14.07.2013 Views

e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...

e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...

e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

T. C.<br />

İSTANBUL VALİLİĞİ<br />

İL MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ<br />

İSTANBUL<br />

<strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

(3 ayda bir yayınlanır)<br />

<strong>İl</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü Adına<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Dr. Muammer YILDIZ<br />

Yayın Kurulu<br />

Şerafettin TURAN<br />

Mukadder GÜRSOY<br />

Halime TOROS<br />

Mustafa USLU<br />

Yayın Yönetmeni<br />

Adem YILMAZ<br />

Editör<br />

Bülent PARLAK<br />

Fotoğraflar<br />

Hakan KURT<br />

Adres<br />

<strong>İl</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />

Basın ve Halkla <strong>İl</strong>işkiler Bölümü<br />

Ankara Cad. No: 2 / Cağaloğlu<br />

A - Blok / Kat -1<br />

Tel: 212 455 04 62<br />

Mail: imemkultur@gmail.com<br />

Web: http://istanbul.meb.gov.tr<br />

Baskı<br />

Bilnet Matbaacılık<br />

Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş.<br />

Tel: 216 444 44 03<br />

Başlarken<br />

İ<br />

<strong>İstanbul</strong> geçmiş ile geleceğin, gelenekselle modernin, zenginlikle fakirliğin kısacası<br />

pek çok zıtlıkların yan yana geldiği, harmanlandığı büyülü bir şehir...<br />

Her köşesinde ayrı bir doku barındıran, her semtinde farklı bir enerjiyle<br />

varlığını sürdüren, tarihi ve de kültürüyle bir başyapıt.<br />

<strong>İstanbul</strong>'da yaşayan herkesin bu çok yönlü birikimi anlaması, değerlendirmesi, “<strong>İstanbul</strong>’da<br />

yaşamak değil, <strong>İstanbul</strong>’u yaşaması” aslında en temel ödevleri arasında yer<br />

almaktadır.<br />

Bizler bu şehrin geleceğine imza atan yöneticileri, çocuklarımızın eğitimine yön veren<br />

idarecileri olarak ülkemizin gözbebeği <strong>İstanbul</strong>’u tanıtmak, ona tam anlamıyla nüfuz<br />

edebilmek, çocuklarımıza bu köklü birikimi anlatabilmek ve <strong>İstanbul</strong> bilinci oluşturabilmek<br />

<strong>için</strong> büyük bir projeye imza attık. İşte bu bilincin daha çocuk yaşlarda temellerinin<br />

atılması amacıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü tarafından ilköğretim<br />

birinci kademedeki 3, 4 ve 5. sınıflarda "<strong>İstanbul</strong> Dersi” uygulamasını başlattık.<br />

"Çocuk bildiği ve sevdiği şehri korur" düşüncesini merkeze alan <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />

Programı ile <strong>İstanbul</strong>’un zengin kültürel mirasının tanınması, sevilmesi, gelecek<br />

kuşaklara aktarılması ve kent kimliğinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Ders kapsamında<br />

gerçekleştirilecek etkinliklerle öğrenciler sınıflarından çıkacak, Galata Köprüsü’nde<br />

balık tutacak, Kanlıca’ya özgü şekerli yoğurdu tadacak, <strong>İstanbul</strong>’un<br />

sokaklarının seslerini duyacak, Mısır Çarşısı’nda farklı baharatları koklayacak, vapur<br />

yolculuğu yaparken Boğaz’ın güzelliklerine şahit olacaklar. Çocuklarımız <strong>İstanbul</strong>’u sadece<br />

kitaplardan öğrenmeyecek, görerek, dokunarak, tadarak, koklayarak ve duyarak<br />

yani kenti bizzat yaşayıp duyumsayarak <strong>İstanbul</strong>’u tanıma imkânına kavuşacaklardır.<br />

Bir dersin başarısı, o dersin öğretim programında öngörülen kazanımların öğrencilerce<br />

ne düzeyde benimsendiği ve günlük yaşama yansıtıldığı ile ölçülür. Bunu sağlayacak<br />

ve izleyecek olan ise kuşkusuz özveri ile gayret eden öğretmenlerimizdir.<br />

Meslektaşlarımızın dersi sahiplenmesi ve öngörüldüğü biçimde uygulaması durumunda<br />

bu ders arzulanan hedefe ulaşabilecektir.<br />

Dergimizin bu sayısını <strong>İstanbul</strong>’a ayırdık. İyi bir kaynak olacağını düşündüğümüz<br />

bu sayımızı elinizden düşürmeyeceğinize inanıyoruz.<br />

Hepinize iyi okumalar diler saygılar sunarım.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Dr. Muammer YILDIZ<br />

<strong>İstanbul</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürü


İ ç i n d e k i l e r<br />

2<br />

İçindekiler<br />

1 I<br />

2 I<br />

3 I<br />

8 I<br />

10 I<br />

16 I<br />

19 I<br />

22 I<br />

26 I<br />

28 I<br />

32 I<br />

34 I<br />

72 I<br />

74 I<br />

76 I<br />

78 I<br />

80 I<br />

Başlarken<br />

İçindekiler<br />

Haberler<br />

Kültür Sanat Haberleri<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Anketleri<br />

Ahmet Ümit ile Röportaj<br />

22<br />

Nisan / 2011<br />

16<br />

Semih Kaplanoğlu / Şehre Baktım: Yeniktim, Akşamdı İçim<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Hakkında Kim Ne Dedi?<br />

Sezai Karakoç / Alınyazısı Saati<br />

Eski <strong>İstanbul</strong> Yazıları<br />

40 I<br />

46 I<br />

52 I<br />

56 I<br />

60 I<br />

66 I<br />

70 I<br />

Seyyahların <strong>İstanbul</strong>’u<br />

<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />

Tahsin Yıldırım / Osmanlı’da Açılan <strong>İl</strong>k Kız Öğretmen Okulu<br />

Ayşenur M. Çalıkçı / <strong>İstanbul</strong>’un Yüzüne Değen Gamze<br />

Seçtiğimiz Kitaplar<br />

Sinema Ve <strong>İstanbul</strong>…<br />

Turgut Uyar / Edirnekapı Üstüne Şiir<br />

Nurdan Şahin ile Röportaj<br />

Sabiha Paktuna Keskin/ Öğrenme Prosesleri<br />

Gülsen Erden / Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

Fatih Gürsul / Üniversite Tercihlerinde En Zor Karar<br />

Şerafettin Turan / Validebağı Öğretmenler Kampüsü<br />

52


<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

DÜNYANIN İLK ÇOCUK HAKLARI KONGRESİ<br />

Çocuk ve yetişkin delegelerin birlikte düzenlediği dünyanın ilk<br />

çocuk hakları kongresi, 25-27 Şubat 2011 tarihlerinde <strong>İstanbul</strong>’da<br />

gerçekleştirildi.<br />

81 ili temsilen çocuk ve yetişkin delegelerin katıldığı 1. Türkiye<br />

Çocuk Hakları Kongresi`nin açılışını Meclis Başkanı Mehmet<br />

Ali Şahin, kapanışını ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />

yaptı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Bakanı Nimet Çubukçu, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet<br />

Bakanı Selma Aliye Kavaf`ın katıldığı kongreye <strong>İstanbul</strong><br />

Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer<br />

Yıldız ev sahipliği yaptı.<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Haliç Kongre Merkezi`nde<br />

düzenlenen 1. Türkiye Çocuk Hakları Kongresi`nin kapanışında<br />

yaptığı konuşmada, üç gün boyunca çocuk haklarının en<br />

geniş manada değerlendirilmiş olmasından büyük bir memnuniyet<br />

duyduğunu, kongrenin gerçekleşmesini sağlayan özellikle<br />

aile ve çocuktan sorumlu Devlet Bakanlığına, <strong>İstanbul</strong><br />

Üniversitesine, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna,<br />

Çocuk Vakfına şükranları sunduğunu söyledi. Bugün<br />

çocuklara, Türkiye Cumhuriyeti`nin Başbakanı sıfatından ziyade<br />

çocuk olmuş, sonrasında çocuk sahibi olmuş bir baba,<br />

torun sahibi olmuş bir dede sıfatıyla hitap etmek istediğini dile<br />

getirdi.<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ayrıca 2010 yılında yaptıkları<br />

anayasal değişiklikle çocuklara pozitif ayrımcılık getirdiklerini<br />

ve haklarını anayasal teminat altına aldıklarını söyledi. Çocuk<br />

Hakları Kongresi bilindiği gibi yazar Mustafa Ruhi Şirin tarafından<br />

önerilerek hükümet tarafından hayata geçirildi.<br />

Nisan / 2011<br />

3


4<br />

Haberler<br />

Değişiyorum Farkında mısın?<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı <strong>Eğitim</strong> Yönetmenliği tarafından "2010<br />

Okullarda" projesi kapsamında Türkiye`de ilk kez düzenlenen "<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve Gençlik<br />

Sanat Bienali" 25 Kasım Perşembe günü Sanat Limanı Antrepo 5`de başladı. <strong>İstanbul</strong><br />

Vali Yardımcısı Harun Kaya, <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, ve Ajans<br />

Genel Sekreteri Yılmaz Kurt’un açılışını gerçekleştirdiği Bienal 25 Aralık tarihine kadar<br />

devam etti.<br />

Açılış konuşmaları sonrasında protokol, öğretmen ve öğrenciler sergiyi gezdi. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />

<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, her eseri dikkatlice inceleyip eserin sahibi olan öğrenciden<br />

bilgi alarak tebrik etti.<br />

Türkiye’nin Birincisi <strong>İstanbul</strong><br />

Avrupa Birliği Öykü Yarışmasının 1.lik ödülünü <strong>İstanbul</strong> aldı. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen<br />

yarışmanın ödül törenine <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız,<br />

Avrupa Birliği Türk Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Marc Pierini, bakanlık<br />

yetkilileri, ödül alan okulların bağlı olduğu il milli eğitim müdürleri, jüri üyeleri ve öğrenciler<br />

katıldı.<br />

Ödül töreninde konuşan <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, yarışmada<br />

dereceye girmekten çok o sürecin içerisinde yer almanın ve bu süreci paylaşmanın<br />

önemli olduğuna dikkat çekerek yarışmanın, AB sürecinin çocuklar tarafından doğru<br />

algılanmasını amaçladığını ifade etti. Avrupa Birliği Türk Delegasyonu Başkanı Büyükelçi<br />

Marc Pierini de törende bir konuşma yaparak genç yazar ve öğrencileri tebrik etti.<br />

Dereceye giren öğrenciler Macaristan ve Brüksel çalışma ziyareti kazandılar.<br />

Gezdim, Gördüm, Boyadım<br />

Minik Seyyahlar Projesi kapsamında “<strong>İstanbul</strong>`da Yaşadığım Gün” adlı resim yarışması<br />

sonuçlandı. <strong>İstanbul</strong>lu Minik Seyyahlar Projesi" kapsamında Minik Seyyahların <strong>İstanbul</strong><br />

ile ilgili izlenimlerini kendi gözüyle resmettikleri "<strong>İstanbul</strong>`da Yaşadığım Gün" konulu<br />

resim yarışmasının ödül töreni ve sergi açılışı Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi`nde<br />

yapıldı.<br />

<strong>İstanbul</strong>`un belli kriterler çerçevesinde belirlenen 8 ilçesinden seçilen 16 ilköğretim okulunun<br />

en başarılı öğrencileri, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü`nün de katkılarıyla <strong>İstanbul</strong>`un<br />

tarihi, turistik mekânları gezme ve yaşadığı şehri daha yakından tanıma fırsatı<br />

buldu. <strong>İstanbul</strong>lu Minik Seyyahlar Projesi, kültürel değerlerinin kıymetini bilen, bu değerleri<br />

seven ve koruyan bir neslin yetiştirilmesine katkı sağlaması açısından önem taşıyor.<br />

Nisan / 2011


Bahriyeli`nin Denize Nazır Lisesi Açıldı<br />

Büyükçekmece`de denize nazır bir tepede yapılan okul <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanı Nimet Çubukçu,<br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, <strong>İstanbul</strong> Milletvekili Feyzullah Kıyıklık<br />

ve eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı Harun Kaya`nın katıldığı muhteşem bir<br />

törenle açıldı. Hayırsever Burhan Bahriyeli`nin eğitime kazandırdığı okulun açılışında<br />

konuşan Bakan Çubukçu, "Biliyorsunuz deniz insanlarda sadece şairane duygular, sınırsız<br />

bir özgürlük ve sonsuzluk duygusu uyandırmamış, denizler aynı zamanda insanlara<br />

büyük bir merak duygusu da uyandırmış. İnsanların denizlerin ötesinde neler olduğuna<br />

ilişkin merakları coğrafi keşifleri doğurmuş" dedi.<br />

<strong>Eğitim</strong>e büyük yatırımlar yapıldığını ifade eden Bakan Çubukçu; "Hayırseverlerimiz,<br />

sizler <strong>için</strong> dolayısıyla bu ülkenin geleceği <strong>için</strong> büyük fedakârlıklar yaparak ellerini taşın<br />

altına koyuyorlar. Değerli katkılarından dolayı Doç Dr. Burhan Bahriyeli`ye çok teşekkür<br />

ediyorum." dedi.<br />

Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar<br />

Trafik sorununa çözüm <strong>için</strong> `Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar` projesi <strong>İstanbul</strong>`un tüm ilköğretim<br />

okullarında uygulanacak. Renault`nun 2002`de başlattığı, Total ve Trafik Kazalarını Önleme<br />

Derneği ile birlikte sürdürülen Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar trafik güvenliği eğitim projesi<br />

40 ilde pilot okulların yanı sıra, <strong>İstanbul</strong>`da bu yıl ilk kez tüm ilköğretim okullarında uygulanacak.<br />

Projenin 2010-2011 hedeflerinin paylaşıldığı basın toplantısında konuşan Renault Mais<br />

Genel Müdürü İbrahim Aybar, <strong>İstanbul</strong>`un Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin 19`undan<br />

daha yüksek nüfus oranına sahip olduğunu belirtti ve <strong>İstanbul</strong>`daki tüm okullara ulaşmanın,<br />

projenin başarısı açısından büyük önem taşıdığını vurguladı, <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğü`ne de gösterdikleri yakın ilgi ve işbirliği <strong>için</strong> teşekkür etti.<br />

Yeşil <strong>Eğitim</strong>, Yeşil Hayat<br />

Panasonic`in tüm dünyada başlattığı "Okulumuz Yeşil!" adlı eğitim programı, <strong>İstanbul</strong><br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü`nün desteğiyle artık Türkiye`de. Bu proje kapsamnında <strong>İstanbul</strong>`daki<br />

39 ilçeden 39 okulun öğrencileri, program çerçevesinde hem çevre konusunda<br />

bilinçlendirilecek, hem de "Çevreci Resimli Günlük" yarışmasında yarışacak. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />

<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, Türk çocuklarının küresel ısınma, iklim değişikliği<br />

ve çevre bilinci konularında nitelikli bir eğitim görmesini sağlayacak Okulumuz Yeşil<br />

projesine sağladığı destekten ötürü Panasonic Türkiye`ye teşekkür etti.<br />

Okulumuz Yeşil Projesi kapsamında hem ülke hem de Avrupa çapında okullar arası bir<br />

yarışma düzenleniyor. En geç 29 Nisan 2011 tarihine kadar gönderilebilecek olan Çevreci<br />

Resimli Günlükler arasından ülke çapında birinci gelenin ait olduğu okul hem bir<br />

Panasonic ürününe sahip olacak, hem de Avrupa çapında yarışmaya hak kazanacak.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

5


6<br />

Haberler<br />

Bana <strong>İstanbul</strong>`u Anlat Öğretmenim<br />

"Evimiz <strong>İstanbul</strong>" projesi ile <strong>İstanbul</strong>lu çocuklar <strong>İstanbul</strong>`u tanıyacak. <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />

<strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ve Türkiye <strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı`nın ortak yürüttüğü proje kapsamında<br />

3000 öğretmene eğitim veriliyor. TEGV Sema ve Aydın Doğan eğitim parkında<br />

düzenlenen son seminere <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, <strong>İstanbul</strong><br />

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı adına Gazi Selçuk ve TEGV Genel Müdürü Nurdan<br />

Şahin Katıldı.<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etkinlikleri kapsamında <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğü desteği ile hayata geçen "Evimiz <strong>İstanbul</strong>" projesi ile <strong>İstanbul</strong>lu çocuklara yaşadıkları<br />

kenti daha yakından tanımayı, çocuklarda kent kültürü bilincini geliştirmeyi,<br />

kentin kültürel dokusu üzerinde farkındalık yaratılması ve kentsel aidiyet duygusunun<br />

güçlendirilmesi amaçlanıyor.<br />

Sanatla Yeniden Buluşma<br />

Türkiye`nin ilk olgunlaşma enstitüsü olan Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü yeniden açıldı.<br />

Bakanlığımız Kız Teknik Okullar Genel Müdürü Emine Kıraç, Mine ve Erol Üçer, Vali<br />

Yardımcısı Harun Kaya, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />

<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız`ın katıldığı törenle açılan Enstitü 2008 Yılında geçirdiği<br />

yangında kullanılamaz hale gelmişti.<br />

1945 Yılında eğitim-öğretime başlayan enstitü 2008 yılında geçirdiği elim bir yangın ile<br />

tamamen kullanılmaz hale gelmişti. <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı ve Gama Holding arasında<br />

imzalanan bir protokol ile aslına uygun olarak yeniden restore edilen Beyoğlu Olgunlaşma<br />

Enstitüsü, gerçekleşen açılış ile yeniden eski günlerine döndü. Her yaştan kişiye<br />

mesleki bilgi ve becerilerini geliştirme fırsatı sunan enstitü, geleneksel Türk el sanatlarının<br />

yaygınlaştırılması ve tanıtımı <strong>için</strong> hizmet vermeye devam edecek.<br />

<strong>İstanbul</strong>`un Demokrasi Dersi Başladı<br />

2010 - 2011 <strong>Eğitim</strong> Öğretim Yılı, demokrasi çalışmaları başladı. Zeytinburnu İhsan<br />

Mermerci Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi konferans salonunda gerçekleşen toplantıda<br />

<strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer Yıldız demokrasinin önemini vurgulayarak<br />

başladığı konuşmasına neden eğitim çağında demokrasinin anlaşılmasını gerektiğini açıklayarak<br />

ile devam etti. Yıldız, “Sizler bu yaşlarda demokrasi bilincini kazanırsanız tüm hayatınız<br />

boyunca bu bilinç ile hareket edeceksiniz ve haksızlığa da maruz kalmayacaksınız<br />

kimseye haksızlık da yapmayacaksınız!” dedi. “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmada ve<br />

demokratik Türkiye`nin oluşumunda sizlerden çok şey beliyoruz.” diyen Yıldız, bu ve<br />

bundan sonraki toplantılarınızı yakından takip edeceğim diyerek verimli ve başarılı çalışmalar<br />

temennisi ile konuşmasını tamamladı. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer<br />

Yıldız, konuşmasının ardından öğrencilerin sorularını cevapladı, ardından<br />

demokrasi heyetiyle hatıra fotoğrafı çektirdi.<br />

Nisan / 2011


Dersimiz <strong>İstanbul</strong>, Konumuz Müzeler<br />

<strong>İstanbul</strong>`daki müze ve kültürel mekanların temsilcileri, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü<br />

Dr. Muammer Yıldız`ın öncülüğü ve <strong>İstanbul</strong> Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. ev sahipliğinde<br />

Miniatürk`te "<strong>Eğitim</strong> Aracı Olarak Müze" başlıklı çalıştayda bir araya geldiler.<br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu kararına göre <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğünün öncülüğünde kamu ve özel tüm müze işletmeciliği yapan kurumlarca<br />

ortaklaşa gerçekleştirilecek müfredat programının uygulanması <strong>için</strong> yapılan çalıştayda<br />

eğitim camiasının talepleri ve müze işletmelerinin hizmet odaklı sunumları bir arada konuşuldu.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız projeyi özetleyen bir konuşmasında<br />

şunları söyledi: “Bu kültürel mekânlarda planlanan dersler, imkânlar<br />

doğrultusunda gerçek etkinlikler olarak düzenlenecek. Geziler sırasında öğrencilere çalışma<br />

kâğıtları dağıtılacak. Müze ziyaretinin ardından öğretmenler, sınıf içi metin yazma,<br />

resimleme, sunu hazırlama, drama gibi etkinlikler düzenleyebilecekler.<br />

Bilgiye Uzanan Köprü<br />

<strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Türk Kütüphaneciler Derneği <strong>İstanbul</strong> Şubesi arasında<br />

imzalanan bir protokolle `Bilgiye Uzanan Köprü` projesi uygulamaya konuldu. <strong>İl</strong>köğretim<br />

ve ortaöğretim kurumlarına modern kütüphaneler kazandırmak, öğrenci ve öğretmenlerin<br />

bilgiye kolayca ulaşmalarını sağlamak, öğrencilere okuma alışkanlığı<br />

kazandırmak amacıyla <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Türk Kütüphaneciler Derneği <strong>İstanbul</strong><br />

Şubesi arasında imzalanan bir protokolle "Bilgiye Uzanan Köprü" projesi uygulamaya<br />

konuldu.<br />

Projeyle; imkânları kısıtlı ve fiziksel şartları uygun on okulun kütüphanesinin tefriş edilmesi,<br />

her kütüphane <strong>için</strong> on masaüstü bilgisayar ile üç bin kitap ve basılı kaynakların yanı<br />

sıra elektronik ortamdaki kaynakların sağlanması hedefleniyor.<br />

Liselerin Tomografisi Çıkartıldı<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Kültür Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü YÖN-<br />

VER projesi <strong>İstanbul</strong>’un tomografisini ortaya koydu. Etkin bir biçimde yürütülen çalışmalar<br />

ilk semerelerini vermeye başladı. <strong>İstanbul</strong> Lise Tomografisi projesinde ÖSYM`nin<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile paylaştığı <strong>İstanbul</strong>`a özel veriler ile ÖSYM`nin<br />

her sene üniversiteler ile paylaştığı üniversitelere yerleşme veriler kullanılarak tüm resmi<br />

ve özel liselerin profili çıkartıldı.<br />

Bu çalışmalar www.lisetomografisi.net web adresinde toplanarak öğrenci, veli ve tüm<br />

eğitimcilerin kullanımına açıldı.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

7


8<br />

Kültür Sanat<br />

Mehmet Akif Ersoy’un Bilinmeyen Mektupları<br />

Kültür sanat büyük ödülleri verildi<br />

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Töreni yapıldı. Törende<br />

konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ödüllerin gerçek sahiplerini bulduğunu belirterek<br />

azimlerinden dolayı teşekkür etti. Gül, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve<br />

Sanat Büyük Ödülü Töreni'nde yaptığı konuşmada, törende bulunmaktan onur ve mutluluk<br />

duyduğunu ifade etti. Gül, plaket alan Limantepe Kazısı Başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal'a,<br />

Sagalassos antik kenti kazı başkanı Prof. Dr. Marc Waelkens'e, Kalehöyük Kazısı<br />

Başkanı Dr. Sachihiro Omura'ya, Prof. Dr. Halet Çambel ve Prof. Dr. Nimet Özgüç'e teşekkür<br />

etti.<br />

Türkiye'nin en zengin olduğu konuların başında arkeolojinin geldiğini belirten Gül, arkeolojik<br />

zenginlik açısından Türkiye ile karşılaştırılacak çok az ülke olduğunu söyledi.<br />

Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesi'nin kitaplaştırdığı aile mektupları da, aile üyelerinin<br />

birbirine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor. Bir çanta dolusu mektubu şairin kızı<br />

Su'ad'ın kızları Ferda ve Selma Argon vermiş. Mehmet Âkif'in Mısır-Hilvan'dan, eşinin<br />

memuriyeti nedeniyle sırasıyla Milas, Erciş ve Beytüşşebab'da yaşayan kızı Su'ad<br />

Hanım'la damadı Ahmed Bey'e gönderdiği mektuplar, ailenin yaşantısına ilişkin bilgiler<br />

veriyor. Bin adet basılan kitabın birinci baskısındaki mektupların 43'ü Mehmet<br />

Âkif'e, 3'ü eşi İsmet Hanım'a, bir tanesi de oğlu Emin'e ait. Şair mektuplarını, "Allah'a<br />

emanet olun" temennisi ve mektupsuz bırakılmama isteği ile noktalıyor.<br />

Çocuklarıyla, torunlarıyla yakından ilgili bir baba olduğu, yazdığı her satırda ortaya<br />

çıkan şair, kızı Su'ad'ın eşi Ahmet Bey'e karşı da son derece ilgili. Ersoy, kızına çay yerine<br />

süt içmesini tembih ederken, torunu Ferda'nın fotoğraflarıyla hasret gideriyor.<br />

Ağa Han Müzesi Hazineleri<br />

Sabancı Üniversitesi, Sakıp Sabancı Müzesi, “Ağa Han Müzesi Hazineleri - İslam Dünyasında<br />

Kaligrafi ve Kitap Sanatı” başlıklı sergiye ev sahipliği yaptı. <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />

Kültür Başkenti kapsamında, 5 Kasım 2010 - 13 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen<br />

sergi, en değerli İslam sanat eserleri koleksiyonlarından biri olan Ağa Han koleksiyonunun<br />

seçkin örneklerini sanatseverlerle buluşturdu.<br />

Sergide; seramik, ahşap, metal, kumaş gibi farklı materyallerden yapılmış ve üzerlerinde<br />

Kur’an’dan metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra elyazmaları ve minyatürler bir arada sunuluyordu.<br />

Sergide ayrıca, kitap sanatının İslam dünyasında yıllar <strong>için</strong>de nasıl geliştiği ve<br />

kitap yapım teknikleri ele alındı. “Ağa Han Müzesi Hazineleri” sergisi, gördüğü yoğun<br />

ilgi nedeniyle 13 Mart 2011 tarihine kadar uzatılmıştı.<br />

Nisan / 2011


Nazım Hikmet’in Son Sürprizi<br />

Kendi sesinden Nâzım Hikmet şiirleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun arşivinden yarım<br />

yüzyıl sonra gün ışığına çıkıyor. Basında yer alan haberlere göre, Nâzım Hikmet ve<br />

Bedri Rahmi Eyüboğlu elli yıl önce Paris’te bir araya gelir. Nâzım tam elli yedi şiirini<br />

teybe okur. Bedri Rahmi ülkeye dönerken yasaklı şair Nâzım Hikmet’in kayıtlarına el<br />

konulmaması <strong>için</strong> özel önlemler alır. Bedri Rahmi kayıtları oğlu Mehmet ve gelini Hughette<br />

Eyüboğlu’na bırakır. Hughette Eyüboğlu, Paris’teki kayıtların üzerinden elli yıl<br />

geçtikten sonra Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na teslim eder. Yapı Kredi Yayınları<br />

ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Nâzım Hikmet’in kendi şiirlerini seslendirdiği<br />

Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler adlı CD’sini ve kitabını yayımlıyor. İki büyük yayınevini<br />

ilk kez bir araya getiren bu önemli projeyle ünlü şairin elli yedi şiiri kendi sesinden<br />

yayınlanırken; bugüne kadar hiç yayımlanmamış iki şiiri de okurlarla buluşuyor.<br />

100 Eserle Nuri İyem<br />

<strong>İstanbul</strong>'un Yüzleri<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı desteğiyle hazırlanan "<strong>İstanbul</strong>'un<br />

Yüzleri" serisinin ilk 25 kitabı okuyucuyla buluştu. Projenin tanıtım toplantısında konuşan<br />

Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Bayhan, <strong>İstanbul</strong>’un görünmeyen yüzlerini ortaya<br />

koymaya çalıştıklarını söyledi. Kültür A.Ş ve <strong>İstanbul</strong> AKB’nin ortak projesi olan<br />

“<strong>İstanbul</strong>’un yüzleri” Sepetçiler Kasrı'nda düzenlenen basın toplantısıyla basına tanıtıldı.<br />

Bayhan, eserlere, ‘<strong>İstanbul</strong>'un Yüzleri’ denmesinin sebebinin hem sayı itibariyle 100,<br />

hem de sima itibariyle yüzü ifade ettiğini belirtti. ‘<strong>İstanbul</strong>’un yüzleri’ projesi; <strong>İstanbul</strong>'un<br />

100 ressamından fotoğrafçısına, 100 kilisesinden esnafına, 100 kaybolan eserinden<br />

musikişinasına, 100 ailesinden misafirine tam 10 bin başlıkta <strong>İstanbul</strong>'un bilinen,<br />

bilinmeyen her yönü detaylı bir şekilde işleniyor.<br />

Türk resminin ustalarından Nuri İyem, ölümünün beşinci yılında, “100 Koleksiyondan,<br />

100 Nuri İyem” sergisiyle anıldı. Toplumsal gerçekçi Türk resminin en önemli ustalarından<br />

Nuri İyem'in, çeşitli kişi ve kuruluşlara ait koleksiyonlarda bulunan binlerce<br />

eseri arasından seçilen 100 yapıtı, Kibele Sanat Galerisi'ndeki “100 Koleksiyondan, 100<br />

Nuri İyem” sergisinde bir araya geldi. 2005 yılında vefat eden İyem'in soyut eserlerinden<br />

kadın yüzlerine, göç resimlerinden natürmortlarına ve gerçek insan portrelerine<br />

100 tablosu sergilendi. Sergi, hem İyem'in hem ressamın <strong>için</strong>de bulunduğu sanat ortamının<br />

gelişimine odaklanıyordu. Sanatın halktan kopuk olamayacağını savunan, resmin<br />

insanlarla buluşmasının önemli olduğuna inanan Nuri İyem, Türk resim sanatında<br />

kendi ekolünü oluşturmuş ender sanatçılardan. Yaklaşık 65 yıl boyunca resimle uğraşan<br />

İyem, bu süre zarfında 2 bin 600'den fazla yapıt üretti.<br />

9


10<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 - Avrupa Kültür Başkenti<br />

<strong>İstanbul</strong>’un<br />

Avrupa Kültür Başkenti Yolculuğu<br />

Avrupa kültürüne değer katan, Avrupa’ya katkı sağlayan kentlere verilen Avrupa Kültür Başkenti unvanı<br />

2000 yılında, yeni bin yıl nedeniyle hem aynı yılda birden fazla kente, hem de AB adayı olan ülkelerin<br />

kentlerine verilmeye başlandı. <strong>İstanbul</strong>’un, Avrupa Kültür Başkenti yolculuğu da, AB adayı olan ülkelerin<br />

kentlerine de Avrupa Kültür Başkenti unvanı verilmesi kararıyla birlikte başladı.<br />

Avrupa Birliği üyesi olmayan kentler statüsünde<br />

yer alan şehirler olarak, 2010<br />

Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşımak<br />

üzere <strong>İstanbul</strong>’un yanı sıra Kiev<br />

(Ukrayna) de adaydı. Ancak tarihi ve<br />

kültürel mirasıyla Avrupa kültürünün<br />

taşıyıcı elemanlarına sahip <strong>İstanbul</strong>,<br />

2010 yılında bu unvanı taşımaya hak kazandı.<br />

<strong>İstanbul</strong> böylece, bu unvanı ilk ve<br />

son kez AB adayı bir ülkenin kenti olarak<br />

taşıma özelliğine de sahip oldu.<br />

<strong>İstanbul</strong>’un bu unvana layık görülmesi<br />

ile sonuçlanan, heyecan verici bu serüven<br />

şüphesiz birçok önemli çalışma sonucunda<br />

gerçekleşti. Konuyla ilgilenen<br />

bir grup sivil toplum gönüllüsünün<br />

2000 yılında başlattıkları çalışmalar neticesinde,<br />

14 Mart 2006 günü, Avrupa’da<br />

kültür ve sanat alanında uzman<br />

yedi kişiden oluşan seçici kurulun<br />

önünde başarılı bir sunum gerçekleştirildi.<br />

Kurul, 11 Nisan 2006’da, heyecanla<br />

beklenen kararı açıkladı; <strong>İstanbul</strong>,<br />

Macaristan’ın Peç ve Almanya’nın Essen<br />

kentleriyle birlikte 2010 Avrupa Kültür<br />

Başkenti olmaya hazır bulundu.<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı<br />

Bu sürecin ardından, 2 Kasım 2007<br />

günü Türk Parlementosu’nda kabul edilen<br />

özel bir yasa ile <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />

Kültür Başkenti Ajansı kuruldu.<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Nisan / 2011<br />

Ajansı; <strong>İstanbul</strong>’un sahip olduğu kültürel<br />

mirasın korunması ve tanıtılması,<br />

kültür sanat potansiyelinin geliştirilmesi<br />

amacıyla sivil toplum örgütleri, merkezi<br />

hükümet, yerel yönetimler, üniversiteler,<br />

meslek kuruluşları ve özel sektörü bir<br />

araya getiren çok özgün bir yönetim modeli<br />

ile yapılandı. Ajans; <strong>İstanbul</strong>’u Avrupa’nın<br />

kültür sanat ajandasında üst<br />

sıralara taşımak, gerçekleşecek kültürsanat<br />

etkinlikleriyle hali hazırda gelen<br />

turistlerin <strong>İstanbul</strong>’da kalacakları süreyi<br />

artırmak, <strong>İstanbul</strong>’un kültür turizmi ve<br />

paralelinde kültür ekonomisinden hak<br />

ettiği payı almasını sağlamak amacıyla üç<br />

yıla yakın süredir çalışmalarını sürdürüyor.<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı; Kentsel Projeler, Kültürel Miras<br />

ve Müzeler, Görsel Sanatlar, Müzik ve<br />

Opera, Kent Kültürü, <strong>Eğitim</strong> Edebiyat,<br />

Sinema ve Belgesel, Gösteri ve Sahne Sanatları,<br />

Geleneksel Sanatlar, Turizm ve<br />

Tanıtım, Denizcilik ve Spor, Dış <strong>İl</strong>işkiler<br />

olmak üzere çeşitli disiplinlerde projeler<br />

üretiyor ve hayata geçiriyor.


Ajansın Geçmiş Döneme <strong>İl</strong>işkin<br />

Öne Çıkan Projelerinden Örnekler<br />

Ajans faaliyete geçtiği günden bu yana<br />

gerçekleşen 3000’e yakın proje başvurusu,<br />

başta sürdürülebilirlik olmak üzere<br />

birçok kriter ışığında değerlendirildi ve<br />

600’ü aşkın proje 2010 Avrupa Kültür<br />

Başkenti Çalışma Programı çatısı altına<br />

alındı. Kentsel projeler ve kültürel mirasın<br />

korunması, Kültür-Sanat ile Turizm<br />

ve Tanıtım ana başlıkları altında toplanan<br />

bütün bu proje ve etkinliklerin, yansımalarını<br />

2010 yılından sonraya da<br />

taşacak şekilde, sürdürülebilir olması<br />

amaçlanıyor.<br />

Ayasofya İskele Sökümü<br />

Uzun yıllardır restorasyon çalışmaları<br />

devam eden ve artık neredeyse <strong>İstanbul</strong>luların<br />

ve turistlerin hafızalarına içerisinde<br />

devam eden restorasyon<br />

çalışmaları nedeniyle, iskelelerle kaplı<br />

görünümünün kayededildiği Ayasofya<br />

Müzesi, <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür<br />

Başkenti Ajansı’nın bir yıldır süregelen<br />

kapsamlı restorasyon çalışmalarının sonucunda,<br />

17 seneden sonra orijinal yüzüne<br />

kavuştu. Ayasofya Müzesi’nin<br />

<strong>için</strong>de bulunan 180 tonluk iskelenin son<br />

parçalarının sökümü Ocak 2010’da gerçekleştirildi.<br />

Adalar Müzesi<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı projeleri kapsamında, Adalar<br />

Vakfı, Adalar Belediyesi ve Adalar Kaymakamlığı’nın<br />

ortak çalışması ile hayata<br />

geçirilen <strong>İstanbul</strong>’un ilk kent müzesi<br />

olan “Adalar Müzesi”, Aya Nikola Mevkii<br />

Eski Helikopter Hangar’ında, 10<br />

Eylül Cuma günü kapılarını <strong>İstanbul</strong>lulara<br />

açtı. Müze, kentin “eski dostları”<br />

olan rum vatandaşlarının hayatlarına<br />

ilişkin belgelerle fotoğraflarla ayrıntılı<br />

bilgiler içeriyor.<br />

İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı projeleri kapsamındaki İsmet<br />

Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi birbirinden<br />

ilginç konserleri, müziğin ustalarıyla<br />

genç yetenekleri buluşturan atölye ve seminerleriyle<br />

izleyici ve öğrencilerin karşısına<br />

çıktı. Aralarında Karl Berger, John<br />

Zorn, Oliver Lake, Adam Rudolph,<br />

Marc Ribot, Trilok Gurtu, Mehmet<br />

Erenler, Erkan Oğur, Oğuz Büyükberber,<br />

Ayşe Tütüncü, Ömer Faruk Tekbilek,<br />

Tolga Tüzün gibi isimlerin<br />

bulunduğu 60’ı aşkın sanatçıyı buluşturan<br />

öğrenim ve festival etkinlikleri 29<br />

Temmuz - 8 Ağustos tarihlerinde gerçekleşti.<br />

Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin,<br />

2008 yılında ‘<strong>İstanbul</strong><br />

Üniversiteleri Tiyatro Şenliği’ adıyla başlattığı,<br />

2009 yılında ‘Türkiye Üniversiteleri<br />

Tiyatro Şenliği’ olarak genişleyen<br />

etkinlikler dizisi bu yıl kapılarını Avrupa’ya<br />

açtı. ‘Avrupa Üniversiteleri Tiyatro<br />

Şenliği’nde, 51 üniversite tiyatro grubu,<br />

<strong>İstanbul</strong>’un dört bir yanında “Yaşamak<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>için</strong> tiyatro şart!” diyen herkes <strong>için</strong> sahne<br />

aldı.<br />

Tüm etkinliklerin ücretsiz olduğu şenlik’te,<br />

Université de Neuchâtel Groupe<br />

de éâtre Antique (GTA) (İSVİÇRE)<br />

“ORESTES”, <strong>İstanbul</strong> Tıp Fakültesi Tiyatro<br />

Topluluğu “FİL ADAM” Bahçeşehir<br />

Üniversitesi Müzikal Topluluğu<br />

“AĞIR ROMAN”, Ankara Üniversitesi<br />

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro<br />

Bölümü “YALANCI”, Yıldız Teknik<br />

Üniversitesi Oyuncuları “GÖZBAĞI”<br />

oyunları garajistanbul’da sahnelendi.<br />

Boylu Soylu Yelkenliler Şenliği<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı ve Deniz Ticaret Odası’nın ortak<br />

girişimleri ileTürkiye, Yunanistan ve<br />

Bulgaristan ortak çalışmalarıyla gerçekleşen<br />

Boylu Soylu Yelkenli Yarışları’nın<br />

Varna-<strong>İstanbul</strong> rotasındaki ikinci yarışı<br />

27 Mayıs Perşembe günü sona erdi. 16<br />

ülkeden gelen 23 tarihi yelkenliden oluşan<br />

filo 27-30 Mayıs tarihleri arasında<br />

Karaköy Limanı'na demir attı.<br />

<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor ve Çalışıyor”<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı Görsel Sanatlar Yönetmenliği tarafından<br />

yürütülen ‘<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor<br />

ve Çalışıyor’ projesi, 2008 yılının Ağustos<br />

ayından bugüne, Avrupa’nın çağdaş<br />

sanat alanının önde gelen altı sanatçısını<br />

ağırladı ve onların <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> yapıt<br />

üretmelerini sağladı. Proje kapsamında<br />

alanının önde gelen 6 ismi; Remo Salvadori<br />

(İtalya), Sophie Calle (Fransa),<br />

11


12<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 - Avrupa Kültür Başkenti<br />

Victor Burgin (İngiltere), Peter Kogler<br />

(Avusturya), Danae Stratou (Yunanistan),<br />

Antoni Muntadas (İspanya-ABD)<br />

<strong>İstanbul</strong>’a davet edildi. Avrupa ülkelerinden,<br />

alanlarında kavramsal ve biçimsel<br />

yenilikler ve açılımlar yaratmış<br />

sanatçıların <strong>İstanbul</strong>’da yaşamaları, sanatçılar<br />

ve aydınlarla karşılaşmaları, genç<br />

sanatçılarla çalıştaylar yapmaları ve bu<br />

süreçlerin sonunda üretilen yapıtların<br />

özel bir koleksiyon olarak <strong>İstanbul</strong>’a sunulmasını<br />

sağlayan “<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor<br />

ve Çalışıyor” projesi ile <strong>İstanbul</strong> 2010<br />

Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Türkiye’nin<br />

çağdaş sanat birikimine önemli<br />

bir yapıt topluluğu kazandırmış oldu.<br />

U2 Konseri<br />

Dünyanın en büyük rock grubu U2,<br />

hayranlarının yıllar süren bekleyişinden<br />

sonra 360° Tour kapsamında Türkiye’ye<br />

geldi. <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

etkinlikleri kapsamında, Live Nation<br />

tarafından Pozitif ve IKSV işbirliği<br />

ile gerçekleştirilen U2 konseri, 6 Eylül’de<br />

Atatürk Olimpiyat Stadı’nda <strong>İstanbul</strong>lulara<br />

unutulmaz anlar yaşattı.<br />

U2, 360° Turnesi'yle müzik endüstrisinde<br />

prodüksiyon dalında verilen prestijli<br />

TPI Awards'da dünya çapında "En<br />

İyi Canlı Konser" ödülüne layık görülen<br />

U2, Türkiye tarihinin en büyük stadyum<br />

konserini gerçekleştirdi.<br />

Arp <strong>İl</strong>e Her Telden: 1. Uluslararası<br />

<strong>İstanbul</strong> Arp Buluşması<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı Müzik ve Opera Yönetmenliği ve<br />

Arp Sanatı Derneği işbirliği ile hayata<br />

geçirilen “Arp <strong>İl</strong>e Her Telden” adlı<br />

müzik projesi ‘Uluslararası <strong>İstanbul</strong> Arp<br />

Buluşması’ ile doruk noktasına ulaşıyor.<br />

1 – 7 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek<br />

ve bu yıl ilk kez düzenlenen Buluşma’da,<br />

Arianna Savall, Isabelle<br />

Moretti, Maire Ni Chatasaigh, Helene<br />

Breschand ve Andrew Lawrence King<br />

gibi farklı geleneklerin en usta isimleri<br />

<strong>İstanbul</strong>’da dinleyicilerle buluştu.<br />

Altın Yollar/ “<strong>İstanbul</strong> Dünya Müzikleri<br />

Festivali” (WOMIST)<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı desteğiyle Pi Production tarafından<br />

hayata geçirilen Altın Yollar projesi,<br />

kültürlerarası diyalogun önemini ve günümüzün<br />

seyyahları sanatçıların bu<br />

diyalogun kurulmasındaki rollerini vurguluyor.<br />

2008 yılında “Jules Verne’nin<br />

İzinde”, 2010 yılında “Piri Reis’in<br />

İzinde”, ardından “Evliya Çelebi’nin<br />

İzinde” devam eden maceranın 3-17<br />

Aralık tarihinde <strong>İstanbul</strong>’da gerçekleşen<br />

son etabı çerçevesinde, “Altın Yollar”<br />

projesinde işbirliği yapılan ülkelerden<br />

müzisyenlerin katılımlarıyla Türkiye’de<br />

ilk kez “<strong>İstanbul</strong> Dünya Müzikleri Festivali”<br />

(WOMIST) düzenlendi. Festivalin<br />

yanı sıra, 1-26 Aralık tarihlerinde,<br />

Sanat Limanı’nda Arif Aşçı, Özcan Yurdalan<br />

ve Serkan Taycan’ın fotoğraflarından<br />

oluşan bir sergi gerçekleşti.<br />

Edebiyat Mevsimi<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı ve Türkiye Yazarlar Birliği <strong>İstanbul</strong><br />

Şubesi işbirliği ile Edebiyat Mevsimi<br />

adı altında 2. <strong>İstanbul</strong> Edebiyat Festivali<br />

6-11 Aralık tarihleri arasında Kızlarağası<br />

Medresesi’nde gerçekleştirildi. İstan-<br />

Nisan / 2011<br />

bul’un kültürel zenginliğini ve sanatsal<br />

verimliliğini ortaya koymak, edebiyatımızda<br />

<strong>İstanbul</strong>’un yerini yeniden keşfetmek<br />

ve edebiyatseverlerle edebiyatçıların<br />

bir süreklilik <strong>için</strong>de etkileşim kurmalarını<br />

sağlayan festivale ilgi büyüktü.<br />

İstanpoli – Kassas<br />

Mustafa ve Övül Avkıran’ın <strong>İstanbul</strong><br />

2010 Avrupa Kültür Başkenti <strong>için</strong> özel<br />

olarak ürettiği bir proje olan “İstanpoli”<br />

kapsamında sahnelenen “Kassas” oyunu<br />

4-8 Aralık tarihleri arasında <strong>İstanbul</strong>’un<br />

farklı semtlerinde <strong>İstanbul</strong>lularla ücretsiz<br />

olarak yeniden buluştu. <strong>İstanbul</strong>'un<br />

hurdacısı, simitçisi, macuncusu, boyacısı,<br />

bayrakçısı, taksitcisi, bozacısı,<br />

nohut-pilavcısı, midyecisi, hallaçı, kalaycısı,<br />

çiçekçisi, falcısı, ciğercisi, bileycisi<br />

ve daha fazlası ile aynı sahnede<br />

olduğu bu proje seyyar satıcıların gözünden<br />

<strong>İstanbul</strong>’u anlattı.<br />

<strong>İstanbul</strong> Sahnesinde Müzik<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

etkinlikleri kapsamında gerçekleşen<br />

Selin Atasoy ve Tamer Hartevoğlu'nun<br />

“<strong>İstanbul</strong> Sahnesinde Müzik” adlı fotoğraf<br />

sergisi 2-31 Aralık 2010 tarihleri<br />

arasında <strong>İstanbul</strong> Fotoğraf Merkezi<br />

Leica Galeri'sinde sanat severlerle buluştu.<br />

<strong>İstanbul</strong> Filarmoni Derneği <strong>için</strong><br />

özel olarak hazırlanan ve <strong>İstanbul</strong> Devlet<br />

Opera ve Balesi'nin desteği ile gerçekleşen<br />

sergide, büyüleyici <strong>İstanbul</strong>'un kimi<br />

zaman bilinen, kimi zaman da gizli kalmış<br />

noktalarında karşımıza çıkan birbirinden<br />

başarılı dansçılar seyircileri<br />

alışılagelmedik bir dünyanın tam kalbine<br />

götürdü.


