19.08.2015 Views

HECE TAġLARI

6.sayı_on5ağustos_2015

6.sayı_on5ağustos_2015

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>HECE</strong> <strong>TAġLARI</strong>Aylık Şiir Dergisi6.sayı on5ağustos 2015


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015BU SAYIDANiyazi YıldırımGENÇOSMANOĞLUMustafa AYVALINuri PEKSÖZEyüp ġAHANTalat ÜLKERMehmet ÖZDEMĠRMecit . Teymurifar SEFAGünerkan AYDOĞMUġBestami YAZGANÖmer AYDOĞANTayyib ATMACAMehmet PEKTAġHasan Fahri TANErdal NOYANAzade TURAPSalih ÖZEL (Evreni)Ġsmail Kutlu ÖZALPMustafa BENEKLĠHabib KARASAKALLIYasin USTAHalit YILDIRIMMehmet Fatih KÖKSALĠsmail GÖKTÜRK (Aczî)ÂĢık HUZURÎ<strong>HECE</strong> <strong>TAġLARI</strong>Aylık Şiir DergisiGenel Yayın YönetmeniTayyib AtmacaYazıĢma AdresiIhlamurkent Mh. Kıvılcık Sk.F8/3 Odunpazarı/ESKİŞEHİRTelefon: 0535 391 92 50hecetaslaridergisi@gmail.com6. Sayı 15 Ağustos 2015ISSN: 2149-4509.NĠYAZĠ AĞABEY RUHUN ġAD OLSUNAylardan ağustos günlerden Cuma beyaz elbiseyleSultan Alparslan Cuma namazını kıldıktan sonra beyazhaberleri duyurmak için toprağı kanıyla yoğurmak içinyoksulu yetimi kayırmak için sancakla burçların vuslatı içinkürdü türkü ile rum ülkesine Allah‟ın izniyle yalın kılıçladalınca bir uçtan ta öbür uca gökte yankılandı Allahuekberaçıldı kapısı Anadolu‟nun.Aylardan ağustos günlerden Cuma Halit BinVelid‟in diktiği sancak Diyarbekir kalesinde rüzgârabağrını açarak dalgalanırdı Ömer camiinin yan avlusundapeygamberi gören gözler aşkına ne oldu da böyle döndükşaşkına ne din tanıyan var ne Mem û Zîn‟i İslam ümmetininbir ferdi iken gülün boynu bükük sırıtır diken Yarabbikahrolsun nifakı eken küfrün bayrağını burçlara çeken.Aylardan ağustos günlerden Cuma bilmeyenlerbilsin Çanakkale‟de Yemen‟de Bakü‟de Sarıkamış‟ta BursaEskişehir ve Kütahya‟da İzmir‟de Antep‟te Şanlıurfa‟daKahramanmaraş‟ta Osmaniye‟de sırtımızı sırtımıza vererekgönlümüzü gönlümüze sererek göğsümüzü süngüleregererek birlikte savaştık yarınlar için de haydi söyleyin busavaş niçin?Aylardan ağustos günlerden Cuma Fırat Dicle Murathırçın akıyor bereket kalmadı toprağımızda birlikte ağlayıpgülüştüğümüz bir dürüm ekmeği bölüştüğümüz tavuğumuzbirbirine karışan kızlarını alıp kız verdiğimiz hangigavurların hangi sözüyle soframıza bıçak saplamak isterİslam ümmetiyken bir sorun yoktu yüzüne bakınca aynaolanlar nereye gizlendi bilen söylesin.Aylardan ağustos günlerden CumaSiyonist tacirler geçti hücumaYa Allah Bismillah Allahü Ekber!..Hece Taşları Sayfa 2


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015HĠCRET –I-Bir korku, bir telaş bir zifiri gamKureyş beldesine indiği akşamKüfrün en kudurgan, en bed vaktidirDelirir korkunun uykusuzluğuKavurur gecenin kan susuzluğuŞirkin mübüvvete savlet vaktidirMukaddes yataktan Murtazâ kükrer!Ağızlar bir karış el-ayak titrerBu an yomsuzluğun hayret vaktidirMekke sayıklarken bâtıl uykudaEn yüce dağların göbeği sudaRisalet deryasının med vaktidirKaç gün doğup battı kaç ay dolunduZaman gelip çattı ve emrolunduKuvveden fiile hicret vaktidirGüvercin yuvası örümcek ağıBöyle şey gördün mü ey Sevr dağıHayretin yeri yok ibret vaktidirHas güller açarken çağın bağrındaİlâhi tecelli dağın bağrındaYâr‟la Yâr-i Gar‟ın sohbet vaktidirBir hadsiz sevincin Medine‟sindenYükselen Allahüekber sesindenBelli ki, tevhidin kudret vaktidirBinlerce göz yolda gün, gece, şafakBayraklar, bayraklar, yeşil, kızıl, akBelli ki, İslam‟ın devlet vaktidirBuyurdu sahibi göklerin yerin!Size gönderdiğim son Peygamber‟inBugün âlemlere rahmet vaktidirNiyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLUHece Taşları Sayfa 3


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015ĠZMustafa AYVALINerden başlasam bilmem; bir başına koyup daGüz vurgunu gülleri kırıp gitmek var mıydıŞıvgın vermiş gönlüme lanetler okuyup daZemheri kundağına sarıp gitmek var mıydıGünüm dağlara veda edip sırra ağarkenÂlemler suskun, tende efkârım ah-ı zârkenŞu sahilde verdiğin sözünde durmak varkenDizginsiz dalga gibi vurup gitmek var mıydıTedirgin umudumun dalına çentik atıpAl dudağın meyinde serabımı damıtıpÖmrün son çeyreğinde tozu dumana katıpSaati bir nefese kurup gitmek var mıydıBu kadar kolay mı ki; yeminleri yakarakDağ misali sevdayı bir çırpıda yıkarakTuz buz olmuş bedene kordan mıhlar çakarakSubaşında çarmıha gerip gitmek var mıydıYurtsuz gezen düşlerim yalnız seni anmaktaHatta sûkutuma eş gökler yankılanmaktaŞu verdiğin mendili gömdüğün sığınaktaKefenin olsun diye serip gitmek var mıydıHece Taşları Sayfa 4


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015DAĞLARIN TÜRKÜSÜHÂKĠM BEYNuri PEKSÖZKaranlığa yaslanmış sevda yorgunuMühürlenmiş gama yüreğim dağlarKıran yemiş kervanlarda malım varBu yüzden ümitten ırağım dağlarBir gönlün olsaydı savrulmaz mıydınHicran ateşinde kavrulmaz mıydınVefasız bir dosttan ayrılmaz mıydınSöndü yine sevda çerağım dağlarSerendip‟te nedametim var benimBir kulum ki kıyametim var benimHak yolunda şahadetim var benimDaha bilenmemiş bıçağım dağlarTur savrulur gönül varır secdeyeYetmiş iki millet yürür secdeyeCudi gibi mekân olur secdeyeTufanımda sensin ereğim dağlarAshabı Kehf gibi mihman olsaydımÇiçeğini deren Lokman olsaydımÜlkeri arayan çoban olsaydımGizli benim duam, dileğim dağlarEy gönül, sakın bir devri unutmaNur Dağında o serveri unutmaUhut ol, cefayı cevri unutmaKızıl libas giyer çiçeğim dağlarEyüp ġAHANZahmet edip oku dosyamı bir günBoş gelip gitmekten bıktım hâkim beyYine erteledin: yüreğim üzgünBu yüzden karşına çıktım hâkim beyÖmür tamam oldu, karar olmadıMerdiven çıkacak halim kalmadıBen yıldım bu işten savcı yılmadıHayretle yüzüne baktım hâkim beyHak arayım derken belâyı buldumYeminler olsun ki bin pişman oldumSinirden saçımı başımı yoldumHak diye kendimi yaktım hâkim beyHani adaletti mülkün temeliMesai doldurmak iş mi demeliBen soru sorunca lafı geveliHukuka bir çizgi çektim hâkim beyNereye varacak bu işin sonuBellerimi büktü gel git oyunuYeter artık keste, bitsin bu konuKır kalemi boyun büktüm hâkim beyKarda kışta gelmek ne büyük çileErteledim demek kolaydır dileEyüp‟e müstahak; belki az bileİşte ben bu yüzden çöktüm hâkim beyÇığlığımız sende bir rüzgâr olurDolu olur yağmur olur, kar olurDağların türküsü hep efkâr olurVadilerde yorgun ırmağım dağlar.Hece Taşları Sayfa 5


