e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...
e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...
e-İstanbul Dergisini okumak için tıklayınız. - İstanbul İl Milli Eğitim ...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
T. C.<br />
İSTANBUL VALİLİĞİ<br />
İL MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ<br />
İSTANBUL<br />
<strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
(3 ayda bir yayınlanır)<br />
<strong>İl</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü Adına<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Dr. Muammer YILDIZ<br />
Yayın Kurulu<br />
Şerafettin TURAN<br />
Mukadder GÜRSOY<br />
Halime TOROS<br />
Mustafa USLU<br />
Yayın Yönetmeni<br />
Adem YILMAZ<br />
Editör<br />
Bülent PARLAK<br />
Fotoğraflar<br />
Hakan KURT<br />
Adres<br />
<strong>İl</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />
Basın ve Halkla <strong>İl</strong>işkiler Bölümü<br />
Ankara Cad. No: 2 / Cağaloğlu<br />
A - Blok / Kat -1<br />
Tel: 212 455 04 62<br />
Mail: imemkultur@gmail.com<br />
Web: http://istanbul.meb.gov.tr<br />
Baskı<br />
Bilnet Matbaacılık<br />
Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş.<br />
Tel: 216 444 44 03<br />
Başlarken<br />
İ<br />
<strong>İstanbul</strong> geçmiş ile geleceğin, gelenekselle modernin, zenginlikle fakirliğin kısacası<br />
pek çok zıtlıkların yan yana geldiği, harmanlandığı büyülü bir şehir...<br />
Her köşesinde ayrı bir doku barındıran, her semtinde farklı bir enerjiyle<br />
varlığını sürdüren, tarihi ve de kültürüyle bir başyapıt.<br />
<strong>İstanbul</strong>'da yaşayan herkesin bu çok yönlü birikimi anlaması, değerlendirmesi, “<strong>İstanbul</strong>’da<br />
yaşamak değil, <strong>İstanbul</strong>’u yaşaması” aslında en temel ödevleri arasında yer<br />
almaktadır.<br />
Bizler bu şehrin geleceğine imza atan yöneticileri, çocuklarımızın eğitimine yön veren<br />
idarecileri olarak ülkemizin gözbebeği <strong>İstanbul</strong>’u tanıtmak, ona tam anlamıyla nüfuz<br />
edebilmek, çocuklarımıza bu köklü birikimi anlatabilmek ve <strong>İstanbul</strong> bilinci oluşturabilmek<br />
<strong>için</strong> büyük bir projeye imza attık. İşte bu bilincin daha çocuk yaşlarda temellerinin<br />
atılması amacıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü tarafından ilköğretim<br />
birinci kademedeki 3, 4 ve 5. sınıflarda "<strong>İstanbul</strong> Dersi” uygulamasını başlattık.<br />
"Çocuk bildiği ve sevdiği şehri korur" düşüncesini merkeze alan <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />
Programı ile <strong>İstanbul</strong>’un zengin kültürel mirasının tanınması, sevilmesi, gelecek<br />
kuşaklara aktarılması ve kent kimliğinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Ders kapsamında<br />
gerçekleştirilecek etkinliklerle öğrenciler sınıflarından çıkacak, Galata Köprüsü’nde<br />
balık tutacak, Kanlıca’ya özgü şekerli yoğurdu tadacak, <strong>İstanbul</strong>’un<br />
sokaklarının seslerini duyacak, Mısır Çarşısı’nda farklı baharatları koklayacak, vapur<br />
yolculuğu yaparken Boğaz’ın güzelliklerine şahit olacaklar. Çocuklarımız <strong>İstanbul</strong>’u sadece<br />
kitaplardan öğrenmeyecek, görerek, dokunarak, tadarak, koklayarak ve duyarak<br />
yani kenti bizzat yaşayıp duyumsayarak <strong>İstanbul</strong>’u tanıma imkânına kavuşacaklardır.<br />
Bir dersin başarısı, o dersin öğretim programında öngörülen kazanımların öğrencilerce<br />
ne düzeyde benimsendiği ve günlük yaşama yansıtıldığı ile ölçülür. Bunu sağlayacak<br />
ve izleyecek olan ise kuşkusuz özveri ile gayret eden öğretmenlerimizdir.<br />
Meslektaşlarımızın dersi sahiplenmesi ve öngörüldüğü biçimde uygulaması durumunda<br />
bu ders arzulanan hedefe ulaşabilecektir.<br />
Dergimizin bu sayısını <strong>İstanbul</strong>’a ayırdık. İyi bir kaynak olacağını düşündüğümüz<br />
bu sayımızı elinizden düşürmeyeceğinize inanıyoruz.<br />
Hepinize iyi okumalar diler saygılar sunarım.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Dr. Muammer YILDIZ<br />
<strong>İstanbul</strong> Millî <strong>Eğitim</strong> Müdürü
İ ç i n d e k i l e r<br />
2<br />
İçindekiler<br />
1 I<br />
2 I<br />
3 I<br />
8 I<br />
10 I<br />
16 I<br />
19 I<br />
22 I<br />
26 I<br />
28 I<br />
32 I<br />
34 I<br />
72 I<br />
74 I<br />
76 I<br />
78 I<br />
80 I<br />
Başlarken<br />
İçindekiler<br />
Haberler<br />
Kültür Sanat Haberleri<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Anketleri<br />
Ahmet Ümit ile Röportaj<br />
22<br />
Nisan / 2011<br />
16<br />
Semih Kaplanoğlu / Şehre Baktım: Yeniktim, Akşamdı İçim<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Hakkında Kim Ne Dedi?<br />
Sezai Karakoç / Alınyazısı Saati<br />
Eski <strong>İstanbul</strong> Yazıları<br />
40 I<br />
46 I<br />
52 I<br />
56 I<br />
60 I<br />
66 I<br />
70 I<br />
Seyyahların <strong>İstanbul</strong>’u<br />
<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />
Tahsin Yıldırım / Osmanlı’da Açılan <strong>İl</strong>k Kız Öğretmen Okulu<br />
Ayşenur M. Çalıkçı / <strong>İstanbul</strong>’un Yüzüne Değen Gamze<br />
Seçtiğimiz Kitaplar<br />
Sinema Ve <strong>İstanbul</strong>…<br />
Turgut Uyar / Edirnekapı Üstüne Şiir<br />
Nurdan Şahin ile Röportaj<br />
Sabiha Paktuna Keskin/ Öğrenme Prosesleri<br />
Gülsen Erden / Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
Fatih Gürsul / Üniversite Tercihlerinde En Zor Karar<br />
Şerafettin Turan / Validebağı Öğretmenler Kampüsü<br />
52
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
DÜNYANIN İLK ÇOCUK HAKLARI KONGRESİ<br />
Çocuk ve yetişkin delegelerin birlikte düzenlediği dünyanın ilk<br />
çocuk hakları kongresi, 25-27 Şubat 2011 tarihlerinde <strong>İstanbul</strong>’da<br />
gerçekleştirildi.<br />
81 ili temsilen çocuk ve yetişkin delegelerin katıldığı 1. Türkiye<br />
Çocuk Hakları Kongresi`nin açılışını Meclis Başkanı Mehmet<br />
Ali Şahin, kapanışını ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />
yaptı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Bakanı Nimet Çubukçu, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet<br />
Bakanı Selma Aliye Kavaf`ın katıldığı kongreye <strong>İstanbul</strong><br />
Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer<br />
Yıldız ev sahipliği yaptı.<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Haliç Kongre Merkezi`nde<br />
düzenlenen 1. Türkiye Çocuk Hakları Kongresi`nin kapanışında<br />
yaptığı konuşmada, üç gün boyunca çocuk haklarının en<br />
geniş manada değerlendirilmiş olmasından büyük bir memnuniyet<br />
duyduğunu, kongrenin gerçekleşmesini sağlayan özellikle<br />
aile ve çocuktan sorumlu Devlet Bakanlığına, <strong>İstanbul</strong><br />
Üniversitesine, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna,<br />
Çocuk Vakfına şükranları sunduğunu söyledi. Bugün<br />
çocuklara, Türkiye Cumhuriyeti`nin Başbakanı sıfatından ziyade<br />
çocuk olmuş, sonrasında çocuk sahibi olmuş bir baba,<br />
torun sahibi olmuş bir dede sıfatıyla hitap etmek istediğini dile<br />
getirdi.<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ayrıca 2010 yılında yaptıkları<br />
anayasal değişiklikle çocuklara pozitif ayrımcılık getirdiklerini<br />
ve haklarını anayasal teminat altına aldıklarını söyledi. Çocuk<br />
Hakları Kongresi bilindiği gibi yazar Mustafa Ruhi Şirin tarafından<br />
önerilerek hükümet tarafından hayata geçirildi.<br />
Nisan / 2011<br />
3
4<br />
Haberler<br />
Değişiyorum Farkında mısın?<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı <strong>Eğitim</strong> Yönetmenliği tarafından "2010<br />
Okullarda" projesi kapsamında Türkiye`de ilk kez düzenlenen "<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve Gençlik<br />
Sanat Bienali" 25 Kasım Perşembe günü Sanat Limanı Antrepo 5`de başladı. <strong>İstanbul</strong><br />
Vali Yardımcısı Harun Kaya, <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, ve Ajans<br />
Genel Sekreteri Yılmaz Kurt’un açılışını gerçekleştirdiği Bienal 25 Aralık tarihine kadar<br />
devam etti.<br />
Açılış konuşmaları sonrasında protokol, öğretmen ve öğrenciler sergiyi gezdi. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />
<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, her eseri dikkatlice inceleyip eserin sahibi olan öğrenciden<br />
bilgi alarak tebrik etti.<br />
Türkiye’nin Birincisi <strong>İstanbul</strong><br />
Avrupa Birliği Öykü Yarışmasının 1.lik ödülünü <strong>İstanbul</strong> aldı. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen<br />
yarışmanın ödül törenine <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız,<br />
Avrupa Birliği Türk Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Marc Pierini, bakanlık<br />
yetkilileri, ödül alan okulların bağlı olduğu il milli eğitim müdürleri, jüri üyeleri ve öğrenciler<br />
katıldı.<br />
Ödül töreninde konuşan <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, yarışmada<br />
dereceye girmekten çok o sürecin içerisinde yer almanın ve bu süreci paylaşmanın<br />
önemli olduğuna dikkat çekerek yarışmanın, AB sürecinin çocuklar tarafından doğru<br />
algılanmasını amaçladığını ifade etti. Avrupa Birliği Türk Delegasyonu Başkanı Büyükelçi<br />
Marc Pierini de törende bir konuşma yaparak genç yazar ve öğrencileri tebrik etti.<br />
Dereceye giren öğrenciler Macaristan ve Brüksel çalışma ziyareti kazandılar.<br />
Gezdim, Gördüm, Boyadım<br />
Minik Seyyahlar Projesi kapsamında “<strong>İstanbul</strong>`da Yaşadığım Gün” adlı resim yarışması<br />
sonuçlandı. <strong>İstanbul</strong>lu Minik Seyyahlar Projesi" kapsamında Minik Seyyahların <strong>İstanbul</strong><br />
ile ilgili izlenimlerini kendi gözüyle resmettikleri "<strong>İstanbul</strong>`da Yaşadığım Gün" konulu<br />
resim yarışmasının ödül töreni ve sergi açılışı Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi`nde<br />
yapıldı.<br />
<strong>İstanbul</strong>`un belli kriterler çerçevesinde belirlenen 8 ilçesinden seçilen 16 ilköğretim okulunun<br />
en başarılı öğrencileri, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü`nün de katkılarıyla <strong>İstanbul</strong>`un<br />
tarihi, turistik mekânları gezme ve yaşadığı şehri daha yakından tanıma fırsatı<br />
buldu. <strong>İstanbul</strong>lu Minik Seyyahlar Projesi, kültürel değerlerinin kıymetini bilen, bu değerleri<br />
seven ve koruyan bir neslin yetiştirilmesine katkı sağlaması açısından önem taşıyor.<br />
Nisan / 2011
Bahriyeli`nin Denize Nazır Lisesi Açıldı<br />
Büyükçekmece`de denize nazır bir tepede yapılan okul <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanı Nimet Çubukçu,<br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, <strong>İstanbul</strong> Milletvekili Feyzullah Kıyıklık<br />
ve eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı Harun Kaya`nın katıldığı muhteşem bir<br />
törenle açıldı. Hayırsever Burhan Bahriyeli`nin eğitime kazandırdığı okulun açılışında<br />
konuşan Bakan Çubukçu, "Biliyorsunuz deniz insanlarda sadece şairane duygular, sınırsız<br />
bir özgürlük ve sonsuzluk duygusu uyandırmamış, denizler aynı zamanda insanlara<br />
büyük bir merak duygusu da uyandırmış. İnsanların denizlerin ötesinde neler olduğuna<br />
ilişkin merakları coğrafi keşifleri doğurmuş" dedi.<br />
<strong>Eğitim</strong>e büyük yatırımlar yapıldığını ifade eden Bakan Çubukçu; "Hayırseverlerimiz,<br />
sizler <strong>için</strong> dolayısıyla bu ülkenin geleceği <strong>için</strong> büyük fedakârlıklar yaparak ellerini taşın<br />
altına koyuyorlar. Değerli katkılarından dolayı Doç Dr. Burhan Bahriyeli`ye çok teşekkür<br />
ediyorum." dedi.<br />
Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar<br />
Trafik sorununa çözüm <strong>için</strong> `Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar` projesi <strong>İstanbul</strong>`un tüm ilköğretim<br />
okullarında uygulanacak. Renault`nun 2002`de başlattığı, Total ve Trafik Kazalarını Önleme<br />
Derneği ile birlikte sürdürülen Sokakta <strong>İl</strong>k Adımlar trafik güvenliği eğitim projesi<br />
40 ilde pilot okulların yanı sıra, <strong>İstanbul</strong>`da bu yıl ilk kez tüm ilköğretim okullarında uygulanacak.<br />
Projenin 2010-2011 hedeflerinin paylaşıldığı basın toplantısında konuşan Renault Mais<br />
Genel Müdürü İbrahim Aybar, <strong>İstanbul</strong>`un Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin 19`undan<br />
daha yüksek nüfus oranına sahip olduğunu belirtti ve <strong>İstanbul</strong>`daki tüm okullara ulaşmanın,<br />
projenin başarısı açısından büyük önem taşıdığını vurguladı, <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğü`ne de gösterdikleri yakın ilgi ve işbirliği <strong>için</strong> teşekkür etti.<br />
Yeşil <strong>Eğitim</strong>, Yeşil Hayat<br />
Panasonic`in tüm dünyada başlattığı "Okulumuz Yeşil!" adlı eğitim programı, <strong>İstanbul</strong><br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü`nün desteğiyle artık Türkiye`de. Bu proje kapsamnında <strong>İstanbul</strong>`daki<br />
39 ilçeden 39 okulun öğrencileri, program çerçevesinde hem çevre konusunda<br />
bilinçlendirilecek, hem de "Çevreci Resimli Günlük" yarışmasında yarışacak. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />
<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, Türk çocuklarının küresel ısınma, iklim değişikliği<br />
ve çevre bilinci konularında nitelikli bir eğitim görmesini sağlayacak Okulumuz Yeşil<br />
projesine sağladığı destekten ötürü Panasonic Türkiye`ye teşekkür etti.<br />
Okulumuz Yeşil Projesi kapsamında hem ülke hem de Avrupa çapında okullar arası bir<br />
yarışma düzenleniyor. En geç 29 Nisan 2011 tarihine kadar gönderilebilecek olan Çevreci<br />
Resimli Günlükler arasından ülke çapında birinci gelenin ait olduğu okul hem bir<br />
Panasonic ürününe sahip olacak, hem de Avrupa çapında yarışmaya hak kazanacak.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
5
6<br />
Haberler<br />
Bana <strong>İstanbul</strong>`u Anlat Öğretmenim<br />
"Evimiz <strong>İstanbul</strong>" projesi ile <strong>İstanbul</strong>lu çocuklar <strong>İstanbul</strong>`u tanıyacak. <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />
<strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ve Türkiye <strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı`nın ortak yürüttüğü proje kapsamında<br />
3000 öğretmene eğitim veriliyor. TEGV Sema ve Aydın Doğan eğitim parkında<br />
düzenlenen son seminere <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız, <strong>İstanbul</strong><br />
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı adına Gazi Selçuk ve TEGV Genel Müdürü Nurdan<br />
Şahin Katıldı.<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etkinlikleri kapsamında <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğü desteği ile hayata geçen "Evimiz <strong>İstanbul</strong>" projesi ile <strong>İstanbul</strong>lu çocuklara yaşadıkları<br />
kenti daha yakından tanımayı, çocuklarda kent kültürü bilincini geliştirmeyi,<br />
kentin kültürel dokusu üzerinde farkındalık yaratılması ve kentsel aidiyet duygusunun<br />
güçlendirilmesi amaçlanıyor.<br />
Sanatla Yeniden Buluşma<br />
Türkiye`nin ilk olgunlaşma enstitüsü olan Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü yeniden açıldı.<br />
Bakanlığımız Kız Teknik Okullar Genel Müdürü Emine Kıraç, Mine ve Erol Üçer, Vali<br />
Yardımcısı Harun Kaya, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong><br />
<strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız`ın katıldığı törenle açılan Enstitü 2008 Yılında geçirdiği<br />
yangında kullanılamaz hale gelmişti.<br />
1945 Yılında eğitim-öğretime başlayan enstitü 2008 yılında geçirdiği elim bir yangın ile<br />
tamamen kullanılmaz hale gelmişti. <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı ve Gama Holding arasında<br />
imzalanan bir protokol ile aslına uygun olarak yeniden restore edilen Beyoğlu Olgunlaşma<br />
Enstitüsü, gerçekleşen açılış ile yeniden eski günlerine döndü. Her yaştan kişiye<br />
mesleki bilgi ve becerilerini geliştirme fırsatı sunan enstitü, geleneksel Türk el sanatlarının<br />
yaygınlaştırılması ve tanıtımı <strong>için</strong> hizmet vermeye devam edecek.<br />
<strong>İstanbul</strong>`un Demokrasi Dersi Başladı<br />
2010 - 2011 <strong>Eğitim</strong> Öğretim Yılı, demokrasi çalışmaları başladı. Zeytinburnu İhsan<br />
Mermerci Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi konferans salonunda gerçekleşen toplantıda<br />
<strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer Yıldız demokrasinin önemini vurgulayarak<br />
başladığı konuşmasına neden eğitim çağında demokrasinin anlaşılmasını gerektiğini açıklayarak<br />
ile devam etti. Yıldız, “Sizler bu yaşlarda demokrasi bilincini kazanırsanız tüm hayatınız<br />
boyunca bu bilinç ile hareket edeceksiniz ve haksızlığa da maruz kalmayacaksınız<br />
kimseye haksızlık da yapmayacaksınız!” dedi. “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmada ve<br />
demokratik Türkiye`nin oluşumunda sizlerden çok şey beliyoruz.” diyen Yıldız, bu ve<br />
bundan sonraki toplantılarınızı yakından takip edeceğim diyerek verimli ve başarılı çalışmalar<br />
temennisi ile konuşmasını tamamladı. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer<br />
Yıldız, konuşmasının ardından öğrencilerin sorularını cevapladı, ardından<br />
demokrasi heyetiyle hatıra fotoğrafı çektirdi.<br />
Nisan / 2011
Dersimiz <strong>İstanbul</strong>, Konumuz Müzeler<br />
<strong>İstanbul</strong>`daki müze ve kültürel mekanların temsilcileri, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü<br />
Dr. Muammer Yıldız`ın öncülüğü ve <strong>İstanbul</strong> Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. ev sahipliğinde<br />
Miniatürk`te "<strong>Eğitim</strong> Aracı Olarak Müze" başlıklı çalıştayda bir araya geldiler.<br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu kararına göre <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğünün öncülüğünde kamu ve özel tüm müze işletmeciliği yapan kurumlarca<br />
ortaklaşa gerçekleştirilecek müfredat programının uygulanması <strong>için</strong> yapılan çalıştayda<br />
eğitim camiasının talepleri ve müze işletmelerinin hizmet odaklı sunumları bir arada konuşuldu.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü Dr. Muammer Yıldız projeyi özetleyen bir konuşmasında<br />
şunları söyledi: “Bu kültürel mekânlarda planlanan dersler, imkânlar<br />
doğrultusunda gerçek etkinlikler olarak düzenlenecek. Geziler sırasında öğrencilere çalışma<br />
kâğıtları dağıtılacak. Müze ziyaretinin ardından öğretmenler, sınıf içi metin yazma,<br />
resimleme, sunu hazırlama, drama gibi etkinlikler düzenleyebilecekler.<br />
Bilgiye Uzanan Köprü<br />
<strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Türk Kütüphaneciler Derneği <strong>İstanbul</strong> Şubesi arasında<br />
imzalanan bir protokolle `Bilgiye Uzanan Köprü` projesi uygulamaya konuldu. <strong>İl</strong>köğretim<br />
ve ortaöğretim kurumlarına modern kütüphaneler kazandırmak, öğrenci ve öğretmenlerin<br />
bilgiye kolayca ulaşmalarını sağlamak, öğrencilere okuma alışkanlığı<br />
kazandırmak amacıyla <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Türk Kütüphaneciler Derneği <strong>İstanbul</strong><br />
Şubesi arasında imzalanan bir protokolle "Bilgiye Uzanan Köprü" projesi uygulamaya<br />
konuldu.<br />
Projeyle; imkânları kısıtlı ve fiziksel şartları uygun on okulun kütüphanesinin tefriş edilmesi,<br />
her kütüphane <strong>için</strong> on masaüstü bilgisayar ile üç bin kitap ve basılı kaynakların yanı<br />
sıra elektronik ortamdaki kaynakların sağlanması hedefleniyor.<br />
Liselerin Tomografisi Çıkartıldı<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile Kültür Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü YÖN-<br />
VER projesi <strong>İstanbul</strong>’un tomografisini ortaya koydu. Etkin bir biçimde yürütülen çalışmalar<br />
ilk semerelerini vermeye başladı. <strong>İstanbul</strong> Lise Tomografisi projesinde ÖSYM`nin<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü ile paylaştığı <strong>İstanbul</strong>`a özel veriler ile ÖSYM`nin<br />
her sene üniversiteler ile paylaştığı üniversitelere yerleşme veriler kullanılarak tüm resmi<br />
ve özel liselerin profili çıkartıldı.<br />
Bu çalışmalar www.lisetomografisi.net web adresinde toplanarak öğrenci, veli ve tüm<br />
eğitimcilerin kullanımına açıldı.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
7
8<br />
Kültür Sanat<br />
Mehmet Akif Ersoy’un Bilinmeyen Mektupları<br />
Kültür sanat büyük ödülleri verildi<br />
Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Töreni yapıldı. Törende<br />
konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ödüllerin gerçek sahiplerini bulduğunu belirterek<br />
azimlerinden dolayı teşekkür etti. Gül, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve<br />
Sanat Büyük Ödülü Töreni'nde yaptığı konuşmada, törende bulunmaktan onur ve mutluluk<br />
duyduğunu ifade etti. Gül, plaket alan Limantepe Kazısı Başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal'a,<br />
Sagalassos antik kenti kazı başkanı Prof. Dr. Marc Waelkens'e, Kalehöyük Kazısı<br />
Başkanı Dr. Sachihiro Omura'ya, Prof. Dr. Halet Çambel ve Prof. Dr. Nimet Özgüç'e teşekkür<br />
etti.<br />
Türkiye'nin en zengin olduğu konuların başında arkeolojinin geldiğini belirten Gül, arkeolojik<br />
zenginlik açısından Türkiye ile karşılaştırılacak çok az ülke olduğunu söyledi.<br />
Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesi'nin kitaplaştırdığı aile mektupları da, aile üyelerinin<br />
birbirine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor. Bir çanta dolusu mektubu şairin kızı<br />
Su'ad'ın kızları Ferda ve Selma Argon vermiş. Mehmet Âkif'in Mısır-Hilvan'dan, eşinin<br />
memuriyeti nedeniyle sırasıyla Milas, Erciş ve Beytüşşebab'da yaşayan kızı Su'ad<br />
Hanım'la damadı Ahmed Bey'e gönderdiği mektuplar, ailenin yaşantısına ilişkin bilgiler<br />
veriyor. Bin adet basılan kitabın birinci baskısındaki mektupların 43'ü Mehmet<br />
Âkif'e, 3'ü eşi İsmet Hanım'a, bir tanesi de oğlu Emin'e ait. Şair mektuplarını, "Allah'a<br />
emanet olun" temennisi ve mektupsuz bırakılmama isteği ile noktalıyor.<br />
Çocuklarıyla, torunlarıyla yakından ilgili bir baba olduğu, yazdığı her satırda ortaya<br />
çıkan şair, kızı Su'ad'ın eşi Ahmet Bey'e karşı da son derece ilgili. Ersoy, kızına çay yerine<br />
süt içmesini tembih ederken, torunu Ferda'nın fotoğraflarıyla hasret gideriyor.<br />
Ağa Han Müzesi Hazineleri<br />
Sabancı Üniversitesi, Sakıp Sabancı Müzesi, “Ağa Han Müzesi Hazineleri - İslam Dünyasında<br />
Kaligrafi ve Kitap Sanatı” başlıklı sergiye ev sahipliği yaptı. <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />
Kültür Başkenti kapsamında, 5 Kasım 2010 - 13 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen<br />
sergi, en değerli İslam sanat eserleri koleksiyonlarından biri olan Ağa Han koleksiyonunun<br />
seçkin örneklerini sanatseverlerle buluşturdu.<br />
Sergide; seramik, ahşap, metal, kumaş gibi farklı materyallerden yapılmış ve üzerlerinde<br />
Kur’an’dan metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra elyazmaları ve minyatürler bir arada sunuluyordu.<br />
Sergide ayrıca, kitap sanatının İslam dünyasında yıllar <strong>için</strong>de nasıl geliştiği ve<br />
kitap yapım teknikleri ele alındı. “Ağa Han Müzesi Hazineleri” sergisi, gördüğü yoğun<br />
ilgi nedeniyle 13 Mart 2011 tarihine kadar uzatılmıştı.<br />
Nisan / 2011
Nazım Hikmet’in Son Sürprizi<br />
Kendi sesinden Nâzım Hikmet şiirleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun arşivinden yarım<br />
yüzyıl sonra gün ışığına çıkıyor. Basında yer alan haberlere göre, Nâzım Hikmet ve<br />
Bedri Rahmi Eyüboğlu elli yıl önce Paris’te bir araya gelir. Nâzım tam elli yedi şiirini<br />
teybe okur. Bedri Rahmi ülkeye dönerken yasaklı şair Nâzım Hikmet’in kayıtlarına el<br />
konulmaması <strong>için</strong> özel önlemler alır. Bedri Rahmi kayıtları oğlu Mehmet ve gelini Hughette<br />
Eyüboğlu’na bırakır. Hughette Eyüboğlu, Paris’teki kayıtların üzerinden elli yıl<br />
geçtikten sonra Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na teslim eder. Yapı Kredi Yayınları<br />
ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Nâzım Hikmet’in kendi şiirlerini seslendirdiği<br />
Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler adlı CD’sini ve kitabını yayımlıyor. İki büyük yayınevini<br />
ilk kez bir araya getiren bu önemli projeyle ünlü şairin elli yedi şiiri kendi sesinden<br />
yayınlanırken; bugüne kadar hiç yayımlanmamış iki şiiri de okurlarla buluşuyor.<br />
100 Eserle Nuri İyem<br />
<strong>İstanbul</strong>'un Yüzleri<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı desteğiyle hazırlanan "<strong>İstanbul</strong>'un<br />
Yüzleri" serisinin ilk 25 kitabı okuyucuyla buluştu. Projenin tanıtım toplantısında konuşan<br />
Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Bayhan, <strong>İstanbul</strong>’un görünmeyen yüzlerini ortaya<br />
koymaya çalıştıklarını söyledi. Kültür A.Ş ve <strong>İstanbul</strong> AKB’nin ortak projesi olan<br />
“<strong>İstanbul</strong>’un yüzleri” Sepetçiler Kasrı'nda düzenlenen basın toplantısıyla basına tanıtıldı.<br />
Bayhan, eserlere, ‘<strong>İstanbul</strong>'un Yüzleri’ denmesinin sebebinin hem sayı itibariyle 100,<br />
hem de sima itibariyle yüzü ifade ettiğini belirtti. ‘<strong>İstanbul</strong>’un yüzleri’ projesi; <strong>İstanbul</strong>'un<br />
100 ressamından fotoğrafçısına, 100 kilisesinden esnafına, 100 kaybolan eserinden<br />
musikişinasına, 100 ailesinden misafirine tam 10 bin başlıkta <strong>İstanbul</strong>'un bilinen,<br />
bilinmeyen her yönü detaylı bir şekilde işleniyor.<br />
Türk resminin ustalarından Nuri İyem, ölümünün beşinci yılında, “100 Koleksiyondan,<br />
100 Nuri İyem” sergisiyle anıldı. Toplumsal gerçekçi Türk resminin en önemli ustalarından<br />
Nuri İyem'in, çeşitli kişi ve kuruluşlara ait koleksiyonlarda bulunan binlerce<br />
eseri arasından seçilen 100 yapıtı, Kibele Sanat Galerisi'ndeki “100 Koleksiyondan, 100<br />
Nuri İyem” sergisinde bir araya geldi. 2005 yılında vefat eden İyem'in soyut eserlerinden<br />
kadın yüzlerine, göç resimlerinden natürmortlarına ve gerçek insan portrelerine<br />
100 tablosu sergilendi. Sergi, hem İyem'in hem ressamın <strong>için</strong>de bulunduğu sanat ortamının<br />
gelişimine odaklanıyordu. Sanatın halktan kopuk olamayacağını savunan, resmin<br />
insanlarla buluşmasının önemli olduğuna inanan Nuri İyem, Türk resim sanatında<br />
kendi ekolünü oluşturmuş ender sanatçılardan. Yaklaşık 65 yıl boyunca resimle uğraşan<br />
İyem, bu süre zarfında 2 bin 600'den fazla yapıt üretti.<br />
9
10<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 - Avrupa Kültür Başkenti<br />
<strong>İstanbul</strong>’un<br />
Avrupa Kültür Başkenti Yolculuğu<br />
Avrupa kültürüne değer katan, Avrupa’ya katkı sağlayan kentlere verilen Avrupa Kültür Başkenti unvanı<br />
2000 yılında, yeni bin yıl nedeniyle hem aynı yılda birden fazla kente, hem de AB adayı olan ülkelerin<br />
kentlerine verilmeye başlandı. <strong>İstanbul</strong>’un, Avrupa Kültür Başkenti yolculuğu da, AB adayı olan ülkelerin<br />
kentlerine de Avrupa Kültür Başkenti unvanı verilmesi kararıyla birlikte başladı.<br />
Avrupa Birliği üyesi olmayan kentler statüsünde<br />
yer alan şehirler olarak, 2010<br />
Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşımak<br />
üzere <strong>İstanbul</strong>’un yanı sıra Kiev<br />
(Ukrayna) de adaydı. Ancak tarihi ve<br />
kültürel mirasıyla Avrupa kültürünün<br />
taşıyıcı elemanlarına sahip <strong>İstanbul</strong>,<br />
2010 yılında bu unvanı taşımaya hak kazandı.<br />
<strong>İstanbul</strong> böylece, bu unvanı ilk ve<br />
son kez AB adayı bir ülkenin kenti olarak<br />
taşıma özelliğine de sahip oldu.<br />
<strong>İstanbul</strong>’un bu unvana layık görülmesi<br />
ile sonuçlanan, heyecan verici bu serüven<br />
şüphesiz birçok önemli çalışma sonucunda<br />
gerçekleşti. Konuyla ilgilenen<br />
bir grup sivil toplum gönüllüsünün<br />
2000 yılında başlattıkları çalışmalar neticesinde,<br />
14 Mart 2006 günü, Avrupa’da<br />
kültür ve sanat alanında uzman<br />
yedi kişiden oluşan seçici kurulun<br />
önünde başarılı bir sunum gerçekleştirildi.<br />
Kurul, 11 Nisan 2006’da, heyecanla<br />
beklenen kararı açıkladı; <strong>İstanbul</strong>,<br />
Macaristan’ın Peç ve Almanya’nın Essen<br />
kentleriyle birlikte 2010 Avrupa Kültür<br />
Başkenti olmaya hazır bulundu.<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı<br />
Bu sürecin ardından, 2 Kasım 2007<br />
günü Türk Parlementosu’nda kabul edilen<br />
özel bir yasa ile <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />
Kültür Başkenti Ajansı kuruldu.<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Nisan / 2011<br />
Ajansı; <strong>İstanbul</strong>’un sahip olduğu kültürel<br />
mirasın korunması ve tanıtılması,<br />
kültür sanat potansiyelinin geliştirilmesi<br />
amacıyla sivil toplum örgütleri, merkezi<br />
hükümet, yerel yönetimler, üniversiteler,<br />
meslek kuruluşları ve özel sektörü bir<br />
araya getiren çok özgün bir yönetim modeli<br />
ile yapılandı. Ajans; <strong>İstanbul</strong>’u Avrupa’nın<br />
kültür sanat ajandasında üst<br />
sıralara taşımak, gerçekleşecek kültürsanat<br />
etkinlikleriyle hali hazırda gelen<br />
turistlerin <strong>İstanbul</strong>’da kalacakları süreyi<br />
artırmak, <strong>İstanbul</strong>’un kültür turizmi ve<br />
paralelinde kültür ekonomisinden hak<br />
ettiği payı almasını sağlamak amacıyla üç<br />
yıla yakın süredir çalışmalarını sürdürüyor.<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı; Kentsel Projeler, Kültürel Miras<br />
ve Müzeler, Görsel Sanatlar, Müzik ve<br />
Opera, Kent Kültürü, <strong>Eğitim</strong> Edebiyat,<br />
Sinema ve Belgesel, Gösteri ve Sahne Sanatları,<br />
Geleneksel Sanatlar, Turizm ve<br />
Tanıtım, Denizcilik ve Spor, Dış <strong>İl</strong>işkiler<br />
olmak üzere çeşitli disiplinlerde projeler<br />
üretiyor ve hayata geçiriyor.
Ajansın Geçmiş Döneme <strong>İl</strong>işkin<br />
Öne Çıkan Projelerinden Örnekler<br />
Ajans faaliyete geçtiği günden bu yana<br />
gerçekleşen 3000’e yakın proje başvurusu,<br />
başta sürdürülebilirlik olmak üzere<br />
birçok kriter ışığında değerlendirildi ve<br />
600’ü aşkın proje 2010 Avrupa Kültür<br />
Başkenti Çalışma Programı çatısı altına<br />
alındı. Kentsel projeler ve kültürel mirasın<br />
korunması, Kültür-Sanat ile Turizm<br />
ve Tanıtım ana başlıkları altında toplanan<br />
bütün bu proje ve etkinliklerin, yansımalarını<br />
2010 yılından sonraya da<br />
taşacak şekilde, sürdürülebilir olması<br />
amaçlanıyor.<br />
Ayasofya İskele Sökümü<br />
Uzun yıllardır restorasyon çalışmaları<br />
devam eden ve artık neredeyse <strong>İstanbul</strong>luların<br />
ve turistlerin hafızalarına içerisinde<br />
devam eden restorasyon<br />
çalışmaları nedeniyle, iskelelerle kaplı<br />
görünümünün kayededildiği Ayasofya<br />
Müzesi, <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür<br />
Başkenti Ajansı’nın bir yıldır süregelen<br />
kapsamlı restorasyon çalışmalarının sonucunda,<br />
17 seneden sonra orijinal yüzüne<br />
kavuştu. Ayasofya Müzesi’nin<br />
<strong>için</strong>de bulunan 180 tonluk iskelenin son<br />
parçalarının sökümü Ocak 2010’da gerçekleştirildi.<br />
Adalar Müzesi<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı projeleri kapsamında, Adalar<br />
Vakfı, Adalar Belediyesi ve Adalar Kaymakamlığı’nın<br />
ortak çalışması ile hayata<br />
geçirilen <strong>İstanbul</strong>’un ilk kent müzesi<br />
olan “Adalar Müzesi”, Aya Nikola Mevkii<br />
Eski Helikopter Hangar’ında, 10<br />
Eylül Cuma günü kapılarını <strong>İstanbul</strong>lulara<br />
açtı. Müze, kentin “eski dostları”<br />
olan rum vatandaşlarının hayatlarına<br />
ilişkin belgelerle fotoğraflarla ayrıntılı<br />
bilgiler içeriyor.<br />
İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı projeleri kapsamındaki İsmet<br />
Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi birbirinden<br />
ilginç konserleri, müziğin ustalarıyla<br />
genç yetenekleri buluşturan atölye ve seminerleriyle<br />
izleyici ve öğrencilerin karşısına<br />
çıktı. Aralarında Karl Berger, John<br />
Zorn, Oliver Lake, Adam Rudolph,<br />
Marc Ribot, Trilok Gurtu, Mehmet<br />
Erenler, Erkan Oğur, Oğuz Büyükberber,<br />
Ayşe Tütüncü, Ömer Faruk Tekbilek,<br />
Tolga Tüzün gibi isimlerin<br />
bulunduğu 60’ı aşkın sanatçıyı buluşturan<br />
öğrenim ve festival etkinlikleri 29<br />
Temmuz - 8 Ağustos tarihlerinde gerçekleşti.<br />
Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin,<br />
2008 yılında ‘<strong>İstanbul</strong><br />
Üniversiteleri Tiyatro Şenliği’ adıyla başlattığı,<br />
2009 yılında ‘Türkiye Üniversiteleri<br />
Tiyatro Şenliği’ olarak genişleyen<br />
etkinlikler dizisi bu yıl kapılarını Avrupa’ya<br />
açtı. ‘Avrupa Üniversiteleri Tiyatro<br />
Şenliği’nde, 51 üniversite tiyatro grubu,<br />
<strong>İstanbul</strong>’un dört bir yanında “Yaşamak<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>için</strong> tiyatro şart!” diyen herkes <strong>için</strong> sahne<br />
aldı.<br />
Tüm etkinliklerin ücretsiz olduğu şenlik’te,<br />
Université de Neuchâtel Groupe<br />
de éâtre Antique (GTA) (İSVİÇRE)<br />
“ORESTES”, <strong>İstanbul</strong> Tıp Fakültesi Tiyatro<br />
Topluluğu “FİL ADAM” Bahçeşehir<br />
Üniversitesi Müzikal Topluluğu<br />
“AĞIR ROMAN”, Ankara Üniversitesi<br />
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro<br />
Bölümü “YALANCI”, Yıldız Teknik<br />
Üniversitesi Oyuncuları “GÖZBAĞI”<br />
oyunları garajistanbul’da sahnelendi.<br />
Boylu Soylu Yelkenliler Şenliği<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı ve Deniz Ticaret Odası’nın ortak<br />
girişimleri ileTürkiye, Yunanistan ve<br />
Bulgaristan ortak çalışmalarıyla gerçekleşen<br />
Boylu Soylu Yelkenli Yarışları’nın<br />
Varna-<strong>İstanbul</strong> rotasındaki ikinci yarışı<br />
27 Mayıs Perşembe günü sona erdi. 16<br />
ülkeden gelen 23 tarihi yelkenliden oluşan<br />
filo 27-30 Mayıs tarihleri arasında<br />
Karaköy Limanı'na demir attı.<br />
<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor ve Çalışıyor”<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı Görsel Sanatlar Yönetmenliği tarafından<br />
yürütülen ‘<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor<br />
ve Çalışıyor’ projesi, 2008 yılının Ağustos<br />
ayından bugüne, Avrupa’nın çağdaş<br />
sanat alanının önde gelen altı sanatçısını<br />
ağırladı ve onların <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> yapıt<br />
üretmelerini sağladı. Proje kapsamında<br />
alanının önde gelen 6 ismi; Remo Salvadori<br />
(İtalya), Sophie Calle (Fransa),<br />
11
12<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 - Avrupa Kültür Başkenti<br />
Victor Burgin (İngiltere), Peter Kogler<br />
(Avusturya), Danae Stratou (Yunanistan),<br />
Antoni Muntadas (İspanya-ABD)<br />
<strong>İstanbul</strong>’a davet edildi. Avrupa ülkelerinden,<br />
alanlarında kavramsal ve biçimsel<br />
yenilikler ve açılımlar yaratmış<br />
sanatçıların <strong>İstanbul</strong>’da yaşamaları, sanatçılar<br />
ve aydınlarla karşılaşmaları, genç<br />
sanatçılarla çalıştaylar yapmaları ve bu<br />
süreçlerin sonunda üretilen yapıtların<br />
özel bir koleksiyon olarak <strong>İstanbul</strong>’a sunulmasını<br />
sağlayan “<strong>İstanbul</strong>’da Yaşıyor<br />
ve Çalışıyor” projesi ile <strong>İstanbul</strong> 2010<br />
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Türkiye’nin<br />
çağdaş sanat birikimine önemli<br />
bir yapıt topluluğu kazandırmış oldu.<br />
U2 Konseri<br />
Dünyanın en büyük rock grubu U2,<br />
hayranlarının yıllar süren bekleyişinden<br />
sonra 360° Tour kapsamında Türkiye’ye<br />
geldi. <strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
etkinlikleri kapsamında, Live Nation<br />
tarafından Pozitif ve IKSV işbirliği<br />
ile gerçekleştirilen U2 konseri, 6 Eylül’de<br />
Atatürk Olimpiyat Stadı’nda <strong>İstanbul</strong>lulara<br />
unutulmaz anlar yaşattı.<br />
U2, 360° Turnesi'yle müzik endüstrisinde<br />
prodüksiyon dalında verilen prestijli<br />
TPI Awards'da dünya çapında "En<br />
İyi Canlı Konser" ödülüne layık görülen<br />
U2, Türkiye tarihinin en büyük stadyum<br />
konserini gerçekleştirdi.<br />
Arp <strong>İl</strong>e Her Telden: 1. Uluslararası<br />
<strong>İstanbul</strong> Arp Buluşması<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı Müzik ve Opera Yönetmenliği ve<br />
Arp Sanatı Derneği işbirliği ile hayata<br />
geçirilen “Arp <strong>İl</strong>e Her Telden” adlı<br />
müzik projesi ‘Uluslararası <strong>İstanbul</strong> Arp<br />
Buluşması’ ile doruk noktasına ulaşıyor.<br />
1 – 7 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek<br />
ve bu yıl ilk kez düzenlenen Buluşma’da,<br />
Arianna Savall, Isabelle<br />
Moretti, Maire Ni Chatasaigh, Helene<br />
Breschand ve Andrew Lawrence King<br />
gibi farklı geleneklerin en usta isimleri<br />
<strong>İstanbul</strong>’da dinleyicilerle buluştu.<br />
Altın Yollar/ “<strong>İstanbul</strong> Dünya Müzikleri<br />
Festivali” (WOMIST)<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı desteğiyle Pi Production tarafından<br />
hayata geçirilen Altın Yollar projesi,<br />
kültürlerarası diyalogun önemini ve günümüzün<br />
seyyahları sanatçıların bu<br />
diyalogun kurulmasındaki rollerini vurguluyor.<br />
2008 yılında “Jules Verne’nin<br />
İzinde”, 2010 yılında “Piri Reis’in<br />
İzinde”, ardından “Evliya Çelebi’nin<br />
İzinde” devam eden maceranın 3-17<br />
Aralık tarihinde <strong>İstanbul</strong>’da gerçekleşen<br />
son etabı çerçevesinde, “Altın Yollar”<br />
projesinde işbirliği yapılan ülkelerden<br />
müzisyenlerin katılımlarıyla Türkiye’de<br />
ilk kez “<strong>İstanbul</strong> Dünya Müzikleri Festivali”<br />
(WOMIST) düzenlendi. Festivalin<br />
yanı sıra, 1-26 Aralık tarihlerinde,<br />
Sanat Limanı’nda Arif Aşçı, Özcan Yurdalan<br />
ve Serkan Taycan’ın fotoğraflarından<br />
oluşan bir sergi gerçekleşti.<br />
Edebiyat Mevsimi<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı ve Türkiye Yazarlar Birliği <strong>İstanbul</strong><br />
Şubesi işbirliği ile Edebiyat Mevsimi<br />
adı altında 2. <strong>İstanbul</strong> Edebiyat Festivali<br />
6-11 Aralık tarihleri arasında Kızlarağası<br />
Medresesi’nde gerçekleştirildi. İstan-<br />
Nisan / 2011<br />
bul’un kültürel zenginliğini ve sanatsal<br />
verimliliğini ortaya koymak, edebiyatımızda<br />
<strong>İstanbul</strong>’un yerini yeniden keşfetmek<br />
ve edebiyatseverlerle edebiyatçıların<br />
bir süreklilik <strong>için</strong>de etkileşim kurmalarını<br />
sağlayan festivale ilgi büyüktü.<br />
İstanpoli – Kassas<br />
Mustafa ve Övül Avkıran’ın <strong>İstanbul</strong><br />
2010 Avrupa Kültür Başkenti <strong>için</strong> özel<br />
olarak ürettiği bir proje olan “İstanpoli”<br />
kapsamında sahnelenen “Kassas” oyunu<br />
4-8 Aralık tarihleri arasında <strong>İstanbul</strong>’un<br />
farklı semtlerinde <strong>İstanbul</strong>lularla ücretsiz<br />
olarak yeniden buluştu. <strong>İstanbul</strong>'un<br />
hurdacısı, simitçisi, macuncusu, boyacısı,<br />
bayrakçısı, taksitcisi, bozacısı,<br />
nohut-pilavcısı, midyecisi, hallaçı, kalaycısı,<br />
çiçekçisi, falcısı, ciğercisi, bileycisi<br />
ve daha fazlası ile aynı sahnede<br />
olduğu bu proje seyyar satıcıların gözünden<br />
<strong>İstanbul</strong>’u anlattı.<br />
<strong>İstanbul</strong> Sahnesinde Müzik<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
etkinlikleri kapsamında gerçekleşen<br />
Selin Atasoy ve Tamer Hartevoğlu'nun<br />
“<strong>İstanbul</strong> Sahnesinde Müzik” adlı fotoğraf<br />
sergisi 2-31 Aralık 2010 tarihleri<br />
arasında <strong>İstanbul</strong> Fotoğraf Merkezi<br />
Leica Galeri'sinde sanat severlerle buluştu.<br />
<strong>İstanbul</strong> Filarmoni Derneği <strong>için</strong><br />
özel olarak hazırlanan ve <strong>İstanbul</strong> Devlet<br />
Opera ve Balesi'nin desteği ile gerçekleşen<br />
sergide, büyüleyici <strong>İstanbul</strong>'un kimi<br />
zaman bilinen, kimi zaman da gizli kalmış<br />
noktalarında karşımıza çıkan birbirinden<br />
başarılı dansçılar seyircileri<br />
alışılagelmedik bir dünyanın tam kalbine<br />
götürdü.
