini belirlemek için Depresyon<br />

Belirti Envanteri-Özbildirim Formu ve Depresyon Belirti Envanteri-Klinisyen<br />

Formu kullanıldı. Hastaların tedavi öncesi oreksin-A düzeyleri kontrol grubunun<br />

düzeylerinden anlamlı derecede daha yüksekti (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-170<br />

Koroner Kalp Hastalarında Oksidatif DNA Hasarı Ve Lipid<br />

Peroksidasyonu<br />

Yüksel KAYA 1 , Ayşegül ÇEBİ 2 , Halit DEMİR 3 , Hamit Hakan ALP 4 ,<br />

Nihat SÖYLEMEZ 1 , Ebubekir BAKAN 4 , Ayça AKPINAR 5<br />

P-170<br />

Oxidative Dna Damage And Lipid Peroxidation In Coronary Heart Disease<br />

Patients<br />

Yüksel KAYA 1 , Ayşegül ÇEBİ 2 , Halit DEMİR 3 , Hamit Hakan ALP 4 ,<br />

Nihat SÖYLEMEZ 1 , Ebubekir BAKAN 4 , Ayça AKPINAR 5<br />

CONTENTS<br />

1Yuksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Bölümü, Van<br />

2Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Giresun<br />

3Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü, Van<br />

4Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya AD, Van<br />

525 Aralık Devlet Hastanesi Acil Tıp Bölümü, Gaziantep<br />

aysegul.cebi@giresun.edu.tr<br />

Koroner arter hastalığı olarak da bilinen koroner kalp hastalığı (KKH) Türkiye’de<br />

ilk sıralarda yer alan ölüm nedenleri arasındadır. Bu çalışmada, KKH olan bireylerde<br />

plazmada oksidatif DNA hasarı (8-OHDG) ve lipid peroksidasyonu<br />

(MDA) seviyelerini araştırdık. Bu çalışmaya koroner anjiografi ile tanısı KKH<br />

olarak konulmuş 79 hasta ve anjiogramı negatif olan 53 sağlıklı birey olmak üzere<br />

toplam 132 birey katılmıştır. Hasta ve kontrol bireylerinin plazma 8-OHDG ve<br />

MDA konsantrasyonları HPLC-ECD (HP, HP 1049A ECD detektörlü Agilent<br />

1100 modular systemleri, Germany) kullanılarak ölçüldü. İstatistiksel analizlerde<br />

ANOVA kullanıldı . KKH’ da plazma 8-OHDG düzeyi (2.9952±1.7486)<br />

kontrol bireylerine (0.2818±0.1388) göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-171<br />

Ovarektomize Sıçanlarda Raloksifen Tedavisinin Beyin Dokusunda<br />

Oksidan-Antioksidan Sistemlere Ve Öğrenme Üzerine Etkileri<br />

Süreyya OSMANOVA 1 , Ebru Demirel SEZER 2 , Coşan TEREK 1 ,<br />

Volkan TURAN 1 , Onur BİLGİN 1 ,<br />

P-171<br />

The Effects Of Raloxifene Treatment On Oxidative Status In Brain Tissues<br />

And Learning Process Of Ovarectomized Rats<br />

Süreyya OSMANOVA 1 , Ebru Demirel SEZER 2 , Coşan TEREK 1 ,<br />

Volkan TURAN 1 , Onur BİLGİN 1 ,<br />

CONTENTS<br />

1Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi,<br />

İzmir<br />

2Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

Bu çalışmanın amacı raloksifenin bilişsel süreçler ve öğrenme davranışı üzerine<br />

olan etkileri ve beyin dokusunda oksidan-antioksidan dağılımına olan etkilerinin<br />

saptanmasıdır. Yöntem: Overektomize sıçanlarda çalışma grubuna (n=8) raloksifen<br />

ve kontrol grubuna (n=8) plasebo verilerek öğrenme davranışı ses ve elektrik<br />

stresi kullanılarak aktif sakınma kafesinde çalışılmıştır. Sıçanlardan alınan beyin<br />

dokusu örneklerinde oksidan-antioksidan düzeyleri (katalaz, superoksid dismutaz,<br />

malondialdehid) ölçülerek gruplar arasında farklı beyin bölgelerini içeren<br />

değerler karşılaştırılmıştır. Bulgular: Bilişsel işlevleri değerlendirmek amacıyla<br />

kullanılan aktif sakınma kafesi öğrenme düzeneğinde raloksifen grubunda, plasebo<br />

alan kontrol grubuna göre daha iyi öğrenme ve daha çok arama davranışı<br />

ortaya çıkmışsa da aradaki fark anlamlı bulunmamıştır . Raloksifen tedavisinin<br />

beyin dokularında MDA düzeylerinin anlamlı düşük bulunması raloksifenin lipid<br />

peroksidasyonuna karşı koruyucu etki gösterdiğini düşündürmektedir . Beyin<br />

bölgeleri karşılaştırıldığında en yüksek SOD ve CAT düzeyleri kortekste bulunurken<br />

en düşük düzeyler serebellumdan elde edildi . Sonuç: Raloksifen alan<br />

grupta antioksidan düzeylerinin yüksek bulunması beyin için koruyucu etkisi<br />

olduğunu desteklemektedir.<br />

1 Department of Obstetrics and Gynecology, Ege University Faculty of Medicine,<br />

İzmir<br />

2 Department of Medical Biochemistry, Ege University, Faculty of Medicine,<br />

İzmir<br />

We aimed to investigate the effects of raloxifene on the antioxidant enzyme [superoxide<br />

dismutase (SOD) and catalase (CAT)] activities and malondialdehyde<br />

(MDA) levels in brain homogenates of ovariectomized female rats and its effect<br />

on cognitive process of learning. Methods: Female Sprague Dawley rats (n=24)<br />

were divided into three groups. Three weeks after ovariectomy; nonovariectomized<br />

group (control group) (n=8) was given physiological saline (SP) as placebo.<br />

First ovariectomized group ( n=8) received raloxifene 1 mg/ kg dissolved in<br />

a 1 % solution of carboxymethylcellulose (CMC) subcutaneusly (sc) and second<br />

group of ovariectomized rats were given 1 % CMC 1 mg/ kg (sc) every day for<br />

14 days. Learning behaviors of rats were evaluated in active avoidence cage with<br />

using sound and electrical stimulation. The levels of antioxidant enzymes in different<br />

regions of the brain homogenates were compared between three groups of<br />

decapitated rats. The catalase activities were determined spectrophotometrically.<br />

SOD activities were measured by colorimetric method based on the inhibition of<br />

autoxidation epinephrine by SOD at 480 nm. MDA levels were measured by thiobarbituric<br />

acid method. Results: Raloxifene had a significant attenuating effect<br />

on the levels of MDA in brain tissues suggesting raloxifene’s effect against lipid<br />

peroxidation. With the comparison of brain regions, cortex showed the highest average<br />

activity of SOD and CAT and cerebellum had the lowest average levels for<br />

both. Its effects on learning and cognitive process with active avoidence task were<br />

considered insignificant. Conclusion: Raloxifene treatment may have preventive<br />

effects for the brain against oxidative stress and lipid peroxidation.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-172<br />

İnsülin Direnci, Tip Iı Diyabet Ve Obezite İçin Risk Faktörü Olan Bazı Genetik<br />

Varyasyonların Türkiye’deki Frekansı<br />

Tomris CESUROĞLU 1 , Şefayet KARACA 1,2 , Marco De LANGEN 1<br />

P-172<br />

Frequency Of Some Genetic Variation, Known As Risk Factors For Insulin<br />

Resistance, Type Ii Diabetes And Obesity, In Turkiye<br />

Tomris CESUROGLU 1 , Sefayet KARACA 1,2 , Marco De LANGEN 1<br />

CONTENTS<br />

1 GENAR Toplum Sağlığı ve Genombilim Araştırmaları Enstitüsü, Ankara<br />

2 Aksaray Üniversitesi SYO. Aksaray<br />

skaraca@aksaray.edu.tr<br />

1GENAR Institute for Public Health and Genomics Research, Ankara<br />

2Aksaray University Sch.H. Aksaray<br />

skaraca@aksaray.edu.tr<br />

Kronik kompleks hastalıklar, genetik yapı, yaşam tarzı ve çevresel faktörlerin<br />

birlikte etkisi ile ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada, insülin direnci, tip II diyabet<br />

ve obezite gibi kompleks hastalıklar için risk faktörü olduğu bilimsel literatürde<br />

rapor edilmiş, bazı alellik varyantların sağlıklı bireylerdeki sıklığını belirlemektir.<br />

Genotipleme, ACE rs4646994, GNB3 rs5443, ADRB1 rs1801253,<br />

ADRB2 rs1042713, ADRB2 rs1042714, ADRB3 rs4994, PPARg2 rs1801282 ve<br />

PLIN rs894160 polimorfizimleri için MALDI-TOF temelli kütle spektrometresi<br />

kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Polimorfik bölgeler, Sequenom hME (homogenious<br />

mass extend) protokolü kullanılarak analiz edilmiştir. Taranan tüm varyasyonlar<br />

için genotip ve allel frekansları hesaplanmış, sonuçların Hardy-Weinberg<br />

eşitliğine uyumlu olduğu saptanmıştır. İlgili hastalıklar açısından olumsuz<br />

yatkınlığa işaret eden bazı genotiplerin taranan grupta yaygın olduğu belirlenmiştir.<br />

Genetik yatkınlıklarımızın bilinmesi, beslenme davranışının ve yaşam tarzının<br />

genetik yapıya uygun düzenlenmesi, kronik kompleks hastalıkların önlenebilmesinde<br />

önem taşımaktadır. Bu hususta, genetik farklılıklarımızın belirlenmesi, risk<br />

faktörü olarak bilinen varyasyonların toplumdaki sıklığının saptanması, koruyucu<br />

tıpta yeni stratejilerin geliştirilmesine ve daha sağlıklı toplum oluşumuna katkı<br />

sağlayacaktır.<br />

Chronic complex diseases are caused by the interaction of genetic background,<br />

environmental and lifestyle factors of individuals. In this study, we assess the<br />

frequency of some allellic variants, reported as risk factors for insulin resistance,<br />

type II diabetes and obesity, in healthy subjects. Genotyping has performed for<br />

polymorphisms; ACE rs4646994, GNB3 rs5443, ADRB1 rs1801253, ADRB2<br />

rs1042713, ADRB2 rs1042714, ADRB3 rs4994, PPARg2 rs1801282 and PLIN<br />

rs894160, using MALDI_TOF based mass spectrometry. Polymorphic sites were<br />

analyzed according to manufacturer’s protocol of Sequenom hME platform. Genotype<br />

and alleles frequencies were calculated and results were consistent with the<br />

Hardy-Weinberg equation. Some genotypes, causing susceptibility to related diseases,<br />

were found to be common in the screened group. Identification of genetic<br />

susceptibility and arrangement of the nutrition behavior and lifestyle according<br />

to the genetic background are important approaches in prevention of complex<br />

diseases. In this regard, identification of genetic differences which are known as<br />

risk factors, to determine the incidence of genetic variations in the population,<br />

will contribute to the development of the new preventative strategies leading to a<br />

healthier society.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-173<br />

Astımlı Hastalarda Oksidatif Stres İle Total Antioksidan Kapasite<br />

Arasındaki İlişkinin İncelenmesi<br />

Rezzan ALİYAZICIOĞLU 1 , Ahmet MENTEŞE 2 , Funda ÖZTUNA 3 ,<br />

Sevgi KOLAYLI 4 , Ahmet ALVER 2 , Orhan DEĞER 2 , Tevfik ÖZLÜ 3 ,<br />

Yılmaz BÜLBÜL 3 , Sermet YILDIRMIŞ 1<br />

P-173<br />

Investigation Of Relationships Between Serum Total Antioxidan Capacity<br />

And Oxidative Stress In Asthma Patients<br />

Rezzan ALİYAZICIOĞLU 1 , Ahmet MENTEŞE 2 , Funda ÖZTUNA 3 ,<br />

Sevgi KOLAYLI 4 , Ahmet ALVER 2 , Orhan DEĞER 2 , Tevfik ÖZLÜ 3 ,<br />

Yılmaz BÜLBÜL 3 , Sermet YILDIRMIŞ 1<br />

CONTENTS<br />

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Trabzon<br />

2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Bölümü, Trabzon<br />

3Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Trabzon<br />

4Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Trabzon<br />

Astım, hava yollarında değişik derecelerde obstrüksiyondan ileri gelen tekrarlayan<br />

semptomlara neden olan kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Günümüzde oksidan<br />

ve antioksidan mekanizmalarındaki değişiklikler, astım gibi çeşitli akciğer<br />

hastalıklarının patogenezinde rol oynamaktadır. Çalışma grubu stabil astımlı 30<br />

kişi (5 erkek ve 25 kadın) ve kontrol grubu olarak da 33 sağlıklı kişiden (14 erkek<br />

ve 19 kadın) oluşmaktadır. Çalışmaya alınan tüm deneklerden plasma malondialdehit<br />

(MDA) düzeyi ve serum total antioksidan kapasite (TAC) düzeyi ölçümü<br />

için venöz kan alındı. Plazma aligotları MDA analizi yapılıncaya kadar -80<br />

0C’de derin dondurucuda saklandı. Numunelerdeki lipid peroksidasyon Yagi’nin<br />

metoduyla MDA konsantrasyonu olarak belirlendi. Serum numunelerinin total antioksidan<br />

kapasitesi (TAC), Erel tarafından bulunan otomatik kolorimetrik direk<br />

ölçüm metodu kullanılarak saptandı. MDA sonuçları, standart eğri kullanılarak<br />

hesaplandı ve nmol/ml olarak ifade edildi. TAC sonuçları mmol Trolox equiv./L<br />

olarak hesaplandı. Buna göre astımlı hastalarda MDA ve TAC düzeyleri sağlıklı<br />

kontrole göre yüksek bulundu (p < 0.05). Bu sonuçlara göre kronik inflamatuvar<br />

hastalıklı astım hastalarında artmış MDA ve TAC düzeyleri, oksidan/antioksidan<br />

dengedeki bozulmayla karakterizedir.<br />

1Department of Biochemistry, Faculty of Pharmacy, Karadeniz Technical University,<br />

61080, Trabzon<br />

2Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Karadeniz Technical University,<br />

61080, Trabzon<br />

3Department of Chest Diseases, Faculty of Medicine, Karadeniz Technical University,<br />

61080, Trabzon<br />

4Department of Chemistry, Faculty of Arts and Sciences, Karadeniz Technical<br />

University, 61080, Trabzon<br />

Asthma is a chronic inflammatory disorder of the airways, involving recurrent<br />

episodes of airflow obstruction. Nowadays, changes in the oxidant and antioxidant<br />

mechanisms has a role in the pathogenesis of various lung diseases such as<br />

asthma. The study groups included 30 patients with stabile asthma (5 male and<br />

25 female) and 33 healthy volunteers as a control group (14 male and 19 female).<br />

The venous blood for the plasma malondialdehyde (MDA) levels and serum total<br />

antioxidant capacity (TAC) levels from all subjects were recruited the study were<br />

drawn into the tubes. Plasma aliquots were stored at -80 0C’de C in deep freezer<br />

until the analysis of MDA. Serum aliquots were stored until TAC tests were performed.<br />

Lipid peroxidation in samples was determined as MDA concentration<br />

with the method of Yagi. Total antioxidant capacity (TAC) of serum samples was<br />

determined using automated colorimetric direct measurement method developed<br />

by Erel. MDA results were calculated using standard curves and expressed as<br />

nmol / ml. TAC results were calculated as mmol Trolox equiv. / L. According to<br />

the results described here, TAC and MDA levels were found to be increased in<br />

the patients when compared to the control group (p < 0.05). According to this results,<br />

increased MDA and TAC levels in asthma patients with chronic inflammatory<br />

disease is characterized by impairment in oxidant / antioxidant equilibrium<br />

asthma..<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-174<br />

Makroprolaktinemi Ve Gerçek Hiperprolaktinemi Hastalarında Klinik<br />

Özellikler<br />

Murat CAN 1 , Berrak GUVEN 1 , Hulusi ATMACA 2 , Serefden ACIKGOZ 1 ,<br />

Görkem MUNGAN 1<br />

P-174<br />

Clinical Features Of Patients With Macroprolactinemia And True<br />

Hyperprolactinemia<br />

Murat CAN 1 , Berrak GUVEN 1 , Hulusi ATMACA 2 , Serefden ACIKGOZ 1 ,<br />

Görkem MUNGAN 1<br />

CONTENTS<br />

1 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya AD,<br />

Zonguldak<br />

2 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji AD,<br />

Zonguldak<br />

berrak_guven@hotmail.com<br />

1 Zonguldak Karaelmas University Medical School Department of Biochemistry<br />

AD, Zonguldak<br />

2 Zonguldak Karaelmas University Medical School Department of<br />

Endocrinology AD, Zonguldak<br />

berrak_guven@hotmail.com<br />

Makroprolaktin hiperprolaktinemi hastalarında yaygın görülür ve sıklıkla yanlış<br />

tanı, gereksiz pahalı araştırmalar, uygunsuz tedavi nedenidir. Bu çalışmada, bölgemizdeki<br />

hiperprolaktinemi hastalarında makroprolaktin konsantrasyonları ile<br />

klinik bulguları incelemeyi amaçladık. Çalışmada 84 kadın hiperprolaktinemi<br />

hastası, makroprolaktinemi açısından incelendi. Prolaktin düzeyleri Immulite<br />

2000 cihazında çalışıldı. Polietilen glikol presipitasyonu sonrası ≤%40 geri elde<br />

değerleri makroprolaktinemi olarak değerlendirildi. Gerçek hiperprolaktinemik<br />

ve makroprolaktinemik hastaların klinik özellikleri ve biyokimyasal değerleri<br />

karşılaştırıldı. Çalışmada 31 hastada (36.9%) makroprolaktinemi tespit edildi<br />

(Grup A). Makroprolaktin bulunmayan hiperprolaktinemi hastaları (n=53,%63,1)<br />

gerçek hiperprolaktinemi olarak kabul edildi (Grup B). İki grup arasında galaktore<br />

ve oligomenore/amenore görülme sıklığı açısından istatistiksel bir fark görülmedi.<br />

Makroprolaktinemi hastalarında ortalama prolaktin düzeyleri 1354.6 mIU/L, gerçek<br />

hiperprolaktinemi hastalarında 2018.2 mIU/L bulundu. Prolaktin düzeylerine<br />

göre hastaların klinik özellikleri incelendiğinde, grup 1 (klinik özellik(+), makroprolaktin(-))<br />

ve grup 2 (klinik özellik(+), makroprolaktin(-)) arasında anlamlı<br />

bir fark bulunmadı. Grup 3 (klinik özellik(+), makroprolaktin(+)) ve grup 4<br />

(klinik özellik(-), makroprolaktin(+)) arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Sonuç<br />

olarak bizim verilerimize göre herhangi bir klinik bulgunun makroprolaktinemik<br />

hastaların gerçek hiperprolaktinemik hastalardan ayrımında kullanılamayacağı<br />

görüşündeyiz.<br />

Macroprolactin is common in patients with hyperprolactinaemia and often cause of<br />

misdiagnosis, unnecessary expensive investigation and unsuitable treatment. The<br />

aim of this study was to investigate the clinical findings and the concentrations of<br />

macroprolactin in patients with hyperprolactinaemia in our region. In this study,<br />

84 female hyperprolactinaemic patients were screened for macroprolactinaemia.<br />

Prolactin was measured by Immulite 2000 analyzer. Recoveries ≤40% after polyethylene<br />

glycol precipitation were indicative of macroprolactinaemia. Clinical<br />

features and biochemical values were compared in true hyperprolactinaemic and<br />

macroprolactinaemic patients. Macroprolactinaemia was detected in 31 patients<br />

(36.9%) (Group A). Hyperprolactinaemic patients (n=53,%63,1) in the absence of<br />

macroprolactin were used as true hyperprolactinaemic patients (Group B). There<br />

was no difference in frequency of galactorrhea and oligomenorrhea/amenorrhea<br />

between the two groups. Mean prolactin in patients with macroprolactinaemia<br />

was 1354.6 mIU/L and in hyperprolactinaemic patients without macroprolactinaemia<br />

it was 2018.2 mIU/L . When we evaluate clinical features of patients<br />

according to prolactin levels, no significant difference was found between group<br />

1 (clinical feature (+), macroprolactin (-)) and group 2 (clinical feature (-), macroprolactin<br />

(-)).There was no significant differencesin clinical features between<br />

group 3 (clinical feature (+), macroprolactin (+)) and group 4 (clinical feature (-),<br />

macroprolactin (+)) In conclusion our data show that no clinical features could<br />

reliably differentiate macroprolactinemic from true hyperprolactinemic patients.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-175<br />

Ck-Mb Testinde Floresan Enzymeimmunoassay Ve Spektrofotometrik<br />

Ölçüm Arasındaki Korelasyon Çalışması<br />

Arzu KÖSEM<br />

P-175<br />

Ck-Mb Correlation Study Between Fluorescent Enzymeimmunoassay And<br />

Spectrophotometric Assay<br />

Arzu KÖSEM<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya, Niğde Devlet Hastanesi, Niğde<br />

Department of Biochemistry, NİĞDE State Hospital, Niğde<br />

Ceatinin kinaz-MB (KMB) akut miyokard infarktüsü tanısında en sık kullanılan<br />

kardiyak belirteçler biridir. CKMB aktivitesi veya kütle ölçümü akut göğüs<br />

ağrısı ayırıcı tanısı için gereklidir. CK-MB kütle ölçümü enzim aktivitesi ölçümüne<br />

göre daha stabil sonuçlar verir ve sonuçlar daha sensitivdir. Bu çalışmadaki<br />

amacımız iki analitik yöntemini karşılaştırmaktı. Bu çalışmada 69 hastada<br />

CKMB aktivitesi ve CKMB kütle ölçümleri yapıldı.Floresan enzim immunassay<br />

yöntem (Advia Centaur XP) ve spektrofotometrik yöntem (Roche Diagnostics<br />

Ltd Rotkreuz, İsviçre) kulanılarak CKMB ölçümleri yapıldı. iki teknik arasında<br />

korelasyon gözlendi (r=0.899). Bu veriler ile iki yöntem birbirinin yerine teşhis<br />

amaçlı kullanılabileceği görülmektedir.<br />

Ceatinin kinase -MBC(KMB) is one of the most often used cardiac markers of<br />

the diagnosis of acute myocardial infarction. CKMB activity or mass assay is frequently<br />

required for the differential diagnosis of acute chest pains. CK-MB mass<br />

measurement was more stable than enzyme activity after storage and appeared to<br />

be more sensitive. The aim of the present study was to compare the reliability of<br />

two different analytical platforms. In this study, 69 patients with the prediagnosis<br />

of measurements of CKMB activity, and CKMB mass. A correlation study for<br />

CK-MB analysis was performed using two techniques, fluorescent enzyme immunoassay<br />

on the analyser (Advia Centaur XP) , and spectrophotometric assay on<br />

the analyser (Roche Diagnostics Ltd. Rotkreuz, Switzerland )(r=0.899). Excellent<br />

diagnostic correlation between the two techniques was observed. This data<br />

suggests that the two methods can be used interchangeably for diagnostic purpose.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-176<br />

İskelet Kası Hücrelerinde Hiperkatabolik Durum İçin Bir Model Çalışması<br />

Ebru TAYLAN 1 , Zeynep SERCAN 2 , Halil RESMİ 1<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Tıbbi Biyokimya, 2Tıbbi Biyoloji ve<br />

Genetik AD, İzmir<br />

ebruezer@yahoo.com<br />

P-176<br />

A Model Study for an Hypercatabolic State in Skeletal Muscle Cells<br />

Ebru TAYLAN 1 , Zeynep SERCAN 2 , Halil RESMİ 1<br />

Dokuz Eylül University, Faculty of Medicine, 1Department of Medical<br />

Biochemistry, 2Department of Medical Biology & Genetics, Izmir, Turkey<br />

ebruezer@yahoo.com<br />

CONTENTS<br />

Hiperkatabolik sendrom, inflamatuar sitokinlerin ve katabolik hormon düzeylerinin<br />

arttığı biyokimyasal bir durumdur. İnsülinin anabolik etkileri azalmıştır. Diyabet<br />

hiperkatabolik bir hastalıktır ve hastalığın en önemli metabolik sonuçlarından biri<br />

kas proteinlerinin yıkımıdır. Bu çalışmada, L6 sıçan iskelet kası hücrelerini yüksek<br />

konsantrasyonda glukoz ve TNF-alfa içeren ortamlarda tutarak hiperkatabolik<br />

bir durum oluşturmayı amaçladık.<br />

Sıçan myoblast hücreleri %10 FBS, 5 mM glukoz içeren DMEM ile çoğaltıldı.<br />

Hücrelerin kontrollü olarak myotüplere farklılaşması amacıyla, tamamen konfluent<br />

olmadan serumu %2’ye düşürüldü. 7. gün sonunda farklı konsantrasyonlarda<br />

glukoz ve TNF-alfa içeren ortamlar ile değişik sürelerde inkübe edildi. Hücre<br />

canlılığı ortama salınan LDH miktarı ile ölçüldü.<br />

Denemeler sonucunda, 5-45 mM glukoz ve 1-100 ng/mL TNF-alfa konsantrasyon<br />

aralığının hücre canlılığında ve morfolojisinde önemli bir değişiklik yaratmadığı<br />

saptandı. Bu sonuçlar hücre içi metabollik süreçlerin değerlendirilmesini zorunlu<br />

kılmaktadır. TNF-alfa uyarısına aracılık eden NF-KB’nin aktivasyonu ile<br />

kas proteinlerinin başlıca yıkım yolu olan proteazomal aktivite ve alt birimlerin<br />

ekspresyonlarının değerlendirilmesi modelin geçerliliğinin kanıtlanmasına katkı<br />

sağlayacaktır.<br />

Hypercatabolic syndrome is a biochemical state characterized by increased inflammatory<br />

sitokines (eg. TNF-alpha), and catabolic hormon levels. Anabolic effects<br />

of insulin decrease. Diabetes mellitus is an hypercatabolic disease and one of<br />

the most important metabolic consequence of it is muscle protein breakdown. In<br />

this study, we intend to create an hypercatabolic state by applying high concentration<br />

of glucose and TNF-alpha to the skeletal muscle cells.<br />

Rat myoblasts were grown in DMEM supplemented with 10% FBS, and 5 mM<br />

glucose. For differentiation into myotubes, the serum content of the medium was<br />

reduced to 2% before the cells had reached confluency. At the end of 7. day, cells<br />

were incubated in mediums with different concentrations of glucose and TNFalpha<br />

in different times. Cell viability was assessed by measuring the LDH that<br />

was released to the medium.<br />

At the end of this study, it was found that the concentration range in 5 - 45 mM<br />

for glucose and 1 -100 ng/mL for TNF-alpha didn’t make any changes in cell viability<br />

and morphology. These results show that metabolic pathways inside the<br />

cell should be assessed. Studying NF-KB activation which is caused by TNFalpha<br />

stimulation, the activity of proteasomes and expression of its subunits may<br />

contribute to prove the validity of this model.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-177<br />

Kronik Hepatit C Hastalarında Viral Yük İle Karaciğer Fibrozis<br />

Belirteçleri Arasındaki İlişki<br />

Mevhibe BALK, Gülsevim SAYDAM, Doğan CENGİZ, Dilan BİRİCİK<br />

P-177<br />

The Correlation Between The Viral Load And The Markers Of Liver Fibrosis<br />

In Chronic Hepatitis C Patients<br />

Mevhibe BALK, Gülsevim SAYDAM, Doğan CENGİZ, Dilan BİRİCİK<br />

CONTENTS<br />

T.Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuarı,<br />

Ankara<br />

Kronik Hepatit C Virüs Enfeksiyonu, hastaların %20-25 inde karaciğer fibrozis<br />

ve siroz gelişmesi ile sonuçlanır. Fibrozisi gösteren biyokimyasal belirteçler, Aspartataminotransferaz<br />

(AST), Alaninaminotransferaz (ALT), AST/ALT oranı,<br />

Gama-glutamiltransferaz (GGT), GGT/ALT oranı, Alfafetoprotein (AFP) ve<br />

Protrombin zamanı Internasyonal Normalize Oranı (PT-INR) gibi testleri içerir.<br />

Bu çalışmanın amacı, HCV-RNA’sı pozitif hastalarda, biyokimyasal fibrozis belirteçlerini<br />

değerlendirmek ve viral yük ile fibrozis belirteçleri arasındaki ilişkiyi<br />

belirlemekti. Bu çalışmada, HCV-RNA’sı pozitif olan 106 kronik hepatit C<br />

hastasında, HCV-RNA düzeyleri ile GGT/ALT oranı arasında anlamlı fakat zayıf<br />

bir ilişki (r=0.3, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-178<br />

Eritrosit Sedimantasyon Analizinin Test 1 Cihazı İle Değerlendirilmesi<br />

Sabahattin MUHTAROĞLU, Tuğba ÖZŞENEL<br />

Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Erciyes Üniveristesi, Kayseri<br />

P-178<br />

Evaluation Of Erythrocyte Sedimentation Rate By Test 1 Analyzer<br />

Sabahattin MUHTAROĞLU, Tuğba ÖZŞENEL<br />

Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Erciyes University, Kayseri<br />

CONTENTS<br />

Eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), inflamasyon ve akut cevabın<br />

değerlendirilmesinde kullanılan basit ve ucuz bir laboratuar testidir. Westergren<br />

yöntemi ESH tayininde yaygın olarak kullanılmakla birlikte, ölçümün 60 dakika<br />

gerektirmesi yöntemin dezavantajıdır. Test 1 (Alifax, Polvera,İtalya) son zamanlarda<br />

ESH tayini için sunulan alternatif bir testtir ve ölçüm yöntemi Westergren<br />

metodundan tamamen farklı bir mekanizmaya dayanmaktadır. Bu metodun etkileyici<br />

özelliği kısa sürede (20 sn) ve 37oC de ölçüm yapılabilmesidir. Bu<br />

çalışmanın amacı Test1 ile elde edilen sonuçların değerlendirilmesidir. Klinikteki<br />

hastalardan alınan kan örnekleri, sırası ile sitrat ve K2EDTA içeren tüplerde antikoagüle<br />

edildi. ESH hem Therma NE, hem de Test1 ile analiz edildi. Referans<br />

aralık değerlendirmesi sağlıklı bireylerde yapıldı. Test 1 ve Westergren ESH<br />

değerleri arasındaki korelasyon anlamlı bulundu(r=0,9012, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-179<br />

Nefelometrik Yöntemle Çalışılan Kitlerin Verimliliklerinin Lbys<br />

Kullanılarak Hesaplanması<br />

Özlem GÜLBAHAR, Ayşe Fıtnat TUNCEL, Gökçe ATİKELER, Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

P-179<br />

Calculating Kit Efficiency Of Nephelometric Parameters Using Laboratory<br />

Information Management System<br />

Özlem GÜLBAHAR, Ayşe Fıtnat TUNCEL, Gökçe ATİKELER, Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

CONTENTS<br />

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

aysetncl@hotmail.com<br />

Laboratuar performansının değerlendirilmesinde kit verimliliklerinin hesaplanması<br />

önemli bir yer tutmaktadır. Maliyet analizlerinin değerlendirilmesinde<br />

kullanılabilmesi açısından kit verimliliklerinin doğru ve sistematik bir şekilde<br />

belirlenmesi gerekmektedir. Çalışmamızda, nefelometrik yöntemle çalışılan testlerin<br />

verimliliklerini LBYS kullanarak hesaplamayı amaçladık. Çalışmamızda,<br />

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Merkez Biyokimya Laboratuarında mevcut<br />

olan LBYS firmasının oluşturduğu “verimlilik hesaplama modülü” kullanıldı.<br />

Nefelometrik yöntemle ölçülen hsCRP, haptoglobin, apolipoprotein-A, apolipoprotein-B,<br />

lipoprotein(a), transferrin, prealbumin, seruloplazmin, alfa-1 antitripsin<br />

ve sistatin-C kitlerinin 1 yıllık (01.07.2009-30.06.2010) verimlilikleri<br />

hesaplandı. Kit verimlilikleri hsCRP için %87, haptoglobin için %79, apolipoprotein-A<br />

için %85, apolipoprotein-B için %87, lipoprotein(a) için %82, transferrin<br />

için % 68, prealbumin için %77, seruloplazmin için %82, alfa-1 antitripsin için<br />

%69 ve sistatin-C için %56 olarak bulundu. Nefelometrik testlerin bazılarında kit<br />

verimliliğinde sağlanması gereken değer olan %80’e ulaşılamadığı gözlendi. Bu<br />

düşüklüğün nedeninin kliniklerden talep edilen test sayısındaki azalma olduğunu<br />

düşünmekteyiz. Kit verimlilik hesaplamalarının çalışmamızda da kullanmış<br />

olduğumuz LBYS programları ile çok daha kolay, hızlı ve güvenilir bir şekilde<br />

yapılabileceğine inanmaktayız.<br />

Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,<br />

Ankara<br />

aysetncl@hotmail.com<br />

Calculation of kit efficiency is important for evaluating laboratory performance.<br />

Accurate and systematic determination of kit efficiency is required for utilization<br />

of cost analysis. In our study, we aimed to calculate the efficiency of nephelometric<br />

kits by using our laboratory information management system. “Kit efficiency<br />

calculation module” used in this study, is developed by laboratory information<br />

management system that exists in Gazi University Faculty of Medicine Core Biochemistry<br />

Laboratory. Efficiencies of hsCRP, haptoglobin, apolipoprotein-A,<br />

apolipoprotein-B, lipoprotein(a), transferrin, prealbumin, ceruloplasmin, alpha<br />

1-antitrypsin and cystatin C kits for a one-year period (01.07.2009-30.06.2010)<br />

were calculated. Efficiency of kits were obtained as; 87% for hsCRP, 79% for<br />

haptoglobin, 85% for apolipoprotein-A, 87% for apolipoprotein-B, 82% for<br />

lipoprotein(a), 68% for transferrin, 77% for prealbumin, 82% for ceruloplasmin,<br />

69% for alfa-1 antitripsin and 56% for cystatin-C. For some parameters efficiency<br />

didn’t reach 80%, which is the desired lowest level. We estimate that the reason<br />

for that is, decreased test demand by the clinics. We believe that, calculation of<br />

kit efficiency can be done with laboratory information management system that is<br />

easy, fast and reliable as we used in our study.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-180<br />

Akut Koroner Sendromlu Hastalarda Serum Gamma-Glutamil Transferaz,<br />

Kalsiyum, İnorganik Fosfor Değerlerinin Erken Mortalite İle İlişkisi<br />

Selçuk ERGEN 1 , Füsun ERDENEN 1 , Cüneyt MÜDERRİSOĞLU 1 ,<br />

Esma ALTUNOĞLU 1 , Hanife USTA 1 , Hayri POLAT 1 ,<br />

Mehmet Emin PİŞKİNPAŞA 1 , Hale ARAL 2<br />

1 İç Hastalıkları A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

2 Tıbbi Biyokimya A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

Gammaglutamil transferaz (GGT) glutatyon metabolizması ile ilişkili oksidatif<br />

stres için bir biomarkır olarak düşünülebilir. Serum inorganik fosfor (P) düzeyi<br />

de kardiyovasküler olay ve geç mortalite için bağımsız bir risk faktörü olarak<br />

önerilmektedir. Çalışmamızda serum GGT, kalsiyum (Ca), P düzeyleri ile akut<br />

koroner sendrom sonrası bir aylık mortalitenin ilişkisini incelemeyi amaçladık.<br />

Akut koroner sendrom tanısıyla Koroner Yoğun Bakım Ünitesine yatırılan 124<br />

erkek, 76 kadın toplam 200 hasta retrospektif olarak çalışmaya alındı. Bilinen<br />

ciddi sistemik hastalık, alkol alışkanlığı, kronik metabolik kemik hastalığı, kanser,<br />

paratiroid hastalığı, hepatobiliyer ve böbrek hastalığı (Glomerüler Filtrasyon<br />

Hızı < 60 ml/dk) olanlar çalışmaya alınmadı. Bir aylık süreçte ölen olgularda<br />

(n=23) yaş ve diyabet sıklığı, yaşayanlara göre anlamlı derecede daha yüksek<br />

olup (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-181<br />

Pre-Postnatal Nicotin Uygulanımının Ratlarda Oksidan Stres Ve<br />

Antioksidan Savunma Parametreleri Üzerine Etkisi<br />

Soycan MIZRAK 1 , Gülinnaz ERCAN 1 , Osman ÇAĞLAYAN 2 ,<br />

Candeğer YILMAZ 3<br />

P-181<br />

The Effect Of Pre-Postnatal Nicotine Administration On Oxidant Stress<br />

And Antioxidant Defense Parameters In Rats<br />

Soycan MIZRAK 1 , Gülinnaz ERCAN 1 , Osman ÇAĞLAYAN 2 ,<br />

Candeğer YILMAZ 3<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya A.D., Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

2Tıbbi Biyokimya A.D., Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kırıkkale<br />

3İç Hastalıkları A.D., Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir<br />

