13.07.2015 Views

Yasemin Devrimi Sonrası, Mavi Kapı ve Pencereli Beyaz Evler ...

Yasemin Devrimi Sonrası, Mavi Kapı ve Pencereli Beyaz Evler ...

Yasemin Devrimi Sonrası, Mavi Kapı ve Pencereli Beyaz Evler ...

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Dr. Adnan ÇİMENN.V.İ.G.M. Daire Başkanı<strong>Yasemin</strong> <strong>Devrimi</strong> Sonrası,<strong>Mavi</strong> Kapı <strong>ve</strong> <strong>Pencereli</strong> <strong>Beyaz</strong> <strong>Evler</strong> Ülkesinde 6 GünTunusAkdeniz’in güneyinde, deniz, orman, çöl <strong>ve</strong> bozkırdahil bütün yer şekilleri ile neredeyse bütün mevsimözelliklerine sahip mütevazı bir Afrika (mağrip)ülkesi, yasemin çiçeğinin asaletinde, mavi kapı <strong>ve</strong> pencerelibeyaz evlerin içinde yaşan gizemli bir dünya, garbın,şarkın <strong>ve</strong> mağribin iç içe girdiği zıtlıklar diyarı…M.Ö. 200’lü yıllarda çarelerin tükendiği, yolların Alplerdesarpa sardığı zamanlarda, “ya yeni bir yol bulacağız,ya da yeni bir yol inşa edeceğiz” diyerek çıkış arayan,Romalıları birkaç kez dize getiren, Bursa’nın kuruluş yeriseçiminde bile adı geçen <strong>ve</strong> mezarı Kocaeli Gebze’debulunan, tarihin efsanevi komutanı <strong>ve</strong> “askeri stratejilerinbabası” Kartacalı Hannibal’ın ülkesi… Modern sosyoloji,tarih felsefesi <strong>ve</strong> iktisadın öncüsü, kendi ifadesiyle “Üm-ran İlminin” kurucusu, “Kitâbu’l-İber”in yazarı, tarihinkaydettiği en büyük bilge sosyolog, İbn-i Haldun’un doğupbüyüdüğü <strong>ve</strong> ders <strong>ve</strong>rdiği topraklar…Finikeliler, Romalılar, Aglepler, Fatımilerin hüküm sürdüğü,Yavuz Sultan Selim’in komutanları Kılıç Ali Paşa <strong>ve</strong>Koca Sinan Paşa tarafından İspanyol işgaline karşı Osmanlıyakatılan (1574) kardeş insanlar. 1881 de Fransızişgaline uğrayan, 1956’larda Fransızlardan aldığı özgürlüğünü,önce Habib Burgiba’ya (Burgiba halk arasındahala sevilen bir kişi), sonra 1987’de Zeynelabidin bin Aligibi diktatörlere kaptıran çilekeş insanlar…2011’de Zeynelabidin bin Ali’nin ülkeden gitmesiyleArap Baharı (Batılıların ifadesiyle, <strong>Yasemin</strong> <strong>Devrimi</strong>) denilenOrtadoğu’daki değişim fitilinin ateşlendiği <strong>ve</strong> sürecin* 02-07.06.2013 Tunus Ziyareti İzlenimleri88 idarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013


gezi - incelemeen önemli aktörü Raşid Gannuşi<strong>ve</strong> Partisi Ennahda ileTürkiye eksenli batı <strong>ve</strong> doğu sentezine yelken açan ülke…Bilinen meşhur ifadesiyle,kendilerini Berberi (Tunus’unkadim yerlileri) gibi bağımsızlığa düşkün, Romalı gibimantıklı, Arap gibi romantik, Türk gibi disiplinli, Fransızgibi Avrupalı olarak hisseden insanlar…İşte böyle 10 milyon nüfuslu bir ülkeye, “Yüksek DüzeyliStratejik İşbirliği Toplantısı” kapsamında İçişleri Bakanlığıyladaha önce üzerinde mutabakat sağlanan nüfus,bilgi işlem <strong>ve</strong> mahalli idare alanlarında imzalanacak protokollerinteknik detaylarını görüşmek üzere gidiyoruz.Afrika kıtasında bir Akdeniz ülkesine gitmenin heyecanıyla,ülkeye adını <strong>ve</strong>ren başkent Tunus’a Pazar günü ayakbasıyoruz. Rehberler eşliğinde vasat standarttaki yollardan,boyaları akmış, bakımsız <strong>ve</strong> yer yer mavi pencereliçatısız evler arasından kalacağımız