7 Bölge’den 7 Tepe’ye<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği<br />

ve Shaman Dans Tiyatrosu tarafından<br />

yürütülen, bir eğitim ve gösteri<br />

projesi olan 7 Bölgeden 7 Tepeye” 4-23<br />

Aralık tarihleri arasında sahnelendi. <strong>İstanbul</strong>’un<br />

çeşitli bölgelerinde<br />

yaşayan/yaşatılan birbirinden farklı dans<br />

ve müzik kültürlerinin/disiplinlerinin<br />

iletişimini sağlamak, farklı kültürlere<br />

sahip insanları dans ve müzik diliyle kaynaştırmayı<br />

amaçlayan “7 Bölge’den 7 Tepe’ye”<br />

adlı eğitim ve gösteri ortak<br />

projesi, farklı kültürlerden ve yaş gruplarından<br />

amatör dansçılara ve dansçı<br />

adaylarına yönelik atölye çalışmaları,<br />

dans, ritim ve müzik alanında verilen<br />

eğitimler ve eğitimler sonunda düzenlenen<br />

gösterilerden oluşuyor.<br />

Geleneksel Türk Kitap Sanatları: Bugünün<br />

Ustaları<br />

Geleneksel Türk Kitap Sanatları’ndan<br />

olan hat, tezhip, ebrû, kaatı’, cilt ve minyatür<br />

alanlarında eser veren, görünürlükten<br />

uzak, büyük ölçüde kendi sınırlı<br />

olanaklarıyla üretimlerini sürdüren<br />

200’ü aşkın ustayı, üç yıl boyunca düzenli<br />

olarak bir araya getirmek, yıllık bir<br />

değerlendirmeye fırsat sağlamak, hem<br />

sanatçılar ve sanatlar arası ilişkiyi, hem<br />

de bunların toplum nezdinde görünürlüğünü<br />

artırarak sürekliliğine nitelikli bir<br />

katkıda bulunmak amacıyla oluşturulan<br />

projenin üçüncü ve son sergisi 2 – 31<br />

Aralık tarihleri arasında Fatih Ali Emiri<br />

Efendi Kültür Merkezi’nde yer aldı. <strong>İstanbul</strong><br />

2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı Geleneksel Sanat Yönetmenliği<br />

projeleri kapsamında yer alan ve 100’ün<br />

üzerinde eserin sergilendiği projeye eşlik<br />

eden katalogda Fatih Özkafa, Gülbün<br />

Mesara, Faruk Taşkale, Serra Güney<br />

Özkan, M. Sadreddin Özçimi ve Taner<br />

Alakuş makaleleriyle bu sanatların tarihine<br />

ışık tuttular.<br />

Dans Platform <strong>İstanbul</strong>: Nederlands<br />

Dans eater II<br />

Nisan ayından başlayarak 2010 yılı boyunca<br />

bir dizi özel etkinlik kapsamında<br />

dünyaca ünlü dans sanatçıları ve topluluklarını<br />

<strong>İstanbul</strong>'da ağırlayan <strong>İstanbul</strong><br />

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ana<br />

projesi Dans Platform <strong>İstanbul</strong> kapsamında,<br />

16-17 Aralık tarihlerinde Hollandalı<br />

dans topluluğu Nederlands Dans<br />

eater II saat 20.30’da Cemal Reşit<br />

Rey’de <strong>İstanbul</strong>lularla buluştu. Klasik<br />

bale eğitiminden gelen, yaşları on yedi<br />

ve yirmi üç arasındaki dansçılardan oluşan<br />

ve 1978 yılında kurulan Nederlands<br />

Dans eater, dünya çapında üne kavuşmuş,<br />

nitelikli bir topluluktur.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve Gençlik Sanat<br />

Bienali<br />

<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />

Ajansı <strong>Eğitim</strong> Yönetmenliği tarafından<br />

bu yıl ilki düzenlenen “<strong>İstanbul</strong> Çocuk<br />

ve Gençlik Sanat Bienali”nde katılımcılar<br />

“Değişiyorum Farkında mısın?” konseptinden<br />

yola çıkarak çalışmalarını<br />

ürettiler.<br />

<strong>İstanbul</strong>’daki öğrencilerin enerjisini yansıtan<br />

ve 2500 okulla birlikte yürütülen<br />

“2010 Okullarda” projesi kapsamında<br />

gerçekleştirilen Bienalde, gençler ve çocuklar<br />

ürettikleri her biri birbirinden<br />

farklı, ilginç ve yaratıcı çalışmaları toplumla<br />

paylaşırken, bir sanat etkinliğinde<br />

izleyici değil sanatçı olarak yer alma fırsatını<br />

yakaladıkları ve Sanat Limanı (Antrepo<br />

5), Haydarpaşa Garı, Tuzla İdris<br />

Güllüce Kültür Merkezi’nin mekan olarak<br />

kullanıldığı “<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve<br />

Gençlik Sanat Bienali” Beyoğlu’ndan<br />

Tuzla’ya, Kadıköy’den Sultanbeyli’ye<br />

2500 okulun ve öğrencilerinin katılımına<br />

açıktı.<br />

13


Nusret Çolpan / Minyatür <strong>İstanbul</strong><br />

(<strong>İstanbul</strong> Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yayınları)


Dersimiz: <strong>İstanbul</strong>


16<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

İSTANBUL OKULLARDA<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı Çalışmaları<br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığımız, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarındaki öğrencilerin zorunlu ders yükünü<br />

hafifletmek, öğrencilere okulu daha çok sevdirmek, istek ve yetenekleri doğrultusunda etkinlikler<br />

yapmalarına ve ders seçmelerine imkan vermek amacıyla yeni hazırlanan <strong>İl</strong>köğretim Okulu Haftalık Ders<br />

Çizelgesine göre; 1, 2 ve 3. sınıflarda 5; 4 ve 5. sınıflarda 4 ders saati serbest etkinlikler yapılacaktır.<br />

<strong>İstanbul</strong>, doğası, tarihi, kültürüyle bir<br />

başyapıttır. Bir yanda sesleri, canlılığı,<br />

hareketliliğiyle nefes alan bir doku, bir<br />

yandan da ekonomisi, ürettikleri, kültürel<br />

derinliği ile tüm dünyanın cazibe<br />

merkezidir. <strong>İstanbul</strong>'daki bu çok yönlü<br />

birikimi anlamak, değerlendirmek, yani<br />

“<strong>İstanbul</strong>’da yaşamak değil, <strong>İstanbul</strong>’u<br />

yaşamak” bu kentte nefes alan herkesin<br />

aslında en temel ödevleri arasında yer almaktadır.<br />

<strong>İstanbul</strong>’u görmek, tanımak,<br />

ona tam anlamıyla nüfuz edebilmek<br />

köklü bir birikim ve belki de daha öncesinde<br />

bir bilinç gerektiriyor. İşte bu bi-<br />

Nisan / 2011<br />

lincin daha çocuk yaşlarda temellerinin<br />

atılması amacıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğü tarafından ilköğretim birinci<br />

kademedeki 3, 4 ve 5. sınıflarda "<strong>İstanbul</strong><br />

Dersi” uygulaması başlatılmıştır.<br />

2010-2011 eğitim öğretim yılında bir etkinlik<br />

programı olarak başlayan <strong>İstanbul</strong><br />

Dersinin Öğretim Programının (İDÖP)<br />

hazırlanmasına yönelik çalışmalar, alanında<br />

uzman eğitimcilerden oluşan bir<br />

komisyon tarafından yürütülmektedir.<br />

Hazırlanmakta olan <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />

Programı, sadece öğrenciler <strong>için</strong><br />

değil, öğretmen ve veliler <strong>için</strong> de İstanealifbul’u<br />

tanıtan bir rehber olacaktır.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programının<br />

vizyonu; <strong>İstanbul</strong>’u öğrenme arzusu<br />

duyan, <strong>İstanbul</strong>’u tanıyan, seven ve koruyan,<br />

<strong>İstanbul</strong> kültürünü yaşayan ve yaşatan,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u keşfetmek isteyen,<br />

<strong>İstanbul</strong>’daki sanatsal etkinliklere katılan,<br />

<strong>İstanbul</strong>’a ilişkin duyguları güçlü,


kendisine, çevresine ve insan haklarına<br />

saygılı, farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan,<br />

değişime ve yeniliklere uyum sağlayabilen,<br />

eleştirel düşünen, etkin, üretken, yaratıcı<br />

bireyler yetiştirmektir.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı, <strong>Milli</strong><br />

<strong>Eğitim</strong> Bakanlığı’nca hazırlanan ilköğretim<br />

programlarının benimsediği yapılandırmacı<br />

öğrenme yaklaşımını<br />

temel alan öğrenen merkezli<br />

ve etkinlik<br />

odaklı bir<br />

programdır.<br />

Progr<br />

a m ı n<br />

yapısı öğrencilere,<br />

sınıf<br />

seviyeleri ilerledikçe<br />

<strong>İstanbul</strong>’u daha derinlemesine<br />

inceleme fırsatı sunacaktır. <strong>İstanbul</strong><br />

Dersi Öğretim Programı,<br />

ilköğretim programları ile paralellik<br />

sağlanması <strong>için</strong> diğer dersler ve ara disiplinlerle<br />

ilişkilendirilmiştir. Böylelikle<br />

öğrencilerin <strong>İstanbul</strong> dersinde öğrenme<br />

sürecinde karşılaştıkları yeni bilgileri var<br />

olan ön bilgileri üzerine yapılandırması<br />

kolaylaşacaktır.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programında<br />

öğrenci merkezdedir. Öğrenci, öğrenme<br />

sürecinde gerçekleştirdiği etkinliklere<br />

aktif bir şekilde katılır. Öğrenci araştıran,<br />

soran, sorgulayan, tartışan ve işbirliği<br />

yapan roldedir. <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

Öğretim Programında; yapılandırmacı<br />

yaklaşımın sosyal ve bilişsel yönünü<br />

vurgulayan deney, proje geliştirme,<br />

problem çözme, soru-yanıt, örnek olay,<br />

öykülendirme, tartışma, rol oynama,<br />

beyin fırtınası, yaratıcı drama, oyunla<br />

öğrenme, işbirlikli öğrenme, aktif öğrenme<br />

ve gözlem gezisi gibi öğretim<br />

yöntemleri kullanılmaktadır. Bu yöntemlerle<br />

öğrencinin öğrenme sürecine<br />

aktif bir şekilde katılması ve öğrenmenin<br />

kalıcılığının sağlanması hedeflenmektedir.<br />

<strong>İstanbul</strong> dersi, eleştirel düşünme, yaratıcı<br />

düşünme, iletişim, araştırma, problem<br />

çözme, karar verme, bilgi<br />

teknolojilerini kullanma, girişimcilik,<br />

Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma,<br />

gözlem, mekânı algılama, zaman<br />

ve kronolojiyi algılama, değişim ve sürekliliği<br />

algılama, empati, kaynakları<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

etkili kullanma, güvenlik ve korunma,<br />

öz düzenleme becerilerini kazandırmayı<br />

da amaçlamaktadır.<br />

"Çocuk yaşadığı şehri tanırsa sever, severse<br />

korur" düşüncesini benimseyen <strong>İstanbul</strong><br />

Dersi Öğretim Programı ile<br />

<strong>İstanbul</strong>’un zengin kültürel mirasının<br />

tanınması, sevilmesi, gelecek kuşaklara<br />

aktarılması ve kent kimliğinin<br />

güçlendirilmesi hedeflenmektedir.<strong>İstanbul</strong><br />

Dersi<br />

Öğretim<br />

Progra-<br />

mının,<br />

ilköğretim<br />

çağındaki öğrencilere<br />

bir kültürel<br />

deneyim yaşatacağı düşünülmektedir.<br />

Bu ders kapsamında<br />

gerçekleştirilecek etkinliklerle öğrenciler<br />

sınıflarından çıkacak, Galata Köprüsü’nde<br />

balık tutacak, Kanlıca’ya özgü<br />

şekerli yoğurdu tadacak, <strong>İstanbul</strong>’un sokaklarının<br />

seslerini duyacak, Mısır Çarşısı’nda<br />

farklı baharatları koklayacak,<br />

vapur yolculuğu yaparken boğazın güzelliklerine<br />

şahit olacaklar. Böylelikle,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u sadece kitaplardan öğrenmeyecek,<br />

görerek, dokunarak, tadarak, koklayarak<br />

ve duyarak yani kenti bizzat<br />

yaşayıp duyumsayarak onu tanıyabilecekler.<br />

Öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’u tanıma ve keş-<br />

17


18<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

fetme yolculukları sanat yapıtlarıyla da<br />

desteklenecek. Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong>’un<br />

farklı sanat dallarına ilham kaynağı olduğunu<br />

sanatçıların <strong>İstanbul</strong> konulu<br />

eserlerini inceleyerek fark edecekler.<br />

<strong>İstanbul</strong> şarkıları söyleyecekler, <strong>İstanbul</strong><br />

şiirleri okuyacaklar, <strong>İstanbul</strong> resimleri<br />

yapacaklar, <strong>için</strong>de <strong>İstanbul</strong> geçen öyküler<br />

okuyacak ve kendi <strong>İstanbul</strong> öykülerini<br />

yazacaklar; kısacası öğrenciler<br />

<strong>İstanbul</strong>’a hem kendi hem de sanatçıların<br />

gözleriyle bakma tecrübesi ve becerisi<br />

kazanacaklardır. Ayrıca, sanatçıları<br />

sınıflarına davet ederek, <strong>İstanbul</strong> sohbetleri<br />

gerçekleştirecek, geçmiş dönemlerdeki<br />

ve günümüzdeki <strong>İstanbul</strong>’u<br />

sadece sanatçıların yapıtlarını inceleyerek<br />

değil, sanatçıların bizzat kendi ağızlarından<br />

anlattıkları öykülerinden de<br />

öğrenme olanağı bulacaklar.<br />

Öğrencilerin başka konuklarla ve uzmanlarla<br />

birlikte olacakları bu tür buluşmalar<br />

ve söyleşiler, kimi zaman<br />

müzelerde, tarihi eğitim kurumlarında,<br />

bilim ve ticaret merkezlerinde, kimi<br />

zaman da <strong>İstanbul</strong>’un doğal güzelliklerini<br />

görebilecekleri parklarda ve bahçelerde<br />

de gerçekleşecek.<br />

Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong>’da yaşamış ve yaşayan<br />

farklı kültürlerden haberdar olacaklar,<br />

kültürel farklılıklara saygı duyarak,<br />

kültürel zenginliğin kent yaşamına renk<br />

kattığını hissedecekler. Eski ve modern<br />

<strong>İstanbul</strong>’u karşılaştırarak, günümüzdeki<br />

<strong>İstanbul</strong>’un sorunlarını tespit edecekler,<br />

bu sorunlara çözümler üretecekler.<br />

Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />

Programı kapsamında gerçekleştirdikleri<br />

keşif yolculuğunda, edindikleri ve öğrendikleri<br />

bilgileri yapacakları bireysel ve<br />

grup proje çalışmalarına aktarma olanağı<br />

da bulacak, ürettikleri projeleri diğer arkadaşlarına<br />

sunma sürecinde hem kendilerinin<br />

hem de arkadaşlarının öğrenme<br />

sürecine aktif olarak katılacaklar.<br />

Dönem sonunda düzenleyecekleri “<strong>İstanbul</strong><br />

Şenliği”nde ise yaptıkları çalışmaları<br />

hem arkadaşları, hem de<br />

Nisan / 2011<br />

çevrelerindeki diğer insanlarla paylaşacak,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u onlara da anlatacaklar.<br />

Özetle, <strong>İstanbul</strong> dersini alan öğrenciler,<br />

<strong>İstanbul</strong>’un sesini duyacak, <strong>İstanbul</strong>’u<br />

gezerek onu yakından tanıyacak, drama<br />

etkinlikleri ile <strong>İstanbul</strong>’un farklı tarihi<br />

dönemlerinde yaşayacak, yaratıcılıklarını<br />

destekleyen sanatsal faaliyetlerde bulunacak,<br />

<strong>İstanbul</strong>’un güzelliklerinin yanı<br />

sıra kentin sorunları da fark edecek, bu<br />

sorunlara çözüm önerileri geliştirerek yaşadığı<br />

kente sahip çıkacak ve <strong>İstanbul</strong>’da<br />

yaşadıkları <strong>için</strong> gurur duyacaklardır.<br />

Bir dersin başarısı, o dersin öğretim<br />

programında öngörülen kazanımların<br />

öğrencilerce ne düzeyde benimsendiği ve<br />

günlük yaşama yansıtıldığı ile ölçülür.<br />

Bunu sağlayacak ve izleyecek olan ise<br />

kuşkusuz özveri ile gayret eden öğretmenlerdir.<br />

Sonuç olarak, ancak biz öğretmenlerin<br />

programı ve dersi<br />

sahiplenmesi ve öngörüldüğü biçimde<br />

uygulaması durumunda bu ders arzulanan<br />

hedeflere ulaşabilecektir.


“En iyi, iyinin düşmanıdır” derler. <strong>İstanbul</strong><br />

Dersi Öğretim Programının da<br />

elbette eksikleri ve sınırlılıkları olacaktır.<br />

Yapıcı ve samimi eleştiri, değerlendirme<br />

ve önerilerle Program sürekli elden geçirilecek<br />

ve en iyiye doğru yol alacaktır.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programını geliştirme<br />

komisyonu olarak programın<br />

uygulama sürecinde yaşanabilecek sorunların<br />

ve bu sorunlara ilişkin çözüm<br />

önerilerinin belirlenmesi amacıyla öğretmenlerimize<br />

ve öğrencilerimize birer<br />

anket uygulamaya karar verdik.<br />

10 <strong>İl</strong>çeden 10 Okul<br />

Anketi uygulamak üzere, sosyo-ekonomik<br />

düzey, kültürel çevre vb. kriterler<br />

göz önünde bulundurularak Anadolu ve<br />

Avrupa yakalarından 5’er olmak üzere<br />

10 ilçeden 10 farklı okul tespit ettik.<br />

Dersi hali hazırda uygulayan 3, 4 ve 5.<br />

sınıf öğretmenleri ile bu sınıflarda okuyan<br />

10’ar öğrenciye ulaşmayı hedefledik.<br />

Toplamda 120 öğretmen ve 300 öğrenciye<br />

anket uyguladık.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Her Sınıfta Olmalıdır<br />

Ankete katılan öğretmenlerin hemen<br />

hemen tamamı (%95) “<strong>İstanbul</strong>” ko-<br />

nulu bir dersin mutlaka olması gerektiğini<br />

ve bu dersin 3, 4, ve 5. sınıfta okutulmasının<br />

uygun olacağını (% 80)<br />

belirttiler. “<strong>İstanbul</strong> dersi haftada kaç<br />

ders saati olursa hedefine ulaşır?” sorusuna<br />

ise öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu<br />

(%70) haftada 1 saat cevabını<br />

verdi.<br />

“Öğrencileriniz <strong>İstanbul</strong>lu olmanın farkındalar<br />

mı?” sorusuna verilen cevaplar<br />

da manidardı. Sosyo-ekonomik ve kültürel<br />

düzeyi yüksek bölgelerden ağırlıklı<br />

olarak “Evet” cevabı gelirken daha dezavantajlı<br />

bölgelerde görev yapan öğret-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

İSTANBUL DERSİ UYGULAYICI VE<br />

ÖĞRENCİ ANKETLERİ SONUÇLARI<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programını geliştirme komisyonu olarak programın uygulama sürecinde yaşanabilecek<br />

sorunların ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla öğretmenlerimize ve<br />

öğrencilerimize birer anket uygulamaya karar verdik. Dersi hali hazırda uygulayan 3, 4 ve 5. sınıf öğretmenleri<br />

ile bu sınıflarda okuyan 10’ar öğrenciye ulaşmayı hedefledik. Toplamda 120 öğretmen ve 300<br />

öğrenciye anket uyguladık.<br />

Nisan / 2011<br />

menlerimiz “Hayır” cevabını verdi.<br />

“Evet” cevabı veren öğretmenlerimize<br />

göre öğrenciler;<br />

• <strong>İstanbul</strong>’u seviyorlar. <strong>İstanbul</strong>’un imkânlarını<br />

biliyorlar.<br />

• Özellikle bu yıl tarihi mekânları ve<br />

doğal güzellikleriyle <strong>İstanbul</strong>’u çok iyi<br />

tanıdılar.<br />

• <strong>İstanbul</strong> büyük bir şehir, çok çeşitli<br />

olaylar bilgiler elde ediyorlar.<br />

• Sürekli <strong>İstanbul</strong> anlatılıyor. TV’den izleniyor.<br />

• Şehirde yaşamanın farkındalar. Belli<br />

kurallara uyuyorlar.<br />

19


20<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

“Hayır” diyen öğretmenlerimiz ise cevaplarında<br />

şu gerekçeleri ileri sürdüler:<br />

• <strong>İstanbul</strong>’da yaşadıklarını düşünmüyorum.<br />

• <strong>İstanbul</strong> hakkında yeterli ve doğru bilgileri<br />

yok.<br />

• <strong>İstanbul</strong>’un her yerini görme imkanları<br />

yok.<br />

• Bulunduğumuz konum olarak <strong>İstanbul</strong>lu<br />

değiller.<br />

<strong>İstanbul</strong>’da Görülmesi Gereken <strong>İl</strong>k On<br />

Mekân<br />

Öğrencilerin şehirli ve <strong>İstanbul</strong>lu olma<br />

ile ilgili bilinç düzeylerini ölçen bu sorudan<br />

sonra ailelerin konuya yaklaşımlarının<br />

ne olduğunu belirlemek <strong>için</strong><br />

öğretmenlere, “Öğrencilerinizin aileleriyle<br />

birlikte <strong>İstanbul</strong>’un çeşitli mekânlarını<br />

(tarihi, doğal vb.) gezdiklerini<br />

düşünüyor musunuz?” sorusunu yönelttik.<br />

“Evet” cevabı veren öğretmenlerimiz<br />

öğrencilerinin “aileleriyle birlikte fırsat<br />

buldukça gezdiklerini”, “<strong>İstanbul</strong>’un güzelliklerini<br />

duymak yerine yaşamaları<br />

gerektiğini”, “<strong>İstanbul</strong> dersinde konuşurken<br />

gezdikleri gördükleri mekânları<br />

anlattıklarını” ifade ettiler.<br />

Daha dezavantajlı bölgelerden gelen<br />

“Hayır” ağırlıklı cevapların gerekçelerinde<br />

ise öğretmenlerimiz “ailelerin<br />

çocuklarına yeteri kadar zaman ayırmadıklarını”,<br />

öğrencilerin “<strong>İstanbul</strong>’un<br />

tarihi güzelliklerini daha çok okul gezileriyle<br />

tanıma fırsatı bulduklarını”, “ailelerin,<br />

tarihi ve doğal güzelliklere<br />

bakışta bilinçsiz olduklarını, bu tür mekanları<br />

sadece piknik yeri olarak düşündüklerini”,<br />

“ekonomik imkânlarının<br />

yetersiz olduğunu” vurguladılar.<br />

Öğretmenlerimize “Öğrencilerinizin <strong>İstanbul</strong>’u<br />

tanımaları <strong>için</strong> bugüne kadar<br />

hangi etkinlikleri gerçekleştirdiniz?”<br />

şeklinde bir soru da yönelttik. Ankete<br />

verilen cevapları okuduğumuzda öğretmenlerimizin<br />

<strong>İstanbul</strong>’u öğrencilerine<br />

tanıtmak amacıyla birçok etkinlik yapmaya<br />

arzulu oldukları sonucuna ulaştık.<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi kitabının kapağı <strong>için</strong><br />

bir resim çiziniz.<br />

Ece Seviş / 4-A / Okçu Musa İ.O.<br />

Serdar Dindar / 5-A / Enka Okulları<br />

Zehra Talan / 5-B / Okçu Musa İ.O.<br />

Onur Ergenç / 5-A / Bahariye İ.O.<br />

Marmara Denizi’nde vapur Kız Kulesi’nin<br />

yakınından geçiyor. Ağzında bir<br />

parça simitle martı <strong>İstanbul</strong>’un eşsiz<br />

manzarasına uçuyor.<br />

Nisan / 2011<br />

“Engelleri aşarız, biz bu dersi yaparız.”<br />

diyen öğretmenlerimiz “<strong>İstanbul</strong>’un tarihi<br />

mekânlarını ve doğal güzelliklerini<br />

görmeleri amacıyla kısıtlı imkânlara rağmen<br />

geziler düzenlediklerini”, bazıları<br />

“<strong>İstanbul</strong> derslerinde internetten <strong>İstanbul</strong>’u<br />

tanıttıklarını, gidilemeyen yerlerin<br />

görsellerinden faydalanarak <strong>İstanbul</strong> tanıtmaya<br />

çalıştıklarını” belittiler. Bunlara<br />

ek olarak “araştırma ödevleri vermek”,<br />

“pano çalışması yaptırmak”, “<strong>İstanbul</strong>’u<br />

tanıtan kartpostal sergisi düzenlemek”,<br />

“<strong>İstanbul</strong>’u anlatan kitapları <strong>okumak</strong>”<br />

gibi etkinlikler de gerçekleştirdiklerini<br />

ifade ettiler.<br />

Öğretmenlerimizin “<strong>İstanbul</strong> dersinin<br />

kapsamında aşağıdaki ünite başlıklarına<br />

ek olarak en az 2 ünite adını yazınız.”<br />

şeklindeki talebimize verdikleri cevaplar<br />

da ilginçti: “Bir yabancıya <strong>İstanbul</strong>’u<br />

nasıl gezdiririm?”, “Yabancıya gösterilmesi<br />

gereken ilk on mekân”, Mevsimlere<br />

göre <strong>İstanbul</strong> turları”, “Doğal güzellikleri<br />

koruma yolları” bu başlıklardan sadece<br />

birkaçıydı.<br />

Gezilerde Rehber Olmalı<br />

“<strong>İstanbul</strong> dersinde öğrencilerinizin<br />

<strong>İstanbul</strong>’u tanımaları <strong>için</strong> hangi yöntemleri<br />

kullanırsınız?” sorusuyla öğretmenlerin<br />

sosyal etkinlik dersinde<br />

<strong>İstanbul</strong> dersi <strong>için</strong> uyguladıkları veya<br />

uygulamayı planladıkları yöntemleri belirtmelerini<br />

istedik. Öğretmenlerin yetkin<br />

bir şekilde yöntemler uyguladıklarını<br />

ve uygulamayı planladıklarını tespit<br />

ettik. Teklif edilen yöntemlere gelince bir<br />

ders kitabı hazırlanması gerektiği en<br />

önemli istek olarak ortaya çıktı. Buna ek<br />

olarak “araştırma, hikâyeleştirme” çalışmaları,<br />

“gezi”, “tarihi mekân maket<br />

çalışması”, “müzikli tanıtım”, “görsel<br />

materyallerden yararlanmak”, “tarihi<br />

mekânların ve doğal güzelliklerin slaytlarla<br />

gösterimi”, “çizgi film”, “poster<br />

çalışması” gibi yöntemlerin önerildiği<br />

belirledik.<br />

“<strong>İstanbul</strong> dersi <strong>için</strong> ders kitabı dışında<br />

hangi araç gereçlere ihtiyaç duyarsınız?”


Akademisyenler, sivil toplum çalışanları, program geliştirme uzmanları ve farklı<br />

disiplinlerde öğretmenlerden oluşan komisyon üyeleri: Cengiz Şimşek, Yrd. Doç.<br />

Dr. İbrahim Hakan Karataş, Filiz Göktürker, Ayşegül Gökmener, Özlem Konak,<br />

Meltem Ceylan Alibeyoğlu, Nilay Yılmaz, Şerife Ertuğrul, Nihat Kavçın, Mahmut<br />

Aytekin, Cevdet Bayram<br />

sorusuyla öğretmenlerin ihtiyaç duydukları<br />

ders materyalinin neler olabileceğini<br />

sorduk. Öğretmenlerimiz ağırlıklı<br />

olarak görsel ve işitsel materyallerin ve<br />

özellikle interaktif yazılımlar ve oyunlar<br />

hazırlanması gerektiğini belirttiler.<br />

<strong>İstanbul</strong> dersi işlenirken ne tür sorunlar<br />

yaşayacağınızı düşünüyorsunuz? Bu<br />

sorunlara çözüm önerilerinizi yazınız.”<br />

sorusuna verilen cevaplar da şöyleydi:<br />

• Belirli bir programın ve kılavuz kitabının<br />

hazırlanması,<br />

• Geziler <strong>için</strong> izinlerin okul/ilçe idarelerinden<br />

alınmasında karşılaşılan zorlukların<br />

giderilmesi,<br />

• Gezilerin maliyetlerin vb. etkinliklerin<br />

azaltılmasında belediye gibi kamu kuruluşlarının<br />

imkanlarının seferber edilmesi,<br />

özel kuruluşların sponsorluk<br />

yoluyla destek vermesi,<br />

• Gezilerin rehber eşliğinde yapılmasının<br />

sağlanması.<br />

Öğrencilerin Gözünden <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

“<strong>İstanbul</strong>’da nereleri gezip gördünüz?”<br />

sorusuna ise ağırlıklı olarak “Boğaz Köprüsü”,<br />

“<strong>İstanbul</strong> Surları” ve “Kız Kulesi”<br />

cevaplarının gelmiş olması öğrencilerimizin<br />

<strong>İstanbul</strong>’u tanımaları <strong>için</strong> daha<br />

fazla çalışma yapmamız gerektiğini<br />

açıkça ortaya koydu. “<strong>İstanbul</strong>’da neler<br />

yapmak istersiniz? (Birden fazla seçenek<br />

işaretleyebilirsiniz.)” sorusunu öğrencilerimiz<br />

ağırlıklı olarak “müze gezmek”<br />

(% 85), “konsere gitmek” (% 85), “kütüphaneye<br />

gitmek” (% 80) ve “sinemaya<br />

gitmek” (% 50) şeklinde cevap verdiler.<br />

Öğrencilere uygulanan anketin en çarpıcı<br />

sonucu ise “<strong>İstanbul</strong> ile bilgileri nereden<br />

öğrendiniz? (Birden fazla seçenek<br />

işaretleyebilirsiniz.)” sorusuna verdikleri<br />

cevaplardı. Öğrencilerimizin büyük çoğunluğu<br />

<strong>İstanbul</strong> ile ilgili bildiklerini<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

“okul”dan ve “televizyon”dan öğrendiklerini<br />

belirttiler. Bu cevaplar <strong>İstanbul</strong><br />

dersinin ne kadar gerekli ve acil bir ihtiyaç<br />

olduğunun en belirgin işareti olarak<br />

değerlendirildi.<br />

Öğrencilerimize uyguladığımız anketin<br />

son sorusu <strong>İstanbul</strong> Dersi kitabının kapağına<br />

bir resim yapınız. Ne çizdiniz?<br />

Anlatınız.” şeklindeydi. Yapılan resimleri<br />

incelediğimizde en çok Boğaz Köprüsü<br />

ve <strong>İstanbul</strong> Boğazı’nı, Kız Kulesi, Topkapı<br />

Sarayı, Ayasofya Müzesi, Doğal<br />

Güzellikler, Gülhane Parkı, Marmara<br />

Denizi, denizde vapurlar çizildiğini fark<br />

ettik. Bir öğrencimiz “çokca ev resimli<br />

kapak yapardım” dedi. “Kadıköy nostaljik<br />

tramvayını”, “otoban, yol, çok araç ve<br />

yoğun trafik”, “bol çiçekli bir resim”<br />

“Turist” ve “Haydarpaşa Garı” gibi resimler<br />

yapanlar da oldu.<br />

Anket sonucunda öğretmenlerin ve öğrencilerin<br />

görüşleri ile Komisyonumuzun<br />

tespit etmiş olduğu <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />

Öğretim Programının içeriğinin büyük<br />

oranda örtüştüğünü fark ettik. Anketlerde<br />

dile getirilen farkı öneri ve görüşleri<br />

de programa yansıttık.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı<br />

Geliştirme Komisyonu<br />

21


22<br />

Röportaj<br />

İSTANBUL DERSİ’Nİ<br />

YÜREKTEN DESTEKLİYORUM<br />

Röportaj: Bülent PARLAK<br />

Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden, hem ülkemizin, hem bütün insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />

Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını yürekten destekliyorum. Ama bu dersin ilginç, merak yüklü ve<br />

eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong> gizemler, tarihi ve kültürel<br />

zenginliklerle dolu bir şehir.<br />

Ahmet Bey, özgeçmişinizi okuduğumuzda<br />

Antep hudutları <strong>için</strong>de dünyaya<br />

geldiğinizi görüyoruz. Sonra <strong>İstanbul</strong>’da<br />

Siyasal Bilgiler Fakültesi, sonra Moskova…<br />

Bize Antep’ten <strong>İstanbul</strong>’a gelişinize<br />

dair birkaç şey söyler misiniz?<br />

Çünkü artık Antepli olmaktan çok <strong>İstanbul</strong>lu<br />

olarak biliniyorsunuz… Ne<br />

düşünürdünüz Antep’te iken <strong>İstanbul</strong>’a<br />

dair?<br />

<strong>İstanbul</strong> renkli, büyüleyici, ilginç ama<br />

aynı zamanda korkutucu bir şehir olarak<br />

görünürdü gözüme, ben Gaziantep’te<br />

yaşarken. Bu izlenimim<br />

<strong>İstanbul</strong>’a geldiğim ilk üç ay boyunca<br />

da sürdü. Nerede Antep’in sakin sokakları,<br />

caddeleri, nerede Sirkeci’deki,<br />

Taksim’de çalkalanan kalabalık. Kendimi<br />

insandan bir girdabın <strong>için</strong>e düşmüş<br />

gibi hissediyordum. Doğduğum<br />

şehre gitmek <strong>için</strong> sömestr tatilini iple<br />

çekiyordum. Sonunda o gün geldi.<br />

Yirmi saatlik zorlu bir yolculuğun ardından<br />

çocukluğumun şehrine vardım.<br />

Otobüsten indiğimde toprağı öpme-<br />

mek <strong>için</strong> kendimi güç tutuyordum.<br />

Gözlerim nemlenmiş sokaklara, evlere,<br />

parklara bakıyordum. Ama bu durum<br />

üç gün sürdü. Üç gün sonra acayip bir<br />

özlem hissettim içimde. Evet yanılmadınız,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u özlüyordum. Çocuk-<br />

Nisan / 2011<br />

luğumun masum kenti artık bana<br />

küçük geliyordu. Böylece <strong>İstanbul</strong>’la<br />

sevdalandığımı anladım.<br />

Ben şöyle düşünüyorum: <strong>İstanbul</strong>lu olmanın<br />

tek dezavantajı hemşerisiz kalmak.<br />

Her şehirden insanın hemşerisi<br />

oluyor ama <strong>İstanbul</strong>lu olanın hemşerisi<br />

olmuyor. Ne diyeceksiniz bu konuda?<br />

Aslında ben kendimi şanslı sayıyorum.<br />

Çünkü <strong>İstanbul</strong>’u çok sevmeme rağmen<br />

Antep’le bağım hiçbir zaman<br />

kopmadı. Antep’e duyduğum sevgiyi,<br />

oranın özgün kültürünü korumaya çalıştım.<br />

Yılda en az iki kez Antep’e giderim.<br />

Ailemin büyük bir bölümü<br />

orada yaşar, eski arkadaşlarımla bağımı<br />

hiçbir zaman yitirmedim. Bu anlamda<br />

iki şehirli olduğumu söyleyebilirim;<br />

Antepli ve <strong>İstanbul</strong>lu. Tabi bu iki kültürün<br />

benim yazarlık sürecimi de yakından<br />

etkilediğini belirtmeliyim. İşin<br />

güzel tarafı hem has <strong>İstanbul</strong>lular, hem<br />

has Antepliler bana sahip çıkar, destek<br />

verir, çalışmalarımda yardımcı olurlar.


İki kültürlülük de ayrıca çok güzel bir<br />

durum.<br />

Biz <strong>İstanbul</strong> Kültür ve <strong>Eğitim</strong> Dergisi’nin<br />

bu sayısını <strong>İstanbul</strong>’a ayırdık sadece.<br />

<strong>İstanbul</strong>’u etraflıca tanıtan bir<br />

dergi olacak inşallah. Röportajı kiminle<br />

yapalım diye düşünürken aklımıza<br />

hemen siz geldiniz. Çünkü <strong>İstanbul</strong><br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> olarak bu sene Dersimiz<br />

<strong>İstanbul</strong> diye bir ders kondu müfredata<br />

ve bayağı da ilgi gördü bu fikir.<br />

Dersimiz <strong>İstanbul</strong> adlı proje hakkında<br />

neler söylemek istersiniz?<br />

Son derece doğru ve yerinde bir<br />

karar. <strong>İstanbul</strong>, sadece ülkemize ait<br />

bir değer değil. <strong>İstanbul</strong>’dan ya da<br />

eski isimleriyle Byzantion’dan, Konstantinopolis’ten<br />

ya da Kostantinniye’den<br />

bahsetmeden insanlık tarihini<br />

yazamazsınız. Gerek Roma imparatorluğu<br />

döneminde, gerek Osmanlı<br />

İmparatorluğu döneminde, dünya<br />

bu şehirden yönetilmiştir. Bir anlamda<br />

dünyanın merkezi olmuştur.<br />

Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden,<br />

hem ülkemizin, hem bütün<br />

insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />

Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını<br />

yürekten destekliyorum.<br />

Ama bu dersin ilginç, merak yüklü<br />

ve eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen<br />

her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong><br />

gizemler, tarihi ve kültürel zenginliklerle<br />

dolu bir şehir.<br />

Ahmet Bey, son kitabınıza gelelim… <strong>İstanbul</strong><br />

Hatırası adlı kitabınızın başında<br />

teşekkür kısmında epeyce bir isim yer alıyor.<br />

Sanırız <strong>İstanbul</strong> Hatırası’nı hazırlarken<br />

<strong>için</strong>deki bilgilerin gerçekliğine<br />

sadık kalmak istediniz. Zor olmadı bu<br />

kadar isimle çalışmak romanı hazırlarken?<br />

<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nı yazarken iki türlü<br />

mutluluk yaşadığımı söyleyebilirim.<br />

<strong>İl</strong>ki yazmanın mutluluğu, ikincisi öğ-<br />

renmenin mutluluğu. Evet, 2700 yıllık<br />

bir kentin tarihini, bir romanın ana<br />

konusu haline getirmik hiç de kolay<br />

olmadı. Ama çok zevkli bir uğraştı.<br />

Bilmediğim o kadar çok şey öğrendim<br />

ki, merakım iyice kabardı. Farklı bilgilere<br />

ulaşmanın verdiği heyecan, yazma<br />

<strong>İstanbul</strong> çok kültürlü, çok inançlı, çok<br />

uluslu bir kent. İnanılmaz bir kültürel<br />

zenginlik ve kültürel karmaşa var.<br />

Bir yazar <strong>için</strong> bulunmaz malzemedir<br />

bu. Deyimimi bağışlayın bir tür insanlık<br />

laboratuarı. Ancak sözünü ettiğiniz<br />

yazarlardan bir farkım var<br />

benim.<br />

isteğimi iyice kamçıladı. Şunu da itiraf<br />

etmeliyim ki, öğrendiğim bilgilerin<br />

ancak yarısını bu romanda kullanabildim;<br />

çünkü üzerinde çalıştığım metin<br />

bir romandı, daha fazla bilgi vermek<br />

didaktizme düşmeme yol açabilirdi.<br />

Birlikte çalıştığım değerli bilim adamlarına<br />

gelince, onlara şükran borçlu-<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

yum. Bana her zaman yardım ettiler.<br />

Çok değerli zamanlarını bana ayırmaktan<br />

vazgeçmediler. Bu romanın<br />

oluşmasında önemli bir rol oynadılar.<br />

Bir romanda maktul varsa orada güvenlik<br />

güçleri de vardır. Polisiye roman yazıyorsunuz<br />

ve bunu 12 Eylül<br />

İhtilaline bağlıyorsunuz. Bu gerilimde<br />

sizi çeken yönler nelerdir?<br />

“Yazarın üslubunu belirleyen şey, kişisel<br />

yaşamıdır” derler. Ben 12 Eylül<br />

darbesinin öncesinde ve sonrasında<br />

aktif bir politik yaşamın <strong>için</strong>deydim.<br />

Haliyle, bu oldukça riskli bir yaşam<br />

sürmeme yol açıyordu. Her öldürülme,<br />

yaralanma ve tutuklanma<br />

tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Yazmaya<br />

başlayınca da öykülerim hep<br />

gerilim içeren metinler olmaya başladı.<br />

Yani polisiye ya da gerilim yazmaya<br />

ben karar vermedim, adeta<br />

yaşadığım hayat beni buna itti. Eşyanın<br />

tabiatına uygunluk da diyebiliriz.<br />

Böyle metinler yazmaktan zevk<br />

aldığımı fark edince, o zaman bu<br />

işin en iyisini yapmalıyım diye<br />

düşündüm. Yani Batı taklidi, ABD<br />

şablonu polisiyeler değil, kendi kültürümüzden<br />

yola çıkarak, bize özgü<br />

romanlar yazmayı amaçladım. Bu<br />

süreç ilerlerken, ülkemizin muhteşem<br />

tarihini keşfettim ve romanlarımın<br />

arka planına bu tarihi<br />

yerleştirmeye başladım. Ülkemizin baş<br />

döndürücü tarihini ve kültürünü romanlarımın<br />

vazgeçilmez unsuru haline<br />

getirdim.<br />

Peyami Safa, Agatha Christie, Edgar<br />

Allen Poe ve birçok isim daha polisiye romanlar<br />

yazmış. Sanırız polisiye romanların<br />

adrenalini oldukça çok ve yazanı<br />

da etkiliyor. <strong>İstanbul</strong> çok mu yakışıyor<br />

polisiye romanlara?<br />

<strong>İstanbul</strong> çok kültürlü, çok inançlı, çok<br />

uluslu bir kent. İnanılmaz bir kültürel<br />

23


24<br />

zenginlik ve kültürel karmaşa var. Bir<br />

yazar <strong>için</strong> bulunmaz malzemedir bu.<br />

Deyimimi bağışlayın bir tür insanlık<br />

laboratuarı. Ancak sözünü etiğiniz yazarlardan<br />

bir farkım var benim. Polisiye<br />

benim <strong>için</strong> katilin kim olduğunu<br />

bulmak <strong>için</strong> yazılan bir metin değildir.<br />

Hayır, benim romanlarımda cinayet,<br />

tıpkı Shakspeare gibi, Dostoyevski gibi<br />

insanı anlatmanın, insan ruhunu açığa<br />

çıkarmanın bir yöntemidir. Bu nedenle<br />

romanlarımda, sözünü ettiğiniz yazarların<br />

kurgularından yararlanmakla birlikte<br />

asıl amacım, insan nedir, yaşamın<br />

anlamı var mıdır, inançla insan arasındaki<br />

ilişki ne olmalıdır gibi evrensel soruları<br />

tartışmayı amaçlarım.<br />

Şu an okuduğum bir kitap var. Çağrı<br />

Yayınları’ndan çıkan Fatih Kerimi’nin<br />

<strong>İstanbul</strong> Mektupları diye. Trablusgarp<br />

dönemine ait <strong>İstanbul</strong>’u anlatıyor. Her<br />

dönem yeni bir polisiye dönem demek<br />

belki de. Hangi dönemin <strong>İstanbul</strong>’unda<br />

bir polisiye yazmak isterdiniz? Mesela yeniçeriler<br />

ayaklanırken bir zabit romanı<br />

olabilir mi? Cinayet mahallinde temiz<br />

kalmış birileri belki olabilir çünkü…<br />

<strong>İstanbul</strong>’da üç ayrı dönemde geçen, üç<br />

ayrı polisiye metin yazmak isterdim.<br />

<strong>İl</strong>ki, Jüstinyen zamanındaki Nika ayaklanması,<br />

ikincisi, Fatih döneminden<br />

yaşanmış bir cinayeti anlatmak, üçüncüsü<br />

ise İttihat ve Terakki dönemi. Bu<br />

üç dönemde yaşananlar, doğrudan bu<br />

kentin tarihiyle ilgilidir. Yaşanan politik<br />

olaylar doğrudan kentin dokusuna,<br />

oluşumuna etki yapmış, tarih kadar,<br />

kenti de değitirmiştir. Elbette, cinayet<br />

mahallinde temiz kalmış birileri hep<br />

olacaktır. Ama cinayetleri aydınlatmak<br />

<strong>için</strong> temiz kalmak yetmez, cesaret ve<br />

zekâ da gerekecektir.<br />

Hani insan daha çok kendini yazarmış<br />

ya Ahmet Bey, sizin suça bir meyiliniz<br />

mi var ki polisiye ile bu kadar içli-dışlısınız?<br />

Hangimiz suça meyille değiliz ki? İnsanın<br />

<strong>için</strong>de iyi ile kötü, güzel ile çirkin,<br />

kahraman ile korkak, yüce olanla,<br />

aşağı olan hep çatışagelmiştir. Önemli<br />

olan ruhumuzdaki bu kavgada iyinin,<br />

güzelin, kahramanın, yüce olanın muzaffer<br />

olmasını sağlamaktır. Bunun da<br />

ilk koşulu kendimizi tanımaktan geçer.<br />

Eğer <strong>için</strong>izdeki kötülüğün ya da korkaklığın,<br />

çirkinliğin ayırdına varmaz-<br />

Nisan / 2011<br />

sanız olumlu yönde değişimi gerçekleştirmeniz<br />

zor olacaktır. Romanlarımı<br />

yazarken de insan ruhunun bu çok yapılı<br />

halini anlatmayı seçerim. Çünkü<br />

salt iyilikten ya da salt kötülükten oluşan<br />

bir insan yoktur. İyi polisiye<br />

roman, kendimizle yüzleşmemizi sağladığı<br />

<strong>için</strong>, içimizdeki olumsuzluklarla<br />

mücadelemizde de bize çok yardımcı<br />

olur. Kendisinin iyi olduğunu zanneden<br />

kötü bir insanın düzelmesi oldukça<br />

zordur.<br />

Tekrar son kitabınıza dönmek istiyorum.<br />

<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda yer alan kahramanlar<br />

kimler, kime benziyorlar, nerede<br />

yaşıyorlar? Nedir <strong>İstanbul</strong>’la alıp veremedikleri?<br />

Romanda yer alan bir sahne<br />

benim gibi yırtık çorabını atamayan biri<br />

<strong>için</strong> oldukça enteresan geldi. Nevzat var,<br />

Nevzat’ın benimkine benzer her yeri dökülen<br />

bir otomobili var. Mesela o arabasını<br />

atamıyor.<br />

Romanımın ana kahramanlarının neredeyse<br />

tümü eski <strong>İstanbul</strong>lu. Ama romanın<br />

baş kahramanı <strong>İstanbul</strong>. Öteki<br />

kahramanlarımı, roman boyunca harekete<br />

geçiren de <strong>İstanbul</strong> sevdası. Günümüz<br />

dünyası, tam bir tüketim


toplumuna dönüştü. Vefa, sevgi, değerbilirlik,<br />

bunlar giderek yok oluyor.<br />

Yeni olan, olumlu ya da olumsuz olsun<br />

hemen eskinin yerini alıyor. Oysa her<br />

eski, olumsuz değildir, tabii her yeni de<br />

olumlu. <strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda biraz da<br />

bu anlayışı eleştirmek istedim. Üstelik<br />

<strong>İstanbul</strong> gibi hiç de yeni olmayan bir<br />

kentten yola çıkarak bu meseleyi tartışmak<br />

bana oldukça ilginç geldi. Evet,<br />

bizi biz yapan aynı zamanda yaşadığımız<br />

şehirdir, oturduğumuz evdir, gezdiğimiz<br />

sokaklardır, eşyalarımızdır.<br />

Onların değerini bilmemek, belki de<br />

kendi yaşamımızın değerini bilmemek<br />

anlamına gelecektir.<br />

<strong>İstanbul</strong>’da yedi rakamının büyük önemi<br />

var: Yedi tarihi mekân, yedi cinayet ve<br />

tarihi yarımada... ‘Son romanınızda da<br />

yediye olan vurgu oldukça göze çarpıyor.<br />

Nedir 7?<br />

Yedi, Pisagor öğretisindeki önemli rakkamlardan<br />

biridir. Tamamlanmışlığı,<br />

olgunlaşmışlığı, hazır olmuşluğu, sürecin<br />

tamamlanmış olduğunu anlatır. Bu<br />

anlam, Roma İmparatorluğu’nda başkentlerinin<br />

yedi tepeli yerlerde seçilmesine<br />

neden olmuştur. Gerek Roma<br />

şehri, gerekse Konstantinopolis yedi tepeliydi.<br />

Her iki şehirde Roma İmparatorluğu’na<br />

başkentlik yapmıştı. Ama<br />

dünyanın farklı kültürlerinde de yedi<br />

rakkamı önemli anlamlar taşır. Romanlarımda<br />

gizemle, gerçeği kaynaştırarak<br />

okura meraka sürüklemeyi<br />

sevdiğimden bu türden sayısal anlamlara<br />

yer vermeyi tercih ediyorum.<br />

<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda adı geçen Nevzat’ı<br />

ben biraz da Muhsin Bey’e benzettim.<br />

Akrabalık var mı aralarında?<br />

Yerinde bir benzetme. Çünkü Başkomser<br />

Nevzat, Yavuz Tugrul’un ünlü<br />

filmi Muhsin Bey’deki başkarakterden<br />

etkilenerek oluşturduğum bir kahramandır.<br />

Bazı okurlarım, böyle polis mi<br />

Romanımın ana kahramanlarının neredeyse<br />

tümü eski <strong>İstanbul</strong>lu. Ama<br />

romanın baş kahramanı <strong>İstanbul</strong>.<br />

Öteki kahramanlarımı, roman boyunca<br />

harekete geçiren de <strong>İstanbul</strong><br />

sevdası. Günümüz dünyası, tam bir<br />

tüketim toplumuna dönüştü. Vefa,<br />

sevgi, değerbilirlik, bunlar giderek<br />

yok oluyor. Yeni olan, olumlu ya da<br />

olumsuz olsun hemen eskinin yerini<br />

alıyor. Oysa her eski, olumsuz değildir,<br />

tabii her yeni de olumlu.<br />

olur diye sorarlar. Benim idealimdeki<br />

polis tipi Nevzat’tır derim. Çünkü güce<br />

sahip olan kolluk kuvvetlerinin vicdan<br />

sahibi olmaları gerektiğine inanırım.<br />

Devletin silahını belinde taşıyanların,<br />

devletin sorgulama gücüne sahip olanların,<br />

bu toplumda herkesten fazla<br />

insaf ve insan sevgisine sahip olmaları<br />

gerekir. Adaletin sağlanması ancak<br />

böyle gerçekleşebilir diye düşünüyorum.<br />

Aksi takdirde gücün zulmüne<br />

tanık oluruz ki, bu adalet duygusunun<br />

tümüyle zedelenmesinden başka bir işe<br />

yaramaz.<br />

Ne demeli artık bilmiyorum da çok teşekkür<br />

ederim.<br />

Ben de size ve <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

mensubu herkese teşekkür ederim…<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>İstanbul</strong> Hatırası’ndan<br />

Allah’ın evine bakıyordu Kanuni Sultan<br />

Süleyman, bir adım gerisindeydi Başmimar<br />

Sinan. Nefesini tutmuş, ne diyeceğini<br />

bekliyordu bu cihan padişahının. Nefesini<br />

tutmuştu ama içi kıpır kıpırdı. Dalgalı bir<br />

deniz gibi, rüzgarlı bir bahçe gibi, yağmura<br />

hazırlanan gökyüzü gibi. Hacı Bektaş<br />

Ocağı’na yüz sürdüğü ilk an gibi.<br />

Yeniçeri olup sefere çıktığı ilk gün gibi. Van<br />

denizinde yüzecek iç kadırgayı suya indirirken<br />

bir türlü geçmek bilmeyen zaman<br />

gibi. Yıllar sonra köyüne döndüğünde,<br />

ölmüş annesinden kalan buruk bir hatıra<br />

gibi.<br />

Allah’ın evine bakıyordu Süleyman. Kendi<br />

adıyla anılacak muhteşem tapınağa. Gökyüzüne<br />

nakşedilmiş gibi duran kutsal yapıya.<br />

Hanedanlığının ve hükümdarlığının<br />

eşsiz eserine. Allah’ın evinin kapısına bakıyordu<br />

Sultan. Cennet’i saklar gibi sımsıkı<br />

kapatılmış sedef kakmalı kanatlarına.<br />

Kanatları açacak anahtara bakıyordu.<br />

Kısmetli günleri muştulayan bir güvercin<br />

gibi konmuştu avuçlarına. Mimar Sinan’a<br />

bakıyordu Sultan. Mimar’ın başı öndeydi,<br />

bakışları yerde. Mimar el pençe divan durmuştu<br />

Sultan’ın bir adım gerisinde.<br />

Sinan’a bakıyordu Süleyman. Allah nasıl<br />

göğü yedi kat yaratmışsa, Allah nasıl hayatı<br />

yedi günde var etmişse, bu muhteşem<br />

ibadethaneyi yedi yılda tamamlayan<br />

adama. Sinan’a bakıyordu Süleyman.<br />

Kendisi gibi, kaderi bu saltanat tarafından<br />

yazılan kula. Sevdiği kadına külliye,<br />

ölmüş oğluna türbe, kızına camiler yapan<br />

mimara. Bu şehrin her köşesine cenneti<br />

çağrıştıran yapılar diken dehaya. Sinan’a<br />

seslendi Sultan: “Gel Mimarbaşı, bu<br />

anahtar senindir. Bina eylediğin Allah’ın<br />

evini, gönül temizliği ve dua ile yine senin<br />

açman gerekir.”<br />

25


26<br />

Deneme<br />

ŞEHRE BAKTIM:<br />

YENİKTİM, AKŞAMDI İÇİM<br />

Semih Kaplanoğlu<br />

Yönetmen<br />

Ben Sultan Mehmet, ikinci, yazgıma boyun eğdim, düşüme inandım, gençtim, aldı atım, tek hazinem<br />

mührümdü, harcadım, adımdan bir hisar yaptırdım, güç aldım, mührüme tırmandım, oradan şehre yüz<br />

