23.08.2015 Views

4 DÖNEM GENEL KURULU ÇALIŞMA RAPORU

çalışma raporu - Sosyal-İş

çalışma raporu - Sosyal-İş

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

SOSYAL-İŞ SENDİKASITÜRKİYE SOSYAL SİGORTALAREĞİTİM, BÜRO, TİCARET VE SİGORTAİŞÇİLERİ SENDİKASI4. <strong>DÖNEM</strong><strong>GENEL</strong> <strong>KURULU</strong><strong>ÇALIŞMA</strong> <strong>RAPORU</strong>Türk Standartlar Enstitüsü Konferans Salonu29-30-31 MAYIS 1974 ANKARA


Basıldığı Yer : NÜVE MATBAASIMeşrutiyet Cad. Hatay Sok. No : 13/CTel : 12 91 74 Kızılay – ANKARA


GÜNDEM1- Yoklama,2- Genel Başkanın açış konuşması,3- Divan teşekkülü ve saygı duruşu,4- Konukların takdimi ve konuşmaları,5- DİSK ve ICF’e katılma kararının alınması,6- Genel Yönetim, Genel Denetim, Genel Onur Kurulu çalışma raporlarınıneleştirilmesi7- Aklama (İbra),8- Genel Yönetim Kurulunca, hazırlanan tüzüğün bazı maddelerinindeğiştirilmesine ilişkin tasarının görüşülüp, karara bağlanması,9- Tahmini bütçenin karara bağlanması,10- Seçimlera) Genel Başkan seçimi,b) Genel Sekreter seçimi,c) Genel Örgütlenme Sekreteri seçimi,d) Genel Eğitimi Sekreteri seçimi,e) Genel Mali Sekreter seçimi,f) Genel Yönetim, Genel Denetleme, Genel Onur Kurulu asil ve yedek üyelerinseçimi,11- KAPANIŞ.


<strong>GENEL</strong> YÜRÜTME <strong>KURULU</strong>Özcan KESGEÇGenel BaşkanA.Baki SONGenel SekreterH.Bedri DOĞANAYEğitim ve Örgütlenme Sekreteriİlhan AKALINGenel Mali Sekreter


<strong>GENEL</strong> YÖNETİM <strong>KURULU</strong>Ahmet ACARSüleyman ATASAYANErsin ATLI (Mustafa Topuzlu)Bilal DUMANErol GÜNGÖRENCelal İPEKAli NEBİOĞLUOktay ÖZAYDINBülent ÖZGÖRGEM (Aclan Sırtoğlu)Orhan ÖZKANİbrahim SALİMMücahit TAYLANLI


<strong>GENEL</strong> DENETLEME <strong>KURULU</strong>Sedat Yılmaz GÜVENGürol AYDINLIKEmin ÇALIŞIR (Tuğrul Gür): Başkan: Raportör: Üye<strong>GENEL</strong> ONUR <strong>KURULU</strong>Gündoğdu ERBİLGİNAbbas GÜVENErol ALTINTOPRAK: Başkan: Raportör: Üye


SUNUŞSosyal-İş’in IV. Dönem olağan genel kurulunu toplamanın mutluluğu içindeyiz. 1966yılından bu yana, her geçen gün kendini yenileyebilen bir örgüt olan Sosyal-İş’in bu genelkuruluna da büyük aşamalarla gelmiş olması bu mutluluğumuzu daha da artırmaktadır. TümSosyal-İş üyelerinin ve işçi sınıfından yana olanların bu kıvançlı gelişimle öyküneceklerineinanıyoruz.Geride bıraktığımız karanlık günlerin, aydınlığa dönüştüğü günlerdeyiz. Yepyeniumutlarla, güzel yurdumuzda, halkımızın, insanca yaşayacağı bir düzenin özlemine doğrukucak açmanın ve bunun gerçekleşmesinin demokratik mücadelesine doğru koşuyoruz.Bu açıdan baktığımız zaman, işçi sınıfının demokratik devrimci mücadelesi için, herşeyden önce savunulması gerekenin, özgürlükler olduğu ortadadır. Özgürlüklerin yok edildiği,fikirlerin ve düşüncelerin söylenemediği, özellikle ekonomik gücü elinde bulunduran egemençevrelerin çıkarına aykırı emeği savunan görüşlerin, serbestçe söylenip, tartışma olanağınınbulunmadığı ortamlarda demokratik mücadelenin olamayacağını biliyoruz.Bu bilinçledir ki, söz ve fikir hürriyetine sınır koymayı kabul etmiyoruz. Ve yine aynıinançla, kim olursa olsun, fikirlerin başkasına, başkalarına zor kullanarak kabul ettirilmeyeçalışılmasını da uygun bulmuyor, bu anlayışta olanlarla mücadele etmeyi, işçi sınıfı yararı vedemokratik ilkelere gerçekten bağlılığın bir gereği sayıyoruz.Çalışma raporumuzdaki her görüşümüzün temel hareket noktası işte bu prensiplerdir.Raporda, demokratik özgürlüklere bağlı olmanın anlayışı ile, Dünyadaki ve ülkemizdekigenel ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel görüşlerimiz ile önerilirimizi belirledik. Bunlarıyaparken, mümkün olduğu oranda bilimsel verilerden ve gözlemlerimizden hareket ettik.Bunun sonuna da Sosyal-İş olarak savunacağımız ilkeleri bir sonuçta topladık.Ülkemizdeki alışılmışın aksine olarak, tüm bunların genel kurulca tartışılması vesonunda varılacak karar ile; Sosyal-İş’in en üst ve tek yetkili organınca ana görüşününbelirlenmesini amaçladık.İkinci bölümde ise, çalışmalarımızı sunduk.Bu genel kurulda çok önemli bir nokta da Sosyal-İş’in örgüt felsefesine en uygun olaraküst kuruluşlara katılma kararının alınması olacaktır.Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Uluslar arası Kimya ve Genel İşçiSendikaları Federasyonu (ICF) na katılınması, Sosyal-İş’in gücüne güç katacak, işçininmücadelesinde etkenliğini artıracaktır.Emeğin değerine inanlar olarak, IV. Genel kurulumuzun, işçi sınıfına ve ulusumuzayararlı katkılarda bulunacağına inanıyor ve bu inançla başarılar diliyoruz.<strong>GENEL</strong> YÖNETİM <strong>KURULU</strong>


Dünya’yaGenel Bakış


Dünyamızın bugünkü politik ve ekonomik durumunu kavrayabilmek, güncel sorunlarınıanlayabilmek için, İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakmak gerekir.1945’te Faşist devletlerin Dünya egemenliğini kurma uğruna başlattıkları savaşı gerçimüttefikler galip olarak bitirdiler; ama müttefik kuvvetlerin iki büyük ortağı Sovyetler ve BatıAvrupa Devletleri, savaştan, büyük insan ve malzeme kaybı ile çıktılar. Fabrikalarının, karave demiryollarının, maden ve petrol kuyularının tamamına yakın bir kısmı tahrip olmuş,yetişmiş kalifiye işçi teknik eleman, mühendis ve planlama uzmanlarının yarısı savaşta ölmüş,sakat olmuş veya kaybolmuştu.Müttefik devletlerin büyük ortaklarından olan Amerika Birleşik Devletlerinintopraklarında ise, savaşın sonlarına doğru, balonlara yüklenmiş bir tek Japon bombasıpatlamış, bu bomba da piknik yapan bir Amerikalı ailenin iki bireyini yaralayıp, arabalarınıhasara uğratmaktan öteye bir şey yapamamıştı. Savaşın taraflar içerisinde, yalnızva Amerikabirleşik Devletleri, savaştan en az insan ve malzeme kaybı ile çıkmıştı. Savaş sonrasındayalnız Amerika Birleşik Devletleri bütün fabrikaları yer altı ve yerüstü zenginlikleri ile büyükbir üretim sistemine sahip tek devlet olmuştu. Amerika Birleşik Devletlerinin karşısındakidevletlerin genel görünümü ise en kalın çizgileri ile, şudurSavaştan direkt olarak etkilenmemiş, ama madenlerine serbest piyasada müşteribulamadığı için, tek alıcı durumundaki A.B.D.’nin teklif ettiği fiyatları kabul etmek zorundakalan; hem ithal edecek kaliteli mal bulamayan, hem de bulduğu malı çok pahalıya almakzorunda kalan ve her türlü dış yardımdan yoksun bütün kaynakları kurumuş olan, geri kalmışülke halkları.Varlıklarının yarısına yakınını yitirerek A.B.D.’nin ileri süreceği bütün politik veekonomik koşulları kabule hazır Batı Avrupa Halkları.c) Önce Japonların, sonra da A.B.D. ve Fransa’nın destekledikleri yerli işbirlikçilerekarşı kurtuluş savaşlarını sürdüren Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya Halkları.d) Savaşın yaralarını kendi iç kaynakları ile kapatabilmek için, dış dünyaya açılan bütünkapılarını kapatan Doğu Avrupa Ülkeleri ve Sovyetler Birliği.Dünya tarihinde ilk kez bütün ekonomik ve siyasal koşullar, bir devletin (A.B.D.) lehineböylesine bir birleşim göstermiştir. A.B.D.’yi oluşturan büyük firmalar, savaşın özelkoşullarından yararlanarak, durmadan büyüttükleri sermayelerinin yarattığı yeni bir sorunlakarşılaşmışlardır. Biriken büyük sermaye, A.B.D.’nin içerisinde planlanan yatırımlar içingerekli olandan çok gazla idi. Eğer gerekli tedbirler alınmazsa, savaş sanayiinden, barışsanayiine dönüşün getireceği işsizlik ve sosyal uyumsuzlukların yanında, bu şişen verahatsızlık veren sermayenin doğuracağı işsizlik enflasyon karşısında, Amerikan ekonomisi,tahmini güç sarsıntılara uğrayacaktı. Yatırım hedeflerini aşan ve ekonomiye rahatsız eden bufazla sermayenin doğuracağı olumsuz etkilerden kurtulmanın tek yolu, sermaye aktarımı idi.Yani, başka ülkelerde yeni yatırımlara girişmek, oralardaki, Amerika’ya göre daha ucuz olanemek gücünü sömürerek, bu sömürüden doğacak fazla karı Amerika’ya transfer etmek. Gerçibu sistem, yani sermaye aktarımı yolu ile bir nevi vücuttan kan alma gibi ekonomi geçici birsüre için rahatlığa kavuşuyor, işsizlik ve enflasyon durduruluyordu, ama kapitalist sistem,kendi tabiatı gereği, günümüzdeki çözümü güç sorunlara gebe kalıyordu.Sermaye aktarımı, Batı Avrupa ülkelerinde ve geri kalmış ülkelerde kapitalist sistemiçerisinde kalındığı sürece, çözümlenemeyecek ekonomik ve sosyal sorunlar doğurdu. Busorunların en önemlileri şunlardır.:


a) Batı Avrupa ulusal ekonomilerini felce uğratarak bütün siyasal ve askeri kontrolkademelerinin A.B.D. nin eline geçmesini sağlayan çok uluslu şirketlerin doğması;b) Geri kalmış ülkelerde, çok uluslu şirketlere sırtını dayamış olan yerli işbirlikçiburjuvazinin, çok uluslu şirketler yararına bütün siyasal gücü ellerine geçirerek, toplumdabüyük bir ekonomik ve sosyal dengesizlik yaratmaları.A.B.D. böylece, savaş sonrasında ayakta kalan tek büyük ekonomik sistem olarak,savaştan zarar gören ülkeleri, yardım programı altında, sermaye aktarımına başladı. Buyardım programlarında, Orta Doğu, Güney Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın geri kalmışülke halkları da nasiplerine düşeni aldılar. Gerçi geri kalmış ülke halkları savaşagirmemişlerdi. Ama çoğu Batı Avrupa Devletlerinin sömürgeleri veya ekonomikegemenlikleri altında idi. Madenleri ve emek güçlerini satacakları bir güçlü Batı Avrupayoktu artık. Bu işi yapabilecek tek rakipsiz güç Amerika idi. Madenlerini daha rasyonel birbiçimde işleyebilmek için gerekli olan teknik yatırımı ve eğitimi harcamalarını Amerikakarşılayabilir; üretilen ham maddenin pazarlamasını ve ulaşımını Amerika koordine edebilirve bütün bu işler için gerekli olan sermayeyi, yardım adı altında, Amerika verebilirdi. Enönemlisi, ihtiyaçları olan malzemeyi, tüketim mallarını ve hatta yaşamaları için gereklibesinleri onlara satabilecek tek ülke Amerika idi. İnsanlık tarihi içerisinde, hiçbir devletenasip olmamış bu koşulların sonucu olarak, 1950’lere doğru, A.B.D. Sosyalist Blok dışındakalan bütün ülkelerin ham madde kaynaklarının kontrolünü eline geçirmiş, bütün hava, denizve kara ticaret yollarını üstün askeri gücü ile tekeline almış, isteği fiyatla mal alan, istediğifiyatla satan, hükümetler devirip hükümetler kuran, büyük bir sanayii ve ticaret imparatorluğuhaline gelmişti.1960’lara doğru teknolojide ve bilimlerdeki olağanüstü gelişme, Sosyalist BlokÜlkelerinin savaş yaralarını çabucak sararak, termo-nükleer silahları ve bu silahları dünyanınistedikleri yerine ulaştıracak balistik füzeleri yapmaları; doğuda Çin’in bağımsız ve hızlakalkınan Sosyalist bir ülke olması; Batı Avrupa’nın yeniden bir sanayii toplumu olması;A.B.D.’ni dünyanın rakipsiz sahibi olmaktan çıkarmış ve Amerika’yı Sosyalist Bloka, siyasal,askeri ve ekonomik tavizler vermek zorunda bırakmıştır. Örneğin, burnunun dibindekiKüba’da gerçekleştirilen Sosyalist Devrim karşısında, sesini çıkaramamıştır. Böyle bir şey1950’lerin başında düşünülemezdi bile.Günümüzde, özellikle son Orta Doğu savaşından sonra, dünyanın ekonomik ve siyasaldurumu son 20-25 yıl öncesine göre çok karmaşıktır. Ve bütün insanlık tarihi içerisindegörülmemiş bir hızla değişmektedir. Bu hızlı değişmeyi yaşarken, yapılacak bir gözleminkaçınılmaz eksikliği ve gerekli belgelerden yoksun olmamız nedeni ile, ekonomik ve siyasaldurumu doğruya yakın bir biçimde yorumlamak, kabul edileceği gibi, imkansızdır. Çünkü;ekonomik ve siyasal durumun doğru bir yorumunu yapmak yalnız geçmişi ve şimdiyisaptamak demek değildir. Aynı zamanda geleceğinde nasıl olacağını gösterir en doğruvarsayımları ortaya atmak demektir. Bütün bu olumsuz etkenlere rağmen, günümüzde çokdeğişmiş olan ekonomik, politik ve sosyoloji bilimlerinin bazı ilke ve yasalarına dayanarak,tarihi araştırmaların eşliğinde şimdiki durumu doğru bir biçimde saptayabilir: gelecektekiekonomik ve siyasal gelişmeleri en kalın çizgileri ile yakalayabiliriz.Kalkınmalarını kısa sürede sağlayan Japonya ve Batı Avrupa Devletleri, Amerika’nınyıllar önce karşılaştığı üretim fazlası ve sermaye aktarımı sorunu ile 1960’ların sonundakarşılaşmışlar ve bu gelişim Amerika’nın yönetimindeki kapitalist blok da çatlaklardoğurmuştur. Batı Avrupa Devletlerinin oluşturdukları Ekonomik ve Siyasal bir kuruluş olanOrtak Pazarla A.B.D. arasındaki sürtüşme, ipleri Amerika’nın elinde bulunan Çok Ulusluşirketlere rağmen, günümüzde gittikçe hızını artıran bir çatışmaya dönüşmektedir. Ortak


Pazar ülkeleri 635 milyar Dolarlık bir ekonomik güce sahip olmalarına rağmen, A.B.D.karşısında aşağıdaki nedenlerden ötürü, bir üstünlük kuramayacaktır.Dünyadaki petrol, bakır, boraks gibi stratejik değerdeki yer altı zenginliklerininyarısından fazlasına sahip olan geri kalmış ülkeler, İkinci Dünya Savaşının sonunda buzenginliklerini tamamen Amerikan firmalarının kontrolüne terk etmişlerdir. Bu madenlerinyalnız üretimi değil taşıma ve pazarlaması da Amerikan firmalarının tekelindedir. 8 Nisan1974 tarihinde Amerikan Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı bir açıklama, bu açıdan çok ilginçtir.Son Orta Doğu savaşının peşine uygulanan Petrol Ambargosuna rağmen Amerika’ya 40milyon varili aşkın Arap Petrolü girmiştir. Bu ulaşım, Petrolün sahibi Arap Ülkelerininuyguladıkları kesin Ambargoya rağmen nasıl sağlanmıştır? Aynı şekilde Şili’deki SosyalistHükümet, Amerikan firmalarının kontrolündeki büyük Bakır madenlerini devletleştirmesinerağmen, Dünya Ulaşım ve Pazarlama sistemi tamamen Amerikan firmalarının elinde olmasınedeni ile ürettiği Bakırı pazarlayamadı, müşteri bulsa bile yeterli fiyata satamadı. OrtakPazar Ülkeleri Amerika’yı atlayarak Araplardan ikili antlaşmalar yoluyla petrol almakistemelerine rağmen, Amerikan firmalarının pazarlara koyduğu engellemeleri aşamamış, kısasürede Fransa’yı tek başına bırakarak Amerika’lı firmaların koşullarını kabul etmek zorundakalmışlardı. Dünyadaki yer altı zenginliklerinin üretimini ve pazarlamasını tamamenkontrolünde bulunduran Amerikan firmaları karşısında Japonya ve Ortak Pazar ilk etaptayenik düşmüşlerdi. Ama özellikle petrol sorunundan ötürü kapitalist grupta çatlamalarbaşlamıştı. Bu çatlamaların giderek büyüyeceğini söylemek, bugün için, bir kahinlik değildir.Aynı şekilde bu çatlamalarda uzun vadede karlı çıkacak olanlar ise, geri kalmış ülkehalklarının ezilmiş sınıfları ile Sosyalist Blok ülkeler olacaktır. Çünkü; kapitalist blokiçerisindeki bölünmeler, tek merkezden yönetilen Dünya çapındaki sömürü düzeni yerine, çokmerkezli bir sömürü düzeni getirmektedir. Bu çok merkezlilik, sömürü düzenindeki ekonomikkoordinasyonu sömürenler aleyhine bozacak ve geri kalmış ülkelerdeki işbirlikçi burjuvaziyigüçsüz bırakacaktır.b) Ortak Pazar’ın ve Japonya’nın Amerika karşısında yürüttükleri ham madde ve Pazarbulma savaşında kısa vadede Amerika lehine olan ikinci koz ise, dünyanın bugünkü siyasalgüç dengesidir.Sosyalist Blok dışındaki ülkelerde, Amerika, Çok Uluslu büyük firmalar ve ikiliantlaşmalarla Siyasal İktidarları, askeri güçleri tamamen kontrolünde bulundurmaktadır.Amerika’nın elinde bulundurduğu bu siyasal ve askeri güç, son petrol krizinden, Ortak Pazarülkelerini birbirine düşürecek ve aralarındaki ortaklık antlaşmasına rağmen, ortakların büyükbir kısmına Fransa’yı yalnız bıraktırarak, kendi aleyhlerine, Amerika’nın yanında yeraldıracak kadar etkendir. Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik gücünedayanarak yapmış olduğu ikili antlaşmalarla sağladığı bu siyasal güç, kendisini bütünacımasızlığı ile geri kalmış ülkelerde göstermektedir. Geri kalmış ülkelerde sırtını çok uluslufirmalara dayamış olan bir işbirlikçi burjuva, bürokrat ve asker ortaklığı her şeye egemendir.Bu işbirlikçiler ortaklığı, kesin olarak bilmektedirler ki, Amerikan firmaları aleyhine kapitalistJaponya veya Ortak Pazarla yapacakları en masum antlaşma bile, kendilerinin iktidardandüşmelerine yetecektir. Ortak Pazar ülkeleri ve Japon firma temsilcilerinin ve bakanlarınınpetrol krizinden sonra Arap ülkelerinden eli boş dönmelerini bu açıdan değerlendirmekgerekir.Amerika, elindeki bütün kozları oynayarak, geri kalmış ülkelerdeki yer altı ve yerüstüzenginliklerinin büyük bir kısmının kontrolünü elinde tutabilmiş, petrol krizinde BatıAvrupalı ve Japon müttefiklerine karşı verdiği ekonomik savaştan başarı ile sıyrılmıştır. Amaözellikle Japonya, Sovyetler, Romanya, Bulgaristan,Fransa ve Batı Almanya, Amerikanpazarlarına sızabilmiş, geri kalmış ülkelerdeki büyük çaplı projelerin gerçekleştirilme işiniAmerikan firmalarına rağmen alabilmişlerdir. Örneğin, Türkiye’deki Keban, İskenderun


Demir Çelik Tesisleri, İzmir Rafinerisi gibi büyük projelerin 1950’lerde ve 1960’lardaAmerikan dışı firmalara değil verilmesi, Uluslar arası ihaleye bile verilmesi düşünülemezdi.Günümüzde Sosyalist Blokta da başka tabanlardan hareket eden kapitalist bloktakigelişmelere paralel, ekonomik ve siyasal konularda bağımsız karar vermeye dayanan çokmerkezci bir gelişim gözlenmektedir. Çin, Romanya ve Arnavutluk’taki gelişmeler artıkSovyetlerin Sosyalist Blokun tek lideri olmadığını göstermektedir. Sosyalist Bloktaki enönemli ikinci gelişme ise, Sosyalist Blokun bir arada yaşama teorisine uygun olarak dünyayaaçılmasıdır. Sovyet teorisyenlerinin geliştirdiği bir teoriye göre, kapitalist Dünya ve SosyalistDünya bir arada barış içerisinde yaşayabilir. Kapitalist ülkeler, kendi bünyelerindekiçelişkilerden ötürü, uzun vadede sosyalist ekonomiye doğru gerekli dönüşümünüyapacaklardır. Bu yüzden dışarıdan yapılacak her türlü devrim ihracı sosyalizmin temelilkeleri ile uyuşmaz. Sosyalist Blokun dışarıya açılması, Amerikan firmalarının bazı nemlipazarlarını yitirmesine, kapitalist bloktaki çatlamaların büyümesine sebep olmuştur.Bugünkü, Dünyada silah dengesinin kurulmuş olması ve her iki blokta da çokmerkeziyetçiliğin gelişmesi, geri kalmış dünya halklarının ekonomik ve siyasalbağımsızlıklarını elde edebilmelerine, bu halkların, ezilen, horlanan emekçi sınıflarınınkurtuluşuna doğru olumlu bir gelişmenin işaretidir. Dünyamızın bugünkü durumu, yüzeydekibütün ters gelişmelere, karanlık bulutlara rağmen, bütün emekçi sınıfların kurtuluşuna gebeolduğunu göstermektedir. Unutmamak gerekir ki, bir annenin de gürbüz bir çocukdoğurabilmesi için acı çekmek, kan kaybetmek gibi yüzeydeki bazı ters gelişmelerekatlanması gerekir. Denilebilir ki, nasıl İkinci Dünya Savaşı sonrası koşulları tekelcikapitalizm için görülmemiş fırsatlar yaratmışsa, günümüzün ekonomik ve sosyal koşulları daaynı şekilde kapitalizmin aleyhine işlemektedir.


Türkiye’deDurum


Türkiye’nin bugünkü ekonomik ve siyasal durumunu doğruya en yakın biçimdesaptayabilmek, gelişmesinin gelecekte izleyeceği yolu çıkarabilmek için, önce Türkiye’nintemel meselelerini tek tek ele alarak incelemek gerekir.Gelir DağılımıBir ülkenin ekonomik ve sosyal durumunu anlayabilmek için, o ülkedeki gelirdağılımını bilmek en sağlam yoldur.Bilindiği gibi üretim, bireysel ve sosyal ihtiyaçların karşılanabilmesi, insan emeğininaraç kullanarak doğaya ve doğal kaynaklanması uygulanması sonucu, yeni maddeler eldeetme işlemine denir. Elde edilmiş olan ekmekten, televizyona kadar bu her türlü madde, yaniürünler, o toplumun bireyleri, aileleri, sınıfları arasında nasıl bölüşülecektir? İlkel toplumlardaürünlerin ve üretim ilişkilerinde kullanılan aletlerin bölüşümü, takas yolu ile yapılırdı. Parasalekonominin egemen olduğu, yani ürünlerin ve üretim araçlarının paylaşılmasında paranınkullanıldığı ekonomilerde bu paylaşma işlemine, sürecine gelir dağılımı denir. Böyle birekonomide bir kişi veya grubun, ürünlerin veya üretim araçlarının bir kısmını elde edebilmesi,ancak pazarda para harcaması ile mümkündür. Yanı o malın fiyatını ödeyecek kadar parayasahip olması gerekir. Bu da o kişi veya grubun üretilen bütün ürünlerden pay alma gücünügösterir. İşte, grupların veya sınıfların toplam ürünlerden ve üretim araçlarından aldıklarıpayın rakamlarla istatistiği olarak ifade edilmesine, gelir dağılımı diyoruz.Şimdi Türkiye’deki Gelir Dağılımına bakalım :1963’te Türkiye’deki ailelerin % 20’si toplam gelirin % 4,2’sini, 1968’de ise % 3’ünüalmaktadır. Yani geçen 5 yıllık süre içerisinde iktidarların bütün kalkınma nutuklarına rağmenTürkiye’nin en az gelirli aileleri daha da yoksullaşmışlardır. Kimdir bu aileler? Fabrika, çiftliksahipleri veya yüksek dereceli memurların aileleri mi? Yoksa, sanayii ve tarım kesimindebütün değerleri yaratan işçilerle, küçük dereceli memurlar mı? Bu gelir dağılımı ile ilgilirakamlar şunu en kesin biçimde göstermiştir. Türk halkının % 20’si gün geçtikçeyoksullaşmaktadır. Mevcut düzen yoksuldan yana değil, varlıklıdan yana çalışmaktadır.Şimdi öteki rakamlara bakalım : Gene Türkiye’deki ailelerin % 20’sini 1963-1968’detoplam gelirden aldıkları pay % 61’dir yani Türkiye’deki ailelerin % 80’i toplam gelirden %39 pay alırken, % 20’si % 61 pay almaktadır.Gene aynı yıllara başka bir sektörden fabrika ve tarım dışı yerlerden, yani banka,hastahane ve devlet dairesi gibi yerlerde çalışan ücretli ve maaşların toplam gelirdenhisselerine düşeni gösterir rakamlara bakalım:Ücret ve maaşların % 20’si toplam gelirin % 47,50’sini pay olarak alırken, % 80’i %52,50’sini almaktadır. Bu sektörde gelir dağılımı öteki sektörlere göre daha iyidir. Ama sosyaladalet ilkeleri açısından aradaki fark sosyalist yada batılı ülkelerin ölçülerine göre gene dedehşet verecek kadar büyüktür.Bu rakamlar apaçık olarak şunu göstermektedir: Türkiye’deki düzen tamamenfabrikatörlerden, toprak ağalarından ve yüksek dereceli bürokratlardan yana işlemektedir.Ayrıca halk la halkın bu efendileri arasındaki ekonomik farklılık her geçen yıl halkınaleyhinde büyümektedir. Yani bizlerin harcama gücü zayıflarken onların ki artmaktadır.


Tarım ve Toprak SorunuTürkiye’de Osmanlı miri toprak sistemi 1926 yılında medeni kanunun yürürlüğe girmesive tatbikat kanunun 43. Maddesine dayanılarak tamamen ortadan kaldırılmıştır.Cumhuriyetin ilk yıllarında (1927) bütün toprakların ancak % 5’i ila % 6.5’iişlenebiliyordu. İşlenebilen bu topraklarda uygulanabilen teknik ise çok ilkeldi. Köylü,özellikle topraksız ve küçük mülk sahibi köylü, çok yoksuldu. Köylünün pazarla ilişkisiyalnızca şeker, çay, gazyağı gibi zorunlu maddelere dayanmaktaydı. Yalnızca Trakya,Marmara, Ege ve Adana dolaylarında üretilen endüstri bitkilerinden ötürü, sınırlı bir Pazarekonomisi vardı. 1938’de devletin yaptığı bir ankete göre toprak dağılımı şöyledir:5.000 dönümden yukarı (ortalama 15.000 dönüm) büyüklükte toprağa sahip olanlarınsayısı 418; bunların toprak mülk sahiplerine göre oranı %o1’dir500 dönümden aşağı (ortalama 60 dönüm) toprağa sahip olanların sayısı, 2.493.000,bunların torak mülk sahiplerine göre oranı ise % 99,757dir.Bu rakamlar Cumhuriyetin ilk yıllarında toprak mülkiyetindeki büyük adaletsizliğigöstermektedir. Yalnızca 418 kişi ortalama 15.000’ner dönüm (15.000 x 418) toprağasahipken, 2.493.000 kişi ortalama 60’şar (60 x 2.493.000) dönüm toprağa sahiptir. Burakamlar mülkiyeti yani işleyebilecek toprağı olan köylüler üzerine yapılmış bir araştırmanınürünüdür. Ortakçı, maraba, hulam ve gündelikçi işçi olarak tarım kesiminde çalışan köylülerindurumu, miktarı ve oranı üzerine, bu yıllara ait yapılmış sağlıklı bir araştırma yoktur. Buyıllarda (1936) bütün işlenebilir topraklarda kullanılan traktör sayısı 961, biçer döver sayısı104’dür. Devlet üretme çiftlikleri de göz önüne alınırsa, ancak birkaç en büyük özel çiftliktemodern tarım yapıldığı, geri kalan bütün topraklarda ise en ilkel araçlarla tarım yapıldığıanlaşılacaktır.Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’deki toprak dağılımını sonraki yıllar içerisindeetkileyecek üzerinde durulması gereken sorunlardan biri göçmen sorunudur. Lozan’dan sonraTürkiye’ye göç kabul edilen Türklerin yerleştirilmesi, İkinci Dünya Savaşına kadar sürenbüyük bir ekonomik ve siyasal sorun oldu. Kafileler halinde gelen göçmenler bataklık vekıraç, hiç kimsenin sahip çıkmadığı, verimse-iz topraklara yerleştirildiler. Ama bu göçmengrupları görülmemiş bir enerji ile bu bataklıkları kuruttular, kıraç toprakları işlediler vebereketli topraklar haline getirdiler. Bu durumu gören bazı güçlü ve varlıklı kimseler, aklagelmedik yollardan bu arazilere sahip çıkarak tapularını aldılar ve Devletin gücüne dayanarako toprakları işleyen göçmenleri ya büyük şehirlerin varoşlarında sürünmek yada dağlarasığınmak zorunda bıraktılar. Bu işlem öylesine büyük boyutlara ulaştı ki, o zaman kiTürkiye’nin en büyük sosyal ve siyasal sorunlarından biri haline geldi ve zamanın hükümetimeseleye eğilmek zorunda kaldı. Ama yoksul köylüler lehine pratik nutuk çekmekten öteyehiçbir şey yapılamadı. Zamanın İçişleri Bakını Şükrü Kaya’nın 15 Haziran 1934’te BüyükMillet Meclisi’nde yaptığı konuşma Türkiye’nin o yıllardaki toprak ve tarım durumunu dilegetiren en güzel örnektir. Bakınız Devletin İçişleri Bakanı ne diyor; “Devlet araziyi metrukarazi diye muhacire veriyor. Onlar da imar ediyorlar. Sonra herhangi bir sahibi çıkıyor vediyor ki; bu benim mülkümdür. Tapusunu gösteriyor ve muhaciri topraktan atıyor.Trabzon’da arazi çok dardır. On dönüm, yirmi dönüm araziye malik olan kimse, büyük arazisahibi ve zengin sayılır. Birisi çıktı ikiyüzbin dönüme sahip olduğuna dair ilam gösterdi ve


köylüleri oradan çıkardı... Hat boyundan geçerken Sazılar Köyü cardı. Burası muhacirlerinidi. Emin beye sorarım : Kimin namına mukayyittir ve bu topraklar ne zaman ona geçmiştir?Böyle kaç tane arazinin sahibi çıkmıştır... Ne kadar metruk arazi imar edilmişse bunlarınhepsinin sahibi çıkmıştır... Gedikabad Körfezinde yerli halk bataklığı kuruttu. Burada sıtmavardı. Bunlar her türlü tehlikeyi göze alarak bataklığı kuruttular ve yerleştiler. Ektiler, biçtiler,çalıştılar, kanallar açtılar, bir zat geldi, bu toprakların kendisine ait olduğunu söyleyerek,bunları buradan çıkardı. Halk yine topraksız kaldı. Dağlara sığındılar çalı çırpı toplayarakgeçinmeye çalıştılar.”Toprak mülkiyetindeki dengesizlik gittikçe büyük mülk sahipleri lehine bozulmuştur.1963 sayımındaki toprak mülkiyeti ile ilgili rakamlar, bunun en güzel delilidir. Yalnız peşinenşunu belirtelim ki, bu rakamlar, tapulu arazilerin durumuna göre saptanmıştır. Toprakağalarının kendi çiftlikleri ve köyleri çevresindeki hazine topraklarını da tapulu malları imişgibi kullandıkları bir gerçektir. Pratikte, ağanın tapu kayıtlarına göre devletin olan butoprakların durumunu bildirir hiçbir araştırma yoktur. 1963 sayımına göre;50 dönümden az toprağı olanlar, toplam köylü ailelerinin % 66’sını oluşturmakta ama,işlenebilir toprakların ancak % 27’si bu ailelere ait bulunmaktadır.Buna karşılık tarım ile uğraşan ailelerin %o 5’i ekilebilir toprakların % 12,5’uğunasahiptirler.Gene aynı sayıma göre, köylü ailelerinin % 25’inin ise, hiç toprağı yoktur. Yani köylüailelerinin ¼’i, ya köylülerin %o 5’ini oluşturan ağaların yanında boğaz tokluğunaçalışacaklar, yada şimdiye kadar hiçbir iktisatçının bilimsel olarak cevabını veremediği biryolla yaşamlarını sürdüreceklerdir.Bu rakamlar, gelir dağılımındaki rakamlarla tam olarak çakışmasına rağmen, gene debir paralellik göstermekte ve bir şeyi açıklamaktadır. Harcama gücü (bu bir vatandaşıninsanca yaşayabilmesi için gerekli olan temel şeydir.) mülkiyetle sıkı sıkıya ilgilidir. Yanitoprak olsun, üretim aracı olsun, apartman olsun, mülk sahipleri daha çok harcama gücünesahiptirler ve insanca yaşayabilen T.C. Vatandaşları yalnızca onlardır. İşin en ilginç yanı ise,bütün parti programlarına, seçim nutuklarına ve büyük reklamlarla ilan edilen planlararağmen, her türlü mülkiyet, daha doğrusu gelir dağılımı üzerinde bir denge kurulmamış,aradaki açık, giderek mülk sahipleri lehine büyümüştür.Tarımdaki bu büyük ve çağdışı dengesizlik karşısında hükümetler, iktidarlar neyapmışlardır? Onların neler yaptığını yetkili kişilerin ağızlarından dinleyelim:İsmet İnönü (Kasım 1929) : “Bizim bu işteki mesleğimiz, topraksız köylüye, kendi malıyapacağımız tarlasında çalışmak imkanı hazırlamaktır.”İsmet İnönü, (1936 C.H.P. Kurultayında yaptığı konuşma) : “Yurdumuzda topraksızçiftçilerin sayısı her tasavvurun üstündedir. En ziyade toprağı taksim edilmiş yerlerimizdebile, köylünün yarısına yakın bir miktarı topraksızdır... Hiçbir vakit, hiçbir adamın malınıcebren zaptetmek fikrinde değiliz. Fakat hiçbir surette köylüyü ilelebet topraksız kalmayamahkum ede dar bir çerçeve içinde bırakmaya razı olamayız.”Celal Bayar, (Başbakan Kasım 1937 Hükümet programı savunusundan) : “Topraksızçiftçi bırakmamak prensibi parti programımızın 34. Maddesine dayanır... Her Türk Çiftçiailesinin çalışarak geçinebileceği bir toprağa malik olmasını, vatan için sağlam bir temel veimar esası saymaktayız.”


Şükrü Saraçoğlu (Başbakan Mart 1943 Hükümet programı savunucusu) :” Ziraatsahasında bizi dört gözle bekleyen en esaslı kanun, köylüyü toprak sahibi yapacak kanundur.”Şevket R. Hatipoğlu (Tarım Bakanı Mayıs 1943 Bütçe konuşmasından) : “ Hakikatenbizim bir toprak davamız vardır ve bunu halledecek kanunun bir an evvel çıkarılmasılazımdır... Gelecek yıl Büyük Millet Meclisine sunulacak kanunların başında bu kanungelecektir.”Bu en yetililer, kendi ağızlarından toprak mülkiyetindeki ve tarımdaki büyükdengesizliği, antidemokratik durumu bildiklerini itiraf etmişlerdir. Ama ne var ki, iktidarlarıdöneminde geniş köylü yığınlarının hayat şartları birazcık olsun düzeleceği yerde gittikçebozulmuştur. Bu tekbir şeyi gösterir; o da, şimdiye değin gelmiş olan iktidarların hiçbir zamanküçük mülk sahipleri ile emekçilerin iktidarları olmadığı, tam tersine, geniş halk yığınlarınısömüren toprak ağaları ile fabrikatörlerin iktidarı olduğunu.İkinci Dünya Savaşı Batılı Demokrasilerin ve Sosyalistlerin zaferi ile bitince, bizdekiiktidarı elinde bulunduranlar, zaferi kazananları memnun edecek bazı tedbirler almakzorunluğunu duydular. Çünkü yenilmiş olan faşistlere savaş içerisinde bazı ulaşım kolaylıklarıyanı sıra ham madde yardımında da bulunmuşlardı. Bu tedbirlerden biri de 1945’te meclistençıkan çiftçiyi topraklandırma kanunudur. Bu kanun gereğince, 19645-1965 arasında 360.445aileye 18.180.489 dönümlük toprak dağıtıldı. İşin en ilginç yanı, 1960’dan sonra toprakreformu kanununun çıkması ve sorunun çözülmesi beklenirken, 1964-1973 iktidarıdöneminde, değil torak reformu kanununu çıkarmak, 1945 tarihli çiftçiyi topraklandırmakanunun bile rafa kaldırıldı. 1961-1965 arasında yalnızca 2794 aileye 195.922 dönüm hazinetoprağı dağıtıldı. 1964’ten sonraki A.P. Hükümetleri döneminde ise bu işlem tamamendurdurulduğu gibi, aynı yıl çıkarılan bir kanunla büyük çaptaki hazine topraklarını gaspederek işleyen toprak ağalarının gasp yoluyla ellerinde bulundurdukları bu topraklarıntapuları, kendilerine verildi. 1964’ten sonra büyük kentlere ve yabancı ülkelere başlayanyoksul köylüler gücünün temelinde, 1964’ten sonraki maskesini indirmiş bir toprak ve fabrikaağaları iktidarı olduğu gerçeği yatar.


SanayiTabiatta oldukları gibi yenilebilen besin maddeleri dışında hiçbir madde, ilk tabii halleriile insan yararlı bir durumda değildir. İlk bakışta sanayii denilince, işte bu işlenmemişmaddelerin, işlenerek insan için yararlı hale getirilmesi akla gelir; ama ekonomi biliminde butür sanayiye, imalat sanayii denilir. Geniş anlamda, sanayii denilince, maden ve enerji(elektrik, havagazı) üretimi de anlaşılır. Fakat sanayide önemli olan, birinci sırayı işgal edenimalat sanayisidir. İmalat sanayisi de başlıca iki büyük kola ayrılır. Birinci gruba doğrudandoğruya ham maddeyi alıp, ya tam, ya yarı işlenmiş hale getiren, demir, çelik ve kimya gibitemel sanayii girer. İkinci gruba ise, bu işlenmiş maddeleri kullanan ve sonunda montajsanayisi ile tamamlanan sanayii kolları girer.Türkiye sanayisinin bu günkü durumunu anlayabilmek için, kısa tarihçesine bir gözatmak gerekir. 19. Yüzyılın son yarısında Osmanlı İmparatorluğu batının bir yarısömürgesidir. 15 ve 16 yüzyıllardan itibaren gelişen batı sanayisi özellikle Atlantik bölgesidevletleri Osmanlı’nın el emeğine ve küçük atölyelere dayanan üretimini dumura uğratmış veo yüzyıllardan itibaren Osmanlı’nın sanayideki bu geri kalmışlığını titizlikle korumuştur. Buaçıdan bakıldığında, aslında 16. Yüzyılda askeri gücünün doruklarına varan Osmanlılarınekonomik bakımdan sonun başlangıcına ulaştıkları görülür. Kanuni Sultan Süleymanzamanında Fransız’lara tanınan kapitülasyonları bazı ekonomi ve sosyoloji bilmeyen dargörüşlü tarihçeler Osmanlı’nın ekonomik gücünün bir işareti, Osmanlı’nın batıya bir atıfetiolarak yorumlarlar. Oysa bir imparatorluğun gücü, başka ülkelerden, verdiğinden çok almasıile doğru orantılıdır. Osmanlılar 16. Yüzyılda başta İngiltere olmak üzere Atlantik bölgesidevletlerinin büyük baskısı sonunda, miri toprak düzeninin dağılması, imalat yapanatölyelerinin dış rekabete dayanamaması, Atlantik bölgesi devletlerinin yeni su yollarıbulması sonucu kapitülasyonları kabul etmek zorunda kalmıştır.Kanuni Sultan Süleyman’la başlayan ekonomik çöküntü, Osmanlıları 20. Yüzyılbaşlarında batının bir yarı sömürgesi durumuna getirmiştir. Bu durumdan kurtulmanınyollarını arayan İttihatçılar 1913’te sanayii teşvik için bir kanun çıkardılar. 1914’de BirinciDünya Savaşının başlamasından ötürü bu kanun bir türlü uygulanamadı. Kurtuluş Savaşınıkazanan asker ve sivil aydınlar kadrosu, Birici Lozan’da büyük bir baskı altında kalmışlardı.Batılı emperyalist ülkeler, Türkiye’nin de Sovyet örneğini izlemesinden, hiç olmazsa sanayialanında yabancı sermayenin ve özel sektörün devletleştirileceğinden korkuyorlardı. BirinciLozan’a giden Türk ekibi hiçbir şey elde edemeden, savaş alanında kazanılmış zaferleri,karşılıklı antlaşmalarla siyasi alanda sağlamlaştıramadan yüz geri dönmüşlerdir. Bu dışbaskının yanı sıra içten de aynı yönde baskı vardı, Kurtuluş Savaşını kazanan kadroya. Toprakağaları, tüccarlar ve batılı kapitalistlerin yerli Türk temsilcileri Ankara Hükümeti’ninköylülerden ve yoksul halk kitlelerinden yana ekonomik tedbirler almasından korkuyordu. Buiki yönlü baskı karşısında Ankara Hükümeti aleldan acele, İzmir İktisat Kongresi’ni topladı(1923) ve hem Batılı kapitalistleri, hem de yerli tüccar, toprak ağasını memnun edecekkararlar çıkarttı bu kongreden. Bu kongrenin Türk İktisat ve siyaset tarihindeki yeri çokönemlidir. Savaş alanlarında kazanılan zaferlerin meyvesini bu kongre ile Türkiye Halkıyerine, batılı kapitalistler ve yerli mütegallibe toplamıştı. 1923 İzmir İktisad Kongresi peşine,


tekrar Lozan’a giden Türk Heyeti, İzmir Kongresi kararlarından çok memnun olan veyumuşayan batılı kapitalist ülkelerden istedikleri siyasal tavizleri koparabildi.1924’de sanayiyi geliştirmek için, İzmir Kongresi ruhuna uygun olarak, 1913’teçıkarılmış olan Sanayi Teşvik Kanunu tadil edildi, ve aynı yıl kredi imkanlarınınsağlanabilmesi için İş Bankası kuruldu. 1926’da Şeker fabrikası kuracak olanlara büyükkolaylıklar gösteren bir kanun kabul edildi ise de, yetersizliği ve eksikliği kısa süredegörülerek, Türk Sanayisi’nin gelişmesi bakımından oldukça önemli bir yeri olan 28 Mayıs1927 tarihli Teşviki Sanayi Kanunu kabul edildi. Bu kanun 1 Temmuz 1972 tarihine kadaryürürlükte kaldı.Türk Sanayisinin gelişmesi bakımından ikinci önemli olay ise 1 Ekim 1929’dagerçekleştirilebilen gümrük duvarıdır. Lozan Anlaşmasının geçici bir maddesine göre beşyıllık süre içersinde yerli üretimi korumak için yabancı ürünlere karşı gümrük duvarlarıuygulanamayacaktı. 1931’den itibaren ithalatın kotalar yolu ile kısıtlanması Türk Sanayisi’ningelişmesi bakımından olumlu etki yapmıştır. 1950’den sonra ise ülkemiz, yabancı sermayeyetamamen açılmıştı. Bu arada şunu unutmamak gerekir. Bütün bu tedbirler geniş işçi ve köylüyığınları yoksullukları pahasına, yerli ve yabancı sermayeyi teşvik ve korumak için alınmıştır.Özel kesimde bu gelişmeler olurken, Türk Sanayisi için asıl önemli gelişme, bütünönlemelere rağmen kamu kesiminde olmuştur. Bütün teşvik ve korumalara rağmen, özelsektörün, batılı büyük firmaların komisyonculuğunu, yada, gümrük duvarlarındanyararlanarak kısa vadede büyük karlar elde etmek için, kolay yapılır tüketim mallarımontajına yönelmesi ve bütün Dünya ekonomisi allak bullak eden 1929-1932 büyük kriziningetirdiği yokluklar karşısında 1932’de hükümetler sanayii yatırımları için, Devlet Sanayi Ofisiile Sanayi Kredi Bankasını kurmak zorunda kaldılar. Ama bir yıl sonra bunlar lağvedilerekyerlerine 3 Haziran 1933’de Sümer bank, 23 Ekim 1935’de Eti Bank kuruldu.Bu arada Hükümet yetkililerinin Moskova’ya yaptıkları ziyaret Sovyet ekonomisindekiplanlı uygulamanın sonuçlarının görülmesi üzerine ilk sanayi planı 9 Ocak 1934’de kabuledilerek, aynı yılın Mayıs ayında uygulanmaya başlandı. Bu plan yalnız kamu sektörünükapsıyor, özel sektörü serbest bırakıyordu. Bu ilk plan uygulamasının verimli sonuçlarınıgören Kurtuluş Savaşını kazanmış olan kadro, 18 Eylül 1938’de daha devletçi ve iddialı olanikinci planı kabul etti. Ama Atatürk’ün ölümü ve İkinci Dünya Savaşı yüzünden bu plan birtürlü gerçekleştirilemedi.1950’de toprak ağası ve mütegalibe ortaklığının kesin olarak iktidara geçmesi ile hertürlü plan rafa kaldırıldı. Kamu kesimindeki sanayi yatırımları özel teşebbüsün bir nevidestekleyicisi, kredi, Pazar, ham madde yarı işlenmiş madde kaynağı olarak ikinci plana itildi.1960’ın başlarında M.B.K. döneminde tekrar plan fikri geliştirilerek Kamu Sektöründen yanabazı gelişmeler oldu ise de, 1964’ten sonra Kamu Sektörü gene ikinci plana itildi. Milli BirlikKomitesinin kurmuş olduğu planlama kurulunun temel felsefesi değiştirilerek, kurul tamamenticaret burjuvazisinin ve yerli-yabancı ortaklıklar olarak tüketim sanayine yönelik sanayiburjuvazisinin emrine verildi. Bütün parlak nutuklara ve seçim bildirilerine rağmen pratikteTürk Sanayisi’ni başta İstanbul Sanayi Odası ve bu odada büyük etkisi olan Vehbi Koç’laEczacıbaşı’nın ve diğer sanayi odalarının planladığı ve yönelttiği görüldü.Kamu sektörü ve özel sektörün Türk Ekonomisi’ne katkısının ne olduğunu 1950 ve1962 yıllarında yapılan araştırmalardan izleyelim:1950’de Devlet’e ait ondan fazla işçi çalıştıran işyeri sayısı 103, işçi sayısı 76.033,katma değer ise 428 milyondur.Gene 1950’de Özel Sektöre ait işyeri sayısı 2515, işçi sayısı 86.826, katma değeri ise306 milyondur.


1962’de ise, Devlet işyeri sayısı 230. İşçi sayısı 128.028, katma değer ise 3 milyar 580milyondur.Gene 1962’de Özel Sektöre ait işyeri sayısı 3795, işçi sayısı 196.248, katma değer ise 3milyar 176 milyon liradır.Şimdi bu rakamların çizdiği tabloya bakalım. Devlet Sektörü 230 işyerinde, 128.028 işçiçalıştırırken, özel sektör 3795 işyerinde 196.248 işçi çalıştırmaktadır. Bu özel sektörün küçük,verimsiz, kısa vadede büyük karlar elde etmeye yönelik tüketim sanayisinde bütünyatırımlarını yaptığını gösterir. Yurdumuzda özel sektör, dokuma, otomobil montajı, ilaçpaketlemesi dışında büyük miktarda işçi çalıştıran sistemler kurmamıştır. Bizdeki özel sektörneden hem kendisi ve hem de milli ekonomi açısından uzun vadede daha yararlı olan temelsanayi maddelerinin yapımına yönelik bir sanayileşme politikası gütmez? Bu sorunun cevabi,Türkiye’deki egemen kapitalist sınıfın niteliğinde yatmaktadır. Bugünkü Türk sanayiburjuvazisi, makina yapan makinalar sanayisi kuracak, yaratıcı ve milli bir niteliğe sahipolmadığı gibi, belirli bir gelenekten, tarihilikten de yoksundur. Akbank ve Koç Holding gibiiki büyük sanayi ve kredi kuruluşunun kurucularının yakın geçmişleri yukarıdaki iddianın enkesin delilidir. Kendilerine sanayici adını takan işbirlikçi burjuvazinin bir kesiminin, hemenhemen tamamı, sanayiciliğe küçük esnaflıktan ve yabancı şirketlerin Türkiye’dekikomisyonculuğundan geçmişlerdir. Büyük sanayi kuruluşları için gerekli olan, bilgi, kültür veyaratıcı yetenekten yoksun oldukları ve sınıfları yapısı gereği milli olamayacakları için,şimdiye değin batıdaki kapitalist kuruluşlar gibi bir sanayi kuramamışlardır vekuramayacaklardır. Sanayici adını alınca da eski alışkanlıklarını yitirmemişler vekomisyonculuğun en karlısı, en kolayı ve en az milli sanayi adına layık olan montajcılığabaşlamışlardır.Bizdeki sanayicilerin kapitalist batıda ki sanayicilerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.Bizdekilerin ekonomi bilimindeki adı, komprador burjuvazidir. Yani Dünyadaki büyükkapitalist firmaların ülke halkını sömürmek için kullandıkları aracılar, işbirlikçiler,komisyoncular özellikle 20. Yüzyılda ortaya çıkan bu yeni sınıfın meydana gelişinin gerçeknedeni ekonomiktir. Bir buçuk yüzyıldan beri kendi halkının ucuz emek gücü ile, bütünDünyanın yer altı zenginliklerini sömürerek kapitalist gelişmesini sağlayan batı, Birinci veİkinci Dünya Savaşlarından sonra, dünyayı bölüşmüştür. Bu büyük bölüşmelerden sonrakapitalist yolla kalkınmasını sağlayamayan ve batı kapitalizmi tarafından geri bıraktırılmışolan bizim gibi uluslar için, kapitalist yolla kalkınmanın bütün yolları tıkanmıştır. ArtıkArapların petrollerini, Afrika7nın altınını, bakırını sömüremeyiz. Ve bundan ötürü de özelsektörümüz bir General Motor, bir simens, bir Ford firması, bir İ.B.M. gibi kapitalistkuruluşlar için gerekli olan, bizim devlet bütçemizin birkaç katı büyüklüğündeki sermayeyibulamazlar. 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar batı kapitalistlerin yaptığı gibi, 10-14 yaşındakiçocukları maden ocaklarında bir kap çorbaya günde oniki saat çalıştırıp, Afrika’dadüzenledikleri büyük insan avları yolu ile kalkınmanın bütün yolları tıkanmıştır. Artık trenkalkmıştır ve bu trene yetişmemiz bilimsel olarak imkansızdır.1963’te özel sektöre bağlı işyerlerinde yapılan araştırmadan alınan sonuçlar oldukçailginçtir. On işçiden az işçi çalıştıran küçük atölyeler tüm özel işletmelerin % 55’ini, 800’denfazla işçi çalıştıran işletmeler ise sadece 65’dir ve tüm işletmelere göre oranı % 1,1’dir. Sırftüketime yönelik bu cüce işletmeler bütün umudunu yoksul halk için bir afet olan enflasyonabağlamışlardır. Enflasyonun ekonomi bilimindeki tanımı; Toplam geçerli fiyat seviyesinde,toplam talebin, toplam arzdan fazla olması demektir. Bu, fiyatların genel seviyesinin sürekliolarak hızla yükselmesi demektir. Son yıllarda ise fiyat artışlarının hızı sürekli olarak % 5’inçok üstünde olmuştur. Enflasyon yalnızca işbirlikçi burjuvazinin işine yaramaktadır. Çünkü;Devlet bankalarından büyük miktarlarda kredi alarak yatırım yapabilme olanağı, yalnızcaonlara tanınmıştır. Ve hızlı fiyat yükselmeleri içersinde, Devlet’e büyük miktarlarda


orçlananlar büyük kazançlar elde ederler. Aynı şekilde, yabancı paraların değeri bize göreçok az yükseldiği veya sabit kaldığı için, resmi kurdan döviz alarak ithalat yapanlar kısazamanda büyük karlar elde ederler.Yukarıda rakamlarla açıkladığımız çoğu tüketim endüstrisine dağılmış bulunan bu cücekuruluşlar, enflasyonsuz, yani piyasada para arzı yaratmadan yaşayamaz durumdadırlar. Gelirdağılımındaki büyük adaletsizlik, lüks tüketim mallarına olan talebi arttırmış, bu artış tekrarenflasyonu körüklemiştir. Özellikle 12 Mart 1971 ile 14 Ekim 1973 seçimleri arasındakurulan olağanüstü hükümetlerin tamamen bu işbirlikçi sanayicilerden yana olan politikası ilefiyat artışları (enflasyon) bir çığ gibi büyümüş ve işçiler, küçük mülk sahibi köylüler,memurlar ve küçük esnaf üzerindeki baskısı tahammül edilmez bir düzeye gelmiştir. Yoksulhalk yığınlarının bugünkü koalisyonu oluşturan partilere yönelmesinde 12 Mart 1971’densonraki açık işbirlikçi burjuva hükümetlerinin komik! Sanayicilerden yana uyguladıklarıenflasyonist politikanın büyük etkisi olmuştur.14 Ekim 1974 seçimlerinden sonra bu sanayi burjuvazisinin hükümetlerin kurulmasındaaldığı rol ve son günlerde koalisyon hükümetine karşı, çizmeden yukarı çıkacak tehditlere,sabotajlara kadar uzanan tavrının temelinde, özel sektörümüzün enflansyonist politikaya olangereksinmesi karşısında koalisyon hükümetinin yabancı firmalar ve yerli işbirlikçilertarafından sömürülen geniş emekçi yığınlarından yana olan tutumu yatar. 14 Ekim 1973seçimlerinden sonra iktidara gelen koalisyon hükümetinin yapmak zorunda kaldığı zamlar, buaçıdan bakıldığı zaman kolayca anlaşılacaktır. Çünkü; olağanüstü hükümetlerin, işbirlikçiburjuvaziden yana gayri milli politikaları gereği, Dünya konjüktürüne uygun olarak temelihtiyaç maddelerinde yapılması gereken fiyat ayarlaması, zamanında yapılamamış böylece,Türk ekonomisi ve kamu sektörü gelecekte tamir edilemez rahatsızlıklara gebe bırakılmıştı.Bu durum karşısında koalisyon hükümetinin ilk bakışta yoksul halka karşı imiş gibi görünenzam uygulamaları uzun vadede kamu sektöründen ve yoksul halktan yana alınmış, gereklifakat acı tedbirlerdir.


Kentleşme ve Konut SorunuKentleşme, basit anlamı ile kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfus sayısının artmasıdemektir. Kent nüfusu, ya doğumlar yada ilçe ve köylerden gelenlerle, yani göçlerle artar.Kentleşme hareketini doğuran ve hızlandıran ana etken ekonomidir. Yani bir ülkedeki egemenüretim biçiminin değişmesi, tarımsal üretimden daha ileri bir üretim biçimine geçiş,kentleşmeyi hızlandıran, kırsal kesimlerden kentlere büyük çapta göçler oluşmasını sağlayanbaş nedendir. Batının büyük kentleri kapitalistleşme sürecinin ürünüdürler.1970 nüfus sayımına göre, Türkiye nüfusunun % 33,5’u nüfusu 10.000’den fazla olanyerlerde yaşamaktadır. Türkiye’de nüfusu 10.000’den fazla olan her yere modern anlamdakent demek çok şüpheli olmasına rağmen, belirli bir durumu saptayabilmek için bu rakamıölçek almak zorunda kaldık. Devlet İstatistik Enstitüsü ise, Devletin 1970’de yapmış olduğusayıma rağmen, hangi bilimsel ölçeği kendisine hareket noktası aldığını açık seçikbelirtmeden, Türkiye’deki kentleşme derecesini % 38,8 olarak göstermiştir.Dünya ülkeleri arasında Türkiye’nin kentleşme oranı hiç de iç açıcı değildir. Tunus,Cezayir, Mısır, bizimle kentleşme bakımından aynı derecede bir gelişme gösterir. Pakistan,Hindistan, Nijerya bizden daha aşağı % 20 oranında bir kentleşme süreci içersindedir.Sovyetler ve bütün öteki Sosyalist ülkelerle, Batı Avrupa ülkeleri ve A.B.D.’de ise kentleşmeoranı % 55’in altına düşmez. Bu durumda Türkiye’nin fazla kentleşememiş bir ülke olduğu,kendiliğinden açığa çıkar. Fakat son yirmi beş yılın istatistikleri Türkiye’nin hızlı ve sağlıklıolmayan bir kentleşme sürecine girmiş olduğunu göstermektedir. 1950’de kentlerde oturannüfus bütün nüfusun % 18.5’ğu, 1960’da % 25,2’si, 1970’de ise % 33,5’ğu olmuştur. Yanikentlerin nüfusu yılda % 6,5 oranında artmaktadır. Türkiye’deki genel nüfus artışı ise, (1965-1970 arası) % 2,6’dır. Nüfusu 10.000 kişiden fazla olan yerleşme merkezlerinin sayısı dabüyük bir hızla artmıştır. 10.000’den fazla nüfusu olan yerlerin sayısı, 1950’de 102, 1960’da147, 1970’de ise 231 dir.


Gecekondu SorunuGecekondu deyimi 1940’larda dilimize girmiştir. Gecekondular genellikle büyükkentler çevresinde imar yasalarına aykırı olarak kurulmuş, ilkel, sağlık koşullarından yoksun,barınaklardır. Gecekondu, Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı içersinde, fiilen ortaya çıkmıştır.Gecekonduların hem kentleşme ve hem de ekonomik yönden, bugün büyük bir sorun halinegelmiş olmasının temelinde, son elli yıllık iktidarların yanlış toprak ve sanayi politikasıuygulaması yatar. Bir toprak reformu yapılacağına, partizanlık yüzünden hem topraklarınsınırlarını ve hem de siyasal etkinliklerini artırmaları sonucu, topraksız ve küçük topraklıköylüler kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bir milli burjuva sınıfı yaratacağız, batıgibi kapitalist yolla kalkınacağız uydurması veya hayaliyle enflasyonsuz yaşayamayan vedevlet desteği olmadan ayakta duramayan, işbirlikçi burjuvazinin, kentlerde gecekondularayerleşen bu emek gücünü sanayide kullanamayışı, büyük kentlerde bir işsizlik ordusuyaratmıştır. 1960'l’rdan sonra egemen işbirlikçi burjuvazi kendisinin iş sahası açamadığı buyoksul ve vasıfsız işçi niteliğindeki köylülükten kurtulamamış ama aynı zamandaproleterleşemeyen vatandaşları kendileri için yeni bir gelir kaynağı haline dönüştürmüşlerdir.Dışarıya işlenmiş hiçbir sanayi ürünü satamayan işbirlikçi burjuvazi, kendi sınıfsal niteliğininürünü olan bu insanları ucuz emek gücü olarak batının kapitalist firmalarına kiralamayabaşlamıştır. 1961’den itibaren başta Batı Almanya olmak üzere Fransa, İsveç, Libya, SuudiArabistan, Avustralya, Hollanda, Avusturya ve hatta Doğu Almanya’ya büyük dalgalarhalinde vasıflı ve vasıfsız işçi ihraç edilmiştir. Son elli yıllık ekonomik ve siyasaluygulamaların, yani kapitalist yolla kalkınma teorisinin iflası anlamına gelen bu işçi ihracatıbizzat devletin denetim ve göz yumması ile olmuştur. Çünkü böylece bir yandan son on beşyılın iktidarları kendi yanlış politikalarının ürünü olan ve bir çığ gibi büyüyen işsizlerordusunun ekonomik ve sosyal baskısından kurtuluyor, diğer yandan da kentleşme sorunununbütün hedefleri aşarak, hiçbir belediye hizmetini yapılamaz hale getirerek, burjuvaziyetedirgin edip, korkulu düşler gördüren gecekondu yayılmalarını biraz olsun yavaşlatıyordu.İlk olarak 1948’de 25-30 bin gecekondu İstanbul, Ankara ve İzmir’de boy gösterince,hükümetler yasal yollar, yasaklar koyarak, gecekonduları önlemeye çalıştılar; ama 1953’teikinci yasaklama yasası çıkıncaya kadar gecekondu sayısı 80 bine ulaşmıştı. Bu rakam1960’ta 240 bin, 1970’te 500 bin, 1973’te ise 700-800 bine ulaşmıştır. Bu son yirmi beş yıliçerisinde bu konuda çıkarılan her yasa gecekonduyu yasaklamıştır ama, ekonomik yapı bütünyasal yasaklamaları çiğneyip geçen bir başıbozukluk içersindedir. Yalnız Ankara’da 1960-1970 arasında gecekondu sayısı 70 binden 140 bine yükselmiştir. Gecekondular büyükkentlerde, genellikle sanayi tesislerinin çevresinde ve belediye sınırlarına yakın dolayısı ilebelediye zabıtasının denetiminden uzak yerlerde kurulmaktadır. Bu arada büyük kentlerinkabadayıları, gecekondu yapımını kendileri için bir gelir kaynağı haline getirmişlerdir. Büyükkentleri semt semt aralarında paylaşmış olan kabadayılara gecekondu yapmadan önce belirlibir haraç vermek kural haline gelmiştir. Bu konuda, bu koşullar altında bilimsel bir araştırmayapmaktan yoksun olduğumuz için sadece gazete haberleri ile yetinmek zorundayız. Bu özelvergilendirmenin, Türkiye’nin ekonomik politiğini göstermesi bakımından ilginç yanı, semtkabadayılarına haraç vermeden kurulan gecekonduların kısa sürede kent belediyesi tarafındanyıkılmasıdır.Gecekondularda yaşayan ailelerin sınıfsal yapısı, üzerinde yapılmış ayrıntılı ve güveniliraraştırmalar azdır. Eldekilerin hemen hemen, hepsi de öğretim üyelerinin araştırmaları veyaüniversite öğrencilerinin ödevleridir. Bunların içersinde en güvenilir olan profesör İbrahimYasa’nın yaptığı araştırmadır. Prof. İbrahim Yasa’nın yaptığı araştırmaya göre, Ankara


gecekonduların % 38,5’u işçi, % 29,5’u memur ve müstahdem (bunların büyüklüğünü ilk okulöğretmenleri, küçük memurlar, daktilolar ve odacılar oluşturmaktadır) % 17’si seyyar satıcıve küçük esnaf, % 3,5’u işsiz, % 9,5’uğunun ise ne iş yaptığı ve nasıl geçindiği belli değildir.Görüldüğü gibi gecekondularda oturanlar modern sanayide çalışarak emeğini satan proleteryadeğildir veya bunun oranı çok azdır. İşçilerin gecekondu nüfusuna göre, tüm oranı % 38,5’tur.Bunun içersinde vasıflı işçilerin oranı ancak % 27’dir. Bunun nedeni Türkiye sanayisininmalları üretiminin yani komisyonculuğu daha karlı bulan işbirlikçi sınıfların egemen olduğubir ülkede bu rakamlar şaşkınlık uyandırmamalıdır. Çünkü; sanayinin, fabrikaların olmadığıbir yerde işçi sınıfı da olmaz. Bizdeki gibi cılız bir devlet sanayisi ve küçük atelyelerebölünmüş, özel sektörün egemen olduğu ülkelerde, işçi sınıfının kentleşmedeki önemi ancakbu kadar olur. Görüldüğü gibi gecekondu mahalleleri ülkemizde işçilerin, dar gelirli memurve müstahdemlerin, işsizlerin getolarıdırlar (Geto, İkinci Dünya Savaşından önceki, büyükAvrupa kentlerinin yoksul Yahudilerinin oturduğu, sefalet ve çağ dışı koşulların kol gezdiğimahallelerine denirdi).Kentleşmenin Başka Sorunları : Gecekondular Türkiye kentleşmesinin tek sorunudeğildir. Konut sorununu çözümlemek için bazı kurumular ve bu iş için kurulmuş bankalar,bazı girişimlerde bulunmuşlardır ama, sonuç yoksul halk kitleleri açısından toprakdağılımında ve sanayide olduğu gibi gene olumsuzdur. Konut sorununu çözümlemek için ilkadı işçi sigortaları kurumu olan, Sosyal Sigortalar Kurumu, topladığı sigorta primlerinin¼’ünü işçilere konut kredisi olarak vermeyi kararlaştırmıştı. Bu krediyi alabilmek için, birişçi, inşaat bedelinin % 10’nunu peşin vererek bir kooperatife üye olmak zorundadır. Ancak,bundan sonra kurum işçiye % 4 faizle 20 yıl vadeli kredi açar, Sosyal Sigortalar Kurumuböyle bir kredi veriyor diye, diğer devlet kuruluşları işçinin konut sorunu ileilgilenmemişlerdir. Yalnız Sümer bank bir ara kendi topluluğuna mensup olanlara onbeş yılvade ile % 5 faizle kredi açmış ve 2300 konutun yapılmasının sağlamıştır. Ama bu 2300konuttan yararlananların yalnız % 4’ü işçidir. Geri kalanları ise Sümerbank örgütününmüdürler, genel müdürler gibi varlıklı bürokratları meydana getirmektedir. S. S. Kurumu1952’den buyana 2,5 milyar liralık konut kredisi açarak 49.190 işçi konutu yapılmasınısağlamıştır. Bu, yılda 2000-2500 konut demektir. 2000-2500 konut Türk İşçi sınıfının konutsorununu çözmekten çok uzaktır.İşçi sınıfının konut sorununun başka ilginç bir yanı ise, S.S. Kurumunun faaliyetlerinedayanılarak yapılan istatistiklerde verilen rakamlarda işçi olarak görünen ve lüks konutlardaoturan aydınlarla, sırf siyasal nedenlerden ötürü, yüksek gelir alan bazı sendika üyeleri dedahil edilmektedir. Örneğin, NATO-İŞ Sendikasına bağlı, işçilerin yalnız % 20’siningecekondularda oturmasına rağmen, diğer sendika üyelerinin % 80’i gecekondulardaoturmaktadır. Türk İşçi Sınıfına karşı nasıl iki yüzlü bir oyun oynadığı bugün herkesçe bilinenTürk-İş’in yaptığı ve meseleyi saptırmak için NATO-İŞ gibi sendika üyeleri ile lükskonutlarda oturan aydınları da dahil ettiği bir araştırma, Türk-İş’in bütün saklama çabalarınarağmen, bize işçi ve küçük memurların konut yönünden içinde bulundukları çağ dışı durumugöstermesi açısından, oldukça ilginçtir. Bu araştırma yalnız Ankara İl Merkezi için geçerlidir.Tüm Ankara’da çürük konut oranı % 34’ken, işçi konutlarında % 69’dur. Havagazı olmayankonutlar tüm Ankara’da % 76’iken, işçi konutlarında % 100’dür. Bu yalnızca işçi ve küçükmemur, müstahdem konutlarında havagazı olmadığı anlamına gelir. Gene tüm Ankara’dasusuz konut oranı % 40 iken, işçi konutlarında % 78’dir. Bu oranlar mutfak, banyo, tuvalet veelektriğin dağılımında da aynıdır.Devletin konut sorununun çözmek için kurduğu başka bir kuruluşta, Emlak KrediBankasıdır. 1946’da kurulmuş olan Emlak Kredi Bankasının kuruluş amacı, konut sahibiolmayanlara ucuz konut yaptırmak, bu amaçla ipotek karşılığı konut kredisi vermek, binayapıp satmak ve yapı malzemesi sanayisi ve ticareti ile uğraşmaktı. Ama diğer devlet


kuruluşları gibi bu bankada, bu hedeflerinin hiç birini gerçekleştiremedi. Emlak KrediBankası % 5 faizle yirmi yıl vadeli konut kredileri verir ama, ileri sürdüğü koşulları ancakyüksek memurlarla burjuvazi gerçekleştirebilmekte, dolayısıyla banka, egemen sınıfların altve orta tabakalarına hizmet etmektedir. Türk Halkı’nın tamamına yakınını meydana getirendar, orta gelirli vatandaşlar bu bankanın kredilerinden yararlanamamaktadır. Çünkü, bankadan37.500 TL. konut kredisi alabilmek için, bunun yarısı kadar bir parayı bankaya yatırıp üç yılbankanın bu parayı kullanmasını beklemek gerekmektedir. Bu koşul yerine getirilse bilebugün bu bankanın verdiği kredi ile bir konutun M2 sinin maliyeti 1000 TL.’ yi geçtiğidüşünülürse, bir gecekondu bile yaptırılamaz. Üstelik halka ucuz konut ve bunun için birsanayi kurmakla görevlendirilen bu banka Levent ve Ataköy’deki büyük siteleri gibi lüks vepahalı konut yaptırarak yalnızca egemen sınıflara yardım etmiştir.Kentlerimizin tümünü Selçuklular ve Osmanlılardan teslim aldık. Teslim aldığımız bukentler, o zamanlar yaşanabilir, kendi sakinlerini dinlendiren ve yaratıcı gücünü besleyen,yeşil alanlar ve güzel yapılarla süslü idi. Bugün ise ticaret ve sanayi burjuvazisinin arsaspekülasyonları ve çok kar elde etme çabaları yüzünden alt yapı hizmetlerinden yoksun,apartman ve gecekondu adını verdiğimiz çirkin, fonksiyonel (x) olmayan, çürük yapılar istifihalindedir. Dünyanın belkide en çirkin ve düzensiz kentlerine biz sahibiz. İstanbul gibi doğalgüzelliği olan kentlerimizi de arsa spekülasyonu yüzünden kısa sürede çirkinleştirmede bizimburjuvazimiz eşsiz bir başarı göstermiştir.


TicaretBir ülkede üretilen malların genellikle iki pazarı vardır iç Pazar ve dış Pazar. Eğer birülke belirli bir maldan kendi iç pazarının ihtiyacını karşılayacak kadar çok üretemiyorsa, veyao malı üretecek sanayiden yoksunsa, dışarıdan satın almak zorundadır. Bir ülkenin ekonomikdurumu kendi iç pazarlarına ve dış pazara sürdüğü malların miktarı ve niteliğine bağlıdır.Kalkınmış Sosyalist ve Kapitalist ülkeler kendi iç pazarlarının bütün sanayi mallarına olanihtiyacını karşıladıkları gibi, dış pazarlara da büyük miktarda sanayi ürünleri sürmektedirler.Geri kalmış ülkeler ise dışarıya yalnızca tarım ürünleri ve maden satmakta, ihtiyaçlarıolan sanayi ürünlerini ise kalkınmış ülkelerden satın almaktadırlar. Bir ülkenin ekonomik vesiyasal gücü dış pazarlara sürebildiği sanayi ürünlerinin miktarına, çeşitliliğine ve kalitesinebağlıdır.Türkiye’nin İhracatı : Türkiye’nin ihracatının tamamına yakın bir kısmını tarımsalmaddeler oluşturmaktadır. 1963-1968 yıllarına ait 5 yıllık istatistikler bütün kalkınmaedebiyatına rağmen, tarımsal madde ihracatımızın sanayi maddeleri aleyhine arttığınıgöstermektedir.1963’te tarım ürünleri tüm ihracatımızın % 77’sini, madenler % 3’ünü sanayi ürünleriise % 20’sini meydana getiriyordu.1968’de ise tarım ürünleri tüm ihtiyacımızın % 80’ini, madenler % 5’ini ve sanayiürünleri ise % 15’ini oluşturuyordu. Demek ki beş yıl içerisinde tarım ürünlerinde % 3’lük,madenlerde % 2’lik bir artış olurken, sanayi ürünlerinde % 5’lik bir gerileme olmuştur. Yalnızburada şunu belirtmemiz gerekir. Bu istatistik yapılırken sanayi ürünleri arasına gerçektetarımsal ürün olan zeytinyağı ve küsbe de dahil edilmiştir. İhracatımızda oldukça önemli biryeri olan küsbe, düşülecek olursa, ihraç edilen sanayi ürünlerinin gerçek miktarı olarak çokdüşük bir rakkam elde edilecektir. Bir ülkenin sanayi ürünleri ihracatının artması, oradasağlıklı bir kalkınmanın olduğunu gösterir. Bu rakkamlar bize, Türkiye’de sağlıklı birkalkınmanın olmadığını, tam tersine diğer devletlere göre bir gerileme olduğunu gösterir.Aynı şeyi, Türkiye ihracatını diğer ülkelerin ihracatı ile karşılaştırırsak daha açık olarakgörürüz.1948-1965 yılları arasında Batı Avrupa ülkelerinin ihracatı % 440, Sosyalist BlokÜlkelerin ihracatı ise % 620 artarken, Türkiye’nin ihracatı % 230 artabilmiştir.19387de Dünya ihracatındaki göreli (nısbi) yerimiz onbinde kırksekiz, 1948’de onbindeotuzdört, 1958’de onbinde yirmiüç, 1962’de onbinde yirmialtı, 1965’de ise onbindeyirmidörttür.Bu rakkamlar en açık şekliyle bizdeki montaj sanayisi ile sanayi ürünleri ihracatındabulunmamızın imkansız olduğunu göstermektedir. Çünkü montaj sanayisi, sanayi ürünleriithalatı ile ayakta durabilen uyduruk bir sanayidir. Montajı yapılan otomobil ve televizyongibi malların ithal edilen parçalarının her biri işlenmiş veya yarı işlenmiş sanayi ürünüdür. Buparçaları ithal ettiğimiz dışarıdaki büyük firma ile dünya pazarlarında bu parçaların montajınıyaptıktan sonra rekabet edebilmemiz düşünülemez bile. Ayrıca yıllardan bu yana ihracatımız.Fındık, incir, zeytinyağı gibi hep aynı tarımsal ürünlere dayanmaktadır. Açıkça görüldüğügibi ihracatı arttırmanın tek yolu dış pazarlarda rekabet edebileceğimiz yeni ürünleri piyasayasürmeye bağlıdır. Bütün ihracatı tarımsal ürünlere dayanan bir ülkenin dış pazarlarasürebileceği yeni ürünler, ancak sanayi ürünleri olur, bu ise sanayileşme ile mümkündür.İhracatı arttırmanın ikinci yolu ise mevcut tarımsal ürünlerimize, yeni dış pazarlar bulmaktır.Burada ise karşımıza siyasal engeller çıkmaktadır. Örneğin; NATO ve Amerika ile yapılan


ikili antlaşmalardan ötürü Boraks gibi bir madenimizi stratejik maddedir diye Sosyalist Blokülkelerine özellikle Sovyetler Birliğine satamamaktayız.İhracatı artırmak, sanayileşmek ve siyasal bağımsızlık, görüldüğü gibi gelip aynı yerdedüğümlenmektedir. Yani sağlıklı bir kalkınma için ihracatımızı artırmak, ihracatı artırmakiçin sanayileşmek, sanayileşmek içinse elimizi kolumuzu bağlıyan ikili antlaşmalardankurtulmak, yani siyasal bağımsızlığımızı elde etmek zorundayız. Bütün bu sorunlar bir birinebağlıdır ve çözümü siyasaldır. Yani büyük yabancı firmaların buyruğunda olan işbirlikçiburjuvazinin, Türk Hükümetleri üzerendeki kesin egemenliğine bir son vererek, iktidarları,çoktan azınlık durumuna düşmüş olan bir işbirlikçiler grubunun iktidarı olmaktan çıkarıp,bütün Türkiye Halkının iktidarı yapmak gerekir. Bu ancak Türkiye İşçi Sınıfının sarısendikaların ve burjuvazinin siyasal örgütlerinin kontrolünden kurtularak demokratiksosyalizmin kurulabilmesi için Türk Siyasal hayatına kesin ağırlığını koymasıyla sağlanabilir.Türkiye’nin ithalatı ise, ihracatı ile ters orantılıdır. Yani ihracatı azalırken, ithalatıartmaktadır. 1930-1947 devresi hariç ithalat sürekli olarak ihracattan fazla olmuştur vebütçeler sürekli olarak açık vermiştir. 1930-1947 devresinde, 1938 yılı hariç ihracat ithalattanfazladır. Bu fazlalık dış borçların ödenmesini sağladığı gibi, bir miktar döviz bilebiriktirebilmiştir. Ama bu yıllar İkinci Dünya Savaşının sürdüğü yıllardır. Ve Türkiye’yesanayi malı satacak bütün ülkeler savaşın içersindedirler; onların Türkiye’nin madenlerine,tarım ürünlerine ve hatta sanayi ürünlerine ihtiyacı vardır. İthalatımızın % 50 sini ham madde,% 45’ini yatırım malları, % 5’inide tüketim malları oluşturmaktadır. Ama buradaki hammadde değimi ile montaj sanayimiz için gerekli olan işlenmiş veya yarı işlenmiş sanayiürünleri kastedilmektedir.Bilindiği gibi, “ticaret haddi” sürekli olarak geri kalmış ülkelerin aleyhine işler. Eğerihraç ettiğimiz mallarının fiyatlarının bir yılda % 15 artmasına rağmen, ithal ettiğimizmalların fiyatları % 25 artmışsa dış ticarette fiyat artışları yüzünden % 10’luk bir kaybımızvardır. İşte ticarette bu örnekte olduğu gibi bir ülkenin gerçek kaybını veya kazancınıgöstermek için “ticaret haddi” deyimi kullanılır. Sanayileşmiş ülkeler ham maddeyi gerikalmış ülkelerden ucuza alıp işleyerek pahalıya satarlar. Böylece bu kıskaca giren geri kalmışülkeler bir türlü sanayileşme için gerekli dövizi biriktiremedikleri gibi, bir süre sonra dışkredilerle, yani uluslar arası bankalara borçlanarak, ihtiyaçları olan malları ithal etmeyebaşlarlar. Bu duruma gelmiş bir geri kalmış ülkenin, artık kapitalist yolla kalkınmasıimkansızlaşır. Çünkü, dış yardımsız yani uluslar arası bankalara borçlanmadan hiçbir şeyyapamaz duruma gelir. Dış yardıma bel bağladıkça ticaret haddinin yüklediği ağır yük biryandan, açılan kredilerin faizleri, diğer yandan, o geri kalmış ülkeyi tam bir sömürgedurumuna getirir. Ve doğam olarak bu yükü o ülkenin emekçi sınıfları yüklenir.Ülkemizdeki gelir dağılımında gördüğümüz emekçi sınıflar aleyhine bozulan dengeninbir nedeni de ticaret haddinden doğan dış ticaret açığıdır. Devlet Planlama Teşkilatınınyapmış olduğu bir araştırmaya göre 1954-1964 yılları arasında dış ticaret hadlerininaleyhimize işlemesinden ötürü uğramış olduğumuz kayıp 939 milyon 500 bin liradır.Özellikle son petrol krizinden sonra toprak altı zenginliklerini, yani madenlerini ve petrolünüpazarlayan ülkelerde, bir araya gelerek sanayileşmiş kapitalist ülkelere karşı bir tekel kurmaeğilimi doğmuştur. Bu tutumun tek hedefi, sanayi ürünlerinin fiyatları ile, ham maddefiyatlarının arasında bir denge kurarak, ticaret hadlerinden doğan açığı hiç olmazsakorumaktadır. Ama ne var ki, bu geri kalmış ülkelerin tamamına yakın bir kısmı, kapitalistülkelerin bir tür ekonomik sömürgeleridirler ve egemen işbirlikçi burjuvazilerinin kapitalistyolla kalkınacağız masalına uygun siyasetlerini sürdürmektedirler. Kapitalist yollakalkınmaya bel bağladıkça da durdurmaları imkansızdır.