Sigara kullanımı günümüzün en önemli halk sağlığı problemlerinin başında<br />

gelmektedir. Sigaranın içeriğinde bulunan toksik kimyasal maddelerden en çok<br />

araştırılanı bağımlılık yapıcı etkisi ve nikotin replasman tedavilerinde (NRT)<br />

kullanımı nedeniyle güncel önemi olan nikotindir. Çalışmamızda pre-postnatal<br />

süreçte uzun dönem nikotin kullanımının oksidan ve antioksidan sistem üzerine<br />

olan etkilerini araştırdık. Çalışmamızda Swiss Albino ratlar kontrol(n=10), düşük<br />

doz nikotin(DDN, n=10), yüksek doz nikotin(YDN, n=9) olmak üzere üç gruba<br />

ayrıldı. 12 ay boyunca DDN grubu için 2.22mg/kg, YDN grubu için 33.3 mg/kg<br />

nikotin hidrojen tartarat ratların günlük içme sularına karıştırılarak oral yoldan<br />

verildi. 12. ayın sonunda plazma hemolizat ve dokularda (karaciğer, böbrek,<br />

kalp ve akciğer) oksidan stres ve antioksidan savunma parametreleri ve kotinin<br />

düzeyleri ölçüldü. Kontrol ve nikotin grupları arasında total antioksidan durum,<br />

8-OHdG, total sülfidril grupları ve hemolizat malondialdehid(MDA), katalaz ve<br />

süperoksid dismutaz(SOD) düzeylerinde anlamlı farklılık saptanmadı. Sadece<br />

nikotin grubunda kontrole kıyasla plazma kotinin düzeyleri(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-182<br />

Şizofrenide Metabolik Bağlantılı Nörohormonların Plasma Seviyelerinin<br />

İncelenmesi.<br />

Tulin YANIK 1 , Canan KURSUNGOZ 1 , Levent SUTCIGIL 2 and Fuat OZGEN 2<br />

(1)Biyolojik Bilimler Bölümü, ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, Ankara<br />

(2)Psikiyatri Bölümü GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, Ankara<br />

Şizofreni, tüm dünyada etkileri olan ve çok sık görülen psikotik bir bozukluktur.<br />

Şizofreni, glutamate, kainate, NMDA, dopamin ve serotonin gibi birçok nörotransmiter<br />

yolağının bozulması ile ortaya çıkmaktadır. Bu nörotransmiterlerin<br />

etkilediği nörohormon/nöropeptit mekanizmalarının da şizofrenide bozulduğu<br />

düşünülmektedir. Bu çalışmamızda, hipotalamusun arkuat çekirdeğinde sentezlenen<br />

pro-opiomelanokortin (POMC)´nin kandaki ürünü olan alfa melanocortin<br />

stimulating hormon(α-MSH) ve nöropeptit Y (NPY) nöropeptitlerinin plazma seviyelerini<br />

inceledik. Bu nöropeptitler yeme mekanizmaları ve stresle ilişkilidir ve<br />

psikotik bozukluktan da etkilenebilir. Hipotezimize göre, serotonerjik yolakların<br />

bozulmasıyla değişen nöropeptit sentezinden dolayı, bu peptit hormonların<br />

psikotik hastalarda stres bağlantılı değişmesini ve dolaylı olarak hastaların yeme<br />

mekanizmalarında değişiklik olabileceğini öne sürmekteyiz. Gülhane Askeri Tıp<br />

Akademisi, Ankara Ruh Sağlığı ABD’na başvuran şizofren hastalardan alınan<br />

kanlardan plazmaları hazırlanmış ve enzim-bağlı immünosorbent assay (ELISA)<br />

metoduyla aday nöropeptitlerin seviyeleri belirlenmiştir. Plazma a-MSH konsantrasyonu<br />

kontrol grubu için 1,24±0,24 ng/ml (n=17), hasta grubu için 0,58±0,17<br />

ng/ml (n=17) olarak bulunmuştur. Plazma NPY konsantrasyonu kontrol grubu<br />

için 1,38±0,15 ng/ml (n=17), hasta grubu için 0,73±0,13 ng/ml (n=17) olarak<br />

bulunmuştur. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, şizofren hastalarda plazma<br />

a-MSH ve NPY seviyelerinde anlamlı bir fark bulunmuştur (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-183<br />

C. Elegans’ta Gen Baskılanması Ve Lipidomik<br />

Deniz EKİNCİ<br />

Meoleküler Biyoloji ve Genetik A.D., Max Planck Enstitüsü, Münih, Almanya<br />

P-183<br />

Gene Silencing And Lipidomics In C. Elegans<br />

Deniz EKİNCİ<br />

Molecular Cell Biology and Genetics, Max Planck Institute, Munich, Germany<br />

CONTENTS<br />

Lipidomik, biyolojik sistemlerdeki selüler lipitlerin metabolik yolları üzerine<br />

yapılan geniş çaplı çalışmalar olarak tanımlanır. Lipidomik araştırmacıları lipitlerin<br />

yapı, fonksiyon, etkileşim ve dinamiğini; ayrıca şartların değişmesi durumunda<br />

meydana gelen değişiklikleri incelemektedir. C. elegans (Caenorhabditis<br />

elegans), toprakta yaşayan bir nematod’dur (iplik kurdu). Laboratuvarda kolayca<br />

üretilmesi nedeniyle genetik ve biyokimyasal çalışmalar için en gözde model<br />

organizmalardan birisi haline gelmiştir. Yaklaşık 20.000 geni vardır ve büyük<br />

bir kısmı insan genlerine benzerdir. Çok basit yapılı olmasına rağmen, temel<br />

biyolojik özellikler bakımından insanla çok ortak yönü olan bir canlıdır. C. elegans<br />

ortamda besin olmadığı zaman veya kalabalık stresinde dauer denilen bir<br />

karakter kazanır. Bu durumda beslenmeyi durdurur ve ömrü uzar. C. Elegans’ın<br />

en kullanışlı özelliklerinden biri RNA interferansı (RNAi) yöntemi sayesinde<br />

spesifik genlerin kolayca baskılanabilmesidir. Bu sayede genlerin fonksiyonu<br />

hakkında fikir yürütülebilmektedir. RNA interferansının C. Elegans’da çok<br />

yaygın bir şekilde kullanılmasının sebebi bu nematodun ilgilenilen gene komplementer<br />

RNA eksprese eden transgenik bakteriyle beslenmesi sonucu hedef<br />

gen baskılanmış olmaktadır. Sunulan çalışmada C.elegans’ı dauer oluşturmaya<br />

yönlendiren metabolik yollardaki bileşenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu<br />

amaçla, dauer safhasında görev alan spesifik genler RNAi tekniği kullanılarak<br />

baskılanmış ve lipit profillerindeki değişimler incelenmiştir. Ayrıca, dauer fazına<br />

girişte ve çıkışta görev alan lipitler ve ilgili bileşenler radyoaktif işaretleme (14C)<br />

ve LC-MS teknikleri kullanılarak karakterize edilmiştir.<br />

Lipidomics is defined as the large-scale study of pathways and networks of cellular<br />

lipids in biological systems. Lipidomics investigators examine the structures,<br />

functions, interactions, and dynamics of cellular lipids and the changes that occur<br />

during perturbation of the system. C. elegans (Caenorhabditis elegans) is a<br />

nematode (roundworm) which lives in temperate soil environments. Due to being<br />

present in all around the world and reproduced easily in laboratory, it is one of<br />

the most popular model organisms for genetic and biochemical studies. It has approximately<br />

20.00 genes most of which are similar to those of humans. Despite<br />

being a very simple organism, C. elegans shares many features with humans in<br />

terms of fundamental biological properties. When crowded or in the absence of<br />

food, C. elegans can enter an alternative third larval stage called the dauer state in<br />

which feeding stops. A useful feature of C. elegans is that it is relatively straightforward<br />

to disrupt the function of specific genes by RNA interference (RNAi).<br />

Silencing the function of a gene in this way can sometimes allow a researcher<br />

to infer what the function of that gene may be. RNA interference (RNAi) has<br />

been used extensively in C. elegans because it can be done by simply feeding<br />

the worms with transgenic bacteria expressing RNA complementary to the gene<br />

of interest. In the current study, it was aimed to identify the components in the<br />

metabolic parthways forcing C. elegans to enter dauer. To this end, dauer specific<br />

genes were silenced by means of RNAi, and changes in lipid profiles were analyzed.<br />

In addition, the lipis and corresponding components, which function during<br />

dauer entry and exit, were characterized by means of radioactive labeling (14C)<br />

and LC-MS techniques.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-184<br />

Subklinik Hipotiroidli Hastalarda Lipid Parametreleri<br />

Sedef DELİBAŞ, Gül Sevim SAYDAM, Mevhibe BALK, Dilan BİRİCİK<br />

Türkiye Yüksek Ihtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyokimya<br />

Bölümü, Ankara<br />

P-184<br />

Lipid Parameters In Patients With Subclinical Hypothyroidism<br />

Sedef DELİBAŞ, Gül Sevim SAYDAM, Mevhibe BALK, Dilan BİRİCİK<br />

Turkey High Specialty Training And Research Hospital, Department Of Medical<br />

Biochemistry, Ankara<br />

CONTENTS<br />

Tiroid hormonlarının lipid ve glukoz metabolizması üzerinde önemli bir role<br />

sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısı ile hipotiroidili hastalar lipit metabolizma<br />

bozukluğuna bağlı aterosklerotik kalp hastalığı riski ile ilişkilendirilmektedir.<br />

Çalışmamızda subklinik hipotiroidili hastaların lipit parametrelerini ötiroidi ve<br />

hipotiroidili hastaların lipid parametreleri ile karşılaştırarak aterosklerotik kalp<br />

hastalığı riski ile ilişkilendirmeyi amaçladık. Ayrıca subklinik hipotiroidili hastalarda<br />

glukoz düzeyleri ile diyabet ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.<br />

Çalışmamızda ötiroidi, subklinik hipotiroidi ve hipotiroidi tanısı alan 104 hastada<br />

TSH, fT3, fT4, Glukoz, Kolesterol, Trigliserit (TG), HDL, LDL düzeyleri<br />

çalışıldı ve tüm hastalarda HDL/LDL oranı hesaplandı. Ötiroidi hastalar<br />

ile subklinik hipotiroidili hastalar arasında Glukoz, Trigliserit , HDL düzeyleri<br />

, HDL/LDL oranları arasında anlamlı fark bulundu (sırasıyla; p=0.004, p=0.01,<br />

p=0.002,pP=0.02); Subklinik hipotiroidili hastalar ile hipotiroidili hastalar arasında<br />

Glikoz, ve lipit parmetrelerinin hiçbirinde anlamlı fark bulunmadı. Ötiroidili hastalar<br />

ile hipotiroidili hastalar arasında Glukoz, Kolesterol, Trigliserit, HDL, LDL<br />

düzeyleri, HDL/LDL oranları arasında anlamlı fark bulundu (sırasıyla; p=0.005,<br />

p=0.02, p=0.003, p=0.02, p=0.02, P=0.006). Sonuç olarak çalışmamızda subklinik<br />

hipotiroidili hastalarda da hipotiroidili hastalarda olduğu gibi diyabete yatkınlık<br />

ve Trigliserit, HDL düzeyleri ve HDL/LDL oranı açısından aterosklerotik risk ile<br />

uyumlu olduğu gözlenmiştir.<br />

The vital role of thyroid hormones on lipid and glucose metabolism is known.<br />

Consequently, the impaired lipid metabolism of patients with hypothyroidism<br />

is associated with atherosclerotic cardiac diseases. In this study, to investigate<br />

whether the impaired lipid parameters of patients with subclinical hypothyroidism<br />

is related to atherosclerotic cardiac diseases, we have compared those parameters<br />

with that of patients with euthyroidism and hypothyroidism. Moreover, we have<br />

also aimed to evaluate the relationship between the glucose levels of patients with<br />

subclinical hypothyroidism with diabetes. The levels of TSH, fT3, fT4, Glucose,<br />

Cholesterol, Triglyceride (TG), HDL cholesterol, LDL cholesterol were determined<br />

and the HDL/LDL ratios were calculated for 104 patients, who took part<br />

in this study, diagnosed with euthroidism, subclinical hypothyroidism and hypothyroidism.<br />

Between the patients with euthyroidims and subclinical hypothyroidism,<br />

a significant difference was observed for the levels of Glucose, Triglyceride,<br />

HDL cholesterol and the HDL/LDL ratios (p=0.004, p=0.01, p=0.002, p=0.02<br />

respectively); however there was no significant relationship between the levels of<br />

glucose and lipid parameters for those patients with subclinical hypothyroidism<br />

and hypothyroidism. A significant relationship was also observed between the<br />

levels of Glucose, Cholesterol, Triglyceride, HDL cholesterol, LDL cholesterol<br />

and HDL/LDL ratios (p=0.005, p=0.02, p=0.003, p=0.02, p=0.02, P=0.006 respectively)<br />

of the patients diagnosed with subclinical hypothyroidism and euthyroidism.<br />

The findings suggest that like patients with hypothyroidism, the patients<br />

with subclinical hypothyroidism have a tendency to acquire diabetes and in terms<br />

of their Triglyceride, HDL levels and HDL/LDL ratios they have a risk of atherosclerosis<br />

and therefore cardiac diseases.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-185<br />

Moleküler Mekanik Metodları Kullanılarak Boron Nitrat Halkası Katkılı<br />

Karbon Nanotüpleri İçerisinde H2 Depolanmasının Artırılması<br />

Aytun Koyuncular ONAY 1 , Şakir ERKOÇ 2<br />

P-185<br />

Increasing Of H2 Storage In Carbon Nanotubes Via Doping With A Boron<br />

Nitride Ring By Molecular Mechanics Methods<br />

Aytun Koyuncular ONAY 1 , Şakir ERKOÇ 2<br />

CONTENTS<br />

1TOBB Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği, Ankara<br />

2Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fizik, Ankara<br />

aonay@etu.edu.tr<br />

1 TOBB University, Computer Engineering, Ankara<br />

2 Middle East Technical University, Department of Physics, Ankara<br />

aonay@etu.edu.tr<br />

Tek duvarlı karbon nanotüpleri içerisinde (SWCNTs) hidrojen depolanması,<br />

bioinformatik de SWCNT’lerin özelliklerinden dolayı son zamanlarda büyük<br />

önem taşımaktadır. Karbon nano tüplerin elektronik ve kimyasal özelliklerinden<br />

kaynaklı olmasından bilimsel çalışmalarda, karbon nano tüpler sıklıkla tercih edilmektedirler.<br />

Buna ek olarak, hidrojenin çevresel kirleticilerden yoksun olması<br />

ve onun enerji içeriği, hidrojenin olağanüstü bir enerji kaynağı olmasını sağlar.<br />

Bizim bu çalışmamızda, Boron nitrat katkılı karbon nanotüpler çeşitli hesaplama<br />

teknikleri ile incelendi ve SWCNT’ler içerisinde hidrojen depolanmasını<br />

geliştirme ve NT yapısı ve depolama kapasitesi nasıl değişir bu yollar çalışıldı.<br />

Bunun için çesitli C (n, 0) zikzak, (n, m) kiral, ve (n, n) neredeyse aynı uzunlukta<br />

fakat farklı çaplarda koltuk SWNT’ler denendi. Onların yapısal ve enerjik<br />

fonksiyonlarını belirlemek için moleküler mekanik simülasyon metodları<br />

(MD) seçildi. Bu sistemlerin enerjetiği PM3 yarı deneysel kendiliğinden dirençli<br />

alan moleküler orbital teknikleri (SCF-MO) uygulanarak gösterildi. Bu çalışma<br />

içerisinde, dört karbon nanotüpü içerisinde vakum oluşturuldu ve 14H2@ C(7,<br />

7), 20H2@ C (8, 8), 16H2@ C (14, 0), ve 10H2@ C(11, 2)’ler MM+ güç alanı<br />

düşünülerek moleküler mekanik metodu ile geometrik olarak optimize edildi.<br />

Sonuç olarak, karbon nanotüplere boron nitrat katma, karbon nanotüplerin hidrojen<br />

depolama yeteneğini arttırdığı gösterildi.<br />

Storage of hydrogen in single wall carbon nanotubes (SWCNTs) has gained a<br />

huge importantance recently in bioinformatics because of their properties. Carbon<br />

nanotubes (CNTs) have been preferred for scientific studies because of their<br />

electronic and chemical properties. In addition to this, the hydrogen is a remarkable<br />

energy source due to its the lack of environmental pollutants and energy<br />

content. In our present study, carbon nanotubes which were doped with boron nitride<br />

(CBN nanotubes) have been carried out by means of various computational<br />

techniques and it has been examined to search for ways to develop hydrogen<br />

storage in SWNTs and observed for how it alters in the NT structure and the storage<br />

capacity. For this reason, we have studied on various C (n, 0) zigzag, (n, m)<br />

chiral, and (n, n) armchair SWNTs which have nearly the same length but slightly<br />

different diameters. Molecular mechanics simulations (MD) have been choosed<br />

to determine their structural and energetics functions. The energetics of these the<br />

systems have been displayed by applying PM3 semi-empirical self-consistentfield<br />

molecular orbitals (SCF-MO) method. In this study, four carbon nanotubes<br />

were formed in vacuum.Then, 14H2@ C(7, 7), 20H2@ C (8, 8), 16H2@ C (14,<br />

0), and 10H2@ C(11, 2) were geometry optimized by molecular mechanics method<br />

considering the MM+ force field. In conclusion, It has been shown that boron<br />

nitrite substitutional doping increases the hydrogen storage capacity of carbon<br />

nanotubes.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-186<br />

Mezenkimal Kök Hücre Kültürü İçin Glukoz Ve Karboksimetil Selülozla<br />

Modifiye Edilmiş Aljinat Hücre İskelelerinin Tasarımı<br />

Burcu KUTLUCA 1 , A. Kevser PİŞKİN 2 , Sevil ASLAN 3 , Duygu UÇKAN 3<br />

P-186<br />

Designing Of Alginate Cell Scaffolds Modified By Glucose And Cellulose<br />

For Mesenchimal Stem Cell Culture<br />

Burcu KUTLUCA 1 , A. Kevser PİSKİN 2 , Sevil ASLAN 3 , Duygu UÇKAN 3<br />

CONTENTS<br />

1 Mühendislik Fakültesi, Biyoteknik Bölümü, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

2 Tıbbi Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

3 Pediatrik Hematoloji , Tıp Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara<br />

Doku rejenerasyonu çalışmalarında yeni bir yaklaşım, hücrelerin biyobozunur<br />

doğal veya yapay iskelelerde üretilmesidir. Doku iskelerinin kullanılmasındaki<br />

başlıca amaç doku oluşumunu hızlandıran üç boyutlu ortamı sağlamaktır. Doğal<br />

malzemelerden oluşan iskeleler hücrelerle uyum göstermeleri ve toksik etki göstermemeleri<br />

nedeniyle tercih edilmektedirler. Bu çalışmada karbohidrat yapıda<br />

bileşikler kullanılarak, bol gözenekli ve biyouyumlu bir hücre iskelesi malzemesi<br />

oluşturulmuştur. Modifiye aljinat jeller şişme, kararlılık, mikroskobik yüzey<br />

özellikleri yönünden incelenmiş ve glukoz ve karboksimetil selülozun jelin<br />

gözeneklerini, şişme kapasitesini ve kararlılılığını arttırdığı belirlenmiştir. İnsan<br />

mezenkimal kök hücreleri ile yapılan çalışmalarda MTT testi sonuçlarına göre<br />

hücrelerde toksik etki saptanmamıştır. Aljinat türevi jeller üzerinde mezenkimal<br />

hücrelerin tutunduğu ve kültür kabındakine oranla daha fazla çoğaldıkları<br />

saptanmıştır. Glukoz ve karboksimetil selülozun oluşturduğu gözenekli yapı<br />

nedeniyle artan yüzey alanı ile ilişkilendirilen hücre çoğalmasındaki verim kök<br />

hücre üretiminde jel sisteminin kullanılabileceğini göstermiştir. Kök hücrelerin<br />

kıkırdak ve diğer dokulara farklılaştırılarak doku rejenerasyonunda kullanılması<br />

yanında oluşturulan bu jel sisteminin kanser hücrelerinin tümörün üç boyutlu<br />

yapısındaki davranışları nı anlamak için de bir model oluşturabileceği ve bunun<br />

da ilaç tasarımına katkıda bulunacağı düşünülmüştür.<br />

1Faculty of Engineering, Department of Bioengineering, Hacettepe University,<br />

Ankara<br />

2Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Hacettepe University,<br />

Ankara<br />

3 Department of Pediatric Hematology, Faculty of Medicine, Hacettepe University,<br />

Ankara<br />

Culturing of cells on biodegradable natural of synthetic polymers is a novel approach<br />

in tissue regeneration. The main aim in using cell scaffolds is to provide<br />

the three dimensional environment which augments the cell growth. Natural materials<br />

are preferred as they are not toxic and are compatible with cells . In this<br />

study a highly porous and biocompatible cell scaffold material is produced by<br />

using carbohydrate based compounds. Modified alginate gels are analyzed for<br />

their swelling ability, stability and microscopical surface characteristics and it is<br />

found that glucose and carboxymethyl cellulose increases the porosity , swelling<br />

ability and stability of the gel.No toxicity was attributed to these gels in MTT<br />

test applied to human mesenchimal cells. The cells attached on modified gels and<br />

proliferated more than that of culture plates. The efficiency in cell growth which<br />

is possibly due to the increased surface area due to the pores that is produced by<br />

glucose and carboxymethyl cellulose points out to the fact that these gels are suitable<br />

for stem cell culturing. This system may be used in differentiating stem cells<br />

into tissues for tissue regeneration purposes. Additionally, it may also be used to<br />

obtain a three dimensional environment similar to tumor to analyze the behaviour<br />

of cancer cells, thus, providing a model for drug design.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-187<br />

Obez Ve Obez Olmayan Kişilerde Plazma Doymuş Ve Doymamış Yağ Asit<br />

Düzeyleri<br />

Fatma Hümeyra YERLİKAYA, İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN<br />

P-187<br />

Plasma Saturated And Unsaturated Fatty Acid Levels Of Obese And<br />

Nonobese Subjects<br />

Fatma Hümeyra YERLİKAYA, İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN<br />

CONTENTS<br />

Meram Tıp Fakültesi, Selcuk Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya A.D., Konya<br />

Doymuş yağ asitleri (SFA), yapısında çift bağ olmayan genellikle 12 ve 24 karbonlu<br />

uzun zincirli karboksilli asitlerdir. Doymamış yağ asitleri ise yapılarında<br />

bir veya daha fazla çift bağa sahiptirler. Metabolik çalışmalarda koroner kalp<br />

hastalığının riski ile doymuş yağ asidi tüketimi arasında güçlü bir pozitif bir<br />

ilişki bulunmuş ve yüksek oranda doymuş yağ asidi ile düşük doymamış yağ<br />

asidi tüketiminin kan kolesterol düzeyini artırdığı gösterilmiştir. Bu çalışmada<br />

obez ve obez olmayan kişilerde plazma SFA, MUFA (tekli doymamış yağ asiti)<br />

ve PUFA (çoklu doymamış yağ asiti) düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Çalışma, 18-70 yaşları arasında toplam 105 (22E, 83K) obez kişi ile 18-70 yaşları<br />

arasında 80 (20E, 60K) sağlıklı kontrol vakası üzerinde gerçekleştirildi. Obez<br />

kişilerde VKİ değeri 35 kg/m2’ den büyük, sağlıklı kontrollerde VKİ değeri 25<br />

kg/m2’ dan küçüktü. Plazma yağ asit düzeyleri GS-MS yöntemi ile ölçüldü. Obez<br />

kişilere ait SFA düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-188<br />

Obez Ve Obez Olmayan Sağlıklı Kişilerde Plazma Lignoserik Ve Nervonik<br />

Asit Düzeyleri<br />

Fatma Hümeyra YERLİKAYA, İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN<br />

P-188<br />

Plasma Lignoceric And Nervonic Acid Levels Of Obese And Non-Obese<br />

SubjectS<br />

Fatma Hümeyra YERLİKAYA, İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN<br />

CONTENTS<br />

Meram Tıp Fakültesi, Selcuk Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya A.D., Konya<br />

Lignoserik asit (C24:0), birçok doğal yağda küçük miktarlarda ve çeşitli serebrositlerde<br />

bulunan bir yağ asididir. Nervonik asit (C24:1) ise bir omega-9 tekli<br />

doymamış yağ asididir. Nervonik asidin sinir hücrelerinin miyelin kılıfının biyosentezinde<br />

önemli olduğu gösterilmiştir. İnsan beyninde beyaz maddenin sfingomiyelininde<br />

bulunur. Çok uzun zincirli yağ asitleri sadece peroksizomlarda oksitlenir<br />

ve peroksizomal rahatsızlığı olan kişilerin dokularında bu yağ asitlerinin<br />

düzeyi önemli derecede artmış bulunur. Bu çalışmanın amacı obez ve obez olmayan<br />

kişilerde lignoserik ve nervonik asidin plazma düzeylerini ölçmektir. Bu<br />

çalışma, toplam 18-70 yaşları arasında 105 (22E, 83K) obez ve 18-70 yaşları<br />

arasında 80 (20E, 60K) sağlıklı kontrol vakası üzerinde gerçekleştirildi. Obez<br />

kişilerde VKİ değeri 35 kg/m2’ den büyük, sağlıklı kontrollerde VKİ değeri 25 kg/<br />

m2’ dan küçüktü. Plazma lignoserik ve nervonik asit düzeyleri GS-MS yöntemi<br />

ile ölçüldü. Her iki gruba ait plazma lignoserik ve nervonik asit düzeyleri arasında<br />

önemli bir fark bulunamadı. Fakat, obez kişilere ait lignoserik asit düzeyi ile VKİ<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-189<br />

Kafeinin Rat Karaciğerinde Oksidan-Antioksidan Mekanizmalara Etkisi<br />

Canan DEMİRTAŞ 1 , Ebru OFLUOĞLU 2 , Ahmet HÜSEYİN 1 ,<br />

Hatice PAŞAOĞLU 1<br />

P-189<br />

Effects Of Caffeine On Oxidant-Antioxidant Mechanisms In The Rat Liver<br />

Canan DEMİRTAS 1 , Ebru OFLUOGLU 2 , Ahmet HUSSEİN 1 ,<br />

Hatice PASAOGLU 1<br />

CONTENTS<br />

1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

2Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, SMYO, Sağlık Programları Bölümü,<br />

Zonguldak<br />

mdcanandemirtas@yahoo.com.tr<br />

Kafein günümüzde her gün düzenli olarak tüketilen bir maddedir, kahve, çay,<br />

çikolata, kola ve bazı gazlı içecekler kafein ihtiva eder. Biz çalışmamızın hedefi<br />

olarak, kısa süreli oral kafein alımının rat karaciğerinde olası antioksidan etkilerini<br />

iki farklı dozda araştırmaya çalıştık. Kafein verilen ratların karaciğer dokularında<br />

lipit peroksidasyon ürünü olan malondialdehit düzeylerini ölçtük. Bunun yanında<br />

kafeinin antioksidan özelliğini incelemek için, enzimatik ve non enzimatik antioksidan<br />

sistem üzerinde araştırmalar yaptık. Karaciğer dokularında glutatyon<br />

peroksidaz, glutatyon s transferaz aktivitelerini ve glutatyon düzeylerini ölçtük.<br />

Çalışmamızda 30 adet (ortalama 250 gr ağırlığında) Wistar cinsi dişi rat kullanıldı.<br />

Ratlar üç eşit gruba ayrıldı. GrupI :Kontrol grubuydu. GrupII ‘ye 30mg/kg, grupIII<br />

’e 100mg/kg (nontoksik yüksek doz) kafein 14 gün boyunca (kısa süreli)<br />

oral yolla verildi. Çalışmamızın sonuçları, 14 gün düşük doz(30mg/kg) ve toksik<br />

olmayan yüksek doz(100mg/kg) kafein uygulamasının, karaciğerde lipit peroksidasyonununu<br />

azalttığını, glutatyon peroksidaz ve glutatyon s transferaz aktivitelerinde<br />

ise istatistiksel olarak anlamlı artış olduğunu göstermektedir. Karaciğer<br />

glutatyon düzeyleri karşılaştırıldığında kontrol grubuna göre kafeinli gruplarda<br />

hafif artış tespit edilmiş, ancak gruplararasında istatistiksel olarak anlamlı fark<br />

bulunmamıştır. Kafeinin bu dozlarda; lipit peroksidasyonunu azaltması, antioksidan<br />

enzim aktivitelerini artırması ile oksidatif stresi iyileştirmesi, yapılan<br />

araştırmalarında ışığında antioksidan olabileceği görüşünü desteklemektedir. Kafeinin<br />

antioksidan olarak uygun dozunun belirlenmesinde, etki mekanizmalarının<br />

açığa kavuşturulmasında ileri hayvan ve insan çalışmalarının gerekli olduğunu<br />

düşünmekteyiz.<br />

1Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Gazi University,<br />

Ankara,<br />

2Zonguldak Vocational School of Health Services, Zonguldak<br />

Karaelmas University, Zonguldak<br />

mdcanandemirtas@yahoo.com.tr<br />

Today caffeine is an everyday regularly consumed substance, coffee, tea, chocolate,<br />

coke and some soft drinks contain caffeine. The main aim of our study was<br />

to compare potential antioxidant effects in rat liver at 2 different doses of short<br />

time period oral caffeine intake. We measured malondialdehyde levels, which is<br />

a product of lipid peroxidation, in rats’ livers that caffeine is given. In addition,<br />

to evaluate antioxidant properties of caffeine we investigated enzymatic and nonenzymatic<br />

antioxidant systems. We measured glutathione peroxidase and glutathione<br />

s transferase activities and glutathione levels in liver. In our study we used<br />

30 female Wister rats with a mean weight of 250 grams. Rats are equally divided<br />

into 3 groups. Group 1 was control. Group 2 received 30mg/kg of caffeine and<br />

group 3 received 100mg/kg caffeine (non-toxic high dose) for 14 days (short time<br />

period) orally. Our results show that 14-day low dose (30mg/kg) and non-toxic<br />

dose (100mg/kg) caffeine usage decreased lipid peroxidation in liver. Antioxidant<br />

enzyme activities in rat liver like glutathione peroxidase and glutathione s<br />

transferase showed statistically significant increase with caffeine intake. Liver<br />

glutathione level comparison to control group showed a slight increase but this<br />

was not statistically significant. Decreased lipid peroxidation and increased antioxidant<br />

enzyme activities which improve oxidative stress show that these doses of<br />

caffeine may be an antioxidant under the influence of these studies. In our opinion,<br />

determining mechanism and antioxidant effect of caffeine at suitable dose<br />

requires advanced animal and human studies.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-190<br />

Kronik Soğuk Ve İmmobilizasyon Stresine Maruz Bırakılan Sıçanlarda<br />

Prooksidan-Antioksidan Denge Üzerine Karnozinin Etkisi<br />

Esra Betül KALAZ, Betül EVRAN , Pervin VURAL,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU, Müjdat UYSAL<br />

P-190<br />

The Effect Of Carnosine On Prooxidant-Antioxidant Balance In Rats<br />

Exposed To Chronic Cold Plus Immobilization Stress<br />

Esra Betül KALAZ, Betül EVRAN , Pervin VURAL,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU, Müjdat UYSAL<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

esrabetulkalaz@hotmail.com<br />

Stres modern toplumlardaki en büyük problemlerden biridir. Strese maruz<br />

kalınan koşullarda antioksidan defansın bozulduğu ve bu durumun oksidan ve<br />

antioksidan faktörler arasındaki dengeyi değiştirerek oksidatif hasara yol açtığı<br />

bildirilmiştir. Laboratuar hayvanlarına kronik stres uygulanması oksidatif stresle<br />

ilişkili doku hasarının incelenmesi için uygun bir modeldir. Uzun süreli soğuğa<br />

maruziyet ve immobilizasyon (hareketsiz bırakma) stresi kronik stres uygulaması<br />

için kullanılmaktadır. Karnozin (b-alanil-L-histidin) memeli dokularında rölatif<br />

olarak yüksek konsantrasyonlarda bulunan bir dipeptiddir. Reaktif oksijen radikalleri<br />

ve aldehidler için güçlü bir “toplayıcı (scavenger)” dır ve lipit peroksidasyonu<br />

ve protein oksidayonunu önler. Bu nedenle, bu çalışmada karnozinin kronik<br />

strese maruz bırakılan sıçanlardaki oksidatif stres üzerine etkisini araştırmayı<br />

amaçladık. Sıçanlara soğuk ve immobilizasyon stresi aynı anda uygulandı. Stres<br />

grubunda sıçanlar hareket kısıtlayıcı kafeslere yerleştirildi ve 21 gün boyunca<br />

(haftada 5 gün) soğuk odada (+4 °C) 1 saat bekletildi. Karnozin+stres grubunda<br />

ise, karnozin (250 mg/kg, i.p.) stres başlangıcından 30 dk önce enjekte edildi.<br />

Karaciğerde malondialdehit ve protein karbonil düzeyleri, nonenzimatik ve enzimatik<br />

antoksidanlar ölçüldü. Sonuç olarak, bulgularımız karnozin uygulamasının<br />

sıçanların karaciğerinde stresle indüklenmiş oksidatif stres üzerine koruyucu etkilere<br />

sahip olduğunu göstermektedir.<br />

Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

Istanbul<br />

esrabetulkalaz@hotmail.com<br />

Stress is one of the major problems in modern societies. Exposure to stress situations<br />

has been proposed to impair antioxidant defences, leading to oxidative damage<br />

by changing the balance between oxidant and antioxidant factors. Chronic<br />

stress applied laboratory animals are a suitable model for investigation of oxidative<br />

stress related tissue changes. Several stresses such as long-term cold exposure<br />

and immobilization stress are used for chronic stress applications. Carnosine (balanyl-L-histidine)<br />

is a dipeptide which is found at relatively high concentrations<br />

in mammalian tissues. It is a potent scavenger of reactive oxygen species and<br />

aldehydes and inhibits lipid peroxidation and protein oxidation. Therefore, in the<br />

present study we aimed to investigate the effect of carnosine on oxidative stress in<br />

rats exposed to chronic stres. Both cold and immobilization stresses were applied<br />

to rats at the same time. In stress group, rats was placed in restraint cages and kept<br />

in a coldroom (+4 °C) for 1 h for 21 days (5 days a week). In carnosine+stress<br />

group, carnosine (250 mg/kg, i.p.) was injected to the rats 30 min before stress.<br />

Malondialdehyde and protein carbonyl levels, and nonenzymatic and enzymatic<br />

antioxidants were determined in the liver. In conclusion, our results indicate that<br />

carnosine treatment may have protective effects on stress induced-oxidative damage<br />

in liver tissue of rats.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-191<br />

Karnozinin Sıçanların Serum, Eritrosit Ve Karaciğerinin Lipid<br />

Peroksidayonuna Duyarlılığı Üzerine İn Vitro Etkisi<br />

Seval DEVELİ, Semra DOĞRU-ABBASOĞLU, Müjdat UYSAL<br />

P-191<br />

In Vitro Effect Of Carnosine On The Susceptibility Of Serum, Erythrocyte<br />

And Liver To Lipid Peroxidation In Rats<br />

Seval DEVELİ, Semra DOĞRU-ABBASOĞLU, Müjdat UYSAL<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

sevaldeveli@hotmail.com<br />

Karnozin (b- alanil-L-histidin) güçlü antioksidan etkilere sahip olan bir dipeptiddir.<br />

Karnozinin bu antioksidan potansiyelinin reaktif oksijen türlerini inaktive<br />

etme, serbest radikalleri toplama ve prooksidan metallerle kelat yapma yeteneğine<br />

bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, karnozin oksidatif stresle indüklenen<br />

patolojilerde prooksidan durumu azaltmak için etkin bir bileşik olabilir. Bu<br />

çalışmada, sıçanların serum, eritrosit ve karacağier homojenatlarının lipit peroksidasyonuna<br />

duyarlılıklarını karnozinin azaltıp azaltmadığını in vitro olarak inceledik.<br />

Bu amaçla, farklı konsantrasyonlarda karnozin prooksidanla indüklenmiş<br />

inkübasyon ortamlarına eklendi. Prooksidanla indüklenmiş lipit peroksidasyonu<br />

karnozinli ve karnozinsiz inkübasyon ortamlarında malondialdehit üretimi ölçülerek<br />

değerlendirildi. Serum bir serbest radikal üreticisi olan 100 mM 2,2’-azobis<br />

2-amidino propan hidroklorür (AAPH) ile 37 oC’de 2 saat inkübe edildi. Eritrositler<br />

(30 mg hemoglobin/ml inkübasyon ortamı) ise, 5 mM H2O2, 2 mM sodium<br />

azid ile 37 oC’de 2 saat inkübe edildi. Askorbatla indüklenmiş lipit peroksidasyonunun<br />

ölçümü için karaciğer homojenatları 50 μM FeSO4 ve 0.4 mM askorbik<br />

asitle 30 dk. inkübe edildi. Bulgularımız prooksidanlarla indüklenmiş lipit<br />

peroksit düzeylerinin azaltılmasında karnozinin in vitro olarak etkili olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

Istanbul<br />

sevaldeveli@hotmail.com<br />

Carnosine (b- alanyl-L-histidine) is a dipeptide having strong antioxidant effects.<br />

Antioxidant potential of carnosine was suggested to be dependent on its ability to<br />

inactivate reactive oxygen species, scavenge free radicals, and chelate prooxidant<br />

metals. Therefore, carnosine may be an effective agent to decrease prooxidant status<br />

in oxidative stress-induced pathologies. In this study, we investigated whether<br />

or not in vitro carnosine decreases the susceptibility of serum, erythrocytes and<br />

liver homogenates to lipid peroxidation in rats. For this reason, carnosine was added<br />

to prooxidant-induced incubation mediums at different concentrations. Prooxidant-induced<br />

lipid peroxidation was assayed by measurement of malondialdehyde<br />

production in incubation mediums incubated with and without carnosine. Serum<br />

was incubated with 100 mM of free radical generator 2,2’-azobis 2-amidino propane<br />

hydrochloride (AAPH) for 2 h at 37 oC. Erythrocytes (30 mg hemoglobin/<br />

ml incubation mixture) were incubated with 5 mM H2O2, 2 mM sodium azide<br />

for 2 h at 37 oC. For the estimation of ascorbate-induced lipid peroxidation, liver<br />

homogenates were incubated with 50 μM FeSO4 and 0.4 mM ascorbic acid for 30<br />

min. According to our results, in vitro carnosine was observed to be effective to<br />

decrease prooxidant-induced lipid peroxide levels.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-192<br />

