24.09.2021 Views

The Radiant Eylül Sayısı

Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren LGBTIQ+ topluluğu, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar... Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.

Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren LGBTIQ+ topluluğu, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar...
Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.


Görsel : Gökberk Arslan

2 7

02 Ace+ ve Onurlu

04 Mindfulness

08 Röportaj

13 GRIMES

I N D E K S

2

24 Feminazi

28 "ötekiler"

34 Yeme Bzouklukları

37 #freethepimple

7 0

Görsel : Gökberk Arslan



Ace+ spektrumu çeşitli yönelimleri

kapsayan bir tüneldir. Bu tünelin için de

biriyle yakın veya duygusal bağ

kuramadan cinsel dürtü besleyemeyen

demiseksüeller, romantik çekimi

hissetmeyen aromantikler, periodik bir

şekilde cinsel çekim hisseden gri

aseksüeller , cinsel isteği hisseden lâkin

cinsel çekimi tecrübe edemeyen

cupiosexual bireyler ve çok daha fazlası

vardır. Kısacası ace+ spektrumunda olan

bireyler farklı şekillerde seks yapabilir,

ilişki yaşayabilir .

.

Radiant | 03


Geçmiş ve Geleceğin Arasında:

Mindfulness

Mindfulness ile tanışalı tam iki

sene oldu. O zamandan beri,

aldığım eğitim programı

sayesinde hayatımın her

alanında birçok etkisini gördüm

diyebilirim. Bu yazıyla da sizlere

mindfulness hakkında bilgi

vererek kendi hikayemi

anlatmak istiyorum.

Mindfulness için en kaba tabirle

“an’da kalmak” diyebiliriz.

Şimdiki zamanı fark etmek ve

bulunduğumuz an’da

kalabilmeyi seçmektir. Bu, kimi

için çok basit kimi için ise zor

görünebilir. Önemli olan bunu

fark etmek ve zihniniz geçmişte

veya gelecekte iken onu

şefkatle bulunduğunuz ana

getirmektir. Burada önemli olan

şey, duygu ve düşüncelerinizi

yargılayıcı olmayan bir şekilde

izlemenizdir.

Sizlere biraz da kendi

hikayemden bahsetmek

istiyorum. Meditasyon ve

yogaya meraklı biriydim, hala da

öyleyim. Bu konularla ilgili

dinlediğim podcastlerden de

sıkça duymuştum bu kavramı.

Açıkçası çok ilginç gelmişti.

Evet, meditasyonlar sırasında da

dikkati bulunduğumuz ana

getirmeye çalışıyorduk ancak bu

farklıydı. Meditasyon benim

hayatımda uyumadan önce,

haftada 1-2 defa yaptığım bir

şey iken; “mindful olmak” diye

bir kavram vardı, her an olan.

Peki beni bu konuda eğitim

almaya iten şey neydi?

Önemli olan şey, duygu ve

düşüncelerinizi yargılayıcı

olmayan bir şekilde

izlemenizdir.

Radiant | 04


Harvard Üniversitesi’nin 2250

kişi üzerinde yapmış olduğu bir

araştırmaya göre, günlük

hayatımızın %47’sinde

dikkatimiz yaptığımız iş dışında

bir yerlerde. Bu,

azımsanamayacak kadar fazla

bir oran. Büyük bir çoğunluğu

ise “oto pilotta” olma

kavramından geliyor. Benim

hikayem de günlük hayatında

oto pilotta yaşayan biri

olduğumu fark etmemle başladı.

Arabayla dışarı çıktığımda

sadece biniş ve iniş anımda

tamamen dikkatim orada

oluyordu. Yolda dinlediğim

şarkı, yetişme paniği, geçmiş

düşünceler veya gelecek

kaygısı... Bunların her biri beni

bulunduğum andan uzaklaştırıp

o anda deneyimlediğim şeyden

yabancılaştırıyordu. Çok

sevdiğim bir yemeği yerken de

bu durum böyleydi. İlk ısırıktaki

mutluluğum bir sonraki ısırıkta

yoktu mesela. Yemek yerken

bile düşüncelerim bambaşka

yerlerdeydi çünkü. Siz de okula

veya işe giderken hazırlanışınızı

düşünün mesela. Sabah

kalktığınızda yüzünüzü

yıkarken veya dişimizi

temizlerken farkındalığınız

gerçekten o anda mı, yoksa bu

durum her gün

tekrarlandığından rutine mi

binmiş? Cevabınız, rutine

bindiği yönündeyse,

muhtemelen siz de otomatik

pilotta yaşıyorsunuz demektir.

Otomatik pilottan çıkmak için

yaptığınız en basit işte bile

odağınızın gerçekten o anda,

yaptığınız işte olması gerekir.

Radiant | 05


Otomatik pilottan çıkmak için

yaptığınız en basit işte bile

odağınızın gerçekten o anda,

yaptığınız işte olması gerekir.

“Sen bunu gerçekten başardın

mı?” diye soracak olursanız, her

an değil. Ancak, düşüncelerimin

yaptığım iş dışında bir yerlerde

olduğunu fark ettiğim anda

bulunduğum an’a

getirebiliyorum. Bu, soyut bir

süreçte ilerlediği için anlatması

biraz zor. Fakat, sizler de

dikkatinizin dağıldığını fark

ettiğiniz anda nazikçe şimdiki

an’a çevirebilir, bu konuda bilgili

kişilerin videolarından

yararlanabilir, mindfulness

pratiklerini uygulayabilir veya bu

konuda eğitimler alabilirsiniz.

Mindfulness hakkında daha

detaylı bilgi sahibi olmak ve bire

bir deneyimlemek istiyorsanız

birkaç kitap, film ve sosyal medya

hesabını aşağıda sizlerle

paylaşıyorum.

Podcast

•Mindfulness: Uzman Psikolog

Özge Esra Kaboğlu

•Psikolog Barış Gürkaş ile İyi

Hisset

•Ten Percent Happier

•HappilyEverAfter

Sosyal Medya Hesapları

•@dredauslu: mindfulness

konusunda eğitim aldığım hocam

•@ecetargit

•@kivilcim.kiran

•@karakus.merve

•@z.zeynepselvili

•@selminerk

•@yaseminyapanar: Mindfulness

ile ilgilenenlerin genel anlamda

ilgisini çekebilecek içerikler

üretiyor. Podcast: Keyfimin

Kahyaları

Appler

• Meditopia

• Calm

• Patika

• Headspace

Kitap

• Aklımı Kaybettim

Hükümsüzdür- Ruby Wax

• %10 Daha Mutlu- Dan Harris

• Farkındalığın Mucizesi- Thick

Nnat Hann

• Bir Ağız İki Kulak- Thick Nnat

Hann

Film

• Eat Pray Love

• 7 Years in Tibet

• Little Buddha

• Walk With Me

⟨ꝛ⟩Ani Nalyan

Radiant | 06


Radiant | 07

.


Modanın Buğulu Atmosferi

Karşısında: Seda Yılmaz

Röportaj: Lara Çelikler

Birçoğunuz Seda Yılmaz’ı Vogue,

Elle gibi moda dergilerinden tanıyor

olabilirsiniz. Kendisi, tabiri caizse

modanın içine doğan, belki de bu

yüzden, onunla bir küsen bir barışan,

modayı sosyokültürel açılardan ele

alan ve moda tarihiyle oldukça içli

dışlı bir yazar. Geçtiğimiz sene tüm

bu deneyimlerini Giysiler Ne Anlatır?

adlı kitabında okurlarıyla paylaştı.

Yılmaz’la Galatasaray’da tatlı bir

kafede buluşup hem bu kitabın

ardındaki kişisel deneyimlerini, hem

feminizm ve modanın kesişimini, hem

de genel itibariyle moda endüstrisini

konuştuk.

Giysiler Ne Anlatır? adlı bir kitap

çıkardınız. Bu kitabı yazmanıza

sebep olan şey neydi? Nereden

ilham aldınız?

Yıllar önce kafamda kitap yazmakla

ilgili bir hayal vardı diyebilirim, ama o

hayal bayağı uzak gözüküyordu.