VergiVergi, Devletin kamu hizmetlerini karşılamak için vatandaşlardan zora dayanarak aldığıdeğerlerdir. Anayasamızın 61. Maddesi “ her kes kamu giderlerini karşılamak üzere, maligücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür."”demekle, vergiyi bireyler için bir vatandaşlıkgörevi olarak tanımlamıştır. Yani Devletin, halka karşı yükümlü olduğu ekonomik ve sosyalgörevlerini yerine getirebilmek için bireylerden almak zorunda kaldığı değerlere vergidiyoruz.Devlet Vatandaşlardan genellikle iki türlü vergi alır :a) Vasıtasız Vergiler : Bu tür vergiler, Devletin doğrudan doğruya hiçbir aracıkullanmadan vatandaştan aldığı vergilerdir. Bunlar Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, VerasetVergisi, İntikal Vergisi, Bina Vergisi ve Motorlu Kara Taşıtları Vergisidir.b) Vasıtalı Vergiler : Bu tür vergiler mal ve hizmetler üzerine konan vergilerdir.Vatandaşlar bu mal ve hizmetleri satın aldıkları zaman, vergiyi de ödemiş olurlar. Her alankimseden o malın vergisini almak güç olduğu hatta imkansız olduğu için vergi, malı üreten veithal edene uygulanır. Üretici ve ithalatçı da ödediği vergiyi malın fiyatına ekler. Bu durumdagerçekte vergilendirilmiş olan malı pazardan alan tüketicidir. Böylece zenginler ve fakirleraynı miktar vergiyi ödemiş olurlar.Bu nedenle bir ülkede ekonominin sağlıklığının ve gelir dağılımında sosyal adaletilkelerine uyulup uyulmadığının kesin göstergelerinden biri, vasıtalı vergilerin devlet gelirleriiçersindeki yeridir. Yani Devlet, halkından kamu hizmetlerini görebilmek için ne kadar azvasıtalı vergi alıyorsa, o ülkede sosyal adalet ilkelerine o kadar uyuluyor ve orada ekonomi okadar sağlıklıdır. İktisatçıların dili ile vergi gelirleri içinde vasıtalı vergiler oranınınyükselmesi, vergi sisteminin adaletsizliği anlamına gelir. Türkiye’de bu oran 1950’de % 64iken, 1968’de % 65’e çıkmıştır. Bu rakkam yoksul halk yığınlarının Devlet tarafındanzenginler lehine sömürüldüğünü gösterir.Özellikle son günlerde fabrikatörlerin ve toprak ağalarının sözcülüğünü yapangazetelerde; Devletin gelirini artırmak ve sosyal adaleti sağlamak için lüks tüketim mallarınadaha çok vasıtalı vergi getirerek bu malları kullanan zenginlerin vergilendirilmesi yolunagidilmesini isteyen yazılar yayınlandı. İlk bakışta sosyal adalet ilkelerine uygun, millici birekonominin yandaşı gibi görünen bu iddiaları dikkatle incelersek, görürüz ki, bu iddialaragöre bir uygulama hiçbir zaman sosyal adaleti gerçekleştiremez, tam tersine sınıflararasındaki harcama yönünden doğan uçurum daha büyür. Bir kere lüks tüketim malları nedirve nasıl ayıracağız? Sonra, zenginle yoksul arasındaki gerçek ayırım bu iki grubun ayrı ayrınitelikteki mallar almaları değildir. Gerçek ayırım, belirli malları zenginlerin istedikleri kadaralabilmeleri, yoksulların ise cüzdanlarının elverdiği ölçüde alabilmeleridir. Örneğin; Ülkemizaçısından lüks bir tüketim malı haline gelmiş olan eti, zenginler ihtiyaçları olduğu tadar,istedikleri kadar tüketirler. Yoksullar ise yutkunarak, ceplerindeki paranın elverdiği kadaralabilirler. Görüldüğü gibi sosyal adaleti sağlayacağız diye, işbirlikçi burjuvaziden yana olanaydınların önerilerine uyarak, lüks tüketim mallarına vergi bindirmekle, işçiyi, memuru,köylüyü radyo alamaz, çikolata ve et yiyemez duruma getiririz. Türkiye’deki vasıtalı vergilerşunlardır. İstihsal Vergi, Gümrük Vergisi, Nakliyat Vergisi, Tekel Hasılatı ve DamgaVergisidir.


Yürürlükteki vergi sistemi, sanki özel sektörün vergi kaçırması esasına görekurulmuştur. Aynı sistem, ücretlilerin gelir kaynağından vergileri kesildiği için, işçi vememurların vergi kaçırmasını imkansız kılmaktadır. Vergi daireleri çağ dışı, bilimsel olmayanbürokratik kuruluşlardır. Araştırmamızın diğer bölümlerinde gördüğümüz gibi sanayisi iletarım kesimi sağlıklı olmayan, ülkemiz ekonomisinin yarattığı, adaletsiz ve sınıflıtoplumumuzda, vergi adaletinden ve vergi eşitliğinden bahsetmek boşunadır.


Sosyal GüvenlikSosyal güvenlik, toplumun tüm bireylerinin bugünlerinin ve geleceklerin güvence altınaalınmasıdır. Sosyal Güvenlik Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer almaksureti ile uluslar arası bir kural niteliğini kazanmıştır. İçeriği anılan beyannamenin 22. ve 25.maddelerinde açıklanan bu ilkeye göre, toplumun bir bireyi olarak her kes sosyal güvenlikhakkına sahiptir. Her bireyin kendisinin ve ailesinin yeterli beslenme, giyinme, barınma,sağlık bakımı ve diğer sosyal hizmetleri içerisine alan belirli bir yaşama düzeyine sahipolması gerekir. İşsizlik, hastalık, malullük, dulluk, yetimlik ve iradesi dışı meydana gelen hertürlü tehlikeye karşı, emniyetinin sağlanması hakkıdır. T. C. Anayasasının 48. Maddesinegöre de “ Her kes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için sosyal sigortalarve sosyal yardım teşkilatı kurmak ve kurdurmak, Devletin ödevlerindendir.” Yurttaşlarasosyal güvenlik hakkının sağlanması için Sosyal Sigortalar ve Sosyal Yardım teşkilatı kurmakve kurdurmak devletin ödevi olduğuna göre, bu teşkilatın bizzat devlet tarafından kurulmasıveya devletin gözetim ve denetimi altında kurdurulması ve denetlenmesi zorunludur. Esasenbu ödev “Sosyal Devlet” niteliğinin önemli özelliklerinden birisidir.Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın sosyal güvenlikte gelişmeler (S.90) adlıbölümünde, şöyle demektedir; “Sosyal Sigortalar programı kapsamına alınan iş gücü planı,dönemde bir milyon 220 birden, iki milyon 240 bine, sigortalıların toplam ücretliler içindekipayı ise hızlı bir atışla % 44’ten % 55’e yükselmiştir. Bununla birlikte planlı dönemde sosyalgüvenliğin tüm çalışanlara yaygınlaştırılması gerçekleştirilememiş ve istihdam içindekilerintümü sosyal sigortalar kapsamına alınamamışlardır. Esnaf, sanatkar ve diğer bağımsızçalışanların sigorta kapsamına alınmasını sağlayacak yasa 1972’de yürürlüğe girmiştir. Budurumda Sosyal Güvenlik sistemi dışında kalan en önemli grup tarım işçileri olmaktadır. Yurtdışında çalışmak amacı ile gider Türk işçilerinin sayısı 1973 yılı sonunda 800 bineyaklaşmıştır. Türk Hükümetinin ilgili hükümetlerle yapmış olduğu sosyal güvenlikantlaşmalar çerçevesinde 800 bin kişinin sosyal güvenlik kapsamında bulunduğu varsayılmaktadır.S. S. Kurumu’nun toplam prim gelirleri 1963 yılında 734 milyon TL. den 1970 yılında 3milyar TL.’ye 1972 yılı sonunda yaklaşık olarak 5 milyar TL. ye ulaşmıştır. T. C. EmekliSandığı’nın toplam gelirleri 1963 yılında 772 milyon TL dan, 1970 yılında yaklaşık olarak 2milyar TL. ye, 1972 yılı sonunda da 4,5 milyar TL. ye yükselmiştir. Esnaf, sanatkarlar vebağımsız çalışanlardan S. S. Kurumu prim gelirleri ise 1973 yılı ilk altı ayında 610 milyonTL. nı bulmuştur.1974 yılı programının sosyal güvenlik bölümünde şöyle denmektedir, “Sanayileşme vekentleşmenin ortaya çıktığı ekonomik ve sosyal risklere karşı bireylerin tümünü koruyan veyaortaya çıkan risklerden doğan zararları gideren tek bir Sosyal Sigortalar programının toplumayaygınlaştırılması ile ilgili 1973 programında da öngörülen tedbirler konusunda sürdürülençabalar yetersiz kalmıştır.” Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı sigortalı sayısı 1970 yılınaoranla % 16’lık bir artış göstererek 1972 yılında bir milyon 525 bine ulaşmıştır. T. C. EmekliSandığı iştirakçilerinin sayısı ise 850 bin kadardır. Kurum 1973 yılının ilk altı ayında 326 bin715 kişiye emekli, dul ve yetim aylığı bağlamış bulunmaktadır. Esnaf ve Sanatkarlar ve diğerbağımsız çalışanlar, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Ağustos sonu itibariyle 756 bin bağımsızçalışanı kapsamı içine almıştır. Bu 756 bin sigortalının 562 bini Esnaf ve SanatkarlarKonfederasyonuna, 168 bini Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliğine,


2560’ı Türk Tabipler Birliğine, 2325’i Eczacılar Birliğine, 2566’sı Türkiye Mühendisler veMimarlar Odaları Birliğine mensuptur.Ancak 1973 yılı sonunda sayılarının 4 milyon 200 bine ulaşacağı tahmin edilen esnaf,sanatkar ve bağımsız çalışanlardan, yararlananların oranı % 18’i aşamamıştır. Ayrıca kurumüyelerinin % 7’si 65 ve yukarı yaşlarda, % 13’ü de 50-59 yaş gruplarında bulunmaktadırlar.1973 yılı itibariyle yurt içi toplam sigortalı sayısı 3 milyon 167 bindir. Yurt içi sigortalısayısının iktisaden faal nüfusa oranı 1970’de % 15,3 iken bu oran 1973 yılında % 22,9’aulaşabilmiştir.Tarım işçisi ve küçük işletme ücretlileri olarak istihdam edilen 1 milyon 875 bindolayındaki ücretli S. S. Kurumu programlarından yararlanamamaktadırlar.Ücretliler, kamu personeli, esnaf ve sanatkarlar ile bağımsız çalışanların sosyalsigortalar programlarından aynı şekilde yararlanmaları “Bağ-Kur”, “S. S. K.”, “T. C. EmekliSandığı” uygulaması arasındaki mevzuat ve standart birliği konularındaki farklar nedeni ilemümkün olamamaktadır.


Ortak Pazar


AET (ORTAK PAZAR), 1958’de tam üye statüsüne sahip Batı Almanya, İtalya, Fransa,Hollanda, Belçika, Lüksembourg arasında İngiltere, Danimarka, İrlanda’nın Romaanlaşmasını imzalaması Ocak 1972’yi bulmuştur. Roma Anlaşmasında AET’ye üyedevletlerin ortak amaçları şöyle saptanmaktadır :a) Üye devletler arasında bütün ihracatta, ithalatta gümrük resimlerini ve miktarkısıtlamalarını ve bunlara benzer etki yapacak diğer tedbirleri kaldırmak.b) Üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ticaret politikası uygulamak.c) Üye devletler arasında, kişilerin ve sermayenin ve hizmetlerin hareket özgürlüğünüsınırlayacak bütün engelleri kaldırmak.d) Tarım konusunda ortak bir politika uygulamak.e) Ortak Pazar içinde rekabetin bozulmasını önleyecek bir sistem kurmak.f) Üye devletlerin ekonomi politikalarının birleştirilmesi ve ödemeler bilançosundakidengesizliklerin giderilmesini sağlayacak tedbirler uygulamak.g) Üye devletler yasalarını bir birine yaklaştırmak.h) Bir Avrupa toplumsal fonu, bir Avrupa Yatırım Bankası kurmak.AET’nin kurucusu altı üye devlet 1958-1968 döneminde gümrük birliğinigerçekleştirmiştir. Yani gümrük vergileri, kotalar, kendi aralarında kaldırılmıştır. Gereksanayi mallarında, gerekse tarım ürünlerinde serbest dolaşım olanakları sağlanmıştır. Ayrıca1968’de bir ortak gümrük tarifesi yürürlüğe konmuştur. % 12 oranında olan bu tarifeninileride daha da düşürülmesi kabul edilmiştir. AET içinde emeğin serbest dolaşımı da 1958’ekadar yapılan çalışmalarla hukuksal olarak gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık sermayehareketlerinin hukuksal yönden bile tümü ile serbestleşmesi sağlanamamıştır. Vasıtalıvergilerde birlik katma değer vergisinin bütün üyelerde uygulamaya geçmesi ilegerçekleştirilmişse de, diğer vergilerde (gelir, kurumlar) daha henüz olumlu bir gelişlesağlanamamıştır. Kısacası, ekonomik bütünleşme için gereken hukuksal çevre dahil henüzgerçekleşememiştir.AET, kurulduğundan bu yana, piyasa kanunlarına uygun olarak, büyük ölçüde ticaretsaptırılmasına yol açmış, üyelerin kendi aralarında ithalat ve ihracat % 200’ün üstünde artışgösterirken, AET dışı ülkelerden ithalat ve bunlara ihracat % 100’ün altında artmıştır.Japonya bir tarafa bırakılırsa, ticaret hacmi, büyük bölümü kendi aralarında olmak üzere1958-1970 döneminde en hızlı artan AET topluluğu olmuştur.Roma Antlaşmasının, üye ülkeler arasında dış ticareti hızla genişletmek macı piyasakanunlarına uygun düştüğü için büyük ölçüde gerçekleşmiştir. AET’nin dış ticareti üçüncüDünya ülkelerinden kendine doğru nedenli saptırdığına şu rakkamlar tanıklık edecektir.1958’de toplam AET dış ticaretinin % 30’u altı üye ülkenin kendi arasında idi,Bu oran 1965’te % 42’ye, 1970,,7de % 48,5’e yükseldi.Topluluğun döviz ve altın rezervi, 1958-1970 arasında 12 milyar dolardan 25 milyarDolara yükselmiştir.1963’te ( -23 ) milyon Dolar olan cari işlemler bilançosu açığı, 1964’te +418 milyonDolar. 1965’te +1 milyar 570 milyon Dolar, 1967’de, +4 milyar 150 milyon Dolar fazlavermeye başlamıştır. Bu durumda AET, 1965’ten itibaren yabancı ülkelere net sermayeaktarımı yapacak duruma gelmiştir.


Roma Antlaşması, daha öncede gördüğümüz gibi üye devletler arası emek hareketini deserbestleştirmeyi amaçlamaktadır. Ancak, piyasa kanunları, bu anlaşmanın maddelerine göredeğil, kendi kanunlarına göre işlemiştir. Yani emek hareketleri, piyasa kanunlarına göre değil,emeğin bol ve karşılığının düşük olduğu ülkelerden, emeğin kıt ve karşılığının yüksek olduğuülkelere doğru oluşmaktadır. Bundan başka bir ulus zenginleştikçe, kendi emekçileri düşükvasıflı ağır ve pis işleri de yapmak istemez, fakat, dünyanın yoksul ülkelerinden geçimsağlamak için bu işleri kabul eden işçiler bulundukça, zengin ülkeler bu işleri yoksulülkelerden işçi ithal ederek yaptırmak olanağını bulurlar. 1958-1968 yılları arasında AETülkelerinde kişi başına gelir 955 Dolardan, 2050 Dolara çıkmıştır. Üretimin ve dış ticaretinartış hızı emek talebini yükseltmiş, bu nedenden ötürü, ağır ve pis işlerde AET Ülkelerivatandaşları çalışmaz olmuşlardır. Hatta bu ülkeler içinde, geleneksel olarak doğum veişsizlik dolayısı ile işçi ihraç eden İtalya dahi, bu gelişmeden etkilenerek, az işçi ithal ederduruma gelmiştir. Buna karşılık Batı Almanya konjüktürü yüksek devam ettiği için, büyükçapta işçi ithal etmeğe ve bunu artırmaya devam etmektedir. Fakat işçi hareketleri AETiçersinde serbestleştirilse de, emek hareketleri kendi yasalarına göre AET üyesi olmayanyoksum Güney Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinden AET’ye doğru olmakta, yabancı işçilerintoplamı AET işçilerine oranla artmaktadır.


AET ve TürkiyeTürkiye 12 Eylül 1963’te topluluğa ortak üye olarak katılmıştır. Bu antlaşma 1 Aralık1964’te yürürlüğe girmiştir. Ankara Antlaşması, Türkiye’nin 22 yıllık bir hazırlıkdöneminden sonra AET ülkeleri ile eşit koşullarda rekabet yapabileceği varsayımınadayanmaktadır. Oysa Türkiye’nin 22 yıllık uzatmalı geçiş döneminde, AET ülkelerineyetişmesi için erişmesi gereken gelişme hızı açık olarak göstermektedir ki, AnkaraAntlaşması’nın bu varsayımı ütopiktir, gerçek dışıdır.Ankara Antlaşması’na göre AET’nin bize tanıdığı tavizler, hazırlık dönemini kapsadığıbeş yıl için, şunlardır :a) Avrupa Yatırım Bankası maksimum tutarı 175 milyon Dolar olan bir kredi açacaktır.b) AET üyesi devletler Türkiye’nin tütün, kuru üzüm, kuru incir, fındık gibi dört bellibaşlı ürününe tarife kontenjanları tespit etmiştir. Yani, bu kontenjanlar içinde yapılan ithalatmiktarları için, indirimli gümrük resmi, bunun üstünde kalan miktarlar içinse, topluluk dışıülkelere uygulanan ortak gümrük tarifesi Türkiye’ye de uygulanmıştır. Hazırlık dönemindeTürkiye’ye tanınan kolaylıklar sadece bunlardan ibarettir. Her halde, Türkiye’nin buolanaklarla geçiş döneminin yükümlülüklerine hazırlanabileceğine ne AET üyelerininkendileri ve ne de bu havayı yaratmaya çalışan Türk temsilcileri gerçekten inanmıştır !Sanayi ürünlerinde AET’nin Türkiye’ye karşı yükümlülükleri :a) Gümrük resimlerinin sıfıra indirilmesi : Protokolün imzalanmasından sonra toplulukTürk sanayi ürünlerine karşı bütün gümrükleri derhal sıfıra indirecektir. Bunun sadece makinehalıları ve bazı dokuma maddeleri ayrı tutulmuştur. Çünkü; Türkiye’nin rekabet yapabileceğitek sanayi ürünü bunlardır. Bu madde bile tek başına AET’nin bizi bir ortak değil, birsömürge olarak gördüğünü göstermeye yeter.b) AET’nin esas ortakları ekonomik durumları uygun olduğu taktirde anlaşmadakiindirim ve kotaların daha hızla kaldırılmasını öngörmektedir.Sanayi ürünlerinde Türkiye’nin AET’ye karşı yükümlülükleri :Gümrük resimlerinin sıfıra indirilmesi ; Türkiye ilke olarak topluluğa karşıgümrüklerini12 yılda sıfıra indirecek, ancak, tarafların anlaşmaya varacakları önemlinitelikteki mallar için bu süre 22 yıl olacaktır.b) Ortak gümrük tarifesine uyulacaktır.c) İthal teminatları kaldıracaktır.d) Miktar kısıtlamaları kaldırılacaktır.Türkiye AET’den 1967’de yaptığı ihtilatın % 35’i değerindeki maddelerin listesinilibere edecek ve bunu topluluk lehine konsolide edecektir. 18 yıl sonunda oranı % 80’eulaşacaktır.AET ülkeleri ile Türkiye’nin ekonomik yapısının karşılaştırılması:a) Nüfus yapısı bakımından : Kişi başına gelirin düşük olduğu bir ülkede tasarrufolanağı, dalayısı ile yatırım olanağı, kişi başına gelirin yüksek olduğu ülkelerden daha azdır.Nüfus artış haddi ne kadar yüksek ve sermaye birikim haddi ne kadar düşük ise, işçi başınakullanılan sermaye miktarı o kadar yavaş artar. Bu da emeğin verimliliğindeki artışı sınırlar.


Yani Türkiye bu yüzden, 12 yıl sonra AET ülkelerinin ekonomik gücü karşısında elindekimevcut yatırım olanağını da yitirerek bu ülkelerin bir sömürgesi haline gelecektir.b) Sanayileşmenin niteliği bakımından : Sanayileşme, emeğin bilgi ve beceriderecesinin yükselmesi, yaratılıcılının artması, kapitalin niteliklerinin iyileşmesi, yaniteknoloji seviyesinin yükselmesi ile tanımlanan bir süreçtir. Bu süreci, salt üretim ve istihdamartışı ile özdeşleştirmek mümkün değildir. Çünkü Türkiye gibi bir ülkenin sanayicisininyaratıcılık seviyesi yükselmeden, dışarıdan teknoloji, yarı işlenmiş sanayi ve yatırım mallarıithal ederek, basit ambalaj ve montaj işleri ile ortaklık içinde müşteri bulması mümkündeğildir. Zaten Türkiye bugünkü montaj sanayisi ile büyük ölçüde gelişmiş kapitalist ülkelerebağlıdır. 1982’de ise ya bu sanayisini yitirecek veya tamamen bağımlı olacaktır.AET Karşısında Türkiye’nin DurumuYabancı sermayeye büyük ölçüde bağımlı ve ülkeyi kalkındırması güç ve yeteneğindenyoksun olan bu işbirlikçi ekonomik ve toplusal sorunlar ağırlaştıkça, Türkiye’ninkalkınmasını AET’den beklemeye başlamıştır. Prof. Dr. KATZAN’ın hesaplarına göre; 12yıllık listede bulunan mallar için 1978, 22 yıllık listede bulunan mallar için ise 1983 yılındanitibaren, dış rekabetten korunma tamamıyla önemini yitirecektir. Ortak Pazarın, rekabetkoşullarına hazır olmayan cılız sanayimizi, yok edebilecek bir tehdit haline gelmesi bu ölçüdeyakınlaştığı halde, sanayicilerimizin AET dan bir kokuları yoktur. Tam tersine İstanbul, İzmir,Ankara Sanayi Odaları ve Ticaret Odaları AET’nin Türk Ekonomisine ve özellikle TürkSanayisine büyük gelişme olanaklarını verdiğini ileri sürmektedirler. Bu, bizdeki sanayicisınıfının ne ölçüde yabancı sermayeye bağlı olduğunun en güzel bir örneğidir. İtalya’nın devFiat firması Murat imal ede Tofaş’ın geleceğini her halde düşünecektir.Öte yandan, büyük kapitalistlerimize başta turizm olmak üzere yeni iş olanaklarıaçılacaktır. Nitekim Koç Holding, Tuborg ve DYO Boyaları imalatçısı Yaşar Holding vs. bellibaşlı sermaye gurupları yabancılarla ortaklık halinde büyük turistik tesisler kurmayayönelmişlerdir. Koç, Eczacıbaşı vs. yabancı sermaye ile işbirliği halinde, domates salçasıüretimine başlamıştır.Bu arada işbirlikçi burjuvazinin bir kuruluşu olan iktisadi kalkınma vakfı, İngiltereHükümetine yakınlığı ile bilinen ünlü bir İngiliz firmasına hazırlattığı “Ortak Pazara KatılmaIşığında Türk Ekonomisinin Gelişmesi” adlı üç ciltlik geniş rapor, işbirlikçilerin işinegelmediği için hasıraltı edilmiştir. Rapora göre Ortak Pazar üyeliğinin “Olumlu etkileryapabilmesini sağlayacak koşullar Türkiye’de mevcut değildir.”Kapitalist Dünya Sistemi’nin yaşatılması biçimindeki temel çıkar birliği büyükkapitalist ülkeleri, ikinci derecede ki çıkarlarından fedakârlıklara ve uzlaşmalarazorlamaktadır. Bu bakımdan Dolar bunalımdan bunalıma sürüklense ve Pazar kavgaları


kızışsa da dünya kapitalist sisteminin tartışmasız lideri A.B.D. olmakta devam etmektedir.Avrupa savunması A.B.D. silah ve askeri birliklerine bağımlı kılınmıştır. Öte yandan A.B.D.Avrupa’ya göre teknolojik üstünlüğünü sürdürmektedir. Ortak Pazar ülke firmaları, teknolojive sermaye birikimi bakımından kendilerinden üstün olan dev A.B.D. firmaları ilebirleşmişlerdir.Fransız sermayesinin % 12’siBatı Alman sanayisinin % 33’üİngiliz Sanayisinin % 50’si A.B.D. şirketleri elindedir.Ortak Pazar sanayisinin % 15’i A.B.D. firmalarının elinde bulunduğu halde, çok ileriteknoloji ve büyük sermaye yatırımı gerektiren uçak, uzay araçları, elektronik ve kimya gibisanayi dallarında A.B.D. toplam üretimin % 60 ile % 80’ni elinde tutmaktadır. Avrupa’da birekonomik sistem değişikliği olmadığı sürece AET kapitalizminin A.B.D. kapitalizmindenbağımsız gibi düşünmek ve A.B.D. karşısında bağımsızlık kazanacağız demek, bizim siyasetadamlarımızın kendi kendilerini kandırmalarından başka bir şey değildir !Ortak Pazar, Türk ekonomisini ve sanayisini tümü ile çok uluslu şirketlere bağımlıkılacaktır. Plan, Ortak Pazarı Türkiye’nin bugünkü ekonomik gelişmesine destek değil, engelolarak görmekte, bunu açıkça belirtmektedir. Plancılar, belli bir süre yükümlülüklerimizeesneklik getirilmesi ve Türkiye’nin tek taraflı kararlarla bu yükümlülüklerideğiştirebilmesini, ithalat kısıtlamalarına gidebilmesini istemektedirler. Ama plancıların buistekleri havada kalmaktadır. Çünkü; Türkiye’nin temsil edilmediği AET Bakanlar KuruluTürkiye’nin onayı alınmadan, Türkiye’yi etkileyecek kararlar almaktadır.AET 1972 yılında Avrupa serbest ticaret bölgesinin, Avusturya, İsveç İsviçre, Portekizgibi üyeleri ile yalnız sanayi ürünleri için serbest ticareti öngören bir antlaşma imzalamıştır.Bunun sonucu, Türkiye, bu ülkelerin sanayi ürünlerinin gümrüksüz Türkiye’ye girmesiyükümlülüğünü iradesi dışında kabullenmektedir. Buna karşılık, Avrupa serbest ticaretbölgesine üye ülkelerin, tarım ürünlerimize bir kolaylık tanıma yükümlülüğü yoktur. Daha daönemlisi, AET ülkeleri de dahil, 17 sanayileşmiş batı ülkesi, 96 az gelişmiş ülkeye genişihracat kolaylıkları sağlamışlardır. Genel referans sistemi (G.P.S.) denilen bu sisteme göreA.B.D., Japonya, Kanada ve AET 96 az gelişmiş ülkenin tarım ve sanayi ürünlerine tek taraflıolarak, geniş gümrük tarifesi avantajları ve ithalat kontenjanları tanımışlardır. Böylece,Türkiye’nin sanayisinin yok edilmesini göze alarak, AET’den elde ettiği ticaret tavizlerininönemli bir kısmına, 96 geri kalmış ülke, karşılığında hiçbir yükümlülük almadankavuşmuşlardır.


Ortak Pazar’da Türkiye’nin Geleceği12 yıllık listedeki sanayi 1978’den, 22 yıllık listedeki sanayi 1983’den itibaren gelişmişAvrupa ülkeleri sanayisi karşısında bir korumadan yoksun kalacaktır. Bu cılız sanayimizrekabete dayanabilecek midir? Genellikle petro kimya ürünleri, demir-çelik alüminyum gibitemel mallar ile makine imalatı sanayisi 22 yıllık listeye alınmıştır. Bunların Türkiye’dekimaliyet fiyatları AET’deki maliyet fiyatlarına göre çok pahalıdır ve rekabet gücündenyoksundur. Bu pahalı temel malları ve makine sanayisinin ürünlerine kullanarak işlenmiş veyarı işlenmiş mallar üreten sanayi ise 12 yıllık listeye alınmıştır. 1978’den itibaren AETrekabetini hissetmeye başlayacak olan bu sanayi, pahalı temel malları ve makine sanayisiürünlerini kullanmaya devam ettiği taktirde, rekabete dayanamayacak ve ihtiyaçlarını ithalatyolu ile karşılamaya yönelecektir. Prof. G. KAZGAN’nın belirttiği üzere 12 yıllık listede olanotomobil sanayisi 6 yıl sonra dış rekabetin etkisine girerken, dış piyasadan üç katı dahapahalıya mal olan yerli saç kullanmak istemeyecektir. Bu durumda temel mallar ve makinesanayisinde talep düşecek, bunların yaşamaları imkansızlaşacaktır.Günümüzdeki gümrük duvarlarının koruyuculuğuna rağmen cılız sanayimiz artanrekabet güçlükleri karşısında bile çok uluslu şirketlerin teknik bilgi, organizasyon vepazarlama gücüne dayanmak zorunda kalmıştır. Ne var ki bu çok uluslu şirketler politikalarınıTürkiye’nin kalkınmasına göre değil, ana firmanın karını durmadan yükseltme ilkesine göreçizmektedirler. 1978-1983’den sonra ülkemizdeki mevcut yabancı sanayi kuruluşları ile çokuluslu şirketlere sırtını dayamış olan özel sanayi, yukarıdaki ilkeye göre yeniden düzenlemekzorunda kalacaklardır. Bunlar, yüksek gümrük koruma duvarları var diye Türkiye’nin içpazarlarında satış yapmak için gelmişler ve Türk Montaj Sanayisini kurmuşlardır. Gümrükkoruma duvarları kalkınca, yabancı ana firma Türkiye’de üretim yapmayı, ihracattan dahakarlı bulursa faaliyetine devam edecektir. Ya da karını daha artırıcı çeşitli kombinezonlaragidebilecektir. Kısacası Ortak Pazar, Türkiye için planlı bir ulusal kalkınmanın sona ermesi vesanayileşmenin çok uluslu şirketlerin çıkar planlarına tümü ile bağımlı kılınması demektir.Küçük sanayinin ise kendiliğinden tesviye olacağı çok açıktır.Gümrük birliğine yönelişin ilk etkisi ithalatın geniş ölçüde artması olacaktır. Bu ithalatmilyar doları aşması beklenen işçi dövizleri ve yüz milyonlara ulaşacağı sanılan turizmgelirleri ile karşılanacaktır. Yani Türkiye bol bol lüks tüketim malı ve yabancı müteşebbisithal ederken vasıflı işçilerini ve en iyi beyinlerini daha geniş ölçüde ihraç edecektir.Şimdiden her yıl ortalama 375 bilim adamımız dışarıya göç etmektedir. Ortak Pazar içinde,insanların serbest dolaşması ve yerleşmesi gerçekleşince, dışarıya kaçış hazırlanabilecektir.Gümrük birliği içinde turizmden ötürü Türkiye batı kesimi ile bir gelişme gösterir ve halkıkendi öz değerlerine, kültürüne yabancılaşır iken, doğu kesimi ile terkedilmiş bir bölge olarakkalacaktır.


Türkiye’nin SosyalDurumunaGenel Bakış


Alt yapıdaki bu başıboş çöküşü, günlük yaşantımız içinde, yakalamak günlükgözlemlerle saptamak güçtür. Ama ekonomik yapının bir aynası olan sosyal yapıdaki çözülmeve çöküntüden hareket ederek de ekonomik yapıda işlerin iyi gitmediği söylenebilir. Çünkü;bir toplumun sosyal yapısı o toplumun ekonomik alt yapısına bağlıdır. Bugün MAFİA’nın,LSD’nin, ESRAR’ın, ŞİDDET’in ve HASTALIKLI BİR SEKSİN A.B.D.’ de bütünAmerikan toplumunu çökertecek bir düzeye gelmesi rastlantı ürünü değildir. Bugün Amerikanekonomisi öyle bir düzeye varmıştır ki, bu ekonomik yapı sosyal hayatta MAFİA’sız veŞİDDET’siz yapamaz olmuştur. Amerika’lı yetkililer, gerçeği kendi halklarının ve Dünyahalklarının gözünden saklamak için Amerikan Gençliğinin uyuşturucu maddeye olandüşkünlüğünden Türkiye’de Afyon eken köylüleri sorumlu tutmaktadırlar. Ama öte yandan dakendi istihbarat örgütleri (C.İ.A.) kanalıyla Vietnam’daki özel istila hareketlerinin bir bölümüolarak esrar yetiştirip Dünya pazarlarına sürmektedir.Üretim ilişkilerinin değişmesi ileri bir üretim biçimine geçiş doğal olarak insanilişkilerini, gelenekleri, ahlakı, sanatı, felsefeyi ve dünya görüşünü değiştirir. Yani egemenüretim ilişkilerinin değişmesi, o toplumun kültürünü de değiştirir, yeni bir kültürün doğmasısebep olur. Bilindiği gibi kültür denilince, bugün anlaşılan şey, bir halkın gelenek, töre, sanat,bilim, dünya görüşü, felsefe ve ahlak anlayışıdır. Halkların kültürlerini belirleyen temel etkenoradaki egemen üretim biçimidir. Yani toprak ağalarının hüküm sürdüğü bir tarımtoplumunda, egemen üretim ilişkileri değiştiği, sanayileşme ile beraber yeni bir sınıf olansanayi burjuvazisi siyasal iktidarı ele geçirdiği zaman; o toplumda insan ilişkileri değişmeyebaşlar. Örneğin bir tarım toplumu ailesinde, babanın, annenin, çocukların yerleri yüzyıllardanberi oluşmuş kurallara bağlıdır. Ama bu ailenin yaşadığı ilçe veya kentte büyük bir fabrikanınkurulması, trenin ve karayollarının ulaşması ile bu aile geçimini sağlamak için bu yeniekonomik yapıya uymak, ya o fabrikada, yada o fabrikanın yan sanayi dallarında çalışmakzorunda kalacaktır. İşte, ekonomik yapıdaki bu dönüşüm, o ailenin kendi bireyleri arasındakiilişkileri değiştirdiği gibi, aileler arasındaki ilişkileri de değiştirecektir. Ana ve çocuklarailenin geçimini sağlamak zorunda olduklarından, fabrikada çalışmak zorunda kalacaklardır.Bu çalışma, ailenin geçimini sağladığı gibi, ana ve çocukları, babaya karşı özgür de kılacaktır.Bu değişime yeni uğrayan bölgelerimizdeki yaşlıların, “Ne edep kaldı nede haya”, “Bizimzamanımızda herbirşey başkaydı”, “Yakında kıyamet kopacak”, gibi yakınmalarında dilegelen gerçek, ekonomik yapıdaki değişimin o halkın kültürüne yansımasıdır.Yeni egemen üretim ilişkisinin getirdiği, yeni egemen sınıf, kendi namus, eğitim, sanatve bilim anlayışını da toplumda egemen kılar. Batıda feodal üretim ilişkilerinin çözülmesisonucu feodal ahlak, sanat ve iktidarı ele geçiren burjuvazi, kendi kültürünü de insanilişkilerinde egemen kılmıştı. Bu yeni kültürün temel özellikleri, millici ve ateist (tanrıtanımaz) olması idi. Ama bugün batının sanayi burjuvazisinin oluşturduğu uluslar arasışirketler yüzünden batı kültürü millici yanını yitirmekte ve burjuva enternasyonalizmi (kültüralanında) oluşturmaktadır.


Bugünkü Türkiye’nin Kültür SorunlarıBugün Türkiye artık feodal bir toplum değildir. Ama bir sanayi toplumu da olamamıştır.Tanzimat’tan beri gelişen bir süreç içersinde, zaman zaman (özellikle Cumhuriyetin ilk onbeşyılı ve 1960’ın başlarında) yurtsever aydınların direnmesine rağmen, sırtını Batılı büyükkapitalist firmalara dayamış olan işbirlikçi burjuvazi yavaş yavaş siyasal iktidarı tümü ileeline geçirmiştir. Batıdaki kapitalist sınıf iktidara geldiği zaman, yaratıcı ve millici yapısıgereği, yeni bir ahlak getirebilmiştir, ama geri kalmış ülkelerin iktidardaki işbirlikçi sınıflarıegemen oldukları toplumlara hangi kültürü, hangi ahlakı, hangi dünya görüşünügetirmişlerdir? İşbirlikçi burjuvazinin kültür alanında getirdiği tek şey çöküntü, dejenerasyon,yabancılaşmadır; Egemen oldukları toplumların yüzlerce yıllık emeklerinin ürünü olan özgürkültür başarılarını, bütün kültür alanlarında çökertmişler, yozlaştırmışlar ve tüm insanilişkilerini büyük bir kargaşanın, anarşinin içine atmışlardır. İnsanlık tarihi içersinde, hiçbirsınıf insanlar arası ilişkileri, ahlakı ve gelenekleri işbirlikçi burjuvazi kadar tarif etmemiştir.Bizdeki işbirlikçi sanayi burjuvazinin hemen hemen hepsi yakın tarihe kadar bir küçükburjuva kültürüne sahip olan kasaba eşrafı ve bürokratlardır. Bu eski küçük burjuvalarAmerika(lı dev firmaların komisyoncusu olunca, hemen geleneksel kaypaklıkları ileAmerikan Sanayi Burjuvazisinin bütün kültür değerlerini benimsediler. Kültür alanındataklide dayanan faaliyetlerin insanoğluna hiçbir olumlu katkısı olamaz. Ama özellikleşiddetin, hastalıklı bir seksin ve barbarlığın organik bir birleşimi olan Amerika BirleşikDevletleri Burjuvazisinin yaban kültürünü taklit etmek Türk Halkının sosyal hayatında tamiriçok güç yaralar açmıştır.Bugün sosyal hayatımızın en büyük sorunu kültür emperyalizmidir. Ekonomik ve askeriyardım adı altında ülkemize giren Amerikan firmaları çok öncelerden, Türkiye’de yayılmalarıiçin gerekli olan kültür üslerini kurmuşlardı; çok sonraları askeri üslerini kurdular.Amerikalılar daha Cumhuriyetten önce Robert Kolejini kurarak kültür emperyalizminibaşlattılar. Robert Kolejini sonradan, Erzurum, Hacettepe ve Orta Doğu Üniversiteleri izledi.Özellikle 1948’den sonra Amerika’ya Amerikalıların verdiği burslarla bir yığın yetenekligenç eğitme gönderildi. Bu gidenlerin her biri döndüklerinde Üniversitelerde, Milli EğitimBakanlıklarında, Kültür Müsteşarlığında ve diğer kültür kuruluşlarında kilit noktalarınayerleştiler. Bu işlemin en güzel örneği 27 Ağustos 1962’de A.B.D. Başkanı YardımcısıJOHNSON ile bizim dış işleri bakanı Feridun Cemal ERKİN’in arasındaki iki mektubadayanarak ülkemize gelen ve % 67’si Milli Eğitim Bakanlığına, % 33’de Köy İşleri, Sağlık,Tarım Bakanlıklarına yerleşen barış gönüllüleridir. Türkiye Cumhuriyeti Milli EğitimKanunlarının 789 ve 439 sayılı olanlarının açık hükümlerine rağmen bu Amerikalı gönüllülerorta dereceli okullarımıza öğretmen oldular. Samsun Lisesi’nde barış gönüllüsünün beyinyıkama işlemine direnen öğrencilerini koruyan Lise Müdürüne, buradaki barış gönüllüsüaçıkça “Ben Waşingtton’da Başkan Johnson’a karşı sorumluyum. Sizin bakanlığınızın açacağıbir soruşturmaya cevap vermek zorunluluğunda değilim.” Demiştir. Bu barış gönüllülerininTürkiye’deki işlerini yöneten Ankara’daki merkez yöneticilerinden biri, ilk gönüllü kafilesineverdiği bir konferansta şöyle diyordu; “Ne de olsa Türkler hala Türk’tür. Buraya gelmedenönce nasıl olsa, Judo öğrendiniz. Burada Judo bilginizi uygulama imkanı bulacaksınız.”Bugün işbirlikçi burjuvazi, basının büyük bir kesimi, sinema, eğitim kuruluşları vedernekleri kontrol altında bulundurmaktadır. Yüksek trajlı gazeteler her gün renkli olarakkocaman manşet ve resimlerle, büyük kentlerimizde, daha iyi bir hayat için evinden kaçtıktansonra diskotek, bar veya genelevlerde yakalanan genç kızları, esrar ve LSD partilerindebasılan gençlerin, ev basan yol kesen ustura ve kezzapla saldıran şiddet hummasına


yakalanmış olanların haberleri ile dolu. Anadolu kent ve kasabalarında yaşayan halkımız ise,kışkırtılmış faşist sürülerinin çıkardığı olaylar, mezhep, aşiret ve kan davası yüzünden işlenentoplu cinayetlerin yarattığı bir tedirginlik ve güvensizlikle doludur.Halkımız yarın ne olacağını bilememekte, tedirgin, güvensiz ve her bakımdan ıstırapiçersindedir. Ekonomik, siyasal ve kültürel emperyalizmin işbirlikçilerle kader ortaklığıyaparak halkımızı içerisine sürükledikleri şiddetin, işsizliğin ve enflasyonun kol gezdiği buçağ dışı sosyal koşullara karşı, siyasal bilinçlenme süreci içersinde bulunan yiğit işçi sınıfımızve yurtsever aydınlarımız amansız bir direnç göstermektedirler. Özellikle şunu belirtmekgerekir; şiddetin ve güvensizliğin olmadığı insanların yaşadıkları, bir sosyal ilişkiler bütünüancak ekonomik yapıdaki değişim ile mümkündür. Halkımızın hakkı olan ve büyük özlemduyduğu mutlu, neşeli ve sağlıklı insanların yaşadığı bir toplumun kurulabilmesi için tek yolişçi sınıfının siyaset yapmasıdır. Yani, işçi sınıfımız siyasal ve sınıfsal bilinçlenmesinitamamlayarak, kendi anayasal haklarına yasama ve yürütme organlarında sahip çıkması ileözlenen Türk Toplumu kurulabilir. Bu, Anayasa dışı, bağımsızlık ilkesini çiğneyen işbirlikçiburjuvazinin iktidarlar, siyasal partiler ve bir kısım sendikalar üzerindeki kesin kontrolüne sonvermekle ancak yarınlarımızı güven altına alabiliriz.İşbirlikçi burjuvazinin birer kulası olan sarı sendikacıların sınıf gerçeğini inkar ederek“Türk İşçi Hareketi Partiler Üstüdür”, “Türk İşçisi siyasetle uğraşmayacaktır.” Yıkıcıpropagandasına karşı halkımızın kurtuluşu için kader birliği yapan aydınlarımızın ve işçisınıfımızın bütün gücü ile savaşması gerekmektedir. İşçiler siyasetle uğraşmayacak, yaöğrenciler siyasetle uğraşmayacak, memurlar siyasetle uğraşmayacak, ya kim uğraşacak?Kentlerimizin ve ilçelerimizin bütün siyasal ve ekonomik kilit noktalarını elinde bulundurantoprak ağaları ile ticaret ve sanayi burjuvazisi mi uğraşacak? Yani bütün halkın bugününü veyarınını belirleyecek kararları, bu azınlık mı alacak? Peki ama niye? Çünkü; işçi sınıfınınsiyaset yapması demek, yasama organlarına, yani meclislere kendi temsilcilerini göndermesi,oralardan kendi haklarını koruyan ve yarınlarını güvenlik altına alan Yasaların çıkmasınısağlaması, hiç olmazsa, işçi sınıfı ve köylüler aleyhine olan yasaların çıkmasını önlemesidemektir. İşçi sınıfının siyaset yapması demek, Anayasanın ve yasaların buyruklarını yerinegetiren yürütme organlarına, kendi temsilcilerini sokması, buralarda Anayasa dışı, bağımsızlıkilkesine ters kararların alınmasına karşı durması demektir. Kısacası işçi sınıfının siyasetyapması demek 1961 Anayasasının tam olarak uygulanması demektir. Bu da Anayasa dışı birazınlık durumuna düşmüş olan işbirlikçi burjuvazinin sonu demektir. İşbirlikçi burjuvazi ilekader birliği yapmış olan Türk-İş’in bütün uğraşlarına rağmen, Türk İşçi Sınıfı kendi özsendikalarının eğitiminde siyaset yapacak, yani sınıfsal bilinçlenme sürecini tamamlayacak vebütün sosyal dertlerin ortadan kalkması demek olan demokratik sosyalizmi ülkesindekuracaktır.


Genel Eğitim SorunuEğitim Nedir?Bilim tarafından kesin olarak kanıtlanmış gerçeğe, göre bir toplumsal yapının, sosyal,siyasal, ekonomik ve kültürel yönleri birbirinden soyutlanamaz, soyutlandığı zaman bunlarınhiçbiri anlaşılamaz, saptanamaz. Elimizdeki tek şaşmaz bilimsel yöntem, esas belirleyicininekonomik yapı olduğunu ve bu yapının üst-yapı diye adlandırılan, sosyal, kültürel, siyasal vb.yapıları kesin olarak yönlendirdiğini, etkilediğini gösterir. Buna karşılık ekonomi tarafındanbelirlenen üst-yapı da altyapıyı, yani ekonomik yapıyı etkiler.Her temelin kendine uygun düşen, üst-yapısı vardır. Temel değiştiği veya tasfiyeedildiğinde, onun üst-yapısı onu izleyerek değişir veya tasfiye olur. Yeni bir temel doğunca,onun peşinden kendisine uygun düşen bir üst-yapı doğmaktadır. Devlet üst-yapınınörgütleyicisidir ve böylece eğitimi de düzenleyen Devlettir.Üst-yapı kurumlarından biri olan eğitim, toplumun belirli bir kültür içinde oluşumunu,ortak amaçlar etrafında birleşmesini sağlayan bir araçtır.Eğitim, bireylerin düşünce ve davranışlarını istenen yönde değiştirmeyi amaçlayantoplumsal bir süreçtir ve yalnız okul öğretiminden oluşmuş değildir. O halde, anlaşılacağı gibiçok önemli bir kuruluştur ve tarih boyunca bütün yönetici sınıflar gereken önemledurmuşlardır eğitim üzerinde. Geçmişte olduğu gibi, bugünde egemen güç olarak yönetimielinde bulunduran sınıf ve tabakalar, eğitimden, insana istenen biçimi verme aracı olarakyararlanmaktadırlar. Bir başka deyişle, bir toplumda eğitimin öz ve biçimini, o toplumdapolitik ve ekonomik etkinliği elinde tutan sınıflar belirlemektedir. Gayet açıktır ki hiçbirdüzen, duygu ve davranış açısından kendisine ters düşen insan tipini kendi eliyle yetiştirmeyeyanaşmaz. Belli bir düzenin sürüp gitmesinde çıkarı olanlar, mevcut düzenin dayanağı olandünya görüşüne ters düşen bir eğitim teori ve pratiğine izin vermezler, böyle bir yol izlemeeğilimi olanlara karşı da kıyasıya savaş açarlar.Türkiye’de Bugünkü Sosyo-Ekonomik Durum ve EğitimEğitim düzenini anlamak için ülkemizin sosyal ve ekonomik düzenini iyice bilmekzorundayız. Çünkü eğitim düzenindeki bozukluklar, sosyal ve ekonomik bozuklukların doğalbir yansımasıdır sadece.Türkiye, artık herkesin kabul ettiği gibi, az gelişmiş, geri bıraktırılmış evet, birtakımçıkarlar uğruna kasten geri bırakılmış bir ülkedir. Ekonomik yönden dışa bağımlıdır ve uluslararası sınıflandırmada, ekonomisi dışa bağımlı, az gelişmiş ülkeler arasında sayılmaktadır. Bugerçeği, bugün Türkiye’nin ekonomik yapısını az çok bilen herkes kabul etmektedir. Somutdelilleri ortadadır durumun. Konumuz bu olmadığı için, burada detaylarına inmeye gerekgörmüyoruz. Ama şöyle kalın çizgilerle belirlemek gerekirse, montaj sanayii, ağır sanayiininyokluğu ve gelişmesinin çeşitli yollarla önlenmesi, ülkemizi hep dışa bağımlı kalmayazorlamaktadır. Dış borçlarımız bunu pekiştiren bir başka konudur. Türkiye’nin borçlarınınfaizini ödeyip ödemeyeceğinin tartışıldığı dönemler olmuştur. Üstelik henüz sanayiimizgelişmemişken Ortak Pazara girerken, gelişmiş batılı ülkelerle eşit olmayan bir yarışazorlanmaktayız ki bu imkansızdır. Bu durumda Türkiye Ortak Pazarın gelişmiş ülkeleri içinbir Pazar olmaya mahkumdur.


Türkiye gelişmiş batılı toplumlar gibi, ekonomisini kendi normal seyri içindegeliştirmiş, kapitalist bir ülke değildir. Belli dönemlerde, tabii hiçbir zaman ülkemizin yararıön plana alınmadan, bir takım dış müdahalelerle ekonomide bazı sıçramalar yapılmakistenmiştir. Bu yüzden belli ölçüde gelişmiş olduğunu kabil edebileceğimiz kapitalizm, batıkapitalizmin bir uzantısı olan asalak, tüketime dönük bir kapitalizmdir. Bütün bunların yanısıra, Türkiye’nin, özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri, büyük çapta feodal kalıntılarıbarındırmaktadır. Bunlar geçmiş asırlardan kalma, çağımıza uymayan, gelişmeyi köstekleyiciengellerin bir başka türlüsüdür.Gerçekten Türkiye’deki asalak, tüketime dönük ekonomi, hayattan kopuk ve pratiktenuzak, her yönüyle tüketime dönük, yaratıcı nitelikler taşımayan bir eğitim düzeni yaratmıştır.Siyasal iktidarda üretici bir sınıf bulunmadıkça, üretime dönük bir eğitimdedüşünülemez. Bugün Türkiye’de esas üretici sınıflar olan işçilerin, köylülerin siyasal iktidardaağırlıkları yoktur. Dışa bağımlı sermaye, üretici değil, aracı bir sınıftır. Bu bakımdan dakurduğu eğitim düzeni, üretici bilgilerin verildiği bir eğitim düzeni olmaktan uzaktır. Kuruansiklopedik bilgileri aktarma temeline dayanmaktadır. Ayrıca, iktidar ortaklarından biri olan,feodal kalıntıların etkisiyle de alabildiğine gerici, ortaçağdan kalma bir eğitim düzenisürdürülmektedir.Bugünkü eğitim düzeni, tipik bir geri ülke eğitim düzeninin tüm bozukluklarını vehastalıklarını içermektedir.Dış ekonomik çıkar çevrelerinin ve yerli ortaklarının egemen olduğu bir toplumdakiresmi eğitimin amacı, egemen sınıfların temel değerlerini, yani egemen sınıfların ideolojisini,bu sınıfların çıkarlarına uygun hüner ve beceriyi, başta genç kuşaklar olmak üzere, toplumunbütün insanlarına aktarmak, kişileri egemen sınıfların dünya görüşüne göre biçimlendirmektir.Oysa biliyoruz ki, toplumlar, tek bir sınıftan oluşmuş değildir ve her sınıfın bir diğerininkineuymayan, bazen anlaşmalarına imkan olmayan bir dünya görüşü vardır ve bunlar çoğu kezbirbirine zıttır. Türkiye’de de farklı değildir. Dünyanın genel durumunun dışında değildir veTürkiye’de de iki ayrı dünya görüşü, iki ayrı ideoloji vardır. Çünkü Türkiye’de de çıkarlarıher zaman çelişen sınıflar vardır. Ülkemizde, eğitim, sermayenin ve sermayeden yana çalışanbüyük bürokratların çıkarlarına göre hazırlanır. Sermayeden yana işleyen sömürü düzenininçıkarlarına hizmet eder. Eğitimden amaçlanan, sömürüye yatkın, düzeni kabul eden vebaşkaldırmayan insan yetiştirmektir.Türk Eğitiminin Tarihi GelişimiTürkiye’nin eğitim tarihi kısaca, imkanlarımız ölçüsünde gözden geçirilirse bu geliş veolgular daha iyi gözlenebilir. Yalnız burada belli tarihi dönemlerde eğitimin durumuincelenirken, o döneme tekabül eden ekonomik ve siyasal yapı gözden uzak tutulmamakgerekir.19. yüzyılın ikinci yarısına dek, Osmanlı İmparatorluğunun feodal ekonomik yapısınauygun olarak, eğitim sistemi tam anlamıyla feodal, teokratik bir eğitim sistemidir. 19.Yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı İmparatorluğunun batıya, ters bir biçimde açılmasıve emperyalizmin sömürü alanının içine girmesiyle beraber, eğitim düzeninin de büyükdeğişiklikler gösterdiği açıkça görülür. Batılı eğitim sistemi giderek ağırlık kazanmaya başlar.Hangi batılı ülkeye ekonomik yönden daha yakın olunursa, o dilden öğretim yapan okullaraçılmaya, imparatorluk sınırları içinde yabancı, misyoner laik okulları görülmeye başlar. Amabütün bunlar daha çok yönetici sınıflar ve büyük bürokratlar içindi. Öte yandan geniş halkkitleleri tamamen eğitimden yoksun bırakılmıştı. Ayrıca yeni geliştiren batılı laik eğitimanlayışının yanında, eski teokratik eğitim düzeni de sürdürülüyor, eğitimde açıkça bir ikilikgörülüyordu. Bu ikili durum ancak Atatürk zamanında çözümlendi.


Atatürk zamanında eğitim, laik batılı anlamda bir eğitim haline getirildi. Ayrıcaülkemizin imparatorluk bilincinden çıkıp, ulus olma yoluna girmesine bağlı olarak eğitime deulusal bir yan kazandırılmaya çalışıldı.Türk eğitiminin 1940-1950 yılları arasında yapılmış, ama egemen çıkar çevrelerininbaskısıyla yozlaştırılmış, egemen çevrelerin olanak buldukları ilk anda da kapatılmış bir KöyEnstitüleri denemesi vardır. Gerçekten iş eğitimi ilkesiyle kurulmuş, hayata ve pratiğe sıkısıkıya bağlı okullardı bunlar. Ama bu okullardan, halkın sorunlarını bilen, çözüm yollarıarayan ve halka yabancılaşmayan insanların yetiştiğini gören egemen sınıflar, kısa zamanda,türlü baskı ve iftiralarla bu okulların kapatılmasını sağladılar. Türk eğitiminin en büyük veyararlı denemesi de böylece sona erdi.Atatürk’ün ölümünden ve özellikle II. Dünya Savaşından sonra, dış güçlerin etkisiyle,eğitim alanında da yeniden dışa bağımlı ekonomiye uygun, ulusal özden yoksun eğitimanlayışı güç kazanmaya başladı. Dışa bağımlı sermayenin müttefiki gerici sınıfların eğitimanlayışı da güçlenmeye, ağırlık kazanmaya başladı. Anayasanın 21. Maddesindeki “çağdaşbilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim yerleri açılamaz” hükmüne rağmen...Türkiye’nin ilişkili batılı kapitalist ülkelerin öncüsü ABD, Türkiye’nin ekonomisine,politikasına, eğitimine, kültürüne, ya doğrudan doğruya yada dolaylı olarak karışabilmektedir.Bu çeşitli ikili anlaşmalarla sağlanmıştır. Bu karışma, kredi, teknik yardım, uzman gönderme,paktlar ve çeşitli proje uygulamalarıyla olmaktadır. Daha 1924’lerde, bir rapor vermek içinTürkiye’ye gelen bir Amerikalı profesör, Türk köy ve eğitiminin, Türkiye her zaman bir tarımülkesi olarak kalacak, endüstrileşmeye yönelmeyecek biçimde düzenlenmesini önermiştir.Buna paralel olarak ABD, 1949-65 yılları arasında Türkiye’ye verdiği 1368 tarım bursunakarşılık sadece 164 endüstri bursu vermiştir. Türk eğitiminde Amerikancı akımlar 2. DünyaSavaşından sonra Marshall Planı ve Truman doktrini uygulamalarıyla canlanmıştır. Heralanda olduğu gibi, milli eğitimde de kilit noktalarına, ABD’de staj görmüş, orada yoğunkurslarla beyinleri yıkanmış elemanlar getirilmiştir. Türk eğitiminin planlanması, okulprogramlarının geliştirilmesi, ticaret öğretimi, meslek teknik öğretim, halk eğitimi, radyo ileeğitim ve barış gönüllüleri projeleri gibi 20’den fazla proje, ABD’li uzmanların yönetim vedenetiminde uygulanmıştır.Ulusal eğitime, yabancıların bu derece karışmaları sonucu örneğin okul programları,toplumun gerçek ihtiyaçlarından ve ulusal çıkarlara uygunluktan alabildiğine uzaklaşmıştır.Türk toplumunun muhtaç olduğu uyanık, üretici, bağımsızlıktan yana ve ilerici insanyetiştirme yerine, Amerika’ya bağlı toplum ve ülke çıkarlarının farkında olmayan,geleneklere bağlı ve genel olarak tüketici insan yetiştirme amacına yönelmiştir. Türkiye’ninbir tüketim toplumu haline gelmesi, gelişmiş batılı ülkelerin ekonomik ve politik çıkarları içinçok elverişlidir.Türkiye’nin bütün İlkokullarında uygulanan ve süttozu, yağ, peynir gibi maddelerledesteklenen beslenme projesinin yıkıcı etkilerini burada bir örnek olarak gösterebiliriz.Böylece, 5 milyondan fazla ilkokul öğrencisi, ABD üretim artığı bayat maddelerle beslenerek,sağlık yönünden zararlara uğrarken, öte yandan da öğrencilere “beslenme maddelerimizi bilebize Amerika veriyor” kanısı kazandırmakla (ki amaç budur zaten) ve muhtaç olmapsikolojisi aşılanmaktadır. Bütün bunlar da tabii “dostluk ve müttefik olma perdesi altındayapılmaktadır. Bunun ulusal kimliği bozacağı açıktır.Alman ve Belçikalı uzmanların, özellikle mesleki teknik öğretimin kurulmasındakietkileri de Türk eğitimine zararlı olmuştur. Özellikle Türk tarımının ihtiyaçlarıyla ilgikurulmadan, alabildiğine işbölümüne dayalı, Türkiye ihtiyaçlarından hayli yukarı düzeydebulunan mesleki teknik öğretim kurumları buralardan yetişen teknik elemanların kendimeslekleriyle ilgisiz işlerde çalışmaktadır.


Ülkemizde Eğitimin Bugünkü Durumu (Sorunları)Türkiye’de de diğer bütün geri kalmış ülkelerde olduğu gibi, eğitimde büyük bireşitsizlik vardır. Eğitimde ırk, dil ayırımı, sınıf farklılaşması yaygındır. Halkın kendi kültürüsürekli olarak yok edilmeye çalışılmakta, batı kültürünün etkisi bütün yıkıcılığıylasürmektedir. Müzik, edebiyat ve bütün diğer sanat dallarından başlayarak, her kademedeyabancı kültür etkindir. Eğitim halk kitlelerine kapalı ama, özel dershanelere gidebilen, en iyieğitici ve öğrencilere yetiştirilme olanağına sahip varlıklı sınıflara sonuna kadar açıktır.Eğitilenlerle eğitilmemiş olanlar, birbirine yabancılaştırılmaktadır. Öyle ki sonunda kazarahalk kitlelerinin içinden çıkıp da okuma olanağına kavuşmuş olanlar, içinden çıktıkları halkatamamen ters düşebilmektedirler. Zaten istenen ve amaçlanan da budur.Anayasa’nın açık emrine rağmen, gerçekten parasız, yaygın ve eşit bir eğitim yoktur.Hatta eşitsizlik Türk eğitiminin karakteristiği sayılabilir. Bu eşitsizlik köyle şehir arasında,kadınlar ve erkekler arasında bütün çıplaklığı ile ortadadır. Büyük kentlerde, gelişmişbölgelerde, her türlü eğitim olanaklarına sahip olanlar, üstelik bir de özel öğretmenler eliyleeğitilmek şansına sahipken, geri kalmış bölgelerde derslerin çoğu bütün yıl boş geçmekte, vesonunda bu iki tip öğrenci üniversite kapısında sözde eşitlenmeye çalışmaktadır.Ayrıca Türkiye’nin bir de yabancı okullar sorunu vardır. Bu okullarda yabancı dilleeğitim yapılmakta, buradan mezun olanlar, Devlet okullarına kıyasla daha iyi şartlarla ve kısazamanda iş bulmaktadırlar. Amerikan Koleji mezunlarının tümüne yakın bir kısmıAmerika’ya gitmekte, emperyalist eğitimden geçirilip beyinleri yıkandıktan sonra Türkiye’ninkilit noktalarına yerleştirilmektedirler.Bu okulların Türk toplumu için yıkıcı, bölücü etkileri herkesin bildiği bir şeydir. Yurtseverler, yabancı kültür emperyalizminin tam bir aracı olan bu okulların, en kısa zamandasınırlarımız dışına atılmasını sağlamaya çalışmalıdırlar.Türk eğitiminin planlaması bozuktur. Türkiye’nin eğitim politikası ülke ihtiyaçları gözönüne alınarak, gerçekçi açıdan planlanmış değildir. Mesela çok ihtiyaç duyulan tarımalanında gerekli elemanları yetiştirme işine gereken önem verilmiyor. Öte yandan sosyalalanda, hemen hemen üniversitenin diğer dallarında öğretim yapamayanların tümünükapsayacak biçimde geniş öğrenci kadrolarıyla öğretim yapılıyor. Lise mezunu öğrenci, eğerüniversiteye giremiyorsa, hiçbir meslek sahibi olamıyor. Mesleki ve teknik öğretime isegereken önem verilmiyor.Türk eğitiminin diğer alanlarında görülen sosyal eşitsizlik, ve düzensizlikler aynenyüksek öğretime de yansımıştır.Yüksek öğretimdeki eğitim yöntemleri ilkel kalmış, araştırmaya, deneye, laboratuarçalışmalarına dönük bir eğitim düzeni kurulamamıştır. Programlar, hala, batı yükseköğretiminin taklidinden ibarettir. Özerk olduğu ileri sürülen üniversitelerde bile, öğrenciler,serbest düşünme ve araştırma olanaklarına sahip değildir. Bir de bunun yanında özerkolmayan üniversiteler vardır. Burada araştırmalar tamamen belli bazı kalıpların içinesokulmuş, serbestçe düşünme ve araştırma olanakları tamamen yok edilmiştir. Ayrıca songetirilen yasalarla, üniversite özerkliği tamamen kaldırılmış, neredeyse hiç yok denebilecekhale gelmiştir.Devletin izlediği politikanın başarısızlıkları sonucu, eğitim ticareti yapma olanaklarıdoğmuştur. Kapatılmadan önce özel yüksek okullar bunun en iyi örneği idi. Kapatılması bile,eğitim ticareti yapanların ödüllendirilmesi biçiminde olmuştur.Teknik öğretim konusuna gelince; ülke ihtiyaçlarının gerektirdiği elemanları yetiştirmekyerine, batıdan teknik eleman getirilmesi yoluna gidilmektedir. Bütün önemli araştırma


alanlarında yabancı elemanlara öncelik tanınmakta, bizim teknik elemanlarımız ise, işbulamamak tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır çoğu kez. Böylece elemanlarımızıngelişmesi engellenmekte, yozlaştırılmaktadır.Eğitim düzenimizde bilgiler, egemen sınıflar yararına olarak sınırlandırılmıştır. Amaç,devrimci tavır ve davranışlı insan yerine tutucu, itaatli, her zaman baş sallayıp evet diyeninsan yetiştirmektedir. Halkın uyanmasını sağlayacak bilgiler programlara sokulmamıştır.Bütün konular, birer uyutma, uyuşturma amacı durumundadır. Bu yanlarıyla Türk eğitiminibir tür “kulluk” eğitimidir. Eğitimin amacı, egemen çevrelere ve onların ortaklarına “emrikulu” yada “ücretli köle” yetiştirmek olmuştur.Ayrıca öğretmenler geniş çapta baskı altındadır. Yönetici olanlar, çoğu kez, sermayeyanlısı kimseler arasından seçilmektedir.“Her köyde bir imam hatip okulu açacağım” diyen kişilerin Milli Eğitim Bakanıolabildikleri ülkemizde, gerçektende diğer meslek okullarına oranla, habire İmam Hatipokulları açılmakta, izinli izinsiz binlerce kuran kursu bütün yurdu kaplamaktadır.Bugünün Türkiye’sinde “alfabe” ile “elifba” karşı karşıya getirilmiştir. Tozlu hurafeler,akıl dışı düşünceler, insanı geçeklerden öteye itme gayretleri gittikçe yoğunlaşıyor.Milyonlarca insanımız okuma-yazma nimetinden, bilimin en ufak bir parçasından bileyoksundur. Din ticareti ve eğitim ticareti yarış halindedir. Seçmene hoş görünme gayretleri,beş yıllık planlara rağmen, plansız bir çalışmanın sürdürülmesine neden olmaktadır.Bu genel bakış açısından ışığı altında, eğitimimizin ana sorunlarını şöyle derleyiptoparlayabiliriz.İlk, orta, mesleki teknik ve yüksek öğretim, temel yapısı bakımından gerek programlarıniçerdiği konular ve gerekse bu konuların işlenişi ve uygulanışı bakımından milli eğitimimizkesinlikle tüketici bir niteliktedir.2- Bugünkü haliyle tüketici ve asalak insan yetiştiren eğitim programları yüklüdür.Gereksiz şeylerle doludur.Çok ve çeşitli bilgiler var, ama hayat için çoğu anlamsızdır. Pratik değerleri yoktur veyaçok azdır. Bu bilgilerle yetişen insanlar, üretici, yaratıcı olamamaktadır.3- Orta ve yüksek dereceli okul mezunları hayata atıldıklarında, çoğu okuduklarıylatamamen ilgisiz sahalarda çalışmakta, gördüğü eğitimin pratik anlamda bir yararıolmamaktadır. Ayrıca üretime de hiçbir katkıda bulunmamaktadır.4- Bugünkü eğitim, genellikle ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara cevap vermekten uzak,soyut, pahalı, uzun bir eğitimdir. Eğitim, üretici güçlerin içinde bulunduğu gelişmeaşamasının ihtiyaçlarına cevap veremez haldedir.a) İlköğretimin ilk üç yıllık döneminde okuma-yazma öğretilmektedir. İki yıllık ikincidöneminde öğretilen sosyal bilgiler ve fen bilgileri genellikle soyut, hayattan kopuk ve sınıfınıgeçen öğrencinin hemen unutacağı karmaşık bilgilerdir. Orta öğretim derecesindeki hemenbütün okullarda da durum değişmemektedir. Programlar son derece çeşitli bilgilerle tıka-basadoludur. Öğretilen bilgiler ise soyuttur. İş eğitimi ilkesine hemen hemen hiç yerverilmemektedir. Eğitim, içinde bulunduğumuz çağın ve toplumun teknolojik gelişmeyönünde, hızına göre biçimlenmediği, programlanmadığı için bu eğitimden geçenler de, yaçoğunlukla yetişme alanlarının dışına itilmekle, yada yabancı ülkelerin kalifiye işçitaleplerine konu olmaktadır.b) Mesleki teknik okullardan özellikle, öğretmen, tarım, sağlık okullarına gereken önemverilmezken, son yıllarda bir Devlet memurluğu sınıfı sayılan din görevlilerini yetiştiren


İmam-hatip okullarına, Yüksek İslam Enstitülerine alabildiğine önem verilmektedir. Bununnedeni de açıktır. Egemen sınıflar ve onların müttefikleri dış çıkar çevreleri, bu sınıfınvarlığında, kendilerine bir dayanak, bir yardımcı bulmaktadırlar.5- Ders Kitapları Sorunu : Her ders için beş on kitap piyasaya sürülmüştür ve MilliEğitim Bakanlığından her biri için türlü nedenlerle okutma izni çıkmıştır. Ayrıca bunlaryetersiz ve bilgi yanlışlarıyla doludur, uyutma ve sömürme politikasının aracıniteliğindedirler. “Ali yat, dur, uyu”yla başlamakta, giderek matematikte faiz ve ticaretproblemleriyle devam etmektedir. Ders programlarından ileriye dönük, devrimci ne varsaçıkarılıp atılmıştır. Tarih, padişahların ve komutanların maceralarından ibaretmiş gibiokutulmakta, tarihin asıl yapıcısı emekçi sınıflar ve halklar gözden uzak tutulmaktadır.Kısacası, halen yurdumuzda uygulanan eğitim, batılı anlamda laik bir burjuva eğitimibile değildir, tam olarak.Nasıl Bir Eğitim Olmalı (Öneriler)Eğitim bir düzen ve siyasal iktidar sorunudur. Yönetimde halktan yana işçi ve köylükitlelerinin ağırlığında bir iktidar olmadıkça, diğer bütün sorunlar için olduğu gibi, eğitimsorunun içinde, halka dönük kesin bir çözüm beklenemeyeceği açıktır. Ülkenin bozukekonomik yapısı ileriye doğru değiştirilmediği sürece, eğitim alanında yapılacak her türlüreform nitelikli yenileştirmenin bir anlamı olmayacaktır. Bir kez daha tekrarlamakta yararvardır. Eğitim, diğer üst-yapı kurumları gibi, kesin olarak ekonomik yapının izlerini taşır,onun tarafından, daha açık bir deyişle ekonomik yönden hakim durumda olanlar, iktidardabulunanlar tarafından yönlendirilir. Bu yönden de ekonomik yapı değiştirilmeden onun biruzantısı olan eğitimde yenileşme, gelişme beklenemez. Bu yolda yapılacak her türlü reformgirişimleri, ancak sorunun kesin çözümünü geciktirebilir. Bu da düzenin sürmesinde çıkarıolanların işine yarar şüphesiz.Bu gerçekleri gözden uzak tutmamak kaydıyla, yine de eğitim düzeninin düzeltilmesiaçısından bir takım öneriler getirilebilir.Eğitimin amacı, daha ileri bir üretim düzeyine geçişin koşullarını oluşturmak, üreticieğitimin olanaklarını yaratmak olmalıdır. Buna göre programlarda yenilenmeli, ülkenin içindebulunduğu koşullara göre değiştirilmelidir.Tarım ve endüstri alanları için insan gücünün yetiştirilmesi soyutluktan kurtulup teoriyieyleme uygulamaya geçirmeyi, işe girişmeyi, yani maddi üretim için eyleme atılmayıamaçlamalıdır. İnsan doğanın özellikleri, yasalarını, kendisi ile doğa, insanla insan arasındakigerçek ilişkiyi kavramalıdır. Uygulamaya dönüşmeyen eğitimin ve bilginin bir değeri yoktur.Bu tip eğitim ve bilgi sadece bir lükstür, bir süstür.Eğitimi, ekonominin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde geliştirmenin en etken yoluuygulamadır, eğitimle ekonomi arasında, hayat arasında bağ kurmaktır. Eğitimin herkademesinde bu bağ kurulmalıdır. Az gelişmiş denen ülkelerin bu durumdan kurtulmalarıiçin, teknolojiyi mutlaka kendi olanaklarıyla yaratmaları, politeknik bir öğretimigerçekleştirmeleri şarttır.Şu halde, ancak ihtiyaç oranında ve teknolojik gelişmenin ihtiyaçlarına göre uzmanyetiştirecek olan yüksek öğretim ayrı tutulursa, ilk öğretim basamağından başlayarak tümeğitim kurumlarında bilgi, yetenek ve becerilerin aynı ölçüde geliştirilmesini esas alacakyoğun eğitim programlarına ihtiyaç vardır. Bu tip programları uygulayacak eğitim kurumları,bugünkü biçim ve özneleri değiştirmiş, politeknik nitelikli eğitim kurumları haline dönüşmüşolmalıdır.


