13.03.2017 Views

Abant Tıp Dergisi Cilt: 1 - Sayı: 2 Yıl: 2012

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

e ISSN: 2147-1800<br />

Metabolik Sendrom ve Cinsiyet: Doku Doppler Çalışması<br />

Göktürk İpek, Emine Bilen, Mustafa Kurt, Mehmet Fatih Karakaş, Uğur Arslantaş, ve ark. 39-44<br />

Otozomal Resesif Non-Sendromik İşitme Kayıplarının Moleküler Tanısı<br />

Zeynep Ocak, Abdulgani Tatar, Ahmet Yesilyurt, Sıtkı Oztas 45-50<br />

Diyabette glisemik kontrolün serum biyokimyasal parametreleri ile ilişkisi<br />

Kübranur Karatoprak, Sema Uysal, Zeynep Seçkin Akkılık, Müjgan Ercan, Fatma Meriç <strong>Yıl</strong>maz 51-54<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalsetin Serum Kalsiyum, Fosfor, ve Paratiroid Hormon<br />

Düzeylerine Etkisi<br />

Erkan Şengül, Selma Satılmışoğlu, Aysun Şengül, Sevim Dindar 55-60<br />

İdrar Yolu Enfeksiyonu Şüpheli Hastalarda Tam İdrar Analizi ve Kültür Sonuçlarının<br />

Performans Değerlendirmesi<br />

Aynur Gülcan, Gülperi Çelik, Erim Gülcan, Zeliha Cansever, Dursun Murat Aladağ 61-64<br />

EDİTÖR<br />

Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />

Editör Yardımcıları<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />

Yrd. Doç. Dr. Furkan E. KARABEKMEZ<br />

Atriyoventriküler nodal reenteran taşikardi nedeniyle yavaş yol ablasyonu uygulanan<br />

hastalarda farklı lokalizasyonların nüks yönünden karşılaştırılması<br />

Osman Can Yontar, Alim Erdem, Fatma Hızal Erdem 65-68<br />

Gastrointestinal ve Pankreatik Nöroendokrin Tümörlerde Prognostik Parametreler<br />

Gülzade Özyalvaçlı, Esra Paşaoğlu, Erol Rüştü Bozkurt 69-73<br />

Pulmoner Alveoler Proteinosis'li Bir Hastada Tüm Akciğer Lavajı<br />

Ümit Yaşar Tekelioğlu, Goksel Kiter, Hülya Sungurtekin, Ali Ekinci, Gokhan Yuncu 74-78<br />

Yenidoğan döneminde tanımlanan Goldenhar Sendromu: Olgu sunumu<br />

Özlem Elkıran, Erdal <strong>Yıl</strong>maz, Neşe Çıtak Kurt, Saadet Akarsu, Abdullah Kurt, Denizmen Aygün 79-82<br />

Tiroglossal kanal kisti zemininde gelişen tiroid papiller karsinomu; Nadir yerleşimli<br />

Havva Erdem, Nilüfer Kadıoğlu, Ali Kemal Uzunlar, Ümran <strong>Yıl</strong>dırım, Murat Oktay, ve ark. 86-88<br />

Kardiyovasküler risk faktörü olarak dislipidemilere yaklaşım<br />

Serkan Öztürk, Selçuk Öztürk 89-93<br />

Damar İçi Kateter İnfeksiyonlarına Güncel Yaklaşım<br />

İsmail Necati Hakyemez, Abdulkadir Küçükbayrak, Hayrettin Akdeniz 94-98<br />

www.abantmedj.com<br />

Sample Dilution in Omentin Measurement<br />

Mehmet Tosun 105-106<br />

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ YAYIN ORGANI


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

SAHİBİ<br />

Prof. Dr. Hasan KOÇOĞLU<br />

EDİTÖR<br />

Prof. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK<br />

EDİTÖR YARDIMCILARI<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

Yrd. Doç. Dr. Aytekin ALÇELİK<br />

Yrd. Doç. Dr. Furkan Erol KARABEKMEZ<br />

ULUSLARARASI YAYIN KURULU<br />

Muhammad ABDUL-GHANI, ABD<br />

Kazuo MATSUMOTO, Japonya<br />

William T. MCBRIDE, İngiltere<br />

Enver OZER, ABD<br />

Veysel TAHAN, ABD<br />

ULUSAL YAYIN KURULU<br />

Prof. Dr. Kenan GÜMÜŞTEKİN<br />

Prof. Dr. Erol KISMET<br />

Prof. Dr. Yalçın TÜZÜN<br />

Doç. Dr. Mesut ERDURMUŞ<br />

Doç. Dr. Safiye GÜREL<br />

Yrd. Doç. Dr. Alim ERDEM<br />

Yrd. Doç. Dr. Ümit Yaşar TEKELİOĞLU<br />

DİL EDİTÖRÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Tülay ÖZLÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOSUN<br />

BİYOİSTATİSTİK EDİTÖRÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali Evren TUFAN<br />

KAPAK DİZAYNI<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

PDF DİZGİ VE MONTAJ<br />

Doç. Dr. Nadir GÖKSÜGÜR<br />

SEKRETERYA<br />

Murat ERASLAN


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

<strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

BİLİMSEL KURUL<br />

Hayrettin AKDENİZ, Bolu<br />

Fuat AKPINAR, Bolu<br />

Tayfun APUHAN, Bolu<br />

Hüseyin ARINÇ, Kayseri<br />

Yusuf AYDIN, Düzce<br />

Mehmet Akif BÜYÜKBEŞE, K.Maraş<br />

Mehmet CESUR, Gaziantep<br />

Serdal ÇELEBİ, Bolu<br />

Fatih DEMİRCİOĞLU, Bolu<br />

Bünyamin DİKİCİ, Düzce<br />

Ahmet DİLEK, Samsun<br />

Ali İhsan DOKUCU, İstanbul<br />

Arif DURAN, Bolu<br />

Ahmet DUYMAZ, Antalya<br />

Melih Engin ERKAN, Düzce<br />

Ali Akçahan GEPDİREMEN, Bolu<br />

Hüseyin GÜNDÜZ, Sakarya<br />

Nimet KABAKUŞ, Bolu<br />

Mustafa KANAT, Bolu<br />

Başak KANDİ, Bolu<br />

İsmail Hamdi KARA, Düzce<br />

Kazım KARAARSLAN, İstanbul<br />

Oğuz KARABAY, Sakarya<br />

Mehtap KARAMEŞE, Konya<br />

Erkan KARATAŞ, Malatya<br />

Ahmet KAYA, Ordu<br />

Gökhan KIRBAŞ, Diyarbakır<br />

Esra KOÇOĞLU, Bolu<br />

Uğur KORKMAZ, Kocaeli<br />

Aysel KÜKNER, Bolu<br />

Fatih OĞHAN, Kütahya<br />

Hülya ÖZTÜRK, Bolu<br />

Fahrettin TALAY, Bolu<br />

Ali TAMER, Sakarya<br />

Ramazan TOPSAKAL, Kayseri<br />

Fatma TÖRE, Bolu<br />

İbrahim UYGUN, Diyarbakır<br />

Yusuf YAĞMUR, Diyarbakır<br />

Mehmet YAZICI, Bolu<br />

Cuma YILDIRIM, Gaziantep<br />

Nebil YILDIZ, Bolu<br />

Fahrettin YILMAZ, İstanbul


<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

İçindekiler / Contents <strong>Cilt</strong> / Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

ORJİNAL MAKALE..………………………………………………………………………………………………….<br />

Metabolik Sendrom ve Cinsiyet: Doku Doppler Çalışması<br />

Göktürk İpek, Emine Bilen, Mustafa Kurt, Mehmet Fatih Karakaş, Uğur Arslantaş, İsa Öner Yüksel, Ayşe Saatci Yaşar, Mehmet Bilge 39-44<br />

Otozomal Resesif Non-Sendromik İşitme Kayıplarının Moleküler Tanısı<br />

Zeynep Ocak, Abdulgani Tatar, Ahmet Yesilyurt, Sıtkı Oztas 45-50<br />

Diyabette glisemik kontrolün serum biyokimyasal parametreleri ile ilişkisi<br />

Kübranur Karatoprak, Sema Uysal, Zeynep Seçkin Akkılık, Müjgan Ercan, Fatma Meriç <strong>Yıl</strong>maz 51-54<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalsetin Serum Kalsiyum, Fosfor, ve Paratiroid Hormon Düzeylerine Etkisi<br />

Erkan Şengül, Selma Satılmışoğlu, Aysun Şengül, Sevim Dindar 55-60<br />

İdrar Yolu Enfeksiyonu Şüpheli Hastalarda Tam İdrar Analizi ve Kültür Sonuçlarının Performans Değerlendirmesi<br />

Aynur Gülcan, Gülperi Çelik, Erim Gülcan, Zeliha Cansever, Dursun Murat Aladağ 61-64<br />

Atriyoventriküler nodal reenteran taşikardi nedeniyle yavaş yol ablasyonu uygulanan hastalarda farklı lokalizasyonların<br />

nüks yönünden karşılaştırılması<br />

Osman Can Yontar, Alim Erdem, Fatma Hızal Erdem 65-68<br />

Gastrointestinal ve Pankreatik Nöroendokrin Tümörlerde Prognostik Parametreler<br />

Gülzade Özyalvaçlı, Esra Paşaoğlu, Erol Rüştü Bozkurt 69-73<br />

OLGU SUNUMU…..………………………………………………………………………………………………….<br />

Pulmoner Alveoler Proteinosis'li Bir Hastada Tüm Akciğer Lavajı<br />

Ümit Yaşar Tekelioğlu, Goksel Kiter, Hülya Sungurtekin, Ali Ekinci, Gokhan Yuncu 74-78<br />

Yenidoğan döneminde tanımlanan Goldenhar Sendromu: Olgu sunumu<br />

Özlem Elkıran, Erdal <strong>Yıl</strong>maz, Neşe Çıtak Kurt, Saadet Akarsu, Abdullah Kurt, Denizmen Aygün 79-82<br />

HBeAg Pozitif Kronik Hepatit B’li Bir Hastada Peginterferon α-2A İle İlişkili Tiroidit<br />

Abdulkadir Küçükbayrak, Keziban Demirli, Davut Özdemir, Zeynep Seçkin Küçükbayrak, İsmail Necati Hakyemez 83-85<br />

Tiroglossal kanal kisti zemininde gelişen tiroid papiller karsinomu; Nadir yerleşimli<br />

Havva Erdem, Nilüfer Kadıoğlu, Ali Kemal Uzunlar, Ümran <strong>Yıl</strong>dırım, Murat Oktay, Cem Şahiner, Süleyman <strong>Yıl</strong>maz 86-88<br />

DERLEME…………………………………………………………………………………………………..…..……….<br />

Kardiyovasküler risk faktörü olarak dislipidemilere yaklaşım<br />

Serkan Öztürk, Selçuk Öztürk 89-93<br />

Damar İçi Kateter İnfeksiyonlarına Güncel Yaklaşım<br />

İsmail Necati Hakyemez, Abdulkadir Küçükbayrak, Hayrettin Akdeniz 94-98<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

Alim Erdem, Mehmet Yazıcı 99-103<br />

EDİTÖRE MEKTUP...………………………………………………………………………………………………….<br />

Tek doz doksisiklin kullanımı sonrası gelişen özefagus ülseri<br />

Mustafa Şit, Gülali Aktaş, Edip Erdal <strong>Yıl</strong>maz 104<br />

TEKNİK ANALİZ...……………………………………………………………………………………………………….<br />

Sample Dilution in Omentin Measurement<br />

Mehmet Tosun 105-106


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.35744<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Metabolik Sendrom ve Cinsiyet: Doku Doppler Çalışması<br />

Metabolic syndrome and Gender Difference: Tissue Doppler Study<br />

Göktürk İpek 1 , Emine Bilen 2 , Mustafa Kurt 3 , Mehmet Fatih Karakaş 3 , Uğur Aslantaş 2 , İsa Öner Yüksel 2 , Ayşe Saatçi Yaşar 2 ,<br />

Mehmet Bilge 2<br />

1 Mardin Devlet Hastanesi, Mardin<br />

2<br />

Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

3<br />

Mustafa Kemal Üniversitesi, Araştırma Hastanesi, Hatay<br />

Özet<br />

Amaç: Metabolik sendrom (MS) kardiyak fonksiyonlar üzerine<br />

zararlı etkileri olan risk faktörleri kümesidir. Cinsiyet<br />

farkının metabolik sendromun kardiyak fonksiyonlar üzerinde<br />

farklı etkileri olduğu ve daha fazla etkilenme açısından<br />

belirleyici olduğu düşünülmektedir. Biz bu çalışmamızda MS<br />

hastalarında cinsiyet farkının kardiyak fonksiyonlar üzerine<br />

olan etkisini doku Doppler tekniği kullanarak araştırmayı<br />

amaçladık.<br />

Yöntem: Çalışmaya MS tanısı konan 83 kadın ve 87 erkek<br />

hasta alınmıştır. Bu hastalara ayrıntılı transtorasik ekokardiyografi<br />

yapılarak doku Doppler parametreleri olan sistolik<br />

miyokardiyal hız (Sm), erken diyastolik hız (Em) ve geç diyastolik<br />

hız (Am), septal, lateral ve sağ ventrikül bölgelerinden<br />

ölçüldü. Miyokard performans indeksi (MPİ) isovolümetrik<br />

kontraksiyon ve relaksasyon zamanlarının toplamının aortik<br />

ejeksiyon zamanına oranı olarak hesaplandı.<br />

Bulgular: Erken ve geç diyastolik hızlarda fark saptanmazken<br />

septal, lateral Sm değerleri ve septal MPI erkeklerde kadınlara<br />

göre anlamlı şekilde yüksek saptandı (p değeri sırasıyla<br />

0,007, 0,001 ve 0,027) Sağ ventrikül ve lateral MPI değerlerinde<br />

fark saptanmadı. Ayrıca septal ve lateral ejeksiyon<br />

zamanı değerleri erkeklerde anlamlı şekilde yüksek saptandı<br />

(p değeri sırasıyla 0,016 ve 0,012).<br />

Sonuç: Metabolik sendromlu hastalarda kardiyak fonksiyonlar<br />

cinsiyetler arasında farklılık göstermektedir. Metabolik<br />

sendromun farklı cinsiyetlerde etkisinin farklı olması, birey<br />

odaklı tedavi stratejileri geliştirmek açısından değerlendirildiğinde<br />

koroner arter hastalığı ve risk faktörlerinin tedavisinde<br />

farklı yaklaşımlar geliştirilmesinde önemlidir.<br />

Abstract<br />

Background: Metabolic syndrome (MS) is a cluster of cardiovascular<br />

risk factors. Gender difference has different effects<br />

on cardiac functions in MS and this has been thought<br />

to be decisive in terms of interference. In this study, we<br />

aimed to investigate the effect gender differences MS patients<br />

with tissue Doppler echocardiography.<br />

Method: The study population consisted of 83 females and<br />

87 males with the diagnosis of MS. All the study population<br />

underwent a detailed echocardiography with tissue Doppler<br />

parameters of systolic myocardial velocity (Sm), early diastolic<br />

velocity (Em) and late diastolic velocity (Am) were<br />

measured from septal, lateral, and right ventricular annulus.<br />

Myocardial performance index (MPI) was calculated by<br />

dividing the sum of isovolumetric relaxation and isovolumetric<br />

contractine times by ejection time.<br />

Results: While there were no significant differences in early<br />

and late diastolic velocities, septal, lateral Sm measurements<br />

and septal MPI were significantly higher in men than in<br />

women (p values: 0,007, 0,001 and 0,027 respectively). Right<br />

ventricle and lateral MPI were comparable between study<br />

groups. Besides septal and lateral ejection times were significantly<br />

higher in men when compared to women (p values:<br />

0,016 and 0,012 respectively).<br />

Conclusion: Cardiac functions in patients with metabolic<br />

syndrome differ between the sexes. The different effect of<br />

MS on sexes is important in the development of patientoriented<br />

treatment strategies in terms of improving the<br />

treatment of coronary artery disease and risk factors.<br />

Anahtar Kelimeler: Metabolik sendrom, cinsiyet, doku doppler.<br />

Keywords: Metabolic syndrome, gender, tissue doppler.<br />

Giriş<br />

Metabolik sendrom, son yıllarda özellikle yanlış<br />

beslenme tarzı ve artan obezite ile birlikte gelişmiş<br />

ülkelerde dikkat çeken bir sağlık sorunu haline<br />

gelmiştir (1). Kan basıncı (≥130/85), açlık kan<br />

şekeri (≥110mg/dl), bel çevresinde artış (erkeklerde<br />

>102cm; kadınlarda >88 cm), kan trigliserid<br />

düzeyi (≥150mg/dl) ve HDL düzeyleri (kadınlarda<br />


om, yeni bir kardiyovasküler risk faktörü olarak<br />

kabul edilmektedir (8). Aynı yaş grubundaki erkeklere<br />

oranla artmış mortalite ve morbidite<br />

oranları ve semptomların atipik prezentasyonu<br />

nedeniyle kardiyovasküler hastalıklar, kadınlarda<br />

çok ciddi bir problem teşkil etmektedir (9). Kadınlar,<br />

premenapozal dönemde kardiyovasküler<br />

hastalıklar açısından korunmuş gözükseler de<br />

mortalite oranları açısından her iki cinsiyet arasında<br />

fark yoktur (10). Kadınlarda diyabet, erkeklere<br />

oranla daha fazla ateroskleroz gelişme riski<br />

ile birliktedir ve bu risk orta yaşta en belirgindir<br />

(11). Bu farkların metabolik sendromun, kadınlar<br />

üzerindeki etkisini açıklayabileceği düşünülmektedir<br />

(12, 13). Obezite ve diyabet gibi kadınları<br />

erkeklerden daha fazla etkileyen risk faktörlerinin<br />

artan prevalansının, kalp hastalığının gelecekte<br />

erkeklere göre daha erken yaşlarda ortaya<br />

çıkmasına neden olacağı düşünülmektedir (8).<br />

Tüm bu bilgiler ışığında daha önce yapılan bazı<br />

çalışmalar da metabolik sendromlu kadın hastalarda,<br />

mortalite ve morbidite oranlarının erkeklere<br />

kıyasla daha yüksek oranlarda olduğunu göstermiştir<br />

(4, 14-15). Kadınlarda yüksek kardiyovasküler<br />

mortalite ve morbidite sonuçları nedeniyle,<br />

risk faktörlerinin ve iskemik semptomların<br />

erken tedavi ile ortadan kaldırılması ve erken<br />

tanı açısından dikkatli davranılması gerekmektedir.<br />

Daha önce metabolik sendromun kardiyovasküler<br />

fonksiyonlar üzerine olan etkisi konvansiyonel<br />

Doppler tekniği ile gösterilmiştir (16) . Ayrıca<br />

cinsiyet farkı üzerinde de durularak kadınların bu<br />

sendromdan, erkeklerle kıyaslandığında daha<br />

fazla etkilendikleri speküle edilmiştir. Çalışmamızla<br />

amaçladığımız metabolik sendromun kardiyak<br />

fonksiyonlar üzerine olan etkisini daha gelişmiş<br />

bir Doppler tekniği olarak kabul edilen doku<br />

Doppler ile göstermek ve özellikle cinsiyet farkının<br />

bu hasta grubunda kardiyak fonksiyonları<br />

nasıl etkilediğini araştırmaktır.<br />

Materyal ve Metod<br />

Çalışma grubu<br />

Bu çalışma, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Kardiyoloji Kliniği’ne 01 Ekim 2009- 01<br />

Kasım 2009 tarihleri arasında başvuran ve çalışmaya<br />

dahil olma kriterlerini karşılayan 170 hasta<br />

ile yapılmıştır. Metabolik sendrom NCEPIII tanı<br />

kriterlerini karşılayan ve dışlama kriterlerine dahil<br />

olmayan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir.<br />

Bu hastalarda tansiyon arteriyel değerleri, kılavuz<br />

önerileri doğrultusunda sessiz bir ortamda 5 dakika<br />

istirahat sonrasında ölçülmüştür. Ayrıca bel<br />

çevreleri, ayakta alt kaburga kenarı ile krista iliaka<br />

arasındaki mesafenin ortasından ölçülmüştür.<br />

Araştırmaya sinüs ritmindeki hastalar dahil edilmiştir.<br />

Bu gruptaki hastalardan bilinen koroner<br />

arter hastalığı (koroner anjiografi ile >%50 stenoz,<br />

pozitif efor testi; iskemi ile uyumlu miyokard<br />

perfüzyon sintigrafisi bulguları, daha önce geçirilmiş<br />

revaskülarizasyon öyküsü, anjina öyküsü<br />

olması), ciddi kapak hastalığı, kalp yetersizliği,<br />

major sistemik hastalığı olanlar, gebe ve emziren<br />

hastalar ve EKO penceresi yetersiz olan hastalar<br />

çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya, etik kurul<br />

onayı alındıktan sonra başlanmıştır. Çalışmaya<br />

alınan deneklere rutin biyokimyasal tetkikler, kan<br />

sayımı yapılmıştır.<br />

Ekokardiyografik incelemeler<br />

Amerikan Ekokardiyografi Cemiyeti kriterlerine<br />

göre tüm hastaların ekokardiyografik incelemeleri<br />

yapıldı. Tüm ekokardiyografik incelemeler VI-<br />

VID 7 ekokardiyografi cihazıyla (General electric,<br />

Norway) 2. 5 mHz transduser kullanılarak gerçekleştirildi.<br />

Sol yan pozisyonda yatarken, M-mode,<br />

B- mode, renkli akım, pulse-sürekli dalga Doppler<br />

ve doku Doppler ölçümleri, parasternal uzun<br />

aks, parasternal kısa aks, apikal dört boşluk, apikal<br />

iki boşluk, apikal beş boşluk görüntüleri kullanılarak<br />

alındı. Eş zamanlı olarak, 100 mm/sn hızda<br />

EKG kaydı yapılarak akım hızları kaydedildi.<br />

Konvansiyonel Doppler parametreleri için mitral<br />

akım hızları apikal pencereden elde edilerek;<br />

sample volüm en iyi görüntünün alındığı mitral<br />

yaprakçıkların uçları arasına konuldu. Kürsör<br />

(İşaretçi-Belirteç) ile kan akımı arasında mümkün<br />

olan en küçük açı bulunmasına dikkat edilerek,<br />

kayıtlar alındı. Pre ve postekstrasistol vuru akımları<br />

alınmadı. Ölçümler 3 (üç) defa tekrarlanarak<br />

ortalamaları alındı. Mitral akım örneği, Doppler<br />

dalgasının yönü kan akımına paralel olacak şekilde<br />

mitral kapakçık uçları hizasından apikal görüntülerden<br />

alındı. Transmitral akım kullanılarak pik<br />

E ve A akım hızları, E/A oranı, deselerasyon zamanı<br />

(Erken diyastolik pik akım hızı seviyesinden<br />

akımın taban çizgisine varana kadar geçen süre),<br />

izovolümik releksasyon zamanı (Aortik akımın<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):39-44 40


sonundan mitral kapağın açılmasına kadar geçen<br />

süre), izovolümetrik kontraksiyon zamanı ölçüldü.<br />

Miyokardiyal performans indeksi izovolümetrik<br />

relaksasyon zamanı ile izovolümetrik kontraksiyon<br />

zamanının toplanıp ejeksiyon zamanına<br />

bölünmesiyle hesaplandı.<br />

Doku Doppler görüntüleme için mitral akım örneği<br />

apikal iki ve dört boşluktan pulse wave örneklem<br />

volümü sırasıyla, sol ventrikül septum,<br />

lateral, inferior ve anterior duvarların mitral annülüs<br />

ile kesiştiği noktalara konuldu. Örneklem<br />

volümünün duvar eksenine paralel olması sağlandı<br />

ve sistolik miyokardiyal hız (Sm), erken diyastolik<br />

hız (Em) ve geç diyastolik hız (Am) ölçüldü,<br />

Em/Am hesaplandı. Miyokard performans<br />

indeksi (MPİ) İVKZ ile İVRZ’nin toplanıp EZ değerine<br />

bölünmesiyle elde edildi (Resim 1).<br />

İstatistiksel Analiz<br />

Verilerin analizi SPSS for Windows 16.0 paket<br />

programında yapıldı. Sürekli değişkenlerin dağılımının<br />

normale yakın olup olmadığı Shapiro Wilk<br />

testi ile araştırıldı. Sürekli değişkenler ortalama ±<br />

standart sapma veya ortanca (minimummaksimum)<br />

şeklinde, nominal değişkenler ise<br />

vaka sayısı ve (%) olarak gösterildi. Gruplar arasında<br />

ortalamalar yönünden farkın önemliliği<br />

Student’s t testi ile ortanca değerler yönünden,<br />

gruplar arasında anlamlı farkın olup olmadığı ise<br />

Mann Whitney U testi ile araştırıldı. Nominal<br />

değişkenler Ki-Kare testi ile değerlendirildi.<br />

p


oranı erkeklerde istatistiksel açıdan anlamlı olmayacak<br />

şekilde yüksek saptandı. Konvansiyonel<br />

pulse wave Doppler ile hesaplanan veriler tablo<br />

2’ de özetlenmiştir.<br />

İki grup, doku Doppler parametreleri açısından<br />

karşılaştırıldığında, septal ve lateral Sm değeri<br />

erkeklerde, anlamlı olacak şekilde daha yüksek<br />

saptandı. Septal ve lateral Em ve Am değerleri<br />

arasında fark saptanmadı. Septal ve lateral İVRZ,<br />

İVKZ değerlerinde de fark saptanmamasına rağmen,<br />

erkeklerde septal ve lateral EZ değeri istatistiksel<br />

açıdan anlamlı olacak şekilde daha fazla<br />

saptandı. Septal MPI değerleri erkeklerde anlamlı<br />

olarak yüksek saptandı. Lateral MPI değerleri<br />

erkeklerde hafifçe artmış olmakla birlikte, bu<br />

artış istatistiksel açıdan anlamlı değildi. Sağ ventrikül<br />

Sm ve RV Em değerleri açısından kıyaslandı-<br />

ğında, her iki grup arasında fark saptanmadı. RV<br />

Am değeri ise erkeklerde daha yüksek saptandı.<br />

RV İVKZ, RV İVRZ, RV EZ değerleri her iki grup<br />

arasında anlamlı fark içermiyordu. RV MPI değerlerleri<br />

arasında da fark saptanmadı (Tablo 3).<br />

Tartışma<br />

Metabolik sendrom, özellikle yanlış beslenme ve<br />

sedanter yaşam koşullarının sonucu olarak giderek<br />

artan prevalansa sahip ve son yıllarda pek<br />

çok tıbbi uzmanlık dalında, komplikasyonları<br />

nedeniyle araştırmalara konu olmuş bir sendromdur<br />

(2).Bu doğrultuda metabolik sendrom, ilk<br />

defa 1988 yılında tanımlanan bir halk sağlığı<br />

problemi olarak değerlendirilmeye başlamıştır<br />

(17).<br />

Tablo 2. Konvansiyonel Doppler parametreleri<br />

Kadın Erkek P değeri<br />

Sol ventrikül diyastol sonu çapı (cm) 4.7±0.35 4.6±0.41 0.11<br />

Sol ventrikül sistol sonu çapı (cm) 2.8±0.39 2.7±0.35 0.72<br />

İnterventriküler septum kalınlığı (cm) 1.0±0.11 1.0±0.15 0.72<br />

Arka duvar kalınlığı (cm) 1.0±0.12 1.0±0.14 0.87<br />

Sol atriyum çapı (cm) 3.7±0.38 3.5±0.44 0.09<br />

Aort çapı (cm) 3.2±0.31 3.1±0.33 0,82<br />

E (cm/sn) 0.72±0.18 0.75±0.16 0.09<br />

A (cm/sn) 0.72±0.14 0.81±0.21 0.004<br />

E/A 0.98±0.29 1.07±0.37 0.69<br />

Deselerasyon zamanı (sn) 256±56.9 248±62.5 0.67<br />

İzovolumetrik relaksasyon zamanı (sn) 86±20.6 84±24.4 0.98<br />

İzovolumetrik konraksiyon zamanı (sn) 66±13.8 70±26.7 0.60<br />

Ejeksiyon zamanı (sn) 259±30.1 275±35.3 0.002<br />

Sistolik Pulmoner arter basıncı (mmHg) 30±5.6 30±5.5 0.75<br />

ATPIII kriterlerine göre metabolik sendrom, abdominal<br />

obezite, aterojenik dislipidemi, yüksek<br />

kan basıncı, insülin direnci ve/veya glukoz intoleransı,<br />

proinflamatuar durum ve protrombotik<br />

durumun oluşturduğu altı bileşen ile tanımlamıştır<br />

(17). Metabolik sendrom içerdiği risk faktörleri<br />

nedeniyle koroner arter hastalığı, kalp yetersizliği<br />

gibi kardiyovasküler olaylar ve dolayısıyla kardiyovasküler<br />

mortalite ve morbiditede artışa neden<br />

olur (3, 6). Tüm bu bilgiler doğrultusunda<br />

metabolik sendrom, yeni bir kardiyovasküler risk<br />

faktörü olarak kabul edilmektedir (8). Daha önce<br />

metabolik sendromun kardiyovasküler fonksiyon-<br />

lar üzerine olan etkisi konvansiyonel Doppler<br />

tekniği ile gösterilmiştir (16). Ayrıca cinsiyet farkı<br />

üzerinde de durularak kadınların bu sendromdan,<br />

erkeklerle kıyaslandığında daha fazla etkilendikleri<br />

speküle edilmiştir. Metabolik sendromlu<br />

kadınlarda, metabolik sendromlu erkeklerle<br />

kıyaslandığında subklinik koroner arter hastalığına<br />

daha sık rastlanmaktadır (18).Daha önce yapılan<br />

bazı çalışmalar, metabolik sendromlu kadın<br />

hastalarda mortalite ve morbidite oranlarının<br />

erkeklere kıyasla daha yüksek oranlarda olduğunu<br />

göstermiştir (4, 14- 15).<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):39-44 42


Hasan Turhan ve ark. 212 hastayla yaptıkları çalışmada,<br />

metabolik sendromda sol ventrikül global<br />

fonksiyonlarını yansıtan ve konvansiyonel<br />

ekokardiyografik yöntemle hesapladıkları MPI<br />

değerlerini, metabolik sendromu olmayan kontrol<br />

grubuyla kıyaslandığında anlamlı olarak daha<br />

yüksek saptamışlardır (16). Dursunoğlu ve ark.73<br />

hastayla yaptıkları konvansiyonel Doppler çalışmasıyla<br />

metabolik sendromlu kadınların sağlıklı<br />

kişilerle kıyaslandığında, hafif sol ventrikül diyastolik<br />

disfonkiyonu gösterdiklerini saptamışlardır<br />

(1). Marcello ve ark., 446 non-diyabetik adolesanda<br />

yaptıkları çalışmada metabolik sendromun<br />

normal popülasyona kıyasla daha yüksek sol atriyum,<br />

sol ventrikül ve aort kökü çapı ile birlikte<br />

olduğu; ayrıca artmış sol ventrikül duvar kalınlığı<br />

ve sol ventrikül kitlesiyle birlikte olduğunu belirtmiştir.<br />

Sol ventrikül hipertrofisi ve sol atriyum<br />

dilatasyonu sıklığının daha fazla olduğu da belirtilmiştir<br />

(19). Schillaci ve ark., 618 kontrolsüz<br />

hipertansiyonu olan hastada hemodinamik ve<br />

hemodinamik olamayan etkiler dışlandıktan sonra<br />

metabolik sendromun, kadınlarda erkeklere<br />

oranla daha fazla sol ventrikül duvar kalınlığı ve<br />

azalmış fraksiyonel kısalma ile birlikte olduğunu<br />

göstermişler ve metabolik sendromun kardiyovasküler<br />

etkilerinin, kadınlarda daha belirgin<br />

olarak gözlendiğini belirtmişlerdir (20). Bizim<br />

çalışmamız daha önce yapılan ve konvansiyonel<br />

Doppler kullanılan çalışmalardan farklı olarak,<br />

kardiyak fonksiyonları göstermede daha hassas<br />

bir yöntem olan doku Doppler tekniği ile yapılmış<br />

ve bu yöntemle MPI değerleri hesaplanmıştır.<br />

Yaptığımız bu çalışmanın sonucunda elde ettiğimiz<br />

verilerde sol ventrikül duvar kalınlıkları ve<br />

çapları arasında fark saptamadık. Benzer şekilde<br />

aort çapı ve sol atriyum çaplarının kıyaslanmasında<br />

da iki grup arasında anlamlı bir farklılık<br />

saptamadık. Bizim çalışmamızda her iki grubun<br />

da hem sol ventrikül hem de sağ ventrikül MPİ<br />

değerlerinin, normal değerlerin üstünde olduğunu<br />

saptadık. Ancak her iki grubun MPİ değerleri<br />

kıyaslandığında erkeklerde, sadece septal MPI<br />

değerinin kadınlara kıyasla anlamlı derecede<br />

yüksek olduğu saptadık. Doku Doppler incelemesinde<br />

Tablo 3. Doku Doppler parametreleri<br />

Kadın Erkek P değeri<br />

Septal Sm (cm/sn) 0.08±0.02 0.10±0.02 0.007 *<br />

Septal Em (cm/sn) 0.08±0.02 0.08±0.02 0.27<br />

Septal Am (cm/sn) 0.10±0.02 0.10±0.02 0.35<br />

Septal izovolumetrik relaksasyon zamanı (sn) 72±22.2 75±23.5 0.34<br />

Septal izovolumetrik kontraksiyon zamanı (sn) 71±14.6 67±16.0 0.23<br />

Septal ejeksiyon zamanı 269±28.4 283±26.5 0.016 *<br />

Lateral Sm (cm/sn) 0.10±0.02 0.08±0.02 0.001 *<br />

Lateral Em (cm/sn) 0.11±0.02 0.11±0.04 0.62<br />

Lateral Am (cm/sn) 0.11±0.02 0.11±0.03 0.43<br />

Lateral izovolumetrik relaksasyon zamanı (sn) 67±17.6 71±21.3 0.38<br />

Lateral izovolumetrik kontraksiyon zamanı (sn) 68±17.4 68±15.7 0.61<br />

Lateral ejeksiyon zamanı 262±40.0 277±15.7 0.012 *<br />

Sağ ventrikül Sm(cm/sn) 0.13±0.03 0.13±0.02 0.91<br />

Sağ ventrikül Em(cm/sn) 0.11±0.03 0.10±0.03 0.34<br />

Sağ ventrikül Am(cm/sn) 0.14±0.04 0.16±0.04 0.013 *<br />

Sağ vent. izovolumetrik relaksasyon zamanı (sn) 66±19.7 69±20.0 0.09<br />

Sağ vent.izovolumetrik kontraksiyon zamanı(sn) 65±13.7 67±19.3 0.70<br />

Sağ ventrikül ejeksiyon zamanı 268±24.7 277±38.7 0.052<br />

Septal MPI 0.50±0.12 0.55±0.11 0.027*<br />

Lateral MPI 0.50.12 0.52±0.11 0.20<br />

Sağ ventrikül MPI 0.55±0.34 0.49±0.11 0.62<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):39-44 43


erkek hasta grubunda, kadınlara kıyasla lateral ve<br />

septal ET değerleri daha fazla saptandı. Bu bulgu,<br />

konvansiyonel Doppler ile saptanan ET değerleri<br />

arasındaki fark ile uyumlu idi. Septal Sm ve Lateral<br />

Sm değerleri ve RV Am değerleri de yine erkeklerde,<br />

istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde<br />

daha yüksek saptandı. Bu bulgular metabolik<br />

sendromlu kadınlarda, miyokard fonksiyonlardaki<br />

bozulmanın göstergesi olduğunu ve daha önce<br />

yapılan çalışmalarda saptanan bulguları desteklemekte<br />

olduğunu düşündürmektedir. Metabolik<br />

sendromun farklı cinsiyetlerde etkisinin farklı<br />

olması, birey odaklı tedavi stratejileri geliştirmek<br />

açısından değerlendirildiğinde koroner arter hastalığı<br />

ve risk faktörlerinin tedavisinde farklı yaklaşımlar<br />

geliştirilmesinde önemlidir. Zaten, kadınlarda<br />

mortalitenin yüksek olup semptomların<br />

atipik oluşu birey odaklı tedavide cinsiyetin önemini<br />

vurgulamaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Dursunoğlu D, Evrengül H, Tanriverdi H, Kuru O, Gür S,<br />

Kaftan A, Kiliç M. Do female patients with metabolic<br />

syndrome have masked left ventricular dysfunction?<br />

Anadolu Kardiyol Derg, 2005; 5: p. 283-8.<br />

2. Ford ES., WH. Giles, and WH. Dietz. Prevalence of the<br />

metabolic syndrome among US adults: findings from the<br />

third National Health and Nutrition Examination Survey.<br />

JAMA, 2002. 287: p. 356-9.<br />

3. Lakka HM, Laaksonen DE, Lakka TA, Niskanen LK, Kumpusalo<br />

E, Tuomilehto J, Salonen JT. The metabolic syndrome<br />

and total and cardiovascular disease mortality in<br />

middle-aged men. JAMA. 2002:4;288:2709-16.<br />

4. Onat A, Ceyhan K, Başar O, Erer B, Toprak S, Sansoy V.<br />

Metabolic syndrome: major impact on coronary risk in a<br />

population with low cholesterol levels--a prospective<br />

and cross-sectional evaluation. Atherosclerosis, 2002.<br />

165: p. 285-92.<br />

5. Ozsahin AK, Gokcel A, Sezgin N, Akbaba M, Guvener N,<br />

Ozisik L, Karademir BM. Prevalence of the metabolic<br />

syndrome in a Turkish adult population. Diabetes Nutr<br />

Metab, 2004. 17: p. 230-4.<br />

6. Reaven GM. Banting lecture 1988. Role of insulin resistance<br />

in human disease. Diabetes, 1988. 37: p. 1595-<br />

607.<br />

7. Chinali M, Devereux RB, Howard BV, Roman MJ, Bella<br />

JN, Liu JE, Resnick HE, Lee ET, Best LG, de Simone G.<br />

Comparison of cardiac structure and function in American<br />

Indians with and without the metabolic syndrome<br />

(the Strong Heart Study). Am J Cardiol, 2004. 93: p. 40-<br />

4.<br />

8. Murphy JG., MA. Lloyd, and Mayo Clinic. Mayo Clinic<br />

cardiology: concise textbook. 3rd ed. 2007, Rochester,<br />

MN: Mayo Clinic Scientific Press: Informa Healthcare<br />

USA. XXIII, 1580 p.<br />

9. Eric J. Topol, Robert M. Califf, Jeffrey Isner, Eric N. Prystowsky,<br />

Judith Swain, James Thomas, Paul Thompson,<br />

James B. Young. Textbook of cardiovascular medicine.<br />

2nd ed. 2002, Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins.<br />

XXI, 2210 p.<br />

10. Knopp RH., X. Zhu, and B. Bonet. Effects of estrogens on<br />

lipoprotein metabolism and cardiovascular disease in<br />

women. Atherosclerosis, 1994. 110 Suppl: p. S83-91.<br />

11. Knopp R, Poirier P. Exaggerated lipoprotein abnormalities<br />

in diabetic women as compared with diabetic<br />

men:possible significan<br />

ce fo atherosclerosis. cardiovascular health and disease<br />

in women, 1993: p. 131-138<br />

12. Hokanson JE. and MA. Austin. Plasma triglyceride level<br />

is a risk factor for cardiovascular disease independent of<br />

high-density lipoprotein cholesterol level: a metaanalysis<br />

of population-based prospective studies. J Cardiovasc<br />

Risk, 1996. 3: p. 213-9.<br />

13. Gordon DJ, Probstfield JL, Garrison RJ, Neaton JD, Castelli<br />

WP, Knoke JD, Jacobs DR Jr, Bangdiwala S, Tyroler<br />

HA. High-density lipoprotein cholesterol and cardiovascular<br />

disease. Four prospective American studies. Circulation,<br />

1989. 79: p. 8-15.<br />

14. Schillaci G, Pirro M, Pucci G, Mannarino MR, Gemelli F,<br />

Siepi D, Vaudo G, Mannarino E.<br />

15. Different impact of the metabolic syndrome on left<br />

ventricular structure and function in hypertensive men<br />

and women. Hypertension, 2006. 47: p. 881-6.<br />

16. Hunt KJ, Resendez RG, Williams K, Haffner SM, Stern<br />

MP. San Antonio Heart Study., National Cholesterol<br />

Education Program versus World Health Organization<br />

metabolic syndrome in relation to all-cause and cardiovascular<br />

mortality in the San Antonio Heart Study. Circulation,<br />

2004. 110: p. 1251-7.<br />

17. Turhan H, Yasar AS, Yagmur J, Kurtoglu E, Yetkin E. The<br />

impact of metabolic syndrome on left ventricular function:<br />

evaluated by using the index of myocardial performance.<br />

Int J Cardiol, 2009. 132: p. 382-6.<br />

18. Third Report of the National Cholesterol Education<br />

Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation,<br />

and Treatment of High Blood Cholesterol in Adults<br />

(Adult Treatment Panel III) final report. Circulation,<br />

2002. 106: p. 3143-421.<br />

19. Griffin Brian P; Topol Eric J. Manual of cardiovascular<br />

medicine. 3rd ed. 2009, Philadelphia: Wolters<br />

Kluwer/Lippincott Williams & Wilkins. xvii, 1015 p.<br />

20. Chinali M, de Simone G, Roman MJ, Best LG, Lee ET,<br />

Russell M, Howard BV, Devereux RB. Cardiac markers of<br />

preclinical disease in adolescents with the metabolic<br />

syndrome. JACC. 2008; 52:932-8<br />

21. Schillaci G, Pirro M, Pucci G, Mannarino MR, Gemelli F,<br />

Siepi D, Vaudo G, Mannarino E. Different impact of the<br />

metabolic syndrome on left ventricular structure and<br />

function in hypertention men and women. Hypertension.<br />

2006;47:881-886.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):39-44 44


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.02486<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Otozomal Resesif Non-Sendromik İşitme Kayıplarının Moleküler Tanısı<br />