Belirli aşamalar kaydettikten sonra

yapılabilecek bir eylemdi benim için.

Biraz gözümü korkutuyordu. İlk başta

kadınlara kendi tarzlarını -yine kendi

deneyimlerimden yola çıkarak- nasıl

bulacaklarını anlattığım, rehber

niteliğinde bir kitap fikri vardı

kafamda. Yıllar içinde benim

değişmem, dünyaya bakışımın

değişmesi ve kendimi feminist olarak

tanımlamamla birlikte kitaba dair

kafamdaki fikirler de değişmeye

başladı. Her zaman ilgi alanım olan

modanın, tarihi ve sosyolojik

doneleriyle birleştirilmiş bir dokusu

olsun istedim kitabın.

. Yıllar içinde benim değişmem,

dünyaya bakışımın değişmesi ve

kendimi feminist olarak

tanımlamamla birlikte kitaba dair

kafamdaki fikirler de değişmeye

başladı. Her zaman ilgi alanım olan

modanın, tarihi ve sosyolojik

doneleriyle birleştirilmiş bir dokusu

olsun istedim kitabın. Yıllardır

yaptığım şeylerle kendimi buna

hazırladığımı hissettim: aldığım

notlar, okuduğum kitaplar…

.

. Bunların her biri dağınık

mozaiklerdi ve kitabı yazmaya

başladıktan sonra birleşti. Yıllar

içerisinde ilgi alanlarım, okuduğum

şeyler, gördüğüm ve tanıdığım

insanlar, iş deneyimlerim, yaptığım

röportajlar, bunların hepsi üst üste

eklenip bana kitabı yazarken ilham

oldu diyebilirim.

Radiant | 08


Modayla nasıl tanıştınız?

Çocukluğumdan itibaren modayla

alakam vardı. Ailem beni ve

kardeşimi giydirip süslemeyi çok

severdi. Küçükken beğendiğim

kıyafetlerle olan halimi hâlâ

hatırlıyorum. Anne babamın

giysiye verdiği önemi

özümseyerek büyüdüm.

Dolayısıyla modayla tanışmam

mesleki değil, yetiştirilme

tarzımdan ileri geliyor. (KUTU)

Bana o aşılandığı için sorgusuz

sualsiz, giysilerin kendini dış

dünyaya aktarmak için bir araç

olduğunu düşündüm ve ona göre

davrandım. Tüm markaları,

logoları neredeyse ilkokuldan beri

biliyordum. Bunu meslek olarak

seçmekse, daha farklı bir bakış

açısı getirdi bana. Okuyup

araştırdıkça, bu dünyanın içindeki

dinamikleri anlamaya ve başka

gözle bakmaya başlıyorsun.

Zaman içerisinde modaya

yaklaşımın da değişiyor tabii.

Modanın tarihine hep ilgim vardı.

Birçok dergi ve gazetede yazarlık

yaptınız. Bu mesleği hep istemiş

miydiniz; mesleğinizi bilinçli

olarak mı seçtiniz? Yoksa hayat

mı onu karşınıza çıkardı?

Bilinçli olarak seçmedim. Yazmayı

ve edebiyatı çocukluğumdan beri

çok severim. Hiçbir zaman

kariyerimde bir sonraki adımı

düşünen, planlamasını yapan bir

tip olmadım. Bir şekilde olaylar bir

başkasına bağlanıp bana yeni bir

yol, yeni bir yer açtı. Dergide ilk

stajımı yaptığımda üniversite

üçüncü sınıftaydım.

Okuldan bir arkadaşımın dergide

staj yaptığını görüp “Tamam, ben

de yazı yazmayı seviyorum,

kıyafetlerden de anlıyorum bir

deneyeyim bakayım nasılmış!”

dedim.

Staj yaptığım dergideki ekibi

çok sevmiştim ve

deneyimimden mutlu

olmuştum. Böyle bir şey

yapmaya devam edebileceğimi

düşündüm. Sonrasında

Londra’da Moda Gazeteciliği

üzerine kısa bir eğitim aldım.

Her ne kadar kariyerimi çok

planlamadım desem de, geriye

dönüp baktığımda acayip

tırmalayan bir tip olduğumu

görüyorum. Aslında salt moda

yazarlığı yaptığımı da

söyleyemem. Başka birçok şey

yaptım ama bunların yanında

her zaman bir yerlere yazmayı

sürdürdüm.

Bana o aşılandığı

için sorgusuz

sualsiz, giysilerin

kendini dış

dünyaya

aktarmak için bir

araç olduğunu

düşündüm ve

ona göre

davrandım.

Radiant | 09


Günümüz influencer’larının moda

editörlerinin yerini tuttuğunu

düşünüyor musunuz?

İçerisinde bulunduğumuz çağı kabul

etmek lazım. Bir zamanlar blogger’lar

vardı, onlar influencer oldu. Bir tarafta

YouTuber’lar var ve bir tarafta ise

editörler. Kişi kendini geliştirdiği ve

olana da bir şey katabildiği sürece bu

alanda birden fazla oyuncu olabilir.

Tabii editörler çok uzun yıllar -

derginin varoluşundan bu yana- tek

otorite olagelmişler. Blogger’lar ve

influencer’larile otoritenin yeri de

değişmeye başladı. Birinin, bir

ötekinin yerini alması değil de, o

alanda farklı sesleri duyabilmek

bence önemli olan. Influencer’ların

salt görselliğe dayalı olmasını

eleştirebilirim belki. Çünkü onun

ötesinde bir şeyler var ve bunun

gözden kaçmaması lazım. Sadece

giydiğimizi göstermek değil,

karşımızdaki insanlara bir şeyler

anlatmak, bir mesaj vermek

gerektiğini düşünüyorum. Beraber

gelişmek, değişmek gerektiğine

inanıyorum.

Feminizm ve modanın ortak bir

paydası olduğunu düşünüyor

musunuz? Sizce feminist hareket

modayı nasıl etkiledi?

Aslında feminist hareket son beş

yıldır modayla birlikte anılır oldu.

Markaların popüler olan her akımı

kullanıp onu tüketilir hale getirme

isteği, birazcık da bütün bu popüler

kültür figürlerinin feminizmi

sahiplenmesi, feminist olmaktan

utanmamaları sayesinde oldu.

Feminizm, “tü kaka” bir şeyken, daha

popüler hale geldi.

Biz bugünü konuşuyoruz,

ama tarihe baktığımızda,

feminist kadınların moda

ve tüketimde belirli

yerlerde paralellikleri

olduğunu görüyoruz.

Örneğin ikinci dalga

feministlerin modayı

reddetmesi, süslenip

püslenmeye karşı oluşları;

sonra üçüncü dalga

feministlerin bunu bir

tercih olarak görmesi,

farklı akımlarda modanın

farklı şekillerde

feminizmle bir araya

geldiğini gösteriyor.

. Bugün biraz daha popüler

tartışmaların parçası şeklinde

görüyoruz bu durumu. 80’lerde

Türkiye’de mor iğne vardı, kadınlar

mor iğne takıp toplu taşımada onları

taciz edenlere o iğneyi batırıyorlardı.

O mor iğne sembolik bir hal aldı ve

modanın bir parçası oldu. Ya da

İngiltere’de oy hakkı için mücadele

eden Süfrajetler mor, beyaz, yeşil

renkleriyle kendi sözlerini

yayabilmek için envai çeşit obje

yaptılar. Bugün konuştuğumuz,

feminizmin metalaşması ve

pazarlanabilir hale gelmesi, bir

şekilde feministlerin kendi

.

seslerini duyurmak için kullandıkları

bir araç da olabiliyor. Çok

kullanıldığında anlamını

boşaltabiliyorsun: oradaki kolektif

ruhu tek bir şeye indirgeyemeyiz

sonuçta. Giydiğimiz kıyafetle

feminist olmuyoruz, birlikte erkek

egemenliğe karşı mücadele

ettiğimizde feminist oluyoruz.

