02.03.2013 Views

gül baba ve tahta kılıcı - Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma ...

gül baba ve tahta kılıcı - Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma ...

gül baba ve tahta kılıcı - Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ÖZET<br />

GÜL BABA VE TAHTA KILICI<br />

İsmail Tosun SARAL<br />

Gül Baba’nın elinde büyük bir <strong>tahta</strong> kılıçla muharebelere giren bir savaşçı olduğu<br />

söylenmektedir. Gül Baba’nın <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong> hakkında yerli <strong>ve</strong> yabancı kaynaklar ilginç bilgiler<br />

<strong>ve</strong>rmektedir. Bu makalenin amacı değişik bilgileri bir araya getirerek hem <strong>tahta</strong> kılıç<br />

hakkındaki efsaneleri hem de Gül Baba’nın bilinmeyen bir yönünü okurlarla paylaşmaktır.<br />

ABSTRACT<br />

It is told that Gül Baba, a famous Turkish Bektashi Dervish buried in Budapest in<br />

1541, was a warrior in Turkish army who joined se<strong>ve</strong>ral battles with his big wooden sword.<br />

About this sword, interesting information could be found on se<strong>ve</strong>ral local and foreign<br />

resources. Thus, by collecting those various information together, this essay aims not only to<br />

introduce the legends about the famous wooden sword but also to shed light upon one of the<br />

mysterious sides of Gül Baba.<br />

Anahtar Kelimeler: Gül Baba, <strong>tahta</strong> kılıç, efsaneler<br />

Key Words: Gül Baba, wooden sword, legends,<br />

Tîgı resmin ehl-i dil mânend-i Zü‟l-fekâr<br />

Hânkâh-ı „âlemün naks eylesün dîvârına<br />

Gül Baba XV. yüzyıl sonunda <strong>ve</strong> XVI. yüzyıl başında yaşamış, Budapeşte‟nin Budin<br />

bölgesinde türbesi bulunan ünlü bir <strong>Türk</strong> mücahidi <strong>ve</strong> Bektâşî dervişidir. Târihî kişiliği,<br />

yaşadığı çağ <strong>ve</strong> çevre hakkında çeşitli söylentiler bulunan Gül Baba, Evliyâ Çelebi‟nin<br />

merhum <strong>baba</strong>sından naklettiği bilgiye göre, Merzifonlu bir Bektâşî dervişidir. Evliyâ Çelebiye<br />

göre, Fatih Sultan Mehmet devrinden Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar bir çok<br />

gazâlarda bulunmuş, Budin fethine de katılmış, Fethiye Camiinde kılınan ilk cuma namazı<br />

esnasında ruhunu teslim ederek Budin‟e gömülmüştür. Kimine göre Budin Kalası önündeki<br />

savaşlarda şehit düşmüştür. Cenaze namazının Ebusuûd Efendi tarafından kıldırıldığını,<br />

Kanuni Sultan Süleyman‟ın <strong>ve</strong> yüz bini aşkın bir cemaatin bu namazda bulunduğunu yazan<br />

Evliyâ Çelebi, Gül Baba‟nın kavuğunda daima bir <strong>gül</strong> taşıdığı için bu lâkabı aldığını kayda<br />

almakta <strong>ve</strong> hikâye etmektedir.<br />

Fethi Te<strong>ve</strong>toğlu, Evliya Çelebi‟yi kaynak göstererek Gül Baba‟nın elinde büyük bir<br />

kılıçla muharebelere giren bir savaşçı olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle bir çok araştırmacı<br />

yazılarında bu hususa yer <strong>ve</strong>rmiştir. Ancak, Gül Baba‟nın elinde büyük bir kılıçla savaşlara<br />

girdiğine dair bir bilgi Seyahatname‟de yoktur; ayrıca, böyle bir bilgiye diğer<br />

ansiklopedilerde de rastlanmamıştır. Buna karşılık Gül Baba‟nın <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong> hakkında yerli <strong>ve</strong><br />

yabancı kaynaklar ilginç bilgiler <strong>ve</strong>rmektedir.Bu kaynaklara girmeden önce <strong>tahta</strong> kılıç<br />

hakkında özet bir bilgi sunmak yerinde olacaktır.<br />

Bâkî


<strong>Bektaş</strong>î <strong>ve</strong>lîlerinin ortak bir yanları da, <strong>tahta</strong> bir kılıca sahip olmaları, bununla yerine<br />

göre ejderha, yerine göre kâfirlerle savaşarak onları öldürmeleridir. Bu motif,<br />

menâkıbnâmelerden başta Osmanlı Devleti‟nin kuruluş yıllarını anlatan ilk devir<br />

<strong>ve</strong>kayinâmelerinde bile vardır.<br />

Şamanist gelenek <strong>ve</strong> uygulamalarla ilgili bilgilerimiz, Şamanların âyin yaparken<br />

kullandıkları âletlerden birinin de <strong>tahta</strong> kılıç olduğunu gösteriyor. Şamanlar âyin yaparken<br />

<strong>ve</strong>cd hâine girebilmek için çaldıkları davuldan başka bir de <strong>tahta</strong> kılıç bulundurmaktadırlar.<br />

Şamanlar bununla kötü ruhlara karşı savaşmaktadır. Yani <strong>tahta</strong> kılıç, şer kuv<strong>ve</strong>tlerle mücadele<br />

için bir savaş aracıdır.<br />

<strong>Bektaş</strong>î menâkıbnâmelerinde <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>n bu fonksiyonu açıka görülmektedir.<br />

Meselâ Menâkıb-ı <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>-ı <strong>Velî</strong>‟de anlatıldığına göre; Horasan halkından bir grup,<br />

