18.01.2021 Views

THAİLH TEST

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

GENÇ KALEMLER

Toki Halkalı Anadolu İmam Hatip Lisesi Sayı: 1

OCAK 2021



İSTİKLÂL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Birkaç Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;

Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!

Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;

Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;

O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…

Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

MEHMET AKİF ERSOY


İÇİNDEKİLER

DENEME ÇALIŞMASI /Bir Başkadır İstanbul...……………………………………5

ÖNEMLİ HAYATLAR / Reşat Nuri Güntekin

KÜÇÜREK HİKAYE ÇALIŞMASI / İnsan………………………………………. ..... 6

ÖNEMLİ HAYATLAR /Sait Faik Abasıyanık

KÖŞE YAZISI ÇALIŞMASI. ..... …………………………….………………………………7

MAKALE ÇALIŞMASI / Edebiyat Eseri Toplumun Aynasıdır…………………….8

İLHAM VEREN HAYAT ÇALIŞMASI / Vecihi Hürkuş…………………………….. 9

ŞİİR ÇALIŞMASI / Meyus

SÖYLEŞİ ÇALIŞMASI / Değişen Hayatımız………………………………………10

KARİKATÜR ÇALIŞMASI

ÖNEMLİ HAYATLAR / Ömer Seyfettin

KÖŞE YAZISI ÇALIŞMASI ……………………………………………………………11

KARİKATÜR ÇALIŞMASI…………………………………………………………….12

ELEŞTİRİ ÇALIŞMASI / Edebiyata Verilen Değer.………………………………13

ÖNEMLİ HAYATLAR / Oğuz Atay

RÖPORTAJ ÇALIŞMASI / Okulumuzun Genç Yazarı ……………………………..14

ŞİİR ÇALIŞMASI / Haytta En Çok Babamı Sevdim……………………………....16

VİDEO ÇALIŞMASI /Şairler Ve Şiirler

ÖNEMLİ HAYATLAR / Sabahattin Ali

KARIKATÜR ÇALIŞMASI…………………....……………………………………...17

BİLİYORMUYDUNUZ………………………….…………………………………….18

KİTAP, FİLM ÖNERİLERİ……………………...……………………………………20

BİR ÇALIŞMA BİZDEN, BİR ÇALIŞMA SIZDEN.…………………………………21

SESLİ HIKAYE ÇALIŞMASI / Anneme son kez….………………………………..22

KARİKATÜR ÇALIŞMASI……………………………………………………………25

SESLİ HIKAYE ÇALIŞMASI /Karanlıktaki Mucize…………………………….…..26

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI / Çok Şey…………………………………………………29

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI / Takvim Yaprağı ........................................................ 30

BİYOGRAFİ ÇALIŞMASI /Edebiyatımızda İki Farklı Kutup ............................... 31

BİZİM GÖZÜMÜZDEN İSTANBUL ................................................................... 33

......................................................................................................................... 28

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI / İçimdeki Ses


1


DEĞERLİ OKURLARIMIZ,

Aylar boyu süren, öğrencilerimizin yoğun, özverili ve fedakârca

çalışmalarının bir ürünü olan ‘’Genç Kalemler” Kültür Edebiyat dergisini

sizlerle buluşturmanın mutluluğu içerisindeyiz. Her sayfasında ayrı bir

emeğin yer aldığı, düşünmenin ve çalışmanın ürünü olan dergimiz

tamamıyla öğrencilerimizin ortaya koymuş olduğu bir çalışmadır.

Yapabildiğimiz işlerin sınırlı olduğu şu pandemi sürecinde, öğrencilerimizin

girişimci, istekli ve çalışkan tutumlarla ortaya koydukları bu ürün bizleri

heyecanlandırdı. Siz değerli okurlarımızın göstereceği ilgi ve takdirler de,

hem heyecanımıza ortak olacak hem de sarf edilen emeklerin karşılığı

olacaktır.

Toki Halkalı Anadolu İmam Hatip Lisesi ailesi olarak “Genç Kalemler”

dergisinde emeği geçen bütün öğrencilerimize gönülden teşekkür ediyor,

başarılarının daim olmasını temenni ediyorum.

Okul Müdürü

İlyas ÖDEMİŞLİ

2


3

Editör Konuşması ;

Merhaba Sevgili Arkadaşlar;

Dergimizi oluştururken ilk amacımız bu zor günlerde bile bir şeyler üretebilmenin zor

olmadığını göstermekti . -ki nitekim gösterebildiğimizi umut ediyoruz- Bilgimizi ve teknolojiyi

de kullanarak bir e-dergi yapmaya karar verdik.

Dergimizde kişiyi geliştirmek ve bilgilendirmek yada bilgileri tazeleyip, kullanmakla ilgili

çalışmalarımız bulunmakta.

Kişinin kendine vakit ayırabilmesini, hayatın yoğunluğunu bahane etmeden ,dolu bir

programları olsa bile kitap yada şiir dinleyebileceklerini, ruhen kendilerini rahatlatabilmelerini

göstermek istedik. "İnanmak başarmanın yarısıdır. Başarmak için inanmak , kararlı olmak,

azimli olmak , sabırlı olmak ve gerektiğini ortaya koymaktır." demiş Theodore Roosvelt.

Amaçladığımız şey yaşımız ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun ortaya bir şeyler

çıkartabilmek. Sizlere biraz da dergimizin içeriğinden bahsetmek istiyoruz :

Edebiyatın toplumu nasıl etkilediğinden , önemli şair ve yazarlarımızın hayatlarından ve

eserlerinden , bilimsel makalelerden , hayatımıza bir şeyler katabilecek önemli eserlerden ,

geleceğin yazarıyla röportajdan, bir film / bir hikaye / bir hayat öyküsünden, köşe

yazılarından ve eleştiri yazılarından bahsettik. Ayrıyeten kendimiz de deneme , hikaye ve

küçürek hikaye, şiirler , karikatürler , köşe yazıları, sesli kitap gibi eserler ortaya koyduk. Bu

eserleri ortaya çıkarırken deneyimlediğimiz şeyler, insan ilişkileri , dilin gücü , doğru iletişim

kurmanın önemi, fikir alışverişi , grup çalışması, istişare etmek , diyalog kurma yeteneğimizi

geliştirmek gibi birçok şey kattı bize.

İlk önce bu dergi yapımında bizlere yardımcı olan arkadaşlarımıza, bize rehberlik eden

edebiyat öğretmenimiz Ayşe Keleş Sarı ' ya, bizim bu projemizde arkamızda duran okul

müdürümüz İlyas Ödemişli ' ye ve bu sıkıntılı zamanımızda bize destek olan ailelerimize çok

teşekkür ederiz.

Bizden küçüklere örnek olup, bizden büyüklerimizden takdir almak bizim için çok önemli. Biz

bu dergiyi yaparken çok umutlu ve heyecanlıydık umarım sizler de okurken beğenirsiniz.

Okuduğunuz için teşekkür ederiz...

EDİTÖR:

Ceren Arıer & Hülya Nur Aydemir


Yazmak Üzerine...

Yazmak her baba yiğidin harcı değildir elbette. Herkes konuşur, herkes düşünür

ama herkes yazamaz. Yazmak okumakla başlar aslında. Okuduğunu anlamakla ve

anlamlandırmakla … Kelimenin gücünü kullanabilmekle … Önceleri sessizdir

kelimeler. Konuşmazlar sizinle, bir anlam ifade etmezler. Siz okudukça, düşünce

dünyanızı geliştirdikçe kelimelerde açılır size. Düşünceden gelenler, yürekten

gelenlerle buluştuğu zaman işte o anda sayfalara serpilir kelimeler. İşte o zaman

kelimeler dünyanız oluverir. O dünyanın içinde kaybedersiniz kendinizi. Bu sevgi dolu

bir kaybolmadır ama… Kocaman ve koşulsuz bir sevgi… Bir annenin çocuğuna

duyduğu gibi bir ömür boyu sürecek, hiç bitmeyecek, dolup dolup taşacak ve satırları

süsleyecek bir sevgi, kelimelere duyulan ki… Yazmak özgürlüğün ta kendisidir. İnsan

yazarken her şeyi, herkesi, dışarıda bir dünyanın var olduğunu unutur. Unutmak seni

özgürleştirir ve sana yalnız olduğunu fısıldar. Yazan kişi ya yalnız olduğu için

yazacaktır ya da yazdıkça yalnızlaşacaktır. İşte yazmak yalnızlığımızı ortaya çıkaran,

yalnızlığımızda kendimizi bulmamızı sağlayan ve bizi onaran en güzel aktivitedir.

Elif Şafak'a göre yazmanın on bir kuralı vardır. Bunlardan birincisi şöyledir:"Yalnızlığa

özgüdür yazmak. Dışa dönüklüğe karşı içe dönüklüğü ve sosyalleşmeye karşı yalnız

geçirilecek saatleri/ günleri/ haftaları/ yılları seçmektir. Yazarlar iyi bir dedikodu ya da

çılgın bir partinin tadını çıkarabilirler ara sıra ama yazma eylemi ve yaşamlarımızın

merkezi saf yalnızlıktır. " Elif Şafak yine yazmanın kurallarından bahsederken

onuncu madde' de ise şöyle der:"Tıkanma diye bir şey yoktur. Yine de eğer esininiz

tükendiyse İstanbul'a gidin, şehrin kaosu içinde birkaç gün geçirin, gözleyin, dinleyin,

martıları besleyin ve aynı anda küçüldüğünüzü ve büyüdüğünüzü hissedin." Ne

mutlu bize ki İstanbul'da zenginliklerin tam ortasında yaşıyoruz. Eee o zaman yazmak

için hâlâ neyi bekliyoruz. Yalnız şunuda unutmamamız gerekir ki Elif Şafak yazmanın

kurallarından sonuncusunda şöyle der:"Nihayet, sözünü ettiğim kuralların her birini

görmezden gelin. YAZMANIN KURALI YOKTUR. Onun güzelliğidir bu. Kimsenin

bizden almasına izin vermememiz gereken özgürlüğün ta kendisidir." Evlerimize

kapandığımız, kendimizle hiç olmadığı kadar başbaşa kaldığımız şu pandemi

günlerinde dış dünyanın sesini kısıp, kendi iç sesimize kulak vermeye, yazarak

özgürlüğü yakalamaya ne dersiniz…

Sağlıcakla kalın…

TDE ÖĞRETMENI:

Ayşe Keleş Sarı

4


Deneme Çalışması

BİR BAŞKADIR İSTANBUL

İstanbul , bir bakan bir daha bakar, güzelliği dillere destandır birçok şiirin , romanın, hikayenin

konusudur bu şehir. Ben ona İste /bul’da derim çünkü ne istersen ne ararsan vardır bu şehirde sen nereye gitmek

istiyorsan seni oraya çeker. Güzelliğinden mecnuna döner çöllerde leyla diye

sızlanırsın. O boğazın yanına kondurulan Ortaköy Camii’ si dünyanın hangi yerinde böyle eşsiz bir

manzara var. Kapalı Çarşının kültür dolu yolları, Ayasofya’nın Sultanahmet’in eşsiz mimarisi başka bir ülkede var mı?