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015MĠLLĠ ROMANTĠZMĠN DESTAN BURCUNDA BĠR ALPEREN:NĠYAZĠ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLUTalat ÜLKERBüyük sanatkârlar, toplumların en müreffeh yahut en bunalımlı zamanlarında yetişirler. Bunalımdönemleri, halin olumsuzluklarından kaçışlarla başlayan arayışlarıyla, ya yolculuğunu kendi iç dünyasınınyalnızlıklarında sürdürerek eserini kurgulayan ya da mazinin destansı anlatılarından beslenerek toplumsal birdirilişi hazırlayan ustaların yetişmesine zemin oluşturur. Bu durum en çok şiir sanatında kendini gösterir:Yaşadığı çağı sorgulayan, yaşadığı çağın değer yargılarıyla kavgaya tutuşan her şair, aynı zamanda geleceğiinşa etmek isteyen zihniyetin de temsilcisidir. Bu yanıyla şair “kökü mazide olan ati”dir ve geçmişin yenideninşa ve ihya edilerek gelecek nesillere taşınmasıyla vazifelendirir kalemini.Kullandığı malzeme açısından milli olan tek sanat edebiyattır. “Yazarın kimliği” ortaya koyduğuedebî metnin dilinde saklıdır. Millî kimliğin ve bireysel belleğin yeniden kurgulanması için kaleminivazifelendiren şair, içinden çıktığı toplumun kültürel belleğinden elde ettiği malzemeyi, o malzemeye yakışırbir dille yoğurarak oluşturduğu metinleri sunar topluma. Çünkü sosyal bir varlık olan dil, sanatkârınoluşturduğu metinde bir “özge söze” dönüşür. Bireyin ve milletin kendi mitini yeniden oluşturma süreci olanmilli tarih algısı, edebi metne kaynak olarak kullanılınca, bireye ve millete ait özerkleşme, özgünleşme vebütünleşme aşamalarını belirginleştirir. Bu bağlamda “milli romantik duyuş tarzı”nı yansıtan her eser, soyluamaç ve istekleri, yüksek idealist normları ve benimsenmiş kıymet hükümlerini içselleştirir.1960-1980 döneminde sanat anlayışının anlatma tarzı, imge dünyası ve insan tipolojisi bakımındanmilli kaynaklarından uzaklaştığını iddia eden sanatkârlar, „millî kaynaklara dönme ve onları yeniden ihya veinşa etme niyetiyle yorumlama‟ gereği duydular. Şerif Aktaş'ın 'milli romantik duyuş tarzı' adını verdiği buyönelimin sanatkârları, geçmişi, işlevini yitirmiş sıradan olaylar dizgesi olmaktan çıkarıp geleceğikurgulayacak canlandırıcı unsur olarak gördüler. Tarihten yapılan tip, olay ve imge aktarımları, yenidenyorumlanarak güncellendi. Bu tarihi yaşanıp bitmiş bir olaylar dizgesi olmaktan çıkarıp geleceğikurgulayacak bir “iman”a dönüştürmekti.Toplumsal belleğe ait kültürel değerlerin, Türkçenin geniş anlatım imkânlarıyla dönüştürülmüş veişlenmiş bir biçimde şiire akması, milli romantik duyuş tarzına sahip sanatçıların en büyük arzusudur. Zenginbir geleneğin mirasını yeniden inşa ve ihya etme iddiasını da içinde taşıyan “milli romantik duyuş tarzı”, milliedebiyat birikiminin üzerine yeni algılar ilave eden Arif Nihat Asya, Bekir Sıtkı Erdoğan, Niyazi YıldırımGençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, İlhan Geçer, Bahattin Karakoç, Abdurrahim Karakoç, CoşkunErtepınar, Dilaver Cebeci, Yahya Akengin gibi sanatkârlar tarafından temsil edilir. Bu sanatkârlar, tarihinduvarlarını aşarak geleneğin büyülü kaynaklarından beslenirler.Şiir tarihimizde “Destan Şairi” unvanıyla mümtaz bir yere sahip olan Niyazi YıldırımGençosmanoğlu, Destanlar Burcu adlı eserinin önsözünde milli romantik duyuş tarzının kendisi açısındanyorumunu yapar: “Şiir yazmaya başladığımdan bugüne kadar, milli şuuru canlı tutmaya, geçmişi; ak ve kara,acı ve tatlı günleriyle hatırlatmaya ve geleceğe doğru, her gün yeniden bilenmiş bir milli şuuru ve imanı gençnesillere vermeye çalıştım. Milleti yoğuran olayları, kahramanları, eserleri... Milli tarihi, coğrafyayı nesillereşiir diliyle anlatmak, bazen överek, bazen sarsarak, bazen sitem ederek genç nesilleri zevk ve heyecanla milliülküler etrafında toplamak, bence şairin ve şiirin başta gelen görevidir. Şair bu görevi milletine, mukaddes birborç gibi eda eylemek zorundadır.”Milli tarihin sözlü geleneği içerisinde aktarılan destansı malzemeyi sanat metnine dönüştürmeklevazifelendirdiği kalemini Türk‟ün tarih ve mitolojisiyle besleyen Gençosmanoğlu, Orkun, Aras, Türkeli, TürkYurdu, Töre ve Türk Edebiyatı gibi dergilerde yayınladığı şiirleriyle tarihsel bilgiyi milli ülküye dönüştürensanatkâr olarak geçti edebiyat tarihimize. Hüseyin Nihal Atsız'ın ülküsünü kurguladığı ve malzemesiniverdiği Türk tarihini ırki ve hamasi açıdan değerlendiren milliyetçiliğine İslami ve tasavvufi bir derinlikkazandırarak yenileyen Gençosmanoğlu, milliyetçi şiiri temsil eden geleneğin ser çeşmelerinden biridir. Dahaon bir yaşındayken Erzincan zelzelesi üzerine yazdığı şiirin okulunun duvar gazetesine konulmasındankuvvet alan şair, “Şiir, en müessir ifade tarzıdır.” ibaresiyle hayatı boyunca ülküsüne şiirle hizmet etti.Hece Taşları Sayfa 6


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015İlk şiir kitabı olan “Bozkurtların Ruhu” 1952'de, ikinci eseri “Gençosman Destanı” ise 1959 yılındabasıldı.1969'da Nihal Atsız'ın “Bozkurtların Ölümü” adlı eserini “Kür Şad İhtilali” adıyla nazma çekerek, buölümsüz eseri destanlaştırdı. 1971'de Malazgirt Zaferi'nin 900. yıl dönümü münasebetiyle yazmış olduğu“Malazgirt Destanı'ndan sonra”, 1973'de “Kopuzdan Ezgiler”, 1976'da “Salur Kazan Destanı”, 1977'de“Boğaç Han Destanı”, 1983'de de “Destanlarla Uyanmak” adlı eserlerle beş bin yıllık Türk tarihinin içindegezinip durdu. Birkaç baskı yapan bu eserlerinden seçtiklerini 1992'de “Destanlar Burcu” adlı bir kitaptatoplayan şair, 1993 tarihinde aramızdan ayrıldı.Şiir dilini, diğer dil türlerinin kaymak tabakası olarak gören şair, gerek “Bozkurtların Ölümü”romanını nazma çekerken, gerekse Dede Korkut Hikâyelerini destan metinlerine dönüştürürken tarihiTürkçeyle bezenen ama yaşayan dilden kopmayan bir dili kurgulamanın uğraşındadır. Bu dili kurgularkenbütün Türk dünyası tarafından da anlaşılabilir olmayı gözetir. Kopuzla ilk deyişi söyleyenden ozandanbaşlayarak sanatı; aşk ve iman olarak anlayan, gördüklerini duyduklarını, sezdiklerini anasının ak sütü ileyoğurup ana diliyle söyleyen Türk şairlerinin hepsini sever ama onun şiir ikliminde Yahya Kemal Beyatlı ileArif Nihat Asya'nın yeri bambaşkadır.Gençosmanoğlun‟a göre tarih milletin hafızasıdır. Toplumsal aklın ve mantığın işlemesinde tarihselhafızanın çok büyük rolü vardır. Dünü hatırlamayan bir insan, bugünün manasını anlayamaz. Bu yüzdenmilletlerin varlıklarını sürdürebilmeleri için geçmişlerini hatırlamaları, hatta bu hatıralarını daima canlıtutmaları gereklidir. Bu hatırlatma için sanat en uygun, en etkili bir vasıtadır. Geçmişle gelecek arasındaköprü kuramayan sanatkâr, görevini kavrayamamış, sanatın manasını da anlayamamıştır. Millet,sanatkârlarının verdikleri eserler ölçüsünde vardır. Öyleyse, geçmişle günümüz hatta geleceğimiz arasındadenge kurmak; “dün”, “bugün” ve “yarın” adlı dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefeyürümekle mümkün olabilecektir. Gençosmanoğlu, Türk‟ün cengâver ruhunun İslam irfanıyla derinleşenakışına kendini bırakarak Oğuz töresinin kurduğu devletlerin ve vatanlaştırdığı toprakların izini sürer mısramısra. Önce Türk‟ün has diliyle besmelenin mealini hazırlar:“Şol gökleri dolduranınDonatarak kaldıranınOl deyince olduranınDoksan dokuz adı ile”Gençosmanoğlu, “Kızılelma‟ya hey” narasıyla ufukları kovalayan bir akıncı beyi gibidir. “MalazgirtMarşı” adlı meşhur şiirinde fetih ruhunun coşkusunu taşır belleklerimize:“Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,Anadolu başlar vatan olmaya…Kızılelma‟ya hey… Kızılelma‟ya…”Onun şiirinin itici gücü Kızılelma‟dır. “Kızılelma”, Türklerin devlet töresini kurgulayıp tarihsahnesine çıktıkları andan itibaren dünyaya hâkim olma ideallerinin, cihan hâkimiyeti mefkûrelerininsembolüdür. Bu sembolün, Türk tarihinin hangi döneminde ortaya çıktığı tartışmalı ise de, Osmanlılarlabirlikte pek çok Türkçe metinde bu kavrama rastlanmaya başlanır. Saltukname'den Evliya Çelebi'ye,masallardan halk şairlerinin şiirlerine kadar kültürümüzün bir parçası haline gelen “Kızılelma”, moderndönemlerde Türk şair ve yazarlar tarafından, yeniden edebiyatın bir kavramı, bir sembolü olarak kullanılmayabaşlanır. “Kızılelma” kavramı/sembolü, ünlü Türk milliyetçisi Ziya Gökalp'ın 1913 yılında yayımladığı“Kızılelma” adlı uzun manzumeyle birlikte geleneksel anlamından daha geniş bir muhtevaya kavuşur. Artıko, dünya Türklerinin hayatın bütün alanlarında yükselmelerini, birleşmelerini, özlemini çektikleri Turanidealine ulaşmalarını sembolize eden bir kavramdır. Gökalp‟te biraz da muhayyel bir içerikle şekillenenKızılelma kavramı Atsız‟la birlikte daha müşahhas bir algıya dönüşür. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,Dilaver Cebeci ve diğer milliyetçi şairler, Gökalp'ın “muhayyel”liğiyle Atsız'ın “müşahhas”lığınıbirleştirerek, “Kızılelma”yı Türk birliği, Türk‟ün yükselişi, kurtuluşu olarak algılayarak edebi metinleretaşırlar. Gençosmanoğlu Ant adlı şiirinde Kızılelma‟yı türkün ülküsü olarak sunar:Gönüllerin türküsü,Kızılelma ülküsü…Bugün, gök gürültüsü,Türkçe konuşur!”Hece Taşları Sayfa 7