yasemin adındaki otelevarıyoruz. Hava sıcak <strong>ve</strong> yakıcı bir rüzgâr etraftaki toz<strong>ve</strong> poşet parçalarını sağa sola savuruyor.Otele indikten sonra şehirde ne var ne yok deyip, Fransızca,İngilizceyle karışık sorularımıza, Fransızca-Arapçaylakarışık aldığımız cevaplara göre başkent Tunus içlerinedoğru akıyoruz. Bir anda kendimizi çöp içinde alışkın olmadığımızrahatsız edici kokular içinde, yıkık dökük evler,iş yerleri <strong>ve</strong> dilini bilmediğimiz hırpani insanlar arasındabuluyoruz. Yer yer Türkçe kelimeleri çağrıştıran Arapça<strong>ve</strong> Fransızca konuşmalar arasında sokaklarda ilelerkendoğal olarak, Türkiye’den alışkın olduğumuz refleksle“nerde bu devlet” demek geliyor içimizden Afrika sıcağıböyle bir şey dercesine, yakıcı bir güneş altında kavurucubir rüzgâr yüzümüzü yalayıp geçiyor. Rüzgârın savurduğutoz, toprak, kanalizasyon sızıntılarından oluşmuş çamurbirikintileri <strong>ve</strong> bunların dehşet <strong>ve</strong>rici kokuları bizi tahammüledilmez bir atmosfere sürüklüyor.“Bir şehri öğrenmenin yolu sokaklarında kaybolmaktangeçermiş” sözünün anlamına uygun olarak, hem yol bulmayaçalışıyor, hem de sokakta olup bitenleri anlamayaçalışıyoruz. Otobüs durağı olduğu her halinden belli olanbüyükçe bir meydanda, 1960’lardan kalma Köy hizmetleriaraçlarına benzeyen yolcu otobüsleri, her tarafı vuruk,toz, kir <strong>ve</strong> pas içinde aynası <strong>ve</strong> camları bantlarla yapıştırılmışaraçlarla karşılaşıyoruz.Korku dolu bir rüyadan uyanmış olmanın şaşkınlığıyla,soru sorduğumuz insanların sıcakkanlı <strong>ve</strong> sempatik davranışlarıbizi biraz rahatlatıyor. Mahiyetini tam anlamadığımızbu esrarlı sokaklarda, “Türk müsünüz?” anlamınagelen sıcak <strong>ve</strong> samimi tebessümler, Arapça, Fransızca,olmadı İngilizce gibi birkaç dilden yardımcı olmaya çalışanlar,önümüze düşüp gideceğimiz yönü eli dili, kolu,âdeta bütün benliğiyle göstermeye çalışan insanlarla yüzyüze geliyoruz.Karışık duygular içinde merkeze doğru ilerlerken gittikçedüzgünleşen, geniş <strong>ve</strong> bakımlı caddelerin kendini gösterdiğialanlarla karşılaşıyoruz. Daha sonraları adınınHabib Burgiba Caddesi olduğunu öğrendiğimiz büyükçebir meydana geldiğimizde işin rengi daha da değişiyor.Geniş yolların, düzgün kaldırımların olduğu sağlı <strong>ve</strong> solluağaçlarla süslü, modern dükkân <strong>ve</strong> kafelerin olduğu birmekânda buluyoruz kendimizi. Cadde ortalarında yer yeraskeri araçlı koruma ekipleri, polis öbekleri <strong>ve</strong> etrafı telörgülerle çevrili binalar hemen dikkatimizi çekiyor. Birazsoluklanmak <strong>ve</strong> hararetimizi gidermek için cadde üzerindesırlanıp giden güneş şemsiyelikleri altındaki kafelerinbirine yöneliyoruz. Hiçbir özelliğini bilmediğimiz bir yerde,en gü<strong>ve</strong>nilir içecek olan sudan başka ne içilebilir ki?Yine de daha soğuk şeyler sipariş ederken, Tunus’ta kendimizeait bir yakınlık hissediyoruz.Biraz etrafı gözlemleyince, buraların konuşulan dil hariç,1980’lerin Türkiye’sine ne kadar da çok benzediğini farkediyoruz. Sonradan bazılarının Tunus için “Halkı Arapçakonuşan eski Türkiye” dediklerini duyunca, ilk izlenimindeğerini bir kez daha takdir ediyoruz.Daha iki üç saat önce bir kâbusu andıran Tunus, bizesanki kucak