Özellikle yüksek öğretim öncesi eğitimin pekiştirilmesi, hızla sanayileşmek, kalkınmakzorunda olan ülkemiz için hayati bir sorundur. Gerçekte mesleki ve teknik öğretim, genelöğretim sisteminin bölünmez bir parçasıdır. Eğitim sitemi öyle olmalıdır ki, eğitimin hangibasamağından ayrılırsa ayrılsın, insan hayat için, toplum için belli bir görev yapabilmelidir.Politeknik nitelikli eğitim kurumlarında teorik ve uygulamalı derslerle, tabii bilimler vesosyal ekonomi dersleri birbirini tamamlamalıdır. Böylece tek taraflı yetişmiş kişiler yerine,üretim için gerekli bilgi ve becerileri kazanmış, ama aynı zamanda da toplumsal görevler içinyetişmiş, genel bilgi ve kültür sahibi insanlar sağlanmalıdır.İlköğretimin ilk üç yıllık basamağında okuma, yazmayı, basit matematik kurallarını vehayat bilgilerini öğrendikten sonra öğrenciler, bulundukları bölgenin özelliklerine, sosyoekonomikdurumuna uygun teknik ve uygulamalı derslere başlamalıdır. Bir yandan işe yararinsan olmak niteliği kazandıran eğitimin, yeteneği olanları daha ileri bir öğretimehazırlamalıdır. Eğitim, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek alanlarda çalışacak insanlarıyetiştirmeyi amaç edinmelidir. Yüksek uzmanlık alanlarına geçecek kemseler bu tip insanlararasından çıkmalıdır.İşçi yardımcısı, işçi ve usta kursları bu programın çerçevesi içinde düşünülmeli,herhangi bir nedenle öğretime devam edemeyecek olanlar bu kısa süreli kurslardan geçirilereküretime katılmalıdır.Hayattan kopuk bilgi yerine, hayat için bilgi, işe yaramaz insan yerine işe yarar insan,toplumun ihtiyaçlarına yabancı eğitim, politeknik bir eğitim ile mümkündür.Bütün olanaksızlıklara rağmen, mevcut koşullar içinde, eğitime ulusal bir özkazandırmak için mücadele etmek ve halkçı, yerel bir eğitim düzeni kurmak konusunda eldengelen çabayı göstermek gereklidir.Mevcut eğitim düzenindeki eşitsizlikler giderilmeli ve egemen sınıflar yararına yapılansınırlandırmalar kaldırılmalıdır.Yüksek öğrenim kurumları, yurdun sorunlarıyla, dertleriyle, ilgilenen ve kalkınmaçabamıza yardımcı araştırmalar yapan, bilimsel, halka dönük kurumlar haline getirilmelidir.Tüm eğitim basamakları ve kar amacına yönelmiş özel okullar, ticaret kurumu olmaktançıkarılmalıdır. Türk eğitim masrafları Devlet tarafından karşılanmalı ve eğitimin her basamağıparasız olmalıdır.Eğitimde mevcut kalite düşüklüğü, çeşitli yönleriyle giderilmelidir. Bunun için deeğitime genel bütçeden ihtiyacı karşılayacak oranda ödenek ayrılmalıdır. Ülkeninkalkınmasında ve eğitimin finansmanında büyük yararı olduğu kesinlikle kanıtlanan üretimedönük ve sosyal bakımdan yararlı, iş ilkesini esas tutan bir eğitim düzeni kurulmalıdır.Müfredat programları yabancılar tarafından değil, kendi eğitimcilerimiz tarafındanhazırlanmalı, yurdumuzun ve çağımızın gerçeklerine uygun olmalı ve devrimci bir niteliktaşımalıdır.Eğitimde siyasi baskılara kesinlikle son verilmelidir. Eğitim yöneticileri, nitelikleribelirtilmek şartıyla, öğretmenler tarafından seçilmelidir.Yurt dışına gönderilecek elemanların seçimi asla yabancı ülke uzmanlarınabırakılmamalıdır.Üniversiteye giriş sınavları değiştirilmeli, yalnız bilgiyi değil, yeteneği ölçen bir sistemgetirilmelidir. Bütün laik orta öğretim kurumları mezunları üniversiteye girebilmelidir.


Genel eğitim sorununun ayrılmaz bir parçası olan, yetişkinler eğitimi ve işçi konularıüzerinde de kısaca durmak gerekirse;Halk EğitimiHalk eğitimi yetişkinlere yönelen eğitsel çabaların tümünü kapsamaktadır. Buanlamıyla, halk eğitimi derken, günlük gazetelerden, radyo ve televizyondan, sinemaya vetiyatroya kadar, halkla direkt ilişkide bulunan bütün kurumlar halk eğitimi içine girerler.Esasında hayatın bütün basamaklarında insanlar bir şeyler öğrenirler. Eğitim insanın bütünyaşamıyla ilgili bir çabadır bu açıdan.Eskiden halk eğitimi, insancıl, dinsel duygularla ve hayırseverlik çerçevesinde,öğrenimden yoksun kalmış olan sınıfların daha iyi vatandaş, daha ahlaklı vatandaş olarak,çalıştırana karşı görevlerini daha iyi yerine getirmesini sağlamaya yararlı bir araç göreviniyapıyordu. Çalışan sınıfların, iktidar çabasına katılmasını, onların toplumsal ve siyasalkurtuluşlarını sağlayıcı bir yön kazanmamıştı. Zamanla, halk eğitimi, yetişkinleri talihlerinerazı etmek amacından uzaklaşarak, önce öğrenim ihtiyacını gidermeye, sonra da eğitimfırsatına kavuşamamış yetişkinlere gerekli eğitimin en alt düzeyini sağlama amacınayönelmiştir. Bugün halk eğitimi normal eğitim sisteminin bir parçası haline gelmiştir. Buanlamıyla halk eğitimi, vatandaşın kişisel eğitim ihtiyaçlarına bireysel sorunlarına eğilmekyanında, kişinin grup ve toplum içindeki rolünü oynayacak, sorumluluklarını yüklenecek birdüzeye getirilmesi görevini de yüklenmiştir.Türkiye’de de, özellikle Cumhuriyetin kurulmasından sonra geniş bir halk eğitimiseferberliği başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk’ün yol göstericiliği ile girişilen“Millet Okulları” hareketi bu alandaki en geniş uygulamadır. Bu yolla, eğitim görmemiş biryığın yurttaş, okuma-yazma öğrenmiştir. Ama gittikçe yoğunluğunu kaybeden bu hareket,halkın eğitim sorunlarına çözüm getirememiştir.Yine bu dönemlerde, yetişkin köy kadın ve erkek sanat kursları, boş zamanlarıdeğerlendirme, bazı teknik becerileri kazandırma açısından ilginç bir çalışma alanı olarakgörülmüştür. Kadınlar için biçki dikiş kursları, dokuma halıcılık kursları vb. açılmıştır. Bukurslar bugün de çok yaygındır. Hatta bunun yanında, ev ekonomisi, konserve yapımı vs.kursları vardır. Ama bunların bir çoğu ülkemiz koşullarına uymamaktadır. Örneğin biçki-dikişkurslarında kadınlarımıza, batı modasının son yenilikleri öğretilmeye çalışılmaktadır.Yaptırılan işlerin çoğu kez pratik bir yararı olmamaktadır.Bu yüzden bu tür kurslarda gerçekçi olamamıştır diyebiliriz. Bunlar ulusal bir programamacına yönelmemiştir. Daha çok lükse dönük olduğu için de halkın ilgisi yeterincesağlanamamıştır.Planlı dönemlerde de yaygın eğitim diye söz konusu edilen şey, sadece okuma-yazmaöğretimini ana görev edinmiştir. Gerçekten bir sürü okuma-yazma kursları (özellikle gece)açılmıştır, açılmaktadır. Ama halk eğitimi yalnız okuma-yazmayı öğretmek değildir sadece.Halk eğitimi konusunda yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz.Her şeyden önce halk eğitimi, okul çağında iken fırsat eşitliğinden yararlanamayanlaratanınan ve eksikliklerini giderici bir son fırsat olmalıdır.Türk halkı, büyük çoğunluğu ile yeniliklere kapalı, kitle haberleşme araçlarındanyoksun, kadere ve doğaüstü güçlere bağlı, kendine ve Devlete güveni olmayan, küçük köyseltopluluklar halinde yaşamaktadır. Bu toplulukları yeniliğe, gelişmeye açmada eğitimin rolübüyüktür. Ama bundan önce, ulaşım olanakları, teknolojik gelişme gelir. Endüstrileşme gelir.Eğitim bu etkenlerle bir arada anlam kazanmaktadır. Öteki koşullar gelişmedikçe, eğitimtoplumsal gelişmeyi tek başına sağlayamaz.


Ayrıca, Türkiye, hızlı bir kentleşme süreci içindedir. Her yıl yüzbinlerce insan kentleregeçmektedir. Bu durumda halk eğitimi:Köyden kente gelenler için, yeni çevreye uyum sağlayıcı, yeni ortamda yaşama vegeçim sağlama için gerekli becerileri kazandırıcı ekonomik roller yüklenmelidir.2- Köyde kalanlar için onların modern teknolojiden yararlanmalarını sağlayıcı eğitselçalışmalar gereklidir ve halk eğitimi bu yönde önemli bir rol oynayabilir.Halk eğitimi, her ne kadar etkili bir kalkınma aracı ise de, temeldeki aksaklıklargiderilmedikçe bu araç amacına ulaşamaz. Aksine egemen çevrelerin egemenliklerinisürdürmelerine yardımcı, emekçi sınıfların bilinçlenmesi ve örgütlenmesini önleyici bir araçdurumuna sokulur. Nitekim ülkemizde durum budur. Halka ulaştırılan eğitim, daha çokuyuşturucu, onları pasifleştirici, beyin yıkayıcı eğitimdir. Çok yaygın olan fotoroman vs. tiplidergilere, en çok okunan gazetelere, yaygın bir eğitim aracı olan Türk sineması’nın içindebulunduğu duruma bir göz atmak, bu durumu açıklığa kavuşturur.Halkın kendi sorunlarına sahip çıkmasında, çözüm yolu aramasında, bilinçlenmesindeve uyanmasında halk eğitimi etkili bir araç olabilir, Fakat siyasal ve ekonomik güçleri elindebulunduran azınlık buna izin vermeyebilir ve vermemektedir. Aksine egemen çevreler Halkeğitimini, halkı oyalama, savsaklama aracı olarak kullanma eğilimindedirler, çünkü çıkarlarıbunu gerektirir. Halka en çok ulaşabilen haberleşme ve eğitim araçlarından biri olan radyo,TV gibi araçlarda en küçük bir halkçı eğilime tahammül göstermemektedirler. Bu durumdahalktan yana güçler ve emekçi sınıflar siyaset sahnesinde ağırlık kazanmadıkça halk eğitimigerçek rolünü oynamayacaktır.İŞÇİ EĞİTİMİGenel eğitim sorununun ayrılmaz parçalarından birini teşkil eden işçi eğitimi, bizim içinen önemli olanıdır. Bugün toplumumuzda egemen durumda olan sermayenin en çok korktuğuve bu nedenle de bilinçlenmesini en çok engellediği kitle, İŞÇİ KESİMİDİR. Sermaye gayetiyi bilmektedir ki, bilinçlenmiş, örgütlenmiş ve eğitilmiş bir işçi sınıfı, kendisi için en büyüktehlikedir. Bilinçlenmiş işçi, haklarını almasını bilen, savunmasını bilen işçi demektir, çünküişçinin haklarını alması demek, sermayenin, hiç de küçük olmayan bir şeyler yitirmesidemektir.İşçilerin eğitilmesini görev edinmesi gereken kuruluşlardan en önemlisi sendikalardır.İşçilerle direkt ilişkisi olan sendikaların, işçilerin bilinçlenmesini sağlamaları, en az onlarınbir takım sosyal ve ekonomik haklara kavuşturulmasını sağlamak kadar görevleridir.İşçinin emeğini sömürerek her geçen, gün biraz daha fazla kazanmaya çalışan sermayesınıfı, toplumun temel kanunlarını, ekonomik yapının gerçek özelliklerini sömürenlertarafından öğrenilmesini engellemeye çalışır. Çünkü, bu doğruların öğrenilmesi, emekçisınıfların gözünde, sömürünün tüm çıplaklığı ile ortaya çıkması demektir. Bu ise beraberinde,bu sömürücü çarkının ortadan kaldırılması çabalarını getirir. Bu yüzden, egemen çevreler işçieğitimini tüm olanakları ile engellemeye çalışırlar. “İşçiler sadece çalışmakla yetinseler, bir dealdıkları paraya baksınlar, budan fazlasını öğrenmeleri gerekmez” derler. Ayrıca bu bilgileri,aydınların emekçilere taşımasını da engellerler. Çünkü bilim, emekçi sınıflardan yanadır.Sermaye kesimi, kendi düşüncesi için en geniş özgürlükleri ve propaganda olanaklarınıtanırken, desteklerken ve bizzat kullanırken, işçilerden yana düşüncelerin yayılmasını, kuvvetbulmasını, yani asıl bilimsel doğruların öğrenilmesini önlemek için bütün çarelere başvurur.Bilinçlenmek demek, her şeyden önce örgütlenmek, hareketin içinde bilimsel doğrularıöğrenmek, sonra da o doğrular ışığında, sorunlara çare aramak demektir. Bunu bilen işverenkesimi ilk okuldan başlayarak bütün eğitim kurumlarında ve bizzat yaşamanın içinde, emekçi


kitlelerin bilimi en doğru şekli ile öğrenmesini ve özellikle eğitimin ilk aşaması olanörgütlenmeyi engellemeye çalışır.Ama özellikle işçiler, ne yapıp edip bu doğruları öğrenmelidir. Bu doğrular ve bilim, ençok onlardan yanadır. Çünkü, aynı zamanda işçiler, toplumun diğer ezilen emekçi sınıflarınınöncüsü, yol göstericisidir. Gerçekleri öğrenmek emekçilerin daha geniş ölçüde dayanışmasıdemektir; haklarını daha güvenle almaları ve savunmaları demektir.İşçilerin bilinçlenmesi toplumumuzu ileriye doğru götürecek, üretim güçlerinigeliştirecek tek anahtardır. İşçilerin bilinçlenmesi aynı zamanda yurtseverliktir. Çünkü,yurtseverlik demek çok dar bir azınlığın değil, tüm halkın gelişmesi, kalkınması mücadelesinivermek demektir. Yurtseverlik demek, dünyanın egemen ekonomilerinin çıkarlarına boyuneğip, halkı ve onun emeğini peşkeş çekerek saltanat sürmek ve ülkeyi geri bırakmak değildir.Bütün bunları yapan sermaye, her şeye rağmen kendini yurtsever, emekçilerden yanaolanları, yurt düşmanı olarak göstermeye çalışır ve bunda da belli ölçüde başarılı olur. Çünkügerçekleri emekçiler bilmiyor, bilinç düzeyleri henüz bu düzeye gelmemiştir. Bütün yalanlarıetkisiz kılmanın yolu ise, emekçilerin bilinçlenmesinden geçer.İşçiler ve işçi yöneticileri, önce kendilerinin kim olduklarını, neye ve kime karşı, nedenmücadele ettiklerini bilmelidirler. Ve bilmelidirler ki toplumda bazen çıkarlarının uyuşmasıhiç mümkün olmayan, karşıt bir takım sınıflar vardır. Bunların ekonomik, sosyal, siyasalmücadelelerinin yolu her zaman birbirine zıttır. Bu sınıflardan biri kendileri, yaniemekçilerdir ve onların mücadele için bir tek silahı vardır; Bilinçlenmek, birleşmek,dayanışmak, aynı çatı altında, aynı çıkarlar etrafında toplanmak.EĞİTİM KONUSUNDA SENDİKALAR NE YAPABİLİR?Sendikaların doğrudan doğruya ilişkide bulunduğu işçi kesimi, toplumun bugünü veyarını için önder olacak, diğer halk tabakalarına yol gösterecek olan sınıftır. Bu yüzden belkieğitimin diğer alanlarından çok işçilerin eğitilmesi önemlidir. Esasında işçi eğitimi deeğitimin bütününden ayrılamaz, bütün içinde düşünülür. Ama bu konuda sendikalar neyapabilir sorusu, sorunu belli ölçülerde sınırlandırır.Sendikalar eğitim konusunda pek çok şeyi, mümkün olan her şeyi yapabilirler veyapmalıdırlar da. Ama her şeyden önce işçi sınıfını, toplumun bu en dinamik ve itici, öndergücünü bilinçlendirir. Bu anlamda sendika bir işçi okuludur. İşçi örgütlenme zorunluğunuekonomik ve sosyal mücadeleyi sendikada öğrenir. Bu da bir işçi eğitiminin alfabesi sayılır.O halde sendikalar bir okul olma görevini nasıl yerine getirebilir? Bunun en bilimsel vetutarlı yöntemi, işçiyi örgüt mücadelesi içinde ekonomik yararlardan kalkarak eğitmekolmalıdır. Bunun için sendikanın çıkardığı yayın organı, dergi, broşür gibi araçlardanyararlanmak işçinin okumak ve düşünmek alışkanlığı edinmesi sağlanmalıdır.Bundan sonra yapılacak iş, Dünya İşçi Sınıfı Mücadeleleri Tarihi’nin ve işçi sınıfınınbütün dünyada karşı karşıya bulunduğu temel sorunların kavratılması olacaktır. Böyleceişçiler kendi durumlarını, ülkenin içinde bulunduğu somut koşulları düşünmeye, araştırmayaitileceklerdir.Koşulları bilmeyen işçi, sorunlara çare aramak yoluna gidemez. Bu yüzden temel çelişkive sorunların pratikte benimsetilmesi, işçi sınıfının konum ve durumunun kavratılması temelgörevidir.Devrimci bir sendikanın görevi, işçileri eğitirken onlara yalnız ezildiklerini,sömürüldüklerini söylemek değildir. Çözüm için düşünmelerini, arayışlarını sağlamaktagereklidir. Öte yandan onları yalnızca emek-sermaye ilişkisi, sendikal mücadele, iş kanunu


gibi konularda eğitmekte değildir. İşçiye politik bilinç kazandırmak, işyerinde patronlara karşımücadelelerinden günlük sorunlardan hareketle, onları siyasal hedeflere yöneltecek sınıfbilinci kazandırmak, hedef alınmalıdır.Amaç, işçi sınıfına bir dünya görüşü, kendi sınıflarının devrimci dünya görüşünükazandırmak olmalıdır.BESLENME SORUNUÇağdaş ve tutarlı bilim kitapları insanı biyolojik, sosyal ve politik bir yaratık olaraktanımlıyorlar. Biyolojik yayınla hayvanlara benzeyen insanlar, sosyal ve politik davranışları,hayli gelişmiş olan düşünme yetenekleri ve becerili parmaklarıyla yapabildikleri işler,üretebildikleri metalar bakımından ayrılıyorlar.Hayvanlara en çok benzeyen yanımız şüphesiz beslenme ve üreme bakımındanizlediğimiz tutumdur. İnsanlar gerektiği şekilde beslenemiyor, koydukları kurallara uyarlıdavranarak kurdukları aile içinde istedikleri kadar çocuk yapamıyorlarsa, bu ilkel ihtiyaçlarıkarşılanmamış kişilerin sosyal ve politik ihtiyaçlarından söz edilemez. Daha keskin ve kısakonuşacak olursak, açların özgürlüğü, tokların tutsaklığı kadar anlamsız olur. Demokratikdüzenle yönetilen birçok batı ülkelerinde insanların biyolojik ihtiyaçlarını yeterli bir şekildekarşıladıklarını, bunun bir mesele olmaktan çıktığını biliyoruz. Fakat aynı düzenle yönetilengeri bırakılmış ülkelerde, biyolojik ihtiyaçların gerekli kalıplara uygun olarak karşılanmasıhenüz çözümlenmemiş bir konudur. Politikacı, batılaşma özentisi içinde özgürlüklerden sözederken, halkın ve özellikle işçiler, köylüler ve yoksul çoğunluğun karnının tok olupolmadığını iyice araştırması gerekmektedir. Bir insan istediği kadar yiyemiyor, çocuklarınınkarnını doyurup, neslini sürdürme hakkını özgürce kullanamıyorsa onun yaşadığı toplumdaözgürlükten söz edilemez. Çünkü emperyalizm, insanların bu zayıf yanlarını iyi bilmekte,midesinden yakaladığı toplumlarla, kişileri, özgürlüğü yok etmek için sınırsız bir şekildekullanmaktadır. Endüstrileşmiş batı ülkeleri için önemli bir sorun olmasa da, Türkiye’miz birtarım ülkesi olmasına rağmen Dünya Açlık Haritasında aç ülkelerden biri olarakgösterildiğinden biz bu konuya yer ayıracak, olanaklarımız ölçüsünde incelerken, yalıngerçekleri üyelerimizin dikkatine sunacağız. Şüphesiz Türkiye’de de karnı tok olanlar vardır.Ancak bir avuç insanın tok olması, milyonların açlığı üzerine şal örtmek ve korkunç gerçeğiunutturmak için yeterli olmayacağından, çalışanların en önemli meselelerinden biri olan,besin ve beslenme sorununun önemi ile orantılı bir şekilde eleştirmeye çalışacağız.Hayatını çalışarak kazananlar, ücretleri hangi düzeyde olursa olsun gelirlerinin enönemli bölümünü besin ve beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için harcarlar. Bu beslenme işinebir ağırlık kazandırmaktadır. Endüstri ülkelerinde yüzde 30-35 oranında olan beslenmeharcamaları, Türkiye, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerin yoksul kesimlerinde yüzde 50-80arasında değişiyor.Beslenme işçinin işverimi, uzun süre çalışma yeteneği ve sosyal davranışlarını en genişanlamı ile etkilediğinden yalnız işçiyi değil işverenlerle politikacıyı da ilgilendiren birkonudur. Nihayet işçi ve ailesinin sağlığı, uyguladığı beslenme tarzıyla yakından ilgilidir.


Gerçek bu olduğu halde işverenler besin ve beslenme konusuna eğilmek istemezler.Çünkü bu konuda yapılacak bir inceleme ve eleştiri onların çalıştırdıkları insanları hunharcasömürdüklerini ortaya koyacaktır. Ticaret burjuvazisinin 15 günde milyoner olma formülündebesin maddelerine umulmadık zamlar yapma, önce darlıklar yaratarak, sonradan yüksekfiyatla piyasaya açılma önemli bir yer tutar. Politikacıya gelince, o bu konuya değinmekistemez. Çünkü iktidarlar çok zaman vatandaşa barış, özgürlük ve ekmek vadetmektedirler.Barışla özgürlük soyut değerler olduklarından şu veya bu şekilde ya sağlanır veya sağlandığıfarzedilir. Fakat ekmeğin bollaştığı (beslenmenin kolaylaştığı) hemen hiç görülmemiştir.İşçileri ise yakın zamana kadar kendilerini beslenme sorunu ile alakalı farzetmediler.Sendikacılık toplu sözleşme olarak anlaşıldı. Artan ücretlerin birkaç ay içinde ve fazlasıylapatronun cebine nasıl aktarıldığını, bu operasyonda besin maddesi fiyatlarının yerlerinin neolduğunu sürekli uyarılar ve acı deneylerden sonra yeni yeni anlayabiliyoruz.Makinenin yakıtı ve onu harekete getiren ihtiyaç maddesi petrol ise, işçinin kol ve kafagücünü harekete getiren cevherin de besin maddesi olduğunu unutmamalı, işçi, işveren,hükümet ve vatandaş olarak bu sorunun en iyi biçimde düzenlenmesi için çaba harcamalıyız.Her çağdaş mesele gibi bu meselenin çözümünün de iyi niyete, bilime ve yasalara bağlıkalarak mümkün olacağına inanıyor, konuyu bu anlayış içinde inceliyoruz.Gereksinmelerde öncelik :Gerek toplumun, gerekse onun en küçük bireyi olan ailenin yönetiminde ihtiyaçların birsıraya konarak karşılanması ve parasal olanakların buna göre kullanılması gerekmektedir.Böyle bir sıralama yaparsak:• - Varlığımızı koruma ve neslimizi sürdürme fonksiyonları ile ilgili olarak, biyolojikihtiyaçların karşılanmasına öncelik tanımamız gerekiyor. Beslenme ve evlenme,evlendikten sonra aileyi ve toplumu devam ettirecek çocuklar yapma her şeydenönce gelmektedir.• - Uygarlığın ilerlemesi ve sosyal ihtiyaçların büyüyerek biyolojik ihtiyaçlar kadarönem kazanması nedeniyle bio-sosyal ihtiyaçlar dediğimiz temel ihtiyaçlar bir grupolarak ele alınabiliyor.• - Politik ihtiyaçlar ve demokratik düzenin her vatandaşa tanıdığı özgürlüklerinkullanılması hakkı ancak yukarda sayılan ihtiyaçlar optimal düzeyde karşılandıktansonra kullanılabilir hale geliyorlar. Aç ve yoksul insanlar, varlıklı politik çevrelerinuydusu ve tutsağı olmaktan kurtulamıyorlar.Yukarıdaki ilkeleri göz önünde tutarak, ihtiyaçların karşılanmasında öncelik düşünecekolursak besin ve beslenme ihtiyacının karşılanması hepsinden daha önemli bir konu olarakortaya çıkıyor. Bilim adamları şu sırayı uyguluyorlar,1) – Beslenme2) – Barınma3) – Isınma4) – Aydınlanma5) – Giyim6) – Temizlik7) – Taşıt8) – Eğitim


9) – Sağlık Koruma10) – Dinlenme ve Eylenme2.nci maddeden sonraki ihtiyaçların öncelik sırasının değiştirilip değiştirilemeyeceğibelki tartışma konusu yapılabilir. Fakat beslenme ihtiyacı her halükarda 1 numaralı ihtiyaçolarak kalacaktır. Çünkü insanın ve özellikle işçinin beslenme ihtiyacı gereği gibikarşılanmazsa, onun iş görmesini beklemek, benzini olmayan bir otomobilin yük taşımasınıuzak mesafelere gidip gelmesini istemek kadar anlamsız olur. Bilimsel gerçek bu olduğuhalde, Türkiye ve bir çok geri ülkede patronlarla politikacılar, kapalı kapılar ardındagerçekleştirdikleri anlaşmalarla bu konuya değinmemiş, çalışanları konuya ilişkin pratikbilgilerin uzağında tutarak aç karnına üretime zorlamanın kolayını bulmuşlardır. Bazen patronyanlısı yasalar çıkararak, bazen de işçinin demokratik yasal haklarını önleyerek sürdürülen buolumsuz düzeyde, işçiler kendi kendilerini yiyerek (otofaji) çalışmalarını ve yaşamlarınısürdürüyorlar. Kapitalizm ve onun son aşaması olan emperyalizm, cahil bıraktığı insanlarıoyalamayı, beslenme ihtiyacını karşılamadan onları giyim kuşam ve eğlence konuları ilelüzumundan fazla ilgilendirerek aç karnına çalışmayı iyi bilmektedir. İşçiler mutfakları boşkalmasına karşın, misafir odalarında transistörlü radyo, hatta televizyon bulundurur, yazaylarında borçlanarak tatile giderlerse, sermayenin işleri yolunda gideceğinden ve Pazarihtiyacı en iyi şekilde karşılanacağı için, beslenme işini işçinin gözünden uzak tutarak,eğlenme, dinlenme, giyim meselelerinin öne geçirilmesi sermaye hegemonyası açısından çokdaha tutarlı olur.İşçiler hem ücretlerinin tayin ve tesbiti, hem de işçi ile ailesinin sağlığı, mutluluğu vevar oluşu açısından bütün meselelerden daha önemli olan besin ve beslenme konularına akılerdirmeye ve haklarını bu yoldan aramaya mecbur olduklarından, önümüzdeki dönemde bukonuya gereken önemi vermek herşeyden önce vatandaş olarak nefsimizi koruma ve neslimizisürdürme haklarımızı eksiksiz kullanmak istiyoruz. İşçiyi şaşırtıp da birinci derecede önemlibir ihtiyacın karşılanmasını tesadüflere bırakarak, onu eğlenme, dinlenme, giyinme gibikonularla meşgul etmek isteyen kişiler ve çevrelerin kasıtlı hareket ettikleri gerçeğiniunutmamalı ve bu yolda hareket eden politikacı ile patrondan her zaman şüphe etmeliyiz. Yüzmilyon insanın besin ve beslenme ihtiyacını en iyi şekilde karşılayabilecek olanakların yattığıTürkiye’de, Türkiye bir tarım ülkesi olmasına rağmen insanlar yarı aç yaşıyor, işçi ile ailesigizli açlık sürecinden, yalın açlık sürecine geçmek üzere bulunuyorsa, bunda bir kurt yeniğive sömürü olduğu muhakkaktır. Nefsimizi koruma bakımından böylesine önemli bir ihtiyaçgereği gibi karşılanamazken, işçinin çocuk yapma, neslini sürdürme özgürlüğü de dolaylıyollardan ve doğum kontrol projeleri ile kısıtlanmaktadır. Tükettiğinden daha çok üretenişçinin eşi gebeliği önleyici haplar ve helezonlarla kısırlaştırılırken, lüks ve israf içindeyaşayabilmek için, işçiyi ve halkı hoyratça sömüren bir azınlığın, bu projenin uygulama alanıdışında bırakılması anlamlıdır. Demokratik düzen içinde işçinin bilinçlenmesi, çoğunluğageçerek demokratik yoldan iktidara gelmesi veya iktidarları tayin etmesinden korkanlar, onunkarnının doymasını, çoluk çocuğu ile kalabalıklaşmasını arzu etmiyorlar. Bütün kandırmacave şaşırtmacaların tabanında bu yatıyor.Dengeli BeslenmeTürk halkının dengeli ve yeterli bir şekilde beslenmediği Dünya Sağlık Günüdolayısıyla 14 Ekim seçimlerinden sonra iktidara gelen Ecevit Hükümetinin Sağlık Bakanıtarafından gayet açık bir şekilde ifade edilmiştir. Halk için durum böyle olunca, gelir veolanak bakımından en güç koşullar altında bulunan işçilerle köylülerin gereği gibibeslenmedikleri kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç olarak kabul edilmelidir. Esasenücretlerimiz ile, patronların istedikleri gibi saptadıkları fiyatlar ortadadır. Böyle bir ortamdaen çok 25.00 TL. olarak tayin edilen, geçen dönemin asgari ücretleri, ve Sosyal Sigortalar


Kurumuna tabi işyerlerinde çalışmakta olan işçilerin prime esas ücret ortalamaları ile üççocuklu, beş nüfuslu bir ailenin geçinemeyeceğini, başta beslenme olmak üzere bir çokönemli gereksinimlerinden fedakarlık etmek zorunda kalacağını yapılan araştırma veincelemelerin ötesinde, yaşarak öğrenmiş bulunuyoruz.İşçiden ve halktan yana olduğunu bildiğimiz işbaşındaki hükümetin işçi yaşantısınailişkin uygulamalarının ne olacağı henüz belli olmamakla beraber, önceki iktidarın, özellikleErim, Melen ve Talu Hükümetlerinin yarattıkları olumsuz ortamda uzun süre yaşamanın,direnmenin ve çalışmanın mümkün olamayacağı biliniyordu. Bunu bildiği için APiktidarından sonra olağanüstü dönem iktidarlarının uygulamalarına da oyları ile son vermişolan Türk toplumu, Türk işçisi ve köylüsü, artık karnını doyurmak, kendisi gibi ailesini demutlu edecek bir ortam yaratmak, sosyal güven içinde politik özgürlüklerini eksiksizkullanmak istiyor. Tahıla dayalı, margarin, bazlama, bulgur ve makarnadan ibaret besinlerlebeslenip, et, süt, yumurta, balık, meyve ve sebzeyi unutarak, günde sekiz saat çalışmak veTürkiye’nin hızla kalkınarak batı uygarlık düzeyine ulaşmasını sağlayacak bir üretim yapmakolası değildir. Biz de diğer ulusların işçileri gibi beslenmek, barınmak, çocuklarımıza mutlubir gelecek hazırlamak, Türkiye’nin sahibi ve eşit vatandaşları olduğumuzu anlamakistiyoruz. Bunun ilk adımı çalışanlara dengeli ve yeterli bir beslenme düzeni sağlamakolacaktır.Dengeli ve yeterli beslenme insanın yaşamak ve çalışmak için muhtaç olduğu besinyapıtaşlarını tam olarak alabilmesi demektir. Fizyolojik yapısı gereği hem hayvansal (et, süt,yumurta, balık ve preparatları), hem de bitkisel (tahıl, meyveler, sebzeler vb. ) yiyeceklerlebeslenmesi gereken insan, geliri yeterli olmayınca çoğunlukla bitkisel yiyeceklere özellikletahıllara kaymakta, yağ ihtiyacını ucuz yağlardan ve sağlık için yararlı olmayanmargarinlerden karşılamaktadır. Geri ülkelerde işçilerin kaderi bu olmuştur. Uzak Doğu’dapirinç, Latin Amerika’da mısır, Orta Doğu’da ve Türkiye’de buğday (ekmek) işçilerin temelbesinidir. İşçiler ücretleri düşük ve hayvansal yiyecekler genellikle pahalı olduğundan bunlarısatın alamazlar.Bu ülkelerin patronları batı ortalamalarının üzerinde et tüketirlerken, işçi ve ailesi etyemeyi unutur. Bilim dilinde boş kalori kaynakları denilen ekmek, margarin yağı, bir miktarşeker ve unlu yiyeceklerle beslenme zorunluğu işçinin ve işçi ailesinin yaşama gücünü,çalışma ve hastalıklara karşı direnme, yıpranan dokularını onarma yeteneğini kırar. İşçiçocukları iyi gelişemez fizik ve entelektüel yapıları ile biyolojik düzeyde geri kalırlar.Kapitalizm ve emperyalizmin biraz da bilerek yarattığı bu gizli açlık ortamında toplumlarıuyandırmak, eğitim, üretim ve savunma işlerini olumlu bir düzeye ulaştırmak, sağlıksorunlarını çözümlemek mesele haline gelir. Bu toplumlar sosyal ve ekonomik sorunlardançok sağlık problemleri ile uğraşmak zorunda kalır ve emperyalist ülkelerden hayli ilaç satınalırlar. İlaç alışverişi, geri ülkelerdeki emperyalizm uzantılarını zengin ederken, bir taraftan dayoksul kitlenin soyulmasına ve milyonlarca doların yabancı ülkelere transfer edilmesineortam hazırlar. Durumun böyle olması ve böyle kalması, yabancı ile kapitalist çevrelerin işinedaha çok yaradığı için beslenme işleri bilimsel anlamı ile ele alınmaz, ticaret oligarşisininsömürü aracı olarak kendi haline terkedilir. İşçiler bunu bilmek ve tedbirini almakdurumundadırlar. Gelirin önemli bir bölümünü yiyecek için harcamanın ötesinde, sağlığı,mutluluğu ve işverimi bakımından beslenme koşulları ile sınırlı durumda olan işçi,demokratik düzende, ağırlığını ortaya koyacak olursa iktidarları besin ve beslenmeye ilişkinsorunları en iyi biçimde çözümlemeye zorlayabilir. Fakat işçilerimiz bugüne kadar bu konuylagerektiği şekilde ilgilenmediler. Ücretlerinden şikayetçi oldukları zaman ekmekten, açlıktanyüzeysel olarak söz ettiler ve sonra da unuttular. Asgari ücretlerin yeniden düzenlendiği şugünlerde besin fiyatları ile ücretler arasındaki ilişkiyi daha iyi görüyor, işçinin nasıl ve hangiihtiyaçları üzerinden soyulduğunu anlıyoruz.


İşçilerimiz dengeli ve yeterli bir şekilde beslenebilmeleri için öncelikle ücretlerininyeteri kadar yiyecek satın alabilmelerini sağlayacak şekilde yükseltilmesi ve daha sonra dabeslenme biliminin pratik kurallarını bilmesi ve uygulaması gerekmektedir. İşçilerimizellerine geçen parayı ne şekilde kullanacaklarını ve değerlendireceklerini bilemiyorlar.Tüketim endüstrisinin ürettiği mallara Pazar hazırlamak ve tüketimi hızlandırmak içinyapmakta olduğu tutarsız yayınlar ve reklam propagandasının etkisi altında olan işçi, elinegeçeni giyim, kuşam, eylenme ve dinlenme için harcamakta, bunalan insanların çok zamanbaşvurdukları çareye başvurarak, bir gün beylik beyliktir derken, hem kendisi ve hem deçocuğu aç kalmaktadır.Durum yalnız Türk işçileri için geçerli değildir. Dünyanın dört bir yanında yaşayannüfusun üçte ikisi küçük bir azınlığın çıkarlarını ayakta tutmak, yaşadıkları israf ve sefahatdüzenini sürdürmek için aç yaşamakta, dengesiz ve yetersiz bir beslenme ortamında,çalışmalarını sürdürmeye gayret etmektedir.Dengesiz ve Yetersiz Beslenme7 Nisan günü başlayan Dünya Sağlık Haftasında Milletlerarası kuruluşlar insanlık içinen önemli sağlık sorununu ele alarak Dünya çapında işlediler. Bu yıl açlık ve dengesizbeslenme konusu yılın konusu olarak seçilmiş ve bütün Dünyanın bu önemli konuya dikkatiçekilmeye çalışılmıştı. Ecevit Hükümetinin Sağlık Bakını Selahattin Cizrelioğlu’nun bumünasebetle yaptığı konuşmanın basına yansıyan bazı pasajlarını buraya aynen alalım :• - Dünyada bir kısım topluluklar sosyal, ekonomik ve kültürel sebeplerle sürekliolarak açlık ve dengesiz beslenme ortamında yaşarlarken, diğer bir kısım topluluklarbu sıkıntıdan uzak bulunuyor, bu suretle dengesiz beslenme durumu meydanagelmektedir.• - Savaşlar, Doğa afetleri, kuraklık, çeşitli bitki ve hayvan hastalıkları nedeni ileoluşan kıtlık olayları Dünyanın bir kısım bölgelerinde yaygın şekilde açlığa veçeşitli beslenme hastalıklarına yol açmaktadır. Bu konuda Afrika ve Asya’nın birkısım bölgelerinde son yıllarda vaki açlık durumu bütün insanlık için ızdırap vericiolmuştur. Beslenme sorunlarının en önemli nedeni yeterince gıda bulamamak veyiyeceklerden gereği gibi yararlanamamaktır.• - Yetersiz ve dengesiz beslenmenin insanlarda çeşitli şekilde fiziki ve ruhibozukluklara, sağlığı sarsan, bozan durumlara yol açtığı bilinmektedir.Görüldüğü üzere açlığın nedenleri ile sonuçları Sağlık Bakanımız tarafından gayet iyibilinmektedir. İyi bilemediğimiz husus açlığın sadece bazı Afrika ülkeleri ile Asya’da değilTürkiye’de de özellikle işçilerle köylüler arasında ciddi bir sorun haline gelmekte oluşudur.Yetkili uzmanların işçiler ve köylüler arasında yaptıkları incelemeler çoğulluğunu teşkil edenbu iki kesimin gelirinin yeterli olmaması nedeniyle sadece tahılla beslendiklerini, et, süt,yumurta, balık gibi hayvansal protein kaynaklarını unuttuklarını belirliyor. Dengesizbeslenme de budur. Afrika’da kök yumrular ve tahıl, Asya’da çok miktarda pirinç ile buğdaytüketerek beslenen milyonlarca insan, son yıllarda iki büyük süper devletin tahıl stoklarını dakontrolları altına almış olmaları nedeniyle karınlarını şişirerek boş kalori kaynaklarınısağlamakta güçlük çekmekte, Hindistan, Batı Afrika ve Habeşistan gibi ülkelerde açlıktanölümler ve sosyal patlamalar meydana gelmektedir.Türkiye sürüp giden kuraklık ve belirli bir beslenme politikasının olmayışı, besinmaddeleri üzerinde yapılan çeşitli spekülasyonlar, fiyatların yüksek oluşu nedeniyle gizli açlıkve dengesiz beslenmenin hüküm sürdüğü ülkelerden biri haline gelmiştir. Seçimlerden önceSayın Cumhurbaşkanının ve CHP liderinin yaptığı yurt gezilerinde halkın kendilerindenekmek istediği unutulmamalıdır.


Ekmek somunlarının giderek küçüldüğü ve fiyatların yükseldiği bir dönemde gidişatadur denilmeyecek olursa, toplum gizili açlık döneminden yalın açlık dönemine sıçramışolacak bunun sonunda bir takım sosyal patlamalar ve politik yansımalar ortaya çıkabilecektir.Ülkenin bu önemli meselesinin bugüne kadar gereken ciddiyetle ve bilimsel verilere uygunolarak ele alınmamış ve bir çözüm araştırılmamış olmasını önemli bir kayıp, çağıngelişmelerine ters düşen bir gecikme olarak değerlendiriyoruz. Hastahanelerimizde yatakbulunamaması, hemen her vatandaşımızın bir hastalıkla malul oluşu, çocuk ölümlerininyükseldiği, ortalama ömrün kısalığı, doğum ve çoğalma oranının büyük oluşu, direkt vedolaylı olarak dengesiz beslenme ile ilgili sonuçlardır. Türkiye’nin yabancı ilaç şirketleri ileonların Türkiye’deki ortakçıları ve komisyoncuları için bir tatlı kar pazarı haline gelmesinde,gizli açlığın önemli bir yeri olduğuna inanıyor, fakat gelmiş geçmiş iktidarları bir türlüuyaramıyorduk. Halktan ve işçiden yana bir kadro ile işbaşına geldiğine inandığımız Ecevitiktidarının, halkın ve işçinin en önemli sorunlarından biri olan besin ve beslenme sorununagerçekçi bir tutumla el atacağını ümit etmek istiyoruz. Şimdiye kadar iktidarların bilerek veyabilmeyerek el atmadıkları besin ve beslenme konusu, halkın sömürülmesi, genel sağlığınbozulması, işçi ücretlerinin yetersiz hale gelmesi, çocuk ölümlerinin yüksek, doğurganlıkoranlarının aşırı olması, üretgenliğin düşmesi, sosyal davranışın bozulması, ortalama ömrünkısalması gibi işçiyi direkt ve dolaylı olarak ilgilendiren pek çok olumsuz gelişmenin temelnedeni olmuştur.Bu nedenlerin ortadan kaldırılması her şeyden çok beslenme düzeninin değiştirilmesineve halka hiç değilse karnını gereğince doyurabileceği bir ortam hazırlanmasına bağlıdır.Ücret Düzeniİşçiler ve tüm çalışanlar için beslenme ortamının düzenlenmesi her şeyden çok ücretmeselesidir. Besin maddesi fiyatlarının çok yüksek, ücretlerin yetersiz oluşu işçi ve ailesininaç kalmasına sebep olan nedenlerin başında geliyor. Doymak bilmeyen patronlar, yabancısermaye ile ortaklaşa kurdukları montaj endüstrisinin işçi sırtından sağladığı çıkarları daha dabüyütebilmek için batıda ve hatta sömürgelerde bile uygulanmasına izin verilmeyen bir ücretdüzeninin Türkiye’de yıllardır uygulamış, ücretinden başka geliri olmayan milyonlarca insanı,korku, güvensizlik ve açlık ortamında çalışmaya zorlamıştır. Politik iktidarlarla bütünleşerekyürütülen bu yüz kızartıcı durumu iyi anlayabilmek için öncelikle batıda geçerli ücretdüzenini tanımak gerekiyor. Batı ülkelerinde (TABLO 1) genellikle işçi ve ailesinin beslenmeile başlayıp, dinlenme ve eğlenme ile biten vazgeçilmez ihtiyaçlarını asgari düzeydekarşılayacak bir ücret saptamakta ve bu ücrete “Asgari Ücret” denmektedir. Cari ücretler(geçerli ücretler) daima asgari ücretin üzerinde işkollarına ve işçinin becerisine uygun olarakşekillenirler. Cari ücretler ortalaması asgari ücretlerin çok üzerindedir. Bu nedenle işçinin açkalması veya ailesini doyuramaması diye bir sorun mevcut değildir. Bu dönemi geridebıraktıkları için artık beslenme meseleleri ile pek ilgilenmeyen batılı işçiler veya işçisendikaları şu sıralarda işçinin refahı ve uygarlığın yeni yeni ortaya çıkardığı lüks ihtiyaçlarıngereği gibi karşılanması konularıyla ilgileniyorlar. Bize gelince Avrupa Ekonomik Topluluğuüyesi olmamızı ve onlarla rekabet etme özlemi içinde bulunmamıza karşılık, biz birçokAfrika, Uzak Doğu ve Latin Amerika ülkesi gibi açlık ortamında yaşıyor, aç karnına çalışmazorunda bırakılıyoruz.Türkiye’de ücret düzeni başka ülkelerin ücret düzenine benzemediğinden, üç çocuklu,beş nüfuslu bir işçi ailesinin zorunlu temel ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamak için gereklipara miktarı (asgari ücret) hesaplandığında cari ücretler (geçerli ücretler) üzerinde rakamlarelde edildiğinden işçi ve ailesi temel ihtiyaçlarından fedakârlık ederek yaşamakta, çoğunluktagiyimden kuşamdan veya eğlence ile diğer ihtiyaçlarından değil de besin ve beslenmeihtiyacından kıstığı için aç kalmaktadır. Türkiye'de uygulanan ve kanuni komisyonlar


tarafından işçi temsilcilerinin muhalefetine rağmen kabul edilen asgari ücretler çok zaman işçiailesinin yalnız yiyecek ihtiyacını karşılamaya bile yetmemektedir.Uygulanan kanuni ücretlerin besin ihtiyacını karşılamaya yetmeyişi açlığın yaratıcınedeni oluyor. Türkiye’de geçerli ücret düzeni ve batıdaki ücret düzeni daha kolayanlaşılabilmesi için (TABLO 1) de karşılaştırmalı olarak gösterilmiştir. (TABLO 2) de ise1965 ve Temmuz 1973’de uygulanan asgari ücret, yiyeceğe sarfı gereken para, geçerli ücretortalaması ve hesaplanan asgari ücretleri görüyoruz.1965 yılında üç çocuklu, beş nüfuslu bir işçi ailesinin asgari ücretinin 44.06 TL. olmasıgerekiyordu. Aynı tarihte resmi makamların verdiği cari ücret ortalaması 23.47 TL. yalnızyiyeceğe sarfı gereken para miktarı 22.03 TL, civarında bulunuyordu. O tarihte yerelkomisyonlar tarafından saptanan asgari ücret ortalaması 11.00 TL. civarında olduğundanişçinin almakta olduğu ücret ailenin yalnız besin ihtiyacını karşılamaya bile yetmiyor, başkabir deyimle işçiler aç karnına yaşıyor ve çalışıyorlardı. Sermaye yanlısı bir hükümetiniktidarda olması nedeniyle giderek daha da ağırlaşan koşullar altında, olağanüstü dönemi degeçerek Temmuz 1973’e ulaştığımızda kalıp değişmemiş, sömürü daha da artmıştı.Hesaplanan asgari ücretlerin 103.08 TL’na ulaştığı bu dönemde yalnız yiyeceğe harcanmasıgereken para miktarı 51.54 TL, ortalama cari ücretler 44.00 TL, kanuni asgari ücretler ise23.50 TL. civarındaydı. Başka deyimle işçiler 1965 yılında asgari ücret olarak hakkettiklerimiktardan 20.59 TL. eksik cari ücretler karşılığı çalıştırılırlarken, bu miktar 1973Temmuzunda 58.08 TL. ulaşmış bulunuyordu. Dr. Osman Nuri Koçtürk tarafından yapılan veyayınlanan bir araştırmadan öğrendiğimize göre son on yıl içinde özel kesim işçininmutfağından ve zorunlu ihtiyaçlarından 68 milyar TL., kamu kesimi ise 38 milyar TL. haksızgeliri kendi hesabına aktarmış, işçi ve ailesinin açlığı bahasına bunu kazanç olarak kabuletmişti. Şimdi Ecevit Hükümeti bu bozuk düzeni değiştireceğini ve ücretleri fiyatların önünegeçireceğini vadediyor, Biz işçiler bunun kolay bir iş olmadığını ve çalışmadan parakazanmaya, onbeş günde milyoner olmaya alışmış olan belirli bir azınlığın hegemonyasınason vermenin zor olduğunu biliyoruz. Bütün dileğimiz açlıktan kurtulmak için, Erim, Melenve Talu hükümetlerinin sefalet ücreti düzeyinden alıp, açlık düzeyine kadar düşürdükleri cariücretlerin, ilk safhada yiyeceğimize yeter hale getirilmesi ve daha sonra da asgari ücretdüzeyine ulaştırılmasıdır.(TABLO 3) de 1964 yılından bu tarafa beş nüfuslu bir işçi ailesinin yalnız yiyeceğe sarfetmesi gereken para miktarı ile, SSK. Tabi işyerlerinde çalışan işçilerin primler ve diğer yangelirler dahil ortalama günlük gelirleri (ortalama cari ücret) miktarları gösterilmiştir. 1964yılında bir işçinin ücreti ailesinin yiyecek ihtiyacını karşıladıktan sonra elinde diğer ihtiyaçlarıiçin 1.51 TL. para kalmasına sebep olacak bir düzeydeydi. İşçi bu para ile barınma, ısınma,aydınlanma, giyim, taşıt, temizlik, eğitim, sağlık koruma dinlenme ve eğlenme ihtiyacınıkarşılayacaktı. Bu miktar 1965 yılında 1.44 TL., 1966 yılında 3.44 Tl., 1967 yılında 3.20 TL.,1968 yılında 4.95 TL., 1969 yılında 6.27 TL. oldu. Patronlar 1970 yılından sonra işçi ücretlerisabit tutuldu ve fiyatlar başıboş artırıldı. 1972 yılında işçi ailesinin yalnız besin ihtiyacınıkarşılayabilmek için aldığı ücretin üzerine günde 5.43 TL., 1973 yılında 7.54 TL. para katmakdurumundaydı. Bu suretle açlık ücreti düzeyine geçen cari ücretler karşılığı çalıştırılan işçiler,sefalet ücreti karşılığı çalıştırıldıkları günlerin özlemini çekmeye başladılar. Ecevit’invadettiği ücretleri fiyatların önüne geçirme işi bu nedenle birkaç gün içinde başarılacak kolaybir iş değildir. Patronlar daha şimdiden faaliyete geçmişler ve işçi kesimi daha dabilinçlenmeden asgari ücretleri oldu bittiye getirip 40-50 TL. düzeyinde tutabilmek üzereayak oyunlarını başlatmışlardır. Bazı işçi kuruluşlarının da bu miktarlar üzerinde asgari ücretönermeyişleri açlığın bundan sonraki dönemde de sürüp gideceğini ve işçilerin ezileceğinigösteriyor. Türkiye’de işçi asgari ücretleri 120-130 TL. kadar yükselmedikçe işçinin karnının


doyacağını farz ve kabul etmek safdilik olur. Ücret yetersizliği çalışanların ve ailelerinin açoluşunun temelinde yatan en önemli nedendir.Üretgenlik (Prodüktivite)Türkiye’de yiyecek fiyatlarının pahalı oluşunda, aracıların, tefecilerin ve onlarlabütünleşen ve bu işi başıboş bırakan politikacıların rolü büyüktür. Örneğin et üreticininelinden çıkıp tüketicinin masasına ulaşıncaya kadar 11 el değiştirmekte ve bu aracılarınherbiri kısa bir süre içinde milyoner olmaktadır. Bütün bu kanunsuzluk ve tutarsızlıklarırahatça yapabilmek için iktidarın adamı olmak gerekmektedir. Gelip geçen iktidarlar bu işlerenedense düzen getirmediler.Ücretleri fiyatların önüne geçirip işçiyi doyurabilmenin bir çaresi de şüphesiz aracılarıve tefecileri aradan çıkartmak olacaktır. 14 Ekim seçimleriyle iktidara gelen halktan yanaiktidarın bunu yapması beklenmektedir. Ancak şimdiye kadar etkin bir girişim yapılamadığınıda açıkça söylemeliyiz. Fiyatlar belirli bir noktada sabit tutulmazsa iki yılda bir saptananyetersiz asgari ücretlerle fiyatlar düzeyine tırmanmak ve onları aşmak mümkün olmayacak,işçi bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kandırılacaktır.Beri taraftan Türkiye’de üretgenliğin yeterli olmadığı ve bir şeyden alınabilen veriminson derece düşük olduğu bilinmektedir. Elin oğlu bir inekten bir yılda ortalama 4300 kilo sütalırken, bizim ineklerimiz ortalama olarak 500-550 kilo süt veriyorlar. Aynı şeyi et, yumurta,buğday, zeytin için de söyleyebiliriz. Üretgenliğin böylesine düşük oluşu fiyatların dahamaliyet safhasında yüksek oluşuna ve bunların üzerine aracı karları ile patron hissesi dekatılınca işçinin satın alamayacağı bir düzeye ulaşmasına neden oluyor. Tarımsal üretiminçağdaş usullerle ıslahını gerektiren bu durum önemlidir. Yalnız ücretleri artırmak ve tabanfiyatlarını yükseltmekle Türk halkını ve işçisini açlıktan kurtaramayacağımızızannetmeyelim. Bu yeterli değildir. Prodüktiviteyi artıracak çareler bulmak ileri ülkelerinbaşarı ile yaptıklarını yapmak lazımdır. Bu yapılırsa Türkiye 100 milyon insanı, işçisi,köylüsü ve kentlisi ile besleyebilecektir.Görüldüğü gibi mesele bir iyi niyet bilgi ve insana saygı meselesidir. Soygundurdurulur, yasalar uygulanır ve bilime saygılı hareket edilirse herşey değişecek, düzendeğişmiş olacaktır. Böyle bir ortamda mutlu olmamamız için neden yok gibidir. Açlıkla savaşve işçinin doyurulması halkın ve işçinin demokratik mücadelesini sürdürmesiyle mümkünolacaktır. Biz işçiler açlığın yenilmesinde kendimize düşeni yapma kararındayız.


B. Yataklı Tedavi Kurumları1. Yatak DurumuD.P.T. ye göre, “1971 sonunda Türkiye’de 91.850 kadro yatak mevcuttur ve 10 binkişiye 25,1 yatak düşmektedir. II. Plan döneminde bu oran 28’e ulaşacaktır. Hedef ise 25 tir.Yataklı tedavi kurumlarında bu şekilde hedef üstü bir gelişme toplumun belli bir kesimineTürkiye ortalamasının üstünde bir standartla hizmet görülmesini doğrulamaktadır.” Yataklıtedavi durumlarının belli Merkezlerde toplandığını da düşünürsek bu dengesizliğin daha daarttığı ortaya çıkacaktır.Ayrıca yatak işgali konusunda da dengesizlik vardır. D.P.T. ye göre Kamukuruluşlarında yatak işgal oranı %58 dir. Bu oran yatakların verimli bir şekildekullanılmadığını göstermektedir. Bazı illerde bu oranın % 100 ü aştığı, bazı illerde ise % 25düştüğü görülmektedir. Bu da yatak işgalinde dengesizliğin bir başka yönünü belirlemektedir.Bunların nedeni de, finansman ve personel yetersizliği, modern işletmecilik kurallarınınuygulanmaması ve kuruluş yerlerinin iyi seçilmemesidir.2. Personel DurumuD.P.T. nın de belirttiği gibi geri kalmış İllerimizde sağlık personeli temini en büyükgüçlük olmaktadır. “Nüfusu 100 binin üstündeki birimlerde bir hekime 600 kişi düşerken,nüfusu 100 binin altındaki berimler de hekim başına 23 bin kişi düşmektedir.” Ortama olarakda bir hemşireye 4200 kişi, bir sağlık memuruna, 3200 kişi düşmektedir. “Ayrıca mevcuthekimlerde uzmanlaşma eğitimi hekimlerden yararlanmayı güçleştirmektedir.” Bu nedenle deyeterli pratisyen hekim bulunamamaktadır.C. Çevre SağlığıD.P.T. nın de belirttiği gibi “belediyelere bırakılan çevre sağlığı hizmetleri personel,tesis ve mali kaynak yetersizlikleri nedeniyle yetersiz kalmaktadır. S.S.Y.B. nın çalışmaları dayeterli olmamakta ayrıca bu konuda eğitim görmüş eleman sıkıntısı çekilmektedir.”D. Beslenme ve Besin Kontrolü1. BeslenmeBeslenme konusunda D.P.T. oldukça gerçekçi bir yaklaşımla durumu belirlemiştir.“Yetersiz ve dengesiz beslenme önemli bir halk sağlığı sorunu olarak ağırlığını korumaktadır.Özellikle bebek ve okul öncesi çağındaki çocuk, gebe ve emzikli anne grubu arasında protein,kalori yetersizliği sonucu meydana gelen hastalıklara rastlanmaktadır.” D.P.T. nedenleri degerçekçi olarak saptanmıştır. “Bu sorunun başlıca nedenleri dengesiz gelir dağılımı, bazıgıdaların nicelik ve nitelik yönünden yetersiz üretimi, gıda dağılımında bölgeseldengesizlikler, üretim ve pazarlama yetersizlikler, beslenme konusunda bilgisizlik veeğitimsizliktir.”2. Besin KontrolüD.P.T. nin de ortaya koyduğu gibi örgütsüzlük, mali güçsüzlük, yetenekli personelolmayışı, eşgüdümün olmayışı, yasal tedbirlerin zayıf oluşu nedeniyle çok büyük ölçüdeaksamaktadır.E. İşçi Sağlığıİşçi sağlığı ve işgüvenliği hizmeti için öngörülen örgütler, bugün için yetersiz, dağınıkve eşgüdümden yoksundur. İşyerlerindeki sağlık riskleri ortadan kaldırılmadığı gibi yeterli birkontrol altında bile bulundurulmamaktadır. Bu konularda yetişmiş eleman da yetersizsayıdadır.


F. İlaç Kontrolü ve TüketimiNicelik ve nitelik yönünden ilaç kontrolü yetersizdir. Bu işi yapacak etken bir örgüt veyetişmiş insan gücü eksikliği vardır. Kamu kuruluşlarıyla S.S.K. ilaç israfında baştagelmektedir. D.P.T. ye göre S.S.K. nın 1970 deki tüketimi 172 milyon 821 bin TL. dir.III. Sağlık Hizmetlerinde Ortaya Çıkan Sorunların Çözüm YollarıBunu konuda ana hatlarıyla iki çözüm yolu vardır. Bu iki çözüm yolu da işçi gözüyletoplumsal sorunlara bakınca ortaya çıkmaktadır. Makro ve mikro düzeylerdeki bu iki çözümügerçekleştirecek güç, bugün işçi sınıfı içinde oluşmaya başlamıştır. Toplumsal sorunlarınçözümünde işçi sınıfının ağırlığı arttıkça, toplum yararına çözümler geçerlik ve gerçeklikkazanacaktır.A. Makro düzeyde çözüm : Konunun başında da söylediğimiz gibi toplumda dengelibir ekonomik ilişkiler süreci yaratılmadıkça, bu ilişkilere dayalı olarak gelir dağılımındadenge sağlanmadıkça ve kardan başka bir şey düşünmeyen, dışa bağımlı kapitalist ilişkilereson verilmedikçe diğer sorunlarla beraber sağlık sorunlarına da geçerli ve gerçekçi çözümlergetirilemez.Yapılacak sağlık tesisinin araç-gerecini dışarıdan sağlamak zorunda olan, yetiştirdiğisağlık personelinin ise büyük bir bölümü bir avuç mutlu azınlığın emrine veren diğer birkısmını ise beyin göçü olarak bağımlı bulundukları emperyalist güçlere yollayan bu mevcutdüzeni ancak köklü ve çağdaş değişim sonucu, tüm sorunlara geçerli ve gerçekçi çözümlergetirilmiş olacaktır.1- Dengeli gelir dağılımı, dengeli hizmet dağılımını sağlayacak ve ülkenin birbölümünde bir hekime 600 kişi düşerken bir diğer bölümünde 23 bin kişi düşmektedir.2- Merkezi planlama sonucu pratisyen hekim sayısı artacak, eğitimde yapılan köklüdeğişim etkisiyle ve dengeli gelir dağılımının gereği olarak hiçbir pratisyen kendi ülkesininhasta insanlarını bırakıp yurt dışındaki bir avuç zengini memnun etme ihtiyacınınduymayacaktır.3- Ekonomideki köklü ve merkezi planlamaya dayanan düzenlemeler sonucu ülkestandartlarına uygun araç-gereç üretimi yapılacak, ilaç konusu da aynı çerçeve içinde elealınarak bir avuç soyguncunun geçim kapısı olmaktan kurtarılacaktır.4- Düzenlemelerde, toplum yararı amaç edinileceği için, koruyucu hekimlikkendiliğinden önem kazanacak, gerekli araç-gereç ve personelin de sağlanmasıyla yataklıtedavi oranında düşüş gerçekleştirilecek ve sağlık hizmetlerinde ucuzluk sağlanacaktır.5- Yeni ve dengeli bu toplumsal yapıda insan gücü ve emeği gerçekten değerkazanacağından, bu gücü ve emeği ortaya koyacak insanın sağlıklı olması gerekecektir. Bunedenle bugün mutlu azınlığın, bir avuç kapitalistin sağlığı için seferber edilen bu toplumkaynakları, yeni düzende bir avuç kapitalist için değil üretici durumunda olan tüm emekçileriçin seferber edilecektir.B. Mikro düzeyde çözümler ;Bu düzeydeki çözümler şimdilik öneriler biçiminde olacaktır. İşçi sınıfının demokratikçerçeve içinde getireceği gerçek çözümler ancak belli bir toplumsal aşamadan sonra olacaktır.Bu toplumsal aşamayı gerçekleştirme düzeyine gelene kadar işçi sınıfının bugün içintoplumsal sorunların çözümüne ışık tutmak bakımından önerilerden başka bir şeyi olamaz. Buöneriler, işçi sınıfı çizgisinden taviz vermeyen, Türkiye’nin geçiş toplumu olduğu gerçeğiniakılda tutan ve bu geçişe işçi sınıfı çıkarları açısından yön vermeye çalışan önerilerdir.


1. Gelir dağılımında denge sağlanamadığı için bütün çalışanları ve pirim ödeyenlerikapsayan genel sağlık sigortası kurulmalıdır. Köylüler de kooperatifler aracılığıyla bukapsama alınmalıdır.2. Sağlık hizmetlerinin tek elden yönetilmesi ve bir merkezden planlanması olanağınıveren bağımsız bir örgüt kurulmalıdır. Örgütün işleyişini egemen çevrelerin etkisindenkurtarabilmek için de tüm sosyal güvenlik kuruluşlarının örgütün yönetiminde etken rolalmaları sağlanmalıdır.3. Sağlık ve S.Y.B. lığı tek elden yönetme ilkesine uygun olarak Ulusal sağlıkhizmetlerinin koordinasyonu ve denetimi ile görevli olacak, işletmecilikle ilgisi olmayacaktır.Bu şekilde bölgesel kuruluşlar daha etkili olarak çalışabilecek, dolayısıyla koruyucu ve tedaviedici sağlık hizmetlerinde bütünleşme sağlanacak ve çevre sağlığına, sosyal hizmetlere vegenel sağlık koşullarının denetimine zaman ve kaynak ayırma olanağı bulunacaktır.4. Sosyalizasyon çalışmalarında personelsizlik nedeniyle oluşan yavaşlatmalara sonverilmelidir. Uzman ve pratisyen hekimler ve diğer yardımcı sağlık personeline mali ve sosyalözendirici tedbirler getirecek görev almalarına çalışılmaktadır. Bir yandan da eğitimdeyapılacak ayarlamalarla uzman doktorlardan çok pratisyen hekim yerleştirilmesi bunlarla bellidevrelerle büyük sağlık kuruluşlarında bilgilerini yenileme ve uzmanlık eğitimi alabilmeolanakları verilmelidir.Ayrıca sosyalizasyon çalışmalarında hekimleri tek başına bırakmamak için ekipçalışması sistemi oluşturulmalıdır. Kırsal alanlarda ve kentleşmenin hızlı olduğu yörelerdehekim, sosyal hizmet uzmanı, hemşire, sağlık memuru, öğretmen, ebe, veteriner işbirliğiyaratılmalıdır. Ekip çalışmaları tutarlı sağlık araştırmaları yapma olanakları da verecektir.5. Sosyalizasyon bölgelerinde yapılan çalışmalarda söz konusu olan personel açığınıkapatmak için, yeterli elemanlar yetişene kadar, tüm yüksek öğretim yapanlara uygulanacağıD.P.T. ca öngörülen “yurt kalkınması hizmeti” programının derhal uygulanmasınabaşlanmalıdır.6. Ana-çocuk sağlığı hizmetlerinin aynı yaklaşım içinde, isteyen yurttaşlara sunulmasısağlanmalıdır. Yalnız bu hizmetlerin sunulmasında dış kaynaklardan sağlanan besin vebenzeri yardımlar son bulmalı, ülke kaynaklarına dönülmelidir.7. İlaç hammaddesinin yerli kaynaklardan sağlanmasına çalışılmalı, ilaç sanayii,ambalaj sanayii olmaktan kurtulmalıdır. İlaç üretimi devlet ve sosyal güvenlik kurumlarıncaele alınmalı ve ilaç tüketimi dolayısıyle de denetim ve kontrolü devletçe planlanmalıdır. İlaçsanayiindeki soygun böylece önlenmelidir.8. Çevre sağlığı hizmetleri kırsal bölgelerde ve kentleşmenin yoğun olduğu yerlerdediğer Ulusal sağlık hizmetleriyle beraber ele alınmalıdır. Köy kent sistemiyle, mevzuattayapılacak değişikliklerle, personel, araç ve gereç teminiyle çevre sağlığı hizmetleri etkenduruma getirilmelidir.9. Yataklı sağlık kuruluşları ihtiyacını ve giderlerini azaltmak için, yatak nüfus oranlarıele alınmalı ve mevcut yatakların en az % 70 üzerinde kullanımı sağlanmalıdır. Bunun için deyataklı sağlık tesisleri, ihtiyaç hesapları çok iyi yapıldıktan sonra kurulmalıdır. Mevcutlara isegerekli personeli temin ederek tam fonksiyonel olmaları sağlanmalıdır.Ayrıca evde tedavi hizmetleri geliştirilmelidir.10. Geçiş toplumu olmak nedeniyle ortaya çıkan şehirleşme, işsizlik, sosyal veekonomik güvensizlik sonucu oluşan psikolojik ve sosyal sorunların çözümüne önemverilmelidir. Akıl ve Ruh sağlığı hastahaneleri ve sosyal hizmet kuruluşları kurulmalıdır.


Uyuşturucu madde, alkol ve ilaç kullanma konularında çözüm getirici araştırma merkezlerikurulmalıdır.11. İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği HizmetleriYurdumuzda insan gücünü, insan emeği, işsizlik oranının yüksek oluşu nedeniyle çokucuzdur. Bu böyle olunca o emeğin sahibi olan işçilerin sağlığıda pek önemsenmemektedir.İşçinin, iş gereği sağlığını kaybetmesine karşın işveren bir başka işçiyi rahatlıklabulmaktadır. Gelir dağılımından gerçek payını alamayan işçi ailesiyle beraber çevrebakımından yetersiz sağlık koşulları içinde yaşamaktadır. Bugün işçi mahalleleri sağlıkkoşulları bakımından ön düşük ortamda bulunmaktadır. Ulusal gelirden gerçek payınıalamayan işçi beslenme açısından da aynı koşullar altındadır. Proteinsiz ve düşük kalorilibesinler almak zorunda olduğundan ailesiyle beraber her zaman hasta olmaya hazırdurumdadır. İşçinin emek gücünü gün geçtikçe azaltmakta, kendisinin olmayan üretim aracıkarşısında günden güne erimektedir. Yukarıda sayılan koşullar giyinme, ısınma, aydınlanma,dinlenme, eğlenme konularında da değişmemektedir.Durumu böyle ortaya koyunca işçinin sağlığı ve işgüvenliği büyük önemkazanmaktadır.Son durumu kısaca ortaya koyarsak:a. Birinci devrede önem kazanan iş kazaları, meslek hastalıkları daimi iş göremezlik veölüm vakaları olur. S.S.K. nun 1973 Gn. Kurulunun hazırladığı rapora göre; 1968 den 1972yılına kadar geçen süre içinde (beher 1000 işçi itibariyle) 113,35 iş kazasından 105 e, 2,27meslek hastalığından 0,14 e, 3,90 daimi iş göremezlikten 1,69 a 0,60 ölüm olayından 0,53 edoğru bir düşüş göze çarpmaktadır. Raporda da belirtildiği gibi dünya standartlarına görerakamlar çok yüksektir. İyiye gidiş de çok ağır olmaktadır. Yine raporda belirtildiğine göre1972 yılı istatistiklerine göre bu kayıpların parasal değeri 500 milyona yaklaşmıştır. İşkazalarında doğan diğer kayıplarda eklendiğinde, sonucun milyarları aştığı görülmektedir.Ayrıca iş gücünün tarım kesiminden hiçbir eğitim görmeden sanayi kesiminekaydırılması da iş kazalarının artmasına neden olmaktadır.b. İşçinin ve ailesinin yeterli beslenme ve dış sağlık koşullarına uygun barınmaolanakları sağlanmamaktadır.c. İşçinin ve ailesinin dinlenme, eğlenme gibi psikolojik ve sosyal sağlığına gerekliönem verilmemektedir. İyi beslenmenin işçinin sağlığı, morali, işçi-işveren ilişkileri veüretkenliğe etkileri açıktır. Yapılan araştırmalar beslenmenin işçi sağlığını % 70 oranındadüzelttiğini ortaya koymuştur. Bu demektir ki, işçilerin % 70 i iyi beslenmedikleri için hastaolmakta ve sağlık tesislerine başvurmaktadırlar. Bu nedenle devletin ve sendikaların işçilerinbeslenme koşullarının iyileştirilmesi için yeterli çalışmaları yapmaları gerekmektedir.İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği Sorunlarının çözümüne ilişkin öneriler:1. İşçi sağlığı ve işgüvenliği için harcanacak para, üretimi artıracak güçlere yöneldiğiiçin bir yatırım niteliği taşır. İşçi sağlığı ve işgüvenliği için yapılacak olan bir yatırım hemulusal gelirin artışına katkısı olacaktır, hem de toplumsal dengenin sağlıklı olmasınısağlayacaktır. Bu nedenle Devletin, sosyal güvenlik kuruluşlarının, İşçi ve İşverenSendikalarının bu konuda azami yatırımı yapmaları gerekir.2. Koruyucu işçi sağlığı hizmetleri, tedavi edici hizmetlerden daha ucuz ve ulusal açıdandana yararlı olması nedeniyle, işçi sağlığını koruyucu hizmetlere daha çok önem verilmelidir.Özellikle meslek hastalıklarına karşı koruyucu hekimlik hizmeti getirilmelidir. İş kazalarınakarşı da;


a) Eğitim hizmetleri,b) Yeterli işgüvenliği tedbirlerinin alınması,c) Bunların kontrolü ve ihmali görülenlere ağır müeyyidelerin uygulanmasısağlanmalıdır.3. Koruyucu hizmetlerin yürütülmesi için ekip çalışması uygulanmalıdır. 100 ünüzerinde işçi çalıştıran her birimde görev alacak (hekim, sosyal hizmet uzmanı psikoloji,işgüvenliği müfettişini kapsayan) bur ekip oluşturulmalıdır. Böylece işçinin ekonomik, sosyalpsikolojik ve tıbbi güvenliği kontrol altına alınmış olacaktır.4. İşçinin ve ailesinin sağlıklı bir şekilde barınması ve beslenmesini sağlamak içinS.S.K. nun daha etken bur durum alması ve Sendikaların toplu sözleşmelerde bu konuyumadde olarak getirmeleri gerekir.5. Ayrıca S.S.K. da toplu işçi meskenleri yapımını artırmalı ve işçilerin yoğunlukkazandığı bölgelerde işçi ailelerine sağlık hizmeti götürebilecek örgütler kurmalıdır.6. S.S.K. İşçilerin sağlık tesislerinden gerçekten yararlanabilmelerini sağlamakamacıyla, sağlık tesislerinin kapasitelerinin artırılmasını ve gerekli personelin yeterli sayıdabulundurulmasını sağlamaktadır.7. S.S.K. İşçi çocuklarına burs verirken işçi sağlığı konusunda çalışabilecek elemanlaraağırlık verilmesini sağlamalıdır.8. Hastahanelerin, özellikle sendikacılar görevlendireceği kişilerce, denetimi sağlayıcıtedbirler alınmalıdır.9. Hastahanelerde çalışan personelin, işçiyi tanımasını, işçiye muamele ederken saygılıolmasını sağlamak için gerekli eğitim çalışmaları başlattırılmalıdır.10. İşçi ve ailesinin dinlenme ve eğlenmesini dolayısıyla, psikolojik yöndenrahatlamasını sağlamak için işverenlerin ve sendikaların gerekli çalışmaları yapmaları gerekir.11. Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamı içinde, her işçinin, her yıl genel sağlıkkontrolünden geçirilmesi sağlanmalıdır.12. S.S.K. na bağlı tüm hastahaneler yeniden örgütlenmeli ve hastaların kendibölgelerinde tedavisi sağlanarak belli merkezlere olan yığılma önlenmelidir.13. Sağlık hizmetleri ve Sağlık Sigortasının Türkiye’de tek elden Devletçe yürütülmesihedef alınmalı, S.S. Kurumunun ilaç fabrikaları kurup tezelden üretime geçmesisağlanmalıdır.Giderek ilaç üretimi mutlak Devlet Kontrolü altına alınmalı ve ilaç sanayiidevletleştirilmelidir.


