15.11.2012 Views

Eylül 2009 - Kale Tasarım Merkezi

Eylül 2009 - Kale Tasarım Merkezi

Eylül 2009 - Kale Tasarım Merkezi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Meltem Cansever<br />

meltemcansever@gmail.com<br />

27/09/<strong>2009</strong><br />

SANATI TASARLAMANIN<br />

SINIRLARI<br />

12 <strong>Eylül</strong>’de açılan 11. İstanbul Bienali sergilediği gözüpek politik tutumları, genç<br />

sanatçı tercihleriyle uluslararası sanat camiasında özel yere sahip. Fakat etkinliğin<br />

siyasi duruşu “bienal tasarımı”nı sanatçıların fazla mı önüne çıkarıyor?<br />

Günümüzde dünyada 60’tan fazla bienal<br />

var. 1895 yılında Venedik’te başlatılan<br />

gelenek, zaman içinde Batılı kökenlerinin<br />

çok ötesine geçmiş durumda. 1951’de Sao<br />

Paola Güney Amerika’nın ilk bienali oldu;<br />

Kassel’in şu ünlü Documenta’sı ise 1955’te<br />

açılacaktır. Sydney Bienali 1973’teki<br />

başlangıcıyla eskiler arasına girdi bile. Ama<br />

asıl patlama 1990’larda yaşandı. Başta<br />

Asya’nın farklı köşeleri olmak üzere<br />

Havana’dan Karayiplere ve Afrika kıtasına<br />

uzanan “yeni nesil” bienaller Batı egemen<br />

sanata karşı bir politik tavır olarak gelişti.<br />

1987’de gün yüzüne çıkan İstanbul Bienali<br />

de yeni bienaller arasında öne çıkan, her yıl<br />

artırdığı seyirci sayısıyla ve paralel<br />

etkinliklerle kenti gerçek bir uluslararası<br />

güncel sanat ortamına çeviren benzersiz bir<br />

oluşum.<br />

Büyük boyutlu yerleştirmeler, yüksek<br />

teknolojili düzenekler, kavramsal parçalara<br />

pek de uygun olmayan geleneksel “beyaz<br />

küp” müze sergileri, galeriler ve sanat<br />

fuarlarının dışında ayrı bir mecra oluşturan<br />

bienallerin yükselişi bienalleri düzenleyen<br />

“küratör”ün de yıldızının parlamasıyla yan<br />

yana gelişti. Başta efsanevi bağımsız Harald<br />

Szeeman olmak üzere Pontus Hulten,<br />

Kasper König, Jean-Christophe Ammann,<br />

René Block gibi klasik nesil küratörler hâlâ<br />

Batılı ve erkek sanatçıları ağırlıkta<br />

tutuyorlardı, ama tercihler yalnızca ulusallık<br />

ölçütünden küratörün belirlediği temaya<br />

doğru kaymıştı. Bu ilk nesil yıldızların<br />

aralarından az sayıda isim kendini<br />

yenileyecektir. Vasıf Kortun, Roza Martinez,<br />

Okwui Enwezor, Hou Hanru gibi yeni nesil<br />

küratörler ise sanat ortamının çoklu<br />

manzaralarına dinamik bir ortam sağlayarak<br />

sanat kataloglardan panellere<br />

düzenledikleri bir dizi yan etkinlikle<br />

serginin ötesinde ayrı bir söylem de<br />

oluşturuyorlar. Yine de “Sergi küratörlere<br />

bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” diyen<br />

Szeeman’ın ilkesi korunuyor ve küratörler,<br />

serginin kendisini bir “sanat işi” olmaya<br />

kadar götürmemeye özen gösteriyorlar.<br />

Bienal meydanı, gerektiği gibi, sanatçıya<br />

kalıyor ve kavramsal çerçeve gerçekten bir<br />

çerçeve olarak kalıyor.<br />

Ama 8 Kasım’a dek açık kalacak 11. İstanbul<br />

Bienali, öncekilerin tersine daha çok<br />

kavramsal çerçevesiyle konuşuluyor ve<br />

sanatçıların ne yapmış olduğundan çok<br />

küratörlerin söyledikleri üzerinden<br />

değerlendiriliyor. Kurulduğu 1999 yılından<br />

bu yana çalışmalarını Hırvatistan’ın Zagreb<br />