Hiç sanmıyorum. İstiklal' de harçlıklarını çıkarmak için gitar çalan gençler o küçük arabalardaki kestane kokusu,

Eminönü deki balık ekmek yanında verilen turşu arkasında yenilen sıcacık lokma, Bebek sahilinden kalkan boğaz

turları... Başka nerde var böyle güzellikler? İlkbaharda bir başka olur bu şehir boğazın yanında açılan mor renkli

erguvanlar bir gelin gibi süsler İstanbul’u. Her yönüyle çok farklıdır. Bazen hüzünlü bir çocuk olur bazen de neşe

saçan bir çocuk, vapurlar onun oyuncağıdır. Boğaz omurgası, Ayasofya beynidir; sultanahmet kolu , kız kulesi

kalbidir. Galata gözü, taksim ise onun kulağıdır. Denizi ağzıdır. İstanbul o güzel boğazın maviliği ferahlatan

tebessümü olmasa bu şehir de gerçekten çok zor yaşanırdı. Yurt dışından gelenlerin bile dert yandığı o meşhur

trafiği çok zaman kaybettiriyor. Bazen bir yere sırf çok fazla trafiği olduğu için gitmediğimi

hatırlıyorum. Bu şehire bu kadar insan çok fazla geliyor. Çok büyük bu şehir bazı kötü yanları da olsa her gülün bir

dikeni vardır öyle değil mi? Her şeye rağmen bir başkadır İstanbul.

Esra Uzun

ÖNEMLİ HAYATLAR

Reşat Nuri Güntekin

Özellikle eserlerinin birçok kez televizyon ve sinemaya uyarlanması ile okurlar tarafından daha çok

bilinen Reşat Nuri Güntekin roman, öykü ve oyun yazarıdır. Müfettişlik görevinden kaynaklı

Anadolu’nun birçok noktasını gezdiği için gördüğü birçok soruna eserlerinde yer vermiş ve bunları insançevre

ilişkisi içerisinde yansıtmıştır.Birçok eseri olmasına rağmen Çalıkuşu, Acımak, Yaprak Dökümü,

Miskinler Tekkesi ve Dudaktan Kalbe daha çok ilgi çekmiştir. Bu ilginin temel sebebi ise eserlerin birkaç

kez diziye uyarlanması ve okurların yazarı daha çok dizilerden sonra tanımaya başlamasıdır.

Canan Fırat

5


6

Küçürek Hikaye Çalışması

İNSAN

İnsanlar, su gibidir hayata bilmedikleri bir noktada başlar, etrafına bakar

ve bir su gibi davranmayı öğrenir. Kış geçer yaz gelir ordan oraya akan

haşmetli göller sakinleşir, durgunlaşır, birbirlerinden ayrılırlar. Hayat onları

o kadar zorlar ki sinirden buharlaşır, göklere çıkar. Birden sanki

ödüllendirilmiş gibi ne olduğunu anlamadan göklerde bulur kendini,

hafifleşir, sakinleşir ve durgunlaşır -ama asil bir durgunluk- ordan oraya

gezer rüzgar yoldaşı olur alışır bu kadar özgür olmaya, esip gürlemeye,

herşeyin sahibi gibi davranmaya... ama unutur... Mevsim yazdan kışa

döner hala aynı ama birbirlerinin yanından geçerken bile bir kibir bir

üstünlük taslama, yer gök inler şimşekler çakar etraf bembeyaz olur.

Birden kendini ağırlaşmış hisseder, gözünü açtığında bir su birikintisinde

pişman olur. Kendini toprağa taşa vurur, vurdukça agresifleşir ama

düzlüğe çıktığında artık anlamıştır hatalarını ama çok geçtir. Kibrinden

kurtulur, saflaşır, berraklaşır ve bardağımıza girip getirene dua, içene şifa

olur.

Hülya Nur Aydemir

ÖNEMLİ HAYATLAR

Sait Faik Abasıyanık

Çağdaş hikâyeciliğimize yaptığı katkılarla edebiyatımızda bir dönüm noktası

sayılan Sait Faik, klasik öykü tekniğini yıkarak daha şiirsel bir dille doğayı ve

insanları basit, samimi, iyi ve kötü taraflarını ele alarak ustaca anlatmıştır. Bu

anlatımlarında edebi anlayışların etkisinde kalmamış ve belli bir tarza

yönelmemiştir.Toplum problemlerine değil de bireyin toplum içerisindeki

sorunlarına yönelmiş ve öykülerinde genel olarak kendisinden yola çıkarak bireyleri

yazmıştır. Bu öykülerinde çoğu kez şehirli alt sınıfı kaleme

almıştır. Alemdağ’da Var Bir Yılan, Semaver, Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam, Kayıp

Aranıyor gibi kitapları okurların ilgisini çekerken, Sait Faik adına

her sene bir öykü ödülü düzenlenmektedir.

Canan Fırat


7

Köşe Yazısı Çalışması

Şiir, hayatınızda belki de birçok kez duyduğunuz

bir kelimedir. Ama bir kelimeden de öte onlarca

anlam içerir. Nedir mi şiir? Duygu ve düşüncelerin

belli bir düzene bağlı olarak etkileyici dille ve

ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır. Şiirlerde

pek çok duygu anlatılır. Okuyanlar bazen diğerleri

ile aynı bazense kendine göre bir anlam çıkarır.

Birçok duyguyu barındıran şiirler arasından İngiliz

tiyatro yazarı ve şairi William Shakespeare’in

"Korkuyorum "adlı şiirini inceleyelim. Şiirdeki

mısralarda insanların sevdiği bazı olaylardan

kaçtığını söyleyebiliriz. Neden mi? Çünkü bir

mısra da diyor ki“Yağmuru seviyorum diyorsun,

Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...”

Yağmurun yağmasını seviyorsunuz ama

ıslanmaktan korkuyorsunuz ve ıslanmamak için

şemsiye açıyorsunuz. Yağmuru yağmur yapan

zaten ıslanmak değil midir? Tıpkı güneşi güneş

yapanın sıcaklığı olduğu gibi. Tıpkı rüzgarı rüzgar

yapanın esintisi olduğu gibi. Hayatta sevdiğimiz

olaylar için önümüze çıkan engeller yüzünden

kaçarsak hayattan zevk alamayız. Yeri geldiğinde

yağmuru seviyorsak ıslanacağız. Güneşi

seviyorsak ısınacağız. Rüzgarı seviyorsak

esintisine izin vereceğiz. Son mısralarda yazdığı

gibi “İşte, bunun için korkuyorum; Beni de

sevdiğini söylüyorsun...” Yağmur, güneş ve rüzgar

gibi sevmekten de

korkmamalıyız. Aslında sevmek her şeyin başı

değil midir? Çünkü sevmek inanmaktır. Sevmek

gönül vermektir. Sevmek sevdiği olmaktır.

Sevmek bağlılıktır. Sevmek paylaşmaktır.

Sevmek istemektir. Kısacası sevmek yaşamaktır.

Bu yüzden bu güzel duygudan korkmamalıyız.

Sevdiklerimize değer vermeli ve onları

korumalıyız. Sevgimize sahip çıkmalıyız. Sonuç

olarak sevdiğimiz olaylardan kaçmamalıyız.

KORKUYORUM

Yağmuru seviyorum diyorsun,

yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun... Güneşi

seviyorum diyorsun,

güneş açınca gölgeye kaçıyorsun... Rüzgarı

seviyorum diyorsun,

rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun... İşte,bunun

için korkuyorum;

Beni de sevdiğini söylüyorsun...

William Shakespeare

Nazlıcan Nadir

Gamze Yapan


MAKALE ÇALIŞMASI

EDEBİYAT ESERİ TOPLUMUN AYNASIDIR

GİRİŞ VE AMAÇ

• Edebiyat olay, düşünce, duygu ve hayalleri dil sayesinde estetik ve süslü bir biçimde ifade

etme şeklidir. Edebiyat insan hayatında olan önemli yerini ilk günden beri sürdürüyor ve

giderek daha da büyük bir yer kaplamaya devam ediyor. Vazgeçemediğimiz bu sanatın

insanlar üstünde ne gibi etkilerinin olduğu her zaman bir merak konusudur. Bu makalede

edebiyat ve toplum ilişkisi üzerine etkiler hakkında insanları bilgilendirmek amaçlanmıştır.

• Anahtar Kelimeler : Edebiyat, toplum, sanatçı, insan

EDEBİYAT VE TOPLUM İLİŞKİSİ

• Her edebiyat geleneği, içinde bulunduğu çağın şartlarına, yaşadığı toplumun ihtiyaçlarına,

zevklerine cevap verdiği sürece var olur. Dolayısıyla edebiyat toplumun beklentilerini karşılamalı

yani toplumla iç içe olmalıdır. Edebiyat bireysel ve toplumsal olmak üzere iki cephelidir. Mesela

Namık Kemal bireyselliğe karşı çıkmış, herkese hitap eden toplumsal eserler ortaya çıkarmıştır.

Servet-i Fünun döneminde ise tam tersine bireyselliğe dönüş yaşanmıştır. Edebiyatın duygular,

hayaller, değerler, düşünceler gibi insana ait özellikleri kolayca yansıtan bir araç olduğu da

söylenebilir. Ayrıca bahsedilen konular da toplumun sözcüsü konumunda bulunan sanatçılar

vasıtasıyla, anlatılmak istenenler halka karşı doğrudan dile getirilmiştir. Edebiyat tarihindeki

(sanatçılar) âşıklar da toplumun gören gözü, işiten kulağı ve konuşan dili olmuşlardır.

• Edebiyat insanların sorunlarını dile getirir. Çünkü toplum, sorunlarını dile getirmek,anlatmak için

bir yol arar. Bir edebiyatçı da buna sessiz kalmaz ve cevabını hep verir. Edebiyat topluma

kendisini hatırlatabilmeyi amaçlar.