Serum Prealbumin Düzeyleri İle Albumin, C-Reaktif Protein Ve<br />

Prokalsitonin Düzeyleri Arasındaki Korelasyonlar<br />

İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN, F. Hümeyra YERLİKAYA,<br />

S. Sami ERDEM, Erkan TAŞYÜREK<br />

P-192<br />

Correlations Between Serum Prealbumin Levels And Albumin, C-Reactive<br />

Protein And Procalcitonin Levels<br />

İdris MEHMETOĞLU, Sevil KURBAN, F. Hümeyra YERLİKAYA,<br />

S. Sami ERDEM, Erkan TAŞYÜREK<br />

CONTENTS<br />

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Biyokimya AD, Konya<br />

erkan1452@mynet.com<br />

Negatif bir akut faz proteini olan prealbumin protein-enerji durumundaki<br />

değişikliklere hassastır ve malnutrisyonu taramak için iyi bir araçtır. C-reaktif<br />

protein (CRP) gibi bir akut faz proteininin sentezi öncelik kazandığında, prealbuminin<br />

konsantrasyonu sentezindeki yetersizlikten dolayı hızla düşer. Bu<br />

çalışmanın amacı laboratuvarımızda ölçümleri yapılan prealbumin düzeyleri ile<br />

albumin, CRP ve prokalsitonin (PCT) düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemektir.<br />

Bu amaçla, laboratuvarımızda Ekim 2005 - Temmuz 2010 tarihleri arasında<br />

ölçülen serum prealbumin düzeyleri ile serum prokalsitonin, CRP ve albumin<br />

düzeyleri arasında bir ilişki olup olmadığını araştırdık. Serum prealbumin düzeyi<br />

ölçülen 887 vakanın 230’unda PCT, 670’inde CRP ve 752’sinde albumin düzeyleri<br />

ölçüldü ve bu parametrelerin prelbumin düzeyleri ile olan korelasyonları incelendi.<br />

Serum prealbumin düzeyleri nefelometrik metodla, serum PCT düzeyleri<br />

kemilüminesans metodla ve diğer parametreler ise otoanalizörde rutin metodlarla<br />

ölçüldü. Serum prealbumin düzeyleri ile PCT ve CRP düzeyleri arasında (sırası<br />

ile r = -0.172, r = -0.444, p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-193<br />

Diyetle İndüklenen Obez Rat Modelinde Ginkgo Biloba Ekstresinin Serum<br />

Mda Ve Total Antioksidan Kapasitesi Üzerine Olan Etkileri<br />

Nil DOĞRUER ÜNAL, Bahadır ERCAN, Lülüfer TAMER GÜMÜŞ,<br />

Uğur ATİK<br />

P-193<br />

Effects Of Ginkgo Biloba Extract On Serum Mda And Total Antioxidant<br />

Capasity Levels In Diet-Induced Obese Rats<br />

Nil DOĞRUER ÜNAL, Bahadır ERCAN, Lülüfer TAMER GÜMÜŞ,<br />

Uğur ATİK<br />

CONTENTS<br />

Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya A.D., Mersin<br />

Mersin University, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry, Mersin<br />

Bugüne kadar yayınlanan birçok literatürde Ginkgo biloba ekstresinin (GBE)<br />

biyolojik etkilerinden bahsedilmistir. Bunların içinde serbest radikallere olan etkilerini,<br />

oksidatis stresi, nöral hasarları azaltmasını, anti-inflamatuar ve yaşlanma<br />

karşıtı etkilerini sayabiliriz. Biz de diyetle indüklenen obez rat modelinde GBE’nin<br />

serum MDA ve Total Antioksidan Kapasitesi (TAK) üzerine etkilerini araştırmayı<br />

amaçladık. Çalışmamıza 4 grup dahil edildi. Normal yemle beslenen ratlar kontrol<br />

grubunu oluşturdu (CR). Yüksek yağ içerikli yemle beslenip, 10 hafta sonunda<br />

kontrol grubuna oranla % 20 daha ağır hale gelen diğer ratlarsa 3 gruba ayrıldı.<br />

Sadece yüksek yağ içerikli yemle beslenen grup, obez kontrol grubunu(DIOR)<br />

oluştururken, 20 mg/kg/d GBE verilen obez grup (DIOR-L) ile 100 mg/kg/d GBE<br />

verilen obez grup (DIOR-H) da terapi gruplarını oluşturdu. 21 günlük GBE terapisi<br />

sonrasında, serum MDA düzeyleri (mmol/L), CR’da 0,20 ± 0,07; DIOR’da<br />

0,20 ± 0.04 ; DIOR-L’da 0,17 ± 0,11 ve DIOR-H’da 0,32 ± 0,19 olarak bulundu.<br />

Sadece DIOR-L ve DIOR-H grupları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-194<br />

Protein Enerji Malnutrisyon Değerlendirilmesinde Prealbumin Düzeyi<br />

Dilan BİRİCİK 1 , Gül Sevim SAYDAM 1 , Feza GÜNER 1 , Yusuf ÖZOĞUL 2 ,<br />

Asiye Yeter GÜNGÖR 3<br />

P-194<br />

Prealbumin Levels In Evaluating The Protein Energy Malnutrition<br />

Dilan BİRİCİK 1 , Gül Sevim SAYDAM 1 , Feza GÜNER 1 , Yusuf ÖZOĞUL 2 ,<br />

Asiye Yeter GÜNGÖR 3<br />

CONTENTS<br />

1 Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

2 Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, GEC Kliniği, Ankara<br />

3 Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Nütrisyon Bölümü, Ankara<br />

Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara<br />

Feza Güner: fezaguner@yahoo.com<br />

1 The Higher Specialization Hospital of Turkey, Department of Medical Biochemistry,<br />

Ankara<br />

2 The Higher Specialization Hospital of Turkey, Clinic of GEC, Ankara<br />

3 The Higher Specialization Hospital of Turkey, Department of Nutrition, Ankara<br />

fezaguner@yahoo.com<br />

Protein-enerji malnütrisyonu (PEM) hastanelere başvuran hastalarda yaygın bir<br />

durumdur ve yatan hastalar için komplikasyonlarla ilişkili olup morbidite ve mortalite<br />

için bağımsız bir risk faktörüdür. PEM çeşitli kriterlere göre derecelendirilir.<br />

PEM’li hastaların değerlendirilmesinde, tedaviyi takipte, enfeksiyonlu hastaların<br />

tedavisinde Prealbumin önemli bir role sahiptir. Çalışmamızda, Ayrıntılı Beslenme<br />

Değerlendirme (ABD) kriterlerine göre malnütrisyon derecelendirilmesi yapılan<br />

hastalarda prealbumin düzeyinin önemini ve hsCRP ile ilişkisinin enfeksiyonlu<br />

hastalarda nütrisyon tedavisini yönlendirmedeki önemini belirlemeyi amaçladık.<br />

ABD kriterlerine göre değerlendirilen 87 hastanın %30’ u beslenme durumu iyi<br />

(Grup1), %46’sı hafif malnütrisyonlu (Grup2) ve %24 ileri düzey malnütrisyonlu<br />

(Grup3) olarak sınıflandırıldı. Tüm hastaların vücut kitle indeksleri hesaplanıp,<br />

prealbumin albumin, hsCRP, lenfosit düzeyleri çalışıldı. Grup 2’de Grup 1’e göre<br />

sadece albumin düzeyi ve vücut kitle indeksi anlamlı düşük bulundu (p=0.022).<br />

Grup 3’de Grup1’e göre, vücut kitle indeksi, prealbumin, lenfosit, albumin düzeyleri<br />

anlamlı düşük bulundu (sırasıyla p=0.031, p=0.004, p=0.000). Tüm hastalarda<br />

Prealbumin-hsCRP arasında anlamlı ters orantı bulundu (p=0.02, r=240). Sonuç<br />

olarak çalışmamızda Prealbumin (PAB) düzeyinin sadece ileri derece malnütrisyonu<br />

belirlemede önemli bir belirteç olabileceği, ancak hafif malnütrisyon derecelendirilmesinde<br />

ABD kriterleri ile korelasyon göstermediği sonucuna varıldı.<br />

Ayrıca PEM (PEM yerine PAB olacak) düzeyinin enfeksiyonlu malnütrisyon<br />

hastalarında tedaviyi yönlendirmede önemli olduğu bulundu.<br />

Protein-energy malnutrition (PEM) is a common condition in hospitalized patients<br />

and is related with complications in those patients also being an independent<br />

risk factor of morbidity and mortality. PEM is categorized according to many<br />

criteria. Prealbumin has an important role in the evaluation of PEM, monitorization<br />

of treatment and in the treatment of patients with infection. In our study, we<br />

have aimed to determine the importance of the level of prealbumin in patients<br />

categorized according to the Detailed Nutrition Evaluation (DNE) criteria and<br />

also to determine whether its relationship with hsCRP could provide any kind of<br />

treatment guidance of nutrition in infected patients. Of 87 hospitalized patients<br />

evaluated according to the DNE method, 30% were categorized as good nourished<br />

(Group1), 46% as with mild malnutrition (Group2) and 24% with advanced<br />

malnutrition (Group3). Body mass index (BMI) was calculated and the levels<br />

of prealbumin, albumin, hsCRP and lymphocyte were studied. In Group 2 only<br />

the levels of albumin and BMI were found to be significantly lower compared to<br />

Group 1 (p=0.022). In group 3, BMI, prealbumin, lymphocyte and albumin levels<br />

were significantly lower than that of Group 1(p=0.031, p=0.004, p=0.000 respectively).<br />

In all patients, Prealbumin-hsCRP levels were inversely proportional<br />

(p=0.02, r=240). It was concluded that Prealbumin levels could be an important<br />

marker for identifying only advanced malnutrition. However, in classifying mild<br />

nutrition it was badly correlated with the DNE criteria. PEM (PEM yerine PAB<br />

gelecek) level was also found to be important as a guidance for the treatment of<br />

malnutrition in infected patients.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-195<br />

Melatoninin Metionin ve Kolinden Yoksun Diyetle İndüklenen Nonalkolik<br />

Steatohepatit Modelinde Lipid Peroksidasyonu, Protein Oksidasyonu ve<br />

Oksidatif DNA Hasarı Üzerine Etkileri<br />

Remise GELISGEN 1 , Hayriye ÇİÇEKÇİ 1 , Hafize UZUN 1 , Erman AYTAC 2 ,<br />

Gulgun TAHAN 3 , Veysel TAHAN 4 , Omur TABAK 5 , Erol AVSAR 4<br />

P-195<br />

The Effects of Melatonin on Lipid Peroxidation, Protein Oxidation and<br />

Oxidative DNA Damage in Methionine- and Choline-Deficient Diet-<br />

Induced Nonalcoholic Steatohepatitis<br />

Remise GELISGEN 1 , Hayriye ÇİÇEKÇİ 1 , Hafize UZUN 1 , Erman AYTAC 2 ,<br />

Gulgun TAHAN 3 , Veysel TAHAN 4 , Omur TABAK 5 , Erol AVSAR 4<br />

CONTENTS<br />

1İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı,<br />

2İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı,<br />

3Marmara Üniversitesi Gastroenteroloji Enstitüsü, Genel Cerrahi Birimi,<br />

4Marmara Üniversitesi Gastroenteroloji Enstitüsü, 5S.B. İstanbul Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, İstanbul<br />

Nonalkolik steatohepatit (NASH) progresif karaciğer fibrozisi ve siroza kadar ilerleyebilen<br />

nonalkolik yağlı karaciğer ailesinin bir üyesidir. Oksidatif stres NASH<br />

oluşumunda önemli patofizyolojik mekanizmalardan birisidir. Melatonin hem bilinen<br />

en güçlü antioksidan ajan, hem de farklı dokularda belirgin antiinflamatuvar<br />

ve antiapoptotik özellikleri olan bir hormondur. Çalışmada sıçanlarda metionin<br />

ve kolinden yoksun diyetle (MKYD) geliştirilen nonalkolik steatohepatit modelde<br />

melatoninin lipid peroksidasyonu, protein oksidasyonu ve oksidatif DNA<br />

hasarı üzerine etkileri araştırıldı. Metod: 34 erkek Wistar sıçan 4 gruba ayrıldı.<br />

İki grup MKYD ile beslenirken, iki kontrol grup ise kontrol diyetle bir aylık süre<br />

boyunca eş oranlı beslendi. Her iki diyet grubunda birer gruba melatonin 50 mg/<br />

kg/gün intraperitoneal, kontrol grubuna ise serum fizyolojik uygulandı. Bir aylık<br />

süre sonunda grupların plazma ve karaciğer dokusu oksidatif stres parametreleri<br />

çalışıldı. Oksidatif stres parametreleri olan MDA(malondialdehid), PCO(protein<br />

karbonil) kolorimetrik yöntemle, 8-OHdG(8-hidroksi 2-deoksiguanozin) ELİSA<br />

metoduyla ölçüldü. NASH derecelendirmesinde ise Brunt sistemi kullanıldı.<br />

MKYD grubunda, plazma MDA, PCO ve 8-OHdG düzeyleri kontrollere göre yüksek<br />

bulundu ve melatonin tedavisi bu oksidatif stres parametre değerlerini MKYD<br />

grubuna göre anlamlı derecede düşürdü. MKYD grubunda doku MDA ve PCO<br />

düzeyleri ise kontrollere göre yüksek olup melatonin tedavisi sonrası anlamlı derecede<br />

düştüğü saptandı. Sonuç: Bu çalışma melatoninin lipid peroksidasyonu, protein<br />

oksidasyonu ve DNA oksidasyonuna bağlı hasarı azalttığını düşündürmekte<br />

ve antioksidan ajan olduğunu göstermektedir. Melatonin NASH’de ek bir terapötik<br />

yaklaşım olabilir.<br />

1Department of Biochemistry, Istanbul University Cerrahpasa Faculty of Medicine,<br />

Istanbul .2Department of General Surgery, Istanbul University Cerrahpasa<br />

Faculty of Medicine, Istanbul . 3General Surgery Unit, Institute of Gastroenterology,<br />

Marmara University, Istanbul . 4Institute of Gastroenterology, Marmara<br />

University, Istanbul . 5Department of Internal Medicine, Istanbul Education and<br />

Research Hospital, Istanbul<br />

Nonalcoholic steatohepatitis (NASH) may progress to advanced fibrosis and cirrhosis.<br />

Oxidative stress is one of the important pathophysiological mechanisms in<br />

NASH. Melatonin is not only a powerful antioxidant but also an anti-inflammatory<br />

and anti-apoptotic agent. We aimed to evaluate the effects of melatonin on lipid<br />

peroxidation, protein oxidation and oxidative DNA damage in methionine- and<br />

choline-deficient diet (MCDD)-induced NASH in rats. NASH was induced with<br />

methionine and choline-deficient diet (MCDD) in rats. Thirty-four male Wistar<br />

rats were divided into four groups; MCDD group (n=8), MCDD+melatonin (50<br />

mg/kg/day intraperitoneally) group (n=8), control diet group (n=10) and control<br />

diet+melatonin (50 mg/kg/day intraperitoneally) group (n=8). Colorimetric methods<br />

were used to determine the level of the oxidative stress markers [MDA (malondialdehyde),<br />

PCO (protein carbonyl)], except 8-hydroxy-2’-deoxyguanosine (8-<br />

OHdG), which was measured by ELISA. The levels of MDA, PCO and 8-OHdG<br />

in MCDD group were higher than controls and melatonin treatment significantly<br />

reduced these parameters according to MCDD group. MDA, PCO levels in the<br />

tissue of MCDD group were higher than controls and significantly reduced after<br />

melatonin treatment . The present study suggests that melatonin could reduce<br />

DNA damage by reducing oxidative stress in NASH<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-196<br />

Aroclor 1254 ve Aroclor 1254 ile Eş Zamanlı Vitamin E Uygulanan Gebe<br />

Ratların Yavrularının Karaciğer, Beyin, Böbrek, Kalp Dokusunda Lipid<br />

Peroksidasyon ve Bazı Antioksidan Parametrelerdeki Değişiklikler<br />

Ayşe SEYRAN 1 , Mine ERİŞİR 2<br />

P-196<br />

Changes in Lipid Peroxidation and Some Antioxidant Parameters in Liver,<br />

Brain, Kidney and Heart Tissues of Offsprings of Pregnant Rats Exposed to<br />

Aroclor 1254 and Vitamin E, Simultaneously Applied with Aroclor 1254<br />

Ayşe SEYRAN 1 , Mine ERİŞİR 2<br />

CONTENTS<br />

1 Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Fizyoterapi ve Rehabilitasyon<br />

Bölümü Bitlis<br />

2 Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Elazığ<br />

Bu çalışma ile Aroclor 1254’e ve Aroclor 1254 ile eş zamanlı uygulanan vitamin<br />

E’ye maruz kalan gebe ratların yavrularının karaciğer, böbrek, beyin ve kalp<br />

dokularında oksidan ve antioksidan parametrelerin araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Çalışmada her grupta 5 rat olacak şekilde 3 grup oluşturulmuştur. 1. grup: Gebe<br />

Kontrol, 2. grup: Gebe Aroclor 1254 (Aroclor 1254 2 mg/kg/gün dozunda subkutan<br />

olarak 20 gün süreyle uygulandı), 3. grup: Gebe Aroclor 1254+Vitamin E<br />

(Aroclor 1254 2 mg/kg/gün dozunda, vitamin E 50 mg/kg/gün dozunda subkutan<br />

olarak 20 gün süreyle uygulandı). Her gruptaki gebe ratlar doğan yavruları ile 4<br />

hafta bekletildi. Dördüncü haftanın sonunda her gruptan doğan 10’ar adet yavru rat<br />

eter anestezisi altında uyutularak karaciğer, beyin, böbrek ve kalp dokuları alındı.<br />

Bu dokularda lipid peroksidasyonu (MDA), glutatyon peroksidaz (GSH-Px),<br />

katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD), glutatyon redüktaz (GR), glutatyon-<br />

S-transferaz (GST), glutatyon (GSH) parametrelerindeki değişiklikler saptandı.<br />

Yavru ratlarda Aroclor 1254 uygulaması karaciğer dokusunda MDA, GSH seviyelerinde<br />

artışa GST aktivitesinde azalmaya neden oldu. Böbrek dokusunda<br />

GST, GSH-Px, CAT aktivitelerini artırdı. Beyin dokusunda MDA seviyesinde<br />

ve GST aktivitesinde artışa; GSH seviyesi ve SOD aktivitesinde azalmaya sebep<br />

oldu. Kalp dokusunda ise GSH-Px aktivitesini azalttı, CAT aktivitesini artırdı.<br />

Aroclor 1254+Vitamin E uygulaması ise karaciğer dokusunda MDA seviyesinde;<br />

GR, CAT, SOD aktivitelerinde azalmaya ve GSH-Px aktivitesinde artışa neden<br />

oldu. Böbrek dokusunda GST, CAT aktivitelerinde azalma tespit edildi. Beyin<br />

dokusunda MDA seviyesi, GST aktivitesi arttı; GSH seviyesi ve SOD aktivitesi<br />

azaldı. Kalp dokusunda ise MDA seviyesi azalırken, GSH seviyesi ve SOD, CAT<br />

aktiviteleri arttı. Çalışmamızda yavrularda plasentadan geçişi sınırlı olan Aroclor<br />

1254’ün oksidan ve viatmin vitamin E’nin antioksidan etkileri belirlendi.<br />

1 Bitlis Eren University, Academy of Medicine, Physiotherapy and Rehabilitation<br />

Department Bitlis<br />

2 Fırat University, Faculty of Veterinary, Biochemistry Department Elazığ<br />

*Corresponding author: e-mail address: Aysedogan2003@yahoo.com<br />

With this study, it was aimed to analyze the oxidant and antioxidant parameters<br />

in liver, kidney, brain and heart tissues of offsprings of pregnant rats exposed to<br />

Aroclor 1254 and Vitamin E, simultaneously applied with Aroclor 1254. Three<br />

groups, each of which contained 5 rats, were formed in the study. 1st group: pregnant<br />

control, 2nd group: pregnant Aroclor 1254, 3rd group: Pregnant Aroclor<br />

1254+Vitamin E. The pregnant rats in each group were kept with their offsprings<br />

for 4 weeks. At the end of the fourth week, 10 offsprings from each group were<br />

anaesthetized with ether, and their liver, brain, kidney and heart tissues were taken<br />

out. The changes in parameters such as lipid peroxidation (MDA), glutathion peroxydase<br />

(GSH-Px), catalase (CAT), superoxide dysmutase (SOD), glutathione reductase<br />

(GR), glutathion S- transferase (GST), glutathione (GSH) in these tissues<br />

were determined. The Aroclor 1254 application in rat pups caused an increase<br />

in MDA and GSH levels in the liver tissue, whereas a decrease in GST activity.<br />

It increased GST, GSH-Px and CAT activities in the kidney tissue. While it<br />

increased MDA level and GST activity in the brain tissue, it reduced GSH level<br />

and SOD activity. It also reduced GSH-Px activity in the heart tissue, whereas it<br />

increased CAT activity. On the other hand, the Aroclor 1254+ Vitamin E application<br />

caused a reduction in MDA level and GR, CAT, and SOD activities in the<br />

liver tissue, and an increase in GSH-Px activity. A reduction was also determined<br />

in GST and CAT activities in the kidney tissue. While MDA level and GST activity<br />

increased, GSH level and SOD activity decreased in the brain tissue. On the<br />

other hand, while MDA level decreased, GSH level and SOD and CAT activities<br />

increased in the heart tissue. The oxidant effect of Aroclor 1254, having a limited<br />

transition from the placenta in the offsprings, and antioxidant effect of Vitamin E<br />

were determined in our study.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-197<br />

Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji<br />

Polikliniğine Başvuran Hastalarda Vitamin B12 Düzeyleri<br />

Ertan EŞSİZOĞULLARI 1 , Filiz K. TÜTÜNCÜLER 1 , Esra DEMİRCAN1,<br />

Dilek Ülker ÇAKIR 1 , Coşkun BAKAR 2<br />

1Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi TıpFakültesi Tıbbi Biyokimya AD. ,<br />

Çanakkale<br />

2Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi TıpFakültesi Halk Sağlığı AD.,<br />

Çanakkale<br />

ducakir@yahoo.com<br />

Vitamin B12 gastrointestinal, ürogenital ve sinir sisteminde, hematopoietik hücrelerde<br />

DNA sentezinde rol alır. Vit B12 eksikliği yetersiz beslenme, yetersiz emilim,<br />

artmış gereksinim veya artmış atılıma bağlı olabilir. B12 vitamin eksikliği,<br />

myelinizasyonun bozulmasına sebep olarak nörolojik bulgulara neden olur.<br />

Çalışmamızda Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi<br />

Nöroloji Polikliniği’ne başvuran hastaların Vitamin B12 düzeylerinin, yaş ve cinsiyet<br />

gruplarına göre bir farkı olup olmadığı değerlendirildi.<br />

İstatistiksel değerlendirmede iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi ve<br />

varyant analizi kullanıldı.<br />

Nöroloji polikliniğine 13/10/2010 -08/06/2010 arasında değişik şikayetlerle<br />

başvuran 3611 hastanın 910 tanesinde (%25.2) eksikliği düşünülerek, Vitamin<br />

B12 düzeylerine bakıldı.


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-198<br />

Paratiroid Hormon Çalışmasında Interferans<br />

Hale ARAL 1 , Ayşe KUBAT ÜZÜM 2 , Pınar BİLGİ 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

1Tıbbi Biyokimya A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, İstanbul<br />

2Endokrinoloji A.D., Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul<br />

P-198<br />

Interference In Parathyroid Hormone Assay<br />

Hale ARAL 1 , Ayşe KUBAT ÜZÜM 2 , Pınar BİLGİ 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

1Department of Medical Biochemistry, Ministry of Health İstanbul Education<br />

and Research Hospital, İstanbul<br />

2 Department of Endocrinology, Ministry of Health İstanbul Education and<br />

Research Hospital, İstanbul<br />

CONTENTS<br />

Otuz yaşında erkek hasta halsizlik, eklem ağrısı ve yorgunluk şikayetleriyle İç<br />

Hastalıkları Bölümüne başvurdu. Kendisi bilgisayar teknisyeni olup, müzik ve<br />

fotoğraçılık ilgi alanıydı. Biyokimyasal değerlendirmelerde serum kalsiyum<br />

düzeyleri normal olmakla birlikte parathormon (PTH) düzeylerinde (329 pg/mL)<br />

yükseklik (referans aralığı: 15 - 65 pg/mL) görülerek Endokrinoloji Bölümüne sevk<br />

edildi. Normokalsemik hiperparatiroidi ile ilişkilendirilebilecek bazı belirtileri<br />

vardı. Ancak kemik mineral yoğunluğu ölçümü, 24 saatlik idrarda kalsiyum atılımı<br />

normal sınırlar içindeydi. Lokalizasyon amacı ile yapılan MIBI-paratiroid sintigrafisinde<br />

otonom bir yapı görülemedi. Laboratuvarımızda serum PTH ölçümü<br />

elektrokemiluminesan yöntem (modular analytics Elecsys – 170, Roche Diagnostics,<br />

Germany) ile yapıldı. Serum IgE düzeyinde yükseklik görüldü (307 IU/mL,<br />

referans aralığı: 0 - 100 IU/mL) ve romatoid faktör negatifti. Aynı kan örneği diğer<br />

laboratuvarlara uygun koşullarda ulaştırılarak 2 farklı yöntemle tekrar çalışıldı; kemiluminesan<br />

yöntemin kullanıldığı Centaur XP (Siemens Healthcare Diagnostics<br />

Inc., USA), kemiluminesan mikroparçacık yöntemin (CMIA) kullanıldığı Architect<br />

(Abbott Diagnostics, USA). Bu yöntemlerde keçiye karşı üretilmiş antikorlar<br />

kullanıldı; sonuçların her ikisi de referans aralıklarının içerisinde bulundu. Hasta<br />

daha önce evcil hayvanların bulunduğu yerlerde yaşamadığını bildirdiği halde, bu<br />

olguda sıçana karşı oluşmuş antikorların interferans etkisi ile serum parathormon<br />

düzeyinde yalancı yükseklik görüldü.<br />

A 30 year old male was investigated for fatigue, artralgies, and tiredness in the<br />

Internal Medicine Department. He was a computer technician and his hobbies<br />

included music and photography. In biochemical assessments high parathyroid<br />

hormone (PTH) levels (329 pg/mL, reference range: 15 - 65 pg/mL) with normal<br />

serum calcium levels were detected and he was referred to Endocrinology Department<br />

as primary hyperparathyroidism. He had some symptoms which should be<br />

associated with normocalcemic hyperparathyroidism. However, measurements of<br />

bone mineral density and 24 h urinary calcium output were within normal range.<br />

MIBI-parathyroid scintigram performed for localization did not show an autonomous<br />

parathyroid gland. In our laboratory, serum PTH levels were determined by<br />

the method of electrochemiluminescence immunoassay (modular analytics Elecsys<br />

– 170, Roche Diagnostics, Germany). He had elevated serum IgE level (307<br />

IU/mL, reference range: 0 - 100 IU/mL) and rhematoid factor was negative. He<br />

underwent further PTH assessment using 2 different assays in other laboratories<br />

by transporting the same blood sample properly; Centaur XP by chemiluminescent<br />

method (Siemens Healthcare Diagnostics Inc., USA), Architect by chemiluminescent<br />

microparticle immunoassay (CMIA) (Abbott Diagnostics, USA).<br />

Anti-goat antibodies were used in these methods; both of the results were all in<br />

reference ranges. However he had no history of living in a region with any pets,<br />

this was a case of mouse antibody interference causing erroneous elevation of<br />

serum parathyroid hormone.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-199<br />

Adıyaman Örneği: Merkez Laboratuvarı Olma Yolundaki Çalışmalar<br />

Hülya ERGÜL KAZIL 1 , Murtaza YETİŞ 2<br />

1Adıyaman 82. Yıl Devlet Hastanesi, Klinik Biyokimya Laboratuvarı, Adıyaman<br />

2Adıyaman 82. Yıl Devlet Hastanesi Pediatri Polikliniği, Adıyaman<br />

P-199<br />

Example Of Adiyaman: Studies On The Way To Be The Central Laboratory<br />

Hülya ERGÜL KAZIL 1 , Murtaza YETİŞ 2<br />

1Clinical Biochemistry Laboratory of Adıyaman 82. Yıl State Hospital, Adıyaman<br />

2Pediatric Clinic of Adıyaman 82. Yıl State Hospital, Adıyaman<br />

CONTENTS<br />

Adıyaman 82. Yıl Devlet Hastanesi Farabi Merkez laboratuvarı çalışanları<br />

ve hastane idaresi; testleri en doğru, güvenilir ve tekrarlanabilir yöntemlerle<br />

çalışmak, bunu iç ve dış kalite kontroller ile desteklemek, en geniş test menüsünü<br />

hastalarımıza ve hekimlerimize sunmak amacıyla merkez laboratuvarı olma yolundaki<br />

çalışmalarına 03.10.2005 tarihinde başladı. Hekimlerin hızlı ve yerinde teşhis<br />

koymasına yardımcı olmak, hastaların il dışına sevklerini önleyerek hem hasta<br />

mağduriyetini gidermek hem de ülke ekonomisine katkıda bulunmak amacıyla<br />

Aralık 2005 de, teknik şartnamede belirtilen standartlara uyan bir laboratuvar ile<br />

çalışmak üzere spesifik testler ihalesi yapıldı. Gerekli alt yapı kuruldu. Uygulamaya<br />

01.01.2006 tarihinde başlandı ve halen devam etmekte. Numunelerin ön<br />

hazırlık işlemleri yapıldıktan sonra özel yapılmış transport çantaları ile dış laboratuvara<br />

gönderiliyor. Test istemleri LIS üzerinden yapılıyor ve sonuçlar LIS üzerinden<br />

alınıyor. Kısa bir süre sonra hasta ve hekim geri dönüşlerinden amacımıza<br />

ulaştığımızı gözlemledik. 2008 de 2008/1 ve 2008/2 kamu hastanelerinin birbirinden<br />

hizmet paylaşımı genelgesi yayınlandı. Bu genelge doğrultusunda merkez<br />

ve ilçe hastaneler ile protokoller oluşturuldu. 2009 yılında sağlık müdürlüğü ve<br />

hastanemiz idaresi tarafından imzalanan protokol ile Farabi merkez laboratuvarı<br />

hizmetlerinden aile hekimlerinin faydalanması sağlandı. Merkezde 10, merkeze<br />

bağlı 8 toplum sağlık merkezinde bulunan toplam 81 aile hekimi ile bu hizmet<br />

paylaşımı yapılmaktadır. Yaptığımız bu çalışmalarla tetkik için il dışı sevkleri<br />

önleyerek hasta mağduriyetini giderdiğimize, hekimlere yardımcı ve ülke ekonomisine<br />

katkıda bulunduğumuz düşüncesindeyiz.<br />

The staff of Farabi central laboratory in Adıyaman 82. yıl state hospital together<br />

with hospital administration started their work in 03.10.2005 on its way not only<br />

to be the central laboratory ,but also to analyse their tests in reliable and repeatable<br />

methods, to support this with interior and exterior control systems and to<br />

provide our doctors and patients with the largest test menu. In order to work with<br />

a laboratory whose standards go with those written in the tecnical specification,<br />

in December , 2005 specific tests were given out by contract to help our doctors<br />

diagnose fast and correctly , to prevent patients from being refered to other cities<br />

outside Adıyaman ,and this contributed to the country’s economy and gave an end<br />

to the victimization of patients. After samples of preliminary preparation have<br />

been made , they are sent to laboratory outside in their specially made bags. Test<br />

references are given through LIS and the results are taken through LIS as well.<br />

Soon after patients returned back to the doctor, we observed that we had reached<br />

our aim. A circular order which means state hospitals can share service with each<br />

other was published in 2008. According to this circular order protocols were set<br />

up in the hospitals in the city center and townships. In 2009, with a protocol<br />

signed between directorate of health department and our hospital administration,<br />

family doctors made use of the service of Farabi central laboratory.In health care<br />

centers ,ten of which are in the center and 8 of which are central, 81 family doctors<br />

in total take advantage of this share service. We are of the opinion that we<br />

will help our doctors and contribute to the country’s economy when we do this<br />

work by preventing tests from going outside the city and by ending victimization<br />

of patients.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-200<br />

Diyarbakır Yöresinde Mefv Geninde Az Rastlanılan Bazı Kompleks<br />

Mutasyonlar<br />

Belkıs AYDINOL 1 , Sedat YILMAZ 1 , Sedat GENÇ 1 , M.Mustafa AYDINOL 2<br />

1Biyokimya Bölümü, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır<br />

2Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Diyarbakır<br />

FMF(Ailevi Akdeniz Ateşi) otosomal ressesif olarak aktarılan, Musevi, Arap,<br />

Ermeni,ve Türklerde yaygın olarak görülen inflammatuar bir hastalıktır. Tekrarlayan<br />

ateş, karın, eklem, göğüs ağrıları, erisipel benzeri, döküntü gibi klinik<br />

bulgular gösterir.Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesine, ateş, karın,<br />

eklem ağrıları gibi şikayetlerle gelen ve FMF şüphelenilen 1428 kişide FMF<br />

mutasyonu çalışıldı. Sonuçta, 639 hastada mutasyon bulundu. En sık görülen<br />

mutasyon tipleri sırasıyla; E148Q, M694V, V726A, P369S, M680I, R761H ve<br />

diğerleri idi. Bunların için de, 8 olguda, bazı kompleks mutasyonlar bulundu.<br />

Bunlar; (üçlü heterozigot), (ikili homozigot), (homozigot +heterozigot) mutasyonlar<br />

şeklindeydi.<br />

Üçlü heterozigotlar: E148Q/P369S/M694V (2 olgu), E148Q/P369S/M694I (1<br />

olgu) idi.<br />

İkili homozigotlar; E148Q/E148Q+ P369S/P369S (2 olgu) şeklindeydi.<br />

Homozigot ve heterozigot mutasyonlar: E148Q/E148Q + M694V heterozigot(1<br />

olgu) , R761H/R761H +E148Q heterozigot(1 olgu), M694V/M694V + E148Q<br />

heterozigot(1 olgu) idi<br />

Bu 8 olgudan, bazılarına kolçisin tedavisi başlatılmıştı. Türkiye’de yapılan<br />

bir çok bölgesel çalışmada ,çok az sayıda, değişik üçlü ve ikili mutasyonlar<br />

rapor edilmiştir. Fakat, bizim bulduklarımız, diğerlerinden daha farklı idi.<br />

Bu kombinasyonların, hastalığın seyrini nasıl etkilediği, yaptığımız literatür<br />

araştırmasına göre tartışılmıştır. M694V mutasyonu taşıyan bireylerin hastalığı<br />

ağır geçirdiği rapor edilmişse de, bu tip vakalarda da dikkatli olmak gerekmektedir.<br />

Sonuç olarak, şüpheli klinik şikayetleri olan FMF li hastaların ve yakınlarının<br />

mutlaka genetik açıdan değerlendirilmesi gerekir. Diyarbakır yöresinde<br />

taşıyıcılığın yüksek olması, ve değişik mutasyonların iç içe girmesi, hem yeni<br />

doğan taramasını gerektirmekte hem de genetik danışma verilmesinin çok önemli<br />

olduğunu gözler önüne sermektedir.<br />

P-200<br />

Some Rare Complex Mutations Of Mefv Gene In Diyarbakir Region<br />

Belkıs AYDINOL 1 , Sedat YILMAZ 1 , Sedat GENÇ 1 , M.Mustafa AYDINOL 2<br />

1Department of Biochemistry , Dicle University, Diyarbakır<br />

2Dicle University, Faculty of Medicine, Diyarbakır<br />

FMF is an autosomal recessive inflammatory disorder, predominantly affects people<br />

those Jews, Armenians, Turks, Arabs. It is characterised by recurrent fevers,<br />

abdominal, chest, joint pains and erysipelas-like skin disease. In this study, 1428<br />

patients who attended to Dicle University, Faculty of Medicine with complaints<br />

fever and joint, abdominal pains were studied for FMF mutation detection. Mutations<br />

have been detected in 639 patients. Most frequent mutations were; E148Q,<br />

M694V, V726A, P369S, M680I, R761H and others respectively. There were 8<br />

cases of complex mutations which were interesting. They were: triple heterosygous,<br />

double homosygous, homosygous+ heterosygous cases.<br />

Triple mutations: E148Q/P369S/M694V (2 cases), E148Q/P369S/M694I (1 case).<br />

Double homosygous; E148Q/E148Q+ P369S/P369S (2 cases) .<br />

Homosygous + heterosygous mutations : E148Q/E148Q+ M694V heterosygous(1<br />

case),<br />

R761H/R761H + E148Q heterosygous(1 case), M694V/M694V + E148Q heterosygous(1<br />

case)<br />

Some of these 8 cases was taking colchicine. Some triple and double homosygous<br />

cases were reported in various regional studies in Turkey. But our findings<br />

were different from them. According to our literature search, we discussed<br />

about influence of this mutations on prognosis of disease. Although high disease<br />

severity were seen with M694V type, it must taken care for the rare cases similar<br />

to we found. Because of high prevalance of FMF mutations in this region,<br />

genetic analysis must be performed in all patients with suspected of FMF. Due to<br />

complexity and interfering of these mutations, genetic counseling and new-born<br />

screening must be performed in this region.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-201<br />

