You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Kimya</strong><br />
<strong>Dergisi</strong><br />
İNOVATİF<br />
<strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong><br />
YIL:5 SAYI:<strong>53</strong> ARALIK 2017<br />
FLAKKA
EKİBİMİZ<br />
YAVUZ SELİM KART<br />
PELİN TANTOĞLU<br />
HATİLE MOUMİNTSA<br />
EBRU APAYDIN<br />
TUĞBA NUR AKBABA<br />
GÜLŞAH TİRENG<br />
ÖZGENUR GERİDÖNMEZ<br />
MERVE ÇÖPLÜ<br />
HACER DEMİR<br />
GÜLENZAR BELLİKAN<br />
NURSELİ GÖRENER<br />
BUSE ÇAKMAK<br />
AYÇA BİLİCİ<br />
MELİS YAĞMUR AKGÜNLÜ<br />
ZELİŞ GİRGİN<br />
RABİYE BAŞTÜRK<br />
ZEYNEP ÇUHADAROĞLU<br />
NESLİHAN YEŞİLYURT<br />
ELİF AYTAN<br />
ÖMER AKSU<br />
TUTKU KARTAL<br />
HAZAL ÖZTAN<br />
EBRU DOĞUKAN<br />
SİMGE KOSTİK<br />
KÜBRA NİHAL AKKAYA<br />
PETEK AKSUNGUR<br />
SUDE ÖZÇELİK<br />
LEYLA YEŞİLÇINAR<br />
HATİCE KÜBRA ÇETİNKAYA<br />
HALE MANTI<br />
DUYGU VONAL<br />
DİLARA AKMAN<br />
CANAN MOLLA<br />
AYŞEGÜL KAVRUL<br />
RABİA ÖNEN<br />
CEREN ÇELİK<br />
BEYZA AKTAŞ<br />
SÜMEYYE HASANOĞLU<br />
KÜBRA ÇELEN<br />
SELİN DUYGU YÜCELEN<br />
ZÜLBİYE KILIÇ<br />
DENİZ IŞINSU AVŞAR<br />
ELİF KULA<br />
BAŞAK SULTAN DOĞAN<br />
ALİ ERAYDIN<br />
NUR HİLAL OLGUN<br />
MELİS KIRARSLAN<br />
MEHDİ KOŞACA<br />
NUR SABUNCU<br />
SEDA SEVAL URUN<br />
NEVİN ESEN<br />
BURAK TEKİN<br />
GAMZE ÖZDEN KAYA<br />
İPEK AKHTAR<br />
MELİKE OYA KADER<br />
BÜŞRA GERÇİN<br />
ZEYNEP KÖSE<br />
ÖZGE DENİZERİ<br />
NEZİH TEKİN<br />
AYŞE GÜLER<br />
ESRA KELEL<br />
BERNA KUZU<br />
ÜMMÜYE AKDİŞ<br />
PERİHAN KIZILKAYA<br />
ABDULLAH PARLAK<br />
EREN AKSOY<br />
MUHAMMET SARIBEL<br />
DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE<br />
İnovatif <strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong> yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda<br />
kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış<br />
olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız.<br />
Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu<br />
hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız.<br />
Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da<br />
işlerden dergi sorumlu değildir.<br />
Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com<br />
mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör<br />
tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır.<br />
Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle<br />
ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere<br />
en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran,<br />
huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız<br />
web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz.<br />
Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar.<br />
REKLAM VERMEK İÇİN<br />
reklam@inovatifkimyadergisi.com<br />
adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.<br />
İNOVATİF KİMYA DERGİSİ<br />
http://www.inovatifkimyadergisi.com<br />
https://www.facebook.com/<strong>Inovatif</strong><strong>Kimya</strong><strong>Dergisi</strong><br />
https://twitter.com/<strong>Inovatif</strong><strong>Kimya</strong><br />
https://instagram.com/inovatifkimyadergisi<br />
https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/
GIDANIN GELECEĞİ DİKEY TARIM<br />
6<br />
UCUZ VE TEMİZ HİDROJEN İÇİN ÇÖZÜM<br />
KOBALT VE TUNGSTEN<br />
8<br />
NEDEN FARKLI SEBEPLER İÇİN<br />
AKITTIĞIMIZ GÖZYAŞI AYNI<br />
MOLEKÜL OLSUN?<br />
10<br />
ANTİKORLARIN TANINMASI VE<br />
SAFLAŞTIRILMASI İÇİN YENİ MALZEME<br />
GELİŞTİREN LİSE ÖĞRENCİSİ<br />
14<br />
FLAKKA 15<br />
ODTÜ’DEN KEMİK KIRIKLARINDA KÖK<br />
HÜCRE DEVRİMİ<br />
19<br />
VÜCUT SIVILARIMIZ NEDEN RENKLİ? 21
BİLİM İNSANLARI IŞIKTA DONAN DOKU<br />
YAPIŞTIRICISI ÜRETTİ<br />
25<br />
YÜKSEK VOLTAJLARDA ÇALIŞABİLEN<br />
SULU ELEKTROLİTLİ BATARYALARA<br />
DOĞRU<br />
27<br />
NANOPARTİKÜLLER DAHA HIZLI, DAHA<br />
İYİ İLAÇLARA İZİN VEREBİLİR<br />
29<br />
LAKTOZ İNTOLERANSI 31<br />
KİMYASAL TESİSLER<br />
KÖTÜ HAVA<br />
ŞARTLARINA GÖRE PLANLANMALI<br />
34
REKLAM İÇİN<br />
REKLAM VERMEK İÇİN<br />
DOĞRU YERDESİNİZ<br />
reklam@inovatifkimyadergisi.com
6<br />
GIDANIN GELECEĞİ<br />
DİKEY TARIM<br />
Dikey tarım toprak kullanmadan ve bunun sonucu<br />
olarak gübreleme,sulama işçilik vb… şeylerden<br />
tasarruf sağlayarak uzun vadede büyük karlar<br />
elde etmeyi sağlayan ve daha fazla ürün alınmasını<br />
sağlayan bir yöntemdir.Bu yöntem bazılarınıza<br />
tanıdık gelse de,ülkemizde pek bilinmemektedir.Bu<br />
yazımda dikey tarım nedir?, avantaj ve dezavantajları<br />
nelerdir bunları inceleyeceğiz.<br />
Dünyada işlenebilir toplam tarım arazisi 3200<br />
Çalışma Prensibi<br />
Bu sistemde kapalı bir ortamda üst üste dizili<br />
raflarda ekili tarım ürünleri vardır ve toprak<br />
kullanılmadığı için besin maddeleri daha etkili bir<br />
şekilde kullanılabiliyor. Bu yüzden az miktarda<br />
besin maddesi bile yeterli olabilir. Aynı zamanda<br />
su geri dönüştürülebilir şekilde kullanılabildiğinden<br />
milyon hektardır. Son yıllarda kişi başına tarım<br />
arazisi gelişmiş ülkelerde % 14,3, gelişmekte olan<br />
ülkelerde ise % 40 azalmıştır. Uluslar arası tarım<br />
örgütü FAO’ya göre 2020 yılında dünya nüfusu 7<br />
milyara ulaşacak. Bu durumda kişi başına düşen<br />
tarım arazisi daha da azalacak.İşte tam da bu<br />
noktada dikey tarım insanların yardımına yetişecek<br />
bir yöntem.<br />
dolayı sudan büyük ölçüde tasarruf sağlanmaktadır.<br />
Bu, özellikle son zamanlarda yaşadığımız küresel<br />
ısınma ve su kaynaklarının kurumasından dolayı<br />
gerçekleşebilecek küresel felaketleri azaltmak için<br />
büyük bir adım olabilir.
