13.03.2017 Views

Abant Tıp Dergisi Cilt: 1 - Sayı: 1 Yıl: 2012

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

e ISSN: 2147-1800<br />

Yüz bölgesi distraksiyon osteogenezis uygulamaları<br />

Furkan Erol Karabekmez, Celal Irgın, İbrahim Sağlam, Metin Görgü 1-7<br />

Butterfly kıkırdak greft miringoplasti sonuçları<br />

Tayfun Apuhan, Mehmet Onur Kaya, Tuğçe Şimşek, Hasan Kazaz 8-12<br />

Bolu yöresi el yaralanmalarının epidemiyolijisi: retrospektif klinik çalışma<br />

Kaan Gideroğlu, İbrahim Sağlam, Hüsamettin Çakıcı, Kutay Engin Özturan, Melih Güven,<br />

Metin Görgü 13-15<br />

Antibiyotik ilişkili ishal olgularının değerlendirilmesi<br />

İsmail Necati Hakyemez, Funda Şimşek, Taner <strong>Yıl</strong>dırmak, Burçak Yöntem, Ali Aksu 16-17<br />

Nükleer matriks protein 22'nin mesane kanserli hastalarda rekürrensleri<br />

belirleyebilme yeterliliği<br />

Emin Savaş Kılavuz, Mehmet Tosun, Ahmet Rıza Uras 18-22<br />

EDİTÖR<br />

Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />

Editör Yardımcıları<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />

Yrd. Doç. Dr. Furkan E. KARABEKMEZ<br />

Sebepsiz kişilik değişiklikleri ile başlayan glioblastome multiforme: bir olgu<br />

sunumu<br />

Yaşar Dağıstan, Emine Dağıstan, Mehmet Salih Güney 23-25<br />

Portal ven agenezisi: olgu sunumu<br />

Cemalettin Güneş, Ahmet Afşin Kundak, Tevfik Demir, Hafza Uçur, Fatma Akci 26-27<br />

Duplike sistemde dev üreterosel ve aynı üretere reflü: olgu sunumu<br />

Adnan Gücük, Ufuk Öztürk, Can Tuygun, İsmail Nalbant, Abdurrahim İmamoğlu 28-29<br />

Kronik lenfositik lösemili olguda JAK 2pozitif kronik myeloproliferatif<br />

neoplazi (polisitemia vera) birlikteliği: nadir bir olgu<br />

Murat Bayram, Vildan Özkocaman, Fahir Özkalemkaş, Rıdvan Ali, Gönül Irmak, Taner Aydın,<br />

Savaş Aksoy, Ahmet Tunalı 30-31<br />

Deli bal zehirlenmesi; ne kadar gözleyelim?<br />

Emine Binnetoğlu, Sevim Dindar, Erkan Şengül, Nuray Kahraman Ay 32-34<br />

İntrakraniyal lipomun tanı ve tedavi yönetiminde BT ve MRG<br />

Fahri Halit Beşir, Fuat Özkan 35-36<br />

Nadir bir olgu; Prunne-Belly sendromu<br />

Ramazan Büyükkaya, Ayla Büyükkaya, Ayhan Sarıtaş, Beşir Erdoğmuş 37-38<br />

www.abantmedj.com<br />

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ YAYIN ORGANI


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

SAHİBİ<br />

Prof. Dr. Hasan KOÇOĞLU<br />

EDİTÖR<br />

Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />

EDİTÖR YARDIMCILARI<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />

Yrd. Doç. Dr. Furkan Erol KARABEKMEZ<br />

ULUSLARARASI YAYIN KURULU<br />

Muhammad ABDUL-GHANI, ABD<br />

Kazuo MATSUMOTO, Japonya<br />

William T. MCBRIDE, İngiltere<br />

Enver OZER, ABD<br />

Veysel TAHAN, ABD<br />

ULUSAL YAYIN KURULU<br />

Prof. Dr. Kenan GÜMÜŞTEKİN<br />

Prof. Dr. Erol KISMET<br />

Prof. Dr. Yalçın TÜZÜN<br />

Doç. Dr. Mesut ERDURMUŞ<br />

Doç. Dr. Safiye GÜREL<br />

Yrd. Doç. Dr. Alim ERDEM<br />

Yrd. Doç. Dr. Ümit Yaşar TEKELİOĞLU<br />

DİL EDİTÖRÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Tülay ÖZLÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOSUN<br />

BİYOİSTATİSTİK EDİTÖRÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali Evren TUFAN<br />

KAPAK DİZAYNI<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

PDF DİZGİ VE MONTAJ<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

SEKRETERYA<br />

Murat ERASLAN


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

BİLİMSEL KURUL<br />

Hayrettin AKDENİZ, Bolu<br />

Fuat AKPINAR, Bolu<br />

Tayfun APUHAN, Bolu<br />

Hüseyin ARINÇ, Kayseri<br />

Yusuf AYDIN, Düzce<br />

Mehmet Akif BÜYÜKBEŞE, K.Maraş<br />

Mehmet CESUR, Gaziantep<br />

Serdal ÇELEBİ, Bolu<br />

Fatih DEMİRCİOĞLU, Bolu<br />

Bünyamin DİKİCİ, Düzce<br />

Ahmet DİLEK, Samsun<br />

Ali İhsan DOKUCU, İstanbul<br />

Arif DURAN, Bolu<br />

Ahmet DUYMAZ, Antalya<br />

Melih Engin ERKAN, Düzce<br />

Ali Akçahan GEPDİREMEN, Bolu<br />

Hüseyin GÜNDÜZ, Sakarya<br />

Nimet KABAKUŞ, Bolu<br />

Mustafa KANAT, Bolu<br />

Başak KANDİ, Bolu<br />

İsmail Hamdi KARA, Düzce<br />

Kazım KARAARSLAN, İstanbul<br />

Oğuz KARABAY, Sakarya<br />

Mehtap KARAMEŞE, Konya<br />

Erkan KARATAŞ, Malatya<br />

Ahmet KAYA, Ordu<br />

Gökhan KIRBAŞ, Diyarbakır<br />

Esra KOÇOĞLU, Bolu<br />

Uğur KORKMAZ, Kocaeli<br />

Aysel KÜKNER, Bolu<br />

Fatih OĞHAN, Kütahya<br />

Hülya ÖZTÜRK, Bolu<br />

Fahrettin TALAY, Bolu<br />

Ali TAMER, Sakarya<br />

Ramazan TOPSAKAL, Kayseri<br />

Fatma TÖRE, Bolu<br />

İbrahim UYGUN, Diyarbakır<br />

Yusuf YAĞMUR, Diyarbakır<br />

Mehmet YAZICI, Bolu<br />

Cuma YILDIRIM, Gaziantep<br />

Nebil YILDIZ, Bolu<br />

Fahrettin YILMAZ, İstanbul


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

İçindekiler / Contents <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

DERLEME…………………………………………………………………………………………………………….<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezis Uygulamaları<br />

Furkan Erol Karabekmez, Celal Irgın, İbrahim Sağlam, Metin Görgü 1-7<br />

ORJİNAL MAKALE..………………………………………………………………………………………………….<br />

Butterfly Kıkırdak Greft Miringoplasti Sonuçları<br />

Tayfun Apuhan, Mehmet Onur Kaya, Tuğçe Şimşek, Hasan Kazaz 8-12<br />

Bolu Yöresi El Yaralanmalarının Epidemiyolijisi: Retrospektif Klinik Çalışma<br />

Kaan Gideroğlu, İbrahim Sağlam, Hüsamettin Çakıcı, Kutay Engin Özturan, Melih Güven, Metin Görgü 13-15<br />

Antibiyotik İlişkili İshal Olgularının Değerlendirilmesi<br />

İsmail Necati Hakyemez, Funda Şimşek, Taner <strong>Yıl</strong>dırmak, Burçak Yöntem, Ali Aksu 16-17<br />

Nükleer Matriks Protein 'nin Mesane Kanserli Hastalarda Rekürrensleri Belirleyebilme Yeterliliği<br />

Emin Savaş Kılavuz , Mehmet Tosun , Ahmet Rıza Uras 18-22<br />

OLGU SUNUMU…..………………………………………………………………………………………………….<br />

Sebepsiz Kişilik Değişiklikleri ile Başlayan Glioblastome Multiforme: Bir Olgu Sunumu<br />

Yaşar Dağıstan, Emine Dağıstan, Mehmet Salih Güney 23-25<br />

Portal Ven Agenezisi: Olgu Sunumu<br />

Cemalettin Güneş, Ahmet Afşin Kundak, Tevfik Demir, Hafza Uçur, Fatma Akci 26-27<br />

Duplike Sistemde Dev Üreterosel ve Aynı Üretere Reflü: Olgu Sunumu<br />

Adnan Gücük, Ufuk Öztürk, Can Tuygun, İsmail Nalbant, Abdurrahim İmamoğlu 28-29<br />

Kronik Lenfositik Lösemili Olguda Jak Pozitif Kronik Myeloproliferatif Neoplazi (Polisitemia Vera) Birlikteliği:<br />

Nadir Bir Olgu<br />

Murat Bayram, Vildan Özkocaman, Fahir Özkalemkaş, Rıdvan Ali, Gönül Irmak, Taner Aydın, Savaş Aksoy, Ahmet Tunalı 30-31<br />

Deli Bal Zehirlenmesi; Ne Kadar Gözleyelim?<br />

Emine Binnetoğlu, Sevim Dindar, Erkan Şengül, Nuray Kahraman Ay 32-34<br />

İntrakraniyal Lipomun Tanı ve Tedavi Yönetiminde BT Ve MRG<br />

Fahri Halit Beşir, Fuat Özkan 35-36<br />

EDİTÖRE MEKTUP...………………………………………………………………………………………………….<br />

Nadir Bir Olgu; Prunne-Belly Sendromu<br />

Ramazan Büyükkaya, Ayla Büyükkaya, Ayhan Sarıtaş, Beşir Erdoğmuş 37-38


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.32042<br />

Derleme / Review <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Yüz bölgesi distraksiyon osteogenezis uygulamaları<br />

Maxillofacial distraction osteogenesis<br />

Furkan Erol Karabekmez¹, Celal Irgın², İbrahim Sağlam¹, Metin Görgü¹<br />

1<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu<br />

2<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ortodonti Anabilim Dalı, Bolu<br />

Özet<br />

Distraksiyon osteogenezi, canlı kemik segmentleri arasında,<br />

aşamalı olarak uygulanan traksiyon ile yeni kemik oluşumunun<br />

hedeflendiği biolojik bir süreçtir. Bu teknik kraniofasyal<br />

bölgedeki deformitelerin tedavisinde giderek artan sıklıkta<br />

kullanılmaktadır. Bu derleme yazısında distraksiyon osteogenezin<br />

tanımı, tarihçesi ve kullanım alanlarından bahsedilerek<br />

distraksiyon osteogenezin biyolojik temelleri ve evreleri<br />

gözden geçirilmiştir. Ayrıca yüz bölgesi distraksiyon osteogenezisin<br />

diğer konvansiyonel metotlara göre avantajları,<br />

tedavi sırasında oluşabilecek komplikasyonlar ve geleceğe<br />

ilişkin düşünceler de bu yazının konusunu oluşturmaktadır.<br />

Anahtar Kelimeler: Distraksiyon, Maksillofasyal distraksiyon,<br />

Distraksiyon osteogenezis<br />

Abstract<br />

Distraction osteogenesis is a biological process involving<br />

the formation of new bone between viable bone segments<br />

that are gradually separated by traction. Recently,<br />

this technic has been gained more popularity in treatment<br />

of craniofacial deformities. In this review, we explored<br />

the definition, history and indications of distraction<br />

osteogenesis along with the biological fundamentals and<br />

phases of this method. Moreover, advantages of maxillofacial<br />

distraction osteogenesis than other conventional<br />

methods, complications and future prospects are other<br />

subjects of this article.<br />

Keyword: Distraction, Maxillofacial distraction, Distraction<br />

osteogenesis<br />

Tarihçe<br />

Distraksiyon osteogenezis (DO) yapay bir kırık oluşturularak,<br />

bir cihaz aracılığı ile, kemik bölümlerinin<br />

birbirinden yavaş yavaş uzaklaştırılması ve aradaki<br />

boşlukta yeni kemik oluşturma tekniğidir. Spesifik<br />

olarak DO, kemik segmentlerine germe kuvveti uygulandığı<br />

zaman başlar. Germe kuvveti, distraksiyon<br />

vektörüne paralel yeni kemik oluşumunu uyarır ve<br />

kemik segmentleri ile bağlantılı olan dokularda da<br />

gerilme oluşturur (1).<br />

DO ile kemik uzatılması tekniği ilk olarak 1905 yılında<br />

Codivilla tarafından, aksiyel distraksiyon kuvvetleri<br />

kullanılarak femur uzatılmasında tanımlanmıştır (2).<br />

Sonraki yıllarda aynı teknik kullanılarak tibia uzatılması<br />

da bildirilmişse de 1950’lerde Dr. Gavriel A.<br />

İlizarov’a kadar bu teknikte herhangi bir gelişme<br />

olmamıştır (3). İlizarov, 35 yıldan fazla bir süre, bu<br />

tekniği alt ve üst ekstremitelerdeki enkondral kemiklerde<br />

başarılı bir şekilde kullanmıştır (4-6).<br />

Distraksiyon tekniğinin temel özelliği, DO ile elde<br />

edilen kemik dokusu rejenerasyonunun yanında,<br />

damar, sinir, kas, deri, mukoza, fasya, ligmanlar, kıkırdak<br />

ve periost gibi fonksiyonel yumuşak dokularda<br />

eş zamanlı olarak oluşan değişikliklerdir. Yumuşak<br />

dokularda germe kuvvetlerine yanıt olarak oluşan bu<br />

adaptif değişikliklere distraksiyon histogenezi (DH)<br />

adı verilir (7).<br />

Kraniyomaksillofasiyal bölgede DO ile ilgili ilk tanımlamayı<br />

iki Alman kraniyofasiyal cerrah Wassmund ve<br />

Rosenthal 1926 yılında yapmışlardır (8). 1990’ların<br />

başına kadar, yüz bölgesinde DO uygulamarı ile ilgili<br />

bir kaç makale yayınlanmışsa da ilk klinik uygulama<br />

McCarthy ve ark. tarafından 1992 yılında hemifasyal<br />

mikrozomili bir hastada yapılan mandibula uzatılması<br />

ile tariflenmiştir (9-12). Son 20 yılda kraniofasyal<br />

bölgede DO uygulamaları, güvenilir bir tedavi yöntemi<br />

olarak oldukça sık kullanılmaktadır.<br />

DO’nun edinsel ve kalıtsal kraniofasyal iskelet bozukluklarının<br />

tedavisinde giderek artan sıklıkta kullanımı<br />

ile birlikte farklı tedavi protokolleri ortaya çıkmıştır.<br />

Bu konudaki literatürün giderek genişlemesine rağmen,<br />

yaş, ritim, latent periyot, konsolidasyon periyodu<br />

gibi önemli değişkenlerin ayarlanmasında fikir<br />

birliği yoktur (13). Bu makalede amacımız, kraniofasyal<br />

bölgedeki DO uygulamaları ile ilgili literatürü<br />

gözden geçirerek, örnek vakalarla birlikte klinik uygulama<br />

alanları, avantajları, komplikasyonları, yumuşak<br />

doku değişiklikleri ve DO’nun geleceği ile ilgili<br />

verileri derlemektir.<br />

Distraksiyon Osteogenezin Biyolojik Temelleri<br />

DO tamir kallusu oluşması ile başlar. Bu nedenle<br />

normal kırık iyileşmesine oldukça benzemektedir.<br />

Kallus yeni kemiği, gerilme kuvvetleri altında oluşturur.<br />

Maksillofasyal uygulamalardaki predominant<br />

distraksiyon metodu kortikotomi veya osteotomi<br />

sonrası kemik fragmanları arasındaki iyileşen kallusun<br />

distraksiyonudur. İlizarov kemik boyu uzatma<br />

deneyimleri ışığı altında distraksiyon osteogenezise<br />

ait iki biyolojik prensip bildirmiştir. Bu prensipler<br />

günümüzde ‘İlizarov Etkileri’ olarak bilinmektedir:<br />

1. Gerilim stresin dokuların büyüme ve gelişimi üzerine<br />

etkisi,<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Furkan Erol Karabekmez <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu.<br />

Tel: 0 374 2534656 /3373 E-Posta: drfurkanerol@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received: Mart / March 7, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Mart / March 30, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

1


Karabekmez FE ve ark.<br />

2. Kan dolaşımının ve yükleme kuvvetlerinin kemik<br />

ve eklem şekli üzerine etkisi.<br />

Birinci prensip, düzenli olarak uygulanan çekme<br />

kuvvetinin oluşturduğu stresin, dokuların rejenerasyonu<br />

ve bu dokuların aktif büyüme stimulasyonuna<br />

neden olduğunu ifade eder. Yeni oluşan kemik orijinal<br />

yapısına ulaşmak amacıyla hızlı bir şekilde yeniden<br />

şekillenir.<br />

İkinci prensip, kemiklerin ve eklemlerin şekil ve kütlesinin<br />

mekanik yüklenme ve kan elemanları arasındaki<br />

ilişkiye bağlı olduğunu ifade eder. Eğer kan elemanları<br />

normal veya artmış mekanik yüklenmeyi desteklemede<br />

yetersiz kalırsa, kemik yapım süreci kesintiye<br />

uğrar ve atrofik veya dejeneratif değişiklikler oluşmaya<br />

başlar. Aksine, kan elemanları artmış mekanik<br />

yüklenmeyi desteklemede yeterli ise kemikte dengeleyici<br />

hipertrofik değişiklikler meydana gelir (5, 6).<br />

Distraksiyon Osteogenezi Aşamaları<br />

DO tedavisi preoperatif dönem, operatif dönem,<br />

latent dönem, distraksiyon dönemi, konsolidasyon<br />

dönemi ve retansiyon dönemi olmak üzere 6 dönemden<br />

oluşur (14).<br />

Preoperatif Dönem<br />

Bu dönemde tedavi planlaması yapılır. Radyodiagnostik<br />

grafilerin incelenmesi (2-D ve 3-D<br />

görüntülemeler), klinik inceleme, fotoğraf analizleri,<br />

sefalometrik analizler ve mümkünse alçı modellerinin<br />

artikülatöre alınarak değerlendirmesi<br />

yapılmalıdır. Hastanın yaşı ve büyüme potansiyeli,<br />

dentisyon durumu, oral hijyen, operasyon yapılacak<br />

deformitenin yeri, istenen kemik uzatma miktarı,<br />

hastanın psikolojik durumu ve hastanın genel sağlığı<br />

gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır (15).<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

edilmek istenen kemiğin hacmine göre olmalıdır.<br />

Kesiler yapılırken sinirlerin ve anatomik oluşumların<br />

zarar görmemesine özen gösterilir. Bukkal taraftaki<br />

kesiler tamamlandıktan sonra, lingual tarafta ince bir<br />

osteotomla yeşil ağaç kırığı oluşturulur. Ekstremite<br />

distraksiyonu için İlizarov korikotomi sonrası yeşil<br />

ağaç kırığı önermiştir ve endosteum ve periosteumu<br />

korumuştur. Böylelikle kırık bölgesinin dolaşım desteğini<br />

sürdürmüştür. Yüz iskeletinin dolaşım desteği<br />

bunu gereksiz kılar ve maksillofasyal DO’da genellikle<br />

doğrudan osteotomi tavsiye edilir. Daha sonra<br />

aygıt yerleştirilir (Resim 1). Kesiler kapatılmadan önce<br />

cihazın işleyişinin denenmesi ve açma yönünün belirlenmesi<br />

gereklidir (13, 16).<br />

Latent Dönem<br />

Cerrahiden sonra cihazın aktive edilmeden önce<br />

bekletildiği dönemdir. Yaklaşık 5-7 gün olan bu dönemde<br />

kemik aralarında iyileşmenin başlamasına izin<br />

verilir. Daha az veya fazla bekletildiğinde komplikasyonlar<br />

ortaya çıkmaktadır. Bu periyodun hastanın<br />

yaşı ve uygulanan osteotomi bölgesine göre değişmektedir<br />

(17). Kallusun tam maturasyonu için latent<br />

faz önemlidir. Distraksiyon çok erken başlarsa azalmış<br />

kemik formasyonu olur ve kartilaj elementler<br />

eşlik eder. Azalmış mekanik dayanıklılık görülür.<br />

Latent peryod çok uzun olursa (sert kallus oluşumu<br />

başlarsa) distraksiyon cihazı kemik segmentlerini<br />

ayıramayabilir. Yeni doğanda hemen aktivasyona<br />

başlanabilirken, yaşın ilerlemesi ile bu süre daha<br />

uzun tutulmalıdır. Literatürde bu sürenin hemen<br />

aktivasyon ile 12. günde aktivasyon arasında değiştiği<br />

yayınlar bildirilmiştir (13).<br />

Resim 2. 7 günlük latent dönem sonunda posteriordan<br />

dışarıya çıkarılan rot yardımıyla 2x0,5 mm distraksiyon<br />

yapılıyor.<br />

Resim 1. 30 yaşında erkek hasta, postravmatik mandibula<br />

kısalığının tedavisi için eski skar üzerinden girilerek internal<br />

tek vektörlü mandibular distraktör yerleştirilmiş.<br />

Operatif Dönem<br />

Bu dönemde operasyon yapılır. Kemik kesileri oluşturulur<br />

ve distraksiyon aygıtı yerleştirilir. Kesiler elde<br />

Distraksiyon Dönemi<br />

Distraksiyon modulünün açıldığı, kemik uçlarının<br />

yavaşça birbirinden uzaklaştırıldığı dönemdir (Resim<br />

2). Bu fazda önemli olan 3 değişken vardır: Distraksiyon<br />

hızı (günlük toplam miktar), Distraksiyon ritmi<br />

(frekans), Toplam distraksiyon süresi.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 2


Karabekmez FE ve ark.<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

Yapılan çalışmalarda en ideal hızın 1mm/gün olduğu<br />

bildirilmiştir (17-19). Swennen ve ark. yaptığı bir<br />

literatür taramasında günlük hızın birçok çalışmada<br />

0,5 ile 1 mm arasında olduğu görülmüştür (13). Çocuklarda<br />

metabolizma yüksek olduğundan, distraksiyon<br />

hızı ve ritmi yükseltilebilir, yaşlılarda ise tam tersi<br />

olacağından distraksiyon hızı ve ritmi düşürülebilir.<br />

Önemli olan bu hızın dokudaki vasküler büyüme<br />

hızını geçmemesi ve prematür konsolidasyona sebep<br />

olacak şekilde de yavaş kalmamasıdır (20).<br />

Çalışmalarda en ideal ritmin 1mm/60 kez olduğu<br />

belirtilse de bu ancak motorize aygıtlar ile mümkündür.<br />

İlizarov’a göre en uygun ritim 0,25mmx4 kez’dir<br />

(4-6). Literatürde tarif edilen çoğu maksillofasyal<br />

distraksiyon vakasında en yaygın protokol ise günde<br />

2 kez 0,5 mm’dir (13).<br />

Total distraksiyon süresi; elde edilmek istenilen kemik<br />

hacmine göre değişiklik göstermektedir (4, 16).<br />

Konsolidasyon Dönemi<br />

Bu dönem, aygıtın kapatıldığı ve elde edilmiş yeni<br />

dokunun matürasyon ve kortikalizasyonunun sağlanması<br />

için beklenen dönemdir. İstenilen düzeltilme<br />

elde edildikten sonra aygıt kilitlenir ve bir süre beklenir<br />

(Resim 3). Bu süre içinde olgunlaşmamış kemik<br />

remodele olmaya başlar. Bu genellikle 6-8 haftalık bir<br />

süreçtir (21). Distraktör iyileşme peryodu süresince<br />

segmentlerin hareketini engelleyecek kadar rijit<br />

olmalıdır (5). Hastada psikososyal problemlere yol<br />

açmıyorsa distraksiyon aygıtını 120 gün boyunca<br />

yerinde tutmayı öneren yayınlar da mevcuttur (21).<br />

Resim 3. 3 aylık konsolidasyon dönemi sonunda distrakte<br />

kemikte kortikal ossifikasyonun çekilen bilgisayarlı tomografide<br />

belirmeye başladığı görülüyor.<br />

Retansiyon Dönemi<br />

Aygıtın çıkarılmasından sonraki dönemdir. Gerekirse<br />

hastanın ortodontik tedavisine devam edilir (Resim<br />

4). Konsolidasyon fazında başlayan yeniden şekillenme<br />

yaklaşık bir iki yıl devam eder. Bu arada komşu<br />

alanlardaki kemik aynı nitelikleri kazanır (22).<br />

Resim 4. Hastanın preoperatif ve postdistraksiyon görünümleri;<br />

fonksiyonel ve estetik iyileşme sağlanmış.<br />

Distraksiyon Osteogenezi Endikasyonları<br />

DO endikasyonları oldukça geniştir. Çeşitli kraniofasiyal,<br />

dentofasiyal ve dentoalveoler deformitelerin<br />

tedavisinde kullanılabilmektedir. Swennen ve<br />

ark.’nın yaptıkları literatür taramasında distraksiyon<br />

osteogenezin kraniofasyal bölgede ne kadar yaygın<br />

bir kullanım alanı olduğu görülmektedir (Tablo I)<br />

(13). Çene-yüz bölgesinde DO tekniği maksiller,<br />

mandibular, zigoma, orbita, frontal, temporal ve<br />

parietal kemiklere uygulanmaktadır. Özellikle orta ve<br />

üst yüz bölgesinde LeFort I, II, III ve monoblok osteotomileri<br />

ile uygulanmaktadır.<br />

Tablo I. Kraniofasyal DO endikasyonları<br />

Konjenital Nedenler<br />

Edinsel Nedenler<br />

Non-sendromik Kraniosinostosisler<br />

Sendromik Kraniosinostosisler<br />

Dudak-Damak Yarıkları<br />

Hemfasyal Mikrozomi<br />

Pierre-Robin Sekansı<br />

1.ve 2. Faringeal Ark Defektleri<br />

Post-travmatik<br />

deformasyonlar<br />

Başka nedenlerden<br />

kaynaklanan lokal<br />

kemik kaybı<br />

Çeşitli nedenlerden dolayı şiddetli maksiller hipoplazi<br />

gösteren hastaların tedavisi geleneksel ortognatik<br />

cerrahi yaklaşımlar ile zor ve sınırlı olabilmektedir. Bu<br />

tip vakaların geleneksel ortognatik tedavilerinde<br />

düzensizlik gösteren üst çenenin ileri alınması ile<br />

birlikte, oklüzal ve estetik ilişkileri iyileştirmek için alt<br />

çene “set-back cerrahisi” ile geri alınmaktadır. Ancak<br />

üst çene hipoplazisi gösteren vakaların büyük bir<br />

çoğunluğunda alt çene normal form ve pozisyondadır.<br />

Bu nedenle alt çenede “set-back cerrahisi”nin<br />

uygulanması ile üst çenenin büyüme miktarı tehlikeye<br />

atılmakta ve sonuçta alt yüz formundan ve estetiğinden<br />

ödün verilmektedir. Bu tip durumlarda en iyi<br />

ve ideal tedavi şekli maksillanın DO ile öne alınması<br />

önerilmektedir (23).<br />

Öte yandan diğer geleneksel ortognatik cerrahi yaklaşımlar<br />

ile mandibulada sagittal planda en fazla 10<br />

mm’lik bir ilerletme sağlayabildiğinden, mandibulanın<br />

10–15 mm ilerletilmesini gerektiren ciddi mandibuler<br />

dismorfilerde en faydalı teknik DO’dur. Ayrıca<br />

yine uzatılması gereken kısa mandibuler ramuslu<br />

hastalarda geleneksel cerrahi teknikler ile çevre kas<br />

ve diğer yumuşak dokular uzamaya adapte olamadı-<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 3