açıyor. Kendimizi daha huzurlu <strong>ve</strong> ne olduğunutam bilmediğimiz ama bizden olan bir ortamda hissediyoruz.Bu garip duygular içinde geri dönüş için otel yolututarken, bu kez sanki şehrin esrarını çözmüş, insanlarındilini <strong>ve</strong> duygularını tam anlamış olmanın özgü<strong>ve</strong>niyle,daha vakur adımlarla sokakları geçiyoruz. Gölgenindüşmesiyle hava nispeten serinlemesine rağmen, yine deara sokaklardan gelen rahatsız edici kokular burnumuzu,bağırtı <strong>ve</strong> çağrışalar kulaklarımızı, hiç beklenmedik andakarşımıza çıkan çöp öbekleri gözlerimizi rahatsız etmeyedevam ediyor.İçişleri Bakanlığında Bir Garip GörüşmeSabah erken saatlerde Tunus İçişleri Bakanlığına varıyoruz.Etrafı mülteci kamplarını çevreleyen tel örgülere benzerdikenli tellerle çevrili, polis barikatlarının olduğu birbinadan içeri giriyoruz. Rahat giyimli, dönüşümlü Arapça<strong>ve</strong> Fransız konuşan bir görevli bizi iki insanın zor yürüyeceğidar <strong>ve</strong> dik basamaklı, yapıldığı dönemden beriüzerinde ki harç <strong>ve</strong> boya kalıntıları olan bir merdi<strong>ve</strong>ndenüç kat yukarı çıkarıyor. Daracık koridorları kaplayan,boyaları dökülmüş eski memur maslarının arasından biryetkilinin odasına varıyoruz. Oldukça sıcak <strong>ve</strong> sempatikbir karşılamadan sonra, üzeri boş uzunca bir masanın etrafındayerlerimizi alıyoruz. Heyette bulunan <strong>ve</strong> Fransızcaidarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013 89


konuşan bir kişinin yardımıyla tanıştıktan sonra, yapacağımızişler üzerinde konuşmaya başlıyoruz.Protokol metni üzerinde düzeltme yapmak için uygunmekân <strong>ve</strong> bilgisayar isteyince, Tunus’lu muhataplarımızbirbirlerini yüzüne bakıyorlar. Sonra Bakanlığın dış ilişkilerindensorumlu bayan bir memurun kılavuzluğunda başkabir yetkilinin odasına çıkıyoruz. Yerlerin mozaikle kaplıolduğu nispeten büyük, dosyaların etrafta düzensiz bir şekildesıralandığı bu odada çalışabileceğimizi söylüyorlar.Oda sahibi yetkili <strong>ve</strong> aynı zamandan protokol metni açısındanmuhatabımız biraz gönülsüzce Fransızca <strong>ve</strong> Arapçakarakterle dolu bilgisayarını kullanabileceğimizi söylüyor,ardından İsviçre’den gelen başka bir ekip dolaysıylafazla kalmayacağını <strong>ve</strong> ayrılmak zorunda olduğunu belirtiyor.Bir süre sonrada dediği gibi aramızdan ayrılıyor. Bizodada kendi başımıza kalakalıyoruz. Zaman zaman içerigiren memur <strong>ve</strong> hizmetçiler bir ihtiyacımızın olup olmadığınıFransızca, Arapça bazen İngilizce soruyorlar. Dönüşümlükullandığımız bilgisayarda uzun bir çalışmadansonra metinleri yeniden düzenleyip, Arapça <strong>ve</strong>rsiyonlarınıhazırlamaları için birer suretlerini kendilerine <strong>ve</strong>riyoruz.ABD’nin 300 kişiyle yaptığı işi biz 6 kişiyleyapıyoruz…Akşam Türk büyükelçiliğinde, Türkiye’den gelen heyeteküçük bir kokteyl <strong>ve</strong>riliyor. Neden sonra büyükelçi aramızakatılıp nazikçe heyeti selamlıyor. Türkiye’den gelenBaşbakan, Bakanlar, iş adamları, bürokratlar <strong>ve</strong> yerelyönetim temsilcilerinden oluşan yaklaşık 500 kişilik birheyet için yoğun bir hazırlık içinde olduklarını belirtiyor.Sonra Tunus hakkında ki görüşlerini bizlerle paylaşıyor.Babasının ticari ateşe olması