Bireysellikten kaçınıp kolektif

mücadele alanları açmamız

gerektiğini düşünüyorum. Modayla

feminizmin ilişkisi hep vardı, bugün

sadece tüketilebilir hale geldi

diyebiliriz.

Radiant | 10


Moda sektöründeki imkansız

kalıplar, tüketim toplumu, sürekli

link veren influencer’lar, etik

olmayan üretimler sizi modadan

soğuttu mu?

Bu saydığın nedenlerden olmasa da

bir ara modadan soğudum. Tabi

bunun nedeni benim için daha

kişiseldi. O zaman da, feminist

kadınlar bana aslında bu alanda söze

çok ihtiyaç olduğunu söyledi. Sonra

zamanla modayla aramı düzelttim.

Saydığın meselelerin hepsini ben de

kendime mesele ediniyorum aslında.

Bu konularda okuyorum, yazıyorum,

tartışmaları takip ediyorum. Nasıl

daha adil bir moda endüstrisi

yaratılabilir üzerine en azından kalem

oynatmaya çalışıyorum.

İkinci el giysi almayı seviyorum,

onlarda da kumaşa dikkat ediyorum.

Sevdiğim markalar arasında Rumisu,

Giyi ve Incomplit var. Tüketimi

tamamen kestim diyemem ama

giymeyeceğim şeyi almıyorum,

aldığım şeyi mutlaka giyiyorum.

Sevdiğiniz kitaplardan birkaçını

önerir misiniz?

Chimamanda Ngozi Adichie’nin

Feminist Manifesto: Kadınların

Özgürlüğü İçin 15 Madde, Elena

Ferrante’nin Napoli serisi ve Aksu

Bora’nın Feminizm Kendi Arasında

adlı kitaplarını okumanızı tavsiye

ederim.

Tüketimi

tamamen kestim

diyemem ama

giymeyeceğim

şeyi almıyorum,

aldığım şeyi

mutlaka

giyiyorum.

Tüm bu iç sıkıcı gündem ve

politikalar karşısında akıl

sağlığınızı nasıl koruyorsunuz?

Korumaya çalışıyorum çünkü içinde

bulunduğumuz topluma ve

çevremizdeki insanlara karşı böyle bir

sorumluluğumuz da var aslında.

Koruyamadığımız durumlar tabii ki

oluyor. O zaman da sevdiğim şeyleri

yapmaya çalışıyorum: kedileri

beslemek, sokaktaki kedilerle

konuşmak, arkadaşlarımla görüşmek,

bunaldığımda sığındığım kitaplar

bana yardımcı oluyor. Bir kitap

kulübümüz var; o da bana çok iyi

geliyor. Bir şekilde kadınlarla

kurduğumuz paylaşma ağlarına ve

onun iyileştiri gücüne inanıyorum.

.

Alışveriş yaparken nelere dikkat

ediyorsunuz? En sevdiğiniz

markalar neler?

Çok alışveriş yapmıyorum. Evvelden

kumaşa hiç bakmazdım, hep sentetik

şeyler giyerdim ama artık

giyemiyorum.

Radiant | 11


80’lerde Türkiye’de mor iğne vardı,

kadınlar mor iğne takıp toplu

taşımada onları taciz edenlere o

iğneyi batırıyorlardı. O mor iğne

sembolik bir hal aldı ve modanın bir

parçası oldu.

Editör olmak isteyen gençlere

neler tavsiye edersiniz? Nereden

başlamalılar?

Modayı seviyorsanız bile, sadece

modayla ilgilenmeyin. Bence en

önemlisi bu. Çünkü aslında pek çok

şeyi bir arada takip edip, olayların

modayla . arasındaki ilişkiyi kurabilmek

daha mühim. Moda kendinden

menkul bir alan değil, toplumdaki pek

çok şeyle ilişki içinde. Onu

anlayabilmek için de politik olayları

da, popüler kültürde gerçekleşen

olayları da takip etmek ve sadece

modaya gömülüp kalmamak gerek.

20li yaşlarınıza bir tavsiye verecek

olsanız bu ne olurdu?

Acele etme… Bu!

Radiant | 12



"I was alienated and then being

alienated started being part of my

identity." diyor bir röportajında.

Yani kendini yabancılaşmış

-İngilizceden direkt çevirirsekaynı

zamanda “uzaylılaşmış” gibi

hissetmeye başlamış ve bu

kimliğinin bir parçası haline

gelmiş.

Müziğe ilk adımı bir arkadaşının

geri vokal arayışıyla başlamış. Bu

arayışa gönüllü olduktan sonra

sesini duyan arkadaşı "sen şarkı

söyleyebiliyorsun!" deyince o da

bundan hoşlanmış. Müzik

kayıtlarını yapan arkadaşlarını

seyretmiş ve bunun çok da

komplike bir şey olmadığını

düşünmüş. Bir gün evsiz bir

arkadaşından zeytinyağı (arkadaşı

zeytinyağının ne olduğunu o güne

kadar bilmiyormuş) ve bir kutu

reçel karşılığında ona sampler

(elektronik müzik aleti)

öğretmesini istemiş, o da kabul

etmiş. Böylece kendi müziğini

ürettiği yolculuğa ilk adımını

atmış

.Büyük bir başarı yakaladığı

Oblivion şarkısının geri planında

Grimes'ın şiddetli bir saldırıya

uğraması yatıyor. Uzun bir süre

paranoyaklaşan ve geceleri tek

başına dolaşırken kendini

güvensiz hisseden Grimes, şarkıyı

bir ay kadar bir süre odasına

kapanıp ağlayarak yaratmış.

Şarkıda, eril güce karşı kendisini

güçsüz hissetmesine duyduğu

nefreti tiye alarak bunu eğlenceli

bir hale getirme amacı olduğunu

söylüyor.

“I never walk about

after dark /

It's my point of view /

'Cause someone

could break your

neck/

.

Coming up behind

you /

Always coming and

you'd never have a

clue”

Radiant | 14


“I never walk about after dark / It's

my point of view / 'Cause someone

could break your neck/ Coming up

behind you / Always coming and

you'd never have a clue”. Şarkının

bu bölümünde hiçbir zaman

karanlıkta yürümediğini, çünkü

arkasından gelen birinin bir anda

boynunu kırabileceğini söylüyor.

Bir kadın olarak bu duyguyu

hangimiz hissetmedik ki?

Grimes tipik güzellik

standartlarına uymadığı için, Elon

Musk'ın onunla beraber olma

nedenini "muhtemelen yatakta

çok iyi olmasına" bağlayanlar onu

para avcısı olarak adlandıranlarla

aynı kişiler. Ama Grimes,

kariyerini bir erkeğin finanse

etmesine izin vermeyen, hiçbir

zaman cinsel bir objeye

dönüşmeye yanaşmayan, dişiliğini

sanatında kullanmayan feminist

bir kadın. Hatta bir zamanlar

yayınladığı bir manifestoda

erkeklerin her zaman (onlara

sorulmadığı halde) Grimes’e

yardım etmek için yanaştıklarını,

çünkü bir kadının teknolojiden

anlayamayacağını ve başarısının

tesadüfi görüldüğünü söylemiş ve

çevresindeki hiçbir erkeğe bu

şekilde varsayımlarda

bulunulmadığını vurgulamış. Aynı

manifestoda kendini cinsel objeye

dönüşmeyi reddettiği için çocuk

muamelesi görmekten de bıktığını

aktarmış.

.

Radiant | 15


Grimes'ın internette en çok izlenen

videolarından biri Oblivion-Live

(2012). Benim kişisel olarak Grimes'ı

sevme nedenim yalnızca bu video

bile olabilir. Videoda pembe, tuhaf

kesilmiş saçlarıyla sahnede tek

başına kendi kendine eğlenen bir

Grimes görüyoruz: kendi şarkısının

sözlerini unutan, klavye bölümünü

çalamayan ve doğaçlama bir melodi

çıkaran, tuhaf bir şekilde dans eden

biri… Ama her şeye rağmen

utanmayan, sıkılmayan, keyfini

bozmayan, hata yapmanın da normal

bir şey olduğunun farkında olan,

kendini tamamen olduğu gibi

insanlara gösteren biri. Bir

röportajında, yaptığı şarkılar için

insanların "tuhaf olmuş"

yorumlarına sevindiğini söylüyor.