ülkelerini zapt <strong>ve</strong> yağma eden Bedahşan ahalisini şikayet için bir gün Ahmet Yesevîye gelip<br />

yardım isterler. Şeyh, Nefesoğlu Kutburddîn Haydar‟ı Horasanlı Müslümanlara yardım için<br />

gönderir. Fakat henüz on iki yaşında olan Haydar yenilerek esir düşer. Bunun üzerine şeyh,<br />

hem onu kurtarmak, hem de Bedahşanlıları yenmek üzere <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>‟ı görevlendirir.<br />

Kendisini uğurlarken beline <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>nı kuşatır. Bedahşan iline giden <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>, kâfirlerle<br />

savaşarak onları yener <strong>ve</strong> Kutbıddîn Haydar‟ı kurtarır. Bedahşanlılar <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>‟tan<br />

gördükleri bir takım kerâmetler sayesinde Müslümanlığı da kabul ederler.<br />

Yine aynı eserde benzer bir olay da Sarı Saltık hakkında anlatılır. Basit bir çoban iken,<br />

temiz yürekliliğini beğenen <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>‟ın lûtfuyla <strong>ve</strong>lîlik mertebesine yükselen bu zatı, şeyh<br />

kendine halife yapar <strong>ve</strong> Rumeli‟nde Müslümanlığı yaymakla görevlendirir. Yola çıkarken Ulu<br />

Abdal <strong>ve</strong> Kiçi Abdal adında iki dervişini yanına katıp Sarı Saltık‟ın beline de kılıç kuşatır.<br />

Sonradan Sarı Saltık Rumeli‟ne geçip Kaligra denilen yerdeki ejderha ile mücadeleye<br />

tutuştuğu zaman bu <strong>tahta</strong> kılıçla onun başını kesecektir.<br />

Sarı Saltık‟ın bu <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>ndan Saltıknâme‟de de sık sık söz edilmektedir. Orada<br />

belirtildiğine göre, Sarı Saltık‟ın kâfirleri “hıyar mânendi doğradığı” bu <strong>tahta</strong> kılıç, hurma<br />

ağacından yapılmış olup, bizzat Hz. Muhammed tarafından kendisine <strong>ve</strong>rilmek üzere Hızır<br />

Aleyhisselâm‟a teslim edilmişti. Dikkat edilirse, Hz. Muhammed <strong>ve</strong> Hızır Aleyhisselâm gibi<br />

iki İslâmî motif, bu şamanist unsuru İslâmileştirmeye kâfi gelmiştir.<br />

<strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>‟ın <strong>tahta</strong> kılıç kuşattığı bir başka halifesi de, <strong>Hacı</strong>m Sultan‟dır. Adı geçen,<br />

Germiyan ilinde yerleşmek üzere icâzet alıp Sulucakaraöyük‟ten ayrıldığı zaman, <strong>Hacı</strong><br />

<strong>Bektaş</strong>, vaktiyle Ahmet Yesevî‟nin kendine kuşattığı <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong> kendi eliyle onun beline<br />

kuşatmıştı. <strong>Hacı</strong>m Sultan, <strong>kılıcı</strong>n gerçekten kesip kesmeyeceğini denemek için, bir dervişin<br />

tekkeye su getirdiği katıra çalmış; onu, iki parçaya bölmüştü. Aynı menkabe, Menâkıb-ı <strong>Hacı</strong><br />

<strong>Bektaş</strong> <strong>Velî</strong>‟de de mevcut olup burada <strong>kılıcı</strong>n <strong>tahta</strong>dan olduğundan bahsedilmez. <strong>Hacı</strong>m<br />

Sultan‟a ait bu menkabe, Gelibolulu Mustafa Âlî‟nin tesbit ettiği Emir-i Çin Osman<br />

Menkabesi‟nin bir bölümüne çok benzemektedir. Burada <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong> yerine Ahmet Yesevî,<br />

<strong>Hacı</strong>m Sultan yerine Emir-i Çin Osman vardır <strong>ve</strong> olay Anadolu‟da değil, <strong>Türk</strong>istan‟da geçer.<br />

Emir-i Çin Osman‟da bu kılıçla Çin‟de bir ejderha öldürmüş <strong>ve</strong> Müslümanları onun şerrinden<br />

kurtarmıştır. Tahta kılıçla ilgili bir menkabe de Vilâyetnâme-i Abdal Musa‟da bulunmaktadır.<br />

Abdal Musa‟nın kerâmetlerini gören Aydınoğlu Gazi I. Umur Beğ, ona mürid olur. Zaten<br />

Gazi unvanını da kendisine o <strong>ve</strong>rmiştir. Abdal Musa kendisini Rumeli‟nde fetihlere yollar <strong>ve</strong><br />

yanına Kızıl Deli (Seyyid Ali) Sultan‟ı yoldaş eder. Gitmeden önce Kızıl Deli‟nin beline ağaç<br />

bir kılıç kuşatır. Bu menkabe Kızıl Deli‟nin kendi menâkıbnâmesinde yoktur. Aslında Abdal


Musa ile Kızıl Deli arasında oldukça zaman farkı vardır. Bu sebeple ikisinin görüşebilmiş<br />

olması zordur. Şeyh Bedreddîn‟in de <strong>tahta</strong> kılıç kuşanan bir müridi bulunduğu,<br />

menâkıbnâmesinde geçmektedir.<br />

Görüldüğü üzere; <strong>tahta</strong> kılıç, hemen hemen XIII. – XV. yüzyıllarda yaşamış <strong>ve</strong> bir<br />

kısmı ilk <strong>Bektaş</strong>îler arasında kabul edilen adları geçen şahısların, <strong>ve</strong>lîlik yönlerinin yanında<br />

bir de gazilik tarafları olduğunu, kâfirlerle mücadele ettiklerini gösteriyor. Hakikatte de<br />

bunların çoğunun ilk devir Osmanlı fetihlerine katılmış kişiler olduğunu bugün artık<br />

biliyoruz. Bunun gibi, ilk devre ait bazı anonim Osmanlı tarihlerinde, hudut boylarında<br />

savaşan derviş-gazilerin de <strong>tahta</strong> kılıçlı oldukları zikredilmektedir. Böyle anonim bir Tevarih-i<br />

