07.12.2012 Views

Başlıklar - İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Başlıklar - İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Başlıklar - İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Artun Ünsal<br />

lıklı konaklarında da zaten genelde mutfak içeride değil, bahçenin bir bölümünde<br />

ayrı bir mekânda bulunurdu. Kısacası, sadece gâribanlar değil, sıradan <strong>İstanbul</strong>luların<br />

önemli bir bölümünün, evlerinde yemek pişirmeye ne maddi güçleri<br />

ne de teknik donanımları yettiğinden, zorunlu gereksinmelerini dışarıdan, belki<br />

biraz kalitesiz ama ucuza, karşılamaya yönelmeleri doğaldı.<br />

Çarşı, pazar söz konusu olunca, elbette dönemin yönetimi de halkın aç kalmamasına,<br />

karnını olduğunca ucuza doyurmasına dikkat edecekti. Bizans ta böyleydi,<br />

Osmanlıda da öyle. Bu nedenle, ister sabit mekânlarda ister gezginci satıcı<br />

tezgâhlarında, resmi makamlarca ilan edilmiş fiyatların sabit tutulması, esnaf<br />

kâhyâları <strong>ve</strong> onların üstü konumundaki muhtesipe bağlı kamu görevlilerin sıkı<br />

denetimiyle gerçekleşiyordu.<br />

1550’lerde <strong>İstanbul</strong>’a gelen Bohemya’lı Alman gezgin Hans Dernschwam bakın<br />

neler gözlemliyordu: “Türklerin çoğu alelâde aşevlerinde yerler. Başlıca yemekleri<br />

çorba bulgur, bezelye, mercimek, taze <strong>ve</strong> kuru fasulye <strong>ve</strong> benzeri şeylerdir. Bu<br />

yemeklerde bir parça koyun eti bulunur. Sığır eti sevmezler <strong>ve</strong> yadırgarlar. Pirinç<br />

çorbaları çok nefistir.” Dernschwam, aslında zerde’den söz ediyor, nitekim “safran<br />

katarak sarı bir renk <strong>ve</strong>rirler, şekerle de tatlandırırlar” diyordu. “Şerbet içebilen<br />

kimseler ancak efendilerdir. Şerbet suya şeker <strong>ve</strong>ya bal katılarak” yapılıyordu.<br />

<strong>İstanbul</strong> <strong>ve</strong> Anadolu’ya Seyahat Günlüğü’nün yazarı Dernschwam, “Türkler<br />

balık pişirmesini <strong>ve</strong> balıktan ne gibi yemekler yapılacağını katiyen bilmezler. Bu<br />

yüzden de sık sık balık yemezler. Balığı ekseriya hristiyan <strong>ve</strong> yahudiler satın alıyor.<br />

<strong>İstanbul</strong>’da özel bir balık pazarı bile var” derken belki biraz abartıyordu, ama<br />

gözlemlerinde büyük ölçüde gerçek payı da vardı.<br />

XVI yüzyıl <strong>İstanbul</strong>’unu, Evsâf-ı <strong>İstanbul</strong> adlı ünlü eserinde betimleyen Latifî yi<br />

(1491-1582) de ihmal etmeyelim. Latifî, Nermin Suner’in günümüz Türkçesine<br />

aktardığı bu yazma eserinde, örneğin, Tahte’l-kale (Kale altı ya da Sur dibi sözcüğü<br />

halk dilinde Tahtakale’ye dönüşmüştür) semtini anlatırken, her yerde yiyecek, içecek<br />

<strong>ve</strong> tatlı satın alınabilecek dükkânlar olduğuna dikkat çekiyor; çevirmeler, kavurmalar,<br />

mezelik turşular, zerde, keşkek’in (herise) yanı sıra, sükkerî elma (elma<br />

şekeri), ayva, helva, sükkerî börek <strong>ve</strong> revgani çöreklere (revani) değiniyordu.<br />

Et dendiğinde ise akla koyun <strong>ve</strong> kuzu eti gelirdi. XVII. yüzyılda da bu öncelikler<br />

pek değişmeyecekti. Sığır etinden ise genelde pastırma yapılırdı. Görece pahalı<br />

. 389 .

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!