üç kere baktım, önümde derya aktı, ben aktım.<br />

YAZGI<br />

Ben Sultan Mehmet, ikinci, yazgıma<br />

boyun eğdim, düşüme inandım, gençtim,<br />

aldı atım, tek hazinem mührümdü,<br />

harcadım, adımdan bir hisar yaptırdım,<br />

güç aldım, mührüme tırmandım, oradan<br />

şehre yüz üç kere baktım, önümde<br />

derya aktı, ben aktım.<br />

Ben Konstantin, şehrin sahibi, ülkenin<br />

imparatoru, bin yıllık kemiklerin koruyucusu,<br />

çanların, surların, kitapların,<br />

çocukların, limanların, tasvirlerin, mülklerin,<br />

suların, dikilitaşların, iki denizin<br />

savunucusu, yazgıma boyun eğdim, kapıları<br />

kapattım ve kilitledim ve çekildim,<br />

bir sabah, erguvanların açtığını gördüm,<br />

o gün kırk dokuz yaşında, surların dibinde,<br />

ilk Müslüman savaşçıları gördüm,<br />

namaz kılıyorlardı, okçularımı durdurdum,<br />

Tanrı’ya yakarışlarını izletirdim.<br />

Ben Konstantin.<br />

Ben Sultan Mehmet, otuz sekizinci gününde<br />

kuşatmanın, ateş ve kan, ölü atlar<br />

ve askerler, kırık toplar ve kalkanlar,<br />

delik zırhlar ve sönmüş mancınıklar,<br />

yanmış ağaçlar ve batmış kadırgalar, devrilmiş<br />

kazanlar ve kendini asmış paşalar,<br />

can çekişen köpekler ve yaralılar arasında<br />

elimde bir zambak dolaştım, kanlı toprağa<br />

baktım ve Allah’a yalvardım ve bir<br />

kuyunun başında lağımcılarıma şöyle<br />

dedim, bir de yeraltından deneyelim!<br />

Ben yorgun ve uykusuz ve lanetli Konstantin,<br />

ayaktayım dimdik; kadınları ve<br />

Nisan / 2011<br />

çocukları ve ihtiyarları saymazsak ayaktayız<br />

dimdik, bütün kandillerini yaktırdım<br />

Aya Sofya’nın, kulaklarımız<br />

toprakta, şehrin karnı patladı patlayacak,<br />

tüneller kazıyorlar gece boyu, seslerini<br />

işitiyoruz, kimi yerlerden bir anda ortaya<br />

çıkıyorlar cehennem zebanileri gibi, tünellere<br />

döktüğümüz kızgın yağda kavrulsalar<br />

da pes etmiyorlar, nihayet şafak<br />

vakti geri çekildiler, çanlar artık hiç susmuyor,<br />

ilahiler ve yaralılar, öksüzler ve<br />

keçiler, kargalar ve fareler, yeni doğmuş<br />

bebekler ve ölmek <strong>için</strong> yalvaran ihtiyarlar<br />

hiç susmuyor.<br />

Ben Sultan Mehmet, 28 Mayıs gecesi şehirden<br />

gelen sesleri şöyle susturdum: Ordugâhlarımın<br />

her bir çadırında iki ateş<br />

yaktırdım ve şehrin etrafını boydan boya<br />

alevlerle donattım, ateşlerin kızıllığında<br />

ak bir ata bindim ve yalnız ve zırhsız ve<br />

silahsız ve dik ve çıplak ayak, surlara dizilmiş<br />

Rum askerlerinin gözlerinin <strong>için</strong>e<br />

bakarak ve askerlerimin hayır dualarını<br />

alarak ve çığlıklardan bir orduyla akarak<br />

sur boyu dolandım, sustu çanlar, feryatlar,<br />

kuşlar, ilahiler, toplar, kalkanlar, zırh-


lar, taşlar, böyle bütün gece sabah ezanına<br />

kadar at sürdüm, göçebe nal seslerim<br />

yıkık sarayın avlularında çınladı ve<br />

Ayasofya’nın kubbesinde asılı kaldı.<br />

Ben suskun ve yenik ve umutsuz Konstantin<br />

nihayet onu gördüm, işittim;<br />

gençti, mağrurdu. kinliydi, yazgımı anladım<br />

ve dua etmeyi bıraktım ve 29<br />

Mayıs sabahı kartal işlemeli krepdöşin<br />

astarlı palaskası som altın imparatorluk<br />

elbisemi giydim ve sarayımın önünde<br />

onu bekledim, öğleden sonra şehre girdiler,<br />

etrafımdan geçip gittiler, Aya Sofya’nın<br />

kapılarını kırdıklarını işittiğimde<br />

ve onun atını kiliseye sürdüğünü<br />

haber aldığımda kendi işimi kendim<br />

gördüm; kanım maviydi.<br />

Ben Fatih Sultan Mehmet, muzaffer,<br />

cesur, gururlu padişah, şehri<br />

aldım ve onu aradım ve haber saldım<br />

ve haykırdım ve yalvardım;<br />

yoktu, bazıları kaçtığını, bazıları<br />

şehirde saklandığını, bazıları da savaşarak<br />

öldüğünü söylüyordu, gerçeği<br />

öğrenmek istediğimden üst<br />

üste yığılmış cesetlerin hepsinin<br />

yüzünü yıkattım, kimse onu tanımadı,<br />

sonunda pelerini altın kartallarla<br />

süslü ve altın palaskası ve<br />

sandaletleriyle bir ölü getirdiler, ayaklarımın<br />

dibine attılar ve elimin bir hareketiyle<br />

huzurumdan çekildiler, bir alıcı<br />

kuş gibi bekledim, sonra çevirip baktım,<br />

yüzünde zaferimi gördüm ve zambağımı<br />

çıplak göğsüne bıraktım ve onu kimsenin<br />

bilmediği bir yere kendi ellerimle<br />

gömdüm ve şehre baktım “yeniktim, akşamdı<br />

içim.”<br />

SIR<br />

Olay, 1993’ün Kasımı’nda bir gece şehrin<br />

kuzeybatı ucunda, bir parkta geçti.<br />

Öykünün kahramanına verdiğim söz nedeniyle<br />

bu anıyı üç yıl kendime sakladım.<br />

Zamanı gelene kadar susacak, sırrı<br />

kimseyle paylaşmayacaktım. Karşılığında<br />

o, dilediğim şeyi bulup getirecek<br />

ve sözleştiğimiz yere bırakacaktı. Üç yıl<br />

boyunca her sabah anlaştığımız gibi,<br />

güneş doğarken oraya gidip baktım. Nihayet<br />

geçenlerde Aşiyan çakarının dibinde<br />

beklediğim emaneti buldum.<br />

Dostum sözünü tutmuştu. Böylece aramızdaki<br />

sır, sır olmaktan çıktı, suskunluğum<br />

sona erdi. Şimdi bu öyküyü<br />

sizlerle paylaşacağım ama bir şartım var:<br />

Anlatacaklarımı kimseye anlatmayacak,<br />

bu kısa öyküyü okur okumaz unutacaksınız.<br />

Söz mü?<br />

O zaman dönelim üç yıl önceki geceye,<br />

gecenin şimdiki zamanına.<br />

Göksu Deresi’nden Boğaz’a doğru akan<br />

sis, geç saatlerin balıkçı sandallarını teker<br />

teker mideye indiriyor; sıranın kendilerine<br />

geleceğini anlayan köpekler sise dişlerini<br />

gösterip havlayarak kaçışıyor; iri<br />

boğaz fareleri su kesimindeki yuvalarından<br />

çıkıp rıhtıma yayılıyorlardı. Gece<br />

yaratıklarının ortaya çıkma saatleriydi.<br />

Yukarda Fikret’in evindeki büyük saat<br />

on ikiyi vurdu. Ölüler sonsuz uykularında<br />

sağdan sola döndüler ve aynı toprağı<br />

paylaştıkları ağaçları titrettiler,<br />

böylece son yapraklar da döküldü...<br />

İşte tam o sırada yakınımda hissettiğim<br />

tıkırtılarla irkildim ve dönüp baktım. Bir<br />

çöp toplayıcı parkın çöp kutularını karıştırıyor,<br />

işine yarayanları ayıklayıp arabasına<br />

atıyordu. Onu izlemeye<br />

koyuldum. Titizliği, çöpleri karıştırır-<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

kenki dikkati, ayırıp aldığı nesnelere gösterdiği<br />

özen ve hareketlerindeki yavaşlık<br />

ilgimi çekti. Bu arada o yanımdaki kutuya<br />

gelmiş, üstteki bira tenekelerini yavaşça<br />

öte yana itip elini derinlere<br />

daldırmış, ancak bir kasa hırsızının şifreyi<br />

çözerken göstereceği sabırla, elini<br />

sürdüğü her bir nesnenin çıkardığı tıkırtılara<br />

kulak kesilmiş, kendi esrarlı nesnesinin<br />

sesini bekliyordu.<br />

Derken onu buldu ve diplerden özenle<br />

çıkardı. Bu bir meyve suyu kutusuydu.<br />

Kutuyu inceledi, sağına soluna uzun<br />

uzun baktı, paketin alt kulakçıklarını<br />

açtı, kutunun üzerindekileri<br />

okudu ve nesneyi arabasına<br />

koydu. Sorumu duymamış gibi<br />

sessiz kaldı. Tekrarladım: “Niye<br />

sadece meyve suyu paketi topluyorsun?”<br />

Sürdürdüm: “Niye yalnızca<br />

o markayı ve o markanın<br />

sadece vişne suyu paketlerini?” Yakalanmıştı,<br />

şaşırdı. “Ben sadece<br />

toplayıcıyım. Bilmem. Bunun cevabını<br />

okuyucularla yazıcılar bir<br />

de yorumcular verebilir, ben konuşamam...”<br />

Hayretle “Okuyucular, yazıcılar,<br />

yorumlayıcılar mı? Sen ne diyorsun,”<br />

diyebildim. Sustu ve gitmeye davrandı.<br />

Önünü kestim. “Anlatsana şunu,<br />

bana güvenebilirsin,” dedim. “Niye,”<br />

dedi ve devam etti: “Çöp toplayıcıların,<br />

yazıcı, okuyucu ve yorumcuların evlerine<br />

baskınlar yapılır, onlarca yılın emeği<br />

yargısız infazlarla yok edilirken mi?”<br />

“Benden bir zarar gelmez, hem ben<br />

de...” Sözümü kesti “Belli sen de bir<br />

okuyucu bir yorumcusun uğraşımı okudun..<br />

Ama bakalım iyi bir sırdaş mısın?”<br />

“Bunu anlamanın bir tek yolu var,”<br />

dedim. Yüzüme baktı ve sırrını açtı.<br />

Karşılaşmalar<br />

<strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

27


28<br />

Kim Ne Dedi?<br />

İSTANBUL DERSİ<br />

HAKKINDA KİM NE DEDİ?<br />

Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden, hem ülkemizin, hem bütün insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />

Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını yürekten destekliyorum. Ama bu dersin ilginç, merak yüklü ve<br />

eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong> gizemler, tarihi ve kültürel<br />

zenginliklerle dolu bir şehir.<br />

Sebahattin YAĞCI<br />

Mehmet Rauf Lisesi Müdürü<br />

<strong>İstanbul</strong>’u geleceğimizin teminatı gençlere,<br />

çocuklara derslerle öğretmek tek<br />

çözüm yoludur. <strong>İstanbul</strong>’u sokak sokak,<br />

cadde cadde engin tarihiyle anlatmalıyız.<br />

<strong>İstanbul</strong>’u bilmeyen insan, bilmediği<br />

şeyi sevemez. İnsan bilmediğinin düşmanıdır.<br />

<strong>İstanbul</strong>’u ne kadar güzel ne<br />

kadar çok anlatabilirsek o derece bilinir<br />

ve sevilir. <strong>İstanbul</strong> ne kadar çok sevilirse<br />

o kadar korunur güzellikleri zenginleştirilerek<br />

devam eder, hayranları ve aşıkları<br />

artar. <strong>İstanbul</strong> hepimizin, <strong>İstanbul</strong> sadece<br />

Türk öğrencilere değil <strong>İstanbul</strong>’a<br />

eğitim almaya gelen yabancı öğrencilere<br />

de, onlara da hitap eden İngilizce, Rusça,<br />

Çince v.b. dillerde anlatılmalıdır. <strong>İstanbul</strong>’a<br />

baktığımızda gözümüze olumsuz<br />

olarak görülen tüm manzaralar <strong>İstanbul</strong>’u<br />

bilmeyen, öğrenmek <strong>için</strong> merak<br />

bile etmeyen, <strong>İstanbul</strong>’u sevmeyen kişilerce<br />

oluşturulmuştur. Bu şekilde <strong>İstanbul</strong>’a<br />

sahip çıkmak mümkün değildir.<br />

Gençleri belirli yerlerin, Büyük alış veriş<br />

merkezlerinin dışına, yaşadığı semtin dışına<br />

çıkararak, <strong>İstanbul</strong>’u tarihi, kültürü,<br />

denizi ve değeri ile tanıtmalı, anlatmalı,<br />

zihinlerine nakşetmeliyiz. Bu bakımdan<br />

<strong>İstanbul</strong> dersi çok önemlidir bu projeyi<br />

düşünen ve hayata geçirenlere teşekkür<br />

ediyorum. <strong>İstanbul</strong>’u ancak <strong>İstanbul</strong>’u<br />

en iyi şekilde bilen, seven gençler koruyacak<br />

ve sahip çıkacaklardır.<br />

Ufuk DENİZLER<br />

Ahmet Keleşoğlu Anadolu Lisesi Müdürü<br />

Milletimiz tarafından fethedilen <strong>İstanbul</strong>,<br />

bu milli mührün basıldığı en<br />

önemli coğrafyamızdır. Asırlardır mimarimizin<br />

muhteşem eserleriyle öylesine<br />

bizim olmuştur ki artık kimsenin <strong>İstanbul</strong><br />

üzerinde hak iddia etmesi mümkün<br />

Nisan / 2011<br />

değildir. İşte çocuklarımıza bu bilinci<br />

aşılayabilmemiz <strong>için</strong> “<strong>İstanbul</strong> Dersi”<br />

projesi çok önemli bir fırsat. <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong><br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğümüzün ilimiz<br />

genelindeki ilköğretim okullarında uygulamaya<br />

koyduğu bu proje sayesinde<br />

tüm çocuklarımıza <strong>İstanbul</strong>’un doğal güzellikleri<br />

yanında onu bizim yapan, <strong>İstanbul</strong><br />

üstündeki mührümüz özelliğini<br />

taşıyan mimari eserlerimizin tanıtılması<br />

gerekmektedir. Bu tanıtım sayesinde öğrencilerimize<br />

<strong>İstanbul</strong>’a sahip olma fikri<br />

çok daha etkili bir şekilde kazandırılabilir.<br />

<strong>İstanbul</strong>’un bazı bölgelerinde henüz<br />

<strong>İstanbul</strong> Boğazı’nı dahi görme fırsatını<br />

yakalayamamış öğrencilerimizin bulun-


duğu gerçeğini kabul ederek “ <strong>İstanbul</strong><br />

dersi” etkinlikleri biz öğretmenler tarafından<br />

titizlikle uygulanmalıdır. “<strong>İstanbul</strong><br />

Dersi” projesi kapsamında yapılacak<br />

etkinlikler bu bireylerin yetişmesinde<br />

çok önemli katkılar sağlayacaktır. Projeyi<br />

hayata geçiren <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğümüze teşekkürler.<br />

Ayhan Kurt<br />

<strong>Eğitim</strong> Bir Sen Üsküdar <strong>İl</strong>çe Başkanı<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü’nün<br />

son bir yılda uygulamaya koyduğu projeleri<br />

heyecanla takip ediyoruz. <strong>Eğitim</strong><br />

camiası olarak yapılan çalışmalardan<br />

umutluyuz. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü<br />

sayın Muammer Yıldız'ın akademik bilgisini<br />

pratiğe aktarmada son derece<br />

başarılı olduğu herkesin ortak görüşü.<br />

Bizler şehirlerin ruhunun olduğuna inanan<br />

bir medeniyetin temsilcileriyiz. <strong>İstanbul</strong>'un<br />

tarihi mirasının, dokusunun,<br />

güzelliklerinin çocuklarımıza öğretilmesi<br />

maksadıyla "<strong>İstanbul</strong> Dersi" uygulamasını<br />

başlatanları tebrik ediyorum.<br />

Hatice Özlem Başara<br />

Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu Öğretmeni<br />

<strong>İl</strong>köğretim çağındaki çocuklarımızın,<br />

kent kültürü bilincini geliştirmeleri, yaşadığımız<br />

şehrin tarihi ve kültürel zenginliklerini<br />

fark etmeleri adına önemli<br />

bir adım niteliğinde olan “<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin<br />

yararları şüphesiz çok büyük. Bu<br />

ders sayesinde öğrencilerimiz, medeni-<br />

yetlerin beşiği olan, doğup büyüdükleri<br />

<strong>İstanbul</strong>’un tarihi ve doğal güzelliklerini<br />

tanıma ve keşfetme olanağı buluyorlar.<br />

Öğrencilerimiz, özellikle <strong>İstanbul</strong>’un tarihine<br />

karşı çok ilgili ve meraklılar. Ders<br />

esnasında büyük bir sessizliğin hâkim<br />

oluşu bu durumun en büyük ispatı. Bu<br />

ders öğrencilerime <strong>İstanbul</strong>’un, gerçekte<br />

ne olduğunu fark ettirdi. Dersin belirli<br />

bir kitabı ve materyali de yok… Bu dersin<br />

kitabı <strong>İstanbul</strong>’ un kendisi. Bu ders,<br />

<strong>İstanbul</strong>’da yaşamak kadar <strong>İstanbul</strong>’u yaşamanın<br />

da ne demek olduğunu öğretiyor<br />

bize. Bu derste defter tutmuyoruz.<br />

Öğrencilerimin ders boyunca anlatılanları<br />

akıllarında ve gönüllerinde tuttuklarından<br />

eminim. Gözlerindeki pırıltıda<br />

bunu görebiliyorum çünkü. Onlar o<br />

minik elleri ve kocaman yürekleriyle<br />

şimdi “<strong>İstanbul</strong>” şiirleri yazıyorlar… <strong>İstanbul</strong>’a<br />

da bu yakışırdı zaten..<br />

Haydi çocuklar… Zil çaldı.<br />

Dersimiz <strong>İstanbul</strong>!<br />

Kayhan Acar<br />

Göçbeyli <strong>İl</strong>köğretim Okulu Öğretmeni<br />

Yaşadığımız şehre ait bu dersin konulması,<br />

öğrencilerin <strong>İstanbul</strong> gibi büyük<br />

bir şehri sadece sosyal bilgiler dersinde<br />

öğrenmesinin yeterli olmadığının bir<br />

göstergesiydi. Görerek öğrenmenin okuyarak<br />

öğrenmeden daha iyi bir öğretim<br />

metodu olduğu düşünüldüğünde dersin<br />

önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu<br />

noktada yapılması gereken en önemli iş<br />

bu dersi sınıftan çıkarıp <strong>İstanbul</strong> şehrine<br />

yaymaktır. Bir de bizim gibi <strong>İstanbul</strong>’un<br />

köylerinde yaşayan, köyden şehre inemeyen<br />

öğrencilerle ders yapan öğretmenler<br />

<strong>için</strong> iyi bir deneyim olacaktır.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Öğrencilerimizin <strong>İstanbul</strong>lu olduklarının<br />

farkına varabilmeleri <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong><br />

dersini çok önemli bir fırsat olarak görüyorum.<br />

Pakize Mutlu<br />

Öğretmen<br />

Bu yıl ilk kez “<strong>İstanbul</strong> Dersi Etkinlikleri”<br />

kapsamında öğrencilerimizin <strong>İstanbul</strong><br />

hakkında düşünmeleri sağlanıyor.<br />

Çocuklarımız bir yandan <strong>İstanbul</strong> ile ilgili<br />

somut özellikleri ifade ederlerken<br />

diğer yandan okudukları gördükleri eserlerin<br />

onlarda uyandırdıkları hislere ve<br />

düşüncelere ilişkin görüşlerini bildiriyorlar.<br />

Boğaz’ın, Kız Kulesi’nin, Surların<br />

eşsiz güzelliğinin tadına varılırken;<br />

öğrencilerimizin ulaşımın ne kadar karmaşık<br />

ve birbirine bağlı olduğunu kavramaları;<br />

hatta karmaşayı, kalabalığı,<br />

gürültüyü tüm varlıklarıyla hissederken<br />

bu devasa şehrin çok renkliliğini fark etmeleri<br />

sağlanıyor. <strong>İstanbul</strong>’u <strong>İstanbul</strong><br />

yapan özelliklerin başında, <strong>İstanbul</strong>’un<br />

zevk ve estetik uyandıran değerlerini<br />

çeşitli vesilelerle keşfederken, bu muhteşem<br />

şehrimizi anlatan, kültürünü yansıtan<br />

şarkıları öğrenip söylüyorlar… Bu yıl<br />

çocuklarımız “<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />

Kültür Başkenti” kapsamında <strong>İstanbul</strong><br />

Dersi etkinleri ile ülkemizin hem ekonomik<br />

hem kültür hayatının merkezi<br />

olan <strong>İstanbul</strong>’u ve <strong>İstanbul</strong>luyu öğreniyorlar.<br />

Bundan daha lüzumlu ne olabilir<br />

ki?<br />

29


30<br />

Kim Ne Dedi?<br />

Nil Didem Şimşek<br />

Edebiyat Öğretmeni<br />

Özellikle ilköğretim okullarında, öğrenciler<br />

kazanımları etkinlikler yoluyla edinirler.<br />

6, 7, ve 8. sınıf seviyesinde<br />

yapılacak her türlü verimli etkinlik, öğrencilerin<br />

beklenen davranışlara daha<br />

kolay ve sorunsuz ulaşmalarını sağlayacaktır.<br />

MEB, her ders <strong>için</strong> öğretim programı<br />

hazırlarken “ortak etkinlikler”<br />

oluşturabilir. Böylece, sayısal ve sözel<br />

ders öğretmenleri, ortak olan bu etkinlik<br />

alanlarından yola çıkarak, kendi dersinin<br />

müfredatına uyacak şekilde<br />

etkinlik geliştirebilirler.“<strong>İstanbul</strong> Dersi”<br />

de bu kapsamda ele alınabilir. İçinde yaşadığımız<br />

şehrin tarihî, mimarî, kültürel<br />

yapısı incelenebilir; bu amaçla projeler<br />

geliştirilebilir. Örneğin; matematik öğretmeni,<br />

bu şehirde yaşamış ünlü matematikçileri<br />

derslerinde araştırma ödevi<br />

olarak inceletebilir ya da fen bilgisi öğretmeni,<br />

<strong>İstanbul</strong>’da yaşamış önemli fizikçileri<br />

konu alan bir proje<br />

geliştirilebilir. Sosyal bilgiler öğretmeni,<br />

geçmişten günümüze <strong>İstanbul</strong>’da<br />

hangi oyuncakların kullanıldığı yönünde<br />

bir araştırma yaptırabilir ve bu konuda<br />

örnek bir ilçe olarak “Eyüp”ü seçebilir.<br />

Böyle bir rüya şehrin, yapılacak sayısız<br />

tabiri olduğunu düşünerek, Lâtîfî’den bir<br />

tabir de biz aktaralım:<br />

“İrem bağî budur dir her görenler<br />

Ki çıkmâk istemez ânâ girenler”<br />

Hilâl Sudenur Algül<br />

Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu - 3 / C<br />

Ben, dünyanın en güzel ve en özel şehrinde<br />

yaşıyorum. <strong>İstanbul</strong>, ülkemizin olduğu<br />

kadar tüm dünyanın beğenisini<br />

kazanmış büyülü bir şehir. <strong>İstanbul</strong>’ da<br />

gezilecek ve görülecek o kadar çok yer<br />

var ki. Her yeri tarihi eserler, camiiler,<br />

sanat eserleri ile dolu. <strong>İstanbul</strong>’ da gezmek<br />

benim en büyük zevkim. Okulumun<br />

adı Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu.<br />

Okulum, <strong>İstanbul</strong>’ un en nadide yerlerinden<br />

birinde bulunuyor. Boğaziçi’ ne<br />

çok yakın. <strong>İstanbul</strong>’umuzun kokusu da<br />

çok güzeldir. Bahar gelince her yer bin<br />

bir renk çiçeklerle bezeniyor. Turistlerin<br />

<strong>İstanbul</strong>’ da fotoğraf çektiklerini görmek<br />

beni çok mutlu ediyor. Bu durum çok<br />

hoşuma gidiyor. En çok Ortaköy’ü seviyorum.<br />

Çünkü kumpirleri çok lezzetli<br />

oluyor. Bu şehirde yaşamak insana<br />

büyük ayrıcalıklar kazandırıyor. Sanat ve<br />

tarihle iç içe yaşıyoruz bu büyülü şehirde.<br />

Gerçekten büyülü müdür bilmem<br />

ama ben aşığım <strong>İstanbul</strong>’a .<br />

Şenay Yıldırım<br />

Öğrenci<br />

Aslında sadece ders olarak işletilmekle<br />

kalınmamalı. Belki haftada bir ya da iki<br />

haftada bir tarihi yerle ki ''<strong>İstanbul</strong> başlı<br />

başına bir tarih'' gezdirilmeli. Zaten<br />

okullarda düzenlenmek istenen geziler<br />

zorunlu bürokratik işlemler nedeniyle<br />

zorlu ve bıktırıcı hal alıyor. Öğretmenlerde<br />

sorumluluk almak istemiyorlar<br />

fakat eğer devletin bünyesinde böyle bir<br />

Nisan / 2011<br />

düzenleme olursa öğretmenlerde çekinmez<br />

ve dersler nedeniyle gidilen geziler<br />

daha kolay hal alır bu da hem öğrenci<br />

hem de öğretmen açısından daha teşvik<br />

edici olur. Eğer <strong>İstanbul</strong> dersi okullarda<br />

işletilirse öğrenciler hem kültür mirasımıza<br />

yabancı olmayacaklar hem de üzerine<br />

gezi eklendiğinde belki de<br />

hayatlarındaki en stres siz ve en eğlenceli<br />

dersi işlemiş olacaklar. Açıkçası yedi tepe<br />

<strong>İstanbul</strong> un yeni nesle anlatmak isteyeceği<br />

çok şey var. Eminim çok yararlı ve<br />

eğlenceli bir ders olacak.<br />

Teoman Kaya Mercan<br />

Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu<br />

Benim doğduğum, büyüdüğüm şehir <strong>İstanbul</strong>,<br />

eşi benzeri bulunmayan bir şehirdir.<strong>İstanbul</strong>,<br />

Türkiye’nin en büyük<br />

kenti, kültür ve sanat merkezidir. Tarih<br />

boyunca çeşitli medeniyetlere başkentlik<br />

yapmış bir şehirdir. Ayrıca, Asya ve Avrupa<br />

kıtalarını birleştirmesinden dolayı<br />

çok önemlidir. <strong>İstanbul</strong> tarih boyunca<br />

farklı kültürleri bir arada yaşatmış ve bu<br />

tarihi mirası bize emanet bırakmıştır.


Osmanlı Medeniyeti’nin en önemli eserleri,<br />

en tarihi yapıları, en kutsal emanetleri<br />

<strong>İstanbul</strong>’ da bulunmaktadır. Dünya<br />

ticaret yollarının üzerinde bulunması nedeniyle<br />

Ortadoğu ve Avrupa’ nın en<br />

önemli merkezleri arasındadır.<br />

Bu kadar özel ve doğa harikası olan bu<br />

şehirde yaşadığım <strong>için</strong> çok şanslıyım ve<br />

gururluyum. Ancak yaşanan çarpık kentleşme<br />

<strong>İstanbul</strong>’umuzu üzmektedir.<br />

Benim gibi, birçok çocuğun övünerek <strong>İstanbul</strong>’da<br />

huzur <strong>için</strong>de yaşaması <strong>için</strong> bu<br />

güzel şehrimizi koruyalım. İşte bendeki<br />

<strong>İstanbul</strong>… Sizdeki <strong>İstanbul</strong> nasıl?<br />

Cihan Güneş<br />

Habertürk Gazetesi Yazı İşleri<br />

‘<strong>İstanbul</strong> Dersi’ öğrenciler <strong>için</strong> şehre açılan<br />

bir pencere niteliğinde.<br />

Birçok insan, günlük rutinin karmaşasında<br />

koşuştururken başka hiçbir kent ile<br />

karşılaştırılamayacak kadar güzel ve etkileyici<br />

olan bu şehrin sesine kulak veremiyor<br />

maalesef. Bu kent, farklı kültürel<br />

mirasları içerisinde barındıran tarihsel<br />

dokusu, eşsiz sanatsal görselliğiyle herkesten<br />

önce üzerinde yaşayan insanların<br />

keşfini bekliyor bence.<br />

<strong>İstanbul</strong>’un Avrupa Kültür Başkenti olmasının<br />

hemen ardından ilköğretim öğrencileri<br />

<strong>için</strong> uygulamaya konulan<br />

‘<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin, genç dimağlar <strong>için</strong><br />

şehre açılan bir pencere olduğunu düşünüyorum.<br />

Öğrencilerin şehre yapacakları<br />

yolculuk; aynı zamanda kültüre,<br />

tarihe ve kendilerine yönelik olacak.<br />

Harun Karaburç<br />

Yeni Şafak Gazetesi Kitap Editörü<br />

<strong>İstanbul</strong> gibi bir tarih deryasına da bu<br />

yakışır…<br />

Şimdiki gençler vakitlerini ya moda 'cafelerde'<br />

ya da alışveriş merkezlerinde geçiriyorlar.<br />

Farkında değiller bu kentin<br />

ruhunun. Evet, onlar <strong>İstanbul</strong>'u moda ve<br />

eğlence şehri olarak görüyor. Bu söylediğim<br />

elbette bütün gençler <strong>için</strong> geçerli<br />

değil. Ama <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü'nün<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi bizleri bu konuda umutlandırıyor.<br />

Umuyorum ki bu dersi alan<br />

bütün öğrenciler tarih boyunca Byzantion,<br />

Nova Roma, Konstantiniyye gibi<br />

birçok farklı isimle anılan <strong>İstanbul</strong>'u<br />

tüm yönleriyle tanır ve bilir. "Boğaziçi,<br />

dünyadaki bütün boğazlar <strong>için</strong>de hiç şüphesiz<br />

en güzeli, manzaraları en çeşitli olanıdır.<br />

Karadeniz'i terk ederken sıkıcı bir<br />

geziyle yorulmuş ve sisli bir gökyüzünü<br />

yansıtan donuk dalgalarla <strong>için</strong>i kasvet bürümüş<br />

olan seyyah, Boğaziçi'nin misafirperver<br />

dalgaları üzerinde sakin şekilde, bir<br />

beşikteki gibi sallandığını hissedince,<br />

azami derecede mutluluk duyar ve canlanır."<br />

diyor Eugene Flandin <strong>İstanbul</strong><br />

(L'orient) kitabında Boğaz'ın güzelliğinden<br />

bahsederken.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

İbrahim BARAN<br />

Mostar Dergisi Editörü<br />

Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış<br />

<strong>İstanbul</strong> gibi tarihi bir şehri, bir medine’yi<br />

ilköğretim okullarında okuyan<br />

öğrencilerin bir ders olarak okuması,<br />

onu diğer dersler gibi ciddiyetle öğrenmeye<br />

çalışması Türk eğitim sistemi <strong>için</strong><br />

önemli bir gelişme. Türkiye’de bugün <strong>İstanbul</strong><br />

araştırmaları merkezleri kuruluyor.<br />

<strong>İl</strong>köğretim okullarında okutulması planlanan<br />

“<strong>İstanbul</strong>” dersi ileride bu araştırma<br />

merkezlerinde araştırma yapacak<br />

genç nesillerin yetişmesine de ön ayak<br />

olabilir. Şehr-i <strong>İstanbul</strong>’u anlamak matematik<br />

kadar zor, beden eğitimi kadar<br />

zevkli. Öğrencilerin en az matematik<br />

kadar “zorlanacakları”ndan, beden eğitimi<br />

kadar zevk alacaklarından kuşku<br />

duymuyorum.<br />

31


32<br />

Alınyazısı Saati<br />

Sezai Karakoç<br />

Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun<br />

Yaklaştıkça büyüyen<br />

Ayrıntıları setleri bahçeleri<br />

Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan<br />

İşte ben o şehri yaşadım yıllarca<br />

<strong>İstanbul</strong>’da parça parça<br />

Çeşmelerinde ayı yaşadım<br />

Servilerinde ayla birlik bölündüm<br />

Ayla birlik yaralandım<br />

<strong>İstanbul</strong> mezarlıklarını aydınlatan ayla<br />

Soludum bölük bölük ahiretin<br />

Keskin çizgili özgürlüğünü<br />

Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi<br />

İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri<br />

Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini<br />

<strong>İstanbul</strong>’dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım<br />

Taşlarına adeta resmim işledi<br />

Ben <strong>İstanbul</strong>’da dağıldım zerre zerre<br />

<strong>İstanbul</strong> damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde<br />

oluştu bir şehir<br />

Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir<br />

O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp<br />

Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen<br />

Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden<br />

O Tanrı’nın kılıç halindeki hilali<br />

İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli<br />

İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri<br />

<strong>İstanbul</strong>’a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden<br />

Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle<br />

Semerkant’tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri<br />

Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri<br />

Git Sümbülefendi’ye servilerden sor olan biteni<br />

Merkezefendi’de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini<br />

Nisan / 2011<br />

Bağdat’ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin<br />

Şam’da son sınırı manevi medeniyetlerin<br />

Kozmik bakış metafizik sezgi<br />

Bağdat’tan dal, Şam’dan yaprak Diyarbekir’den çizgi<br />

Hep <strong>İstanbul</strong>’da kırık dökük<br />

Parçalanmış silinmiş sönmüş<br />

Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere<br />

Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu<br />

Sabah Karacaahmet’te öte şafak kırmızısında savaş borusu<br />

Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler<br />

Su şırıltısından gök gürültüsüne değin<br />

Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter<br />

Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi<br />

Ben yaşadıkça o yaşayacak bende<br />

Kimbilir belki o da dirilecek benimle<br />

İslam Milletinin dirilişinde<br />

O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya<br />

İnsanın insan olduğu o günde<br />

Ölümün biliyorum ey <strong>İstanbul</strong> diriliş <strong>için</strong>dir<br />

Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa<br />

Doğrul ve kalk ayağa<br />

Kemiklerinle etin arasında<br />

Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla<br />

Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim<br />

Fırtına yaprak yaprak dökülüyor<br />

Gecenin tüyleri savruluyor havaya<br />

Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla<br />

Mübarek toprağın anlamından bile yoksun<br />

Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman<br />

Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız<br />

Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz<br />

Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz<br />

Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim


Denizi yüklendim adeta denizle evlendim<br />

Denizle yaşadım denizle öldüm<br />

Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm<br />

Denizden denize yükseldim<br />

Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde<br />

Sedeflerinden yapılmış <strong>İstanbul</strong> camilerinin taşları<br />

Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin<br />

-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-<br />

Bursa’dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra<br />

Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken<br />

Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin<br />

ahenkleştirdiği kıyılarda<br />

Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında<br />

Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya<br />

Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla<br />

Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana<br />

olup biteni<br />

O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini<br />

Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına<br />

karşılık<br />

Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık<br />

Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi<br />

Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi<br />

Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi<br />

Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi<br />

Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı<br />

Bir kartal taşırken yere düşmüş<br />

Ve kalakalmış kaldığı yerde<br />

Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne<br />

Yemişler ötesini berisini<br />

Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı<br />

Ey Allah’a açılan ve kapanan ulu kapı<br />

Bir at gibi soluyorsun kulelerinle<br />

Deniz öfkenin köpükleriyle benekli<br />

Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda<br />

Yeniden sularından içelim kana kana<br />

Savaşabilirim bugün bütün dünyayla<br />

Gerekirse<br />

Nisan / 2011<br />

Ruhumuzun susadığı hakikat olan<br />

Evrensel İslam Barışının zaferi <strong>için</strong><br />

Aşk <strong>için</strong> Tanrı hakikati aşkı <strong>için</strong><br />

Göğe çıkan İsa yere insin diye<br />

-Fazla çıkardılar göğe-<br />

Gel ey Muhammed ve İsa hakikati<br />

Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var<br />

Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar<br />

Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları<br />

Savaşırım doğudan daha doğu<br />

Doğrudan daha doğru olanı bulmak <strong>için</strong><br />

Zulme karşı savaşabilirim<br />

İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir<br />

Ebedi hakikat budur<br />

Bunun <strong>için</strong> savaşırım ben<br />

Bunun <strong>için</strong> kanım helal olsun<br />

Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak<br />

<strong>İstanbul</strong>’u yeniden Tanrı şehri yapmak<br />

Bunun <strong>için</strong> savaşırım ben<br />

Servi <strong>için</strong> savaşırım çınar <strong>için</strong> savaşırım<br />

Tozlanmamış gün doğuşu <strong>için</strong><br />

Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye<br />

Tuz deniz damlasında gülsün<br />

Çam denizle gülüşsün<br />

Su tenimizle barışsın<br />

Ruhumuzla ışısın diye<br />

Savaşçıyım ben atalarım gibi<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> savaşırım<br />

Bağdat’ın dervişlik ortağı<br />

Şam’ın kılıç kardeşi<br />

Olan <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong><br />

Benim güneşimden öteye kimse gidemez<br />

Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil<br />

“Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır”<br />

Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı’ya kulluk<br />

<strong>İstanbul</strong> olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü<br />

Kıyamete kadar söylenecek türkü<br />

33


34<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Türk <strong>İstanbul</strong><br />

Yahya Kemal<br />

<strong>İstanbul</strong>’un fethi ve fatihi olan millet tarafından kuruluşu hem birbirine<br />

bağlı, hem de birbirinden ayrı iki bahistir. Beşeriyetin muhayyilesine<br />

bir büyü tesiriyle aksetmiş olan fetih, hala tarihin başlıca bir vakası sayılır.<br />

O zamandan beri, devirler boyunca, kurulan Türk <strong>İstanbul</strong> ise gözleri<br />

en ziyade kamaştırmış ve gönüllere en ziyade yerleşmiş bir şehirdir.<br />

Türkiye Türklerinin yeryüzünde başka bir eseri olmasaydı, tek başına,<br />

yalnız bu eser şeref namına yeterdi.<br />

…<br />

Eskiden <strong>İstanbul</strong> semtlerinde görülen tenevvü, ruhaniyetten,<br />

hayat şevklerine kadar, derece dereceydi. Eyüp, Kocamustapaşa,<br />

Üsküdar’ın bazı köşeleri uhreviydi; buraları,<br />

Maurice Barres’in “Bazı semtlerde ruh eser” diye tasvir<br />

ettiği yerlerdir. Lakin Çamlıca’da bunun tamamile<br />

zıddına olarak, her saat ve hayatın keyfi<br />

duyulurdur. Boğaziçi’nde bazı vadilerde ve bazı<br />

körfezlerde, havanın tecelli ettirdiği bazı saatlerde,<br />

yalnız hayatın şedit bir şevki belirirdir.<br />

Heveslerinin peşinde koşan bir <strong>İstanbul</strong> genci, Enderuni<br />

Vasıf, yüz otuz sene evvel, Boğaziçi’nin iki yakasında,<br />

iki köşeyi, neşenin bir fıskiye yükselişiyle:<br />

“Bahrın bu şeb emvac-ı sefa aştı boyundan<br />

Vasıf gidelim Göksu’ya İstinye koyundan”<br />

Mısralarından terennüm ediyordu.<br />

Uhrevi olsun, dünyevi olsun, bütün bu semtlerin mimarileri gayet basitti;<br />

ahşaptı. Konaklar, evler, yalılar, köşkler ve birçok küçük evlerden<br />

ibaretti. Onların da bir semte yahut bir köye daima bambaşka bir hüviyet<br />

veren, sayısı fazla değildi. Bu kadar az malzemeyle biribirinden güzel<br />

ve göz alıcı tablolar yaratmak <strong>İstanbul</strong>’un Türk ve Müslüman halkının<br />

milli güzideliğini gösterir.<br />

Bu halk, <strong>İstanbul</strong>’un fethinde bulunup şehre yerleşen ve fetihten sonra,<br />

peyderpey gelip <strong>İstanbul</strong>lulaşan halktı. Elli sene evveline kadar <strong>İstanbul</strong>’da<br />

gezinen ve hatta şimdi bile baki kalmış bazı semtlere bakan bir<br />

insan, bu yerlerin, beş yüz seneden beri, değişmemiş olduklarını sanır.<br />

Halbuki, oralar, asırlar boyunca kaç defa yangından çıkmış, kaç defa yeniden<br />

yaratılmışlardır.<br />

…<br />

Cedler Boğaziçi’nde yalıyı ve kayığı icat etmişlerdi. Eski Boğaziçi “Leb-i<br />

derya” da bir yerleşiş manzarası idi. O yaşayışta zaman yavaş geçiyordu.<br />

Zengin yalı sahiplerinin gelirleri ya Anadolu ve Rumeli<br />

çiſtliklerinden, ya <strong>İstanbul</strong>’daki mülklerinden, yahut da<br />

devlet hazinesinin verdiği maaşlardandı; orta halli ve<br />

fakir halkın maişeti ise daha basit yollardan bahçıvanlıktan,<br />

balıkçılığa, kayıkçılığa kadar işlerdendi. Zamanla,<br />

hep bildiğimiz sebeplerle, Boğaziçi eski<br />

parlaklığını kaybetti. Yeni zamanlarda, yalıyı ve kayığı<br />

unutarak, yahut da, bize kadar kalabilmiş olanlarını,<br />

mazi hatırası diye muhafaza ederek, “Leb-i<br />

derya”da bir yerleşiş yerine, iki taraf sahilin tepelerinden<br />

uzanan geniş yollarla, tepelerde peyda olmuş köylerle<br />

yeni bir Boğaziçi yaratmayı düşünmeliyiz. Bugün<br />

otomobil ve otobüs devrinde yaşıyoruz, hayatını şehirde kazanan<br />

bir vatandaş, Boğaz’ın bir tepesindeki evine, en kolay<br />

vasıtayla, en az zamanda gitmek ister. Tayyare yolculukların ucuzlayacağı,<br />

tayyarenin istediği yerden kolaylıkla yükselip, istediği yere kolaylıkla<br />

ineceği zaman da pek uzak görünmüyor.<br />

<strong>Milli</strong> şuur tam bir derecede tecelli ederse, gelecek devirlerde yaratacağımız<br />

<strong>İstanbul</strong> semtlerinin de üslubu, rengi, havası, eski <strong>İstanbul</strong>’da olduğu<br />

kadar güzel olur.<br />

Nisan / 2011


Boğaziçi, bütün tabiat güzelliklerinin sulara aksettikleri, suların yardımiyle<br />

daha güzelleştikleri ve mübalağalara eriştikleri, ancak mütehassısların<br />

seçebilecekleri ve tiryakilerin zevk alacakları yeni inceliklere<br />

vardıkları bir manzara ve su beldesidir. Boğazın maddeten durgun hali<br />

zamanın manen durgun haline daha yaklaşır. Bu mışıldayan sular, bu<br />

sessizlik <strong>için</strong>de duyulan ışıklar ve duyulan kokular bir gizli musiki teşkil<br />

eder. En eski, ezeli ve tabiî hayat ve şiir unsurları olan ışıklar ve ular<br />

burada hatırdan silinmez bir takım edalara yükselirler. Hele ayın göğü<br />

ve suları aydınlatarak, havayı yumuşatarak, tabiatı büsbütün<br />

ilahileştirdiği mehtaplara musiki de katılırsa bu geceler hatıralariyle<br />

talihlerimize nakş olan harikulade kıymetler<br />

alır. Boğaz<strong>için</strong>in tabiatında sular ve mehtap bulunduğu<br />

gibi saz yani musiki de vardır. Bu saatlerde<br />

göğün renkleri ve suların sesleri ruhlara doluyor ve<br />

bütün hülyalarımız bu ninnilerle büyüyor, hayat<br />

ve kainat bize daha esrarlı gözüküyor. Tabiat böylece,<br />

en derin sanat gibi, insanı en büyük üstatların<br />

yükselttikleri iklimlere ve zirvelere ulaştırıyor.<br />

Ümmiler şairleri duymuş oluyorlar. Dünyada Boğaziçi<br />

kadar belki biraz hüzünlü fakat füsunlu ve<br />

güzel bir yer görmedim. Belki de yoktur diyorum. Boğaziçi<br />

insan taliini kolayca bir tabiat güzelliğine ve bir<br />

gönül serbestliğine bağlıyor. Işıklar sulara akarak sular üstünde<br />

yüzmeğe başlayınca efsanevi bir mucize gözelliği gösteren<br />

bu yerler bizi göğe inandırıyor. Madem ki bizi güya tâ onun <strong>için</strong>e<br />

yükseltmiş oluyor.<br />

Boğaziçi’nin girinti ve çıkıntıları gözler karşısında ikide bir Boğaz’ı kapayarak<br />

sahilleri çok kere birbiriyle kavuşmuş gösterir. Böylece geve ve<br />

mehtapta Boğaziçi’nin birliği göze çarpar. Bebek’in alt tarafları, Yeniköy’ün<br />

üst tarafı, yalıların arkalarından tepelere doğru konmuş evler ve<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Boğaziçi Mehtapları<br />

Abdülhak Şinasi Hisar<br />

tırmanan mahalleler hep silinerek meydanda kalan asıl Boğaziçi güya<br />

bir tek mâbedin veya bir sarayın, tek bir binanın muhtelif höcreleri, geçitleri,<br />

sofalarından müreppek gibi, bir yekparelik gösterir ve güya aynı<br />

bir bahçeye, aynı bir havuza bakan bir sükûnet besler. Bu olgunluk bir<br />

meyva gibi tatlı ve canlı duyulur.<br />

Sular bazan sanki hiç kaymıyor, akmıyormuş gibi, büsbütün durulur.<br />

Bazan da içli bir göğüs gibi kabararak bir tek dalgalarında kendilerine<br />

akseden bütün bir sahil parçasını, birkaç yalıyı birden kucaklar,<br />

kaldırır ve sallar. Sular üstünde açılan, kaynaşan akisler ve<br />

renklere bakarsanız, belki hiçbir şey değildir ama, belki suların<br />

birer köpüğüdür ama, düşünürseniz, her şey böyle<br />

suların üstünde muvakkat bir zaman <strong>için</strong> işlenmiş nakışlara,<br />

suların gösterişlerden ibaret manzaralarına<br />

benzer.<br />

<strong>İstanbul</strong>’da tabiatın emsalsiz güzelliği, şüphe yok ki<br />

Boğaziçi’ndedir ve <strong>İstanbul</strong>’un en güzel semti olan Boğaz’a<br />

o zaman gösterilen rağbet tabiata duyulan sevgiyi<br />

ve verilen kıymeti gösteriyordu. Theophile Gautier<br />

<strong>için</strong> olduğu gibi o zamanki hanımlar ve beyler <strong>için</strong> de tabiat<br />

var olan, görülen, sevilen bir şeydi. Bu ruhlar İnsan güzelliği<br />

kadar tabiat güzelliğini de duymasını ve sevmesini<br />

biliyorlardı. Bu insanlar daha tabiatla aralarını büsbütün açmamışlardı.<br />

Ruhları ve vücutları birbirlerinden tamamıyla ayrılmamıştı.<br />

Şehir her yanından denizlere ve dağlara, Boğaziçi de her yanından kırlara<br />

açılıyordu. Nakil vasıtalarının iptidailiği, kulübelerde oturanlardan<br />

ta saraylardan oturanlara kadar herkesi mevsimle alakalandırır, sıcak<br />

ve soğuk, rüzgâr ve kar, yağmur ve çamur herkesi meşgul ederdi. Soğuğu<br />

ve sıcağı bütün insanlar duyarlar, konakların, köşklerin odaları da mangallarla<br />

ısınırdı.<br />

35


36<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Şehir Mektupları<br />

Ahmet Rasim<br />

Boğaziçi, yer yer, mesirelerini açıyor. Sefa günleri geldi. Baharın kalan<br />

kısmı, yaz başlangıcı ile birleşerek, ne pek terletici ne de üşütücü esen<br />

yellerle, o zarif girintinin kıyılarını ve tepelerini tazelikle kaplamış. İnsan,<br />

derhâl bir kayığa veya sandala atlayarak gün batarken tepeden tepeye<br />

aks eden renk oyunlarını, sahilden sahile vuran renkli dalgalan seyretmeye<br />

hevesleniyor. Bakış, her yanı dolaşıp durdukça, o daracık yerde<br />

toplanan benzersiz tabii güzelliklere hayran kaldıkça, zevk ve şenliğin<br />

buraları terk edeceğine inanamıyor. Bana kalırsa haliç, yalnız bir Sadabad’ıyla<br />

Şehir Mektupları gece, yıldızlı örtüsünü semburalara karşı övünemez.<br />

Göksu, manzaraca, ondan aşağı kalır mı? Akşamları süzüle<br />

süzüle vadiye sokulan sandallar, sağda solda dinlenerek gün batarken<br />

Küçüksu önüne çıktıkları zaman, suların coşkun akışındaki hüzünlü ilhamlar,<br />

Kâğıthane dönüşünde bulunur, görülür manzaralardan değildir.<br />

Gönül oralarda gecelemek, ertesi sabahı görmek istiyor. aya yayar<br />

yaymaz hatıra, yorulmuş zihinlere ferahlıktan ve şenlikten ibaret bir sevinç<br />

hissi geliyor, terlemiş alınlara rahat ve huzur verecek rüzgârlar temas<br />

ediyor…<br />

Çocukluk Hatıralarına Dair<br />

Yer altında babam bıyığı! Nedir o, bil, diye küçük iken dadınız veya<br />

komşu Habibe Molla’nın söylediği bilmeceyi halletmek İçin ne kadar zahmet<br />

çektiğinizi hatırlıyor musunuz? Eski kadınlar, çocukların zihinlerini<br />

bilemek <strong>için</strong> bu gibi muammalara başvururlardı. Ah! Şimdi, o<br />

kadınlar nerede? Hele, o zeki çocuklar ne oldular? O çocuklar ki bilmece<br />

söyle¬nir söylenmez kaşını çatarak, parmaklarına bakarak, birden bire:<br />

- Pırasa, derler ve orada bulunanları fevkalade dehalarına hayran ederlerdi.<br />

Şimdi onların hepsi büyüdüler, bıyıklı, sakallı oldular, başka bilmecelerle<br />

uğraşıyorlar. Ah! Ah! İnsan, buna nasıl üzülmez? O zekâlar<br />

söndü de fitili kalmamış lambaya döndü. Hele yer altında kınalının<br />

havuç; yer üstünde babam başının lahana; kapısını örttüm güm dedi,<br />

içeriye girdim bum dedinin hamam; masal masal matı tas, kaynanamın<br />

başı daz, çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamazın pire; gidi gidiver,<br />

