Abant Tıp Dergisi Cilt: 1 - Sayı: 1 Yıl: 2012
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
e ISSN: 2147-1800<br />
Yüz bölgesi distraksiyon osteogenezis uygulamaları<br />
Furkan Erol Karabekmez, Celal Irgın, İbrahim Sağlam, Metin Görgü 1-7<br />
Butterfly kıkırdak greft miringoplasti sonuçları<br />
Tayfun Apuhan, Mehmet Onur Kaya, Tuğçe Şimşek, Hasan Kazaz 8-12<br />
Bolu yöresi el yaralanmalarının epidemiyolijisi: retrospektif klinik çalışma<br />
Kaan Gideroğlu, İbrahim Sağlam, Hüsamettin Çakıcı, Kutay Engin Özturan, Melih Güven,<br />
Metin Görgü 13-15<br />
Antibiyotik ilişkili ishal olgularının değerlendirilmesi<br />
İsmail Necati Hakyemez, Funda Şimşek, Taner <strong>Yıl</strong>dırmak, Burçak Yöntem, Ali Aksu 16-17<br />
Nükleer matriks protein 22'nin mesane kanserli hastalarda rekürrensleri<br />
belirleyebilme yeterliliği<br />
Emin Savaş Kılavuz, Mehmet Tosun, Ahmet Rıza Uras 18-22<br />
EDİTÖR<br />
Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />
Editör Yardımcıları<br />
Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />
Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />
Yrd. Doç. Dr. Furkan E. KARABEKMEZ<br />
Sebepsiz kişilik değişiklikleri ile başlayan glioblastome multiforme: bir olgu<br />
sunumu<br />
Yaşar Dağıstan, Emine Dağıstan, Mehmet Salih Güney 23-25<br />
Portal ven agenezisi: olgu sunumu<br />
Cemalettin Güneş, Ahmet Afşin Kundak, Tevfik Demir, Hafza Uçur, Fatma Akci 26-27<br />
Duplike sistemde dev üreterosel ve aynı üretere reflü: olgu sunumu<br />
Adnan Gücük, Ufuk Öztürk, Can Tuygun, İsmail Nalbant, Abdurrahim İmamoğlu 28-29<br />
Kronik lenfositik lösemili olguda JAK 2pozitif kronik myeloproliferatif<br />
neoplazi (polisitemia vera) birlikteliği: nadir bir olgu<br />
Murat Bayram, Vildan Özkocaman, Fahir Özkalemkaş, Rıdvan Ali, Gönül Irmak, Taner Aydın,<br />
Savaş Aksoy, Ahmet Tunalı 30-31<br />
Deli bal zehirlenmesi; ne kadar gözleyelim?<br />
Emine Binnetoğlu, Sevim Dindar, Erkan Şengül, Nuray Kahraman Ay 32-34<br />
İntrakraniyal lipomun tanı ve tedavi yönetiminde BT ve MRG<br />
Fahri Halit Beşir, Fuat Özkan 35-36<br />
Nadir bir olgu; Prunne-Belly sendromu<br />
Ramazan Büyükkaya, Ayla Büyükkaya, Ayhan Sarıtaş, Beşir Erdoğmuş 37-38<br />
www.abantmedj.com<br />
ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ YAYIN ORGANI
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
SAHİBİ<br />
Prof. Dr. Hasan KOÇOĞLU<br />
EDİTÖR<br />
Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />
EDİTÖR YARDIMCILARI<br />
Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />
Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />
Yrd. Doç. Dr. Furkan Erol KARABEKMEZ<br />
ULUSLARARASI YAYIN KURULU<br />
Muhammad ABDUL-GHANI, ABD<br />
Kazuo MATSUMOTO, Japonya<br />
William T. MCBRIDE, İngiltere<br />
Enver OZER, ABD<br />
Veysel TAHAN, ABD<br />
ULUSAL YAYIN KURULU<br />
Prof. Dr. Kenan GÜMÜŞTEKİN<br />
Prof. Dr. Erol KISMET<br />
Prof. Dr. Yalçın TÜZÜN<br />
Doç. Dr. Mesut ERDURMUŞ<br />
Doç. Dr. Safiye GÜREL<br />
Yrd. Doç. Dr. Alim ERDEM<br />
Yrd. Doç. Dr. Ümit Yaşar TEKELİOĞLU<br />
DİL EDİTÖRÜ<br />
Yrd. Doç. Dr. Tülay ÖZLÜ<br />
Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOSUN<br />
BİYOİSTATİSTİK EDİTÖRÜ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ali Evren TUFAN<br />
KAPAK DİZAYNI<br />
Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />
PDF DİZGİ VE MONTAJ<br />
Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />
SEKRETERYA<br />
Murat ERASLAN
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
BİLİMSEL KURUL<br />
Hayrettin AKDENİZ, Bolu<br />
Fuat AKPINAR, Bolu<br />
Tayfun APUHAN, Bolu<br />
Hüseyin ARINÇ, Kayseri<br />
Yusuf AYDIN, Düzce<br />
Mehmet Akif BÜYÜKBEŞE, K.Maraş<br />
Mehmet CESUR, Gaziantep<br />
Serdal ÇELEBİ, Bolu<br />
Fatih DEMİRCİOĞLU, Bolu<br />
Bünyamin DİKİCİ, Düzce<br />
Ahmet DİLEK, Samsun<br />
Ali İhsan DOKUCU, İstanbul<br />
Arif DURAN, Bolu<br />
Ahmet DUYMAZ, Antalya<br />
Melih Engin ERKAN, Düzce<br />
Ali Akçahan GEPDİREMEN, Bolu<br />
Hüseyin GÜNDÜZ, Sakarya<br />
Nimet KABAKUŞ, Bolu<br />
Mustafa KANAT, Bolu<br />
Başak KANDİ, Bolu<br />
İsmail Hamdi KARA, Düzce<br />
Kazım KARAARSLAN, İstanbul<br />
Oğuz KARABAY, Sakarya<br />
Mehtap KARAMEŞE, Konya<br />
Erkan KARATAŞ, Malatya<br />
Ahmet KAYA, Ordu<br />
Gökhan KIRBAŞ, Diyarbakır<br />
Esra KOÇOĞLU, Bolu<br />
Uğur KORKMAZ, Kocaeli<br />
Aysel KÜKNER, Bolu<br />
Fatih OĞHAN, Kütahya<br />
Hülya ÖZTÜRK, Bolu<br />
Fahrettin TALAY, Bolu<br />
Ali TAMER, Sakarya<br />
Ramazan TOPSAKAL, Kayseri<br />
Fatma TÖRE, Bolu<br />
İbrahim UYGUN, Diyarbakır<br />
Yusuf YAĞMUR, Diyarbakır<br />
Mehmet YAZICI, Bolu<br />
Cuma YILDIRIM, Gaziantep<br />
Nebil YILDIZ, Bolu<br />
Fahrettin YILMAZ, İstanbul
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
İçindekiler / Contents <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
DERLEME…………………………………………………………………………………………………………….<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezis Uygulamaları<br />
Furkan Erol Karabekmez, Celal Irgın, İbrahim Sağlam, Metin Görgü 1-7<br />
ORJİNAL MAKALE..………………………………………………………………………………………………….<br />
Butterfly Kıkırdak Greft Miringoplasti Sonuçları<br />
Tayfun Apuhan, Mehmet Onur Kaya, Tuğçe Şimşek, Hasan Kazaz 8-12<br />
Bolu Yöresi El Yaralanmalarının Epidemiyolijisi: Retrospektif Klinik Çalışma<br />
Kaan Gideroğlu, İbrahim Sağlam, Hüsamettin Çakıcı, Kutay Engin Özturan, Melih Güven, Metin Görgü 13-15<br />
Antibiyotik İlişkili İshal Olgularının Değerlendirilmesi<br />
İsmail Necati Hakyemez, Funda Şimşek, Taner <strong>Yıl</strong>dırmak, Burçak Yöntem, Ali Aksu 16-17<br />
Nükleer Matriks Protein 'nin Mesane Kanserli Hastalarda Rekürrensleri Belirleyebilme Yeterliliği<br />
Emin Savaş Kılavuz , Mehmet Tosun , Ahmet Rıza Uras 18-22<br />
OLGU SUNUMU…..………………………………………………………………………………………………….<br />
Sebepsiz Kişilik Değişiklikleri ile Başlayan Glioblastome Multiforme: Bir Olgu Sunumu<br />
Yaşar Dağıstan, Emine Dağıstan, Mehmet Salih Güney 23-25<br />
Portal Ven Agenezisi: Olgu Sunumu<br />
Cemalettin Güneş, Ahmet Afşin Kundak, Tevfik Demir, Hafza Uçur, Fatma Akci 26-27<br />
Duplike Sistemde Dev Üreterosel ve Aynı Üretere Reflü: Olgu Sunumu<br />
Adnan Gücük, Ufuk Öztürk, Can Tuygun, İsmail Nalbant, Abdurrahim İmamoğlu 28-29<br />
Kronik Lenfositik Lösemili Olguda Jak Pozitif Kronik Myeloproliferatif Neoplazi (Polisitemia Vera) Birlikteliği:<br />
Nadir Bir Olgu<br />
Murat Bayram, Vildan Özkocaman, Fahir Özkalemkaş, Rıdvan Ali, Gönül Irmak, Taner Aydın, Savaş Aksoy, Ahmet Tunalı 30-31<br />
Deli Bal Zehirlenmesi; Ne Kadar Gözleyelim?<br />
Emine Binnetoğlu, Sevim Dindar, Erkan Şengül, Nuray Kahraman Ay 32-34<br />
İntrakraniyal Lipomun Tanı ve Tedavi Yönetiminde BT Ve MRG<br />
Fahri Halit Beşir, Fuat Özkan 35-36<br />
EDİTÖRE MEKTUP...………………………………………………………………………………………………….<br />
Nadir Bir Olgu; Prunne-Belly Sendromu<br />
Ramazan Büyükkaya, Ayla Büyükkaya, Ayhan Sarıtaş, Beşir Erdoğmuş 37-38
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.32042<br />
Derleme / Review <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Yüz bölgesi distraksiyon osteogenezis uygulamaları<br />
Maxillofacial distraction osteogenesis<br />
Furkan Erol Karabekmez¹, Celal Irgın², İbrahim Sağlam¹, Metin Görgü¹<br />
1<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu<br />
2<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ortodonti Anabilim Dalı, Bolu<br />
Özet<br />
Distraksiyon osteogenezi, canlı kemik segmentleri arasında,<br />
aşamalı olarak uygulanan traksiyon ile yeni kemik oluşumunun<br />
hedeflendiği biolojik bir süreçtir. Bu teknik kraniofasyal<br />
bölgedeki deformitelerin tedavisinde giderek artan sıklıkta<br />
kullanılmaktadır. Bu derleme yazısında distraksiyon osteogenezin<br />
tanımı, tarihçesi ve kullanım alanlarından bahsedilerek<br />
distraksiyon osteogenezin biyolojik temelleri ve evreleri<br />
gözden geçirilmiştir. Ayrıca yüz bölgesi distraksiyon osteogenezisin<br />
diğer konvansiyonel metotlara göre avantajları,<br />
tedavi sırasında oluşabilecek komplikasyonlar ve geleceğe<br />
ilişkin düşünceler de bu yazının konusunu oluşturmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Distraksiyon, Maksillofasyal distraksiyon,<br />
Distraksiyon osteogenezis<br />
Abstract<br />
Distraction osteogenesis is a biological process involving<br />
the formation of new bone between viable bone segments<br />
that are gradually separated by traction. Recently,<br />
this technic has been gained more popularity in treatment<br />
of craniofacial deformities. In this review, we explored<br />
the definition, history and indications of distraction<br />
osteogenesis along with the biological fundamentals and<br />
phases of this method. Moreover, advantages of maxillofacial<br />
distraction osteogenesis than other conventional<br />
methods, complications and future prospects are other<br />
subjects of this article.<br />
Keyword: Distraction, Maxillofacial distraction, Distraction<br />
osteogenesis<br />
Tarihçe<br />
Distraksiyon osteogenezis (DO) yapay bir kırık oluşturularak,<br />
bir cihaz aracılığı ile, kemik bölümlerinin<br />
birbirinden yavaş yavaş uzaklaştırılması ve aradaki<br />
boşlukta yeni kemik oluşturma tekniğidir. Spesifik<br />
olarak DO, kemik segmentlerine germe kuvveti uygulandığı<br />
zaman başlar. Germe kuvveti, distraksiyon<br />
vektörüne paralel yeni kemik oluşumunu uyarır ve<br />
kemik segmentleri ile bağlantılı olan dokularda da<br />
gerilme oluşturur (1).<br />
DO ile kemik uzatılması tekniği ilk olarak 1905 yılında<br />
Codivilla tarafından, aksiyel distraksiyon kuvvetleri<br />
kullanılarak femur uzatılmasında tanımlanmıştır (2).<br />
Sonraki yıllarda aynı teknik kullanılarak tibia uzatılması<br />
da bildirilmişse de 1950’lerde Dr. Gavriel A.<br />
İlizarov’a kadar bu teknikte herhangi bir gelişme<br />
olmamıştır (3). İlizarov, 35 yıldan fazla bir süre, bu<br />
tekniği alt ve üst ekstremitelerdeki enkondral kemiklerde<br />
başarılı bir şekilde kullanmıştır (4-6).<br />
Distraksiyon tekniğinin temel özelliği, DO ile elde<br />
edilen kemik dokusu rejenerasyonunun yanında,<br />
damar, sinir, kas, deri, mukoza, fasya, ligmanlar, kıkırdak<br />
ve periost gibi fonksiyonel yumuşak dokularda<br />
eş zamanlı olarak oluşan değişikliklerdir. Yumuşak<br />
dokularda germe kuvvetlerine yanıt olarak oluşan bu<br />
adaptif değişikliklere distraksiyon histogenezi (DH)<br />
adı verilir (7).<br />
Kraniyomaksillofasiyal bölgede DO ile ilgili ilk tanımlamayı<br />
iki Alman kraniyofasiyal cerrah Wassmund ve<br />
Rosenthal 1926 yılında yapmışlardır (8). 1990’ların<br />
başına kadar, yüz bölgesinde DO uygulamarı ile ilgili<br />
bir kaç makale yayınlanmışsa da ilk klinik uygulama<br />
McCarthy ve ark. tarafından 1992 yılında hemifasyal<br />
mikrozomili bir hastada yapılan mandibula uzatılması<br />
ile tariflenmiştir (9-12). Son 20 yılda kraniofasyal<br />
bölgede DO uygulamaları, güvenilir bir tedavi yöntemi<br />
olarak oldukça sık kullanılmaktadır.<br />
DO’nun edinsel ve kalıtsal kraniofasyal iskelet bozukluklarının<br />
tedavisinde giderek artan sıklıkta kullanımı<br />
ile birlikte farklı tedavi protokolleri ortaya çıkmıştır.<br />
Bu konudaki literatürün giderek genişlemesine rağmen,<br />
yaş, ritim, latent periyot, konsolidasyon periyodu<br />
gibi önemli değişkenlerin ayarlanmasında fikir<br />
birliği yoktur (13). Bu makalede amacımız, kraniofasyal<br />
bölgedeki DO uygulamaları ile ilgili literatürü<br />
gözden geçirerek, örnek vakalarla birlikte klinik uygulama<br />
alanları, avantajları, komplikasyonları, yumuşak<br />
doku değişiklikleri ve DO’nun geleceği ile ilgili<br />
verileri derlemektir.<br />
Distraksiyon Osteogenezin Biyolojik Temelleri<br />
DO tamir kallusu oluşması ile başlar. Bu nedenle<br />
normal kırık iyileşmesine oldukça benzemektedir.<br />
Kallus yeni kemiği, gerilme kuvvetleri altında oluşturur.<br />
Maksillofasyal uygulamalardaki predominant<br />
distraksiyon metodu kortikotomi veya osteotomi<br />
sonrası kemik fragmanları arasındaki iyileşen kallusun<br />
distraksiyonudur. İlizarov kemik boyu uzatma<br />
deneyimleri ışığı altında distraksiyon osteogenezise<br />
ait iki biyolojik prensip bildirmiştir. Bu prensipler<br />
günümüzde ‘İlizarov Etkileri’ olarak bilinmektedir:<br />
1. Gerilim stresin dokuların büyüme ve gelişimi üzerine<br />
etkisi,<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. Furkan Erol Karabekmez <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu.<br />
Tel: 0 374 2534656 /3373 E-Posta: drfurkanerol@yahoo.com<br />
Geliş tarihi / Received: Mart / March 7, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Mart / March 30, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
1
Karabekmez FE ve ark.<br />
2. Kan dolaşımının ve yükleme kuvvetlerinin kemik<br />
ve eklem şekli üzerine etkisi.<br />
Birinci prensip, düzenli olarak uygulanan çekme<br />
kuvvetinin oluşturduğu stresin, dokuların rejenerasyonu<br />
ve bu dokuların aktif büyüme stimulasyonuna<br />
neden olduğunu ifade eder. Yeni oluşan kemik orijinal<br />
yapısına ulaşmak amacıyla hızlı bir şekilde yeniden<br />
şekillenir.<br />
İkinci prensip, kemiklerin ve eklemlerin şekil ve kütlesinin<br />
mekanik yüklenme ve kan elemanları arasındaki<br />
ilişkiye bağlı olduğunu ifade eder. Eğer kan elemanları<br />
normal veya artmış mekanik yüklenmeyi desteklemede<br />
yetersiz kalırsa, kemik yapım süreci kesintiye<br />
uğrar ve atrofik veya dejeneratif değişiklikler oluşmaya<br />
başlar. Aksine, kan elemanları artmış mekanik<br />
yüklenmeyi desteklemede yeterli ise kemikte dengeleyici<br />
hipertrofik değişiklikler meydana gelir (5, 6).<br />
Distraksiyon Osteogenezi Aşamaları<br />
DO tedavisi preoperatif dönem, operatif dönem,<br />
latent dönem, distraksiyon dönemi, konsolidasyon<br />
dönemi ve retansiyon dönemi olmak üzere 6 dönemden<br />
oluşur (14).<br />
Preoperatif Dönem<br />
Bu dönemde tedavi planlaması yapılır. Radyodiagnostik<br />
grafilerin incelenmesi (2-D ve 3-D<br />
görüntülemeler), klinik inceleme, fotoğraf analizleri,<br />
sefalometrik analizler ve mümkünse alçı modellerinin<br />
artikülatöre alınarak değerlendirmesi<br />
yapılmalıdır. Hastanın yaşı ve büyüme potansiyeli,<br />
dentisyon durumu, oral hijyen, operasyon yapılacak<br />
deformitenin yeri, istenen kemik uzatma miktarı,<br />
hastanın psikolojik durumu ve hastanın genel sağlığı<br />
gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır (15).<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
edilmek istenen kemiğin hacmine göre olmalıdır.<br />
Kesiler yapılırken sinirlerin ve anatomik oluşumların<br />
zarar görmemesine özen gösterilir. Bukkal taraftaki<br />
kesiler tamamlandıktan sonra, lingual tarafta ince bir<br />
osteotomla yeşil ağaç kırığı oluşturulur. Ekstremite<br />
distraksiyonu için İlizarov korikotomi sonrası yeşil<br />
ağaç kırığı önermiştir ve endosteum ve periosteumu<br />
korumuştur. Böylelikle kırık bölgesinin dolaşım desteğini<br />
sürdürmüştür. Yüz iskeletinin dolaşım desteği<br />
bunu gereksiz kılar ve maksillofasyal DO’da genellikle<br />
doğrudan osteotomi tavsiye edilir. Daha sonra<br />
aygıt yerleştirilir (Resim 1). Kesiler kapatılmadan önce<br />
cihazın işleyişinin denenmesi ve açma yönünün belirlenmesi<br />
gereklidir (13, 16).<br />
Latent Dönem<br />
Cerrahiden sonra cihazın aktive edilmeden önce<br />
bekletildiği dönemdir. Yaklaşık 5-7 gün olan bu dönemde<br />
kemik aralarında iyileşmenin başlamasına izin<br />
verilir. Daha az veya fazla bekletildiğinde komplikasyonlar<br />
ortaya çıkmaktadır. Bu periyodun hastanın<br />
yaşı ve uygulanan osteotomi bölgesine göre değişmektedir<br />
(17). Kallusun tam maturasyonu için latent<br />
faz önemlidir. Distraksiyon çok erken başlarsa azalmış<br />
kemik formasyonu olur ve kartilaj elementler<br />
eşlik eder. Azalmış mekanik dayanıklılık görülür.<br />
Latent peryod çok uzun olursa (sert kallus oluşumu<br />
başlarsa) distraksiyon cihazı kemik segmentlerini<br />
ayıramayabilir. Yeni doğanda hemen aktivasyona<br />
başlanabilirken, yaşın ilerlemesi ile bu süre daha<br />
uzun tutulmalıdır. Literatürde bu sürenin hemen<br />
aktivasyon ile 12. günde aktivasyon arasında değiştiği<br />
yayınlar bildirilmiştir (13).<br />
Resim 2. 7 günlük latent dönem sonunda posteriordan<br />
dışarıya çıkarılan rot yardımıyla 2x0,5 mm distraksiyon<br />
yapılıyor.<br />
Resim 1. 30 yaşında erkek hasta, postravmatik mandibula<br />
kısalığının tedavisi için eski skar üzerinden girilerek internal<br />
tek vektörlü mandibular distraktör yerleştirilmiş.<br />
Operatif Dönem<br />
Bu dönemde operasyon yapılır. Kemik kesileri oluşturulur<br />
ve distraksiyon aygıtı yerleştirilir. Kesiler elde<br />
Distraksiyon Dönemi<br />
Distraksiyon modulünün açıldığı, kemik uçlarının<br />
yavaşça birbirinden uzaklaştırıldığı dönemdir (Resim<br />
2). Bu fazda önemli olan 3 değişken vardır: Distraksiyon<br />
hızı (günlük toplam miktar), Distraksiyon ritmi<br />
(frekans), Toplam distraksiyon süresi.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 2
Karabekmez FE ve ark.<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
Yapılan çalışmalarda en ideal hızın 1mm/gün olduğu<br />
bildirilmiştir (17-19). Swennen ve ark. yaptığı bir<br />
literatür taramasında günlük hızın birçok çalışmada<br />
0,5 ile 1 mm arasında olduğu görülmüştür (13). Çocuklarda<br />
metabolizma yüksek olduğundan, distraksiyon<br />
hızı ve ritmi yükseltilebilir, yaşlılarda ise tam tersi<br />
olacağından distraksiyon hızı ve ritmi düşürülebilir.<br />
Önemli olan bu hızın dokudaki vasküler büyüme<br />
hızını geçmemesi ve prematür konsolidasyona sebep<br />
olacak şekilde de yavaş kalmamasıdır (20).<br />
Çalışmalarda en ideal ritmin 1mm/60 kez olduğu<br />
belirtilse de bu ancak motorize aygıtlar ile mümkündür.<br />
İlizarov’a göre en uygun ritim 0,25mmx4 kez’dir<br />
(4-6). Literatürde tarif edilen çoğu maksillofasyal<br />
distraksiyon vakasında en yaygın protokol ise günde<br />
2 kez 0,5 mm’dir (13).<br />
Total distraksiyon süresi; elde edilmek istenilen kemik<br />
hacmine göre değişiklik göstermektedir (4, 16).<br />
Konsolidasyon Dönemi<br />
Bu dönem, aygıtın kapatıldığı ve elde edilmiş yeni<br />
dokunun matürasyon ve kortikalizasyonunun sağlanması<br />
için beklenen dönemdir. İstenilen düzeltilme<br />
elde edildikten sonra aygıt kilitlenir ve bir süre beklenir<br />
(Resim 3). Bu süre içinde olgunlaşmamış kemik<br />
remodele olmaya başlar. Bu genellikle 6-8 haftalık bir<br />
süreçtir (21). Distraktör iyileşme peryodu süresince<br />
segmentlerin hareketini engelleyecek kadar rijit<br />
olmalıdır (5). Hastada psikososyal problemlere yol<br />
açmıyorsa distraksiyon aygıtını 120 gün boyunca<br />
yerinde tutmayı öneren yayınlar da mevcuttur (21).<br />
Resim 3. 3 aylık konsolidasyon dönemi sonunda distrakte<br />
kemikte kortikal ossifikasyonun çekilen bilgisayarlı tomografide<br />
belirmeye başladığı görülüyor.<br />
Retansiyon Dönemi<br />
Aygıtın çıkarılmasından sonraki dönemdir. Gerekirse<br />
hastanın ortodontik tedavisine devam edilir (Resim<br />
4). Konsolidasyon fazında başlayan yeniden şekillenme<br />
yaklaşık bir iki yıl devam eder. Bu arada komşu<br />
alanlardaki kemik aynı nitelikleri kazanır (22).<br />
Resim 4. Hastanın preoperatif ve postdistraksiyon görünümleri;<br />
fonksiyonel ve estetik iyileşme sağlanmış.<br />
Distraksiyon Osteogenezi Endikasyonları<br />
DO endikasyonları oldukça geniştir. Çeşitli kraniofasiyal,<br />
dentofasiyal ve dentoalveoler deformitelerin<br />
tedavisinde kullanılabilmektedir. Swennen ve<br />
ark.’nın yaptıkları literatür taramasında distraksiyon<br />
osteogenezin kraniofasyal bölgede ne kadar yaygın<br />
bir kullanım alanı olduğu görülmektedir (Tablo I)<br />
(13). Çene-yüz bölgesinde DO tekniği maksiller,<br />
mandibular, zigoma, orbita, frontal, temporal ve<br />
parietal kemiklere uygulanmaktadır. Özellikle orta ve<br />
üst yüz bölgesinde LeFort I, II, III ve monoblok osteotomileri<br />
ile uygulanmaktadır.<br />
Tablo I. Kraniofasyal DO endikasyonları<br />
Konjenital Nedenler<br />
Edinsel Nedenler<br />
Non-sendromik Kraniosinostosisler<br />
Sendromik Kraniosinostosisler<br />
Dudak-Damak Yarıkları<br />
Hemfasyal Mikrozomi<br />
Pierre-Robin Sekansı<br />
1.ve 2. Faringeal Ark Defektleri<br />
Post-travmatik<br />
deformasyonlar<br />
Başka nedenlerden<br />
kaynaklanan lokal<br />
kemik kaybı<br />
Çeşitli nedenlerden dolayı şiddetli maksiller hipoplazi<br />
gösteren hastaların tedavisi geleneksel ortognatik<br />
cerrahi yaklaşımlar ile zor ve sınırlı olabilmektedir. Bu<br />
tip vakaların geleneksel ortognatik tedavilerinde<br />
düzensizlik gösteren üst çenenin ileri alınması ile<br />
birlikte, oklüzal ve estetik ilişkileri iyileştirmek için alt<br />
çene “set-back cerrahisi” ile geri alınmaktadır. Ancak<br />
üst çene hipoplazisi gösteren vakaların büyük bir<br />
