12.07.2015 Views

düşün ve sanat dergisi temmuz-ağustos 2009 - Ankara Ağın Derneği

düşün ve sanat dergisi temmuz-ağustos 2009 - Ankara Ağın Derneği

düşün ve sanat dergisi temmuz-ağustos 2009 - Ankara Ağın Derneği

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

TELEVİZYON VE ÇOCUKSevgi TALUbu yazı yokağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>3


YAŞANMAMIŞ BİR ÇOCUKLUKAdnan BİNYAZARİstanbul’un Kocamustafapaşa semtindedört masalı bir lokantaya çırak <strong>ve</strong>rildiğimdesekiz yaşındaydım. Semtin en sempatikadamı Polis Recep, beni SümbülEfendi Camisi’nin giriş yolunda bulmuş,“Al, sana çakı gibi bir çırak!” diye bir aşçıyagötürmüştü.Aşçı, üstüne bulaşık suyu dökülmüşçesinekirli “çakı”yı şöyle bir süzdü,“Hey, benim kara kaşlı hemşerim PolisRecep, ne ‘çakı’sı be, sütçü beygiri gibiayakta uyuyor bu!” dedi.Polis Recep, yüzünde elma kırmızısıgülücüklerle,“Sen al bu çocuğu, sonra bana küfret!”dedi.Çıraklığa adım attığım o sonbahar günü,yaşıtım çocuklar okula başlamak üzeredükkânın önünden geçiyorlardı.Usta, Polis Recep’in yanına katıp benievine gönderdi. Ustanın yarı tombul karısı,eski bir konak bozuntusunun, pencerecamları kırık, sobası olmayan geniş birodasına soktu beni. Altıma ot bir döşek attı,üstüme askerde şehit düşmüş bir erinkaputunu örttü. Okula gitmekte gönülsüzoğlunu göstererek,“Bugünden sonra, Eşref ne ise sen debizim çocuğumuzsun...” dedi, beni odadabırakıp çıktı.“Çocukları olmak” bana altı yıl içindealtı kuruş kazandırmadı. Usta, artık yemekleryedirdi, sabah uykularımı harametti bana. Üstelik, müşterilerin avcuma sıkıştırdığıüç-beş kuruş bahşişi bile elimdenaldı.Ustamın yemeklerinde iş yoktu, dayakatmada da üstüne yoktu. Sokak kedisinintekmeleyeni çok olurmuş; günde birkaçfasıl dö<strong>ve</strong>rdi beni. O zamanlar çocuk eğitimi,“psikolojik durum”, gerçeği gözetmegibi şeyler dinlemez; en masum yaramazlıklardabile kemiği sertleşmemiş gü<strong>ve</strong>rcinlerebasarlardı sopayı! Babaların, çocuklarınıokulun ilk gününde “Eti senin,kemiği benim” diye öğretmene teslim ettiğiyıllardı. Bu, “döv ama öldürme” demekti.Benim etim de kemiğim de ustanıninsafına kalmıştı. İnsanoğlu her baskıyakarşı, içinde direnç geliştiriyor. Ustanınvara yoğa dayak atması bana oyun oynamakgibi geliyor; yılmadan onu kızdırıpdeli etmenin bir yolunu buluyordum.Müşteriler çekilip iş bitince, usta, kalçasınınsağ lopunu tahta sandalyenin birköşesine iliştirip uyurdu. Başını arkayaatıp daha gözlerini kapamadan başlayanhorlamalarının gürültüsü, bana kilometrelerceötelerden duyuluyor gibi gelirdi.Horlama neyse ne, uyku sırasında patlattığıbombaları duyunca kendimi tutamaz kıkırkıkır gülerdim. Temelleri sarsarak geçenkamyonları duymazdı da, kıkırdamalarımauyanırdı. Tokadı patlatınca gülüşümboğazımda düğümlenirdi. Bu, dayağınöğle yemeğinden sonraki birinci evresidir.İkinci evre, ikindi ezanını duyup onuuyandırmamışsam başlardı. Lokantada birusta, bir çırak, iki kişiydik. Bulaşık yıkama,süpürge, masaları silme, servis gibiağır işleri ben yapıyordum. El kadar canımne ki, çok yoruluyordum tabii. Usta uykuyageçince, uyku benim gözlerimde birerdemir gülle olurdu. O ölüm uykusundaezanı kim duyup da ustayı uyandıracak!..Uyanır uyanmaz ezanı sorar, vaktin geçtiğinianlayınca, eda edemediği bütün namazlarınkefaretini bana ödetirdi.4 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


Demek çocukların da akıl yürüttüğüdurumlar oluyor. Tanrı bir gün bu yeteneğibana da bahşetti. “Sen misin her aklınaestiğinde beni dö<strong>ve</strong>n!” diye geçirdimiçimden; o günden sonra ustamı zıvanadançıkaracak her şeyi yapmaya başladım.Gönderdiği her yerden bir sorunla dönüyordum.Çıraklığın yarattığı tutsaklık duygusundanolmalıydı; analarının özenle giydirdiğiçocuklara, hele de kızlara, bir dekırıta kırıta yürüyorlarsa dayanamıyordum.Analarının eteğinden çekiştirerek ben şunuisterim, bunu istemem diye mızmızlanmıyorlarmıydı, avını görünce kanat büyütençaylak gibi üzerlerine atlıyordum. Engözde avlarım, yanaklarından kan damlayansağlıklı kızlardı. Öyle bir kızı gördüğümde,yanında anası var demez, kırmızıyanaklarını sıkıp daha da kızarttıktan sonra,parmaklarımı geçirir, ağzını iki yanaayırırdım. Bu ani saldırı karşısında cinçarpmışa dönen kızcağız, sümüklü burnunuanasının bacakları arasına sokar ağlardı.Şimdi düşünüyorum da, “bu vahşetiherhalde çocukluğun başıboş atlar gibikişneyen cesareti yaptırıyordu bana,” diyorum.Yoksa, annesine naz yapan masumbir kızın gidip yanaklarını niye sıkaydımda usta da beni ayaklarının altına alıp ağzımıburnumu kanatırcasına dö<strong>ve</strong>ydi!..Çocuk tez unutur derler, doğru değildir;çocuk hiç unutmaz! Ustanın yaptıklarını,yüreğimin günlüğüne bir bir yazıyordum.Beni sokaktan kurtarmıştı. Ona minnetduyuyordum. Mezardan çıkarıp onacan <strong>ve</strong>rmiş bile olsak, hangi yaşta olursaolsun, onuruyla oynanan insan bir günbaşkaldırır. İhanet edip ilk kamayı Sezar’ınyüreğine sapladı diye tarih kitaplarındaBrutus’u hep kınamışızdır. İyi de, Sezar’ın,himayesine aldığı Brutus’a nasıldavrandığını gören var mı, işin bu yanınıdüşünen var mı?.. Attığı her tokatla, ustayabeslediğim minnet duygusu içimde kinedönüşüyordu.O gün de nasıl ışıklı, nasıl tatlı serin birsabaha uyanmıştı İstanbul’un Kocamustafapaşa’sı!Sokaklarda sevgililer ıslık çalarakyürüyorlardı...Tabakları masaya biraz sert koydumdiye, usta bir avuç kırmızı acı biberi yüzümesavurunca gözüme ateş yağmıştı!Gözlerimin acısından ne yapacağımı bilememiş,bağıra bağıra kendimi sokağa atmıştım.Oradan geçen bir adam, “Sahipsizdiye bu da yapılır mı yahu!” diye ustayasöylenmiş -o zamanlar ne cankurtaranvar, ne doğru dürüst taksi-, beni sırtına alıpCerrahpaşa Hastanesi’ne götürmüştü. Nehikmetse, hastane kapısında iyileşirsin,dişçinin koltuğunda dişinin ağrısı geçer;gerçekten, hastanenin kapısında gözümünacısı geçince, doktora görünmeden lokantayadönmüştüm. Ustanın yüzünde acımaduygusundan iz yoktu. Hastaneye götürüldüğümübilmezden gelip,“Ocakta süt taşsın, sen dışarılarda dolaş,it baytarı!” dedi.Niye hastaneye gittin diye dövmediğineşükrettim. Aynada kan çanağına dönengözlerimi görünce, lokantanın arkasındakikaranlık kilere saklandım, gizli gizli ağladım.Gözyaşı beni rahatlatmıştı. Yüzümebiber atmasını unutmuştum ustanın. Ama,kan çanağına dönmüş gözlerimi görmezdengelmesini bağışlamayacaktım. “Görbakalım,” dedim kendi kendime, “sanaöyle bir iş yapayım ki, ben unutayım, senunutma!”Üç-beş günde bir usturayla kazıttığıkafasıyla, kestiği başın taze kanı kılıcınınucundan damlayan Osmanlı cellatlarınabenzerdi usta. Boynuyla ensesi arasındakikıvrımlarda biriken kirlerden iğrenirdim.Günlerce, ampul parlağı kafasına kaynarsu dökersem ne yapacağını kurdum. Herhaldeacıdan başını göğe değdirircesinehavaya fırlayıp kıvranırdı. Horlayıp bombalarpatlattığı bir sırada bunu yapacak,dünyayı zindan edecektim ona!ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>5


ATATÜRK’ÜN KEÇİÖREN ÇOCUK YUVASINA ZİYARETİBehiç KÖKSAL1937 yılı Nisan ayı idi… <strong>Ankara</strong> İsmetpaşaİlkokulu 2. sınıfındayım. Zil çaldı, ikinciderse girdik. Yerlerimize oturduktan sonraöğretmenimiz Naciye Çelebi, “Yavrularım,Keçiören’de Himaye-i Etfal’in (ÇocukEsirgeme Kurumu) bir yurdu var. Orada,anne-babalarını harpte kaybetmiş çocuklarıbarındırıyorlar. İki gün sonra bizim okul daorayı ziyarete gidecek. İçinizde bu ziyaretekatılmak isteyen varsa adını yazdırsın bana.Atatürk’ün de geleceği bu geziye gelmek isteyenlerinorada yaşayan kardeşlerine hediyealması gerekiyor” dedi.Hemen parmağımı kaldırıp adımı yazdırdım.Okuldan çıkınca da doğru babama gittim.Öğretmenimin dediklerini anlattım <strong>ve</strong>,“Baba, benim de hediye almam lazım” dedim.Babam, “Aferin oğlum, iyi düşünmüşsün”dedi <strong>ve</strong> arkadaşına döndü. “Fuat Bey,sen Taşhan’a çıkacaktın. Behiç’i de yanınaal, heykelin arkasında, Oska mağazasınınyanında ‘Üçel Oyuncak Pazarı’ var. Oğlana50 kuruş <strong>ve</strong>rdim. Oradan bir oyuncak alsın”dedi.Fuat Amcayla Üçel’e girdik. Oradan 25kuruşa çok güzel bir borazan, 25 kuruşa dakauçuktan yapılmış, şişince şahane bir timsaholan 2 oyuncak aldık. Ve ben onları alıpe<strong>ve</strong> döndüm.Annem, oradaki çocuklara ikram edilmeküzere ayrıca Ağın sucuğu, dut-üzümpestili, Ağın kırmıtiği, katmer <strong>ve</strong> kömbe vb.şeylerden oluşan ufak bir çıkını da yanıma<strong>ve</strong>rmeyi ihmal etmedi. 26 Nisan günü saat:12.00’deokulun önündeydik. Bir küçükotobüs okulun önünde bekliyordu. Saat13.00’de hareket ettik. Tam Kalaba Köyücivarına gelmiştik ki, arkamızdan motosikletsesleri gelmeye başladı. Şoförümüz arabasınıbir kenara çekip durdurdu. Bize dönüp,“Atatürk geliyor” dedi. Biraz sonraAtamızın önce motosikletleri, sonra da Atamızınarabası süratle önümüzden geçip, Keçiörenyokuşuna yöneldiler.Biraz sonra bizler de yuvanın kapısındaydık.Genç hemşireler karşıladı. Öğretmenlerikişerli sıraya soktular bizi. Sonrabize, “Çocuklar masaya yaklaşınca ikiyeayrılın. Biriniz masanın sağına diğeriniz demasanın soluna gidin. En öndeki en son sandalyeye,arkasındaki onun yanına şeklindeoturun. Sandalyeler sizinle aynı sayıdadır.Hiçbiriniz ayakta kalmayacaksınız. Onuniçin acele etmeyin <strong>ve</strong> telaşlanmayın. Haydibakalım, yavaş yavaş yürüyün” dediler.En önde <strong>ve</strong> sağdaydım. Öğretmenin dediğigibi en son sandalyeye oturdum. (T)şeklindeki masadaki yerim, Ulu Önder Atatürk’üntam karşısındaydı. Onu doyasıyaseyrettim.Herkes oturunca, Büyük Atatürk sağ <strong>ve</strong>solundakilerle kısık sesle bir şeyler konuştuktansonra ayağa kalktı <strong>ve</strong>, “Sevgili yavrularım,buraya gelmekle anne <strong>ve</strong>ya babalarınısavaşta kaybetmiş kardeşlerinizi çoksevindirdiniz. Hediyeleriniz de onları çoksevindirecek. Biz Türk çocuklarıyız. Sevgimizsonsuzdur. Hepimiz bir bütünüz. Hepberaber oyunlar oynayın. Birbirinizi sevin.Onların da sevilmeye muhtaç olduğunuunutmayın” şeklinde bir konuşma yaptı.Atatürk’ten sonra, o yuvanın müdürü olduğunusandığımız, beyaz saçlı bir bey konuştu<strong>ve</strong> hemen hemen Atatürk’ün sözlerinebenzer şeyler söyledi. “Öğretmenlerinizhep getirsin buraya sizleri” diyerek konuşmasınıtamamladı.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>7