Karabekmez FE ve ark.<br />

ğından, DO ile birlikte gerçekleşen distraksiyon histogenezi<br />

ile bu sınırlamanın üstesinden gelinebilir<br />

(24).<br />

Maksiller darlığa sahip erişkin hastalarda ortodontik<br />

ekspansiyon ile maksillanın transversal yönde genişletilmesi<br />

oldukça zor olduğu için, DO’nin analoğu<br />

olan “Surgically Assisted Rapid Palatal Expansion -<br />

SARPE” bu tip vakalarda uygun bir tekniktir (25, 26).<br />

Çocuklarda ve erişkinlerde genişletilmesi gereken<br />

dar V şekilli mandibula deformitelerinde de DO’nun<br />

diğer yöntemlere göre yumuşak doku uyumunun<br />

daha iyi olması nedeni ile üstünlüğü vardır (27).<br />

Alt ve üst çeneye ait dentoalveoler bölgelerde damak<br />

yarığı, konjenital diş eksikliği gibi konjenital<br />

anomaliler, travma ya da periodontal hastalıktan<br />

köken alan diş ve kemik doku kayıpları sonucu oluşan<br />

deformiteler alveoler kretin osteodistraksiyonu<br />

ile maksimum düzeyde rekonstrükte edilebilmektedir<br />

(28).<br />

Distraksiyon osteogenezi diğer tekniklerle mümkün<br />

olmayacak derecede gelişme sağlıyorsa (bu kısmı<br />

anlayamadım) veya benzer sonucu almak için maliyet-etkinlik<br />

açısından daha cazipse, konvansiyonel<br />

metotlara tercih edilmelidir. Bunun yanında; erken<br />

yaşta acil düzeltmenin gerektiği, çenede ciddi yetersizliğin<br />

olduğu, trakeostominin endike olduğu ve<br />

bunu elimine etmenin tek yolunun madibulayı ilerletmek<br />

olduğu Pierre Robin anomalisi olan yeni doğanlarda<br />

tek seçenek DO’dur (29-31).<br />

Distraksiyon Osteogenezi Avantajları<br />

DO’nun diğer konvansiyonel cerrahi yöntemlere olan<br />

üstünlükleri şöyle sıralanabilir; Planlama iyi yapılırsa<br />

yeni oluşan kemikte rezorbsiyon yatkınlığı az olmaktadır.<br />

Başka bir alandan kemik alınmasına veya sentetik<br />

kemik greftlerine ihtiyaç duyulmamaktadır. Daha<br />

sağlıklı bir kemik yapısı elde edilmektedir. Enfeksiyon<br />

riski düşüktür. Her ne kadar çocuklarda büyüme ile<br />

birlikte etkileri tam olarak bilinmese de overcorrection<br />

yapmak mümkündür. Çevre yumuşak<br />

dokularda adaptif değişiklikler indüklenmekte ve<br />

böylece ilave yumuşak doku prosedürü gereksinimlerini<br />

ortadan kaldırmaktadır. Genç hastalar için çok<br />

uygun bir tedavi alternatifidir. Vaskülarizasyon ve<br />

innervasyonun devamlılığı korunmaktadır. Estetik ve<br />

fonksiyonel olarak başarılı sonuçlar bildirilmiştir (31).<br />

Distraksiyon Osteogenezi Komplikasyonları<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

DO uzun ve çeşitli işlemleri içeren bir süreçtir. En<br />

önemli unsurlardan biri hastanın toleransıdır. Tüm<br />

diğer cerrahi işlemlerde olduğu gibi bir takım komplikasyonlar<br />

görülebilmektedir. Literatürde komplikasyon<br />

oranının %35’lere kadar çıktığını gösteren<br />

yayınlar varsa da, Mofid ve ark.’nın yaptığı bir literatür<br />

taramasında 100’ün üzerinde hastanın takip edildiği<br />

serilerde bu oran %22.8’e düşmektedir (32).<br />

Bunun yanında bu komplikasyonların çoğu minör<br />

olarak değerlendirilmiş ve basit çözümlerle halledilmiştir.<br />

Olası DO komplikasyonlar şöyle özetlenebilir<br />

(33, 34).<br />

Tedavi sırasında oluşan komplikasyonlar:<br />

a. İatrojenik Komplikasyonlar<br />

Primer :Yanlış planlama, yanlış endikasyon, yanlış<br />

hasta seçimi, yanlış cihaz seçimi, yanlış parametre<br />

Sekonder: Primer komplikasyonlar düzetilirken<br />

oluşan komplikasyonlardır.<br />

Cerrahi Teknik: Yanlış osteotomi, hatalı yerleştirme,<br />

hatalı cihaz<br />

b. Hasta Kaynaklı Komplikasyonlar<br />

Cihazın yanlış aktivasyonu ve kötü oral hijyen<br />

Tedavi sonucu oluşan komplikasyonlar:<br />

a. Rejeneratif<br />

Hipotrofik Komplikasyonlar: Kemoterapi, radyoterapi,<br />

metabolik bozukluk, beslenme, travmatik<br />

osteotomi, anstabil cihaz, hatalı osteotomi<br />

gibi sebeplerle oluşan kemik oluşumunda gecikme<br />

ile karakterize komplikasyonlardır. Hız<br />

düşürülerek ve dışarıdan hafif kompresyon uygulanarak<br />

kemik oluşumu hızlandırılabilir.<br />

Hipertrofik Komplikasyonlar: Aşırı periost elevasyonuna<br />

cevap olarak ya da dışarıdan bası<br />

olan durumlarda gelişen artmış kemik oluşumu<br />

ile karakterize durumlardır. Latent periyot kısa<br />

tutulup hız arttırılarak kontrol edilebilir.<br />

Rejeneratif Kırıklar: Genellikle remodeling döneminde<br />

ve yetersiz konsolidasyonla oluşan kırıklardır.<br />

Normal kırık gibi tedavi edilir ve daha<br />

hızlı iyileşir.<br />

b. Diğer<br />

Aksiyel Deviasyon: Anstabil cihaz nedeni ile<br />

farklı düzlemlere doğru oluşan deviasyonlardır.<br />

Tüm prosedürü gözden geçirmek gerekebilir.<br />

Enfeksiyon: Görülme sıklığı %5–30 arasında değişmektedir<br />

(13, 33). Çoğunlukla pin enfeksiyonu<br />

görülse de, distraksiyon fazında kan damarlarının<br />

aşırı gerilmesine bağlı septik komplikasyonlar<br />

da görülebilir. Profilaktik antibiyotik tedavisinin<br />

enfeksiyonu önlemede etkili olduğunu<br />

bildiren yayınlar mevcuttur (20).<br />

Yumuşak Doku Hasarları: Kan damarlarının distraksiyon<br />

kuvvetlerine toleransı yüksek iken bası<br />

kuvvetlerinde çok çabuk etkilenirler. Ayrıca cerrahi<br />

sırasında kan damarlarının korunması sağlıklı<br />

kırık iyileşmesi için gereklidir (34). Periferik<br />

sinirlerde küçük miktardaki gerilmelerde bütünlük<br />

bozulmazken, sinir boyunda %6’lık bir uzama<br />

olduğunda ileti bozukluklarının ortaya çıktığını<br />

gösteren yayınlar vardır (35). İskelet kasında<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 4


Karabekmez FE ve ark.<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

aşırı gerimle birlikte atrofi ve eklem dislokasyonları<br />

görülebilmektedir. Bu durumda distraksiyona<br />

daha düşük hızlarda devam edilmelidir<br />

(36). Temporomandibular eklemde atrofi ve<br />

nekroz bildirilen diğer komplikasyonlardandır<br />

(37, 38). Derinin distraksiyona cevabının oldukça<br />

iyi olmasına rağmen pin çevrelerinde enfeksiyona<br />

dikkat etmekte yarar vardır (28).<br />

Distraksiyon Cihazları<br />

Kraniyofasiyal distraksiyon tekniklerinde kullanılan<br />

distraksiyon aygıtlarının değişik çeşitleri bulunmaktadır.<br />

Distraktörler, kullanılan alan ve olguya göre,<br />

eksternal ve internal olarak tasarlanmıştır. Eksternal<br />

cihazlarla sadece kemik ile bağlantı sağlanırken;<br />

internal cihazlarla diş ile bağlantı, kemik ile bağlantı,<br />

hem kemik, hem de diş ile bağlantı (hibrit) sağlanmaktadır.<br />

Her iki tip cihazında tek yönlü, çift yönlü ya<br />

da çok yönlü etki gösteren türleri bulunmakta ve<br />

tedavide defektin lokalizasyonu ve genişliğine göre<br />

bu türlerden biri tercih edilmektedir (39-42).<br />

Resim 6. 10 yaşında yarık dudak damak hastası; dar maksillanın<br />

düzeltilerek normal oklüzyonun sağlanması için<br />

ortodontik tedavinin bir parçası olarak transpalatal kemik<br />

destekli distraktör yerleştirilmiş. Orta hatta kemikleşme<br />

olmadığı için ortahat osteotomisine gerek duyulmadan<br />

unilateral maksiler kortikotomi ile başarılı bir distraksiyon<br />

sağlanmış.<br />

Eksternal Cihazlar: Bu cihazlar fiksasyon klempleri ile<br />

birleştirilmiş perkütan pinlerle kemiğe adapte edilir.<br />

Bu fiksasyon klempleri döndürüldüğünde alet aktive<br />

edilmiş olur (Resim 5). Ayrıca dar maksillanın genişletilmesi<br />

amacıyla kemik destekli transpalatal distraktörler<br />

LeFort I kortikotomi sonrasında damağa yerleştirilerek<br />

kullanılırlar (Resim 6). Maksillanın ilerletilmesinde<br />

kullanılan Rijit Eksternal Distraktörler de eksternal<br />

cihazlara örnektir (Resim 7).<br />

Resim 7. İleri derecede orta yüz geriliğinin tedavisinde iki<br />

adet internal distraktörün kullanılması vektör çakışmasına<br />

yol açabileceğinden rijit eksternal distraktör kullanımı<br />

tercih edilmektedir. (http://www.synthes.com adresinden<br />

alınmıştır).<br />

İnternal Cihazlar: Bu cihazlar yumuşak dokuların<br />

altında kalacak şekilde yerleştirilebilen apereylerdir.<br />

Sadece distraksiyon modülü dışarıda kalır. Eksternal<br />

aygıtların manipülasyon kolaylığı ve çok yönlü olmaları<br />

gibi avantajlarının yanı sıra, estetik olarak sosyal<br />

sıkıntılar ve yüzde skarlar oluşturmaları, internal<br />

aygıtların geliştirilmesine yol açmıştır. İnternal distraktörler<br />

subkutan bölgeye ya da intraoral alana<br />

yerleştirilir (Resim 8,9) (43).<br />

Resim 5. Multivektör eksternal distraktörler distrakte<br />

edilen segmente birden fazla boyutta yön verebilmeye izin<br />

verdiklerinden mandibular defektlerde endikasyonları<br />

olabilir. (http://www.synthes.com adresinden alınmıştır).<br />

Stereolitografi ile hızlı prototipleme üç boyutlu distraksiyon<br />

planlamasında cerrahi öncesi sıkça başvurulan<br />

bir tekniktir. Hastanın ince kesitli tomografi imajlarından<br />

yararlanarak hazırlanan üç boyutlu kemik<br />

model üzerinde ameliyat öncesi distraktör yerleştirme<br />

yeri belirlenip plaklara şekil verilebilir, osteotomi<br />

model üzerinde yapılarak distraksiyon vektör yada<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 5


Karabekmez FE ve ark.<br />

vektörleri kesin olarak belirlenebilir. Bu yöntem kullanılarak<br />

cerrahi süresi çok kısaltılabilir (Resim 10).<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

Giderek artan klinik uygulamalar ile latent dönem,<br />

distraksiyon hızı ve ritmi ile pekiştirme perioduna ait<br />

süreler ve uygulamalar için daha fazla veri toplanmış<br />

olacaktır. Ayrıca dual enerji X ışını absorbsiyografi,<br />

CT, ultrason ve radyografik sintigrafi gibi görüntüleme<br />

tekniklerinin gelişmesi de distraksiyonun geleceğinde<br />

önemli adımlar olacaktır (32). Sosyal güvenlik<br />

kurumları tarafından distraktörlerin tedavi maliyetlerinin<br />

karşılanabilmesi ise halen tam olarak çözümlenememiştir.<br />

Sonuç<br />

Distraksiyon osteogenezi doku mühendisliğinin<br />

endojen formudur ve distraksiyon ile fonksiyonel ve<br />

yenilenebilen, canlı yeni kemik oluşumu sağlanmaktadır.<br />

Kraniofasyal DO, edinsel ve kalıtsal birçok kraniofasyal<br />

anomalinin tedavisinde giderek artan sıklıkta<br />

kullanılan bir tedavi metodudur.<br />

Resim 8. Mandibular distraksiyonda internal tek vektörlü<br />

distraktörlere örnekler (http://www.synthes.com adresinden<br />

alınmıştır).<br />

Distraksiyon Osteogenezin Geleceği<br />

Gelecekte küçük boyutlu, absorbe olabilen ve motorize-otomatik<br />

cihazların geliştirilmesi ve yaygınlaşması<br />

ile distraksiyon ideal parametreler ile yapılabilecektir<br />

(44, 45). Latent periodun kısaltacak ve boyunca<br />

kallus oluşumunu stimüle edecek ajanlar laboratuar<br />

çalışmalarında araştırılmaktadır.<br />

Resim 9. 12 yaşında yarık damak hastası; ileri derecede<br />

alveol defekti mevcut. Üzerinde ön kesiciler olan alveol<br />

segmenti distrakte edilerek defekt alanın kapatılması amacıyla<br />

alveolar distraktör yerleştirilmiş. Alveol segmentinin<br />

anterioruna monokortikal osteotomi yapılmış, posteriorda<br />

sadece yaş ağaç kırığı gerçekleştirilmiş.<br />

Resim 10. Stereolitografi ile prototiplemesi yapılmış hastanın<br />

model üzerinde uygun vektörde internal distraktör<br />

plaklarına şekil verilerek ameliyat süresi kısaltılabilir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Lynch SE GR, Marx RE, Samchukov ML, Cherkashin AM, Cope<br />

JB. Distraction osteogenesis: history and biologic basis of new<br />

bone formation. Tissue engineering: applications in maxillofacial<br />

surgery and periodontics. Quintessence Carol Stream.<br />

1998;65-9<br />

2. Codivilla A. On the means of lengthening, in the lower limbs,<br />

the muscles and tissues which are shortened through deformity.<br />

1904. Clin Orthop Relat Res 1994:4-9<br />

3. Abbott LC, Saunders JB. The Operative Lengthening of the<br />

Tibia and Fibula: A Preliminary Report on the Further Development<br />

of the Principles and Technic. Ann Surg<br />

1939;110:961-991<br />

4. Ilizarov GA. The principles of the Ilizarov method. Bull Hosp Jt<br />

Dis Orthop Inst 1988;48:1-11<br />

5. Ilizarov GA. The tension-stress effect on the genesis and<br />

growth of tissues: Part II. The influence of the rate and frequency<br />

of distraction. Clin Orthop Relat Res 1989:263-285<br />

6. Ilizarov GA. The tension-stress effect on the genesis and<br />

growth of tissues. Part I. The influence of stability of fixation<br />

and soft-tissue preservation. Clin Orthop Relat Res 1989:249-<br />

281<br />

7. Cope JB, Samchukov ML, Cherkashin AM. Mandibular distraction<br />

osteogenesis: a historic perspective and future directions.<br />

Am J Orthod Dentofacial Orthop 1999;115:448-460<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 6


Karabekmez FE ve ark.<br />

8. Honig JF, Grohmann UA, Merten HA. Facial bone distraction<br />

osteogenesis for correction of malocclusion: a more than 70-<br />

year-old concept in craniofacial surgery. Plast Reconstr Surg<br />

2002;109:41-44<br />

9. Snyder CC, Levine GA, Swanson HM, ve ark. Mandibular<br />

lengthening by gradual distraction. Preliminary report. Plast<br />

Reconstr Surg 1973;51:506-508<br />

10. Michieli S, Miotti B. Lengthening of mandibular body by<br />

gradual surgical-orthodontic distraction. J Oral Surg<br />

1977;35:187-192<br />

11. Karp NS, Thorne CH, McCarthy JG, ve ark. Bone lengthening in<br />

the craniofacial skeleton. Ann Plast Surg 1990;24:231-237<br />

12. McCarthy JG, Schreiber J, Karp N, ve ark. Lengthening the<br />

human mandible by gradual distraction. Plast Reconstr Surg<br />

1992;89:1-8<br />

13. Swennen G, Schliephake H, Dempf R, ve ark. Craniofacial<br />

distraction osteogenesis: a review of the literature: Part 1: clinical<br />

studies. Int J Oral Maxillofac Surg 2001;30:89-103<br />

14. Martin R, Burr D.Structure, Function and Adaptation of Compact<br />

Bone Mechanical adaptation. New York: Raven Press.<br />

1989<br />

15. Aronson J.Distraction of the Craniofacial Skeleton Principles of<br />

distraction osteogenesis: The orthopedic experience. Springer-<br />

Verlag. 1999<br />

16. Cope JB Samchukov ML, Cherkashin AM.Craniofacial Distraction<br />

Osteogenesis. Historical Development and Evoluation of<br />

Craniofacial Distraksiyon Osteogenesis. Missouri: Mosby Inc.<br />

2001;3-18<br />

17. Tavakoli K, Stewart KJ, Poole MD. Distraction osteogenesis in<br />

craniofacial surgery: a review. Ann Plast Surg 1998;40:88-99<br />

18. al Ruhaimi KA. Comparison of different distraction rates in the<br />

mandible: an experimental investigation. Int J Oral Maxillofac<br />

Surg 2001;30:220-227<br />

19. Yazdurdıyev B. Distraksiyon Osteogenezisinde Yumuşak Doku<br />

Değişiklikleri. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü;<br />

2006<br />

20. McCarthy JG. Distraction of the craniofacial skeleton Distraction<br />

of the mandible: the NYU experience. New York: Springer.<br />

1999;80-100<br />

21. Nocini PF.Craniofacial distraction osteogenesis Histologic<br />

evaluation of human bone tissue l year after distraction. St<br />

Louis: Mosby. 2001;68<br />

22. Molina F, Ortiz Monasterio F. Mandibular elongation and<br />

remodeling by distraction: a farewell to major osteotomies.<br />

Plast Reconstr Surg 1995;96:825-840<br />

23. Polley JW, Figueroa AA. Management of severe maxillary<br />

deficiency in childhood and adolescence through distraction<br />

osteogenesis with an external, adjustable, rigid distraction<br />

device. J Craniofac Surg 1997;8:181-185<br />

24. Huang CS, Ko WC, Lin WY, ve ark. Mandibular lengthening by<br />

distraction osteogenesis in children--a one-year follow-up<br />

study. Cleft Palate Craniofac J 1999;36:269-274<br />

25. Bell WH, Epker BN. Surgical-orthodontic expansion of the<br />

maxilla. Am J Orthod 1976;70:517-528<br />

26. Betts NJ Zicardi VB.Oral and maxillofacial surgery, Surgically<br />

assisted maxillary expansion. In Philadelphia, WB Saunders.<br />

2000<br />

Yüz Bölgesi Distraksiyon Osteogenezisi<br />

27. Guerrero CA, Bell WH, Contasti GI, ve ark. Mandibular widening<br />

by intraoral distraction osteogenesis. Br J Oral Maxillofac<br />

Surg 1997;35:383-392<br />

28. Samchukov ML, Cope JB, Cherkashın AM. Craniofacial Distraction<br />

Osteogenesis. St Louis. 2001<br />

29. Carls FR, Sailer HF. Seven years clinical experience with mandibular<br />

distraction in children. J Craniomaxillofac Surg<br />

1998;26:197-208<br />

30. Judge B, Hamlar D, Rimell FL. Mandibular distraction osteogenesis<br />

in a neonate. Arch Otolaryngol Head Neck Surg<br />

1999;125:1029-1032<br />

31. Keçeli HG, Muhtaroğulları M, Demiralp B. Distraksiyon Osteogenez:<br />

Yeni Kemik Formasyonu, Tarihçe ve Biyolojik Prensipler:<br />

Bölüm 1 Hacettepe Dişhekimliği Fakültesi <strong>Dergisi</strong><br />

2006;30:31-41,<br />

32. Mofid MM, Manson PN, Robertson BC, ve ark. Craniofacial<br />

distraction osteogenesis: a review of 3278 cases. Plast Reconstr<br />

Surg 2001;108:1103-1114<br />

33. Master DL, Hanson PR, Gosain AK. Complications of mandibular<br />

distraction osteogenesis. J Craniofac Surg 2010;21:1565-<br />

1570<br />

34. Chercashin AM Samchukov ML.Craniofacial Distraction Osteogenesis<br />

Potential Mistakes and Complications During Distraction<br />

Osteogenesis. Missouri: Mosby Inc, 2001;583-594<br />

35. Wall EJ, Massie JB, Kwan MK, ve ark. Experimental stretch<br />

neuropathy. Changes in nerve conduction under tension. J<br />

Bone Joint Surg Br 1992;74:126-129<br />

36. Çakmak M KM.İlizarov cerrahisi ve prensipleri İlizarov Yönteminin<br />

Biyolojik Temelleri. İstanbul <strong>Tıp</strong> Kit. 1999<br />

37. Arun T, Kayhan F, Kiziltan M. Treatment of condylar hypoplasia<br />

with distraction osteogenesis: a case report. Angle Orthod<br />

2002;72:371-376<br />

38. Kruse-Losler B, Meyer U, Floren C, ve ark. Influence of distraction<br />

rates on the temporomandibular joint position and cartilage<br />

morphology in a rabbit model of mandibular lengthening.<br />

J Oral Maxillofac Surg 2001;59:1452-1459<br />

39. Grayson BH, McCormick S, Santiago PE, ve ark. Vector of<br />

device placement and trajectory of mandibular distraction. J<br />

Craniofac Surg 1997;8:473-480<br />

40. Klein CH. Correction of mandibular hypoplasia by means of<br />

bidirectional callus distraction. J Craniofac Surg 1996;7:258-<br />

266<br />

41. McCarthy JG, Staffenberg DA, Wood RJ, ve ark. Introduction of<br />

an intraoral bone-lengthening device. Plast Reconstr Surg<br />

1995;96:978-981<br />

42. McCarthy JG, Williams JK, Grayson BH, ve ark. Controlled<br />

multiplanar distraction of the mandible: device development<br />

and clinical application. J Craniofac Surg 1998;9:322-329<br />

43. Diner PA, Kollar E, Martinez H, ve ark. Submerged intraoral<br />

device for mandibular lengthening. J Craniomaxillofac Surg<br />

1997;25:116-123<br />

44. Breugem C, Paes E, Kon M, ve ark. Bioresorbable distraction<br />

device for the treatment of airway problems for infants with<br />

Robin sequence. Clin Oral Investig 2011<br />

45. Park JT, Lee JG, Kim SY, ve ark. A piezoelectric motor-based<br />

microactuator-generated distractor for continuous jaw bone<br />

distraction. J Craniofac Surg 2011;22:1486-1488<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):1-7 7