7<br />
Avantajlari<br />
- Bir bitkinin verimini etkileyen en önemli<br />
faktörlerden birisi toprağın fiziksel ve kimyasal<br />
yapısıdır. Fakat, topraksız tarımda toprak<br />
kullanılmadığı için bu tür sıkıntılar söz konusu<br />
bile olmaz.<br />
- Bu sistemle tüm çevresel koşullar<br />
ayarlanabilir. Bu sayede, herhangi bir hormon<br />
veya kimyasal madde kullanmadan her<br />
mevsimde her türlü bitkinin üretimi yapılır.<br />
- Bu tarım sayesinde her türlü arazide tarım<br />
yapılabilir. Bu da çöl veya çorak arazilerde bile<br />
bitki üretilmesinin yolunu açar.<br />
- Toprak kullanılmadığından ve çevresel koşullar<br />
ayarlanabildiğinden bitkinin yetişmesi için gereken<br />
tüm koşullar(pH miktarı, ortamın tuzluluğu,<br />
besin maddesi dengesi gibi) bitkiye özel bir<br />
şekilde ayarlanır. Bu da bitkinin maksimum hızda<br />
büyümesini ve verim vermesini sağlar.<br />
- Dikey tarımda toprak yorgunluğu diye bir şey<br />
söz konusu olmayacağı için kısa aralıklarla ekim<br />
yapılabilir.<br />
- Bu tarım çeşidi sayesinde az alanda çok fazla bitki<br />
ekimi yapılabilir. Böylece alandan kazanılır.<br />
Dezavantajları<br />
- Topraksız tarım için bitkinin yetiştirileceği<br />
ortamın çok iyi bir şekilde hazırlanması gerekiyor.<br />
Özellikle pH ve tuzluluk gibi önemli etkenlerin<br />
iyi ayarlanamadığı durumlarda verimsiz sonuçlar<br />
alınabilir.<br />
- Birki için en önemli ihtiyaç karbondur. Bu karbonun<br />
bitkiye verilmesi dikey tarım gibi kapalı ortam<br />
tarımlarında sorun olabilmektedir. Dikey tarımda<br />
- Bitkinin ihtiyaç duyabileceği tüm besin<br />
maddeleri(azot, fosfor, demir, çinko, bakır,<br />
kalsiyum, potasyum ve magnezyum gibi) suda<br />
çözünmüş halde ve bitkinin ihtiyacı olduğu kadarıyla<br />
verilir. Bu da bitki için harcanacak besin miktarını<br />
minimuma düşürür.<br />
- Ortam kapalı bir ortam olduğundan bitkiler için<br />
herhangi bir böcek ya da parazit sorunu olmaz.<br />
Böylelikle, zirai ilaç veya herhangi bir hormon<br />
maddesi kullanılmaz.<br />
karbon genelde karbondioksitin suda çözünmüş<br />
haliyle verilmeye çalışılmaktadır. Bu da yeterli<br />
olmazsa karbondioksit gübrelemesi yapılabilir. Bu da<br />
ortama karbondioksit takviyesi yapmak demektir.<br />
-Yüksek maaliyetli bir teknik olup şuan için<br />
sadece küçük boyuttaki bitkiler bu yöntemle<br />
yetiştirilebilmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
http://www.fao.org/statistics/en/<br />
http://topraksiz-tarim.blogspot.com.tr/2010/04/topraksz-tarmn-avantajlar.html)<br />
https://www.indiegogo.com/projects/microgreens-in-memphis#/<br />
http://www.bbc.com/future/story/20170405-how-vertical-farming-reinvents-agriculture<br />
Rabia Önen<br />
<strong>Kimya</strong>ger<br />
onenrabia06@gmail.com
8<br />
UCUZ VE TEMİZ<br />
HİDROJEN İÇİN ÇÖZÜM<br />
KOBALT VE TUNGSTEN<br />
Temiz ve yenilenebilir bir yakıt olan hidrojeni el<br />
etmek için uygun yöntem, elektrik kullanarak su<br />
molekülünü ayrıştırmaya yarayan elektrolizdir.<br />
Şimdilerde Katalonya <strong>Kimya</strong>sal Araştırmalar<br />
Ensitüsü (ICIQ) ve Virgili Üniversitesinden (URV)<br />
Prof.Dr. Jose Ramon Galan-Marcaros liderliğindeki<br />
araştırmacılar elektrolitik hidrojen üretiminin<br />
maliyetini azaltan yeni bir kataliz yöntemi<br />
tasarladılar. Katalizörler, enerji kaybını azaltmak,<br />
reaksiyonu hızlandırmak ve kimyasal bağların<br />
kırılmasını sağlamak için gerekli elektrik miktarını<br />
azaltıyor.<br />
‘Normalde hidrojen “buhar devrimi” adı verilen ucuz<br />
bir yöntem kullanılarak elde edilir, fakat bu temiz<br />
hidrojen değildir, bu yöntemde doğal gaz kullanılır<br />
ve karbon dioksit ve diğer kirleticiler üretilir’<br />
diyor Prof.Dr. Galan-Marcaros. ‘Su molekülünü<br />
parçalamak en temizidir fakat kolay değildir.<br />
Rekabetçi maliyetle hidrojen elde edebilmemize<br />
imkan veren ucuz ve etkili yeni katalizörler<br />
geliştirmeye ihtiyacımız var’ diyor Prof.Dr. Galan-<br />
Marcaros. Bugüne kadar en iyi katalizörler iridyum<br />
oksitten elde edilirdi fakat iridyum çok pahalı ve<br />
nadir bulunan bir metaldir.<br />
Şimdilerde Katalonya <strong>Kimya</strong>sal Araştırmalar Ensitüsü<br />
(ICIQ) ve Virgili Üniversitesinden (URV) kimyagerler,<br />
teknik olarak polioksometalat olarak adlandırılan<br />
ve suyu iridyumdan daha iyi katalize edebilen<br />
kobalt ve tungstenden oluşan bir bileşik keşfettiler.<br />
‘Polioksometalatlar; oksitlerin yüksek aktiviteleri ile<br />
moleküllerin işlevselliği diyebileceğimiz iki dünyayı<br />
en iyi kombine eden nanometrik moleküllerdir’<br />
diyor Katalonya <strong>Kimya</strong>sal Araştırmalar Ensitüsünde<br />
(ICIQ) doktora sonrası araştırma yapan ve “Nature
9<br />
Chemistry” gazetesinin yazarı Marta Blasco-Ahicart.<br />
‘Bizim polioksometalatlarımız iridyumdan daha ucuz<br />
bir yöntem ve normalde katalizörler için engel teşkil<br />
eden, genellikle asit tarafından tüketilen, oksijen<br />
üretmek için en uygun ortam olan asidik ortamda<br />
çalışmamıza imkan sağlıyor.’ diye açıklıyor Marta<br />
Blasco-Ahicart.<br />
Gazetenin yardımcı yazarı ve halen Dublin Trinity<br />
kolejde doktora sonrası çalışmalar yapan Joaquín<br />
Soriano ‘Bizim katalizörlerimiz düşük voltajlarda<br />
özellikle iyi çalışıyor. Bu bir sorun olarak görülebilir<br />
fakat daha iyi bir avantajı elektrik tasarrufu sağlar<br />
ve suyu ayrıştırmak için gerekli enerjiyi güneş<br />
panelleri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elde<br />
Haberi Çeviren : Ali Eraydın<br />
etmemize imkan sağlayacaktır.’ diye açıklıyor.<br />
Dahası araştırmacılar kendi gazetelerinde bir<br />
keşif daha yayımladırlar. Kısmen hidrofobik olan<br />
bir materyalin içindeki katalizörlerin sayesinde<br />
işlemin etkinliği arttı. Bu işlem, elektrolizi daha<br />
hızlı kılan ve katalizörün ömrünü dahi artıran bir<br />
suya dayanıklı reaktör oluşturur. Bu yeni yöntem<br />
sadece yeni kobalt-tungsten polioksometalatların<br />
değil aynı zamanda birçok farklı katalitik sistemin<br />
de performansını yükseltiyor. Bu günlerde<br />
araştırmacılar, yapay fotosentez devrimine karşı<br />
temel bir adım olan su ayrıştırmasının etkilerini<br />
artıran yeni hidrofobik yapıları geliştiren bu yeni<br />
buluşun avantajlarını keşfediyorlar.
10<br />
NEDEN FARKLI SEBEPLER İÇİN<br />
AKITTIĞIMIZ GÖZYAŞI<br />
AYNI MOLEKÜL OLSUN?<br />
Gözyaşı Oluşumu<br />
Gözyaşının üretimi, göz yuvası ile göz kapağı<br />
arasında bulunan gözyaşı bezleri tarafından<br />
gerçekleştirilir. Vücudun duygusal veya fiziksel bir<br />
etkiye karşı verdiği tepkiyle sinir sistemi devreye<br />
girerek göz kapaklarının hareket etmesine neden<br />
olur. Birkaç göz kırpma hareketinden sonra<br />
Gözyaşının Katmanları<br />
Bütün gözyaşı çeşitlerimiz saf su içerisinde enzimler,<br />
antikorlar ve yağlar gibi maddeler içeriyor. Kan<br />
veya idrarın kimyasal bileşimini incelemek ile o<br />
kadar ilgileniliyor ki gözyaşlarımız olmadığında her<br />
şeyin ne kadar kötü olacağı unutulmuş durumda.<br />
gözyaşı bezlerinde birikmiş olan sıvı dışarıya doğru<br />
akar. Bu akış yavaş olabileceği gibi uyarılmaya<br />
bağlı olarak fazla gözyaşı üretilmişse, gözyaşı<br />
bezi tarafından tutulamayan aşırı sıvı birden dışarı<br />
veriliyor.<br />
Gözyaşları temelinde gözleri besler ve nemlendirir,<br />
ayrıca toz ve yabancı maddeleri yıkar. Onları sadece<br />
tuzlu su olarak düşünsek de, kimyasal açıdan<br />
bakıldığında daha da fazlası görünür.
11<br />
Dış hidrofobik yağlı tabaka gözyaşlarını<br />
buharlaşmadan ve yanaklara dökülmekten korur.<br />
Yağlar Meibom bezleri tarafından üretilir.<br />
Orta sulu veya sulu tabaka vitaminleri,<br />
tuz,mineraller ve besin maddelerini göz korneasına<br />
taşır. Bileşim göze eşit yayılır, osmoregülasyon<br />
(tuz dengesini) sağlar ve enfeksiyonu önlemeye<br />
yardımcı olur. Bu tabaka çoğunlukla sudur,<br />
elektrolitler (sodyum, klor, potasyum, üre), glukoz<br />
ve proteinler (antikorlar, lizozim, lipokalin ve<br />
lakritin) bulunur. Korneayı mukoza tabakası ile<br />
kaplar. Bu iç tabaka, gözyaşı gözünde kalmasına<br />
yardımcı olur ve dokuyu nemli tutar. Müsinler,<br />
gözün konjonktivasındaki goblet hücreleri<br />
tarafından üretilir. Mukus hidrofiliktir, bu nedenle<br />
sulu tabakanın tüm göze düzgün dağılımını sağlar.<br />
Gözyaşı bileşimi ve gözyaşının oluşumundan sonra<br />
her durumda akan gözyaşlarının aynı yapıda olup<br />
olmadığına göz atalım.<br />
Fotoğrafçı Rose-Lynn ”Gözyaşı Topografyası” adını<br />
verdiği projesinde üzüntü, sevinç, kahkaha, öfke<br />
anlarında oluşan gözyaşlarını , elektron mikroskobu<br />
kullanarak fotoğraflayarak gözyaşının duygu<br />
durumlarına göre nasıl farklı oluşumlar olduğunu<br />
ortaya koydu.<br />
Fotoğrafçı projesine ilk başladığında gözyaşlarını<br />
bir cam plaka üzerinde kurutarak buna standart<br />
ışık mikroskobunda baktı ve gördüklerini ‘’ Bir<br />
uçaktan yeryüzünün fotoğrafına bakıyormuşum<br />
gibi hissettim.’’ Diyerek ifade den sanatçı, mutluluk<br />
anındaki gözyaşlarımızın üzüntü duyduğumuzda ya<br />
da soğan doğrarken akıttığımız gözyaşlarımızdan<br />
farklı olup olmadığını merak ederek çalışmalarını<br />
geliştirdi.<br />
Smithsonian Sanat ve Bilim Üniversitesi'nden Joseph<br />
Stromberg'in bulgularına göre gözyaşları bilimsel<br />
olarak üçe ayrılıyor; Bazal, Refleks veya Duygusal<br />
(psişik).<br />
Tüm gözyaşı tuzları (NaCl ve KCl), su (H20) ve<br />
çeşitli miktarlarda antikorlar ve proteinler içeriyor<br />
olsa da, farklı gözyaşları farklı oranlara sahiptir.<br />
Bunların hepsi, gözyaşı türüne göre değişir.