Müdür konuşurken hemşire ablalar masayalimonata <strong>ve</strong> bisküvi dağıttırıyorlardı.Yarım saat kadar sonra Atatürk <strong>ve</strong> berabergeldikleri görevliler kalktılar. Az öncekonuşan bey mikrofondan, “Atamız <strong>ve</strong> arkadaşları,<strong>Ankara</strong>’ya su sağlayacak olanÇubuk Barajı’na gitmek üzere yuvamızdanayrılacaklar” dedi.O sırada kapı önündeki motosikletler çalıştı<strong>ve</strong> Atatürk ile arkadaşları gittiler.Bizler orada bir saatten fazla yuvanınçocuklarıyla oynadık. Öğretmenlerimiz debizlerle birlikte oynamışlardı. Çok mutlu olmuştuk.Sonra sırayla arabalarımıza bindik. Bizlerio güne kadar adını bile bilmediğimizÇubuk Barajı’na götürdüler. Öğretmenlerimiz,Çubuk Çayı’nın <strong>ve</strong> başka derelerin suyununburada toplanıp, biraz sonra bizim degöreceğimiz su deposuna gittiğini, oradaarıtıldıktan sonra da <strong>Ankara</strong> şehrine <strong>ve</strong>rildiğinisöylediler.Oradan dönerken su deposuna gittik. İlkdefa böyle bir yer görüyordum. Dört köşe,büyük <strong>ve</strong> çok derin duvarları olan havuzları,onlara büyük gürültülerle akan sonra diğerhavuzlara geçen suları gördüm. Havuzaralarındaki dar yollarken geçerken çokkorktum.Sonra okulumuza, oradan da evlerimizedöndük. Çok güzel bir gün geçirmiş, Atamızı,yuvayı, barajı <strong>ve</strong> su deposunu görmüştüm.Çok mutluydum.Bu mutlu günümü; annemle, babamla,kardeşlerimle, evimize gelen dostlarımızlaakrabalarımızladoyasıya paylaşmış <strong>ve</strong> o günküanılarımı defalarca onlara anlatmıştım.***Aradan tam 72 yıl geçmiş. O günkü heyecanımı,o günkü anılarımı <strong>ve</strong> mutluluğumu,bu kadar yıl sonra Ağın Düşün <strong>ve</strong> SanatDergisi’nin sayfalarında değerli hemşerilerimletekrar paylaşmak, inanın mutluluğumubir kez daha artırıyor.Kalın sağlıcakla…AĞINZeki İKİNCİNe güzeldir adın Ağın,Bembeyazdır Osman dağın,Eteğinde bahçen bağın,Sana kurban güzel Ağın.Hekâmat da senin dağın,Çelebiler üzüm bağın.Çok güzeldir her bir çağın,Sana kurban güzel Ağın.Gençliğimde geçen çağın,Aliuşağı yüksek dağın,Ne hoç olur keklik avın,Sana kurban güzel Ağın.Hop dağının cılga yolu,Sağı solu mey<strong>ve</strong> dolu,Barajın en güzel koyu,O da sende güzel Ağın.Galayjuga enemdim,Bu yıl sana gelemedim,Gelip yüzün göremedim,Sana kurban güzel Ağın.8 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


BABAM KORTİKOĞLUS. Selâmi TAfiBAfiIBabamın nüfus kütüğünde yazılı adı İbrahimTaşbaşı’dır. Tanıyanlardan birçoklarıbunu bilmezler. O’nu, lakabı olan “Kortikoğlu”olarak tanırlardı. Kortikoğlu lakabıise dedemin babasından dedeme, ondanda babama intikal etmiştir.Rivayet edildiğine göre, dedemin babasıbir ev yaptırıyormuş, komşularındanbiri yaptırdığın nedir diye sorduğunda,“Şöyle başımızı sokacak bir kortik yapmayaçalışıyorum” deyince köylü bu Kortiklakabını takı<strong>ve</strong>rmiş. Çocukları da “Kortikoğlu”olmuşlar haliyle…Babam, doğum tarihinin doğrusunubilmezdi. Biz de merak edip araştırmadık.Vefat ettiği 1962 yılında 82 yaşında olduğunusöylemiş. O her sene yaşını değiştirereksöylemezdi. Mesela bu sene yetmişbir ise gelecek sene yetmiş ikiyim demezdi.Beş sene, her sorana yetmiş yaşındayımdiyorsan ondan sonraki beş sene dede yaşı yetmiş beş olurdu..Yaşı ne olursa olsun gönlü daime gençti.Bulunduğu meclisin neşe kaynağı, düğünlerinhalay başıydı. Her yaştan arkadaşı,ahbabı vardı. Büyük küçük ayırımı yapmazdı.Herkesle anlaşabilecek bir mizacasahipti. Hem kaymakam hem de kaymakamınkapıcısı onunla ahbap olabilirdi. Nasılki, köyün imamı ile sohbet ederken sıkılmazsa“Hengere Dayı” ile olan konuşmalarındada o derece rahat <strong>ve</strong> aktüel olurdu.Babamın prensibi daima şu idi. “Kırkköy sahibi olacağına kırk köyde kırk ahbabınbulunsun” derdi. Bu yüzden onun zamanındaevimizden misafir eksik olmazdı.Tanıdık tanımadık akşam vakti yolu bizimköyden geçen yolcuların birçoğu geceyibizde geçirirdi. Gitmek isteyenleri de ısrareder bırakmazdı. Evimizde misafir olmadığıgün sıkıntılı idi. O’nun sıkıntılı olduğuböylesi günlerde ise bizler rahattık, analarımrahattı. Analarım diyorum, çünkü babamiki evli idi!.. Hanımlarının ikisi derahmetli oldular. Sağlıklarında her ikisi dedurmadan babama rahmet çıkarır, saygı ileanarlardı.Çalışkandı… “Allah beni evlatlarımadahi muhtaç etmesin” derdi. Allah da budileğini kabul etmiş olacak ki, tarlasındaatıyla çift sürerken bir kalp krizi sonucuedebiyen aramızdan ayrılı<strong>ve</strong>rdi!..Benim delikanlı olduğum yıllarda yetmişyaşının üzerinde idi. Gençliğinin çokhareketli geçtiğini kendisi <strong>ve</strong> tanıyanlarıanlatırlardı. Sesi oldukça güzeldi. Bahceyikdereleri ile Çömlekler onun eli kulağaatarak çektiği gür mayalarının en çok yankılandığıyerlerdi.Durmadan ağaç diker, ağaç yetiştirirdi.Yetiştirdiği ağaçlara evladı gibi bakar,diplerinden ayrılmazdı. İsterdi ki, biz dekendisi gibi olalım, çok çalışalım. Fırsatbuldukça hayat hikâyesini anlatırdı. Harput’takidört senelik askerliğini iyice ezberlemiştik.Giyime ehemmiyet <strong>ve</strong>rmezdi.Hiç unutmam köyde düğün vardı. Hepimizinbildiği gibi, düğün, köylünün monotonyaşantısı içerisinde büyük bir vakıadır.Düğüne katılmak için can atıyorduk.Ama sırtımızda giyecek ne bir gömlek, bacağımızdane bir pantolonumuz vardı. Annambu halimizden üzgündü. Babama,“Elâlem giyinip kuşanıp düğüne gidiyor,bizim çocukların ise bir şeyi yok. Bunlarabir pantolon, bir gömlek…” demesi ile ba-ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>9


amın parlaması bir oldu. “O gidenlerinelbiseleri varsa benim de tarlam var, ağacımvar, döşemem var” dedi. Annem bizedöndü “Kalkın çocuklar” dedi, “Birer döşemeomuzlayın gidin düğün yerine…Bunlar nedir diye sorarlarsa, sizin elbisenizvarsa bizim de döşememiz var dersiniz!..”Çok zaman dünya gailelerinden sıyrılmasınıbilirdi. “Dünya kurulurken bendenkaç mertek istediler ki, yıkılışını düşüneyim”derdi. Şakacıydı… Tanıdık tanımadıkherkesle şakalaşırdı. Fıkra haline gelen şakalarındanbirkaçını anlatmaya çalışacağım…Köyümüzün eski muhtarlarından HüseyinErdem’le (Osmikgil’in Hüseyin)Arapgir’den geliyorlarmış. Yağmura tutulmuşlar,iyice bir ıslanmışlar. Babam demişki, Falanca köye inelim. Ali Dayı benimahbabımdır, hem üstümüzü başımızıkurutmuş oluruz hem de karnımızı doyururuz.”Köye gelmişler, Ali Dayı bunları karşılamış,odasına çıkarmış. Tezekleri dizmiş,kesmüğü dökmüş, ateşlemek için koyduğuiki büyük közü üflerken babama, “Körtikoğlu,arkadaşın kimdir, tanıyamadım?”demiş. Babam da, “Bizim köyün muhtarı,adına Hüseyin derler.” “İyi güzel demiş”Ali dayı. Ali Dayı üflüyor tezek bir türlüalev almıyormuş. Babam, “Demek sen benimarkadaşımı tanıyamadın, buna Osmikgil’inHüseyin derler.” Ali Dayı, “Ya, öylemi?”demiş. Durmadan da üflüyormuş.Çıkan duman, Ali Dayının gözünü başınısarmış, ağzı burnu akarken babam, “iyicetanıtayım, arkadaşımın babasına OsmikDayı, anasına da Emine demeye kalmamışAli Dayı, “Yeter be Kortikoğlu yeter be,arkadaşının da anasını, senin de..” diye kalayınıçeki<strong>ve</strong>rmiş…Çevre köylülerden birinin karısı ölmüş.Aramış taramış, haline münasip birini bulamamış.Babamın tanıdığı çoktur diye onagelmiş, derdini anlatmış, “Beni evlendir”demiş. Babam da, “Şimdi böyle birisiyok, olursa elimden geldiği kadar sanayardımcı olmaya gayret ederim” demiş birkere. Adam haftayı geçirmez damlarmış…Bir, beş, on… Bütün ev halkı bezmiş,usanmış artık. Bir gün babam iki hanımıile birlikte otururken bizimki gene gelmiş!Babamın tepesi atmış, “Bak arkadaşdemiş anlaşılıyor ki, sana karı bulamayacağız.Bildiğin gibi bunların ikisi de benimkarım, hangisini beğeniyorsan al götür dahada beni rahatsız etme.”Adam utanmış, ne diyeceğini şaşırmışkalkmış gitmiş <strong>ve</strong> bir daha da gelmemiş.Babam bu hadiseyi hatırlatarak analarıma,“Bilmem kimin adamı bile sizi beğenmedi,bana diliz mi var?” der, onları kızdırdı.Babam, samimi olduğu arkadaşlarınayaptığı şakaları tanımadıklarına da yapardı.Bizde katır sıpasının bulunduğunu duyankürt dayılardan biri, yedeğine aldığıkatırı ile birlikte gelir, katır sıpısı ile kendikatırını “trampa” etmeyi teklif eder.Babam bakar ki, katır genç, semiz <strong>ve</strong>alımlı. Mutlaka bir kusuru var ki, değişmekistiyor diye düşünür. Sonra katırınatacağı ‘çifte’ mesafesini ayarlayarak arkasındangeçmek isterken, katırdı bu biribiri ardına başlar çifteleri savurmaya…Babam bu durum için bir şey söylemez.Kürt dayıyı yanına çağırırı, arkanı banadön der. Kürt dayı arkasını döner. Babamarkadan kollarını tutar, sağa dön der. Kürtdayı sağa döner, sola dön der sola döner,biraz ileri git der, ileri gider. Babam kürtdayının kollarını bıraktıktan sonra der ki,“İşte bana senin gibi lazım.” Kürt dayıneye uğradığını anlamaz, “Piç” katırı bağ-10 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


ladığı yerden alır <strong>ve</strong> arkasına dahi bakmadançeker gider.Köye gelen yabancılardan birçoğu bizemisafir olurdu. Bunlardan birine akşamolup ta yatakların serileceği zaman gelincebabam der ki, “Sorması ayıptır ama geceleriyatağa kaçırma haliniz var mı? Eğerböyle bir özrünüz varsa ona göre tedbiralalım. Adetimdir misafirlerime bu husususorarım darılmayın.”Misafir utanır, “Yok böyle bir şey” der.Yataklar serilir, misafirle babam aynı odadayatarlar. Sabah olur misafir tuvalete çıkar.Fırsat kollayan babam, kabağı alır misafirinyatağını bir güzel sular <strong>ve</strong> gelip yatağınagirer. Misafir gelir, o da yatağınauzanır yorganı yarı beline kadar çeker, tabakasınıalır, sigarasını saracağı sıradaayakları yataktaki ıslak yere dokununcatabakayı gayri ihtiyarî bırakı<strong>ve</strong>rir elinden.Bütün bunları takip eden babam, “Ne ohemşerim, neyin var?” der. Misafir mahçup,“Vallaha ben bu işi anlamadım. Ayağımıuzattım yaşa değdi, kilotumu yokluyorumkuru.” Bunun üzerine babam derki, “Akşamdan sana sorduk, doğruyu söyleseydingereken tedbiri alırdık. Kilotunhararetinden kurumuş olabilir. Ben şimdihanımlara nasıl dert anlatacağım?”Eskiden Ermenilerin köyü olan Küşne,bizim köye daha yakın olduğu halde,“borçlandırmada” burasını hozakpurlularalmışlar. Buğdayların biçileceği sırada halivakti iyi olanlar bizim köyden ırgat bulurişlerini gördürürlermiş. Bunlardan biriside Yusuf Dayı (Topal Yusuf) imiş. Herakşam gelir bizde misafir olur, sabah erkendenırgatlarını alır. Küşne’ye gidermiş.Bu hal on beş yirmi gün böyle devam etmiş.Babam bakmış ki, Yusuf Dayının rahatınadokunulmazsa bir on beş gün dahakalacak. Yusuf Dayı dama kurulan ağaçlıyapraklı çadırda yatarmış. Babam bir gece,köyde herkesin sevdiği, karnını doyurduğu,sonradan Zabulbarlı Ağa Dayının zehirleöldürmüş olduğu “Çomar’ı almış,dama çıkmış. Sicimin bir ucunu köpeğinboğazına, diğer ucunu da çadırın direğinedoladıktan sonra, yatarken kalkık duranYusuf Dayının bacağına bağlarmış, damdanaşağı inmiş. Daha ev<strong>ve</strong>l hazırladığıkoca koca ekmekleri, ulaşamayacağı mesafedenköpeğe gösterip de, “kuçu, kuçu”demeye başlayınca köpek zıplayıp zıplayıpekmeği almaya çalışıyormuş. Her zıplayışındaçadır bir gürültülü ile sallanırmış. Bugürültü içerisinde uyanan Yusuf Dayı zelzeleoluyor zannetmiş. Uykulu uykulubaşlamış bağırmaya, “Gomşular yetişinev göçüy, yığıliy, öliceğim” diye. Babamekmeği köpeğe atınca gürültü durmuş. YusufDayı da tertibin farkına varmamış <strong>ve</strong>ertesi gün erkenden ırgatlarını son olaraktoplamış, harmana kadar da bir daha bizimköye uğramamış…Keban kazası hâkimlerinden biri analarımıgördükten sonra babama, “İki evliyimdiye böbürlenip durursun, çok yazık ikiside bir şeye benzemiyor” demiş. Babambunu unutmamış, Keban’a bir gidişindehâkimi bulmuş, kendini zorla öğlen yemeğinida<strong>ve</strong>t ettirmiş. Birlikte e<strong>ve</strong> gittiklerindekapıyı hâkimin hakikaten çirkin olankarısı açmış. Hanıma, hâkimin nesi olduğunusormuş, hâkimin karısı olduğunu öğrenince,^Kocan benim karıları çirkin diyebeğenmedi, maşallah sen melek kadar güzelsin…”Hanım kızmış, babamı kovmağakalkmışsa da sonradan ahbap olu<strong>ve</strong>rmişler.Birkaç şakası ile babamı anımsama fırsat<strong>ve</strong>ren Ağın Düşün <strong>ve</strong> Sanat Dergisiyetkililerine şükranlarımı sunarım.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>11