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.09797<br />

Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Butterfly cartilage graft myringoplasty results<br />

Butterfly kıkırdak greft miringoplasti sonuçları<br />

Tayfun Apuhan 1-2 , Mehmet Onur Kaya 3 , Tuğçe Şimşek 1 , Hasan Kazaz 1<br />

1<br />

Department of Otorhinolaryngology and Head and Neck Surgery, Izzet Baysal Medicine Faculty of <strong>Abant</strong> Izzet Baysal University, Bolu, Turkey,<br />

2<br />

Department of Otorhinolaryngology and Head and Neck Surgery, Hisar Intercontinental Hospital, Istanbul, Turkey<br />

3<br />

Department of Biostatistic and Medical Informatics, Faculty of Medicine, University of Fırat, Elazığ<br />

Abstract<br />

Aim: The aim of this study was to study a retrospective<br />

analysis of the cartilage graft butterfly myringoplasty performed<br />

by the Otolaryngology Head and Neck Surgery<br />

department.<br />

Material and Methods: Twenty-two subjects (26 ears) were<br />

enrolled in the study. Surgery was performed under general<br />

anesthetic in 18 of the 26 ears and under local anesthetic for<br />

the remaining eight ears. In four subjects, surgery was performed<br />

on both ears as described by Eavey. Before the surgery<br />

and during the one postoperative year, an audiologist<br />

performed pure-tone audiograms. These audiograms were<br />

analysed retrospectively.<br />

Results: Twenty-two subjects (26 perforated ears) who<br />

ranged in age from 12 to 44 years were enrolled in this<br />

study. All 26 perforations treated by CGBM (cartilage graft<br />

butterfly myringoplasty) were successfully closed at the end<br />

of the follow-up period. The mean preoperative ABG for all<br />

22 patients was 14,81±4,12 dB and postoperative 6,27±4,50<br />

dB. The ABG of the cases were evaluated as having a statistically<br />

significant reduction in the mean postoperative ABG<br />

(p


Apuhan T et al.<br />

Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />

Table 1: Demographic data, tympanic membrane characteristics, and audiometric results<br />

PATİENT<br />

NO<br />

SEX<br />

EAR<br />

AGE<br />

(YEARS)<br />

FOLLOW-<br />

UP<br />

(MONTH)<br />

AUDIOMETRY<br />

Preop/Postop<br />

(dB)<br />

Air Bone Gap<br />

Preop/Postop<br />

(dB)<br />

PERFORATİON<br />

1 M Left 12 7 30/17 15/4 Anterior-inferior 2<br />

2 F Right 16 5 28/14 16 /6 Central at umbo, 4<br />

3 F Left 19 5 34 /17 17/3 Central, inferior 4<br />

Diameter<br />

of the<br />

perforation<br />

(mm)<br />

4 F Left 22 6 35/19 20/4<br />

5 F Left 32 6 20/14 10/4<br />

Postero-inferior,<br />

myringosclerosis 5<br />

Postero-inferior,<br />

myringosclerosis 5<br />

6 M Right 44 8 27/8 12/0 Anterior-inferior 4<br />

7 M Left 23 8 19/12 9/4 Central, inferior 4<br />

8 F Right 34 8 22/17 12/8 Anterior-inferior, 5<br />

9 M Left 14 10 38/19 16/7 Central, inferior 5<br />

10 F Right 14 2 19 /12 10/4 Anterior-inferior 4<br />

11 F Right 40 11 35/19 22/10 Anterior, 5<br />

12 F Left 34 10 37/18 25/10 Central at umbo 6<br />

13 F Right 24 10 19 /14 9/4 Central, 4<br />

14 M Left 25 6 22 / 12 12/4<br />

Anterior-inferior,<br />

myringosclerosis 4<br />

15 M Left 16 8 28/16 16/4 Central, inferior 4<br />

15 M Right 8 29 /32 17/17 Postero-inferior 4<br />

16 M Left 22 2 24 /14 12/3 Central umbo, 5<br />

16 M Right 9 33 /23 15/5 Anterior-inferior 5<br />

17 F Left 24 10 32/25 19/8 Central at umbo, 5<br />

17 F Right 10 37/18 16/3<br />

Central at umbo,<br />

myringosclerosis 5<br />

18 M Right 16 2 39 /22 19/8 Anterior-inferior 4<br />

19 F Left 18 2 22/ 12 13/3 Central at umbo 6<br />

20 M Right 26 3 28/26 20/20 Postero-inferior 5<br />

20 M Left 3 25/12 13/2 Central at umbo, 5<br />

21 F Right 36 4 25/19 12/7 Anterior-inferior 5<br />

22 F Left 19 7 34 /14 17/3 Postero-inferior 4<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 9


Apuhan T et al.<br />

than half of diameter to total replacement of the<br />

tympanic membrane) perforations that could not be<br />

repaired by way of a transcanal route; extensive<br />

myringitis; or active otorrhea, were excluded from<br />

the study.<br />

Before the surgery, an audiologist performed puretone<br />

audiograms (PTA) in all patients. All the operations<br />

were performed by a single surgeon (TA). Surgery<br />

was performed under general anesthetic in 18<br />

of the 26 ears and under local anesthetic for the<br />

remaining eight ears. In four subjects, surgery was<br />

performed on both ears.<br />

All surgery was performed transmeatal, using an ear<br />

speculum (B Braun Medical Ltd, Sheffield, UK). The<br />

patient was anesthetized, prepared, and draped for a<br />

sterile procedure. Lidocaine and epinephrine<br />

1:100,000 were used for skin injection into the ear<br />

canal and meatal surface of the tragus. If the middle<br />

ear mucosa appeared healthy and no unexpected<br />

pathology was encountered, the perforation margin<br />

was freshened in all cases, using a needle to create<br />

multiple circumferential perforations close to the<br />

edge with a rim of tympanic membrane removed<br />

with a microcups instrument. The squamous epithelium<br />

on the manubrium was removed. A tragal incision<br />

was made and dissection superficial to the posterior<br />

tragal perichondrium was performed. Once<br />

sufficient tragal cartilage was exposed, a graft was<br />

taken. The graft was prepared by removing any excess<br />

soft tissue and harvested with the perichondrium<br />

preserved on both surfaces, A number 11 blade<br />

scalpel was then used to create the ‘butterfly’ as<br />

previously described (3). No packing was placed in<br />

the middle ear.<br />

Table 2: Descriptive statistics of cases<br />

Male Female Total<br />

The Number of<br />

Cases<br />

12 (46,2%) 14 (53,8%) 26 (100%)<br />

Age (Year) 21,83±8,51 25,07±8,66 23,58±8,58<br />

Follow-Up<br />

(Months)<br />

6,17±2,88 6,71±3,09 6,46±2,95<br />

PTA Preop. 28,50±5,96 27,64±7,08 28,04±6,47<br />

PTA Postop. 17,75±6,94 17,00±3,55 17,35±5,28<br />

ABG Preop. 14,33±3,14 15,21±4,90 14,81±4,12<br />

ABG Postop. 6,50±6,00 6,07±2,89 6,27±4,50<br />

Number Right 5(41,7%) 7(50%) 12(46,2%)<br />

of Ears Left 7(58,3%) 7(50%) 14(53,8%)<br />

ABG: Air Bone Gap, PTA: Pure-Tone Audiograms<br />

The dimensions and shape of the perforation were<br />

measured previously. The same hook was used to reestimate<br />

the size and shape of the perforation on the<br />

harvested cartilage. The groove in the graft was engaged<br />

with the anterior rim of the perforation so<br />

that the medial flange was medial to the tympanic<br />

membrane. The rest of the graft was manipulated<br />

into place with a dissector or needle so that the<br />

tympanic membrane sat in the groove of the cartilage<br />

graft. The procedure is the same as inserting a<br />

grommet (7). A piece of self-absorbing gelatin<br />

sponge was inserted into the meatus and the patient<br />

was discharged the same day. Patients were viewed<br />

Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />

routinely every week by an otorhinolaryngologist<br />

after the surgery. The gelatine sponge was removed<br />

one week after surgery. At each follow-up visit, the<br />

patients were examined under a microscopic view to<br />

detect inflammation in the external auricular canal or<br />

tympanic membrane. Patients with suspected infection<br />

were treated with topical antibiotic eardrops.<br />

During the one postoperative year, an audiologist<br />

performed pure-tone audiograms (PTA).<br />

Table 3: Comparison of Pre- and Post-operative<br />

ABG and PTA values<br />

Pre-operative Post-operative p<br />

ABG 14,81±4,12 6,27±4,50 0,001*<br />

PTA 28,04±6,47 17,35±5,28 0,001*<br />

*:Wilcoxon Singed Rank Test, ABG: Air Bone Gap,<br />

PTA: Pure-Tone Audiograms<br />

Statistical Analysis<br />

All statistical analyses were performed by using the<br />

SPSS (Statistical package for social sciences for Windows,<br />

18.0) program. Data assessing the descriptive<br />

statistical methods (mean, standard deviation) as<br />

well as quantitative parameters for the data showed<br />

normal distribution and homogeneity. The Wilcoxon<br />

signed rank test was used for comparisons. Results<br />

95% confidence interval, P < 0.05 was considered<br />

statistically significant.<br />

Results<br />

A total of 22 patients (9 men and 13 women) were<br />

enrolled in the study. The mean age of the patients<br />

was 23,58±8,58 years (range 12–44 years). The perforations<br />

were most frequently central or anteroinferior.<br />

Demographic data, tympanic membrane<br />

characteristics, and audiometric results were gathered<br />

for the 22 patients treated by CGBM (Table 1).<br />

All 26 perforations treated by CGBM were successfully<br />

closed at the end of the follow-up period. During<br />

our follow-up time, 20% (n=5) myringitis was noted.<br />

Table4: Summary of Preoperative and<br />

Postoperative Air Bone Gap [n,(%)]<br />

Preoperative Postoperative<br />

dB<br />

(n=26)<br />

(n=26)<br />

0_10 4 (15,4%) 23 (88,6%)<br />

11-20 20 (76,9%) 3 (11,4%)<br />

21-30 (7,7%) -<br />

There were no other significant postoperative complications,<br />

such as displaced grafts, and no problems<br />

with the tragal incision were seen. The graft was<br />

displaced into the middle ear only in two ears, but<br />

the ABG (Air Bone Gap) wasn’t changed. The mean<br />

follow-up time was 12,46±2,95 month. The mean<br />

preoperative ABG for all 22 patients was 14,81±4,12<br />

dB and postoperative 6,27±4,50 dB. The ABG and<br />

PTA of the cases were evaluated and there was a<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 10


Apuhan T et al.<br />

statistically significant reduction in the mean postoperative<br />

ABG (p


Apuhan T et al.<br />

REFERENCES<br />

1. Rizer FM. Overlay versus underlay tympanoplasty. Part II: the<br />

study. Laryngoscope 1997;107:26–36.<br />

2. Dornhoffer JL. Hearing results with cartilage tympanoplasty.<br />

Laryngoscope 1997;107:1094–99.<br />

3. Eavey RD. Inlay tympanoplasty: cartilage butterfly technique.<br />

Laryngoscope 1998;108:657–61.<br />

4. Ghanem MA, Monroy A, Alizade FS, Nicolau Y, Eavey RD. Butterfly<br />

cartilage graft inlay tympanoplasty for large perforations.<br />

Laryngoscope. 2006;116:1813-16<br />

5. Yu MS, Yoon TH. Bilateral same-day surgery for bilateral perforated<br />

chronic otitis media: Inlay butterfly cartilage myringoplasty.<br />

Otolaryngol Head Neck Surg. 2010;143:669-72.<br />

Butterfly cartilage graft myringoplasty<br />

6. Lubianca-Neto JF. Inlay butterfly cartilage tympanoplasty<br />

(Eavey technique) modified for adults. Otolaryngol Head Neck<br />

Surg 2000;123:492–94.<br />

7. Rourke T, Snelling JD, Aldren C. Cartilage graft butterfly myringoplasty:<br />

how we do it. Clin Otolaryngol. 2010;35:135–38<br />

8. Uslu C, Tek A, Tatlipinar A, Kiliçarslan Y, Durmuş R, Ayöğredik E,<br />

Karaman M, Oysu C. Cartilage reinforcement tympanoplasty:<br />

otological and audiological results. Acta Otolaryngol.<br />

2010;130:375–83.<br />

9. Couloignier V., Baculard F., El Bakkouri W. et al. Inlay butterfly<br />

cartilage tymnpanoplasty in children. Otol Neurotol.<br />

2005;26:247–51<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):8-12 12


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.76486<br />

Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Bolu yöresi el yaralanmalarının epidemiyolijisi: retrospektif klinik çalışma<br />

Epidemiology of the hand injuries in Bolu region: a retrospective clinical study<br />

Kaan Gideroğlu 1 , İbrahim Sağlam 2 , Hüsamettin Çakıcı 3 , Kutay Engin Özturan 3 , Melih Güven 3 , Metin Görgü 3<br />

1<br />

Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği, İstanbul<br />

2<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu<br />

3<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

Özet<br />

Amaç: Bu çalışmada Bolu ve çevre illerde meydana gelen el<br />

yaralanmaları etiyolojik açıdan sınıflandırılarak, Türkiye’nin<br />

epidemiyolojik verilerine katkıda bulunulması hedeflenmektedir.<br />

Gereç ve Yöntem: 2002–2009 yılları arasında hastanemiz<br />

acil servisine el yaralanması nedeni ile başvuran ve yatarak<br />

tedavi edilen hastalar, 1) yaralanma etiyolojisi, 2) yaralanmanın<br />

ağırlığı 3) yaş gurupları 4) hastanede yatma süresi verilerine<br />

göre ayrı ayrı sınıflandırıldı. Yaralanma etiyolojisi, yaş<br />

gurupları ve hastanede kalma süresi arasındaki ilişkiler incelendi.<br />

Bulgular: Çalışma sonucunda el yaralanmalarının daha çok<br />

erkeklerde (%73) olduğu ve en çok sanayi alanlarında (%36)<br />

daha sonra da tarım alanlarında (%25) oluştuğu gözlendi.<br />

Çocuk hastalarda en çok ev kazaları (%55,5), çalışan nüfusta<br />

ise en çok sanayi ve tarım yaralanmaları ön planda idi. Lise<br />

çağındaki gençlerde ise en sık yaralanma sebebi darp veya<br />

kendine zarar verme (%33) olarak bulundu.<br />

Sonuç: Sanayi alanlarında olan yaralanmaların sıklığı ve<br />

ağırlığının, bu alanlarda iş güvenliği önlemlerinin alınması ile<br />

azaltılabileceğini düşünmekteyiz. Genç nüfustaki kendine ve<br />

başkasına zarar verme eğilimindeki artışın ise okul öncesi ve<br />

okul döneminde verilecek eğitimle engellenebileceğini<br />

düşünmekteyiz.<br />

Anahtar Kelimeler: El yaralanması, etiyoloji, sanayi.<br />

Amaç<br />

El yaralanması olan hastalar, acil servislere başvuran<br />

tüm hastaların önemli bir kısmını oluşturur. Bu yaralanmaların<br />

uygun tedavisi için, erken ve doğru teşhis<br />

önemlidir (1-4). Dikkatli yapılan bir fizik muayene<br />

kadar yaralanmanın etiyolojisinin bilinmesi de doktora<br />

tedavinin belirlenmesinde oldukça yardımcı olmaktadır<br />

(4,5). Bu nedenle acil servise el yaralaması<br />

nedeni ile başvuran bir hastaya sorulması gereken ilk<br />

sorulardan biri de “Nasıl oldu?” olmalıdır (6-7).<br />

Bu çalışma ile Bolu ve çevre illerde meydana gelen el<br />

yaralanmaları etiyolojik açıdan sınıflandırılarak, Türkiye’nin<br />

epidemiyolojik verilerine katkıda bulunulması<br />

hedeflenmektedir.<br />

Gereç ve Yöntem<br />

Retrospektif olarak yapılan bu çalışmada, 2002-2009<br />

yılları arasında hastanemiz acil servisine el yaralanması<br />

nedeni ile başvuran ve servise yatışı yapılarak<br />

tedavisi düzenlenen hastaların cinsiyeti, yaşı, yaralanma<br />

etiyolojileri, yaralanan yapılar ve hastanede<br />

kalma süreleri incelendi. Çalışmaya 372 hasta dahil<br />

edildi ancak bu hastalardan 72’si, verilerine tam olarak<br />

ulaşılamadığı için çalışmadan çıkarıldı.<br />

Abstract<br />

Aim: Aim of this study is, to conduce the epidemiological<br />

data’s of Turkey by the classification of the hand injuries<br />

occured in Bolu and neighboring provinces, according to<br />

their etiologies.<br />

Materials & Methods: Patients with hand injuries who<br />

referred to emergency service and hospitalized between<br />

2002–2009 were classified separately according to; 1)<br />

etiology of the injury, 2) severity of the injury 3) age<br />

groups 4) hospitalization period. Relationships between<br />

etiology, age and hospitalization period were investigated.<br />

Results: Hand injuries were more common among male<br />

patients (%73). Most common etiology was industrial<br />

injuries (%36), and agricultural injuries (%25), subsequently.<br />

Home accidents were most frequent (%55.5)<br />

injuries in children whereas industrial and agricultural<br />

injuries were more common in worker population. Blow<br />

and self-mutilation were most frequent cause of the<br />

hand injuries in high school young’s.<br />

Conclusion: We suggest that frequency and severity of<br />

the injuries which occur in industrial fields can be reduced<br />

with improvement in job security. High rates of<br />

blow and self-mutilation in young’s can be reduced with<br />

education in preschool and school period.<br />

Keywords: Hand injury, etiology, industry.<br />

Yaralanma etiyolojilerinin sınıflamasında el yaralanmalarının<br />

sıklıkla meydana geldiği alanlar şu şekilde<br />

sınıflandı; 1) Tarım alanları (tarla, bahçe, vb.) 2) Sanayi<br />

alanları 3) Ev kazaları 4) Darp-Kendine zarar verme 5)<br />

Diğer (şişlik, enfeksiyon, sadece ağrı) (Tablo I). Gurup<br />

1 ve Gurup 2’deki yaralanmaların çoğu iş kazası olduğu<br />

için, iş kazaları ayrı bir gurup olarak ele alınmadı.<br />

Bu şekilde yapılan bir sınıflamada hiçbir hastanın<br />

guruplar dışında kalmadığı görüldü.<br />

Tablo I. Yaralanma etiyolojisine göre hasta sayıları<br />

YARALANMA ETİYOLOJİSİ Hasta sayısı %<br />

Tarım alanları (Tarla, bahçe, vb.) 77 25,24<br />

Sanayi alanları (Fabrika, inşaat, vb.) 110 36,06<br />

Ev kazaları 64 20,98<br />

Darp – Kendine zarar verme 36 11,80<br />

Diğer (Şişlik, sadece ağrı ) 18 5,90<br />

Yaralanmaların ağırlığı içinde de ayrı bir sınıflama<br />

yapıldı. Bu sınıflama ise şu şekilde oluşturuldu; 1) <strong>Cilt</strong><br />

hasarı 2) <strong>Cilt</strong> hasarı ile beraber tendon-damarsinirden<br />

biri ya da birkaçı 3) 2. guruba ek olarak kemik<br />

yapıda hasar(Tablo II). Sadece yumuşak doku<br />

kaybının olduğu parmak ucu ampütasyonları Gurup<br />

I’e dahil edilirken, sadece kemikte hasar oluşturan<br />

yaralanmalar ise Gurup III’e dahil edildi. Herhangi bir<br />

dokusunda hasar bulunmayan ve etiyolojik grupla-<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. İbrahim Sağlam, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu.<br />

Tel: 0 374 2534656 E-Posta: saglam_i@ibu.edu.tr<br />

Geliş tarihi / Received: Ocak / January 20, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan /April 28, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

13


Gideroğlu K ve ark.<br />

mada Gurup V’e giren 12 hasta bu sınıflamaya katılmadı.<br />

Tablo II. Yaralanma ağırlığına göre hasta sayıları<br />

YARALANMANIN AĞIRLIĞI Hasta sayısı %<br />

Sadece cilt 85 27,86<br />

Tendon ± Damar ± Sinir 133 43,60<br />

Kemik 87 28,52<br />

Çalışmaya alınan hastaların yaş gurupları da belirlenerek<br />

hangi yaş gurubunun, hangi nedenle elini<br />

yaraladığı değerlendirilmeye çalışıldı (Tablo III). Burada<br />

yaş gurupları şu şekilde sınıflandırıldı; 1) 0-2 yaş<br />

(İnfant) 2) 3-5 yaş (Oyun çocuğu) 3) 6-14 yaş (İlköğretim)<br />

4) 15-19 yaş (Lise) 5) 20-30 yaş (Genç çalışan) 6)<br />

31-45 yaş (Orta yaş çalışan) 7) 45 ve üstü (İleri yaş).<br />

Hastaların hastanede kalma süreleri de belirlenerek<br />

hangi yaralanma etiyolojisinin hastanede kalma<br />

süresini daha çok uzattığı değerlendirildi (Tablo IV).<br />

Bulgular<br />

Çalışmaya alınan hastaların % 73’ü erkekti, hastaların<br />

yaş ortalaması 23,72±4,17 idi. Yaralanmaların % 25’i<br />

tarım alanları ve bahçe gibi alanlarda, %36’sı sanayi<br />

ve diğer iş alanlarında, % 21’si evde oluşmuştu. Yaralanmaların<br />

% 12’sinin sebebi darp veya kendine zarar<br />

verme (cama yumruk, v.b.) iken % 6’sında belirli bir<br />

etiyolojik sebep saptanmadı (şişlik, enfeksiyon ya da<br />

sadece ağrı) (Tablo I). Yaralanan yapılar hastaların<br />

%28’inde sadece cilt, %44’ünde ciltle beraber tendon,<br />

sinir veya arter gibi yumuşak dokulardan biri<br />

veya birkaçı iken %28’inde ise yukarıdakilere ek olarak<br />

kemik yapıda da hasar mevcuttu (Tablo II).<br />

Elini en sık yaralayan yaş gurubu Gurup V’ti ve bu<br />

gurubun en sık sanayi alanında yaralanmaya maruz<br />

kaldığı görüldü. Çocuk hastalarda (0-14 yaş arası) en<br />

sık etiyolojik neden ev kazaları iken Gurup II’deki<br />

%23’lük bir hasta popülasyonu tarım alanında elini<br />

yaralamıştı ancak bu hastaların tamamını, ebeveyni<br />

tarlada çalışırken, elini çalışan traktörün kayışına<br />

kaptıran çocuklar oluşturmakta idi. Çalışan nüfusta<br />

ise daha çok sanayi yaralanmaları ve buna yakın<br />

oranda tarım alanı yaralamaları ön plandaydı. Darp<br />

ve kendine zarar verme ise en çok genç nüfusta görülen<br />

etiyolojik nedendi (Tablo III).<br />

El yaralanmalarının epidemiyolojisi<br />

Hastaların ortalama hastanede kalma süreleri 6 gün<br />

idi. En az hastanede kalmayı gerektiren yaralanma<br />

etiyolojisi ev kazaları iken, ortalama olarak en çok<br />

hastanede kalan hastalar sanayi alanlarında yaralanan<br />

hastalardı. Darp veya kendine zarar verme nedeni<br />

ile yaralanmış olan hastaların sayısı daha az<br />

olmasına rağmen hastanede kalma süreleri önemli<br />

yapılardaki ağır hasarlara bağlı olarak daha uzundu<br />

(Tablo IV).<br />

Tartışma<br />

Bolu ve çevre illerde meydana gelen el yaralanmalarının<br />

çok büyük bir kısmı (%73) erkeklerin başına<br />

gelmektedir. Yaralanmaların oluştuğu yerlerin %35<br />

ile sanayi ve iş yerleri, %24 tarım alanları olması, bu<br />

sahalardaki iş gücünün çok büyük kısmını oluşturan<br />

erkeklerin neden daha fazla yaralandığını açıklayabilir.<br />

Ayrıca bu alanlarda çalışma koşulları ağır olduğundan<br />

oluşan yaralanmalar da ağır olmaktadır. Bu<br />

oranlar Türkiye’de ve yurt dışında yapılan diğer çalışmalarla<br />

benzerlik göstermektedir (1,5,6). Bu hastaların<br />

% 72’sinde cilt hasarına ek olarak tendon, arter,<br />

sinir ve kemikler gibi yapılardan biri veya birkaçı da<br />

hasar görmektedir. Literatürde bildirilen bazı yayınlarda<br />

da sanayi alanında oluşan yaralanmaların, diğer<br />

etiyolojik nedenlere göre daha ağır hasarlara sebep<br />

olduğu bildirilmiştir (2,7). Yaralanmaların ağır olması<br />

nedeni ile hastanede kalma süreleri uzamakta ve<br />

hastane giderleri artmaktadır. Bu kazaları azaltmak<br />

için, yerel yazılı ve görsel basın aracılığı ile iş güvenliğinin<br />

öneminin vurgulanmasının ve ilimizdeki bazı<br />

büyük sanayi şirketlerinde bilgilendirici seminerlerin<br />

verilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.<br />

Çocukluk çağında meydana gelen kazaların büyük<br />

çoğunluğunun sebebinin ev kazaları olmasından<br />

dolayı, anne ve babaların evde yaralamaya sebep<br />

olacak nitelikteki eşyaları çocukların oyun alanlarından<br />

uzak tutmaları yine basın tarafından dile getirilmelidir.<br />

Ancak ülkemizde, diğer ülkelerden farklı<br />

olarak çocuk yaş gurubunda da sanayi ve tarım alanlarında<br />

yaralanmalar yüksek oranda meydana gelmektedir.<br />

Elimizdeki veriler diğer ülkelerle karşılaştırmayı<br />

olası kılmamakla beraber, bizce yüksek olan<br />

bu oranı hastanemizin kapsadığı sosyal güvenlik<br />

kuruluşları çerçevesinde hastaların sosyo-kültürel ve<br />

ekonomik düzeylerinin düşük olmasına bağlamaktayız.<br />

Genç nüfusta artan kendine ve başkasına zarar<br />

verme oranının ise iyi niyetli bir okul öncesi eğitimi<br />

ve profesyonel okul dönemi psikolojik desteği ile<br />

azaltılabileceğini düşünmekteyiz.<br />

Sonuç olarak ilimiz çevresinde meydana gelen el<br />

yaralanmalarının büyük bir bölümü sanayi ve tarım<br />

alanlarında olmakta ve erkekler hastaların başına<br />

gelmektedir. Bu alanlarda oluşan yaralanmalar, diğer<br />

alanlarla karşılaştırıldığında, tendon-kas-sinir-kemik<br />

Tablo III. Etiyolojik nedenlerin yaş gruplarına göre dağılımı<br />

Tarım Sanayi Ev Kazası Darp ve Kendine Diğer<br />

Zarar Verme<br />

0-2 yaş 0 0 4 0 0<br />

2-5 yaş 8 0 6 0 0<br />

6-14 yaş 0 0 5 0 1<br />

15-19 yaş 6 9 5 11 2<br />

20-30 yaş 19 36 11 11 5<br />

31-45 yaş 19 39 19 8 8<br />

>45 yaş 25 26 14 7 2<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):13-15 14