Tarama Programının Yenidoğanlarda Sonuçları<br />

Serdar TÜRKMEN 2 , Serdar ERKAL 2 , Hüsem HATİPOĞLU 1 ,<br />

Keramettin KURT 2 , Nevin HATİPOĞLU 1 , Nuri ENGEREK 1 ,<br />

Sultan KAVUNCUOĞLU 1 , Sibel ÖZBEK 1 , Erdal ADAL 1 ,<br />

Aysel TÜRKMEN 3 , Rengin ŞİRANECİ 1<br />

P-201<br />

Results Of Screening Program In Newborns<br />

Serdar TÜRKMEN 2 , Serdar ERKAL 2 , Hüsem HATİPOĞLU 1 ,<br />

Keramettin KURT 2 , Nevin HATİPOĞLU 1 , Nuri ENGEREK 1 ,<br />

Sultan KAVUNCUOĞLU 1 , Sibel ÖZBEK 1 , Erdal ADAL 1 ,<br />

Aysel TÜRKMEN 3 , Rengin ŞİRANECİ 1<br />

CONTENTS<br />

İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları EAH, Pediatri1,<br />

Biyokimya 2<br />

İstanbul Başakşehir Devlet Hastanesi Pediatri 3, İstanbul<br />

Bakırköy Maternity and Pediatrics Hospital Istanbul Pediatrics1,<br />

Biochemistry2,<br />

Pediatrics, Başakşehir State Hospital Istanbul3, İstanbul<br />

Fenilketanüri ve konjenital hipotiroidi tarama programları uzun yıllardır<br />

yapılmaktadır. Son yıllarda bu programa biyotin eksikliği eklenmiştir. Bu tarama<br />

testleri Guthrie testleri olarak, filtre kağıtları materyalinde yapılmaktadır. Fenilketonüri<br />

hastalığı yenidoğan döneminde tanımlandığı takdirde tedavi edilebilen aksi<br />

halde ağır nörolojik ve gelişimsel bozukluklara yol açan metabolik bir hastalıktır.<br />

Konjenital hipotiroidi ise yenidoğan döneminde en sık karşılaşılan endokrinolojik<br />

sorundur. Biotinidaz eksikliği otozomal resesif geçiş göstermektedir.<br />

2009 Yılı 16.929 Canlı Doğum Sayısı İle Neonatal Tarama Programı Sonuçlarına<br />

Göre: 36 materyal uygunsuz; 1285 materyalde TSH yüksek, 791 materyalde FKÜ<br />

pozitif, 26 materyalde Biyotidinaz pozitif bulunmuştur. Yenidoğan tarama testleri<br />

olarak Sağlık Bakanlığı-Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Ulusal Yenidoğan<br />

Tarama Programı 2006 tarihinden itibaren Ankara ve İstanbul’da yapılmaktadır.<br />

Konjenital hipotiroidi için TSH Eliza yöntemiyle 15 mg/dl eşik değer; Fenilketanüri<br />

için fenilalanin fulorometrik yöntemle 2 mg/dl eşik değer; Biyotidinaz<br />

eksikliği için biyotin düzeyi kolorometrik yöntemle kalitatif olarak çalışılmaktadır.<br />

Guthrie testleri bebek enteral beslenme sonrası 3-5 günler arasında parenteral<br />

beslenme durumlarında 6-8 günler yapılabilir. Hastanelerde doğumu izleyen 24<br />

saat sonrasında, anne sütü almış, yenidoğanlarda tercihen yapılmaktadır. Guthrie<br />

kağıtlarıyla numune alma sırasında dikkat edilmesi gereken noktalar vardır.<br />

Kanın yeterli miktarda kağıdın ön yüzüne damlatılıp (halkaları dolduracak<br />

şekilde bir kerede emdirilmesi), 4 saat kadar kuruması beklenmelidir. Gutherie<br />

kağıtlarının toplanması sırasında örneklerin birbirine yapışmaması sağlanmalıdır.<br />

Guthrie testleri günümüzde yüksek doğruluktaki teknoloji ile yapılmasına<br />

rağmen numune türü nedeniyle tarama testleri olduğu unutulmamalıdır. Klinik<br />

şüpheli yenidoğanlarda, aile öyküsü olanlarda kesin tanı için ayrıntılı laboratuvar<br />

tekniklerinin yapılması gerektiği unutulmamalıdır.<br />

Phenylketonuria and congenital hypothyroidism screening programs were introduced<br />

years ago. In recent years biotin deficiency was added in the programs. These scanning<br />

tests are conducted as Guthrie tests on filter paper material. Phenylketonuria is<br />

a metabolic disease curable only if it is diagnosed at newborn stage, otherwise it will<br />

lead to severe neurological and development disorders. Congenital hypothyroidism is<br />

the most frequently suffered endocrinological problem in newborn stage. Biotinidase<br />

deficiency indicates autosomal recessive transmission.<br />

Total 16.929 live births took place in 2009, According to Neonatal Screening Programs:<br />

36 Material unsuitable, TSH was above normal level in 1285, 791 material<br />

were positive for FKU, 26 material were positive for Biotinidase.<br />

Newborn scanning tests are conducted in Ankara and Istanbul using the National<br />

Newborn Scanning Program developed by Refik Saydam Public Health Center of the<br />

Ministry of Health since 2006. The TSH Eliza method is employed for congenital hypothyroidism<br />

at a threshold value of 15 mg/dl, the phenylananile fluorometric method<br />

is employed for phenylketonuria at a threshold value of 2 mg/dl, and the biotin level<br />

colorimetric method is employed for biotinidase deficiency, in qualitative terms. The<br />

Guthrie tests can be conducted in days 3 to 5 after enteral feeding, or in days 6 to 8<br />

in case of parenteral feeding.. They are preferably conducted on breast-fed newborns<br />

within 24 hours following the birth at a hospital. Certain rules must be observed in taking<br />

samples by means of Guthrie papers. It must be ensured to drop the blood in a sufficient<br />

amount on the front side of the paper (i.e. the paper must be ensured to absorb<br />

the blood in such a manner to fill the rings at a time), and the paper must be allowed to<br />

rest for approximately 4 hours for the blood to dry. Guthrie papers must be collected<br />

in such a manner to prevent them to stick on each other. It must be remembered that<br />

although the Guthrie tests are conducted using a highly accurate technology, they are<br />

screening tests due to the effect of the type of the sample. It must be also remembered<br />

that clinically suspected newborns with family history must be subject to detailed<br />

laboratory techniques for the purposes of final diagnosis.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-202<br />

N-Asetilsisteinin Kolitte Protein Oksidasyonu Üzerine Etkileri<br />

Aylin YILMAZ, Sevgi ESKİOCAK, Şemsi ALTANER, Nesrin TURAN,<br />

Tıp Fakültesi, Trakya Üniversitesi, Edirne<br />

P-202<br />

The Effects Of N-Acetylcysteine On Protein Oxidation Of Colitis<br />

Aylin YILMAZ, Sevgi ESKİOCAK, Şemsi ALTANER, Nesrin TURAN,<br />

Faculty of Medicine, Trakya University, Edirne<br />

CONTENTS<br />

Çalışmamızın amacı asetik asit ile kolit geliştirilmiş sıçanlarda N-asetilsisteinin<br />

(NAC) protein oksidasyonu ve kolon dokusundaki histolojik değişiklikler üzerine<br />

etkisini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmada 40 adet Wistar sıçan rastlantısal<br />

olarak 4 gruba ayrıldı. Çalışma grupları; kontrol (n=10), kolit (n=10), NAC1<br />

tedavi (n=10) ve NAC2 tedavi (n=10) olarak belirlendi. Deneysel kolit modeli,<br />

kolit ve NAC tedavi gruplarındaki sıçanlara asetik asidin (pH 2.4, % 4) intrarektal<br />

olarak uygulanması ile oluşturuldu. Asetik asit uygulamasının ardından 24. saatte,<br />

NAC1 grubundaki sıçanlara 100 mg/kg/gün dozunda, NAC2 grubundakilere ise<br />

500 mg/kg/gün dozunda NAC intraperitonal olarak enjekte edildi. Proteinlerin<br />

oksidatif stresten etkilenme düzeyinin göstergesi olan plazmada nitrotirozin (NT)<br />

ve dokuda ileri oksidasyon protein ürün (AOPP) düzeyleri değerlendirildi. Kolon<br />

dokuları patolojik olarak incelendi. Bulgular: Kolit grubu kolon dokusunda kontrol<br />

grubuna göre plazma nitrotirozin ve kolon dokusu ileri oksidasyon protein ürün<br />

düzeylerinin arttığı (ikisi; p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-203<br />

Meme Kanserinde C Ve E Vitaminlerinin Asimetrik Dimetilarginin Düzeyi<br />

Üzerine Etkileri<br />

Aylin TÜRKSEVER, Hakan ERBAŞ, Erol ÇAKIR<br />

P-203<br />

Effect Of Vitamins C And E On Asymmetric Dimethylarginine Levels In<br />

Breast Cancer<br />

Aylin TÜRKSEVER, Hakan ERBAŞ, Erol ÇAKIR<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Trakya Üniversitesi, Edirne<br />

Biochemistry Department, Faculty of Medicine, Trakya University, Edirne<br />

Meme kanseri, dünyada kadınlar arasında en sık görülen malign tümör olup<br />

kadınlarda görülen tüm kanserlerin yaklaşık %30’unu oluşturmaktadır. Asimetrik<br />

dimetilarginin (ADMA) nitrik oksit sentaz (NOS) enziminin endojen inhibitörüdür.<br />

Nitrik oksit (NO) sentezini yarışmalı olarak inhibe eder. ADMA düzeylerinin<br />

kanserde ve endotel hasarı görülen diğer hastalıklarda arttığı bildirilmiştir. Bu<br />

çalışmada meme kanseri oluşturulmuş farelerde antioksidan olarak bilinen ve<br />

antikanser etkileri gösterilmiş C ve E vitaminlerinin, ADMA düzeyleri üzerine<br />

etkileri araştırılmıştır. Balb/c cinsi farelerin ayak iç bölgesine erhlich asit tümör<br />

hücresi enjekte edildi. Denekler rastgele seçilerek 5 grup oluşturuldu. Gruplardan<br />

birine C vitamini 200 mg/kg/gün, diğerine E vitamini 300 mg/kg/gün, diğer<br />

bir gruba ise C+E vitaminleri intraperitoneal olarak enjekte edildi. Tümörlü<br />

hayvanların plazmalarında arginin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde<br />

azalmış, SDMA düzeyleri ise artmış olarak bulundu. ADMA düzeyleri ise kanserli<br />

hayvanların plazmalarında istatistiksel olarak anlamlı olmasa da yükselmiş<br />

olarak bulundu. Gerek plazma, gerekse doku örneklerinde tedavi olarak verilen C<br />

ve E vitaminlerinin araştırılan parametreler üzerine anlamlı bir etki yapmadığı gözlendi.<br />

Kanserde artan arginaz aktivesi ile birlikte ornitin üzerinden poliamin sentezinin<br />

hızlandığı, bunun da kanser oluşumu yönünde önemli bir unsur olabileceği<br />

daha önceki çalışmalarla gösterilmiştir. Sonuçta NO sentezinin azaldığı, bunun<br />

da yine kanser gelişimi yönünde olumsuz bir faktör olabileceği vurgulanmıştır.<br />

Önemli bir NOS inhibitörü olan ADMA’nın kanserli hastalarda artmış olarak<br />

bulunması önceki çalışmaları destekler niteliktedir. ADMA’nın kanserde anahtar<br />

bir rol oynayabileceği fikrinden hareketle, bu maddenin inhibe edilerek NO inhibisyonun<br />

ortadan kaldırılması, kanser için koruyucu ve/veya tedavi edici yeni<br />

ajanların geliştirilmesine temel olabilecektir.<br />

Breast cancer is the most common malignity in women and constitutes about 30<br />

% of all women cancers. Asymmetric dimethylarginine (ADMA) is an endogenous<br />

inhibitor of the nitric oxide synthase (NOS). In this study, we have tried to<br />

evaluate the effects of vitamin C and E in which it has been shown their antioxidant<br />

and anticancer effects, on ADMA levels in breast cancer induced mice. Ehrlich<br />

tumour cells were injected to medial side of food of mice. Five groups were<br />

randomly formed and vitamin C, 200 mg/kg/day, vitamin E, 300 mg/kg/day and<br />

vitamin C+E intraperitoneally applied. While plasma arginine levels were significantly<br />

decreased, symmetric dimethylarginine (SDMA) levels were significantly<br />

increased in tumour group. There was an increase in ADMA levels in the animals<br />

with tumour, but this was not statistically significant. There was no statistically<br />

significant difference on plasma and tissue parameters in the treatment groups. It<br />

has been shown that the arginase enzyme activity increases in cancer patients and<br />

this leads to the formation of polyamines through ornithine which may be important<br />

for cancer development. As a result of this mechanism, NO level decreases<br />

and this mechanism also may play a role in cancer development. As an idea that<br />

ADMA may have a role in cancer development, it would be important to inhibit<br />

ADMA synthesis and therefore removing of NO inhibition. This stage may have<br />

a starting point to develop possible new agents for the cancer prevention or treatment.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-204<br />

Mycobacterium Brumae Hücre Duvarı Bileşenlerinin HPLC İle İncelenmesi<br />

Zeliha ERTÜRK 1 , Esra BÜBER 1 , Ömür ÇELİKBIÇAK 2 , Bekir SALİH 2 ,<br />

N. Leyla AÇAN 1<br />

Hacettepe Üniversitesi, 1Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı,<br />

2Fen Fakültesi, Fizikokimya Bölümü, Ankara<br />

Mycobacterium brumae patojen olmayan ve hızlı üreyen bir mikobakteri suşudur.<br />

Bu suştan elde edilen hücre duvarı ekstrelerinin insan makrofaj hücrelerinde tümör<br />

nekroz faktörü alfa ve interlökin 12 salınımını uyardığı ve insan mesane tümörü<br />

hücrelerinde sitotoksik etkisi olduğu gösterilmişti. Bu çalışmada M. brumae hücre<br />

duvarı ekstresinin HPLC ile daha ileri düzeyde ayrıştırılması ve immün stimülan<br />

aktiviteden sorumlu fraksiyonların incelenmesi amaçlanmıştır. Ters faz ve iyon<br />

değiştirici kolonlarda ayrıştırılan örneklerin MALDI-MS analizleri yapılmış ve<br />

tümör nekroz faktörü alfa salınımı aktiviteleri ELISA tekniği ile incelenmiştir.<br />

Molekül ağırlığı 1800 Da ve 3000 Da civarında olan yapıların immün stimülan<br />

aktiviteye sahip oldukları görülmüştür. Bu yapılar mesane tümörü tedavisinde<br />

etkili olabilecek bir ilaç geliştirilmesinde yararlı olabilir. (Bu çalışma Sanayi<br />

ve Ticaret Bakanlığı’nın TUBİTAK kanalıyla desteklediği SBAG-SANTEZ-5-<br />

105S361 No.lu projenin bir bölümüdür.)<br />

P-204<br />

Investigation Of Cell Wall Components Of Mycobacterium Brumae By<br />

HPLC<br />

Zeliha ERTÜRK 1 , Esra BÜBER 1 , Ömür ÇELİKBIÇAK 2 , Bekir SALİH 2 ,<br />

N. Leyla AÇAN 1<br />

Hacettepe University, 1Faculty of Medicine, Department of Medical<br />

Biochemistry, 2Faculty of Science, Department of Physical Chemistry, Ankara<br />

Mycobacterium brumae is a nonpathogenic and a rapid growing mycobacterial<br />

strain. The cell wall extracts of it was shown to cause secretion of tumor necrosis<br />

factor alpha and interleukin 12 from human macrophage cells and has cytotoxic<br />

activity on human bladder tumor cells. This work aims the further analysis of the<br />

cell wall extracts of M. brumae by HPLC and investigate the fractions responsible<br />

of immune stimulating activity.The samples fractionated by reverse phase and<br />

ion exchange columns were investigated by MALDI -MS, and tumor necrosis<br />

factor alpha secreting activity of the fractions were measured by ELISA. As a<br />

result component with a molecular weight of ca 1800 Da and a component with a<br />

molecular weight of ca 3000 Da were detected to have immunostimulating activities.<br />

These components may be useful in developing novel chemotheraputics for<br />

the treatment of bladder tumors. (This work is the part of a project supported by<br />

Ministry of Industry and Trade through TUBITAK, Project No. SBAG-SANTEZ-<br />

5-105S361.)<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-205<br />

Akciğer Ve Meme Kanserli Hasta Serumlarında Tümör Nekroz Faktör-Α Ve<br />

Epidermal Büyüme Faktörü Düzeyleri<br />

Melike EROL DEMİRBİLEK 1 , H.Ferhan KÖMÜRCÜ 2 , Nedret KILIÇ 3<br />

P-205<br />

Tumor Necrosis Factor-Α And Epidermal Growth Factor Levels In Serum<br />

Of Patients With Lung And Breast Cancer<br />

Melike EROL DEMİRBİLEK 1 , H.Ferhan KÖMÜRCÜ 2 , Nedret KILIÇ 3<br />

CONTENTS<br />

1Aksaray Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Aksaray<br />

2 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Ankara<br />

3Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya AD, Ankara<br />

melikerol@yahoo.com<br />

1Aksaray University, School of Health, Aksaray<br />

2 Ankara Ataturk Training and Research Hospital, Neurology Division, Ankara<br />

3Gazi University, Medicine Faculty, Medical Biochemistry Division, Ankara<br />

melikerol@yahoo.com<br />

Epidermal büyüme faktörü (EGF), tirozin kinaz aktivitesini uyaran ve fosforilasyon<br />

reaksiyonlarını başlatan mitojenik bir polipeptittir. Böylece DNA replikasyonu<br />

ve hücre bölünmesi uyarılmış olur. Birçok çalışmada, kanser hastalarında yüksek<br />

EGF düzeylerine rastlanmıştır. Tümör nekroz faktör-a(TNF-a), tümör hücrelerinin<br />

gelişimini, çoğalmasını önler ve hücrelerin yıkımını sağlar. Büyüme faktörlerinin<br />

hücre bölünmesi için aktive ettiği mekanizmaları inhibe eder, hatta reseptörlerin<br />

inaktive edilmesini sağlayarak veya hücre bölünmesi sağlayacak sinyallerin<br />

iletilmesini engelleyerek büyüme faktörlerini down-regüle edebilir. Bu çalışmada<br />

akciğer ve meme kanserli hastaların serumlarında TNF-a ve EGF düzeylerini<br />

ve aralarındaki korelasyonu araştırmak amaçlandı. Çalışmamızda 10 kontrol, 20<br />

akciğer ve 20 meme kanserli hasta serumları kullanıldı. Serumlar çalışılana kadar<br />

-80˚C’de muhafaza edildi ve Elisa yöntemiyle TNF-a ve EGF düzeyleri ölçüldü.<br />

Sonuçlar pg/ml olarak verildi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, akciğer<br />

kanserli hasta serumlarında düşük TNF-a düzeyleri istatistiksel olarak anlamsız,<br />

yüksek EGF düzeyleri anlamlı bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-206<br />

Advanced Oxidation Protein Product (AOPP) için Yöntem Karşılaştırılması<br />

Osman OĞUZ 1 , Berrin Berçik İNAL 1 , Ciğdem TOPKAYA 1 , Türker EMRE 2 ,<br />

Esma ALTUNOĞLU 3 , Aram ASLAN 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

P-206<br />

Comparison of Method for Advanced Oxidation Protein Product (AOPP)<br />

Osman OĞUZ 1 , Berrin Berçik İNAL 1 , Ciğdem TOPKAYA 1 , Türker EMRE 2 ,<br />

Esma ALTUNOĞLU 3 , Aram ASLAN 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

CONTENTS<br />

1Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya<br />

Laboratuvarı, İstanbul<br />

2 Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nefroloji Kliniği,<br />

İstanbul<br />

3 Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç hastalıkları<br />

Kliniği, İstanbul<br />

berrin_inal@yahoo.com<br />

.AOPP ilk defa Witko-Sarsat ve arkadaşları tarafından kronik üremik hastalarda<br />

tanımlanan oksidatif bir protein hasarı belirtecidir. Çalışmalarında molekül yarı<br />

otomatize end-point bir yöntemle ölçülmüştür. Daha sonra AOPP ölçümü için<br />

kinetik bir yöntem geliştirilmiştir. Biz çalışmamızda DM II hastalarında bu iki<br />

yöntemi karşılaştırmayı, AOPP plazma reaktivitesinden sorumlu anahtar molekül<br />

olarak sunulan fibrinojen düzeyi ile korelasyonlarını araştırmayı amaçladık.<br />

Bu çalışmaya diabet ve nefroloji polikliniğine başvuran HbA1c seviyesi 7 g/dL<br />

ve üzerinde olan 93 hasta (36 kadın/ 57 erkek) alındı. Örnekler EDTA ve sitrat<br />

içeren antikoagülanlı tüplere alındı. Her iki yöntem Abbott Aeroset cihazına<br />

aplike edilerek aynı zamanda çalışıldı. Impresizyon çalışmaları NCCLS EP-5<br />

A2 protokolüne göre yapıldı. Korelasyonlar Microsoft Excel ve SPSS 11.5; Imprezisyon<br />

EP Evaluator® programı ile değerlendirildi. Kinetik ve end-point yöntemler<br />

arasında anlamlı korelasyon vardı (EDTA’lı örneklerde; r=0,449, sitratlı<br />

örneklerde; r=0,412 p=0,0001). Konsantrasyonu 27,7 U/L olan EDTA’lı örnek<br />

havuzunda kinetik yöntemin çalışma içi, çalışma arası ve total CV’leri sırasıyla;<br />

%1,4, %9,4 ve %10,2; konsantrasyonu 64,1 U/L olan sitratlı örnek havuzunda<br />

kinetik yöntemin çalışma içi, çalışma arası ve total CV’leri sırasıyla %3,6, %7 ve<br />

%8,0 olarak bulundu. Kinetik yöntemde AOPP ile fibrinojen arasında güçlü ve<br />

anlamlı bir korelasyon bulurken ( r= 0,644; p= 0,0001); end-point yöntemde ( r=<br />

0,060; p>0,05) bu tür bir ilişki bulamadık.<br />

Kinetik yöntem otomasyonu kolay, basit ve ucuz olması nedeniyle oksidatif stres<br />

araştırmalarına ilgi duyan rutin klinik biyokimya laboratuvarlarında kullanılabilir.<br />

1Ministry of Health Istanbul Education and Research Hospital, Department of<br />

Biochemistry, Istanbul<br />

2Ministry of Health Istanbul Education and Research Hospital, Department of<br />

Nefrology Istanbul<br />

3Ministry of Health Istanbul Education and Research Hospital, Department of<br />

Internal Medicine, Istanbul<br />

AOPP was firstly described as an oxidative protein marker in chromic uremic<br />

patients by Witko-Sarsat et al. In their study, the molecule was measured with<br />

semi-automatic end-point method. Subsequently the kinetic method was introduced<br />

for AOPP assay. In our study ,we aimed to compare this two methods and<br />

to investigated correlation with fibrinogen which is the key molecul responsible<br />

for human plasma AOPP reactivity in patients with DM II.<br />

This study involved 93 DM II patients (36 women/57 men), who have HbA1c level<br />

7g/dL and above, admitted to diabetes and nephrology department. The samples<br />

were collected in EDTA and in citrate anticoagulated tubes. Both methods were<br />

adapted in Aeroset autoanalyser and studied at the same time . Impresicion studies<br />

were done according to NCCLS EP-5 A2 protocol. Correlations were done using<br />

Microsoft Excel and SPSS 11.5; imprecision was evuluated using EP Evaluator®.<br />

There were significant correlations between kinetic and end-point methods<br />

(in EDTA groups ;r=0.449, in citrate groups; r=0.412; p=0.0001). Within run,<br />

between run and total CV were 1.4%, 9.4 % and 10.2 % in EDTA sample pool of<br />

27.7 U/L concentration; 3.6 %, 7 % ve 8.0 % in citrate sample pool of 64.1 U/L<br />

concentration respectively. There was a significant correlation between AOPP<br />

and fibrinogen levels (r= 0.644;p=0.0001) for kinetic method but no significant<br />

correlations was found in end-point method.<br />

.Since this kinetic method is easy for automation, simple and inexpensive, it can be<br />

used in routine clinical biochemistry laboratories interested in oxidative stres .<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-207<br />

Serviks Dokusunda Hidroksiprolin / Kollajen İçeriği Ve Gebeliğin İlk Üç<br />

Ayındaki Değişimi<br />

Asuman GEDİKBAŞI 2 , Murat GİRİŞ 1 , Oğuz ARSLAN 3 , Ali GEDİKBAŞI 3 ,<br />

Ali İsmet TEKİRDAĞ 3 , Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1<br />

P-207<br />

The Hydroxyproline / Collagen Content In Cervical Tissue And Changes<br />

During First Trimester<br />

Asuman GEDİKBAŞI 2 , Murat GİRİŞ 1 , Oğuz ARSLAN 3 , Ali GEDİKBAŞI 3 ,<br />

Ali İsmet TEKİRDAĞ 3 , Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1<br />

CONTENTS<br />

1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

2Bakırköy Dr. Sadi Konuk Araştırma ve Eğitim Hastanesi, Biyokimya Bölümü,<br />

Bakırköy, İstanbul<br />

3Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Bakırköy, İstanbul<br />

asugedikbasi@yahoo.com<br />

Serviksin gebelik süresince uygun ve zamanlı yeniden yapılanması, başarılı bir<br />

doğum için anahtar rol oynar. Bu kapalı ve sert servikal yapının, doğum sırasında<br />

yeterli açıklığa ulaşması, doğum eyleminin başlamasından çok önce başlayan<br />

aktif ve dinamik bir süreçtir. Dokuların bu ilerleyici uyumu, gebeliğin erken<br />

döneminde başlayan ve doğum sırasında en fazla gerginlik kaybının görüldüğü,<br />

biyomekanik ölçümler ile de onaylanmıştır. Kollajen servikste en fazla bulunan<br />

protein olup, miktarı, sentezdeki değişiklikler, posttranslasyonel değişiklikler, fibrillerin<br />

bir araya gelmesi ve yıkımı ile farklılık gösterebilmektedir. Bu çalışmada,<br />

gebeliğin ilk üç ayında abortus yapan kadınların (7-9 hafta ve 9 hafta üstü) serviks<br />

dokularında kollajen içeriği ve değişimi değerlendirildi. Kollajen miktarı, dolaylı<br />

bir şekilde, dokuların hidrolizi ile hidroksiprolin miktarının kolorimetrik ölçümü<br />

ile değerlendirildi Sonuç olarak her iki grubun da hidroksiprolin içeriği kontrol<br />

grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-208<br />

Sıçan Böbreğinde Dimetilarginin Dimetilaminohidrolaz (Ddah) Enzim<br />

Aktivitesinin Belirlenmesi için Kolorimetrik Bir Yöntem<br />

Emel ÇAĞLAR YILDIZ, İsmail KURT, M. Kemal ERBİL<br />

P-208<br />

A Colorimetric Method For The Determination Of Dimethylarginine<br />

Dimethylaminohydrolase (Ddah) Activity In Rat Kidney<br />

Emel ÇAĞLAR YILDIZ, İsmail KURT, M. Kemal ERBİL<br />

CONTENTS<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Etlik, Ankara<br />

Böbrekte çok miktarda bulunan dimetilarjinin dimetilaminohidrolaz enzimi<br />

(DDAH; E.C.3.5.3.18) nitrik oksit metabolizmasında rol oynayan düzenleyici<br />

bir enzimdir ve asimetrik dimetilarjininin (ADMA)’in, L-sitrüllin’ e yıkımını<br />

kataliz eder. Bu çalışmada, sıçan böbreği DDAH enzim aktivitesinin ölçümü için<br />

Prescott-Jones’ in ölçüm yöntemi modifiye edildi. Sıçanlar servikal dislokasyonla<br />

öldürüldükten sonra böbrekler çıkartılarak salin içerisine alındı ve sodyum fosfat<br />

tamponu ile homojenize edildi. Homojenatlar 37 ºC su banyosunda üreaz<br />

ile 15 dakika, daha sonra substrat (1 mM ADMA) ile 45 dakika inkübe edildi.<br />

DDAH aktivitesi ölçümünde, ürenin diasetil monoksimle pozitif reaksiyon vermesi<br />

nedeniyle ortamdan uzaklaştırılması için üreaz kullanıldı. DAMO çözeltisi<br />

serbest L-sitrüllinin yanında proteine bağlı L-sitrüllini de ölçebildiği için sülfosalisilik<br />

asit (%4) ile deproteinizasyonun gerekli olduğu bulundu.Renk geliştirici<br />

ajan olarak sülfoferrik antipirin-diasetil monoksim karışımı kullanıldı. Sonra renk<br />

geliştirici çözelti supernatana eklendi ve 60 ºC’de 110 dakika karanlıkta inkübe<br />

edildi. Oluşan renkli kompleksin spektrofotometrede 466 nm’de verdiği absorbans<br />

ölçüldü. Bir DDAH enzim ünitesi, 37 °C sıcaklıkta 1 dakika sürede ADMA’<br />

dan 1 µmol sitrüllin oluşumunu katalizleyen enzim miktarı olarak tanımlandı.<br />

Doku protein içeriği Lowry yöntemi ile ölçülerek spesifik aktivite ünite/mg protein<br />

olarak ifade edildi. Sonuç olarak, böbrek doku DDAH aktivitesinin belirlenmesinde<br />

kullanılan bu kolorimetrik yöntem basit, hızlı ve pahalı olmayan bir yöntemdir.<br />

Gulhane Military Medical Academy, Department of Medical Biochemistry, Etlik,<br />

Ankara<br />

Dimethylarginine dimethylaminohydrolase (DDAH; E.C. 3.5.3.18) is regulatory<br />

enzyme which plays a role in nitric oxide metabolism and catalyzes breakdown<br />

of asymmetric dimethylarginine (ADMA) to L-citrulline, is present in large quantities<br />

in kidney. In this study, we modified Prescott-Jones method to measure<br />

rat kidney DDAH enzyme activity . Rats were killed by cervical dislocation, the<br />

kidneys were collected in saline and homogenized with sodium phosphate buffer.<br />

Homogenates were preincubated with urease for 15 minutes, and incubated<br />

with substrate ADMA for 45 minutes in 37 ºC water bath. The use of urease in<br />

DDAH determination is necessary to elimination of urea from the assay, because<br />

urea produces positive reaction with diacetyl monoxime (DAMO). Deproteinization<br />

with sulfosalicylic acid (%4) was found to be essential, because the DAMO<br />

reagent can detect protein-bound L-citrulline as well as free L-citrulline that is<br />

important for our assay. We used sulphoferric-antipyrine-DAMO mixture as color<br />

development reagent which was added to supernatant and incubated 60 ºC water<br />

bath for 110 min in the dark. The colored complex was measured by spectrophotometer<br />

at 466 nm. One unit of enzyme is defined as the amount of enzyme that<br />

catalyzes the formation of 1 μmol of L-citrulline from ADMA per min at 37 ºC.<br />

Protein was determined by the method of Lowry. Specific activity is expressed<br />

as units/mg protein. This colorimetric assay is simple, rapid, nonradioactive and<br />

inexpensive method for detection of renal tissue DDAH activity.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-209<br />

Dimetilarginin Dimetilaminohidrolaz (DDAH) Enziminin Sıçan<br />

Böbreğinden Saflaştırılması Ve Karakterizasyonu<br />

Emel ÇAĞLAR YILDIZ, İsmail KURT, M. Kemal ERBİL<br />

P-209<br />

Purification And Characterization Of Dimethylarginine<br />

Dimethylaminohydrolase Enzyme (DDAH From Rat Kidney<br />

Emel ÇAĞLAR YILDIZ, İsmail KURT, M. Kemal ERBİL<br />

CONTENTS<br />

Gulhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Etlik, Ankara<br />

Böbrekte çok miktarda bulunan Dimetilarjinin dimetilaminohidrolaz enzimi<br />

(DDAH; E.C.3.5.3.18), Asimetrik dimetilarjininin (ADMA)’in, L-sitrüllin ve dimetilamine<br />

metabolizmasını katalizleyen bir enzimdir. Bu çalışmada; DDAH enzimi,<br />

sıçan böbreğinden amonyum sülfatla çöktürme, Sephacryl S-200, QAE-Sephadex<br />

A-50, Phenyl-Sepharose ve MMA-Sepharose kromatografisi kullanılarak<br />

%28 verim ve 260.03x10-3 U/mg protein’lik spesifik aktivite ile saflaştırılmıştır.<br />

Enzimin saflık kontrolü sodyum dodesil sülfat-poliakrilamid jel elektroforezi<br />

(SDS-PAGE) ile yapılmıştır. DDAH enziminin molekül ağırlığı SDS-PAGE ile<br />

33560 dalton, Sephacryl S-200 jel filtrasyonu ile 35870 dalton olarak bulunmuştur.<br />

Enzimin optimum pH’sı 6.5 olarak saptanmıştır. DDAH enzim stabilitesi üzerine<br />

sıcaklığın (0-80°C) etkisi incelenmiş, enzim aktivitesinin 40°C’ye kadar zamanla<br />

arttığı gözlenmiştir. Sıçan böbreği DDAH enziminin optimum sıcaklığı<br />

37 °C olarak bulunmuştur. Arrhenius eğrisinden, enzimin aktivasyon enerjisi<br />

(Ea) 38,845 kJ/mol, aktivasyon entalpisi (DH) 38,703 kJ/mol ve sıcaklıkla aktivite<br />

artma faktörü Q10 ise 1.63 olarak hesaplanmıştır. Enzimin kinetik analizi<br />

yapılmış, ADMA için Km değeri 0.21 mM, DDAH’ın maksimum hızı (Vmax)<br />

0.48 U/mg protein olarak bulunmuştur. Hill grafiklemesinden yararlanılarak enzimin<br />

ADMA için Hill sabiti (h) 0.74 olarak bulunmuş ve enzimin substratı ile<br />

negatif kooperativite gösterdiği saptanmıştır. Sıçan böbreği DDAH enziminin<br />

kcat ve V0 değerleri sırayla 0.165 s-1 ve 786 M-1s-1 olarak hesaplanmıştır. Bu<br />

çalışma literatürlere göre Türkiye’ de DDAH enziminin saflaştırıldığı ilk çalışma<br />

özelliğini taşımaktadır. NO-ADMA-Homosistein metabolizmalarının regülasyonunda<br />

kilit enzimlerden biri olan DDAH enziminin karakteristik özelliklerinin<br />

bilinmesinin özellikle kardiyovasküler, serebrovasküler, renal ve pulmoner<br />

hastalıkların tedavisinde yeni görüş ve yaklaşımların olgunlaşmasında ve yeni<br />

ilaçların bulunmasında yardımcı olabileceği düşünülmektedir.<br />

Gulhane Military Medical Academy, Department of Medical Biochemistry, Etlik,<br />

Ankara<br />

Purification and Investigation of Kinetic Properties of Dimethylarginine Dimethylaminohydrolase<br />

Enzyme (DDAH) Dimethylarginine dimethylaminohydrolase<br />

(DDAH; E.C. 3.5.3.18) enzyme which catalyzes asymmetric dimethylarginine<br />

(ADMA) metabolism forming L-citrulline and dimethylamine presents in large<br />

quantities in the kidney. In this project, rat kidney derived DDAH enzyme purification<br />

has been accomplished by using Sephacryl S-200, QAE-Sephadex A-50,<br />

Phenyl-Sepharose, MMA-Sepharose chromatographies following ammonium<br />

sulfate precipitation, with 28% yield and determined to have a specific activity<br />

of 260.03 x 10-3 units per milligram protein. Purity was controlled by Sodium<br />

dodecyl sulfate-polyacrylamide gel electrophoresis (SDS-PAGE). The molecular<br />

weight of DDAH was found to be 33560 daltons by SDS-PAGE and 35870 daltons<br />

by Sephacryl S-200 gel filtration. The optimum pH of the enzyme was 6.5.<br />

Effect of temperature on DDAH stability was investigated between 0-80 °C. Rat<br />

kidney DDAH enzyme activity was shown to increase up to 40 °C and the optimum<br />

temperature for the enzyme was 37 °C. From Arrhenius plot, Ea, ΔH and<br />

Q10 were found to be 38,845 kJ/mole, 38,703 kJ/mole and 1.63, respectively. As<br />

the kinetic parameters, Km value for ADMA was 0.21 mM and Vmax value for<br />

DDAH was 0.48 U/mg protein. The Hill constant for ADMA was 0.74 (h < 1.00)<br />

and the enzyme showed negative cooperativity with its own substrate. kcat and<br />

V0 values of the rat kidney DDAH were found as 0.165 s-1 and 786 M-1s-1, respectively.<br />

According to literature, this is the first study covering DDAH enzyme<br />

purification in Turkey. Characterization of DDAH enzyme which was shown to<br />

have key role in regulation of NO-ADMA-Homocysteine metabolism may provide<br />

new insights into management of cardiovascular, cerebrovascular, renal and<br />

pulmonary disorders; moreover, this approach may pose novel treatment models<br />

for these pathologies.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-210<br />

Asatilsalisilk Asit (ASA)\’Nın Pankreas Beta Hücre Fonksiyonu, İnsülin<br />

Rezistansı Ve Serum Proteinlerine Etkisi<br />

Serkan ŞEN, Sefa ÇELİK, Ömer HAZMAN<br />

P-210<br />

The Effect Of Acetylsalicylic Acid (Asa) On Pancreas Beta Cell Function,<br />

Insulin Resistance And Serum Protein Levels<br />

Serkan ŞEN, Sefa ÇELİK, Ömer HAZMAN<br />

CONTENTS<br />

1Temel Tıp Bilimleri, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon<br />