Herkes gibi olmaya çalıştığımız,

farklı olanlara korkunç gözlerle

baktığımız şu zamanda herkes gibi

olmamak için elinden geleni yapan;

bunu tarzıyla, şarkılarıyla, hatta

herkes kızsa da çocuğuna koyduğu

isimle bize gösteren, hata

yapmaktan korkmayan ve yıllarca

sadece farklı olduğu için zorbalığa

uğrasa da, kendini bizlere

farklılıklarıyla kabul ettirmeyi

başaran Grimes hepimize hayata

dair yeni bir bakış açısı sunuyor.

Son olarak birkaç Grimes şarkısı

önerisi yapmak istiyorum: Genesis,

IDORU, Delete Forever, Venus Fly

ve tabii ki Oblivion. Şimdiden iyi

dinlemeler!⟨ꝛ⟩Aslı Ayyıldız

.

Radiant | 16


MODANIN CİNSİYETÇİ ALGISI

KIRILIYOR MU?

Moda endüstrisine dışarıdan bir

gözle baktığımızda, aslında

cinsiyetçiliğin söz konusu

olmadığını gözlemliyor olabiliriz.

Pek tabi moda endüstrisinin

kadınlar üzerine yoğunlaştığı, kadın

odaklı çalıştığı yadsınamaz. Hatta

bir kadın mağazasına girdiğimizde

pespembe bluzlar, soft tonlarda

elbiseler, payetli kumaşlar

görmemiz de çok olasıdır. Her yerde

“kadınsı” renkler olarak bize

dayatılan pembe, lila, payetli

kumaşlar, fosforlu gözlükler, ışıltılı

çantalar gözlerimizi alır. Peki aynı

şeyi bir erkek mağazasına

girdiğimizde görebilir miyiz?

.

Süregelen bir algı olarak, bizlere

dayatılan ve topluma göre değişen

cinsiyetçi renk paletlerinden dolayı,

bundan birkaç sene önce bir erkeğin

pembe renkte bir tişört giymesi

garip karşılanırdı. Tabii giyen

erkeklere de “erkek adam” gözüyle

bakılmazdı. Ya da bir erkeğin lila

renkli bir ceket giymesi çok absürt

kaçardı değil mi? İşte tam burada

çok önemli bir faktör var. Bu bir

etken de değil, dayatılan bir algı

aslında. “Erkekler, kadın renkleriyle

giyinemez.”

İnsanlar cinsiyet

rollerinin gerektirdiği

şekilde giyinmenin

dışında, kendilerini

mutlu hissettikleri

şekilde giyinmeye ve

kendilerini özgürce

ifade etmeye başladı.

Radiant | 17


Neden peki hiç düşündük mü? Bize bunu düşündüren şey

neydi? Neden “kadınsı” renkler giyen erkekler toplumda

küçük düşürücü bir gözle bakılıyordu? Kadın renkleri neydi

ki zaten?

Toplumumuzda uzun zamandır süregelen cinsiyetçi

renkleri küçüklüğümüzden beri, zorla öğrenmek zorunda

kalmıştık. Hatta ilk doğduğumuzda bile, hastane odasında,

erkekseniz o oda masmavi süslenir, kızsanız pespembe

döşetilirdi. Küçükken her çocuk cinsiyetçi renklere göre

giydirilir, o saç modellerine tabi tutulurdu. Bir

oyuncakmışçasına süslerlerdi bizi. Peki gerçekten biz

upuzun saçlı olmayı ister miydik? Ya da çiçekli böcekli

kıyafetler giymeyi? Belki saçımız kısa olsun isterdik, belki

de bol paçaların içinde zıplamayı.

90lı yıllara doğru televizyon sektörü oldukça büyük bir

popülarite kazandı. Haliyle reklam sektörü de gelişti. 90lı

yıllardan bugüne kadar gelen belirli bir algı vardı: Kadınsı

renkler, erkeksi renkler, uzun saçlı kadınlar, temiz sakallı

erkekler, pürüzsüz kadın vücutları ve bunlar gibi nicesi…

2000li yıllara doğru bu algı toplumda daha da kabul

görmüştü. Artık her genç kız upuzun ipeksi saçlara sahip

olmak istiyor, pespembe tül elbiselerin içinde kendini peri

masalında görmeyi diliyordu. Erkekler ise sakala, fit bir

vücuda sahip olmayı, koyu renkli kıyafetler içinde

süzülmeyi düşlüyordu. Bu algı eninde sonunda yıkılacaktı

ki, öyle de oldu.

.

2020’de Z kuşağının

bambaşka, kendi odaklı

vizyonu ve farkındalığı ile

toplumun bilinci yıkılmaya

hazırdı. Pek çok marka -

gördüğümüz üzere- kadın

erkek demeden, her bireyin

istediği gibi crop top

giyebileceği, payetli, leoparlı,

pespembe kıyafetler

tasarlandı ve piyasaya sürüldü.

Böylece insanlar cinsiyet

rollerinin gerektirdiği şekilde

giyinmenin dışında, kendilerini

mutlu hissettikleri şekilde

giyinmeye ve kendilerini

özgürce ifade etmeye başladı.

Moda toksik maskülinitenin de

önüne geçmiş oldu böylece.

Artık cinsiyet kavramı

üzerinde durmadan, HER

BİREY istediğini yapabilecek

gücü kendinde buluyor.

Günümüz moda anlayışının bu

farkındalıkla sürmesi çok

önemli. Daha gelişmiş

farkındalıklarla bir algıya yön

vermek, her tabuyu yıkar.

⟨ꝛ⟩. ELİF KARBEYAZ

Radiant | 18


İyi ki doğdun, iyi ki varsın! Hayır,

bu bir doğum günü mesajı değil.

Güzel bir kız çocuğu doğdu, sen.

Neşe getirdin tüm ailene. Onların

en değerlilerisin. Baban…

Sığınağın olarak gördün onu.

Fakat hiç senin bezini

değiştirmedi. Ayıptı…galiba.

Büyüdün, koşmaya oynamaya

başladın. Sanki enerjin hiç

bitmezdi, zıplamak, koşmak,

düşmek, yuvarlanmak isterdin.

Annen ise hiç izin vermedi o çok

sevdiğin her an uçacakmış gibi

pofuduk olan etekleri giymene.

Onları giymek istiyorsan

oturacaktın, bacaklarını

kapatacaktın. Yedi yaşındaydın

oysaki. Tek isteğin zıplamak ve

oynamaktı. Anlamadın, değil mi?

Etekle oyunun ne alakası vardı

ki? Sana göre oyunları daha bir

güzel yapıyordu, kendini

çiçeklere konup bal toplayan bir

arı gibi hissediyordun. Her an

uçabilecekmiş gibi! Aynanın

karşısına geçip o eteği

uçlarından tutarak kabartmak ne

de keyifliydi! Ama kızlar etek

giydiklerinde çok dikkat

etmeliydiler, tişörtleri de

kalkmasın diye sıkı sıkı

pantolonunun içine

sokuşturmalıydılar. Aman kimse

görmesin! Biraz daha büyüdün,

“genç kız” diye hitap edilmeye

başlandın. Çok da hoşuna gitti

genç bir kız olmak. Ama herhalde

genç bir kız olmanın getirdiği

sorumluluklar vardı. Annen

demişti, artık bacakların göze

batmaya başlamıştı. Onları

örtme zamanı gelmişti. Neden

göze battığını anlamadın,

huzursuz hissettin kendini. Ne

vardı ki bacağında, kim rahatsız

oluyordu bacağından?

.

Yaz sıcağında uzun pantolon

giymek istemedin, niye giyesindi

ki? Galiba kadın bacağı ile erkek

bacağı farklıydı. Utandın, bir

bacağını öbürünün üstüne atıp

şortunu çekiştirdin o an. On iki

yaşındaydın. Aa! Bir baktın

vücudunda değişimler olmuş.

Memelerin büyümüş! Annene

söyledin heyecanla, “Anne!