12<br />
Bazal Gözyaşları<br />
Tuzlardan, sudan ve biraz mukustan oluşur. Tuzlar<br />
sodyum klorür (NaCl) ve potasyum klorür (KCl)<br />
'dir. Mukus gözyaşlarının göze yapışmasına yardımcı<br />
olur. Bu gözyaşları göz korneasını korumanın<br />
anahtarıdır. Vücudun duygusal durumuna bağlı<br />
Refleks Gözyaşları<br />
Bazal gözyaşlarına (tuzlar ve su içeren) çok benzer.<br />
Gözün alışık olmadığı maddelerle teması sonucu<br />
verdiği bir tepkidir. Soğan doğrama esnasında<br />
gözyaşı oluşumu buna örnektir, koku molekülleri<br />
havaya karışarak gözle temas eder ve yapısı gereği<br />
Duygusal (Psişik) Gözyaşları<br />
Gözyaşı türleri arasında en fazla protein içeren<br />
gözyaşıdır. Proteinler duygusal veya stres<br />
hormonlarıdır. Strese ve depresyona neden olurlar;<br />
bu nedenle vücudun bu hormonlardan kurtulması<br />
önemlidir. Bu stres hormonların yeterince yüksek<br />
seviyelere ulaştığında vücudun bağışıklık sistemini<br />
ve ruh halini etkileyen toksik hale gelirler. Duygu<br />
kontrolü beyinde meydana geldiğinden bu gözyaşının<br />
oluşumu direkt beyin ile ilişkilidir. Tüm duygu<br />
değişimlerinin temelinde limbik sistemimizin en aktif<br />
üyesi hipotalamus vardır ve hipotalamus ile otonom<br />
sinir sistemimiz arasında güçlü bir bağ bulunur.<br />
Asetilkolin adlı nörotransmitterler lakrimal sistemi<br />
(gözyaşı oluşumunu sağlayan sistemin genel adı)<br />
harekete geçirerek gözyaşı üretimini sağlar.<br />
Pitüiter bezde oluşan bir polipeptit hormonu olan<br />
Adrenokortikotropik hormon (ACTH) ,kortikotropin<br />
veya adrenokortikotropin, adrenal bezin dış<br />
olmaksızın, gözün işlevselliğini sürdürebileceği<br />
biyolojik ortamın oluşturulmasını sağlar. Korneanın<br />
aşırı kurumasını engelleyerek göz batmasına karşı<br />
korur.<br />
göz ile uyumlu olmayan partiküller gözün tepki<br />
vermesine neden olur. Refleks gözyaşları, bazal<br />
gözyaşlarına göre yabancı kimyasallarla mücadele<br />
için daha fazla antikor içerir.<br />
bölgesinin (korteks) aktivitesini düzenler.<br />
ACTH'un hipofiz tarafından salgılanması kendisi,<br />
sinir sistemi tarafından iletilen dürtülere tepki<br />
olarak beyindeki hipotalamustan boşaltılan başka<br />
bir polipeptit, kortikotropin salan hormon (CRH)<br />
tarafından düzenlenir. 1971 yılında Mayer ve<br />
arkadaşları, deney hayvanlarında beynin belirli bazı<br />
yerlerinin düşük gerilimli ve belli frekansta elektrik<br />
akımı ile uyarılması sonucunda, ağrı kesici etkinin<br />
ortaya çaktığını gözlemlediler. Bu önemli gözlemin<br />
ardından, 1975 yılında Hughes ve arkadaşları,<br />
beyinden elde ettikleri ekstrelerde (beyin ile<br />
hazırlanan çözeltiler) morfin benzeri bileşiklerin<br />
bulunduğunu ve bu bileşiklerin, Metiyonin-Enkefalın<br />
ve Lösin-Enkefalın (doğal bir ağrı kesici )adlı<br />
maddeler olduğunu ortaya çıkardılar.
13<br />
Gözyaşlarının Elektron Mikroskop Fotoğrafları<br />
Şekil 1: Gülerken akıtılan gözyaşı<br />
Şekil 2: Üzüntü gözyaşları<br />
Şekil 3: Soğan doğrandığında oluşan gözyaşları<br />
Şekil 4: Bazal gözyaşı<br />
Kaynaklar<br />
Şekil 5: Umut edildiği durumda akan gözyaşı<br />
Şekil 6: Geçiş<br />
anlarında yaşanan<br />
mutluluk gözyaşları<br />
https://bilimfili.com/kurutulmus-gozyaslarina-mikroskobik-yolculuk/<br />
http://www.chemistryislife.com/the-chemistry-of-tears<br />
https://www.britannica.com/science/adrenocorticotropic-hormone<br />
http://www.sciencealert.com/watch-why-do-we-cry-the-chemistry-of-three-types-of-tears<br />
https://sciencenotes.org/chemical-composition-teardrop/<br />
Duygu Vonal<br />
<strong>Kimya</strong> Öğretmeni<br />
duygu.vonal@gmail.com
14<br />
ANTİKORLARIN TANINMASI VE<br />
SAFLAŞTIRILMASI İÇİN<br />
YENİ MALZEME GELİŞTİREN<br />
LİSE ÖĞRENCİSİ<br />
11. sınıf öğrencisi Mert Ege Arıcı’nın hastalıkların<br />
teşhis ve tedavisi esnasında kullanılan antikorların<br />
tanınması ve saflaştırılmasına yönelik çalışması,<br />
800’den fazla projenin katıldığı Mostratec<br />
yarışmasında üç dalda birden birincilik ekde etti.<br />
Özel bir eğitim kurumunda 11. sınıf öğrencisi olarak<br />
eğitime devam eden Mert Ege Arıcı, 23-27 Ekim<br />
tarihleri arasında Brezilya’da düzenlenen proje<br />
yarışmasına “Antikor tanınması ve saflaştırılmasına<br />
yönelik polimerik membran sistem geliştirilmesi”<br />
isimli projesiyle katıldı. Arıcı’nın projesi biyokimya<br />
kategorisinde birinci, en iyi uluslararası ve Türk<br />
katılımcılar arasında en iyi proje ödüllerine layık<br />
görüldü.<br />
Okulda düzenlenen basın toplantısında dünyada<br />
çok sayıda insanın alzheimer, diyabet, kanser<br />
gibi hastalıklarla mücadele ettiğini belirten ve bu<br />
hastalıkların teşhis ve tedavisinde antikorların<br />
kullanıldığını söyleyen Arıcı, geliştirdiği projesiyle<br />
birlikte bu tedavinin daha ekonomik koşullarda<br />
yapılabileceğini belirtti.<br />
Bir yıl önce başlattığı proje çalışma ekibindeki<br />
öğretmenleriyle kaynak taraması yapmak için çeşitli<br />
laboratuvarlarda çalışmalar yaptığını söyleyen Arıcı,<br />
antikorların tanınması ve saflaştırılması için yeni bir<br />
malzeme geliştirdiğini belirtti. Geliştirdiği polimer<br />
tabanlı yeni membranın antikorların saflaştırılmasının<br />
maliyetini düşürdüğünü söyleyen Arıcı, bundan sonra<br />
da kimyaya olan ilgisi özelinde çalışmalarına devam<br />
etmek istediğini belirtti.<br />
Projenin danışman öğretmeni olan Cansu İlke<br />
Kuru, kullandıkları malzemenin çok kısa sürede<br />
sentezlenebildiğini, yüksek kapasiteli saflaştırma<br />
özelliği ile daha fazla molekülü daha az miktarda<br />
malzeme kullanarak saflaştırması sebebiyle de<br />
oldukça ekonomik olduğunu belirtti.<br />
Arıcı, projesiyle birlikte Nepal’de düzenlenecek<br />
Genç Bilim İnsanları Asya Pasifik Konferansı’na<br />
katılacak. Biz de İzmirli öğrenci dostumuza buradan<br />
tebriklerimizi gönderiyor, başarılarının devamını<br />
diliyoruz.
15<br />
FLAKKA<br />
Beyaz kristal çakılsı şeklinden dolayı “gravel”<br />
adıyla da anılan flakka en yeni yapay uyuşturucu/<br />
uyarıcılardan biridir. Son zamanlarda “zombiye<br />
çeviren uyuşturucu” olarak da bilinmektedir. Kokain<br />
ile benzer bir uyarıcılığı vardır fakat 2012 yılında<br />
yasaklanan bir grup sentetik uyuşturucu gibi (“bath<br />
salts”) flakkanın da kokainden çok daha fazla<br />
tehlikeli olma potansiyeli vardır. Flakka aynı zamandı<br />
metamfetamin kadar kuvvetlidir ancak bağımlılık<br />
yaratma eğilimi daha yüksektir.<br />
Flakka’nın Kısa Vadeli Etkileri<br />
Diğer uyarıcılarla benzer olarak, Flakka kullanımı<br />
sonucunda beyinde aşırı dopamin, norepinefrin<br />
ve seratonin salgılanır. Dopamin, beynin ödül ve<br />
zevk merkezlerini düzenlemeye yardımcı olan bir<br />
nörotransmitterdir. Buna ek olarak, Flakka beyin<br />
hücreleri tarafından bu nörotransmitterlerin geri<br />
alımını engeller ve yoğun bir öfori hali yani coşku<br />
hissi sağlar.<br />
Kokain ve amfetaminler ile benzer olarak, flakkanın<br />
kısa vadeli etkileri şunlardır:<br />
• Öfori hali<br />
• Kalp ritminde hızlanma ve çarpıntı<br />
• Tansiyon yükselmesi (kan basıncında artış)<br />
• Aşırı tetikte olma hali<br />
• Agresif davranışlar<br />
• Paranoya<br />
• İnsanüstü güç sanrıları<br />
Flakka tipik olarak alfa-PVP adı verilen katyon<br />
sınıfında bir amfetamin benzeri uyarıcı maddenin<br />
sentetik bir versiyonundan yapılır. Bu katyonlar, Orta<br />
Doğu ve Somali kökenli khat bitkisinden türemiş<br />
kimyasallardır. Bu bitkinin yaprakları sıklıkla öfori<br />
hali için çiğnenir. Flakka kullanan insanlar tuhaf ve<br />
kontrol edilemeyen davranışlar sergileyebilir.<br />
Flakka’nın düşüşündeki etkilerine (vücudu terk<br />
ederkenki süreç) yorgunluk ve depresyon da<br />
dahildir. Bu his genellikle kullananların, depresyon<br />
ve yorgunluk gibi içinde bulundukları negatif<br />
durumlardan kurtulmak için tekrar Flakka<br />
kullanımına yönelmelerine ve böylece bağımlılığa<br />
giden bir döngüye sebep olmaktadır. Bu uyarıcıya<br />
karşı tolerans geliştikçe kullananlar daha fazla ihtiyaç<br />
duymakta ve tehlikeli etkilerini hatta ölümü bile göz<br />
ardı etmektedir.<br />
Yüksek dozlarda Flakka vücut sıcaklığını<br />
etkilemektedir. Vücut sıcaklığını oldukça arttırmakta<br />
ve bazen bu aşırı değişim kas sorunlarına ve<br />
daha sonra damar hasarlarına sebep olmaktadır.<br />
Flakka’nın uzun vadeli etkileri de kristal meth ve<br />
kokain ile yarışabilir.