• Sanatçı, yaşadığı döneme ait kültür özelliklerini taşıdığından; içinde doğduğu sosyal yapının

tanığı durumundadır. Yazarlar içlerinden çıktığı insanların görüş ve düşünüş şekillerini

eserlerinde ortaya koyar. Edebi metinler sosyal hayatın bir parçasıdır ve sosyal bir yerde ortaya

çıkar. Ortaya konmuş edebi bir eseri ait olduğu dönemden ayrı değerlendirmek mümkün

değildir. Herhangi bir dönemde yazılmış edebi eser incelenirse ait olduğu toplumun yaşam

şekilleri hakkında örnekler verir. Toplum içinde değişiklik yaşanırsa bu mutlaka eserlere de

yansır. Yani edebiyat ile insan, insan ile toplum birbirini daima etkiler. Edebiyat

tarih,psikoloji,felsefe,bilim gibi konuları da içinde barındırır. Eserler insan psikolojisinden de

yararlanılarak ortaya konulur. Çoğu eserde psikolojik yansımalara rastlamak mümkündür. Her

sıradan insanın düşünceleri, duyguları, psikolojisi olduğu gibi yazarların da vardır. Bunları

eserlerindeki kişilere yansıtarak toplumla derin bir bağlantı kurar.

• Tanzimat edebiyatı ile birlikte edebiyatımızda toplum sorunlarının ön planda olduğunu

söyleyebiliriz. Örneğin Aşık Veysel de yetmiş dokuz yıllık hayat serüveninde sosyal yaşamını,

dönemin mühim olaylarını, toplumun ahlak anlayışını, çalışmanın gerekliliğini, vatan ve millet sevgisini,

nefret, aşk, korku, insan psikolojisi, üzüntü, birlik ve beraberlik sevgisi gibi konuları şiirlerinde işleyip

toplumsal hayatı ön plana çıkarmaya çalışmış insanları bilgilendirmek istemiştir. Edebiyat doğrudan

toplumsal gerçekliği ve toplum olaylarını anlatmasa bile toplumsal yapı ile ilgili olmak, ondan

etkilenmek durumundadır. Toplumdan uzaklaşan edebiyat ilgi görmez ve varlığını kaybeder. Edebiyat,

toplumun ifadesi, aynasıdır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

• Edebi eserler, insanı tüm yönleriyle incelemeyi ve tanıtmayı amaçlayan, insanın iç dünyasını aralayan, duygu ve hayalleri

anlatan metinlerdir. Bu noktada bireyin kendi dünyasını konu alan bu eserler hem psikolojiden yararlanmış hemde katkı sağlamış

olur. Her ne olursa olsun edebiyattan kopmamalı aksine benliğimizde daha çok yer açmalıyız.

Zeynep Yıldırım

Kaynakça

• Edebiyat-ile-sosyoloji-arasındaki-iliski.nedir.org • Www.tdk.gov.tr

• Dergipark.org.tr

• Atakurumsal.com

• Tr.m.wikipedia.org

• Www.sonersadikoglu.com

• B2b.kulturyayincilik.com

• Www.sonersadikoglu.com

• edebiyatin-islevi.nedir.org

• Www.birgun.net

• edebiyat-ile-psikoloji-arasindaki-iliski.nedir.org

8


İLHAM VEREN HAYAT ÇALIŞMASI

Uçuş Rekortmeni: Vecihi Hürkuş

Türkiye tarihinin en önemli isimlerinden Vecihi Hürkuş, 6 Ocak 1896 tarihinde İstanbul’da

doğdu. Babası Gümrük Müfettişi Faham Bey’in genç yaşta vefat etmesinden dolayı Vecihi

Hürkuş, annesi Zeliha Niyir Hanım tarafından yetiştirildi.

Tophane Sanat Okulunda güzel sanatlar eğitimi alan Hürkuş, gönüllü olarak Balkan

Savaşı’nda ardından da Birinci Dünya Savaşı’nın Bağdat cephesinde uçak mühendisi olarak

görev yaptı. 1917 yılında, Kafkas Cephesi’nde bulunduğu sırada bir Rus uçağını düşürerek

“Düşman uçağını düşüren ilk Türk pilotu” unvanını aldı. Savaşta yaralanarak Ruslara esir

düşmesine rağmen, kaçmayı başardı ve ülkesine geri döndü. Kurtuluş Savaşı’na gönüllü

katılan Hürkuş, bir Yunan uçağını da düşürmesinin ardından İzmir Havaalanına inerek burayı

işgalden kurtardı. Bu başarıları üzerine TBMM tarafından kendisine İstiklal Madalyası ve üç

ayrı Tasdikname verildi. 1916–1967 yılları arasında 30 bin saatlik uçuşla zor bir rekora imza

atan Hürkuş, 102 farklı model savaş ve sivil uçakla uçuş yaparak güç bir rekoru daha

gerçekleştirdi.

İLK TÜRK YAPIMI UÇAK

Edirne’ye kazayla düşen bir düşman uçağına adının verilmesi üzerine uçak yapma fikri aklına

takılan Hürkuş, ilk Türk yapımı uçak olan “Vecihi K VI”yı imal etti. Uçağın ilk uçuşunu 28 Ocak

1925’de gerçekleştirdi. Türk Tayyare Cemiyetine (TTC) katılan Hürkuş, 1931 yılında kurum

adına ilk Türkiye turunu düzenledi. Bunu aynı yılın sonlarında yapılan ve Ankara, Konya,

İzmit, İstanbul gibi birçok şehri kapsayan ikinci uçak turu izledi. Hürkuş, 1932’de Sivil Tayyare

Mektebini kurdu. 1933 yılında Nuri Demirağ tarafından finanse edilen Vecihi K-XVI adlı uçağı

tasarladı. 1937 yılında Türk Hava Kurumu, Hürkuş’u mühendislik eğitimi alması için

Almanya’daki mühendislik okuluna gönderdi. 1939’da mezun olan Hürkuş’a iki yılda

mühendis olunmasının imkânsızlığı gerekçesiyle uçak mühendisi ruhsatı verilmedi.

Türkiye’nin ilk sivil hava yolu şirketi olan Hürkuş Hava Yolları'nı 29 Kasım 1954’de kuran

Vechi Hürkuş, Türk Hava Yolları' nın elden çıkarttığı uçakları alıp, onararak filosunu kurdu.

Fakat uçaklarına düzenlenen sabotajlar, uçuşlarının gerekçesiz yere iptal edilmesi gibi

sebeplerden dolayı bu projesini verimli bir şekilde sürdüremedi. Hürkuş, 16 Temmuz 1969’da

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde vefat etti.

ŞİİR ÇALIŞMASI

Hülya Nur Aydemir

MEYUS*

Gökyüzünün derin kasvetinde kaybettim düşlerimi,

Hepsi teker teker semaya yükseldi.

Bilmezdim, bir gün yok olup gideceklerini,

Oysaki benliğimi, düşlerim var etmişti.

Hayatımın dönüm noktasında,

Kendimi ve hayallerimi kaybeden ben,

Ruhumun derin yalnızlığında,

Rüzgarın esintisinde savrulup giden bir yaprak misaliydim.

Ümitsiz, kaygısız, savunmasız...

Nereye ve nasıl savrulacağımı bilmeden,

Umarsızca ve tutarsızca.

Geçmiştim kendimden,

Koca boşlukta, yalnız başına...

*meyus: mutsuz, kederli

Zeynep Yıldırım

9


KARIKATÜR ÇALIŞMASI

SÖYLEŞİ ÇALIŞMASI

Değişen Hayatımız

Zeynep Karakaya

Son zamanlarda hayatımızın bir parçası haline geldi o üç kural : maske, mesafe, hijyen. Bu kurallara ne kadar

uyuyoruz tartışılır. Ama bu süreç biraz daha böyle gidecekmiş gibi duruyor. İnsanların duyarsızlığı “Ben gencim bana

bişey olmaz” veya “ Takdir Allah’ın ölürsek de kaderimizde varmış” gibi cahilce sözleri hayatımızda çok sık duyar olduk.

Sizce hiçbir önlem almadan bize birşey olmaz diyebilmek mümkün mü? Tabi ki de hayır. Biz ilk önce şu üç basit kuralı

hayatımıza geçirelim sonra bu sözleri söylemek daha doğru olur diye düşünüyorum. Biz böyle duyarsızca davranmaya

devam edersek eski normal günlerimiz hayal olarak kalıcak gibi duruyor. En acı manzara ise kullanılıp yere atılan

eldiven, maske çöpleri, canım İstanbul’un muhteşem görüntüsünü mahvediyor ve boğazımızdaki bin bir türlü balık

çeşidinin yaşamını tehlikeye atıyor. O boğazın mis gibi kokusu, o güzel manzarası yerini maske,eldiven çöplerine

bırakıyor.

Korona süreciyle beraber hijyen için su kullanımı arttı. Barajlarımızda artık su seviyesi %21’lere kadar düştü. Eğer su

kullanımını daha aza indirmezsek büyük bir susuzluk problemiyle karşı karşıya kalabiliriz. Korona 'nın en kötü

yanlarından biri de okulların kapanması oldu. Birçok öğrenci bu süreçte evinde kaldı ve artık eğitim online platformlarda

verilmeye başlandı. Tabi ki hiçbir şey yüz yüze eğitimin yerini tutamaz ama bu da iyi bir alternatif yol. Korona' nın her ne

kadar kötü yanı fazla olsa da iyi yanları da var. Bir öğrenci olarak evde kalmak benim işime geldi diyebilirim. Evde kendi

başıma bir şeylerin ucundan tutup başarabileceğimi gördüm. Bence en önemlisi de hepimiz aile olmayı bir arada olmayı

ve sağlığımızın ne kadar önemli olduğunu gördük. Bu süreç bize elimizdeki nimetlerin ne kadar değerli olduğunu

gösterdi. Her şeyin güzel bir yanı vardır. Yeter ki biz bardağın dolu tarafından bakmaya devam edelim. Her şeyin

biteceği gibi bu süreçte bir gün bitecek. Önemli olan bu günlerde kendimize ne kadar şey katabildiğimiz . Geçmişe

dönüp "O günlerim çok boştu keşke daha iyi değerlendirebilseydim" dememek bizim için en büyük başarıdır. Umarım

daha güzel günler bizi bekliyor olacak.