Âl-i Osman‟da anlatıldığına göre, Menteşe taraflarında bir uryan derviş bütün o havaliyi<br />

elindeki <strong>tahta</strong> kılıçla fethetmiş, halkın bir kısmını öldürüp bir kısmını da Müslüman yapmıştı.<br />

Bu örneklere bakarak o devirde bu şekilde hudutlarda savaşan <strong>ve</strong> isimleri yazıya geçmemiş<br />

daha pek çok derviş bulunduğunu düşünebiliriz. İşte <strong>tahta</strong> kılıç bunların âdeta sembolü gibi<br />

olmuştur.<br />

Kırıkkale yakınlarındaki Hasandede köyüne adını <strong>ve</strong>ren zatın şöyle bir menkabesi<br />

anlatılır: Bir gün <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>‟a kendinden sonra büyük bir mürşidin gelip gelmeyeceği<br />

sorulur <strong>ve</strong> geleceği cevabı alınır. Bu mürşidin alâmeti söz konusu olduğunda <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>,<br />

önünde duran <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong> göstererek “Gelip bunu alacaktır.” şeklinde konuşur. Balım Sultan<br />

zamanında <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong> tekkesine günün birinde bir zat gelir <strong>ve</strong> doğruca kılıca yönelir. Bu<br />

gelenin haber <strong>ve</strong>rilen mürşid olduğunu anlayan Balım Sultan, <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong> ona <strong>ve</strong>rir. Bu zat<br />

meşhur Hasan Dede‟dir. Bu menkabeden <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>n aynı zamanda mürşidlik alâmeti<br />

sayıldığı <strong>ve</strong> ancak, bu mertebede bulunanların <strong>tahta</strong> kılıç taşıyabilecekleri anlaşılıyor ki,<br />

yukarıda anılan menkabeler de bunu göstermektedir. Bunlarda bütün dervişlerin <strong>tahta</strong> kılıçlı<br />

olduklarına dair bir işaret yoktur. Bu hak, Ahmet Yesevî, <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong>, <strong>Hacı</strong>m Sultan <strong>ve</strong> Kızıl<br />

Deli gibi büyük şeyhlere has görülüyor.<br />

XVII. yüzyıl Kızılbaş şairlerden Gedâ Muslu‟nun şu dörtlüğü, bu geleneğin Hz.<br />

Ali‟ye bağlandığını açıklıyor:<br />

Erenler ser<strong>ve</strong>ri ol sırrım Ali<br />

Serçeşme olmuştur Urumeli‟ne<br />

Ağaçtan Zülfikâr ol gerçek <strong>ve</strong>lî<br />

Ev<strong>ve</strong>l tekbir aldık pîrin beline.<br />

Koluaçık Hacim Sultan Hazreti Pir‟in üçüncü ulu halifesidir. Birlikte Horasan‟dan<br />

Anadolu‟ya geldikleri söylenir. Uşak ilinde, Susuz‟da gömülü olduğu bilinir. Hz. Pir‟in<br />

<strong>ve</strong>rdiği batın kılıç=<strong>tahta</strong> kılıç ile terbiye edici olarak görevlendirilmiştir. Doğru yolda<br />

gitmeyenlerin terbiyecisi olmuş. Çok kuv<strong>ve</strong>tli er, gerçek se<strong>ve</strong>r, can gözü açık, manevî<br />

basamakları atlayıp yükselmiş ünlü bir derviş payesine erişmiş. Kolu Açık Hacim Sultan,<br />

Pir‟in kendisine sunduğu <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>n kesip kesmediğini denemek için, huzurdan çıkınca, o<br />

sırada sakanın mutfağa su taşıdığı katırın sırtına indirir. Katır iki parçaya bölünür. Olayı<br />

Hünkâr‟a duyururlar. Hemen etkisini gösterir <strong>ve</strong> Hacim Sultan‟ın kolları tutulur. Yaptığı işi<br />

anlar ama iş işten geçmiştir. Öteki halifeler Hz. Pir‟den himmet dilerler. “Onun kusuruna<br />

kalmayın.” diye yalvarırlar. Pir bağışlayıcıdır, dileği kabul eder. “Kolu açık olsun.” buyurur<br />

<strong>ve</strong> kolları açılır. Bu olaydan sonra da Hacim Sultan‟a Kolu Açık Hacim Sultan adı <strong>ve</strong>rilir.


Baki Öz <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>n türbede değil tekkede olduğunu <strong>ve</strong> dinsel törenin vazgeçilmez<br />

kullanım aracı olduğunu yazmaktadır.<br />

Tahta kılıçla ilgili ilginç bir Rum efsanesine 1894 yılında yazılmış Constantinopolis<br />

Folkloru isimli bir kitapta rastlıyoruz :<br />

“Constantinopolis şehri <strong>Türk</strong>ler tarafından kuşatıldığı zaman Tanrı, Bizans‟ın son<br />

kayser‟i Constantine Palaiologos‟a bir <strong>tahta</strong> kılıç <strong>ve</strong>rmesi için bir meleği<br />

görevlendirdi. Meleğin aracısı Agagios isimli bir ermişti. Agapios derhal saraya koştu.<br />

“İmparatorum, Tanrı <strong>Türk</strong>leri yenmen için bu <strong>kılıcı</strong> gönderdi.” dedi. Constantine <strong>kılıcı</strong>n<br />

<strong>tahta</strong>dan yapılmış olduğunu görünce çok kızdı <strong>ve</strong> hiddetle “Bende Süleyman‟ın <strong>baba</strong>sı<br />

muzaffer Davut‟un 40 cubit uzunluğunda eşsiz <strong>kılıcı</strong> var. Bu <strong>tahta</strong> kılıçla nasıl savaşayım?”<br />

dedi <strong>ve</strong> Agapiosu huzurundan kovdu. Agapios büyük bir üzüntü ile Sultan Mehmed‟e koştu.<br />