16<br />
Flakka’nın Uzun Vadeli Etkileri<br />
Flakka en yeni sentetik uyuşturuculardan biri olduğu<br />
ve etkileri üzerine yapılan araştırmalar yeterince<br />
kapsamlı olmadığı için uzun vadeli etkileriyle ilgili<br />
henüz çok fazla bilimsel veri bulunmamaktadır.<br />
Fakat hali hazırda yürütülen araştırmalar,<br />
ilacın böbrekler için toksik olduğunu ve böbrek<br />
yetmezliğine neden olabileceğini göstermektedir.<br />
Flakka Bağımlılığı Tedavisi<br />
Flakka’nın bu henüz bilinmeyen etkileri kullanım<br />
yoğunluğu ve popülaritesi açısından endişe<br />
uyandırmaktadır. Çünkü henüz Flakka kullanımının<br />
uzun vadede vücuda ve beyne nasıl etki edeceği tam<br />
olarak bilinmemektedir.<br />
Flakka bağımlılığı tedavisi, iyileşme sürecinin hızlandırılmasında yararlı olan bir takım adımları içerir.<br />
Alım Prosedürleri<br />
Kapsamlı bir fiziksel ve psikolojik değerlendirme<br />
yapılır. Profesyonel bağımlılık tedavisi uzmanları<br />
tarafından yapılan değerlendirme ile uygun ölçülerde<br />
Detoksifikasyon (Zehri Giderme)<br />
Genelde tedavinin ilk fazı detokstur. Bırakma<br />
aşaması oldukça acı verici ve rahatsız edici olabilir.<br />
Ek Terapi<br />
Aşağıdaki çeşitli davranış tedavileri önerilmektedir:<br />
detoks yöntemlerinin ve etkili tedavi tasarımlarının<br />
uygulanması sağlanır.<br />
Belirtilerin izlenmesi ve yönetilmesi açısından tıbbi<br />
gözetim altında olması önemlidir.<br />
• Bilişsel davranışçı tedavi (CBT)<br />
• Motive edici görüşmeler<br />
• İkili teşhis danışmanlığı (eğer uygunsa)<br />
• Psikoterapi<br />
• Destek grupları<br />
Aile Katılımı<br />
Sevdiği insanlardan ayrı kalmak bir birey için endişe<br />
kaynağı olabilir. Bu yüzden aile üyelerinin tedaviye<br />
dahil edilmesi uygulanan bir durumdur.<br />
ALFA PVP<br />
1-Fenil-2-(pirolidin-1-il)pentan-1-on yani alfa pvp<br />
aslen 1960’larda keşfedilen bir psikomotor uyarıcıdır.<br />
Avrupa Birliği’nde alfa-PVP saptanmasının resmi<br />
bildirimi Şubat 2011’de sunulmuştur. Molekül<br />
formülü C 15<br />
H 21<br />
NO. Molekül ağırlığı 231.34 g/mol’dür.<br />
Stereoizomerleri<br />
Yan zincirin α-karbonunda kiral merkezin varlığı,<br />
(S)-alfa-PVP ve (R)-alfa-PVP enantiyomerlerinin<br />
belirli bir sıra ile oluşum hızını arttırır. Potansiyel<br />
olarak ayırt edilebilir farmakolojik özelliklerle ilgili<br />
veriler henüz yayınlanmamıştır. alfa-PVP genellikle<br />
rasemik karışım halinde bulunur.
<strong>Kimya</strong>sal Olarak Tanımlanması<br />
İlk termal özellikler 1960’ların başında açıklığa<br />
kavuşmuştur. Monoamin transporter aktivitelerinin<br />
değerlendirilmesini içeren pirovaleron analoglarının<br />
sistematik bir araştırmasını izleyen ilk NMR verileri<br />
2005 ve 2006’da yayınlanmıştır. Her ne kadar<br />
2005 yılında Almanya’da alfa-PVP’ye rastlandığı<br />
rapor edilmiş olsa da metabolizma çalışmalarından<br />
elde edilen kütle spektrumu verileri ancak 2009’da<br />
yayınlanmıştır. Marquis testi uygulanması sonucunda<br />
“temiz” bir reaksiyon verse de, buna karşılık<br />
Mecke testinden gri/siyah bir sonuç elde edilmiştir.<br />
Daha sonra alfa-PVP, analitik amaçlar için iyice<br />
kullanılmaya başlanmış, adli ve klinik araştırmalarla<br />
bağlantılı rutin analiz yöntemleri serisinde yer<br />
almıştır.<br />
Yukarıdaki şekilde alfa-PVP’nin 1 H ve 12 C NMR verileri gösterilmektedir.<br />
NBC’de yayınlanan bir habere göre Florida’da<br />
yaşayan 37 yaşında bir kadın Flakka kullandıktan<br />
sonra vücut sıcaklığının yükselmesi ile kıyafetlerinin<br />
bir kısmını parçalayıp bir köprüden atlamış ve daha<br />
sonrasında şunları söylemiş: “ Sadece suda olduğumu<br />
ve suyun altında nefes alabilecek gibi hissettiğimi<br />
hatırlıyorum.”<br />
getirecek olursak:<br />
Uyuşturucu kullanımından kaynaklanan suçlar uzun<br />
süredir medyada yer almakta. Bu hikayeler 1914<br />
yılında kokain ile başladı ve daha sonra devam etti.<br />
Son zamanlarda gündemde olan uyuşturucu ise<br />
“zombiye çeviren uyuşturucu” olarak anılan Flakka.<br />
Yine Florida’da yaşayan 19 yaşındaki Nico Gallo<br />
Flakka etkisi ile tanımadığı birinin evine girerek<br />
onu tehdit etmiş, zarar vermiş, ardından kapıdan<br />
kaçamayınca uyarıcının verdiği cesaret ile pencereden<br />
atlamıştır.<br />
Bu gibi haberler dışında çok fazla Flakka etkisi ile<br />
“insan eti yedi” veya “kurbanlarının yüzünü yedi”<br />
gibi haberler önümüze çıkmakta. Bu konuya açıklık<br />
17<br />
Ağustos 2016’da, 19 yaşındaki Austin Harrouff<br />
Florida’da bir çiftin evine girip öldürmüş ve<br />
maktüllerden birinin yüz ve karın bölgesini ısırırken<br />
bulunmuştu. Saldırganın ebeveynleri, olaydan<br />
aylar önce garip davranışlar sergilediğini ve tanı<br />
konulmadığını fakat şizofreniden şüphelendiklerini<br />
belirtmişti.