şu gidiyi tutuver, ne tatlıca eti var, tutulmaya niyeti varın balık; ben giderim<br />

o gider, önümde tın tın ederin sakal; yer altında kazan kaynarın<br />

karınca; çat burada, çat kapı arkasındanın süpürge; ne yerdedir ne gökte,<br />

cümle alem <strong>için</strong>denin ayna; sürdüm kustu, çektim küstünün kahve; bir<br />

küçücük fıçıcık, <strong>için</strong>dedir turşucuğun limon olduğunu bilenler yaşça<br />

hayli ilerlediler.<br />

Yeni Gün Gazetesi çıktı çıkalı<br />

eski günleri hatırlamakla meşgulüm.<br />

Meğer ne günler imiş!<br />

Cüz kesesi boynumda, sefertası<br />

elimde tin tin mektep… Cüz torbası<br />

belimde, meşin top cebimce, uçar gibi<br />

cami avlusu… Ta tepede kalmış bir avuç çitlembik <strong>için</strong> dört, beş metre<br />

yüksekliğe tırmanış… Bol yemek, bol yemiş, bol uyku… Başta fes, püskülü<br />

dağıldıkça kalıplanır; sırtta dokuma gömlek, kış ise üstünde pamuklu,<br />

daha üstünde taş düğmeli mintan. O zaman pek nadirdi, yeni urbamı<br />

ancak misafirliğe giderken giyerdim. Mintanın üstüne her iki iç tarafı<br />

cepli hırka, yahut eski bir sako; soğuklarda, yağışlarda kukuletalı palto;<br />

boynumda şal veya başımda kulaklarımı, ensemi kamilen kaplayan yünlü<br />

enli bir sağrı; ellerimde tek parmaklı, boyalı eldiven; bacağımda askılı<br />

pantolon; ayaklarımda ökçeli terlik, yarım kundura, mest, yemeni, potin,<br />

katır; evden örme yün, yahut çarşıdan alma tire, fanila çorap…<br />

Haſtada bir hamam; hayatın halavet ne meraretlerle dolu olduğunu anlatmaya<br />

kafi gelecek derecede tesirli iki üç defa tatlı; dört beş defa azar;<br />

beş altı şamar; mektepte kulağa tırnak, değnek, baştan inme sırık, ayaklara<br />

falaka, ara sıra lokma; zerde, pilav, amin parası, bakla zamanı gezmeler,<br />

yağmur duasına çıkış, kandillerde simit, çörek, kuş lokumu, revani,<br />

koz helvası, cevizli sucuk, kağıt helvası, fındıklı, fıstıklı tatlı, pestil…<br />

Kış geceleri keten helvası, boza, leblebi, mısır buğdayı, mangalda kebap<br />

veya suda pişmiş kestane, nar, ayva, elma, armut, habbüleziz, hurma,<br />

tandır… Lubiyat nevilerinden: Aşçı iskambili, peçiç, yüzük verip almaca,<br />

fışfış kayığı oyunları… Masal, uşak önde muşamba fenerle komşuya gidiş<br />

geliş. Ramazan gecelerinde mahya seyri, karagöz… Bayram günlerinde<br />

ecel beşiği, dönme dolap, beygir, merkep, araba alemleri… Parasını verdikten<br />

sonra bekçinin davuluna biniş… Unkapanı davul, zurna alayı…<br />

Yazları bahçede salıncak, kolan, uçurtma, kuş tutma, kuzu gezdiriş,<br />

bütün mahalle erkânının toplanmasıyla “birdirbir”, “uzun eşek”, “pişti”,<br />

“esir almaca”, “saklambaç”, “çatal matal kaç çatal”, “bilemedin kaldır<br />

vur”, “ kaydırak”… Karlı havalarda kartopu, kızak, turna katarı… Kömür<br />

gözlü kardan at, arslan heykelleri…<br />

Nisan / 2011


<strong>İstanbul</strong>, gözümde öyle tütmeye<br />

başladı ki… Ayakları bağlı<br />

bir horozun gözünde çöplük,<br />

rıhtım üzerinde göğsünün şişiren<br />

bir balığın rüyasında deniz suyu, ısıtmalı<br />

bir kafes arslanının çilesinde orman,<br />

bu kadar zacibeli hatlarla tütemez.<br />

Onu düşünüyorum, onu!<br />

O kimdir? Annem, karım, evim, yatağım, yazı masam, başucumdaki<br />

kitap, bellibaşlı pencerelerimin sabit manzarası, ihtiyar ve öksürüklü<br />

“Şirketi Hayriye” vapuru, mürekkep kokan matbaa, arkadaşım, talebem,<br />

kaldırımlar, gök, deniz, şu, bu…<br />

O, bir kişidir; <strong>İstanbul</strong>…<br />

<strong>İstanbul</strong>… Bir köşesinde, sonradan görme, cıvık ve yılışık, bir köylü mendili<br />

gibi cicili biçili apartmanları; bir başka köşesinde de asil ve mustarip<br />

konakları ve yalıları; ve bütün bunlara, sanki dilenciler ordusuna<br />

kumanda eden muhteşem taçdarlar halindeki misilsiz mabetleriyle <strong>İstanbul</strong>…<br />

Asfalttan, Arnavut kaldırımına ve çamur seline kadar her cinsten<br />

sokakları; günde bin kere yüz değiştiren ve en güzelle en çirkin<br />

arasında mekik dokuyan fevkalade hassas ve değişik iklimi; en aziz sevgiliden<br />

en hor düşmana kadar bütün duygu kutuplarını bir arada barındıran<br />

namütenahi girif muhitiyle <strong>İstanbul</strong>…<br />

Bu tezat ve zenginlik dünyası, herşeye, herşeye rağmen tek ve yekpâre<br />

bir vâhit halinde benim bütün mekan ölçümü, bütün âlemimi, bütün<br />

ruhumu billurlaştırıyor. Onun sefaletinde, aşağılığında, zavallılığında<br />

bile hiçbir yerin devşiremeyeceği, sırrı yalnız bana belli bir mana görüyorum.<br />

Yemiş kaldırımlarının vıcık vıcık çamurunda bile Paris’in tahta<br />

kaldırımlarında bulamadığım mâna ve şahsiyeti okuyorum.<br />

<strong>İstanbul</strong>’a hasreti bu kadar derin mikyasta yalnız iki yerde duydum. Biribirinin<br />

tam zıddı iki yerde… Biri Paris’de tahsilimi yaparken, öbürü Erzurum’da…<br />

Ve anladım ki <strong>İstanbul</strong>, medeni imkânlar ve vasıtalar bakımından, ister<br />

‘hep’in, ister ‘hiç’in zaviyesinden, benim <strong>için</strong> biricik hayat merkezidir. (10<br />

Nisan 1943)<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>İstanbul</strong>’a Hasret<br />

Necip Fazıl Kısakürek<br />

ÇAMLICA’DAKİ ÇINAR<br />

Çamlıca’nın en yüksek yerinde bir perinin,<br />

Işıktan heykelini nakşettim ufuklara…<br />

O yeşil Çamlıca ki, kat kat eteklerinin,<br />

Birini boğaz öper, ötekini Marmara.<br />

Bir ceylandın o sonsuz güzellikle vurulmuş,<br />

Benliğin his kesildi bir gölgeye geldin ki…<br />

Ağaçlar öyle dalgın , sular öyle durulmuş,<br />

Gök öyle mavi ve sen o kadar güzeldin ki!<br />

Diyordum: “Gözlerime yaş değil, perde inse,<br />

Bu güzel yüz gözümden kaybolamaz bir ara.<br />

Senin aksin silinmez bütün eşya silinse…”<br />

Derken gözüm ilişti yaslandığım çınara.<br />

Bu çınar yaralıydı belki binbir yerinden:<br />

Kimi çizmiş bıçakla ona kendi adını,<br />

Kimi bir okla delmiş iki kalbi derinden,<br />

Kimi yazmış adıyla, yan yana bir kadını.<br />

Bu adların <strong>için</strong>de ben, eski bende vardım,<br />

Unuttum, kimdi yalnız, o zamanki nergisim?<br />

Ben ki onbeş yıl önce, ona candan tapardım,<br />

Şimdi baktım, bana bir sır olmuş o isim.<br />

Anladım, aşkın izi suda çizgiyle birmiş,<br />

Onları duymamışım şu kök kadar derinden :<br />

Anladım , hatıraya daha çok yer verirmiş<br />

Çınarların gövdesi aşık yüreklerinden!<br />

Faruk Nafiz Çamlıbel<br />

37


38<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Eski <strong>İstanbul</strong> Hatıraları<br />

Sadri Sema<br />

Çocukluk!<br />

Ah, çocukluk! Nerdesin? Çocukluk günleri nerdesin? O günlerde çevre<br />

böyle acılarla kaplı değildi. Şendim, şâd idim. Daldan dala, çiçekten çiçeğe<br />

uçan kelebeklere benzerdim. Narin ve masum vücudum şu kirli hayatın<br />

kirli boğuşmaları, çamurlu kavgaları arasında böyle yıpranmamıştı.<br />

Âdem oğullarının manasız, mantıksız, temelsiz ihtirasları <strong>için</strong>de sersemleşmemiştim.<br />

Her manzaradan gönlüme temiz bir şevk ışığı, berrak<br />

bir neşe ateşi düşerdi. Her sesten, her telden ruhuma duyulmaz safa taninleri<br />

dökülürdü. Sevinç ve saffet <strong>için</strong>de bir çocukluk hatayı geçiriyor,<br />

çocukluk cenneti <strong>için</strong>de yaşıyordum. Böyle kimsesiz nasipsiz, tesellisiz<br />

değildim. Yokluk ve yoksullukla gözlerim kararmamıştı. Feleğin cevriyle<br />

kör olmamıştım. Ümidim, hayatım, hayalim kırılmamıştı. Çehremde<br />

melâl gölgesi, dudaklarımda elem solgunluğu yoktu.<br />

Ah, o günler! O günler ki parlak bir alevdim. Şu talihsiz ömrün ateşleri<br />

sönmemişti ve zavallı kalbim yangın harabesine dönmemişti…<br />

Sabahları doğan güneşe gözlerimi açar, yeşil kadife kırlara, yeşil canfes<br />

bahçelere koşardım. Minimini komşularımla, kız erkek birbirinden şen,<br />

birbirinden güzel küçük dostlarımla ele ele, bel bele sarılır, çiçekler arasında,<br />

çayırlar ortasında oynardım. Ve eminim ki o masum oyunlar, o<br />

çocuk eğlenceler güneşi de çiçeği de, çayırı da sarhoş ederdi.<br />

Çocukluk, nedir? Mavi ve yeşil bir denizin canfes kanatlarında pembe bir<br />

dalga; pembe bir köpük, pembe bir şiir! Yeşil ipek yapraklarla süslü zümrüt<br />

bir ağaçlığın altın dallarında pembe bir kanat, pembe bir gül, pembe<br />

bir bülbül!...<br />

Bayram<br />

Davul sesleriyle uyanırız. Çoluk çocuk taşkın bir heyecanla kapılardan<br />

fırlar, sokaklara dökülür.<br />

Mahalle bekçisi gocuğu sırtında, yemenisi başında, gümüş zincirli saati<br />

koynunda, davulu boynunda kapı kapı dolaşmaya başlar!<br />

- Dan , dan da, dan dan!<br />

Bu ses, bu sesler şarkının zemzemesidir. Çocukların teranesidir, çocuklarla<br />

beraber büyüklerin de ruhlarını heyecana verir.<br />

Bayram sabahı, mahalle bekçisi davulunu gümbürdeterek mahalleyi<br />

ayaklandırır. Yanında bir iki delikanlı da vardır. Bunlardan birinin<br />

elinde bir sırık bulunur. Bu sırığın ucunda ufkî bir değnek, bir tahta ge-<br />

çirilmiştir. Üzerinde renk renk basmalar, mendiller, kumaşlar, kuşaklar…<br />

her evin önünde bekler ve her kapıdan ona çeşit çeşit mendiller, kumaşlar,<br />

paketlerle şekerler, şekerlemeler verirler.<br />

Ayrıca çevreler <strong>için</strong>de bahşişler uzatılır. Kumaş, mendil gibi şeyler sırıklara<br />

bağlanır. Bunlar kudretlerine göre halkın mahalle bekçisine hediyeleridir.<br />

Savurur tokmağı, çalar davulu:<br />

- Dan, dan da, dan dan!<br />

Bütün çocuklar yeni urbalarıyla onun etrafını sararlar; onu şen, şakrak,<br />

kahkahalarla takip ederler. Bu, memleketin çocukları ve hele çocukluğun<br />

gürültülü bir saadetidir. Yine çocuklar hısımlarını, akrabalarını,<br />

komşularını gezerler, el öperler. Bu yavrulara ufak keseler <strong>için</strong>de çil çil kuruşlar,<br />

çeyrekler verilir; ipek, keten mendiller hediye edilir. Kız çocukların<br />

mendilleri ipekli, danteli, oyalı olurdu.<br />

Büyükler de daha büyüklere giderler, bayramlaşırlar. Dairelerde bayramlaşma<br />

bir itiyat, bir gelenek hâlini almıştı. Bayram ertesi kalemler<br />

açıldı mı, bütün memurlar birbirleriyle müsafaha ederler, âmirlerine tebrikler,<br />

tazimler sunarlardı. Bunlar samimî sevgi ve saygı nişaneleriydi.<br />

Tulumbacıları da o devrin sakaları ve çöpçüleri kovalardı. Bekçi babanın<br />

davulu, tulumbacıların zurnası sustu mu, yavrular bayram yerlerine, <strong>İstanbul</strong>’un<br />

Kadırga, Cinci gibi meydanlarına, Üsküdar’ın Bülbüldere,<br />

Harmanlık gibi yerlerine ve her semtin müsait bir meydanına koşarlar,<br />

akşamlara kadar gezerler, gülerler, eğlenirlerdi…<br />

Salıncaklara, dönme dolaplara, atlı karıncalara, çekçek arabalarına, atlara,<br />

eşeklere binerler; meydan hokkabazlarını, kuklaları seyrederler; Karadenizlilerin,<br />

Diyarbakırlıların, Aydınlıların oyunları karşısında<br />

eğlenirlerdi. Oyuncak tabancalar patlatırlar,<br />

fişekler atarlar, düdükler öttürürlerdi. Bunlar,<br />

onların bayram eğlencesidir ve çocukluğun<br />

gürültülü bir saadetidir. Sevinçli bir<br />

velvele <strong>için</strong>de kendilerinden geçerlerdi. Eğlenceyi,<br />

zevki doya doya içerlerdi…<br />

Evet bayram çocukların lekesiz ve dikensiz<br />

eğlencelerine sahne idi.<br />

Nisan / 2011


Geceler… dedim; <strong>İstanbul</strong> geceleri… Gündüzleri de söylesem, hatta buna,<br />

gecelerin ve gündüzlerin teknesinde yoğrulup şekillenmiş içimizin sesinden<br />

ve nefesinden de bir tutam katsam günah mı olur? Amma Asya<br />

ile Avrupa’nın ortasında boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı<br />

gibi, her telini bir kıtaya iliştirmiş olan bu şehrin manevi fezasında dolaşmak,<br />

onun kıldan ince tellerini koparmadan, örselemeden bir taraſtan<br />

öbür tarafa geçmek mahareti nerede?<br />

Sanır mısınız ki <strong>İstanbul</strong>, meyvelerinin<br />

altına çarşaf tutulup silkelenen bir<br />

ağaç gibi, asırlar boyunca, dallarında,<br />

budaklarında oldurduğu ne varsa, çelimsiz<br />

bir insan gücü, mütevazi bir teşebbüs,<br />

münferit bir hamle ile döküp<br />

bitirecektir? Onu gövdesinden tutup<br />

sarsacak ve haşmetli mazisini, lezzetleri,<br />

zevkleri, hüsranları, hataları, meziyetleri,<br />

mürüvvetleri, hülyaları,<br />

ümitleri, hülasa bütün çeşni ve hasiyet<br />

ile eteğine indirecek kuvvetli bâzû<br />

nerede?<br />

Nerede bu şehri fedaice benimsemiş, nerede onun hakim hüviyetini can<br />

gibi gizlemiş, nerede onun irfanına, tabiatla tarihin iş birliğinden örülmüş<br />

mazisine hasretle yanmış serdengeçti nerede? Nerede o adam ki,<br />

bir yürek dağının tek solukta söylettiği kasideler misali, onun beyanında<br />

tükenircesine feryat etsin; <strong>için</strong>den, ta <strong>için</strong>den vurulmuşların ateşi le<br />

coşup, bir sevdalının bağrı gibi yansın ve tütsün…<br />

<strong>İstanbul</strong> ağacı, gölgesinden gelip geçenlerden,<br />

boylarının yettiği miktar kendisine<br />

uzananlara, meyvelerini<br />

esirgememiş, hatta tırmanıp uzanmayı<br />

külfet sayıp da dallarına budaklarına<br />

taşlar atıp sopalar vuran küstahları bile<br />

nasipsiz bırakmamıştır. Fakat bir dolaşık<br />

saç kadar birbiri <strong>için</strong>e kenetlenmiş<br />

tepelerini ne kimse merak etmiş, ne<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

<strong>İstanbul</strong> Geceleri<br />

Samiha Ayverdi<br />

kimse yetişmiş, ne de yoluna varıp sırlarını fethedebilmiştir. Böylece de<br />

<strong>İstanbul</strong>, hırpalanmış güzelliği, hakarete uğramış şahsiyeti, kırılan gururu,<br />

hiçe sayılan irfanı ortasında, kocasını evlendirmek <strong>için</strong> görücü<br />

gezen bir kadının hazin kahramanlığı ile sabırlı, hazımlı, iffetli, temkin<br />

ve feragatinden bulduğu bir tok gözlülükle hep başı yukarda kalabilmiştir.<br />

<strong>İstanbul</strong> tiryakiliği… Buna insaflı olup<br />

da <strong>İstanbul</strong> hastalığı da desek olur. İptilânın<br />

bir derecesi vardır ki artık bize<br />

zevk yerine ıztırap verir. Fakat bu öyle<br />

bir ıztıraptır ki, bedelini hiçbir zevkin<br />

dudağında bulamayız. Belki de bu<br />

yüzden <strong>İstanbul</strong> tiryakisi, <strong>için</strong>de<br />

doğup büyüdüğü bu şehrin heyecanını<br />

afetine yakalanmış samimi bir <strong>İstanbul</strong><br />

divanesidir…<br />

Şayet bu şehir, <strong>İstanbul</strong> şehri şahıslandırılmak<br />

istense, ona ne dememiz,<br />

ne sıfat ne mevki ne rütbe ne unvan ve<br />

ne isim vermemiz lazım gelir? Kimdir<br />

o? Âbıhayat içmiş güzelliği, dilber ve sihirli kameti, tamah ve haset uyandıran<br />

endamı ile çağlar kapayıp, çağlar açan bu kahraman kimdir?<br />

Tarih, mazi ve tabiat, hiçbir cömert madenin veremeyeceği mücevherlerden<br />

şaşaalı ziynetini bu güzelin başına, göğsüne, eline, koluna taka<br />

taka ilerlerken, o, ikbale doymuş, varlığa kanıksamış, görgünün, asaletin<br />

tokluğu ve zaferi <strong>için</strong>de, dudaklarında yama olup kalmış tebessümünü,<br />

kendisini görenlere olduğu kadar görmeyenlere de esirgemeden<br />

geçip gider.<br />

...<br />

Eğer hala <strong>İstanbul</strong>’un köşe bucak pazarlarında, çarşılarında, bedestenlerinde,<br />

bir zamanın o muhteşem medeniyetinden izler, eserler olduğu<br />

gibi, gene o devirlerin deruni güzelliklerine de şurada burada rast gelmek<br />

mümkünse, bu, köhne bir ihtiyarın gençliğinden artakalan tek güzellik<br />

çizgisi, yanmış bir kaşanenin ateşe gelmemiş bir köşeciği, harap olmuş<br />

bir abidenin ayakta kalmış tek sütunu gibi, zavallı bakiyelerdir.<br />

39


40<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Paris’ten Kudüs’e Yolculuk<br />

Chateaubriand<br />

<strong>İstanbul</strong> şehri ve bilhassa Asya kıyıları, kalın bir siz tabakasıyla örtülmüş,<br />

bu sis bulutunun arasından fark edilen servi ağaçları ve minareler<br />

çıplak dallı bir orman manzarası arz ediliyordu. Biz Sarayburnu’na yaklaşırken,<br />

şimal rüzgârı çıktı, bu tabloyu örten sis tabakasını silip götürdü.<br />

Birden bire kendimizi, Halife’nin oturduğu sarayın önünde bulduk. Sihirli<br />

değneğiyle sanki bir peri dokunmuştu.<br />

Önümüzde Karadeniz kanalı, iki kıyısındaki iç açan yükseklikleriyle,<br />

mağrur bir nehir gibi, yılankavi akıp gidiyordu. Sağ taraſta Üsküdar,<br />

Asya toprakları, solda ise Avrupa kıtası vardı bu kanal git gide genişliyor,<br />

derinleşiyor ve etrafında küçük kayıkların dört döndüğü demir atmış<br />

harp gemilerinin durduğu, bir koy haline geliyordu. Bu koyun aralarına<br />

sıkıştığı iki tepe, amfiteatr tarzında, <strong>İstanbul</strong> ve Galata’yı teşkil etmekteydi.<br />

Kat kat görünen Galata, <strong>İstanbul</strong> ve Üsküdar, serviler, minareler,<br />

birbirine girmiş gemi direkleri, yemyeşil ağaçlar, beyazlı, kırmızılı evler…<br />

Bütün bunların dibine yayılan masmavi deniz ve üzerine gökyakut rengindeki<br />

gök. İşte ben bunlara hayran oldum. Dünya yüzünde <strong>İstanbul</strong><br />

kadar güzel manzaralı başka bir şehir bulunmadığını söyleyenler, cidden<br />

haklıymışlar.<br />

Galata’ya yanaşır yanaşmaz, rıhtımdaki canlılık hemen fark ediliyor.<br />

Ahali, hamalla, esnaf ve denizciler… Yüzlerinden, renklerinden, lisanlarından,<br />

kıyafetlerinden, başlıklarından, sarıklarından, Avrupa ve Asya’nın<br />

her köşesinden, iki kıtanın hututlarında yaşamağa gelmiş<br />

yabancılar olduğu, besbelliydi. Hemen hemen hiç kadına rastlanmaması,<br />

tekerlekli arabaların mevcut olmaması, başıboş köpek sürüleri, bu acayip<br />

şehirde, gözüme çarpan ayrı üç karakteristik vasıf oldu. Ahali pabuç<br />

giyiyor, binek ve yük arabası yok, çan sesi duyulmuyor, hatta çekiç darbesi<br />

bile. O yüzden ortalıkta daimî bir sükûnet hâkim. Halk sessiz sedasız,<br />

sanki görünmek istemezmiş gibi yürüyor. Efendisinden saklanmak<br />

isteyen bir hali var. Çarşının birinden çıkıp bir başka mezarlığa giriyorsunuz.<br />

Türklerin alış veriş edip ölmekten başka yapacak işleri yok sanki.<br />

Etrafları duvarlarla çevrili, sokak ortasında bulunan mezarlıklar, harikulâde<br />

birer servi korusu. Güvercinler, servilerin dallarında yuvalarını<br />

yaparak, ölülerin huzurunu paylaşıyorlar. Orada buradan çok eskiden<br />

kalma kabirlere rastlanıyor. Bunların bugünün insanlarıyla, ne de güzel<br />

tarz mezarlarla alâkası var. Bu şark şehrine sanki mucize kabilinden getirilmişler<br />

gibi. (Eylül, 1806)<br />

PIERRE LOTİ / İSTANBUL<br />

Ah <strong>İstanbul</strong>! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin.<br />

Önümde bu isim tekrarlanınca, hemen gözümün önüne bir hayal gelir.<br />

Çok yüksek, havalarda ve belirsiz bir şekilde uzaklarda, muazzam, başka<br />

bir yerlerle kıyaslanması imkânsız bir şehir silueti görürüm. Deniz ayaklarının<br />

altındadır. Binlerce gemilerin, sandalların, durmadan gelip geçtiği<br />

Babil Kulesi gibi, Doğunun bütün dillerinin duyulduğu bir deniz.<br />

Kapkara gemilerin ve yaldızlı kayıkların, renk renk kılıktaki insanların<br />

üzerinden ufkî ve upuzun bir bulut dumanlar dalgalanır. Orada bulunanlar<br />

mallarını överler, pazarlığını yaparlar. Durmadan tüten dumanlar<br />

da, bütün bunların üstüne örtüsünü sever. İşte bu buhar ve<br />

maden kömürü tozları üstünde, o heybetli şehir sanki asılıymış gibi<br />

durur. Masmavi gökyüzünde, tepeleri mızrak kadar sivri minareler yükselmekte,<br />

kubbeler, yuvarlak, kirli, beyaz, taştan kampana piramitleri<br />

gibi üst üste yığılmış kubbeler görünmektedir. Bunlar asırların değiştiremediği,<br />

sabit camilerdir. Yıllar geçtikçe belki daha da beyazlaşmışlar.<br />

Bu kutsal camiler, batı’dan gelen vapurların havayı bozmadığı zamanlar,<br />

sırf yelkenlilerin gelip de gölgelerine sığındığı vakitlerden beri ve asırlar<br />

boyunca, <strong>İstanbul</strong>’u dev kubbeleriyle hep böyle taçlandırmışlar ve<br />

dünyanın hiçbir yanında rastlanmayan büyüklükteki bu eşsiz silueti…<br />

(1900)<br />

Nisan / 2011


Karadeniz ağzındaki Boğaziçi’ni, bir aşağı bir yukarı indim,<br />

çıktım. Bu büyüleyici tabiate ait bazı çizgileri kendim <strong>için</strong><br />

not etmek istiyorum Gökyüzü ile toprağın, denizle insanın<br />

birlikte çalışarak, bu kadar nefis bir peyzaj vücuda<br />

getirebileceklerini, hayal bile edemezdim.<br />

Ancak gökle denizin şeffaf aynası bu güzelliği tam<br />

manasıyla aksettirebilir. Benim de muhayyelem görüyor<br />

ve tesbit edebiliyor ama hafızamda ebediyen<br />

kalmayacağı <strong>için</strong> gördüklerimin tafsilatını ancak<br />

azar azar tasvir edebileceğim. Yani manzarayı, mevkileri<br />

her kürek darbesiyle ilerlememiz nispetinde<br />

gördüklerimi yazmaya çalışacağım. Boğaziçi kıyılarının<br />

hakkiyle resmini yapabilmek <strong>için</strong> bir ressamın yıllarca<br />

çalışması gerekmektedir. Her bakışta manzara<br />

değişiyor ve her değişiklikte başka bir güzellik arzediyor. Bu güzellikleri<br />

birkaç kelime ile ben nasıl anlatabilirim ki,<br />

Bir balık gibi denizi yaran iki çiſte uzun kayıklardan biriyle, sabahın yedisinde,<br />

berrak bir gök ve etrafı ışıklarına boğan güneşin altında yola<br />

çıktım. Sandalın <strong>için</strong>de kürek çekenlere benim aramda yatan bir tercüman<br />

her geçtiğimiz yer hakkında izahat veriyordu. Evvela Tophane kıyılarını<br />

seyrettik. Mermer camiin etrafında da çiçek buketi gibi basamak<br />

basamak yükselen renk renk evler daha yukarda Beyoğlu mezarlığının<br />

servileri… Karanlık orman perdesi, sahilin tepeleri örtüyor. Boğaziçi bazı<br />

noktalarda derece derin ki, çiçeklerin o nefis kokusunu içimize doldurmak,<br />

birazda kürek çekenleri dinlendirmek <strong>için</strong>, kıyının çok yakınında<br />

geçiyoruz. Büyük gemilerde sahile aynı yakınlıktan seyrediyorlar. Hatta<br />

serenleri, ağaçların dallarına, bağ evlerinin kafeslerine, pencerelerdeki<br />

panjurlara takılıyor. Yaprakları, evin bir kısmını kopartıp, kaçıyor.<br />

Bu evler, ağaç kümeleriyle yahut ta sarmaşık ve yosunlarla kaplı kayalarla<br />

bir birinden ayrılmışlar. Kayalar tepelerden inip denizin dalgalarına<br />

kadar uzanıyor. Zaman zaman sel veya bir dere yatağı ile ikiye bölünen<br />

tepelerin arası derinleşerek, bir koy hasıl oluyor. O zaman bu koyların<br />

düzlük kıyılarında çeşmeleri, yaldızlı kubbeleri, zirvesi çınar ağaçlarına<br />

karışmış ince, narin minaresiyle bir köy ortaya çıkıyor. Koyun her iki yanında<br />

ve sonunda, geniş cepheleriyle amfiteatr tarzında, evler yükselmekte.<br />

Tepelerde asılı gibi duran bahçelerdeki iri başlı çam ağacı<br />

kümeleriyle, ufka kadar köşkler yayılıyor. Bu köylerin ayak uçlarında bir<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

kumsal yahut da birkaç kadem genişliğinde, granitten bir rıhtım<br />

var. Kumsalda firavun incirleri, asmalar, yaseminler<br />

dikili. Bunlar denize kadar uzanarak, gölgelerinde kayıkları<br />

barındırıyorlar.<br />

Denizde her türlü vasıta ve ticaret gemileri, demir<br />

atmış vaziyette, bekliyor. Armatör evlerin yahut ta ardiyelerin<br />

karşısında demirleyerek, gemiden uzatılan<br />

bir iskele vasıtasıyla mallar içeriye taşınıyor. Rıhtımlarda<br />

sürüyle çocuklar, sebze ve hurma satıcıları dolaşmakta.<br />

Orası hem köyün hem de Boğaziçi’nin<br />

çarşısı. Luzern ve interlacken köyleri, Boğaziçi koylarının<br />

güzelliği ve görülmeye değer manzaraları hakkında,<br />

bir fikir veremez.<br />

Yolda giderken bir an hareketsiz kalıp bu nefis panoramayı seyretmeden<br />

geçilemiyor. Avrupa sahilinin ön kısımlarında, yani iki üç fersahlık<br />

mesafede, bu şehirlere, liman ve köylere, her beş dakikada bir rastlamak<br />

mümkündür. Sonraları bu manzara değişiyor ve daha çok kırlara rastlanıyor.<br />

Sebebi de tepelerin gittikçe yükselmesi, ormanların sıkılaşması.<br />

Şimdi sırf Avrupa kıyılarından bahsediyorum. Dönüşte daha güzel olan<br />

Asya kıyılarını tasvir edeceğim. Fakat vasiyeti iyice kavrayabilmek <strong>için</strong>,<br />

Asya kıtasının da ancak birkaç kürek darbesiyle ulaşabilecek kadar yakınımda<br />

olduğu unutmamak lazım. Akıntının ortasında gidilmeye mecbur<br />

olunduğu zaman ve boğazın darlaştığı, dirsekler yaptığı yerlerde<br />

Avrupa kıyısına olduğu kadar, gözler Asya tarafına çevrilince de, aynı<br />

hayranlık duyulmaktadır.<br />

Ama ben, çok yakınından geçtiğimiz sahilin anlatmaya devam edeceğim.<br />

Bu tabi limanlar bittikten sonra Boğazın süratle akan derin bir<br />

nehir haline geldiği bir yer var. Çiſte dağlardan dikine inen iki kayalık<br />

arasında, yılankavi akan nehir birden bire kesilmiş gibi bir vaziyet alıyor.<br />

İnsan ancak ilerledikçe, nehirin açıldığını ve Avrupa kıyısına doğru gidip<br />

göl şeklinde derinleşerek genişlediğini fark ediyor. İşte Büyükdere ve Tarabya!<br />

Tepeden tırnağa ağaç ve nebat demetleriyle süslü kayalık burunlardan<br />

eski yarı harap olmuş hisarlar yükselmekte. Beyaz kuleli, mazgallı,<br />

müteharrik köprülü, Ortaçağ stilinde kale burçları görünüyor.<br />

(1832)<br />

Nisan / 2011<br />

Boğaziçi<br />

Lamartine<br />

41


42<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Çamlıca’dan Bakışlar<br />

Çelik Gülersoy<br />

Edmondo de Amicis<br />

Marmara Denizi’nden bakınca, bir tepenin üstüne<br />

yayımlı büyük bir köyden başka bir şey değil. Haliç’ten<br />

bakınca, şehir gibi görünüyor. Lakin vapur<br />

Anadolu yakasının en ileriye uzanmış burnunu dolaşarak<br />

iskeleye doğru dümdüz gidince şehir genişleyip<br />

yükseliyor; binalarla örtülmüş tepeler<br />

birbiri arkasına gözüküyor; vadilerden mahalleler<br />

çıkıyor, köşkler yüksek yerlerde dağılıyor; küçük evlerle<br />

baştan sona rengarenk boyanmış sahil göz alabildiğine<br />

uzanıyor: nereye gizlenebileceği<br />

anlaşılamayan, büyük, tantanalı, tiyatroya benzeyen<br />

bir şehir bir tiyatro perdesinin açılışında olduğu<br />

gibi hemen gözler önüne seriliyor ve<br />

neredeyse kaybolduğunu göreceğinizi düşünürken<br />

hayrete düşüp kalıyorsunuz. Sandalcılar, at kiraya<br />

verenler ve tercüman kargaşalığı <strong>için</strong>de ahşap bir<br />

iskeleye iniliyor. Sarmaşık ve asma dallarıyla örtülmüş,<br />

aşı boyalı, sarı boyalı küçük evlerin, içlerinden<br />

yeşillik fışkıran bahçe duvarlarının arasından,<br />

yüksek çardakların altından hemen hemen geçmeye<br />

mani olan büyük çınarların gölgesinden yılankavi<br />

bir şekilde tatlı bir meyille yükselen<br />

anayoldan yürünüyor.<br />

Paul de Regla<br />

1887 yılının ekim ayındayız. Alafranga saatle, saat<br />

öğleden sonra beş. Hava, bu güzel memleketin sonbaharına<br />

layık bir güzellik ve berraklıkta. Gökyüzü,<br />

Doğu Gökü, eski şöhretini yalanlamayacak parlaklıkta.<br />

Taa orada, batıda parlayan güneşin kırmızı<br />

yuvarlaklığı, Ayasofya kubbe ve minareleri üstünden<br />

alevli yılanlarını, antik Bizans’ın duvarlarını,<br />

Yedikule Sarayı’nı, ünlü Balıklı Manastırı’nın yükseldiği<br />

ovayı, ünlü modern olarak yayılı Ayastefanos<br />

Köyü’nü yalayan denize dökmektedir.<br />

Acelesiz, myavaş yavaş, alaturka bir eda ile çıkalım<br />

buradan geçmiş olanların açtığı, kavruk, lavanta<br />

ve sakız ağacı tutamları arasındaki patika yolundan<br />

yürüyelim.<br />

Gördüğünüz gibi bitkiler bol değil iki üç çiçek, Girit<br />

kekiğinden bir kaç örnek. Orada burada kendi halinde<br />

bir kocayemiş ve yağmurlardan sonra gelişe-<br />

cek bir kaç biberiye tırmanmakta olduğumuz dağın<br />

tabanı olan bu kısmında da soysuz bir iki safran<br />

dalı görünür. Bitki olarak, hepsi bu kadardır.<br />

İşte, dağın zirvesine geldik. İşte, çok uzaktan bile<br />

görülebilen üç deniz çamının ortasından yükselen<br />

dağ tepesine gelmiş bulunuyoruz...<br />

Güneş, Ayestefanos ovası arkasında kaybolmadan,<br />

antik grekoromen şehrini koruyan kahramanların<br />

birer birer ölümünü görmüş olan duvarlara son<br />

ışıklarını döker ve Asya kıyısının sayısız evlerini akşamın<br />

kızıl ışıklarına boğar.<br />

O zaman <strong>İstanbul</strong> ve kenar semtleri, güneş batışının<br />

şairane tatlılığı, silikliği <strong>için</strong>de erimeye başlarken,<br />

Çamlıca Tepesi’nden görülen manzara<br />

gerçekten bir rüyaya ve bir efsanevi güzelliğe bü-<br />

Nisan / 2011<br />

rünür. Her evin, her yapının alevlenmiş gibi yanan<br />

pencereleri anlatılmaz bir ışık <strong>için</strong>de tutuşur.<br />

Bu görüntü, en geniş hayalin bile düşünemeyeceği,<br />

tasavvur edemeyeceği, titreşimli akisleri, doğaüsts<br />

ışıkları her yana yayılan sınırsız bir yangın görüntüsüdür.<br />

Ve bu görüntü, hiç bir insan paletinin<br />

canlandıramayacağı göz kamaştırıcı bir tablodur.<br />

Onu görmek, yeniden görmek gerekir. Ve gördükten<br />

sonra akılda kalır, bir rüya, bin bir gece masallarını<br />

bin fersah aşan bir rüya gibi. Bu, bir renk<br />

rüyası, bir gerçeklilik haşmetidir ki, tüm düşüncelereniz<br />

soğuk, donuk kalırlar.<br />

Bu eşsiz noktadan seyredilen güzel bir sonbahar<br />

günü akşamı, kuşkusuz, hiç bir eleştiriye konu olamayacak<br />

haşmette, insanın artık göremeyeceği incelemeyeceği<br />

bir olay, bir fenomendir.


Gerard de Nerval<br />

MEDDAHLAR<br />

<strong>İstanbul</strong>’da Ramazan gecelerini ve gecelerin en<br />

cazip eğlencelerini naklederken, şehrin başlıca kahvelerinde,<br />

usta meddahlar tarafından anlatılan harikulade<br />

güzel hikaye ve masalları atlayıp geçersek,<br />

çok eksik bir iş yapmış oluruz ve tam bir fikir veremeyiz.<br />

Bu efsanelerden birini tercüme etmek suretiyle,<br />

hem yüksek seviyede bir kültüre dayanan, hem de<br />

halka indirilmiş bir edebiyat hakkında bilgi vermiş<br />

olacağız. Bu edebiyat, İslam açısından alınan dini<br />

efsaneleri, an’aneleri ve manevi değerleri ihtiva ediyor.<br />

Yanlarında kaldığım ve himayelerine girdiğim<br />

Acemlere göre ben bir bilgin, bir araştırmacı idim.<br />

Beni Beyazıt Camiinin arkasında bulunan kahvehanelerede<br />

götürüyorlardı. Eskiden bu kahvehanelerde<br />

afyonkeşler toplanırmış, bugün afyon<br />

içmek yasaklanmış bulunuyor. Fakat Türkiye’ye<br />

gelen yabancı tüccarlar, bazı alışkanlıklarla şehrin<br />

gürültülü merkezinden uzak bulunan bu sessiz<br />

mahallelere geliyor, kahvehanelerde oturuyorlar.<br />

Kahvehaneye girip oturuyorsunuz. Size bir çubuk<br />

ya da nargile getiriyorlar, bunları içerken sonu gelmeyen<br />

hikayeyi dinliyorsunuz. Bu hikayeler, bizim<br />

gazete tefrikaları gibi mümkün olduğu kadar çok<br />

uzatılır. Bunda hem kahvecinin, hem de hikayeyi<br />

anlatanın menfaati vardır.<br />

Charles Perry<br />

<strong>İstanbul</strong>’un, haklı olarak iſtihar ettiği çeşitli tabiat<br />

ve sanat üstünlükleri arasında, limanın güzelliği ve<br />

elverişliliği hiç bir surette küçümsenemez. Burası<br />

12 mil çapında güzel bir iç denizdir zirveye doğru<br />

kademeli olarak birbirini izleyen binalarla kaplı<br />

güzel tepe kümeleri, buraya harikulade bir amfi<br />

teatr görüntüsü vermektedir Fakat şehrin kendisi<br />

tüm çevresi ile beraber sunan asıl panaroma, Üsküdar’ın<br />

arkasında yükselen dağdan görülür ve<br />

bunun anlatılmayacak kadar ilginç ve tarifsiz olan<br />

güzelliğin boyutuna hiç bir şey ulaşmaz.<br />

Bu dağın tepesinde, önümüzde uzanan tabloya doyabilmek<br />

<strong>için</strong>, bir saaten fazla bir süre kaldık Burası<br />

bize, günahsız, el değmemiş, eşsiz bir tabiatın,<br />

harikulade bir ziyafeti idi burada geçen süre bizi<br />

epeyce tatmin etmesine rağmen, yine de doyamadan<br />

ayrıldık.<br />

E. Grosvenor<br />

Zevkle hatırladığım şeylerden biri de, sınırsız gibi<br />

görünen vadilerde ve tepelerde yürüyüşler ve bu<br />

kadar el değmemiş doğallık <strong>için</strong>de yer yer uzanan<br />

ekili alanların, bağların parlak yeşilliğiydi. Orta-<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

mın büyülü güzelliği, Bulgurlu dağına çıkınca daha<br />

da arttı. Dağın zirvesi tamamen çimen çiçeklerle<br />

kaplıydı, bunların yanı sıra sedir ve çınar ağaçları<br />

da vardı. Tepeden görünüş, tarif edilemez bir güzellikteydi;<br />

Bir yandan tüm <strong>İstanbul</strong> şehri, Üsküdar,<br />

Marmara Denizi ve uzak Asya dağları, diğer<br />

yanda, Boğaz’dan ileriye, Tarabya ve Kavaklar’a<br />

doğru harika kıyılar.<br />

Tepede bir müddet dinlendikten sonra, alelade bir<br />

yapı olan, Sultan Mahmut’un öldüğü ve o zamandan<br />

beri korunup tamir edilemeyen, yıkılmaya yüz<br />

tutmuş konağın yakınından geçen bir yolla aşşağıya<br />

inmeye başladık. Sonunda, milyonlarca mezarı<br />

örten, selvi ağaçlarından oluşan dev bir<br />

ormana geldik.<br />

Charles D. Warner<br />

<strong>İstanbul</strong> sırtlarında, altın ışınların teması ile kısmen<br />

seçilebilen bir düzine minare; her iki yakada<br />

üstüste kümelenmiş camlarda alev parıltıları, durgun<br />

nehir ve sürat kayıkları, altın ile kaplanmış,<br />

arkamızda alt tarafları sisle örtülmüş kubbeler, ve<br />

yukarı doğru sivrilen müezzin minareleri hepsi,<br />

güneş batışının altından cennetinde, muhteşem<br />

malikaneler gibi beliriyordu gökyüzünde. Küçük<br />

kayıkların, pembemsi su üzerinde, zevk peşinde<br />

uçuşları sonsuz dinginlik sunarken, cennetin büyüsü<br />

yeryüzüne düşmüş gözüküyordu.<br />

Dünya, bizim <strong>için</strong>, çekiciliğini kaybetti,<br />

Boğaz’daki gezintimizden beri.<br />

Batı dünyasının bir başkentinde, aynı muazzam<br />

görüntüyü elde etmek isteyen ancak bir balonla yukarı<br />

yükselmek zorundadır. Oysa, olağanüstü özelliklerinden<br />

hiç birinin genel bir bakışta gözlerden<br />

uzak kalmaması, <strong>İstanbul</strong>’u rakibsiz olarak, Kentlerin<br />

Kraliçesi yapar.<br />

43


44<br />

Eski <strong>İstanbul</strong><br />

Seyyahların Aynasında <strong>İstanbul</strong><br />

Ümit Meriç<br />

Sir Adolphus Slade<br />

Baharın güzelliğini tarif etmek <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong>’u görmüş<br />

ve onun bağrında uyanışı yaşamış olmak gerekir.<br />

Bahar, <strong>İstanbul</strong>’a Allah’ın verdiği bir<br />

armağandır, bundan daha nadide bir ihsan olabileceğini<br />

sanmıyorum. Karar verdiğim üzere, Beyoğlu’ndan<br />

kalkıp Haliç’e indim. Yollar çepeçevre<br />

ağaçlarla bezenmiş; ahşap evler ve konaklar, salkım<br />

söğütlerin, akasyaların kucakladığı birer sevgiliye<br />

benzemişlerdi. Haliç’te sahile vardığım<br />

zaman kendimi bir kuş kadar hafif hissediyordum.<br />

Berrak, koyu yeşil sularda oynaşan kayıklar, gözlerimi<br />

bir renk zenginliğiyle dolduruyordu. Kayıklar,<br />

<strong>İstanbul</strong>’a bir başka güzellik katan ya da bir başka<br />

deyimle <strong>İstanbul</strong>’un özelliklerinden olan birer sanat<br />

eseridir. Kayıkçı kalfalar, inşa ettikleri teknelerin<br />

narinliği ve suda akışıyla ün yapmışlardır. Kayıklar,<br />

Türk oymacılık sanatının bir yüzünü yansıtır. Bordaları,<br />

küpeşteleri, yelkenleri bile pek ince süslerle<br />

bezenmiştir. Türklerin ‘nakkaş’ dedikleri boyacılar,<br />

sonradan bu hatları altın yaldızlar ve çeşitli boyalarla<br />

işlerler.<br />

Nihayet bir sandala ayak basıp tahtaları üzerine<br />

serilmiş bir mindere kuruldum. Son derece oynak<br />

olan kayığa binip inerken uyulacak nokta, dengeyi<br />

bozmamaktır. Bu sıkışık yerden nasıl çıkacağız derken<br />

kayıkçının bir iki kürek oynatmasıyla sıyrılışımız,<br />

su ile muaşaka kuran bu denizcilere özgü bir<br />

ustalıktan ileri gelmektedir.<br />

Altın Boynuz’un (Haliç) gönüllere huzur veren havasını<br />

derin derin soluyarak, küreklerin muttasıl<br />

berrak sulara dalış çıkışını seyrederek Galata’ya<br />

oradan Tophane’ye doğru yol aldık. Benim tam bir<br />

Türk beyi olabilmem <strong>için</strong> şu anda galiba sadece<br />

uzun tömbeki çubuğum eksik. Boğaz’ın kendisine<br />

has bir denizcilik düzeni vardır. Marmara’dan<br />

gelip Karadeniz’e çıkacak olan yelkenli tekneler, elverişli<br />

rüzgarları beklerler ve akıntının hafiflediği<br />

ya da kıvrımlar yaptığı koylara dümen kırarlar. Boğaziçi’nde<br />

gemisini yürüten kaptan, yetişmiş kılavuz<br />

gibidir.<br />

Tanrı yedi tepeye kondurduğu güzelliği Türklere<br />

ihsan etmiş fakat denizlerde halk ettiği balıkların<br />

en lezzetlileri de kendilerine sunmuştur. Çubuklu’da,<br />

Kanlıca koyunda, Tarabya ya da Büyükdere<br />

sahillerinde ağ atan, dalyan bekleyen, peş peşe dizilip<br />

dini ayin yaparcasına bir nağme mırıldanıp<br />

ağ çeken posbıyıklı balıkçıların seyrine doyamadım.<br />

Gemilerle yarış eden yunus balıkları, Türk sularında<br />

bağımsızlığa sahiptirler. Türkler <strong>için</strong> yunus<br />

balığı kutsal bir hayvandır. Aslında şakacı olduğuna<br />

inandığım yunus balığının gemilerle yarışa<br />

kalkışması, seyrine doyulmaz bir oyundur. (1838)<br />

Anna Grosser Rilke<br />

Köprüdeki karmaşadan ve renkli dünyadan sonra<br />

Eminönü’nde her birinin altında birer küçük dükkan<br />

olan ahşap evleriyle daracık sokaklardan geçiyorsunuz.<br />

İnsanlar işlerini dükkanın dışında<br />

sokakta yapıyor, aynı zamanında yemek de pişiriyor.<br />

Acıkmışım, tam da bir kebapçı dükkanının<br />

önündeyim, hemen girişinde odun ateşi üzerinde<br />

bir şişe geçirilmiş kuzu eti dönüyor. Kokusu insanı<br />

cezbediyor, ben de Türk aşçıya elimle işaret edip, o<br />

şeyden yemek istediğimi anlatmaya çalışıyorum.<br />

Sakin ve terbiyeli, temiz bir masada bir iskemle göstererek,<br />

‘Buyurun hanımefendim!’ diyor. Sonra içeriye<br />

gidip ellerini yıkıyor, bir tabakla keskin bir<br />

bıçak alarak hala şişte dönmekte olan etten küçük<br />

parçalar kesiyor. Yanına da küçük bir ekmek koyuyor.<br />

Hiç bu kadar lezzetli bir kuzu eti yememiş-<br />

Nisan / 2011<br />

tim. Çatal bıçak yok. Et parçalarını ekmekle birlikte<br />

ağzınıza atabiliyorsunuz.<br />

Geniş gövdeli bir çınar ağacının altında bir kahvecinin<br />

mekan edindiği küçük bir meydana geldim.<br />

Meydana, küçük taburelerle minik masalar konmuştu.<br />

Şarktaki bütün kahveler gibi geleni çoktu,<br />

ama hep erkekti. Çünkü çınarın altındaki bahçeli<br />

meydan aynı zamanda bir berber dükkanıydı da.<br />

Bir tabureye iliştim, şekerli bir kahve ısmarladım.<br />

Sigaramı yaktım, bayağı keyiflenmiştim. Bana merakla<br />

bakıyorlardı, ama rahatsız edici bir durum<br />

yoktu. O kadar çok görecek, gözlemleyecek şey vardı<br />

ki, bu küçük kahveden bir türlü ayrılmak istemiyordum.<br />

Ne yazık ki Türklerle konuşamıyordum,<br />

bana bir yığın soru soruyorlardı ama yanıt veremiyordum.<br />

Artık son hedefim olan çarşıya gitme zamanım<br />

gelmişti. Yol beni mis kokularının yayıldığı<br />

Mısır Çarşısı’na götürdü. Daha içeri girer girmez<br />

insanı mistik bir hava sarmalıyordu, içerinin etkileyici,<br />

pitoresk bir aydınlatması vardı. Işık, tavandaki<br />

pençelerden geliyordu, dışardaki feci sıcağa<br />

karşın burası serindi. Türkler dükkanlarının<br />

önünde bilgece, vakur, sakin yere çömelmiş oturuyorlardı,<br />

ne bir bağırtı, gürültü ne telaş vardı. Bu<br />

kutsal mekanda olmaktan sonsuz hoşnuttum, gerçek<br />

Şark burasıydı. Hemen hepsi Türk olan satıcılardan<br />

yaşlı olanların başlarındaki fesleri, beyaz<br />

yumuşak bir bezle sarmalanmıştı. Ne güzel insanlar<br />

görmüştüm orada, uzun ak sakallarıyla nasıl<br />

da saygı uyandırıyorlardı. Dünyanın bütün baharatları<br />

burada satılıyordu, en kıymetlisiyse gül suyuydu.<br />

Yeniden dışarıya gün ışığına çıktım, bu<br />

yakanın en büyük alışveriş merkezindeydim. Yan<br />

yana dükkanlar dünyanın en harika halılarıyla tıka<br />

basa doluydu. Çarşıdan dışarıya uzanan yolun çevresini<br />

her türden küçük satıcılar sarmıştı. Sucular,<br />

kafasında dengelemeye çalıştığı büyücek tablasında<br />

leziz tatlılarla dolanan şekerci, bir çeşit puding<br />

satan muhallebici, yoğurtçu, mevsimine göre kavun<br />

çeşitleri, taze incir, üzüm, çilek satan satıcıları gördükçe<br />

dayanamıyordunuz, hepsinden tadıyordunuz.<br />

(1888)