Esra Uzun

ÖNEMLİ HAYATLAR

Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin, 36 senelik kısa yaşamına sığdırdığı eserler ile

edebiyatımızda önemli bir yeri olan fakat hem yaşadığı dönemde hem de

öldükten sonraki süreçte pek değer görmeyen şanssız

edebiyatçılarımızdan. Hastalık sürecinde hastanede bir başına olması ve

öldükten sonra hastane çalışanları kendisini tanımadığı için “kimsesiz” diye

nitelendirmiştir.Arkadaşlarının gazete haberini görmesi üzerine

hastaneden alınsa da bedeni çoktan parçalanmış haldedir.Edebiyatımızın

önde gelen isimlerinden biri olan ve kısa hikâyeciliğimizin kurucu ismi

Ömer Seyfettin eser verdiği yıllarda Türkçede sadeleşmeyi savunmasının

yanında edebiyatta Türkçülük akımının da kurucuları arasındadır. Yalnız

Efe, Kaşağı, Efruz Bey dikkat çeken eserleridir.

Ebrar Özkan

10


KÖŞE YAZISI ÇALIŞMASI

Sessiz Gemi

Şiirler edebiyatımızda önemli bir yeri olan duygu ve düşünceleri

yansıtan yazılardır. Şiiler de birçok duygu anlatılır. Cumhuriyet

Dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Yahya

Kemal Beyatlı'nın Sessiz Gemi adlı şiirini inceleyelim. Şiir beyitler

halinde yazılmıştır. Sade, akıcı bir dille yazılmıştır. Şair

sembolizm akımından etkilenmiştir. Şiirin bir hikâyesi vardır ve

şöyledir. “ Türk Edebiyatının önemli isimlerinden olan Nazım

Hikmet’in annesi Celile hanım ile babası Hikmet bey arasında

yaşanan olumsuzluklar sonucu anne baba evlerini ayırır. Daha

sonra Celile hanım Yahya Kemal ile tanışır ve Yahya Kemal

Nazım Hikmet‘in hocalığını yapmaya başlar.Yahya Kemal Nazım

Hikmet’in evine gidip geldikçe Celile Hanım ile aralarında bir sevgi

bağı oluşmaya başlar. Celile hanım eşinden boşanır. Ancak

Yahya Kemal’in eve sık gelip gitmesinden rahatsız olan Nazım

Hikmet Yahya Kemal’in cebine bir not bırakır. Notta ”Hocam

olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz...” yazar.

Yahya Kemal bu nota çok üzülür ama yine de Celile Hanım ile

Yahya Kemal arasındaki bu sevgi giderek büyümektedir. İki isim o

zamanlar Adalar’da yaşar ama Celile hanım sürekli

Nişantaşı’ndaki evi için Avrupa yakasına gidip gelir. Yahya Kemal,

her seferinde CelileHanım’ın Adalar iskelesinden vapura binip

Adalar’dan uzaklaşmasını acıyla, hüzünle izler.” Şiirin beyitlerine

baktığımızda şunları gözlemleyebiliriz.

Şiirin birinci beytinde insan ömrünün dolması ve ölüm anı

anlatılmaktadır.

Şiirin ikinci beytinde ölen bir insanın tabutunun taşınması anı

anlatılmaktadır.

Şiirin üçüncü beytinde ölen insanın yakınlarının durumu dile

getirilmiştir.

Şiirin dördüncü beytinde insanın ölüm karşısındaki çaresizliği

anlatılıyor. İnsanın yaşamı boyunca pek çok derdi ve sıkıntısı

olabilir. İnsanlar, gerek sabırla gerek çalışarak gerekse

yakınlarının yardımıyla bu sıkıntılarının üstesinden gelebilir.

Ancak ölümün çaresi yoktur ve her insan bir gün o meçhule

giden gemiye binecektir. Bu umutsuzluk ya da karamsarlık

değil hayatın bir gerçeğidir.

Şiirin beşinci beytinde geride kalanların beklemesinin boşa

olduğu, ölenin bir daha gelmesinin mümkün olmadığı dile

getirilmiştir.

Şiirin altıncı beytinde ölüm karşısında çaresiz kalan insanlara

bir avuntu olması bakımından, ölenlerin daha güzel bir âleme

gittikleri varsayılıyor. Gidenlerin geri dönmemesi güzel bir

nedene bağlanıyor.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Yahya Kemal Beyatlı

Nazlıcan Nadir

Genel olarak şiirde ön planda olan olay ölümdür.

Nedir mi ölüm? Bir canlı varlığın hayati

faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir. Kesin bir

bilgidir ölüm. Her canlının muhakkak tadacağı

çözümü olmayan hadisedir. Ölüm hayatımızda

gerçekleşirken yapılan olaylar ve hissedilen duygular

vardır. Şiirde ölümden sonra son yolculuk yani tabut

taşıma anından bahsediliyor diyebiliriz. Bununla

beraber ölen kişinin arkasından duyulan üzüntüden

de bahsediyor. Her ne kadar ölüm gerçek olsa da

insanlar ölümü bilse de ölüm gerçekleştiğinde

üzülüyorlar. Ama üzülürken şunu biliyorlar hayat

devam ettiği sürece mutlaka birileri ölecek ve bu

sevdikleri canlılar olabilir. Ayrıca ölenin de geri

dönmeyeceğini biliyorlar. Şiirin son mısralarında ölüm

karşısında üzülen insanlara biraz olsun

üzüntüleri gitsin diye ölenlerin daha güzel bir aleme

gittikleri varsayılıyor. Bunun dışında şiirin

hikayesini okuduğumuzda acıklı ve hüzünlü bir aşk

hikayesi olduğunu görüyoruz. Aslında ölüm

hayatımızın her ne kadar gerçeği olsa da insanları

üzen bir olaydır. Şiirin hikayesinde de iki aşığın

çaresizliği vardır. Yahya Kemal Beyatlı Celile

Hanım’ın adalardan vapurla uzaklaşmasını hüzünle

izlediği için hislerini ölüm hadisesi ile şiirine yansıtmış

olabilir. Kesin olarak bir anlam çıkaramayız çünkü

sonuç olarak bu şiir sembolizmin etkisi ile

yazıldığından dolayı her okuyucu tarafından farklı

duygular ve anlamlar içerebilir.

Gamze Yapan

11



13

ELEŞTİRİ ÇALIŞMASI

Edebiyata Verilen Değer

Edebiyat... Edebiyat nedir? Güzel yazı yazma sanatı mı ya da duyguları ahenk içinde ifade

etmek mi? Düşüncelerde saklı kalmışları açığa çıkarmak mı? Bence bunların hepsi

edebiyattır.Peki ya edebiyata verilen önem... Edebiyata önem veriliyor mu? Ne kadar veriliyor?

Ülkemizde, geçmişte de günümüzde de topluma yön veren şey edebiyat, daha doğrusu edebi

eserler olmuştur. Bu da bence edebiyata verdiğimiz değerin en büyük kanıtıdır. Zamanla yeni

yazarların ortaya çıkması gibi yeni yazı tarzları da ortaya çıkmıştır. Bunlarda beraberinde yeni

edebi akımlar ortaya koymuştur. Akıp giden zamanla birlikte edebiyata verilen önem de

değişmiştir.Okur oranı artıkça bilgiye olan açlıkta artmakta. Bu da eskiye oranla yazma isteğini

daha çok açığa çıkarmaktadır. Yazarlar bu okumaya aç nesli gördükçe onların açlıklarını

gidermek için büyük bir heves ve istekle eser vermeye başladılar. Kimileri bu beklentiyi

karşıladı kimileriyse karşılayamadılar.Günümüzde bu beklentiyi karşılayanların bir kısmını yeni

nesil genç yazarlar oluşturmaktadır. Bu yazarların eserlerini yetişkin ve yaşını almış

okurlarımız pek beğenip tastik etmese de, genç okurlarımız bu eserlerin içinde kendilerini

adeta kaybediyorlar.Bunun nedeni genç yazarlarımızın Türk kültüründen uzaklaşıp tamamen

batı kültürünü benimsemeleri ve bundan beslenmeleridir. Elbette bunda teknolojinin büyük bir

payı var. İlerleyen teknoloji eserlere daha kolay ulaşmamızı sağlasa da, bizi bir yandan da

kültürümüzden ve dolaylı yoldan kültürümüzü yansıtan kitaplardan uzaklaştırıyor.

Günümüzün koşulları nedeniyle sanal aleme taşınan fuarların geçmiş yıllarda farklı tarihlerde

farklı illerde kurulması ve bu fuarların büyük ilgi görmesi hatta koşullar nedeniyle sanal aleme

taşınması bile aslında edebiyata verdiğimiz önemin bir göstergesidir .Elbette her ilde

yapılmaması büyük bir eksikliktir. Bunu da zamanla aşmamız için çalışmamızve emek sarf

etmemiz gerektiğini bildiğimiz gibi hekesin kolayca kitaplara ulaşabileceğini biliyoruz.Ve son

olarak edebiyata verilen önemin de akıp giden zaman gibi değiştiğini bilmenizi istiyorum.

Helin Bahar Yıldız

ÖNEMLİ HAYATLAR

Oğuz Atay

'Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?'

70’li yıllara kadar çeşitli dergi ve gazetelerde söyleşi ve makaleleri yayımlanmasına

rağmen pek bilinirliği olmayan Oğuz Atay, Türk romanını

çağdaş romanlar ile aynı hizaya getiren Tutunamayanlar adlı eseri ile 1970 TRT Roman

Ödülünü alınca dikkat çekmiş ve çeşitli tartışmaların ortasında kalmıştır.

Tutunamayanlar’ın ardından ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar’ı ve öykülerini bir araya

topladığı Korkuyu Beklerken’i yayımlamıştır. Beyninde

çıkan bir tümör nedeniyle büyük projesi "Türkiye'nin Ruhu"nu yazamadan 13

Aralık 1977'de, İstanbul'da hayatını kaybetmiştir. Öldükten sonra Günlük ve Eylembilim

adlı kitapları yayımlanmıştır. Sağlığında hiçbir

eseri ikinci baskısını yapmayan Atay’ın ölümünden sonra kitapları yüzlerce kez

basılmıştır. Son yıllarda ise popüler kültürün etkisi ile dizi ve filmlerde kitaplarından çeşitli

bölümler sahnelendirilmiştir hatta duvar yazılarına dahi

konu olmuştur. Yaşasaydı ve daha çok yazsaydı diye iç geçirdiğimiz Atay’ın tüm eserleri:

Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Bir Bilim Adamının Romanı,

Oyunlarla Yaşayanlar, Eylembilim, Günlük.