nedeniyle çocukluğunun Tunus’tageçtiğini, buradaki okullarda Fransızca okuduğunubelirten büyükelçi, Fransızların buraları işgal etmeklebir anlamda Tunus’u Afrikalılıktan kurtardıklarını, önemli,gazete <strong>ve</strong> iş adamlarının aslında Fransız yanlısı olduğunubelirtiyor. Osmanlılara büyük hayranlığın olduğunu,insanların soy olarak Anadolu’dan gelmiş olmayı, OsmanlıBey sülalesiyle irtibatlı olmayı bir soyluluk, asaletsaydıklarını, hatta zaman zaman bu konudan düzmeceefsaneler anlattıklarından bahsediyor. Parçalı bir siyasıyapının geleceği belirsiz hale getirdiğini, Tunus’ta kalıcıolmak için işadamı <strong>ve</strong> öğrenci değişimi yoluyla ilişkileringeliştirilmesini belirtiyor <strong>ve</strong> sözü elçilikte çalışanların sayıolarak yersizliğine getiriyor. Toplam altı (6) kişilik kadroylaşanslı olduklarını, Afrika’nın bazı ülkelerinde sayının 2-3dolayında olduğunu belirtiyor.Diğer ülkelerin durumuyla ilgili bir soruya, aynı işleri yapmaküzere ABD büyükelçiliğinde 300, Fransız büyükelçiliğine250 kişinin çalıştığını belirtiyor. Biraz hayıflanma,birazda Tunus için neler yapılabilir yönündeki karışık duygularlaOtelin yolunu tutuyoruz.Daracık Sokaklarda Mağribin Bilgesi İbn-iHaldun’un İzini AramakGezimizin ikinci gününde protokoller üzerinde müzakerelerdebulunmak üzere Türk büyükelçiliğine gidiyoruz.Nispeten daha düzgün iki katlı elçilik binasının duvarlarısüsleyen hat sanatı levhaları arasından ikinci kata doğruçıkıyoruz. İkici katta bizi büyükçe bir Atatürk portresi<strong>ve</strong> yanından duran Türk bayrağı karşılıyor. Görevlininodasında protokoller üzerinde görüş alış <strong>ve</strong>rişinde bulunurken,elçilik görevlilerine yardımcı olmak üzere Türkiye’dengeldiklerini sonradan öğrendiğimiz eli cebindebirkaç beyefendinin boş boş etrafta dolaştıklarını müşahedeediyoruz. Büyükelçilik görevlileri protokollerininhazırlanıp sorunsuz kendilerine teslim edilmesini isterken,konuşulan şeylerin içeriğiyle hiç ilgilenmiyorlar. Garipduygular arasından elçilikten ayrıldıktan sonra İbn-i Haldun’un(1332, Tunus - 1406, Kahire) izlerini aramak içinTunus sokaklarına dalıyoruz.Mağribin yetiştirdiği Tunus doğumlu <strong>ve</strong> dünya tarihiningördüğü ilk <strong>ve</strong> en büyük sosyal bilimci, tarih felsefecisiİbn-i Haldun’un doğup büyüdüğü, ders <strong>ve</strong>rdiği mekânlarıgörmek İbn-i Haldun’dan izler bulmak için ZeytuniyyeMedresesinin bulunduğu semte gidiyoruz. Yüksekçe birtepe üzerinde oval yapılardan oluşan güzel bir belediyebinasının tam karşısında daha sönük, derme çatma binalardanoluşan Başbakanlık binasının yanından Medrese<strong>ve</strong> Camiinin bulunduğu çarşıya giriyoruz. Sanki ölçeğiküçültülmüş, kalite <strong>ve</strong> dizaynı da ona göre ayarlanmıştipik Osmanlı kapalı çarşısıyla karşı karşıya geliyoruz.90idarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013