2Veteriner Hekimlik ve Temel Bilimler, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon<br />

1 Medical Sciences, Afyon Kocatepe University, Afyon<br />

2 Veterinary Basic Sciences, Afyon Kocatepe University, Afyon<br />

Gerek diyabette trombositlerin hiperaktif olması ve gerekse aterosklerozun diyabetiklerde<br />

çok sık görülmesi sebebiyle diyabetik hastalarda aspirin kullanımının<br />

önemi büyüktür. Çalışmada 24 adet Wistar cinsi erkek rat Kontrol, ASA-Kontrol,<br />

Diyabet ve ASA-Diyabet olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Diyabet modeli obez<br />

ratlara STZ enjeksiyonu (30mg/kg, çift enjeksiyon) ile oluşturulmuştur. ASA ise<br />

ASA-Kontrol ve ASA-Diyabet gruplarına gavaj ile 150 mg/kg dozda 5 hafta oral<br />

olarak verilmiştir. Beta hücre fonksiyonunun göstergesi olarak HOMA-b (Homeostasis<br />

Model Assesment Beta Cell Function) ve insülin rezistansının göstergesi<br />

olarak HOMA-IR (Homeostasis Model Assesment İnsülin Resistans) indeksleri<br />

kullanılmıştır. HOMA-b ve HOMA-IR indekslerinin belirlenmesinde açlık kan<br />

şekeri ölçümleri Accu Check Go cihazı kullanılarak ve açlık insülin düzeyleri ise<br />

ELISA kitleriyle yapılmıştır. ASA’nın serum proteinleri üzerine etkisini belirlemek<br />

adına Helena Biosciences Protein Elektroforez kiti kullanılmıştır. Serum Protein<br />

Elektroforezi öncesinde ratlarda herhangi bir akut inflamasyonun olup olmadığını<br />

göstermek adına serum CRP düzeyleri ölçülmüştür. ASA uygulamaları sonucunda<br />

alfa2 ve beta bantları açısından gruplar arasında farklılığa rastlanılmazken;<br />

alfa1 bandı açısından gruplar arasında farklılık olduğu ve ASA-diyabet grubunda<br />

diyabet grubuna nazaran alfa1 bandının azaldığı gözlemlenmiştir. Albumin<br />

bantları açısından ASA-Kontrol ve diyabet grupları arasında istatistiki bir<br />

farklılığa rastlanılmazken; ASA-Diyabet, Diyabet ve ASA-Kontrol gruplarında<br />

Kontrol grubuna nazaran yüksek albumin bantlarına rastlanılmıştır. HOMA-b<br />

ve HOMA-IR indeksleri açısından ASA uygulanan gruplar ile uygulanmayan<br />

gruplar arasında farklılığın olmadığı tespit edilmiştir. Ancak açlık kan şekerleri<br />

bakımından ASA-Diyabet grubunda diyabet grubuna nazaran düşüşün olduğu<br />

gözlemlenmiştir. ASA’nın bu etkisinin altında yatan nedenin ise HOMA-b ve<br />

HOMA-IR indekslerinde meydana getirdiği iyileşmeler ile olmadığı sonucuna<br />

varılmıştır. Bu doğrultuda ASA’nın hipoglisemik etkinliğinin altında yatan<br />

nedenin farklı bir etkiden kaynaklanabileceği düşünülmüştür.<br />

Acetylsalicylic acid (ASA) treatment in diabetic patients is very important owing<br />

to increasingly hyperactivity thrombocytes and atherosclerosis 24 rats were<br />

randomly divided in four groups: Control, ASA Control, Diabetic and ASA Diabetic,<br />

diabetes was induced by STZ treatment (30 mg/kg, twice injection) in<br />

obese rats. ASA (150mg/kg, bw,orally) was treated for five weeks in ASA Control<br />

and ASA Diabetic groups. HOMA-b (Homeostasis Model Assesment Beta<br />

Cell Function) and HOMA-IR (Homeostasis Model Assesment İnsülin Resistans)<br />

were used insulin resistance respectively. In these analysis, fasting blood glucose<br />

levels were analysed by strip-test technique and insulin levels were determined by<br />

ELISA technique. The effect of ASA on serum protein levels were analysed by<br />

electrophoresis used Helena Biosciences Protein Electophoresis kit. Serum levels<br />

were determined for showing the acute inflammation before protein electrophoresis.<br />

No significant changes in alpha2 and beta bands were determined between<br />

groups, but alpha1 band level was decreased in ASA diabetic group compared<br />

with diabetic group. Albumin band was significantly higher in ASA-diabetic, diabetic<br />

and ASA-control groups than Control group. No significant changes were<br />

detected in albumin band level between ASA-Control and diabetic groups. ASA<br />

treatments didn’t effect the HOMA-b and HOMA-IR indexess, but decreased the<br />

fasting blood glucose levels. It was suggested that blood glucose-decreasing effect<br />

of ASA isn’t relatedwith HOMA-b and HOMA-IR indexes. At the and of this<br />

study, it might be said that an another factor may be effective in hypoglysemic<br />

effect of ASA.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-211<br />

Graves Hastalığında Çeşitli Adhezyon Moleküllerinin Gen Polimorfizmlerinin<br />

İncelenmesi<br />

Müge KANMAZ-ÖZER 1 ,Alkın KUMRAL 1 , Sevgin DEĞİRMENCİOĞLU 1 ,<br />

Ayşenur ÖZDERYA 2 , Berrin KARADAĞ 2 , Pervin VURAL 1 ,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1 , Müjdat UYSAL 1<br />

P-211<br />

The Investigation of Various Adhesion Molecules Gene Polymorphisms in<br />

Graves Disease<br />

Müge KANMAZ-ÖZER 1 ,Alkın KUMRAL 1 , Sevgin DEĞİRMENCİOĞLU 1 ,<br />

Ayşenur ÖZDERYA 2 , Berrin KARADAĞ 2 , Pervin VURAL 1 ,<br />

Semra DOĞRU-ABBASOĞLU 1 , Müjdat UYSAL 1<br />

CONTENTS<br />

1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, İstanbul<br />

2Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Dahiliye Kliniği, İstanbul<br />

dr.alkinkumral@yahoo.com<br />

dr.alkinkumral@yahoo.com.tr<br />

1Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

Istanbul<br />

2Şişli Etfal Education and Research Hospital 2.Internal Medicine Clinic,<br />

İstanbul<br />

Graves hastalığı (GH) tiroid bezinin en sık görülen otoimmün hastalıkları arasında<br />

yer almaktadır. Etyopatogenezi tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, kronik<br />

inflamasyon ve endotel harabiyetinin önemli olabileceği düşünülmektedir. Endotel<br />

tabakası çeşitli otokrin ve parakrin faktörler salgılayarak vasküler homeostazın<br />

regülasyonunu sağlar. Vasküler hücre adhezyon molekülü-1 (VCAM-1) ve E-<br />

selektin gibi adhezyon molekülleri bu maddeler arasında yer alır ve endotel hasarı<br />

olan bölgelerde lökosit birikmesine neden olmaktadır. VCAM-1 ve E-selektin gen<br />

polimorfizmleri ile bu proteinlerin ekspresyonları arasında ilişki tanımlanmıştır.<br />

Çalışmamızda VCAM-1 (-832 C/T) ve E-selektin (561 A/G) polimorfizmlerinin<br />

GH için bir risk faktörü olup olmadığını incelemek istedik.<br />

Çalışmamıza önceden tanısı konmuş 55 GH ve 60 sağlıklı kontrol dahil edildi.<br />

Periferik kan lökositlerinden genomik DNA izolasyonu yapıldı. VCAM-1 (-832<br />

C/T) ve E-selektin (561 A/G) gen polimorfizmleri real-time PCR yöntemi ile<br />

gerçekleştirildi. GH ile yukarıda bahsedilen gen polimorfizmler arasında istatiksel<br />

olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı.<br />

Sonuç olarak, VCAM-1 (-832 C/T) ve E-selektin (561 A/G) gen polimorfizmleri<br />

GH için bir risk oluşturmamaktadır. Bununla birlikte örnek sayısı arttırılarak<br />

bulgularımız desteklenecektir.<br />

Graves disease (GD) is one of the most common autoimmune disorders of thyroid<br />

gland. The etiopathogenesis of GD has not been clearly elucidated although the<br />

role of chronical inflammation and endothelial damage has been established. Secreting<br />

various autocrine and paracrine substances endothelium provide the regulation<br />

of vascular homeostasis. Adhesion molecules such as vascular cell adhesion<br />

molecule (VCAM-1) and E-selectin are among these factors causing acummulation<br />

of leukocytes in damaged endothelial areas. There are relationships between<br />

VCAM-1 and E-selectin gene polymorphisms and their protein expressions. In<br />

our study, we wanted to investigate the relationship between GD and VCAM1<br />

(-832 C/T) and E-selectin (561 A/G) polymorphisms.<br />

55 patients with GD and 60 healthy controls were included in the study. Genomic<br />

DNA isolation was performed from peripheral blood leukocytes. VCAM-1 and<br />

E-selectin polymorphisms were investigated by real-time PCR. There was no significant<br />

relationship between above mentioned polymorphisms and GD.<br />

In conclusion, VCAM1 (-832 C/T) and E-selectin (561 A/G) polymorphisms are<br />

not risk factors for GD. However, greater number size will support our findings.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-212<br />

Stromal Hücre-Türevi Faktör 1 Genetik Varyantının Preeklampsi<br />

Etyolojisinde Rolü<br />

Bedia AĞAÇHAN 1 , Figen GÜRDÖL 2 , Selçuk DAŞDEMİR 1 ,<br />

Ümmühan ÖZTÜRK 2 , Elif İŞBİLEN 2<br />

P-212<br />

Association of the stromal cell-derived factor (SDF-1) gene G801A variant<br />

with preeclampsia<br />

Bedia AĞAÇHAN 1 , Figen GÜRDÖL 2 , Selçuk DAŞDEMİR 1 ,<br />

Ümmühan ÖZTÜRK 2 , Elif İŞBİLEN 2<br />

CONTENTS<br />

1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Biyokimya AD, İstanbul<br />

2İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Enstitüsü<br />

Moleküler Tıp AD, İstanbul<br />

u_kadioglu@mynet.com<br />

Kemokinler ve kemokin reseptörleri organizmada immün yanıt ve inflamatuar<br />

reaksiyonlarda lökosit aktivasyonunun düzenlenmesinden sorumlu ligand-reseptör<br />

ailesidir. Özgün pleiotropik fonksiyonları olan ve kök /progenitör hücre<br />

kemotaksisinde önemli rol oynayan stromal hücre-türevi faktör 1 [stromal cellderived<br />

factor-1 (SDF1); CXC kemokin ligand-12 (CXCL12)] ve reseptörü<br />

CXCR4, embriyo/organ gelişimi ve doku rejenerasyonu için temel bir ligand-reseptör<br />

aksı oluşturur. Preeklampside immün sistem adaptasyonunda bozukluk ve<br />

sistemik inflamasyonun varlığı gösterilmiş olmakla beraber, saptanan immünolojik<br />

değişikliklerle hastalığın sebep-sonuç ilişkisi net değildir.<br />

Kemokinlerin preeklampsi etyolojsindeki rolünü araştıran diğer çalışmalarımızın<br />

devamı olan bu çalışmada SDF-1 genindeki G801A (guanin-adenin) mutasyonunun<br />

preeklamptik olgulardaki dağılımı incelenmiştir. 47 preeklamptik ve 54<br />

sağlıklı olguda polimorfizm PCR-RFLP yöntemi ile çalışılmış; hasta grubunda<br />

AA, AG ve GG genotip frekansları sırasıyla %14.9, %57.4, %27.7 iken; kontrol<br />

grubunda %3.7, %40.7, %55.6 olarak bulunmuştur (p=0.008). Hasta grubunda<br />

A alleli taşıyan birey sayısının (%72 ve %44, p=0.005, k 2 :7.99, OR:3.26, %95<br />

CI: 1.41-7.53) ve polimorfik AA genotipinin (%14.9 ve %3.7, p=0.049, k 2 =3.87,<br />

OR:4.55, %95 CI: 0.89-23.1) kontrol grubundakinden yüksek olduğu görülmüştür.<br />

Kromozom 10’da bulunan SDF-1geninde G801A mutasyonunun SDF-1 ekspresyon<br />

hızını arttırdığı bildirilmiştir. Çalışmamızda plazma SDF-1 düzeyleri<br />

ölçülmemiştir. Ancak polimorfik genotipleri taşıyan bireylerde SDF-1 sentezinin<br />

artmış olduğu ve bunun preeklampsideki inflamatuvar proçeslerde rol oynadığı<br />

düşünülebilir.<br />

1 Istanbul University, Institute for Experimental Medicine, Department of<br />

Molecular Medicine, Istanbul<br />

2 Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of<br />

Biochemistry, Istanbul .<br />

u_kadioglu@mynet.com<br />

Chemokines and their G-protein-coupled receptors are the major regulators of cell<br />

trafficking which is essential in immune response and inflammatory processes.<br />

Stromal cell-derived factor-1 [SDF-1, CXC chemokine ligand-12 (CXCL12)] and<br />

its receptor CXCR4 play an important role during embryo/organogenesis and tissue<br />

regeneration. Although maladaptation of immune system and systemic inflammation<br />

are known to be involved in the pathogenesis of preeclampsia, the impact<br />

of immunological alterations on the etiology of disorder is not well-defined.<br />

As a part of the previous work carried out in our laboratory, we aimed to examine<br />

the association of G801A mutation on SDF-1 gene with preeclampsia. The polymorphism<br />

was genotyped in 47 preeclamptic and 54 controls who had been unaffected<br />

by preeclampsia in previous pregnancies. Genotyping was performed with<br />

the polymerase chain reaction-RFLP. Statistical evaluations were made using the<br />

chi-square test. Fisher’s exact test was used when appropriate. In preeclamptic<br />

group, AA, AG and GG genotype distributions were 14.9%, 57.4%, 27.7% respectively,<br />

while a distribution of 3.7%, 40.7%, 55.6% in the same order was<br />

seen in the control group (p=0.008). The number of A allele carriers was significantly<br />

high in the preeclamptic group (p=0.005), and the number of AA bearers<br />

was also higher than that in the control group (p=0.049). It is concluded that the<br />

increased synthesis of SDF-1 protein due to G801A polymorphism may have an<br />

impact on ongoing inflammatory process in preeclampsia.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-213<br />

CYP1B1 Geninde Saptanan Yeni Mutasyonların Protein Stabilitesine<br />

Etkisinin Araştırılması<br />

Şefayet KARACA<br />

P-213<br />

Investigation Of The Effect Of Novel CYP1B1 Mutations On Protein<br />

Stability<br />

Şefayet KARACA<br />

CONTENTS<br />

Sağlık Yüksekokulu, Aksaray Üniversitesi , Aksaray<br />

Health School, Aksaray University, Aksaray<br />

CYP1B1 mutasyonlarının gen ürünü üzerine farklı etkilerinin olduğu birçok bilimsel<br />

çalışmada rapor edilmiştir. Bazı mutasyonlar protein stabilitesini artırırken,<br />

bazılarının stabiliteyi düşürdüğü ya da enzim aktivitesini etkilediği bilinmektedir.<br />

Bu çalışmada Türk PCG hastalarında yapılan DNA dizi analizi sonucunda<br />

CYP1B1 geninde saptanan yeni genetik varyasyonların protein stabilitesine etkisi<br />

araştırılmıştır. HEK293T hücre hattından total RNA izolasyonu yapılarak<br />

CYP1B1 cDNA sentezi gerçekleştirilmiş ve fragmanlar memeli ifade vektörüne<br />

aktarılmıştır. CYP1B1 geninin normal ve yönlü mutagenezle oluşturulan mutant<br />

formları kullanılarak transfekte COS-7 hücre hattı oluşturulmuş, hücreler,<br />

proteozom ve protein sentez inhibitörü ile muamele edildikten sonra protein izolasyonu<br />

yapılmıştır. Protein örnekleri %10 PAGE’de yürütülerek Western Blot<br />

analizi ile incelenmiştir. Western Blot sonuçları mutant CYP1B1 proteinlerinin<br />

hücredeki yıkım hızının normal proteinlerden farklı olmadığını ortaya koymuştur.<br />

Bu durum ilgili mutasyonların protein stabilitesini etkilemediğini göstermektedir.<br />

Kalıtsal hastalıkların tanımlanmasında, aday genlerin belirlenmesi ve genetik<br />

varyasyonların aydınlatılması ne kadar önemliyse, mutasyonların protein fonksiyonu<br />

üzerine muhtemel etkilerinin araştırılması da moleküler mekanizmaların<br />

aydınlatılması açısından bir o kadar önem arz etmektedir.<br />

In many studies, it was reported that CYP1B1 mutations have different effects on<br />

protein function. Some variations increase protein stability, when others decrease<br />

it or effect enzyme activity. Here, we investigated functionally effect of novel<br />

CYP1B1 variants detected by DNA sequence analysis in Turkish PCG patients.<br />

cDNA synthesis of CYP1B1 was performed after total RNA extraction from the<br />

HEK293T cell line. The mutations were generated by oligonucleotide-directed<br />

PCR mutagenesis. The wild-type and mutant CYP1B1 coding sequences were<br />

cloned into the mammalian expression vector and COS-7 cells were transiently<br />

transfected with wild-type and mutant CYP1B1 forms. Protein isolation has been<br />

performed after incubation of the transfected cells with proteosome and protein<br />

synthesis inhibitors. Protein samples were resolved in 10% SDS-polyacrylamide<br />

gels and analyzed by Western Blotting. Western Blot analysis revealed no differences<br />

between wild-type and mutant CYP1B1 protein degradation, which means<br />

that new variants do not effect stability of the CYP1B1 protein. Identification of<br />

candidate genes and description of genetic variations have great significance in<br />

characterization of hereditary disorders when, investigation of possible effects of<br />

mutations on protein function is important in clarification of molecular mechanisms.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-214<br />

Postmenopozal Depresyonda Monoaminoksidaz-A Gen Polimorfizminin Rolü<br />

Saygın DEMİREL 1 , M.Emin ERDAL 2 , Cennet Ş. ÖZTÜRK 3 , Onur KÜÇÜK 4 ,<br />

Fatih ŞENDAĞ 5 , Erhan BAYRAKTAR 4 , Onur BİLGİN 5 , Bilal İLANBEY 6 ,<br />

Yasemin D. AKÇAY 7 , Eser Y. SÖZMEN 7 , Ferhan G. SAĞIN 7<br />

1Serbest, İstanbul 2Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik<br />

AD, Mersin 3Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 4Psikiyatri, 5Kadın-Doğum, 7Tıbbi<br />

Biyokimya AD, Bornova, İzmir 6Yozgat Devlet Hastanesi Laboratuarı, Yozgat<br />

ferhan.sagin@ege.edu.tr<br />

Menopoz dönemindeki kadınlarda görülen fizyolojik hormonal değişiklikler yanı<br />

sıra duygudurum değişiklikleri de giderek önem kazanmaktadır. Bu çalışmada,<br />

menopozdaki duygudurum değişikliklerinde rol oynayabilecek biyojen amin<br />

düzeylerini etkileyen anahtar bir enzim olan monoamin oksidaz (MAO)-A gen<br />

VNTR polimorfizmi ve bu polimorfizmin duygudurum değişikliklerindeki olası<br />

etkisi Türk toplumunda ilk kez araştırılmıştır.<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ile Konak<br />

Doğumevi’nin Menopoz Poliklinikleri’ne başvuran perimenopozal dönemdeki<br />

107 kadın çalışmaya alınmıştır. Olgulara uzman tarafından Hamilton Depresyon<br />

Değerlendirme Ölçeği (HDDÖ) uygulanmıştır. Alınan kan örneklerinde lökosit<br />

DNA izolasyonu ardından PCR + % 3’lük agar jellerde elektroforez + ethidium<br />

bromürle görüntüleme yapılarak allel polimorfizmi belirlenmiştir.<br />

Olguların allel dağılımları (% 15.9’unda 1-1 alleli, % 53.3’ünde 1-3 alleli, %<br />

29’unda 3-3 alleli, % 1,9’unda 3-4 alleli), sağlıklı kadınlarda allel dağılımını<br />

araştıran diğer çalışmaların verileriyle uyumludur. HDDÖ’ne göre “depresyon<br />

yok” (0-7 puan, n=33), “hafif depresyon” (8-15 puan, n=40) ve “majör depresyon”<br />

(16’dan yüksek puan, n=34) şeklinde sınıflanan gruplar arasında allel dağılımı<br />

açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. HDDÖ’nde sorgulanan<br />

semptomlar incelendiğinde; a) kilo kaybı 1-3 allele sahip olan kadınlarda daha<br />

azdır (p=0,035, likelihood ratio=7,524), b) depresif durum skorları, 1-3 allele sahip<br />

kadınlarda 3-3 allele sahip kadınlara göre anlamlı olarak düşüktür (p=0,027).<br />

MAO-A VNTR polimorfizmiyle menopozda HDDÖ’nin genel skorlaması<br />

arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış olsa da bazı semptomların 1-3 allele sahip<br />

kadınlarda anlamlı derecede düşük bulunması, bu allelin menopozal duygudurum<br />

değişikliklerindeki koruyucu rolüne işaret edebilir. Daha geniş örneklerle<br />

yapılacak çalışmalarla bu rolün ortaya çıkarılması duygudurum hastalıklarına<br />

yatkınlık belirlemeden tedavi seçimine kadar bir dizi klinik durumda yararlı<br />

olabileceğinden önemlidir.<br />

P-214<br />

Role Of Monoamineoxıdase-A Gene Polymorphism In Postmenauposal<br />

Depression<br />

Saygın DEMİREL 1 , M.Emin ERDAL 2 , Cennet Ş. ÖZTÜRK 3 , Onur KÜÇÜK 4 ,<br />

Fatih ŞENDAĞ 5 , Erhan BAYRAKTAR 4 , Onur BİLGİN 5 , Bilal İLANBEY 6 ,<br />

Yasemin D. AKÇAY 7 , Eser Y. SÖZMEN 7 , Ferhan G. SAĞIN 7<br />

1Independent, İstanbul<br />

2Mersin University, Faculty of medicine, Medical Biology and Genetics, Mersin<br />

3Ege Meternal and Gynecology Training and Research Hospital, İzmir<br />

Ege University, Faculty of Medicine, 4PPsychiatry, 5Meternal and Gynecology<br />

7Department of Biochemistry, Bornova, İzmir<br />

6 Laboratory of Yozgat State Hospital, Yozgat<br />

A variety of mood disorders are observed along with the physiological hormonal<br />

changes in the menopausal women (MW). For the first time in Turkish population,<br />

we investigated the monoamine oxidase (MAO)-A gene VNTR polymorphism<br />

in MW in the hope to assess an association between depression symptom<br />

clusters and specific allelles of the gene.<br />

Subjects from Ege University Faculty of Medicine, Menopause Outpatient Clinic<br />

and Konak Obstetrics Hospital were included in the study (n= 107). Hamilton<br />

Depression Scale (HDS) was applied to subjects by a psychiatrist. MAO-A gene<br />

VNTR polymorphisms were determined in blood samples by DNA isolation +<br />

PCR + agarose gel electrophoresis + imaging by ethidium bromide.<br />

The distribution of alleles (1.9% 3-4, 15.9% 1-1, 29% 3-3, 53.3% 1-3 allele) were<br />

in concordance with the results of other studies. There was no statistically significant<br />

association between the allele polymorphism and the research groups as<br />

classified by HDS (normal, minor depression and major depression). Among the<br />

symptoms listed in HDS, weight loss was less frequent in women with 1-3 allele<br />

(p=0,035, likelihood ratio=7,524), and depression scores were lower (p=0,027) in<br />

the same group compared to 3-3 allele group.<br />

Although there was no significant association between MAO-A VNTR polymorphism<br />

and menopausal mood alterations, the lower frequency of certain symptoms<br />

in women with 1-3 allele may be an indicator of the allele’s protective role.<br />

Further investigations with wider sample size are necessary to elucidate the link<br />

thus provide clinical benefits in such individuals.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-215<br />

Ailevi Akdeniz Ateşli Türk Hastalardaki MEFV Gen Mutasyonu Sıklığı:<br />

İç Anadolu Bölgesinden Bir Çalışma<br />

Gülsen YILMAZ, Kayalp Damla KAYALP, Mehmet ŞENEŞ, Doğan YÜCEL<br />

P-215<br />

Mefv Gene Mutation Frequencies Of Turkish Familial Mediterranean<br />

Fever Patients; A Study From Central Anatolia<br />

Gülsen YILMAZ, Kayalp Damla KAYALP, Mehmet ŞENEŞ, Doğan YÜCEL<br />

CONTENTS<br />

Sağlık Bakanlığı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Biyokimya<br />

Bölümü<br />

Ailevi Akdeniz Ateşi Yahudi, Ermeni, Türk ve Ortadoğu Arap populasyonunda<br />

sık görülen otozomal resesif inflamatuar bir hastalıktır. Hastalıktan sorumlu tutulan<br />

MEFV olarak adlandırılan gen prin veya marenostrin adlı proteini kodlar.<br />

Geçmişteki verilere göre, MEFV mutasyonları FMF’in tek sebebi değildir ancak<br />

FMF’e neden olan ana belirleyicidir. Bu çalışmada 1.435 hastanın moleküler test<br />

sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastalar son 4 yıl boyunca Ankara<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Bölümüne, FMF klinik semptomları<br />

ile gönderilen hastalardı. Hastalar MEFV geninde sık görülen 12 mutasyonu<br />

içeren strip yöntemiyle (Viennalab, Avusturya) analiz edildi. 1.435 hastanın, 776<br />

(%54.08) hastada MEFV mutasyonları bulundu ve 659 hasta (%45.92) herhangi<br />

bir mutasyon taşımıyordu. Mutasyonlu hastalar homozigot (n=148), kompound<br />

heterozigot (n=197), heterozigot (n=427) and komplex genotipli (n=4, 3 mutasyonlu<br />

hastalar). En sık görülen mutasyonların sıklığı mutasyon pozitif grupta<br />

%48.79 (M694V), %14.86 (M680I G/C), %13.70 (E148Q), %12.35 (V726A)<br />

şeklindeydi. Geri kalan alleller (%10.3) nadir olarak görülen R761H, P369S,<br />

A744S, K695R, F479L, M694I idi. Hiçbir hastada diğer Akdeniz toplumlarında<br />

görülebilen I692del mutasyonu yoktu. Bilgilerimize göre, bu çalışma Türkiye’de<br />

tek bir merkezde yapılan, FMF hastalarında MEFV mutasyonları irdeleyen en<br />

geniş katılımlı çalışmadır (1.435 hasta, 2.870 allel).<br />

Ankara Training and Research Hospital, Department of Clinical Biochemistry<br />

Familial Mediterranean fever (FMF) is an autosomal recessive inherited inflammatory<br />

disease which is common in Jewish, Armenian, Turkish and Middle Eastern<br />

Arab populations. The gene responsible for the disease, called MEFV, encodes<br />

a protein called pyrin or marenostrin. According to recent data, MEFV mutations<br />

are not the only cause of FMF, but these are major genetic determinants which<br />

cause FMF. In present sudy molecular test results of 1.435 patients have retrospectively<br />

evaluated. These patients were identified as having FMF clinical symptoms<br />

referred to the Department of Bochemistry, Ankara Training and Research<br />

Hospital over the last 4 years. Patients were tested for 12 common mutations in<br />

the MEFV gene using a strip assay method (Viennalab, Austria). From all 1.435<br />

patients, MEFV mutations were found in 776 (54.08%) patients and 659 patients<br />

(45.92%) did not carry any mutations. Patients with mutations were classified as<br />

homozygotes (n=148), compound heterozygotes (n=197), heterozygotes (n=427)<br />

and complex genotypes (n=4, patients with three mutations). Allelic frequencies<br />

for the four most common mutations in the mutation positive groups were<br />

48.79% (M694V), 14.86% (M680I G/C), 13.70% (E148Q), 12.35% (V726A).<br />

The remaining alleles (10.3%) showed rare mutations which were R761H, P369S,<br />

A744S, K695R, F479L, M694I. No patient showed a I692del mutation which is<br />

sometimes evident in other Mediterranean populations. To our knowledge, this is<br />

the largest study (1.435 patients, 2.870 alleles) focusing MEFV mutations of FMF<br />

patients participated to one single center in Turkey.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-216<br />

C Vitamininin H-Ras Aktif 5RP7 Hücreleri Üzerindeki Etkileri<br />

Gamze GÜNEY 1 , H.Mehtap KUTLU 2 , Arzu İŞCAN 3 ,<br />

1Biyoteknoloji, Anadolu Üniversitesi<br />

2Biyoloji, Anadolu Üniversitesi<br />

3Bitki, İlaç ve Araştırma Merkezi (BİBAM), Anadolu Üniversitesi<br />

P-216<br />

The Effects Of Vitamin C On 5RP7 H-Ras Transformed Cell Line<br />

Gamze GÜNEY 1 , H.Mehtap KUTLU 2 , Arzu İŞCAN 3 ,<br />

1Biotechnology, Anadolu Üniversitesi Eskisehir<br />

2Biology, Anadolu Üniversitesi Eskisehir<br />

3Bitki, Drugs and Research Center , Anadolu University Eskisehir<br />

CONTENTS<br />

Yaşamın düzenli bir şekilde sürdürülebilmesi için canlıyı oluşturan hücrelerin<br />

sayısal dengesi önemlidir. Bunun için hücre çoğalması ve ölümü arasında bir<br />

denge bulunması gerekir. Bu düzen bozulduğunda ise, kanser meydana gelir. Kanser,<br />

vücut hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde çoğalarak komşu dokuları işgal etmesi<br />

(invazyon) veya kaynağını aldığı organdan daha uzak bir yere, kan veya lenf<br />

yoluyla yayılması (metastaz) ile oluşan bir hastalıktır. Kanser tedavilerinde yeni<br />

yaklaşımlar, tedavinin sadece kemoterapi ve radyoterapi ile birlikte uygulanması<br />

değil aynı zamanda normal hücre veya dokuları da hasardan korumak ve ilaç<br />

direncine engel olmayı amaçlamaktadır. Son yılarda, vitaminlerin kanser hücreleri<br />

üzerinde olan etkilerini belirlemek için birçok araştırmalar yapılmaktadır. Suda<br />

çözünen bir vitamin olan C vitamini ( askorbik asit) çeşitli biyolojik fonksiyonlarda<br />

yer alan suda çözünebilen temel bir antioksidandır. İnsan beslenmesindeki<br />

temel rolünün dışında, sağlığı korumada da önemli bir yere sahiptir. Kanser,<br />

enfeksiyonlar, patolojik durumlar, solunum hastalıkları, soğuk algınlığı ve tüm<br />

kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde etkin bir rolü vardır. Kanser hücreleri<br />

anaerobik şekilde metabolize olurlar ve bu yüzden hiçbir antioksidan enzim üretemezler.<br />

Bu özellik onlara C vitaminin antioksidan aktivitesini metabolize etmeyi<br />

imkansız kılar. Dolayısıyla enerji üretimlerini engeller. C Vitamini ayrıca katalaz<br />

enzimi eksikliğinden dolayı kanser hücrelerini yok eden hidrojen peroksitin üretimini<br />

arttırır. Katalaz, hidrojen peroksiti suda metabolize eder ve sağlıklı hücrelere<br />

serbest oksijen sağlar ancak kanser hücrelerinde yoktur. Bu çalışma da, C vitamininin<br />

H-Ras aktif 5RP7 hücreleri üzerinde etkilerini belirlemek için, MTT(3-<br />

(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide) yöntemi, TEM ve<br />

Konfokal Mikroskobu kullanılarak C vitamininin 5RP7 hücrelerine karşı olan sitotoksik,<br />

hücresel ve ince yapısal etkileri belirlenmiştir.<br />

For maintaining of life in regular, numerical balance of cells is important. Thus,<br />

a stable ratio must be between cellular proliferation and death. This layout is corrupted,<br />

the cancer occurs. Cancer, the uncontrolled production of body cells and<br />

invaded the neighboring tissue (invasion) or get the source to a location further<br />

away from the body, via blood or lymphatic spread (metastasis) and which is a<br />

disease. Therefore, new approaches to cancer treatment, treatment with only chemotherapy<br />

and radiotherapy in the implementation but also to protect normal cells<br />

or tissues from damage and drug resistance is intended to come over. Vitamin C an<br />

essential water-soluble vitamin, is well known for its antioxidant functions. Apart<br />

from its essential role in human nutrition, vitamin C has occupied an important<br />

place in preventive medicine to safeguard health from several pathological conditions,<br />

such as cancer, infections, viral respiratory illnesses, common cold, and<br />

above all, cardiovascular diseases. Cancer cells metabolize anaerobically and so<br />

produce no antioxidant enzymes. This makes them unable to metabolize the antioxidant<br />

activities of vitamin C thus suffocating their means of energy production.<br />

Vitamin C also increases intracellular production of hydrogen peroxide which<br />

selectively destroys cancer cells due to their relative deficiency of the enzyme<br />

catalase. Catalase metabolizes Hydrogen peroxide into water and free oxygen in<br />

healthy cells but is absent in cancer cells. In this study, in order to determine vitamin<br />

C effects on H-Ras transformed 5RP7 cell line, we examined the cytotoxic,<br />

cellular and ultrastructural effects of vitamin C, against on 5RP7 cells by using<br />

MTT(3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide) method,<br />

TEM(Transmission Electron Microscopy) and Confocal Microscopy.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-217<br />

Postmenapozal Diz Osteoartritli Hastalar İle Postmenapozal Osteoporozu<br />

Ve Diz Osteoartriti Olan Hastaların Serum Cartılage Olıgomerıc Matrıx<br />

Proteın Düzeylerinin Karşılaştırılması<br />

Gökçe OĞUZ 1 , Berrin Berçik İNAL 1 , Esra ÇETİN 2 , Çiğdem TOPKAYA 1 ,<br />

Murat USTA 1 ,Pınar Tonbaklar BİLGİ 1 , Cansel TUHRAL 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

P-217<br />

Comparision Of Serum Cartilage Oligomeric Matrix Protein Levels Of<br />

The Postmenopausal Patients Who Have Osteoporosis With/Without Knee<br />

Osteoarthritis<br />

Gökçe OĞUZ 1 , Berrin Berçik İNAL 1 , Esra ÇETİN 2 , Çiğdem TOPKAYA 1 ,<br />

Murat USTA 1 ,Pınar Tonbaklar BİLGİ 1 , Cansel TUHRAL 1 , Güvenç GÜVENEN 1<br />

CONTENTS<br />

1Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya<br />

Laboratuvarı, İstanbul<br />

2Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fizik Tedavi ve<br />

Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul<br />

1Ministry of Health Istanbul Education and Research Hospital, Department of<br />

Biochemistry, Istanbul<br />

2Ministry of Health Istanbul Education and Research Hospital, Department of<br />

Physical Medicine and Rehabilitation Istanbul<br />

Osteoartrit (OA), American College of Rheumatology (ACR) tarafından eklem kıkırdak<br />

yapısının bozulması ve beraber yakın kemiklerde değişiklikler olması nedeniyle, eklemle<br />

ilgili semptomlara yol açan durumların toplamı olarak tanımlanmaktadır. Osteoporoz<br />

(OP), kemik gücünde azalma ve kırık riskinde artış ile karakterize, sistemik bir<br />

iskelet hastalığıdır. Kartilaj oligomerik matriks protein (COMP) kıkırdakta tip II kollajen<br />

fibrillerine bağlanarak kollajen fibril ağının stabilizasyonunu sağlayan non kollajenaz<br />

bir glikoproteindir. Bu çalışmada diz OA ve OP lu hastalarda serum COMP<br />

seviyeleri ile klinik ve diğer laboratuvar parametrelerinin ilişkisini değerlendirmeyi<br />

amaçladık. Hastalarımız; osteoartrit veya osteoporoz tanısı almamış postmenapozal<br />

kontrol grubu (n=22) , postmenapozal primer diz OA ’ li birinci çalışma grubu<br />

(n=35) ve postmenapozal primer diz OA ve osteoporozlu ikinci çalışma grubu (n=15)<br />

olarak üç gruba ayrıldı. Hastalar fizik tedavi uzmanları tarafından Kellgren-Lawrence<br />

skorlaması ile hafif (evre 1 ve 2), orta (evre 3), ağır (evre 4) olarak radyolojik olarak<br />

sınıflandırıldı. Gruplar erken (1-2) ve geç evre (3-4) olarak ayrıca değerlendirildi.<br />

Üç çalışma grubunun yaş ortalamaları sırasıyla 58±7; 59±6; 61±6 (p= 0,427); BMI:<br />

29,2±3,8; 30,9±3,7;29,4±4,5 (p= 0,204) idi. Serum COMP düzeyleri ELİSA (Biovendor),<br />

serum tip I kollajen C-terminal telopeptid (CTX-I) elektrokemilimmunesans,<br />

ostekalsin düzeyleri RIA yöntemleriyle ölçüldü. İstatistiksel analizler SPSS<br />

11.5 programı ile yapıldı. Grupların istatistiksel verileri sırasıyla COMP (ng/ml):<br />

1061 (711-1393); 858 (708-1189); 813 (676-1005) (p=0,294); serum CTX-I (ng/ml):<br />

0,32(0,19-0,48);0,40(0,25-0,53) ;0,30(0,16-0,49) (p=0,823); osteokalsin(ng/ml):12,4<br />