Canan Fırat


RÖPORTAJ ÇALIŞMASI

Okulumuzun Genç Yazarı

1-) Bize kendinizden bahseder misiniz?

Ben Sinem Koşar 2004 yılında İstanbul da doğdum. Aslen Sinopluyum. Toki Halkalı Anadolu İmam

Hatip Lisesi 11. Sınıf öğrencisiyim. 2019 yılında Wattpad platformunda ilk okuyucu olarak başladım.

Daha sonra 2019 yılının Şubat ayında kaleme aldığım Kalp Atışı adlı romanımı yayımlamaya başladım.

İki yıldır Wattpad platformundayım. En büyük hayalim çok daha iyi yerlere gelmek, yeni kitaplar

yazmak, farklı yerlerde ve farklı şehirlerde imza günlerine katılmak. En önemlisi de istediğim üniversiteyi

kazanmak.

2-) Bu kitabı yazarken size ilham veren şeyler neler oldu?

İzlediğim bir dizi, film, yaşadığım bir olay, dinlediğim bir müzik, bazen ise içtiğim bir su bile bana ilham olabiliyor.

3-) Sizin gibi genç yazar adaylarına önerileriniz nelerdir?

Bir şeyi önermekten ziyade daha çok tavsiye vermek istiyorum.

Ne olursa olsun asla ama asla pes etmeyin. Bu yola

çıktığınızda gerek aileden biri, gerek çevreniz, gerek de

arkadaş çevrenizde size

"Yapamazsın, Başaramazsın ya da Yapıp ne yapacaksın?"

diyenler o kadar çok olacak ki. Bu cümlelerle karşılaşmama

olasılığınız herhalde %1 falan.

Onlara inat yazdığınız eserlere daha sıkı bağlanın daha fazla

üstünde durun, daha çok çabalayın. Çünkü siz çabalamadıkça,

onlar sizi güçsüz gördükçe daha çok konuşacaklar daha çok

sizin hevesinizi kırmaya çalışacaklar, tekrar tekrar yapamazsın

diyecekler. Siz ise onlara cevap vermek yerine laf dalışına

girmekten çok sessiz kalın ve aklınızın bir köşesine not alın.

"Şu kişi bana yapamazsın" demişti gibi.

Sessiz kalın ve not alın deme sebebim, bir gün bunu

başardığınızda o kişinin karşısına çıkıp,

"Hani yapamazdım, bak yaptım. " diyebilin.

İstediğiniz şeyleri başardıkça onlara en büyük cevabınızı

başarılarınızla yüzlerine teker teker vurarak vereceksiniz. En

önemlisi kendinize güvenin, yapabileceğinize inanın ya da

"Yapamam" diye düşünmeyin. Çünkü neden yapamayasınız ki,

sizin bunu başaranlardan ne eksiğiniz var?

" Ya da yok ben yapamıyorum bırakıyorum" sakın demeyin pes

etmeyi değil de zorluklarla savaşmayı, gögüs germeyi öğrenin.

Çünkü kendinize inanmazsanız asla başaramazsınız. Asla;

"Millet arkamdan ne der?" ya da şu meşhur sorumuz; "Elalem

ne der?" kelimelerini kullanmayın.

Çünkü millet ya da elalem sizi ilgilendirmiyor siz onlar için

yazmıyorsunuz ki, yazmayı sevdiğiniz için , kendinizi iyi

hissettiğiniz için , rahatladığınız ve hayalini kurduğunuz bir

hayatı yazıyorsunuz. Kendinize gerçekten inanırsanız eminim ki

bunları zaten düşünmeyeceksiniz.

Unutmayın millet bizi değil, biz kendimizi ilgilendiririz ve

kendimize inandıkça her şeyi başarabiliriz!

14


15

4-) Okurluktan yazarlığa geçişiniz nasıl oldu, Bugün ki bakış açınızla ilk

yazılarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tamamen can sıkıntısından ve arkadaşlarımın ısrarı üzerine kitap

yazmaya karar verdim, daha sonra bunu bastırmakla ilgili bir hayalim

asla yok iken birinin yapamazsın, başaramazsın diyerek beni kışkırtması

sonucunda bu kitabı bastırmaya karar verdim. Yapabileceğime inandım,

hep bunun için çabaladım ve çok şükür gerçek oldu.

Bugünkü bakış açımla yazdıklarımı değerlendirirsem bazen yazdığım bir

şeye bakarken bunu ben yazmış olamam dediklerim çok oldu.

5-) Hayal dünyanızın bu kadar genişlemesine sebep olan bir olay var mı?

Hayır, öyle bir olay yok.

6-) En çok hangi yaş grubunun sizi takip etmesini istersiniz?

Her yaş gurubunun beni takip etmesini isterim ama kitabın türü Genç-

Yetişkin olduğu için gençlerin daha çok takip etmesini isterim.

7-) Yazmak yetenek işi midir? Sonradan öğrenilebilir mi?

İki türlü de olabilir bu bir nevi ses olayı gibi bazı insanların sesi doğuştan çok güzeldir ama

bazı insanları sesi ise maalesef değildir eğitim alarak sesin doğru kullanımını öğrenirler.

Yazmakta böyle bir şey bazıları yetenekli doğar bazıları ise kendi çalışarak, okuyarak, bir

şeyler yazarak hem kendini geliştirebilir hem de en iyi şekilde öğrenebilir.

8-) Çocukluğunuzda kitapla ilişkiniz nasıldı?

Bu konuda tamamen dürüst olacağım. Çocukluğumda olsun ilkokul da ortaokul da olsun kitaplara karşı asla bir ilgim

yoktu. Resmen nefret ederdim. Kitap almayı çok severdim ama açıp okumazdım yıllarca rafımda dururdu. Liseye

geçtikten sonra okumaya ve sevmeye başladım.

9-) Türk yazarlar içerisinde bu kişinin eserleri beni yazar olmaya itti diyebileceğiniz bir yazar var mı?

Beni yazarlığa iten bir yazar olmadı tamamen kışkırtılarak yazarlığa adım attım.

10-) Yazmak sizin için hayat boyu süren bir serüven mi? Yoksa geçici bir heves mi?

Benim için asla geçici bir heves değil. Çünkü ben yazdıkça mutlu oluyorum kendimi rahatlamış hissediyorum

yazmayı da çok fazla seviyorum. Bu benim için hayat boyu sürecek olan bir serüven.

Esra Uzun


ŞİİR KÖŞESİ

Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk

Çarpı bacaklarıyla – – ha düştü, ha düşecek – –

Nasıl koşarsa ardından bir devin,

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,

Geldi mi de gidici — hep, hepp acele işi! – –

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.

Atlastan bakardım nereye gitti,

Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,

Bi helollaşmak ister elbet, diğ’ mi, oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,

Ohh, dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin,

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel

Nazlıcan Nadir

ŞAİRLER VE ŞİİRLER

Ceren Arıer

TIKLAYINIZ

ÖNEMLİ HAYATLAR

Sabahattin Ali

“Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam...”

41 yıllık kısa yaşam süresine sığdırdığı eserler ile edebiyatımızın unutulmaz isimleri arasına giren

Sabahattin Ali ağırlıklı olarak öykü üzerine eserler vermiştir fakat romanlarıyla ön plana çıkmıştır.

Özellikle Kürk Mantolu Madonna’nın bir popüler kültür ürünü haline gelmesi Sabahattin Ali’nin bilinirliğini

daha da artırmıştır. Çeşitli şehirlerde eğitim görmesi, öğretmenlik yapması ve cezaevinde kalması gibi

durumları eserlerine yansıtırken aynı zamanda eserleri birçok sinema filmine konu olmuştur.Aşk, sevgi

ve kırsal kesmin sorunlarına değinen öyküler yazan Sabahattin Ali’nin şimdilerde en çok ilgi çeken

romanı Kürk Mantolu Madonna, o dönemin Hakikat gazetesinde ‘Büyük Hikâye’ başlığı altında 48

bölüm olarak yayımlanmıştır. Aynı zamanda bu roman birçok dile de çevrilmiştir. Öykü, roman, şiir,

çeviri alanında eserler veren Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını geçmek üzereyken uğradığı saldırı

sonucu hayatını kaybetmiştir. Dikkat çeken diğer eserleri ise: İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı Yusuf,

Değirmen ve Yeni Dünya…

16

Ebrar Özkan



18

BİLİYOR MUYDUNUZ

BİLİYOR MUYDUNUZ

-Cahit Sıtkı, küçükken yaramazlık yaptığı için babası tarafından pencereden aşağı sarkıtılmıştır.

O günden sonra ölümden korkmuş ve eserlerinde hep "ölüm" temasını işlemiştir.

-Nazım Hikmet, Bursa cezaevinde ıslak ıslak çok dayak yediği için, onun en büyük

korkususu olmuştur.

-Cengiz Aytmatov'un kağıda karşı alerjisi vardır.

-Yahya Kemal'in hiç evi olmamıştır. Ölene kadar otelde yaşamıştır.

-Şemsettin Sami, 20 yıl boyunca sakallarını kesmemiştir.

-Hüseyin Rahmi, mikroptan korktuğu için 100 çift eldivene sahip olmuştur.

-Karacaoğlan'ın en büyük korkusu:Çirkin bir kızla evlenmektir.

-Tevfik Fikret, aynı zamanda iyi bir ressamdır. Evinin planını da kendisi çizmiş ve evine

isim veren ilk şairimiz olmuştur. En büyük takıntısı, sol tarafında kimseyi yürütmemek

-Ahmet Haşim'in hastalık derecesindeki takıntısı ise, toprak yemesidir. Haşim'in şiirlerinde

hep gün batımı, gece, ay ışığı, hüzün olmasının sebebi çirkin olmasından derler.

-Abdülhak Şinasi Hisar'ın en büyük takıntısı : Temizlik. Arkadaşları ondan, "neredeyse suyu da

yıkayarak içecek." diye yakınmışlardır .

-"Abdülhak Şinasi Hisar, dolmuşa binmezdi! Dolmuş, onun nazarında, kişilerin hürriyetlerini

kısıtlayan bir sistemdi! Tanımadığı kişilerle aynı arabada -kısa mesafede de olsa- yolculuk

yapmak ona azap verirdi. En parasız olduğu günlerde, yakın mesafelerde bile, bastonunu

hafifçe kaldırarak bir taksi çevirir, yalnız başına içine kurulurdu. Hisar, pek az kişinin elini sıkardı.