çoğunluğunda alt çene normal form ve pozisyondadır.<br />
Bu nedenle alt çenede “set-back cerrahisi”nin<br />
uygulanması ile üst çenenin büyüme miktarı tehlikeye<br />
atılmakta ve sonuçta alt yüz formundan ve estetiğinden<br />
ödün verilmektedir. Bu tip durumlarda en iyi<br />
ve ideal tedavi şekli maksillanın DO ile öne alınması<br />
önerilmektedir (23).<br />
Öte yandan diğer geleneksel ortognatik cerrahi yaklaşımlar<br />
ile mandibulada sagittal planda en fazla 10<br />
mm’lik bir ilerletme sağlayabildiğinden, mandibulanın<br />
10–15 mm ilerletilmesini gerektiren ciddi mandibuler<br />
dismorfilerde en faydalı teknik DO’dur. Ayrıca<br />
yine uzatılması gereken kısa mandibuler ramuslu<br />
hastalarda geleneksel cerrahi teknikler ile çevre kas<br />
ve diğer yumuşak dokular uzamaya adapte olamadı-<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 3
Karabekmez FE ve ark.<br />
ğından, DO ile birlikte gerçekleşen distraksiyon histogenezi<br />
ile bu sınırlamanın üstesinden gelinebilir<br />
(24).<br />
Maksiller darlığa sahip erişkin hastalarda ortodontik<br />
ekspansiyon ile maksillanın transversal yönde genişletilmesi<br />
oldukça zor olduğu için, DO’nin analoğu<br />
olan “Surgically Assisted Rapid Palatal Expansion -<br />
SARPE” bu tip vakalarda uygun bir tekniktir (25, 26).<br />
Çocuklarda ve erişkinlerde genişletilmesi gereken<br />
dar V şekilli mandibula deformitelerinde de DO’nun<br />
diğer yöntemlere göre yumuşak doku uyumunun<br />
daha iyi olması nedeni ile üstünlüğü vardır (27).<br />
Alt ve üst çeneye ait dentoalveoler bölgelerde damak<br />
yarığı, konjenital diş eksikliği gibi konjenital<br />
anomaliler, travma ya da periodontal hastalıktan<br />
köken alan diş ve kemik doku kayıpları sonucu oluşan<br />
deformiteler alveoler kretin osteodistraksiyonu<br />
ile maksimum düzeyde rekonstrükte edilebilmektedir<br />
(28).<br />
Distraksiyon osteogenezi diğer tekniklerle mümkün<br />
olmayacak derecede gelişme sağlıyorsa (bu kısmı<br />
anlayamadım) veya benzer sonucu almak için maliyet-etkinlik<br />
açısından daha cazipse, konvansiyonel<br />
metotlara tercih edilmelidir. Bunun yanında; erken<br />
yaşta acil düzeltmenin gerektiği, çenede ciddi yetersizliğin<br />
olduğu, trakeostominin endike olduğu ve<br />
bunu elimine etmenin tek yolunun madibulayı ilerletmek<br />
olduğu Pierre Robin anomalisi olan yeni doğanlarda<br />
tek seçenek DO’dur (29-31).<br />
Distraksiyon Osteogenezi Avantajları<br />
DO’nun diğer konvansiyonel cerrahi yöntemlere olan<br />
üstünlükleri şöyle sıralanabilir; Planlama iyi yapılırsa<br />
yeni oluşan kemikte rezorbsiyon yatkınlığı az olmaktadır.<br />
Başka bir alandan kemik alınmasına veya sentetik<br />
kemik greftlerine ihtiyaç duyulmamaktadır. Daha<br />
sağlıklı bir kemik yapısı elde edilmektedir. Enfeksiyon<br />
riski düşüktür. Her ne kadar çocuklarda büyüme ile<br />
birlikte etkileri tam olarak bilinmese de overcorrection<br />
yapmak mümkündür. Çevre yumuşak<br />
dokularda adaptif değişiklikler indüklenmekte ve<br />
böylece ilave yumuşak doku prosedürü gereksinimlerini<br />
ortadan kaldırmaktadır. Genç hastalar için çok<br />
uygun bir tedavi alternatifidir. Vaskülarizasyon ve<br />
innervasyonun devamlılığı korunmaktadır. Estetik ve<br />
fonksiyonel olarak başarılı sonuçlar bildirilmiştir (31).<br />
Distraksiyon Osteogenezi Komplikasyonları<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
DO uzun ve çeşitli işlemleri içeren bir süreçtir. En<br />
önemli unsurlardan biri hastanın toleransıdır. Tüm<br />
diğer cerrahi işlemlerde olduğu gibi bir takım komplikasyonlar<br />
görülebilmektedir. Literatürde komplikasyon<br />
oranının %35’lere kadar çıktığını gösteren<br />
yayınlar varsa da, Mofid ve ark.’nın yaptığı bir literatür<br />
taramasında 100’ün üzerinde hastanın takip edildiği<br />
serilerde bu oran %22.8’e düşmektedir (32).<br />
Bunun yanında bu komplikasyonların çoğu minör<br />
olarak değerlendirilmiş ve basit çözümlerle halledilmiştir.<br />
Olası DO komplikasyonlar şöyle özetlenebilir<br />
(33, 34).<br />
Tedavi sırasında oluşan komplikasyonlar:<br />
a. İatrojenik Komplikasyonlar<br />
Primer :Yanlış planlama, yanlış endikasyon, yanlış<br />
hasta seçimi, yanlış cihaz seçimi, yanlış parametre<br />
Sekonder: Primer komplikasyonlar düzetilirken<br />
oluşan komplikasyonlardır.<br />
Cerrahi Teknik: Yanlış osteotomi, hatalı yerleştirme,<br />
hatalı cihaz<br />
b. Hasta Kaynaklı Komplikasyonlar<br />
Cihazın yanlış aktivasyonu ve kötü oral hijyen<br />
Tedavi sonucu oluşan komplikasyonlar:<br />
a. Rejeneratif<br />
Hipotrofik Komplikasyonlar: Kemoterapi, radyoterapi,<br />
metabolik bozukluk, beslenme, travmatik<br />
osteotomi, anstabil cihaz, hatalı osteotomi<br />
gibi sebeplerle oluşan kemik oluşumunda gecikme<br />
ile karakterize komplikasyonlardır. Hız<br />
düşürülerek ve dışarıdan hafif kompresyon uygulanarak<br />
kemik oluşumu hızlandırılabilir.<br />
Hipertrofik Komplikasyonlar: Aşırı periost elevasyonuna<br />
cevap olarak ya da dışarıdan bası<br />
olan durumlarda gelişen artmış kemik oluşumu<br />
ile karakterize durumlardır. Latent periyot kısa<br />
tutulup hız arttırılarak kontrol edilebilir.<br />
Rejeneratif Kırıklar: Genellikle remodeling döneminde<br />
ve yetersiz konsolidasyonla oluşan kırıklardır.<br />
Normal kırık gibi tedavi edilir ve daha<br />
hızlı iyileşir.<br />
b. Diğer<br />
Aksiyel Deviasyon: Anstabil cihaz nedeni ile<br />
farklı düzlemlere doğru oluşan deviasyonlardır.<br />
Tüm prosedürü gözden geçirmek gerekebilir.<br />
Enfeksiyon: Görülme sıklığı %5–30 arasında değişmektedir<br />
(13, 33). Çoğunlukla pin enfeksiyonu<br />
görülse de, distraksiyon fazında kan damarlarının<br />
aşırı gerilmesine bağlı septik komplikasyonlar<br />
da görülebilir. Profilaktik antibiyotik tedavisinin<br />
enfeksiyonu önlemede etkili olduğunu<br />
bildiren yayınlar mevcuttur (20).<br />
Yumuşak Doku Hasarları: Kan damarlarının distraksiyon<br />
kuvvetlerine toleransı yüksek iken bası<br />
kuvvetlerinde çok çabuk etkilenirler. Ayrıca cerrahi<br />
sırasında kan damarlarının korunması sağlıklı<br />
kırık iyileşmesi için gereklidir (34). Periferik<br />
sinirlerde küçük miktardaki gerilmelerde bütünlük<br />
bozulmazken, sinir boyunda %6’lık bir uzama<br />
olduğunda ileti bozukluklarının ortaya çıktığını<br />
gösteren yayınlar vardır (35). İskelet kasında<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 4
Karabekmez FE ve ark.<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
aşırı gerimle birlikte atrofi ve eklem dislokasyonları<br />
görülebilmektedir. Bu durumda distraksiyona<br />
daha düşük hızlarda devam edilmelidir<br />
(36). Temporomandibular eklemde atrofi ve<br />
nekroz bildirilen diğer komplikasyonlardandır<br />
(37, 38). Derinin distraksiyona cevabının oldukça<br />
iyi olmasına rağmen pin çevrelerinde enfeksiyona<br />
dikkat etmekte yarar vardır (28).<br />
Distraksiyon Cihazları<br />
Kraniyofasiyal distraksiyon tekniklerinde kullanılan<br />
distraksiyon aygıtlarının değişik çeşitleri bulunmaktadır.<br />
Distraktörler, kullanılan alan ve olguya göre,<br />
eksternal ve internal olarak tasarlanmıştır. Eksternal<br />
cihazlarla sadece kemik ile bağlantı sağlanırken;<br />
internal cihazlarla diş ile bağlantı, kemik ile bağlantı,<br />
hem kemik, hem de diş ile bağlantı (hibrit) sağlanmaktadır.<br />
Her iki tip cihazında tek yönlü, çift yönlü ya<br />
da çok yönlü etki gösteren türleri bulunmakta ve<br />
tedavide defektin lokalizasyonu ve genişliğine göre<br />
bu türlerden biri tercih edilmektedir (39-42).<br />
Resim 6. 10 yaşında yarık dudak damak hastası; dar maksillanın<br />
düzeltilerek normal oklüzyonun sağlanması için<br />
ortodontik tedavinin bir parçası olarak transpalatal kemik<br />
destekli distraktör yerleştirilmiş. Orta hatta kemikleşme<br />
olmadığı için ortahat osteotomisine gerek duyulmadan<br />
unilateral maksiler kortikotomi ile başarılı bir distraksiyon<br />
sağlanmış.<br />
Eksternal Cihazlar: Bu cihazlar fiksasyon klempleri ile<br />
birleştirilmiş perkütan pinlerle kemiğe adapte edilir.<br />
Bu fiksasyon klempleri döndürüldüğünde alet aktive<br />
edilmiş olur (Resim 5). Ayrıca dar maksillanın genişletilmesi<br />
amacıyla kemik destekli transpalatal distraktörler<br />
LeFort I kortikotomi sonrasında damağa yerleştirilerek<br />
kullanılırlar (Resim 6). Maksillanın ilerletilmesinde<br />
kullanılan Rijit Eksternal Distraktörler de eksternal<br />
cihazlara örnektir (Resim 7).<br />
Resim 7. İleri derecede orta yüz geriliğinin tedavisinde iki<br />
adet internal distraktörün kullanılması vektör çakışmasına<br />
yol açabileceğinden rijit eksternal distraktör kullanımı<br />
tercih edilmektedir. (http://www.synthes.com adresinden<br />
alınmıştır).<br />
İnternal Cihazlar: Bu cihazlar yumuşak dokuların<br />
altında kalacak şekilde yerleştirilebilen apereylerdir.<br />
Sadece distraksiyon modülü dışarıda kalır. Eksternal<br />
aygıtların manipülasyon kolaylığı ve çok yönlü olmaları<br />
gibi avantajlarının yanı sıra, estetik olarak sosyal<br />
sıkıntılar ve yüzde skarlar oluşturmaları, internal<br />
aygıtların geliştirilmesine yol açmıştır. İnternal distraktörler<br />
subkutan bölgeye ya da intraoral alana<br />
yerleştirilir (Resim 8,9) (43).<br />
Resim 5. Multivektör eksternal distraktörler distrakte<br />
edilen segmente birden fazla boyutta yön verebilmeye izin<br />
verdiklerinden mandibular defektlerde endikasyonları<br />
olabilir. (http://www.synthes.com adresinden alınmıştır).<br />
Stereolitografi ile hızlı prototipleme üç boyutlu distraksiyon<br />
planlamasında cerrahi öncesi sıkça başvurulan<br />
bir tekniktir. Hastanın ince kesitli tomografi imajlarından<br />
yararlanarak hazırlanan üç boyutlu kemik<br />
model üzerinde ameliyat öncesi distraktör yerleştirme<br />
yeri belirlenip plaklara şekil verilebilir, osteotomi<br />
model üzerinde yapılarak distraksiyon vektör yada<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 5
Karabekmez FE ve ark.<br />
vektörleri kesin olarak belirlenebilir. Bu yöntem kullanılarak<br />
cerrahi süresi çok kısaltılabilir (Resim 10).<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
Giderek artan klinik uygulamalar ile latent dönem,<br />
distraksiyon hızı ve ritmi ile pekiştirme perioduna ait<br />
süreler ve uygulamalar için daha fazla veri toplanmış<br />
olacaktır. Ayrıca dual enerji X ışını absorbsiyografi,<br />
CT, ultrason ve radyografik sintigrafi gibi görüntüleme<br />
tekniklerinin gelişmesi de distraksiyonun geleceğinde<br />
önemli adımlar olacaktır (32). Sosyal güvenlik<br />
kurumları tarafından distraktörlerin tedavi maliyetlerinin<br />
karşılanabilmesi ise halen tam olarak çözümlenememiştir.<br />
Sonuç<br />
Distraksiyon osteogenezi doku mühendisliğinin<br />
endojen formudur ve distraksiyon ile fonksiyonel ve<br />
yenilenebilen, canlı yeni kemik oluşumu sağlanmaktadır.<br />
Kraniofasyal DO, edinsel ve kalıtsal birçok kraniofasyal<br />
anomalinin tedavisinde giderek artan sıklıkta<br />
kullanılan bir tedavi metodudur.<br />
Resim 8. Mandibular distraksiyonda internal tek vektörlü<br />
distraktörlere örnekler (http://www.synthes.com adresinden<br />
alınmıştır).<br />
Distraksiyon Osteogenezin Geleceği<br />
Gelecekte küçük boyutlu, absorbe olabilen ve motorize-otomatik<br />
cihazların geliştirilmesi ve yaygınlaşması<br />
ile distraksiyon ideal parametreler ile yapılabilecektir<br />
(44, 45). Latent periodun kısaltacak ve boyunca<br />
kallus oluşumunu stimüle edecek ajanlar laboratuar<br />
çalışmalarında araştırılmaktadır.<br />
Resim 9. 12 yaşında yarık damak hastası; ileri derecede<br />
alveol defekti mevcut. Üzerinde ön kesiciler olan alveol<br />
segmenti distrakte edilerek defekt alanın kapatılması amacıyla<br />
alveolar distraktör yerleştirilmiş. Alveol segmentinin<br />
anterioruna monokortikal osteotomi yapılmış, posteriorda<br />
sadece yaş ağaç kırığı gerçekleştirilmiş.<br />
Resim 10. Stereolitografi ile prototiplemesi yapılmış hastanın<br />
model üzerinde uygun vektörde internal distraktör<br />
plaklarına şekil verilerek ameliyat süresi kısaltılabilir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Lynch SE GR, Marx RE, Samchukov ML, Cherkashin AM, Cope<br />
JB. Distraction osteogenesis: history and biologic basis of new<br />
bone formation. Tissue engineering: applications in maxillofacial<br />
surgery and periodontics. Quintessence Carol Stream.<br />
1998;65-9<br />
2. Codivilla A. On the means of lengthening, in the lower limbs,<br />
the muscles and tissues which are shortened through deformity.<br />
1904. Clin Orthop Relat Res 1994:4-9<br />
3. Abbott LC, Saunders JB. The Operative Lengthening of the<br />
Tibia and Fibula: A Preliminary Report on the Further Development<br />
of the Principles and Technic. Ann Surg<br />
1939;110:961-991<br />
4. Ilizarov GA. The principles of the Ilizarov method. Bull Hosp Jt<br />
Dis Orthop Inst 1988;48:1-11<br />
5. Ilizarov GA. The tension-stress effect on the genesis and<br />
growth of tissues: Part II. The influence of the rate and frequency<br />
of distraction. Clin Orthop Relat Res 1989:263-285<br />
6. Ilizarov GA. The tension-stress effect on the genesis and<br />
growth of tissues. Part I. The influence of stability of fixation<br />
and soft-tissue preservation. Clin Orthop Relat Res 1989:249-<br />
281<br />
7. Cope JB, Samchukov ML, Cherkashin AM. Mandibular distraction<br />
osteogenesis: a historic perspective and future directions.<br />
Am J Orthod Dentofacial Orthop 1999;115:448-460<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 6
Karabekmez FE ve ark.<br />
8. Honig JF, Grohmann UA, Merten HA. Facial bone distraction<br />
osteogenesis for correction of malocclusion: a more than 70-<br />
year-old concept in craniofacial surgery. Plast Reconstr Surg<br />
2002;109:41-44<br />
9. Snyder CC, Levine GA, Swanson HM, ve ark. Mandibular<br />
lengthening by gradual distraction. Preliminary report. Plast<br />
Reconstr Surg 1973;51:506-508<br />
10. Michieli S, Miotti B. Lengthening of mandibular body by<br />
gradual surgical-orthodontic distraction. J Oral Surg<br />
1977;35:187-192<br />
11. Karp NS, Thorne CH, McCarthy JG, ve ark. Bone lengthening in<br />
the craniofacial skeleton. Ann Plast Surg 1990;24:231-237<br />
12. McCarthy JG, Schreiber J, Karp N, ve ark. Lengthening the<br />
human mandible by gradual distraction. Plast Reconstr Surg<br />
1992;89:1-8<br />
13. Swennen G, Schliephake H, Dempf R, ve ark. Craniofacial<br />
distraction osteogenesis: a review of the literature: Part 1: clinical<br />
studies. Int J Oral Maxillofac Surg 2001;30:89-103<br />
14. Martin R, Burr D.Structure, Function and Adaptation of Compact<br />
Bone Mechanical adaptation. New York: Raven Press.<br />
1989<br />
15. Aronson J.Distraction of the Craniofacial Skeleton Principles of<br />
distraction osteogenesis: The orthopedic experience. Springer-<br />
Verlag. 1999<br />
16. Cope JB Samchukov ML, Cherkashin AM.Craniofacial Distraction<br />
Osteogenesis. Historical Development and Evoluation of<br />
Craniofacial Distraksiyon Osteogenesis. Missouri: Mosby Inc.<br />
2001;3-18<br />
17. Tavakoli K, Stewart KJ, Poole MD. Distraction osteogenesis in<br />
craniofacial surgery: a review. Ann Plast Surg 1998;40:88-99<br />
18. al Ruhaimi KA. Comparison of different distraction rates in the<br />
mandible: an experimental investigation. Int J Oral Maxillofac<br />
Surg 2001;30:220-227<br />
19. Yazdurdıyev B. Distraksiyon Osteogenezisinde Yumuşak Doku<br />
Değişiklikleri. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü;<br />
2006<br />
20. McCarthy JG. Distraction of the craniofacial skeleton Distraction<br />
of the mandible: the NYU experience. New York: Springer.<br />
1999;80-100<br />
21. Nocini PF.Craniofacial distraction osteogenesis Histologic<br />
evaluation of human bone tissue l year after distraction. St<br />
Louis: Mosby. 2001;68<br />
22. Molina F, Ortiz Monasterio F. Mandibular elongation and<br />
remodeling by distraction: a farewell to major osteotomies.<br />
Plast Reconstr Surg 1995;96:825-840<br />
23. Polley JW, Figueroa AA. Management of severe maxillary<br />
deficiency in childhood and adolescence through distraction<br />
osteogenesis with an external, adjustable, rigid distraction<br />
device. J Craniofac Surg 1997;8:181-185<br />
24. Huang CS, Ko WC, Lin WY, ve ark. Mandibular lengthening by<br />
distraction osteogenesis in children--a one-year follow-up<br />
study. Cleft Palate Craniofac J 1999;36:269-274<br />
25. Bell WH, Epker BN. Surgical-orthodontic expansion of the<br />
maxilla. Am J Orthod 1976;70:517-528<br />
26. Betts NJ Zicardi VB.Oral and maxillofacial surgery, Surgically<br />
assisted maxillary expansion. In Philadelphia, WB Saunders.<br />
2000<br />
Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />
27. Guerrero CA, Bell WH, Contasti GI, ve ark. Mandibular widening<br />
by intraoral distraction osteogenesis. Br J Oral Maxillofac<br />
Surg 1997;35:383-392<br />
28. Samchukov ML, Cope JB, Cherkashın AM. Craniofacial Distraction<br />
Osteogenesis. St Louis. 2001<br />
29. Carls FR, Sailer HF. Seven years clinical experience with mandibular<br />
distraction in children. J Craniomaxillofac Surg<br />
1998;26:197-208<br />
30. Judge B, Hamlar D, Rimell FL. Mandibular distraction osteogenesis<br />
in a neonate. Arch Otolaryngol Head Neck Surg<br />
1999;125:1029-1032<br />
31. Keçeli HG, Muhtaroğulları M, Demiralp B. Distraksiyon Osteogenez:<br />
Yeni Kemik Formasyonu, Tarihçe ve Biyolojik Prensipler:<br />
Bölüm 1 Hacettepe Dişhekimliği Fakültesi <strong>Dergisi</strong><br />
2006;30:31-41,<br />
32. Mofid MM, Manson PN, Robertson BC, ve ark. Craniofacial<br />
distraction osteogenesis: a review of 3278 cases. Plast Reconstr<br />
Surg 2001;108:1103-1114<br />
33. Master DL, Hanson PR, Gosain AK. Complications of mandibular<br />
distraction osteogenesis. J Craniofac Surg 2010;21:1565-<br />
1570<br />
34. Chercashin AM Samchukov ML.Craniofacial Distraction Osteogenesis<br />
Potential Mistakes and Complications During Distraction<br />
Osteogenesis. Missouri: Mosby Inc, 2001;583-594<br />
35. Wall EJ, Massie JB, Kwan MK, ve ark. Experimental stretch<br />
neuropathy. Changes in nerve conduction under tension. J<br />
Bone Joint Surg Br 1992;74:126-129<br />
36. Çakmak M KM.İlizarov cerrahisi ve prensipleri İlizarov Yönteminin<br />
Biyolojik Temelleri. İstanbul <strong>Tıp</strong> Kit. 1999<br />
37. Arun T, Kayhan F, Kiziltan M. Treatment of condylar hypoplasia<br />
with distraction osteogenesis: a case report. Angle Orthod<br />
2002;72:371-376<br />
38. Kruse-Losler B, Meyer U, Floren C, ve ark. Influence of distraction<br />
rates on the temporomandibular joint position and cartilage<br />
morphology in a rabbit model of mandibular lengthening.<br />
J Oral Maxillofac Surg 2001;59:1452-1459<br />
39. Grayson BH, McCormick S, Santiago PE, ve ark. Vector of<br />
device placement and trajectory of mandibular distraction. J<br />
Craniofac Surg 1997;8:473-480<br />
40. Klein CH. Correction of mandibular hypoplasia by means of<br />
bidirectional callus distraction. J Craniofac Surg 1996;7:258-<br />
266<br />
41. McCarthy JG, Staffenberg DA, Wood RJ, ve ark. Introduction of<br />
an intraoral bone-lengthening device. Plast Reconstr Surg<br />
1995;96:978-981<br />
42. McCarthy JG, Williams JK, Grayson BH, ve ark. Controlled<br />
multiplanar distraction of the mandible: device development<br />
and clinical application. J Craniofac Surg 1998;9:322-329<br />
43. Diner PA, Kollar E, Martinez H, ve ark. Submerged intraoral<br />
device for mandibular lengthening. J Craniomaxillofac Surg<br />
1997;25:116-123<br />
44. Breugem C, Paes E, Kon M, ve ark. Bioresorbable distraction<br />
device for the treatment of airway problems for infants with<br />
Robin sequence. Clin Oral Investig 2011<br />
45. Park JT, Lee JG, Kim SY, ve ark. A piezoelectric motor-based<br />
microactuator-generated distractor for continuous jaw bone<br />
distraction. J Craniofac Surg 2011;22:1486-1488<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 7
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.09797<br />
Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Butterfly cartilage graft myringoplasty results<br />
Butterfly kıkırdak greft miringoplasti sonuçları<br />
Tayfun Apuhan 1-2 , Mehmet Onur Kaya 3 , Tuğçe Şimşek 1 , Hasan Kazaz 1<br />
1<br />
Department of Otorhinolaryngology and Head and Neck Surgery, Izzet Baysal Medicine Faculty of <strong>Abant</strong> Izzet Baysal University, Bolu, Turkey,<br />
2<br />
Department of Otorhinolaryngology and Head and Neck Surgery, Hisar Intercontinental Hospital, Istanbul, Turkey<br />
3<br />
Department of Biostatistic and Medical Informatics, Faculty of Medicine, University of Fırat, Elazığ<br />
Abstract<br />
Aim: The aim of this study was to study a retrospective<br />
analysis of the cartilage graft butterfly myringoplasty performed<br />