7 Bölge’den 7 Tepe’ye<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği<br />
ve Shaman Dans Tiyatrosu tarafından<br />
yürütülen, bir eğitim ve gösteri<br />
projesi olan 7 Bölgeden 7 Tepeye” 4-23<br />
Aralık tarihleri arasında sahnelendi. <strong>İstanbul</strong>’un<br />
çeşitli bölgelerinde<br />
yaşayan/yaşatılan birbirinden farklı dans<br />
ve müzik kültürlerinin/disiplinlerinin<br />
iletişimini sağlamak, farklı kültürlere<br />
sahip insanları dans ve müzik diliyle kaynaştırmayı<br />
amaçlayan “7 Bölge’den 7 Tepe’ye”<br />
adlı eğitim ve gösteri ortak<br />
projesi, farklı kültürlerden ve yaş gruplarından<br />
amatör dansçılara ve dansçı<br />
adaylarına yönelik atölye çalışmaları,<br />
dans, ritim ve müzik alanında verilen<br />
eğitimler ve eğitimler sonunda düzenlenen<br />
gösterilerden oluşuyor.<br />
Geleneksel Türk Kitap Sanatları: Bugünün<br />
Ustaları<br />
Geleneksel Türk Kitap Sanatları’ndan<br />
olan hat, tezhip, ebrû, kaatı’, cilt ve minyatür<br />
alanlarında eser veren, görünürlükten<br />
uzak, büyük ölçüde kendi sınırlı<br />
olanaklarıyla üretimlerini sürdüren<br />
200’ü aşkın ustayı, üç yıl boyunca düzenli<br />
olarak bir araya getirmek, yıllık bir<br />
değerlendirmeye fırsat sağlamak, hem<br />
sanatçılar ve sanatlar arası ilişkiyi, hem<br />
de bunların toplum nezdinde görünürlüğünü<br />
artırarak sürekliliğine nitelikli bir<br />
katkıda bulunmak amacıyla oluşturulan<br />
projenin üçüncü ve son sergisi 2 – 31<br />
Aralık tarihleri arasında Fatih Ali Emiri<br />
Efendi Kültür Merkezi’nde yer aldı. <strong>İstanbul</strong><br />
2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı Geleneksel Sanat Yönetmenliği<br />
projeleri kapsamında yer alan ve 100’ün<br />
üzerinde eserin sergilendiği projeye eşlik<br />
eden katalogda Fatih Özkafa, Gülbün<br />
Mesara, Faruk Taşkale, Serra Güney<br />
Özkan, M. Sadreddin Özçimi ve Taner<br />
Alakuş makaleleriyle bu sanatların tarihine<br />
ışık tuttular.<br />
Dans Platform <strong>İstanbul</strong>: Nederlands<br />
Dans eater II<br />
Nisan ayından başlayarak 2010 yılı boyunca<br />
bir dizi özel etkinlik kapsamında<br />
dünyaca ünlü dans sanatçıları ve topluluklarını<br />
<strong>İstanbul</strong>'da ağırlayan <strong>İstanbul</strong><br />
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ana<br />
projesi Dans Platform <strong>İstanbul</strong> kapsamında,<br />
16-17 Aralık tarihlerinde Hollandalı<br />
dans topluluğu Nederlands Dans<br />
eater II saat 20.30’da Cemal Reşit<br />
Rey’de <strong>İstanbul</strong>lularla buluştu. Klasik<br />
bale eğitiminden gelen, yaşları on yedi<br />
ve yirmi üç arasındaki dansçılardan oluşan<br />
ve 1978 yılında kurulan Nederlands<br />
Dans eater, dünya çapında üne kavuşmuş,<br />
nitelikli bir topluluktur.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve Gençlik Sanat<br />
Bienali<br />
<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Ajansı <strong>Eğitim</strong> Yönetmenliği tarafından<br />
bu yıl ilki düzenlenen “<strong>İstanbul</strong> Çocuk<br />
ve Gençlik Sanat Bienali”nde katılımcılar<br />
“Değişiyorum Farkında mısın?” konseptinden<br />
yola çıkarak çalışmalarını<br />
ürettiler.<br />
<strong>İstanbul</strong>’daki öğrencilerin enerjisini yansıtan<br />
ve 2500 okulla birlikte yürütülen<br />
“2010 Okullarda” projesi kapsamında<br />
gerçekleştirilen Bienalde, gençler ve çocuklar<br />
ürettikleri her biri birbirinden<br />
farklı, ilginç ve yaratıcı çalışmaları toplumla<br />
paylaşırken, bir sanat etkinliğinde<br />
izleyici değil sanatçı olarak yer alma fırsatını<br />
yakaladıkları ve Sanat Limanı (Antrepo<br />
5), Haydarpaşa Garı, Tuzla İdris<br />
Güllüce Kültür Merkezi’nin mekan olarak<br />
kullanıldığı “<strong>İstanbul</strong> Çocuk ve<br />
Gençlik Sanat Bienali” Beyoğlu’ndan<br />
Tuzla’ya, Kadıköy’den Sultanbeyli’ye<br />
2500 okulun ve öğrencilerinin katılımına<br />
açıktı.<br />
13
Nusret Çolpan / Minyatür <strong>İstanbul</strong><br />
(<strong>İstanbul</strong> Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yayınları)
Dersimiz: <strong>İstanbul</strong>
16<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
İSTANBUL OKULLARDA<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı Çalışmaları<br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığımız, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarındaki öğrencilerin zorunlu ders yükünü<br />
hafifletmek, öğrencilere okulu daha çok sevdirmek, istek ve yetenekleri doğrultusunda etkinlikler<br />
yapmalarına ve ders seçmelerine imkan vermek amacıyla yeni hazırlanan <strong>İl</strong>köğretim Okulu Haftalık Ders<br />
Çizelgesine göre; 1, 2 ve 3. sınıflarda 5; 4 ve 5. sınıflarda 4 ders saati serbest etkinlikler yapılacaktır.<br />
<strong>İstanbul</strong>, doğası, tarihi, kültürüyle bir<br />
başyapıttır. Bir yanda sesleri, canlılığı,<br />
hareketliliğiyle nefes alan bir doku, bir<br />
yandan da ekonomisi, ürettikleri, kültürel<br />
derinliği ile tüm dünyanın cazibe<br />
merkezidir. <strong>İstanbul</strong>'daki bu çok yönlü<br />
birikimi anlamak, değerlendirmek, yani<br />
“<strong>İstanbul</strong>’da yaşamak değil, <strong>İstanbul</strong>’u<br />
yaşamak” bu kentte nefes alan herkesin<br />
aslında en temel ödevleri arasında yer almaktadır.<br />
<strong>İstanbul</strong>’u görmek, tanımak,<br />
ona tam anlamıyla nüfuz edebilmek<br />
köklü bir birikim ve belki de daha öncesinde<br />
bir bilinç gerektiriyor. İşte bu bi-<br />
Nisan / 2011<br />
lincin daha çocuk yaşlarda temellerinin<br />
atılması amacıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğü tarafından ilköğretim birinci<br />
kademedeki 3, 4 ve 5. sınıflarda "<strong>İstanbul</strong><br />
Dersi” uygulaması başlatılmıştır.<br />
2010-2011 eğitim öğretim yılında bir etkinlik<br />
programı olarak başlayan <strong>İstanbul</strong><br />
Dersinin Öğretim Programının (İDÖP)<br />
hazırlanmasına yönelik çalışmalar, alanında<br />
uzman eğitimcilerden oluşan bir<br />
komisyon tarafından yürütülmektedir.<br />
Hazırlanmakta olan <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />
Programı, sadece öğrenciler <strong>için</strong><br />
değil, öğretmen ve veliler <strong>için</strong> de İstanealifbul’u<br />
tanıtan bir rehber olacaktır.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programının<br />
vizyonu; <strong>İstanbul</strong>’u öğrenme arzusu<br />
duyan, <strong>İstanbul</strong>’u tanıyan, seven ve koruyan,<br />
<strong>İstanbul</strong> kültürünü yaşayan ve yaşatan,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u keşfetmek isteyen,<br />
<strong>İstanbul</strong>’daki sanatsal etkinliklere katılan,<br />
<strong>İstanbul</strong>’a ilişkin duyguları güçlü,
kendisine, çevresine ve insan haklarına<br />
saygılı, farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan,<br />
değişime ve yeniliklere uyum sağlayabilen,<br />
eleştirel düşünen, etkin, üretken, yaratıcı<br />
bireyler yetiştirmektir.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı, <strong>Milli</strong><br />
<strong>Eğitim</strong> Bakanlığı’nca hazırlanan ilköğretim<br />
programlarının benimsediği yapılandırmacı<br />
öğrenme yaklaşımını<br />
temel alan öğrenen merkezli<br />
ve etkinlik<br />
odaklı bir<br />
programdır.<br />
Progr<br />
a m ı n<br />
yapısı öğrencilere,<br />
sınıf<br />
seviyeleri ilerledikçe<br />
<strong>İstanbul</strong>’u daha derinlemesine<br />
inceleme fırsatı sunacaktır. <strong>İstanbul</strong><br />
Dersi Öğretim Programı,<br />
ilköğretim programları ile paralellik<br />
sağlanması <strong>için</strong> diğer dersler ve ara disiplinlerle<br />
ilişkilendirilmiştir. Böylelikle<br />
öğrencilerin <strong>İstanbul</strong> dersinde öğrenme<br />
sürecinde karşılaştıkları yeni bilgileri var<br />
olan ön bilgileri üzerine yapılandırması<br />
kolaylaşacaktır.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programında<br />
öğrenci merkezdedir. Öğrenci, öğrenme<br />
sürecinde gerçekleştirdiği etkinliklere<br />
aktif bir şekilde katılır. Öğrenci araştıran,<br />
soran, sorgulayan, tartışan ve işbirliği<br />
yapan roldedir. <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
Öğretim Programında; yapılandırmacı<br />
yaklaşımın sosyal ve bilişsel yönünü<br />
vurgulayan deney, proje geliştirme,<br />
problem çözme, soru-yanıt, örnek olay,<br />
öykülendirme, tartışma, rol oynama,<br />
beyin fırtınası, yaratıcı drama, oyunla<br />
öğrenme, işbirlikli öğrenme, aktif öğrenme<br />
ve gözlem gezisi gibi öğretim<br />
yöntemleri kullanılmaktadır. Bu yöntemlerle<br />
öğrencinin öğrenme sürecine<br />
aktif bir şekilde katılması ve öğrenmenin<br />
kalıcılığının sağlanması hedeflenmektedir.<br />
<strong>İstanbul</strong> dersi, eleştirel düşünme, yaratıcı<br />
düşünme, iletişim, araştırma, problem<br />
çözme, karar verme, bilgi<br />
teknolojilerini kullanma, girişimcilik,<br />
Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma,<br />
gözlem, mekânı algılama, zaman<br />
ve kronolojiyi algılama, değişim ve sürekliliği<br />
algılama, empati, kaynakları<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
etkili kullanma, güvenlik ve korunma,<br />
öz düzenleme becerilerini kazandırmayı<br />
da amaçlamaktadır.<br />
"Çocuk yaşadığı şehri tanırsa sever, severse<br />
korur" düşüncesini benimseyen <strong>İstanbul</strong><br />
Dersi Öğretim Programı ile<br />
<strong>İstanbul</strong>’un zengin kültürel mirasının<br />
tanınması, sevilmesi, gelecek kuşaklara<br />
aktarılması ve kent kimliğinin<br />
güçlendirilmesi hedeflenmektedir.<strong>İstanbul</strong><br />
Dersi<br />
Öğretim<br />
Progra-<br />
mının,<br />
ilköğretim<br />
çağındaki öğrencilere<br />
bir kültürel<br />
deneyim yaşatacağı düşünülmektedir.<br />
Bu ders kapsamında<br />
gerçekleştirilecek etkinliklerle öğrenciler<br />
sınıflarından çıkacak, Galata Köprüsü’nde<br />
balık tutacak, Kanlıca’ya özgü<br />
şekerli yoğurdu tadacak, <strong>İstanbul</strong>’un sokaklarının<br />
seslerini duyacak, Mısır Çarşısı’nda<br />
farklı baharatları koklayacak,<br />
vapur yolculuğu yaparken boğazın güzelliklerine<br />
şahit olacaklar. Böylelikle,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u sadece kitaplardan öğrenmeyecek,<br />
görerek, dokunarak, tadarak, koklayarak<br />
ve duyarak yani kenti bizzat<br />
yaşayıp duyumsayarak onu tanıyabilecekler.<br />
Öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’u tanıma ve keş-<br />
17
18<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
fetme yolculukları sanat yapıtlarıyla da<br />
desteklenecek. Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong>’un<br />
farklı sanat dallarına ilham kaynağı olduğunu<br />
sanatçıların <strong>İstanbul</strong> konulu<br />
eserlerini inceleyerek fark edecekler.<br />
<strong>İstanbul</strong> şarkıları söyleyecekler, <strong>İstanbul</strong><br />
şiirleri okuyacaklar, <strong>İstanbul</strong> resimleri<br />
yapacaklar, <strong>için</strong>de <strong>İstanbul</strong> geçen öyküler<br />
okuyacak ve kendi <strong>İstanbul</strong> öykülerini<br />
yazacaklar; kısacası öğrenciler<br />
<strong>İstanbul</strong>’a hem kendi hem de sanatçıların<br />
gözleriyle bakma tecrübesi ve becerisi<br />
kazanacaklardır. Ayrıca, sanatçıları<br />
sınıflarına davet ederek, <strong>İstanbul</strong> sohbetleri<br />
gerçekleştirecek, geçmiş dönemlerdeki<br />
ve günümüzdeki <strong>İstanbul</strong>’u<br />
sadece sanatçıların yapıtlarını inceleyerek<br />
değil, sanatçıların bizzat kendi ağızlarından<br />
anlattıkları öykülerinden de<br />
öğrenme olanağı bulacaklar.<br />
Öğrencilerin başka konuklarla ve uzmanlarla<br />
birlikte olacakları bu tür buluşmalar<br />
ve söyleşiler, kimi zaman<br />
müzelerde, tarihi eğitim kurumlarında,<br />
bilim ve ticaret merkezlerinde, kimi<br />
zaman da <strong>İstanbul</strong>’un doğal güzelliklerini<br />
görebilecekleri parklarda ve bahçelerde<br />
de gerçekleşecek.<br />
Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong>’da yaşamış ve yaşayan<br />
farklı kültürlerden haberdar olacaklar,<br />
kültürel farklılıklara saygı duyarak,<br />
kültürel zenginliğin kent yaşamına renk<br />
kattığını hissedecekler. Eski ve modern<br />
<strong>İstanbul</strong>’u karşılaştırarak, günümüzdeki<br />
<strong>İstanbul</strong>’un sorunlarını tespit edecekler,<br />
bu sorunlara çözümler üretecekler.<br />
Öğrenciler, <strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim<br />
Programı kapsamında gerçekleştirdikleri<br />
keşif yolculuğunda, edindikleri ve öğrendikleri<br />
bilgileri yapacakları bireysel ve<br />
grup proje çalışmalarına aktarma olanağı<br />
da bulacak, ürettikleri projeleri diğer arkadaşlarına<br />
sunma sürecinde hem kendilerinin<br />
hem de arkadaşlarının öğrenme<br />
sürecine aktif olarak katılacaklar.<br />
Dönem sonunda düzenleyecekleri “<strong>İstanbul</strong><br />
Şenliği”nde ise yaptıkları çalışmaları<br />
hem arkadaşları, hem de<br />
Nisan / 2011<br />
çevrelerindeki diğer insanlarla paylaşacak,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u onlara da anlatacaklar.<br />
Özetle, <strong>İstanbul</strong> dersini alan öğrenciler,<br />
<strong>İstanbul</strong>’un sesini duyacak, <strong>İstanbul</strong>’u<br />
gezerek onu yakından tanıyacak, drama<br />
etkinlikleri ile <strong>İstanbul</strong>’un farklı tarihi<br />
dönemlerinde yaşayacak, yaratıcılıklarını<br />
destekleyen sanatsal faaliyetlerde bulunacak,<br />
<strong>İstanbul</strong>’un güzelliklerinin yanı<br />
sıra kentin sorunları da fark edecek, bu<br />
sorunlara çözüm önerileri geliştirerek yaşadığı<br />
kente sahip çıkacak ve <strong>İstanbul</strong>’da<br />
yaşadıkları <strong>için</strong> gurur duyacaklardır.<br />
Bir dersin başarısı, o dersin öğretim<br />
programında öngörülen kazanımların<br />
öğrencilerce ne düzeyde benimsendiği ve<br />
günlük yaşama yansıtıldığı ile ölçülür.<br />
Bunu sağlayacak ve izleyecek olan ise<br />
kuşkusuz özveri ile gayret eden öğretmenlerdir.<br />
Sonuç olarak, ancak biz öğretmenlerin<br />
programı ve dersi<br />
sahiplenmesi ve öngörüldüğü biçimde<br />
uygulaması durumunda bu ders arzulanan<br />
hedeflere ulaşabilecektir.
“En iyi, iyinin düşmanıdır” derler. <strong>İstanbul</strong><br />
Dersi Öğretim Programının da<br />
elbette eksikleri ve sınırlılıkları olacaktır.<br />
Yapıcı ve samimi eleştiri, değerlendirme<br />
ve önerilerle Program sürekli elden geçirilecek<br />
ve en iyiye doğru yol alacaktır.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programını geliştirme<br />
komisyonu olarak programın<br />
uygulama sürecinde yaşanabilecek sorunların<br />
ve bu sorunlara ilişkin çözüm<br />
önerilerinin belirlenmesi amacıyla öğretmenlerimize<br />
ve öğrencilerimize birer<br />
anket uygulamaya karar verdik.<br />
10 <strong>İl</strong>çeden 10 Okul<br />
Anketi uygulamak üzere, sosyo-ekonomik<br />
düzey, kültürel çevre vb. kriterler<br />
göz önünde bulundurularak Anadolu ve<br />
Avrupa yakalarından 5’er olmak üzere<br />
10 ilçeden 10 farklı okul tespit ettik.<br />
Dersi hali hazırda uygulayan 3, 4 ve 5.<br />
sınıf öğretmenleri ile bu sınıflarda okuyan<br />
10’ar öğrenciye ulaşmayı hedefledik.<br />
Toplamda 120 öğretmen ve 300 öğrenciye<br />
anket uyguladık.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Her Sınıfta Olmalıdır<br />
Ankete katılan öğretmenlerin hemen<br />
hemen tamamı (%95) “<strong>İstanbul</strong>” ko-<br />
nulu bir dersin mutlaka olması gerektiğini<br />
ve bu dersin 3, 4, ve 5. sınıfta okutulmasının<br />
uygun olacağını (% 80)<br />
belirttiler. “<strong>İstanbul</strong> dersi haftada kaç<br />
ders saati olursa hedefine ulaşır?” sorusuna<br />
ise öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu<br />
(%70) haftada 1 saat cevabını<br />
verdi.<br />
“Öğrencileriniz <strong>İstanbul</strong>lu olmanın farkındalar<br />
mı?” sorusuna verilen cevaplar<br />
da manidardı. Sosyo-ekonomik ve kültürel<br />
düzeyi yüksek bölgelerden ağırlıklı<br />
olarak “Evet” cevabı gelirken daha dezavantajlı<br />
bölgelerde görev yapan öğret-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
İSTANBUL DERSİ UYGULAYICI VE<br />
ÖĞRENCİ ANKETLERİ SONUÇLARI<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programını geliştirme komisyonu olarak programın uygulama sürecinde yaşanabilecek<br />
sorunların ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla öğretmenlerimize ve<br />
öğrencilerimize birer anket uygulamaya karar verdik. Dersi hali hazırda uygulayan 3, 4 ve 5. sınıf öğretmenleri<br />
ile bu sınıflarda okuyan 10’ar öğrenciye ulaşmayı hedefledik. Toplamda 120 öğretmen ve 300<br />
öğrenciye anket uyguladık.<br />
Nisan / 2011<br />
menlerimiz “Hayır” cevabını verdi.<br />
“Evet” cevabı veren öğretmenlerimize<br />
göre öğrenciler;<br />
• <strong>İstanbul</strong>’u seviyorlar. <strong>İstanbul</strong>’un imkânlarını<br />
biliyorlar.<br />
• Özellikle bu yıl tarihi mekânları ve<br />
doğal güzellikleriyle <strong>İstanbul</strong>’u çok iyi<br />
tanıdılar.<br />
• <strong>İstanbul</strong> büyük bir şehir, çok çeşitli<br />
olaylar bilgiler elde ediyorlar.<br />
• Sürekli <strong>İstanbul</strong> anlatılıyor. TV’den izleniyor.<br />
• Şehirde yaşamanın farkındalar. Belli<br />
kurallara uyuyorlar.<br />
19
20<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
“Hayır” diyen öğretmenlerimiz ise cevaplarında<br />
şu gerekçeleri ileri sürdüler:<br />
• <strong>İstanbul</strong>’da yaşadıklarını düşünmüyorum.<br />
• <strong>İstanbul</strong> hakkında yeterli ve doğru bilgileri<br />
yok.<br />
• <strong>İstanbul</strong>’un her yerini görme imkanları<br />
yok.<br />
• Bulunduğumuz konum olarak <strong>İstanbul</strong>lu<br />
değiller.<br />
<strong>İstanbul</strong>’da Görülmesi Gereken <strong>İl</strong>k On<br />
Mekân<br />
Öğrencilerin şehirli ve <strong>İstanbul</strong>lu olma<br />
ile ilgili bilinç düzeylerini ölçen bu sorudan<br />
sonra ailelerin konuya yaklaşımlarının<br />
ne olduğunu belirlemek <strong>için</strong><br />
öğretmenlere, “Öğrencilerinizin aileleriyle<br />
birlikte <strong>İstanbul</strong>’un çeşitli mekânlarını<br />
(tarihi, doğal vb.) gezdiklerini<br />
düşünüyor musunuz?” sorusunu yönelttik.<br />
“Evet” cevabı veren öğretmenlerimiz<br />
öğrencilerinin “aileleriyle birlikte fırsat<br />
buldukça gezdiklerini”, “<strong>İstanbul</strong>’un güzelliklerini<br />
duymak yerine yaşamaları<br />
gerektiğini”, “<strong>İstanbul</strong> dersinde konuşurken<br />
gezdikleri gördükleri mekânları<br />
anlattıklarını” ifade ettiler.<br />
Daha dezavantajlı bölgelerden gelen<br />
“Hayır” ağırlıklı cevapların gerekçelerinde<br />
ise öğretmenlerimiz “ailelerin<br />
çocuklarına yeteri kadar zaman ayırmadıklarını”,<br />
öğrencilerin “<strong>İstanbul</strong>’un<br />
tarihi güzelliklerini daha çok okul gezileriyle<br />
tanıma fırsatı bulduklarını”, “ailelerin,<br />
tarihi ve doğal güzelliklere<br />
bakışta bilinçsiz olduklarını, bu tür mekanları<br />
sadece piknik yeri olarak düşündüklerini”,<br />
“ekonomik imkânlarının<br />
yetersiz olduğunu” vurguladılar.<br />
Öğretmenlerimize “Öğrencilerinizin <strong>İstanbul</strong>’u<br />
tanımaları <strong>için</strong> bugüne kadar<br />
hangi etkinlikleri gerçekleştirdiniz?”<br />
şeklinde bir soru da yönelttik. Ankete<br />
verilen cevapları okuduğumuzda öğretmenlerimizin<br />
<strong>İstanbul</strong>’u öğrencilerine<br />
tanıtmak amacıyla birçok etkinlik yapmaya<br />
arzulu oldukları sonucuna ulaştık.<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi kitabının kapağı <strong>için</strong><br />
bir resim çiziniz.<br />
Ece Seviş / 4-A / Okçu Musa İ.O.<br />
Serdar Dindar / 5-A / Enka Okulları<br />
Zehra Talan / 5-B / Okçu Musa İ.O.<br />
Onur Ergenç / 5-A / Bahariye İ.O.<br />
Marmara Denizi’nde vapur Kız Kulesi’nin<br />
yakınından geçiyor. Ağzında bir<br />
parça simitle martı <strong>İstanbul</strong>’un eşsiz<br />
manzarasına uçuyor.<br />
Nisan / 2011<br />
“Engelleri aşarız, biz bu dersi yaparız.”<br />
diyen öğretmenlerimiz “<strong>İstanbul</strong>’un tarihi<br />
mekânlarını ve doğal güzelliklerini<br />
görmeleri amacıyla kısıtlı imkânlara rağmen<br />
geziler düzenlediklerini”, bazıları<br />
“<strong>İstanbul</strong> derslerinde internetten <strong>İstanbul</strong>’u<br />
tanıttıklarını, gidilemeyen yerlerin<br />
görsellerinden faydalanarak <strong>İstanbul</strong> tanıtmaya<br />
çalıştıklarını” belittiler. Bunlara<br />
ek olarak “araştırma ödevleri vermek”,<br />
“pano çalışması yaptırmak”, “<strong>İstanbul</strong>’u<br />
tanıtan kartpostal sergisi düzenlemek”,<br />
“<strong>İstanbul</strong>’u anlatan kitapları <strong>okumak</strong>”<br />
gibi etkinlikler de gerçekleştirdiklerini<br />
ifade ettiler.<br />
Öğretmenlerimizin “<strong>İstanbul</strong> dersinin<br />
kapsamında aşağıdaki ünite başlıklarına<br />
ek olarak en az 2 ünite adını yazınız.”<br />
şeklindeki talebimize verdikleri cevaplar<br />
da ilginçti: “Bir yabancıya <strong>İstanbul</strong>’u<br />
nasıl gezdiririm?”, “Yabancıya gösterilmesi<br />
gereken ilk on mekân”, Mevsimlere<br />
göre <strong>İstanbul</strong> turları”, “Doğal güzellikleri<br />
koruma yolları” bu başlıklardan sadece<br />
birkaçıydı.<br />
Gezilerde Rehber Olmalı<br />
“<strong>İstanbul</strong> dersinde öğrencilerinizin<br />
<strong>İstanbul</strong>’u tanımaları <strong>için</strong> hangi yöntemleri<br />
kullanırsınız?” sorusuyla öğretmenlerin<br />
sosyal etkinlik dersinde<br />
<strong>İstanbul</strong> dersi <strong>için</strong> uyguladıkları veya<br />
uygulamayı planladıkları yöntemleri belirtmelerini<br />
istedik. Öğretmenlerin yetkin<br />
bir şekilde yöntemler uyguladıklarını<br />
ve uygulamayı planladıklarını tespit<br />
ettik. Teklif edilen yöntemlere gelince bir<br />
ders kitabı hazırlanması gerektiği en<br />
önemli istek olarak ortaya çıktı. Buna ek<br />
olarak “araştırma, hikâyeleştirme” çalışmaları,<br />
“gezi”, “tarihi mekân maket<br />
çalışması”, “müzikli tanıtım”, “görsel<br />
materyallerden yararlanmak”, “tarihi<br />
mekânların ve doğal güzelliklerin slaytlarla<br />
gösterimi”, “çizgi film”, “poster<br />
çalışması” gibi yöntemlerin önerildiği<br />
belirledik.<br />
“<strong>İstanbul</strong> dersi <strong>için</strong> ders kitabı dışında<br />
hangi araç gereçlere ihtiyaç duyarsınız?”
Akademisyenler, sivil toplum çalışanları, program geliştirme uzmanları ve farklı<br />
disiplinlerde öğretmenlerden oluşan komisyon üyeleri: Cengiz Şimşek, Yrd. Doç.<br />
Dr. İbrahim Hakan Karataş, Filiz Göktürker, Ayşegül Gökmener, Özlem Konak,<br />
Meltem Ceylan Alibeyoğlu, Nilay Yılmaz, Şerife Ertuğrul, Nihat Kavçın, Mahmut<br />
Aytekin, Cevdet Bayram<br />
sorusuyla öğretmenlerin ihtiyaç duydukları<br />
ders materyalinin neler olabileceğini<br />
sorduk. Öğretmenlerimiz ağırlıklı<br />
olarak görsel ve işitsel materyallerin ve<br />
özellikle interaktif yazılımlar ve oyunlar<br />
hazırlanması gerektiğini belirttiler.<br />
<strong>İstanbul</strong> dersi işlenirken ne tür sorunlar<br />
yaşayacağınızı düşünüyorsunuz? Bu<br />
sorunlara çözüm önerilerinizi yazınız.”<br />
sorusuna verilen cevaplar da şöyleydi:<br />
• Belirli bir programın ve kılavuz kitabının<br />
hazırlanması,<br />
• Geziler <strong>için</strong> izinlerin okul/ilçe idarelerinden<br />
alınmasında karşılaşılan zorlukların<br />
giderilmesi,<br />
• Gezilerin maliyetlerin vb. etkinliklerin<br />
azaltılmasında belediye gibi kamu kuruluşlarının<br />
imkanlarının seferber edilmesi,<br />
özel kuruluşların sponsorluk<br />
yoluyla destek vermesi,<br />
• Gezilerin rehber eşliğinde yapılmasının<br />
sağlanması.<br />
Öğrencilerin Gözünden <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
“<strong>İstanbul</strong>’da nereleri gezip gördünüz?”<br />
sorusuna ise ağırlıklı olarak “Boğaz Köprüsü”,<br />
“<strong>İstanbul</strong> Surları” ve “Kız Kulesi”<br />
cevaplarının gelmiş olması öğrencilerimizin<br />
<strong>İstanbul</strong>’u tanımaları <strong>için</strong> daha<br />
fazla çalışma yapmamız gerektiğini<br />
açıkça ortaya koydu. “<strong>İstanbul</strong>’da neler<br />
yapmak istersiniz? (Birden fazla seçenek<br />
işaretleyebilirsiniz.)” sorusunu öğrencilerimiz<br />
ağırlıklı olarak “müze gezmek”<br />
(% 85), “konsere gitmek” (% 85), “kütüphaneye<br />
gitmek” (% 80) ve “sinemaya<br />
gitmek” (% 50) şeklinde cevap verdiler.<br />
Öğrencilere uygulanan anketin en çarpıcı<br />
sonucu ise “<strong>İstanbul</strong> ile bilgileri nereden<br />
öğrendiniz? (Birden fazla seçenek<br />
işaretleyebilirsiniz.)” sorusuna verdikleri<br />
cevaplardı. Öğrencilerimizin büyük çoğunluğu<br />
<strong>İstanbul</strong> ile ilgili bildiklerini<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
“okul”dan ve “televizyon”dan öğrendiklerini<br />
belirttiler. Bu cevaplar <strong>İstanbul</strong><br />
dersinin ne kadar gerekli ve acil bir ihtiyaç<br />
olduğunun en belirgin işareti olarak<br />
değerlendirildi.<br />
Öğrencilerimize uyguladığımız anketin<br />
son sorusu <strong>İstanbul</strong> Dersi kitabının kapağına<br />
bir resim yapınız. Ne çizdiniz?<br />
Anlatınız.” şeklindeydi. Yapılan resimleri<br />
incelediğimizde en çok Boğaz Köprüsü<br />
ve <strong>İstanbul</strong> Boğazı’nı, Kız Kulesi, Topkapı<br />
Sarayı, Ayasofya Müzesi, Doğal<br />
Güzellikler, Gülhane Parkı, Marmara<br />
Denizi, denizde vapurlar çizildiğini fark<br />
ettik. Bir öğrencimiz “çokca ev resimli<br />
kapak yapardım” dedi. “Kadıköy nostaljik<br />
tramvayını”, “otoban, yol, çok araç ve<br />
yoğun trafik”, “bol çiçekli bir resim”<br />
“Turist” ve “Haydarpaşa Garı” gibi resimler<br />
yapanlar da oldu.<br />
Anket sonucunda öğretmenlerin ve öğrencilerin<br />
görüşleri ile Komisyonumuzun<br />
tespit etmiş olduğu <strong>İstanbul</strong> Dersi<br />
Öğretim Programının içeriğinin büyük<br />
oranda örtüştüğünü fark ettik. Anketlerde<br />
dile getirilen farkı öneri ve görüşleri<br />
de programa yansıttık.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi Öğretim Programı<br />
Geliştirme Komisyonu<br />
21
22<br />
Röportaj<br />
İSTANBUL DERSİ’Nİ<br />
YÜREKTEN DESTEKLİYORUM<br />
Röportaj: Bülent PARLAK<br />
Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden, hem ülkemizin, hem bütün insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />
Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını yürekten destekliyorum. Ama bu dersin ilginç, merak yüklü ve<br />
eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong> gizemler, tarihi ve kültürel<br />
zenginliklerle dolu bir şehir.<br />
Ahmet Bey, özgeçmişinizi okuduğumuzda<br />
Antep hudutları <strong>için</strong>de dünyaya<br />
geldiğinizi görüyoruz. Sonra <strong>İstanbul</strong>’da<br />
Siyasal Bilgiler Fakültesi, sonra Moskova…<br />
Bize Antep’ten <strong>İstanbul</strong>’a gelişinize<br />
dair birkaç şey söyler misiniz?<br />
Çünkü artık Antepli olmaktan çok <strong>İstanbul</strong>lu<br />
olarak biliniyorsunuz… Ne<br />
düşünürdünüz Antep’te iken <strong>İstanbul</strong>’a<br />
dair?<br />
<strong>İstanbul</strong> renkli, büyüleyici, ilginç ama<br />
aynı zamanda korkutucu bir şehir olarak<br />
görünürdü gözüme, ben Gaziantep’te<br />
yaşarken. Bu izlenimim<br />
<strong>İstanbul</strong>’a geldiğim ilk üç ay boyunca<br />
da sürdü. Nerede Antep’in sakin sokakları,<br />
caddeleri, nerede Sirkeci’deki,<br />
Taksim’de çalkalanan kalabalık. Kendimi<br />
insandan bir girdabın <strong>için</strong>e düşmüş<br />
gibi hissediyordum. Doğduğum<br />
şehre gitmek <strong>için</strong> sömestr tatilini iple<br />
çekiyordum. Sonunda o gün geldi.<br />
Yirmi saatlik zorlu bir yolculuğun ardından<br />
çocukluğumun şehrine vardım.<br />
Otobüsten indiğimde toprağı öpme-<br />
mek <strong>için</strong> kendimi güç tutuyordum.<br />
Gözlerim nemlenmiş sokaklara, evlere,<br />
parklara bakıyordum. Ama bu durum<br />
üç gün sürdü. Üç gün sonra acayip bir<br />
özlem hissettim içimde. Evet yanılmadınız,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u özlüyordum. Çocuk-<br />
Nisan / 2011<br />
luğumun masum kenti artık bana<br />
küçük geliyordu. Böylece <strong>İstanbul</strong>’la<br />
sevdalandığımı anladım.<br />
Ben şöyle düşünüyorum: <strong>İstanbul</strong>lu olmanın<br />
tek dezavantajı hemşerisiz kalmak.<br />
Her şehirden insanın hemşerisi<br />
oluyor ama <strong>İstanbul</strong>lu olanın hemşerisi<br />
olmuyor. Ne diyeceksiniz bu konuda?<br />
Aslında ben kendimi şanslı sayıyorum.<br />
Çünkü <strong>İstanbul</strong>’u çok sevmeme rağmen<br />
Antep’le bağım hiçbir zaman<br />
kopmadı. Antep’e duyduğum sevgiyi,<br />
oranın özgün kültürünü korumaya çalıştım.<br />
Yılda en az iki kez Antep’e giderim.<br />
Ailemin büyük bir bölümü<br />
orada yaşar, eski arkadaşlarımla bağımı<br />
hiçbir zaman yitirmedim. Bu anlamda<br />
iki şehirli olduğumu söyleyebilirim;<br />
Antepli ve <strong>İstanbul</strong>lu. Tabi bu iki kültürün<br />
benim yazarlık sürecimi de yakından<br />
etkilediğini belirtmeliyim. İşin<br />
güzel tarafı hem has <strong>İstanbul</strong>lular, hem<br />
has Antepliler bana sahip çıkar, destek<br />
verir, çalışmalarımda yardımcı olurlar.
İki kültürlülük de ayrıca çok güzel bir<br />
durum.<br />
Biz <strong>İstanbul</strong> Kültür ve <strong>Eğitim</strong> Dergisi’nin<br />
bu sayısını <strong>İstanbul</strong>’a ayırdık sadece.<br />
<strong>İstanbul</strong>’u etraflıca tanıtan bir<br />
dergi olacak inşallah. Röportajı kiminle<br />
yapalım diye düşünürken aklımıza<br />
hemen siz geldiniz. Çünkü <strong>İstanbul</strong><br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> olarak bu sene Dersimiz<br />
<strong>İstanbul</strong> diye bir ders kondu müfredata<br />
ve bayağı da ilgi gördü bu fikir.<br />
Dersimiz <strong>İstanbul</strong> adlı proje hakkında<br />
neler söylemek istersiniz?<br />
Son derece doğru ve yerinde bir<br />
karar. <strong>İstanbul</strong>, sadece ülkemize ait<br />
bir değer değil. <strong>İstanbul</strong>’dan ya da<br />
eski isimleriyle Byzantion’dan, Konstantinopolis’ten<br />
ya da Kostantinniye’den<br />
bahsetmeden insanlık tarihini<br />
yazamazsınız. Gerek Roma imparatorluğu<br />
döneminde, gerek Osmanlı<br />
İmparatorluğu döneminde, dünya<br />
bu şehirden yönetilmiştir. Bir anlamda<br />
dünyanın merkezi olmuştur.<br />
Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden,<br />
hem ülkemizin, hem bütün<br />
insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />
Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını<br />
yürekten destekliyorum.<br />
Ama bu dersin ilginç, merak yüklü<br />
ve eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen<br />
her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong><br />
gizemler, tarihi ve kültürel zenginliklerle<br />
dolu bir şehir.<br />
Ahmet Bey, son kitabınıza gelelim… <strong>İstanbul</strong><br />
Hatırası adlı kitabınızın başında<br />
teşekkür kısmında epeyce bir isim yer alıyor.<br />
Sanırız <strong>İstanbul</strong> Hatırası’nı hazırlarken<br />
<strong>için</strong>deki bilgilerin gerçekliğine<br />
sadık kalmak istediniz. Zor olmadı bu<br />
kadar isimle çalışmak romanı hazırlarken?<br />
<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nı yazarken iki türlü<br />
mutluluk yaşadığımı söyleyebilirim.<br />
<strong>İl</strong>ki yazmanın mutluluğu, ikincisi öğ-<br />
renmenin mutluluğu. Evet, 2700 yıllık<br />
bir kentin tarihini, bir romanın ana<br />
konusu haline getirmik hiç de kolay<br />
olmadı. Ama çok zevkli bir uğraştı.<br />
Bilmediğim o kadar çok şey öğrendim<br />
ki, merakım iyice kabardı. Farklı bilgilere<br />
ulaşmanın verdiği heyecan, yazma<br />
<strong>İstanbul</strong> çok kültürlü, çok inançlı, çok<br />
uluslu bir kent. İnanılmaz bir kültürel<br />
zenginlik ve kültürel karmaşa var.<br />
Bir yazar <strong>için</strong> bulunmaz malzemedir<br />
bu. Deyimimi bağışlayın bir tür insanlık<br />
laboratuarı. Ancak sözünü ettiğiniz<br />
yazarlardan bir farkım var<br />
benim.<br />
isteğimi iyice kamçıladı. Şunu da itiraf<br />
etmeliyim ki, öğrendiğim bilgilerin<br />
ancak yarısını bu romanda kullanabildim;<br />
çünkü üzerinde çalıştığım metin<br />
bir romandı, daha fazla bilgi vermek<br />
didaktizme düşmeme yol açabilirdi.<br />
Birlikte çalıştığım değerli bilim adamlarına<br />
gelince, onlara şükran borçlu-<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
yum. Bana her zaman yardım ettiler.<br />
Çok değerli zamanlarını bana ayırmaktan<br />
vazgeçmediler. Bu romanın<br />
oluşmasında önemli bir rol oynadılar.<br />
Bir romanda maktul varsa orada güvenlik<br />
güçleri de vardır. Polisiye roman yazıyorsunuz<br />
ve bunu 12 Eylül<br />
İhtilaline bağlıyorsunuz. Bu gerilimde<br />
sizi çeken yönler nelerdir?<br />
“Yazarın üslubunu belirleyen şey, kişisel<br />
yaşamıdır” derler. Ben 12 Eylül<br />
darbesinin öncesinde ve sonrasında<br />
aktif bir politik yaşamın <strong>için</strong>deydim.<br />
Haliyle, bu oldukça riskli bir yaşam<br />
sürmeme yol açıyordu. Her öldürülme,<br />
yaralanma ve tutuklanma<br />
tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Yazmaya<br />
başlayınca da öykülerim hep<br />
gerilim içeren metinler olmaya başladı.<br />
Yani polisiye ya da gerilim yazmaya<br />
ben karar vermedim, adeta<br />
yaşadığım hayat beni buna itti. Eşyanın<br />
tabiatına uygunluk da diyebiliriz.<br />
Böyle metinler yazmaktan zevk<br />
aldığımı fark edince, o zaman bu<br />
işin en iyisini yapmalıyım diye<br />
düşündüm. Yani Batı taklidi, ABD<br />
şablonu polisiyeler değil, kendi kültürümüzden<br />
yola çıkarak, bize özgü<br />
romanlar yazmayı amaçladım. Bu<br />
süreç ilerlerken, ülkemizin muhteşem<br />
tarihini keşfettim ve romanlarımın<br />
arka planına bu tarihi<br />
yerleştirmeye başladım. Ülkemizin baş<br />
döndürücü tarihini ve kültürünü romanlarımın<br />
vazgeçilmez unsuru haline<br />
getirdim.<br />
Peyami Safa, Agatha Christie, Edgar<br />
Allen Poe ve birçok isim daha polisiye romanlar<br />
yazmış. Sanırız polisiye romanların<br />
adrenalini oldukça çok ve yazanı<br />
da etkiliyor. <strong>İstanbul</strong> çok mu yakışıyor<br />
polisiye romanlara?<br />
<strong>İstanbul</strong> çok kültürlü, çok inançlı, çok<br />
uluslu bir kent. İnanılmaz bir kültürel<br />
23
24<br />
zenginlik ve kültürel karmaşa var. Bir<br />
yazar <strong>için</strong> bulunmaz malzemedir bu.<br />
Deyimimi bağışlayın bir tür insanlık<br />
laboratuarı. Ancak sözünü etiğiniz yazarlardan<br />
bir farkım var benim. Polisiye<br />
benim <strong>için</strong> katilin kim olduğunu<br />
bulmak <strong>için</strong> yazılan bir metin değildir.<br />
Hayır, benim romanlarımda cinayet,<br />
tıpkı Shakspeare gibi, Dostoyevski gibi<br />
insanı anlatmanın, insan ruhunu açığa<br />
çıkarmanın bir yöntemidir. Bu nedenle<br />
romanlarımda, sözünü ettiğiniz yazarların<br />
kurgularından yararlanmakla birlikte<br />
asıl amacım, insan nedir, yaşamın<br />
anlamı var mıdır, inançla insan arasındaki<br />
ilişki ne olmalıdır gibi evrensel soruları<br />
tartışmayı amaçlarım.<br />
Şu an okuduğum bir kitap var. Çağrı<br />
Yayınları’ndan çıkan Fatih Kerimi’nin<br />
<strong>İstanbul</strong> Mektupları diye. Trablusgarp<br />
dönemine ait <strong>İstanbul</strong>’u anlatıyor. Her<br />
dönem yeni bir polisiye dönem demek<br />
belki de. Hangi dönemin <strong>İstanbul</strong>’unda<br />
bir polisiye yazmak isterdiniz? Mesela yeniçeriler<br />
ayaklanırken bir zabit romanı<br />
olabilir mi? Cinayet mahallinde temiz<br />
kalmış birileri belki olabilir çünkü…<br />
<strong>İstanbul</strong>’da üç ayrı dönemde geçen, üç<br />
ayrı polisiye metin yazmak isterdim.<br />
<strong>İl</strong>ki, Jüstinyen zamanındaki Nika ayaklanması,<br />
ikincisi, Fatih döneminden<br />
yaşanmış bir cinayeti anlatmak, üçüncüsü<br />
ise İttihat ve Terakki dönemi. Bu<br />
üç dönemde yaşananlar, doğrudan bu<br />
kentin tarihiyle ilgilidir. Yaşanan politik<br />
olaylar doğrudan kentin dokusuna,<br />
oluşumuna etki yapmış, tarih kadar,<br />
kenti de değitirmiştir. Elbette, cinayet<br />
mahallinde temiz kalmış birileri hep<br />
olacaktır. Ama cinayetleri aydınlatmak<br />
<strong>için</strong> temiz kalmak yetmez, cesaret ve<br />
zekâ da gerekecektir.<br />
Hani insan daha çok kendini yazarmış<br />
ya Ahmet Bey, sizin suça bir meyiliniz<br />
mi var ki polisiye ile bu kadar içli-dışlısınız?<br />
Hangimiz suça meyille değiliz ki? İnsanın<br />
<strong>için</strong>de iyi ile kötü, güzel ile çirkin,<br />
kahraman ile korkak, yüce olanla,<br />
aşağı olan hep çatışagelmiştir. Önemli<br />
olan ruhumuzdaki bu kavgada iyinin,<br />
güzelin, kahramanın, yüce olanın muzaffer<br />
olmasını sağlamaktır. Bunun da<br />
ilk koşulu kendimizi tanımaktan geçer.<br />
Eğer <strong>için</strong>izdeki kötülüğün ya da korkaklığın,<br />
çirkinliğin ayırdına varmaz-<br />
Nisan / 2011<br />
sanız olumlu yönde değişimi gerçekleştirmeniz<br />
zor olacaktır. Romanlarımı<br />
yazarken de insan ruhunun bu çok yapılı<br />
halini anlatmayı seçerim. Çünkü<br />
salt iyilikten ya da salt kötülükten oluşan<br />
bir insan yoktur. İyi polisiye<br />
roman, kendimizle yüzleşmemizi sağladığı<br />
<strong>için</strong>, içimizdeki olumsuzluklarla<br />
mücadelemizde de bize çok yardımcı<br />
olur. Kendisinin iyi olduğunu zanneden<br />
kötü bir insanın düzelmesi oldukça<br />
zordur.<br />
Tekrar son kitabınıza dönmek istiyorum.<br />
<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda yer alan kahramanlar<br />
kimler, kime benziyorlar, nerede<br />
yaşıyorlar? Nedir <strong>İstanbul</strong>’la alıp veremedikleri?<br />
Romanda yer alan bir sahne<br />
benim gibi yırtık çorabını atamayan biri<br />
<strong>için</strong> oldukça enteresan geldi. Nevzat var,<br />
Nevzat’ın benimkine benzer her yeri dökülen<br />
bir otomobili var. Mesela o arabasını<br />
atamıyor.<br />
Romanımın ana kahramanlarının neredeyse<br />
tümü eski <strong>İstanbul</strong>lu. Ama romanın<br />
baş kahramanı <strong>İstanbul</strong>. Öteki<br />
kahramanlarımı, roman boyunca harekete<br />
geçiren de <strong>İstanbul</strong> sevdası. Günümüz<br />
dünyası, tam bir tüketim
toplumuna dönüştü. Vefa, sevgi, değerbilirlik,<br />
bunlar giderek yok oluyor.<br />
Yeni olan, olumlu ya da olumsuz olsun<br />
hemen eskinin yerini alıyor. Oysa her<br />
eski, olumsuz değildir, tabii her yeni de<br />
olumlu. <strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda biraz da<br />
bu anlayışı eleştirmek istedim. Üstelik<br />