Molecular Diagnosis of Autosomal Recessive Non-Syndromic Hearing Losses<br />

Zeynep Ocak, Abdulgani Tatar, Ahmet Yesilyurt, Sıtkı Oztas<br />

Atatürk Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, Erzurum<br />

Özet<br />

Amaç: Bu çalışmada, Erzurum ili ve çevresinde işitme bozukluklarının<br />

genetik yönden araştırılması, non-sendromik otozomal<br />

resesif işitme kaybına neden olan GJB2 gen mutasyonlarının<br />

belirlenmesi ve mutasyon profilinin çıkartılması amaçlanmıştır.<br />

Yöntem: Bu çalışmaya 50 işitme kayıplı hasta ve 50 sağlıklı<br />

gönüllü alınmıştır. KBB servisinde muayene ve işitme testleri<br />

yapılan hastalar, sendromik açıdan bölümümüzde değerlendirilmiştir.<br />

DNA ekstraksiyonunu takiben GJB2 geni Polimeraz<br />

zincir reaksiyonu (PCR) ile amplifiye edilmiş ve PCR-SSCP<br />

ve RFLP teknikleri kullanılarak; 35delG, 235delC, 167delT,<br />

176-191del16, V95M ve W77X mutasyonlarının varlığı araştırılmıştır.<br />

Bulgular: Çalışma grubumuzu oluşturan 50 hastanın GJB2<br />

gen incelemesinde 10 hastada (7 homozigot ve 3 heterozigot)<br />

35delG mutasyonu tespit edilmiştir. Bu 7 homozigot<br />

hastanın ulaşabildiğimiz iki tanesinin ebeveyninde heterozigot<br />

35delG mutasyonu saptanmıştır. Çalışılan 50 sağlıklı<br />

kontrolün bir tanesinde heterozigot 35delG mutasyonu<br />

saptanmış olup, genetik danışmanlık verilmiştir. GJB2 genine<br />

ait diğer mutasyonlar (V95M, 176-191Del16, 235DelC,<br />

167DelT, W77X) çalışılan her iki grupta da tespit edilememiştir.<br />

Sonuç: Çalışmamızın sonucunda Erzurum bölgesinde GJB2<br />

gen mutasyonlarının non-sendromik otozomal resesif işitme<br />

kaybı olan bireylerde hastalığın etiyolojisinde önemli bir<br />

neden olduğu saptanmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: GJB2, Non-sendromik işitme kaybı, SSCP.<br />

Abstract<br />

Background: : The aim of this study was to investigate the<br />

auditory disorders in or around Erzurum from the genetic<br />

aspects, to determine GJB2 gene mutations that lead to nonsyndromic<br />

autosomal recessive hearing loss and to determine<br />

mutation profile for this gene.<br />

Method: 50 patients with hearing loss and 50 healthy volunteers<br />

participated to this study. Patients whose examination<br />

and auditory tests were performed at the ear-nose-throat<br />

outpatient clinics were referred to us to be evaluated for an<br />

underlying syndrome. GJB2 gene was amplified with polymerase<br />

chain reaction (PCR) after DNA extraction and presence<br />

of 35delG, 235delC, 167delT, 176-191del16, V95M and<br />

W77X mutations were investigated by using PCR-SSCP and<br />

RFLP techniques.<br />

Results: As a result of the GJB2 gene studies of the 50 patients<br />

in the study group, 35delG mutation was detected in<br />

10 patients (7 homozygous and 3 heterozygous). Of these 7<br />

patients with homozygous mutations, we could reach the<br />

parents of 2 patients and heterozygous 35de1G mutation<br />

was detected in these. Among the 50 healthy control subjects,<br />

a heterozygous 35de1G mutation was detected in 1<br />

patient and this patient was given genetic counseling. The<br />

other mutations that belong to GJB2 gene (V95M, 176-<br />

191Del16, 235DelC, 167DelT, W77X) were not detected in<br />

either of the groups.<br />

Conclusion: As a result of our study, GJB2 gene mutations<br />

were detected to be an important etiological factor in patients<br />

with autosomal recessive hearing disorders residing in<br />

or around Erzurum.<br />

Keywords: GJB2, Non-sendromic hearing loss, SSCP.<br />

Giriş<br />

İnsanlar arasındaki iletişim yolları içinde en<br />

önemlisi ve en sık kullanılanı konuşarak anlaşma<br />

yoludur. Diğer koşulların varlığı halinde, konuşmanın<br />

öğrenilmesinde en önemli unsur işitmedir.<br />

İşitme kaybı sık karşılaşılan algılama bozukluklarından<br />

biri olup her 1000 çocuktan birinde görülmektedir<br />

(1).<br />

İşitme bozukluklarının yaklaşık olarak %50'sinin<br />

sebebini çevresel faktörler teşkil ederken, diğer<br />

yarısının %70'ini non-sendromik ve %30'unu<br />

sendromik olmak üzere tek gene bağlı bozukluklar<br />

oluşturmaktadır (2). Non-sendromik işitme<br />

bozukluklarının yaklaşık %80'i otozomal resesif,<br />

%20'si otozomal dominant, %1'i X'e bağlı ve %1<br />

'den azı mitokondriyal kalıtım göstermektedir (3-<br />

5). Non-sendromik işitme kaybı üzerine yapılan<br />

genetik çalışmalar sonucunda 2007 yılı itibariyle<br />

otozomal resesif işitme kaybına neden olan yaklaşık<br />

34 gen, 100’den fazla lokus ve 207 adet Gap<br />

Junction Beta-2 gen mutasyonu rapor edilmiştir<br />

(6). Ayrıca iki mitokondriyal gende (12S rRNA ve<br />

tRNASer) mutasyonlar gösterilmiş ve bu mitokondriyal<br />

mutasyonların özellikle aminoglikozit<br />

kullanım öyküsü olan işitme engellilerde taranması<br />

gerektiği önerilmiştir (4,5). Çeşitli toplumlarda<br />

yapılan mutasyon taramaları sonucunda<br />

otozomal resesif non-sendromik işitme kayıplı<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Zeynep Ocak <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, Bolu<br />

Telefon: 03742534568 E-posta: zeynep_ipek@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received : Haziran / June 04, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 18, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

45


olguların yaklaşık %50'sinden GJB2 gen mutasyonlarının<br />

sorumlu olduğu gösterilmiştir (7,8).<br />

Bu çalışmada, Erzurum ili ve çevresinde işitme<br />

bozukluklarının genetik yönden araştırılması,<br />

non-sendromik otozomal resesif işitme kaybına<br />

neden olan GJB2 gen mutasyonların belirlenmesi<br />

ve mutasyon profilinin çıkartılması amaçlandı.<br />

Materyal ve Metod<br />

Bu çalışma 2005-2007 yılları arasında Atatürk<br />

Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim<br />

Dalı ve Kulak Burun Boğaz Anabilim Dallarında<br />

gerçekleştirilmiştir. Çalışmada, ailesinde birden<br />

fazla işitme engelli olan 15-35 yaş aralığında 60<br />

birey değerlendirilmeye alınmıştır. Ailelere ait<br />

pedigri örnekleri çıkartılarak, olgular ve ailelerinden<br />

alınan bilgiler doğrultusunda işitme kaybının<br />

otozomal resesif geçiş gösterdiği düşünülen bireyler<br />

belirlenmiştir. Bu bireylerin klinik muayeneleri<br />

yapılarak, hastaların dış kulak yolu ve zar<br />

yapıları değerlendirilmiştir. Klinik muayene sonuçlarına<br />

göre sendromik işitme kaybı olduğu<br />

düşünülen bireyler çalışma grubundan çıkartılmış<br />

ve non-sendromik otozomal resesif işitme kaybı<br />

olduğu düşünülen 50 birey çalışmaya dahil edilmiştir.<br />

Taşıyıcılık sıklığının saptanması için, akrabalık<br />

ilişkisi bulunmayan ve yapılan işitme testleri<br />

neticesi normal işitme frekansına sahip 50 birey<br />

çalışmaya kontrol grubu olarak dahil edilmiştir.<br />

DNA ekstraksiyonu için, hastalardan 2 ml periferik<br />

kan örneği alındı. Periferik kandan DNA izolasyon<br />

kiti (Gentra) ile firmanın vermiş olduğu<br />

protokole göre ekstraksiyon yapılmıştır. GJB2<br />

geni Polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile amplifiye<br />

edilmiştir. Connexin26 geninin amplifikasyonu<br />

için hazırlanan primerler<br />

“http://www.ncbi.nlm.nih. gov” adresli veri kaynağından<br />

gen dizileri esas alınarak hazırlanmıştır.<br />

Her bir primerle PCR sonucu elde edilen ürünler<br />

%1,5’lik Agaroz jelde marker DNA ile yürütülerek<br />

kontrol edilmiştir. Daha sonra, her bir amplikon<br />

%8’lik poliakrilamid jel elektroforezinde (PAGE),<br />

SSCP tekniği ile yürütülerek şüpheli bant paternine<br />

sahip hastalar kaydedilmiştir. SSCP ile farklı<br />

bant paterni veren 13 otozomal resesif nonsendromik<br />

işitme kayıplı bireyde PCR-RFLP tekniği<br />

kullanılarak; 35delG, 235delC, 167delT, 176-<br />

191del16, V95M ve W77X mutasyonlarının varlığı<br />

araştırılmıştır. PCR ürünlerine endonükleaz enzimlerinin<br />

uygulanması (RFLP) için 0.5 ml’lik<br />

ependorf tüpleri kullanılmıştır. Her olgu için firmanın<br />

verdiği protokoller uygulanmıştır. ECO72I<br />

(Fermantas) enzimi, GJB2geninin 283. pozisyonundaki<br />

V95M mutasyonunu saptamak için kullanılmıştır.<br />

GJB2geninde 176-191 arasındaki 16<br />

bazlık delesyon mutasyonunu saptamak için<br />

AFIIII (Fermantas) kullanılmıştır. ApaI (Fermantas)<br />

GJB2geninde 235delC mutasyonunu, BfmI<br />

(Fermantas) GJB2geninde 167delT mutasyonunu,<br />

EcoO1091(Takara) GJB2geninde W77X mutasyonunu<br />

saptamak için kullanılmıştır. GJB2geninde<br />

35delG mutasyonunu saptamak için Bsc4I (SibEnzyme)<br />

kullanılmıştır. PAGE elektroforez uygulaması<br />

ile fragmentler ethidium bromide ile görüntülenmiştir.<br />

Bulgular<br />

Çalışma kapsamında, Erzurum ili ve çevresinde<br />

otozomal resesif non sendromik işitme kaybı<br />

olan 50 bireyde GJB2 gen mutasyonları PCR-SSCP<br />

yöntemi ile taranmıştır. 50 bireyin 7'sinde homozigot<br />

ve 3’ünde heterozigot olarak 35delG mutasyonu<br />

belirlenmiştir (Şekil 1). Pedigri analizlerinin<br />

incelenmesi sonucu 35delG mutasyonunu<br />

homozigot olarak taşıyan her bireyin ebeveynleri<br />

arasında akraba evliliği olduğu da gözlenmiştir<br />

(Tablo 1). Kalan 3 hastamızda SSCP çalışması<br />

sonucu GJB2 geninin 5. primer bölgesine ait PCR<br />

ürününde mutasyon olduğuna işaret eden farklı<br />

bant paternleri olduğu gözlenmiştir (Şekil 2). Bu 3<br />

hastaya Bsc4I restriksiyon enzimi uygulanarak<br />

yapılan RFLP çalışması sonucunda enzim kesiminin<br />

tanımlanan yerden farklı bir bölgede olduğu<br />

ve bu mutasyonun Bsc4I enzimi için yeni bir kesim<br />

noktası oluşturduğu görülmüştür. Pedigri<br />

analizlerinin incelenmesi sonucunda bu üç bireyin<br />

anne-babası arasında akraba evliliği gözlenmemiştir.<br />

Mutasyon tespit edilen bireylerden yapılan pedigri<br />

analiz sonuçlarının otozomal resesif kalıtım<br />

modeli gösterdiği yani anne ve baba sağlıklı iken<br />

çocuklarında cinsiyet ayırt etmeksizin bir kısmında<br />

sağırlığın ortaya çıktığı gözlenmiştir. 35delG<br />

mutasyonlarını homozigot olarak taşıyan 3 bireyde<br />

bilateral derin işitme kaybı (Tablo 2 de 1.,3.,8.<br />

olgular), 4 bireyde bilateral total işitme kaybı<br />

(Tablo 2 de 2,5,6,7. olgular), 35delG mutasyonunu<br />

heterozigot olarak taşıyan 1 bireyde ise bilateral<br />

derin işitme kaybı saptanmıştır (Tablo 2 de<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):45-50 46


4. olgu). Taşıyıcılık sıklığının saptanması için, birbiri<br />

ile herhangi bir akrabalık ilişkisi bulunmayan<br />

ve yapılan işitme testleri neticesi normal işitme<br />

frekansına sahip 50 kontrol grubu bireyin bir<br />

tanesinde 35delG mutasyonu heterozigot olarak<br />

bulunmuştur.<br />

Sendromik işitme kaybı olan yedi hastanın değerlendirilmesi<br />

sonucu ise klinik tanı olarak, iki olguda<br />

Treacher-Collins sendromu, iki olguda Distal<br />

Renal Tubuler Asidoz ve işitme kaybı, iki olguda<br />

Apert sendromu ve bir olguda da Leopard sendromu<br />

düşünülmüştür.<br />

Tartışma<br />

Şekil 1. Hasta ve sağlıklı kontrollere ait PCR ürünlerinin,<br />

35delG mutasyonu varlığını tespit etmek için<br />

Bsc4I ile RFLP tekniği uygulandıktan sonra ethidium<br />

bromide ile boyanarak görüntülenmesi. Marker (M)<br />

DNA fragment büyüklükleri sırası ile 80, 100, 200, 300,<br />

400, 500, 600, 700, 800, 900, 1031 bp uzunluklarındadır.<br />

5 ve 6 numaralı örnekler 181 ve 26 bp lik iki fragmentlik<br />

farklı bant paternleri göstermektedir, 1 ve 10<br />

nolu örnekler sağlıklı kontrollere aittir. (Okun yönü<br />

jelin yürüme yönünü göstermektedir.)<br />

Şekil 2. Hasta ve sağlıklı kontrollere ait PCR ürünlerinin,<br />

SSCP tekniği uygulandıktan sonra ethidium bromide<br />

ile boyanarak görüntülenmesi. 5,11,17 numaralı<br />

örnekler farklı bant paternleri göstermektedir, 1 ve 22<br />

nolu örnekler sağlıklı kontrollere aittir.<br />

İşitme kayıplarına neden olan genetik faktörlerin<br />

yaklaşık %30'u sendromlarla birlikte gözlenirken,<br />

%70'ini non-sendromik işitme kayıpları oluşturmaktadır<br />

(9,10). Günümüze kadar işitme kaybının<br />

tanısında ve taşıyıcılığının belirlenmesinde<br />

35delG mutasyonunu ortaya koymaya yönelik<br />

farklı metotlar ortaya konmuştur. Bu metotlar<br />

içerisinde en popüler olanı, Kupka ve ark.’nın<br />

geliştirdiği ve 35delG için özel olarak hazırlatılan<br />

mutant primerlerin kullanılarak yapıldığı mutasyon<br />

analizidir. Normalde GJB2 genindeki 35delG<br />

bölgesinde herhangi bir restriksiyon enzim kesimi<br />

bulunmamaktadır. Fakat dizayn edilen mutant<br />

primerler ile üretilen PCR fragmentinde enzim<br />

kesim bölgesi oluşturularak, 35delG'nin homozigotluğu<br />

veya heterozigotluğu gösterilebilmiştir<br />

(11).<br />

Bizim çalışmamızda PCR-SSCP ile yapılan mutasyon<br />

taraması sonucunda otozomal resesif nonsendromik<br />

işitme kayıplı 50 bireyin 13’ünde farklı<br />

bant paterni görülmüştür. Elde ettiğimiz verilerin<br />

değerlendirilmesi sonucunda, GJB2 mutasyonları<br />

içinde en fazla 35delG mutasyonunun varlığı<br />

tespit edilmiştir. Bu mutasyonun 50 hasta bireyde<br />

test edilen 100 alleldeki görülme sıklığı %17<br />

olarak tespit edilmiştir. Bu mutasyonun 50 sağlıklı<br />

kontrolde test edilen 100 alleldeki görülme<br />

sıklığı ise 1:50 olarak saptanmıştır. Değişik ülkelerdeki<br />

35delG mutasyonunun taşıyıcılık sıklıkları<br />

Yunanistan'da 1:33, İspanya'da 1:40, Tunus'ta<br />

1:77, Malta'da 1:36 olarak bildirilmiştir (7,9,10).<br />

Bu oranın adı geçen ülkelerde yaygın olarak görülen<br />

ve kistik fibrozise yol açan CFTR genindeki<br />

ΔF508 mutasyondan daha sık olduğu rapor edilmiştir<br />

(3).<br />

Otozomal resesif non-sendromik işitme kayıplı<br />

bireylerin, Avrupa’da %46’sında, Japonya’da<br />

%12’sinde, Kore’de %8’inde GJB2 mutasyonları<br />

görülürken, Türkiye’de yapılan değişik çalışmalarda<br />

bu mutasyon oranları sırasıyla %19.7,<br />

%31.7, %64 ve %27.8 olarak rapor edilmiştir<br />

(3,12,13).<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):45-50 47


Tablo 1. 35delG mutasyonu saptanan 10 bireye ait yaş, moleküler genetik sonuç, akrabalık durumu.<br />

Olgu No Yaş Moleküler genetik sonuç Akrabalık durumu<br />

1 18 homozigot 35delG +<br />

2 20 homozigot 35delG +<br />

3 19 homozigot 35delG +<br />

4 22 homozigot 35delG +<br />

5 23 homozigot 35delG +<br />

6 24 homozigot 35delG +<br />

7 20 heterozigot 35delG -<br />

8 21 homozigot 35delG +<br />

9 16 heterozigot 35delG +<br />

10 18 heterozigot 35delG -<br />

Tablo 2. 35delG mutasyonu saptanan 8 bireyin odyometri sonuçları.<br />

Olgu No Odyometri Timpanometri Akustik refleks ve eşiği<br />

1 113 dB/95 dB<br />

NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

2 Bileteral<br />

Total NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

3 Bileteral<br />

100 dB NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

4 110 dB/90 dB<br />

NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

5 Bileteral<br />

Total NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

6 Bileteral<br />

103 dB NSİK<br />

N/N<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

7 Bileteral N/N<br />

Ф/ Ф<br />

Total NSİK<br />

8 Bileteral<br />

100 dB NSİK<br />

N/N<br />

110dB/110 dB<br />

Ф/ Ф<br />

110dB/110 dB<br />

Bizim çalışmamızda ise bu oran %26 olarak tespit<br />

edilmiştir. Türkiye’deki çalışmalarda farklı sonuç<br />

arzeden Tekin ve ark.’nın 11 ailede yaptığı GJB2<br />

mutasyon taraması %64 olarak raporlanmıştır.<br />

Bu çalışmada sonucun diğerlerinden daha yüksek<br />

bulunması, incelenen hasta sayısının daha az<br />

olmasına bağlı olduğunu düşündürmektedir.<br />

Diğer taraftan otozomal resesif non-sendromik<br />

işitme kayıplı 50 bireyde Uyguner ve ark.’nın<br />

yaptığı çalışmada, bu oran % 27.8 olarak belirlenmiştir.<br />

Bu sonuç, hemen hemen aynı sayıda<br />

hasta ve kontrol grubuna sahip olması ve hasta<br />

ve kontrol grubu belirlenirken aynı kriterlerin göz<br />

önüne alınması nedeniyle bizim sonuçlarımızla<br />

paralellik göstermiştir (13).<br />

Çalışma grubumuzda otozomal resesif nonsendromik<br />

işitme kayıplı bireylerde CX26 geninde<br />

35delG mutasyonları, 7 homozigot ve 3 heterozigot<br />

yapıda olarak toplam 10 hastada tespit edilirken,<br />

Türkiye’de bu konuda yapılan diğer çalışmalarla<br />

paralel olarak V95M, 176-191 Del 16,<br />

235 Del C, 167Del T, W77X mutasyonları tespit<br />

edilememiştir.<br />

Türk toplumunda yaklaşık %20-25 arasında görülen<br />

akraba evliliği (15) çalışma grubumuzu oluşturan<br />

otozomal resesif işitme engelli ailelerde<br />

%60 olarak tespit edilmiştir. Bu durum diğer otozomal<br />

resesif hastalıklarda olduğu gibi non-<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):45-50 48


sendromik işitme kayıplarında da akraba evliliğinin<br />

hastalık insidansını arttırdığını göstermiştir.<br />

GJB2 mutasyonlarının genellikle şiddetli ve derin<br />

prelingual sensorinöral işitme kaybına neden<br />

olduğu gösterilmiştir (3). Bizim çalışmamızda<br />

GJB2 mutasyonunu homozigot olarak bulunduran<br />

hastalarımızın işitme seviyeleri karşılaştırıldığında<br />

bu mutasyonun, her iki kulakta asimetrik,<br />

derin ve şiddetli işitme kaybına neden olduğu<br />

gözlenmiştir. Wilcox ve ark.’nın (16,17) sonuçlarıyla<br />

uyumlu olarak GJB2 mutasyonlarının neden<br />

olduğu işitme kaybında işitme seviyelerinin ayırıcı<br />

tanı kriteri olamayacağı da görülmüştür. Bu<br />

durum moleküler tanı testlerinin önemini bir kez<br />

daha göstermiştir.<br />

Sonuç olarak bu çalışma ile elde ettiğimiz veriler<br />

bizlere, Erzurum ili ve çevresi ile Türk populasyonu<br />

ve diğer ülkelerdeki non-sendromik işitme<br />

kayıplarını karşılaştırma olanağı vermiştir. Bu<br />

çalışmanın bölgemizde non-sendromik otozomal<br />

resesif işitme kayıplarının genetiğinde etkili olan<br />

GJB2 mutasyonlarının taranması konusunda yapılmış<br />

ilk çalışma olması dolayısıyla literatüre<br />

önemli bir katkı sağlayacağını öngörmekteyiz.<br />

Daha sağlıklı nesiller için bu konuda yapılan çalışmaların<br />

kapsamlı hale getirilmesi ile çalışılan<br />

genlerin sayısının arttırılması ve çalışmaların<br />

rutine dönüştürülmesi oldukça önemlidir. Bu<br />

sayede elde edilecek sonuçların, işitme kayıplarının<br />

erken dönemde teşhis edilmesi, konjenital<br />

işitme kaybı öyküsü bulunan ailelerde prenatal<br />

tanının yapılabilmesi ve erken dönemde tedavinin<br />

başlatılması açısından büyük önem taşıyacağını<br />

düşünmekteyiz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1- Peter Turnpenny, Sian Ellard. Emery’s Elements<br />

of Medical Genetics. Twelfth edition. Elsevier<br />

Churchchill Livingstone, London, 2005:161-79<br />

2- Man YK, Trolove C, Tattersall D, Thomas AC,<br />

Papakonstantinopoulou A, Patel D, Scott C,<br />

Chong J, Jagger DJ, O'toole EA, Navsaria H, Curtis<br />

MA, Kelsell DP. A Deafness-Associated Mutant<br />

Human Connexin 26 Improves the Epithelial Barrier<br />

In Vitro. Membr Biol. 2007; 218: 29-37.<br />

3- Petersen MB, Willems PJ. nonsyndromic autosomal<br />

recessive deafness. Clinical Genetics<br />

2006; 69: 371-92<br />

4- Prezant TR, Agapian JV, Bohlman MC, Bu X.<br />

Öztaş S, Qiu WQ, Arnos KS, Cortopassi GA, Jaber<br />

L, Rotter JI, Shohat M, and Fischel-Ghodsian N.<br />

Mitochondrial Ribosomal RNA Mutation Associated<br />

with Both Antibiotic-induced and Non-<br />

Syndromic Deafness, Nature Genetics 1993; 4:<br />

289-94.<br />

5- Fischel-Ghodsian N, Prezant TR, Bu X, Oztas S.<br />

Mitochondrial Ribosomal RNA Gene Mutation in<br />

a Patient With Sporadic Aminoglycoside Ototoxicity,<br />

American Journal of Otolaryngology<br />

1993; 14: 399-403.<br />

6- The Human Gene Mutation Database<br />

http://www.hgmd.cf.ac.uk/ac/index.php<br />

7- Sandra Iossa1,2, Elio Marciano2 and Annamaria<br />

Franzé GJB2 Gene Mutations in Syndromic Skin<br />

Diseases with Sensorineural Hearing Loss. Current<br />

Genomics 2011; 12: 475-85<br />

8- Nina Danilenko, Elena Merkulava, Marina Siniauskaya,<br />

Olga Olejnik, Anastasia Levaya-Smaliak,<br />

Alena Kushniarevich, Andrey Shymkevich, Oleg<br />

Davydenko Spectrum of Genetic Changes in Patients<br />

with Non- Syndromic Hearing Impairment<br />

and Extremely High Carrier Frequency of 35delG<br />

GJB2 Mutation in Belarus. PLoS One. <strong>2012</strong>; 7-5<br />

9- Morell RJ, Kim HJ, Hood JL, et al. Mutation in the<br />

connexin 26 gene (GJB2) among Ashkenazi Jews<br />

with nonsyndromic recessive deafness. New Eng<br />

J Med 1998; 19:1500-5.<br />

10- Lopez-Bigas N, Olive M, Rabionet R. Connexin 31<br />

(GJB3) is expressed in the peripheral and auditory<br />

nerves and causes neuropathy and hearing<br />

impairment. Hum Mol Genet 2001; 15: 947-52.<br />

11- Kupka S, Mirghomizadeh F, Haug T, Braun S,<br />

Leistenschneider P, Schmitz-Salue C, Arold R,<br />

Blin N, Zenner HP, Pfister, M. Mutational analysis<br />

of the connexin26 gene in sporadic cases of<br />

moderate to profound deafness. HNO, 2000; 48:<br />

671-4.<br />

12- Tekin M, Akar N, Cin S, Blanton SH, Xia XJ, Liu XZ,<br />

Nance WE, Pandya A. Connexin 26 (GJB2) mutations<br />

in the Turkish population: implications for<br />

the origin and high frequency of the 35delG mutation<br />

in Caucasians. Hum Genet 2001; 108:<br />

385-389.<br />

13- Uyguner O, Emiroglu M, Uzumcu A. Frequencies<br />

of gap- and tight-junction mutations in Turkish<br />

families with autosomal-recessive nonsyndromic<br />

hearing loss. Clin Genet 2003; 64: 65–<br />

69.<br />

14- L Van Laer, P Coucke, R F Mueller, G Caethoven,<br />

K Flothmann, S D Prasad, G P Chamberlin, M<br />

Houseman, G R Taylor, C M Van de Heyning, E<br />

Fransen, J Rowland, R A Cucci, R J H Smith, G<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):45-50 49


Van Camp. A common founder for the 35delG<br />

GJB2 gene mutation in connexin 26 hearing impairment<br />

J Med Genet 2001; 38:515-518<br />

15- ŞB Özvarış, GO Koçoğlu, AA. Hacettepe Üniversitesi<br />

Nüfus Etütleri Enstitüsü, 1983 Türkiye Nüfus<br />

ve Sağlık Araştırması Hacettepe Üniversitesi yayını,<br />

Ankara, 1987<br />

16- Wilcox SA, Saunders K, Osborn, AM, Arnold A,<br />

Wunderlich J, Kelly T, Collins V, Wilcox LJ,<br />

McKinlay, Gardner RJ, Kamarinos M, Cone-<br />

Wesson B, Williamson R, Dahl H High frequency<br />

hearing loss correlated with mutations in the<br />

GJB2 gene. Hum Genet 2000; 106:399-405.<br />

17- Wilcox ER, Burton QL, Naz S. Mutations in the<br />

gene encoding tight junction claudin 14 cause<br />

autosomal recessive deafness DFNB29. Cell<br />

2001; 12:104-165<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):45-50 50


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.36854<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Diyabette Glisemik Kontrolün Serum Biyokimyasal Parametreleri İle İlişkisi<br />

The Relationship Between Serum Biochemical Parameters And Glycaemic Control In Diabetes<br />

Kübranur Karatoprak, Sema Uysal, Zeynep Seçkin Akkılık, Müjgan Ercan, Fatma Meriç <strong>Yıl</strong>maz<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara<br />

Özet<br />

Amaç: Bu çalışmanın amacı diyabetes mellitus hastalarını<br />

HbA1c düzeylerine göre iyi ve kötü kontrollü diyabet olarak<br />

sınıflandırarak glisemik kontrol ile bazı biyokimyasal parametrelerin<br />

ilişkisini araştırmaktır.<br />

Yöntem: Çalışmaya 24 iyi kontrollü diyabet (HbA1c6,5) ve diyabeti<br />

olmayan 29 sağlıklı birey katıldı. HbA1c seviyeleri HPLC<br />

yöntemiyle, açlık ve tokluk kan glukozu, kreatinin, trigliserid,<br />

total kolesterol ve HDL kolesterol seviyeleri fotometrik, idrar<br />

protein ve mikroalbumin düzeyleri türbidimetrik, TSH, sT3,<br />

sT4, B12 vitamini ve folik asit seviyeleri elektrokemilüminesans<br />

yöntemle ölçüldü.<br />

Bulgular: Kötü kontrollü diyabet hastalarının trigliserid düzeyleri<br />

kontrol gurubuna göre anlamlı derecede yüksek<br />

bulundu (p=0,003). İdrar mikroalbumin/kreatinin düzeyleri,<br />

kötü kontrollü diyabet hastalarında iyi kontrollü diyabet<br />

hastalarına göre anlamlı şekilde yüksek bulundu (p=0,05).<br />

Diğer parametreler açısından, gruplar arasında anlamlı bir<br />

farklılık tespit edilemedi.<br />

Sonuç: Diyabetik hastalarda glisemik kontrol, trigliserid ve<br />

mikroalbumin düzeyi ile ilişkili bulunmuştur. Bu veriler,<br />

diyabetli hastalarda glisemik kontrolün nefropati ve koroner<br />

kalp hastalığı gelişimini etkileyebileceğini düşündürmektedir.<br />

Anahtar Kelimeler: Glisemik kontrol, diyabetes mellitus,<br />

HbA1c, lipid profili, mikroalbumin.<br />

Abstract<br />

Background: We aimed this study to evaluate the relationship<br />

between some biochemical parameters and glycaemic<br />

control in diabetic patients categorized by HbA1c levels.<br />

Method: This study includes 24 good glycaemic control<br />

(HbA1c6.5)<br />

patients with diabetes mellitus and 29 healthy subjects.<br />

Plasma levels of HbA1c were measured by HPLC. Serum<br />

fasting and post-prandial glucose, creatinin, triglyceride,<br />

total cholesterol, HDL cholesterol concentrations were analyzed<br />

by photometric method. Urine protein and microalbumin<br />

levels were studied by turbidimetric method. Serum<br />

TSH, sT3, sT4, vitamin B12 and folic acid concentrations<br />

were measured by electrochemiluminescent assay.<br />

Results: Serum triglyceride levels of poorly glycaemic control<br />

group were higher than healthy subjects (p=0,003). Urine<br />

microalbumin/creatinine ratio was increased in patients<br />

with poorly glycaemic control when compared good glycaemic<br />

control group (p=0,05). There was no significant difference<br />

between groups and other biochemical parameters.<br />

Conclusion: The triglyceride and microalbumin levels were<br />

associated with glycemic control in diabetic patients. These<br />

data suggested that good glycemic control may affect development<br />

of nephropathy and coronary artery disease in<br />

patients with diabetes mellitus.<br />

Keywords: Glycaemic control, diabetes mellitus, HbA1c, lipid<br />

parameters, microalbumin.<br />

Giriş<br />

Diyabetes mellitus, dünya genelinde görülme<br />

sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Diyabet, son<br />

dönem böbrek yetmezliğinin en sık sebebidir.<br />

Artmış kardiyovasküler hastalık riski ile ilişkili<br />

olup yüksek morbidite ve mortaliteye sahiptir<br />

(1). Mikroalbuminüri, diyabetik nefropatinin<br />

erken göstergelerinden biri olup, proteinüri<br />

progresyonunda da önemli bir risk faktörüdür<br />

(2). Hiperlipideminin diyabetli hastalarda albuminüri<br />

gelişimine katkıda bulunduğu bilinmektedir<br />

(3). Bazı çalışmalarda tip 2 diyabetli hastalarda<br />

hiperglisemi düzeyi ile makrovasküler ve mikrovasküler<br />

komplikasyon gelişme ve ölüm riski<br />

arasında ilişki olduğu ileri sürülmüştür (4-6). Sıkı<br />

bir glisemik kontrol ile fatal olmayan myokard<br />

enfarktüsü, mikrovasküler komplikasyonlar ve<br />

retinopati riski azaltılabilmektedir (7).<br />

Hemoglobin A1c (HbA1c), glukoz toleransını ve<br />

diyabette glukoz regülasyonunu gösteren, hemoglobinin<br />

yavaş ve non-enzimatik olarak glikozillenmesi<br />

ile oluşan bir belirteçtir (8). Günümüzde<br />

HbA1c’nin diyabetlilerde glisemik kontrolü<br />

göstermesi ile birlikte diyabetik komplikasyon<br />

gelişme riskini ve diyabetik bakımın kalitesini<br />

yansıttığı kabul edilmektedir (9). HbA1c testi,<br />

hemoglobin A1c’nin total hemoglobine oranı<br />

olarak raporlanır. HbA1c seviyesi diyabeti olmayan<br />

kişilerde 6%’nın altında iken, kontrolsüz diyabetik<br />

hastalarda 10%’u aşabilmektedir (10).<br />

Resmi organizasyonlara göre klinik uygulamalarda<br />

hedef HbA1c seviyesi genellikle


mortalite ve morbiditesi ile ilişkili faktörlerle<br />

ilişkisini incelemeyi amaçladık.<br />

Materyal ve Metod<br />

Bu çalışmaya Ankara Numune Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesine başvuran, tip 2 diyabetes mellitus<br />

tanısı almış 82 hasta ile 29 sağlıklı gönüllü<br />

dahil edildi. Böbrek yetmezliği, tiroid fonksiyon<br />

bozukluğu olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.<br />

Hastalar HbA 1c değerine göre iyi (HbA 1c 6.5) glisemik kontrollü diyabet olarak<br />

iki gruba ayrıldı. 24 iyi kontrollü diyabet ve 58<br />

kötü kontrollü diyabet hastası ile 29 sağlıklı bireyin<br />

bir gecelik açlık sonrası venöz kanları jelli düz<br />

tüplere ve HbA 1c testi için EDTA’lı tüplere alındı.<br />

4000 devirde 10 dakika santrifüj edilerek ayrılan<br />

serumlar analiz edildi. Hemolizli ve lipemik serumlar<br />

çalışmaya alınmadı. Bu çalışma için yerel<br />

etik kurul izni alındı.<br />

HbA 1c düzeyleri Premier Hb9210 marka cihazda<br />

HPLC yöntemiyle orijinal kitleri kullanılarak analiz<br />

edildi. Açlık ve tokluk kan glukozu, kreatinin,<br />

trigliserid, total kolesterol ve HDL kolesterol değerleri<br />

hastanemiz rutin biyokimya laboratuvarında<br />

Roche PP800 otoanalizöründe Roche ticari<br />

kitleri kullanılarak fotometrik yöntemle tayin<br />

edildi. Serum LDL kolesterol düzeyleri ise Friedewald<br />

formulü [LDL-K=TK–(TG/5+HDL-K)] kullanılarak<br />

hesaplandı. İdrar protein ve mikroalbumin<br />

düzeyleri Roche PP800 otoanalizöründe<br />

orijinal Roche kitleri kullanılarak türbidimetrik<br />

yöntemle tayin edildi. TSH, serbest T3, serbest<br />

T4, B12 vitamini ve folik asit testleri Roche Cobas<br />

e-601 otoanalizöründe orijinal Roche kitleri kullanılarak<br />

elektrokemilüminesans yöntemle tayin<br />

edildi. Hemoglobin düzeyleri Sysmex XE-2100<br />

hemogram cihazında, sedimantasyon ise Diesse<br />

Ves cube matic 200 cihazında çalışıldı.<br />

Verilerin değerlendirilmesinde Statistical Package<br />

for the Social Sciences (SPSS, version 16.0, Chicago,<br />

IL, USA) istatistik programı kullanıldı. P


Tablo 1. Diyabetik hasta gruplarının ve sağlıklı kontrol grubunun demografik özellikleri ve biyokimyasal<br />

parametrelerinin karşılaştırılması<br />

Veriler<br />

Kontrol İyi kontrollü Kötü kontrollü p değeri<br />

(n=29) diyabet (n=24) diyabet (n=58)<br />

Yaş (yıl) 49,9±13,1 56,4±11,8 53,7±11,7 0,08<br />

HbA 1c (%) 4,9±0,34 5,96±0,37 8,4±1,67 0,00 a,b,c<br />

AKŞ (mg/dl) 90,13±14,63 107,41±21,57 186,84±72,03 0,00 a,b,c<br />

TKŞ (mg/dl) 95,3±15,69 153,53±63,47 282,65±98 0,00 a,b,c<br />

Kreatinin (mg/dl) 0,88±0,19 0,80±0,20 0,79±0,20 0,06<br />

Total Kolesterol (mg/dl) 190±44,09 194,33±44,39 193,91±43,34 0,78<br />

HDL Kolesterol (mg/dl) 48,31±10,7 52,9±14,89 46,46±15,16 0,24<br />

LDL Kolesterol (mg/dl) 116±35,47 114,87±37,80 111,08±36,07 0,80<br />

Trigliserid (mg/dl) 125,27±64 133,69±37,79 152,05±58,98 0,003 a<br />

Hemoglobin (g/dl) 14,40±2,21 14,13±1,69 13,86±1,95 0,41<br />

Mikroalbumin (mg/dl) - 9,2(1,19-243) 15,3(1,47-243,10) 0,05 b<br />

sT3 (pg/ml) 2,27±0,96 3,02±0,42 3,03±0,32 0,063<br />

sT4 (ng/dl) 1,8±1,07 1,2±0,14 1,2±0,2 0,482<br />

TSH (mIU/ml) 2,73±2,57 2,2±1,14 2,17±1,41 0,615<br />

Vitamin B12 (pg/ml) - 321±124 351±163 0.717<br />

Folik asit (ng/dl) - 9,7±1,7 10.28±4,08 0,371<br />

AKŞ: Açlık kan şekeri, HbA 1c: Hemoglobin A 1c, TKŞ: Tokluk kan şekeri, TSH: Tiroid stimulan hormonu, sT3: serbest T3, sT4: serbest<br />

T4<br />

a: Kontrol grubu ile kötü kontrollü diyabet grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır.<br />

b: Kötü kontrollü diyabet grubu ile iyi kontrollü diyabet grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır.<br />

c: Kontrol grubu ile iyi kontrollü diyabet grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır. Mikroalbumin/kreatinin değeri<br />

median (min-max); diğer parametreler ortalama ± SD olarak ifade edilmiştir.<br />

Kontrol grubunun mikroalbumin, B12 vitamini ve folik asit düzeyleri ölçülmemiştir.<br />