TÜRKÇEMİZ ÜSTÜNENihat ASYALIAğın Düşün <strong>ve</strong> Sanat Dergisi’nde yazı dizisihalinde sürdürmeyi düşündüğüm yazılarımın konusunu,anadilimiz olan Türkçe <strong>ve</strong> Türkçenin geçirdiğievreler oluşturuyor. Bu yazı dizisi ne kadarsürer, şimdiden bunu kestiremiyorum… Ancak,okurlarımızın konuya gösterecekleri ilgi devam ettiğisürece <strong>ve</strong> gücümüzün yettiği ölçüde, diyerekkonuyu burada noktalamakta yarar görüyorum.Aslında Türkçemize karşı bilerek/bilmeyerekoynanan çeşitli oyunlar yüzünden; her yerde, herzaman, her fırsatta Türkçemizi kollamak, korumakgörevini yerine getirmeliyiz bilincinden hareketle;çeşitli kaynaklardan yararlanmak <strong>ve</strong> değişikörneklerle de desteklemek suretiyle hazırlamayaçalıştığım bu yazı dizisini, siz değerli hemşerilerime/okurlarımızasunmayı zorunlu bir görevbildim. İyi okuma dileklerimi sunarak hemenkonumuza geçiyorum…Son yıllarda Türkçenin uğradığı saldırıları etkisizkılmak, Amerikancanın dilimizi ele geçirmesiniönlemek için yeni bir kurtuluş savaşına girişmemizgerekiyor sanırım. Türkçenin kurtuluş savaşı…Türkçe üstüne olan bu yazı dizimiz boyunca;Türkçenin dünya dilleri içinde ne kadar yeterli,ne kadar güçlü, zengin <strong>ve</strong> ne kadar güzel bir dilolduğunu anlatmaya çalışacağız… Anlatacaklarımızı,Türkçe uzmanlarının tanıklığıyla belgeleyeceğiz.İçimizde, dilimizi küçümseyenlere, sıkça rastlarız…Bunların pek çoğu Türkçenin zenginliğinden,gücünden habersiz kimselerdir. Bilgisizliklerinden,ayrıca kişiliklerinin eksikliğinden dolayıdillerini aşağılayabilirler. Bilmeyerek, istemeyerekbunların etkisinde kalan gençlerimizi bir ölçüdeuyarıp, aydınlatmak için dilimizin gücünü kanıtlamayaçalışacağız. Güzelliğini göstereceğiz…Öte yandan; gençlerimiz yıllardır Amerikanrüyası denilen kof masallarla uyutulmaktadır. Uydurulmuş,şişirilmiş Amerikan yaşantısı öykülerlegençlerimizin beyinleri yıkanıyor… Amerikabize filmlerini satarak, kitaplar yollayarak hempara kazanıyor hem de uyduruk kültürünü sokuşturuyor…Bizim gençlerimizin çoğu da yarım yamalakbir Amerikanca öğrenip kapağı Amerika’yaatmak için çırpınıyor.Şimdi burada Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nunAmerika’ya ilişkin bazı saptamalarından söz etmekisteriz.Prof. Dr. Sinanoğlu’nu size kısaca tanıtmalıyım:Sinanoğlu, ABD Kaliforniya Üni<strong>ve</strong>rsitesi,Berkeley Kimya Mühendisliği bölümünü 21 yaşındabirincilikle bitirmiş… 26 yaşında profesörolmuş <strong>ve</strong> Batı’da üç yüzyıl içinde en genç profesörunvanı almış. Amerika’da birçok ödül kazanmış.Harvard, Yale gibi Amerika’nın en tanınmışüni<strong>ve</strong>rsitelerinde dersler <strong>ve</strong>rmiş. Amerika’da <strong>ve</strong>dünyanın birçok ülkesinde birçok başarılı çalışmalaraimza atmış bir Türk bilim adamıdır. Oktay Sinanoğluile Türklerin övünmesi gerekmektedir.Bu kısa açıklamayı yapmaktaki amacımız,Prof. Dr. Sinanoğlu’nun Amerika’ya ilişkin söylediklerininsağlam temellere dayandığını belirtmektir.Prof. Sinanoğlu, “Bye-Bye Türkçe” adlı kitabında,Amerika’yı şöyle anlatıyor:“Gözümüzde büyüttüğümüz Amerika içi kofbüyük bir cesetten ibarettir. Amerikan ahlakındaönemli olan para kazanmaktır. Nasıl kazanıldığıönemli değildir. Amerika’da herkes köşe dönmesevdasındadır.”Burada hemen şunu hatırlayalım. 1980’li yıllardanbu yana köşe dönme sevdası bizim toplumdada, genç-yetişkin pek çok kişinin beynine girmişti.Amerika’nın güdümündeki yönetici efendilerinöncülüğüyle köşe dönme sevdası, köşe dönme<strong>sanat</strong>ı olarak işlenmeye başladı. Kimilerininelinden tutuldu, gerçekten köşe döndüler. Kimilerininde döne döne başları döndü duvarlara tosladılar.E<strong>ve</strong>t, Prof. Sinanoğlu’nun kitabını incelemeyisürdürelim:“Amerikan şirketleri hava-cıva satar. Maksatsatmaktır. Bunu kendileri söylerler… AmerikanEğitim sisteminde; lise düzeyinde halk okullarıvardır. Parasız okullardır. Bu okullarda yetişenler12 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


cahil kalırlar. Amerikan halkının büyük bir yüzdesison derece cahildir. Kara cahil… Dünyadan haberleriyoktur. Kendi işlerinden başka bir şeyeakılları ermez. Bu durumlarından memnun olupbir şikâyetleri yoktur. Bunlar özellikle cahil bırakılmışlardır.Onlar kullanılırlar. 10 yıl önce TheNew York Times gazetesinde yayınlanan bir ankette;Amerikan halkının % 60’ının dünyanın yuvarlakolduğuna inanmadığı yazılmıştır…Öte yandan, Amerika’da paralı özel okullarvardır. Bunlar az sayıda <strong>ve</strong> çok pahalıdır. Yirmi kadarda seçkin üni<strong>ve</strong>rsite vardır. Bunlar dünyanınen iyi üni<strong>ve</strong>rsitelerindendir. İşte bu az sayıdakipahalı özel okullarda <strong>ve</strong> bu üni<strong>ve</strong>rsitelerde Amerika’yıyönetecek insanlar yetiştirilir. Böylece, başageçecek olan topu topu iki milyon insan gerçektençok iyi yetişirler. Bu iki milyon seçkin kişi dünyayıda idare etmeye soyunmuşlardır.”Prof. Dr. Sinanoğlu’nun Amerika’ya ilişkinbazı görüşlerini kısaca not ettikten sonra, Amerikalınınkullandığı dil olan İngilizce ile ilgili olarakneler söylediğine bakalım:“İngilizcenin mazisi beş yüz yılı geçmez. İngilizce,beş kadar dilin kuralsız karışımından oluşmuştur.Yeni terim türetme yeteneği hemen hemenyoktur.”Bizim öğrendiğimiz, öğrenmeye can attığımızİngilizceyi Prof. Sinanoğlu böyle niteliyor. Bizimöğrendiğimiz, güzel dilimizi uğruna feda etmeyekalkıştığımız Amerikanca da bu İngilizcenin yozlaştırılmışbiçimidir.Oysaki; Prof. Sinanoğlu bizim Türkçemizeilişkin olarak bakın neler söylüyor:“Türkçenin en az on bin yıllık bir geçmişi vardır.Türkçe, matematiksel yapısı ile sözcük türetmeyeteneğini <strong>ve</strong> kurallarını on bin yıldır korumaktadır.”Türkçemizin niteliklerini anlatmayı sürdüreceğiz…Her fırsatta şu uyarıyı yineliyeceğiz… Dilimizesahip çıkmalıyız. Diline sahip çıkmayan uluslar,bağımsızlığına da sahip çıkamaz. Dilini korumayanhalklar tarih sahnesinden silinmişlerdir. Dilimizinüstünlüğünü öğrendikçe onu daha çok benimseyeceğimizibiliyoruz. Şimdi konunun başkabir boyutuna bakalım…Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerindensonra Arapça <strong>ve</strong> Farsça dilimize hızlı bir şekildekarışmaya başlamıştır. Arapça <strong>ve</strong> Farsçanın dilimizegirmesi 8. yüzyılda başlamış <strong>ve</strong> bu akım birkaçyüz yıl sürmüştür. Bu arada, okumuş yazmışüst tabakanın konuştuğu Osmanlıca adlı bir diloluşmuştur. Ama, Türk halkı bin yıldır diline sahipçıkmış onu koruyup kollamıştır. Halkımız hepöz dilini konuşmuştur. Dilini türküleriyle, şiirleriyle,öyküleriyle, masallarıyla yaşatıp geliştirmiştir.Türk halkı, tarih içinde diline karşı yapılan yabancıdillerin saldırısına hep karşı koymuştur.Tarihimizdeki büyük dil savaşlarından biriKaramanoğlu Mehemmed Bey’in eylemidir. KaramanoğluMehemmed Bey, 13. yüzyılda SelçukluDevleti’nde egemenliği ele geçirdi. Selçuklularedebi dil olarak Farsçayı, devlet diliolarak da Arapçayı kullanıyorlardı. O zaman halkda kendi öz dilleri olan Türkçeyi kullanmaktaydılar.İşte, Karamanoğlu Mehemmed Bey egemenliğialınca tarihteki ünlü fermanını çıkardı.Bu fermanda, Türkçe resmi dil olarak şöyle bildiriliyordu:“Bundan böyle divanda, dergâhta, bargâhta,mecliste <strong>ve</strong> meydanda Türkçeden gayri dil konuşulmaya…”Bu buyruğuyla Karamanoğlu Beyi; evleriniçindeki toplantılardan tutun da alanlarda, devletkatında, dinsel tören yerlerinde, ibadet yerlerindesözün kısası ülkenin her yerinde; içerde dışarıdaTürkçeden başka bir dil konuşmayı yasak eyliyor…Diyebiliriz ki; dile yasak konulur mu? Pekâlâda konulur… Halk zaten kendi öz dilini, Türkçeyikonuşuyor. Karaman Beyi, ülkesine izinsiz girmeyekalkışanlara yasak koyar gibi, halkın öz dilininyerine geçmeye kalkışan yabancı dillere deyasak koyuyor… Böyle bir yasağı 20. yüzyıldaFransızlar; dillerini yabancılaşmaktan korumakiçin “Fransız Dilini Koruma <strong>ve</strong> Yayma YüksekKurulu” diye bir kurul kurmuşlar <strong>ve</strong> Fransa’dabütün reklam <strong>ve</strong> ilanlarda yabancı kelimelerinkullanılmasını yasaklamışlardır. Bu bilgiler, dil uzmanıSevgi Özel’in “Dil Kiri, El Kiri” kitabındada vardır.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>13