<strong>İstanbul</strong> gibi hiç de yeni olmayan bir<br />
kentten yola çıkarak bu meseleyi tartışmak<br />
bana oldukça ilginç geldi. Evet,<br />
bizi biz yapan aynı zamanda yaşadığımız<br />
şehirdir, oturduğumuz evdir, gezdiğimiz<br />
sokaklardır, eşyalarımızdır.<br />
Onların değerini bilmemek, belki de<br />
kendi yaşamımızın değerini bilmemek<br />
anlamına gelecektir.<br />
<strong>İstanbul</strong>’da yedi rakamının büyük önemi<br />
var: Yedi tarihi mekân, yedi cinayet ve<br />
tarihi yarımada... ‘Son romanınızda da<br />
yediye olan vurgu oldukça göze çarpıyor.<br />
Nedir 7?<br />
Yedi, Pisagor öğretisindeki önemli rakkamlardan<br />
biridir. Tamamlanmışlığı,<br />
olgunlaşmışlığı, hazır olmuşluğu, sürecin<br />
tamamlanmış olduğunu anlatır. Bu<br />
anlam, Roma İmparatorluğu’nda başkentlerinin<br />
yedi tepeli yerlerde seçilmesine<br />
neden olmuştur. Gerek Roma<br />
şehri, gerekse Konstantinopolis yedi tepeliydi.<br />
Her iki şehirde Roma İmparatorluğu’na<br />
başkentlik yapmıştı. Ama<br />
dünyanın farklı kültürlerinde de yedi<br />
rakkamı önemli anlamlar taşır. Romanlarımda<br />
gizemle, gerçeği kaynaştırarak<br />
okura meraka sürüklemeyi<br />
sevdiğimden bu türden sayısal anlamlara<br />
yer vermeyi tercih ediyorum.<br />
<strong>İstanbul</strong> Hatırası’nda adı geçen Nevzat’ı<br />
ben biraz da Muhsin Bey’e benzettim.<br />
Akrabalık var mı aralarında?<br />
Yerinde bir benzetme. Çünkü Başkomser<br />
Nevzat, Yavuz Tugrul’un ünlü<br />
filmi Muhsin Bey’deki başkarakterden<br />
etkilenerek oluşturduğum bir kahramandır.<br />
Bazı okurlarım, böyle polis mi<br />
Romanımın ana kahramanlarının neredeyse<br />
tümü eski <strong>İstanbul</strong>lu. Ama<br />
romanın baş kahramanı <strong>İstanbul</strong>.<br />
Öteki kahramanlarımı, roman boyunca<br />
harekete geçiren de <strong>İstanbul</strong><br />
sevdası. Günümüz dünyası, tam bir<br />
tüketim toplumuna dönüştü. Vefa,<br />
sevgi, değerbilirlik, bunlar giderek<br />
yok oluyor. Yeni olan, olumlu ya da<br />
olumsuz olsun hemen eskinin yerini<br />
alıyor. Oysa her eski, olumsuz değildir,<br />
tabii her yeni de olumlu.<br />
olur diye sorarlar. Benim idealimdeki<br />
polis tipi Nevzat’tır derim. Çünkü güce<br />
sahip olan kolluk kuvvetlerinin vicdan<br />
sahibi olmaları gerektiğine inanırım.<br />
Devletin silahını belinde taşıyanların,<br />
devletin sorgulama gücüne sahip olanların,<br />
bu toplumda herkesten fazla<br />
insaf ve insan sevgisine sahip olmaları<br />
gerekir. Adaletin sağlanması ancak<br />
böyle gerçekleşebilir diye düşünüyorum.<br />
Aksi takdirde gücün zulmüne<br />
tanık oluruz ki, bu adalet duygusunun<br />
tümüyle zedelenmesinden başka bir işe<br />
yaramaz.<br />
Ne demeli artık bilmiyorum da çok teşekkür<br />
ederim.<br />
Ben de size ve <strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
mensubu herkese teşekkür ederim…<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>İstanbul</strong> Hatırası’ndan<br />
Allah’ın evine bakıyordu Kanuni Sultan<br />
Süleyman, bir adım gerisindeydi Başmimar<br />
Sinan. Nefesini tutmuş, ne diyeceğini<br />
bekliyordu bu cihan padişahının. Nefesini<br />
tutmuştu ama içi kıpır kıpırdı. Dalgalı bir<br />
deniz gibi, rüzgarlı bir bahçe gibi, yağmura<br />
hazırlanan gökyüzü gibi. Hacı Bektaş<br />
Ocağı’na yüz sürdüğü ilk an gibi.<br />
Yeniçeri olup sefere çıktığı ilk gün gibi. Van<br />
denizinde yüzecek iç kadırgayı suya indirirken<br />
bir türlü geçmek bilmeyen zaman<br />
gibi. Yıllar sonra köyüne döndüğünde,<br />
ölmüş annesinden kalan buruk bir hatıra<br />
gibi.<br />
Allah’ın evine bakıyordu Süleyman. Kendi<br />
adıyla anılacak muhteşem tapınağa. Gökyüzüne<br />
nakşedilmiş gibi duran kutsal yapıya.<br />
Hanedanlığının ve hükümdarlığının<br />
eşsiz eserine. Allah’ın evinin kapısına bakıyordu<br />
Sultan. Cennet’i saklar gibi sımsıkı<br />
kapatılmış sedef kakmalı kanatlarına.<br />
Kanatları açacak anahtara bakıyordu.<br />
Kısmetli günleri muştulayan bir güvercin<br />
gibi konmuştu avuçlarına. Mimar Sinan’a<br />
bakıyordu Sultan. Mimar’ın başı öndeydi,<br />
bakışları yerde. Mimar el pençe divan durmuştu<br />
Sultan’ın bir adım gerisinde.<br />
Sinan’a bakıyordu Süleyman. Allah nasıl<br />
göğü yedi kat yaratmışsa, Allah nasıl hayatı<br />
yedi günde var etmişse, bu muhteşem<br />
ibadethaneyi yedi yılda tamamlayan<br />
adama. Sinan’a bakıyordu Süleyman.<br />
Kendisi gibi, kaderi bu saltanat tarafından<br />
yazılan kula. Sevdiği kadına külliye,<br />
ölmüş oğluna türbe, kızına camiler yapan<br />
mimara. Bu şehrin her köşesine cenneti<br />
çağrıştıran yapılar diken dehaya. Sinan’a<br />
seslendi Sultan: “Gel Mimarbaşı, bu<br />
anahtar senindir. Bina eylediğin Allah’ın<br />
evini, gönül temizliği ve dua ile yine senin<br />
açman gerekir.”<br />
25
26<br />
Deneme<br />
ŞEHRE BAKTIM:<br />
YENİKTİM, AKŞAMDI İÇİM<br />
Semih Kaplanoğlu<br />
Yönetmen<br />
Ben Sultan Mehmet, ikinci, yazgıma boyun eğdim, düşüme inandım, gençtim, aldı atım, tek hazinem<br />
mührümdü, harcadım, adımdan bir hisar yaptırdım, güç aldım, mührüme tırmandım, oradan şehre yüz<br />
üç kere baktım, önümde derya aktı, ben aktım.<br />
YAZGI<br />
Ben Sultan Mehmet, ikinci, yazgıma<br />
boyun eğdim, düşüme inandım, gençtim,<br />
aldı atım, tek hazinem mührümdü,<br />
harcadım, adımdan bir hisar yaptırdım,<br />
güç aldım, mührüme tırmandım, oradan<br />
şehre yüz üç kere baktım, önümde<br />
derya aktı, ben aktım.<br />
Ben Konstantin, şehrin sahibi, ülkenin<br />
imparatoru, bin yıllık kemiklerin koruyucusu,<br />
çanların, surların, kitapların,<br />
çocukların, limanların, tasvirlerin, mülklerin,<br />
suların, dikilitaşların, iki denizin<br />
savunucusu, yazgıma boyun eğdim, kapıları<br />
kapattım ve kilitledim ve çekildim,<br />
bir sabah, erguvanların açtığını gördüm,<br />
o gün kırk dokuz yaşında, surların dibinde,<br />
ilk Müslüman savaşçıları gördüm,<br />
namaz kılıyorlardı, okçularımı durdurdum,<br />
Tanrı’ya yakarışlarını izletirdim.<br />
Ben Konstantin.<br />
Ben Sultan Mehmet, otuz sekizinci gününde<br />
kuşatmanın, ateş ve kan, ölü atlar<br />
ve askerler, kırık toplar ve kalkanlar,<br />
delik zırhlar ve sönmüş mancınıklar,<br />
yanmış ağaçlar ve batmış kadırgalar, devrilmiş<br />
kazanlar ve kendini asmış paşalar,<br />
can çekişen köpekler ve yaralılar arasında<br />
elimde bir zambak dolaştım, kanlı toprağa<br />
baktım ve Allah’a yalvardım ve bir<br />
kuyunun başında lağımcılarıma şöyle<br />
dedim, bir de yeraltından deneyelim!<br />
Ben yorgun ve uykusuz ve lanetli Konstantin,<br />
ayaktayım dimdik; kadınları ve<br />
Nisan / 2011<br />
çocukları ve ihtiyarları saymazsak ayaktayız<br />
dimdik, bütün kandillerini yaktırdım<br />
Aya Sofya’nın, kulaklarımız<br />
toprakta, şehrin karnı patladı patlayacak,<br />
tüneller kazıyorlar gece boyu, seslerini<br />
işitiyoruz, kimi yerlerden bir anda ortaya<br />
çıkıyorlar cehennem zebanileri gibi, tünellere<br />
döktüğümüz kızgın yağda kavrulsalar<br />
da pes etmiyorlar, nihayet şafak<br />
vakti geri çekildiler, çanlar artık hiç susmuyor,<br />
ilahiler ve yaralılar, öksüzler ve<br />
keçiler, kargalar ve fareler, yeni doğmuş<br />
bebekler ve ölmek <strong>için</strong> yalvaran ihtiyarlar<br />
hiç susmuyor.<br />
Ben Sultan Mehmet, 28 Mayıs gecesi şehirden<br />
gelen sesleri şöyle susturdum: Ordugâhlarımın<br />
her bir çadırında iki ateş<br />
yaktırdım ve şehrin etrafını boydan boya<br />
alevlerle donattım, ateşlerin kızıllığında<br />
ak bir ata bindim ve yalnız ve zırhsız ve<br />
silahsız ve dik ve çıplak ayak, surlara dizilmiş<br />
Rum askerlerinin gözlerinin <strong>için</strong>e<br />
bakarak ve askerlerimin hayır dualarını<br />
alarak ve çığlıklardan bir orduyla akarak<br />
sur boyu dolandım, sustu çanlar, feryatlar,<br />
kuşlar, ilahiler, toplar, kalkanlar, zırh-
lar, taşlar, böyle bütün gece sabah ezanına<br />
kadar at sürdüm, göçebe nal seslerim<br />
yıkık sarayın avlularında çınladı ve<br />
Ayasofya’nın kubbesinde asılı kaldı.<br />
Ben suskun ve yenik ve umutsuz Konstantin<br />
nihayet onu gördüm, işittim;<br />
gençti, mağrurdu. kinliydi, yazgımı anladım<br />
ve dua etmeyi bıraktım ve 29<br />
Mayıs sabahı kartal işlemeli krepdöşin<br />
astarlı palaskası som altın imparatorluk<br />
elbisemi giydim ve sarayımın önünde<br />
onu bekledim, öğleden sonra şehre girdiler,<br />
etrafımdan geçip gittiler, Aya Sofya’nın<br />
kapılarını kırdıklarını işittiğimde<br />
ve onun atını kiliseye sürdüğünü<br />
haber aldığımda kendi işimi kendim<br />
gördüm; kanım maviydi.<br />
Ben Fatih Sultan Mehmet, muzaffer,<br />
cesur, gururlu padişah, şehri<br />
aldım ve onu aradım ve haber saldım<br />
ve haykırdım ve yalvardım;<br />
yoktu, bazıları kaçtığını, bazıları<br />
şehirde saklandığını, bazıları da savaşarak<br />
öldüğünü söylüyordu, gerçeği<br />
öğrenmek istediğimden üst<br />
üste yığılmış cesetlerin hepsinin<br />
yüzünü yıkattım, kimse onu tanımadı,<br />
sonunda pelerini altın kartallarla<br />
süslü ve altın palaskası ve<br />
sandaletleriyle bir ölü getirdiler, ayaklarımın<br />
dibine attılar ve elimin bir hareketiyle<br />
huzurumdan çekildiler, bir alıcı<br />
kuş gibi bekledim, sonra çevirip baktım,<br />
yüzünde zaferimi gördüm ve zambağımı<br />
çıplak göğsüne bıraktım ve onu kimsenin<br />
bilmediği bir yere kendi ellerimle<br />
gömdüm ve şehre baktım “yeniktim, akşamdı<br />
içim.”<br />
SIR<br />
Olay, 1993’ün Kasımı’nda bir gece şehrin<br />
kuzeybatı ucunda, bir parkta geçti.<br />
Öykünün kahramanına verdiğim söz nedeniyle<br />
bu anıyı üç yıl kendime sakladım.<br />
Zamanı gelene kadar susacak, sırrı<br />
kimseyle paylaşmayacaktım. Karşılığında<br />
o, dilediğim şeyi bulup getirecek<br />
ve sözleştiğimiz yere bırakacaktı. Üç yıl<br />
boyunca her sabah anlaştığımız gibi,<br />
güneş doğarken oraya gidip baktım. Nihayet<br />
geçenlerde Aşiyan çakarının dibinde<br />
beklediğim emaneti buldum.<br />
Dostum sözünü tutmuştu. Böylece aramızdaki<br />
sır, sır olmaktan çıktı, suskunluğum<br />
sona erdi. Şimdi bu öyküyü<br />
sizlerle paylaşacağım ama bir şartım var:<br />
Anlatacaklarımı kimseye anlatmayacak,<br />
bu kısa öyküyü okur okumaz unutacaksınız.<br />
Söz mü?<br />
O zaman dönelim üç yıl önceki geceye,<br />
gecenin şimdiki zamanına.<br />
Göksu Deresi’nden Boğaz’a doğru akan<br />
sis, geç saatlerin balıkçı sandallarını teker<br />
teker mideye indiriyor; sıranın kendilerine<br />
geleceğini anlayan köpekler sise dişlerini<br />
gösterip havlayarak kaçışıyor; iri<br />
boğaz fareleri su kesimindeki yuvalarından<br />
çıkıp rıhtıma yayılıyorlardı. Gece<br />
yaratıklarının ortaya çıkma saatleriydi.<br />
Yukarda Fikret’in evindeki büyük saat<br />
on ikiyi vurdu. Ölüler sonsuz uykularında<br />
sağdan sola döndüler ve aynı toprağı<br />
paylaştıkları ağaçları titrettiler,<br />
böylece son yapraklar da döküldü...<br />
İşte tam o sırada yakınımda hissettiğim<br />
tıkırtılarla irkildim ve dönüp baktım. Bir<br />
çöp toplayıcı parkın çöp kutularını karıştırıyor,<br />
işine yarayanları ayıklayıp arabasına<br />
atıyordu. Onu izlemeye<br />
koyuldum. Titizliği, çöpleri karıştırır-<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
kenki dikkati, ayırıp aldığı nesnelere gösterdiği<br />
özen ve hareketlerindeki yavaşlık<br />
ilgimi çekti. Bu arada o yanımdaki kutuya<br />
gelmiş, üstteki bira tenekelerini yavaşça<br />
öte yana itip elini derinlere<br />
daldırmış, ancak bir kasa hırsızının şifreyi<br />
çözerken göstereceği sabırla, elini<br />
sürdüğü her bir nesnenin çıkardığı tıkırtılara<br />
kulak kesilmiş, kendi esrarlı nesnesinin<br />
sesini bekliyordu.<br />
Derken onu buldu ve diplerden özenle<br />
çıkardı. Bu bir meyve suyu kutusuydu.<br />
Kutuyu inceledi, sağına soluna uzun<br />
uzun baktı, paketin alt kulakçıklarını<br />
açtı, kutunun üzerindekileri<br />
okudu ve nesneyi arabasına<br />
koydu. Sorumu duymamış gibi<br />
sessiz kaldı. Tekrarladım: “Niye<br />
sadece meyve suyu paketi topluyorsun?”<br />
Sürdürdüm: “Niye yalnızca<br />
o markayı ve o markanın<br />
sadece vişne suyu paketlerini?” Yakalanmıştı,<br />
şaşırdı. “Ben sadece<br />
toplayıcıyım. Bilmem. Bunun cevabını<br />
okuyucularla yazıcılar bir<br />
de yorumcular verebilir, ben konuşamam...”<br />
Hayretle “Okuyucular, yazıcılar,<br />
yorumlayıcılar mı? Sen ne diyorsun,”<br />
diyebildim. Sustu ve gitmeye davrandı.<br />
Önünü kestim. “Anlatsana şunu,<br />
bana güvenebilirsin,” dedim. “Niye,”<br />
dedi ve devam etti: “Çöp toplayıcıların,<br />
yazıcı, okuyucu ve yorumcuların evlerine<br />
baskınlar yapılır, onlarca yılın emeği<br />
yargısız infazlarla yok edilirken mi?”<br />
“Benden bir zarar gelmez, hem ben<br />
de...” Sözümü kesti “Belli sen de bir<br />
okuyucu bir yorumcusun uğraşımı okudun..<br />
Ama bakalım iyi bir sırdaş mısın?”<br />
“Bunu anlamanın bir tek yolu var,”<br />
dedim. Yüzüme baktı ve sırrını açtı.<br />
Karşılaşmalar<br />
<strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
27
28<br />
Kim Ne Dedi?<br />
İSTANBUL DERSİ<br />
HAKKINDA KİM NE DEDİ?<br />
Bu kentin tarihini, kültürünü bilmeden, hem ülkemizin, hem bütün insanlığın serüvenini kavrayamazsınız.<br />
Bu anlamda <strong>İstanbul</strong> dersi konulmasını yürekten destekliyorum. Ama bu dersin ilginç, merak yüklü ve<br />
eğlenceli olması <strong>için</strong> elden gelen her çaba gösterilmelidir. Çünkü <strong>İstanbul</strong> gizemler, tarihi ve kültürel<br />
zenginliklerle dolu bir şehir.<br />
Sebahattin YAĞCI<br />
Mehmet Rauf Lisesi Müdürü<br />
<strong>İstanbul</strong>’u geleceğimizin teminatı gençlere,<br />
çocuklara derslerle öğretmek tek<br />
çözüm yoludur. <strong>İstanbul</strong>’u sokak sokak,<br />
cadde cadde engin tarihiyle anlatmalıyız.<br />
<strong>İstanbul</strong>’u bilmeyen insan, bilmediği<br />
şeyi sevemez. İnsan bilmediğinin düşmanıdır.<br />
<strong>İstanbul</strong>’u ne kadar güzel ne<br />
kadar çok anlatabilirsek o derece bilinir<br />
ve sevilir. <strong>İstanbul</strong> ne kadar çok sevilirse<br />
o kadar korunur güzellikleri zenginleştirilerek<br />
devam eder, hayranları ve aşıkları<br />
artar. <strong>İstanbul</strong> hepimizin, <strong>İstanbul</strong> sadece<br />
Türk öğrencilere değil <strong>İstanbul</strong>’a<br />
eğitim almaya gelen yabancı öğrencilere<br />
de, onlara da hitap eden İngilizce, Rusça,<br />
Çince v.b. dillerde anlatılmalıdır. <strong>İstanbul</strong>’a<br />
baktığımızda gözümüze olumsuz<br />
olarak görülen tüm manzaralar <strong>İstanbul</strong>’u<br />
bilmeyen, öğrenmek <strong>için</strong> merak<br />
bile etmeyen, <strong>İstanbul</strong>’u sevmeyen kişilerce<br />
oluşturulmuştur. Bu şekilde <strong>İstanbul</strong>’a<br />
sahip çıkmak mümkün değildir.<br />
Gençleri belirli yerlerin, Büyük alış veriş<br />
merkezlerinin dışına, yaşadığı semtin dışına<br />
çıkararak, <strong>İstanbul</strong>’u tarihi, kültürü,<br />
denizi ve değeri ile tanıtmalı, anlatmalı,<br />
zihinlerine nakşetmeliyiz. Bu bakımdan<br />
<strong>İstanbul</strong> dersi çok önemlidir bu projeyi<br />
düşünen ve hayata geçirenlere teşekkür<br />
ediyorum. <strong>İstanbul</strong>’u ancak <strong>İstanbul</strong>’u<br />
en iyi şekilde bilen, seven gençler koruyacak<br />
ve sahip çıkacaklardır.<br />
Ufuk DENİZLER<br />
Ahmet Keleşoğlu Anadolu Lisesi Müdürü<br />
Milletimiz tarafından fethedilen <strong>İstanbul</strong>,<br />
bu milli mührün basıldığı en<br />
önemli coğrafyamızdır. Asırlardır mimarimizin<br />
muhteşem eserleriyle öylesine<br />
bizim olmuştur ki artık kimsenin <strong>İstanbul</strong><br />
üzerinde hak iddia etmesi mümkün<br />
Nisan / 2011<br />
değildir. İşte çocuklarımıza bu bilinci<br />
aşılayabilmemiz <strong>için</strong> “<strong>İstanbul</strong> Dersi”<br />
projesi çok önemli bir fırsat. <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong><br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğümüzün ilimiz<br />
genelindeki ilköğretim okullarında uygulamaya<br />
koyduğu bu proje sayesinde<br />
tüm çocuklarımıza <strong>İstanbul</strong>’un doğal güzellikleri<br />
yanında onu bizim yapan, <strong>İstanbul</strong><br />
üstündeki mührümüz özelliğini<br />
taşıyan mimari eserlerimizin tanıtılması<br />
gerekmektedir. Bu tanıtım sayesinde öğrencilerimize<br />
<strong>İstanbul</strong>’a sahip olma fikri<br />
çok daha etkili bir şekilde kazandırılabilir.<br />
<strong>İstanbul</strong>’un bazı bölgelerinde henüz<br />
<strong>İstanbul</strong> Boğazı’nı dahi görme fırsatını<br />
yakalayamamış öğrencilerimizin bulun-
duğu gerçeğini kabul ederek “ <strong>İstanbul</strong><br />
dersi” etkinlikleri biz öğretmenler tarafından<br />
titizlikle uygulanmalıdır. “<strong>İstanbul</strong><br />
Dersi” projesi kapsamında yapılacak<br />
etkinlikler bu bireylerin yetişmesinde<br />
çok önemli katkılar sağlayacaktır. Projeyi<br />
hayata geçiren <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğümüze teşekkürler.<br />
Ayhan Kurt<br />
<strong>Eğitim</strong> Bir Sen Üsküdar <strong>İl</strong>çe Başkanı<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü’nün<br />
son bir yılda uygulamaya koyduğu projeleri<br />
heyecanla takip ediyoruz. <strong>Eğitim</strong><br />
camiası olarak yapılan çalışmalardan<br />
umutluyuz. <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürü<br />
sayın Muammer Yıldız'ın akademik bilgisini<br />
pratiğe aktarmada son derece<br />
başarılı olduğu herkesin ortak görüşü.<br />
Bizler şehirlerin ruhunun olduğuna inanan<br />
bir medeniyetin temsilcileriyiz. <strong>İstanbul</strong>'un<br />
tarihi mirasının, dokusunun,<br />
güzelliklerinin çocuklarımıza öğretilmesi<br />
maksadıyla "<strong>İstanbul</strong> Dersi" uygulamasını<br />
başlatanları tebrik ediyorum.<br />
Hatice Özlem Başara<br />
Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu Öğretmeni<br />
<strong>İl</strong>köğretim çağındaki çocuklarımızın,<br />
kent kültürü bilincini geliştirmeleri, yaşadığımız<br />
şehrin tarihi ve kültürel zenginliklerini<br />
fark etmeleri adına önemli<br />
bir adım niteliğinde olan “<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin<br />
yararları şüphesiz çok büyük. Bu<br />
ders sayesinde öğrencilerimiz, medeni-<br />
yetlerin beşiği olan, doğup büyüdükleri<br />
<strong>İstanbul</strong>’un tarihi ve doğal güzelliklerini<br />
tanıma ve keşfetme olanağı buluyorlar.<br />
Öğrencilerimiz, özellikle <strong>İstanbul</strong>’un tarihine<br />
karşı çok ilgili ve meraklılar. Ders<br />
esnasında büyük bir sessizliğin hâkim<br />
oluşu bu durumun en büyük ispatı. Bu<br />
ders öğrencilerime <strong>İstanbul</strong>’un, gerçekte<br />
ne olduğunu fark ettirdi. Dersin belirli<br />
bir kitabı ve materyali de yok… Bu dersin<br />
kitabı <strong>İstanbul</strong>’ un kendisi. Bu ders,<br />
<strong>İstanbul</strong>’da yaşamak kadar <strong>İstanbul</strong>’u yaşamanın<br />
da ne demek olduğunu öğretiyor<br />
bize. Bu derste defter tutmuyoruz.<br />
Öğrencilerimin ders boyunca anlatılanları<br />
akıllarında ve gönüllerinde tuttuklarından<br />
eminim. Gözlerindeki pırıltıda<br />
bunu görebiliyorum çünkü. Onlar o<br />
minik elleri ve kocaman yürekleriyle<br />
şimdi “<strong>İstanbul</strong>” şiirleri yazıyorlar… <strong>İstanbul</strong>’a<br />
da bu yakışırdı zaten..<br />
Haydi çocuklar… Zil çaldı.<br />
Dersimiz <strong>İstanbul</strong>!<br />
Kayhan Acar<br />
Göçbeyli <strong>İl</strong>köğretim Okulu Öğretmeni<br />
Yaşadığımız şehre ait bu dersin konulması,<br />
öğrencilerin <strong>İstanbul</strong> gibi büyük<br />
bir şehri sadece sosyal bilgiler dersinde<br />
öğrenmesinin yeterli olmadığının bir<br />
göstergesiydi. Görerek öğrenmenin okuyarak<br />
öğrenmeden daha iyi bir öğretim<br />
metodu olduğu düşünüldüğünde dersin<br />
önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu<br />
noktada yapılması gereken en önemli iş<br />
bu dersi sınıftan çıkarıp <strong>İstanbul</strong> şehrine<br />
yaymaktır. Bir de bizim gibi <strong>İstanbul</strong>’un<br />
köylerinde yaşayan, köyden şehre inemeyen<br />
öğrencilerle ders yapan öğretmenler<br />
<strong>için</strong> iyi bir deneyim olacaktır.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Öğrencilerimizin <strong>İstanbul</strong>lu olduklarının<br />
farkına varabilmeleri <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong><br />
dersini çok önemli bir fırsat olarak görüyorum.<br />
Pakize Mutlu<br />
Öğretmen<br />
Bu yıl ilk kez “<strong>İstanbul</strong> Dersi Etkinlikleri”<br />
kapsamında öğrencilerimizin <strong>İstanbul</strong><br />
hakkında düşünmeleri sağlanıyor.<br />
Çocuklarımız bir yandan <strong>İstanbul</strong> ile ilgili<br />
somut özellikleri ifade ederlerken<br />
diğer yandan okudukları gördükleri eserlerin<br />
onlarda uyandırdıkları hislere ve<br />
düşüncelere ilişkin görüşlerini bildiriyorlar.<br />
Boğaz’ın, Kız Kulesi’nin, Surların<br />
eşsiz güzelliğinin tadına varılırken;<br />
öğrencilerimizin ulaşımın ne kadar karmaşık<br />
ve birbirine bağlı olduğunu kavramaları;<br />
hatta karmaşayı, kalabalığı,<br />
gürültüyü tüm varlıklarıyla hissederken<br />
bu devasa şehrin çok renkliliğini fark etmeleri<br />
sağlanıyor. <strong>İstanbul</strong>’u <strong>İstanbul</strong><br />
yapan özelliklerin başında, <strong>İstanbul</strong>’un<br />
zevk ve estetik uyandıran değerlerini<br />
çeşitli vesilelerle keşfederken, bu muhteşem<br />
şehrimizi anlatan, kültürünü yansıtan<br />
şarkıları öğrenip söylüyorlar… Bu yıl<br />
çocuklarımız “<strong>İstanbul</strong> 2010 Avrupa<br />
Kültür Başkenti” kapsamında <strong>İstanbul</strong><br />
Dersi etkinleri ile ülkemizin hem ekonomik<br />
hem kültür hayatının merkezi<br />
olan <strong>İstanbul</strong>’u ve <strong>İstanbul</strong>luyu öğreniyorlar.<br />
Bundan daha lüzumlu ne olabilir<br />
ki?<br />
29
30<br />
Kim Ne Dedi?<br />
Nil Didem Şimşek<br />
Edebiyat Öğretmeni<br />
Özellikle ilköğretim okullarında, öğrenciler<br />
kazanımları etkinlikler yoluyla edinirler.<br />
6, 7, ve 8. sınıf seviyesinde<br />
yapılacak her türlü verimli etkinlik, öğrencilerin<br />
beklenen davranışlara daha<br />
kolay ve sorunsuz ulaşmalarını sağlayacaktır.<br />
MEB, her ders <strong>için</strong> öğretim programı<br />
hazırlarken “ortak etkinlikler”<br />
oluşturabilir. Böylece, sayısal ve sözel<br />
ders öğretmenleri, ortak olan bu etkinlik<br />
alanlarından yola çıkarak, kendi dersinin<br />
müfredatına uyacak şekilde<br />
etkinlik geliştirebilirler.“<strong>İstanbul</strong> Dersi”<br />
de bu kapsamda ele alınabilir. İçinde yaşadığımız<br />
şehrin tarihî, mimarî, kültürel<br />
yapısı incelenebilir; bu amaçla projeler<br />
geliştirilebilir. Örneğin; matematik öğretmeni,<br />
bu şehirde yaşamış ünlü matematikçileri<br />
derslerinde araştırma ödevi<br />
olarak inceletebilir ya da fen bilgisi öğretmeni,<br />
<strong>İstanbul</strong>’da yaşamış önemli fizikçileri<br />
konu alan bir proje<br />
geliştirilebilir. Sosyal bilgiler öğretmeni,<br />
geçmişten günümüze <strong>İstanbul</strong>’da<br />
hangi oyuncakların kullanıldığı yönünde<br />
bir araştırma yaptırabilir ve bu konuda<br />
örnek bir ilçe olarak “Eyüp”ü seçebilir.<br />
Böyle bir rüya şehrin, yapılacak sayısız<br />
tabiri olduğunu düşünerek, Lâtîfî’den bir<br />
tabir de biz aktaralım:<br />
“İrem bağî budur dir her görenler<br />
Ki çıkmâk istemez ânâ girenler”<br />
Hilâl Sudenur Algül<br />
Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu - 3 / C<br />
Ben, dünyanın en güzel ve en özel şehrinde<br />
yaşıyorum. <strong>İstanbul</strong>, ülkemizin olduğu<br />
kadar tüm dünyanın beğenisini<br />
kazanmış büyülü bir şehir. <strong>İstanbul</strong>’ da<br />
gezilecek ve görülecek o kadar çok yer<br />
var ki. Her yeri tarihi eserler, camiiler,<br />
sanat eserleri ile dolu. <strong>İstanbul</strong>’ da gezmek<br />
benim en büyük zevkim. Okulumun<br />
adı Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu.<br />
Okulum, <strong>İstanbul</strong>’ un en nadide yerlerinden<br />
birinde bulunuyor. Boğaziçi’ ne<br />
çok yakın. <strong>İstanbul</strong>’umuzun kokusu da<br />
çok güzeldir. Bahar gelince her yer bin<br />
bir renk çiçeklerle bezeniyor. Turistlerin<br />
<strong>İstanbul</strong>’ da fotoğraf çektiklerini görmek<br />
beni çok mutlu ediyor. Bu durum çok<br />
hoşuma gidiyor. En çok Ortaköy’ü seviyorum.<br />
Çünkü kumpirleri çok lezzetli<br />
oluyor. Bu şehirde yaşamak insana<br />
büyük ayrıcalıklar kazandırıyor. Sanat ve<br />
tarihle iç içe yaşıyoruz bu büyülü şehirde.<br />
Gerçekten büyülü müdür bilmem<br />
ama ben aşığım <strong>İstanbul</strong>’a .<br />
Şenay Yıldırım<br />
Öğrenci<br />
Aslında sadece ders olarak işletilmekle<br />
kalınmamalı. Belki haftada bir ya da iki<br />
haftada bir tarihi yerle ki ''<strong>İstanbul</strong> başlı<br />
başına bir tarih'' gezdirilmeli. Zaten<br />
okullarda düzenlenmek istenen geziler<br />
zorunlu bürokratik işlemler nedeniyle<br />
zorlu ve bıktırıcı hal alıyor. Öğretmenlerde<br />
sorumluluk almak istemiyorlar<br />
fakat eğer devletin bünyesinde böyle bir<br />
Nisan / 2011<br />
düzenleme olursa öğretmenlerde çekinmez<br />
ve dersler nedeniyle gidilen geziler<br />
daha kolay hal alır bu da hem öğrenci<br />
hem de öğretmen açısından daha teşvik<br />
edici olur. Eğer <strong>İstanbul</strong> dersi okullarda<br />
işletilirse öğrenciler hem kültür mirasımıza<br />
yabancı olmayacaklar hem de üzerine<br />
gezi eklendiğinde belki de<br />
hayatlarındaki en stres siz ve en eğlenceli<br />
dersi işlemiş olacaklar. Açıkçası yedi tepe<br />
<strong>İstanbul</strong> un yeni nesle anlatmak isteyeceği<br />
çok şey var. Eminim çok yararlı ve<br />
eğlenceli bir ders olacak.<br />
Teoman Kaya Mercan<br />
Çengelköy <strong>İl</strong>köğretim Okulu<br />
Benim doğduğum, büyüdüğüm şehir <strong>İstanbul</strong>,<br />
eşi benzeri bulunmayan bir şehirdir.<strong>İstanbul</strong>,<br />
Türkiye’nin en büyük<br />
kenti, kültür ve sanat merkezidir. Tarih<br />
boyunca çeşitli medeniyetlere başkentlik<br />
yapmış bir şehirdir. Ayrıca, Asya ve Avrupa<br />
kıtalarını birleştirmesinden dolayı<br />
çok önemlidir. <strong>İstanbul</strong> tarih boyunca<br />
farklı kültürleri bir arada yaşatmış ve bu<br />
tarihi mirası bize emanet bırakmıştır.
Osmanlı Medeniyeti’nin en önemli eserleri,<br />
en tarihi yapıları, en kutsal emanetleri<br />
<strong>İstanbul</strong>’ da bulunmaktadır. Dünya<br />
ticaret yollarının üzerinde bulunması nedeniyle<br />
Ortadoğu ve Avrupa’ nın en<br />
önemli merkezleri arasındadır.<br />
Bu kadar özel ve doğa harikası olan bu<br />
şehirde yaşadığım <strong>için</strong> çok şanslıyım ve<br />
gururluyum. Ancak yaşanan çarpık kentleşme<br />
<strong>İstanbul</strong>’umuzu üzmektedir.<br />
Benim gibi, birçok çocuğun övünerek <strong>İstanbul</strong>’da<br />
huzur <strong>için</strong>de yaşaması <strong>için</strong> bu<br />
güzel şehrimizi koruyalım. İşte bendeki<br />
<strong>İstanbul</strong>… Sizdeki <strong>İstanbul</strong> nasıl?<br />
Cihan Güneş<br />
Habertürk Gazetesi Yazı İşleri<br />
‘<strong>İstanbul</strong> Dersi’ öğrenciler <strong>için</strong> şehre açılan<br />
bir pencere niteliğinde.<br />
Birçok insan, günlük rutinin karmaşasında<br />
koşuştururken başka hiçbir kent ile<br />
karşılaştırılamayacak kadar güzel ve etkileyici<br />
olan bu şehrin sesine kulak veremiyor<br />
maalesef. Bu kent, farklı kültürel<br />
mirasları içerisinde barındıran tarihsel<br />
dokusu, eşsiz sanatsal görselliğiyle herkesten<br />
önce üzerinde yaşayan insanların<br />
keşfini bekliyor bence.<br />
<strong>İstanbul</strong>’un Avrupa Kültür Başkenti olmasının<br />
hemen ardından ilköğretim öğrencileri<br />
<strong>için</strong> uygulamaya konulan<br />
‘<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin, genç dimağlar <strong>için</strong><br />
şehre açılan bir pencere olduğunu düşünüyorum.<br />
Öğrencilerin şehre yapacakları<br />
yolculuk; aynı zamanda kültüre,<br />
tarihe ve kendilerine yönelik olacak.<br />
Harun Karaburç<br />
Yeni Şafak Gazetesi Kitap Editörü<br />
<strong>İstanbul</strong> gibi bir tarih deryasına da bu<br />
yakışır…<br />
Şimdiki gençler vakitlerini ya moda 'cafelerde'<br />
ya da alışveriş merkezlerinde geçiriyorlar.<br />
Farkında değiller bu kentin<br />
ruhunun. Evet, onlar <strong>İstanbul</strong>'u moda ve<br />
eğlence şehri olarak görüyor. Bu söylediğim<br />
elbette bütün gençler <strong>için</strong> geçerli<br />
değil. Ama <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü'nün<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi bizleri bu konuda umutlandırıyor.<br />
Umuyorum ki bu dersi alan<br />
bütün öğrenciler tarih boyunca Byzantion,<br />
Nova Roma, Konstantiniyye gibi<br />
birçok farklı isimle anılan <strong>İstanbul</strong>'u<br />
tüm yönleriyle tanır ve bilir. "Boğaziçi,<br />
dünyadaki bütün boğazlar <strong>için</strong>de hiç şüphesiz<br />
en güzeli, manzaraları en çeşitli olanıdır.<br />
Karadeniz'i terk ederken sıkıcı bir<br />
geziyle yorulmuş ve sisli bir gökyüzünü<br />
yansıtan donuk dalgalarla <strong>için</strong>i kasvet bürümüş<br />
olan seyyah, Boğaziçi'nin misafirperver<br />
dalgaları üzerinde sakin şekilde, bir<br />
beşikteki gibi sallandığını hissedince,<br />
azami derecede mutluluk duyar ve canlanır."<br />
diyor Eugene Flandin <strong>İstanbul</strong><br />
(L'orient) kitabında Boğaz'ın güzelliğinden<br />
bahsederken.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
İbrahim BARAN<br />
Mostar Dergisi Editörü<br />
Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış<br />
<strong>İstanbul</strong> gibi tarihi bir şehri, bir medine’yi<br />
ilköğretim okullarında okuyan<br />
öğrencilerin bir ders olarak okuması,<br />
onu diğer dersler gibi ciddiyetle öğrenmeye<br />
çalışması Türk eğitim sistemi <strong>için</strong><br />
önemli bir gelişme. Türkiye’de bugün <strong>İstanbul</strong><br />
araştırmaları merkezleri kuruluyor.<br />
<strong>İl</strong>köğretim okullarında okutulması planlanan<br />
“<strong>İstanbul</strong>” dersi ileride bu araştırma<br />
merkezlerinde araştırma yapacak<br />
genç nesillerin yetişmesine de ön ayak<br />
olabilir. Şehr-i <strong>İstanbul</strong>’u anlamak matematik<br />
kadar zor, beden eğitimi kadar<br />
zevkli. Öğrencilerin en az matematik<br />
kadar “zorlanacakları”ndan, beden eğitimi<br />
kadar zevk alacaklarından kuşku<br />
duymuyorum.<br />
31
32<br />
Alınyazısı Saati<br />
Sezai Karakoç<br />
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun<br />
Yaklaştıkça büyüyen<br />
Ayrıntıları setleri bahçeleri<br />
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan<br />
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca<br />
<strong>İstanbul</strong>’da parça parça<br />
Çeşmelerinde ayı yaşadım<br />
Servilerinde ayla birlik bölündüm<br />
Ayla birlik yaralandım<br />
<strong>İstanbul</strong> mezarlıklarını aydınlatan ayla<br />
Soludum bölük bölük ahiretin<br />
Keskin çizgili özgürlüğünü<br />
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi<br />
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri<br />
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini<br />
<strong>İstanbul</strong>’dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım<br />
Taşlarına adeta resmim işledi<br />
Ben <strong>İstanbul</strong>’da dağıldım zerre zerre<br />
<strong>İstanbul</strong> damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde<br />
oluştu bir şehir<br />
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir<br />
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp<br />
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen<br />
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden<br />
O Tanrı’nın kılıç halindeki hilali<br />
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli<br />
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri<br />
<strong>İstanbul</strong>’a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden<br />
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle<br />
Semerkant’tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri<br />
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri<br />
Git Sümbülefendi’ye servilerden sor olan biteni<br />
Merkezefendi’de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini<br />
Nisan / 2011<br />
Bağdat’ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin<br />
Şam’da son sınırı manevi medeniyetlerin<br />
Kozmik bakış metafizik sezgi<br />
Bağdat’tan dal, Şam’dan yaprak Diyarbekir’den çizgi<br />
Hep <strong>İstanbul</strong>’da kırık dökük<br />
Parçalanmış silinmiş sönmüş<br />
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere<br />
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu<br />
Sabah Karacaahmet’te öte şafak kırmızısında savaş borusu<br />
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler<br />
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin<br />
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter<br />
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi<br />
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende<br />
Kimbilir belki o da dirilecek benimle<br />
İslam Milletinin dirilişinde<br />
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya<br />
İnsanın insan olduğu o günde<br />
Ölümün biliyorum ey <strong>İstanbul</strong> diriliş <strong>için</strong>dir<br />
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa<br />
Doğrul ve kalk ayağa<br />
Kemiklerinle etin arasında<br />
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla<br />
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim<br />
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor<br />
Gecenin tüyleri savruluyor havaya<br />
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla<br />
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun<br />
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman<br />
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız<br />
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz<br />
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz<br />
Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim<br />
Denizle yaşadım denizle öldüm<br />
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm<br />
Denizden denize yükseldim<br />
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde<br />
Sedeflerinden yapılmış <strong>İstanbul</strong> camilerinin taşları<br />
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin<br />
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-<br />
Bursa’dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra<br />
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken<br />
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin<br />
ahenkleştirdiği kıyılarda<br />
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında<br />
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya<br />
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla<br />
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana<br />
olup biteni<br />
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini<br />
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına<br />
karşılık<br />
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık<br />
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi<br />
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi<br />
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi<br />
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi<br />
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı<br />
Bir kartal taşırken yere düşmüş<br />
Ve kalakalmış kaldığı yerde<br />
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne<br />
Yemişler ötesini berisini<br />
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı<br />
Ey Allah’a açılan ve kapanan ulu kapı<br />
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle<br />
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli<br />
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda<br />
Yeniden sularından içelim kana kana<br />
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla<br />
Gerekirse<br />
Nisan / 2011<br />
Ruhumuzun susadığı hakikat olan<br />
Evrensel İslam Barışının zaferi <strong>için</strong><br />
Aşk <strong>için</strong> Tanrı hakikati aşkı <strong>için</strong><br />
Göğe çıkan İsa yere insin diye<br />
-Fazla çıkardılar göğe-<br />
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati<br />
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var<br />
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar<br />
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları<br />
Savaşırım doğudan daha doğu<br />
Doğrudan daha doğru olanı bulmak <strong>için</strong><br />
Zulme karşı savaşabilirim<br />
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir<br />
Ebedi hakikat budur<br />
Bunun <strong>için</strong> savaşırım ben<br />
Bunun <strong>için</strong> kanım helal olsun<br />
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak<br />
<strong>İstanbul</strong>’u yeniden Tanrı şehri yapmak<br />
Bunun <strong>için</strong> savaşırım ben<br />
Servi <strong>için</strong> savaşırım çınar <strong>için</strong> savaşırım<br />
Tozlanmamış gün doğuşu <strong>için</strong><br />
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye<br />
Tuz deniz damlasında gülsün<br />
Çam denizle gülüşsün<br />
Su tenimizle barışsın<br />
Ruhumuzla ışısın diye<br />
Savaşçıyım ben atalarım gibi<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> savaşırım<br />
Bağdat’ın dervişlik ortağı<br />
Şam’ın kılıç kardeşi<br />
Olan <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong><br />
Benim güneşimden öteye kimse gidemez<br />
Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil<br />
“Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır”<br />
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı’ya kulluk<br />
<strong>İstanbul</strong> olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü<br />
Kıyamete kadar söylenecek türkü<br />
33
34<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Türk <strong>İstanbul</strong><br />
Yahya Kemal<br />
<strong>İstanbul</strong>’un fethi ve fatihi olan millet tarafından kuruluşu hem birbirine<br />
bağlı, hem de birbirinden ayrı iki bahistir. Beşeriyetin muhayyilesine<br />
bir büyü tesiriyle aksetmiş olan fetih, hala tarihin başlıca bir vakası sayılır.<br />
O zamandan beri, devirler boyunca, kurulan Türk <strong>İstanbul</strong> ise gözleri<br />
en ziyade kamaştırmış ve gönüllere en ziyade yerleşmiş bir şehirdir.<br />