Gideroğlu K ve ark.<br />

El yaralanmalarının epidemiyolojisi<br />

Tablo IV. Yaralanma etiyolojileri ile hastanede yatma süresi arasındaki ilişki<br />

1-3 gün 4-6 gün 7-10 gün >10 gün<br />

Tarım 22 30 19 6<br />

Sanayi 25 42 36 7<br />

Ev Kazası 39 14 11 0<br />

Darp ve Kendine Zarar Verme 7 9 14 6<br />

Diğer 10 6 2 0<br />

hasarına sebep olan daha ağır yaralanmalar olduğu<br />

görülmektedir. Hasta serimiz her ne kadar ülkemiz<br />

koşullarında el yaralanmalarının genel perspektifini<br />

veremese de, ilimiz ve çevresinde acil servise el yaralanması<br />

ile başvuran hasta özellikleri açısından fikir<br />

vermektedir. Önlem için ailelerin, toplumun ve bireylerin<br />

eğitimi, kazalara karşı koruyucu önlemlerin<br />

arttırılması, yaralananlar içinse tedavi ve rehabilitasyon<br />

imkanlarının arttırılması sakatlanmaların önüne<br />

geçmek için en önemli faktörlerdir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Ross D. J., Smith M. E., Angarita G. Hand injury in the accident<br />

and emergency service. Archives of Emergency Medicine,<br />

1985, 2, 155-160.<br />

2. Frazier W. H., Miller M., Fox R. S., et al. Hand injuries: incidence<br />

and epidemiology in an emergency service. Journal of the<br />

American College of Emergency Physicians 1978, 7, 265-8.<br />

3. Johns A. M. Time off work after hand injury. Injury 1981, 12,<br />

417-4.<br />

4. MacNicol M. F., Lamb D. W. Basic Care of the Injured Hand.<br />

Edinburgh, Churchill Livingston. 1983, 110.<br />

5. Doğan A., Sungur İ., Bilgiç S., ve ark. Amputations in eastern<br />

Turkey (Van): a multicenter epidemiological study. Acta Orthop<br />

Traumatol Turc 2008;42(1):53-58.<br />

6. Şahin F., Dalgıç-Yücel S., <strong>Yıl</strong>maz F., ve ark. Characteristics of<br />

pediatric hand injuries followed up in a hand rehabilitation<br />

unit. Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2008;14(2):139-144.<br />

7. Smith M. E., Auchincloss J. A., Ali S. Causes and consequences<br />

of hand injury. The Journal of Hand Surgery (British Volume),<br />

1985.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):13-15 15


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.98608<br />

Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Antibiyotik ilişkili ishal olgularının değerlendirilmesi<br />

Evaluation of antibiotic associated diarrhea cases<br />

İsmail Necati Hakyemez¹, Funda Şimşek², Taner <strong>Yıl</strong>dırmak², Burçak Yöntem², Ali Aksu 2<br />

1<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

2<br />

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İstanbul<br />

Özet<br />

Amaç: Akut gastroenterit nedeniyle hastaneye yatırılan,<br />

antibiyotik ilişkili ishal tanısı alan hastaların özelliklerinin<br />

retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />

Gereç ve Yöntem: Eylül 2000 - Eylül 2005 tarihleri arasında<br />

ishal şikayeti ile başvuran, öyküsünde halen antibiyotik<br />

kullanan veya ishal başlangıcından 4 hafta öncesine<br />

kadar antibiyotik kullanım öyküsü olan ve ishali başka<br />

bir nedene bağlanamayan 65 hasta retrospektif olarak<br />

incelendi.<br />

Bulgular: Yaşları 17-65 arasında değişen hastaların 23‘ü<br />

erkek, 42‘si kadındı. Hastalarda ishal, son antibiyotik<br />

dozundan sonra 1-8 gün içerisinde gelişmişti. Hastaların<br />

kullandığı oral antibiyotikler; 47 hastada ampisilinsulbaktam,<br />

9 hastada ampisilin, 6 hastada amoksisilinklavulonat,<br />

2 hastada amoksisilin ve 1 hastada spiramisin<br />

olduğu görülmüştür.<br />

Sonuçlar: Antibiyotiklerin yaygın ve sıklıkla uygunsuz<br />

kullanılması ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktatır. Bu<br />

nedenle akılcı antibiyotik kullanım ilkeleri sıkıca uygulanmalı<br />

ve uygunsuz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.<br />

Anahtar Kelimeler: Antibiyotik, Gastroenterit, Kolit,<br />

İshal.<br />

Abstract<br />

Aim: We aimed to evaluate retrospectively the patients’<br />

features that applied to hospital with acute gastroenteritis<br />

and were diagnosed antibiotic associated gastroenteritis.<br />

Material & Method: 65 patients who applied to hospital<br />

from September 2000 to September 2005 with acute<br />

gastroenteritis and used antibiotic at the time of application<br />

or within 4 weeks before application and couldn’t be<br />

found any reason for gastroenteritis were evaluated<br />

retrospectively.<br />

Results: The patients’ range of age was 17 – 65 and there<br />

were 23 male and 42 female in the group. Gastroenteritis<br />

occurred 1-8 days after the last antibiotic dose. It was<br />

found that 47 patients used ampicillin-sulbactam, 9 patients<br />

used ampicillin, 6 patients used amoxicillinklavulonate,<br />

2 patients used amoxicillin and 1 patient<br />

used spiramicin.<br />

Conclusions: Using antibiotics common and mostly<br />

inappropriate is a serious health problem. Because of<br />

that, principles of rational antibiotic use should be practised<br />

and inappropriate antibiotic using should be avoided.<br />

Key Words: Antibiotic, Gastroenteritis, Colitis, Diarrhea.<br />

Giriş<br />

Antibiyotikle ilişkili ishal (Aİİ), antibiyotik alımını takiben<br />

birkaç saatten 6-8 hafta sonrasına kadar geçen<br />

süre içinde gelişen ishali tanımlamaktadır. Antibiyotik<br />

kullanımını takiben Aİİ, literatürde %5 den %25 e<br />

kadar değişken oranlarda bildirilmektedir. Antibiyotik<br />

kullanımı ile bağlantılı olarak ortaya çıkan ve başka<br />

bir nedenle açıklanamayan ishallerde klinik açıdan<br />

üç tip önemlidir: Antibiyotikle ilişkili ishal, antibiyotikle<br />

ilişkili kolit (AİK), psödomembranöz enterokolit<br />

(PME). En ağır seyirli olan PME’dir (1-4).<br />

Her yaşta gözlenebilen ve etyopatogenezinde gram<br />

pozitif, subterminal sporlu, hareketli, zorunlu anaerop<br />

bir bakteri olan Clostridium difficile’nin bulunduğu<br />

değişik klinik formlar göstermektedir. Aİİ olgularının<br />

sadece %15-25 kadarı C.difficile tarafından<br />

oluşturulurken, aynı bakteri kolitle seyreden olguların<br />

tamamından sorumludur. Farklı antibiyotikler<br />

değişen sıklıkta ishale yol açabilirler. En sık suçlanan<br />

antibiyotikler içinde ampisilin, amoksisilin ve bunların<br />

oral beta-laktamaz inhibitörlü kombinasyonları<br />

başta gelmek üzere sefalosporinler, klindamisin,<br />

makrolidler, tetrasiklinler, kotrimoksazol yer almaktadır<br />

(5-7).<br />

Aİİ şiddetli kolit tablosundan, günde birkaç kez şekilsiz<br />

dışkı yapma şeklinde tanımlanabilecek basit ishale<br />

kadar farklı biçimlerde oluşabilir. Bu çalışmada,<br />

İnfeksiyon Hastalıkları Kliniğine akut gastroenterit<br />

tanısıyla yatırılan ve Aİİ gelişen hastaların özelliklerinin<br />

retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />

Gereç ve Yöntem<br />

Eylül 2000 - Eylül 2005 tarihleri arasında Okmeydanı<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları<br />

ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniğine ishal şikayeti ile başvuran<br />

ve öyküsünde halen antibiyotik kullanan veya<br />

ishal başlangıcından 4-6 hafta öncesine kadar antibiyotik<br />

kullanım öyküsü olan, ishali başka bir nedene<br />

bağlanamayan hastalar çalışmaya alınmıştır.<br />

Çalışmamızda hastalarda yaş, cinsiyet, kullanılan<br />

antibiyotik ve süresi, en son antibiyotik dozundan<br />

sonra ishalin oluştuğu süre, dehidratasyon durumu,<br />

kan lökosit sayısı, elektrolit düzeyi, ateş, tansiyon,<br />

dışkılama sayısı, dışkı mikroskopisi, dışkı kültürü,<br />

verilen tedavi ve yatış süreleri irdelenmiştir.<br />

İstatistiksel değerlendirmede grupların ortalama<br />

değerleri verildi. Grup ortalamalarının karşılaştırılma-<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. İsmail Necati HAKYEMEZ, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu.<br />

Tel: 0 374 2534656 E-Posta: drhakyemez@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Şubat / February 8, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Kasım / November 22, 2011 Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

16


Hakyemez İN ve ark.<br />

Antibiyotik ilişkili ishaller<br />

sında Student’s t testi kullanıldı. p20 kez/gün, 36 (%55.4) olguda 10-<br />

20 kez/gün, 6 (%9.2) olguda 5-10 kez/gün idi (Tablo<br />

1).<br />

Dışkının mikroskopik incelemesinde; olguların 34<br />

(%52.3)’ünde eritrosit ve lökosit, 25 (%38.4)’inde<br />

sadece eritrosit ve 1 (%1.6)’inde sadece lökosit saptanırken,<br />

5 (%7.7) hastanın dışkısının mikroskopik<br />

incelenmesinde lökosit ve eritrosit saptanmadı. Hastaların<br />

dışkı kültürlerinde patojen mikroorganizma<br />

üremedi. 2 olgu yattığı sürede izlendi, geri kalan<br />

olgular oral Metronidazol ile başarılı şekilde tedavi<br />

edildi. Hastaların yatış süresi 1-11 gün arasında değişmekte<br />

olup ortalama 3.7 gün idi.<br />

Tablo I. Hastaların başvuru sırasındaki öykü, fizik inceleme ve<br />

laboratuvar özellikleri<br />

Özellik<br />

Değerler<br />

Yaş ortalaması (yıl)<br />

33.2<br />

Cinsiyet<br />

Erkek<br />

23 (%35.4)<br />

Kadın<br />

42 (%64.6)<br />

Dışkılama <strong>Sayı</strong>sı<br />

>20 kez/gün<br />

23 (%35.4)<br />

10-20 kez/gün<br />

36 (%55.4)<br />

5-10 kez/gün<br />

6 (%9.2)<br />

Beyaz Küre Ortalaması<br />

13.550 /mm 3<br />

Dehidratasyonu olan hasta<br />

14 (%21.5)<br />

Yatış süresi ortalaması (gün)<br />

3.7<br />

Kullanılmış Antibiyotikler<br />

ampisilin-sulbaktam<br />

47 hasta (%72.4)<br />

ampisilin<br />

9 hasta (%13.8)<br />

amoksisilin-klavulonat<br />

6 hasta (%9.2)<br />

amoksisilin<br />

2 hasta (%3.1)<br />

spiramisin<br />

1 hasta (%1.5)<br />

Tartışma<br />

Çalışmamızda antibiyotik ilişkili ishalli 65 olguya yol<br />

açan oral antibiyotikler ampisilin-sulbaktam %72.4,<br />

ampisilin %13.8, amoksisilin-klavulonat %9.2, amoksisilin<br />

%3.1, spiramisin %1.5 olarak belirlenmiştir.<br />

Türkiyede yapılan 35 olguyu içeren retrospektif bir<br />

çalışmada Yetkin ve ark. antibiyotik ilişkili ishale neden<br />

olan antibiyotikleri oral ampisilin-sulbaktam<br />

(%65.7), amoksisilin-klavulonat (%17), ikişer hastada<br />

ampisilin ve azitromisin ve birer hastada ise prokain<br />

penisilin ve eritromisin olarak saptamışlardır (8).<br />

Değişik kaynaklarda bu oran daha düşük (%10-15)<br />

düzeylerdedir (3,7). Günümüze kadar paranteral<br />

verilen vankomisin ve aminoglikozidler dışında hemen<br />

hemen tüm antibiyotiklerin Aİİ’ye yol açabileceği<br />

gösterilmiştir (1,9). Bizim hasta grubumuzda<br />

ampisilin-sulbaktam kullanım oranı oldukça yüksek<br />

bulundu.<br />

Sonuç olarak, geniş spektrumlu antibiyotiklerin yaygın<br />

ve sıklıkla uygunsuz kullanıldığı günümüzde<br />

antibiyotik ilişkili ishaller, toplumsal ve nozokomiyal<br />

yönden ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Bu<br />

nedenle sağlık merkezlerine başvuran hastalarda<br />

gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalı ve<br />

akılcı antibiyotik kullanım ilkeleri sıkıca uygulanmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Barlett JG. Antibiotic-associated diarrhea, N Engl J Med<br />

2002;346:334-339.<br />

2. Öztürk R. Antibiyotikle ilişkili ishalde tanı ve tedavi. ANKEM Derg<br />

2004; 18: 82-86.<br />

3. Thielman NM, Wilson KH. Antibiotic-Associated Colitis (chapter<br />

92). In: Mandell, Douglas, and Bennett. Principles and practice of<br />

infectious diseases, 6th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />

2005: 1251-1263.<br />

4. Thomas C, Stevenson M, Riley TV. Antibiotics and hospitalacquired<br />

Clostridium difficile-associated diarrhea: a systematic<br />

review. J Antimicrob Chemother 2003; 51: 1339-1350.<br />

5. Akova M. Antibiyotikle ilişkili ishalde epidemiyoloji ve risk faktörleri.<br />

ANKEM Derg 2004; 18: 80-81.<br />

6. Doğancı L. Antibiyotiğe bağlı diyare ve Psödomembranöz kolit,<br />

İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji 2000; 183-189.<br />

7. Wiström J, Norrby SR, Myhere EB et al. Frequency of antibioticassociated<br />

diarrhea in 2462 antibiotic-treated hospitalized patients:<br />

a prospective study. J Antimicrob Cheomother 2001; 47:<br />

43-50.<br />

8. Yetkin MA, Konuk ST, Kaya S ve ark. Antibiyotik ilişkili ishal<br />

olgularının irdelenmesi. XI. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon<br />

Hastalıkları Kongresi, poster bildiri, kongre kitabı, 30 Mart -<br />

03 Nisan 2003, İstanbul.<br />

9. Barbut F, Petit JC. Epidemiology of Clostridium difficileassociated<br />

infections. Clin Microbiol Infect 2001; 7: 405-410.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):16-17 17


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.68077<br />

Orijinal Makale / Original Article <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Nükleer matriks protein 22'nin mesane kanserli hastalarda rekürrensleri<br />

belirleyebilme yeterliliği<br />

Adequacy of nucleer matrix protein 22 to determine recurrences in patients with<br />

bladder cancer<br />

Emin Savaş Kılavuz 1 , Mehmet Tosun 2 , Ahmet Rıza Uras 3<br />

1<br />

Nazilli Devlet Hastanesi Biyokimya Laboratuarı, es_kilavuz@hotmail.com<br />

2<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı<br />

3<br />

Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Bölümü Şefi<br />

Özet<br />

Amaç: Transüteral mesane tümörü rezeksiyonu (TUR-M)<br />

uygulanan hastalarda Nükleer Matriks Protein 22<br />

(NMP22)’nin rekürrens belirleyebilme yeteneğinin araştırılması.<br />

Gereç ve Yöntem: TUR-M tedavisi uygulanmış 148 hastanın<br />

idrarında NMP22 ölçümü yapıldı. Sistoskopi sonuçlarına<br />

göre ve mesane kanseri rekürrensi şüphelenilip<br />

patolojiye gönderilen vakaların sonuçlarına göre NMP22<br />

testinin duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif kestirim<br />

değeri belirlendi. Ayrıca idrardaki eritrosit ve lökosit<br />

düzeylerinin NMP22 testine etkisi araştırıldı.<br />

Bulgular: Duyarlılığı %36,8, özgüllüğü %88, negatif<br />

kestirim değeri %90, pozitif kestirim değeri %32 olarak<br />

hesapladık. İdrarda lökosit miktarı ile NMP22 değerleri<br />

arasında istatistikî bakımdan ilişki tespit ettik ( r=0,237,<br />

p


Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />

TUR-M tedavisi olmuş, kontrol protokolüne alınmış<br />

hastalar ile idrar yolu enfeksiyonu olan, idrarında<br />

eritrosit olan hastalar da çalışmaya grubuna alındı.<br />

Hastalara son üç ay içinde kemoterapi uygulanmamış<br />

olmasına dikkat edildi.<br />

Dışlama kriterleri olarak; daha önce açık tümör rezeksiyonu<br />

uygulanmış olanlar, daha önce üst üriner<br />

sistem malignensi tespit edilenler, üriner sistem taşı<br />

olanlar, mesane tümörü dışında herhangi bir malignensi<br />

olanlar olarak belirlendi. İdrar örnekleri NMP22<br />

stabilizatörü (Matritech, Newton, USA) ile hemen<br />

muamele edilerek 3000 devirde 5 dakika santrifüj<br />

edildi ve ölçüm süpernatandan yapıldı. NMP22 ölçümleri<br />

İmmulite 2000 hormon analizör cihazı (DPC,<br />

Diagnostic Products Corporation, Los Angeles, USA)<br />

ile yapıldı. NMP22 düzeylerinin ölçülmesinde kemilüminsens<br />

yöntem kullanıldı.<br />

Kemilümisens ışınım veren adamantyl dioxetane<br />

fosfat esterinin alkali fosfatazla reaksiyona girmesi<br />

sonucu ölçülen kemilümisens ışınım miktarı NMP22<br />

düzeyleri ile orantılıydı. İdrardaki lökosit ve eritrosit<br />

düzeyleri Irıs 900 UDx (IRIS diagnostics, CA USA) tam<br />

otomatik idrar cihazı ile sayıldı.<br />

Bulgular<br />

Hastaların 119 tanesi erkek (%80.4), 29 tanesi kadındı<br />

(%19.6). Hastaların arasında en büyük yaş 83, en<br />

küçük yaş 24 olarak tespit edildi ve hastaların yaş<br />

ortalaması 59,2 olarak ölçüldü. Ortalama yaş cinsiyetler<br />

göz önüne alınarak ölçüldüğünde, kadınlarda<br />

ortalama yaş 56.07, erkeklerde ortalama yaş 59.82<br />

olarak bulundu.<br />

Hastalara yapılan sistoskopiden sonra bu hastaların<br />

23 ünde sistoskopik olarak mesane tümörü olabileceği<br />

düşünüldü ve tümör şüphelenilen bu hastalara<br />

TUR-M uygulandı, rezeke edilen örnekler patolojiye<br />

gönderildi. Patolojiye gönderilen örneklerden<br />

19’unun patolojik olarak mesane tümörü olduğu<br />

tespit edildi. Sistoskopik olarak tümör pozitif olarak<br />

değerlendirilip patolojiye gönderilen örneklerden 4<br />

tanesinin patolojik olarak kronik sistit olduğu tespit<br />

edildi.<br />

Sistoskopi yapılan bütün hastalardan işlem öncesi<br />

idrar örnekleri alındı ve bu idrar örneklerinin içerdikleri<br />

NMP22 düzeyleri ölçüldü. Kesim değeri olarak<br />

firmanın önerdiği 10U/ml değeri alındı. 148 idrarın<br />

23’ü bu kesim değerinin üzerindeydi. Bunların 7<br />

tanesi patolojik ve sistoskopik olarak tümör pozitif<br />

olarak değerlendirilen hastalardı. 15 tanesi tümör<br />

negatif olarak bulunmuş hastaydı (Tablo 1-2).<br />

Tablo 1. NMP22 değerine göre hastalar<br />

(Kesim değeri 10 U/ml)<br />

<strong>Sayı</strong> %<br />

Mesane Tümörü Pozitif 23 15,5<br />

Mesane Tümörü Negatif 125 84,5<br />

Tablo 2. Patoloji ve sistoskopiye göre NMP22<br />

<strong>Sayı</strong> %<br />

Gerçek Pozitif 7 4,7<br />

Gerçek Negatif 114 77<br />

Yanlış Pozitif 15 10<br />

Yanlış Negatif 12 8,1<br />

Sistoskopik olarak tümör pozitif olarak düşünülen<br />

ama patolojik olarak kronik sistit bulunan 4 hastanın<br />

bir tanesinde NMP22 düzeyi kesim değerinin üzerindeydi,<br />

3 tanesi kesim değerinin altındaydı. Buna göre<br />

NMP22 testinin duyarlılığı:%36.8, özgüllüğü:%88,<br />

pozitif prediktiv değeri:%32, negatif prediktiv değeri:%90<br />

olarak hesaplandı.<br />

148 hastadaki NMP22 testinin ortalama değeri 6.3<br />

U/ml olarak bulundu. En büyük NMP22 değeri 76.5<br />

U/ml en küçük NMP22 değeri 0.194 U/ml olarak bulundu.<br />

Sistoskopik ve patolojik olarak pozitif bulunmuş<br />

19 hastada NMP22 ortalama değeri 13.7 U/ml<br />

olarak bulundu. Bu hastalarda en büyük NMP22 değeri<br />

76.5 U/ml, en düşük NMP22 değeri 0.274 U/ml<br />

olarak bulundu.<br />

Sistoskopik olarak tümör negatif olan hastaların<br />

ortalama NMP22 değeri 5.21 U/ml bulundu. En büyük<br />

NMP22 değeri 45.9 U/ml, en düşük NMP22 değeri<br />

0.194 U/ml olarak ölçüldü. Daha önce yapılan çeşitli<br />

çalışmalarda idrarda lökosit ve eritrosit mevcudiyetinin<br />

NMP22 düzeylerini artırabileceği ve yanlış pozitif<br />

sonuçlara neden olabileceği yönünde bulgular<br />

vardı. Bizim uyguladığımız metodun idrardaki lökosit<br />

ve eritrositin NMP22 düzeyleri üzerinde anlamlı sayılabilecek<br />

bir artışa neden olup, olamayacağını değerlendirdik.<br />

Kolaylık olması açısından hastaları büyük<br />

büyütmede idrarında lökosit olmayan, 1-5 lökosit<br />

olan, 6-10 lökosit olan,11-20 lökosit olan,21-100<br />

lökosit olan ve 100ün üzerinde lökosit olan şeklinde<br />

altı gruba ayırdık (Tablo 3). İdrarda bulunan lökosit<br />

miktarının NMP22 düzeylerini etkileyip etkilemediğini<br />

araştırdık.<br />

Tablo 3. İdrardaki lökosit sayısına göre hastaların<br />

dağılımı ve ortalama NMP22 değerleri<br />

Lökosit<br />

sayısı<br />

Hasta sayısı<br />

(148)<br />

% NMP22<br />

DEĞERLERİ<br />

Normal 67 45 3,44<br />

1-5 lökosit 45 30 6,62<br />

6-10 lökosit 11 7 6,24<br />

11-20 lökosit 12 8 11,11<br />

21-100 10 7 16,94<br />

100ün üzeri 3 2 14,31<br />

İdrarında büyük büyütmede eritrosit tespit ettiğimiz<br />

hastaları da aynı şekilde gruplandırdık (Tablo 4) ve<br />

idrardaki eritrosit miktarının NMP22 düzeyleri üzerine<br />

etkisini araştırdık. İdrardaki lökosit miktarının<br />

artmasının NMP22 düzeylerine olan etkisi Spearman<br />

korelasyon testi ile değerlendirildi ve istatistiksel<br />

olarak görüldü ki idrarda lökosit miktarının artması<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):18-22 19


Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />

NMP22 düzeylerinde artışa neden oluyordu.<br />

(r=0,237; p100 eritrosit 4 3 4,80<br />

Bizim yaptığımız çalışmada, idrarda eritrosit miktarı<br />

ile NMP22 düzeyleri arasındaki ilişki Spearman korelasyon<br />

testi ile değerlendirildi ve istatistiki olarak<br />

anlamlı herhangi bir ilişki kurulamadı (r=0,04;<br />

p=0,958). Bu çalışma için hazırlanan ROC eğrisinden<br />

kesim değeri hesaplandığında, 3.16 U/ml kesim değeri<br />

hesaplandı. Bu kesim değerine göre bulunan<br />

duyarlılık ve özgüllük oranları sırasıyla %58 ve %51<br />

şeklindeydi ( Şekil 1).<br />

Mesane kanserinde sistoskopinin invaziv bir yöntem<br />

olması ve hastalar tarafından zor tolere edilebilen bir<br />

işlem olması, araştırıcıları sistoskopinin yerini tutabilecek,<br />

bunu başaramasa bile sistoskopi protokolüne<br />

alınmış olan hastaların izlem aralıklarını genişletebilecek<br />

tümör belirteçleri aramaya yöneltmiştir. Bu<br />

amaçla ortaya çıkan birçok yeni tümör belirteci araştırmacıların<br />

ilgisini çekmiştir. Bu tümör belirteçlerinden<br />

biri de NMP22 adı verilen, nükleer matriksin<br />

NuMa fraksiyonunu idrarda tespit eden testtir.<br />

NMP22 testinin klinik kullanılabilirliği ile ilgili şu ana<br />

kadar birçok çalışma yapılmıştır.<br />

Bizim yaptığımız bu çalışmada da mesane kanseri<br />

rekürrenslerinin belirlenmesi amacı ile takip protokölüne<br />

alınmış olan olgularda bu testin rekürrensleri<br />

belirleyebilme gücünü araştırdık. Bu test için %36.8<br />

duyarlılık %88 özgüllük, %32 pozitif prediktiv değer,<br />

%90 negatif prediktiv değer tespit ettik.<br />

Craig Zippe ve arkadaşlarının 1999 yılında yaptıkları<br />

mesane kanseri olma riski taşıyan 360 kişide yaptıkları<br />

çalışmada NMP22 testinin mesane kanserini tespit<br />

edebilmedeki yeterliliğini araştırmışlar ve sonucu<br />

sitolojinin bu tür kanser vakalardaki yeterliliği ile<br />

kıyaslamışlardır. NMP22 testinin duyarlılığını %100,<br />

özgüllüğünü %85 bulmuşlardır. Bu çalışmanın özgüllüğü<br />

bizim bulduğumuz %88 değerinden düşük<br />

kalırken, bizim duyarlılığımız tümör pozitif olguları<br />

tespit edebilme başarısı yönünden bu çalışmanın<br />

ancak üçte bir oranında başarı gösterebilmiştir (13).<br />

Sana Eissa ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise<br />

NMP22, fibronektin, UBC test ve idrar sitolojisi mesane<br />

kanserli olgulardaki teşhis başarısı bakımından<br />

birbirleriyle kıyaslanmışlardır (14). Bu çalışmada, bu<br />

testlerin idrar değerleri idrardaki kreatinin değerine<br />

oranlanarak, idrarların konsantrasyon farklılıklarından<br />

doğabilecek yanlışlıkların ortadan kaldırılması<br />

amaçlanmıştır. Böylece NMP22 kesim değeri 29<br />

U/mg kreatinin olarak belirlenmiştir. Bu kesim değerine<br />

göre duyarlılığı %85, özgüllüğü ise %91.5 olarak<br />

bulmuşlardır. Bu çalışmada idrardaki WBC ve RBC<br />

sayısı ile NMP22 değerleri arasında bir ilişki tespit<br />

edilememişti. Bizim çalışmamızda idrarda WBC sayısı<br />

ile NMP22 değerleri arasında pozitif bir korelasyon<br />

kurulurken (r=0,237; p


Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />

bu duyarlılık değerimiz, daha önce tartıştığımız çalışmalarda<br />

olduğu gibi, bu çalışmanın duyarlılık değerleri<br />

ile fark gösteriyordu, daha düşüktü. Bu oranın<br />

içinde bizim dışlama kriterleri içinde tuttuğumuz<br />

klinik olaylar da bulunuyordu. Yanlış pozitif sonuç<br />

verebileceğini tespit ettikleri altı klinik durumu dışladıklarında<br />

ise özgüllüğü %99,2 buluyorlardı ama bu<br />

oranı bulurlarken bizim dışlama kriterleri içerisine<br />

almadığımız inflamatuar olgularda (28 vaka) vardı.<br />

Hans Boman ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmayla<br />

159 mesane kanserli hastayı değerlendirmişlerdi (16).<br />

Bunlardan 66 yeni mesane kanseri konulan hasta,<br />

kalanı tümör nüksetmiş hastaydı. Kıyaslanan bir başka<br />

test olan BTA stat testin özgüllüğüne en yakın<br />

özgüllük olması için NMP22 testinin özgüllüğünü<br />

yeni tespit edilen mesane kanserli vakalarda %74’te<br />

tutmuşlardı. Bunu sağlayabilmek için NMP22’nin<br />

kesim değerini 4 olarak almışlar. Yaptıkları çalışmada<br />

nükseden tümörle, yeni teşhis edilen mesane tümörlerin<br />

NMP22’nin duyarlılığı bakımından farklılık gösterdiğini<br />

tespit etmişler. Yeni tümörlerde duyarlılığı<br />

%65 bulurlarken, nükseden tümörlerde 4 U/ml kesim<br />

değeriyle %64 özgüllüğe karşılık,%45 duyarlılık tespit<br />

edilmişti.<br />

Bu çalışma bizim yaptığımız çalışmaya en benzeyen<br />

çalışma idi. Biz de testin çalışma protokolünde önerilen<br />

kesim değerini, ROC eğrisi kullanarak uygun olan<br />

yeni bir kesim değeri tespit ettik. Bu kesim değerine<br />

göre %58’lik bir duyarlılığa karşılık %51’lik bir özgüllük<br />

bulduk. Bu durum şekil-1’de gösterilmiştir. İki<br />

çalışmanın ortak sonucu bu testin nükseden tümörlerde<br />

başarı düzeyinin düşük olduğunu gösteriyordu.<br />

Mahnert ve arkadaşlarının yaptıkları 651 vakayı kapsayan<br />

çalışmalarında vakaları önce yedi gruba ayırmışlardır<br />

(17). Bu grubların 30’unu sağlıklı kişiler, 24<br />

ünü idrar yolu enfeksiyonu geçiren hastalar, 233’nü<br />

benign ürolojik hatalıklara sahip hastalar, 36’sını ilk<br />

defa mesane kanseri teşhis edilen hastalar, 134’nü<br />

tümör rekürens hastalar, 98’ni mesane kanserli ama<br />

tümör negatif hastalar,150sini diğer üriner sistem<br />

malignensilerine sahip hastalar tarafından oluşturmuştur.<br />

İlk defa teşhis edilen mesane tümörlü hastalarla,<br />

rekürrensli hastaların duyarlılığını birlikte hesapladıklarında<br />

duyarlılığı %41 olarak bulmuşlardır.<br />

Özgüllüğü ise %72 olarak bulmuşlardır. Özgüllüğü<br />

European Group on Tumor Markers’in tümör belirteçleri<br />

için önerdiği %95 düzeye çekmek için benign<br />

ürolojik hastalığa sahip olan ve üriner sistem enfeksiyonu<br />

olan hastaları referans grup olarak alarak, kesim<br />

değerini 75 U/ml olarak uyguladıklarında duyarlılığı<br />

%31 olarak bulmuşlardır. Bizim yaptığımız çalışma ile<br />

bu çalışmaya kıyasladığımızda, bizim bulduğumuz<br />

duyarlılık oranları ile bu çalışmanın bulduğu duyarlılık<br />

oranları arasında önemli bir fark bulunmamakta<br />

idi. Bizim bulduğumuz özgüllük oranı ise bu çalışmanın<br />

bulduğu özgüllük oranından yüksekti. Fakat iki<br />

çalışma arasında özgüllüğü kıyaslarken bizim benign<br />

ürolojik hastalıkları ve diğer ürolojik malignensileri<br />

dışladığımız göz önüne alınmalıdır.<br />

Hematuri ve piyürünin NMP22 değerleri üzerinde<br />

yanlış pozitif sonuçlara neden olabilecek şekilde etki<br />

yaptığına dair çalışmalar mevcuttur. Necmettin Atsu<br />

ve arkadaşları yaptıkları çalışma ile idrarda lökosit<br />

varlığı ve eritrosit varlığının NMP22 değerleri üzerindeki<br />

etkilerini araştırmışlardır (18). Bu çalışmayı 202<br />

idrar materyali ile yapmışlardır. Bu çalışmadaki idrarlardan<br />

30 tanesi sağlıklı kişilerden, 20 tanesi idrar<br />

yolu enfeksiyonu geçirmekte olan hastalardan, 32<br />

tanesini mesane kanserli hastalardan toplanmış.<br />

Sağlıklı grubun idrarına 0, 10, 100, 1000, 5000 eritrosit<br />

olacak şekilde kendilerinden alınan venöz kan<br />

ilave edilmiştir. Böylelikle sağlıklı gruptan 150 örnek<br />

oluşturulmuştur. Birinci sağlıklı grubun ortalama<br />

değeri 4 U/ml iken, bu idrarlara eritrosit eklenmesiyle<br />

beraber NMP22 değerlerinde artış gözlenmiştir. Venöz<br />

kan eklenen sağlıklı grupla, mesane kanserli<br />

grubun NMP22 değerleri kıyaslandığında 0,02 μl, 0.2<br />

μl, ve 2 μl venöz kan eklenen idrarlarda NMP22 değeri<br />

istatistiki olarak mesane kanserli grubun NMP22<br />

değerinden daha küçük bulunmuştur. 2 μl daha fazla<br />

miktarda idrarlara venöz kan eklendiğinde NMP22<br />

değerlerinin mesane kanserli hastaları geçtiği tespit<br />

edilmiştir. Bu sınır ortalama 135 eritrosit sayısına<br />

denk gelmektedir. İYE olan, idrarlarında bol miktarda<br />

WBC tespit edilen hastalar mesane kanserli hastalarla<br />

kıyaslandıklarında, bunların mesane kanserli hastalara<br />

benzer şekilde ve hatta mesane kanserli hastalardan<br />

daha fazla NMP22 değerlerine sahip oldukları<br />

görülmüştür. Biz yaptığımız çalışmada eritrositlerin<br />

NMP22 değerleri üzerine anlamlı bir artış yapmadığını<br />

bulduk (r=0,04; p=0,958). Oysa lökosit miktarının<br />

artması ile NMP22 değerlerinin yüksekliği arasında<br />

istatistiki bakımdan anlamlı bir ilişki vardı (r=0237;<br />

p


Kılavuz ES ve ark. Mesane kanserinde nükleer matriks protein 22<br />

4. Silverman DT, Hartge P, Morrison AS, Devesa SS. Epidemiology<br />

of bladder cancer. Hematol Oncol Clin North Am. 1992;<br />

6:1–30.<br />

5. Johansson SL, Cohen SM. Epidemiology and etiology of<br />

bladder cancer. Semin Surg Oncol 1997; 13: 291-298<br />

6. Smith AH, Goycolea M, Haque R, et al. Marked increase in<br />

bladder and lung cancer mortality in a region of Northern Chile<br />

due to arsenic in drinking water. Am J Epidemiol 1998; 147:<br />

660-669.<br />

7. Tawfik HN. Carcinoma of the urinary baldder associated with<br />

schistosomiasis in Egypt. The possible causal relationship. International<br />

Symposium of the Princess Takamatsu Cancer Research<br />

Fund. 1987; 18: 197-199.<br />

8. Berezney R, Coffey DS. Identification of a nuclear protein<br />

matrix. Biochemical and Biophysical Research Communications<br />

1974; 60: 1410-1417.<br />

9. Fey, E. G., Krochmalnik, G. and Penman, S. The non-chromatin<br />

substructures of the nucleus: the ribonucleoprotein (RNP)-<br />

containing and RNP-depleted matrices analyzed by sequential<br />

fractionation and resinless section electron microscopy. J.<br />

Cell Biol. 1986; 102: 1654-1665.<br />

10. Fey, E. G. and Penman, S. Nuclear matrix proteins reflect cell<br />

type of origin in cultured human cells. Proc. Nat. Acad. Sci.<br />

1988; 85: 121-125.<br />

11. Miller TE, Beausang LA, Winchell LF, Lidgard GP. Detection of<br />

nuclear matrix proteins in serum from cancer patients. Cancer<br />

Res 1992; 52:422 .<br />

12. Mc Kenna M, Lei J-D, Whitters E, et al.Specific immunoassay<br />

for nuclear matrix apparatus protein22 (NMP22) , using the<br />

immulite analyser, poster A-64; American Association for Clinical<br />

Chemistry, 54th Annual Meeting and Clinical Lab Exposition,<br />

Orlondo, FL, US; 2002.<br />

13. Zippe C, Pandrangi L, Agarwal A: NMP22 is a sensitive, cost<br />

effective test in patients at risk for bladder cancer. J Urol.<br />

1999; 161: 62-65.<br />

14. Eissa S, Swellam M, Sadek M, Mourad MS, Ahmady OE, Khalifa<br />

A. Comparative evaluation of the nuclear matrix protein, fibronectin,<br />

urinary bladder cancer antigen and voided urine cytology<br />

in the detection of bladder tumors. J Urol 2002; 168:<br />

465-469<br />

15. Ponsky L, Sharma S, Pandrangi L, Kedia S, et al. Screening and<br />

monitoring for bladder cancer: refining use of NMP22. J Urol<br />

2001; 162: 75–80<br />

16. Boman H, Hedelin H, Holmang S. Four bladder tumor markers<br />

have a disappointingly low sensitivity for small size and low<br />

grade recurrence. J Urol 2002; 167: 80-3.<br />

17. Mahnert B, Tauber S, Kriegmair M, Nagel D, Holdenrieder S,<br />

Hofmann K, Reiter W, Schmeller N and Stieber P: Measurements<br />

of complement factor H-related protein (BTATRAK assay)<br />

and nuclear matrix protein (NMP22 assay)-useful diagnostic<br />

tools in the diagnosis of urinary bladder cancer? Clin<br />

Chem Lab Med 2003; 41: 104-10<br />

18. Atsu N, Ekici S, Oge OO, Ergen A, Hascelik G and Ozen H: Falsepositive<br />

results of the NMP22 test due to hematuria. J Urol<br />

2002; 167: 555-8<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):18-22 22


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.43534<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Sebepsiz kişilik değişiklikleri ile başlayan glioblastome multiforme:<br />

Bir olgu sunumu<br />

Glioblastome multiforme begin with personality changes for no apparent reason: a case report<br />

Yaşar Dağıstan¹, Emine Dağıstan², Mehmet Salih Güney 3<br />

1<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bolu<br />

2<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

3<br />

Tokat Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Tokat<br />

Özet<br />

Kişilik bozukluğu ve baş ağrısı şikayetleri bulunan 74 yaşında<br />

bayan hastanın magnetik rezonans görüntülemesinde bifrontal<br />

kitle saptandı. Tümör rezeksiyonu yapıldı. Patoloji<br />

sonucu glioblastome multiforme geldi. Hastanın takiplerinde<br />

klinik bulguları normaldi. Sebepsiz kişilik değişikliği ile<br />

başvuran hastalarda kranial bir kitlenin varlığı düşünülerek<br />

araştırılma yapılması uygundur.<br />

Anahtar Kelimeler: Kranial kitle, glioblastome multiforme,<br />

sebepsiz kişilik değişiklikleri<br />

Abstract<br />

In a 74-year-old female patient with complaints of personality<br />

disorder and headache, magnetic resonance<br />

imaging revealed bifrontal mass. Tumor resection was<br />

performed. The pathology report was defined glioblastome<br />

multiforme. Patient follow-up clinical findings were<br />

normal. The presence of a cranial mass in patients presenting<br />

with personality changes for no reason must be<br />

considered and investigated appropriate.<br />

Keyword: Cranial mass, Glioblastome multiforme, personality<br />

changes for no reason<br />

Giriş<br />

Glioblastoma multiforme (GBM) çoğunlukla supratentoriyal<br />

yerleşimli, multifokal veya multisentrik<br />

olabilen differansiyasyonu az, damar proliferasyonu<br />

ve nekroz ve aynı zamanda belirgin mitoz bulunduran,<br />

çevre dokulara yoğun infiltrasyon yapan en malign<br />

astrositik tümördür. GBM aynı zamanda erişkinlerde<br />

(45-70 yaş) en sık görülen beyin tümörüdür (1).<br />

Sıklıkla frontal lob yerleşimli olup, bilgisayarlı tomografi<br />

(BT) ve magnetik rezonans (MR) görüntüleme<br />

yöntemleri ile %95 oranında tanı konulabilir. Radyolojik<br />

olarak düzensiz sınırlı, nekrotik kavite içeren,<br />

çevresel düzensiz kontrast tutulumu gösteren, etrafı<br />

ödemli kitlesel lezyon olarak görülür (2-4).<br />

Frontal-bazal yerleşimli tümörlerin ilk bulgusu sebepsiz<br />

kişilik değişiklikleri, kelime bulmada zorluk,<br />

cümle kurmada bozukluk ve unutkanlık gibi mental<br />

değişiklikler olabilir. GBM olguları kendileri ve yakınlarını<br />

kimlik olarak tanırlar, algısal yetenekleri yerindedir,<br />

araç sürmek vs. gibi karmaşık, sonradan öğrenilen<br />

becerilerini yitirmezler. Hastalar aynı sözleri ya<br />

da soruları, belirgin bir ses tonu ve beden dilini kullanarak<br />

ısrarla tekrar ederler (5,6).<br />

Bu olgu sunumunda sebepsiz kişilik değişikliği bulguları<br />

ile başvuran ve bifrontal yerleşimli GBM tanısı<br />

alan bir olgu literatür ışığında değerlendirilerek sunuldu.<br />

Olgu<br />

74 yaşında bayan hasta 4 ay önce başlayan kişilik<br />

bozukluğu ve baş ağrısı şikayetleri nedeniyle polikliniğimize<br />

getirildi. Hastanın yakınları ile konuşmalarında<br />

ve davranışlarında geçmiş dönemdeki yaşantıları<br />

ile karşılaştırıldığında anormal söz ve davranışlarının<br />

ortaya çıktığı, takıntılarının olduğu, sürekli aynı<br />

konu hakkında defalarca konuştuğu, uygunsuz cümleler<br />

kurduğu ve daha önce kullanmadığı argo kelimeleri<br />

söylediği belirtildi. Özgeçmişinde hipertansiyon<br />

dışında herhangi bir sorunum yoktu. Hastanın<br />

sistemik arteriyal kan basıncı: 160/90 mm/Hg, nabız:<br />

80/dakika ve ritmikti. Beden ısısı 36.5 °C idi. Nörolojik<br />

muayenesinde; şuur açık, koopere, kişi ve yer oryantasyonu<br />

normal olup, zaman dezoryantasyonu mevcuttu.<br />

Sorulan sorulara cevap süresi yavaşlamıştı.<br />

Kraniyal sinir muayenesi ve göz dibi muayenesi doğaldı.<br />

Parezi ve serebellar testleri normaldi. Derin<br />

tendon refleksleri normal ve simetrikti, patolojik<br />

refleksi yoktu.<br />

Laboratuar tetkiklerinde tam kan ve biyokimyasal<br />

testleri normaldi. Kraniyal MR görüntülemesinde:<br />

Frontal lob orta hatta bifrontal yerleşimli düzgün<br />

sınırlı, solda ödem etkisine neden olan T1A hipointens,<br />

T2A da hiperintens, periferal ağırlıklı heterojen<br />

kontrast tutulumu gösteren kitlesel lezyon mevcuttu<br />

(Resim 1). Hasta glioblastoma ön tanısı ile ameliyat<br />

edildi. Ameliyatta bifrontal kraniotomi ile kitlenin<br />

total rezeksiyonu yapıldı. Tümör patolojisi Glioblastoma<br />

Multiforme olarak raporlandı. Postoperatif<br />

hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Bilinç açık, kas<br />

gücü tam olan hastanın postoperatif 4. saatten sonra<br />

tansiyonu yüksekliği ve uykuya meyili olması üzerine<br />

kraniyal BT çekildi. Çıkarılan tümör lojunda hemoarji<br />

saptandı. Hasta tekrar acil ameliyata alındı. Tümör<br />

lojundaki hematom boşaltıldı. Hasta ameliyat sonrası<br />

arteriyal tansiyonu kontrol altına alınan kadar yaklaşık<br />

72 saat uyutuldu. Hasta postoperatif 5. günde<br />

yoğun bakımdan çıkarıldı. Hastanın ameliyat sonrası<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Yaşar Dağıstan, İzzet Baysal Devlet Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bolu Tel: 0 505 3465953 E-Posta: yasdagis@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Ocak / January 27, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan / April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

23


Dağıstan Y ve ark.<br />

12. günde çekilen kraniyal BT’de rezidü lezyon izlenmediği<br />

rapor edildi (Resim 2).<br />

Resim 1. Frontal lob orta hatta bifrontal yerleşimli tümöral<br />

kitlenin Magnetik Rezonans görüntüsü.<br />

Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />

alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />

taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />

gibi diğer unsurlarının tamamlanması için bir<br />

Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın 3 hafta<br />

sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />

bulgularının normal olduğu görüldü.<br />

Resim 2. Ameliyat sonrası 12. günde çekilen kraniyal<br />

Bilgisayarlı Tomografi’de rezidüel lezyonun izlenmediği<br />

görülmektedir.<br />

Tartışma<br />

Glioblastome multiforme olgusu<br />

Merkezi sinir sistemi tümörlerinin %85-90'nını beyin<br />

tümörleri oluşturur. Bunlardan %38'i anaplastik astrositoma<br />

ve glioblastomadır. Glioblastoma sık<br />

görülen bir beyin tümörüdür ve tüm beyin tümörünün<br />

%12-15'ini, astrositik tümörlerin %50-60'ını<br />

oluşturur. Glioblastoma (WHO; Grade IV), aynı zamanda<br />

glioblastoma multiforme (GBM) olarak bilinir.<br />

GBM nöronları çevreleyen ve destekleyen astrositlerden<br />

kaynaklanan, nekroz ve hemoraji ile karekterize<br />

ileri derecede pleomorfizm gösteren en agresif primer<br />

malign tümördür. En sık 50 ve 60 yaşlarda görülür<br />

(7,8). Glioblastoma multiforme tanılı hastaların<br />

medyan sağ kalım süresi 6-12 ay arasında değişmektedir<br />

( 9,10). Bu çalışmada sunduğumuz olgu 74 yaşında<br />

bayan ve patolojik tanı GBM olarak tanımlandı.<br />

Beyin tümörü olgularında hemen tamamen 3 mekanizma<br />

ile ilk semptomlar ortaya çıkabilir. Bunlar; kitle<br />

etkisine bağlı olarak peritümöral ödem, hidrosefaliye<br />

bağlı intrakranial basınç artışı, normal doku yıkımı<br />

sonucu fokal nörolojik bozukluklar ve kortikal irritasyon<br />

sonucunda nöbetleri kapsar. Semptomlar ise baş<br />

ağrısı, bulantı, kusma, diplopi, papil ödem, mental<br />

değişiklikler ve letarjidir. Beyin parankimi ağrıya duyarlı<br />

değildir. Bundan dolayı baş ağrısı, meninkslerde<br />

kan damarlarıyla ilişkili olan, ağrıya duyarlı sinir uçlarının<br />

irritasyonu ve lokal gerilimi sonucu gelişebileceği<br />

gibi, tümörün basıya neden olabilecek kritik<br />

hacme ulaşması sonucu, intrakraniyal basınç artışı ile<br />

ilişkili olarak da ortaya çıkabilir. Sıklıkla bölgesel olma<br />

özelliği taşır ve genellikle tümörün yerleşimi hakkında<br />

bilgi verir.<br />

Mental değişiklikler primer veya metastatik frontal ve<br />

temporal lob tümörlü hastalarda çok sık görülen<br />

ortak bir bulgudur (11-13). Frontal lob tümörlerinde<br />

anosmi, kişilik değişiklikleri, olfaktor hallusinasyonlar<br />

bulunur (14,15). Hastamızda tümörün yerleşim lokalizasyonu<br />

bifrontal idi ve sebepsiz kişilik değişiklikleri<br />

ile polikliniğimize başvurdu. Hastanın anormal söz ve<br />

davranışlar sergilediği, takıntılarının olduğu, sürekli<br />

aynı konu hakkında defalarca konuştuğu, uygunsuz<br />

cümleler kurduğu ve daha önce kullanmadığı argo<br />

kelimeleri söylediği ifade edildi.<br />

Beyin tümörlerin yerleşimi ve yayılımının değerlendirilmesinde<br />

BT ve MR görüntüleme çok değerli bilgiler<br />

verir. Primer beyin tümörlerinin tanısı en iyi MR ile<br />

konulur. Yüksek grade veya malign gliomlar substansia<br />

alba’dan çıkan çevre ödemi olan kontrast tutan<br />

kite lezyonu olarak görülürler. Malign gliomlar %5<br />

multifokaldir. MR’da glioblastomlar heterojen kitlelerdir.<br />

Bu heterojen görünüm nekroz ve/veya kist<br />

oluşumuna bağlıdır. T1A görüntülerde genellikle<br />

santral yerleşimli hipointens alan mevcuttur. Bu hipointens<br />

alanı çevreleyen kalın, düzensiz duvar ve<br />

solid nodüller serebellar parankime göre izointens<br />

veya hafif hipointens sinyal paternine sahiptir. Tümörler<br />

kanama ve kalsifikasyon alanları içerebilir (16).<br />

GBM hemen her zaman tümör çevresinde kalın, dü-<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):23-25 24