Dilimizin büyük kurtuluş savaşlarından enönemlisi de yakın tarihimizdeki büyük kurtarıcı,büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğündebaşarılan Dil Devrimimizdir. Dil Devrimi;Türkçenin ne kadar zengin, ne kadar güçlü, nekadar güzel bir dil olduğunu ortaya çıkarmıştır.Türeme gücü <strong>ve</strong> yeteneği ile hem ne kadar köklühem de geleceği ne kadar parlak bir dil olduğu anlaşılmıştır.Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’na bakarsanız;Türk dilinin geleceği öylesine parlaktır ki; “Türkdili, ender matematiksel yapısı ile bir dünya dili,dünyanın bilim dili olacaktır” diyor <strong>ve</strong> İngilizcenindünya dili olacağı yolunda ileri sürülen görüşleride şu biçimde karşılıyor:“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyayı nüfuzlarıaltına almak için ortaya atılan -dünya diliİngilizce olacak- şeklindeki Amerikan palavrasını,Türkiye’deki dangalaklar <strong>ve</strong> satılmışlar dışında,hiç kimse yutmadı…”Sevgili Prof. Sinanoğlu, dünya dili olacak birdil varsa, bunun Türk dili olabileceğini öngörmektedirki; sevinçle, övünçle <strong>ve</strong> gururla bu görüşekatılıyoruz.Dil Devrimi ile Türk dilinin kutsal kurtuluşsavaşını kazandık. Ancak; dilimiz son zamanlardayeni bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bu da yinebüyük Atatürk’ün ünlü “Gençliğe Sesleniş” söylevindesözünü ettiği “dahili <strong>ve</strong> harici bedhahların”yani; iç <strong>ve</strong> dış düşmanların marifeti olarakkarşımıza çıkıyor.Bu konuda yine Prof. Sinanoğlu’nun bilgisinebaşvuralım. Prof. diyor ki:“Türkçeye İngilizcenin karışması, İngiliz <strong>ve</strong>Amerikan gizli servislerinin 1953’den itibarenTürk Milli Eğitimine el atarak Türk okullarındaeğitim dilinin İngilizce yapılması ile sağlanmıştırki; bu bir sömürgeleştirme oyunudur.”“Eğitim dili anadilden olmazsa yabancı dilleeğitim alan kişi Türkçe terimler türetmek, ana dilinigüzelce konuşmak, geliştirmek şöyle dursun, konuşurken,yazarken aklına mevcut Türkçe sözcüklerbile gelmez. Yarım yamalak İngilizce laflar ge<strong>ve</strong>ler.Anglomanca dediğim tarzanca dil ortaya çıkar.”Atatürk devrimlerinin hepsi de yaşamsalönem taşır. Bu devrimlerin içinde Dil Devrimi’ninayrı bir önemi vardır. Büyük devrimciMustafa Kemal Atatürk; “Türk demek Türkçe demektir.Türk dili, Türk Milleti için mukaddes birhazinedir. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasıbilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundankurtarmalıdır” diyor.Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal, ülkesinin bağımsızlığınıkorumanın yolunu göstermiştir. DilDevrimine başlandığı yıllarda bu devrime direnilmesidoğal karşılanabilir. Çünkü Osmanlı dönemindeyetişmiş, Osmanlıca eğitim görmüş kuşaklar;Arapça, Farsça sözcük <strong>ve</strong> deyimlerden arınmış,bu sözcükler yerine o güne kadar karşılaşmadıklarısözcükler girmiş Türkçeyi anlamakta <strong>ve</strong>kullanmakta zorlandılar. Bu kimseler iyi niyetlikişilerdi… Dilden Arapça <strong>ve</strong> Farsçanın ayıklanmasınıbir yoksullaştırma gibi algıladılar. Onlarıhoş görmek gerekebilir.Ancak, Cumhuriyet döneminde yetişmiş,Cumhuriyet okullarında eğitim görmüş olduklarıhalde, öğrendikleri iki kırık Osmanlıca ile TürkDil Devrimine dil uzatmaya kalkanların iyi niyetindensöz edilemez. Onlar; “Dilimizi yoksullaştırdılar!” derler, ki onlar öyle de demez; “Lisanımızıfakirleştirdiler!” derler. Onların bu sözlerindeiyi niyet, içtenlik, dürüstlük aramak boşunadır.Onlarınki; düpedüz Türk diline düşmanlıktır.Bunun türlü nedenleri vardır. Siyasal görüş <strong>ve</strong> tutumlarınedeniyle Atatürk devrimlerine karşı olanlar…Dinsel tutum <strong>ve</strong> davranışlarıyla Atatürk devrimlerinekarşı olanlar… Yobazlar, gericiler körükörüne Osmanlılığa <strong>ve</strong> Osmanlıcaya bağlanmış olduklarıiçin Atatürk devrimlerine karşı olanlar, Atatürkdevrimlerine şu ya da bu nedenle karşı olanlarınDil Devrimine de karşı çıkmaları doğaldır…Bunları hoş görebilir miyiz? Neden hoş görelim?Türk halkını karanlıklardan kurtarmayı amaçlamış,Türk halkının çağdaş uygarlık düzeyinin üstüneçıkacağını öngörmüş olan Atatürk devrimlerinekarşı olan, halkımızın yücelmesine karşı demektir.Dil Devrimine karşı olan da dilimizin yaşamasınakarşı demektir. Biz onları hoş görebilir miyiz?Neyse, bu konuda söyleyecek pek çok söz varama biz işimize bakalım. Bir sonraki sayıda tekrarbuluşmak dileğiyle.(Devam edecek)14 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


BİNİP KIRATAHalit HOCAOĞLUŞöyle bir coşupta, binip kır ata,Doğduğum yerlere varmak isterim,Destanlar söyleyip eski Fırat’aHak Deyip Ağın’da durmak isterim.İçki içmiyordum, perhizi bozup,Vatan hasretiyle köpürüp azıp,Ağın’a uzunca bir destan yazıp,Kadehimi burada kırmak isterim.Ağın’da geleneksel düğün anında,At eğerlenirdi bir başka yanda,Eli kulağa atıp ben bu meydanda,Düğüne Hoyratla girmek isterim.Rahmetli Gani’nin gımatasiyle,Gariban Dilo’nun keman sesiyle,Hozalpuru, Vahşen’i, Andiri’siyle,Ağın’da bir âlem kurmak isterim.Ağın yöresinin yaban gülünüKenarı hareli mor sümbülünü,Üçdutlar, Yazılar, Davar ÖnünüGörüpte murada ermek isterim.Benden yorgunsa da, bakmaz yaşına,Kendinden yönelir, mezar başına,Tüm geçmişlerimin mezar taşına,Hasretle yüzümü sürmek isterim.Ağın ezgisiyle Türkler yakan,Kekiği, reyhanı mis gibi kokan.Eskiden köpürüp delişmen akan,Fırat kenarını görmek isterim.Destanı ömrümün, gençlik çağının,Başı mor dumanlı Munzur Dağının,Hasretini çektiğim güzel Ağın’ın,Nevruz, nergisini demek isterim.İsterim şu anda Ağın’a dönüp,Ol kıblegâhı bir daha görüp,Yüzümü, gözümü burlara sürüp,Postumu Ağın’a sermek isterim.Fırat şahlanınca gem vurulmazdı,Suyu coşkun akıp, hiç yorulmazdı,Boz bulanık olup, tüm durulmazdı,Şahlanmış halini görmek isterim.Garibim, adımsa Halit’dir benim,Şahsen Ağın’lıyım, Hocagil’denim,Yaş zevale erdi, artık neylerim,Defteri Ağın’da dürmek isterim.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>15


Ağın’dan HikâyelerFÖLTHüseyin KABASAKALBizim çocukluğumuzda hazır oyuncak bilinmezdi.Bazen büyük şehirlere gidip gelenlerçocuklarına düdük, mızıkalı asker, at gibi şeylergetirirlerdi. Bu şanslı arkadaşların çevresindeimrenti, biraz da kıskançlık duyguları ile toplanır,sonra kendi yapımız olan oyuncaklarımızadönerdik.Kız çocukları bir asma çubuğunun ucunasardıkları paçavra yuvarlağını pullarla, ipekli örtülerlesüsler, gövdesine de elleriyle diktiklerielbiseyi giydirerek bebeklerini tamamlarlardı.Erkek çocuklar genellikle büyüklerden dinledikleriharp hatıralarının etkisiyle tüfek, tabanca,yay-ok, yaş söğüt dalından atlar yaparakoynarlardı. Söğüt kabuğundan gösterişli üniformalarımız,meşe palamudundan cephanelerimizvardı.Bir gün basit oyuncaklarına daha mükemmelkarıştı. Salih Dayı, kendine bir “Fölt” yapmıştı.Bu; tahtadan yontulmuş, kundağa tenekeçemberlerle bağlanmış, şemsiye sapından namlulu,minyatür bir tüfekti. Urgandan askısı vardı.Böyle bir fölte sahip olabilmek, o günler içinerişilmez bir amaçtı. Günlerce uykum kaçtı. Rüyalarımdasüslü, gösterişli föltlerim oluyor,uyanınca hayal kırıklığına uğruyordum.Bir gün; Salıh Dayı’ya yalvardım. “Bana dabir fölt yapar mısın?” dedim. “Bir eski şemsiyeile 10 kalıp bastık getir yapayım” dedi. Bastıkkolaydı. Aba’nın sandığından görülmeden alabilirdim.Ya şemsiye!.. Onu da buldum. Amcamınİstanbul’dan getirdiği şemsiye vardı. Varsın yeniolsundu. Bana fölt yapılacaktı ya!.. Hareketleriminiyi şeyler olmadığını duyduğum korku,heyecan <strong>ve</strong> burukluktan anlıyordum. Fakat birgötlün gönlümü sürükleyen cazibesine de karşıduramıyordum. Şemsiye <strong>ve</strong> pestili Salih Dayı’yagötürdüm. Hemen oturdu. Şemsiyeyi bozdu,kesti, önceden yaptığı bir kundağa oturttu.Urgandan askı da yaptı.Sevinçten uçuyordum. Föltü omzuma taktım.Kendimi on beş yaş daha büyümüş, cepheyegiden bir kahraman sanıyordum. Salih dayıile Lollar’da “Davar Yatağı” denilen yere gittik.Beline içi kara barut dolu bir tolik (kabak) bağlamıştı.Etrafımızı kalabalık bir grup çevirdi.Fölte önce barut, sonra sıkılık kondu… Kurşunçubuktan kesilmiş köşeli saçmalardan da yeterikadar dolduruldu. Sonra gene sıkılık… Ağaç birharbi ile iyice sıkıştırıldı. Bu işin ustası SalihDayı idi. Diğer çocuklar <strong>ve</strong> delikanlılar ilgi ileyapılanlara bakıyorlardı. Bir hedef yeri arandı.En uygun yer olarak Şakirgil’in Fatma Bacı’nınkanatlı kapısı seçildi. Hayrullah, odun kömürüile bir daire çizdi. Atış yapmaktan korktuğumiçin Salih Dayı föltü kaldırdı, hedefe nişan aldı…Ateşli bir çubuk, yemleme barutuna dokunduruldu.Kulaklarımızı delen bir patlama oldu. Hepbirlikte kapıya koştuk… Hedefin ortasındakiçürük tahta delik deşik olmuştu. O anda, içeridenbir feryat yükseldi. Kalabalık karıştı. Föltümünomzuma takıldığını <strong>ve</strong> grubun çil yavrusugibi kaçtığını gördüm. Ne yapacağımı şaşırmıştım.İhtiyatım dışında bir etki ile kapının mandalınıçekerek içeri süzüldüm. Fatma Bacı, “Yandım,öldüm…” diye yerde kıvranıyordu. Görünürdekan izi yoktu. Omuzlarından tutarak kalkmasınayardım ettim, ^Vurulmadın korkma” diyerekcesaret <strong>ve</strong>rdim. Eliyle şüphelendiği yerlerinimuayene etti. Kendini toplayınca şaşkınlıklabana baktı.Omzumdaki föltü gördü <strong>ve</strong> föltümün patlamasındandaha korkunç bir sesle bağırdı. “Seniiriskinin dölü seni, bunu sen patlattın he mi?..”Ve bir anda sırtıma yumruklar inmeye başladı.Kımıldamadan, korunmadan nefis bir dayakyedim.Suçlarımı kabullenmiştim. Yaptığım zararyetişmezmiş gibi, bir insanın hayatına mal olacakdüşüncesizlik, dikkatsizlik <strong>ve</strong> başı boşluğaalet olmuştum. Günahımın kefaretini Fatma Bacı’nınyumrukları altında gururla ödedim.Nur içinde yatsın…16 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


.... VE SİVAS DEMİRYOLU İLE TANIŞTIAltan ‹LTERKurtuluş Savaşı, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ninkuruluşunu sağlayan <strong>ve</strong> şanlı tarihimizealtın harflerle yazılan savaşların tümüne<strong>ve</strong>rilen bir ad...26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında devameden <strong>ve</strong> Mustafa Kemal tarafından idareedildiği için “Başkumandanlık Meydan Muharebesi”adını alan savaş da, Kurtuluş Savaşımızınhemen hemen son halkasını oluşturuyor.Nitekim, bu muharebenin hemen bitiminde,Eylül ayı başında; M. Kemal, Orduya yayınladığıbildirinin sonunu “Ordular! ilk hedefinizAkdeniz’dir. İleri!” sözleriyle noktalayarak,kesin sonuca ulaşmayı hemen istiyordu.Çok sürmedi... Türk Orduları, İtilaf Devletlerininaşırı yardımlarıyla Anadolu içerilerinekadar inen Yunan Ordularını takip ederek,9 Eylül 1922’de İzmir’de denize döktü.Savaş kazanılmış <strong>ve</strong> yeni Türkiye Cumhuriyetinintemelleri bir daha sarsılmamak, yıkılmamaküzere çok sağlam atılmıştı 30 Ağustos1922... Kurtuluşumuzu simgeleyen buönemli tarihi ulusça “Zafer Bayramı” olarakkutlamaya devam ediyoruz.Zaman Tüneli’nden bu tarihten 8 yıl sonrasına,günümüzden ise tam 79 yıl öncesinekayıyoruz. Tarih 30 Ağustos 1930… Aynı günerastlayan bir başka mutlu olay daha.Anadolu’yu çelik bir ağ gibi sararak, 153yıldır hiç durmadan dönen tekerlekleriyle ülkeekonomisine turizmine, sosyal <strong>ve</strong> kültürelyaşantısına sayısız katkılarda bulunan Demiryollarının,Sivas’a ilk kez ulaştığı tarih olan30 Ağustos 1930’da düzenlenen açılış töreni,yazımızın konusunu oluşturuyor. Hepsi birertarihi belge niteliği taşıyan yazımızın (*) ilginiziçekeceğini umuyoruz.* Yazı dizisinin hazırlanmasında yararlanılan kaynaklarüzerinde herhangi bir değişiklik yapılmayarak orijinal şekliyleaynen alınmıştır. Ancak, bazı sözcüklerin daha iyi anlaşılabilmesiiçin anlamları parantez içerisinde <strong>ve</strong>rilmiştir.Dönüyoruz o günlere... Samsun-Sivashattı İşletme Müfettişi Mühendis H. YakupBey, Sivas hattının yapılma zorunluluğunu,gelişmeleri <strong>ve</strong> kutlama töreninin başlangıcınışu şekilde ifade ediyor.“…Haydarpaşa-<strong>Ankara</strong> demiryolunun senelikhâsılatı kilometre başına (15.000) Frangaçıktığı zaman; Anadolu Hattı idaresi; <strong>Ankara</strong>’danKayseri’ye bir demiryolu yapacaktı.1908 senesinde bir fermanla Anadolu DemiryoluŞirketine <strong>ve</strong>rilmiş olan <strong>Ankara</strong>-Sivashattının inşaat imtiyazında mevcut birçokşartlar meyanında Kayseri <strong>ve</strong> Konya hatlarınınvaridatı (gelir) fazlalaşınca, Sivas <strong>ve</strong> Diyarbekir(Diyarbakır) üzerinden Bağdat hattınabağlanacağı kaydı da vardı. Fakat bu inşaatabaşlamak imkanı hasıl olmadı.Nihayet; Umumi Harbin ilanı sıralarındabu hattın kudret <strong>ve</strong> kıymeti anlaşıldı <strong>ve</strong> büyükbir ehemmiyet <strong>ve</strong>rildi.Harbiye Nezaretine merbut (bağlı, ilişik)olarak teşkil edilen “Askeri Demiryollar <strong>ve</strong>Limanlar Müdiriyeti Umumiyesi”nce <strong>ve</strong>“<strong>Ankara</strong>-Erzurum” namı altında başlanan buhat inşaatı, ancak Umumi Harbin ilcaatı (mecburetmeleri, zorlamaları) ile terakki (ilerleme,gelişme) edebiliyordu, <strong>Ankara</strong>’dan İzzettinbeline kadar 125 kilometresi noksansız ikmaledildiği halde, asıl hat malzemesi ferşiyesi(serme, yayma malzemesi) temin, tedarikedilmemişti.Bu kısım (125 km.) üzerinde uzun birmüddet dekovil işletmesi tesis edilmiş <strong>ve</strong>milli mücadele günlerinde pek çok hizmet etmiş,Büyük Gazimizin büyük nutuklarında dabu hizmete işaret buyurulmuştur.Bu hat, milli mücadele senelerinde yenibir teşkilatla Nafıa Vekaleti (Bayındırlık Bakanlığı)emrine alınarak (1924) tarihli bir kanunla(6,5) milyon lira tahsisat kabul olundu<strong>ve</strong> bu tahsisatla “<strong>Ankara</strong>-Sivas” namıyle yenideninşaatına başlandı, yahut inşaatına de-ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>17