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015Birinci Dünya Savaşı‟yla birlikte “Kızılelma” ideali ve edebiyatı sessizliğe gömülür. 1931 yılındaNihal Atsız, “Adalar Denizinden Altayların Ötesine Kadar Bütün Türk Gençliğine” adlı şiiriyle “Kızılelma”edebiyatını yeniden canlandırır. Çınaraltı dergisi etrafında, bu kavram üzerinde yeniden tartışmalar yapılır veKızılelma adlarıyla dergi çıkartılır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Ragıp Şevki Yeşim, Mim Kemal Öke,Halil Delice, Dilaver Cebeci gibi pek çok şair ve yazarımız, bu kavramı kâh geleneksel kâh modern anlamıiçerisinde çeşitli şiir, öykü ve romanlar işlerler. Mehmet Kaplan‟ın yorumuyla Gençosmanoğlu, başlangıçtaAtsız‟ın etkisiyle ırk üstünlüğüne dayalı bir milliliği seslendirirken ilerleyen zamanlarda İslamiyet sonrasıdönemlerin olay ve kişilerine de yönelerek İslami ve milli vakalarımızı, zaferlerimizin gururunu,mağlubiyetlerimizin acısını, inancımızı, coğrafyamızı ve kültürümüzü mazi, hal ve ati üçgeni içerisindeişleyerek şiirin bengisuyu ile yeni heyecanlar haline getirmiştir. “Rum Gazileri” adlı şiirinde ecdadımızıKızılelma ufkunun yüceliğinde anar:“Doğarlar ufkuna Kızılelma‟nınAlçacık dallara konabilmezler.”Gençosmanoğlu, “murdar bir halden” kaçıp “şanlı bir maziye” sığınanlardandır. Ancak onundönemleri arasında dolaştığı tarih bitmiş, tamamlanmış bir olaylar örgüsü değil, hala yaşanan ve yeninesillerin imanlarını kuran bir değerler yumağıdır. “Koç Yiğit Kimdir” adlı şiirinde gençlere kahramanlığınve ülkü eri olmanın yolunu beş bin yıllık tarihin içinden süzerek sunar:“En zayıf çağında güçlü düşmanaKarşı korkusuzca çatabilendir.Bayrak, namus, vatan, ülkü uğrundaKanını toprağa katabilendir.”Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu‟nun Kürşat İhtilali Destanı, Malazgirt Destanı, Kopuzdan Ezgiler,Destanlarda Uyanmak, Boğaç Han Destanı, Bozkurtlar Destanı ve Salur Kazan Destanı gibi eserleri dikkatealındığında, onun tarihe yönelişinde kurucu ve fetihçi ruhun hayat dinamiklerini hâle taşımayı hedeflediğigörülür. Ona göre Tarih, keyfiyetin kemiyete üstünlüğünü belgeleyen örneklerle doludur.Gençosmanoğlu‟nun şiirlerindeki ana kurgu bu düşünce üzerine bina edilmiştir. O, tarihi yapan ve geleceğide kuracak olan yiğitleri Alperen tipiyle imgeler. İdealize edilerek Türk gençliğine örnek olarak sunulan bualperenlerin her biri en azından üç bin yaşındadır. Tarihle yaşıt olan bu örnek kahramanlar milletin var olmairadesinin ete kemiğe bürünmüş görüntüsüdürler. “Gazi Alperenler” hitabıyla başlayan şiirinde bu bakışlahem geçmişi yorumlar hem geleceğin kurgulayacak yolu gösterir“Şanlı Kitap önderiniz kılındıİman, sancak gönderiniz kılındıİklim-i Rum minderiniz kılındıOl mindere kavi diz verilmeli”Gençosmanoğlu‟nun şiiri “tarihi tekerrürden” kurtaracak uyarılarla doludur. Bu uyarılar yaklaşık1300 yılı aşkın bir zamandan süzülüp gelir. Orhun Yazıtları‟ndaki Bilge Kağan‟ın sözleri 1300 yıl sonraşairin dilinden bize ulaşır. Böylece zaman bireysel bir kurgu olmaktan çıkıp toplumsal bir algıya dönüşür.1300 yıl, bireysel bilinci kuran kolektif bilincin yaşıdır. Ramazan Korkmaz‟ın ifadesiyle “Milli romantikduyuş tarzı, bu 1300 yıllık süreçte yeni sürgünlere niyetli bir çiçeklenmedir. Burada şair geçmişe edilgennitelikli bir sığınma yönelişinde değildir. Töre, geçmişin deneyimli bilgi birikimini içinde taşıyan veşimdi‟nin geleceğe yönelişini, atılımını sağlayan dinamizmdir. Bu yüzden onu dinlemek gerekli, hattazorunludur.”Köklerinden koptu okumuşların,Batıyı put yaptı okumuşların,Yaptığına taptı okumuşların…Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban neneKalk, doğrul yerinden, yürü, geç öne!Gençosmanoğlu, Türk milletinin tarihini, kültürünü ve meselelerini anlatmakla vazifelendirdiğikalemiyle, Türk‟ün hem kavmi hem İslamî şecaatini dile getiren destanlarıyla, Türk edebiyatında derin izlerbıraktı. Yazdıklarına yaraşır bir hayat öyküsünü ardında bırakarak “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma”dizesiyle başlayan Malazgirt Marşı‟nda kutsadığı ay ve günde, ağustos ayının üçüncü cumasında, aramızdanayrıldı.Mekânı cennet olsun.Hece Taşları Sayfa 8


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015ÖLÜ KUġ RESĠMLERĠGÜZEL YÂRĠMMehmet ÖZDEMĠRUfuk elma sarısı sabah kınalı keklikTuti dilinde esma son ezgisi buselikCem‟in esrik kadehi gönül ateşi suzanAşkı içirir serçe ağzının şarabındanBir kadın ki göğsünden süt içirir sabahaUçar sıcak koynundan iki güvercin dahaHelezonik bir aşkı sarar içine semaArştan arza seslenir gagası kesik HümaBinlerce yorgun kanat sıralanır boşluğaÇığlıklar sığırcığın serenadı kuşluğaSon ikindi gölgesi öper saçından güzüÖlü kuş resimleri benek benek gökyüzüSöyle seba güzel yaraNazile gitme bir dayanBilmiyorum kaçım haraHicr gamından ay aman.Dönmek ile o tellereDertimi saldı dillereSırrım açıldı ellereSözlerim oldu dasitanUydum o tellere beliEsti könlüme gam yeliQeys tek olmuşam deliHalımı etmisen yamanAhdına etmedin vefaOldu işim gücüm nevaGel daha etme çok cefaEy bana söz verib dananMecid. Teymurifar SEFAOndaki gözlerin akarKönlümü yandırıb yakarSöyle neden humar bakarGözlerin aşka her zamanAşkına et vefa yeneRuhuma ver sefa yeneGer edesen cefa yeneDünya olur yalan, inanHece Taşları Sayfa 9