gezi - incelemeDoğu toplumlarının takı <strong>ve</strong> ziynet eşyası özlemini yansıtanaltın <strong>ve</strong> çeşitli kıymetli taşlarla süslü parıltılı vitrinlerinarasından Zeytuniyye Medresesinin avlusunda buluyoruzkendimizi Avlunun içerisinde bir gü<strong>ve</strong>rcin sürüsü, yem bulmakiçin adete her tarafı kaplamış durumda. İnce işçilik<strong>ve</strong> taş kemerlerle süslenmiş avlunun yanında dikdörtgenşeklinde inşa edilmiş üzerinde çok güzel taş süslemelerinolduğu, Türkiye’den alışkın olduğumuz minarelerin dışındabir minare dikkatlerimizi kendine çekiyor. Yüzyıllardanberi birçok olaya şahitlik eden Zeytuniyye Camii’nin tabanınıkaplayan basit hasır örtüler, bu örtüler üzerine gelişigüzel dizilmiş cemaat ayakkabıları, bu tarihi mekânıniçinde oldukça iğreti duruyor. Bu cevheri çaputa sarmakgibi bir şey. Sonradan öğrendiğimize göre Camii içerisindekonusuna göre çeşitli ders halkaları oluşturuluyor <strong>ve</strong>yüzyıllardan beri bu gelenek sürüp gidiyormuş.Camii avlusunda bulduğumuz Fransızca-Arapça <strong>ve</strong> bazençat pat İngilizce konuşan birine İbn- i Haldun’u soruyoruz.Adam telaş içinde ne yapmak istediğimizi anlamayaçalışıyor. Sonra büyük bir memnuniyetle bizi çarşınıniçinde bir yerlere götürmeye başlıyor. Önce İbn-i HaldunKülliyesi denen bir mekânın kapısı önünde duruyoruz.Çeşitli sorular sonunda buranın, adı İbn-i Haldun olansonradan yapılan bir mekân olduğunu anlıyoruz. Israrlaİbn-i Haldun’un doğup büyüdüğü bir yerin olup olmadığısorunca, gönüllü kişi esnaftan başkalarını derdimizi onaanlatıyor. Oda tamam der bir edayla çarşı içerisinde yürümeyebaşlıyor. Çarşıyı çıktıktan sonra, uzun avlu duvarlarıylaçevrili, yer yer kemerlerle birbirine bağlanmış, kirlibeyaz renkte, yıkık dökük sokaklar arasında, çöp öbekleriiçinden pis su sızıntılarının ıslattığı taş zemin üzerinden,çocuk koşuşturmaları arasından dar <strong>ve</strong> uzun bir sokağayöneliyoruz. Bir kilometrelik bir mesafe içinde aynı mekânınboğucu <strong>ve</strong> sıkıcı atmosferinde derme çatma, üzerindeküçük bir kubbesi olan giriş kapsında küçük iki sütunladesteklenmiş bir binanın önüne geliyoruz. Bize eşlik edenkişi buranın İbn-i Haldun’un ders anlattığı yerlerden biriolduğunu söylüyor. Bina duvarına yapıştırılan biri sarı, biride küçük bir mermer levha üzerine yazılmış iki Arapça kitabedeİbn-i Haldun’la ilgi açıklamaların yer aldığını bizeanlatıyor.İbn-i Haldun’un doğup büyüdüğü evi sorduğumuzda etrafındakiesnaftan aldığı yardımla biraz daha ileriye yürümemizerağmen, ilgili kişi tam emin olamayınca geridönmek durumunda kalıyoruz. İbn-i Haldun’un evinibulamamanın şaşkınlığı <strong>ve</strong> burukluğu içinde geldiğimizyollardan geri dönüyoruz.Gezinin üçüncü gününde Tunus Dışişleri Bakanlığındamuhataplarımızla protokolleri görüşmeye gidiyoruz. Epeybir yolculuktan sonra, geniş bir bahçe içerisinde modernİbn-i Haldun’un evinin bulunduğu sokakbir görünüme <strong>ve</strong> mimariye sahip bir binanın büyükçe birlobisinden, genişçe bir salona geçiyoruz. Bize söylenensaatte orada olmamıza rağmen, hem Tunus Türk büyükelçiliğindenhemde Tunus Dışişleri Bakanlığından kimseciklerortalıkta gözükmüyor. Yarım saatlik bir beklemedensonra muhataplarımız sallana sallana salona geliyorlar.Uzun bir koşuşturma, gitme <strong>ve</strong> gelmelerle beraber nihayetmüzakerelere geçiyoruz. Sadece üzerinde anlaşmasağlanan protokollerin <strong>ve</strong> sorun olan bazı protokollerinisimleri sıralanarak, küçük birkaç diyalogla toplantı sonlandırılıyor.Toplantıdan sonra doğruca Türkiye büyükelçiliğine gidiyoruz.Elçilik görevlileri anlaşma metinlerinin basılacağımatbu kâğıtları bize bin bir mihnetle <strong>ve</strong>rip metinlerin