Türkiye Türklerinin yeryüzünde başka bir eseri olmasaydı, tek başına,<br />
yalnız bu eser şeref namına yeterdi.<br />
…<br />
Eskiden <strong>İstanbul</strong> semtlerinde görülen tenevvü, ruhaniyetten,<br />
hayat şevklerine kadar, derece dereceydi. Eyüp, Kocamustapaşa,<br />
Üsküdar’ın bazı köşeleri uhreviydi; buraları,<br />
Maurice Barres’in “Bazı semtlerde ruh eser” diye tasvir<br />
ettiği yerlerdir. Lakin Çamlıca’da bunun tamamile<br />
zıddına olarak, her saat ve hayatın keyfi<br />
duyulurdur. Boğaziçi’nde bazı vadilerde ve bazı<br />
körfezlerde, havanın tecelli ettirdiği bazı saatlerde,<br />
yalnız hayatın şedit bir şevki belirirdir.<br />
Heveslerinin peşinde koşan bir <strong>İstanbul</strong> genci, Enderuni<br />
Vasıf, yüz otuz sene evvel, Boğaziçi’nin iki yakasında,<br />
iki köşeyi, neşenin bir fıskiye yükselişiyle:<br />
“Bahrın bu şeb emvac-ı sefa aştı boyundan<br />
Vasıf gidelim Göksu’ya İstinye koyundan”<br />
Mısralarından terennüm ediyordu.<br />
Uhrevi olsun, dünyevi olsun, bütün bu semtlerin mimarileri gayet basitti;<br />
ahşaptı. Konaklar, evler, yalılar, köşkler ve birçok küçük evlerden<br />
ibaretti. Onların da bir semte yahut bir köye daima bambaşka bir hüviyet<br />
veren, sayısı fazla değildi. Bu kadar az malzemeyle biribirinden güzel<br />
ve göz alıcı tablolar yaratmak <strong>İstanbul</strong>’un Türk ve Müslüman halkının<br />
milli güzideliğini gösterir.<br />
Bu halk, <strong>İstanbul</strong>’un fethinde bulunup şehre yerleşen ve fetihten sonra,<br />
peyderpey gelip <strong>İstanbul</strong>lulaşan halktı. Elli sene evveline kadar <strong>İstanbul</strong>’da<br />
gezinen ve hatta şimdi bile baki kalmış bazı semtlere bakan bir<br />
insan, bu yerlerin, beş yüz seneden beri, değişmemiş olduklarını sanır.<br />
Halbuki, oralar, asırlar boyunca kaç defa yangından çıkmış, kaç defa yeniden<br />
yaratılmışlardır.<br />
…<br />
Cedler Boğaziçi’nde yalıyı ve kayığı icat etmişlerdi. Eski Boğaziçi “Leb-i<br />
derya” da bir yerleşiş manzarası idi. O yaşayışta zaman yavaş geçiyordu.<br />
Zengin yalı sahiplerinin gelirleri ya Anadolu ve Rumeli<br />
çiſtliklerinden, ya <strong>İstanbul</strong>’daki mülklerinden, yahut da<br />
devlet hazinesinin verdiği maaşlardandı; orta halli ve<br />
fakir halkın maişeti ise daha basit yollardan bahçıvanlıktan,<br />
balıkçılığa, kayıkçılığa kadar işlerdendi. Zamanla,<br />
hep bildiğimiz sebeplerle, Boğaziçi eski<br />
parlaklığını kaybetti. Yeni zamanlarda, yalıyı ve kayığı<br />
unutarak, yahut da, bize kadar kalabilmiş olanlarını,<br />
mazi hatırası diye muhafaza ederek, “Leb-i<br />
derya”da bir yerleşiş yerine, iki taraf sahilin tepelerinden<br />
uzanan geniş yollarla, tepelerde peyda olmuş köylerle<br />
yeni bir Boğaziçi yaratmayı düşünmeliyiz. Bugün<br />
otomobil ve otobüs devrinde yaşıyoruz, hayatını şehirde kazanan<br />
bir vatandaş, Boğaz’ın bir tepesindeki evine, en kolay<br />
vasıtayla, en az zamanda gitmek ister. Tayyare yolculukların ucuzlayacağı,<br />
tayyarenin istediği yerden kolaylıkla yükselip, istediği yere kolaylıkla<br />
ineceği zaman da pek uzak görünmüyor.<br />
<strong>Milli</strong> şuur tam bir derecede tecelli ederse, gelecek devirlerde yaratacağımız<br />
<strong>İstanbul</strong> semtlerinin de üslubu, rengi, havası, eski <strong>İstanbul</strong>’da olduğu<br />
kadar güzel olur.<br />
Nisan / 2011
Boğaziçi, bütün tabiat güzelliklerinin sulara aksettikleri, suların yardımiyle<br />
daha güzelleştikleri ve mübalağalara eriştikleri, ancak mütehassısların<br />
seçebilecekleri ve tiryakilerin zevk alacakları yeni inceliklere<br />
vardıkları bir manzara ve su beldesidir. Boğazın maddeten durgun hali<br />
zamanın manen durgun haline daha yaklaşır. Bu mışıldayan sular, bu<br />
sessizlik <strong>için</strong>de duyulan ışıklar ve duyulan kokular bir gizli musiki teşkil<br />
eder. En eski, ezeli ve tabiî hayat ve şiir unsurları olan ışıklar ve ular<br />
burada hatırdan silinmez bir takım edalara yükselirler. Hele ayın göğü<br />
ve suları aydınlatarak, havayı yumuşatarak, tabiatı büsbütün<br />
ilahileştirdiği mehtaplara musiki de katılırsa bu geceler hatıralariyle<br />
talihlerimize nakş olan harikulade kıymetler<br />
alır. Boğaz<strong>için</strong>in tabiatında sular ve mehtap bulunduğu<br />
gibi saz yani musiki de vardır. Bu saatlerde<br />
göğün renkleri ve suların sesleri ruhlara doluyor ve<br />
bütün hülyalarımız bu ninnilerle büyüyor, hayat<br />
ve kainat bize daha esrarlı gözüküyor. Tabiat böylece,<br />
en derin sanat gibi, insanı en büyük üstatların<br />
yükselttikleri iklimlere ve zirvelere ulaştırıyor.<br />
Ümmiler şairleri duymuş oluyorlar. Dünyada Boğaziçi<br />
kadar belki biraz hüzünlü fakat füsunlu ve<br />
güzel bir yer görmedim. Belki de yoktur diyorum. Boğaziçi<br />
insan taliini kolayca bir tabiat güzelliğine ve bir<br />
gönül serbestliğine bağlıyor. Işıklar sulara akarak sular üstünde<br />
yüzmeğe başlayınca efsanevi bir mucize gözelliği gösteren<br />
bu yerler bizi göğe inandırıyor. Madem ki bizi güya tâ onun <strong>için</strong>e<br />
yükseltmiş oluyor.<br />
Boğaziçi’nin girinti ve çıkıntıları gözler karşısında ikide bir Boğaz’ı kapayarak<br />
sahilleri çok kere birbiriyle kavuşmuş gösterir. Böylece geve ve<br />
mehtapta Boğaziçi’nin birliği göze çarpar. Bebek’in alt tarafları, Yeniköy’ün<br />
üst tarafı, yalıların arkalarından tepelere doğru konmuş evler ve<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Boğaziçi Mehtapları<br />
Abdülhak Şinasi Hisar<br />
tırmanan mahalleler hep silinerek meydanda kalan asıl Boğaziçi güya<br />
bir tek mâbedin veya bir sarayın, tek bir binanın muhtelif höcreleri, geçitleri,<br />
sofalarından müreppek gibi, bir yekparelik gösterir ve güya aynı<br />
bir bahçeye, aynı bir havuza bakan bir sükûnet besler. Bu olgunluk bir<br />
meyva gibi tatlı ve canlı duyulur.<br />
Sular bazan sanki hiç kaymıyor, akmıyormuş gibi, büsbütün durulur.<br />
Bazan da içli bir göğüs gibi kabararak bir tek dalgalarında kendilerine<br />
akseden bütün bir sahil parçasını, birkaç yalıyı birden kucaklar,<br />
kaldırır ve sallar. Sular üstünde açılan, kaynaşan akisler ve<br />
renklere bakarsanız, belki hiçbir şey değildir ama, belki suların<br />
birer köpüğüdür ama, düşünürseniz, her şey böyle<br />
suların üstünde muvakkat bir zaman <strong>için</strong> işlenmiş nakışlara,<br />
suların gösterişlerden ibaret manzaralarına<br />
benzer.<br />
<strong>İstanbul</strong>’da tabiatın emsalsiz güzelliği, şüphe yok ki<br />
Boğaziçi’ndedir ve <strong>İstanbul</strong>’un en güzel semti olan Boğaz’a<br />
o zaman gösterilen rağbet tabiata duyulan sevgiyi<br />
ve verilen kıymeti gösteriyordu. Theophile Gautier<br />
<strong>için</strong> olduğu gibi o zamanki hanımlar ve beyler <strong>için</strong> de tabiat<br />
var olan, görülen, sevilen bir şeydi. Bu ruhlar İnsan güzelliği<br />
kadar tabiat güzelliğini de duymasını ve sevmesini<br />
biliyorlardı. Bu insanlar daha tabiatla aralarını büsbütün açmamışlardı.<br />
Ruhları ve vücutları birbirlerinden tamamıyla ayrılmamıştı.<br />
Şehir her yanından denizlere ve dağlara, Boğaziçi de her yanından kırlara<br />
açılıyordu. Nakil vasıtalarının iptidailiği, kulübelerde oturanlardan<br />
ta saraylardan oturanlara kadar herkesi mevsimle alakalandırır, sıcak<br />
ve soğuk, rüzgâr ve kar, yağmur ve çamur herkesi meşgul ederdi. Soğuğu<br />
ve sıcağı bütün insanlar duyarlar, konakların, köşklerin odaları da mangallarla<br />
ısınırdı.<br />
35
36<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Şehir Mektupları<br />
Ahmet Rasim<br />
Boğaziçi, yer yer, mesirelerini açıyor. Sefa günleri geldi. Baharın kalan<br />
kısmı, yaz başlangıcı ile birleşerek, ne pek terletici ne de üşütücü esen<br />
yellerle, o zarif girintinin kıyılarını ve tepelerini tazelikle kaplamış. İnsan,<br />
derhâl bir kayığa veya sandala atlayarak gün batarken tepeden tepeye<br />
aks eden renk oyunlarını, sahilden sahile vuran renkli dalgalan seyretmeye<br />
hevesleniyor. Bakış, her yanı dolaşıp durdukça, o daracık yerde<br />
toplanan benzersiz tabii güzelliklere hayran kaldıkça, zevk ve şenliğin<br />
buraları terk edeceğine inanamıyor. Bana kalırsa haliç, yalnız bir Sadabad’ıyla<br />
Şehir Mektupları gece, yıldızlı örtüsünü semburalara karşı övünemez.<br />
Göksu, manzaraca, ondan aşağı kalır mı? Akşamları süzüle<br />
süzüle vadiye sokulan sandallar, sağda solda dinlenerek gün batarken<br />
Küçüksu önüne çıktıkları zaman, suların coşkun akışındaki hüzünlü ilhamlar,<br />
Kâğıthane dönüşünde bulunur, görülür manzaralardan değildir.<br />
Gönül oralarda gecelemek, ertesi sabahı görmek istiyor. aya yayar<br />
yaymaz hatıra, yorulmuş zihinlere ferahlıktan ve şenlikten ibaret bir sevinç<br />
hissi geliyor, terlemiş alınlara rahat ve huzur verecek rüzgârlar temas<br />
ediyor…<br />
Çocukluk Hatıralarına Dair<br />
Yer altında babam bıyığı! Nedir o, bil, diye küçük iken dadınız veya<br />
komşu Habibe Molla’nın söylediği bilmeceyi halletmek İçin ne kadar zahmet<br />
çektiğinizi hatırlıyor musunuz? Eski kadınlar, çocukların zihinlerini<br />
bilemek <strong>için</strong> bu gibi muammalara başvururlardı. Ah! Şimdi, o<br />
kadınlar nerede? Hele, o zeki çocuklar ne oldular? O çocuklar ki bilmece<br />
söyle¬nir söylenmez kaşını çatarak, parmaklarına bakarak, birden bire:<br />
- Pırasa, derler ve orada bulunanları fevkalade dehalarına hayran ederlerdi.<br />
Şimdi onların hepsi büyüdüler, bıyıklı, sakallı oldular, başka bilmecelerle<br />
uğraşıyorlar. Ah! Ah! İnsan, buna nasıl üzülmez? O zekâlar<br />
söndü de fitili kalmamış lambaya döndü. Hele yer altında kınalının<br />
havuç; yer üstünde babam başının lahana; kapısını örttüm güm dedi,<br />
içeriye girdim bum dedinin hamam; masal masal matı tas, kaynanamın<br />
başı daz, çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamazın pire; gidi gidiver,<br />
şu gidiyi tutuver, ne tatlıca eti var, tutulmaya niyeti varın balık; ben giderim<br />
o gider, önümde tın tın ederin sakal; yer altında kazan kaynarın<br />
karınca; çat burada, çat kapı arkasındanın süpürge; ne yerdedir ne gökte,<br />
cümle alem <strong>için</strong>denin ayna; sürdüm kustu, çektim küstünün kahve; bir<br />
küçücük fıçıcık, <strong>için</strong>dedir turşucuğun limon olduğunu bilenler yaşça<br />
hayli ilerlediler.<br />
Yeni Gün Gazetesi çıktı çıkalı<br />
eski günleri hatırlamakla meşgulüm.<br />
Meğer ne günler imiş!<br />
Cüz kesesi boynumda, sefertası<br />
elimde tin tin mektep… Cüz torbası<br />
belimde, meşin top cebimce, uçar gibi<br />
cami avlusu… Ta tepede kalmış bir avuç çitlembik <strong>için</strong> dört, beş metre<br />
yüksekliğe tırmanış… Bol yemek, bol yemiş, bol uyku… Başta fes, püskülü<br />
dağıldıkça kalıplanır; sırtta dokuma gömlek, kış ise üstünde pamuklu,<br />
daha üstünde taş düğmeli mintan. O zaman pek nadirdi, yeni urbamı<br />
ancak misafirliğe giderken giyerdim. Mintanın üstüne her iki iç tarafı<br />
cepli hırka, yahut eski bir sako; soğuklarda, yağışlarda kukuletalı palto;<br />
boynumda şal veya başımda kulaklarımı, ensemi kamilen kaplayan yünlü<br />
enli bir sağrı; ellerimde tek parmaklı, boyalı eldiven; bacağımda askılı<br />
pantolon; ayaklarımda ökçeli terlik, yarım kundura, mest, yemeni, potin,<br />
katır; evden örme yün, yahut çarşıdan alma tire, fanila çorap…<br />
Haſtada bir hamam; hayatın halavet ne meraretlerle dolu olduğunu anlatmaya<br />
kafi gelecek derecede tesirli iki üç defa tatlı; dört beş defa azar;<br />
beş altı şamar; mektepte kulağa tırnak, değnek, baştan inme sırık, ayaklara<br />
falaka, ara sıra lokma; zerde, pilav, amin parası, bakla zamanı gezmeler,<br />
yağmur duasına çıkış, kandillerde simit, çörek, kuş lokumu, revani,<br />
koz helvası, cevizli sucuk, kağıt helvası, fındıklı, fıstıklı tatlı, pestil…<br />
Kış geceleri keten helvası, boza, leblebi, mısır buğdayı, mangalda kebap<br />
veya suda pişmiş kestane, nar, ayva, elma, armut, habbüleziz, hurma,<br />
tandır… Lubiyat nevilerinden: Aşçı iskambili, peçiç, yüzük verip almaca,<br />
fışfış kayığı oyunları… Masal, uşak önde muşamba fenerle komşuya gidiş<br />
geliş. Ramazan gecelerinde mahya seyri, karagöz… Bayram günlerinde<br />
ecel beşiği, dönme dolap, beygir, merkep, araba alemleri… Parasını verdikten<br />
sonra bekçinin davuluna biniş… Unkapanı davul, zurna alayı…<br />
Yazları bahçede salıncak, kolan, uçurtma, kuş tutma, kuzu gezdiriş,<br />
bütün mahalle erkânının toplanmasıyla “birdirbir”, “uzun eşek”, “pişti”,<br />
“esir almaca”, “saklambaç”, “çatal matal kaç çatal”, “bilemedin kaldır<br />
vur”, “ kaydırak”… Karlı havalarda kartopu, kızak, turna katarı… Kömür<br />
gözlü kardan at, arslan heykelleri…<br />
Nisan / 2011
<strong>İstanbul</strong>, gözümde öyle tütmeye<br />
başladı ki… Ayakları bağlı<br />
bir horozun gözünde çöplük,<br />
rıhtım üzerinde göğsünün şişiren<br />
bir balığın rüyasında deniz suyu, ısıtmalı<br />
bir kafes arslanının çilesinde orman,<br />
bu kadar zacibeli hatlarla tütemez.<br />
Onu düşünüyorum, onu!<br />
O kimdir? Annem, karım, evim, yatağım, yazı masam, başucumdaki<br />
kitap, bellibaşlı pencerelerimin sabit manzarası, ihtiyar ve öksürüklü<br />
“Şirketi Hayriye” vapuru, mürekkep kokan matbaa, arkadaşım, talebem,<br />
kaldırımlar, gök, deniz, şu, bu…<br />
O, bir kişidir; <strong>İstanbul</strong>…<br />
<strong>İstanbul</strong>… Bir köşesinde, sonradan görme, cıvık ve yılışık, bir köylü mendili<br />
gibi cicili biçili apartmanları; bir başka köşesinde de asil ve mustarip<br />
konakları ve yalıları; ve bütün bunlara, sanki dilenciler ordusuna<br />
kumanda eden muhteşem taçdarlar halindeki misilsiz mabetleriyle <strong>İstanbul</strong>…<br />
Asfalttan, Arnavut kaldırımına ve çamur seline kadar her cinsten<br />
sokakları; günde bin kere yüz değiştiren ve en güzelle en çirkin<br />
arasında mekik dokuyan fevkalade hassas ve değişik iklimi; en aziz sevgiliden<br />
en hor düşmana kadar bütün duygu kutuplarını bir arada barındıran<br />
namütenahi girif muhitiyle <strong>İstanbul</strong>…<br />
Bu tezat ve zenginlik dünyası, herşeye, herşeye rağmen tek ve yekpâre<br />
bir vâhit halinde benim bütün mekan ölçümü, bütün âlemimi, bütün<br />
ruhumu billurlaştırıyor. Onun sefaletinde, aşağılığında, zavallılığında<br />
bile hiçbir yerin devşiremeyeceği, sırrı yalnız bana belli bir mana görüyorum.<br />
Yemiş kaldırımlarının vıcık vıcık çamurunda bile Paris’in tahta<br />
kaldırımlarında bulamadığım mâna ve şahsiyeti okuyorum.<br />
<strong>İstanbul</strong>’a hasreti bu kadar derin mikyasta yalnız iki yerde duydum. Biribirinin<br />
tam zıddı iki yerde… Biri Paris’de tahsilimi yaparken, öbürü Erzurum’da…<br />
Ve anladım ki <strong>İstanbul</strong>, medeni imkânlar ve vasıtalar bakımından, ister<br />
‘hep’in, ister ‘hiç’in zaviyesinden, benim <strong>için</strong> biricik hayat merkezidir. (10<br />
Nisan 1943)<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>İstanbul</strong>’a Hasret<br />
Necip Fazıl Kısakürek<br />
ÇAMLICA’DAKİ ÇINAR<br />
Çamlıca’nın en yüksek yerinde bir perinin,<br />
Işıktan heykelini nakşettim ufuklara…<br />
O yeşil Çamlıca ki, kat kat eteklerinin,<br />
Birini boğaz öper, ötekini Marmara.<br />
Bir ceylandın o sonsuz güzellikle vurulmuş,<br />
Benliğin his kesildi bir gölgeye geldin ki…<br />
Ağaçlar öyle dalgın , sular öyle durulmuş,<br />
Gök öyle mavi ve sen o kadar güzeldin ki!<br />
Diyordum: “Gözlerime yaş değil, perde inse,<br />
Bu güzel yüz gözümden kaybolamaz bir ara.<br />
Senin aksin silinmez bütün eşya silinse…”<br />
Derken gözüm ilişti yaslandığım çınara.<br />
Bu çınar yaralıydı belki binbir yerinden:<br />
Kimi çizmiş bıçakla ona kendi adını,<br />
Kimi bir okla delmiş iki kalbi derinden,<br />
Kimi yazmış adıyla, yan yana bir kadını.<br />
Bu adların <strong>için</strong>de ben, eski bende vardım,<br />
Unuttum, kimdi yalnız, o zamanki nergisim?<br />
Ben ki onbeş yıl önce, ona candan tapardım,<br />
Şimdi baktım, bana bir sır olmuş o isim.<br />
Anladım, aşkın izi suda çizgiyle birmiş,<br />
Onları duymamışım şu kök kadar derinden :<br />
Anladım , hatıraya daha çok yer verirmiş<br />
Çınarların gövdesi aşık yüreklerinden!<br />
Faruk Nafiz Çamlıbel<br />
37
38<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Eski <strong>İstanbul</strong> Hatıraları<br />
Sadri Sema<br />
Çocukluk!<br />
Ah, çocukluk! Nerdesin? Çocukluk günleri nerdesin? O günlerde çevre<br />
böyle acılarla kaplı değildi. Şendim, şâd idim. Daldan dala, çiçekten çiçeğe<br />
uçan kelebeklere benzerdim. Narin ve masum vücudum şu kirli hayatın<br />
kirli boğuşmaları, çamurlu kavgaları arasında böyle yıpranmamıştı.<br />
Âdem oğullarının manasız, mantıksız, temelsiz ihtirasları <strong>için</strong>de sersemleşmemiştim.<br />
Her manzaradan gönlüme temiz bir şevk ışığı, berrak<br />
bir neşe ateşi düşerdi. Her sesten, her telden ruhuma duyulmaz safa taninleri<br />
dökülürdü. Sevinç ve saffet <strong>için</strong>de bir çocukluk hatayı geçiriyor,<br />
çocukluk cenneti <strong>için</strong>de yaşıyordum. Böyle kimsesiz nasipsiz, tesellisiz<br />
değildim. Yokluk ve yoksullukla gözlerim kararmamıştı. Feleğin cevriyle<br />
kör olmamıştım. Ümidim, hayatım, hayalim kırılmamıştı. Çehremde<br />
melâl gölgesi, dudaklarımda elem solgunluğu yoktu.<br />
Ah, o günler! O günler ki parlak bir alevdim. Şu talihsiz ömrün ateşleri<br />
sönmemişti ve zavallı kalbim yangın harabesine dönmemişti…<br />
Sabahları doğan güneşe gözlerimi açar, yeşil kadife kırlara, yeşil canfes<br />
bahçelere koşardım. Minimini komşularımla, kız erkek birbirinden şen,<br />
birbirinden güzel küçük dostlarımla ele ele, bel bele sarılır, çiçekler arasında,<br />
çayırlar ortasında oynardım. Ve eminim ki o masum oyunlar, o<br />
çocuk eğlenceler güneşi de çiçeği de, çayırı da sarhoş ederdi.<br />
Çocukluk, nedir? Mavi ve yeşil bir denizin canfes kanatlarında pembe bir<br />
dalga; pembe bir köpük, pembe bir şiir! Yeşil ipek yapraklarla süslü zümrüt<br />
bir ağaçlığın altın dallarında pembe bir kanat, pembe bir gül, pembe<br />
bir bülbül!...<br />
Bayram<br />
Davul sesleriyle uyanırız. Çoluk çocuk taşkın bir heyecanla kapılardan<br />
fırlar, sokaklara dökülür.<br />
Mahalle bekçisi gocuğu sırtında, yemenisi başında, gümüş zincirli saati<br />
koynunda, davulu boynunda kapı kapı dolaşmaya başlar!<br />
- Dan , dan da, dan dan!<br />
Bu ses, bu sesler şarkının zemzemesidir. Çocukların teranesidir, çocuklarla<br />
beraber büyüklerin de ruhlarını heyecana verir.<br />
Bayram sabahı, mahalle bekçisi davulunu gümbürdeterek mahalleyi<br />
ayaklandırır. Yanında bir iki delikanlı da vardır. Bunlardan birinin<br />
elinde bir sırık bulunur. Bu sırığın ucunda ufkî bir değnek, bir tahta ge-<br />
çirilmiştir. Üzerinde renk renk basmalar, mendiller, kumaşlar, kuşaklar…<br />
her evin önünde bekler ve her kapıdan ona çeşit çeşit mendiller, kumaşlar,<br />
paketlerle şekerler, şekerlemeler verirler.<br />
Ayrıca çevreler <strong>için</strong>de bahşişler uzatılır. Kumaş, mendil gibi şeyler sırıklara<br />
bağlanır. Bunlar kudretlerine göre halkın mahalle bekçisine hediyeleridir.<br />
Savurur tokmağı, çalar davulu:<br />
- Dan, dan da, dan dan!<br />
Bütün çocuklar yeni urbalarıyla onun etrafını sararlar; onu şen, şakrak,<br />
kahkahalarla takip ederler. Bu, memleketin çocukları ve hele çocukluğun<br />
gürültülü bir saadetidir. Yine çocuklar hısımlarını, akrabalarını,<br />
komşularını gezerler, el öperler. Bu yavrulara ufak keseler <strong>için</strong>de çil çil kuruşlar,<br />
çeyrekler verilir; ipek, keten mendiller hediye edilir. Kız çocukların<br />
mendilleri ipekli, danteli, oyalı olurdu.<br />
Büyükler de daha büyüklere giderler, bayramlaşırlar. Dairelerde bayramlaşma<br />
bir itiyat, bir gelenek hâlini almıştı. Bayram ertesi kalemler<br />
açıldı mı, bütün memurlar birbirleriyle müsafaha ederler, âmirlerine tebrikler,<br />
tazimler sunarlardı. Bunlar samimî sevgi ve saygı nişaneleriydi.<br />
Tulumbacıları da o devrin sakaları ve çöpçüleri kovalardı. Bekçi babanın<br />
davulu, tulumbacıların zurnası sustu mu, yavrular bayram yerlerine, <strong>İstanbul</strong>’un<br />
Kadırga, Cinci gibi meydanlarına, Üsküdar’ın Bülbüldere,<br />
Harmanlık gibi yerlerine ve her semtin müsait bir meydanına koşarlar,<br />
akşamlara kadar gezerler, gülerler, eğlenirlerdi…<br />
Salıncaklara, dönme dolaplara, atlı karıncalara, çekçek arabalarına, atlara,<br />
eşeklere binerler; meydan hokkabazlarını, kuklaları seyrederler; Karadenizlilerin,<br />
Diyarbakırlıların, Aydınlıların oyunları karşısında<br />
eğlenirlerdi. Oyuncak tabancalar patlatırlar,<br />
fişekler atarlar, düdükler öttürürlerdi. Bunlar,<br />
onların bayram eğlencesidir ve çocukluğun<br />
gürültülü bir saadetidir. Sevinçli bir<br />
velvele <strong>için</strong>de kendilerinden geçerlerdi. Eğlenceyi,<br />
zevki doya doya içerlerdi…<br />
Evet bayram çocukların lekesiz ve dikensiz<br />
eğlencelerine sahne idi.<br />
Nisan / 2011
Geceler… dedim; <strong>İstanbul</strong> geceleri… Gündüzleri de söylesem, hatta buna,<br />
gecelerin ve gündüzlerin teknesinde yoğrulup şekillenmiş içimizin sesinden<br />
ve nefesinden de bir tutam katsam günah mı olur? Amma Asya<br />
ile Avrupa’nın ortasında boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı<br />
gibi, her telini bir kıtaya iliştirmiş olan bu şehrin manevi fezasında dolaşmak,<br />
onun kıldan ince tellerini koparmadan, örselemeden bir taraſtan<br />
öbür tarafa geçmek mahareti nerede?<br />
Sanır mısınız ki <strong>İstanbul</strong>, meyvelerinin<br />
altına çarşaf tutulup silkelenen bir<br />
ağaç gibi, asırlar boyunca, dallarında,<br />
budaklarında oldurduğu ne varsa, çelimsiz<br />
bir insan gücü, mütevazi bir teşebbüs,<br />
münferit bir hamle ile döküp<br />
bitirecektir? Onu gövdesinden tutup<br />
sarsacak ve haşmetli mazisini, lezzetleri,<br />
zevkleri, hüsranları, hataları, meziyetleri,<br />
mürüvvetleri, hülyaları,<br />
ümitleri, hülasa bütün çeşni ve hasiyet<br />
ile eteğine indirecek kuvvetli bâzû<br />
nerede?<br />
Nerede bu şehri fedaice benimsemiş, nerede onun hakim hüviyetini can<br />
gibi gizlemiş, nerede onun irfanına, tabiatla tarihin iş birliğinden örülmüş<br />
mazisine hasretle yanmış serdengeçti nerede? Nerede o adam ki,<br />
bir yürek dağının tek solukta söylettiği kasideler misali, onun beyanında<br />
tükenircesine feryat etsin; <strong>için</strong>den, ta <strong>için</strong>den vurulmuşların ateşi le<br />
coşup, bir sevdalının bağrı gibi yansın ve tütsün…<br />
<strong>İstanbul</strong> ağacı, gölgesinden gelip geçenlerden,<br />
boylarının yettiği miktar kendisine<br />
uzananlara, meyvelerini<br />
esirgememiş, hatta tırmanıp uzanmayı<br />
külfet sayıp da dallarına budaklarına<br />
taşlar atıp sopalar vuran küstahları bile<br />
nasipsiz bırakmamıştır. Fakat bir dolaşık<br />
saç kadar birbiri <strong>için</strong>e kenetlenmiş<br />
tepelerini ne kimse merak etmiş, ne<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
<strong>İstanbul</strong> Geceleri<br />
Samiha Ayverdi<br />
kimse yetişmiş, ne de yoluna varıp sırlarını fethedebilmiştir. Böylece de<br />
<strong>İstanbul</strong>, hırpalanmış güzelliği, hakarete uğramış şahsiyeti, kırılan gururu,<br />
hiçe sayılan irfanı ortasında, kocasını evlendirmek <strong>için</strong> görücü<br />
gezen bir kadının hazin kahramanlığı ile sabırlı, hazımlı, iffetli, temkin<br />
ve feragatinden bulduğu bir tok gözlülükle hep başı yukarda kalabilmiştir.<br />
<strong>İstanbul</strong> tiryakiliği… Buna insaflı olup<br />
da <strong>İstanbul</strong> hastalığı da desek olur. İptilânın<br />
bir derecesi vardır ki artık bize<br />
zevk yerine ıztırap verir. Fakat bu öyle<br />
bir ıztıraptır ki, bedelini hiçbir zevkin<br />
dudağında bulamayız. Belki de bu<br />
yüzden <strong>İstanbul</strong> tiryakisi, <strong>için</strong>de<br />
doğup büyüdüğü bu şehrin heyecanını<br />
afetine yakalanmış samimi bir <strong>İstanbul</strong><br />
divanesidir…<br />
Şayet bu şehir, <strong>İstanbul</strong> şehri şahıslandırılmak<br />
istense, ona ne dememiz,<br />
ne sıfat ne mevki ne rütbe ne unvan ve<br />
ne isim vermemiz lazım gelir? Kimdir<br />
o? Âbıhayat içmiş güzelliği, dilber ve sihirli kameti, tamah ve haset uyandıran<br />
endamı ile çağlar kapayıp, çağlar açan bu kahraman kimdir?<br />
Tarih, mazi ve tabiat, hiçbir cömert madenin veremeyeceği mücevherlerden<br />
şaşaalı ziynetini bu güzelin başına, göğsüne, eline, koluna taka<br />
taka ilerlerken, o, ikbale doymuş, varlığa kanıksamış, görgünün, asaletin<br />
tokluğu ve zaferi <strong>için</strong>de, dudaklarında yama olup kalmış tebessümünü,<br />
kendisini görenlere olduğu kadar görmeyenlere de esirgemeden<br />
geçip gider.<br />
...<br />
Eğer hala <strong>İstanbul</strong>’un köşe bucak pazarlarında, çarşılarında, bedestenlerinde,<br />
bir zamanın o muhteşem medeniyetinden izler, eserler olduğu<br />
gibi, gene o devirlerin deruni güzelliklerine de şurada burada rast gelmek<br />
mümkünse, bu, köhne bir ihtiyarın gençliğinden artakalan tek güzellik<br />
çizgisi, yanmış bir kaşanenin ateşe gelmemiş bir köşeciği, harap olmuş<br />
bir abidenin ayakta kalmış tek sütunu gibi, zavallı bakiyelerdir.<br />
39
40<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Paris’ten Kudüs’e Yolculuk<br />
Chateaubriand<br />
<strong>İstanbul</strong> şehri ve bilhassa Asya kıyıları, kalın bir siz tabakasıyla örtülmüş,<br />
bu sis bulutunun arasından fark edilen servi ağaçları ve minareler<br />
çıplak dallı bir orman manzarası arz ediliyordu. Biz Sarayburnu’na yaklaşırken,<br />
şimal rüzgârı çıktı, bu tabloyu örten sis tabakasını silip götürdü.<br />
Birden bire kendimizi, Halife’nin oturduğu sarayın önünde bulduk. Sihirli<br />
değneğiyle sanki bir peri dokunmuştu.<br />
Önümüzde Karadeniz kanalı, iki kıyısındaki iç açan yükseklikleriyle,<br />
mağrur bir nehir gibi, yılankavi akıp gidiyordu. Sağ taraſta Üsküdar,<br />
Asya toprakları, solda ise Avrupa kıtası vardı bu kanal git gide genişliyor,<br />
derinleşiyor ve etrafında küçük kayıkların dört döndüğü demir atmış<br />
harp gemilerinin durduğu, bir koy haline geliyordu. Bu koyun aralarına<br />
sıkıştığı iki tepe, amfiteatr tarzında, <strong>İstanbul</strong> ve Galata’yı teşkil etmekteydi.<br />
Kat kat görünen Galata, <strong>İstanbul</strong> ve Üsküdar, serviler, minareler,<br />
birbirine girmiş gemi direkleri, yemyeşil ağaçlar, beyazlı, kırmızılı evler…<br />
Bütün bunların dibine yayılan masmavi deniz ve üzerine gökyakut rengindeki<br />
gök. İşte ben bunlara hayran oldum. Dünya yüzünde <strong>İstanbul</strong><br />
kadar güzel manzaralı başka bir şehir bulunmadığını söyleyenler, cidden<br />
haklıymışlar.<br />
Galata’ya yanaşır yanaşmaz, rıhtımdaki canlılık hemen fark ediliyor.<br />
Ahali, hamalla, esnaf ve denizciler… Yüzlerinden, renklerinden, lisanlarından,<br />
kıyafetlerinden, başlıklarından, sarıklarından, Avrupa ve Asya’nın<br />
her köşesinden, iki kıtanın hututlarında yaşamağa gelmiş<br />
yabancılar olduğu, besbelliydi. Hemen hemen hiç kadına rastlanmaması,<br />
tekerlekli arabaların mevcut olmaması, başıboş köpek sürüleri, bu acayip<br />
şehirde, gözüme çarpan ayrı üç karakteristik vasıf oldu. Ahali pabuç<br />
giyiyor, binek ve yük arabası yok, çan sesi duyulmuyor, hatta çekiç darbesi<br />
bile. O yüzden ortalıkta daimî bir sükûnet hâkim. Halk sessiz sedasız,<br />
sanki görünmek istemezmiş gibi yürüyor. Efendisinden saklanmak<br />
isteyen bir hali var. Çarşının birinden çıkıp bir başka mezarlığa giriyorsunuz.<br />
Türklerin alış veriş edip ölmekten başka yapacak işleri yok sanki.<br />
Etrafları duvarlarla çevrili, sokak ortasında bulunan mezarlıklar, harikulâde<br />
birer servi korusu. Güvercinler, servilerin dallarında yuvalarını<br />
yaparak, ölülerin huzurunu paylaşıyorlar. Orada buradan çok eskiden<br />
kalma kabirlere rastlanıyor. Bunların bugünün insanlarıyla, ne de güzel<br />
tarz mezarlarla alâkası var. Bu şark şehrine sanki mucize kabilinden getirilmişler<br />
gibi. (Eylül, 1806)<br />
PIERRE LOTİ / İSTANBUL<br />
Ah <strong>İstanbul</strong>! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin.<br />
Önümde bu isim tekrarlanınca, hemen gözümün önüne bir hayal gelir.<br />
Çok yüksek, havalarda ve belirsiz bir şekilde uzaklarda, muazzam, başka<br />
bir yerlerle kıyaslanması imkânsız bir şehir silueti görürüm. Deniz ayaklarının<br />
altındadır. Binlerce gemilerin, sandalların, durmadan gelip geçtiği<br />
Babil Kulesi gibi, Doğunun bütün dillerinin duyulduğu bir deniz.<br />
Kapkara gemilerin ve yaldızlı kayıkların, renk renk kılıktaki insanların<br />
üzerinden ufkî ve upuzun bir bulut dumanlar dalgalanır. Orada bulunanlar<br />
mallarını överler, pazarlığını yaparlar. Durmadan tüten dumanlar<br />
da, bütün bunların üstüne örtüsünü sever. İşte bu buhar ve<br />
maden kömürü tozları üstünde, o heybetli şehir sanki asılıymış gibi<br />
durur. Masmavi gökyüzünde, tepeleri mızrak kadar sivri minareler yükselmekte,<br />
kubbeler, yuvarlak, kirli, beyaz, taştan kampana piramitleri<br />
gibi üst üste yığılmış kubbeler görünmektedir. Bunlar asırların değiştiremediği,<br />
sabit camilerdir. Yıllar geçtikçe belki daha da beyazlaşmışlar.<br />
Bu kutsal camiler, batı’dan gelen vapurların havayı bozmadığı zamanlar,<br />
sırf yelkenlilerin gelip de gölgelerine sığındığı vakitlerden beri ve asırlar<br />
boyunca, <strong>İstanbul</strong>’u dev kubbeleriyle hep böyle taçlandırmışlar ve<br />
dünyanın hiçbir yanında rastlanmayan büyüklükteki bu eşsiz silueti…<br />
(1900)<br />
Nisan / 2011
Karadeniz ağzındaki Boğaziçi’ni, bir aşağı bir yukarı indim,<br />
çıktım. Bu büyüleyici tabiate ait bazı çizgileri kendim <strong>için</strong><br />
not etmek istiyorum Gökyüzü ile toprağın, denizle insanın<br />
birlikte çalışarak, bu kadar nefis bir peyzaj vücuda<br />
getirebileceklerini, hayal bile edemezdim.<br />
Ancak gökle denizin şeffaf aynası bu güzelliği tam<br />
manasıyla aksettirebilir. Benim de muhayyelem görüyor<br />
ve tesbit edebiliyor ama hafızamda ebediyen<br />
kalmayacağı <strong>için</strong> gördüklerimin tafsilatını ancak<br />
azar azar tasvir edebileceğim. Yani manzarayı, mevkileri<br />
her kürek darbesiyle ilerlememiz nispetinde<br />
gördüklerimi yazmaya çalışacağım. Boğaziçi kıyılarının<br />
hakkiyle resmini yapabilmek <strong>için</strong> bir ressamın yıllarca<br />
çalışması gerekmektedir. Her bakışta manzara<br />
değişiyor ve her değişiklikte başka bir güzellik arzediyor. Bu güzellikleri<br />
birkaç kelime ile ben nasıl anlatabilirim ki,<br />
Bir balık gibi denizi yaran iki çiſte uzun kayıklardan biriyle, sabahın yedisinde,<br />
berrak bir gök ve etrafı ışıklarına boğan güneşin altında yola<br />
çıktım. Sandalın <strong>için</strong>de kürek çekenlere benim aramda yatan bir tercüman<br />
her geçtiğimiz yer hakkında izahat veriyordu. Evvela Tophane kıyılarını<br />
seyrettik. Mermer camiin etrafında da çiçek buketi gibi basamak<br />
basamak yükselen renk renk evler daha yukarda Beyoğlu mezarlığının<br />
servileri… Karanlık orman perdesi, sahilin tepeleri örtüyor. Boğaziçi bazı<br />
noktalarda derece derin ki, çiçeklerin o nefis kokusunu içimize doldurmak,<br />
birazda kürek çekenleri dinlendirmek <strong>için</strong>, kıyının çok yakınında<br />
geçiyoruz. Büyük gemilerde sahile aynı yakınlıktan seyrediyorlar. Hatta<br />
serenleri, ağaçların dallarına, bağ evlerinin kafeslerine, pencerelerdeki<br />
panjurlara takılıyor. Yaprakları, evin bir kısmını kopartıp, kaçıyor.<br />
Bu evler, ağaç kümeleriyle yahut ta sarmaşık ve yosunlarla kaplı kayalarla<br />
bir birinden ayrılmışlar. Kayalar tepelerden inip denizin dalgalarına<br />
kadar uzanıyor. Zaman zaman sel veya bir dere yatağı ile ikiye bölünen<br />
tepelerin arası derinleşerek, bir koy hasıl oluyor. O zaman bu koyların<br />
düzlük kıyılarında çeşmeleri, yaldızlı kubbeleri, zirvesi çınar ağaçlarına<br />
karışmış ince, narin minaresiyle bir köy ortaya çıkıyor. Koyun her iki yanında<br />
ve sonunda, geniş cepheleriyle amfiteatr tarzında, evler yükselmekte.<br />
Tepelerde asılı gibi duran bahçelerdeki iri başlı çam ağacı<br />
kümeleriyle, ufka kadar köşkler yayılıyor. Bu köylerin ayak uçlarında bir<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
kumsal yahut da birkaç kadem genişliğinde, granitten bir rıhtım<br />
var. Kumsalda firavun incirleri, asmalar, yaseminler<br />
dikili. Bunlar denize kadar uzanarak, gölgelerinde kayıkları<br />
barındırıyorlar.<br />
Denizde her türlü vasıta ve ticaret gemileri, demir<br />
atmış vaziyette, bekliyor. Armatör evlerin yahut ta ardiyelerin<br />
karşısında demirleyerek, gemiden uzatılan<br />
bir iskele vasıtasıyla mallar içeriye taşınıyor. Rıhtımlarda<br />
sürüyle çocuklar, sebze ve hurma satıcıları dolaşmakta.<br />
Orası hem köyün hem de Boğaziçi’nin<br />
çarşısı. Luzern ve interlacken köyleri, Boğaziçi koylarının<br />
güzelliği ve görülmeye değer manzaraları hakkında,<br />
bir fikir veremez.<br />
Yolda giderken bir an hareketsiz kalıp bu nefis panoramayı seyretmeden<br />
geçilemiyor. Avrupa sahilinin ön kısımlarında, yani iki üç fersahlık<br />
mesafede, bu şehirlere, liman ve köylere, her beş dakikada bir rastlamak<br />
mümkündür. Sonraları bu manzara değişiyor ve daha çok kırlara rastlanıyor.<br />
Sebebi de tepelerin gittikçe yükselmesi, ormanların sıkılaşması.<br />
Şimdi sırf Avrupa kıyılarından bahsediyorum. Dönüşte daha güzel olan<br />
Asya kıyılarını tasvir edeceğim. Fakat vasiyeti iyice kavrayabilmek <strong>için</strong>,<br />
Asya kıtasının da ancak birkaç kürek darbesiyle ulaşabilecek kadar yakınımda<br />
olduğu unutmamak lazım. Akıntının ortasında gidilmeye mecbur<br />
olunduğu zaman ve boğazın darlaştığı, dirsekler yaptığı yerlerde<br />
Avrupa kıyısına olduğu kadar, gözler Asya tarafına çevrilince de, aynı<br />
hayranlık duyulmaktadır.<br />
Ama ben, çok yakınından geçtiğimiz sahilin anlatmaya devam edeceğim.<br />
Bu tabi limanlar bittikten sonra Boğazın süratle akan derin bir<br />
nehir haline geldiği bir yer var. Çiſte dağlardan dikine inen iki kayalık<br />
arasında, yılankavi akan nehir birden bire kesilmiş gibi bir vaziyet alıyor.<br />
İnsan ancak ilerledikçe, nehirin açıldığını ve Avrupa kıyısına doğru gidip<br />
göl şeklinde derinleşerek genişlediğini fark ediyor. İşte Büyükdere ve Tarabya!<br />
Tepeden tırnağa ağaç ve nebat demetleriyle süslü kayalık burunlardan<br />
eski yarı harap olmuş hisarlar yükselmekte. Beyaz kuleli, mazgallı,<br />
müteharrik köprülü, Ortaçağ stilinde kale burçları görünüyor.<br />
(1832)<br />
Nisan / 2011<br />
Boğaziçi<br />
Lamartine<br />
41
42<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Çamlıca’dan Bakışlar<br />
Çelik Gülersoy<br />
Edmondo de Amicis<br />
Marmara Denizi’nden bakınca, bir tepenin üstüne<br />
yayımlı büyük bir köyden başka bir şey değil. Haliç’ten<br />
bakınca, şehir gibi görünüyor. Lakin vapur<br />
Anadolu yakasının en ileriye uzanmış burnunu dolaşarak<br />
iskeleye doğru dümdüz gidince şehir genişleyip<br />
yükseliyor; binalarla örtülmüş tepeler<br />
birbiri arkasına gözüküyor; vadilerden mahalleler<br />
çıkıyor, köşkler yüksek yerlerde dağılıyor; küçük evlerle<br />
baştan sona rengarenk boyanmış sahil göz alabildiğine<br />
uzanıyor: nereye gizlenebileceği<br />
anlaşılamayan, büyük, tantanalı, tiyatroya benzeyen<br />
bir şehir bir tiyatro perdesinin açılışında olduğu<br />
gibi hemen gözler önüne seriliyor ve<br />
neredeyse kaybolduğunu göreceğinizi düşünürken<br />
hayrete düşüp kalıyorsunuz. Sandalcılar, at kiraya<br />
verenler ve tercüman kargaşalığı <strong>için</strong>de ahşap bir<br />
iskeleye iniliyor. Sarmaşık ve asma dallarıyla örtülmüş,<br />
aşı boyalı, sarı boyalı küçük evlerin, içlerinden<br />
yeşillik fışkıran bahçe duvarlarının arasından,<br />
yüksek çardakların altından hemen hemen geçmeye<br />
mani olan büyük çınarların gölgesinden yılankavi<br />
bir şekilde tatlı bir meyille yükselen<br />
anayoldan yürünüyor.<br />
Paul de Regla<br />
1887 yılının ekim ayındayız. Alafranga saatle, saat<br />
öğleden sonra beş. Hava, bu güzel memleketin sonbaharına<br />
layık bir güzellik ve berraklıkta. Gökyüzü,<br />
Doğu Gökü, eski şöhretini yalanlamayacak parlaklıkta.<br />
Taa orada, batıda parlayan güneşin kırmızı<br />
yuvarlaklığı, Ayasofya kubbe ve minareleri üstünden<br />
alevli yılanlarını, antik Bizans’ın duvarlarını,<br />
Yedikule Sarayı’nı, ünlü Balıklı Manastırı’nın yükseldiği<br />
ovayı, ünlü modern olarak yayılı Ayastefanos<br />
Köyü’nü yalayan denize dökmektedir.<br />
Acelesiz, myavaş yavaş, alaturka bir eda ile çıkalım<br />
buradan geçmiş olanların açtığı, kavruk, lavanta<br />
ve sakız ağacı tutamları arasındaki patika yolundan<br />
yürüyelim.<br />
Gördüğünüz gibi bitkiler bol değil iki üç çiçek, Girit<br />
kekiğinden bir kaç örnek. Orada burada kendi halinde<br />
bir kocayemiş ve yağmurlardan sonra gelişe-<br />
cek bir kaç biberiye tırmanmakta olduğumuz dağın<br />
tabanı olan bu kısmında da soysuz bir iki safran<br />
dalı görünür. Bitki olarak, hepsi bu kadardır.<br />
İşte, dağın zirvesine geldik. İşte, çok uzaktan bile<br />
görülebilen üç deniz çamının ortasından yükselen<br />
dağ tepesine gelmiş bulunuyoruz...<br />
Güneş, Ayestefanos ovası arkasında kaybolmadan,<br />
antik grekoromen şehrini koruyan kahramanların<br />
birer birer ölümünü görmüş olan duvarlara son<br />
ışıklarını döker ve Asya kıyısının sayısız evlerini akşamın<br />
kızıl ışıklarına boğar.<br />
O zaman <strong>İstanbul</strong> ve kenar semtleri, güneş batışının<br />
şairane tatlılığı, silikliği <strong>için</strong>de erimeye başlarken,<br />
Çamlıca Tepesi’nden görülen manzara<br />
gerçekten bir rüyaya ve bir efsanevi güzelliğe bü-<br />
Nisan / 2011<br />
rünür. Her evin, her yapının alevlenmiş gibi yanan<br />
pencereleri anlatılmaz bir ışık <strong>için</strong>de tutuşur.<br />
Bu görüntü, en geniş hayalin bile düşünemeyeceği,<br />
tasavvur edemeyeceği, titreşimli akisleri, doğaüsts<br />
ışıkları her yana yayılan sınırsız bir yangın görüntüsüdür.<br />
Ve bu görüntü, hiç bir insan paletinin<br />
canlandıramayacağı göz kamaştırıcı bir tablodur.<br />
Onu görmek, yeniden görmek gerekir. Ve gördükten<br />
sonra akılda kalır, bir rüya, bin bir gece masallarını<br />
bin fersah aşan bir rüya gibi. Bu, bir renk<br />
rüyası, bir gerçeklilik haşmetidir ki, tüm düşüncelereniz<br />
soğuk, donuk kalırlar.<br />
Bu eşsiz noktadan seyredilen güzel bir sonbahar<br />
günü akşamı, kuşkusuz, hiç bir eleştiriye konu olamayacak<br />
haşmette, insanın artık göremeyeceği incelemeyeceği<br />
bir olay, bir fenomendir.