(12,0-15,4); 12,5 (11,3-15,0);11,4(11,2-12,6); p=0,084. Osteoartritli grubu erken<br />

ve geç evre olarak sınıflandığımızda p değerleri COMP, CTX-I ve osteokalsin için<br />

sırasıyla 0,241;0,475; 0,393 idi. Sonuçlarımız OA’lı grubun çalışma parametrelerinin<br />

diğer iki gruptan anlamlı olarak farklı olmadığını göstermektedir.<br />

Osteoarthritis (OA) is defined by American College of Rheumatology (ACR) as the sum<br />

of the conditions that result in the articular symptoms due to the degeneration in joint cartilage<br />

with the alterations in the bones near by the joints. Osteoporosis is a systemic skeletal<br />

disorder characterized by decrease in the bone strength and increase in the risk of bone<br />

fractures. The cartilage oligomeric matrix protein(COMP) is noncollageneous glycprotein,<br />

the function of which binds to type II collagen fibres and stabilise the collagen fibre network<br />

in the articular cartilage. We aimed to evaluate the relationship of serum COMP level<br />

with the clinical and the other laboratory variables in female patients with knee osteoarthritis<br />

(OA) and osteoporosis. Patients were divided into three groups as;post-menopausal<br />

women not previously diagnosed to have osteoarthritis or osteoporosis as control group<br />

(n=22), study group 1 consisted of post-menopausal patients with primary knee OA(n=35),<br />

and the group 2 consisted of post-menopausal patients with knee OA and OP(n=15), according<br />

to the diagnostic criteria of ACR. Postmenopausal women were radiologically<br />

staged by physical medicine specialists using Kellgren-Lawrence score system as mild<br />

(stage 1 and 2), moderate (stage 3), or severe (stage 4). Patients were also evaluated as<br />

low and high grade stage groups. The serum COMP level was determined using ELISA<br />

(Biovendor) Serum type I collagen C-terminal telopeptide (CTX-I) levels were measured<br />

by electrochemiluminesance method and Osteocalsin levels were measured by RIA.<br />

(SPSS) version 11.5 was used for the analysis of data Results were COMP (ng/ml): 1061<br />

(711-1393);858 (708-1189); 813 (676-1005) (p=0,294); serum CTX-I (ng/ml): 0,32(0,19-<br />

0,48);0,40(0,25-0,53) ;0,30(0,16-0,49) (p=0,823); osteocalcin (ng/ml):12,4(12,0-15,4);<br />

12,5 (11,3-15,0);11,4(11,2-12,6) (p=0,084) respectively. Patients with low and highgrade<br />

OA results were as follows for COMP, CTX-I, osteocalcin: p=0.241,0.475,0.393. According<br />

to our results no significant difference was found between the group with OA and others<br />

for COMP, CTX-I and osteocalcin levels.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-218<br />

Romatoid Artritli Hastalarda Arginin Ve Asimetrik Dimetil Arginin<br />

Düzeyleri<br />

Hüsamettin VATANSEV 1 , Aysel KIYICI 1 , Sema YILMAZ 2 ,<br />

Abdullah SİVRİKAYA 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Mehmet DAĞLI 2 , Ali ÜNLÜ 1<br />

Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi 1 Tıbbi Biyokimya AD, 2 Romatoloji<br />

AD, 3 Hematoloji AD, Konya<br />

aunlu@selcuk.edu.tr<br />

Endojen nitrik oksit sentazın inhibitörü olan ADMA’nın, nitrik oksitin<br />

biyoyararlanımını azalttığı, bu nedenle endotelyal disfonksiyonu ve ateroskleroz<br />

gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Romatoid artritin erken dönemlerinde<br />

kardiyovasküler problemler görülebilmektedir. Çalışmamızın amacı romatoid<br />

artritli hastalarda dolaşımda bulunan arginin, sitrülin ve ADMA düzeylerini belirlemektir.<br />

Bu amaçla romatoid artrit tanısı almış 92 hasta ve bilinen herhangi<br />

bir hastalığı olmayan 34 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edilmiştir. Serum arginin,<br />

sitrülin ve ADMA düzeyleri floresans detektör kullanılan HPLC sisteminde<br />

ölçülmüştür. Romatoid artritli hasta serum ADMA düzeylerinin önemli derecede<br />

arttığı (p:0,011), arginin düzeylerinin (p:0,037) ve arginin/ADMA oranlarının<br />

(p:0,001) önemli derecede azaldığı gözlemlenmiştir. Elde edilen sonuçlar, ADMA<br />

düzeyinin sistemik inflamasyon ve kardiovasküler risk açısından kullanılabilecek<br />

bir markır olabileceğini göstermektedir.<br />

P-218<br />

Increased Levels Of Arginine And Adma In Rheumatoid Arthritis<br />

Hüsamettin VATANSEV 1 , Aysel KIYICI 1 , Sema YILMAZ 2 ,<br />

Abdullah SİVRİKAYA 1 , Bahadır ÖZTÜRK 1 , Mehmet DAĞLI 2 , Ali ÜNLÜ 1<br />

Selçuk University Selçuklu Medical School 1 Department of Biochemistry,<br />

2 Department of Rheumatology, 3 Department of Hematology<br />

aunlu@selcuk.edu.tr<br />

Plasma concentration of ADMA, a major endogenous inhibitor of nitric oxide synthase,<br />

is considered as a novel risk factor for endothelial dysfunction and associated<br />

with enhanced atherosclerosis. Cardiovascular events have been demonstrated<br />

either in early rheumatoid arthritis (RA). The aim of the study was to compare RA<br />

and control groups for their circulating arginine, ADMA and citrulline levels and<br />

Arginine/ADMA ratio. A total of 92 patients with RA and 34 healthy individuals<br />

were contributed to this study. Serum concentrations of arginine, ADMA and<br />

citrulline were determined with HPLC technique. Serum arginine levels and Arginine/ADMA<br />

ratio were significantly decreased in patients with RA compared to<br />

the healthy controls (p:0.037, p:0,001 respectively), however ADMA levels were<br />

significantly increased in the patient group (p:0,011). There was no significant<br />

difference between the groups for citrulline concentrations. We can conclude that<br />

ADMA may serve as a marker of systemic inflammation and cardiovascular risk<br />

in RA as well as other arthritic diseases.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-219<br />

Sepsis Tanısı Konulmuş Hastalarda Serum Prokalsitonin Düzeyi Ve<br />

C-Reaktif Proteinle Olan İlişkisi<br />

Erdinç DEVRİM 1 , Oğuz Han EDEBAL 1 , Esra ELMALI 2 , Zihni KARAEREN 2 ,<br />

Hüseyin TUTKAK 3<br />

P-219<br />

Serum Procalcitonin Level And Its Relation With C-Reactive Protein In<br />

Patients Diagnosed With Sepsis<br />

Erdinç DEVRİM 1 , Oğuz Han EDEBAL 1 , Esra ELMALI 2 , Zihni KARAEREN 2 ,<br />

Hüseyin TUTKAK 3<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı ve İbni Sina Hastanesi Merkez Laboratuvarı,<br />

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

2İbni Sina Hastanesi Merkez Laboratuvarı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi,<br />

Ankara<br />

3 İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı ve İbni Sina Hastanesi Merkez<br />

Laboratuvarı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

1Department of Medical Biochemistry, Central Laboratory of İbni Sina Hospital,<br />

Ankara University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

2 Central Laboratory of İbni Sina Hospital, Ankara University, Faculty of Medicine,<br />

Ankara<br />

3 Department of Immunolojy and Allergy Diseases, Central Laboratory of İbni<br />

Sina Hospital, Ankara University, Faculty of Medicine, Ankara<br />

Prokalsitonin (PCT) 116 aminoasitten oluşan bir ön hormon olup enfeksiyon<br />

hastalıklarında serum düzeyi artmaktadır. Bu çalışmada sepsis tanısı konulmuş hastalarda<br />

serum PCT düzeyiyle C-reaktif protein (CRP) düzeyi arasındaki ilişkinin<br />

araştırılması ve sepsis tanısı konulmuş hastalarla kontrol hastaları arasında serum<br />

PCT düzeyi bakımından farklılık olup olmadığının incelenmesi amaçlandı. Bu<br />

amaçla, 15 Kasım 2009 – 31 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Merkez Biyokimya Laboratuvarında serum PCT<br />

düzeyi çalışılmış 18 yaş üstündeki hastalar tarandı. Sepsis tanısı konulmuş, serum<br />

PCT düzeyi 25 ng/mL’nin altında, serum CRP düzeyi ve tam kan sayımı parametreleri<br />

PCT ile eş zamanlı çalışılanlar sepsis grubu (58 erkek ve 41 kadın) olarak<br />

tanımlandı. Kontrol grubu (96 erkek ve 109 kadın) olarak da serum PCT düzeyi<br />

25 ng/mL’nin altında ve enfeksiyöz, inflamatuvar veya neoplastik bir hastalık<br />

tanısı konulmamış olanlar seçildi. Sonuçlar ortalama ± ortalamanın standart hatası<br />

olarak verildi. p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-220<br />

Septik Şoklu Ve Non-Septik Yoğun Bakım Ünitesi Hastalarında Serum<br />

MDA Düzeyleri<br />

Ümmügülsüm YILDIZ 1 , Hacer DEMİR 2 , Melda TÜRKOĞLU 2 ,<br />

Gülbin AYGENCEL 2 , Handan NALBANT 1 , Gökçe ATİKELER 1 ,<br />

Füsun BALOŞ TÖRÜNER 2<br />

P-220<br />

Serum Mda Levels Of Septic Shock And Non-Septic Pati̇ents In Intensive<br />

Care Unit<br />

Ümmügülsüm YILDIZ 1 , Hacer DEMİR 2 , Melda TÜRKOĞLU 2 ,<br />

Gülbin AYGENCEL 2 , Handan NALBANT 1 , Gökçe ATİKELER 1 ,<br />

Füsun BALOŞ TÖRÜNER 2<br />

CONTENTS<br />

1Tıbbi Biyokimya A.D., Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

2İç Hastalıkları, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara<br />

Yoğun bakım ünitelerinde mortalitenin en önemli sebeplerinden birini sepsis<br />

oluşturmaktadır. Sepsiste İnflamatuvar cevaptan sorumlu mediatörlerden biri<br />

serbest oksijen radikalleridir. Bunlar lipid peroksidasyonuna yol açarak hücre<br />

membranını bozmakta, mitokondride ATP sentezini inhibe etmekte, DNA ve<br />

proteinlere oksidatif hasar vermektedir . Bu çalışmada; serbest oksijen radikallerinin<br />

indirekt göstergesi olarak serbest oksijen radikal hasarı sonucu oluşan lipid<br />

peroksidasyonunun son ürünü olan MDA düzeyi ölçümleri kullanıldı. Hastalar;<br />

Grup 1, septik şok tablosu bulunan (n=21); Grup 2, non-septik yoğun bakım ünitesinde<br />

yatan hastalar (n=23); Grup 3, sağlıklı kontrol grubuyla (n=23) serum MDA<br />

düzeyi tiobarbiturik asit yöntemi kullanılarak karşılaştırıldı. 3 grubun ortancaları<br />

Kruskal-Wallis testiyle karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel açıdan<br />

anlamlı fark bulundu. (p=0,028, p0,05), her bir hasta<br />

grubunda Grup-3’e göre (ortalama:5,4 ±1,1 nmol/mL) anlamlı fark bulundu .<br />

(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-221<br />

Farelerde Tiamfenikol Toksisitesi<br />

Adnan Adil HİŞMİOĞULLARI 1 , Şahver Ege HİŞMİOĞULLARI 2 ,<br />

Dinç EŞSİZ 3 , Khalid RAHMAN 4<br />

P-221<br />

Hepatotoxicity Of Thiamphenicol In Mice<br />

Adnan Adil HİŞMİOĞULLARI 1 , Şahver Ege HİŞMİOĞULLARI 2 ,<br />

Dinç EŞSİZ 3 , Khalid RAHMAN 4<br />

CONTENTS<br />

1 Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D., Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir<br />

2 Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji A.D., Mustafa Kemal<br />

Üniversitesi, Hatay<br />

3 Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji A.D., Kafkas Üniversitesi,<br />

Kars<br />

4 Biyomoleküler Bilimler ve Eczacılık Fakültesi, Biyokimya A.D., Liverpool<br />

John Moores Üniversitesi, Liverpool, İngiltere<br />

Farelerde, tiamfenikolün dozu ve yine tiamfenikol-indüklü doz rejiminin serum<br />

klinik kimyasında yol açtığı değişiklikleri, akut ve subakut dönemler için<br />

araştırmaktır. Tiamfenikol; deneme gruplarına, 7 gün boyunca içme suları içinde,<br />

100 mg/kg canlı ağırlık (c.a) (group 2) ve 200 mg/kg canlı ağırlık (c.a) (group<br />

3) dozlarında verilmiştir. Kan örnekleri, tüm hayvanlardan, çalışmanın 1, 3, 7<br />

ve 14.günlerinde alınmıştır. Üre, kreatinin, trigliserit ve total protein serum<br />

konsantrasyonlarının yanısıra alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz<br />

( AST), laktat dehidrogenaz (LDH) ve alkalen fosfataz (ALP) aktiviteleri de<br />

spektrofotometrik olarak ölçülmüştür. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, farelerde<br />

tiamfenikolün farklı dozlarda oral veriliminin, serum klinik kimya testlerinde<br />

belirgin değişikliklere yol açmadığını gösterdi.<br />

1 Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,<br />

Balıkesir University, Balıkesir<br />

2 Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and<br />

Toxicology, Mustafa Kemal University, Hatay<br />

3 Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and<br />

Toxicology, Kafkas University, Kars<br />

4 School of Pharmacy and Biomolecular Sciences, Department of Biochemistry,<br />

Liverpool John Moores University, Liverpool, United Kingdom<br />

The aim of the study was to investigate the dose and the dose regimen of thiamphenicol-induced<br />

changes in serum clinical chemistry in mice for acute and<br />

subacute periods. Tiamphenicol was given to the trial groups at doses of 100 mg/<br />

kg body weight (b.w) (group 2) and 200 mg/kg body weight (b.w) (group 3) in<br />

drinking water for 7 days. Blood samples were collected from all animals on days<br />

1, 3, 7 and 14 of the study. Serum concentrations of urea, creatinin, triglyceride<br />

and total protein as well as serum activities of alanine aminotransferase (ALT),<br />

aspartat aminotransferase (AST), laktat dehidrogenase (LDH) and alkaline phosphatase<br />

(ALP) were measured spectrophotometrically. The results obtained in this<br />

study showed that oral administration of different doses of thiamphenicol in mice<br />

were not led significant changes in serum clinical chemistry tests..<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-222<br />

Vajinal Lactobacillus Spp. Suşlarının Antibiyotiklere Karşı Duyarlılıkları<br />

Esil HALİT 1 , Yavuz BEYATLI 2 , Belma ASLIM 2<br />

1Yeditepe üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

2Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Ankara<br />

Normal mikrofloranın antibiyotik tedavilerinden etkilenmemesi için seçilecek<br />

suşların antibiyotiklere ve antifungal ilaçlara dirençli olması önemli bir kriterdir.<br />

Antibiyotik uygulamalar sırasında probiyotikler kullanılarak mikrofloranın<br />

koruyuculuğunun devam edebileceği çeşitli çalışmalarla gösterilmiştir. Bu<br />

çalışmada 57 adet Lactobacillus suşunun 12 adet antibiyotiğe karşı duyarlılıkları<br />

ve bu ilaçlara en yüksek direnci gösteren suşların belirlenmesi amaçlanmıştır.<br />

Lactobacillus spp. suşlarının 12 adet antibiyotiğe duyarlılık testi disk difüzyon<br />

yöntemine göre yapılmış, sonuçlar NCCLS kriterlerine göre değerlendirilmiştir.<br />

Çalışma sonucunda Lactobacillus spp. suşlarının gentamisin (%100), ofloksasin<br />

(%98), siproflaksasin (%96) ve streptomisin’e (%88) karşı yüksek oranda dirençli<br />

oldukları gözlenirken, doksisiklin (%100), kloramfenikol (%98), tetrasiklin (%91)<br />

ve eritromisin’e (%89) duyarlı oldukları tespit edilmiştir. Ayrıca L. acidophilus,<br />

L. crispatus, L. gasseri, L. vaginalis, L.delbrueckii, L. cellobiosus, L. jensenii, L.<br />

brevis suşlarının kullanılan antibiyotiklere dirençli oldukları tespit edilmiştir.<br />

P-222<br />

Antibiotic Susceptibility Profiles Of Vaginal Lactobacillus Strains<br />

Esil HALİT 1 , Yavuz BEYATLI 2 , Belma ASLIM 2<br />

1Department of Medicine Biology, Faculty of Medicine, Yeditepe University,<br />

İstanbul<br />

2Department of Biology, Faculty of Science and Arts, Gazi University, Ankara<br />

The important criterion for the selection of probiotics is their resistance to antibiotics<br />

and antifungal drugs in order to protect the normal microflora during<br />

treatments. In the present study, antibiotic susceptibility of fifty seven vaginal<br />

Lactobacillus spp. to twelve different antibiotics was determined. We also aimed<br />

to select the most resistant Lactobacillus strains. Antibiotic susceptibility of fifty<br />

seven vaginal Lactobacillus spp. to twelve different antibiotics was tested by disc<br />

diffusion method according to NCCLS criteria. All probiotic strains were resistant<br />

to gentamicin (%100), ofloxacin (%98), ciprofloxacin (%96) and streptomycin<br />

(% 88) and sensitive to doxycycline (%100), chloramphenicol (%98), tetracycline<br />

(%91) and erythromycin ( %89 ). The resistance of the LAB strains to some<br />

antibiotics is an indicator for their potential to minimize the negative effects of<br />

antibiotic therapy on the host bacterial ecosystem. L. acidophilus, L. crispatus,<br />

L. gasseri, L. vaginalis, L. delbrueckii L. cellobiosus, L. jensenii and L. brevis<br />

strains were resistant to most antibiotics.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-223<br />

Deneysel Tıkanma Sarılığı Modelinde Diosmin’in Oksidatif Stres Ve<br />

Karaciğer Hücre Hasarı Üzerine Etkisi<br />

Ahmet Ragıp KIZILET 1 , Fatma Meriç YILMAZ 2 , Hatice SÜRER 2 ,<br />

Kemal KISMET 1 , Yusuf TANRIKULU 1 , Mehmet Ali AKKUŞ 1<br />

P-223<br />

The Effect Of Diosmin On Oxi̇dative Stress And Hepatic Cell Injury In An<br />

Obstructive Jaundice Mode<br />

Ahmet Ragıp KIZILET 1 , Fatma Meriç YILMAZ 2 , Hatice SÜRER 2 ,<br />

Kemal KISMET 1 , Yusuf TANRIKULU 1 , Mehmet Ali AKKUŞ 1<br />

CONTENTS<br />

1 4. Cerrahi Kliniği, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

2 Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

Tıkanma sarılığı, karaciğerde oksidatif stresi ve hepatik hasarı artıran bir<br />

hastalıktır. Diosminin farklı dokularda oksijen radikal giderici etkisi ve antiinflamatuvar<br />

etkisi olduğunu gösteren çeşitli çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmanın<br />

amacı, deneysel tıkanma sarılığı oluşturulan ratlarda, diosmin’in oksidatif stres ve<br />

hepatik hasar üzerine olan etkisinin araştırılmasıdır. Ortalama 250 g ağırlığında 30<br />

adet Wistar-Albino tipi dişi rat, her grupta 10 rat olacak şekilde üç gruba ayrıldı.<br />

1. gruba sadece laparatomi uygulandı. 2. gruba safra kanal ligasyonu yapıldı. 3.<br />

gruba ise safra kanal ligasyonu ve 10 gün Diosmin 50 mg/kg/gün dozunda orogastrik<br />

verildi. Onuncu gün sonunda ratlar sakrifiye edildi. Biyokimyasal incelemeler<br />

için kan ve karaciğer doku örnekleri alındı. Serum antioksidan düzeylerini<br />

değerlendirmek amacıyla bakılan serum MDA ve SH düzeylerine göre de<br />

2. ve 3. gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05);<br />

sadece doku SH düzeyleri arasında fark olduğu gözlendi(p0.05). Sonuç olarak antioksidan<br />

ve antiinflamatuvar etkinliği bulunan Diosmin’in tıkanma sarılığında karaciğer<br />

hücre hasarını ve oksidatif stresi azaltmada etkinliği olmadığı gözlenmiştir.<br />

1 4. Surgery Clinic, Ankara Training and Research Hospital, Ankara<br />

2 Department of Medical Biochemistry, Ankara Training and Research<br />

Hospital, Ankara<br />

Obstructive jaundice increases oxidative stress and causes injury in hepatic tissue.<br />

The antioxidant and antiinflamattory effects of diosmin in different tissues<br />

were shown in many studies. The aim of the study is to determine the effect of<br />

diosmin on oxidative stress and hepatic injury induced by obstructive jaundice in<br />

an experimental model. 30 Wistar-Albino type female rats with an average weight<br />

of 250 g were divided into 3 groups each including 10 rats. Only laparotomy was<br />

performed in group 1. Bile duct ligation was performed in group 2. In group 3,<br />

bile duct ligation was performed and orogastic diosmin 50 mg/kg/day dose was<br />

given for ten days. At the end of ten days, rats were sacrificed. The blood and liver<br />

tissue samples were taken to be examined biochemically and histopathologically.<br />

There was also no significant difference between these groups when we compared<br />

the serum MDA and SH levels (p>0.05), only tissue SH levels were different significantly<br />

(p0.05). In conclusion; diosmin,<br />

a vasoprotective agent with antioxidant and antiinflamattory properties, had no<br />

effect on liver cell injury and oxidative stress.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-224<br />

Stanozolol Ve Yüksek Proteinli Diyetin Kolon Anastomozuna Etkileri<br />

Yiğit Mehmet ÖZGÜN 1 , Samet YALÇIN 1 , Vildan FİDANCI 2 ,<br />

Aytün Şadan KILINÇ 2 , Ahmet KUŞDEMİR 1<br />

P-224<br />

Effects Of High Protein Diet And Stanozolol On The Colonic Anastomosis<br />

Yiğit Mehmet ÖZGÜN 1 , Samet YALÇIN 1 , Vildan FİDANCI 2 ,<br />

Aytün Şadan KILINÇ 2 , Ahmet KUŞDEMİR 1<br />

CONTENTS<br />

1 2. Genel Cerrahi Kliniği, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Ankara<br />

2Tıbbi Biyokimya Bölümü, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

1 2. General Surgery Clinic, Ankara Training and Research Hospital, Ankara<br />

2 Department of Medical Biochemistry, Ankara Training and Research<br />

Hospital, Ankara<br />

Kolon rezeksiyon ve anastomozundan sonra gelişebilen anastomoz kaçakları,<br />

yüksek morbidite ve mortalite ile seyreden ciddi bir komplikasyondur. Anastomoz<br />

iyileşmesinde, kollajen sentezi çok önemlidir. Çalışmamızda, anabolizan ve<br />

yüksek proteinli diyetin ayrı ayrı ve birlikte verilmesinin ratlarda kolon anastomozu<br />

iyileşmesi üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık. 48 Wistar-albino rat<br />

dört gruba ayrıldı. Grup 1: kontrol grubu. Grup 2: gavaj yolu ile yüksek proteinli<br />

diyet (4mg/gün) uygulandı. Grup 3: kas içi enjeksiyon ile stanozolol (2mg/kg/<br />

gün) uygulandı. Grup 4: hem kas içi enjeksiyon ile stanozolol (2mg/kg/gün) hem<br />

de gavaj ile yüksek proteinli diyet (4mg/day) verilen grup. Her dört grubun yarısı<br />

post op. 3. günde, diğer yarısı da 7. günde değerlendirmek üzere sakrifiye edildi.<br />

Anastomotik segmentlerin, kolon patlama basınçları, doku hidroksiprolin düzeyleri<br />

değerlendirildi. Grup 4, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında post op. 7. günde<br />

kolon patlama basınçları değerleri anlamlı olarak yüksek bulundu. Grup 4’ün hidroksiprolin<br />

değerleri ise hem post op. 3. gün, hem de 7. günde kontrol grubundan<br />

anlamlı düzeyde yüksekti. Diğer gruplar arasında ise, 3. günde ve 7. günde kolon<br />

patlama basınçları ve hidroksiprolin değerleri açısından anlamlı fark saptanmadı.<br />

Çalışmamızda yüksek proteinli diyet ve stanozololün beraber kullanıldığında kolon<br />

anastomozu iyileşmesine olumlu etki ettiğini, ayrı ayrı kullanıldıklarında ise<br />

anastomoz iyileşmesi üzerine anlamlı etkilerinin olmadığını gördük. Kolon cerrahisinde<br />

kullanıma girebileceğini düşündüğümüz yüksek proteinli diyet ve stanozolol<br />

için ileri klinik araştırmalar gerekmektedir.<br />

Anastomotic leakage after colonic resection and anastomosis is a serious complication<br />

with high morbidity and mortality. Collagen synthesis is an essential feature<br />

of anastomotic healing. Our study aimed that to investigate singly and combined<br />

effects of high protein diet and stanozolol on the intestinal anastomosis in rats. 48<br />

Wistar-albino rats were divided into four groups. Group 1: Control group. Group<br />

2: high protein diet (4mg/day) administered by gavage. Group 3: Intramuscular<br />

(i.m) administered stanozolol (2mg/kg/day) group. Group 4: Both stanozolol<br />

(2mg/kg/day) i.m and high protein diet (4mg/day by gavage) administered group.<br />

In each group, half of the animals were underwent surgery on the 3rd postoperative<br />

day and the other half on the 7th postoperative day, for analysis procedures.<br />

Bursting pressures of each anastomotic segment, tissue hydroxyproline levels<br />

were evaluated. When the group 4 was compared with the control group, bursting<br />

pressures of the anastomotic segments on the 7th PO day were found significantly<br />

increased. Hydroxyproline levels at the anastomotic segment on the both 3rd and<br />

7th PO days were also significantly increased. Between the other groups, bursting<br />

pressures and hydroxyproline levels of the anastomotic segments on the both<br />

3rd and 7th PO days were not significantly different. In this study, we conclude<br />

that high protein diet and stanozolol positively effect anastomotic healing in rats.<br />

However, they are not significantly effect anastomotic healing in singly use. We<br />

decided that high protein diet and stanozolol may be use after colorectal surgery<br />

in humans but needs further researchs.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-225<br />

Sekonder Yara İyileşmesinde Topikal Sildenafil Sitratın Farklı<br />

Konsantrasyonlarda Etkisi<br />

Koray GÜRSOY 1 , Elmas ÖĞÜŞ 2 , Vildan FİDANCI 2 ,<br />

Mustafa Gürhan ULUSOY 1 , Uğur KOÇER 1<br />

P-225<br />

The Effects Of Topicaly Sildenafil Citrate For Different Concentrations In<br />

Secondary Wound Healing<br />

Koray GÜRSOY 1 , Elmas ÖĞÜŞ 2 , Vildan FİDANCI 2 ,<br />

Mustafa Gürhan ULUSOY 1 , Uğur KOÇER 1<br />

CONTENTS<br />

1 Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, 2 Tıbbi Biyokimya Bölümleri, S.B.<br />

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 06340, TÜRKİYE<br />

Department of 1 Plastic and Reconstructive Surgery, 2 Clinical Biochemistry,<br />

Ankara Training and Research Hospital, Ministry of Health, Ankara 06340<br />

Cilt defektlerinin kapatılmasında tedavi yaklaşımında sekonder yara iyileşmesi<br />

genellikle ilk sıralarda tercih edilmektedir. Sekonder yara iyileşmesi çok sayıda<br />

hücre ve nitrik oksiti de içeren sinyal molekülünün organize işlemini gerektiren<br />

karışık bir süreçtir ve güncelliğini korumaktadır. Bu çalışmada, cGMP yıkımını<br />

azaltan ve yara bölgesinde düzeyini artıran sildenafil sitratın, sekonder yara<br />

iyileşmesine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada 25 adet erişkin Sprague Dawley<br />

cinsi dişi sıçan kullanıldı. Her bir sıçanın dorsal bölgesinde aralarında 2 cm mesafe<br />

bulunan toplam 4 adet 1 cm cilt-cilt altı defekt oluşturuldu. Lezyonların her<br />

birine karbapol kullanılarak hazırlanmış %1 ve %5 sildenafil jeller, boş karbapol<br />

jel ve serum fizyolojik uygulandı. Denekler 3., 5., 7.,10. ve 14. günlerde 5’er<br />

adet olmak üzere sakrifiye edildi. Uygulanan tedavinin deri defektlerini kapatmadaki<br />

etkisi; defekt alanı ölçümü ve doku hidroksiprolin düzeyleri ölçümü<br />

yapılarak değerlendirildi. Sildenafil sitratın yara iyileşmesinin erken dönemlerinden<br />

başlayarak ve 7. günden itibaren doz bağımlı defekt alanında küçülmeye<br />

neden olduğu görüldü. Doku hidroksiprolin düzeylerinde sildenafil sitrat<br />

grubunda diğer gruplara göre doza bağımlı artış olmakla birlikte sonuçlar arasında<br />

anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Sonuç olarak; topikal uygulanan sildenafil sitrat<br />

jelin, doku hidroksiprolin düzeylerinde anlamlı etkisinin olmamasından dolayı<br />

cGMP yolağının yara iyileşmesinde bu parametrelere fazla etkisinin olmadığını<br />

düşünmekteyiz. Defekt alanında küçültme, vaskülarizasyon ve granülasyon kalitesini<br />

artırma özelliklerinden dolayı, cilt defektlerinin sekonder kapatılmasında<br />

mevcut kullanımda olan uygulamalara alternatif bir metot olarak kullanılabilir.<br />

Secondary wound healing is generally accepted as first-line treatment modality<br />

in reconstruction of skin defects. Secondary wound healing is a complex process<br />

which necessitates organization of different cell types and several signaling<br />

molecules including nitric oxide. Sildenafil citrate decreases cGMP degradation<br />

and therefore increases its levels at the wound bed. The aim of this study is to<br />

evaluate the effect of sildenafil citrate on secondary wound healing. In the study,<br />

25 Sprague Dawley female rats were included. 4 dorsal lesions consisting of cutaneous-subcutaneous-panniculus<br />

carnousus defects, each 1 cm in diameter and 2<br />

cm away from each other were created. Four different treatment modalities which<br />

were 1% and 5% sildenafil gell prepared with carbapol, empty carbapol gell without<br />

any drug in it and %0.9 NaCl solution; were utilized to treat each lesion of<br />

the same rat. Rats were randomized and sacrified at 3.,5.,7.,10., and 14 th days .<br />

Effect of each modality was evaluated by means of defect area measurement, and<br />

measurement of tissue hydroxyprolin levels. The results of this study revealed<br />

that; sildenafil citrate leads to healing of the defect in a dose dependent manner<br />

starting from the very early healing periods. Measurement of tissue hydroxyprolin<br />

levels did not reveal any significant difference in favour of sildenafil citrate<br />

(p>0.05). In conclusion; since any significant relation of topical application of<br />

sildenafil citrate on the tissue hydroxyprolin levels could not be demonstrated and<br />

this parameter were thought to be relatively independent from the cGMP dependant<br />

pathways. The healing of defects, increaments in the vascularization and the<br />

quality of the granulation tissue, suggest its utilization as an alternative method in<br />

case of reconstruction of skin defects.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-226<br />

Hastane Verileri Kullanılarak 25(OH)Vitamin-D’nin Referans Aralığının<br />

Hesaplanması<br />

Özlem GÜLBAHAR, Mehmet Zahit ÇIRACI, Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

P-226<br />

Determining Reference Interval Of 25(OH) Vitamin-D From Hospital<br />

Based-Data<br />

Özlem GÜLBAHAR, Mehmet Zahit ÇIRACI, Şehri ELBEG,<br />

Hatice PAŞAOĞLU<br />

CONTENTS<br />

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

zahidciraci@hotmail.com<br />

Tıbbi karar sürecinde önemli rolü olan referans aralıklarının her laboratuarın<br />

kendisi tarafından belirlenmesi gerekmektedir. Çalışmamızda, 25(OH) vitamin-<br />

D’nin laboratuarımıza ait referans aralığını belirlemeyi ve bu değerleri üretici<br />

firma tarafından önerilen referans aralıklarla karşılaştırmayı amaçladık. Referans<br />

aralık hesaplamak için Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Merkez Biyokimya<br />

Laboratuvarı’nın 2009 yılına ait vitamin-D verileri kullanıldı. Plazma Vitamin-D<br />

düzeylerinin analizi HPLC yöntemi ile yapıldı. Referans aralığı Laboratuar Bilgi<br />

Yönetim Sistemleri (LBYS) programının modifiye Bhattacharya yöntemini esas<br />

alınarak oluşturulmuş ‘referans değer hesaplama modülü’ kullanılarak indirekt<br />

yöntemle hesaplandı. Laboraratuarımıza ait 25(OH) vitamin-D referans aralığı<br />

5,60 - 41,70 ng/mL bulundu. Referans değerlerimiz için alt güven aralığı 5,60<br />

- 5,70 ng/mL , üst güven aralığı 40,90 - 42,60 ng/mL olarak bulundu. Firma<br />

tarafından verilen referans aralığı (10 – 50 ng/mL) bizim bulduğumuz güven<br />

aralıkları içinde olmadığı için veriler arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı<br />

kabul edildi. Ayrıca referans verileri arasındaki bu fark tedaviye başlama kararını<br />

etkilediğinden klinik olarak anlamlıdır. Her laboratuar tarafından oluşturulması<br />

gereken referans aralıklar hastane verileri üzerinden LBYS programları<br />

kullanılarak çok kolay, hızlı ve ucuz bir şekilde yapılabilir. Ayrıca bu referans<br />

aralık çalışmalarının çok merkezli araştırmalarla toplum bazında da yapılması<br />

gerektiğini düşünmekteyiz.<br />

Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,<br />

Ankara<br />

zahidciraci@hotmail.com<br />

Reference intervales which have important role on the medical decision should be<br />

determined by each laboratory. In this study we aimed to determine reference interval<br />

of 25(OH) vitamin-D in our laboratory and compare with reference interval<br />

which is recommended by the manufacturer. We used plasma 25(OH) vitamin-D<br />

results , obtained from database of Gazi University Faculty of Medicine Core Laboratory<br />

in 2009 to determine referance interval. Plasma 25(OH) vitamin-D levels<br />

were analysed by HPLC method. Referance interval was estimated indirectly by<br />

using ‘referance value calculation module’ of LBYS programme , based on the<br />

modified method of Bhattacharya. We found reference interval 5,60 - 41,70 ng/<br />

mL for our laboratory. Lower limit was 5,60 - 5,70 ng/mL and upper limit was<br />

40,90 - 42,60 ng/mL for reference interval. Values, given from manufacturer (10<br />

50 ng/mL) were out of our limits. Therefore our result was significantly different<br />

from manufacturer’s. Also this difference is clinicaly significant because of the<br />

effect of treatment. 25(OH) vitamin-D referance interval in our laboratory was<br />

found different from recommended interval by the manufacturer. Each laboratory<br />

should establish their own referance intervals and this can be done easily , faster<br />

and cheaper with laboratory database by using LBYS programme. We also think<br />

that this reference interval studies are required to be done on the basis of society<br />

with multi-centered researches.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-227<br />

Yaşlılarda Serum 25-OH Vitamin D3 Düzeyleri<br />

Gülbahar UZUN, Serdar DOĞAN, Gültekin YÜCEL, Sebahat ÖZDEM<br />

Akdeniz Üniversitesi , Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D., Antalya<br />

Bu çalışmada yaşlı bireylerde serum 25-OH vitamin D3 (25-OH vitD3) düzeyleri<br />

ölçüldü. Materyal-metod: Çalışmaya 855 yaşlı birey dahil edildi (690 kadın, 165<br />

erkek, yaş aralığı: 61-99 yıl). 10 ng/mL’nin altındaki 25-OH vitD3 düzeyleri mutlak<br />

yetmezlik, 10-25 ng/mL arasındaki değerler D vitamini eksikliği, 25-80 ng/<br />

mL D vitamini değerleri normal olarak kabul edildi. 25-OH vitD3 düzeyleri serum<br />

örneklerinde elektrokemiluminesans immunassay (ECLIA) yöntemi kullanılarak,<br />

Roche Modular Analytics E170 Immunassay analizöründe ölçüldü (Roche Diagnostics<br />

GmbH, Mannheim, Germany). Bulgular: Grubun yaş ortalaması 69.32 ±<br />

6.41 yıl (ortalama ± SD) olarak bulundu. 25-OH vitD3 düzeyleri, çalışma grubunun<br />

%19.1’inde (218 birey) mutlak yetmezlik sınırlarında, %55.4’ünde (474 birey)<br />

eksiklik düzeylerinde bulunurken, ancak %25.5’inde (163 birey) önerilen<br />

referans değerleri tespit edildi. Sonuç: Yaşlı bireylerin yaklaşık %75’inde serum<br />

25-OH vitD3 düzeylerinin önerilen referans değerlerinden düşük olduğu tespit edildi.<br />

Bu düşüklüğün yaşlılarda ortaya çıkaracağı olumsuz durumları gidermek için<br />

bu yaş grubunda belirli aralıklarla D vitamini ölçümlerinin yapılması gerektiği ve<br />

D vitamini desteğinin yararlı olabileceği düşünüldü.<br />

P-227<br />

Serum 25-OH Vitamin D3 Levels In Elderly<br />

Gülbahar UZUN, Serdar DOĞAN, Gültekin YÜCEL, Sebahat ÖZDEM<br />

Akdeniz University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,<br />

Antalya<br />

In the present study, we measured serum levels of 25-OH vitamin D3 (25-OH<br />

vitD3) in elderly. Material-method: 855 old persons (690 women, 165 men, age<br />

range: 61-99 years) were included in the study. 25-OH vitD3 levels below 10 ng/<br />

mL were accepted as absolute deficiency, levels between 10 – 25 ng/ml as vitamin<br />