by the Otolaryngology Head and Neck Surgery<br />
department.<br />
Material and Methods: Twenty-two subjects (26 ears) were<br />
enrolled in the study. Surgery was performed under general<br />
anesthetic in 18 of the 26 ears and under local anesthetic for<br />
the remaining eight ears. In four subjects, surgery was performed<br />
on both ears as described by Eavey. Before the surgery<br />
and during the one postoperative year, an audiologist<br />
performed pure-tone audiograms. These audiograms were<br />
analysed retrospectively.<br />
Results: Twenty-two subjects (26 perforated ears) who<br />
ranged in age from 12 to 44 years were enrolled in this<br />
study. All 26 perforations treated by CGBM (cartilage graft<br />
butterfly myringoplasty) were successfully closed at the end<br />
of the follow-up period. The mean preoperative ABG for all<br />
22 patients was 14,81±4,12 dB and postoperative 6,27±4,50<br />
dB. The ABG of the cases were evaluated as having a statistically<br />
significant reduction in the mean postoperative ABG<br />
(p
Apuhan T et al.<br />
Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />
Table 1: Demographic data, tympanic membrane characteristics, and audiometric results<br />
PATİENT<br />
NO<br />
SEX<br />
EAR<br />
AGE<br />
(YEARS)<br />
FOLLOW-<br />
UP<br />
(MONTH)<br />
AUDIOMETRY<br />
Preop/Postop<br />
(dB)<br />
Air Bone Gap<br />
Preop/Postop<br />
(dB)<br />
PERFORATİON<br />
1 M Left 12 7 30/17 15/4 Anterior-inferior 2<br />
2 F Right 16 5 28/14 16 /6 Central at umbo, 4<br />
3 F Left 19 5 34 /17 17/3 Central, inferior 4<br />
Diameter<br />
of the<br />
perforation<br />
(mm)<br />
4 F Left 22 6 35/19 20/4<br />
5 F Left 32 6 20/14 10/4<br />
Postero-inferior,<br />
myringosclerosis 5<br />
Postero-inferior,<br />
myringosclerosis 5<br />
6 M Right 44 8 27/8 12/0 Anterior-inferior 4<br />
7 M Left 23 8 19/12 9/4 Central, inferior 4<br />
8 F Right 34 8 22/17 12/8 Anterior-inferior, 5<br />
9 M Left 14 10 38/19 16/7 Central, inferior 5<br />
10 F Right 14 2 19 /12 10/4 Anterior-inferior 4<br />
11 F Right 40 11 35/19 22/10 Anterior, 5<br />
12 F Left 34 10 37/18 25/10 Central at umbo 6<br />
13 F Right 24 10 19 /14 9/4 Central, 4<br />
14 M Left 25 6 22 / 12 12/4<br />
Anterior-inferior,<br />
myringosclerosis 4<br />
15 M Left 16 8 28/16 16/4 Central, inferior 4<br />
15 M Right 8 29 /32 17/17 Postero-inferior 4<br />
16 M Left 22 2 24 /14 12/3 Central umbo, 5<br />
16 M Right 9 33 /23 15/5 Anterior-inferior 5<br />
17 F Left 24 10 32/25 19/8 Central at umbo, 5<br />
17 F Right 10 37/18 16/3<br />
Central at umbo,<br />
myringosclerosis 5<br />
18 M Right 16 2 39 /22 19/8 Anterior-inferior 4<br />
19 F Left 18 2 22/ 12 13/3 Central at umbo 6<br />
20 M Right 26 3 28/26 20/20 Postero-inferior 5<br />
20 M Left 3 25/12 13/2 Central at umbo, 5<br />
21 F Right 36 4 25/19 12/7 Anterior-inferior 5<br />
22 F Left 19 7 34 /14 17/3 Postero-inferior 4<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 9
Apuhan T et al.<br />
than half of diameter to total replacement of the<br />
tympanic membrane) perforations that could not be<br />
repaired by way of a transcanal route; extensive<br />
myringitis; or active otorrhea, were excluded from<br />
the study.<br />
Before the surgery, an audiologist performed puretone<br />
audiograms (PTA) in all patients. All the operations<br />
were performed by a single surgeon (TA). Surgery<br />
was performed under general anesthetic in 18<br />
of the 26 ears and under local anesthetic for the<br />
remaining eight ears. In four subjects, surgery was<br />
performed on both ears.<br />
All surgery was performed transmeatal, using an ear<br />
speculum (B Braun Medical Ltd, Sheffield, UK). The<br />
patient was anesthetized, prepared, and draped for a<br />
sterile procedure. Lidocaine and epinephrine<br />
1:100,000 were used for skin injection into the ear<br />
canal and meatal surface of the tragus. If the middle<br />
ear mucosa appeared healthy and no unexpected<br />
pathology was encountered, the perforation margin<br />
was freshened in all cases, using a needle to create<br />
multiple circumferential perforations close to the<br />
edge with a rim of tympanic membrane removed<br />
with a microcups instrument. The squamous epithelium<br />
on the manubrium was removed. A tragal incision<br />
was made and dissection superficial to the posterior<br />
tragal perichondrium was performed. Once<br />
sufficient tragal cartilage was exposed, a graft was<br />
taken. The graft was prepared by removing any excess<br />
soft tissue and harvested with the perichondrium<br />
preserved on both surfaces, A number 11 blade<br />
scalpel was then used to create the ‘butterfly’ as<br />
previously described (3). No packing was placed in<br />
the middle ear.<br />
Table 2: Descriptive statistics of cases<br />
Male Female Total<br />
The Number of<br />
Cases<br />
12 (46,2%) 14 (53,8%) 26 (100%)<br />
Age (Year) 21,83±8,51 25,07±8,66 23,58±8,58<br />
Follow-Up<br />
(Months)<br />
6,17±2,88 6,71±3,09 6,46±2,95<br />
PTA Preop. 28,50±5,96 27,64±7,08 28,04±6,47<br />
PTA Postop. 17,75±6,94 17,00±3,55 17,35±5,28<br />
ABG Preop. 14,33±3,14 15,21±4,90 14,81±4,12<br />
ABG Postop. 6,50±6,00 6,07±2,89 6,27±4,50<br />
Number Right 5(41,7%) 7(50%) 12(46,2%)<br />
of Ears Left 7(58,3%) 7(50%) 14(53,8%)<br />
ABG: Air Bone Gap, PTA: Pure-Tone Audiograms<br />
The dimensions and shape of the perforation were<br />
measured previously. The same hook was used to reestimate<br />
the size and shape of the perforation on the<br />
harvested cartilage. The groove in the graft was engaged<br />
with the anterior rim of the perforation so<br />
that the medial flange was medial to the tympanic<br />
membrane. The rest of the graft was manipulated<br />
into place with a dissector or needle so that the<br />
tympanic membrane sat in the groove of the cartilage<br />
graft. The procedure is the same as inserting a<br />
grommet (7). A piece of self-absorbing gelatin<br />
sponge was inserted into the meatus and the patient<br />
was discharged the same day. Patients were viewed<br />
Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />
routinely every week by an otorhinolaryngologist<br />
after the surgery. The gelatine sponge was removed<br />
one week after surgery. At each follow-up visit, the<br />
patients were examined under a microscopic view to<br />
detect inflammation in the external auricular canal or<br />
tympanic membrane. Patients with suspected infection<br />
were treated with topical antibiotic eardrops.<br />
During the one postoperative year, an audiologist<br />
performed pure-tone audiograms (PTA).<br />
Table 3: Comparison of Pre- and Post-operative<br />
ABG and PTA values<br />
Pre-operative Post-operative p<br />
ABG 14,81±4,12 6,27±4,50 0,001*<br />
PTA 28,04±6,47 17,35±5,28 0,001*<br />
*:Wilcoxon Singed Rank Test, ABG: Air Bone Gap,<br />
PTA: Pure-Tone Audiograms<br />
Statistical Analysis<br />
All statistical analyses were performed by using the<br />
SPSS (Statistical package for social sciences for Windows,<br />
18.0) program. Data assessing the descriptive<br />
statistical methods (mean, standard deviation) as<br />
well as quantitative parameters for the data showed<br />
normal distribution and homogeneity. The Wilcoxon<br />
signed rank test was used for comparisons. Results<br />
95% confidence interval, P < 0.05 was considered<br />
statistically significant.<br />
Results<br />
A total of 22 patients (9 men and 13 women) were<br />
enrolled in the study. The mean age of the patients<br />
was 23,58±8,58 years (range 12–44 years). The perforations<br />
were most frequently central or anteroinferior.<br />
Demographic data, tympanic membrane<br />
characteristics, and audiometric results were gathered<br />
for the 22 patients treated by CGBM (Table 1).<br />
All 26 perforations treated by CGBM were successfully<br />
closed at the end of the follow-up period. During<br />
our follow-up time, 20% (n=5) myringitis was noted.<br />
Table4: Summary of Preoperative and<br />
Postoperative Air Bone Gap [n,(%)]<br />
Preoperative Postoperative<br />
dB<br />
(n=26)<br />
(n=26)<br />
0_10 4 (15,4%) 23 (88,6%)<br />
11-20 20 (76,9%) 3 (11,4%)<br />
21-30 (7,7%) -<br />
There were no other significant postoperative complications,<br />
such as displaced grafts, and no problems<br />
with the tragal incision were seen. The graft was<br />
displaced into the middle ear only in two ears, but<br />
the ABG (Air Bone Gap) wasn’t changed. The mean<br />
follow-up time was 12,46±2,95 month. The mean<br />
preoperative ABG for all 22 patients was 14,81±4,12<br />
dB and postoperative 6,27±4,50 dB. The ABG and<br />
PTA of the cases were evaluated and there was a<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 10
Apuhan T et al.<br />
statistically significant reduction in the mean postoperative<br />
ABG (p
Apuhan T et al.<br />
REFERENCES<br />
1. Rizer FM. Overlay versus underlay tympanoplasty. Part II: the<br />
study. Laryngoscope 1997;107:26–36.<br />
2. Dornhoffer JL. Hearing results with cartilage tympanoplasty.<br />
Laryngoscope 1997;107:1094–99.<br />
3. Eavey RD. Inlay tympanoplasty: cartilage butterfly technique.<br />
Laryngoscope 1998;108:657–61.<br />
4. Ghanem MA, Monroy A, Alizade FS, Nicolau Y, Eavey RD. Butterfly<br />
cartilage graft inlay tympanoplasty for large perforations.<br />
Laryngoscope. 2006;116:1813-16<br />
5. Yu MS, Yoon TH. Bilateral same-day surgery for bilateral perforated<br />
chronic otitis media: Inlay butterfly cartilage myringoplasty.<br />
Otolaryngol Head Neck Surg. 2010;143:669-72.<br />
Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />
6. Lubianca-Neto JF. Inlay butterfly cartilage tympanoplasty<br />
(Eavey technique) modified for adults. Otolaryngol Head Neck<br />
Surg 2000;123:492–94.<br />
7. Rourke T, Snelling JD, Aldren C. Cartilage graft butterfly myringoplasty:<br />
how we do it. Clin Otolaryngol. 2010;35:135–38<br />
8. Uslu C, Tek A, Tatlipinar A, Kiliçarslan Y, Durmuş R, Ayöğredik E,<br />
Karaman M, Oysu C. Cartilage reinforcement tympanoplasty:<br />
otological and audiological results. Acta Otolaryngol.<br />
2010;130:375–83.<br />
9. Couloignier V., Baculard F., El Bakkouri W. et al. Inlay butterfly<br />
cartilage tymnpanoplasty in children. Otol Neurotol.<br />
2005;26:247–51<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 12
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.76486<br />
Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Bolu yöresi el yaralanmalarının epidemiyolijisi: retrospektif klinik çalışma<br />
Epidemiology of the hand injuries in Bolu region: a retrospective clinical study<br />
Kaan Gideroğlu 1 , İbrahim Sağlam 2 , Hüsamettin Çakıcı 3 , Kutay Engin Özturan 3 , Melih Güven 3 , Metin Görgü 3<br />
1<br />
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği, İstanbul<br />
2<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu<br />
3<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />
Özet<br />
Amaç: Bu çalışmada Bolu ve çevre illerde meydana gelen el<br />
yaralanmaları etiyolojik açıdan sınıflandırılarak, Türkiye’nin<br />
epidemiyolojik verilerine katkıda bulunulması hedeflenmektedir.<br />
Gereç ve Yöntem: 2002–2009 yılları arasında hastanemiz<br />
acil servisine el yaralanması nedeni ile başvuran ve yatarak<br />
tedavi edilen hastalar, 1) yaralanma etiyolojisi, 2) yaralanmanın<br />
ağırlığı 3) yaş gurupları 4) hastanede yatma süresi verilerine<br />
göre ayrı ayrı sınıflandırıldı. Yaralanma etiyolojisi, yaş<br />
gurupları ve hastanede kalma süresi arasındaki ilişkiler incelendi.<br />
Bulgular: Çalışma sonucunda el yaralanmalarının daha çok<br />
erkeklerde (%73) olduğu ve en çok sanayi alanlarında (%36)<br />
daha sonra da tarım alanlarında (%25) oluştuğu gözlendi.<br />
Çocuk hastalarda en çok ev kazaları (%55,5), çalışan nüfusta<br />
ise en çok sanayi ve tarım yaralanmaları ön planda idi. Lise<br />
çağındaki gençlerde ise en sık yaralanma sebebi darp veya<br />
kendine zarar verme (%33) olarak bulundu.<br />
Sonuç: Sanayi alanlarında olan yaralanmaların sıklığı ve<br />
ağırlığının, bu alanlarda iş güvenliği önlemlerinin alınması ile<br />
azaltılabileceğini düşünmekteyiz. Genç nüfustaki kendine ve<br />
başkasına zarar verme eğilimindeki artışın ise okul öncesi ve<br />
okul döneminde verilecek eğitimle engellenebileceğini<br />
düşünmekteyiz.<br />
Anahtar Kelimeler: El yaralanması, etiyoloji, sanayi.<br />
Amaç<br />
El yaralanması olan hastalar, acil servislere başvuran<br />
tüm hastaların önemli bir kısmını oluşturur. Bu yaralanmaların<br />
uygun tedavisi için, erken ve doğru teşhis<br />
önemlidir (1-4). Dikkatli yapılan bir fizik muayene<br />
kadar yaralanmanın etiyolojisinin bilinmesi de doktora<br />
tedavinin belirlenmesinde oldukça yardımcı olmaktadır<br />
(4,5). Bu nedenle acil servise el yaralaması<br />
nedeni ile başvuran bir hastaya sorulması gereken ilk<br />
sorulardan biri de “Nasıl oldu?” olmalıdır (6-7).<br />
Bu çalışma ile Bolu ve çevre illerde meydana gelen el<br />
yaralanmaları etiyolojik açıdan sınıflandırılarak, Türkiye’nin<br />
epidemiyolojik verilerine katkıda bulunulması<br />
hedeflenmektedir.<br />
Gereç ve Yöntem<br />
Retrospektif olarak yapılan bu çalışmada, 2002-2009<br />
yılları arasında hastanemiz acil servisine el yaralanması<br />
nedeni ile başvuran ve servise yatışı yapılarak<br />
tedavisi düzenlenen hastaların cinsiyeti, yaşı, yaralanma<br />
etiyolojileri, yaralanan yapılar ve hastanede<br />
kalma süreleri incelendi. Çalışmaya 372 hasta dahil<br />
edildi ancak bu hastalardan 72’si, verilerine tam olarak<br />
ulaşılamadığı için çalışmadan çıkarıldı.<br />
Abstract<br />
Aim: Aim of this study is, to conduce the epidemiological<br />
data’s of Turkey by the classification of the hand injuries<br />
occured in Bolu and neighboring provinces, according to<br />
their etiologies.<br />
Materials & Methods: Patients with hand injuries who<br />
referred to emergency service and hospitalized between<br />
2002–2009 were classified separately according to; 1)<br />
etiology of the injury, 2) severity of the injury 3) age<br />
groups 4) hospitalization period. Relationships between<br />
etiology, age and hospitalization period were investigated.<br />
Results: Hand injuries were more common among male<br />
patients (%73). Most common etiology was industrial<br />
injuries (%36), and agricultural injuries (%25), subsequently.<br />
Home accidents were most frequent (%55.5)<br />
injuries in children whereas industrial and agricultural<br />
injuries were more common in worker population. Blow<br />
and self-mutilation were most frequent cause of the<br />
hand injuries in high school young’s.<br />
Conclusion: We suggest that frequency and severity of<br />
the injuries which occur in industrial fields can be reduced<br />
with improvement in job security. High rates of<br />
blow and self-mutilation in young’s can be reduced with<br />
education in preschool and school period.<br />
Keywords: Hand injury, etiology, industry.<br />
Yaralanma etiyolojilerinin sınıflamasında el yaralanmalarının<br />
sıklıkla meydana geldiği alanlar şu şekilde<br />
sınıflandı; 1) Tarım alanları (tarla, bahçe, vb.) 2) Sanayi<br />
alanları 3) Ev kazaları 4) Darp-Kendine zarar verme 5)<br />
Diğer (şişlik, enfeksiyon, sadece ağrı) (Tablo I). Gurup<br />
1 ve Gurup 2’deki yaralanmaların çoğu iş kazası olduğu<br />
için, iş kazaları ayrı bir gurup olarak ele alınmadı.<br />
Bu şekilde yapılan bir sınıflamada hiçbir hastanın<br />
guruplar dışında kalmadığı görüldü.<br />
Tablo I. Yaralanma etiyolojisine göre hasta sayıları<br />
YARALANMA ETİYOLOJİSİ Hasta sayısı %<br />
Tarım alanları (Tarla, bahçe, vb.) 77 25,24<br />
Sanayi alanları (Fabrika, inşaat, vb.) 110 36,06<br />
Ev kazaları 64 20,98<br />
Darp – Kendine zarar verme 36 11,80<br />
Diğer (Şişlik, sadece ağrı ) 18 5,90<br />
Yaralanmaların ağırlığı içinde de ayrı bir sınıflama<br />
yapıldı. Bu sınıflama ise şu şekilde oluşturuldu; 1) <strong>Cilt</strong><br />
hasarı 2) <strong>Cilt</strong> hasarı ile beraber tendon-damarsinirden<br />
biri ya da birkaçı 3) 2. guruba ek olarak kemik<br />
yapıda hasar(Tablo II). Sadece yumuşak doku<br />
kaybının olduğu parmak ucu ampütasyonları Gurup<br />
I’e dahil edilirken, sadece kemikte hasar oluşturan<br />
yaralanmalar ise Gurup III’e dahil edildi. Herhangi bir<br />
dokusunda hasar bulunmayan ve etiyolojik grupla-<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. İbrahim Sağlam, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu.<br />
Tel: 0 374 2534656 E-Posta: saglam_i@ibu.edu.tr<br />
Geliş tarihi / Received: Ocak / January 20, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan /April 28, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
13
Gideroğlu K ve ark.<br />
mada Gurup V’e giren 12 hasta bu sınıflamaya katılmadı.<br />
Tablo II. Yaralanma ağırlığına göre hasta sayıları<br />
YARALANMANIN AĞIRLIĞI Hasta sayısı %<br />
Sadece cilt 85 27,86<br />
Tendon ± Damar ± Sinir 133 43,60<br />
Kemik 87 28,52<br />
Çalışmaya alınan hastaların yaş gurupları da belirlenerek<br />
hangi yaş gurubunun, hangi nedenle elini<br />
yaraladığı değerlendirilmeye çalışıldı (Tablo III). Burada<br />
yaş gurupları şu şekilde sınıflandırıldı; 1) 0-2 yaş<br />
(İnfant) 2) 3-5 yaş (Oyun çocuğu) 3) 6-14 yaş (İlköğretim)<br />
4) 15-19 yaş (Lise) 5) 20-30 yaş (Genç çalışan) 6)<br />
31-45 yaş (Orta yaş çalışan) 7) 45 ve üstü (İleri yaş).<br />
Hastaların hastanede kalma süreleri de belirlenerek<br />
hangi yaralanma etiyolojisinin hastanede kalma<br />
süresini daha çok uzattığı değerlendirildi (Tablo IV).<br />
Bulgular<br />
Çalışmaya alınan hastaların % 73’ü erkekti, hastaların<br />
yaş ortalaması 23,72±4,17 idi. Yaralanmaların % 25’i<br />
tarım alanları ve bahçe gibi alanlarda, %36’sı sanayi<br />
ve diğer iş alanlarında, % 21’si evde oluşmuştu. Yaralanmaların<br />
% 12’sinin sebebi darp veya kendine zarar<br />
verme (cama yumruk, v.b.) iken % 6’sında belirli bir<br />
etiyolojik sebep saptanmadı (şişlik, enfeksiyon ya da<br />
sadece ağrı) (Tablo I). Yaralanan yapılar hastaların<br />
%28’inde sadece cilt, %44’ünde ciltle beraber tendon,<br />
sinir veya arter gibi yumuşak dokulardan biri<br />
veya birkaçı iken %28’inde ise yukarıdakilere ek olarak<br />
kemik yapıda da hasar mevcuttu (Tablo II).<br />
Elini en sık yaralayan yaş gurubu Gurup V’ti ve bu<br />
gurubun en sık sanayi alanında yaralanmaya maruz<br />
kaldığı görüldü. Çocuk hastalarda (0-14 yaş arası) en<br />
sık etiyolojik neden ev kazaları iken Gurup II’deki<br />
%23’lük bir hasta popülasyonu tarım alanında elini<br />
yaralamıştı ancak bu hastaların tamamını, ebeveyni<br />
tarlada çalışırken, elini çalışan traktörün kayışına<br />
kaptıran çocuklar oluşturmakta idi. Çalışan nüfusta<br />
ise daha çok sanayi yaralanmaları ve buna yakın<br />
oranda tarım alanı yaralamaları ön plandaydı. Darp<br />
ve kendine zarar verme ise en çok genç nüfusta görülen<br />
etiyolojik nedendi (Tablo III).<br />
El yaralanmalarının epidemiyolojisi<br />
Hastaların ortalama hastanede kalma süreleri 6 gün<br />
idi. En az hastanede kalmayı gerektiren yaralanma<br />
etiyolojisi ev kazaları iken, ortalama olarak en çok<br />
hastanede kalan hastalar sanayi alanlarında yaralanan<br />
hastalardı. Darp veya kendine zarar verme nedeni<br />
ile yaralanmış olan hastaların sayısı daha az<br />
olmasına rağmen hastanede kalma süreleri önemli<br />
yapılardaki ağır hasarlara bağlı olarak daha uzundu<br />
(Tablo IV).<br />
Tartışma<br />
Bolu ve çevre illerde meydana gelen el yaralanmalarının<br />
çok büyük bir kısmı (%73) erkeklerin başına<br />
gelmektedir. Yaralanmaların oluştuğu yerlerin %35<br />
ile sanayi ve iş yerleri, %24 tarım alanları olması, bu<br />
sahalardaki iş gücünün çok büyük kısmını oluşturan<br />
erkeklerin neden daha fazla yaralandığını açıklayabilir.<br />
Ayrıca bu alanlarda çalışma koşulları ağır olduğundan<br />
oluşan yaralanmalar da ağır olmaktadır. Bu<br />
oranlar Türkiye’de ve yurt dışında yapılan diğer çalışmalarla<br />
benzerlik göstermektedir (1,5,6). Bu hastaların<br />
% 72’sinde cilt hasarına ek olarak tendon, arter,<br />
sinir ve kemikler gibi yapılardan biri veya birkaçı da<br />
hasar görmektedir. Literatürde bildirilen bazı yayınlarda<br />
da sanayi alanında oluşan yaralanmaların, diğer<br />
etiyolojik nedenlere göre daha ağır hasarlara sebep<br />
olduğu bildirilmiştir (2,7). Yaralanmaların ağır olması<br />
nedeni ile hastanede kalma süreleri uzamakta ve<br />
hastane giderleri artmaktadır. Bu kazaları azaltmak<br />
için, yerel yazılı ve görsel basın aracılığı ile iş güvenliğinin<br />
öneminin vurgulanmasının ve ilimizdeki bazı<br />
büyük sanayi şirketlerinde bilgilendirici seminerlerin<br />
verilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.<br />