Kılıcı ona takdim etti. Sultan Mehmed memnuniyetle kabul etti. Bu <strong>tahta</strong> kılıç sayesinde<br />

Sultan Mehmet Constantinopolis‟i fetheyledi. Ermiş Agapios ise İslâmiyeti kabul ederek<br />

Müslüman oldu <strong>ve</strong><br />

Gül Baba‟nın <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>ndan ilk bahseden Danimarkalı meşhur masalcı Hans Cristian<br />

Andersen olmuştur. Atina üzerinden İstanbul-Budapeşte-Almanya <strong>ve</strong> oradan da yurduna<br />

yaptığı seyahatleri anlatan kitabında:<br />

“1.6.1841 günü Tekrar yelken açmadan önce Buda‟nın öte yakasındaki Gül Baba<br />

Türbesine küçük bir gezi yapacağız <strong>ve</strong> bu kutsal <strong>Türk</strong>‟e Doğu‟dan, eski İstanbul‟dan selâm<br />

getireceğiz. Orada türbede yüz üstü yatan, başının üstünde kenarlıksız keçe bir külâh olan<br />

kim? Onu dönen dervişlerde görmemiş miydim? O bir derviştir. O buraya yabancı insanlar<br />

arasına, Hristiyan şehrine dağları, çölleri yürüyerek aşıp geldi. Hac yürüyüşü sona erdi: Bu<br />

yolculuğun hatırası olarak türbesinin duvarına boyanarak renklendirilmiş <strong>tahta</strong> bir kılıç astı.<br />

Sonra yere kapanarak „Allah‟tan başka ilâh yoktur <strong>ve</strong> Muhammed O‟nun peygamberidir.‟<br />

diye dua etti.” diye yazmıştır.<br />

Anton Karl Fisher 1898 yılında yayımladığı uzun araştırmasında Gül Baba‟nın<br />

<strong>kılıcı</strong>ndan bahsetmekte <strong>ve</strong> bir karakalem tavsirini <strong>ve</strong>rmektedir:<br />

“Yapının kireçle badana edilmiş iç duvarlarında bazı Arap harfleri ile<br />

yazılmış çerçe<strong>ve</strong>li hatlar asılıdır. Bunlardan güzelliği nedeniyle özellikle göze çarpanı<br />

kapıdan girer girmez tam karşımızda gördük. Bu iki uçlu bir kılıç olan Zülfikâr‟dı. Söylentiye<br />

göre Allah tarafından peygamberin damadı Ali‟ye bir melek aracılığı ile gönderilmişti. Kılıcın<br />

üzerinde (Bu <strong>kılıcı</strong> ben [Allah] sadece Ali‟ye <strong>ve</strong>rdim.) manasına gelen „Lâ uftah el alali el<br />

sseif el sülfikâr‟ yazısı vardı.”


Restore edilip yeniden ziyarete açılan Gül Baba Türbesi içinde Karl Anton Fisher‟in<br />

karakalem bir tasvirini <strong>ve</strong>rdiği Zülfikâr yoktur. Bir örneği yaptırılarak türbe içine asılması<br />

gerektiği düşüncesindeyim.<br />

Macarlar her yerde <strong>ve</strong> her fırsatta Gül Baba hakkında gayet olumlu yazılar yazmakla<br />

beraber Macaristan Katolik Kilisesi‟nin internet resmî sayfasında da Gül Baba‟nın elinde kan<br />

damlayan büyük <strong>kılıcı</strong> ile savaşan bir savaşçı olduğu yazmaktadır.<br />

Gül Baba‟nın <strong>kılıcı</strong>ndan bahseden ilk <strong>Türk</strong> Pîr Gaib Abdal olmuştur. Millî<br />

Kütüphane‟de yazmalar arasında 37 numaralı cönkte bir dörtlük Gül Baba <strong>ve</strong> <strong>kılıcı</strong>ndan<br />

bahsetmektedir:<br />

Gördüm <strong>kılıcı</strong>nı tutar elinde<br />

Keskin eserleri vardır yanında<br />

Yardımcımız olsun mahşer gününde<br />

Gel dinim, imânım, nûrum Gül Baba<br />

Müftüoğlu Ahmet Hikmet 13 Mayıs 1910 tarihli hatıratında Gül Baba‟ya yaptığı ilk<br />

ziyareti şöyle anlatmaktadır: “13 Mayıs 1910 “ ... Afganistan‟dan burasını ziyaret etmek için<br />

gelen Muhammed Ibni Muhammed isminde biri de üzerinde kılıç-kalkan şeklinde yazılar<br />

bulunan bir kâğıdı duvara yapıştırmıştır.”<br />

Fuat Bozkurt ise ; “1855 yılında Türbe içinde bir halı, bir <strong>tahta</strong> kılıç <strong>ve</strong> üzeri<br />

motifli iki taş bulunmakta idi. Tahta kılıç dinsel törenin vazgeçilmez kullanım aracıdır. Silah<br />

zoruyla alınan kalelerde, Cuma günleri dinsel söylevi din adamı, çıplak <strong>tahta</strong> kılıca dayanarak<br />

okurdu. Bu eski <strong>Türk</strong> töresel inancını yerine getirmek için Türbe de <strong>tahta</strong> kılıç asılı dururdu.”<br />

diye yazmıştır.<br />

Diplomat, şair, yazar, ressam Monad Balkan, “Gül Baba” isimli uzun makalesinde Gül<br />

Baba <strong>ve</strong> <strong>tahta</strong> <strong>kılıcı</strong>na başka bir felsefe ile yaklaşmaktadır:<br />