Kardiyovasküler hastalık ve diyabetik nefropati<br />

için yüksek kan basıncı ile artmış HbA1c seviyeleri<br />

risk faktörüdür (15). Başarılı glisemik kontrol,<br />

diyabetik hastalarda kardiyovasküler ve renal<br />

hastalığı önlemede önemli bir rol oynamaktadır.<br />

Zarini ve arkadaşları (16), yaptıkları bir çalışmada<br />

tip 2 diyabeti olan hastalarda kötü glisemik kontrolün<br />

ve hipertansiyonun proteinüri veya son<br />

dönem böbrek hastalığı progresyonuna katkıda<br />

bulunduğunu ortaya koymuşlardır.<br />

Diyabetes mellitus, anormal lipid profili ile ilişkilidir<br />

(17). Yapılan çalışmalarda diyabetli hastalarda<br />

dislipidemi insidansının yüksek olduğu gösterilmiştir<br />

(18). Total kolesterol, trigliserid, HDL ve<br />

LDL kolesterol konsantrasyonları kardiyovasküler<br />

hastalık indikatörleridir (19). Tip 2 diyabetli hastaların<br />

çoğu ılımlı hipertrigliseridemi ve düşük<br />

HDL kolesterol seviyeleri ile karakterize olup,<br />

hipertrigliseridemi koroner arter hastalığı için<br />

bağımsız bir risk faktörüdür (20). Yaptığımız çalışmada<br />

kötü kontrollü diyabet grubunun triglise-<br />

rid düzeylerinin, iyi kontrollü diyabet grubu ve<br />

kontrol gurubunun trigliserid düzeylerine göre<br />

yüksek olduğu tespit edildi. Kötü kontrollü diyabet<br />

grubunun trigliserid düzeyleri kontrol grubuna<br />

göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti.<br />

Başarılı glisemik kontrolün diyabetli hastalarda<br />

gözlenen dislipideminin düzelmesine yardımcı<br />

olduğunu gösteren bir çalışmada iyi glisemik<br />

kontrolün aterosklerozu ertelediği ve koroner<br />

kalp hastalığını önlediği ileri sürülmektedir<br />

(21).<br />

Yapılan çalışmalarda sıkı glisemik kontrolün diyabetli<br />

hastalarda tüm mortalite nedenlerini azaltmamasına<br />

rağmen 10% veya daha fazla oranda<br />

göreceli riskin azaldığı tespit edilmiştir (7). Bu<br />

çalışmada elde ettiğimiz veriler bize, diyabetik<br />

hastalarda başarılı glisemik kontrolün, trigliserid<br />

ve mikroalbumin düzeyi başta olmak üzere birçok<br />

parametreyi olumlu yönde etkileyebileceğini<br />

düşündürmektedir.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):51-54 53


KAYNAKLAR<br />

1. de Zeeuw D, Ramjit D, Zhang Z, Ribeiro AB, Kurokawa K,<br />

Lash JP, Chan J, Remuzzi G, Brenner BM, Shahinfar S.<br />

Renal risk and renoprotection among ethnic groups with<br />

type 2 diabetic nephropathy: a post hoc analysis of RE-<br />

NAAL. Kidney Int. 2006; 69: 1675-82.<br />

2. Mogensen CE. Microalbuminuria predicts clinical proteinuria<br />

and early mortality in non-insulin-dependent<br />

diabetes. N Eng J Med. 1984; 310: 356-360.<br />

3. Rutledge JC, Ng KF, Aung HH, Wilson DW. Role of triglyceride-rich<br />

lipoproteins in diabetic nephropathy. Nat<br />

Rev Nephrol. 2010; 6: 361-370.<br />

4. Stratton IM, Adler AI, Neil HA, Matthews DR, Manley SE,<br />

Cull CA, Hadden D, Turner RC, Holman RR. Association<br />

of glycaemie with macrovascular and microvascular<br />

complications type 2 diabetes (UKPDS 35): prospective<br />

observational study. BMJ. 2000; 321: 405-12.<br />

5. Khaw KT, Wareham N. Glycated hemoglobin as a marker<br />

of cardiovascular risk. Curr opin Lipidol. 2006; 17: 637-<br />

43.<br />

6. Selvin E, Ning Y, Steffes MW, Bash LD, Klein R, Wong TY,<br />

Astor BC, Sharrett AR, Brancati FL, Coresh J. Glycated<br />

hemoglobin and the risk of kidney disease and retinopathy<br />

in adults with and without diabetes. Diabetes. 2011;<br />

60: 298-305.<br />

7. Hemmingsen B, Lund SS, Gluud C, Vaag A, Almdal T,<br />

Hemmingsen C, Wetterslev J. Intensive glycaemic control<br />

for patients with type 2 diabetes: systematic review<br />

with meta-analysis and trial sequential analysis of randomised<br />

clinical trials. BMJ. 2011;343:d6898.<br />

8. Koenig RJ, Peterson CM, Kilo C, Cerami A, Williamson JR.<br />

Hemoglobin A1c as an indicator of the degree of glucose<br />

intolerance in diabetes. Diabetes. 1976; 25: 230-232.<br />

9. Herman WH, Fajans SS. Hemoglobin A1c for the diagnosis<br />

of diabetes: practical considerations. Pol Arch Med<br />

Wewn. 2010; 120: 37-40.<br />

10. True MW. Circulating biomarkers of glycemia in diabetes<br />

management and implications for personalized medicine.<br />

J Diabetes Sci Technol. 2009 1; 3: 743-747.<br />

11. American Diabetes Association. Standarts of medical<br />

care in diabetes-2009. Diabetes Care. 2009; 32(Suppl<br />

1):S13-61.<br />

12. Rodbard HW, Blonde L, Braithwaite SS, Brett EM, Cobin<br />

RH, Handelsman Y, Hellman R, Jellinger PS, Jovanovic<br />

LG, Levy P, Mechanick JI, Zangeneh F. American Association<br />

of Clinical Endocrinologists medical guidelines for<br />

clinical practice for the management of diabetes mellitus.<br />

AACE Diabetes Mellitus Clinical Practice Guidelines<br />

Task Force. Endocr Pract. 2007; 13 Suppl 1: 1-68.<br />

13. Niskanen L, Uusitupa M, Sarlund H, Siitonen O, Voutilainen<br />

E, Penttile I, Pyorala K. Microalbuminuria predicts<br />

the development of serum lipoprotein abnormalities favouring<br />

atherogenesis in newly diagnosed type 2 (noninsulin-dependent)<br />

diabetic patiens. Diabetologia. 1990;<br />

33: 237-43.<br />

14. Witte EC, Lambers Heerspink HJ, de Zeeuw D, Bakker SJ,<br />

de Jong PE, Gansevoort R. First morning voids are more<br />

reliable than spot urine samples to assess microalbuminuria.<br />

J Am Soc Nephrol. 2009; 20: 436-443.<br />

15. Ravid M, Brosh D, Ravid-Safran D, Levy Z, Rachmani R.<br />

Main risk factors for nephropathy in type 2 diabetes<br />

mellitus are plasma cholesterol levels, mean blood pressure,<br />

and hyperglycemia. Arch Intern Med. 1998 11;<br />

158: 998-1004.<br />

16. Zarini GG, Exebio JC, Gundupalli D, Nath S, Huffman FG.<br />

Hypertension, poor glycemic control, and microalbuminuria<br />

in Cuban Americans with type 2 diabetes. Int J<br />

Nephrol Renovasc Dis. 2011; 4: 35-40.<br />

17. AlAdsani A, Memon A, Suresh A. Pattern and Determinants<br />

of Dyslipedemia in Type 2 Diabetes Mellitus patients<br />

in Kuwait. Acta Diabetol. 2004; 41:1295.<br />

18. Naheed T, Khan A, Masood G, Yunus BB, Chaudry MA.<br />

Dyslipedemias in type II diabetes mellitus patients in a<br />

teaching hospital of Lahore, Pakistan. Pak J Sci. 2003;<br />

19: 2836.<br />

19. Thomas RM. Oxidative stress and lipid in diabetes. A<br />

role in endothelium vasodilator dysfunction. Vasc Med.<br />

2002; 1: 195–204.<br />

20. Ginsberg HN. Identification and treatment of hypertriglyceridemia<br />

as a risk factor for coronary heart disease.<br />

Curr Cardiol Rep. 1999; 1: 2337.<br />

21. Agbola Abu CF, Ohwovoriole AE, Akinlade KS. The effect<br />

of glycaemic control on the prevalence and pattern of<br />

dyslipedemia in Nigerian patients with newly diagnosed<br />

noninsulin dependent diabetes. West Afr J Med. 2000;<br />

19: 275.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):51-54 54


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.03522<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalsetin Serum Kalsiyum, Fosfor, ve Paratiroid<br />

Hormon Düzeylerine Etkisi<br />

The effect of Cinacalcet on Serum Calcium, Phosphorus and Parathyroid Hormone in<br />

Hemodialysis Patients<br />

Erkan Şengül 1 , Selma Satılmışoğlu 2 , Aysun Şengül 3 , Sevim Dindar 4<br />

1 Düzce Atatürk Devlet Hastanesi Nefroloji Bölümü, Düzce<br />

2 Özel Düzce Diyaliz Merkezi, Düzce<br />

3 Düzce Atatürk Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü, Düzce<br />

4 Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü, Düzce<br />

Özet<br />

Amaç: Bu çalışmanın amacı hemodiyaliz hastalarında sinakalset<br />

kullanımının serum kalsiyum, fosfor ve paratiroid<br />

hormon üzerindeki etkisini incelemektir.<br />

Yöntem: Çalışma, 15 (9 E, 6 K) hemodiyaliz hastasında yapıldı.<br />

3 ay süre ile sinakalset kullanan hastaların retrospektif<br />

olarak dosyaları incelendi. Biyokimya tetkikleri ve kan basıncı<br />

kayıtları kaydedildi. İstatistiksel analizler SPSS v 15 ile gerçekleştirildi.<br />

Bulgular: Serum kalsiyum, kalsiyum x fosfor ürünü ve paratiroid<br />

hormon düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı azalmalar<br />

saptandı (sırasıyla P=0.001, P=0.04 ve P=0.009). Fosfor<br />

düzeyi azalmakla birlikte farklılık istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmadı. Üç hastada bulantı, üç hastada ise bulantı ve<br />

kusma gözlendi. Ayrıca üç hastada kalsiyum seviyesi 8<br />

mg/dl’nin altına düştü.<br />

Sonuç: Sinakalset hemodiyaliz hastalarında serum kalsiyum,<br />

kalsiyum x fosfor ürünü ve paratiroid hormon düzeylerini<br />

anlamlı olarak azaltmaktadır. Tedavi sırasında bulantı, kusma<br />

ve hipokalsemi sık görülmektedir. Ancak, daha fazla hasta<br />

üzerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Anahtar Kelimeler: Hiperparatiroidizm, sinakalset, hemodiyaliz.<br />

Abstract<br />

Background: The purpose of this study is to examine the<br />

effect of cinacalcet on serum calcium, phosphorus, and<br />

parathyroid hormone in hemodialysis patients.<br />

Method: This study was performed in 15 hemodialysis patients.<br />

The medical records of patients taking cinacalcet for<br />

three months were examined. Biochemical tests and blood<br />

pressure were recorded. The statistical analysis was performed<br />

using SPSS v 15.0. P< 0.05 was considered statistically<br />

significant.<br />

Results: There were statistically significant decreases in<br />

calcium, calcium x phosphorus product and parathyroid<br />

hormone levels (P=0.001, P=0.04 and P=0.009 respectively).<br />

Phosphorus level was reduced but not significantly. Nausea<br />

was observed in three patients, nausea and vomiting in<br />

three patients, as well as hypocalcaemia.<br />

Conclusion: Cinacalcet significantly reduced serum calcium,<br />

calcium x phosphorus product, and parathyroid hormone<br />

levels in hemodialysis patients. Nausea, vomiting, and hypocalcaemia<br />

often develop during the therapy. However,<br />

further studies are needed in larger patients.<br />

Keywords: Hyperparathyroidism, cinacalcet, hemodialysis.<br />

Giriş<br />

Kronik böbrek hastalığı (KBH) seyrinde gelişen<br />

mineral kemik bozukluklarında hipokalsemi, hiperfosfatemi,<br />

serum paratiroid hormon (PTH)<br />

düzeyinde yükselme ve paratiroid bez hiperplazisi<br />

gibi çeşitli biyokimyasal ve patolojik anomalilere<br />

sıklıkla rastlanmaktadır (1). Hemodiyaliz hastalarında,<br />

kalsiyum, fosfor ve PTH bozukluklarının<br />

morbidite ve mortalite artışı ile ilişkili olduğu<br />

bilinmektedir (2). Bu hasta grubunda sekonder<br />

hiperparatiroidizm genellikle fosfor bağlayıcı<br />

ilaçlar ve D vitamini ile tedavi edilmektedir (3).<br />

Ancak, D vitamininin intestinal kalsiyum ve fosfor<br />

emilimini artırması ve kalsiyum içeren fosfor<br />

bağlayıcılarının kullanımı ile hastaların önemli bir<br />

kısmında hedeflenen kalsiyum, fosfor ve PTH<br />

seviyelerine ulaşılamamaktadır (4).<br />

Kalsimimetik bir ilaç olan sinakalset, kalsiyum<br />

reseptörünün pozitif allosterik modulatörü olup,<br />

hücre dışı kalsiyuma reseptörün duyarlılığını artırarak<br />

etki etmektedir. Sonuçta, serum kalsiyum,<br />

fosfor, kalsiyum x fosfor (CaxP) ürününü artırmaksızın<br />

PTH salınımını azaltmaktadır (5,6). Sinakalset,<br />

2004 yılından itibaren yurtdışında kullanılmaktadır.<br />

Ülkemizde 2010 yılı Ekim ayında<br />

kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Bu çalışmanın amacı, takip ettiğimiz hemodiyaliz<br />

hastalarında sinakalset kullanımının serum kalsiyum,<br />

fosfor, CaxP ürünü ve PTH seviyeleri üzerindeki<br />

etkilerini değerlendirmektir.<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Dr. Erkan ŞENGÜL, Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi / Kocaeli Telefon: : 0262 2335500 E-posta: dr.erkansengul@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received : Şubat / Feb 11, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 05, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması / Conflict Of Interest: Yok /None<br />

55


Şengül E ve ark.<br />

Materyal ve Metod<br />

Hastalar<br />

Çalışmada son dönem böbrek yetmezliği (SDBY)<br />

nedeniyle en az 3 ay hemodiyalize giren ve 3 ay<br />

süre ile sinakalset kullanan 15 hastanın retrospektif<br />

olarak dosya incelemesi yapıldı. Hastaların<br />

rutin laboratuar bulguları kaydedildi. Hastalar<br />

haftada üç gün, dört saat süre ile sentetik polinefron<br />

yapıda, hastanın vücut yüzey alanına göre<br />

efektif yüzey alanı 1.5-1.9 m2 arasında değişen<br />

XENIUM XPH high-flux hemodiyalizör (150-190),<br />

standart heparinizasyon ve Fresenius 4008 S ve<br />

4008 B marka hemodiyaliz cihazları ile hemodiyalize<br />

alınmışlardı. Hastaların tamamı arteriyovenöz<br />

fistül yolu ile 300 ml/dakika ve üzerinde kan akımı<br />

ile diyalize girmişti.<br />

Hastaların tümü 1.2 gr/kg/gün protein, 4 gr NaCl,<br />

2 gr potasyum, 600 mg fosfor, 1000 mg kalsiyum<br />

içeren diyet, peroral B-C komplex vitamini, haftada<br />

3 gr levokarniten kullanmıştı. Bunun yanında<br />

aylık laboratuar ve klinik takiplerine göre;<br />

esansiyel aminoasit, oral fosfor bağlayıcıları, aktif<br />

D vitamini, antihipertansif tedavi ve intravenöz<br />

demir sükroz (2700 mg) ile tedavi edilmişti.<br />

Hastaların kan basıncı ölçümleri ERKA sphygmomanometer<br />

aleti ile yapılmıştı. Hemodiyaliz seansına<br />

başlamadan önce ölçülen kan basıncı değerleri<br />

olarak Korotkoff’un 1.sesi sistolik kan<br />

basıncı ve Korotkoff’un 5. sesi diastolik kan basıncı<br />

şeklinde kaydedilmişti.<br />

Sinakalset kullanım kriterleri 1.25 mmol/L kalsiyum<br />

içeren diyalizat kullanımına rağmen serum<br />

albumin düzeyine göre düzeltilmiş kalsiyum düzeyi<br />

>10.5 mg/dl ve PTH düzeyi>700 pgr/mmol<br />

veya serum fosfor ve kalsiyum x fosfor düzeyinden<br />

bağımsız olarak PTH düzeyinin 1000<br />

pgr/ml’nin üzerinde olması şeklinde belirlenmişti.<br />

Daha önce sinakalset kullanımı, son üç ay içinde<br />

paratiroidektomi öyküsü, Kt/V


Şengül E ve ark.<br />

mg olduğu, kusma yakınması olan bir hastada<br />

kalsiyum değerinin 8 mg/dl’nin altında olduğu<br />

saptandı. 30 mg kullanan hastalarda herhangi bir<br />

yakınma gelişmediği tespit edildi. Gastrointestinal<br />

(GIS) yakınmalarının kısa süreli olduğu ve ilaç<br />

dozunun azaltılması ile düzeldiği ve tedavinin<br />

kesilmesini gerektirmediği saptandı. Üç hastada<br />

kalsiyum seviyesinin 8 mg/dl’nin altına düştüğü<br />

ve ilacın kesildiği tespit edildi. Bu hastalardan<br />

ikisinde ilaç dozunun 60 mg/gün, birinde 30<br />

mg/gün olduğu ve iki hastanın D vitamini almakta<br />

olduğu gözlendi. Ancak, D vitamini kullanılan<br />

hastalarda sinakalset dozunun 60 mg/gün olduğu;<br />

D vitamini dozunun düşük (2 mcgr/hafta)<br />

olduğu ve aradaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı<br />

olmasa da D vitamini alan grupta kalsiyum<br />

düzeyinin daha düşük olduğu saptandı.<br />

Verilerin analizinde, tedavi öncesi ve tedavi sonrası<br />

serum kreatinin, düzeltilmiş kalsiyum, Ca x P<br />

ürünü ve PTH düzeylerinde istatistiksel olarak<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalset Kullanımı<br />

anlamlı azalmalar saptandı. Fosfor düzeyi azalmakla<br />

birlikte farklılık istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmadı (Tablo 1). D vitamini kullanımına göre<br />

yapılan alt grup analizlerinde D vitamini kullanan<br />

hastalarda PTH seviyesindeki azalmanın daha<br />

fazla olduğu saptandı (Sırasıyla ortanca değerleri<br />

363.50 ve 190 pgr/ml). Ancak, aradaki farklılık<br />

istatistiksel olarak anlamlı değildi (P=0.64). Düzeltilmiş<br />

kalsiyum değerlerinin D vitamini almayan<br />

hastalarda daha fazla azalmakla birlikte (sırasıyla<br />

1.49±0.53 ve 1.04±1.04, ortanca değeri:<br />

1.08 mg/dl) aradaki farklılığın istatistiksel olarak<br />

anlamlı olmadığı gözlendi (P=0.42). CaxP ürününün<br />

D vitamini almayan hastalarda daha fazla<br />

azaldığı (10.75±11.19, ortanca değeri 7.23 ve<br />

9.92±21.88, ortanca değeri 7.46 mg/dl) saptandı.<br />

Ancak aradaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmadı (P=0,72). D vitamini alan ve almayan<br />

hastaların klinik ve laboratuar bulguları tablo<br />

2’de sunulmuştur.<br />

Tablo 1. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası laboratuar bulguları ve kan basıncı değerleri<br />

Tedavi öncesi Tedavi sonrası P*<br />

BUN (mg/dl) 78.84±17.74 71.27±20.31 0.09<br />

Kreatinin (mg/dl) 9.94±1.85 8.44±1.10 0.002*<br />

Kt/V 1.68±0.33 1.55±0.26 0.06<br />

URR (%) 72.73±8.04 69.73±6.60 0.11<br />

Düzeltilmiş kalsiyum (mg/dl) 9.66±0.87 8.41±0.66 0.001*<br />

Fosfor (mg/dl) 5.95±1.44 5.66±1.58 0.46<br />

Kalsiyum x fosfor (mg 2 /dl 2 ) 58.03±16.78 47.72±15.22 0.041*<br />

Paratiroid hormon (pg/ml) 1715.9±723.4 1237.4±724.8 0.009*<br />

Albümin (gr/dl) 3.54±0.60 3.81±0.22 0.21<br />

Sistolik kan basıncı (mmHg) 125.33±17.26 122.00±18.20 0.52<br />

Diastolik kan basıncı (mmHg) 74.66±9.90 75.33±10.60 0.90<br />

* P


Şengül E ve ark.<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalset Kullanımı<br />

Tablo 2. D vitamini alan ve almayan hastaların klinik ve laboratuar bulguları<br />

D vitamini almayan hastalar D vitamini alan hastalar<br />

Yaş (yıl) 55.00±13.11 43.00±12.87<br />

Süre (ay) 75.42±35.13 84.75±47.40<br />

BUN (mg/dl) 75.88±19.15 78.72±17.02<br />

Kreatinin (mg/dl) 9.18±1.92 10.60±1.61<br />

Kt/V 1.61±0.32 1.75±0.35<br />

URR (%) 71.57±8.81 73.75±7.27<br />

Düzeltilmiş kalsiyum (mg/dl) 10.08±0.62 9.31±0.93<br />

Fosfor (mg/dl) 6.41±1.68 5.54±1.14<br />

Kalsiyum x fosfor (mg2/dl2) 64.80±18.55 52.11±13.51<br />

Paratiroid hormon (pg/ml) 1389.85±271.30 2001.25±885.55<br />

Albumin (gr/dl) 3.50±0.71 3.57±0.52<br />

Sistolik kan basıncı (mmHg) 132.85±18.89 118.75±13.56<br />

Diastolik kan basıncı (mmHg) 77.14±11.12 72.50±8.86<br />

Kidney Foundation–Kidney Disease Outcomes<br />

Quality Initiative (K/DOQI) tarafından 2003 yılında<br />

yayınlanan KBH’da kemik metabolizması ve<br />

hastalıkları ile ilgili klavuzda SDBY hastalarında<br />

hedef düzeltilmiş kalsiyum, fosfor, kalsiyum fosfor<br />

ürünü ve PTH değerleri sırası ile 8.4-9.5<br />

mg/dl, 3.5-5.5 mg/dl, < 55 mg 2 /dl 2 ve 150-300<br />

pgr/ml olarak önerilmiştir ( 13).<br />

Ancak, bu hastalarda genellikle K/DOQI tarafından<br />

belirlenen hedeflere ulaşılamamaktadır (8).<br />

Diyette fosfor kısıtlanması ve diyaliz uygulanması<br />

hiperfosfatemi kontrolünde genellikle yetersiz<br />

olup çoğu hastanın fosfor bağlayıcı ilaçlara ihtiyacı<br />

olmaktadır. Aluminyum içeren fosfor bağlayıcılar<br />

anemi, miyopati, demans ve düşük döngülü<br />

kemik hastalığı nedeniyle artık kullanılmamaktadır.<br />

Hemodiyaliz hastalarında kalsiyum içeren<br />

fosfor bağlayıcıların arteriyel kalsifikasyon ile<br />

ilişkili olduğu saptanmıştır. Hiperfosfatemi ve<br />

hiperkalsemi gelişimi kalsitriol kullanımını sınırlandırmaktadır.<br />

D vitamini analoglarının kullanımında<br />

da hiperkalsemi ve Ca x P ürüründe artış<br />

gelişebilmektedir (4,14,15).<br />

Kalsimimetik ilaçlar, sekonder hiperparatiroidizm<br />

tedavisinde alternatif bir yaklaşım olmuştur.<br />

Paratiroid bezinde PTH salınımını düzenleyen<br />

kalsiyum duyarlı reseptörleri direkt uyararak etki<br />

etmektedir (16). Sinakalset ile yapılan çalışmalarda,<br />

kötü kontrollü diyaliz hastalarında PTH<br />

düzeyini anlamlı olarak azaltması yanında serum<br />

kalsiyum, fosfor ve Ca x P ürünü seviyesini de<br />

düşürdüğü saptanmıştır (17).<br />

Bizim çalışmamızdaki sonuçlar literatür ile uyumlu<br />

bulunmuştur. Çalışmamızdaki hastaların tedavi<br />

öncesi verileri incelendiğinde düzeltilmiş kalsiyum,<br />

fosfor, Ca x P ürünü ve PTH düzeylerinin<br />

K/DOQI hedeflerinin üzerinde olduğu görülmektedir.<br />

Tedavi sonrası sonuçlar kalsiyum ve Ca x P<br />

ürünü değerlerinin hedef sınırlar içinde olduğunu<br />

göstermektedir. Fosfor düzeyleri azalmakla birlikte<br />

hedef düzeylere gerilememiştir. PTH seviyesinde<br />

de anlamlı azalmalar sağlanmakla birlikte<br />

K/DOQI tarafından önerilen düzeye ulaşmamıştır.<br />

Sinakalset ile birlikte D vitamini kullanımı ile PTH<br />

düzeyinin daha fazla baskılandığı ve PTH ve Ca x<br />

P ürünü hedef değerlerine daha fazla hastada<br />

ulaşılabildiği belirtilmektedir (18). Bizim çalışmamızda<br />

istatistiksel olarak anlamlı olmasa da D<br />

vitamini alan hastalarda PTH düzeyinin daha<br />

azaldığı saptanmıştır. Bu sonuç, D vitamininin<br />

PTH sekresyonu üzerindeki etkisi ile ilişkilidir.<br />

Kalsiyum, fosfor ve Ca x P ürünü düzeyleri uygun<br />

olan hastalarda sinakalset ile birlikte D vitamini<br />

kullanımı ile hedef değerlere ulaşmak daha<br />

mümkün olabilir.<br />

Sinakalset ile tedavi edilen hastalarda, bulantı,<br />

kusma, diare, baş ağrısı, asteni ve hipokalsemi<br />

gibi çeşitli yan etkiler gelişmektedir. Bir çalışmada<br />

sinakalset kullanılan hastaların %30’unda bulantı,<br />

%23’de kusma ve %24’de ishal olmak üzere<br />

GIS yakınmaları gelişmiştir. Hastaların yakınmaları<br />

genellikle hafif orta düzeyde ve kısa süre devam<br />

etmiş; sadece, hastaların %9’unda tedavinin<br />

kesilmesi gerekmiştir. Hastaların %5’inde 7.5<br />

mg/dl’nin altında geçici hipokalsemi gelişmiş ve<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):55-60 58


Şengül E ve ark.<br />

tedavi planındaki değişiklikler ile düzelmiştir (17).<br />

Bir başka çalışmada da, plasebo grubuna göre<br />

GIS yakınmaları anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur<br />

(bulantı %32, kusma %30). GIS yakınmaları<br />

hafif orta düzeyde ve kısa süreli gelişmiştir.<br />

Serum kalsiyumu %5 hastada 7.5 mg/dl’nin altına<br />

inmiştir. Hastaların %5’inden daha azında tedavinin<br />

kesilmesi gerekmiştir (6). Bizim hastalarımızın<br />

%40’ında bulantı, %20’sinde kusma ve %20’sinde<br />

hipokalsemi gözlenmiştir. İlaç dozunun azaltılması<br />

ile GIS yakınmaları düzelmiştir. Hipokalsemi<br />

gelişen hastalarda D vitamininin düşük dozlarda<br />

kullanılması; sinakalset dozunun daha yüksek<br />

olması ve D vitamini alan hastalarda kalsiyum<br />

düzeyinin daha düşük olmasının hipokalsemi<br />

gelişiminde etkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalset Kullanımı<br />

Sonuç olarak bulgularımız literatür ile uyumludur.<br />

Sinakalset hemodiyaliz hastalarında PTH<br />

baskılanmasında etkilidir. Ayrıca, CaxP ürünü<br />

düzeyini anlamlı olarak azaltmaktadır. Bulantı,<br />

kusma gibi kısa süreli yan etkiler gelişebilmektedir.<br />

Hipokalsemi açısından hastaların izlenmesi<br />

gerekmektedir. Ancak, daha fazla hasta üzerinde<br />

yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Çalışmanın sonuçlarında tedavi sonrası kreatinin<br />

düzeyindeki azalma ile ilgili olarak literatürde bir<br />

bilgi elde edilememiş ve bu sonuç yorumlanamamıştır.<br />

Çalışmamızın retrospektif planı, hasta sayısının az<br />

olması ve kontrol grubunun olmaması gibi sınırlayıcı<br />

özellikleri mevcuttur.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Moe SM, Drüeke T, Lameire N, Eknoyan G. Chronic<br />

kidney disease-mineral-bone disorder: a new paradigm.<br />

Adv Chronic Kidney Dis 2007; 14: 3-12.<br />

2. Block GA, Klassen PS, Lazarus JM, Ofsthun N, Lowrie EG,<br />

Chertow GM. Mineral metabolism, mortality, and morbidity<br />

in maintenance hemodialysis. J Am Soc Nephrol<br />

2004; 15: 2208–2218.<br />

3. Manley HJ, Garvin CG, Drayer DK, Reid GM, Bender WL,<br />

Neufeld TK, Hebbar S, Muther RS. Medication prescribing<br />

patterns in ambulatory haemodialysis patients:<br />

comparisons of USRDS to a large not-for-profit dialysis<br />

provider. Nephrol Dial Transplant 2004; 19: 1842–1848.<br />

4. Komaba H, Tanaka M, Fukagawa M. Treatment of<br />

Chronic Kidney Disease-Mineral and Bone Disorder<br />

(CKD-MBD). Inter Med 2008; 47: 989-994.<br />

5. Nagano N. Pharmacological and clinical properties of<br />

calcimimetics: calcium receptor activators that afford an<br />

innovative approach to controlling hyperparathyroidism.<br />

Pharmacol Ther 2006; 109: 339–365.<br />

6. Block GA, Martin KJ, de Francisco AL, Turner SA, Avram<br />

MM, Suranyi MG, Hercz G, Cunningham J, Abu-Alfa AK,<br />

Messa P, Coyne DW, Locatelli F, Cohen RM, Evenepoel<br />

P, Moe SM, Fournier A, Braun J, McCary LC, Zani VJ, Olson<br />

KA, Drüeke TB, Goodman WG. Cinacalcet for secondary<br />

yperparathyroidism in patients receiving hemodialysis.<br />

N Engl J Med 2004; 350: 1516–1525.<br />

7. Ganesh SK, Stack AG, Levin NW, Hulbert-Shearon T, Port<br />

FK. Association of elevated serum PO(4), CaxPO(4)<br />

product, and parathyroid hormone with cardiac mortali<br />

ty risk in chronic haemodialysis patients. J Am Soc<br />

Nephrol 2001;12: 2131–2138.<br />

8. Noordzij M, Korevaar JC, Boeschoten EW, Dekker FW,<br />

Bos WJ, Krediet RT. The K/DOQI guideline for bone metabolism<br />

and disease in CKD: association with mortality<br />

in dialysis patients. Am J Kidney Dis 2005; 46: 925–932.<br />

9. London GM, Marty C, Marchais SJ, Guerin AP, Metivier<br />

F, de Vernejoul MC. Arterial calcifications and bone histomorphometry<br />

in end-stage renal disease. J Am Soc<br />

Nephrol 2004; 15: 1943–1951.<br />

10. Braun J, Oldendorf M, Moshage W, Heidler R, Zeitler E,<br />

Luft FC. Electron beam computed tomography in the<br />

evaluation of cardiac calcification in chronic dialysis patients.<br />

Am J Kidney Dis 1996; 27: 394–401.<br />

11. Wang AY, Wang M, Woo J, Lam CW, Li PK, Lui SF, Sanderson<br />

JE. Cardiac valve calcification as an important<br />

predictor for all-cause mortality and cardiovascular<br />

mortality in long-term peritoneal dialysis patients: a<br />

prospective study. J Am Soc Nephrol 2003; 14: 159–168.<br />

12. Moe SM, O'Neill KD, Duan D, Ahmed S, Chen NX, Leapman<br />

SB, Fineberg N, Kopecky K. Medial artery calcification<br />

in ESRD patients is associated with deposition of<br />

bone matrix proteins. Kidney Int 2002; 61: 638–647.<br />

13. National Kidney Foundation: K/DOQI Clinical Practice<br />

Guidelines for Bone Metabolism and Disease in Chronic<br />

Kidney Disease. Am J Kidney Dis 2003 (suppl 3); 42: S1-<br />

S202.<br />

14. Goodman WG, Goldin J, Kuizon BD, Yoon C, Gales B,<br />

Sider D, Wang Y, Chung J, Emerick A, Greaser L, Elashoff<br />

RM, Salusky IB. Coronary-artery calcification in young<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):55-60 59


Şengül E ve ark.<br />

Hemodiyaliz Hastalarında Sinakalset Kullanımı<br />

adults with end-stage renal disease who are undergoing<br />

dialysis. N Engl J Med 2000; 342: 1478-1483.<br />

15. Goodman WG. Recent developments in the management<br />

of secondary hyperparathyroidism. Kidney Int<br />

2001; 59: 1187–1201.<br />

16. Messa P, Macario F, Yaqoob M, et al. Assessing a New<br />

Cinacalcet (Sensipar/Mimpara) Treatment Algorithm for<br />

Secondary Hyperparathyroidism. Clin J Am Soc Nephrol<br />

2008; 3: 36–45.<br />

17. Lindberg JS, Culleton B, Wong G, Borah MF, Clark RV,<br />

Shapiro WB, Roger SD, Husserl FE, Klassen PS, Guo MD,<br />

Albizem MB, Coburn JW. Cinacalcet HCl, an oral calcimimetic<br />

agent for the treatment of secondary hyperparathyroidism<br />

in hemodialysis and peritoneal dialysis:<br />

A randomized double-blind, multicenter study. J Am<br />

Soc Nephrol 2005; 16: 800–807.<br />

18. Fishbane S, Shapiro WB, Corry DB, Vicks SL, Roppolo M,<br />

Rappaport K, Ling X, Goodman WG, Turner S, Charytan<br />

C. Cinacalcet HCl and concurrent low-dose vitamin D<br />

improves treatment of secondary hyperparathyroidism<br />

in dialysis patients compared with vitamin D alone: the<br />

ACHIEVE study results. Clin J Am Soc Nephrol 2008; 3:<br />

1718-1725.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):55-60 60


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.47955<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

İdrar Yolu Enfeksiyonu Şüpheli Hastalarda Tam İdrar Analizi ve Kültür Sonuçlarının<br />

Performans Değerlendirmesi<br />

Performance evaluation of urinanalysis and culture results in patients suspected urinary tract<br />

infection<br />

Aynur Gülcan 1 , Gülperi Çelik 2 , Erim Gülcan 3 , Zeliha Cansever 4 , Dursun Murat Aladağ 5<br />

1<br />

Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarı, Erzurum<br />

2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu <strong>Tıp</strong> Fakültesi. Nefroloji Ana Bilim Dalı, Konya<br />

3 Atatürk Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Yakutiye Araştırma Hastanesi Nefroloji Ana Bilim Dalı, Erzurum<br />

4 Atatürk Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, <strong>Tıp</strong> Eğitimi B.D. Erzurum.<br />

5 Atatürk Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Erzurum<br />

Özet<br />

Amaç: İdrar yolu enfeksiyonlarının (İYE) ön tanısında hızlı bir<br />

test olarak kullanılan tam idrar analizinin, daha uzun zaman<br />

alan kültür sonuçları ile karşılaştırılarak duyarlılık ve özgüllük<br />

oranlarının belirlenmesi.<br />

Yöntem: Kütahya Devlet Hastanesi nefroloji polikliniğine<br />

başvuran idrar yolu enfeksiyonu ön tanısı alan hastalara<br />

öncelikle idrarın kimyasal ve mikroskopik analizi uygulandı.<br />

Tam otomatik idrar analizörü (iQ 200 IRIS Diagnostics, U.S.A)<br />

kullanılarak yapılan lökosit esteraz, nitrit, proteinüri veya<br />

mikroskopik analiz sonuçlarından biri veya birkaçı pozitif<br />

olan hastalardan idrar kültürü istemi yapıldı. Piyüri varlığında<br />

>=10 3 cfu/ml üreme ve piyürili/piyürisiz >=10 5 cfu/ml saf<br />

üreme kültür (+) olarak kabul edildi. Sonuçlar istatistiksel<br />

olarak karşılaştırıldı.<br />

Bulgular: Tamamı semptomatik olan toplam 141 hastanın 75<br />

(%53,2)’inde idrar kültürü (+) idi. Lökosit esteraz, nitrit,<br />

piyüri ve proteinüri testlerinin pozitif prediktif değerleri<br />

sırasıyla %55.4, %78.5, %52.9, %48.2 olarak bulunurken<br />

negatif prediktif değerleri sırasıyla %60, %57, %40, %39.3<br />

olarak hesaplandı. Duyarlılık düzeyi en yüksek test piyüri<br />

(%96), özgüllük düzeyi en yüksek test ise (%86,4) nitrit testi<br />

idi.<br />

Sonuç: Klinik olarak İYE ile uyumlu hastalar için lökosit esteraz,<br />

piyüri ve nitrit testleri tek başlarına tanı koymak için<br />

yeterli olmayıp lökosit ve nitrit testleri birlikte değerlendirilmeli,<br />

kültür sonuçları ile mutlak korelasyon beklenmemelidir.<br />

Strip testlerinde yanlış pozitiflik ya da negatiflikler, muhtemel<br />

steril piyüri nedenleri ve kültürde değerlendirme dışı<br />

bırakılabilen çok düşük koloni sayıları (


Gülcan A ve ark.<br />

anomalisi veya sistemik hastalık bulunurken,<br />

nonkomplike olanda ise altta yatan bir hastalık<br />

veya anomali yoktur (2,3).<br />

ÜSİ genel toplumda en sık görülen bakteriyel<br />

enfeksiyon olduğu belirtilmektedir (3). Amerika<br />

Birleşik Devletlerinde yılda en az 250 000 akut<br />

pyelonefrit geliştiği bildirlmektedir. Genç ve seksüel<br />

aktif kadınlarda sistit sıklığı yaklaşık kişi başına<br />

yıllık 0,5 atak olup, bunun % 27-44’ü normal<br />

idrar yolu olan sağlıklı kadınlarda gelişir. Elli yaşın<br />

altındaki erkeklerde İYE sıklığı çok azdır ve 10 000<br />

kişide 5-8’ dir. Komplike İYE yaklaşık 1000’de 5<br />

oranında görülmektedir. Ve bunların % 88’ i kateterle<br />

ilişkili bulunmuştur. Nazokomiyal İYE ise 1<br />

milyondan fazla gelişmektedir (3).<br />

Yukarıdaki belirtilen oranlar göz önüne alındığında<br />

bu infeksiyonların tanısı, önlenmesi ve tedavisi<br />

büyük önem kazanmaktadır. Bir de bunlara<br />

ekonomik boyutta ilave olursa durum daha da<br />

önemli hale gelmektedir. Yapılan çalışmalarda 7<br />

000 000 polikliniğe başvuru, 1 000 000 acil kliniğine<br />

başvuru ve 100 000’den fazla yatışa neden<br />

oldukları ifade edilmektedir (4).<br />

ÜSİ’larının semptomları tanının konmasında<br />

önem taşımakla birlikte, semptomu olupta gerçekten<br />

infeksiyonu olmayan hastalarda olabilmektedir<br />

(2). Yani her zaman klinikle laboratuar<br />

uyumlu olmamaktadır. İYE’de pollaküri, idrara<br />

ani sıkışma hissi, dizüri, idrar akımında yavaşlama,<br />

noktüri, suprapubik ve/veya belde ağrı gibi<br />

yakınmalar görülebilmektedir (5). Laboratuar<br />

bulgular ise piyüri, bakteriüri, lökosit esteraz<br />

pozitifliği, nitrit pozitifliği ve idrar kültürü ve bakteriyemi<br />

düşünülüyorsa kan kültüründe patojen<br />

bakteri üremesidir (6,7).<br />

Yapılan çalışmalarda idrar analizi ile tespit edilen<br />

piyüri, proteinüri, nitrit ve lökosit esterazın pozitifliği<br />

ile kültürde üreme arasında her zaman<br />

pozitif korelasyonun olmayabileceği belirtilmektedir<br />

(8,9). Bizim bu çalışmadaki amacımız tam<br />

idrar analizi ile idrar kültürünün İYE’da tanısal<br />

değerlerinin ve performanslarının değerlendirilmesiydi.<br />

Materyal ve Metod<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):61-64<br />

İdrar yolu enfeksiyonlarında idrar kültürü<br />

Kütahya Devlet Hastanesi nefroloji polikliniğine<br />

Kasım 2009-Nisan 2010 tarihleri arasında başvuran<br />

semptomatik idrar yolu enfeksiyonu ön tanısı<br />

alan hastalara öncelikle tam otomatik idrar analizörü<br />

(iQ 200 IRIS Diagnostics, U.S.A) kullanılarak<br />

idrarın kimyasal ve mikroskopik analizi yapıldı.<br />

Dipstik testlerinden lökosit esteraz, nitrit, proteinüri<br />

veya mikroskopik analizde lökositüri testlerinden<br />

biri veya birkaçı pozitif olan hastalardan<br />

idrar kültürü istemi yapıldı.<br />

Piyüri ve hematüri için ayrıca idrar örnekleri manuel<br />

olarak 3000 devirde 3 dakika santrifüj edilerek,<br />

X400 büyütmede her alanda ≥5 beyaz küre,<br />

≥3 eritrosit varlığında bu testler pozitif kabul<br />

edildi. Ayrıca proteinüri, üriner dipstik testinde<br />

protein pozitifliği (1+ ile 3+ olanların tamamı)<br />

olarak tanımlandı. Piyüri varlığında ≥10 3 cfu/ml<br />

üreme olması veya piyüri (+) ya da (–) olan hastalarda<br />

≥10 5 cfu/ml koloni sayısı kültür (+) İYE olarak<br />

kabul edildi. İzole edilen bakteriler konvansiyonel<br />

yöntemlerle tanımlandı, bu şekilde tanımlanamayan<br />

izolatlar tam otomatize identifikasyon<br />

ve antibiyogram cihazı (VİTEK 2 compact Biomerioux,<br />

Fransa) ile tanımlandı.<br />

Sonuçlar SPSS 15,0 istatistik programında ki-kare,<br />

fisher-exact testleri ve Pearson korelasyon analizi<br />

ile değerlendirildi ve p değerinin


Gülcan A ve ark.<br />

İdrar yolu enfeksiyonlarında idrar kültürü<br />

Tablo 1. Tam idrar analizi ve kültür sonuçlarının karşılaştırılması<br />

KÜLTÜR (+) KÜLTÜR (-)<br />

% Duyarlılık<br />

(%95 güven aralığı)<br />

% Özgüllük<br />

(%95 güven aralığı)<br />

N (%) N (%) P değeri<br />

Lökosit esteraz<br />

Pozitif (n:121) 67 (55,4) 54 (44,6) 0,233 89,3 (80,0- 95,3) 18,2 (9,7 - 29,6)<br />

Negatif (n:20) 8 (40) 12 (60)<br />

Nitrit<br />

Pozitif (n:41) 32 (78) 9 (22)


Gülcan A ve ark.<br />

değerlere sahip olduğunu bulmuşlardır (13). Bizim<br />

çalışmamızda bu tetkikler arasında kültürle<br />

en yakından ilişkili olan test dipstick nitrit testi<br />

olarak belirlenmiştir.<br />

Sonuç olarak, kliniği İYE ile uyumlu hastalar için<br />

lökosit esteraz, piyüri ve nitrit testleri tek başlarına<br />

tanı koymak için yeterli olmayıp lökosit ve<br />

İdrar yolu enfeksiyonlarında idrar kültürü<br />

nitrit testleri birlikte değerlendirilmeli, kültür<br />

sonuçları ile mutlak korelasyon beklenmemelidir.<br />

Strip testlerinde yanlış pozitiflik ya da negatiflikler,<br />

muhtemel steril piyüri nedenleri ve kültürde<br />

değerlendirme dışı bırakılabilen çok düşük koloni<br />

sayıları (


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.87587<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Atriyoventriküler Nodal Reenteran Taşikardi Nedeniyle Yavaş Yol Ablasyonu Uygulanan<br />