Çocukluk çağında meydana gelen kazaların büyük<br />
çoğunluğunun sebebinin ev kazaları olmasından<br />
dolayı, anne ve babaların evde yaralamaya sebep<br />
olacak nitelikteki eşyaları çocukların oyun alanlarından<br />
uzak tutmaları yine basın tarafından dile getirilmelidir.<br />
Ancak ülkemizde, diğer ülkelerden farklı<br />
olarak çocuk yaş gurubunda da sanayi ve tarım alanlarında<br />
yaralanmalar yüksek oranda meydana gelmektedir.<br />
Elimizdeki veriler diğer ülkelerle karşılaştırmayı<br />
olası kılmamakla beraber, bizce yüksek olan<br />
bu oranı hastanemizin kapsadığı sosyal güvenlik<br />
kuruluşları çerçevesinde hastaların sosyo-kültürel ve<br />
ekonomik düzeylerinin düşük olmasına bağlamaktayız.<br />
Genç nüfusta artan kendine ve başkasına zarar<br />
verme oranının ise iyi niyetli bir okul öncesi eğitimi<br />
ve profesyonel okul dönemi psikolojik desteği ile<br />
azaltılabileceğini düşünmekteyiz.<br />
Sonuç olarak ilimiz çevresinde meydana gelen el<br />
yaralanmalarının büyük bir bölümü sanayi ve tarım<br />
alanlarında olmakta ve erkekler hastaların başına<br />
gelmektedir. Bu alanlarda oluşan yaralanmalar, diğer<br />
alanlarla karşılaştırıldığında, tendon-kas-sinir-kemik<br />
Tablo III. Etiyolojik nedenlerin yaş gruplarına göre dağılımı<br />
Tarım Sanayi Ev Kazası Darp ve Kendine Diğer<br />
Zarar Verme<br />
0-2 yaş 0 0 4 0 0<br />
2-5 yaş 8 0 6 0 0<br />
6-14 yaş 0 0 5 0 1<br />
15-19 yaş 6 9 5 11 2<br />
20-30 yaş 19 36 11 11 5<br />
31-45 yaş 19 39 19 8 8<br />
>45 yaş 25 26 14 7 2<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):13-15 14
Gideroğlu K ve ark.<br />
El yaralanmalarının epidemiyolojisi<br />
Tablo IV. Yaralanma etiyolojileri ile hastanede yatma süresi arasındaki ilişki<br />
1-3 gün 4-6 gün 7-10 gün >10 gün<br />
Tarım 22 30 19 6<br />
Sanayi 25 42 36 7<br />
Ev Kazası 39 14 11 0<br />
Darp ve Kendine Zarar Verme 7 9 14 6<br />
Diğer 10 6 2 0<br />
hasarına sebep olan daha ağır yaralanmalar olduğu<br />
görülmektedir. Hasta serimiz her ne kadar ülkemiz<br />
koşullarında el yaralanmalarının genel perspektifini<br />
veremese de, ilimiz ve çevresinde acil servise el yaralanması<br />
ile başvuran hasta özellikleri açısından fikir<br />
vermektedir. Önlem için ailelerin, toplumun ve bireylerin<br />
eğitimi, kazalara karşı koruyucu önlemlerin<br />
arttırılması, yaralananlar içinse tedavi ve rehabilitasyon<br />
imkanlarının arttırılması sakatlanmaların önüne<br />
geçmek için en önemli faktörlerdir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Ross D. J., Smith M. E., Angarita G. Hand injury in the accident<br />
and emergency service. Archives of Emergency Medicine,<br />
1985, 2, 155-160.<br />
2. Frazier W. H., Miller M., Fox R. S., et al. Hand injuries: incidence<br />
and epidemiology in an emergency service. Journal of the<br />
American College of Emergency Physicians 1978, 7, 265-8.<br />
3. Johns A. M. Time off work after hand injury. Injury 1981, 12,<br />
417-4.<br />
4. MacNicol M. F., Lamb D. W. Basic Care of the Injured Hand.<br />
Edinburgh, Churchill Livingston. 1983, 110.<br />
5. Doğan A., Sungur İ., Bilgiç S., ve ark. Amputations in eastern<br />
Turkey (Van): a multicenter epidemiological study. Acta Orthop<br />
Traumatol Turc 2008;42(1):53-58.<br />
6. Şahin F., Dalgıç-Yücel S., <strong>Yıl</strong>maz F., ve ark. Characteristics of<br />
pediatric hand injuries followed up in a hand rehabilitation<br />
unit. Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2008;14(2):139-144.<br />
7. Smith M. E., Auchincloss J. A., Ali S. Causes and consequences<br />
of hand injury. The Journal of Hand Surgery (British Volume),<br />
1985.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):13-15 15
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.98608<br />
Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Antibiyotik ilişkili ishal olgularının değerlendirilmesi<br />
Evaluation of antibiotic associated diarrhea cases<br />
İsmail Necati Hakyemez¹, Funda Şimşek², Taner <strong>Yıl</strong>dırmak², Burçak Yöntem², Ali Aksu 2<br />
1<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />
2<br />
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İstanbul<br />
Özet<br />
Amaç: Akut gastroenterit nedeniyle hastaneye yatırılan,<br />
antibiyotik ilişkili ishal tanısı alan hastaların özelliklerinin<br />
retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />
Gereç ve Yöntem: Eylül 2000 - Eylül 2005 tarihleri arasında<br />
ishal şikayeti ile başvuran, öyküsünde halen antibiyotik<br />
kullanan veya ishal başlangıcından 4 hafta öncesine<br />
kadar antibiyotik kullanım öyküsü olan ve ishali başka<br />
bir nedene bağlanamayan 65 hasta retrospektif olarak<br />
incelendi.<br />
Bulgular: Yaşları 17-65 arasında değişen hastaların 23‘ü<br />
erkek, 42‘si kadındı. Hastalarda ishal, son antibiyotik<br />
dozundan sonra 1-8 gün içerisinde gelişmişti. Hastaların<br />
kullandığı oral antibiyotikler; 47 hastada ampisilinsulbaktam,<br />
9 hastada ampisilin, 6 hastada amoksisilinklavulonat,<br />
2 hastada amoksisilin ve 1 hastada spiramisin<br />
olduğu görülmüştür.<br />
Sonuçlar: Antibiyotiklerin yaygın ve sıklıkla uygunsuz<br />
kullanılması ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktatır. Bu<br />
nedenle akılcı antibiyotik kullanım ilkeleri sıkıca uygulanmalı<br />
ve uygunsuz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.<br />
Anahtar Kelimeler: Antibiyotik, Gastroenterit, Kolit,<br />
İshal.<br />
Abstract<br />
Aim: We aimed to evaluate retrospectively the patients’<br />
features that applied to hospital with acute gastroenteritis<br />
and were diagnosed antibiotic associated gastroenteritis.<br />
Material & Method: 65 patients who applied to hospital<br />
from September 2000 to September 2005 with acute<br />
gastroenteritis and used antibiotic at the time of application<br />
or within 4 weeks before application and couldn’t be<br />
found any reason for gastroenteritis were evaluated<br />
retrospectively.<br />
Results: The patients’ range of age was 17 – 65 and there<br />
were 23 male and 42 female in the group. Gastroenteritis<br />
occurred 1-8 days after the last antibiotic dose. It was<br />
found that 47 patients used ampicillin-sulbactam, 9 patients<br />
used ampicillin, 6 patients used amoxicillinklavulonate,<br />
2 patients used amoxicillin and 1 patient<br />
used spiramicin.<br />
Conclusions: Using antibiotics common and mostly<br />
inappropriate is a serious health problem. Because of<br />
that, principles of rational antibiotic use should be practised<br />
and inappropriate antibiotic using should be avoided.<br />
Key Words: Antibiotic, Gastroenteritis, Colitis, Diarrhea.<br />
Giriş<br />
Antibiyotikle ilişkili ishal (Aİİ), antibiyotik alımını takiben<br />
birkaç saatten 6-8 hafta sonrasına kadar geçen<br />
süre içinde gelişen ishali tanımlamaktadır. Antibiyotik<br />
kullanımını takiben Aİİ, literatürde %5 den %25 e<br />
kadar değişken oranlarda bildirilmektedir. Antibiyotik<br />
kullanımı ile bağlantılı olarak ortaya çıkan ve başka<br />
bir nedenle açıklanamayan ishallerde klinik açıdan<br />
üç tip önemlidir: Antibiyotikle ilişkili ishal, antibiyotikle<br />
ilişkili kolit (AİK), psödomembranöz enterokolit<br />
(PME). En ağır seyirli olan PME’dir (1-4).<br />
Her yaşta gözlenebilen ve etyopatogenezinde gram<br />
pozitif, subterminal sporlu, hareketli, zorunlu anaerop<br />
bir bakteri olan Clostridium difficile’nin bulunduğu<br />
değişik klinik formlar göstermektedir. Aİİ olgularının<br />
sadece %15-25 kadarı C.difficile tarafından<br />
oluşturulurken, aynı bakteri kolitle seyreden olguların<br />
tamamından sorumludur. Farklı antibiyotikler<br />
değişen sıklıkta ishale yol açabilirler. En sık suçlanan<br />
antibiyotikler içinde ampisilin, amoksisilin ve bunların<br />
oral beta-laktamaz inhibitörlü kombinasyonları<br />
başta gelmek üzere sefalosporinler, klindamisin,<br />
makrolidler, tetrasiklinler, kotrimoksazol yer almaktadır<br />
(5-7).<br />
Aİİ şiddetli kolit tablosundan, günde birkaç kez şekilsiz<br />
dışkı yapma şeklinde tanımlanabilecek basit ishale<br />
kadar farklı biçimlerde oluşabilir. Bu çalışmada,<br />
İnfeksiyon Hastalıkları Kliniğine akut gastroenterit<br />
tanısıyla yatırılan ve Aİİ gelişen hastaların özelliklerinin<br />
retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />
Gereç ve Yöntem<br />
Eylül 2000 - Eylül 2005 tarihleri arasında Okmeydanı<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları<br />
ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniğine ishal şikayeti ile başvuran<br />
ve öyküsünde halen antibiyotik kullanan veya<br />
ishal başlangıcından 4-6 hafta öncesine kadar antibiyotik<br />
kullanım öyküsü olan, ishali başka bir nedene<br />
bağlanamayan hastalar çalışmaya alınmıştır.<br />
Çalışmamızda hastalarda yaş, cinsiyet, kullanılan<br />
antibiyotik ve süresi, en son antibiyotik dozundan<br />
sonra ishalin oluştuğu süre, dehidratasyon durumu,<br />
kan lökosit sayısı, elektrolit düzeyi, ateş, tansiyon,<br />
dışkılama sayısı, dışkı mikroskopisi, dışkı kültürü,<br />
verilen tedavi ve yatış süreleri irdelenmiştir.<br />
İstatistiksel değerlendirmede grupların ortalama<br />
değerleri verildi. Grup ortalamalarının karşılaştırılma-<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. İsmail Necati HAKYEMEZ, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu.<br />
Tel: 0 374 2534656 E-Posta: drhakyemez@hotmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Şubat / February 8, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Kasım / November 22, 2011 Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
16
Hakyemez İN ve ark.<br />
Antibiyotik ilişkili ishaller<br />
sında Student’s t testi kullanıldı. p20 kez/gün, 36 (%55.4) olguda 10-<br />
20 kez/gün, 6 (%9.2) olguda 5-10 kez/gün idi (Tablo<br />
1).<br />
Dışkının mikroskopik incelemesinde; olguların 34<br />
(%52.3)’ünde eritrosit ve lökosit, 25 (%38.4)’inde<br />
sadece eritrosit ve 1 (%1.6)’inde sadece lökosit saptanırken,<br />
5 (%7.7) hastanın dışkısının mikroskopik<br />
incelenmesinde lökosit ve eritrosit saptanmadı. Hastaların<br />
dışkı kültürlerinde patojen mikroorganizma<br />
üremedi. 2 olgu yattığı sürede izlendi, geri kalan<br />
olgular oral Metronidazol ile başarılı şekilde tedavi<br />
edildi. Hastaların yatış süresi 1-11 gün arasında değişmekte<br />
olup ortalama 3.7 gün idi.<br />
Tablo I. Hastaların başvuru sırasındaki öykü, fizik inceleme ve<br />
laboratuvar özellikleri<br />
Özellik<br />
Değerler<br />
Yaş ortalaması (yıl)<br />
33.2<br />
Cinsiyet<br />
Erkek<br />
23 (%35.4)<br />
Kadın<br />
42 (%64.6)<br />
Dışkılama <strong>Sayı</strong>sı<br />
>20 kez/gün<br />
23 (%35.4)<br />
10-20 kez/gün<br />
36 (%55.4)<br />
5-10 kez/gün<br />
6 (%9.2)<br />
Beyaz Küre Ortalaması<br />
13.550 /mm 3<br />
Dehidratasyonu olan hasta<br />
14 (%21.5)<br />
Yatış süresi ortalaması (gün)<br />
3.7<br />
Kullanılmış Antibiyotikler<br />
ampisilin-sulbaktam<br />
47 hasta (%72.4)<br />
ampisilin<br />
9 hasta (%13.8)<br />
amoksisilin-klavulonat<br />
6 hasta (%9.2)<br />
amoksisilin<br />
2 hasta (%3.1)<br />
spiramisin<br />
1 hasta (%1.5)<br />
Tartışma<br />
Çalışmamızda antibiyotik ilişkili ishalli 65 olguya yol<br />
açan oral antibiyotikler ampisilin-sulbaktam %72.4,<br />
ampisilin %13.8, amoksisilin-klavulonat %9.2, amoksisilin<br />
%3.1, spiramisin %1.5 olarak belirlenmiştir.<br />
Türkiyede yapılan 35 olguyu içeren retrospektif bir<br />
çalışmada Yetkin ve ark. antibiyotik ilişkili ishale neden<br />
olan antibiyotikleri oral ampisilin-sulbaktam<br />
(%65.7), amoksisilin-klavulonat (%17), ikişer hastada<br />
ampisilin ve azitromisin ve birer hastada ise prokain<br />
penisilin ve eritromisin olarak saptamışlardır (8).<br />
Değişik kaynaklarda bu oran daha düşük (%10-15)<br />
düzeylerdedir (3,7). Günümüze kadar paranteral<br />
verilen vankomisin ve aminoglikozidler dışında hemen<br />
hemen tüm antibiyotiklerin Aİİ’ye yol açabileceği<br />
gösterilmiştir (1,9). Bizim hasta grubumuzda<br />
ampisilin-sulbaktam kullanım oranı oldukça yüksek<br />
bulundu.<br />
Sonuç olarak, geniş spektrumlu antibiyotiklerin yaygın<br />
ve sıklıkla uygunsuz kullanıldığı günümüzde<br />
antibiyotik ilişkili ishaller, toplumsal ve nozokomiyal<br />
yönden ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Bu<br />
nedenle sağlık merkezlerine başvuran hastalarda<br />
gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalı ve<br />
akılcı antibiyotik kullanım ilkeleri sıkıca uygulanmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Barlett JG. Antibiotic-associated diarrhea, N Engl J Med<br />
2002;346:334-339.<br />
2. Öztürk R. Antibiyotikle ilişkili ishalde tanı ve tedavi. ANKEM Derg<br />
2004; 18: 82-86.<br />
3. Thielman NM, Wilson KH. Antibiotic-Associated Colitis (chapter<br />
92). In: Mandell, Douglas, and Bennett. Principles and practice of<br />
infectious diseases, 6th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />
2005: 1251-1263.<br />
4. Thomas C, Stevenson M, Riley TV. Antibiotics and hospitalacquired<br />
Clostridium difficile-associated diarrhea: a systematic<br />
review. J Antimicrob Chemother 2003; 51: 1339-1350.<br />
5. Akova M. Antibiyotikle ilişkili ishalde epidemiyoloji ve risk faktörleri.<br />
ANKEM Derg 2004; 18: 80-81.<br />
6. Doğancı L. Antibiyotiğe bağlı diyare ve Psödomembranöz kolit,<br />
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji 2000; 183-189.<br />
7. Wiström J, Norrby SR, Myhere EB et al. Frequency of antibioticassociated<br />
diarrhea in 2462 antibiotic-treated hospitalized patients:<br />
a prospective study. J Antimicrob Cheomother 2001; 47:<br />
43-50.<br />
8. Yetkin MA, Konuk ST, Kaya S ve ark. Antibiyotik ilişkili ishal<br />
olgularının irdelenmesi. XI. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon<br />
Hastalıkları Kongresi, poster bildiri, kongre kitabı, 30 Mart -<br />
03 Nisan 2003, İstanbul.<br />
9. Barbut F, Petit JC. Epidemiology of Clostridium difficileassociated<br />
infections. Clin Microbiol Infect 2001; 7: 405-410.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):16-17 17
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.68077<br />
Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Nükleer matriks protein 22'nin mesane kanserli hastalarda rekürrensleri<br />
belirleyebilme yeterliliği<br />
Adequacy of nucleer matrix protein 22 to determine recurrences in patients with<br />
bladder cancer<br />
Emin Savaş Kılavuz 1 , Mehmet Tosun 2 , Ahmet Rıza Uras 3<br />
1<br />
Nazilli Devlet Hastanesi Biyokimya Laboratuarı, es_kilavuz@hotmail.com<br />
2<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />
3<br />
Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü Şefi<br />
Özet<br />
Amaç: Transüteral mesane tümörü rezeksiyonu (TUR-M)<br />
uygulanan hastalarda Nükleer Matriks Protein 22<br />
(NMP22)’nin rekürrens belirleyebilme yeteneğinin araştırılması.<br />
Gereç ve Yöntem: TUR-M tedavisi uygulanmış 148 hastanın<br />
idrarında NMP22 ölçümü yapıldı. Sistoskopi sonuçlarına<br />
göre ve mesane kanseri rekürrensi şüphelenilip<br />
patolojiye gönderilen vakaların sonuçlarına göre NMP22<br />
testinin duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif kestirim<br />
değeri belirlendi. Ayrıca idrardaki eritrosit ve lökosit<br />
düzeylerinin NMP22 testine etkisi araştırıldı.<br />
Bulgular: Duyarlılığı %36,8, özgüllüğü %88, negatif<br />
kestirim değeri %90, pozitif kestirim değeri %32 olarak<br />
hesapladık. İdrarda lökosit miktarı ile NMP22 değerleri<br />
arasında istatistikî bakımdan ilişki tespit ettik ( r=0,237,<br />
p
Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />
TUR-M tedavisi olmuş, kontrol protokolüne alınmış<br />
hastalar ile idrar yolu enfeksiyonu olan, idrarında<br />
eritrosit olan hastalar da çalışmaya grubuna alındı.<br />
Hastalara son üç ay içinde kemoterapi uygulanmamış<br />
olmasına dikkat edildi.<br />
Dışlama kriterleri olarak; daha önce açık tümör rezeksiyonu<br />
uygulanmış olanlar, daha önce üst üriner<br />
sistem malignensi tespit edilenler, üriner sistem taşı<br />
olanlar, mesane tümörü dışında herhangi bir malignensi<br />
olanlar olarak belirlendi. İdrar örnekleri NMP22<br />
stabilizatörü (Matritech, Newton, USA) ile hemen<br />
muamele edilerek 3000 devirde 5 dakika santrifüj<br />
edildi ve ölçüm süpernatandan yapıldı. NMP22 ölçümleri<br />
İmmulite 2000 hormon analizör cihazı (DPC,<br />
Diagnostic Products Corporation, Los Angeles, USA)<br />
ile yapıldı. NMP22 düzeylerinin ölçülmesinde kemilüminsens<br />
yöntem kullanıldı.<br />
Kemilümisens ışınım veren adamantyl dioxetane<br />
fosfat esterinin alkali fosfatazla reaksiyona girmesi<br />
sonucu ölçülen kemilümisens ışınım miktarı NMP22<br />
düzeyleri ile orantılıydı. İdrardaki lökosit ve eritrosit<br />
düzeyleri Irıs 900 UDx (IRIS diagnostics, CA USA) tam<br />
otomatik idrar cihazı ile sayıldı.<br />
Bulgular<br />
Hastaların 119 tanesi erkek (%80.4), 29 tanesi kadındı<br />
(%19.6). Hastaların arasında en büyük yaş 83, en<br />
küçük yaş 24 olarak tespit edildi ve hastaların yaş<br />
ortalaması 59,2 olarak ölçüldü. Ortalama yaş cinsiyetler<br />
göz önüne alınarak ölçüldüğünde, kadınlarda<br />
ortalama yaş 56.07, erkeklerde ortalama yaş 59.82<br />
olarak bulundu.<br />
Hastalara yapılan sistoskopiden sonra bu hastaların<br />
23 ünde sistoskopik olarak mesane tümörü olabileceği<br />
düşünüldü ve tümör şüphelenilen bu hastalara<br />
TUR-M uygulandı, rezeke edilen örnekler patolojiye<br />
gönderildi. Patolojiye gönderilen örneklerden<br />
19’unun patolojik olarak mesane tümörü olduğu<br />
tespit edildi. Sistoskopik olarak tümör pozitif olarak<br />
değerlendirilip patolojiye gönderilen örneklerden 4<br />
tanesinin patolojik olarak kronik sistit olduğu tespit<br />
edildi.<br />
Sistoskopi yapılan bütün hastalardan işlem öncesi<br />
idrar örnekleri alındı ve bu idrar örneklerinin içerdikleri<br />
NMP22 düzeyleri ölçüldü. Kesim değeri olarak<br />
firmanın önerdiği 10U/ml değeri alındı. 148 idrarın<br />
23’ü bu kesim değerinin üzerindeydi. Bunların 7<br />
tanesi patolojik ve sistoskopik olarak tümör pozitif<br />
olarak değerlendirilen hastalardı. 15 tanesi tümör<br />
negatif olarak bulunmuş hastaydı (Tablo 1-2).<br />
Tablo 1. NMP22 değerine göre hastalar<br />
(Kesim değeri 10 U/ml)<br />
<strong>Sayı</strong> %<br />
Mesane Tümörü Pozitif 23 15,5<br />
Mesane Tümörü Negatif 125 84,5<br />
Tablo 2. Patoloji ve sistoskopiye göre NMP22<br />
<strong>Sayı</strong> %<br />
Gerçek Pozitif 7 4,7<br />
Gerçek Negatif 114 77<br />
Yanlış Pozitif 15 10<br />
Yanlış Negatif 12 8,1<br />
Sistoskopik olarak tümör pozitif olarak düşünülen<br />
ama patolojik olarak kronik sistit bulunan 4 hastanın<br />
bir tanesinde NMP22 düzeyi kesim değerinin üzerindeydi,<br />
3 tanesi kesim değerinin altındaydı. Buna göre<br />
NMP22 testinin duyarlılığı:%36.8, özgüllüğü:%88,<br />
pozitif prediktiv değeri:%32, negatif prediktiv değeri:%90<br />
olarak hesaplandı.<br />
148 hastadaki NMP22 testinin ortalama değeri 6.3<br />
U/ml olarak bulundu. En büyük NMP22 değeri 76.5<br />
U/ml en küçük NMP22 değeri 0.194 U/ml olarak bulundu.<br />
Sistoskopik ve patolojik olarak pozitif bulunmuş<br />
19 hastada NMP22 ortalama değeri 13.7 U/ml<br />
olarak bulundu. Bu hastalarda en büyük NMP22 değeri<br />
76.5 U/ml, en düşük NMP22 değeri 0.274 U/ml<br />
olarak bulundu.<br />
Sistoskopik olarak tümör negatif olan hastaların<br />
ortalama NMP22 değeri 5.21 U/ml bulundu. En büyük<br />
NMP22 değeri 45.9 U/ml, en düşük NMP22 değeri<br />
0.194 U/ml olarak ölçüldü. Daha önce yapılan çeşitli<br />
çalışmalarda idrarda lökosit ve eritrosit mevcudiyetinin<br />
NMP22 düzeylerini artırabileceği ve yanlış pozitif<br />
sonuçlara neden olabileceği yönünde bulgular<br />
vardı. Bizim uyguladığımız metodun idrardaki lökosit<br />
ve eritrositin NMP22 düzeyleri üzerinde anlamlı sayılabilecek<br />
bir artışa neden olup, olamayacağını değerlendirdik.<br />
Kolaylık olması açısından hastaları büyük<br />
büyütmede idrarında lökosit olmayan, 1-5 lökosit<br />
olan, 6-10 lökosit olan,11-20 lökosit olan,21-100<br />
lökosit olan ve 100ün üzerinde lökosit olan şeklinde<br />
altı gruba ayırdık (Tablo 3). İdrarda bulunan lökosit<br />
miktarının NMP22 düzeylerini etkileyip etkilemediğini<br />
araştırdık.<br />
Tablo 3. İdrardaki lökosit sayısına göre hastaların<br />
dağılımı ve ortalama NMP22 değerleri<br />
Lökosit<br />
sayısı<br />
Hasta sayısı<br />
(148)<br />
% NMP22<br />
DEĞERLERİ<br />
Normal 67 45 3,44<br />
1-5 lökosit 45 30 6,62<br />
6-10 lökosit 11 7 6,24<br />
11-20 lökosit 12 8 11,11<br />
21-100 10 7 16,94<br />
100ün üzeri 3 2 14,31<br />
İdrarında büyük büyütmede eritrosit tespit ettiğimiz<br />
hastaları da aynı şekilde gruplandırdık (Tablo 4) ve<br />
idrardaki eritrosit miktarının NMP22 düzeyleri üzerine<br />
etkisini araştırdık. İdrardaki lökosit miktarının<br />