“Hz. İsa haça gerilmemişti. Onun yerine bir başkası, adi suçlu biri, gerilmişti. İsa da<br />

Anadolu üzerinden, yanında bazı müritleri <strong>ve</strong> annesi Meryem ile karısı (inanılanın aksine<br />

evliydi) <strong>ve</strong> çocuklarıyla Avrupa‟ya geçmişti. Dünyanın doğal <strong>ve</strong> tanrısal, dolayısıyla meşru<br />

tek hükümdarı olması hasebiyle dünyanın başına geçmek için savaşına devam etmişti.<br />

Ölümünden sonra da aynı davayı çocukları <strong>ve</strong> yakınları kurdukları gizli örgüt aracılığıyla<br />

sürdüre gelmişlerdir. Dünyanın tek yasal lideri İsa hanedanıdır! Bu örgüt zamanla diğer çeşitli<br />

örgütler içerisinde varlığını devam ettirmiştir. Bunlara Gül Haçlar da dahildir. Başta Gül<br />

Haçların şövalyeleri olmak üzere bunların mirasçıları Girit, Rodos <strong>ve</strong> Malta şövalyeleri aynı<br />

davaya hizmet eden savaşçılardı. Bu savaşçılar gizli bilgiyi bir görüşe göre de iksir-i azamı<br />

koruya gelmişlerdir. Bu sözü geçen iksir-i azam (Holy Grail/Kutsal Kan) nedir? Bir görüşe<br />

göre Hz. İsa haça gerildiği zaman kaburgalarının arasına sokulan kargıdan akan kanı bir<br />

kupada toplayan bir müridi bu kupayı saklamıştır. Kupa nesilden nesile şövalyelerin koruması<br />

altında intikal edegelmektedir. Bir görüşe göre de Haçlı Seferleri şövalyeler tarafından kutsal<br />

topraklara iksir-i azamı ya da gizli bilgiyi elde etmek için yapılmıştı. Bir görüşe göre de<br />

Müslüman kaynaklardan ele geçirilmişti. Ya da şövalyelerle paylaşılmıştı.


Umberto Eco, Fuko’nun Sarkacı adlı romanında anımsayabildiğim kadarıyla, şu<br />

mealde bir kurgu yapmıştır. İksir-i Azam ya da gizli bilginin yarısı batıda (şövalyeler<br />

nezdinde) yarısı da doğudaki kutsal emanetçi savaşçıların elindedir. Her yüzyılda bir, doğu <strong>ve</strong><br />

batıdaki kutsal savaşçılar önceden saptadıkları <strong>ve</strong> doğu ile batının orta bir yerinde seçtikleri<br />

bir ülkede bir araya gelerek ellerindeki yarımşar bilgiyi birleştirir <strong>ve</strong> doğruluğunu teyit<br />

ettikten sonra dönerlermiş. Böylece her yüzyılda bir, tam bilginin mutad kontrolü yapılmış<br />

olurmuş. Bu bilgi insanlığın henüz bunu hazmedecek düzeye gelmemiş olması nedeniyle<br />

birleştirilmiş bir hâlde insanlığa açıklanamamaktadır. Bilgi açıklanacak<br />

olursa kıyamet kopacaktır!<br />

İmdi bütün bu bilgilerden sonra Anadolulu <strong>Bektaş</strong>i dervişi Gül Baba‟nın elinde<br />

<strong>kılıcı</strong>yla, Kanunî seferlerine katılışı manidar bir hava kazanmıyor mu?<br />

Gül Baba gizli bilgiye sahip bir Müslüman doğu emanetçisi miydi? Batıya kaptırılan<br />

yarı bilgiyi eline geçirmeye mi kalkmıştı? Yoksa o yukarıda sözünü ettiğimiz kontrol işlemi<br />

için malum yüzyıllardan birinin zamanı gelmiş çatmış da diğer gizli Müslüman savaşçılarla<br />

batıya o muhteşem randevuya mı koşmuştu? Misyonu bittikten sonra da Buda tepelerinde<br />

oyalanmış, öğretisinin bir kısmını buralarda yaymaya mı kalkmıştı? Bir elinde kılıç, diğerinde<br />

<strong>gül</strong> olunca yorum da ister istemez bu yöne kayıyor. Kanuni gibi bir padişah dahi cenaze<br />

namazını kıldığına göre çok önemli biri olduğu kesin. İşte bir kurgu da böylece benden. Gül<br />

Baba üstüne gizemli bir roman mı yazsam acaba? Umberto Eco‟nun „Gülün Adı‟ (bakın<br />

burada da <strong>gül</strong> var) <strong>ve</strong> Fuko‟nun Sarkacı romanlarındaki kurgular gibi.<br />

Kurgu ne olursa olsun Gül Baba‟nın bir varoluş savaşçısı olduğuna kesin gözüyle<br />

bakıyorum. Elindeki <strong>kılıcı</strong>n da <strong>gül</strong> gibi bir simge olmadığı ne malum! Kılıç, fikrî <strong>ve</strong>ya fizikî<br />

savaşı çağrıştırır. Şövalyelerin de aslında fikrî savaşçılar olduğu söylenir. Batıda bazı<br />

bilginlere ya da çok yararlı işler yapmış kişilere şövalye unvanları <strong>ve</strong>rilişinin arkasında böyle<br />

bir eski dürtü mü var acaba?<br />

Gül Baba dünyaya başka gözle bakmış, hakikati sezmiş, varoluşa ulaşmış, bir<br />

yönüyle -bir elinde kılıç bir elinde <strong>gül</strong>- insanlara dönük, diğer bir yönüyle de kendi içine<br />