bunlarabasılması gerektiğin söylüyor, ellerinde yeteri miktardakâğıt olmadığı için, itina ile kullanılması için hassatenricada bulunuyorlar. Matbu kâğıtlarla beraber Tunus İçişleriBakanlığına yöneliyoruz. Ortalıkta bir yetkili bulmayaadeta imkân yok. Birkaç girişimden sonra dış ilişkilerdensorumlu memur gelip daha önce çalıştığımız bilgisayarıgösteriyor. Büyük uğraşlardan sonra protokol metinlerininmatbu kâğıtlara yeniden basıyoruz. Bunca lüzumsuz işleuğraştıktan sonra, gelmişken bizim büyükelçiliğin pazaralış<strong>ve</strong>rişini de yapsaydık diye espri yapanlar oluyor. Aslında500 kişilik bir kafileyi karşılamanın zorluğu nedeniylebüyükelçilik personelini anlayışla karşılıyoruz.Yaban Ellerde Başbakan KarşılamakAkşam saatlerine doğru Başbakanımız Sayın Recep TayyipErdoğan <strong>ve</strong> İçişleri Bakan Yardımcısı Sayın Osmanidarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013 91


İbn-i Haldun adına basılan bir pul698 yılında inşa edilen Zeytuniyye Camii <strong>ve</strong> MedresesiGüneş’i karşılamak üzere Tunus Cumhurbaşkanlığı Sarayınayakın özel bir havaalanına gidiyoruz. Kalabalık ortamdakoşuşturmalar devam ederken, Tunus Başbakanıeşiyle beraber mütevazı bir eskortla havaalanına geliyor.İktidar parti mensupları <strong>ve</strong> çoğunluğu Dışişleri bürokratlarındaoluşan kalabalıkta heyecan emaresi görme imkânıbulunmuyor. Tablo, Türkiye’deki konuşmasında “eskitamamen ölmedi, yeni de tamamen doğmadı” diyenTunus Cumhurbaşkanının sözlerini aksettiriyor adeta. Biryandan çekinken <strong>ve</strong> şüpheli bakışlar, bir yandan sıcak <strong>ve</strong>tebessüm eden yüzlerle göz göze geliyoruz. Derken Türkkafilesini taşıyan ilk uçak havaalanına iniyor. Türk heyetindenönce gelen Türk kafilesinde bulunan kişiler adetauçağın etrafını sarıyor, elinde elbise askısı, hediye kolisi,bavul, valiz sağa sola koşuşturanlar. Her tarafı bir izdihamkaplıyor.Bir müddet sonra Sayın Başbakanımızın uçağı havaalanınageliyor. Askeri törenle karşılanıyor, Başbakan kalabalıklatokalaşıyor, Uzayıp giden kuyrukta nihayet sırabize geliyor. Otelde İçişleri Bakanı ile kısa bir görüşmeyapılıyor, klasik bildik hoş geldiniz, sizleri çok seviyoruzkonuşmalarından sonra karşılıklı hediyeleşmelerle yenidenTunus Merkezdeki otelimize dönüyoruz.Ertesi gün, çeşitli alanlarda işbirliğini içeren 21 protokol,geniş bir basın mensubu <strong>ve</strong> katılımcıların huzurunda imzalanıyor.Nüfus alanındaki protokolü Dışişleri BakanımızSayın Ahmet Davutoğlu imzalarken bizde bu tarihi anıkendi amatör fotoğraf makinemizle kaydetmeye çalışıyoruz.Soru-cevap faslına geçince Türkiye’deki Gezi Parkıolayları gündeme geliyor. Aslında Tunus’ta olduğumuzsürede yerli <strong>ve</strong> yabancı kanallar Türkiye’deki olayları çeviripçevirip abartarak sürekli yayınlıyorlar. Türk olduğumuzanlayanlar bize hemen olup bitenleri soruyor. Birçok insanbize dua ettiğini söylüyor. Soru-cevap faslında işte yaşadığımızbu durumu <strong>ve</strong> psikolojik ortamı yeniden hissediyoruz.Türkiye’den çok uzakta olmamıza rağmen, buradaki olayları, aynen yaşar gibi hissediyor olmak çok garipgeliyor. Şüphesiz bunun altında dijital teknoloji <strong>ve</strong> iletişimimkânlarının geldiği boyut bulunuyor. Öyle ki haberlerinyapıldığı salonda olmamıza rağmen, kaçırdığımız