Memelerim büyümüş! Bana

yarım atlet alabilir miyiz artık?”.

Annen susturdu seni. “Böyle

şeyleri baban ve abin önünde

söyleme. Ayrıca, ‘meme’ denmez.

‘Göğüs’ demelisin.” Niye meme

diyemiyordun ki? Onlar meme

değil miydi zaten, takma adları

mı vardı yoksa?.. Ne zaman

sutyen giyebilecektin acaba?

Kadın olmak ne heyecan

vericiydi! Annene sordun,

heveslenmemeni söyledi. Ne

vardı ki sutyen giymekte? Annen

de sutyen giyiyordu, hatta gizlice

denemiştin anneninkileri. İçini

buruşturduğun kağıtlarla

doldurmuştun. Kapıyı da

kilitlemiştin, çünkü biri görürse

utanırdın yaptığından. Neden?

Ayıp mıydı bu da? Annen gibi

yetişkin bir kadın olmak

istemenin nesi ayıptı? Bir yıl

sonra annen sutyen giymene izin

verdi. Seninle ciddi bir konuşma

yapmak amacı ile odanda

oturdunuz. Annen artık babana

eskisi gibi sımsıkı sarılmanın

uygunsuz olacağını söyledi.

Nedenini anladın, sormadın bile.

Tek duyduğun utanç ve

tiksintiydi. “Göğüs”lerinden

tiksindin. Kadın olmaktan

utandın. Babanla arana girdi

bütün bunlar, öyle hissettin. Ama

boyun eğdin, başka ne

yapabilirdin ki? Oysa sen ne de

severdin sarılmayı!

Radiant | 19


İçindeki utanç, tiksinti hiç

gitmedi. Bir okul günü, en yakın

arkadaşınla yatıya kalma planı

yaptınız. Yeni aldığın Garfield’lı

ikili pijamayı getirecektin

yanında, arkadaşına göstermeye

can atıyordun. Beğenirse belki o

da aynısından alırdı, ne güzel

olurdu! Ama annene göre

yabancının evinde o şortlu

Garfield’lı pijamalar giyilmezmiş.

Zaten düzgün oturmayı

bilmiyormuşsun uyurken de

örtüyü üzerinden atıyormuşsun.

Etin görünüyormuş. “Et” de ne

demek? Öyle bir “etin

görünüyor” deyişi vardı ki

annenin, sanki vücudun

kurbanlık bir koyunmuş da

iştahla kesilip yenmeyi

bekliyormuş gibi hissettirdi sana.

Bir kelime bu kadar mideni

bulandırmamıştı hiç. Kadın

vücuduna sahip olmanın bedeli

bu muydu? Kendinden tiksinti,

nefret miydi? Hayatının geri

kalanında göğüslerini saklamak

için kambur yürüdün hep.

Eteğini, şortunu çekiştirdin

durdun. Yolda yürürken hasta

ruhlu bir adamın bacaklarına

bakması seni kendinden

tiksindirdi. Dik dur, güzel kadın.

Sen bu hasta toplumun

bastırılmış cinsel arzularını

yüklediği bir beden değilsin.

Kadına “kadın” demeye

utananlara inat; başın dik,

göğsün ileride yürümeye devam

et. Sen tüm varlığınla çok

değerlisin ve bu değerine saygı

göstermeyenlerin bağnaz

düşünceleri yerin altına

gömülecek. Korkma, yanındayız!

⟨ꝛ⟩Elvan Kimyon

Radiant | 20


Her insanın parmak izi ne

kadar farklıysa, herkesin tarzı

da bir o kadar farklı aslında.

Kendine yakıştırdığı tonlar,

parçalar, kişinin ten rengi, hangi

kumaşın içinde en çok mutlu

hissettiği... Tüm bunlar

kişiliklerimizin bir yansıması

aslında. Hatta, bence önemli de

bir parçası. Çünkü insanlar

kendilerini güzel ve iyi

hissettiklerinde, hayattaki

küçük anlardan daha fazla keyif

alabilir ve daha özgüvenli

hissedebilir. Her sabah dışarı

çıkmaya hazırlandıktan sonra

aynanın karşısına baktığında

gördüğün o görüntü, dışarıdaki

insanlar için olan bir şey değil, o

senin için, o sensin! Belki o gün

tarzının dışına çıktın, rengarenk

giyindin ve dışarıdaki yağmurlu

havayı unutmak istedin. Belki o

gün çok kötü hissediyordun ve

giysilere, modanın yaratıcılığına

sığınmak istedin. Moda,

insanların seni nasıl gördüğüyle

değil senin kendini nasıl

hissettiğinle alakalıdır bir

bakıma: O gün kim olmak

istediğinle alakalıdır.

COVID-19 sürecine girdiğimizden

beri sürekli değişen ve daha çok

dijital hal almaya başlayan dünya,

insanların özgüvenlerini,

psikolojilerini ve alışkanlıklarını da

değiştirdi kuşkusuz. Her şeyin

böylesine değiştiği bir dönemde

moda sektörünün ve giyinme

alışkanlıklarımızın değişmemesi

söz konusu bile olamazdı. Çünkü

biz değişmiştik her şeyden önce.

Dile kolay, bir buçuk sene evlerde

olduğumuz süreçte modanın

kendimiz için olduğunu anlamıştık

belki, ya da pandeminin biteceği

günlerin hayaliyle kendimize uygun

kombinler hazırlamıştık, yani

günün sonunda moda yine bizdik.

Moda, insanların seni

nasıl gördüğüyle değil

senin kendini nasıl

hissettiğinle alakalıdır

bir bakıma: O gün kim

olmak istediğinle

alakalıdır.

Radiant | 21


.

Modanın ne kadar kişisel bir şey

olduğunu anladığım günden beri,

kendimi, kendi tarzımı daha fazla

anlamak istedim. Hangi kumaşın

içinde kendimi güçlü hissettiğimi,

hangi giysilerde mutlu olduğumu

hiçbir kalıba uymadan, trendlere

uymadan görmek istedim. Her

kombinimde bana güçlü ve zamansız

hissettiren kilit parçamı keşfetmek

istedim. Trendlerle kaybettiğim

kendi yaratıcılığımı görünüşümde

tekrardan bulmak istedim ve bu

noktada bazı adımlar attım. Bu

yazımda size attığım adımlardan ve

sizlerin de kendi tarzına nasıl

yakınlaşabileceğinizden bahsetmek

istiyorum.

Radiant | 22


KENDİNE AİT OLAN RENKLER

Renkler, hayatımızın her anında, her

yerinde olan ışığın nesnelere

çarparak oluşmasıyla gözümüze

yansıyan duyumlardır. Bu

duyumların psikolojik etkileri,

anlamları ve sonuçları vardır. Çoğu

moda markası koleksiyonlarını

hazırlamadan önce renk

uzmanlarıyla görüşürler. Böylece,

koleksiyonlarında vermek istedikleri

mesajlara göre koleksiyonda

kullanılacak renk seçimlerini daha

başarılı bir şekilde yapabilir,

insanların akıllarında daha fazla

kalabilirler. Günlük hayatta da

kullanacağımız renkler kişiliğimizi

daha iyi yansıtmamıza ve kendimizi

daha mutlu hissetmemize sebep

olur. O yüzden kendi renk paletimizi

bulmak bizi tarzımıza

yakınlaştırabilir. Kendi renk

paletinizi keşfetmek için aşağıdaki

adımları uygulayabilirsiniz:

İlk olarak beyaz veya gri renkli

giysiler giyinin, yüzünüzdeki makyajı

temizleyin ve güneş ışığının doğru

açısını (Güneş ışığının size kuzeyden

gelmesini en iyi açıdır, ikinci en iyi

açı ise güneyden gelen açıdır.)

yakalayarak doğru ışığı bulun.

Sonrasında aynanın karşısında

kendinize şu soruları sorun: Saçınız

açık, orta renkli veya koyu mu? Ten

renginiz açık, orta renkli veya koyu

mu? Saçınız ve ten renginiz arasında

kontrast var mı?