dönük mücadelesinde bir savaşçıydı kuşkusuz.”<br />

Üstad Monat Balkan, güzel bir şiirle Gül Baba‟yı anıyor:<br />

Gül<strong>baba</strong> <strong>gül</strong>düm <strong>baba</strong><br />

Gül<strong>baba</strong>mla elele<br />

Vardık Macar iline<br />

Gözlerimiz ileride<br />

Bakakaldık yeşillere<br />

Dedi Gül<strong>baba</strong>m<br />

Yâ Ressam! resimle şu diyarları


Alları morları yeşilleri<br />

Aldım elime tuvalimi<br />

Vurdum fırçamı fırçamı<br />

Ovalar asmalar bağlar bahçeler hep aktı geçti<br />

Bir bir tuvalimde<br />

Dedi Gül<strong>baba</strong><br />

İşte ben bu Macar diyarında<br />

Bir elimde kılıç<br />

Bir elimde <strong>gül</strong><br />

Böyle gezdim<br />

Kaç asır oldu bilmiyorum<br />

Kanuni Sultan Süleyman Han‟ım<br />

Benim padişahım<br />

Aktık sel gibi<br />

Macar‟ın evine<br />

Dedim Gül<strong>baba</strong> Gül<strong>baba</strong><br />

Neden kalakaldın sen<br />

Bu Macar ilinde söyle?<br />

Dedi Gül<strong>baba</strong><br />

Oğlumsan eğer<br />

Beni beni unutma<br />

Ben bu diyarlarda<br />

Gül ektim<br />

Gül biçtim<br />

Serdengeçtim


Huzurlara vardım<br />

Macar diyarında gayrî miraçtayım<br />

Kırmızı <strong>gül</strong>ler gönderirim<br />

Sizlere o güzelim mavilerden<br />

Koklayın.<br />

Bozmayın türbemi Güller Tepesinde<br />

Ben size oradan<br />

Gözlerimi kırparım<br />

Işıldayın.<br />

Bilindiği gibi adalet bir elinde kılıç, bir elinde terazi olan gözü kapalı bir kadın<br />

şeklinde tasvir edilir. Gül Baba bir elinde <strong>tahta</strong> kılıç yani Zülfikâr diğer elinde bir <strong>gül</strong> ile<br />

Budin‟in koruyucusu, gözcüsüdür. Adaleti temsil eder. Gül güzelliktir. İyi işlerdir. Gül <strong>ve</strong><br />

kılıç sembolleri özgürlüğün <strong>ve</strong> yapılan iyi işlerin savunulması gereğine işaret eder. Gül Baba<br />

sağ elinde <strong>gül</strong>, sol elinde kılıç ile kızıl elmaya açılmış olan yeni ufukta yılmadan adaletle,<br />

doğrulukla yürünmesi gerektiğini ifade eder. Gül Baba; hürriyet <strong>ve</strong> insanlık<br />

düşmanlarıyla savaşmak <strong>ve</strong> zafere ulaşmak için bir elinde, mücadele <strong>ve</strong> savaşın sembolü<br />

olarak kılıç; diğerinde bütün insanlığın iyiliği, güzelliği için çalışmanın sembolü olarak <strong>gül</strong><br />

taşımaktadır. Bu nedenle Gül Baba Budin‟i kılıçla değil <strong>gül</strong>le fethetmiştir.<br />

Zaten Fütüv<strong>ve</strong>t anlayışında Hz. Ali‟nin <strong>kılıcı</strong> Zülfikar; doğruluğun, adaletin <strong>ve</strong> hakkın<br />

simgesidir. <strong>Bektaş</strong>i inancına göre; Allah‟ın aslanı Hz. Ali‟ye Hz. Peygamber tarafından<br />

adaleti temsil etmesi için <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Tahta kılıç, terbiye edicidir, doğru yolda gitmeyenleri terbiye eder, yol göstericidir,<br />

mürşittir. hoşgörünün inşasında önemli bir işlev yüklenir. Adaleti temsil eden <strong>tahta</strong> kılıç, aynı<br />

zamanda anlaşmazlıkları karşı tarafa zarar <strong>ve</strong>rmeden, barış yoluyla çözmenin, gerçekçiliğin,<br />

yiğitliğin, şer güçlerle mücadelenin simgesidir.<br />

Nitekim Kanuni Sultan Süleyman Bağdad <strong>ve</strong>ziri olan Uzun Süleyman Paşa‟yı<br />

huzuruna çağırıp “Paşam, dikkatli olup, reâyâyı koruyasın. Herkesle iyi geçinesin.<br />

Gaazilerime nimet <strong>ve</strong> ihsanın bol olsun. Budin kalesinde oturanlar uzun ömürlü olsun.” diye<br />

tam bir saat hayır dua <strong>ve</strong> nasihatlar edip, fermanını <strong>ve</strong> tuğrasını Süleyman Paşa‟nın eline<br />

<strong>ve</strong>rip: “Hıfz <strong>ve</strong> emânette ola, Gül<strong>baba</strong> Budin gözcüsü olup, himmetleri hâzır <strong>ve</strong> nâzır ola.”<br />

diye nasihat etmiştir.<br />

Budapeşte bugün bile bir eli kılıçlı diğer eli <strong>gül</strong>lü Gül Baba tarafından korunmaktadır.<br />

Büyük <strong>Türk</strong> düşünürü <strong>ve</strong> şairi Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Kitap) adlı<br />

manzum eserinde bir devletin ideal bir devlet hâline gelebilmesi için gerekli olan özellikleri<br />

akıl, adalet <strong>ve</strong> doğru yasa şeklinde sıralamıştır. Devlet her şeyden önce akla, adalete <strong>ve</strong> doğru<br />

yasalara dayanarak yönetilmeli, böylelikle bireyi mutlu kılmayı amaçlamalıdır. Gül Baba bu<br />

özelliklerin hepsine sahiptir. Bu nedenle Gül Baba Budin‟e gözcü olarak atanmıştır.