Gerard de Nerval<br />
MEDDAHLAR<br />
<strong>İstanbul</strong>’da Ramazan gecelerini ve gecelerin en<br />
cazip eğlencelerini naklederken, şehrin başlıca kahvelerinde,<br />
usta meddahlar tarafından anlatılan harikulade<br />
güzel hikaye ve masalları atlayıp geçersek,<br />
çok eksik bir iş yapmış oluruz ve tam bir fikir veremeyiz.<br />
Bu efsanelerden birini tercüme etmek suretiyle,<br />
hem yüksek seviyede bir kültüre dayanan, hem de<br />
halka indirilmiş bir edebiyat hakkında bilgi vermiş<br />
olacağız. Bu edebiyat, İslam açısından alınan dini<br />
efsaneleri, an’aneleri ve manevi değerleri ihtiva ediyor.<br />
Yanlarında kaldığım ve himayelerine girdiğim<br />
Acemlere göre ben bir bilgin, bir araştırmacı idim.<br />
Beni Beyazıt Camiinin arkasında bulunan kahvehanelerede<br />
götürüyorlardı. Eskiden bu kahvehanelerde<br />
afyonkeşler toplanırmış, bugün afyon<br />
içmek yasaklanmış bulunuyor. Fakat Türkiye’ye<br />
gelen yabancı tüccarlar, bazı alışkanlıklarla şehrin<br />
gürültülü merkezinden uzak bulunan bu sessiz<br />
mahallelere geliyor, kahvehanelerde oturuyorlar.<br />
Kahvehaneye girip oturuyorsunuz. Size bir çubuk<br />
ya da nargile getiriyorlar, bunları içerken sonu gelmeyen<br />
hikayeyi dinliyorsunuz. Bu hikayeler, bizim<br />
gazete tefrikaları gibi mümkün olduğu kadar çok<br />
uzatılır. Bunda hem kahvecinin, hem de hikayeyi<br />
anlatanın menfaati vardır.<br />
Charles Perry<br />
<strong>İstanbul</strong>’un, haklı olarak iſtihar ettiği çeşitli tabiat<br />
ve sanat üstünlükleri arasında, limanın güzelliği ve<br />
elverişliliği hiç bir surette küçümsenemez. Burası<br />
12 mil çapında güzel bir iç denizdir zirveye doğru<br />
kademeli olarak birbirini izleyen binalarla kaplı<br />
güzel tepe kümeleri, buraya harikulade bir amfi<br />
teatr görüntüsü vermektedir Fakat şehrin kendisi<br />
tüm çevresi ile beraber sunan asıl panaroma, Üsküdar’ın<br />
arkasında yükselen dağdan görülür ve<br />
bunun anlatılmayacak kadar ilginç ve tarifsiz olan<br />
güzelliğin boyutuna hiç bir şey ulaşmaz.<br />
Bu dağın tepesinde, önümüzde uzanan tabloya doyabilmek<br />
<strong>için</strong>, bir saaten fazla bir süre kaldık Burası<br />
bize, günahsız, el değmemiş, eşsiz bir tabiatın,<br />
harikulade bir ziyafeti idi burada geçen süre bizi<br />
epeyce tatmin etmesine rağmen, yine de doyamadan<br />
ayrıldık.<br />
E. Grosvenor<br />
Zevkle hatırladığım şeylerden biri de, sınırsız gibi<br />
görünen vadilerde ve tepelerde yürüyüşler ve bu<br />
kadar el değmemiş doğallık <strong>için</strong>de yer yer uzanan<br />
ekili alanların, bağların parlak yeşilliğiydi. Orta-<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
mın büyülü güzelliği, Bulgurlu dağına çıkınca daha<br />
da arttı. Dağın zirvesi tamamen çimen çiçeklerle<br />
kaplıydı, bunların yanı sıra sedir ve çınar ağaçları<br />
da vardı. Tepeden görünüş, tarif edilemez bir güzellikteydi;<br />
Bir yandan tüm <strong>İstanbul</strong> şehri, Üsküdar,<br />
Marmara Denizi ve uzak Asya dağları, diğer<br />
yanda, Boğaz’dan ileriye, Tarabya ve Kavaklar’a<br />
doğru harika kıyılar.<br />
Tepede bir müddet dinlendikten sonra, alelade bir<br />
yapı olan, Sultan Mahmut’un öldüğü ve o zamandan<br />
beri korunup tamir edilemeyen, yıkılmaya yüz<br />
tutmuş konağın yakınından geçen bir yolla aşşağıya<br />
inmeye başladık. Sonunda, milyonlarca mezarı<br />
örten, selvi ağaçlarından oluşan dev bir<br />
ormana geldik.<br />
Charles D. Warner<br />
<strong>İstanbul</strong> sırtlarında, altın ışınların teması ile kısmen<br />
seçilebilen bir düzine minare; her iki yakada<br />
üstüste kümelenmiş camlarda alev parıltıları, durgun<br />
nehir ve sürat kayıkları, altın ile kaplanmış,<br />
arkamızda alt tarafları sisle örtülmüş kubbeler, ve<br />
yukarı doğru sivrilen müezzin minareleri hepsi,<br />
güneş batışının altından cennetinde, muhteşem<br />
malikaneler gibi beliriyordu gökyüzünde. Küçük<br />
kayıkların, pembemsi su üzerinde, zevk peşinde<br />
uçuşları sonsuz dinginlik sunarken, cennetin büyüsü<br />
yeryüzüne düşmüş gözüküyordu.<br />
Dünya, bizim <strong>için</strong>, çekiciliğini kaybetti,<br />
Boğaz’daki gezintimizden beri.<br />
Batı dünyasının bir başkentinde, aynı muazzam<br />
görüntüyü elde etmek isteyen ancak bir balonla yukarı<br />
yükselmek zorundadır. Oysa, olağanüstü özelliklerinden<br />
hiç birinin genel bir bakışta gözlerden<br />
uzak kalmaması, <strong>İstanbul</strong>’u rakibsiz olarak, Kentlerin<br />
Kraliçesi yapar.<br />
43
44<br />
Eski <strong>İstanbul</strong><br />
Seyyahların Aynasında <strong>İstanbul</strong><br />
Ümit Meriç<br />
Sir Adolphus Slade<br />
Baharın güzelliğini tarif etmek <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong>’u görmüş<br />
ve onun bağrında uyanışı yaşamış olmak gerekir.<br />
Bahar, <strong>İstanbul</strong>’a Allah’ın verdiği bir<br />
armağandır, bundan daha nadide bir ihsan olabileceğini<br />
sanmıyorum. Karar verdiğim üzere, Beyoğlu’ndan<br />
kalkıp Haliç’e indim. Yollar çepeçevre<br />
ağaçlarla bezenmiş; ahşap evler ve konaklar, salkım<br />
söğütlerin, akasyaların kucakladığı birer sevgiliye<br />
benzemişlerdi. Haliç’te sahile vardığım<br />
zaman kendimi bir kuş kadar hafif hissediyordum.<br />
Berrak, koyu yeşil sularda oynaşan kayıklar, gözlerimi<br />
bir renk zenginliğiyle dolduruyordu. Kayıklar,<br />
<strong>İstanbul</strong>’a bir başka güzellik katan ya da bir başka<br />
deyimle <strong>İstanbul</strong>’un özelliklerinden olan birer sanat<br />
eseridir. Kayıkçı kalfalar, inşa ettikleri teknelerin<br />
narinliği ve suda akışıyla ün yapmışlardır. Kayıklar,<br />
Türk oymacılık sanatının bir yüzünü yansıtır. Bordaları,<br />
küpeşteleri, yelkenleri bile pek ince süslerle<br />
bezenmiştir. Türklerin ‘nakkaş’ dedikleri boyacılar,<br />
sonradan bu hatları altın yaldızlar ve çeşitli boyalarla<br />
işlerler.<br />
Nihayet bir sandala ayak basıp tahtaları üzerine<br />
serilmiş bir mindere kuruldum. Son derece oynak<br />
olan kayığa binip inerken uyulacak nokta, dengeyi<br />
bozmamaktır. Bu sıkışık yerden nasıl çıkacağız derken<br />
kayıkçının bir iki kürek oynatmasıyla sıyrılışımız,<br />
su ile muaşaka kuran bu denizcilere özgü bir<br />
ustalıktan ileri gelmektedir.<br />
Altın Boynuz’un (Haliç) gönüllere huzur veren havasını<br />
derin derin soluyarak, küreklerin muttasıl<br />
berrak sulara dalış çıkışını seyrederek Galata’ya<br />
oradan Tophane’ye doğru yol aldık. Benim tam bir<br />
Türk beyi olabilmem <strong>için</strong> şu anda galiba sadece<br />
uzun tömbeki çubuğum eksik. Boğaz’ın kendisine<br />
has bir denizcilik düzeni vardır. Marmara’dan<br />
gelip Karadeniz’e çıkacak olan yelkenli tekneler, elverişli<br />
rüzgarları beklerler ve akıntının hafiflediği<br />
ya da kıvrımlar yaptığı koylara dümen kırarlar. Boğaziçi’nde<br />
gemisini yürüten kaptan, yetişmiş kılavuz<br />
gibidir.<br />
Tanrı yedi tepeye kondurduğu güzelliği Türklere<br />
ihsan etmiş fakat denizlerde halk ettiği balıkların<br />
en lezzetlileri de kendilerine sunmuştur. Çubuklu’da,<br />
Kanlıca koyunda, Tarabya ya da Büyükdere<br />
sahillerinde ağ atan, dalyan bekleyen, peş peşe dizilip<br />
dini ayin yaparcasına bir nağme mırıldanıp<br />
ağ çeken posbıyıklı balıkçıların seyrine doyamadım.<br />
Gemilerle yarış eden yunus balıkları, Türk sularında<br />
bağımsızlığa sahiptirler. Türkler <strong>için</strong> yunus<br />
balığı kutsal bir hayvandır. Aslında şakacı olduğuna<br />
inandığım yunus balığının gemilerle yarışa<br />
kalkışması, seyrine doyulmaz bir oyundur. (1838)<br />
Anna Grosser Rilke<br />
Köprüdeki karmaşadan ve renkli dünyadan sonra<br />
Eminönü’nde her birinin altında birer küçük dükkan<br />
olan ahşap evleriyle daracık sokaklardan geçiyorsunuz.<br />
İnsanlar işlerini dükkanın dışında<br />
sokakta yapıyor, aynı zamanında yemek de pişiriyor.<br />
Acıkmışım, tam da bir kebapçı dükkanının<br />
önündeyim, hemen girişinde odun ateşi üzerinde<br />
bir şişe geçirilmiş kuzu eti dönüyor. Kokusu insanı<br />
cezbediyor, ben de Türk aşçıya elimle işaret edip, o<br />
şeyden yemek istediğimi anlatmaya çalışıyorum.<br />
Sakin ve terbiyeli, temiz bir masada bir iskemle göstererek,<br />
‘Buyurun hanımefendim!’ diyor. Sonra içeriye<br />
gidip ellerini yıkıyor, bir tabakla keskin bir<br />
bıçak alarak hala şişte dönmekte olan etten küçük<br />
parçalar kesiyor. Yanına da küçük bir ekmek koyuyor.<br />
Hiç bu kadar lezzetli bir kuzu eti yememiş-<br />
Nisan / 2011<br />
tim. Çatal bıçak yok. Et parçalarını ekmekle birlikte<br />
ağzınıza atabiliyorsunuz.<br />
Geniş gövdeli bir çınar ağacının altında bir kahvecinin<br />
mekan edindiği küçük bir meydana geldim.<br />
Meydana, küçük taburelerle minik masalar konmuştu.<br />
Şarktaki bütün kahveler gibi geleni çoktu,<br />
ama hep erkekti. Çünkü çınarın altındaki bahçeli<br />
meydan aynı zamanda bir berber dükkanıydı da.<br />
Bir tabureye iliştim, şekerli bir kahve ısmarladım.<br />
Sigaramı yaktım, bayağı keyiflenmiştim. Bana merakla<br />
bakıyorlardı, ama rahatsız edici bir durum<br />
yoktu. O kadar çok görecek, gözlemleyecek şey vardı<br />
ki, bu küçük kahveden bir türlü ayrılmak istemiyordum.<br />
Ne yazık ki Türklerle konuşamıyordum,<br />
bana bir yığın soru soruyorlardı ama yanıt veremiyordum.<br />
Artık son hedefim olan çarşıya gitme zamanım<br />
gelmişti. Yol beni mis kokularının yayıldığı<br />
Mısır Çarşısı’na götürdü. Daha içeri girer girmez<br />
insanı mistik bir hava sarmalıyordu, içerinin etkileyici,<br />
pitoresk bir aydınlatması vardı. Işık, tavandaki<br />
pençelerden geliyordu, dışardaki feci sıcağa<br />
karşın burası serindi. Türkler dükkanlarının<br />
önünde bilgece, vakur, sakin yere çömelmiş oturuyorlardı,<br />
ne bir bağırtı, gürültü ne telaş vardı. Bu<br />
kutsal mekanda olmaktan sonsuz hoşnuttum, gerçek<br />
Şark burasıydı. Hemen hepsi Türk olan satıcılardan<br />
yaşlı olanların başlarındaki fesleri, beyaz<br />
yumuşak bir bezle sarmalanmıştı. Ne güzel insanlar<br />
görmüştüm orada, uzun ak sakallarıyla nasıl<br />
da saygı uyandırıyorlardı. Dünyanın bütün baharatları<br />
burada satılıyordu, en kıymetlisiyse gül suyuydu.<br />
Yeniden dışarıya gün ışığına çıktım, bu<br />
yakanın en büyük alışveriş merkezindeydim. Yan<br />
yana dükkanlar dünyanın en harika halılarıyla tıka<br />
basa doluydu. Çarşıdan dışarıya uzanan yolun çevresini<br />
her türden küçük satıcılar sarmıştı. Sucular,<br />
kafasında dengelemeye çalıştığı büyücek tablasında<br />
leziz tatlılarla dolanan şekerci, bir çeşit puding<br />
satan muhallebici, yoğurtçu, mevsimine göre kavun<br />
çeşitleri, taze incir, üzüm, çilek satan satıcıları gördükçe<br />
dayanamıyordunuz, hepsinden tadıyordunuz.<br />
(1888)
Üsküdar’a Giderken Aldı Da Bir Yağmur!<br />
“Hey Üsküdar Üsküdar, geçtim sokakları dar” diye<br />
bir türkü çıkmıştı ki Üsküdar’ın o zamanki birçok<br />
sokakları hakikaten oldukça dar, çapraşık yerlerdi.<br />
Fakat şimdi bu sokakların çoğu değişmiş, geniş<br />
geniş tramvay caddeleri açılmış. Toygartepesi ile o<br />
cihete tesadüf eden bazı sokaklar istisna edilmek<br />
üzere Üsküdar artık oldukça yüzüne bakılabilecek<br />
bir hale gelmiştir. Eskiden bizim çocukluğumuzda<br />
şöyle bir türkü daha vardı: “Üsküdar’a giderken<br />
aldı da bir yağmur.”<br />
Bundan otuz, otuz beş sene evvel <strong>İstanbul</strong>’da moda<br />
olan bu türkünün hakiki medlûlü üç akşam evvel<br />
bizim başımıza geldi. O akşam Yeni Gün muharrirlerinden<br />
Mekki Sait’le beraber Üsküdar’a giderken<br />
öyle bir yağmur aldı ki kendimizi oradaki bir<br />
kahveye sırsıklam bir halde dar atabildik!<br />
Üsküdar’ın kışın tama edilecek hiçbir tarafı, hiçbir<br />
şeyi yoktur; lakin burası, yazın pek hoştur. Ne tarafına<br />
gitseniz güzel bir manzara, latif bir hava,<br />
tatlı bir eğlence ile karşılaşırsınız. <strong>İstanbul</strong>’un ne<br />
ferah artıran Çamlıca’sını bir tarafa bırakalım,<br />
fakat Üsküdar’ın Çamlıca’dan başka ne yerleri var<br />
ki bunların güzellikleri saymakla kolay kolay bitmez.<br />
Sahildeki Şemsipaşa arsası, Doğancılar Parkı, Sakızağacı,<br />
Bağlarbaşı, Salacak koyu, buralar hep yaz<br />
günlerinin hatırı sayılır bir güzellik meşheridir. Eskiden<br />
en ziyade tımarhane, miskinhane ve Karaca<br />
Ahmet mezarlıklarıyla meşhur olan bu yerin bugün<br />
umumi parkları, hususi bahçeleri <strong>İstanbul</strong> ve Beyoğlu’nun<br />
park ve bahçelerinde hiç de aşağı kalmaz.<br />
Mesela çarşı <strong>için</strong>deki İnşirah bahçesinin yaz geceleri<br />
o rengarenk kandillerle süslenmiş hal ve manzarası<br />
Beyoğlu’nun çok yerlerinde bile görülemez.<br />
…<br />
Bab-ı Âli<br />
Ankara Caddesi’nden yukarı tırmanırken, solumuzda<br />
dar bir sokak <strong>için</strong>de eski bir yapının kalıntısı<br />
görünüyor. <strong>İstanbul</strong> gibi eski şehirlerin ilginç<br />
bir özelliğinin kanıtı bu yapı. Tarih ve koruma bilincinin<br />
olmadığı çağlarda, insanlar yeni ihtiyaçlara<br />
göre eski yapıları yıkmış, ortadan kaldırmış.<br />
Bazen de, büsbütün yıkmayıp üstüne başka bir şey<br />
yapmış. Eskiden burada bir bina vardı ve ikinci katındaki<br />
bir meyhaneden ötürü ben de oraya zaman<br />
zaman giderdim. Ama binanın <strong>için</strong>de başka bir<br />
bina bulunduğunu hiç bilmezdim. Bu yakınlarda o<br />
köhne binalar yıkıldı, <strong>için</strong>den eski bir hamam<br />
(Hoca Paşa Hamamı) çıktı. Bugünlerde restorasyonu<br />
tamamlanmak üzere.<br />
Karşı kaldırımdan tırmanmaya devam edince,<br />
sağda, kitapçı ve kırtasiyeci dükkanları arasında<br />
bir kapıdan bir iç avluya girildiğini görüyoruz. Bu<br />
sevimli avluda, bundan otuz yıl kadar önce yanan<br />
iki güzel 19. Yüzyıl yapısının iskeletleri duruyor.<br />
Daha ilginç olanı, buradaki bazı dükkan ve avlu-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Köşe Bucak <strong>İstanbul</strong><br />
Nisan / 2011<br />
Osman Cemal Kaygılı<br />
daki küçük matbaa <strong>için</strong>de hala görülebilen, muhtemelen<br />
Cenevizlerden kalan duvar parçaları. Hala<br />
görülebilen diyorum, ama cadde üstündeki dükkanında<br />
oturan mal sahibi buraları göstermeye hiç<br />
istekli değil.<br />
Karşımızda Bab-ı Âli var şimdi. Bu kanadının girişinde,<br />
gene zevksiz bir 19. Yüzyıl yapısı olan Nallı<br />
Mescidi. Şimdi <strong>İstanbul</strong> valiliği olan Bab-ı Âli eskiden<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetildiği<br />
merkezdi. Onun tarihi, bazı bakımlardan, imparatorluğun<br />
modernleşme sürecini yansıtır. Başından<br />
beri padişah her türlü yönetim yetkisinin<br />
mutlak sahibiydi ve ona yardımcı olmakla yükümlü<br />
Divan, yani o zamanın hükümeti, sarayda, Kubbealtı’nda<br />
toplanırdı. Zamanla padişahlar fiili yönetimden<br />
koparak saray hayatına daldılar ve bu da,<br />
başbakan sayılabilecek sadrazamın teoride değilse<br />
de pratikte daha fazla yetki kullanmasına yol açtı.<br />
Bu dönemlerde özel ve kamusal ayrımı pek belirgin<br />
değildi.<br />
Postane binası eski Posta Nezareti olarak yapılmıştı.<br />
Daha önce Harbiye Nezareti hükümetin ortak binasından<br />
taşmış ve taşınmış, bugünkü <strong>İstanbul</strong><br />
Üniversitesi merkez binasına yerleşmişti. Onun yanındaki<br />
Ali Paşa Konağı da Erkan-ı Harbiye-i<br />
Umumiye olmuştu. İmparatorluğun en büyük örgütü<br />
olan ordunun Bab-ı Âli’ye sığamaması ve ayrı<br />
binaya taşınması anlaşılır bir şeydir. Ama başbakanlığın<br />
yanı sıra bütün geri kalan bakanlıkların<br />
çalışmaları uzun süre Bab-ı Âli’den yürütülmeye<br />
devam etti.<br />
45
46<br />
<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />
<strong>İstanbul</strong> Sokakları<br />
100 Yazardan 100 Sokak / YKY<br />
“Betonlaşmış bir sokağın Anısı Bile Olamaz<br />
Bir sokak sizi muhakkak bir yere<br />
götürür. Sokağın sonunda ya yakınınız<br />
bekliyordur, ya da dostlarınız. Sokakların<br />
her mevsim rengi değişir. Onlar yeşerir,<br />
çiçekler açar, bir kedi kaçar ansızın<br />
önünüzden… Sokakların anıları da vardır,<br />
hem de uzun zamandan beri. Yaşar<br />
bu anılar, hem sizde hem sokakta. Rengini<br />
mevsime, ışığa göre değiştirmeyen<br />
sokak artık sokak değildir. Betonlaşmış<br />
bir sokağın anısı bile olmaz. Artık kemikleşmiş<br />
bir iskelettir, kokusu da yoktur,<br />
rengi de. Yani sokak da değildir.<br />
Rumelihisarı’ndaki bu sevdiğim sokak,<br />
bugün artık yoktur, kaybolmuştur.<br />
Rengi ve anıları sadece fotoğrafta kaldı.<br />
Böyle bitti <strong>İstanbul</strong> ve sokakları. Artık<br />
dünyanın en güzel ışığı bile aydınlatsa<br />
bu sokağı, yeşerecek yaprağı, koklanacak<br />
çiçeği yoktur. Rumelihisarı’ndaki bu yokuştan<br />
bir demet çiçekle geçmeyecektir<br />
bir kadın. Ve yağmur yağsa bile damlalar<br />
zevksiz ıslatacaktır oraları.” (Ara Güler)<br />
<strong>İstanbul</strong>, Hatıralar ve Şehir<br />
Orhan Pamuk / <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
“<strong>İstanbul</strong>’un sokakları içerisinde bir<br />
yerde, bizimkine benzeyen bir başka<br />
evde, her şeyiyle benim benzerim, ikizim,<br />
hatta tıpatıp aynım bir başka<br />
Orhan’ın yaşadığına çocukluktan başlayarak<br />
uzun yıllar aklımın bir köşesinde<br />
inandım. Annemle çıktığım sandal gezintisi,<br />
bir iki kere akıntıya kapılmak,<br />
geçen bir geminin dalgalarıyla sallanmak<br />
gibi birkaç tehlikeden sonra bitince, sandalcı<br />
bizi akıntının kıyıya iyice yaklaştığı<br />
Rumelihisarı burnundan önce Aşiyan’a<br />
bırakır, annemle Rumelihisarı’na, Boğaz’ın<br />
bu en dar noktasına kadar yürür,<br />
iki kardeş Rumelihisarı’nın dış avlusuna<br />
süs diye yerleştirilmiş, Fatih döneminden<br />
kalma toplarla oyalanır, sarhoşların,<br />
evsizlerin <strong>için</strong>de uyuyakalarak gecelediği<br />
bu iri silindirlerin <strong>için</strong>deki cam kırıkları,<br />
pislikler, teneke parçaları, sigara izmaritlerinden<br />
<strong>İstanbul</strong>’un ve Boğaz’ın büyük<br />
tarihi mirasının şimdi orada yaşayanların<br />
çoğunluğu <strong>için</strong> karanlık, esrarlı ve<br />
anlaşılmaz bir şey olduğunu sezdik.”<br />
Nisan / 2011<br />
Beş Şehir<br />
Ahmet H. Tanpınar / Dergah Yayınları<br />
“Asıl <strong>İstanbul</strong>, yani surlardan beride olan<br />
minareyle camilerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi,<br />
Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler,<br />
Bentler, Adalar, bir şehrin<br />
<strong>için</strong>de âdeta başka başka coğrafyalar gibi<br />
kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular<br />
uyandıran, hayalimize başka türlü<br />
yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır.<br />
Her <strong>İstanbul</strong>lu az çok şairdir; çünkü<br />
irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa<br />
bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile<br />
oyunu <strong>için</strong>de yaşar. Ve bu, tarihten<br />
gündelik hayata, aşktan sofraya kadar<br />
genişler. “Teşrinler geldi, lüfer mevsimi<br />
başlayacak.” Yahut “Nisandayız, Boğaz<br />
sırtlarında erguvanlar açmıştır.” diye düşünmek,<br />
yaşadığımız anı efsaneleştirmeye<br />
yetişir. Eski <strong>İstanbul</strong>lular bu<br />
masalın <strong>için</strong>de ve sadece onunla yaşarlardı.<br />
Bugün mahalle kalmadı. Yalnız<br />
şehrin şurasına burasına dağılmış, eski,<br />
fakir mahalleliler var. Birbirlerinin hatırını<br />
sormak, bir kahvelerini içmek, geçmiş<br />
zamanı beraberce anmak <strong>için</strong> zaman<br />
zaman gömüldükleri köşeden çıkan, bin<br />
türlü zahmete katlanarak semt semt dolaşan<br />
ihtiyar mahalleliler…”
Bir Dünya İmparatorluklar Merkezi<br />
<strong>İstanbul</strong><br />
Ceyhan Güran / Akis Kitap<br />
Doğadaki doğuş izlerinin milyon yıl<br />
önce başladığı mitolojik çağlarda ufuklardan<br />
süzülüp tarihin serüvenli atölyesinden<br />
gururla geçerek Klasik, Orta ve<br />
Yeni çağın simgesi olabilen Pagan, Ortodoks,<br />
Katolik Latin ve Türk İslam<br />
dünyasının bir yıldızı ve bu muhteşem<br />
imparatorlukları yöneten uzun asırlar<br />
boyunca bir tarih ve kültür merkezi<br />
olma ihtişamına ulaşabilmiş dünyadaki<br />
tek şehirdir <strong>İstanbul</strong>..<br />
'Bir Dünya İmparatorluklar Merkezi <strong>İstanbul</strong>'u<br />
yakından tanımak <strong>için</strong> kitapta<br />
yer alan bazı önemli başlıklar:<br />
Roma İmparatorluğu<br />
Doğu Roma İmparatorluğu<br />
Katolik Latin İmparatorluğu<br />
Bizans Devri<br />
Türk <strong>İstanbul</strong><br />
Roma-Bizans Eserleri<br />
Klasik Osmanlı Devri<br />
<strong>İstanbul</strong> Şehri<br />
Prehistorik ve Mitolojik Devre<br />
<strong>İstanbul</strong>’u Anlamak<br />
Turgut Cansever / Timaş Yayınları<br />
“Son otuz yılda <strong>İstanbul</strong>’da apartman sayısının<br />
artması ve nüfusun yoğunlaşması<br />
nedeniyle, yıl <strong>için</strong>de tabiatla aralarındaki<br />
bağ kopan insanların, yaz aylarında doğaya<br />
ulaşmak <strong>için</strong> Boğaziçi’ne, Adalar’a<br />
ve çevredeki diğer alanlara hücum etmesi,<br />
bu yerlerde de şehirleşmenin başlamasına<br />
ve tabiatın tahribatının daha<br />
geniş alanlara yayılmasına sebep oldu.<br />
Apartmanlaşmanın yanı sıra, Adalar’da<br />
hizmet sektöründe çalışanların sayısının<br />
artması bu yeni düşük gelir grubunu gecekondular<br />
inşa etmeye yönlendirirken<br />
“gecekonduculuk”, yazlık kiralık ev sağlayan<br />
bir iş alanı olarak yaygınlaştı.<br />
Sözünü ettiğimiz tüm bu hastalıklı değişimin<br />
yanı sıra, mimariyi seviyesizleştiren<br />
temel bir yanılgının da bizzat<br />
mimarlık eğitin ve uygulama felsefesinden<br />
kaynaklandığını belirtmek gerek.”<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong>’un <strong>İl</strong>kleri Enleri<br />
Süleyman F. Güncüoğlu / Ötüken Yay.<br />
“<strong>İstanbul</strong>’daki En Eski Taş Mektep<br />
<strong>İstanbul</strong>’da en eski taş mektepler Fatih<br />
Külliyesi’ndeki Darü’t-Talim ile Bayezid<br />
Külliyesi’ndeki Muallimhan’dı. Dar’üt-<br />
Talim 1918 yılına kadar hizmet vermiş,<br />
o yıl çıkan yangında ise harap olmuştur.<br />
Süleymaniye Külliyesi’ndeki taş mektep<br />
Mimar Sinan’ın bir eseri olup yine <strong>İstanbul</strong>’un<br />
en eski taş mekteplerinden biridir.<br />
Mektep çocuk dünyasına uygun<br />
sevimli bir tarzda inşa edilmiştir. Bu<br />
mektep, 1839 yılında ‘Mekteb-i Ulumi<br />
Edebiye’ adıyla ileri programlı rüştiyeye<br />
dönüştürülmüştür.<br />
Peki, taş mektep neydi diyecek olursak;<br />
okul binasına kâgir olan, Osmanlı dönemi<br />
vakıf okullarıydı. Kâgirden sıbyan<br />
mekteplerine de bu ad verilmekteydi. <strong>İstanbul</strong>’un<br />
geleneksel külliye mimarisinde<br />
yer alan be medreseden bağımsız<br />
ilk okullar taş mekteplerdir. 19.yüzyıl<br />
sonlarına doğru taş mektep sayısı 30-40<br />
civarında iken sıbyan mektebi sayısı<br />
400’ü aşmaktaydı.”<br />
47
48<br />
Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu<br />
Bilge Karasu / Metis Yayınları<br />
“Taksim çeşmesini hep kuru gördüğümü<br />
sanmıyorum. Pek uzak bir geçmişte,<br />
zincirle bağlı tası doldurup su<br />
içen birini gördüm mü? Elim anamın<br />
elinde Fransız konsolosluğunun önünden<br />
yürür, Yıldız sinemasının karşısına<br />
geldiğimizde karşıya geçerdik genellikle.<br />
Parmakkapı adının çeşitli yolaklara açıldığını<br />
çok sonraları düşünecektim. Ama<br />
daha o zamanlar, Büyük ile Küçük Parmakkapılar<br />
ayırımına sırt çevirerek, karşıda<br />
kalan öbür kaldırımı unutarak,<br />
ağzıma bir şeker, o zamanlar pek sevdiğim<br />
menekşeli bir fondan atar gibi, Parmakkapı'nın<br />
heyecanını uzun uzun<br />
gezdirirdim içimde. Yıldız sinemasının<br />
resimleri, renkli afişleri olurdu; muhallebicinin<br />
tarçın, fıstık, hindistancevizi<br />
çalınmış, titrekliğini, tadını bildiğim<br />
ama pek sevmediğim aklıkları, tavukları,<br />
pilavları, havagazı şirketinin loş boşlukları,<br />
o küçücük kitapçı dükkânının, yerden<br />
tavana, akıl almaz sayıda kapakla<br />
döşenmiş camlığı olurdu.”<br />
<strong>İstanbul</strong> Mektupları<br />
Fatih Kerimi / Çağrı Yayınları<br />
“Şayet paraya ihtiyaç olursa eski padişahlardan<br />
kalan ve hazinede saklanan<br />
mücevharat ve kıymetli eserlerin satılabileceğini<br />
hesap edenler de yok değil.<br />
Demiryolu tahvillerinden padişahın ve<br />
şehzadelerin her birinin birkaç yüz binlik<br />
somluk satın alarak böylece hazineye<br />
para aktarmak istedikleri de konuşulmaktadır.<br />
Savaşın başlamasıyla <strong>İstanbul</strong>’da büyük<br />
bir değişiklik olmadı. Her şey eskisi gibi.<br />
Yardım verilmesini ve gönüllü yazılmayı<br />
teşvik <strong>için</strong> konferanslar, camilerde vaazlar<br />
devam ediyor. Müdafaa-i <strong>Milli</strong>ye cemiyetinin<br />
şubeleri her gün toplanıp<br />
çalışıyorlar. Türk kadınları da güçleri<br />
yettiğince harekete geçtiler. Çoktan beri<br />
faaliyeti görülmeyen Teal-i Nisvan Cemiyeti’nin<br />
bugün ilk toplantısı yapıldı.<br />
Bu cemiyetin reisi Halide Hanım’dır.<br />
Evleri dolaşarak yardım toplamaları <strong>için</strong><br />
aralarından bazı hanımları görevlendirdiler.”<br />
Nisan / 2011<br />
Yazarların <strong>İstanbul</strong>’u<br />
Kolektif / Turkuvaz Kitap<br />
<strong>İstanbul</strong>'un 7 tepesi<br />
“Roma imparatoru Büyük Constantinus,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u, o zamanki adıyla Bizantion’u<br />
imparatorluğunun ikinci başkenti<br />
yapmaya karar verdi. 11 Mays 330’da<br />
törenle yeniden doğarken, şehrin adlarından<br />
biri ‘Yeni Roma’ydı. Belki bu<br />
isimden dolayı yüzyıllardır <strong>İstanbul</strong> ve<br />
Roma, yedi tepeli iki şehir olarak birbiriyle<br />
karşılaştırılır. <strong>İstanbul</strong>’un yedi tepelerinden<br />
birincisinde Topkapı Sarayı,<br />
Ayasofya vardır. İkincisinde Çemberlitaş<br />
ve Nuruosmaniye Camii yükselir...<br />
Üçüncüsünde Beyazıt Camii ve Süleymaniye;<br />
dördüncüsünde Yavuz Selim<br />
Camii bulunur. Edirnekapı’nın olduğu<br />
yükselti, 74 m. rakımıyla yedi tepenin<br />
en yükseğidir. Yedinci tepe ise Kocamustafapaşa<br />
semtiyle kaplanmıştır.”
Üç <strong>İstanbul</strong><br />
Mithat Cemal Kuntay / Oğlak Yayınları<br />
“Ermeni tercüman: "Adliye binasının<br />
güzel tarafı deniz cephesidir Mis; Grek<br />
üslubundan yapmak istemişler; o tarafın<br />
üslubunun sütunlu olmasına çok ehemmiyet<br />
vermişler; ecnebiler vapurla <strong>İstanbul</strong>'a<br />
gelirken görsünler diye. Kara tarafı<br />
yerliler görecek diye sarı sıvadır."<br />
Amerikalı kadın: "Halkını bu kadar hor<br />
gören memleket! Ne tuhaf şey?" dedi.<br />
Ermeni genci: "Osmanlı İmparatorluğu<br />
hokkabazdır, Mis" dedi, "kaldırımından<br />
mektebine kadar her şeyini Avrupalılar<br />
görsün diye yapar. Beyoğlu'nda yaptığı<br />
caddeler üç kıtadaki bütün Türkiye kaldırımlarına<br />
müsavidir."<br />
Amerikalı kadın yüzü buruşmayarak<br />
hayret etti.<br />
Ermeni genci: "Beyoğlu'ndaki Altıncı<br />
Belediye'yi de bu düşünce ile açtılar. Bu<br />
Altıncı Daire, ilk yaptıkları Belediye dairesidir;<br />
fakat adına Altıncı dediler: Beyoğlu'na<br />
gelen ecnebiler <strong>İstanbul</strong>'da beş<br />
tane daha var zannetsinler diye.”<br />
<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi<br />
Kolektif / NTV<br />
<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi; tarih öncesinden<br />
Bizans’a, Osmanlı ve Cumhuriyet <strong>İstanbul</strong>’una<br />
dönüşürken öznesi olduğu olaylar,<br />
sahip olduğu sosyal kurumlar,<br />
semtler, mimari, doğa, müzik ve gösteri<br />
sanatları, mitoloji ve insanlar üzerinden<br />
<strong>İstanbul</strong>’u anlatan yaklaşık 350 madde<br />
içeriyor. Kültür, bilim, sanat, edebiyat,<br />
basın dünyasında tanınmış 150’yi aşkın<br />
yazar ve fotoğrafçının özgün anlatım ve<br />
kişisel yakınlıklarıyla tanıttıkları <strong>İstanbul</strong>,<br />
<strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi’nin 1010<br />
sayfasında özel arşiv ve koleksiyonlardan<br />
titizlikle seçilen belgeler, tarihsel ve güncel<br />
fotoğraflar eşliğinde sunulan bir başvuru<br />
kaynağı haline geliyor. <strong>İstanbul</strong><br />
Ansiklopedisi; ilk insana ait izlerin 800<br />
bin yıl öncesine dayandığı Yarımburgaz<br />
Mağarası’yla, ilk yerleşik yaşamın 8 bin<br />
500 yıl öncesine uzandığı bir kez daha<br />
kanıtlanan Yenikapı buluntularıyla tarih<br />
boyu bir megakent olan <strong>İstanbul</strong>’u,<br />
onun kimliği haline gelen hızlı değişimi<br />
<strong>için</strong>de konumluyor.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>k Romanımda Leylâk<br />
Selim <strong>İl</strong>eri / Everest Yayınları<br />
“Geçen zaman eski kartpostallara kıymet<br />
biçti, 'antika' özelliği kazandırdı. Tezgâhlardan<br />
müzayedelere yol aldı <strong>İstanbul</strong><br />
kartpostalı. Böyle mi olması<br />
gerekiyordu; belki diye yanıtlayabiliyorum.<br />
Ressamlarımızın eserlerini tanıtan<br />
ve değerlendiren kitaplar yayımlandı.<br />
Muhakkak ki olumlu bir gelişmeydi.<br />
Hiç değilse meraklısı, bu yapıtlarda<br />
dünkü <strong>İstanbul</strong>'u ressamların fırçasından<br />
'hissedebiliyor'. Her şehir değişmeye<br />
yazgılı. Fakat tarihî şehirlerin değişmesi<br />
çok ayrı bir dikkati gereksiniyor. Nişantaşı,<br />
Osmanbey konaklarının yerine ve<br />
yanı başına yedi sekiz katlı, yüzleri<br />
oymalı, şatafatlı Şişli 'apartman’ları yapıldığında,<br />
bu yapılar üslûpsuzlukla<br />
küçümsenmiş. Bugün Nişantaşı, Osmanbey<br />
konakları büsbütün hayal olduğundan,<br />
dünün Şişli apartmanlarına gün<br />
görmüş yapılar diye âdeta hayranlıkla<br />
bakıyoruz. Yepyeni gökdelenlere, azman<br />
alışveriş merkezlerine de, yarın, gün görmüş<br />
yapılar diyebilecek miyiz?”<br />
49
50<br />
<strong>İstanbul</strong> Kitaplığı<br />
1. 1453 Konstantinopol Kuşatma Güncesi, Nicolo Barbaro, Büke<br />
Yayınları<br />
2. 1782 Yılı Yangınları, Derviş Efendizade Derviş Mustafa Efendi,<br />
<strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
3. 18. Yüzyılda <strong>İstanbul</strong>, Miss Julia Pardoe, İnkilap Kitapevi<br />
4. 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera, Literatür Yay.<br />
5. 2000 Yaşında Bir Dünya Güzeli, Ergun Göknel, Truva Yay.<br />
6. 30 Sene Evvel <strong>İstanbul</strong>, Sermet Muhtar Alus, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />
7. Ahmet Sühely Ünver’in <strong>İstanbul</strong>’u, Kültür A. Ş.<br />
8. Al İşte <strong>İstanbul</strong>, Ara Güler-Çetin Altan, Yapı Kredi Yayınları<br />
9. Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık, YKY<br />
10. Asitane : Evvel Zaman İçinde <strong>İstanbul</strong>, A. Ragıp Akyavaş Türk<br />
Diyanet Vakfı Yayınları<br />
11. Ayasofya Müzesi, Erdem Yücel, Ak Yayınları<br />
12. Ayasofya’nın Martıları, Johannes Poethen, Sistem Yay.<br />
13. Ayvazovski: <strong>İstanbul</strong>`a Gelen Yabancı Ressamlar, Dünya Yay.<br />
14. Bağdat`tan <strong>İstanbul</strong>`a, Karl May Yurt Kitap Yayın<br />
15. Balat ve Çevresi, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />
16. Ben Sana Küskünüm <strong>İstanbul</strong>, Halit Çapın Parantez Yay.<br />
17. Benim Beyoğlum, Atilla Dorsay, Varlık Yayınları<br />
18. Beş Şehir, Ahmet H. Tanpınar, Dergah Yayınları<br />
19. Beyoğlu Beyoğlu İken, Eser Tutel, Oğlak Yayınları<br />
20. Beyoğlu`nun Adı Pera İken, Said N. Duhani, Çelik G. V.<br />
21. Beyoğlu'nda Bir Oryantalist, Leonardo De Mango, YKY<br />
22. Bin Çeşit <strong>İstanbul</strong>, Boğaziçi Yalıları, Gürol Sözen, Ak Yay.<br />
23. Bir Başka <strong>İstanbul</strong>, M. Orhan Okay, Kubbealtı Yayınları<br />
24. Bir Beyoğlu Klasiği Rejans, Kolektif<br />
25. Bir Kent: <strong>İstanbul</strong> 101 Yapı, Engin Yenal, YKY<br />
26. Bir Şehre Gidememek, Mario Levi, Remzi Kitapevi<br />
27. Bir Tutam <strong>İstanbul</strong>, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />
28. Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri Üsküdar, Kaknüs Yay.<br />
29. Bir Zaman Tüneli Beyoğlu, Feriha Büyük, Doğan Kitap<br />
30. Bir Zamanlar <strong>İstanbul</strong>, Mümtaz Cankurtaran, Erciyaş Yay.<br />
31. Bir Zamanlar <strong>İstanbul</strong>, Perihan Sarıöz, İdea <strong>İl</strong>etişim<br />
Nisan / 2011<br />
32. Bir Zamanların <strong>İstanbul</strong>’u, Eski <strong>İstanbul</strong> Yaşayışı ve Folkloru,<br />
Adnan Özyalçıner-Sennur Sezer, İnkılap Yay.<br />
33. Biz <strong>İstanbul</strong>lular Böyleyiz Fener'den Anılar 1906-1922,<br />
Haris Spataris, Kitap Yayınları<br />
34. Boğaz`dan... Kendi Rehberliğinizde Bir Gezi, Rhonda<br />
Vander Sluis, Çitlembik Yayınevi<br />
35. Boğaziçi Anıları, <strong>İstanbul</strong> Anıları 1-2, Sedad Hakkı Eldem<br />
36. Boğaziçi Mehtapları, Abdülhak Şinasi Hisar, Bağlam Yay.<br />
37. Boğaziçi Sayfiyeleri, G. V. İnciyan, Eren Yayıncılık<br />
38. Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları, Hayati Tezel, Cem Yayınevi<br />
39. Boğaziçi Yalıları, Abdülhak Şinasi Hisar, Bağlam Yayınları<br />
40. Boğaziçi'nde Yalılar İnsanlar, Murat Belge, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />
41. Bu Şehri Stanbul Ki, Osmanlının <strong>İstanbul</strong> Macerası, Radi<br />
Dikici, Remzi Kitabevi<br />
42. Büyük <strong>İstanbul</strong> Albümü, Rıza Serhadoğlu, <strong>İstanbul</strong><br />
Hemşehriler Cemiyeti<br />
43. Cityrama, Kolektif, <strong>İstanbul</strong> Modern Sanat Müzesi<br />
44. Denizlerin <strong>İstanbul</strong>, Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları<br />
45. Dersaadet, Münevver Ayaşlı, Timaş Yayınları<br />
46. Dile Gelen <strong>İstanbul</strong>, Dile Gelen Anadolu, Nurettin İğci,<br />
Bileşim Yayınları<br />
48. Dünkü <strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />
49. Efsanevi Başkent <strong>İstanbul</strong>, Faruk Pekin, Türkiye İş Kültür Yay.<br />
50. Eski <strong>İstanbul</strong> Sinemaları, Mustafa Gökmen, <strong>İstanbul</strong><br />
Kitaplığı Yayınları<br />
51. Eski <strong>İstanbul</strong>, Ahmet Refik Altınay, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
52. Eski <strong>İstanbul</strong> Hatıraları, Sadri Sema, Kitabevi Yayınları<br />
53. Eski Zamanlarda <strong>İstanbul</strong> Hayatı, Balıkhane Nazırı Ali Rıza<br />
Bey, Kitapevi<br />
54. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. S. Ali Kahraman, YKY<br />
55.Fatih`in Defteri, A. Süheyl Ünver, <strong>İstanbul</strong> B. Belediyesi<br />
56. Firari <strong>İstanbul</strong>, Metin Yeğin, Su Yayınları<br />
57. Galata Köprüsü, Refik Durbaş, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
58. Galata ve Pera: Nur Akın, Literatür Yayıncılık
59. Galata, <strong>İl</strong>han Berk, Adam Yayınları<br />
60. Haliç, Dünden Bugüne Yedi Tepenin Koynunda Uyuyan<br />
Büyülü Cennet, Eser Tutel, Dünya Yayınları<br />
61. Hayali <strong>İstanbul</strong> Manzaraları, Aykut Gürçağlar, YKY<br />
62. İki Boğazın Suları, Ali Pasiner, Remzi Kitapevi<br />
63. <strong>İl</strong>k Durak <strong>İstanbul</strong>'un Entelektüel Tarihinden Tanıklıklar,<br />
Can Dündar-Nebil Özgentürk, Alfa Basım<br />
64. <strong>İstanbul</strong> 1874, Edmondo De Amicis, Türk Tarih Kurumu<br />
65. <strong>İstanbul</strong> 1890, Pierre Loti, Vadi Yayınları<br />
66. <strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi, Kolektif, NTV<br />
67. <strong>İstanbul</strong> Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu<br />
68. <strong>İstanbul</strong> Geceleri, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Yayınları<br />
69. <strong>İstanbul</strong> Gezi Rehberi, Murat Belge, Tarih Vakfı Yurt Yay.<br />
70. <strong>İstanbul</strong> Gizemleri, Giovanni Scognamillo, Bilge Kar. Yay.<br />
71. <strong>İstanbul</strong> Hatıralar ve Şehir, Orhan Pamuk, YKY<br />
72. <strong>İstanbul</strong> <strong>İstanbul</strong> İken, Eser Tutel, Oğlak Yayıncılık<br />
73. <strong>İstanbul</strong> Mektupları, Fatih Kerimi, Çağrı Yayınları<br />
74. <strong>İstanbul</strong> Poems, Mevlüt Ceylan, İBB Kültür A.Ş.<br />
75. <strong>İstanbul</strong> Sende Kalsın, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />
76. <strong>İstanbul</strong> Sokakları 100 Yazardan 100 Sokak, YKY<br />
77.<strong>İstanbul</strong> Şehir ve Medeniyet, Şevket Kamil Akar, Klasik Yay.<br />
78. <strong>İstanbul</strong> Tarihi, Robert Mantran, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
79. <strong>İstanbul</strong>, Hatıralar ve Şehir, Orhan Pamuk, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />
80. <strong>İstanbul</strong>, <strong>İl</strong>k Romanımda Leylâk, Selim <strong>İl</strong>eri, Everest Yay.<br />
81. <strong>İstanbul</strong>, Zamana Açılan Kapı, Uğur Kökden, YKY<br />
82. <strong>İstanbul</strong>’a Dair, Nihat Sami Banarlı, Kubbealtı Yayınları<br />
83. <strong>İstanbul</strong>’un <strong>İl</strong>kleri Enleri, S. F. Güncüoğlu, Ötüken Yay.<br />
84.<strong>İstanbul</strong>'da Günlük Hayat, Ekrem Işın, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
85. <strong>İstanbul</strong>'da Kentsel Ayrışma, Derleme, Bağlam Yayınları<br />
86. <strong>İstanbul</strong>'da Zaman, Derleme, Büke Yayınları<br />
87. <strong>İstanbul</strong>'dan Ben De Geçtim, Selim N. Gerçek, Kitabevi<br />
88. <strong>İstanbul</strong>'u Anlamak, Turgut Cansever, Timaş Yayınları<br />
89. <strong>İstanbul</strong>'u Geziyorum Gözlerim Açık: Bir <strong>İstanbul</strong> Kültürü<br />
Kitabı, Haldun Hürel, Dharma Yayınları<br />
90. <strong>İstanbul</strong>'u Yel Üfürdü, Su Götürdü, Eser Tutel, Oğlak Yay.<br />
91. <strong>İstanbul</strong>'un İki Yüzü 1980'den 2000'e Değişim, Mustafa<br />
Sönmez, Arkadaş Yayınları<br />
92. <strong>İstanbul</strong>'un Tadı Tuzu, <strong>İl</strong>han Eksen, Everest Yayınları<br />
93. <strong>İstanbul</strong>'un Unutulmayan Gemileri, Eser Tutel, Kitabevi<br />
94. İşgal Altında <strong>İstanbul</strong> 1918-1923, Bilge Criss, <strong>İl</strong>etişim Yay.<br />
95. Kebabistanbul, <strong>İl</strong>han Eksen, Sel Yayıncılık<br />
96. Keyifli Konaklamalar, Jak Deleon, Remzi Kitabevi<br />
97. Köşe Bucak <strong>İstanbul</strong>, O.Cemal Kaygılı, Selis Yayınları<br />
98. Kuğunun Son Şarkısı, Beşir Ayvazoğlu, Ötüken Yayınları<br />
99. Kuruluş ve Fetih Destanı, Cahit Tanyol, Pozitif Yayınları<br />
100. Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu, Bilge Karasu, Metis Yay.<br />
101. Nereye Gitti <strong>İstanbul</strong>?, Aydın Boysan, YKY<br />
102. Onikiler, Sermet Muhtar Alus, <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
103. Oryantalistlerin <strong>İstanbul</strong>’u, Semra Germaner, Türkiye İş B.<br />
Kültür Yayınları<br />
104. Osmanlının <strong>İstanbul</strong>u, Juan Goytisolo, YKY<br />
105. Pera Palas, Abidin Dino, Sel Y Yayınları<br />
106. Pera, <strong>İl</strong>han Berk, Adam Yayınları<br />
107. Selâhattin Giz'in Fotoğraflarıyla 1930'larda Beyoğlu, Ali<br />
Özdamar, Çağdaş Yayınları<br />
108.Tezgahın Üstünde <strong>İstanbul</strong>, Murat Başaran, Timaş Yay.<br />
109. erapia'dan Tarabya'ya, Orhan Türker, Sel Yayıncılık<br />
110. Üç Dinin Başkenti <strong>İstanbul</strong>, Adnan Özyalçıner-Sennur<br />
Sezer, İnkılap Yayınları<br />
111. Üç <strong>İstanbul</strong>, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayınları<br />
112. Üsküdar Hatırası, Kemal Kahraman, Üsküdar Bel.<br />
113. Yazarların <strong>İstanbul</strong>'u, 2007, Merkez Kitapçılık<br />
114. Yer Fener Gök Cimbom Dünyanın En Büyük Derbisi,<br />
Murat Erdin, İthaki Yayınları<br />
115. Yıldızlar Altında <strong>İstanbul</strong>, Selim <strong>İl</strong>eri, Oğlak Yayıncılık<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
51
52<br />
Röportaj<br />
‘ÇOCUKLAR İSTANBUL’A FARKLI<br />
BİR GÖZLE BAKMAYA BAŞLADILAR’<br />
Röportaj: Bülent PARLAK<br />
Suna Kıraç önderliğinde kurulan ve ülkemizin eğitim alanında faaliyet gösteren en yaygın sivil toplum<br />
kuruluşlarından biri olan Türkiye <strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı, “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi” ile örnek bir uygulama<br />
gerçekleştirdi. “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi”yle amaçladıkları ve elde ettikleri sonuçlar üzerine Türkiye<br />
<strong>Eğitim</strong> Gönüllüleri Vakfı Genel Müdürü Nurdan Şahin’le konuştuk.<br />
2010 yılı <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong> oldukça verimli<br />
geçti. <strong>İstanbul</strong>’un Avrupa Kültür Başkenti<br />
olması dolayısıyla <strong>İstanbul</strong> <strong>için</strong><br />
pek çok proje uygulandı. Siz de Evimiz<br />
<strong>İstanbul</strong> adıyla kulağa oldukça sıcak<br />
gelen bir projeye imza attınız. Evimiz<br />
<strong>İstanbul</strong> Projesinin fikri nasıl gelişti,<br />
nasıl ortaya çıktı?<br />
TEGV olarak <strong>İstanbul</strong> Avrupa Kültür<br />
Başkenti ile ilgili, çocuklara yönelik<br />
bir proje geliştirmek istedik ve çok<br />
yoğun bir çalışma sonucu ortaya ‘Evimiz<br />
<strong>İstanbul</strong>’ projesi çıktı. Bu projeyi<br />
geliştirirken amacımız çocuklardan<br />
başlayarak kentsel aidiyet duygusunu<br />
güçlendirmekti. <strong>İstanbul</strong>, sahip olduğu<br />
zengin kültürel miras ve çeşitlilikle Avrupa<br />
ve dünyada çok önemli bir kent.<br />
Çok dinamik bir nüfusu var, göç alıyor<br />
ve çok hızlı değişiyor. <strong>İstanbul</strong>’da yaşayan<br />
herkes <strong>İstanbul</strong>lu olmasına rağmen<br />
bu aidiyeti hissedemeyebiliyor. <strong>İstanbul</strong><br />
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın<br />
web sitesinden de bakarsanız <strong>İstanbul</strong><br />
nüfusunun yüzde 27’sinin <strong>İstanbul</strong>’un<br />
bir müzesini, camisini, sinagogunu ziya-<br />
ret etme olanağı bulamadığını görürsünüz.<br />
Kent ve kentlilik kültürünün gelişmesi<br />
ve yaygınlaşması <strong>için</strong> bu aidiyet<br />
hissinin yaratılması gerekiyor. Dolayısıyla<br />
biz de buradan yola çıktık. Proje<br />
kapsamında TEGV’in <strong>İstanbul</strong>’daki<br />
sabit ve gezici etkinlik noktalarında eğitim<br />
etkinlikleri gerçekleştirdik ve bizim<br />
uyguladığımız etkinliklerin yaygınlaşması<br />
<strong>için</strong> öğretmenlere seminer verdik.<br />
Tabii, tüm bunları <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong><br />
Müdürlüğü’nün işbirliği ile hayata<br />
geçirebildik.<br />
Nisan / 2011<br />
Bize Evimiz <strong>İstanbul</strong>’un faaliyet alanlarını<br />
ve yaptıklarınızı anlatmanız<br />
mümkün mü? Bu Projeyle <strong>İstanbul</strong>’un<br />
kalbinin hangi noktasına ulaştınız?<br />
Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi ile birçok<br />
farklı eğitim etkinliğini <strong>İstanbul</strong>’da bulunan<br />
sabit ve gezici tüm etkinlik noktalarımızda<br />
uyguladık. Bunlar; 2<br />
<strong>Eğitim</strong> Parkımız, 6 Öğrenim Birimimiz,<br />
2 Ateşböceği Gezici Öğrenim Birimimiz<br />
ve bu proje <strong>için</strong> özel olarak<br />
üretilen Kültür Tırımız. Etkinliklerimizin<br />
büyük bir kısmı çocuklara<br />
yönelikti. Ancak Avrupa Kültür Başkenti<br />
etkinlikleri kapsamında yetişkinlere<br />
yönelik olarak <strong>İstanbul</strong> farkındalığı<br />
yaratmayı amaçlayan etkinlikler de gerçekleştirildi.<br />
Öncelikle eğitim parklarımız ve öğrenim<br />
birimlerimizde uygulanan kulüp etkinliklerimizden<br />
bahsedebiliriz. Kulüp etkinlikleri<br />
ile çocuklarımız on altı hafta<br />
boyunca her hafta farklı bir tema üzerinden<br />
<strong>İstanbul</strong> ile ilgili çalışmalar<br />
yürüttüler. <strong>İstanbul</strong>’un kültürünü keş-
fettiler, bir geziye çıktılar, filmler izlediler,<br />
<strong>İstanbul</strong>’u dinlediler, <strong>İstanbul</strong>lularla<br />
sohbet ettiler. Böylelikle <strong>İstanbul</strong>’u farklı<br />
yönleriyle tanıma fırsatı buldular.<br />
Kulüp etkinliklerimizin yanı sıra<br />
“Zaman Tünelinde <strong>İstanbul</strong>” isimli üç<br />
saatlik kısa süreli etkinlikler oluşturuldu.<br />
Kısa süreli etkinliklerimiz ile çocuklara<br />
<strong>İstanbul</strong>’un özellikle tarihi dönemlerini<br />
ve mirasını, oyunlar ve katılımcı çalışmalar<br />
ile aktarmayı hedefledik. Kısa süreli<br />
etkinlikler, eğitim parkları ve<br />
öğrenim birimlerimizin yanı sıra 2010<br />
yılı boyunca 27 farklı ilçede 27 farklı ilköğretim<br />
okulunda faaliyet gösteren Ateşböceği<br />
Gezici Öğrenim Birimlerimizde<br />
de uygulandı.<br />
Son olarak da TEGV tarafından Proje<br />
<strong>için</strong> özel olarak tasarlanan ve belirli sürelerle<br />
<strong>İstanbul</strong>’un değişik kent meydanlarında<br />
faaliyet gösteren Kültür Tırı’nda<br />
“<strong>İstanbul</strong>’daki Avrupa; Avrupa’daki <strong>İstanbul</strong>”<br />
temalı hem çocuklara hem de<br />
yetişkinlere yönelik etkinlikler gerçekleştirildi.<br />
Kültür Tırı’nda gösterilmek<br />
üzere “<strong>İstanbul</strong> Avrupa Kültür Başkenti”<br />
filmi hazırlandı ve etkinliklerin yapıldığı<br />
10 farklı noktada gösterilerek <strong>İstanbul</strong>lularla<br />
buluştu.<br />
Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi kapsamında bir<br />
“Kültür Tırı” uygulaması gerçekleştirdiniz.<br />
Kültür Tırı nedir, neler yaptı, nerelere<br />
gitti? Biraz Kültür Tırı’ndan bahseder misiniz?<br />
Kültür Tırı, Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi kapsamında<br />
TEGV tarafından tasarlanan ve<br />
hayata geçirilen gezici öğrenim birimimizdir.<br />
<strong>İl</strong>köğretim okullarında faaliyet<br />
gösteren diğer Ateşböceği Gezici Öğrenim<br />
Birimlerimizden farklı olarak Kül-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Etkinliklerimizin büyük bir kısmı çocuklara yönelikti. Ancak Avrupa Kültür Başkenti<br />
etkinlikleri kapsamında yetişkinlere yönelik olarak <strong>İstanbul</strong> farkındalığı<br />
yaratmayı amaçlayan etkinlikler de gerçekleştirildi.<br />
Nisan / 2011<br />
tür Tırı, <strong>İstanbul</strong>’un kent meydanlarında<br />
faaliyet gösterdi. Bu meydanlarda sadece<br />
çocuklarla eğitim faaliyetlerini yürütmekle<br />
de kalmadı, aynı zamanda yetişkinlere<br />
yönelik film gösterimleri ve<br />
sosyal etkinlikleri de programına dahil<br />
etti. Kültür Tırı’nda çocuklarla yapılan<br />
eğitim etkinlikleri çoğunlukla drama,<br />
oyun ve resim çalışmalarıyla birleştirilmiştir<br />
ve temel olarak çocuklara “Avrupa’daki<br />
<strong>İstanbul</strong>; <strong>İstanbul</strong>’daki Avrupa”<br />
teması üzerine farkındalık kazandırmayı<br />
amaçlamaktadır. Daha önce de belirttiğimiz<br />
üzere Kültür Tırı etkinlikleri <strong>için</strong><br />
hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap<br />
eden Avrupa Kültür Başkenti temalı<br />
<strong>İstanbul</strong> tanıtım filmi de hazırlandı.<br />
Çekmeköy, Taksim, Beşiktaş, Şişli, Zeytinburnu,<br />
Avcılar, Caddebostan, Kartal,<br />
Kadıköy meydanları Kültür Tırı’nın uğradığı<br />
kent meydanları oldu.<br />
Kültür Tırı’nın bir cephesi açılarak, bir<br />
konser platformuna dönüşebiliyor. Böylece<br />
Kültür Tırı, çocuklara yönelik eğitici<br />
etkinliklerin yanı sıra, konakladığı<br />
halk meydanlarında değişik konser, söyleşi<br />
ve performanslara da sahne oldu.<br />
Örneğin Kadıköy Çocuk Merkezi Halk<br />
53
54<br />
Röportaj<br />
Oyunları Ekibi ve Alman müzik topluluğu<br />
Express Brass Band’ın gösterilerine,<br />
ayrıca yazar Ahmet Ümit ile keyifli bir<br />
söyleşiye ve müzikal bir çocuk oyununa<br />
ev sahipliği yaptı.<br />
Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi’ne çocuklarımızın<br />
gösterdiği ilgiden bahseder misiniz? Çocuklar<br />
nasıl karşıladı etkinlikleri? Bu tepkilerin<br />
<strong>için</strong>de unutamadığınız bir kesit var<br />
mı acaba?<br />
Çocuklarımızın Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi’ne<br />
ilgisi oldukça fazlaydı. Projeye 2010<br />
yılı boyunca 24.416 çocuk katıldı. Çocuklar,<br />
Evimiz <strong>İstanbul</strong> Projesi ile yaşadıkları<br />
kenti tanıma, <strong>İstanbul</strong>’un daha<br />
önce bilmedikleri özelliklerini keşfetme<br />
ve tarihini öğrenme fırsatını<br />
yakaladılar. Buna ek olarak <strong>İstanbul</strong>’da<br />
daha önce gitmedikleri<br />
bir geziye çıktılar, ilk defa<br />
<strong>İstanbul</strong>’u farklı bir kişinin<br />
sohbetinden çeşitli yönleriyle<br />
dinlediler… Ya da <strong>İstanbul</strong>’un<br />
tarihi dönemlerini kocaman<br />
görseller ile inceleyip, drama<br />
ve canlandırmalarla o dönemlere<br />
geri döndüler… Kısaca<br />
hayatlarını geçirdikleri bu<br />
şehre, <strong>İstanbul</strong>’a, farklı bir<br />
gözle bakmaya başladılar.<br />
Projenin sonunda kulüp etkinliklerini<br />
almış çocuklarla<br />
yapılan “Evimiz <strong>İstanbul</strong> Şenliği”nde<br />
çocuklar çift katlı otobüslerle<br />
<strong>İstanbul</strong>’da minik bir<br />
tur attılar. Birçoğu <strong>için</strong> çift<br />
katlı otobüslere binmek bir<br />
ilkti; dahası Galata Kulesi’ni,<br />
Taksim Meydanı’nı, Haliç’i<br />
görmek büyüleyiciydi. Yol boyunca<br />
hepsi meraklı bakışlarla<br />
<strong>İstanbul</strong>’u seyrettiler. Bu unutamadığım<br />
kesitlerden sadece<br />
bir tanesiydi.<br />
Yine bu Proje kapsamında<br />
sanırız 38 ilçede öğretmenlere<br />
seminerler verdiniz. Öğretmen-<br />
lerimiz nasıl karşıladı bu seminerleri?<br />
Seminerlerde gerçekleştirmek, istediğiniz<br />
amaçlar neler oldu?<br />
Öğretmen seminerlerinin organizasyonunu<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />
ile beraber yaptık. <strong>İstanbul</strong>’da<br />
bulunan her ilköğretim okulundan gönüllü<br />
olacak iki öğretmenin seminerlerimize<br />
katılması öngörüldü. 2010 yılının<br />
Mart-Haziran ayları arasında gerçekleşen<br />
öğretmen seminerlerine ilköğretim<br />
okullarından büyük bir kısmı gönüllü<br />
olmak üzere 2.840 öğretmen katıldı.<br />
Öğretmenlerimiz semineri genel olarak<br />
çok olumlu karşıladı. En çok verdikleri<br />
tepki “biz <strong>İstanbul</strong>’u kendimiz çok iyi ta-<br />
Nisan / 2011<br />
nımazken; çocuklara nasıl aktarabiliriz<br />
ki!” oldu. Bu nedenle <strong>İstanbul</strong> ile ilgili<br />
bir programı çocuklarla uygularken;<br />
kendilerinin de, yapacakları araştırmalarla<br />
çok şey öğrenecekleri fikrinden hoşnut<br />
oldular. Zaten seminerlerin içeriği,<br />
proje uygulama içeriklerinin aktarımının<br />
yanı sıra <strong>İstanbul</strong> ile ilgili çeşitli film gösterimlerini<br />
ya da <strong>İstanbul</strong> temalı söyleşileri<br />
de barındırdığından, aslında<br />
öğretmenler <strong>için</strong> de farklı bir deneyim<br />
oldu.<br />
Seminerlerin amacı ise Evimiz <strong>İstanbul</strong><br />
Kulüp Etkinlikleri’nin sadece TEGV<br />
etkinlik noktalarıyla sınırlı kalmayıp,<br />
seminerlere katılan öğretmenler aracılığıyla<br />
<strong>İstanbul</strong> genelinde daha fazla ilköğretim<br />
okulu çağındaki<br />
çocuğa ulaşabilmek ve <strong>İstanbul</strong><br />
farkındalığı yaratabilmekti.<br />
Son dönem öğretmen seminerlerimizin<br />
birini de, Fındıkzade’deki<br />
Sema-Aydın<br />
Doğan <strong>Eğitim</strong> Parkımızda, <strong>İl</strong><br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz<br />
Dr. Muammer Yıldız ile birlikte<br />
gerçekleştirdik.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlüğü<br />
olarak ilk kez “<strong>İstanbul</strong><br />
Dersi” adıyla yeni bir ders<br />
başlatıldı okullarımızda...<br />
Amaç, öğrencilerin şehrin<br />
tarihi mirasını daha iyi anlamasını<br />
ve yaşamasını sağlamak.<br />
Haftada 1 saat<br />
planlanan dersler <strong>için</strong> ilk<br />
etapta <strong>İstanbul</strong>’daki ilköğretim<br />
okullarından 3 bin öğretmen<br />
eğitildi. <strong>İstanbul</strong> Dersi’nin sınavları<br />
da, tıpkı dersin kendisi<br />
gibi stresten uzak, eğlenceli<br />
olacak. Okullarımızda “<strong>İstanbul</strong><br />
Dersi”nin okutulmaya<br />
başlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />
<strong>İstanbul</strong> Dersi’nin müfredata
alınmasıyla projemiz çok daha fazla çocuğa<br />
ulaşıyor. Bu eğitimi sadece TEGV<br />
bünyesinde yapsak ancak 5-10 bin çocuğa<br />
ulaşabilirdik. Gerçi, proje kapsamında,<br />
öğretmen seminerleri aracılığıyla<br />
katılımcı öğretmenlerin kendi ilköğretim<br />
okullarında da ‘Evimiz <strong>İstanbul</strong>’<br />
projesini uygulamaları sağlanmıştı ancak<br />
“<strong>İstanbul</strong> Dersi” ile daha da yaygınlaşması<br />
sağlandı…<br />
Sayın Muammer Yıldız’ın girişimi ile ile<br />
ilköğretim birinci kademesinde “Serbest<br />
Etkinlik Saati”i uygulaması çerçevesinde<br />
müfredata alınması bizi inanılmaz mutlu<br />
etti. <strong>İstanbul</strong> sadece Avrupa’nın değil,<br />
dünyanın en güzel ve önemli şehirlerinden<br />
biri ve küçük yaştan bunun farkına<br />
varmak, şehrin geleceği <strong>için</strong> de çok<br />
önemli. Biz TEGV olarak, bu güzel örneği<br />
şimdi yaygınlaştırmak istiyoruz;<br />
Evimiz Eskişehir, Evimiz Diyarbakır,<br />
Evimiz Van gibi etkinlik noktamız bulunan<br />
tüm şehirlere yaygınlaştırmak istiyoruz.<br />
Tüm şehirlerde de, <strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong><br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürümüz Dr. Muammer<br />
Yıldız gibi, <strong>İl</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdürlerinin<br />
desteğini alacağımıza inanıyoruz.<br />
Vakfınızda gönüllü olarak çalışmak isteyenler<br />
olursa ne yapmaları gerekiyor?<br />
Vakfımızda gönüllü olarak çalışmak <strong>için</strong><br />
ön koşul 18 yaşını doldurmuş olmak ve<br />
lise mezunu olmak. Bu koşullara sahip<br />
olan herkes gönüllü olmak <strong>için</strong> başvurabilir.<br />
Gönüllülüğe başvuranlar Adım<br />
Adım Gönüllülük sürecinden geçerler;<br />
yani önce Vakıf tanıtımı alırlar; Vakfın<br />
vizyon ve misyonunu kabul ettiklerini<br />
beyan ederler; sonra hepsi bir günlük<br />
“<strong>İl</strong>etişim <strong>Eğitim</strong>i” alır.<br />
Çocuklarla etkinlik yapmak isteyenler,<br />
ayrıca iki gün süren “TEGV’de Öğrenme<br />
Yaklaşımları ve Modelleri <strong>Eğitim</strong>i”<br />
(TÖYME) ve girecekleri etkinliğin<br />
bir ile 3 gün arası değişen özel eğitimini<br />
alırlar. Yani minimum 3,maksimum 6<br />
gün eğitim alırlar; sonra da çocuklarla<br />
buluşurlar. Bir de bizim destek gönüllü-<br />
lerimiz var; onlar gerek merkezde, gerekse<br />
sahada ofis işlerinde bize destek<br />
olurlar; onlar <strong>İl</strong>etişim <strong>Eğitim</strong>inden sonra<br />
hemen çalışmaya başlayabilirler.<br />
TEGV, yılda 10.000 civarında, eğitimli<br />
gönüllüsü ile yürütüyor faaliyetlerini. En<br />
büyük gücümüz gönüllülerimiz. Gönüllülük<br />
yapanlar, emeklerini, birikimlerini,<br />
zamanlarını hiçbir maddi katkı bekle-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
TEGV, yılda 10.000 civarında, eğitimli gönüllüsü ile yürütüyor faaliyetlerini. En<br />
büyük gücümüz gönüllülerimiz. Gönüllülük yapanlar, emeklerini, birikimlerini,<br />
zamanlarını hiçbir maddi katkı beklemeksizin toplumun hizmetine sunuyorlar.<br />
Nisan / 2011<br />
meksizin, toplumun hizmetine sunuyorlar<br />
ama yaptığımız araştırmalar gösteriyor<br />
ki, bu süreçte kendileri de<br />
değişiyorlar; daha sabırlı, daha özgüvenli,<br />
empati duygusu yüksek, daha hoşgörülü,<br />
daha katılımcı bireyler oluyorlar.<br />
Daha güzel, barış dolu bir dünya ise,<br />
ancak böyle bireylerle mümkün.<br />
55
56<br />
Makale<br />
NÖROLOJİK BİLİMLER PERSPEKTİFİNDEN<br />
ÖĞRENME PROSESLERİ<br />
Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin<br />
Pediatrist, Pediatrik Nörolog<br />
İnsan beyni yaşam boyu bir gelişim, dolayısı ile değişim <strong>için</strong>dedir. Aynı bireyin beyni, farklı yaşlarda birbirinden<br />
tamamen farklı yapıdadır. Bu gelişmenin en çarpıcı olduğu dönem; bebekliktir. Bebek beyninde,<br />
koşullara göre gelişme potansiyeli taşıyan, gereğinden fazla yapı mevcuttur. Bunun nedeni; beynin adaptasyon<br />
organı olmasıdır. Yani, beyin çevrenin koşul ve gereksinimlerine uygun olarak gelişmektedir.<br />
Doğumundan itibaren çocuklarımıza<br />
anne, baba, aile büyüğü veya öğretmen<br />
olarak her an bir şeyleri öğretmeye çalışırız.<br />
Tıkandığımız zamanlar olur,<br />
çocukla olan ilişkimizi yıpratırız. Bana<br />
göre bunun altında yatan esas neden<br />
çocuk beynini yeterince bilmiyor olmamızdır.<br />
Bu yazıyla amacım, onların yetişkinlerin<br />
küçük birer kopyası değil,<br />
yetişkinden farklı kendi beyin sistemleri<br />
olan bireyler olduklarının anlaşılmasını<br />
sağlamaktır. Ancak o zaman doğru eğitim<br />
metodları geliştirebilir ve kaygılı<br />
değil, mutlu gençler yetiştirebiliriz.<br />
Mutlu olan genç kendine güvenir,<br />
akranlarıyla rekabet edebilir, araştırabilir,<br />
girişimde bulunabilir. Girişimci ve<br />
araştırmacı nesiller aydınlık geleceklerin<br />
temelidir.<br />
BEYİN, ADAPTASYON ORGANIDIR<br />
İnsan beyni yaşam boyu bir gelişim, dolayısı<br />
ile değişim <strong>için</strong>dedir. Aynı bireyin<br />
beyni, farklı yaşlarda birbirinden tamamen<br />
farklı yapıdadır. Bu gelişmenin en<br />
çarpıcı olduğu dönem; bebekliktir.<br />
Bebek beyninde, koşullara göre gelişme<br />
potansiyeli taşıyan, gereğinden fazla yapı<br />
mevcuttur. Bunun nedeni; beynin adaptasyon<br />
organı olmasıdır. Yani, beyin çevrenin<br />
koşul ve gereksinimlerine uygun<br />
olarak gelişmektedir.<br />
Gelişme potansiyeli taşıyan gelişmemiş<br />
yapılara örnek olarak, 6 aylık bebeğin<br />
işitsel ve görsel algı sistemleri gösterilebilir:<br />
Bebek beyninde, görsel ve işitsel<br />
uyaranlar, yetişkinde olduğu gibi kendilerine<br />
ait ayrı alanlarda algılanmaz.<br />
Onun yerine, tek bir uyaranmışçasına<br />
aynı alanda algılanır.<br />
Nisan / 2011<br />
Bu durumda, gözleri görmeyen bir bebeğin<br />
uyaran alamayan görsel alanı, işitsel<br />
uyaran ile gelişmesini sürdürür. Bu<br />
şekilde, doğuştan gözleri görmeyen bireyin<br />
görsel algı sistemleri, işitsel alana<br />
kaydırılmak sureti ile gözleri görenden<br />
daha gelişmiş bir işitme sistemine sahip<br />
olması, dolayısı ile ortama adaptasyonu<br />
kolaylaşmış olur. Beynin, ortama uyum<br />
sağlamasına olanak yaratan bu özelliğine<br />
‘plastisite’ denir.<br />
Plastisitenin en yüksek olduğu dönem<br />
ise 0-3 yaştır. Yetişkin beyni plastisite yeteneğini<br />
kaybeder, ancak bu özellik koku<br />
ve hafıza alanlarında yaşam boyu korunur.<br />
Bebek beynindeki gereğinden fazla yapının<br />
gerekçesine gelince, çevresel şartlara<br />
uyumun garanti altına alınmasıdır. Bu<br />
yapıların çevreye uyum, adaptasyon <strong>için</strong><br />
gerekli olanları gelişir, gereksizler silinerek<br />
yok olur. Böylece, kalıtsal özellikler<br />
dahilinde çevresel koşullara uyum davranışlarında,<br />
bireysel farklılıklar kazanılmış<br />
olur.