18<br />
Ancak yetkililer Harrouff’un Flakka etkisi altında<br />
olabileceğini düşünüyorlardı. Fakat 23 Kasım<br />
2016’da yapılan toksikoloji testleri sonucunda<br />
Harrouff’un sisteminde Flakka’ya rastlanmadı.<br />
Dolayısıyla bu olay sonucunda, Flakka’nın insanları<br />
“yamyama” çevirdiğine dair bir inanış yayıldı. Bu<br />
gerçekdışı inanışlar insanları Flakka gibi çok zararlı<br />
uyarıcıları kullanmaktan uzaklaştırmaktadır. Fakat<br />
bazı bilgiler bir temele dayandırılmalıdır.<br />
Flakka son zamanlarda gündeme oturan bir uyarıcı<br />
olduğu için henüz uzun veya kısa vadedeki etkilerinin<br />
tam olarak bilinmemesi normaldir. Fakat bilindiği<br />
kadarıyla insanları “yamyama” ya da “zombiye”<br />
çevirdiğine dair bilgiler herhangi bir bilimsel veriye<br />
dayanmamaktadır.<br />
Kaynaklar<br />
• https://theconversation.com/flakka-is-a-dangerous-drug-but-it-doesnt-turn-you-into-a-zombie-69<strong>53</strong>3<br />
• http://www.who.int/medicines/access/controlled-substances/5.3_Alpha-PVP_CRev.pdf<br />
• http://cordantsolutions.com/what-is-flakka/<br />
• https://www.medicinenet.com/flakka/article.htm<br />
• https://drugabuse.com/library/the-effects-of-flakka-use/<br />
• http://edition.cnn.com/2015/05/26/health/flakka-gravel-illegal-drugs/index.html<br />
• https://www.nbcnews.com/news/us-news/devils-drug-flakka-driving-florida-insane-n471<strong>53</strong>1<br />
• https://www.dea.gov/pr/microgram-journals/2012/mj9-1_33-38.pdf<br />
Sıla Sözmen<br />
<strong>Kimya</strong>ger<br />
silasozmenn@gmail.com
19<br />
ODTÜ’DEN KEMİK KIRIKLARINDA<br />
KÖK HÜCRE DEVRİMİ<br />
ODTÜ önderliğinde yürütülen çalışmada, en az 6<br />
ayda eski haline dönebilecek kemik kırıklarını 6-8<br />
hafta içinde iyileştirebilen, üç boyutlu yazıcı ve kök<br />
hücreye dayalı yeni nesil implant geliştirildi.<br />
ODTÜ <strong>Kimya</strong> Bölümü Öğretim Üyesi ve ODTÜ<br />
Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Merkezi<br />
(BIOMATEN) Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr.<br />
Nesrin Hasırcı, merkez olarak biyomalzeme ve doku<br />
mühendisliği alanında yürüttükleri, hastaya özel<br />
implant üretimi konusundaki araştırmaları hakkında<br />
bilgi verdi. ODTÜ’nün ve Kalkınma Bakanlığının<br />
desteğiyle 2010’dan itibaren üç boyutlu baskı<br />
‘eklemeli üretim’ yöntemiyle hastaya özgü implant<br />
yapımına yönelik alt yapılarını geliştirdiklerini dile<br />
getiren Prof. Dr. Hasırcı, bunu yeni desteklerle<br />
sürdürdüklerini belirtti.<br />
Hasırcı, bu tür özel tasarımların, karmaşık şekilli<br />
doku kayıplarının tedavisinde, hasarlı bölge için<br />
gerçek şekil ve boyutlara göre implant üretilmesine<br />
olanak sağlaması nedeniyle medikal sektörde<br />
büyük ilgi gördüğünü belirtti. Özellikle kemiğin<br />
İlk Deney Tavşanlarda Yapıldı<br />
Hasırcı, TÜBİTAK tarafından 1003 Projesi<br />
kapsamında desteklenen çalışmada, araştırma<br />
grupları olarak kendilerinin geliştirdiği biyobozunur<br />
kompozit malzemeler ile hastaya özgü kemik<br />
desteklerini doku mühendisliği yöntemiyle<br />
yaptıklarını ve kemik dokusu oluşturduklarını<br />
bildirdi.<br />
iyileşmesinin zor olduğunun ve uzun sürdüğünün<br />
altını çizen Hasırcı, bu nedenle vücutla uyumlu,<br />
yan etki göstermeyecek ve kemik dokusunun da<br />
yenilenmesini sağlayabilecek ortopedik implanta<br />
ihtiyaç duyulduğunu anlattı.<br />
Prof. Dr. Nesrin Hasırcı, genellikle metalden yapılan<br />
kemik plakalarının vücut içinde paslanabildiğini,<br />
bu nedenle irritasyon ve inflamasyona ve ayrıca<br />
implantın gevşemesine yol açabildiğini söyledi. Isıyı<br />
hızla iletmeleri nedeniyle metal implantların, iyileşme<br />
tamamlandıktan çok sonra bile hastaya rahatsızlık<br />
verebileceğine dikkati çeken Hasırcı, ayrıca vücutta<br />
kalıcı olan metal implantların, çocuk hastaların<br />
gelişmelerine ayak uyduramadıkları için belli<br />
aralıklarla değiştirilmeleri gerektiğini vurguladı.<br />
Dedektörlü kapıların bulunduğu yerlerde, metal<br />
implantın çıkardığı uyarı sesinin hastaya büyük<br />
rahatsızlık verdiğini vurgulayan Hasırcı, hastaların<br />
bu durumda güvenlik görevlilerine açıklama yapmak<br />
zorunda kaldığına işaret etti.<br />
Kemik dokusunu canlılarda uygulama deneylerine<br />
geçtiklerini de açıklayan Hasırcı, “Bu bilimsel bir<br />
çalışma olduğu için doğal olarak ilk uygulamalarımızı<br />
AB kuralları gereği preklinik araştırma olarak denek<br />
hayvanlarında, tavşanlar üzerinde yaptık” diye<br />
konuştu.
20<br />
Öncelikle, polimerik malzemeden kemikle uyum<br />
sağlayacak ve kemikle kaynaşmayı hızlandıracak<br />
şekilde kimyasal işlemlerden geçirerek özgün bir<br />
implant geliştirdiklerini kaydeden Hasırcı, şöyle<br />
devam etti:<br />
“Çalışmamızın önemi hastaya özel bir kemik implantı<br />
geliştirmemiz. Örneğin kafatası gibi yuvarlaklığı<br />
olan hasarlarda veya çok büyük kemik kayıplarında<br />
kullanılmak üzere, özel şekilli kemik implantlarını<br />
biyobozunur malzemelerden üç boyutlu basımla<br />
ürettik. Burada metal hiçbir malzeme kullanmadık.<br />
Bu nedenle hiçbir dedektörde uyarı sesi vermeyen,<br />
hastanın dokularına ısı iletmeyen ve vücutla tam<br />
Implantlara Kök Hücre Eklendi<br />
Geliştirdikleri implantları tavşanların bacak<br />
kemiklerine uyguladıklarını belirten Prof. Dr. Hasırcı,<br />
“İmplante edilmeden önce de tavşan kök hücrelerini,<br />
geliştirdiğimiz üç boyutlu implantlara ekledik. Kök<br />
hücre eklenmiş örnekler ile eklenmemiş kontrol<br />
grupları arasında kıyaslama yaptık. Gözlemlerimiz<br />
şöyle oldu; geliştirdiğimiz malzemeler, 4 hafta<br />
içinde kemik gelişimini çok artırıyor, 8 hafta içinde<br />
İyileşme Dördüncü Haftada Başladı<br />
Nesrin Hasırcı, çalışmalarının BIOMATEN’in,<br />
ODTÜ <strong>Kimya</strong>, Biyolojik Bilimler ve Biyoteknoloji<br />
bölümlerinin yanında, Yeditepe Üniversitesi,<br />
Haliç Üniversitesi ve Acıbadem üniversitelerinden<br />
öğretim üyelerinin katkılarıyla interdisipliner olarak<br />
yürütüldüğünü söyledi.<br />
Normalde bir kemik kırığı en az 6 ayda eski<br />
halini alabilirken, kök hücre ve üç boyutlu basım<br />
yöntemiyle çok daha kısa sürede iyileşme sağlandığını<br />
anlatan Hasırcı, “Yani 8 haftada çok iyi iyileşme<br />
ve implantla kemiğin çok iyi kaynaşmasını gördük.<br />
Tavşanın kendi kök hücresinin yaptığı katkı, aynı<br />
uyumlu bir malzeme geliştirmiş olduk. Bu implantlar,<br />
seçtiğimiz ve geliştirdiğimiz malzemeler sayesinde<br />
vücutta zamanla emiliyor ve vücuttan atılarak geride<br />
hiçbir iz bırakmıyor. Yeni doku o bölgede oluşurken,<br />
geliştirdiğimiz polimerik malzeme kendi kendine<br />
eriyor ve yok oluyor. Dolayısıyla vücutta 3-5 yıl<br />
sonra yabancı hiçbir cisim ya da madde kalmıyor.”<br />
Amaçlarının, geliştirdikleri biyobozunur kompozit<br />
malzemenin hastalara transfer edilmesi olduğunu<br />
dile getiren Hasırcı, böylece kemiklerin etraftaki<br />
dokularla birlikte kaynayıp yeni kemik oluşumunu<br />
hızlandırmayı hedeflediklerini söyledi.<br />
yeni kemik oluşumu neredeyse tamamlanıyor yani<br />
implantla kemik birbirine kaynıyor. Kemik ile implant<br />
birleşince de mekanik gücü neredeyse sağlam<br />
kemik kadar iyi hale geliyor.” ifadelerini kullandı.<br />
Prof. Dr. Hasırcı, geliştirdikleri malzemenin vücutla<br />
uyumlu olduğunun, hiçbir alerjik ve toksik etkisi<br />
bulunmadığının testlerle de gösterildiğini bildirdi.<br />
zamanda implantın kemikle çok uyumlu olması<br />
nedeniyle bu sonuca ulaştık. Biz şu anda tavşan<br />
kemiğinin iliğinden elde ettiğimiz kök hücreleri üç<br />
boyutlu basım tekniği ile hazırladığımız implantların<br />
içine yerleştirdik ve yine tavşanlara uyguladık.<br />
Böylece çok hızlı bir iyileşme sağladık” dedi. Ekip<br />
olarak çalışma sonuçlarından çok umutlu olduklarını<br />
dile getiren Prof. Hasırcı, yeni nesil implantların<br />
insanlara uygulanmasının ancak Sağlık Bakanlığının<br />
onayıyla olacağını hatırlattı. Hasırcı, çalışmalarının<br />
İngiltere’deki Royal Society Chemistry’nin<br />
Biomaterials Science dergisinde bu yıl yayınlandığını<br />
da sözlerine ekledi.