vam olundu.Hat; 1925 senesinde 204. kilometredeYerköy’e, 1927 senesinde 382. kilometredeKayseri’ye <strong>ve</strong> hummalı bir faaliyet ile nihayet30 Ağustos 1930’da Sivas’a girmiş bulundu.Sivas’ın işletmeye açılma şenliklerindebulunmak üzere Büyük Millet Meclisi azaları,Ordu Müfettişleri <strong>ve</strong> Kolordu Kumandanları,Şark Demiryolları Umum Müdürü, YüksekMühendis Mektebi, Nafıa Mektebi rektörleri,Devlet Şurası reis <strong>ve</strong> azaları, mühendislikâleminin hemen kısmı azamı, hulasa memleketimizinidare <strong>ve</strong> teşkilat şubelerinin mümessillerikâmilen da<strong>ve</strong>t edilmişti. Da<strong>ve</strong>tlileriSivas’a getirmek için ikisi Haydarpaşa’dan,biri de <strong>Ankara</strong>’dan olmak üzere üç muhtelifkadar tahrik (yola çıkartma) edilmişti.Bunlardan birinci katar (29.8.1930) tarihinde16.30’da <strong>Ankara</strong>’dan hareketle(30.8.1930) günü saat 11.40’ta, (28.8.1930)tarihinde Haydarpaşa’dan 20.00 <strong>ve</strong> 22.45 saatlerindehareket eden iki ayrı katar ise(30.8.1930) günü sırasıyla 13.07 <strong>ve</strong> 15.00’deSivas’a geldiler.Demiryollar siyasetinin azimkâr kumandan<strong>ve</strong> müdafii, mühendislik âleminin büyükhamisi İsmet Paşa hazretleri ile Nafıa Vekilimizi<strong>ve</strong> diğer Vekilleri hamil (üzerinde taşıyan)katar Sivas’a geldiği dakikada, için içinkaynayan heyecanlara bir coşkunluk, bir taşkınlıkgeldi, selam vaziyetinde askeri kıta’larmuzikalariyle, mektepliler neşideleriyle birtoplulukta okunmaya değer şiir) <strong>ve</strong> bütünhalk gözyaşlariyle bu coşkunluğu artırdılar,bir alkış tufanı: (yaşa, sağ ol, var ol) feryatlarıkoptu.”Sivas Garı civarında yapılan kutlama töreniSivas Belediye Reisi Sabri Beyin konuşmasıile başladı. İkinci konuşma ise Sivas NumuneHastanesi Hariciye Şefi Op. Doktor M.Necdet Bey tarafından yapıldı. Necdet Beyinçok duygulu, vatan sevgisi dolu, bir şiir kadarakıcı <strong>ve</strong> günümüz Türkçesine çok yakın olankonuşma metninin bir bölümünü aşağıda aynensunuyoruz.“Adlı <strong>ve</strong> sanlı vatandaşlar,Gözümüz aydın... İşte tren geldi. Anadoluovalarından kıvrıla kıvrıla akıp giden şu demiryoluCümhuriyetin (Cumhuriyet) çelikkoludur. Artık Sivas hiçbir yere uzak değildir.Şimdi <strong>Ankara</strong> bize bir günlük yoldur.Hemşeriler,Toprağın beline niçin çelikten kuşak bağlıyoruz?Dağların bağrını, ovaların göğsünü,derelerin üstünü neden delip deşiyoruz? Nedirbu demirler, bu uzun uzun; bu çapraz çaprazyatan demirler nedir? Nedir bütün bu şeylerinmanası vatandaşlar.Anlatayım:Toprağın beline vatanın bir zerresi bütünündenayrılmasın diye o kuşağı bağladık.Dağların bağrını dertleri nedir diye yarıyoruz.Ovaların göğsünde hazineler arıyoruz. Bu demirleri,bu uzun uzun uzanan, bu çapraz çaprazyatan demirleri vatanın yüreğine Cümhuriyetiperçinlemek için çaktık; çıkmasın diyemıhladık.Vatandaşlar,Bu demirleri toprağın pasını silmek için buyerlere döşedik. Sarı başaklı ekinleri altınaçevirmek için uç uca ekledik.<strong>Ankara</strong>-Sivas arasını on günden bir güneindiren işte bu demirlerdir. Kurak tarlalarla,kıraç ovalara bolluk <strong>ve</strong> zenginlik getiren iştebu demirlerdir. Şimdi bir lira eden bir rupla(tahıl ölçeği) tahılı, yarından sonra beş lirayaçıkaracak işte bu demirlerdir.Bu demir değil, altın yoludur. Artık ekinvatandaşlar. Şu ovanın yüzünü türlü türlü,renkli renkli çiçeklerle süsleyin. Sivas yazılarınınekinleri rüzgâr esdikçe nazlı nazlı sallansınlar.Bu yolun iki yanını uzun boylu yeşilliklerkaplasın. Şu makina bu yolda koşup sıcaklandıkça,ateşin içindeki su ile değil, etrafındakiekinlerin rüzgârıyla soğusun.Arkadaşlar,Yol yerin damarıdır. Nabzı çarpmayan toprakkangren olmuş demektir. Toprağın yaşayabilmesiiçin vücudumuzu saran kan damarlarıgibi onun vücudunu da yol damarları sarmalıdır.Toprağın nabzı, insanınki gibi bir dakikadurmadan işlemelidir. Bir yolun kıymeti18 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


ir derenin değerinden daha az değildir. Birekini yetişene kadar su, yetiştikten sonra yolbesler.Adlı <strong>ve</strong> sanlı Paşa,Yüzünü ilk defa görüyorum. Fakat yüreğini<strong>ve</strong> işini ev<strong>ve</strong>lden tanırım. Gönlüm sanadünden vurgundur. Bir gün vatan işlerindebunalırsan hiç düşünmeden yine bizi çağır,parmağının gösterdiği yere gözlerimizi kırpmadanbaşlarımızı uzatırız.Kutlu Paşa,<strong>Ankara</strong>’ya döndüğün zaman Ulu Gaziyede ki:İçinde dünyanın en büyük kararını <strong>ve</strong>rdiğinSivas’tan geliyorum. Onun ovasında kadınerkek, çoluk çocuk toplandık. Bir ucu <strong>Ankara</strong>’dasenin kalbinde olan Sivas demiryolununaçılma şenliğini yaptık. Sivaslılar senisevgi saygı <strong>ve</strong> göresle (özlemle) andılar.30 Ağustos’ta senin Dumlupınar’da, benimSivas’ta kazandığım zaferi çılgınca alkışladılar.”Necdet Beyin bu duygulu <strong>ve</strong> ateşli konuşmasıtopluluğu galeyana getirdi. İsmet Paşasevinç gözyaşları içerisinde Necdet Beyin elinisıkarak, tebrik <strong>ve</strong> teşekkürlerini ilettiktensonra, bu günün anısına özel olarak imal ettirilerektörene katılan da<strong>ve</strong>tlilere dağıtılmış bulunandemiryolu madalyası göğsünde olduğuhalde, konuşmasını yapmak üzere kürsüyeçıktı.İsmet Paşa sık sık alkışlarla kesilen <strong>ve</strong> halkınbüyük coşku içerisinde dinlediği birbuçuksaat süren konuşmasında; ülkenin iç <strong>ve</strong> dış sorunları,demiryolu politikası, tekel, <strong>ve</strong>rgi vb.konulara geniş bir şekilde değindikten sonra,sözlerini şu sözcüklerle tamamladı.“Bu hatlar Türk işçisinin, Türk fennininçetin <strong>ve</strong> muzaffer bir imtihanıdır. Mühendislerimize<strong>ve</strong> bütün işçilerimize vatan müteşekkirdir.Devletimizin reisi olan Büyük ReisicümhurunAziz namını bu büyük eserin önündeminnet <strong>ve</strong> hürmetle yâd etmek vazifemdir.Onun yüksek adını bu politika münakaşalarıarasında zikretmemek için çok cebri nefsettim.Fakat netice alındıktan sonra uğradığımıztarizleri düşünürseniz yedi seneden beri yürüdüğümüzbu çetin yolun bir hükümetin takatiharicinde kaldığını, yedi senede alınabilen neticelerinhükümetlerin kifayeti mahsulü olmayacağınıtasavvur edersiniz. Doğru bir istikamettebir milleti sebat ile yürütebilmek <strong>ve</strong>ondan böyle muazzam eserler çıkarabilmek,ancak büyük devlet reisinin iktidarı dahilinde?Bu muazzam eser, Gazinin Türk milletineyaptığı sayısız hizmetlerin bir yenisi, bir güzelidir.”İsmet Paşa alkışlandı, alkışlandı <strong>ve</strong> bu alkışuzun süre durmadı. 30 bini aşkın kişinin“Yaşasın Büyük Gazi, yaşasın mübeccel (yüceleştirilmiş)Cumhuriyet, yaşasın İsmet Paşamız”nidaları, Sivas’ın tarih kokan cadde <strong>ve</strong>sokaklarını dakikalarca çınlattı...İsmet Paşa konuşmasının bitiminden hemensonra, saat tam 17.00’de; Sivas’ı medeniyetalemine açacak, şanlı tarihine yeni birsayfa ekleyecek olan tören kurdelesini kesti...O anda üç ayrı hat üzerinde bekleyen <strong>ve</strong> birergelin gibi süslenmiş olan 3 katar, lokomotiflerininbitmek tükenmek bilmeyen düdük sesleriyle<strong>ve</strong> nazlı bir yürüyüşle Tak’ın altındangeçerek, Sivas’ın tarihi kalelerine doğru yavaşyavaş yol almaya başladılar.İşte o anda Anadolu Ajansı da; İsmet PaşanınUlu Önderimiz Mustafa Kemal’e çektiğiaşağıdaki zafer telgrafının metnini tümdünyaya duyuruyordu...Büyük Reisicümhur Gazi Mustafa KemalHazretlerine,(922) senesinde; bu gün, Türk milletinin varlığınıtarihin ebedi köşesine demir pençenizle hakketmiştiniz,930’da aynı gün Türk milletine muazzambir hediye ettiniz ki: bu yeni eserin bin faydasınınbaşındaki manası; Türk milletinin başına onsene ev<strong>ve</strong>l gelen belaların ati için dermanını yarıyarıya kırmış olmaktır.Hükümetin minnet <strong>ve</strong> tebriklerini kabul buyurmanızıdilerim; büyük <strong>ve</strong> muzaffer ReisicümhurHazretleri30 Ağustos 930 Baş<strong>ve</strong>kil İsmetağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>19