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015NĠYAZĠ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLUGünerkan AYDOĞMUġNiyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Elazığ‟ın Ağın ilçesinde doğmuştur. Rahmetli Babamla birlikteAkçadağ Köy Enstitüsünde okumuşlar. Ben öğretmenliğe başladığımda (1970 yılında) Niyazi BeyAnkara‟da yaşıyordu. Yazları seyrek de olsa Ağın‟a gelip giderdi. Ağın‟da amcaları ve amca çocuklarıvardı. Bizler ülkücü gençler olarak geldiğini duyduğumuzda onu mutlaka görmeye giderdik.Öncelikle Gençosmanoğlu‟nun ailesinden bahsetmek isterim. Onun ailesi soy olarak Bağdat FatihiGenç Osman‟a kadar uzanır. Niyazi Yıldırım o aileden gelen bir destan şairidir. Bu sadece Niyazi Bey‟inileri sürdüğü bir görüş değil. Ağın‟da yaptığım araştırmalarda da bunu doğrulayan birçok belgeyerastladım. Buna bir iki örnek vereyim. Ağın‟ın Şenpınar Mahallesinin girişinde tarihi bir mezarlık vardı.Ben 1950‟li yıllarda bu köye gittiğimde tarihi mezarlığın orta bölümünde büyük bir taş yığını görürdüm.Yaşlı birçok insan o taş yığınının altında Bağdat Fatihi Genç Osman‟ın babasının yattığını söylerlerdi.Tarih 1950‟li yıllardı. Bana bunu söyleyen kişiler ise en az 60-70 yaşlarında insanlardı.Yani o yıllarda Bağdat Fatihi Genç Osman pek fazla bilinmezken, Ağınlı köylüler Bağdat FatihiGenç Osman‟ın babasının mezarını bile biliyorlardı. Şimdi bu mezarın akıbetini söyleyeyim. Bundan beşaltı yıl önce Şenpınar Mahallesi‟ne gittiğimde ne yazık ki o tarihi mezarlığın yarısının yok olduğunugördüm. Oradan bir yol geçirerek mezarlığın bir bölümünü yola katmışlardı. Genç Osman‟ın baba mezarıda böylece kaybolup gitmişti.Çocukluğumda Ağın‟dan geçen tarihi bir yol vardı. Rahmetli ninem bu yola Bağdat yolu derdi.Şimdilerde kullanılmayan ve kaybolmaya yüz tutmuş bir şose yoldu. Sultan Dördüncü Murat Bağdatseferine bu yoldan gittiğine göre, Bağdat Fatihi Genç Osman da Ağın‟dan sefere katılmış olmalıydı. Yinebenim Ağın‟la ilgili yaptığım bir araştırmada, her evde mutlaka bir “Osman” ismine şahit oldum. Yani“Osman” ismi Ağın‟da yaygın bir isim olarak kullanılıyor.Kısaca Bağdat Fatihi Genç Osman Ağınlıdır. Onun hayat hikâyesi ise bugün Gürcistan sınırlarındabulunan Ahıska‟ya kadar uzanır. Babası Koyun Ağa Ahıska‟dan çeşitli nedenlerle göç ederek Anadolu‟yagelmiş. Önce Bayburt‟ta kaldıktan sonra oradan göç ederek Çemişgezek‟e ve nihayet oradan daÇemişgezek‟in komşusu olan Ağın‟a göç etmişler. Bununla ilgili 1. Cihan Harbinden kalma birvakanüvisin kaleme aldığı “Genç Osman” isimli kitapta bu bilgiler doğrulanmaktadır. Bu kitapÇemişgezekli Ağabeyimiz Erhan Saraçoğlu‟nda bulunuyor.Genç Osman hakkında Edebiyatımızda da birçok destan vardır. Bunlardan en yaygın olanı KayıkçıKul Mustafa‟nın yazdığı destandır;“Genç Osman dediğin küçük bir uşak,Beline bağlamış ibrişim kuşakAskerin içinde birinci uşakAllah Allah deyip geçer Genç Osman!”Kul Mustafa‟nın kaleme aldığı bu uzun şiir bu gün Mehteran tarafından marş olarak okunmaktadır. İşteNiyazi Yıldırım Gençosmanoğlu böyle bir sülaleden gelmektedir.Rahmetli ile gerek İstanbul‟da gerek Ankara‟da gerekse Elazığ‟da çok defa görüşmelerim oldu.Yazdığı şiir ve destanlarda Ağın yöresinde kullanılan öz Türkçe kelimeleri sıklıkla kullanmıştır. Oböylece Türk Edebiyatına da birçok yeni Türkçe kelime kazandırmıştır. Onun destanlar dışında Elazığ,Harput ve Ağın için yazdığı çok sayıda şiiri vardır. Elazığ‟da öğretmenlik görevi yaptığı sıralarda mahalligazetelerden Elazığ Gazetesi ve yine mahalli dergi olan “Yeni Fırat” dergisinde şiir ve makalelerinerastlıyoruz.Niyazi Yıldırım‟ın Azerbaycanlı vatan şairi Elmas Yıldırım‟la olan ilişkisinden de bahsetmekistiyorum. Bunun tarihi 1940‟lı yıllara kadar uzanır. Elmas Yıldırım, Azerbaycan‟ın muhacirşairlerindendir. 1933 yılında Aşkabat‟ta öğretmenlik yaparken Sovyet baskısı yüzünden hanımı ve ikiçocuğu ile birlikte önce İran‟a, sonra da Türkiye‟ye kaçar. Van‟da Türk vatandaşlığına alınan ElmasYıldırım Elazığ‟a gönderilir. Elazığ‟ın birçok köyünde öğretmenlik yaptıktan sonra Nahiye Müdürü olur.Onun Nahiye Müdürlüğü yaptığı yerlerden biri de Elazığ‟ın Ağın ilçesidir.Hece Taşları Sayfa 10


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015Yıl 1944 Niyazi Yıldırım Gençosmanoğluo tarihte Akçadağ Köy Enstitüsünde öğrencidir.Ağın‟da Nahiye Müdürü olarak görev yapanElmas Yıldırımla da fikir ve düşünce birliğivardır. Elmas Yıldırım‟ın hazırladığı bir tiyatrooyununda Niyazi Yıldırım rol alır. Yani aralarıçok iyidir. Elmas Yıldırım Türkçü ve Turancı birşairdir. Şiirlerinin büyük bir kısmı “Kara Destan”isimli bir kitapta toplanmıştır. Elmas YıldırımAğın‟dan ayrıldıktan sonra Malatya KaleNahiyesinde görev yaparken 1951 yılında vefateder. Onun vefatı Gençosmanoğlu‟nu ziyadesiyleüzmüştür. Arkasından Elmas Yıldırım‟a nazireolarak, o da “Kara Destan” isimli bir şiiri yazar.Kısaca Niyazi Yıldırım‟ın fikir dünyasında ElmasYıldırım‟ın büyük etkisi vardır.Gençosmanoğlu‟nun esas adı Niyazi Gençaydınolduğu halde sonradan “Yıldırım” ismini ondanaldığını düşünüyorum. Elmas Yıldırım‟a büyükbir hayranlık duyduğunu ben biliyorum.Gençosmanoğlu ve Arif Nihat Asya ileilgili küçük bir hatıratı nakletmek isterim. 1971yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu veRahmetli Arif Nihat Asya Elazığ‟a gelmişlerdi.Malazgirt Zaferi‟nin 900. yıl kutlamalarısebebiyle Muş‟un Malazgirt İlçesinde bir törendüzenlenmişti. Niyazi Yıldırım‟ın “MalazgirtMarşı” isimli şiiri Malazgirt Zaferi‟nin 900. yılınedeni ile birinci seçilmişti. Ülkü Ocağındagençlerle buluştular. Gençler Niyazi Bey‟den“Malazgirt Marşı”nı okumasını istediler. NiyaziBey yanında Bayrak Şairi Arif Nihat Asya varkenkendisinin şiir okumasını kabul etmedi. Gençleredönerek, “Çocuklar, Bayrak Şairi buradaykenönce Bayrak şiiri okunur!” dedi. Gençlerinhatasını düzeltmeye çalıştı. Arif Nihat Asya ise,“Yok yok önce sizden istediler.” dediyse degençler hatalarını anlayarak Arif Nihat Asya‟nın“Bayrak” şiirini okuması için ısrar ettiler.Neticede Arif Nihat Asya “Bayrak” şiiriniokuduktan sonra Gençosmanoğlu da “MalazgirtMarşı”nı okuyarak gençleri memnun ettiler.Evet, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ileilgili yazılacak daha birçok şey var. Ben sadeceondun bilinmeyen yönlerine değinmeye çalıştım.Gerek Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu‟nu gerekElmas Yıldırım‟ı gerekse Arif Nihat Asya‟yırahmet ve minnetle anıyor mekânlarının cennetolmasını Rabbimden niyaz ediyorum.Ruhları şad olsun!..ÂH BENĠM KORLU YÜREĞĠM!Savrulur deli yüreğimAllı turnalar misâliBir sevda seli yüreğimAllı turnalar misâliAyak uyduramaz çağaGönül verir al şafağaSancı vakti düşer dağaAllı turnalar misâliAlev alev göğsü üryanKanadından tutuşur tanAşka düşer yeni baştanAllı turnalar misâliHasret, başa taç yazılmışDert, alnına borç yazılmışKaderine göç yazılmışAllı turnalar misâliAh benim korlu yüreğimAklından zorlu yüreğimAllı turnalar misâliBaşı dumanlı yüreğimBestami YAZGANHece Taşları Sayfa 11