21<br />
VÜCUT SIVILARIMIZ<br />
NEDEN RENKLİ?<br />
İnsan vücudunu bir gözden geçirelim. Bir çok sıvı<br />
bulunduruyor değil mi? Peki vücudumuzdaki bu<br />
sıvıların farklılıklarını hiç düşündünüz mü? Kan, idrar,<br />
feçes gibi kavramları düşündüğümüzde farklı yapı<br />
ve renklerden oluştuğunu ayırt edebiliriz. Peki bu<br />
sıvılarda neler vardır? Hangi mekanizmalar sonucu<br />
oluşurlar? Sıvıların renkleri neden böyledir? Ne<br />
duruyorsunuz, incelemeye başlayalım...<br />
Çoğumuz zaten kanın kırmızı renginin kaynağını<br />
biliyoruzdur. Bilmesek bile mutlaka ismini bir yerden<br />
duymuşuzdur hemoglobinin.<br />
Kırmızı kan hücrelerinde bulunan oksijen taşıyan bir<br />
proteindir kendisi. Hemoglobin içinde “hem” denilen<br />
bir yapı vardır ve bu yapı demir içerir. İşte bu demir<br />
kana o bildiğimiz kırmızı tonu kazandırır.<br />
Peki her canlıda bu böyle midir? Hayır. İnsanların<br />
kanının rengi kırmızıdır ancak bu tüm canlılarda böyle<br />
değildir. Farklı renklerde kana sahip hayvanlar da<br />
bulunur. Farklı kimyasal yapılar, farklı absorpsiyondan<br />
kaynaklı değişimler gözlenebilir. Bu aynı zamanda<br />
diğer vücut sıvılarının renklerinde de geçerlidir.<br />
Hemoglobin içinde bulunan ve “hem” denilen yapı,<br />
aslında diğer vücut sıvılarının rengini kazanmasında<br />
öncül maddedir diyebiliriz. O zaman bu yapıyı biraz<br />
daha detaylı incelemeye ne dersiniz?<br />
Şekilde görünen, bir hemoglobin yapısıdır. 4<br />
pirol halkası, bunları birbirine bağlayan metilen<br />
grupları, pirollere bağlı gruplar (sırasıyla; metil,<br />
vinil, metil, vinil, metil, propil, propil, metil)<br />
içeren protoporfirin IX ve tetrapirol halkasının<br />
ortasına yerleşmiş demir iyonu içeren bir yapıdan<br />
bahsediyoruz. Karmaşık görülen bu yapının<br />
biyosentezi karaciğer ve kemik iliğinin eritrosit<br />
üreyen hücrelerinde gerçekleşir. 8 basamaklı bir<br />
tepkime sonucu oluşur.<br />
Ancak bizi şu an ilgilendiren kısmı sentezinden çok<br />
hem’in yıkım reaksiyonudur.<br />
Kan dolaşımımızdaki kırmızı kan hücreleri(yani<br />
eritrositler) hayatımız boyunca yanınızda değildir.<br />
Sadece 120 gün yaşayabiliyorlar. Vücudumuzda<br />
da her saniye yeni kırmızı kan hücreleri üretiyor.<br />
Evet her saniye, yaklaşık 2 milyon yeni hücre<br />
üretiliyor. Yaşlı ve hasarlı kırmızı kan hücrelerimiz<br />
içinse bir geri dönüşüm sistemimiz bulunuyor.<br />
Açığa çıkan hemoglobinde öncelikle globin yani<br />
protein kısmı aminoasitlerine parçalanır. Ortada<br />
bulunan demir iyonu ise yeniden kullanılmak üzere<br />
kemik iliğine taşınır. Bizim inceleyeceğimiz Hem<br />
ise retiküloendotelial sistemde (özellikle dalak)<br />
bilirubine dönüşür. Gelin şimdi hem yolculuğunu<br />
detaylıca inceleyelim:
22<br />
Hem yıkımı sonucu oluşan biliverdin, safrada<br />
bulunan yeşil bir pigmenttir ve safrada bulunan sarı<br />
bir pigment olan bilirubine dönüştürülür. Bilirübin<br />
suda çözünemez. Bu nedenle kanda taşınması<br />
için albümine ihtiyacı vardır. Albümin ile bağlanan<br />
bilirübin kanda taşınır ve karaciğere getirilir.<br />
Karaciğerde UDP glukronit ile bilirubin diglukrotine<br />
dönüşür. O da aktif transport ile safraya taşınır.<br />
Safra, karaciğerde üretildikten sonra, safra<br />
kesesinde saklanır. Hem ‘in parçalanmasından<br />
kaynaklanan bir ürün olan bilirubinin yanı sıra safra<br />
asidi de bulundurur. Bildiğimiz üzere safra asidi<br />
de sindirim sırasında yağların ve yağda çözünen<br />
vitaminlerin emilimine yardımcı olur.<br />
Safradaki bilirübinin bir kısmı bağırsaklara taşınır.<br />
Bağırsaklarda bilirubin, bağırsak bakterileri<br />
tarafından ürobilinojene ayrılır. Ürobilinojen renksiz<br />
bir bileşiktir. Ama sindirim yolağında ilerlemeye<br />
devam edem ürobilinojenler, bu yolda feçese<br />
kahverengini veren sterkobiline dönüşür. Sterkobilin<br />
olmasaydı, dışkı solgun kil renginde olurdu. Bu<br />
durum bazen safra kanalının tıkanmasıyla bilirubinin<br />
bağırsağa ulaşamadığı zamanlarda ortaya çıkabilir.<br />
Ürobilinojenlerin bağırsaktaki yolunu gördük. Ama<br />
bileşiğin tamamı bu yolda ilerlemez. Bir kısmı<br />
yeniden kan dolaşımına verilerek böbreklere ulaşır.<br />
Kan dolaşımında, böbrekler tarafından atılan saman<br />
renginde bir bileşik olan ürobiline oksitlenir. Ürobilin<br />
ise idrara rengini veren bileşiktir.
23<br />
Bu yolağın en önemli hastalığı aslında bir<br />
çoğumuzun bildiği bir hastalık olan sarılık. Hastalığı<br />
kısaca özetleyecek olursak bazı sebeplerden<br />
dolayı vücutta ortaya çıkan yüksek bilirubin<br />
düzeylerinden(Hiperbilirubinemi) kaynaklandığını<br />
söyleyebiliriz.<br />
Sarılığın da bir çok çeşidi vardır:<br />
1) Hemolitik Sarılık<br />
Eritrositlerin aşırı yıkımı, (örneğin orak hücre<br />
anemisinden dolayı) konjuge edebileceğinden daha<br />
fazla bilirubin oluşmasına neden olur.<br />
Daha fazla serbest bilirubin safraya atılır, buna bağlı<br />
olarak enterohepatik dolaşıma giren ürobilinojen<br />
artar ve idrarda ürobilinojenin artmasına neden olur.<br />
Kanda serbest bilirubin artması ile sarılık meydana<br />
gelir.<br />
2) Hepatosellüler Sarılık<br />
Karaciğer hücrelerinin hasarı sonucu azalan<br />
konjugasyondan dolayı kanda serbest bilirubin artar.<br />
İdrarda da ürobilinojen artar. Çünkü karaciğer<br />
hücresi hasarı, ürobilinojenin enterohepatik<br />
dolaşımını azaltır, daha fazlasının kana geçmesine<br />
oradan da idrara çıkmasına neden olur.<br />
3) Obstrüktif Sarılık<br />
Safra kanalının tıkanması sonucu oluşur. (örneğin<br />
Karaciğer tümörü ya da safra taşları ile tıkanma)<br />
Bilirubinin bağırsağa geçişini önler.<br />
İdrar rengi koyulaşır, gayta rengi açılır.<br />
İdrar rengi koyulaşır, gayta rengi açılır.<br />
Plazmada AST ve ALT düzeyleri artar.<br />
Safra kanalının tıkanıklığı, karaciğer hasarına ve<br />
buna bağlı olarak serbest bilirubin yüksekliğine<br />
neden olabilir.
24<br />
4) Yenidoğan Sarılığı<br />
Yeni doğan bebeklerde, özellikle prematürelerde<br />
sıkça duyarız sarılığı. Çünkü doğumda “hepatik<br />
bilirubin glukroniltransferaz” aktivitesi düşüktür.<br />
Ancak 4 hafta sonra erişkin düzeyine ulaşır.<br />
Bilirubin düzeyi yeni doğanlarda mavi floresan ışık<br />
ile tedavi edilir. Böylece bilirubin daha polar, suda<br />
çözünür izomerlerine çevrilir. Bu fotoizomerler<br />
konjuge olmadan safraya atılır.<br />
Kaynaklar<br />
http://www.compoundchem.com/2017/01/12/bodily-fluids<br />
Lippincott Biyokimya<br />
http://www.drahmetdobrucali.com (Şema)<br />
Özgenur Geridönmez<br />
Eczacı<br />
ozgenurgeridonmez@gmail.com
25<br />
BİLİM İNSANLARI IŞIKTA DONAN<br />
DOKU YAPIŞTIRICISI ÜRETTİ<br />
Malatyalı kimya profesörleri bir süre önce ürettikleri<br />
ve Avrupa Birliği’nden ön kaynak kullanmak hakkı<br />
elde ettikleri doku yapıştırıcısından sonra şimdi de<br />
ışıkta donan bir başka doku yapıştırıcısı üretti.<br />
Bir süre önce, cerrahi operasyonların ardından<br />
dikiş bölgelerindeki sızıntı kaynaklı sorunu<br />
ortadan kaldırmak için poliüretan doku yapıştırıcısı<br />
buluşuna imza atan İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat<br />
Fakültesi <strong>Kimya</strong> Bölümü Öğretim Üyeleri Prof.<br />
Dr. Burhan Ateş, Prof. Dr. Süleyman Köytepe<br />
ve çalışma arkadaşları, şimdi de UV ışıkta donan,<br />
açık kalp ameliyatları sonrası açılan göğüs kafesini<br />
yapıştırmaya yarayan oldukça güçlü yapıştıran ve<br />
biyouyumlu doku yapıştırıcı üretti.<br />
Prof. Dr. Burhan Ateş, Doç. Dr. Süleyman Köytepe<br />
ve çalışma arkadaşlarının poliüretan doku yapıştırıcısı<br />
buluşu bin 500 proje içerisinden Avrupa Birliği<br />
Fonları destekli ACT yatırım fonundan ön kaynak<br />
kullanma hakkı elde ederek üretim için fizibilite<br />
raporu hazırladı. Çalışmayla ilgili ilerleyen dönemde<br />
uygun koşullar oluştuğunda üretime geçilmesinin<br />
planlandığı belirtildi.<br />
Prof. Dr. Burhan Ateş, İHA’ya yaptığı açıklamada,<br />
doku yapıştırıcılarının günümüzde özellikle cerrahi<br />
operasyonlarda çok fazla kullanıldığını söyledi.<br />
Avrupa Birliği Destekli<br />
ACT Yatırım Fonu Bize Bir Ön Destek Verdi<br />
Hem biyouyumlu hem de güçlü yapıştırma özelliğini<br />
aynı anda içinde barındıran yapıştırıcıların piyasada<br />
bulunmayışının önemli sorun olduğuna değinen Ateş,<br />
“Tabi bu yeni bir çalışma değil, 2010’dan itibaren<br />
üzerinde çalıştığımız bir proje. Türkiye’de bunun<br />
üzerine bir çalışma yok, bu alanda dışa bağlıyız.<br />
Yaptığımız şey farklı bir yapıştırıcı bulmak. Bu<br />
aynı zamanda iç organlarda da kullanılabilir. Yani<br />
yapıştıktan sonra üzerinde kendi kendine kaybolacak<br />
bir sistem yapmak. Bununla ilgili dediğim gibi 2010<br />
yılından beri başlanmış bir proje var. Bunun sonunda<br />
elde ettiğimiz bir patent var. Biz bununla ilgili bir<br />
yatırım arıyoruz aslında, destek arıyoruz. Yani bunu<br />
üretime geçirmek için çeşitli fonlara, özelikle İnönü<br />
Üniversitesi Teknokent aracılığıyla başvurular yaptık.<br />
Oradan da özellikle Avrupa Birliği destekli ACT<br />
yatırım fonu bize bir ön destek verdi. Bizde bu ön<br />
destekle ilgili bir fizibilite raporu hazırladık. Fizibilite<br />
raporumuzu değerlendirdiler ve kabul ettiler.<br />
Bundan sonraki aşama aslında onlardan gelecek<br />
desteğe göre. İkinci bir destek almak için de arayış<br />
içerisindeyiz. Bir prototip üretmek ve onu Sağlık<br />
Bakanlığı’na ve gerekli kuruluşlara anlatıp piyasaya<br />
sürülebilir bir formata getirebilmek önemli. Yapmak<br />
istediğimiz temel şey bu. Hem yurt dışına bağlılığı<br />
azaltmak adına çok önemli, hem de gerçekten önemli<br />
bir ihtiyaç. Bizim yaptığımız yapıştırıcı gerçekten<br />
hem vücut içinde, hem vücut dışında kullanabilir<br />
sistemleri içeriyor, hem de önemli bir ihtiyaca fayda<br />
sağlayacağı düşüncesindeyiz” dedi.