MADENCİ YOLUGünerkan AYDO⁄MUfiAz aşağıda, dut ağaçlarının arasında kaynayansoğuk su, nice bağrı yanık Anadolu insanının yüreğiniserinletmişti. Yaz aylarının yakıcı sıcağındaekin deren çilekeş rençberler, bu soğuk suyun soğukluğuile serinlenip gayretleşir <strong>ve</strong> yeniden orağa,tırpana sarılırlardı. Bu suyun az üzerinden geçeneski bir yol vardı; çevrede bu yola “Madenci”ya da “Madence” yolu derlerdi. Aslında tarlalarınarasından kıvrıla kıvrıla uzayarak giden bu yol, nicezamandır yolcusunu kaybetmişti. Üzerinde yabanotları <strong>ve</strong> çeşitli çalılar bitmiş, bu sebepleuzaktan bakıldığı zaman sanki uzayıp giden bir otşeridini andırıyordu Anadolu’da bu yol gibi dahanice yollar vardı; dünün kervan yolları, ordularınakıp gittiği Kral Yolları, Türkmen kollarının geçtiğiakıncı yolları gibi... Bugün o yollar kuş uçmaz,kervan geçmez Anadolu dağlarında ottan bir şeritgibi uzayıp giderler!.. Çoğumuz bunların eski biryol olduğunu bilmeyiz bile... Madenci Yolu’nuben son zamanlarda öğrenmiştim! Çocukluğumungeçtiği bu topraklarda uzayıp giden MadenciYolu’nu Osman Dayı söylemişti bana.* * *Bir <strong>temmuz</strong> ikindisinde, Üç Dutlar’daki soğukpınardan suyumu içmiş, Madenci Yolu’nunkenarındaki bir badem ağacının gölgesine oturmuşetrafı seyrediyordum. Şu kocaman Yazıyıkaplayan altın sarısı ekinler ne kadar da güzeldi!Az ötede tarlasını deren Osman Dayı elinde su kabağıylagelip yanıma oturdu. Bir süre havadan sudankonuştuk. Osman Dayı sözün bir yerindeönümüzde uzayıp giden otlu şeridi göstererek?“Biz artık şu Madenci Yolu’na döndük!” dedi.Orasının yol olduğunu ilk kez o zaman anlamıştım.Meğer orası eskinin işlek bir yolu imiş! Nicetüccar kervanları geçmiş üzerinden. Seferberlikyıllarında Yemen’e, Kafkaslara askerler hep buyol üzerinden gitmişler. Bu yol gece dememiş,gündüz dememiş hep yolcu taşımış. Osman Dayı’nındediği gibi, bugün tek başına, garip <strong>ve</strong> terkedilmiş bir şekilde uzayıp gidiyor... Sanki onunüzerinde geçmişin <strong>ve</strong>rdiği bir yorgunluk vardı.Madenci Yoluna daha bir dikkatle bakmaya başladım!..Ta, karşı sırtlara doğru uzayıp gidiyordu.Üzerinde yeşeren otlar ise yazın kavurucu sıcağınadayanamayarak kurumuşlardı. Yol kenarındasıralanan kayalar artık gün ışığını bile görmüyordu.“Otlar nasıl da üzerlerini kaplamış” dedim.Osman Dayı gülümsedi <strong>ve</strong> “Tabii kaplar, atların,katırların <strong>ve</strong> eşeklerin asırlar boyu döktüğü gübreleronları büyütüyor!”dedi. Ben bu haliyle o yolu,saçı sakalı biribirine karışmış pir-i faniye benzetiyordum.Bugün tek yolcusu olmayan bu yol, geçmişin<strong>ve</strong>rdiği yorgunlukla derin bir sükûta dalmıştı...Nice yolların şimdi neden kullanılmadıklarınıdüşünüyordum. O zamanlar yollar mutlaka tabiatınzorluklarına göre çizilmişti. Ya şimdi, insanoğlubu zorlukları bir kalemde silip atmış, aşılmayandağlara yol açmış, geçit <strong>ve</strong>rmeyen sularaköprüler kurmuşlar. O günün yollarını daha da kısaltmışlardı.Ben bunları düşünürken Osman Dayı,“Ekinlerin kalkmasını bekliyorum!” dedi. Daldığımbu düşüncelerden sıyrılarak Osman Dayı’nınyüzüne baktım, “Ekinler kalkınca ne olacakki?” dedim. Osman Dayı, “Sen burada olursan buyolun son yolcusunu birlikte yollarız...” dedi. Buyolcu kimdi, neyin nesi idi akıl edip de bir türlüOsman Dayı’ya soramamıştım!Aradan bir aya yakın bir zaman geçti; bir günOsman Dayı bir çocukla beni evden çağırttı. Evinevardığımda o kapıda beni bekliyordu, “SeninleMadenci Yolu’na gideceğiz” dedi. Sonra da, “Hatırlarsansana ekinler kalksın, bu yolun son yolcusunubirlikte yollayalım demiştim!” Osman Dayı’nıno gün söylediği sözleri hatırlayı<strong>ve</strong>rdim. Hiçses çıkarmadan Madenci Yolu’na doğru yürümeyebaşladık. On dakika sonra o eski yola ulaşmıştık.Daha önce altın sarısı ekinlerin kapladığı bu kocamanYazıda ekinlerden eser kalmamıştı. Yazıyagarip bir sessizlik çökmüştü! Yolun kenarındaoturduğumuzda kurumuş otların birkaç metrelikyerini birlikte temizledik. Ben uslu bir çocuk gibisöylenenleri yapıyordum. Bir süre sonra OsmanDayı yerinden doğrularak havayı kontrol etti?“Rüzgâr iyi” dedi. Az sonra da cebinden çıkardığıkibritle temizlediğimiz yerden ilerideki otları tu-20 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


tuşturdu. Bir süre yanan otlara baktıktan sonra,“Gel şurada oturalım” dedi. Alevle karışık birduman yolu takip ederek gidiyordu. Az sonra bualev <strong>ve</strong> duman şeridi ta, karşı sırtlara kadar uzandı.Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bu koyuduman çok uzaklardaki bir tepeyi aşmak üzere idiki, Osman dayı, “O gider daha, yolun sonuna varırmı bilemem ama, ardında sadece bir kül, bir dekoyu bir siyahlık bırakır!..” Duman tepeyi aşanakadar oturup birlikte seyrettik. Neden sonra OsmanDayı, “Gayrı son yolcusu da gitti MadenciYolu’nun! Kalkalım...” dedi. Sonra da derindenderine içini çekerek, “Bizim de son yolculuğumuzböyle olacak, geride bir avuç kül koyacağız!..” diyemırıldandı. Birlikte kalkarak e<strong>ve</strong> doğru yola koyulduk.Ben arada bir dönüp karşı sırtlara bakıyordum.Yol boyu süren duman tepeyi çoktan aşıpgitmişti...Bu olaydan yıllar sonra her Madenci Yolu’nauğrayışta, Osman Dayı’yı hatırlıyorum; Onunlahep sessiz, soluksuz konuşuyoruz. Birlikte yolladığımızson yolcunun izleri halen silinmemişti.Ama yol üzerinde yeni yeni otlar yeşermiş <strong>ve</strong> yenidenkurumuşlardı!.. Osman Dayı’nın titrek sesihalen kulağımda çınlıyordu, “Sen bakma bu yeniyollara, bir gün onlar da eskiyecek. Tıpkı MadenciYolu gibi!... Ve insanoğlu yeni yollar arayacak...”E<strong>ve</strong>t, bir insan ömrü gibidir yollar; üzerindenyıllardır gelip gideriz ama bu yolların da bir günöleceğini hiç düşünmeyiz!.. Bugün de üzerindengeçip gittiğimiz nice yollar var ki, bilinmeyenyerlere doğru uzayıp giderler... Kimi gurbete götürüyorbizi, kimi sılaya, kimi savaşa, kimi barışa,kimi de zafere ulaştırıyor. Bu yolların amacı insanoğlunuhedefine en kısa <strong>ve</strong> en rahat bir şekildeulaştırmaktır. Asırlardır yollar bu amaçla açılmıştır.Ama çağlar değişip teknik gelişince, bir debakmışsınız ki bizim en kısa dediğimiz, en rahatyürüdüğümüz yollar uzun gelmeye, can sıkmayabaşlamıştır. İşte o zaman yeni yollar aramaya koyulmuşuz.Ve açılan bu yeni yollardan geçerkeneski yolları hatırlamayız bile... Böylece ulaşılmazdediğimiz hedefler kısaldıkça, aradaki mesafelerde neredeyse bir sigara içimlik zamana dönüşür.Tıpkı Madenci Yolu’nda olduğu gibi. Eski yollardangeriye ise sadece silinmeyen bir kara leke kalır!Öyle değil mi?RAHAT DEĞİLİMAli SEYHUNBugünlerde hiçbir şeyrahatlatmıyor beniNe o,Ne şiir,Ne hüzzam.Bir an gergin yaydaki ok gibiyimVe bir an,Kaplumbağa gibi yavaş, bezginBugünlerde hiçbir şeyrahatlatmıyor beniNe o,Ne şiir,Ne hüzzam.SAATLERAli SEYHUNZaman cellatı saatlerKim peydahladı sizi?Nedir bu aceleniz?Durun, gitmeyinKıymayın banaSevgilim yanımdaağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>21


OYUN VE OYUNCAKDuygu Çataltafl ÇALIfiIROyun; çocuğun dış dünyayı keşfetmesini, doğal<strong>ve</strong> aktif şekilde öğrenmesini sağlayan, taklitbecerilerini geliştiren, günlük yaşantısı, anne-baba<strong>ve</strong> çevresi ile ilişkileri hakkında bilgi <strong>ve</strong>ren biraraçtır. Eğlencenin yanı sıra oyun, çocuk için enönemli “iş”tir. Büyümenin önemli bir parçasıdır.Oyun; çocuğun bedensel, duygusal, sosyal,zihinsel <strong>ve</strong> dil gelişiminde önemli rol oynar.Oyunun çocuğun gelişimine etkileri:Oyun çocuğa; düşünmeyi <strong>ve</strong> kendi başına karar<strong>ve</strong>rmeyi, risk alabilmeyi, sorumluluk almayı,işbirliği yapmayı <strong>ve</strong> paylaşmayı, çevresini araştırmayı,nesneleri tanımayı <strong>ve</strong> problem çözmeyi,dikkatini bir noktaya toplamayı <strong>ve</strong> becerilerini organizeetmeyi, kendisini ifade etmeyi, sözlü olarakifade edilenleri anlamayı, sırasını beklemeyi,başkalarının haklarına saygılı olmayı, kurallara uymayıöğretir.Ayrıca oyun çocuğun; hayal gücünü, becerilerini<strong>ve</strong> yaratıcılığını geliştirir, saldırganlık dürtüsünüboşaltmasını sağlar, değişik sosyal rolleri denemesine,duygularını dışa vurmasına olanak sağlar,dil <strong>ve</strong> kas gelişimini hızlandırır <strong>ve</strong> güçlendirir,sosyalleşme becerisini destekler, problem çözmebecerisini geliştirir.Oyuncak:Gelişimi hızlandıran, hayal gücü <strong>ve</strong> yaratıcılığıdestekleyen, duyuları uyaran oyun malzemelerineoyuncak denir. Oyuncak, çocuğun yeteneklerinigeliştirirken, seçme <strong>ve</strong> karar <strong>ve</strong>rme becerilerinide destekler. Oyuncak, çocuğun renk, şekil,boyut, sayı, büyüklük, ses, yapı <strong>ve</strong> işlev gibi kavramlarıöğrenmesini sağlar.Çocuğun yaş, cinsiyet, ilgi <strong>ve</strong> gereksinmelerinegöre oyun <strong>ve</strong> oyuncak tercihleri de değişmektedir.Yaşlara göre gelişim özellikleri <strong>ve</strong> oyuncaklar:0-6 ay gelişimi: Bebeklerin çoğu doğumdanitibaren dış uyaranlara karşı açıktır. Bu nedenle degörme, işitme, tatma, dokunma, koklama duyularınıngeliştirilmesi gerekir. Bebek, doğduğu andanitibaren görmeye <strong>ve</strong> çevresini algılamaya başlar.İlk 6 ayda çocuk ses, şekil <strong>ve</strong> renklere karşı duyarlıdır.Bu dönemin oyuncakları: Yatağın yanına asılanbez kitaplar, yatağın üzerine asılan dönence,çocuğun rahatça tutabileceği değişik boy <strong>ve</strong> şekillerdeçıngıraklar, ayna, değişik boyutlarda toplar,basınca <strong>ve</strong>ya sıkınca ses çıkaran oyuncaklar…7-12 ay gelişimi: 7. ayda bebek seslere tepkidebulunmaya başlar. Hem kendi çıkardığı hem deyetişkinden gelen sesleri taklit etmeye çalışır.Uzanabildiği her şeyi yakalamaya çalışır. Elinegeçen her şeyi ağzına götürür. Düşen nesnelerdikkatini çeker. 8. ayda daha önce yapmadığı yetişkinhareketlerini taklit edebilir. Oyuncakları tanımayabaşlar. Resimli kitaplara bakar. Neden-sonuçilişkileri kurabilir. 9. ayda oyuncakları birbirinevurarak ses çıkarır. “ce” oyunu oynar. Karşılıklıtop atma oyunu oynayabilir.Bu dönemin oyuncakları: Bir elinden diğerinegeçirebileceği renkli halkalar, küpler, yumuşakbebek <strong>ve</strong> hayvanlar, farklı boylarda toplar, içiçe geçen kutular, üst üste takılan halkalar, basitçizimlerin olduğu renkli kitaplar, sesli-müziklikitaplar, deliklerden atılabilen şekiller, emeklemeyidestekleyecek hareketli oyuncaklar, vurunca-basıncases çıkaran oyuncaklar, banyo oyuncakları…1-3 yaş gelişimi: 12-18 ay arası küpleri üst üstekoyup kule yapabilir. Kitap sayfalarını çevirebilir.Kalemi kavrayabilir. Çocuk şarkılarına eşliketmeye çalışır. Şekilleri uygun deliklere yerleştirir.2 yaşında oyuncakları itip çekebilir. 6-8 küplekule yapar. Dairesel karalamalar yapar. Oyun oynarkenkendi kendine konuşur. Resimli kitaplardakiayrıntılara dikkat edebilir. Şarkılara eşlikedebilir, kendi kendine söylemeye çalışır. 3 yaşında,9 <strong>ve</strong> daha fazla küple kule yapabilir. Hikâyeleridikkatle dinler <strong>ve</strong> anlatmaya çalışır. Ezbere şiir,şarkı söyleyebilir. 10’a kadar sayabilir. Aynıolan nesne <strong>ve</strong> resimleri eşleştirebilir. Oyun hamurundankalıplar çıkartabilir, basit şekiller yapabilir.Parçaları birleştirip bütün oluşturmaya çalışır.Yetişkinin günlük yaşamda yaptığı işleri (yemek,ütü, tamir, temizlik gibi) oyunlarında taklit etmeyebaşlamıştır.22 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