BEYİN, ÇEVRE ELVERDİĞİNCE<br />
GELİŞİR,<br />
İNSAN, BEYNİ KADAR DAVRANIR<br />
Kısaca, beyin çevre elverdiğince gelişir.<br />
O nedenle, uyaran açısından fakir bir ortamda<br />
büyümek, beyni yaşam boyu<br />
olumsuz etkiler. Örneğin, göz kapakları<br />
dikilerek görmeleri engellenen fare yavrularının<br />
gelişmesi, aynı batında doğmuş<br />
ve gözleri açık olarak aynı ortamda<br />
yetişmiş kardeşlerininki ile karşılaştırıldığında<br />
oldukça geri kalır.<br />
Öte yandan, beyin yaşa bağlı olarak sürekli<br />
ve belirli bir sırayı takip eden gelişme<br />
<strong>için</strong>dedir. Bu aşamalardan<br />
herhangi ikisi sırasında, beyin tamamen<br />
farklı yapılar içerir. Yani, her aşamada<br />
beynin çevresel uyaranlara yanıt verme<br />
kapasitesi farklıdır. Söz konusu aşamaya<br />
uygun olmayan uyaranlar verildiğinde,<br />
beyinde kalıcı hasar ortaya çıkar. Örneğin,<br />
yukarıda söz edilen görsel ve işitsel<br />
algıya hassas yapılar, yetişkindekinden<br />
farklı yerleşim gösterdiğinden 6. aydan<br />
3. yaşın sonuna kadar yetişkin yerleşim<br />
alanlarına göç ederler. Bu dönemde, aşırı<br />
görsel ve işitsel uyaran vermek bu göçü<br />
olumsuz etkiler ve beyinde kalıcı hasara<br />
yol açar. Kısacası erken uyaran beyne<br />
zarar verir.<br />
Bu yaş aralığında (6 ay-3 yaş) televizyon<br />
gibi görsel ve işitsel algıyı aşırı uyaran bir<br />
araç ile başbaşa bırakılmış bebeklerde, içe<br />
kapanmadan başka zihin ve lisan gelişmesinde<br />
sorunlar ortaya çıkar. Bu durum,<br />
yeni doğmuş bir bebeği, hazmedemeyeceği<br />
et, balık, tavuk ile beslemeye benzer.<br />
Buradan, beynin gelişme<br />
kapasitesinin en üst seviyeye taşınması<br />
<strong>için</strong> uyaran zenginliği koşulunun, uyaranın<br />
beynin <strong>için</strong>de bulunduğu gelişme<br />
aşamasının yeterliği ile sınırlı olduğu anlaşılır.<br />
Bir başka deyişle, uyaran zenginliği<br />
çocuğun yaşına uygun olmalıdır.<br />
Çocuk ile ilgili herkesin beynin gelişme dinamiklerine<br />
uygun davranması zorunludur.<br />
Aksi halde, geleceğin yetişkinine zarar<br />
verilir.<br />
İLK 10 YIL: YORUMSUZ KAYIT<br />
DÖNEMİ<br />
Yaşamın ilk 3 yılı, çevrenin 5 duyu organı<br />
ile algılanıp, davranışsal bir yanıtın<br />
(hareket) verildiği dönemdir. Bu dönemde,<br />
duyudan davranışa doğrudan<br />
yani yorumsuz bir geçiş olduğuna<br />
dikkat edilmelidir. Çevresel uyaranların<br />
yorumlanarak uygun yanıtın verilebilmesi<br />
<strong>için</strong>, çevre kayıtlarının yeterince<br />
içselleştirilmesi (kavram / konsept oluşturulması)<br />
gerekir ki, bu yetenek ancak 10.<br />
yaşın sonunda kazanılır. Buradan, yaşamın<br />
ilk 10 yılının yorumsuz kayıt dönemi<br />
olduğu açıktır.<br />
Araştırmalar 0-3 yaşta beynin saniyede<br />
30 milyon kayıt yapabilme yeteneğinde<br />
olağanüstü canlı bir kamera sistemi olduğunu<br />
doğrulamaktadır. Bu dönemde,<br />
çevresel uyaranlar 5 duyudan gelen veriler<br />
ile adeta birebir kopyalanarak kaydedilir<br />
(baskı dönemi) ( Heinroth, 1911;<br />
Lorenz, 1937). Söz konusu kayıtlar,<br />
amigdalanın etkisi ile duygusal hafıza<br />
(limbik sistem) üzerinden yaklaş (sevinç)<br />
ve uzaklaş (korku, öfke, nefret, iğrenme)<br />
duyguları ile eşleşerek, adeta bilgisayar-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
daki sırasıyla 1-0 kodlamasına benzer biçimde<br />
uyaran detayları analiz edilerek assosiyatif<br />
kortekste ilgili alanlarına<br />
aktarılır. Bu kayıtlar, çok özel sistemler<br />
(en passant aksonlar) ile kendilerini kopyalayarak<br />
kaydedilirler. Bu nedenle<br />
yaşam boyu kalıcıdırlar. Bu kısa açıklamadan<br />
anlaşıldığı gibi, yaşamın ilk 3 yılında<br />
yaşananlar yetişkin davranışlarını<br />
belirleyici özelliktedir.<br />
KORTEKS KAYITLARI: ALGI VE<br />
KAVRAM<br />
Akademik (bilişsel / kognitif) fonksiyonlar;<br />
uyaranların detaylarına göre analiz<br />
Televizyon gibi görsel ve işitsel algıyı aşırı uyaran bir araç ile başbaşa bırakılmış<br />
bebeklerde, içe kapanmadan başka zihin ve lisan gelişmesinde sorunlar ortaya<br />
çıkar. Bu durum, yeni doğmuş bir bebeği, hazmedemeyeceği et, balık, tavuk ile<br />
beslemeye benzer.<br />
Nisan / 2011<br />
edilerek sınıflandırılması ve gerekli hallerde<br />
bu kayıtların bireyin yararına en<br />
uygun yanıt olacak biçimde sentez edilmesi<br />
sonucu uygulama komutunun<br />
verilmesidir.<br />
Bir diğer deyişle, akademik fonksiyonlar<br />
beynin zihin, hafıza, yorum ve yürütme<br />
fonksiyonlarıdır. Doğumdan itibaren<br />
gelişme <strong>için</strong>de olmalarına rağmen, akademik<br />
fonksiyonların etkili olarak kullanımı,<br />
ancak ergenlikten itibaren ve en<br />
57
58<br />
Makale<br />
iyisi yetişkin döneminde mümkündür.<br />
Daha spesifik olmak gerekirse, frontal<br />
lobun myelinleşmesini müteakiben yani<br />
32. yaştan sonradır.<br />
Duyu organlarının aldığı uyaranların<br />
(enerji) sadece bir kısmı fark edilir, yani<br />
sensoriyal kortekse taşınır. Buna en iyi<br />
örnek görsel yarış olgusudur. Şöyle ki,<br />
görme duyusu, aynı anda farklı uyaranlar<br />
ile uyarılır, ancak uyaranlardan sadece<br />
bazıları fark edilirken, diğerleri<br />
baskılanarak es geçilir. Hangi uyaranın<br />
es geçilip hangisine yönelineceği konusunda,<br />
uyaranın uyarma özelliği kadar<br />
bireyin ihtiyaçları da rol oynar.<br />
Sensoriyel kortekse taşınanların yani fark<br />
edilenlerin de yine sadece bir kısmı sembolleştirilmek<br />
sureti ile (kavram / konsept<br />
– representation) (kavram / konsept – representation)<br />
kalıcı olarak kaydedilir yani<br />
asosiyatif kortekse taşınır. Bu kayıtlar gerektiğinde<br />
bilince taşınır, yani hatırlanır.<br />
Pekçok kayıt bilince çıkmaksızın bireyin<br />
davranışlarını belirler.<br />
ANLAMANIN YOLU: ZİHİN<br />
Zihin; 5 duyu ile algılanmadığı halde,<br />
assosiyatif kortekse taşınmış algıların<br />
(perception) sembol kayıtları (representation)<br />
ile varlığı anlaşılan kavramların<br />
(consept) tümüdür. Örneğin, babasını<br />
oyuncak bir çileği ısırmaya çalışırken<br />
gören bir çocuk, babasının oyuncak çileği<br />
gerçek sandığını veya kendisini kandırmayı<br />
amaçladığını düşünebilir. Baba,<br />
çocuk ve oyuncak çilek gerçektir. Çocuğun,<br />
ortamda çilek olmadığı halde<br />
gerçek çilek ile oyuncak çileği karşılaştırması,<br />
onun zihinsel algısıdır.<br />
Babasının oyuncak çileği gerçek sanıyor<br />
olması hakkındaki varsayımı ise, bir diğerinin<br />
zihninden geçenleri <strong>okumak</strong>tır<br />
(zihin teorisi) ki, o da zihinsel algıdır.<br />
Babasının kendisini kandırma amacı da<br />
keza babasının oyuncak çileği oyuncak<br />
çilek olarak algıladığı varsayımından<br />
yola çıkan bir diğerinin zihinsel algısını<br />
okumadır ki o da zihinsel algıdır.<br />
Baba oyuncak çileği gerçek sanıyor ise;<br />
baba yanılmaktadır. Baba çilek ile daha<br />
önceden karşılaşmıştır . Çilek, babanın<br />
zihninde bir sembol (representation –<br />
concept) olarak kaydını halen korumaktadır.<br />
Babanın oyuncak çileği gerçek sanıyor<br />
olması; babanın beynindeki<br />
sembol ile oyuncak çilek nesnelliği birebir<br />
örtüşmememektedir.<br />
Baba oyuncak çileği ısırır gibi yaparak,<br />
çocuğu kandırıyor ise; çocuğun oyuncak<br />
çileği gerçek sandığını düşünmektedir.<br />
Yani, baba çocuğun zihnindeki yanılgıyı<br />
<strong>okumak</strong>tadır.<br />
Çocuk babasının oyuncak çileği gerçek<br />
sandığını düşünüyor ise; babasının zihnindeki<br />
soyut bir algının gerçek bir nesnellik<br />
karşısında açık verdiğini fark<br />
etmektedir. Bir diğerinin zihnini <strong>okumak</strong><br />
birinci derecede zihin okumadır<br />
(first order theory of mind).<br />
Çocuk babasının oyuncak çileği ısırır<br />
gibi yaparak, kendisini kandırmayı<br />
amaçladığını düşünüyor ise; babasının<br />
zihninin, kendisinin zihnindeki sembolü<br />
yanlış okuduğunu fark etmektedir. Bir<br />
diğerinin zihin okumasını, zihinsel olarak<br />
okuma; ikinci derecede zihin okumadır<br />
(second order theory of mind).<br />
Bu yorumlar <strong>için</strong> bireylerin çilek nesnelliği<br />
ile daha önceden karşılaşmış olmaları<br />
(assosiyatif kortekslerinin bu nesnelliği<br />
algılamış olması – perception), her ikisi-<br />
Nisan / 2011<br />
nin beyninde çileğin sembolik olarak<br />
varlığını koruyor olması (sembol - representation)<br />
ve her ikisinin de zihin okuma<br />
yeteneklerinin olması şarttır.<br />
Nesnellik ve zihinsel sembol ikileminin<br />
fark edilmesi ile çevre, kendi ve diğerleri<br />
konsepti kazanılır. Çevresel uyaranların<br />
nesnellikleri ile değil, daha önceki korteks<br />
kayıtlarının sembolleri ile yorumlanarak<br />
davranışları yönlendirdikleri<br />
anlaşılır (istek-inanç ve davranış teorisi)<br />
(Bartsch ve Wellman, 1995). Bu durumda,<br />
nesnellikten kopmaların (yanılsamaların)<br />
olabileceği kavramı fark<br />
edilir. Birey yanılabileceğini, yanıltılabileceğini,<br />
yanıltabileceğini kavrar. Gerçeğe<br />
ulaşmak <strong>için</strong> yeterli anlama ve<br />
anlatma davranışına yönelir.<br />
Bütün bunları yani zihni neden mi anlatıyorum?<br />
Çünkü davranışların altında<br />
yatan nedenlerin anlaşılması ile kendi ve<br />
diğerlerinin davranışlarının amacı anlaşılır.<br />
Gelenek ve görenek farkındalığı kazanılır<br />
ve sosyal yaşama adapte olunur.<br />
Kendi ve diğerleri hakkında yorum yapabilmek,<br />
dolayısı ile kendini diğerlerinin<br />
yerine koymak sureti ile empati<br />
gelişir. Tüm bunlar ve birazdan anlatacaklarım<br />
zihni anlamaktan geçer.<br />
Ancak zihin teorisini anlarsak, çocuklarımızı<br />
(ve başkalarını) anlamak ve doğru<br />
davranmak mümkün olur.<br />
Davranışların altında yatan dinamiklerin<br />
anlaşılması ile kendi ve diğerlerinin<br />
davranışları öngörülebilir. Kendi davranışları<br />
amacına yönelik kontrol edilebilir.<br />
Diğerlerinin duygu ve düşüncelerini<br />
yönlendirecek sosyal davranışlar seçilebilir<br />
(de Villiers, ve ark., 1997). Sır alma,<br />
sır verme, sürpriz yapma, ikna ya da protesto<br />
etme, kandırma ve yalan söyleme<br />
davranışları sosyal yaşamın işleyişine<br />
göre amacına uygun kullanılabilir (Bruner,<br />
1990; Wellman 1990; Astington,<br />
1993). Diğerlerinin ilgisi takip edilerek,<br />
lisan etkili biçimde kullanılabilir (Baron-<br />
Cohen, 1988).
ÇOCUKLARDA ZİHİN GELİŞİMİ-<br />
NİN ÖNEMİ<br />
Sosyalleşme <strong>için</strong> olmazsa olmaz bu sistematik<br />
soyut algı; zihinsel-bilişsellinguistik<br />
gibi <strong>için</strong>de birden fazla<br />
yeteneği barındırır. Diğer bir deyişle,<br />
zihin ve zihin okuma yeteneği; okumayazma-okuyup<br />
yazdığını anlama ve aritmetik<br />
gibi yetenekler üzerinde etkilidir<br />
(Olson 1994; Astington ve Pelletier, 1996;<br />
Astington ve Pelletier, 1996; de Villiers, ve<br />
ark., 1999).<br />
Bireyin gerçek ile sembolik algıyı ayrıştırabilmesi<br />
dolayısı ile çevrenin iki farklı<br />
şekilde algılanabileceğinin farkına varması<br />
okul öncesi dönemde kazanılır ya<br />
da kazanılması gerekir. 6-11 Yaşlarını<br />
kapsayan ilköğretim dönemi, çocuğun<br />
yaşıtları arasında yarıştığı bir dönemdir.<br />
Çocuk, yarışabildiği ölçüde kendine<br />
güven duygusu kazanır. Diğerlerinin zihninden<br />
geçenleri anlayabilmeli, sosyal<br />
diyalog ve aktivitelere dahil olmalıdır.<br />
Aksi halde, yaşıtları ile yarışma fırsatını<br />
kaçırır. Çevreden kopar. Dışlanır. Yani<br />
zihin ve zihin okuma yetersizliği, özgüveni<br />
engellemek sureti ile de çocuklarda<br />
akademik başarıyı, dolayısı ile geleceği<br />
olumsuz etkiler. Sonuç olarak, diğerlerinin<br />
fikirilerini dinleyebilen, eleştirebilen,<br />
kandırılmamak adına kararlar verebilen<br />
ve aynı zamanda diğerlerini yönlendirebilen<br />
bağımsız bireylerin<br />
yetişebilmesi <strong>için</strong> bu algı sistematiği bilimsel<br />
olarak irdelenmeli ve kesinlikle<br />
eğitimin hizmetinde kullanılmalıdır.<br />
ZİHİN ve AKADEMİK YETENEK<br />
Akademik başarı <strong>için</strong> izleme, planlama<br />
ve yürütme yeteneği, yani zeka fonksiyonları<br />
şarttır. Bunun <strong>için</strong>, kendini<br />
kontrol edebilme, dikkatini yönlendirebilme,<br />
dikkat esnekliği ve işlevsel hafızaya<br />
ihtiyaç vardır. Buna karşılık, zihin<br />
ve özellikle de zihin okuma yeteneğinin<br />
akademik başarı üzerindeki etkisi tartışmasızdır.<br />
Planlama yeteneği, zihin okuma yetene-<br />
ğinin gelişimi ile yakından ilişkilidir<br />
(Hughes, 1996; Russell, 1996). Diğerlerinin<br />
niyetini davranışlarından önce anlamak,<br />
yeni stratejiler planlamak, yeni<br />
söylemler oluşturmak ve yönlendirmek;<br />
mesajlardaki çelişkileri fark etmek, açıklamak,<br />
tartışmak ve tartışmayı yönlendirebilmek<br />
<strong>için</strong> zihin okuma sistematiği<br />
şarttır.<br />
Nitekim, zihin okuma yeteneği olmayan<br />
çocukların, izleme, planlama ve yürütme<br />
fonksiyonları yetersizdir. Buna karşılık,<br />
yürütme fonksiyonu olmayan çocuklarda,<br />
yanlış inanç algısı (diğerlerinin zihinsel<br />
açığını fark edebilmek) ve<br />
simgesel anlatımları yetersizdir (Zaitchick,<br />
1990). Zihin okuma, yürütme ve<br />
planlama yetenekleri; yanlış inanç (1. ve<br />
2. derece); yürütme ve planlama (Tower<br />
of Hanoi – TOH (Welsh & Huizinga,<br />
2001) testleri ile ölçülür. Zeka testleri de<br />
esas olarak, içiçe geçmiş olduğu düşünülen<br />
bu yetenekler hakkında, genel bir değerlendirmedir<br />
(Hughes, 1998).<br />
Yürütme fonksiyonu prefrontal kortekste<br />
gerçekleşir. Bu alan aynı zamanda<br />
yanlış inanç yeteneğinin gerçekleştiği<br />
alan ile yakın ilişki <strong>için</strong>dedir (Ozonoff ve<br />
ark., 1991). Bazı otörler, zihin ve yürütme<br />
fonksiyonları arasındaki ilişkiyi,<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
ortak kullanılan bu alan nedeni ile doğrudan<br />
kabul ederler. Diğer bazıları ise,<br />
bu iki fonksiyonun dolaylı ilişkisini<br />
kabul etmekle birlikte, doğrudan yani<br />
birebir etkileşim <strong>için</strong>de olmadığını öne<br />
sürerler (Russell, 1996).<br />
Zihnin lisan, işlevsel hafıza ve sosyalleşme<br />
ile ilişkisini bir başka yazıda ele<br />
almak üzere…<br />
Çocuk, yarışabildiği ölçüde kendine<br />
güven duygusu kazanır. Diğerlerinin<br />
zihninden geçenleri anlayabilmeli,<br />
sosyal diyalog ve aktivitelere dahil olmalıdır.<br />
Aksi halde, yaşıtları ile yarışma<br />
fırsatını kaçırır. Çevreden<br />
kopar. Dışlanır. Yani zihin ve zihin<br />
okuma yetersizliği, özgüveni engellemek<br />
sureti ile de çocuklarda akademik<br />
başarıyı, dolayısı ile geleceği<br />
olumsuz etkiler. Sonuç olarak, diğerlerinin<br />
fikirilerini dinleyebilen, eleştirebilen,<br />
kandırılmamak adına<br />
kararlar verebilen ve aynı zamanda<br />
diğerlerini yönlendirebilen bağımsız<br />
bireylerin yetişebilmesi <strong>için</strong> bu algı<br />
sistematiği bilimsel olarak irdelenmeli<br />
ve kesinlikle eğitimin hizmetinde<br />
kullanılmalıdır.<br />
59
60<br />
Makale<br />
ÖZGÜL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ<br />
Prof. Dr. Gülsen ERDEN<br />
Ankara Üniversitesi<br />
Sınıf <strong>için</strong>de bilgiyi alma ve kullanma açısından yaşıtlarından farklı olduğu gözlenen okulda ve evde verilen<br />
destek ve gösterilen ilgiye karşın, güçlük yaşamaya devam eden çocuklar vardır. Bu çocukların, okulda<br />
kendilerini güvende hissetmeleri, öğrenme motivasyonu, okula uyum, başarıya yönelim ve ruhsal-fiziksel<br />
sağlıkları ile yakından ilişkilidir.<br />
Herhangi bir sınıfa şöyle bir göz attığımızda<br />
farklı kişiliklerin, potansiyellerin,<br />
geçmişlerin ve öğrenme gereksinimlerinin<br />
oluşturduğu zengin bir grupla karşılaşırız.<br />
Öğretmenler bu tabloda en<br />
öndedirler. Sınıfa kendi kişiliklerini,<br />
zevklerini ve geçmişteki eğitim-öğretim<br />
deneyimlerini yansıtırken, hem kendileri<br />
hem de onlara emanet edilen çocukların<br />
yararı <strong>için</strong> çabalarlar. Kullandıkları yöntemlerin,<br />
bir yandan o yılın program<br />
amaçlarını gerçekleştirmesini, bir yandan<br />
da sınıftaki tüm öğrencileri kişisel ve<br />
sosyal olgunluğa eriştirmesini beklerler.<br />
Ancak ortalama bir okulda, sınıfında bulunan<br />
40–45 öğrenci ile beraber bu<br />
amaca doğru yürümek zorundadırlar.<br />
Öğretmenler öğrencilerinin var olan potansiyellerinin<br />
tamamını gerçekleştirmelerini<br />
sağlamanın genellikle kendi<br />
görevleri olduğunu düşünürler; fakat<br />
bazı çocuklar özel gereksinimleri ile göze<br />
çarpar ve uygun sınıf ortamının oluşması<br />
bu nedenle kesintiye uğrayabilir. Okula<br />
ilişkin beklentilerin gerçekleşebilmesi<br />
<strong>için</strong> olmazsa olmaz bir durum vardır. Bu<br />
da her çocuğun kendini okulda güvende<br />
hissetmesi olarak özetlenebilir. Sınıf<br />
<strong>için</strong>de bilgiyi alma ve kullanma açısından<br />
yaşıtlarından farklı olduğu gözlenen<br />
okulda ve evde verilen destek ve gösterilen<br />
ilgiye karşın, güçlük yaşamaya devam<br />
eden çocuklar vardır. Bu çocukların,<br />
okulda kendilerini güvende hissetmeleri,<br />
öğrenme motivasyonu, okula uyum, başarıya<br />
yönelim ve ruhsal-fiziksel sağlıkları<br />
ile yakından ilişkilidir.<br />
Nisan / 2011<br />
Çoğu zaman küçük bir çocuktan bir şey<br />
yapması istendiğinde ya en sevdiği masalı<br />
anlatır ya da sevdiği bir şarkıyı baştan<br />
sona söyler. <strong>İl</strong>köğretim okuluna devam<br />
eden bir çocuğun defterine bakıldığında<br />
düzgün ve doğru yazılmış cümleler<br />
görülebilir. Bazı yetişkinlerin bir işe başladıklarında<br />
işi istenen zamanda yapabildikleri<br />
ya da onlara bir görevi nasıl<br />
yapacakları anlatıldığında bunu kolayca<br />
anlayıp uygulayabildikleri gözlenir. Bu<br />
yaşam <strong>için</strong>de sıkça gözlemlenen bir durumdur.<br />
Ancak her zaman böyle olmayabilir.<br />
Bazı çocuklar şarkıları akıllarında tutamayabilirler<br />
ya da kelimeleri tam olarak<br />
doğru söyleyemeyebilirler. Örneğin<br />
“ekmek” yerine “kemek” diyebilirler.<br />
Okula giden bazı çocukların haftaların<br />
günlerini karıştırdıkları, yön bulmakta<br />
zorlandıkları, çoğu zaman sözcükler <strong>için</strong>deki<br />
harfleri karıştırdıkları/yer değiştirdikleri<br />
gözlemlenir. Arkadaşlarının yüz<br />
ifadelerini, mimikleri doğru yorumlayamayabilir,<br />
aynı anda birkaç şeyi organize<br />
edemeyebilirler. Çok sık olmasa da bu
tür güçlükler yaşayan yetişkinlerle de<br />
günlük hayatta karşılaşılmaktadır. Bu<br />
durum örnek olguda* olduğu gibi Özgül<br />
Öğrenme Güçlüğü’nü akla getirir.<br />
*Koray<br />
Yaşının çocuğu gibi görünen, zeki, sempatik,<br />
kolay ilişki kuran ve sıcak bir çocuktur.<br />
Fakat eğitim kurallarına göre sınıf <strong>için</strong>de<br />
dersin normal bir akışla sürdürülmesini<br />
davranışlarıyla engelleyebilen ve aynı zamanda<br />
da kendisi de sınıfın bilgi ve beceri<br />
düzeyi ile uyuşmayan bir çocuktur. Drama<br />
dersinde, serbest çalışmalarda mükemmel,<br />
mizah yeteneği son derece iyi gelişmiş, sözel<br />
becerileri iyi olduğu gözlenmektedir. Öte<br />
yandan okuma ve yazma görevlerini yerine<br />
getirmekten kaçınmaktadır. Sesleri birbirine<br />
karıştırma, sözcükleri tanıma ve hatırlamada<br />
zorlanma, yavaş okuma ve<br />
yazma gibi sorunları gözlenmektedir.<br />
Ailesiyle gittiği Çocuk Ruh Sağlığı kliniğinde,<br />
yapılan çeşitli değerlendirmeler sonunda<br />
Koray’a Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
tanısı konulmuştur.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü okuma,<br />
yazma ve aritmetik becerilerde çocuğun<br />
yaşı ve zekâsına göre beklenen başarıyı<br />
gösterememesi durumu olarak tanımlanabilir.<br />
Bu tanıma bağlı olarak ilköğretimin<br />
ilk yılının ikinci yarısının ortalarına<br />
doğru bu güçlükten kuşku duyulmaya<br />
başlanır. Bir çocuğa özgül öğrenme<br />
güçlüğü tanısı konabilmesi <strong>için</strong> çocuğun<br />
mutlaka okuma, yazma ve aritmetik becerileri<br />
ortaya koyabileceği yaşa gelmesi<br />
gerekmektedir. Çocuğun okuma, yazma<br />
ya da aritmetik becerilerde en azından<br />
yaşıtlarının ve kendi zihinsel düzeyinin<br />
gerisinde kalması, özgül öğrenme güçlüğünden<br />
kuşku duyulması <strong>için</strong> yeterlidir.<br />
Genellikle önce çocuğun öğretmeni,<br />
“Çocuğunuzun konuşurken, oyun oynarken<br />
ya da herhangi bir şey anlatırken<br />
yaşıtlarından hiçbir farkı yok; ancak yazılı,<br />
sözlü sınavlarda ya da beklenmedik<br />
bir anda bilgiye dayalı bir soru soruldu-<br />
ğunda bildiği bir şeyi bile geri verirken<br />
ya da söylerken zorlanıyor. Çocuğunuzun<br />
bir sorunu var.” diyerek bu güçlüğe<br />
dikkat çeker. Aileler de çocuğun derslerine<br />
çalışıyor olmasına karşın, akademik<br />
beceri konusunda onları hiç beklemedikleri<br />
biçimde şaşırtmasıyla ortada bir<br />
sorun olduğunun farkına varmaktadırlar.<br />
Sorunun farkına varılmasının ardından,<br />
mutlaka çocuk ruh sağlığı<br />
kliniklerine başvurulması gerekir. Çocuk<br />
ruh sağlığı kliniklerinde çocuk psikiyatristleri<br />
ve psikologları<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
belirtileri gösteren çocuğu<br />
birlikte değerlendirmelidirler.<br />
Çocuğa yalnızca psikiyatrik<br />
muayene değil, aynı<br />
zamanda akademik becerileri<br />
yordamaya yönelik psikolojik<br />
değerlendirme ve<br />
özgül öğrenme güçlüğünü<br />
taramaya yönelik özel görüşmeler<br />
yapılmalıdır. Söz<br />
konusu değerlendirmede<br />
çocuğun okuma, yazma ve<br />
aritmetik beceri gibi hangi<br />
alt grupta sorunu olduğunu<br />
anlamaya yönelik özel soruların<br />
da sorulması gerekir.<br />
Tanı okul çağında konulabilmesine<br />
karşın Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü yapısal bir<br />
sorun olduğu <strong>için</strong> okul öncesi<br />
dönemde de çocuklar<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü’ne<br />
ilişkin belirtiler göstermektedirler.<br />
Okul öncesi dönemde Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü riski taşıyan çocuklar çeşitli<br />
alanlarda sorunlar yaşarlar. Literatürde<br />
bu alanlar dil, algısal-kavramsal alan,<br />
bellek, motor koordinasyon, dikkat-hareket<br />
alanı, organizasyon ve duygusal<br />
sosyal alan olarak belirlenmiştir. Çocuklar<br />
bu alanların bazılarında sorun ya da<br />
hepsinde sorun yaşayabilirler.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü riski taşıyan<br />
okul öncesindeki çocukların bazıları geç<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
konuşurlar. Bazıları ile konuşulduğunda<br />
çoğu zaman sözcükleri doğru telaffuz<br />
edemediklerini, sözcük ve heceleri karıştırdıkları<br />
örneğin “kitap” yerine “kipat”<br />
dedikleri görülmektedir. Sözcük dağarcıkları<br />
da yaşıtları kadar çeşitli değildir.<br />
Bu çocukların günlük yaşamlarında da<br />
sorunlar yaşadıklarını görülür. Örneğin<br />
düğmelerini iliklerken, çatal-bıçak<br />
kullanırken, ayakkabılarını bağlarken<br />
zorlanırlar. Oyuncaklarıyla oynarken,<br />
dışarıda arkadaşlarıyla beraberken,<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü okuma, yazma ve aritmetik<br />
becerilerde çocuğun yaşı ve zekâsına göre beklenen<br />
başarıyı gösterememesi durumu olarak<br />
tanımlanabilir.<br />
dikkatlerini toplamakta zorlandıkları ve<br />
oyunun kurallarını anlayıp uygulamada<br />
zorlandıkları gözlenir. Kitaplarını ters<br />
tuttuklarına, ayakkabılarını ters giydiklerine<br />
yani yönlerini karıştırdıkları fark<br />
edilir. Renkleri sayıları önce ve sonra<br />
gibi kavramları öğrenmede yaşıtlarına<br />
göre zorlandıkları gözlenir. Okul öncesi<br />
belirtiler önemlidir çünkü erken yaşta<br />
tanı konmadığında, çocuk sahip olduğu<br />
güçlüklerle örgün eğitime katılır ve burada<br />
yaşayacağı güçlükler ile yükü artar.<br />
61
62<br />
Makale<br />
Eğer okul öncesindeki bir çocuğun güçlükleri<br />
fark edilmemişse ve gerekli<br />
destekler verilememişse, söz konusu çocuğun<br />
ilköğretim döneminde de benzer<br />
alanlarda güçlük yaşamasının yanı sıra<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü belirtileri gösterdiği<br />
de gözlemlenecektir. Okul döneminde<br />
en çok göze çarpan şey düşük<br />
okul başarısıdır ya da bazen iyi bazen<br />
kötü inişli çıkışlı bir başarı grafiğidir.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü belirtileri gösteren<br />
çocuğun zorlandığı alanlar olduğu<br />
gibi sorun yaşamadığı alanlarda vardır.<br />
Bu nedenle bazı dersleri iyidir bazı dersleri<br />
ise kötüdür. Okumada ya da yazmada<br />
belirgin sorunlar gözlenir.<br />
Okurken sorunlar yaşarlar. Okumayı<br />
öğrenmede gecikirler ve okurken yavaş<br />
okurlar. Yine yazarken olduğu gibi okurken<br />
harfleri karıştırırlar ve “çok”a “koç”<br />
demek gibi sözcükleri, heceleri ters çevirirler.<br />
Bir yazıyı okurken sıklıkla harfleri,<br />
sözcükleri atladıkları görülür. Okurken<br />
sırayı takip edemeyip, satır atlayabilirler,<br />
kaldıkları yeri kaybedebilirler. Bu aksaklıkları<br />
çözmek <strong>için</strong> de yeni cümleler uydururlar.<br />
Yaşıtlarına oranla el yazıları okunaksızdır<br />
ve yine yaşıtlarına göre daha yavaş yazarlar.<br />
Yazı <strong>için</strong>de, bazı harfleri ya da<br />
sayıları ters yazdıkları görülür. Örneğin<br />
“b” yerine “d” “6” yerine “9” yazabilirler.<br />
Sözcükleri ters çevirip, çoğu zaman<br />
“ve” yerine “ev”, “roman” yerine<br />
“orman” , “top” yerine “pot” yazar. Tahtadaki<br />
yazıyı defterine çekerken ya da<br />
öğretmeninin okuduğunu defterine yazarken<br />
zorlanırlar. Çoğu zaman düzensiz,<br />
karışık ve iyi kullanılmamış defterleri<br />
olduğu dikkati çeker. Bir çoğunun elgöz<br />
koordinasyonları zayıf olduğu <strong>için</strong><br />
çizimleri de yazıları da bozuktur. Bazen<br />
de Aritmetik becerileri iyi değildir. Toplama,<br />
çıkarma vb işlemlerde sorunlar yaşarlar.<br />
İşleme sağdan değil soldan<br />
başlayabilirler. Toplama, çıkarma gibi işlemlerde<br />
“eldeyi” unutabilirler. Sayı kavramlarını<br />
anlamakta güçlük çekerler<br />
örneğin beş mi büyük bir mi kestiremezler.<br />
Problemi çözecek işlemleri bula-<br />
mayabilirler. Problemleri akıllarında<br />
çözseler bile yazıya dökmekte zorlanırlar.<br />
Eğer bir şeyin belli bir sırada yapılması<br />
isteniyorsa bunu<br />
başaramayabilirler. Bir öyküyü sıralı anlatamayabilirler.<br />
Düşüncelerini sözlü ya<br />
da yazılı olarak düzenli bir biçimde ifade<br />
etmekte başarısız olabilirler. Bu çocukların<br />
iyi bir çalışma alışkanlıkları da olmayabilir.<br />
Ödevlerini ya alamaz ya da<br />
eksik alır. Dikkatlerini toplayamadıkları<br />
<strong>için</strong> çabuk sıkılırlar ve ödev yaparken sık<br />
sık ara verdikleri araya gereksinimleri olduğu<br />
gözlenir.<br />
Eğer okul öncesindeki bir çocuğun<br />
güçlükleri fark edilmemişse ve gerekli<br />
destekler verilememişse, söz konusu<br />
çocuğun ilköğretim döneminde de<br />
benzer alanlarda güçlük yaşamasının<br />
yanı sıra Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
belirtileri gösterdiği de gözlemlenecektir.<br />
Yaşıtlarına göre daha çocuksu oldukları<br />
gözlenir. Karşısındaki kişinin mimiklerini<br />
jestlerini anlamakta ve yorumlamakta<br />
zorlanabilirler bu da onların<br />
arkadaş ilişkilerinde sorun yaşamalarına<br />
sebep olabilir. Neşeliyken birden öfkelenebilir<br />
hızlı duygu değişimi gösterirler.<br />
Sahip olduğu güçlükler çocuğu bu güçlüklere<br />
sahip olmayan yaşıtlarında farklılaştırır.<br />
Sıkıntılarını, eksikliklerini fark<br />
edebildikleri <strong>için</strong> de düşük benlik saygısı<br />
geliştirebilirler. Yaşadığı başarısızlıklar<br />
nedeniylede kendisine güveni azalır.<br />
Uyum sağlamada zorlandıkları, çoğu<br />
Nisan / 2011<br />
zaman bu okuldan kaçma, okula gitmeme<br />
gibi davranışlar beraberinde psikolojik<br />
sıkıntılar gözlenir.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü zekâ düzeyi<br />
normal ya da normalin üzerinde olan bireylerde<br />
görülür. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
olan çocuklar öğrenme süreçlerinin<br />
bir kısmında ya da hepsinde birden sorunlar<br />
yaşarlar. Aslında söz konusu çocuklar<br />
öğrenemedikleri <strong>için</strong> değil uygun<br />
öğrenme stratejileri geliştiremedikleri<br />
<strong>için</strong> okulda, evde süre giden sıkıntılar<br />
<strong>için</strong>de bir kısır döngü yaşarlar. Çocuk<br />
çalışır, çalıştırılır, yine başarılı olmaz. Bu<br />
başarısızlık hayal kırıklığı, üzüntü ve kızgınlık<br />
ile sonuçlanır. Evde okulda baskı<br />
artar daha uzun süre daha sıkı çalışır, çalıştırılır<br />
ve yine başarılı olamaz. Oysaki<br />
çocuğun yaşadığı güçlüğün tanısı konulup<br />
uygun psikoeğitsel müdahale başlasa<br />
ve çocuğa başarılı olabileceği alanlarda<br />
başarılı olma fırsatı yaratılsa ve sınavlarda-ödevlerde<br />
çocuğun öğrenme stillerine<br />
uygun kolaylıklar sağlanabilirse<br />
çocuk, aile ve öğretmen <strong>için</strong> daha verimli<br />
bir sürece geçilecektir.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü okul öncesi<br />
dönemden itibaren belirti verir. Önemli<br />
olan erken dönemde bu belirtileri fark<br />
edebilmek ve gerekli uzman yardımını<br />
almaktır. Okul öncesi dönemde bir çocuğun<br />
öğrenme güçlüğü olduğunu saptamak<br />
erken tanı <strong>için</strong> önemlidir. Çünkü<br />
bu sayede hem akademik yaşamında<br />
hem de toplum yaşamında gerekli becerileri<br />
edinmesi sağlanabilir ve çocuğa<br />
özgü eğitimlerle de sürekli başarısız olması<br />
önlenebilir. Çoğu zaman anneler<br />
çocuklarının diğer çocuklardan farklı bir<br />
şekilde geliştiklerini fark edebilmektedirler.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü okul<br />
çağında okuma yazma ve aritmetik becerilerden<br />
birinde, ikisinde ya da hepsinde<br />
birden çocuğun yaşından ve<br />
zihinsel düzeyinden beklenemeyen güçlükle<br />
tanı alabildiği <strong>için</strong> okul öncesi<br />
dönemde gözlenen sorunlara Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü tanısı konulamamaktadır.<br />
Bu nedenle, bu dönemde gelişimsel
sorun ya da öğrenme bozukluğu riski terimleri<br />
tercih edilerek aileye gerekli önerilerde<br />
bulunup çocuğa destek sağlanır.<br />
Bir çocuğa öğrenme bozukluğu tanısı<br />
koymak <strong>için</strong> iyi bir değerlendirme yapılması<br />
önemlidir. Konuya ilişkin değerlendirme<br />
aşamasında çocuğun şimdiki<br />
başarısı ile öğrenme potansiyeli arasındaki<br />
fark karşılaştırılmalıdır. Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü tanısı koyarken çeşitli<br />
test gruplarından yararlanılabilinir. Test<br />
grupları <strong>için</strong>de zekâ testleri, akademik<br />
başarı testleri diğer alanlardaki özel yetenek<br />
testleri bulunmaktadır. En sık kullanılan<br />
testler <strong>için</strong>de Wechsler Zekâ<br />
ölçekleri, akademik başarı testleri, görsel<br />
motor algı testleri, bellek testleri, sağ-sol<br />
yön tayini testleri yer alır. Bu testler çocuğun<br />
öğrenme güçlüğü çektiği alanlar<br />
ve güçlü olduğu alanlar hakkında da<br />
bilgi verebilir.<br />
Hatırlanılacağı gibi Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü olan çocuklar normal ya da<br />
üstü zekâ düzeyine sahiptirler. Eğer bir<br />
çocukta yaşıtlarıyla benzer öğrenme potansiyeli<br />
olmasına rağmen okuldaki başarısı<br />
bu potansiyelin gerektirdiğinden az<br />
ya da farklıysa bu durum göz önüne<br />
alınmalıdır. Çoğu zaman çocuklar aileleri<br />
tarafından öğretmen bir problem olduğunu<br />
söylediğinde bir uzmana<br />
getirilmektedir. Oysaki aileler bir problem<br />
olduğunu daha erken yaşta fark etmektedir<br />
ama tanı daha geç yaşlarda<br />
konmaktadır. Eğer anneler ya da temel<br />
bakım veren kişiler, çocuklarının yaşıtlarından<br />
farklı geliştiğini gözlemlediklerinde,<br />
bu gözlemlerini uzmanlarla<br />
paylaşırlarsa çocuğa ilişkin sorunlar<br />
henüz Özgül Öğrenme Güçlüğü tanısı<br />
konulamasa da erken tanınabilir. Ancak<br />
ailelerin bir kısmı beklemeyi tercih ettiklerinden<br />
ya da Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
belirtilerini bilen bir uzmana<br />
ulaşamadıklarından, bir kısmı da nereden<br />
yardım alacağını bilemediğinden çocuğun<br />
erken dönemde gösterdiği<br />
güçlüklere yönelik müdahale gecikmektedir.<br />
Bununla birlikte erken dönemde<br />
müdahale edildiğinde de Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü yapısal bir sorun olduğu<br />
<strong>için</strong> çocuğun okul çağında da Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü’ne ilişkin sorunlar yaşaması<br />
tümüyle önlenemez. Ancak erken<br />
müdahale ve uygun destek ile çocuğun<br />
okul yaşına kadar edinmesi gerekli temel<br />
beceriler edindirilebilir ve en azından<br />
çocuk okula eksik donanımla başlamaz.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü öğrenme süreçlerindeki<br />
güçlükleri ifade etmektedir.<br />
Bu nedenle çocuğun bilgiyi alma ve ifade<br />
etme süreçleri belirlenmelidir. Daha<br />
sonra bu çocuğun neden öğrenemediği<br />
kapsamlı olarak değerlendirilmelidir. Bu<br />
değerlendirmenin <strong>için</strong>de bu nedenlere<br />
eşlik eden duygusal, çevresel ve psikolojik<br />
etkilerde saptanmalıdır. Doğru bir<br />
değerlendirme <strong>için</strong>de çocuğun başarı düzeyi<br />
ve öğrenme stili de belirlenir. Böylece,<br />
öğrenme <strong>için</strong> bir plan yapılmasına<br />
kaynak sağlanır. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
olan çocukların güçlük yaşadıkları<br />
alanların yanında onların güçlü ve yetenekli<br />
oldukları alanlar da vardır. Bu alanlar<br />
saptanarak, ilgi duyduğu ve kendine<br />
güvendiği beceri kaynakları çocuğun<br />
başarılı olma duygusunu tatmasına ve<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
kendisini iyi hissetmesine olanak tanınmalıdır.<br />
Aynı zamanda zayıf ve yardıma<br />
gereksinim duyduğu alanlar <strong>için</strong> gerekli<br />
destek basamaklar halinde kolaydan zora<br />
doğru sağlanmalıdır.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü dendiğinde<br />
Çoğu zaman anneler çocuklarının diğer çocuklardan farklı bir şekilde geliştiklerini<br />
fark edebilmektedirler. Özgül Öğrenme Güçlüğü okul çağında okuma<br />
yazma ve aritmetik becerilerden birinde, ikisinde ya da hepsinde birden çocuğun<br />
yaşından ve zihinsel düzeyinden beklenemeyen güçlükle tanı alabildiği <strong>için</strong><br />
okul öncesi dönemde gözlenen sorunlara Özgül Öğrenme Güçlüğü tanısı konulamamaktadır.<br />
Nisan / 2011<br />
çok geniş bir yelpaze kapsamından söz<br />
edilmektedir. Bu yelpaze <strong>için</strong>de alt gruplar<br />
yer almaktadır. Psikiyatri alanında<br />
kullanılan DSM-IV-TR tanı ölçütleri kitabında<br />
öğrenme bozukluğu; Okuma<br />
Bozukluğu, Matematik Bozukluğu ve<br />
Yazılı Anlatım Bozukluğu, Başka Türlü<br />
Adlandırılamayan Öğrenme Bozukluğu<br />
grupları bulunmaktadır. Tanının konulabilmesi<br />
<strong>için</strong>, bir başlık altında o başlığa<br />
ilişkin becerilerin çocuğun zekâ düzeyi<br />
ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz<br />
önünde bulundurulduğunda, beklenin<br />
altında olması gerekmektedir.<br />
Alt gruplar arasında Okuma Bozukluğu<br />
en sık görülen bozukluktur. Tüm öğrenme<br />
bozukluğu olgularının %80’nini<br />
Okuma Bozukluğuna sahip olgular oluşturmaktadır.<br />
“Özel Öğrenme Güçlüğü”<br />
başlığı altında çeşitli kaynaklarda Disleksi<br />
(okuma güçlüğü), Disgrafi (yazma<br />
63
64<br />
Makale<br />
güçlüğü) ve Diskalkuli (aritmetik güçlüğü)<br />
kavramlarının kullanıldığı da görülmektedir.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü ve Yapılabilecekler<br />
Literatürde Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
belirtileri okul öncesi dönemde görülen<br />
belirtiler, ilköğretim döneminde görülen<br />
belirtiler ve 12 yaş ile yetişkinlik döneminde<br />
görülen belirtiler olarak ayrıldığı<br />
görülmektedir. Eğer herhangi bir yaş<br />
grubunda bir çocuğa Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü tanısı konmuşsa, çocuk hangi<br />
eğitim kurumuna gidiyorsa okul öncesi,<br />
ilköğretim ya da lise bu çocuğun bulunduğu<br />
okula ve sınıfa devam etmesi (çok<br />
özel durumlar dışında) gerekir. Söz konusu<br />
çocukların diğer çocuklar gibi<br />
eğitimlerini sürdürebilmeleri <strong>için</strong> uygulanabilecek<br />
çeşitli yöntemler vardır. Çocuklar<br />
yaşıtlarıyla birlikte okula devam<br />
ederken normal sınıf eğitimine ek olarak<br />
bu çocuğun eksik ya da yetersiz kalan<br />
yönlerine destek verilmesi gerekir. Bu<br />
destekler bireysel olarak yapılan özel eğitimle<br />
ya da yaşıtlarıyla birlikte grup çalışması<br />
programlarıyla onları model<br />
alması sağlanarak da yapılabilir. <strong>Eğitim</strong><br />
programı <strong>için</strong>de seslerin farkında olma,<br />
sıralama ve bellek becerileri, görselleştirme<br />
ve çoklu duyusal yöntemler, tam<br />
dil eğitimi ya da duyusal ve motor bütünleştirmeye<br />
yönelik görevler bulunmaktadır.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
olan çocukların bir kısmının dikkatlerini<br />
toplamakta zorlandıkları ve dikkat sürelerinin<br />
kısa olabileceği göz önüne alınarak<br />
yönergeleri anlayabilmeleri <strong>için</strong><br />
uygun çözümler bulunmalıdır ( yönergeyi<br />
yinelemek, yönergeyi görebilmelerini<br />
sağlamak vb.). Gerektiğinden<br />
yönergeler birkaç kez sabırla tekrarlan-<br />
malıdır. Yine dikkatlerinin kısa süreli<br />
olması nedeniyle uzun ve karmaşık görevlerden<br />