26<br />
O Projenin İlk Sonuçlarını Aldık, Gerçekten Güzel Değerler<br />
Ateş, yaptıkları çalışmalar kapsamında TÜBİTAK ve<br />
BAP’tan destekler aldıklarını kaydederek, Turgut<br />
Özal Tıp Merkezi’ndeki bazı hocalarla ile birlikte bu<br />
soruna yönelik projeler ürettiklerini anlattı.<br />
Doku yapıştırıcısı konusunda patent aldıklarını ve<br />
UV ile kürlenebilen doku yapıştırıcısı çalışmasında<br />
ise patent başvurusu yapma aşamasında olduklarını<br />
belirten Ateş, “Bu projemiz UV coribul sistemi.<br />
Yoğun bir yapıştırıcı. Şimdi bu şekilde dişçilerin<br />
yaptığı bir sistem var ama yumuşak dokular için<br />
özelikle yumuşak dokular ve protein sistemler<br />
vücuda uyumlu. Çok hızlı sistemler istenilen sürede<br />
istenilen formatta yapıştırılıyor. Bu son aldığımız<br />
TUBİTAK projesi bunun bir devamı aslında. O<br />
projenin ilk sonuçlarını aldık, gerçekten güzel<br />
değerler. Hem yapıştırma açısından hem yapıştırma<br />
süresi istenilen seviyede. Tutulması açısından da<br />
güzel, İlk sonuçları aldık. Yani bu konuda özelikle<br />
yine patentleşebilir ürünler üreteceğimizden eminiz”<br />
diye konuştu.
27<br />
YÜKSEK VOLTAJLARDA<br />
ÇALIŞABİLEN SULU ELEKTROLİTLİ<br />
BATARYALARA DOĞRU<br />
Günümüzde kullanılan ticari bataryaların hepsinde<br />
elektrolit olarak organik bileşikler kullanılmaktadır.<br />
Bu bataryaların tipik çalışma voltajı maksimum<br />
4-4.5V civarlarındadır. Zaman zamanda<br />
karşılaştığımız üzere bu bataryalarda; yanma,<br />
patlama, ani alev alma, bataryanın şişmesi gibi<br />
pek çok dezavantajları vardır. Üstelik çevre dostu<br />
olmayışları ve yüksek maliyetli oluşları oldukça<br />
düşündürücü bir konudur. Bu bağlamda alternatif<br />
olarak sulu elektrolitli bataryaların geliştirilmeye<br />
çalışıldığını görmekteyiz. Bilindiği üzere sulu<br />
elektrolitli sulu bataryaların en büyük dezavantajı,<br />
elektrolit olarak kullanılan suyun 1.23V’un üzerinde<br />
parçalanmasıdır. Bu sebepten, sulu bataryaların<br />
henüz ticari manada kullanılmamaktadır.<br />
Ancak 2015 Yılında Liumin Suo ve arkadaşlarının<br />
geliştirdiği yeni batarya konfigürasyonu, sulu<br />
bataryalarda tam anlamıyla çok büyük bir dönüm<br />
noktası olmuştur. ‘Water-in-Salt’ battery (tuz<br />
içinde su) ismini verdikleri bu bataryada suyun<br />
elektrokimyasal parçalanmasını önlemek için<br />
çok yüksek derişimlerde (21M) LiTFSI (lityum<br />
bitriflorometan sülfonil amide) tuzu suda<br />
kullanılarak suyun tuz içerisine hapsedilmesi<br />
sağlanmış. Yüksek derişimlerde hazırlanan LiTFSI<br />
elektroliti, su moleküllerini sardığı için yeni elektrolit<br />
konfigürasyonu ile sulu elektrolit bataryalarda 1,23V<br />
değerinden 3V değerlerine çıkılmıştır. Yapılan bu<br />
ilk çalışmada katot olarak LiMn2O4, Anot olarak<br />
Mo6S8 kullanılmıştır. Bu dönüm noktasında TFSI- ‘ın<br />
rolü büyük olduğundan, bu çalışmadan sonra aynı<br />
konu üzerine çalışan pek çok araştırmacı tarafından<br />
benzer çalışmalar yapılmış ve farklı anot ve katot<br />
malzemelerinin de aynı elektrolit kullanılarak<br />
yüksek voltaj değerlerinden çalışıp, çalışılmadığı<br />
test edilmiştir. Genel itibar ile bu gelişme ile sulu<br />
elektrolit bataryalardan elde edilen enerji yoğunluğu<br />
100Wh/kg’ değerlerine ulaşmıştır.<br />
Bu çalışmadan 1 yıl sonra, aynı ekip LiTFSI+LiOTf<br />
tuz karışımı ile daha yüksek derişimlerde elektrolit<br />
hazırlanmıştır. Yeni hazırlanan 28M bu tuz çözeltisi<br />
kullanarak elde edilen bu yeni sulu bataryadan 200<br />
Wh/Kg enerji yoğunluğu elde edilmiştir. Bu elektrolit<br />
ile yapılan sulu bataryanın 3V’un üzerinde 3.1-3.4V<br />
değerlerine kadar optimum bir şekilde çalıştığı<br />
görülmüştür. 2017 yılı itibarı ile yapılan Chunsheng<br />
Wang ve arkadaşları, bu tür yüksek derişimli<br />
hazırlanabilen elektrolit içerisine flor bazlı katkı<br />
malzemeleri ekleyerek, tıpkı organik elektrolitlerde
28<br />
olduğu gibi sulu elektrolit yüzeyinde yüksek voltaj değerlerinde katı elektrolit ara yüzeyinin oluşmasına<br />
neden oldular. Bu tabaka sayesinde, son geliştirilen bu sulu elektrolit batarya ile 4V değerlerine ulaşılmış<br />
olundu. 2 yıllık bir kısa sürede sulu elektrolit bataryalardaki bu hızlı gelişim, acaba organik elektrolitli<br />
bataryalar kısa bir zaman sonra tarihe mi karışacak sorusunu akıllara getirmiyor değil.<br />
Kaynaklar<br />
1) 4.0 V Aqueous Li-Ion Batteries, Joule jounal, Chongyin Yang ve arkadaşları, 2017.<br />
2) Advanced High-V oltage Aqueous Lithium-Ion Battery Enabled by “W ater -in-Bisalt” Electrolyte,<br />
Communications, Liumin Suo, 2016.<br />
3) Widening voltage Windows, Kang Xu ve Chunsheng Wang, Nature, 2016<br />
Burak Tekin<br />
<strong>Kimya</strong> Mühendisi<br />
burak.tekin@omu.edu.tr
29<br />
NANOPARTİKÜLLER<br />
DAHA HIZLI, DAHA İYİ<br />
İLAÇLARA İZİN VEREBİLİR<br />
New York Eyalet Üniversitesi’nden Binghamton<br />
Üniversitesi’nde yürütülen yeni araştırmalara göre,<br />
altın nanoparçacıklar ilaçların daha hızlı ve etkili bir<br />
şekilde hareket etmesine yardımcı olabilir.<br />
Nanoparçacıklar, atomlardan daha büyük, ancak<br />
gözle görülebilenlerden daha küçük mikroskopik<br />
parçacıklardır. Bunlar, geniş yüzey alanı / hacim<br />
oranına sahip ve her yerde bulunan benzersiz<br />
yapıdadır. Binghamton Üniversitesi Biyomedikal<br />
Mühendisliği Yardımcı Profesörü Amber Doiron<br />
tarafından yürütülen yeni bir araştırma, sağlığa<br />
ilişkin olarak bu nanoparçacıklara derinlemesine<br />
inceleyen kendi türünün ilk örneklerinden<br />
biridir. Doiron, “Nanoparçacıklar şu an bilim<br />
camiasında büyük bir araştırma alanına sahip,<br />
ancak insan sağlığına etkileri henüz iyi anlaşılmadı.<br />
Nanoparçacıklar benzersiz özelliklere sahipler ve<br />
bu nedenle birçok uygulamada kullanılmaktadırlar,<br />
yiyeceklerinizdedirler ve çevresel maruziyet yoluyla
30<br />
kan dolaşımınıza bulaşabilirler. Sonunda, dokulara<br />
veya görüntüleme ajanlarına ilaç vermeye yardımcı<br />
olmak için kullanılabilirler. Nanoparçacıkların insan<br />
hücreleri ile nasıl etkileşime girdiğini araştırmak<br />
istedik “dedi.<br />
Doiron ve ekibi altın nanoparçacıklarının bir<br />
hücrenin sağlığı üzerindeki etkilerine dikkat çekti.<br />
Nanoparçacıkların hücreleri değiştirebildiklerini<br />
ancak parçacıkların çok özel bir boyutta olduklarını<br />
bulmuşlardır.<br />
Doiron, “Nanoparçacıklar yaklaşık 20 nanometre<br />
Haberi Çeviren : Selin Duygu Yücelen<br />
olmalıdır, daha büyük veya daha küçük bir şey işe<br />
yaramadı” dedi.<br />
Araştırmaları sonucunda, arterler veya damarlar<br />
çizen hücreler bu nanoparçacıklara maruz kaldığında,<br />
vasküler geçirgenlik değiştiğini buldu. Bu, potansiyel<br />
olarak daha etkili ilâç vermeye yardımcı olabilir.<br />
Bununla birlikte araştırmacılar, nanoparçacıkların<br />
bu şekilde kullanılmasının bazı sınırlamaların<br />
farkındalar. Doiron, “Bu kesin olmalı, aksi takdirde<br />
damarların geçirgenliğini fazla fazla değiştirmek son<br />
derece tehlikeli olabilir” dedi.