Dolabınızdaki ilginç renk tonlarına

sahip giysilerinizi ve kumaşlarınızı

dışarı çıkarıp üstünüzde deneyerek

üstünüzde renk tonlarını

karşılaştırın.

ciel est a toi

SICAK TONLAR VE SOĞUK TONLAR

Açık şeftali

Portakal

Bej

Haki

Koyu Kahverengi

Cırtlak kırmızı

Altın

Açık pembe

Fuşya

Gri

Karbon rengi

Siyah

Bordo

Gümüş

Buradaki amaç,

“varlığınızı”

geliştirmek ve

giydiğiniz

renklerin onunla

rekabet etmesine

izin vermemektir.

.

Sıcak renkleri soğuk renklerle

karşılaştırdığınızda, büyük olasılıkla

bir setin size diğerinden daha hoş bir

görünüm verdiğini göreceksiniz.

Kilit nokta, yüzünüzün daha parlak

hale gelip gelmediğini veya çeşitli

renkler tarafından donuk olup

olmadığını görmektir. Buradaki

amaç, “varlığınızı” geliştirmek ve

giydiğiniz renklerin onunla rekabet

etmesine izin vermemektir.

Not: Mutlaka en sevdiğiniz renklere

odaklanmamalısınız! Birçok insan en

sevdiği renklerden etkilenir, ancak

bu her zaman böyle değildir.

KİLİT PARÇALAR

Maaşınızın on yılını gardırobunuza

harcamanıza ya da sürekli tasarımcı

markalarıyla hava atmanıza gerek

yok. Tek ihtiyacınız olan tek bir imza

ürünü: kendinizi güçlü hissetmeniz

gerektiğinde giydiğiniz ürün.

Tarzınızın kilit parçası, bir kadının

yaşına, zevkine ve çantasının

büyüklüğüne göre kendisine verdiği

bir hediyedir. Bağımsızlığın ve

özgürlüğün sembolüdür. "Bunu

kendim için aldım. Kazandım ve bu

beni mutlu ediyor" diyor How to be a

parisian yazarlarından biri.

*How to be a parisian (sf.30)

⟨ꝛ⟩Eda Dolunay

max mara

Radiant | 23


“aha başladı yine feminazi”

Dünyanın pek çok yerinde ve

özellikle internette, damarına

basılmış bir feministi küçümsemek

ve dalga geçmek için kullanılan

feminazi (ing: femenazi) kelimesiyle

bir problemim var. Ataerkinin bir

yansıması olan bu kelime

patriyarkayı ve özellikle

feministlerin öfkesini çok iyi

anlatıyor. Feminazi kelimesinin

zararlarını kavrayabilmek için, önce

feminizm ve nazi kelimelerini

ayrıştırmak sonra feminist öfkeyi

tanımlamak, en son ise bu kelimeler

nasıl ve neden bir araya gelmiş onu

bulmak gerekiyor. Nasıl oluyor da

feminizm ve faşizm gibi iki zıt

kavram yanyana var olabiliyor? Nasıl

oluyor da herkesin ve her şeyin

eşitliği için çabalayan feministler bu

denli suçlanıyor ?

“kesişim yok”

Feminist: Cinsiyetlerin politik,

ekonomik ve sosyal eşitliklerine

inanan ve bunun için çabalayan

kimse.

Nazi: Etnik milliyetçilik ve sosyalizmi

birleştiren, faşist ve antisemitik bir

ideoloji olan nasyonal sosyalizmi

destekleyen kimse.

“alacaklı”

Kaynayan bir kazan gibi çoğumuzun

içini kemiren feminist öfkenin resmi

bir tanımı olduğunu düşünmüyorum.

Bu hissi bildiğim en iyi yol olan ortak

bir deneyimi anlatarak açmaya

çalışacağım. Gece saatlerinde eve

yürürken korkumuzu ele alalım.

Önce insan daha sonra bir feminist

olarak endişemiz artar, eve

vardığımızda korku, yorgunluk,

bıkkınlık ve en önemlisi bu yılgınlığın

getirdiği öfkeyle birleşir.

Umutsuzluk ve yalnızlık hissi bu

öfkeyi ikiye katlar. Ancak ne güzeldir

ki yine aynı öfke içimizde bir çakmak

yakar, bizi hareketlendirir. Alacaklı

gibi sokaklara çıkarız. İşte bence bu,

feminist öfke. Anbean

yürüyemediğimiz yollar için

çabalarız. Gitgide artan yorgunluk,

öfkemizi besler ve artık kimliğimizin

bir parçası olur. Dünyadan ve

insanlardan basit şeyler talep

ettiğimiz halde insanlığın bize ve

isteklerimize bu kadar düşman

olmasına şaşırır, yine de sokağa

çıkarız, anlatırız. Feminist öfkemiz

zaman zaman “öfkeli bir feminist”

olarak açığa çıkar. Dünyadan

alacağımız vardır, avazımız çıktığı

kadar bağırırız.

.

Günümüz kesişimci

feminizm insanların

ve hayvanların temel

yaşam hakları ve

eşitliği için

savaşırken,

içimizdeki öfke,

şiddetle ve nefretle

karıştırıldığında da

“feminazi” gibi

tutarsız kelimeler

türetiliyor.

“oksimoron”

Feminizm hala erkek düşmanlığı ve

kadının üstünlüğünü savunmakla

bağdaştırılıyor. Günümüz kesişimci

feminizm insanların ve hayvanların

temel yaşam hakları ve eşitliği için

savaşırken, içimizdeki öfke, şiddetle

ve nefretle karıştırıldığında da

“feminazi” gibi tutarsız kelimeler

türetiliyor. İnternete feminazi

yazdığımızda da bunu doğrulayan

görseller ile karşılaşıyoruz. Halbuki

feminizm gibi barışçıl ve eşitlikçi bir

ideoloji ile faşist bir ideolojiyi

yanyana getiremeyiz, çünkü kendi

içlerinde çelişirler ve bir oksimoron

yaratırlar. Faşizm feminizm içinde

var olamaz, olduğu takdirde

feminizm olmaz.

Tıpkı trans dışlayıcı radikal feminizm

ayrımcı yapısından dolayı feminizm

olarak adlandırılamayacağı gibi,

erkek düşmanı, şiddet yanlısı

ideolojiler de sadece ayrımcı

karakterleri ile anlandırılabilir,

feminizm ile değil. İşte bu yüzden

feminizmin doğasına zıt düşen bu

söylemleri ve eylemleri feminizm

kelimesiyle birlikte anmaya ve

feminizmle ilişkilendirmeye bir son

vermeliyiz. Öfkeli kadınların hepsi

feminist değildir ancak bence her

feminist öfkelidir.

Radiant | 24


“bahane”

Peki feminizmin ne olup ne olmadığını

ayırt etmemize rağmen bu feminazi

kelimesi neden sürekli karşımıza

çıkıyor? Cevabın yine ataerkil bakış

açısında olduğunu düşünüyorum.

Uğruna savaştığımız bir şey hakkında

konuşmaya başladığımızda bizi

susturmak için, savaşımızı

küçümsemek ve en önemlisi de

eğitime ve değişime karşı olan

nefretlerini meşrulaştırmak için

feministlerin çok aykırı, çok öfkeli ve

çok gürültülü olduğu düşüncesi öne

sürülüyor. Ben de birçok kez

sohbetlerin arasında öfkeli feminist

veya feminazi oldum. Söylediklerim

faşist olduğu için değil, doğruları

savunmaktan yorulmadığım,

susturulamadığım ve öfkemi açıkça

belli ettiğim için; patriyarka feminist

öfkemden korktuğu için. Biz

korkmadan yürüyene kadar da bu

öfkeye de, öfkeli feministlere de

ihtiyacımız var.⟨ꝛ⟩Mısra Gündeş

Uğruna savaştığımız bir şey

hakkında konuşmaya

başladığımızda bizi

susturmak için, savaşımızı

küçümsemek ve en önemlisi

de eğitime ve değişime karşı

olan nefretlerini

meşrulaştırmak için

feministlerin çok aykırı, çok

öfkeli ve çok gürültülü

olduğu düşüncesi öne

sürülüyor.