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015MEHMET AVġAR’IN ġĠĠRLERĠNDE SÖZ SANATLARIÖmer AYDOĞANOsmaniye‟nin ve Çukurova‟nın kültürel yapısı içerisinde önemli bir yeri olan Mehmet Avşar‟ın sanatendişesi taşımadan şiirlerinde söz sanatlarını başarılı bir şekilde kullandığı görülür. Diğer şairlerde olduğu gibi oda şiirlerinde en fazla teşbih, telmih, intak, teşhis ve tezat sanatlarını kullanmıştır. Bunların dışında diğer sözsanatlarının az da olsa örneklerine yer vermiştir. Mehmet Avşar, benzetmeler dünyası son derece zengin olan birşairdir. O, mısralarının her birinde benzetmeye yer verecek kadar geniş hayal dünyasına sahip, kalemiyle veyüreğiyle şiire hakkını veren bir şairdir. Şiirlerinde klasik benzetmelerin yanında orijinal benzetmeler de vardır.Şairimiz baharla birlikte portakal çiçeklerinin Çukurova‟yı bir uçtan bir uca kaplayan kokusuyla, güldekitomurcukta olduğu gibi gelinlik giymiş ve nurdan yaratılmış bir kıza benzetmiştir:Gülde tomurcuk gibi,Beyazlara bürünmüş.Sanki nurdan bir kızdır,Portakal çiçekleri.Mânâ âleminin sonsuzluğunda şeytanın sahipliğini kabullenen insanların çokluğundan rahatsızlık duyanşair, onları mezar taşlarına benzetmektedir:Mânâ sonsuz gaibi,Şeytan asıl sahibi,Mezar taşları gibi,Hece hece insanlar…Şair, Türklerin Orta Asya‟dan başlayarak üç kıtaya kadar uzanan tarihi yolculuğunda yaşanan tarihîolaylarda göstermiş oldukları üstün fedakârlık ve cesaretlerini şimşeğin çakmasına ve selin taşmasına benzetmiştir:Asya’da şimşek misâli,Çakanlar bizdedir, bizde!Bir sel gibi üç kıtaya,Taşanlar bizdedir, bizde!Seher vakti öterek bulunduğu ortama manevî bir huzur verdikten sonra hep birlikte gökyüzünde uçankuşlar, bulutlara benzetilmiştir:Sabah vakti, bahçelerde,Cıvıldaşır öterlerdi.Bembeyaz bulutlar gibi,Gökyüzünü tutarlardı.Mehmet Avşar, köşe başlarını tutup fildişi kulelerinden her şeyin güllük gülistanlık olduğunu savunanlarıve bunların yardakçılarını kör ve sağır olarak niteleyerek artık, halkın sesini işitmelerini haykırmaktadır:Ne hâle döndü sokaklar.Kör gözler, sağır kulaklar,Sesimizi işitmeli.Tutuldu yollar, yolaklar,Ne hâle döndü sokaklar.Kör gözler, sağır kulaklar,Sesimizi işitmeli.Şair, Çukurova‟nın vazgeçilmez bir süsü olan “ağcak” bitkisinin boyunu kirazın dalına, yeşil yapraklarınızümrüde, salkımlarını da güle benzetmektedir:İncecik uzunca boyu,Kirazdaki dala benzer.Yaprakları zümrüt yeşil,Salkımları güle benzer.Mehmet Avşar, çok sevdiği can yoldaşı Salih Sefa Yazar‟ın ölümünden duyduğu üzüntüden dolayı kendiiç dünyasında onun ölümünü, kara bulutların çökmesi sonucu oluşan âfâta benzetmiştir:Hece Taşları Sayfa 12


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015Kara bulut üstümüze,Âfât gibi çöktü gitti.Kan ağlayan kalbimizi,Parça parça söktü gitti.Şair, yeşil dokusundan dolayı cennete,muhteşem suyuyla gönülleri ferahlatan Haraz‟ı billurbir pınara benzeterek Çukurova‟nın incisiOsmaniye‟yi tasvir eder:Her mevsim yemyeşil cennet mi yören?Sihrine kapılır bir defa gören.Haraz, gönüllere ferahlık veren,Billur bir pınardır Osmaniye’de.Osmaniye‟nin güzel mi güzel yaylalarındanbirisi olan Haraz‟ı senelerce evvel günlük güneşlik birgünde tanıyan şair, fundalıklar içinde bulunanzümrüde benzetmektedir:Senelerce evvel, günlük güneşlik,Bir günde tanıdım, gördüm Haraz’ı.Zümrüt gibi fundalıklar içinde,Güldür güldür yükselirdi avazı.Mehmet Avşar, Altaylardan Viyana‟ya kadaradaletsizliğin hüküm sürdüğü coğrafya üzerine akınlardüzenleyerek adaleti sağlayan Türkleri, kâfir üstüneçöken kara buluta benzetmiştir:Hakan emir verir emir üstüne,Dillerde tekbirler tekbir üstüne,Kara bulut gibi kâfir üstüne,Akından akına koşanlar hani?Toprağı vatan yapan ilahî kanunun “kan”olduğunu bilen Mehmet Avşar, toprağı milletinkurtuluşu için tuttuğu dala, sabırla, aşkla, şevkle biraraya getirilmiş çiçeğe, velhasıl hayatın ta kendisinebenzetmiştir. Şaire has benzetmelerle dolu “EbedîVatan” şiirinde toprağa suyun verilmesiyle oluşançamuru değil, her karışı kanla sulanarak vatan yapılantoprağı bulacaksınız.Dağına, taşına gönül verdiğim,Ümidim, tuttuğum dalımsın toprak.Sabırla yoğurup, aşkla derdiğim,Çiçeğim, peteğim, balımsın toprak.Hasretinde duman duman tüttüğüm,Bayramdır, vuslattır sende tattığım,Uğruna varımı feda ettiğim,Vatanım, cananım, canımsın toprak.Sevincim, kederim senden yanadır,Anam gibi adın toprak anadır,Varlığımız senden, dönüş sanadır,Yoluna döktüğüm kanımsın toprak.Zaferle, destanla bayraklaşan sen,Sevgisi imanla kucaklaşan sen,Yurdumsun ecdatla dolup taşan sen,Tarihim, destanım şanımsın toprak.Yediden yetmişe seni anmalı,Gönüller aşkınla korda yanmalı,Bayrağım ebedî dalgalanmalı,Kıyamete kadar benimsin toprak.Duruşu, söylemi ve her şeyiyle insan olduğunusöylemenin mümkün olmadığı insan müsveddelerinigölgesinden korkan ödleğe, söyleminden dolayı odunave sabana benzeten şair, onları şöyle tasvir etmektedir:Gölgesinden korkan ödlekler gibi,Böyle meçhul durma, yaban olursun.İfadene baktım odunsun amma,Düzeltirsen belki saban olursun.Mehmet Avşar‟ın, şiirlerinde kullandığı başkabir sanat da teşhistir. Bitki, hayvan ve eşyalara insanaözgü özellikler vermek şiirlerde sık başvurulan birdurumdur. Aşağıdaki dörtlükte insana özgü bir özellikolan rükûda eğilme ağaçlara, soluma özelliği de rengeverilerek kişileştirilmiştir:Rüzgâr kırbaç gibi mevsim sonbahar,Ağaçlar rükûda gezerken suda.Ömrümüz akşamın dar vakti kadar,Duldada soluyan renkler uykuda.Çiçek, bahar gelince gelinlik giymiş kızlar gibioynaşarak insanların gönlünü çalar. Daha sonra darüzgârla savrulup başka diyarlara göç eder:Gönüller çalarsın, hırsızlar gibi,Gelinlik giyersin toy kızlar gibi,Semada oynaşan yıldızlar gibi,Rüzgârla savrulur, uçarsın çiçek.Şair, çiçeğin oluklardan elini ayağınıçekmesini isteyerek, dumanları da çiçeğin başına taçolarak kabul ederek kişileştirmeye başvurmuştur:Dağlar olmuş bunca yıllar durağın,Dumanlar, başında taçlı duvağın,Çekilmez oluktan elin ayağın,Sanki pınarlarla akarsın çiçek.Aşağıdaki dörtlükte insana has bir özellik olangözyaşı dökme ve boynu bükük kalma özelliklerisümbüle verilerek kişileştirme yapılmıştır:Gözyaşları pınar olmuş dağlarda,Yanık türkülerle akar baharda.Bülbülü beklerken zümrüt bağlarda,Boynu bükük kalmış zavallı sümbül.Şair, insana mahsus bir özellik olan birininyolunu gözleme işini pınara, ah çekmeyi oluğa, gözkamaşmasını da doğaya aktararak kişileştirmeyapmıştır:Pınar yamaçlarda hep yolcu gözler,Oluk, koyaklarda ah çeker özler.Zümrüt bahçelerde kamaşır gözler,Yürüdüm bağlara çiçekler derdim.Şair, olukların yamaçlara içini döktükten sonrayanık bir türkü söyleyerek akıp akmayacağını meraketmektedir. Olukların dile gelip yamaçlarla konuştuktansonra içli içli türküler söylemesi intak sanatına örnektir:Hece Taşları Sayfa 13


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 20154 ÇARPI 4Tayyib ATMACATürkülerle yüreğime dokunduğun gecelerdeGecelerde saçlarını tarayarak dolaşırımDolaşırım hayallere düğümlenir hatıralarHatıralar hatırımdan uzaklara kanatlanırKanatlanır yalnızlığım kafdağından ötelereÖtelere bakanların yakınında durulmuyorDurulmuyor bulananlar akıntıda kayboluyorKayboluyor gözümüzün bebeğini sallayanlarSallayanlar pazarlıyor sözlerini ortalıktaOrtalıkta daralılar safilere bakmıyorlarBakmıyorlar suretlere aynaları çatlattılarÇatlattılar sabrımızın taşlarını değirmendeDeğirmende öğütecek zahiremiz sözlerimizSözlerimiz dallarında toplanmadan kekreleştiKekreleşti muhabbetler sofralarsa bıçaklandıBıçaklandı dostlarımız sırtımızı dönemeyizDönemeyiz sözümüzden buyursunlar kişlesinlerKişlesinler derinlere dökülelim oluklardanOluklardan akanlarla aslımıza karışalımKarışalım cambazların hilekârlık yapmasına.Hece Taşları Sayfa 15