sıkılabilecekleri hatırda tutularak,<br />
daha kısa görevler verilerek başarılı<br />
olmaları sağlanabilir.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü olan çocukları<br />
sık sık kontrol etmek faydalı olabilir bu<br />
nedenle sınıf <strong>için</strong>de öğretmenin dikkatini<br />
çocuğa daha fazla yöneltmesini sağlayacak<br />
bir oturma düzeni sağlanmalıdır.<br />
En iyisi ön sırada ya da öğretmene yakın<br />
bir yerde, çocuğun dikkatini dağıtmasına<br />
sebep olacak daha az uyaranın ol-<br />
Nisan / 2011<br />
duğu bir konumda ve uygun bir arkadaşının<br />
yanında oturmasını sağlamaktır.<br />
Sınıf içi etkinliklerde öğrenme materyaline<br />
çocuğun kendine güvendiği ve ilgi<br />
duyduğu konuları dâhil ederek, öğretme<br />
stillerinde çocuğun belirlenen öğrenme<br />
stiliyle uyumlu olacak değişiklikler yapılması<br />
uygun olacaktır. Örneğin bilgiler<br />
aktarılırken modeller, nesneler ve resimler<br />
kullanarak anlatmak Özgül Öğrenme<br />
Güçlüğü olan çocuklar <strong>için</strong> konuları<br />
daha anlaşılır ve daha çekici yapabilir.<br />
Aslında bu tüm çocuklar <strong>için</strong> çok daha<br />
eğitici ve öğretici olabilir. Benzer şekilde<br />
sınavlar, çocukların belirlenen güçlü<br />
yanlarıyla uyumlu olarak sınav yöntemi<br />
sözlü, yazılı, boşluk doldurma, doğruyanlış<br />
yöntemlerinden en uygun olanı<br />
belirlenerek yapılabilir. Sınavın soru<br />
miktarı azaltılabilir ve bu çocuklara ek<br />
süre verebilir. Ayrıca pekiştirme ödevlerinin<br />
de çocuğa uygun olup olmadığına<br />
dikkat edilmesi gerekir. Eğer gerekirse<br />
ödev miktarı çocukların yavaş okuduğu,<br />
yavaş yazdığı göz önünde bulundurularak<br />
azaltılmalıdır. Çocukların zayıf olduğu<br />
konularda bilgisayar, teyp, hesap<br />
makinesi ve fotokopi makinesi gibi teknolojik<br />
araçların kullanılmasına izin verilmelidir.<br />
Bazı çocukların bu güçlüklerle baş etmek<br />
<strong>için</strong> kendilerine özgü yöntemler geliştirdikleri<br />
görülmektedir. Örneğin bir yazıyı<br />
okurken sorun yaşadığı <strong>için</strong>, sınıf <strong>için</strong>de<br />
bir şey okuması gerektiğinde tüm yazıyı<br />
ezberlemek gibi ya da bir matematik<br />
problemini kendi becerisiyle çözmekte<br />
zorlanacağı <strong>için</strong> problemin çözümünü<br />
bütün olarak ezberleyerek sorunlarını<br />
çözmeye çalışmak gibi. Öğretmenler bu<br />
çocukları mümkün olduğunca cesaretlendirmeli<br />
ve başardıklarında ödüllendirmelidirler.<br />
Güçlü oldukları alanları ve<br />
yeteneklerini sınıf <strong>için</strong>de ön plana çıkarmaya<br />
özen göstermelidirler. Böylece çocukları<br />
zayıf oldukları alanlardaki<br />
güçlükleri aşmaları <strong>için</strong> yüreklendirmiş<br />
olacaklardır. Ayrıca çocukların sahip olduğu<br />
güçlükleri aşması <strong>için</strong> yaşıtlarından<br />
da destek alınması gerekebilir. Bu ne-
denle öğretmenleri onların yaşıtlarıyla<br />
birlikte etkinliklerde bulunmalarına,<br />
sportif faaliyetler <strong>için</strong>de olmalarına yardımcı<br />
olmalıdırlar. Çocuğun yaşayacağı<br />
her sorun <strong>için</strong> okulun rehberlik ve danışmanlık<br />
servisinden yararlanılmalıdır.<br />
Gerekirse okul idaresi, okul aile birliği ve<br />
bakanlık çerçevesinde rehberlik ve danışmalık<br />
hizmetleri <strong>için</strong> kaynak yaratılması<br />
ve özendirilmesi <strong>için</strong> girişimlerde<br />
bulunulmalıdır. Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
olan çocuğun öğretmeni hem okulun<br />
rehberlik servisiyle, hem çocuğun<br />
ailesiyle hem de çocuğun uzmanıyla sürekli<br />
iletişim <strong>için</strong>de olmalıdır. Özellikle<br />
çocuğun öğretmeni ya da ailesi öğrenme<br />
güçlüğü hakkında bilgi sahibi değilse<br />
çocuğun akademik yaşamı başarısızlıkla<br />
sürerken çocuk başarısız olarak değerlendirilir<br />
ve bu durum yetişkinlik dönemine<br />
kadar uzanan etkileri beraberinde<br />
getirir. Ailelerin, öğretmenlerin, okul<br />
idarecilerinin Özgül Öğrenme Güçlüğü<br />
konusunda anne-baba- öğretmen bilgilendirme<br />
toplantıları, paylaşım grupları<br />
<strong>için</strong>de yer almaları, bu tür toplantı ve<br />
bilgilenme toplantılarının düzenlenebilmesi<br />
<strong>için</strong> uygun kaynakları harekete geçirmeleri<br />
söz konusu çocuklara olduğu<br />
kadar tüm okula yarar sağlayacak aktivetelerdir.<br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı 2509 sayılı Özel<br />
<strong>Eğitim</strong> Hizmetleri Yönetmeliğine (2000)<br />
göre öğrenme bozukluğu olan çocukların<br />
bazı hakları vardır. Buna göre kaynaştırma<br />
uygulamalarında “bireysel ve<br />
gelişim özellikleri dikkate alınarak, gerekli<br />
önlemler alınır. Değerlendirmede,<br />
öncelikle bireyselleştirilmiş eğitim programlarında<br />
hedeflerin gerçekleştirilmesi<br />
esas alınır” denilmektedir. Zihinsel becerileri<br />
yüksek öğrenim yapabilecek düzeyde<br />
olan özel eğitim gereksinimli<br />
gençlerin hakları da “yüksek öğretime<br />
yönlendirme kararı alınanların ilgileri,<br />
istekleri, yetenekleri ve iş olanakları doğrultusunda<br />
ve ölçüsünde yüksek öğrenim<br />
olanaklarından yararlanabilmeleri<br />
<strong>için</strong> sınavlarda özel eğitim önlemleri alınır,<br />
yüksek öğretim kurumları ile işbir-<br />
<strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Bakanlığı 2509 sayılı Özel<br />
<strong>Eğitim</strong> Hizmetleri Yönetmeliğine<br />
(2000) göre öğrenme bozukluğu olan<br />
çocukların bazı hakları vardır. Buna<br />
göre kaynaştırma uygulamalarında<br />
“bireysel ve gelişim özellikleri dikkate<br />
alınarak, gerekli önlemler alınır.<br />
Değerlendirmede, öncelikle bireyselleştirilmiş<br />
eğitim programlarında hedeflerin<br />
gerçekleştirilmesi esas alınır”<br />
denilmektedir.<br />
liği yapılarak, yerleştirilmelerinde, kredi<br />
ve burs almalarında öncelik tanınır” denerek<br />
korunmuştur.<br />
Özgül Öğrenme Güçlüğü ilaçla tedavi<br />
edilememektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğünde<br />
temel olan çocuğun öğrenme<br />
stiline uygun destek eğitimidir. Bu çocuklar<br />
bireyselleştirilmiş özel eğitim alarak<br />
hem akademik başarıları hem de<br />
toplumsal yaşamları desteklenebilir ve<br />
hedeflenen düzeye getirilebilir. Bu eğitimde<br />
çocuğun başarısız olmasına neden<br />
olan temel güçlük alanlarının güçlendi-<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
rilmesi ve pekiştirme yöntemleri esastır.<br />
Çocukların güçlü yanları ön plana çıkarılarak<br />
toplum <strong>için</strong>de “farklı” olarak değerlendirmelerinin<br />
önüne geçilmelidir ve<br />
toplumun onları “kendine özgü” olarak<br />
kabul etmesi sağlanmalıdır.<br />
Çocukların benlik saygılarının incinmesi,<br />
kendilerini değersiz, beceriksiz ve<br />
yetersiz görmelerinin önüne geçilebilmesi<br />
<strong>için</strong> erken tanı önemlidir. Tanı konmasında<br />
çok fazla gecikildiğinde ne<br />
yazık ki bu çocukların büyük oranda eğitimden<br />
koptukları bilinmektedir. Bu nedenle<br />
ailelere ve öğretmenlere büyük<br />
sorumluluk düşmektedir. Aileler ve öğretmenler<br />
öğrenme güçlüğü konusunda<br />
bilgilendirilmeli ve mümkün olduğunca<br />
erken tanının konması sağlanmalıdır.<br />
Tanı koyduktan sonra da sorumluluklar<br />
devam etmektedir. Öğretmenler sınıf<br />
<strong>için</strong>deki daha zor/yavaş öğrenen çocuğun<br />
farkında olmalı, onu görmezden<br />
gelmemeli ve gerekli desteği sağlamalıdır.<br />
Her öğrenci <strong>için</strong> öğretmeninin onayı<br />
oldukça önemlidir ve bu çocukların<br />
onaylanmaya ve cesaretlendirilmeye fazlasıyla<br />
gereksinimleri vardır. Ailelerin de<br />
öğretmenleri kadar bu çocukların öğrenme<br />
güçlükleriyle baş etmede önemli<br />
payı vardır. İyi bir okul-aile-uzman işbirliği<br />
ve toplumunda bu konuda bilinçlendirilmesiyle<br />
bu çocukların toplum<br />
<strong>için</strong>de sağlam bir yer edinmeleri sağlanabilir.<br />
Kaynakça:<br />
Erden, G.; Kurdoğlu, F.; ve Uslu, R.(2002) <strong>İl</strong>köğretim Okullarına Devam Eden Türk Çocuklarının Sınıf Düzeylerine Göre Okuma Hızı ve Yazım Hataları Normlarının<br />
Geliştirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi,13(1):5-13.<br />
Korkmazlar, Ü ve Sürücü, (2007). Öğrenme Bozuklukları <strong>için</strong>de: Ö.Aysev, S.A ve Taner, I.Y. Çocuk Ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları. Janssen-Cılag<br />
Kozloff MA (1974) Educating Children with Learning and Behavior Problems. NY:John Wiley and sons.<br />
Lerner J (1993a) Learning Disabilities: eories, diagnosis, teaching strategies. Sixth ed. Boston: Houghton Mifflin Com.<br />
Prior M, Sanson A, Smart D, Oberklaid F (1999) Relationships between learning difficulties and psychological problems in preadolescent children from a longitudinal<br />
sample. Journal of American Academy of Child Adolescent Psychiatry, 36:1020-1032.<br />
Reid G (1998) Dyslexia.A Practitioner’s Handbook.Second Ed. England: John Wiley &Sons Ltd.<br />
Silver, L.B.(1989) Learning Disabilities. Journal of American Academy Child and Adolescence Psychiatry, 28:309-313.<br />
Wenar, C.(1994). Developmental Pychopathology from İnfancy rough Adolescence (3. edition). McGraw-Hill, Inc. New York, s:179-186.<br />
Nisan / 2011<br />
65
66<br />
Makale<br />
ÜNİVERSİTE TERCİHLERİNDE<br />
EN ZOR KARAR: İSTANBUL<br />
Yrd. Doç. Dr. Fatih GÜRSUL / Hakan ERGİN<br />
<strong>İstanbul</strong> Üniversitesi / Boğaziçi Üniversitesi<br />
Üniversite eğitimleri <strong>için</strong> memleketlerinden <strong>İstanbul</strong>’a gelen öğrencilerin, ilk yıllarında şehre ve üniversite<br />
ortamına alışmakta zorlandıkları saptanmıştır. Bu açıdan, üniversitelerde her akademik yıl başında uygulanan<br />
oryantasyon faaliyetlerinin etkililiği gözden geçirilmeli; her bölüme akademik ve idari personelin<br />
de katılımlarıyla oryantasyon programları planlama ve uygulama zorunluluğu getirilmelidir.<br />
Bir Eylül günü, Boğaziçi Üniversitesi’nin<br />
Robert Kolej’den kalma, Boğaz’a sıfır<br />
kampüsünde kahvelerimizi yudumlarken,<br />
ellerinde çekçekli bavullarıyla yurtlara<br />
doğru ilerleyen 17-18 yaşlarındaki<br />
gençler gözümüze çarptı. Yüzleri gülse<br />
de, hallerinden memnun görünseler de,<br />
merakla etrafı süzen gözlerindeki tedirginliği<br />
<strong>okumak</strong> zor değildi. Kim bilir ne<br />
duydular, ne gördüler; ne umarken, ne<br />
bulacaklardı? Derken, üniversiteyi kazandığımızda,<br />
yıllar önce Aksaray’dan <strong>İstanbul</strong>’a<br />
ve Malatya’dan Ankara’ya gelen<br />
bizler, o günlerdeki hayallerimizden,<br />
hayal kırıklıklarımızdan, umup da bulamadıklarımızdan,<br />
isteyip de geri dönemeyişimizden<br />
konuştuk bir saati aşkın.<br />
Ve o bir saatlik sohbet orada kalmayacaktı;<br />
yüz binlerce genci yakından<br />
ilgilendiren konusuyla, akademik çalışmamızın<br />
çıkış noktası olacaktı…<br />
On milyondan fazla nüfusa ev sahipliği<br />
yapan ve dünyanın en büyük megakentlerinden<br />
olan <strong>İstanbul</strong>’un aldığı göç, son<br />
çeyrek yüzyılın en tartışmalı konularından<br />
olmuştur. Çarpık yerleşmenin, trafik<br />
sıkışıklığının ve çevre kirliliğinin arkasında<br />
megakentin aldığı aşırı göç gösterilmiştir.<br />
Türkiye İstatistik Kurumu’nun<br />
(TUIK) 2000 yılı nüfus sayımı verilerine<br />
göre <strong>İstanbul</strong>’un aldığı yıllık net göç<br />
400.000 olurken; İktisadi Araştırmalar<br />
Vakfı’nın (İAV) 2006 yılında düzenlediği<br />
“<strong>İstanbul</strong>’a Göçün Yönetimi” adlı<br />
seminerde paylaştığı verilere göre ise, her<br />
4 dakikada bir kişi <strong>İstanbul</strong>’a göç et-<br />
Nisan / 2011<br />
mekte, Paris ve Londra’ya 60 yılda olan<br />
göç <strong>İstanbul</strong>’a 2 yılda gerçekleşmekte ve<br />
her gün trafiğe 600 yeni araç çıkmaktadır.<br />
Diğer kentlere oranla daha fazla iş<br />
imkanının olması, kentin bu denli göç<br />
almasının başlıca nedenlerindendir.<br />
Ancak, megakente göç edenler sadece iş<br />
arayanlar değildir elbette. Bu amacın dışında<br />
gelenlerin önemli bir kısmını ise,<br />
kentte bulunan 30’dan fazla üniversiteye<br />
<strong>okumak</strong> <strong>için</strong> gelen öğrenciler oluşturmaktadır.<br />
Zordur bir insanın kendini,<br />
arkadaş çevresini ve yaşadığı yeri değiştirmesi.<br />
Her birey kolayca atlatamaz değişimin<br />
getirdiği zorlukları. Hele bir de sorumluluk<br />
almaya başlayarak hayatı yeni tanıyorsa<br />
insan, o zaman daha da zordur<br />
yeni bir yere uyum sağlaması. İşte bizim<br />
çalışmamız da, tarifi edilen ve Türkiye’deki<br />
akademik dünyanın bugüne dek<br />
ihmal ettiği o grubu konu edindi: Üniversite<br />
<strong>okumak</strong> <strong>için</strong> köy, kasaba veya<br />
küçük kentlerden büyükşehre gelen<br />
gençler. Araştırma <strong>için</strong>, iki devlet, iki de<br />
vakıf olmak üzere <strong>İstanbul</strong>’daki dört üni-
versite belirlenmiştir. Bu üniversitelere,<br />
2009 – 2010 akademik yılı başında <strong>okumak</strong><br />
<strong>için</strong> küçük (nüfusu iki milyondan<br />
az) kentlerden gelen toplam 120 öğrenci<br />
çalışmanın katılımcıları olmuştur.<br />
21 Nisan 2010’da, ABD’nin Florida<br />
Eyalet Üniversitesi’nde 21. Uluslararası<br />
Öğrenme ve Öğretme Konferansı’nda,<br />
“e Obstacles for Freshman Students’<br />
Adaptation to a Metropolis” (“Üniversite<br />
Birinci Sınıf Öğrencilerinin Büyükşehre<br />
Adaptasyonundaki Engeller”)<br />
adıyla sunumunu yaptığımız nitel boyutta,<br />
öğrencilerin ilk yıllarında <strong>İstanbul</strong>’un<br />
kendilerine getirdiği sorunlar ve<br />
avantajlar saptanırken; 16 Haziran<br />
2010’da Boğaziçi Üniversitesi’nde<br />
Dünya Karşılaştırmalı <strong>Eğitim</strong> Kongresi’nde<br />
“e More Money, the Better<br />
Sense of Belonging to a Metropolis”<br />
(“Daha Çok Para, Büyükşehre Daha<br />
Çok Aidiyet midir?”) adıyla sunduğumuz<br />
nicel boyutta ise, öğrencilerin<br />
sosyo-ekonomik düzeyleri irdelenmiştir.<br />
Bizleri kimi zaman üzen, kimi zaman<br />
düşündüren, kimi zaman umutsuzluğa<br />
iten ve yer yer de eski günlerimize götüren<br />
çalışmanın bulguları, üniversite<br />
amfilerinde görmeye alıştığımız gençleri<br />
daha yakından tanımamızı sağlamıştır.<br />
DEVLET ÜNİVERSİTESİNDE<br />
OKUYANLAR DAHA DERTLİ!<br />
Yükseköğretimde okuyan bir genç yeni<br />
bir şehir, yeni oda / ev arkadaşlarını, kalabalık<br />
amfileri, daha uzun ödev ve projeleri<br />
bir anda hayatının bir parçası<br />
olarak bulur. 18’ine yeni basmış bireylerin<br />
her biri bunlarla başa çıkmada aynı<br />
oranda başarılı değildir; kimisi mücadeleyi<br />
kaybedebilir. Tablo 1, ikisi vakıf,<br />
ikisi devlet olmak üzere dört farklı üniversitede<br />
okuyan ve <strong>İstanbul</strong>’a üniversite<br />
eğitimi <strong>için</strong> küçük şehirlerden göç eden<br />
öğrencilerin, ilk yıllarında <strong>İstanbul</strong>’da<br />
yaşadıkları sorunları ortaya koymaktadır.<br />
Tablo 1’e göre, devlet ve vakıf öğrencilerinin<br />
<strong>İstanbul</strong>’daki ve üniversitedeki ilk<br />
yıllarında yaşadıkları en yaygın ilk iki<br />
sorun ortak: Ulaşım ve maddi imkânsızlıklar.<br />
Devlet üniversitesindeki öğrencilerin<br />
% 100’ü kentteki trafik sıkışıklığı<br />
ve toplu taşımadaki kalite eksikliğinden<br />
şikayet ederken, vakıf üniversitesi öğrencilerinde<br />
bu oran % 92. Maddi sıkıntılar<br />
her iki grubun da ikincil<br />
problemi olsa da, oranlar arasında bir<br />
uçurum var. Devlet üniversitelerindeki<br />
öğrencilerin % 77’si maddi sorun çektiğini<br />
belirtirken, bu oran vakıf üniversitesi<br />
öğrencilerinde % 43’te kalmaktadır.<br />
Öte yandan, devlet üniversitelerine kayıtlı<br />
öğrencilerin % 40’ı akademik sorunlar<br />
yaşadıklarını, üniversitedeki<br />
öğretim elemanlarının, sınav ve projelerin<br />
kendilerini zorladığını ifade ederken;<br />
bu oran vakıf üniversitesi öğrencilerinde<br />
sadece % 3’te kalmaktadır. Bunların<br />
dışında, devlet üniversitelerindeki öğrencilerin<br />
% 30’u, vakıf üniversitelerindekilerin<br />
% 17’si <strong>İstanbul</strong>’daki ilk<br />
yıllarında yalnızlık çektiklerini; devlet<br />
üniversitelerindeki öğrencilerin % 23’ü,<br />
vakıf üniversitelerindekilerin % 12’si<br />
kaldıkları yerlerinden memnun olmadıklarını;<br />
devlet üniversitelerindeki<br />
öğrencilerin % 20’si, vakıf üniversitelerindekilerin<br />
% 13’ü <strong>İstanbul</strong>’daki çarpık<br />
kentleşme, çevre ve gürültü kirliliğinin<br />
kendilerini rahatsız ettiğini; devlet üniversitelerindeki<br />
öğrencilerin % 3’ü, vakıf<br />
üniversitelerindekilerin % 2’si ailesinin<br />
ve arkadaşlarının sosyal baskısının kendisine<br />
problem oluşturduğunu ifade etmiştir.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Problem Türü Devlet Sıra Devlet % Vakıf Sıra Vakıf %<br />
Ulaşım 1 100 1 92<br />
Maddi 2 77 2 43<br />
Akademik 3 40 8 3<br />
Yalnızlık 4 30 3 17<br />
Barınma 5 23 5 12<br />
Büyükşehrin Düzensizliği 6 20 4 13<br />
Diğer 7 5 6 9<br />
Sosyal Baskı 8 3 9 2<br />
Tablo 1. Üniversite Öğrencilerinin <strong>İl</strong>k Yıllarında <strong>İstanbul</strong>’da Yaşadıkları Adaptasyon<br />
Sorunları<br />
Nisan / 2011<br />
İSTANBUL’UN SİMİTİ, MEMLEKE-<br />
TİMİN SİMİTİ GİBİ DEĞİL!<br />
Diğer problemler başlığı altında, devlet<br />
üniversitelerinde okuyan öğrencilerin %<br />
5’i, vakıf üniversitelerindeki öğrencilerinse<br />
% 9’u çeşitli gündelik sorunların,<br />
<strong>İstanbul</strong>’a alışmalarını zorlaştırdığını<br />
paylaşmıştır. Bunların arasında, sokaklarda<br />
başıboş köpeklerin dolaşması, simitlerin<br />
geldikleri illerdeki gibi taze<br />
olmaması ve erken kalkmak yer almaktadır.<br />
HER ŞEYE RAĞMEN<br />
İSTANBUL’DA<br />
OKUMAK AYRICALIKTIR!<br />
Akademik dünyada, <strong>İstanbul</strong>’da üniversite<br />
okuyan bir gencin iki diplomasının<br />
olduğundan söz edilir: Bir tanesi üniversiteden<br />
aldığı, diğeri de <strong>İstanbul</strong> gibi bir<br />
dünya metropolünde yaşayabildiği <strong>için</strong><br />
hak ettiği. Elbette burada asıl övgüyü<br />
hak eden, çalışmamıza da konu olan<br />
kesim, yani küçük bir kasabadan ya da<br />
kentten bavulunu alıp, belki de ilk kez<br />
geldiği megakentte kampüse ve yurda<br />
doğru yola koyulanlar… Peki gerçekten<br />
<strong>İstanbul</strong>’da üniversite <strong>okumak</strong> ayrıcalık<br />
mıdır? Ne gibi artıları vardır? Tüm bunları<br />
birinci ağızdan öğrenmek istedik,<br />
2009 Eylül ayında <strong>İstanbul</strong>’a okumaya<br />
gelen öğrencilerden. Tablo 2’de ayrıntılarının<br />
görüldüğü genel sonuç şu ki; ne<br />
kadar şikâyet etseler de, üniversitelilerin,<br />
özellikle devlet üniversitelerinde okuyanlar,<br />
<strong>İstanbul</strong>’un kendilerine getirisinin<br />
çok olduğuna inanmaktadır.<br />
67
68<br />
Makale<br />
Avantaj Türü Devlet Sıra Devlet % Vakıf Sıra Vakıf %<br />
Sosyal 1 93 1 63<br />
Kişisel Gelişim 2 47 2 27<br />
Akademik 3 33 5 6<br />
Ekonomik 4 12 3 13<br />
Yok 5 5 4 8<br />
Diğer 6 2 6 5<br />
Tablo 2. Öğrencilere Göre <strong>İstanbul</strong>’da Üniversite Okumanın AvantajlarıSorunları<br />
Tablo 2’ye göre, hem devlet hem de<br />
vakıf üniversitelerindeki öğrenciler <strong>için</strong><br />
<strong>İstanbul</strong>’da okumanın en büyük iki<br />
avantajı ortak: Sosyal ve kişisel gelişime<br />
uygun bir kent olması. Buna göre devlet<br />
üniversitelerinde okuyan öğrencilerin %<br />
93’ü <strong>İstanbul</strong>’da her türlü sosyal etkinliğin<br />
bulunmasını bir avantaj olarak<br />
görüp, % 47’si bu kentte kendilerini<br />
daha iyi geliştireceklerine inanırken;<br />
vakıf üniversitelerindeki öğrencilerde bu<br />
oranlar sırasıyla % 63 ve 27. Bu avantaj<br />
türlerinde, devlet ve vakıf üniversitelerindeki<br />
öğrenciler arasında önemli bir<br />
fark görünmese de; akademik avantajlar<br />
konusunda bir uçurum bulunmaktadır.<br />
Öyle ki, devlet üniversitelerine kayıtlı<br />
öğrencilerin % 33’ü <strong>İstanbul</strong>’da akademik<br />
anlamda daha iyi ilerleyebileceklerine,<br />
bu kentteki yükseköğretim<br />
kurumları ve öğretim elemanlarının<br />
daha kaliteli olduğuna inanırken; bu<br />
oran vakıf üniversiteleri grubunda %<br />
6’da kalmıştır. Öte yandan, devlet üniversitelerinde<br />
okuyan öğrencilerin %<br />
12’si, vakıf üniversiteleri grubundakilerinse<br />
% 13’ü <strong>İstanbul</strong> sayesinde ekonomik<br />
kazanımda bulunacaklarına<br />
inanırken; ilk gruptakilerin % 5’i, ikinci<br />
gruptakilerinse % 8’i <strong>İstanbul</strong>’da üniversite<br />
okumanın kendilerine özel bir<br />
katkısı olacağına inanmamakta ve başka<br />
bir şehirde üniversite <strong>okumak</strong>tan farksız<br />
görmektedirler.<br />
İSTANBUL SAYESİNDE AİLEMİN<br />
DEĞERİNİ ANLADIM<br />
Diğer başlığı altında Tablo 2’de yer alan<br />
avantajları atlamamakta fayda var. Buna<br />
göre, devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin<br />
% 2’si <strong>İstanbul</strong>’u tek sevme<br />
nedenini memleketlerine yakın olmasına<br />
bağlarken; vakıf üniversitelerindekilerin<br />
% 5’i ise <strong>İstanbul</strong>’u sevdiklerini; çünkü<br />
bu kentin kendilerine birçok zorluk yaşattığını<br />
ve bunlarla mücadele ederken<br />
aslında ailelerinin yanında ne kadar<br />
rahat olduklarını anladıklarını, dolayısıyla<br />
megakentin kendilerine ailelerinin<br />
değerini öğrettiğini ifade etmişlerdir.<br />
VAKIF VE DEVLET ÜNİVERSİTESİ<br />
VELİLERİ ARASINDAKİ GELİR<br />
UÇURUMU<br />
Vakıf üniversitelerinde ücretli okuyan<br />
öğrencilerin maddi durumlarının, kamu<br />
üniversitelerinde okuyanlardan daha iyi<br />
olduğuna inanılır. Buna dayanak olarak<br />
da, bu öğrencilerin kimi bölümlerde yıllık<br />
25.000 TL’yi bulan eğitim – öğretim<br />
ücretlerini ödeyebilme gücü gösterilir.<br />
Bu görüşü akademik alanda irdelemek<br />
<strong>için</strong> yapılan bu çalışmada, devlet ve vakıf<br />
üniversitelerinde okuyan öğrencilerinin<br />
maddi güçleri arasındaki fark, sosyal bilimcilerin<br />
sıkça başvurduğu SPSS (Statistical<br />
Package for the Social Sciences)<br />
programı tarafından da istatistiksel olarak<br />
anlamlı bulunmuştur:<br />
Tablo 3’e göre, orta düzeydeki aile gelir<br />
aralıklarında vakıf ve devlet üniversitele-<br />
rine kayıtlı öğrenciler arasında<br />
ciddi bir fark<br />
görülmese de, alt ve üst gelir<br />
gruplarında durumun aynı<br />
olduğu söylenemez. Buna<br />
göre, devlet üniversitelerine<br />
kayıtlı öğrencilerin % 43.3’ü<br />
aile gelirlerinin aylık 1500<br />
TL veya altında olduğunu<br />
belirtirken, bu oran vakıf<br />
Nisan / 2011<br />
üniversiteleri grubunda sadece % 1.7.<br />
Buna paralel olarak, devlet üniversitelerine<br />
kayıtlı öğrenciler sadece % 3.3’ü<br />
aylık aile gelirlerinin 6000 TL ve üzeri<br />
olduğunu paylaşırken, bu oran vakıf<br />
üniversiteleri grubunda yaklaşık sekiz<br />
kat, % 35.<br />
VAKIF ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ-<br />
SİNİN AYLIK CEP HARÇLIĞI,<br />
DEVLET ÜNİVERSİTESİ ÖĞREN-<br />
CİSİNİN İKİ KATI!<br />
Araştırmanın bir başka önemli bulgusu<br />
da, aile gelirlerinin öğrencilere ne kadar<br />
yansıdığının ve devlet ile vakıf öğrencilerinin<br />
aylık cep harçlıkları arasında bir<br />
fark bulunup bulunmadığının tespitidir.<br />
Buna göre, Tablo 4’te de görüldüğü<br />
üzere, devlet üniversitelerinden birine<br />
kayıtlı öğrencilerde aylık cep harçlığı ortalama<br />
572 TL iken, bu rakam vakıf<br />
üniversitelerine kayıtlı öğrencilerde yaklaşık<br />
iki katı, 1104 TL’dir. Öte yandan,<br />
aynı fark öğrencilerin ideal aylık cep<br />
harçlığı algısında da görülmektedir.<br />
Buna göre, <strong>İstanbul</strong>’da rahatça geçinebilmesi<br />
<strong>için</strong> bir öğrencinin aylık ortalama<br />
ne kadar gelire sahip olması<br />
gerektiği yönündeki soruya, devlet üniversitesi<br />
öğrencileri ortalama 538 TL yeterli<br />
derken; vakıf üniversitesi öğrencileri<br />
bu tutarın en az ortalama 1077 TL olması<br />
gerektiği görüşünde.<br />
İSTANBUL’DAKİ ÜNİVERSİTE-<br />
LERDE OKUMAK ÖĞRENCİLE-<br />
RİN KENDİ KARARI<br />
<strong>İstanbul</strong>’da yaşayan pek çok kişi megakentin<br />
aşırı nüfusu, pahalılığı, çevre kirliliği<br />
ve trafik yoğunluğundan dert<br />
yakınır hep; ama birçoğu da İstan-<br />
Gelir Aralığı Devlet % Vakıf %<br />
1500 TL ve altı 43.3 1,7<br />
1500 - 3000 TL 48.3 30<br />
3000 - 4500 TL 5 18,3<br />
4500 - 6000 TL 0 15<br />
6000 TL ve üzeri 3,3 35<br />
Tablo 3. Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde Okuyan<br />
Öğrencilerin Aylık Aile Gelir Aralıkları
Harçlık Türü Devlet Vakıf<br />
Mevcut Aylık Ortalama Cep Harçlığı 572 TL 1104 TL<br />
<strong>İstanbul</strong>'da Geçinebilmesi İçin Gerekli Ortalama Asgari Tutar 538 TL 1077 TL<br />
Tablo 4. Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde Okuyan Öğrencilerin Mevcut ve İdeal<br />
Aylık Cep Harçlıkları<br />
bul’dan ayrılamayacağını, başka bir<br />
kentte yaşayamayacağını ekler. Durum<br />
böyleyken, aynı konuda <strong>İstanbul</strong>’a üniversite<br />
eğitimleri <strong>için</strong> gelen ve <strong>İstanbul</strong>’un<br />
zorlukları hakkında yaygın<br />
görüşlere katılan öğrencilerin görüşlerine<br />
başvurma gerekliliği gördük. Buna göre,<br />
<strong>İstanbul</strong>’a alışmakta zorluk çekseler de,<br />
memleketleriyle <strong>İstanbul</strong> arasında çok<br />
fark olduğunu ifade etseler de, devlet<br />
üniversitesi öğrencilerinin % 78.3, vakıf<br />
üniversitelerindekilerinse % 85’inin <strong>İstanbul</strong>’da<br />
üniversite okumayı kendilerinin<br />
seçtiği tespit edilmiştir. Yani,<br />
toplumumuzda kimi zaman tartışılan,<br />
üniversite tercihlerindeki aile etkisinin<br />
düşünüldüğü kadar da yüksek oranlarda<br />
olmadığı görülmektedir.<br />
Öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’a geldikten sonra<br />
kentle ilgili görüşlerini öğrenme adına<br />
yöneltilen “Üniversiteyi <strong>İstanbul</strong>’da okuduğunuz<br />
<strong>için</strong> pişman mısınız?” sorusuna<br />
devlet üniversitelerinde<br />
okuyanların % 11.7, vakıf üniversitelerindekilerin<br />
ise % 15’i “evet pişmanım”<br />
yönünde cevap sunmuştur. Buna göre,<br />
<strong>İstanbul</strong>’a üniversite eğitimleri <strong>için</strong> gelen<br />
gençlerin çoğunluğunun megakentte yaşadıkları<br />
<strong>için</strong> pişman olmadıkları, dolayısıyla<br />
doğru tercih yaptıklarını<br />
düşündükleri tespit edilmiştir.<br />
ÜNİVERSİTE OKUNUR BİTER, İS-<br />
TANBUL’DA YAŞAMAYA DEVAM!<br />
Bu aşamaya kadar öğrencilere yöneltilen<br />
sorular, üniversite tercihi ve ilk yıllarına<br />
hakkındaydı. Son olarak, öğrencilerin <strong>İstanbul</strong>’a<br />
aidiyet duygularından emin<br />
olmak <strong>için</strong>, mezuniyet sonrası <strong>İstanbul</strong>’da<br />
yaşamayı isteyip istemedikleri sorusu<br />
yöneltilmiştir. Devlet üniversitesi<br />
öğrencilerinin % 60’ı, vakıf üniversitesi<br />
öğrencilerininse % 75’i ileride hayalle-<br />
rini <strong>İstanbul</strong>’da gerçekleştirmek istediklerini<br />
ifade etmiştir.<br />
İSTANBUL’DAKİ ÜNİVERSİTE<br />
GENÇLİĞİ İÇİN NE YAPMALI?<br />
Yukarıda bulguları hakkında ayrıntılı<br />
bilgi verilen çalışma, bizlere <strong>İstanbul</strong>’a<br />
üniversite <strong>okumak</strong> <strong>için</strong> gelen gençlerimizi<br />
daha yakından tanıma fırsatı sunmuştur.<br />
Elbette her<br />
akademik çalışmada<br />
olduğu gibi, burada<br />
da önemli olan çalışmayı<br />
doğru okuyabilmek<br />
ve ders<br />
çıkarabilmektir. Bu<br />
araştırmadan sonra<br />
akla gelen, “<strong>İstanbul</strong>’daki<br />
üniversite<br />
gençliği <strong>için</strong> ne yapmalı?”<br />
konusudur.<br />
Çalışmanın bulguları<br />
ışığında aşağıdaki sonuç ve önerilerin<br />
paylaşımı uygun bulunmuştur:<br />
* Üniversite eğitimleri <strong>için</strong> memleketlerinden<br />
<strong>İstanbul</strong>’a gelen öğrencilerin, ilk<br />
yıllarında şehre ve üniversite ortamına<br />
alışmakta zorlandıkları saptanmıştır. Bu<br />
açıdan, üniversitelerde her akademik yıl<br />
başında uygulanan oryantasyon faaliyetlerinin<br />
etkililiği gözden geçirilmeli; her<br />
bölüme akademik ve idari personelin de<br />
katılımlarıyla oryantasyon programları<br />
planlama ve uygulama zorunluluğu getirilmelidir.<br />
* Depresif duygular, yalnızlık, aile özlemi,<br />
okulu bırakma isteği ve çaresizlik<br />
öğrencilerin üniversitedeki ilk yıllarında<br />
yaşadığı duygulardandır. Bu açıdan, üniversitelerde<br />
bulunan psikolojik danışma<br />
merkezleri daha etkin çalışmalı; adaptasyon<br />
güçlüğü çeken öğrencilerin kendile-<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
rine gelmesini beklemeden, merkez onlara<br />
ulaşmalı; bu merkeze sahip olmayan<br />
üniversitelerde de bir an önce bu merkezlerin<br />
kurulması sağlanmalıdır.<br />
* <strong>İstanbul</strong>’daki üniversite öğrencilerinin<br />
birçoğu, özellikle devlet üniversitelerinde<br />
okuyanlar maddi sıkıntı yaşadıklarını<br />
ifade etmiştir. Bu problemi aşmak <strong>için</strong>,<br />
yurt kontenjanlarının artırılması, üniversite<br />
yemekhanelerinin günde üç öğün<br />
kullanıma açılması, bursların tek bir<br />
kurum bünyesinde toplanarak adil dağılımının<br />
sağlanması, öğrencilere yönelik<br />
kampus içi yarı zamanlı iş imkanlarının<br />
artırılması ve devletin vakıf üniversitele-<br />
rine yaptığı yardımı gözden geçirmesinin<br />
yararlı olabileceği düşünülmektedir.<br />
* Üniversite öğrencilerinin yaşam standartlarına<br />
yönelik yabancı akademik<br />
araştırmaların zenginliğine karşın, ulusal<br />
düzeyde nitelikli akademik çalışmaların<br />
sayısı yetersizdir. Bu sebeple bu tür çalışmalara<br />
eğitim bilimciler, sosyologlar,<br />
psikologlar ve danışmanlık hizmeti verenlerin<br />
yönelmeleri sağlanmalıdır.<br />
* ABD ve Avrupa’da çeşitli üniversitelerde,<br />
Türkiye’de ise Boğaziçi Üniversitesi<br />
<strong>Eğitim</strong> Bilimleri Bölümü’nde<br />
uygulanan, “Birinci Sınıf Oryantasyonu”<br />
(Freshman Orientation) adlı ders her bölümde,<br />
birinci sınıfın güz döneminde<br />
zorunlu olarak verilmelidir.<br />
69
70<br />
Tarihi Okullarımız<br />
VALİDEBAĞI<br />
ÖĞRETMENLER KAMPÜSÜ<br />
Şerafettin TURAN<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Milli</strong> <strong>Eğitim</strong> Müdür Yardımcısı<br />
Yaklaşık 200 yıl önce Sultan III. Selim, annesi Valide Sultan <strong>için</strong> Çamlıca eteklerinde yer alan arazide bir<br />
bağ köşkü inşa ettirir. Yöre bundan sonra Validebağı ismiyle anılmaya başlar. Daha sonraki yıllarda Sultan<br />
Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan yurt <strong>için</strong>den ve yurt dışından getirttiği 773 ağaç ve<br />
bitki türüyle araziyi modern bir botanik bahçesine çevirtir. Bağın ünü kısa sürede tüm <strong>İstanbul</strong>’a yayılır.<br />
Altunizade Mahallesi’nin Küçük<br />
Çamlıca ile Koşuyolu<br />
arasında kalan bölümü Validebağ<br />
adıyla bilinir. Padişah<br />
Abdülmecid’in annesi Bezmialem<br />
Valide Sultan’ın burada<br />
bir bağ kurdurduğu<br />
söylenmektedir. Bu nedenle<br />
belirtilen yer, Valide Sultan’ın<br />
Bağı, Validebağı gibi isimlerle<br />
anılmaya başlanmış ve bulunduğu<br />
çevreye adını vermiştir.<br />
Bir kısmı koruluk olan arazi<br />
ise Validebağ Korusu; Validebağ<br />
Öğretmenler Korusu, ya<br />
da Validebağ Öğretmenler Kampüsü<br />
gibi isimlerle günümüze ulaşmıştır. Aynı<br />
zamanda sit alanı olan Validebağ Öğretmenler<br />
Kampüsü, gerek eğitim tarihimiz,<br />
gerek sahip olduğu kültürel<br />
değerler, gerekse bulunduğu yer itibarıyla<br />
<strong>İstanbul</strong>’un ayrıcalıklı köşelerinden<br />
biridir. Bu bakımdan tarihi misyonuna<br />
uygun şekilde korunması ve yaşatılması<br />
önem arz etmektedir. Yaklaşık 200 yıl<br />
önce Sultan III. Selim, annesi Mihrişah<br />
Valide Sultan <strong>için</strong> Çamlıca eteklerinde<br />
yer alan arazide bir bağ köşkü inşa ettirir.<br />
Yöre bundan sonra Validebağı ismiyle<br />
anılmaya başlar. Daha sonraki yıllarda<br />
Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem<br />
Valide Sultan yurt <strong>için</strong>den ve yurt dışından<br />
getirttiği 773 ağaç ve bitki türüyle<br />
araziyi modern bir botanik bahçesine çevirtir.<br />
Bağın ünü kısa sürede bütün <strong>İstanbul</strong>’a<br />
yayılır. Bezmialem Valide<br />
Sultan’ın vefatından sonra, Validebağı<br />
arazisi Altunîzade ailesinin mülkiyetine<br />
geçer. Altunîzade İsmail Zühtü Paşa,<br />
Nisan / 2011<br />
1860 yılında burada muhteşem<br />
bir köşk inşa ettirir. Bir<br />
süre sonra köşkün güzelliğinden<br />
etkilenen, Sultan Abdülaziz’e<br />
(1861–1876) armağan<br />
eder. Sultan Abdülaziz daha<br />
sonra köşkü yıktırıp; günümüzdeki<br />
yapıyı inşa ettirir ve<br />
annesi Valide Sultan’a hediye<br />
eder.<br />
Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerde<br />
Validebağı İnas Sanayi<br />
Darüleytamı adıyla geçen Darüleytamın<br />
ilk kurucu müdürü<br />
Fazıl Bey’dir. Yaklaşık beş yıl burada eşi<br />
Dürdane Hanım ve diğer eğitim kadrosuyla<br />
öksüz ve yetim çocuklara hizmet<br />
vermişlerdir. Mevcut bilgilere göre Fazıl<br />
Bey’den sonra Validebağı Darüleytamı’nda<br />
müdürlük yapan bir diğer<br />
önemli isim de Kazım Nami (Duru)<br />
Bey’dir. Cemal Kutay ve İhsan Devrim’in<br />
verdiği bilgilere göre burada kız öğrencilerin<br />
yanı sıra erkek öğrenciler de bulunmakta<br />
ve ayrı sınıflarda eğitim<br />
görmekteydiler. 1925 tarihinde Millî
Emlak’tan Atatürk’ün emir ve iradesi ile<br />
o zamanın Millî <strong>Eğitim</strong> Bakanı Mustafa<br />
Necati Bey’in gayretiyle Validebağı,<br />
Maarif Vekaletine armağan edilmiştir.<br />
1926’da zayıf bünyeli çocukların hem<br />
dinlenip, hem de eğitim görebilecekleri<br />
bir yurt haline getirilir. Belirlenen eğitim<br />
programına göre, mûsikî, el işleri, resim,<br />
sıhhî ve terbiyevî jimnastik, ictimâi,<br />
sıhhi ve ahlaki musâhabe dersleri verilir.<br />
Ayrıca istirahate ihtiyaç duyan muallimler<br />
de yurda kabul edilmeye başlanır.<br />
Cumhuriyet’in ilanından sonra şehir yatı<br />
mektebine dönüştürülen Validebağı Darüleytamı,<br />
Maarif Vekaleti Tebliğler<br />
Mecmuası’nın 10 Şubat 1927 tarihli, 13.<br />
sayısından da anlaşılacağı gibi, 1927 yılına<br />
kadar okul özelliğini korumuş;<br />
Cumhuriyet’in ilanından sonra farklı bir<br />
misyon kazanmıştır.<br />
Yapı, dikdörtgen biçiminde ve dikdörtgenin<br />
orta eksenlerine göre iki yönde de<br />
simetrik olan bir plana sahiptir. Plan, 19.<br />
Yy. <strong>İstanbul</strong> konak, saray, vb. büyük konutlarının<br />
orta sofalı şemasından geliştirilmiş<br />
görünmektedir. Dikdörtgenin<br />
eksenlerinin kesiştiği noktada, birinci ve<br />
ikinci katlarda birer büyük orta sofasalon<br />
bulunmaktadır. Bu orta sofa-salon,<br />
dört yönde eyvan benzeri yan mekânlarla<br />
genişletilmiş bir çekirdek mekândır.<br />
Uzun eksen üzerinde orta sofanın bir<br />
ucunda merdiven, diğer ucunda ise ge-<br />
leneksel başoda gibi düşünülebilecek bir<br />
salon vardır. Köşelere yerleştirilmiş birer<br />
büyük ve dört küçük oda, bu simetrik<br />
düzenli planı tamamlar. Planın geleneksel<br />
kurguyu da kullanan bu klasik geometrisi,<br />
dönemin birçok yapısında<br />
kullanılan ve Balyan atölyesini karakterize<br />
eden bir modeli tanımlamaktadır.<br />
Yapıya dikdörtgenin kısa ekseni üzerindeki<br />
kapılardan ve her iki taraftan da girilmektedir.<br />
Çift kollu görkemli<br />
merdivenlerle ulaşılan giriş, ayrıca vurgulanmamıştır.<br />
Giriş, her iki tarafta da<br />
orta sofanın eyvanları olan birer sahanlığa<br />
açılmaktadır. Bu mekânlar sofadan<br />
üç basamak ve ajurlu korkuluklarla ayrılmışlardır.<br />
Sekiz köşeli yıldızlardan oluşan<br />
arabesk ajur, orta sofa motifine<br />
uygun düşmüştür. Baş oda, iki tarafındaki<br />
büyük odalarla ve ayrıca servis-bekleme<br />
mekânlarıyla bağlantılıdır.<br />
Birinci katın planını aynen yineleyen<br />
ikinci kattaki orta salon, enine eksen<br />
üzerinde yapının cephelerine kadar uzanan<br />
geniş bir eyvan biçimindeki yan<br />
mekânlara açılmaktadır. Uzun eksen<br />
doğrultusunda ise mekân, her iki tarafta<br />
da genişletilmiş ve köşeler yuvarlatılmıştır.<br />
Böylece ortada oval bir zemin elde<br />
edilmiştir. Dışarıda, yapının kitlesinde<br />
baş oda ve bağlı odalar grubu, dikdörtgen<br />
ana kitleden çıkmalar yaparak belirginlik<br />
kazanırlar. Bu çıkmalar, yapının<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
volümetrisindeki tam ve mutlak simetriyi<br />
ve aksiyaliteyi de vurgular. Bu simetri,<br />
birbirine eşit kat yükseklikleriyle<br />
birlikte yapıya bir denge ve durağanlık<br />
da vermektedir. Simetri ve dengenin<br />
yanı sıra, yüzeylerin ele alınışında iki<br />
özellik daha dikkati çekmektedir.<br />
Giriş ve orta mekân bölümü, cephede<br />
denge ve durağanlığı bozmaksızın ayrıntılardaki<br />
değişikliklerle belirtilmişlerdir.<br />
Birkaç kez onarılmış ve işlev değiştirmiş<br />
olan kasrın içi yenilenmiş ve bezemeler<br />
elden geçirilmiştir. Özgün durumunu<br />
koruduğu gözlemlenen kesim, giriş holünün<br />
duvarlarındaki mermer panolardır.<br />
2005 yılında çatısı orijinal hale dönüştürülen<br />
Adile Sultan Kasrı, 2007 yılında<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>İl</strong> Özel İdaresinin katkı payı fonundan<br />
ve Üsküdar Belediyesi’nin katkılarıyla<br />
restorasyon ödeneği ayrılması<br />
ile birlikte esaslı onarıma girdi. Yatay ve<br />