D deficiency and those between 25 – 80 ng/ml as normal values. Serum levels of<br />

25-OH vitD3 were measured in Roche Modular Analytics E170 Immunoassay analyzer<br />

(Roche Diagnostics GmbH, Mannheim, Germany) using electrochemiluminescence<br />

immunoassay (ECLIA) method. Findings: The mean age of the group<br />

was 69.32 ± 6.41 years (mean ± SD). 25-OH vitD3 serum levels were within the<br />

absolute deficiency range in 19.1% (218 persons) of the study group, at vitamin<br />

D deficiency levels in 55.4% (474 persons) and in recommended reference range<br />

only in 25.5% (163 persons). Conclusion: It was determined that the serum 25-<br />

OH vitD3 levels were below recommended reference levels in 75% of the studied<br />

elderly population. It was concluded that it is necessary to measure vitamin D<br />

levels at certain intervals in this age group in order to prevent the unfavorable effects<br />

of low vitamin D levels and vitamin D supplementation might also be useful.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-228<br />

Serum Vitamin D Düzeyleri Ve Vücut Kitle İndeksi Arasındaki İlişki<br />

Fehime Benli AKSUNGAR 1 , Mahmure URAZ 2 , Mustafa ŞAHİN 3 ,<br />

Eşref ÖZER 4<br />

P-228<br />

Serum Vitamin D Levels And Body Mass Index CorrelatioN<br />

Fehime Benli AKSUNGAR 1 , Mahmure URAZ 2 , Mustafa ŞAHİN 3 ,<br />

Eşref ÖZER 4<br />

CONTENTS<br />

1Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul<br />

2 Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği, İstanbul<br />

3 Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi Anabilim Dalı, İstanbul<br />

4 Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, İstanbul<br />

Son yıllarda yapılan çalışmalarda dünyanın pek çok ülkesinde vitamin D<br />

yetersizliği gösterilmiştir. Ülkemizde de yeni yeni toplum tarama çalışmaları<br />

yapılmaya başlanmış ve ilk sonuçlar Türk toplumunda da ciddi Vitamin D<br />

eksikliği olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, vitamin D’nin sadece kemik<br />

döngüsünde rolü olmadığı, eksikliğinde diyabet, romatolojik hastalıklar ve yine<br />

son günlerde yayınlanan bazı olgularda psikiyatrik bazı semptomlar görülebildiği<br />

rapor edilmektedir. Bizler, bu çalışmada literatüre hızla eklenen yeni bilgiler<br />

ışığında, obez bireylerde Vitamin D düzeyini incelemeyi ve vücut kitle indeksiyle<br />

(BMI) karşılaştırmayı amaçladık. Vücut kitle indeksi >30 olan 22-40 yaş arası<br />

21 erkek, 33 kadın olmak üzere toplam 54 obez hasta ile yaş ve cinsiyet oranı<br />

uyumlu BMI30 olan hastalarda 4.62 ± 1.79 iken, kontrol grubunda 12.27 ± 3.67 ng/mL<br />

olarak saptandı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-229<br />

Non Obez Polikistik Over Sendromlu Hastalarda İnsulin Direnci Ve Serum<br />

Sitokin Seviyeleri<br />

Belkıs AYDINOL, Nurettin FİDAN, Sedat YILMAZ<br />

P-229<br />

Insulin Resistance And Serum Cytokin Levels In Non- Obese Patients With<br />

Polycystic Ovary Syndrome<br />

Belkıs AYDINOL, Nurettin FİDAN, Sedat YILMAZ<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya A.D., Tıp Fakültesi, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır<br />

Department of Biochemistry, Faculty of Medicine, Dicle University, Diyarbakır<br />

Polikistik over sendromu (PKOS), reprodüktif dönemde en sık görülen endokrin<br />

bozukluktur.PKOS’luların %50-70’i obezdir ve obez PKOS’luların %75’inde insulin<br />

direnci ve hiperinsulinemi mevcuttur. PKOS ile ilgili çalışmalar genellikle<br />

obeslerde yapılmıştır. Normal kilolu veya zayıf PKOS’lularda yapılmış çalışma<br />

çok azdır. Son yıllarda anormal sitokin üretimi ile bozulmuş proinflammatuar/<br />

antiinflammatuar sitokin dengesinin PKOS ve insulin resistansı gelişmesinde etkili<br />

olabileceği düşülmektedir Bu çalışmada non-obez polikistik over sendromlu<br />

(PKOS) hastalarda insülin direnci ve serum sitokin seviyeleri ölçülerek aralarında<br />

bir ilişki olup olmadığı araştırıldı. Çalışmaya 36 nonobez PKOS’lu kadın ile benzer<br />

yaş ve vücut ve kütle indeksine sahip 25 sağlıklı kadın kontrol olarak alındı.<br />

Bütün hastalara ESHRE/ASRM consensus kriterlerine göre PKOS tanısı konuldu.<br />

Her iki grupta serum glukoz, insulin ve sitokin düzeyleri (IL-1 β, IL-2R, IL-6,<br />

IL-8, IL-10, TNF α) ölçüldü. İnsülin direncini değerlendirmek için HOMA indeksi<br />

kullanıldı. Bulgular istatistiksel olarak değerlendirildiğinde, PKOS ve<br />

kontrol grubunun glukoz değerleri açısından karşılaştırıldığında PKOSl’ularda<br />

anlamlı olarak yüksekti (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-230<br />

Homosistein, Kolesterol Ve Vitamin E’nin Ateroskleroz Oluşumu Üzerine<br />

Etkisi<br />

Deniz KIRAÇ 1 , Nesrin KARTAL ÖZER 2<br />

P-230<br />

Effects Of Homocysteine, Cholesterol And Vitamin E On Development Of<br />

Atherosclerosis<br />

Deniz KIRAÇ 1 , Nesrin KARTAL ÖZER 2<br />

CONTENTS<br />

Biyokimya A.D., Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi , İstanbul<br />

Biyokimya A.D., Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi , İstanbul<br />

Ateroskleroz ve komplikasyonları tüm dünyada başlıca ölüm nedenleri arasında<br />

yer almaktadır. Arteriyal duvarda lipidlerin ve kolesterolün birikimi aterosklerotik<br />

lezyonların oluşumunda başlıca etkendir. Son yıllarda artan plazma homosistein<br />

düzeyinin de aterosklerotik vasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörü<br />

olduğu kabul edilmiştir. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar, vitamin E düzeyi yüksek<br />

olan toplumlarda koroner arter hastalığı riskinin düşük olduğunu göstermiştir.<br />

Bu çalışmada hiperhomosisteinemi ve hiperkolesteroleminin sıçan aortasında<br />

meydana getirebileceği ateroskleroz benzeri değişikliklerin incelenmesi ve vitamin<br />

E’nin bu durumu önleyici etkisi olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Sıçanlara 4 hafta süresince içme suyunda metiyonin verilerek hiperhomosisteinemi<br />

ve kolesterol ilave edilen yem ile besleyerek hiperkolesterolemi oluşumu<br />

sağlanmıştır. Bir gruba da bunlara ilaveten vitamin E verilerek, vitamin E’nin<br />

bu durumdaki etkisi incelenmiştir. Deney sonunda hiperhomosisteinemik ve hiperkolesterolemik<br />

sıçanların torasik aortasında ateroskleroza benzer değişiklikler<br />

olduğu, kollajen miktarının arttığı mikroskobik olarak gözlenmiştir. Ayrıca hiperhomosisteinemi<br />

grubunun dokularındaki kollajen miktarının kontrol grubuna<br />

göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde arttığı belirlenmiştir. Vitamin E’nin ise<br />

homosistein ve kolesterol ile oluşan aterosklerotik değişiklikleri azalttığı tespit<br />

edilmiştir.<br />

1Department of Biochemistry, Yeditepe University, Faculty of Medicine,<br />

İstanbul<br />

2Department of Biochemistry, Marmara University, Faculty of Medicine,<br />

İstanbul<br />

Atherosclerosis and its complications are the most common causes of death in the<br />

world. Accumulation of lipids in the arterial wall, particularly accumulation of<br />

cholesterol, is a major event proceeding the formation of atherosclerotic lesions.<br />

Also elevated plasma homocysteine levels is emerging as an independent risk<br />

factor for atherosclerotic vascular diseases. Epidemiological studies have been<br />

shown that, increasing the level of vitamin E in society, decreases the risk of<br />

coronary artery diseases.The aim of this study is to investigate the effect of hyperhomocysteinemia<br />

and hypercholesterolemia on atherosclerosis-like alterations<br />

in the rat aorta also the protective role of vitamin E. Rats received methionine in<br />

the drinking water for 4 weeks in order to make them hyperhomocysteinemic and<br />

they received cholesterol in the diet in order to make them hypercholesterolemic.<br />

In addition, another group received vitamin E and effect of vitamin E was investigated.<br />

At the end of the study, some atherosclerosis-like alterations and increased<br />

amount of collagen were shown microscopically at the thoracic aorta of the hyperhomocysteinemic<br />

and hypercholesterolemic rats. Collagen amount in aortic<br />

homogenates were found statistically higher in hyperhomocysteinemic rats than<br />

controls. Also it has been shown that vitamin E inhibits atherosclerotic changes<br />

which are formed with homocysteine and cholesterol.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-231<br />

Bakla (Vicia Faba): İdrar Katekolamin Ölçümlerinde Ciddi Pozitif<br />

İnterferans Nedeni<br />

Mehmet ŞENEŞ 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 , Güler TOPCU 1 , Gönül KOÇ 2 ,<br />

Yalçın ARAL 2 , Doğan YÜCEL 1<br />

P-231<br />

Fava Bean (Vicia Faba): Causes A Serious Positive Interference In Urinary<br />

Cathecolamine Measurements<br />

Mehmet ŞENEŞ 1 , Aylin HAKLIGÖR 1 , Güler TOPCU 1 , Gönül KOÇ 2 ,<br />

Yalçın ARAL 2 , Doğan YÜCEL 1<br />

CONTENTS<br />

1 Tıbbi Biyokimya A.D., S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

2 Endokrinoloji ve Metabolizma A.D., S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, Ankara<br />

Nöroblastoma, feokromasitoma ve karsinoid tümörler gibi nöroendokrin tümörlerin<br />

tanısının konulmasında biyojenik amin metabolitlerinin kantitatif ölçümünden<br />

sıklıkla faydalanılır. Çeşitli besinlerin (muz, ananas, kivi gibi) önemli<br />

miktarda yüksek dopamin, serotonin ve daha az olarak norepinefrin içerdikleri<br />

bilinmektedir. Bakla fazla miktarda L-DOPA içerir. Diyetle alınan L-DOPA böbrekler<br />

tarafından dopamine dönüştürülür. Çalışmanın amacı sağlıklı bireylerde<br />

diyetle alınan taze baklanın idrar katekolamin ölçümüne etkisini araştırmaktır.<br />

Çalışmaya sağlıklı ve gönüllü 6 laboratuvar çalışanı dahil edildi [Yaş (x±sd) :39.5<br />

±4.76 yıl]. Gruba günde iki kez 200 g taze bakla tüketmeleri söylendi. 24 saatlik<br />

idrar örnekleri bakla tüketilmeden 2 gün önce normal diyetle ve bakla tüketilen<br />

gün toplandı. Her iki örnekte de idrar katekolaminleri ve metabolitleri (dopamin,<br />

3-metoksitiramin (3-MT) , epinefrin, norepinefrin, 5-hidroksiindol asetik asit,<br />

metanefrin, normetanefrin ve VMA) HPLC-ECD sistemiyle çalışıldı. Bakla yenilen<br />

gün ve sonrasında toplanan 24 saatlik idrar örneklerinde adrenalin, dopamin,<br />

VMA ve 3-MT’de anlamlı yükseklik bulundu (her bir analit için p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-232<br />

Gürültünün Tekstil Fabrikalarında Çalışanlarda Tükürük Total Siyalik<br />

Asit Ve Malondialdehit Değerlerine Etkisi<br />

Naciye KURTUL 1 , Firdevs NİLGÜN KOCALAR 1<br />

P-232<br />

The Effects Of Noise On Saliva Total Sialic Acid And Malondialdehyde<br />

Levels Of The People Working In Textile Factories<br />

Naciye KURTUL 1 , Firdevs NİLGÜN KOCALAR 1<br />

CONTENTS<br />

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi1, Fen Fakültesi Kimya Bölümü,<br />

Biyokimya AD, Kahramanmaraş<br />

naciye.kurtul@hotmail.com<br />

1University of Kahramanmaraş Sütçü İmam, Faculty of Science Department of<br />

Chemistry, Division of Biochemistry, Kahramanmaraş<br />

naciye.kurtul@hotmail.com<br />

Sürekli gürültüye maruz kalmak çeşitli sağlık problemlerine neden olabilmektedir.<br />

Tekstil endüstrisi ekonomimizde önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada,<br />

sürekli gürültüye maruz kalınan işyerlerinden biri olan tekstil fabrikalarında<br />

çalışan kişilerde gürültünün tükürük total siyalik asit (TSA) ve malondialdehit<br />

(MDA) düzeylerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada yer alan kişilerin hepsi erkek<br />

olmak üzere, 21 kişilik sağlıklı kontrol grubu ile 30 dokuma bölümü (Grup I), 23<br />

iplik bölümü (Grup II) işçilerinden işe hem giriş, hem de çıkış saatlarında alınan<br />

tükürük örneklerinde bu parametreler ölçülerek karşılaştırılmıştır. Grup I ve II<br />

ile iplik ve dokuma bölümlerinden oluşan tekstil gürültü grubunda (Grup III)’de<br />

ölçülen parametrelerin tükürük değerleri kontrol grubundan (Grup IV) istatistiksel<br />

olarak önemli düzeyde yüksek bulunmuştur. TSA ve MDA değerlerinin Grup<br />

III’te sekiz saatlik çalışma sonrasında başlangıç saatine göre yükseldiği tespit<br />

edilmiş olup; aradaki farklar MDA için istatistiksel olarak önemli bulunmuştur.<br />

Sonuçta, bu çalışmada tekstil gürültü gruplarında tükürük TSA ve MDA düzeylerinin<br />

etkilendiği görülmüştür. Ancak bu verilerin gürültünün insan sağlığına<br />

olan etkilerinin değerlendirilmesinde kullanılabilmesi için ilgili çalışmalarla<br />

desteklenmesi gerekmektedir.<br />

Textile industry has an important role in our economy. In this study, it was investigated<br />

the effects of noise on total sialic acid (TSA) and malondialdehyde (MDA)<br />

levels in salivary on the workers exposed to continual noise in textile factories.<br />

These parameters were measured in salivary samples obtained from the control<br />

group of 21 healthy persons and 30 workers from weaving department (Group I),<br />

23 workers from yarn department (Group II), consisting of only men persons, at<br />

entrance/exit time, and the results were compared. The values of the parameters<br />

measured in salivary were higher in Group I, II, and textile noise group (Group III)<br />

consisting of yarn and weaving department workers than the control group (Group<br />

IV). The differences were found statistically significant. It was found, after eight<br />

hours working, the TSA and MDA values were increasing when compared with<br />

entrance/exit time values in the Group III. The differences were found statistically<br />

significant for MDA. As a result, it was observed that the salivary TSA and MDA<br />

levels in salivary were influenced in the textile noise groups. However in order to<br />

use these data in evaluating the effects of noise on human health, the data obtained<br />

from this study needs to be supported by further studies.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-233<br />

Rize Yöresindeki Koroner Arter Hastalarına Ait Serum Lipit Profillerinin<br />

Değerlendirilmesi<br />

Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Adnan YILMAZ 3 , Mehtap ATAK 1 ,<br />

Adem DEMİR 1 , Hasan EFE 3 , Ömer ŞATIROĞLU 2 , Mustafa ÇETİN 2<br />

P-233<br />

The Evaluation Of Serum Lipid Profile In Individual With Coronary<br />

Artery Disease In Rize<br />

Hüseyin Avni UYDU 1 , Mehmet BOSTAN 2 , Adnan YILMAZ 3 , Mehtap ATAK 1 ,<br />

Adem DEMİR 1 , Hasan EFE 3 , Ömer ŞATIROĞLU 2 , Mustafa ÇETİN 2<br />

CONTENTS<br />

1 Kimya Bölümü, Biyokimya A.D., Rize Üniversitesi, Rize<br />

2Dahili Bilimler Bölümü, Kardiyoloji A.D., Rize Üniversitesi , Rize<br />

3Temel Bilimler Bölümü, Biyokimya A.D., Rize Üniversitesi , Rize<br />

1 Department of Biochemistry, Rize University, Rize<br />

2 Internal Medicine, Department of Cardiology, Rize University, Rize<br />

3 Basic Sciences, Department of Biochemistry, Rize University, Rize<br />

Koroner arter hastalığı (KAH) hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde<br />

görülen hipertansiyon, dislipidemi ve diyabet gibi onu oluşturan nedenlerin<br />

teşhisi ve tedavisine rağmen ölümlere yol açan bir hastalıktır. Hiperlipidemi<br />

aterosklerotik kalp hastalığının görülmesinde ve yol açtığı ölümlerde major risk<br />

faktörüdür ve artmış plazma trigliserid (TG), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL-<br />

K) ve azalmış yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL-K) ile karakterizedir. Rize<br />

yöresinde sağlık kurumlarına kalp-damar hastalıkları şikâyeti ile başvuran hasta<br />

sayısındaki artışın, özellikle hayvansal yağ ağırlıklı beslenme alışkanlığının<br />

yüksek düzeyde olmasından kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Bu araştırmanın<br />

amacı; ilimizdeki bu beslenme alışkanlığının hasta ve sağlıklı kontrol grubuna ait<br />

bireylerin plazma lipit profiline yansımasını ortaya koymaktır. Rize Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi Kardiyoloji polikliniğine başvuran 114 kişilik hasta grupları (33’ü bir<br />

damarı tıkalı, 54’ü iki damarı tıkalı ve 27’si üç damarı tıkalı) ile hasta gruplarıyla<br />

benzer demografik özelliklere sahip 70 kişilik sağlıklı kontrol gruplarında; Rize<br />

üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinin rutin laboratuarında plazma lipid profili<br />

[(TG, TK, LDL-K, HDL-K, apo AI, apo B and Lp (a)] enzimatik kolorimetrik ve<br />

monoklonal immünopresibitasyon metotlarını kullanarak tayin edildi. Çalışmaya<br />

katılanlar anjiyografik bulgulara göre sınıflandırıldığında, plazma TK, LDL-K,<br />

TK/HDL-K ve Lp (a) değerlerinde anlamlı bir artış, HDL düzeylerinde ise anlamlı<br />

bir azalma belirlenmiştir. Apoprotein düzeylerine yansıması ise sadece Apo E’nin<br />

artışı yönünde bulunmuştur. Yöremizde yaşayanların diyet alışkanlıklarında<br />

yapacakları değişikliklerin aterojenik lipoprotein fraksiyonların azalmasına<br />

dolayısıyla koroner damar üzerinde olumlu etkiye neden olacağı düşünülmektedir.<br />

Coronary artery disease (CAD) is the leading cause of mortality and morbidity<br />

in both developed and developing countries despite the considerable advances<br />

made in the diagnosis, prevention and treatment of the condition.; hypertension,<br />

dyslipidemia and diabetes mellitus are considered as major risk factors contributing<br />

to the condition. Hyperlipidemia is a major risk factor for atherosclerotic heart<br />

disease-related mortality and morbidity, and characterized by increased plasma<br />

TG, LDL-C and reduced plasma HDL-C. It has been estimated that the increment<br />

in number of the patients who apply to Health Care Service for cardiovascular<br />

complaints in Rize is especially based on the feed habituation which is largely<br />

about animal products. The scope of this experiment is to indicate the reflection<br />

effect of feeding habitual on plasma lipid profile in indivudials with disease and<br />

healty in the region. In one hundred fourteen-person patient groups (thirty-three<br />

1, fifty-four 2 and twenty-seven 3 vessel diseases) who apply to the department<br />

of cardiology of the Faculty of Medicine at Rize University and the seventy-person<br />

control group who has similar demographic properties to those of the patient<br />

groups; plasma lipid profile [(TG, TC, LDL-C, HDL-C, apo AI, apo B and Lp (a)]<br />

were analyzed by using enzymatic colorimetric assay and monoclonal immunoprecipitation<br />

method in the routine laboratory of Medicine Faculty. Classified the<br />

participants according to angyographic findings, it is estimated that the values of<br />

plazma TC, LDL-C, TC/HDL-C and Lp (a) were significantly increased whereas<br />

HDL-C was decreased in groups with disease. It is thought that alterations in diet<br />

habitual chanced by people living in region may lead to a decreament in atherogenic<br />

lipoprotein fractions, thereby behave on coronary artery heal<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-234<br />

Primer Ve Metastatik Akciğer Adenokanser Teşhisinde TTF-1, CK 7,<br />

CK 8’in Kullanımı<br />

Serpil OĞUZTÜZÜN 1 , Murat KILIÇ 2 , Nisa TANDOĞAN 1 ,<br />

Ziya ATAY 3<br />

P-234<br />

The Usefulness Of TTF-1, CK 7, CK 8 For Diagnosis Primary And<br />

Metastatic Lung Adenocarcinomas<br />

Serpil OĞUZTÜZÜN 1 , Murat KILIÇ 2 , Nisa TANDOĞAN 1 ,<br />

Ziya ATAY 3<br />

CONTENTS<br />

1Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Kırıkkale<br />

2Kırıkkale Üniversitesi Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Merkezi, Kırıkkale<br />

3Hannover Sitopatoloji Enstitüsü, Hannover, Almanya<br />

nisatandogan@hotmail.com<br />

Adenokarsinomalar plevra sıvısı içerisindeki en yaygın malignitedir. Genel primer<br />

yerleri akciğer, karaciğer, gastrointestinal ve genitoüriner yollardır. Hücre morfolojisiyle<br />

adenokarsinoma orijinini tahmin etmek zordur. Primer ve metastatik<br />

akciğer adenokarsinomları ayırdetmek için 14 plevra sıvısında tiroid transkripsiyon<br />

faktör-1 (TTF-1), sitokeratin 7 (CK 7) ve sitokeratin 8 (CK 8) ‘in immünositokimyasal<br />

ekspresyonları araştırıldı. Primer akciğer adenokarsinom (P=0.028;<br />

Chi-squared test) ve metastatik akciğer adenokarsinomda (P=0.004; Chi-squared<br />

test), TTF-1, CK 7 ve CK 8 ekspresyonları arasında istatistiksel olarak anlamlı<br />

farklılıklar bulundu. Primer akciğer adenokarsinomda, TTF-1, CK 7 ve CK 8’in<br />

belirteç olarak duyarlılıkları sırasıyla %0, %87 ve %57 idi. Ayrıca, metastatik<br />

adenokarsinomda ise TTF-1, CK 7 ve CK 8’in belirteç olarak duyarlılıkları<br />

sırasıyla %16, %86 ve %75 idi. Primer akciğer adenokarsinom bulgularına göre<br />

7 örneğin 4’ ünde (% 57) CK 8 pozitif bulundu. Fakat dokuz (%75) metastatik<br />

akciğer adenokarsinom vakasında CK 8 pozitif bulundu. TTF-1 metastatik<br />

akciğer adenokarsinomalarının %16’ sında eksprese edilirken, primer akciğer adenokarsinoma<br />

vakalarının tümünde TTF-1 negatif boyandı. TTF-1, CK 7 ve CK<br />

8 immünositokimyasal metod primer ve metastatik akciğer adenokarsinomaların<br />

tanısını ayırdetmede yeteri kadar duyarlı bulunamadı. İleride daha fazla sayıda<br />

örnek grubuyla ek çalışmalar yapılmalıdır.<br />

1Kırıkkale University Faculty of Arts and Sciences Department of Biology,<br />

Kırıkkale<br />

2Kırıkkale University Scientific and Technological Research Center, Kırıkkale<br />

3The Hannover Cytopathology Institute, Hannover, Germany<br />

nisatandogan@hotmail.com<br />

Adenocarcinomas are the most common cause of malignancy in pleura fluids.<br />

Usual primary sites include the lung, breast, gastrointestinal tract, and genitourinary<br />

tracts. Predicting the site of origin of an adenocarcinoma can be difficult due<br />

to overlapping cellular morphologic characteristics. We investigated the use of<br />

thyroid transcription factor-1 (TTF-1), Cytokeratin 7 (CK 7) Cytokeratin 8 (CK<br />

8) to differentiate the primary and metastatic lung adenocarcinoma in 14 pleura<br />

fluid samples. There was a significant difference between TTF-1, CK 7 and CK<br />

8 expressions in primary lung adenocarcinomas (P=0.028; Chi-squared test) and<br />

in metastatic lung adenocarcinomas (P=0.004; Chi-squared test). The sensitivity<br />

of TTF-1, CK 7 and CK 8 as a marker for primary lung adenocarcinomas were<br />

0%, 87% and 57%, respectively. Moreover, the sensitivity of TTF-1, CK 7 and<br />

CK 8 as a marker for metastatic lung adenocarcinomas were 16%, 86% and 75%,<br />

respectively. Overall results for primary lung adenocarcinomas demonstrated CK<br />

8 reactivity in 4 (57%) of 7 cases. Nine metastatic lung adenocarcinoma samples<br />

(75%) were positive for CK 8. TTF-1 was expressed in 16% of metastatic lung<br />

adenocarcinomas, but negative TTF-1 staining was observed in all primary lung<br />

adenocarcinoma cases. Our results confirm that the method of TTF-1, CK 7 and<br />

CK 8 immunohistochemistry is not sensitive enough for the differential diagnosis<br />

of primary and metastatic lung adenocarcinomas. Further studies with large<br />

samples should be performed in future.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-235<br />

EDTA ve Soğuk Aglütininlere Bağlı Yalancı Trombositopeninin<br />

Fatih ÖZÇELİK 1 , İsmail KURT 2 , Ömer YİĞİNER 3 , Muzaffer ÖZTOSUN 1 ,<br />

Erol ARSLAN 4 , Muhittin A. SERDAR 2<br />

1 Gümüşsuyu Asker Hastanesi, Biyokimya Laboratuarı, İstanbul<br />

2 GATA Ankara, Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara<br />

3 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Kardiyoloji Bilim Dalı, İstanbul<br />

4 Balmumcu Dispanseri, İç Hastalıkları Servisi, İstanbul<br />

68ozcelik@mynet.com<br />

Trombosit kümeleşmesi nedeniyle ortaya çıkan yalancı trombositopeni, genellikle<br />

etilendiamin tetra asetik asit (EDTA) veya diğer antikoagulanlara bağımlı<br />

antikorlar ve trombosit antijenlerine karşı oluşmuş soğuk aglütininlerle ilişkilidir.<br />

Bu çalışmada amaç, klinik laboratuarda sık karşılaştığımız yalancı trombositopeniyi<br />

tanıyabilmek ve gerçek trombositopeniden ayırabilmekti.<br />

Çalışma kapsamına, yalancı trombositopeni (YTSP) olabileceği düşünülen ve<br />

hematolojik problemi saptanmayan 62 hasta alındı. Hastaların EDTA’lı, EDTA-<br />

Kanamisinli ve sitratlı kan örnekleri hem oda sıcaklığında, hem de 37oC’de<br />

alınarak çalışıldı.<br />

23 hastada EDTA’ya bağlı YTSP ve sadece bir olguda soğuk aglütininlere bağlı<br />

YTSP saptandı. EDTA’ya bağlı YTSP olgularının beşinde aynı zamanda soğuk<br />

aglütinine bağlı YTSP de saptandı. Ayrıca YTSP saptananların lökosit sayıları da<br />

yanlış olarak yüksek bulundu.<br />

Klinik laboratuarlarda trombosit sayıları düşük olarak saptanan hastaların önemli<br />

bir kısmı tedavi gerektirmeyen YTSP’dir. EDTA’ya bağlı YTSP olgularını 1)<br />

EDTA’lı kan örneklerini 37 ºC’ye getirerek, 2) EDTA’lı kan örneklerine kanamisin<br />

ekleyerek 3) veya daha pratiği tekrar kan alımına gerek kalmadan sedimantasyon<br />

için alınan sitratlı kanları ölçüm için kullanarak tespit edilebiliriz. Ayrıca<br />

YTSP saptanan hastalarda yalancı lökositoza dikkat edilmelidir.<br />

P-235<br />

Practical Methods in the Detection of EDTA and Cold Agglutinins-<br />

Dependent Pseudothrombocytopenia<br />

Fatih OZCELIK 1 , Ismail KURT 2 , Omer YIGINER 3 , Muzaffer OZTOSUN 1 ,<br />

Muhittin A. SERDAR 2 , Erol ARSLAN 4<br />

1 Gumussuyu Military Hospital, Laboratory of Clinical Biochemistry, Istanbul<br />

2 Gulhane School of Medicine, Department of Clinical Biochemistry, Ankara<br />

3 GATA Haydarpasa Teaching Hospital, Department of Cardiology, Istanbul<br />

4 Balmumcu Military Medical Center, Department of Internal Medicine, Istanbul<br />

68ozcelik@mynet.com<br />

Pseudothrombocytopenia caused by platelet clumping is usually associated with<br />

blood specimens with ethylenediamine tetraacetic acid (EDTA) or other anticoagulants-dependent<br />

antibodies and associated with cold agglutinins against platelet<br />

antigens.<br />

In this study, we aimed to identify the pseudothrombocytopenia which frequently<br />

encountered in the laboratory and distinguish it from true thrombocytopenia.<br />

The study included 62 patients who have not hemorrhagic abnormalities and suspected<br />

with pseudothrombocytopenia. Blood samples from patients with EDTA,<br />

EDTA-kanamycin and citrate were analyzed at room temperature and at 37ºC.<br />

EDTA-dependent pseudothrombocytopenia was detected in 23 of 62 patients. In<br />

23 patients, five of these also had a cold agglutinin dependent pseudothrombocytopenia.<br />

In only one case, alone the cold agglutinin dependent pseudothrombocytopenia<br />

was found. The high leukocyte counts of patients with pseudothrombocytopenia<br />

were also found to be incorrect.<br />

In clinical laboratories, an important part of the patients with low platelet counts<br />

is pseudothrombocytopenia that does not require treatment. We can detect the<br />

cases of EDTA dependent Pseudothrombocytopenia by several ways; i) using citrated<br />

blood samples that was taken for measurement of sedimentation for counting<br />

platelets, ii) by incubating the EDTA blood samples at 37 degrees C or iii) by<br />

adding kanamycin into the EDTA blood samples. In addition, it must be carefully<br />

for spuriously high leukocyte count in the patients with pseudothrombocytopenia.<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-236<br />

Uyku Apnesi Olan Hastalarda Serum Serotonin Seviyeleri<br />

Şerif AKMAN, Halil YAMAN, Levent KOÇU<br />

Tıbbi Biyokimya A.D., GATA, Ankara<br />

P-236<br />

Serum Serotonin Levels In Sleep Apnea Patients<br />

Şerif AKMAN, Halil YAMAN, Levent KOÇU<br />

Department of Medical Biochemistry, GATA, Ankara<br />

CONTENTS<br />

serotonin, esansiyel bir amino asit olan indol çekirdeği içeren triptofandan sentezlenir.vücuda<br />

giren triptofanın yalnızca %2 kadarı serotonin biyosentezinde<br />

kullanılır.serotoninin, kanda kantitatif ve kalitatif tayininde çok farklı analitik<br />

yöntemler kullanılmaktadır.tüm bu gelişmiş metodlar içinde hplc en iyi metotdur.<br />

uyku apnesi, uyku sırasında nefes almada durmalarla seyreden sık görülen bir<br />

hastalıktır.beyindeki optimal serotonin miktarındaki değişim hava yolu açıklığını<br />

ve dengeli ventilasyonu bozabilir, anormal yüksek ve düşük seviyedeki serotonin<br />

miktarları uyku apnesini tetikleyebilir.çalışmamızda uyku apnesi olan hasta<br />

grubuyla sağlıklı kontrol grubu karşılaştırılmıştır.elde ettiğimiz veriler ışığında<br />

hasta grubunda serum serotonin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düşük<br />

bulunmuştur(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-237<br />

Uyku Apneli Hastalarda Serum Serotonin Seviyeleri<br />

Levent KOÇU, Şerif AKMAN, Halil YAMAN, Abdulgaffar ALTINPINAR,<br />

M. Kemal ERBİL<br />

P-237<br />

Serum Serotonin Levels In Sleep Apnea Patients<br />

Levent KOÇU, Şerif AKMAN, Halil YAMAN, Abdulgaffar ALTINPINAR,<br />

M. Kemal ERBİL<br />

CONTENTS<br />

Tıbbi Biyokimya A.D., GATA, Ankara<br />

serotonin, esansiyel bir amino asit olan indol çekirdeği içeren triptofandan sentezlenir.vücuda<br />

giren triptofanın yalnızca %2 kadarı serotonin biyosentezinde<br />

kullanılır.serotoninin, kanda kantitatif ve kalitatif tayininde çok farklı analitik<br />

yöntemler kullanılmaktadır.tüm bu gelişmiş metodlar içinde hplc en iyi metotdur.<br />

uyku apnesi, uyku sırasında nefes almada durmalarla seyreden sık görülen bir<br />

hastalıktır.beyindeki optimal serotonin miktarındaki değişim hava yolu açıklığını<br />

ve dengeli ventilasyonu bozabilir, anormal yüksek ve düşük seviyedeki serotonin<br />

miktarları uyku apnesini tetikleyebilir.çalışmamızda uyku apnesi olan hasta<br />

grubuyla sağlıklı kontrol grubu karşılaştırılmıştır.elde ettiğimiz veriler ışığında<br />

hasta grubunda serum serotonin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düşük<br />

bulunmuştur(p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-238<br />

Yaşlı Ve Genç Hastalarda Tiroid Bozuklukları<br />

Nejla BARIŞ, Metin DEMİR, Ayşenur ATAY, Mehmet KÖSEOĞLU,<br />

Serap ÇUHADAR<br />

P-238<br />

Thyroid Disorders In Elderly And Young Patients<br />

Nejla BARIŞ, Metin DEMİR, Ayşenur ATAY, Mehmet KÖSEOĞLU,<br />

Serap ÇUHADAR<br />

CONTENTS<br />

Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, II. Biyokimya ve Klinik Biyokimya<br />

Laboratuvarı, İzmir<br />

nejlabaris@yahoo.com<br />

Ataturk Training and Research Hospital, II. Biochemistry and Clinical<br />

Biochemistry Laboratory, Izmir<br />

nejlabaris@yahoo.com<br />

Çalışmamızın amacı; yaşlı ve genç hastalarda, tiroid hastalık tanısını, prevalansını<br />

ve tiroid hormon durumunu incelemektir. Ocak 2009-Haziran 2009 tarihleri<br />

arasında, Endokrinoloji ve Diyabet Polikliniğine başvurmuş, tiroid hastalığı<br />

olan 330 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar yaşlarına göre 2<br />

gruba ayrıldı. Grup 1: 65 yaş ve üstü hastalar (n=127, 89 kadın, 38 erkek, yaş<br />

ortalaması 72.7±5.7), Grup 2: 65 yaş altı hastalar (n=203, 155 kadın, 48 erkek,<br />

yaş ortalaması 42.9±11.6). Tiroid hormonları [serbest T3 (FT3), serbest T4 (FT4),<br />

tiroid stimüle edici hormon (TSH)] ve anti-tiroid antikorları [Antimikrozomal antikor<br />

(anti-TPOAb), antitiroglobulin antikor (anti-TgAb)] değerlendirildi. 65 yaş<br />

ve üstü grup ile 65 yaş altı grupta sırasıyla, akut tiroidit %3.1, %3, foliküler adenom<br />

%1.6, %0.5, foliküler karsinom %8.7, %2.5 (p=0.023), Graves %4.7, %8.4,<br />

Hashimoto %17.3, %32.5 (p=0.004), toksik multinodüler guatr %14.2, %5.9<br />

(p=0.019), toksik olmayan multinodüler guatr %26.8, %29.1, toksik olmayan<br />

nodüler guatr %<strong>22.</strong>8, %18.2. Ayrıca hipertiroidi %21.3, %13.8, subklinik hipertiroidi<br />

%19.7, %9.9 (p=0.018), hipotiroidi %<strong>22.</strong>8, %10.8 (p=0.005), subklinik<br />

hipotiroidi %11.8, %17.7, ötiroid %24.4, %47.8 (p=0.0001) idi. Anti-TPOAb<br />

%42.5, %58.1 pozitif (p=0.008), anti-TgAb %31.5, %51.7 pozitif (p=0.0001)<br />

bulundu. Tiroid hastalıklarının yaşlılarda genç hastalara kıyasla farklı olduğu<br />

görülmüştür. Folliküler karsinom ve toksik multinodüler guatr prevalansının<br />

anlamlı yüksek çıkması, yaşlılarda tiroid hastalıklarının daha agresif olduğunu<br />

gösterebilir. Ayrıca yaşlı kişilere belirli aralıklarla TSH bakılması faydalı olabilir.<br />

The aim of our study is to examine the diagnosis of thyroid disease, the prevalence<br />

and thyroid hormone status in elderly and young patients. 330 patients with<br />

thyroid disease were retrospectively reviewed that admitted to the Endocrinology<br />

and Diabetes between January 2009-June 2009. Patients were divided into 2<br />

groups according to age. Group 1: patients 65 years and over (n=127, 89 females,<br />

38 males, mean age 72.7±5.7), Group 2: patients under 65 years (n=203, 155<br />

females, 48 males, mean age 42.9±11.6). Thyroid hormones [free T3 (FT3), free<br />