İşçi sınıfıTarihi


İşçi sınıfı tarihi “İşçi Sınıfı kavramından anlaşılan şeyle sıkı sıkıya ilintilidir. Çünkü;bütün insanlık tarihi boyunca, ilkel toplumda, köleci toplumda, feodal toplumda, kapitalisttoplumda üretim ve dolayısı ile üretim yapan emekçiler var olmuşlardır. İşçi sınıfındananlaşılan emekçiler ise ve köleler de birer emekçi olarak kabul ediliyorsa o zaman İşçi SınıfıTarihi deyince bütün insanlık tarihinin anlaşılması gerekir. Eğer işçi sınıfından kastedilenbaşka bir şeye işte o zaman işçi sınıfı tarihine başlayabilmek için işçi sınıfı kavramındankastedilen şeyin, açık saçık saptanması gerekir.Doğal olarak, işçiler de birer emekçidirler ama bütün emekçiler işçi değildir. İşçi sınıfınıdiğer emekçilerden ayıran bazı temel özellikler vardır.a) Bir kere işçiler orta çağ emekçilerinin bir kısmı gibi üretimde kullanılan hiçbir aletinsahibi değildirler.b) Kapitalistlerin sahibi bulunduğu üretim araçları ile çalışmakta, kapitaliste işgücünüsatmaktan başka çalışma ve yaşama imkanları yoktur.c) Modern anlamda işçi sınıfının aleti makinalardır. (İşçi sınıfının üretim aletimakinadır.) İşçi sınıfı kapitalistin sahibi olduğu bu çok pahalı ve hızlı üretim yapanmakinalarla çalışır. Bu modern anlamdaki işçi sınıfını ve sanayi burjuvazisini kapitalistdönemin başlarında görülen atölye sahiplerinden ve ticaret burjuvazisi ile emekçilerindenayıran temel özelliklerinden biri de unutmamak gerekir ki, modern anlamdaki işçi sınıfısanayi burjuvazisinin egemen olduğu bir toplumsal yapıda oluşmuş ve gelişmiştir. Bu açıdanbakınca sanayi burjuvazisi ile işçi sınıfı tarihi aynı dönemlerde başlar.d) İşçi sınıfının başka bir özelliği de, hiç olmazsa biçimsel olarak, hukuki yönden işgücünü istediği kapitaliste satmakta özgür olduğu kabul edilen işçilerin bir bütünü olduğudur.Bu temel özellikleri ile feodal düzenin emekçilerinden ayrılan işçi sınıfının tarihiniyazan bilginler, bu yeni sınıfın doğuş tarihi üzerende pek anlaşamazlar. Biz, F. Engels, A.Toynbee, P. Mantoux, J.B. ve B. Hammond, C.V. Fay ile büyük Sovyet Ansiklopedisininüzerinde uyuştukları bir tarihi başlangıç olarak kabul edeceğiz. Bu tarih İsadan sonra1760’dır. İşçi sınıfının doğuş tarihi 1760 ve doğup geliştiği ülke İngiltere’dir. 1760’daHargreaves adlı bir mühendis “Sinning Jenny” adı verilen ilk iplik makinasını yapmayabaşladı. Jenn adlı bu ilk makina 1764’de çalışmaya başladı ve İngiliz Kapitalizminingelişmesinde çok başarılı sonuçlar verdi. Aynı zamanda Watt’a 1760’da buhar makinasınıyapmaya başladı ve yine Watt’ın bu makinası 1764 de çalışmaya başladı. Buhar makinasıWatt’tan önce bulunup İngiltere’de maden ocaklarında kuyuların suyunu çekme işlemindekullanılmıştı. Ama, buharlı tulumba ilk kullanıldığı dönemlerde üretim yöntemleribakımından hiçbir devrime yol açmadı. Çünkü buharlı tulumbalar, iktisadi bakımından,kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmekte olduğu bir ülkede üretimi arttırıcı bir etken olabilirdi.İngiltere’de hızla gelişen kapitalizm buharlı tulumbaları üretimi artırıcı bir etken olarakkullanılırken daha henüz feodal bir toplum olan Almanlar, buharlı tulumbaları prenslerinçiçek bahçelerindeki su kuyularında bir süs unsuru olarak kullanıyorlardı. Üretimmetotlarında devrim yaparak, evde çalışan zanaatçı ve emekçilerin eski aletlerini değerdendüşüren ve işçinin “entelektüel yeteneklerinin” yerine konan yada bütün bu yeteneklerisömüren “makinanın” üretim alanına girmesi Hargreaves’in Jenn’i adlı okuma makinası ileolmuştur. Denilebilirki modern anlamda işçi sınıfının veya uluslar arası terimi ileproleteryanın dünyaya gelmesine sebep bu ilk makinadır.Gerçekten bu makinanın kullanılmaya başlanması ekonomi tarihinin en ilginçolaylarından biridir. Bu makinanın bulunmasına neden olan ihtiyaç, İngiliz iplik eğirme işindeçalışan emekçilerle, dokuma işinde çalışan emekçilerin gelişmesindeki orantısızlıktır. 1733’de


İngiliz mühendisi Kay “hızlı mekik” denen sistemi bulunca dokumacılar ve iplikçiler arasındaüretim yönünden bir orantısızlık doğdu. Dokumacılar ve iplikçiler ya evlerinde çalışan ve hemde tarım işi uğraşan sanatkarlardı yada atölyelerde çalışan emekçiler idiler. Kay’ın bulduğumekiğin kullanılması sonucu dokumada üretim hızı arttı ve öyle bir duruma geldi ki birdokumacının ihtiyacı olan ipliği üretebilmek için 10-12 iplikçi gerekti. Bu sıkıntı yalnızİngiltere’de görülmedi. Feodal Almanya bile bu orantısızlıktan doğan ihtiyacı karşılayabilmekiçin askerleri ve karılarını zorla iplik işinde çalıştırmaya başladı. İngiltere’de gelişmeyebaşlayan kapitalizmin ihtiyacı olan yeterli ipliğin elde edilebilmesi için 1740’larda ünlü birbilim kurulu olan Royal Socuety, iplik eğirme işini hızlandıracak bir keşifte bulunacak olanabüyük bir ödül vereceğini ilan etmek zorunda kaldı. 1735’de Wyat, 1738’de Paul adlımühendislerin buldukları makinalar hem sorunu çözebilecek nitelikte olmadıklarından ve hemde yaygınlaşamayacak kadar karmaşık ve kullanışsız olduklarından hiçbir işe yaramadılar.Ancak 1760’da Hargreaves’in ünlü Jenn’isini yapmaya başlaması ve bu makinanın iplikeğirme işinde pek başarılı sonuçlar vermesi sorunu çözümleyebilmişti. 1771’de Arkwright,Jenn’niyi işletmek için hidrolik kuvveti kullandı. Arkwright’in sistemini ise 1778’deCrompton geliştirdi ve iplik eğirme işinde artık küçük sanatkarlar ve yapım evleri ortadankalkmaya, içinde proleteryanın doğup geliştiği ilk fabrikalar ortaya çıkmaya başladı.İplik sorunu ekonomik bir ihtiyacın zorlaması sonucu teknolojide iki gelişme ileçözümlenmişti ama bu defa da dokumacılık yönünden yeni sorunlar yeni ihtiyaçlar doğmuştu.Dokumacılar iplik eğirme tezgahlarına yetişemiyorlar, geri kalıyorlardı. Kapitalistlerindepoları iplik ruloları, büroları da yeni kumaş istekleri ile doluyordu. Bu ekonomik ihtiyaçyeni bilimsel ve teknolojik buluşların yaratılmasına neden oldu. Mühendis Cartwright1785’de bulduğu yeni dokuma tezgahını, 1788 ve 1789’da geliştirdi ama bu dokuma tezgahıiplik eğirme makinası gibi hızla yayılamadı. Ve bu yüzden de 1800’de Lancashire’de yapılansanayiciler konferansında, sanayicilerin ana problemi dokumacı azlığı idi. Dokuma işindedaha henüz proleterya gelişememiş, zanaatçı emekçiler çoğunluğu teşkil ediyorlardı. Aynıyıllar içinde Watt’ın bulduğu buharlı makine, C artwright’in tezgahı ile beraber dokuma işineuygulanmaya başlandı ve bu alanda da proleterya gelişmeye, basit aletlerle çalışan küçükmülk sahibi zanaatçılar ve loncalar ortadan kalkmaya başladı. Bu durumda dünyanın ilkmodern proleteryası bir dokuma sanayii proleteryasıdır.Pamuklu dokuma sanayiinden fabrika sanayisine geçiş ne kadar önemli iseyapımevinden endüstriye doğur giden kapitalist ekonominin geçirmiş olduğu dönüşümde okadar önemlidir. Çünkü modern proleterya kapitalist üretimdeki gelişmenin ürünüdür. Bunu odönemin yazarlarından Macpkerson’un ticaret yıllıklarında verdiği rakkamlarda görürüz.Yün sanayisi İngiliz Ekonomisinin bütün kollarının başında geliyordu; 16,8 milyonsterlinglik bir üretim gösteriyordu.; yün sanayisinin 12,1 sterlinglik bir üretim ile demir vehırdavat üretimi izliyordu.Pamuklu dokuma sanayisi ise, deri, ipek, keten, kurşun, kalaydan sonra ancak 0,96milyonluk bir üretim düzeyinde idi. Pamuklu dokuma sanayisi fabrikalaşma sürecini sağlayanilk sanayi olduğu için 1785’den sonra birden bire ön plana fırlamıştı. Bu sanayi kolundakiendüstri aşaması İngiliz K-kapitalizmini geliştirir, yeni aşamalara ulaştırırken modernproleteryayı da aynı hızla büyütüyor ve yaygınlaştırıyordu. Çünkü; makinaların kullanıldığıilk sanayi dalı pamuklu dokuma sanayii idi ve dünyada işçi sınıfı ilk kez bu sanayi dalındadoğdu.1781’de yün sanayisinde kullanılan yün miktarı 25 milyon kilodan, 1810’da 40 milyorkiloya çıkmıştır. Yün sanayisi 30-40 yıl önce İngiliz Ekonomisinde ilk sırayı işgal ediyordu.1781’de pamuklu dokuma sanayisinde hem pamuk tüketimi 2,5 milyon kilo iken,1810’da 60 milyon kiloya yükselmiş ve yün sanayisini gerilerde bırakarak İngiliz Sanayi


ürünleri içersinde ilk sıraya geçmiştir. Bu modern proleteryanın doğum yeri olan İngilizKapitalizminin gelişme hızı kadar proleteryanın büyüme hızını gösterir. Makinanın İngilizEkonomisinde, işçi sınıfının gelişiminde oynadığı rolü F. Engels “Hernn Eugen DühringsÜnvaltzung der Wissenschft” adlı eserinde şöyle anlatır. “Fransa’da devrimin fırtınası ülkeyikasıp kavururken İngiltere’de daha sessiz, ama hiç de daha az güçlü olmayan bir alt-üst oluşgerçekleşmişti. Buhar ve yeni alet-makinalar, yapım evinden modern endüstriye geçişisağlayarak burjuva toplumunun temellerini alt-üst ediyor, yapımevi devrinin gevşek ritmiyerini üretimin gerçek şiddetli evrem dönemine bırakıyordu.”Proleterya üretici güçlerin evriminin sonucudur; makinanın ürünüdür. Makine olmazsamodern işçi sınıfı da olmaz. İşçi sınıfı, aletleri makine olan yani bir tek işçinin sahibiolamayacağı kadar pahalı aletlerle çalışan ve bunun için iş gücünü satmak zorunda kalaninsanlardan meydana gelir. İşte bundan ötürü modern işçi sınıfının tarihi makinanın sanayidekullanılması ile başlar. Ve proleter elinde işgücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan,üretimde kişisel bir yeteneğin rol oynamadığı, işleyişi sahibi tarafından belirlenen makinanınbuyruğunda çalışan insandır. Makine ile beraber ama onun kölesi olan işçinin dramını, VonHeydebreck, 1 Haziran 1919 tarihinde Berlin Hükümetine verdiği “ FABRİKA İŞÇİLERİNİNDURUMUNUN DÜZELTİLMESİ İÇİN TEKLİFLER” adlı raporunda şöyle anlatıyor.“.......... Fabrika sahipleri bakımından ise, eğitim için gerekli boş zamanı vermeye, kesinemirler ve yasaklarla zorlanmadıkları sürece onlardan hiçbir şey beklememek yerinde olur.Zira bu kimseler (Fabrikatörler) Devletin bütün selametinin onların fabrikalarının çalışmasınabağlı olduğuna ve devletin başına gelebilecek en büyük felaketinde bu fabrikaların en küçük,önemsiz bir ötelyesini çalışma hızının azalması, yada fabrikalardan, daha az veya biraz dahayüksek fiyatla mal çıkması olacağına kesinlikle inanmaktadırlar. Hizmetlerinde çalışanları,işçileri ve çocukları makinaların geçici birer parçası saymaya çalışmışlardır. Bu gövdelerinçalışması ve ellerin yararlı bir biçimde işlemesi onlara yeter” Çağdaş en büyük trajedi olankapitalist üretim ilişkileri içersindeki işçinin durumu, Karl Marx’ında üzerinde durduğu enbüyük sorunlarından biridir. Kral Marx ünlü eseri kapitalin birinci cildinde bu sorunu şöylekoyuyor; “Kapitalist Sistemde, emeğin sosyal prodüktivitesinin bütün yöntemleri işçininzararına işler; üretimin gelişmesine dönük bütün araçlar, üreticinin hizmetindeki sömürü venüfus araçları biçimine girer; işçiyi sakatlayarak ancak kısmen insan durumuna düşürür; onunmakinanın basit bir parçası yapar; çabası ile birlikte çalışmasının temelini de yok eder; onuçalışma sürecinin manevi güçlerine, bilim bu sürecin içersinde yer aldığı oranda yabancı kılar;işçinin içinde çalıştığı şartları tanınmaz hale getirir; onu sürekli olarak, kindar ve bayağı birdespotizm altında bırakır; hayatını, ardı kesilmeksizin sürdürüp giden bir çalışma durumunasokar ve karısı ile çocuklarını sermayenin silindirinin altında ezer.” Charles Barbage isesorunu tersinden kapitalistler açısından görüyordu. “Makinanın en dikkate değeravantajlarından biri, bizi işçinin dikkatsizliği, tembelliği ve hilebazlığına karşı garanti altınaalmasıdır.”Fakat makinanın ve dolayısı ile proleteryanın Avrupa’ya yayılması öyle kolay olmadı.Pek çok engellerle karşılaşıldı; özellikle İngiltere’de kapitalizm gelişirken daha henüz feodalüretim ilişkilerinin boyunduruğundan kurtulamamış olan Almanya’da.1579’da İtalyan Papaz Lamgelloti şunları yazıyordu. “Danzing’li Anton Müller, buşehirde, dört ile altı kumaş şeridi aynı zamanda imal eden pek ustaca yapılmış bir makinegörmüş. Ama bu buluşun bir çok işçiyi dilenciliğe mahkum edeceğinden korkulduğu için,Belediye Meclisi, buluşu gizlemiş ve mucidini de ya gizlice boğdurmuş yada suya attırmış.”1676’da Saksonya Diyet Meclisi, şerit makinalarını kullanmayı yasakladı.1685 İmparator VI. Charles tarafından, yasaklama kararının yenilenmesi.1720 İmparatorun yasaklama kararının tekrar yenilenmesi.


1765 Saksonya’da şerit makinalarının serbest bırakılması.1797 Saksonya’da Şeritçiler Loncasının bir şerit makinasına son saldırısı.26 Şubat 1819 Lyon’da (Fransa) iki sanayi burjuvazisi bir şerit kurma makinasıgetirirler. Lyon Halkı ayaklanır makinayı kırmak ister. Fransız ordusu müdahale etmekzorunda kalır.11 Mayıs 1811 Saksonya’lı bir burjuva, Krala yazdığı bir mektupta Planen KentiBelediye Meclisinin bir iplik makinasının kurulmasına izin vermediğini; makinanın bütünkenti yakacağını iddia ettikleri söylüyor, krala kent belediyesini şikayet ediyordu.3 Ocak 1829, bir fabrika sahibi Berlin Maliye Bakanlığı Ticaret ve Sanayi Müdürü,Christian Wilhelm’e mektup yazarak, Belediye ve Devlet memurlarını sudan sebeplerleyüksek basınçlı bir buhar makinasını kurmasını önlediklerini anlatıyor ve bürokratik engeliaşmak için yardım istiyordu.18. ve 19. Yüzyılda, makinanın girdiği, endüstrileşmenin başladığı her yerde, makinekırıcılarını görüyoruz. Yukarıda yalnızca makinalara karşı halkda doğan direnci gösterendeğişik kesimlerden birkaç örnek aldık. Aslında bu yüzyıllarda, makine kırıcıları (Luddite)bütün Avrupa için büyük bir siyasal ve sosyal sorun olmuştur. Çağın sanatçılarının kendidallarındaki ana konusu makine kırıcıları ve bunun ardında yatan temel sorundur. Yüzeydegörülen, evde iplik eğirerek veya dokumacılık yaparak geçimini sağlayan emekçilerinmakinalar ve yeni doğan proleteryanın kendilerini işsiz bırakacağı korkusu ile kurulanfabrikalara saldırarak makinaları tahrip etme eylemleridir. Gerçek sorun ise makine ile üretimyöntemlerinde yapılan bir devrimdir. Üretim ilişkilerindeki bu devrimin iki ürünü vardır.Sanayi burjuvazisi ve proleterya. İşte bu yeni iki sınıf bütün alışkanlıkları ile iyice oturmuşolan eski toplumu rahatsız etmektedir. Eski toplum devrimci yeni yöntemler, görüşler ve yenibir ahlak getiren bu sanayi burjuvazisinden korkmaktadır. Elinde bu yeni makinaları alıpişletecek kadar sermayesi ve bu çağların sanayicisinde görülen yaratıcı nitelikten yoksun olanherkes, bu yeni sanayici tipine karşı duyduğu kini makinalardan çıkartmaktadır. Çünkü;siyasal iktidar bu yeni devrimci sınıfın, sanayi burjuvazisinin eline geçmektedir. Bunun için,makinalara saldıran işsizlik ve açlık korkusundan deliye dönmüş yoksul emekçilerin ardındaeski toprak ağaları, atelye sahipleri esnaf ve bürokratlar bulunmaktadır. Yoksul emekçilerinmakinalara saldırmasının arkasında eski egemen sınıflar ile sanayi burjuvazisinin iktidarsavaşı vardı ve bu savaş değişik dönemlerde değişik ülkelerde 19. yüzyılın ilk yarısınınsonuna kadar, sanayi burjuvazisinin kesin galibiyetine kadar sürdü.Sanayileşmenin başlanğıç döneminde İşçi Sınıfının Durumu : Toplumun eski sahipleriile yeni sahipleri arasında değişik biçimlerde yansıyan iktidar savaşının sürdüğü bu 18. Ve 19.yüzyıllarda işçi sınıfı durmadan büyüdü ve çoğaldı. Sanayi burjuvazisi savaşı eski egemensınıflara karşı kazandıkça fabrikalar çoğaldı, fabrikalar çoğaldıkça işçi sınıfı gelişti. İşte budurmadan çoğalan ve çalışan ve çoğalıp çalıştıkça fabrikatörlerin sermayesini artıran ve onlarıiktidar savaşında güçlü kılan proleteryanın bu dönemlerdeki durumu, yaşantısı ne idi? Busorunun cevabını gene o çağın düşünürlerinin yaptığı gözlem ve araştırmalarda bulacağız.Ünlü yazar Villerne’nin sanayi devrimi sırasında Fransa’daki işçilerin durumu üzerineyaptığı araştırmanın birinci cildinde: “Her sabah Kente gelişlerinin ve akşamları gidişlerinigörmek gerekir. Aralarında bir çok solgun, zayıf, çamur içersinde çıplak ayak yürüyen kadınvar... Ve onlardan da daha çok sayıda, hiç de daha az pis, daha az soluk benizli olmayan,çalıştıkları sırada üstlerine tezgahlardan akan yağla vıcık vıcık olmuş paçavraların içindegencecik çocuklar.”J.R. Commons’un Amerikan sanayi toplumunun belgesel tarihi adını araştırmasınındördüncü cildinden: “Fabrikadan çıktıkları zaman yüzlerindeki derin çizgilerle ve acınacak


görünüşleri ile bu bayağılaşmış kadınları görmek yüreğimizi parçalayan bir şeydir. Bufabrikalar bugünkü durumunda birer ızdırap, hastalık ve sefalet yuvasıdırlar.”Bu dönemlerde proleteryanın büyük bir çoğunluğunu kadınlar ve çocuklaroluşturuyordu. Bu sanayi burjuvazisinin işine geliyordu. Çünkü; daha çok kar ediyordu.1883’de A.B.D. de dokuma endüstrisinde çalışan işçilerin 3/5’i kadındı.1833’de Lowel sanayi kentinde yapılan araştırmaya göre 1200 erkek, 3800 kadın işçivardı.1832’de Newjersey’de yapılan bir ankete göre de, işçilerin 1/6’sı çocuktu.1835’de İngiltere’de pamuklu dokuma endüstrisinde çalışan işçilerin 58 bin 53’ü erkek,67 bin 824’ü kadın, 94 bin 257’si ise 13-18 yaş arası çocuklardan oluşuyordu.Sanayi burjuvazisinin idioloğları bu çirkin sömürünün yaldızlanmış felsefi temelinihazırlamışlardı. A. Ure 1835 de Philosophie of Manufactures adlı kitabında meseleyi şöyletemellendiriyordu: “İster tarımdan, ister zanaattan gelmiş olsun, erişgin yaşı geçmiş birkimseden yararlı bir fabrika işçisi yapmak hemen hemen imkansızdır.” Edith Abbot’tasanayide kadınlar adlı kitabında bu dönemin sanayici, devlet adamı ve düşünürlerinin meselyinasıl aldığını çok güzel dile getirir. “Bunlar, ülkede (A.B.D.) büyük bir çoğunluğu kır işçisiiçin çok küçük yada çok narin 10-16 yaşları arasındaki 600.000 çocuğun kullanılmasındansağlanacak ek kazanca dikkati çekiyor, bu durum karşısında, çocukların bir tembellikalışkanlığı yüzünden maruz kalacakları sefahat ve ahlaksızlık tehlikesini koyuyorlardı.” Bütünfabrikalar çocuk ve kadın işçiler arıyordu çok çocuklu anne ve babalar çocuklarını daçalıştırmak koşulu ile hemen iş bulabiliyorlardı. Çünkü kadın ve çocuklara ödenen ücret çokdüşüktü ve onların haklarını aramaları çok güçtü. Örneğin aşağıdaki ilan gibi ilanlar bütüngazete ve dergileri dolduruyordu.Rhode İslant Manufacturer’s and farmer’s Record’un 4 Mayıs 1820 tarihli sayısından;bir pamuk fabrikası için 5 ila 8 çocuklu aile aranıyor. Sanayi burjuvazi bir cep harçlığınaçalıştırdığı bu çocuklar yolu ile işçi başına düşen ücret ortalamasını düşürerek zenginliklerineyeni zenginlikler katarken sanayileşen toplumlarda büyük bir dengesizlik yaratmış ve 19. y.y.aydınlarını düşündüren bir ahlak ve eğitim sorunu doğurmuştur. J.R. Conmons, Amerikantoplumunun tarihi adlı eserinin dördüncü cildinde sorunu şöyle saptıyordu. “Çocuklarına, biriokulu bitirince diğerini göndererek sıra ile eğitim verebilecek durumda bir çok aile biliyoruz.Bu ailelerin hepside, çocuklardan biri okula gitmek için fabrikadaki işini birkaç saatliğine bileterk edecek olursa bütün aileyi işten atacağını söyleyen işveren tarafından tehdit edilerekbundan vazgeçirilmiştir. Ayrıca bunun kuru bir tehdit olarak kalmadığını da biliyoruz.”Başta İngiltere olmak üzere, Fransa, Amerika, Almanya, Hollanda ve diğer batı Avrupadevletlerinde sanayi burjuvazisi eski toplumun bütün sınıflarına karşı devrimci bir savaşvererek toplumun tek efendisi oldu. Bu dönüşüm her ülkenin kendi özel koşulları içerisindedeğişik biçimlerde oldu. Örneğin, İngiltere 19. Yüzyıl içersinde sanayi burjuvazisininyönetiminde büyük bir kapitalist toplum olurken, Almanya hala feodal düzenini koruyaraksanayileşmeye çalışıyor; Feodallerin yönetiminde fabrikalaşma istiyordu. Bunun doğal sonucuolarak Alman İşçi Sınıfı doğuşunu izleyen ilk yüzyıl içersinde çok ağır koşullara katlanarakyaşamak ve çalışmak zorunda kaldı. Örneğin Almanya’daki işçiler için devletin çıkardığıyönetmeliklerin, herhangi bir cümlesini okumak, Alman İşçi Sınıfının nasıl ilkel bir askeridisiplin içersinde ezildiğini göstermeye yeter. “Bu kıyafetteki bir madenci, amirlerindenbirine rastladığı zaman tam askerce bir esas duruşa geçecek ve amir uzaklaşıncaya kadar odurumda kalacaktır.” Eğer işçiler işyerinde değillerse yani sokakta evlerinin önünde veyaücretlerini almak için bekliyorlarsa, uymak zorunda kaldıkları kural ise şöyle belirleniyordu.“Böyle bir durum karşısında bir amirin gelmekte olduğunu gören ilk kimse, selamlamayı


herkesin iki numaralı paragrafta gösterildiği şekilde yapabilmesi için gruptaki arkadaşlarınıhemen haberdar etmelidir.” Görüldüğü gibi Alman İşçi Sınıfı 19. Yüzyılın ikinci yarısınınsonlarına kadar üniforma giymek ve askeri bir disiplin içinde bulunmak zorunda idi. Buyönetmenliklerin her hangi bir maddesine uymayan kalifiye işçinin bir günlük ücreti kesilir,çırak ve kalfalara ise 4 ila 16 kırbaç vurulurdu.Sanayi burjuvazisi geliştikçe işçi sınıfı da gelişti. Toplumun eski sahiplerine karşıverdiği savaşı işçi sınıfını görülmemiş bir barbarlıkla kazanan sanayi burjuvazisi bugün işçisınıfına karşı tarihin son sınıf savaşını vermektedir. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki savaşınen önemli bölümlerinden biri 1 Mayıs 1886’da A.B.D. de illinoise eyaletinde verildi. İşçiler 8saatlik iş gücünü, hafta tatili ve diğer Anayasal hakları için greve gittiler. Grev bütünAmerika’ya yayıldı ve 3 Mayıs’ta polis illinoise eyaletinde işçilerin üzerine ateş açarak pekçoğunu yaraladı birini de öldürdü. Polisin bu barbarlığını protesto etmek için “Cihicogu’daHaymarket meydanında 4 Mayıs günü bir miting düzenlediler. Polis ve eyalet ordusuolağanüstü tedbirler almıştı. Mitingin dağılmasına doğru meydanda 800-1000 işçi militanıkalmıştı. Tam bu son topluluğu da dağılırken bilinmeyen bir provokatör (kışkırtıcı ajan)polislerin üzerine bir bomba attı. Madhiyas Degan adlı bir polis öldü ve birkaç polisyaralandı. Bunun üzerine A.B.D. işçi sınıfı üzerine bir terör dalgası yabanca çullandı. Bütünülkede işçi sınıfı militanları ve yurtsever aydınlar toplandılar, hapsedildiler. Grevler kanundışı ilan edildi ve A.B.D. de gelişen işçi sınıfı hareketi barbarca ezildi. İşçi sınıfının sendikave parti militanlarının ileri gelenleri tutuklandı. Düzmece bir mahkeme ile işçi sınıfının enbüyük liderleri, Parsons, Fischer, Engel ve Spies asıldılar. Lingg, polis karakolunda yapılanişkenceye dayanamayarak öldü. OscarNeebe 15 yıla, Fielden Schwab ise müebbet hapsemahkum oldu. 1 Mayıs 1886 hareketi proleterya ile sanayi burjuvazisi arasındaki sınıfsavaşının ilk uluslararası boyutlara ulaşanıdır. Ve burjuvazi ilk kez yüzündeki maskeyi atarakbütün yabanlığını göstermiştir. Bu olay dünyada büyük tepkiler doğurdu ve 1889’da İkinciEnternasyonalin Birinci Kongresinde 1 Mayıs dünya işçilerin bayramı olarak kabul edildi.Bugün kapitalist olsun sosyalist olsun bütün dünya ülkelerinde (Türkiye Hariç), 1 Mayıs İşçiBayramı olarak kabul edilmiştir.Bizde, işbirlikçi burjuvaziye hizmet eden bir işçi kuruluşu olan Türk-İş, bu konuda daişçi sınıfına ihanet ederek, 24 Temmuzu işçi bayramı kabul etmiştir. Ama Türk işçihareketinin öz örgütü olan DİSK 1967’den beri 1 Mayıs’ı İşçi Bayramı olarak kabul eder.1969 yılında DİSK Yürütme Kurulu Türkiye İşçi Sınıfının 1 Mayıs bayramını kutlarken işçisınıfına şöyle sesleniyordu:“1969 Türkiye’sinde biz işçiler, 1 Mayıs İşçi Bayramını kutlarken, yakın bir gelecektekigünlerin sınavını iyi verecek bir hazırlık içinde olmanın sorumluluğunu iliklerimize kadarduymak ve duyurmak zorundayız.”


Türkiye İşçi Sınıfı TarihiTürkiye İşçi sınıfı tarihi üzerinde çalışan araştırmacıların her biri kendine ayrı birhareket noktası saptamak zorunda kalmıştır. Çünkü Türkiye Toplumu, gelişen batı kapitalizmitarafından geri bırakılmış bir toplumdur ve kalkınmasını; çok uluslu şirketlere bağımlı birekonomiye sahip olduğu halde kapitalist yolla sağlamaya çalışmaktadır. Kapitalizmingelişemediği, sanayileşmenin sağlanamadığı bir geri bırakılmış ülkede işçi sınıfı tarihininbaşlangıç dönemi ne olacaktır? Dünya ve özellikle İngiltere Proleteryasının tarihini incelerkenhareket noktamızı oluşturan “Modern işçi sınıfı” kavramını Türkiye için de alırsak, bu kezhareket noktamızı oluşturan tarihle günümüz arasındaki zaman, belki de böyle bir tariharaştırması için yeterli olmayacaktır. Bunun için biz; Türkiye İşçi Sınıfı Tarihine başka biryöntem ile yaklaşmayı daha uygun bulduk.Türkiye’deki Tarım, Ulaştırma, Maden, Yapımevi ve Fabrika kesimlerinde çalışanlüksüz emekçilerin, sınıfsal karakterlerle hareketlerini tarihi gelişimi içerisinde TürkiyeProleteryası ile beraber incelemeyi daha uygun gördük. Türkiye emekçilerinin veProleteryasının egemen sınıflara karşı verdikleri ekonomik ve siyasal savaşı dört ana bölümdeincelemeyi uygun gördük.a) 1923’ten önceki işçi hareketleri,b) 1923-1950 arası işçi hareketleri,c) 1950-1960 arası işçi hareketleri,d) 1960’dan sonraki işçi hareketleri.1923’ten Önceki İşçi Hareketleri:Biz deki işçi hareketleri gelişen batı kapitalizminin ekonomimiz üzerindeki baskılarısonucu, emekçilerin direnmesi ile başlamıştır. Batı da kurulan ilk fabrikalar pamuklu dokumafabrikaları idi. Kapitalist batının işlemek için ham pamuğa olan ihtiyacı bizdeki işbirlikçileriharekete geçirdi. Pamuk işi büyük toprak ağalarına ve tüccarlara tatlı karlar bırakıyordu.Çukurova’da büyük alanlarda İngiliz, Alman ve Fransız firmalarının ihtiyacını karşılamak içinpamuk ziraatına ağırlık verildi. Bu yüzden Çukurova’ya 1820’nin sonralarında büyükmiktarda tarım işçisi göçü oldu. Bu dönemlerdeki işçi hareketleri üzerine elimizdeki tek belge1945 tarihli polis nizamnamesidir. Bu polis nizamnamesinin bir maddesinde şöyle deniyordu.“Amele ve işçi makulelerinin, cemiyetlerinin def’ ve izalesi ile ihtilal vukuunda önükestirilmelidir.” Demek bu dönemde emekçiler bazı hareketlere girişmişler ve sömürüye karşıdirenmeye başlamışlardır. Fakat bu emekçiler henüz modern endüstri proleteryası değildirler.1923’den önce işçi sınıfının doğuşunu hazırlayan sanayi yatırımları:1835’de fes hane fabrikası;1845’de yabancıların Bursa’da kurdukları ipek ipliği fabrikası;1838’de Bulgaristan’daki dokuma fabrikalarına yeni makinaların yerleştirilmesi veBursa’da 4500 den fazla işçinin çalıştığı buhar mancılıklı yapımevlerinin 50 ye varması;1855’de Ereğli kömür havzasının işletmeye açılması;1856’da İngilizlerin Anadolu’da ilk demir yolu yapımına girişmeleri ; Türkiye’deki işçisınıfının doğuşunu hazırlayan yatırımlardır.


1900’lerde bütün Osmanlı İmparatorluğunda bir milyon kadar insanın işçi olarakçalıştığı sanılmaktadır.1923’ten önceki işçi hareketleri:1872’de, Beyoğlu Telgraf işçileri, Ömerli-Yarımburgaz demiryolları Yapım İşçileri,İzmir Demiryolu İşçileri, Beykoz-Deri ve Kundura Fabrikası İşçileri greve gittiler.1876’da Haydarpaşa Demiryolu İşçileri (2 Mart) Tersane İşçileri (23 Mayıs), grevegittiler ve aynı yıl Fişekhane İşçileri işlerini bırakarak Babıali’ye yürüdüler (19 Nisan)1878’de İstanbul Terzileri (16 Ekim), Duvarcılar, Ayakkabıcılar greve gittiler,1879’da Şirketi Hayriye İşçileri (25 Mart) ve tersane işçileri (18 Temmuz) grevegittiler.1880’de Gemilerde çalışan işçiler (4 Şubat), Haydarpaşa Demiryolu İşçileri (28 Şubat)ve Haliç Vapur Personeli (25 Kasım) greve gittiler. Bu grevlerden sonra işçi hareketleri büyükbir durgunluğa girdi. Yabancı firma temsilcilerinin hükümetler üzerindeki büyük baskısısonucu işçi hareketleri ezildi ve emekçiler susturuldu. Bu durum karşısında 1900’lerinbaşında 100 bini aşkın işçi A.B.D. ye göç etti.Muhalefet dönemlerinde ittihat ve terakki işçilerin cemiyet kurma ve grev yapmaözgürlüklerini tanıyan cemiyet kanunu meclisten geçmesini sağladı. Ama iktidara geldiktensonra gene aynı ittihat ve terakki, işçiler üzerinde amansız bir baskı kurdu ve işçi hareketlerinikanlı bir biçimde bastırdı. Bu baskıya rağmen yalnız 1908 yılında imparatorluğun değişikyerlerinde ve değişik işkollarında 27 grev oldu. İttihat ve terakki 1908’de grevleri yasaklayansendika kurma hakkını kısıtlayan Tatil-i Eşgal Kanun-u muvakkati çıkarttı. Grevleri geçiciolarak yasaklayan bu kanun sonradan meclisin Mebusana sunulmuş ve onaylanarak (1909)grevler sürekli olarak yasaklanmıştı. Bu kanuna ve polis tedbirlerine rağmen 1909’da iki,1910’da yedi, 1911’de dokuz ciddi grev yapılmıştır.1923’ten önceki işçi örgütleri ;Bilebildiğimiz ilk işçi örgütü 1895’de Tophanedeki işçilerin kurduğu Amele-i Osman-iCemiyetidir. Bu Cemiyet gizli bir örgüttü ve pek az üyesi vardı.İlk gerçek örgütü 1911’de kurulan İstanbul Makinistler Cemiyetidir. Bu Cemiyet tambir sınıf bilinci ile hareket ederek diğer sanayi dallarındaki işçilere yardım etmek vedayanışmaya geçmek istemiştir; ama çok yaşayamamıştır.1912’de İşçi Kulübü kuruldu ve sendikalaşma gelişmeye başladı. İşçi Kulübünükuranlar, Dersaadet Tetebbüat-i İçtimaiye Cemiyeti, Zenne Ceket İşçileri, Mücellitler, ErkekTerzileri, Değirmenciler, Berberler, Ticarethane Sanayi İşçileri, Bira Fabrikası İşçileri,Eczane İşçileri, Sigara Fabrikası İşçileridir. İşçi Kulübü kurulduğu yılın 1 Mayısını İşçibayramı olarak Pangaltı Belvü Bahçesinde kutladı. Yine aynı yıl Sa’y-i Amel Dergisiyayınlandı; Osmanlı Sosyalist Fıkrası Paris Şubesi işçiler için bir ıslahat programı yayınladı.1913’de Sanayi-i Teşvik Kanunun çıkarıldı ve binlerce Türk işçisi Almanya’ya sanatöğrenmek için gitti.İngilizlerin adımı olan Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi tutuklandı(1913), değişik yerlere sürüldü, İstanbul’a döndükten sonra ise esrarengiz bir şekildeöldürüldü. İkiyüz Sosyalist İşçi Lideri (içlerinde pek çoğu polis ajanı idi) toplandı ve Sinop’asürüldü. Bu işçi liderleri 30 Ekim 1918’e kadar orada kaldılar. Bu yüzden işçi hareketleri birdurgunluk dönemine girdi.


1919 yılında işçi hareketleri tekrar alevlendi. Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmisürgünden İstanbul’a döndü ve fırkasının başına geçti ve bir kısım işçileri kendi etrafındaörgütledi. Ayrıca Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi kuruldu. Gene bir işçi partisi olanOsmanlı Mesai Fırkası kuruldu ise de pek etken olamadı. Aynı yıl içersinde çoğunu HüseyinHilmi’nin kışkırttığı ve işçi sınıfının aleyhine sonuçlanan sekiz önemli grev oldu.1920 grevlerin ve Sosyalist Hilmi’nin yılı oldu Sosyalist Hilmi işgal kuvvetlerinin(Özellikle İngilizlerin) desteği ve mali yardımı ile o günlerin İstanbul’unda dedikodusu çokyapılan armalı büyük bir otomobil ve fırkası için büyük bir bina satın aldı.1921’de 1 mayıs İşçi Bayramı büyük törenlerle (İstanbul’da) kutlandı. SosyalistHilmi’nin bütün çabalarına rağmen 1 Mayıs İşçi Törenleri işgalci kuvvetlere karşı bir dirençhavasına büründü. Aynı yıl içersinde Sosyalist Fırkası içinde çözülmeler başladı ve HüseyinHilmi’nin (Sosyalist Hilmi) kışkırttığı şüpheli ve sonuçsuz grevler oldu.1922’de Sosyalist Fırkası tamamen işçinin çıkarlarına ters bir duruma düştü veparçalandı. Ayrılanlar, Müstakil Sosyalist Fırka’yı kurdular. Aynı zamanda İstanbul AmeleBirliği kuruldu ve Ankara Hükümeti ile temasa geçti. Aynı yıl dağınık işçi parti vesendikalarını birleştirmek için İşçi Teşkilatları Tevhid Konferansı toplandı. (21 Temmuz);ama hiçbir sonuca varamadan dağıldı. Gene aynı yıl Ankara’daki işçiler istasyonda yaptıklarıbüyük bir törenle 1 Mayıs İşçi bayramını kutladılar; bu törene milletvekilleri de katıldı.Haziran ayında İstanbul’da Anadolu7daki Mustafa Kemal Hareketini destekleyen Türkiye İşçiDerneği kuruldu. Bu dernek Ankara’ya bir beyanname göndererek Mustafa Kemal Paşa’yıdesteklediğini açıkladı.1923-1950 Arası İşçi Sınıfı Hareketleri :Bu dönem Türkiye İşçi Sınıfı7nın en karanlık yıllarıdır. İşçi Sınıfı bir yandan kurulanyeni fabrikalar nedeni ile gelişirken, diğer yandan da amansız bir polis baskısı altındaezilmiştir. İktidarı rakipsiz olarak elinde tutan C.H.P. batıda ki örneğine uygun bir “Milliburjuva) yaratabilmek için proleteryayi en doğal haklarından yoksun bırakmış ve bir türlümilli olamayan Türkiye Burjuvazisinin işçileri günde 17 saat çalıştırmasına ve işçilere hiçbirsosyal güvenlik tanımamasına göz yummuştur.Polis baskısı 1923’teki provokasyonlarla başladı. Adapazarı’nda ki İmalatı Harbiyeİşçilerinin 1923’ün 1 Mayısını İşçi Bayramı olarak kutlayacaklarını açıklaması, polise istediğifırsatı verdi. Nisan ayının ikinci haftası içinde provokatör ajanların kışkırttığı gençler işçihaklarını savunan bildiriler dağıttılar. Bunun üzerine polis hemen işçi liderleri ile Sosyalistleritoplayarak “Hükümeti Devirmek Üzere Harekete Geçtiler” gerekçesi ile adliyeye verdiler.Onbeş işçi lideri 15 gün polis zindanlarında türlü işkencelere uğradılar ve mahkemeyeçıkarıldıkları ilk gün beraat ettiler. Mahkemenin kararı dinleyiciler ve halk arasında büyüksevinç gösterilerine yol açtı. Bu olaydan sonra polis taktik değiştirerek mahkemelerebaşvurmadan işçi hareketlerini ezme yolunu seçti. Bütün bu tedbirlere rağmen işçiler bütünTürkiye’de direnişe geçtiler.1923 yılı yazında Zonguldak Maden İşçileri Sağlık koşullarının düzeltilmesi ve kazatazminatlarının arttırılması için direnişe geçerler ve işverene isteklerini zorla kabul ettirirler.Aynı yıl Aydın’da bir İngiliz şirketinin şimendifler işletmesinde çalışan Türk işçilergreve gittiler. Bu grev hemen İzmir7e kadar yayıldı; Amele Birliği’nin birden bire yenidencanlanmasını sağladı. Bunun üzerine hükümet İngiliz işvereninin lehine olarak greveyasaklama kararı aldı ve gerekçe olarak İzmir’li tüccarın zarar göreceğini ileri sürdü; peşinede Amele Birliğini kapattı.


4 mart 1924’de yürürlüğe giren Takriri Sükun Kanunu ile uzun yıllar için her türlü işçiörgütlenmeleri ve hareketleri yasaklandı. 1938’de ise her türlü örgüt (sendika) kurma hakkı dakesin olarak yasaklandı. Ama, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar burjuvazinin örgütlenmesive güç kazanması devletin bütün olanakları ile desteklendi. Bu arada başta İzmir’de olmaküzere işçi sınıfını hükümetin dolayısı ile burjuvazinin güdümüne verecek bazı derneklerinkurulması için girişimler oldu ise de, işçi sınıfının direnmesi yüzünden bu girişimlerden hiçbiri başarılı olamadı. İkinci Dünya Savaşı içersinde işçilere zorla, fazla mesai yaptırıldı vesavaş ekonomisinin bütün güçlükleri ise işçi sınıfının omuzlarına yüklendi. Bugünkü sanayiburjuvazisi sermayesini İkinci Dünya Savaşı yılları içersinde görülmemiş bir yabanlıklasömürdüğü işçilerin ve köylülerin yarattığı değerlerden oluşturdu. İkinci Dünya Savaşınınsürdüğü yıllarda C.H.P. nin Milli Şef yönetiminde izlediği, işçileri ve köylüleri burjuvazilehine yabanca sömürme politikası, yoksul halk yığınlarının C.H.P. karşısına çıkan ilk siyasalörgüte gözü kapalı olarak bakmasının temel nedeni olmuştur.C.H.P. bu yıllar içersinde “Milli Burjuva” yaratacağız gibi bilimle uzaktan yakındanhiçbir ilişiği olmayan, politikasının gereği olarak, burjuvazinin İşçi Sınıfını barbarca ezmesinive onun iş gücünü sömürerek sermaye birikimini sağlamasını öylesine desteklemiştir ki,sonraki yıllar içersinde dış baskılar sonucu kabul etmek zorunda kaldığı çok partili siyasalsistem içersinde hiçbir zaman işçilerin ve köylülerin oylarını alamamıştı. Bilinçsiz işçi veköylü yığınları karanlık zulüm yılları diye hatırladıkları bu yıllarda, çektiklerinin teksorumlusu olarak burjuvaziyi değil, (çünkü C.H.P. sınıf bilincinin gelişmemesi için her şeyiyapmıştır) C.H.P.’yi ve onun yönetici kadrolarını görmüşlerdir. C.H.P.’nin yönetici kadrosudeğişipte gerçekten işçiden ve köylüden yana olan bugünkü kadrosu işbaşına gelinceye kadarişçi sınıfı hep bu siyasal partiye karşı olmuştur. Ancak 14 Ekim 1973 seçimlerinde işçi sınıfıkadrolarını yenileyen C.H.P. ni desteklemiştir.İkinci Dünya Savaşını batılı demokrasiler ve sosyalistler kazanınca bizdeki işirlikçiburjuvazi ve onun siyasi örgütü C.H.P. yi bir telaş kapladı. Çünkü bütün hesaplar Mihverdevletlerinin yani Faşistlerin savaşı kazanacağı üzerine yapılmıştı. 27 Haziran 1945’tealelacele hazırlanan bir kanunla Çalışma Bakanlığı kuruldu. 30 Ocak 1946’da bu kanundeğiştirilerek Çalışma Bakanlığı yeniden teşkilatlandırıldı. 16 Temmuz 1945’te İşçiSigortaları Kurumu Kanunu, 25 Ocak 1946’da İş ve İşçi Bulma Kurumu Kanunu kabul edildi.16 Şubat 1945’te dış politikadaki zorlamaların sonucu olarak sanayi işçisine ücretli hafta tatilihakkı tanındı. 14 Mayıs 1946’da yaratılan özgürlük ortamından yararlanılarak TürkiyeSosyalist Partisi kuruldu. Temmuz 1946’da ise Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisikuruldu. Aynı ay ve yıl içersinde bir C.H.P. li olan Selahattin Yorulmaz Türkiye İşçilerDerneği’ni kurdu. Gene aynı yıl içersinde Türkiye7nin bir çok büyük kentinde her iş kolundabir sendika ve işçi derneği kurma fırtınası esti. Ama Aralık 1946’da İstanbul Sıkı YönetimKomutanlığı 5 maddelik bir tebliğ ile iki Sosyalist Partiyi, işçiden yana sendikaları, Ses, Noro,Gün, Yığın, Dost dergilerini ve İstanbul İşçi Birliğini ve İşçi Kulübünü “Müfrit KomünistMefkûreli” kimselerin bu örgüt ve yayın organlarına sızdığı gerekçesi ile kapatıyor ve hertürlü sosyalist parti ile sendikal faaliyeti ve grevi yasaklıyordu.Batı demokrasilerinin zorlaması sonucu devrin iktidarı 20 Şubat 1947’de bir sendikalarkanunu çıkartmak zorunda kaldı. Bu kanun Başbakan Recep Peker’in değimi ile bir “MilliSendikalar Kanunu” idi Bu kanun işçilere,a) Grev hakkını tanımıyor;b) Toplu sözleşme düzenini kabul etmiyor;c) İşçi sendikalarına memleket sorunları üzerine söz söyleme ve siyaset yapma hakkınıyasaklıyordu.


Ama ne var ki işçiler bu açık oyuna gelmediler ve sendika kurmaya yanaşmadılar.İşçiler hükümete güvenmiyorlardı, ürküyorlardı. Batılı müttefiklerine hoş görünmeye çalışandevrin yöneticileri işçilerin bu bilinçli tutumu karşısında telaşlandılar. Hükümet, ilmerkezlerindeki C.H.P örgütlerinde birer sendika bürosu kurarak işçileri sendika kurmayazorladı; tabii kendi çıkardıkları ünlü 20 Şubat 1947 kanununa uygun olarak C.H.P. çaresizkalınca sendikaların kuruluş masraflarını vermeyi kabul etti. Ama ne var ki bu arada C.H.P.den kopuk sendikalar da kuruldu. Zamanla bu güdümlü sendikalar İşçi Sendikaları Birliği adıile birleştiler.Bu, İşçi Sendikaları Birliği başlangıçta tamamen C.H.P. nin yani İşbirlikçi burjuvaziningüdümünde idi. Çalışma Bakanlığı bu birliğe açıktan 12 Temmuz 1947’de bin, 17 Ocak1948’de ise ikibin lira yardım yaptı. Amaç, işçi sınıfını sürekli olarak devletin güdümündetutarak burjuvazi için tatsız olan olayları önlemekti. Ama iktidarın karşısına bir alternatifolarak D.P. çıkınca, bu sendikaların bir kısmı D.P. yi tutmaya ve işçi yığınları gizliden gizliyeD.P. ye doğru akmaya başladı. D.P. yi tutan sendikalar Hür İşçi Sendikaları Birliği adındayeni bir birlik kurdular. Bu arada iki partinin de oyununa gelmeyen bazı bağımsız sendikalarkuruldu ise de, bu sendikaların yöneticileri her iki parti tarafından da “Komünist” diyesuçlandılar. Bu yüzden bağımsız sendikalar pek gelişemedi.1950-1960 Arası İşçi Sınıfı HareketleriHer şeye rağmen işverenler bu cılız ve güdümlü sendikalardan bile memnun değillerdi.Kendi isteklerine göre çıkarttıkları sendikalar kanununa bile uymuyorlardı ve işyerlerindeişçiye bir feodal ağa gibi davranıyorlardı. 20 Şubat 1947’den 1948 sonuna kadar Türkiye’dezorla 73 işçi sendikası kurdurulmuş idi. Ama buna karşılık dört işveren sendikası kuruldu.1948’de sendikalara üye işçi sayısı 52 bindi, bu rakkam iş kanunu kapsamındaki işçilerin %22’ni oluşturuyordu.1950’de işçilerin ve köylülerin oyları ile iktidara gelen D.P. muhalefet yıllarındakivaatlerinden hiç birini tutmadı. İşçi sınıfı C.H.P. yi aratmayacak bir baskı altında tuttu; ayrıcaA.B.D. ile yapılan ikili anlaşmalar ve NATO kanalı ile Türkiye İşçi Sınıfının A.B.D.emperyalizminin güdümüne girmesi için, Devletin bütün imkanlarını kullandı.Sendika liderleri aralarında yaptıkları uzun toplantılar sonunda ilk işçikonfederasyonunu 31 Ocak 1952 tarihinde Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) nu kurdular. TÜRK-İŞ’in kuruluş amaçları arasında, siyasal parti ve hükümetlere karşıbağımsızlık, işçiler arasında cinsiyet ve yaş gözetmeyen, aynı ücret, işsizlik sigortası, geçimindekslerine uygun değişen ücret ve işçilerin her türlü demokratik haklarının savunulması gibiilkeler vardı. Türk-İş on işçi birliği ve federasyondan oluşuyordu. Türk-İş ilk kongresini 6Eylül 1952’de İzmir’de yaptı. Bu kongreye Şaban Yıldız ve Kemal Sülker tarafından sunulançalışma raporunda ilk kez “İşçi Sınıfı” kavramı kullanılıyor ve Türkiye İşçi Hareketinin genişbir özeti yapılıyordu. Kongreye gelen D.P. li Çalışma Bakanı ise işçilere sınırsız özgürlüklerve haklar vaat ediyor, C.H.P. döneminin kötülüyordu. Bu ilk kongrede İsmail İnan, İsmailAras ve Muammer Özkan yürütme kuruluna seçildiler. Ama yürütme kurulu partizanlıkyüzünden kısa sürede dağıldı. D.P. li Naci Kurt (Müskirat Tütün Federasyonu Başkanı)başkan seçildi ise de Naci Kurt’un D.P. de milletvekili olması üzerine Türk-İş yine bunalımayuvarlandı. Bunalımı önlemek ve iktidara hoş görünmek için gene bir D.P. li olan Nuri Başer27 Mayıs 1960’a kadar TÜRK-İŞ Başkanı olarak kaldı. Nuri Başer D.P. li olmasına rağmenTürk-İş’te gene de işçinin haklarını koruyan bir yönetim kurdu 27 Mayıstan sonra Türk-İş’inAnkara’da yaptığı kongrede Genel Başkanlığa Seyfi Demirsoy ve Genel Sekreterliğe HalilTunç, Mali Sekreterliğe de Ömer Ergün geldiler ve devrim kabinesinin izniyle Türk-İş uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonuna üye oldu. Seyfi Demirsoy ve Halil Tunçyönetimindeki Türk-İş Eğitim yardımı adı altında AİD (Amerika Birleşik Devletlerinin


görünüşte yardım için kurduğu ama gerçekte kendi emperyalist amaçlarını uygulattığı birkuruluştur) den büyük miktarlarda yardım almaya başladı. Bu yardımın niteliği ve miktarıeleştirilere hedef olunca Halil Tunç bu yardımla ilgili rakkamları Türk-İş raporlarında çokkısa olarak üstü kapalı bir biçimde başladı. Bu maddi yardımların yanı sıra işçi liderleriAmerika’ya davet edilerek, görgülerini artırma maskesi adı altında orada bir “beyin yıkama “işleminden geçirilip, Amerikan çıkarlarının güdümündeki sarı sendikacılığı öğrendiler.Sonunda Türk-İş Türkiye İşçi sınıfına ihanet eden bir kuruluş haline geldi.1960’da Sonraki İşçi Sınıfı Hareketleri :27 Mayıs 1960 Devriminden sonra kabul edilen yeni Anayasa, işçi sınıfının özgürlükortamı içersinde örgütlenmesi için gerekli hukuksal biçimi getirmişti; ama A.B.D.emperyalizmi ile kader birliği yapan işbirlikçi burjuvazi işçi sınıfının Anayasal haklarınıvermemekte kararlıydı. Bu türedi sınıfın en büyük işçi kuruluşu olan Türk-İş üzerindekiegemenliğine ve oyunlarına dayanamayan beş sendika 12 Şubat 1967’de Türk-İş’denayrılarak Türkiye İşçi Sınıfının kendi öz örgütü olan Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonunu kurdular (DİSK) DİSK’i kuran sendikalar şunlardı.a) Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Genel Başkanı Kemal TÜRKLER)b) Türkiye Lastik İş Sendikası (Genel Başkanı Rıza KUAS)c) Gıda-İş Sendikası (Genel Başkanı Kemal NEBİOĞLU)d) Basın-İş Sendikası (Genel Başkanı İbrahim GÜZELCE)e) Türk Maden-İş Sendikası (Genel Başkanı Mehmet Alp DÜNDAR)DİSK kurucuları kendilerini ve DİSK’in amaçlarını şöyle tanımlıyorlardı: “ 1870’denbuyana grev hakkını kullanarak, direnme gücünün başarılarını toplayan, dernek kurmahakkını en güç koşullar altında kullanan, 1909’dan beri uluslar arası işçi dayanışmasıçabalarına katılan, demokrasiye aykırı yasalar değiştirilince 1946’da yeniden sendikalar kuransosyal adaletin gerçekleştirilmesi mücadelesini 1961’de miting yaparak yeni bir aşamayaulaştıran, Anayasa ilkeleri uğruna kurşunlanan, coplanan, hapse atılan, yinede toplumcumücadelesini bırakmayan bizler; Türk İşçi Sınıfının tüm çıkarları, hakları ve özgürlükleri vede onuru için bir araya geldik .......Emperyalizmin devletimizin ve milletimizin hayatına yeniden kastetme çabalarınınarttığı ve bir avuç aracının, kapkaççının ve sömürücünün bu çabalara katıldığını gören bizler,Büyük Atatürk’ün 1921’de ilan ettiği gibi Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve biziyutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmaya and içmiş sendikacılarız.”


Sendikacılığımızın SorunlarıTürk sendikacılığının sorunları, ülkemiz insanının çalışma sorunlarıdır. Bunlarıbelirleyen etkenler ise, kuşku yok ki, ekonomik, siyasal ve sosyaldir. Bir başka ifade ileyöneticilerin, yönetime hakim olanların ülkemiz sorunlarından soyutlanarakçözümlenemeyeceğine işaret etmekle yetiniyor ve hareket noktamızı buradan alarak örgütselve yasal sorunlara değinmeye çalışıyoruz. Sosyal-İş’in bu konudaki görüşleri ve önerilerini deher bölümün içinde belirleyeceğiz.Örgütsel Gelişmeler : (Sendikalaşma)Ülkemizde demokratik anlamda sendikalaşma, 1963 yılında çıkarılan 274 sayılıSendikalar Yasası’ndan sonra olmuştur. Bu tarihken buyana sendikalı işçi sayısında önemliartışlar görülmüştür. Örneği 1962 yılında 300 bin dolaylarında olan sendikalı işçi sayısının1973 yılında 1,4 milyon dolaylarında olduğu söylenebilir. Bu rakamlar, ülkemizde toplamücretlilerin % 29,6 sını oluşturmaktadır. Sendikalı işçiler ülkemizde, 435 i mahalli ve 302 siişkolu olmak üzere, 737 sendikaya dağılmış durumdadırlar. Az gelişmiş ülkemizde bu orandasendikalaşma dahi çok belirgin bir özellik olarak gösterilmesi, gerçeklere aykırı olmaz. Bunakarşılık işveren kesiminde, gecikmeli fakat sağlam bir sendikalaşma izlenmektedir. Örneğinişveren sendikaları, 18 işkolunda toplanmışlar ve Türkiye İşveren SendikalarıKonfederasyonunu oluşturmuşlardır. Bunlar, 1100 işletme işverenini temsil etmektedirler.Sendikalaşma oranının, üyesi olmaya çalıştığımız Ortak Pazar ülkeleri ile karşılaştırılması iseşöyle yapılabilir:ÜLKELERSENDİKALAŞMA ORANI (YÜZDE)Federal Almanya 25Belçika 66Fransa 20İtalya 30Lüksemburg 50Hollanda 40Türkiye 30(x) Kaynak : 5. Beş Yıllık PlanSendikalar Yasası :1961 Anayasası, çalışanların serbestçe sendikalaşma ve sendikalardan ayrılmaözgürlüğünü getirmiştir. 1963 yılında bu amacı gerçekleştirmek için 274 sayılı SendikalarYasası çıkarıldı. Çalışma hayatımızda çok önemli ve ak sendikacılık tarihimizde bir dönümnoktası olan bu yasa, doğal olarak, sosyal gelişimler karşısında, ihtiyaca cevap veremeyecekbazı boşlukları da beraberinde getirmeye başladı. İşte bu boşlukları doldurmak amacıyla, 274sayılı Yasayı değiştirme teklifleri hazırlandı.


Çalışma Bakanlığı, yani siyasal iktidarlar ve Türk-İş’çe hazırlanarak yasalaştırılan 1317sayılı Yasa ile, bu, sözde gerçekleştirilmeye çalışıldı.Aslında, bu yeni değişiklikle, sendikal özgürlükler yok ediliyor, güçlü sendikacılıkesprisi paravanası arkasına gizlenilerek, siyasal iktidardan, yani, egemen çevre yararlarındanyana olmayan işçi örgütlerinin tasfiyesi amaçlanıyordu. Sendikalaşma özgürlüğü, tek işçikonfederasyonunun tekeline bırakılıyordu.Bu tasarıya daha başlangıçta, DİSK ve Bağımsız Sendikalar karşı çıkıyordu.Sendikamız Sosyal-İş’in de kurucusu bulunduğu, bağımsız Sendikalar Direnme Konseyikurularak, yasanın anti-demokratik olduğu, ilgililere ve kamuoyuna anlatılmıştı.Bunlara rağmen tasarı, AP oylarıyla yasalaştı ve Türk-İş de destekledi.Sonunda haklılığımız, Anayasa Mahkemesi kararı ile saptandı. Böylece, kimin işçidenve özgürlükten yana olduğu anlaşıldı. CHP’nin ve TİP’in başvurması üzerine, AnayasaMahkemesi, 8-9.2.1972 tarih, 1970/48 E, 1972/3 Karar ve 9.2.1972 tarih, 1970/47 E, 1972/4Karar sayısı ile bu değişiklikleri iptal etti. 19 Ekim 1972 günlü Resmi Gazetede yayınlanan buiptal kararları 1 yıl sonra 19 ekim 1973 yılında yürürlüğe girdi.Bugün 274 sayılı Yasada değişiklikler yapılmalıdır. Bu değişiklikler anayasamızın,Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu prensipler açısından özgürlükleri kısıcı, sendikatekelleşmesine yasa zoru ile olanak sağlayıcı olmamalıdır. Ayrıca;a) Sendikalar Yasasında, Dernek Yasasına atıf yapıcı maddeler bulunmamalı, sendikalarile ilgili tüm hususlar bu özel yasada yer almalıdır.b) Milli tip sendikaların, federasyonların ve konfederasyonların genel kurul, şube genelkurulu ve delege seçimleri mutlaka asgari düzeyde yasada belirlenmelidir.c) İşçi eğitimi, konut ve tüketim kooperatifleri gibi sosyal ve ekonomik girişimlerleilgili hususlar realistçe saptanmalıdır.d) sendikanın her kademesinde görev alanların güvenceleri sağlam esaslarabağlanmalıdır.Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası:275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası, bugün ülkemizde süratledeğiştirilmeye muhtaçtır. Özellikle Toplu-İş Sözleşmesinin yapılmasına ilişkin yetkilisendikanın tesbitinde, toplu-iş sözleşmesini yapmış sendikanın daha sonra o işyerindeüyelerini kaybetmesi halinde, kimin yetkili olacağının tesbitinde işkolu toplu-iş sözleşmesidüzeninin ortadan kaldırılmasında aciliyet vardır.Bu aksaklıkların, sahte giriş beyannamelerinin, işçinin istemediği ve beğenmediğisendikalar eliyle iradesinin dışında toplu-iş sözleşmelerine bağlanmasının, bugün dürüst veişçiden yana her sendika ve tüm işçilerce bilindiği açıktır. Bu nedenle, bunların nasılyapıldığını tekrara gerek görmeden, Sosyal-İş olarak önerilerimizi sunmakta yarar görüyoruz.1- İşkolu Sözleşmesi Kaldırılmalıdır:bugün ülkemizde bölgeler arası farklı asgari ücret bir ilke olarak uygulanmaktadır.Asgari ücret farklılığının kabul edildiği bir ülkede, işkolu sözleşmesi uygulanamaz. Nitekimbugüne değin ülkemizde, gerçek anlamda yapılmış ve uygulanabilmiş bir tek işkolusözleşmesi yoktur. Yapılan işkolu sözleşmeleri, bu ad altında yapılmış İŞYERİsözleşmelerinden başka bir şey değildir.Ülkemizde toplu-iş sözleşmesi, işyeri esası üzerine kurulmalıdır. Bu görüşümüzün 3.Beş Yıllık Palanda da yer alması, haklılığımızı göstermektedir. 3. Beş Yıllık Planın, konu ile


ilgili ilkeler ve tedbirler bölümünde aynen (sayfa: 679) “Aynı işyerinin belli bir dönemdemahiyet ve muhtevası aynı olan iki ayrı toplu-iş sözleşmesine muhatap olmasını önleyecekyasal tedbirler alınacak, ayrıca toplu-iş sözleşmelerinin mevcut yasa çerçevesinde daha uzundönemleri kapsaması uygulamalarda gözetilecektir.” Denilmektedir. Önerilen tedbirin sonbölümüne iştirak etmediğimizi de burada belirtelim.Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.3.1973 tarih, 970/9-460 Esas ve 195 sayılıkararı ile işyeri sözleşmesi mevcut iken, işkolu sözleşmesinin yapılamayacağı, daha doğrusuişkolu sözleşmesinde çıkan uyuşmazlık deneli ile greve gidilemeyeceği kararı karşısında,işkolu sözleşmesi yapma imkanı da fiilen ortadan kalkmış durumdadır. İşkolu sözleşmedüzeninin güçlü sendikalar yaratacağı konusu ve görüşü ise, ülkemizde yıllardır sürenuygulamalar sonucunda geçerli olmamıştır ve olmayacaktır.Sosyal-İş Öneriyor : <strong>KURULU</strong>Ş TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİSendikamız Sosyal-İş; ülkemizde ilk kez bir sözleşme sistemi önermektedir. BatıÜlkelerinde var olan bu uygulamanın önerilmesinde, Sosyal-İş yıllardır edindiğideneyimlerden ve ülkemiz şartlarından hareket etmektedir. Teşekkül (Kuruluş) toplu-işsözleşmesi diye adlandıracağımız bu sözleşme sisteminin esası şudur; Aynı işverenin, aynıişkoluna giren işyerleri için, bu işyerlerinde çalışan işçilerin salt çoğunluğunu temsil edensendika, kuruluş sözleşmesi imzalamalıdır. İşyeri sözleşmesinden ayrı olan bu sözleşmeler, oişyeri için normatif hükümleri kapsamalıdır. Bu sözleşme sistemi, çağrı ve ilandan başlayarak,pek çok kırtasiyeciliği önleyecek, aynı işverenin işyerlerinde tek düzen bir çalışma sistemiyerleştirilecek, işkolu sözleşmesi gibi tarafları havada olmayacak ve aynı işkolundaki işçileringüçlü sendikalarda yasal zorlama olmaksızın toplanmalarına yol açacaktır. Ayrıca busözleşmeler, işkolu sözleşmeleri gibi, yazılı metinler olarak kalmayacak, uygulama olanağımutlak bulunacaktır.Bu önerimizin detaylı şekillendirilmesi için, Hükümet ve işçi sendikaları konu üzerindeeğilmeye ve çalışmaya çağırıyoruz.2- Yetkili Sendika Tesbitinde UsülToplu-iş sözleşmesi yapmak için yetkili sendika tesbitinde, işçilerin özgür tercihinemeydan verecek tek yol, referandumdur. Hükümet programında da bu yolun benimsenmişolması kıvanç vericidir. Yöntem olarak bu konuda önerilerimiz şunlardır :Toplu-iş sözleşmesi yapma, işçilerin sendikalarını seçme şekline dönüşmelidir.İşyerlerinde en son ay bordroları dikkate alınarak, gizli oy açık tasnif yöntemiyle, işçininoyuna başvurulmalı ve yetkili sendika tesbiti yapılmalıdır. Oylamanın usulsüzlüğüne ilişkinitirazlar yargı denetiminde karar bağlanmalıdır. Her işyerinde, her toplu-iş sözleşmesi dönemiiçin, işçiler sendikasını seçmelidir.3- Toplu-İş Sözleşmesinin İmzadan Sonra Yetkili Sendikanın ÇoğunluğuKaybetmesi Halinde Durum :Bugünkü yasaya göre, bir işyerinde sözleşme imzalayan sendika, daha sonra o işyerindebütün üyelerini kaybetse dahi, toplu-iş sözleşmesine taraf olma niteliğini kaybetmemektedir.Bu durum ise, mantıkla bağdaşmadığı gibi, işçilerin, istifa ettikleri sendikaların imzaladığıtoplu-iş sözleşmesinin süresince, kendileri adına, toplu-iş sözleşmesine taraf olacak birsendika oluşturamaması durumunu doğurmaktadır ki, bunun hukuk prensipleri ve hattaAnayasamızın sendika özgürlüğü ile bağdaşmasına imkan görmemekteyiz.Bu durumun söz konusu olması halinde, işçilerin salt çoğunluğunu bünyesindetopladığını iddia eden sendikanın, işyerinde yapılacak bir referandumla tesbiti halinde, toplu-


iş sözleşmesine taraf olma yetkisinin yeni sendikaya verilmesini sağlayacak değişikliklersüratle yapılmalıdır.4- LOKAVT ANAYASAL BİR HAK DEĞİLDİRBilindiği üzere, lokavt işverenin işyerini geçici süre ile kapatması, işçileri bu süredeişten çıkarması demektir. Anayasamız LOKAVT’ı bir hak olarak kabul etmemiş ve bu durumgrev hakkı gibi Anayasamızda yer almamıştır. Lokavt 275 sayılı Yasa ile, grevin karşıtı birhak olarak işverenlere tanınmıştır.Sosyal Devlet, çalışanların, ezilenin, güçsüzün yanında yer alan devlettir. TürkiyeCumhuriyeti de sosyal bir hukuk devleti olduğuna göre, ilke olarak Anayasasında yer alan buesaslar açısından, çalışanın güçsüzün yanında olmak görevindedir.İşverenler, sermayeleri ile, üretim araçları ile güçlüdür. İşçiler ise, bu güç yanında,karşısında ekonomik varlıklarını koruyabilmek için grev yaparlar. Grev işçilerin tekdemokratik gücüdür. Bunun karşısında zaten her yönden güçlü olan işverenlerin bir delokavtla çıkması, güçsüz olan işçiler aleyhine dengeyi bozar. Lokavt, hak olmak şöyle dursun,bir baskı ve zulüm aracı haline dönüşür. Ülkemizdeki uygulamalarda bu yönde olmuştur,olmaya devam etmektedir.Diğer yandan, 275 sayılı Yasa’ya göre, lokavt hakkının kullanılması, aynen grevhakkını kullanmada, gerekli olan şartların yerine gelmesi ile mümkündür.Uygulamada ise bu şartlar yerine getirilerek alınmış bir tek LOKAVT kararı göstermekpek kolay olmayacaktır.Patron hegemonyasını katmerleştirmek demek olan ve Anayasamızda bir hak olarak yeralmayan LOKAVT kaldırılmalıdır.İş Yasalarıİş Yasaları, sosyal devlet esprisine uygun olarak, tüm çalışma koşullarının devletçeasgari ölçülerde, güvence altına alındığı yasalardır. Bu bakımdan bu yasaların tüm içeriğinin,devletin çalışanının yanında olması ilkelerine uygun olması gerekir. Buna uymayan veyayeterli güvenceleri getirmede yetersiz kalan yasa hükümlerinin değiştirilmesi ve bu anlayışınçalışma hayatımızda egemen kılınması zorunludur.Bugün ülkemizde, deniş ş Yasası, Basında Çalışanların Yasası ve 1475 sayılı Yasa, bufonksiyonu yerine getirmek amacıyla meydana getirilmişlerdir.1475 sayılı İş Yasasının aksayan yönlerine değinmeden önce, çalışma hayatımızın enbüyük eksikliği olan bir soruna değinmek istiyoruz. Bu sorun milyonlarca tarım işçisinin birHızır sabrı ile yıllardır beklediği Tarım İş Yasasıdır. Hemen hemen tüm iktidarlarcaçıkartılacağı söylenen, tüm işçi örgütlerince ısrarla savunulan bu yasanın bugüne kadarçıkartılmamış olması oldukça ilginçtir. Akla, tüm istenmelere rağmen, bu yasanınçıkarılmayışı karşısında kimler tarafından çıkarılmadığı, bu çıkarmama gücünü elindebulunduranların ne derece etken oldukları sorusu gelmektedir. Aslında bu sorunun cevabı işçisınıfının demokratik siyasal mücadelesini önerenler, bu önerileri ile vermiş olmaktadırlar.Hiçbir sosyal güvenliği olmayan tarım işçilerinin iş ve sosyal sigorta kapsamına alınmalarısağlanmadığı sürece, ülkemizde çalışanların sosyal güvenliğe kavuştuklarından söz etmek pekkolay olmayacaktır. Bu zorunluluktan 3. Beş yıllık Kalkınma Planının (sayfa 679) ilkeler vetedbirler bölümünde de ısrarla söz edilmekte, sorun planın da amacı ve emri olmaktadır.


1475 Sayılı Yasa Üzerineİşveren çevrelerince, gereksiz, aslında kasıtlı olarak feryatlar koparılmasına rağmen,raporumuzun hazırlandığı sırada kıdem tazminatının her yıla 30 gün üzerinde ödeneceğineilişkin, gerekli değişikliklerin yapılacağını bildiren Hükümet kararı işçiler için çok sevindiriciolmuştur. Bu aslında işçiden yana olacak siyasal iktidarların oluşumuna demokratik yoldankatkıda bulunanların zaferidir. İşverenlerin feryadı demokratik yoldan katkıda bulunanlarınzaferidir. İşverenlerin feryadı ise, 30 günlük kıdem tazminatı süresinin azami olmasını, topluişsözleşmeleri ile artırılmasını önlemeye yönelik çabadan başka bir şey değildir. İşçiler bukonuda uyanık olmalıdırlar.2- iş Yasamızda yer alan normal çalışma saatleri, ülkemiz gerçekleri göz önündetutulursa fazladır. İşsizliğin büyük bir tehlike olduğu ve gün geçtikçe arttığı ülkemizde,böylece Emek-yoğun bir istihdama yönelmeler zorunluluğu sağlanmış olacaktır. Çalışmasaatlerinin azami miktarının düşürülmesinin yanı sıra, fazla çalışma yasaklanmalıdır.Sosyal ve ekonomik gereksinimlerini, fazla çalışma yaparak karşılamayı amaçlayanişçiler, böylece bu yolu bırakmış olacaklardır. İşçiler ve sendikalar böylece normal çalışmakarşılığı insanca yaşayacak ücrete kavuşma mücadelesini verecekler ve bunun bilincineereceklerdir. Batılı bazı ülkelerle, ülkemizin çalışma saatlerinin karşılaştırılması aşağıdadır.Gelişmiş veya bizden ileride olan ülkelerde, çalışma saatlerinin düşük olması da ayrıca bukonuda düşünmeyi gerektirmektedir.ÜLKELER<strong>ÇALIŞMA</strong> SAATLERİ (HAFTALIK)Federal Almanya 43,8Belçika 37,9Fransa 44,8Lüksemburg 44İtalya7,8 (Günlük)Hollanda 44,2Türkiye 48,2(x) Kaynak : I.L.O. “Year Book of Labour Statistics” 19713- Kıdem tazminatı ödemede asgari üç yıl çalışmış olmak şartı yasadan çıkarılmalıdır.Esasen bugün toplu-iş sözleşmeleri ile bu hüküm hemen hemen geçersiz hale gelmiştir.Ayrıca “kıdem tazminatı” işçinin mutlaka verilmelidir. Ayrıca 1475 sayılı Yasa’nın 17.maddesinin 2. bendi uyarınca çıkarılan işçilere de kıdem tazminatı ödenmelidir. Bu yasahükmünün sübjektif ve indi olmasının, işçinin başında Demoklesin kılıcı olması bir yana,kıdem işçinin çalıştığı süreler içindir. Bunu ne şekilde olursa olsun, işten çıkma veçıkarmalarda ödemek gerekmektedir.Öte yandan yasalar gereğince oluşturulan kuruluş ve organlarda Türk işçisinin, çoğulcudemokratik yöntemle tüm olarak temsili mutlak sağlanmalı, bugün artık neye ve kime hizmetettiği açıklığa kavuşmuş olan bir örgütün tekelciliğine son verilerek, gerçek işçi görüş vetutumunun bu tür kuruluşlarda yer alması için yeni yasal düzenlemelere gidilmelidir.Kollektif iş hukukuna ilişkin bu değişikliklerin yapılmasını sağlamak için sendikalargüç birliği etmeli, konuyu kamuoyuna benimsetmeli ve bunun demokratik mücadelesinivermelidirler.


Ülkemizde Üst İşçi Kuruluşlarıİşçiler, ekonomik ve sosyal yararları için, demokratik mücadele vermek bakımındannasıl sendikalarda örgütlenmek zorunda iseler, yine aynı amacın geniş cephede oluşması izin,sendikalar da kendi aralarında birleşmek zorundadırlar. İşte, konfederasyonların doğuşunungereği ve ereği bu zorunluluktan gelmektedir. Nasıl Elma ve Armut gibi iki apayrı meyveyibirleştirmek mümkün değilse, sırf bir araya gelmiş olmak için, bir araya gelinerek meydanagetirilen konfederasyonlara da, konfederasyon demek mümkün değildir. İşçi sınıfınındemokratik mücadelesinde, temelde aynı görüşü ve ilkeleri benimsememiş, sendikalardanoluşan konfederasyonlara, hukuki ad olarak konfederasyon denilebilir. Fakat yukarda işaretettiğimiz anlamda bir konfederasyon teşekkül etmemiş demektir. Ve bu tür kuruluşlar, işçisınıfının gerçek demokratik mücadelesini vermek şöyle dursun onu engelleyici bile olurlar.Bu temel anlayışımızı tesbit ettikten sonra, ülkemizdeki üst işçi kuruluşlarını, bir başkadeyişle, sendikaların işçi üst kuruluşlarındaki örgütlenme durumlarını ve analizlerini yapmakgerekli olmaktadır.Biz, Sosyal-İş olarak, 1974 yılında hiçbir konfederasyona bağlı bir sendika olmamamıznedeni ve geçmiş deneyleri ve uygulamaları, konfederasyonlar dışında gören ve geçiren birsendika olarak, bu analizlerimizin, objektif ve Türk işçi sınıfı örgütlenmesine çok yararlıbakış açısı getireceğimize inanıyoruz.Bugün ülkemizde, sendikalar, Türk-İş (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) veDİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) olmak üzere iki üst kuruluşta örgütlenmişdurumdadırlar. Bunun dışında, hiçbir konfederasyona bağlı olmayan ve Bağımsız Sendikalardenilen sendikalar vardır. Sosyal-İş de halen bu gruba giren sendikalardandır. Buradakendimiz için, bağımsız kelimesini, hiçbir konfederasyona bağlı olmama anlamındaaldığımızı ve kullandığımızı hemen belirtmekte yarar vardır. Çünkü işçi sınıfı örgütleribağımsız, tarafsız olamazlar. Onlar kendilerine vücut veren, işçi sınıfının yararlarına ve onundemokratik mücadelesine bağımlıdırlar. Öyle olmak görevindedirler.Şimdi bunları sırayla inceleyelim :TÜRK-İŞÜlkemizde işçilerin sendika kurabilmeleri, eskiden pek o kadar kolay ve mümkündeğildi. Sendika ve sendikacılık özgürlüğünü, bugünkü anlamda düşünmek bile hayaldi. 1946yılında işçi sendikaları kendiliğinden kuruldu. Hemen hükümet bu sendikaları kendi denetimialtına alan bir yasa çıkarttı. Bundan sonra işyerlerinden, hükümet, kendi bulduğu insanlarasendikalar kurdurup, sonra da bunları izletme yolunu seçti. Bu kurdurulan sendikalar, partikesesinden besleniyordu. Sendikalar yerden biter gibi çoğaldı. Sendika bolluğu ortalığı sardı.Bu kısa tarihe, Türk-İş’in kuruluşuna rastlayan dönemlerde, Tür sendikacılığını ana hatları ilebelirlemek için değindik. 1952 yılına kadar, bazı illerde ve bölgelerde, en üst örgüt, İşçiSendikaları Birliğiydi. Nihayet 1952 yılında bu oluşumlardan, Türkiye İşçi SendikalarıKonfederasyonu doğdu, Türk-İş kuruldu. Böylece, “Türkiye’deki modern sendikacılık,Amerikan yardımıyla, Amerikalı uzmanlarla ve Türk-İş’le başlar. Bu sendikacılığın “partilerüstü” nitelik taşıması, hem bu özelliğin, hem de 1950’ler Türkiye koşullarının doğal birürünüdür” ifadesinde kendisini bulan bir anlayışla çalışmalara başladı. Gerçekten 1952-1960devresinde, Türk-İş Konfederasyon olarak işçileri ve sendikaları örgütleyebilmek, onları vekendisini ayakta tutabilmek kavgasında idi. Mali olanaklardan yoksun, Anayasa teminatındanuzak Türk Sendikacılığı, bir yandan var olma kavgası veriyordu. Bunun içinde partiler-üstüidi. Toplumumuz, gerek özgürlükler, gerekse yurt ve dünya sorunları açısından bugünkü, yani1960 sonrasının durum ve bilincinde değildi.