Hastalarda Farklı Lokalizasyonların Nüks Yönünden Karşılaştırılması<br />

The Comparison of Recurrence For Different Localization In Slow Pathway Ablation In Patients With<br />

Osman Can Yontar 1 , Alim Erdem 2 , Fatma Hızal Erdem 1<br />

1 Numune Hastanesi, Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Sivas<br />

2 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

Atrioventricular Nodal Reentrant Tachycardia<br />

Özet<br />

Amaç: Çalışmamızda yavaş yolağın ablasyonu için kullanılmakta<br />

olan klasik hedef bölge ile daha yakın zamanda kullanılmaya<br />

başlanan koroner sinüs ostiumu anterior komşuluğundan<br />

yapılan ablasyonun takibinde görülen rekürrens<br />

oranlarını karşılaştırmayı amaçladık.<br />

Yöntem: Sivas Numune Hastanesi Kardiyoloji Kliniği’nde<br />

2010 yılından günümüze kadar elektrofizyolojik çalışma<br />

yapılmış ve AVNRT tanısı alıp radyofrekans ablasyon uygulanmış<br />

hastalar geriye dönük olarak taranarak bulundular.<br />

Bu hastaların işlem raporları ve intrakardiyak kayıtları incelenerek<br />

ablasyonda hangi hedef bölgelerin seçildiği ve işlemin<br />

başarılı olup olmadığı tespit edildi. Nüks takibinde ise<br />

hastaların dosyalarında ya da otomasyon sisteminde taşikardinin<br />

dökümante edildiği elektrokardiyogram/holter kaydının<br />

olup olmadığına; yada var olan şikayeti nedeniyle tekrar<br />

EPS işlemine alınıp taşikardi indüklenip indüklenmemesine<br />

göre tarandı.<br />

Bulgular: Retrospektif olarak taranan toplam 122 hastadan<br />

%24’ü erkek (n=30), %76’sı kadındı (n=92). Hastaların yaş<br />

ortalaması 29,23±12,12 yıl idi. Hastalardan %43,4’ünde<br />

(n=56) klasik yaklaşım, %51,2’sinde (n=66) alternatif yaklaşım<br />

kullanılmıştı. Klasik yaklaşımda nüks %5,6 (n=3) iken<br />

alternatif yaklaşımda %4,7 (n=3) idi (p=0.837). Hastaların<br />

ortalama takip süreleri klasik yaklaşım kullanılan grupta<br />

15,1±3,5 ay iken alternatif yaklaşım kullanılan grupta<br />

16,4±4,4 ay idi (p=0.082). Yapılan multivariate regresyon<br />

analizinde nüksü göstermede bağımsız bir prediktör saptanmadı.<br />

Sonuç: AVNRT ablasyonunda koroner sinüs ostium komşuluğunun<br />

tercih edilmesinin işlem başarısı, uzun süreli takiplerde<br />

nüks oranı açısından klasik yaklaşımdan aşağı olmadığını<br />

ve komplikasyon riskinin daha az olması nedeniyle tercih<br />

edilmesinin avantaj yaratacağını düşünüyoruz.<br />

Abstract<br />

Background: The recurrences and efficacy of classical approach<br />

and alternative approach (anterior localization of the<br />

coronary sinus ostium) for the slow pathway ablation using<br />

radiofrequency energy and a transcatheter technique in<br />

patients with atrioventricular nodal reentrant tachycardia<br />

(AVNRT) were evaluated.<br />

Method: We retrospectively reviewed all patients for AVNRT<br />

at the Sivas Numune Hospital from January 2010 to April<br />

<strong>2012</strong>. The localization of the slow pathway ablation using<br />

radiofrequency energy and successfully procedure was<br />

documented. AVNRT recurrence was documented from<br />

hospital automation system or induced AVNRT who underwent<br />

second electrophysiology study.<br />

Results: One hundred twenty two patients, (24% male<br />

(n=30), 76% female (n=92); age 29,23±12,12 years) who<br />

underwent radiofrequency ablation for AVNRT were included<br />

the study. Classical approach was used 43,4% (n=56);<br />

alternative approach was used 51,2% (n=66) of AVNRT patient.<br />

AVNRT recurrence was documented 5,6% (n=3) in<br />

classical approach; also 4,7% (n=3) in alternative approach<br />

(p=0.837). Follow-up was available for all patients at<br />

15,1±3,5 month in classical approach group, and 16,4±4,4<br />

month in alternative approach group (p=0.082). Multivariate<br />

analysis failed to identify any significant predictor of AVNRT<br />

recurrence.<br />

Conclusion: We could not identify any differences between<br />

recurrences ratio between classical approach and alternative<br />

approach for the AVNRT slow pathway ablation. In addition;<br />

anterior localization of the coronary sinus ostium ablation<br />

may be used, because of low complication risk.<br />

Anahtar Kelimeler: atriyoventriküler nodal reenteran taşikardi,<br />

yavaş yol, ablasyon.<br />

Keywords: atrioventricular nodal reentrant tachycardia,<br />

slow pathway, ablation.<br />

Giriş<br />

Supraventriküler taşikardiler (SVT); tüm yaş gruplarını<br />

etkileyebilen, yaşam kalitesini kayda değer<br />

derecede kötüleştirebilen bir hastalık grubudur<br />

(1). Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir<br />

araştırmaya göre (2) SVT insidansı 36/100.000<br />

kişi/yıl, prevalansı ise 2,29/1000 kişidir. Buna<br />

göre sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde; yaklaşık<br />

570.000 SVT hastası varken bu hastalara<br />

yılda 89.000 kişinin daha eklendiği tahmin edilmektedir.<br />

SVT başlığı altında incelenen taşikardilerin<br />

prevalansı değişkenlik göstermektedir. 1991<br />

ve 2003 yılları arasında kateter ablasyonu yapılan<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Alim Erdem, AİBÜ <strong>Tıp</strong> Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji AD, E-posta: cardiology14@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received : Haziran / June 27, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Temmuz / July 10, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

65


hastaların tarandığı bir çalışmada (3); Atriyal<br />

fibrilasyon, atriyal flutter ve uygunsuz sinüs taşikardisi<br />

dışlandığında, en sık gözlenen taşikardi<br />

%56 sıklıkla Atriyoventriküler nodal reentran<br />

taşikardi (AVNRT) olmuştur.<br />

Günümüzde, bu aritminin küratif tedavisi radyofrekans<br />

ablasyon sayesinde mümkündür. AV nodun<br />

atriyal yüzeyinde görülen tranzisyonel hücreler,<br />

atriyum miyokardı ile AV nod dokusu arasında<br />

sıkışmışlardır, AV nod distalinde ise His demeti<br />

içinde dallarına doğru yayılım gösteren özelleşmiş<br />

hücrelerden ve onları çevreleyen fibröz dokudan<br />

oluşmuş yolaklar bulunur (4). Bu yolakların<br />

basitçe yavaş ve hızlı olmak üzere iki tip olduğu<br />

kabul edilerek AVNRT reentry modeli oluşturulmuştur<br />

(5). Bu iki yolak; yapısal olarak özelleşmediklerinden<br />

histolojik incelemelerde diğer AV<br />

nod dokusundan ayrılamazlar, fonksiyonları nedeniyle<br />

ayrışmış olarak kabul edilirler (6). Radyofrekans<br />

ablasyon tedavisi yavaş yolağın ortadan<br />

kaldırılması ya da modifiye edilmesi esasına dayanır.<br />

Çalışmamızda yavaş yolağın ablasyonu için kullanılmakta<br />

olan klasik hedef bölge ile daha yakın<br />

zamanda kullanılmaya başlanan koroner sinüs<br />

ostiumu anterior komşuluğundan yapılan ablasyonun<br />

kısa ve uzun dönem takipte görülen rekürrens<br />

oranlarını karşılaştırmayı amaçladık.<br />

Materyal ve Metod<br />

Sivas Numune Hastanesi Kardiyoloji Kliniği’nde<br />

2010 yılından günümüze kadar elektrofizyolojik<br />

çalışma yapılmış ve AVNRT tanısı alıp radyofrekans<br />

ablasyon uygulanmış hastalar geriye dönük<br />

olarak otomasyon sisteminden ve dosyalarından<br />

taranarak bulundular. Bu hastaların işlem raporları<br />

ve intrakardiyak kayıtları incelenerek ablasyonda<br />

hangi hedef bölgelerin seçildiği ve işlemin<br />

başarılı olup olmadığı tespit edildi. AVNRT tanısı,<br />

işlem esnasında atriyoventriküler jump (A-H mesafesinde<br />

50 msn ve üzerinde ani uzama) ve takibinde<br />

eko vurusu sonrasında taşikardi oluşuyorsa<br />

ve taşikardinin V-A mesafesi His kateterinde 70<br />

msn altında ise konuldu. Hastalarda başlıca iki<br />

hedef bölge seçildiği görüldü: Koch üçgeni mid ve<br />

superior bölgelerinden oluşan klasik yaklaşım,<br />

Koch üçgeni inferior ve koroner sinüs ostium<br />

anterior komşuluğundaki böglelerden oluşan<br />

alternatif yaklaşım. Her iki bölgeden de ablasyon<br />

yapılan hastalarda kavşak ritminin ortaya çıktığı<br />

ve sonrasında atriyal ve ventriküler programlı<br />

stimülasyonla taşikardinin tekrar ortaya çıkartılamadığı,<br />

jump ve eko vurularının kaybolduğu<br />

görüldü. Nüks takibinde ise hastaların dosyalarında<br />

ya da otomasyon sisteminde taşikardinin<br />

dökümante edildiği elektrokardiyogram/holter<br />

kaydının olup olmadığına bakıldı. Bu kayıtlar olmamasına<br />

rağmen tipik şikayetleri olan hastaların<br />

tekrar elektrofizyolojik çalışmaya alınmış olmaları<br />

durumunda yine intrakardiyak elektrokardiyogramları<br />

incelendi. Taşikardi indüklenememiş<br />

ya da jump ve eko vuruları saptanmamış<br />

hastalarda nüks olmadığı kabul edildi. Elektrofizyolojik<br />

çalışmada atipik AVNRT ya da eksantrik<br />

VA iletili sol taraf AVNRT saptanmış veya tipik<br />

AVNRT ile beraber başka bir taşikardi tipi olan<br />

hastalar değerlendirmeye alınmadılar.<br />

Değişkenlerin ve testlerin değerlendirilmesinde<br />

SPSS (SPSS for Windows 16.0, USA)istatistik<br />

programı kullanıldı. Numerik değişkenler ortalama<br />

± standart sapma olarak, kategorik değişkenler<br />

yüzde olarak belirtildi. Mann-Whitney U testi<br />

ve Ki Kare testi kullanılarak istatistiksel analiz<br />

yapıldı. Değişken parametreler arasındaki korelasyonu<br />

göstermek amacıyla Pearson ve Spearmen<br />

korelasyon analiz testleri kullanıldı. Nüksü<br />

göstermede kullanılabilecek bağımsız anlamlı<br />

parametrelerin hesaplanmasında stepwise multiple<br />

regression analiz yöntemi kullanıldı. Anlamlı<br />

p değeri < 0,05 olarak alındı.<br />

Bulgular<br />

Retrospektif olarak taranan toplam 122 hastadan<br />

%24’ü erkek (n=30), %76’sı kadındı (n=92). Hastaların<br />

yaş ortalaması 29,23±12,12 yıl idi. Hastalardan<br />

%43,4’ünde (n=56) klasik yaklaşım,<br />

%51,2’sinde (n=66) alternatif yaklaşım kullanılmıştı.<br />

Her iki grup arasında yaş, diyabet ve hipertansiyon<br />

gibi risk faktörleri açısından istatistiksel<br />

fark yoktu (yaş için p=0,154, diyabet için<br />

p=0,172; hipertansiyon için p=0,157). Tüm hastalarda<br />

ablasyon esnasında kavşak ritmi ortaya<br />

çıkmıştı. Klasik yaklaşımda nüks %5,6 (n=3) iken<br />

alternatif yaklaşımda %4,7 (n=3) idi. Bu iki grup<br />

arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmadı<br />

(p=0.837). Hastaların ortalama takip süreleri<br />

klasik yaklaşım kullanılan grupta 15,1±3,5 ay<br />

iken alternatif yaklaşım kullanılan grupta<br />

16,4±4,4 ay idi (p=0.082).<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):65-68 66


Sonuçların alt grup analizinde; kadınlarda nüks<br />

oranı toplamda % 5,4 (n=5) iken, erkeklerde ise<br />

% 3,3 (n=1) olarak saptandı. Bu iki grup arasında<br />

istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmadı<br />

(p=0.127) Kadınlarda nüks ile yaş arasında istatistiksel<br />

olarak anlamlı negatif korelasyon saptanırken<br />

(r=0.342; p=0.012) erkeklerde ise böyle bir<br />

korelasyon saptanmadı (r=0.121; p=0.213)<br />

Yapılan stepwise multiple regression analizinde<br />

nüksü göstermede; yaş, cinsiyet, hipertansiyon,<br />

diyabet ve sigara gibi faktörlerden hiçbiri bağımsız<br />

anlamlı belirteç olarak saptanmadı (Tablo 1).<br />

Hastalar kadın ve erkek olarak iki gruba ayrılarak<br />

yapılan lojistik regresyon analizinde nüksü göstermede<br />

hiçbir bağımsız anlamlı belirteç saptanmadı<br />

(p>0.05)<br />

Tablo 1. Nüksü göstermede; yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diyabet ve sigara, faktörlerin stepwise multiple<br />

regression analizi ile değerlendirilmesi.<br />

Beta t p value<br />

Yaş (yıl) 0.032 0.264 0.793<br />

Cinsiyet 0.005 0.043 0.966<br />

Hipertansiyon 0.096 0.815 0.418<br />

Diyabetes Mellitus 0.064 0.528 0.600<br />

Sigara (adet/gün) 0.054 0.452 0.432<br />

Tartışma<br />

Atriyoventriküler nod; Todaro tendonu, koroner<br />

sinüs ostiumu ve triküspit kapak septal yaprakçığının<br />

oluşturduğu Koch Üçgeni içinde bulunan bir<br />

yapıdır (7, 8). Koch üçgeni lateral sınır kısmı yavaş<br />

yol ablasyonu ya da modifikasyonu için hedeflenen<br />

bölge olması nedeniyle işlemin daha<br />

rahat yapılabilmesi için anatomik olarak inferior,<br />

mid ve superior bölgelere hayali olarak ayrılmıştır.<br />

Klasik yaklaşım daha çok mid ve superior<br />

segmentleri tercih ettiğinden, ablasyon uygulanması<br />

sırasında ya da sonrasında kalıcı blok<br />

gelişme riski %1 civarı olarak belirlenmiştir (9).<br />

İşlem başarısı yüksek ve rekürrens oranı düşük<br />

olmasına rağmen atriyoventriküler bloktan kaçınma<br />

isteği operatörleri daha güvenilir hedef<br />

bölgeler aramaya itmiştir. Çalışmada alternatif<br />

yaklaşım olarak adlandırdığımız bu yöntemde ise,<br />

Koch üçgeninin inferior komşuluğunda çok komponentli<br />

atriyal elektrogramların kaydedildiği<br />

yerlerin yavaş yolağı temsil ettiği düşüncesiyle<br />

hareket edilmiştir (10). Ancak bu yöntemin blok<br />

riski daha düşük olsa da (%0,8) nüks oranlarının<br />

yüksek olduğu (%6,9) bir gerçektir (11).<br />

Yavaş yolağın ablasyonu esnasında kavşak ritminin<br />

ortaya çıkması bir başarı kriteri olsa da (12)<br />

ortaya çıkmaması başarısızlığı göstermez (13).<br />

Neden ortaya çıktığı konusunda kesin bir yargı<br />

olmasa da atriyoventriküler nodun ısı iletimine<br />

olan yanıtı olduğu konusundaki görüşler çoğunluktadır<br />

(14). Biz kendi laboratuvarımızda ablasyonun<br />

başarısı için mutlaka işlem esnasında kavşak<br />

ritmi oluşmasını hedefliyoruz. VA blok oluşmadığı<br />

sürece de kavşak ritmi esnasında enerji<br />

vermeye devam ediyoruz. Ablasyon esnasında sık<br />

kavşak vurularının gelmesi de kimi zaman görülebilse<br />

de, kişisel tecrübemiz her zaman kavşak<br />

ritminin ortaya çıkartılıncaya kadar ablasyona<br />

devam edilmesinin faydalı olduğu doğrultusundadır.<br />

Çalışmamızda klasik yol ile alternatif yol<br />

arasında taşikardi rekürrensi açısında anlamlı<br />

fark çıkmamasının sebebi koroner sinüs ostium<br />

komşuluğundaki ablayonlarda da kavşak ritmi<br />

elde etmek için ısrarcı olmamız olabilir. Ayrıca<br />

ablasyon sonrasında jump ve çoklu eko vurularının<br />

da görülmemesi yavaş yolağın modifiye edilmesinden<br />

çok komple hasar verilmiş olabileceğine<br />

dolayısıyla bunun da rekürrens oranlarına<br />

olumlu yansımış olabileceğine işaret edebilir.<br />

Alternatif yaklaşımın bu denli başarılı olmasının<br />

sebebi, farklı çalışmalarda öne sürüldüğü gibi<br />

atriyoventriküler nodun inferior bölgeye olan<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):65-68 67


uzantılarının hedef bölge içinde olması ve ortadan<br />

kaldırılmasına bağlı olabilir (15, 16).<br />

Çalışmamızda AVNRT hastalarını kadın ve erkek<br />

olarak iki gruba ayırdığımızda toplam 122 hastadan<br />

%24’ü erkek (n=30), %76’sı kadındı (n=92).<br />

Kadınlarda AVNRT sıklığının daha fazla olduğu<br />

konusundaki literatürdeki bilgilere benzer olarak<br />

bizim hasta popülasyonumuzda da benzer sonuçlar<br />

elde edilmiştir (2, 3). Ayrıca, yapılan alt grup<br />

analizinde genç yaştaki kadın grupta nüks oranının<br />

daha fazla olması, Stevan ve arkadaşlarının<br />

yapmış oldukları çalışma sonuçlarıyla birbirini<br />

desteklemektedir (10). Bu konuda genç yaşlardaki<br />

vücudun tamir mekanizmalarının daha güçlü<br />

olması ve bundan dolayı, daha etkin rol almasıyla<br />

ilişkili olduğunu düşünmekteyiz. Bu açıdan yavaş<br />

yolağın modifiye edilmesinden çok komple hasar<br />

verilmesinin daha önemli olduğu, dolayısıyla<br />

bunun da rekürrens oranlarına olumlu katkı yapacağını<br />

düşünmekteyiz.<br />

Çalışmamızın kısıtlılıklarından bahsetmek gerekirse,<br />

en önemlilerinin retrospektif yapısı ve nispeten<br />

kısa takip süresi oldukları söylenebilir.<br />

Ancak tüm hastaların operatörlerinin aynı olması<br />

ve operatörlerin hastaları bizzat takip etmeleri ve<br />

intrakardiyak kayıtların düzenli tutulması da bizce<br />

çalışmanın önemli avantajlarıdır.<br />

Sonuç olarak, çalışmamızın bulgularından yola<br />

çıkarak AVNRT ablasyonunda koroner sinüs ostium<br />

komşuluğunun tercih edilmesinin işlem<br />

başarısı, uzun süreli takiplerde nüks oranı açısından<br />

klasik yaklaşımdan aşağı olmadığını ve komplikasyon<br />

riskinin daha az olması nedeniyle tercih<br />

edilmesinin avantaj yaratacağını düşünüyoruz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. U.S. Department of Health & Human Services (DHHS):<br />

Centers for Disease Control Vital and Health Statistics. National<br />

Hospital Discharge Survey: annual summary with detailed<br />

diagnosis and procedure data (1999). DHHS Publication<br />

No. (PHS) 2001-1722, 2001.<br />

2. Orejarena LA, Vidaillet H Jr, DeStefano F, Nordstrom DL,<br />

Vierkant RA, Smith PN, Hayes JJ. F, et al. Paroxysmal supraventricular<br />

tachycardia in the general population. J Am Coll<br />

Cardiol 1998; 31:150-7.<br />

3. Porter MJ, Morton JB, Denman R, Lin AC, Tierney S, Santucci<br />

PA, Cai JJ, Madsen N, Wilber DJ. Influence of age and<br />

gender on the mechanism of supraventricular tachycardia.<br />

Heart Rhythm 2004; 1:393-6.<br />

4. Anderson RH, Ho SY. The architecture of the sinus node,<br />

the atrioventricular conduction axis, and the internodal<br />

atrial myocardium. J Cardiovasc Electrophysiol 1998;<br />

9:1233-48.<br />

5. Wu D, Yeh S-J, Wang C-C, Wen M-S, Chang H-J, Lin F-C.<br />

Nature of dual atrioventricular node pathways and the<br />

tachycardia circuit as defined by radiofrequency ablation<br />

technique. J Am Coll Cardiol 1992; 20:884–895.<br />

6. Keim S, Werner P, Jazayeri M, Akhtar M, Tchou P. Localization<br />

of the fast and slow pathways in atrioventricular nodal<br />

reentrant tachycardia by intraoperative ice mapping. Circulation<br />

1992; 86:919–925.<br />

7. Lev M, Widran J, Erickson EE. A method for the histopathologic<br />

study of the atrioventricular node, bundle, and<br />

branches. AMA Arch Pathol 1951; 52:73-83.<br />

8. Widran J, Lev M. The dissection of the atrioventricular<br />

node, bundle and bundle branches in the human heart. Circulation<br />

1951; 4:863-7.<br />

9. Spector P, Reynolds MR, Calkins H, Sondhi M, Xu Y, Martin<br />

A, Williams CJ, Sledge I. Meta-analysis of ablation of atrial<br />

flutter and supraventricular tachycardia. Am J Cardiol.<br />

2009; 104: 671-677.<br />

10. Steven D, Rostock T, Hoffmann BA, Servatius H, Drewitz I,<br />

Müllerleile K, Klemm H, Melchert C, Wegscheider K,<br />

Meinertz T, Willems S. Favorable outcome using an abbreviated<br />

procedure for catheter ablation of AVNRT: results<br />

from a prospective randomized trial. J Cardiovasc Electrophysiol.<br />

2009; 20: 522-525.<br />

11. Clague JR, Dagres N, Kottkamp H, Breithardt G, Borggrefe<br />

M. Targeting the slow pathway for atrioventricular nodal<br />

reentrant tachycardia: initial results and long-term followup<br />

in 379 consecutive patients. Eur Heart J. 2001; 22: 82-<br />

88.<br />

12. Jentzer JH, Goyal R, Williamson BD, Man KC, Niebauer M,<br />

Daoud E, Strickberger SA, Hummel JD, Morady F. Analysis<br />

of junctional ectopy during radiofrequency ablation of the<br />

slow pathway in patients with atrioventricular nodal reentrant<br />

tachycardia. Circulation. 1994; 90: 2820-2826.<br />

13. Hsieh MH, Chen SA, Tai CT, Yu WC, Chen YJ, Chang MS.<br />

Absence of junctional rhythm during successful slowpathway<br />

ablation in patients with atrioventricular nodal<br />

reentrant tachycardia. Circulation. 1998; 98: 2296-2300.<br />

14. Yu JC, Lauer MR, Young C, Liem LB, Hou C, Sung RJ. Localization<br />

of the origin of the atrioventricular junctional<br />

rhythm induced during selective ablation of slow-pathway<br />

conduction in patients with atrioventricular node reentrant<br />

tachycardia. Am Heart J. 1996; 131: 937-946.<br />

15. Reid MC, Billette J, Khalife K, Tadros R. Role of compact<br />

node and posterior extension in direction-dependent<br />

changes in atrioventricular nodal function in rabbit. J Cardiovasc<br />

Electrophysiol. 2003; 14: 1342-1350<br />

16. Katritsis DG, Becker AE, Ellenbogen KA, Karabinos I, Giazitzoglou<br />

E, Korovesis S, Camm AJ. The right and left inferior<br />

extensions of the atrioventricular node may represent<br />

the anatomic substrate of the slow pathway in the human.<br />

Heart Rhythm 2004; 1: 582-586.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):65-68 68


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.02411<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Gastrointestinal ve Pankreatik Nöroendokrin Tümörlerde Prognostik Parametreler<br />

The Prognostic Parameters in Gastrointestinal and Pancreatic Neuroendocrine Tumors<br />

Gülzade Özyalvaçlı 1 , Esra Paşaoğlu 2 , Erol Rüştü Bozkurt 2<br />

1 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Bolu<br />

2 İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, İstanbul<br />

Özet<br />

Amaç: Bu çalışmada, WHO’ya göre klasifiye edilen gastroenteropankreatik<br />

nöroendokrin tümörler(GEPNET) olgularında;<br />

çap, mitoz, nekroz, anjiyolenfatik invazyon, perinöral invazyon<br />

ve lenf nodu metastazı gibi prognostik parametreler<br />

açısından tümör grupları arasındaki farklılıkların ortaya<br />

konulması amaçlanmıştır.<br />

Yöntem: 2001-2009 yılları arasında İstanbul Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Patoloji Bölümünde tanı alan 41 adet gastroenteropankreatik<br />

nöroendokrin tümör olgusu yaş, cinsiyet,<br />

lokalizasyon, çap, mitoz, nekroz, anjiyolenfatik invazyon,<br />

perinöral invazyon ve lenf nodu metastazı durumu açısından<br />

incelendi.<br />

Bulgular: Tümör çapı benign grupta 0,76±0,78 cm olup<br />

malign grupta 2,82±2,86 cm olarak saptandı (p=0.006). İyi<br />

diferansiye tümör grubu ile iyi diferansiye karsinom grubu<br />

arasında mitoz sayısı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir<br />

farklılık bulunmazken (p>0,05), az diferansiye karsinom<br />

grubunda bu parametre diğer gruplardan anlamlı olarak<br />

yüksek bulunmuştur(p0,05), but poorly differantiated<br />

neuroendocrine carcinomas had significantly higher<br />

number of mitosis than the others (p


lendirmeye alındı. Olguların 1’i özefagus, 7’si<br />

mide, 3’ü ince barsak, 12’si kalın barsak, 15’i<br />

appendiks, 3’ü pankreas yerleşimliydi. 30 olgu<br />

rezeksiyon materyalinden, rektum lokalizasyonlu<br />

2 olgu ve duedonum yerleşimli 1 olgu polipektomi<br />

materyalinden, 8 olgu endoskopik biyopsi<br />

materyalinden oluşmaktaydı.<br />

Olguların arşivde bulunan H/E kesitleri yeniden<br />

incelenerek tüm olgular, Kromogranin A<br />

(LK2H10+PHE5, Neomarkers), ve Sinaptofizin<br />

(27G12, Novocastra) başta olmak üzere en az iki<br />

nöroendokrin belirleyici ile immünohistokimyasal<br />

işleme tabi tutuldu. En az iki nöroendokrin belirleyici<br />

ile %50’nin üzerinde ve kuvvetli pozitif boyanan<br />

41 olgu WHO 2000 kriterlerine göre iyi<br />

diferansiye nöroendokrin tümör (benign), iyi<br />

diferansiye nöroendokrin tümör (belirsiz davranışlı),<br />

iyi diferansiye nöroendokrin karsinom ve az<br />

diferansiye nöroendokrin karsinom olmak üzere<br />

4 ayrı grupta sınıflandırıldı<br />

Olgular yaş, cinsiyet, tümör lokalizasyonu, tümör<br />

çapı, nekroz, mitoz, anjiolenfatik invazyon, perinöral<br />

invazyon, bölgesel lenf düğümüne metastaz<br />

açısından değerlendirildi. Mitoz değerlendirilirken<br />

50 adet büyük büyütme sahası (BBA) sayılarak<br />

ortalaması alındı. Endoskopik biopsi materyalleri<br />

çap, nekroz, anjiyolenfatik invazyon, perinöral<br />

invazyon ve lenf nodu metastazı durumu<br />

acısından istatistiksel değerlendirmeye alınmadı.<br />

olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Toplam<br />

33 olgudan tümör çapının 1 cm’ye eşit ve 1<br />

cm’den küçük olduğu olgu sayısı 16 (%48,4), 1 cm<br />

ile 2 cm arasında olduğu olgu sayısı 7 (%21,2), 2<br />

cm’den büyük olduğu olgu sayısı 10 (%30,3)’dur.<br />

İyi diferansiye nöroendokrin tümör-benign (İD-<br />

NETB) grubundaki tümörlerin %100’u ≤1 cm iken;<br />

İyi diferansiye nöroendokrin tümör-belirsiz davranışla<br />

(İDNETBD) grubunun %66,6’sı ≤1 cm ve<br />

%33,3’u 1 cm ile 2 cm arasında; İyi diferansiye<br />

nöroendokrin karsinom (İDNEK) grubunun<br />

%29,4’u ≤1 cm, %29,4’u 1 cm ile 2 cm arasında,<br />

%41,1’i 2 cm’nin üzerindedir. Az diferansiye nöroendokrin<br />

karsinom (ADNEK) grubunun %100’ü<br />

2 cm’nin üzerindeki tümörlerden oluşmaktadır.<br />

41 hastanın %24,4’ü (n=10) İDNETB grubunda,<br />

%12,2’si (n=5) İDNETBD grubunda, %41,5’u<br />

(n=17) İDNEK ve %22’si (n=9) ADNEK grubundaydı.<br />

Tümör grupları arasında sayısal açıdan istatistiksel<br />

olarak anlamlı fark saptandı (p


lunmazken (p>0,05), az diferansiye karsinom<br />

grubunda (ADNEK) bu parametre diğer gruplardan<br />

anlamlı olarak yüksek bulunmuştur<br />

(p0,05). Toplam 33 olgunun 12’sinde<br />

(%36,3) lenf nodu metastazı mevcuttur. İDNEK’li<br />

grubun 9 (%52,9)’unda, ADNEK’li grubun 3<br />

(%100)’ünde lenf nodu metastazı mevcuttur.<br />

İDNEK grubunun appendiks lokalizasyonlular<br />

hariç tümünde lenf nodu metastazı mevcuttur.<br />

İDNEK ve ADNEK olguları arasında lenf nodu metastazı<br />

durumu acısından anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.<br />

(p>0,05). Hastaların yaş ortalaması<br />

49,95±19,49’du. Kadınların yaş ortalaması<br />

53,1±21,12 iken, erkeklerinki 46,65±17,56 idi. İki<br />

grup arasında yaş açısından istatistiksel olarak<br />

anlamlı bir fark saptanmadı. Tümör çapı tüm<br />

hastalarda ortalama 2,06±2,50 cm olup kadınlarda<br />

1,57±1,02 cm, erkeklerde ise 2,53±3,37 olarak<br />

saptandı. Tümör çapı açısından benign (İDNETB +<br />

İDNETBD) ve malign (İDNEK+ADNEK) gruplar<br />

arasında anlamlı farklılık saptanırken (p0.05).<br />

Nekroz ile lenf nodu metastazı arasında pozitif<br />

ilişki saptandı (r=0,418, p=0,015). Anjiyolenfatik<br />

invazyon ile lenf nodu metastazı arasında pozitif<br />

ilişki saptandı (r=0,607, p=0.000). Perinöral invazyon<br />

ile lenf nodu metastazı arasında pozitif<br />

ilişki saptandı (r=0,345, p=0,049). Tümör çapı ile<br />

mitoz sayısı arasında pozitif ilişki saptandı<br />

(r=0,897, p=0,000). Appendiks lokalizasyonlu<br />

tümörlerde hastaların yaş ortalaması<br />

34,67±18,40 yıl, mide lokalizasyonlu olanların<br />

55,14±14,78 yıl, kolon lokalizasyonlu olanlarda<br />

54,8±15,19 yıl, çekum lokalizasyonlu olanların<br />

67,00±10,58 yıl, ileum lokalizasyonlu olanların<br />

74,00±12,73 yıl, rektum lokalizasyonlu olanların<br />

61,50±5,97 yıl, pankreas lokalizasyonlu olanların<br />

48,00±20,52 yıl olarak saptandı. Bu gruplar arasındaki<br />

fark istatistiksel olarak anlamlıydı<br />

(p


Ancak tümör çapının küçük olup, tümörün mukoza<br />

ve submukozada lokalize olması her zaman<br />

benign davranışın göstergesi değildir. Literatürde<br />

1 cm’den küçük çaplı, muskularis propria invazyonu<br />

yapmayan metastatik nöroendokrin tümör<br />

olguları bildirilmiştir (10,11,12). Bizim çalışmamızda<br />

da midede lokalize biri 1 cm’den küçük,<br />

diğeri 1 cm çaplı submukozada sınırlı iki tümörde<br />

lenf nodu metastazı mevcuttur (Resim 3). Ancak<br />

genel olarak tümör çapı açısından benign ve malign<br />

gruplar arasında ve malign olanların iyi ve az<br />

diferansiye grupları arasında istatistiksel olarak<br />

anlamlı farklılık saptanmıştır.<br />

Resim 3. Midede, submukozada lokalize, 1<br />

cm’den küçük, lenf nodu metastazı gösteren<br />

İDNEK.<br />

GEPNET’lerde proliferatif aktiviteyi gösteren<br />

mitoz prognostik öneme sahip bir parametredir.<br />

Geliştirilen yeni klasifikasyon sistemine (ENET)<br />

göre de derecelendirme mitoz ve Ki 67 indeksi<br />

dikkate alınarak yapılmaktadır. Hochwald ve<br />

arkadaşlarının 136 olguluk pankreas kaynaklı<br />

endokrin tümör çalışmasında, immünohistokimyasal<br />

tekniklerin üniversal olmamasından kaynaklanabilecek<br />

farklılıklardan dolayı proliferatif<br />

indeksi mitoz sayımı ile değerlendirmenin Ki 67<br />

ile değerlendirmekten daha pratik bir metod<br />

olduğunu ileri sürmüşlerdir (13). Çalışmamızda<br />

mitoz oranı İDNEK’lerin büyük kısmında İDNETB<br />

ve İDNETBD’de olduğu gibi düşük bulunmuştur.<br />

Az diferansiye karsinom grubunda bu parametre<br />

diğer gruplardan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.<br />

Mitozun yüksek olması kötü prognoz ile<br />

ilişkilidir ancak proliferatif aktivitenin düşük olması<br />

benign davranışın göstergesi olarak değerlendirilmemelidir.<br />

Strozberg ve arkadaşlarının<br />

metastatik gastroenteropankreatik nöroendokrin<br />

tümörlerle ilgili 83 vakalık çalışmasında bizim<br />

çalışmamızda olduğu gibi mitozun GEPNET’lerde<br />

prognostik ve prediktif bir faktör olduğu ileri<br />

sürülmüştür(14).<br />

GEPNET’lerde tümörün nekroz içermesi malign<br />

davranışın kuvvetli göstergesidir. Hochwald ve<br />

arkadaşları nekroz içeren tümöre sahip hastalarda<br />

yaşam süresinin içermeyenlere göre anlamlı<br />

derecede daha düşük olduğunu görmüşlerdir.<br />

Çalışmamızda tümör nekrozu literatürle uyumlu<br />

olarak ADNEK’lerde anlamlı olarak yüksek bulunmuştur<br />

(1,3,6,15).<br />

Tümör çapının genel olarak 2 cm’den küçük olduğu,<br />

muskularis propria invazyonu izlenmeyen<br />

ve Ki 67 skoru düşük olan gastrointestinal endokrin<br />

tümörlerde anjiyolenfatik invazyon varlığı<br />

tümörü direkt olarak belirsiz davranışlı grubun<br />

içine sokar(3,4). Anjiyolenfatik invazyon ve perinöral<br />

invazyon varlığının malign davranış ve kötü<br />

prognoz ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar<br />

mevcuttur(1,6,16). Bizim çalışmamızda ise İD-<br />

NETBD, İDNEK ve ADNEK grupları arasında anjiyolenfatik<br />

ve perinöral invazyon varlığı açısından<br />

anlamlı farklılık yoktur. Bunun nedeni bu parametrelerin<br />

41 olgudan yalnızca 33 tane olan rezeksiyon<br />

materyalinde incelenebilmesi olabilir. 8<br />

adet endoskopik biopsi materyali nekroz, anjiyolenfatik<br />

invazyon, perinöral invazyon ve lenf nodu<br />

metastaz durumu açısından istatistiksel çalışmaya<br />

dâhil edilmemiştir.<br />

GEPNET’lerde lenf nodu metastazı varlığı tümörü<br />

doğrudan karsinom grubuna dahil eden önemli<br />

bir paramatredir(4). Çalışmamızda literatür ile<br />

uyumlu olarak (4) İDNEK ve ADNEK olguları arasında<br />

lenf nodu metastazı durumu açısından<br />

anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Mitozu düşük<br />

İDNEK olgularının appendiks lokalizasyonlular<br />

hariç tümünde lenf nodu metastazı saptanmıştır.<br />

Ayrıca nekroz ile lenf nodu metastazı arasında,<br />

anjiyolenfatik invazyon ve perinöral invazyon ile<br />

lenf nodu metastazı arasında istatistiksel olarak<br />

anlamlı bir ilişki bulunmuştur.<br />

Tümörün gastrointestinal sistemdeki lokalizasyonu<br />

malign davranışın göstergesi olabilir. Kolonda<br />

lokalize nöroendokrin tümörler rektum ve appendiks<br />

kaynaklı tümörlere göre daha kötü prognoza<br />

sahiptirler (3). Panzuto ve arkadaşları 156<br />

olgudan oluşan, gastrointestinal trakt ve pank-<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):69-73 72


eas kaynaklı nöroendokrin tümörleri karşılaştırdığı<br />

çalışmada, pankreas yerleşimli olanların diğerlerine<br />

göre daha kötü prognoza sahip olduğunu<br />

göstermiştir (17). Yine appendiks kaynaklı<br />

NET’lerin diğer gastrointestinal sistem kaynaklı<br />

NET’lerden daha iyi prognoza sahip olduğunu<br />

gösteren çalışmalar az değildir (5,18,19,20). Bizim<br />

çalışmamızda appendiks kaynaklı tümörler<br />

15 adet olup bunların 7’si iyi differansiye nöroendokrin<br />

tümör, 8’i ise iyi diferansiye nöroendokrin<br />

karsinom tanısı almıştır. Çalışmamızda<br />

appendiks kaynaklı ADNEK olgusu bulunmamaktadır.<br />

Bu çalışmada tümör lokalizasyonu ile yaş arasında<br />

anlamlı farklılık saptanmıştır. Appendiks lokalizasyonlu<br />

tümörlerde hastaların yaş ortalaması<br />

34,67±18,40 yıl olarak bulunmuştur. Çalışmamızda<br />

appendiks lokalizasyonlu GEPNET’lerin genç<br />

popülasyonda daha fazla görülmesi literatür ile<br />

uyumludur (7,8).<br />

Sonuç olarak WHO 2000’e göre GEPNET’leri sınıflandırmada<br />

kullanılan prognostik parametrelerden<br />

tümör çapı, proliferatif aktivite indeksi, lenf<br />

nodu metastaz durumu ve anjiyolenfatik invazyon<br />

varlığının önemi hakkında literatürde hala<br />

birbiriyle çelişen çalışmalar mevcuttur. Güncel<br />

olarak GEPNET’leri sınıflamada hem gradeleme<br />

(ENET) hem de evreleme(TNM) sistemi kullanılmaya<br />

başlanmış ve bu durum tümörleri klasifiye<br />

etmede farklı bir bakış açısı getirmiştir (7, 8, 9).<br />

Yine de bu klasifikasyon sisteminde kullanılan<br />

prognostik parametreler WHO 2000 sınıflamasında<br />

kullanılanlardan çok farklı değildir.<br />

Bu nedenle GEPNET’lerle ilgili geniş serilerden<br />

oluşan yeni klasifikasyon sistemini de içeren<br />

prognostik parametrelerin yeniden gözden geçirildiği<br />

genetik ve immünohistokimyasal çalışmalara<br />

hala ihtiyaç vardır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1-Alexiev BA, Drachenberg CB, Papadimitriou JC. Endocrine<br />

tumors of the gastrointestinal tract and pancreas: Grading,<br />

tumor size and proliferation index do not predict malignant<br />

behavior. Diagn Pathol 2007, 2:28.<br />

2-Modlin IM, Shapiro MD, Kidd M. Siegfried Obendorfer: origins<br />

and perspective of carcinoid tumors. Hum Pathol 2004: 35:1440-<br />

51<br />

3-Grame-Cook F, Neuroendocrine tumors of the gastrointestinal<br />

tract and appendix. In: Odse RD, Goldblum JR. Surgical Pathology<br />

of the GI Tract, Liver, Biliary Tract and Pancreas. 2nd reved.<br />

Philadelphia, 2009: 653-693<br />

4- Klöppel G, Rindi G, Anlauf M, Perren A, Komminoth P. Sitespecific<br />

biology and pathology of gastroenteropancreatic neuroendocrine<br />

tumors. Virchows Arch. 2007;451 Suppl 1:S9-27.<br />

5- Van Gompel JJ, Sippel RS, Warner TF, Chen H. Gastrointestinal<br />

carcinoid tumors: factors that predict outcome. World J Surg.<br />

2004;28:387-92.<br />

6-Rorstad O. prognostic indicators for cardinoid neuroendocrine<br />

tumors of the gastrointestinal tract. J. Surg. Oncol 2005;89:151-<br />

160<br />

7- Oberg K, Akerström G, Rindi G, Jelic S; ESMO Guidelines Working<br />

Group. Neuroendocrine gastroenteropancreatic tumours:<br />

ESMO Clinical Practice Guidelines for diagnosis, treatment and<br />

follow-up. Ann Oncol. 2010;21 Suppl 5:v223-7.<br />

8-Estrozi B, Bacchi CE. Neuroendocrine tumors involving the<br />

gastroenteropancreatic tract: a clinicopathological evaluation of<br />

773 cases. Clinics(Sau Paulo),2011;66:1671-5<br />

9-Rindi G. The ENETS guidelines: The new TNM classification<br />

system. Tumori 2010;96:806-809<br />

10-Soga J: Early-stage carcinoids of the gastrointestinal tract: An<br />

analysis of 1914 reported cases. Cancer 2005; 103:1587-1595.<br />

11-Xie SD, Vang LB, Song XY, Pan T. Minute gastric carcinoid<br />

tumour with regional lymph node metastasis: a case report and<br />

review of literature. World J Gastroenterol 2004;10:2461-3<br />

12-Kumashiro R, Naitoh H, Teshima K et al. Minute gastric carcinoid<br />

tumor with regional lymph node metastasis. Int Surg<br />

1989;74:198-200<br />

13-Hochwald SN, Zee S, Conlon KC, Colleoni R, Louie O, Brennan<br />

MF, Klimstra DS: Prognostic factors in pancreatic endocrine<br />

neoplasms: An analysis of 136 cases with a proposal for lowgrade<br />

and intermediate-grade groups. J Clin Oncol 2002, 20:2633-2642.<br />

14- Strosberg J, Nasir A, Coppola D, Wick M, Kvols L. Correlation<br />

between grade and prognosis in metastatic gastroenteropancreatic<br />

neuroendocrine tumors. Hum Pathol. 2009;40:1262-8.<br />

15-Rindi G, Kloppel G. Endocrine tumors of the gut and pancreas<br />

tumor biology and classification. Neuroendocrinology 2004;1:12-<br />

15<br />

16- Solcia E, Rindi G, Paolotti D, La Rosa S, Capella C, Fiocca R.<br />

Clinicopathological profile as a basis for classification of the<br />

endocrine tumours of the gastroenteropancreatic tract. Ann<br />

Oncol. 1999;10 Suppl 2:S9-15.<br />

17- Panzuto F, Nasoni S, Falconi M, Corleto VD, Capurso G,<br />

Cassetta S, Di Fonzo M, Tornatore V, Milione M, Angeletti S,<br />

Cattaruzza MS, Ziparo V, Bordi C, Pederzoli P, Delle Fave G.<br />

Prognostic factors and survival in endocrine tumor patients:<br />

comparison between gastrointestinal and pancreatic localization.<br />

Endocr Relat Cancer. 2005;12:1083-92.<br />

18-Solcia E, Kloppel G, Sobin LH (in collaboration with 9 pathologists<br />

from 4 countries). Histological Typing of Endocrine Tumours.<br />

WHO International Histological Classification of Tumours,<br />

2nd ed. Berlin, Germany: Springer;2000<br />

19- Rossi G, Valli R, Bertolini F, Sighinolfi P, Losi L, Cavazza A,<br />

Rivasi F, Luppi G. Does mesoappendix infiltration predict a worse<br />

prognosis in incidental neuroendocrine tumors of the appendix?<br />

A clinicopathologic and immunohistochemical study of 15 cases.<br />

Am J Clin Pathol. 2003;120:706-11.<br />

20- Moertel CG, Dockerty MB, Judd ES. Carcinoid tumurs of the<br />

vermiform appendix.<br />

Carcer 1968;21:270-278<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):69-73 73