Bu dönemin oyuncakları: İtmeli-çekmelioyuncaklar, farklı sayıda parçaları olan yapbozlar,boyalar (parmak boya, pastel boya, boya kalemleri),boyama kitapları, oyun hamuru, mutfak seti,doktor malzemeleri, tamir aletleri, araba, kamyon,uçak, tren, orta büyüklükte top, kuklalar, üstüste takıp çıkarılabilen bloklar, bisiklet, kova, kürek,telefon, basit, bol resimli hikâye kitapları,bebek elbiseleri, müzik aletleri (davul, piyano,marakas, flüt), suda yüzebilen oyuncaklar, oyuncakbebek arabası, eşleme kartları, hayvan figürleri…3-6 yaş gelişimi: 3 tekerlekli bisikleti pedallarınıçevirerek kullanabilir. Topu atma, yakalama,zıplatma, tekmeyle vurma gibi becerileri içerentop oyunlarında ustalaşmıştır. Kalemi yetişkin gibitutar <strong>ve</strong> başarıyla kullanır. Dramatik oyunu <strong>ve</strong>çeşitli giysiler giyip kılıktan kılığa girmeyi çok se<strong>ve</strong>r;sıklıkla bu oyunları oynamayı tercih eder. 3küple köprü yapabilir. Makas kullanabilir. Basitresimler çizebilir. 20’ye kadar sayabilir. 5 yaşındaörneğe bakarak 6 küple 3 basamaklı merdi<strong>ve</strong>n yapabilir.Çeşitli büyüklükteki boncukları ipe dizebilir.Geometrik şekilleri çizebilir. Resmin sınırlarınıtaşırmadan boyar. Bulduğu her türlü malzemeile yaratıcı şeyler oluşturur. Kalemleri <strong>ve</strong> boya fırçalarınıustalıkla kullanabilir. Hikâyeleri oyunlarındacanlandırır.Bu dönemin oyuncakları: Uygulamalı oyuncaklar(tamir aletleri, temizlik seti, dikiş seti, ütügibi), minyatür oyuncaklar (ev eşyaları, çiftlik seti,askerler gibi), kostümler, oyun hamuru, boyalar,farklı sayıda parçaları olan yapbozlar, inşaoyuncakları, basit kutu oyunları (kart eşleme,renk-şekil-sayı kavramlarının öğretildiği oyunlargibi), abaküs…Oyuncak seçiminde dikkat edilmesi gerekennoktalar:Oyuncaklar günlük yaşamda kullanılan nesnelerinsembolleridir. Bu nedenle oyuncak alırkencinsiyet ayrımı (kızlara bebek, erkeklere top, araba)yapılmamalı, her çocuğun oyuncak dolabındaher iki cinse de ait oyuncaklar bulunmalıdır.Oyuncak seçerken, anne-babanın istek <strong>ve</strong> beğenilerininyerine çocuğun yaşı <strong>ve</strong> becerileriningöz önüne alınmalı <strong>ve</strong> oyuncağın parçaları çocuğunyaşına göre tehlike oluşturmayacak şekildeolmalıdır. Küçük parçası olan oyuncaklar, yetişkingözetimi olmadan çocuğa <strong>ve</strong>rilmemelidir.Tüylü oyuncakların çocuğun ağzına <strong>ve</strong> burnunakaçmamasına özen gösterilmelidir.Oyuncak dayanıklı olmalı, yıkanabilen <strong>ve</strong> zehirsizboya kullanılmış olanlar seçilmelidir.Bebeğin yatağına asılan oyuncaklar iyi monteedilmeli, bebeğin üzerine düşmemesine <strong>ve</strong> iplerininzarar <strong>ve</strong>rmemesine dikkat edilmelidir.Pille çalışan oyuncaklarda pil yuvasının vidaile kapatılmış olmasına dikkat edilmelidir.Sivri uçları, kesici kenarları, parmaklarının sıkışabileceğiek yerleri <strong>ve</strong> gözlerine zarar <strong>ve</strong>rebilecekçıkıntıları olmamalı <strong>ve</strong> sık sık kontrol edilmeli<strong>ve</strong> kırılan paçalar atılmalıdır.Oyuncaklar; bedensel, zihinsel, sosyal <strong>ve</strong> dilgelişim alanlarının tümünü birden destekleyebilecekzengin uyarıcıları içermeli, çok fonksiyonluolmalı <strong>ve</strong> kutuları kilitsiz <strong>ve</strong> çocuğa zarar <strong>ve</strong>recekkapanma mekanizması bulunmamalıdır.Anne-babaların çocukla birlikte oyun oynarkenyapabilecekleri:Anne-babanın çocuğun oyununa katılması ebe<strong>ve</strong>ynlerinçocuğun gelişimini, ilgi <strong>ve</strong> becerilerinigözlemlemesini sağladığı gibi aile bağlarını da güçlendirir.Anne-babası ile birlikte oyun oynayan çocuk,yetişkin yaşamında mutlu bir birey olur <strong>ve</strong> kendiçocuğu ile de oyun oynayabilme becerisi kazanır.Oyun sırasında çocukla göz teması kurulmalı,oyundan keyif alınmalı <strong>ve</strong> çocuğun istekleri önplanda tutulmalıdır. Örneğin; ayna karşısında vücutparçaları gösterilip isimleri söylenebilir, çevredekinesneleri göstermesi <strong>ve</strong> isimlendirmesi istenebilir.Nesneleri <strong>ve</strong> oyun materyallerini tanıması içinfırsat <strong>ve</strong>rilmeli <strong>ve</strong> daha sonra bunları nasıl kullanacağıçocuğa gösterilmelidir.Birlikte kitaplara bakma, müzik dinleme, dansetme, şarkı söyleme gibi etkinlikler yapılabilir.Oyuncakları birlikte toplayabilirler. Bu şekildehem çocuk kendisi ile ilgili bir sorumluluk almışolur hem de yardımlaşma becerisi kazanır.Evdeki artık malzemelerden oyuncaklar yapılabilir.Bu şekilde yapılan oyuncakların çocuk içindaha büyük bir değeri vardır.Oyuncaklar kapaklı kutularda <strong>ve</strong> çocuğun rahatçaulaşabileceği yerlerde olmalıdır.Oyun ortamında çocuğun dikkatini dağıtacakkadar fazla uyaran olmamalıdır.Çocuk oyun oynaması konusunda cesaretlendirilmelidir.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>23


DUT AĞACI DENİLDİ Mİ?Bedrettin KELEŞTİMURDut ağacı üzerine neler yazıldı, neler anlatıldı,neler konuşuldu bilemiyorum... Bildiğimizbir şey varsa, ‘dut ağacının’ odunuyla,yaprağıyla, mey<strong>ve</strong>siyle her bakımdan ‘kültürümüzleiç içe’ ekonomik bir kaynak olduğugerçeğidir.Dünyamız artık, haklı olarak ‘doğal gıdaürünlerine’ yöneliyor. Bu ürünlerimizle ilgiliçok ciddi çalışmalar yapılıyor, ‘yeni sektörler’doğarken, yeni tanımlamaları da beraberindegetiriyor. Bir gözlemci olarak dikkat ederseniz,Anadolu’da yol kenarlarına dikilen dutağaçları; gelen geçen yolcuya gölgelik etmesi,mey<strong>ve</strong>siyle hayrat olması, börtü böceğe,kurda kuşa yem olması gibi doğal bir cazibesivardır.Kaynak bilgileri şöyle alt alta sıralarsak,‘garip yolcunun uğrağındaki’ dut ağacınınfaydalarını şöyle sıralayabiliriz;* Aç karnına yenen beyaz dut barsak solucanlarınıdöker.* Dutun taze yaprakları ile derideki yaralara<strong>ve</strong> burundaki kanamalara tampon yapılırsakanamalar durur.* Ne şekilde tüketilirse tüketilsin iyi birkan yapıcıdır.* Sabah aç karnına yenir <strong>ve</strong> üzerine su içilirsebarsakların çalışması temin edilir.* Beyaz dutun 15–20 gr. yaprağı, 3 su bardağıile kaynatılırsa iyi bir idrar söktürücü olduğugörülür. Bu terkip aynı zamanda ateş dedüşürür.* İştah artırır, enerji <strong>ve</strong>rir.* Kalsiyum, demir, B1, B2 <strong>ve</strong> C vitaminiyönünden zengindir.* Karadut şurubu ya da karadutun yaprak<strong>ve</strong> kabuklarının kaynatılması ile elde edilen sıvıağız <strong>ve</strong> boğaz antisepsisinde, diş eti iltihaplarındakullanılır.Uzmanlar, araştırmacılar ‘gariplerin uğrağındaki’dut ağacının <strong>ve</strong>rdiği mey<strong>ve</strong>de ne kadarbüyük bir enerjinin <strong>ve</strong> şifa kaynağınınsaklı olduğunu hayretli bakışlarla açıklamaktadırlar.Artık Türkiye’den, Elazığ’ın Ulukale’sindendünyanın dört bir yanına ihracatının yapılmayabaşlandığını gördüğümüz bu şifa kaynağında;“ağrı kesici, parazit önleyici, mikropöldürücü, öksürük kesici, terlemeyi artırıcı,idrar söktürücü, yumuşatıcı, balgam söktürücü,kan şekerini düşürücü, tansiyon düşürücü,diş ağrısını giderici, gözle ilgili, göğüs <strong>ve</strong>solunum yolu hastalıklarını iyileştirici, sakinleştirici,kuv<strong>ve</strong>tlendirici” ilmin üzerinde çalıştığı<strong>ve</strong> tanımladığı iyileştirici değerler olduğunugörüyoruz.Gıda uzmanları bizlere, ‘marka bir içecekten’besleyici değeri yüksek bir içecekten sözediyorlar, ‘dut suyu.’Gıda uzmanları bizlere, ‘dut yaprağınınyenebilir’ olduğundan söz ediyorlar. Üzümyaprağından olduğu gibi, ‘taze tut yaprağındansarma’ yapılabileceğini belirtiyorlar.‘Dut unu’ bizim yöremizin bir simgesiolarak bilinen, ‘dut <strong>ve</strong> cevizin birlikte ezilerekkarıştırılmasından’ oluşan hakiki bir enerjilokumudur.Bahar mevsiminin o sıcaklığı, o canlılığıile olgunlaşan ‘dut zamanı’ geldiğinde bizimköylerimizde ayrı bir telaş başlar. O telaşı bütünheyecanıyla yaşamak isterim. İnsanımında, o heyecana daha bilinçli bir şekilde katılmasınıarzu ederim.Dut’un, tamamen organik tek ürün olduğunusöylemeye gerek var mı? Dut ağacındazararlı böceklerin barınmaması, böceklenmeyentek yiyecek olması onu diğer ürünlerdenayıran bir özelliğidir.24 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


Üzüm <strong>ve</strong> dutu sürekli birlikte düşünmüşümdür.Her ikisinin bizim kültürümüzde yeralan zenginliğini de birlikte ifade etmeye çalışmışımdır.“Duta, asma çubuğu aşılandığını”<strong>ve</strong>ya “dut dalından üzüm yendiğini” düşünmemişizdir.Ama ziraat bunun ‘olabilirliğini’bizlere haber <strong>ve</strong>riyor.Dut ürünleri dedik:Hem beyaz <strong>ve</strong> hem de karadutun kurusununözellikle kış aylarında büyük birzevkle, iştahla tüketildiğini biliyoruz.Özellikle, karaduttan elde edilen ‘mey<strong>ve</strong>suyunun’ bizde pek yaygın olmadığını belirtmekisterim.Burada, ‘dut lekesini’ ovalanmış dut yaprağınınçıkardığını <strong>ve</strong> bunun da, leke çıkaranformülün kendisinde saklı olduğunu vurgulamakisterim.Dut pekmezinin, besin değeri çok yüksektir.Halk arasında; kansızlığa, ülser <strong>ve</strong> midehastalıklarına, astım <strong>ve</strong> bronşite iyi geldiği,vücut direncini artırdığı söylenir.Bizim çok güzel atasözlerimiz vardır,“Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas.”Dut yaprağı bizim geleneklerimizde ‘sabrı’temsil eder. “Dut yaprağı açtı soyun, döktügiyin” derler. Bahara düşen ilk nişan dut ağacınadır!Tarihimizde, ‘İpek yolu’ bir medeniyetyolu olarak sürekli anılır. O yola ismini elbetteki, ‘dut yaprağı’ ile beslenen, ondan ‘ipeksalgılayan’ ipekböceği <strong>ve</strong>rmiştir. Ta Çin’denAnadolu’ya uzanan bir yolculuk!O yolculuğu, o kültürü günümüzde ne kadardevam ettirdik <strong>ve</strong>ya ettirme çabasındayız?Yaklaşık ömrü iki ay olan bir ipekböceğinin,tek bir kozasından bin metre uzunluğunda‘ipek teli’ üretilir!Sizlere her haliyle ilham <strong>ve</strong>ren bir ağaç,bir böcek <strong>ve</strong> ders alacağınız gayet tabiibir laboratuvar! Gülcemal Durdu bir şiirinde,“Salladım dut dallarını / Yıldızlar düştü /İpler yaptım yıldızlardan / Taktım Samanyolu’na”diyor.Âşık Veysel’in sözleri hikmet pınarı gibiçağlar, “Gizli dertlerimi sana anlattım /Çalıştımsesimi sesine kattım / Bebe gibi kollarımdayaylattım / Hayali hatır et beni unutma/ Bahçede dut iken bilmezdin sazı / Bülbülkonar mıydı dalına bazı / Hangi kuştan aldınsen bu avazı / Söyle doğrusunu gel inkâr etme/ (…) / Sen petek misali Veysel de arı / İnleşirberaber yapardık balı / Ben bir insanoğlusen bir dut dalı / Ben babamı sen ustanıunutma.”Prof. Dr. Metin Saip Sürücüoğlu, “Türklerinbesin muhafazası için geliştirdiği pekmez;bir taraftan çabuk bozulan üzüm <strong>ve</strong>üzüm şırasının dayanıklı hale getirilmesinisağlamakta, diğer taraftan da tatlı <strong>ve</strong> şekerihtiyacının karşılanmasına yardımcı olmaktadır.Pekmez, mey<strong>ve</strong> şırasının yoğunlaştırılıpkaynatılması ile elde edilen tatlı bir sıvıdır <strong>ve</strong>en çok üzümden yapılır. Üzümün yanı sıra dut,erik, elma, armut, şeker pancarı, karpuz, şekerdarısı, nar gibi mey<strong>ve</strong>lerden de yerel pekmezleryapılmaktadır.”Sürekli bir şekilde ‘ev’, ‘aile’ ekonomisindensöz ettik. Özellikle de yeni istihdamlarınoluşturulmasında <strong>ve</strong> bunların desteklenmesinde,‘bilinçlenmenin’ ne kadar önemliolduğunu sadece, doğal gıda <strong>ve</strong> şifa kaynağı‘dut ürünlerinde’ görebiliyoruz. Türkiye’de,insan <strong>ve</strong> kaynak israfı diye iki kavramı birliktekullanmak isterim.Yıllar boyu, ‘dut, üzüm <strong>ve</strong> kayısı’ şenlikleriyaptık. Mahalli soframızın zenginliklerinibu şenliklerle daha fazla duyurmaya çalıştık.Bilhassa dut <strong>ve</strong> üzüm ürünlerini yaygınlaştırmakiçin patentler aldık, Türkiye’mizin birçokillerinde, ‘birlikler’ <strong>ve</strong> ‘kooperatifler’kurduk! Şuna gayet iyi inanıyorum ki, ‘gıdasektöründe’ Türkiye, kendi dinamiklerini hareketegeçirirse dev adımlar atabilir.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>25