Özellikle iaubali surette uzatılan bir eli, hele tanımadığı bir kadın elini sıktıktan sonra,

karşısındakine hissettirmeksizin, elini cebindeki küçük bir şişede taşıdığı alkolle veya kolonya ile

silerdi. Ondaki mikrop korkusu, ölüm korkusu ile eşit gibiydi!"


19

-R. Mahmut Ekrem' in düğünü 40 gün sürmüştür.

-Cemal Süreya nın soyismindeki iki y' den birini bir iddia sonucu kaybetmiştir.

-Orhan Veli'nin, belediyenin açtığı bir çukura düşmesi sonucunda başından yara alarak ölmüştür.

-Gençlik yıllarında gözlerinde oluşan enfeksiyon nedeniyle görme bozukluğu yaşayan ve bu sorunu

giderek artan Cemil Meriç, yazıları göremeyecek duruma geldiği dönemde ışığa yakın olmak için

sandalyesini masasının üstüne çıkarır ve bu şekilde okurmuş. Yazmaya ve okumaya öylesine tutkun olan

yazar, gözleri göremez hale gelince çevresindekilerin yardımlarıyla yazmış ve söylenene göre en verimli

çağlarını yaşamış.

-"Yaşar Kemal, elinde kalem ve defter ile Torosları gezmeye başlar. Yaşar'ı gören Hemiteliler komşuları olan

Yaşar'ın bir ajan olduğunu ve dağlarda ölçüm yaptığını söyleyip onu suçlarlar. Çok geçmeden ellerinde kazma

kürekle Yaşar'ın peşine düşerler. Yaşar kaçmaya başlar zira durup bu insanlara derdinin kitap olduğunu

anlatamayacağını düşünür. Kendini zor da olsa bir köy evíne atar. Kan ter içinde kalmış bir şekilde kendine,

"Bir kitap için değer mi?" diye sorar. Bu sorunun yanıtını yıllar sonra kırktan fazla dile çevrilen, edebiyatımızın

gelmiş geçmiş en iyi romanlarından biri seçilen "İnce Memed"ile almayı başarır."

-Paraya, mala, mülke, makam ve mevkiye önem vermeyen Neyzen Tevfik şöyle diyor: "Hayatımda iki

şeye sahip olamadım: Para ve uşak. Paraya sahip olamadım, çünkü onu saklamaya değer bulmadım;

uşağa gelince, ben bunların en kibirsiz olanı ile bir saat içinde senli benli olurum ve ikinci saatte

hangimizin efendi, hangimizin uşak olduğunu anlamak ta aciz kalırım."

Hülya Nur Aydemir


20

KİTAP, FİLM ÖNERİLERİ

Kitap Önerisi

Küçük Prens

Her okuduğum dönemde farklı anlamlar çıkardığım Küçük Prens adlı eseri pilot olan ünlü

Fransız romacı Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılmış, Türkçeye Cemal Süreya ve Tomris

Uyar tarafından çevrilmiştir . Fransız yazar bu kitabında çocukluğunu ele almış ve anlatmıştır.

Küçük Prens dünyanın en çok beğenilen çocuk klasiklerinden biri olmuştur.

Benim de her elime aldığımda farklı yerlere sürüklendiğim bu kitabı, ilk okuduğum zaman tüm

cümlelerin altını çizme isteğimi asla unutamıyorum.

Bu eser insanların mutluluğu büyük şeylerde aradığını ve insanların küçuk şeylerle mutlu

olmadığını, olamadığını ve görüntünün yanıltıcı olabildiğini bize anlatmak istiyor.

" Hoşça git " dedi tilki. "Vereceğim sır çok basit : İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu

görebilir . Gerçeğin mayası gözle görülemez."

Küçük Prens unutmamak için tekrarladı: "Gerçeğin mayası gözle görülemez."

İyi okumalar...

Helin Bahar Yıldız

Film Önerisi

Dangal

2016 yılında yapımı gerçekleşmiş olan bu filmin yönetmeni Nitesh Tiwari'dir. Yapımcıları

Aamir Khan, Kiran Roa ve Siddhart Roy Kopur'dur. Konusu spor ve drama olan bu filmin başrol

oyuncusu Aamir Khan 'dır.

2017 yılında Hindistanda bir çok ödül alan Dangal adlı film gerçek bir hayat hikayesinden

esinlenerek çekilmistir. Bu filmde Aamir Khan ulusal güreş şampiyonu olan bir adamı

canlandırmaktadır. Canlandırdığı karakterin yani Mahyavir Sina Phigat 'ın en büyük hayali

oğlunun ülkesine uluslar arası şampiyonluk kazandırması. Fakat karakterimizin dört kızı oluyor

ve Mahyavir hayalerinden vazgeciyor taki kızları Geeta ve Babita'nın güreşebileçeği gerçeğini

farkedene kadar. Böyelikle Geeta ve Babita için zorluklarla dolu bir hayat başlıyor her şeyin

onların ellerinde olduğu bir hayat.

Ben bu filmde her başarının bir bedeli olduğunu ,umudunu yitirmeyen bir bireyin her şeyin

üstesinden gelebileceğini ve insanin geldigi yeri unutmaması gerektiğinin farkına vardım.

Şimdiden izleyen herkese iyi seyirler diliyorum...

Helin Bahar Yıldız


21

Bir çalışma bizden, bir çalışma sizden

Umut

Umut gerek

Ve umudu kaybetmemek

Aramak gerek bazen

Umudu

Masmavi gökyüzünde bir uçurtmada

Ağaçtan dökülen yaprakta

Gülen gözlerde

Umut gerek

Ve umudu kaybetmemek

Tutunmak gerek sıkı sıkı

Umuda

Bir hayal kırıklığının ardından

Bir denize yelken açarken

Yada başlarken yeni bir sayfaya

Umut gerek

Ve umudu kaybetmemek

Sahiplenmek gerek bazen

Umudu

Kalemin kağıdı sahiplendiği gibi

Siyahın beyazı hapsettiği gibi

Güneşin gezegenlerle uyumu gibi

Umut gerek

Ve umudu kaybetmemek

Aşağıdaki boşluğa "umut" kavramı ile ilgili bir şiir yazınız.

Helin Bahar Yıldız


SESLİ HIKAYE ÇALIŞMASI

Sesli hikaye için tıklayınız

Konu:Hapishanedeki bir adamın idam edileceği gün annesine yazdığı pişmanlığını dile getirdiği son mektup

22.02.2018

Perşembe

Anneme Son Kez…

Geriye dönüp baktığımda küçük bir erkek çocuğunun masumluğunu kalemimin ucundan tozlu ve bir o kadar da

yaşlı kelimelerimin üzerine bırakıyorum. Harflerimin arasına karışmış ihanetin bedeli olan kirlenmişliği bu beyaz sayfa

ile arındırmaya çalışıyorum. Ruhumu saran sarmaşığın acı zehrini bugün bu yazıya akıtmamak için direniyorum.

İçimdeki labirentte kaybolmuş ölü hislerin azade kıldığı kırılmış ve onarılmayan düşüncelerin kurbanı olduğum bu

hayatta son kez yazıyorum.

Karanlığın sonundaki odadan sana sesleniyorum anne. Çünkü artık aydınlık adım adım artıyor. Namütenahi yolculuğuma

bir ruhun bedenden usul usul ayrıldığı vakitten daha az kalıyor. Bu soğuk odada özgürlüğümün bir saat diliminde akrep ve

yelkovanın arasına sıkıştığını hissediyorum. Sırtımı soğuğa yaslamış karanlığı izliyorum. Ve biliyor musun anne ? İlk kez

hissediyorum. Her şeyi sorguluyorum. Haddizatında düşünüyorum. Parmaklıkların ardındaki afitapa bakıyorum. Yüzümde

oluşturduğu tuhaf sıcaklığı tenimde alevlendirdiğini hissediyorum. O sıcaklığa eşlik eden bad-i safa hafif bir azade kılıyor

bedenimi. Sonra yağmur yağıyor. Haki ıtırnak yükseliyor etrafta. Güzel bir ıtır hissediyor burnum. Yeryüzüne düşten

katreler usulca duvarıma süzülüyor. O an mazharı gufran denen bir duygu beliriyor bedenimde. Doğa bile daha fazlasını

istemiyor.

O an düşünüyorum anne.Aklımda tek bir soru oluşuyor.

İnsanın gerçekleri görebilmesi için illa hata mı yapması gerekiyor?

Beynimin en ücra köşelerinde dolanan kelimeler yorgun zihnimi çıkmaz sokağa bağlıyor.Gözlerimi kapatıp derin bir

nefes alıyorum.

İnsanlar hata yaparak öğrenir ama ya bu hatalar ona çok büyük bir ceza olacaksa...

Yüzümde oluşan bir morbidezza yine her zamanki yerini almış sakince olanları izlemeye başlıyor.Kendimi

görüyorum bu çıkmaz sokakta.Bu karanlık deliğe girmeden önceki halimi düşünüyorum anne.

Küçük bir erkek çocuğu maziden bana el sallıyor.Henüz beş yaşında.Tek istediği oyuncaklardan ibaret kocaman bir

oda.Hayli avukat olmak.Her zaman güler yüzlü ve şevkatli .Annesi ve babasına hep saygılı.Sonra daha da ileriye

gidiyorum. Küçük erkek çocuğu artık on yaşında.Tek istediği bir oda dolusu oyun kartı. Hayali öğretmen

olmak.Yüzünde çocuksu masumluğun son demleri yaşanıyor ama yine de hayatı seviyor.Daha sonra tekrardan ileriye

gidiyorum.Küçük erkek çocuğu artık on beş yaşında .Hayatının belki de en önemli geçiş noktası liseye geçiyor.Tek

istediği bir oda dolusu insanlar tarafından dikkat çekilmek.Hayali belirsiz.Yüzünde ki eski gülümsemeler yok ve artık

daha asabi.Hayatı sadece bir grup kızdan övgü dolu birkaç ayrı sözden ibaret sanıyor.Annesi ve babası ile arası orta

derecede.Artık bundan birkaç yıl öncesine gidiyorum.Küçük erkek çocuğu tam yirmi yaşında. Artık tek istediği

yok.Çünkü her zaman daha fazlasını istiyor.Tütün tarzı zararlı maddeler,bir sürü kız arkadaş ve herkes tarafından

bilinmek.Yüzünde artık gülümseme bile yok.Annesi ve babası ile akşam birlikte oturup konuşmak yok.Yüzlerine

bakmak bile yok.Sürekli kavgalar,sürekli kendi kafasına göre gitmeler.Ve en önemlisi dış çevrede ne görüyorsa ona

uyma.Bu kendini bilmez yaşantının içinde kendi yolunu çizmek varken hiç bir zaman doymayarak her zaman daha

fazlasını isteyerek küstah ve aşırı bencil olmak.