1961 Anayasamız, 1963 yılında çıkarılan 274 ve 275 sayılı yasalar ülkemizdeözgürlüklerin doğal sonucu olarak meydana gelen bilinç, özellikle sermayenin bilinçliörgütlenmesi ve mücadelesi göz önüne alındığında, Türk-İş’i 1963 lerden sonra incelemekgereğini ortaya koyacaktır. Bu dönemden sonra Türk-İş hatalı bir durumun içine düşmüş,daha doğrusu gelişen koşullarda eski yapısını sürdürme yolunda direnmiştir. Bu durumişçilerin aleyhine bir politikanın yer etmesine yol açmıştır. “Ne var ki, Türk-İş başlangıçtakitemel özelliklerini korurken, Türkiye hızla değişmektedir. Bir yandan işçi kitlesi hızlabüyüyor ve demokratik haklarına kavuşurken, bir yandan da Türkiye çeşitli sosyal görüşlerinaçıkça tartışıldığı bir ülke olmaktadır.” (İsmail Cem)Türk-İş bunu söylüyor ve uyguluyordu: İşçiler politika ile, siyasetle uğraşmamalıydı.Partiler-üstü kalınmalıydı. Sendikalar toplu-iş sözleşmeleri yaparak işçilerin haklarınıkorumaya çalışmalıydılar. Demokratik siyasal mücadelenin gereği yoktu. Özcesi, Türk-İş,Devlet yönetiminde işçilerin söz ve karar sahibi olmaları gerçeği ile, ancak işçilerin,ezilenlerin kurtulacağını kabul etmiyordu. İşverenlerin ise söylediği ve istediği de zatenbuydu. Türk-İş Hükümet ilişkilerinde de “gelen ağam giden paşam” anlayışını sürdürüyor,işçi sınıfının yararına kesin demokratik eylemlere giremiyordu. Çelişik ve tutarsız birpolitikanın içindeydi.Daha sonra, 1971 yılında önce 4 sonra 12 sendika da “Sosyal Demokrat SendikalarKonseyi” adı altında, Türk-İş’in yönetimine ve anlayışına karşı çıkıyorlardı. Bu mücadeleelan devam etmektedir.Sonuç oralar; Türk-İş işçi sınıfının demokratik haklarını savunamaz, çelişik bir örgüthaline geliyordu. Bugün bu tutumu, gazete ve Türk-İş Anatüzüğü ile, yöneticilerin çelişiktutum ve davranışları ile noktalıyoruz.“Türk-İş İcra ve Yönetim Kurulu ve Türk-İş’e bağlı teşekküllerin yetkili birertemsilcisinin katılması ile meydana gelecek kurulun ortak kararı olmadıkça, siyasi partilere veonlara bağlı kuruluşlara karşı mutlak bağımsızlığını korur ve PARTİLERÜSTÜ BİRPOLİTİKA GÜDER.” (Anatüzük sayfa 6)Türk-İş Genel Başkanı Sayın Halil Tunç 1974 Şubat ayı içinde televizyonda“Partilerüstü” diye bir durumun olmadığını açıkladı.“Bugün tartışılan da partilerüstü politika güdülmesi konusudur. Kendilerine sosyaldemokratlar denilen yada 12 ler diye adlandırılan bir grup, sendikacı, yıllardan berisürdürülen bu tutumdan cayılması ve işçi haklarını savunan bir partinin desteklenmesiniistemektedirler. Bu görüşe, bugünün genel başkanı ve yarının genel başkan adayı SeyfiDemirsoy ile onun ayrılmaz parçası genel sekreter Halil Tunç karşı çıkmaktadır.”(EkonomiPolitika 2.6.1973)Peki, ya Türk-İş Yönetim Kurulu, diğer Türk-İş’e bağlı sendikalar ve de, evet ve deTürk-İş Genel Kurulları?Tunç, “Batıda işçinin, sendikanın oluşunda, mesleki karakterinde ister istemez solfikirler vardır. Bunun karşısına kimse çıkamaz. Sol görüş, işçiyi sermaye karşısında koruyan,devletin çalışanlar yararına, işçi yarınına ekonomiye müdahale etmesini öngören birgörüştür.” (Cumhuriyet 7.2.1974)Sol görüş madem budur, o halde bu görüşü işçiye vermemek ve bu yolda demokratiksiyasal mücadele yapmamak niye? Kime hizmet?Sözü uzatmayalım, Türk-İş bugün budur ...


DİSK :DİSK, Türk-İş’ten ayrılan sendikaların 1967 yılında kurdukları bir konfederasyondur.DİSK’in bugünkü yöneticileri ile, bağlı sendikaların yöneticileri uzun süre Türk-İş’e bağlısendika ve sendikacılarla beraber çalışmışlardır. Onları Türk-İş’ten ayıran 1961 Anayasasısonrası gelişimi kavramları ve işçi sınıfının demokratik mücadelesini verme gereğiniduymalarıdır. DİSK, 1967 yılında, şu görüşleri ortaya kayarak ve bunu gerçekleştirmek amacıile ortaya çıkmıştır. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim, çalışma, milli gelir, vergi, işçiücretleri, borçtan kurtulma, teşkilatlanma konularında işçi ve geniş halk yığınlarının yararınaişçi sınıfı öncülüğünde devrim Anayasal ve demokratik mücadele ile, bunu, kuruluşbildirisinin son bölümünde şöyle bulmak mümkün olmaktadır.Η “O Anayasa ki, herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmeztemel hak ve hürriyetleri olduğunu kabul etmiştir.”Η “O Anayasa ki, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzurunu, sosyal adalet vehukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi, sosyal bütünengelleri kaldırmayı devlete görev olarak vermiştir.”Η “O Anayasa ki, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartlarınhazırlanmasını devlete yüklemiştir.”Η “O Anayasa ki, herkese mülkiyet ve miras hakkı tanımıştır.”Η “O Anayasa ki, iktisadi ve sosyal hayatı, adalete, tam çalışma esasına ve herkes içininsanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlaması amacına göre düzenlenmesiniemretmektedir.”Η”O anayasa ki, çalışmayı herkes için hak ve ödev saymaktadır...İşte biz, devrimciliği; bugünkü tutucu, gerici ekonomik, sosyal, politik ilişkilerinAnayasa uyarınca değiştirilmesi ve yukardan beri özetlediğimiz ilkelerin hayata uygulanmasıanlamına alıyoruz. Devrimcilik hepimizin mülk sahibi olmasını ve uygarlık nimetlerindeneşitçe yararlanma olanağı sağlayacağı için, bizim sendikacılık çalışmalarımızın özünükapsayacaktır.”DİSK’in, kısaca; çalışanlar olarak, işçi sınıfı olarak, kendi sorunlarımızı, ÜLKEMİZİNsorunlarından soyutlayarak, ayrı tutarak çözebileceğimize inanıyoruz, bilimsel olarak buyanlıştır. O halde, Anayasamız doğrultusunda tüm ülkemiz sorunları için demokratikmücadele verelim, siyasal iktidara demokratik yoldan katılalım, diye özetlenebilecek temelfelsefesi ve görüşünün sermaye ve egemen çevreleri ürküttüğü görülmüştür.Uğraşında ortaya koyduğu temel ilkeler açısından tüm işçi sınıfından yana örgütlerin“hayır” diyemeyeceği ortadadır. Bugün Türk işçi sınıfının ve kamuoyunun malı olmuş bugörüşleri buraya tek tek aktarmaya gerek görmüyoruz.Ancak şunu ifade ile yetineceğiz ki, DİSK’in bu tutarlı görüşlere sahip olmasına karşın,gelişememesi, bir bölge sendikalar niteliğini aşamamasının nedenleri üzerinde düşünmek venedenleri de ortadan kaldırarak tüm işçilerin aynı üst kuruluş altında birleşmelerine çalışmak,artık kaçınılmaz bir görev olmuştur.BAĞIMSIZ SENDİKALAR :Burada bir gerçeği ortaya koyarak, duruma aydınlık kazandırmakta yarar vardır. İşçiörgütleri bağımsız olamazlar. Hiçbir örgüt bağımsız olamaz aslında. Zira bağımsızlık, bukonularda bağımsızlık, eski deyimi ile eşyanın tabiatına aykırıdır. İşçiler kendilerinden yana


olan sosyal, siyasal ve kültürel düşüncelerden ve onların oluşturduğu düzenden yanadırlar.Buna bağımlıdırlar. Doğal olarak sendikalar da öyledirler.Bu açıdan ülkemizde “Bağımsız Sendikalar” deyiminin asıl doğrusu “KonfederasyonsuzSendikalar’ dır. Yani, bu sendikalar hiçbir konfederasyona bağlı değillerdir. Kullanacağımızve kullandığımız bağımsız sendikalar deyimini bu şekliyle anladığımızı ve bu şekliyleanlaşılmasını belirtiyoruz.Ülkemizde bağımsız sendikaları şu gruplarda toplamak mümkün:Çeşitli nedenlerle Türk-İş’ten kopan veya işçilerin ve liderlerin kurduğu sendikalar.Bunlardan bir kısmı sarı sendikalar olup, küçük işyeri sendikalarıdır. Diğer bir kısmı ise,güçlü, işçiden yana olan örgütler.2- Doğrudan doğruya işverenlerin kurdukları işyeri sendikaları,3- Bir sosyal zorunluluk veya işçiden yana bir görüşün temsilcisi olarak, başlangıçtanberi hiçbir konfederasyona bağlı olmaksızın kurulan sendikalar.Bugün ülkemizde, işçinin demokratik, siyasal, sosyal ve ekonomik mücadelesini verenbu sendikalardan gerçek işçi örgütleri olarak görülenler, bir güç ve birlik olarak ortayaçıkanlar şunlardır: sosyal-İş, Tekstil, Petkim-İş, KÖYYSE-İŞ, BAYSEN-İŞ, Teksank-İş,TİSK, Ulaştırma İşçileri Sendikası (TUİS) gibi.Bugün artık ülkemiz koşulları, bu sendikaların savundukları doğrultudaki görüşleribünyesinde toplayan bir üst kuruluşta toplanmalarını tarihi bir görev haline getirmişbulunmaktadır. Bu gerçekten hareketle, hukuki bir tüzel kişilik olmamakla beraber, bir arayagelen ve “bağımsız Sendikalar Dayanışma Konseyi” ni kuran bu sendikalar, Konsey olarak,kamuoyuna açıkladıkları aşağıdaki görüşleri ile, niteliklerini ortaya koymuş bulunmaktadırlar.Değerlendirmenin bu açıdan yapılması gereklidir:AÇIKLAMAÜlkemizde 1,5 milyon sigortalı işçi, bir o kadar da sigortasız işçi bulunmaktadır. 3milyonluk Türk işçi kitlesinin 500.000 i Türk-iş, 100.000 i de DİSK Konfederasyonlarıncatemsil edilmekte, 2.400.000 işçi ise, muhtelif bağımsız sendikalarda örgütlenmiş yadasendikasız çalışmaktadır.Sanayi dönemine girmekte olan Türkiye’de son lokavt hareketleri, işveren kesiminbirlikte ve örgütlü olarak işçi kesimi karşısına dikildiğini, en doğal hakların istenmesine dahitahammül edemeyecek durumda olduğunu göstermiştir.İşverenlerin planlı ve örgütlü bu çıkışı ve giderek işçi haklarına saldırı hareketlerikarşısında, sendikaların da birbirine kenetlenme zorunluluğu açıktır.Bu nedenle birbirine yaklaşmak ve yardımlaşmak ihtiyacını duyan bağımsız sendikalargüçlerini birleştirip, Türk işçi hareketlerinin tek bir cephe halinde mücadele etme gereğineinanırlar.Birbirinin problemine yardım etmek ve olaylar karşısında ortak bir görüşe varmakgayesiyle bütün bağımsız sendikaların katılabileceği bir BAĞIMSIZ SENDİKALARDAYANIŞMA KONSEYİ oluşturulmuştur.Bağımsız sendikaların başkanları son günlerde artan lokavt saldırılarına karşı aşağıdakigörüşlerini açıklamışlardır.LOKAVTLAR <strong>GENEL</strong> SALDIRI KARAKTERİ TAŞIMAKTADIR


Sermaye çevreleri yıllardan beri hazırlayıp yürürlüğe koydukları sinsi sömürü planınınartık kesin zaferini almak arzusundadırlar.Özellikle 13 marttan sonra olağanüstü koşullardan yararlanan egemen çevreler siyasalörgütleri ile tam bir bütünleşme içinde emekçi yığınların sömürüsüne dayalı ekonomik tercihiyerleştirmiş, ne yazık ki, yüzbinlerce işçiyi temsil etmek görevini yapamamışlardır.Son günlerin aktüel konusu LOKAVT uygulamalarını bu açıdan değerlendirmekgerekir. İşçi sınıfına karşı örgütlü olarak hareket eden işverenler, işçilerin en doğal ve haklıistekleri karşısında derhal vaziyet alarak, işçiyi yıldırıp sindirmek ve grev hakkını etkesizkılmak için lokavt yoluna başvurur olmuşlardır.Son üç yılda 6181 lokavt uygulaması bunu açıkça kanıtlar. İşverenler tarafından alınanve uygulanan bu lokavt kararları tamamen saldırı niteliğindedir.Bununla, LOKAVT’ın GREV’e karşı bir silah olarak ülkemizde yerleştirilmek istendiğive kendisini iktidara hazırlayan egemen sınıfların seçimlerden sonra da devam edecekekonomik bunalıma karşı işçi kesiminin direnişini önlemeyi amaçladığı açıktır.Bunun için kamuoyu son günlerde bir grev ve lokavt tartışmasına hazırlanarak,uygulanan lokavtların gayrimeşruluğu ve asıl amacı gizlenmek istenmiştir.O kadar ki, karlılığı yüzmilyonları bulan, buna rağmen asgari ücretle işçi çalıştırılanişletmelerde, patronlar, grevlerin siyasi amaçlı olduğunu, buna karşılık binlerce işçiyiyoksulluğa iten lokavt uygulamasının haklılığını ileri sürecek kadar cüretlerini arttırmışlardır.İşin asıl ilginç yönü bir kısım sözde işçi liderlerinin bu haksız saldırılara karşı, gerçeğibütün çıplaklığı ile ortaya koymayıp, izledikleri uyutucu politikanın gereği, uzun süredirdillerine doladıkları blöflerle durumu geliştirmeye çalışmaları ve hatta savunma durumunagirmiş olmalarıdır.İşverenler tüm ekonomik güçleriyle siyasetin ta göbeğinde olacaklar, kendi sözcüklerinive politik örgütlerini iktidara getirecekler ve hatta sermayenin sultasını meşru kılmak,sömürüye karşı emekçilerin direnişini ve yasal haklarını kısıtlamak amacıyla lokavtlaryapacaklar, bu siyaset olmayacak; ama işçilerin en doğal hak arayışları siyaset yapmak olacaksiyasal amaçlı sayılacak. Bu tür suçlamalar işçinin Anayasal haklarına saygısızlıktır.Türk işçisinin bu noktaya gelişinde TÜRK-İŞ’in büyük sorumluluğu vardır. İşçinin,ekonomik, sosyal ve kültürel çıkarlarını düzenleyip geliştirebilmeleri siyasetle ilgilenmelerinigerektirir.İşçilerin partilerüstü olduğu söylemek, politik güçlerini oluşturup demokratik yollarlayönetime ağırlık koymalarını engellemek, Anayasanın tüm yurttaşlara tanıdığı bu hakkısadece patronlara tanımakla eş anlamlıdır.Bunun sonucu ise ortadadır.İşverenlerin güdümünde ve onların izin verdiği ölçüde işçi haklarını savunabileceklerinisananları yada böyle görünenleri, sermaye kesimi dahi ciddiye almamakta, en küçük tavizisteklerine bile yanaşmamaktadır.Bu durum karşısında;Bağımsız Sendikalar olarak lokavt saldırılarına karşı sözde kalacak genel grev tehditleriile değil, hukuki ve ciddi mücadele vermeyi ve bu mücadeleye bütün işçi kesiminintemsilcilerini çağırmayı görev biliyoruz.”


Türkiye’de Sosyal Güvenlik KuruluşlarıÇalışan NüfusÜlkemizdeki Sosyal Güvenlik Kuruluşlarını incelemeye geçmeden önce, Devletİstatistik Enstitüsü yayınlarından ve 2. Beş Yıllık Kalkınma Planında verilmiş istatistiklerleTürkiye’nin nüfus durumuna kısaca bir göz atmakta fayda vardır.32 milyon Nüfusun yaş bakımından dağılımı :0-14 Yaş arası : % 4215-64 Yaş arası : % 5465 Yaştan yukarı : % 4görülüyor ki toplumumuz genç bir yapıya sahiptir. Ayrıca 65 yaştan yukarı nüfusunazlığı da ülkemizde geri bırakılmışlığın bir ifadesi olarak yaş ortalamasının çok düşükolduğuna bir işaret sayılmalıdır. Yine istatistiklere dikkat edecek olursak ölüm yaşınınerkeklerde 51-56, kadınlarda 53-59 olduğu ve yaş ortalamasının 52 bulunduğu gerçeği bütünçıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.Ülkemizde mevcut 32 milyon nüfusun 14 milyonu faal nüfus olarak görülmektedir.14 milyon faal nüfusun sektörler arasında dağılımı :TARIM KESİMİ : % 75SANAYİ KESİMİ : % 12HİZMET KESİMİ : % 13Bu istatistik de geri bırakılmış bir toplum olduğumuzu bütün açıklığıyla ortaya koyanikinci belgedir. Uluslar arası ticarette hammadde ve tarım ürünü fiyatlarının gittikçe düştüğü,sanayi malları fiyatlarının arttığı göz önüne alınırsa toplumumuzun durumu daha belirginolarak ortaya çıkmaktadır.Çalışan nüfusumuzun gelir yapıları olarak da şu şekilde tasnif edildiği görülmektedir :Ücretliler : 3 milyonİşveren ve Kendi Hesabına Çalışanlar : 4 milyonAile İçinde Çalışanlar : 6,5 milyonBu istatistikle toplumumuzun gelişmesine uygun çok hızlı bir değişiklik dikkatiçekmekte, öncelikle aile içinde çalışan nüfus hızla ücretli kesime yada işsiz kadrolarınaakmaktadır.İşsizlerin artması ve gizili işsizlerin açığa çıkarak işsiz kadrolara ilavesi o kadar hızlı birgelişme göstermektedir ki, cılız sanayileşme çabaları bu işsiz kesiminin % 10 na daha iş teminedememekte ve ülkemiz sanayileşmiş ülkelere iş gücü temin eden bir kaynak haline gelmişbulunmaktadır.


Geri bırakılmış ülkeler ile sanayileşmiş ülkeler arasındaki bu çelişki öyle bir halegelmiştir ki ekonomik ve sosyal neticeleriyle çok kısa bir zaman sonra dünyanın bir numaralıproblemi olarak kendini incelettirecektir.TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİĞİN <strong>GENEL</strong> DURUMU :Türkiye’deki toplum yapısına böylece dokunduktan sonra 1961 Anayasamızdan bu yanaSosyal Devlet olmaya çalışan ülkemizin Sosyal Güvenlik yapısına genel olarak bakalım.Son 10 yıllık gelişmeler memnuniyet verici olmakla birlikte çok yetersiz bulunduğu,Devletin kendi istatistikleri ve beş yıllık planlarda açıkça ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık olarakgenel nüfusun % 5’i faal nüfusun ise % 15’i Sosyal Güvenlik Şemsiyesi altına alınabilmiştir.Daha Genel bir deyişle toplumumuzu teşkil eden fertlerin % 95’i halen Sosyal Güvenliktenyoksun bulunmaktadır.Bu netice toplumun ve çalışanların örgütsüz olmasından ileri gelmektedir. Çalışannüfusun % 75’ini meydana getiren tarım kesimi ve % 13’ünü meydana getiren hizmet kesimiaşağı yukarı tamamen örgütsüz sayılabilir. Çalışan nüfusun % 12’sini meydana getiren sanayikesimi ise yarı yarıya örgütlenebilmiştir.Çalışan nüfusun bu kadar dağınık ve örgütsüz olmasına paralel olarak mevcut SosyalGüvenlik Müesseseleri de aynı şekilde dağınık ve yetersiz bulunmaktadır.Devlet, Anayasamızın kendisine yüklediği görevi aradan 13 yıl geçmiş olmasınarağmen yerine getirememiş ve gerekli organizasyonu sağlayamamıştır.Nüfusumuzun 2,5 Milyon kadarına Sosyal Güvenlik getirme iddiasında olan mevcutSosyal Güvenlik kuruluşları T.C. Emekli Sandığı, S.S.K. , Bağ-Kur ve 26 kadar muhtelifsandık kuruluşu, bir o kadar değişik statü ile Sosyal Güvenliği temin etmeye çalışmaktadırlar.Müesseselerin çeşitliliği yanında statürlerinde çeşitlilik arz etmesi sosyal Güvenlikproblemlerimize tamamen perişan bir manzara vermektedir. Mesela T. C. Emekli sandığıSosyal Güvenlik olarak emeklilik- malûllük- dul ve yetim aylığı gibi çok dar bir kapsamuygulamaktadır. Fatih Kanunnamesinde dahi emeklilik hakkı bulunduğu dikkate alınırsa,aradan geçen yüzlerce senede Sosyal Güvenlik anlayışımızdaki gelişme daha iyi ortayaçıkmaktadır.S.S.K. da daha geniş bir kapsam görülmekle birlikte Anayasamızın Devlete yüklediğiVatandaşın Sağlığı koruma görevinin, tekrar iştirakçilere ödettirildiği dikkati çekmektedir.Bütün vatandaşlar gibi sigortalı işçilerde Devlete görevlerini yapabilmesi için gerekli vergiyükümlülüğünü yerine getirmektedir. Buna rağmen sigortalı işçilerden hastalık primi adıaltında 2. Bir vergi alındığı görülmektedir.Gelişmiş ülkelerin bütün fertlerini, Sosyal Güvenliğe kavuşturduğu asrımızdaülkemizde örgütlü bulunan ve etkili bir mücadele verebilecek durumda olan işçi sınıfı dahigörüldüğü gibi gerekli Sosyal Güvenliğe erişmiş değildir.Çalışma durumunda bulunmayan ve Sosyal Güvenliğe en fazla muhtaç gruplar iseunutulmuş gibidir. Bilhassa korunmaya muhtaç çocuklar, okuyan gençler, sakatlar, ihtiyarlar,mahkumlar Sosyal Güvenlikten tamamen yoksundurlar.S.S.K.Sosyal Sigortalar Kurumu yurdumuzun her köşesine dağılmış 300’den fazla ünitesi, 12bin civarında yatak sayısı, 30.000&den fazla personeli ve yılda 5 milyarı aşkın geliriyleTürkiye ölçülerinde dev bir kuruluştur. 1.400.000 sigortalı işçiye ve onların eş ve çocuklarınaSosyal Güvenlik götürmek gayesini taşır.


3008 sayılı İş Kanununun Sosyal Yardımlar başlığı altındaki 7. Bölüm işçilerin SosyalGüvenliğine ilk adım olmuş daha sonraki tarihlerde 4772-5417 5502 ve 6900 sayılı kanunlarlaişçilere Sosyal Güvenlik getirilmeye çalışılmıştır.Nihayet 1.1.1946 yılında yürürlüğe giren 4792 sayılı Yasa ile işçi sigortaları kurumukurulmuştur. Gerek iş kanununun 7. Bölümü gerekse diğer kanunlarla muhtelif konulardagetirilmeye çalışılmış Sosyal Güvenlik hükümlerini uygulayacak ve takip edecek birmüessese meydana getirilmiş oldu.Kurum fonksiyonu tam olarak yapabilmesi için mali ve idari formalitelerden azadekılmaya ve özel hukukun imkanlarından faydalanmasını sağlamaya dikkat edilmiş ve kanunun1. Maddesine Kurumun Özel Hukuk Hükümlerine tabi mali ve idari bakımdan muhtar, tüzelkişiliğe sahip bir kuruluş olduğu yazılmıştır.Kurum 8 kişilik yönetim kurulu tarafından idare edilmektedir.İşçi, işveren, Üniversite ve Devlet temsilcilerinden meydana gelen Kurum Genel Kuruluise 23 sayılı Kanunla Denetleme yetkisi elinden alındığından ve Genel Kurul teşkil tarzıkanunda açıkça belirtilmediğinden tamamen yetkisiz bir Danışma Kurulu haline getirilmiştir.Kurumun denetlenmesi kanuni durumu itibariyle ne Sayıştay’ca ne de, BaşbakanlıkDenetleme Kurulunca yapılamamaktadır.1946 yılında kurulan bir statüye bugünkü genişlikteki bir Sosyal Güvenlik hizmetininyürütülebilmesi mümkün değildir. Kurumun bugün içinde bulunduğu acıklı durum ve sık sıkkamuoyuna akseden acayip tutumlu davranışlar bu bünye bozukluğunun bir neticesi olarakgörülmektedir.506 sayılı Yasa ile bölük pürçük Sosyal Güvenlik hükümleri bir araya toplanmışişsizlik sigortası hariç modern bir Sosyal Güvenlik sistemi getirilmiştir. İş kazası, meslekhastalığı, hastalık, analık, malûllük ihtiyarlık, ölüm ile eş ve çocukların tedavisini kapsayanbu sistem Türkiye ölçülerine göre çok ileri hatta gelişmiş ülkelerdeki ölçülerle boyölçüşebilecek bir seviyededir. Türkiye’de Sosyal Güvenlik problemine öncülük yapmaktadır.Türkiye için ileri bir Sosyal Güvenlik sistemini uygulamakla görevli S.S.K. ise 1946 dakurulan yapısıyla bu ihtiyacı karşılamakta büyük güçlükler çekmektedir. Bu sebeple en kısazamanda 4792 sayılı Kuruluş Kanunun değiştirilmeli ve S.S.K. na görevini gerektiği gibiyapabilecek bir bünye kazandırılmalıdır.Aksi taktirde Kurum kötü yönetimi sayesinde sık sık dar boğazlara girecek vepolitikacılar bundan önce olduğu gibi Kurumu kurtarmak sloganları içinde bundan sonra daişçi işverenlerin prim ödeme yükümlülüğünü arttıracaklardır.T. C. EMEKLİ SANDIĞIDevletin 1965 istatistiklerine göre 500.000 devlet memuruna ve 100.000 iktisadi devletteşekkülü personeline emeklilik, malûllük, dul ve yetim aylığı konularında Sosyal Güvenlikgetiren T.C. Emekli Sandığı 1949 da 5434 sayılı kanunla kurulmuştur.Cumhuriyetin kuruluşundan buyana muhtelif devlet kuruluşlarının personeline, muhtelifkanunlarla değişik ölçülerde Sosyal Güvenlik getirilmeye çalışılmıştır. Her müessese içinkendi bünyesi ve imkanları çerçevesinde muhtelif sendikalarla yapılan bu işlem içindençıkılmaz bir karışıklık yaratmıştır.54.34 sayılı T.C. emekli Sandığı Kanunu bu karmaşıklığı kısmen olsun ortadankaldırmaya ve devlet personeline tek tip Sosyal Güvenlik getirmeye çalışılmıştır. EmekliSandığından önceki durumu anlayabilmek için bu kanunla 75 tane özel kanunun tamamenkaldırıldığı ve 85 kanunda da muhtelif değişiklikler yapıldığını dikkate almak kafidir. Böylece


T.C. Emekli Sandığı 160’tan fazla Sosyal Güvenlik sisteminin birleştirmiş ve tek tip halegetirmiştir.T.C. Emekli Sandığı’da S.S.K. gibi günün şartlarına uygun almayan ve 1949 yılışartlarına uyan bir kanunla yönetilmektedir. Günümüz ihtiyaçları kanunun dar çerçevesinizorlamaya başlamıştır.BAĞ-KUR1961 Anayasamızın 48. Maddesinde devletin herkese Sosyal Güvenlik getirmesi birödev olarak yüklenmiştir. Aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen bu ödev Hükümetlertarafından yerine getirilememiştir. Bu arada 1971 yılında çıkarılan 1479 sayılı Bağ-KurKanunu bir ümit ışığı olarak sayılabilir.Bağ-Kur esnaf ve sanatkarlar ve diğer bağımsız çalışanlara malullük, yaşlılık, ölümkonularında Sosyal Güvenlik getirmeyi amaçlamaktadır. Yönetimi 1960 yılında çıkarılan 23sayılı Kanunun getirdiği, işçinin yönetimine iştiraki (bu kuruluşta çalışanların) esprisindengeriye dönmüş ve işçinin yönetime iştiraki önleyecek bir zihniyetle düzenlenmiştir.Getirdiği güvenlik bakımından da mevcut Sosyal Güvenlik Kuruluşlarından daha ilkelbir yapıya sahiptir. Bu yapısal geriye dönüş, Türkiye’de Anayasanın emri Sosyal Güvenliğiyaygınlaştırmak ve geliştirmek amacını değil bir finans müessesi yaratmak amacını taşıdığıkanaatini uyandırmaktadır.SANDIKLAR506 Sayılı kanunun geçici 20. Maddesinin müsaadesiyle bankaların, sigorta şirketlerininve ticaret sanayi odalarının kendi personelleriyle kurmuş oldukları sandıkları 506 ya uygunSosyal Güvenlik getirdikleri taktirde faaliyetlerine devam edebileceklerdir.Getirilen bu istisna, 30’a yakın sandığın ve 30’a yakın Sosyal Güvenlik statüsünün,devamına sebep olmaktadır.TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİK <strong>KURULU</strong>ŞLARININ YARINIHAKINDA ÖNERİLERİMİZBugünkü DurumGeri kalmışlıktan kurtulmak mecburiyetinde olan ülkemizin bugüne kadar politikacılarısorumluluğunu yüklenip ilmin gösterdiği cesur kararları almak yerine olayları geçiştirmek vegünlük tedbirlerle durumu idare etmek yolunun seçmişlerdir. Bugüne kadar gelmişhükümetler Sosyal Güvenlik Kuruluşlarını bir finans kuruluşu olarak görmekten bir türlüvazgeçememişler, sonucunu düşünmeden bu kuruluşların fonlarını ya politik yatırımlarayöneltmişler yada doğrudan bütçe açıklarını kapatmakta kullanmışlardır. Örneği; S.S.K.kuruluş kanununda kurum gelirlerinin % 40’nın tahvillere yatırılacağı belirtilmiş, bu dayetmiyormuş gibi bütçe kanunlarına eklenen maddelerle % 40 limit sınırsız tahvil almazorunluluğu haline getirilmiştir.Sık, sık kamuoyuna “T.C. Emekli Sandığı iflas ediyor” veya “S.S.K. iflasın eşiğinde”gibi sloganlarla intikal eden ve neticesinde iştirakçilerin katkılarının arttırılmasına sebep olansöylentiler gerçekte kuruluşlara yapılan siyasal baskıların birer sonucudur.Sosyal Güvenlik Kuruluşları arasında öngördükleri sosyal Güvenlik konusunda da birdenklik bugüne kadar sağlanamamıştır. Örneği; S.S.K. 25 yıl içinde 5000 işgünü primödeyenleri en yüksek brüt ücretin % 70’i ile emekli aylığı sağlarken T.Ç. Emekli Sandığı 25yıl çalışmak şartıyla daha düşük bir emekli aylığı bağlamaktadır. Ayrıca S.S.K. sağlık


yardımları yapmakta yaklaşık olarak aynı miktar prim alan T.C. emekli Sandığı yapmaktadır,vb. bu çeşitlilik iştirakçilerin avantaj kazanmak için kuruluşlar arası değişiklik arzularınıkamçılamaktadır.Ayrıca ülkemizde Sosyal güvenlik kuruluşları sağladıkları güvenliği sadece çalışan veçalıştırılandan aldıkları primlerle karşılamaya çalışmaktadırlar.Gelişmiş Ülkelerde DurumDünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde Sosyal Güvenlik, çalışan çalıştıran ve devletüçlüsü tarafından temin edilmektedir. Hatta bazı ülkelerde çalışanların hiçbir prim ödemesi desöz konusu değildir. Örneği; İngiltere ve bir çok Avrupa ülkesinde kamu personeli hiçbirkatkıda bulunmaz.Önerilerimiz1- Tek Sosyal Güvenlik KuruluşBaştan beri tetkik ettiğimiz Türkiye’de Sosyal Güvenlik problemlerinin halli, bütünvatandaşları kapsayacak hale getirilebilmesi için tek bir Sosyal Güvenlik örgütüne ihtiyaçvardır.Mevcut Sosyal güvenlik kuruluşları uzun vadede tek bir kuruluş haline getirilmekgayesiyle bir Bakanlık da toplanmalıdır. Kademeli bir planlanma ile uzun vadede bütünvatandaşları Sosyal Güvenliğe kavuşturmak gayesiyle yapılacak çalışmaları bir Bakanlıktarafından yürütülmelidir.2- Sosyal Güvenlikte Tek NormMevcut Kuruluşlar ve bundan sonra kurulacak olanlar iştirak payı ve getirdikleri SosyalGüvenlik Bakımından giderek tek norma kavuşturulacak şekilde planlanmalı ve kısa vadedebunu gerçekleştirebilecek yasal tedbirler alınmalıdır.3- Üçlü KatkıSosyal Devlet esprisini Anayasayla benimsemiş ülkemizde, Anayasanın devleteyüklediği bütün vatandaşların sağlığını korumak, onlara insanca yaşayacak bir ücret veinsanca çalışacak bir iş sağlamak görevleri de dikkate alınarak üçlü katkı sağlanmalıdır. Bütünbatı ülkelerinde olduğu gibi Sosyal Güvenlik problemini çalışan-çalıştıran ve devlet birlikteyüklenmelidir.4- Özerkliksosyal güvenlik kuruluşlarının birikmiş fonları politik yatırımlarda ve bütçe açıklarınınkapatılmasında değil aktüel hesapların icap ettirdiği verimlilikte ve yine yurt kalkınmasındaetkili olacak biçimde yatırımlarda kullanılmalıdır.Mevcut kuruluşlar ve giderek tek sosyal güvenlik kuruluş iştirakçiler tarafındanyönetilmelidir. Her türlü politik müdahaleyi önleyecek tedbirler alınmalıdır.5- Sağlık Sigortası Sosyal Güvenlik kuruluşlarından ayrılmalı ve genel sağlık sigortasıolarak devlet eliyle bütün vatandaşlara eşit olarak uygulanmalıdır.6- bütün özel hastahaneler rayiç bedelleri ile gelen sağlık sigortası içindekamulaştırılmalıdır.7- İlaç sorunu da devlet eliyle yürütülmelidir.


Çalışmalarımız


Araştırma-Örgütlenme BürosuSosyal-İş’in 20 aylık dönem içinde nerelere geldiğini, hangi güçlükleri yendiğini venasıl bir atılımı gerçekleştirmiş olduğunu değerlendirmek yönünden geçmişe şöyle birbakmakta yarar vardır.İşyeri sendikası olarak kurulup, yıllarca Sosyal sigortalar kurumu dışına taşması bilerekveya bilmeyerek engellenmiş olan Sendikamız, son olağanüstü Genel Kurulda bu kısırçemberi kırmış, gerçek işçi örgütü olmanın ilk adımını atmıştır.Sadece bir işyerine bağlı sendikaların bağımsızlıklarını korumaları ve işverene karşıetkin mücadele vermeleri mümkün değildir. Bu örgütlerin giderek işverenin kontrolü altınagirmeleri kaçınılmazdır.Zira işveren sendikanın tüm gücünü bilir, mali kaynağı üzerinde olumsuz bir takımdavranışlara girişebilir.Örneğin sendikanın tek mali dayanağı olan üye aidatlarını kesmeyen yada bloke edenişveren, grev süresinde bu aidatları hiç göndermez.İşte bu durum tek işverenin işyerlerinde örgütlenmiş Sendikaların karşısında demoklesinkılıcı gibidir ve doğal olarak örgütün mücadelesini olumsuz yönde etkilemekten öte,yönetimde işveren güdümü sonucuna varır.Öte yandan böylesine dar ve ilkel düşünme, işçi sınıfının çıkarlarına ters ve bilimeaykırı bir düşünce tarzıdır.Hepimiz biliyoruz ki, işçi sınıfı bir bütündür. Çıkar ve sorunları ortaktır. Bu bütündenbir kesimi soyutlamak, işçi sınıfını şu yada bu yolla bölmek işverenlerin ve iktidarlarınınöteden beri uyguladığı yöntemdir.Bugün ülkemizde işkollarının çok sayıda tesbit edilmiş olması, bu işkolu ve işyerlerindesarı sendikaların önemli yer tutması ve bir takım yasal düzenlemelerle işçinin gerçeksendikasında örgütlenmesinin önlenmesi hep bu yöntemin gerekleridir.Ama şu bilinmelidir ki, sınıfının bilincine varan işçiler artık bu tür oyunları bozmakta,Kuruluşlarının, tüm işçilerin birleşmesinde, Dünya işçilerinin kardeşliğinde vedayanışmasında olduğunu göstermektedirler.Bugün kurum işçisi, kendisini, Bankalarda, Eğitim İşyerlerinde ve Bürolarda çalışmadiğer kardeşleriyle bütünleştirmiş, ortak çıkarları için, birlikte mücadele vermeninzorunluluğunu kavramıştır.Artık Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışan onbinler yalnız değildir. Direnişegeçtiklerinde Sosyal-İş saflarında onurlu kavgalarını sürdüren diğer onbinlerin maddi vemanevi desteğini yanlarında bulmakta bu durum daha etkin mücadele vermesinisağlamaktadır.Ve nihayet Bürolarda, eğitim İşyerlerinde çalışan Sosyal-İş üyeleri, mevcut ekonomik,Sosyal. Siyasal düzenin tüm çalışanları aynı derecede etkilediğinin, sömürü düzeni ve çalışmakoşulları, bir maden işçisinin ciğerini söktüğü, bir tekstil işçisinin kolunu götürdüğü ve bir


ulaşım işçisinin bacağını kopardığı zaman, kendi ciğerini, kolunu ve bacağınıkurtaramayacağını bilmenin bilincine varmaktadır.İşti bu bilimsel ve gerçekçi doğrudan hareket eden Sosyal-iş, bir taraftan kurum dışınataşmanın önlenmesi amacıyla uygulanan işveren çaba ve oyunları, öte yandan içindeki, gerekkasıtlı ve gerekse bilinçsiz yürütülen karşı koymaları etkisiz bırakmış, başta değindiğimiz gibibir dernek, bir sandık olma durumundan çıkıp gerçek işçi örgütü olma niteliğinekavuşturulmuştur.Sayın delegeler,Göreve geldiğimiz 1972/Ağustos’unda Sendikamız Sosyal-İş, Sosyal Sigortalar dışındabir tek üyesi dahi bulunmayan bir işyeri sendikası durumunda idi.Bir yandan kurumdaki örgütlenmeyi sağlam temellere dayandırmak ve tamamlamak, öteyandan üçyüzbin işçinin çalıştığı işkolumuzda hızla örgütlenmek amacımız olmuştur.Şimdi bu çalışmaları sırası ile izleyelim :1- SOSYAL SİGORTALAR KURUMU1972 Ağustos’unda kurumun büro işyerlerinde 4500, sağlık tesislerinde 2161 olmaküzere toplamı 6661 üyemiz mevcut idi.1973 Mayıs’ında ise büro kesiminde üye sayısı 6800, sağlık tesislerinde ise 2614’eulaşmıştı.Mayıs 1973 tarihinin önemi şuradadır ki, işveren S.S.K. Genel Müdürlüğü, S.S.K.İşyerlerinde aldığımız grev kararından hemen sonra çıkardığı 11.4.1973 tarih ve 1590 sayılıgenelgesiyle bir kısım üyelerimizden sendika aidatlarının kesilmekle beraber Sendikayagönderilmemesini, bloke edilmesini emrediyor öte yandan sayın Yavuz’un teklifleriyle,Müdürler Kurulu, Sağlık tesislerinde ki, işyerlerimizden hiçbir şekilde aidat kesilmemesikararı alıyordu. Sırası gelmişken Kurum sağlık tesislerinin ve sağlık tesislerinde çalışanüyelerimizin durumu ile, Kurumun almış olduğu tavrı ve sendika olarak neyin mücadelesiniverdiğimizi incelemekte yarar vardır.Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı hasta hanelerin, dispanserlerin ve salık ocaklarınınkurumdan ayrı, bağımsız bir işyeri olmadığı, buralarda hastalık sigortasının uygulandığı vedolayısıyla sigortacılık işkolunda bulunduğu sendikamız görüşüdür.Sağlık İş Sendikası ise Kurum sağlık tesislerinin diğer hasta hanelerden farklıolmadığını, kurumun yaptığı sigortacılık işinin tamamlayıcısı sayılamayacağını ve sağlıkişkolunda bulunduğunu iddia etmektedir.Ama her iki sendikada 1971 yılına gelince dek kurum sağlık tesislerinde üyekaybetmekte yetinmiş, sorunun kesin çözümü için adım atmaktan çekinmişlerdir.Bir işyerinin hangi işkoluna girdiği tartışmalı iken, daha doğru bir deyişle her ikisendikada da bu işyerlerinin kendi işkollarına girdiğini iddia ederken, bu görüşlerin hukukigeçerliliğini saptayacak başvurmalardan kaçınmak anlamsız, anlamsız olduğu kadar da dişyerinde çalışan on binlerin yararına değildir.Bu durum, Sosyal-İş olarak bizim sendikacılık anlayışımıza aykırı düşmekteydi. Zirabizler sendikaları işçilerin çıkarları yönünde mücadele veren örgütler olarak tanımlarız.İşçinin şu yada bu örgütte bulunmasının önemi yoktur bizce. Önemli olan işçinin yararıdır.İşte bu anlayışa sahip sendikamız, derhal kurum sağlık tesislerinin hangi işkolunda olduğununtesbiti amacıyla teşebbüse geçmiş, konuyu kesin çözüme bağlayacak yetkili organlaragötürmeyi görev bilmiştir.


İlkin olağanüstü dönemin Çalışma bakanlığı, kurum sağlık tesislerinin Sağlık İşkolundaolduğuna ilişkin karar vermişse de bu karar Danıştay’a götürülerek iptal edilmiştir.Danıştay, bir işyerinin hangi işkolunda olduğuna dair idarenin bir karar vermek yetkisiolamaz diyerek, sorunun iş mahkemesince çözümlenmesi gerektiğine işaret etmekteydi.Bunun üzerine sendikamız Ankara 4. İş Mahkemesine başvurarak Kurum sağlıktesislerinin hangi işkolunda olduğuna ilişkin tesbit davası açmıştır.İşte bu dava henüz sonuçlanmamışken, daha doğrusu Danıştay’ın, kurum sağlıktesislerinin Sağlık İşkolunda olduğu yolundaki Çalışma Bakanlığı kararının iptal etmesindensonra, Müdürler Kurulu 1973 Mayıs ayında Kurum sağlık tesislerine Sendikamızıngiremeyeceğine ve bu işyerlerindeki üyelerimizden aidat kesilmemesine karar alabilmiştir.Sayın müdürler Kurulu Üyesi Mehmet Yavuz’un önerisiyle alınan bu kararın gerekçesiolarak da iptal edilmiş Çalışma bakanlığı kararı gösteriliyordu.Bunun hukuk, akıl ve mantık yönünden tutarsızlığı bir yana 1973 Haziran ayındayapılması gereken Müdürler kurulu seçimi nedeniyle alınmış bir tedbir olduğu apaçıktır.Durumu biraz daha aydınlığa kavuşturmak için şu kadarını belirtelim ki, Kurum sağlıktesislerinin işkolu tesbiti yönünden iş mahkemesinde açtığımız davada Sosyal-İş’in karşısında“Hayır Kurum sağlık tesisleri Sağlık İşkolundadır, buralarda Hastalık Sigortası uygulanmaz”diyebilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü, taraf olarak bulunmakta ve Sağlık-İşSendikası bu davaya taraf değil, müdahil olarak katılmaktadır.Bir yanda işverenin sigorta işkolunda olduğunu ve sağlık işkolunda olduğunu ileri süreniki ayrı taraf sendika; ve açılmış bir tesbit davası.Öte yanda bu davada bir sendikanın karşısına, karşı taraf olarak çıkan, işyerinin sağlıkişkolunda olduğunu savunan bir işveren.Varın düşünün gayrı .....Sendikamız, kesin sonuç alınması için teşebbüse geçtiğimiz 1971 ve 1972 yılından buyana kurum sağlık tesislerinin bu ortadaki durumunun açık açık anlatmış, tüm üyelereduyurmuş ve 1973 Mayısına kadar buna rağmen üye olmak isteyenleri kabul etmiştir.Sağlık tesislerindeki örgütlenmede ağır kalışımızın nedeni budur. Öte yandan Sağlık-İşSendikası çok önceleri bu işyerlerinde çoğunluğu olmasa dahi, yetki almış olduğundan bizimçoğunluğa geçmemiz mevcut yasalara göre bir dönem için anlamsızdır.Kaldı ki, işveren kurumun tutumu ve sözleşmelerin sonuçlanmasının yakın olmasıkarşısında Sendikamız, kurum sağlık tesislerindeki üyelerimizin herhangi bir kayıbauğramamaları için, özcesi işçinin yararı için cesur kararlar almaktan çekinmemiş, konu kesinçözüme ulaşıncaya kadar üyeliklerinin askıda olduğu belirtilecek ağlık-İş Sendikasına üyeolmaları istenmiştir.Burada şu noktayı belirtelim ki, bizler imzaladığımız sözleşmeleri ve bu sözleşmelerdeyer alan hükümlerin ne olduğunu bilen kimseleriz. Şayet Kurum sağlık tesislerinde çalışanüyelerimizin, imzalanan sözleşmeler karşısında öteden beri diğer sendikaya ye olan işçilerdenbir farklılıkları söz konusu olsa idi, böyle bir karar almamıza gerek yoktu.Nitekim yetkili olduğumuz Kurum sağlık tesislerinde dahi işverenin toplu-işsözleşmemizi uygulamak istememesi ve uygulamamakta direnmesi üye yararınadavranışımızın isabetliliğini açıkça göstermiştir.Bu konuyu kapatırken kurum sağlık tesisleriyle ilgili davanın raporumuzun hazırlandığısırada henüz kesinlikle belli olmadığını, ancak, mahkemece bilirkişiye sevk edilen konu


hakkında bilirkişinin oybirliği ile sendikamız görüşüne uyduğunu, bu yolda verdiği raporakarşı Sağlık-İş Sendikasınca yapılan itirazı reddederek eski görüşünde direndiğini belirtmekleyetiniyoruz.Sayın Delegeler,Bugün üyelikleri askıda olan üç bine yakın kurum sağlık tesislerindeki üyelerimizdışında diğer kurum işyerlerindeki üye mevcudumuz 1974 Mart sonu itibariyle 9216’dır.İşveren vekilleri ve torba kadro alanları göz önünde bulundurulacak olunsak, S.S.K. nunbüro kesimindeki örgütlenmemizin doyum noktasına geldiğini söyleyebiliriz.SOSYAL SİGOTALAR KURUMU DIŞINDAKİÖRGÜTLENME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIGerçek bir örgütü olma yolunda, olağanüstü genel kurulun olurunu alan sendikamız hiçzaman kaybetmeden, ilkin işkolumuzdaki işyerlerinin bir araştırmasını yapmış ve araştırmabüromuzun hazırladığı programa göre, yoğun bir örgütlenme çalışmasına girmiştir.1- ALIM-SATIM (TİCARET) İŞKOLUNDAKİ <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIMIZKurulu bulunduğumuz işkolunun örgütlenmeye en elverişsiz olan kesimi Ticaretişyerleridir. Bu işletmelerin küçüklüğü ve dağınıklığı bir yana buralarda çalışan işçilerin dahaçok küçük burjuva niteliği taşımaları, sendikal eylem ve örgüt bilincinden yoksun oluşları,emeğin demokratik ve onurlu kavgasını veren örgütlerin bu işyerlerine girmesinigüçleştirmektedir.Kendisi ile birlikte çalıştığı diğer arkadaş ve sendikaya değil de, patrona yakın bilen,patronun bir baba, bir hami tavrı alarak aldatmacasına kolaylıkla kanan mağaza işçisi, aynızamanda günlük ilişki ve beğenilerin çemberini kıramamakta, kendisini işçi sınıfı ilebütünleştirmede güçlük çekmektedir.İşte sendikamızın uğraşı bu işyerlerinde çalışan işçileri örgütlerken onları gerçeğe vekendi çıkarlarına yaklaştırmak olmuş, herne şekilde olursa olsun mutlak bu işyerlerinde yetkialmak ve toplu sözleşme yapmak gibi bir tutum içersine girmemiştir.Burada şunu belirtelim ki ticaret işyerlerine girmek ve toplu sözleşme yapmak, emeğinmücadelesinden gayrı her şeyle uğraşan sendikalar için çok kolay olmaktadır. Günlük 2.00 Tl.ücret zammı getiren toplu sözleşmelerle ve patronların yardımıyla bu işi yürüten sarılarındurumu ortadadır.Yolu, yönetimi ve neyin kavgasını verdiği açık olan Sosyal-İş işçi sınıfının demokratikdevrimcimücadelesine aykırı düşen her görüş ve davranışın karşısındadır. Bundan böyle dekarşısında olmaya devam edecektir.Sendikamız Ticaret işkolunda bulunan işyerlerinden Ankara ve İstanbul 19 MayısMağazalarının yanı sıra, İzmir Hediye Mağazası, Ankara Vakko Satış Mağazası ve ModaDüğme mağazalarında örgütlenmiş, yetki alarak toplu sözleşme teşebbüsüne girişmiştir.Bunlardan Ankara 19 Mayıs ve Vakko mağazaları ile İzmir Hediye Mağazasıişyerlerinde işveren toplu sözleşmeye yanaşmamış ve sözleşme hükümlerine hayır demesiüzerine grev kararı alınmış, ancak patronun istek ve baskısı ile gidilen grev oylamasında bumağazalarda çalışan işçiler çok az farkla oylamasını kaybetmişlerdir.Grev oylamalarına gidişin ilginçliği ve işverenlerin çevirdiği dolaplar bilinenin deötesindedir. Aylık 500 TL. ücret zammı vaadinden, lüks otellerde verilen 30 bin liralık


ziyafetlere kadar her yol ve aldatmaca patronlarca gayet rahat uygulanmakta, işçiler durumudaha sonra kavrasalar da iş işten geçmiş olmaktadır.Burada özellikle örgütlenme ve sözleşmelerde idarelerin ve diğer organların aldığı tavırve kararlar üzerinde burulmağa değer.Ancak şurasını unutmamak gerekir ki, mevcut düzenin yada düzensizliğin bir bütünolarak her birinde etkisini sürdürmesi doğal karşılanmalı, mücadelenin özü kaynağa yöneliksaptanmalıdır.Bir başka bölümde, bir kısım bölge çalışma müdürlükleri ve diğer organların tutum vedavranışlarını, uymak zorunda kaldıkları kuralları, nasıl anlayıp uyguladıkları ve giderek netür ilişkiler içersinde olduklarını örneklemelerle açıklamağa çalışacağız.Ticaret işkolunda örgütlendiğimiz büyük işyerleri arasında İstanbul ErdoğanlarMağazası, Ankara Süpermarketi, İzmir Enriko Aliberti ve Şürekası, gibi işyerleri vardır.Ancak bazı sakıncalar ve çalışanların güvenliği bakımından yirmiden az işçi çalıştıran Ticaretişyerlerinde örgütlenmeyi uygun bulmadığımızı daha çok marketler gibi 50-200 civarındaişçinin çalıştığı büyük mağazalarda faaliyet gösterdiğimizi belirtmek isteriz.2- SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNA BENZER <strong>KURULU</strong>ŞLARDAKİ<strong>ÇALIŞMA</strong>LARIMIZÖrgütlenme çalışmalarına geçilmeden önce, ülkemizdeki iktisadi devlet teşekkülleri vediğer benzer kuruluşların durumları incelenmiş, kuruluş kanunları ve yönetmelikleriderlenmiş, bu ön hazırlık ve araştırmadan sonra iş kolumuza giren bu kurumlarda çalışanlarlailişki kurulmaya başlanmıştır. Sosyal sigortalar Kurulunda edindiği tecrübe ve mücadeleışığında konuya iki yönden yaklaşan sendikamız, işçinin işverenle olan hukuki bağının hizmetakdi olmaması karşısında, bir başka deyişle, bu kuruluşlarda çalışan personelin 657-1327sayılı yasalara göre ücret alıp emekli sandığına bağlı olması üzerine daha çok bedenselçalıştıklarını ileri sürerek, yıllarca işletilmeyen yasa hükümlerine işlerlik kazandırmayaçalışmıştır.Gerçekten en son 1317 sayılı Yasa ile değişik Sendikalar yasasının 2. Madde ve 4-5bentlerinde, devlet ve diğer kamu kuruluşlarında bedenen yada bedenen ve fikrençalışanlardan bedensel çalışması galip olanlar işçi sayılmış bu durumda olanlar hakkında işkanunu ile sendikalar ve toplu sözleşme yasalarının uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Yinebir kimsenin kadro karşılığı ücret alıyor olması ve emekli sandığına bağlı bulunmasınındurumu etkileyeceği belirtilerek işçi niteliği konusunda şayet bir uyuşmazlık çıkarsa bununYüksek Hakem Kurulunca kesin olarak tesbit edileceği açıklanmıştır. Çalışma hayatımız vemodern iş hukuku açısından soruna çözüm alamayacak bu düzenlemeye rağmen uygulamabunun daha çok gerisinde yürütülüyor.İşçi-Memur ayırımı bölümünde geniş biçimde açıkladığımız gibi bu sorun ülkemizdetam bir keşmekeşlikle ortaya konuyordu.O kadar ki, 1327 sayılı yasanın 1317 den on gün sonra çıkarıldığı dolayısıyla bedenselçalışma kıstasının artık geçerliliğini yitirdiği görüşünden Yüksek Hakem Kurulu kararlarınıtanımamaya kadar varan çizgide çıkıyordu ... Ve hatta bir bakan yasa hükmünden de geriyegidişi getiren kararnameyi işçi-memur ayırımının çözümü olarak kamuoyuna sunabiliyordu.İşte bu kaos içinde sendikamız bu tür kuruluş ve kurumlarda çalışan personele işingerçek yönünü, çalıştıkları kuruluşun kanunlarından hareketle açıklamaya çalışmış, herişyerinde oluşturulan bir çekirdek kadro ile işçilerin sürekli ilgileri çekilmiştir.


Bu safhada eğitim ve basın-yayın bürosu büyük ölçüde örgütlenmeye yardımcı olarakçalıştırılmış, her kuruluşun özelliklerine göre çıkarılan bildiri ve bültenlerle işçiler hareketegeçirilmiştir.Bu çalışmaların sonucu bir gerçeği ifade etmek gerekirse, umulanın çok üstündedir.Türkiye’nin çeşitli yönlerinden, ve hatta işkolumuza girmeyen kuruluşlardaki işçilerdendahi yüzlerce, binlerce mektup ve bunun gibi yollarla başvurmalar olmuş, bunlardeğerlendirilerek gerekli teşebbüslere girişilmiştir. Bu kuruluşlardan, T.C. Emekli Sandığı, vebağlı teşkilatında örgütlenme tamamlanarak toplu sözleşme yetkimiz kesinleşmiştir.İşverenle yapılan ilk toplantıda bu işyerlerinde çalışanların işçilik tesbitlerininyapılmasından sonra görüşmelere devam edilmesi kararlaştırılarak Yüksem Hakem Kurulunabaşvurulmuştur.Milli Piyango İdaresi Genel müdürlüğü ve Bağlı teşkilatında çalışan personelin isesaflarımıza katılması sağlanmış yetkimizin kesin olduğu bu işyerinde görüşmelere çağrılanişveren uyuşmazlık çıkardığından GREV kararı alınmıştır.Bu işyerinde çalışanların hiç gerek olmamasına rağmen Yüksek Hakem Kurulunabaşvurulup işçilik tesbitleri yapılmış bulunmaktadır.Ancak, özellikle Milli Piyango İdaresi ve Maliye Bakanlığının karşı girişimlerini veaçık yasa hükmüne rağmen Ankara 2. İş Mahkemesince verilen grevi erteleme kararını,belirtmeden geçemiyoruz.Yine benzer kuruluşlardan Bağ-Kur Genel Müdürlüğü ile Zonguldak Amele Birliğiişyerinde örgütlenme çalışmalarımız olmuş ve halen devam etmektedir.Amele Birliğinde tüm çalışanları üye kaydeden sendikamızın yetkisi kesinleşmiştir.İşveren işçi ücretlerinin 657 sayılı Yasaya göre ödendiği gerekçesi ile, işçilik tespitininyapılması gerektiğini ileri sürmüşse de Yüksek Hakem Kurulu bu işyerinin özel bir kuruluşolduğu ve çalışanların hizmet akdi ile çalıştırıldıkları yönünden bir inceleme yapmaya gerekduymamış görevi dışında kaldığını belirtmiştir.500 den fazla işçinin çalıştığı Devlet İstatistik Enstitüsünde, örgütlenmemiz çok çetinolmuş, enstitüyü bir çiftlik gibi idare edip sendikalı işçileri toptan işten çıkarmaya kalkanişverene gerekli ders verilmiştir.Devlet İstatistik Enstitüsünde örgütlenme tamamlanarak Sosyal-İş’in yetkisi esinleşmişbulunmaktadır.Aynı yöntemlerle ilişki kurmaya çalıştığımız diğer bir kuruluş; İş ve İşçi Bulmakurumudur.Bazı bölgelerde örgütlenme çalışmaları bir hayli ilerlemiş ve bir kısım İş ve işçi BulmaKurumu şubelerinde yetki alınmış ise de çalışmalarımız henüz sonuçlanmamıştır.3- EĞİTİM İŞYERLERİSendikamız konuya eğilinceye kadar unutulan, hiç ilgilenilmeyen ve çok zor koşullardayaşama kavgası veren işçilerin bir kısmı da hiç kuşkusuz eğitim işyerlerinde çalışanlardır.Diğer işyerlerinde olduğu gibi memur denilen Kapıcı, Odacı, Bekçi, Hademe vb.arkadaşlarımız Devlet Memuru olmanın gurur ve onurunu taşıyorlardı!Bu işyerlerinde hazırlanan plana göre başta Üniversite, Akademi ve Yüksek okullaralınarak yoğun faaliyete girişilmiş, büyük ilgiyle karşılaşılmıştır.


Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile bu Rektörlüğe bağlı Siyasal Bilgiler, Hukuk, Dil-Tarih-Coğrafya, Eczacılık, Fen Fakültelerinde ve Basın-Yayın Yüksek Okulunda örgütlenmesağlanarak yetkimiz kesinleşmiştir. Toplu sözleşme görüşmeleri devam etmektedir.Hacettepe Üniversitesi ve Üniversiteye bağlı tüm Yüksek Öğrenim Okullarında iseörgütlenme başarılmış ve yetkimiz kesinleşmiş olmasına rağmen işveren toplu görüşmelereyanaşmamakta Mahkemelerden de her nedense sözleşme prosedürünün tamamlanmasıyönünde karar çıkmamaktadır.4- BANKALARSendikamızın son bir yıl içinde banka işyerlerinde yürüttüğü yoğun çalışma ve buçalışmaların sonucu varılan nokta, sevindirici bir aşamanın gerçekleştirilmiş olduğunugöstermektir.İlk olarak Adana Merkez Ziraat Bankasında örgütlenen ve bu işyeri için toplu sözleşmebağıtlayan Sosyal-İş, yine aynı yöredeki Pamuk Bank işyerlerine girmeye çalışmış, 100’denfazla işçiyi üye kaydetmekle beraber ilişkili olduğumuz temsilcilerin sarı bir sendikaylaanlaşması sonucu yetki alınamamıştır.Bu olay karşısında Sosyal-İş’in işyerlerine girmesinin önemini kavrayan Pamuk Bankişvereni, ilkin sarı sendikayla anlaşmak cihetine gitmişse de daha sonra bundan cayarakmüdürlerinden birini Pamuk-Sen Sendikasını kurmakla görevlendirmiştir.Nitekim idare meclisinin emriyle altında araba, tüm Pamuk Bank işyerlerini örgütleyenmüdür sendikacı, bu başarısını Pamuk Bank işçilerini hemen bir toplu sözleşmeyekavuşturmakla sürdürmüştür.Bu özel bankalardaki işyeri sendikalarının gerçek yüzüdür. Ve bu işyerlerinde çalışankardeşlerimiz uyanıncaya dek oyunu bozmak olanaksızdır.Bu deneyden sonra, araştırma ve örgütlenme büromuzun hazırladığı rapor ışığında dahaçok kamu kesimindeki işyerlerine ağırlık verilip, program düzenlenmiş, neyin ne zaman nasılyapılacağı plana bağlanmıştır.İlkin T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü ve tüm şubelerinde faaliyete geçensendikamız gazete, bildiriler ve diğer yollarla Ziraat Bankası personeline sesini duyurmuş,vermiş olduğumuz mücadelenin özü anlatılarak örgütlenmeye geçilmiştir.Çok kısa bir sürede Sosyal-İş saflarına katılan binleri, yeni binler izlemiş Ziraat Bankasıemekçisi yılların verdiği ezilmişlik ve birikimle gerçek örgütüne kavuşmanın heyecanını vesevincini göstermiştir.Bu arada şunu belirtelim ki, örgütlenmede izlediğimiz yöntem, sendikalaşmanın bizzatişyerinde çalışanlar tarafından benimsenmesi, başlatılması ve hareketin sağlanmasıdır.Bundan sonra bildiriler, haber bültenleri ve yapılan toplantılarla sürekli olarakpersonelle ilişki kurulmakta ve ilişkiler daha çok o işyerindeki örgütlenmeye önayak olmuşişçi kardeşlerimiz aracılığı ile yürütülmektedir.Bugün Ziraat Bankası Genel Müdürlük ve 195 büyük şubesinde örgütlenme çalışmalarıtamamlanarak yetkimiz kesinleşmiştir.Toplu sözleşmenin diğer yetkili olduğumuz şube işyerlerini kapsayacak biçimde ZiraatBankası Genel müdürlüğü ile yapılması düşünülmektedir.Gerek Ziraat Banası ve gerekse bundan sonra değineceğimiz T. Halk Bankası ve T.Emlak Bankalarındaki sendikalaşmanın sağlanışında örgütümüzün geniş olmasının etki veönemini belirtmek gerekir. Bu konuyu örgüt bölümünde ayrıca açıklamaya çalışacağız.


Ziraat Bankasından sonra ele alınması planlanan T. Halk Bankası Genel Müdürlüğü vebağlı 66 şubesiyle, T. Emlak Kredi Bankası Genel Müdürlüğü ve bağlı 60 işyerindeörgütlenme tamamlanmıştır. Yetkimizin kesin olduğu bu işyerlerinde toplu sözleşmegörüşmelerine çağrılan işverenler çok muhtemel Ziraat Bankası işvereni gibi personelinmemur olduğunu ileri sürebileceklerdir. Ancak Ziraat Bankasında 97 ayrı unvan altındaçalışan üyelerimizin işçilik tesbiti için Yüksek Hakem Kuruluna başvurulmuş ve işçiniteliğinde oldukları saptanmış bulunmaktadır.Şayet uyuşmazlık çıkar ise personelin 657 sayılı yasa uyarınca ücret aldığı diğer ulusalbanka işyerlerinde de aynı yol izlenecektir.Sendikamızın ilgilendiği diğer bir işyeri de Uluslar arası Endüstri ve Ticaret Bankasıolmuştur. Sermayesinin % 35’i yerli % 65’i yabancı olan bu kuruluşun Genel Müdürlük vebağlı şubelerinde örgütlenme çalışmaları yürütülüp gerekli yasal prosedürün tamamlanmasıiçin Bölge Çalışma Müdürlüklerine başvurulmuştur.Adana Bölge Çalışma Müdürlüğü, hepsinin de hizmet akdi ile çalıştırıldığı, bir başkadeyişle, işçiliği tartışmasız olan personelin çalıştığı işyerinin tescil edilmemiş olduğunu ilerisürerek sendikamızın istediğini karşılamamış ve toplu sözleşme yapacağımızı, sendikamızınbu amaçla çaba harcadığını işveren ihbar etmiştir. İşveren banka, üyemiz işçileri baskı ilesendikadan istifa ettirmiştir.Sendikamızın örgütlü bulunduğu banka işyerleri, bu işkolunda çalışan tüm personelinyarısından fazlasını kapsamaktadır. Şu kadar söyleyelim ki, yalnız Ziraat Bankası işyerlerindeşu kısa dönemde ulaşılan sonuç, Sosyal Sigortalar Kurumunda 7 yıllık uğraşımızla varılannoktadan geri değildir.Ne var ki S.S.S. dışındaki üyelerimizin güvencesi yönünden ve elden aidat toplamayıprensipte reddettiğimiz için toplu sözleşme yapana kadar yada personelin işçilik tesbiti çıkanakadar üyelerimizi işverenlere bildirmemekteyiz.Banka işyerlerindeki sözleşme çalışmalarını bitirirken, özel bankalardaki işyerisendikalarının üyesi bulunduğu kısa adı ile BANKSİF’in (Federasyon) işkolunda yetki almakamacı ile yaptığı işkolu çağrısına değinmek gerekir.Sendikamız bu çağrı üzerine onbeş binden fazla üyeye sahip olmayan BANKSİF’inişkolunda yetkili olamayacağını bildirerek itiraz etmiş, bu işkolunda SOSYAL-İŞ’inçoğunluğu temsil edebileceğini belirtmiştir.Bu itiraza karşı 23.1.1974 gününden 4.2.1974 gününe kadar tüm kayıtlarımız ve üyeföylerimiz noterce incelemeye alınmış, sonunda SOSYAL-İŞ’in 44823 üyesi bulunduğu tesbitedilmiştir.Tutanak ve bu dosyalar incelenmek üzere Çalışma Bakanlığı’na sunulmuş ise de bukonuda henüz bir karar verilmiş değildir.DİĞER İŞYERLERİDaha çok büro işlerinin yapıldığı Noter, Kooperatif ve bu gibi işyerlerindekiörgütlenmemizi öz olarak bu bölümde vermeye çalışacağız.Göreve başladığımızdan hemen sonra sendikamızın yakından ilgilendiği konulararasında, ülkemizdeki yabancı elçilik ve misyonlarında çalışan sayıları 2 bini aşkınyurttaşlarımızın durumu vardır.


İşveren elçiliklerle aralarındaki hukuki ilişki tamamen iş bağıdına dayanan ve SosyalSigortalar yasasına tabi olan işçi vatandaşlarımızın hakkında iş yasası hükümleri nedenseuygulanmadığı gibi toplu-iş sözleşmesi ve grev hakları dahi tanınmak istenmiyordu.İşin ilginç yanı Anayasa ve kollektif iş mevzuatımız gereği bu yurttaşlarımızın hakkınınteslim edilmesini istediğimiz zaman idare ve yargı organları yasal hiçbir gerekçe göstermedenbunun hukuken mümkün olmadığını belirtmişlerdir.Örgütlendiğimiz sefaretlerin bir kısmında çalışan üyelerimiz için toplu sözleşmeyapmak girişimini Yargıtay’a götürmüş bulunmaktayız. Henüz sonuç alınmış değildir. Budurumun ve ilgili organların tutumunu belgelere dayanarak bir sonraki bölümde sunmayaçalışacağız.Noter, Ticaret ve sanayi Odaları ile sendikalar, örgütlendiğimiz işyerleri arasındadır.Bunlardan Aydın Noterliği ile Van Ticaret ve Sanayi odalarında toplu sözleşmegörüşmeleri yürütülmekte, Kırşehir Çiftçi Mallarını Koruma Başkanlığında ise il hakemkurulunun karar vermesi beklenmektedir.Öte yandan Petrol-İş Sendikasının İstanbul bürolarında örgütlenen Sosyal-İş basındanizlediğiniz gibi 3 aya yakın bir süredir grevde bulunmaktadır.Sayın Delegeler,20 aylık dönemde örgütlenme çalışmalarımızı kısaca yansıttığımızı sanıyoruz. Bubölümde, kimlerle ve nasıl uğraştığımızın bir nebze olsun açıklığa kavuşması daha doğru birdeyişle Türkiye gerçeğinin kavranması yönünden, konu başlıkları vererek bazı belgeleri veyazışmaları aynen yayınlıyor ayrıca yorum yapmayı gereksiz buluyoruz.1- SOSYAL-İŞ SEFARETLERDE ÖRGÜTLENİYOR ve TOPLU SÖZLEŞMEYAPMAK İSTİYORÖrgütlenme Bürosu 4.6.1973III/2-D – 5053BÖLGE <strong>ÇALIŞMA</strong> MÜDÜRLÜĞÜNEANKARASendikamız ile Irak Sefareti’nin aşağıda belirtilen işyerlerinde çalışan üyemiz işçileradına Toplu-İş sözleşmesi yapılacağından işkolumuzda kurulu sendika adreslerininbildirilmesini 275 sayılı yasa uyarınca rica ederiz.Saygılarımızla.Genel BaşkanÖzcan KESGEÇEğitim Örgütlenme Sek.H. Bedri DOĞANAYİşyeri Adresleri :1- Irak Kültür AteşeliğiAftar Sok. No. 13 Gaziosmanpaşa / ANKARA2- Irak Sefareti


Turan Emeksiz Cad. 47 Gaziosmanpaşa / ANKARARıza Şafpehlevi Cad. Turan Emeksiz Sok. No. 11T.C.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞIAnkara Bölge Çalışma MüdürlüğüSayı : S.I.3/24690 8.6.1973Konu : Yabancı elçilikler Hk.Sosyal-iş SendikasınaNecatibey Cad. Sezenler Sok.Lozan Ap. No : 2/14Ankaraİlgi : 4/6/1973 gün III/2-D – 5053 sayılı yazınız.Yabancı Elçilik ve Misyonlarda çalışanlara 275 sayılı yasanın uygulanmasına hukukenimkan bulunmadığından, ilgideki yazınız üzerine yapılacak bir işlem olmadığına bilgileri ricaolunur.Bölge Çalışma MüdürüM. Nami KIRGIZIII. 2/ D – 5299 9.6.1973BÖLGE <strong>ÇALIŞMA</strong> MÜDÜRLÜĞÜNEANKARAİlgi : a- 4.6.1973 tarih III – 2- D/5053 sayılı yazımız.b – 8.6.1973 tarih S. I.3/24690 sayılı yazınız.Sendikamızın Irak sefaretine bağlı işyerlerinde çalışan üyelerimiz adına yapacağıToplu-İş Sözleşmesinde Müdürlüğünüzden işkolumuzda kurulu Sendikaların adresleriistenmiş ise de verilen cevapta, yabancı elçilik ve misyonlarda çalışanlara 275 sayılı yasanınuygulanmasının hukuken mümkün olmadığı belirtilmiştir.Oysa,1- Söz konusu işyerlerinde çalışan üyelerimiz hizmet akdine göre çalıştırılan ve 506sayılı Sosyal sigortalar yasası gereğince Sigortalı olan Türk vatandaşlarıdır.


Irak sefaretinin ve Irak Kültür Ateşeliği’nin Sosyal Sigortalar Kurumundaki işyeri sicilnumaraları 1.82.90.54887.04.07 ve 1.8290.54776.04.07 dir.2- Çalışanların sendika hürriyeti ve Toplu-İş Sözleşmesi ve grev haklarındanfaydalanmaları modern çağımızın bir gereği olduğu gibi Anayasamızda insan hak vehürriyetleri bu arada Sendika hürriyeti de teminat altına alınmış bulunmaktadır.3- Bu durumda ayrımsız bütün Türk vatandaşlarına insan hak ve hürriyetleri tanındığınagöre, bazı Türk vatandaşlarına tanınmadığı ileri sürülemez. Böyle bir durum “İnsan Haklarıevrensel beyannamesine” Anayasamızın başlangıç bölümüne aykırı düşer. Ve ayrıca Türkvatandaşı işçilerden bazılarına işçi haklarının tanınmaması, işçiler arasında bir ayırımıyapmak olur ki, bu durum Anayasamızın 12. Maddesiyle açıkça gelişir.4- Kaldı ki; Anayasamız 46. maddesi ile “İşçiler .... Sendikalar .... kurma, bunlaraserbestçe üye olma ... hakkına sahiptirler"”ilkesini, 47. maddesi ile “İşçiler işverenlerle olanmünasebetlerinde ... toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler^ilkesini getirmiştir.Getirilen bu ilkeler arasında, yabancı elçilik ve konsolosluklarda çalışan Türk vatandaşıişçilerin ayrık tutulduğuna ilişkin bir hüküm yoktur.Ayrıca Devletlerarası hukukta, ülkemizin, Türkiye’de elçilik ve konsolosluk bulunduranülkelerle yaptığı anlaşmalarda da aksine bir hüküm mevcut değildir. Böyle bir hükümolmadığına göre söz konusu işçilerin kollektif iş hukuku haklarından yararlanamayacağı daileri sürülemez.5- Öte yandan 274 sayılı Sendikalar yasasının 1/1. Maddesinde işçi sendikaları; “ bukanuna göre işçi sayılanların ... müşterek iktisadi, sosyal ve kültürel yararlarını korumak vegeliştirmek için kurulan mesleki teşekküllerdir.” Biçiminde tanımlanmıştır. Burada tüm işçisayılanların Sendika kurabilecekleri ayrımsız kabul edilmektedir. Bunun karşıtını düşünmek,bir işçinin iktisadi, sosyal ve kültürel yararlarını korumasına ve geliştirmesine karşı çıkmakolur ki, böyle bir durum Birleşmiş Milletler Antlaşmasına, İnsan Hakları EvrenselBeyannamesine, Anayasamıza ve 274 sayılı Sendikalar yasasına aykırı düşer.Yine Sendikalar yasasının 2/1 maddesine göre “İş kanunlarına göre işçi sayılanlar .. işçisendikası kurmak ve işçi sendikalarına üye olmak hakkına sahiptirler ... “ demekle işçisendikası üyeliğini düzenlemektedir. 1475 sayılı iş yasasının 1/1 maddesinde “Bir hizmetakdine dayanarak ücret karşılığı çalışan kişiye işçi ... denir” hükmüyle “işçi”tanımlanmaktadır. Buna göre 1475 sayılı yasa gereğince işçi sayılan bütün kişiler Sendikalaryasası kurallarına uyarak sendika kurabilir ve Sendikalara üye olabilirler.Bunun istisnaları iş yasasının 5. Maddesinde işçi sayılmayanlar ve Sendikalar yasasının4. Maddesinde sendika üyesi olamayacaklar olarak belirtilenlerdir. Yukarıda söz konusuyasaların sözünü ettiğimiz maddelerine göre Türkiye’deki elçilik ve konsolosluklarda çalışanTürk vatandaşı işçilerin kollektif iş hukuku haklarında yararlanamayacakları hükmebağlanmış değildir.Sonuç : Türkiye’de bulunan yabancı elçilik ve konsolosluklarda çalışan Türk vatandaşıişçilerin kollektif iş hukukunun verdiği bütün haklardan yararlanmaları gerekir. Ve üyesibulundukları Sendikalar aracılığı ile Toplu-İş sözleşmesi yapmak hakları vardır.Konunun bir kez daha incelenerek, Irak Sefareti ve Irak Kültür Ateşeliği işyerlerindeToplu-İş Sözleşmesi yapabilmemiz için 275 sayılı yasanın 12. Maddesi uyarınca aynı işkolunda kurulu Sendika adreslerinin bildirilmesini rica ederiz.Saygılarımla.


Genel BaşkanÖzcan KESGEÇEğitim Örgütlenme Sek.H. Bedri DOĞANAYT.C.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞIAnkara Bölge Çalışma MüdürlüğüSayı : S.I.3/29096 9.7.1973Konu : Elçilikler Hk.Sosyal-iş SendikasınaNecatibey Cad. Sezenler Sok.Lozan Ap. No : 5/14Ankaraİlgi : 9/6/1973 gün III/2-D – 5299 sayılı yazınız.İlgideki yazınız Bakanlığımıza sunulmuş olup, alınan cevabı emir örneği ilişiktir.Müdürlüğümüzce yapılacak bir işlem bulunmadığına bilgi edinilmesi rica olunur.Ek:1T.C.Çalışma BakanlığıÇalışma Genel MüdürlüğüBölge Çalışma MüdürüM. Nami KIRGIZSayı : 1066-2-1220/5409 Ankara : 29/6/1973Bölge Çalışma MüdürlüğüneAnkaraİlgi : 12/6/1973 tarih 25020 sayılı yazınız.Sosyal-İş sendikasının, Irak Elçilik ve Kültür Ateşeliğinde çalışan üyeleri adına işyeridüzeyinde yapmak istediği toplu-iş sözleşmesi ile ilgili olarak adı geçen sendikaya yazılan8/6/193 tarih 24690sayılı Müdürlüğünüz yazısına ilave edilecek bir hususun bulunmadığınabilgilerinizi rica ederim.Aslının aynıdır.