ESKİ KIŞLARM. Günay KARNAKYağışı hoş olur lapa lapa karlarıAlırlar gelberiyi kürü<strong>ve</strong>rirler damlarıSoğuklarda evin buz bağlamış camlarıKüreğiyle açmıştır gideceği yolları.Nerede kaldı o eski soğuk kışlarSobasının üstünde patatesini haşlarSofrasına koymuş türlü türlü aşlarAlır lokmasını yemeğine bismillahla başlar.Sıvar kollarını yoğurur pekmez helvasınıÇağırır komşusunu, ablasını, dayısınıYedikten sonra da kaldırır sofrasınıGelmeyen olursa onlar alırlar havasını.Yemesi hoş olur pestil, ceviz, sucuklarGürül gürül yanar tezek kokan ocaklarGörülmüyor ablalar, Zeynepler, Ayşe bacılarMehmet Çavuş, Adıgüzel Efendi, Kutup Hocalar.Uzungil’de Hüseyin Bey, kardeşi Halimİnanın bunları yazmıyor benim de elimAndiri’de Ejdergil’in genç SelimGelmişken kavununu yiyelim de gidelim.Kuzgeçe’ye vardım Beşir, Polis ile SaniyeHattımgil’in Hüseyin, Hacı Yahya haniyeFayık Uyanık’ın hanımıdır CevriyeFatma ile Latif gelmedi niye.Temürlü’de Kavuncu Ömer ile Kapısız AhmetÖlenin cetlerine çıkaralım rahmetBunları unutanlarda yoktur merhametRahmet olanlara daima edelim hürmetLollar’a gittim hep eski adamlarŞöyle bir baktım çatı olmuş hep damlarKapı önlerinde topluca oturan hanımlarHoca Hasan, Saatçi <strong>ve</strong> yoktu Sırrı DayılarKarşıya geçelim Lömen Ağa, kardeşi SadıkEskileri yazarsak şöyle bir bir tanıdıkAz ilerde Ahmet satırlara vardıkBir çay molasıyla orada kaldık.Lömen Gençaydın, nerde BerberlerTüccar Emi ile ikinci AhmetlerAz yukarı çık Hacı İbrahimlerHaniye Sarı Mehmet ile Hasan Dayılar.Koçan’a vardım Osman ikinciElin almış Demirci Rıza koca çekiciOyunun başında Hüseyin Kah<strong>ve</strong>ciEvleri yok nerde Pireli Bacı.Haniye Necip Beyler, MüllazimgillerBaşağagil’in Zeynep Abla söyler manilerKocan İmamı’nın evinde acaba kimlerBelki de unutulmuştur ismi geçmeyenler.Aşçıbaşıgil ile Postacı ZiyaArabacı ordaymış Fayık’la güyaBunları da gördüm sanki bir rüyaHepsini salı<strong>ve</strong>relim gitsinler suya.Gönderelim bunları geçmesin günlerNe kadar yaşasan boştur bu günlerYaşlansan yoktur senin de elinden tutanlarBu dünyada yorulup mezarında yatanlar.26 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


TürkülerimizAL ALMA TÜRKÜSÜAv. Fikret MEMİŞOĞLUHanife adında bir kızı, Zaza Habibadında bir gencin kaçırması üzerine kızınakrabaları Habib’in peşine düşer <strong>ve</strong> nihayetHanife’yi Habib’in elinden alırlar.Ama Hanife, Habib’in gönderdiği absunlanmış,okunmuş elmalardan birinidişleyerek geri gönderir. Elmayı alan Habib,Hanife’nin kendisinden vazgeçemediğinesevinirse de buna rağmen gelin olacağınıduyarak üzülür. Hanife’nin <strong>ve</strong>fasızlığınakanaat getirecek onun rağmına başkabir güzele gönül <strong>ve</strong>rir. Bunu duyan Hanifebir yandan üzülür, bir yandan da Habib’insevdiği kızın kendisinden çirkin olduğuhalde onunla sevişmesinden dolayıhaline yeriniz.İşin gerçeğini bilip öğrenmeden, birbirlerinenisbet olsun diye iki dostun yaptığıbu <strong>ve</strong>feasızca hareketler onları birbirindenayırır <strong>ve</strong> bilahere hakikat öğrenilincetarafların üzüntüsünü aksettiren yosmalaraşağıdaki türküyü yakarlar.DeyişAl almayı dişledimSapını gümüşledimKardaş geldi <strong>ve</strong>rmedimYâr geldi bağışladımAl alma kızıl almaİrafa düzül almaO yâr bize gelendeCebine süzül almaAl alma dilim dilimGel otur benim gülümNe dedim neden küstünLal olsun arsız dilim.Al almanın dördünüSev yiğidin merdiniSe<strong>ve</strong>rsen bir güzel sevÇekme çirkin derdiniAl almanın beşiniÇevir atın başınıMendilim sende dursunSil gözümün yaşınıAl almayı daldan alDaldan alma elden alDuydum gelin olisinDur ben ölem elden alAl alma dört olaydıYiyene dert olaydıAl almanın sahabıSözüne merd olaydıHarput Halk Bilgileri, Elazığ Kültür Derneği Yayınları, Elazığ - 1995, Sh: 146-147ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>27


BUNU BERABER DÜZENLEYELİMÇOCUKLARIMIZA ŞİİRLERM. Günay KARNAKDALGACI MAHMUTOrhan Veli KANIKİşim gücüm budur benim,Gökyüzünü boyarım her sabah,Hepiniz uykudayken,Uyanır bakarsınız ki mavi.Deniz yırtılır kimi zaman,Bilmezsiniz kim diker;Ben dikerim.Dalga geçerim kimi zaman da,O da benim vazifem;Bir baş düşünürüm başımda,Bir mide düşünürüm midemde,Bir ayak düşünürüm ayağımdaNe halt edeceğimi bilemem.ÇOCUKLUKCahit Sıtkı TARANCIAffan dedeye para saydımSattı bana çocukluğumu.Artık ne yaşım var ne adım;Bilmiyorum kim olduğumuHiçbir şey sorulmasın benden;Haberim yok olan bitenden.Bu bahar havası, bu bahçe;Havuzda su şırıl şırıldır.Uçurtmam bulutlardan yüce,Zıpzıplarım pırıl pırıldır.Ne güzel dönüyor çemberim;Hiç bitmese horoz şekerim!UÇAKLAROktay RIFATUçaklar gelecekmişKorkum yok benimKağıt gemilerimKurşun askerlerim hazırHem bunlar bozulursaBabam yenilerini alırSERÇEMelih Cevdet ANDAYÇamaşır ipte asılıDuran küçük serçemBana acıyarak mı bakıyorsun?Halbuki ben güneşinVe ilk beyaz yaprakların altındaSenin uçuşunu seyredeceğim.UÇAK YOLCULUĞUCahit KÜLEBİBir uçağım olmalı benimBinip üstüne binip üstüneŞu dünyayı gezmeliyim,Gidip Akdeniz sahillerineMerhaba demeliyimSıcak sıcak denizlerdeÇimen gemici çocukları.Bir uçağım olmalı benimBinip üstüne binip üstüneDaha uzaklara gitmeliyim.Ta Fransa’ya, Berlin’e.Selam demeliyim dört iklimden,Hürriyet için döğüşmeye gelenlerÖlümlü günler bitti miÖten tüfekler sustu muKozanlarda sıcak aşlar pişti mi?Bir uçağım olmalı benimBinip üstüne binip üstüneDiyar diyar gitmeliyim.28 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


FIKRALAR‹. Ekrem KATIHasan Ağa’nın YaşıHarput’ta şakacılığı ile ün yapmış, hoşsohbet, muhabbetitatlı Hasan Ağaya ne zaman sorulsa 40 yaşındayımdermiş. Bu iş senelerce devam etmiş. Torunlarıolmuş, yine sorumuşlar, 40 yaşındayım demiş.Günlerden bir gün, Hasan Ağa bir türlü yaşlılığıkabul etmediği için bir çare bulmuşlar. “Eğer muvaffakolursak bu sayede Hasan Ağanın yaşını öğrenmiş oluruz”diye düşünerek doktoru bu işle görevlendirmişler.Doktor da Hasan Ağanın muzip arkadaşlarının hazırladığıtaktik gereğince Hasan Ağaya:- Hasan Ağa, bu <strong>ve</strong>receğim ilaç çok kıymetlidir.Hastanın yaşına göre <strong>ve</strong>rilir. Sen yaşını söyle de onagöre ilaç <strong>ve</strong>relim ki, bir an önce iyileşesin, der.Hasan Ağa:- Ben ne diyem bilmim ki doğtur efendi. Benimyaşım 40 ama sen ilacı 80 üzerinde <strong>ve</strong>r istersen, der.Selam Söliyem mi?Harput’ta zamanın neşeli, hoş, hovarda, meşreptiplerinden Ahmet Dayı, artık o hızlı günlerini geride bırakmış,yakalandığı amansız hastalıktan dolayı Azrail’lesavaşıyordu.Ahmet Dayı ölüm döşeğinde yatarken, başucundabir yandan Kuran-ı Kerim okunuyor, bir yandan da duaediliyordu. Bunu duyan arkadaşları, son bir kez helalleşmekiçin bir araya gelerek Ahmet Dayının evininyolunu tuttular.Bir de ne görsünler. O neşeli adamın yerinde yelleresiyor. Görmeye gelenlerden Çaycı Rıza’ya zamanındaçok çektirmiş olacak ki; Ahmet Dayı’nın bu anındanyararlanıp intikam almak ister <strong>ve</strong>:- Ehmet Dayı, gidicisin herhaldekim. Gidisen babamaselam söle hemi, der.Bunu zor duyan Ahmet Dayı, tüm gücünü konuşmakiçin toparlar <strong>ve</strong>:- Ben baban olduğu yere deeel, anan olduğu yeregidim oğul. Ona da selam söleyem mi Rıza? Der.KekeçBiri kekeme iki arkadaş Mesire’den çıkarken münakaşaederler. Kekeme olmayan küfür eder. Yola devamederler. Gülmez Tepesini aşarlar, kekeme ancakcevap <strong>ve</strong>rir:- Beeeen deee seeenin!..Hülleciİslama göre karısını boşayan birinin, aynı kadınlayeniden evlenebilmesi için, kadını bir başkasıyla nikâhlanıp,gerçek bir evlilik geçirip boşanmış olması lazımdır.Bu uygulamaya “Hülle” adı <strong>ve</strong>rilir.Elazığ’ın köylerinden birinde, önce, “Benden boşolasın” deyip, sonra pişmanlık duyan bir adam vardır.Çaresiz hülle gerekmektedir. Harput’ta “Hafız” namlı,70-75 yaşlarında bir adam vardır. Bizim köylü vatandaşgelip Hafız’ı bulur. Utana sıkıla hülle meselesinianlatır. Hafız kabul eder <strong>ve</strong> nikâh yapılır. Kadın bir günHafız’la beraber kalır. Ertesi günü sabık koca Hafız’ıbulur <strong>ve</strong>:- Hafız efendi, hüküm yerini buldu. Artık garıyı boşada alam gidem, der.Hafız elini kafasının muhannet yerine atar <strong>ve</strong>:- Valla, ben deyim, bi gaç gün daha gala, der.Hasarın Neyse ÖdeyekElazığ’ın meşhur “Yol yemez Nazmi”sini tanımayanyoktur. Herkes, Yol yemez Nazmi’yi Gazi Caddesi’ndemutlaka görmüştür.Bir gün yol yemez Nazmi yine Gazi Caddesi’ndeyolun ortasında yürürken, bir taksi yol yemez Nazmi’yeçarpar. Nazmi yere düşer. Arabayı kullanan gençkorkar, fakat yol yemez Nazmi yerden kalkar, üstünübaşını silkeledikten sonra şoför gence dönerek:- Yeğenim, arabada hasar var mı? Varsa ödeyek, der.Nancuh Değil BuncuhElazığ’ın ova köylerinden şehir merkezine gelinolarak gelen bir kadın, mutfakta yemek yapmaya başlar.Yapacağı yemeğin malzemesi az olduğu için kaynanasınaelindeki malzemeyi göstererek:- Anne, bu malzeme nancuh, yetmez ki, der. Kaynanageline:- Gızım, sen artık şehirli oldun. Nancuh köyde galdı,der. Gelin de:- Ya ne diyem anne? Diye sorunca, kaynana da:- Nancuh değil buncuh gızım, der.Ne dedün TorunumÇocuk, ağzı çok büyük olan ninesiyle bir konuşmaesnasında:- Nene, ağzı küçük olanları evlendirilermiş! Deyince,nine ağzını büzerek:- Ne dedün torunum… ne dedün, demiş.Aynı anda şeker yiyen çocuk yine ninesine takılmış:- Nine şeker mi yersin, evlenmek mi istersin? Diyesorunca, ninesi:- Oğul, nenen hangi dişinen şeker yesin, demiş.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>29


HABERLER30 ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>


DOĞUMLARMAHALLE/KÖYÜ ÇOCUĞUN ADI SOYADI BABA ADI DOĞUM YERİ DOĞ. TARİHİ............................. .......................... ................ ............... ...................Dünyaya yeni gelen yavrularımıza yaşam boyu sağlıklar dileriz.EVLENENLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI EVLENENİN ADI SOYADI EVLENME YERİ EVL. TARİHİ................................... ......................... ........................... .................... ...................Çiftleri kutlar, yaşam boyu mutluluklar dileriz.ağın Temmuz-A¤ustos <strong>2009</strong>31


ÖLÜMLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM YERİ ÖLÜM TARİHİ...................... .......................... ..................... .................. ......................Ölenlere Tanrı’dan rahmet, tüm yakınlarına başsağlığı dileriz

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!