artmasının NMP22 düzeylerine olan etkisi Spearman<br />
korelasyon testi ile değerlendirildi ve istatistiksel<br />
olarak görüldü ki idrarda lökosit miktarının artması<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):18-22 19
Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />
NMP22 düzeylerinde artışa neden oluyordu.<br />
(r=0,237; p100 eritrosit 4 3 4,80<br />
Bizim yaptığımız çalışmada, idrarda eritrosit miktarı<br />
ile NMP22 düzeyleri arasındaki ilişki Spearman korelasyon<br />
testi ile değerlendirildi ve istatistiki olarak<br />
anlamlı herhangi bir ilişki kurulamadı (r=0,04;<br />
p=0,958). Bu çalışma için hazırlanan ROC eğrisinden<br />
kesim değeri hesaplandığında, 3.16 U/ml kesim değeri<br />
hesaplandı. Bu kesim değerine göre bulunan<br />
duyarlılık ve özgüllük oranları sırasıyla %58 ve %51<br />
şeklindeydi ( Şekil 1).<br />
Mesane kanserinde sistoskopinin invaziv bir yöntem<br />
olması ve hastalar tarafından zor tolere edilebilen bir<br />
işlem olması, araştırıcıları sistoskopinin yerini tutabilecek,<br />
bunu başaramasa bile sistoskopi protokolüne<br />
alınmış olan hastaların izlem aralıklarını genişletebilecek<br />
tümör belirteçleri aramaya yöneltmiştir. Bu<br />
amaçla ortaya çıkan birçok yeni tümör belirteci araştırmacıların<br />
ilgisini çekmiştir. Bu tümör belirteçlerinden<br />
biri de NMP22 adı verilen, nükleer matriksin<br />
NuMa fraksiyonunu idrarda tespit eden testtir.<br />
NMP22 testinin klinik kullanılabilirliği ile ilgili şu ana<br />
kadar birçok çalışma yapılmıştır.<br />
Bizim yaptığımız bu çalışmada da mesane kanseri<br />
rekürrenslerinin belirlenmesi amacı ile takip protokölüne<br />
alınmış olan olgularda bu testin rekürrensleri<br />
belirleyebilme gücünü araştırdık. Bu test için %36.8<br />
duyarlılık %88 özgüllük, %32 pozitif prediktiv değer,<br />
%90 negatif prediktiv değer tespit ettik.<br />
Craig Zippe ve arkadaşlarının 1999 yılında yaptıkları<br />
mesane kanseri olma riski taşıyan 360 kişide yaptıkları<br />
çalışmada NMP22 testinin mesane kanserini tespit<br />
edebilmedeki yeterliliğini araştırmışlar ve sonucu<br />
sitolojinin bu tür kanser vakalardaki yeterliliği ile<br />
kıyaslamışlardır. NMP22 testinin duyarlılığını %100,<br />
özgüllüğünü %85 bulmuşlardır. Bu çalışmanın özgüllüğü<br />
bizim bulduğumuz %88 değerinden düşük<br />
kalırken, bizim duyarlılığımız tümör pozitif olguları<br />
tespit edebilme başarısı yönünden bu çalışmanın<br />
ancak üçte bir oranında başarı gösterebilmiştir (13).<br />
Sana Eissa ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise<br />
NMP22, fibronektin, UBC test ve idrar sitolojisi mesane<br />
kanserli olgulardaki teşhis başarısı bakımından<br />
birbirleriyle kıyaslanmışlardır (14). Bu çalışmada, bu<br />
testlerin idrar değerleri idrardaki kreatinin değerine<br />
oranlanarak, idrarların konsantrasyon farklılıklarından<br />
doğabilecek yanlışlıkların ortadan kaldırılması<br />
amaçlanmıştır. Böylece NMP22 kesim değeri 29<br />
U/mg kreatinin olarak belirlenmiştir. Bu kesim değerine<br />
göre duyarlılığı %85, özgüllüğü ise %91.5 olarak<br />
bulmuşlardır. Bu çalışmada idrardaki WBC ve RBC<br />
sayısı ile NMP22 değerleri arasında bir ilişki tespit<br />
edilememişti. Bizim çalışmamızda idrarda WBC sayısı<br />
ile NMP22 değerleri arasında pozitif bir korelasyon<br />
kurulurken (r=0,237; p
Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />
bu duyarlılık değerimiz, daha önce tartıştığımız çalışmalarda<br />
olduğu gibi, bu çalışmanın duyarlılık değerleri<br />
ile fark gösteriyordu, daha düşüktü. Bu oranın<br />
içinde bizim dışlama kriterleri içinde tuttuğumuz<br />
klinik olaylar da bulunuyordu. Yanlış pozitif sonuç<br />
verebileceğini tespit ettikleri altı klinik durumu dışladıklarında<br />
ise özgüllüğü %99,2 buluyorlardı ama bu<br />
oranı bulurlarken bizim dışlama kriterleri içerisine<br />
almadığımız inflamatuar olgularda (28 vaka) vardı.<br />
Hans Boman ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmayla<br />
159 mesane kanserli hastayı değerlendirmişlerdi (16).<br />
Bunlardan 66 yeni mesane kanseri konulan hasta,<br />
kalanı tümör nüksetmiş hastaydı. Kıyaslanan bir başka<br />
test olan BTA stat testin özgüllüğüne en yakın<br />
özgüllük olması için NMP22 testinin özgüllüğünü<br />
yeni tespit edilen mesane kanserli vakalarda %74’te<br />
tutmuşlardı. Bunu sağlayabilmek için NMP22’nin<br />
kesim değerini 4 olarak almışlar. Yaptıkları çalışmada<br />
nükseden tümörle, yeni teşhis edilen mesane tümörlerin<br />
NMP22’nin duyarlılığı bakımından farklılık gösterdiğini<br />
tespit etmişler. Yeni tümörlerde duyarlılığı<br />
%65 bulurlarken, nükseden tümörlerde 4 U/ml kesim<br />
değeriyle %64 özgüllüğe karşılık,%45 duyarlılık tespit<br />
edilmişti.<br />
Bu çalışma bizim yaptığımız çalışmaya en benzeyen<br />
çalışma idi. Biz de testin çalışma protokolünde önerilen<br />
kesim değerini, ROC eğrisi kullanarak uygun olan<br />
yeni bir kesim değeri tespit ettik. Bu kesim değerine<br />
göre %58’lik bir duyarlılığa karşılık %51’lik bir özgüllük<br />
bulduk. Bu durum şekil-1’de gösterilmiştir. İki<br />
çalışmanın ortak sonucu bu testin nükseden tümörlerde<br />
başarı düzeyinin düşük olduğunu gösteriyordu.<br />
Mahnert ve arkadaşlarının yaptıkları 651 vakayı kapsayan<br />
çalışmalarında vakaları önce yedi gruba ayırmışlardır<br />
(17). Bu grubların 30’unu sağlıklı kişiler, 24<br />
ünü idrar yolu enfeksiyonu geçiren hastalar, 233’nü<br />
benign ürolojik hatalıklara sahip hastalar, 36’sını ilk<br />
defa mesane kanseri teşhis edilen hastalar, 134’nü<br />
tümör rekürens hastalar, 98’ni mesane kanserli ama<br />
tümör negatif hastalar,150sini diğer üriner sistem<br />
malignensilerine sahip hastalar tarafından oluşturmuştur.<br />
İlk defa teşhis edilen mesane tümörlü hastalarla,<br />
rekürrensli hastaların duyarlılığını birlikte hesapladıklarında<br />
duyarlılığı %41 olarak bulmuşlardır.<br />
Özgüllüğü ise %72 olarak bulmuşlardır. Özgüllüğü<br />
European Group on Tumor Markers’in tümör belirteçleri<br />
için önerdiği %95 düzeye çekmek için benign<br />
ürolojik hastalığa sahip olan ve üriner sistem enfeksiyonu<br />
olan hastaları referans grup olarak alarak, kesim<br />
değerini 75 U/ml olarak uyguladıklarında duyarlılığı<br />
%31 olarak bulmuşlardır. Bizim yaptığımız çalışma ile<br />
bu çalışmaya kıyasladığımızda, bizim bulduğumuz<br />
duyarlılık oranları ile bu çalışmanın bulduğu duyarlılık<br />
oranları arasında önemli bir fark bulunmamakta<br />
idi. Bizim bulduğumuz özgüllük oranı ise bu çalışmanın<br />
bulduğu özgüllük oranından yüksekti. Fakat iki<br />
çalışma arasında özgüllüğü kıyaslarken bizim benign<br />
ürolojik hastalıkları ve diğer ürolojik malignensileri<br />
dışladığımız göz önüne alınmalıdır.<br />
Hematuri ve piyürünin NMP22 değerleri üzerinde<br />
yanlış pozitif sonuçlara neden olabilecek şekilde etki<br />
yaptığına dair çalışmalar mevcuttur. Necmettin Atsu<br />
ve arkadaşları yaptıkları çalışma ile idrarda lökosit<br />
varlığı ve eritrosit varlığının NMP22 değerleri üzerindeki<br />
etkilerini araştırmışlardır (18). Bu çalışmayı 202<br />
idrar materyali ile yapmışlardır. Bu çalışmadaki idrarlardan<br />
30 tanesi sağlıklı kişilerden, 20 tanesi idrar<br />
yolu enfeksiyonu geçirmekte olan hastalardan, 32<br />
tanesini mesane kanserli hastalardan toplanmış.<br />
Sağlıklı grubun idrarına 0, 10, 100, 1000, 5000 eritrosit<br />
olacak şekilde kendilerinden alınan venöz kan<br />
ilave edilmiştir. Böylelikle sağlıklı gruptan 150 örnek<br />
oluşturulmuştur. Birinci sağlıklı grubun ortalama<br />
değeri 4 U/ml iken, bu idrarlara eritrosit eklenmesiyle<br />
beraber NMP22 değerlerinde artış gözlenmiştir. Venöz<br />
kan eklenen sağlıklı grupla, mesane kanserli<br />
grubun NMP22 değerleri kıyaslandığında 0,02 μl, 0.2<br />
μl, ve 2 μl venöz kan eklenen idrarlarda NMP22 değeri<br />
istatistiki olarak mesane kanserli grubun NMP22<br />
değerinden daha küçük bulunmuştur. 2 μl daha fazla<br />
miktarda idrarlara venöz kan eklendiğinde NMP22<br />
değerlerinin mesane kanserli hastaları geçtiği tespit<br />
edilmiştir. Bu sınır ortalama 135 eritrosit sayısına<br />
denk gelmektedir. İYE olan, idrarlarında bol miktarda<br />
WBC tespit edilen hastalar mesane kanserli hastalarla<br />
kıyaslandıklarında, bunların mesane kanserli hastalara<br />
benzer şekilde ve hatta mesane kanserli hastalardan<br />
daha fazla NMP22 değerlerine sahip oldukları<br />
görülmüştür. Biz yaptığımız çalışmada eritrositlerin<br />
NMP22 değerleri üzerine anlamlı bir artış yapmadığını<br />
bulduk (r=0,04; p=0,958). Oysa lökosit miktarının<br />
artması ile NMP22 değerlerinin yüksekliği arasında<br />
istatistiki bakımdan anlamlı bir ilişki vardı (r=0237;<br />
p
Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />
4. Silverman DT, Hartge P, Morrison AS, Devesa SS. Epidemiology<br />
of bladder cancer. Hematol Oncol Clin North Am. 1992;<br />
6:1–30.<br />
5. Johansson SL, Cohen SM. Epidemiology and etiology of<br />
bladder cancer. Semin Surg Oncol 1997; 13: 291-298<br />
6. Smith AH, Goycolea M, Haque R, et al. Marked increase in<br />
bladder and lung cancer mortality in a region of Northern Chile<br />
due to arsenic in drinking water. Am J Epidemiol 1998; 147:<br />
660-669.<br />
7. Tawfik HN. Carcinoma of the urinary baldder associated with<br />
schistosomiasis in Egypt. The possible causal relationship. International<br />
Symposium of the Princess Takamatsu Cancer Research<br />
Fund. 1987; 18: 197-199.<br />
8. Berezney R, Coffey DS. Identification of a nuclear protein<br />
matrix. Biochemical and Biophysical Research Communications<br />
1974; 60: 1410-1417.<br />
9. Fey, E. G., Krochmalnik, G. and Penman, S. The non-chromatin<br />
substructures of the nucleus: the ribonucleoprotein (RNP)-<br />
containing and RNP-depleted matrices analyzed by sequential<br />
fractionation and resinless section electron microscopy. J.<br />
Cell Biol. 1986; 102: 1654-1665.<br />
10. Fey, E. G. and Penman, S. Nuclear matrix proteins reflect cell<br />
type of origin in cultured human cells. Proc. Nat. Acad. Sci.<br />
1988; 85: 121-125.<br />
11. Miller TE, Beausang LA, Winchell LF, Lidgard GP. Detection of<br />
nuclear matrix proteins in serum from cancer patients. Cancer<br />
Res 1992; 52:422 .<br />
12. Mc Kenna M, Lei J-D, Whitters E, et al.Specific immunoassay<br />
for nuclear matrix apparatus protein22 (NMP22) , using the<br />
immulite analyser, poster A-64; American Association for Clinical<br />
Chemistry, 54th Annual Meeting and Clinical Lab Exposition,<br />
Orlondo, FL, US; 2002.<br />
13. Zippe C, Pandrangi L, Agarwal A: NMP22 is a sensitive, cost<br />
effective test in patients at risk for bladder cancer. J Urol.<br />
1999; 161: 62-65.<br />
14. Eissa S, Swellam M, Sadek M, Mourad MS, Ahmady OE, Khalifa<br />
A. Comparative evaluation of the nuclear matrix protein, fibronectin,<br />
urinary bladder cancer antigen and voided urine cytology<br />
in the detection of bladder tumors. J Urol 2002; 168:<br />
465-469<br />
15. Ponsky L, Sharma S, Pandrangi L, Kedia S, et al. Screening and<br />
monitoring for bladder cancer: refining use of NMP22. J Urol<br />
2001; 162: 75–80<br />
16. Boman H, Hedelin H, Holmang S. Four bladder tumor markers<br />
have a disappointingly low sensitivity for small size and low<br />
grade recurrence. J Urol 2002; 167: 80-3.<br />
17. Mahnert B, Tauber S, Kriegmair M, Nagel D, Holdenrieder S,<br />
Hofmann K, Reiter W, Schmeller N and Stieber P: Measurements<br />
of complement factor H-related protein (BTATRAK assay)<br />
and nuclear matrix protein (NMP22 assay)-useful diagnostic<br />
tools in the diagnosis of urinary bladder cancer? Clin<br />
Chem Lab Med 2003; 41: 104-10<br />
18. Atsu N, Ekici S, Oge OO, Ergen A, Hascelik G and Ozen H: Falsepositive<br />
results of the NMP22 test due to hematuria. J Urol<br />
2002; 167: 555-8<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):18-22 22
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.43534<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Sebepsiz kişilik değişiklikleri ile başlayan glioblastome multiforme:<br />
Bir olgu sunumu<br />
Glioblastome multiforme begin with personality changes for no apparent reason: a case report<br />
Yaşar Dağıstan¹, Emine Dağıstan², Mehmet Salih Güney 3<br />
1<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bolu<br />
2<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />
3<br />
Tokat Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Tokat<br />
Özet<br />
Kişilik bozukluğu ve baş ağrısı şikayetleri bulunan 74 yaşında<br />
bayan hastanın magnetik rezonans görüntülemesinde bifrontal<br />
kitle saptandı. Tümör rezeksiyonu yapıldı. Patoloji<br />
sonucu glioblastome multiforme geldi. Hastanın takiplerinde<br />
klinik bulguları normaldi. Sebepsiz kişilik değişikliği ile<br />
başvuran hastalarda kranial bir kitlenin varlığı düşünülerek<br />
araştırılma yapılması uygundur.<br />
Anahtar Kelimeler: Kranial kitle, glioblastome multiforme,<br />
sebepsiz kişilik değişiklikleri<br />
Abstract<br />
In a 74-year-old female patient with complaints of personality<br />
disorder and headache, magnetic resonance<br />
imaging revealed bifrontal mass. Tumor resection was<br />
performed. The pathology report was defined glioblastome<br />
multiforme. Patient follow-up clinical findings were<br />
normal. The presence of a cranial mass in patients presenting<br />
with personality changes for no reason must be<br />
considered and investigated appropriate.<br />
Keyword: Cranial mass, Glioblastome multiforme, personality<br />
changes for no reason<br />
Giriş<br />
Glioblastoma multiforme (GBM) çoğunlukla supratentoriyal<br />
yerleşimli, multifokal veya multisentrik<br />
olabilen differansiyasyonu az, damar proliferasyonu<br />
ve nekroz ve aynı zamanda belirgin mitoz bulunduran,<br />
çevre dokulara yoğun infiltrasyon yapan en malign<br />
astrositik tümördür. GBM aynı zamanda erişkinlerde<br />
(45-70 yaş) en sık görülen beyin tümörüdür (1).<br />
Sıklıkla frontal lob yerleşimli olup, bilgisayarlı tomografi<br />
(BT) ve magnetik rezonans (MR) görüntüleme<br />
yöntemleri ile %95 oranında tanı konulabilir. Radyolojik<br />
olarak düzensiz sınırlı, nekrotik kavite içeren,<br />
çevresel düzensiz kontrast tutulumu gösteren, etrafı<br />
ödemli kitlesel lezyon olarak görülür (2-4).<br />
Frontal-bazal yerleşimli tümörlerin ilk bulgusu sebepsiz<br />
kişilik değişiklikleri, kelime bulmada zorluk,<br />
cümle kurmada bozukluk ve unutkanlık gibi mental<br />
değişiklikler olabilir. GBM olguları kendileri ve yakınlarını<br />
kimlik olarak tanırlar, algısal yetenekleri yerindedir,<br />
araç sürmek vs. gibi karmaşık, sonradan öğrenilen<br />
becerilerini yitirmezler. Hastalar aynı sözleri ya<br />
da soruları, belirgin bir ses tonu ve beden dilini kullanarak<br />
ısrarla tekrar ederler (5,6).<br />
Bu olgu sunumunda sebepsiz kişilik değişikliği bulguları<br />
ile başvuran ve bifrontal yerleşimli GBM tanısı<br />
alan bir olgu literatür ışığında değerlendirilerek sunuldu.<br />
Olgu<br />
74 yaşında bayan hasta 4 ay önce başlayan kişilik<br />
bozukluğu ve baş ağrısı şikayetleri nedeniyle polikliniğimize<br />
getirildi. Hastanın yakınları ile konuşmalarında<br />
ve davranışlarında geçmiş dönemdeki yaşantıları<br />
ile karşılaştırıldığında anormal söz ve davranışlarının<br />
ortaya çıktığı, takıntılarının olduğu, sürekli aynı<br />
konu hakkında defalarca konuştuğu, uygunsuz cümleler<br />
kurduğu ve daha önce kullanmadığı argo kelimeleri<br />
söylediği belirtildi. Özgeçmişinde hipertansiyon<br />
dışında herhangi bir sorunum yoktu. Hastanın<br />
sistemik arteriyal kan basıncı: 160/90 mm/Hg, nabız:<br />
80/dakika ve ritmikti. Beden ısısı 36.5 °C idi. Nörolojik<br />
muayenesinde; şuur açık, koopere, kişi ve yer oryantasyonu<br />
normal olup, zaman dezoryantasyonu mevcuttu.<br />
Sorulan sorulara cevap süresi yavaşlamıştı.<br />
Kraniyal sinir muayenesi ve göz dibi muayenesi doğaldı.<br />
Parezi ve serebellar testleri normaldi. Derin<br />
tendon refleksleri normal ve simetrikti, patolojik<br />
refleksi yoktu.<br />
Laboratuar tetkiklerinde tam kan ve biyokimyasal<br />
testleri normaldi. Kraniyal MR görüntülemesinde:<br />
Frontal lob orta hatta bifrontal yerleşimli düzgün<br />
sınırlı, solda ödem etkisine neden olan T1A hipointens,<br />
T2A da hiperintens, periferal ağırlıklı heterojen<br />
kontrast tutulumu gösteren kitlesel lezyon mevcuttu<br />
(Resim 1). Hasta glioblastoma ön tanısı ile ameliyat<br />
edildi. Ameliyatta bifrontal kraniotomi ile kitlenin<br />
total rezeksiyonu yapıldı. Tümör patolojisi Glioblastoma<br />
Multiforme olarak raporlandı. Postoperatif<br />
hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Bilinç açık, kas<br />
gücü tam olan hastanın postoperatif 4. saatten sonra<br />
tansiyonu yüksekliği ve uykuya meyili olması üzerine<br />
kraniyal BT çekildi. Çıkarılan tümör lojunda hemoarji<br />
saptandı. Hasta tekrar acil ameliyata alındı. Tümör<br />
lojundaki hematom boşaltıldı. Hasta ameliyat sonrası<br />
arteriyal tansiyonu kontrol altına alınan kadar yaklaşık<br />
72 saat uyutuldu. Hasta postoperatif 5. günde<br />
yoğun bakımdan çıkarıldı. Hastanın ameliyat sonrası<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. Yaşar Dağıstan, İzzet Baysal Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bolu Tel: 0 505 3465953 E-Posta: yasdagis@gmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Ocak / January 27, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan / April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
23
Dağıstan Y ve ark.<br />
12. günde çekilen kraniyal BT’de rezidü lezyon izlenmediği<br />
rapor edildi (Resim 2).<br />
Resim 1. Frontal lob orta hatta bifrontal yerleşimli tümöral<br />
kitlenin Magnetik Rezonans görüntüsü.<br />
Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />
alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />
taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />
gibi diğer unsurlarının tamamlanması için bir<br />
Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın 3 hafta<br />
sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />
bulgularının normal olduğu görüldü.<br />
Resim 2. Ameliyat sonrası 12. günde çekilen kraniyal<br />
Bilgisayarlı Tomografi’de rezidüel lezyonun izlenmediği<br />
görülmektedir.<br />
Tartışma<br />
Glioblastome multiforme olgusu<br />
Merkezi sinir sistemi tümörlerinin %85-90'nını beyin<br />
tümörleri oluşturur. Bunlardan %38'i anaplastik astrositoma<br />
ve glioblastomadır. Glioblastoma sık<br />
görülen bir beyin tümörüdür ve tüm beyin tümörünün<br />
%12-15'ini, astrositik tümörlerin %50-60'ını<br />
oluşturur. Glioblastoma (WHO; Grade IV), aynı zamanda<br />
glioblastoma multiforme (GBM) olarak bilinir.<br />
GBM nöronları çevreleyen ve destekleyen astrositlerden<br />
kaynaklanan, nekroz ve hemoraji ile karekterize<br />
ileri derecede pleomorfizm gösteren en agresif primer<br />
malign tümördür. En sık 50 ve 60 yaşlarda görülür<br />
(7,8). Glioblastoma multiforme tanılı hastaların<br />
medyan sağ kalım süresi 6-12 ay arasında değişmektedir<br />
( 9,10). Bu çalışmada sunduğumuz olgu 74 yaşında<br />
bayan ve patolojik tanı GBM olarak tanımlandı.<br />
Beyin tümörü olgularında hemen tamamen 3 mekanizma<br />
ile ilk semptomlar ortaya çıkabilir. Bunlar; kitle<br />
etkisine bağlı olarak peritümöral ödem, hidrosefaliye<br />
bağlı intrakranial basınç artışı, normal doku yıkımı<br />
sonucu fokal nörolojik bozukluklar ve kortikal irritasyon<br />
sonucunda nöbetleri kapsar. Semptomlar ise baş<br />
ağrısı, bulantı, kusma, diplopi, papil ödem, mental<br />
değişiklikler ve letarjidir. Beyin parankimi ağrıya duyarlı<br />
değildir. Bundan dolayı baş ağrısı, meninkslerde<br />
kan damarlarıyla ilişkili olan, ağrıya duyarlı sinir uçlarının<br />
irritasyonu ve lokal gerilimi sonucu gelişebileceği<br />
gibi, tümörün basıya neden olabilecek kritik<br />
hacme ulaşması sonucu, intrakraniyal basınç artışı ile<br />
ilişkili olarak da ortaya çıkabilir. Sıklıkla bölgesel olma<br />
özelliği taşır ve genellikle tümörün yerleşimi hakkında<br />
bilgi verir.<br />
Mental değişiklikler primer veya metastatik frontal ve<br />
temporal lob tümörlü hastalarda çok sık görülen<br />
ortak bir bulgudur (11-13). Frontal lob tümörlerinde<br />
anosmi, kişilik değişiklikleri, olfaktor hallusinasyonlar<br />
bulunur (14,15). Hastamızda tümörün yerleşim lokalizasyonu<br />
bifrontal idi ve sebepsiz kişilik değişiklikleri<br />
ile polikliniğimize başvurdu. Hastanın anormal söz ve<br />
davranışlar sergilediği, takıntılarının olduğu, sürekli<br />
aynı konu hakkında defalarca konuştuğu, uygunsuz<br />
cümleler kurduğu ve daha önce kullanmadığı argo<br />
kelimeleri söylediği ifade edildi.<br />
Beyin tümörlerin yerleşimi ve yayılımının değerlendirilmesinde<br />
BT ve MR görüntüleme çok değerli bilgiler<br />