İmzaÇetin ZİYLANÇalışma BakanıMüsteşar Y.Çalışma Genel müdürüÇalışma Genel MüdürlüğüAcele1066-2-359/14629AİD İşyeri Hk.Bölge Çalışma MüdürlüğüAnkaraİlgi : 12/11/1966 gün ve 1066-2-359 sayılı yazımıza ektir.Dışişleri Bakanlığı’ndan alınan 18/II/1966 gün ve 118.804 Pr. 1/541 sayılı yazıda : AİDmisyonunun ABD Sefaretinin bir cüzi olduğu, bu itibarla anılan misyonun Türk Hukukumevzuatı zaviyesinde “İşyeri” ve bu misyonu yöneten kimseleri “İşveren” olarak kabuletmeye imkan bulunmadığı ve bu durumda yabancı misyonlardan 275 sayılı kanun uyarıncatoplu-iş sözleşmesi yapmalarını talep etmeye hukuken imkan olmadığı belirtilmiştir.Diğer taraftan Dışişleri Bakanlığının sözü edilen yazısında, bu misyonlarda çalışanvatandaşların akdettikleri mukaveleler genel kurullara açıkça aykırı ise veya mukavelehükümlerine riayet olunmuyorsa adı geçen bakanlıkça misyonlar nezdinde gerekliteşebbüslerde bulunulabileceği açıklanmaktadır.Bilgi edinilmesini ve durumun grev kararı alan sendikaya tebliğini, sonucundan bilgiverilmesini rica ederim.Aslının aynıdır.7.10.1967 Halit ÜNLÜÇalışma Bakanı Y.Müsteşar


T.C.ANKARAÜÇÜNCÜ İŞ MAHKEMESİSAYI :KARAREsas ........................... NO : 1973/144 D.İş.Karar ......................... NO : 1973/10 D. İş.Hakim ........................ : M. Cahit Keskin . 13576Katip .......................... : Osman Gültekinİtiraz eden .................. : Sosyal-İş sendikasıVekili ......................... : Av. İsmet Altınbaş, Necatibey Cad. Sezenler sok. No : 2/14Yenişehir / AnkaraKarşı taraf ................. : Çalışma Bakanlığı AnkaraKonu ......................... : İtiraz ve tesbit.İtiraz tarihi ................ : 6.7.1973Karar tarihi ................ : 13.7.1973Davacı Sosyal-İş Sendikası vekili: 6.7.1973 tarihinde verdiği dilekçesiyle “ – 1 –Çalışma Bakanlığı ve Ankara Bölge Çalışma Müdürlüğünün (Irak Elçiliği ve Ateşeliğindeçalışan işçiler için 275 sayılı yasaya göre toplu-iş sözleşmesi yapılamayacağı yolundaki)kararının kaldırılmasına, 2- Bu işyerinde çalışan Türk vatandaşı işçilerin Kollektif İş Hukukuhaklarından yararlanabileceklerinin tesbitine-” karar verilmesini istemiş Bölge ÇalışmaMüdürlüğünden ilgili dava da celbedilmiş olmakla, evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda:G. DÜŞÜNÜLDÜ1- Bölge Çalışma Müdürlüklerinin hangi çeşit kararlarını karşı İş Mahkemesinebaşvurulabileceği yasada sayılmak suretiyle gösterilmiştir. Konu ile ilgili itirazın idari yargıyerinde incelenmesi (İş kolları yönetmeliğinin 8.nci maddesi) hükmü gereğidir. Bu nedenleBölge Çalışma Müdürlüğü ile Çalışma Bakanlığının kararının kaldırılması isteğinin; görevyönünden REDDİNE,2- iş kolları Yönetmeliğinin 8.nci maddesinin (Danıştay 8.nci Dairesinin 30.4.1973 günve 137/1995 sayılı ilamı ile) iptal edilmesi itibariyle : Sosyal-İş Sendikasının (Netice itibariyletoplu-iş sözleşmesi yapabilmek maksadına dayanan) Meskür elçilik ve Ateşelikte çalışan Türkvatandaşı işçilerin kollektif İş Hukuk Haklarından yararlanabileceklerinin tesbitine dairisteğin mahkememizce incelenmesi gerekmekte ise de:Memleketimizde bulunan yabancı misyonların “- Türk İş Hukuk yönünden- ” İşyeri ve“- bu misyonları yöneten kimseleri de-” İşveren olarak kabul etmeye ve yabancı misyonlardan


275 Sayılı Yasaya göre (Toplu-İş Sözleşmesi yapmak için) talepte bulunmaya hukuken imkanolmadığı neticesine varıldığından da tesbit isteğinin REDDİNE,3- Bölge Çalışma Müdürlüğünün dosyasının iadesine,Evrak üzerinde 13.7.1973 tarihinde karar verildi.Hakim 13576M. Cahit Keskin2- ADANA BÖLGE <strong>ÇALIŞMA</strong> MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞIYOR!...BÖLGE <strong>ÇALIŞMA</strong> MÜDÜRLÜĞÜNEADANASendikamız aşağıda belirtilen işyerinde çalışan üyeleri adına Toplu-İş Sözleşmesiyapacaktır.İş kolumuzda kurulu sendikaların adı ve adreslerini bildirmenizi rica ederiz.Saygılarımızla,<strong>GENEL</strong> BAŞKAN EĞT. ve ÖRG. SEKTERERİÖzcan KESGEÇ H. Bedri DOĞANAYİŞYERİ :ULUSLAR ARASI ENDÜSTRİ ve TİCARET BANKASI ADANA ŞUBESİT.C.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞIAdana Bölge Çalışma MüdürlüğüSayı : S.3.TS/28929AdanaKonu : Sendika Adresleri Hk. 2/11/1973SOSYAL-İŞ SENDİKASINecatibey Cad. Sezenler Sok.Lozan Ap. No : 2/14 ANKARAİLGİ : 22.10.1973 tarih ve 2-B/7193 sayılı yazınız.İlgi yazınızda Adana’da kurulu bulunan Uluslar arası Endüstri ve Ticaret BankasınınAdana Şubesi işyeri için toplu-iş sözleşmesi yapacağınızdan bahisle, işkolunuzda kurulusendikaların adresleri istenmektedir.Anılan işyerinin Müdürlüğümüzde tescili olmadığından dileğiniz karşılanamayacaktır.


Ancak 1475 sayılı Yasa’nın 3.cü maddesi gereğince gönderilen işyeri bildirimi iadeedildiğinde nazarı itibara alınacağına bilgi edinilmesini rica ederim.HA/2.11.Vr : 23465Sait ÖZSARAÇBölge Çalışma Müdürü2-B/7356Örgütlenme BürosuBÖLGE <strong>ÇALIŞMA</strong> MÜDÜRLÜĞÜNEADANAİlgi : 2.11.1973 tarih S.3.TS/28929 Sayılı yazınızaUluslar arası Endüstri ve Ticaret Bankası Adana Şubesi işyerinin müdürlüğünüzdetescilli olmadığı gerekçesiyle kurulu bulunduğumuz işkolundaki sendika adreslerininbildirilemeyeceğine ilişkin yazınızı hayretle karşıladık.Çünkü;1- Bir işyerinin iş yasası açısından müdürlüğünüzde tescilli olup olmaması ayrı birkonudur. İş Kanunu kapsamına girecek işyerini Bölge çalışma Müdürlüğüne bildirmekişverenin yasal yükümlülüğü olduğu gibi, bu yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğinindenetimi de herhalde ilgili müdürlüğün görevi olmak gerekir.2- Öte yandan 275 sayılı yasa, bir işyerinde toplu-iş sözleşmesinin yapılabilmesi için busözleşmeyi yapmak isteyen sendikanın Bölge Çalışma Müdürlüğüne başvurarak işkolundakurulu mahalli sendika adreslerini alacağını hükme bağlamış, böylece ilgili müdürlüğü varsasendika adreslerine ilişkin listeyi bildirmekle görevli kılmıştır.3- Müdürlüğümüz, 275 sayılı yasa açısından yerine getirilmesi zorunlu idari bir işlemiyapmamakta ve işin asıl ilginç yönü bu görevi yerine getirmeyişine, takip etmek durumundaolduğu bir başka görevin yapılmayışını gerekçe olarak gösterebilmektedir.4- Kaldı ki böylesine bir tasarruf, toplu sözleşme prosedürünü tamamlamaya vedolayısıyla sözleşmenin yapılmasına, olanak vermeyeceğinden, bu durum, işçinin Anayasa veyasalarımızla tanınmış haklarını çiğnemek, en azından geciktirmek anlamına gelir. İşverenişyerini Bölge Çalışma Müdürlüğüne bildirmemişse, bildirmeyecekse ve idare bu konudakifonksiyonunu etkili kılmamışsa o işyerinde toplu-iş sözleşmesi yapılmayacak mıdır?Konu, Çalışma Müdürlüğüne de iletilmiş olup, yukarda belirttiğimiz durum açısından22.10.1973 tarih ve 2-B/7193 sayılı yazımız gereğinin geciktirilmeksizin yerine getirilmesinirica ederiz.Saygılarımızla,<strong>GENEL</strong> BAŞKAN EĞT. ve ÖRG. SEKTERERİÖZCAN KESGEÇ H. BEDRİ DOĞANAY


T.C.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞIAdana Bölge Çalışma MüdürlüğüSayı : 8303/52-TS .ADANAKonu : Sendika Adresleri Hk. 2/11/1973SOSYAL-İŞ SENDİKASINecatibey Cad. Sezenler Sok.Lozan Ap. No : 2/14 ANKARAİLGİ : 6.11.1973 tarih ve 2-B/7356 sayılı yazınız.İlgi yazıda, uluslar arası Endüstri ve Ticaret Bankası Adana Şubesi işyerinde çalışanüyeleriniz adına toplu-iş sözleşmesi yapacağınızdan bahisle, işkolunuzda kurulu sendikalarınadresleri istenmektedir.İlgi yazınızda belirtildiği üzere işyerinin Bölge çalışma Müdürlüğüne bildirmekişverenin yasal yükümlülüğü olduğu gibi, bu yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğinindenetimi, ilgili Müdürlüğünün görevi olduğu belirtilmektedir. İşyerlerinin bildirimini takipetmek Bölge Çalışma müdürlüklerinin görevleri sınıfları dahilindedir. Bir işyerinin tescilliolmadığının bilinmesi halinde, bu işyeri ile ilgili bir işlemin yapılması ortaya bir takımsakıncalı olaylar meydana getirecektir.Müdürlüğümüzce tescilli bulunan işyerleri için 275 sayılı Yasa’nın 12.ci maddesigereğince yapılan prosedüre esas olmak üzere sendika adreslerine havi listeleri vermektedir.Anılan işyerinin Müdürlüğümüzce tescil işlemi, ilk talebiniz ihbar kabul edilerekişverenden bildirge istenilmiş ve alınmış bildirgeye göre de henüz muamelededir.Daha önceki talebinizde işyeri henüz, 275 sayılı Yasa’nın 7-9. Maddeleri amirhükümlerinde derpiş edildiği şekilde “BELLİ” olmadığından afaki bir işyeri içinde isim adresverilmesi Yasa hükümlerine aykırı olacağı malumunuzdur.Bu nedenledir ki talebinizin ancak bu kez karşılanması mümkün olmuştur. İşkolunuzdakurulu sendikaların adresleri aşağıda tebliğ olunur.Sait ÖZSARAÇHA/2.11.Vr : 24018Bölge Çalışma Müdürü


1- TİSABİR-İŞ, Türkiye Ticaret ve Sanayi ve Sanayii Odaları ve Odalar Birliği İşçileriSendikası- Ticaret ve Sanayii Odası içinde – Adana2- TEZ BÜRO-İŞ, Türkiye Ticaret, Banka, Büro, Sigorta, Koop. Eğitim, Tezgâhtarlarve Büro İşçileri Sendikası – Kızılay Cad. 56 Sok. No.12 Kat.6 – Adana3- İZMİR HEDİYE MAĞAZASI ve PATRONLARIN YASAL İŞÇİ HAKLARINASAYGISI ! ...SOSYAL-İŞ SENDİKASI ŞUBE BAŞKANLIĞINAİZMİR5 Eylül 1973 tarihinden beri Hediye Mağazasında çalışmaktayım. 13.11.1973 tarihindenberi de Sosyal-İş Sendikasının üyesiyim.Sendikaya üye olduğumu haber alan patronumuz Ateş Cinsar 15.11.1973 tarihinde, beniodasına çağırarak, Ben mağazamda sendika istemem. Eğer lüzum görürsem kendim sendikakurar sizleri de üye kaydederim. Sendikadan istifa et. Yoksa işine son veririm. Dedi. Benitiraz edince bugün 15.11.1973 tarihinden itibaren işine son verdim dedi.Haklarımın alınabilmesi için gerekli girişimlerin yapılması hususunu bilgilerinize arzederim. 15.11.1973Erdinç KarademirADRES2809 Sok. No. 21 Mersinli/İZMİRSOSYAL-İŞ SENDİKASI ŞUBE BAŞKANLIĞINAİZMİRHediye Konfeksiyon mağazasına tezgahtar olarak çalışmak üzere Eylül 1973 ayındagirdim. Daha sonra personelin bordro işlerini yapmakla görevlendirildim. Bu arada13.11.1973 tarihinde, Sosyal-İş Sendikasına üye oldum. Mağazamızın patronu Ateş Cinsar,15.11.1793 tarihinde beni odasına çağırarak elinde tuttuğu bir kağıdı gösterip, sen sendikayaüye olmuşsun bunu öğrendim. Derhal sendikadan istifa et. O zaman işine devam edersin dedi.Ben öyle bir şey olmadığını söyledim. Daha sonra yanıma Tülin Apaçoğlu gelerek, eğersendikaya üye olduysan hemen gizlice istifa etmemi. Bunu kimseye söylemeyeceğini ifadeetti. Kendisini reddettim. 16.11.1973 günü patronumuz Ateş Cinsar tekrar çağırıp mademsendikadan istifa etmiyorsun, seni işten çıkarıyorum dedi ve bana okutmadığı bir kağıdı zorlaimzalattı. Bilgilerinize arz ederim. 16.11.1973Selma TimurADRES


1397 Sok. 4/A Başer apt. Kahramanlar / İZMİRİSTİFA SONUCU DEĞİŞTİRMİYORSOSYAL-İŞ SENDİKASI ŞUBE BAŞKANLIĞINAİZMİR27 Ağustos 1973 tarihinde Hediye Mağazasına girdim. 13.11.1793 tarihinde Sosyal-İşSendikasına üye oldum. 15.11.1973 tarihinde patron Ateş Cinsar odasına çağırarak sendikayaüye olmuşsun, eve git nüfus kağıdını al, noterden istifa edeceksin parasına ben vereceğimdedi. Yanımda notere telefon etti. Ve beni muhasebeci Serdar Karasu ile notere gönderip iştençıkartmakla tehdit ederek istifaya zorladı. İşimi kaybetmek korkusu ile itiraz edemedim.16.11.1973 günü saat 17.30’da tekrar çağırarak sendikaya üye olan istifa etse bile benimyanımda çalışamaz diyerek beni işten çıkardığını bildirdi ve bana üzerinde ne yazdığınıokutmadığı kağıdı baskı ile imzalattı.İşimi kaybetmemek için baskı altında sendikanızdan istifa etmiştim. İstifamın geçersizsayılması ile yeniden kaydımın yapılmasını arz ederim.Şenay AÇANADRESStad Durağı Kudret Apt. Kat 4 No.14 Hatay/İKİNCİ KARANTİNA İZMİR4- MİLLİ PİYANGO İDARESİNDE MAHKEMECE DURDURULANMENFAAT GREVİ!.. ve ANKARA 2. İŞ MAHKEMESİ KARARI(İşçi tesbiti yapan Yüksek Hakem Kurulu boşuna para alıyor)Taraf vekillerinin talep ve iddiaları dinlenmiş, ibraz eyledikleri belge ve delillerincelenmiştir.Davacı vekili (Milli Piyango İdaresi’nin 3670 sayılı kanunla kurulmuş MaliyeBakanlığı’na bağlı tüzel kişiliği haiz bir kuruluş olup burada çalışanların 657 sayılı yasayatabi memur statüsünde olan kişiler olduğunu bu sebeple memur oldukları, Davacı vekili iseburada çalışanların sendikaya kayıtlı işçi olduklarını iddia eylemiş olmaları sebebiyle, davacıMilli Piyango İdaresi ve Kızılay Satış Şubesinde çalışanların adedi ve çalışma tarzlarıhakkında taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı, uyuşmazlığın bu işyerindeçalışanların işçi veya memur tefriki yapılamayışında toplandığı görülmüş şu suretle yapılacakiş Milli Piyango İdaresi ve Satış Şubesinde çalışanların statülerinin tesbiti yani Memur ve İşçiayırımının yapılması suretiyle mümkün olacağı anlaşılmıştır.Anayasamızın 117.nci maddesinde işçi memur tefriki yapılmış ve memur olanların grevyapmaları yasaklanmıştır.274 sayılı yasanın 1317 sayılı yasa ile değişik 2/4-5.nci maddesinde bedeni faaliyetifikri faaliyetinden üstün olanlara işçi denildiği bildirilmekte, bu husustaki ayırımında YüksekHakem Kurulu’nca yapılması gerekmektedir.Şu suretle bir kimsenin işçi veya memur olduğunu tayin ve tesbitinin mahkememizemevdu bir grev olmayıp Yüksek Hakem Kurulu’na tanınmış bir görev olduğu anlaşılmaktadır.Ancak : 7 sayılı kanun hükmündeki kararname çıktıktan sonra Yüksek Hakem


Kurulu’nun bu hususta karar verme yetkisi kalmayıp, bu görevin başka bir mercideverildiği anlaşılmaktadır.Kanun hükmündeki 7 sayılı kararname incelendiğinde, 7 sayılı kanun hükmündekikararname ile devlet memurluğuna intibak ettirilenlerden işçi niteliğinde olanların tesbitiişlemi yapılması gerekmektedir. Bu tesbit işleminin Çalışma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı veDevlet Personel Dairesi Başkanlığı’nca ortaklaşa yürütülecek Komisyonca tesbit edilecektir.Bu kurulun yani komisyonun halen kurulup faaliyete geçmeyişi. Danıştay kararları veYüksek Hakem Kurulu kararları gereğince bu hususta Yüksek Hakem Kurulunun dakarar vermek yetkisi bulunmadığına göre işyerlerinde çalışanların işçi ve memur tefrikiyapılamamakta ve bu hususta da iş mahkemelerinin görevli olmayışı sebep ve nedenleriyleve bir kimsenin münhasıran bir sendikaya kayıtlı olmasının o kimsenin işçi sayılmasınıgerektirmediği sebep ve nedenleriyle.SONUÇ : Kararın yukarıda açıklanan kısmında yazılı olduğu veçhile henüzuygulamasına geçilmeyen grev kararının İPTALİNE, Yargıtay yolu açık olmak üzere4.4.1974 tarihinde karar verilerek iki taraf avukatının yüzlerine karşı açıktan tefhim edildi.5.4.1974Katip Hakim 12866


ÖrgütSon olağanüstü genel kurulda alındığı kararla da işçi sınıfının demokratik devrimcimücadelesi yönünden hamle yapan, güç kazanan sendikamızın, iç bünyesini ve örgüt içiilişkilerini yenileyip, bilimsel temele dayandırma zorunluğu vardır.Örgütlenme bölümünde açıkladığımız gibi, 1973 yılına gelinceye kadar bir işyerisendikası görünümünde olan SOSYAL-İŞ’ in örgüt durumu da bu görünümü yansıtıyor,şubeleri sendika şubeleri niteliğinden uzak kurumun bir parçası hüviyetini taşıyordu.O kadar ki şube kuruluşlarımız, kurumun şube binasında, bir masa çekmecesindenibaret olmaktan öteye geçmiyordu.Bunun yanı sıra üyelerle olan ilişkilerinin düzenlenmesi, Sendika görev kademelerinintüzüğümüzde yetki ve sorumluluk içersinde oluşturulup, işlerliğe kavuşturulması gerekli idi.Bütün bunlar işçi değil de, kurum personeli olmanın, kendimizi böyle alışkanlıklarınberaberinde getirdiği örgüt düzenlemesi veya düzensizliğidir.Ancak, kurulduğumuzdan bugüne dek sürekli kendisini yenileyebilmiş sendikamızın,gelişmesine paralel olarak bir içi örgütünde olması gerekli yapıya ve düzenlemeye doğrugittiği de bir gerçektir.Nitekim çağımız gereklerine ve bünyemize uygun düşen milli tip sendikanın,tüzüğümüzde belirli tüm organlarıyla uyumlu bir çalışma göstermesine, özellikle şubekuruluşlarımızın fonksiyonel görev yapma düzeyine ulaşmasına bu dönemde büyük çabaharcanmıştır.Öte yandan üyelerle sendika ve işveren arasındaki ilişkiler, işçilerin örgüt disipliniiçinde birlikte mücadele vermelerini sağlamak yönünden sendika işyeri temsilcilerinin önemibüyüktür.İşte bu gerçek göz önünde bulundurulup hazırlanan SOSYAL-İŞ işyeri temsilciliğiyönetmeliği genel yönetim kurulumuzca kabul edilip yürürlüğe konulmuş böylece örgütçalışmasının ve organizasyonuna doğru ilk adım atılmıştır.Bu yönetmelik incelenecek olursa; temsilcilerimizin görev, yetki ve davranışlarınıbelirleyen kurallar dışında ekip çalışmasının ön görüldüğü, gerek temsilcilerin birbirleriyle vegerekse şube yöneticileriyle aralarında sıkı bir işbirliğinin kurulmasına çalışıldığıgörülecektir.


Gerçekten bizler, örgüt başarısının bireylere bağlı olarak değil, ancak ve ancak ekipçalışmalarıyla mümkün olabileceğine örgüt içinde disipline dayalı özeleştiriye alabildiğineaçık bir çalışma sisteminin yerleştirilmesi gereğine inanıyoruz.Bunun içindir ki, bir yandan Sendika görev kademelerini, bu görevlerin gerektirdiğiyetki sorumluluk ve çalışmaya çağırırken öte yandan kişisel çıkış ve disiplinsiz hareketleriuygun bulmadık. Zira örgüt disiplini olmayan yerde örgüt çalışmasının olanaksızlığı ortadadırAncak bu çalışma sistemini tüm boyutlarıyla yerleştirilip koordineyi tam olaraksağlamış olduğu ileri sürülemez.Bunda bir kısım yönetici ve üyelerimizin tüzük hükümleri açık olmasına rağmen öncekiuygulamalardan gelen bağımsız davranma, mahalli sendika gibi hareket etme alışkanlıklarınıkesin kez bırakamamış olmalarının rolü vardır.Amma hızlı bir gelişim içinde olan Sosyal-İş ’in giderek sağlam bilimsel yapıyakavuşacağına, örgüt içinde demokrasi ve özeleştirinin hakim olduğu disiplini bir örgütniteliğine ulaşacağına inancımız tamdır.S.S. Kurumu II. Dönem toplu-iş sözleşmemizin imzasından önce işyeri temsilcilerimizibelirlemekle beraber bu arkadaşlarımızdan bir temsilci gibi görev yapmalarını beklemedik veistemedik.Gazetemizin dağıtım, üye isteklerinin sendikaya sendikal çalışmalarının üyeye ulaşmasıgibi yardımcı görevlerle temsilcilerimizi toplu sözleşme düzenindeki gerçek durumlarınahazırlamaya çalıştık.1.1.1974 tarihinden itibaren gerek yasa ve gerekse sözleşmenin getirdiği güvenceyekavuşan S.S .Kurumundaki işyeri temsilcilerimizi, yönetmelikte belirtilen çalışma düzeninegerçek Örgüt içi ilişkilerin düzenli bir şekilde işlemesi yönünden çok önemli görev yapmışolmaları sevindiricidir.Bundan sonra temsilcilerimizin daha verimli ve etken duruma gelmelerini sağlamakhedef alınmalıdır.Sosyal Sigortalar Kurumu Şube Müdürlüklerinin yada ödeme bürolarının tıpkı ZiraatBankası Şube Müdürlüğü veya Sümer Bank Satış Mağazası gibi bir işyeri, bu işyerindeçalışanlarında çıkar ve kavgaları ortak işçi, olduğu gerçeğinden kalkan sendikamız geçtiğimizdönemde ilkin Sosyal-İş Şubelerine şube niteliğine kavuşturmaya çalışmıştır.Her türlü ilkel, dar ve bölgeci anlayışını, ve her birinde ismi var kendisi yok bir şubeaçmak anlamsızlığının dışında hareket eden Genel Yönetim Kuruluz, Bölge ÇalışmaMüdürlüklerinin konumu, ulaşım durumu ve sendikamızın gelişme olanaklarını değerlendiripşubelerimizi ve bu şubelerimizin bölge sınırlarını saptamıştır.Öte yandan Şube Kuruluşlarımızın mutlak işyerinden çıkması zorunluğuna inanansendikamızın hedeflerinden biri de şubelerimizi çalışmalarını büyütebileceği bürolarakavuşturmak olmuştur.Burada şu noktayı belirtmek gerekir ki, Genel merkez olarak özellikle sendika üyeilişkilerinde şubelerimizin muhatap olması, şubelerinde işyeri temsilcileri kademesiyle üyeyekadar uzanması kaçınılmaz ve zorunlu bir yöntem olarak bellenmiş bu surette çalışmalarınbütünlüğü sağlanarak dağınıklıktan kurtulunmuştur.Tüm genelgeler, genel yazılar ve haber bültenleri ilkin şubelere gönderilerek şubeyönetim kurulunun konuyu tartışarak, yapılması gerekenleri saptaması ve daha sonratemsilcilerle birlikte üyede hareket yaratılmasına çalışılmıştır.


Örgütümüzün daha verimli bir çalışma temposuna kavuşması yönünden üye-işyeritemsilcisi şube- Genel Merkez halkalarının bir ağ gibi daha sıkıca örülmesi halkalardanbirisinin olmaması halinde derhal sendikal tedbir alınması gereğine olan inancımızı belirtmekisteriz.Geçtiğimiz dönem daha önceki uygulamanın dışında örgütü yakından görme, denetlemeve çalışmaların yürütme açısından sık sık işyerlerine gidildiği bir dönem olmuştur.Uzun süre yapılmasına çalıştığımız S.S.K. toplu-iş sözleşmesinin verdiği imkanölçüsünde ikramiye dağıtımı örgütlenme Müdürler Kurulu üye seçimi, toplu sözleşmegörüşmeleri ve şube kongreleri dolayısıyla Şubelerimiz ve işyerlerine gidilmiş yapılantoplantılarda işçilerin çeşitli konularda aydınlatılmasına örgüt bilinciyle ortak mücadeleyekatılmalarına çalışılmıştır.Form niteliği taşıyan bu toplantıların ayrıca işçi eğitimi yönünden yararı büyüktür.Sayın Delegeler,Şubelerimiz ve örgüt durumunun açıklanmasına son verilen geçtiğimiz dönemdeyukarda belirtmeye çalıştığımız görüş ve prensipler açısından Mersin, Manisa (Münfesih)Çorum ve Sakarya Şubelerimizin kapatıldığını bunun yanı sıra Konya, Sivas, Elazığ, Kocaelive Gaziantep’te yeni şubelerimizin açılmış olduğunu böylece Sendikamız Şube mevcudunun23’e ulaştığını bilgilerinize sunarız.Ayrıca Sosyal-İş Şubelerinin artık tüm organlarıyla fonksiyonel görev anlayışı içindebulunduklarını (program ve Merkezin direktifleri) ışığında örgütlenme çalışmaları yapan,toplu sözleşmelere giren ve işçi sınıfının demokratik mücadelesi yönünden girişimlerdebulunan örgüt birimi durumuna doğru hızla yöneldiğini bilinmesini isteriz.


TOPLU SÖZLEŞME BÜROSUSOSYAL SİGORTALAR KURUMUNDA TOPLU SÖZLEŞME1.8.1972 tarihinden önce S.S.K. toplu-iş sözleşmesinin durumu:Birinci dönem toplu-iş sözleşmemiz 9.11.1970 tarihinde dönemini doldurduğundansendikamız 6.10.1970 tarihinde yasa gereği fesih işlemini noterden yapmış ve yetki işleminitamamlayarak işveren S.S.K. Genel Müdürlüğünü yeni toplu-iş sözleşmesi görüşmelerineçağırmıştır.İşveren Kurumun görüşmelere yanaşmaması üzerine Ankara Bölge Çalışma Müdürlüğü15.1.1971 tarihli yazısı ile yer gün tesbitini yaparak işverenin görüşmelere oturmasınısağlamıştır.Yapılan üç görüşme neticesi Kurum personelini statüsü üzerinde uyuşmazlık çıkmış veYüksek Hakem Kuruluna gidilmiştir. Sonuca kadar da görüşmelere ara verilmiştir.Yüksek Hakem Kurulu işçilik tesbiti yaptıktan müracaat konusu Kurum personelininişçi olduğunu tesbit ettikten sonra işveren çeşitli yazışmalardan sonra ancak 12.6.1972tarihinde görüşmelere yanaşmıştır.Yapılan altı görüşmede maddi konular hariç toplu sözleşme taslağı görüşülmüştür.Maddi konulara gelince işveren Kurum mehil istemeye başlamış ve görüşmeler uzadıkçauzamıştır.1.8.1972 tarihinden sonraki gelişmeler :20.7.1972 tarihinde düzenlenen 6 nolu görüşme tutanağından sonra ki 7 görüşme hepişverenin mehil istemesiyle geçmiştir. 31.1.1973 gün 13 sayılı görüşme tutanağında kesin veson mehil verilmiştir.Bu altı aylık sürede işveren Kurum personel statüsünün belirlenmesi için çalışmalaryapmıştır. Türkiye İş Hukuku sahasında söz sahibi 4 profesöre Kurumca hazırlattırılan Kurumpersonelinin statüsü hakkındaki rapor defalarca Müdürler Kurulunca görüşülmüş ve doğrularbir türlü kabul edilmek istenmemiştir.Sorumluluk yüklenmek cesaretini gösteremeyen buna rağmen S.S. Kurumunu yönetmekiddiasında olan bur kısım Müdürler Kurulu Üyeleri işleri savsaklamak için çeşitli yollarabaşvurmuşlardır. Bunlardan biri de kurum personelinin statüsünü belirleyen bu rapormeselesinde ortaya çıkmıştır. Kurum kendi yetkililerinden bir komisyon kurdurmuş veprofesörlere hazırlattırdığı raporu bir kerede bunlara raporlatmıştır. Neticede karar vermektenbaşka çıkar yol kalmayınca Müdürler Kurulu raporu kabul etmiş fakat Çalışma Bakanlığınasorma kararı almıştır. Daha doğrusu kararın sorumluluğunu Bakanlığa yüklemeye çalışmıştır.


Fakat Bakanlığın Kuruma verdiği cevap bir nevi göreve davet ve paylama sayılabilir.Bakanlık, Kuruma Kuruluş Kanunu çerçevesinde Kurumun İdari ve Mali bakımdan muhtarolduğu Müdürler Kurulu Kararlarının Bakanlığın tasvibine sunulacağına dair bir hükümbulunmadığını bildirmiştir.Bu kere Müdürler Kurulu, kararın tasdiki için değil görüşlerinin bildirilmesi için tekrarBakanlığa gönderilmesini sağladı. Çalışma Bakanlığı da bunun üzerine yazıyı Başbakanlığaintikal ettirdi.Sorumluluk yüklenmekten böylesine kaçan Müdürler Kurulu, Kurum personelininstatüsünü belirlemek için böylesine ipe un sererken aylar geçiyor kurum personeli geçimsıkıntısından bunalıyordu.Personelin işçi olduğu ve toplu sözleşme yapması için bütün hukuki nedenler hazırkenkarar vermekten kaçan Müdürler Kurulu, bu kararsız tutumları sebebiyle binlerce kurumpersonelini 490 Tl. brüt aylıkla yaşamaya mahkum ettiklerinin farkında değillerdi.İşverenin bu umursamaz tutumu karşısında sendika uzlaşma yollarının tıkandığı vegörüşmeler yolu ile problemi çözmenin imkansız hale geldiği kanaatına vararak 5.2.1973tarihinde uyuşmazlık zaptını tuttu.275 sayılı yasanın 15. Maddesine göre toplanan uzlaştırma kurulu ilk toplantısındaüçüncü tarafsız aracı konusunda işveren temsilcileri ile mutabakata varılamamış sendikamızcateklif edilen Türkiye’nin en ünlü iş hukuku profesörleri işverence kabul edilmemiş, kendileride bir teklif getirmemiştir. Bunun üzerine bu konuda mahkemeye intikal etmiştir.Ankara 5. İş Mahkemesi 6.3.1973 tarih ve 73/4 kararı ile üçüncü tarafsız aracı tayinetmiş ve Uzlaştırma Kurulunun toplanabilmesi sağlanmıştır.Uzlaştırma Kurulu Toplu-İş Sözleşmemizin uyuşmazlık konusu maddelerini görüşerekbir karara varmıştır.Sendikamız 21.3.1973 günü uzlaştırma kurulu kararını kabul etmiş ve uzlaştırmakuruluna bildirmiştir. S.S. kurumu ise uzlaştırma kurulu kararını kabul etmemiştir.Bunun üzerine Sendikamız 2.4.1973 tarih 44 sayılı yürütme kurulu kararı ile GREVkakarı vermiştir. S.S. Kurumunun 94 işyerinde greve karar veren Sendikamız kararınvilayetlere, Bölge Çalışmalara, işveren vekillerine bildirimlerini yapmış ve işyerlerinde ilanınıda yaparak yasal prosedürü bitirmiştir.23.3.1973 tarih 2627 sayılı yazımızla Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığına durumbildirilmiş ve aracı olup işvereni uzlaştırma kararını kabule razı etmesi istenmiş aksi takdirdegrev yapmamız için müsaade vermesi ve basın toplantısı yapmamız için müsaade etmesiistenmiştir.Sıkı Yönetim Komutanlığının 27.3.1973 tarihli 5378 sayılı yazısı aşağıdadır.T.C.SIKI YÖNETİM KOMUTANLIĞIANKARAAd. Müş : 1973/12786-6 (O.İ)/5378Konu : Toplu sözleşme görüşmeleri 27 Mart 1973Ve basın toplantısı Hk.SOSYAL İŞ SENDİKASI <strong>GENEL</strong> BAŞKANLIĞINA


Ambarlar yolu Gölbaşı Apt. No. 10/6 ANKARAİLGİ : 23.3.1973 gün ve 2627 sayılı yazı.Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü ile Sendika arasında mevcut ve 33maddeyi kapsayan toplu sözleşme ihtilafının uzlaştırma kuruluna intikal ettiği ve kurulkararının taraflara tebliğ edildiği, Sendikanın da mezkur kararı kabul ettiği anlaşılmıştır.275 sayılı Kanunun 15.nçi maddesine göre toplu sözleşme konusunda uzlaştırmakurulunca alınan kararın taraflara tebliğ edilmesi karşısında; işverenin bu karara karşıtutumunu beklemek zorunludur.2. İşverenin bu kararı kabul etmesi veya etmemesi, ancak, işverenin açık beyanındananlaşılabileceğinden, kurul kararının kabul edilmemesi ihtimalinden bahsedilerek, 10 binişçinin greve zorlanacağı sonucuna varmak, erken verilmiş bir karar halindedir.3. Uzlaştırma Kurulu kararının, Sendika tarafından kabul edilmiş olduğunun basınyoluyla kamuoyuna açıklanması Komutanlıkça uygun görülmemiştir.4. Bu husustaki müracaat, 83 sayılı bildiride belirtilen süreye uyulmaksızın yapılmıştır.Bu itibarla; basın toplantısı yapılmamasını, kurul kararına karşı, işverenin cevabınınbeklenmesini, anlaşmazlığın, kanun hükümlerine göre giderilmesini, sonucun bildirilmesinirica ederim.Namık Kemal ERSUNOrgeneralAnkara Bölgesi SıkıyönetimKomutanıDağıtım :Gereği :Em. Md. Ank. (İvediliğinden)Bilgi :Merkez K.lığına AnkaraSosyal İş Sendikası Gn. Bşk.Ambarlar Yolu Gölbaşı Apt. No. 10/6 ANKARASıkıyönetim Komutanlığının Grev’e müsaade vermeyen ve basın toplantısı yapmamızıengelleyen bu yazısından sonra, Grev kararı verilen 94 işyerinden 9 işyerinde işverenvekillerinin teşvik ve baskısı ile grev oylaması yapılmıştır.Sendikamız 4.4.1973 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığına tafsilatlı bir yazı yazmışpersonelin içinde bulunduğu güç durum ve işverenin katı tutumu anlatılmış yasal hakkımızolan grev’e başlamamıza ve basın toplantısı yapmamıza müsaade edilmesi istenmiştir.Sıkıyönetim Komutanlığının Grev yapmamıza hatta basın toplantısı yapmamızamüsaade etmeyen 14.4.1973 tarih 6832 sayılı yazısı aşağıdadır.


T.C.SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞIA N K A R AAd. Müş. : 1973/12786-6 (O.İ.) 6832Konu : Toplu Sözleşme, Grev ve 14 Nisan 1973Basın toplantısıSosyal-İş Sendikası BaşkanlığınaAmbarlar Yolu Gölbaşı Apt. No. 10/6 Sıhhiye / ANKARAİLGİ : a) Sosyal-İş Sendikası Genel Başkanlığının 23.3.1973 gün ve 2627.b) Komutanlığın 27 Mart 1973 gün ve AD. MÜŞ: 1973/12786-6,c) Sosyal-İş Sendikası Genel Başkanlığının 4.4.1973 gün ve 3231 sayılı yazılar.Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü ile Sosyal-İş Sendikası arasında mevcut II.Dönem Toplu-İş Sözleşmesi görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlandığı, Uzlaştırma Kurulukararının İşveren tarafından kabul edilmediği ilgi yazı ile bildirilerek; 94 işyerinde alınan grevkararının uygulanmasına gidilmek ve bu konuda bir basın toplantısı yapılmak istenildiğianlaşılmıştır.1. Uyuşmazlık kurul kararının işveren tarafından kabul edilmediği ileri sürülmüş ise de;bu konuda Komutanlığa herhangi bir bilgi intikal etmemiştir.2. Mevcut uyuşmazlığın çözümlenmemesi karşısında işveren ile sendikanın kanunlarçerçevesinde lokavt ve grev kararı alabilecekleri yine kanun gereğidir.3. Ancak, bütün bu kanuni imkanlar ve hatta özel temaslar denenmeden önce, alınangrev kararının uygulanmasına geçilmesinde meydana gelecek, ekonomik sarsıntının derecesibütün topluma yüklenmiş olacaktır.4. Bu itibarla; konunun tekrar görüşülerek tarafları fazla mutazarrır etmeyecek birçözüm yolunun bulunması hususu, komutanlıkça uygun görülmüştür.5. Komutanlığın 83 sayılı bildirisinde Ankara Sıkıyönetim Bölgesi içinde her türlü grevve lokavt hareketleri yasaklandığından, Sosyal-İş Sendikası tarafından alınan grev kararınınuygulamasına geçilmesine müsaade edilmemiştir.6. Aynı şekilde; alınan grev kararı ile ilgili olarak düzenlenmek istenen Basıntoplantısına da müsaade edilmemiştir.Durumun tetkik ve teemmülü için işveren Sosyal Sigortalar Kurumu GenelMüdürlüğünün bu konudaki görüş ve düşüncelerinin İVEDİ olarak bildirilmesini, hiçbirşekilde greve başvurulmamasını ve Basın toplantısı yapılmamasını, kamu hizmetlerininaksatılmadan yerine getirilmesini rica ederim.Namık Kemal ERSUNOrgeneralAnkara Bölgesi Sıkıyönetim


Dağıtım :Gereği :Merkez K. AnkaraEmniyet Md. AnkaraSosyal Sigortalar Kurumu Gn. Md.Sosyal-İş Sendikası Bşk. LığınaKomutanıGörüldüğü gibi sıkıyönetim elimizi kolumuzu bağlamış yasal haklarımızıkullanmamıza müsaade vermemiştir. Böylece Anayasamız ve yasalarımızla işçiye işverenkarşısında eşit güç sağlayan vasıtalar işçinin elinden alınınca işveren istediğini yapmayadevam imkanlarını kazanmıştır. Artan hayat pahalılığı karşısında 490 TL. brüt ücretle ailesinigeçindirmek durumunda kalan ve ücretini değiştirmek imkanı ilenden alınan işçi hastaçocuğuna ilaç alamamışsa bunun sorumlusu kimdir. Bu çocuklar yarınki Türkiye’dekalkınmaya yük olacaklarsa, hasta ve bakımsız bünyeleriyle üretime katkıları azalacak hattaüretmeden tüketmek mecburiyetinde kalacaklarsa, Türkiye’ye bu yükü yükleyenler nedüşüneceklerdir. Herhalde seneler sonra emekli maaşlarının neden bir türlü artmadığınıçözemeyeceklerdir.Sıkıyönetim Komutanlığına 12.6.1973 tarihinde yeniden bir yazı yazılarak işveren ileSendikamız arasındaki uyuşmazlığın çözümü için Komutanlığın hakemlik yapması yada Grevyapmamıza müsaade etmesi istenmiştir. Bu yazımıza da bir cevap alınamamıştır.Sendikamız Ankara, İstanbul, İzmir, adana gibi büyük işyerlerinde grev yapmadan diğervilayetlerde grev yapmanın kesin sonucu sağlamayacağını bildiği için grev uygulamasınageçmemiştir.Grev yapamayınca işvereni toplu-iş sözleşmesi görüşmelerine yeniden oturtacak bir güçaranmaya başlanmış siyasi kanatta çalışmalar yapılmıştır.Nihayet işveren ihtilaflı konuların tekrar görüşülmesini 17.7.1973 tarih 406699 sayılıyazısıyla talep etmiştir. Bu sırada sağlık işkolu için Yüksek Hakem Kurulunda bir toplusözleşme kabul etmiştir.Sendikamız işkolu ve işyeri sözleşmeleri üzerine hukuki ve ilmi içtihatlar üzerine genişbir çalışma yaparak uyuşmazlık maddelerini, Kurumun Sağlık ünitesi saydığı işyerleri içinYüksek Hakemce kabul edilmiş işkolu toplu-iş sözleşmesi de dikkate alınarak yenidendüzenlenmiş ve yeni teklifler yapılmıştır.25.7.1973 günü uyuşmazlık maddelerini bir kere daha görüşmek için işveren iletoplanılmış işveren eski alışkanlığı gereği yeniden mühlet istemiştir. Uzatma taktiği yenidenbaşlayınca görüşme teklifinin pek de ciddi olmadığı anlaşılmış ve Sendika grev hazırlıklarınahız vermiştir. Sıkıyönetim bitince greve başlanması da kararlaştırılmıştır.Grev’e sokulmayan işyerlerindeki üyelerimizin grevdeki üyelerimize maddi destekolması prensibinden hareketle bağış toplama kampanyası açılmıştır. Senetler halindedüzenlenen ve greve sokulmayan üyenin yedi ay süre ile her ay ne kadar bağış yapacağıücretine göre planlanan bu kampanya bütün şubelerimizde başlatılmıştır.Bu arada yeni tekliflerimizde müzakere konusu yapılmaya başlanmış 21.8.1973 degörüşmeler başlamıştı. 20.9.1973 tarihinde görüşmeler bitirilmiş ve toplu-iş sözleşmesi ortayaçıkarılmıştır. Komedi yine de bitirilememiş sonra da sürmüş gitmiştir.Müdürler Kurulu toplu-iş sözleşmemizi tekrar tekrar görüşmüş, tetkike almış yenidengörüşmüş ve bir türlü imzalamamıştır. Hatta Türk-İş temsilcileri Sosyal-İş ile toplu sözleşmeimzalanmasına gerek olmadığında ısrar etmişler ve görüşmeleri çeşitli nedenlerle ertelemeye


çalışmışlardır. Bu yılan hikayesi uzadıkça uzamış alınan istihbarata göre Sendikamızın grevegitmesini sağlamak ve grevde geniş bir kampanya ile hem sendikamızı çökertmek hem de işçimemur ayırımı konusunda büro kesiminin işçi olamayacağı yolunda kamuoyunda kanaatyaratmak planları yapıldığı öğrenilmiştir. Sendikamız bu noktaları da dikkate alarak azamisabrı göstermiştir. Yüzüp kuyruğuna getirdiğimiz olayda sabırsız bir hareketin herşeyibozacağı da dikkate alınarak tahriklere kapılmadan emin adımlarla ilerlenmiştir.Müdürler kurulunda aleyhimizdeki güçler bir taraftan da Genel Müdürlük teşkilatıkanalı ile baltalama faaliyetine devam etmektedirler. Örneğin her fırsatta olduğu gibi Kurum 7sayılı kanun hükmünde kararname çakınca da hemen bir yazı ile Çalışma Bakanlığına S.S.kurumunun toplu sözleşmeler, 7 sayılı kararname ve Yüksek Hakem Kurulu kararlarıkarşısında durumunun ne olduğunu sormuşlardır. Yoksa binlerce personel yüzlerce Müdür,Avukat ve bu Müdürler kurulu mevcut yasalar karşısında Kurumun durumunu belirlemektenaciz midir?Yapılan temaslar neticesi Kuruma kanunların açık hükümlerinin bakanlıkçahatırlatılması sağlanmıştır.Neticede 2.11.1973 günü Müdürler kurulu toplu sözleşme kararını imzalamakmecburiyetinde kalmıştır.Sendikamız gelecekte doğacak güçlükleri de hesaplayarak getirdiği maddeleri kendikafalarındaki doğrularla değiştirmeye azami dikkati gösteren ve zor durumumuzdan istifadeile bu kendi maddelerini geçirmeye çalışan Müdürler Kurulu bazı üyeleri ve bürokrat kademebu maddelerin ilerde doğuracağı güçlükleri bütün anlatmalarımıza rağmen bir türlü anlamakistememişlerdir. Örneğin Sendikamız toplu sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihteki ücretlere% 25 zam istemiş Müdürler Kurulu ise 1.10.1971 ücretine % 25 zam yapılması vesözleşmenin 1.1.1974 de yürürlüğe girmesini kabul etmiştir. Bu şekliyle madde ne işçiye nedekuruma daha iyi bir imkan getirmemekte aksine işlemleri içinden çıkılmaz hale sokmaktadır.Bu kimselere laf anlatılamayacağı anlaşılınca bazı avantaj yaratacak düzenlemelerüzerinde çalışılmış ve çok başarılı sonuçlara ulaşılmıştır.Sendikamız aleyhindeki güçler bütün erteleme imkanları bitince toplu sözleşme kararınıimzalamışlar fakat zaman kazanmak için bazı oyunlara başvurmuşlardır. Bunlardan biri toplusözleşmenin redaksiyonu yapılıp tekrar kurula getirilmesi meselesidir.Müdürler Kurulunun 3.11.1973 kararı üzerine, redaksiyon için Yürütme KurulumuzcaÖzcan Kesgeç tam yetkili kılınmış ve 8.11.1973 tarihinde İstanbul’da Kurum redaksiyonkomitesi ile toplanmıştır. Redaksiyon yapılmış, redaksiyon perdesi arkasında Sendikamızıngiriş aidatının 500 TL. den 10 liraya indirilmesi gibi bazı müdahale teklifleri ileri sürüldüğüısrarla Sendika üyesi olmayanların istifadesini istediği anlaşılmıştır.SendikamızcaGiriş aidatının 500 TL. tesbit edilmesindeki amacın Kurum personelinin Sendikamızagirmesini önlemek olmadığı, Sendikasız işçinin hiçbir yükümlülük altına girmeden I. DönemToplu Sözleşmemizdeki gibi toplu sözleşmeden istifade edilmeyeceğinin kurum personelineanlatmak olduğu esasen bu parazit düşünce tarzının büyük ölçüde silindiği,Bu kabil personelin şimdiye kadar Sendikamıza üye olmamasında vebalin işverendeolduğu, suçlu ve cezalandırılması gerekenin bu bozuk yönetim biçimi olması lazım geldiğidikkate alınmış.Ve biten bir toplu sözleşmenin mutlaka imzalatılması da düşünülerek giriş aidatıkaldırılmıştır.


Bütün bunlara rağmen savsaklama hareketleri devam etmiştir. Bu arada sabrı taşanAnkara Şube üyeleri aralarında bir toplantı tertip etmişlerdir. Dilşat Düğün Salonunda5.12.1973 akşamı toplanan Ankara Şubemiz üyeleri, Şube ve Genel Merkez yöneticilerindenhesap sormuş ve 10.12.1973 günü sendika yöneticileri istemese de greve başlayacaklarınıkesin bir dille ifade etmişlerdir.Durum aynı gün S.S.K. Genel Müdürü Cihat Övül’e iletilmiş ve üyelerin kararlı olduğuanlatılmış, 6 ve 7.12.1973 günü yapılacak Müdürler Kurulunda bir karara varılacağı GenelMüdürce ifade edilmiştir. Geceki üye toplantısı ve kesin karar da Müdürler Kuruluna etkietmiştir.Sendikamız 6.12.1973 tarih 87 sayılı Genel Yürütme Kurulu kararında Grevin yürütmeplanı yapılmış ve alınacak tedbirler saptanmıştır. 10.12.1973 günü başlatılacak grev de yandestekler araştırılmıştır. Sendikalardan DİSK üyesi Basın İş çadır ve Grev arabası teminetmiş, ayrıca maddi yardım yapacaklarını bildirmiştir. DİSK’e bağlı diğer Sendikalarla maddidestek konusunda temaslar başlamıştır.Bağımsız sendikalardan Petkim İş bütün maddi olanaklarını Sendikamıza tahsisedeceğini, ayrıca diğer bağımsız sendikalarla temas kuracağını bildirmiştir.Türk-İş’e bağlı Metal-İş Federasyonu eski genel sekreteri, Çağdaş Metal-İş GenelBaşkanı ve CHP işçi büroları başkanı da Sosyal Demokrat Sendikalarla temas kurulmasınısağlamayı üzerine almıştır.6.12.1973 Perşembe ve 7.12.1973 Cuma günleri yapılan Müdürler Kurulu müzakerelerisonunda kendisiyle görüştüğümüz S.S.K. Genel Müdürü Sayın Cihat Övül: Sağlık-İşSendikasıyla imzalanan protokol ve Toplu-İş Sözleşmesinin aynen kabul edilmesine MüdürlerKurulunca karar verildiğini ayrıca şart olarak Müdürler Kurulunun halen devam eden fakatana parası ödenmiş olan ikramiye davalarından vaz geçilmesini istediğini belirtti. Sendikamızavukatlarına bu davalar dolayısıyla işveren tarafından ödenmesi gereken vekalet ücretinin deSendikamız tarafından ödenmesini şart koştuklarını belirtti.Sendikamız Genel Yürütme Kurulu, derhal toplanarak avukatlarla konuyu müzakereetmiş ve 8.12.1973 günü 8040 sayılı yazıyı hazırlamıştır. Şifahi olarak da durum GenelMüdüre bildirilmiştir.Sendikamız davalardan karşılıklı vazgeçmeyi, faiz istememeyi ve avukatlara ödenecekvekalet ücretini ödemeyi (Sendika avukatlarına) ancak toplu iş sözleşmesinin imzalanmasışartıyla kabul etmiştir.8.12.1973 Cumartesi günü Sayın Cihat Övül, protokol imzalanabileceğini bildirmişancak, Genel Müdürlüğe gidildiğinde Müdürler Kurlu kararını oturumda kabul etmelerinerağmen üç üyenin imzalamadıkları ve hiçbir gerekçe göstermemekte ve muhalefet şerhidekoymadan kararı beklettikleri öğrenilmiştir.Bu kimselerina) Personel temsilcisi Mehmet Yavuzb) Türk-İş temsilcisi Hasan Özgüneşc) Türk-İş temsilcisi Ekrem Özkılıç olduğu öğrenilmiş, diğer beş üyenin (GenelMüdür dahil) kararı imzaladığı anlaşıldı.Genel Müdür Cihat Övül ile yeniden temas edilmiş hafta içinde protokol vesözleşmenin mutlaka bitirileceği ve kendisinin bu işi bitirmeye söz verdiği, MüdürlerKurulundaki bu üç üyenin şahsi, politik ve diğer bazı sebeplerle Sosyal-İş’i greve itmekte


fayda umdukları, sendikanın acele harekete geçmesinin bu üyelerin işine yarayacağı ve sabırlıolunmasını kendisine bir iki gün daha yardımcı olunmasını tavsiye etmiştir.Son gelişmeler edinilen bilgilerin ışığında yeniden incelendiğinde,a) Sendikamızla toplu iş sözleşmesi imzalanmasına Müdürler Kurulunun karar verdiği,b) Türk-İş’in ve bazı çevrelerin Sendikamızı greve götürüp yıpratarak yıkmak istediği,c) Kurumun işlerliğinin sağlanabilmesi için bizim sözleşmemizin 1.1.1974 de yürürlüğegirmesinin gerektiğini S.S.K. iyi niyetli idarecilerinin bildiği kanaatına varılarak iyi niyetyollarının bir müddet daha zorlanması ve neticede başarıya ulaşılamazsa Grev tatbikatınabaşlanması gerektiği uygun görülmüştür.Daha sonraki görüşmelerde ise;a) 9.12.1973 / 16.12.1973 tarihleri arasında yapılan çalışmalar Müdürler Kurulundaaleyhimize çalışan üyeler vasıtasıyla yeni pürüzler çıkarılmaya çalışıldığı tesbit edildi.Yapılan Özel araştırmalar neticesi Türk-İş’in kurumdaki Müdürler Kurulu üyeleri vasıtasıyla,Tez Büro-İş Sendikasına Kurumdan üye kaydedilmeye çalışıldığı ve bu sendikaya bir itirazyazdırılarak kuruma verdirildiği tesbit edildi. İtiraz, grev kararımızı kaldırmış olduğumuz busebeple de toplu sözleşme imzalanmasını zorlayıcı gücümüz kalmadığı iddiasını taşımaktadır.Bu itirazın bağıra çağıra müdafaası yapılmıştır. Bunun üzerine kurul hukuki araştırmayaptırmış ve iddianın asılsızlığı tesbit edilmiştir. Bu kere kurul kararını yenilemiş fakat üç üyemuhalif olacaklarını bildirmişlerdir.Sendikamız, telefonla Tez Büro-İş yetkilileri ile görüşmüş yaptıkları ayıbı yüzlerinevurmuştur. Bir yetkili ellerinde bir şey olmadığını, emrin Türk-İş kanalından geldiğinibelirtmiştir.Esasen yapılan bu itiraz kanunda belirtilen itiraz olmayıp, ayrıca kanunda belirtilenyerlere de yapılmamış bulunmaktadır. Sırf oylama ve çirkef atma niteliği taşımaktadır.b) 17.12.1973 / 22.12.1973 tarihleri arasındaki olaylar:Genel Müdürle yapılan görüşmede, bu hafta içinde kararın ve protokolün mutlakasonuçlandırılacağını, kurulda muhalif bulunsa bile kararın muhalefet şerhleri ileimzalattırılacağını, belirtmiş olup 18.12.1973 günü yapılacak toplantıya Müdürler Kuruluüyeleri yazılı olarak çağrılmıştır. Bu haftaki Kurul toplantılarında evvelce oybirliği ile çıkmışbulunan kararın muhalefetli olarak çıktığı öğrenilmiştir. Mehmet Yavuz’un başından berimuhalefet ettiği toplu sözleşmemizin kararına muhalefet şerhi koymadığı, yada yaptıklarıdeğişiklik dolayısıyla muhalefet koymadığı öğrenildi. Hasan Özgüneş ve Ekrem Özkılıç’ın isemuhalefet koyduğu öğrenilmiştir.Bu son üç hafta içinde disiplinsiz üyelerin, Sendikamıza sormadan işveren yetkililerineyaptığı yakınmaların işvereni uyandırdığı ve kapsam maddesi Sendikalar Kanununa göre işçiolanlar iken, bu uyarma sonucu kapsam maddesine Yüksek Hakem Kurulunun ve MüdürlerKurulunca tesbit edilenler şeklinde sokulduğu anlaşılmıştır. Bu olumsuz neticeye kendisorumsuz üyelerimizin sebep olduğu Sendikal disiplinin bir an evvel kurulabilmesine olaninancımızı doğrulamıştır.Hafta içinde protokol hazırlanmış, bu kere de Refik Baydur (ki sendikamız protokolünühazırlamakla görevli Müdürler Kurulu üyesi) İstanbul’da bulunduğu için kendisiyle protokolüzerinde mutabakat sağlanması için defalarca kurum tarafından yıldırım telefonla arandığıtesbit edilmiştir. Sendikamız İstanbul Şubesine de bu yolda talimat verilmiştir. Protokol veToplu İş Sözleşmemizin yeniden kurula imza için girmemesi gayesi ile bizzat Genel Müdür


tarafından yetki alınmış ve Genel Müdür tarafından imzalanması kararlaştırılmıştır. Bu işlemsürati sağlamak bakımından gereklidir.c) 24.12.1973 : Genel Müdürlük ve Sendikamız tarafından Refik Baydur’un yeri tesbitedilerek kendisinin protokol üzerindeki mutabakatı sağlanmıştır.Protokol son şekli ile Genel Müdür Cihat Övül ve Genel Başkan Özcan Kesgeçtarafından imzalanacak şekle getirilmiştir.Bu arada Sendikamızın gelişmesinden korkan çevrelerin boş durmadığı veSendikamızın gelişme ve büyümesini engellemeye çalıştığı bilinmektedir.Bütün bunlara rağmen S.S.K. 2. dönem toplu-iş sözleşmesinin Türkiye’de bir aşamaolarak kabul edilmesi gerekir.1971 yılında beklediklerimizi göz önüne alırsak gelinen nokta büyük bir sıçramaniteliğindedir.Sendikamızın 8 yıllık geçmişi üzerinde geniş bir araştırma yapılarak karşılaşılan güçlükve tehlikeler bir kez daha tesbit edilecek, içinde bulunduğumuz durum saptanacak vegelecekteki çalışmalarımız bu verilerin ışığında bir kez daha düzenlenecek ve planlanacaktır.Sendikamız Genel Yönetim Kurulu 27.12.1973 günü toplanmıştır. Sosyal SigortalarKurumu Genel Müdürlüğü ve bağlı işyerleri ile Sendikamız arasında yapılmak istenen veuyuşmazlıkla sonuçlanıp 2.4.1973 tarihinde GREV kararı verilen II. Dönem Toplu-İşSözleşmesi, 27.12.1973 tarihinde anlaşmaya varılmış ve 36 ay süren görüşme ve tartışmalarneticesi imzalanmıştır.Toplu Sözleşmenin imzalanması ile Grev kararı kaldırılmış ve gerekli yasal bildirimleryapılmıştır.S.S.K. TOPLU SÖZLEŞME SONRASISosyal Sigortalar Kurumunda toplu-iş sözleşmesinin imzalanması problemin bitimideğil başlangıcı olmuştur.36 ay süren görüşmeler neticesi imzalanan toplu-iş sözleşmesi tatbik ettirmek, üyedenidareciye kadar 27 senelik bürokrat bir mekanizma içinde yetişmiş personelin yeni getirilentoplu sözleşme düzenine bir anda intibak etmesi şüphesiz beklenemez. Bu intibak işlemi içinsabırlı ve yorucu bir çalışma gerektiği şüphesizdir.İlk pürüzler ücret intibakı meselesinde kendini göstermiştir. İşverenin ısrarla getirdiğikarmaşık uygulamalar hem sendikanın hem de kurumun başına bela olmuştur. Bunu çok geçde olsa fark eden işveren bu kez toplu sözleşme dışı uygulamalarla üye haklarını çiğnemeyolunu seçmiştir.Toplu Sözleşmemizin 23. maddesi aynen1) Bu sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihte işyerinde çalışmakta olan işçilerinücretlerine (1.10.1971 tarihinden geçerli olmak üzere) 1.10.1971 tarihteki ücretleri esasalınmak suretiyle;2) 1.10.1971 tarihinden sonra işe girenlere işe giriş ücreti üzerinden;3) İş Kanunu uyarınca tesbit edilen asgari ücretin altında ücret alanlara mahalli asgariücret esas alarak % 25 zam yapılır.4) Ücretleri özel mukavele ile düzenlenenlerle torba kadrodan ücret alanlara % 25 zamuygulanmaz.


Ancak :a) Kadrodan mukaveleye geçenlerin geçtikleri tarihteki kadro ücretlerine ( bu ücretbugün emsallerinin kadroya giriş ücretlerinin altında olmamak kaydıyla);b) İşe mukavele ile alınanlara emsallerinin kadroya giriş ücretleri esas alınmak suretiyle% 25 zam uygulanır.Zamlı ücret tutarı mukavele ücretini aşıyorsa aradaki fark ödenir.c) 1.10.1971 tarihinden önce mukavele yapılmış olup, bu tarihinden sonra zam almışolanların durumu hakkında aşağıdaki (5) fıkra uyarınca işlem yapılır.5) % 25 zam uygulanması dolayısıyla husule gelecek farklardan 1.10.1971 tarihindensonra kadrolu işçilere 657 sayılı Kununa göre yapılan terfi ve intibak nedeniyle ödenen miktarile ( c ) fıkrası kapsamına giren anlaşmalı işçilere verilen zam miktarının net tutarı tenziledilir.6) 1.1.1975 tarihinden itibaren işçilerin günlük ücretlerine 3 TL. zam yapılır.Demektir. Burada açıkça görüleceği gibi 1.1.1974 tarihinde Kurumda çalışan veSendika üyesi olan işçinin 1.10.1971 ücretine ve 1.10.1971 tarihinden buyana geçerli olmaküzere % 25 zam yapılacaktır. Bu işçi 1.10.1971 de kurumda değilse kuruma giriş tarihindekiücretine % 25 zam yapılacaktır.Ve nihayet mahalli asgari ücretten az ücret alanlar için mahalli asgari ücrete % 25 zamyapılacağı çok açık bir şekilde ifade edildiği halde kurum tatbikatı tamamen kafadan uydurukbir tatbikat olmuştur.Kurum Sağlık İş için yayınladığı 1670 sayılı genelgesinde 1.10.1971 den geçerli olanücret zammını işçinin sendikaya girişinden geçerli sayacağını bildirmiştir.Sendikamız için çıkardığı 1690 sayılı genelgesinde 1670 in Sendikamız içinde aynenuygulanacağı belirtilmiştir. Sendikamız tatbikatın yanlış olduğunu 8.1.1974 tarihinde işverenebildirmiş ve Merkez Danışma Kurulunun toplanmasını istemiştir.Buna benzer bir diğer örnekte eş ve çocukların tedavisi konusudur. Şöyle ki :Kurumun memur ve hizmetliler Yönetmeliği kaldırılmış ve yerine getirilen yönetmelikResmi Gazetede 15.8.1973 tarihinde yayınlanıp yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin 2.maddesinde toplu iş sözleşmesinde hüküm bulunmayan hallerde bu yönetmelik hükümleriuygulanır denmektedir. Aynı Yönetmeliğin 102. maddesi ise kurum personelinin eş veçocuklarının kurum tarafından tedavi ettirileceği hükmü yer almaktadır.Toplu iş sözleşmemizde kurum personeli üyelerinin eş ve çocuklarının tedavilerihakkında bir hüküm bulunmamakta ancak toplu sözleşmenin 53. maddesinde; örf, adet vemevzuatla işçilere tanınmış olan hakların aynen devam edeceği belirtilmiştir.Toplu-İş Sözleşmesi ile işçiler T.C. Emekli Sandığından çıkarılmış ve 1.1.1974 tarihiitibariyle Sosyal Sigortalar Kapsamına alınmışlardır. 506 sayılı S.S. Kanunu 120 gün primödemeyen işçilerin eş ve çocuklarını tedavi etmemektedir.Bu durumda toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin eş ve çocuklarının 120 gündoluncaya kadar yönetmelik gereği işverence tedavi ettirilmeleri gerekmektedir.Ne var ki insafsız ve kanunlara saygı göstermeyen işveren işçilerin hasta çocuklarınıhastahanelere almamış ve ortada bırakmıştır. Yüzlerce hasta üye eş ve çocuğu tedaviedilmeden geri çevrilmiştir. Sebep işverenin, ortada bulunan bir gerçeği anlayamaması veyakasten yanlış yorumlanmasıdır. Bu arada Türk-İş’in Kurum Müdürler Kurulundaki


temsilcisinin çocuğu Kurumca Avrupa’ya tedaviye gönderilmektedir. Türk-İş temsilcilerininişçiye oynadıkları oyuna bundan güzel misal olamaz.Sendikamız bu konunun da eninde sonunda haklı olduğumuz şekilde çözümleneceğiniüyeye ilan etmiş ve üyelerimizin Kurumca tedavisi yapılmayıp sokakta bırakılan hasta eş veçocuklarının tedavilerini Sendika kasasından yaptırmaya başlamıştır. Bir yandan da kanuniprosedürü hazırlayıp hak grevine gidilmesi çalışmaları sürdürülmüştür.Sendikamız ile işverenden meydana gelen ve toplu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarıçözmek için toplanan Merkez Danışma ve Uyuşmazlıkları giderme Kurulunda uzuntartışmalardan sonra bu konuda Sendikamızın müdafaa ettiği doğru şekliyle çözümlenmiş veişveren 19.3.1974 tarihinde yayınladığı 1719 sayılı genelgesinde toplu sözleşmekapsamındaki işçilerin eş ve çocuklarını 1.1.1974 tarihinden bu yana tedavi ettireceğini kabuletmiştir.Burada işveren Kurumun tutumunu daha işi anlamak için tedavi gibi acil bir konuda1.1.1974 tarihinde yapması gereken şeyi 19.3.1974 günü yapmayı kabul ettiğine dikkat etmekgerekecektir. Açıkçası işçinin 2.1.1974 günü ayağı kırılan yada zehirlenen çocuğunu19.3.1974 günü yani 77 gün sonra Kurumun tedavi etmeyi kabul etmesi, hem de bunuzamanında yapması gerektiğini tescil etmesi bu kimselerin işçi hakları konusundaki saygısınabir örnektir.Verdiğimiz bu misaller gibi sırf işveren Kurumun bazı yan tesirlerinde kalarak toplu işsözleşmemizi yanlış uygulamasından doğan yüze yakın uyuşmazlık doğmuştur.36 aylık toplu sözleşme müzakeresi safhasında Kurumun bozuk düzenini bütün açıklığıile öğrenen Sendikamız toplu sözleşme tatbikatında yüzlerce problemle karşılaşacağınıbildiğinden toplu sözleşmeye bunları kotaracak bir müessese getirmeye azami dikkatgöstermiştir. Bu doğacak problemleri 275 sayılı Yasa’da gösterilen hak grevi yoluyla çözmekhem kurumu hem de Sendikayı gülünç duruma düşürecekti. Örneğin: Toplu sözleşmenin 35.maddesi aynen şöyle demektedir. “İşveren, işçilere çalıştırılan her gün için üç kaptan veortalama maliyeti 5 liradan aşağı olmamak şartıyla ücretsiz öğle yemeği verir.” Madde bukadar açık olmasına ve Cumartesi günü çalışılmasına rağmen işyerlerinde Cumartesi günüyemek verilmemiş ve bu konuda uyuşmazlık çıkmıştır. Bu durumda 275 sayılı Yasa’ya görehak grevi yapmak gerekmektedir. Bu grevin yaratacağı üzüntüler ve milyonlarca lira zarardüşünülürse bu kadar açık ve bu kadar basit bir konuda uyuşmazlık çıkması gülünçtür.İşverenin bu tip sudan hadiseler çıkaracağı daha önceden bilindiği için toplu sözleşmeyeher işyeri için bir mahalli kurul ve merkezde de bir Merkez Danışma ve uyuşmazlıklarıGiderme Kurulu getirilmiştir.Toplu sözleşmenin yanlış ve uygulanmasından doğan yüzlerce ihtilaf bu kurullardagörüşülmüş ve genellik arz eden bir kısmı Merkez Kurulunda halledilerek işverenin tatbikçiünitelere yani işveren vekillerine genelgelerle bildirmesi sağlanmıştır.S.S.K. II. Dönem Toplu Sözleşmemiz ile Kuruma Sendikal çalışmayı yerleştirmek veişçinin bu çalışmayı benimsemesi ve kendi davasına sahip çıkması için bazı hükümlergetirilmiştir.Her işyerinde bir disiplin kurulu ve Danışma Kurulu ve bir giyim Kurulu kurulmuşbizzat o işyerinde çalışan işçiler bu kurullara tayin edilerek işçi Sendikal çalışmanın içineçekilmiştir.Bugün S.S.Kurumu Sendikanın iç işlerine müdahale etmekten hala kurtulamamıştır.Halen aidatlarımızın bir kısmı bloke edilmekte ve Sendikamıza gönderilmemektedir.


Ve bugün S.S. Kurumu II. Dönem Toplu İş Sözleşmemizi hala tam olarakuygulamamaktadır. Bu konuda Merkez Danışma Kurulunda birkaç konuda kesin uyuşmazlıkçıkmıştır.1- Kapsam : Üyemiz olan bütün Kurum personeline toplu sözleşmenin uygulanması,2- Ücret zammının toplu sözleşmede yazdığı gibi 1.10.1971 den itibaren 31.12.1973günü üye bulunanlara uygulanması,3- 1.10.1971 ücretinin bulunmasında 2 ve 8 sayılı kararnamelerin dikkate alınması.Bu konularda son temaslarda da sonuç alınamazsa Çalışma Bakanlığından Uzlaştırmaistenecektir. Uzlaştırma sonucu ya anlaşma sağlanacak yada Hak Grevi kaçınılmaz halegelecektir.Bunun dışında işveren ve Sendika olarak yeni teklifler getirilmiştir.İşveren işlemiş ücret vermeyi pratik kolaylık sağlayacağı için istemektedir.Sendika da hastalık geçici iş göremezlik ödeneği ile ücret arasındaki farkın işverenceödenmesini, % 25 ücret zammının 31.12.1973 ücretine yapılmasını, iş saatinin azaltılmasınıistemektedir.Bu ve buna benzer istekler karşılıklı kabul edilirse toplu sözleşme hükmünde olacaktır.TİCARET İŞKOLU TOPLU SÖZLEŞME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIGelişmekte olan Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde ticaret işkolunda da küçükişyerleri tasfiye olacak ve büyük mağazalar, kooperatifler ve marketler gelişecektir.Sendikamız bu gelişmeyi ve bu işkolu işçilerinin bugün içinde bulunduğu güç durumu dikkatealarak bütün güçlüklerine rağmen bu işyerlerinin örgütlenmesine çalışmıştır.Sendikamızın ticaret işkolundaki işyerlerinin örgütlenmesi ve patronların toplusözleşmelerle yasa içine sokulması yolunda önümüzdeki dönem yapacağı çalışmalara butecrübelerin ışığında yeni yöntemler getireceği şüphesizdir.Bu çalışmalarla ticaret işkolunda çalışanlara da olaylara bakması öğretilecek ve işçibilincine kavuşması için yardımcı olunacaktır.Ankara 19 Mayıs MağazasıAnkara 19 mayıs Mağazaları Kızılay işyerinde örgütlenme tamamlanıp 19.9.1972 günütoplu sözleşme yapılması çalışmalarına başlanmıştır. Gerekli prosedür tamamlanıp işverenetoplu sözleşme çağrısı yapılmıştır. Burada işverenin dalavereciliğini göstermesi bakımındanAnkara Bölge Çalışma Müdürlüğünün 6.11.1972 tarih 1972/70 sayılı kararından bir pasajalmayı faydalı buluyoruz.5- İşveren vekili 14.10.1972 günlü yazısı ile itiraz etmiştir. Ancak bu yazıMüdürlüğümüze 3.11.1972 günü gelmiş ve aynı gün kayda geçmiştir.İşverenin itiraz yazısının içinde olduğu zarf tetkik edilmiş ve bu zarfın 2.11.1972 günüpostahaneye verildiği arkasındaki damgasının tetkikinden anlaşılmıştır.SONUÇ : 275 Sayılı Yasanın 12. maddesi 3. bendi ( .. ilanın yapılmasından itibaren ... 6işgünü geçtikten sonra yetkisizlik itirazı dinlenmez) hükmünü vaaz etmiştir.Görülüyor ki işveren itirazın geçerli sayılması için sahtecilik yapmış fakat BölgeÇalışma Müdürlüğü itirazı titizlikle inceleyerek geçersiz saymıştır.


İşin daha da enteresan tarafı 2.11.1972 günü saat 14 de Bölge Çalışma Müdürlüğünde275/10. madde toplantısı yapılmış ve dosyada işverenin itirazı bulunmadığı işveren avukatınabildirilmiştir.Olaya dikkatle bakılırsa işverenin 10. cu madde toplantısından sonra itiraz yazısınıpostaya verdiği ve yazıya eski bir tarih koyduğu görülecektir.Sendikamız Bölge Çalışmanın lehimizde kararı üzerine 275/15. madde toplantısıistemiştir. Bu arada işveren Bölge Çalışma kararına Ankara 3. İş mahkemesinde itiraz etmişve zaman kazanmaya çalışmıştır. İşverenin bu itirazı Mahkemece kesin olarak 1.12.1972 günükesin olarak reddedilmiştir.İşveren 3.1.1973 günü yaptığımız çağrıya da uymayınca Ankara Bölge ÇalışmaMüdürlüğü 275 sayılı Yasa’nın 15. maddesi gereği Uzlaştırma Kurulu toplantısı tertiplemiştir.6.2.1973 de yapılan Uzlaştırma toplantısına işveren katılmamıştır.Bunun üzerine 7.2.1973 tarih 34 sayılı Genel Yürütme Kurulu kararı ile bu işyerindegrev kararı alınmıştır.İşveren grev kararımıza karşı işçileri ürkütmek üzere ve kanunsuz olarak 9.2.1973 günüLOKAVT kararı almıştır.Kısaca özetlersek 28.9.1972 de yetkimiz tamamlanan işyerinde ancak 130 gün sonraprosedür tamamlanabilmiş ve Grev kararı verilmiştir. Bu tip işyerlerinde genellikle yapıldığıgibi üç aydan fazla süreli işçi çalıştırılmamakta ve işçiler devamlı yenilenmektedir.19 Mayıs Mağazasında da 130 gün içinde Sendikamız üyesi işçilerden çoğu iştençıkarılmıştır. İşveren baskısı ile işçilere Grev oylaması istetilmiştir.Sendikamız grev kararı ile birlikte Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına durumutafsilatıyla anlatarak Greve müsaade etmesini istemiştir.Ankara sıkıyönetim Komutanlığı 12.2.1973 tarih 2241 sayılı yazısıyla greve müsaadeetmediğini bildirmiştir.19.2.1973 günü yapılan grev oylamasında 58 greve hayır, 36 greve evet çıkmış ve grevkararımız düşmüştür.Görüldüğü gibi ticaret işkolunda işçilerin bilinçlenmesi yanında işsizlik korkusu veişverenin çeşitli manevraları örgütlenmeyi ve toplu sözleşme yapmayı çok güçleştirmektedir.İzmir Hediye MağazasıBu işyerinde çalışan işçilerin çoğunluğu örgütlenmiş ve yetki işlemi sırasında işverenSendikamız üyesi 6 işçiyi işten çıkararak diğer işçilere gözdağı vermiş ve noterden istifalarınısağlamıştır. Öyle ki Sendikamıza üye kaydını yaptırmayan işçiler dahi istifa ettirilmiştir.Bu durum noter vasıtası ile tesbit edilmiş işçilerin zorla istifa ettirildiğine ait beyanlarıalınarak Mahkemeye müracaat yapılmıştır.Yılbaşının yaklaşması ve grev oylaması halinde kaybedeceğini anlayan işverengörüşmelere yanaşmış ve toplantıları uzatma yollarını denemiştir. 11.1.1974 tarihli toplantıdaise anlaşma olmayacağını belirten işveren uyuşmazlık çıkarmıştır.24.1.1974 günü yapılan 275/15. madde toplantısında da işveren anlaşma olmayacağınıve uzlaşmayacaklarını bildirdi.Sendikamız bu işyerinde 26.1.1974 tarihinde 101 sayılı kararıyla Grev yapılmasınakarar vermiştir.


Ne var ki işveren, gerek üye işçileri çıkarmak gerekse yıldırmak yollarıyla 2.2.1974günü yapılan grev oylamasının greve hayır şeklinde sonuçlanmasını sağlamıştır.Ankara Vakko MağazasıBu işyerinde de 21.11.1973 tarihinde yetki alınmış ve işveren toplu sözleşmeyeçağrılmıştır. İşveren malum olduğu üzere itiraz etmiştir. Bu arada Tez Büro-İş ve Tek Bank İşSendikalarının da yetkimize itiraz ettikleri öğrenilmiştir.Ankara Bölge Çalışma Müdürlüğü 25.12.1973 tarih 73/113 kararı ile bütün itirazlarıreddetmiştir.İşverenin, Ankara 6. İş Mahkemesine yaptığı itirazda Mahkemece 12.1.1974 günüreddedilmiştir.Bölge Çalışma müdürlüğünün tertiplediği 275 sayılı Yasanın 10.cu ve 15.ci maddetoplantılarına işveren gelmemiş ve Sendikamız bu işyerinde de 7.3.1974 tarih 110 sayılıkararla GREV’e karar vermiştir.Burada da görüleceği gibi işveren çeşitli itirazlarla 106 gün kazanmış ve bu süredesendika üyesi işçilerin işlerine son vermiştir.Aynı yöntemle işveren Greve karşı LOKAVT kararı aldığını 11.3.1974 tarihli yazısıylaSendikamıza bildirmiştir. Bu da Kanunun gösterdiği sebeplere dayanmayan Kanunsuz birLOKAVT kararıdır.Netice olarak 18.3.1974 günü yapılan grev oylaması da işverenin ağır baskısı altında 64e ve 36 kaybedilmiştir.İzmir Enriko İşyeriBu işyerinde de gelişmeler aynı seyri takip etmiş ve grev oylaması kaybedilmiştir.İzmir yeni Konak Çarşısı İşyeriAynı gelişmeler bu işyerinde de görülmüş bu kez İzmir İş Mahkemesi çağrı ilanınıyaptığımız İzmir Hür Efe Gazetesini geçerli saymamış ve Bölge Çalışma Müdürlüğününlehimize verdiği karar iptal edilmiştir.Diğer Ticaret İşyerleriİstanbul Erdoğanlar Yapı Malzemeleri işyeri, İstanbul 19 Mayıs Mağazaları, Ankarasüper market ve bu gibi işyerlerinde de yetki alınmış fakat yeni bir yöntem tesbiti içinaraştırmalar devam etmektedir.SonuçSonuç olarak ticaret işkolundaki işyerlerinde örgütlenme ve sonuca ulaşmak için kitlepsikolojisinden faydalanılamadığı, çalışanların işçi bilincine ulaşmasının çok zor olduğunuişverenlerce Sendikalaşmaya karşı her türlü yol denenerek karşı konduğu ve işçilerinişyerlerinde çok kısa süre çalıştırıldığı yapılan deneylerden öğrenilmiştir.Bütün bu çalışmaların ışığında, bu işyerlerinde Sendikal faaliyetin yerleşebilmesi içinbu güne kadar denenmişlerin dışında yeni yöntemler tesbit edilmesi gerekmektedir.DEVLET TEŞEKKÜLLERİNDE TOPLU SÖZLEŞME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARICumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana devlet teşekküllerinde genel idare esaslarınındışında personel istihdam edilmekte ve bu personel bazı lütuflar haricinde devletmemurlarının faydalandığı haklardan faydalanamamaktadır.