gelişmelerio salondan bulunan <strong>ve</strong> Türkiye’ye haber geçenmuhabirlerin haberleriyle anında takip edebiliyoruz.Bir kez daha İbn-i Haldun’un İzindenTören bitince doğrudan İbn-i Haldun’u aradığımızmekânlara dönüyoruz. Daha önce karşılaştığımız gibibaşka esnaflar aynı sıcaklığı <strong>ve</strong> yakınlığı bizden esirgemiyor.Ancak bu kez şansımız ya<strong>ve</strong>r gitmiyor. Ömürleriburada geçen çarşı esnafı, İbn-i Haldun’la ilgili sorularaboş gözlerle bakıyor <strong>ve</strong> adeta boyun büküyorlar. Derkenara sokaklara yeniden dalıyoruz <strong>ve</strong> daha önce İbn-iHaldun’un ders <strong>ve</strong>rdiği yapının önüne yeniden varıyoruz.Çevrede bulunan bakkal, mevcut binanın hemen 100metre ötesinde buluna evin İbn-i Haldun’un evi olarakdevlet tarafından satın alındığını, kapsına kilit vurulupkendi haline terk edildiğini söylüyor.Denilen yere doğru yürüdüğümüzde gerçekten üzerindekiArapça kitabe ile buranın İbn-i Haldun’un doğupbüyüdüğü ev olduğunu öğreniyoruz. Daha önce buralarageldiğimiz bu levhayı görmeyişimize hayıflanmanınyanında, yaklaşık 650 yıl aradan sonra hala büyük birilgi ile okunan “Mukaddimenin” müellifi, büyük tarih felsefecisi<strong>ve</strong> sosyolog İbn-i Haldun’un böyle ıssız <strong>ve</strong> metruk92 idarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013


gezi - incelemebir yerde unutulmaya terkedilmiş olması bizi ziyadesiylemüteessir ediyor. Batı kapılarında ilim irfan dilenen Doğutoplumları bağırlarından yetişen büyük bilim adamlarınındeğerini maalesef takdir etmekten ne kadar uzak. Belkide Doğunun geri kalmış olmasının en büyük sebebi kendinitanımıyor olması, cehalet <strong>ve</strong> aşağılık kompleksleriyleyaban ellerde çareler aramasında yatıyor. Kim bilir?<strong>Mavi</strong> Kapılı <strong>Beyaz</strong> <strong>Evler</strong>in Yurdu Sidi Bou SaidTürkiye’ye dönüşümüzün son gününde kalan zamanı değerlendirmeküzere maceralı birkaç taksi pazarlığındansonra mavi kapı <strong>ve</strong> pencereleri beyaz evlerin olduğu SidiBou Said’e gidiyoruz. Akrep <strong>ve</strong> benzeri haşerenin mavirenklerden uzak durması nedeniyle, evlerin kapı <strong>ve</strong> pencerelerininbu renge boyandığı söyleniyor. Başka bir görüşegöre 1900 yıllarda burada yaşayan bir Fransız ressamınönerisi üzerine mavi-beyaz renk benimseniyor. Bubölgede evlerin bu şekilde olması kanuni zorunlulukmuş.Boyacılardan “Sidi Bou Said” renkleri özel isteniyormuş.Başkent Tunus merkezine 30 km uzaklıkta, sahilde bulunanbu yerler, Tunusun önemli bir turizm mekânı niteliğinde.Buralarda turist kafilesi <strong>ve</strong> satıcılardan başka kimseyigörmek nedeyse imkânsız. Türkçe konuşmamızdan olacakki bir-iki metre yaklaştığımız dükkân sahipleri Türkiyedeyip Mustafa Sandal’dan Galatasaray <strong>ve</strong> Erdoğan’akadar ne biliyorlarsa arka arkaya sıralıyorlar. Hoşumuzagidiyor, ancak olayın bir şeyler satmaya yönelik klasik birtaktik olduğunu satıcıların yakamıza sakız gibi yapışmalarındananlıyoruz.