verir. Primer beyin tümörlerinin tanısı en iyi MR ile<br />
konulur. Yüksek grade veya malign gliomlar substansia<br />
alba’dan çıkan çevre ödemi olan kontrast tutan<br />
kite lezyonu olarak görülürler. Malign gliomlar %5<br />
multifokaldir. MR’da glioblastomlar heterojen kitlelerdir.<br />
Bu heterojen görünüm nekroz ve/veya kist<br />
oluşumuna bağlıdır. T1A görüntülerde genellikle<br />
santral yerleşimli hipointens alan mevcuttur. Bu hipointens<br />
alanı çevreleyen kalın, düzensiz duvar ve<br />
solid nodüller serebellar parankime göre izointens<br />
veya hafif hipointens sinyal paternine sahiptir. Tümörler<br />
kanama ve kalsifikasyon alanları içerebilir (16).<br />
GBM hemen her zaman tümör çevresinde kalın, dü-<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):23-25 24
Dağıstan Y ve ark.<br />
zensiz bir duvar şeklinde kontrast tutulumu gösterir.<br />
Ancak kontrast tutulumunun olmaması GBM tanısını<br />
ekarte ettirmez (17). Olgumuzda literatür ile uyumlu<br />
kraniyal MR görüntülemesinde frontal lob orta hatta<br />
bifrontal yerleşimli T1A hipointens, T2A da hiperintens,<br />
periferal ağırlıklı heterojen kontrast tutulumu<br />
gösteren kitlesel lezyonu bulundu.<br />
Hastaların standart tedavisi cerrahi ve postoperatif<br />
radyoterapi’dir (RT) (18,19). Cerrahi tedavi kraniotomi<br />
ile tümörün total veya subtotal eksirpasyonundan<br />
ibarettir. Primer olarak cerrahi tedavi uygulanmasına<br />
rağmen, yüksek grade astrositomlarda tümör rezidülerin<br />
nüks potansiyeli taşıması nedeniyle adjuvan<br />
radyoterapi kaçınılmazdır (7,19). Sağ kalım süresini<br />
uzatmak için farklı multimodalite tedaviler geliştirilmiştir.<br />
Yüksek doz RT, adjuvant kemoterapi, alternatif<br />
fraksiyon rejimleri, ağır partikül tedavi, interstisyel<br />
brakiterapi, radyocerrahi, sterotaktik fraksiyone RT,<br />
yoğunluk ayarlı RT bunlara örnek olarak verilebilir<br />
(20-22). Olgumuzda histolojik tip, yerleşim yeri, yaş<br />
gibi özellikler ile yaşam süresi medyanı ve prognostik<br />
faktörler literatür ile uyumlu gözükmektedir. Hastamızda<br />
da standart tümör rezeksiyonu yapıldı ve sonrasında<br />
bir onkoloji merkezine yönlendirildi. Üç hafta<br />
sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />
bulgularının normal olduğu görüldü.<br />
Sonuç olarak, sebepsiz kişilik değişikliği ile başvuran<br />
hastalarda yaş gibi diğer unsurlarında göz önüne<br />
alınmasıyla kranial bir kitlenin varlığı düşünülerek<br />
hastaların araştırılmasının uygun olacağı kanaati<br />
ortaya çıkmaktadır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Tolgay E, Bahar A, Yurtoğulları Ş, Karlı N, Erer S, Turan F ve ark.<br />
Multisentrik Glioblastoma Multiforme Olgusu. Türk Nörol<br />
Derg 2008; 14: 272 – 276.<br />
2. George M, Liangge H. Glioblastoma Multiforme. Brigham<br />
Radiology 1994.<br />
3. Vougiouklakis T, Mitselou A, Agnantis NJ. Sudden death due<br />
to primary intracranial neoplasms. A forensic autopsy study.<br />
Anticancer Res. 2006;26:2463-6.<br />
4. Matschke J, Tsokos M. Sudden Unexpected Death due to<br />
Undiagnosed Glioblastoma: Report of three cases and Review<br />
of the Literature. Acta Neurochir Suppl 2003;86:507-11.<br />
5. Frederiks J. Transient global amnesia. Clin Neurol Neurosurg,<br />
1993;95:265-83.<br />
6. Parlayan ET. Geçici global amnezi ve demansiyel bulgular ile<br />
başlayan glioblastome multiforme olgusu. Klinik Psikiyatri<br />
2010;13:209-214.<br />
Glioblastome multiforme olgusu<br />
7. Levin VA, Sheline PH, Gutin PH: Neoplasms of central nervous<br />
system, in de Vita, Helman VTS, Rosenberg SA (eds): Cancer.<br />
Principles and Practice of Onkology, vol 2, 3rd ed. Philadelphia:<br />
Lippincott, 1989:1557-1612<br />
8. Eroğlu C, Soyuer S, <strong>Yıl</strong>dız OG, Özkan M, Menkü A, Orhan O ve<br />
ark. Glioblastoma multiforme’li olgularda postoperatif radyoterapi<br />
ile eş zamanl temozolomide adjuvan temozolomid tedavesinin<br />
tedavi sonuçlarına katkısı UHOD 2008; 18: 65-73.<br />
9. Reni M, Cozzarini C, Ferreri AJM, Ceresoli GL, Galli L, Bianchi A,<br />
et al. A retrospective analysis of postradiation chemotherapy<br />
in 133 patients with glioblastoma multiforme. Cancer Invest<br />
2000; 18: 510-515.<br />
10. Brada M, Sharpe G, Rajan B, Britton J, Wilkins PR, Guerrero D,<br />
et al. Modifying radical radiotherapy in high grade gliomas;<br />
Shortening the treatment time through acceleration. Int J Radiat<br />
Oncol Biol Phys 1999; 43: 287-292.<br />
11. Dere F. Nöroanatomi. 1. Baskı, Adana: Ç.Ü. Basımevi, 1990; 10-<br />
113<br />
12. Levin A, Leibel SA, Gutın PH. Neoplasms of the Central Nervous.<br />
De Vita VT, Hellman S, Rosenberg SA Cancer Principles<br />
and Practice of Oncology. 5th ED., Philadelphia: J.B Lippincot-<br />
Raven Publıshers, 1997:2022-2083.<br />
13. Weingart J, Brem H. Brain Tumors and Cancers of the Central<br />
Nervous System. Neıderhuber JE. Current Therapy. Fhırst ED.,<br />
Decker: Mosby- Year Book Inc, 1993: 538-546.<br />
14. Karlsson UL, Leibel SA, Wallner K, DavisLW, Brady LW, Brain in:<br />
Principles and Practise of Radiation Oncology. (eds) : Perez CA,<br />
Brady LW ,J.B Lippincot Company Philadelphia:1992, ch23:<br />
513-563<br />
15. Karlsson UL, Leibel SA, Wallner K, DavisLW, Brady LW. Primary<br />
intracranial Neoplasms. Perez CA, Brady LW. Principles and<br />
Practise of Radiation Oncology. Third ED., Philadelphia: J.B<br />
Lippincot Company 1998 :777-822.<br />
16. Demir MK, Hakan T, Okan Akıncı, Berkman Z. Primer serebellar<br />
glioblastoma multiforme. Diagn Interv Radiol 2005; 11:83-86<br />
17. Mayadağlı A, Tezcan Y, Uyanoğlu A, Aksakal Ö, Kızılkaya O,<br />
Erkal H ve ark. Konvansiyonel eksternal radyoterapi uygulanan<br />
glioblastoma multiforme tanılı 40 hastanın irdelenmesi. Genel<br />
<strong>Tıp</strong> <strong>Dergisi</strong> 1997 ;7 :121-3.<br />
18. Chang CH, Horton J, Schoenfeld D, Salazer O, Perez-Tamayo R,<br />
Kramer S, et al. Comparison of post-operative radiotherapy<br />
and chemotherapy in the multidisciplinary management of<br />
malignant gliomas. Cancer 1983; 52: 997-1007.<br />
19. Kristiansen K, Hagen S, Kollevold T, Torvik A, Holme I, Nesbakken<br />
R, et al. Combined modality therapy of operated astrocytomas<br />
Grade III and IV. Confirmation of the value of postoperative<br />
irradiation and lack of potentiation of bleomycin<br />
on survival time: a prospective multicenter trial of the Scandinavian<br />
Glioblastoma Study group. Cancer 1981; 47: 649-652.<br />
20. Buatti JM, Marcus RB, Mendenhall WM, Friedman WA, Bova FJ.<br />
Accelerated hyperfractionated radiotherapy for malignant<br />
gliomas. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1996; 34: 785-792.<br />
21. Fulton DS, Urtasun RC, Shin KH, Geggie PH, Thomas H, Muller<br />
PJ, et al. Misonidasole combined with hyperfractionation in<br />
the management of malignant glioma. Int J Radiat Oncol Biol<br />
Phys 1984; 10: 1709-1712.<br />
22. Keim H, Potthoff PC, Schmidt K, Schiebusch M, Neiss A, Trott<br />
KR. Survival and quality of life after continuous accelerated<br />
radiotherapy of glioblastomas. Radiother Oncol 1987; 9: 21-<br />
26.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):23-25 25
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.21931<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Portal ven agenezisi: olgu sunumu<br />
Portal vein agenesis: a case report<br />
Cemalettin Güneş 1 , Ahmet Afşin Kundak 2 , Tevfik Demir 3 , Hafza Uçur 4 , Fatma Akci 4<br />
1<br />
Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce<br />
2<br />
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Yenidoğan Ünitesi, Ankara<br />
3<br />
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Kardiyolojisi Bilim Dalı, Eskişehir<br />
4<br />
Afyon Kocatepe Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon<br />
Özet<br />
Portal ven agenezisi nadir görülen bir malformasyondur.<br />
Özellikle kardiyovasküler ve gastrointestinal sistemle ilgili<br />
anomalilerle birlikteliği sık görülmektedir. Radyolojik olarak<br />
portal sistemi görüntülemek için renkli dopler ultrosonografi,<br />
bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve<br />
arteriyel veya direkt portografi gibi tetkiklerden faydalanmak<br />
gerekir. 10 yaşında portal agenezi nedeniyle tekrarlayan<br />
karın ağrıları olan olgu sunulmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Portal ven agenezisi, Karın ağrısı<br />
Abstract<br />
Portal vein agenesis is a rare malformation. It is seen<br />
particularly with cardiovascular and gastrointestinal<br />
system anomalies. Radiologic studies of the portal venous<br />
system include color Doppler ultrasonography (US),<br />
computed tomography (CT), magnetic resonance imaging,<br />
and arterial or direct portography. A ten year old<br />
child with recurrent abdominal pain because of portal<br />
vein agenesis is presented.<br />
Keyword: Portal vein agenesis, Abdominal pain<br />
Giriş<br />
Portal venin konjenital yokluğu nadir görülen bir<br />
malformasyondur. Portal venin agenezisi değişik<br />
konfigurasyonda ilave diğer malformasyonlar ile<br />
birlikte görülebilir. Özellikle gastrointestinal sistem<br />
ve kardiyovasküler sistem ile ilgili malformasyonlar<br />
sık görülür. Genellikle kızlarda ve çocuk yaş grubunda<br />
tanı almışlardır. Portal agenezi ile ilgili bu ana<br />
kadar 40'tan fazla vaka yayınlanmıştır (1-3). Karın<br />
ağrısı, iştahsızlık ile gelen ve portal ven agenezisi<br />
tanısı konulan 10 yaşında kız hasta sunuldu.<br />
ven hipoplazik izlendi. Karaciğer ve dalak normal<br />
olarak değerlendirildi. Kontrastlı spiral üst batın tomografisinde;<br />
portal ven görülmedi ve karaciğer<br />
hilusunda ve portal ven trasesinde kollateral vasküler<br />
yapılar dikkati çekti (Resim 2). Splenik ven tortiyoze<br />
ve elonge izlendi. Karaciğer, dalak, intra ve ekstrahepatik<br />
safra yolları normal olarak değerlendirildi. Ekokardiyografi<br />
normal olarak değerlendirildi. Takiplerinde<br />
hastanın mevcut yakınmalarının geçmesi üzerine<br />
kontrol önerilerek taburcu edildi.<br />
Olgu<br />
On yaşında kız hasta, 5 gün önce başlayan karın ağrısı,<br />
bulantı ve kusma şikayeti nedeniyle hastanemize<br />
başvurdu. Epigastrik bölgede ağrı tarifliyordu. Sarılık,<br />
kaşıntı ve ateş tanımlamıyordu. Özgeçmişinde tekrarlayan<br />
karın ağrısı ve iştahsızlık yakınması vardı. Fizik<br />
muayenede; genel durumu iyi, vücut ağırlığı 26 kg<br />
(3-10p), boy 135 cm (25-50p), ateş 36°C, nabız<br />
112/dk, solunum sayısı 26/dk, tansiyon arteriyel<br />
125/80 mmHg, epigastrik bölge ve sağ alt kadranda<br />
hassasiyet mevcuttu. Rebound ve defans yoktu. Karaciğer<br />
ve dalakele gelmiyordu . Diğer sistem muayenelerinde<br />
patoloji özellik saptanmadı.<br />
Laboratuvar testlerinde; kan sayımı, akut faz reaktanları<br />
(C reaktif protein, sedimantasyon), kan biyokimyasında<br />
patolojik özellik saptanmadı. D-Dimer 65<br />
µg/L (normal) idi. Ayakta direkt batın grafisinde özellik<br />
yoktu. Tüm batın ultrasonografide portal ven<br />
görülmemekle birlikte bu vasküler yapıların trasesinde<br />
ve intrahepatik alanda milimetrik çaplarda yaygın<br />
kollateral vasküler yapılar izlendi (Resim 1). Bu görünüm<br />
portal agenezi olarak değerlendirildi. Sağ ve sol<br />
hepatik venler normal olmasına rağmen orta hepatik<br />
Resim 1. Portal ven görülmemekle birlikte bu vasküler<br />
yapıların trasesinde ve intrahepatik alanda milimetrik<br />
çaplarda yaygın kollateral vasküler yapılar izlenmektedir.<br />
Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />
alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />
taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />
gibi diğer unsurlarının tamamlanması için bir<br />
Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın 3 hafta<br />
sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />
bulgularının normal olduğu görüldü.<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. Cemalettin GÜNEŞ, Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce<br />
Tel: 0 380 5421390 E-Posta: drgunesce@gmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Ocak / January 20, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Kasım / November 22, 2011 Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
26
Güneş C ve ark.<br />
Resim 2. Vena porta normal lokalizasyonda izlenmemekte,<br />
bu lokalizasyonda yaygın kollateral vasküler yapılar<br />
izlenmektedir.<br />
Tartışma<br />
Portal venin konjenital yokluğu nadir bir anomalidir<br />
ve ilk kez 1793 yılında Abernethy tarafından tanımlanmıştır.<br />
Portal venin embriyolojik gelişimini bilmek,<br />
anomalilerini anlamak için önemlidir. Portal ven 4-10.<br />
embriyonik haftalar arasında gelişir. 4. haftanın sonuna<br />
doğru, sağ ve sol vitellin venler arasında üç<br />
çapraz bağlantı oluşturulur. Süperior bağlantıdan<br />
intrahepatik portal ven gelişirken, sağ vitellin ven<br />
kaudal kısmının ve sol vitellin ven kranial kısmının<br />
selektif involusyonu extrahepatik portal veni oluşturur.<br />
Bu kritik anostomozun primer yetersizliği sonucu,<br />
komplet veya parsiyel portal sistem yokluğu ile<br />
sonuçlanır Bu anastomozdaki yetersizlik sonucu<br />
porto-sistemik ve porto-portal şantlar oluşur. Sonuç<br />
olarak, mezenterik ve splenik ven akımı, renal vene,<br />
hepatik vene veya doğrudan inferior vena kavaya<br />
drene olur. Portosistemik şant anomalilerinin iki türü<br />
vardır. Tip 1 şantlarda intrahepatik portal ven yoktur<br />
ve tam bir uç-yan şant mevcuttur. Tip 1 şantların iki<br />
alt tipi vardır; tip 1a şantlarda superior mezenterik ve<br />
splenik venler inferior vena kava (IVK), ilyak venler<br />
veya renal venlere ayrı ayrı dökülür ve tip 1b şantlarda<br />
superior mezenterik ve splenik venler kısa bir<br />
ekstrahepatik portal ven oluşturmak üzere birleşir ve<br />
inferior vena kavaya dökülür. Tip 2 şantlarda ise patent<br />
intrahepatik portal ven ve kısmi bir yan yana<br />
şant mevcuttur. Portal vendeki kavernöz sistemde<br />
tıkanıklık gelişirse portoportal kollateraller gelişir (3-<br />
5). Olgumuzda portal ven trasesinde kollateral venler<br />
mevcuttu.<br />
Portal ven agenezisi<br />
Vitellin ven ve kalp arasında embriyonik yaşamdaki<br />
yakın ilişki nedeniyle kardiyovasküler malformasyonlar<br />
ile birlikteliği sık görülebilir. Portal ven agenezisi<br />
ile birlikte olan konjenital kardiyovasküler anomaliler<br />
atriyal septal defekt, ventriküler septal defekt, patent<br />
foramen ovale, aort koarktasyonu, dekstrokardi, v.b.<br />
olarak sayılabilir (3-6). Olgumuzda kardiyak anomali<br />
mevcut değildi.<br />
Bundan başka portal agenezisi ile birlikte, çift splenik<br />
ven, çift vena kava inferior, sol taraflı vena kava inferior,<br />
superior mezenterik arter orjinli hepatik arter,<br />
intra pulmoner şantlar, azigos ve hemiazios<br />
bağlantısı ve deride hemanjiomlar gibi visceral veya<br />
kutanöz malformasyonlar bildirilmiştir (6).<br />
Ayrıca gastrointestinal sistem (konjenital bilier atrezi,<br />
konjenital koledokal kist ve intrahepatik safra kesesi<br />
vb) ve ürogenital sistem (kistik renal displazi, bilateral<br />
üreteropelvik obstruksiyon, vezikoüreteral reflü,<br />
çapraz füzyone renal ektopi ve hipospadies v.b.) ile<br />
ilgili malformasyonlarla birlikteliği bildirilmiştir.<br />
Fonksiyon göstermeyen pankreatik tümör, ülseratif<br />
kolit, juvenil poliposis, hepatik tümör inguinal herni<br />
gibi hastalıklar ile birlikteliği bildirilmiştir (6).<br />
Radyolojik olarak portal sistemi görüntülemek için<br />
renkli dopler ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi,<br />
manyetik rezonans görüntüleme ve arteriyel veya<br />
direkt portografi sayılabilir (5). Portal agenezili hastalarda<br />
prognoz konjenital kalp hastalığı, karaciğer<br />
hastalığı ve portosistemik şantın yerine göre değişir<br />
(6).<br />
Özellikle kronik karın ağrıları olan ve nedeni tespit<br />
edilemeyen hastalarda görüntüleme yöntemlerine<br />
mutlaka müracaat edilmeli ve nadir de olsa portal<br />
ven agenezisi olabileceği akılda tutulmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Shahin Zandieh, Anosheh Vakli-Adli, Josef Hochreiter, Franz<br />
Grill, Klaus Klaushofer and Ali Al Kaissi. Ball and socket ankle<br />
joint in connection with bilateral tarsal synostosis in a boy<br />
with congenital absence of the portal vain: a novel malformation<br />
complex. Cases Journal 2008, 1:76<br />
2. Singhal M, Lal A, Thapa BR, Prakash M, Shanbhogue KP,<br />
Khandelwal N. Congenital atresia of portal vein with portocaval<br />
shunt associated with cardiac defects, skeletal deformities,<br />
and skin lesions in a boy J Pediatr Surg. 2008;43:e25-8.<br />
3. Gocmen R, Akhan O, Talim B. Congenital absence of the portal<br />
vein associated with congenital hepatic fibrosis. Pediatr Radiol<br />
2007; 37: 920-924<br />
4. Kumar A, Kumar J, Aggarwal R, Srivastava S. Abernethy malformation<br />
with portal vein aneurysm. Turkish Society of Radiology<br />
2008 Diagn Interv Radiol 2008; 14:143-146<br />
5. Gallego C, Velasco M, Marcuello P, Tejedor D, Campo L, D,<br />
Friera A. Congenital and Acquired Anomalies of the Portal Venous<br />
System. Radiographics. 2002;22:141-159<br />
6. Guo-Hua Hu‚ Lai-Gen Shen, Jin Yang‚ Jin-Hua Mei‚ Yue-Feng<br />
Zhu. Insight into congenital absence of the portal vein: Is it rare?.<br />
World J Gastroenterol 2008; 14 : 5969-5979<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):26-27 27
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.76476<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Duplike sistemde dev üreterosel ve aynı üretere reflü: olgu sunumu<br />
Giant ureterocele and vesicoureteral reflux to the same ureter of a duplicated system:<br />
Case report<br />
Adnan Gücük¹, Ufuk Öztürk², Can Tuygun², İsmail Nalbant², Abdurrahim İmamoğlu²<br />
1<br />
<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bolu<br />
2<br />
SağlıkBakanlığı Dışkapı <strong>Yıl</strong>dırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümü, Ankara<br />
Özet<br />
Üreterosel üreterin distal kısmının kistik dilatasyonudur.<br />
Üreterosellerin % 80’i komplet üreter duplikasyonunda üst<br />
polü drene eden üreterde görülür. Genelde üreteroselin<br />
bulunduğu üreter obstruksiyon nedeniyle etkilenirken, diğer<br />
üreter vezikoüreteral reflü nedeniyle etkilenmektedir. Biz<br />
burada literatürde ender olarak görülen, dev üreterosel ve<br />
megaüreter ile aynı üretere reflü olan duplike sistemli bir<br />
vakayı sunmaktayız.<br />
Anahtar Kelimeler: Duplike sistem, dev üreterosel, vezikoüreteral<br />
reflü<br />
Abstract<br />
An ureterocele is a cystic dilatation of the distal part of<br />
the ureter. Eighty percent of ureteroceles are seen in the<br />
ureter draining the upper pole of a complete ureteral<br />
duplication. Generally, the ureter with ureterocele is<br />
affected by obstruction, while the other ureter is affected<br />
by vesicoureteral reflux. In this report, we present a case<br />
that is rarely encountered in the literature, with a duplicated<br />
system having a giant ureterocele and a megaureter,<br />
and reflux to the same ureter.<br />
Keyword: Duplex system, giant ureterocele,<br />
vesicoureteral reflux.<br />
Giriş<br />
Üreterosel distal üreterin kistik dilatasyonudur. Üreteral<br />
anomaliler arasında sık gözlenir ve insidansı<br />
1/500–1200 arasında olup kızlarda 4–7 kat fazla gözükmektedir.<br />
Tek sistem üreteroseli olabileceği gibi<br />
olguların %80’inde komplet üreter duplikasyonunda<br />
üst polü drene eden üreterde görülür (1).<br />
Komplet üreter ve renal pelvis duplikasyonu üst<br />
üriner sistemin en sık rastlanan anomalisidir (2). Duplike<br />
sistemlerde görülen üreterosel üst polü drene<br />
eden üreterde gözlenirken, aynı tarafın diğer üreterinde<br />
vezikoüretalreflü(VUR) gözlenmektedir. Bu<br />
vakalarda üst pol üreteroselin neden olduğu obstruksiyon<br />
sonucu etkilenirken, alt pol reflüye bağlı<br />
olarak zarar görmektedir (3). Biz burada üst polü<br />
drene eden üreterde hem dev üreterosel hemde VUR<br />
tespit edilen bir vakayı literatür eşliğinde sunmayı<br />
amaçladık.<br />
Olgu<br />
Doğumundan itibaren tekrarlayan ateşli idrar yolu<br />
enfeksiyonu hikayesi olan 4 yaşındaki kız hasta pyelonefrit<br />
atağı geçirmekte iken polikliniğe başvurdu.<br />
Yapılan üriner sistem ultrasonografisinde dev üreterosel<br />
ve üreterohidronefrozu olduğu saptandı. İşeme<br />
sistoüretrografisinde(VCUG) sağ vezikoüreteral reflü<br />
ve megaüreter olduğu gözlendi. Çekilen intravenöz<br />
pyelgrafide(IVP) nonfonksiyone üst pol ve mesanedeki<br />
dolma defekti dışında herhangi bir anormallik<br />
tespit edilmedi. Renal fonksiyonların değerlendirildiği<br />
DMSA sintigrafisi de, sağ böbreğin fonksiyonsuz<br />