Dağıstan Y ve ark.<br />

zensiz bir duvar şeklinde kontrast tutulumu gösterir.<br />

Ancak kontrast tutulumunun olmaması GBM tanısını<br />

ekarte ettirmez (17). Olgumuzda literatür ile uyumlu<br />

kraniyal MR görüntülemesinde frontal lob orta hatta<br />

bifrontal yerleşimli T1A hipointens, T2A da hiperintens,<br />

periferal ağırlıklı heterojen kontrast tutulumu<br />

gösteren kitlesel lezyonu bulundu.<br />

Hastaların standart tedavisi cerrahi ve postoperatif<br />

radyoterapi’dir (RT) (18,19). Cerrahi tedavi kraniotomi<br />

ile tümörün total veya subtotal eksirpasyonundan<br />

ibarettir. Primer olarak cerrahi tedavi uygulanmasına<br />

rağmen, yüksek grade astrositomlarda tümör rezidülerin<br />

nüks potansiyeli taşıması nedeniyle adjuvan<br />

radyoterapi kaçınılmazdır (7,19). Sağ kalım süresini<br />

uzatmak için farklı multimodalite tedaviler geliştirilmiştir.<br />

Yüksek doz RT, adjuvant kemoterapi, alternatif<br />

fraksiyon rejimleri, ağır partikül tedavi, interstisyel<br />

brakiterapi, radyocerrahi, sterotaktik fraksiyone RT,<br />

yoğunluk ayarlı RT bunlara örnek olarak verilebilir<br />

(20-22). Olgumuzda histolojik tip, yerleşim yeri, yaş<br />

gibi özellikler ile yaşam süresi medyanı ve prognostik<br />

faktörler literatür ile uyumlu gözükmektedir. Hastamızda<br />

da standart tümör rezeksiyonu yapıldı ve sonrasında<br />

bir onkoloji merkezine yönlendirildi. Üç hafta<br />

sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />

bulgularının normal olduğu görüldü.<br />

Sonuç olarak, sebepsiz kişilik değişikliği ile başvuran<br />

hastalarda yaş gibi diğer unsurlarında göz önüne<br />

alınmasıyla kranial bir kitlenin varlığı düşünülerek<br />

hastaların araştırılmasının uygun olacağı kanaati<br />

ortaya çıkmaktadır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Tolgay E, Bahar A, Yurtoğulları Ş, Karlı N, Erer S, Turan F ve ark.<br />

Multisentrik Glioblastoma Multiforme Olgusu. Türk Nörol<br />

Derg 2008; 14: 272 – 276.<br />

2. George M, Liangge H. Glioblastoma Multiforme. Brigham<br />

Radiology 1994.<br />

3. Vougiouklakis T, Mitselou A, Agnantis NJ. Sudden death due<br />

to primary intracranial neoplasms. A forensic autopsy study.<br />

Anticancer Res. 2006;26:2463-6.<br />

4. Matschke J, Tsokos M. Sudden Unexpected Death due to<br />

Undiagnosed Glioblastoma: Report of three cases and Review<br />

of the Literature. Acta Neurochir Suppl 2003;86:507-11.<br />

5. Frederiks J. Transient global amnesia. Clin Neurol Neurosurg,<br />

1993;95:265-83.<br />

6. Parlayan ET. Geçici global amnezi ve demansiyel bulgular ile<br />

başlayan glioblastome multiforme olgusu. Klinik Psikiyatri<br />

2010;13:209-214.<br />

Glioblastome multiforme olgusu<br />

7. Levin VA, Sheline PH, Gutin PH: Neoplasms of central nervous<br />

system, in de Vita, Helman VTS, Rosenberg SA (eds): Cancer.<br />

Principles and Practice of Onkology, vol 2, 3rd ed. Philadelphia:<br />

Lippincott, 1989:1557-1612<br />

8. Eroğlu C, Soyuer S, <strong>Yıl</strong>dız OG, Özkan M, Menkü A, Orhan O ve<br />

ark. Glioblastoma multiforme’li olgularda postoperatif radyoterapi<br />

ile eş zamanl temozolomide adjuvan temozolomid tedavesinin<br />

tedavi sonuçlarına katkısı UHOD 2008; 18: 65-73.<br />

9. Reni M, Cozzarini C, Ferreri AJM, Ceresoli GL, Galli L, Bianchi A,<br />

et al. A retrospective analysis of postradiation chemotherapy<br />

in 133 patients with glioblastoma multiforme. Cancer Invest<br />

2000; 18: 510-515.<br />

10. Brada M, Sharpe G, Rajan B, Britton J, Wilkins PR, Guerrero D,<br />

et al. Modifying radical radiotherapy in high grade gliomas;<br />

Shortening the treatment time through acceleration. Int J Radiat<br />

Oncol Biol Phys 1999; 43: 287-292.<br />

11. Dere F. Nöroanatomi. 1. Baskı, Adana: Ç.Ü. Basımevi, 1990; 10-<br />

113<br />

12. Levin A, Leibel SA, Gutın PH. Neoplasms of the Central Nervous.<br />

De Vita VT, Hellman S, Rosenberg SA Cancer Principles<br />

and Practice of Oncology. 5th ED., Philadelphia: J.B Lippincot-<br />

Raven Publıshers, 1997:2022-2083.<br />

13. Weingart J, Brem H. Brain Tumors and Cancers of the Central<br />

Nervous System. Neıderhuber JE. Current Therapy. Fhırst ED.,<br />

Decker: Mosby- Year Book Inc, 1993: 538-546.<br />

14. Karlsson UL, Leibel SA, Wallner K, DavisLW, Brady LW, Brain in:<br />

Principles and Practise of Radiation Oncology. (eds) : Perez CA,<br />

Brady LW ,J.B Lippincot Company Philadelphia:1992, ch23:<br />

513-563<br />

15. Karlsson UL, Leibel SA, Wallner K, DavisLW, Brady LW. Primary<br />

intracranial Neoplasms. Perez CA, Brady LW. Principles and<br />

Practise of Radiation Oncology. Third ED., Philadelphia: J.B<br />

Lippincot Company 1998 :777-822.<br />

16. Demir MK, Hakan T, Okan Akıncı, Berkman Z. Primer serebellar<br />

glioblastoma multiforme. Diagn Interv Radiol 2005; 11:83-86<br />

17. Mayadağlı A, Tezcan Y, Uyanoğlu A, Aksakal Ö, Kızılkaya O,<br />

Erkal H ve ark. Konvansiyonel eksternal radyoterapi uygulanan<br />

glioblastoma multiforme tanılı 40 hastanın irdelenmesi. Genel<br />

<strong>Tıp</strong> <strong>Dergisi</strong> 1997 ;7 :121-3.<br />

18. Chang CH, Horton J, Schoenfeld D, Salazer O, Perez-Tamayo R,<br />

Kramer S, et al. Comparison of post-operative radiotherapy<br />

and chemotherapy in the multidisciplinary management of<br />

malignant gliomas. Cancer 1983; 52: 997-1007.<br />

19. Kristiansen K, Hagen S, Kollevold T, Torvik A, Holme I, Nesbakken<br />

R, et al. Combined modality therapy of operated astrocytomas<br />

Grade III and IV. Confirmation of the value of postoperative<br />

irradiation and lack of potentiation of bleomycin<br />

on survival time: a prospective multicenter trial of the Scandinavian<br />

Glioblastoma Study group. Cancer 1981; 47: 649-652.<br />

20. Buatti JM, Marcus RB, Mendenhall WM, Friedman WA, Bova FJ.<br />

Accelerated hyperfractionated radiotherapy for malignant<br />

gliomas. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1996; 34: 785-792.<br />

21. Fulton DS, Urtasun RC, Shin KH, Geggie PH, Thomas H, Muller<br />

PJ, et al. Misonidasole combined with hyperfractionation in<br />

the management of malignant glioma. Int J Radiat Oncol Biol<br />

Phys 1984; 10: 1709-1712.<br />

22. Keim H, Potthoff PC, Schmidt K, Schiebusch M, Neiss A, Trott<br />

KR. Survival and quality of life after continuous accelerated<br />

radiotherapy of glioblastomas. Radiother Oncol 1987; 9: 21-<br />

26.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):23-25 25


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.21931<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Portal ven agenezisi: olgu sunumu<br />

Portal vein agenesis: a case report<br />

Cemalettin Güneş 1 , Ahmet Afşin Kundak 2 , Tevfik Demir 3 , Hafza Uçur 4 , Fatma Akci 4<br />

1<br />

Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce<br />

2<br />

Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Yenidoğan Ünitesi, Ankara<br />

3<br />

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Kardiyolojisi Bilim Dalı, Eskişehir<br />

4<br />

Afyon Kocatepe Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon<br />

Özet<br />

Portal ven agenezisi nadir görülen bir malformasyondur.<br />

Özellikle kardiyovasküler ve gastrointestinal sistemle ilgili<br />

anomalilerle birlikteliği sık görülmektedir. Radyolojik olarak<br />

portal sistemi görüntülemek için renkli dopler ultrosonografi,<br />

bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve<br />

arteriyel veya direkt portografi gibi tetkiklerden faydalanmak<br />

gerekir. 10 yaşında portal agenezi nedeniyle tekrarlayan<br />

karın ağrıları olan olgu sunulmuştur.<br />

Anahtar Kelimeler: Portal ven agenezisi, Karın ağrısı<br />

Abstract<br />

Portal vein agenesis is a rare malformation. It is seen<br />

particularly with cardiovascular and gastrointestinal<br />

system anomalies. Radiologic studies of the portal venous<br />

system include color Doppler ultrasonography (US),<br />

computed tomography (CT), magnetic resonance imaging,<br />

and arterial or direct portography. A ten year old<br />

child with recurrent abdominal pain because of portal<br />

vein agenesis is presented.<br />

Keyword: Portal vein agenesis, Abdominal pain<br />

Giriş<br />

Portal venin konjenital yokluğu nadir görülen bir<br />

malformasyondur. Portal venin agenezisi değişik<br />

konfigurasyonda ilave diğer malformasyonlar ile<br />

birlikte görülebilir. Özellikle gastrointestinal sistem<br />

ve kardiyovasküler sistem ile ilgili malformasyonlar<br />

sık görülür. Genellikle kızlarda ve çocuk yaş grubunda<br />

tanı almışlardır. Portal agenezi ile ilgili bu ana<br />

kadar 40'tan fazla vaka yayınlanmıştır (1-3). Karın<br />

ağrısı, iştahsızlık ile gelen ve portal ven agenezisi<br />

tanısı konulan 10 yaşında kız hasta sunuldu.<br />

ven hipoplazik izlendi. Karaciğer ve dalak normal<br />

olarak değerlendirildi. Kontrastlı spiral üst batın tomografisinde;<br />

portal ven görülmedi ve karaciğer<br />

hilusunda ve portal ven trasesinde kollateral vasküler<br />

yapılar dikkati çekti (Resim 2). Splenik ven tortiyoze<br />

ve elonge izlendi. Karaciğer, dalak, intra ve ekstrahepatik<br />

safra yolları normal olarak değerlendirildi. Ekokardiyografi<br />

normal olarak değerlendirildi. Takiplerinde<br />

hastanın mevcut yakınmalarının geçmesi üzerine<br />

kontrol önerilerek taburcu edildi.<br />

Olgu<br />

On yaşında kız hasta, 5 gün önce başlayan karın ağrısı,<br />

bulantı ve kusma şikayeti nedeniyle hastanemize<br />

başvurdu. Epigastrik bölgede ağrı tarifliyordu. Sarılık,<br />

kaşıntı ve ateş tanımlamıyordu. Özgeçmişinde tekrarlayan<br />

karın ağrısı ve iştahsızlık yakınması vardı. Fizik<br />

muayenede; genel durumu iyi, vücut ağırlığı 26 kg<br />

(3-10p), boy 135 cm (25-50p), ateş 36°C, nabız<br />

112/dk, solunum sayısı 26/dk, tansiyon arteriyel<br />

125/80 mmHg, epigastrik bölge ve sağ alt kadranda<br />

hassasiyet mevcuttu. Rebound ve defans yoktu. Karaciğer<br />

ve dalakele gelmiyordu . Diğer sistem muayenelerinde<br />

patoloji özellik saptanmadı.<br />

Laboratuvar testlerinde; kan sayımı, akut faz reaktanları<br />

(C reaktif protein, sedimantasyon), kan biyokimyasında<br />

patolojik özellik saptanmadı. D-Dimer 65<br />

µg/L (normal) idi. Ayakta direkt batın grafisinde özellik<br />

yoktu. Tüm batın ultrasonografide portal ven<br />

görülmemekle birlikte bu vasküler yapıların trasesinde<br />

ve intrahepatik alanda milimetrik çaplarda yaygın<br />

kollateral vasküler yapılar izlendi (Resim 1). Bu görünüm<br />

portal agenezi olarak değerlendirildi. Sağ ve sol<br />

hepatik venler normal olmasına rağmen orta hepatik<br />

Resim 1. Portal ven görülmemekle birlikte bu vasküler<br />

yapıların trasesinde ve intrahepatik alanda milimetrik<br />

çaplarda yaygın kollateral vasküler yapılar izlenmektedir.<br />

Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />

alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />

taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />

gibi diğer unsurlarının tamamlanması için bir<br />

Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın 3 hafta<br />

sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı ve klinik<br />

bulgularının normal olduğu görüldü.<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Cemalettin GÜNEŞ, Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce<br />

Tel: 0 380 5421390 E-Posta: drgunesce@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Ocak / January 20, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Kasım / November 22, 2011 Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

26


Güneş C ve ark.<br />

Resim 2. Vena porta normal lokalizasyonda izlenmemekte,<br />

bu lokalizasyonda yaygın kollateral vasküler yapılar<br />

izlenmektedir.<br />

Tartışma<br />

Portal venin konjenital yokluğu nadir bir anomalidir<br />

ve ilk kez 1793 yılında Abernethy tarafından tanımlanmıştır.<br />

Portal venin embriyolojik gelişimini bilmek,<br />

anomalilerini anlamak için önemlidir. Portal ven 4-10.<br />

embriyonik haftalar arasında gelişir. 4. haftanın sonuna<br />

doğru, sağ ve sol vitellin venler arasında üç<br />

çapraz bağlantı oluşturulur. Süperior bağlantıdan<br />

intrahepatik portal ven gelişirken, sağ vitellin ven<br />

kaudal kısmının ve sol vitellin ven kranial kısmının<br />

selektif involusyonu extrahepatik portal veni oluşturur.<br />

Bu kritik anostomozun primer yetersizliği sonucu,<br />

komplet veya parsiyel portal sistem yokluğu ile<br />

sonuçlanır Bu anastomozdaki yetersizlik sonucu<br />

porto-sistemik ve porto-portal şantlar oluşur. Sonuç<br />

olarak, mezenterik ve splenik ven akımı, renal vene,<br />

hepatik vene veya doğrudan inferior vena kavaya<br />

drene olur. Portosistemik şant anomalilerinin iki türü<br />

vardır. Tip 1 şantlarda intrahepatik portal ven yoktur<br />

ve tam bir uç-yan şant mevcuttur. Tip 1 şantların iki<br />

alt tipi vardır; tip 1a şantlarda superior mezenterik ve<br />

splenik venler inferior vena kava (IVK), ilyak venler<br />

veya renal venlere ayrı ayrı dökülür ve tip 1b şantlarda<br />

superior mezenterik ve splenik venler kısa bir<br />

ekstrahepatik portal ven oluşturmak üzere birleşir ve<br />

inferior vena kavaya dökülür. Tip 2 şantlarda ise patent<br />

intrahepatik portal ven ve kısmi bir yan yana<br />

şant mevcuttur. Portal vendeki kavernöz sistemde<br />

tıkanıklık gelişirse portoportal kollateraller gelişir (3-<br />

5). Olgumuzda portal ven trasesinde kollateral venler<br />

mevcuttu.<br />

Portal ven agenezisi<br />

Vitellin ven ve kalp arasında embriyonik yaşamdaki<br />

yakın ilişki nedeniyle kardiyovasküler malformasyonlar<br />

ile birlikteliği sık görülebilir. Portal ven agenezisi<br />

ile birlikte olan konjenital kardiyovasküler anomaliler<br />

atriyal septal defekt, ventriküler septal defekt, patent<br />

foramen ovale, aort koarktasyonu, dekstrokardi, v.b.<br />

olarak sayılabilir (3-6). Olgumuzda kardiyak anomali<br />

mevcut değildi.<br />

Bundan başka portal agenezisi ile birlikte, çift splenik<br />

ven, çift vena kava inferior, sol taraflı vena kava inferior,<br />

superior mezenterik arter orjinli hepatik arter,<br />

intra pulmoner şantlar, azigos ve hemiazios<br />

bağlantısı ve deride hemanjiomlar gibi visceral veya<br />

kutanöz malformasyonlar bildirilmiştir (6).<br />

Ayrıca gastrointestinal sistem (konjenital bilier atrezi,<br />

konjenital koledokal kist ve intrahepatik safra kesesi<br />

vb) ve ürogenital sistem (kistik renal displazi, bilateral<br />

üreteropelvik obstruksiyon, vezikoüreteral reflü,<br />

çapraz füzyone renal ektopi ve hipospadies v.b.) ile<br />

ilgili malformasyonlarla birlikteliği bildirilmiştir.<br />

Fonksiyon göstermeyen pankreatik tümör, ülseratif<br />

kolit, juvenil poliposis, hepatik tümör inguinal herni<br />

gibi hastalıklar ile birlikteliği bildirilmiştir (6).<br />

Radyolojik olarak portal sistemi görüntülemek için<br />

renkli dopler ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi,<br />

manyetik rezonans görüntüleme ve arteriyel veya<br />

direkt portografi sayılabilir (5). Portal agenezili hastalarda<br />

prognoz konjenital kalp hastalığı, karaciğer<br />

hastalığı ve portosistemik şantın yerine göre değişir<br />

(6).<br />

Özellikle kronik karın ağrıları olan ve nedeni tespit<br />

edilemeyen hastalarda görüntüleme yöntemlerine<br />

mutlaka müracaat edilmeli ve nadir de olsa portal<br />

ven agenezisi olabileceği akılda tutulmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Shahin Zandieh, Anosheh Vakli-Adli, Josef Hochreiter, Franz<br />

Grill, Klaus Klaushofer and Ali Al Kaissi. Ball and socket ankle<br />

joint in connection with bilateral tarsal synostosis in a boy<br />

with congenital absence of the portal vain: a novel malformation<br />

complex. Cases Journal 2008, 1:76<br />

2. Singhal M, Lal A, Thapa BR, Prakash M, Shanbhogue KP,<br />

Khandelwal N. Congenital atresia of portal vein with portocaval<br />

shunt associated with cardiac defects, skeletal deformities,<br />

and skin lesions in a boy J Pediatr Surg. 2008;43:e25-8.<br />

3. Gocmen R, Akhan O, Talim B. Congenital absence of the portal<br />

vein associated with congenital hepatic fibrosis. Pediatr Radiol<br />

2007; 37: 920-924<br />

4. Kumar A, Kumar J, Aggarwal R, Srivastava S. Abernethy malformation<br />

with portal vein aneurysm. Turkish Society of Radiology<br />

2008 Diagn Interv Radiol 2008; 14:143-146<br />

5. Gallego C, Velasco M, Marcuello P, Tejedor D, Campo L, D,<br />

Friera A. Congenital and Acquired Anomalies of the Portal Venous<br />

System. Radiographics. 2002;22:141-159<br />

6. Guo-Hua Hu‚ Lai-Gen Shen, Jin Yang‚ Jin-Hua Mei‚ Yue-Feng<br />

Zhu. Insight into congenital absence of the portal vein: Is it rare?.<br />

World J Gastroenterol 2008; 14 : 5969-5979<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):26-27 27


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.76476<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Duplike sistemde dev üreterosel ve aynı üretere reflü: olgu sunumu<br />

Giant ureterocele and vesicoureteral reflux to the same ureter of a duplicated system:<br />

Case report<br />

Adnan Gücük¹, Ufuk Öztürk², Can Tuygun², İsmail Nalbant², Abdurrahim İmamoğlu²<br />

1<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

2<br />

SağlıkBakanlığı Dışkapı <strong>Yıl</strong>dırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümü, Ankara<br />

Özet<br />

Üreterosel üreterin distal kısmının kistik dilatasyonudur.<br />

Üreterosellerin % 80’i komplet üreter duplikasyonunda üst<br />

polü drene eden üreterde görülür. Genelde üreteroselin<br />

bulunduğu üreter obstruksiyon nedeniyle etkilenirken, diğer<br />

üreter vezikoüreteral reflü nedeniyle etkilenmektedir. Biz<br />

burada literatürde ender olarak görülen, dev üreterosel ve<br />

megaüreter ile aynı üretere reflü olan duplike sistemli bir<br />

vakayı sunmaktayız.<br />

Anahtar Kelimeler: Duplike sistem, dev üreterosel, vezikoüreteral<br />

reflü<br />

Abstract<br />

An ureterocele is a cystic dilatation of the distal part of<br />

the ureter. Eighty percent of ureteroceles are seen in the<br />

ureter draining the upper pole of a complete ureteral<br />

duplication. Generally, the ureter with ureterocele is<br />

affected by obstruction, while the other ureter is affected<br />

by vesicoureteral reflux. In this report, we present a case<br />

that is rarely encountered in the literature, with a duplicated<br />

system having a giant ureterocele and a megaureter,<br />

and reflux to the same ureter.<br />

Keyword: Duplex system, giant ureterocele,<br />

vesicoureteral reflux.<br />

Giriş<br />

Üreterosel distal üreterin kistik dilatasyonudur. Üreteral<br />

anomaliler arasında sık gözlenir ve insidansı<br />

1/500–1200 arasında olup kızlarda 4–7 kat fazla gözükmektedir.<br />

Tek sistem üreteroseli olabileceği gibi<br />

olguların %80’inde komplet üreter duplikasyonunda<br />

üst polü drene eden üreterde görülür (1).<br />

Komplet üreter ve renal pelvis duplikasyonu üst<br />

üriner sistemin en sık rastlanan anomalisidir (2). Duplike<br />

sistemlerde görülen üreterosel üst polü drene<br />

eden üreterde gözlenirken, aynı tarafın diğer üreterinde<br />

vezikoüretalreflü(VUR) gözlenmektedir. Bu<br />

vakalarda üst pol üreteroselin neden olduğu obstruksiyon<br />

sonucu etkilenirken, alt pol reflüye bağlı<br />

olarak zarar görmektedir (3). Biz burada üst polü<br />

drene eden üreterde hem dev üreterosel hemde VUR<br />

tespit edilen bir vakayı literatür eşliğinde sunmayı<br />

amaçladık.<br />

Olgu<br />

Doğumundan itibaren tekrarlayan ateşli idrar yolu<br />

enfeksiyonu hikayesi olan 4 yaşındaki kız hasta pyelonefrit<br />

atağı geçirmekte iken polikliniğe başvurdu.<br />

Yapılan üriner sistem ultrasonografisinde dev üreterosel<br />

ve üreterohidronefrozu olduğu saptandı. İşeme<br />

sistoüretrografisinde(VCUG) sağ vezikoüreteral reflü<br />

ve megaüreter olduğu gözlendi. Çekilen intravenöz<br />

pyelgrafide(IVP) nonfonksiyone üst pol ve mesanedeki<br />

dolma defekti dışında herhangi bir anormallik<br />

tespit edilmedi. Renal fonksiyonların değerlendirildiği<br />

DMSA sintigrafisi de, sağ böbreğin fonksiyonsuz<br />

bir üst polü olduğunu doğruladı (Resim 1,2).<br />

Resim 1. Ameliyat öncesi VCUG, IVP görüntüleri<br />

Hastaya operasyon sırasında uygulanan sistoskopide<br />

dev üreterosel gözlendi. İnsize edilerek boşaltılan<br />

üreterosel sonrasında kraniolateral tarafda alt pole<br />

ait normal görünümlü üreter orifisi saptandı. Hastaya<br />

üst pol nefrektomisi+total üreterektomi+üreterosel<br />

eksizyonu uygulandı. Postoperatif 3. ayda çekilen<br />

VCUG ve IVP’de herhangi bir patoloji saptanmadı.<br />

Postoperatif dönemde klinik, fonksiyonel ve radyolojik<br />

değerlendirmeler ile takip edilen hastada 1. yılsonunda<br />

herhangi bir patolojiye rastlanmadı.<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yrd. Doç. Dr. Adnan Gücük, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Hastanesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bolu Tel: 0 374 2534656 E-Posta: gucukadnan@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Mayıs / May 02, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan / April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