düşey taşıyıcıları ciddi hasar görmüş ve<br />
duvarlarında deprem çatlakları bulunan<br />
binanın öncelikli olarak üst yapı güçlendirme<br />
çalışmaları yapıldı. Bu kapsamda<br />
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nce hazırlanan<br />
proje kapsamında ana taşıyıcı kirişler<br />
galvenizli çelik ile takviye edildi. Diğer<br />
tavan kirişleri ve düşey taşıyıcılar orijinal<br />
ağacı ve metal takviyeler kullanılarak<br />
güçlendirildi.<br />
Dış cephede; olumsuz hava koşullarına<br />
yenik düşmüş durumdaki taş süsleme<br />
elemanları kalıpları alınarak yeniden<br />
imal edildi. Orijinal sıvaların arka kısımlarına<br />
enjeksiyon yapılarak sağlamlaştırıldı.<br />
İç mekânlarda; ahşap<br />
tavanların kimyasal temizlik ve raspaları<br />
yapıldıktan sonra ahşap tamirleri yapıldı<br />
macun ve boyaları yapılarak kalem işi<br />
yapmaya hazır hale getirildi. Salon ve<br />
odalar aynı döneme ait yapılarda bulunan<br />
modelde ahşap parke ile restorasyon<br />
tamamlandı. Bina halen öğretmenevi ve<br />
kültür merkezi olarak eğitim camiasına<br />
hizmet vermektedir.<br />
71
72<br />
<strong>Eğitim</strong> Tarihi<br />
OSMANLI’DA AÇILAN<br />
İLK KIZ ÖĞRETMEN OKULU<br />
Tahsin YILDIRIM<br />
Kısıklı <strong>İl</strong>köğretim Okulu<br />
<strong>İstanbul</strong> öyle etkileyici ve büyüleyici bir şehir ki, görüp de onun hakkında övgü dolu sözler sarf etmeyen<br />
neredeyse yok gibidir. Şairler, edipler, sanatçılar ve ünlü kişiler <strong>İstanbul</strong>'un farklı boyutlarını veciz ifadelerle<br />
dile getirmişler. Bu durum, tarih boyunca sürmüş ve görünen o ki gelecekte de böyle sürecek. <strong>İstanbul</strong>’un<br />
fethi dünya tarihinin önemli olaylarından biri olarak tarihteki yerini almıştır.<br />
Sözlüklerde öğretmen, bir bilim dalını,<br />
bir sanatı, bir tekniği veya belli bilgileri<br />
öğretmeyi kendisine meslek edinmiş<br />
kimse olarak tanıtılmıştır. Dünyada<br />
hemen her insanın bir öğretmeni olmuştur.<br />
Bu bağlamda öğretmenlik mesleği,<br />
insanlık tarihi kadar eski bir<br />
meslektir. İslam tarihinde, Selçuklularda<br />
ve Osmanlılarda öğretmenlik genel olarak<br />
"din adamlığı", "hocalık", "imamlık"<br />
ve "müezzinlik" ile iç içe bir<br />
meslekti. Osmanlılarda Fatih Sultan<br />
Mehmet’e kadar öğretmenlik mesleği<br />
daha çok dinî sahada idi. Fatih kurduğu<br />
medreseyi ilmi konuların tahsil edildiği<br />
bir eğitim kurumuna dönüştürme gayretinde<br />
olmuştur ancak bu adım dönemi<br />
ile sınırlı kalmıştır.<br />
Osmanlı Devletinde eğitim-öğretim personelinin<br />
tamamı geleneksel-dinî eğitim<br />
veren farklı derecedeki medrese mezunları<br />
idi. Muallimler günümüzdeki anlamı<br />
ile öğretmenler daha alt derecedeki<br />
medreselerde, müderrisler yani yüksek<br />
öğretim kurumu hocaları ise eğitim kalitesi<br />
yüksek medreselerde eğitim gören-<br />
ler arasından seçiliyordu. Osmanlıda eğitim<br />
dinî kurumlar eliyle yürütülmüştür.<br />
16–19. yüzyıllar arasındaki geleneksel<br />
Osmanlı sisteminde, öğretmen eğitimi<br />
<strong>için</strong> bir örgün eğitim kurumu bulunmuyordu.<br />
Kızların öğretmen olarak yetişmesini<br />
amaçlayan Dârülmuallimat’ın çatısı<br />
altında Dârülmuallimât-ı Sıbyan ve<br />
Dârülmuallimât-ı Rüştiye adıyla iki<br />
farklı bölüm kurulmuştur. Sıbyan<br />
okullarında öğretmen olarak görev<br />
yapanların öğretim süresi iki, rüştiye<br />
de görev yapacak olanların eğitim<br />
süresi dört yıl olarak belirlenmiştir.<br />
Osmanlılarda 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />
başlayan yenileşme hareketi 19.<br />
yüzyılın ilk yarısında Batılılaşma hareketine<br />
dönüşürken mahalle mektepleri<br />
açılmaya başlamış, öğretmenlik mesleğinin<br />
kurumsal bir kimliğe kavuşması <strong>için</strong><br />
sistematik olarak öğretmen yetiştirme<br />
ihtiyacı duyulmuştur. Öğretmen yetiştirme<br />
ihtiyacı, Tanzimat’ta dillendirilmeye<br />
başlanmış ve buna yönelik ilk<br />
Nisan / 2011<br />
teşebbüsler de yine bu dönemde olmuştur.<br />
Osmanlı Devletinde profesyonel öğretmen<br />
yetiştirme düşüncesi ilk defa<br />
rüştiyelerin açılmasından sonra gündeme<br />
gelmiştir. Rüştiye mekteplerine<br />
erkek öğretmen yetiştiren ilk organize<br />
kurum olan Dârülmuallimin (Erkek Öğretmen<br />
Okulu) 16 Mart 1848’de Cevdet<br />
Paşa’nın müdürlüğünde <strong>İstanbul</strong>’da, kurulmuştur.<br />
Erkekler <strong>için</strong> farklı eğitim kurumları<br />
açan Osmanlı Devletinde, kızlar <strong>için</strong> ilk<br />
iptidâiye (ilkokul) ve rüştiye (ortaokul)<br />
mektepleri ise 1858 yılında öğretime<br />
açılmıştır. Bu okullardan sonra 26 Nisan<br />
1870’te de bayan öğretmen yetiştirmek<br />
üzere <strong>İstanbul</strong>’da Sultanahmet’te bir konakta<br />
Dârulmuallimt-ı Âliye adıyla bir<br />
okul açılmıştır. Kızların öğretmen olarak<br />
yetişmesini amaçlayan Dârülmuallimat’ın<br />
çatısı altında Dârülmuallimât-ı<br />
Sıbyan ve Dârülmuallimât-ı Rüştiye<br />
adıyla iki farklı bölüm kurulmuştur. Sıbyan<br />
okullarında öğretmen olarak görev<br />
yapacak olanların öğretim süresi iki, rüştiye<br />
de görev yapacak olanların eğitim
süresi dört yıl olarak belirlenmiştir.<br />
1893’de yapılan bir düzenleme ile okula<br />
6 yıllık ihtiyat bölümü eklenmiştir. Açılan<br />
bu bölüm ortaokul seviyesindedir.<br />
Buradan veya kız rüştiyelerinden mezun<br />
olanlar Dârülmuallimât'a sınavsız olarak<br />
girmişlerdir. Başka okullardan mezun<br />
olup Dârülmuallimât'ta <strong>okumak</strong> isteyenler<br />
ise sınava alınıp başarı durumlarına<br />
göre sıbyan okulu veya rüştiyede<br />
okuduktan sonra ilgili okula geçiş yapmışlardır.<br />
Kız okullarında okuyup maddi durumu<br />
iyi olmayan öğrencilere maaş bağlanmıştır.<br />
Beş yıllık zorunlu hizmet karşılığında<br />
verilen burs, hizmet yapmayanlardan<br />
geri alınmıştır. Okulun programında<br />
ulûm-ı diniyye, kırâat-ı<br />
Türkiyye, Arabî, Farisî, lisan-ı Osmanî<br />
ve imlâ, inşâ-yı Türkî, kavâid ve imlâ,<br />
imlâ ve inşâ, resim, sülüs, rik'a, dikiş,<br />
makine, nakış, coğrafya, tarih-i Osmanî,<br />
hesap dersleri yer almıştır. Dârülmuallimin<br />
île Dârulmuallimât arasında kızlara<br />
yönelik el becerisi ve ev işlerine ait derslerin<br />
dışında uygulanan derslerde bir<br />
farklılık yoktur.<br />
1873 yılında kız rüştiyelerinde nakış<br />
dışındaki derslere ilk defa bayan öğretmenler<br />
girmeye başlamıştır. Bu öğretmenler<br />
Türk eğitim tarihinde resmi<br />
okuldan yetişerek görev alan ilk öğretmenler<br />
ve devletin ilk kadın memurları<br />
idi. 1879'da programa "eğitim" üzerine<br />
bir ders konmuştur. Ancak ders, bir sene<br />
sonra kaldırılmıştır. 1891'de de okulda<br />
<strong>Eğitim</strong> Yöntemi dersi verilmeye başlanmıştır.<br />
Meşrutiyet’e kadar Dârülmuallimat’ın<br />
yapısında ciddi bir değişiklik olmamıştır.<br />
1910–1911 yıllarında <strong>İstanbul</strong> dışından<br />
öğrenci getirip yatılı okutma fikri<br />
ortaya atılsa da bu, tam anlamıyla hayata<br />
geçmemiştir. Büyük çoğunluğu <strong>İstanbul</strong>’da<br />
yaşayan ailelerin çocukları olan<br />
öğrenciler Fatih Çarşamba’daki Saib Paşa<br />
Konağı'na yerleştirilmiştir. Buradaki öğrenciler<br />
önceden açılmış olan Kız Sanayi<br />
Mektebi’nin derslerine devam etmişlerdir.<br />
1913’te de Dârülmuammilat’ın eğitim<br />
süresi 5 yıla çıkarılmıştır. Bu arada<br />
Dârülmuallimat <strong>için</strong>de 1913'te Ana<br />
Muallime Sınıfı (Ana Okulu Öğretmeni<br />
Sınıfı) 1914 Ana Muallime Mektebi<br />
(Ana Öğretmen Okulu) açılmıştır. Bu sınıfın<br />
ve okulun açılması ve ilk mezunlarını<br />
vermesiyle birlikte öğretmenlik<br />
mesleğinin ilköğretim öncesi (okul öncesi),<br />
ilköğretim ve ortaöğretim basamaklarına<br />
göre türleşme süreci öğretmen<br />
yetiştirmedeki eğitimin bir gereği olarak<br />
kabul edilmiştir.<br />
1915’te hazırlanan “Dârülmuallimin ve<br />
Dârülmuallimât Nizamnamesi”ne göre<br />
bu okullar <strong>için</strong> müfredat programı oluş-<br />
turulmuş ve Dârülmuallimât, iptidâî,<br />
izhârî ve âlî olmak üzere üçe ayrılmıştı.<br />
Tüzükte gerçekleştirilen düzenleme ile<br />
üç kademeli bir eğitim sistemine geçen<br />
Dârulmuallimât’ın, 5 yıl olan birinci<br />
kısmında ilkokul öğretmeni, iki yıl olan<br />
orta kısmında Dârulmuallimat-ı iptidaiye<br />
öğretmeni ve müfettişi, yüksek<br />
kısmında ise orta ve yüksek dereceli<br />
okullarda belli branşlardaki uzman öğretmenler<br />
yetiştirilmiştir.<br />
1918’de çıkan Fatih yangını sırasında<br />
okul yanmış ve bu tarihten sonra Çapa’daki<br />
Derviş Paşa Konağı’na taşınmıştır.<br />
Bu yangından sonra Çarşamba’daki<br />
yatılı Kız Sanayi Okulu kaldırılıp Dâ-<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
rülmuallimât ile birleştirilmiş; böylece<br />
Dârülmuallimât yatılı hale getirilen<br />
okulda uygulamalı derslere ağırlık verilmiştir.<br />
1919 yılında İzmir, Ankara,<br />
Konya, Atina, Edirne, Eskişehir, Beyrut,<br />
Halep ve Bursa gibi çeşitli illere Dârülmuallimatlar<br />
açılmıştır. Dârülmuallimât,<br />
1922’de Maârif Vekâleti'ne bağlanmış,<br />
1924’te ise Kız Öğretmen Okulu adını<br />
almıştır.<br />
Sonuç olarak, 1848’de Dârülmuallimini<br />
Rüşdi'den sonra 1870’de Dârülmuallimin-i<br />
Sıbyan 1877’de Dârülmuallimin-i<br />
İdadi ve 1891 yılında da Dârülmuallimin-i<br />
Âli'nin açılmasıyla Türkiye'de<br />
öğretmenlik ortaöğretimin ilk basamağından<br />
sonra ilköğretim basamağı ile<br />
ortaöğretimin ikinci basamağında da<br />
çağdaş anlamda meslekleşme sürecine<br />
girmiştir. Osmanlı döneminden devralınan<br />
okullar çağın gereklerine göre<br />
evrimleşerek farklı adlarla eğitim ve<br />
öğretime devam etmişlerdir. Cumhuriyet<br />
sonrasında eğitimde kız erkek ayrımı<br />
olmadığından okullarda beraber eğitim<br />
görmüşlerdir. Ancak sadece kızlara<br />
yönelik eğitim verip öğretmen yetiştiren<br />
kurumlarda varlığını devam ettirmişlerdir.<br />
Bunlardan 1927’de Ana Öğretmen<br />
Okulu, 1934’te Kız Meslek (Teknik Yüksek)<br />
Öğretmen Okulu, 1962’de Kız<br />
Sanat Yüksek Öğretmen Okulu kızların<br />
Öğretmenlik mesleğinde yetişmelerini<br />
sağlayan okullardan olmuştur.<br />
73
74<br />
Gezi<br />
İSTANBUL’UN YÜZÜNE DEĞEN<br />
GAMZE SENSİN ÜSKÜDAR<br />
Ayşenur Menekşe ÇALIKÇI<br />
Ey Üsküdar şehrin alnına değen gamze sensin. Şehrin sönmesini istemediği çerağı sen. Martıların fısıltılarına<br />
tanık olan sensin. Sana aşina olanları sevindiren sen. Güneş ışığını dağıtırken, sen semtinin feyzini<br />
dağıtırsın alacaklılarına. Şairler en çok seni yazar, en çok seni söyler günbatımlarınd Martılar geçerken<br />
yanı başından dudaklarında bir Üsküdar nağmesi dolanıp durur. Dil ruha hayat verir, sen <strong>İstanbul</strong>’a…<br />
<strong>İstanbul</strong>’un yüzüne değen gamze sensin<br />
Üsküdar… Varsın dile gelsin yüreği bu<br />
şehrin… Dile gelsin semtindeki bütün<br />
kuşlar… Avazı çıktığı kadar bağırsın<br />
arz… Şerha şerha yarılsın hasretinden<br />
gökkubbe… Gül yağsın avuçlarına ey<br />
şehir Üsküdar sahilinde… Bulutlar taşısın<br />
hınç dolu yağmurları hasatsız mevsimlere…<br />
Varsın açsın tüm çiçekleri<br />
Üsküdar’ın… Tebessümü değsin gözlerindeki<br />
hercailere…<br />
<strong>İstanbul</strong>’un aynasına düşen gamze sensin<br />
Üsküdar… Varsın sabrı büyüsün bu<br />
şehrin asırların koynunda… Veda değmeyen<br />
bir buluşmaya tanık olsun Üsküdar…<br />
Eskimeyen zamanların şarkısı<br />
çalsın yine taş plakta… Kışa dönmeyen<br />
baharlara tanık olsun şehir… Çağırdığında<br />
Üsküdar’a inen yıldızlara tanık<br />
olsun dalgalar. Varsın kalabalıklar çoğalsın<br />
karanlıklarda… Yalnızlığı damıtsın<br />
ay koynunda… <strong>İstanbul</strong> uyutsun Üsküdar’ını<br />
eskisi gibi şefkatli kucağında…<strong>İstanbul</strong>’un<br />
gönlüne değen şiir sensin<br />
Üsküdar… Varsın tahammülü kalmasın<br />
zamanın dakikalara...<br />
<strong>İstanbul</strong>’un yüzüne değen gamze sensin<br />
Üsküdar… Ilık bir sevdasın bu şehrin<br />
yüreğine değen… Şehrin sönmesini istemediği<br />
çerağı sensin Üsküdar… Yandıkça<br />
yanmaktan zevk alan bir mum<br />
alevisin…<br />
<strong>İstanbul</strong> varsın uyusun eskisi gibi kucağında…<br />
Bir yanında beyaz güvercinler<br />
salınır senin bir yanın gül kokar oysa...<br />
Güz vakitlerini devşir sen <strong>İstanbul</strong> Üsküdar’ın<br />
sabahlarında… Dilsiz bahaneleri<br />
savur senin olmadığın uzak<br />
diyarlara…<br />
Ey <strong>İstanbul</strong>, yabancı ve ürkek semtler<br />
geçer önün sıra… Oysa sensizliği hiçlik<br />
sayar Üsküdar… Yokluğunda yıldızları<br />
parçalanır semada… Üsküdar sen varken<br />
yanında kavgalarının hepsinden vazgeçmiştir.<br />
Seninle güvendedir deryada…<br />
Huzura ermek hazzın doruğuna erişmektir<br />
Ey <strong>İstanbul</strong>… Üsküdar’ın penceresine<br />
vuran senin güzel yüzün mü?<br />
Rüyaları, gölleri, denizleri, bozkırları,<br />
Nisan / 2011<br />
çölleri avutan sen misin yoksa? Uzaklıkları<br />
yakın eden sen misin ey şehir,<br />
gönlümüze misafir eden sen misin çağların<br />
solduramadığı goncayı? Zulmetinden<br />
kaçarken hayatın, Üsküdar’ın<br />
kucağında Aziz Mahmut Hüdayi’nin<br />
merhametine sığınmak yakışır bize…<br />
Kapısında ağlamak, eşiğine yüz sürmek,<br />
kavrulmuş yüreklerimize kuyusundan su<br />
çekmek yakışır. Uçsuz bucaksız denizlerde<br />
yol alırken yolu kaybetmemek <strong>için</strong><br />
Hüdayi Yolu’na tutunmak yakışır.<br />
Ey <strong>İstanbul</strong>! Ellerinden tutup getirdiğin<br />
yakamozlara fısıldandı adı Üsküdar’ının…<br />
Üsküdar’a izi değdi pembe<br />
yağmurlarının…<br />
Bir yerlerde yitirilmiş güllerin, bir mavi<br />
çiniye çizilmiş kırmızı lalenin hatırına ey<br />
Üsküdar sevindir seni sevenlerini… Sana<br />
aşina olanları sevindir. Senden vazgeçmeyenleri<br />
ve yıldızların ucundan tutan<br />
martılarını sevindir. Sebillerinden kana<br />
kana su içenlerini sevindir önce… Ayın<br />
ilk ışıklarını kalbine düşürenleri, hayırda<br />
yarış edenleri, yüreğine önce elif harfini
işleyenleri sevindir ey Üsküdar…<br />
Sema sustuğu vakit, arz konuşur. Kubbelerinden<br />
gelen seslerle neyzenler konuşturur<br />
neylerini... Birken bin olur<br />
heceler… Sükut hükümsüzdür artık bu<br />
semtte… Gözlerinizi kapattığınızda gemiler<br />
geçer ta <strong>için</strong>izden… Kız Kulesi salınır<br />
aynaya vuran aksinizde… Yalnızlar,<br />
umutsuzlar, yaşamı hesaba çekmeyenler<br />
geçer gözünüzün önünden… Bahtınıza<br />
değen <strong>İstanbul</strong>’dan talihinize<br />
düşen Üsküdar geçer. Akşamlar<br />
geçer yanı başınızdan, mavimsi<br />
geceler geçer… Üsküdar’ı gören<br />
gözleriyle bir kat daha güzelleşen<br />
Ayazma Camii geçer. Şehrin üstüne<br />
inen şeffaf bir perdeyi kaldırırcasına<br />
narin elleriyle okşar<br />
Ayazma Üsküdar’ını… Ve<br />
Ayazma Camii göz kırpar kuş evlerinde<br />
hala konuk olan şen kuşlarına…<br />
Kararsız zamanların, çözülmemiş<br />
sırların, vuslatı arayanların semti Üsküdar<br />
sevindir seni sevenlerini… Gönlünde<br />
yaşattığın Ayazma’ndaki şifalı<br />
suların hatırına… Firkati vuslata çevirmek<br />
<strong>için</strong> ağlaşıp duran bahçendeki kuşların<br />
hatırına sevindir sevenlerini… <strong>İl</strong>k<br />
kıvılcımı gözlerine düşüren <strong>İstanbul</strong> alev<br />
alev yanmakta aralanmayan kapıların<br />
yüzünden… Rüyasına girmediğin gecelerden<br />
alacaklı bu şehir...<br />
Sancıdıysa ay ve gece bir kere daha böldüyse<br />
en güzel rüyayı tam orta yerinden<br />
ne çıkar? Bülbüller konuyorsa semtin<br />
konaklarına hala, yaralı aşıklar geçiyorsa<br />
iskele meydanından ve umut mavi renge<br />
boyalıysa hala sabra tahammül gerek…<br />
Tahammül gerek yeşil gözlerinden öpebilmek<br />
<strong>için</strong> Üsküdar’ın… İçinde saklanan<br />
hazinesinden en güzel süsü<br />
iliştirmek <strong>için</strong> <strong>İstanbul</strong>’un göğsüne sabrı<br />
büyütmek gerek… Güneşin batışını seyretmek<br />
<strong>için</strong>, martıların fısıltılarına tanık<br />
olmak <strong>için</strong> Mihrimah Sultan Camii’nin<br />
avlusunda buluşmak gerek…<br />
Sakin ve mütevazidir hala Üsküdar…<br />
Alışkındır ayrılıklara… Sevdiklerini hep<br />
bir yerlere uğurlamanın sevinci ve hüznü<br />
<strong>için</strong>de. Hayata veda edenlerini de hacca<br />
gidenlerini de uğurlama derdinde. Her<br />
yıl Mekke ve Medine şeriflerine padişahın<br />
gönderdiği hediyeleri götüren surre<br />
alaylarının uğurlandığı mekan sensin<br />
Üsküdar... Bu yüzden bir adın da kabe<br />
toprağı... Bu yüzden bir yanın hep yitik<br />
zamanlara ayarlı...<br />
Önce boğazın derin suları, sonra Kız<br />
Kulesi, Mihrimah Sultan Camii ve III.<br />
Ahmet Çeşmesi karşılar ve kuşatır semtin<br />
selamet ikliminde… Çepeçevre sarıp<br />
sarmalar Üsküdar sizi ve üşümüzlüğünüzü…<br />
Hala kılavuzdur yolunu kaybetmişlere…<br />
Aynadır hala yüreğinde dilsiz<br />
acıları besleyenlere…<br />
Karşılıklı söyleşirsin kimi gün tarihe<br />
meydan okuyan konaklarınla… Kimi<br />
gün kendini bulursun kaybettiğini sandığı<br />
yalnızlığında… Bakışlarınla güzelleşen<br />
şehre her gün biraz daha fazla<br />
bakarsın. Seherlerin şenlendiğine, bülbüllerin<br />
hercai kokusuna, baharlara<br />
değen rahmet yağmurlarına tanık olursun<br />
her gün doğumlarında Üsküdar…<br />
Üsküdar … Ah Üsküdar …<br />
Tasvir edilmesi zor bir akşamsefasısın sen<br />
… Gözler, aşina olmuş tebessümüne…<br />
Çiçekler beyaz bir çiğ damlasına hasret…<br />
<strong>İstanbul</strong>, hudutsuz güzelliğine…<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Lugatını anlamak zordur bu şehrin…<br />
Sen şehrin dilisin Üsküdar… Şehrin nefesi<br />
tıkansa semtinden esen rüzgarlarla<br />
nefes olur dolarsın ciğerlerine… Şehir<br />
susuzluktan kavrulsa, semtindeki yağmurlar<br />
yetişir imdadına… Tutsak edilmiş<br />
bütün duygular kırar zincirlerini bir<br />
kere daha… Çünkü sen zincirlerin kilidisin<br />
Üsküdar…<br />
Bir minyatür sessizliğini yaşarken sen,<br />
kürdili hicazkar makamından diline<br />
dolanmış bir nakaratı tekrar<br />
etmektedir sakinlerin… Güneş<br />
camlarında yangınlar bırakırken,<br />
sen gönüllerde vazgeçilmez hasretleri<br />
bırakırsın Üsküdar…<br />
Ahengin ilhamla buluştuğu noktada<br />
seccadesi gönüllere yayılmıştır<br />
Yeni Camii’nin… Ve o<br />
gönüller, semtinin özgürlük saraylarıdır.<br />
Kendi aydınlığına bakar<br />
gibi… Ruhunun bütün pencerelerini<br />
aralar gibi…<br />
Ey Üsküdar şehrin alnına değen gamze<br />
sensin... Şehrin sönmesini istemediği çerağı<br />
sen... Martıların fısıltılarına tanık<br />
olan sensin... Sana aşina olanları sevindiren<br />
sen... Güneş ışığını dağıtırken, sen<br />
semtinin feyzini dağıtırsın alacaklılarına…<br />
Şairler en çok seni yazar, en çok<br />
seni söyler günbatımlarında… Martılar<br />
geçerken yanı başından dudaklarında bir<br />
Üsküdar nağmesi dolanıp durur. Dil<br />
ruha hayat verir, sen <strong>İstanbul</strong>’a…<br />
75
76<br />
Seçtiğimiz Kitaplar<br />
Yusuf Üçlemesi / Semih Kaplanoğlu / Timaş Yayınları<br />
Semih Kaplanoğlu'nun beş yıla yayılan bir sürecin ardından ortaya çıkardığı Yusuf Üçlemesi, tüm<br />
filmler, ekstra dvd ve Kaplanoğlu'yla yapılan bir nehir söyleşiden oluşan özel setiyle sanatseverlerle<br />
buluşuyor. Sette "Yumurta" ve "Süt"ün yanı sıra, üçlemenin son halkası olan ve Berlin<br />
Film Festivali'nde Altın Ayı'yla ödüllendirilen "Bal" da ilk kez DVD formatında sinemaseverlerin<br />
karşısına çıkıyor. Sinema yazarı Uygar Şirin'in Kaplanoğlu'yla yaptığı nehir söyleşi kitabı "Yusuf'un<br />
Rüyası" ise yönetmenin dünyasına giriş <strong>için</strong> bir bir anahtar niteliğinde. Kaplanoğlu bu kitapta<br />
çocukluğundan bugüne tüm hayatını anlatırken, sinema anlayışı, film yapma süreci ve<br />
nasıl film çektiğiyle ilgili ipuçlarını da paylaşıyor.<br />
2 .Abdülhamid'in <strong>Eğitim</strong> Hamlesi / Ömer Faruk Yelkenci / Kaknüs Yayınları<br />
Günümüzü anlamak istiyorsak 19. yüzyılı anlamamız gerekir. 19. yüzyıl Osmanlısını anlamak <strong>için</strong><br />
de II. Abdülhamid'i ve onun icraatlarını bilmemiz gerekir. Türk modernleşmesinin en önemli<br />
köklerinin bu dönemde olmasının yanında, II. Abdülhamid'in büyük eğitim hamlesi, bu dönemin<br />
ön plana çıkan özellikleri arasındadır. Eğer Türkiye'nin modernleşme hikayesini merak diyorsanız;<br />
Osmanlı / Türk modernleşme hareketlerinin başlangıcından 19. yüzyıla kadar ve 19.<br />
yüzyıl boyunca neler olduğunu, bilhassa II. Abdülhamid'in yaptıklarıyla ve yapamadıklarıyla bu<br />
sürece nasıl bir etkide bulunduğunu, onun eğitim alanında yapmış olduğu büyük çalışmayı sosyolog<br />
ve tarihçilerin nasıl değerlendirdiklerini bu kitapta bulabilirsiniz.<br />
<strong>Eğitim</strong>de Bir Üstad Satı Bey’i Tanımak / Şehbal Derya Acar / Akademik Kitaplar<br />
Elinizdeki çalışma size; II. Meşrutiyet Dönemi’nde üstlendiği yöneticilik ve eğitimcilik görevleriyle<br />
dikkat çeken Satı Bey’i, yalnızca bu vasıflarıyla değil; güçlü bir hatip ve fikir adamı olması<br />
yönüyle de tanıma olanağı sunacaktır. Osmanlı okullarından seçilmiş dikkat çekici fotoğraflarla<br />
da zenginleştirilen kitap, Türk eğitim tarihinde çığır açmış olan bir mütefekkirin, çağımıza tutulan<br />
bir aynası gibidir.<br />
“İyi okullar, iyi cemiyetler gibi iyi ananelere sahip olan, düzenleri kağıtlar üstünde ve dudaklar<br />
arasında değil; çevrede, hayatta ve ruhta bulunan okullardır.” diyen Satı Bey; Türk eğitim dünyasına<br />
ve Türk fikir hayatına dahil ettikleriyle, ebediyen kalplerimizde yaşayacaktır.<br />
Cem Sultan / M. Turhan Tan / Çağrı Yayınları<br />
Ünlü Tarihçi M. Turhan Tan, tarafından bir asır önce kaleme alınan Cem Sultan romanı Çağrı Yayınları’nın<br />
titiz bir çalışmasıyla gün yüzüne çıkartıldı. Sivas milletvekilliği yapmış ve dönemin bir<br />
çok gazetesinde makaleleri yayınlanmış olan Tan’ın eserlerinin bir kısmı Yunanca, Fransızca ve<br />
Almanca’ya çevrildi. Tarihin en çok tartışılan şahsiyetlerinden biri olan Cem Sultan’ı daha yakından<br />
tanımamıza yardımcı olan Tan, yalın anlatımı ve akıcı kurgusuyla dikkat çekiyor. Cem<br />
Sultan’ın 13 yıl süren padişahlık mücadelesi süresince kurduğu hayallere ışık tutan M. Turhan<br />
Tan, yenilgi ve ihanetlerin ayrıntılarına da yolculuk yapma imkanı tanıyarak dönemin kültür ve<br />
edebiyat hayatına duyacağımız merakın da kapısını aralıyor.<br />
Nisan / 2011
Sinemaskop Türkiye / Nuri Bilge Ceylan / NTV Yayınları<br />
Nuri Bilge, kamerasını eline aldığında dünya sessizce onun dramaturjisine boyun eğiyor. Bir sırrı<br />
büyütüp çığ gibi üstümüze yuvarlarken bakanlara, yani bize açıkça meydan okuyor. Sinemaskop<br />
Türkiye, Nuri Bilge Ceylan'ın çektiği fotoğraflardan oluşan çok özel bir kitap. Sinemadan<br />
önce fotoğrafa ilgi duyan, lise yıllarında ve askerlik sonrası bu sanatla uğraşan Nuri Bilge Ceylan,<br />
makinesini uzun bir aranın ardından İklimler filmi öncesi eline alıyor.<br />
Çoğunluğu, yönetmenin İklimler filmi <strong>için</strong> mekân arama çalışmaları sırasında çekilen bu fotoğraflar,<br />
Kasım 2006'da Selanik Film Festivali'nde sergilendi. 2003-2009 yılları arasında Türkiye'nin<br />
çeşitli yerlerinde çekilen bu 97 panoramik fotoğraf, Sinemaskop Türkiye’de bir araya geliyor.<br />
<strong>İstanbul</strong> Hatırası / Ahmet Ümit / Everest Yayınları<br />
Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek! Romanlarında zengin<br />
arka planı polisiye kurgu <strong>için</strong>de vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine<br />
peşpeşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan<br />
gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.<br />
Kurgunun <strong>için</strong>e yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih<br />
aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece<br />
Ahmet Ümit'in <strong>İstanbul</strong> Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz<br />
<strong>İstanbul</strong>'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor.<br />
Zehirlenen Çocukluk / Sue Palmer / <strong>İl</strong>etişim Yayınları<br />
Otuz yıl boyunca öğretmenlik ve eğitim danışmanlığı yapmış olan Sue Palmer bu önemli ve çarpıcı<br />
kitabında, modern hayatın birbirinden ayrı tutulamayacak unsurlarının bir araya gelip toksik<br />
bir karışım oluşturarak çocuklarımızı nasıl zehirlediğini ortaya koyuyor. Sağlıksız ve düzensiz<br />
beslenmeden ebeveynlerin tecrübesizliklerine, elektronik aletlerden niteliksiz çocuk bakımına<br />
uzanan geniş bir yelpazede modern çocukların sorunlarını ele alıyor. Palmer Zehirlenen Çocukluk’ta,<br />
çeşitli disiplinlere mensup uzmanlardan edindiği verilerden yararlanıyor ve dünyanın birçok<br />
yerinde yapılan en son araştırmaları sunuyor. Zehirlenen Çocukluk, anne-babalar,<br />
öğretmenler ve gelecek neslin modern sorunlarına çözüm arayan herkes <strong>için</strong> değerli bir kaynak.<br />
Deli Gömleği / Güray Süngü / Hece Yayınları<br />
Deli Gömleği, Güray Süngü’nün üç romandan sonra yayımlanan ilk öykü kitabı. Süngü, on yıldan<br />
fazla bir süredir ağırlıkla Hece Öykü dergisinde olmak üzere öyküler yayımlıyor. Deli Gömleği<br />
on iki öyküden oluşuyor. Kitaptaki öyküleri okurken ilk göze çarpan hususlardan biri iyi bir romancının<br />
kurgu hassasiyetinin, yazdığı öykülere de yansımış olması. Her öykünün kelime kelime,<br />
karakter karakter incelikle ve sıkıca örüldüğü kitapta yalnızlık, yaşamın tekdüzeliğinden,<br />
modern hayattan “bunalan”, etrafına ve kendisine “yabancı”laşan insan, delilik Güray Süngü<br />
öyküsünün temel izlekleri. Hece Yayınları’ndan çıkan Deli Gömleği 152 sayfadan oluşuyor. Bilindiği<br />
gibi Güray Süngü 2010 yılında Oğuz Atay Roman Ödülünün de sahibi olmuştu.<br />
Nisan / 2011<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
77
78<br />
Sinema<br />
SİNEMA VE İSTANBUL…<br />
HAYATIN RİTMİYLE BEYAZPERDEYE VURAN ŞEHİR<br />
Sibel ATAGÜN<br />
Sinemamızın en yalın hallerinde ne kadar da güzeldir <strong>İstanbul</strong>. Sanatçının kattığı anlam ile ne kadar da<br />
dolar içi bu şehrin. Tarkovsky’nin görüntü olarak adlandırdığı “simge”yi mühürlerken güzel olanı gerçekliğiyle<br />
vermek sanatçıyı sanatçı yapan şeydir. Çünkü sonsuzluk, görüntünün çatısına içkin bir şeydir. Siyahbeyaz<br />
filmlerimizde <strong>İstanbul</strong>, bir yandan dört başı mamur bir yalnızlığın yaşandığı, bir yandan eğlencenin,<br />
lüksün, sosyetenin kalbinin attığı yerdir.<br />
Bir <strong>İstanbul</strong> esiyor çocukluğumdan<br />
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lapa lapa.<br />
Yuşa’dan mı okunur ezanlar,<br />
Hırka-i Şerif’ten mi?<br />
Komşularımız kaptanlar, Malta taşlı ikindilerden<br />
kalan.<br />
Hala o beyaz gergeflerde mi?<br />
Bir tarih gömmüşler Karacaahmet’inde Üsküdar’ın,<br />
Sanki çarşaflı kadınların mercan terliklerinde<br />
unutulan.<br />
Duyun-u Umumiye emeklisi faytonlar.<br />
(Sadri Alışık )<br />
Güzellik, hayatın <strong>için</strong>de saklıdır; sanatçı<br />
tarafından kavranıp büyük bir içtenlikle<br />
şekillendirildiğinde güzellik ortaya çıkar.<br />
Sinema güzelliği mühürlemekse, <strong>İstanbul</strong>’a<br />
dair güzel olan ne varsa mühürlenir<br />
saniye saniye eski <strong>İstanbul</strong> sinemalarında.<br />
Ayhan Işık, sigarasının dumanını<br />
üflerken, boğazın siyah beyaz sadeliği,<br />
geçmişe özlem hissiyle kol kola girerek<br />
göz doldurur. Bressonvari gerçeği iliklere<br />
kadar hissettirerek vermek ise sinema;<br />
Sadri Alışık’ın argo esprilerine, sarhoş<br />
kahkahalarına eşlik eden Beyoğlu sokakları,<br />
Haliç tüm gerçekliğiyle <strong>İstanbul</strong>’u<br />
getirir karşımıza.<br />
Türk Sineması’nda evvelden beri <strong>İstanbul</strong>’un<br />
mitsel bir yeri vardır. Özellikle<br />
siyah-beyaz filmlerimizde <strong>İstanbul</strong>, bir<br />
yandan dört başı mamur bir yalnızlığın<br />
yaşandığı, bir yandan eğlencenin, lüksün,<br />
sosyetenin kalbinin attığı yerdir. Bir<br />
yerlerde kimsesizlerin kaybolup gittiği,<br />
bir yerlerde birbirlerine yardım ederek<br />
ayakta duranların <strong>İstanbul</strong>’un ezici üstünlüğüne<br />
karşı direnişini resmeden bir<br />
kent. Bazen zalim, bazen anne…<br />
Sınırsız zenginliğin merkezi <strong>İstanbul</strong>,<br />
<strong>için</strong>de barındırdığı kimsesiz, yoksul<br />
Nisan / 2011<br />
çoğunlukla birlikte zıtlıkların odağı olmaktadır.<br />
Gece gündüz demeden ekmek<br />
parası <strong>için</strong> mücadele edenlerin hemen<br />
yanıbaşında her gece nerede para harcayacağından<br />
başka derdi olmayan bir<br />
yığın.<br />
Bu tezat içerisinde hayat kavgasını taksi<br />
şoförlüğü yaparak veren İzzet Günay <strong>için</strong><br />
<strong>İstanbul</strong>, doğup büyüdüğü ama direksiyon<br />
sallamaktan güzelliklerini farketmeye<br />
fırsat bulamadığı onu yutmaya<br />
hazır gibi görünen koca ağızlı bir şehir<br />
iken, aşık olacağı kadını (Nilüfer Koçyiğit)<br />
görünce güzelliğin, merhametin, sevginin<br />
merkezi haline geliyor. “Kader<br />
Böyle İstedi”(1968) adıyla zengin ile<br />
fakir uçurumunun anlatıldığı filmde,<br />
Ahmet <strong>için</strong> sadece bir ekmek teknesi<br />
olan taksi, ona nefes aldıran bir yer haline<br />
gelirken, yürüdüğü yollar Nilüfer’e<br />
giden yol, deniz, Nilüfer’in gözlerinden<br />
nasıl yansıyorsa öyledir artık. Ne var ki<br />
uçurumların yaşandığı bu şehirde Nilüfer;<br />
zenginliği, üniversitesi ile denizin bir<br />
ucunda, Ahmet ise “ağaç dikmeye bile<br />
yaramaz” dediği taksisinden başka bir
şeyi olmayan çaresizliğiyle diğer<br />
ucundadır. Ahmet ve Nilüfer eşliğinde<br />
<strong>İstanbul</strong>, sahilleriyle, Beyazıt<br />
Meydanı, Sultanahmet’i,<br />
Eyüp’ü ile sokak sokak adım<br />
adım aşk ile dolar. Siyah beyaz<br />
karelerde, taksi içerisinde ağır<br />
ağır ilerler aşk. Aşıklara kendini<br />
sevdiren şehir, ayrılık anı gelince<br />
zindan olacaktır elbette ki.<br />
Ahmet ise Belkıs Özener’in eşliğinde<br />
gecelerce Nilüfer’in kapısında<br />
sabahlayarak <strong>İstanbul</strong>’a<br />
küfredecektir.<br />
“Bu sana son mektubum<br />
Ayrılmaya mecburum<br />
Ne olur anla beni<br />
Bu aşktan korkuyorum”<br />
Aşıklara çilehane olan <strong>İstanbul</strong>,<br />
bazen birilerine şans getirecektir<br />
elbette.<br />
“Tophaneli Osman”(1964) ile<br />
İzzet Günay’a beklenmedik bir<br />
miras gelecek ve bitirim delikanlının<br />
hayatı değişecektir. İzzet<br />
Günay’ın miras kavgası arasında<br />
gönlünü Fatma Girik’e kaptırdığı<br />
bu film, <strong>İstanbul</strong>’un en nadide<br />
yerlerini, Tophane’yi, Galata’yı,<br />
Sarayburnu’nu mizahi bir dille<br />
seyrettirirken, mutlu olmak isteyenlerin,<br />
hayata bakışları ile<br />
kendi dünyalarını kurdukları,<br />
kahkahaları ile cehennemi cennete<br />
çevirdikleri bir “ayna” oluyor.<br />
<strong>İstanbul</strong>, gülen gözlere<br />
açıyor en neşeli makamından<br />
müziğini.<br />
Biraz daha yakın tarihe gelirsek,<br />
maziden kopmadan, 1972’de bir<br />
Kadir İnanır-Filiz Akın filmi<br />
“Utanç” tüm sızısıyla karşılar<br />
bizi. <strong>İstanbul</strong>’un varoşlarında<br />
fabrika işçiliği ile hayatlarını sürdüren<br />
bu iki genç, yokluğun<br />
<strong>için</strong>de varlığı bulmuşlardır sevgileriyle<br />
<strong>İstanbul</strong>’da. Kemal’in en<br />
yakın arkadaşının ihaneti ile aşkları<br />
zindana dönen iki sevgili<br />
artık sonu gelmez bir takip-yalnızlık<br />
içerisinde olacaklardır.<br />
Klasik Yeşilçam filmlerinden oldukça<br />
farklı olan bu filmde Filiz<br />
Akın’ın tecavüze uğradıktan<br />
sonra kötü yolu seçmesi tam olarak<br />
bilinçli bir tercih olarak anlatılır.<br />
Çünkü Bahar, gururundan<br />
taviz vermeyen bir kadındır.<br />
İzzet-i nefsini kurtarmak <strong>için</strong><br />
kendisine bu hakareti reva gören<br />
adamın soyadını ve zenginliğini<br />
elinin tersiyle itmiş, Beyoğlu’nun<br />
meyhanelerinde güzelliğini kullanmayı<br />
seçmiştir.<br />
<strong>İstanbul</strong> artık bu iki aşık <strong>için</strong>,<br />
sonu gelmez sokakların arasında<br />
sessiz sessiz süregiden bir aşkın<br />
şehridir. Beyoğlu, Hisar Pavyon,<br />
kırık dökük alkışlar, gri bir deniz,<br />
dar sokaklar ve geri dönen<br />
Kemal. Bahar’ın ardında adım<br />
adım hep Kemal. Ve film boyunca<br />
devam eden unutulmaz<br />
şarkı:<br />
“Öldür öldür beni<br />
Kurtar beni, kurtar bu hayattan”<br />
Ne kadar da güzel anlatır Bahar’ın<br />
çaresizliğini. Yıllar yılı Kemal’in<br />
özlemi ve onunla<br />
karşılaşma korkusu, utancı ile yaşayan<br />
Bahar’ın. Ve nihayetinde<br />
Nisan / 2011<br />
Sütlüce Kulesi’nde sevdiğinin<br />
kollarında kendinden vazgeçer<br />
Bahar.<br />
Ah <strong>İstanbul</strong>…<br />
Sinemamızın en yalın hallerinde<br />
ne kadar da güzeldir <strong>İstanbul</strong>.<br />
Sanatçının kattığı anlam ile ne<br />
kadar da dolar içi bu şehrin.<br />
Büyük Rus şair Vyaçeslav İvanov’un<br />
dediği gibi “ simgeleri<br />
kavramak imkansızdır, sözcüklerle<br />
kavranamazlar”. Tarkovsky’nin<br />
görüntü olarak<br />
adlandırdığı “simge” yi mühürlerken<br />
güzel olanı gerçekliğiyle<br />
vermek sanatçıyı sanatçı yapan<br />
şeydir. Çünkü sonsuzluk, görüntünün<br />
çatısına içkin bir şeydir.<br />
Bu kadar lakırdıdan sonra, Türk<br />
sinemasında <strong>İstanbul</strong>’u mitleştiren<br />
Atıf Yılmazların, Lütfi Akadların,<br />
Bülent Oranların önünde<br />
saygıyla eğilerek, kendilerine en<br />
<strong>İstanbul</strong> tebessümüyle selam<br />
gönderelim. Ve yönetmenlerin<br />
düşlerini kemikleştiren sanatçıları<br />
da hatırlamışken, Beyoğlu<br />
meyhanelerini sesiyle güzelleştiren<br />
Türkan Şoray’a, Haliç’te fabrikadan<br />
telaşla çıkan Filiz Akın’a,<br />
sevdiğinin yolunu bekleyen çapkın<br />
gülüşlü Fatma Girik’e, “<strong>İstanbul</strong>’da<br />
daha gezecek çok yer<br />
var” diyerek sevdiğinin taksisinde<br />
aşkı seçen Nilüfer Koçyiğit’e <strong>İstanbul</strong>’un<br />
yedi tepesinden en<br />
uzun metrajlı sevgimizi sunalım.<br />
Film ve <strong>İstanbul</strong>.<br />
<strong>İstanbul</strong> <strong>Eğitim</strong> ve Kültür Dergisi<br />
Bir ritim içerisinde zamanın<br />
bölünmez bütünlüğü ile film…<br />
Ve insanın kucağında ölmek<br />
istediği <strong>İstanbul</strong>…<br />
O halde bu iki güzelliği birleştiren<br />
“zamanın heykeltraşları”na<br />
sonsuz teşekkürler.<br />
79
80<br />
Şiir<br />
Edirnekapı Üstüne Şiir<br />
Turgut Uyar<br />
<strong>İstanbul</strong> dediler mi benim aklıma,<br />
Vaiz sokağı gelir hemen.<br />
Edirnekapı gelir, evimiz gelir<br />
Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.<br />
Biletçi zili çeker, tramvay durur<br />
Bir manav, bir meyhane, iki akasya<br />
Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden<br />
Beyaz bulutlar geçer...<br />
Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapı’da,<br />
Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.<br />
Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan<br />
Bir baygın gün <strong>için</strong>deyiz, yazdan.<br />
“Dört cıhar, sebayidü, pencüse<br />
Akşam olur, güneş batar nerdeyse.”<br />
Pırıl pırıl aşk <strong>için</strong>de Mihrimah Sultan Camii<br />
Eyüpten vapur düdüğü,<br />
Yenikapı’dan tren sesi.<br />
Kalkarız ağır ağır kahveden<br />
Ben, Kemal, Kemalin eniştesi...<br />
Vaiz sokağına gelir eve varırım<br />
Kapıya iki üç defa vururum<br />
Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur<br />
Ekmeğimiz var, yemeğimiz var<br />
Yemeğe iştahımız var.<br />
Oturur yemek yeriz cümbür cemaat<br />
Alnımızın terinden, elimizin emeğinden<br />
Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,<br />
Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...<br />
Alır karımı gezmeğe götürürüm<br />
Bir dolmuşa bineriz Edirnekapı’dan.<br />
Sultanahmet’te atkestanelerinin en güzeli<br />
Elli kuruş verir, cambaza gireriz.<br />
<strong>İstanbul</strong> bizim memleket, yaşımız yirmi beş<br />
Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.<br />
Nisan / 2011<br />
Yenicami önünden güvercinler uçan<br />
Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,<br />
Köprüden günde kim bilir kaç insan geçer<br />
Denizde balıklar güzel, havada kuşlar<br />
Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.<br />
Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum<br />
Adım Turgut, kendim <strong>İstanbul</strong>luyum<br />
Ben Allah’ın bir sevdalı kuluyum<br />
Üsküdar’a geçerken bir yağmur almadı ama<br />
Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda<br />
Japone kollu bir kız aklımı aldı.<br />
Bakıştık, gülüştük, hoşlandık<br />
Derken o yoluna gitti, ben evime...<br />
Bizim ev iki oda, bir sofa<br />
Evsahibi ayda yetmiş lira alır.<br />
Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık<br />
Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.<br />
Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız<br />
Güzelim vaiz sokağında benim de<br />
Ferah, aydınlık bir evim olur.<br />
Bir büyük radyo da alır, yerleşirim<br />
Geçerim pencereye akşamüstleri.<br />
Boy boy sardunyalar, fesleğenler,<br />
Boy boy bulutlar karşımda.<br />
Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.<br />
Ahmet efendi geçer, selam veririm<br />
Bakkal İbrahim selam verir, alırım.<br />
Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır<br />
<strong>İstanbul</strong> sereserpe önümde geceye karşı<br />
Gemilerden, fabrikalardan düdükler<br />
Şimdi bir tren kalkar Sirkeci’den bilirim.<br />
Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler<br />
Sesler gelir yakın sinema bahçesinden<br />
Bir hoş olurum.