<strong>Mavi</strong> renkteki kapı <strong>ve</strong> pencereli beyaz evlerin bahçe duvarlarınsüsleyen yasemin çiçekleri arasında Sidi BouSaid turistik sokaklarını turlamaya başlıyoruz. Yüksekçebir noktadan deniz <strong>ve</strong> Tunus manzaralarını seyrettiktensonra, geri dönüş için bir taksi bulup otele dönüyoruzYolda taksi şoförünün Arapça <strong>ve</strong> Fransızca karışık, zamanzaman üç-beş kelime İngilizceye çevirdiği konuşmasındaTunus <strong>ve</strong> Türkiye üzerine diyaloglar kuruyoruz.Derken uçağa binmek için havaalanına doğru yola çıktığımızda6 gündür yaşadıklarımız birer filim şeridi gibigözlerimizin önünden geçiyor. 6 günlük kısa bir zamandilimi içinde Tunus’u ne kadar tanıyabilmiştik, görülmesi,duyulması <strong>ve</strong> bilinmesi gerekenlerin ne kadarına vakıfolabilmiştik? Şüphesiz buna e<strong>ve</strong>t demeye imkân yok. Ancak,çok güzel intibalarla buradan ayrıldığımız bir gerçek.Arap Baharını başlatan bir ülke olarak Tunus’ta sularındurulduğunu söylemeye imkân yok. Hatta sokakların perişangörüntüsü <strong>ve</strong> kamu hizmetlerinin aksamasını eskiyönetiminin gizliden gizliye direnmesine bağlayanlar var.Çok ilginç şekilde Tunus’ta kendine karşı devrim yapılanmutlu azınlığın temsilcileri Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarınademokrasi adına destek <strong>ve</strong>riyorlar. Hatta Türk heyetininolduğu günde küçük bir gösteri bile düzenlediler.Netice-i KelamSanki Tunus’la her şeyimiz ortak <strong>ve</strong> aynı gibi görünüyor,ancak ne dil, ne düşünce nede görüntü açısından paylaştığımızhiçbir şey yok gibi. Çok garip bir durum. Bugariplik, hem Tunus için çok şey yapmamız gerektiğini,hem de buralar için ne yapılsa değer hissini <strong>ve</strong>riyor insana.Türkiye’den alışkın olduğumuz şekliyle Müslüman birmemleket olmasına rağmen, buralarda ne camii minaresigörülüyor, nede camii çevresi dışında ezan sesi duyuluyor.Ucuz bir ülke. Başta benzin olmak üzere her şey Türkiye’denkat kat ucuz. Hele taksi fiyatları tam evlere şenlik.Saatlerce yol gidiyorsunuz, ödediğiniz ücret üç-beş TunusDinarını geçmiyor. 307 yıl buralarda kalmasına rağmenözellikle aramadıkça Osmanlıdan adeta eser yok. OysaFransızlar 75 yıl içinde başta dil olmak üzere giyim, kuşam,davranış, sokak levhası <strong>ve</strong> isimlerine kadar her şeyedamgasını vurmuşlar. Öyle ki otelde karşılaştığımız Tunusasıllı bir anne çocuğunu Fransızca azarlıyordu. Sokaklarda<strong>ve</strong> kapalı mekânlarda herkes bağırıyor, herkes kendidediğinin duyulmasını istiyor, muazzam bir gürültü, hattauğultu her tarafı sarıyor. Sanıyorsunuz ki kavga <strong>ve</strong> kargaşaçıkması an meselesi, ancak çok mutedil insanlar,kimsenin kavgaya hiç niyeti yok.Yıllar geçse de Tunus ziyaretinin tatlı bir hatıra olarakhafızalarımızda yer alacağı bir gerçek…Bir buçuk aylıkArapça kursuna rağmen, taksi şoförleri, esnaf <strong>ve</strong> yetkilerlecanhıraş Arapça konuşan, Tunus’ta adeta bizim gönüllükılavuzumuz olan Beyefendi kişiliğiyle Ali Abinin, heyetiçinde yer alan nazik can-ciğer, yol arkadaşları Ayhan <strong>ve</strong>İlker Beyin, akıcı Fransızcası <strong>ve</strong> hareketliliğiyle Deniz Beyinzihnimde hep tatlı hatırası olacak. Birde bizi programlarataşıyan, zaman zaman kızıp başını gözünü sallayan, dudağındahiç tebessüm görmediğim, yine de iyi bir insanolduğuna inandığım şoför Beşir’i <strong>ve</strong> şekerli çamuru andırannaneli çayı unutmaya imkân olmayacak herhalde.idarecinin sesi - Mayıs - Haziran / 2013 93

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!