28


Gücük A ve ark.<br />

Dev üreterosel olgusu<br />

Üreteroselli duplike sistemlerde oldukça farklı fonksiyonel<br />

bölümlenmeler olduğundan patolojik durum<br />

tamamen ortaya çıkartılmalıdır. Tedavi üst pol fonksiyonunun<br />

durumuna, reflü olup olmamasına göre<br />

oldukça farklılık gösterebilecektir. Eğer üst pol nonfonksiyone<br />

ise heminefrektomi ve üreterektomi uygun<br />

tedavi yöntemidir (7). Üreterektominin total<br />

olarak yapılması gerekliliği halen tartışmalı bir konudur<br />

(9). Ancak bizim vakamızdaki gibi reflünün ve<br />

megaüreterin olduğu vakalarda, bırakılacak üreteral<br />

güdük potansiyel bir staz ve enfeksiyon kaynağı<br />

olabilecekir. Bu nedenle biz de üst pol nefrektomisi<br />

ile total üreterektomi ve üreterosel eksizyonu yaparak<br />

olası enfeksiyon kaynaklarını da ortadan kaldırmayı<br />

amaçladık.<br />

Resim 2. Ameliyat öncesi renal sintigrafi görüntüleri<br />

Tartışma<br />

Duplike sistemlerde alt pol ile üst pol arasındaki<br />

fonksiyonel ve anatomik bölümlenme oldukça çeşitlilik<br />

göstermektedir. Bu sistemlerde üreterosel ve<br />

vezikoüreteral reflü oldukça yakın ilişkideki anomalilerdir<br />

(3). VUR alt polde %40–65, karşı taraf böbrekde<br />

% 25 oranında gözlenmektedir (4).<br />

Embriyolojik olarak komplet duplike sistemler iki<br />

üreterik tomurcukdan meydana gelirler. Üst pol üreteri<br />

genellikle daha kaudale göç ederek üreteroselli<br />

ya da üreteroselsiz obstrukte ektopik üreteri oluşturur<br />

(5,6). Alt pol üreteri ise daha lateralde sonlanarak<br />

daha kısa intravesikal üretere sahip olurki buda reflünün<br />

nedenini açıklar (7). Bu vakalarda üst polde<br />

obstruksiyona bağlı nefropati gelişirken, alt polde<br />

reflüye bağlı nefropati gelişmektedir. Fakat Harb ve<br />

ark. sunduğu vakadaki gibi üreterosel bazen alt pol<br />

üreterinden de kaynaklanabilmektedir (8). Bizim de<br />

vakamızda ender olarak görülebilecek şekilde üst pol<br />

üreterinde hem dev üreterosel hemde reflü ve buna<br />

bağlı nefropati tespit edildi. Bu vakada da hastanın<br />

başvuru nedeni, en sık gözlendiği gibi tekrarlayan<br />

idrar yolu enfeksiyonlarıydı (6).<br />

Sonuç olarak, üreteroseller anatomik ve patolojik<br />

açıdan oldukça farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir.<br />

Bu nedenle her bir üreterosel vakası kendine<br />

özgü olarak değerlendirilip tedavi edilmelidir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Merlini E., Lelli Chiesa P.: Obstructive ureterocele-an ongoing<br />

challenge. World J Urol. 2004;22:107-14.<br />

2. Jednak R, Kryger JV, Barthold JS, González R.: A simplified<br />

technique of upper pole heminephrectomy for duplex kidney.<br />

J Urol. 2000;164:1326-8<br />

3. Vates TS, Bukowski T, Triest J, Freedman A, Smith C, Perlmutter<br />

A, Gonzales R.:Is there a best alternative to treating the obstructed<br />

upper pole? J Urol 1996;156:744-6<br />

4. Arap S, Arap-Neto W, Chedid EA, Mitre AI, Menezes de Goes<br />

G: Ureterocele of the lower pole ureter and an ectopic upper<br />

pole ureter in a duplex system. J Urol 1983;129:1227<br />

5. Gonzales, E. T., Jr.: Anomalies of the renal pelvis and ureter.<br />

In:Clinical Pediatric Urology, 3rd ed. Edited by P. P. Kelalis, L. R.<br />

King and A. B. Belman. Philedelphia: W.B. Saunders, vol. 1,<br />

chapter 15, 1992;530-579<br />

6. Amis ES,Cronan JJ, Pfister RC: Lower moiety hydronephrosis<br />

in düolicated kidneys. Urology 1985;26:82-88<br />

7. Choi H., Oh S.,: The management of children with complete<br />

ureteric duplication: selective use of uretero-ureterostomy as<br />

a primary and salvage procedure. BJU International<br />

2000;86:508-512<br />

8. Harb F., Tiguert R., Hurley P., Gheiler L., Smith C.: Ureteocele<br />

arising from a lower-pole moiety. Urol Int 1999;63:245-246<br />

9. Plaire JC, Pope IV JC, Kroop BP, Adams MC, Keating MA, Rink<br />

RC, Casale AJ. Management of ectopic ureters: Experience<br />

with the upper tract approach. J Urol 1997; 158:1245-7.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):28-29 29


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.02886<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Kronik lenfositik lösemili olguda JAK 2 pozitif kronik myeloproliferatif<br />

neoplazi (polisitemia vera) birlikteliği: nadir bir olgu<br />

JAK 2 positive chronic myeloproliferative neoplasia (polycythemia vera) and chronic<br />

lymphocytic leukemia coexistence: a rare case<br />

Murat Bayram 1 , Vildan Özkocaman 2 , Fahir Özkalemkaş 2 , Rıdvan Ali 2 , Gönül Irmak 2 , Taner Aydın 1 ,<br />

Savaş Aksoy 1 , Ahmet Tunalı 2<br />

1<br />

Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa.<br />

2<br />

Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa.<br />

Özet<br />

Kronik lenfositer lösemi, anormal lenfositlerin kan ve kemik<br />

iliği başta olmak üzere vücutta aşırı miktarda birikmesiyle<br />

oluşan malign bir hematolojik hastalıktır. Polisitemia vera ön<br />

planda eritrosit olmak üzere her üç hematopoetik hücre<br />

dizisinin aşırı üretimi ile sonuçlanan myeloproliferatif bir<br />

hastalıktır. Kronik lenfositer lösemi ve myeloproliferatif<br />

hastalıkların birlikteliği literatürde çok nadir olarak bildirilmiştir.<br />

Biz de burada kronik lenfositer lösemi sonrası polisitemia<br />

vera gelişen bir olguyu bildiriyoruz.<br />

Anahtar Kelimeler: Kronik lenfositer lösemi, Polisitemia<br />

vera, JAK 2.<br />

Abstract<br />

Chronic lymphocytic leukemia is a malignant haematologic<br />

disease characterized of accumulation of abnormal<br />

lymphocytes mainly in peripheral blood and bone marrow.<br />

Polycythemia vera is a myeloproliferative disorder<br />

characterized of overt production of mainly erythrocytes<br />

but also all three lineage. Simultaneous presentation of<br />

chronic lymphocytic leukemia and myeloproliferative<br />

disorders is very rare in literature. We report a case of<br />

polycythemia vera which developed just after chronic<br />

lymphocytic leukemia.<br />

Key Words: Chronic lymphocytic leukemia, Polycythemia<br />

vera, JAK 2.<br />

Giriş<br />

Kronik lenfositer lösemi (KLL) ve myeloproliferatif<br />

maliginitelerin birlikteliği oldukça nadirdir ve sadece<br />

birkaç vaka olarak bildirilmiştir. KLL hastalarındaki<br />

bozulmuş immunitenin; sekonder maliginitelere<br />

sebep olabilecek neoplastik proliferasyon riskini<br />

artırabileceği düşünülmüştür. Bir hastada bu iki klonal<br />

hematolojik bozukluğun birlikteliği, ikisinin de<br />

aynı pluripoent kök hücreden köken aldığı ihtimalini<br />

artırmaktadır. Myeloproliferatif bozuklukların büyük<br />

çoğunluğunda ve özellikle polisitemia veralı (PV)<br />

hastalarda JAK 2 V617F mutasyonu saptanmıştır. Bu<br />

belki de altta yatan sebep olabilir ancak KLL’li hastalarda<br />

bu mutasyon saptanmamıştır (1). Bizde bu<br />

olgumuz ile KLL ve myeloproliferatif hastalıklar grubunda<br />

JAK 2 V617F gen mutasyonu olan PV’lı 77<br />

yaşında bir kadın hastayı incelemeyi amaçladık.<br />

Olgu<br />

Yetmişyedi yaşında kadın hasta, Hematoloji Bilim<br />

Dalı polikliniğine halsizlik ve bacak ağrısı nedeniyle<br />

başvurdu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde solukluk<br />

dışında bir bulgu saptanmadı. Özgeçmişinde<br />

hipertansiyon ve geçirilmiş serebrovasküler olay olan<br />

hastanın, soygeçmişinde ise bir özellik yoktu.<br />

Laboratuvar bulgularında, lökosit 24200/mm 3 , Hb<br />

8,5gr/dl, Hct %25,8, MCV 66,2fL, retikülosit %1,8,<br />

Trombosit 722000/mm 3 , ALT 10IU/L, AST 13 IU/L,<br />

total biluribin 0,48 mg/dl, indirekt biluribin 0,3<br />

mg/dl, direkt biluribin 0,18 mgr/dl, LDH 198 IU/L,<br />

direkt ve indirekt coombs negatif, kan üre azotu 44<br />

mg/dl, kreatinin 1 mg/dl, total protein 7 mg/dl, albümin<br />

4,4 mg/dl olarak saptandı. Serum demir 13<br />

ug/dL, total demir bağlama kapasitesi 462 ug/dL,<br />

ferritin 28 ng/mL bulunurken; vitamin B12 ve folik<br />

asit normal olarak saptandı. Üç defa gönderilen gaitada<br />

gizli kan ise negatif idi.<br />

Periferik yaymasında %46 parçalı, %53 çomak, %1<br />

bazofil, çok sayıda basket-cell, hipkromi, polikromazi<br />

görülürken trombosit sıklık ve kümeleşmesi ise normal<br />

olarak izlendi. Hastaya yapılan kemik iliği aspirasyonu<br />

sonucu; hücreden hafif zengin olan kemik<br />

iliğinde megakaryositlerde sayıca artış ve zengin<br />

trombosit kümeleri izlenirken, olgun görünümlü<br />

lenfositler %24 oranında bulundu. Granülositer ve<br />

eritroid serinin gelişiminde özellik saptanmazken<br />

yabancı ve atipik hücre gözlenmedi. Kemik iliğinden<br />

gönderilen flow sitometride ise CD5 %94,7, CD19<br />

%95,2, CD20 %96, CD23 %55,3 olarak izlendi. Hastaya<br />

bu bulgularla B hücreli KLL ve demir eksikliği<br />

anemisi tanısı konuldu. Oral demir preparatı ve allopurinol<br />

tedavisi başlanarak izleme alındı. Hastanın<br />

takiplerinin 6. ayında şikayetinin olmamasına rağmen,<br />

fizik muayenesinde pletore, traube kapalılığı ve<br />

karaciğer 3 cm palpapl olarak saptandı.<br />

Laboratuvar tetkiklerinde ise, lökosit 18700/mm 3 , Hb<br />

19,8gr/dl, Htc %60,7, MCV 97,5fL, Trombosit<br />

292000/mm 3 , Ferritin 78,8ng/mL idi. Yapılan abdomen<br />

ultrasonografisinde karaciğer alt kenarı kosta<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Murat Bayram, Uludağ Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa. Tel: 0 224 2950000<br />

Geliş tarihi / Received: Nisan/ April 12, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

30


Bayram M ve ark.<br />

arkusunu geçmekte (hepatomegali), dalak uzun aksı<br />

146 mm, transvers çapı 83,5 mm olup splenomegali<br />

hali izlendi. Hastanın demir tedavisi ile uyumsuz<br />

eritrositozu mevcuttu. Oral demir tedavisi kesilen<br />

hastanın serum eritropoetin düzeyi ise 1 mIU/Ml’den<br />

daha düşük bulundu. Hastaya eritrositoz nedeniyle<br />

tekrar kemik iliği aspirasyonu yapıldı. Kemik iliği<br />

aspirasyonunda, normal zenginlikte olan kemik iliğinde<br />

her üç seriye ait kesintisiz maturasyon izlendi.<br />

Eritroid seri normoblastik özellikte, megakaryositler<br />

ve normal görünümlü lenfositler artmış olarak bulundu.<br />

Kemik iliğinden gönderilen t(9;22) mutasyonu<br />

negatif, JAK 2 (V617F) mutasyonu pozitif olarak saptanırken,<br />

karyotip analizinde ise üreme gözlenmedi.<br />

Hasta bu bulgularıyla PV tanısı aldı ve intermittan<br />

flebotomi tedavisine alındı. Takibinden 6 ay sonra<br />

sağ alt extremitede derin ven trombüsü gelişen hastaya<br />

INR takiplerine göre varfarin tedavisi verildi.<br />

Hasta halen Hematoloji polikliniğinde KLL ve PV<br />

tanılarıyla izlenmektedir.<br />

Tartışma<br />

PV ve KLL birlikteliği hala tam olarak anlaşılamamakla<br />

birlikte literatürde çok nadir olarak rapor edilmiştir<br />

(2). Christine ve Withington hastanesinde 12 yıl boyunca<br />

228 KLL ve 293 PV hastasını incelemiş ve sadece<br />

birinde KLL ve PV birlikteliği saptanmıştır (1). Bizim<br />

olgumuzda da nadir olarak görülen KLL ve PV<br />

birlikteliğinin izlendiği görülmüştür. Marisavljevic ve<br />

ark.’ları (3) PV tanısıyla izlenen olgudan 5 yıl sonra,<br />

Koza ve ark.’larıda (4) 7 yıl sonra KLL izlendiğini göstermişlerdir.<br />

Olgumuzda ise KLL tanısıyla izlenen<br />

hastada, 6 ay sonra PV geliştiği görülmüştür. KLL<br />

sonrası PV gelişmiş olması ve daha kısa sürede bu<br />

gelişimin meydana gelmesi nedeniyle diğer vakalardan<br />

farklılık göstermektedir.<br />

Kronik lenfositik lösemili olguda polisitemia vera<br />

JAK 2 V617F mutasyonu primer myelofibroz ve esansiyel<br />

trombositozda %50 oranında saptanırken, PV’lı<br />

hastalarda ise %95 oranında pozitif olarak görülebilmektedir<br />

(1). Hüseyin ve ark.’ları (5) PV ve eş zamanlı<br />

B-KLL’li hastada, KLL hücrelerinde JAK 2 mutasyonu<br />

saptamamıştır. Henry ve ark.’ları (6) KLL ve<br />

eş zamanlı esansiyel trombositozlu (ET) hastada lenfoid<br />

hücrelerinde V617F mutasyonu saptamadılar.<br />

Bizim vakamızda ise KLL sonrası gelişen PV’da JAK 2<br />

V617F mutasyonu pozitif olarak saptandı. Vannucchi<br />

(7) ve ark.’ları yaptığı çalışmada 353 PV ve 467 ET<br />

hastasını 5 yıl boyunca izlemişler ve 11 hastada lenfoid<br />

neoplasm geliştiği görülmüş. Bunların 4’ünün<br />

KLL hastası olduğu izlenirken JAK 2 V617F mutasyonu<br />

olan hastalarda lenfoid neoplasm gelişme riskinin<br />

anlamlı derecede fazla olduğu saptanmıştır. Vakamızda<br />

da KLL ve PV birlikte görülürken, JAK 2 V617F<br />

mutasyonu pozitif olarak saptanmıştır. PV’lı hastaların<br />

yaklaşık %30-40’ında tromboz izlenirken, bunlar<br />

sıklıkla derin ven trombozu, pulmoner emboli ve<br />

serobrovaküler trombozlar olarak görülmektedir (8).<br />

Vakamızın takiplerinde de derin ven trombozu izlendiği<br />

görülmüştür. Olgumuz KLL’den lenfomyeloproliferasyon<br />

ile diğer olgulardan daha kısa<br />

sürede PV gelişen, JAK 2 V617F mutasyonu pozitif<br />

olan ve derin ven trombozu görülmüş olan nadir bir<br />

vakadır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Kodali S, Chen C, Rathnasabapathy C, Wang JC. JAK2 mutation<br />

in a patient with CLL with coexistent myeloproliferative neoplasm<br />

(MPN). Leuk Res. 2009;33:263-9.<br />

2. Taberner DA, Chang J, Otride BW. Co-existent chronic lymphatic<br />

leukemia with polycthaemia vera. Postgraduate Medical<br />

Journal. 1977;53:222-3.<br />

3. Marisavljevic D, Radosevic-Radojkovic N, Basara B, Gotic M,<br />

Rolovic Z. Chronic lymphocytic leukemia associated with polycythemia<br />

vera. Srp Arh Celok Lek. 1994;122:353<br />

4. Koza I, Babusikova O. Sequential development of chronic<br />

lymphocytic leukemia in a patient with polycythemia vera.<br />

Neoplasma. 1988;35:77-80.<br />

5. Hussein K, Brakensiek K, Ballmaier M, et al. B-CLL developing<br />

in a patient with PV is not affected by V617F mutation of the<br />

Janus kinase 2. Eur J Haematol. 2006;77:539-41.<br />

6. Henry L, Carillo S, Jourdan E, Arnaud A, Brun S, Lavabre-<br />

Bertrand T. Association of essential thrombocythemia and<br />

chronic lymphocytic leukemia: absance of the V617F JAK2<br />

mutation in the lymphoid compartment. Am J Hematol.<br />

2007;82:500-1.<br />

7. Vannuchi AM, Masala G, Antonioli E. Increased risk of lymphoid<br />

neoplasms in patients with Philadelphia chromosomenegative<br />

myeloproliferative neoplasms. Cancer Epidemiol Biomarkers<br />

Prev. 2009;18:2068-73.<br />

8. Mağın H, Akdoğan MF, Uyanık Ç, Gücün M, Palit F, Duranay M.<br />

Polisitemia Vera tanısında Jak-2 gen mutasyonunun önemi:<br />

Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi. Bakırköy <strong>Tıp</strong><br />

<strong>Dergisi</strong>. 2010;6:35-8.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):30-31 31


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.47966<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Deli bal zehirlenmesi; ne kadar gözleyelim?<br />

Mad honey poisoning; how much observe?<br />

Emine Binnetoğlu 1 , Sevim Dindar 1 , Erkan Şengül 1 , Nuray Kahraman Ay 2<br />

1<br />

Sağlık Bakanlığı Derince Eğitim Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli Türkiye<br />

2<br />

Sağlık Bakanlığı Derince Eğitim Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Kocaeli Türkiye<br />

Özet<br />

Deli bal zehirlenmesi Türkiye’nin daha çok Karadeniz bölgesinde<br />

görülen, gastrointestinal, kardiyovasküler ve nörolojik<br />

sistemleri etkilyebilen bir sendromdur. Hipotansiyon, bradikardi<br />

ve görme sorunları en sık karşılaşılan problemlerdir.<br />

İntravenöz sıvı ve atropin tedavisi semptomatik hastalarda<br />

başarıyla kullanılır. Burada deli bal zehirlenmesi olan, hipotansiyonu<br />

ve bradikardisi 72 saat süren 46 yaşında erkek bir<br />

hasta sunulmuştur.<br />

Anahtar Kelimeler: Deli bal, bradikardi, görme problemleri.<br />

Abstract<br />

Mad honey poisoning syndrome is common in Turkey<br />

mostly in Black Sea Region. Gastrointestinal, cardiovascular<br />

and neurologic systems are mostly involved in this<br />

syndrome. Hypotension, bradycardia and visual disorders<br />

are usually encountered problems. Intravenous fluid and<br />

atropin therapy are successfully used in symptomatic<br />

patients. We report a 46 year old male with mad honey<br />

poisoning who presented with prolonged hypotension<br />

and bradycardia.<br />

Keywords: Mad honey, bradycardia, visual problems.<br />

Giriş<br />

Bal zehirlenmesi Rhododendron ailesine ait bitkilerle<br />

beslenen arıların ürettiği taze balın tüketilmesi ile<br />

ortaya çıkan klinik bir tablodur. Zehirlenmenin sebebi<br />

bu bitkilerde bulunan Grayanatoksin adlı maddenin<br />

(GTX) hücre membranındaki sodyum kanallarına<br />

bağlanarak sodyum iyonlarının geçirgenliğini artırmasıdır<br />

(1-4).<br />

Zehirlenme temel olarak gastrointestinal, kardiyovasküler<br />

ve nörolojik sistemde etkisini göstermektedir.<br />

Bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrıları,<br />

ishal, hipotansiyon, bradikardi veya kardiyovasküler<br />

kollaps, halsizlik, görmede bulanıklık, geçici körlük,<br />

deliriyum ve koma önemli klinik belirti ve bulgulardır<br />

(3,5-7).<br />

Değişik çalışmalarda deli bal zehirlenmesi tanısı alan<br />

hastaların birkaç saat ile 24 saat arasında değişen<br />

zamanlarda tam düzeldiği belirtilmektedir. Bu yazıda<br />

kliniğimize bal yeme sonrası görmede bulanıklık, baş<br />

dönmesi, fenalık hissi, halsizlik ve terleme şikayetleri<br />

ile başvuran aynı zamanda bradikardisi ve hipotansiyonu<br />

saptanan fakat tedaviye rağmen bulguların 72<br />

saat sürdüğü bir olgu sunulmuştur.<br />

Olgu<br />

46 yaşında erkek hasta bir yemek kaşığı bal yedikten<br />

yarım saat sonra fenalaşma, baş dönmesi, terleme,<br />

görmede bulanıklık şikayetleri ile acile başvurdu.<br />

Başvuru esnasında genel durumu orta, bilinç açıktı.<br />

Kan basıncı 80/50 mmHg ölçüldü. Kalp tepe atımı<br />

40/dakika, S1, S2 normaldi. Ek ses veya üfürüm yoktu.<br />

Biyokimyasal ve hematolojik analizleri normaldi.<br />

Elektrokardiyografide sinüs bradikardisi mevcuttu.<br />

Akut bal zehirlenmesi olarak kabul edilen hastaya<br />

semptomatik bradikardi ve hipotansiyon nedeniyle<br />

intravenöz sıvı replasmanı ve atropin uygulandı.<br />

Stabil hale gelen hasta 3 saatlik gözlemin ardından<br />

taburcu edildi. Taburcu olduktan 1 saat sonra senkop<br />

geçiren hasta tekrar acile başvurdu. İkinci başvuru<br />

esnasında kalp hızı 40/dakika ve kan basıncı<br />

90/60mmHg saptandı. Hastaya tekrar intavenöz sıvı<br />

ve aralıklı atropin tedavisi uygulandı. Ara ara bradikardisi<br />

ve tansiyon düşüklüğü devam eden hastanın<br />

hemodinamik değerleri 72. saatte normale geldi ve<br />

hasta taburcu edildi.<br />

Tartışma<br />

Zehirlenmenin sebebi olan grayanatoksin (GTX)<br />

rhododendron ailesine ait çiçeklerin polen ve nektarlarında<br />

bulunur. GTX nitrojen içermeyen polihidroksi-siklik<br />

hidrokarbonlardan olup yağda çözünme<br />

özelliğine sahiptir (6,8). Yaklaşık 18 adet GTX tipi<br />

tanımlanmış olup kardiyak etkilerden sorumlu olan<br />

GTX I dir (1,8).<br />

Farklı araştırmalar sonucunda GTX’in 3 şekilde voltaj<br />

bağımlı sodyum kanallarını etkilediği saptanmıştır.<br />

GTX ilk olarak sodyum kanalları açık iken bağlanır ve<br />

sodyum kanalları inaktif hale getirilemez. Sonuç<br />

olarak sodyum kanallarının aktif potansiyelleri hiperpolarizasyona<br />

doğru kaymaktadır (9).<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Emine Binnetoğlu, Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli Tel: 0 262 3178000<br />

Geliş tarihi / Received: Şubat/ February 05, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

32


Binnetoğlu E ve ark.<br />

Deli bal zehirlenmesi<br />

Tablo 1. Deli bal zehirlenmesine bağlı aritmi bildirilen 12 çalışmadaki olguların özeti (7).<br />

Hasta<br />

sayısı<br />

Nonspesifik<br />

bradiaritmi<br />

Sinüs<br />

bradikardisi<br />

Nodal<br />

ritim<br />

WPW *<br />

2.derece<br />

blok<br />

AV<br />

tam<br />

blok<br />

asistoli<br />

Bal kaynağı<br />

Hasta sayısı 70 12 37 8 1 1 8 1 70<br />

V.Malotti ve ark. 1 1 Türk balı<br />

Biberoğlu ve ark. 16 8 5 1 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Yavuz ve ark. 7 7<br />