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015DĠVAN ġAĠRĠ NASIL YETĠġĠR?Mehmet PEKTAġDivan şairi; bilgi, birikim, kültür ve inanç açısından güçlü bir geleneğin mensubuydu. Bu geleneğedâhil olarak divan şairi sayılmanın belli koşulları vardı. Şairliğe heves eden kişinin, şiir yazmaya başlamadanönce geleneği öğrenmeye, geçmiş şiir birikimini tam anlamıyla tanımaya dayanan bir hazırlık sürecindengeçmesi, Arapça ve Farsçayı öğrenerek bu dillerin edebiyatlarını yakından bilmesi gerekirdi. Aynı zamandaaydın olmanın bir gereği olarak görülen bu süreç, okuma, araştırma ve inceleme gibi teorik çalışmalarlabaşlardı.Şair adayının geçeceği ilk aşama, eski kaynaklar üzerinde araştırma ve incelemeler yapmaktı. “Birşeyi ayrıntılı ve kapsamlı olarak inceleme, mahiyetini anlamaya çalışma, geniş bilgi edinme anlamlarınagelen tetebbu’, önceden yazılmış şiirler üzerinde okuma, düşünme ve değerlendirme çalışmasını anlatır.Mütâla’a da, hemen hemen aynı anlamdadır. 1 ” Bu çalışmaları büyük şairlerden şiir ezberleme faaliyetleritakip eder. Nizâmî-i Arûzî‟den edinilen bilgilere göre şairliğe heves eden birinin, gençlik yıllarından itibareneski şairlerden 20.000 beyit, daha sonrakilerden de 10.000 beyit ezberlemesi gerekirdi. 2 Üstat şairler,ezberleme işini tamamlayan şairden bir sonraki aşama olarak ezberlediklerini unutup gelmesini isterlerdi.Böylelikle şair adayının geçmiş şiir birikimini özümsemesi sağlanırken, eski şairlerin hayallerini tekraretmesinin de önüne geçilmiş olurdu. Şairin yetişme sürecini bir okul olarak değerlendirilen Cemal Kurnaz‟agöre teorik çalışmaları tamamlayan şair adayı bu okulun “hazırlık sınıfı”nı başarıyla bitirmiş olurdu.Şair adayı, teorik çalışmalardan sonra kûşiş, mümâreset, âzmâyiş, verziş gibi terimlerle anlatılanuygulamalı çalışmalara geçerdi. “Sürekli ve sıkı çalışma, alışma, alıştırma anlamlarına gelen bu terimler,özellikle belli bir eser veya şiir üzerinde pratik yaparak el yatkınlığı, alışkanlık, deneyim ve beceri kazanmayıanlatır. 3 ” Bu aşamada şiir heveslisinin şiir bilgisi ve yeteneğini geliştirmesi için nazirecilik geleneği devreyegirer. Sanatın başlangıcı “taklit” olduğuna göre şiir ve edebiyatın; buna paralel olarak şairin kendinigeliştirmesinde nazireciliğin önemi azımsanamaz. 4 Sözlük anlamıyla “bir şeye benzemek üzere yazılan örnek,karşılık” demek olan nazîre, terim olarak bir şairin şiirine, yine o vezin (ölçü) ve kafiyede (uyak) söylenenmanzumeyi ifade eder. Şair adayları için bir anlamda meşk faaliyeti olan bu temrinler Tanpınar‟ın ifadesiyle,eski şiiri hakikî bir atölye çalışması haline getirmiştir. 5Kimilerine göre bir şiirin nazîre olabilmesi için şekil kadar özde birlik, yani ifade, eda, konu birliği deesas kabul edilir. Kimilerine göre de bir nazîre, zemin şiiri (nazire yazılan şiir) her bakımdan geçmeli, enazından onu yakalayabilmelidir. Değilse, şeklen nazîre gibi olsa da esasta buna nazîre denemez. 6 Nazîrecilikgeleneği, divan şiirinin varlığını sürdürdüğü bütün asırlar boyunca önem ve tesirinden bir şey kaybetmedendevam etmiştir. Öyle ki, eski şiirin tamamen ortadan kalktığı Cumhuriyet devrinde dahi nazîrecilikgeleneğinin etkileri görülmektedir. Bu dönemin kimi şairleri tamamen eski tarzda nazîreler kaleme almışlar,nazîrecilik geleneğini bir anlamda devam ettirmişlerdir. 7Şair kabul edilmek için aşılması gereken sürecin dışında şairler, yaşadıkları devrin ilimlerindenhaberdar olmalıydılar. Bu konuda Fuzuli‟nin söyledikleri dikkate değerdir: “İlimsiz şiir, temelsiz duvar gibiolur ve temelsiz duvar ise gayet itibarsızdır. Şiirimin payesinin ilim ziynetinden yolsun olmasını haksızlıkbilip, bir müddet hayatımın nakdini aklî ve naklî ilimlerin kazanılmasına sarf ederek, ömrümün hâsılatınıhikmet ve hendese kazançları edinmek için harcadığımdan, giderek, çeşitli hüner incilerinden nazmınıngüzeline süsler düzenledim ve yavaş yavaş hadis ve tefsir hakkında etraflı bilgi edinip, şiir erdeminekınanacak bir iş gözü ile bakmanın himmet yoksunluğu olduğu gerçeğine ulaştım. 8 ”Tezkire yazarı Latîfî 9 , Fânî‟den bahsederken onun İsa Hoca lakabıyla bilindiğini ve şiir yazanöğrencileri olduğunu söyler. Fânî‟nin öğütlerini nakleden Latîfî bu öğütlerin şiire heves edenlercebilinmesinin lüzumlu olduğunu anlatır. Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu bir makalesinde bu görüşleri maddelerhalinde bugünkü Türkçe ile verir:“1-Nazma başlayan Farsça ve Arapça öğrenmeli, hatırında çok kelime ve deyim bulundurmalıdır.Böylece beyitlerinin sağlam, şiirlerinin kusursuz olmasını temin etmiş olur. Şiir bir binâ gibidir. Binanınmalzemesi hazır ve o binaya uygun olmazsa istenilen şekilde yapılması mümkün değildir. Eğer malzemedeeksiklik olursa o binâyı kuramaz malzeme binâya uygun değilse bina güzel olmaz.Hece Taşları Sayfa 16


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 20152-Bir kimsenin ilmi yoksa şiir yazmamalıdır. Çıplak bir insanın beline kemer bağlaması uygundeğildir.3-Şiirden anlamak, şair olmanın ilk basamağıdır. Şiirin sanatlarını, şiiri süslemek için nelerin lâzımgeldiğini bilmek şairin sermâyesidir. Eğer bir şiir heveslisi alelâde vezinli, kâfiyeli söz düzecekse şiirdenanlamakla yetinsin, bu daha iyidir; eğer kötü bir şair olacaksa sözün inceliklerini anlamakla kalmalıdır.4-Şair, kendisini gerçekten şair zannedip bu zannına güvenmemek, câhillerin ve şiirden anlamayanlarınövmesine aldanarak kendisini şair zannedip gururlanmamak. Şiirden anlayanlar kendisininahmak, budala olduğunu mecazî ifadelerle söylerler; o ise söylenenleri hakikî manâsıyla alıp kendisiniövdüklerini zanneder.5-Şair, şiirini tanıtmaya ve kendisini anlatmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir hareket olgun ve bilgiliinsanlara yakışmaz.6-Şiirle meşgul olan, günah olan şeyleri ifade etmek yolunu tutmamalı. Daha önemlisi, şiirle çokuğraşıp dinin emirlerini yerine getirmekten, namaz ve duadan ayrılmamalı.” 10Latîfî‟, “müteşâir (şair geçinenler)” olarak ifade ettiği kimseleri de birkaç kısma ayırır:1-Manzûm söz söylemeye kudreti olmadığı, şiir ilminden haberi bulunmadığı için ya bir şairinmahlasını değiştirerek veya birkaç güzel beytini alarak kendi şiirleri diye takdîm edenlerdir. Bunlarınki çokâdî bir hırsızlıktır. Şairin dîvanında veya şiirlerinin bulunduğu bir mecmûada bunların çaldıkları beyit veyabeyitler bulunabilir.2-Bir kısmı vardır ki, onlar vezinli söz söyleyebilirler fakat kâbiliyetleri hayaller ve manâlar bulmayakâfî değildir. Anlayışlarının kıtlığından ve yaradılışlarında şairlik mayası bulunmadığından sanat icat edipyeni bir tarz ortaya koyamazlar. Bu sebepten, zarûrî olarak kendilerinden önce gelmiş şairlerin manâlarınıalırlar. Dolayısıyla hırsızlığa alışıp, söylenmiş sözleri tekrar ederler.3-Bir kısmı da başkalarının şiirlerinin manâlarını aynen alırlar, fakat lafzını değiştirirler. Hayâl vesanatlar ise aynı kalır. Buna söz hırsızı ve mukallid derler ki makbûl bir hüner değildir. Manâya dokunmadankelimeleri değiştirerek yapılan hırsızlığın adı “selh”dir ki, manâsı “deri yüzmektir”.4-Bir kısmı Fars veya Arap şairlerinin şiirlerini tercüme ederler. Yahut o şairin bir manâsını tıraşederek hoşa gidecek şekli koyar. Veya tazmîn yahut iktibas yoluyla kendi şiirinin arasına katar. Bu tür çalma,diğerlerine nisbetle hoş görülmüştür. Latîfî, Ahmed Paşa‟nın şiirlerinin ekseriyetle İran şairlerinden tercümeolduğunu söyler. Fakat onunki biraz da beşinci kısma girer.5-Bu kısımdaki şairler, üstad bir şairin şiirindeki manâyı alır, ince zevki, keskin zekâsı ve şairyaradılışı ile o manâdan bir manâ daha çıkarır, oradaki sanatlardan başka sanatlar kullanır. Bu türden olanlaryaratıcı, orjinal hayaller meydana getirici şairler gibi telakkî edilmişlerdir. 11Uzun süren hazırlık safhası sonrasında şiir heveslisi, şair olarak adlandırılabilecek bir yetkinliğekavuşmuş, geleneğin tam bir temsilcisi olmuştur. Kendisine daha önceden telkin edilen bir estetik tavırla,şiirini kurmak durumundadır. Zira “kendinden önce gelmiş üstatların, büyük şöhretlerin eserlerinden edebiyatterbiyesini alarak yetişen şairin bütün sanat görgüsünü bu örnekler meydana getiriyordu. 12 ” Şair, doğal olarakkalemini bu terbiye doğrultusunda geçmiş örneklere benzer şekilde oynatacak ve sıra dışı eserler meydanagetirmeyecek/getiremeyecektir. Divan şairi, bu gelenek sayesinde önünde hazır bir malzeme ve sayısız örnekbulur. Bu hazır malzemeye daha önceden yazılmış sayısız şiire benzeyecek tarzda yeniden şekil verir. Sonnoktada, geleneği içine kattıkları ile beraber sonraki şairlere devreder. Öte yandan gelenek, şiirin sınırlarınıkesin hatlarla çizmiştir. Bu kesin çizgiler nazım şekli, vezin (ölçü), kafiye (uyak) gibi dış unsurların yanındakonu, kelime dünyası, benzetmeler, mazmunlar gibi iç unsurlarda da kendisini gösterir. Mesela, sevgilininboyunun uzunluğu bütün şairler için bir güzellik unsurudur. Bu uzunluğu ifade etmek üzere kullanılacakkelimeler bellidir: Serv, nây, sanavber, şimşâd, ar‟ar, nihâl, çınâr, tûbâ, elif vb. Şair, sevgilinin boyu ile ilgilibir hayalini anlatacaksa bu kelime ve benzetmelerle ifade etmelidir. Şaire düşen elindeki hazır malzeme ileifadeyi en güzel hale getirmektir.Böylesi zorlu bir süreçten geçerek yetişen şairler tarafından “Türk edebiyatının “yüz akı”diyebileceğimiz bir hususiyete sahip “muazzam” bir edebiyat oluşturuldu. 13 ” Yazılan şiirler elden ele, dildendile dolaştırılarak şuara meclislerinde okundu, mecmualara geçirildi. Nihayet belli bir sanatsal olgunluğaulaştıktan sonra şairler divan sahibi olabildiler.Hece Taşları Sayfa 17