bir üst polü olduğunu doğruladı (Resim 1,2).<br />
Resim 1. Ameliyat öncesi VCUG, IVP görüntüleri<br />
Hastaya operasyon sırasında uygulanan sistoskopide<br />
dev üreterosel gözlendi. İnsize edilerek boşaltılan<br />
üreterosel sonrasında kraniolateral tarafda alt pole<br />
ait normal görünümlü üreter orifisi saptandı. Hastaya<br />
üst pol nefrektomisi+total üreterektomi+üreterosel<br />
eksizyonu uygulandı. Postoperatif 3. ayda çekilen<br />
VCUG ve IVP’de herhangi bir patoloji saptanmadı.<br />
Postoperatif dönemde klinik, fonksiyonel ve radyolojik<br />
değerlendirmeler ile takip edilen hastada 1. yılsonunda<br />
herhangi bir patolojiye rastlanmadı.<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Yrd. Doç. Dr. Adnan Gücük, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Hastanesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bolu Tel: 0 374 2534656 E-Posta: gucukadnan@hotmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Mayıs / May 02, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan / April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
28
Gücük A ve ark.<br />
Dev üreterosel olgusu<br />
Üreteroselli duplike sistemlerde oldukça farklı fonksiyonel<br />
bölümlenmeler olduğundan patolojik durum<br />
tamamen ortaya çıkartılmalıdır. Tedavi üst pol fonksiyonunun<br />
durumuna, reflü olup olmamasına göre<br />
oldukça farklılık gösterebilecektir. Eğer üst pol nonfonksiyone<br />
ise heminefrektomi ve üreterektomi uygun<br />
tedavi yöntemidir (7). Üreterektominin total<br />
olarak yapılması gerekliliği halen tartışmalı bir konudur<br />
(9). Ancak bizim vakamızdaki gibi reflünün ve<br />
megaüreterin olduğu vakalarda, bırakılacak üreteral<br />
güdük potansiyel bir staz ve enfeksiyon kaynağı<br />
olabilecekir. Bu nedenle biz de üst pol nefrektomisi<br />
ile total üreterektomi ve üreterosel eksizyonu yaparak<br />
olası enfeksiyon kaynaklarını da ortadan kaldırmayı<br />
amaçladık.<br />
Resim 2. Ameliyat öncesi renal sintigrafi görüntüleri<br />
Tartışma<br />
Duplike sistemlerde alt pol ile üst pol arasındaki<br />
fonksiyonel ve anatomik bölümlenme oldukça çeşitlilik<br />
göstermektedir. Bu sistemlerde üreterosel ve<br />
vezikoüreteral reflü oldukça yakın ilişkideki anomalilerdir<br />
(3). VUR alt polde %40–65, karşı taraf böbrekde<br />
% 25 oranında gözlenmektedir (4).<br />
Embriyolojik olarak komplet duplike sistemler iki<br />
üreterik tomurcukdan meydana gelirler. Üst pol üreteri<br />
genellikle daha kaudale göç ederek üreteroselli<br />
ya da üreteroselsiz obstrukte ektopik üreteri oluşturur<br />
(5,6). Alt pol üreteri ise daha lateralde sonlanarak<br />
daha kısa intravesikal üretere sahip olurki buda reflünün<br />
nedenini açıklar (7). Bu vakalarda üst polde<br />
obstruksiyona bağlı nefropati gelişirken, alt polde<br />
reflüye bağlı nefropati gelişmektedir. Fakat Harb ve<br />
ark. sunduğu vakadaki gibi üreterosel bazen alt pol<br />
üreterinden de kaynaklanabilmektedir (8). Bizim de<br />
vakamızda ender olarak görülebilecek şekilde üst pol<br />
üreterinde hem dev üreterosel hemde reflü ve buna<br />
bağlı nefropati tespit edildi. Bu vakada da hastanın<br />
başvuru nedeni, en sık gözlendiği gibi tekrarlayan<br />
idrar yolu enfeksiyonlarıydı (6).<br />
Sonuç olarak, üreteroseller anatomik ve patolojik<br />
açıdan oldukça farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir.<br />
Bu nedenle her bir üreterosel vakası kendine<br />
özgü olarak değerlendirilip tedavi edilmelidir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Merlini E., Lelli Chiesa P.: Obstructive ureterocele-an ongoing<br />
challenge. World J Urol. 2004;22:107-14.<br />
2. Jednak R, Kryger JV, Barthold JS, González R.: A simplified<br />
technique of upper pole heminephrectomy for duplex kidney.<br />
J Urol. 2000;164:1326-8<br />
3. Vates TS, Bukowski T, Triest J, Freedman A, Smith C, Perlmutter<br />
A, Gonzales R.:Is there a best alternative to treating the obstructed<br />
upper pole? J Urol 1996;156:744-6<br />
4. Arap S, Arap-Neto W, Chedid EA, Mitre AI, Menezes de Goes<br />
G: Ureterocele of the lower pole ureter and an ectopic upper<br />
pole ureter in a duplex system. J Urol 1983;129:1227<br />
5. Gonzales, E. T., Jr.: Anomalies of the renal pelvis and ureter.<br />
In:Clinical Pediatric Urology, 3rd ed. Edited by P. P. Kelalis, L. R.<br />
King and A. B. Belman. Philedelphia: W.B. Saunders, vol. 1,<br />
chapter 15, 1992;530-579<br />
6. Amis ES,Cronan JJ, Pfister RC: Lower moiety hydronephrosis<br />
in düolicated kidneys. Urology 1985;26:82-88<br />
7. Choi H., Oh S.,: The management of children with complete<br />
ureteric duplication: selective use of uretero-ureterostomy as<br />
a primary and salvage procedure. BJU International<br />
2000;86:508-512<br />
8. Harb F., Tiguert R., Hurley P., Gheiler L., Smith C.: Ureteocele<br />
arising from a lower-pole moiety. Urol Int 1999;63:245-246<br />
9. Plaire JC, Pope IV JC, Kroop BP, Adams MC, Keating MA, Rink<br />
RC, Casale AJ. Management of ectopic ureters: Experience<br />
with the upper tract approach. J Urol 1997; 158:1245-7.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):28-29 29
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.02886<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Kronik lenfositik lösemili olguda JAK 2 pozitif kronik myeloproliferatif<br />
neoplazi (polisitemia vera) birlikteliği: nadir bir olgu<br />
JAK 2 positive chronic myeloproliferative neoplasia (polycythemia vera) and chronic<br />
lymphocytic leukemia coexistence: a rare case<br />
Murat Bayram 1 , Vildan Özkocaman 2 , Fahir Özkalemkaş 2 , Rıdvan Ali 2 , Gönül Irmak 2 , Taner Aydın 1 ,<br />
Savaş Aksoy 1 , Ahmet Tunalı 2<br />
1<br />
Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa.<br />
2<br />
Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa.<br />
Özet<br />
Kronik lenfositer lösemi, anormal lenfositlerin kan ve kemik<br />
iliği başta olmak üzere vücutta aşırı miktarda birikmesiyle<br />
oluşan malign bir hematolojik hastalıktır. Polisitemia vera ön<br />
planda eritrosit olmak üzere her üç hematopoetik hücre<br />
dizisinin aşırı üretimi ile sonuçlanan myeloproliferatif bir<br />
hastalıktır. Kronik lenfositer lösemi ve myeloproliferatif<br />
hastalıkların birlikteliği literatürde çok nadir olarak bildirilmiştir.<br />
Biz de burada kronik lenfositer lösemi sonrası polisitemia<br />
vera gelişen bir olguyu bildiriyoruz.<br />
Anahtar Kelimeler: Kronik lenfositer lösemi, Polisitemia<br />
vera, JAK 2.<br />
Abstract<br />
Chronic lymphocytic leukemia is a malignant haematologic<br />
disease characterized of accumulation of abnormal<br />
lymphocytes mainly in peripheral blood and bone marrow.<br />
Polycythemia vera is a myeloproliferative disorder<br />
characterized of overt production of mainly erythrocytes<br />
but also all three lineage. Simultaneous presentation of<br />
chronic lymphocytic leukemia and myeloproliferative<br />
disorders is very rare in literature. We report a case of<br />
polycythemia vera which developed just after chronic<br />
lymphocytic leukemia.<br />
Key Words: Chronic lymphocytic leukemia, Polycythemia<br />
vera, JAK 2.<br />
Giriş<br />
Kronik lenfositer lösemi (KLL) ve myeloproliferatif<br />
maliginitelerin birlikteliği oldukça nadirdir ve sadece<br />
birkaç vaka olarak bildirilmiştir. KLL hastalarındaki<br />
bozulmuş immunitenin; sekonder maliginitelere<br />
sebep olabilecek neoplastik proliferasyon riskini<br />
artırabileceği düşünülmüştür. Bir hastada bu iki klonal<br />
hematolojik bozukluğun birlikteliği, ikisinin de<br />
aynı pluripoent kök hücreden köken aldığı ihtimalini<br />
artırmaktadır. Myeloproliferatif bozuklukların büyük<br />
çoğunluğunda ve özellikle polisitemia veralı (PV)<br />
hastalarda JAK 2 V617F mutasyonu saptanmıştır. Bu<br />
belki de altta yatan sebep olabilir ancak KLL’li hastalarda<br />
bu mutasyon saptanmamıştır (1). Bizde bu<br />
olgumuz ile KLL ve myeloproliferatif hastalıklar grubunda<br />
JAK 2 V617F gen mutasyonu olan PV’lı 77<br />
yaşında bir kadın hastayı incelemeyi amaçladık.<br />
Olgu<br />
Yetmişyedi yaşında kadın hasta, Hematoloji Bilim<br />
Dalı polikliniğine halsizlik ve bacak ağrısı nedeniyle<br />
başvurdu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde solukluk<br />
dışında bir bulgu saptanmadı. Özgeçmişinde<br />
hipertansiyon ve geçirilmiş serebrovasküler olay olan<br />
hastanın, soygeçmişinde ise bir özellik yoktu.<br />
Laboratuvar bulgularında, lökosit 24200/mm 3 , Hb<br />
8,5gr/dl, Hct %25,8, MCV 66,2fL, retikülosit %1,8,<br />
Trombosit 722000/mm 3 , ALT 10IU/L, AST 13 IU/L,<br />
total biluribin 0,48 mg/dl, indirekt biluribin 0,3<br />
mg/dl, direkt biluribin 0,18 mgr/dl, LDH 198 IU/L,<br />
direkt ve indirekt coombs negatif, kan üre azotu 44<br />
mg/dl, kreatinin 1 mg/dl, total protein 7 mg/dl, albümin<br />
4,4 mg/dl olarak saptandı. Serum demir 13<br />
ug/dL, total demir bağlama kapasitesi 462 ug/dL,<br />
ferritin 28 ng/mL bulunurken; vitamin B12 ve folik<br />
asit normal olarak saptandı. Üç defa gönderilen gaitada<br />
gizli kan ise negatif idi.<br />
Periferik yaymasında %46 parçalı, %53 çomak, %1<br />
bazofil, çok sayıda basket-cell, hipkromi, polikromazi<br />
görülürken trombosit sıklık ve kümeleşmesi ise normal<br />
olarak izlendi. Hastaya yapılan kemik iliği aspirasyonu<br />
sonucu; hücreden hafif zengin olan kemik<br />
iliğinde megakaryositlerde sayıca artış ve zengin<br />
trombosit kümeleri izlenirken, olgun görünümlü<br />
lenfositler %24 oranında bulundu. Granülositer ve<br />
eritroid serinin gelişiminde özellik saptanmazken<br />
yabancı ve atipik hücre gözlenmedi. Kemik iliğinden<br />
gönderilen flow sitometride ise CD5 %94,7, CD19<br />
%95,2, CD20 %96, CD23 %55,3 olarak izlendi. Hastaya<br />
bu bulgularla B hücreli KLL ve demir eksikliği<br />
anemisi tanısı konuldu. Oral demir preparatı ve allopurinol<br />
tedavisi başlanarak izleme alındı. Hastanın<br />
takiplerinin 6. ayında şikayetinin olmamasına rağmen,<br />
fizik muayenesinde pletore, traube kapalılığı ve<br />
karaciğer 3 cm palpapl olarak saptandı.<br />
Laboratuvar tetkiklerinde ise, lökosit 18700/mm 3 , Hb<br />
19,8gr/dl, Htc %60,7, MCV 97,5fL, Trombosit<br />
292000/mm 3 , Ferritin 78,8ng/mL idi. Yapılan abdomen<br />
ultrasonografisinde karaciğer alt kenarı kosta<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. Murat Bayram, Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa. Tel: 0 224 2950000<br />
Geliş tarihi / Received: Nisan/ April 12, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
30
Bayram M ve ark.<br />
arkusunu geçmekte (hepatomegali), dalak uzun aksı<br />
146 mm, transvers çapı 83,5 mm olup splenomegali<br />
hali izlendi. Hastanın demir tedavisi ile uyumsuz<br />
eritrositozu mevcuttu. Oral demir tedavisi kesilen<br />
hastanın serum eritropoetin düzeyi ise 1 mIU/Ml’den<br />
daha düşük bulundu. Hastaya eritrositoz nedeniyle<br />
tekrar kemik iliği aspirasyonu yapıldı. Kemik iliği<br />
aspirasyonunda, normal zenginlikte olan kemik iliğinde<br />
her üç seriye ait kesintisiz maturasyon izlendi.<br />
Eritroid seri normoblastik özellikte, megakaryositler<br />
ve normal görünümlü lenfositler artmış olarak bulundu.<br />
Kemik iliğinden gönderilen t(9;22) mutasyonu<br />
negatif, JAK 2 (V617F) mutasyonu pozitif olarak saptanırken,<br />
karyotip analizinde ise üreme gözlenmedi.<br />
Hasta bu bulgularıyla PV tanısı aldı ve intermittan<br />
flebotomi tedavisine alındı. Takibinden 6 ay sonra<br />
sağ alt extremitede derin ven trombüsü gelişen hastaya<br />
INR takiplerine göre varfarin tedavisi verildi.<br />
Hasta halen Hematoloji polikliniğinde KLL ve PV<br />
tanılarıyla izlenmektedir.<br />
Tartışma<br />
PV ve KLL birlikteliği hala tam olarak anlaşılamamakla<br />
birlikte literatürde çok nadir olarak rapor edilmiştir<br />
(2). Christine ve Withington hastanesinde 12 yıl boyunca<br />
228 KLL ve 293 PV hastasını incelemiş ve sadece<br />
birinde KLL ve PV birlikteliği saptanmıştır (1). Bizim<br />
olgumuzda da nadir olarak görülen KLL ve PV<br />
birlikteliğinin izlendiği görülmüştür. Marisavljevic ve<br />
ark.’ları (3) PV tanısıyla izlenen olgudan 5 yıl sonra,<br />
Koza ve ark.’larıda (4) 7 yıl sonra KLL izlendiğini göstermişlerdir.<br />
Olgumuzda ise KLL tanısıyla izlenen<br />
hastada, 6 ay sonra PV geliştiği görülmüştür. KLL<br />
sonrası PV gelişmiş olması ve daha kısa sürede bu<br />
gelişimin meydana gelmesi nedeniyle diğer vakalardan<br />
farklılık göstermektedir.<br />
Kronik lenfositik lösemili olguda polisitemia vera<br />
JAK 2 V617F mutasyonu primer myelofibroz ve esansiyel<br />
trombositozda %50 oranında saptanırken, PV’lı<br />
hastalarda ise %95 oranında pozitif olarak görülebilmektedir<br />
(1). Hüseyin ve ark.’ları (5) PV ve eş zamanlı<br />
B-KLL’li hastada, KLL hücrelerinde JAK 2 mutasyonu<br />
saptamamıştır. Henry ve ark.’ları (6) KLL ve<br />
eş zamanlı esansiyel trombositozlu (ET) hastada lenfoid<br />
hücrelerinde V617F mutasyonu saptamadılar.<br />
Bizim vakamızda ise KLL sonrası gelişen PV’da JAK 2<br />
V617F mutasyonu pozitif olarak saptandı. Vannucchi<br />
(7) ve ark.’ları yaptığı çalışmada 353 PV ve 467 ET<br />
hastasını 5 yıl boyunca izlemişler ve 11 hastada lenfoid<br />
neoplasm geliştiği görülmüş. Bunların 4’ünün<br />
KLL hastası olduğu izlenirken JAK 2 V617F mutasyonu<br />
olan hastalarda lenfoid neoplasm gelişme riskinin<br />
anlamlı derecede fazla olduğu saptanmıştır. Vakamızda<br />
da KLL ve PV birlikte görülürken, JAK 2 V617F<br />
mutasyonu pozitif olarak saptanmıştır. PV’lı hastaların<br />
yaklaşık %30-40’ında tromboz izlenirken, bunlar<br />
sıklıkla derin ven trombozu, pulmoner emboli ve<br />
serobrovaküler trombozlar olarak görülmektedir (8).<br />
Vakamızın takiplerinde de derin ven trombozu izlendiği<br />
görülmüştür. Olgumuz KLL’den lenfomyeloproliferasyon<br />
ile diğer olgulardan daha kısa<br />
sürede PV gelişen, JAK 2 V617F mutasyonu pozitif<br />
olan ve derin ven trombozu görülmüş olan nadir bir<br />
vakadır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Kodali S, Chen C, Rathnasabapathy C, Wang JC. JAK2 mutation<br />
in a patient with CLL with coexistent myeloproliferative neoplasm<br />
(MPN). Leuk Res. 2009;33:263-9.<br />
2. Taberner DA, Chang J, Otride BW. Co-existent chronic lymphatic<br />
leukemia with polycthaemia vera. Postgraduate Medical<br />
Journal. 1977;53:222-3.<br />
3. Marisavljevic D, Radosevic-Radojkovic N, Basara B, Gotic M,<br />
Rolovic Z. Chronic lymphocytic leukemia associated with polycythemia<br />
vera. Srp Arh Celok Lek. 1994;122:353<br />
4. Koza I, Babusikova O. Sequential development of chronic<br />
lymphocytic leukemia in a patient with polycythemia vera.<br />
Neoplasma. 1988;35:77-80.<br />
5. Hussein K, Brakensiek K, Ballmaier M, et al. B-CLL developing<br />
in a patient with PV is not affected by V617F mutation of the<br />
Janus kinase 2. Eur J Haematol. 2006;77:539-41.<br />
6. Henry L, Carillo S, Jourdan E, Arnaud A, Brun S, Lavabre-<br />
Bertrand T. Association of essential thrombocythemia and<br />
chronic lymphocytic leukemia: absance of the V617F JAK2<br />
mutation in the lymphoid compartment. Am J Hematol.<br />
2007;82:500-1.<br />
7. Vannuchi AM, Masala G, Antonioli E. Increased risk of lymphoid<br />
neoplasms in patients with Philadelphia chromosomenegative<br />
myeloproliferative neoplasms. Cancer Epidemiol Biomarkers<br />
Prev. 2009;18:2068-73.<br />
8. Mağın H, Akdoğan MF, Uyanık Ç, Gücün M, Palit F, Duranay M.<br />
Polisitemia Vera tanısında Jak-2 gen mutasyonunun önemi:<br />
Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi. Bakırköy <strong>Tıp</strong><br />
<strong>Dergisi</strong>. 2010;6:35-8.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):30-31 31
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.47966<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Deli bal zehirlenmesi; ne kadar gözleyelim?<br />
Mad honey poisoning; how much observe?<br />
Emine Binnetoğlu 1 , Sevim Dindar 1 , Erkan Şengül 1 , Nuray Kahraman Ay 2<br />
1<br />
Sağlık Bakanlığı Derince Eğitim Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli Türkiye<br />
2<br />
Sağlık Bakanlığı Derince Eğitim Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Kocaeli Türkiye<br />
Özet<br />
Deli bal zehirlenmesi Türkiye’nin daha çok Karadeniz bölgesinde<br />
görülen, gastrointestinal, kardiyovasküler ve nörolojik<br />
sistemleri etkilyebilen bir sendromdur. Hipotansiyon, bradikardi<br />
ve görme sorunları en sık karşılaşılan problemlerdir.<br />
İntravenöz sıvı ve atropin tedavisi semptomatik hastalarda<br />
başarıyla kullanılır. Burada deli bal zehirlenmesi olan, hipotansiyonu<br />
ve bradikardisi 72 saat süren 46 yaşında erkek bir<br />
hasta sunulmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Deli bal, bradikardi, görme problemleri.<br />
Abstract<br />
Mad honey poisoning syndrome is common in Turkey<br />
mostly in Black Sea Region. Gastrointestinal, cardiovascular<br />
and neurologic systems are mostly involved in this<br />
syndrome. Hypotension, bradycardia and visual disorders<br />
are usually encountered problems. Intravenous fluid and<br />
atropin therapy are successfully used in symptomatic<br />
patients. We report a 46 year old male with mad honey<br />
poisoning who presented with prolonged hypotension<br />
and bradycardia.<br />
Keywords: Mad honey, bradycardia, visual problems.<br />
Giriş<br />
Bal zehirlenmesi Rhododendron ailesine ait bitkilerle<br />
beslenen arıların ürettiği taze balın tüketilmesi ile<br />
ortaya çıkan klinik bir tablodur. Zehirlenmenin sebebi<br />
bu bitkilerde bulunan Grayanatoksin adlı maddenin<br />
(GTX) hücre membranındaki sodyum kanallarına<br />
bağlanarak sodyum iyonlarının geçirgenliğini artırmasıdır<br />
(1-4).<br />
Zehirlenme temel olarak gastrointestinal, kardiyovasküler<br />
ve nörolojik sistemde etkisini göstermektedir.<br />
Bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrıları,<br />
ishal, hipotansiyon, bradikardi veya kardiyovasküler<br />
kollaps, halsizlik, görmede bulanıklık, geçici körlük,<br />
deliriyum ve koma önemli klinik belirti ve bulgulardır<br />
(3,5-7).<br />
Değişik çalışmalarda deli bal zehirlenmesi tanısı alan<br />
hastaların birkaç saat ile 24 saat arasında değişen<br />
zamanlarda tam düzeldiği belirtilmektedir. Bu yazıda<br />
kliniğimize bal yeme sonrası görmede bulanıklık, baş<br />
dönmesi, fenalık hissi, halsizlik ve terleme şikayetleri<br />
ile başvuran aynı zamanda bradikardisi ve hipotansiyonu<br />
saptanan fakat tedaviye rağmen bulguların 72<br />
saat sürdüğü bir olgu sunulmuştur.<br />
Olgu<br />
46 yaşında erkek hasta bir yemek kaşığı bal yedikten<br />
yarım saat sonra fenalaşma, baş dönmesi, terleme,<br />
görmede bulanıklık şikayetleri ile acile başvurdu.<br />
Başvuru esnasında genel durumu orta, bilinç açıktı.<br />
Kan basıncı 80/50 mmHg ölçüldü. Kalp tepe atımı<br />
40/dakika, S1, S2 normaldi. Ek ses veya üfürüm yoktu.<br />
Biyokimyasal ve hematolojik analizleri normaldi.<br />
Elektrokardiyografide sinüs bradikardisi mevcuttu.<br />
Akut bal zehirlenmesi olarak kabul edilen hastaya<br />
semptomatik bradikardi ve hipotansiyon nedeniyle<br />
intravenöz sıvı replasmanı ve atropin uygulandı.<br />
Stabil hale gelen hasta 3 saatlik gözlemin ardından<br />
taburcu edildi. Taburcu olduktan 1 saat sonra senkop<br />
geçiren hasta tekrar acile başvurdu. İkinci başvuru<br />
esnasında kalp hızı 40/dakika ve kan basıncı<br />
90/60mmHg saptandı. Hastaya tekrar intavenöz sıvı<br />
ve aralıklı atropin tedavisi uygulandı. Ara ara bradikardisi<br />
ve tansiyon düşüklüğü devam eden hastanın<br />
hemodinamik değerleri 72. saatte normale geldi ve<br />
hasta taburcu edildi.<br />
Tartışma<br />
Zehirlenmenin sebebi olan grayanatoksin (GTX)<br />
rhododendron ailesine ait çiçeklerin polen ve nektarlarında<br />
bulunur. GTX nitrojen içermeyen polihidroksi-siklik<br />
hidrokarbonlardan olup yağda çözünme<br />
özelliğine sahiptir (6,8). Yaklaşık 18 adet GTX tipi<br />
tanımlanmış olup kardiyak etkilerden sorumlu olan<br />
GTX I dir (1,8).<br />
Farklı araştırmalar sonucunda GTX’in 3 şekilde voltaj<br />
bağımlı sodyum kanallarını etkilediği saptanmıştır.<br />
GTX ilk olarak sodyum kanalları açık iken bağlanır ve<br />
sodyum kanalları inaktif hale getirilemez. Sonuç<br />
olarak sodyum kanallarının aktif potansiyelleri hiperpolarizasyona<br />
doğru kaymaktadır (9).<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Dr. Emine Binnetoğlu, Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli Tel: 0 262 3178000<br />
Geliş tarihi / Received: Şubat/ February 05, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
32
Binnetoğlu E ve ark.<br />
Deli bal zehirlenmesi<br />
Tablo 1. Deli bal zehirlenmesine bağlı aritmi bildirilen 12 çalışmadaki olguların özeti (7).<br />
Hasta<br />
sayısı<br />
Nonspesifik<br />
bradiaritmi<br />
Sinüs<br />