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.87597<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Case Report / Olgu Sunumu Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Whole Lung Lavage In a Patient With Pulmonery Alveolary Proteinosis<br />

Pulmoner Alveoler Proteinosis'li Bir Hastada Tüm Akciğer Lavajı<br />

Umit Yasar Tekelioglu 1 , Goksel Kiter 2 , Hulya Sungurtekin 3 , Ali Ekinci 2 , Gokhan Yuncu 4<br />

1 Department Of Anesthesiology And Reanimation, <strong>Abant</strong> Izzet Baysal University Medical School, Bolu, Turkey<br />

2 Department Of Pulmonology, Pamukkale University Medical School, Denizli, Turkey<br />

3 Department Of Anesthesiology And Reanimation, Pamukkale University Medical School, Denizli, Turkey<br />

4 Department Of Thoracic Surgery, Pamukkale University Medical School, Denizli, Turkey<br />

Abstract<br />

42 year-old female with 4 months history of dyspnea was<br />

referred to our hospital for further examination with bilateral<br />

alveolar infiltration on chest X-Ray. For differential diagnosis,<br />

a bronchoalveolar lavage (BAL) was performed. The<br />

BAL fluid had a milky appearance and prepared smears<br />

showed proteinous material which contains periodic acid-<br />

Schiff (PAS) positive and diastase-PAS resistant globules. The<br />

patient was diagnosed as pulmonary alveolar proteinosis<br />

(PAP). Nine consecutive BAL was performed by a team including<br />

an anesthesiologist, a pulmonologist, and a thoracic<br />

surgeon. In this case report, we aimed to share our experiences<br />

on sequential whole lung lavage in a patient with<br />

PAP.<br />

Özet<br />

Kırk iki yaşındaki bayan hasta, 4 aydır devam eden nefes<br />

darlığı yakınması ve akciğer radyogramında bilateral alveoler<br />

infiltrasyon görünümü nedeniyle ileri tetkik için hastanemize<br />

gönderilmişti. Göğüs hastalıkları kliniğimizde yapılan tetkiklerle<br />

alveoler görünüm yapan hastalıklar yönünden<br />

incelemeler ve bronkoalveolar lavaj (BAL) yapıldı. BAL<br />

sıvısının süt görünümünde olduğu, hazırlanan yaymalarda<br />

PAS (periodic acid-Schiff ) pozitif ve d-PAS rezistan globüller<br />

içeren proteinöz materyalin görülmesi üzerine hastamız<br />

“Pulmoner alveoler proteinozis” tanısı aldı. Ardışık uygulamalar<br />

şeklinde toplam 9 kez tüm akciğer lavajı göğüs hastalıkları,<br />

anesteziyoloji ve göğüs cerrahisi doktorlarından<br />

oluşan bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Bu olgu sunumunda,<br />

süreç içinde kazanılan deneyim ve işlem protokolünün<br />

hastamızın son durumu ile birlikte paylaşılması<br />

amaçlanmıştır.<br />

Keywords: Pulmonary alveolar proteinosis, whole lung<br />

lavage.<br />

Anahtar Kelimeler: Pulmoner alveoler proteinozis, tüm<br />

akciğer lavajı.<br />

Introduction<br />

Pulmonary alveolar proteinosis (PAP) is a rare<br />

lung disease with an unknown etiology that was<br />

first described by Rosen, Castseman and Liebow<br />

in 1958. In this disease, the alveoli are filled with<br />

periodic acid-Schiff (PAS) positive lipids and proteinaceous<br />

material (1,2). Macrophage dysfunction<br />

and an imbalance between the surfactant<br />

production and removal of the infiltrating material<br />

may play a role in the pathogenesis of the<br />

disease (3,4).<br />

In most cases, the underlying etiology of PAP<br />

cannot be detected. PAP can be seen in both its<br />

congenital or secondary forms. As previously<br />

reported, secondary PAP is associated with acute<br />

silicoproteinosis, hematologic malignancies, and<br />

AIDS (5, 6). Males are affected at least twice as<br />

often as females. PAP is generally seen in patients<br />

between the ages of 20 and 50 years (1).<br />

Slowly progressive dyspnea is the presenting<br />

feature of PAP (7). Clinicians use transbronchial<br />

biopsy and bronchoalveolar lavage (BAL) to diagnose<br />

PAP. In this disease, the BAL fluid is found<br />

to be milky (5). Whole lung lavage is the only<br />

effective and proven treatment modality that<br />

provides mechanical debridement of proteins<br />

and lipids in the alveoli (8).<br />

In this case report, we share our experiences<br />

with sequential whole lung lavage performed on<br />

a patient with PAP by a team, which included an<br />

anesthesiologist, a pulmonologist, and a thoracic<br />

surgeon.<br />

Case Report<br />

A 42-year-old female with dyspnea, cyanosis,<br />

and tiredness was referred to our chest disease<br />

department. She was a heavy-smoker who had<br />

smoked 20 pack/years until two months prior to<br />

the time she was applied to in our department.<br />

From her medical history, we learned that the<br />

dyspnea was slowly progressive; consequently,<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Umit Yasar Tekelioglu, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon A.D. 14280 Bolu - Türkiye<br />

Telefon: +90374 253 46 56/3263 E-posta: drtekelioglu@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received : Mayıs / May 06, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Mayıs / May 21, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

74


she had been unable to engage in daily activities<br />

for the prior month. The thoracic computed tomography<br />

(CT) taken four months prior to her<br />

visit to our department showed that her lungs<br />

had a ground glass appearance. With these findings,<br />

she was admitted to the hospital for further<br />

examination.<br />

(70% of anticipated); FEV1/FVC: 92%; PEF: 5.75<br />

L/sec (93% of anticipated); and FEF 25-75: 2.88<br />

L/sec (84% of anticipated). A restrictive respiration<br />

dysfunction was found.<br />

Upon examination her vital signs were stable.<br />

Her auscultation were normal except for inspiratory<br />

crackles on the inferior zone of her left lung.<br />

The systemic examination was normal except for<br />

the presence of clubbing. Her chest X-Ray<br />

showed bilateral diffuse infiltration particularly<br />

in the left lung (Figure 1). The thoracic CT<br />

showed diffuse interlobular septal thickening on<br />

both lung parenchyma and her lungs had a ground<br />

glass appearance (Figure 2).<br />

Figure 2. Thorax CT: a. Ground-glass density with<br />

significant interlobular septate on both lung paranchimes<br />

(crazy-paving configuration). b. Thorax<br />

CT after a year and consecutive 7 BAL procedure;<br />

minimal regression was determined. c.<br />

Significant regression during the last follow-up<br />

visit.<br />

Figure 1. Chest X-Ray (at the time of diagnosis):<br />

Diffuse parenchyma aeration deficiency on both<br />

side which was more subtle on the apex and<br />

perihilar infiltrates.<br />

The patient's first admission, blood samples,<br />

blood samples were taken and analyzed. The<br />

following results were found: WBC:14070/mm3;<br />

Hb: 14.5 g/dl; Htc: 42 g/dl; Plt: 77.000/mm3;<br />

ESR: 51 mm/1h; LDH: 302 IU/L; BUN: 12 mg/dl;<br />

Cr: 0.73 mg/dl; protein: 7.9 g/dl; Alb: 3.6 g/dl;<br />

AST: 18 IU/L; ALT: 18 U/L; Na: 140 mmol/L; K:<br />

4.56 mmol/L; Cl: 105 mmol/L; and CRP: 1.59. The<br />

arterial blood gas results were: pH: 7.44; pCO2:<br />

26 mmHg; pO2: 40 mmHg; HCO3: 18 mEq/L;<br />

SatO2%: 78%. The SpO2 measured by pulse<br />

oxymetry under 8-10 lt/min O2 therapy was<br />

90%. The respiration function test results were:<br />

FVC: 1.91 L (65% of anticipated); FEV1: 1.76 L<br />

No endobrochial lesion was detected during the<br />

bronchoscopy. The BAL fluid collected from the<br />

left lung lingula was milky. Pathologic and microbiologic<br />

examinations were performed. The BAL<br />

fluid culture showed Stenotrophonas maltophilia<br />

overgrowth. We began trimetoprimsulphametoksazol<br />

therapy, testing for antibiogram.<br />

Histopathological examination of the BAL<br />

fluid showed proteinaceous material, which contained<br />

PAS (+), diastase-PAS resistant globules, a<br />

few bronchial epithelial cells, alveolar macrophages,<br />

and neutrophils. These findings were consistent<br />

with PAP. The acid resistant bacilli (ARB)<br />

and polymerase chain reaction (PCR) were negative<br />

and the culture did not show mycobacterium<br />

overgrowth. The patient was referred to the<br />

hematology and rheumatology departments and<br />

no abnormality was detected. Primary PAP was<br />

diagnosed and whole lung lavage treatment was<br />

planned.<br />

As part of the treatment, the patient underwent<br />

BAL under general anesthesia. Intubation was<br />

performed using a left tube with a double lumen.<br />

After successful intubation, the location of the<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):74-78 75


tube was detected using auscultation and pediatric<br />

fiberoptic bronchoscopy. When both tubes<br />

were open, 100% O2 was inhaled for 10 min. The<br />

left tube was then clamped for 5 min and a collapse<br />

of the lung was observed. One liter (1 L) of<br />

isotonic physiological serum, heated to body<br />

temperature, was given to the patient through<br />

the left main bronchus tube. Passive removal of<br />

the fluid was performed by a nelaton catheter,<br />

which was incorporated into the intubation tube<br />

through the empty bottle placed on the floor<br />

(Figure 3).<br />

Figure 3. Passive removal of fluid which was given<br />

through endotracheal tube<br />

In all, a total of 14 L of isotonic physiological<br />

serum were given and 13.5 L were aspirated. The<br />

aspirated fluid was initially milky and the last<br />

aspirate was clearer. Decreased precipitates in<br />

the bottle were observed as well (Figure 4).<br />

Figure 4. Gradual decrease in density of the BAL<br />

fluid and precipitate amount in the same session<br />

(right bottle indicates the first lavage fluid and<br />

the left bottle indicates the last one).<br />

The procedure was terminated because the O2<br />

saturation decreased to 48% after 14 L of the<br />

isotonic physiological lavage had been administered.<br />

The first and the last aspirate samples<br />

were analyzed. The results of the first aspirated<br />

fluid analysis showed: protein: 0.9 g/dl; albumin:<br />

227 g/dl; LDH: 1473 IU/L; total cholesterol: 25<br />

mg/dl; and triglyceride: 25 mg/dl. Analysis results<br />

of the last aspirated fluid showed: protein:<br />

0.1 g/dl; albumin: 2 g/dl; LDH: 26 IU/L; total cholesterol:<br />

2 mg/dl; and triglyceride: 2 mg/dl. The<br />

patient’s dyspnea decreased during the hospital<br />

follow-ups. The patient’s necessity for O2 also<br />

decreased. When she was on 2 L/min O2, her<br />

arterial blood gas results showed: pH: 7.48;<br />

pCO2: 26 mmHg; pO2: 69 mmHg; HCO3: 19.6<br />

mEq/L; and SatO2%: 95.2%. After five days of<br />

observation in the clinic, she was discharged<br />

from the hospital with an O2 concentrator for<br />

Long Term Oxygen Therapy (LTOT).<br />

During the follow- up visit one month later, the<br />

patient reported that she was gradually feeling<br />

better and her effort capacity had increased so<br />

that she was able to climb two flights of stairs.<br />

Physical examination showed inspiratory crackles<br />

on the inferior zones of the both lungs, but was<br />

more significant on the right lobe. At room temperature<br />

air, her arterial blood results showed:<br />

pH: 7.42; pCO2: 27 mmHg; pO2: 40 mmHg;<br />

HCO3:17.8 mEq/L; and SatO2%: 77%. Her respiratory<br />

function test results were: FVC: 1.80<br />

(62%); FEV1: 1.67 (67%); and FEV1/FVC: 93%.<br />

Due to the radiological findings and the patient’s<br />

clinical status, right lung lavage was performed.<br />

In that session, 12 L of isotonic physiological<br />

serum were administered using the same method<br />

described above. A microbiologic culture of<br />

the BAL fluid showed Acinetobacter baumannii<br />

overgrowth and an antibiotic was started based<br />

on the antibiogram test results. Although the<br />

ARB and PCR were negative, atypical mycobacterium<br />

overgrowth was detected in that fluid. Therefore,<br />

the patient underwent triple antituberculosis<br />

(TB) therapy for six months. During subsequent<br />

BAL procedures no bacterial overgrowth<br />

was detected. Homogeneous density on the apical<br />

segment of the right superior lobe, which was<br />

seen on the first CT, was resolved.<br />

During the follow-up periods, a total of nine<br />

sequential BAL (left-right-left-right-right-left-<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):74-78 76


ight-left-right) procedures were performed. The<br />

administrated irrigation fluid amounts were: 9 L,<br />

18 L, 27 L, 27 L, 24 L, 23L, and 32 L, respectively.<br />

The patient’s dyspnea improved during the 12-<br />

month follow-up period at which time her O2<br />

saturation with pulse oxymetry was found to be<br />

98%. Her respiratory function tests results were:<br />

FVC: 2.34 L (82%); FEV1:1.86 L (76%); and<br />

FEV1/FVC: 79%. The Thoracic CT sections are<br />

displayed in Figure 2.<br />

Discussion<br />

PAP was first described in 1958. The pathophysiology<br />

of PAP involves the exaggerated surfactant<br />

production of type II pneumocytes and/or insufficient<br />

removal of the surfactant from the media<br />

by the alveoli macrophages (1). Primary, secondary,<br />

and congenital forms of PAP are described<br />

in the literature (9). Secondary PAP can be caused<br />

by exposure to gases (i.e., silica, aluminum,<br />

and titanium) and inorganic dust and insecticides,<br />

as well as by chronic infections, hematologic<br />

malignancies, and myeloproliferative diseases<br />

(3,4). In our case study, no gas or dust exposure<br />

was detected. At the end of the etiologic studies,<br />

and after 26 months of follow-up examinations,<br />

we could not detect the underlying cause. Therefore,<br />

primary PAP was diagnosed. Because we<br />

found a lack of microbial overgrowth during the<br />

first diagnostic examination and the sequential<br />

therapeutic BALs, we excluded secondary PAP<br />

due to an atypical mycobacterium infection.<br />

Even though patients with PAP may sometimes<br />

be asymptomatic, they may complain about<br />

dyspnea, persistent dry cough, pleuritic chest<br />

pain, weight loss, intermittent low-grade fever<br />

and/or night sweats (4). Upon physical examination,<br />

inspiratory crackles can be detected in 20%<br />

of cases. Cyanosis and clubbing may rarely accompany<br />

the clinical picture (5). In our case<br />

study, dyspnea, cyanosis, and cough complaints<br />

were present at the initial examination. Inspiratory<br />

crackles with auscultation, especially on the<br />

left side of the lungs, and clubbing were also<br />

present. The clinical findings, which can detect<br />

most forms of interstitial lung disease, were not<br />

diagnostic; however, clinical findings play a guiding<br />

role for physiologic and radiologic studies.<br />

Shunt develops in patients with PAP due to the<br />

accumulation of lipids and protein rich granular<br />

material in the alveoli. Eventually, a resistance to<br />

hypoxemia treatment develops (10-13). In the<br />

present case, hypoxemia, which was confirmed<br />

by laboratory findings, was present even when<br />

the patient was taking 8-10L/min O2 and her<br />

arterial blood gas pO2 was 40 mmHg.<br />

LDH levels are high in 80% of PAP patients. After<br />

cardiac, renal, and muscle diseases have been<br />

excluded, an increase in LDH values may provide<br />

clues about the severity level of PAP (3). In our<br />

patient, the serum LDH level was 302 IU/L and<br />

cardiac, renal, or muscle pathologies were not<br />

detected. The LDH level in the whole lung lavage<br />

fluid was 1473 IU/L and that level decreased to<br />

261 IU/L during the final procedure to remove<br />

the irrigation fluid.<br />

Characteristic radiographic findings of PAP patients<br />

show patchy and confluent nodular infiltrations,<br />

bat-wing configuration, and areas of ground<br />

glass density (3, 4). The literature reported<br />

superior and inferior zone affinity in the lesions.<br />

A high resolution thoracic CT may show reticulonodular<br />

and ground glass density, septal thickening,<br />

and a cobblestone appearance (14). This<br />

appearance is described as “crazy-paving.” In the<br />

present case study, a chest X-Ray showed bilateral<br />

diffuse infiltration, which was more prominent<br />

on the left side. The thoracic CT showed<br />

diffuse and uniform interlobular septal thickening<br />

on the lung parenchyma, a ground glass<br />

appearance, and a crazy-paving configuration.<br />

Spontaneous remission in PAP can be observed<br />

in up to 20% of patients. Currently, the treatment<br />

for PAP is therapeutic BAL of the lungs over<br />

the course of several sessions. Sequential lavages<br />

produce a fluid color that is more clear than<br />

milky. However, this treatment is not necessary<br />

for all patients. Close follow-up of patients may<br />

sometimes be sufficient. Treatment is indicated<br />

when the following parameters are found:<br />

PaO2< 65 mmHg; PO2> 40 mmHg; shunt fraction<br />

>12%; and the presence of dyspnea with minimal<br />

effort (15). In our case, the patient’s clinical status<br />

and blood gas values met the treatment indication<br />

criteria. After BAL, the patient’s clinical<br />

status and her laboratory values improved significantly.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):74-78 77


In conclusion, whole lung lavage is the most effective<br />

method and the only proven treatment<br />

modality for PAP. Whole lung lavage can be performed<br />

easily by clinicians working as a team<br />

utilizing careful preoperative management.<br />

REFERENCES<br />

1. Wang BM, Stern EJ, Schmidt RA, Pierson DJ. Diagnosis<br />

pulmonary alveolar proteinosis. Chest. 1997;11: 460-6.<br />

2. Kariman K, Kylstra JA, Spock A. Pulmonary alveolar<br />

proteinosis: Prospective clinical experience in 23 patients<br />

for 15 years. Lung. 1984;162:223-31.<br />

3. Menard KJ. Whole lung lavage in the treatment of pulmonary<br />

alveolar proteinosis. J Perianesth Nurs. 2005;20:<br />

114-26.<br />

4. Fraser RS, Müller NL, Colman N, Pare PD, eds. Fraser<br />

and Pare’s Diagnosis of Diseases of the Chest. 4th ed.<br />

Philadelphia, Pa: W.B. Saunders; 1999:2700-8.<br />

5. Tazi A, Soler P. Proteinose alveolaire. İn: Pneumologie,<br />

De Aubier M, Pariente R, eds. Paris, Flammarion:<br />

1996;961-4.<br />

6. Reyes JM, Butong PB. Association of pulmonary alveolar<br />

lipoproteinosis with mycobacterial infection. Am J Clin<br />

Pathol. 1980;74: 478-85.<br />

7. Prakash UB, Barham SS, Carpenter HA. Pulmonary alveolar<br />

phospholipoproteinosis: Experience With 34 Cases<br />

And A Review. Mayo Clin Proc. 1987;62: 499-503.<br />

8. Kay: Kavuru MS, Tracey L, Thomassen MJ. Pulmonary<br />

alveolar proteinosis. In: Murray JF, Nadel AJ; eds.<br />

Textbook of Respiratory Medicine. 4th ed. USA, W.B.<br />

Saunders; 2005:1716-31.<br />

9. Hamvas A, Cole FS, deMello DE, Moxley M, Whitsett JA,<br />

Colten HR, Nogee LM. Surfactant protein B deficiency:<br />

antenatal diagnosis and prospective treatment with surfactant<br />

replacement. J Pediatr 1994; 125:356-61.<br />

10. Persson A. Pulmonary alveolar proteinosis. In: Fishman<br />

AP(ed). Pulmonary diseases and disorders. New York,<br />

Mc Graw Hill Book Company; 1998:1225-30.<br />

11. Seaton A, Seaton D, Leitch AG. Some less common<br />

pulmonary diseases. Crofton and Douglas. Respiratory<br />

Diseases. 4th ed. Oxford, Blackwell Scientific Publications:<br />

1989:1043-61.<br />

12. Wasserman K, Mason GR. Pulmonary alveolar proteinosis.<br />

In: Murrey JF, Nadel JA (eds). Textbook of Respiratory<br />

Medicine, 2th ed. Philedelphia, W.B. Saunders<br />

Company: 1994:1933-46.<br />

13. Claypool WD, Rogers RM, Matuschak GM. Update on<br />

the clinical diagnosis, management and pathogenesis of<br />

pulmonary alveolar proteinosis. Chest. 1984; 85:550-8.<br />

14. Gülsün M, Arıyürek M, Demirkazık FB, Fırat P. Yüksek<br />

rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide Arnavut kaldırımı<br />

görünümü oluşturan bronkoalveoler kanser ve pulmoner<br />

alveoler proteinozis: iki olgu sunumu. Bilgisayarlı<br />

Tomografi Bülteni: 2002;7:38-40.<br />

15. Ulukavak Çiftçi M, Şipit T, Apaydın Z, Çoban G, Oğuz D.<br />

Pulmoner Alveoler Proteinozis. Solunum Hastalıkları.<br />

2001;12:71-4.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):74-78 78


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.54264<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Olgu Sunumu / Case Report Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Yenidoğan Döneminde Tanımlanan Goldenhar Sendromu: Olgu sunumu<br />

A Goldenhar Syndrome Described In Neonatal Period: Case Report<br />

Özlem Elkıran 1 , Erdal <strong>Yıl</strong>maz 2 , Neşe Çıtak Kurt 3 , Saadet Akarsu 4 , Abdullah Kurt 5 , Denizmen Aygün 6<br />

1 İnönü Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Kardiyoloji BD, Malatya<br />

2 Fırat Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Kardiyoloji BD, Elazığ<br />

3 Gazi Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Nöroloji BD, Ankara<br />

4 Fırat Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Hematoloji BD, Elazığ<br />

3 Başkent Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Neonatoloji BD, Ankara<br />

6 Fırat Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ<br />

Özet<br />

Goldenhar sendromu olarak da bilinen okülo-aurikulovertebral<br />

sendrom, ilk kez 1952 yılında Goldenhar tarafından<br />

tanımlanmıştır. Goldenhar sendromu birinci ve ikinci brankiyal<br />

yarıktan köken alan yapıların konjenital anomalilerini<br />

içerir. Kulak anomalileri, hemifasiyal mikrosomi ve vertebral<br />

anomaliler ile karakterizedir. Sendromun nedeni tam olarak<br />

bilinmemekle birlikte heterojen kaynaklı olduğu düşünülmektedir.<br />

Goldenhar sendromunun yönetimi, en uygun<br />

tedaviyi sağlamak için multidisipliner yaklaşım gerektirir.<br />

Burada sendromun tüm klasik bulgularına sahip Goldenhar<br />

sendromlu yenidoğan vakası sunuldu.<br />

Abstract<br />

Oculo-aurikulo-vertebral syndrome also referred to as Goldenhar<br />

Syndrome is a rare condition described initially by<br />

Goldenhar in 1952. Goldenhar Syndrome is a wide spectrum<br />

of congenital anomalies that involves structures arising from<br />

the first and second branchial arches. The syndrome is characterized<br />

by anomalies of the ear, hemifacial microsomia,<br />

and defects of the vertebral column. The etiology of this rare<br />

syndrome is not understood completely and seems to be<br />

heterogeneous. Management of Goldenhar syndrome requires<br />

a multidisciplinary approach to provide most appropriate<br />

treatment. Here we report a newborn with Goldenhar Syndrome<br />

who presented all classical signs of this rare condition.<br />

Anahtar Kelimeler: Goldenhar sendromu, yenidoğan, multidisipliner<br />

yaklaşım.<br />

Keywords: Goldenhar Syndrome, newborn, multidisciplinary<br />

approach.<br />

Giriş<br />

Okülo-aurikulo-vertebral sendrom klasik olarak<br />

yüz, göz ve kulak anomalilerini içeren ve heterojen<br />

özellikler gösteren konjenital bir bozukluktur.<br />

İlk kez Goldenhar tarafından tanımlanan sendrom<br />

(1), daha sonra 1963 yılında Gorlin ve arkadaşları<br />

tarafından ek vertebra anomalileri nedeniyle<br />

okülo-aurikulo-vertebral sendrom olarak<br />

adlandırılmıştır (2).<br />

Okülo-aurikulo-vertebral sendrom sıklığı 5000-45<br />

000 canlı doğumda 1 olarak bildirilmiştir. Sendrom,<br />

birinci ve ikinci brankiyal yarıktan köken<br />

alan yapıların konjenital defektlerinden oluşur (3-<br />

5).<br />

Sendrom, hemifasiyal mikrozomi, göz ve kulak<br />

anomalileri ve vertebral defektler ile karakterizedir.<br />

Heliks gelişim kusuru, preauriküler tag<br />

ve/veya pitler, dış kulak yolu atrezisi, mikrotia,<br />

anotia ve iç kulak yolu anomalileri sık görülen<br />

kulak anomalileridir. Sendromda sık görülen göz<br />

anomalileri lipodermoid, ptozis, kolobom ve mikroftalmidir.<br />

En sık görülen vertebra anomalileri<br />

ise hemivertebra veya vertebra hipoplazisidir.<br />

Spektrum içinde kardiyak, renal, genitoüriner<br />

sistem ve santral sinir sistemi anomalileri de<br />

bildirilmiştir (6, 7).<br />

Okülo-aurikulo-vertebral sendromun etyolojisi<br />

kesin olarak aydınlatılamamıştır. Blastogenez<br />

peryodunda birinci ve ikinci brankiyal yarıkların<br />

gelişim bölgesinde azalmış kan akımı ve fokal<br />

hemorajilerin etyolojide önemli olabileceği öne<br />

sürülmüştür (8). Vakaların büyük kısmı sporadik<br />

olmakla birlikte otozomal dominant ve resesif<br />

kalıtım da rapor edilmiştir. Ek olarak çeşitli kromozomal<br />

anomalilerin dökümente edildiği vakalar<br />

da vardır. Maternal diyabet ve gebelikte maruz<br />

kalınan bazı ilaçlar da etyolojide suçlanmıştır<br />

(3, 4).<br />

Sendromun nispeten nadir görülmesi ve tedavinin<br />

multidispliner yaklaşım gerektirmesi nedeni<br />

ile erken tanı oldukça önemlidir. Bu makalede<br />

yenidoğan döneminde tanı alan Goldenhar sendromlu<br />

olgunun sunumu yapılarak sendroma dikkat<br />

çekilmek istenmiş ve erken tanının önemi<br />

vurgulanmıştır.<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Özlem Elkıran, Turgut Özal <strong>Tıp</strong> Merkezi Pediatrik Kardiyoloji Bd 44200 Malatya – Türkiye E-posta: ozlemelkiran@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received: Nisan / April 16, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Mayıs / May 07, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

79


Olgu Sunumu<br />

Otuzaltı yaşındaki annenin beşinci gebeliğinden<br />

miadında fetal distres nedeni ile sezaryen seksiyo<br />

ile doğan iki saatlik kız hasta kulak anomalisi ve<br />

yarık damak bulunması nedeni ile hastanemize<br />

gönderildi. Düzenli prenatal izlemi yoktu. Anne<br />

babası arasında akrabalık olmayan hastanın ailesinde<br />

benzer bulguları olan birey olmadığı öğrenildi.<br />

Fizik muayenesinde vücut ağırlığı 2700 gr<br />

(10-25p), boyu 46 cm (10-25p), baş çevresi 32 cm<br />

(10-25p) olup fasiyal asimetri ve inkomplet yarık<br />

damağı vardı. Her iki heliks hipoplazik ve deforme<br />

idi. Sol dış kulak yolunda atrezi vardı (Resim<br />

1, 2).<br />

tebra grafisinde birinci torakalde hemivertebra<br />

görüldü (Resim 3).<br />

Resim 3. Torakal 1.vertebrada hemivertebra<br />

görünümü<br />

Resim 1. Fasiyal asimetri görülmektedir.<br />

Kraniyal tomografisi, batın ve renal ultrasonografisi<br />

normal olarak değerlendirildi. Orta ve iç kulak<br />

yolunu değerlendirmek amacı ile çekilen temporal<br />

kemik tomografisi normaldi. İşitsel fonksiyonları<br />

değerlendirmek amacıyla yapılan beyinsapı<br />

işitsel uyarılmış potansiyeli incelemesinde solda<br />

işitme kaybı bulundu. Göz muayenesinde iris<br />

kolobomu saptandı. Bu bulgularla hastaya oküloaurikulo-vertebral<br />

sendrom tanısı konuldu.<br />

Tartışma<br />

İlk kez 1952 yılında Goldenhar tarafından tek<br />

taraflı kraniyofasiyal gelişim bozukluğu, epibulber<br />

dermoid ve kulak anomalisi olan 3 hastada<br />

tanımlanan Goldenhar sendromu (1) oldukça<br />

kompleks ve heterojen bir hastalık olup, semptom<br />

ve fiziksel özellikleri olgudan olguya oldukça<br />

büyük farklar göstermektedir. Okülo-aurikulovertebral<br />

sendrom sıklığı farklı toplumlarda değişiklik<br />

gösterir ve erkek/kız oranı 3:2’dir (4).<br />

Resim 2. Sol helikste deformasyon ve sol dış kulak<br />

yolunda atrezi görülmektedir.<br />

Hasta olası problemlerden dolayı kulak burun<br />

boğaz, göz, radyoloji, çocuk kardiyoloji bölümlerine<br />

konsülte edildi. Genetik incelemesinde karyotipi<br />

46 XX olarak saptandı. Hastamızın ekokardiyografisinde<br />

Fallot Tetralojisi tespit edildi. Ver<br />

Okülo-aurikulo-vertebral sendromun etyolojisi<br />

tam olarak bilinmemektedir. Etyolojiyi açıklamaya<br />

yönelik farklı teoriler öne sürülmüştür. Örneğin;<br />

gestasyonun 35-45. günleri arasında embriyoda<br />

brankiyal yarık yapılarının geliştiği bölgede<br />

bozulmuş vasküler akım ya da fokal hemorajilerin<br />

patofizyolojide rol oynadığı düşünülmüştür (8).<br />

Nöral krest hücrelerindeki gelişim bozukluğunun<br />

sendromun nedeni olabileceği öne sürülmüştür<br />

(4). Ek olarak, homeobox genlerinin bir sınıfından<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):79-82 80


olan Msx genlerinin etkilendiği farelerde birinci<br />

brankiyal yapılardan gelişen sistemlerin etkilendiği<br />

de gösterilmiştir (9).<br />

Olguların büyük bir kısmı sporadiktir ve yalnızca<br />

% 2’ sinde aile öyküsü vardır. Bununla birlikte,<br />

otozomal dominant ve otozomal resesif kalıtım<br />

da bildirilmiştir. Ayrıca çeşitli kromozom sayı<br />

veya yapı anomalilerinin eşlik ettiği hastalar rapor<br />

edilmiştir. Gebelikte annenin talidomid, retinoik<br />

asit gibi teratojen ilaçlara maruz kalması ve<br />

gestasyonel diyabet de etyolojide suçlanmıştır (3,<br />

4). Olgumuz 2 saatlik kız bebekti. Olgumuzda<br />

ailede benzer problemleri olan birey yoktu ve<br />

kromozom analizi normal olarak değerlendirildi.<br />

Etyolojide suçlanan maternal diyabet ve intrauterin<br />

dönemde teratojen ilaçlara maruz kalma<br />

öyküsü bizim olgumuzda yoktu.<br />

Okülo-aurikulo-vertebral sendromda anomaliler<br />

birinci ve ikinci brankiyal yarıktaki yapıların gelişim<br />

kusurundan kaynaklanır (3, 4, 6). Sendromun<br />

tanısını koymak için gereken minimal diagnostik<br />

kriterler açısından bir görüş birliği yoktur. Ancak,<br />

tek taraflı fasiyal gelişme azlığı, kulak ve vertebra<br />

anomalileri sendromun klasik bulguları olup vakaların<br />

çoğunda saptanır (5). Bizim olgumuzda da<br />

sendromun klasik bulguları mevcuttu.<br />

Kulak anomalileri sendromun en sık görülen bulgusudur.<br />

Kulak anomalileri arasında heliks gelişim<br />

kusuru, preaurklüler tag ve/veya pitler, dış<br />

kulak yolu atrezisi, mikrotia, anotia ve iç kulak<br />

yolu anomalileri sayılabilir. Dış kulak yolu malformasyonları,<br />

hafifçe dismorfik görünümden<br />

kulağın yokluğuna kadar değişebilir ve nadiren<br />

her iki kulak da etkilenebilir. En yaygın görülen<br />

minör kulak anomalileri olan preaurilüler tag<br />

ve/veya pitler tek veya iki taraflı olabilir ve olguların<br />

% 53-90’ında görülmektedir (8). Sendromda<br />

dış ve orta kulak anomalileri daha sık görülmesine<br />

ve daha iyi bilinmesine karşın, iç kulak yolu<br />

anomalileri de nadiren görülmektedir. Sıklıkla<br />

olguların dış, orta ve iç kulak yolu deformiteleri<br />

arasında ilişki yoktur. Bu nedenle, bu yapılar<br />

mutlaka komputerize tomografi gibi radyolojik<br />

tetkikler ile değerlendirilmelidir. Olgumuzda her<br />

iki heliks hipoplazik ve deforme idi. Sol dış kulak<br />

yolunda atrezi vardı. Orta ve iç kulak yolunu değerlendirmek<br />

amacı ile çekilen temporal kemik<br />

tomografisi normaldi. Olgularda görülen göz<br />

bulguları üst göz kapağı kolobomu, pitozis, farklı<br />

derecelerde mikroftalmi, nadiren iris ya da oküler<br />

kolobomlardır (8). Bizim olgumuzda da nadir<br />

görülen iris kolobomu saptandı.<br />

Literatürde vakaların % 60’ında spina bifidadan<br />

hemivertebraya kadar uzanan farklı vertebra<br />

anomalileri bildirilmiş olup bizim olgumuzda<br />

torakal birinci vertebrada hemivertebra görünümü<br />

vardı (5).<br />

Bazı vakalarda maksiller ve mandibuler hipoplazi,<br />

dil anomalileri, yarık dudak ve damak rapor edilmiştir.<br />

Yarık dudak ve damak olguların %5-<br />

25’inde gözlenmektedir (3, 5). Olgumuzda da<br />

inkomplet yarık damak saptandı.<br />

Sendrom başta kardiyovasküler, genitoüriner ve<br />

pulmoner sistemler olmak üzere diğer sistemleri<br />

de etkiler (3, 10). Literatürde Goldenhar sendromlu<br />

hastalarda konjenital kalp defektleri sıklığı<br />

% 5-58 arasında bildirilmiştir. En sık görülen kardiyak<br />

anomali ilk sırada konotrunkal anomalilerden<br />

olan Fallot Tetralojisi ve 2. sıklıkta ise septal<br />

defektlerdir (10). Bizim olgumuzda da literatürle<br />

uyumlu olarak Fallot Tetralojisi tespit edildi.<br />

Sendromda bildirilen santral sinir sistemi anomalisi<br />

sıklığı % 12-47 arasındadır ve anomaliler olgular<br />

arasında belirgin farklılık göstermektedir.<br />

Korpus kallozum agenezisi, diffüz serebral hipoplazi,<br />

asemptomatik hidrosefali en sık görülen<br />

santral sinir sistemi anomalileridir (7). Olgumuzda<br />

santral sinir sistemi anomalisi saptanmadı.<br />

Ayırıcı tanıda özellikle, birinci ve ikinci brankiyal<br />

yarıktan kaynaklanan anomalilerin görüldüğü<br />

Treacher-Collins sendromu gibi genetik bozukluklar<br />

dikkate alınmalıdır. Treacher-Collins sendromunda<br />

aşağı doğru eğilimli palpebral fissürler,<br />

kolobom, malar ve mandibular hipoplazi ve kulak<br />

anomalileri görülebilir. Goldenhar sendromunda,<br />

fasiyal asimetri ve malar kemiklerin daha az hipoplazik<br />

olması ayırıcı tanıda yardımcıdır (5).<br />

Sonuç olarak, literatürde bildirilen özellikler ile<br />

sendromun tanısını koymak zor olmamakla birlikte,<br />

sendromun klasik özelliklerinin olmadığı olgular<br />

veya sendromun klinik karakteristiklerinin<br />

bilinmediği durumlarda tanı gözden kaçabilir.<br />

Goldenhar sendromlu hastalarda erken tanı ile<br />

göz, kulak-burun-boğaz, pediatrik kardiyoloji,<br />

radyoloji ve sendroma eşlik eden ek bulgulara<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):79-82 81


REFERENCES<br />

1. Goldenhar M. Associations malformatives de l’oneil et de<br />

l’oreille, en particulier le syndrome epibulbaire-appendices<br />

auriculaires dermoide fistula auris congenita et ses relatons<br />

avec la dysostose mandibulo faciale. J Genet Hum<br />

1952;1:243-282.<br />

2. Gorlin RJ, Jue KL, Jacobsen U, Goldschmidt E. Oculoauriculovertebral<br />

Dysplasia. J Pediatr 1963;63:991-999.<br />

3. Tasse C, Bohringer S, Fischer S, Ludecke HJ, Albrecht B,<br />

Horn D, Janecke A, Kling R, Konig R, Lorenz B, Majewski F,<br />

Maeyens E, Meinecke P, Mitulla B, Mohr C, Preischl M,<br />

Umstadt H, Kohlhase J, Gillessen-Kaesbach G, Wieczorek D.<br />

Oculo-auriculo-vertebral spectrum (OAVS): clinical evaluation<br />

and severity scoring of 53 patients and proposal for a<br />

new classification. Eur J Med Genet 2005;48:397-411.<br />

4. Vinay C, Reddy RS, Uloopi KS, Madhuri V, Sekhar RC.<br />

Craniofacial features in Goldenhar syndrome. J Indian Soc<br />

Pedod Prev Dent 2009;27:121-124.<br />

5. Martelli H, Jr., Miranda RT, Fernandes CM, Bonan PR,<br />

Paranaiba LM, Graner E, Coletta RD. Goldenhar syndrome:<br />

göre ilgili bölümlerin multidispliner yaklaşımı ile<br />

en uygun tedavinin planlanması önemlidir. Hastalığın<br />

diğer kardeşlerde tekrarlama riski nedeni<br />

ile aileye uygun genetik danışmanlık verilmelidir.<br />

clinical features with orofacial emphasis. J Appl Oral Sci<br />

2010;18:646-649.<br />

6. Rollnick BR, Kaye CI, Nagatoshi K, Hauck W, Martin AO.<br />

Oculoauriculovertebral dysplasia and variants: phenotypic<br />

characteristics of 294 patients. Am J Med Genet<br />

1987;26:361-375.<br />

7. Rosa RF, Graziadio C, Lenhardt R, Alves RP, Paskulin GA,<br />

Zen PR. Central nervous system abnormalities in patients<br />

with oculo-auriculo-vertebral spectrum (Goldenhar syndrome).<br />

Arq Neuropsiquiatr 2010;68:98-102.<br />

8. Rosa RF, Silva AP, Goetze TB, Bier Bde A, Almeida ST,<br />

Paskulin GA, Zen PR. Ear abnormalities in patients with<br />

oculo-auriculo-vertebral spectrum (Goldenhar syndrome).<br />

Braz J Otorhinolaryngol 2011;77:455-460.<br />

9. Satokata I, Maas R. Msx1 deficient mice exhibit cleft<br />

palate and abnormalities of craniofacial and tooth development.<br />

Nat Genet 1994;6:348-356.<br />

10. Rosa RF, Dall'agnol L, Zen PR, Pereira VL, Graziadio C,<br />

Paskulin GA. Oculo-auriculo-vertebral spectrum and cardiac<br />

malformations. Rev Assoc Med Bras 2010;56:62-66.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):79-82 82