kentinde sürdüren küratör kolektifi<br />

WHW/What, How& for Whom’un (Ne, Nasıl<br />

ve Kimin İçin), dört kadın küratörden<br />

oluşuyor: Ćurlin, Ana Dević, Nataša Ilić ve<br />

Sabina Sabolović. Kolektif, bienal başlığını,<br />

Bertolt Brecht’in 1928 yılında Elisabeth<br />

Hauptmann ve Kurt Weill ile birlikte yazdığı<br />

01<br />

Üç Kuruşluk Opera adlı oyunun ikinci<br />

perdesinin kapanış parçası olan “İnsan<br />

Neyle Yaşar?” adlı şarkıdan almış. Brecht’e<br />

“yeniden keşfedilmesi ve yeni kuşaklara<br />

gösterilmesi gereken bir klasik olarak<br />

bakmayı” amaçlamadığını, “geçmişin saklı<br />

kalmış tarafları üzerine bugün artık<br />

düşünmeye başlamayı ve sanatın, toplumsal<br />

olana müdahale ile estetik jest arasındaki<br />

eski ilişkilerin gözden geçirilmesi ve yeni<br />

ilişkiler kurulması için nasıl olasılıklar<br />

barındırdığını araştırmayı” önerdiğini<br />

belirtiyor WHW.<br />

03<br />

Ortadoğu ve eski Yugoslavya’nın ağır<br />

savaşlardan çıkmış sanatçılarının ağırlıkta<br />

olduğu etkinlik ağır bir öğretici misyon<br />

yüklenmiş durumda. Antrepo No.3,<br />

Tütün Deposu ve Feriköy Rum<br />

Okulu’nda 40 ülkeden 70 sanatçı ve<br />

sanatçı grubunun 141 projesine<br />

ev sahipliği yapan etkinlikte yerlerde kırmızı<br />

kâğıtlar buruşturulup atılmış, duvarlara sol<br />

içerikli sloganlar yazılmış, Brecht’in<br />

önerdiklerine uygun olarak<br />

ayrı öğrenme odaları öngörülmüş. Brecht’ten<br />

“Banka kurmanın yanında<br />

banka soymak nedir ki?”, “Her burjuva bir<br />

suçlu, her suçlu bir burjuvadır” gibi<br />

sözlerinin bienal sponsoru Koç’un logosuyla<br />

yan yana gelmesi mi galeyana getirdi<br />

bilmez, eleştiriler daha çok kendini “sol”<br />

diye adlandıran kesimden geliyor. Direnal-<br />

İstanbul Direniş Günleri kavramsal çerçevesi<br />

“İNSAN NE-SİZ YAŞAYAMAZ?” olarak<br />

adlandırarak, “Son birkaç yıldır müzelerde,<br />

dergilerde ve piyasada popülerleşen politik<br />

sanatın dünyayı gerçekten değiştirmekle<br />

hiçbir ilgisi olmadığını artık anlamamız<br />

gerekiyor” diyor onlar. Alternatif<br />

“beğenal” afişleri hazırlanıyor, açılışlara<br />

protestocular eşlik ediyor, anaakım medya<br />

sanatçıların işlerine çok az yer ayırarak<br />

tekrar tekrar kavramsal çerçevenin ne kadar<br />

radikal olduğundan bahsedip duruluyor. Ya<br />

işlerin kendisi? Fazla doğrudan<br />

göndermelerle dolu bazı örnekler olsa da<br />

Bülent Şangar’la Aydan Murtezaoğlu’nun<br />

AICA İstanbul ödüllü yürek burkucu “İşsiz<br />

İşçiler - sana yeni bir iş buldum!” projesi,<br />

Canan Şenol’un minyatür, Karagöz,<br />

ortaoyunundan beslenen “İbretnuma”<br />

adlı video çalışması, Sanja Iveković’in<br />

“Sığınma Evi (Güneş Gözlüğü)” projesi veya<br />

Vasıf Kortun’un eş-küratörü olduğu 2008<br />

Taipei Bienali’nde de adını duyuran Şilili<br />

kolektif Etcetera imzalı “Errorist Cabaret”<br />

akla ilk gelen etkileyici işler. Belki de medya<br />

ve anlamsız protestoların etkisiyle<br />

kavramsal çerçevenin bunca arkasında<br />

kalmaları yazık oluyor.<br />

Fotoğraflar: Muhsin Akgün<br />

01 Antrepo No.3 ve Feriköy Rum Okulu gibi<br />

mekanlarda yer alan bienal sergileri<br />

8 Kasım’a dek görülebilir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!