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 20151 Cemal Kurnaz, Osmanlı Şair Okulu, Ankara 2007, s. 10.2 Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı” TDV İslamAnsiklopedisi, C. 9, İstanbul 1994, s. 413.3 Kurnaz, a.g.e., s. 14.4 M. Fatih Köksal, Sana Benzer Güzel Olmaz, DivanŞiirinde Nazire, Ankara 2006, s. 120.5 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk EdebiyatıTarihi, İstanbul 2003, s. 21.6 Köksal, a.g.e., s. 119.7 Köksal, a.g.e., s. 1198 M. Nur Doğan, Fuzûli’nin Poetikası, İstanbul 1997, s.92.9 Latifi tezkiresinin kaynak değeri, içeriği, dili ve üslubuüzerine çeşitli eleştirilerimiz bulunmakla birlikte, şiirhakkında naklettiği bu öğütler muteber görünmektedir.10Mehmet Çavuşoğlu, “16. Yüzyılda Dîvan Edebiyatı –Dîvan Edebiyatında Şiir Kavramı-, Osmanlı Divan ŞiiriÜzerine Metinler, İstanbul 1999, s. 212-213.11 Çavuşoğlu, a.g.m., s. 213.12 Akün, a.g.m., s. 413.13 Ahmet Kartal, “Klasik Türk Edebiyatı‟nı Anlamak”,Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür CoğrafyasıÜzerine Araştırmalar, İstanbul 2008, s. 343.BENĠHasan Fahri TANMahmur gözlerinde yittim, a cânânım bul beniAl da fırlat yâd ellere, âzâd et kurtul, beni.Rûhumun tâ derûnudur mesken-i menbâ-ı dertRâm olmuşum dest-i dile, mest kıldın ey kul beniElindense mevtim ey yâr kâkülünden örülmüşBir kefene sarmala ki sarmaz başka çul beniÜstüme bir nişâne koy sayhâsıyçün uşşâkunMezarımda taşlasın ko, bu ehl-i ukûl beniNASUHKAYNAKLAR:Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk EdebiyatıTarihi, İstanbul 2003.Ahmet Kartal, “Klasik Türk Edebiyatı‟nı Anlamak”,Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür CoğrafyasıÜzerine Araştırmalar, İstanbul 2008, s. 343-357.Cemal Kurnaz, Osmanlı Şair Okulu, Ankara 2007.Mehmet Çavuşoğlu, “16. Yüzyılda Dîvan Edebiyatı-Dîvan Edebiyatında Şiir Kavramı-, Osmanlı DivanŞiiri Üzerine Metinler, İstanbul 1999, s. 208-218.M. Fatih Köksal, Sana Benzer Güzel Olmaz, DîvânŞiirinde Nazire, Ankara 2006.M. Nur Doğan, Fuzûli‟nin Poetikası, İstanbul 1997.Ömer Faruk Akün, “Dîvân Edebiyatı” TDV İslamAnsiklopedisi, C. 9, İstanbul 1994, s. 388-427Mest olup da söyledim her ne söyledi isemAlır mıydım âhını aklım başımda olsaRûhumun enkâzını senden başka kim görürRevâmıdır göz yummak; bu dert beni öldürürEy benim nazladığım, nazlandığım, gücenmeBöyle miydim eskiden, nasıl oldum ben harabÜzdüm seni, /bin özür/, dost hiç kusur görür müMataramda su bitmiş; dostluğun bana ikramHece Taşları Sayfa 18


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015ĠKĠ ÖLÜM ARASINDABĠHABERErdal NOYANZehir gözlerin sebep panzehir gönder banaVeya gündüz değil de geceleyin gel banaMehtap da uyur belki yıldızlar sabah sanırZaman lekelenmemiş gizemini kuşanırMekânım hırçın dağın güneş bilmez vadisiBulut üstünde bekler aşkı rüya perisiGözlerime tedbiren kalbini göster önceSonra boya beyaza siyahımı gönlünceBiliyorum gelmezsin gitmiyorsun da amaİki ölüm arasında oynuyorsun daima.MUHACĠRBir anı solgun sayfalardaUyandırır eski düşleriDöner yaralı kısrağa aşkKanar kül rengi sönüşleriYanardı mehtap elemindenEvler örtmese ölüşleriHasat mevsiminde azizemMuhacir eyler dönüşleri.Ne yaşar, ne ölür, ne us‟lanırımGeçiyor günlerim benden habersizAnsızın toprağa gör yaslanırımDuyarsın giderim senden habersizÇıkmıyor yollarım semt sokağınaBatmışım bir kere yar batağınaKargalar konarken gül otağınaBülbülün dalı yok gülden habersizİncitme duymasın vefasız yâreAğyarda bulunmaz bu derde çareÖlmedi sürünür can pare pareYaşıyor bir garip tenden habersizEfkâra zaman yok tutsak dertlereEşgalim çizilir yalan kentlereAldırma nalüzüm yosma fertlereYanıyor gençliğin dünden habersizDavamı çağlara eylerken azıkKahretme bu kadar nolur yazıkDediler o gönlün akortu bozukVuruyor mızrabım telden habersizYoklukla hemhaldır gece yoldaşımKelime arkadaş hece sırdaşımMenzile ererken nice gardaşımYolunu ararım yönden habersizGözlerin gönlümü katleden zalimAnlatsam anlamaz toz duman halimOnurlu tek dostum turabdır yârimKapanır gözlerin Kün‟den habersizAzade TURAPYıktın be dağ gibi yıktın eri deAnladım gençliğim kaldı gerideSöyleyim gelmişken lafın yeri deAzade bu günden dünden habersizHece Taşları Sayfa 19


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015GÜCENDĠMKADINSalih ÖZEL (Evrenî)Ġsmail Kutlu ÖZALPÖmür geldi geçti yaş oldu elliNe gecesi belli ne günü belliDereler çağladı bulanık selliDurulup akmayan sele gücendimOlursa bir günde halimi soranDerim ki gam oldu ruhumu yoranBir gün de dinmedi hep rüzgâr boranSerince esmeyen yele gücendimDostum sandıklarım sırtımdan vurduFelek yaktı külüm göğe savurduKimi tellal oldu halim duyurduArkamdan söyleyen dile gücendimKader hep yolumu yokuşa sürdüYokuşu çıkarken bedenim yorduDostum yüz çevirdi el tuzak kurduYarene gücendim ele gücendimBulamadım bir gün candan seveniSevip de canana gönül vereniGül yerine diken der di EvrenîGülzar da açmayan güle gücendimKadın merhamettir, kadın şefkattirBaşka türlü ölçüp biçmedim aslaHer addan öteye adın şefkattirKadr-ü kıymetinden geçmedim aslaGökte yıldız varsa o yerde süstüHak bir değer vermiş değerler üstüÖyle çakılmış ki yüreğe büstüAyrılık bahsini açmadım aslaBilirim, düşersem ellerim olurSusarım, konuşan dillerim olurBenimle hâllenir, hallerim olurBülbülüm, gülümden uçmadım aslaGâhî bahar olur gâhî yaz olurBir sevda sükûtu, bir avaz olurGahi can alıcı, gahi baz olurYine de öteye kaçmadım aslaGördüğüm duyduğum ne varsa sildimKadını varlığın değeri bildimDünya töresiymiş, sevdim, sevildimElimi dilimi sürçmedim aslaBenden ayrı değil, özümdür benimAhd-u emanımdır, sözümdür benimHer ne yana baksam gözümdür benimBir başka birini seçmedim aslaBu Kutlu ozanın yârânı, yârıGöm değil gönüle hasretin narıBeni ben kılandır bendeki varıBen kendi kendimden göçmedim aslaHece Taşları Sayfa 20