31<br />
LAKTOZ<br />
İNTOLERANSI<br />
Laktoz, doğada sadece sütte bulunan süt şekeri<br />
olarak tanımlanan bir disakkarittir ve sütün<br />
en önemli karbonhidratıdır. Laktaz (LTC) ince<br />
bağırsaklardaki mukozada epitel hücrelerinde<br />
üretilen laktozu glukoz ve galaktoza parçalayan<br />
Beta-galaktoz enzimidir.<br />
Gıda intoleransı; gıda tarafından tetiklenen, vücudun<br />
gösterdiği ters tepkidir. Vücudun gösterdiği bu ters<br />
tepki sindirilemeyen veya emilmeyen gıdalardan<br />
kaynaklanmaktadır. Gıda intoleranslarının en çok<br />
bilineni laktoz intoleransıdır. Laktoz intoleransı,<br />
laktaz enziminin eksikliğinden dolayı laktozun<br />
yeterince iyi sindirilememesinden kaynaklanır.<br />
Laktoz intoleransı olmayan kişilerde olduğu<br />
gibi laktoz ince bağırsakta parçalanmazsa,<br />
kalın bağırsağa geçilir. Bu, laktoz intoleransı;<br />
yüksek kramp ve ishal ağrısı, kalın bağırsaktaki<br />
laktozun hareketsizliği gibi karakteristik birçok<br />
problemine yol açar. Bağırsak duvarının her iki<br />
tarafındaki çözünen madde konsantrasyonlarını
32<br />
dengelemeye başladığında, kalın bağırsaklardaki<br />
laktozun dehidrasyon konsantrasyonu, ozmotik bir<br />
gradyan oluşturur; bu da, suyun kandan bağırsağa<br />
taşınmasına neden olur. Bu aşırı su kramp ve ishale<br />
neden olur ve ağrıya neden olur ve dehidrasyona<br />
neden olabilir.<br />
Ayrıca, laktoz ince bağırsakta laktaz tarafından<br />
parçalanmadığında, kalın bağırsakta yaşayan<br />
bakteriler tarafından tüketilebilir. Bu bakterilerin<br />
çoğu ATP üretmek için şeker fermantasyonu süreci<br />
kullanılır. Fermantasyon süreci, metan, karbon<br />
dioksit ve hidrojen gibi büyük miktarda gazlı yan<br />
ürünler üretir. Bu, bağırsakta gaz birikmesine yol<br />
açar, bu da kramp ve gaz sıkışmasına neden olur.<br />
Şekil 1: Normal laktoz ve laktoz intoleransının sindirimi<br />
Laktoz intoleransı genellikle genetik olmakla birlikte bazen de diğer risk faktörleri ile sonradan gelişebilir.
33<br />
Laktoz intolerensının belirtileri;<br />
Laktoz intoleransı tanısı için yapılması gerekenler;<br />
Laktoz içeren gıdalar;<br />
Laktoz intoleransı bulunan kişilerin bu gıdalara dikkat etmesi ve laktozu azaltılmış ürünleri tercih etmesi<br />
gerekmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
Patel YT, Minocha A: Lactose intolerance: diagnosis and management. Compr Ther 2000 Winter; 26(4):<br />
246-50<br />
Tonguç, E. İ., 2012, Laktoz Ve Galaktoz İntoleranslı Bireylerin Tüketimine Yönelik Fermente Süt Ürünlerinin<br />
Geliştirilmesi Ve Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi.<br />
http://www.newhealthguide.org/Lactose-Intolerance.html<br />
http://www.evo-ed.org/Pages/Lactase/cellbio.html<br />
http://www.hepsaglik.net/laktoz-intoleransi-nasil-anlasilir-tedavisi-var-midir/<br />
Leyla Yeşilçınar<br />
<strong>Kimya</strong>ger<br />
leylayasilcinar@stu.comu.edu.tr
34<br />
KİMYASAL TESİSLER<br />
KÖTÜ HAVA<br />
ŞARTLARINA GÖRE<br />
PLANLANMALI<br />
Birleşik Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı;<br />
Tropikal Harvey Kasırgasının Arkema <strong>Kimya</strong><br />
Fabrikası ve Houston bölgesindeki etkisi ışığında,<br />
kasırga ve tayfunlara karşı kimyasal tesislerin<br />
hazırlıklı olmalarını sağlamak için şirketlere, acil<br />
durum planlamacılarına ve ilgililere baskı yapıyor.<br />
Ajans, Crosby-Teksas’daki Arkema fabrikasında<br />
Ağustos ayının sonunda yangın devam ederken,<br />
federal müfettişlerden bağımsız olarak yaptıkları<br />
araştırmanın güncellenen bir bölümünü 15 Kasım’da<br />
tavsiye olarak yayımladılar.<br />
Birleşik Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı<br />
(CSB) müfettişi Mark WINGARD “Kasırgalar, acil<br />
durum geliştiğinde şirketlerin geçmiş tecrübelere<br />
güvenmediğini gösteriyor. Daha kötü hava olayları<br />
da mümkün ve biz bunlara karşı nasıl hazırlanmalıyız<br />
ve neler yapabileceğimiz hakkında düşünmeye<br />
ihtiyacımız var. Şirketler önceki önlemleri test<br />
etmeli.” diyor.<br />
Arkema, stabil olarak kalması için dondurulmuş<br />
halde olması gereken organik peroksit üretiyor<br />
ve kullanıyor. Harvey kasırgası nedeniyle oluşan<br />
tayfunda fabrika elektrik ve jeneratörlerini kaybetti.<br />
Soğuk hava depolarının elektriği kesilince şirket<br />
peroksitleri 9 adet soğutuculu tır kasasına taşıdı.<br />
Fakat kısa süre sonra 3 tır alev aldı ve sonunda<br />
Arkema yetkilileri kalan tırları da kasıtlı olarak<br />
yaktılar.<br />
“Şirket peroksiti nötralize etmeyi düşündü<br />
fakat 15.000 ayrı kutuda 158.757 kg peroksit<br />
olduğundan böyle bir işlem çok zordu.” diyor Birleşik<br />
Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı (CSB) müfettişi<br />
Mark WINGARD.<br />
“Birleşik Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı (CSB)<br />
yetkilileri, tayfunlar, şiddetli rüzgarlar ve kasırgaların<br />
daha sık yaşandığını ve şirketler ve ilgililerin hazırlıklı<br />
olması gerektiğini söylüyor. Birleşik Devletler<br />
<strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı (CSB), Arkema hakkındaki<br />
raporunu hazırlarken, Birleşik Devletlerdeki farklı<br />
ajanslar ile diğer ülkelerdeki ajansların yaklaşımının<br />
yanı sıra mevcut acil durum hazırlık ekipmanlarının<br />
yeterliliğine de bakacak” diyor WINGARD.<br />
Birleşik Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik Ajansı (CSB)<br />
Başkanı Vanessa Allen Sutherland “Arkema acil<br />
durum planı yaptı fakat yeterli değildi, biz bunun<br />
sebebini ortaya çıkarmalı ve diğer şirketler ile<br />
paylaşmalıyız” diyor.<br />
Sutherland “Birleşik Devletler <strong>Kimya</strong>sal Güvenlik
35<br />
Ajansı (CSB), şirketlere ve acil durum hazırlıklarına<br />
yardımcı olmak maksadıyla, Haziran 2018’de<br />
başlayacak olan yeni Atlantik kasırga sezonu<br />
öncesinde soruşturmayı tamamlamak ve raporunu<br />
yayımlamayı amaçlamaktadır.” diyor.<br />
Haberi Çeviren : Ali Eraydın
Geçtiğimiz yıl Lakeville South Lisesi,<br />
Minesota öğrencileri Termodinamik için<br />
kinetik, asit ve esasları, vakumlar ve<br />
yüksek basınç ile olağandışı bir paylaşımda<br />
bulundular. Bu, balonlara doldurulmuş saf<br />
oksijen, saf hidrojen ve hidrojen-oksijen<br />
karışımı ile yapılan bilim için önemli bir<br />
gelişme oldu. Saf oksijen balonları hava ile<br />
doldurulmuş balonlar gibi görünmektedir<br />
ve saf hidrojen ile doldurulan balon da<br />
yeteri kadar denebilecek bir patlamayla<br />
üretilmiştir. Sıcak ile patlatılan karışım<br />
balonu hızlı ve parlak görünüme sahiptir.<br />
Öğrenciler fark ederler ki bu oksijen<br />
kendiliğinden tutuşamaz fakat onun yerine<br />
hidrojen yakıtı oksitlenebilir.