Ancak, şunu da unutmamalıyız ki herhangi bir kişinin elindeki kılıç, yerinde<br />

kullanılmış olsa bile hiç bir zaman adâletin <strong>ve</strong> hakikatin yerini tutamaz.<br />

Gül Baba‟nın <strong>kılıcı</strong> aşağıdaki Hadis-i Şerifte istenen gibi bir kılıçtır.<br />

“Hak bu kim lütf-i Hakdürür sultan<br />

Zıll-i Yezdan, niyaz-ı emn-ü eman<br />

Nass-ı kat-i eğerçe Kur‟an‟dır:<br />

Kat‟eden zullmü tiğ-i sultandır.<br />

Gül Baba‟nın görevi sadece Budapeşte‟deki topluluğun değil bütün<br />

serhadlerin korunmasını sağlamaktır. Gül Baba‟nın esas görevi önce<br />

Budapeşte‟deki ailelerin, sonra serhad kullarının, gazilerin, Macarların,<br />

gayrimüslimlerin, sonunda bütün insanlığın korunmasını sağlamaktır. Hatta tabiatı, canlı <strong>ve</strong><br />

cansız varlıkları, kültürü, sanatı korumaktır.<br />

Gül Baba bu görevini bugün dahi yerine getirmektedir.<br />

Yazımızın sonuna konuyla ilgili olması sebebiyle, Macaristan‟daki Gül Baba<br />

Türbesinde uzun yıllar çalışmış Marga Hanımla yapılan kısa bir röportajı da ekliyoruz. Bu<br />

röportaj, Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>Türk</strong> <strong>Kültürü</strong> <strong>ve</strong> <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong> Veli <strong>Araştırma</strong> Merkezinin 1998<br />

yılında tamamladığı, Kazakistan’dan Macaristan’a Ederlerin İzinde adlı belgeselin arşivinden<br />

alınmıştır:<br />

- Uzun yıllardır burada, Gül Baba Türbesinde çalışıyorsunuz. Bunun nedenini bize<br />

anlatır mısınız, bu konuda biraz bilgi <strong>ve</strong>rir misiniz?<br />

- Çok uzun yıllardan beri buradayım <strong>ve</strong> son derece özel bir duygu oluştu içimde ona<br />

karşı... Büyük bir sevgi <strong>ve</strong> saygı besliyorum yüreğimde Gül Baba‟ya karşı. Bunun nedenini<br />

tam olarak açıklayamıyorum... Öylesine oluştu işte... Kendiliğinden oluştu. Çok büyük bir<br />

sevgi <strong>ve</strong> gerçekten de değişik, içten gelen bir duygu bu.<br />

- Sizce Gül Baba’daki mesaj nedir? Sizin için ne ifade ediyor <strong>ve</strong> onun hakkında<br />

bildiklerinizi anlatır mısınız?<br />

- Oldukça ilginç bir durum bu durum; çünkü, Gül Baba buraya gelen ilk<br />

<strong>Türk</strong>lerdenmiş <strong>ve</strong> bildiğimiz kadarıyla da burasının fethinin ilk günlerinde dua ederken,<br />

camideyken <strong>ve</strong> üstelik Cuma namazı sırasında ölmüştür. Olağandışı bir olay, çok özel bir<br />

durum <strong>ve</strong>... Sonra da buraya, bu küçük tepeye gömülmüş.<br />

O dönemde türbesi kutsal bir yer olarak kabul edilmiş <strong>ve</strong> ziyaret edilmiştir.<br />

Macaristan‟daki 146 yıllık Osmanlı hakimiyeti boyunca bu sevgi <strong>ve</strong> saygı devam etmiştir Gül<br />

Baba‟ya karşı. Ama sonraki yıllarda sadece <strong>Türk</strong>ler değil aynı zamanda diğer Müslümanlar da<br />

burasını kutsal bir mekân olarak benimsemişler <strong>ve</strong> her zaman ziyaret etmişlerdir. Gül<br />

Baba‟nın Müslüman aleminde de yeri büyüktür. Dahası var; öyle ki Macaristan‟ı <strong>Türk</strong>ler‟in<br />

elinden kurtarmak için savaşan yabancı ordular bile ona saygı göstermişlerdir. Çünkü bu


ordular Macaristan‟da <strong>Türk</strong>lere ait ne varsa yakıp yıkmışlar ama Gül Baba Türbesi‟ne bir<br />

zarar <strong>ve</strong>rmemişlerdir. Onların bile sevgi <strong>ve</strong> saygısını kazanmış birisidir o. Bütün dünyada<br />

tanınan, bilinen <strong>ve</strong> saygı gören birisi.<br />

- Gül Baba Türbesini başka inançlara mensup olanlar da ziyaret ediyorlar. Size göre<br />

yabancılar buraya hangi nedenle geliyorlar?<br />

- Burası sadece sıradan <strong>ve</strong>ya güzel bir türbe değil. Burası aynı zamanda onu ziyaret<br />

edenlere farklı güç <strong>ve</strong>ren bir yerdir. Gelenlere, değişik, manevî bir güç <strong>ve</strong>riyor. Buraya<br />

gelenler genelde en başta Hristiyan ülkelerden kişiler. Macaristan da bir Hıristiyan ülkesi <strong>ve</strong><br />

çok sayıda Macar da burayı ziyaret ediyor. Türbeyi merak ediyorlar <strong>ve</strong> ilginç buluyorlar<br />

burasını... Nasıl anlatayım... Daha iyi bir ifade bulamıyorum ama buranın çok değişik bir<br />

etkisi oluyor gelen insanlar üzerinde.<br />

- Öğrendiğimize göre siz bundan on yıl önce bir rüya görmüşsünüz? Bunu anlatır<br />

mısınız?<br />

- Çok ilginç bir şey; hastalanmıştım, elim eklem iltihabı oluşmuştu. Bir bileti bile<br />