Üsküdar’a Giderken Aldı Da Bir Yağmur!<br />

“Hey Üsküdar Üsküdar, geçtim sokakları dar” diye<br />

bir türkü çıkmıştı ki Üsküdar’ın o zamanki birçok<br />

sokakları hakikaten oldukça dar, çapraşık yerlerdi.<br />

Fakat şimdi bu sokakların çoğu değişmiş, geniş<br />

geniş tramvay caddeleri açılmış. Toygartepesi ile o<br />

cihete tesadüf eden bazı sokaklar istisna edilmek<br />

üzere Üsküdar artık oldukça yüzüne bakılabilecek<br />

bir hale gelmiştir. Eskiden bizim çocukluğumuzda<br />

şöyle bir türkü daha vardı: “Üsküdar’a giderken<br />

aldı da bir yağmur.”<br />

Bundan otuz, otuz beş sene evvel <strong>İstanbul</strong>’da moda<br />

olan bu türkünün hakiki medlûlü üç akşam evvel<br />

bizim başımıza geldi. O akşam Yeni Gün muharrirlerinden<br />

Mekki Sait’le beraber Üsküdar’a giderken<br />

öyle bir yağmur aldı ki kendimizi oradaki bir<br />

kahveye sırsıklam bir halde dar atabildik!<br />

Üsküdar’ın kışın tama edilecek hiçbir tarafı, hiçbir<br />

şeyi yoktur; lakin burası, yazın pek hoştur. Ne tarafına<br />

gitseniz güzel bir manzara, latif bir hava,<br />

tatlı bir eğlence ile karşılaşırsınız. <strong>İstanbul</strong>’un ne<br />

ferah artıran Çamlıca’sını bir tarafa bırakalım,<br />

fakat Üsküdar’ın Çamlıca’dan başka ne yerleri var<br />

ki bunların güzellikleri saymakla kolay kolay bitmez.<br />

Sahildeki Şemsipaşa arsası, Doğancılar Parkı, Sakızağacı,<br />

Bağlarbaşı, Salacak koyu, buralar hep yaz<br />

günlerinin hatırı sayılır bir güzellik meşheridir. Eskiden<br />

en ziyade tımarhane, miskinhane ve Karaca<br />

Ahmet mezarlıklarıyla meşhur olan bu yerin bugün<br />

umumi parkları, hususi bahçeleri <strong>İstanbul</strong> ve Beyoğlu’nun<br />

park ve bahçelerinde hiç de aşağı kalmaz.<br />

Mesela çarşı <strong>için</strong>deki İnşirah bahçesinin yaz geceleri<br />

o rengarenk kandillerle süslenmiş hal ve manzarası<br />

Beyoğlu’nun çok yerlerinde bile görülemez.<br />

…<br />

Bab-ı Âli<br />

Ankara Caddesi’nden yukarı tırmanırken, solumuzda<br />

dar bir sokak <strong>için</strong>de eski bir yapının kalıntısı<br />

görünüyor. <strong>İstanbul</strong> gibi eski şehirlerin ilginç<br />

bir özelliğinin kanıtı bu yapı. Tarih ve koruma bilincinin<br />

olmadığı çağlarda, insanlar yeni ihtiyaçlara<br />

göre eski yapıları yıkmış, ortadan kaldırmış.<br />

Bazen de, büsbütün yıkmayıp üstüne başka bir şey<br />

yapmış. Eskiden burada bir bina vardı ve ikinci katındaki<br />

bir meyhaneden ötürü ben de oraya zaman<br />

zaman giderdim. Ama binanın <strong>için</strong>de başka bir<br />

bina bulunduğunu hiç bilmezdim. Bu yakınlarda o<br />

köhne binalar yıkıldı, <strong>için</strong>den eski bir hamam<br />

(Hoca Paşa Hamamı) çıktı. Bugünlerde restorasyonu<br />

tamamlanmak üzere.<br />

Karşı kaldırımdan tırmanmaya devam edince,<br />

sağda, kitapçı ve kırtasiyeci dükkanları arasında<br />

bir kapıdan bir iç avluya girildiğini görüyoruz. Bu<br />

sevimli avluda, bundan otuz yıl kadar önce yanan<br />

iki güzel 19. Yüzyıl yapısının iskeletleri duruyor.<br />

Daha ilginç olanı, buradaki bazı dükkan ve avlu-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Köşe Bucak <strong>İstanbul</strong><br />

Nisan / 2011<br />

Osman Cemal Kaygılı<br />

daki küçük matbaa <strong>için</strong>de hala görülebilen, muhtemelen<br />

Cenevizlerden kalan duvar parçaları. Hala<br />

görülebilen diyorum, ama cadde üstündeki dükkanında<br />

oturan mal sahibi buraları göstermeye hiç<br />

istekli değil.<br />

Karşımızda Bab-ı Âli var şimdi. Bu kanadının girişinde,<br />

gene zevksiz bir 19. Yüzyıl yapısı olan Nallı<br />

Mescidi. Şimdi <strong>İstanbul</strong> valiliği olan Bab-ı Âli eskiden<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetildiği<br />

merkezdi. Onun tarihi, bazı bakımlardan, imparatorluğun<br />

modernleşme sürecini yansıtır. Başından<br />

beri padişah her türlü yönetim yetkisinin<br />

mutlak sahibiydi ve ona yardımcı olmakla yükümlü<br />

Divan, yani o zamanın hükümeti, sarayda, Kubbealtı’nda<br />

toplanırdı. Zamanla padişahlar fiili yönetimden<br />

koparak saray hayatına daldılar ve bu da,<br />

başbakan sayılabilecek sadrazamın teoride değilse<br />

de pratikte daha fazla yetki kullanmasına yol açtı.<br />

Bu dönemlerde özel ve kamusal ayrımı pek belirgin<br />

değildi.<br />

Postane binası eski Posta Nezareti olarak yapılmıştı.<br />

Daha önce Harbiye Nezareti hükümetin ortak binasından<br />

taşmış ve taşınmış, bugünkü <strong>İstanbul</strong><br />

Üniversitesi merkez binasına yerleşmişti. Onun yanındaki<br />

Ali Paşa Konağı da Erkan-ı Harbiye-i<br />

Umumiye olmuştu. İmparatorluğun en büyük örgütü<br />

olan ordunun Bab-ı Âli’ye sığamaması ve ayrı<br />

binaya taşınması anlaşılır bir şeydir. Ama başbakanlığın<br />

yanı sıra bütün geri kalan bakanlıkların<br />

çalışmaları uzun süre Bab-ı Âli’den yürütülmeye<br />

devam etti.<br />

45


46<br />

<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />

<strong>İstanbul</strong> Sokakları<br />

100 Yazardan 100 Sokak / YKY<br />

“Betonlaşmış bir sokağın Anısı Bile Olamaz<br />

Bir sokak sizi muhakkak bir yere<br />

götürür. Sokağın sonunda ya yakınınız<br />

bekliyordur, ya da dostlarınız. Sokakların<br />

her mevsim rengi değişir. Onlar yeşerir,<br />

çiçekler açar, bir kedi kaçar ansızın<br />

önünüzden… Sokakların anıları da vardır,<br />

hem de uzun zamandan beri. Yaşar<br />

bu anılar, hem sizde hem sokakta. Rengini<br />

mevsime, ışığa göre değiştirmeyen<br />

sokak artık sokak değildir. Betonlaşmış<br />

bir sokağın anısı bile olmaz. Artık kemikleşmiş<br />

bir iskelettir, kokusu da yoktur,<br />

rengi de. Yani sokak da değildir.<br />

Rumelihisarı’ndaki bu sevdiğim sokak,<br />

bugün artık yoktur, kaybolmuştur.<br />

Rengi ve anıları sadece fotoğrafta kaldı.<br />

Böyle bitti <strong>İstanbul</strong> ve sokakları. Artık<br />

dünyanın en güzel ışığı bile aydınlatsa<br />

bu sokağı, yeşerecek yaprağı, koklanacak<br />

çiçeği yoktur. Rumelihisarı’ndaki bu yokuştan<br />

bir demet çiçekle geçmeyecektir<br />

bir kadın. Ve yağmur yağsa bile damlalar<br />

zevksiz ıslatacaktır oraları.” (Ara Güler)<br />

<strong>İstanbul</strong>, Hatıralar ve Şehir<br />

Orhan Pamuk / <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

“<strong>İstanbul</strong>’un sokakları içerisinde bir<br />

yerde, bizimkine benzeyen bir başka<br />

evde, her şeyiyle benim benzerim, ikizim,<br />

hatta tıpatıp aynım bir başka<br />

Orhan’ın yaşadığına çocukluktan başlayarak<br />

uzun yıllar aklımın bir köşesinde<br />

inandım. Annemle çıktığım sandal gezintisi,<br />

bir iki kere akıntıya kapılmak,<br />

geçen bir geminin dalgalarıyla sallanmak<br />

gibi birkaç tehlikeden sonra bitince, sandalcı<br />

bizi akıntının kıyıya iyice yaklaştığı<br />

Rumelihisarı burnundan önce Aşiyan’a<br />

bırakır, annemle Rumelihisarı’na, Boğaz’ın<br />

bu en dar noktasına kadar yürür,<br />

iki kardeş Rumelihisarı’nın dış avlusuna<br />

süs diye yerleştirilmiş, Fatih döneminden<br />

kalma toplarla oyalanır, sarhoşların,<br />

evsizlerin <strong>için</strong>de uyuyakalarak gecelediği<br />

bu iri silindirlerin <strong>için</strong>deki cam kırıkları,<br />

pislikler, teneke parçaları, sigara izmaritlerinden<br />

<strong>İstanbul</strong>’un ve Boğaz’ın büyük<br />

tarihi mirasının şimdi orada yaşayanların<br />

çoğunluğu <strong>için</strong> karanlık, esrarlı ve<br />

anlaşılmaz bir şey olduğunu sezdik.”<br />

Nisan / 2011<br />

Beş Şehir<br />

Ahmet H. Tanpınar / Dergah Yayınları<br />

“Asıl <strong>İstanbul</strong>, yani surlardan beride olan<br />

minareyle camilerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi,<br />

Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler,<br />

Bentler, Adalar, bir şehrin<br />

<strong>için</strong>de âdeta başka başka coğrafyalar gibi<br />

kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular<br />

uyandıran, hayalimize başka türlü<br />

yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır.<br />

Her <strong>İstanbul</strong>lu az çok şairdir; çünkü<br />

irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa<br />

bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile<br />

oyunu <strong>için</strong>de yaşar. Ve bu, tarihten<br />

gündelik hayata, aşktan sofraya kadar<br />

genişler. “Teşrinler geldi, lüfer mevsimi<br />

başlayacak.” Yahut “Nisandayız, Boğaz<br />

sırtlarında erguvanlar açmıştır.” diye düşünmek,<br />

yaşadığımız anı efsaneleştirmeye<br />

yetişir. Eski <strong>İstanbul</strong>lular bu<br />

masalın <strong>için</strong>de ve sadece onunla yaşarlardı.<br />

Bugün mahalle kalmadı. Yalnız<br />

şehrin şurasına burasına dağılmış, eski,<br />

fakir mahalleliler var. Birbirlerinin hatırını<br />

sormak, bir kahvelerini içmek, geçmiş<br />

zamanı beraberce anmak <strong>için</strong> zaman<br />

zaman gömüldükleri köşeden çıkan, bin<br />

türlü zahmete katlanarak semt semt dolaşan<br />

ihtiyar mahalleliler…”


Bir Dünya İmparatorluklar Merkezi<br />

<strong>İstanbul</strong><br />

Ceyhan Güran / Akis Kitap<br />

Doğadaki doğuş izlerinin milyon yıl<br />

önce başladığı mitolojik çağlarda ufuklardan<br />

süzülüp tarihin serüvenli atölyesinden<br />

gururla geçerek Klasik, Orta ve<br />

Yeni çağın simgesi olabilen Pagan, Ortodoks,<br />

Katolik Latin ve Türk İslam<br />

dünyasının bir yıldızı ve bu muhteşem<br />

imparatorlukları yöneten uzun asırlar<br />

boyunca bir tarih ve kültür merkezi<br />

olma ihtişamına ulaşabilmiş dünyadaki<br />

tek şehirdir <strong>İstanbul</strong>..<br />

'Bir Dünya İmparatorluklar Merkezi <strong>İstanbul</strong>'u<br />

yakından tanımak <strong>için</strong> kitapta<br />

yer alan bazı önemli başlıklar:<br />

Roma İmparatorluğu<br />

Doğu Roma İmparatorluğu<br />

Katolik Latin İmparatorluğu<br />

Bizans Devri<br />

Türk <strong>İstanbul</strong><br />

Roma-Bizans Eserleri<br />

Klasik Osmanlı Devri<br />

<strong>İstanbul</strong> Şehri<br />

Prehistorik ve Mitolojik Devre<br />

<strong>İstanbul</strong>’u Anlamak<br />

Turgut Cansever / Timaş Yayınları<br />

“Son otuz yılda <strong>İstanbul</strong>’da apartman sayısının<br />

artması ve nüfusun yoğunlaşması<br />

nedeniyle, yıl <strong>için</strong>de tabiatla aralarındaki<br />

bağ kopan insanların, yaz aylarında doğaya<br />

ulaşmak <strong>için</strong> Boğaziçi’ne, Adalar’a<br />

ve çevredeki diğer alanlara hücum etmesi,<br />

bu yerlerde de şehirleşmenin başlamasına<br />

ve tabiatın tahribatının daha<br />

geniş alanlara yayılmasına sebep oldu.<br />

Apartmanlaşmanın yanı sıra, Adalar’da<br />

hizmet sektöründe çalışanların sayısının<br />

artması bu yeni düşük gelir grubunu gecekondular<br />

inşa etmeye yönlendirirken<br />

“gecekonduculuk”, yazlık kiralık ev sağlayan<br />

bir iş alanı olarak yaygınlaştı.<br />

Sözünü ettiğimiz tüm bu hastalıklı değişimin<br />

yanı sıra, mimariyi seviyesizleştiren<br />

temel bir yanılgının da bizzat<br />

mimarlık eğitin ve uygulama felsefesinden<br />

kaynaklandığını belirtmek gerek.”<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong>’un <strong>İl</strong>kleri Enleri<br />

Süleyman F. Güncüoğlu / Ötüken Yay.<br />

“<strong>İstanbul</strong>’daki En Eski Taş Mektep<br />

<strong>İstanbul</strong>’da en eski taş mektepler Fatih<br />

Külliyesi’ndeki Darü’t-Talim ile Bayezid<br />

Külliyesi’ndeki Muallimhan’dı. Dar’üt-<br />

Talim 1918 yılına kadar hizmet vermiş,<br />

o yıl çıkan yangında ise harap olmuştur.<br />

Süleymaniye Külliyesi’ndeki taş mektep<br />

Mimar Sinan’ın bir eseri olup yine <strong>İstanbul</strong>’un<br />

en eski taş mekteplerinden biridir.<br />

Mektep çocuk dünyasına uygun<br />

sevimli bir tarzda inşa edilmiştir. Bu<br />

mektep, 1839 yılında ‘Mekteb-i Ulumi<br />

Edebiye’ adıyla ileri programlı rüştiyeye<br />

dönüştürülmüştür.<br />

Peki, taş mektep neydi diyecek olursak;<br />

okul binasına kâgir olan, Osmanlı dönemi<br />

vakıf okullarıydı. Kâgirden sıbyan<br />

mekteplerine de bu ad verilmekteydi. <strong>İstanbul</strong>’un<br />

geleneksel külliye mimarisinde<br />

yer alan be medreseden bağımsız<br />

ilk okullar taş mekteplerdir. 19.yüzyıl<br />

sonlarına doğru taş mektep sayısı 30-40<br />

civarında iken sıbyan mektebi sayısı<br />

400’ü aşmaktaydı.”<br />

47


48<br />

Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu<br />

Bilge Karasu / Metis Yayınları<br />

“Taksim çeşmesini hep kuru gördüğümü<br />

sanmıyorum. Pek uzak bir geçmişte,<br />

zincirle bağlı tası doldurup su<br />

içen birini gördüm mü? Elim anamın<br />

elinde Fransız konsolosluğunun önünden<br />

yürür, Yıldız sinemasının karşısına<br />

geldiğimizde karşıya geçerdik genellikle.<br />

Parmakkapı adının çeşitli yolaklara açıldığını<br />

çok sonraları düşünecektim. Ama<br />

daha o zamanlar, Büyük ile Küçük Parmakkapılar<br />

ayırımına sırt çevirerek, karşıda<br />

kalan öbür kaldırımı unutarak,<br />

ağzıma bir şeker, o zamanlar pek sevdiğim<br />

menekşeli bir fondan atar gibi, Parmakkapı'nın<br />

heyecanını uzun uzun<br />

gezdirirdim içimde. Yıldız sinemasının<br />

resimleri, renkli afişleri olurdu; muhallebicinin<br />

tarçın, fıstık, hindistancevizi<br />

çalınmış, titrekliğini, tadını bildiğim<br />

ama pek sevmediğim aklıkları, tavukları,<br />

pilavları, havagazı şirketinin loş boşlukları,<br />

o küçücük kitapçı dükkânının, yerden<br />

tavana, akıl almaz sayıda kapakla<br />

döşenmiş camlığı olurdu.”<br />

<strong>İstanbul</strong> Mektupları<br />

Fatih Kerimi / Çağrı Yayınları<br />

“Şayet paraya ihtiyaç olursa eski padişahlardan<br />

kalan ve hazinede saklanan<br />

mücevharat ve kıymetli eserlerin satılabileceğini<br />

hesap edenler de yok değil.<br />

Demiryolu tahvillerinden padişahın ve<br />

şehzadelerin her birinin birkaç yüz binlik<br />

somluk satın alarak böylece hazineye<br />

para aktarmak istedikleri de konuşulmaktadır.<br />

Savaşın başlamasıyla <strong>İstanbul</strong>’da büyük<br />

bir değişiklik olmadı. Her şey eskisi gibi.<br />

Yardım verilmesini ve gönüllü yazılmayı<br />

teşvik <strong>için</strong> konferanslar, camilerde vaazlar<br />

devam ediyor. Müdafaa-i <strong>Milli</strong>ye cemiyetinin<br />

şubeleri her gün toplanıp<br />

çalışıyorlar. Türk kadınları da güçleri<br />

yettiğince harekete geçtiler. Çoktan beri<br />

faaliyeti görülmeyen Teal-i Nisvan Cemiyeti’nin<br />

bugün ilk toplantısı yapıldı.<br />

Bu cemiyetin reisi Halide Hanım’dır.<br />

Evleri dolaşarak yardım toplamaları <strong>için</strong><br />

aralarından bazı hanımları görevlendirdiler.”<br />

Nisan / 2011<br />

Yazarların <strong>İstanbul</strong>’u<br />

Kolektif / Turkuvaz Kitap<br />

<strong>İstanbul</strong>'un 7 tepesi<br />

“Roma imparatoru Büyük Constantinus,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u, o zamanki adıyla Bizantion’u<br />

imparatorluğunun ikinci başkenti<br />

yapmaya karar verdi. 11 Mays 330’da<br />

törenle yeniden doğarken, şehrin adlarından<br />

biri ‘Yeni Roma’ydı. Belki bu<br />

isimden dolayı yüzyıllardır <strong>İstanbul</strong> ve<br />

Roma, yedi tepeli iki şehir olarak birbiriyle<br />

karşılaştırılır. <strong>İstanbul</strong>’un yedi tepelerinden<br />

birincisinde Topkapı Sarayı,<br />

Ayasofya vardır. İkincisinde Çemberlitaş<br />

ve Nuruosmaniye Camii yükselir...<br />

Üçüncüsünde Beyazıt Camii ve Süleymaniye;<br />

dördüncüsünde Yavuz Selim<br />

Camii bulunur. Edirnekapı’nın olduğu<br />

yükselti, 74 m. rakımıyla yedi tepenin<br />

en yükseğidir. Yedinci tepe ise Kocamustafapaşa<br />

semtiyle kaplanmıştır.”


Üç <strong>İstanbul</strong><br />

Mithat Cemal Kuntay / Oğlak Yayınları<br />

“Ermeni tercüman: "Adliye binasının<br />

güzel tarafı deniz cephesidir Mis; Grek<br />

üslubundan yapmak istemişler; o tarafın<br />

üslubunun sütunlu olmasına çok ehemmiyet<br />

vermişler; ecnebiler vapurla <strong>İstanbul</strong>'a<br />

gelirken görsünler diye. Kara tarafı<br />

yerliler görecek diye sarı sıvadır."<br />

Amerikalı kadın: "Halkını bu kadar hor<br />

gören memleket! Ne tuhaf şey?" dedi.<br />

Ermeni genci: "Osmanlı İmparatorluğu<br />

hokkabazdır, Mis" dedi, "kaldırımından<br />

mektebine kadar her şeyini Avrupalılar<br />

görsün diye yapar. Beyoğlu'nda yaptığı<br />

caddeler üç kıtadaki bütün Türkiye kaldırımlarına<br />

müsavidir."<br />

Amerikalı kadın yüzü buruşmayarak<br />

hayret etti.<br />

Ermeni genci: "Beyoğlu'ndaki Altıncı<br />

Belediye'yi de bu düşünce ile açtılar. Bu<br />

Altıncı Daire, ilk yaptıkları Belediye dairesidir;<br />

fakat adına Altıncı dediler: Beyoğlu'na<br />

gelen ecnebiler <strong>İstanbul</strong>'da beş<br />

tane daha var zannetsinler diye.”<br />

<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi<br />

Kolektif / NTV<br />

<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi; tarih öncesinden<br />

Bizans’a, Osmanlı ve Cumhuriyet <strong>İstanbul</strong>’una<br />

dönüşürken öznesi olduğu olaylar,<br />

sahip olduğu sosyal kurumlar,<br />

semtler, mimari, doğa, müzik ve gösteri<br />

sanatları, mitoloji ve insanlar üzerinden<br />

<strong>İstanbul</strong>’u anlatan yaklaşık 350 madde<br />

içeriyor. Kültür, bilim, sanat, edebiyat,<br />

basın dünyasında tanınmış 150’yi aşkın<br />

yazar ve fotoğrafçının özgün anlatım ve<br />

kişisel yakınlıklarıyla tanıttıkları <strong>İstanbul</strong>,<br />

<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi’nin 1010<br />

sayfasında özel arşiv ve koleksiyonlardan<br />

titizlikle seçilen belgeler, tarihsel ve güncel<br />

fotoğraflar eşliğinde sunulan bir başvuru<br />

kaynağı haline geliyor. <strong>İstanbul</strong><br />

Ansiklopedisi; ilk insana ait izlerin 800<br />

bin yıl öncesine dayandığı Yarımburgaz<br />

Mağarası’yla, ilk yerleşik yaşamın 8 bin<br />

500 yıl öncesine uzandığı bir kez daha<br />

kanıtlanan Yenikapı buluntularıyla tarih<br />

boyu bir megakent olan <strong>İstanbul</strong>’u,<br />

onun kimliği haline gelen hızlı değişimi<br />

<strong>için</strong>de konumluyor.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>k Romanımda Leylâk<br />

Selim <strong>İl</strong>eri / Everest Yayınları<br />

“Geçen zaman eski kartpostallara kıymet<br />

biçti, 'antika' özelliği kazandırdı. Tezgâhlardan<br />

müzayedelere yol aldı <strong>İstanbul</strong><br />

kartpostalı. Böyle mi olması<br />

gerekiyordu; belki diye yanıtlayabiliyorum.<br />

Ressamlarımızın eserlerini tanıtan<br />

ve değerlendiren kitaplar yayımlandı.<br />

Muhakkak ki olumlu bir gelişmeydi.<br />

Hiç değilse meraklısı, bu yapıtlarda<br />

dünkü <strong>İstanbul</strong>'u ressamların fırçasından<br />

'hissedebiliyor'. Her şehir değişmeye<br />

yazgılı. Fakat tarihî şehirlerin değişmesi<br />

çok ayrı bir dikkati gereksiniyor. Nişantaşı,<br />

Osmanbey konaklarının yerine ve<br />

yanı başına yedi sekiz katlı, yüzleri<br />

oymalı, şatafatlı Şişli 'apartman’ları yapıldığında,<br />

bu yapılar üslûpsuzlukla<br />

küçümsenmiş. Bugün Nişantaşı, Osmanbey<br />

konakları büsbütün hayal olduğundan,<br />

dünün Şişli apartmanlarına gün<br />

görmüş yapılar diye âdeta hayranlıkla<br />

bakıyoruz. Yepyeni gökdelenlere, azman<br />

alışveriş merkezlerine de, yarın, gün görmüş<br />

yapılar diyebilecek miyiz?”<br />

49


50<br />

<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />

1. 1453 Konstantinopol Kuşatma Güncesi, Nicolo Barbaro, Büke<br />

Yayınları<br />

2. 1782 Yılı Yangınları, Derviş Efendizade Derviş Mustafa Efendi,<br />

<strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

3. 18. Yüzyılda <strong>İstanbul</strong>, Miss Julia Pardoe, İnkilap Kitapevi<br />

4. 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera, Literatür Yay.<br />

5. 2000 Yaşında Bir Dünya Güzeli, Ergun Göknel, Truva Yay.<br />

6. 30 Sene Evvel <strong>İstanbul</strong>, Sermet Muhtar Alus, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />

7. Ahmet Sühely Ünver’in <strong>İstanbul</strong>’u, Kültür A. Ş.<br />

8. Al İşte <strong>İstanbul</strong>, Ara Güler-Çetin Altan, Yapı Kredi Yayınları<br />

9. Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık, YKY<br />

10. Asitane : Evvel Zaman İçinde <strong>İstanbul</strong>, A. Ragıp Akyavaş Türk<br />

Diyanet Vakfı Yayınları<br />

11. Ayasofya Müzesi, Erdem Yücel, Ak Yayınları<br />

12. Ayasofya’nın Martıları, Johannes Poethen, Sistem Yay.<br />

13. Ayvazovski: <strong>İstanbul</strong>`a Gelen Yabancı Ressamlar, Dünya Yay.<br />

14. Bağdat`tan <strong>İstanbul</strong>`a, Karl May Yurt Kitap Yayın<br />

15. Balat ve Çevresi, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />

16. Ben Sana Küskünüm <strong>İstanbul</strong>, Halit Çapın Parantez Yay.<br />

17. Benim Beyoğlum, Atilla Dorsay, Varlık Yayınları<br />

18. Beş Şehir, Ahmet H. Tanpınar, Dergah Yayınları<br />

19. Beyoğlu Beyoğlu İken, Eser Tutel, Oğlak Yayınları<br />

20. Beyoğlu`nun Adı Pera İken, Said N. Duhani, Çelik G. V.<br />

21. Beyoğlu'nda Bir Oryantalist, Leonardo De Mango, YKY<br />

22. Bin Çeşit <strong>İstanbul</strong>, Boğaziçi Yalıları, Gürol Sözen, Ak Yay.<br />

23. Bir Başka <strong>İstanbul</strong>, M. Orhan Okay, Kubbealtı Yayınları<br />

24. Bir Beyoğlu Klasiği Rejans, Kolektif<br />

25. Bir Kent: <strong>İstanbul</strong> 101 Yapı, Engin Yenal, YKY<br />

26. Bir Şehre Gidememek, Mario Levi, Remzi Kitapevi<br />

27. Bir Tutam <strong>İstanbul</strong>, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />

28. Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri Üsküdar, Kaknüs Yay.<br />

29. Bir Zaman Tüneli Beyoğlu, Feriha Büyük, Doğan Kitap<br />

30. Bir Zamanlar <strong>İstanbul</strong>, Mümtaz Cankurtaran, Erciyaş Yay.<br />

31. Bir Zamanlar <strong>İstanbul</strong>, Perihan Sarıöz, İdea <strong>İl</strong>etişim<br />

Nisan / 2011<br />

32. Bir Zamanların <strong>İstanbul</strong>’u, Eski <strong>İstanbul</strong> Yaşayışı ve Folkloru,<br />

Adnan Özyalçıner-Sennur Sezer, İnkılap Yay.<br />

33. Biz <strong>İstanbul</strong>lular Böyleyiz Fener'den Anılar 1906-1922,<br />

Haris Spataris, Kitap Yayınları<br />

34. Boğaz`dan... Kendi Rehberliğinizde Bir Gezi, Rhonda<br />

Vander Sluis, Çitlembik Yayınevi<br />

35. Boğaziçi Anıları, <strong>İstanbul</strong> Anıları 1-2, Sedad Hakkı Eldem<br />

36. Boğaziçi Mehtapları, Abdülhak Şinasi Hisar, Bağlam Yay.<br />

37. Boğaziçi Sayfiyeleri, G. V. İnciyan, Eren Yayıncılık<br />

38. Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları, Hayati Tezel, Cem Yayınevi<br />

39. Boğaziçi Yalıları, Abdülhak Şinasi Hisar, Bağlam Yayınları<br />

40. Boğaziçi'nde Yalılar İnsanlar, Murat Belge, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />

41. Bu Şehri Stanbul Ki, Osmanlının <strong>İstanbul</strong> Macerası, Radi<br />

Dikici, Remzi Kitabevi<br />

42. Büyük <strong>İstanbul</strong> Albümü, Rıza Serhadoğlu, <strong>İstanbul</strong><br />

Hemşehriler Cemiyeti<br />

43. Cityrama, Kolektif, <strong>İstanbul</strong> Modern Sanat Müzesi<br />

44. Denizlerin <strong>İstanbul</strong>, Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları<br />

45. Dersaadet, Münevver Ayaşlı, Timaş Yayınları<br />

46. Dile Gelen <strong>İstanbul</strong>, Dile Gelen Anadolu, Nurettin İğci,<br />

Bileşim Yayınları<br />

48. Dünkü <strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />

49. Efsanevi Başkent <strong>İstanbul</strong>, Faruk Pekin, Türkiye İş Kültür Yay.<br />

50. Eski <strong>İstanbul</strong> Sinemaları, Mustafa Gökmen, <strong>İstanbul</strong><br />

Kitaplığı Yayınları<br />

51. Eski <strong>İstanbul</strong>, Ahmet Refik Altınay, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

52. Eski <strong>İstanbul</strong> Hatıraları, Sadri Sema, Kitabevi Yayınları<br />

53. Eski Zamanlarda <strong>İstanbul</strong> Hayatı, Balıkhane Nazırı Ali Rıza<br />

Bey, Kitapevi<br />

54. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. S. Ali Kahraman, YKY<br />

55.Fatih`in Defteri, A. Süheyl Ünver, <strong>İstanbul</strong> B. Belediyesi<br />

56. Firari <strong>İstanbul</strong>, Metin Yeğin, Su Yayınları<br />

57. Galata Köprüsü, Refik Durbaş, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

58. Galata ve Pera: Nur Akın, Literatür Yayıncılık


59. Galata, <strong>İl</strong>han Berk, Adam Yayınları<br />

60. Haliç, Dünden Bugüne Yedi Tepenin Koynunda Uyuyan<br />

Büyülü Cennet, Eser Tutel, Dünya Yayınları<br />

61. Hayali <strong>İstanbul</strong> Manzaraları, Aykut Gürçağlar, YKY<br />

62. İki Boğazın Suları, Ali Pasiner, Remzi Kitapevi<br />

63. <strong>İl</strong>k Durak <strong>İstanbul</strong>'un Entelektüel Tarihinden Tanıklıklar,<br />

Can Dündar-Nebil Özgentürk, Alfa Basım<br />

64. <strong>İstanbul</strong> 1874, Edmondo De Amicis, Türk Tarih Kurumu<br />

65. <strong>İstanbul</strong> 1890, Pierre Loti, Vadi Yayınları<br />

66. <strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi, Kolektif, NTV<br />

67. <strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu<br />

68. <strong>İstanbul</strong> Geceleri, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Yayınları<br />

69. <strong>İstanbul</strong> Gezi Rehberi, Murat Belge, Tarih Vakfı Yurt Yay.<br />

70. <strong>İstanbul</strong> Gizemleri, Giovanni Scognamillo, Bilge Kar. Yay.<br />

71. <strong>İstanbul</strong> Hatıralar ve Şehir, Orhan Pamuk, YKY<br />

72. <strong>İstanbul</strong> <strong>İstanbul</strong> İken, Eser Tutel, Oğlak Yayıncılık<br />

73. <strong>İstanbul</strong> Mektupları, Fatih Kerimi, Çağrı Yayınları<br />

74. <strong>İstanbul</strong> Poems, Mevlüt Ceylan, İBB Kültür A.Ş.<br />

75. <strong>İstanbul</strong> Sende Kalsın, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />

76. <strong>İstanbul</strong> Sokakları 100 Yazardan 100 Sokak, YKY<br />

77.<strong>İstanbul</strong> Şehir ve Medeniyet, Şevket Kamil Akar, Klasik Yay.<br />

78. <strong>İstanbul</strong> Tarihi, Robert Mantran, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

79. <strong>İstanbul</strong>, Hatıralar ve Şehir, Orhan Pamuk, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />

80. <strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>k Romanımda Leylâk, Selim <strong>İl</strong>eri, Everest Yay.<br />

81. <strong>İstanbul</strong>, Zamana Açılan Kapı, Uğur Kökden, YKY<br />

82. <strong>İstanbul</strong>’a Dair, Nihat Sami Banarlı, Kubbealtı Yayınları<br />

83. <strong>İstanbul</strong>’un <strong>İl</strong>kleri Enleri, S. F. Güncüoğlu, Ötüken Yay.<br />

84.<strong>İstanbul</strong>'da Günlük Hayat, Ekrem Işın, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

85. <strong>İstanbul</strong>'da Kentsel Ayrışma, Derleme, Bağlam Yayınları<br />

86. <strong>İstanbul</strong>'da Zaman, Derleme, Büke Yayınları<br />

87. <strong>İstanbul</strong>'dan Ben De Geçtim, Selim N. Gerçek, Kitabevi<br />

88. <strong>İstanbul</strong>'u Anlamak, Turgut Cansever, Timaş Yayınları<br />

89. <strong>İstanbul</strong>'u Geziyorum Gözlerim Açık: Bir <strong>İstanbul</strong> Kültürü<br />

Kitabı, Haldun Hürel, Dharma Yayınları<br />

90. <strong>İstanbul</strong>'u Yel Üfürdü, Su Götürdü, Eser Tutel, Oğlak Yay.<br />

91. <strong>İstanbul</strong>'un İki Yüzü 1980'den 2000'e Değişim, Mustafa<br />

Sönmez, Arkadaş Yayınları<br />

92. <strong>İstanbul</strong>'un Tadı Tuzu, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />

93. <strong>İstanbul</strong>'un Unutulmayan Gemileri, Eser Tutel, Kitabevi<br />

94. İşgal Altında <strong>İstanbul</strong> 1918-1923, Bilge Criss, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />

95. Kebabistanbul, <strong>İl</strong>han Eksen, Sel Yayıncılık<br />

96. Keyifli Konaklamalar, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />

97. Köşe Bucak <strong>İstanbul</strong>, O.Cemal Kaygılı, Selis Yayınları<br />

98. Kuğunun Son Şarkısı, Beşir Ayvazoğlu, Ötüken Yayınları<br />

99. Kuruluş ve Fetih Destanı, Cahit Tanyol, Pozitif Yayınları<br />

100. Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu, Bilge Karasu, Metis Yay.<br />

101. Nereye Gitti <strong>İstanbul</strong>?, Aydın Boysan, YKY<br />

102. Onikiler, Sermet Muhtar Alus, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

103. Oryantalistlerin <strong>İstanbul</strong>’u, Semra Germaner, Türkiye İş B.<br />

Kültür Yayınları<br />

104. Osmanlının <strong>İstanbul</strong>u, Juan Goytisolo, YKY<br />

105. Pera Palas, Abidin Dino, Sel Y Yayınları<br />

106. Pera, <strong>İl</strong>han Berk, Adam Yayınları<br />

107. Selâhattin Giz'in Fotoğraflarıyla 1930'larda Beyoğlu, Ali<br />

Özdamar, Çağdaş Yayınları<br />

108.Tezgahın Üstünde <strong>İstanbul</strong>, Murat Başaran, Timaş Yay.<br />

109. erapia'dan Tarabya'ya, Orhan Türker, Sel Yayıncılık<br />

110. Üç Dinin Başkenti <strong>İstanbul</strong>, Adnan Özyalçıner-Sennur<br />

Sezer, İnkılap Yayınları<br />

111. Üç <strong>İstanbul</strong>, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayınları<br />

112. Üsküdar Hatırası, Kemal Kahraman, Üsküdar Bel.<br />

113. Yazarların <strong>İstanbul</strong>'u, 2007, Merkez Kitapçılık<br />

114. Yer Fener Gök Cimbom Dünyanın En Büyük Derbisi,<br />

Murat Erdin, İthaki Yayınları<br />

115. Yıldızlar Altında <strong>İstanbul</strong>, Selim <strong>İl</strong>eri, Oğlak Yayıncılık<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

51


52<br />

Röportaj<br />

‘ÇOCUKLAR İSTANBUL’A FARKLI<br />

BİR GÖZLE BAKMAYA BAŞLADILAR’<br />

Röportaj: Bülent PARLAK<br />

Suna Kıraç önderliğinde kurulan ve ülkemizin eğitim alanında faaliyet gösteren en yaygın sivil toplum<br />

kuruluşlarından biri olan Türkiye <strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı, “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi” ile örnek bir uygulama<br />

gerçekleştirdi. “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi”yle amaçladıkları ve elde ettikleri sonuçlar üzerine Türkiye<br />

<strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı Genel Müdürü Nurdan Şahin’le konuştuk.<br />

2010 yılı <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> oldukça verimli<br />

geçti. <strong>İstanbul</strong>’un Avrupa Kültür Başkenti<br />

olması dolayısıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong><br />

pek çok proje uygulandı. Siz de Evimiz<br />

<strong>İstanbul</strong> adıyla kulağa oldukça sıcak<br />

gelen bir projeye imza attınız. Evimiz<br />

<strong>İstanbul</strong> Projesinin fikri nasıl gelişti,<br />

nasıl ortaya çıktı?<br />

TEGV olarak <strong>İstanbul</strong> Avrupa Kültür<br />

Başkenti ile ilgili, çocuklara yönelik<br />

bir proje geliştirmek istedik ve çok<br />

yoğun bir çalışma sonucu ortaya ‘Evimiz<br />

<strong>İstanbul</strong>’ projesi çıktı. Bu projeyi<br />

geliştirirken amacımız çocuklardan<br />

başlayarak kentsel aidiyet duygusunu<br />

güçlendirmekti. <strong>İstanbul</strong>, sahip olduğu<br />

zengin kültürel miras ve çeşitlilikle Avrupa<br />

ve dünyada çok önemli bir kent.<br />

Çok dinamik bir nüfusu var, göç alıyor<br />

ve çok hızlı değişiyor. <strong>İstanbul</strong>’da yaşayan<br />

herkes <strong>İstanbul</strong>lu olmasına rağmen<br />

bu aidiyeti hissedemeyebiliyor. <strong>İstanbul</strong><br />

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın<br />

web sitesinden de bakarsanız <strong>İstanbul</strong><br />

nüfusunun yüzde 27’sinin <strong>İstanbul</strong>’un<br />

bir müzesini, camisini, sinagogunu ziya-<br />

ret etme olanağı bulamadığını görürsünüz.<br />

Kent ve kentlilik kültürünün gelişmesi<br />

ve yaygınlaşması <strong>için</strong> bu aidiyet<br />

hissinin yaratılması gerekiyor. Dolayısıyla<br />

biz de buradan yola çıktık. Proje<br />

kapsamında TEGV’in <strong>İstanbul</strong>’daki<br />

sabit ve gezici etkinlik noktalarında eğitim<br />

etkinlikleri gerçekleştirdik ve bizim<br />

uyguladığımız etkinliklerin yaygınlaşması<br />

<strong>için</strong> öğretmenlere seminer verdik.<br />

Tabii, tüm bunları <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />

Müdürlüğü’nün işbirliği ile hayata<br />

geçirebildik.<br />

Nisan / 2011<br />

Bize Evimiz <strong>İstanbul</strong>’un faaliyet alanlarını<br />

ve yaptıklarınızı anlatmanız<br />

mümkün mü? Bu Projeyle <strong>İstanbul</strong>’un<br />

kalbinin hangi noktasına ulaştınız?<br />

Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi ile birçok<br />

farklı eğitim etkinliğini <strong>İstanbul</strong>’da bulunan<br />

sabit ve gezici tüm etkinlik noktalarımızda<br />

uyguladık. Bunlar; 2<br />

<strong>Eğitim</strong> Parkımız, 6 Öğrenim Birimimiz,<br />

2 Ateşböceği Gezici Öğrenim Birimimiz<br />

ve bu proje <strong>için</strong> özel olarak<br />

üretilen Kültür Tırımız. Etkinliklerimizin<br />

büyük bir kısmı çocuklara<br />

yönelikti. Ancak Avrupa Kültür Başkenti<br />

etkinlikleri kapsamında yetişkinlere<br />

yönelik olarak <strong>İstanbul</strong> farkındalığı<br />

yaratmayı amaçlayan etkinlikler de gerçekleştirildi.<br />

Öncelikle eğitim parklarımız ve öğrenim<br />

birimlerimizde uygulanan kulüp etkinliklerimizden<br />

bahsedebiliriz. Kulüp etkinlikleri<br />

ile çocuklarımız on altı hafta<br />

boyunca her hafta farklı bir tema üzerinden<br />

<strong>İstanbul</strong> ile ilgili çalışmalar<br />

yürüttüler. <strong>İstanbul</strong>’un kültürünü keş-


fettiler, bir geziye çıktılar, filmler izlediler,<br />

<strong>İstanbul</strong>’u dinlediler, <strong>İstanbul</strong>lularla<br />

sohbet ettiler. Böylelikle <strong>İstanbul</strong>’u farklı<br />

yönleriyle tanıma fırsatı buldular.<br />

Kulüp etkinliklerimizin yanı sıra<br />

“Zaman Tünelinde <strong>İstanbul</strong>” isimli üç<br />

saatlik kısa süreli etkinlikler oluşturuldu.<br />

Kısa süreli etkinliklerimiz ile çocuklara<br />

<strong>İstanbul</strong>’un özellikle tarihi dönemlerini<br />

ve mirasını, oyunlar ve katılımcı çalışmalar<br />

ile aktarmayı hedefledik. Kısa süreli<br />

etkinlikler, eğitim parkları ve<br />

öğrenim birimlerimizin yanı sıra 2010<br />

yılı boyunca 27 farklı ilçede 27 farklı ilköğretim<br />

okulunda faaliyet gösteren Ateşböceği<br />

Gezici Öğrenim Birimlerimizde<br />

de uygulandı.<br />

Son olarak da TEGV tarafından Proje<br />

<strong>için</strong> özel olarak tasarlanan ve belirli sürelerle<br />

<strong>İstanbul</strong>’un değişik kent meydanlarında<br />

faaliyet gösteren Kültür Tırı’nda<br />

“<strong>İstanbul</strong>’daki Avrupa; Avrupa’daki <strong>İstanbul</strong>”<br />

temalı hem çocuklara hem de<br />

yetişkinlere yönelik etkinlikler gerçekleştirildi.<br />

Kültür Tırı’nda gösterilmek<br />

üzere “<strong>İstanbul</strong> Avrupa Kültür Başkenti”<br />

filmi hazırlandı ve etkinliklerin yapıldığı<br />

10 farklı noktada gösterilerek <strong>İstanbul</strong>lularla<br />

buluştu.<br />

Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi kapsamında bir<br />

“Kültür Tırı” uygulaması gerçekleştirdiniz.<br />

Kültür Tırı nedir, neler yaptı, nerelere<br />

gitti? Biraz Kültür Tırı’ndan bahseder misiniz?<br />

Kültür Tırı, Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi kapsamında<br />

TEGV tarafından tasarlanan ve<br />

hayata geçirilen gezici öğrenim birimimizdir.<br />

<strong>İl</strong>köğretim okullarında faaliyet<br />

gösteren diğer Ateşböceği Gezici Öğrenim<br />

Birimlerimizden farklı olarak Kül-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Etkinliklerimizin büyük bir kısmı çocuklara yönelikti. Ancak Avrupa Kültür Başkenti<br />

etkinlikleri kapsamında yetişkinlere yönelik olarak <strong>İstanbul</strong> farkındalığı<br />

yaratmayı amaçlayan etkinlikler de gerçekleştirildi.<br />

Nisan / 2011<br />

tür Tırı, <strong>İstanbul</strong>’un kent meydanlarında<br />

faaliyet gösterdi. Bu meydanlarda sadece<br />

çocuklarla eğitim faaliyetlerini yürütmekle<br />

de kalmadı, aynı zamanda yetişkinlere<br />

yönelik film gösterimleri ve<br />

sosyal etkinlikleri de programına dahil<br />

etti. Kültür Tırı’nda çocuklarla yapılan<br />

eğitim etkinlikleri çoğunlukla drama,<br />

oyun ve resim çalışmalarıyla birleştirilmiştir<br />

ve temel olarak çocuklara “Avrupa’daki<br />

<strong>İstanbul</strong>; <strong>İstanbul</strong>’daki Avrupa”<br />

teması üzerine farkındalık kazandırmayı<br />

amaçlamaktadır. Daha önce de belirttiğimiz<br />

üzere Kültür Tırı etkinlikleri <strong>için</strong><br />

hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap<br />

eden Avrupa Kültür Başkenti temalı<br />

<strong>İstanbul</strong> tanıtım filmi de hazırlandı.<br />

Çekmeköy, Taksim, Beşiktaş, Şişli, Zeytinburnu,<br />

Avcılar, Caddebostan, Kartal,<br />

Kadıköy meydanları Kültür Tırı’nın uğradığı<br />

kent meydanları oldu.<br />

Kültür Tırı’nın bir cephesi açılarak, bir<br />

konser platformuna dönüşebiliyor. Böylece<br />

Kültür Tırı, çocuklara yönelik eğitici<br />

etkinliklerin yanı sıra, konakladığı<br />

halk meydanlarında değişik konser, söyleşi<br />

ve performanslara da sahne oldu.<br />

Örneğin Kadıköy Çocuk Merkezi Halk<br />

53


54<br />

Röportaj<br />

Oyunları Ekibi ve Alman müzik topluluğu<br />

Express Brass Band’ın gösterilerine,<br />

ayrıca yazar Ahmet Ümit ile keyifli bir<br />

söyleşiye ve müzikal bir çocuk oyununa<br />

ev sahipliği yaptı.<br />

Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi’ne çocuklarımızın<br />

gösterdiği ilgiden bahseder misiniz? Çocuklar<br />

nasıl karşıladı etkinlikleri? Bu tepkilerin<br />

<strong>için</strong>de unutamadığınız bir kesit var<br />

mı acaba?<br />

Çocuklarımızın Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi’ne<br />

ilgisi oldukça fazlaydı. Projeye 2010<br />

yılı boyunca 24.416 çocuk katıldı. Çocuklar,<br />

Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi ile yaşadıkları<br />

kenti tanıma, <strong>İstanbul</strong>’un daha<br />

önce bilmedikleri özelliklerini keşfetme<br />

ve tarihini öğrenme fırsatını<br />

yakaladılar. Buna ek olarak <strong>İstanbul</strong>’da<br />

daha önce gitmedikleri<br />

bir geziye çıktılar, ilk defa<br />

<strong>İstanbul</strong>’u farklı bir kişinin<br />

sohbetinden çeşitli yönleriyle<br />

dinlediler… Ya da <strong>İstanbul</strong>’un<br />

tarihi dönemlerini kocaman<br />

görseller ile inceleyip, drama<br />

ve canlandırmalarla o dönemlere<br />

geri döndüler… Kısaca<br />

hayatlarını geçirdikleri bu<br />

şehre, <strong>İstanbul</strong>’a, farklı bir<br />

gözle bakmaya başladılar.<br />

Projenin sonunda kulüp etkinliklerini<br />

almış çocuklarla<br />

yapılan “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Şenliği”nde<br />

çocuklar çift katlı otobüslerle<br />

<strong>İstanbul</strong>’da minik bir<br />

tur attılar. Birçoğu <strong>için</strong> çift<br />

katlı otobüslere binmek bir<br />

ilkti; dahası Galata Kulesi’ni,<br />

Taksim Meydanı’nı, Haliç’i<br />

görmek büyüleyiciydi. Yol boyunca<br />

hepsi meraklı bakışlarla<br />

<strong>İstanbul</strong>’u seyrettiler. Bu unutamadığım<br />

kesitlerden sadece<br />

bir tanesiydi.<br />

Yine bu Proje kapsamında<br />

sanırız 38 ilçede öğretmenlere<br />

seminerler verdiniz. Öğretmen-<br />

lerimiz nasıl karşıladı bu seminerleri?<br />

Seminerlerde gerçekleştirmek, istediğiniz<br />

amaçlar neler oldu?<br />

Öğretmen seminerlerinin organizasyonunu<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />

ile beraber yaptık. <strong>İstanbul</strong>’da<br />

bulunan her ilköğretim okulundan gönüllü<br />

olacak iki öğretmenin seminerlerimize<br />

katılması öngörüldü. 2010 yılının<br />

Mart-Haziran ayları arasında gerçekleşen<br />

öğretmen seminerlerine ilköğretim<br />

okullarından büyük bir kısmı gönüllü<br />

olmak üzere 2.840 öğretmen katıldı.<br />

Öğretmenlerimiz semineri genel olarak<br />

çok olumlu karşıladı. En çok verdikleri<br />

tepki “biz <strong>İstanbul</strong>’u kendimiz çok iyi ta-<br />

Nisan / 2011<br />

nımazken; çocuklara nasıl aktarabiliriz<br />

ki!” oldu. Bu nedenle <strong>İstanbul</strong> ile ilgili<br />

bir programı çocuklarla uygularken;<br />

kendilerinin de, yapacakları araştırmalarla<br />

çok şey öğrenecekleri fikrinden hoşnut<br />

oldular. Zaten seminerlerin içeriği,<br />

proje uygulama içeriklerinin aktarımının<br />

yanı sıra <strong>İstanbul</strong> ile ilgili çeşitli film gösterimlerini<br />

ya da <strong>İstanbul</strong> temalı söyleşileri<br />

de barındırdığından, aslında<br />

öğretmenler <strong>için</strong> de farklı bir deneyim<br />

oldu.<br />

Seminerlerin amacı ise Evimiz <strong>İstanbul</strong><br />

Kulüp Etkinlikleri’nin sadece TEGV<br />

etkinlik noktalarıyla sınırlı kalmayıp,<br />

seminerlere katılan öğretmenler aracılığıyla<br />

<strong>İstanbul</strong> genelinde daha fazla ilköğretim<br />

okulu çağındaki<br />

çocuğa ulaşabilmek ve <strong>İstanbul</strong><br />

farkındalığı yaratabilmekti.<br />

Son dönem öğretmen seminerlerimizin<br />

birini de, Fındıkzade’deki<br />

Sema-Aydın<br />

Doğan <strong>Eğitim</strong> Parkımızda, <strong>İl</strong><br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz<br />