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.65375<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Olgu Sunumu / Case Report Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

HBeAg Pozitif Kronik Hepatit B’li Bir Hastada Peginterferon α-2A ile İlişkili Tiroidit<br />

Thyroiditis Associated With Peginterferon α-2A in a Patient with HBeAg Positive Chronic Hepatitis B<br />

Abdulkadir Küçükbayrak 1 , Keziban Demirli 2 , Davut Özdemir 2 , Zeynep Seçkin Küçükbayrak 3 , İsmail Necati Hakyemez 1<br />

1 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Bolu<br />

2 Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce<br />

3 Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Düzce<br />

Özet<br />

İnterferon (IFN) lar antiviral etkinliğinden dolayı kronik viral<br />

hepatit tedavisinde kullanılan protein yapıdaki maddelerdir.<br />

Tedavi amacıyla kullanımları sırasında tiroid fonksiyon bozukluklarına<br />

sebep olabilmektedirler. Otuz üç yaşında erkek<br />

hastaya HBeAg (+) kronik hepatit B tanısıyla PEG- IFN α-2a<br />

120 mcg s.c./hafta tedavisi başlanıldı. Tedavi başlangıcında<br />

tiroid stimülan hormon (TSH), serbest T3 (ST3), serbest T4<br />

(ST4) düzeyleri normal, antinükleer antikor (ANA) negatif idi.<br />

Tedavinin altıncı ayında hastanın; TSH 60.52 (↑), FT3 4.06<br />

(N), FT4 4.48 (↓), Tiroglobulin (TG) 1.6 ng/ml (N), antitiroglobulin<br />

antikor (ATA) 631 IU/ml (↑), anti-mikrozomal<br />

antikor (AMA) 1000IU/ml (↑) olarak tespit edildi. Tiroid<br />

ultrasonografisinde; bilateral hipoekoik olan tiroid parenkimi<br />

içerisinde fibröz septalar (psödolobülasyon) ve artmış kanlanma<br />

(Hashimato tiroiditi ?) görüldü. Tiroid sintigrafisinde;<br />

non-homojen hiperplazik tiroid glandı ve sol lobta hiperaktif<br />

nodül tespit edildi. Tiroid biyopsisi; benin sitoloji olarak<br />

değerlendirildi. Hastada interferona bağlı hashimato tiroiditi<br />

düşünülerek IFN tedavisi kesildi ve lamivudin tedavisine<br />

geçildi. Hastaya iyatrojenik hipertiroidi nedeniyle levotiron<br />

1x1 tedavisi başlanıldı. Levotiron tedavisinin 3. ayında TSH<br />

0.190, ST3 5.6, ST4 21.24 olarak saptandı ve levotiron kesildi.<br />

İnterferon tedavisi kesildikten 6 ay sonra yapılan tetkiklerinde<br />

TSH 0.742, ST3 5.33, ST4 14.53 idi. Daha sonraki takiplerinde<br />

tiroid fonksiyonlarında bozukluk tespit edilmedi.<br />

Abstract<br />

Interferons are used to treat chronic viral hepatitis, due to<br />

antiviral activity, are substances of protein structure. IF can<br />

lead to disorders of thyroid function during their use for<br />

treatment. PEG-IFN α-2a 120 mcg sc / week to thirty-threeyear-old<br />

male patient was started with the diagnosis of<br />

HBeAg (+) chronic hepatitis B. In the beginning of treatment,<br />

thyroid stimulating hormone (TSH), free T3 (FT3), free T4<br />

(FT4) levels were normal and antinuclear antibody (ANA)<br />

was negative. In the sixth month of treatment the patient's;<br />

TSH was 60.52 (↑), FT3 was 4.06 (N), FT4 was 4.48 (↓),<br />

thyroglobulin (TG) was 1.6 ng / ml (N), anti-thyroglobulin<br />

antibody (ATA) was 631 IU / ml (↑), anti-microsomal antibody<br />

(AMA) was 1000IU/ml (↑). Thyroid ultrasonography<br />

revealed bilateral hypoechoic fibrous septa (pseudolobulation)<br />

and increased blood flow (Hashimoto's thyroiditis? ) in<br />

the thyroid parenchyma. In Thyroid scintigraphy; nonhomogeneous<br />

hyperplastic thyroid gland and hyperactive nodule<br />

in left lobe were seen. The result of thyroid biopsy were<br />

evaluated as benign cytology. Hashimoto's thyroiditis associated<br />

with interferon was thought. Later, IFN therapy was<br />

discontinued and lamivudine was started. Due to iatrogenic<br />

hyperthyroidism for the patient, levotiron 1x1 was started.<br />

In third months of levotiron therapy, TSH was 0.190, T3 was<br />

5.6, T4 was 21: 24. Levotiron treatment was stopped. In 6<br />

months after discontinuation of interferon therapy TSH was<br />

0742, FT3 was 5: 33, FT4 was 14: 53. There was no thyroid<br />

disfunction in follow-up of the patient.<br />

Anahtar Kelimeler: Kronik hepatit, PEG- İnterferon, Tiroidit.<br />

Keywords: Chronic hepatitis, PEG-Interferon, Thyroiditis.<br />

Giriş<br />

İnterferon (IFN) lar antijen, virüs, tümör veya<br />

bakteri gibi yabancı maddelere karşı vücut hücrelerinden<br />

salınan protein yapıdaki maddelerdir.<br />

IFN-α anti-tümör ve anti-viral özelliğe sahip bir<br />

yapıdadır. IFN-α; kronik viral hepatitler, multipl<br />

skleroz, solid veya hematolojik tümörler gibi<br />

birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır (1).<br />

IFN-α çeşitli yan etkilere sahip olmakla birlikte;<br />

tiroid fonksiyon bozukluğu %6.2, hipotiroidi<br />

%2.3, hipertiroidi %3.9 oranında bildirilmiştir (2).<br />

Özellikle hepatit C virüs (HCV) enfeksiyonlu hastalarda<br />

interferon tedavisi sırasında tiroid fonksiyon<br />

bozuklukları veya daha sık olarak tiroid fonksiyon<br />

bozukluğu bulunmadan tiroid antikor yük<br />

seklikleri rapor edilmiştir. Hepatit B virüs (HBV)<br />

enfeksiyonlu hastalarında yapılan çalışma sayısı<br />

kısıtlıdır ve tiroid hastalıklarıyla olan ilişkisi hepatit<br />

C kadar açık değildir.<br />

Bu yazıda peginterferon (PEG-IFN) α-2a tedavisi<br />

sırasında hipotiroidi ve tiroidit gelişen HBeAg<br />

pozitif kronik hepatit B hastası sunduk.<br />

Olgu Sunumu<br />

Sekiz yıldır kliniğimizde hepatit B taşıyıcısı olarak<br />

takip edilen 33 yaşında erkek hastaya HBeAg (+)<br />

kronik HBV enfeksiyonu tanısıyla PEG-IFN α-2a<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Abdulkadir Küçükbayrak, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Bolu E-posta: abdulbayrak@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received: Haziran / June 30, 2011; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 20, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması / Conflict Of Interest: Yok /None<br />

83


120 mcg subkutan haftada bir tedavisi başlanıldı.<br />

Tedavi öncesinde; tiroid stimülan hormon (TSH)<br />

0.72 (0.25-1.45), serbest T3 (ST3) 5.8 (4-8), serbest<br />

T4 (ST4) 15.89 (12-20), aninükleer antikor<br />

(ANA) negatif, α-fetoprotein 2.3, HBV-DNA<br />

1.000.000 copy/ml idi. Tedavinin altıncı ayında<br />

TSH 60.52 (↑), FT3 4.06 (N), FT4 4.48 (↓), Tiroglobulin<br />

(TG) 1.6 ng/ml (N), anti-tiroglobulin antikor<br />

(ATA) 631 IU/ml (↑), anti-mikrozomal antikor<br />

(AMA) 1000IU/ml (↑) olarak belirlendi. Hastanın<br />

tiroid ultrasonografi (USG) sinde; bilateral<br />

tiroid parenkimleri hipoekoik ekoda ve parenkim<br />

içerisinde fibröz septalar (psödolobülasyon),<br />

bilateral tiroid kanlanması artmış (Hashimato<br />

tiroiditi ?) olarak izlendi. Tiroid sintigrafisi inhomojen<br />

hiperplazik tiroid glandı, sol lobta hiperaktif<br />

nodül olarak değerlendirilmesi üzerine ince<br />

iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucu<br />

benin sitoloji olarak belirlendi. Bu bulgularla hastada<br />

interferona bağlı hashimato tiroiditi düşünüldü.<br />

İnterferon tedavisi kesilerek lamivudin<br />

tedavisine geçildi. İyatrojenik hipertiroidi nedeniyle<br />

hastaya levotiron 1x1 tedavisi başlanıldı. Üç<br />

ay sonra yapılan tetkiklerinde TSH 0.190, ST3 5.6,<br />

ST4 21.24 olarak saptandı. Levotiron kesilerek<br />

takiplere devam edildi. İnterferon tedavisi kesildikten<br />

6 ay sonra yapılan tetkiklerinde TSH 0.742,<br />

ST3 5.33, ST4 14.53 idi. Daha sonraki takiplerinde<br />

tiroid fonksiyonlarında bozukluk tespit edilmedi.<br />

Tartışma<br />

Kronik viral hepatitli hastalardaki en sık ekstrahepatik<br />

manifestasyonların; diyabetes mellitus,<br />

romatoid artrit ve tiroid hastalıkları olduğu kabul<br />

edilmektedir (3).<br />

Soto ve ark (4) tarafından yapılan bir çalışmada<br />

kronik hepatit B ve C hastalarında klasik IFN tedavisi<br />

öncesi, sonrası ve 6. ayında hipo ve hipertiroidi<br />

kliniği ile sT3, sT4, anti-tiroid peroksidaz<br />

antikor (ATPOA) ve anti-TG antikor (ATGA) düzeyleri<br />

değerlendirilmiştir. Tedavi öncesi hiçbir<br />

hastada hipo veya hipertiroidi bulgusu saptanmazken,<br />

TPOA ve TG antikorları kronik hepatit C<br />

virüs (HCV) enfeksiyonlu hastalarda kronik HBV’li<br />

hastalara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.<br />

Aynı zamanda subklinik hipotiroidizm; kronik<br />

HCV’li hastaların %5’inde tespit edilirken, HBV’li<br />

hastalarda bildirilmemiştir. Aynı çalışmada IFN<br />

tedavisi sonrası HCV hastalarında tiroid disfonksiyon<br />

(TD) prevalansı %12 iken HBV’lilerde %5<br />

olarak saptanmıştır. HCV’li hastalarda tedaviden<br />

sonraki tirotropin düzeyleri öncesine göre anlamlı<br />

olarak farklı bulunurken HBV’lilerde benzer<br />

bulunmuştur. Tedavi sonrasında HCV’li 4 hastada<br />

klinik hipertiroidizm saptanmıştır. HCV’li hastalarda<br />

IFN tedavisi sonunda ATPOA ve ATA serum<br />

düzeyleri anlamlı olarak yükselmiş fakat HBV’li<br />

hastalarda fark bulunmamıştır. Tedavinin 6.<br />

ayında HBV’li hastaların tamamında, HCV’li hastaların<br />

%60’ında tiroid fonksiyonları normale<br />

dönmüştür. Anti-TPO düzeyleri HCV’li tüm hastalarda<br />

pozitif olarak kalmıştır. 422 hasta üzerinde<br />

yapılan başka bir çalışmada ise kronik viral hepatit<br />

B, C, D ve B-C birlikteliği olan hastalarda tiroid<br />

anormallikleri ve klasik IFN tedavisi ile ilişkisi<br />

incelenmiştir. Bu çalışmada özellikle kronik HCV’li<br />

bayan hastalarda otoimmün tiroidit oranı 3 kat<br />

yüksek bulunmuştur. Aynı zamanda IFN tedavisinin<br />

erken döneminde ve kesildikten sonraki 6.<br />

ayda başta hipotiroidizm olmak üzere tiroid disfonksiyonunda<br />

artış bulunmuştur. IFN ile indüklenen<br />

tiroid disfonksiyonu çoğu hastada geçici ve<br />

tedavi öncesi ATPOA düzeyleri ile ilişkili olduğu<br />

vurgulanmıştır. Bu çalışmada; özellikle kadın<br />

hastalar olmak üzere kronik viral hepatitli hastalarda,<br />

ATPOA ve tiroid fonksiyon testlerinin yapılması<br />

gerektiği ve tedavi sırasında ve sonrasında<br />

TSH ve ST4 düzeylerinin izlenmesi önerilmiştir<br />

(5).<br />

AMA; çeşitli otoimmün hastalıklarda pozitif olarak<br />

bulunmakla birlikte sağlıklı bireylerde de<br />

pozitif olarak tespit edilebilir. 70 yaş üstü sağlıklı<br />

bireylerde %15.4 oranında pozitif olmaktadır (6).<br />

Bu oran; 20-59 yaş grubundaki TSH ve ST4 normal<br />

bayanlarda ise %11 olarak bulunmuştur.<br />

Diğer taraftan AMA’nın otoimmün hastalıklar<br />

yanında HCV ve HBV ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir<br />

(7).Sunduğumuz vakada; hipotiroidiile<br />

birlikte AMA pozitifliği vardı.<br />

Kronik HBV’li çocuklarda tiroid antikorlarının<br />

pozitif bulunabileceği, antikor pozitifliğinin IFN<br />

tedavisi ile ilişkili olduğu fakat bu durumun subklinik<br />

hipotiroidizim hariç organ disfonksiyonu ile<br />

ilişkili olmadığı öne sürülmektedir. Aynı zamanda<br />

kronik HBV’li çocuklarda antikorların pozitifliği<br />

veya tedavi sırasında pozitifleşmesinin otoimmün<br />

hastalıklar ile ilişkili olmadığı kabul edilmektedir<br />

(8).<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):83-85 84


Kronik viral hepatitli postpartum hastalardan<br />

HBV’li olanlarda postpartum tiroidit (PPT) gelişmesinin<br />

beklenmediği, HCV’li hastalarda ise PPT<br />

başta olmak üzere hipertiroidizm gelişebileceği<br />

düşünülmektedir (9).<br />

Jamil ve ark (10) 511 hasta üzerinden yaptıkları<br />

retrospektif bir çalışmada, kronik HCV’li IFN veya<br />

PEG-IFN α-2a (Ribavirin ile birlikte veya tek başına)<br />

almış hastalar değerlendirilmiştir. Toplam 45<br />

hastada TD tespit edilmiştir. Bu çalışmada PEG-<br />

IFN alan hastalarda TD (14.1), IFN alan hastalardan<br />

(%6.0) yüksek bulunmuştur. Kırkbeş hastanın<br />

13’üne sitolojik inceleme yapılmıştır. Hastaların<br />

8’inde benin folliküler patern, 3’ünde tiroidit<br />

bulguları ve 2 sinde normal bulgular saptanmıştır.<br />

TD için; Asyalı olmak, kadın olmak ve PEG-IFN<br />

kullanımı bağımsız risk faktörü olarak değerlendirilmiştir.<br />

Bu çalışmada PEG-IFN tedavisi sırasında<br />

ve sonrasında tüm hastaların TD açısından takip<br />

edilmesi önerilmiştir.<br />

Kronik hepatit B hastalarında PEG-IFN α-2a tedavisi<br />

alan hastaların %19’unda tedavi kesilmesini<br />

gerektirecek derecede TD tespit edilmiştir. Tiroidit<br />

gelişminin kronik hepatit hastalarının tedaviye<br />

yanıtsızlığında rolü olduğu belirtilmiştir (11).<br />

REFERENCES<br />

1. Trask PC, Esper P, Riba M, Redman B. Psychiatric side<br />

effects of interferon therapy: prevalence, proposed mechanisms,<br />

and future directions. J Clin Oncol 2000; 18: 2316-<br />

2326.<br />

2-. Monzani F, Caraccio N, Dardano A, Ferrannini E. Thyroid<br />

autoimmunity and dysfunction associated with type I interferon<br />

therapy. Clin Exp Med. 2004; 3: 199-210.<br />

3. Cesur S, Akin K, Albayrak F, Birengel S, Kurt H, Balik I.<br />

Prevalence of illnesses in patients with chronic hepatitis b<br />

and hepatitis c: retrospective study of 435 patients. Mikrobiyol<br />

Bul 2003; 37: 187-93<br />

4. Fernandez-Soto L, Gonzalez A, Escobar-Jimenez F, Vazquez<br />

R, Ocete E, Olea N, Salmeron J. Increased Risk of Autoimmune<br />

Thyroid Disease in Hepatitis C vs Hepatitis B Before,<br />

During, and After Discontinuing Interferon Therapy. Arch<br />

Intern Med 1998; 158:1445-1448.<br />

5. Deutsch M, Dourakis S, Manesis EK, Gioustozi A, Hess G,<br />

Horsch A, Hadziyannis S. Thyroid abnormalities in chronic<br />

viral hepatitis and their relationship to interferon alfa<br />

therapy. Hepatology 1997; 26: 206-210.<br />

6.Lazarus JH, Burr ML, McGregor AM, Weetman AP, Ludgate<br />

M, Woodhead JS, Hall R.. The prevalence and progression of<br />

autoimmune thyroid disease in the elderly. Acta Endocrinol<br />

1984; 106: 199 - 202.<br />

Friedrich-Rus ve ark. (12) yaptığı çalışmada PEG-<br />

IFN-α ve ribavirin tedavilerini alan 56 kronik HCV<br />

hastasının tedavi öncesi, 1, 3 ve 6. aylarda tiroid<br />

USG’sine, tiroid fonksiyonlarına ve otoimmün<br />

belirteçlerine bakılmıştır. Tedavi öncesinde ve<br />

sırasında toplam 12 hastada tiroid fonksiyon<br />

bozukluğu tespit edilmiş (9 hastada hipertiroidi,<br />

1 hastada hipotiroidi, bir hastada da hipotiroidiyi<br />

takiben hipertiroidi). Hipertiroidili bir hastada<br />

Graves hastalığı, 9 hastada destrüktif tiroidit<br />

bulunmuştur. Bu hastalarda TD için risk faktörleri<br />

olarak; yaş, bayan cinsiyet, tedavi öncesi tiroid<br />

bezi volümü, daha önceden var olan tiroglobulin/tiroid<br />

peroksidaz antikorları ve viral yük olarak<br />

belirlenmiştir. Ayrıca antiviral tedavi sırasında<br />

tarama ve izlem için USG yapılmasının tiroid bezi<br />

hakkında fikir vermesi açısından yararlı olacağı<br />

belirtilmiştir.<br />

Sonuç olarak; literatürde kronik HCV hastalarındaki<br />

IFN ilişkili tiroidit çalışmaları daha fazla olmakla<br />

birlikte; kronik hepatit C hastaları kronik<br />

hepatit B hastalarına göre tiroidit gibi otoimmün<br />

hastalıklara daha duyarlıdır. Bununla birlikte;<br />

klasik veya PEG-IFN’lar ile tedaviye başlamadan<br />

öncesinde, sırasında ve sonrasında tiroid otoimmün<br />

antikorları ve tiroid fonksiyon testlerinin<br />

takibi tiroid disfonksiyonunun erken tanınmasında<br />

faydalı olmaktadır.<br />

7. Sawin CT, Bigos ST, Land S, Bacharach P. The aging thyroid.<br />

Relationship between elevated serum thyrotropin<br />

level and thyroid antibodies in elderly patients. Am J Med.<br />

1985; 79: 591-595.<br />

8. Kansu A, Kuloğlu Z, Demirçeken F, Girgin N. Autoantibodies<br />

in children with chronic hepatitis B infection and the<br />

influence of interferon alpha. Turk J Gastroenterol 2004 15:<br />

213-218<br />

9. Elefsiniotis IS, Vezali E, Pantazis KD, Saroglou G. Postpartum<br />

thyroiditis in women with chronic viral hepatitis. J<br />

Clin Virol 2008; 41: 318-319.<br />

10. Jamil KM, Leedman PJ, Kontorinis N, Tarquinio L, Nazareth<br />

S, McInerney M, Connelly C, Flexman J, Burke V, Metcalf<br />

C, Cheng W. Interferon-induced thyroid dysfunction in<br />

chronic hepatitis C. J Gastroenterol Hepatol 2009; 24: 1017-<br />

1023.<br />

11. Kartal ED, Alpat SN, Ozgunes I, Usluer G. Adverse effects<br />

of high-dose interferon-alpha-2a treatment for chronic<br />

hepatitis B. Adv Ther 2007; 24: 963-71.<br />

12. Friedrich-Rust M, Theobald J, Zeuzem S, Bojunga J.<br />

Thyroid function and changes in ultrasound morphology<br />

during antiviral therapy with pegylated interferon and<br />

ribavirin in patients with chronic hepatitis C. Viral Hepat<br />

2009; 16: 168-77.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):83-85 85


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.09719<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Olgu Sunumu / Case Report Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Tiroglossal Kanal Kisti Zemininde Gelişen Tiroid Papiller Karsinomu; Nadir Yerleşimli<br />

Papillary Carcinoma Arising From Thyrogossal Duct Cyst; Rare location<br />

Havva Erdem 1 , Nilüfer Kadıoğlu 1 , Ali Kemal Uzunlar 1 , Ümran <strong>Yıl</strong>dırım 1 , Murat Oktay 1 , Cem Şahiner 1 , Süleyman <strong>Yıl</strong>maz 2<br />

1 Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı<br />

2 Düzce Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı<br />

Özet<br />

Konjenital boyun kistlerinden en sık karşılaşılan tiroglossal<br />

kanal kistidir (TKK) ve %1 oranında malign hale gelebilir. En<br />

sık görülen malign patoloji, tiroidin papiller karsinomasıdır.<br />

Tedavinin planlanması ve tanı için genellikle patolojik inceleme<br />

gereklidir. Burada, boyun sağ medial yerleşimli, 3x2 cm<br />

çaplı TKK’ i olan, transservikal eksizyon ile tedavi edilen 38<br />

yaşında erkek hasta sunuldu.<br />

Abstract<br />

The most common congenital neck masses, thyroglossal<br />

duct cyst (TDC) can give rise to a malignancy in 1% of the<br />

cases. Most common malignant pathology found in this rare<br />

entity is papillary carcinoma. Diagnosis in commonly made<br />

after pathologic examination for planning the treatment.<br />

Herein, we report a 3x2cm diameter isolated TDC of the<br />

right medial in a 38-year-old man who was treated by<br />

transcervical excision.<br />

Anahtar Kelimeler: Tiroglossal dukt kisti, boyun kistleri,<br />

papiller karsinom.<br />

Keywords: Thyroglossal duct cyst, neck cyst papillary carcinoma.<br />

Giriş<br />

Tiroglossal kanal kisti (TKK) tiroid glandının en<br />

sık görülen gelişimsel anomalisidir. Sıklıkla beningdirler.<br />

Tiroid glandı aşağı boyuna inerken<br />

köken aldığı dil köküne tiroglossal kanal ile bağlanmış<br />

haldedir. Normalde yaşamın 6.haftasında<br />

bu kanal geriler, gerilemezse kist ya da fistül haline<br />

gelir (1). TKK malign lezyon gelişimi oldukça<br />

nadirdir.<br />

Vakaların %1'i malign hale gelebilir (2). En sık<br />

görülen malign patoloji tiroidin papiller karsinomasıdır.<br />

Yurt dışı literatürlerde şimdiye kadar<br />

yayınlanan vaka sayısının 200 civarında olduğu<br />

belirtilmiştir (3). Türkiye <strong>Tıp</strong> Dizini’ne bakıldığında<br />

bu konuda yayınlanan vaka sayısının altı olduğunu<br />

görülmektedir (4-8). Burada TKK zeminide<br />

gelişen tiroid papiller karsinomlu olgunun sunulması<br />

amaçlandı.<br />

kist ön tanısı ile kitleye eksizyonel biyopsi yapıldı.<br />

Patoloji laboratuarına gönderildi. Gönderilen<br />

materyalde makroskobik olarak 2,8 x 2,5 x 1,5 cm<br />

ölçülerde, kahverengi renginde ve kesit yüzeyinde<br />

kistik yapı içinden sarı renkli seröz kıvamda<br />

sıvı boşaldığı izlendi. Kese duvarına yapışık, lümene<br />

uzanan sarı renkli 1 x 0,6 x 0,4 cm ölçülerde<br />

polipoid lezyonlar dikkati çekti. Mikroskobik<br />

incelemesinde kistik yapı içerisinde 1cm‘lik alanda<br />

papiller dallanmalar izlendi. Bu yapılarda şeffaf<br />

nukleuslu, yarıklanma ve inklüzyon içeren<br />

tirosit nukleusları görüldü (Resim 1,2). Olgu TKK<br />

zemininde gelişen papiller tiroid karsinom olarak<br />

raporlandı.<br />

Olgu Sunumu<br />

Boynunda şişlik şikayeti ile 38 yaşındaki erkek<br />

hasta kulak burun boğaz polikliniğine başvurdu.<br />

Fizik muayenesinde sağ sternokleidomasteideus<br />

kasının 1/3 orta kısmının medialinde yer alan<br />

3x2cm‘lik, mobil, yumuşak kıvamlı kitle palpe<br />

edildi. Diğer sistem muayeneleri normaldi. Tam<br />

kan ve biyokimyasal değerleri normaldi. Brankial<br />

Resim 1. Kist duvarına tutunmuş papiller yapılar izlendi<br />

(H&E X 100).<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Havva Erdem, Düzce <strong>Tıp</strong> Fak Patoloji AD Konuralp/Düzce E-posta: drhavvaerdem@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Nisan / April 04, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 07, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

86


mikroskobik incelemesinde duvarında tiroid folikül<br />

epiteli mevcuttu.<br />

TKK zemininde kanser gelişimi, sıklıkla hayatın<br />

4.dekadında görülür. Vakaların büyük çoğunluğu<br />

lezyonun cerrahi olarak çıkarılmasından sonra<br />

tanı alır (10). TKK içerisinde, tiroid dokusu elemanlarından<br />

ve yassı hücreli epitelden gelişen 2<br />

tip karsinom bildirilmiştir. En sık görülen patoloji<br />

papiller karsinomdur (%85), folliküler karsinom<br />

(%15) ve yassı hücreli karsinom (%6) daha az<br />

oranda görülürler (11,12).<br />

Resim 2. Fibrovasküler stalka sahip, üst üste binme ve<br />

şeffaf nukleus içeren tirositler izlendi (H&E X 200).<br />

Olguya yapılan tiroid sintigrafisinde ve ultrasonografide<br />

özellik izlenmedi. Tiroid fonksiyon testleri<br />

normal sınırlardaydı. Patolojik incelemede<br />

malignite kist duvarlarını aşmadığından dolayı<br />

vakaya tiroidektomi planlanmadı.<br />

Tartışma<br />

Tiroid, embryolojik hayatta farenks tabanından<br />

boyuna doğru göç ederken tiroglossal kanalı kullanır.<br />

Bu kanal, zaman içinde kanal özelliğini yitirerek<br />

kaybolur. Ancak kanalın bazı kısımları persistan<br />

kalabilir ve kanalı oluşturan hücrelerin<br />

sekresyonlarına devam etmeleri sonucunda kist<br />

ortaya çıkar (1).<br />

TKK, brankial kleft kistlerinden iki kat daha fazladır.<br />

1534 vakalık bir inceleme çalışmasında vakaların<br />

%67’sinde kist, %33’ünde de fistül olduğu<br />

izlenmiştir. TKK yaklaşık %90'ı boyun orta hatta<br />

yerleşir bazıları paramedial olarak yerleşebilir,<br />

paramedial yerleşimliler genellikle solda olur (1).<br />

Bu olguda TKK orta hattın sağında yerleşmiş olup<br />

nadir görülen lokalizasyona sahipti.<br />

TKK genelde 1-5cm arasındadır. Mukoid ya da<br />

jelatinoz materyal içerir. Mikroskobisinde tiroid<br />

dokusu her zaman görülmez. Epiteli silli psodostrafiye<br />

kolumnar, kuboidal ya da stratifiye skuamöz<br />

epitel olabilir (9). Vakamızda lezyon yaklaşık<br />

3 cm çapındaydı, seröz kıvamda mayi içeriyordu,<br />

Bu vakada da preoperatif papiller karsinomu<br />

düşündürecek herhangi bir patoloji tespit edilmedi.<br />

Tanı kistin eksizyonunun patolojik incelenmesi<br />

ile konuldu.<br />

TKK’den gelişen papiller karsinomlar klinik olarak<br />

benign tiroglossal dukt kistinden farklı bir seyir<br />

göstermez. Ancak çok nadir olmakla birlikte ağrı,<br />

ses kısıklığı, boyutlarda ani artış, kilo kaybı, bölgesel<br />

lenfadenopati oluşumu maligniteyi akla<br />

getirmelidir (12). Tiroidin papiller karsinomunun<br />

tiroidde hiçbir belirgin lezyon olmaksızın metastaz<br />

yaptığı düşünüldüğünde tiroglossal kistte<br />

görülen papiller karsinomun primer olup olmadığını<br />

netleştirmek gereklidir. Kistin epitel duvarının<br />

olması, kistin içinde veya yakınında normal<br />

tiroid dokusunun olması ve tiroidin histopatolojik<br />

incelemesinin normal olması gerekmektedir (12).<br />

Bu vakalara tiroidektomi konusunda da fikir birliği<br />

yoktur. Bazı yazarlar cerrahiden yanayken bazıları<br />

da takip ya da kistin çıkarılmasının yeterli<br />

olduğu düşüncesindedirler. Kist duvarının invazyonu<br />

da tiroidektomi ve hatta boyun diseksiyonu<br />

için bir kriter olarak ileri sürülmüştür (10-12). Bu<br />

vakada kistin eksizyonu yeterli görülmüştür.<br />

Nadir görülmesi nedeniyle tiroglossal kist zemininde<br />

gelişen papiller tiroid karsinomlar gözden<br />

kaçabilir. Hızlı büyüyen boyun kitlelerinde boyun<br />

radyolojik ve sitolojik incelemeleri yapılmalıdır<br />

(13).<br />

Her vakada olduğu gibi kistik lezyonlarda da malignite<br />

akılda tutulmalı ve kliniko- patolojik değerlendirme<br />

yapılmalıdır.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):86-88 87


REFERENCES<br />

1. Antonio, Pieter J. Slootweg Patholoy of Head and Neck,<br />

Thyroglossal Duct Cyst and Ectopic Thyroid, Springer Germany;<br />

1 edition.2006; p.268.<br />

2. Albayrak Y, Albayrak F, Kaya Z, Kabalar E, Aylu B. A case of<br />

papillary carcinoma in a thyroglossal cyst without a carcinoma<br />

in the thyroid gland, Diagn Cytopathol. 2011;39:38-<br />

41.<br />

3. Kwon JK, Lee SM, Lee HM, Lee JC. Papillary thyroid carcinoma<br />

arising from a primary thyroglossal duct cyst with<br />

cervical node metastases. Thyroid. <strong>2012</strong>;22:330-1.<br />

4. Zeynep Şıklar, Merih Berberoğlu, Aydın Yağmurlu, Bülent<br />

Hacıhamdioğlu, Şenay Savaş Erdeve, Suat Fitöz, Metin Kır,<br />

Gönül Öçal. Synchronous Occurrence of Papillary Carcinoma<br />

in the Thyroid Gland and Thyroglossal Duct in an Adolescent<br />

with Congenital Hypothyroidism J Clin Res Pediatr Endocrinol<br />

<strong>2012</strong>;4:30-33.<br />

5. Emine Elif Altuntaş, Şahande Elagöz, Ersin Tuncer, Ayhan<br />

Koyuncu, Suphi Müderris. Tiroglossal kanal kistinde papiller<br />

karsinoma: İki olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi.<br />

Cumhuriyet <strong>Tıp</strong> Derg <strong>2012</strong>;34:107-12.<br />

6. Mehmet Akif Eryılmaz, Hatice Toy. Tiroglossal Ductus Kisti<br />

İçerisinde Primer Tiroid Papiller Karsinomu Ve Seksen Aydan<br />

Fazla Takibi . Eur j Gen Med 2011;8(1):69-71.<br />

7. Nuray Voyvoda, Nihat Taşdemir. Papillary Carcinoma<br />

Arising from Thyrogossal Duct Cyst Detected by Ultrasonography:<br />

a Case Report. Fırat <strong>Tıp</strong> <strong>Dergisi</strong> 2010;15(3):158-9.<br />

8. Hilmi Alper Şenkal, Ali Şefik Hoşal, Özay Gököz, Ahmet<br />

Bülent Sözeri.Tiroglossal Duktus Kistinde Papiller Karsinom.<br />

KBB ve BBC <strong>Dergisi</strong> 2009;17(2):82-4.<br />

9. Yuri E. Nikiforovr, Paul W. Biddinger, Lester D. R. Thompson.<br />

thyroglossal duct cyst.Embryology and Developmental<br />

Lesions. In: diagnostic pathology and molecular genetics of<br />

the thyroid, Yuri E. Nikiforovr, Paul W. Biddinger, Lester D.R.<br />

Thompson (eds). Philadelphia, JB Lippincott . 2009; p.18-20.<br />

10. Torcivia A, Polliand C, Ziol M, Dufour F, Champault G,<br />

Barrat C., papillary carcinoma of the thyroglossal duct cyst:<br />

report of two cases, Rom J Morphol Embryol 2010, 51:775–<br />

777.<br />

11. Wigley TL, Chonkich GD, Wat BY. Papillary Duct carcinoma<br />

arising in a thyroglosal duct cyst.otolaryngology H & n<br />

surgery 1997; 116:3:386-388.<br />

12. Martín-Pérez E, Larrañaga E, Marrón C, Monje F.: primary<br />

Papillary carcinoma arising in the thyroglossal Duct cyst.<br />

Eur J Surgery 1997; 163: 143 – 145.<br />

13. Balalaa N, Megahed M, Ashari MA, Branicki F, thyroglossal<br />

duct cyst papillary carcinoma case rep oncol. 2011 4: 39–<br />

43.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):86-88 88


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.88598<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Derleme / Review Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Kardiyovasküler Risk Faktörü Olarak Dislipidemilere Yaklaşım<br />

Approach of Dyslipidemia; As a Cardiovascular Risk Factor<br />

Serkan Öztürk, Selçuk Öztürk.<br />

1 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bolu.<br />

Özet<br />

Kalp ve damar hastalıkları tüm dünyada önde gelen mortalite<br />

nedeni olmaya devam etmektedir. Dislipidemi ise kalp ve<br />

damar hastalıklarında gerek yaşam tarzı değişiklikleri gerek<br />

ise ilaç tedavisi ile düzeltilebilen önemli bir risk faktörüdür.<br />

Gerek primer koruma amaçlı gerekse sekonder koruma<br />

amaçlı lipid düşürücü tedavi ile (yaşam tarzı değişiklikleri ve<br />

ilaç tedavisi birlikte) kardiyovasküler olay gelişiminde azalma<br />

olduğu gösterilmiştir. Dislipidemi tedavisinde önemli noktalardan<br />

birisi de hastaların risk skorlamasıdır. Bireyler kalp<br />

damar hastalıkları açısından risk gruplarına ayrılmalı ve<br />

dislipidemi yaklaşımı buna göre planlanmalıdır.<br />

Anahtar Kelimeler: Dislipidemi, kalp ve damar hastalığı, risk<br />

faktörleri.<br />

Abstract<br />

Cardiovascular diseases are the leading cause of mortality<br />

continues to be all over the world. Dyslipidemia is an important<br />

cardiovascular risk factor and preventable with<br />

lifestyle changes and drug therapy. Both primary prevention<br />

and secondary prevention with lipid-lowering therapy (along<br />

with lifestyle changes and drug therapy) has been shown to<br />

decrease the development of cardiovascular events. The risk<br />

scoring of patients is one of the important points in the<br />

treatment of dyslipidemia. Individuals must be separated<br />

according to risk scores for cardiovascular disease and<br />

dyslipidemia approach should be planned accordingly this<br />

risk scoring.<br />

Keywords: Dyslipidemia, cardiovascular disease, risk factors.<br />

Giriş<br />

Kalp ve damar hastalıkları tüm dünyada önde<br />

gelen mortalite nedeni olmaya devam etmektedir<br />

(1). 2020 yılına kadar da gelişmiş ülkelerde iş<br />

gücü kaybının ana nedeni olacağı tahmin edilmektedir<br />

(2). Sigara, sedanter yaşam, obezite,<br />

yüksek kan basıncı, dislipidemi (yüksek total kolesterol<br />

ve LDL kolesterol seviyeleri, düşük HDL<br />

ve artmış trigliserid düzeyleri), yüksek şeker seviyeleri<br />

ve aile öyküsü gibi risk faktörleri kalp ve<br />

damar hastalıklarının artması açısından yüksek<br />

oranda risk teşkil etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü<br />

verileri’ ne göre Avrupa ülkelerinde kalp ve<br />

damar hastalıklarının %8.7’sinde yüksek lipid<br />

seviyeleri ana etken olarak rol oynamaktadır (2).<br />

Yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak sigara, yüksek<br />

kan basıncı ve yüksek kolesterol seviyeleri düzeltilebilen<br />

risk faktörlerinden olup kalp damar hastalarının<br />

%80’ inde görülmektedir. Bu risk faktörlerinin<br />

toplam etkisi erken yaşta koroner kalp<br />

hastalığı gelişmesinde büyük rol oynamaktadır<br />

(3). Kan kolesterol seviyeleri ile koroner arter<br />

hastalığı arasında lineer bir ilişki mevcuttur ve<br />

kolesterol seviyeleri değiştirilebilen risk faktörlerindendir<br />

(4). Günümüzde kan kolesterol seviyelerindeki<br />

azalmayla koroner kalp hastalığı riskinin<br />

önemli ölçüde azaldığı gösterilmiştir (4). Kan<br />

kolesterol seviyeleri; beslenme değişikliği, fiziksel<br />

aktivite ve ilaçlar ile düşürülebilir. Ancak hangi<br />

hastalara nasıl yaklaşım gösterileceği konusunda<br />

hala şüpheler bulunmaktadır. Bu yazıda kan kolesterol<br />

seviyelerinin koroner kalp hastalığı ile<br />

ilişkisi ve hangi risk grubunda nasıl bir yaklaşımda<br />

bulunulması gerektiği konusu ve ilaç tedavisi<br />

gözden geçirilmeye çalışılmıştır.<br />

Hiperlipidemi Primer ve Sekonder Koruma<br />

Kan kolesterol seviyeleri kalp damar hastalığıyla<br />

lineer bir ilişki içerisindedir ve düzeltilebilen risk<br />

faktörleri arasında anahtar rol oynamaktadır. Kan<br />

kolesterol seviyesi diyet alışkanlıklarının düzeltilmesi,<br />

fiziksel aktivite ve medikal tedaviyle azaltılabilir.<br />

Tedavi toplam kardiyovasküler riski<br />

azaltmayı amaçlamalıdır ve bir risk faktöründen<br />

ziyade birden fazla risk faktörünün düzeltilmeye<br />

çalışılması daha olumlu sonuçlar verecektir (5).<br />

Kalp ve damar hastalıklarında primer koruma için<br />

yüksek risk grubunda olan 40-74 yaş aralığındaki<br />

hastalar ayırt edilmeli ve bu hastalar kardiyovasküler<br />

risk açısından skorlama yöntemleri kullanılarak<br />

değerlendirilmelidirler (6,7). Hastalara primer<br />

koruma için lipid azaltıcı tedavi başlamadan<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Serkan Öztürk, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bolu Telefon: 037425354656 E-posta: drserkan69@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Mayıs / May 31, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 06, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