<strong>ve</strong>remeyecek durumdaydım... Bunun bir önemi yok ama; yani hiçbir iş yapamaz hâle<br />

gelmiştim. Elim felç olmuştu. Kendime bile hayrım kalmamıştı. Gelen giden oluyordu <strong>ve</strong> ben<br />

çalışamıyordum artık, oysa burasının düzenli olması, bakımlı olması gerekiyordu. Çünkü her<br />

zaman ziyaretçisi vardır <strong>ve</strong> ben de artık işimi doğru dürüst yapamıyordum. Onun içinde çok<br />

üzülüyordum...<br />

Sonra birgün Mehmet Özel çıkageldi. Kapıda göründü <strong>ve</strong> içeri girip selâm <strong>ve</strong>rdi.<br />

Sonra da bana “Duyduğuma göre Gül Baba‟yı rüyanızda görmüşsünüz. Burayı yeniden<br />

düzenlemek için bana yardım eder misiniz? Gelip benimle birlikte çalışır mısınız?” dedi.<br />

Ondan sonra da burada çok güzel şeyler yapıldı. O zamandan beri de ben hâlâ buradayım...<br />

Bir iki kişiyle konuştum inancı olan insanlar diyorlar ki böyle bir rüyayı gören kişi çok<br />

temiz kalpli olmalı, herkes göremez diyorlar. Bu benim için son derece değişik, farklı bir<br />

duygu.<br />

DİPNOTLAR<br />

Gönül dilinden anlayanlar, onun <strong>kılıcı</strong>nın resmini Zülfikâr‟ın şekli gibi, dünya tekkesinin duvarına nakşetsinler.<br />

<strong>Türk</strong> Ansiklopedisi, MEB, Devlet Kitapları, İst., 1970, s.137<br />

<strong>Türk</strong> Ansiklopedisi, MEB, Devlet Kitapları, İst., 1970, s.137<br />

Orhan Köprülü, “Gül Baba” İslâm Ansiklopedisi, MEB Yay. İstanbul, C. 4; Mustafa S. Kaçalin, “Gül Baba”<br />

<strong>Türk</strong>iye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Ali Rıza Baskın Güzel Sanatlar Matbaası,<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132. s


Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

Ahmet Yaşar Ocak, <strong>Bektaş</strong>î Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Yayınevi, İstanbul,<br />

1983, s.129-132.<br />

www.cemvakfi.org.com.<br />

Baki Öz, Dünyada <strong>ve</strong> <strong>Türk</strong>iye’de Alevi-<strong>Bektaş</strong>i Dergahları Can Yayınları, İstanbul, 2001, Nu:128, s.326<br />

İstanbul, Şehre Osmanlı <strong>Türk</strong>leri Kostantiniyye derlerdi.<br />

H. Carnoy and J. Nicolaides,” Folklore de Constantinople” Paris, 1894, pp. 74-5.<br />

Hans Cristian Andersen , A Poet’s Bazaar (Bir Şairin Pazarı), s.188<br />

Anton Karl Fisher, Gül Baba Die Muhammedanische Wallfahrtstaette in Budapest, 1898 (Budapeşte‟deki İslâm<br />

Ziyâretgahı) s. 7, 8 Budapest, 1898<br />

Bu sözün doğru okunuşu <strong>ve</strong> anlamı resmin altında Lâtin harflerinde de olduğu gibi: “Lâ feta illa Ali lâ seyfe illâ<br />

Zülfikar” (Ali‟den başka yiğit, Zülfikar‟dan başka kılıç yoktur.) şeklindedir.<br />

In 1541 the Turks took possession of the castle, transforming the church into a mosque (accorded the names<br />

of Mosque of Eski, Büjük, or Suleiman, variously). On September 2, 1541, when Sultan Suleiman<br />

entered the church, Baba Gül of a peculiar order of dervish, called "father of the roses" after his penchant<br />

for the roses car<strong>ve</strong>d with his sword from the blood of Christians, died here. Soon after the walls of the<br />

building were painted o<strong>ve</strong>r and inscribed with citations from the Koran. In the sanctuary the Turks built a<br />

repository for the Mihrab, while in 1571 they co<strong>ve</strong>red the entire roof with lead plates. The remains of its<br />

trappings of old were transported in 36 separate loads in 1626 to the chapel in Pozsony (Bratislava)<br />

Prof. Dr. Şükrü Elçin, <strong>Türk</strong> Dili Dergisi, Ağustos 2003, S. 620<br />

M.Kayahan Öz<strong>gül</strong>, Bîgâne Durmayın Âşinânıza, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Mektup, Şiir <strong>ve</strong><br />

Günlükleri MEB <strong>Türk</strong> Edebiyatı Dizisi, 1996. “Avrupa Seyahati” başlıklı bölümden “Gül Baba‟yı ziyaret” <strong>ve</strong><br />

“II. Almanya Seyahati” başlıklı bölüm.<br />

Fuat Bozkurt, Çağdaşlaşma Sürecinde Alevîlik, Doğan Kitaçılık, İstanbul, 2000, s. 211<br />

Monad Balkan, “Gül Baba “ Çağrı Dergisi, S. 457-458.<br />

Gül Baba hakkında hazırlamakta olduğum kitap için bir şiir rica ettiğimde özel olarak yazılmıştır.


Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi, <strong>Türk</strong> <strong>Kültürü</strong> <strong>ve</strong> <strong>Hacı</strong> <strong>Bektaş</strong> Veli <strong>Araştırma</strong> Merkezi, “Erenlerin İzinden”<br />

Belgeseli, 9. bölüm.<br />

Gerçek olan şu ki, Sultan, Tanrı‟nın lütfudur, gölgesidir. Gü<strong>ve</strong>nlik <strong>ve</strong> aman isteyenlerin muhtaç olduğu kimsedir.<br />

Kesin dogma Kur‟an‟dır. Ama zulmü kesen de sultanın <strong>kılıcı</strong>dır.”

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!