Dr. Muammer Yıldız ile birlikte<br />

gerçekleştirdik.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />

olarak ilk kez “<strong>İstanbul</strong><br />

Dersi” adıyla yeni bir ders<br />

başlatıldı okullarımızda...<br />

Amaç, öğrencilerin şehrin<br />

tarihi mirasını daha iyi anlamasını<br />

ve yaşamasını sağlamak.<br />

Haftada 1 saat<br />

planlanan dersler <strong>için</strong> ilk<br />

etapta <strong>İstanbul</strong>’daki ilköğretim<br />

okullarından 3 bin öğretmen<br />

eğitildi. <strong>İstanbul</strong> Dersi’nin sınavları<br />

da, tıpkı dersin kendisi<br />

gibi stresten uzak, eğlenceli<br />

olacak. Okullarımızda “<strong>İstanbul</strong><br />

Dersi”nin okutulmaya<br />

başlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin müfredata


alınmasıyla projemiz çok daha fazla çocuğa<br />

ulaşıyor. Bu eğitimi sadece TEGV<br />

bünyesinde yapsak ancak 5-10 bin çocuğa<br />

ulaşabilirdik. Gerçi, proje kapsamında,<br />

öğretmen seminerleri aracılığıyla<br />

katılımcı öğretmenlerin kendi ilköğretim<br />

okullarında da ‘Evimiz <strong>İstanbul</strong>’<br />

projesini uygulamaları sağlanmıştı ancak<br />

“<strong>İstanbul</strong> Dersi” ile daha da yaygınlaşması<br />

sağlandı…<br />

Sayın Muammer Yıldız’ın girişimi ile ile<br />

ilköğretim birinci kademesinde “Serbest<br />

Etkinlik Saati”i uygulaması çerçevesinde<br />

müfredata alınması bizi inanılmaz mutlu<br />

etti. <strong>İstanbul</strong> sadece Avrupa’nın değil,<br />

dünyanın en güzel ve önemli şehirlerinden<br />

biri ve küçük yaştan bunun farkına<br />

varmak, şehrin geleceği <strong>için</strong> de çok<br />

önemli. Biz TEGV olarak, bu güzel örneği<br />

şimdi yaygınlaştırmak istiyoruz;<br />

Evimiz Eskişehir, Evimiz Diyarbakır,<br />

Evimiz Van gibi etkinlik noktamız bulunan<br />

tüm şehirlere yaygınlaştırmak istiyoruz.<br />

Tüm şehirlerde de, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong><br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer<br />

Yıldız gibi, <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlerinin<br />

desteğini alacağımıza inanıyoruz.<br />

Vakfınızda gönüllü olarak çalışmak isteyenler<br />

olursa ne yapmaları gerekiyor?<br />

Vakfımızda gönüllü olarak çalışmak <strong>için</strong><br />

ön koşul 18 yaşını doldurmuş olmak ve<br />

lise mezunu olmak. Bu koşullara sahip<br />

olan herkes gönüllü olmak <strong>için</strong> başvurabilir.<br />

Gönüllülüğe başvuranlar Adım<br />

Adım Gönüllülük sürecinden geçerler;<br />

yani önce Vakıf tanıtımı alırlar; Vakfın<br />

vizyon ve misyonunu kabul ettiklerini<br />

beyan ederler; sonra hepsi bir günlük<br />

“<strong>İl</strong>etişim <strong>Eğitim</strong>i” alır.<br />

Çocuklarla etkinlik yapmak isteyenler,<br />

ayrıca iki gün süren “TEGV’de Öğrenme<br />

Yaklaşımları ve Modelleri <strong>Eğitim</strong>i”<br />

(TÖYME) ve girecekleri etkinliğin<br />

bir ile 3 gün arası değişen özel eğitimini<br />

alırlar. Yani minimum 3,maksimum 6<br />

gün eğitim alırlar; sonra da çocuklarla<br />

buluşurlar. Bir de bizim destek gönüllü-<br />

lerimiz var; onlar gerek merkezde, gerekse<br />

sahada ofis işlerinde bize destek<br />

olurlar; onlar <strong>İl</strong>etişim <strong>Eğitim</strong>inden sonra<br />

hemen çalışmaya başlayabilirler.<br />

TEGV, yılda 10.000 civarında, eğitimli<br />

gönüllüsü ile yürütüyor faaliyetlerini. En<br />

büyük gücümüz gönüllülerimiz. Gönüllülük<br />

yapanlar, emeklerini, birikimlerini,<br />

zamanlarını hiçbir maddi katkı bekle-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

TEGV, yılda 10.000 civarında, eğitimli gönüllüsü ile yürütüyor faaliyetlerini. En<br />

büyük gücümüz gönüllülerimiz. Gönüllülük yapanlar, emeklerini, birikimlerini,<br />

zamanlarını hiçbir maddi katkı beklemeksizin toplumun hizmetine sunuyorlar.<br />

Nisan / 2011<br />

meksizin, toplumun hizmetine sunuyorlar<br />

ama yaptığımız araştırmalar gösteriyor<br />

ki, bu süreçte kendileri de<br />

değişiyorlar; daha sabırlı, daha özgüvenli,<br />

empati duygusu yüksek, daha hoşgörülü,<br />

daha katılımcı bireyler oluyorlar.<br />

Daha güzel, barış dolu bir dünya ise,<br />

ancak böyle bireylerle mümkün.<br />

55


56<br />

Makale<br />

NÖROLOJİK BİLİMLER PERSPEKTİFİNDEN<br />

ÖĞRENME PROSESLERİ<br />

Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin<br />

Pediatrist, Pediatrik Nörolog<br />

İnsan beyni yaşam boyu bir gelişim, dolayısı ile değişim <strong>için</strong>dedir. Aynı bireyin beyni, farklı yaşlarda birbirinden<br />

tamamen farklı yapıdadır. Bu gelişmenin en çarpıcı olduğu dönem; bebekliktir. Bebek beyninde,<br />

koşullara göre gelişme potansiyeli taşıyan, gereğinden fazla yapı mevcuttur. Bunun nedeni; beynin adaptasyon<br />

organı olmasıdır. Yani, beyin çevrenin koşul ve gereksinimlerine uygun olarak gelişmektedir.<br />

Doğumundan itibaren çocuklarımıza<br />

anne, baba, aile büyüğü veya öğretmen<br />

olarak her an bir şeyleri öğretmeye çalışırız.<br />

Tıkandığımız zamanlar olur,<br />

çocukla olan ilişkimizi yıpratırız. Bana<br />

göre bunun altında yatan esas neden<br />

çocuk beynini yeterince bilmiyor olmamızdır.<br />

Bu yazıyla amacım, onların yetişkinlerin<br />

küçük birer kopyası değil,<br />

yetişkinden farklı kendi beyin sistemleri<br />

olan bireyler olduklarının anlaşılmasını<br />

sağlamaktır. Ancak o zaman doğru eğitim<br />

metodları geliştirebilir ve kaygılı<br />

değil, mutlu gençler yetiştirebiliriz.<br />

Mutlu olan genç kendine güvenir,<br />

akranlarıyla rekabet edebilir, araştırabilir,<br />

girişimde bulunabilir. Girişimci ve<br />

araştırmacı nesiller aydınlık geleceklerin<br />

temelidir.<br />

BEYİN, ADAPTASYON ORGANIDIR<br />

İnsan beyni yaşam boyu bir gelişim, dolayısı<br />

ile değişim <strong>için</strong>dedir. Aynı bireyin<br />

beyni, farklı yaşlarda birbirinden tamamen<br />

farklı yapıdadır. Bu gelişmenin en<br />

çarpıcı olduğu dönem; bebekliktir.<br />

Bebek beyninde, koşullara göre gelişme<br />

potansiyeli taşıyan, gereğinden fazla yapı<br />

mevcuttur. Bunun nedeni; beynin adaptasyon<br />

organı olmasıdır. Yani, beyin çevrenin<br />

koşul ve gereksinimlerine uygun<br />

olarak gelişmektedir.<br />

Gelişme potansiyeli taşıyan gelişmemiş<br />

yapılara örnek olarak, 6 aylık bebeğin<br />

işitsel ve görsel algı sistemleri gösterilebilir:<br />

Bebek beyninde, görsel ve işitsel<br />

uyaranlar, yetişkinde olduğu gibi kendilerine<br />

ait ayrı alanlarda algılanmaz.<br />

Onun yerine, tek bir uyaranmışçasına<br />

aynı alanda algılanır.<br />

Nisan / 2011<br />

Bu durumda, gözleri görmeyen bir bebeğin<br />

uyaran alamayan görsel alanı, işitsel<br />

uyaran ile gelişmesini sürdürür. Bu<br />

şekilde, doğuştan gözleri görmeyen bireyin<br />

görsel algı sistemleri, işitsel alana<br />

kaydırılmak sureti ile gözleri görenden<br />

daha gelişmiş bir işitme sistemine sahip<br />

olması, dolayısı ile ortama adaptasyonu<br />

kolaylaşmış olur. Beynin, ortama uyum<br />

sağlamasına olanak yaratan bu özelliğine<br />

‘plastisite’ denir.<br />

Plastisitenin en yüksek olduğu dönem<br />

ise 0-3 yaştır. Yetişkin beyni plastisite yeteneğini<br />

kaybeder, ancak bu özellik koku<br />

ve hafıza alanlarında yaşam boyu korunur.<br />

Bebek beynindeki gereğinden fazla yapının<br />

gerekçesine gelince, çevresel şartlara<br />

uyumun garanti altına alınmasıdır. Bu<br />

yapıların çevreye uyum, adaptasyon <strong>için</strong><br />

gerekli olanları gelişir, gereksizler silinerek<br />

yok olur. Böylece, kalıtsal özellikler<br />

dahilinde çevresel koşullara uyum davranışlarında,<br />

bireysel farklılıklar kazanılmış<br />

olur.


BEYİN, ÇEVRE ELVERDİĞİNCE<br />

GELİŞİR,<br />

İNSAN, BEYNİ KADAR DAVRANIR<br />

Kısaca, beyin çevre elverdiğince gelişir.<br />

O nedenle, uyaran açısından fakir bir ortamda<br />

büyümek, beyni yaşam boyu<br />

olumsuz etkiler. Örneğin, göz kapakları<br />

dikilerek görmeleri engellenen fare yavrularının<br />

gelişmesi, aynı batında doğmuş<br />

ve gözleri açık olarak aynı ortamda<br />

yetişmiş kardeşlerininki ile karşılaştırıldığında<br />

oldukça geri kalır.<br />

Öte yandan, beyin yaşa bağlı olarak sürekli<br />

ve belirli bir sırayı takip eden gelişme<br />

<strong>için</strong>dedir. Bu aşamalardan<br />

herhangi ikisi sırasında, beyin tamamen<br />

farklı yapılar içerir. Yani, her aşamada<br />

beynin çevresel uyaranlara yanıt verme<br />

kapasitesi farklıdır. Söz konusu aşamaya<br />

uygun olmayan uyaranlar verildiğinde,<br />

beyinde kalıcı hasar ortaya çıkar. Örneğin,<br />

yukarıda söz edilen görsel ve işitsel<br />

algıya hassas yapılar, yetişkindekinden<br />

farklı yerleşim gösterdiğinden 6. aydan<br />

3. yaşın sonuna kadar yetişkin yerleşim<br />

alanlarına göç ederler. Bu dönemde, aşırı<br />

görsel ve işitsel uyaran vermek bu göçü<br />

olumsuz etkiler ve beyinde kalıcı hasara<br />

yol açar. Kısacası erken uyaran beyne<br />

zarar verir.<br />

Bu yaş aralığında (6 ay-3 yaş) televizyon<br />

gibi görsel ve işitsel algıyı aşırı uyaran bir<br />

araç ile başbaşa bırakılmış bebeklerde, içe<br />

kapanmadan başka zihin ve lisan gelişmesinde<br />

sorunlar ortaya çıkar. Bu durum,<br />

yeni doğmuş bir bebeği, hazmedemeyeceği<br />

et, balık, tavuk ile beslemeye benzer.<br />

Buradan, beynin gelişme<br />

kapasitesinin en üst seviyeye taşınması<br />

<strong>için</strong> uyaran zenginliği koşulunun, uyaranın<br />

beynin <strong>için</strong>de bulunduğu gelişme<br />

aşamasının yeterliği ile sınırlı olduğu anlaşılır.<br />

Bir başka deyişle, uyaran zenginliği<br />

çocuğun yaşına uygun olmalıdır.<br />

Çocuk ile ilgili herkesin beynin gelişme dinamiklerine<br />

uygun davranması zorunludur.<br />

Aksi halde, geleceğin yetişkinine zarar<br />

verilir.<br />

İLK 10 YIL: YORUMSUZ KAYIT<br />

DÖNEMİ<br />

Yaşamın ilk 3 yılı, çevrenin 5 duyu organı<br />

ile algılanıp, davranışsal bir yanıtın<br />

(hareket) verildiği dönemdir. Bu dönemde,<br />

duyudan davranışa doğrudan<br />

yani yorumsuz bir geçiş olduğuna<br />

dikkat edilmelidir. Çevresel uyaranların<br />

yorumlanarak uygun yanıtın verilebilmesi<br />

<strong>için</strong>, çevre kayıtlarının yeterince<br />

içselleştirilmesi (kavram / konsept oluşturulması)<br />

gerekir ki, bu yetenek ancak 10.<br />

yaşın sonunda kazanılır. Buradan, yaşamın<br />

ilk 10 yılının yorumsuz kayıt dönemi<br />

olduğu açıktır.<br />

Araştırmalar 0-3 yaşta beynin saniyede<br />

30 milyon kayıt yapabilme yeteneğinde<br />

olağanüstü canlı bir kamera sistemi olduğunu<br />

doğrulamaktadır. Bu dönemde,<br />

çevresel uyaranlar 5 duyudan gelen veriler<br />

ile adeta birebir kopyalanarak kaydedilir<br />

(baskı dönemi) ( Heinroth, 1911;<br />

Lorenz, 1937). Söz konusu kayıtlar,<br />

amigdalanın etkisi ile duygusal hafıza<br />

(limbik sistem) üzerinden yaklaş (sevinç)<br />

ve uzaklaş (korku, öfke, nefret, iğrenme)<br />

duyguları ile eşleşerek, adeta bilgisayar-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

daki sırasıyla 1-0 kodlamasına benzer biçimde<br />

uyaran detayları analiz edilerek assosiyatif<br />

kortekste ilgili alanlarına<br />

aktarılır. Bu kayıtlar, çok özel sistemler<br />

(en passant aksonlar) ile kendilerini kopyalayarak<br />

kaydedilirler. Bu nedenle<br />

yaşam boyu kalıcıdırlar. Bu kısa açıklamadan<br />

anlaşıldığı gibi, yaşamın ilk 3 yılında<br />

yaşananlar yetişkin davranışlarını<br />

belirleyici özelliktedir.<br />

KORTEKS KAYITLARI: ALGI VE<br />

KAVRAM<br />

Akademik (bilişsel / kognitif) fonksiyonlar;<br />

uyaranların detaylarına göre analiz<br />

Televizyon gibi görsel ve işitsel algıyı aşırı uyaran bir araç ile başbaşa bırakılmış<br />

bebeklerde, içe kapanmadan başka zihin ve lisan gelişmesinde sorunlar ortaya<br />

çıkar. Bu durum, yeni doğmuş bir bebeği, hazmedemeyeceği et, balık, tavuk ile<br />

beslemeye benzer.<br />

Nisan / 2011<br />

edilerek sınıflandırılması ve gerekli hallerde<br />

bu kayıtların bireyin yararına en<br />

uygun yanıt olacak biçimde sentez edilmesi<br />

sonucu uygulama komutunun<br />

verilmesidir.<br />

Bir diğer deyişle, akademik fonksiyonlar<br />

beynin zihin, hafıza, yorum ve yürütme<br />

fonksiyonlarıdır. Doğumdan itibaren<br />

gelişme <strong>için</strong>de olmalarına rağmen, akademik<br />

fonksiyonların etkili olarak kullanımı,<br />

ancak ergenlikten itibaren ve en<br />

57


58<br />

Makale<br />

iyisi yetişkin döneminde mümkündür.<br />

Daha spesifik olmak gerekirse, frontal<br />

lobun myelinleşmesini müteakiben yani<br />

32. yaştan sonradır.<br />

Duyu organlarının aldığı uyaranların<br />

(enerji) sadece bir kısmı fark edilir, yani<br />

sensoriyal kortekse taşınır. Buna en iyi<br />

örnek görsel yarış olgusudur. Şöyle ki,<br />

görme duyusu, aynı anda farklı uyaranlar<br />

ile uyarılır, ancak uyaranlardan sadece<br />

bazıları fark edilirken, diğerleri<br />

baskılanarak es geçilir. Hangi uyaranın<br />

es geçilip hangisine yönelineceği konusunda,<br />

uyaranın uyarma özelliği kadar<br />

bireyin ihtiyaçları da rol oynar.<br />

Sensoriyel kortekse taşınanların yani fark<br />

edilenlerin de yine sadece bir kısmı sembolleştirilmek<br />

sureti ile (kavram / konsept<br />

– representation) (kavram / konsept – representation)<br />

kalıcı olarak kaydedilir yani<br />

asosiyatif kortekse taşınır. Bu kayıtlar gerektiğinde<br />

bilince taşınır, yani hatırlanır.<br />

Pekçok kayıt bilince çıkmaksızın bireyin<br />

davranışlarını belirler.<br />

ANLAMANIN YOLU: ZİHİN<br />

Zihin; 5 duyu ile algılanmadığı halde,<br />

assosiyatif kortekse taşınmış algıların<br />

(perception) sembol kayıtları (representation)<br />

ile varlığı anlaşılan kavramların<br />

(consept) tümüdür. Örneğin, babasını<br />

oyuncak bir çileği ısırmaya çalışırken<br />

gören bir çocuk, babasının oyuncak çileği<br />

gerçek sandığını veya kendisini kandırmayı<br />

amaçladığını düşünebilir. Baba,<br />

çocuk ve oyuncak çilek gerçektir. Çocuğun,<br />

ortamda çilek olmadığı halde<br />

gerçek çilek ile oyuncak çileği karşılaştırması,<br />

onun zihinsel algısıdır.<br />

Babasının oyuncak çileği gerçek sanıyor<br />

olması hakkındaki varsayımı ise, bir diğerinin<br />

zihninden geçenleri <strong>okumak</strong>tır<br />

(zihin teorisi) ki, o da zihinsel algıdır.<br />

Babasının kendisini kandırma amacı da<br />

keza babasının oyuncak çileği oyuncak<br />

çilek olarak algıladığı varsayımından<br />

yola çıkan bir diğerinin zihinsel algısını<br />

okumadır ki o da zihinsel algıdır.<br />

Baba oyuncak çileği gerçek sanıyor ise;<br />

baba yanılmaktadır. Baba çilek ile daha<br />

önceden karşılaşmıştır . Çilek, babanın<br />

zihninde bir sembol (representation –<br />

concept) olarak kaydını halen korumaktadır.<br />

Babanın oyuncak çileği gerçek sanıyor<br />

olması; babanın beynindeki<br />

sembol ile oyuncak çilek nesnelliği birebir<br />

örtüşmememektedir.<br />

Baba oyuncak çileği ısırır gibi yaparak,<br />

çocuğu kandırıyor ise; çocuğun oyuncak<br />

çileği gerçek sandığını düşünmektedir.<br />

Yani, baba çocuğun zihnindeki yanılgıyı<br />

<strong>okumak</strong>tadır.<br />

Çocuk babasının oyuncak çileği gerçek<br />

sandığını düşünüyor ise; babasının zihnindeki<br />

soyut bir algının gerçek bir nesnellik<br />

karşısında açık verdiğini fark<br />

etmektedir. Bir diğerinin zihnini <strong>okumak</strong><br />

birinci derecede zihin okumadır<br />

(first order theory of mind).<br />

Çocuk babasının oyuncak çileği ısırır<br />

gibi yaparak, kendisini kandırmayı<br />

amaçladığını düşünüyor ise; babasının<br />

zihninin, kendisinin zihnindeki sembolü<br />

yanlış okuduğunu fark etmektedir. Bir<br />

diğerinin zihin okumasını, zihinsel olarak<br />

okuma; ikinci derecede zihin okumadır<br />

(second order theory of mind).<br />

Bu yorumlar <strong>için</strong> bireylerin çilek nesnelliği<br />

ile daha önceden karşılaşmış olmaları<br />

(assosiyatif kortekslerinin bu nesnelliği<br />

algılamış olması – perception), her ikisi-<br />

Nisan / 2011<br />

nin beyninde çileğin sembolik olarak<br />

varlığını koruyor olması (sembol - representation)<br />

ve her ikisinin de zihin okuma<br />

yeteneklerinin olması şarttır.<br />

Nesnellik ve zihinsel sembol ikileminin<br />

fark edilmesi ile çevre, kendi ve diğerleri<br />

konsepti kazanılır. Çevresel uyaranların<br />

nesnellikleri ile değil, daha önceki korteks<br />

kayıtlarının sembolleri ile yorumlanarak<br />

davranışları yönlendirdikleri<br />

anlaşılır (istek-inanç ve davranış teorisi)<br />

(Bartsch ve Wellman, 1995). Bu durumda,<br />

nesnellikten kopmaların (yanılsamaların)<br />

olabileceği kavramı fark<br />

edilir. Birey yanılabileceğini, yanıltılabileceğini,<br />

yanıltabileceğini kavrar. Gerçeğe<br />

ulaşmak <strong>için</strong> yeterli anlama ve<br />

anlatma davranışına yönelir.<br />

Bütün bunları yani zihni neden mi anlatıyorum?<br />

Çünkü davranışların altında<br />

yatan nedenlerin anlaşılması ile kendi ve<br />

diğerlerinin davranışlarının amacı anlaşılır.<br />

Gelenek ve görenek farkındalığı kazanılır<br />

ve sosyal yaşama adapte olunur.<br />

Kendi ve diğerleri hakkında yorum yapabilmek,<br />

dolayısı ile kendini diğerlerinin<br />

yerine koymak sureti ile empati<br />

gelişir. Tüm bunlar ve birazdan anlatacaklarım<br />

zihni anlamaktan geçer.<br />

Ancak zihin teorisini anlarsak, çocuklarımızı<br />

(ve başkalarını) anlamak ve doğru<br />

davranmak mümkün olur.<br />

Davranışların altında yatan dinamiklerin<br />

anlaşılması ile kendi ve diğerlerinin<br />

davranışları öngörülebilir. Kendi davranışları<br />

amacına yönelik kontrol edilebilir.<br />

Diğerlerinin duygu ve düşüncelerini<br />

yönlendirecek sosyal davranışlar seçilebilir<br />

(de Villiers, ve ark., 1997). Sır alma,<br />

sır verme, sürpriz yapma, ikna ya da protesto<br />

etme, kandırma ve yalan söyleme<br />

davranışları sosyal yaşamın işleyişine<br />

göre amacına uygun kullanılabilir (Bruner,<br />

1990; Wellman 1990; Astington,<br />

1993). Diğerlerinin ilgisi takip edilerek,<br />

lisan etkili biçimde kullanılabilir (Baron-<br />

Cohen, 1988).


ÇOCUKLARDA ZİHİN GELİŞİMİ-<br />

NİN ÖNEMİ<br />

Sosyalleşme <strong>için</strong> olmazsa olmaz bu sistematik<br />

soyut algı; zihinsel-bilişsellinguistik<br />

gibi <strong>için</strong>de birden fazla<br />

yeteneği barındırır. Diğer bir deyişle,<br />

zihin ve zihin okuma yeteneği; okumayazma-okuyup<br />

yazdığını anlama ve aritmetik<br />

gibi yetenekler üzerinde etkilidir<br />

(Olson 1994; Astington ve Pelletier, 1996;<br />

Astington ve Pelletier, 1996; de Villiers, ve<br />

ark., 1999).<br />

Bireyin gerçek ile sembolik algıyı ayrıştırabilmesi<br />

dolayısı ile çevrenin iki farklı<br />

şekilde algılanabileceğinin farkına varması<br />

okul öncesi dönemde kazanılır ya<br />

da kazanılması gerekir. 6-11 Yaşlarını<br />

kapsayan ilköğretim dönemi, çocuğun<br />

yaşıtları arasında yarıştığı bir dönemdir.<br />

Çocuk, yarışabildiği ölçüde kendine<br />

güven duygusu kazanır. Diğerlerinin zihninden<br />

geçenleri anlayabilmeli, sosyal<br />

diyalog ve aktivitelere dahil olmalıdır.<br />

Aksi halde, yaşıtları ile yarışma fırsatını<br />

kaçırır. Çevreden kopar. Dışlanır. Yani<br />

zihin ve zihin okuma yetersizliği, özgüveni<br />

engellemek sureti ile de çocuklarda<br />

akademik başarıyı, dolayısı ile geleceği<br />

olumsuz etkiler. Sonuç olarak, diğerlerinin<br />

fikirilerini dinleyebilen, eleştirebilen,<br />

kandırılmamak adına kararlar verebilen<br />

ve aynı zamanda diğerlerini yönlendirebilen<br />

bağımsız bireylerin<br />

yetişebilmesi <strong>için</strong> bu algı sistematiği bilimsel<br />

olarak irdelenmeli ve kesinlikle<br />

eğitimin hizmetinde kullanılmalıdır.<br />

ZİHİN ve AKADEMİK YETENEK<br />

Akademik başarı <strong>için</strong> izleme, planlama<br />

ve yürütme yeteneği, yani zeka fonksiyonları<br />

şarttır. Bunun <strong>için</strong>, kendini<br />

kontrol edebilme, dikkatini yönlendirebilme,<br />

dikkat esnekliği ve işlevsel hafızaya<br />

ihtiyaç vardır. Buna karşılık, zihin<br />

ve özellikle de zihin okuma yeteneğinin<br />

akademik başarı üzerindeki etkisi tartışmasızdır.<br />

Planlama yeteneği, zihin okuma yetene-<br />

ğinin gelişimi ile yakından ilişkilidir<br />

(Hughes, 1996; Russell, 1996). Diğerlerinin<br />

niyetini davranışlarından önce anlamak,<br />

yeni stratejiler planlamak, yeni<br />

söylemler oluşturmak ve yönlendirmek;<br />

mesajlardaki çelişkileri fark etmek, açıklamak,<br />

tartışmak ve tartışmayı yönlendirebilmek<br />

<strong>için</strong> zihin okuma sistematiği<br />

şarttır.<br />

Nitekim, zihin okuma yeteneği olmayan<br />

çocukların, izleme, planlama ve yürütme<br />

fonksiyonları yetersizdir. Buna karşılık,<br />

yürütme fonksiyonu olmayan çocuklarda,<br />

yanlış inanç algısı (diğerlerinin zihinsel<br />

açığını fark edebilmek) ve<br />

simgesel anlatımları yetersizdir (Zaitchick,<br />

1990). Zihin okuma, yürütme ve<br />

planlama yetenekleri; yanlış inanç (1. ve<br />

2. derece); yürütme ve planlama (Tower<br />

of Hanoi – TOH (Welsh & Huizinga,<br />

2001) testleri ile ölçülür. Zeka testleri de<br />

esas olarak, içiçe geçmiş olduğu düşünülen<br />

bu yetenekler hakkında, genel bir değerlendirmedir<br />

(Hughes, 1998).<br />

Yürütme fonksiyonu prefrontal kortekste<br />

gerçekleşir. Bu alan aynı zamanda<br />

yanlış inanç yeteneğinin gerçekleştiği<br />

alan ile yakın ilişki <strong>için</strong>dedir (Ozonoff ve<br />

ark., 1991). Bazı otörler, zihin ve yürütme<br />

fonksiyonları arasındaki ilişkiyi,<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

ortak kullanılan bu alan nedeni ile doğrudan<br />

kabul ederler. Diğer bazıları ise,<br />

bu iki fonksiyonun dolaylı ilişkisini<br />

kabul etmekle birlikte, doğrudan yani<br />

birebir etkileşim <strong>için</strong>de olmadığını öne<br />

sürerler (Russell, 1996).<br />

Zihnin lisan, işlevsel hafıza ve sosyalleşme<br />

ile ilişkisini bir başka yazıda ele<br />

almak üzere…<br />

Çocuk, yarışabildiği ölçüde kendine<br />

güven duygusu kazanır. Diğerlerinin<br />

zihninden geçenleri anlayabilmeli,<br />

sosyal diyalog ve aktivitelere dahil olmalıdır.<br />

Aksi halde, yaşıtları ile yarışma<br />

fırsatını kaçırır. Çevreden<br />

kopar. Dışlanır. Yani zihin ve zihin<br />

okuma yetersizliği, özgüveni engellemek<br />

sureti ile de çocuklarda akademik<br />

başarıyı, dolayısı ile geleceği<br />

olumsuz etkiler. Sonuç olarak, diğerlerinin<br />

fikirilerini dinleyebilen, eleştirebilen,<br />

kandırılmamak adına<br />

kararlar verebilen ve aynı zamanda<br />

diğerlerini yönlendirebilen bağımsız<br />

bireylerin yetişebilmesi <strong>için</strong> bu algı<br />

sistematiği bilimsel olarak irdelenmeli<br />

ve kesinlikle eğitimin hizmetinde<br />

kullanılmalıdır.<br />

59


60<br />

Makale<br />

ÖZGÜL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ<br />

Prof. Dr. Gülsen ERDEN<br />

Ankara Üniversitesi<br />

Sınıf <strong>için</strong>de bilgiyi alma ve kullanma açısından yaşıtlarından farklı olduğu gözlenen okulda ve evde verilen<br />

destek ve gösterilen ilgiye karşın, güçlük yaşamaya devam eden çocuklar vardır. Bu çocukların, okulda<br />

kendilerini güvende hissetmeleri, öğrenme motivasyonu, okula uyum, başarıya yönelim ve ruhsal-fiziksel<br />

sağlıkları ile yakından ilişkilidir.<br />

Herhangi bir sınıfa şöyle bir göz attığımızda<br />

farklı kişiliklerin, potansiyellerin,<br />

geçmişlerin ve öğrenme gereksinimlerinin<br />

oluşturduğu zengin bir grupla karşılaşırız.<br />

Öğretmenler bu tabloda en<br />

öndedirler. Sınıfa kendi kişiliklerini,<br />

zevklerini ve geçmişteki eğitim-öğretim<br />

deneyimlerini yansıtırken, hem kendileri<br />

hem de onlara emanet edilen çocukların<br />

yararı <strong>için</strong> çabalarlar. Kullandıkları yöntemlerin,<br />

bir yandan o yılın program<br />

amaçlarını gerçekleştirmesini, bir yandan<br />

da sınıftaki tüm öğrencileri kişisel ve<br />

sosyal olgunluğa eriştirmesini beklerler.<br />

Ancak ortalama bir okulda, sınıfında bulunan<br />

40–45 öğrenci ile beraber bu<br />

amaca doğru yürümek zorundadırlar.<br />

Öğretmenler öğrencilerinin var olan potansiyellerinin<br />

tamamını gerçekleştirmelerini<br />

sağlamanın genellikle kendi<br />

görevleri olduğunu düşünürler; fakat<br />

bazı çocuklar özel gereksinimleri ile göze<br />

çarpar ve uygun sınıf ortamının oluşması<br />

bu nedenle kesintiye uğrayabilir. Okula<br />

ilişkin beklentilerin gerçekleşebilmesi<br />

<strong>için</strong> olmazsa olmaz bir durum vardır. Bu<br />

da her çocuğun kendini okulda güvende<br />

hissetmesi olarak özetlenebilir. Sınıf<br />

<strong>için</strong>de bilgiyi alma ve kullanma açısından<br />

yaşıtlarından farklı olduğu gözlenen<br />

okulda ve evde verilen destek ve gösterilen<br />

ilgiye karşın, güçlük yaşamaya devam<br />

eden çocuklar vardır. Bu çocukların,<br />

okulda kendilerini güvende hissetmeleri,<br />

öğrenme motivasyonu, okula uyum, başarıya<br />

yönelim ve ruhsal-fiziksel sağlıkları<br />

ile yakından ilişkilidir.<br />

Nisan / 2011<br />

Çoğu zaman küçük bir çocuktan bir şey<br />

yapması istendiğinde ya en sevdiği masalı<br />

anlatır ya da sevdiği bir şarkıyı baştan<br />

sona söyler. <strong>İl</strong>köğretim okuluna devam<br />

eden bir çocuğun defterine bakıldığında<br />

düzgün ve doğru yazılmış cümleler<br />

görülebilir. Bazı yetişkinlerin bir işe başladıklarında<br />

işi istenen zamanda yapabildikleri<br />

ya da onlara bir görevi nasıl<br />

yapacakları anlatıldığında bunu kolayca<br />

anlayıp uygulayabildikleri gözlenir. Bu<br />

yaşam <strong>için</strong>de sıkça gözlemlenen bir durumdur.<br />

Ancak her zaman böyle olmayabilir.<br />

Bazı çocuklar şarkıları akıllarında tutamayabilirler<br />

ya da kelimeleri tam olarak<br />

doğru söyleyemeyebilirler. Örneğin<br />

“ekmek” yerine “kemek” diyebilirler.<br />

Okula giden bazı çocukların haftaların<br />

günlerini karıştırdıkları, yön bulmakta<br />

zorlandıkları, çoğu zaman sözcükler <strong>için</strong>deki<br />

harfleri karıştırdıkları/yer değiştirdikleri<br />

gözlemlenir. Arkadaşlarının yüz<br />

ifadelerini, mimikleri doğru yorumlayamayabilir,<br />

aynı anda birkaç şeyi organize<br />

edemeyebilirler. Çok sık olmasa da bu


tür güçlükler yaşayan yetişkinlerle de<br />

günlük hayatta karşılaşılmaktadır. Bu<br />

durum örnek olguda* olduğu gibi Özgül<br />

Öğrenme Güçlüğü’nü akla getirir.<br />

*Koray<br />

Yaşının çocuğu gibi görünen, zeki, sempatik,<br />

kolay ilişki kuran ve sıcak bir çocuktur.<br />

Fakat eğitim kurallarına göre sınıf <strong>için</strong>de<br />

dersin normal bir akışla sürdürülmesini<br />

davranışlarıyla engelleyebilen ve aynı zamanda<br />

da kendisi de sınıfın bilgi ve beceri<br />

düzeyi ile uyuşmayan bir çocuktur. Drama<br />

dersinde, serbest çalışmalarda mükemmel,<br />

mizah yeteneği son derece iyi gelişmiş, sözel<br />

becerileri iyi olduğu gözlenmektedir. Öte<br />

yandan okuma ve yazma görevlerini yerine<br />

getirmekten kaçınmaktadır. Sesleri birbirine<br />

karıştırma, sözcükleri tanıma ve hatırlamada<br />

zorlanma, yavaş okuma ve<br />

yazma gibi sorunları gözlenmektedir.<br />

Ailesiyle gittiği Çocuk Ruh Sağlığı kliniğinde,<br />

yapılan çeşitli değerlendirmeler sonunda<br />

Koray’a Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

tanısı konulmuştur.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü okuma,<br />

yazma ve aritmetik becerilerde çocuğun<br />

yaşı ve zekâsına göre beklenen başarıyı<br />

gösterememesi durumu olarak tanımlanabilir.<br />

Bu tanıma bağlı olarak ilköğretimin<br />

ilk yılının ikinci yarısının ortalarına<br />

doğru bu güçlükten kuşku duyulmaya<br />

başlanır. Bir çocuğa özgül öğrenme<br />

güçlüğü tanısı konabilmesi <strong>için</strong> çocuğun<br />

mutlaka okuma, yazma ve aritmetik becerileri<br />

ortaya koyabileceği yaşa gelmesi<br />

gerekmektedir. Çocuğun okuma, yazma<br />

ya da aritmetik becerilerde en azından<br />

yaşıtlarının ve kendi zihinsel düzeyinin<br />

gerisinde kalması, özgül öğrenme güçlüğünden<br />

kuşku duyulması <strong>için</strong> yeterlidir.<br />

Genellikle önce çocuğun öğretmeni,<br />

“Çocuğunuzun konuşurken, oyun oynarken<br />

ya da herhangi bir şey anlatırken<br />

yaşıtlarından hiçbir farkı yok; ancak yazılı,<br />

sözlü sınavlarda ya da beklenmedik<br />

bir anda bilgiye dayalı bir soru soruldu-<br />

ğunda bildiği bir şeyi bile geri verirken<br />

ya da söylerken zorlanıyor. Çocuğunuzun<br />

bir sorunu var.” diyerek bu güçlüğe<br />

dikkat çeker. Aileler de çocuğun derslerine<br />

çalışıyor olmasına karşın, akademik<br />

beceri konusunda onları hiç beklemedikleri<br />

biçimde şaşırtmasıyla ortada bir<br />

sorun olduğunun farkına varmaktadırlar.<br />

Sorunun farkına varılmasının ardından,<br />

mutlaka çocuk ruh sağlığı<br />

kliniklerine başvurulması gerekir. Çocuk<br />

ruh sağlığı kliniklerinde çocuk psikiyatristleri<br />

ve psikologları<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

belirtileri gösteren çocuğu<br />

birlikte değerlendirmelidirler.<br />

Çocuğa yalnızca psikiyatrik<br />

muayene değil, aynı<br />

zamanda akademik becerileri<br />

yordamaya yönelik psikolojik<br />

değerlendirme ve<br />

özgül öğrenme güçlüğünü<br />

taramaya yönelik özel görüşmeler<br />

yapılmalıdır. Söz<br />

konusu değerlendirmede<br />

çocuğun okuma, yazma ve<br />

aritmetik beceri gibi hangi<br />

alt grupta sorunu olduğunu<br />

anlamaya yönelik özel soruların<br />

da sorulması gerekir.<br />

Tanı okul çağında konulabilmesine<br />

karşın Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü yapısal bir<br />

sorun olduğu <strong>için</strong> okul öncesi<br />

dönemde de çocuklar<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü’ne<br />

ilişkin belirtiler göstermektedirler.<br />

Okul öncesi dönemde Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü riski taşıyan çocuklar çeşitli<br />

alanlarda sorunlar yaşarlar. Literatürde<br />

bu alanlar dil, algısal-kavramsal alan,<br />

bellek, motor koordinasyon, dikkat-hareket<br />

alanı, organizasyon ve duygusal<br />

sosyal alan olarak belirlenmiştir. Çocuklar<br />

bu alanların bazılarında sorun ya da<br />

hepsinde sorun yaşayabilirler.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü riski taşıyan<br />

okul öncesindeki çocukların bazıları geç<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

konuşurlar. Bazıları ile konuşulduğunda<br />

çoğu zaman sözcükleri doğru telaffuz<br />

edemediklerini, sözcük ve heceleri karıştırdıkları<br />

örneğin “kitap” yerine “kipat”<br />

dedikleri görülmektedir. Sözcük dağarcıkları<br />

da yaşıtları kadar çeşitli değildir.<br />

Bu çocukların günlük yaşamlarında da<br />

sorunlar yaşadıklarını görülür. Örneğin<br />

düğmelerini iliklerken, çatal-bıçak<br />

kullanırken, ayakkabılarını bağlarken<br />

zorlanırlar. Oyuncaklarıyla oynarken,<br />

dışarıda arkadaşlarıyla beraberken,<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü okuma, yazma ve aritmetik<br />

becerilerde çocuğun yaşı ve zekâsına göre beklenen<br />

başarıyı gösterememesi durumu olarak<br />

tanımlanabilir.<br />

dikkatlerini toplamakta zorlandıkları ve<br />

oyunun kurallarını anlayıp uygulamada<br />

zorlandıkları gözlenir. Kitaplarını ters<br />

tuttuklarına, ayakkabılarını ters giydiklerine<br />

yani yönlerini karıştırdıkları fark<br />

edilir. Renkleri sayıları önce ve sonra<br />

gibi kavramları öğrenmede yaşıtlarına<br />

göre zorlandıkları gözlenir. Okul öncesi<br />

belirtiler önemlidir çünkü erken yaşta<br />

tanı konmadığında, çocuk sahip olduğu<br />

güçlüklerle örgün eğitime katılır ve burada<br />

yaşayacağı güçlükler ile yükü artar.<br />

61


62<br />

Makale<br />

Eğer okul öncesindeki bir çocuğun güçlükleri<br />

fark edilmemişse ve gerekli<br />

destekler verilememişse, söz konusu çocuğun<br />

ilköğretim döneminde de benzer<br />

alanlarda güçlük yaşamasının yanı sıra<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü belirtileri gösterdiği<br />

de gözlemlenecektir. Okul döneminde<br />

en çok göze çarpan şey düşük<br />

okul başarısıdır ya da bazen iyi bazen<br />

kötü inişli çıkışlı bir başarı grafiğidir.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü belirtileri gösteren<br />

çocuğun zorlandığı alanlar olduğu<br />

gibi sorun yaşamadığı alanlarda vardır.<br />

Bu nedenle bazı dersleri iyidir bazı dersleri<br />

ise kötüdür. Okumada ya da yazmada<br />

belirgin sorunlar gözlenir.<br />

Okurken sorunlar yaşarlar. Okumayı<br />

öğrenmede gecikirler ve okurken yavaş<br />

okurlar. Yine yazarken olduğu gibi okurken<br />

harfleri karıştırırlar ve “çok”a “koç”<br />

demek gibi sözcükleri, heceleri ters çevirirler.<br />

Bir yazıyı okurken sıklıkla harfleri,<br />

sözcükleri atladıkları görülür. Okurken<br />

sırayı takip edemeyip, satır atlayabilirler,<br />

kaldıkları yeri kaybedebilirler. Bu aksaklıkları<br />

çözmek <strong>için</strong> de yeni cümleler uydururlar.<br />

Yaşıtlarına oranla el yazıları okunaksızdır<br />

ve yine yaşıtlarına göre daha yavaş yazarlar.<br />

Yazı <strong>için</strong>de, bazı harfleri ya da<br />

sayıları ters yazdıkları görülür. Örneğin<br />

“b” yerine “d” “6” yerine “9” yazabilirler.<br />

Sözcükleri ters çevirip, çoğu zaman<br />

“ve” yerine “ev”, “roman” yerine<br />

“orman” , “top” yerine “pot” yazar. Tahtadaki<br />

yazıyı defterine çekerken ya da<br />

öğretmeninin okuduğunu defterine yazarken<br />

zorlanırlar. Çoğu zaman düzensiz,<br />

karışık ve iyi kullanılmamış defterleri<br />

olduğu dikkati çeker. Bir çoğunun elgöz<br />

koordinasyonları zayıf olduğu <strong>için</strong><br />

çizimleri de yazıları da bozuktur. Bazen<br />

de Aritmetik becerileri iyi değildir. Toplama,<br />

çıkarma vb işlemlerde sorunlar yaşarlar.<br />

İşleme sağdan değil soldan<br />

başlayabilirler. Toplama, çıkarma gibi işlemlerde<br />

“eldeyi” unutabilirler. Sayı kavramlarını<br />

anlamakta güçlük çekerler<br />

örneğin beş mi büyük bir mi kestiremezler.<br />

Problemi çözecek işlemleri bula-<br />

mayabilirler. Problemleri akıllarında<br />

çözseler bile yazıya dökmekte zorlanırlar.<br />

Eğer bir şeyin belli bir sırada yapılması<br />

isteniyorsa bunu<br />

başaramayabilirler. Bir öyküyü sıralı anlatamayabilirler.<br />

Düşüncelerini sözlü ya<br />

da yazılı olarak düzenli bir biçimde ifade<br />

etmekte başarısız olabilirler. Bu çocukların<br />

iyi bir çalışma alışkanlıkları da olmayabilir.<br />

Ödevlerini ya alamaz ya da<br />

eksik alır. Dikkatlerini toplayamadıkları<br />

<strong>için</strong> çabuk sıkılırlar ve ödev yaparken sık<br />

sık ara verdikleri araya gereksinimleri olduğu<br />

gözlenir.<br />

Eğer okul öncesindeki bir çocuğun<br />

güçlükleri fark edilmemişse ve gerekli<br />

destekler verilememişse, söz konusu<br />

çocuğun ilköğretim döneminde de<br />

benzer alanlarda güçlük yaşamasının<br />

yanı sıra Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

belirtileri gösterdiği de gözlemlenecektir.<br />

Yaşıtlarına göre daha çocuksu oldukları<br />

gözlenir. Karşısındaki kişinin mimiklerini<br />

jestlerini anlamakta ve yorumlamakta<br />

zorlanabilirler bu da onların<br />

arkadaş ilişkilerinde sorun yaşamalarına<br />

sebep olabilir. Neşeliyken birden öfkelenebilir<br />

hızlı duygu değişimi gösterirler.<br />

Sahip olduğu güçlükler çocuğu bu güçlüklere<br />

sahip olmayan yaşıtlarında farklılaştırır.<br />

Sıkıntılarını, eksikliklerini fark<br />

edebildikleri <strong>için</strong> de düşük benlik saygısı<br />

geliştirebilirler. Yaşadığı başarısızlıklar<br />

nedeniylede kendisine güveni azalır.<br />

Uyum sağlamada zorlandıkları, çoğu<br />

Nisan / 2011<br />

zaman bu okuldan kaçma, okula gitmeme<br />

gibi davranışlar beraberinde psikolojik<br />

sıkıntılar gözlenir.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü zekâ düzeyi<br />

normal ya da normalin üzerinde olan bireylerde<br />

görülür. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

olan çocuklar öğrenme süreçlerinin<br />

bir kısmında ya da hepsinde birden sorunlar<br />

yaşarlar. Aslında söz konusu çocuklar<br />

öğrenemedikleri <strong>için</strong> değil uygun<br />

öğrenme stratejileri geliştiremedikleri<br />

<strong>için</strong> okulda, evde süre giden sıkıntılar<br />

<strong>için</strong>de bir kısır döngü yaşarlar. Çocuk<br />

çalışır, çalıştırılır, yine başarılı olmaz. Bu<br />

başarısızlık hayal kırıklığı, üzüntü ve kızgınlık<br />

ile sonuçlanır. Evde okulda baskı<br />

artar daha uzun süre daha sıkı çalışır, çalıştırılır<br />

ve yine başarılı olamaz. Oysaki<br />

çocuğun yaşadığı güçlüğün tanısı konulup<br />

uygun psikoeğitsel müdahale başlasa<br />

ve çocuğa başarılı olabileceği alanlarda<br />

başarılı olma fırsatı yaratılsa ve sınavlarda-ödevlerde<br />

çocuğun öğrenme stillerine<br />

uygun kolaylıklar sağlanabilirse<br />

çocuk, aile ve öğretmen <strong>için</strong> daha verimli<br />

bir sürece geçilecektir.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü okul öncesi<br />

dönemden itibaren belirti verir. Önemli<br />

olan erken dönemde bu belirtileri fark<br />

edebilmek ve gerekli uzman yardımını<br />

almaktır. Okul öncesi dönemde bir çocuğun<br />

öğrenme güçlüğü olduğunu saptamak<br />

erken tanı <strong>için</strong> önemlidir. Çünkü<br />

bu sayede hem akademik yaşamında<br />

hem de toplum yaşamında gerekli becerileri<br />

edinmesi sağlanabilir ve çocuğa<br />

özgü eğitimlerle de sürekli başarısız olması<br />

önlenebilir. Çoğu zaman anneler<br />

çocuklarının diğer çocuklardan farklı bir<br />

şekilde geliştiklerini fark edebilmektedirler.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü okul<br />

çağında okuma yazma ve aritmetik becerilerden<br />

birinde, ikisinde ya da hepsinde<br />

birden çocuğun yaşından ve<br />

zihinsel düzeyinden beklenemeyen güçlükle<br />

tanı alabildiği <strong>için</strong> okul öncesi<br />

dönemde gözlenen sorunlara Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü tanısı konulamamaktadır.<br />

Bu nedenle, bu dönemde gelişimsel


sorun ya da öğrenme bozukluğu riski terimleri<br />

tercih edilerek aileye gerekli önerilerde<br />

bulunup çocuğa destek sağlanır.<br />

Bir çocuğa öğrenme bozukluğu tanısı<br />

koymak <strong>için</strong> iyi bir değerlendirme yapılması<br />

önemlidir. Konuya ilişkin değerlendirme<br />

aşamasında çocuğun şimdiki<br />

başarısı ile öğrenme potansiyeli arasındaki<br />

fark karşılaştırılmalıdır. Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü tanısı koyarken çeşitli<br />

test gruplarından yararlanılabilinir. Test<br />

grupları <strong>için</strong>de zekâ testleri, akademik<br />

başarı testleri diğer alanlardaki özel yetenek<br />

testleri bulunmaktadır. En sık kullanılan<br />

testler <strong>için</strong>de Wechsler Zekâ<br />

ölçekleri, akademik başarı testleri, görsel<br />

motor algı testleri, bellek testleri, sağ-sol<br />

yön tayini testleri yer alır. Bu testler çocuğun<br />

öğrenme güçlüğü çektiği alanlar<br />

ve güçlü olduğu alanlar hakkında da<br />

bilgi verebilir.<br />

Hatırlanılacağı gibi Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü olan çocuklar normal ya da<br />

üstü zekâ düzeyine sahiptirler. Eğer bir<br />

çocukta yaşıtlarıyla benzer öğrenme potansiyeli<br />

olmasına rağmen okuldaki başarısı<br />

bu potansiyelin gerektirdiğinden az<br />

ya da farklıysa bu durum göz önüne<br />

alınmalıdır. Çoğu zaman çocuklar aileleri<br />

tarafından öğretmen bir problem olduğunu<br />

söylediğinde bir uzmana<br />

getirilmektedir. Oysaki aileler bir problem<br />

olduğunu daha erken yaşta fark etmektedir<br />

ama tanı daha geç yaşlarda<br />

konmaktadır. Eğer anneler ya da temel<br />

bakım veren kişiler, çocuklarının yaşıtlarından<br />

farklı geliştiğini gözlemlediklerinde,<br />

bu gözlemlerini uzmanlarla<br />

paylaşırlarsa çocuğa ilişkin sorunlar<br />

henüz Özgül Öğrenme Güçlüğü tanısı<br />

konulamasa da erken tanınabilir. Ancak<br />

ailelerin bir kısmı beklemeyi tercih ettiklerinden<br />

ya da Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

belirtilerini bilen bir uzmana<br />

ulaşamadıklarından, bir kısmı da nereden<br />

yardım alacağını bilemediğinden çocuğun<br />

erken dönemde gösterdiği<br />

güçlüklere yönelik müdahale gecikmektedir.<br />

Bununla birlikte erken dönemde<br />

müdahale edildiğinde de Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü yapısal bir sorun olduğu<br />

<strong>için</strong> çocuğun okul çağında da Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü’ne ilişkin sorunlar yaşaması<br />

tümüyle önlenemez. Ancak erken<br />

müdahale ve uygun destek ile çocuğun<br />

okul yaşına kadar edinmesi gerekli temel<br />

beceriler edindirilebilir ve en azından<br />

çocuk okula eksik donanımla başlamaz.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü öğrenme süreçlerindeki<br />

güçlükleri ifade etmektedir.<br />

Bu nedenle çocuğun bilgiyi alma ve ifade<br />

etme süreçleri belirlenmelidir. Daha<br />

sonra bu çocuğun neden öğrenemediği<br />

kapsamlı olarak değerlendirilmelidir. Bu<br />

değerlendirmenin <strong>için</strong>de bu nedenlere<br />

eşlik eden duygusal, çevresel ve psikolojik<br />

etkilerde saptanmalıdır. Doğru bir<br />

değerlendirme <strong>için</strong>de çocuğun başarı düzeyi<br />

ve öğrenme stili de belirlenir. Böylece,<br />

öğrenme <strong>için</strong> bir plan yapılmasına<br />

kaynak sağlanır. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

olan çocukların güçlük yaşadıkları<br />

alanların yanında onların güçlü ve yetenekli<br />

oldukları alanlar da vardır. Bu alanlar<br />

saptanarak, ilgi duyduğu ve kendine<br />

güvendiği beceri kaynakları çocuğun<br />

başarılı olma duygusunu tatmasına ve<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

kendisini iyi hissetmesine olanak tanınmalıdır.<br />

Aynı zamanda zayıf ve yardıma<br />

gereksinim duyduğu alanlar <strong>için</strong> gerekli<br />

destek basamaklar halinde kolaydan zora<br />

doğru sağlanmalıdır.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü dendiğinde<br />