Radiant | 25


“Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Şems-i Tebrizi’nin bu sözü, değişimden

korktuğum her anda aklıma gelir.

Düzenimin bozulmasından, sahip

olduklarımı kaybediyor ya da

kaybedecek olmaktan, başaramazsam ne

olacağından ve en çok da kontrolüm

dışında meydana gelen olaylardan

korktuğumda bu sözü düşünürüm.

Pek çoğumuz değişimden korkuyoruz

aslında. Kimimiz korktuğumuzu

kabullenemiyor, itiraf edemiyoruz;

kimimiz de farkında bile değiliz. Her

birimizin kafasında, ‘değişim’ başka

şekillerde vücut buluyor. Zaten tüm

mesele de değişimi algılayış biçimimizde

başlıyor.

Düşünün bakalım. Değişim sizin için yeni

bir macerayı mı, keşfedilmeyi bekleyen

gizemli bir yeri mi, bilmediğiniz ve

kaybolacağınızdan korktuğunuz bir yolu

mu çağrıştırıyor? Açıkçası benim için,

üçüncüsü. Değişimin kendisinden çok

doğuracağı sonuçlar, ama en çok da bu

sonuçların meydana getirdiği yeni

koşullara ayak uyduramayacak olma

ihtimali beni korkutuyor. Kendimi bazen

uyumadan önce, bazen de bir işle

uğraşırken rastgele bir anda bu

ihtimalleri düşünürken buluyorum.

Sonrasında kaygı, endişe, ve bunların

altından bana kendini duyurmaya çalışan

iç sesim eşlik ediyor: “Korkma, değişim

güzeldir. Üstesinden gelebilirsin. Her şey

aynı kalacak değil ya!”. Geç de olsa

sakinliyorum o an için. Çünkü biliyorum

ki her şeyin aynı kalması da iyi değil.

Değişim olmadan gelişim olmuyor ki.

Olduğun yerde sayıyorsun; ilerleme

göstermeden, büyümeden. Hani ‘Ot gibi

yaşıyor!’ falan diyoruz ya bazılarına.

Aslında ot bile değişiyor, büyüyor; ama

yeri değişmiyor, kökü değişmiyor, özü

değişmiyor. O büyüdükçe kökleri de ona

göre genişliyor, derinleşiyor, güçleniyor.

Yani doğasında var adapte olmak.

Dışarıdan değil, içeriden bir güçle

buluyor uyumu.

Biz değişime karşı

gelmedikçe ona adapte

olabiliriz ve bunu

yalnızca benliğimizden

aldığımız güçle

başarabiliriz.

O halde biz de değişime karşı

gelmedikçe ona adapte

olabiliriz ve bunu yalnızca

benliğimizden aldığımız güçle

başarabiliriz. Bunu kendimize

hatırlatırsak değişime karşı

olan önyargımızı da

zayıflatabiliriz aslında. Ödül

olarak da daha gelişmiş,

derinleşmiş, hayata daha sıkı

bağlanmış, daha çok ‘kök

salmış’ bir birey olma şansını

yakalarız! Sonuçta, değişim

dediğimizde iki temel faktör

devreye giriyor: algı ve direnç.

Her ikisi de birbirinin

Görsel : Beste İleri

işleyişini etkileyen, değişim

karşısındaki durumumuzu

belirleyen kavramlar. Eğer

değişim sizin için bir

maceraysa, direnç

göstermiyor ve dolayısıyla

daha mutlu oluyorsunuz.

Çözüm esasen sizde saklı. Her

birimizin içinde saklı. Çünkü

değişimi nasıl algıladığımızı

bir tek biz belirleyebiliriz.

Evet, çevremiz etkileyebilir.

Dış etkenler bakış açımızla

oynayabilir. Ancak değişim

bana, sana, bize etki

edecektir. Dolayısıyla onu

nasıl karşılayacağımız da bize

kalır: bitmek bilmeyen bir

korku ve kaygıyla mı; yoksa

kendimize olan inancımız ve

ona eşlik eden bir

gülümsemeyle mi? Sanırım

artık hepimiz cevabı biliyoruz.

Bırak, hayatın alt üst oluyorsa

olsun. Nereden biliyorsun

altının üstünden daha iyi

olmayacağını?⟨ꝛ⟩ Eda Göleli

Radiant | 26


Görsel : Beste İleri

CHANGE

CHANGE

CHANGE CHANGE

CHANGE

CHANGE

CHANGE CHANGE

CHANGE

CHANGE CHANGE

CHANGE

CHANGE

CHANGE

CHANGE

CHANGE

CHANGE

Radiant | 27


Anlatılan hikayeler çoğunlukla

fetiş öğeler üzerinden, aykırı

tasarımlarla kışkırtıcı ve belki

rahatsız edici kabul ediliyor. Bir

önceki jenerasyonun sektörde

maddi kaygılarla sergilediği sıkıcı

ikiyüzlülük yerini gerçek

hikayelere bırakıyor yavaş yavaş.

“ötekiler”

Moda ve Sanat gibi sosyal olgular

değişkendir, bükülebilir, şekil

alabilir ve her daim gelişir. Moda

nesnelerin nasıl kullanılacağının

yanı sıra, bu nesnelerin tüketim

şekillerini de belirler.

Türkiye'nin son dönemlerde

global moda sahnelerinde

görünürlük kazanmaya

başlamasının en büyük

sebeplerinden birisi yeni

jenerasyonun tasarımlarını değil,

arkasında yatan hikayeleri de

hedef kitleleriyle buluşturması.

Bir önceki jenerasyonun

sektörde maddi kaygılarla

sergilediği sıkıcı

ikiyüzlülük yerini gerçek

hikayelere bırakıyor yavaş

yavaş.

.

Genç bir tasarımcı olarak

çekinmeden, konuştuğum dilde

kendimi ve tasarımlarımı

anlatmak, korkmadan ve kaygı

gütmeden sektörde varolmak

birincil önceliğim, çünkü en başta

varlığım politik ve bir tasarımcı

olarak beni o ana kadar sosyal

olarak reddetmiş kesimin gurur

kaynağı ya da sevdiği bir

televizyon karakteri olmaktan

öte, kışkırtıcı ve rahatsız edici

kabul edilmenin beni daha çok

tatmin edeceğini biliyorum. Ama

ne var ki bu insanlarla kendi

özgürlüğüm üzerinden tezat,

tuhaf bir ilişki yaşıyorum aynı

zamanda. Alanıma dahil

olmalarından hoşlanmasam da,

varlığımın reddedilmesinin, yok

sayılmanın kamçıladığı

tasarımlarımı ilk onlara

göstermek istiyorum. Bu sessiz

çekişme sadece benim değil,

birçok genç tasarımcının

sürdürdüğü bir kavgaya bırakıyor

yerini yavaşça.

Bu ikilemler arasında savrulurken

yeni jenerasyon tasarımcılara

duyduğum hayranlık giderek

artıyor son zamanlarda, yüzlerini

anadolunun doğurgan

topraklarına çevirmiş

koleksiyonlar, sadece kadın

bedeni üzerinden kurgulanmamış

tasarımlar, fetişize edilenin beden

değil duygular olduğunu

vurguluyor.

Radiant | 28


Tasarımcılar koleksiyonlarını

değil, ütopyalarını pazarlar.

Gerçeklikten bağımsız

dünyalarına ortak olmanızı, onları

giydiğinizde nasıl hissetmeniz

gerektiğini, ne yapmanız

gerektiğini gösterirler. Kendinizi

Simon Porte Jacquemus ile

Fransa'nın güneyinde lavanta

tarlalarında keten elbiseniz ve

devasa hasır bir şapkayla

otururken de bulabilirsiniz, Dries

Van Noten ile Belçika'nın

doğusunda donmuş bir gölün

üzerinde gofre kadife gece

elbisesiyle akşam yemeğinde de.