22


23

Hayatı sadece bunlardan ibaret saymak .İşte bu benim çocukluğum.Benim hatalarıma giden pişmanlıklarım.

Her seferinde doymadım Anne.Hep daha fazlasını istedim.Ama ne oldu biliyor musun Anne?Küçükken bir oda

dolusu oyuncak isterken şimdi bir odada mahkum edilmiş idam edileceğim zamanı bekliyorum.

Her gün oturduğum bankta,yattığım yatakta her anı sorguladım Anne.Hata neredeydi?Bunu hep kendime sordum ve

burada bir şiir ve yazı yazdım Anne.Sana onu okumak istiyorum.

Güneş sıcaklığını verir miydi ?

İnsanlar bu kadar soğuk olmasa.

Kitaplar okunmayı diler miydi ?

Cehalet insanları bu kadar sarmasa.

Sevgi çığlık çığlığa bağırır mıydı ?

İnsanlar bu kadar yabancılaşmasa.

Sorun şuydu;insanlar bilmiyorlardı ki yaratılanlar arasında en yüce varlık olduğunu.Bilmiyorlardı ki kendilerini kimseye

kanıtlamak zorunda olmadıklarını.Bilmiyorlardı ki aynı yücelikte yaratıldıklarını ve hepsinin eşit olduğunu.Bilselerdi

üstün olmaya çalışırlar mıydı ? Çalışmazlardı.Aksine şükrederlerdi.Oldukları durumdan sahip olduklarından dolayı

şükrederlerdi.Kendilerini bilip kendilerini severlerdi.

Aslında bizim temel sorunumuz ?

Neydi biliyor musunuz ?

Yetinememek.

Doymamak.

Aç gözlü olmak.

Ve en önemlisi şükretmemek.

Aslında durmayı bilsek bir yerde.Daha fazlasına gerek yok.Ben yürüyebiliyorum,kollarımı hareket

ettirebiliyorum,duyuyorum,konuşabiliyorum,görebiliyorum,duyuyorum,konuşabiliyorum,görebiliyorum,hareket

edebiliyorum,nefes alıyorum.Yaşıyorum ve hissediyorum.Dahası mı var ? Desek her şey tamam olmaz mıydı ?

Bu sözleri burada yazıyorum anne.Hani sana diyorum ya insan gerçekleri görebilmesi için illa hata mı yapması

gerekiyor ? İşte bu yüzden bunu sordum . Ben birini acımasızca sırf aç gözlülüğüm yüzünden öldürdüm.Eğer bu

hatayı yapmasam bugün ve dün gibi düşünmezdim.Ama hatam hem kendi hem de birinin hayatına son verdi.

Söylesene anne.Hata yapmadan nasıl gerçekleri göreceğiz ?

Bunu da düşündüm burda biliyor musun anne ? Düşüneceğiz.Kitaplar okuyacağız.Soracağız.Sorgulayacağız.Farkında

olacağız.Bilinçli insanlar olarak hayata devam edeceğiz.

Ve her gün ne olursa olsun şükredeceğiz.

Her şeye vaktimiz var.Lakin vakti verene vaktimiz yok.Ne acı!


24

Pişmanım anne.Gözümü gerçeklere kapatıp dış çevrenin oyunlarına alet olduğum için.Hiç bir Allah’ın günü halime

şükretmediğim için.Sürekli doymadan daha fazlasını isteyip ve daima küstah ayrıca bencil olduğum için.Sana ve

babama iyi bir evlat olamadığım için.Ülkeme ve çevreme iyi bir vatandaş olamadığım için.Allah’a karşı iyi bir kul

olamadığım için.Pişmanım anne.Hemde çok pişmanım.

Beyaz sayfanın sonuna gelirken yüzümde hafif bir tebessüm var anne.Çünkü artık buradan gidiyorum.Her şeyin

hesabını vermeye.İlk kez uzun bir aradan sonra vicdan azabı olmadan uyku çekmeye.Çünkü artık yaptıklarımın

cezasını çekeceğim.Aydınlığın sonundaki karanlığa giderken elveda anne....

‘’Ölmeden önce son yazı ha?’’ Gardiyanın kapıdaki küçük parmaklıklı bölmeden bana seslendiğini

duydum.Elimdeki kalemi bırakıp ona gülümsedim.

‘’İçimdeki VAVEYLA son kez kelimelere döküldü. ’’Gardiyan gülümsedi.Kapıyı açıp önümde durdu.’’Üzgünüm

dostum artık gitme zamanı.’’ Kafamı sallayıp gülümseyerek ayağa kalktım.Elimdeki mektubu katlayıp masanın

üzerine koydum. ‘’Artık gitme zamanı geldi.’’ Sözcükler dudaklarımdan birer birer firar etti . Gardiyan önümden

hızla ilerlerken son yolculuğuma yürüdüm.

Evet gerçekleri görmek için hata yapın ama dikkat edin hatalar sizi başka bir hataya sürüklemesin.

YAZAR : Gamze Yapan

SESLENDİREN :Rabia Genç

EDİT :Ceren Arıer



SESLİ HIKAYE ÇALIŞMASI

Sesli hikaye için tıklayınız

KARANLIKTAKİ MUCİZE

İnsanlar bir çok şeye alışabiliyordu. Sol eliyle yazmaya, bakmadan piyano çalmaya,

formüller olmadan soru çözmeye ve daha fazlasına kolayca alışabiliyordu. Ama ben

hiçbir zaman alışamamıştım. Beni içine hapseden o karanlığa, asla alışamamıştım.

Zamanla daha çok canım yanıyordu. Karanlık dünyamda sadece ufacık bir umut

ışığım vardı. O ışığamuhtaçtım. Yoksa kendi karanlığımda, tek başıma boğulacaktım.

Hayatın acımasızgerçekleriyle daha 12 yaşımda tanışmıştım. O zamanlar,

çevremdeki herkestenkorkuyordum. Bana acıdıklarını ve sürekli baktıklarını

hissedebiliyordum.

O gün kuşların cıvıltılarıyla, buruk bir şekilde gülümseyerek gözlerimi açmıştım. Ben diğer

insanlar gibi sabah uyandığımda, gözümü kamaştıran güneş ışıklarıyla veya aydınlık bir

sabaha uyanmıyordum. Tam tersi karanlık ve simsiyah bir sabaha uyanıyordum.Yavaşça

yatağımdan doğrularak hemen yan tarafımda duran kalın, uzun sopamı aldım.Elimi, yüzümü

yıkadıktan sonra elimde tuttuğum sopayla birlikte dikkatli adımlarla mutfağadoğru yürüdüm.

Babamın durmayan kahkahaları, annemin heyecanla anlattığı hikayeleriylemutlu bir

sabahtı.Ama ben mutlu değildim. 2 yıl önceki gibi tüm renkleri barındıran küçük dünyamda,

artık siyahtan başka hiçbir renk yoktu. Renkli dünyam o kısacık saniyede paramparça

olmuştu.Bende mutlu olmak istiyordum ama karanlık gün geçtikçe beni kara deliğine daha

çokçekiyordu.

Haziran ayının bunaltıcı günlerinden birisiydi. Annemle beraber dışarı çıkmıştık. İlk başta

korkmuştum, ne de olsa insanların bana ucubeymişim gibi baktıklarını hissedebiliyordum.

Annemle bir bank’a oturduk. O an gözlerimi kapatarak etrafımdaki sesleri dinledim.

Arabaların kornaları, gülüşen çocukların neşesini ve hayvanların o rahatlatıcı, muazzam

seslerini dinleyerek tekrardan gözümü açmıştım ama yeniden o karanlık dünyamla

karşılaşmam pek te uzun sürmemişti. Bazen düşünürdüm insanların sevmediği hatta nefret

ettiği bu simsiyah, karanlık ve hiç olduğum bu dünyada kaybolmayı. İnsanlar için ne kadar

korkutucu bir şey oysaki. Ben bunları düşünürken annem su almak için yanımdan kalkmış ve

hemen döneceğini söyleyerek gitmişti. Aslında gitmesini istemiyordum çünkü yalnız

kalmaktan korkuyordum.

“Pardon! Şu kağıtta yazan yeri tarif edebilir misiniz? “ İliklerime kadar hissettiğim o cümle,

bana olduğum durumu tekrar ve tekrar hatırlatmıştı. Elime tutuşturulan kağıda

bakıyordumama verecek bir cevabım yoktu. Tahminimce bir grup genç kızdı.

Aralarından biri yeniden konuşunca çaresiz bir şekilde, hayatın gerçekleriyle yüzleşerek

karşımdaki kızlara doğru, o iki cümlenin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.

26


27

“Üzgünüm, ben göremiyorum. “

“Gerçekten mi? “

“Nasıl böyle yaşıyorsun? “

“Hiç korkmuyor musun? “

Aslında ne bekliyordum ki?

Bana hiç bir şey demeden gideceklerini falan mı?

Artık dayanamamıştım. Kalbim işittiğim o sözlerle o an patlamak üzereydi. Canım yanmıştı,

hem de hiç olmadığı kadar.

“Sana gerçekten acıyorum. “

Sadece bir saniyeliğine en çok korktuğum o cümleyle, kırgınlık ve hüzün kalbime o kadar

çok baskı uygulamıştı ki ölecekmiş gibiydim. Hiç bir şey söyleyemedim.Sayamayacağım kadar

parçalara ayrılmış kalbimi bir kenara atarak, hiç düşünmeyerekkoşmaya başlamıştım.

Artık karanlık dünyamdan kaçmak istiyormuşcasına koşuyordum. Koşmaya hala devamederken,

tam karşımda beliren beyaz ışıkla nefesim kesilmişti.Olduğum yerde durarak etrafıma bakındım.