Orta<br />

Karadeniz<br />

Sutlupınar ve ark. 11 11 Karadeniz<br />

Gossinger ve ark. 2 2 Türk balı<br />

Dilber ve ark. 1 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Ozhan ve ark. 15 4<br />

Batı<br />

Karadeniz<br />

Kumral ve ark. 1 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Gündüz ve ark. 8 4 3 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Gündüz ve ark. 1 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Onat ve ark. 2 1 1 1<br />

Doğu<br />

Karadeniz<br />

Akıncı ve ark 1 1 Karadeniz<br />

*WPW: Wolf-Parkinson White<br />

Bal zehirlenmesi olgularının çoğunun ileri yaş erkek<br />

olması ilgi çekicidir (5,10,11). İleri yaş erkek hastaların<br />

ditabetes mellitus ve hipertansiyon gibi hastalıkların<br />

tedavisinde balı alternatif olarak tercih etmeleri bu<br />

durumu açıklayıcı bir durum olarak belirtilmiştir (11).<br />

Olgumuzun 46 yaşında olması ve bu hastalıklara<br />

sahip olmaması literatür ile uyuşmamaktadır.<br />

Alınan miktarla zehirlenme arasında ilişki net olmamakla<br />

beraber çok az miktar bal alımının zehirlenmelere<br />

sebep olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalar<br />

15-60 gr bal alınmasının zehirlenmeye yol açtığını<br />

gösterilmiştir (5,11). Olgumuzun bir yemek kaşığı bal<br />

yedikten sonra zehirlendiği saptandı.<br />

Bal alımında sonra belirtilerin başlama zamanı değişik<br />

çalışmalarda değerlendirilmiş ve ortalama 1 saat<br />

ile 3 saat arasında olduğu saptanmıştır (5,10,11).<br />

Olgumuzda belirtilerin bal alımından yarım saat<br />

sonra başladığı belirlendi.<br />

Deli bal herkeste toksik etki oluşturmasa da çoğunluk<br />

baldan etkilenir. Belirgin hipotansiyon ve bradikardi<br />

en sık bulgular olup bu iki bulgu zehirlenme vakalarının<br />

%90’ında vardır. Diğer sık görülen belirti ve<br />

bulgular terleme, sersemlik ve bilinç değişikliği<br />

(%70), senkop (%30), diplopi ve bulanık görme (%20-<br />

80) ve hipersalivasyondur (%14) (4,12).<br />

Kardiyak ritim problemleri olguların tamamında<br />

bildirilmiş olup %75 oranında non-spesifik bradiaritmi<br />

veya sinüs bradikardisi saptanmıştır. Daha az<br />

oranda kardiyak blok da bildirilmiş olup asistoliye<br />

çok nadir rastlanmıştır (Tablo 1).<br />

Hastalar genellikle uygun serum fizyolojik ve 1-2 mg<br />

intravenöz atropin ile hızlı klinik düzelme gösterirler.<br />

Çok nadiren pacemaker gerektiren olgular da bildirilmiştir<br />

(3,11,13).<br />

Deli bal tanısı alan hastaların hastanede ne kadar<br />

süre gözlem altında kalması gerektiğine dair tam bir<br />

fikir birliği olmasa da Gündüz ve arkadaşlarının yaptığı<br />

2 değişik çalışmada (3,5) bu hastaların normal<br />

kalp hızı ve tansiyon değerleri görüldükten 2-6 saat<br />

sonrasında taburcu edilmeleri önerilmiştir. Demircan<br />

ve arkadaşları (10) hastaların en erken 7. saatte stabilleştiği<br />

ve tam düzelmenin 23.4±10.5 saat sonra ortaya<br />

çıktığını saptamışlardır. Hancı ve arkadaşları da<br />

serilerinde olgularının ortalama 2.88±1.33 saat sonra<br />

taburcu edildiğini bildirmiştir (11). Olgumuz gerekli<br />

intarvenöz sıvı replasmanı ve atropin tedavisinden<br />

yaklaşık 3 saat sonra hemodinamik olarak stabil olduktan<br />

sonra taburcu olmuş, fakat 1 saat sonra senkop<br />

geçiren hasta tekrar acile başvurmuş ve 72 saat<br />

boyunca bradikardi ve hipotansiyonu nedeniyle<br />

tedavi edilmesi gerekmiştir.<br />

Sonuç olarak deli bal zehirlenmesi özellikle ülkemizin<br />

Karadeniz bölgesinde sık rastlanan mortalitesi düşük<br />

bir klinik durumdur. Özellikle acil servise başvuran ve<br />

açıklanamayan bradikardisi, hipotansiyonu ve akut<br />

görme bozukluğu olan orta yaşlı erkek hastalarda<br />

ayırıcı tanıda akla gelmelidir. Mortalitesi düşük olsa<br />

da erken fark edilip tedavi edilmezse mortal seyredebileceği<br />

bilinmelidir. Tedaviye hızlı yanıt verse de<br />

belirtilerin 72 saate kadar uzayabileceği akılda tutulmalı<br />

ve tam düzelme görüldükten sonra hastalar<br />

taburcu edilmelidir.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):32-34 33


Binnetoğlu E ve ark.<br />

Kaynaklar<br />

1. Koca I, Koca FA. Poisoning by mad honey: a brief review. Food<br />

Chem Toxicol 2007; 45:1315–1318.<br />

2. Yilmaz O, Eser M, Sahiner A, Altintop L, Yesildag O. Hypotension,<br />

bradycardia and syncope caused by honey poisoning.<br />

Resuscitation 2006; 68:405–408.<br />

3. Gunduz A, Turedi S, Uzun H, Topbas M. Mad honey poisoning.<br />

Am J Emerg Med 2006; 24:595–598.<br />

4. Yavuz H, Özel A, Akkus I, Erkul I. Honey poisoning in Turkey.<br />

Lancet 1991; 337:789–790.<br />

5. Gündüz A, Meriçé ES, Baydın A, et al. Does mad honey poisoning<br />

require hospital admission? Am J Emerg Med<br />

2009;27:424-427.<br />

6. Başgül A. Deli Bal Zehirlenmesi. Yoğun Bakım <strong>Dergisi</strong><br />

2003;3:33-36.<br />

7. Gündüz A, Tatlı Ö, Türedi S. Geçmişten günümüze deli bal<br />

zehirlenmesi. Turk J Emerg Med 2008;8:46-49.<br />

8. Aliyev F, Türkoğlu C, Çeliker C, Firatli İ, Alici G, Uzunhasan I.<br />

Chronicmad honey intoxication syndrome: a new form of an<br />

old disease? Europace 2009;11:954-956.<br />

Deli bal zehirlenmesi<br />

9. Maejima H, Kinoshita E, Seyama I, et al. Distinct site regulating<br />

grayanotoxin binding and unbinding to D4S6 of Nav1.4 sodium<br />

channel as revealed by improved estimation of toxin<br />

sensitivity. J Biol Chem 2003;278:9464-9471.<br />

10. Demircan A, Keleş A, Bildik F, Aygencel G, Doğan ON, Gómez<br />

HF. Mad honey sex: therapeutic misadventures from an ancient<br />

biological weapon. Ann Emerg Med 2009;54:824-829.<br />

11. Hancı V, Bilir S, Kırtaç N ve ark. Zonguldak Bölgesinde Deli Bal<br />

Zehirlenmesi: Yetmiş İki Olgunun Analizi Türk Anest Rean Der<br />

<strong>Dergisi</strong> 2010;38(4):278-284.<br />

12. Yilmaz O, Eser M, Sahiner A, Altintop L, Yesildag O. Hypotension,<br />

bradycardia and syncope caused by honey poisoning.<br />

Resuscitation 2006;68:405-408.<br />

13. Dursunoglu D, Gur S, Semiz E. A case with complete atrioventricular<br />

block related to mad honey intoxication. Ann Emerg<br />

Med 2007;50:484-485.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):32-34 34


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.54254<br />

Olgu Sunumu / Case Report <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

İntrakraniyal lipomun tanı ve tedavi yönetiminde BT ve MRG<br />

CT and MRI in the diagnostic and therapeutic management of intracranial lipomas<br />

Fahri Halit Beşir 1 , Fuat Özkan 2<br />

1<br />

Düzce Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />

2<br />

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Kahramanmaraş<br />

Özet<br />

İntrakranial lipomlar nadir görülür ve genellikle asemptomatiktir.<br />

Bununla beraber lokalizasyonuna göre klinik belirti<br />

verebilirler. Bu yazıda baş ağrısı şikayeti ile başvuran ve<br />

bilgisayarlı tomografide (BT) tespit edilerek manyetik rezonans<br />

görüntüleme (MRG) ile tanısı teyit edilen intrakraniyal<br />

lipom vakasını sunmayı amaçladık. BT dansitometrik değerlendirme<br />

ve MRG inceleme ile invaziv bir işlem uygulanmadan<br />

cerrahi tedavisi zor olan intrakranial lipomların tanısı<br />

kolaylıkla konulabilir. BT ve MRG tedavinin belirlenmesi ile<br />

lezyonun takibinde de kolaylık sağlamaktadır.<br />

Anahtar Kelimeler: İntrakranial lipom, bilgisayarlı tomografi<br />

(BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG ).<br />

Abstract<br />

Intracranial lipomas are rare and usually asymptomatic.<br />

However, they may be symptomatic according to their<br />

localization. In this article, we aimed to report a case who<br />

presented with headache and diagnosed with intracranial<br />

lipoma which was detected at computed tomography<br />

(CT) and confirmed by magnetic resonance imaging<br />

(MRI). Intracranial lipomas which are difficult treat by<br />

surgery should be diagnosed easily with CT densitometry<br />

and MRI without invasive procedure. Also, CT and MRI<br />

may be helpful in determining treatment choice and<br />

following up the lesion.<br />

Keyword: Intracranial lipoma, computed tomography<br />

(CT), magnetic resonance imaging (MRI).<br />

Giriş<br />

Nadir görülen intrakranial lipomlar genellikle asemptomatik<br />

olmakla beraber lokalizasyonuna göre klinik<br />

belirti verebilirler. Bilgisayarlı tomografide (BT) dansitometrik<br />

değerlendirme ve manyetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG) ile lipom tanısı konulabilmekte ve<br />

cerrahi tedavisi zor olan lipomların medikal tedavisini<br />

yönlendirmektedir (1-3). Biz bu yazıda baş ağrısı<br />

şikayeti ile başvuran ve BT tetkikinde tespit edilerek<br />

MRG ile tanısı teyit edilen intrakraniyal lipom vakasını<br />

sunmayı amaçladık.<br />

ması için bir Onkoloji Merkezine yönlendirildi. Hastanın<br />

3 hafta sonraki kontrollerinde konuşmaya başladığı<br />

ve klinik bulgularının normal olduğu görüldü.<br />

Olgu<br />

Baş ağrısı ve baygınlık hissi ile gelen 17 yaşında bayan<br />

hastanın fizik muayenesinde nörolojik bulgu<br />

saptanmadı. İntrakranial patolojiyi dışlamak için<br />

yapılan beyin BT tetkikinde 3x2,8 cm boyutunda -83<br />

HU dansitesinde lezyon saptandı (Resim 1). Beyin<br />

MRG de interhemisferik fissürde lokalize T1A ve T2A<br />

sekanslarda çevresinde hipointens rimi olan hiperintens<br />

sinyal karakterinde, yağ baskılı T2A sekansta<br />

sinyal kaybına uğrayan lipomla uyumlu lezyon saptandı<br />

(Resim 2). Olgumuzda ek konjenital malformasyon<br />

saptanmadı. Hasta medikal tedavi ile takibe<br />

alındı.<br />

Vital bulguları stabil, kas gücü tam, bilinç açık ve emir<br />

alan ancak afazi bulunan hasta postoperatif 14. günde<br />

taburcu edildi. Tedavinin radyoterapi ve kemoterapi<br />

gibi diğer unsurlarının tamamlan<br />

Resim 1. BT incelemede yer yer düzensiz sınırlı yağ dansitesinde<br />

(ortalama – 82 HU) lezyon.<br />

Tartışma<br />

İntrakraniyal lipomlar oldukça nadir görülen santral<br />

sinir sisteminin gelişimsel lezyonu olup primer beyin<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yrd. Doç. Dr. Fahri Halit Beşir, Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Konuralp, Düzce Tel: 0 380 5421390 (5841) E-Posta: drfhbesir@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Ocak / January 18, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

Not: Bu olgu sunumu 30. Ulusal Radyoloji Kongresinde poster olarak sunulmuştur.<br />

35


Beşir FH ve ark.<br />

tümörlerinin %0,06-0,46 ni oluşturur (1-4). Genelikle<br />

asemptomatik olup insidental olarak bulunurlar (1,4).<br />

Lipomlar beyinde en sık olarak perikallozal bölge,<br />

kuadrigeminal sisterna, suprasellar sisterna ve serebellopontin<br />

köşelerde lokalizedir (3,5).<br />

Resim 2. Sagital T1A (a) ve aksiyel T2A sekansta (b), çevresinde<br />

hipointens rimi olan hiperintens sinyal karakterinde,<br />

yağ baskılı T2A sekansta sinyal kaybı gösteren (c) orta<br />

hat yerleşimli lezyon.<br />

İntrakranyal lipomlar en sık olarak korpus kallozum<br />

agenezisi olmak üzere septum pellusidum yokluğu,<br />

kranyum bifidum, spina bifida, ensefalosel, myelomeningosel,<br />

hipoplastik vermis ve kortikal malformasyonlar<br />

gibi santral sinir sistemi anomalilerine<br />

eşlik edebilirler (1,4).<br />

Hastalar genellikle asemptomatik olmakla beraber<br />

baş ağrısı, baş dönmesi, nöbet, serebellum ve köşe<br />

lipomlarında ise, serebellar ataksi, vizyon azalması,<br />

çift görme, işitme azlığı veya kaybı gibi semptomlar<br />

ile başvurabilirler (1,4,6-8).<br />

İntrakranyal lipomlar BT ve MRG tanı yöntemleri<br />

arasına girmesiyle tespiti çok kolaylaşmıştır. BT de<br />

dansitometrik ölçümlerde yağ içeriği ile tanınabilir.<br />

BT de lipomlar keskin sınırlı -50 ve -100 HU arasında<br />

yağ atenüasyonunda homojen tümörlerdir. MR da<br />

kısa T1 ve rölatif olarak uzun T2 relaksasyona sahiptir<br />

ve T1 ağırlıklı sekanslarda hiperintens, T2 ağırlıklı fast<br />

spin eko ve gradient sekanslarda izo-hiperintens<br />

gözükürler. Ayırıcı tanıda yağ baskılı MR imajlarında<br />

da hiperintens sinyal özelliğinde kayıp olur. Kontrast<br />

madde enjeksiyonu sonrası kontrast tutulumu göstermezler.<br />

Bazen konvansiyonel spin eko proton ve<br />

T2 ağırlıklı kesitlerdeki kimyasal şift artefaktına bağlı<br />

olarak karışık sinyaller oluşabilir (4,5,9).<br />

Ancak intrakranyal lipomlar dermoid kistler ve teratomlar<br />

ile karışabilir. Dermoid kistler ve teratomlar<br />

MR incelemelerinde sinyal yoğunluğu lipomların<br />

tersine sıklıkla heterojen olarak görülür. Ayrıca orta<br />

hat anomalileri ve diğer anevrizma gibi malformasyonlar<br />

intrakraniyal lipomlar ile ilişkili olabilir<br />

(4,8,10,11). Dikkatli radyolojik değerlendirme ilişkili<br />

patolojileri değerlendirmek için bundan dolayı gereklidir.<br />

Baş ağrısı şikayeti ile başvuran olgumuzda<br />

intrakranial lipom ile uyumlu lezyonu en sık görülen<br />

İntrakranyal lipom olgusu<br />

lokalizasyonunda olmasına rağmen tariflenen eşlik<br />

eden konjenital anomali izlenmedi.<br />

BT ve MR incelemeleri ile oldukça kolay tanısı konulan<br />

intrakranyal lipomların cerrahi tedavinin riski<br />

beklenen faydalarından daha fazladır. Çünkü çevre<br />

dokulara yapışık olmaları ve damar ve sinirleri çevrelemeleri<br />

durumunda cerrahi tedavisi oldukça zordur<br />

(8). Ancak lokalizasyonuna bağlı olarak semptomatik<br />

olması veya mevcut semptomlarda artma izlenmesi,<br />

kitlenin büyümesi, intrakranyal basınç artışı veya<br />

hidrosefali gelişmesi hallerinde cerrahi tedavi düşünülebilir<br />

(10). Ayrıca lipomların çoğunluğu yaşamı<br />

tehdit edici semptomlara neden olmaz (8). Bizim<br />

olgumuzda lipoma eşlik eden konjenital veya intrakranial<br />

patoloji saptanmayan olgu medikal tedavi ile<br />

takibe alındı.<br />

Cerrahi tedavisi zor olan intrakranyal lipom olgularının<br />

BT ve MR ile tanılarının konulması kolaylaşmıştır.<br />

Görüntüleme yöntemleri tanı konulması için invaziv<br />

işlem gereksinimini azaltmış olup tedavi yönteminin<br />

belirlenmesinde ve lezyonun takibinde önemli faydalar<br />

sağlamaktadır<br />

Kaynaklar<br />

1. Bourekas EC, Varakis K, Bruns D, et al. Lesions of the Corpus<br />

Callosum: MR Imaging and Differential Considerations in<br />

Adults and Children. AJR 2002; 179: 251–257<br />

2. Rahalkar AM, Rahalkar MD. Case report: 2 cases of lipoma of<br />

corpus callosum (LoCC) associated with lipoma of choroid<br />

plexus (LoCP). Indian journal of radiology 2006; 4: 719-721<br />

3. Ahmetoglu A, Kul S, Kuzeyli K, Ozturk MH, Sarı A. Intracranial<br />

and Subcutaneous Lipoma Associated with Sagittal Sinus Fenestration<br />

and Falcine Sinus. Am J Neuroradiol 2007; 28:<br />

1034–1035<br />

4. <strong>Yıl</strong>dız S, <strong>Yıl</strong>dız A, Çetinkol E, Kaya A. İntrakranyal lipomların<br />

ender rastlanan yerleşimleri ve MRG özellikleri. Tanısal ve Girişimsel<br />

Radyoloji 2001; 7: 328-332<br />

5. Grosmann RI, Yousem DM. Lipomas “Neuroradiology, The<br />

Requisities” 2 nd edition. USA: Mosby, Elseiver Inc. 2003; 117-<br />

118<br />

6. Tankere F, Vitte E, Dunverneuil NM, Soudant J. Angle Lipomas:<br />

Report of four cases and review of the literature. Cerebellopontine<br />

Neurosurgery 2002; 50: 626-632<br />

7. Zimmermann M, Kellerman S, Gerlach R, Seifert V. Cerebellopontine<br />

angle lipoma: Case repeort and rewiew of the literature.<br />

Acta Neurochir (Wien) 1999; 141: 1347-1351<br />

8. Saatci I, Aslan C, Renda Y, Besim A. Parietal Lipoma Associated<br />

with Cortical Dysplasia and Abnormal Vasculature: Case Report<br />

and Review of the Literature. Am J Neuroradiol 2000; 21:<br />

1718–1721<br />

9. Zamora AR, Asconape J. Intracranial Lipomas; Radiographic<br />

and Clinical Characteristics. The Internet Journal of Neurology.<br />

2009; 12: Page number 3 ISSN: 1531-295X<br />

10. Gökduman CA, İplikçioğlu C, Çoşar M, Ceylan D, Arslan M,<br />

Başocak K. İntrakranyal Yerleşimli Lipomlar. Türk Nöroşirurji<br />

<strong>Dergisi</strong> 2004; 3: 172-177<br />

11. Bayraklı F, Peker S. Sylvian Fissure Lipoma: Case Report. Sinir<br />

Sistemi Cerrahisi Derg 2009; 3: 164-167<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):35-36 36


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.57966<br />

Editöre Mektup / Letter to Editor <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 1 | Nisan / April <strong>2012</strong><br />

Nadir bir olgu; Prunne-Belly sendromu<br />

Prunne-Belly syndrome; a rare case<br />

Ramazan Büyükkaya 1 , Ayla Büyükkaya 2 , Ayhan Sarıtaş 3 , Beşir Erdoğmuş 1<br />

1<br />

Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />

2<br />

Düzce Atatürk Devlet Hastanesi Radyoloji Bölümü, Düzce<br />

3<br />

Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Acil <strong>Tıp</strong> Bölümü, Düzce<br />

<strong>Sayı</strong>n Editör;<br />

Eagle-Barret sendromu veya triad sendromu olarak<br />

da bilinen, Prune-Belly sendromu (PBS) 35–50 bin<br />

canlı doğumda bir görülen, bilateral inmemiş testis,<br />

karın kaslarında zayıflık ve değişik derecelerde üriner<br />

sistem anomalilerinin birlikteliğinin bulunduğu<br />

kompleks bir hastalıktır (1-2).<br />

Yedi yaşında PBS tanılı erkek hasta yüksek ateş, idrarda<br />

kan olması şikayeti ile acil servise başvurdu.<br />

Hastanın anemnezinde invitro fertilizasyon yöntemi<br />

ile ikiz gebelik sonucu doğduğu ve bilateral inmemiş<br />

testis nedeni ile 3 kez operasyon geçirdiği bilgisine<br />

ulaşıldı. Diğer kardeşinde bilinen bir sağlık probleminin<br />

olmadığı öğrenildi. Tam idrar tetkikinde bol eritrosit<br />

ve 3+ protein mevcuttu. Yapılan tüm batın ultrasonografisinde<br />

sağ böbrek boyutlarında küçülme,<br />

sağ böbrekte birkaç adet değişik boyutlarda kistik<br />

lezyonlar (Resim 1), solda daha belirgin olmak üzere<br />

her iki üreterde dilatasyon ve tortüyoze görünüm<br />

izlendi (Resim 2).<br />

Resim 2. Sol üreterde belirgin dilatasyon ve tortüozite.<br />

Böbreklerde gelişim bozukluğu da eşlik edebilir. Bu<br />

yüzden bu hasta grubunda böbrek fonksiyonları<br />

yakından izlenmelidir. Karın kasları yokluğu ve diyaframın<br />

düz oluşu etkili öksürmeyi engelleyip, sekresyonların<br />

yeterince atılamaması sonucunda solunum<br />

yolu enfeksiyonları ve atelektazilere zemin hazırlar<br />

(3).<br />

Resim 1. Sağ böbrekte birkaç adet kortikal kist.<br />

Mesane duvarı duvar kalınlığı artmış olarak ölçüldü<br />

(14 mm) (Resim 3). Abdominal kas yapılarının yüzeyel<br />

sonografik incelemede inceldiği dikkati çekti.<br />

PBS hastaları için günümüzde antenatal takiplerde<br />

tanı alan vakalarda sıklıkla terminasyona gidilmekte<br />

bu nedenle erişkin hasta sayısı giderek azalmaktadır.<br />

PBS, karın kaslarının konjenital yokluğu veya hipoplazisi,<br />

üriner traktusun prostatik üretraya kadar masif<br />

dilatasyonu ve bilateral kriptoorşidizm şeklindeki üç<br />

karakteristik bulgunun olduğu oldukça nadir görülen<br />

bir sendromdur.<br />

Resim 3. Mesane duvarında diffüz kalınlaşma ve abdominal<br />

kas yapıları izlenmektedir.<br />

Prognozu genellikle kötüdür ve sıklıkla böbrek fonksiyonları<br />

durumu prognozu belirleyicidir. Hastamızın<br />

hikayesinde yardımcı üreme teknikleri ile fertilizasyon<br />

gerçekleşmiş olup ikiz gebelik sonucu doğum<br />

gerçekleşmiştir. Hastanın tanısı antenatal olarak<br />

konmasına rağmen ailenin isteği üzerine gebelik<br />

sonlandırılmamıştır. Erişkin hasta sayısının nadir<br />

olması, hastalarda prognozun böbrek fonksiyonlarına<br />

bağlı olması ve hastanın makroskopik hematüri<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yrd. Doç. Dr. Ramazan Büyükkaya, Metek Toki Evleri K1–55 Daire:14 Merkez / Düzce Tel: 0 533 373 98 96 E-Posta: rbuyukkaya@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Şubat / February 10, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Nisan/ April 13, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

37


Büyükkaya R ve ark.<br />

şikayeti ile başvurması nedeni ile olgumuzu radyolojik<br />

bulgularıyla sunmayı amaçladık.<br />

Prunne-Belly sendromu<br />

Kaynaklar<br />

1. Özcan A, Günal A, Alömeroğlu M, Ceyhan ST, Tunca Y, Başer İ.<br />

Prune belley sendromu ve at nalı böbrek birlikteliği; Olgu sunumu.<br />

Gülhane <strong>Tıp</strong> <strong>Dergisi</strong> 2008;50;276–278<br />

2. Greskovich FJ, Nyberg LM. The prune belly syndrome: a review<br />

of its etiology, defects, treatment and prognosis. J Urol<br />

1988; 140:707-712<br />

3. Bosenberg A. Anaesthesia for prune belly syndrome Southern<br />

African Journal of Anaesthesia & Analgesia 2004; 46:10–11.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(1):37-38 38

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!