T4 (FT4), thyroid-stimulating hormone (TSH)] and anti-thyroid antibodies [Antimicrosomal<br />

antibodies (anti-TPOAb), antithyroglobulin antibodies (anti-TgAb)]<br />

were evaluated. In groups 65 years and over and under 65 years, respectively,<br />

acute thyroiditis 3.1%, 3% follicular adenoma 1.6%, 0.5%, follicular carcinoma<br />

8.7%, 2.5% (p = 0.023), Graves 4.7%, 8.4%, Hashimoto 17.3%, 32.5% (p=0.004),<br />

toxic multinodular goitre 14.2%, 5.9% (p=0.019), non-toxic multinodular goitre,<br />

26.8%, 29.1%, non-toxic nodular goiter <strong>22.</strong>8%, 18.2%. Also hyperthyroidism<br />

21.3%, 13.8%, subclinical hyperthyroidism 19.7%, 9.9% (p=0.018), hypothyroidism<br />

<strong>22.</strong>8%, 10.8% (p=0.005), subclinical hypothyroidism 11.8%, 17.7%, euthyroid<br />

24.4%, 47.8% (p=0.0001). Anti-TPOAb was found 42.5%, 58.1% positive<br />

(p=0.008), anti-TgAb was found 31.5%, 51.7% positive (p=0.0001). Thyroid disease<br />

in the elderly compared to younger patients were observed to be different.<br />

Significantly higher prevalence of follicular carcinoma and toxic multinodular<br />

goiter, thyroid disease in the elderly could indicate more aggressive. Moreover,<br />

elderly people at regular intervals may be useful to look at the TSH.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-239<br />

Yenidoğan Sarılığında Fototerapi Öncesi Ve Sonrası İskemi Modifiye<br />

Albumin Düzeyleri<br />

S. Sami ERDEM 1 , Sevil KURBAN 1 , Hüseyin ALTUNHAN 2 , Ali ANNAGÜR 2 ,<br />

Rahmi ÖRS 2 , Hümeyra YERLİKAYA 1 , İdris MEHMETOĞLU 1<br />

P-239<br />

Ischemia Modified Albumin Levels In Newborn Jaundice Before And After<br />

Phototherapy<br />

S. Sami ERDEM 1 , Sevil KURBAN 1 , Hüseyin ALTUNHAN 2 , Ali ANNAGÜR 2 ,<br />

Rahmi ÖRS 2 , Hümeyra YERLİKAYA 1 , İdris MEHMETOĞLU 1<br />

CONTENTS<br />

1Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Biyokimya AD, Konya<br />

2Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD<br />

Konya<br />

serdem1505@yahoo.com<br />

Fototerapi unkonjuge hiperbilirubinemide en yaygın kullanılan tedavi şeklidir. Bu<br />

çalışmadaki amacımız fototerapinin hiperbilirubinemili full-term yenidoğanlarda<br />

serum iskemi modifiye albumin (İMA) düzeylerine etkisini araştırmaktır. Çalışma,<br />

hiperbilirubinemi nedeniyle tedavi görmekte olan full-term sağlıklı 3-13 günlük<br />

36 yenidoğan bebek üzerinde gerçekleştirildi. Hastalarda fototerapi öncesi ve<br />

sonrası serum İMA düzeyleri kolorimetrik olarak çalışıldı. Fototerapi öncesi ve<br />

sonrası İMA düzeyleri sırasıyla 0.424 ± 0.290 ve 0.531 ± 0.262 ABSU olarak<br />

ölçüldü. Fototerapi sonrası İMA düzeyleri fototerapi öncesi düzeylere göre biraz<br />

yüksek olmasına rağmen bulgular arasındaki fark istatistiki açıdan anlamlı<br />

değildi (p>0.05). Daha önceki çalışmalarda fototerapinin oksidan ve antioksidan<br />

savunma sistemleri üzerine olan etkisi hakkında farklı bulgular elde edilmiştir.<br />

Bilgilerimize göre fototerapinin hiperbilirubinemik yenidoğanlarda İMA düzeyleriyle<br />

ilgili başka bir çalışma yoktur. Biz çalışmamızda fototerapinin İMA düzeyini<br />

etkilemediğini belirledik. İMA oksidatif stres sonucu artan bir parametredir.<br />

Çalışmamızda fototerapi öncesi ve sonrası İMA’nın artmamasının antioksidan etkiye<br />

sahip hiperbilirubinemiden kaynaklanabileceği kanaatindeyiz.<br />

1 University of Selcuk, Meram Faculty of Medicine, Department of<br />

Biochemistry, Konya<br />

2University of Selcuk, Meram Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,<br />

Konya<br />

serdem1505@yahoo.com<br />

Phototherapy is the most widely used form of therapy for unconjugated hyperbilirubinemia.<br />

The aim of our study was assess the effect of phototherapy on Ischemia<br />

Modified Albumin Levels in hyperbilirubinemic full-term newborns. The<br />

study was performed on thirty-six full-term infants from 3 to 13 days of age exposed<br />

to phototherapy. IMA levels of the babies were determined before and after<br />

phototherapy, by a colorimetric assay. IMA levels before and after phototherapy<br />

were found as 0.424 ± 0.290 and 0.531 ± 0.262 ABSU respectively. Although,<br />

IMA levels after phototherapy were slightly higher, but the difference was not<br />

statistically significant (p>0.05). In previous studies, there are conflincting findinds<br />

about the effect of phototherapy on oxidant and antioxidant systems.To our<br />

knowledge, there is no other study investigating İMA levels in hyperbilirubinaemia<br />

in newborns before and after phototherapy. In our study, we have shown that<br />

phototherapy did not affect IMA levels. IMA increases as a results of oxidative<br />

stress. We believe that, the lack of significant difference between our IMA levels<br />

before and after phototherapy was resulted from hyperbilirubinemia which has<br />

antioxidant effect.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-240<br />

Dislipidemik Çocuklarda Makrofaj Aktivasyonu Göstergesi Olarak<br />

Kitotriozidaz Enzim Aktivitesinin Ölçümü.<br />

1<br />

Turan KOLOĞLU, 2 Sema K. UÇAR, 2 Ertürk LEVENT, 2 Mahmut ÇOKER,<br />

1<br />

Yasemin AKÇAY, 1 Eser SÖZMEN<br />

P-240<br />

Chitotriosidase Enzyme Activity As An Macrophage Activation Marker In<br />

Dislipidemic Children<br />

1<br />

Turan KOLOĞLU, 2 Sema K. UÇAR, 2 Ertürk LEVENT, 2 Mahmut ÇOKER,<br />

1<br />

Yasemin AKÇAY, 1 Eser SÖZMEN<br />

CONTENTS<br />

1 Tıbbi Biyokimya A.D., Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

2, Pediatri A.D., Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir<br />

Ailesel Hiperlipidemisi bulunan kişilerde gelişen aterosklerozun erken evrelerinde,<br />

ateroskleroz belirteçleri ile inflamasyon belirteçleri arasında anlamlı bir ilişki<br />

bulunduğu bilinmektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, bir inflamasyon<br />

belirteci olarak Kitotriozidaz enziminin Gaucher hastalarında lipid yüklü makrofajlar<br />

tarafından bol miktarda üretildiği ve bu enzim aktivitesinin aterosklerotik<br />

dokularda 55 kat yükseldiği gösterilmiştir. Ancak Dislipidemik çocuklarda makrofaj<br />

aktivasyonu ve ateroskleroz arasındaki ilişki hala tam olarak bilinmemektedir.<br />

Bu çalışmanın amacı: Dislipidemik çocuklarda Kitotriozidaz aktivitesini de<br />

içeren inflamasyon belirteçleri ve Karotis intima media kalınlığı arasındaki ilişkiyi<br />

araştırmaktı. Bu çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Hastanesi<br />

Metabolizma polikliniğine başvuran 12 dislipidemik çocuk ( 8 tanesi Tip II<br />

a ) ve 26 sağlıklı kontrol grubu dahil edilmiştir.Kitotriozidaz aktivitesi olgulardan<br />

toplanan kuru kan örneklerinde (dried blood spot samples) çalışıldı; ayrıca tüm<br />

olguların serum oksidasyon ve lipid parametreleri de ölçüldü. Total Kolesterol<br />

,Trigliserid ve LDL Kol. düzeyleri ailesel hiperlipidemisi olan olgularda, kontrol<br />

grubuna göre anlamlı yüksek bulundu( p< 0.001). Tip IIa Hiperlipidemisi<br />

olan hastalarda serum kitotriozidaz aktivitesi düşük bulundu. (2,8 ± 1,4 versus<br />

5,9 ± 4,8 mikromol/punch/h). Ayrıca Kitotriozidaz aktivitesi ile serum HDLKol.<br />

arasında negetif korelasyon saptandı (p=0,095, r=-0,813). İlk verilerimiz Kitotriozidaz<br />

aktivitesi ile serum HDL Kol. arasında güçlü bir ilişki olduğunu ve Ailesel<br />

Hiperlipidemisi olan çocuklarda erken ateroskleroz için bir indikatör olabileceğini<br />

göstermesi açısından ileriki çalışmalara yol göstermektedir.<br />

1 Department of Medical Biochemistry, Ege University, Faculty of Medicine,<br />

İzmir<br />

2, Department of Pediatrics, Ege University, Faculty of Medicine, İzmir<br />

It has been clearly known that there is a correlation between inflammation markers<br />

and subclinical atherosclerosis markers, in early stages of atherogenesis in subjects<br />

with familial hypercholesterolemia (FH). Recently, it has been shown that<br />

the chitotriosidase(ChT) enzyme, as an inflammatory marker, is produced in large<br />

amounts by the lipidladen macrophages in Gaucher Disease patients and to be<br />

elevated up to 55-fold in extracts of atherosclerotic tissue. However, the relationship<br />

between macrophage activation and atherosclerosis is still obscure in childhood<br />

dyslipidemia. The aim of this study is to investigate potential relationships<br />

between the carotid intima media thickness (carotid IMT) and the inflammation<br />

markers including chitotriosidase activity of dislipidemic children. 12 dyslipidemic<br />

children (8 of them Type IIa) and 26 healthy control subjects who have been<br />

managed by Metabolism outpatient clinic of Ege University Faculty of Medicine,<br />

Children Hospital, were taken into study. Chitotriosidase activity in dried blood<br />

spot samples, serum oxidation as well as lipid parameters of all patients were<br />

determined. Total cholesterol, triglyceride, LDL-cholesterol levels were higher<br />

in patients with FH than the control subjects (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-241<br />

Urtica Dioical. Türünün Antioksidan Özelliklerinin Araştırılması<br />

R. Elif GÜLER, Mesude İŞCAN<br />

Biyolojik Bilimler Bölümü, ODTÜ, Ankara<br />

P-241<br />

Investigaton Of Antioxidant Properties Of Urtica Dioical<br />

R. Elif GÜLER, Mesude İŞCAN<br />

Department of Biological Sciences, METU, Ankara<br />

CONTENTS<br />

Çalışmanın amacı Türk bitkisi ısırgan otunda, kanser oluşumunu engelleyici<br />

yolaklarından biri olan antioksidan kapasitesinin araştırılmasıdır. Farmakognostik<br />

toplama kuralllarına göre bitki, Erzurum, Şenkaya , Ardahan lokasyonlarından<br />

hasatlanmıştır. Örnekler d su (1:10) (w/v) kullanılarak 6 ve 12 , 24, 36. saatler<br />

ve 50°C ,37°C, 25°C sıcaklıkta inkübe edilerek Heto,liyofilizotor de vacumla<br />

kurutulmuştur. Isırgan bitki özütünde, antioksidan aktivite tayin metodlarından<br />

toplam fenol, flavon ve serbest radikal süpürücü aktivitesi çalışılmıştır. Radikal<br />

süpürücü etki, Blois in (1958) de önerdiği DPPH yöntemiyle incelendi. Özütlerin<br />

RSA de¤erleri %6 ila %65 arasında değişirken, en yüksek RSA değeri oda<br />

sıcaklığında 12 saat masere edilen bitki özütünde % IC50=0.24 mg ml-1 ve %65<br />

RSA bulunmuştur. Aluminyum klorid kolorimetrik metoduyla (Chang et al.,<br />

2002) flavon tayin edilmiştir. Özütün flavon içeriği quercetin eşdeğeri olarak 28,9<br />

and 12,73 mg g1 bulunmuştur. En yüksek flavon içeriği 12 saat 25 oC de masere<br />

edilen örnekte (28,9 mg g-1 que) değeridir. Toplam fenol miktarı Folin Ciocalteu<br />

reagent (McDonald et al. 2001) metoduyla belirlenmiştir. Fenol miktarı GaE<br />

eşdeğeri olarak 24.1 ± 1 to 289.5 ± 5 mg g1 arasında değişmektedir. En yüksek<br />

fenol içeriği 12saat ,25 oC maserasyon örneğinde (72.95 mg g-1 GaE) dir. HPLC<br />

(Varian ProStar) ile bileşenlerin tayini için 4.6 × 150 mm pursuit C18 kolondan<br />

14,4mg/ml (12saat , 25 oC ) özütde103 mg/ml caffeic acid ve 5.10-3 mg/ml que<br />

saptanmıştır.<br />

Cancer is major health problem in developing world with unsufficient treatment.<br />

Aim of research is to check Turkish ‘Urtica diocia’ which seems to provide promising<br />

agents with the antioksidant activity against cancer . UD were harvested<br />

according to Pharmacognostic Guidelines. UD was extracted in d water (1:10)<br />

(w/v) by maceration which performed for 6 and 12 , 24, 36 hours at 50°C ,37°C,<br />

25°C. Extracts were cooled to -80°C and dried in Lyophilizator. Total phenol and<br />

flavon and radical scavenging activity measurement were used to survey antioxidant<br />

potential. RSA was determined by DPPH (Blois 1958) The highest RSA was<br />

showed by 12 hour at RT°C macerated UD with % IC50=0.24 mg ml-1 and %65<br />

RSA value. RSA varied from %6 to %65 in different extracts. Aluminum chloride<br />

colorimetric method was used for flavonoid determination (Chang 2002). The<br />

flavonoid contents of extracts in terms of quercetin equivalent were btw 28,9 and<br />

12,73 mg g1 que. 12h at RT oC M. UD have the richest flavon content (28,9 mg<br />

g-1 que) Total phenols were determined by Folin Ciocalteu (McDonald 2001).<br />

Phenol content of extracts in terms of GaE equivalent varied from 24.1 ± 1 to<br />

289.5 ± 5 mg g1. 12h at 37 oC M. UD have richest phenolic content (72.95 mg<br />

g-1 GaE). HPLC analyses of UD carried out in Varian ProStar. 14,4mg/ml extract<br />

of 12 h at 37 oC M. UD contain 7.103 mg/ml caffeic acid and 5.10-3 mg/ml quercetin<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

P-242<br />

HDL, Modifiye LDL Aracılı Trombosit Aktivasyon Cevabını İnhibe Eder:<br />

GpIIb/IIIa Reseptör Blokeri<br />

Derya ÖZSAVCI 1 , Azize ŞENER 1 , Özge ÇEVİK 1 , Özlem B. ÖZAKPINAR 1 ,<br />

Birgül Vanizor KURAL 2 , Gülderen Y. DEMİREL 3<br />

P-242<br />

HDL Inhibits Modified LDL Mediated Platelet Activation Response:<br />

Gp IIb/IIIa Receptor Blocker<br />

Derya ÖZSAVCI 1 , Azize ŞENER 1 , Özge ÇEVİK 1 , Özlem B. ÖZAKPINAR 1 ,<br />

Birgül Vanizor KURAL 2 , Gülderen Y. DEMİREL 3<br />

CONTENTS<br />

1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul<br />

2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Trabzon<br />

3Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre<br />

Laboratuvarı, İstanbul<br />

LDL ve özellikle modifiye LDL kardiyovasküler hastalıkların patogenezinde önemli<br />

risk faktörüdür ve trombosit aktivasyonunu arttırarak protrombotik riske katkıda bulunur.<br />

Diğer taraftan HDLnin LDL’yi çeşitli modifikasyonlardan koruyarak ateroprotektif<br />

bir rol üstlendiği bilinmektedir.<br />

Bu çalışmanın amacı, trombosit aktivasyonu üzerinde okside-LDL (ox-LDL) ve glike-<br />

LDL (g-LDL)’nin etkisini araştırmak, farklı paraoksanaz (PON) konsantrasyonlarına<br />

sahip HDL fraksiyonlarının LDL oksidasyonundaki rolünü belirlemek ve HDL’nin<br />

trombosit cevabında koruyucu etkisinin olup olmadığını flow sitometrik yöntemle incelemektir.<br />

Plazmadan saflaştırılmış LDL CuSO4 ile okside; glikoz ile glike edildi. Oksidasyon<br />

ile oluşan dien konjugatlarının konsantrasyonu belirlendi. Glikasyon fruktozamin<br />

reaksiyonu ile ölçüldü. ADP aktive trombositler ox-LDL, g-LDL ve/veya HDL<br />

ile inkübe edildi. Trombosit P-selektin, antifibrinojen ve anneksin-V antikorlarının<br />

ekspresyonları ve Glikoprotein IIb/IIIa (Gp IIb/IIIa) bağlı fibrinojen reseptör sayıları<br />

flow sitometrik olarak tayin edildi.<br />

Flow sitometrik ölçümler sonucunda modifiye LDL (ox-LDL ve g-LDL) trombosit<br />

p-selektin, fibrinojen ve anneksin-V ekspresyonunu anlamlı arttırdı (p


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

F‹RMA ADI [COMPANY NAME]<br />

STAND NO<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Sergiye Katılan Firmaların Listesi<br />

[List of the Companies with stand]<br />

(Firmalar alfabetik sıraya göre yazılmıştır)<br />

Acıbadem Labmed Sağlık Hiz. A.Ş. 16<br />

Adres : Altunizade Mh. Fahrettin Kerim Gökay Cd. No.49 Üsküdar-İstanbul<br />

Telefon : 216-544 39 39<br />

Fax : 216-544 39 40<br />

E-mail : info@acibademlabmed.com.tr<br />

Web sayfası : www.acibademlabmed.com.tr<br />

Yetkili kişi : Doç. Dr. İbrahim Ünsal / Genel Müdür<br />

CONTENTS<br />

Firma Adı<br />

Stand No.<br />

Laboratuvar Servisleri<br />

ACIBADEM LABMED 16<br />

ALGEN 02<br />

AREN 10<br />

ASİS SAĞLIK ÜRÜNLERİ 18<br />

AYBER MEDİKAL 06<br />

BECKMAN COULTER 13<br />

BETAMED 14-15<br />

BİOBAK 11<br />

BİO-TEK 987 12<br />

CEYLAN MED 08<br />

DİASİS 03<br />

DOLUNAY 09<br />

EKOLMED 19<br />

KROS 20<br />

MED-KİM 01<br />

PERA MEDİKAL 17<br />

RADMED 07<br />

RNA 21<br />

SIEMENS 04-05<br />

Sergi Takvimi<br />

27 Ekim 2010, Çarşamba 12:00 – 17:00<br />

28 Ekim 2010, Perşembe 08:30 – 18:00<br />

29 Ekim 2010, Cuma 08:30 – 18:00<br />

30 Ekim 2010, Cumartesi 08:30 – 17:00<br />

Algen Diagnostik Medikal Ltd. Şti. 02<br />

Adresiniz : Gökkuşaği Mah. 1213 Sok. 5/3 Balgat/Ankara<br />

Telefon : 0312 472 56 34 (pbx)<br />

Faks : 0312 472 56 36<br />

E-mail : info@algendiagnostik.com<br />

Web sayfası : www.algendiagnostik.com<br />

Yetkili kişi : Fatma Yücel<br />

Firmamız, Diagnostik ve Araştırma amaçlı laboratuvar kitlerinin ithalatını yapmaktadır.<br />

Microelisa, RIA, Colorimetric ve HPLC Rutin testlerde kabul görmüş bilinen firmaların<br />

temsilciliğini yapmaktadır. Diasource, Dia Pro, Zentech, Diametra, Immundiagnostik, Ben<br />

Srl ve Teco bu firmalar arasında sayılabilir. Firmamız, Bilimsel Araştırma Ürünleri konusunda,<br />

Diasource, Cayman, SPI Bio, Biovendor, Raybiotech, Phoenix, USCN, Cusabio, Peviva<br />

gibi önemli firmaların ürünlerini sağlamaktadır. Firmamızın yıllara dayanan deneyimiyle<br />

Microelisa okuyucu cihazları, Fluorescence, Leuminescence multimod okuyucu cihazları ile<br />

Osmometre cihazlarının satış ve servis hizmetlerini de yürütmektedir.<br />

Asis Sağlık Ürünleri San ve Tic. Ltd. Şti 18<br />

Adres : Burhaniye Mah.Neşetbey Sok.No:12/3, Üsküdar/İstanbul<br />

Telefon : 216 422 38 00<br />

Fax : 216 422 38 03<br />

E-mail : info@asissaglik.com.tr<br />

Web sayfası : www.asissaglik.com.tr<br />

Yetkili kişi : Erdoğan Öztürk<br />

Laboratuvar tanı ürünleri ve analiz cihazları üzerine çalışan firmamız Türkiye<br />

temsilciliğini yaptığı firmaların ürünlerinin ithalatını yapmaktadır. Tam Otomatik İdrar<br />

Analiz Sistemi / Ter Test Analiz cihazı / C-14 Üre Nefes Testi Sistemi<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Ayber İnş. Medikal Sağlik Hizmetleri İç ve Dış Tic. Ltd. Şti. 06<br />

Adres : Gazi Mah. Şenol Caddesi No: 112, Yenimahalle - Ankara<br />

Telefon : 312 211 23 33 (pbx)<br />

Faks : 312 211 11 61<br />

E-mai : satis@aybermedikal.com.tr<br />

Web sayfası : www.aybermedikal.com.tr<br />

Yetkili kişi : Zeki Özkanoğlu<br />

Firmamız Faaliyet Alanları Laboratuvar Cihazları (Biyokimya, Mikrobiyoloji, Hematoloji<br />

v.s) Reaktifleri, Sarfları Laboratuvar Hizmetleri, Sağlık Hizmetleri.<br />

Beckman Coulter Biyomedikal Ürünler San. Tic. Ltd. 13<br />

Adres : Serin Sokak, Kosifler İş Merkezi, No:9 kat:5 34752 İçerenköy / İstanbul<br />

Telefon : 216 5701717<br />

Faks : 216 5701890<br />

E-mail : E-mail adresi bildirmenizi rica ederiz.<br />

Web sayfası : www.beckmancoulter.com<br />

Yetkili kişi : Mehmet Dinç<br />

Klinik ve araştırma laboratuvarları için cihaz, reaktif üretim, satışı ve desteğinin<br />

sağlanması<br />

Biobak Laboratuvar Malzemeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. 11<br />

Adres : Hamidiye Mah. Hasdal Cad Genç Sok. Lalekent Sitesi A3 Blok<br />

Zemin Kat 34408 Kağıthane -İstanbul<br />

Telefon : 212 321 9949<br />

Faks : 212 321 1900<br />

E-mail : biobak@biobak<br />

Web sayfası : www.biobak.com.tr<br />

Yetkili kişi : Ali İpyurt<br />

37 yıllık tecrübesiyle Türk sağlık sektörünün köklü gelişmelerine ve ihtiyaçlarına,ileri<br />

teknolojiyle donanımlı yeni diagnostik ürünlerle ışık tutup, pazarlama,satış ve satış<br />

sonrası destek konularında diagnostik pazarın ihtiyaçlarına yanıt vererek müşteri memnuniyetini<br />

amaç edinip devlet kurumlarında ve özel kurumlarda faaliyet göstermektedir<br />

BİO-TEK 987 Medikal Cihazlar Sistem Ltd. Şti. 12<br />

Adres : Mithatpaşa Cad. No:11/2-6 06420 Kızılay - Ankara<br />

Telefon : 312 432 41 30 / 312 432 43 85<br />

Faks : 312 435 70 77 / 312 432 36 96<br />

E-mail : n-koker@bim.net.tr<br />

Web sayfası : www.bio-tek987.com<br />

Yetkili kişi : Import Coordinator Genco ÖZEN<br />

CONTENTS<br />

Betamed Tıbbi Malzeme İth. İhr.Taah. San. Tic. Ltd. Şti. 14<br />

Adres : Emniyet Mah. Yukari Sok. No:5 Gazimahallesi Ankara<br />

Telefon : 312 212 49 98<br />

Faks : 312 215 18 89<br />

E-mail : akucukel@betamed.com.tr<br />

Web sayfası : www.betamed.com.tr<br />

Yetkili kişi : Ayhan Küçükel<br />

* Klinik HPLC kitleri, Reaktifleri, Kontrolleri, Standartları ve HPLC Cihazı modülleri.<br />

* Tam Otomatik Biyokimya Analizörleri, Klinik Kimya ve Turbidimetry Kitleri, Reaktifleri,<br />

Kontrolleri, Kalibratörleri ve Standartları, ISE Reaktifleri ve Solusyonları * MikroEliza<br />

Plate Okuyucuları, Yıkayıcıları ve Tam Otomatik Elisa Analizörleri ve Sarfları, Otoimmun<br />

Elisa ve Immunblot Kitleri, Reaktifleri, Cihazları, TORCH ve diğer Enfeksiyon hastalıkları<br />

için Elisa Kitleri ve Reaktifleri ve CFT Reaktifleri * Confirmations (WESTERNBLOT),<br />

* Immunofluorescence (IFA) Kitleri, Reaktifleri ve Cihazları * Hematoloji Cihazları, Reaktifleri<br />

ve Kontrolleri & Kalibratörleri. * Elisa, HPLC, RIA, Photometric, Colorimetric, REA,<br />

RID, Direct MTP Assay, DNA Extraction, PCR, PCR Enzyme ve Genetic Real Time PCR<br />

Kitleri, Reaktifleri, Spesifik Kimyasallar & Laboratuar Kimyasalları<br />

1987 yılından beri laboratuvar alanında gerek rutin gerekse araştırma kitleri ve bunların<br />

çalışmasında kullanılan cihazlarla birlikte başarılı bir çalışma yapıyoruz. Aradığınız<br />

bütün araştırma kitlerinde yardımcı olabiliriz.Çalışma sahamız: Elisa, IFA, RIA ve<br />

HPLC iken 100’ü aşkın kit listesi ile 45 dakikada sonuç veren CHEMULISCENCE<br />

sistemini de başarı ile hizmete sunduk. Çok sayıda firmanın distribütörlüğünü yapmakta<br />

olan firmamız, kadrosunda aplikasyon için biyomedikal mühendis biyolog ve elektrik<br />

– elektronik mühendisleri ile satış sonrası hizmeti de aynı başarı ile yürütmektedir.<br />

Alımlarınızda hizmet vermemizi sağlamak için bizden geniş bilgi ve katalog isteyiniz.<br />

Laboratuarınızda büyük bir boşluğu dolduracaktır<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Ceylan Med Tıbbi Ürünler İç ve Dış Tic. Paz. Ltd. Şti. 08<br />

Adres : Adnan Menderes Cad. No:206 Adapazarı, 54100 Sakarya / Türkiye<br />

Telefon : 264 276 44 00<br />

Faks : 264 291 47 35<br />

E-mail : info@ceylanmed.com<br />

Web sayfası : http://www.ceylanmed.com<br />

Yetkili kişi : Bünyemin CEYLAN<br />

Dolunay Teknik Cihazlar San. Tic. Ltd. Şti. 09<br />

Adres : Örnektepe mah. Örnektepe Cad. No: 165 34445 Beyoğlu- İstanbul<br />

Telefon : 212 210 54 35<br />

Faks : 212 210 54 34<br />

E-mail : tekin.sensoy@dolunay.com<br />

Web sayfası : www.dolunay.com<br />

Yetkili kişi : Tekin Şenşoy<br />

CONTENTS<br />

Firmamız kendi bölgesinde hastanenin birçok bölümüne (Klinik birimler, laboratuvar<br />

teknolojileri sarf ve ekipmanları) hitap edebilecek seçkin bayilikleri olan bir yapıya<br />

sahiptir. Ayrıca microarray teknolojileri ve yaşam bilimleri gibi günümüzün inovatif<br />

teknolojileri konusunda da hem hizmet bazında hem de yurt dışındaki seçkin üretici<br />

firmaların tüm Türkiye için almış olduğu distribitörlükleri (aCGH microarray tabanlı<br />

ekipman, kit ve sarfları, kemik markırları, doku tiplendirme kitleri, şeker ölçüm cihaz ve<br />

stripleri) ile ülke çapında faaliyet göstermektedir.<br />

Diasis Diagnostik Sistemler Tic. ve San. A.Ş. (DDS) 03<br />

Adres : Merkez Mah., Burcu Sok. No: 6 /4, Mart Plaza, Kağıthane 34406<br />

İstanbul<br />

Telefon : 212 444 7 337 (DDS) - 294 20 00<br />

Faks : 212 294 20 20 - 294 49 10<br />

E-mail : info@dds.com.tr; pazarlama@dds.com.tr<br />

Web sayfası : www.dds.com.tr<br />

Yetkili kişi : Kürşat Dalkılıç<br />

DDS, “EN ISO 9001:2008” ve “DIN EN ISO 13485:2003” Kalite Sertifikalarına sahiptir<br />

ve “GMP” kurallarına çok sıkı bağlı olarak üretim yapmaktadır. 24 - 36 aya kadar<br />

stabil ve sıvı halde kullanıma hazır Klinik Kimya ve İmmunoturbidimetrik Reaktifleri ve<br />

Test Kitlerinin, Kalibratör, Kontrol ve Standartların hepsi CE markasına haizdir. Kalitesi<br />

yurt içinde olduğu kadar uluslararası pazarda da kabul edilmiş olan DDS ürünlerini halen<br />

üç kıtada, yirmiden fazla ülkeye pazarlamakta ve bu haliyle IVD piyasasının önde gelen<br />

oyuncuları arasında yer almaktadır.<br />

Dolunay Teknik Cihazlar; Sağlık sektörü ve hastane laboratuvarları (Klinik HPLC ,<br />

Tandem MS kitleri ve cihazları) başta olmak üzere, gıda sektörü, enerji sektörü, demir<br />

çelik, çevre temizliği ve arıtma sektörü, eğitim sektörü ( Tıp fakülteleri, üniversiteleryüksekokullar),<br />

araştırma kurumları ve enstitüler vs. gibi sektörlerde satış ve teknik<br />

servis hizmetlerini 20 yıldır sürdürmektedir. Temsilcisi olduğumuz distribitörlüklerden<br />

bazıları; RECIPE GMBH. ZİVAK TECHNOLOGIES, PHENOMENEX, BARN-<br />

STEAD, ANTEC LEYDEN, MACHEREY NAGEL, OPTIMIZE TECHNOLOGIES,<br />

PEAK SCIENTIFIC, SAFTEST, SIM-LAB, J2 SCIENTIFIC Gibi firmalardır . Temsilcisi<br />

olduğu ürünlerin satışını, kit karşılığı cihaz kurulumlarını yapmakta, satış sonrası<br />

destek ve hizmeti de profesyonel biçimde müşterilerine sunmaktadır.<br />

Ekolmed Medikal İth. İhr. San ve Tic. Ltd. Şti. 19<br />

Adres : Aydınlar Mah.Sokullu Mehmet paşa Cad. No:173/1<br />

Telefon : 312 482 44 35/36<br />

Faks : 312 482 44 37<br />

E-mail : info@ekolmed.com<br />

Web sayfası : www.ekolmed.com<br />

Yetkili kişi : Semra BOĞA<br />

Ekolmed, Pozitif Medikal’in distribütörü olduğu UK NEQAS Mikrobiyoloji ve Randox<br />

marka kit ve cihazların Türkiye Satış ve Dağıtımı için tek yetkili temsilcisidir. Ekolmed,<br />

laboratuvar sonuçlarının güvenilirliğini test etmek amacı ile kullanılan Dış Kalite<br />

Kontrol Serumları için RIQAS(Randox) ve UKNEQAS firmalarının Satış ve Dağıtımı<br />

için tek yetkili temsilcisi olup laboratuvarların iç ve dış kalite kontrol ihtiyaçları için<br />

çözüm ortağıdır.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO F‹RMA ADI [COMPANY NAME] STAND NO<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Kros Teknolojik Ürün. San. Tic. A.Ş. 20<br />

Adres : Yedpa Tic. Mer. E Cad. No:128 Ataşehir-İstanbul<br />

Telefon : 0 216 660 00 33<br />

Faks : 0 216 660 00 32<br />

E-mail : d.topkaya@kros.com.tr<br />

Web sayfası : www.kros.com.tr<br />

Yetkili kişi : Devrim Topkaya<br />

Radmed Sağlık Ürünleri ve Cihazları Paz. İth. San. ve Tic. A.Ş. 07<br />

Adres : Refik Belendir. Sk. No:57/4 06540 Yukarıayrancı/Ankara<br />

Telefon : (312) 441 6656<br />

Faks : (312) 441 2616<br />

E-mail : radmed@radmed.com.tr<br />

Web sayfası : www.radmed.com.tr<br />

Yetkili kişi :Ali Adil Ökmen<br />

CONTENTS<br />

Medikal Su Arıtma Sektöründe faaliyet gösteren firmamız; kendi markaları ve üretimi<br />

olan KrosClinic® RentRO® Su Arıtma Sistemleri ve Neutralab® Dezenfeksiyon ve<br />

Nötralizasyon Sistemi ile sektörün lideridir.<br />

Roche,Abbott, Siemens, Olympus,Beckman Coulter… gibi diagnostikte dünya devleri<br />

olan firmalara ve bayilerine; Türkiye’nin her yerinde proje,satış, kiralama ve servis<br />

hizmetleri vermektedir.<br />

Firmamız EN ISO 13485:2003 ve TS EN ISO 9001:2000 kalite yönetim sistemlerine<br />

sahipken,üretmiş olduğu ürünlerde “CE” belgelidir.<br />

Med-Kim Kimya Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. 01<br />

Adres : 1456 Sokak No: 16 Kat : 1 Barohan – Alsancak – İzmir<br />

Telefon : 232 463 90 10 ( Pbx )<br />

Faks : 232 463 45 37<br />

E-mail : mesuttamugur@med-kim.com.tr<br />

Web sayfası : www.med-kim.com.tr<br />

Yetkili kişi : Dr. Mesut Tamuğur<br />

Firmamız, dünyanın çeşitli ülkelerinde alanlarında lider olan firmaların Türkiye temsilciliklerini<br />

yürüterek, tanı ve tedavi alanlarında radyoaktif (Radyofarmasötik, Radyonüklid Terapi,<br />

Radyoimmunoassay, Araştırma Kitleri) ve radyoaktif olmayan (Otoanalizörler, EIA, Hızlı<br />

Testler v.b.) geniş ürün yelpazesi ile özel ve resmi sağlık kurumlarına hizmet vermektedir.<br />

RNA Molekuler Biyolojik Ürünler San. Tic. Ltd. Şti. 21<br />

Adres : Merkez Efendi Mah.Mevlana Cad.Tercüman Sit.B-1 Blok D:1 Cevizlibağ<br />

Zeytinburnu / İstanbul<br />

Telefon : 0212 665 69 60 /10<br />

Faks : 0212 665 69 49<br />

E-mail : rna rnamed.com.tr<br />

Web sayfası : www.rnamed.com.tr<br />

Yetkili kişi : Alev Kılınç<br />

Laboratuar Diagnostik Ürünleri<br />

1989 yılında kurulan MED- KİM Kimya San. ve Tic. Ltd. Şti. halen uluslararası 12<br />

büyük IVD firmasının Türkiye tek yetkili distribütörüdür.120 den fazla eğitimli elemanı<br />

İstanbul ve Ankara şubeleri , yurt çapında yerleşik 30 bayisi ve 700 den fazla hastanede<br />

kurulu 1500 den fazla cihazıyla Türk tıbbına IVD alanında kusursuz hizmet vermenin<br />

haklı gururunu yaşamaktadır.<br />

Siemens Healthcare Diagnostik Tic. Ltd. Sti. 04-05<br />

Adres : Fahrettin Kerim Gokay Cad. No: 45 Altunizade Üsküdar 34662<br />

İstanbul- Türkiye<br />

Telefon : +90 216 325 89 00<br />

Fax : +90 216 326 85 00<br />

E-mail : sibel.ozsoy@siemens.com<br />

Web sayfası : www.siemens.com/diagnostics<br />

Yetkili kişi : Sibel Özsoy<br />

Siemens Healthcare Diagnostics, laboratuvar tanısına yönelik hastalık yönetimi<br />

aşamalarında kliniğe en etkili şekilde yardımcı olmak üzere hazırlanmış geniş ve<br />

kapsamlı bir ürün profili sunmaktadır. İmmünoloji, biyokimya, mikrobiyoloji ve hematoloji<br />

başta olmak üzere sahip olduğumuz geniş sistem spektrumu ve otomasyon çözümlerimiz<br />

ile her ölçekteki laboratuvarın ihtiyacına çözüm olabilmekteyiz. Siemens Healthcare<br />

Diagnostics olarak, 900’ den fazla parametreye sahip, sektördeki en kapsamlı menü<br />

ile hizmet veren global bir firma olduğumuzu belirtmekten büyük mutluluk duymaktayız.<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

STAND PLANI [STAND AREA]<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com


XXII. <strong>ULUSAL</strong> B‹YOK‹MYA KONGRES‹<br />

27 - 30 Ekim 2010<br />

Anemon Hotel - Eskişehir<br />

<strong>22.</strong> Ulusal Biyokimya Kongresi, Eskişehir [22 th National Biochemistry Congress, Eskisehir / TURKEY]<br />

İÇİNDEKİLER<br />

CONTENTS<br />

Turk J Biochem, 2010; 35 (S)<br />

http://www.TurkJBiochem.com

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!