Yavaş, yavaş aşık olduğum o renkler gözlerimdecanlanırken çığlık atmak istiyordum. İçimdeki

sesler susmuyordu.Gözümden ard arda akan yaşları asla unutamazdım.Son kez gözlerimi

kapattım ve karanlık dünyama bana o ışığı göstermesini dileyerekbağırdım ve yere çökerek

sessizce ağladım.Karanlık dünyamdaki o ufacık umut ışığı, büyüyerek ve savaşarak karanlığımı

yok etti.Şimdi her gözlerimi kapadığımda,yüzleşemediğim karanlığa karşı dik bir şekilde

durarakartık onunla yüzleşebiliyordum. Bana o ışığı göstermişti. Belki yıkılışımın, belki

dekurtuluşumun anısıydı. Ama şuan hiç olmadığım kadar mutluydum.

Aşık olduğum o renklere artık kavuşmuştum.

Sanki bir kuşun kafesinden çıkıp özgür olduğu gibi, bende karanlığımı yok ederek artık

ÖZGÜRDÜM…

YAZAR :Aslı Nur Albayrak

SESLENDİREN : Aslı Nur Albayrak

EDİT :Ceren Arıer


28

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI

Çok Şey

Sesli şiir için tıklayınız

Çok şey duydu bu kulaklar

Şarkılarda, şiirlerde, çığlıklarda

Güzel anılar

Mesela içinde çocuk sesleri

Ağaça takılı uçurtmalar olan

Yada elma toplayan çoçuklar

Bazende ağlatan anılar

Kabuslarla uyanan insanlar

İmdat diye yardım dilenenler

Ve acı sonlar

Çok şey duydu bu kulaklar

Şarkılarda ,şiirlerde, çığlıklarda

Felaketler duydu mesela

Doğal afatler, patlamalar ,lanetler

Bir yandanda aşkı, mutluluğu duydu

Çok şey duydu bu kulaklar

Dalga seslerinde İstanbul'u

Rüzgarın esintisinde baharı

İnsanlığı duydu mesela

Şarkılarda, şiirlerde, çığlıklarda

Kaldırımlarda kimsesizleri

Surlarda top seslerini

Gelicekte geçmişi

Çok şey duydu bu kulaklar

ŞAİR :Helin Bahar Yıldız

SESLENDİREN :Asya Gürleyen

EDİT :CEREN ARIER


29

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI

Sesli şiir için tıklayınız

İÇİMDEKİ SES

Çok hoş değil mi?

Dalgalar ve senin sesin

Sadece sen,ben ve biz varız bu koca denizde

Kalbimi ve aklımı ele geçirdiğini

Gören yok, duyan yok, bilen yok bu denizde

Çok hoş değil mi?

Güneşin parlak ve umut dolu ışıkları

Sana baktığımda hissettiklerim gibi

Aşkla, sevgiyle ve huzurla…

Çok hoş değil mi?

Yağmur damlalarının yeryüzüne inişi

Bir gece, sokak lambasının altında senin

beni farketmeni isteyecek kadar,

Çaresizim…

Çok hoş değil mi?

Her geçen gün içimdeki kıvılcımın

yanardağa dönüşüp büyümesi,

Sessiz fırtınaların ardından gelen gecelerin,

İçimdeki ateşi asla söndüremeyeceği gibi

Ben, o sokak lambasının altında

Yine seni bekliyor olacağım…

ŞAİR :Aslı Nur Albayrak

SESLENDİREN : Asya Gürleyen

EDİT:CEREN ARIER


30

SESLİ ŞİİR ÇALIŞMASI

Sesli şiir için tıklayınız

Takvim Yaprağı

Sen, her yeni yapraktak ümidim,

Ben, meçhul zamandaki bozuk saatim.

Kalbimin penceresinde seni beklerim,

Gelecek misin? Senden bir haberim.

Zamanın içinde,

Kayıp gideriz seninle.

Tut ki yüreğimi ellerinle,

Kaybetmeyeyim seni ömür takvimimde.

Ben, engin denizlerdeki hırçın dalga,

Sen, dalgalarımın üstünde batmaya direnen gemi.

Benden zarar gelsin istemem sana,

Dalgalarıma tutun bitecek bu kavga.

Ümit bize kucak açarsa,

Karşı geleceğiz zorluklara.

Bir ömür beraberiz seninle,

Bitmeyecek bu meçhul sevda

Şair:Rabia Genç

SESLENDİREN : Zeynep Karakaya

EDİT:Ceren Arıer


BİYOGRAFİ ÇALIŞMASI

EDEBİYATIMIZDA İKİ FARKLI KUTUP: NECİP FAZIL VE NAZIM HİKMET

Necip Fazıl ve Nazım Hikmet, edebiyatımızda derin izler bırakmış iki önemli şahsiyetti.

Edebiyatımızın değerleri olan bu iki isim, yan yana zikredildiğinde hep kavgaları, tartışmaları, polemikleriyle

hatırlandı. Her ne kadar fikir ve ideoloji bağlamında iki farklı noktada dursalar dahi edebiyatımızın iki dehası

bir zamanlar aynı okul sıralarını paylaşmış, ortak alanlarda bulunmuş, aynı çağın hüznünü ve sevincini

yaşamıştır.

Necip Fazıl ve Nazım Hikmet'in hayatlarında pek çok müştereklikler görülmekteydi. Bunların başında Necip

Fazıl ve Nazım Hikmet'in aile yapısındaki benzerlikler yer almaktaydı. Aristokrat kökenli ailelere mensup

olan bu iki çocuk, ailenin duruşlerına uygun; kültürlü ve özgüvenli bireyler olarak yetiştirildi.

YOLLARI İLK OLARAK BAHRİYE MEKTEBİ'NDE KESİŞTİ

Aristokrat ailelere özgü hayat görüşünün hakim olduğu bir ortamda büyüyen iki şair, askeri eğitimin disiplinini

almak üzere Heybeliada Bahriye Mektebi' ne gönderildiler. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet'in yolları ilk defa 1916

yılında o günkü ismiyle "Mekteb-i Fünun-ı Bahriye-i Şahane" olan Heybeliada Bahriye Mektebi'nde kesişti.

Necip Fazıl'dan birkaç yaş büyük olan Nazım Hikmet, Necip Fazıl'ın üst sınıfındaydı. Harbiye Mektebi öğrencisi

bu iki çocuk, daha o zamanlarda şiire olan yetenekleriyle dikkat çekiyorlardı. Hatta öyle ki Necip Fazıl ve

Nazım Hikmet arasında tatlı rekabetin o dönemlerde başladığı söylenmekteydi.

OKUR SIRALARINDA "ŞAİR" LAKABIYLA ANILDILAR

Her iki isim de okul sıralarında "şair" lakabıyla anılıyordu. Necip Fazıl Nazım Hikmet'in o yıllarda yazdığı şiirleri "

'Makinenin dilleri, pamuk gibi elleri' tarzında çocuk oyunlarından ibaretti. " şeklinde tanımlamaktaydı. Nazım Hikmet'i

şiire hevesli bir çocuk olarak gören Necip Fazıl, aynı zamanda onun sığ ve yavan bir tarzı olduğunu söylüyordu. Üstad,

Nazım Hikmet'in fiziksel özelliklerini ise şu şekilde tanımlıyordu:" Hafif çarpık bacaklar üstünde uzunca bir boy, daracık

omuzlar, masmavi gözler, hafif çilli bir yüz ve mısır püsküllü renginde kıvırcık saçlar... Belki güzel bir yüz, fakat asla

Türk değil." ("Necip Fazıl Kısakürek Nazım Hikmet'i Anlatıyor", Yeni İstanbul Gazetesi, 15 Haziran 1965)

Aynı zamanda Kafa Kağıdı isimli biyografik eserinde de aralarındaki tatlı rekabeti şu sözlerle dile getirir: "Mektepte

ismim şair aşağı, şair yukarı... Bir de 'Nihal' isimli tek nüshalık bir dergi çıkarıyorum. Bizden iki sınıf ileride olan Nazım

Hikmet de aynı şekilde tek nüsha, el yazması bir derginin başında... Bize rakip... O zamanki kafasıyla: 'Ben müridinim

işte Mevlana! " gibi şiirler yazıyor"

Henüz çocuk ve ilk gençlik yıllarında geleceğin şairi olarak görülen Nazım Hikmet ve Necip Fazıl için Bahriye Mektebi

kendi, şahsiyetlerini ortaya koyabildikleri ve aynı zamanda en seçkin hocalardan eğitim alabildikleri muazzam bir

mekandı.

31


32

"BAHRİYE MEKTEBİNDE OLDUĞU GİBİ ŞİMDİ DE BABIALİ'DE KARŞILAŞTILAR"

Necip Fazıl ile Nazım Hikmet'in yolları 1928'de Gülhane Parkı' ndaki Alay köşküne yeni ve eski edebiyat çevresinin

toplandığı bir ortamda yeniden kesişti. Necip Fazıl Nazım Hikmet'i bir şiir düellosuna davet etti. Bu düelloda iki

devden yıkılan bir taraf olmamıştı. Necip Fazıl bu karşılaşmayı şöyle ifade eder:

"Böylece biri iç, öbürü dış diyarların bağlısı, biri telkin, öbürü tebliğ yolunda, biri ney öbürü davul çalan iki sanatkar

tipi, bir zamanlar Bahriye Mektebinde olduğu gibi, şimdi de Babıali'de karşılaşmış oluyorlardı." ("Necip Fazıl

Kısakürek Nazım Hikmet'i Anlatıyor" Yeni İstanbul Gazetesi, 17 Haziran 1965)

AKBABA DERGİSİNDE ŞİİRLERİ YAYIMLANDI

Bahriye Mektebi'nde şiir ekseninde kesişen yolar Akbaba dergisinin 1928 yılında yayımlanan 5 Nisan tarihli

sayısının o zamanki adıyla "edebiyat ilavesi" nde; Necip Fazıl'ın "Benim Gönlüm" ve Nazım Hikmet'in "Deniz

Kenarında" adlı şiirlerinin yan yana yayımlanmasıyla devam etti.

Necip Fazıl ve Nazım Hikmet yenikurulmuş bir rejimin iki farklı *poetik duruşa sahip olan güçlü şairleriydi. *Poetik

duruşları ne olursa olsun bugün hâlâ onları aynı cümlede zikredebiliyorsak, iki büyük üstadın hayatımıza dokunan

yönleri sınırları çizilen kalıpların çok daha ötesindedir.

*poetik= şiire özgü. Şiir niteliğinde olan

Hülya Nur Aydemir




Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!