Türkiye'de bu zamana kadar

görmeye alışık olduğumuz her

zaman bunlardan çok farklıydı

diye düşünüyorum. Belki insanlar

yaşadıkları coğrafyada bu

gerçekliklere yer vermekten

kaçındı ve biz tüm bunlar yerine

tasarımcıları hafızamızda

televizyon personaları olarak

izledik.

.

Türkiye'nin son

dönemlerde

global moda

sahnelerinde

görünürlük

kazanmaya

başlamasının en

büyük

sebeplerinden

birisi yeni

jenerasyonun

tasarımlarını

değil, arkasında

yatan hikayeleri

de hedef

kitleleriyle

buluşturması.

Radiant | 29


SAHNE ARTIK

ÖTEKILERİN

Radiant | 30


.

Maddi kaygılarla kurgulanmış bu ikili oyun onların

egolarını törpülerken, gerçekten üretme hevesiyle ortaya

sıfırdan bir şey koyabilen “ötekileri” yok saydı yıllarca.

Radiant | 31


Maddi Kaygılarla kurgulanmış bu

ikili oyun onların egolarını

törpülerken, gerçekten üretme

hevesiyle ortaya sıfırdan bir şey

koyabilen “ötekileri” yok saydı

yıllarca.

Koral Sagular ın vajina formlu

Chaser Charm kolyeleri, Dilara

Fındıkoğlu nun flamboyant ve

erotik korseleri, Gabriel Vorbon

ve Eylül Ezik gibi moda

fotoğrafçılarının fetişist, erotik ve

çoğunlukla queer estetikle

kurgulanmış editorial projeleri

moda sahnesinde varlığını

sürdürdükçe, konuştuğu dilde

kendini anlatmaya cesaret edecek

nice genç tasarımcı adayları,

kendi hikayelerini, kendi

kitleleriyle buluşturacaktır diye

düşünüyorum. Sahne artık

“ötekilerin”. ⟨ꝛ⟩ Göksenin Ay

Radiant | 32


.

Yüzlerini anadolunun

doğurgan topraklarına

çevirmiş koleksiyonlar,

sadece kadın bedeni

üzerinden kurgulanmamış

tasarımlar, fetişize

edilenin beden değil

duygular olduğunu

vurguluyor.

Radiant | 33


Standardize Bedenler ve

Yeme Bozuklukları

Her geçen gün kadına şiddet

haberlerine bir yenisi daha

ekleniyor. Burada, genelde fiziksel

bir şiddetten bahsediliyor. Bizler,

başımıza gelen bu korkunç olayda

bile çoğu zaman bir kılıf uydurulup

günah keçisi olarak seçiliyoruz. “O

saatte orada ne işi vardı!”,

“Eteğinin boyu olması gerekenden

kısaydı” veya “Kahkaha atıyordu” ..

Eminim bu sözler sizlere de tanıdık

gelecektir. Toplum içinde kadının

ne yapıp yapamayacağına karar

veren, ataerkil temele dayalı bir

yargı sistemi kurulu. Bizler de var

olmak istiyorsak bu doğrultuda

hareket etmek zorundayız. Aksi

takdirde; namussuz oluruz, ki bu

da çoğu zaman şiddeti haklı

kılabilecek, üstünü örtebilecek bir

etmen.

.

Herkesin derdi olan kadınlar, bu

toplumda sadece fiziksel şiddete

maruz kalmıyor. Kadınların hangi

saatte nereye gidebileceği veya

nasıl giyinmesi gerektiğine karar

verildikten sonra, nasıl bir vücuda

sahip olması gerektiğinin baskısı

da uygulanıyor. Bu manipülatif

süreç o kadar güzel yönetiliyor ki,

kişi o mükemmel ölçülere sahip

olmak adına kendi sağlığını bile

riske atabiliyor.

Genellikle kadınlarda daha

yaygın olan yeme bozuklukları,

potansiyel risklerine rağmen

toplumda kabul görme,

beğenilme gibi duygusal

ihtiyaçlar ile ilişkilendirilir.

Radiant | 34


İdealize beden ölçüleri ve yazılı

olmayan bu kurallar kimi zaman

bizlere dayatılsa da fiziğimizin

mükemmel olması gerektiği bilgisi

o kadar derinlere dayanıyor ki bu

baskıyı kimi zaman kendimize bile

yapabiliyoruz. Özellikle, sosyal

medyada sıkça karşılaştığımız

“ideal profiller” ile kendimizi

kıyaslıyoruz. Onlarla rekabet

edebilecek şekilde fotoğraflarımızı

düzenliyoruz. Bu, kimi zaman

fotoğraf düzenlemeleri ile sınırlı

kalsa da bazı kişiler yarattıkları

profillere dönüşmek de

isteyebiliyor. Bunu kısa yoldan

yapmak isteyince de durum yeme

bozuklukları ve sağlıksız diyetler

ile sonuçlanabiliyor.

Psikiyatrik hastalıklar içerisinde yer

alan yeme bozukları; anoreksiya,

blumiya ve tıkınırcasına yeme

(binge eating) şeklinde karşımıza

çıkar. Anoreksiya, kişinin kilo

almaktan korkup zayıflığı takıntı

haline getirmesi durumu olarak

açıklanırken; blumiya ise kişinin

yemek atakları yaşadıktan sonra

bundan pişmanlık duyup kilo

almamak için kusması durumudur.

Binge eating’de ise kişi yeme

atakları yaşar fakat blumiyadan

farklı olarak bunun için kusma gibi

yöntemlere başvurmaz. Bu

hastalıkların çoğunlukla zayıf bir

bedene sahip olma isteği ile

tetiklendiği bilinmektedir. Genellikle

kadınlarda daha yaygın olan yeme

bozuklukları, potansiyel risklerine

rağmen toplumda kabul görme,

beğenilme gibi duygusal ihtiyaçlar

ile ilişkilendirilir.

uğruna psikolojik

sorunları ve hatta

ölümü bile göze

.

aldığımız

mükemmel fizik,

standartları her

geçen gün değişen

bir illüzyon.

Radiant | 35


Yıllardır bizlere dayatılan fiziki

mükemmellik, sadece dış

görünüşümüzü etkilemiyor. Beklenen

ölçülerde olmayan kadınlar

dışlanıyor, özgüven eksiklikleri ile

boğuşuyor ve hatta kimi zaman

psikolojik sorunlar da yaşayabiliyor.

Ayrıca, kendi değerini başkalarının

onlara yapıştırdıkları etiketler ile

belirleyen bazı kişilerde bu durum, öz

şefkat ve öz saygı alanında

problemlere de yol açabiliyor.

İdeal kadın imgesi tarih boyunca

farklılık göstermiştir. Geçmişte kilolu

olmak . revaçtaydı, ardından 90-60-90

ölçülerine sahip kadınlar ön plana

çıktı. Şimdi ise özellikle sosyal

medyadan aşina olduğumuz bazı

ünlüler gibi büyük göğüs ve kalçaya

sahip olan zayıf kadınlar beğeniliyor.

Yani aslında uğruna psikolojik

sorunları ve hatta ölümü bile göze

aldığımız mükemmel fizik, standartları

her geçen gün değişen bir illüzyon.

⟨ꝛ⟩Ani Nalyan

Radiant | 36







ekip

KURUCU / EDA DOLUNAY, DİLAN GÜNANA

EDİTOR / LARA ÇELİKLER

TASARIM / BESTE İLERİ

YAZARLAR

EDA DOLUNAY

LARA ÇELIKLER

ANI NALYAN

ELVIN KIMYON

MISRA GÜNDEŞ

ANDROMEDA ANTAL

TUANA DURMAYÜKSEL

EDA GÖLELI

GÖKSENIN AY

ASLI AYYILDIZ

ELIF KARBEYAZ

DESTEKLEYENLER

BERCIS ERTÖZ

IRMAK SAYGI

MELISA YENICE

PELIN KOÇYIĞIT

PELIN SARITAÇ

BELIZ İMGE BAYÜLGEN

İPEK YILMAZ

FOTOĞRAF

ECE NUR SAYGIN

ELIF DOGAN

ASYA KARATAŞ

GÖKBERK ASLAN

bize ulaşın

info.theradintt@gmail.com


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!