89


önce diğer değiştirilebilir risk faktörleri de gözden<br />

geçirilmeli ve eğer mümkünse bunlarda düzeltilmelidir.<br />

Kan testleri ve klinik değerlendirme<br />

hastalara uygulandıktan sonra eş zamanlı hastalıklar<br />

ve lipid bozukluğuna bağlı oluşabilecek<br />

hastalıklar tedavi edilmelidir. Hastanın klinik<br />

değerlendirmesi şunları içermektedir: sigara ve<br />

alkol tüketimi, kan basıncı, beden kitle indeksi,<br />

açlık lipid parametreleri ve glukoz seviyesi, böbrek,<br />

tiroid bezi ve karaciğer fonksiyonları (5). On<br />

yıllık kalp damar hastalığı gelişme riski >%20 olan<br />

bireyler birincil korunma açısından statin tedavisi<br />

için değerlendirilmelidir (8). İkincil koruma<br />

için hastalar lipid azaltıcı tedavi için değerlendirilmelidir<br />

ve risk faktörlerinin azaltılması için beklenmemelidir.<br />

Kan testleri ve klinik değerlendirme<br />

uygulandıktan sonra eş zamanlı hastalıklar ve<br />

dislipideminin sebep olabileceği durumlar tedavi<br />

edilmelidir. Klinik değerlendirmede dikkat edilmesi<br />

gereken parametreler birincil koruma ile<br />

aynıdır. Klinik olarak kanıtlanmış kalp damar hastalığı<br />

olan bireylere statin tedavisi önerilmektedir.<br />

Akut koroner sendromlarda hastalar yüksek<br />

dozda statinler ile tedavi edilmelidir (9).<br />

Hem birincil hem de ikincil korumada LDL kolesterol<br />

seviyesini azaltmak ana hedef olmalıdır.<br />

Bazı hasta gruplarında LDL yüksekliği olmadan<br />

trigliserid yüksekliği gözlenebilir. Bu hasta gruplarında<br />

ise hedef trigliserid seviyelerini azaltıp<br />

HDL kolesterol seviyelerini yükseltmek olmalıdır<br />

(Şekil 1). Hangi ilaçla tedaviye başlanacağı birçok<br />

faktöre bağlıdır. Hastanın mevcut olan lipid değerleri,<br />

hedef değerlere ne kadar yakın olduğu,<br />

ek hastalıklardan dolayı ilaç kullanımı, lipid azaltıcı<br />

ilaçların yan etkileri gibi faktörler bunlardan<br />

bazılarıdır (10).<br />

Dislipidemi Tedavisinde Kardiyovasküler Risk<br />

Değerlendirilmesi<br />

Hiperlipidemi bulunan her hastada 10 yıllık süreçteki<br />

kalp ve damar hastalık riski mutlaka değerlendirilmelidir.<br />

NCEP ATP III’e göre aşağıdakilerden<br />

iki veya daha fazlasının bulunması, kalp ve<br />

damar hastalığı açısından yüksek risk teşkil etmektedir<br />

(11):<br />

▪ Erkek cinsiyet için 45 yaş ve üstü, kadın cinsiyet<br />

için 55 yaş ve üstü<br />

▪ Erken yaşta koroner kalp hastalığı öyküsü; erkek<br />

cinsiyet için 55 yaş ve altı, kadın cinsiyet için<br />

65 yaş ve altında olmak koşuluyla erkek cinsiyet<br />

için babada veya birinci derece erkek akrabada,<br />

kadın cinsiyet için annede veya kadın olan birinci<br />

derece akrabada MI veya ani kardiyak ölüm öyküsü<br />

▪ Aktif sigara içiciliği<br />

▪ Kan basıncının seri yapılan ölçümlerde 140/90<br />

mmHg ve üzerinde olması veya antihipertansif<br />

tedavi kullanım öyküsü<br />

▪ HDL kolesterol seviyelerinin 40 mg/ dL altında<br />

olması<br />

Obezite ve fiziksel inaktivite risk faktörü olarak<br />

değerlendirilmemektedir fakat bu hastalarda<br />

tedavi için değerlendirilmelidir. Obezite; hipertansiyon,<br />

DM, dislipidemi gibi risk faktörlerini<br />

doğrudan etkilediği için bu hastalarda tedavi<br />

açısından mutlaka değerlendirilmelidir. Eğer HDL<br />

kolesterol 60 mg/ dL ve üzerinde ise negatif risk<br />

faktörü olarak değerlendirilmektedir, çünkü HDL<br />

kolesterol koroner arter hastalık riskini azaltmaktadır.<br />

Örneğin, hasta 3 adet risk faktörü içermekte<br />

ve HDL kolesterol 60 mg/dL üzerinde ise bir<br />

risk fakörü silinir. Böylece hasta 2 adet risk faktörü<br />

varmış gibi değerlendirilir (11,12). CRP ve homosistein<br />

düzeylerinin yüksek olmasının kalp ve<br />

damar hastalığı risk değerlendirmesinde tanısal<br />

rolünün olduğu belirlenmiştir (13), fakat bunun<br />

risk faktörü olarak tanımlanmasında elimizde<br />

henüz yeterli veri bulunmamaktadır.<br />

WOSCOPS çalışması verilerine göre kolesterol<br />

seviyelerindeki yükseklik ile yüksek riskli erkeklerin<br />

tedavisi sonrasında kalp krizi ve kalp hastalığına<br />

bağlı ölüm riskinde belirgin azalma olduğu<br />

gösterilmiştir. Randomize yapılan çift kör çalışmada<br />

bazal ortalama LDL seviyesi 193 mg/ dL<br />

olan 6600 sağlıklı bireye ortalama 5 yıl boyunca<br />

pravastatin (40 mg/gün) veya plasebo verilmiş ve<br />

ölümcül olmayan MI veya kalp hastalığına bağlı<br />

ölümlerin insidansında %31 azalma olduğu gösterilmiştir<br />

(14). Son zamanlarda yayınlanan verilere<br />

göre ek takip dönemindeki hastalarda sadece<br />

üçte birinin statin tedavisi almaya devam etmesine<br />

rağmen, 10 senelik süreçten sonra da statin<br />

kullanan grupta daha düşük kardiyovasküler<br />

ölüm oranları gösterilmiştir (15).<br />

2002 yılında yayınlanan PROSPER çalışmasında<br />

70-82 yaş aralığındaki 5804 hasta plasebo veya<br />

pravastatine randomize edilmiş ve bu hastaların<br />

hepsinin kalp damar hastalığı için risk faktörü<br />

mevcutmuş (16). Üç yıllık inceleme sonucunda<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):89-93 90


koroner nedenli ölüm, ölümcül olmayan MI, inme<br />

oranlarında %15 azalma olduğu gösterilmiştir.<br />

Bu çalışmada yaşlılarda birincil ve ikincil korumanın<br />

önemi vurgulanmıştır (16).<br />

ASCOT çalışmasında hipertansiyon ve en az üç<br />

kardiyovasküler risk faktörü olan ve bazal ortalama<br />

LDL kolesterol seviyesi 133 mg/dL olan<br />

10305 hasta atorvastatin 10 mg/ gün veya plaseboya<br />

randomize edilmiş (17). Plasebo grubunda<br />

birincil sonlanım noktasının anlamlı şekilde daha<br />

yüksek olmasından dolayı çalışma erken sonlandırılmış<br />

(17). 1994 yılında sonuçlanan 4S, 1996<br />

yılında yayımlanan CARE, 1998 yılında LIPID ve<br />

2004 yılında yayımlanan PROVE-IT-TIMI 22 çalışmaları<br />

sekonder korumada statinlerin önemine<br />

vurgu yapan çalışmalardır ve bu çalışmalarda<br />

gösterilmiştir ki statin tedavisi altındaki bireylerde<br />

kalp hastalığına bağlı ölüm anlamlı derecede<br />

daha düşüktür (18-21). 2005 yılında yayınlanan<br />

TNT çalışması stabil koroner arter hastalarında<br />

yoğun lipid düşürücü tedavinin yararını göstermeyi<br />

hedeflemiş (15). Çalışma koroner arter hastalığı<br />

olan ve bazal LDL kolesterol seviyeler 130<br />

mg/dL altında olan 10001 hastayı 10 mg/gün ve<br />

80 mg/gün atorvastatine randomize etmiş. Yaklaşık<br />

5 yıllık takip sonrasında 80 mg/gün atorvasttain<br />

alan grupta KAH nedeniyle ölüm, ölümcül<br />

olmayan MI, kardiyak arresten sonra resusitasyon<br />

veya ölümcül ve ölümcül olmayan inmeden<br />

oluşan birincil birleşik sonlanım noktasında %22<br />

göreceli risk azalması görülmüş. Şaşırtıcı şekilde<br />

iki grup arasında myalji ve rabdomyoliz oranları<br />

benzer bulunmuş (15).<br />

Kolesterol Tedavisinde Kullanılan İlaç Tedavileri<br />

2005 yılında Lancet' te yayınlanan bir metanalize<br />

göre LDL kolesterol seviyesindeki her 1 mmol/L<br />

(39 mg/ dL) LDL azalmasıyla tüm nedenlere bağlı<br />

mortalitede anlamlı %12 azalma gösterilmiş (22).<br />

Koroner nedenli mortalitede %19 azalma, MI,<br />

koroner revaskularizasyon ve inmede %21 azalma<br />

görülmüş. Statinlerin kullanımının ilk yılında<br />

faydası görülmüş ve sonraki yıllarda daha da<br />

artmış. Statinler ayrıca anlamlı derecede kanser<br />

artışı olmadan tedavi kullanımında güvenli görülmüştür.<br />

Ayrıca dislipidemilere genel yaklaşım şekil 1’de<br />

gösterilmektedir (Lipid management in adults 12.<br />

baskısından uyarlanmıştır).<br />

Yaşam Tarzı Değişiklikleri<br />

Hiperlipidemi tedavisinde agresif tedavi önerilmekle<br />

birlikte bir çok medikasyon önümüzde<br />

seçenek olarak gözüküyor olsa da yaşam tarzı<br />

değişiklikleri hiperlipidemi tedavisinde köşe taşını<br />

oluşturmaktadır. Yaşam tarzı değişikliklerini aerobik<br />

egzersiz, kilo yönetimi, sigara bırakılması,<br />

alkol tüketiminin azaltılması, sitostanol esterlerinden<br />

oluşan besin destekleri, bitkisel yağlardan<br />

oluşan diyetler içermektedir. Fazla kiloları olan<br />

hastalar kilo verilmesi ve daha az kalori alması<br />

yönünde cearetlendirilmelidir. Hedef LDL değerlerine<br />

ulaşmak için hastalara diyet ve egzersiz<br />

programı önerilmelidir. Doymuş yağlar ve trans<br />

yağlardan fakir, lifli gıdalardan zengin diyetler<br />

önerilmekle birlikte E vitamini desteği önerilmemektedir.<br />

Bu hastalarda diyette günlük iki gram<br />

bitkisel sterollerde önerilmektedir (23).<br />

Statinler LDL kolesterol seviyesini azaltmak için<br />

ilk seçenek olup hastalara risk skorlaması yapılarak<br />

endikasyon dâhilinde tedavi uygulanmalıdır.<br />

Mevcut olan yedi adet statin vardır: atorvastatin,<br />

fluvastatin, lovastatin, pravastatin, rosuvastatin,<br />

simvastatin ve pitavastatin. Statinlerin trigliserid<br />

seviyelerini azaltmak ve HDL kolesterol seviyelerini<br />

arttırmak gibi özellikleride vardır. Primer ve<br />

sekonder koruma amacıyla statin kullanımını<br />

destekleyen bir çok klinik çalışma mevcuttur (15-<br />

21). Statinler dışında lipid azaltıcı tedavi amacıyla<br />

kullanılmakta olan niacin, gemfibrozil, fenofibrate,<br />

ezetimibe, safra asid reçineleri gibi tedavi<br />

seçenekleri de mevcuttur.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):89-93 91


KAYNAKLAR<br />

1. World Health Organization. Cardiovascular diseases<br />

(CVDs) [ online ]. Available from URL: http://<br />

www.who.int/mediacentre/ factsheets/fs317/en/inex.html<br />

2. Murray CJL, Lopez AD Alternative projections of mortality<br />

and disability by cause 1990-2020: Global burden of disease<br />

study Lancet 1997; 349: 1498-1504.<br />

3. Emberson JR, Whincup PH, Morris RW Walker M. Reassessing<br />

the contribution of serum total cholesterol, blood<br />

pressure and cigarette smoking to the aetiology of coronary<br />

heart disease: impact of regression dilution bias. European<br />

Heart Journal 2003; 24: 1719–26.<br />

4. World Health Organization. Reducing risks, promoting<br />

healthy life. The world health report 2002.<br />

5. World Health Organization: Gaining Health: The European<br />

Strategy for the Prevention and Control of noncommunicable<br />

diseases. WHO Regional Committee for<br />

Europe www.euro.whu.int/Document/RC56/edoc08.<br />

6. De Backer G; EUROASPIRE II Study Group. Evidence-based<br />

goals versus achievement in clinical practice in secondary<br />

prevention of coronary heart disease: findings in EUROAS-<br />

PIRE II. Atheroscler Suppl. 2002; 13-6;16-7.<br />

7. De Sutter J, De Bacquer D, Kotseva K, Sans S, Pyorala K,<br />

Wood D, De Backer G; EUROASPIRE II Study Group. Screening<br />

of family members of patients with premature coronary<br />

heart disease; results from the EUROASPIRE II family<br />

survey. Eur Heart J. 2003; 24: 249-57.<br />

8. De Backer G, Ambrosioni E, Borch-Johnsen K, Brotons C,<br />

Cifkova R, Dallongeville J, Ebrahim S, Faergeman O, Graham<br />

I, Mancia G, Cats VM, Orth-Gomér K, Perk J, Pyörälä K,<br />

Rodicio JL, Sans S, Sansoy V, Sechtem U, Silber S, Thomsen<br />

T, Wood D; European Society of Cardiology Committee for<br />

Practice Guidelines. European guidelines on cardiovascular<br />

disease prevention in clinical practice: third joint task force<br />

of European and other societies on cardiovascular disease<br />

prevention in clinical practice (constituted by representatives<br />

of eight societies and by invited experts). Eur J Cardiovasc<br />

Prev Rehabil. 2003; 10(4):S1-S10.<br />

9. Cannon CP, Braunwald E, McCabe CH, Rader DJ, Rouleau<br />

JL, Belder R, Joyal SV, Hill KA, Pfeffer MA, Skene AM; Pravastatin<br />

or Atorvastatin Evaluation and Infection Therapy-<br />

Thrombolysis in Myocardial Infarction 22 Investigators.<br />

Intensive versus moderate lipid lowering with statins after<br />

acute coronary syndromes. N Engl J Med. 2004 Apr<br />

8;350(15):1495-504.<br />

10. Van Ganse E, Laforest L, Alemao E, Davies G, Gutkin S,<br />

Yin D. Lipid-modifying therapy and attainment of cholesterol<br />

goals in Europe: the Return on Expenditure Achieved for<br />

Lipid Therapy (REALITY) study. Curr Med Res Opin. 2005; 21:<br />

1389-99.<br />

11. Grundy SM, Cleeman JI, Merz CN, Brewer HB Jr, Clark LT,<br />

Hunninghake DB, Pasternak RC, Smith SC Jr, Stone NJ; National<br />

Heart, Lung, and Blood Institute;American College of<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):89-93 92


Cardiology Foundation; American Heart Association.Implications<br />

of recent clinical trials for the National<br />

Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III<br />

guidelines. Circulation. 2004; 110: 227-39.<br />

12. De Backer G, Ambrosioni E, Borch-Johnsen K, Brotons C,<br />

Cifkova R, Dallongeville J, Ebrahim S, Faergeman O, Graham<br />

I, Mancia G, Manger Cats V, Orth-Gomér K, Perk J, Pyörälä<br />

K, Rodicio JL, Sans S, Sansoy V, Sechtem U, Silber S, Thomsen<br />

T, Wood D; Third Joint Task Force of European and<br />

Other Societies on Cardiovascular Disease Prevention in<br />

Clinical Practice. European guidelines on cardiovascular<br />

disease prevention in clinical practice. Third Joint Task Force<br />

of European and Other Societies on Cardiovascular Disease<br />

Prevention in Clinical Practice. Eur Heart J. 2003; 24 :1601-<br />

10.<br />

13. Pineda J, Marín F, Marco P, Roldán V, Valencia J, Ruiz-<br />

Nodar JM, Romero DH, Sogorb F, Lip GY. The prognostic<br />

value of biomarkers after a premature myocardial infarction.<br />

Int J Cardiol. 2010; 143: 249-54.<br />

14. Streja L, Packard CJ, Shepherd J, Cobbe S, Ford I; WOS-<br />

COPS Group. Factors affecting low-density lipoprotein and<br />

high-density lipoprotein cholesterol response to pravastatin<br />

in the West Of Scotland Coronary Prevention Study (WOS-<br />

COPS). Am J Cardiol. 2002; 90: 731-6.<br />

15. Shepherd J, Barter P, Carmena R, Deedwania P, Fruchart<br />

JC, Haffner S, Hsia J, Breazna A, LaRosa J, Grundy S, Waters<br />

D.Effect of lowering LDL cholesterol substanitially below<br />

currently recommended levels in patients with coronary<br />

heart disease and diabetes: The Treating to New Targets<br />

(TNT) Study. Diabetes Care. 2006; 29: 1220-1226.<br />

16. Ford I, Blauw GJ, Murphy MB, Shepherd J, Cobbe SM,<br />

Bollen EL, Buckley BM, Jukema JW, Hyland M, Gaw A, Lagaay<br />

AM, Perry IJ, Macfarlane P, Norrie J, Meinders AE,<br />

Sweeney BJ, Packard CJ, Westendorp RG, Twomey C, Stott<br />

DJ; The PROSPER Study Group. A Prospective Study of Pravastatin<br />

in the Elderly at Risk (PROSPER): Screening Experience<br />

and Baseline Characteristics. Curr Control Trials<br />

Cardiovasc Med. 2002: 20; 8.<br />

17. Williams B, Lacy PS, Cruickshank JK, Collier D, Hughes<br />

AD, Stanton A, Thom S, Thurston H; CAFE and ASCOT Investigators.<br />

Impact of statin therapy on central aortic pressures<br />

and hemodynamics: principal results of the Conduit Artery<br />

Function Evaluation-Lipid-Lowering Arm (CAFE-LLA) Study.<br />

Circulation. 2009; 119:53-61.<br />

18. Spaulding C, Weber S. Scandinavian simvastatin study<br />

(4S). Lancet. 1994; 344:8939-8940.<br />

19. Plehn JF, Davis BR, Sacks FM, Rouleau JL, Pfeffer MA,<br />

Bernstein V, Cuddy TE, Moyé LA, Piller LB, Rutherford J,<br />

Simpson LM, Braunwald E. Reduction of stroke incidence<br />

after myocardial infarction with pravastatin: the Cholesterol<br />

and Recurrent Events (CARE) study. The Care Investigators.<br />

Circulation. 1999; 19: 216-23.<br />

20. MacMahon S, Sharpe N, Gamble G, Hart H, Scott J,<br />

Simes J, White H. Effects of lowering average of belowaverage<br />

cholesterol levels on the progression of carotid<br />

atherosclerosis: results of the LIPID Atherosclerosis<br />

Substudy. LIPID Trial Research Group. Circulation. 1998; 97:<br />

1784-90.<br />

21. Scirica BM, Morrow DA, Cannon CP, Ray KK, Sabatine<br />

MS, Jarolim P, Shui A,<br />

McCabe CH, Braunwald E; PROVE IT-TIMI 22 Investigators.<br />

Intensive statin therapy and the risk of hospitalization for<br />

heart failure after an acute coronary syndrome in the PRO-<br />

VE IT-TIMI 22 study. J Am Coll Cardiol. 2006; 47: 2326-31.<br />

22. Baigent C, Keech A, Kearney PM, Blackwell L, Buck G,<br />

Pollicino C, Kirby A, Sourjina T, Peto R, Collins R, Simes R;<br />

Cholesterol Treatment Trialists' (CTT) Collaborators. Efficacy<br />

and safety of cholesterol-lowering treatment: prospective<br />

meta-analysis of data from 90,056 participants in 14 randomised<br />

trials of statins. Lancet. 2005; 8: 366(9493):1267-<br />

78.<br />

23. Hockley T, Pollard S, Smedley M. Lifestyle and risk factor<br />

management and the use of drug therapies in coronary<br />

patients from 15 countries. Principal results from EUROAS-<br />

PIRE II. European Heart Journal 2001; 22: 554-572.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):89-93 93


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.33042<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Derleme / Review Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Damar İçi Kateter İnfeksiyonlarına Güncel Yaklaşım<br />

Current Approach To Intravascular Catheter Infection<br />

İsmail Necati Hakyemez, Abdulkadir Küçükbayrak, Hayrettin Akdeniz.<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Bolu<br />

Özet<br />

Hastanelerin riskli ünitelerinde yatan hastalarda nozokomiyal<br />

kan dolaşımı infeksiyonlarının önemli bir kısmı damar içi<br />

kateter infeksiyonlarından kaynaklanmaktadır. Kateterle<br />

ilişkili kan dolaşımı infeksiyonu (KİKDİ), önemli bir morbidite<br />

ve mortalite nedenidir. Hastanede kalış süresi ve bakım<br />

maliyetlerini artırır. İnfeksiyon sıklıkla kateter giriş yeri ve<br />

birleşim yerinden kaynaklanmaktadır. KİKDİ için en sık etken<br />

mikroorganizmalar koagülaz-negatif stafilokok, Staphylococcus<br />

aureus, Enterokoklar ve Candida türleridir. Kateter ile<br />

periferik kanda aynı etkenin üremesi tanının temelini oluşturur.<br />

Tedavide, genellikle kateter çıkarılır ve sistemik antibiyotik<br />

başlanır. Kanıta dayalı stratejiler eşliğinde paket önlemlerin<br />

uygulanması, multidisipliner eğitimlerin verilmesi, geriye<br />

dönük bildirimlerin sağlanması, infeksiyon kontrol sürveyansının<br />

düzgün çalışması ve kalite açısından akreditasyonun<br />

sağlanması KİKDİ’lerin önlenmesi için zorunludur.<br />

Abstract<br />

A great majority of nosocomial bloodstream infections in<br />

hospitalized patients in risky departments of hospitals originate<br />

from an infected central venous catheter (CVC). Catheter-related<br />

bloodstream infection (CRBSI) is one of the considerable<br />

reason for morbidity and mortality and causes an<br />

increase in both duration and cost of hospital care. CRBSI<br />

usually arises around the catheter inserion site and at the<br />

hub of the catheters. Coagulase-negative staphylococci,<br />

Staphylococcus aureus, enterococci, and Candida species are<br />

the most common causative organisms for CRBSI. Isolation<br />

of the same organism from the catheter and peripheral<br />

blood contitutes the basis for the diagnosis of CRBSI. CRBSI<br />

is usually treated by withdrawal of the catheter and using<br />

systemic antibiotics. Applying prevention bundles accompanied<br />

with the evidence based strategies, planning multidisciplinary<br />

trainings, analysing retrospective data of the cases,<br />

doing infection control surveyances properly and providing<br />

acreditation in terms of quality is compulsory to avoid from<br />

CRBSI.<br />

Anahtar Kelimeler: kateter, infeksiyon, tanı, önlem.<br />

Keywords: catheter, infection, diagnosis, prevention.<br />

Giriş<br />

Günümüz tıp uygulamalarında tedavi amaçlı çok<br />

çeşitli kateterler kullanılmaktadır. Yoğun bakım<br />

üniteleri içerdikleri özellikli hasta popülasyonu<br />

nedeniyle damar içi kateter uygulamalarının en<br />

sık yapıldığı ünitelerdir. Bu hastalarda santral<br />

venöz kateterler yaşam desteği ve tedavi anlamında<br />

büyük öneme sahip araçlardır (1). Amerika<br />

Birlesik Devletleri’nde (ABD) her yıl 150 milyondan<br />

fazla damar içi kateter kullanılmaktadır. Bunların<br />

yaklaşık olarak 15 milyonunun santral venöz<br />

kateter (SVK) olduğu ve yoğun bakım ünitelerinde<br />

80.000 kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonu<br />

(KİKDİ) saptandığı belirtilmektedir (2).<br />

Kateter kullanımına bağlı başta infeksiyon olmak<br />

üzere çeşitli komplikasyonlar oluşabilmektedir.<br />

Alınan tüm önlemlere karşın kateterlerin daha sık<br />

kullanımıyla doğru orantılı olarak, kateter infeksiyonlarında<br />

bir artış söz konusudur. Bu durum<br />

morbidite/mortalite hızlarının artışının yanında<br />

hastalara ve kurumlara ek maliyet getirmektedir<br />

(3).<br />

Patogenez<br />

Kateter ilişkili infeksiyonların patogenezinde pekçok<br />

faktör rol almaktadır. Kateter infeksiyonları;<br />

konak, yabancı bir cisim olan kateterin fizik özellikleri<br />

ve patojen mikroorganizmadan oluşan<br />

üçleme arasındaki etkileşim sürecinde oluşur.<br />

SVK kolonizasyonu infeksiyon için bir ön koşuldur.<br />

Konak glikoproteinleri, kateter takıldıktan<br />

kısa bir süre sonra kateter yüzeyine adsorbe olarak<br />

mikroorganizmaların tutunabilmelerini kolaylaştırmaktadır<br />

(4). Bu mikroorganizmaların çoğunluğu<br />

yabancı cisimlere yapışmalarını kolaylaştıran<br />

ve kendilerini savunmalarını sağlayan biyofilm<br />

olarak bilinen mukopolisakkarid yapıda bir<br />

madde üreterek infeksiyon gelişimine önemli bir<br />

katkı yapmaktadır (5).<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. İsmail Necati Hakyemez, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji AD, Bolu Telefon: 037425354656<br />

E-posta: drhakyemez@hotmail.com<br />

Geliş tarihi / Received: Mayıs / May 01, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Mayıs / May 12, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

94


Kolonizasyon en sık cilt-kateter arayüzü (ekstraluminal<br />

yol) boyunca mikroorganizmaların<br />

göçüyle ya da bir kateter birleşme yerinin (hub)<br />

kontaminasyonu (endoluminal yol) ile oluşur (6).<br />

Kısa süreli kullanılan SVK’lerde (7-10 günden az<br />

süreli) giriş yeri etrafındaki deri sıklıkla infeksiyon<br />

kaynağını oluştururken, uzun süreli SVK’lerde en<br />

sık infeksiyon kaynağı kateter birleşme yeridir<br />

(7).<br />

Kateter infeksiyonlarının nadir bir nedeni yapım<br />

veya uygulama esnasında kontamine olan infüzatlardır.<br />

Bu sekilde özellikle yoğun bakım ünitelerinde<br />

salgın yapan nozokomiyal infeksiyonlar<br />

görülmektedir (8). Bir çalışmada kontamine infüzatın<br />

KİKDİ’lerin %7’sinden sorumlu olduğu belirtilmekte<br />

ve tedavi ünitelerinde damar içi sıvı<br />

hazırlanan hastanelerde Gram-negatif bakteri<br />

üremesi saptanması durumunda rutin olarak<br />

infüzat kültürü bakılması önerilmektedir (9).<br />

Risk Faktörleri<br />

Damar içi kateter ilişkili infeksiyon için risk faktörleri<br />

konak, kateter, hastane ve ekiple ilgili<br />

duruma göre değişiklik göstermektedir. Santral<br />

venöz kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonu için<br />

risk faktörleri kateterizasyon öncesi uzamış yatış<br />

süresi, uzun süreli kateterizasyon, kateterin acil<br />

şartlarda takılması, hub ve giriş yerinde yoğun<br />

mikrobiyal kolonizasyon, internal juguler kateterizasyon,<br />

granülositopeni, altta yatan hastalığın<br />

ciddiyeti, başka odakta aktif infeksiyon, cilt bütünlüğünün<br />

bozulması, erken doğum, kateter<br />

yoluyla total parenteral beslenme ve standart<br />

dışı kateter bakımını (örneğin, aşırı kateter manipülasyonu<br />

veya düşük hemşire-hasta oranı)<br />

içermektedir (3,10). Kısa süreli SVK’lerde subklavian<br />

yerleşim femoral bölgeye göre daha düşük<br />

kolonizayon ve tromboemboli riski taşıdığından<br />

kateterizasyonda subklavian yerleşim tercih edilir.<br />

Uzun süreli santral venöz kateteri olan kanser<br />

hastalarında juguler ve subklavian yerleşimin her<br />

ikisi benzer risk taşır (11). Derialtı venöz port<br />

kullanılarak implante edilen kateterler için infeksiyon<br />

riski, kısa süreli tünelsiz SVK’lerden çok<br />

daha düşük olduğu için uzun süreli venöz girişim<br />

gerektiren hastalarda, port kateterler daha çok<br />

tercih edilir (12).<br />

Etiyoloji<br />

Başta cilt flora mikroorganizmaları olmak üzere,<br />

çesitli bakteriler ve mantarlar etiyolojide rol alır<br />

(13). Kateter tipi, kateter yeri, konağın durumu,<br />

hastanın bulunduğu ünite ve hastane gibi faktörlere<br />

göre etkenler farklılık gösterebilir. Başta<br />

koagülaz negatif stafilokok (KNS)'lar (deri florasının<br />

en baskını olması ve slime oluşturma yeteneği<br />

sebebiyle) olmak üzere, Staphylococcus aureus,<br />

Enterococcus ve Candida türleri kateter<br />

infeksiyonlarından en sık üretilen etkenlerdir<br />

(14). Pseudomonas aeruginosa, Klebsiella spp.,<br />

Escherichia coli, Enterobacter spp. ve diğer<br />

Gram-negatif bakteriler etiyolojide daha az oranda<br />

saptanmaktadır (15). İmmünsüpresyon ve<br />

geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı durumunda<br />

diğer nadir saptanan bakteri ve funguslar da<br />

etken olabilmektedirler. Bütün kateter tiplerinde<br />

KNS'ler en sık etkendir, ama femoral kateterde<br />

en sık etken Gram-negatif çomaklar ve enterokoklardır<br />

(16).<br />

Tanı<br />

Klinik bulgular (kateterli hastalarda lokal ve sistemik<br />

bulgular) ve mikrobiyolojik testler tanının<br />

temelini oluşturur. Başka bir infeksiyon odağı<br />

yokluğunda kateterli bir hastada ateş, üşüme,<br />

titreme, hipotansiyon, hiperventilasyon, solunum<br />

yetmezliği bulguları kateter infeksiyonunu düşündürmelidir<br />

(17). Standart dışı kateter bakımının<br />

yapılması, kateter girişinde inflamasyon varlığı,<br />

kateter ucu kültüründe kanlı besiyerinde ≥15<br />

mikroorganizma kolonisi varlığı, tipik mikroorganizmalara<br />

(KNS, S.aureus, Candida spp. vb) bağlı<br />

bakteriyemi, total parenteral beslenenlerde hematojen<br />

Candida endoftalmiti varlığı, tedaviye<br />

dirençli bakteriyemi, kateterin çıkarılmasıyla<br />

kliniğin düzelmesi ve infüzat ilişkili kümesel infeksiyon<br />

durumunda KİKDİ akla getirilmelidir.<br />

Sistemik bulgu olmaksızın kateter giriş yerinde<br />

inflamasyon varlığı lokal infeksiyonu düşündürmelidir<br />

(18). Kateter bakteriyemi kaynağı olsa<br />

bile çoğu zaman görünür bir infeksiyon bulgusu<br />

saptanmayabilir. Kesin tanı için mikrobiyolojik<br />

incelemelere gereksinim vardır (10).<br />

Kateterin çıkarılmasını gerektiren yöntemler: En<br />

sık kullanılanı yarı kantitatif kültür yöntemdir.<br />

Kateterin 5 cm’lik uç kısmının kanlı besiyerinde<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):94-98 95


Maki yöntemiyle ekimi sonrası ≥15 mikroorganizma<br />

kolonisi üremesi kateterin anlamlı derecede<br />

kolonize olduğunu gösterir. Dezavantajı sadece<br />

kateter dış yüzeyinin kültürüne olanak tanımasıdır<br />

(19). Tam kantitatif kateter kültür yöntemiyle<br />

hem kateter dış yüzeyi hem de kateter<br />

lümenindeki biyofilme yapışık mikroorganizmaları<br />

izole etmek mümkündür. Sonikatör ve vorteks<br />

yardımıyla yapılan tam kantitatif kültürde ≥10²<br />

kob (koloni oluşturan birim)/ml üremesi anlamlı<br />

olarak kateterin infekte olduğunu gösterir (18).<br />

Kateterin çıkarılmasını gerektirmeyen yöntemler:<br />

Uzun süreli SVK gereken hastalarda kateter değişimi<br />

zordur. Bu durumda kateter çıkarılmaksızın<br />

infeksiyonun tanısını sağlayan yöntemler geliştirilmiştir.<br />

Kantitatif kan kültürü yöntemi, kateterden<br />

alınan kan örneği ile periferik venden alınan<br />

kan kültürü örneklerinin koloni sayılarının karşılaştırılmasına<br />

dayanmaktadır. Kateterden alınan<br />

kan kültüründeki üremede saptanan koloni sayısı/ml<br />

periferik venöz kana göre 5 kattan daha<br />

fazlaysa kateter infeksiyonu tanısı konur. Diğer<br />

bir yöntem de üreme zamanlarının karşılaştırlmasına<br />

dayanmakta ve otomatize sistemlerde<br />

kateterden alınan kan kültürünün aynı anda alınan<br />

periferik ven kan kültüründen iki saat daha<br />

önce üreme sinyali vermesi kateter infeksiyonuna<br />

işaret eder (20,21). Kateter giriş yerinde akıntı<br />

olan durumlarda, kateter hub ve giriş yerinden<br />

yapılan sürüntü kültürünün değerlendirilmesi<br />

kateter çekilmesini gerektirmeyen diğer bir yöntemdir.<br />

Katetere bağlı sepsis tanısında en az iki<br />

set kan kültürü alınmalıdır. Kan kültürü alırken<br />

deri asepsisine özel önem göstermek gerekir.<br />

Çünkü kontaminasyona bağlı kan kültüründe<br />

olabilecek bir üreme gereksiz tedavi ve yatış süresinin<br />

uzamasına neden olacaktır (10).<br />

Tedavi<br />

Kateterle ilişkili infeksiyonlara yaklaşımda sıklıkla<br />

kateterin çıkarılması, sonrasında ampirik antibiyotik<br />

başlanması ve kültür sonuçlarına göre değişiklik<br />

planlanması tedavinin temelini oluşturur.<br />

Kateterin çıkarılması hastalarda iyileşme sağlamakla<br />

birlikte beraberinde antimikrobiyal tedavi<br />

uygulanmalıdır (22). Kritik hastalarda kateterin<br />

değişimi komplikasyon nedeniyle güçlük gösterebilir.<br />

KNS gibi virülansı düşük mikroorganizmaların<br />

etken olduğu durumlarda kateter çıkarıl<br />

maksızın tedavi yapılabilir. Kateterin çıkarılma<br />

kararı etken mikroorganizmaya, infeksiyonun<br />

seyrine, kateter tipine ve konağın durumuna<br />

göre verilmelidir (18).<br />

Kateteri çıkarılmayan hastalarda sistemik antibiyoterapi<br />

yanında 7-14 gün süreyle intraluminal<br />

antibiyotik uygulaması (antibiyotik kilitleme yöntemi)<br />

yapılmalıdır. Perifer kan kültüründe üreme<br />

olmaksızın santral kateterden alınan kan kültürlerinde<br />

birden fazla üreme varsa sistemik tedavi<br />

olmaksızın 10-14 gün süreyle sadece antibiyotik<br />

kilit tedavisi yapılabilir (10). Bu uygulama, kateter<br />

lümeninin antibiyotik solüsyonu ile doldurulup<br />

etkinliğini göstermesi için burada belli bir süre<br />

kilitlenmesi esasına dayanmaktadır (23). Kateter<br />

infeksiyonundan şüphelenildiğinde hızlıca ampirik<br />

tedavi başlanmalıdır. Ampirik tedavide metisiline<br />

dirençli stafilokoklar dikkate alınmalı ve ilk<br />

seçenekte glikopeptidler yer almalıdır. Özel konak<br />

durumunda Gram negatif etkinliği olan bir<br />

antibiyotik ve/veya antifungal ajan tedaviye eklenmelidir<br />

(24). Ampirik tedavi mikrobiyolojik<br />

kültür sonuçlarına göre yeniden düzenlenmelidir<br />

(17).<br />

Sistemik infeksiyöz komplikasyon gelişmeyen ve<br />

tedaviye iki gün içinde yanıt alınan kısa süreli<br />

kullanılan santral kateterli hastalarda etken KNS<br />

ise ve kateter yerinde kalacaksa sistemik tedavi<br />

yanında antibiyotik kilit tedavisi 10-14 gün sürdürülmelidir.<br />

Ancak, kateter çıkarılacaksa tedavi<br />

süresi 5-7 gündür. S.aures’ta kateter çıkarıldıktan<br />

sonra tedavi 14 günden uzun sürdürülmelidir.<br />

Gram negatif bakteri ve Enterekok türlerinde ise<br />

7-14 gün süreyle verilmelidir. Candida türlerinde<br />

negatif kan kültüründen sonra 14 gün tedaviye<br />

devam edilmelidir. Katetere bağlı sistemik infeksiyöz<br />

komplikasyon gelişen hastalarda ise tedavi<br />

süresi 4-8 haftadır (10).<br />

Korunma<br />

Yüksek mortalite-morbidite oranı ve maliyeti<br />

nedeniyle kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonlarının<br />

önlenmesine ve kanıta dayalı sıfır riske<br />

yönelik çalışmalar ön plana çıkarılmalıdır (25).<br />

ABD’de Sağlık Bakımını İyileştirme Enstitüsü,<br />

sağlık bakımı sürecindeki uygulamaların iyileştirilmesi<br />

için demetler kavramını geliştirmiştir.<br />

Demetler kanıta dayalı önlem kılavuzlarına eşlik<br />

eden, ideal pratik uygulamaların gruplandırılma<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):94-98 96


sıdır. Hastaların prognozuna olumlu katkı sağlar.<br />

Bu demetler; el hijyeni, kateterizasyon sırasında<br />

maksimum bariyer önlemlerinin alınması (Maske,<br />

bone, steril önlük, steril eldiven ve steril hasta<br />

örtüsü kullanımı), kateter giriş yeri ve çevresine<br />

klorheksidinle cilt antisepsisi uygulanması, en<br />

uygun kateter yerleşim yerinin seçilmesi (femoral<br />

bölgeye kateter yerleştirilmesinden kaçınılması),<br />

günlük olarak santral kateter gereksiniminin değerlendirilmesidir<br />

(3,26).<br />

Kateter yerleştirilmeden önce endikasyon gerekliliği<br />

ayrıntılı değerlendirilmelidir. Kateterizasyon<br />

sonrasında önlem demetlerini içeren uygulama<br />

listesinin değerlendirilerek alınması gereken önlemlere<br />

uyumun kontrolü sağlanmalıdır. Uyumun<br />

artırılmasına yönelik infeksiyon kontrol komitesi<br />

sürveyans verileri eşliğinde infeksiyon oranları<br />

geriye dönük bilgilendirme yoluyla hastane ünitelerine<br />

iletilmelidir (27). KİKDİ’ye yönelik kanıta<br />

dayalı infeksiyon kontrol kılavuzlarının kullanılması<br />

ile önemli ölçüde eliminasyon sağlanabilir<br />

(28). Günlük endikasyon değerlendirilmesi ile<br />

gereksiz olduğu saptanan kateter en kısa sürede<br />

çıkarılmalıdır. Uzun süreli kateterizasyon infeksiyonu<br />

tetikler. Sürekli eğitim programlarının düzenlenmesi<br />

ile önlem demetlerinin sağlık personeline<br />

anlatılması, kateterizasyon sırasındaki<br />

önlemlere uyumun kontrolü ve geri dönük bildirimlerin<br />

sonucunda infeksiyon oranlarında belirgin<br />

ölçüde azalma olduğu görülmüştür (29).<br />

Kateterizasyon sonrasında kateter bakımının<br />

pratik ve uygun bir şekilde yapılması, personele<br />

ileri düzeyde verilen bir eğitimden daha önemlidir<br />

(30). Uygulama öncesi eller yıkanmalı veya el<br />

antiseptiği ile ovulmalıdır. Santral kateter uygulamalarında<br />

steril eldiven giyilmelidir. Kateter<br />

giriş yeri gazlı bez, şeffaf yarı geçirgen örtüler ile<br />

kapatılmalıdır. Kateter giriş yeri örtüleri, nemlenme,<br />

gevşeme, kirlenme durumunda değiştirilmelidir.<br />

Kısa süreli kateterlerde gazlı bez örtüler<br />

iki günde bir, yarı şeffaf örtüler ise yedi günde<br />

bir değiştirilmelidir. Antibiyotikli lokal pomatlar<br />

kolonizasyonu artırdığından kateter bakımında<br />

kullanılmamalıdır (31).<br />

Maksimum steril bariyer önlemleri ve kateterizasyon<br />

sırasında klorheksidin uygulaması yapılmasına<br />

rağmen KİKDİ oranları yüksek seyrederse<br />

infeksiyonun önlenmesi açısından antisep<br />

tik/antibiyotik emdirilmiş kateterlerin kullanılması<br />

önerilir. Bu amaçla Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi<br />

tarafından onaylanmış olan iç ve dış yüzeyleri<br />

minosiklin ve rifampinle kaplanmış kateterler<br />

kullanılmaktadır (32).<br />

Santral venöz kateterler rutin olarak belirli periyodda<br />

değiştirilmemelidir. Ancak kateter takılması<br />

sırasında asepsiyi bozan bir durum varsa<br />

kısa sürede değiştirilmelidir. Enjeksiyon sırasında<br />

önce % 70 alkol veya iyodofor solüsyonu ile silinmeli,<br />

uygulamada kullanılan alet steril olmalı,<br />

kullanılmayan tüm lümenler kapalı tutulmalıdır<br />

(33).<br />

Gelişmekte olan ülkelerde KİKDİ hızı, gelişmiş<br />

ülkelere göre daha yüksektir (34). Yetersiz sayıda<br />

eğitimli sağlık personeli, infeksiyon kontrol kurallarına<br />

uyum sorunu, infeksiyon kontrol sürveyansı<br />

ve akreditasyonunun hastanelerde zorunlu<br />

tutulmaması bu durumun başlıca nedenleridir.<br />

Önlem demetlerinin daha kapsamlı uygulanması<br />

yönünde bilincin oluşturulması, bize kateter infeksiyonlarının<br />

sıfır düzeyine çekilmesinde önemli<br />

bir katkı sağlayacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Seifert H, Jansen B, Widmer AF, Farr BM: Central-<br />