bradikardisi<br />
Nodal<br />
ritim<br />
WPW *<br />
2.derece<br />
blok<br />
AV<br />
tam<br />
blok<br />
asistoli<br />
Bal kaynağı<br />
Hasta sayısı 70 12 37 8 1 1 8 1 70<br />
V.Malotti ve ark. 1 1 Türk balı<br />
Biberoğlu ve ark. 16 8 5 1 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Yavuz ve ark. 7 7<br />
Orta<br />
Karadeniz<br />
Sutlupınar ve ark. 11 11 Karadeniz<br />
Gossinger ve ark. 2 2 Türk balı<br />
Dilber ve ark. 1 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Ozhan ve ark. 15 4<br />
Batı<br />
Karadeniz<br />
Kumral ve ark. 1 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Gündüz ve ark. 8 4 3 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Gündüz ve ark. 1 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Onat ve ark. 2 1 1 1<br />
Doğu<br />
Karadeniz<br />
Akıncı ve ark 1 1 Karadeniz<br />
*WPW: Wolf-Parkinson White<br />
Bal zehirlenmesi olgularının çoğunun ileri yaş erkek<br />
olması ilgi çekicidir (5,10,11). İleri yaş erkek hastaların<br />
ditabetes mellitus ve hipertansiyon gibi hastalıkların<br />
tedavisinde balı alternatif olarak tercih etmeleri bu<br />
durumu açıklayıcı bir durum olarak belirtilmiştir (11).<br />
Olgumuzun 46 yaşında olması ve bu hastalıklara<br />
sahip olmaması literatür ile uyuşmamaktadır.<br />
Alınan miktarla zehirlenme arasında ilişki net olmamakla<br />
beraber çok az miktar bal alımının zehirlenmelere<br />
sebep olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalar<br />
15-60 gr bal alınmasının zehirlenmeye yol açtığını<br />
gösterilmiştir (5,11). Olgumuzun bir yemek kaşığı bal<br />
yedikten sonra zehirlendiği saptandı.<br />
Bal alımında sonra belirtilerin başlama zamanı değişik<br />
çalışmalarda değerlendirilmiş ve ortalama 1 saat<br />
ile 3 saat arasında olduğu saptanmıştır (5,10,11).<br />
Olgumuzda belirtilerin bal alımından yarım saat<br />
sonra başladığı belirlendi.<br />
Deli bal herkeste toksik etki oluşturmasa da çoğunluk<br />
baldan etkilenir. Belirgin hipotansiyon ve bradikardi<br />
en sık bulgular olup bu iki bulgu zehirlenme vakalarının<br />
%90’ında vardır. Diğer sık görülen belirti ve<br />
bulgular terleme, sersemlik ve bilinç değişikliği<br />
(%70), senkop (%30), diplopi ve bulanık görme (%20-<br />
80) ve hipersalivasyondur (%14) (4,12).<br />
Kardiyak ritim problemleri olguların tamamında<br />
bildirilmiş olup %75 oranında non-spesifik bradiaritmi<br />
veya sinüs bradikardisi saptanmıştır. Daha az<br />
oranda kardiyak blok da bildirilmiş olup asistoliye<br />
çok nadir rastlanmıştır (Tablo 1).<br />
Hastalar genellikle uygun serum fizyolojik ve 1-2 mg<br />
intravenöz atropin ile hızlı klinik düzelme gösterirler.<br />
Çok nadiren pacemaker gerektiren olgular da bildirilmiştir<br />
(3,11,13).<br />
Deli bal tanısı alan hastaların hastanede ne kadar<br />
süre gözlem altında kalması gerektiğine dair tam bir<br />
fikir birliği olmasa da Gündüz ve arkadaşlarının yaptığı<br />
2 değişik çalışmada (3,5) bu hastaların normal<br />
kalp hızı ve tansiyon değerleri görüldükten 2-6 saat<br />
sonrasında taburcu edilmeleri önerilmiştir. Demircan<br />
ve arkadaşları (10) hastaların en erken 7. saatte stabilleştiği<br />
ve tam düzelmenin 23.4±10.5 saat sonra ortaya<br />
çıktığını saptamışlardır. Hancı ve arkadaşları da<br />
serilerinde olgularının ortalama 2.88±1.33 saat sonra<br />
taburcu edildiğini bildirmiştir (11). Olgumuz gerekli<br />
intarvenöz sıvı replasmanı ve atropin tedavisinden<br />
yaklaşık 3 saat sonra hemodinamik olarak stabil olduktan<br />
sonra taburcu olmuş, fakat 1 saat sonra senkop<br />
geçiren hasta tekrar acile başvurmuş ve 72 saat<br />
boyunca bradikardi ve hipotansiyonu nedeniyle<br />
tedavi edilmesi gerekmiştir.<br />
Sonuç olarak deli bal zehirlenmesi özellikle ülkemizin<br />
Karadeniz bölgesinde sık rastlanan mortalitesi düşük<br />
bir klinik durumdur. Özellikle acil servise başvuran ve<br />
açıklanamayan bradikardisi, hipotansiyonu ve akut<br />
görme bozukluğu olan orta yaşlı erkek hastalarda<br />
ayırıcı tanıda akla gelmelidir. Mortalitesi düşük olsa<br />
da erken fark edilip tedavi edilmezse mortal seyredebileceği<br />
bilinmelidir. Tedaviye hızlı yanıt verse de<br />
belirtilerin 72 saate kadar uzayabileceği akılda tutulmalı<br />
ve tam düzelme görüldükten sonra hastalar<br />
taburcu edilmelidir.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):32-34 33
Binnetoğlu E ve ark.<br />
Kaynaklar<br />
1. Koca I, Koca FA. Poisoning by mad honey: a brief review. Food<br />
Chem Toxicol 2007; 45:1315–1318.<br />
2. Yilmaz O, Eser M, Sahiner A, Altintop L, Yesildag O. Hypotension,<br />
bradycardia and syncope caused by honey poisoning.<br />
Resuscitation 2006; 68:405–408.<br />
3. Gunduz A, Turedi S, Uzun H, Topbas M. Mad honey poisoning.<br />
Am J Emerg Med 2006; 24:595–598.<br />
4. Yavuz H, Özel A, Akkus I, Erkul I. Honey poisoning in Turkey.<br />
Lancet 1991; 337:789–790.<br />
5. Gündüz A, Meriçé ES, Baydın A, et al. Does mad honey poisoning<br />
require hospital admission? Am J Emerg Med<br />
2009;27:424-427.<br />
6. Başgül A. Deli Bal Zehirlenmesi. Yoğun Bakım <strong>Dergisi</strong><br />
2003;3:33-36.<br />
7. Gündüz A, Tatlı Ö, Türedi S. Geçmişten günümüze deli bal<br />
zehirlenmesi. Turk J Emerg Med 2008;8:46-49.<br />
8. Aliyev F, Türkoğlu C, Çeliker C, Firatli İ, Alici G, Uzunhasan I.<br />
Chronicmad honey intoxication syndrome: a new form of an<br />
old disease? Europace 2009;11:954-956.<br />
Deli bal zehirlenmesi<br />
9. Maejima H, Kinoshita E, Seyama I, et al. Distinct site regulating<br />
grayanotoxin binding and unbinding to D4S6 of Nav1.4 sodium<br />
channel as revealed by improved estimation of toxin<br />
sensitivity. J Biol Chem 2003;278:9464-9471.<br />
10. Demircan A, Keleş A, Bildik F, Aygencel G, Doğan ON, Gómez<br />
HF. Mad honey sex: therapeutic misadventures from an ancient<br />
biological weapon. Ann Emerg Med 2009;54:824-829.<br />
11. Hancı V, Bilir S, Kırtaç N ve ark. Zonguldak Bölgesinde Deli Bal<br />
Zehirlenmesi: Yetmiş İki Olgunun Analizi Türk Anest Rean Der<br />
<strong>Dergisi</strong> 2010;38(4):278-284.<br />
12. Yilmaz O, Eser M, Sahiner A, Altintop L, Yesildag O. Hypotension,<br />
bradycardia and syncope caused by honey poisoning.<br />
Resuscitation 2006;68:405-408.<br />
13. Dursunoglu D, Gur S, Semiz E. A case with complete atrioventricular<br />
block related to mad honey intoxication. Ann Emerg<br />
Med 2007;50:484-485.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):32-34 34
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.54254<br />
Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
İntrakraniyal lipomun tanı ve tedavi yönetiminde BT ve MRG<br />
CT and MRI in the diagnostic and therapeutic management of intracranial lipomas<br />
Fahri Halit Beşir 1 , Fuat Özkan 2<br />
1<br />
Düzce Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />
2<br />
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Kahramanmaraş<br />
Özet<br />
İntrakranial lipomlar nadir görülür ve genellikle asemptomatiktir.<br />
Bununla beraber lokalizasyonuna göre klinik belirti<br />
verebilirler. Bu yazıda baş ağrısı şikayeti ile başvuran ve<br />
bilgisayarlı tomografide (BT) tespit edilerek manyetik rezonans<br />
görüntüleme (MRG) ile tanısı teyit edilen intrakraniyal<br />
lipom vakasını sunmayı amaçladık. BT dansitometrik değerlendirme<br />
ve MRG inceleme ile invaziv bir işlem uygulanmadan<br />
cerrahi tedavisi zor olan intrakranial lipomların tanısı<br />
kolaylıkla konulabilir. BT ve MRG tedavinin belirlenmesi ile<br />
lezyonun takibinde de kolaylık sağlamaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: İntrakranial lipom, bilgisayarlı tomografi<br />
(BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG ).<br />
Abstract<br />
Intracranial lipomas are rare and usually asymptomatic.<br />
However, they may be symptomatic according to their<br />
localization. In this article, we aimed to report a case who<br />
presented with headache and diagnosed with intracranial<br />
lipoma which was detected at computed tomography<br />
(CT) and confirmed by magnetic resonance imaging<br />
(MRI). Intracranial lipomas which are difficult treat by<br />
surgery should be diagnosed easily with CT densitometry<br />
and MRI without invasive procedure. Also, CT and MRI<br />
may be helpful in determining treatment choice and<br />
following up the lesion.<br />
Keyword: Intracranial lipoma, computed tomography<br />
(CT), magnetic resonance imaging (MRI).<br />
Giriş<br />
Nadir görülen intrakranial lipomlar genellikle asemptomatik<br />
olmakla beraber lokalizasyonuna göre klinik<br />
belirti verebilirler. Bilgisayarlı tomografide (BT) dansitometrik<br />
değerlendirme ve manyetik rezonans görüntüleme<br />
(MRG) ile lipom tanısı konulabilmekte ve<br />
cerrahi tedavisi zor olan lipomların medikal tedavisini<br />
yönlendirmektedir (1-3). Biz bu yazıda baş ağrısı<br />
şikayeti ile başvuran ve BT tetkikinde tespit edilerek<br />
MRG ile tanısı teyit edilen intrakraniyal lipom vakasını<br />
sunmayı amaçladık.<br />
ması için bir Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın<br />
3 hafta sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı<br />
ve klinik bulgularının normal olduğu görüldü.<br />
Olgu<br />
Baş ağrısı ve baygınlık hissi ile gelen 17 yaşında bayan<br />
hastanın fizik muayenesinde nörolojik bulgu<br />
saptanmadı. İntrakranial patolojiyi dışlamak için<br />
yapılan beyin BT tetkikinde 3x2,8 cm boyutunda -83<br />
HU dansitesinde lezyon saptandı (Resim 1). Beyin<br />
MRG de interhemisferik fissürde lokalize T1A ve T2A<br />
sekanslarda çevresinde hipointens rimi olan hiperintens<br />
sinyal karakterinde, yağ baskılı T2A sekansta<br />
sinyal kaybına uğrayan lipomla uyumlu lezyon saptandı<br />
(Resim 2). Olgumuzda ek konjenital malformasyon<br />
saptanmadı. Hasta medikal tedavi ile takibe<br />
alındı.<br />
Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />
alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />
taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />
gibi diğer unsurlarının tamamlan<br />
Resim 1. BT incelemede yer yer düzensiz sınırlı yağ dansitesinde<br />
(ortalama – 82 HU) lezyon.<br />
Tartışma<br />
İntrakraniyal lipomlar oldukça nadir görülen santral<br />
sinir sisteminin gelişimsel lezyonu olup primer beyin<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Yrd. Doç. Dr. Fahri Halit Beşir, Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Konuralp, Düzce Tel: 0 380 5421390 (5841) E-Posta: drfhbesir@gmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Ocak / January 18, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
Not: Bu olgu sunumu 30. Ulusal Radyoloji Kongresinde poster olarak sunulmuştur.<br />
35
Beşir FH ve ark.<br />
tümörlerinin %0,06-0,46 ni oluşturur (1-4). Genelikle<br />
asemptomatik olup insidental olarak bulunurlar (1,4).<br />
Lipomlar beyinde en sık olarak perikallozal bölge,<br />
kuadrigeminal sisterna, suprasellar sisterna ve serebellopontin<br />
köşelerde lokalizedir (3,5).<br />
Resim 2. Sagital T1A (a) ve aksiyel T2A sekansta (b), çevresinde<br />
hipointens rimi olan hiperintens sinyal karakterinde,<br />
yağ baskılı T2A sekansta sinyal kaybı gösteren (c) orta<br />
hat yerleşimli lezyon.<br />
İntrakranyal lipomlar en sık olarak korpus kallozum<br />
agenezisi olmak üzere septum pellusidum yokluğu,<br />
kranyum bifidum, spina bifida, ensefalosel, myelomeningosel,<br />
hipoplastik vermis ve kortikal malformasyonlar<br />
gibi santral sinir sistemi anomalilerine<br />
eşlik edebilirler (1,4).<br />
Hastalar genellikle asemptomatik olmakla beraber<br />
baş ağrısı, baş dönmesi, nöbet, serebellum ve köşe<br />
lipomlarında ise, serebellar ataksi, vizyon azalması,<br />
çift görme, işitme azlığı veya kaybı gibi semptomlar<br />
ile başvurabilirler (1,4,6-8).<br />
İntrakranyal lipomlar BT ve MRG tanı yöntemleri<br />
arasına girmesiyle tespiti çok kolaylaşmıştır. BT de<br />
dansitometrik ölçümlerde yağ içeriği ile tanınabilir.<br />
BT de lipomlar keskin sınırlı -50 ve -100 HU arasında<br />
yağ atenüasyonunda homojen tümörlerdir. MR da<br />
kısa T1 ve rölatif olarak uzun T2 relaksasyona sahiptir<br />
ve T1 ağırlıklı sekanslarda hiperintens, T2 ağırlıklı fast<br />
spin eko ve gradient sekanslarda izo-hiperintens<br />
gözükürler. Ayırıcı tanıda yağ baskılı MR imajlarında<br />
da hiperintens sinyal özelliğinde kayıp olur. Kontrast<br />
madde enjeksiyonu sonrası kontrast tutulumu göstermezler.<br />
Bazen konvansiyonel spin eko proton ve<br />
T2 ağırlıklı kesitlerdeki kimyasal şift artefaktına bağlı<br />
olarak karışık sinyaller oluşabilir (4,5,9).<br />
Ancak intrakranyal lipomlar dermoid kistler ve teratomlar<br />
ile karışabilir. Dermoid kistler ve teratomlar<br />
MR incelemelerinde sinyal yoğunluğu lipomların<br />
tersine sıklıkla heterojen olarak görülür. Ayrıca orta<br />
hat anomalileri ve diğer anevrizma gibi malformasyonlar<br />
intrakraniyal lipomlar ile ilişkili olabilir<br />
(4,8,10,11). Dikkatli radyolojik değerlendirme ilişkili<br />
patolojileri değerlendirmek için bundan dolayı gereklidir.<br />
Baş ağrısı şikayeti ile başvuran olgumuzda<br />
intrakranial lipom ile uyumlu lezyonu en sık görülen<br />
İntrakranyal lipom olgusu<br />
lokalizasyonunda olmasına rağmen tariflenen eşlik<br />
eden konjenital anomali izlenmedi.<br />
BT ve MR incelemeleri ile oldukça kolay tanısı konulan<br />
intrakranyal lipomların cerrahi tedavinin riski<br />
beklenen faydalarından daha fazladır. Çünkü çevre<br />
dokulara yapışık olmaları ve damar ve sinirleri çevrelemeleri<br />
durumunda cerrahi tedavisi oldukça zordur<br />
(8). Ancak lokalizasyonuna bağlı olarak semptomatik<br />
olması veya mevcut semptomlarda artma izlenmesi,<br />
kitlenin büyümesi, intrakranyal basınç artışı veya<br />
hidrosefali gelişmesi hallerinde cerrahi tedavi düşünülebilir<br />
(10). Ayrıca lipomların çoğunluğu yaşamı<br />
tehdit edici semptomlara neden olmaz (8). Bizim<br />
olgumuzda lipoma eşlik eden konjenital veya intrakranial<br />
patoloji saptanmayan olgu medikal tedavi ile<br />
takibe alındı.<br />
Cerrahi tedavisi zor olan intrakranyal lipom olgularının<br />
BT ve MR ile tanılarının konulması kolaylaşmıştır.<br />
Görüntüleme yöntemleri tanı konulması için invaziv<br />
işlem gereksinimini azaltmış olup tedavi yönteminin<br />
belirlenmesinde ve lezyonun takibinde önemli faydalar<br />
sağlamaktadır<br />
Kaynaklar<br />
1. Bourekas EC, Varakis K, Bruns D, et al. Lesions of the Corpus<br />
Callosum: MR Imaging and Differential Considerations in<br />
Adults and Children. AJR 2002; 179: 251–257<br />
2. Rahalkar AM, Rahalkar MD. Case report: 2 cases of lipoma of<br />
corpus callosum (LoCC) associated with lipoma of choroid<br />
plexus (LoCP). Indian journal of radiology 2006; 4: 719-721<br />
3. Ahmetoglu A, Kul S, Kuzeyli K, Ozturk MH, Sarı A. Intracranial<br />
and Subcutaneous Lipoma Associated with Sagittal Sinus Fenestration<br />
and Falcine Sinus. Am J Neuroradiol 2007; 28:<br />
1034–1035<br />
4. <strong>Yıl</strong>dız S, <strong>Yıl</strong>dız A, Çetinkol E, Kaya A. İntrakranyal lipomların<br />
ender rastlanan yerleşimleri ve MRG özellikleri. Tanısal ve Girişimsel<br />
Radyoloji 2001; 7: 328-332<br />
5. Grosmann RI, Yousem DM. Lipomas “Neuroradiology, The<br />
Requisities” 2 nd edition. USA: Mosby, Elseiver Inc. 2003; 117-<br />
118<br />
6. Tankere F, Vitte E, Dunverneuil NM, Soudant J. Angle Lipomas:<br />
Report of four cases and review of the literature. Cerebellopontine<br />
Neurosurgery 2002; 50: 626-632<br />
7. Zimmermann M, Kellerman S, Gerlach R, Seifert V. Cerebellopontine<br />
angle lipoma: Case repeort and rewiew of the literature.<br />
Acta Neurochir (Wien) 1999; 141: 1347-1351<br />
8. Saatci I, Aslan C, Renda Y, Besim A. Parietal Lipoma Associated<br />
with Cortical Dysplasia and Abnormal Vasculature: Case Report<br />
and Review of the Literature. Am J Neuroradiol 2000; 21:<br />
1718–1721<br />
9. Zamora AR, Asconape J. Intracranial Lipomas; Radiographic<br />
and Clinical Characteristics. The Internet Journal of Neurology.<br />
2009; 12: Page number 3 ISSN: 1531-295X<br />
10. Gökduman CA, İplikçioğlu C, Çoşar M, Ceylan D, Arslan M,<br />
Başocak K. İntrakranyal Yerleşimli Lipomlar. Türk Nöroşirurji<br />
<strong>Dergisi</strong> 2004; 3: 172-177<br />
11. Bayraklı F, Peker S. Sylvian Fissure Lipoma: Case Report. Sinir<br />
Sistemi Cerrahisi Derg 2009; 3: 164-167<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):35-36 36
<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />
doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.57966<br />
Editöre Mektup / Letter to Editor <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />
Nadir bir olgu; Prunne-Belly sendromu<br />
Prunne-Belly syndrome; a rare case<br />
Ramazan Büyükkaya 1 , Ayla Büyükkaya 2 , Ayhan Sarıtaş 3 , Beşir Erdoğmuş 1<br />
1<br />
Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />
2<br />
Düzce Atatürk Devlet Hastanesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />
3<br />
Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Acil <strong>Tıp</strong> Bölümü, Düzce<br />
<strong>Sayı</strong>n Editör;<br />
Eagle-Barret sendromu veya triad sendromu olarak<br />
da bilinen, Prune-Belly sendromu (PBS) 35–50 bin<br />
canlı doğumda bir görülen, bilateral inmemiş testis,<br />
karın kaslarında zayıflık ve değişik derecelerde üriner<br />
sistem anomalilerinin birlikteliğinin bulunduğu<br />
kompleks bir hastalıktır (1-2).<br />
Yedi yaşında PBS tanılı erkek hasta yüksek ateş, idrarda<br />
kan olması şikayeti ile acil servise başvurdu.<br />
Hastanın anemnezinde invitro fertilizasyon yöntemi<br />
ile ikiz gebelik sonucu doğduğu ve bilateral inmemiş<br />
testis nedeni ile 3 kez operasyon geçirdiği bilgisine<br />
ulaşıldı. Diğer kardeşinde bilinen bir sağlık probleminin<br />
olmadığı öğrenildi. Tam idrar tetkikinde bol eritrosit<br />
ve 3+ protein mevcuttu. Yapılan tüm batın ultrasonografisinde<br />
sağ böbrek boyutlarında küçülme,<br />
sağ böbrekte birkaç adet değişik boyutlarda kistik<br />
lezyonlar (Resim 1), solda daha belirgin olmak üzere<br />
her iki üreterde dilatasyon ve tortüyoze görünüm<br />
izlendi (Resim 2).<br />
Resim 2. Sol üreterde belirgin dilatasyon ve tortüozite.<br />
Böbreklerde gelişim bozukluğu da eşlik edebilir. Bu<br />
yüzden bu hasta grubunda böbrek fonksiyonları<br />
yakından izlenmelidir. Karın kasları yokluğu ve diyaframın<br />
düz oluşu etkili öksürmeyi engelleyip, sekresyonların<br />
yeterince atılamaması sonucunda solunum<br />
yolu enfeksiyonları ve atelektazilere zemin hazırlar<br />
(3).<br />
Resim 1. Sağ böbrekte birkaç adet kortikal kist.<br />
Mesane duvarı duvar kalınlığı artmış olarak ölçüldü<br />
(14 mm) (Resim 3). Abdominal kas yapılarının yüzeyel<br />
sonografik incelemede inceldiği dikkati çekti.<br />
PBS hastaları için günümüzde antenatal takiplerde<br />
tanı alan vakalarda sıklıkla terminasyona gidilmekte<br />
bu nedenle erişkin hasta sayısı giderek azalmaktadır.<br />
PBS, karın kaslarının konjenital yokluğu veya hipoplazisi,<br />
üriner traktusun prostatik üretraya kadar masif<br />
dilatasyonu ve bilateral kriptoorşidizm şeklindeki üç<br />
karakteristik bulgunun olduğu oldukça nadir görülen<br />
bir sendromdur.<br />
Resim 3. Mesane duvarında diffüz kalınlaşma ve abdominal<br />
kas yapıları izlenmektedir.<br />
Prognozu genellikle kötüdür ve sıklıkla böbrek fonksiyonları<br />
durumu prognozu belirleyicidir. Hastamızın<br />
hikayesinde yardımcı üreme teknikleri ile fertilizasyon<br />
gerçekleşmiş olup ikiz gebelik sonucu doğum<br />
gerçekleşmiştir. Hastanın tanısı antenatal olarak<br />
konmasına rağmen ailenin isteği üzerine gebelik<br />
sonlandırılmamıştır. Erişkin hasta sayısının nadir<br />
olması, hastalarda prognozun böbrek fonksiyonlarına<br />
bağlı olması ve hastanın makroskopik hematüri<br />
İletisim Bilgisi / Correspondence<br />
Yrd. Doç. Dr. Ramazan Büyükkaya, Metek Toki Evleri K1–55 Daire:14 Merkez / Düzce Tel: 0 533 373 98 96 E-Posta: rbuyukkaya@gmail.com<br />
Geliş tarihi / Received: Şubat / February 10, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />
37
Büyükkaya R ve ark.<br />
şikayeti ile başvurması nedeni ile olgumuzu radyolojik<br />
bulgularıyla sunmayı amaçladık.<br />
Prunne-Belly sendromu<br />
Kaynaklar<br />
1. Özcan A, Günal A, Alömeroğlu M, Ceyhan ST, Tunca Y, Başer İ.<br />
Prune belley sendromu ve at nalı böbrek birlikteliği; Olgu sunumu.<br />
Gülhane <strong>Tıp</strong> <strong>Dergisi</strong> 2008;50;276–278<br />
2. Greskovich FJ, Nyberg LM. The prune belly syndrome: a review<br />
of its etiology, defects, treatment and prognosis. J Urol<br />
1988; 140:707-712<br />
3. Bosenberg A. Anaesthesia for prune belly syndrome Southern<br />
African Journal of Anaesthesia & Analgesia 2004; 46:10–11.<br />
<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):37-38 38