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015SEBEB-Ġ HAYATKASĠYER KIZMustafa BENEKLĠYazıyla anlatamaz ne şiir ne de romanTarif edecek olan yüreğe niyet lazımHer şeye ilaç olur denilse bile zamanSevdayı unutmaya sabırdan diyet lazımSevmek; deli tay iken köşelerde sinmektirAhmakıslatan gibi birdenbire dinmektirBerzahtan ta arşa dek çıkıp geri inmektirHalden hale geçmeye biraz meziyet lazımDüşte bade denilen gönüllerin teridirHayat boyu tatmamak, beterin beteridirSonu ise insanın dürülen defteridirMaşuka âşık için daim eziyet lazımDaldan dala konarak, sevgi anlaşılamazDünya üstüne gelse seven yürek yılamazSevdayla dolu gönlü, kimse mağlup kılamazİkrarda durmak için sağlam dirayet lazımHabib KARASAKALLIAslında bahaneydi sık sık markette bitmemBahaneydi aslında ekmek, şeker, çay almamOnca kasiyer kızdan yalnızca sana gitmemAslında tek sebep var: Gözlerine bayılmamTüm maaşı sizin şu markette harcamışımCebimdeki son param anca bir sakız ederMeteliksiz günlerde kaç defa borç almışımKaç defa evden kovmuş beni bu yüzden pederMarketten aldıklarım birkaç yıl gider banaLakin seni görmesem içimde yara kalırÇeşmimin hep çeşmine değdiğini babanaBiri der de inşallah cebimde para kalırYoksa sen hep kasiyer ben hep pulsuz kalırımBu al-verde yalnızca kazanan patron olurSen evde kalmış bir kız bense çulsuz kalırımSenin yüzün buruşsa benim neşem kaybolurVeysel neye yarardı ondaki aşk olmasaKaracoğlan ölürdü, sazı dertli çalmasaTaptuk Emre yıllarca içeriye almasaYunus O‟na meftunken kimlere ayet lazımHece Taşları Sayfa 21


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015GÖZLERĠNYasin USTAKARAKOÇ’UN ARDINDANHalit YILDIRIMMecnunlar Keremler misali aşkaTok olmamın sebebidir gözlerinGökçen gibi bakmasaydın sen keşkeYok olmamın sebebidir gözlerinBen Eros‟'u bilmem, Kürşad‟dan söyleTürküyle saz ile gönlü hoş eyleUlubatlı gibi kal‟ada böyleTek olmamın sebebidir gözlerinFayda yoktur kurtulamam seyirdenYaradan yaratmış sanki şiirdenKarakaş altından bakınca birdenŞok olmamın sebebidir gözlerinKör olsun, kahrolsun bize kin güdenBir cinayetim var, sormayın nedenYayında çıkınca can telef edenOk olmamım sebebidir gözlerinAbdurrahim Ağabey’e dua niyetineKafiyeler öksüz, heceler eksikŞiirin çadırı çöktü ardındanGülmüyor çehreler, suratlar asıkŞairler gözyaşı döktü ardındanKalemler yazmıyor tükendi sözlerİlk günden dostların hep seni özlerKarakoç dendi mi yürekler sızlarŞiirler boynunu büktü ardındanBayramlar ağladı, mateme döndüMuarızların bile neşesi söndüHasana mektuplar postada yandıIrmaklar gözyaşı aktı ardındanHâkimler, tohdurlar, mebuslar üzgünMağdurlar, hastalar, seçmenler kızgınİbişler, liboşlar canından bezginŞaşkın şaşkın hepsi baktı ardındanTers esen rüzgârın kırıldı gücüHedefsiz okların köreldi ucuSafa durdu cümle şucu ve bucuCümlesi bir ağıt yaktı ardındanLambada titreyen alev buz tuttuKâğıtlar kalemi aşkta uyuttuMihriban kendini bile unuttuKalbini yerinden söktü ardındanHece Taşları Sayfa 22


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015BEKLENENNĠYAZ MAKAMINDAMehmet Fatih KÖKSALSevgiyi giyindim, üşümem dahaSevgiyle yeşeren çiçek solar mıTaze bir yürecik atıyor şurdaBilmem ki ölüme daha çok var mıDüşünmek, dokunmak, bakmak öyleceZamanı eritmek gözbebeğindeNurlu bir gündüzdür seninle geceGelirim ölmezsem, “gel” dediğindeHayat ışkınıdır kavlimiz bizimDerinden derine sızan can suyuBağıma destursuz girip soran kimBeynimi çatlatan çetin soruyuNe ümit tükenir, ne sevda biterHer gece yeniden doğar bu sevgiNe hesaba sığar, ne akıl yeterGökten yağar, yerden ağar bu sevgiSevgiyi giyindim, üşümem dahaSevgiyle yeşeren çiçek solar mıTaze bir yürecik atıyor şurdaBilmem ki ölüme daha çok var mıĠsmail GÖKTÜRK (Aczî)Kalbimi aşkınla doldur ilâhîLütfu kereminle oldur ilâhîYakînimi artır, rızâna erdirKulun tâkatsiz sen buldur ilâhîResûlün aşkına yandır ilâhîSermedî feyizle kandır ilâhîSeyyiâtı kalbet hasenât olsunRahmet deryâsına bandır ilâhîHâlimiz katında âyan ilâhîKulun yola düştü yayan ilâhîMâsivâda rezil rüsvay olmuşuzSensin hâlden hâle koyan ilâhîHazreti Pîr elden tuttu ilâhîDervişlik yoluna kattı ilâhîBizi Sâdâtına kıldı emanetKulun ihsanını tattı ilâhîEsmâna muhatab eyle ilâhîKulum diye hitab eyle ilâhîBizi azâd eyle dünya derdindenZikrin ile bîtâb eyle ilâhîBırakma gayrıya muhtaç ilâhîÂfet-i kalbe ver ilaç ilâhîİrâde sendendir bizi mürîd kılKulluğumuz eyle miraç ilâhîAczî, habîbine ümmet ilâhîDervişlik ne güzel nimet ilâhîSabr ile dâim kıl, sâfâya erdirNasib eyle Pîr‟den himmet ilâhîHece Taşları Sayfa 23


<strong>HECE</strong> TAŞLARI ALTINCI SAYI 15 Ağustos 2015TEZATLAR DESTANIÂĢık HUZURÎYeni bir destanı icad eyledimDinleyin ahbaba yadigârım varMahzun gönülleri etmek için şâdAğlarım sızların ah-u zârım varYüz bin deve gelir-gider katarımNerde akşam olur orda yatarımHer ne ister isem alır satarımKimse karışamaz ihtiyarım varBen icad eyledim havayî yoluYazda ferahlarım sağ ile soluKırk mağazam var rüzgârla doluKafdağı ardında bitpazarım varGörmediğim şeyi aslâ sezememKorku bilmem hiç yalınız gezememİcap etse kendi adım yazamanKâtiplikte gayet iştiharım varGözüm ışıklıdır güne dayanmazAklım çoktur amma kimse beğenmezAsılmağa gitsem sicim inanmazBöyle yüz bin ahbab yüz bin yârim varİbadet eylerim namazı kılmamTemizlik severim lekemi silmemÖmrümde zararsız günümü bilmemHer senede yüz milyonluk kârım varDüştüğüm yok hiçbir düşman kastineKaçsam kimse geçiremez destineKuvvetliyim keçe kilim üstüneYaya yürümeğe iktidarım varSözüm lezzetlidir hatırlar yıkmazYalan da söylesem dinleyen bıkmazUykuda kötü söz ağzımdan çıkmazBüyük küçük tanır namus ârım varParasız kalanlar bana el verirÇok köprülü sular geçsem yol verirEvvel param alır sonra mal verirHer tüccar yanında itibarım varCömertlikte yoktur misl-ü menendümHerkes kesesinde yesin efendimYalınız yatmaktan bezdim usandımOdamda yüz güzel Gülizârım varHer kim saz çalarsa âşık bilirimDilsiz adamları sâdık bilirimHerkesten kendimi fâik bilirimKibrim yok amma az vakarım varSarhoş olup meyhanede susmalıBir iyilik gördüğünde küsmeliAdam öldürenin tüyün kesmeliBöyle akla yakın çok kararım varGöze ilâç verdim yaşı akmadıAz açıldı amma doğru bakmadıYüz hastaya baktım biri kalmadıDoktorlukta büyük iftiharım varSorman arkadaşlar benim kederimTâ ezelden tersinedir kaderimHânemiz fevkinde durur pederimBiraz hasretliyim intizarım varLâzım olan şeye zihnim yormadımKendi hânem yolun bile sormadımAdın işitmedim kendin görmedimGönlüm eğler birkaç kafadarım varHaklı haksız bir söz altında kalmamHırsızlıkta etsem açıkta kalmamAldığımı vermem verdiğim almamYeni alış-veriş intişarım varHuzurî sözlerin halli muhaldirMânasın anlayan ehl-i kemaldirBen de bilmem ne devlettir ne maldırBitmez hesap olmaz bunca varım var.Hece Taşları Sayfa 24

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!