Venous Catheters. In: Seifert H, Jansen B, Farr BM (Eds):<br />

Catheter-Related Infections. 2th edition, New York, Marcel<br />

Dekker 2005: 293-326.<br />

2. O'Grady NP, Alexander M, Burns LA, Dellinger EP, Garland<br />

J, Heard SO, Lipsett PA, Masur H, Mermel LA, Pearson<br />

ML, Raad II, Randolph AG, Rupp ME, Saint S; Healthcare<br />

Infection Control Practices Advisory Committee. Guidelines<br />

for the prevention of intravascular catheterrelated<br />

infections. Am J Infect Control 2011; 39: 1-34.<br />

3. Beekmann SE, Henderson DK: Infections caused by<br />

percutaneous intravascular devices. In: Mandell GL, Bennett<br />

JE, Dolin R (Eds): Mandell, Douglas, and Bennett's<br />

Principles and Practice of Infectious Diseases. 7th edition,<br />

Philadelphia, PA: Churchill, Livingstone, Elsevier 2010:<br />

3347-62.<br />

4. Pascual A. Pathogenesis of catheter-related infections:<br />

lessons for new designs. Clin Microbiol Infect 2002; 8:<br />

256-64.<br />

5. Zhang L, Gowardman J, Rickard CM. Impact of microbial<br />

attachment on intravascular catheter-related infections.<br />

Int J Antimicrob Agents 2011; 38: 9-15.<br />

6. Bouza E, Burillo A, Munoz P. Catheter-related infections:<br />

diagnosis and intravascular treatment. Clin Microbiol<br />

Infect 2002; 8: 265-74.<br />

7. Edgeworth J. Intravascular catheter infections. J Hosp<br />

Infect 2009; 73: 323-30.<br />

8. Safdar N, Maki DG. The pathogenesis of catheterrelated<br />

bloodstream infection with noncuffed short-term<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):94-98 97


central venous catheters. Intensive care med 2004; 30:<br />

62-7.<br />

9. Macias AE, Huertas M, de Leon SP, Munoz JM, Chavez<br />

AR, Sifuentes-Osornio J, Romero C, Bobadilla M. Contamination<br />

of intravenous fluids: a continuing cause of hospital<br />

bacteremia. Am J Infect Control 2010; 38: 217-21.<br />

10. Weber DJ, Rutala WA. Central line-associated bloodstream<br />

infections: prevention and management. Infect Dis<br />

Clin North Am 2011; 25: 77-102.<br />

11. Ge X, Cavallazzi R, Li C, Pan SM, Wang YW, Wang FL.<br />

Central venous access sites for the prevention of venous<br />

thrombosis, stenosis and infection in patients requiring<br />

long-term intravenous therapy. Cochrane Database Syst<br />

Rev <strong>2012</strong>; 3: CD004084.<br />

12. Maki DG, Kluger DM, Crnich CJ. The risk of bloodstream<br />

infection in adults with different intravascular devices; a<br />

systematic review of 200 published prospective studies.<br />

Mayo Clin Proc 2006; 81: 1159-71.<br />

13. Eggimann P, Pittet D. Overview of catheter-related<br />

infections with special emphasis on prevention based on<br />

educational programs. Clin Microbiol Infect 2002; 8: 295-<br />

309.<br />

14. Walz JM, Memtsoudis SG, Heard SO. Prevention of<br />

central venous catheter bloodstream infections. J Intensive<br />

Care Med 2010; 25: 131-8.<br />

15. Mermel LA, Farr BM, Sherertz RJ, Raad II, O'Grady N,<br />

Harris JS, Craven DE. Guidelines for the management of<br />

intravascular catheter-related infections. Clin Infect Dis<br />

2001; 32: 1249-72.<br />

16. Polderman KH, Girbes AR. Mechanical and infectious<br />

complications of central venous catheters. Minerva Anestesiol<br />

2003; 69: 330-2.<br />

17. Öncü S. İnravenöz kateter infeksiyonları. ANKEM Derg<br />

<strong>2012</strong>; 26: 180-3.<br />

18. Öztürk R: Damar içi kateterlere bağlı infeksiyonlar ve<br />

korunma. Hastane İnfeksiyonları (Ed): Hastane infeksiyonları<br />

derneği yayını No:1, bilimsel tıp yayınevi, Ankara<br />

2003:489-517.<br />

19. Crump JA, Collignon PJ. Intravascular catheterassociated<br />

infections. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2000;<br />

19: 1-8.<br />

20. Bouza E, Alvarado N, Alcala L, Perez MJ, Rincon C, Munoz<br />

P. A randomized and prospective study of 3 procedures<br />

for the diagnosis of catheter-related bloodstream infection<br />

without catheter withdrawal. Clin Infect Dis 2007;<br />

44: 820-6.<br />

21. Eggimann P. Diagnosis of intravascular catheter infection.<br />

Curr Opin Infect Dis 2007; 20: 353-9.<br />

22. Paiva JA, Pereira JM. Treatment of the afebrile patient<br />

after catheter withdrawal: drugs and duration. Clin Microbiol<br />

Infect 2002; 8: 290-4.<br />

23. Carratala J. The antibiotic-lock technique for therapy of<br />

‘highly needed’ infected catheters. Clin Microbiol Infect<br />

2002; 8: 282-9.<br />

24. Bouza E, Burillo A, Munoz P. Catheter-related infections:<br />

diagnosis and intravascular treatment. Clin Microbiol<br />

Infect 2002; 8: 265-74.<br />

25. McLaws ML, Burrell AR. Zero risk for central lineassociated<br />

bloodstream infection: are we there yet?. Crit<br />

Care Med <strong>2012</strong>; 40: 388-93.<br />

26. Marwick C, Davey P. Care bundles: The holy grail of<br />

infectious risk management in hospital? Curr Opin Infect<br />

Dis 2009; 22: 364-9.<br />

27. Güner R. Kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonlarından<br />

korunmada paket önlemler. ANKEM Derg 2011; 25: 25-7.<br />

28. Berenholtz SM, Pronovost PJ, Lipsett PA, Hobson D,<br />

Earsing K, Farley JE, Milanovich S, Garrett-Mayer E, Winters<br />

BD, Rubin HR, Dorman T, Perl TM. Eliminating catheter-related<br />

bloodstream infections in the intensive care<br />

unit. Crit Care Med 2004; 32: 2014-20.<br />

29. Bizzarro MJ, Sabo B, Noonan M, Bonfiglio MP, Northrup<br />

V, Diefenbach K. A quality improvement initiative to reduce<br />

central line-associated bloodstream infections in a neonatal<br />

intensive care unit. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2010; 31: 241-8.<br />

30. Shapey IM, Foster MA, Whitehouse T, Jumaa P, Bion JF.<br />

Central venous catheter-related bloodstream infections:<br />

improving postinsertion catheter care. J Hosp Infect 2009;<br />

71:117-22.<br />

31. Peredo R, Sabatier C, Villagrá A, González J, Hernández<br />

C, Pérez F, Suárez D, Vallés J. Reduction in catheterrelated<br />

bloodstream infections in critically ill patients<br />

through a multiple system intervention. Eur J Clin Microbiol<br />

Infect Dis 2010; 29: 1173-7.<br />

32. Vergidis P, Patel R. Novel approaches to the diagnosis,<br />

prevention, and treatment of medical device-associated<br />

infections. Infect Dis Clin North Am <strong>2012</strong>; 26: 173-86.<br />

33. Mermel LA, Allon M, Bouza E, Craven DE, Flynn P,<br />

O'Grady NP, Raad II, Rijnders BJ, Sherertz RJ, Warren DK.<br />

Clinical practice guidelines for the diagnosis and management<br />

of intravascular catheter-related infection: 2009<br />

Update by the Infectious Diseases Society of America. Clin<br />

Infect Dis 2009; 49: 1-45.<br />

34. Rosenthal VD, Maki DG, Jamulitrat S, Medeiros EA, Todi<br />

SK, Gomez DY, Leblebicioglu H, Abu Khader I, Miranda<br />

Novales MG, Berba R, Ramírez Wong FM, Barkat A, Pino<br />

OR, Dueñas L, Mitrev Z, Bijie H, Gurskis V, Kanj SS, Mapp<br />

T, Hidalgo RF, Ben Jaballah N, Raka L, Gikas A, Ahmed A,<br />

Thu le TA, Guzmán Siritt ME. International Nosocomial<br />

Infection Control Consortium (INICC) report, data summary<br />

for 2003-2008, issued June 2009. Am J Infect Control<br />

2010; 38: 95-104.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):94-98 98


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.03521<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Orijinal Makale / Original Article Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

The Cardiac Electrophysiologic Study<br />

Alim Erdem, Mehmet Yazıcı<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi, <strong>Tıp</strong> Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bolu<br />

Özet<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik çalışma (EPS) kalbin elektriksel ileti<br />

sisteminin inceleyen invaziv bir işlemdir. Kalbin elektriksel<br />

aktivitesi ve ileti yollarının değerlendirilmesinde kullanılır.<br />

EPS işlemiyle anormal kalp ritimlerinin tanısı, nedenleri,<br />

orijin aldığı lokalizasyon ve tedavi yöntemleri belirlenir. Bu<br />

derlememizde klinik kardiyak elektrofizyolojik çalışmanın<br />

temel esasları ve klinik kullanımlarından literatürler eşliğinde<br />

bahsedilecektir.<br />

Anahtar Kelimeler: Kardiyak, elektrofizyoloji, aritmi.<br />

Çarpıntı şikayeti kardiyoloji kliniklerinde en sık<br />

karşılaşılan şikayetlerden bir tanesi olup, son<br />

yıllarda bu şikayetlerle başvuran hasta sayısında<br />

ciddi artışlar gözlenmektedir. Çarpıntı şikayeti ile<br />

acil servise yapılan başvurular genel başvuruların<br />

% 7’sini oluştururken, kardiyolojiye yapılan başvuruların<br />

ise %20’sini oluşturmaktadır (1,2,3).<br />

Çarpıntı şikayetinin etiyolojik tanısının konması<br />

için her ne kadar kullanılan EKG, Holter gibi noninvaziv<br />

metotlar olsa da kesin tanı koymada,<br />

Elektro Fizyolojik Çalışma(EPS) kullanılmaktadır<br />

(4). EPS her ne kadar çarpıntı tanısında kullanılsa<br />

da, aynı oranda senkop, presenkop, ölümcül<br />

aritmilerin etiyolojik tanısı, kalıcı pil ve kalıcı defibrilatör<br />

takılma ihtiyacının belirlenmesinde de<br />

kullanılmaktadır (4,5).<br />

20. yüzyılın başlarında hayvan deneylerinde, ilk<br />

kez kalp hücrelerindeki elektriksel enerjiler kaydedilmiştir<br />

(6) 1914 yılında Lewis tarafından kalbin<br />

elektriksel haritalaması yapılmıştır. Durrer ve<br />

Wellens ilk olarak aritmilerin oluşturulması amacıyla<br />

programlı elektriksel stimülasyon işlemini<br />

gerçekleştirmişlerdir (6). İnsanlardaki His potansiyeli<br />

ölçümü ilk kez Scherlag ve arkadaşları tarafından<br />

başarılmıştır (7). Bu his potansiyellerinin<br />

kaydı aritmilerin tanısında EPS işleminin kullanılmasının<br />

kapısını açmıştır, bir grup araştırmacı<br />

yaptıkları çalışmalar sonucunda programlı stimülasyonla<br />

atriyo-ventriküler ileti defektleri, supraventriküler<br />

ve ventriküler taşikardilerin tanısının<br />

konacağını bulmuşlardır. 1970’ler ve 1980’ler<br />

boyunca bu konuda yapılan birçok çalışmanın<br />

Abstract<br />

The cardiac electrophysiology study (EPS) is an invasive<br />

procedure which tests the electrical conduction system of<br />

the heart to assess the electrical activity and conduction<br />

pathways of the heart. The EPS is indicated to investigate<br />

the cause, location of origin, and best treatment for various<br />

abnormal heart rhythms. In this report, we present a review<br />

of current literature about the basic principles and clinical<br />

uses of the cardiac electrophysiologic study.<br />

Keywords: Hyperparathyroidism, cinacalcet, hemodialysis.<br />

sonucunda kalp içinde farklı lokalizasyonlara<br />

yerleştirilen kateterler ile programlı stimülasyon<br />

esasına dayanan genel bir protokol oluşturulmuştur.<br />

Tüm dünyada son 40 yıldır giderek kullanım alanı<br />

ve miktarı artan EPS işlemi, ülkemizde de son 10<br />

yıldır, birçok merkezde başarıyla uygulanmaktadır.<br />

EPS işlemi, intrakardiyak alınan elektrogram<br />

kayıtlarının değerlendirilmesi esasına dayanan<br />

invaziv bir işlemidir (Resim 1).<br />

Resim 1. Elektrofizyolojik çalışma laboratuvarı<br />

EPS işlemi genel olarak noninvaziv tanı yöntemlerinin<br />

tanı koymada yetersiz kaldıkları durumlarda<br />

gerçekleştirilir (8,9). EPS işlemi genel olarak; Hispurkinje<br />

sistem blokları, Sinüs-AV nod disfonksiyonları,<br />

paroksismal supraventriküler taşiaritmiler<br />

ve yapısal kalp hastalığı olanlarda ventriküler<br />

taşikardilerin (VT) tanısında kullanılır (10-12).<br />

Yapılan çalışmaların sonucunda EPS işlemine<br />

alınanların %30-%86’sında pozitif sonuçlar elde<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

<strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Gölköy 14270 Bolu E-posta: cardiology14@gmail.com<br />

Geliş tarihi / Received : Mayıs/ May 26, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 05, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

99


Erdem A ve ark.<br />

edildiği gösterilmiştir (13-15) EPS işlemi sonucu<br />

normal değerler saptanan kişilerin yapılan uzun<br />

dönem takipleri sonucunda %4’lik kısmında kardiyak<br />

ritm patolojileri saptanmıştır (15) Bu çalışmaların<br />

sonucunda EPS işleminin sensitivitesi ve<br />

spesifitesinin yapan klinisyene bağlı olarak yüksek<br />

olduğu ifade edilmiştir. Bu yüksek değerlerin<br />

yakalanması için EPS işleminin standardizasyonu<br />

amaçlı kılavuzlar hazırlanmıştır (16) Bu kılavuzlar<br />

doğrultusunda tecrübeli ellerde yapılan EPS işleminin<br />

tanısal tıp açısından yüksek başarı oranlarına<br />

sahip faydalı bir işlem olduğu açıktır.<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

Standart olmamakla beraber birçok merkezde<br />

koroner sinüse takılan kateter yardımıyla kalbin<br />

sol tarafından kardiyak elektriksel potansiyellerin<br />

alınması sağlanır (Resim 3). Yerleştirilen bu kateterler<br />

sonucunda hem kalp içinden intrakardiyak<br />

elektrogramlar (İKEKG) alınıp, hem de uyarım<br />

(pacing) yapılabilmektedir.<br />

Geniş çaplı yapılan çalışmalar sonucunda dökümante<br />

edilememiş tipik çarpıntı şikayeti ile gelen<br />

hastalarda takılan 24 saatlik ritm holteriyle ancak<br />

%25’lik kısmının tanısı konabilirken, yapılan EPS<br />

işlemi ile bu hastaların %90-96’lık kısmında tanı<br />

konabilmektedir (17-19).<br />

Kateter yerleştirilmesi ve Elektriksel Uyarım<br />

(Pacing)<br />

EPS işleminde kateter yerleştirilmesi amacıyla<br />

genellikle sağ femoral ven kullanılır. Hastanın<br />

taşıdığı özelliklere ve klinisyenin tercihine göre<br />

sol femoral ve sağ juguler vende kullanılabilmektedir.<br />

Özellikle bazı merkezlerde, koroner sinüs<br />

kateterinin takılması amacıyla sağ juguler ven<br />

tercih edilebilmektedir. Farklı merkezlerde farklı<br />

sayılarda katater takılabilmekle beraber standart<br />

olarak yüksek sağ atriyum, his bölgesi (triküspid<br />

anulus) ve sağ ventrikül apeksine yerleştirilir (19)<br />

Bu yerleştirilen kateterler vasıtasıyla sinüs nodu<br />

ve sağ atriyum, AV nod (his potansiyeli) ve sağ<br />

ventrikülden kardiyak elektriksel potansiyeller<br />

alınır (Resim 2).<br />

Resim 3. Koroner sinüs kateteri yerleşimi<br />

İKEKG kalp içinden kaydedilen EKG’ler olup, sayesinde<br />

kardiyak aritmilerin patofizyolojik mekanizmalar<br />

saptanarak, tedavi prosedürlerinin kararı<br />

verilir. İKEKG’lerin yüzeyel EKG ile arasındaki<br />

fark; yüzeyel EKG kalpte oluşan elektriksel aktivitenin<br />

toplamını verirken, İKEKG sadece lokalize<br />

bir bölgenin elektriksel aktivitesini yani kateterin<br />

en yakın olduğu kalp dokusunun elektrik aktivitesini<br />

kaydeder.<br />

Elektriksel uyarım (pacing); Eksternal bir pacemaker’ın<br />

ürettiği elektrik akımının kalp içi dokulara<br />

taşınarak kateter elektrodunun hemen yanındaki<br />

kalp hücresinin depolarizasyonunun sağlanmasıdır.<br />

EPS’de pacing ile erken uyarılar yoluyla<br />

aritmi indüksiyonunda kullanılır (programlı<br />

uyarı). İyi zamanlanmış erken vurular; değişik<br />

kalp dokularının refrakter periyotlarının ölçümünde,<br />

iki bölge arasındaki kalp dokusunun ileti<br />

özelliklerinin tayininde, Otomatik odağın ve reentri<br />

halkalarının varlığı ve özelliklerinin incelenmesinde<br />

yardımcı olur (20).<br />

Resim 2. Kalpteki EPS kateterleri<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):99-103 100


Erdem A ve ark.<br />

Temel Elektrofizyoloji Protokolü<br />

Kateterlerin yerleştirilmesi sonrasında kılavuzlar<br />

tarafından belirlenen protokoller doğrultusunda<br />

standart işlemler gerçekleştirilir (16). Bu esnada<br />

hastanın genelde sedatize edilmesi istenmez.<br />

Sedasyon işleminde kullanılan ajanların altta<br />

yatan aritmilerin uyarılmasını engellediği bilinmekle<br />

beraber klinisyenin tercihine ve hastanın<br />

taşıdığı özelliklere bağlı olarak bazı sedatif ajanlar<br />

kullanılabilir (Tablo 1). Özellikle dökümante edilememiş<br />

hastaların işleminde klinisyenin işlem<br />

esnasında hasta ile diyalog halinde olmasının<br />

faydalı olduğu bazı klinisyenler tarafından kabul<br />

edilmektedir.<br />

Tablo 1. EPS işlemi esnasında kullanılan ajanlar<br />

İlaç<br />

Diazepam<br />

Midazolam<br />

Fentanil<br />

Morfin<br />

Meperidin<br />

Doz<br />

5-10 mg/IV (total doz 20 mg)<br />

2 mg/IV (total doz 5 mg)<br />

0,5-1 mg/1-2 dk/IV<br />

1-1,5 mg/IV<br />

2-10 mg/IV(total doz 15 mg)<br />

EPS işleminde uygulanan temel elektrofizyoloji<br />

protokolü sırasıyla; Bazal ileti zamanı aralıklarının<br />

ölçülmesi, SA düğümün otomatisite ve iletiminin<br />

değerlendirilmesi, AV düğümün ileti ve refrakterliğinin<br />

değerlendirilmesi, His-Ventrikül (Purkinje)<br />

sisteminin ileti ve refrakterliğinin değerlendirilmesi,<br />

Supraventriküler aritmilerin uyarılması ve<br />

Ventriküler aritmilerin uyarılması basamaklarından<br />

oluşmaktadır (16). İşlem esnasında kullanılan<br />

ilaçların başlıcaları isoproterenol, dobutamin ve<br />

atropindir. Atropin 1-3 mg dozunda kullanılır.<br />

Normal yanıt için kalp hızının 90/dk veya bazal<br />

hızın %20 üzerine çıkması beklenir. İsoproterenol<br />

1-3 mg/dk verilerek kalp hızında %25 lik bir artış<br />

olana kadar arttırılır, en yüksek doz 20-25 mg’dır<br />

(16,21).<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

hastalığının tesbitinde HV süresindeki uzama<br />

daha değerlidir. Ölçülen bu zamanlar yaş ve cinsiyete<br />

bağlı olarak değişiklik gösterebilmekle<br />

beraber normal değerler AH 65-140 msn, HV 35-<br />

55 msn olarak kabul edilmektedir (16).<br />

Resim 4.EPS işlemindeki İntrakardiyak elektrogramlar<br />

(PA = Intra-atriyal ileti zamanı, A= Atrial Aktivite, AH =<br />

Atriyal-His ileti zamanı, H = His dalı aktivite, HV = His–<br />

Ventrikül ileti zamanı, V=Ventriküler Aktivite<br />

Sinüs düğüm fonksiyonlarının değerlendirilmesi<br />

Atriyumdan sinüs nodundan daha hızlı pace yapılması<br />

sinus düğümünü susturur. Pace kapatıldığında<br />

ise kalpteki en hızlı uyarı çıkaran odak olan<br />

sinüs tekrar devreye girer. Eksternal uyarı kesildikten<br />

sonra ilk sinüs vurusu çıkana kadar geçen<br />

süre “sinüs düğümü toparlanma zamanıdır”.<br />

Sinüs düğümü toparlanma zamanı normal aralığı<br />

yetişkinlerde < 500-550 msn, çocuklarda ise


Erdem A ve ark.<br />

Atriyoventriküler nod ve His-Purkinje fonksiyonlarının<br />

değerlendirilmesi<br />

Atriyoventriküler nod fonksiyonlarının değerlendirilmesinde<br />

bazal ileti zamanlarından özellikle<br />

Atriyal-His (AH) ve His-Ventriküler (HV) süreleri<br />

kullanılır, bunlardan HV süresindeki patolojik<br />

uzama klinik karar açısından daha önemlidir. Kalp<br />

içinde uyarı iletme özelliğine sahip bir dokunun<br />

artık uyarıyı iletemediği anın belirlenmesine<br />

“Refrakter periyodun ölçülmesi” denir. Atriyoventriküler<br />

noddaki refrakter periyodun ölçülmesine<br />

“AV Wenchebach” adı verilir. Bunu test etmek<br />

için atriyumdan giderek artan hızlarda pace<br />

vuruları çıkarılır. AV noda uyarının iletilemediği<br />

hız AV nodun refrakter periyodu yani AV Wenchebach’dır<br />

(Resim 6). Cinsiyet ve yaşa bağlı olarak<br />

bazı ufak değişiklikler göstermekle beraber<br />

normal değer olarak 450 msn altı kabul edilir.<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

Atriyum ve ventriküler kateterler ile yapılan iyi<br />

zamanlanmış erken vurular sayesinde supraventriküler<br />

taşiaritmilerin patofizyolojik mekanizmasında<br />

yer alan reentran ve otomatisite mekanizmalarının<br />

uyarılması ile taşikardilerin oluşturulması<br />

prensibine dayanır. Bunlar arasında en sık<br />

gözlenen tip olan Atriyoventriküler nodal reentran<br />

taşikardide nodal kısımda yer alan dual yolağın<br />

saptanması ve tedavide yavaş yolun ablasyonu<br />

amacıyla lokalizasyonun belirlenmesi işlemi<br />

gerçekleştirilir. Aynı şekilde ikinci sıklık da gözlenen<br />

atriyum ve ventrikül arasında AV nod dışında<br />

aksesuar bir yol bulunması esasına dayanan Atriyoventriküler<br />

reentran halkanın indüklenerek<br />

taşikardinin oluşturulması ve bu duruma yol açan<br />

aksesuar yolun lokalizasyonun belirlenmesi, özellikle<br />

koroner sinüs kateteri yardımıyla, böylece<br />

tedavide uygulanacak ablasyon bölgesinin saptanması<br />

sağlanır. Diğer supraventriküler taşikardi<br />

tipleri olan Atriyal flutterın tipi ve ablasyon hedefi<br />

olarak isthmus bölgesinin saptanması, Atriyal<br />

taşikardinin uyarılması ve lokalizasyonu tespiti<br />

işlemleri gerçekleştirilir.<br />

Ventriküler aritmilerin uyarılması<br />

Ventrikülün özellikle apeks kısmından, uyarılamama<br />

durumunda farklı iki bölgeden de yapılabilen<br />

kontrollü pacing ile iyi zamanlanmış erken<br />

vurular sayesinde ventriküler taşikardilerin patofizyolojik<br />

mekanizmasında yer alan reentran ve<br />

fokal odakların aktive edilmesi esasına dayanır.<br />

Bu sayede uyarılan ventriküler taşikardi ve fibrilasyonun<br />

tedavi metodunun belirlenmesinde<br />

kullanılır.<br />

Resim 6. Atriyoventriküler noddaki refrakter periyodun<br />

ölçülmesine “AV Wenchebach”<br />

Supraventriküler aritmilerin uyarılması<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):99-103 102


Erdem A ve ark.<br />

Kardiyak Elektrofizyolojik Çalışma<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Nyrnes A, Mathiesen EB, Njølstad I, Wilsgaard T, Løchen<br />

ML. Palpitations are predictive of future atrial fibrillation.<br />

An 11-year follow-up of 22,815 men and women:<br />

the Tromso Study. Eur J Prev Cardiol. <strong>2012</strong> May 15.<br />

2. Reagan BW, Huang RL, Clair WK. Palpitations: an annoyance<br />

that may require clairvoyance. Circulation.<br />

<strong>2012</strong>;125:958-65.<br />

3. Schweizer PA, Korosoglou G, Thomas D, Aulmann S,<br />

Remppis A, Witzens-Harig M, Katus HA. Chest pain,<br />

shortness of breath, and palpitations unmask an unexpected<br />

diagnosis. Circulation. <strong>2012</strong>;125:843-6.<br />

4. Prystowsky EN, Klein GJ. Techniques in electrophysiologic<br />

testing. In: Cardiac arrhythmias: an integrated approach<br />

for the clinician. New York (NY): McGraw-Hill;<br />

1994. p. 299–333.<br />

5. Josephson ME. Electrophysiologic investigation: General<br />

concepts. In: Clinical cardiac electrophysiology. Philadelphia<br />

(PA): Lea & Febiger; 1993. p. 22–70.<br />

6. Rosen MR, Wit AL, Hoffman BF. Electrophysiology and<br />

pharmacology of cardiac arrhythmias. IV. Cardiac antiarrhythmic<br />

and toxic effects of digitalis. Am Heart J.<br />

1975;89:391-9.<br />

7. 7.Rosen MR, Hordof AJ, Hodess AB, Verosky M, Vulliemoz<br />

Y. Ouabain-induced changes in electrophysiologic<br />

properties of neonatal, young and adult canine cardiac<br />

Purkinje Fibers. J Pharmacol Exp Ther. 1975;194:255-<br />

63.<br />

8. Muller T, Roy D, Talajic M, Lemery R, Nattel S, Cassidy D.<br />

Electrophysiologic evaluation and outcome of patients<br />

with syncope of unknown origin. Eur Heart J 1991; 12:<br />

139–43.<br />

9. Click RL, Gersh BJ, Sugrue DD, Holmes DR Jr, Wood DL,<br />

Osborn MJ, Hammill SC. Role of invasive electrophysiologic<br />

testing in patients with symptomatic bundle<br />

branch block. Am J Cardiol 1987; 59: 817–23.<br />

10. Denniss AR, Ross DL, Richards DA, Uther JB. Electrophysiologic<br />

studies in patients with unexplained syncope. Int<br />

J Cardiol 1992; 35: 211–7.<br />

11. Bachinsky WB, Linzer M, Weld L, Estes NA 3rd. Usefulness<br />

of clinical characteristics in predicting the outcome<br />

of electrophysiologic studies in unexplained syncope.<br />

Am J Cardiol 1992; 69: 1044–9.<br />

12. Twidale N, Heddle WF, Ayres BF, Tonkin AM. Clinical<br />

implications of electrophysiology study findings in patients<br />

with bifascicular block and syncope. Aust N Z J<br />

Med 1988; 18: 841–7.<br />

13. Olshansky B, Mazuz M, Martins JB. Significance of inducible<br />

tachycardia in patients with syncope of unknown<br />

origin: a long-term follow-up. J Am Coll Cardiol 1985; 5:<br />

216–23.<br />

14. Teichman SL, Felder SD, Matos JA, Kim SG, Waspe LE,<br />

Fisher JD. The value of electrophysiologic studies in syncope<br />

of undetermined origin: report of 150 cases. Am<br />

Heart J 1985; 110: 469–79<br />

15. Doherty JU, Pembrook-Rogers D, Grogan EW, Falcone<br />

RA, Buxton AE, Marchlinski FE, Cassidy DM, Kienzle MG,<br />

Almendral JM, Josephson ME. Electrophysiologic evaluation<br />

and follow-up characteristics of patients with recurrent<br />

unexplained syncope and presyncope. Am J<br />

Cardiol 1985; 55: 703–8.<br />

16. Zipes DP, DiMarco JP, Gillette PC, Jackman WM, Myerburg<br />

RJ, Rahimtoola SH, Ritchie JL, Cheitlin MD, Garson<br />

A Jr, Gibbons RJ. Guidelines for clinical intracardiac<br />

electrophysiological and catheter ablation procedures: a<br />

report of the American College of Cardiology/American<br />

Heart Association Task Force on Practice Guidelines<br />

(Committee on Clinical Intracardiac Electrophysiologic<br />

and Catheter Ablation Procedures). J Am Coll Cardiol<br />

1995; 26: 555–73.<br />

17. Gibson TC, Heitzman MR. Diagnostic efficacy of 24-hour<br />

electrocardiographic monitoring for syncope. Am J Cardiol<br />

1984; 53: 1013–7.<br />

18. Clark PI, Glasser SO, Spoto E. Arrhythmias detected by<br />

ambulatory monitoring: lack of correlation with symptoms<br />

of dizziness and syncope. Chest 1980; 77: 722–5.<br />

19. Marco JP, Philbrick JT. Use of ambulatory electrocardiographic<br />

(Holter) monitoring. Ann Intern Med 1990; 113:<br />

53–68.<br />

20. Sheahan RG, Krahn AD, Le Feuvre C. To pace or not to<br />

pace? Pacing Clin Electrophysiol 1995; 18: 1584–5.<br />

21. Stellbrink C, Diem B, Schauerte P, Brehmer K, Schuett H,<br />

Hanrath P. Differential effects of atropine and isoproterenol<br />

on inducibility of atrioventricular nodal reentrant<br />

tachycardia. J Interv Card Electrophysiol.<br />

2001;5:463-9.<br />

22. Zimetbaum P, Josephson ME. Evaluation of patients<br />

with palpitations. N Engl JMed 1998;338:1369–1373.<br />

23. Graff B, Graff G, Koźluk E, Tokarczyk M, Piątkowska A,<br />

Budrejko S, Kozłowski D, Dąbrowska-Kugacka A, Lewicka<br />

E, Swiątecka G, Raczak G. Electrophysiological features<br />

in patients with sinus node dysfunction and vasovagal<br />

syncope. Arch Med Sci. 2011;7:963-70.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):99-103 103


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.77486<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Editöre Mektup / Letter to Editor Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Tek Doz Doksisiklin Kullanımı Sonrası Gelişen Özefagus Ülseri<br />

Esophageal Ulcer Development after a Single Dose of Doxycycline<br />

Mustafa Şit 1 , Gülali Aktaş 2 , Edip Erdal <strong>Yıl</strong>maz 1<br />

1 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Bolu<br />

2 <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bolu<br />

<strong>Sayı</strong>n Editör,<br />

İlaca bağlı özofageal ülser gelişiminden sıklıkla<br />

antibiyotikler ve antiviral ilaçlar sorumlu tutulmaktadır<br />

(1). İlacın az miktarda su ile alınması ve<br />

hemen sonrasında sırtüstü yatar pozisyona geçilmesinin<br />

özofageal hasara zemin hazırlamaktadır<br />

(2,3). Sorumlu ilaç çoğunlukla doksisiklin olup<br />

özofagusta direkt etki ile mukozal hasar oluşturur.<br />

Ülkemizde endemik olan brusellozun tedavisinde<br />

ilk seçenektir ve yaygın dispeptik şikayet<br />

yapması nedeniyle ilaç sıklıkla kesilmektedir (4).<br />

Mukozal hasar gelişimi ile ilaç kullanımı arasındaki<br />

süre hakkında literatürde yeterli veri bulunmamaktadır.<br />

Bir vaka serisi raporunda doksisiklinin<br />

oral alımından sonra semptomların gelişme<br />

süresinin ortalama 2.5 gün (1-5 gün) olduğu ve<br />

ilacın kesilmesini takiben 7-14 gün (ortalama 10<br />

gün) içinde tüm vakaların düzeldiği belirtilmektedir<br />

(5).<br />

Şiddetli retrosternal ağrı yakınması ile polikliniğimize<br />

başvuran 23 yaşında erkek hasta. Anamnez<br />

sorgulamasında akne vulgaris nedeniyle doksisiklin<br />

100 mg kapsülü ağızdan az miktarda suyla<br />

ve tek dozda kullandığı öğrenildi. Son aylarda<br />

herhangi bir ilaç kullanımı ya da dispeptik yakınması<br />

yoktu. Fizik muayenesinde patolojik özellik<br />

saptanmadı. Hastanın yapılan üst gastrointestinal<br />

sistem endoskopi incelemesinde orta özofagus<br />

kesiminde ön ve arka duvarda geniş ülsere alanlar<br />

izlendi (Resim 1). Hastanın mevcut antibiyotik<br />

tedavisi kesilerek ülsere yönelik medikal tedavi<br />

düzenlendi.<br />

İlaca bağlı özofageal ülser, bol miktarda suyla<br />

ilacın alınması ve sonrasında en az 10 dakika<br />

süreyle yatılmaması gibi postüral değişiklikleri<br />

içeren basit yaklaşımlarla önlenebilir bir hastalıktır.<br />

Olgumuzda olduğu gibi, ilacın süresinden<br />

bağımsız olarak tek doz kullanım sonrasında dahi<br />

özofageal ülser gelişebilmektedir. Sonuç olarak;<br />

doksisiklin reçetelenen hastalara yan etkileri ve<br />

önlenmesi konusunda gerekli uyarıların yapılması,<br />

ilaca bağlı ülser gelişimini azaltmada oldukça<br />

etkili olacaktır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Kikendall JW. Pill-induced esophagitis. Gastroenterol<br />

Hepatol 2007; 3: 275-276.<br />

2. Akbayir N, Alkim C, Erdem L, Sakiz D, Sokmen HM. A<br />

case report of doxycycline induced esophageal and<br />

gasric ulcer. Turk J Gastroenterol 2002; 13: 232-235.<br />

3. Aytaç Ş, Türkay C. İlaç kullanımına bağlı gelişen özofagus<br />

hasarı. Akademik Gastroenteroloji 2005; 4: 43-45.<br />

4. Aktuğ-Demir N, Ural O. Doksisiklin kullanımına bağlı<br />

gelişen özofajit. İnfeksiyon <strong>Dergisi</strong> 2007; 21: 205-209.<br />

5. Fernandopulle AN, Navarathne NM.Oesophageal injury<br />

suspected to be due to doxycycline ingestion. Ceylon<br />

Med J 2011; 56: 162-163.<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yard. Doç. Dr. Mustafa ŞIT, <strong>Abant</strong> İzzet Baysal Üniversitesi <strong>Tıp</strong> Fakültesi Genel Cerrahi AD Merkez / Bolu. Telefon: 03742534656/3513<br />

E-posta: drmustafasit@yahoo.com.tr<br />

Geliş tarihi / Received : Mayıs / May 31, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Haziran / June 08, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

104


doi: 10.5505/abantmedj.<strong>2012</strong>.03511<br />

<strong>Abant</strong> Medical Journal<br />

Technical Analysis / Teknik Analiz Volume 1 | <strong>Sayı</strong> / Issue 2 | Ağustos / Agust <strong>2012</strong><br />

Sample Dilution in Omentin Measurement<br />

Mehmet Tosun<br />

<strong>Abant</strong> Izzet Baysal University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry, Turkey.<br />

Adipose tissue is regarded as an endocrine organ<br />

no longer because it secretes many adipokines.<br />

Many of these adipokines are hormone-like effects.<br />

The relationships between the adipokines<br />

secreted by adipose tissue and the pathophysiological<br />

processes of inflammation, metabolic<br />

syndrome and diabetes mellitus have been<br />

extensively investigated in recent years.<br />

Omentin which has plasma amount variation in<br />

the insulin resistance associated with conditions<br />

such as diabetes mellitus, obesity, endothelial<br />

dysfunction and atherosclerosis is a novel adipokine,<br />

synthesized in the visceral adipose tissue.<br />

As in many adipokine, omentin measurement in<br />

routine clinical laboratories is not made. Instead,<br />

the levels are determined for research purposes.<br />

Therefore reference range interval studies have<br />

not been enough.<br />

In the studies, specific enzyme linked immunoassay<br />

(ELISA) method is generally used to determinate<br />

the plasma omentin level (1,2). There may<br />

be matrix effect interferences the omentin measurement.<br />

According to international union of<br />

pure and applied chemistry, matrix effect is the<br />

combined effect of all components of the sample<br />

other than the analyte on the measurement of<br />

the quantity. In standard laboratory procedures<br />

to determinate the plasma omentin by ELISA<br />

method, various proportions of dilution should<br />

be applied to the samples to reduce matrix interference<br />

effect. If the dilution operation is performed<br />

for any reason, the measured value must<br />

be multiplied by the dilution factor in good laboratory<br />

practice. The dilution factor will be 5, if 5-<br />

fold dilution is applied to samples to reduce the<br />

matrix effect. If the sought parameter is measured<br />

23 ng/mL in diluted sample, this value is multiplied<br />

by a dilution factor and 115 ng/mL should<br />

be reported which is the real value. In one of<br />

ours study, we used the BioVendor (BioVendor-<br />

Laboratomi Medicina, Brno, Czech Republic)<br />

Human Omentin-1 ELISA reagent. In standard<br />

laboratory procedure, 40-fold dilution had been<br />

applied to the samples. In this case, the results<br />

had to be multiplied by 40. In this study, the<br />

average omentin values of the patients and control<br />

group were found 606.6±313.0 ng/mL and<br />

357.5±147.4 ng/mL respectively (3). Although<br />

study of the Omentin-1 reference range not<br />

enough, manufacturer of the reagent we used in<br />

ours study has reported the omentin-1 level approximately<br />

480±21 ng/mL in precision analysis. It<br />

has seen that the dilution factor was taking into<br />

account in some other similar studies, when the<br />

omentin levels were analyzed (4, 5).<br />

However, in some studies when omentin levels<br />

examined, it might be thought that dilution factor<br />

was not taken into account. For example, the<br />

study conducted by Ismail SA et al, the values of<br />

omentin were found 15.9 ng/mL, 23.9 ng/mL,<br />

17.6 ng/mL and 8.26 ng/mL in mild, moderate,<br />

severe psoriasis patients and control group respectively<br />

(6). Compared with the values we found<br />

and similar other studies, it may suggest that<br />

in this study the dilution factor might been<br />

unaccounted for to calculate the omentin levels.<br />

Dilution factor was not taken into account in<br />

some similar studies (7,8). In these studies,<br />

omentin levels have been reported approximately<br />

40-50 ng/mL.<br />

Not to consider the dilution factor prevents to<br />

know the precise omentin values of the patient<br />

and control groups. Good laboratory practices<br />

should be implemented to avoid these. Operator<br />

should be examine the standard operating procedures<br />

by detailed. If dilution is necessary, the<br />

measured value must be multiplied by the dilution<br />

factor.<br />

References<br />

1. Shibata R, Ouchi N, Kikuchi R, Takahashi R, Takeshita<br />

K, Kataoka Y, Ohashi K, Ikeda N, Kihara S, Murohara<br />

T. Circulating omentin is associated with coronary<br />

İletisim Bilgisi / Correspondence<br />

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOSUN, <strong>Abant</strong> Izzet Baysal University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry,Turkey. Telefon: +903742534656<br />

E-posta: tosundr@yahoo.com<br />

Geliş tarihi / Received : Haziran / June 28, <strong>2012</strong>; Kabul tarihi / Accepted: Temmuz / July 04, <strong>2012</strong> Çıkar Çatışması /Conflict Of Interest: Yok /None<br />

105


artery disease in men. Atherosclerosis. 2011 Dec;<br />

219(2):811-4.<br />

2. Zhong X, Zhang HY, Tan H, Zhou Y, Liu FL, Chen FQ,<br />

Shang DY. Association of serum omentin-1 levels with<br />

coronary artery disease. Acta Pharmacol Sin. 2011 Jul;<br />

32(7):873-8. doi: 10.1038/aps.2011.26. Epub 2011<br />

May 23.<br />

3. Alcelik A, Tosun M, Ozlu MF, Eroglu M, Aktas G,<br />

Kemahli E, Savli H, Yazici M. Serum Levels of Omentin<br />

in End-Stage Renal Disease Patients. Kidney Blood<br />

Press Res <strong>2012</strong>;35:511-516<br />

4. Shibata R, Ouchi N, Kikuchi R, Takahashi R, Takeshita<br />

K, Kataoka Y, Ohashi K, Ikeda N, Kihara S, Murohara<br />

T. Circulating omentin is associated with coronary<br />

artery disease in men. Atherosclerosis. 2011 Dec;<br />

219(2):811-4.<br />

5. Zhong X, Zhang HY, Tan H, Zhou Y, Liu FL, Chen FQ,<br />

Shang DY. Association of serum omentin-1 levels with<br />

coronary artery disease. Acta Pharmacol Sin. 2011 Jul;<br />

32(7):873-8. DOI: 10.1038/aps.2011.26. Epub 2011<br />

May 23.<br />

6. Ismail SA, Mohamed SA. Serum levels of visfatin<br />

and omentin-1 in patients with psoriasis and their<br />

relation to disease severity. Br J Dermatol. <strong>2012</strong> Apr<br />

5; DOI: 10.1111/j.1365-2133.<strong>2012</strong>.10980.x.<br />

7. Mahde A, Shaker M, Al-Mashhadani Z. Study of<br />

Omentin1 and Other Adipokines and Hormones in<br />

PCOS Patients. Oman Med J. 2009 Apr; 24(2):108-18.<br />

8. Moreno-Navarrete JM, Catalán V, Ortega F, Gómez-<br />

Ambrosi J, Ricart W, Frühbeck G, Fernández-Real JM.<br />

Circulating omentin concentration increases after<br />

weight loss. Nutr Metab (Lond). 2010 Apr; 9;7:27.<br />

<strong>Abant</strong> Med J <strong>2012</strong>;1(2):105-106 106

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!