Çoğu zaman anneler çocuklarının diğer çocuklardan farklı bir şekilde geliştiklerini<br />

fark edebilmektedirler. Özgül Öğrenme Güçlüğü okul çağında okuma<br />

yazma ve aritmetik becerilerden birinde, ikisinde ya da hepsinde birden çocuğun<br />

yaşından ve zihinsel düzeyinden beklenemeyen güçlükle tanı alabildiği <strong>için</strong><br />

okul öncesi dönemde gözlenen sorunlara Özgül Öğrenme Güçlüğü tanısı konulamamaktadır.<br />

Nisan / 2011<br />

çok geniş bir yelpaze kapsamından söz<br />

edilmektedir. Bu yelpaze <strong>için</strong>de alt gruplar<br />

yer almaktadır. Psikiyatri alanında<br />

kullanılan DSM-IV-TR tanı ölçütleri kitabında<br />

öğrenme bozukluğu; Okuma<br />

Bozukluğu, Matematik Bozukluğu ve<br />

Yazılı Anlatım Bozukluğu, Başka Türlü<br />

Adlandırılamayan Öğrenme Bozukluğu<br />

grupları bulunmaktadır. Tanının konulabilmesi<br />

<strong>için</strong>, bir başlık altında o başlığa<br />

ilişkin becerilerin çocuğun zekâ düzeyi<br />

ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz<br />

önünde bulundurulduğunda, beklenin<br />

altında olması gerekmektedir.<br />

Alt gruplar arasında Okuma Bozukluğu<br />

en sık görülen bozukluktur. Tüm öğrenme<br />

bozukluğu olgularının %80’nini<br />

Okuma Bozukluğuna sahip olgular oluşturmaktadır.<br />

“Özel Öğrenme Güçlüğü”<br />

başlığı altında çeşitli kaynaklarda Disleksi<br />

(okuma güçlüğü), Disgrafi (yazma<br />

63


64<br />

Makale<br />

güçlüğü) ve Diskalkuli (aritmetik güçlüğü)<br />

kavramlarının kullanıldığı da görülmektedir.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü ve Yapılabilecekler<br />

Literatürde Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

belirtileri okul öncesi dönemde görülen<br />

belirtiler, ilköğretim döneminde görülen<br />

belirtiler ve 12 yaş ile yetişkinlik döneminde<br />

görülen belirtiler olarak ayrıldığı<br />

görülmektedir. Eğer herhangi bir yaş<br />

grubunda bir çocuğa Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü tanısı konmuşsa, çocuk hangi<br />

eğitim kurumuna gidiyorsa okul öncesi,<br />

ilköğretim ya da lise bu çocuğun bulunduğu<br />

okula ve sınıfa devam etmesi (çok<br />

özel durumlar dışında) gerekir. Söz konusu<br />

çocukların diğer çocuklar gibi<br />

eğitimlerini sürdürebilmeleri <strong>için</strong> uygulanabilecek<br />

çeşitli yöntemler vardır. Çocuklar<br />

yaşıtlarıyla birlikte okula devam<br />

ederken normal sınıf eğitimine ek olarak<br />

bu çocuğun eksik ya da yetersiz kalan<br />

yönlerine destek verilmesi gerekir. Bu<br />

destekler bireysel olarak yapılan özel eğitimle<br />

ya da yaşıtlarıyla birlikte grup çalışması<br />

programlarıyla onları model<br />

alması sağlanarak da yapılabilir. <strong>Eğitim</strong><br />

programı <strong>için</strong>de seslerin farkında olma,<br />

sıralama ve bellek becerileri, görselleştirme<br />

ve çoklu duyusal yöntemler, tam<br />

dil eğitimi ya da duyusal ve motor bütünleştirmeye<br />

yönelik görevler bulunmaktadır.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

olan çocukların bir kısmının dikkatlerini<br />

toplamakta zorlandıkları ve dikkat sürelerinin<br />

kısa olabileceği göz önüne alınarak<br />

yönergeleri anlayabilmeleri <strong>için</strong><br />

uygun çözümler bulunmalıdır ( yönergeyi<br />

yinelemek, yönergeyi görebilmelerini<br />

sağlamak vb.). Gerektiğinden<br />

yönergeler birkaç kez sabırla tekrarlan-<br />

malıdır. Yine dikkatlerinin kısa süreli<br />

olması nedeniyle uzun ve karmaşık görevlerden<br />

sıkılabilecekleri hatırda tutularak,<br />

daha kısa görevler verilerek başarılı<br />

olmaları sağlanabilir.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü olan çocukları<br />

sık sık kontrol etmek faydalı olabilir bu<br />

nedenle sınıf <strong>için</strong>de öğretmenin dikkatini<br />

çocuğa daha fazla yöneltmesini sağlayacak<br />

bir oturma düzeni sağlanmalıdır.<br />

En iyisi ön sırada ya da öğretmene yakın<br />

bir yerde, çocuğun dikkatini dağıtmasına<br />

sebep olacak daha az uyaranın ol-<br />

Nisan / 2011<br />

duğu bir konumda ve uygun bir arkadaşının<br />

yanında oturmasını sağlamaktır.<br />

Sınıf içi etkinliklerde öğrenme materyaline<br />

çocuğun kendine güvendiği ve ilgi<br />

duyduğu konuları dâhil ederek, öğretme<br />

stillerinde çocuğun belirlenen öğrenme<br />

stiliyle uyumlu olacak değişiklikler yapılması<br />

uygun olacaktır. Örneğin bilgiler<br />

aktarılırken modeller, nesneler ve resimler<br />

kullanarak anlatmak Özgül Öğrenme<br />

Güçlüğü olan çocuklar <strong>için</strong> konuları<br />

daha anlaşılır ve daha çekici yapabilir.<br />

Aslında bu tüm çocuklar <strong>için</strong> çok daha<br />

eğitici ve öğretici olabilir. Benzer şekilde<br />

sınavlar, çocukların belirlenen güçlü<br />

yanlarıyla uyumlu olarak sınav yöntemi<br />

sözlü, yazılı, boşluk doldurma, doğruyanlış<br />

yöntemlerinden en uygun olanı<br />

belirlenerek yapılabilir. Sınavın soru<br />

miktarı azaltılabilir ve bu çocuklara ek<br />

süre verebilir. Ayrıca pekiştirme ödevlerinin<br />

de çocuğa uygun olup olmadığına<br />

dikkat edilmesi gerekir. Eğer gerekirse<br />

ödev miktarı çocukların yavaş okuduğu,<br />

yavaş yazdığı göz önünde bulundurularak<br />

azaltılmalıdır. Çocukların zayıf olduğu<br />

konularda bilgisayar, teyp, hesap<br />

makinesi ve fotokopi makinesi gibi teknolojik<br />

araçların kullanılmasına izin verilmelidir.<br />

Bazı çocukların bu güçlüklerle baş etmek<br />

<strong>için</strong> kendilerine özgü yöntemler geliştirdikleri<br />

görülmektedir. Örneğin bir yazıyı<br />

okurken sorun yaşadığı <strong>için</strong>, sınıf <strong>için</strong>de<br />

bir şey okuması gerektiğinde tüm yazıyı<br />

ezberlemek gibi ya da bir matematik<br />

problemini kendi becerisiyle çözmekte<br />

zorlanacağı <strong>için</strong> problemin çözümünü<br />

bütün olarak ezberleyerek sorunlarını<br />

çözmeye çalışmak gibi. Öğretmenler bu<br />

çocukları mümkün olduğunca cesaretlendirmeli<br />

ve başardıklarında ödüllendirmelidirler.<br />

Güçlü oldukları alanları ve<br />

yeteneklerini sınıf <strong>için</strong>de ön plana çıkarmaya<br />

özen göstermelidirler. Böylece çocukları<br />

zayıf oldukları alanlardaki<br />

güçlükleri aşmaları <strong>için</strong> yüreklendirmiş<br />

olacaklardır. Ayrıca çocukların sahip olduğu<br />

güçlükleri aşması <strong>için</strong> yaşıtlarından<br />

da destek alınması gerekebilir. Bu ne-


denle öğretmenleri onların yaşıtlarıyla<br />

birlikte etkinliklerde bulunmalarına,<br />

sportif faaliyetler <strong>için</strong>de olmalarına yardımcı<br />

olmalıdırlar. Çocuğun yaşayacağı<br />

her sorun <strong>için</strong> okulun rehberlik ve danışmanlık<br />

servisinden yararlanılmalıdır.<br />

Gerekirse okul idaresi, okul aile birliği ve<br />

bakanlık çerçevesinde rehberlik ve danışmalık<br />

hizmetleri <strong>için</strong> kaynak yaratılması<br />

ve özendirilmesi <strong>için</strong> girişimlerde<br />

bulunulmalıdır. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

olan çocuğun öğretmeni hem okulun<br />

rehberlik servisiyle, hem çocuğun<br />

ailesiyle hem de çocuğun uzmanıyla sürekli<br />

iletişim <strong>için</strong>de olmalıdır. Özellikle<br />

çocuğun öğretmeni ya da ailesi öğrenme<br />

güçlüğü hakkında bilgi sahibi değilse<br />

çocuğun akademik yaşamı başarısızlıkla<br />

sürerken çocuk başarısız olarak değerlendirilir<br />

ve bu durum yetişkinlik dönemine<br />

kadar uzanan etkileri beraberinde<br />

getirir. Ailelerin, öğretmenlerin, okul<br />

idarecilerinin Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />

konusunda anne-baba- öğretmen bilgilendirme<br />

toplantıları, paylaşım grupları<br />

<strong>için</strong>de yer almaları, bu tür toplantı ve<br />

bilgilenme toplantılarının düzenlenebilmesi<br />

<strong>için</strong> uygun kaynakları harekete geçirmeleri<br />

söz konusu çocuklara olduğu<br />

kadar tüm okula yarar sağlayacak aktivetelerdir.<br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı 2509 sayılı Özel<br />

<strong>Eğitim</strong> Hizmetleri Yönetmeliğine (2000)<br />

göre öğrenme bozukluğu olan çocukların<br />

bazı hakları vardır. Buna göre kaynaştırma<br />

uygulamalarında “bireysel ve<br />

gelişim özellikleri dikkate alınarak, gerekli<br />

önlemler alınır. Değerlendirmede,<br />

öncelikle bireyselleştirilmiş eğitim programlarında<br />

hedeflerin gerçekleştirilmesi<br />

esas alınır” denilmektedir. Zihinsel becerileri<br />

yüksek öğrenim yapabilecek düzeyde<br />

olan özel eğitim gereksinimli<br />

gençlerin hakları da “yüksek öğretime<br />

yönlendirme kararı alınanların ilgileri,<br />

istekleri, yetenekleri ve iş olanakları doğrultusunda<br />

ve ölçüsünde yüksek öğrenim<br />

olanaklarından yararlanabilmeleri<br />

<strong>için</strong> sınavlarda özel eğitim önlemleri alınır,<br />

yüksek öğretim kurumları ile işbir-<br />

<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı 2509 sayılı Özel<br />

<strong>Eğitim</strong> Hizmetleri Yönetmeliğine<br />

(2000) göre öğrenme bozukluğu olan<br />

çocukların bazı hakları vardır. Buna<br />

göre kaynaştırma uygulamalarında<br />

“bireysel ve gelişim özellikleri dikkate<br />

alınarak, gerekli önlemler alınır.<br />

Değerlendirmede, öncelikle bireyselleştirilmiş<br />

eğitim programlarında hedeflerin<br />

gerçekleştirilmesi esas alınır”<br />

denilmektedir.<br />

liği yapılarak, yerleştirilmelerinde, kredi<br />

ve burs almalarında öncelik tanınır” denerek<br />

korunmuştur.<br />

Özgül Öğrenme Güçlüğü ilaçla tedavi<br />

edilememektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğünde<br />

temel olan çocuğun öğrenme<br />

stiline uygun destek eğitimidir. Bu çocuklar<br />

bireyselleştirilmiş özel eğitim alarak<br />

hem akademik başarıları hem de<br />

toplumsal yaşamları desteklenebilir ve<br />

hedeflenen düzeye getirilebilir. Bu eğitimde<br />

çocuğun başarısız olmasına neden<br />

olan temel güçlük alanlarının güçlendi-<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

rilmesi ve pekiştirme yöntemleri esastır.<br />

Çocukların güçlü yanları ön plana çıkarılarak<br />

toplum <strong>için</strong>de “farklı” olarak değerlendirmelerinin<br />

önüne geçilmelidir ve<br />

toplumun onları “kendine özgü” olarak<br />

kabul etmesi sağlanmalıdır.<br />

Çocukların benlik saygılarının incinmesi,<br />

kendilerini değersiz, beceriksiz ve<br />

yetersiz görmelerinin önüne geçilebilmesi<br />

<strong>için</strong> erken tanı önemlidir. Tanı konmasında<br />

çok fazla gecikildiğinde ne<br />

yazık ki bu çocukların büyük oranda eğitimden<br />

koptukları bilinmektedir. Bu nedenle<br />

ailelere ve öğretmenlere büyük<br />

sorumluluk düşmektedir. Aileler ve öğretmenler<br />

öğrenme güçlüğü konusunda<br />

bilgilendirilmeli ve mümkün olduğunca<br />

erken tanının konması sağlanmalıdır.<br />

Tanı koyduktan sonra da sorumluluklar<br />

devam etmektedir. Öğretmenler sınıf<br />

<strong>için</strong>deki daha zor/yavaş öğrenen çocuğun<br />

farkında olmalı, onu görmezden<br />

gelmemeli ve gerekli desteği sağlamalıdır.<br />

Her öğrenci <strong>için</strong> öğretmeninin onayı<br />

oldukça önemlidir ve bu çocukların<br />

onaylanmaya ve cesaretlendirilmeye fazlasıyla<br />

gereksinimleri vardır. Ailelerin de<br />

öğretmenleri kadar bu çocukların öğrenme<br />

güçlükleriyle baş etmede önemli<br />

payı vardır. İyi bir okul-aile-uzman işbirliği<br />

ve toplumunda bu konuda bilinçlendirilmesiyle<br />

bu çocukların toplum<br />

<strong>için</strong>de sağlam bir yer edinmeleri sağlanabilir.<br />

Kaynakça:<br />

Erden, G.; Kurdoğlu, F.; ve Uslu, R.(2002) <strong>İl</strong>köğretim Okullarına Devam Eden Türk Çocuklarının Sınıf Düzeylerine Göre Okuma Hızı ve Yazım Hataları Normlarının<br />

Geliştirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi,13(1):5-13.<br />

Korkmazlar, Ü ve Sürücü, (2007). Öğrenme Bozuklukları <strong>için</strong>de: Ö.Aysev, S.A ve Taner, I.Y. Çocuk Ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları. Janssen-Cılag<br />

Kozloff MA (1974) Educating Children with Learning and Behavior Problems. NY:John Wiley and sons.<br />

Lerner J (1993a) Learning Disabilities: eories, diagnosis, teaching strategies. Sixth ed. Boston: Houghton Mifflin Com.<br />

Prior M, Sanson A, Smart D, Oberklaid F (1999) Relationships between learning difficulties and psychological problems in preadolescent children from a longitudinal<br />

sample. Journal of American Academy of Child Adolescent Psychiatry, 36:1020-1032.<br />

Reid G (1998) Dyslexia.A Practitioner’s Handbook.Second Ed. England: John Wiley &Sons Ltd.<br />

Silver, L.B.(1989) Learning Disabilities. Journal of American Academy Child and Adolescence Psychiatry, 28:309-313.<br />

Wenar, C.(1994). Developmental Pychopathology from İnfancy rough Adolescence (3. edition). McGraw-Hill, Inc. New York, s:179-186.<br />

Nisan / 2011<br />

65


66<br />

Makale<br />

ÜNİVERSİTE TERCİHLERİNDE<br />

EN ZOR KARAR: İSTANBUL<br />

Yrd. Doç. Dr. Fatih GÜRSUL / Hakan ERGİN<br />

<strong>İstanbul</strong> Üniversitesi / Boğaziçi Üniversitesi<br />

Üniversite eğitimleri <strong>için</strong> memleketlerinden <strong>İstanbul</strong>’a gelen öğrencilerin, ilk yıllarında şehre ve üniversite<br />

ortamına alışmakta zorlandıkları saptanmıştır. Bu açıdan, üniversitelerde her akademik yıl başında uygulanan<br />

oryantasyon faaliyetlerinin etkililiği gözden geçirilmeli; her bölüme akademik ve idari personelin<br />

de katılımlarıyla oryantasyon programları planlama ve uygulama zorunluluğu getirilmelidir.<br />

Bir Eylül günü, Boğaziçi Üniversitesi’nin<br />

Robert Kolej’den kalma, Boğaz’a sıfır<br />

kampüsünde kahvelerimizi yudumlarken,<br />

ellerinde çekçekli bavullarıyla yurtlara<br />

doğru ilerleyen 17-18 yaşlarındaki<br />

gençler gözümüze çarptı. Yüzleri gülse<br />

de, hallerinden memnun görünseler de,<br />

merakla etrafı süzen gözlerindeki tedirginliği<br />

<strong>okumak</strong> zor değildi. Kim bilir ne<br />

duydular, ne gördüler; ne umarken, ne<br />

bulacaklardı? Derken, üniversiteyi kazandığımızda,<br />

yıllar önce Aksaray’dan <strong>İstanbul</strong>’a<br />

ve Malatya’dan Ankara’ya gelen<br />

bizler, o günlerdeki hayallerimizden,<br />

hayal kırıklıklarımızdan, umup da bulamadıklarımızdan,<br />

isteyip de geri dönemeyişimizden<br />

konuştuk bir saati aşkın.<br />

Ve o bir saatlik sohbet orada kalmayacaktı;<br />

yüz binlerce genci yakından<br />

ilgilendiren konusuyla, akademik çalışmamızın<br />

çıkış noktası olacaktı…<br />

On milyondan fazla nüfusa ev sahipliği<br />

yapan ve dünyanın en büyük megakentlerinden<br />

olan <strong>İstanbul</strong>’un aldığı göç, son<br />

çeyrek yüzyılın en tartışmalı konularından<br />

olmuştur. Çarpık yerleşmenin, trafik<br />

sıkışıklığının ve çevre kirliliğinin arkasında<br />

megakentin aldığı aşırı göç gösterilmiştir.<br />

Türkiye İstatistik Kurumu’nun<br />

(TUIK) 2000 yılı nüfus sayımı verilerine<br />

göre <strong>İstanbul</strong>’un aldığı yıllık net göç<br />

400.000 olurken; İktisadi Araştırmalar<br />

Vakfı’nın (İAV) 2006 yılında düzenlediği<br />

“<strong>İstanbul</strong>’a Göçün Yönetimi” adlı<br />

seminerde paylaştığı verilere göre ise, her<br />

4 dakikada bir kişi <strong>İstanbul</strong>’a göç et-<br />

Nisan / 2011<br />

mekte, Paris ve Londra’ya 60 yılda olan<br />

göç <strong>İstanbul</strong>’a 2 yılda gerçekleşmekte ve<br />

her gün trafiğe 600 yeni araç çıkmaktadır.<br />

Diğer kentlere oranla daha fazla iş<br />

imkanının olması, kentin bu denli göç<br />

almasının başlıca nedenlerindendir.<br />

Ancak, megakente göç edenler sadece iş<br />

arayanlar değildir elbette. Bu amacın dışında<br />

gelenlerin önemli bir kısmını ise,<br />

kentte bulunan 30’dan fazla üniversiteye<br />

<strong>okumak</strong> <strong>için</strong> gelen öğrenciler oluşturmaktadır.<br />

Zordur bir insanın kendini,<br />

arkadaş çevresini ve yaşadığı yeri değiştirmesi.<br />

Her birey kolayca atlatamaz değişimin<br />

getirdiği zorlukları. Hele bir de sorumluluk<br />

almaya başlayarak hayatı yeni tanıyorsa<br />

insan, o zaman daha da zordur<br />

yeni bir yere uyum sağlaması. İşte bizim<br />

çalışmamız da, tarifi edilen ve Türkiye’deki<br />

akademik dünyanın bugüne dek<br />

ihmal ettiği o grubu konu edindi: Üniversite<br />

<strong>okumak</strong> <strong>için</strong> köy, kasaba veya<br />

küçük kentlerden büyükşehre gelen<br />

gençler. Araştırma <strong>için</strong>, iki devlet, iki de<br />

vakıf olmak üzere <strong>İstanbul</strong>’daki dört üni-


versite belirlenmiştir. Bu üniversitelere,<br />

2009 – 2010 akademik yılı başında <strong>okumak</strong><br />

<strong>için</strong> küçük (nüfusu iki milyondan<br />

az) kentlerden gelen toplam 120 öğrenci<br />

çalışmanın katılımcıları olmuştur.<br />

21 Nisan 2010’da, ABD’nin Florida<br />

Eyalet Üniversitesi’nde 21. Uluslararası<br />

Öğrenme ve Öğretme Konferansı’nda,<br />

“e Obstacles for Freshman Students’<br />

Adaptation to a Metropolis” (“Üniversite<br />

Birinci Sınıf Öğrencilerinin Büyükşehre<br />

Adaptasyonundaki Engeller”)<br />

adıyla sunumunu yaptığımız nitel boyutta,<br />

öğrencilerin ilk yıllarında <strong>İstanbul</strong>’un<br />

kendilerine getirdiği sorunlar ve<br />

avantajlar saptanırken; 16 Haziran<br />

2010’da Boğaziçi Üniversitesi’nde<br />

Dünya Karşılaştırmalı <strong>Eğitim</strong> Kongresi’nde<br />

“e More Money, the Better<br />

Sense of Belonging to a Metropolis”<br />

(“Daha Çok Para, Büyükşehre Daha<br />

Çok Aidiyet midir?”) adıyla sunduğumuz<br />

nicel boyutta ise, öğrencilerin<br />

sosyo-ekonomik düzeyleri irdelenmiştir.<br />

Bizleri kimi zaman üzen, kimi zaman<br />

düşündüren, kimi zaman umutsuzluğa<br />

iten ve yer yer de eski günlerimize götüren<br />

çalışmanın bulguları, üniversite<br />

amfilerinde görmeye alıştığımız gençleri<br />

daha yakından tanımamızı sağlamıştır.<br />

DEVLET ÜNİVERSİTESİNDE<br />

OKUYANLAR DAHA DERTLİ!<br />

Yükseköğretimde okuyan bir genç yeni<br />

bir şehir, yeni oda / ev arkadaşlarını, kalabalık<br />

amfileri, daha uzun ödev ve projeleri<br />

bir anda hayatının bir parçası<br />

olarak bulur. 18’ine yeni basmış bireylerin<br />

her biri bunlarla başa çıkmada aynı<br />

oranda başarılı değildir; kimisi mücadeleyi<br />

kaybedebilir. Tablo 1, ikisi vakıf,<br />

ikisi devlet olmak üzere dört farklı üniversitede<br />

okuyan ve <strong>İstanbul</strong>’a üniversite<br />

eğitimi <strong>için</strong> küçük şehirlerden göç eden<br />

öğrencilerin, ilk yıllarında <strong>İstanbul</strong>’da<br />

yaşadıkları sorunları ortaya koymaktadır.<br />

Tablo 1’e göre, devlet ve vakıf öğrencilerinin<br />

<strong>İstanbul</strong>’daki ve üniversitedeki ilk<br />

yıllarında yaşadıkları en yaygın ilk iki<br />

sorun ortak: Ulaşım ve maddi imkânsızlıklar.<br />

Devlet üniversitesindeki öğrencilerin<br />

% 100’ü kentteki trafik sıkışıklığı<br />

ve toplu taşımadaki kalite eksikliğinden<br />

şikayet ederken, vakıf üniversitesi öğrencilerinde<br />

bu oran % 92. Maddi sıkıntılar<br />

her iki grubun da ikincil<br />

problemi olsa da, oranlar arasında bir<br />

uçurum var. Devlet üniversitelerindeki<br />

öğrencilerin % 77’si maddi sorun çektiğini<br />

belirtirken, bu oran vakıf üniversitesi<br />

öğrencilerinde % 43’te kalmaktadır.<br />

Öte yandan, devlet üniversitelerine kayıtlı<br />

öğrencilerin % 40’ı akademik sorunlar<br />

yaşadıklarını, üniversitedeki<br />

öğretim elemanlarının, sınav ve projelerin<br />

kendilerini zorladığını ifade ederken;<br />

bu oran vakıf üniversitesi öğrencilerinde<br />

sadece % 3’te kalmaktadır. Bunların<br />

dışında, devlet üniversitelerindeki öğrencilerin<br />

% 30’u, vakıf üniversitelerindekilerin<br />

% 17’si <strong>İstanbul</strong>’daki ilk<br />

yıllarında yalnızlık çektiklerini; devlet<br />

üniversitelerindeki öğrencilerin % 23’ü,<br />

vakıf üniversitelerindekilerin % 12’si<br />

kaldıkları yerlerinden memnun olmadıklarını;<br />

devlet üniversitelerindeki<br />

öğrencilerin % 20’si, vakıf üniversitelerindekilerin<br />

% 13’ü <strong>İstanbul</strong>’daki çarpık<br />

kentleşme, çevre ve gürültü kirliliğinin<br />

kendilerini rahatsız ettiğini; devlet üniversitelerindeki<br />

öğrencilerin % 3’ü, vakıf<br />

üniversitelerindekilerin % 2’si ailesinin<br />

ve arkadaşlarının sosyal baskısının kendisine<br />

problem oluşturduğunu ifade etmiştir.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Problem Türü Devlet Sıra Devlet % Vakıf Sıra Vakıf %<br />

Ulaşım 1 100 1 92<br />

Maddi 2 77 2 43<br />

Akademik 3 40 8 3<br />

Yalnızlık 4 30 3 17<br />

Barınma 5 23 5 12<br />

Büyükşehrin Düzensizliği 6 20 4 13<br />

Diğer 7 5 6 9<br />

Sosyal Baskı 8 3 9 2<br />

Tablo 1. Üniversite Öğrencilerinin <strong>İl</strong>k Yıllarında <strong>İstanbul</strong>’da Yaşadıkları Adaptasyon<br />

Sorunları<br />

Nisan / 2011<br />

İSTANBUL’UN SİMİTİ, MEMLEKE-<br />

TİMİN SİMİTİ GİBİ DEĞİL!<br />

Diğer problemler başlığı altında, devlet<br />

üniversitelerinde okuyan öğrencilerin %<br />

5’i, vakıf üniversitelerindeki öğrencilerinse<br />

% 9’u çeşitli gündelik sorunların,<br />

<strong>İstanbul</strong>’a alışmalarını zorlaştırdığını<br />

paylaşmıştır. Bunların arasında, sokaklarda<br />

başıboş köpeklerin dolaşması, simitlerin<br />

geldikleri illerdeki gibi taze<br />

olmaması ve erken kalkmak yer almaktadır.<br />

HER ŞEYE RAĞMEN<br />

İSTANBUL’DA<br />

OKUMAK AYRICALIKTIR!<br />

Akademik dünyada, <strong>İstanbul</strong>’da üniversite<br />

okuyan bir gencin iki diplomasının<br />

olduğundan söz edilir: Bir tanesi üniversiteden<br />

aldığı, diğeri de <strong>İstanbul</strong> gibi bir<br />

dünya metropolünde yaşayabildiği <strong>için</strong><br />

hak ettiği. Elbette burada asıl övgüyü<br />

hak eden, çalışmamıza da konu olan<br />

kesim, yani küçük bir kasabadan ya da<br />

kentten bavulunu alıp, belki de ilk kez<br />

geldiği megakentte kampüse ve yurda<br />

doğru yola koyulanlar… Peki gerçekten<br />

<strong>İstanbul</strong>’da üniversite <strong>okumak</strong> ayrıcalık<br />

mıdır? Ne gibi artıları vardır? Tüm bunları<br />

birinci ağızdan öğrenmek istedik,<br />

2009 Eylül ayında <strong>İstanbul</strong>’a okumaya<br />

gelen öğrencilerden. Tablo 2’de ayrıntılarının<br />

görüldüğü genel sonuç şu ki; ne<br />

kadar şikâyet etseler de, üniversitelilerin,<br />

özellikle devlet üniversitelerinde okuyanlar,<br />

<strong>İstanbul</strong>’un kendilerine getirisinin<br />

çok olduğuna inanmaktadır.<br />

67


68<br />

Makale<br />

Avantaj Türü Devlet Sıra Devlet % Vakıf Sıra Vakıf %<br />

Sosyal 1 93 1 63<br />

Kişisel Gelişim 2 47 2 27<br />

Akademik 3 33 5 6<br />

Ekonomik 4 12 3 13<br />

Yok 5 5 4 8<br />

Diğer 6 2 6 5<br />

Tablo 2. Öğrencilere Göre <strong>İstanbul</strong>’da Üniversite Okumanın AvantajlarıSorunları<br />

Tablo 2’ye göre, hem devlet hem de<br />

vakıf üniversitelerindeki öğrenciler <strong>için</strong><br />

<strong>İstanbul</strong>’da okumanın en büyük iki<br />

avantajı ortak: Sosyal ve kişisel gelişime<br />

uygun bir kent olması. Buna göre devlet<br />

üniversitelerinde okuyan öğrencilerin %<br />

93’ü <strong>İstanbul</strong>’da her türlü sosyal etkinliğin<br />

bulunmasını bir avantaj olarak<br />

görüp, % 47’si bu kentte kendilerini<br />

daha iyi geliştireceklerine inanırken;<br />

vakıf üniversitelerindeki öğrencilerde bu<br />

oranlar sırasıyla % 63 ve 27. Bu avantaj<br />

türlerinde, devlet ve vakıf üniversitelerindeki<br />

öğrenciler arasında önemli bir<br />

fark görünmese de; akademik avantajlar<br />

konusunda bir uçurum bulunmaktadır.<br />

Öyle ki, devlet üniversitelerine kayıtlı<br />

öğrencilerin % 33’ü <strong>İstanbul</strong>’da akademik<br />

anlamda daha iyi ilerleyebileceklerine,<br />

bu kentteki yükseköğretim<br />

kurumları ve öğretim elemanlarının<br />

daha kaliteli olduğuna inanırken; bu<br />

oran vakıf üniversiteleri grubunda %<br />

6’da kalmıştır. Öte yandan, devlet üniversitelerinde<br />

okuyan öğrencilerin %<br />

12’si, vakıf üniversiteleri grubundakilerinse<br />

% 13’ü <strong>İstanbul</strong> sayesinde ekonomik<br />

kazanımda bulunacaklarına<br />

inanırken; ilk gruptakilerin % 5’i, ikinci<br />

gruptakilerinse % 8’i <strong>İstanbul</strong>’da üniversite<br />

okumanın kendilerine özel bir<br />

katkısı olacağına inanmamakta ve başka<br />

bir şehirde üniversite <strong>okumak</strong>tan farksız<br />

görmektedirler.<br />

İSTANBUL SAYESİNDE AİLEMİN<br />

DEĞERİNİ ANLADIM<br />

Diğer başlığı altında Tablo 2’de yer alan<br />

avantajları atlamamakta fayda var. Buna<br />

göre, devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin<br />

% 2’si <strong>İstanbul</strong>’u tek sevme<br />

nedenini memleketlerine yakın olmasına<br />

bağlarken; vakıf üniversitelerindekilerin<br />

% 5’i ise <strong>İstanbul</strong>’u sevdiklerini; çünkü<br />

bu kentin kendilerine birçok zorluk yaşattığını<br />

ve bunlarla mücadele ederken<br />

aslında ailelerinin yanında ne kadar<br />

rahat olduklarını anladıklarını, dolayısıyla<br />

megakentin kendilerine ailelerinin<br />

değerini öğrettiğini ifade etmişlerdir.<br />

VAKIF VE DEVLET ÜNİVERSİTESİ<br />

VELİLERİ ARASINDAKİ GELİR<br />

UÇURUMU<br />

Vakıf üniversitelerinde ücretli okuyan<br />

öğrencilerin maddi durumlarının, kamu<br />

üniversitelerinde okuyanlardan daha iyi<br />

olduğuna inanılır. Buna dayanak olarak<br />

da, bu öğrencilerin kimi bölümlerde yıllık<br />

25.000 TL’yi bulan eğitim – öğretim<br />

ücretlerini ödeyebilme gücü gösterilir.<br />

Bu görüşü akademik alanda irdelemek<br />

<strong>için</strong> yapılan bu çalışmada, devlet ve vakıf<br />

üniversitelerinde okuyan öğrencilerinin<br />

maddi güçleri arasındaki fark, sosyal bilimcilerin<br />

sıkça başvurduğu SPSS (Statistical<br />

Package for the Social Sciences)<br />

programı tarafından da istatistiksel olarak<br />

anlamlı bulunmuştur:<br />

Tablo 3’e göre, orta düzeydeki aile gelir<br />

aralıklarında vakıf ve devlet üniversitele-<br />

rine kayıtlı öğrenciler arasında<br />

ciddi bir fark<br />

görülmese de, alt ve üst gelir<br />

gruplarında durumun aynı<br />

olduğu söylenemez. Buna<br />

göre, devlet üniversitelerine<br />

kayıtlı öğrencilerin % 43.3’ü<br />

aile gelirlerinin aylık 1500<br />

TL veya altında olduğunu<br />

belirtirken, bu oran vakıf<br />

Nisan / 2011<br />

üniversiteleri grubunda sadece % 1.7.<br />

Buna paralel olarak, devlet üniversitelerine<br />

kayıtlı öğrenciler sadece % 3.3’ü<br />

aylık aile gelirlerinin 6000 TL ve üzeri<br />

olduğunu paylaşırken, bu oran vakıf<br />

üniversiteleri grubunda yaklaşık sekiz<br />

kat, % 35.<br />

VAKIF ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ-<br />

SİNİN AYLIK CEP HARÇLIĞI,<br />

DEVLET ÜNİVERSİTESİ ÖĞREN-<br />

CİSİNİN İKİ KATI!<br />

Araştırmanın bir başka önemli bulgusu<br />

da, aile gelirlerinin öğrencilere ne kadar<br />

yansıdığının ve devlet ile vakıf öğrencilerinin<br />

aylık cep harçlıkları arasında bir<br />

fark bulunup bulunmadığının tespitidir.<br />

Buna göre, Tablo 4’te de görüldüğü<br />

üzere, devlet üniversitelerinden birine<br />

kayıtlı öğrencilerde aylık cep harçlığı ortalama<br />

572 TL iken, bu rakam vakıf<br />

üniversitelerine kayıtlı öğrencilerde yaklaşık<br />

iki katı, 1104 TL’dir. Öte yandan,<br />

aynı fark öğrencilerin ideal aylık cep<br />

harçlığı algısında da görülmektedir.<br />

Buna göre, <strong>İstanbul</strong>’da rahatça geçinebilmesi<br />

<strong>için</strong> bir öğrencinin aylık ortalama<br />

ne kadar gelire sahip olması<br />

gerektiği yönündeki soruya, devlet üniversitesi<br />

öğrencileri ortalama 538 TL yeterli<br />

derken; vakıf üniversitesi öğrencileri<br />

bu tutarın en az ortalama 1077 TL olması<br />

gerektiği görüşünde.<br />

İSTANBUL’DAKİ ÜNİVERSİTE-<br />

LERDE OKUMAK ÖĞRENCİLE-<br />

RİN KENDİ KARARI<br />

<strong>İstanbul</strong>’da yaşayan pek çok kişi megakentin<br />

aşırı nüfusu, pahalılığı, çevre kirliliği<br />

ve trafik yoğunluğundan dert<br />

yakınır hep; ama birçoğu da İstan-<br />

Gelir Aralığı Devlet % Vakıf %<br />

1500 TL ve altı 43.3 1,7<br />

1500 - 3000 TL 48.3 30<br />

3000 - 4500 TL 5 18,3<br />

4500 - 6000 TL 0 15<br />

6000 TL ve üzeri 3,3 35<br />

Tablo 3. Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde Okuyan<br />

Öğrencilerin Aylık Aile Gelir Aralıkları


Harçlık Türü Devlet Vakıf<br />

Mevcut Aylık Ortalama Cep Harçlığı 572 TL 1104 TL<br />

<strong>İstanbul</strong>'da Geçinebilmesi İçin Gerekli Ortalama Asgari Tutar 538 TL 1077 TL<br />

Tablo 4. Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde Okuyan Öğrencilerin Mevcut ve İdeal<br />

Aylık Cep Harçlıkları<br />

bul’dan ayrılamayacağını, başka bir<br />

kentte yaşayamayacağını ekler. Durum<br />

böyleyken, aynı konuda <strong>İstanbul</strong>’a üniversite<br />

eğitimleri <strong>için</strong> gelen ve <strong>İstanbul</strong>’un<br />

zorlukları hakkında yaygın<br />

görüşlere katılan öğrencilerin görüşlerine<br />

başvurma gerekliliği gördük. Buna göre,<br />

<strong>İstanbul</strong>’a alışmakta zorluk çekseler de,<br />

memleketleriyle <strong>İstanbul</strong> arasında çok<br />

fark olduğunu ifade etseler de, devlet<br />

üniversitesi öğrencilerinin % 78.3, vakıf<br />

üniversitelerindekilerinse % 85’inin <strong>İstanbul</strong>’da<br />

üniversite okumayı kendilerinin<br />

seçtiği tespit edilmiştir. Yani,<br />

toplumumuzda kimi zaman tartışılan,<br />

üniversite tercihlerindeki aile etkisinin<br />

düşünüldüğü kadar da yüksek oranlarda<br />

olmadığı görülmektedir.<br />

Öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’a geldikten sonra<br />

kentle ilgili görüşlerini öğrenme adına<br />

yöneltilen “Üniversiteyi <strong>İstanbul</strong>’da okuduğunuz<br />

<strong>için</strong> pişman mısınız?” sorusuna<br />

devlet üniversitelerinde<br />

okuyanların % 11.7, vakıf üniversitelerindekilerin<br />

ise % 15’i “evet pişmanım”<br />

yönünde cevap sunmuştur. Buna göre,<br />

<strong>İstanbul</strong>’a üniversite eğitimleri <strong>için</strong> gelen<br />

gençlerin çoğunluğunun megakentte yaşadıkları<br />

<strong>için</strong> pişman olmadıkları, dolayısıyla<br />

doğru tercih yaptıklarını<br />

düşündükleri tespit edilmiştir.<br />

ÜNİVERSİTE OKUNUR BİTER, İS-<br />

TANBUL’DA YAŞAMAYA DEVAM!<br />

Bu aşamaya kadar öğrencilere yöneltilen<br />

sorular, üniversite tercihi ve ilk yıllarına<br />

hakkındaydı. Son olarak, öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’a<br />

aidiyet duygularından emin<br />

olmak <strong>için</strong>, mezuniyet sonrası <strong>İstanbul</strong>’da<br />

yaşamayı isteyip istemedikleri sorusu<br />

yöneltilmiştir. Devlet üniversitesi<br />

öğrencilerinin % 60’ı, vakıf üniversitesi<br />

öğrencilerininse % 75’i ileride hayalle-<br />

rini <strong>İstanbul</strong>’da gerçekleştirmek istediklerini<br />

ifade etmiştir.<br />

İSTANBUL’DAKİ ÜNİVERSİTE<br />

GENÇLİĞİ İÇİN NE YAPMALI?<br />

Yukarıda bulguları hakkında ayrıntılı<br />

bilgi verilen çalışma, bizlere <strong>İstanbul</strong>’a<br />

üniversite <strong>okumak</strong> <strong>için</strong> gelen gençlerimizi<br />

daha yakından tanıma fırsatı sunmuştur.<br />

Elbette her<br />

akademik çalışmada<br />

olduğu gibi, burada<br />

da önemli olan çalışmayı<br />

doğru okuyabilmek<br />

ve ders<br />

çıkarabilmektir. Bu<br />

araştırmadan sonra<br />

akla gelen, “<strong>İstanbul</strong>’daki<br />

üniversite<br />

gençliği <strong>için</strong> ne yapmalı?”<br />

konusudur.<br />

Çalışmanın bulguları<br />

ışığında aşağıdaki sonuç ve önerilerin<br />

paylaşımı uygun bulunmuştur:<br />

* Üniversite eğitimleri <strong>için</strong> memleketlerinden<br />

<strong>İstanbul</strong>’a gelen öğrencilerin, ilk<br />

yıllarında şehre ve üniversite ortamına<br />

alışmakta zorlandıkları saptanmıştır. Bu<br />

açıdan, üniversitelerde her akademik yıl<br />

başında uygulanan oryantasyon faaliyetlerinin<br />

etkililiği gözden geçirilmeli; her<br />

bölüme akademik ve idari personelin de<br />

katılımlarıyla oryantasyon programları<br />

planlama ve uygulama zorunluluğu getirilmelidir.<br />

* Depresif duygular, yalnızlık, aile özlemi,<br />

okulu bırakma isteği ve çaresizlik<br />

öğrencilerin üniversitedeki ilk yıllarında<br />

yaşadığı duygulardandır. Bu açıdan, üniversitelerde<br />

bulunan psikolojik danışma<br />

merkezleri daha etkin çalışmalı; adaptasyon<br />

güçlüğü çeken öğrencilerin kendile-<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

rine gelmesini beklemeden, merkez onlara<br />

ulaşmalı; bu merkeze sahip olmayan<br />

üniversitelerde de bir an önce bu merkezlerin<br />

kurulması sağlanmalıdır.<br />

* <strong>İstanbul</strong>’daki üniversite öğrencilerinin<br />

birçoğu, özellikle devlet üniversitelerinde<br />

okuyanlar maddi sıkıntı yaşadıklarını<br />

ifade etmiştir. Bu problemi aşmak <strong>için</strong>,<br />

yurt kontenjanlarının artırılması, üniversite<br />

yemekhanelerinin günde üç öğün<br />

kullanıma açılması, bursların tek bir<br />

kurum bünyesinde toplanarak adil dağılımının<br />

sağlanması, öğrencilere yönelik<br />

kampus içi yarı zamanlı iş imkanlarının<br />

artırılması ve devletin vakıf üniversitele-<br />

rine yaptığı yardımı gözden geçirmesinin<br />

yararlı olabileceği düşünülmektedir.<br />

* Üniversite öğrencilerinin yaşam standartlarına<br />

yönelik yabancı akademik<br />

araştırmaların zenginliğine karşın, ulusal<br />

düzeyde nitelikli akademik çalışmaların<br />

sayısı yetersizdir. Bu sebeple bu tür çalışmalara<br />

eğitim bilimciler, sosyologlar,<br />

psikologlar ve danışmanlık hizmeti verenlerin<br />

yönelmeleri sağlanmalıdır.<br />

* ABD ve Avrupa’da çeşitli üniversitelerde,<br />

Türkiye’de ise Boğaziçi Üniversitesi<br />

<strong>Eğitim</strong> Bilimleri Bölümü’nde<br />

uygulanan, “Birinci Sınıf Oryantasyonu”<br />

(Freshman Orientation) adlı ders her bölümde,<br />

birinci sınıfın güz döneminde<br />

zorunlu olarak verilmelidir.<br />

69


70<br />

Tarihi Okullarımız<br />

VALİDEBAĞI<br />

ÖĞRETMENLER KAMPÜSÜ<br />

Şerafettin TURAN<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdür Yardımcısı<br />

Yaklaşık 200 yıl önce Sultan III. Selim, annesi Valide Sultan <strong>için</strong> Çamlıca eteklerinde yer alan arazide bir<br />

bağ köşkü inşa ettirir. Yöre bundan sonra Validebağı ismiyle anılmaya başlar. Daha sonraki yıllarda Sultan<br />

Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan yurt <strong>için</strong>den ve yurt dışından getirttiği 773 ağaç ve<br />

bitki türüyle araziyi modern bir botanik bahçesine çevirtir. Bağın ünü kısa sürede tüm <strong>İstanbul</strong>’a yayılır.<br />

Altunizade Mahallesi’nin Küçük<br />

Çamlıca ile Koşuyolu<br />

arasında kalan bölümü Validebağ<br />

adıyla bilinir. Padişah<br />

Abdülmecid’in annesi Bezmialem<br />

Valide Sultan’ın burada<br />

bir bağ kurdurduğu<br />

söylenmektedir. Bu nedenle<br />

belirtilen yer, Valide Sultan’ın<br />

Bağı, Validebağı gibi isimlerle<br />

anılmaya başlanmış ve bulunduğu<br />

çevreye adını vermiştir.<br />

Bir kısmı koruluk olan arazi<br />

ise Validebağ Korusu; Validebağ<br />

Öğretmenler Korusu, ya<br />

da Validebağ Öğretmenler Kampüsü<br />

gibi isimlerle günümüze ulaşmıştır. Aynı<br />

zamanda sit alanı olan Validebağ Öğretmenler<br />

Kampüsü, gerek eğitim tarihimiz,<br />

gerek sahip olduğu kültürel<br />

değerler, gerekse bulunduğu yer itibarıyla<br />

<strong>İstanbul</strong>’un ayrıcalıklı köşelerinden<br />

biridir. Bu bakımdan tarihi misyonuna<br />

uygun şekilde korunması ve yaşatılması<br />

önem arz etmektedir. Yaklaşık 200 yıl<br />

önce Sultan III. Selim, annesi Mihrişah<br />

Valide Sultan <strong>için</strong> Çamlıca eteklerinde<br />

yer alan arazide bir bağ köşkü inşa ettirir.<br />

Yöre bundan sonra Validebağı ismiyle<br />

anılmaya başlar. Daha sonraki yıllarda<br />

Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem<br />

Valide Sultan yurt <strong>için</strong>den ve yurt dışından<br />

getirttiği 773 ağaç ve bitki türüyle<br />

araziyi modern bir botanik bahçesine çevirtir.<br />

Bağın ünü kısa sürede bütün <strong>İstanbul</strong>’a<br />

yayılır. Bezmialem Valide<br />

Sultan’ın vefatından sonra, Validebağı<br />

arazisi Altunîzade ailesinin mülkiyetine<br />

geçer. Altunîzade İsmail Zühtü Paşa,<br />

Nisan / 2011<br />

1860 yılında burada muhteşem<br />

bir köşk inşa ettirir. Bir<br />

süre sonra köşkün güzelliğinden<br />

etkilenen, Sultan Abdülaziz’e<br />

(1861–1876) armağan<br />

eder. Sultan Abdülaziz daha<br />

sonra köşkü yıktırıp; günümüzdeki<br />

yapıyı inşa ettirir ve<br />

annesi Valide Sultan’a hediye<br />

eder.<br />

Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerde<br />

Validebağı İnas Sanayi<br />

Darüleytamı adıyla geçen Darüleytamın<br />

ilk kurucu müdürü<br />

Fazıl Bey’dir. Yaklaşık beş yıl burada eşi<br />

Dürdane Hanım ve diğer eğitim kadrosuyla<br />

öksüz ve yetim çocuklara hizmet<br />

vermişlerdir. Mevcut bilgilere göre Fazıl<br />

Bey’den sonra Validebağı Darüleytamı’nda<br />

müdürlük yapan bir diğer<br />

önemli isim de Kazım Nami (Duru)<br />

Bey’dir. Cemal Kutay ve İhsan Devrim’in<br />

verdiği bilgilere göre burada kız öğrencilerin<br />

yanı sıra erkek öğrenciler de bulunmakta<br />

ve ayrı sınıflarda eğitim<br />

görmekteydiler. 1925 tarihinde Millî


Emlak’tan Atatürk’ün emir ve iradesi ile<br />

o zamanın Millî <strong>Eğitim</strong> Bakanı Mustafa<br />

Necati Bey’in gayretiyle Validebağı,<br />

Maarif Vekaletine armağan edilmiştir.<br />

1926’da zayıf bünyeli çocukların hem<br />

dinlenip, hem de eğitim görebilecekleri<br />

bir yurt haline getirilir. Belirlenen eğitim<br />

programına göre, mûsikî, el işleri, resim,<br />

sıhhî ve terbiyevî jimnastik, ictimâi,<br />

sıhhi ve ahlaki musâhabe dersleri verilir.<br />

Ayrıca istirahate ihtiyaç duyan muallimler<br />

de yurda kabul edilmeye başlanır.<br />

Cumhuriyet’in ilanından sonra şehir yatı<br />

mektebine dönüştürülen Validebağı Darüleytamı,<br />

Maarif Vekaleti Tebliğler<br />

Mecmuası’nın 10 Şubat 1927 tarihli, 13.<br />

sayısından da anlaşılacağı gibi, 1927 yılına<br />

kadar okul özelliğini korumuş;<br />

Cumhuriyet’in ilanından sonra farklı bir<br />

misyon kazanmıştır.<br />

Yapı, dikdörtgen biçiminde ve dikdörtgenin<br />

orta eksenlerine göre iki yönde de<br />

simetrik olan bir plana sahiptir. Plan, 19.<br />

Yy. <strong>İstanbul</strong> konak, saray, vb. büyük konutlarının<br />

orta sofalı şemasından geliştirilmiş<br />

görünmektedir. Dikdörtgenin<br />

eksenlerinin kesiştiği noktada, birinci ve<br />

ikinci katlarda birer büyük orta sofasalon<br />

bulunmaktadır. Bu orta sofa-salon,<br />

dört yönde eyvan benzeri yan mekânlarla<br />

genişletilmiş bir çekirdek mekândır.<br />

Uzun eksen üzerinde orta sofanın bir<br />

ucunda merdiven, diğer ucunda ise ge-<br />

leneksel başoda gibi düşünülebilecek bir<br />

salon vardır. Köşelere yerleştirilmiş birer<br />

büyük ve dört küçük oda, bu simetrik<br />

düzenli planı tamamlar. Planın geleneksel<br />

kurguyu da kullanan bu klasik geometrisi,<br />

dönemin birçok yapısında<br />

kullanılan ve Balyan atölyesini karakterize<br />

eden bir modeli tanımlamaktadır.<br />

Yapıya dikdörtgenin kısa ekseni üzerindeki<br />

kapılardan ve her iki taraftan da girilmektedir.<br />

Çift kollu görkemli<br />

merdivenlerle ulaşılan giriş, ayrıca vurgulanmamıştır.<br />

Giriş, her iki tarafta da<br />

orta sofanın eyvanları olan birer sahanlığa<br />

açılmaktadır. Bu mekânlar sofadan<br />

üç basamak ve ajurlu korkuluklarla ayrılmışlardır.<br />

Sekiz köşeli yıldızlardan oluşan<br />

arabesk ajur, orta sofa motifine<br />

uygun düşmüştür. Baş oda, iki tarafındaki<br />

büyük odalarla ve ayrıca servis-bekleme<br />

mekânlarıyla bağlantılıdır.<br />

Birinci katın planını aynen yineleyen<br />

ikinci kattaki orta salon, enine eksen<br />

üzerinde yapının cephelerine kadar uzanan<br />

geniş bir eyvan biçimindeki yan<br />

mekânlara açılmaktadır. Uzun eksen<br />

doğrultusunda ise mekân, her iki tarafta<br />

da genişletilmiş ve köşeler yuvarlatılmıştır.<br />

Böylece ortada oval bir zemin elde<br />

edilmiştir. Dışarıda, yapının kitlesinde<br />

baş oda ve bağlı odalar grubu, dikdörtgen<br />

ana kitleden çıkmalar yaparak belirginlik<br />

kazanırlar. Bu çıkmalar, yapının<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

volümetrisindeki tam ve mutlak simetriyi<br />

ve aksiyaliteyi de vurgular. Bu simetri,<br />

birbirine eşit kat yükseklikleriyle<br />

birlikte yapıya bir denge ve durağanlık<br />

da vermektedir. Simetri ve dengenin<br />

yanı sıra, yüzeylerin ele alınışında iki<br />

özellik daha dikkati çekmektedir.<br />

Giriş ve orta mekân bölümü, cephede<br />

denge ve durağanlığı bozmaksızın ayrıntılardaki<br />

değişikliklerle belirtilmişlerdir.<br />

Birkaç kez onarılmış ve işlev değiştirmiş<br />

olan kasrın içi yenilenmiş ve bezemeler<br />

elden geçirilmiştir. Özgün durumunu<br />

koruduğu gözlemlenen kesim, giriş holünün<br />

duvarlarındaki mermer panolardır.<br />

2005 yılında çatısı orijinal hale dönüştürülen<br />

Adile Sultan Kasrı, 2007 yılında<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> Özel İdaresinin katkı payı fonundan<br />

ve Üsküdar Belediyesi’nin katkılarıyla<br />

restorasyon ödeneği ayrılması<br />

ile birlikte esaslı onarıma girdi. Yatay ve<br />

düşey taşıyıcıları ciddi hasar görmüş ve<br />

duvarlarında deprem çatlakları bulunan<br />

binanın öncelikli olarak üst yapı güçlendirme<br />

çalışmaları yapıldı. Bu kapsamda<br />

İTÜ Mimarlık Fakültesi’nce hazırlanan<br />

proje kapsamında ana taşıyıcı kirişler<br />

galvenizli çelik ile takviye edildi. Diğer<br />

tavan kirişleri ve düşey taşıyıcılar orijinal<br />

ağacı ve metal takviyeler kullanılarak<br />

güçlendirildi.<br />

Dış cephede; olumsuz hava koşullarına<br />

yenik düşmüş durumdaki taş süsleme<br />

elemanları kalıpları alınarak yeniden<br />

imal edildi. Orijinal sıvaların arka kısımlarına<br />

enjeksiyon yapılarak sağlamlaştırıldı.<br />

İç mekânlarda; ahşap<br />

tavanların kimyasal temizlik ve raspaları<br />

yapıldıktan sonra ahşap tamirleri yapıldı<br />

macun ve boyaları yapılarak kalem işi<br />

yapmaya hazır hale getirildi. Salon ve<br />

odalar aynı döneme ait yapılarda bulunan<br />

modelde ahşap parke ile restorasyon<br />

tamamlandı. Bina halen öğretmenevi ve<br />

kültür merkezi olarak eğitim camiasına<br />

hizmet vermektedir.<br />

71


72<br />

<strong>Eğitim</strong> Tarihi<br />

OSMANLI’DA AÇILAN<br />

İLK KIZ ÖĞRETMEN OKULU<br />

Tahsin YILDIRIM<br />

Kısıklı <strong>İl</strong>köğretim Okulu<br />

<strong>İstanbul</strong> öyle etkileyici ve büyüleyici bir şehir ki, görüp de onun hakkında övgü dolu sözler sarf etmeyen<br />

neredeyse yok gibidir. Şairler, edipler, sanatçılar ve ünlü kişiler <strong>İstanbul</strong>'un farklı boyutlarını veciz ifadelerle<br />

dile getirmişler. Bu durum, tarih boyunca sürmüş ve görünen o ki gelecekte de böyle sürecek. <strong>İstanbul</strong>’un<br />

fethi dünya tarihinin önemli olaylarından biri olarak tarihteki yerini almıştır.<br />