Hizmetli, müstahdem veya ücretli gibi bir takım isimlerle isimlendirilen bu personelbaşlangıçta 788 sayılı memurin kanununa göre özel sözleşme (hizmetli akdi) yapma hakkınasahiptir. Yine kanunda bu sözleşme hizmetli tarafından yapılmıyorsa idare tarafındanhazırlanacaktır. Bu tatbikat zamanla adeta idarenin tek taraflı bir tasarrufu haline gelerek statühukuku ile karıştırılmaya başlandı. Bu alışkanlık İktisadi Devlet Teşekküllerinde hatta özelkanunla kurulmuş kurumlarda da devam ettirildi. Öyle ki bugün ne personel kendisininmemur olmadığının farkında nede idareci. Bazı hukuki durumlarda o kişi ile ortaya çıkançelişkilerde statünün bir parçası olarak olduğu gibi benimsenmektedir.Örneği : Özel kanunla kurulu S.S.K. personeli aslında özel hukuk hükümlerine tabi ikenve bu kuruluş yasasında dahi belirtilmişken gerek kurum personeli gerekse kurum idarecileribu durumu bir türlü kabul etmemişler ve kurumda çalışanların statü hukukuna tabi memurolduklarında inat etmişlerdir.Gerçeği kavrayan bir avuç insan gerçeği ortaya çıkartmak için 8 yıl uğraşmıştır.Bu kurumda grev yapılmış, toplu sözleşme yapılmış, statü hukukuna bağlı memurlaraikramiye verilemeyeceği 657 sayılı yasada açıkça emredilmesine rağmen bu kurumun GenelMüdüründen odasına kadar bütün çalışanlarına ikramiye ödenmesi, büyük bir kısmı yargıorganlarından geçirilerek sendikamızca sağlanmış.Fakat kurum bürokratlarının, kurum personelinin memur olduğu yolundaki inatlarıkırılamamıştır.Örnekten de anlaşılacağı üzere sırf bürokratların bilgisizliğine ve kolay yönetimsağlama arzularına dayanan ve 300 binin üzerinde çalışanın yasal haklarını yok eden butatbikatla Türkiye’de hiçbir sendika gerektiği gibi uğraşmamıştır.Bırakınız uyusunlar politikasını S.S.K. da yırtan Sendikamız aynı durumdaki diğermüesseselerin personeli ile de ilgilenmeye başlamıştır.Milli Piyango İdaresiBu müessese 3670 sayılı Kuruluş Yasasına göre hükmi şahsiyeti olan hususi hukukhükümlerine tabi ve her türlü tasarrufa ehil bir kuruluştur.Genel Müdür ve Muhasebe Müdürü haricindeki personel statü hukukuna tabi değildir.Ne var ki bu kurumun personeli de yıllardır memur denilerek uyutulmuştur. Bu vebenzeri kuruluşların yönetim ve denetim işlerinin dışında kalan personeli memur olmadığıhalde bu gerçeği bugün hukuken dahi ortaya çıkarmak adeta imkansıza yakındır. Bugün dahakısa süre de sonuçlanan fakat kapsamı dar olduğu için gerçek çözüm getirmeyen ikinci bir yolbulunmaktadır ülkemizde Yüksek Hakem Kurulu ve bedeni çalışma fikri çalışma ayırımı. Butip ayırım bu problemi gereken şekilde çözmemekle birlikte müesseselerde sendikal faaliyetebaşlanmasını sağladığı için tarafımızdan faydalanılmaktadır.Milli Piyango İdaresinde de yasal prosedür tamamlanıp işveren toplu sözleşmegörüşmelerine çağrılmış gelmeyince Bölge Çalışma Müdürlüğü 275/10. madde toplantısıtertiplemiş işveren bu toplantıya da katılmamıştır.Yine Bölge Çalışma Müdürlüğünce tertiplenen 275/15. madde toplantısına iştirak edenişveren yanlış olarak kendisinin 7 sayılı kanun hükmünde kararnamedeki tesbiti beklediğinive müesseselerinde çalışanların memur olduğunu iddia etmiştir.Bu yanlış iddia Sendika tarafından izah edilmesine rağmen işveren toplu sözleşmeyeyanaşmamış ve Sendikamız 14.12.1973 tarih 89 sayılı kararı ile bu işyerinde grev yapılmasınakarar vermiştir.


İşveren, Ankara 2. İş Mahkemesine dava açarak grevin tedbir yolu ile durdurulmasınıistemiştir.275 sayılı Yasa’nın 19. maddesi 3 bentten meydana gelmektedir. Birinci bend Menfaatgrevlerini yani toplu iş sözleşmesi imzalattırılması için yapılan grevi tesbit eder. İkinci bendise Hak grevini yani yapılmış bir toplu iş sözleşmesi hükümlerinin çiğnenmesi halindeyapılacak grevi belirtmektedir. Hak grevlerinin gerekiyorsa Mahkemece durdurulabileceği deaynı maddede belirtilmiştir. Yasanın 21. maddesi ile ise Bakanlar Kuruluna iki grevin degeçici olarak ve bazı şartlarla durdurulması yetkisini vermektedir. Yargıtay içtihatları damenfaat grevinin tedbir yoluyla Mahkemece durdurulmasının yasaya aykırı olduğunu tesciletmiştir.Yasadan ve içtihatlardan menfaat grevinin Mahkemece tedbir ile durdurulamayacağıanlaşılmaktadır.Ankara 2. İş Mahkemesi 20.12.1973 tarih E/1973/1606 kararı ile personelin memurveya işçi olduklarının kesin olarak belli olmadığı, ilgili mercilerin bu tesbiti yapmasının uzunzaman istediği gerekçesiyle grevi davanın sonuna kadar durdurmuştur.5.4.1974 tarihinde yapılan duruşmada ise Milli Piyango İdaresinde yaptırılan işçiliktesbitine ait Yüksek Hakem Kurulunun 22.2.1974 tarihli kararı Mahkemeye verilmesinerağmen grev kararı kaldırılmıştır.Bizce hukuka aykırı olan bu karar temyiz edilmiştir. Netice alınınca bu müessesede yatoplu sözleşme yapılacak yada greve başlanacaktır. Ne var ki 3.11.1973 günü yetki aldığımızbir işyerinde sonuca ne zaman ulaşılacağı şüphelidir.DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ TOPLU SÖZLEŞME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIBu işyerinde de 275 sayılı Yasa gereği yapılan çağrılara işveren iştirak etmemiş veAnkara Bölge Çalışma Müdürlüğü 17.2.1974 tarihinde 275/10 madde toplantısıtertiplenmiştir.Yapılan toplantıda aynı gün toplu sözleşme görüşmelerine başlanmasına işverentemsilcisi ikna edilmiştir.Toplu sözleşme ilk görüşme tutanağında çalışanlardan hangilerinin işçi olduğukonusunda ihtilaf çıkmış ve Yüksek Hakem Kuruluna gidilmesi, alınacak sonuca göregörüşmelere devam edilmesi kararlaştırılmıştır.Daha sonra 30.1.1974 tarih 438 sayılı yazısıyla Devlet İstatistik Enstitüsü BaşkanıYaşar Yaşer müessesede sigortalı olarak çalıştırılanların memur olduğunu iddia etmiştir.Daha sonra bu müessesede çalışan sendikamız temsilcisi ile birlikte 180 geçici işçininişine son verilmiştir. Durum işçiler tarafından Başbakan Ecevit’e bizzat ve topluca giderekduyurulmuştur.Başbakanın emri ile bir devlet bakanı konuyu incelemeye almıştır.Çıkarılan temsilcimiz içinde gerekli hukuki müracaatlar yapılmıştır.T.C. EMEKLİ SANDIĞIBu işyerinde de 15.12.1973 günü yetki alınmış ve işveren toplu sözleşmeye çağrılmıştır.İşverenin toplantıya gelmemesi üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğü 275/10. madde toplantısıyapmıştır. 1.2.1974 günü yapılan toplantıda durum işveren temsilcilerine anlatılmış ve aynıgün toplu sözleşme görüşmelerine başlanması kararlaştırılmıştır.


Yapılan ilk toplantıda T.C. Emekli Sandığında çalışanlardan kimlerin işçi kimlerinmemur olduğu tesbit edilinceye kadar görüşmelere ara verilmiştir.Bir kısım personel için Yüksek Hakem Kuruluna başvurulmuştur. Neticeye göresözleşmeye devam olunacaktır.ZONGULDAK AMELE BİRLİĞİBu işyerinde de aynı yol izlenerek çağrılar yapılmış çalışanların memur olduğuyolundaki tutarsız işveren iddiası üzerine mecburen Yüksek Hakem Kurulunabaşvurulmuştur.Yüksek Hakem Kurulu 27.3.1974 tarih 87 sayımı kararında aynen “Sonuç : ZonguldakAmele Birliğinin özel bir kuruluş olup 274 sayılı Kanunda belirtilen mesleki kuruluşlarniteliğinde olmadığı ve Kurulumuz görev alanına girmediğinden istemin reddine oy birliğiylekarar verildi” diyerek çalışanların memur olduğu yolundaki işveren iddiasının geçersizliğiniortaya koymuştur.Toplu iş sözleşmesine devam için çalışmalar yapılmaktadır.Sonuç : Diğer Devlet Kuruluşlarında da örgütlenme tamamlandıkça toplu sözleşmegörüşmelerine teşebbüs edilecektir.Sonuç olarak bürokrasinin hakim olduğu bu kuruluşlarda yapılan teşebbüsler yanlışuygulamaların bu kuruluşlarda giderek usul haline getirildiğini göstermiştir.Doğru yanlış, hukuki hukuksuz ayırımı yapmadan alışılmışı tatbik etme eğiliminde olanbürokratlar, iki kere ikinin dört ettiği hatta bu mevcut yasalarda yazsa bile bir üstkuruluşlarınca emredilmediği sürece inanmamakta daha doğrusu tatbik etmemektedirler.Sendikamız bu sebeple bürokrat mekanizmayı harekete getirecek bütün yollarıdenemektedir.EĞİTİM İŞYERLERİNDE TOPLU SÖZLEŞME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIYapılan çalışmalar sonucu eğitim işyerlerinde de bürokrat mekanizmanın aynen işlediğiöğrenilmiştir.Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Yüksek Okullar, Orta dereceli okullar, İlkokulları ve Özel okullarda örgütlenmesi tamamlanan işyerlerinde hazırlanan tip sözleşmelerteklif edilmiştir.İşverenler bu işyerlerinde de çalışanların tamamının memur olduğunu iddia ederekgörüşmelere gelmemişlerdir. 7 sayılı Kararnameyi anlayamayanlar, kararnameyi yapmakistediğinin tam tersine kullanmaya kalkmışlardır.Eğitim işyerlerinden yetki alınan 83 işyerinde toplu sözleşme çağrısı yapılmış, 275sayılı Yasa gereği gerekli mecburi toplantılarda tamamlanarak 11 işyerinde İl HakemKuruluna gidilmiştir. İl Hakem Kurulu toplu sözleşme taslağımızı görüşecek ve bir sonucabağlayacaktır. Burada dikkat edilecek nokta bu işyerlerinde grev yapılması yasacayasaklanmış olduğudur. 275 sayılı yasaya göre anlaşmaya varamayan taraflar grev noktasınageldikleri zaman grev yapılmamakta İl Hakem Kurulları konuyu çözümleyip bir toplusözleşme kabul etmektedirler.Bu işkolunda dikkat çekici ikinci nokta Üniversite ve Yüksek Okulların tutumudur. İşhukuk dalında ilmi içtihat yaratma durumunda olan bu idareler kendi inandıkları vekitaplarıyla öğrencilerine anlattıkları gerçeklere fiiliyatta karşı çıkmışlardır. Yapılan özelkonuşmalarda bütün söylediklerimizi kabul etmelerine rağmen tutanaklara yazdıkları bir ilim


adamına yakışmamaktadır. Bizim bildiğimiz bir ilim adımı inandığı şeyleri müdafaaetmemelidir.Burada örnek olarak Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı adına 275/10.madde toplantısına katılan Profesör Doktor Seza Reisoğlu işveren olarak tutanağa şöyle beyanvermektedir. “.. esasen fakültedeki personelin tümünün 657 sayılı ve 1327 sayılı Kanunlaratabi kadrolu personel olduklarını ve son çıkan 7 sayılı kararname hükmü gereğince de yetkilimakamlarca bu kimselerin işçi olduklarına dair kesin bir karar alınmadığından böyle birgörüşmenin lüzumuna inanmamaktayız.”Nedir bu 7 sayılı kararname? Bütün Devlet müesseseleri idarecilerinin hatta Üniversitehocalarının çalışanın hakkını almasını geciktirmek için sarıldığı 7 sayılı kararnameyi buradaincelemekte fayda vardır.KARAR SAYISI :K.H.K. 7657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname iledeğişik 3 ncü maddesinin “ D” bendi ile Ek geçici 21 nci maddesinin 2 nci fıkrasınınDeğiştirilmesine dair Kanun Hükmünde Kararname.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2 sayılı Kanun hükmünde Kararname iledeğişik 4. maddesinin “D” bendi ile Ek Geçici 21. maddesinin 2. fıkrasının değiştirilmesi vebu maddelerle ilgili olarak geçici bir madde eklenmesi; 23.5.1972 tarihli ve 1589 sayılıKanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 22.8.1973 tarihindekararlaştırılmıştır.MADDE 1-2 sayılı Kanun hükmünde Kararname ile değişik 4. maddenin “D” bendiaşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.D) İŞÇİLERİş Kanunlarına göre işçi sayılanlar ile Genel ve Katma Bütçelerle bunlara bağlı DönerSermayeli Kuruluşlar ve kanunlarla kurulan fonlar, kefalet sandıkları veya Beden TerbiyesiBölge Müdürlükleri işyerlerinde BEDENEN veyahut BEDENEN ve FİKREN çalışanlardanBEDENİ çalışmaları FİKRİ çalışmalarına galip olan kişilerdir.Yukarıdaki fıkra kapsamına girenler hakkında 657 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaz.Zorunlu olan hallerde Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve dışkuruluşlarda, devamlı ve belirli bazı hizmetlerin işçiler eliyle gördürülmesine BakanlarKurulunca karar verilebilir.MADDE 2-2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik Ek Geçici 21. maddenin 2.fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.“Bu Kanun ikinci görev yasağı, ikinci görev verilecek memurlar ve görevler, dersgörevi ve konferans ücreti, iş güçlüğü, iş riski ve eleman teminindeki güçlük zamlarısözleşmeli personel ücreti, avukatlık ücreti, fazla çalışma ücreti ile diğer özlük ve sosyalhaklarla ve istihdam şekilleriyle ilgili hükümleri 1. fıkrada yazılı personel hakkında dauygulanır.GEÇİCİ MADDE – 2 sayılı Kanun hükmünde Kararname ile değişik Ek Geçici 18.maddeye göre devlet memurluğuna intibak ettirilenlerden işçi niteliğinde olanların tesbiti,Çalışma Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Dairesi Başkanlığının bağlıbulunduğu bakanlıkça ortaklaşa tesbit edilir.


İŞÇİ TANIMINA GİRENLERİN KADROLARI KALDIRILARAK,HAKLARINDA İŞÇİ MEVZUAT HÜKÜMLERİ UYGULANIR.Bu Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra istifa veya sair sebeplerle görevindenayrılarak bilahare işçi statüsünde görev almak için başvuranların durumları hakkında dabirinci fıkradaki kurul tarafından karar veriler.YÜRÜRLÜKMADDE 3- Bu kararname ile değiştirilen 4. madde hükümleri yayımı tarihindeyürürlüğe girer.MADDE 4- Bu kararname hükmünü Bakanlar Kurulu Yürütür.22/8/1973Kısaca incelersek 657 sayılı Yasa’nın 4. maddesi, bu kararname ile 1317 sayılı Yasa ile274 sayılı Sendikalar Yasa’sına getirilen yeni işçi kavramına uygun hale getirilmeyeçalışılmıştır.Özetle Devletin ve Müesseselerinin işçi çalıştıracağı hatta memur diyeçalıştırdıklarından bedeni çalışması fazla olanların dahi işçi sayılacağı ve işçiler hakkında 657sayılı Yasa’nın uygulanmayacağı belirtilmektedir, bu kararnamede.Kararnamenin geçici 2. maddesine anlayabilmek için 657 sayılı Yasas’nın Ek Geçici 18.maddesini gözden geçirmekte yarar vardır.657 SAYILI YASA’NIN EK GEÇİCİ 18. MADDESİ : (Değişik : K.H.K. 2-23.12.1972) Bu kanuna tabi kurumlarda işçi statüsünde çalışmakta olup da fiilen yaptıkları işdolayısıyla Devlet Memuru tanımına girenlerin Devlet memurluklarına geçmek istemeleri,kurumlarının izni ve boş kadronun bulunması halinde halen gördükleri hizmetin mahiyetinegöre 36. maddede yazılı sınıflara intibaklar yapılır.Bankalardan Üniversitelere kadar bütün kuruluşların sarılmak istediği bakanlardanKurulu Komisyon tesbiti yapılmadı gerekçesi maddeyi ve kararnameyi okuyuncakendiliğinden çürümektedir. Zira bu tesbit 657 öncesi işçi statüsünde çalışıp kendi arzularıyla657 ye geçirilen kimseleri kapsamaktadır.Bu tip personel müracaatçı kuruluşlarda bulunmamaktadır.Eğitim işyerlerinden Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi ve bağlı Yüksek Okullariçinse müracaatlarımız uygun karşılanmış 275/10. madde toplantısında 20.2.1974 günügörüşmelere başlanması kararlaştırılmıştır.Akademi Yönetim Kurulu 26.2.1974 tarih 4 nolu kararı ile görüşmelerin yapılması vekabul edilecek metnin yönetim kurulunca tasvibinden sonra imzalanmasına oybirliği ile kararvermiştir.Görüşmeler bitirilmiş kabul edilerek hazırlanan taslak Akademi Yönetim Kurulunasunulmuştur.Akademi Yönetim Kurulunun bu kez kabul ettiği 6.4.1974 tarih 11 sayılı kararaşağıdadır.T.C.ANKARAİKTİSADİ VE TİCARİ İLİMLER AKADEMİSİBaşkanlığıSayı :AnkaraKonu :


YÖNETİM <strong>KURULU</strong> KARARIKARAR TARİHİ : 6.4.1974KARAR NO : 11Akademimiz Yönetim Kurulu Akademi Başkanı Prof. Dr. Necat Tüzün’ünBaşkanlığında, Prof. Dr. Hakkı Uma, Prof. Dr. Turgut Önen ve Doç. Dr. ErzanErzurumluoğlu’nun iştiraki ile 6.4.1974 Cumartesi günü saat 11.00 de toplandı ve aşağıdakikararlar alındı:9- Sosyal-İş Sendikasının Toplu-İş Sözleşmesi yapılması ile ilgili taleplerinin, 1327Sayılı Kanunun 4. maddesinin ( a ) ce ( c ) fıkraları uyarınca, içtihatlarının istikrar bulmuşolmaması ve Maliye Bakanlığının mütalası da dikkate alınarak Akademimiz Personelinin işçiolmadıkları görüşüne varıldığından Toplu-iş Sözleşmesinin yapılıp imzalanmasına olanakolmadığına;Mevcudun oybirliği ile karar verildi.BAŞKAN ÜYE ÜYEProf.Dr. Necat Tüzün Prof.Dr. Hakkı Uma Prof.Dr. O.M. Kürkçüler(Bulunmadı)ÜYEProf.Dr. Turgut ÖnenÜYEDoç.Dr. Erzan ErzurumluoğluKarardan da anlaşılacağı üzere devreye Maliye Bakanlığı da girmiş ve toplu sözleşmeimzalanmasını geciktirmiştir.Durum diğer Eğitim işyerlerinde olduğu gibi Y.H. Kuruluna ve İl Hakem Kurulunaintikal ettirilmiştir.BANKALARDA TOPLU SÖZLEŞME <strong>ÇALIŞMA</strong>LARIT.C. Ziraat Bankası :Sendikamız Banka işyerlerindeki çalışmalarına T.C. Ziraat Bankasından başlamıştır.Örnek olarak T.C. Ziraat Bankası Adana Şubesinde örgütlenme tamamlanmış ve 6.1.1973tarihinde toplu sözleşme faaliyetine başlanmıştır.Adana toplu iş sözleşmesi görüşmeleri Genel Merkezce başlanmış bilahare toplantılarAdana Şube Başkanımız ve fahri avukatımız Turan Göbekli tarafından yürütülmüştür.İmzalanan toplu-iş sözleşmesi 1.2.1973-31.1.1975 tarihleri arasında yürüyecektir. Toplu işsözleşmesi ile 490 TL. brüt ücretle çalışan banka işçilerinin ücretleri 870 liraya çıkarılmış vebir takım sosyal yardımlar alınmıştır. Bu toplu iş sözleşmemiz bol miktarda bastırılarak bankaişyerlerine gönderilmiştir.Ne varki bu toplu sözleşmeden elde edilen tecrübelerle Ziraat Bankası için tip sözleşmehazırlanmış ve Ziraat Bankasının 177 işyerinde yetki tamamlanarak toplu sözleşmeçalışmalarına başlanmıştır.Aradan geçen zaman zarfında bütün kurumlara musallat olan 7 sayılı kararnamehastalığı bu müesseseye de bulaşmıştır.Durumun böyle olacağını kestiren sendikamız teşebbüse geçmeden önce T.C. ZiraatBankası Genel Müdürlüğüne bir yazı yazarak 657 sayılı Yasa’nın Ek Geçici 18. maddesinegöre Genel Müdürlük ve bağlı şubelerde memur yapılmış kimse bulunup bulunmadığısormuştur.


Genel Müdürlüğün Sendikamıza cevabı aşağıdadır.TÜRKİYE CUMHURİYETİ ZİRAAT BANKASISermaye : 1.500.000.000 Türk lirasıTelgraf Adresi : ZERBANKAnkara<strong>GENEL</strong> MÜDÜRLÜKNo :Sosyal-İş SendikasıGenel BaşkanlığınaANKARA4.10.1973 tarih 2-22/6852 sayılı yazınız karşılığıdır.Genel Müdürlüğümüz ve bağlı şubelerimizde çalışan Daktilograf, Veznedar,Mekanograf, Gişe Memuru, Odacılar 657/1327 sayılı Kanundan evvel 3659 sayılı kanunun10. maddesi gereğince istihdam edilmekte ve Tc. Emekli Sandığına tabi olduklarından İş veSigorta Kanunları ile bir ilgileri bulunmamaktadır.657/1327 sayılı Kanunun hükümlerinin uygulandığı 1.12.1970 tarihinde işçistatüsünden anılan kanun gereğince memur statüsüne geçirilmiş hiçbir mensubumuz yoktur.Bilgi edinilmesini rica ederiz.SaygılarımızlaT.C. ZİRAAT BANKASIGenel MüdürlüğüT.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünden bu cevap alınınca toplu sözleşmeçalışmalarına başlanmıştır. Ankara Bölge Çalışma Müdürlüğünce tertiplenen 275 sayılıYasa’nın 10. madde toplantısında bu Genel Müdürlüğün yukarıdaki yazıda imzası bulunantemsilcisi (İşveren Temsilcisi) “15.9.1973 tarihli Resmi Gazetede Yayınlanan KanunKuvvetindeki 7 sayılı Kararnameye göre yalnızca işçi sayılanları kapsadığı, aşikardır. AnılanKararname 657 sayılı Kanunun 4. maddesinin (D) fıkrasını tadil ederek işçinin tarifini yapmışaynı maddesine göre Devlet memurluğuna intibak ettirilenlerden işçi niteliğinde olanlarıntesbitinin Çalışma ve Maliye Bakanlığı ile Devlet Personel Dairesinin bağlı bulunduğuBakanlıkça ortaklaşa yapılacağı tasrih edilmiştir. Bu nedenle Genel Müdürlüğümüzde çalışanmüstahdemlerin İş Kanununa göre Hizmet akdi ile değil tayin tasarrufu ile tayin edilmişolmaları, kararnameden önce tayin edilip görevlerine devam eden bu kişilerin 18. memurkadrosunda bulundukları kadroların kaldırılabilmesi için geçici 2. maddeye göre Maliye,Çalışma ve Personel Dairesinin Bağlı bulunduğu Bakanlıklarca tesbit işleminin yapılmamışbulunması, bu tesbit yapılmadan kanun kuvvetindeki kararnameden önce çıkan kanuna göresadece 274 ve 275 sayılı Kanunlar yönünden işçi sayıldığı bildirilen kişilere mezkurkararnameyi tatbike de henüz imkan bulunmaması nedeni ile Yüksek Hakem Kuruluncaalınmış bir tesbit kararı da bulunmadığından Sendikanın böyle bir gün tesbitine yetkisiyoktur.” Diyebilmektedir. Bu çelişik beyanlarla bocalayan idare şubelerde de aynı itirazlarıyapmıştır.T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü ve bağlı şubelerinin bazılarında seçilen personeliçin Yüksek Hakem Kuruluna müracaat yapılmıştır.


Yüksek Hakem Kurulu müracaat ettiğimiz banka personelinin işçi olduğuna dairkararını 4.3.1974 tarihinde vermiş karar sendikamıza 2.5.1974 tarihinde ancakyollanabilmiştir. T.C. Ziraat Bankasında tip sözleşme Samsun Şubemiz tarafındanyürütülmektedir. Genel Müdürlük ve 820 şubesi için birlikte sözleşme için temaslar devamettirilmektedir.T.Halk BankasıSendikamız Türkiye Halk Bankasında da örgütlenme işlemlerini tamamlayarak 24 işyeriiçin toplu sözleşme teşebbüsüne geçmiştir. Bu işyerlerinde Kütahya Şubesi örnek seçilerekçağrılar yapılmıştır. Malum olduğu üzere işveren toplantıya gelmeyince Bölge ÇalışmaMüdürlüğü 275/10. madde toplantısı tertiplemiştir. İşveren banka personelinin memurolduğunu ve işçilik tesbitinin yapılmadığını belirtmiştir.Yüksek Hakem Kuruluna gerekli müracaat yapılmış bulunmaktadır.Pamuk BankÖzel bir banka olan Pamuk Bankta örgütlenme faaliyetlerimiz başlayınca işveren hemenbir sarı sendika kudurma yoluna başvurmuş ve personele yapılan vaatlerle bu sendikayaüyeliğe zorlanmışlardır. Sendikamıza üye olanlarda noterden istifa ettirilmiştir. Yetkitamamlanarak Karadeniz Ereğli Şubesinde işveren toplu sözleşme çağrılarının hiç birineuymayarak grev kararı almamıza sebep olmuş fakat kandırılmış banka personeli üyelerimizgreve hayır diyerek toplu sözleşme yapma imkanımızı yok etmişlerdir.Uluslar Arası Endüstri ve Ticaret BankasıBu banka personelinin müracaatları üzerine Sendikamız teşebbüslere geçmiş 7 işyerindeyetki prosedürünü tamamlayarak toplu sözleşme çağrısında bulunmuştur. Pek tabi bu işverende çeşitli itirazlarda bulunmuştur. Yetki en son olarak Mahkeme tarafından kesinleştirilmiştir.Üyeler bu işyerlerinde de ürkek ve sendikal çalışmalara yabancı olduklarından işverenbaskı ve tehditlerinden çok etkilenmektedirler. Hatta bazı yerlerde imzalarını inkar edecekyada üye giriş fişlerine sahte imza koyacak kadar.Pek tabiki sendikamızın çalışmaları devam edecek ve üyelerin güveni sağlanarakişveren korkusu çalışanların üstünden kaldırılacaktır.Emlak Kredi BankasıBu bankanın da birçok şubesinde örgütlenme yapılmış yetki işlemi tamamlanan 19 şubeiçin toplu iş sözleşmesi çalışmaları başlamıştır.6- Diğer İşyerlerinde Toplu Sözleşme ÇalışmalarıDiğer işyerlerinde örgütlenmesi tamamlanan yerlerde toplu iş sözleşmesi çalışmalarıyürütülmektedir. Şimdiye kadar teşebbüse geçilen işyerleri şöylece özetlenebilir.NoterlerTürkiye’de 300 den fazla noter ve bu işyerlerinde çalışan 5 bin civarında işçibulunmaktadır. Ayrıca noter odaları da bulunmaktadır. Bu işyerlerinden örgütlenmesibitirilerek örnek olarak seçilen Aydın 1. Noterliği yetkimize itiraz ederek üyemizbulunmadığını iddia etmiştir. Aydın Bölge Çalışma Müdürlüğü 21.11.1973 tarih 9 sayılıkararında yetki zamanı çoğunluğumuz bulunduğunu belirtmiştir.Aydın Noteri 11.12.1973 tarihli yazısında toplu sözleşmeye başlamak istemiş 9.1.1974tarihli yazısında ise üyemiz kalmadığını iddia ile toplu sözleşme görüşmelerine gelmeyeceğini


ildirmiştir. Bu durum işverenin üyelerimize baskı yaparak ve noter marifetiyle istifaettirdiğine kanıttır.Görülüyor ki işveren Noter bile olsa yasaların işçilere tanıdığı imkanları yok edebilmekiçin yasa dışı yollara başvurmaktan kaçınmamaktadır.Bunun üzerine sendikamız gerekli yasal prosedürü tamamlayarak grev yasağı bulunanbu işyeri için İl Hakem Kuruluna başvurmuştur. İşverenin hakem gönderilmemesi üzerineSendikamız Mahkemeye müracaatla hakem tesbitini ve il Hakemin çalışabilir hale gelmesinisağlamaya uğraşmaktadır.Bu uzun uğraşlardan sonra alınacak neticelere göre diğer noterlerde teşebbüsegeçilecektir.Ticaret ve Sanayi Odalarıİşkolumuza giren odalarla ilgilenen Sendikamız ilk olarak örgütlenmesi tamamlanan veyetki alınan Van Ticaret ve Sanayi Odasını örnek olarak seçmiş ve yetki işleminitamamlayarak toplu sözleşme teşebbüsüne geçmiştir.Tip sözleşme hazırlanarak gönderilmiş ve görüşmelerin Van Şubemiz tarafındanyürütülmesi uygun görülmüştür. Van Ticaret ve Sanayi Odasında yapılacak toplu işsözleşmesi örnek alınarak bütün odalarla toplu sözleşme yapılacaktır.SendikalarSendikalarda çalışan büro personeli de işkolumuza girmektedir. Bu sebeple sendikamızbazı sendikalarda örgütlenme çalışmaları yapmış ve yetkimiz tamamlanan Petrol-İşSendikasında toplu sözleşme yapmaya teşebbüs etmiştir.Türk-iş’e bağlı olan Petrol-İş Sendikasının işçilerin örgütlenme ve haklarını teminataltına alma çalışmalarına nasıl karşı çıktığı bu örnekle pek güzel ortaya dökülmüştür. İşçininhakkını savunmak durumunda olan Petrol-İş Sendikası en kötü işverenden de kötüdavranışlara girişmiştir. Kendi işkolunda sahte giriş fişi düzenleyerek naylon yetki aldığıgazetelere ve Mahkemelere intikal eden bu sendikanın yöneticileri yetki sırasına çeşitlicambazlıklara başvurmuşlar ve çoğunluğu temsil etmediğimiz gerekçesiyle yetkimizidüşürebilmek için sendika idarecilerini de personel gibi göstermişlerdir. Ayrıca sendikamızagirenleri çıkarmak ve yetki sırasında bir takım kişileri yeni girmiş işçi gibi göstermek yollarınıdenemişlerdir.Teklif ettiğimiz tasarıyı bile görmeyen bu sözde sendika liderleri taleplerimizin çokyüksek olduğu yolunda beyanlar vermişlerdir.Kendi işkollarında işçi tarafından işyerlerine sokulmadığı hatta işçilerce üzerlerineyoğurt atılıp kardan adam durumuna sokulduğu gazetelere konu olan bu sendikacılar kendibürolarında çalışan işçilere yasaların tanıdığı asgari hakları dahi vermek istememiş ve işçilerigrev yapmaya zorlamıştır.Petrol-İş Sendikası İstanbul Şubesinde Sendikamızın 20.11.1973 tarihinde verdiği Grevkararı üzerine 26.1.1974 tarihinde Grev başlatılmıştır.Grev halen sürmektedir. Greve katılan işçileri yıldırmak için bir iki kere grevpankartlarımız yırtılmış Petrol-İş’e ait eğitim aracı kaçırılmak istenmiştir. Bu işverenSendikayı görüşme masasına oturtmak için Sendikamız ve grevci işçi kardeşlerimizTürkiye’nin yıllarca sürebilecek en uzun grevine hazırlanmaktadırlar.Çiftçi Mallarını Koruma Dernekleri


Bütün vilayetlerde bulunan ve derneklerden örgütlenmesi tamamlanıp örnek olarakseçilen Kırşehir Çiftçi Mallarını koruma Derneğinde toplu sözleşme teşebbüslerine geçilmişve bütün yollar denendikten sonra İl Hakem Kurulu safhasına gelinmiştir.SONUÇSendikamızın toplu sözleşme çalışmalarından ve bu güne kadar 20 aylık tecrübelerindenanlaşılacağı gibi örgütlenen binlerce işyerini önce iki gruba ayırmak gerekmektedir. Özelişyerleri ki buradaki işçi, işsizlik korkusu ile devamlı sendikal faaliyetten uzak durmaktadır.Bu işyerlerinin işverenleri ise ne pahasına olursa olsun işçinin ilişkili işyerleridir ki buradaçalışan işçiler ise amir memur ilişkileri içinde erimiş, her şeyin yukardan hallini bekleyen birduruma sokulmuşlardır. İçinde bulundukları ekonomik baskıya ve bazı haksızlıklara ise pasifdirenme göstermektedirler. Bu pasif direnme devletle ilişkili işyerlerindeki işlerin ağıryürümesine yol açmaktadır.Bu işyerlerinin idarecileri ise bürokratlardır. Kafalarında katılaşmış kalıpların dışınaçıkmaları çok zor olmaktadır. Bu kimselere sosyal devlet esprisi altında çıkarılmış yasalarıdahi uygulatmak çok zor olmakta mevzuat labrentinden bürokratları kurtarmak mümkünolmamaktadır.Çalışmalarımız sabırla devam ettirilecektir.Eğitim-Basın ve Yayın BürosuEğitim ve basın yayın çalışmalarımızın açıklanmasına geçmeden önce ilkin, özellikleeğitimin ne olduğunu, eğitimden ne anladığımızı açık açık ortaya koymakta yarar görüyoruz.Zira eğitimin tanımı ve kapsamı tüm boyutlarıyla belirlenmedikçe, bu yolda bir görüşbirliğine varılmadığı sürece çalışmaların değerlendirilmesi ve bundan sonra yapılacak olanınsaptanması olanaksızdır.İşçi eğitimi sorunu, bizim gibi geri kalmış, az gelişmiş ve işbirlikçi burjuvazinin egemenolduğu, emek sömürüsüne dayalı kapitalist kalkınma yönteminin ülke için biricik kalkınmamodeli olarak gösterilmeye çalışıldığı toplumlarda önemi büyüktür.Genel Eğitim sorunu bölümünde mevcut eğitimin konumu, yöntem ve niteliğinin nasılbelirlendiğini ekonomik ve siyasal düzenlemeyle olan sıkı ilişkisini ve de neredenkaynaklandığını ayrıntılı açıkladığımız için bunu sadece hatırlatmakta yetiniyoruz.İşçinin eğitimi denince bizim anladığımız, işçi sınıfının kendi öz çıkarlarına uygundevrimci mücadelesi doğrultusunda emekçi halka görüş ve hareket kazandırmak, işçiyi sınıfbilincine kavuşturmak yönünde çalışmaktadır.Eğitim, egemen sermaye çevrelerin kendi sömürüsü düzenlerinin gereği olarak toplumakabul ettirmek istedikleri yoz beğeni ve değerlerin gerçek yüzünü göstermek, toplumşartlanmasını, donmuşluğu ve yabancılaşmayı önlemektir.Ve nihayet, insanın insan tarafından sömürüsüne olanak tanımayan, emeğin en yücedeğer kabul edildiği ortamı, insanca, hakça düzeni hep beraber kurmaktır eğitimin.İşte Sosyal-İş bu amaca yönelik her yol, yöntem ve eylemi eğitim aracı olarak kabuletmekte, işçiye sadece kuru, soyut bir takım bilgiler vermek yerine, günlük yaşantıdankalkarak onu ekonomik mücadeleye ve bu mücadelenin zorunluğu olarak kaynağa, siyasayayöneltmeye hedef almaktadır.


İşçi eğitiminin bu bütünsellik içinde tüm boyutlarıyla ele alınması, çalışma koşullarının,üyenin üretim ilişkilerinden etkilenişinin ve diğer faktörlerin göz önünde bulundurulmasınıgerektirir.Bu anlamda eğitimi bir seminer sorunu yada hukuk bilgisinden ibaret saymak doğruolmaz.Eğitim bir çizgi, bir türküdür sırasında. Bir grev, bir yürüyüştür bazen. Bazen de birkitap yada miting olabilir eğitim.Ama sadece kitap, sadece seminer olmaz. Ve seminerin yapılmış olmasını gereklieğitimin yapıldığına var sayamayız.İşçi örgütlerinin yapması gereken en önemli görevlerinden biri hiç kuşkusuz eğitimdir.Ama gerçek işçi eğitimi.Öte yandan bu eğitimi verebilmesi yada vermeye çalışması bir takım koşullara dabağlıdır. Olanak, kadro, araç vb. gibi.Bir önceki genel kurulda Sosyal-İş’in hedeflerini saptayan plan, program ve bütçe tetkikedilecek olursa eğitim konusuna yeterince ağırlık verilmediği, daha doğru deyişle o günküdurum ve koşullarda eğitim sorunun diğer ana hedeflerin içinde düşünüldüğü görülecektir.bu.Örgütlenme sekreterliğinin adı eğitim örgütlenme sekreteri olarak değiştirilmiştir. HepsiSosyal-İş’in 2 yıl önceki durumu ve bugünkü gelişimi dikkate alındığında bunu doğalkarşılamak gerekir.Bütün bunlara rağmen Sendikamız 20 aylık dönemde mevcut olanakları en iyi biçimdedeğerlendirip umulanın ötesinde eğitim yapmıştır.1973 yılı başlarında GREV sözcüğü ürkek giriyordu gazetemize.Temsilci bulmak, görev vermek için üye işlerinden belirlediğimiz arkadaşlara sayfalarlateşekkür mektupları yazıyorduk.Ve yılların getirdiği şartlanmayı atamayan Kurum personeline, örgütlü olmanın kendiöz çıkarı gereği olduğunu anlatmaya çalışıyor. İkramiye gibi somut örneklerle çıkıyordukkarşısına.İkramiye değil, işçi hakları için ortak mücadele vermek gereğine yaklaştırıyordukkurum personeliniBugün ise durum ortadadır.Yasa ve sözleşmelerden doğan haklarının verilmemesi karşısında neden grevegitmiyoruz diyebilen, direnme gücü gösteren Sosyal-İş üyeleri.Sendikasının devrimci olduğunda birleşen, DİSK’e katılması gerektiğine karar verenŞube Genel Kurullarımız.İşçi eğitiminin örgüt bilinciyle başladığı gerçeğinden kalkan Sendikamız işçiyi ilkinkendi öz çıkarlarına ve sorunlarına ilgi uyandırmaya çalışmış, bu kişisel çıkarların ortakolduğunu ve örgüt gücüyle çözümlenme olanağı bulabileceğini göstermiştir. Zira işçinineğitimi örgütlenmeyle başlar.İşçinin bu eğitim sürecinde Sendikamızın haber aracı gibi görünen Sosyal-İş gazetesininyanısıra Genel yazı, bildiri ve özellikle örgüt bölümüne de kısaca değindiğimiz toplantı, şubeve işyerlerinin dolaşımı ile kongrelerin büyük yararı olmuştur.


O kadar ki, Genel Kurulların bir seçimden ibaret olmadığını işçi, bu dönemde anlamayabaşlamıştır.Öte yandan teorinin, amaca yönelik bilginin pratikte kazandırılması hedef alınmış veişçi sürekli hareket içine çekilmiştir.20 aylık dönem içinde çıkarılan gazete sayısı 30’u geçmiştir. Tüm yazıları mizanpajı vediğer matbaa işlerini uzun süre bizzat yürüttüğümüz ve baskıda çekilen zorluklar dikkatealınırsa gazetemizin yine de en düzenli bu dönemde çıkarılmış olduğu söylenebilir.Şu kadarını belirtelim ki bugün olanakları bizden çok fazla sendikaların çoğu ya gazeteçıkarmamakta yada 6 ayda – 3 ayda bir gazete çıkarmayı yeter bulmaktadır.Sosyal-İş organı ise artık sadece kurum personelinin değil banka, eğitim kurumları vediğer işyerlerindeki üyelerimizin dörtgözle bekledikleri bir gazete durumuna gelmiştir.Geçtiğimiz dönemde diğer ilişkilerin yanısıra eğitim konusuyla ilgili olarak devrimciişçi sendikaları konfederasyonu ve bu konfederasyona bağlı örgütlerle sıkı ilişkilerimiz olmuşeğitim programlarından, DİSK yayınlarından yararlanılmıştır.Sendikaların bir başlarına eğitim sorununa eğilmelerinin ve bu konuda yeterinceçalışabilmelerinin güçlüğü karşısında genel eğitim sorununun üst kuruluşlarca ele alınmasıçok daha uygun ve yararlıdır.Bunun, katılmaya karar vermek durumunda olduğumuz DİSK içindeki çalışmalardadikkate alınması gereklidir.Geçtiğimiz dönemde DİSK’in Ankara’da düzenlediği işçi konutları ve konutkooperatifçiliği konulu seminere 10 Şubemizden, şube başkanı, sekreteri yada şube yönetimkurulunun tesbit edeceği bir yönetici çağrılmış ve 7 şubemiz yöneticisi 3 gün süreli buseminere katılmıştır.Yine ICF’in (Uluslar arası Kimya ve Genel İş Sendikaları Federasyonu) İstanbul’dadüzenlediği işçi seminerine, bir önceki seminere çağrılmışların dışında 10 şube başkanı veyasekreterlerinin katılması uygun bulunmuştur.Bu seminere Lastik-İş, Gıda-İş, Yapı İşçileri Sendikası, Tümka-İş, Hürcam-İş, Keramik-İş, Turizm-İş, Kimya-İş ve Tekstil Sendikalarıyla birlikte sendikamızda katılmış ICF GenelSekreteri Charles Levinson’un da tebliğ sunduğu seminer çok olumlu geçmiştir.Geçmiş dönemin bir özelliği de bildiri, bülten gibi yayınlarımızın yoğunluğu yanısırabasınla olan ilişkilerimizin yeniden düzenlenmesi olmuştur.Ancak 12 Mart’tan sonra gelen olağanüstü dönemin, gerek basın ve gerekse kuruluşlarınkamuoyunu oluşturmak yönünden yaptıkları çalışmaları kısıtladığı, bir başka deyişle sözdüşünce ve basın özgürlüğünün bu dönemde önemli ölçüde zedelendiğini belirtmedengeçemiyoruz.Ama, bütün bunlara rağmen gerek Ankara ve İstanbul ve gerekse şubelerimizin aracılığıile taşra basınında yer alan sendikamızla ilgili haberler, basın bültenleri ile açıklamalarSOSYAL-İŞ’i kamuoyuna tanıtmış, Sendikamız bu dönemde, kamuoyunun ve bazı çevrelerinilgisini! .. en fazla üzerinde toplayan bir örgüt olmuştur.


Hukuk BürosuSendikamız kurulduğundan bu yana gerek işçi memur ayırımı ile uğraşması gereksefaaliyet gösterdiğimiz işyerlerinde bürokrat işverenlerin mevzuat hazretleriyle uğraşmasıdolayısıyla hukuka ve hukukçuya büyük ihtiyaç duyulmuştur.Sendikamızın 1.6.1968 yılında mukavele yaptığı avukat, ikramiye davaları onun isteğiüzerine noter vekaletnamesi ile açılıp kazanılmaya başlanılınca, sendikamızla olanmukavelesini feshetmiş ve mukaveleden doğan borçlarını ödememiştir.İkibin beşyüz üyemizin kendisine sendikamız vasıtasıyla verdiği notervekaletnamelerine dayanarak sendikamızla ilişkisini kesen ve üyeliğimizden çeşitli taleplerdebulunan bu avukat karşısında bilhassa kendisine azilname gönderen üyelerimizin herhangi birzarara uğramasını önlemek ve kendilerine hukuki müzaherette bulunmak için çalışmalaryapılmıştır.Sendikamız işveren S.S.K. nın katı tutumu karşısında yeni davalar açmak ihtiyacını daşiddetle duymuştur.Bu sebeple hukuk bürosuna eğilmek ve bürolaşmayı sağlamak ihtiyacı duyuldu.Sendikamızın bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir hukuk bürosu meydana getirmek içinilk adımlar atıldı. Hukuk büromuz üç kısımda düşünüldü. Birinci kısım hukuki danışma vebazı problemlerin halli, ikinci kısım daimi ve sendika içinde bir hukuk bürosu, üçüncükısımda şubelerimize hukuki yardım için anlaşmalı avukatlar.Müşavir AvukatlarSendikamız ikramiye davalarının yürütülmesi işkolu, fazla mesai, ücreti vekalet davalarıgibi önemli ve ivedi davaların kotarılması ve hukuki danışmalar için 1.7.1972 tarihindetecrübeli iki avukat ile mukavele yapmıştır.Müşavir avukatlarımız aşağıdaki davalarla meşgul olmuşlardır.1- Tek davalar :A) İşkolu davası : S.S.K. Sağlık tesisleri işkolu tesbit konusu sendikamızı yıllardıruğraştırmış bir konudur. S.S. Kurumunun sigortacılık işi yaptığı ve bu sebeple 21-22işkolunda olduğu iddiamız üzerine işveren kurum ve Sağlık İş Sendikası ile sürtüşmemizÇalışma Bakanlığına aksetmiş Bakanlık S.S.K. Sağlık tesislerinin Sağlık işkoluna girdiğiyolunda bir karar vermiştir.Sendikamız Bakanlığın bu kararını yanlış bularak Danıştay’a müracaat etmiştir. Konuyuaydınlatmak ve iddiamızın doğruluğunu belirtmek için Danıştay’a yazdığımız gerekçe aynenşöyledir.


Danıştay BaşkanlığınaAnkaraYürütmenin durdurulmasıTalebi vardır,Davacı :Vekili :Davalı :Sosyal Sigortalar Kurumu İşçiler Sendikası ( Sosyal-İş) Genel Başkanlığı.Ambarlar Yolu Gölbaşı Apt. 10/6 Sıhhıye / ANKARAAv. Mustafa Balcı Necatibey Cad. 33/3 ANKARAÇalışma Bakanlığının 23.5.1972 günlü 4268 konu 1037-2 (3) sayılıSendikalar işkolları yönetmeliğinin tabikine ilişkin işlemin iptali ileyürütmenin durdurulması talebini havidir.OLAY1- 17.10.1971 günü Resmi Gazetede yayınlanan sendikalar işkolları yönetmenliğinintatbikatından doğan ihtilafın giderilmesi amacı ile müvekkil sendika, bir işyeri veyaişyerlerinin hangi işkoluna gireceğini 274 sayılı yasaya göre tesbitle görevli tek makam olanT.C. Çalışma Bakanlığına 25.4.1972 günlü dilekçesiyle müracaat ederek (Ek-1) SosyalSigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü ile S.S.K. Şube Müdürlüklerine bağlı Sosyal SigortalarKurumu sağlık tesislerinin sendikalar işkolları yönetmeliğinin hangi sırasında mütalaaolunacağı konusunun tesbitini davalıdan talep etmiştir.2- Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık tesislerinin sendikalar işkolları yönetmeliğininhangi işkoluna giren işyerleri olduğu kararlar zaman zaman tereddütler ortaya çıkmakta çeşitliorganlarca çelişik kararlar verilmektedir.Örneğin Sendikamız 21-22 nolu Eğitim, Ticaret, Büro, Sigortacılık ve bankacılıkişkolunda kurulu olmasına rağmen münhasıran S.S. Kurumunda çalışan işçileri kapsayan birsendika olmasına rağmen Kurum Sağlık tesislerinde bulunan üyelerimiz adına vaki toplu işsözleşmesi çağrılarımızda çeşitli Bölge Çalışma Müdürlükleri ve iş mahkemeleri değişikkararlar vererek, bazen kurum sağlık tesislerinin 21-22 nolu işkolunda bazen de 29 nolu sağlıkişkolunda bulunduğunu belirtmektedirler.Bunun üzerine Çalışma Bakanlığı iptal konusu yapılan yazısı ile Sosyal SigortalarKurumu sağlık tesislerinin 29 nolu sağlık işkoluna giren işyerleri olduğunu bildirmiştir. (Ek-2) Bakanlık kararında isabet bulunmadığı kanısındayız. Şöyle ki,3- Sosyal Sigortalar Kurumu, Kuruluş yasası olan 4792 sayılı Yasa’nın 1. maddesi işhayatında türlü hallere karşı ilgili sigorta kanunun hükümlerini uygulamak ve ÇalışmaBakanlığına bağlı olmak üzere Sosyal Sigortalar Kurumu vücuda getirilmiştir............................ diyerek Sosyal Sigortalar kurumunun niçin kurulduğunu, amacını ve buamaca uygun olarak yapacağı işi belirtmiştir. Sarih olarak görüldüğü üzere kurumun yapacağıiş sigortacılık işidir ve 22 nolu işkolunda belirlenmiştir. Nitekim ekli (Ek-3) Danıştaykararında da belirlendiği üzere yüce Danıştay Toprak Mahsulleri Ofisinin hangi işkolunagiren işyeri olduğu hakkındaki bir davada bir işyerinin hangi işkoluna girdiğinin tesbitindekuruluş kanununa bakmak gerekir, diyerek kuruluş kanununda alım ve satım işleri ilegörevlendirilen ofisin 21-22 nolu işkoluna girdiğine karar vermiş ve ofis depoları ile silolarınıasıl işi mütemmimi saymıştır. Yüce Danıştay’ın bu kararı da görüşlerimizi doğrulamaktadır.Diğer yandan İstanbul Üniversitesi öğrenci lokantası içinde lokantanın 21-22 noluişkolunda bulunduğu yolunda karar ittihaz edilmiştir.


4- Bütün bunlardan da anlaşılmaktadır ki kurum sağlık tesisleri münferit iş yerleri değil,kurumun ana işinin tamamlayıcıları yanı mütemmim cüzlerdir. Nitekim 506 sayılı SosyalSigortalar Kanunun “Kurumun Amacı” başlıklı 1. maddesinde de, kurumun yapmakla görevliolduğu görev şöyle belirtilmektedir. “İş kazaları ile meslek hastalıkları, analık, malullük,yaşlılık ve ölüm hallerinde bu kanunda yazılı şartlarla sosyal sigorta yardımları sağlanır. Bukanunda geçen (KURUM) deyimi (Sosyal Sigortalar Kurumu) anlamına gelir” denilerekKurumun görevi 4792 nin 1. maddesini teyiden belirlenmiş bulunmaktadır. Kurum bugörevlerini yapabilmek için ise kendi teşkilatı içinde görev bölümü yapmıştır. Teşkilat 4792sayılı yasada belirlendiği üzere bir Genel Müdürlük olarak bulunmakta, bütün işyerleri bugenel müdürlüğe bağlı bulunmaktadır. Örneğin 506 sayılı Yasa’nın 32 ve 33. maddelerindebelirtilen hastalık sigortası uygulanması için,1- İşverenler Servisi • Primleri tahsil eder2- Hukuk Servisi • Bu konudaki davaları takip eder.3- Sağlık tesisleri • Sigortalıyı muayene ve tedavi eder.4- Hastalık Servisi • Sigortalının bu hastalığa ait (1000- örnek) dosyasını tutar, tedavikartını açar ve hastalık geçici iş göremezlik ödeneğini öder.5- Malzeme Servisi • Protez araç ve gereçlerini temin eder.6- İhtiyarlık Servisi • Sigortalının bu hastalığına ait prim ödeme günlerini kaydedipemeklilik gün sayılarında dikkate alınmasını sağlar.7- Arşiv Servisi • Sigortalının bu hastalığına dosyalarına tanzim ve muhafaza eder.5- Hastalık sigortasının uygulanabilmesi için yukarıda 7 madde de belirttiğimiz işlerdensadece sigortalının muayene ve tedavi işi hastanelerde görülmekte ise de bunun dışındatedavinin dahi tamamlanabilmesi için, sigortalının hastaneye sevkinden, geçici iş göremezliködeneğini tedavi süresince alabilmesi ve bu konudaki hastalıkla ilgili bütün işlemler asıl işinyapıldığı S.S.K. Genel Müdürlüğü veya bağlı şubelerinde veya servislerinde, ödemebürolarında yapılmaktadır. Ayrıca kurum sağlık tesisleri de, idari ve mali yönden de S.S.K.Genel Müdürlüğü ve şubelerine bağlı durumda bulunmaktadır. Personel işlemleri doğrudandoğruya Genel Müdürlük ve şubelerce yapılmaktadır. Pek çok yerde şube ve sağlık tesisleriiç-içe, aynı binada bulunmakta ve odanın birinde sigortacılık hizmetleri, diğerinde de tedaviişleri görülmektedir.6- Ekli olarak (Ek-3) sunulan yüce Danıştay kararında, toprak mahsulleri ofisinin asılamacının hububat almak satmak ve ilgili veya dolaylı olarak alınan bu hububatı depolamakişleri beyanında asıl işinin alım satım olduğu depolama işinin ise alım satım işinin mütemmimcüzi telakki olunmasında kuruluş kanun ve yurt gerçekleri açısından isabet bulunduğunaşüphe yoktur.Yukarıda işaret olunan yüce Danıştay kararı açısından S.S.K. Kuruluş Kanunun ile yurtgerçekleri nazara alındığında kurumunun asıl amacı çalışanların sosyal sigortasını yapmakdolaylı olarak da sigortalının tedavisi ile meşgul bulunması durumu, sigortacılık işininmütemmimi olduğunu kabul etmek gerekir görüşündeyiz.7- Müvekkil sendikanın S.S.K. Sağlık tesislerinde halen 3000 küsür üyesi bulunmaktave kurumun tüm işyerleri için müvekkil sendika ile S.S.K. Genel Müdürlüğü arasında toplu işsözleşme müzakereleri halen devam etmekte bulunduğu (Ek-4) cihetle ve kanunun öneminebinaen davalı idare işleminin dava sonuna kadar durdurulmasını da talebe zaruret hasılolmuştur.


Netice : Maruz sebeplerle binaen usul ve kanuna aykırı bulunan Çalışma Bakanlığının23.5.1972 günlü 1037-2-(3) sayılı işleminin iptali ile S.S. Kurum sağlık tesislerinin sigortanınmütemmim cüzi olması nede ile sendikalar işkolları yönetmenliğinin 21-22 sırasına girenişyeri olduğunun Kabulüne ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasına kararverilmesini Mahkeme masrafları ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesini bilvekale saygıile talep ederiz.Kurumun yapısı ve yasa maddeleri üzerinde yapılan bu araştırma konuyu tam olarakaydınlatmaktadır.Danıştay bakanlık kararını iptal etmişti. Bunun üzerine konu Ankara İş Mahkemesineintikal etmiştir. Mahkemenin yaptırdığı bilirkişi tesbiti ise şöyle sonuçlanmıştır.“Arz ve izah olunan sebepler ve gösterilen kanun maddeleri muvacehesinde S.S.K.nunun bir Devlet kuruluş olması, asıl işinin SİGORTACILIK bulunması ve Sigortacılıkgörevini, kendi özel kanunlarına göre tam ve noksansız yapabilmesi, Sigortalılardan aldığıprimler mukabilinde, sağlık yardımlarında bulunabilmesi için, kanuni yetkiye istinadenkurmuş bulunduğu sağlık tesislerinin asıl sigortacılık işine YARDIMCI İŞ MAHİYETİNDEOLDUĞUNUN kabulü gerektiğine, işkolları yönetmeliğinin 7. maddesi uyarınca S.S.K.tarafından asıl işe yardımcı nitelikte kurulu sağlık tesislerinde görülmekte bulunan işin, asılsigortacılık işinin bağlı bulunduğu işkolundan addedilmesine.Her ne kadar işkolları yönetmeliğinin 29 sıra numarasında kayıtlı sağlık işkoluiçerisinde, hastaneler, sanatoryumlar, Bakım ve dinlenme evleri, doğum ve çocuk bakımevleri vb. gibi işyerleri sayılmakta ise de, işkolları yönetmeliğinin 7. maddesi ve Yargıtayiçtihatları muvacehesinde, S.S.K. tarafından kurulmuş iş bu sağlık tesislerinin, asıl işinyürütülmesi için yardımcı iş niteliğinde görüldüğünden, işkolları yönetmeliğinin 22sırasında kayıtlı işkolundan sayılmasının zaruri bulunduğuna heyetimizce kanaat hasılolmuştur.İşbu raporumuzla birlikte tüm delillerin takdiri muhterem Mahkemeye ait olmak üzereheyetimizin müşterek ve müttefik kanaatini muhtevi işbu rapor takdirlerinize saygıylasunulur. 6.2.1974”BİLİRKİŞİ BİLİRKİŞİ BİLİRKİŞİAv. Turan KIRAN Av. Ali ÇELEBİ Av. Şahin KIRAÇBilirkişinin yaptığı tesbit de sendikamız görüşünün aynıdır. Fakat bilirkişi raporunasağlık-İş Sendikası itiraz etmiş ve bilirkişi şu ek raporu vermiştir.İtirazlar meselenin çözümünde takibi gereken hususlara tevcik olunmamıştır.Raporumuzda mesele bütün detayı ile izah olunmuştur. Bilirkişi tetkikatına lüzum olmadığıhususuna yönelen itirazlar raporumuzu değiştirir nitelikte görülmemiştir. 6.2.1974 tarihlirapordaki kanaatımıza aynen muhterem mahkemenin takdirine arz ederiz.B.Kişi B.Kişi B.KişiGörülüyor ki bütün itirazlar yersiz ve mesnetsizdir. S.S.Kurumu lokantaları nasıl asılişin yardımcısı sayılıyorsa hastahaneleri de öyledir ve hastalık sigortasının uygulandığı birerkurum ünitesidirler.B) Zimmet DavalarıGenel Kurulumuzun verdiği karar üzerine, üzerlerinde bulunan zimmetleri sendikakasasına yatırmaları istenen 5 kişi bu ödemeleri yapmayınca dava edilmişler ve 4 kişiye ait


dava kesinleşerek icra yoluyla tahsil edilmiştir. Eski Genel Mali Sekreter Haydar Cörüt’e aitdava ise devam etmektedir.Bu örnek sendikamızda bir daha böyle bir şey olmaması için ders olmalıdır. Sendikanınbir kuruşunun dahi hesabı sorulacaktır. Üyelerimizin ve sendikamızın her kademesindegörevli arkadaşların sendikamıza güveni bu olayla bir kat daha artmıştır.C) Fazla MesaiEmsal olarak Özcan Kesgeç ile ilgili fazla mesai davamız bilirkişi, duruşma ve bu gibiuzun zaman geçtikten sonra lehimize sonuçlanmış ve işverence temyiz edilmiştir. Aynıkonuda açılan diğer emsal davalar ise halen devam etmektedir.Bu davalarda üzerinde durduğumuz husus hizmet akdi unsurunun tekrar ortayaçıkarılmasıdır. 3695/10, 3656/19 meşhur maddelerine göre iktisadi devlet teşekkülleri vebenzerlerinde çalışan personelin hizmet akdiyle çalıştıkları tezi 1968 Yargıtay Genel kurulKararı ile bozulunca yasaların statik dar çemberini zorlayan toplum yeni çıkış yolları aramışve 3008 in bedeni fikri fazla çalışma tezine dönmüştü. 274 sayılı Yasa’yı değiştiren 1317sayılı Yasa ile bu tez getirilmiş ve birçok karışık hadiselerin doğmasına yol açmıştı. 1968içtihadından sonra biri işçi biri memur olarak çıkan 2 Yargıtay kararının birleştirilmesi içinyaptığımız müracaata Yargıtay Başkanı bu iki kararın birleştirilmesine lüzum olmadığını1317 ve 1327 gibi yeni kanunlar açısından yeni içtihatların doğması gerektiğini bildirmiştir.Bu yeni yasalar da dikkate alınarak hizmet akdi tezi yeniden sendikamızca müdafaaedilmeye başlanmıştır. Bu davalar S.S.K. personelinin hizmet akdi ile çalıştığını ispata yararlıolacaktır. Tabi bu gelişme diğer kuruluşlara da emsal olabilir.Ç) S.S.K. Müdürler KuruluBu konuda Danıştay’da seçim sisteminin iptali ve işçi adayda tahsil şartı aranmamasıyolunda Sağlık-İş’ce açılan davalar üzerine seçim durdurulmuş, seçimin yapılması ve görevdönemini dolduran üyenin görevinin son bulması yolunda açtığımız davalar Danıştay’careddedilmiştir. Böylece Seçim bir yıl yapılamamış ve iki yıl için seçilen Müdürler kuruluüyesi de üç yıl görevde kalmıştır.D) Hakaret DavalarıEski avukatımız tarafından mukavelemizin feshini bildiren, gazete ve bildirilerimizdekendisine hakaret edildiği yolundaki şikayeti ve Avukatlık yasasının sağladığı imkanlara göreavukat, hakim gibi kanun himayesine alındığı için savcılık tarafından Özcan Kesgeç ve BakiSon hakkında hakaret davası açılmış ve dava sonuçlanarak 4 ay 2 şer gün hapis cezasıverilmiştir. Ayrıca manevi tazminat davası henüz sonuçlanmamıştır.Aynı konuda avukatın yayınladığı bildiriler ve yaptığı hareketler dolayısıyla mukabildava açma talebimiz ise yine avukatlık yasasının avukata sağladığı himaye dolayısıyla AdaletBakanlığının müsaadesine bağlı olduğundan uzamıştır.Ankara C. Savcılığı kanunun (şahsi dava konusu olduğu) Ankara 1. Sorgu Hakimliği ise(görevle ilgili olduğu şahsi dava edilemeyeceği gerekçesiyle) taleplerimizi menfi şekildekarara bağlamışlardır.Sonuç olarak uzun bir zamandan sonra Adalet Bakanlığı bu avukat hakkında davaaçılmasına müsaade etmiş ve C. Savcılığı tarafından 3 yıl hapis ve görevden men cezaları ilecezalandırılması için Altındağ ağır ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.Eski Genel Mali Sekreter, basın yoluyla kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle ÖzcanKesgeç aleyhine açtığı davada devam etmektedir.


E) Ücret Vekalet DavalarıEski avukat kendisine azleden üyelerimiz aleyhine ücreti vekalet davası açmıştır.Yasaya göre arz edilen avukata vekalet ücreti verilmesi gerekir.Üyeler avukatın hakkı olan % 10 vekalet ücretini ödemeye hazırdırlar. Fakat bu avukatüyelere yazdığı çeşitli mektuplarla çeşitli miktarlarda ücret istemektedir. Bu taleplerdenbazılarının : 42 ye kadar çıktığı tarafımıza bildirilmiştir.Sendikamız bu haksız talepleri önlemek ve üyelerimize adli müzaherette bulunmakkararına varmıştır. Avukatını azleden ve dava alacakları işverenden sendikamızca alınıpdağıtılan üyelerimizin aleyhine açılacak ücreti vekalet davaları sendikamızca yürütülmekte vesonuçta ödenecek miktar sendikamızca ödenecektir. Bu ödemeler bu üyelerimizinsendikamıza yaptıkları bağışlardan karşılanmaktadır. Diğer üyelerimize ise hukuki yardımyapılması sağlanmaktadır.Bu davalardaki durumu biraz daha genişleterek izahta fayda vardır. Şöyle ki:Avukatlık yasasında avukatlık ücretinin mukavelede belirleneceği, bu ücretin asgarivekalet ücreti tarifesinden (%10) aşağı (%25) den yukarı olmayacağı belirtilmiştir.Mukavelede aksine hüküm yoksa karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin de avukata aitalacağı belirtilmiştir.Yargıtay Genel Kurul içtihadı da mukavelede kazanma şartı olduğunu kararabağlamıştır.Eski avukat üyelerimizin kendisine dava açılmasını sağlamak için verdikleri bilgi fişinimukavele sayarak ücreti vekalet davaları açmaya başlamıştır. Bilgi fişinde üye ücretini, nezamandan beri çalıştığını vb. bildirdikten sonra davanın kazanılması ve alacağın tahsil edilipkendisine verilmesi halinde % 10 kadar bir miktarı avukata vereceğini belirtmiştir.Davanın açılmasında olaylık sağlamak için avukata verilmiş bu bilgi fişi mukavelesayılsa kazanma şartı taşıdığı için içtihada göre yok sayılacaktır. Ve avukat karşı tarafayüklenen % 10 vekalet ücretinden başka bir şey alamayacaktır.Bunun üzerine Yargıtay’ın görüş değiştirdiği ve mukaveledeki kazanma şartını yoksayıp mukaveleyi geçerli saydığı söylenmeye başlanmıştır.Bunu da kabul eksek ve bilgi fişini mukavele saysak avukat % 10 mukaveleye göreücreti vekalete hak kazanacak ve karşı tarafa yükletilen vekalet ücretini de (% 10) ayrıcaalacaktır.İşin enteresan tarafı ücreti vekalet davasına bakan Mahkemeler bazı kararlarında, esasdavası Yargıtay’dan bozulmuş ve üyelerimizin işverenden alacağı olmadığı belirlenmişdolayısıyla karşı tarafa bir ücreti vekalet yüklenmesi söz konusu olmayan davalardan dolayıadı geçen avukatın karşı tarafa yüklenen vekalet ücretini talep etmesi üzerine karar vermişlerve avukatın % 10 üyeden almasını % 10 da karşı tarafa yüklenen vekalet ücretini yine üyedenalmasını kararlaştırmışlardır.Olmayan bir şeyin verilmesi gibi bir durum çıkmıştır, ortaya.Ayrıca avukat kazanılan davalarda karşı tarafa yüklenen vekaleti aldığı gibi ana alacakdolayısıyla üye lehine Mahkemece hükmedilen faizleri de almakta ve üyeye vermemektedir.Ayrıca üyeyi dava ederek vekalet ücreti istemektedir.Tetkik edildiğinde görüleceği gibi çok karmaşık olan bu yüzlerce dava henüzsendikamızca çözülüp aydınlığa çıkarılamamıştır. Bu işin ısrarla üzerinde duran sendikamız


en veya geç problemin çözülmesini sağlayacak ve eski avukatça üyelerden haksız alınan birpara varsa mutlaka geri alacaktır.Üzerine eğildiğimiz konuları nasıl sonuna kadar sabırla ve yılmadan takip ettiğimizibilen üyeler,bu konuyu da çözeceğimizden kuşku duymayacaklardır.F) alacak DavalarıEski avukat ile aramızda bulunan feshedilmiş mukaveleler gereğince bu kimsedensendikamızın alması gereken meblağ için açılmış davalar da halen devam etmektedir.2- Toplu Davalar1.7.1972 tarihinden itibaren ikramiye konusunda noter vekaletnamesinden vazgeçilmişMüşavir avukatlarımız Av. Bekir Ekinci ve Av. Sadettin Ünsal’a da danışılarak 274/14.maddenin verdiği yetkiye dayanarak dilekçe vekaletname ile ikramiye davalarının açılmasınadevam olunmuştur.Gruplar halinde açılan davadan bin den fazlası lehe sonuçlanarak ikramiyelersendikamızca dağıtılmıştır.Derdest olan diğer ikramiye davalarından ise toplu sözleşme protokolü ile karşılıklıferagat edilmiştir.Burada avukatlarımızın sendikamızın bu tasarrufuna rıza göstererek almaları ihtimaliolan büyük miktardaki vekalet ücretinden vazgeçtiklerini belirtmekte fayda vardır.Hukuk Bürosu KuruluşuMüşavir avukatlarımızdan ayrı olarak bazı davaların bizzat sendika hukuk bürosutarafından yürütülmesi, sendika içinde devamlı danışabilme, toplu sözleşme prosedüründeyardımcı olma gibi avantajları sebebiyle sendika içi bir hukuk bürosu oluşturulmasıgerekmiştir.Bu sebeple başlangıç olarak bir personel avukat istihdamına karar verilmiştir. Halenhukuk büromuz bir personel avukat ile yürütülmektedir. Hukuk büromuzun diğer büropersoneli de tamamlanamamış ve diğer personel tarafından yürütülmektedir.Hukuk büromuz toplu sözleşme görüşmelerinde yardımcı olmakta ve İl hakemkurullarına a katılmaktadır.Halen hukuk büromuzun yürütmekte olduğu işler şöylece özetlenebilir.1- İzmir eğitim işyerlerinde Sendikamızın yapmış olduğu çağrı yetkisinden çok sonraişveren tarafından İzmir Bölge Çalışma Müdürlüğüne itiraz edilmiş, bu Müdürlük yetkimizikaldıran tarzdan bir karar verince, alınan kararın iptali için İzmir İş Mahkemesi nezdindeitiraz edilmiş ancak Mahkeme tamamen yasaya ve uygulamaya aykırı bir kararla yaptığımızitirazı reddetmiştir. Bu tür kararlar kesin olduklarından tek yol yasa yararına temyizdir.Nitekim temyiz edilmesi isteğiyle Adalet Bakanlığına başvurulacaktır.2- S.S.K. Ankara sağlık Koleji işyerinde Sağlık-İş Sendikasının yetkili olduğuyolundaki karara Ankara 3. İş Mahkemesi nezdinde itiraz edilmiş sonuç henüz belliolmamıştır.3- Ağaç ve Metal İşleri Enstitüsü işyeri için Flaş Gazetesinde yapılan ilanın geçerliolmadığı ileri sürüldüğünden Ankara 2. İş Mahkemesinde dava açılmış, fakat henüz bir kararverilmemiştir.


4- Türkiye Emlak Kredi Bankası Adana Şubesinde çalışanların işçi olmadığı veçoğunluk tesbiti yapılamadığı iddiaları için Adana İş Mahkemesine yapılan itiraza henüz bircevap gelmemiştir.5- Zonguldak 3. İş Mahkemesinde açılan % 25 ücret zammı ile ilgili davalar devametmektedir.6- A.İ.T.İ.A. Diş hekimliği Yüksek Okulunda çalışan 2 üye için açılan fazla mesaidavaları halen devam etmektedir.7- Hacettepe ve Ankara Üniversitelerine bağlı bazı fakülteler için işçilik tesbiti ve ayrıcaİl Hakem Kurulu toplantısına hakem göndermediklerinden ötürü açılan davalar olumsuzsonuçlanmış, Hacettepe Üniversitesiyle ilgili olanlar temyiz edilmiş, diğerleri de aynı şekildetemyiz edilecektir.8- Öte yandan avukat İsmet Altınbaş tarafından teslim edilip de, hukuki işlemi sürmekteolan davalar da öyledir.a) Av. Mustafa Balcı aleyhine, görevi kötüye kullanmak suçundan dolayı açılan davasürdürülmektedir.b) Neşren hakaret suçundan ötürü Özcan Kesgeç aleyhine açılmış olan dava devametmektedir.c) Irak elçiliği ve ateşliğinde çalışanlar adına toplu sözleşme yapma konusundaMahkemece aleyhimize verilen karar temyiz edilmiş, Yargıtay henüz karar vermemiştir.d) Dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüm ve yaralanmaya neden olan bir üyeninmahkumiyeti; S.S.K. Genel müdürlüğü aleyhine üyelerimiz aidatları ile ilgili içrai takibenKurumun itirazı üzerine Mahkemenin verdiği olumsuz kararda temiz edilmiş, fakat henüzkarar gelmemiştir.e) A.İ.T.A. ne bağlı Diş Hekimliği Yüksek Okulunda çalışan 22 üye için alacak davasıile buradaki bir üyemizin işçi olduğu hakkındaki davalar da sürdürülmektedir. Ayrıca 4 üyehakkında alacak davası ile 21 üyenin işçi oldukları konularında açılan davada normal olarakdevam etmektedir.f) Aydın 1 Noterliğinin İl Hakem Kuruluna hakem göndermemesi üzerine açılan davasürdürülmektedir.g) Aydın İş Mahkemesinde, Sosyal-İş Sendikası Aydın Şubesinin son kongresinde,kongre başkan ve yönetim kurulu üyelerinin memur olduğu iddiası ile açılan kongre iptalidavası sürdürülmektedir.Şubelerimize Hukuki YardımGerek yetki uyumazlıkları gerekse toplu sözleşme ve sonuçlarında şubelerimizemerkezden avukat gönderilmesi bir hayli güçlük yaratmaktadır. Bazı davalarında mahallindeaçılması gerektiği düşünülürse Şubelerimizin hukuki yardıma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.Bugün için bu ihtiyaç merkez avukatlarınca ve mahallindeki fahri aöukatlarcayürütülmektedir.SONUÇ : Görülüyor ki Sendikamızın elinde bulunan davalar ve uğraştığı hukukikonular hayli yüklüdür. Bundan sonra açılması düşünülen davalarda dikkate alınırsa hukukbüromuzun genişletilmesi gerektiği açıkça görülmektedir.Hukuk büromuzun geleceği için bir yönetmelik hazırlanmıştır. Şubelerimiz içinanlaşmalı avukat bulunması da önümüzdeki dönemde önemle üzerinde durulacaktır.


