the Least Magazine, Spring 2017
"the Least Magazine" is a non-profit project by Hacettepe University's American Culture and Literature Department students.
"the Least Magazine" is a non-profit project by Hacettepe University's American Culture and Literature Department students.
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
elinden kolay kurtulunur mu? “Daha bakmadın cigaranın tadına” diye<br />
bağırıyor. “Aman” dedim. Zaten canım sıkkın. Çömeldik bir köşeye…<br />
Birden koşmaya başladım. Hem de ne koşma. Topuklarım<br />
dokuz sekizlik vuruyor kaçarken. Işıkların içinde akıyorum. Renkler<br />
birbirine girmiş. O derece hızlıyım, yalan yok. Bir ara yüzsem mi diye<br />
düşündüm. Trafiğe takılmadan, temiz temiz. Kıyıdan kıyıdan gitsem<br />
varırım. Aklıma yattı. Suya atlamamla hafif bir üşüme aldı beni. Olsun.<br />
En kestirmeden gidiyorum. John Snow olsa bir yerleri donardı. Öyle de<br />
dertliyim. Şevket’in çay ocağına gidince bütün dertlerden<br />
kurtulacağım. Marmara’nın suları içerden de güzelmiş. Hep tepeden<br />
bakmaya alıştık biz bu denize. O da hiç sesini çıkarmadı sağ olsun.<br />
Gümüş balıkları vızır vızır kayıyor elimin altından. Çok mu yüzdüm<br />
acaba diye merak ediyorum. Önümü gördüğüm yok. Birden çıkıverdim<br />
karaya. Şöyle bir bakayım tanıdık bir yerler var mı? Kabataş<br />
İskelesi’ne kadar yüzmüşüm. Etrafımda üç beş karaltı var, ben hiç<br />
takmıyorum. Feryadı koyuverdim. Nasıl geçerim çay ocağını? Geride<br />
kaldı. İşin yoksa bir daha yüz. Bağırıyorum, çağırıyorum. Yatıştırmaya<br />
çalışıyorlar. Kimseyi gözüm görmüyor. “Bırakın” diyorum. “Kim geri<br />
geri yüzecek şimdi?’’ Ben geri geri yüzemem. Biri sesleniyor: “Yüzme<br />
sen de.” Olur mu öyle şey? Doğru ya! Sallana sallana gitsem beş<br />
dakikamı almaz. “Gebereceksin ulan, zorun ne?” diyor biri. “Çok<br />
dertliyim. Bir bilseniz başıma neler geldi. Çok sıkkın canım. Çay<br />
ocağına gitmem lazım. Kaşıkları şangırdatıp çakma sohbetlere<br />
girmem lazım. Bana kalsa muhabbet etmeyi de hiç sevmem. Anlatırım<br />
derdimi. Şevket dinlesin yeter. O halden anlar.” Adamın ablak suratı<br />
beliriyor burnumun dibinde. Pis nefesini yüzüme üflüyor. “Hayvan<br />
mısın sen?” diyorum. “Ne girdin burnumun dibine. Ne yapmaya<br />
çalışıyorsun köpoğlu.” Ama hep sessizlik. Kendi sesimi kaybetmişim<br />
sanki. Ablak suratlı, “konuşsana oğlum, derdin neydi?” diyor. Anlattım<br />
ya! Bunlara dert açmamak lazım. Toparladım kendimi. Şuncacık yer.<br />
Sucuk tezgâhı var sanki yakınlarda. Yüzümü bir tebessüm<br />
kaplıyor. “Ne güzel tesadüf ama şimdi olmaz” gülümsemesinden. Hem<br />
de Ümit var tezgâhın başında. Satırla kokoreç dövüyor. Dokuz sekizlik<br />
vuruyor satırı. “Sar bir kokoreç; ama para vermem.” Ümit kokoreç<br />
şişini közün üstünden çıkarıp bana uzatıyor. İki dudak arasına alıp<br />
ateş arıyorum. Bulsam da faydası yok. Islanmış. Şevket gelse keşke.<br />
Ateş uzatıyor biri. Pofurdatıyorum cigarayı. Sarma tütün mü bu?<br />
Adıyaman mı? Çakma bu sigara. Hiç sevmem. Alayınız çakma.<br />
Üzerime battaniye atıyor. Sağ olasın Şevket. Sen de çakmasın ama<br />
idare ediyorum. Derdimi anlatayım, bana yeter. Elime çay fincanı<br />
tutuşturuyor. “Şevket? Sen de mi fincandan?” Yapmayın şu<br />
hareketleri. Koca koca, çanak gibi bardaklardan çay içmeyin. Çok<br />
çakma duruyorsunuz. Çay da değilmiş zaten. Acı kahve bu.<br />
Püskürtüyorum etrafa. Çok koştuğum için mi yoksa yüzdüğüm için mi<br />
bilinmez ancak körüklü otobüs gibi soluyorum. Şevket’i arıyor