Sözlüklerde öğretmen, bir bilim dalını,<br />

bir sanatı, bir tekniği veya belli bilgileri<br />

öğretmeyi kendisine meslek edinmiş<br />

kimse olarak tanıtılmıştır. Dünyada<br />

hemen her insanın bir öğretmeni olmuştur.<br />

Bu bağlamda öğretmenlik mesleği,<br />

insanlık tarihi kadar eski bir<br />

meslektir. İslam tarihinde, Selçuklularda<br />

ve Osmanlılarda öğretmenlik genel olarak<br />

"din adamlığı", "hocalık", "imamlık"<br />

ve "müezzinlik" ile iç içe bir<br />

meslekti. Osmanlılarda Fatih Sultan<br />

Mehmet’e kadar öğretmenlik mesleği<br />

daha çok dinî sahada idi. Fatih kurduğu<br />

medreseyi ilmi konuların tahsil edildiği<br />

bir eğitim kurumuna dönüştürme gayretinde<br />

olmuştur ancak bu adım dönemi<br />

ile sınırlı kalmıştır.<br />

Osmanlı Devletinde eğitim-öğretim personelinin<br />

tamamı geleneksel-dinî eğitim<br />

veren farklı derecedeki medrese mezunları<br />

idi. Muallimler günümüzdeki anlamı<br />

ile öğretmenler daha alt derecedeki<br />

medreselerde, müderrisler yani yüksek<br />

öğretim kurumu hocaları ise eğitim kalitesi<br />

yüksek medreselerde eğitim gören-<br />

ler arasından seçiliyordu. Osmanlıda eğitim<br />

dinî kurumlar eliyle yürütülmüştür.<br />

16–19. yüzyıllar arasındaki geleneksel<br />

Osmanlı sisteminde, öğretmen eğitimi<br />

<strong>için</strong> bir örgün eğitim kurumu bulunmuyordu.<br />

Kızların öğretmen olarak yetişmesini<br />

amaçlayan Dârülmuallimat’ın çatısı<br />

altında Dârülmuallimât-ı Sıbyan ve<br />

Dârülmuallimât-ı Rüştiye adıyla iki<br />

farklı bölüm kurulmuştur. Sıbyan<br />

okullarında öğretmen olarak görev<br />

yapanların öğretim süresi iki, rüştiye<br />

de görev yapacak olanların eğitim<br />

süresi dört yıl olarak belirlenmiştir.<br />

Osmanlılarda 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />

başlayan yenileşme hareketi 19.<br />

yüzyılın ilk yarısında Batılılaşma hareketine<br />

dönüşürken mahalle mektepleri<br />

açılmaya başlamış, öğretmenlik mesleğinin<br />

kurumsal bir kimliğe kavuşması <strong>için</strong><br />

sistematik olarak öğretmen yetiştirme<br />

ihtiyacı duyulmuştur. Öğretmen yetiştirme<br />

ihtiyacı, Tanzimat’ta dillendirilmeye<br />

başlanmış ve buna yönelik ilk<br />

Nisan / 2011<br />

teşebbüsler de yine bu dönemde olmuştur.<br />

Osmanlı Devletinde profesyonel öğretmen<br />

yetiştirme düşüncesi ilk defa<br />

rüştiyelerin açılmasından sonra gündeme<br />

gelmiştir. Rüştiye mekteplerine<br />

erkek öğretmen yetiştiren ilk organize<br />

kurum olan Dârülmuallimin (Erkek Öğretmen<br />

Okulu) 16 Mart 1848’de Cevdet<br />

Paşa’nın müdürlüğünde <strong>İstanbul</strong>’da, kurulmuştur.<br />

Erkekler <strong>için</strong> farklı eğitim kurumları<br />

açan Osmanlı Devletinde, kızlar <strong>için</strong> ilk<br />

iptidâiye (ilkokul) ve rüştiye (ortaokul)<br />

mektepleri ise 1858 yılında öğretime<br />

açılmıştır. Bu okullardan sonra 26 Nisan<br />

1870’te de bayan öğretmen yetiştirmek<br />

üzere <strong>İstanbul</strong>’da Sultanahmet’te bir konakta<br />

Dârulmuallimt-ı Âliye adıyla bir<br />

okul açılmıştır. Kızların öğretmen olarak<br />

yetişmesini amaçlayan Dârülmuallimat’ın<br />

çatısı altında Dârülmuallimât-ı<br />

Sıbyan ve Dârülmuallimât-ı Rüştiye<br />

adıyla iki farklı bölüm kurulmuştur. Sıbyan<br />

okullarında öğretmen olarak görev<br />

yapacak olanların öğretim süresi iki, rüştiye<br />

de görev yapacak olanların eğitim


süresi dört yıl olarak belirlenmiştir.<br />

1893’de yapılan bir düzenleme ile okula<br />

6 yıllık ihtiyat bölümü eklenmiştir. Açılan<br />

bu bölüm ortaokul seviyesindedir.<br />

Buradan veya kız rüştiyelerinden mezun<br />

olanlar Dârülmuallimât'a sınavsız olarak<br />

girmişlerdir. Başka okullardan mezun<br />

olup Dârülmuallimât'ta <strong>okumak</strong> isteyenler<br />

ise sınava alınıp başarı durumlarına<br />

göre sıbyan okulu veya rüştiyede<br />

okuduktan sonra ilgili okula geçiş yapmışlardır.<br />

Kız okullarında okuyup maddi durumu<br />

iyi olmayan öğrencilere maaş bağlanmıştır.<br />

Beş yıllık zorunlu hizmet karşılığında<br />

verilen burs, hizmet yapmayanlardan<br />

geri alınmıştır. Okulun programında<br />

ulûm-ı diniyye, kırâat-ı<br />

Türkiyye, Arabî, Farisî, lisan-ı Osmanî<br />

ve imlâ, inşâ-yı Türkî, kavâid ve imlâ,<br />

imlâ ve inşâ, resim, sülüs, rik'a, dikiş,<br />

makine, nakış, coğrafya, tarih-i Osmanî,<br />

hesap dersleri yer almıştır. Dârülmuallimin<br />

île Dârulmuallimât arasında kızlara<br />

yönelik el becerisi ve ev işlerine ait derslerin<br />

dışında uygulanan derslerde bir<br />

farklılık yoktur.<br />

1873 yılında kız rüştiyelerinde nakış<br />

dışındaki derslere ilk defa bayan öğretmenler<br />

girmeye başlamıştır. Bu öğretmenler<br />

Türk eğitim tarihinde resmi<br />

okuldan yetişerek görev alan ilk öğretmenler<br />

ve devletin ilk kadın memurları<br />

idi. 1879'da programa "eğitim" üzerine<br />

bir ders konmuştur. Ancak ders, bir sene<br />

sonra kaldırılmıştır. 1891'de de okulda<br />

<strong>Eğitim</strong> Yöntemi dersi verilmeye başlanmıştır.<br />

Meşrutiyet’e kadar Dârülmuallimat’ın<br />

yapısında ciddi bir değişiklik olmamıştır.<br />

1910–1911 yıllarında <strong>İstanbul</strong> dışından<br />

öğrenci getirip yatılı okutma fikri<br />

ortaya atılsa da bu, tam anlamıyla hayata<br />

geçmemiştir. Büyük çoğunluğu <strong>İstanbul</strong>’da<br />

yaşayan ailelerin çocukları olan<br />

öğrenciler Fatih Çarşamba’daki Saib Paşa<br />

Konağı'na yerleştirilmiştir. Buradaki öğrenciler<br />

önceden açılmış olan Kız Sanayi<br />

Mektebi’nin derslerine devam etmişlerdir.<br />

1913’te de Dârülmuammilat’ın eğitim<br />

süresi 5 yıla çıkarılmıştır. Bu arada<br />

Dârülmuallimat <strong>için</strong>de 1913'te Ana<br />

Muallime Sınıfı (Ana Okulu Öğretmeni<br />

Sınıfı) 1914 Ana Muallime Mektebi<br />

(Ana Öğretmen Okulu) açılmıştır. Bu sınıfın<br />

ve okulun açılması ve ilk mezunlarını<br />

vermesiyle birlikte öğretmenlik<br />

mesleğinin ilköğretim öncesi (okul öncesi),<br />

ilköğretim ve ortaöğretim basamaklarına<br />

göre türleşme süreci öğretmen<br />

yetiştirmedeki eğitimin bir gereği olarak<br />

kabul edilmiştir.<br />

1915’te hazırlanan “Dârülmuallimin ve<br />

Dârülmuallimât Nizamnamesi”ne göre<br />

bu okullar <strong>için</strong> müfredat programı oluş-<br />

turulmuş ve Dârülmuallimât, iptidâî,<br />

izhârî ve âlî olmak üzere üçe ayrılmıştı.<br />

Tüzükte gerçekleştirilen düzenleme ile<br />

üç kademeli bir eğitim sistemine geçen<br />

Dârulmuallimât’ın, 5 yıl olan birinci<br />

kısmında ilkokul öğretmeni, iki yıl olan<br />

orta kısmında Dârulmuallimat-ı iptidaiye<br />

öğretmeni ve müfettişi, yüksek<br />

kısmında ise orta ve yüksek dereceli<br />

okullarda belli branşlardaki uzman öğretmenler<br />

yetiştirilmiştir.<br />

1918’de çıkan Fatih yangını sırasında<br />

okul yanmış ve bu tarihten sonra Çapa’daki<br />

Derviş Paşa Konağı’na taşınmıştır.<br />

Bu yangından sonra Çarşamba’daki<br />

yatılı Kız Sanayi Okulu kaldırılıp Dâ-<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

rülmuallimât ile birleştirilmiş; böylece<br />

Dârülmuallimât yatılı hale getirilen<br />

okulda uygulamalı derslere ağırlık verilmiştir.<br />

1919 yılında İzmir, Ankara,<br />

Konya, Atina, Edirne, Eskişehir, Beyrut,<br />

Halep ve Bursa gibi çeşitli illere Dârülmuallimatlar<br />

açılmıştır. Dârülmuallimât,<br />

1922’de Maârif Vekâleti'ne bağlanmış,<br />

1924’te ise Kız Öğretmen Okulu adını<br />

almıştır.<br />

Sonuç olarak, 1848’de Dârülmuallimini<br />

Rüşdi'den sonra 1870’de Dârülmuallimin-i<br />

Sıbyan 1877’de Dârülmuallimin-i<br />

İdadi ve 1891 yılında da Dârülmuallimin-i<br />

Âli'nin açılmasıyla Türkiye'de<br />

öğretmenlik ortaöğretimin ilk basamağından<br />

sonra ilköğretim basamağı ile<br />

ortaöğretimin ikinci basamağında da<br />

çağdaş anlamda meslekleşme sürecine<br />

girmiştir. Osmanlı döneminden devralınan<br />

okullar çağın gereklerine göre<br />

evrimleşerek farklı adlarla eğitim ve<br />

öğretime devam etmişlerdir. Cumhuriyet<br />

sonrasında eğitimde kız erkek ayrımı<br />

olmadığından okullarda beraber eğitim<br />

görmüşlerdir. Ancak sadece kızlara<br />

yönelik eğitim verip öğretmen yetiştiren<br />

kurumlarda varlığını devam ettirmişlerdir.<br />

Bunlardan 1927’de Ana Öğretmen<br />

Okulu, 1934’te Kız Meslek (Teknik Yüksek)<br />

Öğretmen Okulu, 1962’de Kız<br />

Sanat Yüksek Öğretmen Okulu kızların<br />

Öğretmenlik mesleğinde yetişmelerini<br />

sağlayan okullardan olmuştur.<br />

73


74<br />

Gezi<br />

İSTANBUL’UN YÜZÜNE DEĞEN<br />

GAMZE SENSİN ÜSKÜDAR<br />

Ayşenur Menekşe ÇALIKÇI<br />

Ey Üsküdar şehrin alnına değen gamze sensin. Şehrin sönmesini istemediği çerağı sen. Martıların fısıltılarına<br />

tanık olan sensin. Sana aşina olanları sevindiren sen. Güneş ışığını dağıtırken, sen semtinin feyzini<br />

dağıtırsın alacaklılarına. Şairler en çok seni yazar, en çok seni söyler günbatımlarınd Martılar geçerken<br />

yanı başından dudaklarında bir Üsküdar nağmesi dolanıp durur. Dil ruha hayat verir, sen <strong>İstanbul</strong>’a…<br />

<strong>İstanbul</strong>’un yüzüne değen gamze sensin<br />

Üsküdar… Varsın dile gelsin yüreği bu<br />

şehrin… Dile gelsin semtindeki bütün<br />

kuşlar… Avazı çıktığı kadar bağırsın<br />

arz… Şerha şerha yarılsın hasretinden<br />

gökkubbe… Gül yağsın avuçlarına ey<br />

şehir Üsküdar sahilinde… Bulutlar taşısın<br />

hınç dolu yağmurları hasatsız mevsimlere…<br />

Varsın açsın tüm çiçekleri<br />

Üsküdar’ın… Tebessümü değsin gözlerindeki<br />

hercailere…<br />

<strong>İstanbul</strong>’un aynasına düşen gamze sensin<br />

Üsküdar… Varsın sabrı büyüsün bu<br />

şehrin asırların koynunda… Veda değmeyen<br />

bir buluşmaya tanık olsun Üsküdar…<br />

Eskimeyen zamanların şarkısı<br />

çalsın yine taş plakta… Kışa dönmeyen<br />

baharlara tanık olsun şehir… Çağırdığında<br />

Üsküdar’a inen yıldızlara tanık<br />

olsun dalgalar. Varsın kalabalıklar çoğalsın<br />

karanlıklarda… Yalnızlığı damıtsın<br />

ay koynunda… <strong>İstanbul</strong> uyutsun Üsküdar’ını<br />

eskisi gibi şefkatli kucağında…<strong>İstanbul</strong>’un<br />

gönlüne değen şiir sensin<br />

Üsküdar… Varsın tahammülü kalmasın<br />

zamanın dakikalara...<br />

<strong>İstanbul</strong>’un yüzüne değen gamze sensin<br />

Üsküdar… Ilık bir sevdasın bu şehrin<br />

yüreğine değen… Şehrin sönmesini istemediği<br />

çerağı sensin Üsküdar… Yandıkça<br />

yanmaktan zevk alan bir mum<br />

alevisin…<br />

<strong>İstanbul</strong> varsın uyusun eskisi gibi kucağında…<br />

Bir yanında beyaz güvercinler<br />

salınır senin bir yanın gül kokar oysa...<br />

Güz vakitlerini devşir sen <strong>İstanbul</strong> Üsküdar’ın<br />

sabahlarında… Dilsiz bahaneleri<br />

savur senin olmadığın uzak<br />

diyarlara…<br />

Ey <strong>İstanbul</strong>, yabancı ve ürkek semtler<br />

geçer önün sıra… Oysa sensizliği hiçlik<br />

sayar Üsküdar… Yokluğunda yıldızları<br />

parçalanır semada… Üsküdar sen varken<br />

yanında kavgalarının hepsinden vazgeçmiştir.<br />

Seninle güvendedir deryada…<br />

Huzura ermek hazzın doruğuna erişmektir<br />

Ey <strong>İstanbul</strong>… Üsküdar’ın penceresine<br />

vuran senin güzel yüzün mü?<br />

Rüyaları, gölleri, denizleri, bozkırları,<br />

Nisan / 2011<br />

çölleri avutan sen misin yoksa? Uzaklıkları<br />

yakın eden sen misin ey şehir,<br />

gönlümüze misafir eden sen misin çağların<br />

solduramadığı goncayı? Zulmetinden<br />

kaçarken hayatın, Üsküdar’ın<br />

kucağında Aziz Mahmut Hüdayi’nin<br />

merhametine sığınmak yakışır bize…<br />

Kapısında ağlamak, eşiğine yüz sürmek,<br />

kavrulmuş yüreklerimize kuyusundan su<br />

çekmek yakışır. Uçsuz bucaksız denizlerde<br />

yol alırken yolu kaybetmemek <strong>için</strong><br />

Hüdayi Yolu’na tutunmak yakışır.<br />

Ey <strong>İstanbul</strong>! Ellerinden tutup getirdiğin<br />

yakamozlara fısıldandı adı Üsküdar’ının…<br />

Üsküdar’a izi değdi pembe<br />

yağmurlarının…<br />

Bir yerlerde yitirilmiş güllerin, bir mavi<br />

çiniye çizilmiş kırmızı lalenin hatırına ey<br />

Üsküdar sevindir seni sevenlerini… Sana<br />

aşina olanları sevindir. Senden vazgeçmeyenleri<br />

ve yıldızların ucundan tutan<br />

martılarını sevindir. Sebillerinden kana<br />

kana su içenlerini sevindir önce… Ayın<br />

ilk ışıklarını kalbine düşürenleri, hayırda<br />

yarış edenleri, yüreğine önce elif harfini


işleyenleri sevindir ey Üsküdar…<br />

Sema sustuğu vakit, arz konuşur. Kubbelerinden<br />

gelen seslerle neyzenler konuşturur<br />

neylerini... Birken bin olur<br />

heceler… Sükut hükümsüzdür artık bu<br />

semtte… Gözlerinizi kapattığınızda gemiler<br />

geçer ta <strong>için</strong>izden… Kız Kulesi salınır<br />

aynaya vuran aksinizde… Yalnızlar,<br />

umutsuzlar, yaşamı hesaba çekmeyenler<br />

geçer gözünüzün önünden… Bahtınıza<br />

değen <strong>İstanbul</strong>’dan talihinize<br />

düşen Üsküdar geçer. Akşamlar<br />

geçer yanı başınızdan, mavimsi<br />

geceler geçer… Üsküdar’ı gören<br />

gözleriyle bir kat daha güzelleşen<br />

Ayazma Camii geçer. Şehrin üstüne<br />

inen şeffaf bir perdeyi kaldırırcasına<br />

narin elleriyle okşar<br />

Ayazma Üsküdar’ını… Ve<br />

Ayazma Camii göz kırpar kuş evlerinde<br />

hala konuk olan şen kuşlarına…<br />

Kararsız zamanların, çözülmemiş<br />

sırların, vuslatı arayanların semti Üsküdar<br />

sevindir seni sevenlerini… Gönlünde<br />

yaşattığın Ayazma’ndaki şifalı<br />

suların hatırına… Firkati vuslata çevirmek<br />

<strong>için</strong> ağlaşıp duran bahçendeki kuşların<br />

hatırına sevindir sevenlerini… <strong>İl</strong>k<br />

kıvılcımı gözlerine düşüren <strong>İstanbul</strong> alev<br />

alev yanmakta aralanmayan kapıların<br />

yüzünden… Rüyasına girmediğin gecelerden<br />

alacaklı bu şehir...<br />

Sancıdıysa ay ve gece bir kere daha böldüyse<br />

en güzel rüyayı tam orta yerinden<br />

ne çıkar? Bülbüller konuyorsa semtin<br />

konaklarına hala, yaralı aşıklar geçiyorsa<br />

iskele meydanından ve umut mavi renge<br />

boyalıysa hala sabra tahammül gerek…<br />

Tahammül gerek yeşil gözlerinden öpebilmek<br />

<strong>için</strong> Üsküdar’ın… İçinde saklanan<br />

hazinesinden en güzel süsü<br />

iliştirmek <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong>’un göğsüne sabrı<br />

büyütmek gerek… Güneşin batışını seyretmek<br />

<strong>için</strong>, martıların fısıltılarına tanık<br />

olmak <strong>için</strong> Mihrimah Sultan Camii’nin<br />

avlusunda buluşmak gerek…<br />

Sakin ve mütevazidir hala Üsküdar…<br />

Alışkındır ayrılıklara… Sevdiklerini hep<br />

bir yerlere uğurlamanın sevinci ve hüznü<br />

<strong>için</strong>de. Hayata veda edenlerini de hacca<br />

gidenlerini de uğurlama derdinde. Her<br />

yıl Mekke ve Medine şeriflerine padişahın<br />

gönderdiği hediyeleri götüren surre<br />

alaylarının uğurlandığı mekan sensin<br />

Üsküdar... Bu yüzden bir adın da kabe<br />

toprağı... Bu yüzden bir yanın hep yitik<br />

zamanlara ayarlı...<br />

Önce boğazın derin suları, sonra Kız<br />

Kulesi, Mihrimah Sultan Camii ve III.<br />

Ahmet Çeşmesi karşılar ve kuşatır semtin<br />

selamet ikliminde… Çepeçevre sarıp<br />

sarmalar Üsküdar sizi ve üşümüzlüğünüzü…<br />

Hala kılavuzdur yolunu kaybetmişlere…<br />

Aynadır hala yüreğinde dilsiz<br />

acıları besleyenlere…<br />

Karşılıklı söyleşirsin kimi gün tarihe<br />

meydan okuyan konaklarınla… Kimi<br />

gün kendini bulursun kaybettiğini sandığı<br />

yalnızlığında… Bakışlarınla güzelleşen<br />

şehre her gün biraz daha fazla<br />

bakarsın. Seherlerin şenlendiğine, bülbüllerin<br />

hercai kokusuna, baharlara<br />

değen rahmet yağmurlarına tanık olursun<br />

her gün doğumlarında Üsküdar…<br />

Üsküdar … Ah Üsküdar …<br />

Tasvir edilmesi zor bir akşamsefasısın sen<br />

… Gözler, aşina olmuş tebessümüne…<br />

Çiçekler beyaz bir çiğ damlasına hasret…<br />

<strong>İstanbul</strong>, hudutsuz güzelliğine…<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Lugatını anlamak zordur bu şehrin…<br />

Sen şehrin dilisin Üsküdar… Şehrin nefesi<br />

tıkansa semtinden esen rüzgarlarla<br />

nefes olur dolarsın ciğerlerine… Şehir<br />

susuzluktan kavrulsa, semtindeki yağmurlar<br />

yetişir imdadına… Tutsak edilmiş<br />

bütün duygular kırar zincirlerini bir<br />

kere daha… Çünkü sen zincirlerin kilidisin<br />

Üsküdar…<br />

Bir minyatür sessizliğini yaşarken sen,<br />

kürdili hicazkar makamından diline<br />

dolanmış bir nakaratı tekrar<br />

etmektedir sakinlerin… Güneş<br />

camlarında yangınlar bırakırken,<br />

sen gönüllerde vazgeçilmez hasretleri<br />

bırakırsın Üsküdar…<br />

Ahengin ilhamla buluştuğu noktada<br />

seccadesi gönüllere yayılmıştır<br />

Yeni Camii’nin… Ve o<br />

gönüller, semtinin özgürlük saraylarıdır.<br />

Kendi aydınlığına bakar<br />

gibi… Ruhunun bütün pencerelerini<br />

aralar gibi…<br />

Ey Üsküdar şehrin alnına değen gamze<br />

sensin... Şehrin sönmesini istemediği çerağı<br />

sen... Martıların fısıltılarına tanık<br />

olan sensin... Sana aşina olanları sevindiren<br />

sen... Güneş ışığını dağıtırken, sen<br />

semtinin feyzini dağıtırsın alacaklılarına…<br />

Şairler en çok seni yazar, en çok<br />

seni söyler günbatımlarında… Martılar<br />

geçerken yanı başından dudaklarında bir<br />

Üsküdar nağmesi dolanıp durur. Dil<br />

ruha hayat verir, sen <strong>İstanbul</strong>’a…<br />

75


76<br />

Seçtiğimiz Kitaplar<br />

Yusuf Üçlemesi / Semih Kaplanoğlu / Timaş Yayınları<br />

Semih Kaplanoğlu'nun beş yıla yayılan bir sürecin ardından ortaya çıkardığı Yusuf Üçlemesi, tüm<br />

filmler, ekstra dvd ve Kaplanoğlu'yla yapılan bir nehir söyleşiden oluşan özel setiyle sanatseverlerle<br />

buluşuyor. Sette "Yumurta" ve "Süt"ün yanı sıra, üçlemenin son halkası olan ve Berlin<br />

Film Festivali'nde Altın Ayı'yla ödüllendirilen "Bal" da ilk kez DVD formatında sinemaseverlerin<br />

karşısına çıkıyor. Sinema yazarı Uygar Şirin'in Kaplanoğlu'yla yaptığı nehir söyleşi kitabı "Yusuf'un<br />

Rüyası" ise yönetmenin dünyasına giriş <strong>için</strong> bir bir anahtar niteliğinde. Kaplanoğlu bu kitapta<br />

çocukluğundan bugüne tüm hayatını anlatırken, sinema anlayışı, film yapma süreci ve<br />

nasıl film çektiğiyle ilgili ipuçlarını da paylaşıyor.<br />

2 .Abdülhamid'in <strong>Eğitim</strong> Hamlesi / Ömer Faruk Yelkenci / Kaknüs Yayınları<br />

Günümüzü anlamak istiyorsak 19. yüzyılı anlamamız gerekir. 19. yüzyıl Osmanlısını anlamak <strong>için</strong><br />

de II. Abdülhamid'i ve onun icraatlarını bilmemiz gerekir. Türk modernleşmesinin en önemli<br />

köklerinin bu dönemde olmasının yanında, II. Abdülhamid'in büyük eğitim hamlesi, bu dönemin<br />

ön plana çıkan özellikleri arasındadır. Eğer Türkiye'nin modernleşme hikayesini merak diyorsanız;<br />

Osmanlı / Türk modernleşme hareketlerinin başlangıcından 19. yüzyıla kadar ve 19.<br />

yüzyıl boyunca neler olduğunu, bilhassa II. Abdülhamid'in yaptıklarıyla ve yapamadıklarıyla bu<br />

sürece nasıl bir etkide bulunduğunu, onun eğitim alanında yapmış olduğu büyük çalışmayı sosyolog<br />

ve tarihçilerin nasıl değerlendirdiklerini bu kitapta bulabilirsiniz.<br />

<strong>Eğitim</strong>de Bir Üstad Satı Bey’i Tanımak / Şehbal Derya Acar / Akademik Kitaplar<br />

Elinizdeki çalışma size; II. Meşrutiyet Dönemi’nde üstlendiği yöneticilik ve eğitimcilik görevleriyle<br />

dikkat çeken Satı Bey’i, yalnızca bu vasıflarıyla değil; güçlü bir hatip ve fikir adamı olması<br />

yönüyle de tanıma olanağı sunacaktır. Osmanlı okullarından seçilmiş dikkat çekici fotoğraflarla<br />

da zenginleştirilen kitap, Türk eğitim tarihinde çığır açmış olan bir mütefekkirin, çağımıza tutulan<br />

bir aynası gibidir.<br />

“İyi okullar, iyi cemiyetler gibi iyi ananelere sahip olan, düzenleri kağıtlar üstünde ve dudaklar<br />

arasında değil; çevrede, hayatta ve ruhta bulunan okullardır.” diyen Satı Bey; Türk eğitim dünyasına<br />

ve Türk fikir hayatına dahil ettikleriyle, ebediyen kalplerimizde yaşayacaktır.<br />

Cem Sultan / M. Turhan Tan / Çağrı Yayınları<br />

Ünlü Tarihçi M. Turhan Tan, tarafından bir asır önce kaleme alınan Cem Sultan romanı Çağrı Yayınları’nın<br />

titiz bir çalışmasıyla gün yüzüne çıkartıldı. Sivas milletvekilliği yapmış ve dönemin bir<br />

çok gazetesinde makaleleri yayınlanmış olan Tan’ın eserlerinin bir kısmı Yunanca, Fransızca ve<br />

Almanca’ya çevrildi. Tarihin en çok tartışılan şahsiyetlerinden biri olan Cem Sultan’ı daha yakından<br />

tanımamıza yardımcı olan Tan, yalın anlatımı ve akıcı kurgusuyla dikkat çekiyor. Cem<br />

Sultan’ın 13 yıl süren padişahlık mücadelesi süresince kurduğu hayallere ışık tutan M. Turhan<br />

Tan, yenilgi ve ihanetlerin ayrıntılarına da yolculuk yapma imkanı tanıyarak dönemin kültür ve<br />

edebiyat hayatına duyacağımız merakın da kapısını aralıyor.<br />

Nisan / 2011


Sinemaskop Türkiye / Nuri Bilge Ceylan / NTV Yayınları<br />

Nuri Bilge, kamerasını eline aldığında dünya sessizce onun dramaturjisine boyun eğiyor. Bir sırrı<br />

büyütüp çığ gibi üstümüze yuvarlarken bakanlara, yani bize açıkça meydan okuyor. Sinemaskop<br />

Türkiye, Nuri Bilge Ceylan'ın çektiği fotoğraflardan oluşan çok özel bir kitap. Sinemadan<br />

önce fotoğrafa ilgi duyan, lise yıllarında ve askerlik sonrası bu sanatla uğraşan Nuri Bilge Ceylan,<br />

makinesini uzun bir aranın ardından İklimler filmi öncesi eline alıyor.<br />

Çoğunluğu, yönetmenin İklimler filmi <strong>için</strong> mekân arama çalışmaları sırasında çekilen bu fotoğraflar,<br />

Kasım 2006'da Selanik Film Festivali'nde sergilendi. 2003-2009 yılları arasında Türkiye'nin<br />

çeşitli yerlerinde çekilen bu 97 panoramik fotoğraf, Sinemaskop Türkiye’de bir araya geliyor.<br />

<strong>İstanbul</strong> Hatırası / Ahmet Ümit / Everest Yayınları<br />

Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek! Romanlarında zengin<br />

arka planı polisiye kurgu <strong>için</strong>de vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine<br />

peşpeşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan<br />

gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.<br />

Kurgunun <strong>için</strong>e yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih<br />

aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece<br />

Ahmet Ümit'in <strong>İstanbul</strong> Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz<br />

<strong>İstanbul</strong>'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor.<br />

Zehirlenen Çocukluk / Sue Palmer / <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />

Otuz yıl boyunca öğretmenlik ve eğitim danışmanlığı yapmış olan Sue Palmer bu önemli ve çarpıcı<br />

kitabında, modern hayatın birbirinden ayrı tutulamayacak unsurlarının bir araya gelip toksik<br />

bir karışım oluşturarak çocuklarımızı nasıl zehirlediğini ortaya koyuyor. Sağlıksız ve düzensiz<br />

beslenmeden ebeveynlerin tecrübesizliklerine, elektronik aletlerden niteliksiz çocuk bakımına<br />

uzanan geniş bir yelpazede modern çocukların sorunlarını ele alıyor. Palmer Zehirlenen Çocukluk’ta,<br />

çeşitli disiplinlere mensup uzmanlardan edindiği verilerden yararlanıyor ve dünyanın birçok<br />

yerinde yapılan en son araştırmaları sunuyor. Zehirlenen Çocukluk, anne-babalar,<br />

öğretmenler ve gelecek neslin modern sorunlarına çözüm arayan herkes <strong>için</strong> değerli bir kaynak.<br />

Deli Gömleği / Güray Süngü / Hece Yayınları<br />

Deli Gömleği, Güray Süngü’nün üç romandan sonra yayımlanan ilk öykü kitabı. Süngü, on yıldan<br />

fazla bir süredir ağırlıkla Hece Öykü dergisinde olmak üzere öyküler yayımlıyor. Deli Gömleği<br />

on iki öyküden oluşuyor. Kitaptaki öyküleri okurken ilk göze çarpan hususlardan biri iyi bir romancının<br />

kurgu hassasiyetinin, yazdığı öykülere de yansımış olması. Her öykünün kelime kelime,<br />

karakter karakter incelikle ve sıkıca örüldüğü kitapta yalnızlık, yaşamın tekdüzeliğinden,<br />

modern hayattan “bunalan”, etrafına ve kendisine “yabancı”laşan insan, delilik Güray Süngü<br />

öyküsünün temel izlekleri. Hece Yayınları’ndan çıkan Deli Gömleği 152 sayfadan oluşuyor. Bilindiği<br />

gibi Güray Süngü 2010 yılında Oğuz Atay Roman Ödülünün de sahibi olmuştu.<br />

Nisan / 2011<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

77


78<br />

Sinema<br />

SİNEMA VE İSTANBUL…<br />

HAYATIN RİTMİYLE BEYAZPERDEYE VURAN ŞEHİR<br />

Sibel ATAGÜN<br />

Sinemamızın en yalın hallerinde ne kadar da güzeldir <strong>İstanbul</strong>. Sanatçının kattığı anlam ile ne kadar da<br />

dolar içi bu şehrin. Tarkovsky’nin görüntü olarak adlandırdığı “simge”yi mühürlerken güzel olanı gerçekliğiyle<br />

vermek sanatçıyı sanatçı yapan şeydir. Çünkü sonsuzluk, görüntünün çatısına içkin bir şeydir. Siyahbeyaz<br />

filmlerimizde <strong>İstanbul</strong>, bir yandan dört başı mamur bir yalnızlığın yaşandığı, bir yandan eğlencenin,<br />

lüksün, sosyetenin kalbinin attığı yerdir.<br />

Bir <strong>İstanbul</strong> esiyor çocukluğumdan<br />

Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lapa lapa.<br />

Yuşa’dan mı okunur ezanlar,<br />

Hırka-i Şerif’ten mi?<br />

Komşularımız kaptanlar, Malta taşlı ikindilerden<br />

kalan.<br />

Hala o beyaz gergeflerde mi?<br />

Bir tarih gömmüşler Karacaahmet’inde Üsküdar’ın,<br />

Sanki çarşaflı kadınların mercan terliklerinde<br />

unutulan.<br />

Duyun-u Umumiye emeklisi faytonlar.<br />

(Sadri Alışık )<br />

Güzellik, hayatın <strong>için</strong>de saklıdır; sanatçı<br />

tarafından kavranıp büyük bir içtenlikle<br />

şekillendirildiğinde güzellik ortaya çıkar.<br />

Sinema güzelliği mühürlemekse, <strong>İstanbul</strong>’a<br />

dair güzel olan ne varsa mühürlenir<br />

saniye saniye eski <strong>İstanbul</strong> sinemalarında.<br />

Ayhan Işık, sigarasının dumanını<br />

üflerken, boğazın siyah beyaz sadeliği,<br />

geçmişe özlem hissiyle kol kola girerek<br />

göz doldurur. Bressonvari gerçeği iliklere<br />

kadar hissettirerek vermek ise sinema;<br />

Sadri Alışık’ın argo esprilerine, sarhoş<br />

kahkahalarına eşlik eden Beyoğlu sokakları,<br />

Haliç tüm gerçekliğiyle <strong>İstanbul</strong>’u<br />

getirir karşımıza.<br />

Türk Sineması’nda evvelden beri <strong>İstanbul</strong>’un<br />

mitsel bir yeri vardır. Özellikle<br />

siyah-beyaz filmlerimizde <strong>İstanbul</strong>, bir<br />

yandan dört başı mamur bir yalnızlığın<br />

yaşandığı, bir yandan eğlencenin, lüksün,<br />

sosyetenin kalbinin attığı yerdir. Bir<br />

yerlerde kimsesizlerin kaybolup gittiği,<br />

bir yerlerde birbirlerine yardım ederek<br />

ayakta duranların <strong>İstanbul</strong>’un ezici üstünlüğüne<br />

karşı direnişini resmeden bir<br />

kent. Bazen zalim, bazen anne…<br />

Sınırsız zenginliğin merkezi <strong>İstanbul</strong>,<br />

<strong>için</strong>de barındırdığı kimsesiz, yoksul<br />

Nisan / 2011<br />

çoğunlukla birlikte zıtlıkların odağı olmaktadır.<br />

Gece gündüz demeden ekmek<br />

parası <strong>için</strong> mücadele edenlerin hemen<br />

yanıbaşında her gece nerede para harcayacağından<br />

başka derdi olmayan bir<br />

yığın.<br />

Bu tezat içerisinde hayat kavgasını taksi<br />

şoförlüğü yaparak veren İzzet Günay <strong>için</strong><br />

<strong>İstanbul</strong>, doğup büyüdüğü ama direksiyon<br />

sallamaktan güzelliklerini farketmeye<br />

fırsat bulamadığı onu yutmaya<br />

hazır gibi görünen koca ağızlı bir şehir<br />

iken, aşık olacağı kadını (Nilüfer Koçyiğit)<br />

görünce güzelliğin, merhametin, sevginin<br />

merkezi haline geliyor. “Kader<br />

Böyle İstedi”(1968) adıyla zengin ile<br />

fakir uçurumunun anlatıldığı filmde,<br />

Ahmet <strong>için</strong> sadece bir ekmek teknesi<br />

olan taksi, ona nefes aldıran bir yer haline<br />

gelirken, yürüdüğü yollar Nilüfer’e<br />

giden yol, deniz, Nilüfer’in gözlerinden<br />

nasıl yansıyorsa öyledir artık. Ne var ki<br />

uçurumların yaşandığı bu şehirde Nilüfer;<br />

zenginliği, üniversitesi ile denizin bir<br />

ucunda, Ahmet ise “ağaç dikmeye bile<br />

yaramaz” dediği taksisinden başka bir


şeyi olmayan çaresizliğiyle diğer<br />

ucundadır. Ahmet ve Nilüfer eşliğinde<br />

<strong>İstanbul</strong>, sahilleriyle, Beyazıt<br />

Meydanı, Sultanahmet’i,<br />

Eyüp’ü ile sokak sokak adım<br />

adım aşk ile dolar. Siyah beyaz<br />

karelerde, taksi içerisinde ağır<br />

ağır ilerler aşk. Aşıklara kendini<br />

sevdiren şehir, ayrılık anı gelince<br />

zindan olacaktır elbette ki.<br />

Ahmet ise Belkıs Özener’in eşliğinde<br />

gecelerce Nilüfer’in kapısında<br />

sabahlayarak <strong>İstanbul</strong>’a<br />

küfredecektir.<br />

“Bu sana son mektubum<br />

Ayrılmaya mecburum<br />

Ne olur anla beni<br />

Bu aşktan korkuyorum”<br />

Aşıklara çilehane olan <strong>İstanbul</strong>,<br />

bazen birilerine şans getirecektir<br />

elbette.<br />

“Tophaneli Osman”(1964) ile<br />

İzzet Günay’a beklenmedik bir<br />

miras gelecek ve bitirim delikanlının<br />

hayatı değişecektir. İzzet<br />

Günay’ın miras kavgası arasında<br />

gönlünü Fatma Girik’e kaptırdığı<br />

bu film, <strong>İstanbul</strong>’un en nadide<br />

yerlerini, Tophane’yi, Galata’yı,<br />

Sarayburnu’nu mizahi bir dille<br />

seyrettirirken, mutlu olmak isteyenlerin,<br />

hayata bakışları ile<br />

kendi dünyalarını kurdukları,<br />

kahkahaları ile cehennemi cennete<br />

çevirdikleri bir “ayna” oluyor.<br />

<strong>İstanbul</strong>, gülen gözlere<br />

açıyor en neşeli makamından<br />

müziğini.<br />

Biraz daha yakın tarihe gelirsek,<br />

maziden kopmadan, 1972’de bir<br />

Kadir İnanır-Filiz Akın filmi<br />

“Utanç” tüm sızısıyla karşılar<br />

bizi. <strong>İstanbul</strong>’un varoşlarında<br />

fabrika işçiliği ile hayatlarını sürdüren<br />

bu iki genç, yokluğun<br />

<strong>için</strong>de varlığı bulmuşlardır sevgileriyle<br />

<strong>İstanbul</strong>’da. Kemal’in en<br />

yakın arkadaşının ihaneti ile aşkları<br />

zindana dönen iki sevgili<br />

artık sonu gelmez bir takip-yalnızlık<br />

içerisinde olacaklardır.<br />

Klasik Yeşilçam filmlerinden oldukça<br />

farklı olan bu filmde Filiz<br />

Akın’ın tecavüze uğradıktan<br />

sonra kötü yolu seçmesi tam olarak<br />

bilinçli bir tercih olarak anlatılır.<br />

Çünkü Bahar, gururundan<br />

taviz vermeyen bir kadındır.<br />

İzzet-i nefsini kurtarmak <strong>için</strong><br />

kendisine bu hakareti reva gören<br />

adamın soyadını ve zenginliğini<br />

elinin tersiyle itmiş, Beyoğlu’nun<br />

meyhanelerinde güzelliğini kullanmayı<br />

seçmiştir.<br />

<strong>İstanbul</strong> artık bu iki aşık <strong>için</strong>,<br />

sonu gelmez sokakların arasında<br />

sessiz sessiz süregiden bir aşkın<br />

şehridir. Beyoğlu, Hisar Pavyon,<br />

kırık dökük alkışlar, gri bir deniz,<br />

dar sokaklar ve geri dönen<br />

Kemal. Bahar’ın ardında adım<br />

adım hep Kemal. Ve film boyunca<br />

devam eden unutulmaz<br />

şarkı:<br />

“Öldür öldür beni<br />

Kurtar beni, kurtar bu hayattan”<br />

Ne kadar da güzel anlatır Bahar’ın<br />

çaresizliğini. Yıllar yılı Kemal’in<br />

özlemi ve onunla<br />

karşılaşma korkusu, utancı ile yaşayan<br />

Bahar’ın. Ve nihayetinde<br />

Nisan / 2011<br />

Sütlüce Kulesi’nde sevdiğinin<br />

kollarında kendinden vazgeçer<br />

Bahar.<br />

Ah <strong>İstanbul</strong>…<br />

Sinemamızın en yalın hallerinde<br />

ne kadar da güzeldir <strong>İstanbul</strong>.<br />

Sanatçının kattığı anlam ile ne<br />

kadar da dolar içi bu şehrin.<br />

Büyük Rus şair Vyaçeslav İvanov’un<br />

dediği gibi “ simgeleri<br />

kavramak imkansızdır, sözcüklerle<br />

kavranamazlar”. Tarkovsky’nin<br />

görüntü olarak<br />

adlandırdığı “simge” yi mühürlerken<br />

güzel olanı gerçekliğiyle<br />

vermek sanatçıyı sanatçı yapan<br />

şeydir. Çünkü sonsuzluk, görüntünün<br />

çatısına içkin bir şeydir.<br />

Bu kadar lakırdıdan sonra, Türk<br />

sinemasında <strong>İstanbul</strong>’u mitleştiren<br />

Atıf Yılmazların, Lütfi Akadların,<br />

Bülent Oranların önünde<br />

saygıyla eğilerek, kendilerine en<br />

<strong>İstanbul</strong> tebessümüyle selam<br />

gönderelim. Ve yönetmenlerin<br />

düşlerini kemikleştiren sanatçıları<br />

da hatırlamışken, Beyoğlu<br />

meyhanelerini sesiyle güzelleştiren<br />

Türkan Şoray’a, Haliç’te fabrikadan<br />

telaşla çıkan Filiz Akın’a,<br />

sevdiğinin yolunu bekleyen çapkın<br />

gülüşlü Fatma Girik’e, “<strong>İstanbul</strong>’da<br />

daha gezecek çok yer<br />

var” diyerek sevdiğinin taksisinde<br />

aşkı seçen Nilüfer Koçyiğit’e <strong>İstanbul</strong>’un<br />

yedi tepesinden en<br />

uzun metrajlı sevgimizi sunalım.<br />

Film ve <strong>İstanbul</strong>.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />

Bir ritim içerisinde zamanın<br />

bölünmez bütünlüğü ile film…<br />

Ve insanın kucağında ölmek<br />

istediği <strong>İstanbul</strong>…<br />

O halde bu iki güzelliği birleştiren<br />

“zamanın heykeltraşları”na<br />

sonsuz teşekkürler.<br />

79


80<br />

Şiir<br />

Edirnekapı Üstüne Şiir<br />

Turgut Uyar<br />

<strong>İstanbul</strong> dediler mi benim aklıma,<br />

Vaiz sokağı gelir hemen.<br />

Edirnekapı gelir, evimiz gelir<br />

Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.<br />

Biletçi zili çeker, tramvay durur<br />

Bir manav, bir meyhane, iki akasya<br />

Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden<br />

Beyaz bulutlar geçer...<br />

Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapı’da,<br />

Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.<br />

Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan<br />

Bir baygın gün <strong>için</strong>deyiz, yazdan.<br />

“Dört cıhar, sebayidü, pencüse<br />

Akşam olur, güneş batar nerdeyse.”<br />

Pırıl pırıl aşk <strong>için</strong>de Mihrimah Sultan Camii<br />

Eyüpten vapur düdüğü,<br />

Yenikapı’dan tren sesi.<br />

Kalkarız ağır ağır kahveden<br />

Ben, Kemal, Kemalin eniştesi...<br />

Vaiz sokağına gelir eve varırım<br />

Kapıya iki üç defa vururum<br />

Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur<br />

Ekmeğimiz var, yemeğimiz var<br />

Yemeğe iştahımız var.<br />

Oturur yemek yeriz cümbür cemaat<br />

Alnımızın terinden, elimizin emeğinden<br />

Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,<br />

Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...<br />

Alır karımı gezmeğe götürürüm<br />

Bir dolmuşa bineriz Edirnekapı’dan.<br />

Sultanahmet’te atkestanelerinin en güzeli<br />

Elli kuruş verir, cambaza gireriz.<br />

<strong>İstanbul</strong> bizim memleket, yaşımız yirmi beş<br />

Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.<br />

Nisan / 2011<br />

Yenicami önünden güvercinler uçan<br />

Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,<br />

Köprüden günde kim bilir kaç insan geçer<br />

Denizde balıklar güzel, havada kuşlar<br />

Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.<br />

Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum<br />

Adım Turgut, kendim <strong>İstanbul</strong>luyum<br />

Ben Allah’ın bir sevdalı kuluyum<br />

Üsküdar’a geçerken bir yağmur almadı ama<br />

Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda<br />

Japone kollu bir kız aklımı aldı.<br />

Bakıştık, gülüştük, hoşlandık<br />

Derken o yoluna gitti, ben evime...<br />

Bizim ev iki oda, bir sofa<br />

Evsahibi ayda yetmiş lira alır.<br />

Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık<br />

Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.<br />

Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız<br />

Güzelim vaiz sokağında benim de<br />

Ferah, aydınlık bir evim olur.<br />

Bir büyük radyo da alır, yerleşirim<br />

Geçerim pencereye akşamüstleri.<br />

Boy boy sardunyalar, fesleğenler,<br />

Boy boy bulutlar karşımda.<br />

Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.<br />

Ahmet efendi geçer, selam veririm<br />

Bakkal İbrahim selam verir, alırım.<br />

Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır<br />

<strong>İstanbul</strong> sereserpe önümde geceye karşı<br />

Gemilerden, fabrikalardan düdükler<br />

Şimdi bir tren kalkar Sirkeci’den bilirim.<br />

Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler<br />

Sesler gelir yakın sinema bahçesinden<br />

Bir hoş olurum.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!