İşçi-Memur AyırımıÜlkemizde, artık kemikleşmiş bir ifade olarak yer etmiş olan İŞÇİ-MEMUR ayırımısorunu çok yönlü bir sorundur. Aslında bu sorun doğrudan doğruya ülke yönetimini elindebulunduranların, kendi çıkarları için yarattıkları bir sorun olmaktadır. İçeriğinde, çalışanların,ekonomik, sosyal ve siyasal yararları yatmaktadır. Bunun yanı sıra ilginç olan emeğin,çalışanların yanında yer alması gerekenlerinde, bu konuda, sermayeden, egemenden yanatutum takınmalarıdır. Türk-İş bunlardan birisi olmuştur. Sendikamız SOSYAL-İŞ, gerekkurulu bulunduğu işkolunun özelliği ve gerekse 1966 lardan beri uğraş verdiği SosyalSigortalar Kurumunda çalışanların nedeni ile, bu konuda amansız bir savaş vermiştir. BugünKamu kesiminde çalışan, aslında işçi olan, fakat yıllardır MEMUR diye adlandırılançalışanların, işçiliği uğraşında SOSYAL-İŞ bayraklaşmıştır. Bunun sonucu olarak da busahada etkin biçimde örgütlenen tek sendikadır.Bu sorunun temel neden ve etkenlerini ve uygulamada kimlerin neler yaptığınıayrıntıları ile inceleyelim.Neden Bu Ayırım?Kendileri ile, sosyal, ekonomik ve siyasal ittifak içinde bulunduğumuz, çağdaş batılı vedemokratik ülkelerin hiçbirinde İŞÇİ-MEMUR ayırımı diye bir sorun söz konusu değildir.İngiltere’de, Fransa’da, İtalya’da diğer batılı demokratik ülkelerde, ülkemizde olduğu gibi,İŞÇİ-MEMUR ayırımı gibi bir soruna rastlanamaz. Bu sorun, az gelişmiş ve kapitalistyöntemle kalkınmayı amaçlamış, ancak kapitalist yöntemin şartlarını taşımayan toplumlardagörülmektedir. Zira bu tür ülkelerde yönetimi elinde bulunduran sermaye yanlısı siyasaliktidarlar, klasik manada bile, örgütlenme ve düşünce özgürlüklerine tahammülgösterememektedirler.Türkiye’mizde 1961 Anayasası ile, çalışanlara sosyal hukuk devleti esprisi ile orantılıolarak, geniş ölçüde sendikalaşma özgürlüğü getirilmiştir. 1963 yılında Sayın BaşbakanBülent Ecevit’in Çalışma bakanı olduğu dönemde çıkarılan 274 ve 275 sayılı yasalar ile,işçiler yalnız örgütlenme ile kalmamışlar, toplu-iş sözleşmesi ve grev haklarına da sahipolmuşlardır. Anayasamızda engelleyici hiçbir hüküm olmamasına rağmen, bu hak, özelliklegrev ve toplu-iş sözleşmesi hakkı MEMUR’lara tanınmamıştır. Böyle olunca 624 sayılı yasaile kurulan memur sendikaları, adı sendika, fakat işlerliği dernek olan birer güdük örgüthalinde kalmak zorunda bırakılmışlardır. Bir yerde şekli sendikalar diyebileceğimiz MEMURsendikaları bile çok görülerek 12 Mart sonrası dönemde bunlarda kapatılmışlardır.Sendikalar, çalışanların, topluca, demokratik kurallar içinde ekonomik ve sosyalmücadele sürdürdükleri organlardır. Çalışanların bu uğraşını kendi çıkarları için tehlikeligörenler, MEMUR kapsamını mümkün olduğu kadar geniş tutma yolunu seçmişler, böylecekendileri için tehlikeli gördükleri bu hareketin kapsamını dar tutmaya çalışmışlardır.Söylemeye hiç gerek yoktur ki, bu sorun Kamu sektörü için söz konusudur.Diğer yandan, mevzuata göre memurların siyasi partilere üye olmaları yasaktır.Böylece, çalışanların, siyasal partilerin yönetiminde güçlü görev almaları ve fonksiyoner halegelmeleri de önlenmiştir.İşte bu sorun, işverenlerin kolay yönetimini amaçlayan yukarda belirlemeye çalıştığımıznedenlerin sorunudur. Zira, çalışanları statü hukuku içinde, topu-iş sözleşmesi ve grev hakkı


olmaksızın yönetme çok kolaydır ve emekten yana bilincin oluşmasının engellenmesindeetken yollardan biridir.Bu sorunun temelde çözümü, TÜM ÇALIŞANLARIN İSTER İŞÇİ, İSTERMEMUR OLUSNLAR, SENDİKALAŞMA, TOPLU SÖZLEŞME VE GREVHAKKINA SAHİP OLMALARI İLE MÜMKÜNDÜR, Tüm çalışanların örgütleri, buamaç için demokratik mücadelede birleşmek zorundadır.Hukuksal Yapı (İşçi kimdir, memur kimdir)Anayasamızda işçinin tanımı yoktur. Ancak bunu bir eksiklik olarak yorumlamakmümkün değildir, yanlıştır. Zira Anayasamız 117. maddesinde MEMUR’u tanımlamış, dahadoğrusu DEVLET MEMURU’nu açıkça belirtmiş, bunun dışında çalışanları da işçi olaraktavsif etmiştir. Kaynağını Anayasamızda bulmayan hiçbir tasarruf ve uygulamaolamayacağına göre, bu konuda da Anayasamızın belirttiği MEMUR tanımına girmeyenlerinİŞÇİLİĞİNİ uygulamaya geçirmek hukuksal ve meşru tek yol olmaktadır. O halde bu sorununçözümünde özellikle çalışanlar ve çalışanlardan yana olanlar, başkaca hiçbir çözümü, şayetAnayasanın üstünlüğüne ve demokratik sosyal hukuk devleti ilkesine inanıyorlar ise,savunamazlar.Anayasamızın 117. maddesi memuru şöyle tanımlamaktadır; “Devletin ve diğer kamutüzel kişilerinin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamuhizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler memurlar eliyle görülür” Görülüyor ki,Anayasamız memur tanımında “<strong>GENEL</strong> İDARE ESASI” kavramını koşul olarak koymuş vekapsamı dar bir çerçeveye sokmuştur. Bu ifade bir başka deyişle KAMU KUDRETİ kullanmadurumunda olan görevlilerin MEMUR olması, sayılması demektir. 657 sayılı DevletMemurları Personel Yasasının 1. maddesinde ve 4. maddesinin (A) bendinde yapılan memurtanımları bile Anayasa’ya aykırıdır. Zira bu tanımlarda, Anayasanın 117. maddesindekitanımda asıl unsur olan “<strong>GENEL</strong> İDARE ESASI” prensibine yer verilmemiştir. Böylecekamu kesiminde, özellikle özel kanunlarla kurulmuş kurumlarda dahi işçi bırakmayacak biruygulama gerçekleştirmeye gidilmiştir.Diğer yandan bu tanım ve uygulamalarla da çelişen bir başka madde, yine 657 sayılıYasa’da yer almıştır. 657 sayılı Yasa’nın 33. maddesi “Kadrosuz Devlet Memuruçalıştırılamaz” kesin hükmünü getirmiş ve bu kadroların her yıl bütçe kanununa ek kadrokanununda gösterileceği hükmünü getirmiştir.Görülüyor ki, düzenlemeler yeknesaklıktan uzak, aynı yasa içinde bile birbirininakzedici hükümlerle yapılmaktadır. Uygulama ise kesinkes işçi kapsamını daraltıcı yöndeoluşmuştur.Bu duruma göre, yani Anayasamıza göre;a) Devlet hizmetinde, asli ve sürekli bir göreve, devamlı vazife görmek üzere,b) Genel idare esaslarına göre atananc) Bütçe ve kadro kanunlarında kadrosu bulunan kimse DEVLET MEMURU’dur.Anayasal durum kesin olarak budur. Bunun dışında bedeni veya fikri çalışma üstünlüğükıstasına göre işçi veya memur ayırımı yapmanın hukuksal dayanağını ANAYASAMIZDAbulmak mümkün değildir. Bize göre de bunun dışındaki her türlü uygulama ANAYASA’yaaykırıdır.Türk-İş Ne Yapmıştır?Bu soruya Türk-İş adına olumlu bir yanıt vermek olanaksızdır. Aksine, Türk-İş bukonuda hiçbir şey yapmamıştır, işçi-memur ayırımını yukarda belirttiğimiz Anayasal


doğrultuda savunmaması bir yana, işçi lehine, dolayısıyla bu sorunun çözümlenmesininçalışanlara getireceği özgürlükleri de kısacak olan ters girişimlere girmiştir. Bunun nasılolduğunu Türk-İş’in 9. Genel Kuruluna sunduğu rapor ile Türk-İş’e bağlı sendikaların genelkurul raporlarında açıkça görmek mümkündür. Türk-İş çalışma raporunun 749-750.sayfalarında yer alan 23.3.1973 tarihinde toplandığı belirtilen komisyon raporunda konuözetlendikten sonra aynen şöyle denmektedir : “............ 1- Kanun gücündeki kararnameyeveya değiştirilecek olan sendikalar kanununu İş Kanunları ile sendikalar kanunu uyarınca işçisayılanlar hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanamaz şeklinde birhüküm konulması uyuşmazlığı giderecektir.2- Yetkililerle yapılacak görüşmelerde, hiç değilse, sürekli olarak aleyhimizde gelişendurumu önlemek için kapsamı geniş tutulmak şartıyla büro hizmetlerinde çalışanlarla, odacımakam şoförü gibi kimselerin iş mevzuatının dışında bırakılabileceği (yaklaşım sağlanabildiğitakdirde) düşünülebilir. Ayrıca soruna çözüm getirebilmek için mutlak şart olarak ilerisürüldüğü takdirde getirilecek çözüm biçimine bağlı kalmak kaydıyla Yüksek HakemKuruluna Maliye Bakanlığından bir yetkilinin üye sıfatı ile katılmasına rıza gösterebilir .......”Görülüyor ki, Türk-İş, hiçbir bilimsel ve en önemlisi yukarıdan beri saya geldiğimizAnayasal ve de hukuksal temelden yoksun bir anlayışla günlük sözde tedbirlerin peşindedir.Soruna ülkemiz açısından bakan bir görüşü yoktur. Hele hele soruna Anayasal açıdan hiç mihiç bakmamaktadır. Günlük pazarlıktır amacı; Çalışanlar, odacılar, şoförler, büro işçileri, işçiolmasın anlayışına kadar varmaktadır.Bu dönemde 1317 sayılı yasanın 2. maddesinin 4. fıkrası Türk-İş’in, işçi olmasınındediklerinin İŞÇİLİĞİNİ kabul etmektedir. Türk-İş yasa ile verilen hakkın geri alınmasınıönermektedir. Mazereti de şudur: “1317 sayılı yasa bunları işçi sayıyor ama, onan sonra 1327sayılı yasada değişiklik gereklidir.” Bu özür işçiden yana olmayanların iddiasıdır. İşin hukukiyanı hiç öyle değildir. Zira 1327 sayılı Devlet Personel Yasası 1317 sayılı SendikalarYasasından sonra çıkmıştır ama, işçi tanımı olarak, kendisinden önce var olan SendikalarYasasındaki tanımı aynen kabul etmiştir. Nitekim Yüksek Hakem Kurulu, bu anlayışla tesbityapmaya devam etmiştir.Görülüyor ki amaç, işçi kapsamını daraltmaktadır.Sosyal-İş Oyunları BozuyorDevrin Çalışma Bakanı ali Rıza Uzuner’in, Türk-İş’in de mutabakatını aldıklarını beyaneden ve sözde İŞÇİ-MEMUR ayırımına çözüm getirmek amacı ile Maliye Bakanlığı ileyapılan çalışmaları da kapsayan, Başbakanlığa sunduğu önerisi, Sendikamızca Kamuoyunaduyurulmuştur. Böylece gizli yapılan çalışma ve pazarlıklar ortaya çıkarılarak tartışma ortamıhazırlanmış ve kimin işçiden yana olduğu bir kez deha gözler önüne serilmiştir.1317 sayılı yasa ile verilen, aslında yeterli ve gerçekçi bir çözüm olmayan hakların bilegeri alınmasını amaçlayan bu yazıyı aynen aşağıya alıyoruz. Türk-İş’in bu konudakiönerilerini kıyaslamak ayrıca ilginç bir görünüm ortaya çıkarmaktadır.Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner’in Başbakanlığa sunduğu yazı aynen şöyledir:


Çalışma Genel Müdürlüğü1066-1-37/İşçi-memur Ankara : 2.1973Ayırımı hak.ACELE VE ÖNEMLİDİRBaşbakanlığaÇalışma hayatımızda işçi-memur ayırımı olarak bilinen ve kamu kesimindeki toplu işilişkilerini büyük ölçüde etkileyen soruna Devlet Memurları Kanununun bazı hükümlerinindeğiştirilmesi amacıyla çıkarılan 2 sayılı Kanun Kuvvetindeki Kararnamenin hazırlanmasısırasında geçici de olsa bir çözüm getirilmesi için çalışmalar yapıldığı malumlarıdır.Bu çalışmalar Bakanlığın ile Maliye Bakanlığı arasında yürütülmüş ve Türk-iş’in konuile ilgili görüşü de alınmıştır.Bilindiği gibi halen yürürlükte olan ilgili kanun (274 sayılı sendikalar kanununun 2.maddesinin 4 ve 5 bendi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4. maddesinin c bendi)hükümlerine göre;a- Kamu kesiminde hizmet akdine dayanılarak çalıştırılan herkes Sendikalara üyeolabilir, yani Sendikalar Kanunu bakımından işçidir.b- Kamu kesiminde hizmet akdi ile değil de statü hukukuna tabi olarak çalışmaklabirlikte, bedeni çalışması fikri çalışmasına üstün olanlar yine Sendikalar Kanunu bakımındanişçidir.Mevzuat ve konuda kesin karar verme yetkisine haiz olan Yüksek Hakem Kararlarıbunu hakim olmakla birlikte bazı idareler, gerçek anlamda işçi olduğuna kuşku bulunmayantemizlik işçisi (çöpçü), greyder operatörü, ağır araç şoförü gibi kimseleri Devlet MemurlarıKanununun ek geçici 18. maddesi gereğince isteklerine bakmaksızın Memur kadrosunaintibak ettirmekte ve böylece sendikalara üye olmalarına, dolayısıyla toplu iş sözleşmesikapsamına girmelerine imkan bırakılmamaktadır.Öte yandan; bugün yürürlükte olan mevzuat memurlara yardımcı nitelikte hizmet görenve bu nedenle memurların tabi olduğu statü içinde kalmasında yarar bulunan bazı kamuhizmetlerinin de, bedeni çalışmaları üstün olduğu için işçi sayılmalarına ve toplu sözleşmesistemine girmelerini mümkün kılmaktadır.Bu nitelikteki hizmetler, büro personeli ve büro personeline yardımcı netelikteki,odacılık, şoförlük gibi hizmetlerde çalışanlar olarak ifade edilebilir.Maliye Bakanlığı ile yapılan ortak çalışmalar; halen yürürlükte olan hükümlerletanınmış olan haklara fazlaca müdahale etmeden, uygulamada ortay çıkan aksaklıklarıgidermek için, gerçek anlamda işçiyi memur saymayacak, buna karşılık memur gibiçalışmaları gerekenleri de işçi saymayacak bir ölçünün bulunması ve 2 sayılı KanunKuvvetinde Kararname ile Devlet Memurları Kanununa eklenmesi amacına yöneltilmiş idi.Sözü edilen çalışmalar sonunda ve yukarda açıklanan uygulamada ortaya çıkanihtilafları büyük ölçüde gidereceğine inandığımız ilişik Bakanlığımız metni hazırlanmış ve bumetin üzerinde işçi kesimi olarak Türk-İş yetkililerinin mutabakatı da sağlanmışbulunmaktadır.Bakanlığımızca hazırlanan metin, Devlet Memurları Kanununun 4.üncü maddesinin “c”bendi olarak kabul edildiği takdirde, kamu kesiminde hizmet akdine dayanarak çalıştırılanlar(örneği yevmiyeli vasıfsız işçiler) bugün olduğu gibi ve gerçek anlamda işçi oldukları ve


memurlukla hiçbir ilgileri olmadığı için sendikalı işçi olmaya devam edecekler, öte yandankamu kesiminde büro işçileri ile bunları tamamlayıcı nitelikteki şoförlük, odacılık gibihizmetlerde çalışan ve yürürlükteki mevzuata göre bedeni çalışması üstün olduğu için işçisayılmakta olan büyük bir kısım personelin sendikalı işçi olma vasfı ortadan kalkacak, büroişi dışında çalışanlardan bedeni çalışması üstün olan kamu hizmetlileri ise yürürlüktekimevzuatın kendilerine sağladığı işçilik hakkını devam ettireceklerdir.Görülüyor ki, aslında Bakanlığımızca hazırlanan metin halen yürürlükte bulunanmevzuata nazaran bir kısım işçiyi memur saymakta, bir diğer deyişle memurun kapsamınıgenişletmektedir.Bakanlığımızın bu görüşüne Maliye Bakanlığı katılmamış ve “kamu kesiminde çalışankişi memurdur” anlayışının hakim olduğu bir başka metin hazırlanmıştır.Örneği ilişikte sunulan Maliye Bakanlığı metni iki noktada Bakanlığımca hazırlanandanfarklıdır. Ve bu metne bu bakımdan katılmak mümkün olmamıştır.1- “İş Kanunlarına göre işçi sayılanlar” tabirinin metinde yer almayışı.Devlet Memurları Kanununun halen yürürlükte olan 4.üncü maddesinin C bendinde buhüküm daha geriş bir şekilde mevcuttur. Mevcudiyetinin de çok haklı bir gerekçesi vardır. İşkanunlarına göre işçi sayılanlar hizmet akdine dayanılarak çalıştırılan kişilerdir. Hizmet akdibir özel hukuk müessesesi olup, statü hukuku ilişkisinin karşıtıdır. Bazı kamu iktisaditeşebbüslerinin hizmet akdi ile eleman çalıştırmaları, gördükleri hizmetin doğal ve kaçınılmazbir gereğidir. Esasen hizmet akdi ile çalışanlar, isten özel kesimde, ister kamu kesimindeistihdam edilsinler, memur sayılamazlar. İşçi-memur ayırımı sorunu, idare ile aralarındakiilişki statü hukukuna tabi olanlardan kimlerin işçi sayılacağı problemi ortaya çıkmıştır.Artık bundan da daha geriye giderek, memur ile idare arasındaki hukuki ilişkinintamamen dışında kalan hizmet akdi rabıtasını memurluğun ölçüsü olarak kabul etmek,sistemin yapısına aykırı olur. Bu nedenle Maliye Bakanlığının bu noktadaki görüşü halenyürürlükte olan mevzuattan işçiler aleyhine ve hukuki gerçeklere aykırı bir gidiş sayılabilir.2- Bakanlığımca hazırlanan metin ile Maliye Bakanlığı metni arasındaki ikinci fark;“Büro” işçilerini tamamlayıcı nitelikteki “bakım ve koruma” işlerinde çalışanların mı, yoksabilcümle bakım ve koruma işlerinde çalışanların mı memur sayılacağı noktasındadır. MaliyeBakanlığı ikinci şıkkın kabulü gerektiği görüşündedir. Yukarıda da arzedildiği gibi,uygulamada ortaya çıkan uygulamaların bir ölçüde giderilebilmesi; memurlarla birlikteçalışan ve bu nedenle memurlarla aynı çalışma şartlarına tabi tutulmasında hizmetin gereğizaruret bulunan “Büro personeli” ile bunlara yardımcı odacılık, binaların bakımı, şoförlük gibiişleri görenlerin sendikalara üye olmaları ve toplu-iş sözleşmesinden yararlanmalarınınönlenmesi ile mümkün olabilir.Yoksa her türlü bakım ve koruma işlerinde çalışanların işçi sayılmasının engellenmesi,örneğin, yol, demiryolu, çeşitli nakil araçlarının hayvanların bakımı, ormanların korunmasıgibi gerçek anlamda işçiler tarafından yürütülen işlerde çalışan çok geniş bir işçi kitlesininsendikal haklardan yoksun bırakılması sonucunu doğurur. Böyle bir sonuç gerçekçi bir çözümolmayacağı gibi, mevcut rahatsızlığı daha da arttırıcı bir etki yaratabilir.Sorunun bu önemli yanı göz önünde bulundurularak, Bakanlar Kurulunda yapılangörüşmeler sonucunda, bizzat Sayın Başbakanın konunun müstakilen bir kanun kuvvetindekararname ile çözümlenmesi yolundaki önerisi kabul edilmiş idi.Öte yandan yürürlükteki mevzuata tam bir açıklık ve paralellik bulunmaması nedeniime halen Yüksek Hakem Kurulunda binlerce kamu görevlisini ilgilendiren anlaşmazlıkdosyaları iki yılı aşkın bir süredir bekletilmekte ve karara bağlanmamaktadır.


Bu yönleri ile Bakanlığım açısından son derece önemli ve acil bir duruma gelenkonunun 2 sayılı Kanun Kuvvetinde Kararnamenin yüce meclislerde görüşülmekte olduğubugünlerde alınarak, müzakeresi yapılan kararname ile birlikte kanunlaşacak yeni bir kanunkuvvetinde kararname hazırlanması hususunu takdir ve tensiplerine arz ederim.MALİYE BAKANLIĞINCA HAZIRLANAN METİNAli Rıza Uzuner – Çalışma BakanıMadde : 4d) İşçi bu kanuna tabi veya bu kanuna göre aylık ödeyen kurumlarda bakım, büro,koruma ve bunları tamamlayıcı nitelikteki işleri görenler dışında kalanlardan bedeni çalışmasıfikri çalışmasından üstün olan kişidir.Kimlerin bakım, büro, koruma ve bunları tamamlayıcı nitelikteki şoförlük ve odacılıkgibi işlerde çalıştıklarını tesbite Maliye Bakanlığı yetkilidir. Maliye Bakanlığı bu konudakendisine yapılan müracaatları bir ay içinde karara bağlar. Bakanlığın kararına karşı veyasüresi içinde karar verilmesi sürenin dolduğu tarihten sonra ilgililer Yüksek Hakem Kurulunabaşvurabilirler. Bu nitelikteki uyuşmazlıkların görüşülmesinde kurula Maliye Bakanlığı veDevlet Personel Dairesinden birer yetkili üye sıfatıyla katılır.Kurul kararı kesindir.İşçi sayılmayan bu kimseler hakkında iş mevzuatı yerine bu kanun hükümleri uygulanır.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞINCA HAZIRLANAN METİNMadde : 4D) İşçi, iş kanunlarına göre işçi sayılanlar ile bu kanuna tabi veya bu kanuna göre aylıködeyen kurumlarda, büro işleri ve bunları tamamlayıcı nitelikteki şoförlük, bakım, koruma veodacılık gibi işleri görenler dışında kalanlardan bedeni çalışması fikri çalışmasına üstün olankişidir.Kimlerin büro ve bunları tamamlayıcı nitelikteki şoförlük, bakım koruma ve odacılıkgibi işlerde çalıştıklarını tesbite Maliye Bakanlığı yetkilidir. Maliye Bakanlığı bu konudakendisine yapılan müracaatları bir ay içinde karara bağlar. Bakanlığın bu kararına karşı veyasüresi içinde karar verilmemesi halinde sürenin dolduğu tarihten sonra ilgililer Yüksek HakemKuruluna başvurabilirler. Bu nitelikteki uyuşmazlıkların görüşülmesinde kurula MaliyeBakanlığı ve Devlet Personel Dairesinden birer yetkili üye sıfatıyla katılır.Kurul kararı kesindir.İşçi sayılmayan kişiler hakkında iş mevzuatı yerine bu kanun hükümleri uygulanır.Sosyal-İş’in bu gizli durumu açığa çıkarmasından sonra, pek çok parlamenter vesendika bizimle temasa geçmişler ve demokratik hakların geriye alınmasını önemleçalışmalarına katılmışlardır.Sendikamız durumu aşağıdaki yazı ile tüm siyasi parti liderlerine ve parlamenterlereduyurmuştur:1 Mart 1973“ 24 Şubesi ve 67 ildeki temsilcilikleri ile Büro işkolunda çalışan 30 bine yakın işçi vebunların aileleri ile birlikte 150 bini aşkın yurttaşı ilgilendiren konularda ciddi bir çalışmagösteren Sendikamız, Türk halkının mümtaz bir temsilcisi olan sizden temsil ettiğimiz kitleadına ilgi beklemektedir.


Bilindiği gibi, günümüzün istihdam politikasında çok önemli bir yer işgal eden işçimemurayırımı yıllardır konuşulduğu ve münakaşa edildiği halde henüz halledilememiştir.Son günlerde ise işçileri Memur yapmak için tasarılar hazırlandığını öğrenmiş bulunuyoruz.İşçilerin mevcut yasal ve Anayasal hakları, demokrasinin faziletini ağızlarındandüşürmemekle beraber, suskun toplum yönetme özlemlerini bir türlü bırakamayanlarcakısıtlanmaya, bir başka ifade ile işçi, memur yapılmaya çalışmaktadır.İşin ilginç yönü, tutumu bu olanların, Yüce Ulusumuzun yararı gerektirdiği gibi-hiçbirTürk’ün hayır diyemeyeceği bir gerekçe arkasına gizlenmek istemleridir. Çalışma ve MaliyeBakanlıklarınca, Başbakanlığa sunulan ekli önerilerde bunun izlerini görmek mümkündür.Hemen bugün verdiği beyanatlarla işçi haklarının geriye alınmayacağını belirtenÇalışma Bakanı, bu kez gözlerden ırak, işçi kapsamının daraltılmasını öneriyor. Ve ne acıdırki, Türk-İş’in de buna evet dediğini yazabiliyor.Bunun hukuki mantıki ve de yurdumuzun çıkarları yönünden izahı nasıl olur? Neredeçalışırsa çalışsın işçiyi memur yapmak özlemi, kamu sektöründe nasıl verimli bir hizmet veürün yaratabilir?Bakanlıklarda çalışan bir kısım bürokratın, Türkiye’nin istihdam politikasını kendiistedikleri yönde şekillendirmeye çalıştığı ve politikanın risklerine katlanmadan politikada sözsahibi olmak istedikleri anlaşılmaktadır.Sorumluluk yüklenmiş politikacıların verecekleri kararlarda ve kamuoyu ile olantemaslarında dayanışmalarından gelen bilgileri tartmaları gerekir.Sayın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner’in içine düşürüldüğü çelişik ve tutarsız durumdikkati çekicidir. İdari ve Mali bakımdan muhtar ve özel hukuk hükümlerine tabi bir kuruluşolduğu kanunda açıkça belirtilen Sosyal Sigortalar Kurumu Personelini, statü hukuku içinealma çabaları bunun örneğidir.İşçi oldukları İş Mahkemelerince, Yüce Yargıtay’ca ve Yüksek Hakem Kurulu kararlarıile defalarca tesbit edilmiş ve halen bu konudaki kararların sık sık basınımıza aksettiği birgerçekken, Çalışma bakanını bunu aksine yönelten ve nihayet işçileri memur yapmak içinteklif hazırlamaya sevk eden sebepleri anlamak güçtür.Türk Milletinin temsilcisi olan sizin, binlerce işçinin memur yapılmasına ve huzura ençok ihtiyacımız olan şu sırada, hoşnutsuz bir kitle yaratılmasına asla izin vermeyeceğinizinancındayız.Konu İle İlgileneceğinizi Umar, Saygılarımızı Sunarız.Genel BaşkanÖzcan KesgeçAyrıca Türk-İş, DİSK ve Bağımsız Sendikalara da durumu açıklanmış ve ortakmücadeleye çağrılmıştır.Örgütümüzün tüm organlarının da katıldığı etkin bir mücadele sonucu, bu konudayapılmak istenenler önlenebilmiş ve bu yolda egemen çevrelerin beklediği kanunkuvvetindeki kararnamenin çıkması önlenmiştir.Sendikalara gönderilen yazı aynen aşağıdadır:“Sayın,


“İşçi iş kanunları ile Sendikalar Kanununa göre işçi sayılan kişidir.Ancak bu kanunun hükümlerine göre aylık ödeyen kurumlarda 36. maddenin Genelİdare ve yardımcı Hizmetleri sınıfından gösterilmekle beraber, bedeni çalışması fikriçalışmasına üstün olduğu, yukarıdaki kanun esaslarına göre tesbit edilenler de işçi sayılır.Bunlardan büro hizmetleri ile odacılık, şoförlük gibi büro hizmetlerini tamamlayıcınitelikteki işleri görenler hakkında iş mevzuatı yerine bu kanunun hükümleri uygulanır.”Yukarıdaki metin, 657 (1327) sayılı yasada, kanun kuvvetindeki bir kararname ileyapılacak bir değişiklik ile, İŞÇİ-MEMUR ayırımı saptamak üzere kaleme alınan ve Türk-İş,Çalışma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı üçlüsünün protokole bağlayarak parafe ettiği metindir.Metin aşağıda incelenmeye çalışılmıştır. Bu inceleme sonucu göstermektedir ki;yukarıdaki metinle İşçi-Memur ayırımını saptamak değil, Anayasamızın 117. maddesi ile,1327 sayılı yasanın kapsamına girmeyenler, yani memur olmayanlar memur yapılmakta, 1317sayılı yasa ile getirilen kısmi haklar dahi geriye alınmaktadır.Buna Türk-İş’in evet demiş olması için cidden çok düşündürücü olmaktadır.Metnin birinci cümlesine göre, “Hizmet akdi” ile çalışanlar ile bedeni çalışması üstünolanların işçi oldukları kabul edilmektedir. Bu ifade gerçekliğe yakın bir çözümügetirmektedir. Tabii bu hususlar Kamu sektörü için söz konusudur. “Hizmet akdi” unsurununKamu sektöründe idarenin tasarrufuna bağlı olduğunun bilinmesine ve bunun sakıncalarınınvarlığına rağmen yukarıdaki yargıya varılmaktadır.Sendikalar Kanununa göre, yani bedini çalışması üstün olanların da işçi olacağı konusuise, aşağıdaki fıkralarla tamamen kaldırılmakta, bu ifade hiçbir geçerliliği olmayan bir ifadedurumuna gelmektedir.Şöyle ki;İkinci fıkrada Ancak denilerek; 1327 sayılı yasaya göre ücret ödeyen kuruluşlarda 36.maddenin Genel İdari ve yardımcı sınıflarda gösterilenlerin bedeni çalışmasının üstün olmasıdurumunda işçi sayılacakları sınırlamasını getirmektedir.Zira; 1327 sayılı yasaya göre ücret ödeyen kuruluşlarda 36. maddede yukarıdakisınıflardan başka;1- Teknik hizmetler sınıfı2- Sağlık hizmetler ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı3- Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı4- Din hizmetleri sınıfı5- Emniyet hizmetleri sınıfı6- Avukatlık hizmetleri sınıfıgibi sınıflara girip de işçi niteliğinde olanlar için bedeni çalışma kıstası dahi kabuledilmemektedir.Kısaca “hizmet akdi” yok ise, sadece Genel İdare ve yardımcı hizmetler sınıfındaçalışanlardan bedeni çalışması üstün olanlar işçi olabileceklerdir.En son fıkra ise buna dahi imkan bırakmamaktadır. Çünkü ; 1327 sayılı Yasanın 36.maddesine göre ;a) Genel idari hizmetlerine : “İcra büro ve benzeri hizmetleri görenler”


) Yardımcı hizmetler sınıfına : “Her türlü yazı ve dosya dağıtmak ve toplamak,müracaat sahiplerini karşılamak ve yol göstermek, hizmet yerlerini temizleme, aydınlatma veısıtma v.s.” işleri girmektedir.Metnin son bölümü büro hizmetleri ile odacılık ve şoförlük gibi büro hizmetlerinitamamlayıcı nitelikteki işleri görenler hakkında Devlet Memurları Kanunu hükümlerininuygulanacağını belirterek, ikinci fıkradaki ifadeyi de geçersiz kılmaktadır.Bu arada Devlet Personel Kanununa tabi olmayan, hatta bütçesi ile dahi Devlet bütçesiile ilgili bulunmayan kuruluşlarda çalışanlar bile MEMUR yapılmak istenmektedir.Bununla görülmektedir ki, bir şey getirilmek şöyle dursun, getirilenler dahigötürülmektedir.Daha önemlisi metnin birinci cümlesinde işçinin tanımı yapılarak, sonra bu tanımagirenleri işçi saymama yoluna gitmenin mantıki izahı nasıl yapılacaktır?Bunun sorumluluğu büyüktür. Türk-İş’in buna evet demesi ise Türk işçi hareketi içinüzücü olduğu kadar da bir yenilginin acı ifadesi, İŞÇİ haklarının savunulması demektir.İşçilerin kazanılmış haklarının demokratik mücadelesini vermek, en az kazanılmışhaklara sahip çıkmak kadar önemli ve kutsaldır.Saygılarımla.<strong>GENEL</strong> BAŞKANÖzcan KesgeçSosyal Sigortalar Kurumuna EtkisiÇalışma Bakanlığının ve Türk-İş’in, özellikle yukarıdan beri izah ettiğimiz gibi BÜROİŞÇİSİ bırakmayan girişimleri, Kurum yönetimini de menfi yönde etkilemiş, Yüksek Hakemtesbitlerine rağmen, Kurum ; işçi olmadığı görüşünü savunmaya devam ede durmuştur. Hemde bu dönemde Kurumca verilmeyen ikramiyelerin yargı kararları ile alınmasına rağmen.Bunun sonucu, toplu-iş sözleşmeleri görüşmeleri akamete uğramış, sigortaya devir, İş Kanunukapsamına alınma ve ücret konularını işveren Kurum görüşmeye yanaşmamıştır. Bu konudapek çok yazışmalar olmuştur. Bu yazışmalardan en ilginci, Kurumun Çalışma Bakanlığınınkonuyu Bakanlığa intikal ettirdiğini ve onun sonucuna değin hiçbir şey yapamayacağınınÇalışma Bakanlığınca bildirildiğini ileten yazısı olmuştur. Kurumun yazısı aynen aşağıdadır :Sosyal-İş Sendikası Genel başkanlığınaAnbarlar Yolu Gölbaşı Apartmanı 10/6SIHHİYE – ANKARANo: 177225İşareti : XI-023Tarihi 30 Mart 1973Özeti : Toplu-İş SözleşmesiyleSOSYAL SİGORTALAR KURUMU<strong>GENEL</strong> MÜDÜRLÜĞÜİlgili uyuşmazlık Hk.


İlgi : 23.3.1973 tarih ve 2735 sayılı yazınıza c;Toplu sözleşme müzakereleri neticesinde mutabakata varılamayan sözleşme tasarınızmaddeleri ile ilgili Uzlaştırma Kurulu kararına rağmen uyuşmazlık konusu maddelerinyeniden görüşülmesi talebini muhtevi ilgide gün ve sayısı işaretli yazınız tetkik edilmiştir.Toplu sözleşmenin, işçi niteliğindeki sendika üyelerini kapsayacağı ve söz konusuniteliğin, Yüksek Hakem Kurulu kararı ile taayyün edeceği taraflar arasında ihtilafsızdır.Ancak Yüksek Hakem Kurulunca işçi sayılan personelin dahi 274 sayılı kanunun 1317sayılı kanunla muaddel 2. maddesinin 4 ve 5. bentleri muvacehesindeki durumları ; ücret veemeklilik sistemlerinin ne olması gerektiği iş kanunlarının haklarında ne ölçüde tatbikininmümkün olduğu hususlarının kesinlikle tayini için, Kurum, iyi niyet kurallarına tamamensadık kalmak suretiyle gerekli her türlü çabayı göstermiş; meseleyi üniversiteler öğretimüyelerine tetkik ettirmiş, söz konusu üyeler tarafından tanzim olunan raporlar; Kurumbünyesinde kurulan bir heyet tarafından incelenerek, rapora bağlanmış ve keyfiyet, 274, 275sayılı kanunlarla iş kanunlarının düzenleyicisi ve tatbikçisi olmak itibariyle ÇalışmaBakanlığına intikal ettirilerek görüşlerinin bildirilmesi istenilmiştir.Çalışma Bakanlığından alınan cevabi yazıda, konunun, mer’i mevzuat muvacehesindearz ettiği tereddüt ve önemine binaen, keyfiyetin Bakanlığa intikal ettirildiği ve neticesineintizar edilmekte olduğu bildirilmiştir.Hal böyle olunca, müzakere konusu yapılarak, üzerinde mutabakat sağlanabilmesi,mutlak surette yukarıdaki hususların halline bağlı olan ertelenmiş toplu sözleşme tasarısımaddelerinin, Çalışma Bakanlığından kesin cevap alınıncaya kadar yeniden müzakereedilmesine imkan görülmemektedir.Bilgi edinilmesini rica ederiz.<strong>GENEL</strong> MÜDÜRLÜKCihat ÖvülSaim KurtGenel Müdür Personel Md. Yard.Kurumun yazısında bahsettiği Çalışma Bakanlığı yazısı ise şudur :Özel Kalem Müdürlüğü9.2.58/1 5.1.1973Kurumunuz personeli Hk.SOSYAL SİGORTALAR KURUMU <strong>GENEL</strong> MÜDÜRLÜĞÜNEANKARAİlgi : a) 13.10.1972 gün ve XI-023/507521 sayılı yazınız.b) 15.11.1972 gün ve XI-023/553313 sayılı yazınız.4792 sayılı kuruluş kanununuzun 5565 sayılı kanunla değiştirilen 11. maddesinin ( I )bendine göre, Kurumunuzda olağanüstü çalışmaları görülen Memur ve hizmetlilere ikramiyeverilmesi konusu, 657 sayılı kanun ile bunu değiştiren 1327 sayılı kanun hükümleri açısından


incelenerek bir an önce kesin bir çözüm yolu getirmenin ve daha sonra da ilgili kanunlardadeğişikliklerin yapılmasını teminen, TBMM ne intikal ettirilmek üzere, Bakanlar Kurulundankararname çıkarılması için Başbakanlığa örneği ilişik 16.3.1972 gün ve 2733 sayılı yazımızlaöneride bulunulmuştu.Diğer taraftan, bedeni çalışmaları fikri çalışmalarına galip bulunan Kurumunuzpersoneli ile ilgili yukarıda ilgi ( a ) ve ( b ) de günü ve sayıları kayıtlı yazılarınız üzerinekonu Bakanlığımızca yeniden tezekkür olunmuştur.Konunun önemine binaen, Başbakanlığa yapılan önerimize alınan ve örneği ilişikcevaba istinaden Maliye Bakanlığına, Kurumunuzda çalışan personelin ikramiyelerininverilmesi konusundaki görüşlerinin bildirilmesi istenilmiştir.Ancak Başbakanlığa da örneği ilişik 23.9.1972 gün ve 8921 sayılı yazımızla konuylailgili kararnamenin gereğinin çabuklaştırılması talep edildiği halde bugüne kadarsonuçlanamamıştır.Buna rağmen konu önemle takip edilmekte olup sonucu ayrıca bildirilecektir.Bilgi edinilmesini rica ederim.Ali Rıza UzunerÇalışma BakanıEk 5Aynı Bakanlık, yani Çalışma Bakanlığı, yine Kurumun ve özellikle Sendikamızınbaşvurması üzerine, kendi ihtisas şubesi olan Çalışma Genel Müdürlüğünden mütalaasormuştur. Çalışma Genel Müdürlüğünün, Sosyal Sigortalar Kurumunda 657-1327 sayılı yasaanlamında MEMUR olmayacağına ilişkin, Bakanlığa verdiği mütalaa, hangi nedenle olduğugayet açıktır ki, Kuruma ve Sendikamıza bildirilmemiş, örtbas edilmiştir. Sendikamız bumütalaayı da Kamuoyuna açıklamış, Kurum yetkililerine bildirmiştir. Çalışma GenelMüdürlüğünün görüşü aşağıdadır. İşin garip yönü, bütün bu gelişmeler olurken ve belgelerelimizde mevcut iken, Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner’in Sendikamız Genel Başkanına vediğer yöneticilerimize, yapılan görüşmelerde, “Biz Bakanlık olarak sözleşmeninbitirilmesinden yanayız. Kurum yönetimi özerktir. Biz karışmayız.” Diyebilmesidir. Kısacabu durum uzun süre Kurum-bakanlık arasında git-gel sürüp gitmiştir.T.C.<strong>ÇALIŞMA</strong> BAKANLIĞI<strong>ÇALIŞMA</strong> <strong>GENEL</strong> MÜDÜRLÜĞÜSayı : 1066-1-37/11349 Ankara : 18.12.1972Bakanlık Makamınaİşçi Sağlığı Genel müdürlüğünün Makamlarından havale edilen 4.12.1972 tarihli ve9.2.59/9-10800 sayılı yazısında; Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışanlardan, Yüksek HakemKurulunca 274 sayılı kanunun 1317 sayılı kanunla değişik 2. maddesinin 4. bendi gereğincebedeni çalışmasının üstün olduğuna karar verilen kimseler hakkında uygulanacak işlemi tayinve tesbit etmek amacıyla bilim adamlarının mütalaalarına dayanarak Kurumca hazırlananrapor ile ilgili görüşümüzün bildirilmesi istenmektedir.Raporda yer alan konu Sosyal Sigortalar Kurumu personelinin Sosyal Güvenlik durumuda dahil olmak üzere geniş anlamda hangi statüye tabi tutulacağı ve bununla ilgili


uygulanacak esasların sakıncaları ile bunların giderilmesi önerilerini kapsamaktadır. GenelMüdürlüğümüz İş Kanunları ile 274 ve 275 sayılı Kanunların uygulaması ile görevlibulunduğundan ve sadece bu gerekçe ile görüşümüz talep edildiğinden, konu ile ilgiligörüşümüz:a) 274 sayılı Kanunun 2. maddesine ve 1317 sayılı kanunla eklenen 4 ve 5 inci bentlerinkapsamıb) Yüksek Hakem Kurulunun 4. bent gereğince verdiği kararların hukuki niteliği vesonuçlarıHususlarına inhisar ettirilecektir.Önce Sendikalar Kanununun 2. maddesine 1317 sayılı kanunla eklenen 4 ve 5. bentlerinDevlet Memurları Kanunu hükümleri karşısında yürürlükte olup olmadığının saptanmasıgereklidir. 1327 sayılı kanundan sonra yürürlüğe girmekle beraber1317 sayılı kanunla kabuledilen söz konusu bent hükümlerini ilga ettiğine dair herhangi bir hüküm ihtiva etmemekteaksine, 4. maddesinde kendisine tabi olmadığını belirttiği işçi tanımını yaparken, SendikalarKanununa yollamada bulunmaktadır.O halde 1327 sayılı kanunun Sendikalar kanunundaki işçi tanımını ve bu hükmünyürürlükte olduğunu zimmen kabul ettiği sonucuna varılmaktadır. S. Sigortalar Kurumupersoneli bakımından durum daha da açıktır. Şöyle ki ; Devlet Memurları Kanunu kendikapsamını kişi yönünden 1. maddesinin 1. fıkrası hükmü ile belirlemiş ve sınırlamıştır. SosyalSigortalar Kurumu’nda çalışanların hiçbiri bu hüküm de belirtilen nitelikte kişiler olmadığınagöre, bu kanuna tabi sayılamazlar. Aynı kanunun 36. maddesi “bu kanuna tabi kurumlardaçalıştırılan Devlet Memurlarının” sınıflarını göstermekte, yani kişi yönünden kanunukapsamını genişletmemekte, sadece 1. maddede sayılan kişilerin meslek niteliklerine göregruplandırılmalarını sağlamaktadır. Bu nedenle 36. maddede belirtilen nitelikteki SosyalSigortalar Kurumu Personelini MEMUR saymak mümkün değildir.274 sayılı Kanunun 2. maddesine 1317 sayılı kanunla eklenen 4 ve 5. bent hükümlerininanlam ve kapsamına gelince;Bu madde bütünüyle kimlerin işçi sendikası üyesi olabileceklerini yani bu kanunbakımından işçi sayılacağını düzenlemiştir. Maddenin ilk kabul edilen metninde başta hizmetakdi ilişkisi olmak üzere esas itibariyle özel hukuk alanına giren bir statü ile çalıştırılanlarınişçi sayılacağı hususu yer almış iken, 1317 sayılı kanunla maddeye eklenen 4 ve 5. bentlerlehizmet akdine dayanarak çalıştırılanların dışında, statü hukukuna tabi olarak çalıştırılanlarınbir kısmının da ( bedeni çalışması fikri çalışmasından üstün olanlar) bu kanun bakımından işçisayılacağı hükmü getirilmiştir.Bu yeni hükümlere göre, bir kimsenin işçi sayılabilmesi için istihdam şeklinin neolduğu araştırılmayacak sadece, 4. bentte yazılı kuruluşlarda çalışıp çalışmadığına bakılacak,şayet bu kurulardan birinde yaptığı işin niteliği itibariyle bedeni çalışması fikri çalışmasınagalip ise, bu kanun bakımından işçi sayılacaktır.Yüksek Hakem Kurulu sadece 4. bent gereğince işçi niteliğinin tespitinden doğanuyuşmazlıkları, kesin olarak karara bağladığından, maddenin 1. bendi gereğice hizmet akdinedayanılarak çalıştırılanların işçi nitelikleri tesbit etmek esasen Yüksek Hakem Kurulununyetkisi dışındadır.Bu itibarla Kurul Kararı kapsamına giren kişilerin statü hukukuna tabi olmakla birlikte ;bu kanun bakımından işçi sayıldıklarını kabul zarureti vardır.


4. ve 5. bent gereğince bedeni çalışması fikri çalışmasına üstün olan veya bu durumdaolduklarına Yüksek Hakem Kurulunca karar verilenler hakkında iş kanunu hükümleriniuygulanıp uygulanmayacağı 4. bette bu kanun bakımından işçi sayılanlar hakkında iş kanunuhükümlerinin uygulanacağı 5. bette ise T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar ilekanunlara göre kadro karşılığı ücretler alanlar hakkında iş kanunun hükümlerininuygulanmasına bir engel bulunmadığı belirtilmektedir. Ancak bu hükümlerin sözüne göreyorumlanması kanun koyucunun amacını değiştiren sonuçlara varılması ihtimalinidoğurabilir. Nitekim lafzı bir yorum, oldukları statünün sağladığı emekli ikramiyesi ve hemde bir anlamda emeklilik ikramiyesi yerini tutmak üzere ödenmekte olan kıdemtazminatlarının verilmesi imkanını verebilir. Oysa kanun koyucu tarafından böyle bir sonucunbenimsendiğini kabul etmek mümkün değildir.Her kanun hükmünün kendi uygulama alanı içinde geçerli olduğu ve bir kananda birbaşka kanuna yapılan atıfların kanan yapma tekniği ile bağdaşmadığı açıktır. Bununla birliktebu şekildeki atıflara kanunlarımızda rastlanmaktadır. Nitekim sözü edilen 4. bent hükmündede Devlet veya diğer kamu tüzel kişilerince yürütülen hizmetlerde yahut iktisadi devletteşekkülleri ile müesseseleri ve iştiraklerinde özel kanunlarla kurulmuş kurumlardaçalışanlardan bedeni çalışması üstün olanların bu kanun bakımından işçi sayılacaklarıbelirtildikten sonra bunlar hakkında iş kanunları ile 275 sayılı kanun hükümlerininuygulanacağı belirtilmiştir. Bu hükmün sözünden çıkan anlam yeterli açıklık taşıyor gibigörünüyorsa da ; konu ilgili kanun hükümlerin lafzı yorum ile çözümlenemeyecek kadarkarışık olduğundan, amaca dönük bir yorumla sonuca ulaşmanın daha isabetli bir yol olacağıdüşünülmektedir.Kural olarak her kanun kendi uygulama alanını kendisi tayin eder. Söz konusu 4. benthükmü 274 sayılı Sendikalar Kanunun kapsamını belirleyen 2. maddeye eklenmiştir. Madeninbaşlığı “İŞÇİ SENDİKASI ÜYELİĞİ” dir. O halde, bu madde yer alan bir hükmün ancak işçisendikası üyeliği hakkının sınırlarını tayin ve tesbit ettiğinin kabulü gerekir. Bunun dışındakihükümler bu kanuna yabancı, bir diğer deyişle, bir başka kanunun düzenleme alanına girenkonulara müdahale anlamını taşımaktadır. Bu nedenle 4 ve 5. bent hükümlerinin uygulanmasısonucu bedeni çalışması üstün sayılan bu kimselerin 274 sayılı kanun bakımından işçisayılacağı, yani aynı maddenin 1. bendinin son cümlesi gereği olarak işçi sendikası kurmak veişçi sendikalarına üye olmak hakkına sahip olacakları açıktır. Aynı şekilde her hangi bir işçisendikasına üye olmak hakkına haiz bulunan bu işçiler 275 sayılı kanunun 7. maddesigereğince kendi sendikalarının veya bir başka sendikanın yapmış olduğu toplu-işsözleşmesinden yararlanacaklardır. İş kanunları hükümlerinin bunlar hakkında uygulanıpuygulanmayacağı sorusuna olumlu cevap verilmesi mümkün değildir. Çünkü yukarıda dabelirtildiği gibi iş kanunları hükümlerinin kimlere uygulanacağı bu kanunların kapsammaddelerinde gösterilmiştir. Aynı kanun koyucunun iş kanunlarından daha sonra 1317 sayılıkanunu kabul ederken, iş kanunları kapsamını genişletmek amacını güttüğü de iddiaedilemez.. Çünkü 1317 sayılı kanundan sonra kabul edilen 1.9.1971 tarihli 1475 sayılı işkanunun Millet Meclisindeki müzakereleri sırasında 274 sayılı kanunun 2. maddesine 1317sayılı kanunla eklenen 4. bent hükmünün tekrarı niteliğinde bir fıkranın bu kanuna eklenmesiyolundaki 2 ayrı önerge kabule mazhar olmamıştır. (Millet Meclisinde Tutanak DergisindeDönem 3 cilt 13 sayfa 96, 97, 98, 99, ) Cumhuriyet Senatosunda kanunun tümü üzerindekimüzakerelerde de ele alınan ve aynen benimsenen bu tutumun anlamı gözden uzak tutulamazsadece bu nedenle sözü edilen Sendikalar Kanunun hükmünün ilgiye yalnız sendika kurma,sendikalar üye olma ve toplu-iş sözleşmesinden yararlanma hakkını verdiği kabul edilmelidir.Bu durumda Sendikalar Kanunun 2. maddesinin 4. bendi gereğince bedeni çalışmasınınüstün olduğuna karar verilen bir kimsenin 5. bentte de belirttiği üzere kadro karşılığı ücretalması ve T.C. Emekli Sandığı Kanuna tabi olması gibi istihdam şeklini belirten kıstaslara


akılmaksızın işçi sendikasına üye olabileceği ve bu üyeliğin tabii bir sonucu olarak toplu-işsözleşmesi kapsamına girebileceği ancak hakkında İş kanunlarının kendiliğindenuygulanmasına imkan bulunmadığı düşünülmektedir.Aynı maddenin 5. bent hükmünün, bir kimsenin Sendikalar Kanunu bakımından işçisayılabilmesi için ileri sürülebilecek kadro karşılığı ücret almak T.C. emekli SandığıKanununa tabi olmak gibi istihdam şekli ile ilgili engelleri ortadan kaldırmak üzere getirilmişbir hüküm olarak kabul edilmesi gerekir.Bu hükümde yer alan “İş Kanunları hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz” ibaresi,4. bent gereğince işçi sayılan kimseler için yapılacak toplu-iş sözleşmelerinde tabi olduklarıücret statüsü gereği idare tarafından ileri sürülebilecek kanuni imkansızlıkları bertaraf etmekgayesine matuf sayılabilir. Bir diğer deyişle, 4. bent gereğince işçi sayılan kişiler aslındahizmet akdine dayanarak çalıştırılmadıkları için haklarında İş Kanunları hükümlerikendiliğinden (otomatikman) uygulanamayacak, ancak sendika üyesi olabilme haklarıdolayısıyla kapsamına girebilecekleri toplu-iş sözleşmesine İş Kanunları ile sağlanan haklarınaynısının yada fazlasının konulmasına bir engel bulunmayacaktır.Sonuç olarak ;1- 1327 sayılı Kanunun, 274 sayılı Kanunun 2. maddesine 1317 sayılı kanunla eklenen4 ve 5. bent hükümlerini yürürlükten kaldırmadığı,2- 274 sayılı Kanunun 2. maddesinin 4. bendi gereğince bedeni çalışması fikriçalışmasından üstün olan veya bu durumda olduğuna Yüksek Hakem Kurulunca karar verilenkişilerin ( Sosyal Sigortalar Kurumu Personeli dahil ) işçi sendikası kurmak, bu sendikalaraüye olma, dolayısıyla toplu-iş sözleşmelerinden yararlanmak hakkını haiz oldukları,3- Bu kişilerin hizmet akdine dayanarak çalıştırıldığını kabule imkanolmadığından,haklarında iş kanunları hükümlerinin kendiliğinden uygulanamayacağı, ancakkapsamına girdikleri toplu-iş sözleşmeleri ile İş Kanunları ile işçilere sağlanan hakların aynısıhatta fazlasının sağlanmasına bir engel bulunmamaktadır.4- Hizmet akdine dayanılarak çalıştırılmayan bu kişiler hakkında (4 ve 5. bentlerde 506sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağına dair bir açıklık da bulunmadığı dikkati alınarak )Sosyal Sigortalar Kurumu hükümlerinin uygulanması mümkün olmamaktadır.Çetin ZiylanÇalışma Genel Müdürüİşçi-Memur Ayırımı Çözümlendi MasalıYukarıdan belir izaha çalıştığımız durum ya belgeler açısından istedikleriniyapmayanlar tedirgin olmuşlar, bu kez de sorunun çözümlendiği kanısını uyandıracak birçalışma ortamı hazırlamaya çalışmışlardır. Böylece bu konuda meydana gelen tansiyonudüşürecekler ve aksiyonu pasifize edeceklerdir.Burada bir noktaya ısrarla değinmek gerekmektedir. Türk-İş’in belirlenmiş ve bukonuda yanlış, pazarlıkçı, tavizkar tutumuna, Türk-İş’in 9. Genel Kurulu “Hayır” demiştir.Bunun karşısında Hükümet yetkilileri soruna kesin çözüm getireceklerini beyan etmeyebaşlamışlardır. Türk-İş Yöneticileri de belirli süreler tanıyarak, sorunun çözümlenmesiniistemişler, aksi taktirde genel greve gideceklerini beyan etmişlerdir. Ülkemizde genel grevinyasak olmasına ve Türk-İş’ce genel grev hakkının bir kez olsun savunulmamasına rağmen buihtarın ortaya çıkardığı durumu bir yana bıraksak bile Türk-İş’ce verilen süreler geçmiş yenisüreler verilmiş ve nihayet, büyük bir sansasyon ile işçi-memur ayırımının çözümlendiği ve


unun içinde 7 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin çıkarıldığı kamuoyunaduyurulmuştur. Türk-İş Yöneticileri de sorunu çözümlemişlercesine böbürlenmeyebaşlamışlar, kamuoyunu yanlış yönde oluşturmaya çalışmışlardır.K A N U N H Ü K M Ü N D EK A R A R N A M EKarar Sayısı : K.H.K. 7 Yayın Tarihi : 15 Eylül 1973657 sayılı Devlet Memurları Kanununun2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname iledeğişik 4 ncü maddesinin “D” bendi ileEk Geçici 21 maddesinin 2 nci fıkrasınınDeğiştirilmesine dair Kanun HükmündeKararname657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname iledeğişik 4. maddesinin “D” bendi ile Ek Geçici 21. maddesinin 2. fıkrasının değiştirilmesi vebu maddelerle ilgili olarak geçici bir madde eklenmesi; 23.5.1972 tarihli ve 1589 sayılı Kanunverdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 22.8.1973 tarihinde kararlaştırılmıştır.MADDE 1 – 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 4. maddenin “D” bendiaşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.D) İŞÇİLERİş Kanunlarına göre işçi sayılanlar ile Genel ve Katma Bütçelerle bunlara bağlı DönerSermayeli Kuruluşlar ve kanunlarla kurulan fonlar, veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlükleriişyerlerinde BEDENEN veyahut BEDENEN ve FİKREN çalışanlardan BEDENİ çalışmalarıFİKRİ çalışmalarına galip olan kişilerdir.Yukarıda fıkra kapsamına girenler hakkında 657 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaz.Zorunlu olan hallerde Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve dışkuruluşlarda, devamlı ve belirli bazı hizmetlerin işçiler eliyle gördürülmesine Devlet PersonelDairesinin görüşü Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilebilir.MADDE 2 – 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik Ek Geçici 21. maddenin2. fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:“Bu kanun ikinci görev yasağı, ikinci görev verilecek memurlar ve görevler, ders görevive konferans ücreti, iş güçlüğü, iş riski ve eleman teminindeki güçlük zamları, sözleşmelipersonel ücreti, avukatlık ücreti, fazla çalışma ücreti ile diğer özlük ve sosyal haklarla veistihdam şekilleriyle ilgili hükümleri 1. fıkrada yazılı personel hakkında da uygulanır.GEÇİCİ MADDE 1 – 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik Ek Geçici 18.maddeye göre Devlet Memurluğuna intibak ettirilenlerden işçi niteliğinde olanların tesbiti,Çalışma Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Dairesi Başkanlığının bağlıbulunduğu bakanlıkça ortaklaşa tesbit edilir.İŞÇİ TANIMINA GİRENLERİN KADROLARI KALDIRILARAK, HAKLARINDAİŞÇİ MEVZUATI HÜKÜMLERİ UYGULANIR.


Bu kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra istifa veya sair sebeplerle görevindenayrılarak bilahare işçi statüsünde görev almak için başvuranların durumları hakkında dabirinci fıkradaki kurul tarafından karar verilir.Y Ü R Ü R L Ü K :MADDE 3- Bu kararname ile değiştirilen 4. madde hükümleri yayımı tarihindeyürürlüğe girer.MADDE 4- Bu kararname hükmünü Bakanlar Kurulu yürütür.22/8/1973Yukarda aynen yer alan Kararnamenin yayımından buyana hiçbir şeyin değişmediğini,sorunun çözümlenmesi bir yana, daha çıkmaza sokulduğu, işçilerce yaşanılarak görülmüş birgerçektir. Ayrıca bu kararname işçilik hakkını geriye de götürmekte, Y.H.K. yapılan tespitleridahi güçlendirir hale getirmektedir. Çünkü kararnamenin 1. maddesi 1317 sayılı SendikalarYasasının getirdiği hükümden başka hiçbir şey değildir. Kararnamenin yayımından yıllar önceYüksek Hakem Kurulunca işletilmiş ve sonuçları da alınmıştır.Kararnamenin geçici 2. maddesi bu getirilenleri de götürmektedir. Bundan önce YüksekHakem Kurulunca yapılabilen bu tesbitler, bu kurulun yetkisinden alınmakta, 3 Bakanlığabırakılmaktadır. Daha önce de değindiğimiz gibi, bu 3 Bakanlıkça hiçbir şeyin yapılmamışoluşu, görüşümüzü doğrulamaktadır. Diğer yandan bu kararnameden sonra, artık memur sıfatıile işçi çalıştıran kamu kuruluşları, Kararnameye bur şemsiye gibi sığınarak, işçilik tesbitininYüksek Hakem Kurulunca yapılamayacağını savunmaya başlamıştır. Sosyal-İş bunun pek çokbelgelerine sahiptir.Görülüyor ki, bu sorun çözümlenmiş, gün geçtikçe geriye götürülmüştür. İŞÇİ-MEMUR ayırımı çözüme ulaştı diyenler, bunun masalını söyleyenlerdir ki, bunun bilinçliTürk işçisine ve onların öz örgütleri olan sendikalara yutturamayacaklardır.K E S İ N Ç Ö Z Ü M :Demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’mizde, sorunun çözümüAnayasamızın 117. maddesinden harekettir. Raporumuzun hazırlandığı sırada Sayın Ecevit’inBaşkanı bulunduğu Hükümetin “İktisadi Devlet Teşekküllerinde çalışanların tümü işçisayılacaklardır” şeklinde ifadesini bulan görüşü takdirle karşıladığımız bir noktadır.Bunun uygulamaya konulması soruna Anayasamız açısından ilk yaklaşım olacaktır.Bundan sonrası ise artık kolaydır. İşte o zaman bu sorun çözümlenmiş olacaktır. Sosyal-İş bukonuda Hükümete yardımcı olmayı bir vatanseverlik ödevi olarak görmektedir.


Genel Sekreterlik BürosuSendikamız işlerinin çoğalması üzerine bürolaşma ihtiyaç haline gelmiş; bu arada genelsekreterlik işlerinin yürütülebilmesi için, bir genel sekreterlik bürosu da kurulması gerekliolmuştur.Gerek üyeler hakkında bilgi toplamak için yapılan istatistikler gerekse çalışmalarınüyelere duyurulması, teşkilat ve sendika içi çalışmaların düzenlenebilmesi için kısıtlı personelimkanlarımız içinde yürütülen büro çalışmalarını şu şekilde özetleyebiliriz.1- Sendika organlarının çalışmalarıGenel Yürütme KuruluGenel Yürütme Kurulumuz, görevi teslim aldığı günden bu güne kadar geçen 20 aylıksürede, sendikamızın hızlı çalışma temposu dolayısı ile 120’yi aşkın toplantı yapmış, alınankararlar ışığı altında sendikal çalışmalarımız yürütülmüştür. İş ve işyeri sayısı bakımındanyoğun bir çalışma içerisinde olan İstanbul – Ankara – Adana – İzmir Başkanlıklarıyla,İstanbul ve Ankara sekreterlikleri profesyonel kadroya alınmışlardır.Bu arada öteden beri 2 personelle idare olunan bürolarımız, iş hacminin genişlemesi ile18’e kadar çıkmıştır. Şubelerimizde de personel istihdamı yine iş hacmi ile orantılı olarakyürütülmektedir. Sendikamızın hızla gelişmekte olduğu ve iş kolunda en güçlü sendika olmayolunda yaptığı çalışmalar göz önüne alınacak olursa merkez bürolarında ve şubelerimizdeçalıştırılacak personel sayısının arttırılması gerekmektedir.2- Yönetim KuruluBu dönemde Yönetim Kurulumuz 4 toplantı yapmış ve sendikamızın politikasını tesbitederek çalışmaların genel çizgisini belirtmiştir. Ayrıca, bir de danışma toplantısı yapılmış, butoplantıya Sendikamız Şube Başkanları, Denetleme Onur Kurulu ve Yönetim Kurulu üyelerikatılmış tavsiye kararları almıştır.Denetleme Kurulumuz ve Onur Kurulumuz normal devreler itibari ile toplantılaryapmış, devre sonunda raporlarını sendikaya vermişlerdir.3- Evrak20 aylık çalışma döneminde genel merkez bürolarından 13.000 evrakın çıktığı bunakarşılık da 11.000 evrakın girdiği göz önüne alınacak olunursa genel merkez işlerininyoğunluğu ortaya çıkmaktadır.Bu rakamlara genelgeler dahil değildir. Sendikamız çeşitli konuların teşkilatımızın veüyelerimize benimsetilmesi, teşkilatın birlik içinde hareketinin sağlanabilmesi gayeleri ile 62adet genelge yayınlamıştır.4- YönetmeliklerBu dönemde :1- Sosyal-İş personel ve sosyal yardım yönetmeliği (Yürürlük tarihi 1.9.1972)2- Sosyal-İş işyeri sendika temsilcileri yönetmeliği (1.9.1972)3- sosyal-İş Hukuk bürosu yönetmeliği (4.5.1974) isimlerinde 3 yönetmelikhazırlayarak, genel yönetim kurulu onayından sonra yürürlüğe konmuştur.


Bürolaşma dolayısı ile büroların ve personelin yapacakları işleri (iş bölümü) belirtir.2’de iç emir yayınlamış ve yürürlüğe koymuştur.5- İstatistiklerSendikamız üyelerinin 1- Genel durumunu, 2- Özel hadiseler karşısındaki durumunutesbit için iki tip istatistik hazırlanmıştır. Üye fişlerimizin boyutları küçültülerek, üyeninsosyal ve ekonomik durumunu tesbit için bir istatistik fişi eklenmiştir. Sendikamıza üyeolacaklar üye fişi ile birlikte istatistik fişini de doldurmaktadırlar. Bu fişler birbirindenayrılarak değerlendirilmekte ve işyerindeki üyelerimizin sosyal ve ekonomik durumu tesbitedilerek toplu sözleşme taslakları buna göre hazırlanmaktadır.Özel istatistik olarak bu dönemde 3 istatistik yapılmıştır. Birincisi ikramiye davalarıdolayısı ile üyelerin dava durumunu ve ikramiye alıp almadığını tesbit için yapılmıştır.2.8.1973 tarihinde yapılan 2. ci istatistik toplu sözleşme görüşmelerinde dikkate alınacakdurumları tesbit için yapılmıştır. Bu istatistikle üyelerimizin ücret, kadro, çocuk sayısı, tahsildurumları tesbit edilmiş ve sözleşme taslağında bu bilgiler ışığında değişikler yapılmıştır.25.1.1975 tarihinde yapılan 3. istatistik ise SSK’da imzalanmış toplu sözleşmeninuygulanmasından doğan aksaklıklar tesbit için kullanılmıştır. Tesbit edilen bu uygulamahataları danışma ve uyuşmazlıkları giderme ve kurulunda çalışılmaktadır.6- SeçimlerSenelerden beri SSK’da yapılmakta olan Müdürler Kurulu personel temsilcisiseçiminde sendikamız aday gösterememek durumundaydı. 23 sayılı kanun ışığı altındayapmış olduğumuz çalışmalar neticesinde, işçilerin yönetime katılması gibi en tabi haklarınıkullanmalarının kanun gereği olduğu Danıştay’dan alınan kararla saptanmıştır. Buna göre1974 yılında yapılan SSK Müdürler Kurulu seçiminde sendikamız Özcan Kesgeç’i adayolarak göstermiş ve seçimler kazanılmıştır. İşçi sınıfının bu büyük başarısı tüm teşkilatımızaaittir.7- Sendika Dışı İlişkilerSon zamanlarda artan lokavt hareketleri karşısında bağımsız sendikaların bir araya gelipdayanışma kurma ve bu tür hareketlere karşı bir tavır takınması gerekliliği göz önünealınarak, Petkim-İş, Ulaş-İş, Köy YSE-İş, Baysen-İş, TİS Tek – Bank-İş ve Sosyal-İşSendikaları bir araya gelmek suretiyle bağımsız sendikalar konseyi kurulmuştur. Müşterekenyapmış oldukları toplantılar neticesinde Basın Kamu oyuna gerekli açıklamalardabulunulmuştur.Bu arada ancak işyeri seviyesinde faaliyet gösteren sendikalarla gerekli temaslarkurularak Sosyal-İş çatısı altında birleşmeye davet edilmişlerdir.8- Üst Kuruluşlarla yapılan temaslarTürkiye’de işverenlerin bir konfederasyon halinde birleşmeleri Ticaret ve Sanayiodalarıyla birlikte tek bir cephe halinde işçilere karşı durmaları, işçilerin de buna karşı biraraya gelme çabalarını hızlandırmıştır.Bağımsız sendikalar konseyi bir konfederasyon halinde örgütlenmenin gereğini duymuşve DİSK ile temaslarını sıklaştırmıştır.Sendikamız Şube kongrelerinde tüm üyelere danışarak üst kuruluşta birleşmeimkanlarını araştırmış, şube kongrelerimizde alınan kararlar ışığında (DİSK) Devrimci İşçiSendikaları Konfederasyonu’na katılmayı genel kurulu gündemine almıştır. AyrıcaMilletlerarası (ICF) Uluslar arası Kimya ve Genel işçi Sendikaları federasyonuna üye olmakiçin de temaslar yapılmış ve konu kongre gündemine alınmıştır.


ICF’e üye olmak konusunda başvurmamızı cevaplayan Federasyon Genel MerkeziCharles Levinson’un sendikamıza yazdığı mektup ;Sayın Özcan KesgeçSosyal-İş Genel Başkanı8 Ocak 1974Sayın Kardeşim Kesgeç,Sosyal-İş Sendikasının ICF ile birleşmek için karşılıklı dostane teklifinizi Türkiye7debulunan ICF Koordine komitesinden aldık. Bu müracaatınız için sizlere memnuniyetimizi vekabul ettiğimizi bildiririz.Ekte Tüzüğümüzden bir örnek gönderiyoruz. Katıldığınıza dair gerekli prosedürütamamlayarak resmi bir karar aldığınızı bize en kısa zamanda bildirmenizi bekliyoruz.Dostane saygılarımı sunarım.SaygılarımlaCharles LevinsonGenel Sekreter


Onur Kurulu ÇalışmalarıSayın misafirler, Basın Mensupları ve Sosyal-İş Genel Kurulunun çok kıymetlidelegeleri.Sizleri Sosyal-İş Sendikası Olağanüstü Genel Kurul toplantısında kıymetli reylerinizlebizleri iş başına getiren delege arkadaşlarımızın, Kurulumuza tevdi ettikleri mesuliyetli vekutsal görevi Sosyal-İş Sendikasının şanına ve şerefine gölge düşürmeden ve hiçbir cereyanıntesiri altında kalmadan, Sosyal-İş yürütme ve Yönetim kurullarından kurulumuza intikalettirilen konuları titizlikle incelenmiş ve gereği yapılmış olup, verilen kararlar yüksekhuzurlarınıza getirilmiştir.Genel Yürütme kurulumuzun 20.9.1972 tarih ve 9 sayılı kararı ile Genel Onur Kurulunasevk edilen üyelerine ait dosyaları 4.10.1972 tarih 7-74-705 sayılı yazıları ile GenelMerkezimiz tarafından kurulumuza sevk edilmişlerdir.Kurulumuzun 15-16.11.1972 tarihli oturumunda, gerek kurula intikal eden dosyaları vegerekse bizzat yaptığımız tetkikatta;1- Kendisine merkez yürütme kurulumuzun 8.9.1972 tarih ve 320-281 ve 13.9.1972tarih ve 320-531 sayılı tebligatları ve kendisinin bu tebligatlara verdiği cevapla, 28.10.1972tarih ve 20 sayılı Sosyal-İş gazetesinde yayınlanan tekzip yazısı tetkik edildiğinde AltanErdoğan’ın II. Olağanüstü Genel Kurul üyesi bulunduğu, merkez denetleme kurulu raporunagöre kendisine 932.83 TL. borç çıkartıldığı, borç miktarının değişmesinde muhasebekayıtlarının zamanında düzensiz işlenmiş olduğundan ileri geldiği adı geçenin verdiğicevabın, II. Olağanüstü Genel Kurulu tutanağının 8. maddesinin son fıkrasında aynen (dahasonra rapor yazıldığı şeklinde oylandı zimmetinde para görülenlerin bunları derhal sendikayayatırması) ibaresinin bulunduğu, 9. maddede ise (Çalışma raporu ve ekleri oylanarak kabuledildi, akabinde kurullar aklandı.) şeklinde bir tutanağın tetkikinde anlaşıldığı gibi sayınüyemiz yücel kurulun kararını hiçe saymak suretiyle zimmetinde bulunan parayıyatırmamakta ısrar etmiştir.Bu durumu nazarı itibara alan kurulumuz adı geçen hakkında Ana Tüzüğün 28.maddesinin III. Bendinin (a) fıkrası gereğince aynı bendin (c) fıkrasında yazılı cezalardan4.maddesinin (Kesin çıkış) uygulanmasına karar vermiştir.2- Üyelerimizden Remzi Taşdan’a Merkez Yönetim Kurulunun 8.9.1972 tarih 320-278ve 13.9.1972 tarih 320-531 sayılı yazıları yazılarak zimmetlerindeki parayı yatırmadığı vekurulumuza cevabı yazı ve 28.10.1972 tarih 20 sayılı Sosyal-İş gazetesinde yayınlanan tekzipyazısı tetkik edildiğinde II. Olağanüstü Genel Kurul kararını hiçe sayması örgüt disiplini ilebağdaşmadığından, Kurulun adı geçen hakkında da Ana Tüzüğün kesin çıkarma kararınıuygulaması oy birliği ile karar vermiştir.3- Kendisine Merkez Yürütme Kurulumuzca yazılan 8.9.1972 tarih ve 320-280 sayılıyazılarına dahi cevap vermeyen Kutluay Şakar’ın II. Olağanüstü Genel Kurul üyesiolmamasına rağmen Kurul toplantısını sonuna kadar izlediği kurulumuz üyelerince debilindiğinden, Genel Kurulca alınan karara bilerek uymayan adı geçen hakkında dakurulumuz oy birliği ile kesin çıkarma kararı vermiştir.4- Sendikanın Ankara Şubesi eski başkanı ve eski mali sekreteri Haydar Çörüt’e MerkezYönetim Kurulunca yazılan 8.9.1972 tarih ve 320-282 ve 21.9.1972 tarih 320-618 sayılıtebligatına kendisine vermiş olduğu ve 28.10.1972 tarih 20 sayılı Sosyal-İş gazetesindekitekzip yazıları tetkik edildiğinde,


Adı geçenin 2. Olağanüstü Genel Kurul kararı tutanağının 6. maddesinin 3. paragrafındaaynen (Denetleme kurulu kendisine çıkarılmış olan zimmeti Genel Kurul karar vermişseödeyeceğini belirtti. Haydar Çörüt bundan sonra sözlerine son verdi.) ibaresi adı geçentarafından söylenmiş ve zapta geçilmiştir. Hal böyle iken adı geçenin Genel kurul kararısuretlerini istemesi, gene sendikaya yazdığı cevabı yazısında kasa miktarının kendisindebulunmadığını, Genel Kuruldan önceki 5 günde çalışmaya katılmadığı gibi kendi iddialarındaciddi olmadığı ve zamanında görevini yapmadığı ispatlandığı, Sendikanın muhasebe işlerininGenel Mali sekreter olması dolayısıyla kendi üzerinde bulunmasına rağmen kayıtların karışıkolmasından bahsetmesi de tutarsızlığın açık bir örneği olduğunu kabul eden kurulumuz oybirliği ile adı geçen hakkında kesin çıkarma kararı vermiştir.5- Üyelerimizden Servet Özel zimmetinde bulunan 155 TL borcunu ödemesi üzerineGenel Yürütme kurulumuzun 20.9.1972 tarih 9 sayılı kararı ile kurulumuza sevki gerektiğineve 12.10.1972 gün 7-74-866 sayılı Genel Merkez yazıları ile Kurulumuza sevk edilmiştir.Kurulumuz 16.11.1972 günü toplantı halinde iken sendika ile hiçbir sürtüşmesininbulunmadığı belirtilerek ilk taksit olarak 55 TL yı 15.11.1972 tarih 1785 sayılı makbuzlaödediği öğrenildiğinden adı geçen hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığına oy birliği ilekarar verilmiştir.6- Manisa şubesi üyelerimizden Hüseyin Başpınar hakkındaki Manisa Şubebaşkanlığınca Genel Merkeze intikal ettirilen soruşturma evrakları tetkik edildiğinde sayınüyenin yönetim kurulu ile olan sürtüşmeleri ve şube içindeki davranışları göz önüne alınarakAna Tüzüğün 29. maddesinin 3. bendinin c fıkrası gereğince ihtar cezası verilmesine oybirliği ile karar verilmiştir.7- Daha önce zimmetinde bulunan parayı ödememesi üzerine Kurulumuza sevk edilenSevret Özel Kurulumuz toplantı halinde iken (16.11.1972 gün ilk taksiti 55 TL yı ödemesiüzerine dosyası işlemden kaldırılmış idi) daha sonra Genel Merkezin ve Sendikamızınazlettiği bir avukatla işbirliği yaptığı ikramiyelerin tevziatı için şubelere gidildiğindesendikamız ve yöneticileri aleyhinde menfi programda yaptığı hakkında Kurulumuza birçokihbarlar yapıldığı gibi bu durum bizzat tarafımızdan da tespit edildiğinden adı geçen üyeninsendikadan kesin ihracına oy birliği ile karar verilmiştir.8- Genel Merkezimizin 21.2.1973 tarih 1908 sayılı yazıları ile kurulumuza intikal edenErzurum Şubesi Başkanı İsmail Aydemir hakkındaki yazıları ile (Erzurum’da münteşirAziziye postası gazetesinin 12.2.1973 gün ve 55034 sayılı nüshasında sendika ve yönetimkadrosu hakkındaki yazıları ibretle okuyup şube başkanından bu hususta yazılı mütalaasısavunmasını yapması 26.2.1973 tarih (4) sayılı yazımızla (taahhütlü) olarak istenmiş ise deadı geçen tarafına yapılan tebligatımızı 1.3.1973 günü toplanan kurulumuz elindekidokümanları değerlendirerek adı geçenin kesin olarak sendikadan ihracına karar vermiştir.9- Kurula intikal eden diğer dosyalar 22-23.4.1973 günkü oturumda şube onurkurullarından intikal eden dosyalar ve üye ifadeleri ve yapılan ihbarlar değerlendirilmiştir.Bunlardan ; 1- Kenan Ertürk, 2- M.Ali Argün, 3- Saruhan Şahin, 4- Şakir Çobanoğluhakkında sendikadan kesin ihraç kararı vermiştir.Kurulumuza intikal eden Sivas Şubesi üyesi Mehmet Kardan, İzmir Şubemiz üyesiMustafa Önder, Van Şubesi üyelerimizden Fevzi Yılmaz hakkındaki dosyalar, tutanaklar veşahit ifadeleri göz önüne alınarak Mehmet Kardan, Fevzi Yılmaz’a ana tüzüğün 29.maddesinin 3. bendinin c fıkrasının 1. maddesi gereğince ihtar cezası ile tecziyesine, İzmirşubesi üyemiz Mustafa Önder’in sendikadan kesin ihracına oy birliği ile karar verilmiştir.


Büro işçisinin yurdumuzda en güçlü temsilcisi olan ve her geçen gün gücüne yenigüçler katan sendikamızın gücünü dağıtmak ve sendikamızı atıl bir duruma düşürmekisteyenlere vermiş olduğumuz kararları huzurunuza getirmiş bulunuyoruz.Raporumuzun yüce kurulunuzca tasdik ve tasvibini bekler akdetmekte olduğumuzGenel Kurulumuzun Türk İşçisine ve Türk Ulusuna hayırlı olmasını diler sizleri saygı ileselamlarız.Başkan Raportör ÜyeGündoğdu Erbilgin Abbas Güven Erol altıntoprak


SunuşİÇİNDEKİLERDÜNYA’YA <strong>GENEL</strong> BAKIŞDünya’ya Genel BakışTürkiye’de DurumGelir DağılımıTarım ve Toprak SorunuSanayiKentleşme ve Konut SorunuGecekondu SorunuTicaretVergiSosyal GüvenlikOrtak PazarAET ve TürkiyeAET Karşısında Türkiye’nin DurumuOrtak Pazar’da Türkiye’nin GeleceğiTürkiye’nin Sosyal Durumuna Genel BakışBugünkü Türkiye’nin Kültür SorunuGenel Eğitim SorunuBeslenme SorunuSağlık Sorunuİşçi Sınıfı TarihiTürkiye İşçi Sınıfı tarihiSendikacılığımızın SorunlarıİÇİNDEKİLERÜlkemizde Üst İşçi KuruluşlarıTürkiye’de Sosyal Güvenlik KuruluşlarıAraştırma- Örgütlenme Bürosu<strong>ÇALIŞMA</strong>LARIMIZ


ÖrgütToplu Sözleşme BürosuEğitim – Basın Yayın BürosuHukuk Bürosuİşçi-Memur AyırımıGenel Sekreterlik BünosuOnur Kurulu Çalışmaları

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!